İşçilerin yaşam hakkı nasıl paketlenip bankalara satılır? Başbakan Davutoğlu, yemiyor içmiyor durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Lütfedip bir paket de “işçileri iş kazalarından korumak için” açıkladı. Bu paket elinizde patlar! “İş” denilen eziyeti, “ücret” denilen köleliği, “devlet” denilen banka-borsa-şirket tezgahtarlarını ortadan kaldırmak, kimsenin kimseye muhtaç ve bağımlı olmadığı, üretim ve yönetim araçlarının kolektif mülkiyet ve denetimimizde olduğu bir dünya kurmak zorundayız. '' 6-7
yaşasın
sosyalist
işçi demokrasisi Sayı: 52 Aralık 2014 1 TL
ÖZLEMLERİMİZ ve MÜCADELEMİZ
BÜYÜYOR!
Bir Tutam Gökkuşağı: Buka Barane Sımsıkı sarılıyorlar, hiç tanımadıkları bu insanlara. 5 çocuk, 10 çocuk…100 çocuk oluveriyorlar… Adım başı çadır var, yüzlerce insan kalıyor. Küçük bir mahalle gibi. Kadınlar çadır önlerinde çamaşır yıkıyor, “evlerinin” önünü süpürüyor, bulaşık yıkıyor, çocuk emziriyor, birbirleri ile konuşuyor. Sayıları az da olsa erkekler, kümeler halinde sohbetler ediyor. " 2
Gençliğin Direniş ve İsyanları
Mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve sınıfların, ulusların, cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz büyümekte.
insanlığın gelişimi için, uzayı, doğayı, yaşamı keşfetmek daha da anlamlandırmak için ayak basacak araçlarımız.
Tüm bu direnişler, mücadelemiz kapitalizm karşıtlığı eksenin de sosyalizm mücadelesi ile birleşince asıl kıyamet kopacak. Kapitalislerin kıyameti olacak ama bu. Bizlerin günü gelecek o zaman. İnsanlık işte o zaman göğü keşfe çıkacak. Rosetta’nın yaptığı gibi daha onlarca yıldıza
Bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek için, işçileri, emekçileri, kadınları… tüm insanlığı burjujaziye karşı, sömürüye, talana, tahribata, ezilmişliğe karşı örgütlenmeye ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye çağırıyoruz!
İKM: “Patriarkal Kapitalizme Karşı Mücadeleye!” Bizlerin özgürlük kelebekleri ekmek paralarını kazanmak için zorla ölüme götürülen mevsimlik tarım işçileri, sokaktaki tacize karşı sesini kısmayan kadın ve lgbti’ler, Gezi’de yaşam alanlarının zaptına karşı savaşanlar, özel ve kamusal alanın her yanında her gün varlık mücadelesi verenler ve emperyalist kapitalist saldırılara karşı boyun eğmeyerek direnmeyi seçmiş özgürlük savaşçılarıdır. Bizim mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz büyümektedir. Bugün, bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek için, kadına yönelik sistematik şiddete karşı bütün kadınları sokaklara ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye çağırıyoruz! " 12
Son birkaç hafta içerisinde Meksika’da, Yunanistan’da, Fransa’da, İtalya’da ve Mısır’da yeniden yükselişe geçen öğrenci ve gençlik eylemlerine tanıklık ediyoruz. Bu hesaba Kürdistan’da Kobané eylemleri sırasında sokaklarda militanca dövüşen sayıları on binleri bulan gençlik kitlelerini de katmak gerekmektedir. Bu eylemler okul işgalleri, barikat savaşları ve büyük kent gösterileri şeklinde sıralanıyor. " 11
15. Yılında, 19 Aralık’a Dair 15 yıl önce, yine böyle soğuk, coğrafyanın ayaza kestiği bir günün ilk saatleriydi. Açlık grevi ve ölüm oruçlarının en hafif sonuçlarından olan halsizliğinde etkisiyle derin uykudaydık. Sadece biz, devrimci tutsaklar değil neredeyse bütün ülke uykudaydı. Sadece biz, devrimci tutsaklar değil neredeyse bütün ülke uykudaydı. " 13
2
işçi meclisi
Bir Tutam Gökkuşağı: Buka Barane Sabah üç…Küçük bir dolmuşla; boyalar, kalemler, kağıtlar, uçurtmalar ve tiyatro için gereken malzemelerle Suruç’a doğru yola çıkıyoruz. Kobane’den kaçıp gelen çocukları savaşın yarattığı ağır koşullardan bir anlığına da olsa uzaklaştırma, onlara çocukça bir nefes olma gayesiyle… Yollar uzuyor, heyecan artıyor, korkular da: “acaba nelerle karşılaşacağız?”
Saat altı…Suruç’a varır varmaz devletin yoğun baskısı bizi sarıyor. Uzun namlulu silahlar, komandolar, eylemlerde görmediğimiz askeri araçlar bize “hoşgeldiniz” diyor. Her kamu kurumunun önünde yoğun koruma önlemleri, her yer asker polis, her yer MOBESE kameraları. Hava çok soğuk. Isınmak ve karnımızı doyurmak için çorbacı arıyoruz. Çorbalarımızı içtikten sonra AMARA kültür sanat merkezine varıyoruz. Tabureleri yatak yapan ve Diyarbakırdan geldiğini öğrendiğimiz arkadaşlar yeni uyanıyorlar. Kahvaltılarını yapıyorlar ve hummalı bir çalışma başlıyor. Planlar yapılıyor, ihtiyaçlar belirleniyor, görevler dağıtılıyor ve işe koyulma vakti! Herkes bir yerlere dağılıyor, ama yetmiyor, çok insana ihtiyaç var. AMARA’daki koşuşturmayı izlerken bizi karşılayacak arkadaşın gelmesiyle çadır kentlere doğru yola çıkıyoruz. Ilk durak Kobane çadırkenti. Aracımızın çadır kente varmasıyla etrafımız sarılıyor hemen, küçücük gözler size bakarken minik elleri ellerinizle buluşuveriyor. Sımsıkı sarılıyorlar, hiç tanımadıkları bu insanlara. 5 çocuk, 10 çocuk…100 çocuk oluveriyorlar… Adım başı çadır var, yüzlerce insan kalıyor. Küçük bir mahalle gibi. Kadınlar çadır önlerinde çamaşır yıkıyor,
“evlerinin” önünü süpürüyor, bulaşık yıkıyor, çocuk emziriyor, birbirleri ile konuşuyor. Sayıları az da olsa erkekler, kümeler halinde sohbetler ediyor. Her aile en az bir yakınını Kobane de bırakmış. Kobane’de DAİŞ’e karşı savaşanlarda çocuklarını sevdiklerini ailelerini Suruç’ta bırakıp gitmişler. Kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz, bin bela hükümete, DAİŞ’e. Ama bir o kadar da umut dolular, Kulaklar kobane’den gelecek bir sesi bekliyor. Hem sevdiklerine hem de evlerine kavuşacak olmanın umuduyla uyanıyorlar her yeni sabaha… Ve çocuklar…Savaşın karanlığını yırtanlar. Çamurdan, tahtadan, poşetten oyuncakları ile hayallerini gerçek kılanlar. Savaşın acımasızlığı belki de en çok onları vuruyor. Kimi okul için geldiğini düşünüyor çadır kente kimi ise savaşın farkında, “DAİŞ yüzünden geldik” diyor, kaşları çatık. Attıkları her adımda oynadıkları her oyunda dillerinde hep “biji berxwedana Kobane, biji berxwedana YPG” var. Çadırkentte her türlü ihtiyaç BDP’li belediyeler tarafından karşılanıyor. Tuvaletler yapılmış ama su, elektrik, banyo sorunu tam olarak çözülememiş. Kamplarda iç işleyişi sağlamak için meclisler kurulmuş ve komisyonlar oluşturulmuş. Sağlık,temizlik, eğitim, güvenlik, yemek, su vs. Bu komisyonlarda sorunlar konuşuluyor, talepler ihtiyaçlar BDP’ye, belediyeye bu komisyonlar aracılığı ile iletiliyor. Ağırlıklı olarak partililer bu yükü kaldırmaya çalışıyor, sürekli çalışmak için gelenler de var, bir iki gün için gelenler de var. Yurtdışından destek olduğu gibi farklı üniversitelerden dönüşümlü gelişlerde oluyor.
ralan bir çadır kentte gösterimler yapılıyor. Hepsinde benzer yaşam mücadelesi. Aynı var olma hikayeleri. Aynı sloganlar, aynı umutlar. Bir tarafta taziye diğer tarafta tiyatro
gösterisi. “Yaşam da bizim ölüm de bizim” diyor bi Kobane’li ihtiyar. “Neredeyse her gün cenaze geliyor, sayının düşük olmasına seviniyoruz bazen” diye anlatıyor sevgili Fidan. Her şeyi bırakmış sınır da bir köye yerleşmiş, yaklaşık iki aydır çadır kentlerin düzenlenmesi ile ilgileniyor.
Amara'daki koşuşturmayı izlerken bizi karşılayacak arkadaşın gelmesiyle çadır kentlere doğru yola çıkıyoruz. Ilk durak Kobane çadırkenti. Aracımızın çadır kente varmasıyla etrafımız sarılıyor hemen, küçücük gözler size bakarken minik elleri ellerinizle buluşuveriyor.
Yollarda çok sayıda yerli-yabancı gözlemci görüyoruz. Almanya’da yaşayan göçmen bir Türk bir ailenin çocuğu ile Erasmus’la İstanbula gelen Japon bir genç kadın öğrenci. Yaşanılana yakından tanıklık etmek için gelmişler. Fotografçılar, gazeteciler, yardım getirenler…bir şekilde “sesinizi duyduk” diyenler Suruç’ta sokaklarda dolaşıyorlar.
Saat 12.00…Peşimizde savaşın çocukları tiyatro gösterisi için uygun bir yer bulunuyor, hazırlıklar başlıyor. Okul öncesi öğretmeni arkadaş hemen kaynaşıp bir iki oyun oynatıveriyor, heyecanla bekleşen çocuklara. Oyun Bûka Baranê; kürtçe gökkuşağı demek. Ama aynı zamanda bir oyun: yağmur yağmadan once bir grup çocuk biraraya gelir, bir ağaç parçasına bir bez sararlar,bu ağaç parçasını ellerinde sallayarak ev ev dolaşırlar, evlerden yumurta, buğday, soğan vs herhangi birşey vermesi beklenir. Çocukken oynadıkları Bûka Baranê oyunundan esinlenerek kendilerine Teatra Bûka Baranê diyen tiyatro grubunun hazırlıkları bitince çocuklar içeriye alınıyor ve gösteri başlıyor. Küresel ısınmanın sebep olduğu iklim değişikliğini konu alan bir oyun sahneleniyor. Gökkuşağının oluşumu ve tiyatro grubuna ismini veren Buka Barane oyunu da canlandırılıyor. Savaşın sessiz çığılığı, oyun boyunca çocukların şen kahkahaları ile boğuluyor. Şarkılar, şiirler, müzikler.. doyasıya olamasa da eğleniyor çocuklar. Oyun bitiyor ve veda vakti. Çocuklar peşimizde dolmuşa kadar gidiyoruz, zor olsa da ayrılıyoruz kentten.
Saat:17.00… gelmişken sınıra gitmemek olmaz. Ilk sınıra gitme denememiz polislerin bizi geri çevirmesi ile başarısız oluyor. Sınırda nöbet tutanların kullandığı köy yollarından gidiyoruz sonrasında. Bir halkı ikiye bölen sınır ışıklarına doğru yaklaşıyoruz.
Sıra da diğer çadır kentler de ki çocuklar var. Once Rojava çadır kenti ardından Nejat Ağırnaslı ve Arin Mirxan ve son olarak da yeni ku-
Kızıltepe’den Bir Eğitim İşçisi
Miştenur tepesini ve Kobane’nin belli belirsiz ışıklarını görüyoruz. Sınırda nöbet tutanlar ısınmak için ateş yakmışlar. Bir çocuk Kobane için yazılan bir şarkıyı söylüyor: Kobane iro xemgin e (Kobane bugün üzgündür) Dişewite, laş bi xwin e (Kanlı bedeniyle ağlıyor) Heştire çavan dibarine (Gözyaşlarımızı yağdırıyor) Ax Rojava (Ah Rojava) Saat: 18.00…Dönüş vakti. Arkamızda Kobane’li ailelerin umutları, yüreğimizde çocukların ışıldayan gözleri Kızıltepe’ye geri gönüyoruz.
İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı: 52- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: İstiklal Caddesi Balo Sk. No: 32 Kat. 2 Daire No: 8 Beyoğlu/İstanbul - Email: posta@devrimciproletarya.net Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92
3
işçi meclisi
Çelişiyoruz…
Eşitsizlik kadının fıtratında var” diyen Erdoğan’a karşı “Fıtratımızda ölmek değil, mücadele etmek var…” diyerek kadına yönelik şiddete “artık yeter” diyen kadınlar onlarca yerde sokağa çıktı. Kadınlardan başta Erdoğan olmak üzere erkek egemen sisteme en anlamlı cevap sokaklardan geldi. İntihar etmiş bir işçinin kaleminden çıkmış bu şiir:
Herkes diyor ki Ben birkaç kelimelik bir çocukmuşum Bunu inkar etmiyorum Ama gerçekte Konuşsam da konuşmasam da İçinde olduğum bu toplumla Çelişiyorum 1 milyondan fazla işçinin çalıştığı Foxconn’da, 3 yıl çalıştıktan sonra intihar etmiş Çinli göçmen bir işçi, Xu Linzi’nin evrensel bir değere sahip şiirlerinden birisi sadece. Bir işçi nasıl çelişmesin ki bu kokuşmuş kapitalist düzenle? Sömürünün, yalanın, talanın, yolsuzluğun, yoksulluğun hüküm sürdüğü, işçi, kadın, LGBTİ vs vs cinayetlerinin hız kesmediği, bu lanet olası sistemle nasıl çelişilmez ki! 2013’te 237 kadının öldürüldüğü Türkiye’de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı verilere göre, bu sayı 2014’ün ilk 10 ayında 255’e yükseldi. Sadece Ekim ayında 29 kadın katledildi.
İşçi Meclisi’nin bu sayısının sayfalarında bulacağınız birçok haberde ise cambaza bak oyununu yemeyen ”Fıtratımızda ölmek değil, mücadele etmek var…”şiarını benimseyenlerin eylem ve direnişlerinin yansıması var. Geride bıraktığımız ayda pek çok işçi direnişi, eylemi gerçekleşti ve birçoğu uzun zamandır sürüyor. Ama en öne çıkan ve anlamı olanları ise işçi ölümleri karşısında işçi güvenliği talep ettikleri için işten atılan ve direnişe geçen ve direnişlerini 100 günü aşkın zamandır sürdüren BEDAŞ işçileri. Ve kamuoyunda ses getiren bir diğer eylem de “o fabrikada örgütlenme, direniş olmaz, Hak-İş’ten başkası ayak basamaz oraya” denilen Ülker fabriasında sendikalaşma karşısında yaşanan işten atmalar ve bunun karşısında yaşanan direniş oldu. Ülker’de sendikanın copu Hak-İş’e işçiler kazan kaldırdı! “Eşitsizlik kadının fıtratında var” diyen Erdoğan’a karşı “Fıtratımızda ölmek değil, mücadele etmek var…” diyerek kadına yönelik şiddete “artık yeter” diyen kadınlar onlarca yerde sokağa çıktı. Kadınlardan başta Erdoğan olmak üzere erkek egemen sisteme en anlamlı cevap sokaklardan geldi.
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre ise işçi cinayetlerinde Ekim ayında en az 160, Kasım ayında en az 123 işçi katledildi. Ermenek’te katledilen işçi kardeşlerimizin cenazelerine birer ikişer ulaşılıyor. Acımız her “cenaze çıktı” haberinde tazeleniyor, harlanıyor. Kasım ayında da işçi cinayetleri durmadı. Antalya’daki patlamada, inşaatlarda, madenlerde katliam sürdü.
Kobane’de direniş sürüyor. Direniş her geçen gün etkisini artırmaya da devam ediyor. Sadece Kobane’de değil başta Kürdistan’da olmak üzere bir çok ülkede Kobane direnişi gündemde. Direniş desteğini büyütürken bir taraftan da Kürt halkının mücadelesinin prestijini daha da yükseltiyor.
Kobane’de IŞİD çeteleri karşılaştıkları muazzam direniş karşısında adım adım geriliyor. Ama IŞİD hain saldırıları için elini kolunu sallayarak bu sefer de Türkiye sınırlarının içindeki TMO binasını kullanıyor.
Meksika katledilen 43 öğrenci için ayakta, so-
Dünya İşçi Sınıfı Ayakta
Avrupa’da işçiler hak gasplarına karşı militan sokak eylemleriyle karşılık verdi ve “bu iş bu kadar kolay değil” dediler. Avrupa’nın başkenti Brüksel’i tutuşturdu işçiler. Daha büyük eylemler grevler var sırada diyorlar. Yunanistan, Şili, Kanada, İngiltere, Fransa ve Arjantin’de gençler aylar süren kitlesel militan eylemler içerisindeler. Ayrıntılı bir küresel direniş raporu da iç sayfalarımızda yer alıyor. Kapitalizmin inişli çıkışlı bir seyir izleyerek süregiden küresel krizi, toplumsal-siyasal sarsıntıları, biri bitmeden diğeri başlayan irili ufaklı isyan ve direniş dalgalarını da tetikliyor. Ama yeterli değil! Kapitalist sistemi sarsmak ve yıkmak için örgütlü işçi sınıfının daha fazla eyleme, direnişe, hak mücadelesine ihtiyacı var. Halen işçi sınıfı, kadınlar, ekoloji hareketleri, ezilen ulus ve ırk, gençler eylemlerinde savunmada, gelen sadırıları karşılamak ve direniş boyutunda.
Soma’da yüzyıllık zeytinliklerin kökü kazınırken AKP’li bakan “Zeytini bakkaldan da alırsınız ama enerji öyle mi ya!” diyerek tepkilere, protestolara tokat gibi bir yanıt veriyor. Pek çevreci CHP’nin Yalova Belediye Başkanı da ağaç katliamında bildik bir bahaneye sığınıyor: “On kat fazlasını dikeriz.”
Ama mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve sınıfların, ulusların, cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz büyümekte. Tüm bu direnişler kapitalizm karşıtlığı ekseninde sosyalizm mücadelesi ile birleşince asıl kıyamet kopacak. Kapitalistlerin kıyameti olacak ama bu. Bizlerin günü gelecek o zaman. İnsanlık işte o zaman göğü keşfe çıkacak.
Amaan boş verin bunları… İşçiler zaten ölüyor, kadınlar her gün katlediliyor. Ne yapacaksın, fıtratlarında var. Kobane zaten bizim meselemiz değil, ağaçlardan da keseriz kesmesine de ama katbekatını da dikeriz…
Rosetta’nın yaptığı gibi daha onlarca yıldıza insanlığın gelişimi için, uzayı, doğayı, yaşamı keşfetmek daha da anlamlandırmak için ayak basacak araçlarımız.
Asıl siz Amerika’yı kim keşfetti onu söyleyin! Evet, hadi bakalım buyurun buna bakın bu sefer de. Bu ayın cambazı bu! Biz bunlara bakarken onlar yemiyor içmiyor, durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Bu sefer de “işçileri iş kazalarından korumak için” açıkladılar bir paket. Paketin ayrıntılarını iç sayfalarımızda bulabilirsiniz.
Amerika’da siyahi bir gencin polis tarafından elindeki oyuncak silah yüzünden katledilmesinin ardından aralarında Washington, New York şehirleri de olan yüzden fazla şehirde eylemler yapıldı, sokaklar tutuştu. Katil polis istifa etti, işbirlikçi yetkililer özür diledi ama sokakta öfke dinmedi. Çünkü bu yaşanan ilk cinayet değil ve sahte özürler de ilk değil.
kaklar yanıyor. Devlet ve uyuşturucu çetelerinin birlikte katlettiği öğrencilerin hesabını soruyor haftalardır Meksika’da işçi ve emekçiler.
Bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek için, işçileri, emekçileri, kadınları… tüm insanlığı burjuvaziye karşı, sömürüye, talana, tahribata, ezilmişliğe karşı örgütlenmeye ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye çağırıyoruz!
4
işçi meclisi
Ülker’e bi halley oluyor Topkapı’da bulunan Ülker fabrikasında çalışan Ülker işçileri, üyesi oldukları Öz Gıda-İş Sendikası’nın sorunlarına duyarsız kalması ve patron yanlısı tutumu karşısında DİSK Gıda İş’te örgütlendikleri için işten atıldılar. İşten atılan Gıda İş üyesi Ülker işçileri fabrika önünde kurdukları direniş çadırında direnişe başladılar. Ülker’de DİSK bağlı bir sendikada örgütlenmenin olmasının bile insanları şaşırtığını belirten işçiler Ülker’in kamoyunda çok yanlış tanındığını beliritİyorlar. “Ülkerde çalışan işçilerin durumunun çok iyi olduğu, iyi maaşlar aldıkları düşünülüyor ama aldığımız ücret bin-bin yüz lira, işçi karnını doyurmak için mesai yapmak zorunda.”diyen işçiler fabrikada sıklıkla iş kazası yaşandığını, ağır ve gürültülü çalışma karşısında hastalandıklarını da ekliyorlar.
Ekim tarihinden beri sürüdüren işçiler direnişi buraya da sıkıştırmıyorlar. Ülker patronlarının korkulu rüyası haline gelen işçiler her platformda patronlara karşı seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Ülker patronunun hayatını anlattığı kitabın imza gününde TÜYAP kitap fuarında patron karşına dikilen işçiler, patrona soğuk terler döktürdü. Kitabında “DİSKli günler geri gelmesin” diyen patron, işçilere DİSK’te ne işiniz var dedi. İşçiler Ülker’in sahibi Yıldız Holding önünde de eylem yaptılar. Eylemde direnişteki işçilerden Birol Cansu söz aldı ve “Ülker’deki zulme başkaldırdık, Öz Gıda-İş’i, patronun copudur.”dedi. Direniş çadırında sohbet ettiğimiz işçiler Ülker’in hep ülkenin gururu gibi gündemde yer adlığını, yabancı firmaları satın alarak sektörde 3. büyük konuma geldiğini ama bunun faturasını kendilerinin ödediğini, Ülkerin işçilerin sırtından palazlandığını belirtiyorlar. İşçiler Ülker’in Goldivayı alır almaz yaptığı ilk için işçi çıkartmak ve taşeronlaştırmaya gitmek olduğunu, Ülker’in devraldığı İngiltere’deki United Biscuits bünyesinde çalışan işçilerin de hakları için grev hazırlığında olduğunu aktardılar.
Direnişlerini Topkapı Ülker fabrikası önünde, 27
Patronla yapılan görüşmelerde şimdilik bir sonuç çıkmadığını belirten işçiler içeride de sendika değiştirmek isteyen bir çok işçinin olduğunu ama
patronun ve sendikanın baskıları karşıısnda sessiz kaldıkları aktarırken “Eğer bizim direnişimiz başarıya ulaşırsa bunun arkasıda gelecektir.” diyorlar. Ülker reklamlarında kullanılan sloganları yeniden uyarlayan işçiler “Biz sizi mutlu ettik siz bişi işten attınız” diyorlar. Ülker işçilerinin ziyaretçileri eksik olmuyor, yoldan geçen işçiler, farklı sendikalarda ve işçi örgütlenmelerinde örgütlü işçiler, kurumlar Ülker işçisini yalnız bırakmıyor. İşçiler gün boyunca Topkapı Ülker Fabrikası önündeki çadırdalar ve sıcak çayları ve sohbetleri ile dayanışma ziyaretlerini bekliyorlar.
Kızıltepe’de kadına şiddet protesto edildi BEDAŞ’ta DİSK Enerji-Sen üyesi işçiler can güvenlikleri tehlikede olduğu için işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini talep ettiler; 6331 Sayılı yasanın 13.maddesine göre çalışmama haklarını kullandılar. Bunun üzerine BEDAŞ işvereni KolinLimak-Cengiz (CLK) şirketleri Avcılar’da 26 işçiyi işten çıkardı… Direnişin ilk 85 gününü Avcılar BEDAŞ önünde sürdüren işçiler direnişlerini Taksim BEDAŞ önüne taşıdılar. İSİG Meclisi de bugün direnişteki işçileri ziyaret etti. Saat 18.30’da direniş çadırına gelen İSİG üyelerini işçiler sloganlar ile karşıladı.
Karşılıklı atılan sloganların ardından İSİG Meclisi üyesi bir doktor konuşma yaptı. Konuşmasında ”İşçi sınıfının verdiği mücadeleler ortada ama işçi sağlığı için verdiğimiz bu mücadele onlarca işçinin katledildiği bu dönemde çok anlamlıdır” dedi. Doktor açıklamasının devamında “Çapa direnişinden sizlere selam getirdim. Direnişiniz direnişimizdir. Bu daha başlangıç mücadeleye devam diyoruz” dedi. Daha sonra İSİG adına söz alana Murat Çakır “Enerji-Sen’in bizler için ayrıca bir önemi var. Enerji-Sen’in örgütlenme dönemi ile İSİG Meclisinin örgütlenme dönemi paralel ilerlemiştir. Bu ülkede işçi sağlığı ve güvenliğini böylesine içselleştiren bir sendika olması açısından ayrıca önemlidir.” dedi. Çakır konuşmasını “İşçi sağlığı önlemlerini en iyi işçi sınıfının alabileceğini biliyoruz. Bunu sizler gösterdiniz. BEDAŞ işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda bir sembol haline gelmiştir. Bu nedenle BEDAŞ kazanırsa işçi sınıfı kazanacaktır.” diye bitirdi. Çakırın konuşmasının ardından eylemciler “İş kazası değil bu bir cinayet” sloganını yükselttiler. Çakır’ın konuşmasının ardından direnişteki işçiler söz aldılar. İşçilerden biri konuşmasında, 21 Temmuz’da Avcılar ve Taksim’de gerçekleştirdikleri yürüyüşlerini aktardı. Bu yürüyüşün amacının Soma’da yaşanan katliamın BEDAŞ’ta da yaşanmaması olduğunu dile getirdi. Ayrıca işçiler bir enerji işçisinin yaşama hakkı için olmaz ise olamaz yanmaz elbise,
yanmaz ayakkabı, kontrol kalemi gibi işçi sağlığı ve güvenliği malzemelerini ve önlemlerini almalarını istediklerini ve bu yüzden işten atıldıklarını söylediler. Çünkü bunlar patronlar için çok büyük maliyet gerektiriyordu. “Bu maliyet yerine patron bize ölmek için çalışın, yaşamak istiyorsanız işten atıyorum dedi” diyerek sözlerini sonlandırdı. İşçiler, eylemlerinin bu mücadeleyi kazanana kadar devam edeceğini söylediler. İşçiler direnişin artık onlar için bir yaşam biçimi olduğunu söylediler. Şimdiye kadar birçok kurumun kendilerini yalnız bırakmadığını ve şimdiden sonra da kararlılıkla devam ettirdikleri direnişleri sonuçlanıncaya kadar destek beklediklerini dile getirdiler. Eylem “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganı ile bitirildi. Ayrıca eylem boyunca “BEDAŞ işçisi köle değildir”, “Sermayeye teslim olmayacağız” sloganları atıldı.
5
işçi meclisi
Metal’de uzlaşmazlık ve uyarı eylemleri
Metal patronları sendikası MESS ile DİSK Birleşik Metalİş arasında 150 bin civarında işçiyi ilgilendiren metal iş kolu 2014-2016 dönemi Grup TİS görüşmeleri 15 Eylül’de başladı. 6 Kasım’da görüşmeler uyuşmazlıkla sonuçlandı. TİS görüşmelerinin başlamsı ile birlikte Birleşik Metal-İş üyesi metal işçileri işyerlerinde uyarı eylemlerini başlattı. Birleşik Metal-İş’te örgütlü metal işçilerinin TİS sürecine yine önünde ki bir çok engel ile birlikte giriyor. Sendika bürokrasisi, patron sevdalısı hükümet, en azgın patron örgütü MESS ve sendikadan çok patronlara insan kaynakları hizmeti veren patron dostu Türk Metal Sendikası. 6 Kasım’da Grup Toplu İş Sözleşmesi sürecinde 60 gün-
lük yasal sürenin son gününde yapılan görüşme uyuşmazlıkla sonuçlandı. TİS görüşmelerinde MESS’le uyuşmazlık zaptının tutulmasının ardından Birleşik Metal-İş sendikası uyarı eylemlerine devam ediyor. MESS kapsamındaki SİO, Yücel Boru, Entil Hapalki, Demisaş, Bosal Mimaysan, İzmir Mahle, Alstom, ABB ve Isuzu, Ankara’da Başöz Enerji, Gebze’de Kroman Çelik, Mersin’de Çimsataş, Bursa’da SCM ve Prysmian fabrikalarında metal işçileri eylemler gerçekleştirdi. MESS, toplu iş sözleşmesinin yürürlük süresinin 3 yıl, ücret zamlarının ise ilk 2 yıl 6'şar aylık enflasyon oranında olmasını, 3. yıl için enflasyon üzerinde bir zam düşündüklerini belirtirken bayram, izin ve yakacak ödemeleri konusunda ise yıllık enflasyon oranı civarında teklifler verdi. Birleşik Metal’in cevabı ise 3 yıllık bir sözleşmenin ve enflasyona endeksli bir ücret zammının hiçbir şekilde kabul edilmeyeceğini, bildirdi ve kendi teklifini yineledi. Birleşik Metal-İş Sendikası, metal patronlarının örgütü MESS ile sürdürdüğü sözleşme sürecinde birinci altı ay için ücret zammının yapılmasından önce ücretlere tamamlama ve
Cezaevlerinde çok okumak artık yasak!
iyileştirme istiyor. Sendikanın birinci altı ay için zam talebi şöyle: Saat ücreti 5,58 TL’nin altında olanların ücretleri 5,58 TL’ye tamamlandıktan sonra, 8,97 TL’yi geçmemek üzere 40 kuruş iyileştirme yapılır. Bu tamamlama ve iyileştirme işleminden sonra tüm işçilere yüzde 5 artı 105 kuruş zam İkinci ve dördüncü altı aylarda bu zamların yüzdeli olarak uygulanması, üçüncü altı ayda ise enflasyon artı 2 puanlık oranın 10,52 katsayısı ile çarpıldıktan sonra maktu zam yapılması isteniyor. Ayrıca; sosyal ödemelerin (bayram, izin, yakacak vb.) asgari ücretle kıyaslandığında ciddi bir erime ile karşı karşıya olduğundan hareketle var olan tüm sosyal ödemelerin yüzde 30 oranında artırıldıktan sonra asgari ücret gün sayısıyla ifade edilerek erimenin önüne geçilmesini öneriyor. Sendikanın bir diğer teklifi ise, haftalık çalışma sürelerinin 45 saatten 37,5 saate düşürülme, dinlenme molalarının çalışma süresinden sayılması ve yıllık izin sürelerinin uzatılması başlıkları altında çalışma sürelerinin kısaltılmasıyla ilgili. Sendika, vergi dilim artışlarının işverenler tarafından karşılanmasını, yıl içinde işçilerin ücretlerinde vergi dilim artışı nedeniyle eksilme olmamasını
Adalet Bakanlığı’nın aldığı yeni bir kararla cezaevlerine gazete ve dergi girişi geçtiğimiz günlerde yasaklandı! Sincan F tipi 1 No’lu cezaevinde 17.11.2014 günü kapalı görüşe çıkacak olan tutsaklar, sabah saatlerinde yapılan anonsla, cezaevine gazete ve dergi girişinin yasaklandığı haberini aldılar. Cezaevinde yapılan anonsta tutsaklara, cezaevine giren siyasi ve sürekli yayınların “Cumhuriyet’in değerlerine ve Atatürk’ün ilkelerine zarar verdiği” gerekçesi sunuldu. Ancak siyasi ve siyasi olmayan bütün dergi ve kitapların cezaevlerine girişi yasaklanmış durumda. Devrimci tutsaklar ise bu haklarının ellerinden alınamayacağını belirterek bu haklarını geri kazanmak için her şeyi yapacaklarını belirtiyorlar. Açlık grevlerinin önümüzdeki günlerde başlayabileceğini belirten tutsaklar, devletin her geçen gün artan tecrit terörünü bozmak için ellerinden ne gelirse yapacaklarını belirttiler.
Ankara’da ”Beyaz Yakalı İşçiler” paneli gerçekleştirildi 29 Kasım Cumartesi günü EMO’da ”Beyaz Yakalı İşçiler” girişimi ”Anlatılan Senin Hikayendir” çağrısıyla bir panel – forum etkinliği düzenlendi. Etkinliğe katılım oldukça yoğundu. İki bölümden oluşan panelin ilk bölümünde panelist olarak Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir ve Prof. Dr. Metin Özuğurlu yer aldı. Gamze Yücesan Özdemir’in ”Beyaz Yakalıların Sınıfsal Konumu ve Dönüşümü” başlığıyla yaptığı sunumda; son dönemde beyaz yakalılar üzerine yapılan tartışmalarda, orta sınıf mı prekarya mı sorunsalına net bir ifade ile beyaz yakalıların işçi sınıfının bir bileşeni olduğu ve aslında ortaya atılan sınıf dışı kavramların bilinç bulanıklaşmasına yol açtığı ve bu kavramların kullanılmamasının gerekliliğini belirtti. Yaşam tarzı, kimlikler, gelir düzeyi gibi yaklaşımlar üzerinden sınıf konumlarının ele alınamayacağı, yaşam alanını ihmal etmeden sınıfların üretim ilişkilerindeki konumlarla tanımlanması gerektiğini somut örneklerle ortaya koydu. Sınıfın geleneksel ve yeni katmanlarının her birinin özgül sorun ve dinamikleri olmakla birlikte, yalnızca dar ekonomik-sendikal yaklaşımla ele alınamayacak, işçi sınıfının “irade güvencesizliği” sorununa çözüm üretecek politik bir perspektif doğrultusunda sınıf bütünlüğünü oluşturması gerektiğini vurguladı. Metin Özuğurlu ”Beyaz Yakalıların Örgütlenme Biçimleri” başlıklı sunumunda, geniş çaplı yeni
proleterleşme süreçlerini değerlendirdi. Herşeyin metalaşmasıyla birlikte asıl işgücünün daha geniş çaplı metalaşmasının temel çelişki eksenini ortaya çıkardığını ve örgütlenme sorununun da bu zeminde ele alınması gerektiği vurguladı. Sunumların arkasından etkinliğe katılan farklı sektörlerden beyaz yakalı işçilerin soruları, yanıtlar ve deneyim aktarımları ile ilk bölüm tamamlandı. İkinci bölümde alanda örgütlenme çalışması yürüten Çağrı Merkezi Çalışan Derneği, Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı ve Beyaz Yakalı İşçiler Platformu kısa sunumlarla alan çalışmalarına dönük deneyimleri ve karşılaştıkları sorunları anlattılar. Daha sonra salondaki işçilerin katılımıyla, sorunlar, çözüm önerileri, deneyimler bir foruma dönüştürüldü ve birlikte tartışıldı. Forumda,
beyaz yakalı işçilerin ayrıcalıklarının kalıp kalmadığı, performans, prim, denetim sistemleri, iş saatleri dışında da çalışma, borçlar sorunları paylaşıldı. Sendika, dernek, platform gibi örgütlenme biçimleri ve deneyimleri konuşuldu. Tartışmaların odaklandığı temel konulardan biri, çok sayıda yeni örgütlenme girişiminin ortak mücadele sorunları oldu. Platform tarzı örgütlenmelerin, beyaz yakalı işçilerin çalışma dışı zaman, bizzat işyerlerinde örgütlenme, daha hedefli ve planlı bir faaliyet yürütebilme, uzmanlaşmış deneyimli kadro yetiştirme gibi sorunları konuşuldu.
6
işçi meclisi
İşçilerin yaşam hakkı nasıl paketlenip bankalara satılır? Başbakan Davutoğlu, yemiyor içmiyor durmaksızın yeni paketler, programlar, planlar, stratejiler açıklıyor. Lütfedip bir paket de “işçileri iş kazalarından korumak için” açıkladı. Bu paket elinizde patlar! Paketin değerlendirilmesine sınıf bilinçli işçilerin sorması gereken temel sorularla başlayalım: Pakette, çalışma koşullarının bizzat işçilerin bağımsız seçeceği işçi komiteleri tarafından denetlenmesi hakkı var mı? Hayır, yok! Pakette, işyerlerinde sağlık riski olduğunda, işçilerin tüm hakları korunarak ve işten atılmadan, risk kalkıncaya kadar toplu iş bırakma hakkı var mı? Hayır, yok! Pakette, işçilerin patron ve devletten bağımsız örgütlenme, sendika seçme, sendika kurma hakkı var mı? Hayır, yok! Pakette, başta tehlikeli işler olmak üzere, işyerlerinin toplumsal denetimine açılması var mı? Hayır, yok! Pakette, işyeri denetim raporlarının kamuoyuna açılması var mı? Hayır, yok! Pakette, iş cinayet ve meslek hastalıklarının yaşandığı işyerlerinin patronlarının, patronluktan men edilmesi, sermayelerine el konulması, hapis cezalarının ağırlaştırılması var mı? Hayır, yok! Pakette, iş cinayetlerine karşı yasalardaki göstermelik yükümlülüklerini bile yerine getirmeyen, başbakan, bakan, belediye başkanı, müfettiş, yönetici, bürokrat vblerin derhal istifa etmesi, hükümet iznine bağlı olmadan, işçi aileleri ve halka açık mahkemelerde yargılanmaları gereği var mı? Hayır, yok! Pakette, işçileri korumaya dönük teknolojik standartlar, üretim ve çalışma hızı üst sınırı gibi şartlar var mı? Hayır, yok! Pakette, taşeronluk, güvencesizlik, rödovans gibi neoliberal despotik kölelik biçimlerinin kaldırılması var mı? Hayır, yok! Pakette, tam kapsamlı bir işçi sağlığı ve güvenliği yasasının, sınıf bilinçli işçi temsilcilerinin, katledilmiş işçilerin ailelerinin, meslek örgütlerinin doğrudan katılımıyla çıkarılması ve uygulanması var mı? Hayır, yok! Pakette, iş cinayetlerinin 5 katı düzeyindeki meslek hastalıklarından ölümler, 40 katı düzeyinde kalıcı fizik, psikolojik ve zihinsel sakatlanmalara karşı herhangi bir düzenleme var mı? Hayır, yok! Pakette, işçilerin ücretlerinde azalma olmadan çalışma sürelerinin haftada 5 gün, günde 6 saatle sınırlandırılması, erken emeklilik ve yıpratıcı iş tazminatı hakkı var mı? Hayır, yok! Pakette, işyeri hekimi, (iş değil) işçi sağlığı
ve güvenliği uzmanı, sosyal hizmet uzmanların gerektiğinde iş durdurma dahil (patronun izni gerekmeden) kesin yetki sahibi olmaları, ücretlerinin patron değil devlet tarafından ödenmesi, işçilere düzenli bilgi ve hesap vermesi, gibi konular var mı? Hayır, yok! Bir paketin psiko-neoliberal-patolojisi Bunların olmadığı bir paket, işçileri sermayenin kar ve kan güdüsünden korumuş olmaz. Sadece patronları ve hükümeti iş cinayetlerine karşı büyüyen toplumsal tepkiden korur! Bu bir neoliberal reform paketidir. Neoliberal reformların sosyal reformlardan farkı, işçiler için göstermelik ve biçimsel bir iyileştirme bile içermemesidir. Tekelci sermaye karlılığını artırma ve neoliberal piyasayı büyütmeyi hedeflemesidir. Görelim: Paketin, en kritik halkası, maden şirketlerine çalıştırdığı işçilere hayat sigortası yaptırma zorunluluğu getirilmesi. Böylece madenlerin denetimi de özel sigorta şirketlerine, yani büyük bankalara devredilmiş oluyor. Davutoğlu inanılmaz bir pişkinlikle şunları söylüyor: “Fizibilite yaptırdık. Makul görünüyor. Hayat sigortasının işverene getireceği yükle, muhtemel kazanın getireceği yük karşılaştırıldığında hayat sigortası daha sağlıklı ve daha az maliyetli. Böyle olursa özel sigorta şirketleri de denetim yapmak durumunda.” (Hürriyet, 13 Kasım 2014) Tüm işçiler bu sözleri kesip saklamalı, günde 3 kez okuyup, kapitalizm denilen hisseli alçaklıklar sistemine karşı sınıf kinlerini daha bir bilemeli. Başbakan efendi, işçilerin can güvenliğinin pakette esamisinin okunmadığını, tüm meselenin “iş kazalarının” patronlara getirdiği maliyet artışını azaltmak olduğunu, nazikçe itiraf ediyor! bankalarÖzel Hayat Sigortası, bizim hayat hakkımızın gaspı üzerinden bankalara 10 milyarlarca dolarlık yeni bir kar piyasasıdır! Hayat sigortası üzerinden, bankalara muazzam bir yeni kar alanı açılıyor. İşçilerin canları, banka-borsa ve maden tekelleri arasında kar ve kan pazarlığına havale ediliyor. Diyelim ki bin işçi çalıştıran bir maden patronu, yılda birkaç yüz bin lira hayat sigortası primi için, bankasigorta şirketleriyle anlaşmaya oturacaktır. Ben hayat sigortasını sana yaptıracağım ama sen de beni gözet diyecektir. Banka-borsa-sigorta şirketi de “risk” hesabını yapacak, diyelim ki, burada yılda 5 işçi ölürse şu kadar kara geçerim, 30 işçi ölürse zarar ederim, o zaman şu noktada anlaşalım diyecektir. Biz bunları yazmak zorun-
da kalırken bile midemiz bulanıyor, kusacak gibi oluyoruz. Sermayenin başbakanı ise, işçilerin kanı ve canını da bir borsa kumarı, bankasigorta-maden tekellerine yeni bir kar kapısı haline getirirken o kadar pervasız ki!… İşçilerin yaşamlarını banka-borsa-sigorta şirketlerine teslim etmek demek, düpedüz bugünkünden beter bir mali leş kargalığıdır! Hayat sigortası, emeğin sosyal korunması ve sosyal güvenliği ile hiçbir ilgisi olmayan, özel sigortadır. Özel sağlık, özel emeklilikten hiçbir farkı yoktur. Banka-borsa-sigorta tekellerini ihya etmek içindir. Büyük para babalarının işçilerin hayatları üzerinden kumar oynamasıdır. Aynı zamanda, “Ulusal İstihdam Stratejisi” çerçevesindeki kıdem tazminatı hakkının gaspedilip özel banka-borsa fonlarına dönüştürülmesi planına, sinsi bir geçiş halkasıdır. Mesleki Yeterlilik Sistemi yeni bir kölelik prangasıdır! Paketin diğer bir kritik halkası, “çok tehlikeli işlerde çalışan 2 milyon 700 bin çalışana mesleki yeterlilik belgesi alma zorunluluğu” getirilmesi. Evet bildiniz! “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin (ve eğitimde mali oligarşik Bologna yönergeleri ve yeni YÖK yasasının) en temel halkalarından olan “mesleki yeterlilik/performans sistemi”. Kendini pek uyanık sanan hükümet, neoliberal despotik kölecilik stratejisinin en kritik “yeterlilik” halkasını, “işçileri iş kazalarından koruma” kılıfı altında geçirmeye çalışıyor. Milyonlarca işçi nasıl “yeterlilik belgesi” alacak? Bunun için KPSS’yi mumla aratacak, işçi yeterlilik sınavları sistemi gibi bir cehennem piyasası oluşturulacak. İşçiler, işe girmek, girdiklerinde işlerini korumak için durmaksızın sınavlara girecekler, dershanelere vb avuç dolusu para dökecekler. Meslek lisesi, meslek yüksek okulu ve üniversitelerin özelleştirilmesi hızlandırılacak. “Mesleki yeterlilik belgesi” pazarlamacılarına dönüşecekler. Diplomaların hiçbir önemi kalmayacak. Tüm eğitim sistemi, “mesleki yeterlilik” pazarlamasına, yani teknik işgücü kölesi yetiştirmeye indirgenecek.
7
işçi meclisi
Paketin bir diğer halkası, rödovans sürelerinin asgari 15 yıla uzatılması. Efendim neymiş, kısa süreli rödovanslar, patronların üretim zorlamasına yol açıyormuş. Onun için geniş geniş, rahat rahat taşeron işçi çalıştırıp posalarını çıkaracakları tarzda, uzatılıyor. Madenlerde işçi katliamlarında yaşanan patlamanın temel sorun kaynaklarından biri, böylece çözümmüş gibi lanse ediliyor. Maden patronlarına hazım zorluğu yaratacak biçimde işçi beden ve ruhlarını birden yutmayıp sindire sindire çiğnemeleri, tadını çıkararak öldürmeleri için dahiyane bir buluş! Paket, rödovans bütünüyle başka taşerona devredilemez diyerek, parça taşeronluğu, yani taşeron işçiliğini resmileştiriyor ve kurumlaştırıyor. Paket, işçilerin korkunç acılarıyla alay etmeyi sürdürerek, “işveren ölümlü iş kazasında kusurlu bulunursa iki yıl kamu ihalelerinden men edilecek” diyor. Ne müthiş ceza? O da yıllar süren davalarda “kusurlu” bulunurlarsa? İşçilere elektronik göz altı Paket, bir de maden işçilerine madendeki “konumlarının eşzamanlı olarak takibi için birer çip takılması zorunluluğu” getiriyor. Bu elektronik çiplerin, diyelim ki göçük gibi durumlarda işçilerin yerlerinin tespit edilmesi gibi bir anlamı var. Fakat bu çiplerin işçileri daha sıkı bir elektronik gözetim altına almak, bir dakika bile soluklanmalarına izin vermemek, daha yoğun ve hızlı çalıştırmak için kullanılmayacağına kim güvence verebilir? Bu da, patronu, sermayeyi, idari aygıtı değil ama işçileri kontrol etme, işçileri daha fazla köleleştirme zihniyetinin skandal bir diğer bileşenidir. Yakında tüm patronlar çalıştırdıkları işçilere birer performans ölçme çipi, bu devlet de herkese, “hani orda burda kaza geçirirseniz lazım olur” filan diye bir elektronik gözetim çipi takma zorunluluğu getirirse şaşırmamak gerekir.
Paket neoliberal kapitalist alçaklıklar rezalethanesidir 1- İşçilerin kanını ve canını da borsaya tahvil etmektedir. 2- Banka-borsa-sigorta şirketleri ile maden tekellerini kaynaştırıp mali sermayeye işçilerin kanı ve canı üzerinden yeni piyasa yapmak için hazırlanmıştır. 3- İşçi katliamlarına karşı, patronları, sermayeyi, işyerini değil işçileri kontrol etmek ve gözaltında tutmak (yeterlilik sistemi, çipler, vb) mantığına dayalıdır. 4- Patronlara ve devlete hemen hiçbir yükümlülük getirmez, hatta tam tersine varolan yükümlülüklerini kaldırırken (örneğin denetim görevini devletten alıp özel sigorta şirketlerine vermektedir), açıkça cinayetlerin sorumluluğunu yine işçilere yıkmakta, ve işçilere çok ağır yeni yükümlülükler ve kölelik prangaları getirmektedir. 5- Paket, Türkiye tekelci burjuvazisinin dört gözle beklediği “ulusal istihdam stratejisi”nin en temel bazı maddelerini ve bir türlü zorunlu “tasarruf fonu”nu işçi cesetlerinin sırtından sinsice geçirmek istemektedir. 6- Paket safkan bir neoliberal sermaye, (banka, borsa, özel sigorta, kar, maliyet, verimlilik, piyasa vb) zihniyetiyle hazırlanmıştır. Pakette işçilerin, sosyal canlı insanlar olarak esamisi bile yoktur. İş katliamları, siyasal bir sorun değil, sosyal bir sorun değil, hatta ve hatta teknik bir sorun bile değil, bir para-piyasakar meselesi olarak görülmektedir. Çözüm adı altında, sorunun ta kendisi olan bu finanspiyasa-kar kanlı çarkını büyütüp yağlamak dayatılmaktadır. Ey işçiler birleşiniz, yoksa emek, yoksa gelecek, yoksa dünya mahvolur!
tehlikeli işlerde çalışanlar, bu kokuşmuş ve kan emici sistemi geçinebilmek için sırtında taşımak ve her gün yeniden üretmek için zincire vurulmuş olanlar! Çalışma yeteneğimizi 3 kuruşa satmak zorunda kaldığımız yetmiyor, bu leş kargaları şimdi de can güvenliğimizi bankalara satmaya kalkışıyorlar. Patronlar tarafından sömürüldüğümüz ve hayvan muamelesi gördüğümüz yetmiyor! Zaten gırtlağımıza kadar bizi borçlandırıp ücretimizin artan kısmını soyan bankalar şimdi de “hayat sigortamız” kılıfında, işyerinde de leş kargaları gibi “verimliliğimizi” denetlemeye geliyor. “İş kazalarından koruma” kılıfı altında bizi daha fazla robotlaştırmak için bir de elektronik gözaltı çipi takmaya kalkışıyorlar. Bizi öldüresiye sömürmeye doymuyor, bir de üstüne öldürülmemizin sorumluluğunu bize, bizim “yetersizliğimize” yıkıyorlar. Ücretli kölelik cehennemi, finansal kölelik cehennemi (bankalara büyüyen borçlarımız!) yetmezmiş gibi, bir de bizi özel sigorta şirketlerine bağımlı hale getiriyorlar. O da yetmiyor, bir de “yeterlilik belgesi” adı altında, birbirimizle canhıraş rekabet içinde “yeterlilik sınavları” cehennemine köleleştirmek istiyorlar. Ey işçiler! Emeğimizi korumak, yaşamımızı savunmak için bile, bu leş kargalarıyla, banka-borsa-tekeller ile, sermaye ve devletiyle, bu kölelik sistemi ile savaşmak zorundayız. Bu leş kargalarını bedenimizden, çalışma yeteneğimizden, yaşamımızdan, kafamızdan defetmek zorundayız. Kendimiz için özgür, insanca, bilinçli yepyeni bir yaşam yaratmak için biraraya gelmek, yaşamımızı ve geleceğimizi kendi ellerimize almak zorundayız. Kendi kararlarımızı kendimiz almak, siyasal bir güç, bir sınıf iradesi olmak zorundayız. “İş” denilen eziyeti, “ücret” denilen köleliği, “devlet” denilen banka-borsa-şirket tezgahtarlarını ortadan kaldırmak, kimsenin kimseye muhtaç ve bağımlı olmadığı, üretim ve yönetim araçlarının kolektif mülkiyet ve denetimimizde olduğu bir dünya kurmak zorundayız.
Ey işçiler! Maden ve inşaat işçileri, ağır ve
İSİG Meclisi BEDAŞ Direnişini Ziyaret Etti BEDAŞ’ta DİSK Enerji-Sen üyesi işçiler can güvenlikleri tehlikede olduğu için işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini talep ettiler; 6331 Sayılı yasanın 13.maddesine göre çalışmama haklarını kullandılar. Bunun üzerine BEDAŞ işvereni Kolin-Limak-Cengiz (CLK) şirketleri Avcılar’da 26 işçiyi işten çıkardı…
işçiler söz aldılar. İşçilerden biri konuşmasında, 21 Temmuz’da Avcılar ve Taksim’de gerçekleştirdikleri yürüyüşlerini aktardı. Bu yürüyüşün amacının Soma’da yaşanan katliamın BEDAŞ’ta da yaşanmaması olduğunu dile getirdi. Ayrıca işçiler bir enerji işçisinin yaşama hakkı için olmaz ise olamaz yanmaz elbise, yanmaz ayakkabı, kontrol kalemi gibi işçi sağlığı ve güvenliği malzemelerini ve önlemlerini almalarını istediklerini ve bu yüzden işten atıldıklarını söylediler. Çünkü bunlar patronlar için çok büyük maliyet gerektiriyordu. “Bu maliyet yerine patron bize ölmek için çalışın, yaşamak istiyorsanız işten atıyorum dedi” diyerek sözlerini sonlandırdı.
Direnişin ilk 85 gününü Avcılar BEDAŞ önünde sürdüren işçiler direnişlerini Taksim BEDAŞ önüne taşıdılar. İSİG Meclisi de bugün direnişteki işçileri ziyaret etti. Saat 18.30′da direniş çadırına gelen İSİG üyelerini işçiler sloganlar ile karşıladı. Karşılıklı atılan sloganların ardından İSİG Meclisi üyesi bir doktor konuşma yaptı. Konuşmasında”İşçi sınıfının verdiği mücadeleler ortada ama işçi sağlığı için verdiğimiz bu mücadele onlarca işçinin katledildiği bu dönemde çok anlamlıdır” dedi. Doktor açıklamasının devamında “Çapa direnişinden sizlere selam getirdim. Direnişiniz direnişimizdir. Bu daha başlangıç mücadeleye devam diyoruz” dedi. Daha sonra İSİG adına söz alana Murat Çakır “Enerji-Sen’in bizler için ayrıca bir önemi var. Enerji-Sen’in örgütlenme dönemi ile İSİG Meclisinin örgütlenme dönemi pa-
ralel ilerlemiştir. Bu ülkede işçi sağlığı ve güvenliğini böylesine içselleştiren bir sendika olması açısından ayrıca önemlidir.” dedi. Çakır konuşmasını “İşçi sağlığı önlemlerini en iyi işçi sınıfının alabileceğini biliyoruz. Bunu sizler gösterdiniz. BEDAŞ işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda bir sembol haline gelmiştir. Bu nedenle BEDAŞ kazanırsa işçi sınıfı kazanacaktır.” diye bitirdi. Çakırın konuşmasının ardından eylemciler “İş kazası değil bu bir cinayet” sloganını yükselttiler. Çakır’ın konuşmasının ardından direnişteki
İşçiler, eylemlerinin bu mücadeleyi kazanana kadar devam edeceğini söylediler. İşçiler direnişin artık onlar için bir yaşam biçimi olduğunu söylediler. Şimdiye kadar birçok kurumun kendilerini yalnız bırakmadığını ve şimdiden sonra da kararlılıkla devam ettirdikleri direnişleri sonuçlanıncaya kadar destek beklediklerini dile getirdiler. Eylem “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganı ile bitirildi. Ayrıca eylem boyunca “BEDAŞ işçisi köle değildir”, “Sermayeye teslim olmayacağız” sloganları atıldı.
8 işçi meclisi
8
Yeni küresel isyan ve direniş dalgası
Kapitalizmin 7 yıldır inişli çıkışlı bir seyir izleyerek süregiden küresel krizine, kimisi “büyük durgunluk”, kimisi “büyük depresyon”, kimisi “büyük stagflasyon”, kimisi “kapitalizm tarihinin 4. büyük kriz dönemi”, kimisi “21. yüzyılın ilk büyük krizi” diyor. Kesin olan şu ki, dünya 7-8 yıldır genel yükseliş eğilimini sürdüren toplumsal-siyasal sarsıntılar, biri bitmeden diğeri başlayan irili ufaklı isyan ve direniş dalgaları döneminden geçiyor. Gıda isyanları, varoş isyanları, öğrenci isyanları, fiili kitle grevi dalgaları, seri genel grevler, genel grev genel direnişler, Gezi benzeri işgal ve sokak hareketleri, birbirini izliyor. Bu süreçte dünya çapında, 40'tan fazla 1 milyonun üzerinde kişiyi kapsayan eylem ve direniş hareketi, 200'den fazla 100 binin üzerinde, binin üzerinde onbinlerce kişiyi kapsayan eylem ve direniş hareketi yaşandı. Ve isyan ve direniş dalgaları birbiri ardına gelmeye devam ediyor.
işçi meclisi
göçmen işçiler hareketlerinin gelişmesi ve örgütlenmesine itilim kazandırdı. Mısır ve Cezayir’deki grev dalgaları, bu ülkelerde 2011-13'te doruğa çıkan isyan ve direniş hareketlerin öncüsüydü. Her biri büyük beklentilerle girilen neoliberal demokrasinin seçim sonuçlarına karşı büyük hayal kırıklıkları ve isyan trendi ise, dönem boyunca İran, Rusya, Hong Kong, Taiwan gibi çok sayıda ülkede tekrarlandı. Krizin küresel mali oligarşi ve Wall Street’in göbeğinden patlamasının hemen arifesinde, 2008 baharında, en büyükleri Bangladeş, Haiti, Mısır’da olmak üzere gıda isyanları dalgası yaşandı. Bangladeş, dönem boyunca, konfeksiyon işçilerinin -sık sık yoksul mahallelerle de birleşen- militan direniş ve isyanları ile sarsılmaya devam etti. En
Son birkaç hafta içinde, Meksika, Belçika, Macaristan ve Kürdistan’da büyük çaplı militan kitle gösterileri, Burkino Faso’da isyan ve darbe, Güney Kore ve İrlanda’da şimdilik barışçıl büyük kitle gösterileri, Fransa ve İtalya’da sokak çatışmaları, Çin ve Hindistan’da yeniden yükselişe geçen fiili kitle grevleri, Fransa, Yunanistan ve Mısır’da yeniden başlayan öğrenci işgal ve hareketlenmeleri, Filistin-İsrail’de bir kez daha direniş ve çatışmalar… yeni bir küresel isyan ve direniş dalgasının yükselmekte olduğuna işaret ediyor. Son küresel direniş dalgasına ve önümüzdeki dönem için gösterdiklerine geçmeden önce, 7-8 yıldır dünya çapında yaşanan isyan ve direniş dalgalarını kısaca hatırlayalım. Küresel isyan ve direniş hareketlerinin kriz öncesi ilk büyük habercileri, Şili’de lise öğrencilerin kitlesel işgal ve isyan hareketi, Fransa’da varoş isyanı, Mısır’da büyük fiili kitle grevi dalgaları, Cezayir’de bir madenci kasabasında aylar süren militan işçi işgal ve denetimi, Bolivya’da El Alto ve Cochabamba ayaklanmaları, Meksika’da hileli seçim sonuçlarına karşı 100 binlerin sokağa dökülmesi, ABD’de göçmen işçiler hareketi oldu. (20057) Şili’de öğrenci hareketi 500 bin kişilik eylemlerle 2011'de doruğuna çıktı, yer yer genel grevlerle birleşti, halen de 3-4 ayda bir 100 bin kişilik eylemlerle sürüyor. Varoş isyanları Fransa, İngiltere, İsviçre, Brezilya, Şili, Cezayir’de olduğu gibi dönem boyunca farklı ülkelerde ortaya çıkmaya devam etti, ediyor. ABD’de ırkçı göçmen yasasına karşı 1 milyon göçmenin grev ve boykotuyla başlayan göçmen hareketi ise, dünya çapında
son geçtiğimiz yıl bin işçinin katledildiği konfeksiyon imalat kompleksinin çöküşünün sarsıntıları devam ediyor. Haiti’deki isyanı ise ABD donanması doğrudan saldırarak ancak bastırabildi. Temel tarım ve gıda ürünlerinde 2007'deki görülmemiş
fiyat yükselişleri, 2008 baharında bir dizi ülkede isyana yol açtı. Tarım ve gıda ürünlerinde benzer bir fiyat yükselişi 2010 yılında tekrarlandı, ve 2011'deki isyan ve direniş dalgalarının, özellikle “Arap baharının” etkenlerinden biri oldu. En sonu, içinde olduğumuz 2014 yılında büyük bir kuraklık ve tarım-su krizi ile birleşen, gıda fiyatları yine benzer bir yükseliş içinde, etkilerini de yakında göreceğiz. Krizin ABD’den patlayıp hızla küreselleşmesiyle birlikte, ilk büyük isyan Yunanistan’da yaşandı. 2008 Aralık ayında, polisin bir anarşist gençlik aktivistini -Alexis- öldürmesi üzerine, gençlik isyanı patladı, ülkede haftalar boyunca işgaller, sokak ve barikat çatışmaları yaşandı. Gençlik ve öğrenci isyan ve hareketleri, dönemin önemli izleklerinden biri oldu. Bazı ülkelerde kendi başına yığınsal öğrenci işgal, barikat ve sokak hareketleri, bazılarında işçi hareketi veya Gezi tarzı meydan hareketleriyle birleşerek devam ediyor. Yunanistan, Şili, Kanada, İngiltere, Fransa, Arjantin aylar süren kitlesel militan öğrenci hareketlerinin yaşandığı ülkeler oldular. Son haftalarda, Meksika, Yunanistan, Fransa ve Mısır’da yine öğrenci işgal, barikat, boykot ve sokak eylemleri dalgası yayılmaya başladı. 2009 yılı, bir çok ülkede şok kriz paketleri ve saldırılarının birbiri ardına açılmaya başladığı yıl oldu. İlk ekonomik çöküntü ve iflas haberi İzlanda’dan geldi. Bir gencin parlamento meydanında gitarıyla başlattığı protesto, birkaç gün içinde yüzbinlerin parlamentoyu kuşatmasına dönüştü, hükümet düştü, yeni hükümet geri adım atmak zorunda kaldı. Aynı günlerde ABD Chicago’da başlayan otomotiv işçilerinin fabrika işgalleri dalgası, birkaç ayda Kanada, İngiltere ve İrlanda’da otomotiv ve yedek parça işçilerinin fabrika işgalleriyle yayıldı. Güney Kore’de Hyundai’nin en büyük fabrikasını işgal eden işçiler, polis ve asker orduları, helikopter ve panzer saldırılarına karşı fabrikayı 77 gün boyunca savundular. 2009-11 döneminde otomotiv-metal sektöründe fiili grevler dalgası, Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Fransa, Almanya, İspanya ve kısmen Türkiye’ye yayıldı. 2009'dan itibaren Türkiye dahil bir çok ülkede, barikatlı fabrika işgalleri, patron ve yöneticilerin rehin alınması yaygınlaşan bir işçi eylemi biçimi haline geldi. Fransa yarı sömürgesi iki ada ülkesi Martinik ve Guadolup’ta, aylar süren fiili genel grevler ve kitle isyanları birleşti. Fransa’nın asker ve polis göndermesiyle militan grev ve isyanlar daha da büyüdü, kemer sıkma paketinin geri çekilmesi ve asgari ücretin artırılması, su faturalarının
indirilmesi, kira fiyatlarının dondurulması, gençlik için eğitim ve istihdam paketi, işsiz öğretmenlerin atanması gibi kazanımlarla sonuçlandı. Cezayir’de 1 milyon işçiyi kapsayan fiili militan grevler dalgası da, ücret artışları, özelleştirmelerin kısmen geri çekilmesi, büyük çaplı bir sağlık ve sosyal konut programı açılmasıyla, ancak yatıştırılabildi. Kazakistan’da direnişteki 20 petrol işçisinin polis tarafından katledilmesi üzerine, ülke bir hafta boyunca fiili genel grev ve sokak çatışmaları ile sarsıldı. 2009'un genellikle unutulan önemli bir halkası da, bölgede Tahrir ve Gezi tarzı hareketlerin habercisi olan, İran’da hileli seçim sonuçlarına karşı yüzbinlerin sokak ve meydan eylemleriydi.
İsyan ve direniş dalgaları, 2010 yılının sonlarında, Tunus’ta üniversite mezunu işsiz, tablacılık yapan genç Bouzizi’nin kendini yakmasıyla, bir kademe daha büyüdü. 2011'de Tahrir’den Sintagma’ya, Pourte del Sol’dan Wall Street’e, meydan işgalleri, büyük çaplı çatışmalı kitle gösterileri, sokak ve barikat savaşımları tam anlamıyla küreselleşti. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da toplam 30 milyon kişinin katıldığının tahmin edildiği meydan işgal, sokak isyan ve hareketleri, Avrupa’da Yunanistan ve İspanya’da meydan işgal ve sokak isyanları, diğer pek çok ülkede yine grev ve genel grev dalgaları, sokak hareketleri, ABD’de Wisconsin eyaletinde genel grev hareketi, Wall Street’ten başlayıp yayılan Occupy hareketi, Çin’de 100 binlerce işçinin çalıştığı kötü ünlü Foxconn’dan başlayıp yayılan fiili militan göçmen işçi grev ve eylemleri dalgası, 2011'i 2007 ve 2009'dan sonra dönemin daha üst bir sıçrama noktası kıldı. 2011 yılındaki küresel eylemler dalgası, büyük çaplı siyasal-sosyoekonomik kazanımlar elde edemese de, Avrupa’da troyka (ABABMB-İMF) merkezli teknokratik hükümetleri işlemez hale getirdi, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bir dizi aile oligarşisini sarstı veya düşürdü, tüm taşları yerinden oynattı, bazı ülkelerde şok kemer sıkma paketlerini yer yer biraz yavaşlatıp duraksattı. Fakat hepsinden önemlisi, asıl sınıfsal, toplumsal, uluslar arası daha büyük mücadele ve sarsıntılarla karakterize olan yeni bir tarihsel dönemin açılışını iyice belirgenleştirdi. 2012 yılı, Ocak ayında Nijerya’da isyan ile açıldı. Nijerya 170 milyonluk nüfusuyla Afrika’nın en büyük ülkesidir, en büyük petrol ve enerji kaynaklarına sahiptir, ve bir yandan büyüyen sefaletle orta gelişmiş kapitalizme doğru geçiş yapmaya çalışan bir ülkedir. Halka petrol sübvansiyonlarının kaldırılması ve büyük çaplı petrol ve enerji zamlarına karşı, 5 gün süren fiili militan genel grev, genel direniş ve internetten organize olan Nijerya’yı işgal et hareketinin birleşmesi, onlarca kişinin öldüğü çatışmalarla ülkeyi ayaklanmanın eşiğine getirdi. Hükümetin zamları kısmen geri çekmesi ve sendikaların ihaneti ile eylemler sönümlendiyse de, dönemin işçi ve işgal hareketlerinin birleştiği, en büyük, en şiddetli isyan ve direniş hareketlerinden biriydi. Nijerya’dan sonra Hindistan’da ve Portekiz’de, ülke tarihlerinin, ve herhalde dünya tarihinin en geniş katılımlı genel grevleri yaşandı, Hindistan ve Portekiz’de genel grevler daha büyük katılımla 2013'te güncellendi (sırasıyla 15 milyon, 100 milyon, 7 milyon işçi). Her üçünde de genel grevler sokak eylemi dalgalarıyla birleşti, sendikalısendikasız, taşeron, göçmen, farklı etnik ve mezhepsel kökenlerden işçiler geniş platformlarda bir araya gelip birlikte hareket etti. Hindistan’da 2012 yılının sonunda, tecavüze karşı bir isyan dalgası daha yaşandı. Güney Afrika’da en uzun soluklu madenci grevleri dalgası yaşandı. 40 maden işçisi dünyanın gözü önünde polis tarafından taranarak katledildi. Bu yeni bir grev dalgası ve sokak çatışmalarıyla yanıtlandı. İspanya’da madenlerin
9 işçi meclisi
kapatılması kararına karşı, işçi milislerinin el yapımı bazukalar dahil 1 ay boyunca çatıştığı ve polisi ve yöneticileri madenlere sokmadığı en militan işçi işgal ve direnişlerinden biri yaşandı. Brezilya’da grev sayısı 2008 öncesi yılda 300 civarındayken özel sektörü de kapsayarak genel bir artış eğilimiyle 2012'de 900'e yükseldi, 2013 Haziran’ın sinyallerini verdi. Frederich Ebert Vakfının küresel direnişler raporuna göre, dünya çapındaki büyük kitle eylem ve direnişlerinin sayısı 2006'da 59'dan 2009'da 87'ye 2012'de 160'a yükseliyor. 2013'ün yalnızca ilk 6 ayı için 111 büyük kitle eylemi sayısı, artışın sürdüğünü gösteriyor. 2013'ün ikinci yarısından itibaren ise kitle isyan ve direnişlerinde yeni bir yükseliş dalgası daha yaşanmaya başladı. Türkiye’de Gezi, Brezilya, Bulgaristan, 2 kat büyümüş olarak yeniden Mısır-Tahrir, sonra Slovenya, BosnaHersek’te meydan işgal ve sokak isyanları birbirini izledi. 2014'ün başlarında Ukrayna, İtalya ve Venezuella’da bu kez ırkçı, faşist ya da neomuhafazakar akımların başını çektiği isyan ve eylem dalgaları yaşandı. Rusya ile Ukrayna savaşın eşiğine geldi, sonuçta Ukrayna, Rusya hegemonyasında Doğu UkraynaKırım ile ABD-Almanya hegemonyasında Batı Ukrayna biçiminde fiilen ikiye bölünmüş bir görünüm arzediyor. Ortadoğu’da bir de IŞİD çetesi peydah oldu, Musul’u işgal edip önüne geleni kılıçtan geçirerek yayılmaya başladı, Kobane’ye dayandı. ABD’de son ara seçimlerde Obama kongre ve senatodaki tüm inisiyatifini kaybetti, 2 yıl sonraki seçimleri Cumhuriyetçilerin ve neomuhafazakarların alacağı şimdiden belli oldu. Avrupa’da bir dizi ülkede faşist partilerin oy oranlarında belirgin yükselme, kriz süreçlerinde toplumsal-siyasal kutuplaşma eğiliminin tipik bir diğer göstergesi. Bu arada İskoçya’nın Britanya’dan ayrılma referandumu, az farkla direkten döndü, ancak özerkliğin artırılması tavizleri kopardı. İspanya’da merkezi hükümetin yasaklamasına karşın Katulunya’da yapılan fiili bağımsızlık referandumunda yüzde 80 bağımsızlık istemi çıktı. Diğer taraftan kısa erimde değilse bile Irak ve Suriye’nin bölünmesi ve özerk Kürt bölgelerinin birleşerek Irak ve Suriye’den ayrılması eğilimi güçleniyor. 2014'ün ilk yarısında Türkiye’de 1 milyondan fazla kişinin katıldığı Berkin, onbinlerin katıldığı Soma eylemleri, Kürdistan’da 5 kişinin öldüğü Lice eylemleri dalgaları yaşandı. Yılın son çeyreğine ise 50 kişinin öldüğü militan Kobane isyan ve direnişi ile girildi. Dünya çapında ise, yılın ikinci yarısından itibaren yeni bir isyan ve direniş dalgasının işaretleri artmaya başladı. Çin’in yönetimin Hongkong’un iç idaresini de doğrudan atamaya yeltenmesi üzerine, bir meydan işgalleri ve sokak çatışmaları dalgası da Hongkong’da yaşandı. Yılın son çeyreğini henüz yarılamışken, yeni isyan ve direniş hareketleri haberleri zincirleme gelmeye başladı. Batı Afrika ülkelerinden Burkino Faso’da 27 yıldır iktidarı elinde tutan devlet şefinin bir kez daha yetkilerini uzatmaya kalkışması üzerine, 100 binlerin meydan işgalleri ve sokak isyanlarının bir örneği daha yaşandı. Ülke çapında çatışmalı kitle gösterileri büyüdü, önce başbakan istifa etti, sonra yarbayın teki darbe yaptı, isyan ve direniş şimdi askeri darbe ve yönetime karşı devam ediyor. Meksika’da geçtiğimiz yıl 6'sı çeteler tarafından vurulan, 43'ü kaçırılarak infaz edilen 49 muhalif öğrencinin katledilmesi -ve hükümet ve poli-
sin parmağı- açığa çıkmasıyla, ülke 2 haftadır, yüzbinlerin militan sokak gösterileri, barikatlar, devlet binalarının yakılması, üniversite ve kamu binası işgalleri, yol blokajları, giderek sertleşen çatışmalarla sarsılıyor. Sayısız yaralı ve gözaltının yanısıra, göstericiler tarafından çok sayıda polis ve devlet yetkilisi hastanelik edildi. Fransa’da üniversite öğrencisi çevreci aktivist bir gencin polis tarafından öldürülmesi üzerine, yeni bir militan çatışmalı gösteriler dalgası yaşandı, en son Paris’te çok sayıda lise ve üniversite barikatlar kurularak işgal edildi. Belçika’da yeni kamu bütçesi kesintileri ve neoliberal despotik iş yasası düzenlemeleri karşısında, son 10 yılların en kitlesel, militan, çatışmalı genel grevi yaşandı. Eylemlerde 10 polis işçiler tarafından hastanelik edildi. Belçika’da sendikalar tek günlük genel grev yerine “eylem mevsimi”
10
işçi meclisi
kitlesel öfke ve dirençle karşılaşıyor. İrlanda’da suyun özelleştirilmesi hazırlığı ve su faturalarını ikiye katlayan “su vergisi” koyma girişimine karşı, büyük bir kitle kampanyası yürütüldü ve çok sayıda şehirde onbinlerce kişilik gösteri ve yürüyüşler başladı. Güney Kore’de mezarda emeklilik planına karşı genel grevle, başkent Seoul’de 100 bin işçi alana çıktı ve yasada israr devam ederse, çok sert eylemler yapılacağına birlikte yemin etti. Çin’de bu yılın 3. çeyreğinde hem fiili kitle grevleri dalgası, hem de yerel toplumsal isyan ve direnişler, geçen yılın aynı dönemine oranla 3 kat arttı. Çin’de şu anda işçi eylem ve grevleri düzeyi, göçmen işçilerin eylemlerin doruk noktasına çıktığı (Çin rejimi yarım trilyon dolarlık bir kamu harcamalar paketi ile yatıştırmaya çalışmıştı) 2011'in bile üzerinde görünüyor, son 4 yılda ortalama 2 katı bulan reel ücret artışları gibi, çalışma koşullarında kısmi kazanımlar, sürüyor. Önümüzdeki 2015 yılında, İşçiler, kitlelküresel isyan ve direniş, er çalışma, kitle grevi yaşam ve yönetilme dalgalarının koşullarındaki skandal yükselme pervasızlığı görüyor, eğilimini sürdürmesi dövüşerek kendini ve olasılığı oldukça düşmanını tanıyor, güçlü, hatta özdeneyimleriyle kendi içinde öğreniyor, uluslar arası yeni bir sıçrama olasılığı da var. planda birbirinden de İstatistik veröğreniyor, bir dalganın iler, son 8 yılda dünya çapında sonuçları ne olursa en az onbinolsun, biraz soluklanıp leri kapsayan özümseyerek çok geçme- (ki yüzbinleri den yeniden harekete kapsayan yüzlergeçiyor, daha farklısını, cesi, milyonları 50'ye daha etkilisini yapmaya kapsayan yakın) eyçalışıyor ve ilerleme lem ve direniş hareketlerinin kaydediyorlar. sayısı bini çoktan aştığını söylüyor. En az onbinleri kapsayan eylem ve direniş hareketlerinin sayısı, 2006'dan itibaren yıldan yıla istikrarlı bir artış eğilimi gösteriyor. Dahası, 2005'ten bu yana büyük kitle eylem ve direnişler, aşağı yukarı her iki yılda bir kendi içinde bir sıçrama yaşadığı görülüyor.
"
"
ilan etti. 15 Aralık’taki yeni genel greve kadar, bölgesel grev ve işçi eylemleri yapma kararı ile birlikte, sınıf gerginliği tırmanmaya devam ediyor. İtalya’da birer ay arayla neoliberal eğitim “reformu” ve neoliberal iş yasası “reformu”na karşı militan kitle gösterileri gerçekleşti, en son hükümetin sokak eylemlerine ayar çekme çabasıyla yeni bir polis düzenlemesi getirmesine karşı bir eylem dalgası daha yaşanıyor. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de hükümetin “internet vergisi” kararına karşı onbinler sokağa indi, parlamento ve başkanlık sarayına yürüdü. Eylemci örgüt ve internet platformlarının yasayı geri çekmek için hükümete 2 gün süre tanıyıp, eylemleri büyütme ve militanlaştırma kararı karşısında hükümet kuyruğu kıstırıp vergiyi geri çekti. Macaristan dönem boyunca saldırı plan ve tasarılarının geri püskürtüldüğü ilk örnek değil, son da olmayacak. Kesin olan şu ki, dünya çapında bir yandan neoliberalizmin yıkıcı birikimi diğer yandan kitlelerin gözünde sokakların ve militan direnişlerin meşrulaşmasıyla, artık hemen tüm ciddi yeni saldırı tasarıları artan bir
Ekonomi-politik veriler, ABD ve AB’de kısmi geçici ekonomik toparlanma eğilimi tersine dönüyor, BRİC ülkeleri (Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya), Türkiye dahil orta ileri ve orta gelişmiş kapitalist ülkelerin (genellikle altyapı, inşaat ve enerji üzerinden kör topal yürütmeye çalıştıkları) ekonomik sıkışmaları artıyor. Türkiye dahil çok sayıda ülkede stagflasyon belirginleşirken (enflasyonun yeniden tırmanması artı ekonomik yavaşlama veya durgunluk), küresel planda neredeyse eşgüdümlü, eş zamanlı yeni bir yıkıcı neoliberal saldırı paketleri furyası açılıyor. Kemer sıkma ve mali disiplin paketlerinin sıkılanması, yeni vergi ve zam furyaları, yeni özelleştirme ve gasp furyaları, kentsel dönüşüm ve doğa yıkımı, esnek-güvencesiz istihdam programları, iç içe geçerek vites büyütüyor. Önümüzdeki haftalarda Avustralya’da yapılacak küresel mali oligarşik G-20 zirvesinin temel gündemleri, bir dizi hükümetin kitle isyan ve direnişleri karşısında veya seçimler nedeniyle nisbeten tavsattığı kriz paketlerinin daha eşgüdümlü ve kararlı uygulanması ve sürece yayılan “ulusal istihdam stratejileri”nin küresel eşgüdümle hızlandırılması.
Siyasal veriler: Merkezi hükümet yetkileri, resmi veya fiili baskı, yasak, sansür düzenleme ve uygulamaları, göstericilere karşı polis saldırganlığı ve şiddeti artıyor. Egemen ırkçı, ulusçu, din-mezhepçi, cinsiyetçi eşitsizlik ve baskılar artıyor. Çoğu isyan ve direnişin önemli bir dinamiği olarak, “gerçek demokrasi” veya “doğrudan demokrasi” olarak ifade edilen, kitlelerin toplumsal-bireysel yaşam ve gelecekleri üzerinde söz ve güç sahibi olma özlemi, neoliberal kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileri ile artan bir bağdaşmazlığı ortaya çıkarıyor. Türkiye ve Kürdistan, dönem boyunca bir dizi uluslar arası karakter taşıyan işçi direnişi, Taksim 1 Mayısları, doğa direnişleri, NATO eylemleri, Gezi, Lice, Kobane direnişleri ile küresel isyan ve direniş süreçlerinin önemli bir bileşeni haline gelmiştir. Son küresel isyan ve direniş dalgasının Türkiye’ye “uğramadan” geçmeyeceğini, önümüzdeki yıl Türkiye cephesinde genel seçimlere doğru ve sonrasında yeni toplumsalsiyasal sarsıntılar yaşanacağını öngörmek büyük kehanet sayılmaz. Buna uzlaşmaz sınıf ve sistem karşıtlığı, yeni bir yaşam için savaşım ekseninden hazırlanmalı, bunu hazırlamalıyız. Küresel isyan ve direniş dalgalarında, neoliberalizm karşıtı, dolaylı antikapitalist denilebilecek dinamikler giderek belirginleşiyor ve güçleniyor. Ancak genel ve oldukça bulanık demokrasi, özgürlük, özerklik, eşitlik, adalet, güvence, emeğin korunması gibi istemlerin ufku halen köleleştirici kapitalizm ve burjuva demokrasisini aşamıyor. Küresel isyan ve direniş dalgaları vuruyor, sarsıyor, yer yer ekonomik, siyasal, moral kazanımlar da elde edebiliyor. Fakat neoliberal kapitalizmin derinleşmiş, çok katmanlı yeni hakimiyet biçimlerinin üstüne henüz çıkamıyor, genel sınıfsal-toplumsal çözünüklüğün de bir etkeni olduğu, siyasal-sınıfsal güç dengelerinde köklü bir değişime, kalıcı ve daha gelişkin, kökten sistem karşıtı ve gelişkin sosyalist örgütlenmelere dönüşemiyor. Bununla birlikte her eylem dalgası yeni toplumsal ilişki biçimleri, yeni dinamikler ortaya çıkarıyor. İşçiler, kitleler çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarındaki skandal pervasızlığı görüyor, dövüşerek kendini ve düşmanını tanıyor, özdeneyimleriyle öğreniyor, uluslar arası planda birbirinden de öğreniyor, bir dalganın sonuçları ne olursa olsun, biraz soluklanıp özümseyerek çok geçmeden yeniden harekete geçiyor, daha farklısını, daha etkilisini yapmaya çalışıyor ve ilerleme kaydediyorlar. Sorun kolektif bilinç, örgütlülük, yaratıcı çaba, tüm boyutlarıyla öznel faktörde düğümlenmektedir. Türkiye’de öncülük iddiasındaki siyasetlerde, bugün Gezi sonrası büyük bir hayal kırıklığı, enerjisizlik süreci yaşanıyor. Büyük heyecanlardan büyük hayal kırıklıklarına geçiş, küçük burjuvazinin karakteristiğidir. Gezi yenilmedi, asıl sonuçlarını daha orta ve uzun erimde verecek yeni bir dönemin açılışını belirginleştirdi. Sol, devrimci, sosyalist iddiasındaki siyasetlerdeki bu artan kafa bulanıklığı, hayal kırıklığı, tereddüt, enerjisizlik, geri durma ve inisiyatifsizlik momentine karşı sarsıcı bir savaşım vererek, yeni mücadele düzleminin yeni ve daha yüksek bir komünist devrim bilinci, örgütlülüğü ve dinamik faaliyet isterlerine göre konumlanmak, yeni bir yaşam için yeni bir mücadele yolunu açmak, küreselleşen isyan ve direniş süreçlerinin Türkiye’deki toplumsallaşan ve siyasallaşan sınıfsal iç dinamiklerine kilitlenmek ve sosyalist bir düzleme doğru yükseltmek, görevimizdir.
11
Gençliğin Direniş ve İsyanları Yükseliyor Dünya genelinde 2007 Yılından bu yana süre gelen kapitalist kriz ve bunun karşısında yükselen kitlesel, militan isyan ve direnişlerde hiç kuşku yok ki gençlik önemli bir yer tutuyor. Gençlik kitlelerinin dünya genelinde uzunca bir zaman dilimine yayılan direniş ve isyan eylemleri son bir kaç haftadır yeniden alevlenmiş görülüyor. Dünya genelinde 2007 yılından bu yana süre gelen gençlik eylemleri inişli çıkışlı bir grafik izlese de aslında hiç dinmiyor. İşçi sınıfının eylemleri içerisinde de genç işçilerin sayısı oldukça fazla. Özellikle kent işgal ve eylemlerinde yeni işçi sınıfı üyelerinin gençlik bölükleri çatışmalarda, grevlerde ve işgallerde en ön saflarda yer tutuyorlar. Kapitalist düzenin büyük krizi sonucu ortaya çıkan sarsıntı ve çalkantılı süreçler en başta gençlik kitlelerinin özgürlük ve geleceksizlik saldırısı karşısında büyük bir öfkesi ile karşılaşıyor. Dünyanın bir çok yerinde sermaye iktidarlarının uygulamaya çalıştığı kemer sıkma politikaları kapsamında saldırı düzenlediği alanların başında eğitim alanı ve üniversiteler geliyor. Bu bağlamıyla bu alana yönelen saldırılar karşısında gençlik kitleleri hızlıca bir araya gelerek kitlesel ve militan eylemler örmeyi başarıyorlar. Son birkaç hafta içerisinde Meksika’da, Yunanistan’da, Fransa’da, İtalya’da ve Mısır’da yeniden yükselişe geçen öğrenci ve gençlik eylemlerine tanıklık ediyoruz. Buna Kürdistan’da Kobané eylemleri sırasında sokaklarda militanca dövüşen sayıları on binleri bulan gençlik kitlelerini de hesaba katmak gerekmektedir. Bu eylemler okul işgalleri, barikat savaşları ve büyük kent gösterileri şeklinde sıralanıyor.
göstermek üzere “Polis kurşunuyla ölmek istemiyorum” kampanyası örgütlemiştik.
Yunanistan, Şili, Kanada, İngiltere, Fransa, Arjantin aylar süren kitlesel militan öğrenci hareketlerinin yaşandığı ülkeler oldular. Gençlik eylemleri kapitalizme karşı yükselen isyan dalgalarının ön sarsıntıları biçiminde kodlaya bileceğimiz eylemlerdir. Tunus’tan, Mısır’a, Wall Street’tan, Gezi’ye gençlik eylemleri sınıf ve kent eylemleri ile iç içe geçmeyi de başaran eylemler olarak sürmüştür. Meksika’da 49 öğrencinin katledilmesi ile başlayan isyan ve ayaklanmalar militan sokak gösterileri, barikatlar, devlet binalarının yakılması, üniversite ve kamu binası işgalleri, yol blokajları, giderek sertleşen çatışmalarla devam ediyor. Yine Fransa’da geçtiğimiz haftalarda ekolojist bir üniversite öğrencisinin polis kurşunu ile öldürülmesi sonucu Fransa’nın birçok kentinde lise ve üniversite öğrencileri başta olmak üzere işgal ve sokak eylemleri militan çatışmalar yaşandı. Ülkemizde Gezi Direnişi’nde milyonlarca gencin sokaklara çıkması, militan sokak eylemlerinin en önünde yer alması. Berkin Elvan eylemlerin de yine gençlik kitlelerinin on binler olarak yer alması. Berkin eylemleri sırasında özellikle liselerde yükselen politikleşme süreçleri ve liseli eylemleri uzunca bir süredir ülkemizde de gençlik kitlelerinin kapitalist sisteme olan öfke ve isyanının göstergeleridir.
Dünya genelinde son bir kaç haftadır artan gençlik eylemlerinin bize de uğraması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak Gezi sonrasında gençlik hareketinin duvara toslaması ve bir moral kaybı yaşaması bu isyan dalgasının gerçek ikliminde Kapitalist kriz seyrinde gençlik kitlelerinin eylem- karşılanmasının önünde bir engeldir. İşte biz leri uzun süredir sürüyor. Şili’de 2007 yılında yüz komünist gençlere bu süreci iyi okumak ve bu ekbinlerle ifade edilecek rakamlara ulaşan öğrenci sende gelecek bu dalgayı hazırlıksız yakalamamak eylemlerine tanıklık ettik. Bu eylemler 2011 yılında önemli bir görev olarak durmaktadır. doruk noktasına ulaştı. Şili gençliğinin eylemleri dönem dönem yeniden alevleniyor. Dünya genelinde yaşanan bu eylemler her ne kadar anti kapitalist bir içeriği bağrında taşısa hatta 2008 yılında yoldaş Alexis’in polis kurşunu ile bunu dışarı vursa da hala dar bir burjuva demoköldürülmesiyle Yunanistan da haftalarca süren rasisi duvarını aşabilmiş vaziyette değil. kitlesel gençlik eylemleri devam etti. O tarihte biz komünist gençlerde Yunanistan’da yaşanan bu Hele ki ülkemizde son süreçte sadece AKP saldırılar karşısında ortak bir enternasyonal tavır karşıtlığı eksenine düşen gençlik eylemlerinin
Ferguson yanıyor ABD’de Michael Brown’ı katleden polisin yargılanmayacağı duyurulduktan sonra binlerce kişi sokağa çıktı. Başta Brown’ın yaşadığı Ferguson olmak üzere birçok kette polis ile göstericiler çatıştı.
Ferguson Polis Merkezi’nin önünde toplanan eylemciler yolları kesti. Polis bir kez daha eyleme saldırdı. Bunun karşılığında ise öfkeli eylemciler bir polis aracını ateşe verdi. Devreye giren ABD askerleri de polise yardım ederek yüzlerce eylemciyi gözaltına aldı. Polis Merkezleri, Polis araçları ve hükümet binaları gençler tarafından ateşe verildi. Polis şiddetine karşı özellikle gençler öfkeli. Bir çok yerde polis şiddetine karşı polise anladığı dilden cevap veriliyor. New York, Los Angeles, Washington, Atlanta ve
işçi meclisi
San Francisco’nun yanı sıra ABD’nin 1oo’ü aşkın kentinde eylemler düzenlendi. Siyahilerin haklarını savunan Black Youth Project 100 (Siyahi Gençlik Projesi 100) eylemler düzenledi. ABD’de her 28 saatte bir siyahinin polis ya da mahalle bekçisi tarafından öldürüldüğüne dikkat çeken gruplar, polise yaptırım yetkisi olan kurumlar önünde eylem yaptı. Eylemciler, her bir kurumun önünde, Michael Brown’ın öldürüldükten sonra cesedinin 4 saat boyunca caddede bekletilmesini sembolize etmek adına dört dakika süreyle yere yattı. Eylemciler “Siyahların yaşamı değerli”, “Mike Brown İçin Adalet”, “Irkçılığa, polis şiddetine son” yazılı pankartlar açarken eylemcilerden Jonathan Lykes, ABD’de sistematik bir ırkçılık sorunu bulunduğuna işaret ederek, buna karşı mücadele
sayısı da oldukça az değil. Bu darlık ile ülkemiz gençlik hareketinde yaşanan bu sürece karşı talepler çoğulcu demokrasi, radikal demokrasi gibi aslında her birinin Burjuva demokrasisinin altlığı olduğu gerçeğini göremeyen bir ufuk ile sınırlı. Oysa ki doğru bir politik hat ve hedefler toplamıyla böylesine bir süreç güçlü sonuçların elde edilebileceği bir noktaya taşına bilir. Kapitalist toplumun gençlik kitlelerini ilklerine kadar darma dağın ederek bireylere çözdüğü böylesi bir süreçte yaşana bilecek bu isyan ve direnişler dönemini karşılamanın en önemli panzehiri kolektif bir gençlik hareketi yaratmak olacaktır. Örgütsüzlüğün yüceltildiği ama kapitalizme karşı öfkenin de doruğa çıktığı bir sarmalda kolektif bir gençlik örgütü bu sürecin anahtarı olabilecek bir güce sahip olacaktır. Bu bağlamıyla son haftalarda dünya genelinde yaşanan bu direniş ve isyan dalgasını iyi okumak buradan sınıf bilinciyle ve komünist bir ufuk ile bir takım sonuçlar çıkarmak gerekmektedir. Bu anlamıyla yeni bir yaşam ve zamanda, mekanda ve yaşamda özgürlük şiarimizi yükseltmek bu krizler çağının tek alternatifinin sosyalist devrimler çağı olacağını haykırmak gerekmektedir. Birleşik, Kitlesel, Militan ve Kolektif bir gençlik hareketine bugün dünden çok daha fazla ihtiyaç vardır. Yeni bir yaşam ve gelecek için örgütleniyoruz kampanyamız ile bu fırtınalı günleri karşılama ve buradan doğru güçlü bir yürüyüşe başlama zamanıdır. Sınıfsız
etmeleri gerektiğini belirtti.
12
işçi meclisi
İKM: “Patriarkal Kapitalizme Karşı Mücadeleye!” 25 Kasım sadece kadına yönelik şiddetle mücadele günü değil, aynı zamanda insanlık tarihinin büyük bir utancının yıl dönümüdür. Dominik Cumhururiyeti Trujillo tarafından dikdatörlükle yönetilirken Patria, Minerva ve Maria kardeşler devletin despotizmine karşı yürüttükleri mücadele nedeniyle düşman olarak gösterilmelerinin hemen arkasından askerler tarafından tecavüz edilerek vahşice öldürüldüler. Mirabel kardeşler özgürlük mücadelesinde kelebekler olarak anılmaya başlayarak birer simge haline geldiler. Onların savaştığı şey aslında sadece bir diktatör değildi; onlar yeni bir yaşam için mücadele ederek ölümsüzleştiler. Bugün kadın mücadelesi Mirabel kardeşler gibi daha birçok kızkardeşimizle beraber bize umut veriyor. O tarihten bugüne kapitalizm daha çok vahşileşerek özel alanlarımızı daha çok zapdetti, kadın emeğini daha büyük oranlarda sömürüyor ve Ortadoğu’da dinci gericilik tarafından kadın kimliği büyük bir kuşatma altında. Ancak bütün bunlar bizlerin mücadele azmini artırıyor. Rojava’da yüzyıllardır var olan erkek egemenliğine karşı kadınlar bugün bir adım daha öne çıkmış görünüyor. Kobane’de mevzilerin en önünde duran kadınlar güzel gözleriyle bizlere umut saçıyor. Ve Türkiye’de her gün kadın cinayetleri yaşanmasına rağmen kadınlar artık daha çok sokağa çıkıyor. Sistematik olarak öldürülen trans bireyler artık sessizce ve çaresizce beklemek yerine sokağa çıkmayı ve direnmeyi tercih ediyor. Ve bizler Mirabel kardeşler gibi son nefesimizi kadın özgürlüğünü kazanmak uğruna vereceğiz. Ve biliyoruz ki kadınların özgürlüklerini kazanmalarının yolları sadece kaba erkek şiddetine karşı değil; aynı zamanda bu şiddeti üreten devlete ve vahşi kapitalist sisteme de karşı mücadele etmekten, savaşmaktan ve kazanmaktan geçer! Çünkü babanın, kocanın, ağabeyin veya sokaktaki erkeğin bizlere cinsel, fiziksel ve duygusal her türden şiddeti yöneltmesinin altında yatan neden bellidir: erkek egemen sistemin biçtiği roller toplum içinde kadınlara yönelik çoğu zaman gizlenen şiddeti tekrar tekrar üretmek için kurulmuştur. Kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığı bir sistemde yaşamaktayız! Kadına yönelik her türlü şiddet içinde yaşadığımız toplumsal sistem ve burjuva hukuk düzeni tarafından her defasında meşrulaştırılmaktadır. Her gün en yakınları tarafından öldürülen kadınların münferit olayların kurbanı olmadığını biliyoruz. Kadına yönelik şiddet sistematik bir şekilde işlenmekte ve to-
plumsal kodlara yerleştirilmeye çalışılmaktadır. En ufak bir bahaneyi fırsat bilen erkekler hukuk düzeni tarafından da haklı görülerek cezasız bırakılmaktadır. Her zaman söylediğimiz gibi bir kere daha yinelemekte fayda var: toplumsal kodlar ve ezilen cins sorunu ortadan kalkmadıkça; yani içinde yaşadığımız patriarkal kapitalist sistem ortadan kalkmadıkça her gün şiddet görmeye devam edeceğiz!
Bu rollerin bir başka boyutu da toplumsal cinsiyetçi iş bölümüyse, bu ikilikli yapı sayesinde kimi zaman kadının ev içi emeği görünmez kılınırken kimi zaman işçi kadın kapitalist sistem tarafından iki kat ezilir; sermayeler en çok karı elde edebilmek için en az işçi maliyetiyle çoğu esnek ve güvencesiz işlerde kadın emeğini kullanır. Çünkü kadın emeğinin eve kapatılabilir olması veya erkek işçiyle aynı derecede zaruri görülmemesi nedeniyle bu durum toplum tarafından da daha meşru görülebilmektedir. Patronların maliyetleri en aza indirmek için gerçekleştirdiği birçok işçi katliamını biliyoruz. Belki de kadına yönelik en önemli şiddet türlerinden birisi de budur! Daha Bursa’da kumaş fabrikasında diri diri yakılan ya da Şanlıurfa’da sele kapılarak boğulup ölen işçi kadınlar aklımızdan çıkmamışken geçtiğimiz günlerde Isparta’da tanık olduk işçi kadınların katledilmesine! Konya’dan Isparta’ya mevsimlik tarım işçisi olarak giden 45 kadın 27 kişilik midibüse bindirilerek göz göre göre ölüme gönderildi. Yaşamlarımızın her yanını kuşatan sermaye sisteminin doymak bilmez kar hırsı yüzünden 2014 yılında en az 112 işçi kadın yaşamını yitirdi. Bu ölümlerin sebebi olan devlet düzeneği ise kadın istihdamı politikalarıyla kadın işçilerin sömürülmesini alabildiğine teşvik ediyor. İçinde bulunduğumuz coğrafya da kadınlar açısından her zaman şiddeti doğurmuşken bir de buna emperyalist kapitalist savaşların kuşatması eklendi. Ortadoğu’da insanlık karşıtı büyük bir suç
Paris’te 25 Kasım Paris’te 25 Kasım etkinlikleri yürüyüşlerle start aldı. Ayrıca Kürt kadın hareketinin de katılım sağladığı ve Kobane’nin gündemleştirildiği bir söyleşi gerçekleştirildi.
Kürt kadınları ise Kobane Kadınlarıyla Dayanışma Kolektifi ve SKB ile ortak bir pankart arkasında eyleme katılım sağladı.
Paris’te kadın örgütleri Bastille Meydanı’da biraraya geldi. Kadına dönük ayrımcı politikaların ve Fransa’daki bütçe kısıtlamaları çerçevesinde kadın hakları konusundaki gerilemelerin protesto edildiği eyleme Kürdistanlı ve Kobane’deki kadınlarin direnişi öne çıkartıldı.
“Şengal’den Kobane’ye kadınlar direniyor, kahrolsun kadın kırımı” ortak pankartının yanı sıra Kobane’de yaşamını yitiren YPJlilerin fotoğraflarının olduğu pankart da taşındı. Çok sayıda Fransız kadın Kürt kadınlarıyla birlikte yürüdü.
Anarşistler “Kobane’de direnen kadınlarla dayanışıyoruz” pankartı, CGT “İş ve iş yeri koşullarında kadın erkek eşitliği”, Kadın Evi “Dünya kadınları yürüyor”, NPA “Cinsiyetçi şiddeti sistem üretiyor”, Fransa Ulusal Kadın Kollektifi vb. pankartlar altında Fransız feminist örgütler eyleme katıldı.
“Kobane, yaşam, direniş”, “Jin jiyan azadi”, “Kadına şiddete hayır”, “Rojava özgürlüktür”, “Kadın kırımına karşı direniş” sloganları eşliğinde yürüyen Kürt kadınları ve Kolektif üyesi kadınlar Kobane direnişi ile dayanışma çağrısı yaptı. Kobane ve Kürt kadının direnişine dikkat çeken dövizlerin yanı sıra Paris’te katledilen üç Kürt
işlenirken kadınlık onurunu da yerle bir etmeye çalışan dinci gericilik ve bunları üreten bölgesel ve büyük devletler ve hepsinin bağlı olduğu sistem büyük bir vahşeti doğurdu. Yüzlerce kadın IŞİD denilen çeteler tarafından kaçırılarak kadın pazarlarında satılmaya başlanırken bu görüntüler bizlere Ortaçağ karanlıklarını hatırlatıyor. Ancak bu çeteler kendilerine göre en çok ezebilecekleri lokma olarak kadınları seçerken Kürt kadınlarının direnişi karşısında pek de başarılı olmuşa benzemiyorlar. Belki de hiç ummadıkları şekilde karşılarına dikilen Kürt kadınları kararlılıkları ve güçleri ile yeni bir yaşamın kapılarını aralayacak ve onurlu direnişçilerin arasında tarihe geçeceklerdir. Günümüzün kadın hareketi bütün bu karanlıklar karşısında direnmeyi ve yeni bir yaşam umudunu her solukta büyütmeyi seçmiştir. Bizlerin özgürlük kelebekleri ekmek paralarını kazanmak için zorla ölüme götürülen mevsimlik tarım işçileri, sokaktaki tacize karşı sesini kısmayan kadın ve lgbti’ler, Gezi’de yaşam alanlarının zaptına karşı savaşanlar, özel ve kamusal alanın her yanında her gün varlık mücadelesi verenler ve emperyalist kapitalist saldırılara karşı boyun eğmeyerek direnmeyi seçmiş özgürlük savaşçılarıdır. Bizim mücadelemiz her geçen gün gelişmekte ve cinsiyetlerin olmadığı özgür bir dünya ufkumuz büyümektedir. Bugün, bu mücadele dinamiğini daha da büyütmek için, kadına yönelik sistematik şiddete karşı bütün kadınları sokaklara ve büyüyen yolumuzda ve genişleyen ufkumuzda yeni bir yaşam için mücadeleye çağırıyoruz! İşçi Kadın Meclisi
kadını Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in de fotoğraflarını taşıyan kadınlar “kadın, yaşam, direniş” sloganlarıyla eylemin en sonuna kadar yürüdü.
13
işçi meclisi
15. Yılında, 19 Aralık’a Dair
Devrimci tutsaklar olarak bizler sözkonusu olan stratejik saldırının farkındaydık. Hedefin tek başına toplumsal-sınıfsal uzlaşmazlıkardan arınmış olarak bir hapsihaneler meselesi olmadığını çok iyi biliyorduk. Yeni bir sermaye modeline geçme ihtiyacıyla siyasal-ekonomik-toplumsal bir yeniden yapılanma krizi yaşayan devletin zemin düzleme, direnme potansiyellerini ezme girişimiydi. 15 yıl önce, yine böyle soğuk, coğrafyanın ayaza kestiği bir günün ilk saatleriydi. Açlık grevi ve ölüm oruçlarının en hafif sonuçlarından olan halsizliğinde etkisiyle derin uykudaydık. Sadece biz, devrimci tutsaklar değil neredeyse bütün ülke uykudaydı. Uzun zamandır bugüne hazırlanan, bir yıldır maketler üzerinde eğitim ve tatbikat yapan uğursuz, karanlık güçler ise tüm savaş taçhizatlarını kuşanmış olarak hapishaneleri kuşatmakla meşguldüler. Ülke tarihinin en büyük ikinci askeri operasyonu için süren bu hummalı hazırlığın hedefinde hapishaneler, hapishanelerdeki devrimci tutsaklar, burada yürütülen açlık grevi ve ölüm orucu direnişi vardı. Binlerce asker ve polis tüm savaş araçlarıyla birlikte, abartılı bir güçle saldırdıkları devrimci tutsakların direnmek için bedenlerinden başka bir silahları yoktu. O bedenler ki açlık grevi ve ölüm oruçlarında zayıflamış, güçten düşmüş bir haldeydiler. Eşitsiz bir mücadele yürütüldü. Türkiye Devrimci Harekinin (TDH) direnme teslim olmama geleneğine 19-22 Aralık 2000 tarihinde güçlü bir halka daha eklendi. 20 hapishanede elindeki kısıtlı olanaklarla, daha çokda iradesiyle direnen tutsaklar 28 şehit verdi. Yüzlercesi yaralandı. İğrenç bir ironiyle adını “hayata dönüş” olarak koydukları bu kanlı, vahşi saldırının ardından açılan F tiplerinde ölüm oruçları beklenenin aksine kitlesel bir boyut kazandı. Burjuvaziye, onun sınıf karakterine uygun şiddet araçlarıyla bastıracaklarını sandıkları direniş daha görkemli bir hale büründü. Günler aylara, aylar mevsimlere, mevsimler yıllara bağlandı. Ölüm oruçlarında yüzün üzerinde devrimci sonsuzluğa yürüdü, yüzlercesi geri dönüşü olmayacak şekilde sakatlandı. Bu görkemli direnişin sonuçları tam istediğimiz gibi olmasada hücre tipi hapishanelerde direnme, devrimci yaşamı üretebilmede, siyasi irademizi korumada büyük bir etki yaptı. Kıbrıs savaşıyla kıyas yapılmasına neden olacak çaptaki 19 Aralık katliam operasyonlarının bu kadar güç gösterisi şeklinde yapılmasına neden olan şeyin biz devrimci tutsakların fiili direnme kapasitesinden ziyade, neoliberal politikaları yeniden yapılanma ve kriz içerisinden karşı devrimci zor araçlarıyla uygulayacağını ilan eden sermaye devletinin işçi sınıfı ve emekçi halklara dönük bir gözdağı verme çabasıdır. Dönemin Başbakanı Ecevit’ in aynı günlerde yeniden yapılanma ve krizlerin faturasının emekçilere yıkılması anlamına gelen İMF programlarının uygulanabilmesi için “hapishaneler sorununun” çözülmesinin zorunlu olduğunu söylemesi bu yüzdendir. Toplumsal muhalefetin en diri unsurları olan devrimcilerin bastırılması kitlelerin zapturapt altına alınmasını da kolaylaştıracaktır. Hedef bir bütün olarak burjuvazinin azami kar, azami sömürü, azami baskı ihtiyaçları önündeki tüm devrimci, demokratik muhalefetin, sınıf hareketinin sindirilmesidir. 19 Aralık saldırısının üzerinden geçen 15 yılın ardından sermaye devletinin bu kanlı, vahşi saldırılarının, gözdağının sonuçsuz kaldığını söyleyebilmek maalesef mümkün değil. İşçi sınıfı ve emekçilerin bugün yaşadığı çaresizliğin, örgütsüzlüğün, geleceksizliğin 19 Aralık 2000 barbarlığından bağımsız olduğunu düşünemeyiz. O gün hedeflenen şey halkın en direngen
unsurları olan TDH’ nin tasviyesi ve sermaye için dikensiz, dirençsiz bir sömürü cenneti yaratmaktı. 15 günde 15 yasa, taşeronlaştırma, örgütsüzleştirme 19 Aralık’ ın vahşet ikliminde kendisine çok uygun koşullar buldu. İşçi sınıfının çalışma koşullarının kölelikten farksız bir hale geldiği yaşanan katliamlarla açığa çıkaraken, bu zemini bir yönüyle yaratan iklim işte bu 19 Aralık saldırılarıyla kendine yayılma imkanı bulabildi. Önceleri sermaye sınıfının karakterine uygun bir barbarlıkla bastırılmış, hücre tipi hapishanelere, f tiplerine atılmış, tecrit edilmiş bir sınıfın bugün yaşadığı çaresizliğin tohumları birazda o günlerde atıldı. Devrimci tutsaklar olarak bizler sözkonusu olan stratejik saldırının farkındaydık. Hedefin tek başına toplumsal-sınıfsal uzlaşmazlıkardan arınmış olarak bir hapsihaneler meselesi olmadığını çok iyi biliyorduk. Yeni bir sermaye modeline geçme ihtiyacıyla siyasal-ekonomik-toplumsal bir yeniden yapılanma krizi yaşayan devletin zemin düzleme, direnme potansiyellerini ezme girişimiydi. Hapishanelerin ülke terihindeki ve o konjonktürde en direngen mevzilerden biri oluşu, yine o süreçte hücre tipi cezaevlerine karşı bir direniş sürecinde olunması ve bunun sınıfa bir direnç taşıması sermaye devletinin bütün şiddetiyle hapishanelere yönelmesini getirdi. Yeni hücre tipi hapishaneler rejimi bu ihtiyaçla gündeme geldi. Devrimcilerin iradesi kırılırsa bunun toplumda bir demoralizasyona yol açacağını onu mecalsiz bırakacağını hesap ettiler. Böylesi bir toplumsal atmosferde stratejik azami sömürü ve baskı politikalarını hayata geçirebilmeyi planladılar. Ve evet kısa vade için başarılı oldular. Son bir-iki yıldır bu 15 yıllık sürecin sonuçlarıyla daha sık ve keskin bir şekilde yüzleşiyoruz. Soma, Emenek, Torunlar, ve ülkenin hemen her noktasında istisnasız hergün gelen işçi katliamı haberlerinde olduğu gibi memleketin üzerine çökmüş olan gaz bombası bulutunun 19 Aralık’ tan, o günlerin bastırılmışlığının mirası olmadığını söyleyemeyiz. Gerçeğin bir yönü böyleyken diğer yüzünde devrimcilerin canfeda direnişlerinin geleceğe, toplumsal ortak hafızaya işlediği mücadele geleneğinin Gezi’ de, Haziran Direnişi’ nde kendine vücut bulması, burjuvazinin korkularını büyütmeye devam edildiğini gösterdi. Ödenen bedellerin sınıf mücadelesinin tarihinde ve hafızasında bir kaldıraç olarak onurlu yerini aldığını gösterdi. Hapishanelere dönecek olursak, TDH’ yi tasfiye etmeyi, hiç olmazsa orta vadede denklemden çıkarmayı hadefleyen devletin planlarının tüm sonuçlarıyla başarılı olduğu söylenemez. Ciddi bir direnme geleneğine sahip TDH’ nin bu mirasa uygun olarak direnişten biran bile geri durmaması, tecrit ve tredman kuşatması altında kısıtlı olanaklarla bile kendini, devrimciliğini üretmesi ve en önemlisi devrimci tutsaklığın meşruiyetini ve haklılığını koruması, güçendirmesi, tasfiyeci süreçten çıkmanın umudunu güçlendirdi.
Burjuvaziye, onun sınıf
Tecrit karakterine uygun şiddet silahlarının araçlarıyla bastıracaklarını artık pek işe yaramadığını sandıkları direniş daha gören devlegörkemli bir hale büründü. tin, izalasyGünler aylara, aylar mevsonu artırma girişimlerine imlere, mevsimler yıllara yönelmesi, bağlandı. Ölüm oruçlarında dışarıyla olan yüzün üzerinde devrimci bağımızı neresonsuzluğa yürüdü, yüzlerdeyse tamamen koparmak için cesi geri dönüşü olmayacak kendi yaptıkları şekilde sakatlandı. yasaları çiğneme pahasına dergi ve yayınlara ulaşmamızın yolunu tamamen kapatması, televizyon yayınlarında egemen burjuva neoliberal siyasete aykırı, farklı bir perspektiften bakanları sansürleyip, listeden çıkarması devrimci tutsakların direnme yeteneği ve mücadelesindendir. Tecrit sistemiyle umut edilen neoliberalizme uygun bir çözülme beklentisinin çökmesi nedeniyledir. Kapitalist ücretli kölelik düzeninin ürettiği yapısal uzlaşmaz çelişkilerin varlığı devrimci sınıf mücadelesini ortaya çıkaran temel etkendir. Ve tarihin akışı bu çelişkilerin sosyalizme doğru çözüleceğini söyler. Devrim mücadelesi bir kesitte bastırılırsa, geriletilse bile mücadele ortadan kalkmaz, son bulmaz. Ödediğimiz bedeller, çekilen acılar devrimin kızıl bayrağının hep dalgalandırılacağını ve zaferi önünde sonunda bizim kazanacağımızı söyler. 19 Aralık’ ta, ölüm oruçlarında kaybettiğimiz tüm şehitlerimizin devrimci anıları ve kararlılıkları bunun en büyük kanıtı olarak göndere çekilmiş bir bayrak gibidir. Bağlılığımızı sürdürecek, hesaplaşma gününe hazırlanmayı sürdüreceğiz. Ercan Akpınar 1 No’ lu F tipi Hapishanesi B1-53 Sincan – Ankara
14
işçi meclisi
İntihar etmiş bir işçinin şiirleri Aşağıda okuyacağınız şiirler, Çin’in işçi intiharları, iş katliamları ve askeri çalışma disiplini ile dünya çapında lanetli bir şöhret sahibi, toplam 1 milyondan fazla işçinin çalıştığı Foxconn’da, 3 yıl çalıştıktan sonra intihar etmiş Çinli göçmen bir işçi, Xu Linzi’nin evrensel bir değere sahip şiirleridir. Foxconn fabrikalarında 2010 yılında 18 işçi intihar girişiminde bulundu, 14'ü öldü. Sonraki yıllarda işçi intiharları azalmakla birlikte sürdü. İşçi intiharlarında azalma dev şirket yönetiminin işçi yatakhanelerine dış alt tarafına ağ germek gibi komik önlemlerinden çok 2012 yılından itibaren işçi direnişlerinin yükselmesine bağlıdır. Foxconn işçilerinin ilk direnişleri de tipiktir; topluca fabrikaların çatısına çıkıp toplu intihar girişiminde bulunmak. Fakat bunu, fiili kitle grevleri dalgası ve örgütlenme girişimleri izler. Foxconn işçileri bu çetin direnişler sonucunda 2 kata yakın ücret artışı ve çalışma koşullarında kısmi iyileştirmeler gibi, yalnız Çin işçi sınıfı açısından değil dünya proletaryası açısından önemli kazanımlar elde etmeye başlar. Çinli göçmen işçileri eskisi çalıştıramaz hale gelen Foxconn’un buna yanıtı ise, fabrikaları robotize etmek, bazı fabrikaları mücadelelerin yoğunlaştığı kıyı şeridinden iç bölgelere kaydırmak olur. Foxconn, önümüzdeki 3 yıl içinde çalıştırdığı 1 milyon işçi sayısını yarıya düşürüp fabrikalarında 300 bin robot ve otomasyon sistemlerini devreye sokacağını açıkladı. Xu Linzi kırsaldan yoksulluk içinde kente, fabrikalara çalışmaya gelen milyonlarca göçmen işçiden biridir. Ama kitaplara, okumaya, sanata, edebiyata, bilime meraklıdır; çoğu göçmen işçinin yaptığı gibi 5-6 yıl herşeye katlanarak bir miktar para biriktirmek için en ağır koşullarda fabrikalarda çalıştıktan sonra, köyüne dönüp evlenip küçük bir ev inşaa etmekten ibaret olan kaderi paylaşmak istemez. Çalışma dışı zamanının tamamını geçirdiği büyük kütüphanelerin, üç kuruşluk ücretinin tamamını yatırdığı büyük kitapçıların olmadığı bir yerde yaşayamayacağını düşünür. 3 yıl montaj hattında ölümüne
çalıştığı Shenzen’deki Foxconn fabrikasında, şiir, edebiyat ve gazetecilik çalışmalarına daha fazla zaman ayırabilmek için büro işine geçmeyi umar. Bu umudu gerçekleşmeyince dayanamaz hale geldiği fabrikadaki işini bırakır. Başka şehirlere giderek, sanatsal çalışmalarını sürdürme olanağı olacak farklı işler arar. Tabii bu tür bir iş bulamaz, yeniden umutsuzluğa kapılır, Ekim 2014'te intihar eder.
Xu Linzi’nin ilk şiirleri, 1 milyon işçinin çalıştığı Foxconn’un iç gazetesinde yayınlanır. Burada yayınlanan şiir, öykü, makale, film eleştirileri ona ilk edebiyat ve gazetecilik eğitimi ve heyecanını kazandırır. Fabrika, montaj hattı, göçmen işçilerin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin eleştirel dozu ve etkisi giderek artan şiirleri sansürlenerek yayınlansa da, Foxconn işçileri arasında büyük bir etki yaratır, elden ele dolaşarak işçiler tarafından yüksek sesle birlikte okunur. Şiir ve sanata olan doğal yeteneği gazete editörlerinin dikkatini çekse ve gazete onsuz çıkamaz hale gelse de, sansür ve şiirlerini gönderdiği sanat dergi ve gazetelerinin bunları yayınlamaması, şiir ve sanatsal çalışmalarına daha fazla zaman ve olanak sağlayacak koşulların olmaması, aşırı duyarlı, içe kapalı ve utangaç işçi gencin umudunu iyice kırar. Şiire olan olağanüstü doğal yeteneği ile çok çetin koşullarda incelemeye çalıştığı geleneksel ve modern Çin şiiri ve sanatı üzerine çalışmalarından, neoliberal kapitalizmin yıkıcı, ezici çalışma ve yaşam koşullarının deneyimi ile ince sanatsal duyarlığın birleşiminden, yalnızca Çin’de değil dünya çapında benzer koşullardaki yüz milyonlarca işçiyi kucaklayan ve hitap eden, yıkıcı proleterleşme süreçlerinin en çıplak, en yalın, en içerden, en keskin eleştirel, evrensel bir işçi şiiri doğar. “Montaj hattında, on binlerce işçi kağıttaki sözcükler gibi dizilmiş/ “Daha hızlı, acele edin” diye havladığını duyuyorum denetçinin.” diye anlatır yaşadıklarını. “Acılar içinden akarak/nihayet kalemimin ucuna erişiyorum/ kağıda kök salarak sağaltmaya çalışıyorum kendimi/benim yazdıklarımı ancak göçmen işçile-
Demirden Yapılmış bir Mehtabı Yuttum Demirden yapılmış bir mehtabı çiğneyip yuttum Onlar buna bir çivi diyorlar Bu endüstriel lağım pisliğini, işsizlik istatistiklerini çiğneyip yuttum Makinelerde kamburu çıkmış gençlik vaktinden önce ölüyor İtişip kakışmayı ve mahrumiyeti çiğneyip yuttum Yaya köprülerini, pasla kaplanmış hayatı çiğneyip yuttum Daha fazlasını çiğneyip yutamaz hale geldim Tüm çiğneyip yuttuklarım şimdi gırtlağımdan geri fışkırıyor Atalarımın toprağında saçılıyor Utanç verici bir şiire karışıyor – 19 Aralık 2013
rin kalpleri anlayabilir” diye paylaşır hislerini. Gençliğinin -henüz 20'lerin başındayken- nasıl solup gittiğini gün gün hissederek haykırır: “Gündüz gece nasıl yerle bir olduğunu seyrediyorum gençliğimin/Preslenmiş, cilalanmış, kalıbına dökülmüş/Birkaç kuruşluk, ücret denilen faturaların.” Linzi’nin şiirlerini İngilizce çevirisinden (http:// libcom.org/blog/xulizhi-foxconn-suicide-poetry) Türkçe’ye çevirmeye çalıştık. Şiirlerin çeviride, hele ki ikinci dilden üçüncü dile çevrilirken estetik değerinden epey şey kaybettiği bilinse de, Linzi’nin bir işçi olarak yaşadıkları kadar bunları ifade etmedeki hem olağanüstü yalınlık hem de sarsıcılığı bu zorluğu aşmamızı kolaylaştırdı. Hele ki seri işçi katliamları furyasının yaşandığı Türkiye işçi sınıfının yeniden oluşum sarsıntılarındaki karşılıklarıyla nasıl doğaçlama biçimde kaynaştığı görüldüğünde, Çince İngilizce Türkçe ve toplumsal-kültürel doku özgüllükleri ne olursa olsun, konuşanın evrensel proletarya olduğunu görmek zor olmayacaktır. Linzi’nin şiirlerine evrensel derinliğini kazandıran, yalnızca bir işçinin acılarını, kendi ürettiklerine, kapitalistlerin elinde canavarlaşan ve düşmanlaşan üretici güçlerine, emeğine, kendine yabancılaşması, yalnızlaştırılmasını, “ücret, makine, montaj hattı, çıktı” kelimeleri altında gençliğinin, düşlerinin nasıl ezildiğini çok çarpıcı biçimde dile getirmesi değil, şiiri de proleterleştirmesi, bu uzlaşmaz sınıf karşıtlığını en kaba ve acımasız ücretli kölelik gerçeğinin karşısına yalnızca ve basitçe biraz daha iyi ücret ve çalışma koşulları istemini değil, işçilerin çok yönlü toplumsallaşmış bireyler, yeni bir yaşam ihtiyaç ve özlemini koyarak daha ileriye taşıyabilmesidir. Bu yüzden Linzi’nin şiirleri her ne kadar acı ve ümitsizlikle karılmış görünse de, dünya çapında gelişmekte olan fiili kitle grevleri, işçi isyan ve direnişleri, daha gelişkin proleter devrimci kolektif örgütlenme ve mücadelelerine doğru yazılmayı bekleyen şiirlerinin, tohumunu ve esinini de içinde taşımaktadır.
Demirden Yapılmış bir Mehtabı Yuttum Demirden yapılmış bir mehtabı çiğneyip yuttum Onlar buna bir çivi diyorlar Bu endüstriel lağım pisliğini, işsizlik istatistiklerini çiğneyip yuttum Makinelerde kamburu çıkmış gençlik vaktinden önce ölüyor İtişip kakışmayı ve mahrumiyeti çiğneyip yuttum Yaya köprülerini, pasla kaplanmış hayatı çiğneyip yuttum Daha fazlasını çiğneyip yutamaz hale geldim Tüm çiğneyip yuttuklarım şimdi gırtlağımdan geri fışkırıyor Atalarımın toprağında saçılıyor Utanç verici bir şiire karışıyor – 19 Aralık 2013
Herkes diyor ki Ben birkaç kelimelik bir çocukmuşum Bunu inkar etmiyorum Ama gerçekte Konuşsam da konuşmasam da içinde olduğum bu toplumla Çelişiyorum – 7 Haziran 2013 Bir Vida Yere Düştü Bir vida yere düştü Fazla mesainin şu kara vaktinde Dikey sıçradı, hafifçe yuvarlandı Kimsenin dikkatini çekemeyeceğim Geçen seferki gibi Aynı böyle bir gecede Biri böyle yere yuvarlandığında olduğu gibi – 9 Ocak 2014
15
işçi meclisi
Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı… / Köleleştirilen bilim Fırlatılmasının üzerinden 10 yıl geçen Rosetta uydusu bir kuyruklu yıldızın yörüngesine yerleşti. *** Türkiye’de “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” kitabı ile tanınan Fransız sosyolog Annie Thébaud-Mony, son kitabı “Köleleştirilen bilim. Halk sağlığı: Endüstri ile araştırmacı arasındaki ölümcül anlaşma” sunumunu yaptı. Sunuma CGT temsilcisi Stéphane Rohrbach, eski bir AMISOL işçisi -1974'ten beri amyanta karşı mücadelelerde yer alan bir kadın işçi, Josette Roudaire- ve avukat Jean-Paul Tessonnière ile kitabın yayıncısı katıldı. Kitap tanıtımında şu notları aldık: CGT: Amyanta karşı mücadele 40 yıldır devam ediyor. Amyanttan ölenlerin sayısı bilinmiyor. Amyanta maruz kalanların sayısını ve kim olduklarını öğrenmek için mücadele ediliyor. Yayıncı: Mony’nin ilk kitabı skandalın ortaya çıkarılması için çalışma yürüten sendikacı ve araştırmacılara dayanıyordu. Kitap 25 bin satılmıştı. İşçi sağlığı konuları insanların ilgisini çekmeye başladı ve işçi sağlığı bilinir oldu. Bu mücadele iki ayaklı olmalı. Birincisi yasal, ikincisi çalışanların kendileri tarafından verilecek bir mücadeler. Mony: Bu tanıtımın burada yapılmasının sembolik önemi çok büyük. Amyanta karşı ’70'li yıllarda verilen mücadelenin yeri burası. Neden bu kitap? Kitap 1980'lere dayanıyor. 1984'te endüstri rasyonalitesinin araştırmacıları etkilediği konusunda bir makale yayınlamıştık. O zamanlar işçi haklarını savunmanın zorlukları konusunda fikrimiz vardı. Ama endüstrinin bu kadar risk yarattığının farkında değildik. İşçi sağlığı, halk sağlığı ve çevre konularında çalışanların söz hakkının olmadığını farkettik. Aldığımız yol nedir? O zamanlar her yerde amyant vardı. Güvenlikle ilgili sendikalar arası grup kuruldu. Henri, araştırmacılar ve sendikalar ortak ilk mücadele denemesi ile ilgili bir kitap oluşturdular amyantın bilimsel etkilerine dair. Toksikoloji alanında bir çalışma grubu kurdular. Önlerine zorluklar çıkarıldı, diskalifiye edilmeye çalışıldılar. Amyant ve hava yoluyla bulaşan tozlar hakkında da araştırma yaptı. Birçok disiplinin bir arada çalışması gerekiyordu. Sadece tıp değil halk sağlığı. İşçi sağlığı için devlet hiçbir şey yapmıyor. Özel endüstri bunu kar amacıyla saklıyor. Bilime endüstriyel kuruluşlar tarafından nasıl rüşvet verildi? Riskler nasıl düşük gösterildi? Amyantın dünyada yasaklanması için mücadele gerekiyor. Asya, Afrika, Latin Amerika’da çok kullanılıyor. AMISOL işçisi: AMISOL’de işçi sağlığı için mücadele yürütüldü. İşyeri hekimleri vardı ama buna rağmen işçiler zehirlenmeye devam ettiler. Fabrika kapatıldı. Sonra mücadele vererek işçiler fabrika yetkililerine karşı dava açtılar. Bu ayın 20'sinde bir patronun yargılandığı mahkeme olacak. Avukat: Medya bu konulardan bahsetmiyor. O yüzden bir patronun ceza aldığı mahkeme medyada gündem olması açısından önemli. Bu kitap çok önemli. Hukuk bilim tarafından nasıl sorgulanır, onu gösteriyor. 19. yüzyıl sonunda hukuk anlayışında, eğer haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız bunu sizin kanıtlamanız gerekiyordu. Klasik hukukta kanıtlar ortaya getirilmediğinde dava ortadan kalkar. Hakim iki tarafa da eşit mesafededir. Ama artık hukuka göre sorumluluk haksızlığa uğrayanın uğradığını kanıtlaması şeklinde olmamalı.
Endüstriyelizm ya da endüstriyel kapitalizm’le sınırlı bir eleştiri, alternatifini, kapitalizme son vermeyi değil endüstriyelizmin aşırılıklarının sınırlandırıldığı, ekolojik açıdan nispi bir denge kurulan bir kapitalizm tarifi. “Yeni tip” meslek hastalıkları tekelci kapitalist sömürünün en fazla yoğunlaştığı alanlarda... Mony:(Sosyolojinin bu mücadeledeki yeri ve sosyoloji nereye kadar nötr kalır şeklinde bir soru üzerine) Sosyoloji sağlık konusunu farklı ele almalı. Eşitsizlikleri, ezme ezilme ilişkilerini içerir. Sosyologların toplum sağlığı konusunu nasıl ele aldğını kanser üzerine çalışınca gördüm. Hayvan yemi için vitamin üzeren bir fabrikada işçilerde böbrek kanseri ortaya çıktı. İşçiler o ortamda bir koku alıyorlardı. Kanseri yapan moleküle ilişkin 5 yıl araştırma yapıldı. Kanserojen maddenin ne olduğu ’90'ların başında anlaşıldı. ’90'larda, fabrikaya önceden genç iken girmiş olan işçiler 45 yaşlarında böbrek kanseri olmaya başladılar. Her yere mektuplar yazıldı, hiçbir şey yapılmadı. Fabrika inceleme yapılmasını reddetti ve sonunda çıkan raporda yüzde 100 bağlantılı olduğunu söyleyemeyiz dendi. Eterglikol gibi maddelerin ise bazıları yasaklanmış. Bunların birkaç yıl izlenmesi gerekiyor. Kolektif mücadele ekibi varsa bu takip ediliyor. Değilse yapılmıyor. Mesela bir fabrikada bu tür izleme talebimize hayır yanıtı aldık. Her mahallede kanser konusunda araştırma yapılıp daha önce nerede çalıştığı gibi konularda bilgi toplanabilir, bağlantılandırılabilir. Bunu halk sağlığı kurumları yapabilir. Bu konuda araştırma yapmak isteyenlere “Bize ölülerin sayısı yeterli” dendi. Bizim düşüncemiz, işçi için risk varsa bu riskin alınmaması gerektiği olmalı. Kitap tanıtımına çoğunluğunu akademisyen ve hukukçuların oluşturduğu 100 civarında katılım oldu. Tanıtımda, orada da belirttik, konuyla bağlantısı üzerinden Türkiye ve Fransa’daki sınıf mücadelesi koşullarının, kazanım ve sınıf dengelerinin farklarını algıladık. Bir yanda Fransa’da sınıf mücadelesinin kazanımlarına dayalı olarak ani ve kitlesel iş cinayetlerinin aşıldığı görünümü, buna karşın bu kazanımların işçi hareketinin uzun süreli gerilemesi ve tekelci kapitalizmin azami kar arayışına dayalı olarak “eskimesi” ve ani, kitlesel iş cinayetlerinin yerini zamana yayılmış ve topluma daha geniş ölçüde nüfuz etmiş meslek hastalıkları, çevre sorunları ve buna bağlı ölümün alması. Bizdeki büyük ve seri cinayet tarzı işçi katliamları nasıl “fıtrat” olarak gösteriliyorsa, orada da tekelci kapitalist artıdeğer sömürüsü, nükleer, kimyasal üretim, araç ve yöntemler
sonucu ölüm de başka bir “fıtrat” olarak gösteriliyor. İşçi sınıfı mevzilerindeki araştırmacıların (hekim, hukukçu, sosyolog, kent planlamacısı, vb.lerinin) rolleri işte bu perdeyi yırtma ve sınıf bilincini, mücadelesini geliştirmede kaldıraç olma konumunda çıkıyor. Mony’nin ifadesiyle “ölüm karşısındaki eşitsizlikler”, “sermayenin sorumluluk almadan öldürebilme yetkisi”, “bilgi edinme hakkı”, “kolektif mücadele”, işçi sağlığının ileriye ve geçmişe doğru takibi öne çıktı. Bu, diğer konuşmacı ve katılımcıların daha çok da hukuki mücadelelerin önemine ve şirket CEO’larının cezalandırılmasını istemeye yaptıkları vurgu ile birleşti. Yine de, işçi sağlığı ve güvenliğinde işçi denetimi, kolektif mücadele ve bunun pratik seyri konularına girilmemesiyle bir eksiklik hissedildi. Keza, kapitalizm ve tekelci kapitalizm yerine Türkiye’de artık sıkça karşılaştığımız üzere “endüstri” kavramı kullanılıyor. Endüstriyelizm ya da endüstriyel kapitalizm’le sınırlı bir eleştiri, alternatifini, kapitalizme son vermeyi değil endüstriyelizmin aşırılıklarının sınırlandırıldığı, ekolojik açıdan nispi bir denge kurulan bir kapitalizm tarifi. “Yeni tip” meslek hastalıkları tekelci kapitalist sömürünün en fazla yoğunlaştığı alanlarda (Fransa’da Telekom gibi) gerçekleşiyor ve kaynağını kapitalizmden alan çevre sorunlarıyla birlikte tam da bu noktada “Ne için üretim?” sorusu ile birlikte kapitalist üretimin kar ve azami kar amaçlı oluşunun üretim koşullarını belirlemesi gözardı edilebiliyor. Son bir not olarak, izleyicilerin genellikle orta yaş ve üzeri olması da bu mücadelelerin araştırmacı düzleminde de daha taze kana olan ihtiyacını gösteriyordu.
*** Rosetta’dan ilk mesaj alındı.
İşçi sınıfının fotoğrafçısı: Lewis Hine Lewis Hine şu hepimizin bildiği gökdelen inşaatlarında çalışan işçilerin fotoğraflarıyla ünlü olmadan önce yıllarca işçi hakları için mücadele vermiş bir fotoğraf sanatçısı. Kendisi 1874 doğumlu bir Amerikalı. Fotoğrafçı ve sosyolog kimliğini bir arada bulunduran sanatçı Chicago,Colombia ve New York Üniversitelerinde sosyoloji okuduktan sonra öğretmenlik yapmaya ve eğitim materyali olarak da fotoğrafı kullanmaya başlıyor. Bu arada Ellis Adasındaki göçmenlerin durumundan çok etkileniyor ve bir sosyolog gözüyle tarihe tanıklık eden binlerce fotoğraf çekiyor. New York kentinin girişinde yer alan Ellis Adası’nın Amerikan göç tarihi açısından sembolik anlamı çok yüksek. 1892-1924 yılları arası yirmi milyondan fazla göçmen daha iyi bir yaşam umuduyla Yeni Dünya’ya buradan giriş yapmış. Hine işte bu dönemde oradaki insan manzaralarını fotoğraflarıyla ölümsüzleştirmiş. Hine fotoğraf aracılığıyla sosyal reformlar gerçekleştirilebileceğine ve insanlarda sosyal bilincin oluşturulabileceğine inanıyordu Öğretmen olarak özellikle çocuk işçi çalıştırılmasına karşı çıkan Hine’yi 1908 yılında Ulusal Çocuk İşçi Komitesi hem araştırmacı hem de fotoğrafçı olarak işe alır ve ondan bir rapor hazırlamasını ister. Tüm ülkeyi dolaşır ve bu çalışmaları sonucunda çocuk işçilerin fotoğraflarının yer aldığı iki kitap yayınlar. Uzun ve ağır şartlarda çok düşük ücretlere çalışan, kötü evlerde yaşayan, okuma yazma öğrenme şansı bile olmamış bu çocukların yaşam koşullarını ve yaşadıkları zorlukları belgeler. Hine kendisini yangın görevlisi, sigortacı, İncil yada kartpostal satıcısı olarak tanıtıp Lancaster, Dallas ve Tifton’daki tekstil fabrikalarına girdiğinde boylarından yüksek dokuma makinelerinin üstüne tırmanarak iplik bobinlerini değiştirmek, kumaş artıklarını toplamak gibi işlerde çalışan dü-
zinelerce on yaşın altında çocuk işçiyle karşılaşır. Hine çocuk işçilerle kömür madenleri, konserve fabrikaları, cam üfleme atölyeleri gibi daha pek çok alanda karşılaşmış, zengin yetişkinler için puro saran, saatlerce balıkhanede istiridye ayıklayan, gazete satan, bahçelerde meyve toplayan, çok küçük yaşta çocukları fotoğraflamıştı. Bu fotoğraflar şüphesiz iş gücünün kötüye kullanımına ait federal kanunları etkilemiş, bu yasaların değiştirilerek çocuk işçiliğinin önlenmesi ve daha insanca çalışma koşullarının oluşturulmasına katkıda bulunmuştur. Yıllarca sürdürülen mücadele sonucu Kongre federal yasayı ancak 1916’da çıkarmış ve 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılması böylece yasaklanabilmişti. Hine, Kızılhaç’ı tarafından, yardım çalışmalarını belgelemek üzere Avrupa’da görevlendirilmişti. I. Dünya Savaşı’nın son aylarında ve ateşkesten sonra, Fransa, Belçika ve Balkanlar’da seyahat ederek savaştan paramparça olmuş kıtayı fotoğrafladı. 1919 ‘da “The Children’s Burden in the Balkans” ı yayınladı. 1930’da Empire State ve Rockefeller Binası inşaatında çalışan işçileri fotoğraflamaya başladı ve bu çalışmalarını Men at Work’de topladı.(1932)Hine çok başarılı işlere imza atmasına rağmen maalesef yaşadığı dönemde hak ettiği değeri görememiş. 1930′lardan sonra fotoğrafları dergilerde zorlukla yayınlanır olmuş ve bilinçli olarak unutturulmak istenmiş. 1940′da öldüğünde sefalet içinde olduğu söylenir. Belgesel fotoğrafçılığın değerinin anlaşılması ve fotojurnalizmin kurucularından biri olarak kabul görmesi 1980′leri bulmuş. Hatta 1.Dünya savaşı fotoğrafları bile ancak 1980′li yıllarda Washington Kongre Kütüphanesi arşivinden çıkarılıp yayınlanabilmiş. Kaynak: cekirdekcocukblog.wordpress.com