IM_1

Page 1


2

NƦN RJHQNXN

¡ÜNDUNHQ İşçi sınıfı hareketi yeniden doğum sancıları yaşıyor. Bu sancının bu kadar uzamasının nedeni, işçi sınıfının eski örgütlenme, mücadele ve bilinç biçimlerinin ihtiyaca yanıt vermemesi. Çünkü patronlar sınıfının işçi sınıfı üzerindeki egemenliği arttı ve yeni biçimler kazandı. Sermayenin taşeronluk sistemi, geçici işçilik gibi işçi sınıfının genişleyen saflarını parçalayan yeni köleci çalışma organizasyonları, sınıfın gücünü birleştirmesini zorlaştırıyor. Burjuva demokrasisi kırbacı elden bırakmadan işçilerde bir özgürlük yanılsaması yaratıp ücretli köleliği “özgür iradeleri” ile kabullenmelerini istiyor. Sermaye işsizlikten borçlandırmaya, polisten yasalara, Meclis tiyatrosundan belediyelere, dinden medyaya, düzen sendikacılığından sayısız muhalif kılıklı sermaye örgütlenmesine kadar, sömürdüğü işçiler üzerindeki egemenliğini çok daha geniş bir zeminden kuruyor, pekiştiriyor. İşçiler üzerindeki sömürüsünü ve eziyetini bu sayede her gün biraz daha büyütüyor. İşçi sınıfı yalnızca acı çeken değil mücadele eden bir sınıftır. Onca direniş, onca eylem, onca örgütlenme çabası boşuna değil. Bu mücadeleler olmasaydı, işçi sınıfı yardıma muhtaç bir sefiller yığınından başka bir şey olmazdı. Ancak işçi sınıfının mücadelesinin daha etkili ve başarılı olması için de, artık yeni şeyler söylemek, yeni şeyler yapmak gerekiyor. Her şeyden önce sermayeye köleliği doğal kabul etmemek, onun karşısına toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan, işçilerin egemenliğinde, ücretli köleliliğin ortadan kalktığı, üretenlerin yöneten olduğu bir toplum ufkuyla çıkmak gerekiyor. Burjuvazinin işçileri sınırsızca sömürme ve aldatma demokrasisinin karşısına işçi sınıfının konseyler demokrasisini kurmak amacıyla çıkmak gerekiyor. Burjuvazinin derinleşen sınıf egemenliğinin karşısına işçi sınıfının örgütlü ve bilinçli hareketini yükseltecek yeni örgütlenme ve mücadele araçları ile çıkmak gerekiyor. Çıkarları burjuvazi ile uzlaşmaz karşıt ve tek kurtuluşu sermaye egemenliğini yıkmakta olan işçi sınıfının, burjuvazinin tüm kurum ve egemenlik biçimlerinden bağımsız ve tam karşıt eksende örgütlenmesini sağlamak gerekiyor. Üretimin, emeğin, bilginin, kültürün ve aslında işçi sınıfının ileri toplumsallaşması temelinde daha gelişkin bir kolektif işçi bilincinin, birleşik mücadele yeteneğinin ve bunun sosyalist sınıf bilincine sahip öncü gücünün yaratılması gerekiyor. Bültenimiz °´µJ .FDMJTJ , bu doğrultuda bir adım olma amacını taşıyor. İşçi Meclisleri, burjuvazinin bürokratik, kokuşmuş, milyonlarca işçiyi aldatma ve sürü yerine koyma amaçlı Meclis’inin tam karşıtı olan işçi demokrasisinin tomurcuklandığı işçi örgütlenmeleridir. İşçi Meclislerinde işçiler kendileri toplanır, sorunlarını, çözüm yöntemlerini birlikte tartışır, birlikte karar alır ve birlikte uygular. İşçi komiteleri, işçi meclisleri, işçi kurulları işçilerin güçlerini tabandan birleştirmesini sağlamakla kalmaz, kararlara katılımını, mücadelede özneleşmelerini, inisiyatif ve özgüvenlerini artırmasını sağlar. Hep yönetilmeye, hep bir iki burjuva politikacısının, sendika ağasının ağzına bakmaya alışkın işçilerin, sermaye için değil, kendileri için demokrasinin aracıdır. Bültenimizin isminin °´µJ .FDMJTJ olması da, birilerinin yazdığı işçilerin okuduğu bir yayın değil, işçilerin azami katılım, katkı, fikir, öneri, eleştiri, deneyimleriyle yoğrulacak, birlikte üretip birlikte örgütlenecek bir °±¶° .&$-°4° adayı olmasından ileri gelir.

İÇİNDEKİLER 3 ››

Siyasal süreç ve işçi sınıfının rolü

4››

İşsiz olabiliriz ama proleteriz

5 ››

İski direnişi ve sınıf Bilinci

6 ››

Kapitalizm eğitim alanında da kendi mezarını kazıyor

7 ››

Çalışmak istiyoruz! ama güvenceli vE örgütlü!

8 ››

Ave ceasar, moritiru te salutant!

9 ››

Büyüyor

Hoşgeldin İşçi Meclisi Kavga dostu, işçi kardeşim merhaba! Çukurova’nın sarı sıcağında, elimdeki nasır, alnımdaki terle ve bir günde harcadığım emeğin üçte birine ‘şükür’ demeyip mücadele etme isteğim, sesimi sizlere ulaştırabilmenin verdiği mutluluk ve ulaştıranlara duyduğum saygıyla hoşgeldin diyorum. Çukurova’da çapada çıplak yatanların, Balıkesir ve Zonguldak’ta cehennemden kömürü sökenlerin TEK’EL TEK yürek olup direnenlerin, bir avuç sömüren sınıfa inat milyonlarca sömürülenin gözü kulağı, dili yüreği olmaya bizi bizimle buluşturmaya hoş geldin. Patronlar tek eller, onların karanlığını kollayan kolluk güçleri farkındalar biz olmadan var olamayacaklar. Bundan dolayı örgütlüler. Damarımızdan kanımızı, kolumuzdan gücümüzü ve sırtımızdan kürkümüzü çalarak yaşıyorlar. Yaşıyorlar bizler açken-geberesiye tok, analarımız ağlarken-geberesiye mutlu, bizler örgütlenmedikçe-geberesiye saltanatlarıyla. İşçi Meclisi’ni okumak ve İşçi Meclisi’ne yazmak sınıf bilincinin ilk adımı olsun. Yaratan ellerin yumruğu olsun İşçi Meclisi. Vuralım, emeğimizi, ekmeğimizi ve sırtımızdan derimizi çalanlara vuralım, yıkılsın parçalansın karanlık. Kurtuluşun yolu tek başına yürünmüyor yolumuzun yoldaşı… Hoş geldin. Yan’lı Şiir Bülbülden korkarım, dokunmam güle Adını bile anmam korkarım düşürmem dile Emeğe saygı duyarım, düşmanım düzene Bir adım Köroğlu dokunmam fakire Şimdi kovsam yalnızlığı Bıraksa peşimi korkularım Kendimi yola vursam, yollar beni vursa Silah çeksem kalleşe, kurşun yaksam haksızlığa Bir yanım dağlarda, nara atsam drama köprüsünden Ya da yoldaş olsam kavga edenlere Bir yanım grevde, müebbet yesem de İdamlık sevsem seni, korkarım hükümsüzdür şiirim Bir yanım devrimde Bir yanım sosyalizmde

10 ›› “EVET”iniz de “HAYIR”ınız da cehennemin dibine 12 ›› İşçi hareketinde yeni mayalanmalar 13 ›› “Kürt açılımı”: girişme özgürlüğü! 14 ›› Profesyonel ordu hangi sınıf için, hangi sınıfa karşı? 15 ›› Haberler 16 ›› Her iki öğrenciden biri biziz 17 ›› İşçi sınıfı ve kültürsanat 18 ›› Dizilerin kamera arkası 19 ›› Dünya kupasında proletarya-burjuvazi maçı

Çukurovalı

Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Baskı: Özdemir Matbaası


3

NƦN RJHQNXN

6L\DVDO VÖUHÁ YH LíÁL VÜQÜIÜQÜQ UROÖ K

riz, işçi sınıfı için işsizlik, ücretlerin düşmesi, çalışma koşullarının ağırlaşıp iş cinayetlerinin artması, güvencesiz çalışmanın yaygınlaşması demektir. İşçinin onurunun zedelenmesi, yaşam enerjisi ve gelecek güvencesinin sermaye tarafından amansızca talan edilmesidir. Kriz koşullarında sermayeye karşı mücadele etmeyen işçi, ne işini, ekmeğini, kazanılmış haklarını, ne yaşamını ne de onurunu koruyabilir.

yen milyarlarca dolarlık yatırım, diğer kutupta Kürdistan’da burjuvaziyi “pek üzen” dev çaplı işsizlik ve yoksulluk (yani sermayeye artıdeğer üretmeyip sorun kaynağı da olan atıl işgücü!), en önemlisi, Türkiye burjuvazisinin bölgesel açılımlar için Kürt sorununu stabilize etme zorunluluğu! İşçi sınıfı, Kürt halkına karşı saldırının aleti olmamalı, Türk-Kürt işçilerin birliği halkların kardeşliği mücadelesini yükseltmelidir.

Kriz = Uzlaşmaz sınıf karşıtlığı! Kriz, burjuvazinin sermaye birikimini artık eskisi gibi sürdürememesidir. Burjuvazi, sermayesini koruyabilmek için bile büyütmek, daha üst bir birikim düzlemine geçmek, yeni yüksek karlı sömürü alanları bulmak ve dış pazarlara açılmak, eldekileri daha yoğun sömürmek, bunun için de, işçi sınıfı ve emekçilerin direncini kırmak zorundadır. İşte bu, uzlaşmaz sınıf karşıtlığıdır! Bir yanda burjuvazi, diğer yanda işçi sınıfı. Bir yanda sermaye birikimi, diğer yanda sefalet birikimi. Bir yanda daha geniş, uluslararası temelde örgütlenmek zorunda olan burjuvazi. Diğer yanda emegücünü yeniden üretemez hale gelen, daha geniş ve yeni biçimlerde örgütlenmek zorunda olan işçi sınıfı. Krizle birlikte burjuvazinin sömürü ve egemenliğinde kapsamlı bir dönüşüm yaşanıyor. Bağımlı Türkiye burjuvazisi nasıl ki artık önceki ulusal ekonomik, toplumsal, siyasal, anayasal, kültürel kurumlaşmaların kabına sığmıyorsa, işçi sınıfı da artık kabına sığmadığı bilinç, örgütlenme, mücadele kurumlaşmasını aşıp bir üst düzlemden mücadele içinde yeniden oluşturmak zorundadır. Dev çaplı saldırı dalgası! İşçi sınıfına karşı dev çaplı saldırı çoktan başladı. Enerji, ulaşım, sağlık, eğitim, su… en keskin özelleştirme, sermayeleştirme, taşeronlaştırma dalgası… Kıdem tazminatının, memurların iş güvencesinin kaldırılması, kiralık işçi şirketleri, bölgesel asgari ücret, yetişkin işçiler yerine 1 milyon stajyer

Bir yanda sermaye, bir yanda sefalet birikimini yeni bir düzleme çıkarmanın da aracı olan burjuva demokrasisinin karşısına, işçi sınıfı ancak sınıfa karşı sınıf, burjuva demokrasisine karşı işçi demokrasisi, sosyalist demokrasi mücadelesiyle çıkabilir. genç-çocuk işçinin çalıştırılmasına hazırlık, üniversitelerin doğrudan sermayeleştirilmesi ve öğrencilerin işçileştirilmesi, düz liselerin yerine meslek liselerinin geçirilmesi, çok sayıda işkolunun “ağır ve tehlikeli işler” kapsamından çıkartılması ve kadın ve çocuk işçilerin çalıştırılması… vb. Hepsinin özü, yaşamın her alanının daha doğrudan ve derinlemesine sermayeleşmesi, işçi sınıfının ise her türlü tarihsel ve kurumsal kazanım, hak ve güvenceden soyularak çıplak emekgücüne indirgenmesi, emek-sermaye çelişkisinin her şeyin merkezine yerleşmesidir. Sınıfa karşı sınıf: Tüm mücadelelerin temel ekseni işte budur. İşçi sınıfı yalnızca elinde kalmış hak kırıntılarını korumak için değil, sınıfa karşı sınıf mücadelesi talepleriyle sermaye köleciliğinin üstüne yürümelidir.

Burjuvazi, sömürüsünü şiddetlendirecek düzenlemelerini, işçi sınıfı ve mücadele dinamiklerine karşı zor uygulamadan gerçekleştiremez. Bununla birlikte, CHP’yi de ordu ve yargıya dayalı siyaset yapan bir elitler partisi olmaktan çıkarmak, kitleler için bir çekim merkezi haline getirmeyi, böylelikle “iki buçuk partili” bir burjuva parlamenter demokrasiyle burjuva sınıf egemenliğinin etkisini artırıp toplumsal tabanını genişletmeyi hedefliyor. Dahası DİSK gibi işbirlikçi sendikaların da yedeklendiği “sivil toplum”, “sosyal diyalog” gibi yönetişim mekanizmaları oluşturuyor. Bunlar, neoliberal burjuva demokrasisinin birbirini bütünleyen egemenlik yöntemleridir.

Neoliberal burjuva demokrasisine karşı sosyalist işçi demokrasisi

Bir yanda sermaye, bir yanda sefalet birikimini yeni bir düzleme çıkarmanın da aracı olan burjuva demokrasisinin karşısına, işçi sınıfı ancak sınıfa karşı sınıf, burjuva demokrasisine karşı işçi demokrasisi, sosyalist demokrasi mücadelesiyle çıkabilir.

Bu süreçte, siyasal planda da önemli dönüşümler yaşanıyor. Burjuvazi işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki egemenliğinin daha sinsi biçimi olan neoliberal demokrasisine geçti. Burjuva demokrasisi, sermaye için demokrasi, işçiler için diktatörlüktür. Hak kayıplarına karşı mücadele veren, sendikal örgütlenme mücadelesi veren işçiye dahi gaz ve cop demokrasisidir.

Kürt ulusal hareketine ise operasyonlar ile neoliberal açılımlar kıskacı altında tasfiye dayatılıyor. Türk burjuvazisi ve devleti Kürt sorununda önceki durumun sürdürülemezliğini iyi biliyor. Asıl dip akıntılarına bakıldığında ise, gelişmenin yönü görülüyor: Güney Kürdistan’la onmilyarlarca dolarlık yatırım ve ticaret anlaşmaları, Kuzey Kürdistan’da bekle-

Burjuvazinin bölge gücü politikalarına karşı enternasyonalist proletarya Bu kriz aynı zamanda, iç pazarın kabına artık sığmaz hale gelmiş bağımlı Türkiye tekelci burjuvazisinin, daha doğrudan uluslararası birikim sürecine açılma - “açılım” budur zaten- sancılarının krizidir. Bölge ülkeleriyle ekonomik, ticari, diplomatik ilişkilerde görülmemiş bir artış var. Burjuvazi, yine emperyalist burjuvazinin ve bölge stratejilerinin yörüngesinde, kendi dansını yaparak bölgesel etkinlik ve ve payını artırmaya çalışan bir bölge gücüdür. Hükümetin İsrail’le gerilim politikası, Filistin halkının kara gözleri değil, işte tam da bunun içindir. Sınıfın “bölge politikası” Türkiye işçi sınıfının, burjuvazinin bölge politikalarından, bölge ülkelerinin işçi sınıflarıyla etkileşimini artırması dışında kazanacağı hiçbir şey yoktur. Tam tersine, sermayenin varlık koşulu olarak bölgesel-uluslararası birikim düzeyine çıkması, sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi, uluslararası rekabetin şiddetlenmesi, işçi sınıfı için yine sömürünün katlanması demektir. İşçi sınıfı burjuvazinin bölge politikalarına karşı çıkarken bölge ülkeleri işçileriyle birleşik mücadele arayışını güçlendirmelidir. Proletarya-burjuvazi karşıtlığı, çelişkilerden bir çelişki değil, diğer tüm çelişkileri içinden belirleyen çelişkidir. İşçi sınıfı, sınıf düşmanının, orta sınıfların planlarına tabi olmamalı; devrimci rolünü sonuna dek oynamalıdır.


4

NƦN RJHQNXN

ìLPGL UHNODPODU K

apitalizmi sanırım en iyi banka reklamları anlatıyor. Reklamların kitleler üzerinde etkili olabilmesi için hep bir tutam gerçeklik payının olması gerekir. Reklamlar, kitlelerin inanç ve beklentilerine, taleplerine bir şekilde yanıt verir görünüp manipüle eder. Bunun son örneklerinden biri de Akbank’ın reklamı oldu.

ñíVL] RODELOLUL] DPD SUROHWHUL]

B

urjuva siyaset erbabı referandum sandığında birbirinin hesabını görmek için meydan meydan dolaşıyor. Kimileri Erdoğan gibi meclis kürsüsünü sahne belleyip ağlar, kimileri Kılıçdaroğlu gibi umut dağıtmaya soyunurken, yaşamın gerçeği tüm çıplaklığıyla ortada: İşsizlik!

Devletin istatistik kurumları her ay işsizlik oranlarını açıklıyorlar. Tıpkı sebze, meyve fiyatları gibi! Ama işsizlik oranları, sadece kaç kişinin işsiz olduğunu ortaya koymuyor. Aynı zamanda işgücünün nasıl değersizleştirildiğini, nasıl birbirinin yerine sebze meyve gibi koyulabildiğini ve üzerinden öldüresiye ne kadar kolay geçilebildiğini de açıklıyor. Büyük mezarlığın kapısında “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır” yazıyor. Emekçilere öbür dünyada hesap verme korkusuyla sonsuz itaati emreden bu sözü kapitalizm, kendi diline «Her işçi defalarca işsizliği tadacaktır» diye çevirdi. Son düzenli işçi kuşağının tanıkları olan bizler için, en ağır bedelleri ödemeye hazır hale getiren işsizlik korkusunu bir zamanların baba korkusundan bile daha ürkütücü hale getirdi.

Kuyu gibi gözler İşsizseniz, işsiz kaldıysanız bilirsiniz: Sözü uzatmaya gerek yok, kuyu gibidir işsizin gözleri. Dünü de yoktur onun, geleceği de! Erkekse sokak ve kahve, ev ziyareti yasaktır ona. İşten iki satırla atıldığı günden, o 12-14 saat çalışmaya razı olduğu ama “güvenli” bildiği limandan uzaklaştıkça, günler gitgide birbirine benzer. Yeniden iş arama, yakınları üzerinden aratma gücü azaldıkça azalır. Kadının kaybettiği ise, güçbela bulduğu işi değildir yalnızca. Aynı zamanda “İşe gidiyorum” diye evden çıkabilme, kendisine sınırlı da olsa bütçe oluşturabilme, çocukları için biraz da olsa model olabilme özgürlüğüdür. Eşinin onu “Bütün gün evde ne yapıyorsun ki” diye horladığı, çocuklarının yataklarını bile toplamadıkları günler geri gelmiştir. Kuyu gibi gözlerde maddi ve manevi yoksunluk ve hiçleşme büyüdükçe büyür… Kadın bir daha kimbilir ne zaman çıkmak üzere dört duvarına geri dönerken, erkek de ev sorumluluğunun kendisinde olduğu sanrısıyla bulduğu ilk işe sarılır. Bu iş, kimi zaman işten atılan bir sınıf kardeşinin yerine açılan “pozisyon” olur -sınıfdışılık bataklığına bir adım!

“Yollar”… İşsiz, tıpkı işyerinde ikide bir “verimsizliği” başına kakılan işçi gibi sürekli suçlanır. Sanki o kahrolası işten çıkarma emrini versinler diye patrona yalvarmış, her haliyle çalışmak istemediğini belli etmiştir! İşten çıkarıldığında -özellikle de işten çıkarılan başkaları da varsa- kendisine gösterilen anlayış, zaman geçtikçe kaybolmaya başlar. İşsiz, hele ki her 4 gençten biri gibi genç işsiz, önüne çıkan fırsatlara bakmaya başlar: Televizyon dizilerinde üniversiteli genç karakterlerin ardı ardına başka ülkelere gittiğini görür -sanki bütün

Reklamda değişik iş kollarında geç saatlere kadar çalışan birçok işçi emekçinin yorgun, pestili çıkmış görüntüsü verilirken fonda da, bir zamanların depresif yorgunluğu ifade eden şarkısının düzenlenmiş yeni hali seslendiriliyor. Postmodern zamandayız ya, ondan…

genç nüfus ülkeden taşınsa sorun çözülecektir! İntiharlar dikkatini çeker sonra: “O da benimle aynı yaşta. Ne kadardır işsizdi acaba…” Çevresi değişir: “Şu paketi şuradan şuraya götüreceksin aslanım sadece…” Genç bir kadınsa, boşanmışsa, çocuğu varsa evliliği kurtuluş gibi görür. Bazan uyduruk bir kursa giderek üç ayda becerilerini artırmanın yollarını arar. “Kursta iş garantisi de veriyorlarmış…” Asla girmeyi düşünmeyeceği ölüm kuyularına, madenlere bile hasretle bakar, bir ilan verseler diye etrafında dolanır.

“O eski halimden eser yok şimdi acayip şekilde yorgunum şimdi tutun kollarımdan düşerim şimdi yorgunum dostlarım yorgunum yorgun bir güzellik yapın kurtarın beni….”

Şair, “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz” demiş. Kapitalizm bunu “İşsizlik paylaşılmaz” diye çevirir kendi diline. Her işsiz kendi payına ölür, buyurur!

Bizimle dalga geçiyor olmalısınız. Bir işçi niye işten posası çıkmış biçimde çıkar? Niye çalışma temposu giderek yükselir, çalışma saatleri uzayıp durur? Sürmenaj niye sadece işçilere özgü bir hastalıktır? Niye iş kazaları, meslek hastalıkları görülmemiş biçimde artıyor? Bir görüntü de madenlerden koysaydınız.! Grizu patlamasının ardından madenin ağzından çıkarılan sıra sıra işçi cesetlerini gösterdikten sonra, “Kolay kazanmıyorsunuz, iş kazası ve meslek hastalığı tazminatlarınızı da sizin için biz değerlendirelim” deseydiniz?

Kedi fareyle oynar gibi oynatmayacağız kendimizle! İşte meydanlarda işsizlik sorununu çözeceğiz diye işkembeden atan burjuva siyasetçilerin, KPSS’yi kaldırdık-kaldırıyoruz diye yüzbinlerce öğretmenin umuduyla oynayanların, “3 yılda 1 milyon kişiyi eğitip iş sahibi yapacağız” -tabii iş güvencesi olmadan ve asgari ücretle- projesi sahiplerinin, sayıları azalsa da “Çalışana iş var, iş beğenmiyorlar kardeşim” diyen orta sınıf tuzu kuruların, istihdam uğruna bağrına taş basıp (!) sınıf düşmanı TÜSİAD’la kol kola girenlerin… karşısında kuyu gibi gözleriyle işsizler var. Dördünden biri genç. Bir bölümü iş bile arayamıyor artık; kendi yangınıyla ev efradını yakıyor. Vasıfsızlar ne iş olsa derken, vasıflılar yeteneklerinin körelmesini vücutlarında hissediyor. Biz işsizler! Günde 14 saati vuran çalışma saatlerine, en ağır kölelik koşullarına yıllarca boyun eğip kapitalizmin yasaları gereği işten atılanlar! Biz piyangodan çıkanlar! Biz, yedek sanayi ve hizmet ordusu! Biz, patronların çalışan, işten atılan işçilerin üzerine sürdüğü mermiler! Biz, ruhu hala proletaryanın içinde olanlar, işsizliğin hesabını patronlardan soran, sınıf kardeşlerini, Tekel işçilerini gıptayla izleyenler! Onlar kazanırsa kendisinin de kazanabileceğine inanmak isteyenler! Biz! Hapishanelerde bütün haberlere adli mahkumların af beklentisiyle bakması gibi yüzümüzü o en bayağı vaadlere dönmeyelim! Tükürelim suratlarına! Maden kuyularında yatan ölülerimizin sesi biz olalım önce! İşten atıldık mı tesbih taneleri gibi dağılmayalım! Bulalım, arayalım, kollayalım birbirimizi! Sınıf dışına düşmemesi, kapitalizmin oyuncağı olmaması için arkasında duralım! Çalışan sınıf kardeşlerimizden kopmayalım! Aynı mahalleyi, aynı kahveyi, dün aynı sendikayı, aynı direnişi… paylaştığımız işçilerle, yumruk oluşturalım! Referandum sürecinde işçi sınıfının onmaz yarasını kapitalistlerin karşısına dikelim! Meydanlarda yalvarmak için değil öfkemizle dağıtmak için yürüyelim!

Bu çağrısıyla reklamın vereceği ana mesaja geliyor sıra. “Kolay kazanmıyorsunuz, bari iyi değerlendirin. Akbank sizin için değerlendirsin.” deniyor.


5

NƦN RJHQNXN

ñ6.ñ GLUHQLíL YH VÜQÜI ELOLQFL

B

ir sabah ansızın işsiz kalan 500 kişiden oluşan İSKİ işçileri, 200 kişilik kitle halinde Aksaray İSKİ’nin önünden toplanıyor. Büyük bir çoğunluğu cellatlarına oy vermiş, ne acıdır ki pişmanlık duygusu daha olgunlaşmamış. “AKP İl Başkanlığı’na gidelim, bir çoğumuz size oy verdik diyelim”, “Tayip babanın haberi olsa hemen işimize geri döneriz”, “Aman ha koministlerin attığı sloganları sakın atmayalım. Bizi geri işe alacakları varsa bile almazlar, hem biz vatan haini değiliz.”… Aslında ortak o kadar çok benzerlikleri var ki. Ama o an ortaklaştıkları olgu öfkeleri ve biliçsizlikleriydi. Öfkelerinin kaynağı işsiz kaldıkları gerçeğiydi. Sloganlarla birlikte karşılarında bu kez oldukça kalabalık çevik kuvvet polisini görünce, sloganlara daha az katılım oluyor, ürkek bir güvercin gibi polislere bakıyorlardı. O an işçilerden biri poşetten çıkardığı Türk bayrağını açınca öfkenin yerini korkunun aldığını algılar gibiydim. Eylem alanında bir öğrenci bir işçiyle sohbet ediyor. Öğrenci “Sizler kapitalizmin uygulayıcısı siyasal iktidarın ne ilk ne de son kurbanlarısınız.” diyor. İşçi mağrur mağrur bakıp “Kapitalizm sağcı mı solcu mu?” diye öğrenciye soruyor. O sırada alkışlı eylem başlıyor. “Zafer direnen emekçinin olacak” sloganı ilk kez atılıyor. Kitle gür bir şekilde slogana katılıyor. Ancak kitle içinden birkaç kişi sloganı attıran görevliye “Ya kardeş biz buraya siyaset yapmaya gelmedik. İşçilerle ilgili slogan atalım” diyor. Siyasi hesaplaşma uğruna işten atıldığında bihaber. Sloganı attıran arkadaş şaşkınlık içinde dinliyor ve gülmeye başlıyor. İlk basın açıklaması için hazırlıklar yapılıyor. Kitle içinden, uzun pardesüsü ve sivri uçlu kundura ayakkabısıyla bir işçi titreyen sesiyle bağırıyor: “Arkadaşlar! Arkadaşlar! Basın gelmeden basın açıklaması yapmayalım” diyor. Bu komik pota dahi ancak birkaç işçi gülebiliyor. Mizansen bir anlatım dili kulanmam belki okurlara eğlendirici gelebilir, ancak işçi sınıfının 2010 yılı itibarıyla hali içler acısı ve dramatiktir. Topluma yerleşmiş güvensizlik duygusu bu toplumun bir ferdi olan işçi sınıfına da aynı oranda yerleşmiştir. Yakın bir zamanda katıldığım bir piknikte işten çıkarılan İSKİ işçilerinin sorunlarını ve içinde bulunduğu süreci anlatmak için masa masa gezmeye başladık. Konuk olduğumuz bir masada İSKİ Şube Müdür Yardımcısı olduğunu söyleyen bir hanımla süreci konuşmaya başladık. Kendisine, birkaç yıl içinde İSKİ’nin de

özelleşeceğini, haliyle kendilerinin de bizim şu an yaşadığımız sorunlarla baş başa kalacaklarını söyledim. Sözümü bitirmemle birlikte “Ya benim emekliliğime 1 yıl kaldı. İnşallah daha geç özelleşir de bana bir şeycik olmaz.” Bu cevap karşısında ne denebilir ki.. Toplumda bana dokunmuyan yılan bin yıl yaşasın gibi bir söz karşılık bulabiliyorsa, o yılanın o topluma dokunmasına gerek kalmamıştır. Zaten toplum kendini kendi diliyle zehirlemiştir

ñ6.ñnGH PÖFDGHOH VÖUÖ\RU Direnişinizden bahseder misiniz? Nasıl başladı? Bugüne nasıl gelindi?

Biz İSKİ’de çalışan taşeron işçiler olarak bilinçsiz, güvencesiz, örgütsüz en önemlisi de kapitalist söylemlere çanak tutmuş bireylerdik. Örneğin TEKEL işçi hareketinin ilk döneminde Başbakan’ın “Bunlar çalışmıyor yatarak para alıyor” söylemini bir çok bilinçsiz işçi topluluğu gibi bizler de benimsedik. TEKEL işçileri gaz ve jop yerken birçoğumuz tiye dahi almadık. Ta ki kapitalizm denen ahtapotun bir kolu boğazımıza sarılıp bizi işsiz bırakıncaya dek. O zaman ne hikmetse daha evvel askıya aldığımız vicdanımızı birden şu soruyu sordu: “Neden yatırıyorsun ki işçileri? İş verdin de TEKEL işçileri mi yapmadı?” Aynı kaderi paylaşarak bilinçlenmek dedikleri bu olsa gerek. Hani vardır ya. Bir ateşe elimizi yaklaştırdığımızda elimizin yanacağını çok iyi biliriz ama elimiz yanmadan o acıyı asla derinden hisedemeyiz. Arif olmak elin değmeden o acıyı hissetmeyi gerektir. Ama nerde bizde o erdem. Bizler artık bilinçli ancak işsiz bir işçi gurubuyuz. Bu süreç bizi hem fiziksel hem de ideolojik bağlamda 360 derce değiştirdi. Neler mi değişti? Fiziksel bağlamda nelerin değişeceği bir çoğunuzun malumudur. Bir deri bir kemik kalmış bedenler ve beyazlaşmaya başlayan saçlar bunların başlıcaları denebilir. Bizler için önemli olan olgu ise şudur. Süreçten evvel devletin topluma ve bize empoze ettiği, sokakta hakkını arıyan işçiye terörist diyen zihniyetimiz süreçle birlikte işçi sınıfı adına her eylemde en ön saflarda korkmadan, yılmadan ‘teröristliği’ içine sindirmiş bir zihniyete dönüştü. Bu da bizler için en değerli ve en onurlu kazanımdır. Kapitalizmin ve sermayedarların uyguladığı poltikalar daha nice ‘teröristler’ yaratacak. Her kötülüğün sonunda bir iyilik çıkar söylemi sanırım burada anlam kazanıyor. Bakalım süreç bizi nerelere götürecek. Yaşıyarak ve görerek biliçlenmeye devam ediyoruz. İSKİ’den atılan direnişçi bir işçi

Gürhan: Her an işten atılma, kapı önüne koyulma tüm taşeron işçilerinin sorunu. Bizde bunu bilerek direnişimizi taşeronluk sistemine karşı bir örgütlenmeye dönüştürmeye çalışıyoruz. Ali Rıza: Biz eylemin olduğu her platformda taleplerimizi bir şekilde duyurmak için her eyleme katıldık. Taşeronluğu anlattık. Taşeron işçiler olarak örgütlenmek için çalışıyoruz şimdi. Ali: Devrimci arkadaşlarla birlikte direniş süreci biraz daha bilinçlenmeye, işçi arkadaşlarda sinirlerini daha mantıklı hamlelere çevirmeye başladılar. İşçi komitesi kuruldu. İşçi komitesi çok bir anlam taşımadı. Direniş süreci işçi arkadaşların en geniş katılımıyla, kararların birlikte alındığı, herkesin bu kararlarda fikir belirttiği ortamlarda alındı. Gürhan: Şimdi bir İSKİ İşçileriyle Dayanışma gecesi örgütlemeye çalışıyoruz. Gecenin örgütlenmesini direk bilet satmaya çalışarak değil, bunu neden yapmamız gerektiğini anlatarak yapıyoruz. İSKİ işçileri olarak beraber kafaya koyduk. Sayımız kaç olursa olsun dernek kuracağız. İlk önce kendi içimizde İSKİ’de, yanı sıra İGDAŞ ve BEDAŞ işçileri ile birlikte. Taşeronluğun insanlara nasıl kötülükler getirdiğini anlatmak zorundayız. Ali Rıza: En önemlisi kendi adıma Ankara eylemidir. TEKEL işçilerinin yanında olduğumuz. Daha sonra 1 Mayıs süreci. Direnişte bugün sayıca azız fakat bilinç ve inanç olarak en üst seviyedeyiz diyebilirim. Direniş, mücadele önümüzdeki süreçte nasıl devam edecek? Gürhan: Önümüzde İSKİ’nin açacağı bir ihale var. İhaleye karşı nasıl bir tepki yaratacağız. Bence en önemli sebeplerden biri taşeronluğun halen devam etmesi. Oradaki bekleyişimiz, basın açıklamalarımız devam edecek. Dernekleşme durumumuz olacak. Ali Rıza: Bizler şunu biliyoruz ki bizler bundan sonra aynı sistemde çalışırsak biz en fazla bir iki sene sonra aynı sorunları yaşayacağız. Burada amacımız insanları taşeronlaşmaya karşı örgütlemek, bilinçlendirmek. Gündemdeki referandum tartışmaları hakkında ne diyorsunuz? Ali Rıza: Ben bir Kürt ve 12 Eylül Anayasası’nın reddedildiği tek il olan Bingöl’lü biri olarak referandumu boykot edeceğim. Sebebiyse Evet dersem 12 Eylül’ün devamı olan bir anayasaya Evet demiş olacağım. Gürhan: Temel hak ve özgürlükler konusunda halkın veya işçinin yaralanacağı çok bir şey yok. 12 Eylül Anayasası’nın tamamen iptaline evet deriz. Taşeron işçi çalıştırılmasını yasaklayan maddeler de olabilirdi. Bizimle ilgili çok bir şey yok. Boykot veya hayır doğru bir karar olur. Ali: Bizim işçi sınıfı olarak haklarımızda ne gibi iyileştirmeler var, mevcut düzen içinde bize ne getiriyor, ne götürüyor? Bunları irdelemek gerekiyor. İki kampın birbiri ile çekişmesinden işçinin nemalanması sözkonusu olamaz. Kendi kanaatim iki tarafa da inanmadığım, her iki tarafın da bu kaypak düzenin devam ettiricileri olduğu. Referandumu bu yüzden boykot edeceğim.


6

NƦN RJHQNXN

.DSLWDOL]P HðLWLP DODQÜQGD GD NHQGL PH]DUÜQÜ ND]Ü\RU arayışları umut vericidir. Ha keza öğrencilerin okul sıralarında canını dişine takarak bir diploma satın almanın da sonrasında sorunu çözmeyeceğinin bilinci ile şimdiden örgütlenme arayışına girmesi anlamlıdır. Bu da görmezden gelinemez. Bugün öğretmen işçi sınıfının bir parçası olarak kendi karakterini, kendi toplumsal konumunu mücadele içerisinde yeniden kazanma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bunu başaracaktır.

Yüzbinlerce öğretmenin kadrolu çalışma talebinin ve hayatını KPSS’ye bağlamasının da zeminini oluşturan 657 de kalkıyor. Onun yerine öğretmenleri ve tüm memurları kapitalist çıplak rekabet ve performans hızarında öğütecek olan yeni bir yasa geliyor.

E

ğitim alanında ve öğretmenlikte bir büyük dönüşüm yaşanıyor. Rekabet ilkesi ile kapitalizm dev büyüklükte bir öğretmen kitlesini diplomalı işsiz cesetleri olarak üst üste biriktirirken, öğretmen emeğini sermayeleştirdi. Eğitimde proletarya-burjuvazi karşıtlığı hakim hale geldi.

Ücretli öğretmenlerin KPSS ile küçültülerek yıkılan umutlarının sonucu intiharları, emeği korunmayan öğretmenin dipsiz bir kuyu karanlığındaki çığlığıdır. İşsiz öğretmenlerin kadro talebi neoliberal kapitalizmin kıyıcılığına karşı kitlesel bir direniş talebidir. Özel sektördeki öğretmenlerin örgütlenme

Sermaye, kendisini büyütürken proletaryayı da büyütüyor. Eğitim alanında insana düşman ve engel olan sermaye ilişkisidir. Öğretmenin can düşmanı bugün sermayedir. Hükümetler, CHP’si, AKP’si, MHP’si ile burjuva partileri, diğer düzen partileri, bunların tümü öğretmenin emeğinin korunması mücadelesine karşıttırlar. Müttefik olamazlar, fayda da sağlamazlar, engeldirler. Çözüm, eğitim alanındaki parçalı emek gücünün yeni bir bilinç, örgütlenme ve eylemle birleşmesidir. Her bir parçada tabandan karar alma mekanizmalarına sahip olan ve bunları bütünleştiren ve bütünleştirmeyi başaran esnek dirençli bir işçi demokrasisinin geliştirilmesi zorunludur.

.366 VDðOÜðD ]DUDUOÜGÜU

S

ınav bitmiş, KPSSkolik olup son haftalarda her şeyi “Türkiye coğrafyası”, “Vatandaşlık bilgisi” olmuş arkadaşlar bir araya gelmiş, heyecanlı bir tartışma yürütüyorduk. Doğru cevap Artvin miydi? Siirt miydi? Sanki Artvin diyenler çoğunlukta olunca doğru cevap Artvin olacaktı. Satranca merak saldığım ve onla yatıp kaltığım günlerde at gibi L gitmeye çalışırdım. İnsanlar piyon gibi üzerime gelirdi. Bir ara da köfte satmıştık ki eş dost dahi müşterileşmişti benim için. Artık ayaklı tl’lerdi benim için tezgahın 10 metre yanından geçen herkes. 1 ay satrançtan uzak kalıp, bir daha da ticaretle uğraşmayarak dengemi sağladım. Şimdiyse ömrüm boyunca karşısında olduğum kölece duyguların içerimde filizlendiğini hissediyorum. Evet biliyorum doğru cevap köy ama, ben bucak dedim; o kadar da çalışmıştım, kızıyorum , kıskanıyorum köy cevabını veren ve bunu uzun uzun açıklayan arkadaşıma. Bir kibir kaplıyor içimi “üç tane üç nokta yan yana olacaktı o soruda” çok yararlı bir icat yapmışım gibi doğru cevaplarımı açıklarken. Bir de milliyetçiliğin bir kama gibi işçi sınıfının içerine nasıl sokulduğunu anlatan ben, tasada kıvançta

bir araya getirir sorusuna milliyetçiliği işaretliyorum. Dengemin bozulduğunu hissediyorum. Ukelalığımdan değil ha; sınav köleliliğinin yarattığı koşullanmayla giriyorum tüm konuşmaların arasına: orada özne eksik, burada anlatım bozukluğu var, orada mı? Orada mümkün değil turunçgil yetişmez güneş yok orada. Biriyle tanıştığım zaman kişiliği, hangi sınıftan oluşu, nereli olduğundan daha önemliydi benim için. Şimdiyse nereli olduğu daha önemli hale geldi.” Erzurumlu musun? Sizin orada en fazla yazın yağmur yağıyormuş öyle mi? Peki demir çıkıyor mu sizin ordan demir?” Ve çöküp kalıyorum onca sene okuyarak sahip olduğum diplomaların hiç bir işe yaramayıp gene bir sınavla test edildiğimi ve ücretli kölelik ile sınav köleliliğinin ayrılmaz bir bütün olduğunu idrak edince. Eğitim Emekçisi Derneği’nden arkadaşlarımın bir çalışması geliyor gözümün önüne: “KPSS sağlığa zararlıdır!” İliklerimde hissediyorum zararlarını. Terelelleniyorum yine, yok tutamayacağım kendimi yazıyı baştan okuyup düzelteceğim anlatım bozukluklarını. KPSS mağduru

Sınıf demokrasisinin, sosyalist işçi demokrasisinin uygulanacağı somut örgütlenme ve mücadele biçimlerini geliştirmek. İhtiyaç budur. Yeni eğitimci kuşağının kendisini mücadele içerisinde geliştirmesi, gelişkin ve inisiyatif sahibi birey olarak kolektif bir örgütlenme içerisinde kendisini ifade edebilmesi ve kendisine ve kolektife ilişkin kararlar alabilmesi ile mümkündür. Eğitim işçileri, kendisinin çıkarlarının kolektif ile çelişmediği, örtüştüğü, kendi gelişiminde sınıfının, sınıfın mücadelesinin gelişiminde ise kendi gelişimini gördüğü bir ilişki sistemini sınıflı toplum koşulları içerisinde azami ölçüde, ancak sömürü ve rekabet koşullarına karşı sınıfdaşlarıyla birlikte mücadele ederek oluşturabilir ve oluşturacaktır. Öğretmen örgütlenmesinde dar sendikal merkeziyetçilik dönemi bitmiştir. Ankara’dan emirname ile grev örgütlenmiyor! Bir grev, ancak her ilin kendi mücadele platformları içerisinden, evet ancak tabandan örgütlenebilir. Bu il platformu içerisinde örneğin X dershanesi Y şubesinden eğitim işçileri temsilcisinin yanında, A lisesi/ilköğretim okulu kadrolu öğretmenlerinin temsilcileri, B bölgesinin yerel ücretli öğretmen temsilcileri, C semtindeki işsiz öğretmen temsilcileri, D üniversitesi öğrenci temsilcisi ve akademisyen üyeler, kadrolu öğretmen sendikasının şu şu temsilcileri, AYÖP çalışmasının şu şu temsilcileri, Sosyal-İş’te veya Koopİş’te örgütlü şu özel okuldan şu temsilciler, Eğitim Emekçileri Derneği’nin tabandan seçilen temsilcileri vd. birleşmiş olarak ve birlikte konuşurlar, karar alır ve uygularlar. KPSS sonuçlarının açıklanmasına ve atamaların yapılmasına yaklaştığımız bugünlerde, sınav bitkinliği ve yaz rehavetinin üzerine çıkma görevi önümüzde duruyor. Üstelik yüzbinlerce öğretmenin kadrolu çalışma talebinin ve hayatını KPSS’ye bağlamasının da zeminini oluşturan 657 de kalkıyor. Onun yerine öğretmenleri ve tüm memurları kapitalist çıplak rekabet ve performans hızarında öğütecek olan yeni bir yasa geliyor. Bu dev saldırı dalgasına ilk göğsünü siper etmesi gerekenler, yıllardır kadro talebiyle ancak sınırlı bir güçle mücadele eden, gencecik sınıf kardeşlerini toprağa vermeyi protesto eden öğretmenlerdir. Burjuva partileri, referandum atmosferinde öğretmenleri de vaadlere boğacaktır. Gün, rutin protestolardaki onlu, azamisi yüzlü sayıları aşıp birbirine gerçek çıkış yolunu gösterme, kitlesel, militan ve Ankara’yı zorlayıcı eylemleri il il, gün günden örgütleme günüdür.


7

NƦN RJHQNXN

¡DOÜíPDN LVWL\RUX]

$PD JÖYHQFHOL YH ÐUJÖWOÖ

Çalışmayı, üretimde yer almayı, kimseden günlük harçlık istememeyi, bir aile ve akraba çevresinde ömür tüketmeden toplumsallaşmayı sizden çok biz istiyoruz! Sizin amacınız ise bizlerin toplumun gerçekten eşit özgür bireyler olarak var olması değil! Bizi aldatamazsınız!

B

urjuvalar emekçi kadınlara nasıl bakar? Hiç sakınmadan söyleyelim: Cahil, eğitimsiz, özgüvensiz, üretim dışı, kocasının ve ailenin diğer erkek bireylerinin ağzına ve eline bakan, birey olamamış, yaşamına dair kararları kendisi alamayan varlıklar… Ama aynı burjuvazi, her yıl dünya çapında insani gelişim raporları yayınlar ve kadınların toplumsal durumunu bu raporların içerisinde özel bir başlık olarak ele alır. Çünkü burjuvaziyi en fazla harekete geçiren konulardan biri, kadınların üretimde ne oranda yer aldığıdır. Sermaye sınıfı, Türkiye’de çalışabilir durumdaki her 5 kadından yalnızca 1’inin çalışıyor/ sömürülebilir olmasından pek şikayetçidir. Bu yüzden, kadınların toplumsal durumu, üretime katılım, eğitimde yer alma düzeyleri, çocuk yaşta evlilik ve çocuk sahibi olma… gibi konular, burjuvalarımızın, en fazla ilgilendiği konular arasında yer alır. Bir süre önce burjuva kadın örgütlerinden biri olan Türkiye Kadın Girişimciler Derneği’nin (KAGİDER) yürüttüğü “Çalışmak İstiyoruz” kampanyasına tanık olduk. Kampanya, televizyona da çok kısa bir kliple taşındı. Reklamda bir kadın, sesi duyulmaksızın “Çalışmak istiyorum” diyor, sonra da ekran karlanıyordu. Dernek, kampanyada Türkiye’de düşük olan kadın istihdamının artırılması için şu hedefleri sıraladı: “esnek çalışma modelinin geliştirilmesi”, “İşkur’un kadınların iş eğitimi ve iş bulması konusunda daha aktif davranması”, “çalışan kadınlar için çocuk bakım hizmetlerinin geliştirilmesi, işyerlerinde kreşler açılması”... “Koca”sının eline bakmaktan bunalmış, yaşam boyu gönüllü hapishanesinin tüm yükünü omuzlayan emekçi kadının, eli sıcak sudan soğuk suya girmeyen burjuva kadınların kendi adına yürüttüğü kampanyaya ilk yanıtı, herhalde “Önce siz çalışın burjuvalar!” olacaktır. Sonra kapitalizme öfkeyle veryansın edecektir: Çalışmayı, üretimde yer almayı, kimseden günlük harçlık istememeyi, bir aile ve akraba çevresinde ömür tüketmeden toplumsallaşmayı sizden çok biz istiyoruz! Sizin amacınız ise bizlerin toplumun gerçekten eşit özgür bireyler olarak var olması değil! Bizi aldatamazsınız! Kadınların çalışması için

esnek çalışma modelini öneriyorsunuz. Zaten gelişmiş kapitalist ülkelerde kadınların çalışma oranını yükselten de bu esnek, yarı zamanlı çalışma modeli değil mi? “Aile ile işyeri ortamını uzlaştırmak” adı altında patronların uysal, evin gönüllü kölesi olmaya devam değil mi? Kadınların işe girmesi için onların erkeklere göre daha düşük ücretle çalışmasını, sonra da “Nasıl olsa onun kazancı ailenin yardımcı gelir kaynağı” denilerek kolayca işten çıkarılabilmesini fiilen uygulamıyor mu-

sunuz? Kadının asli görevinin analık olduğunu telkin etmeyi bırakmayan, semtlerimizde çocuklarımızı bırakabileceğimiz ücretsiz kreşler kurma talebimizi geri çeviren siz değil misiniz? Yeni İş Yasanız kadın işçilerin çocukları için kreş kurulabilmesi için gereken sayıyı 100’den 150’ye çıkarmadı mı? Kadın işçilerin kölece çalışma koşullarına karşı örgütlenme, sendikalaşma talebinin karşısına hemen işten atma tehdidini çıkarmıyor musunuz? Daha geçenlerde kadın işçilerin haberinin bile olmadığı,

olsa bile korkudan kullanamadığı regl izninin kaldırılmasına sizin sermaye sınıfınız imza atmadı mı? Markaları yarıştırdığınız en lüks giysiler, bizim uykusuzluktan kanlanmış gözlerimiz, genç yaşta ıskartaya çalışan bedenlerimizle üretilmiyor mu? Evet, çalışmak istiyoruz! Ama kölece değil, güvenceli ve örgütlü! Hadi bunun kampanyasını yapın da görelim!

3DWURQODUGDQ EL]H \DíDWWÜNODUÜQÜQ KHVDEÜQÜQ VRUDFDðÜ] Merhabalar, Ben Mutaf işçilerinden Yaşar Kulis’in işi Berna Kulis. Eşlerimiz aylarca direniş yaptılar. Onlarla birlikte bizler de direndik. Biz 4 kişilik bir aileyiz. Biri 5. sınıfta diğer ise 3 yaşında iki çocuğumuz var. 29 Ağustos’tan bu yana yaşadıklarımızı az çok anlatmaya çalışacağım. Direnişte günler geçtikçe yaşam koşulları zorlaştı. Biz eski sendikalı olduğumuz için İş-Kur’dan yardım alıyoruz, biraz da sendika yardım etti. Bunlarla ancak fatura paralarımızı ödeyebildik. Büyük çocuğum okula gidip gelirken servisle gitmek zorunda, okulu yakın değil ve astım hastası olduğu için yürüyerek gidemiyor. Okulda ek kitaplar alınacak denildi. Alamadık. 10 senedir oğlumun hastalığıyla da uğraşıyoruz, şimdi sağlık güvencemiz olmadığı için tedavisini bırakmak zorunda kaldık. Kızım 3 yaşında. Ona bu direniş süresince paramızın olmayacağını sonra kazanınca paramızın olacağını anlattık. Sabrediyor, babam kazanacak bize kek, çikolata alacak diyor. Biz bunları duydukça gurur duyuyoruz evlatlarımızla. Sabırlarından ve bizi anladıklarından dolayı mutlu oluyoruz, güç alıyoruz. Kızım hasta oldu, boğazları iltihaplandı, 3 gün ateşten gece gündüz uyuyamadı. Hastaneye gittiğimizde 0-18 yaş arası bakımda gösterildiği halde 27 lira para istediler. Sağlık ocağına gidebilmek için bile 5

lira borç aldım kardeşimden. Daha önceki hastalıklarında da Tabipler Odası’ndan yardım alarak ilaçları karşılıyorduk. Çocuğumun o halini gördükçe Mutaf patronlarına daha da bilendim. Her gün makarna, kahvaltı yemek, çocukların karnını doyuramamak çok zor. Bize böyle bir sefaleti çektiren patronlara yuh olsun. Bizler bunları hak etmedik. Senelerce gece gündüz demeden, aç tok demeden çalışan işçilerin bu durumlara düşürülmesi gerçekten bu sistemin insanlıktan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Ancak hakkımızı almak için direndik. Bugün Türkiye’nin her yerinde devam eden direnişlerle aynı yoldan gidiyoruz. İşçi sınıfı olarak patronlardan bize yaşattırdıklarının hesabını da soracağız. Bu dönemde devrimci kardeşlerimiz evimizin bireylerinden oldular. Hiçbir yardımı esirgemediler. Bizler de bütün işçilerin kazanması için onlarla birlikte eylemler yapıyoruz. Benim de 2 çocuğum var. Onların büyüyünce işçilerin hakları için ağabeyleri ablaları gibi ellerinden geleni yapmaları için destekleyeceğim. Küçük devrimciler yetiştiriyoruz. Benden şimdilik bu kadar, bize bu koşulları reva görenlere karşı ailemizle çocuğumuzla mücadele edelim. Sabredelim, sonunda kazanacağız. O zaman çocuklarımız kek ve çikolata yiyebilecekler. Balıkesir’den Mutaf direnişçinin eşi


8

NƌN RJHQNXN

$YH &HDVDU 0RULWLUX 7H 6DOXWDQW S

<HGLQFL $ODUP

Ă–lĂźm FermanÄą

B

ir ĂśÄ&#x;retmen daha intihar etti! Sonra KPSS sÄąnavÄąnÄą kazanamayan bir ĂśÄ&#x;retmen daha. Sonra bir ĂśÄ&#x;retmen daha‌

Ä°ntihar nedenleri resmi kayÄątlara “bunalÄąmâ€? olarak geçiyor. EÄ&#x;itim sistemi bunalÄąmda, ĂśÄ&#x;retmenler bunalÄąmda. AtanmasÄą yapÄąlmamÄąĹ&#x;, iĹ&#x;siz, Ăźcretli, vekil ĂśÄ&#x;retmenler, dershane ĂśÄ&#x;retmenleri, KPSS sÄąnavÄąna giren onbinlerce gĂźvencesiz ĂśÄ&#x;retmen bunalÄąmda! Ve ĂśÄ&#x;retmen intiharlarÄą giderek sÄąklaĹ&#x;Äąyor, adeta dalgasal bir hale geliyor. Onbinlerce gĂźvencesiz ĂśÄ&#x;retmen, kendilerine Ăźcretli kĂślelik sistemi tarafÄąndan dayatÄąlan bir ĂślĂźm tuzaÄ&#x;Äą gibi, bir ĂślĂźm kalÄąm savaĹ&#x;Äą verir gibi, kendileri gibi olanlardan çoÄ&#x;unluÄ&#x;unu biraz daha uçuruma iterek kendilerini kurtaracaklarÄąnÄą sandÄąklarÄą bir kÄąrÄąntÄą için ĂślĂźmĂźne rekabet gibi, KPSS sÄąnavÄąna hazÄąrlandÄąlar. HayÄąr, Roma Ä°mparatorunun zevki için birbiriyle ĂślĂźmĂźne dĂśvĂźĹ&#x;tĂźrĂźlen kĂśle gladyatĂśrler gibi, KPSS SavaĹ&#x;Äąna hazÄąrlandÄąlar. Roma Ä°mparatorluÄ&#x;unda, kĂślelerden seçilen gladyatĂśrler kĂśle sahiplerinin zevki için birbiriyle ĂślĂźmĂźne dĂśvĂźĹ&#x;tĂźrĂźlmekle kalmazdÄą. DĂśvĂźĹ&#x;ten Ăśnce Ä°mparatoru Ĺ&#x;u Ĺ&#x;ekilde selamlamak zorundaydÄąlar: “Ave Ceasar, moritiru te salutant! (Selam sana Ä°mparator, Ăślecek olanlar seni selamlÄąyor!)â€? Kim gitsin? KPSS sÄąnavÄąnÄą kazanamayan iĹ&#x;siz, Ăźcretli, sĂśzleĹ&#x;meli, dershane ĂśÄ&#x;retmenleri arasÄąnda çekilecek kurada‌ -burada en baĹ&#x;ta eÄ&#x;itim sektĂśrĂźnden sermaye yÄąÄ&#x;an eÄ&#x;itim kapitalistleri, saÄ&#x; ellerini sÄąkÄąp ileri doÄ&#x;ru uzatÄąr, baĹ&#x; parmaklarÄąnÄą aĹ&#x;aÄ&#x;Äąya doÄ&#x;ru çevirir, can çekiĹ&#x;enlerin iĹ&#x;leri bitirilsin iĹ&#x;areti yaparlar‌-

K

PSS toplumsal bir bombaya dĂśnĂźĹ&#x;mĂźĹ&#x; durumda. KPSS’ye, 2008’de 1,5 milyon kiĹ&#x;i, 2009’da 2.5 milyon kiĹ&#x;i, bu yÄąl ise 3 milyon 760 bin kiĹ&#x;i girdi. 4 milyon kiĹ&#x;inin KPSS’de aradÄąÄ&#x;Äą, kamudaki kÄąsmi iĹ&#x; gĂźvencesi, 8 saatlik iĹ&#x;gĂźcĂź, sigortalÄą çalÄąĹ&#x;ma ve piyasanÄąn bir nebze Ăźzerinde olan Ăźcretler! Bu dahi iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn kĂślece çalÄąĹ&#x;ma kĂślece yaĹ&#x;ama koĹ&#x;ullarÄąndaki aÄ&#x;ÄąrlaĹ&#x;mayÄą ve bundan artan hoĹ&#x;nutsuzluÄ&#x;unu, ve bu sistem içinde kendini bireysel olarak kurtarma çĹrpÄąnÄąĹ&#x;larÄąnÄąn nafileliÄ&#x;ini gĂśstermeye yeter. KPSS’nin açĹklanmasÄąyla kazanamayanlar içinde intiharlar bir furyaya dĂśnĂźĹ&#x;ebileceÄ&#x;i gibi, geçen yÄąl ilk Ăśnemli çĹkÄąĹ&#x;ÄąnÄą yapan atanmasÄą yapÄąlmamÄąĹ&#x; ĂśÄ&#x;retmenler gibi bir dizi

kaç ĂśÄ&#x;retmen daha intihara itilecek?

Bu yÄąlki KPSS gerçek bir cehenneme dĂśnĂźĹ&#x;tĂź. Krizin ve gĂźvencesizleĹ&#x;menin birikimli etkisi, KPSS’de umut arayanlarÄąn sayÄąsÄąnÄą muazzam artÄąrdÄą. KPSS baĹ&#x;vuru kuyruklarÄą izdihama dĂśnĂźĹ&#x;tĂź. YĂźzbinlerce yeni mezunun yanÄąsÄąra iĹ&#x;siz, gĂźvencesiz iĹ&#x;çi, kendilerine tek “Ĺ&#x;ansâ€? ve “gelecek gĂźvencesiâ€?ymiĹ&#x; gibi

rÄąntÄąâ€? olacak ve bu kÄąrÄąntÄą da zaten onbinlerin uçuruma biraz daha itilmesi pahasÄąna olduÄ&#x;u için, çok geçmeden eriyip gidecek. Ya kazanamayanlar! Ă–Ä&#x;retmen ve KPSS intiharlarÄąnÄąn, bu yÄąl sÄąnavdan sonra adeta bir furyaya dĂśnĂźĹ&#x;ebileceÄ&#x;ini gĂśrmek için, mĂźneccim olmak gerekmez.

abah servis beklerken okuduÄ&#x;um gazetede bir haber dikkatimi çekti. Sanayi ve Ticaretin bakanÄą Nihat ErgĂźn Meclis’te gazetecilerle yaptÄąÄ&#x;Äą bir sohbet toplantÄąsÄąnda “KÄądem tazminatÄą KOBİ’ ler için ĂślĂźm fermanÄądÄąrâ€? demiĹ&#x; ve eklemiĹ&#x; “KÄądem tazminatÄą ve iĹ&#x;sizlik fonu birleĹ&#x;tirilmelidirâ€? diye. Ä°Ĺ&#x;sizlik fonunda biriken yaklaĹ&#x;Äąk 40 trilyon kesmedi, gĂśzlerini kÄądem tazminatlarÄąmÄąza diktiler. Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn bedeller Ăśdeyerek kazandÄąÄ&#x;Äą ne varsa yavaĹ&#x; yavaĹ&#x; kanÄąrta kanÄąrta, Ăźcretleri dĂźĹ&#x;Ăźre dĂźĹ&#x;Ăźre, çalÄąĹ&#x;ma saatlerini uzata uzata! KOBİ’ lerin ĂślĂźm fermanÄąymÄąĹ&#x; kÄądem tazminatlarÄą! Temsil ettiÄ&#x;i sÄąnÄąfÄąn aÄ&#x;zÄą ile konuĹ&#x;an bakan “Bir iĹ&#x;letmede 1 iĹ&#x;çinin emekliye ayrÄąldÄąÄ&#x;Äąnda veya 2-3 iĹ&#x;çinin iĹ&#x;ten ayrÄąldÄąÄ&#x;Äąnda tazminatÄą birkaç 100 bin lirayÄą buluyor, bu patronlar için bĂźyĂźk bir yĂźkâ€? demiĹ&#x;. Yalan ve Demagoji!

EmeÄ&#x;in korunmasÄą mĂźcadelesi, ĂśÄ&#x;retmen emeÄ&#x;i ve onurunun korunmasÄą mĂźcadelesi, ĂśÄ&#x;retmenlerin birbiriyle ĂślĂźm kalÄąm rekabeti tuzaÄ&#x;Äąna son verip, Ăźcretli kĂślelik dĂźzenine karĹ&#x;Äą ĂśrgĂźtlĂź ve bilinçli sÄąnÄąf savaĹ&#x;ÄąmÄąna girmesiyle yĂźkselecek. sunulan KPSS savaĹ&#x;Äąna travmatik bir biçimde girdiler. TĂźm umudunu buna baÄ&#x;lamak, bunun için kendisi gibi yĂźzbinlerle bir ĂślĂźm kalÄąm savaĹ&#x;Äąna sĂźrĂźlmek: “Selam sana kapitalizm, Ăślecek olanlar seni selamlÄąyor!â€? demekle eĹ&#x; deÄ&#x;erdir‌ “Kazananlarâ€? savaĹ&#x; alanÄąnda kalmÄąĹ&#x; onlarca ĂślĂź, onbinlerce ruhsal olarak yaralÄą arasÄąnda belki gĂśÄ&#x;Ăźslerini yumruklayarak zafer çĹÄ&#x;lÄąklarÄą atacaklar. Fakat tĂźm kazandÄąklarÄą, geçici bir “kÄąmĂźcadele dinamiÄ&#x;i de ortaya çĹkaracaktÄąr. KazananlarÄą bekleyen ise, 657 sayÄąlÄą devlet memurlarÄą kanununda yapÄąlacak deÄ&#x;iĹ&#x;iklikle kamu istihdam, hak ve gĂźvencelerinin kaldÄąrÄąlmasÄą, kamunun da doÄ&#x;rudan sermaye mantÄąÄ&#x;Äą ile iĹ&#x;letilmesidir. Kendilerinin bir gĂśmlek yukarÄą çĹkmasÄą deÄ&#x;il, kamu çalÄąĹ&#x;anlarÄąnÄąn da kendi durumlarÄąna doÄ&#x;ru indirilmesidir. Hepsinin ĂśzĂź Ăśzeti, yaĹ&#x;amÄąn her alanÄąnÄąn daha doÄ&#x;rudan ve derinlemesine sermayeleĹ&#x;mesi, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn ise hemen her kesimiyle, her tĂźrlĂź tarihsel ve kurumsal kazanÄąm, hak, gĂźvence, statĂźden soyularak çĹplak emekgĂźcĂźne indirgenmesidir. Emek-sermaye çeliĹ&#x;kisinin yoÄ&#x;unlaĹ&#x;masÄą ve her Ĺ&#x;eyin merkezine yerleĹ&#x;mesidir.

Her intihardan sonra bir iki protestoyla emeÄ&#x;imizi koruyamayacak, yaĹ&#x;amÄą savunamayacak noktadayÄąz. EmeÄ&#x;in korunmasÄą mĂźcadelesi, ĂśÄ&#x;retmen emeÄ&#x;i ve onurunun korunmasÄą mĂźcadelesi, ĂśÄ&#x;retmenlerin birbiriyle ĂślĂźm kalÄąm rekabeti tuzaÄ&#x;Äąna son verip, Ăźcretli kĂślelik dĂźzenine karĹ&#x;Äą ĂśrgĂźtlĂź ve bilinçli sÄąnÄąf savaĹ&#x;ÄąmÄąna girmesiyle yĂźkselecek. Ăœcretli kĂślelik dĂźzeni, yalnÄązca yaĹ&#x;ayabilmek için bile seni ĂśldĂźreceÄ&#x;iz!

Nerede gĂśrĂźlmĂźĹ&#x; primi asgari Ăźcret Ăźzerinden yatan bir iĹ&#x;çinin emekliye ayrÄąldÄąÄ&#x;Äąnda birkaç 100 bin lira tazminat aldÄąÄ&#x;Ĺ‌ Alan, bilen, gĂśren varsa beri gelsin. Bakan, bu formĂźlle biz iĹ&#x;çilerin hukukunun da gĂśzetileceÄ&#x;ini belirtmiĹ&#x;! Ä°kiyĂźzlĂź SahtekârlÄąk! Burjuva demokrasilerinde burjuva hukukunun hangi sÄąnÄąfÄąn çĹkarlarÄąnÄą gĂśzettiÄ&#x;ini biz çok iyi biliyoruz. Biz çok iyi biliyoruz, maden katliamlarÄąndan sorumlu taĹ&#x;eron patronlarÄąnÄąn soruĹ&#x;turmaya bile uÄ&#x;ramadÄąklarÄąnÄą. SendikalaĹ&#x;tÄąklarÄą için iĹ&#x;ten atÄąlan UPS iĹ&#x;çilerinin Ăźzerine kurĹ&#x;un yaÄ&#x;dÄąran UPS patronunun karakoldan elini kolunu sallayarak çĹktÄąÄ&#x;ÄąnĹ‌ KÄądem tazminatÄą hakkÄą gaspÄąna karĹ&#x;Äą eyleme geçecek olan iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąna karĹ&#x;Äą da burjuvazinin tutumunun nasÄąl olacaÄ&#x;ÄąnÄą çok iyi biliyoruz. TÄąpkÄą 4C kĂślelik yasasÄąna karĹ&#x;Äą direnen TEKEL iĹ&#x;çilerine karĹ&#x;Äą aldÄąklarÄą tutum gibi‌ Halt etmiĹ&#x;! FabrikanÄąn ĂśÄ&#x;le paydosunda birkaç sene Ăśnce emekli olmuĹ&#x; ama hala çalÄąĹ&#x;an Pala DayĹ’ya “Birkaç yĂźz bin lira emekli ikramiyesi aldÄąn, hala çalÄąĹ&#x;Äąyorsun Pala DayÄąâ€? dedim, yĂźzĂźme ters ters bakÄąp “Ne birkaç yĂźz bini oÄ&#x;lum!â€? dedi. “Valla ben bakan beyin yalancÄąsÄąyÄąmâ€? diyerek gazeteyi uzattÄąm. Gazetedeki haberi okuyan Pala Usta okkalÄą bir kĂźfĂźr savurarak: “Halt etmiĹ&#x;, emekliye ayrÄąldÄąÄ&#x;Äąmda ßç beĹ&#x; kuruĹ&#x; emekli ikramiyesi aldÄąm, onun da bir kÄąsmÄąnÄą kredi kartlarÄąnÄąn borcuna bir kÄąsmÄąnÄą da çocuÄ&#x;un dĂźÄ&#x;Ăźn masraflarÄąna harcadÄąm. O kadar para alsam burada ne iĹ&#x;im var oÄ&#x;lumâ€? dedi. SanÄąrÄąm bakan ‘bey’ e en iyi yanÄąt da bu oldu.


9

NƦN RJHQNXN

Kapitalistler, bizi katlettikleri yetmiyor; öldüğümüz için bizi suçluyorlar. Kapitalistler, sınıf kardeşlerimizin cesetlerini çiğneyerek, acılarımızı da sömürerek; sömürüyü çok daha vahşileştirmenin yollarını açıyorlar

+HU JÖQ ÐOPHN LVWHPL\RUX]

%Ö\Ö\RU Sınıf mücadelemizin güncel kanallarından birini; sınıf kardeşlerimizin, artık hergüne yayılan ölümlerine karşı, protesto eylemleri oluşturuyor. Tersanelerin önünde, maden ocaklarında, taş oacaklarında önünde, fabrikalarda, yollarda, ... 17 Temmuz’da İstanbul Bahçelievler’de, Kocasinan Mahallesi’nde oturan işçi ve emekçiler, kendilerinin adlandırmasıyla “ölüm bulvarı”nı protesto ettiler. Yeni

İ

şçiler ölüyor. İşçiler, iş cinayetleri ile intiharlar arasında sıkışıp, ölüyorlar. Artık, neredeyse her gün, bir iki sınıf kardeşimiz, iş cinayetleriyle katlediliyor. Patlayarak, yanarak, ezilerek, düşerek, zehirlenerek, … Kömür madenlerinde, taş ocaklarında, tersanelerde, fabrikalarda, yollarda, … Kapitalistler gülüyor. Kapitalistler, sınıf kardeşlerimize mezar olan kuyuların başında, ağıtlar yakan eşlerimizle, analarımızla dalga geçiyorlar. Kapitalistler, bizi katlettikleri yetmiyor; öldüğümüz için bizi suçluyorlar. Kapitalistler, sınıf kardeşlerimizin cesetlerini çiğneyerek, acılarımızı da sömürerek; sömürüyü çok daha vahşileştirmenin yollarını açıyorlar. Kapitalistler ve meclisleri TBMM, katlettikleri sınıf kardeşlerimizin daha cesetleri soğumadan iş cinayetlerini, sömürüyü sıçramalarla arttıracak raporları burnumuza dayıyorlar. TBMM Madenciliğin Sorunlarını Araştırma Komisyonu raporu devletin bu konuda neler yapacağını belirtiyor: -madenlerin vb., işçi sağlığı ve güvenliğine uygun olup olmadığını değil; sermayenin azami kar elde etmesine uygun olup olmadığını denetleyen oluyor. -sermaye yatırımlarını çekmek oluyor. -madenlerde vb., kamu mülkiyetini ve denetimini tümden kaldıran, Maden Yasası ve maden vb. üst kurulları oluyor. -işçi sınıfını tüm güvencelerden yoksunlaştıran, işsizleştiren, asgari ücretlendiren oluyor. -insanlığından tümden soyup çıplak işgücüne indirgediği işsizlikten kırılan işçileri, sermayenin azami sömürü/kar iştahına sunan oluyor. -kamuyu köklerinden söküp, tümüyle sermaye oluyor. -İşsizlikten kırdığı, güvencesizleştirdiği biz işçilere dönüp, istihdam sorununu böyle çözdüğünü söyleyen oluyor. -tüm bunlardan sonra, bizden “devlet baba” dememizi; teşekkür etmemizi; kendimizi “vefalı” kollarına atmamızı bekleyen oluyor! İşçilerin çürümesi, teslimiyeti, ölmeye boyun eğmesi büyüyor. Tersanelerdeki sınıf kardeşlerimiz, 3 kuruş daha fazla ücret için ölmeyi göze alıyorlar: 136! Madenlerin başında, işsiz sınıf kardeşlerimiz; kuyuların dibindeki sınıf kardeşlerinin bir an önce ölmesini bekliyorlar! İşçiler; iş cinayetleri ile intiharlar arasında; işsizlikten ölüm ile iş cinayetinden ölüm arasında; çürüyor, ölüyor. İşçiler değil sadece; işçiler öldükçe, ihtiyaçları ve talepleri de ölüyor. İnsanca yaşanabilir ücret, iş güvenliği, işçi sağlığı, iş güvencesi vb.; bunlar, ihtiyaç ve talep olmaktan çıktı neredeyse. Bugün, en temel, en yakıcı, en acil talep: İşsizlik mutlak ölüm demek olduğuna göre: Belki bir ay, belki bir hafta, belki bir saat; iş cinayetinden ölmeden, asgari ücretin altında olsa da olur, sömürülebilmek… İşçilerin öfkesi, sınıf kini büyüyor. “Artık yeter! Ölmek istemiyoruz!” oluyor. “Sermaye büyüyor, işçiler ölüyor!” oluyor. “Katil GİSBİR, hesap verecek!” oluyor. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!” oluyor. “Sermayeye değil, işçilere demokrasi!” oluyor. “Ya barbarlık, ya sosyalizm!” oluyor.

yapılan Kemal Sunal Caddesi’nde, trafik kazalarından hemen hergün içlerinden birilerinin ölümünü, yaralanmasını; caddede trafiği keserek, protesto ettiler. Eyleme, genç yaşlı, çoluk çocuk, kadın erkek, hemen herkes katıldı. Eylem bitirildikten sonra, akşam saatlerinde, aynı yerde, bir trafik kazası daha oldu. Bu kez eylem de, öncekinden çok daha kitlesel, ve militandı! Kaza sırasında etrafa savrulan bariyerlerden barikatlar yapılıp; caddeyi yeniden trafiğe kestiler. “Bu yolun adı ölüm bulvarı olsun!”, “Hergün ölmek, hergün sakat kalmak istemiyoruz!” pankartlarıyla; “Topbaş istifa!” sloganlarıyla, dikildiler. CHP’nin araya kaynak yapıp; oy devşirme çabasını, ellerinin tersiyle, öfkeyle ittiler. Polis kurtardı! Taleplerini tekrarlayarak; önlem alınmazsa, can güvenlikleri sağlanmazsa; eylemlerini sürdüreceklerini belirterek; eylemlerini bitirdiler.

ñíWH VL]LQ VLVWHPLQL]

Sınıfımızı teslim alıp çürüten; iş cinayetleri kadar önemli bir sorun da, sınıf kardeşlerimizin, hiçbir çıkış göremeyip, intihar etmeleri. Sınavlarda tükenen öğretmen adayları, sınavları geçse de işsiz kalan, atanması yapılmayan öğretmenler, birbiri ardına intihar ediyorlar… İntiharlara karşı protesto eylemleri de artıyor. 10 Temmuz: KPSS sınavının yapıldığı gün; İstanbul’da bir araya gelen Eğitim Emekçileri Derneği, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, GençSen ve İşsiz Güvencesiz Eğitimciler

Platformu aktivistleri; sınav sistemini, öğretmen intiharlarını, işgüvencesizliğini, diplomalı işsizliği protesto ettiler. “KPSS’yi değil, işimizi geleceğimizi istiyoruz!” pankartıyla, Beyoğlu Tünel’de toplanan aktivistler, Taksim’e yürüdüler. Burada oturma eylemi yaptılar. Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, 16 Temmuz’da, Ankara’da, AKP İl Başkanlığı önünde; öğretmen intiharlarını protesto eylemi düzenledi. 9 Temmuz’da, Ankara’da, EED, GençSen, İGEP; “KPSS’yi değil, işimizi, geleceğimizi istiyoruz!” pankartıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önündeydi. “KPSS kalksın, yaşama zaman kalsın!”, “Öğrenciler aç, öğretmenler işsiz, işte sizin sisteminiz!”, “Sözleşmeli köle olmayacağız!”, “Diplomalı işsiz olmayacağız!” sloganları; sınav üstüne sınav koyan, öğrencilerin öğretmenlerin ağırlaşan sorunlarıyla ilgisiz, aralarındaki rekabet ve sonucundaki intiharlardan memnun, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünde yankılandı.

.DWLO *ñ6%ñ5

Sınıf savaşımızın kanallarından biri de; artan sömürü ve yıpranmayla; çok büyük ölçüde artan sağlık ihtiyacı. Bir yandan, sömürühanelerde yaşamınızın kökünü kanırtırken; bir yandan da, sağlığı özelleştiriyor, fahiş fiyatlardan satıyor, sosyal güvenliği tasfiye ediyorlar. Eylemlerimiz de, pek çok yönden, bu kanala akıyor. Tersanelerde işçileri katleden (136 işçi!) GİSBİR; iş cinayetlerin tam ortasında kurduğu için, bizim için kurduğu yalanını sıkarak, 5 yıldızlı

GİSBİR Hastanesi’ni açmıştı. Yaralanan tersane işçileri, kan revan GİSBİR Hastanesi’ne ulaşabildiğinde, onlara, yer olmadığı söylenerek kovuluyorlar. Çünkü, bu 5 yıldızlı hastane otelinde, orasını burasını gerdirmek, bir taraflarını silikonlamak için, onbinlerce dolar ödemeye hazır burjuvalar, rezervasyonları çoktan kapatmış haldeler. Bu nedenle, ne zaman tersanede başımıza bir iş gelse, yaralansak, ya da bir sınıf kardeşimizi daha yitirsek; o tersanenin önünde haykırıyoruz: “Katil GİSBİR, hesap verecek!” 20 Temmuz: Türk Tabibler Birliği, Türkiye Mühendisler Mimarlar Odası; Ankara’da TBMM önünde, işçi sağlığı ve güvenliğini özelleştirerek taşeronların kar hırsına devreden, TTB’nin yetkilerini kısıtlayan, “Tam Gün Yasa Tasarısı”nı protesto ettiler.


10

11

NƦN RJHQNXN

NƦN RJHQNXN

o(9(7pLQL] GH o+$<,5pÜQÜ] GD &(+(11(0ñ1 'ñ%ñ1(

12

Eylül’de karşımıza anayasa değişikliği için referandum sandığı koyulacak. Anayasa Mahkemesi, AKP’nin kendine yonttuğu hükümleri iptal ettikten sonra referandum caizdir kararı verdi. Burjuva partiler mitinglere başladı; meydanlar henüz tıklım tıklım olmasa da vaadlerin, üfürmelerin, salvoların bini bir para!

Neden “Evet” değil? Hele ki, onyıllardır 12 Eylül Anayasası’nın göbek taşı üzerine oturmuş TÜSİAD’ın “Daha yüksek artıdeğer sömürüsü, işçi sınıfı üzerindeki egemenliği derinleştirmek, bölge gücü olabilmek için demokratik anayasa lazım” diye fetva verdiği ve değişikliği büyük oranda onayladığı koşullarda, işçi sınıfı tavırsız olabilir mi? Elbette ki hayır!

Anayasa değişikliğine “Evet” oyu verilmesini, AKP, BBP, SP, liberal Taraf gazetesi, Hak-İş ve Memur-Sen’le liberal EDP ve DSİP öneriyor. Değişiklikle toplumun 12 Eylül boyunduruğundan kurtulacağını, 12 Eylül darbecileriyle hesaplaşılacağını, emekçilerin örgütlenme özgürlüğüne, kadınların eşit haklara sahip olacağını savunuyorlar.

Ne getiriyor?

Bu anayasayla işten atılan işçi işine dönebilecek, işçi çıkartan kapitalistler cezalandırılacak mı? Hayır. Tersanede, madenlerde iş cinayetlerini gerçekleştiren kapitalistler, katil kapitalistleri denetlemeyenler ve taşeron sisteminin önünü açan hükümet üyeleri cezalandırılacak mı? Hayır. Emekçilerin beslenme, konut, sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim hakları güvenceye alınacak mı ? Hayır. Güvencesiz çalışma yasaklanıyor mu? Hayır. İşsizlik ve yoksulluk önlenecek mi? Hayır. Banka ve tekellerin azami karları yasaklanacak mı? Azami kar peşinde koşan tekelci kapitalistler cezalandırılacak mı? Hayır. Kürt sorununun çözümü için demokratik adım atılıyor, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı tanınıyor mu? Hayır. Kürt sorununun demokratik çözümü için askeri operasyonlar durduruluyor mu? Hayır! Özel ordu kuruluyor!

Gerçekte ise, bu parti, sendika ve örgütlerin başta MGK olmak üzere 12 Eylül kurumlarının, sendikal-siyasal yasakların kaldırılmasıyla, Kürt halkının iradesine kilit koyulmasına ve kirli savaş uygulamalarına son verilmesiyle hiçbir ilgisi yok. Zaten AKP de referandumda aldığı oyları işçi sınıfı ve Kürt emekçilerine karşı saldırılara hız vermek için kullanacak. O halde oyumuz “Evet” değil!

Neden “Hayır” değil? Referandumu AKP’yi güçten düşürmek ve kitleleri kendi av alanları ha-

Askeri darbelere dayanak olan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu›nun 35. maddesi kalkıyor mu? Hayır.

Referandumun bir gün, bir yıl, üç yıl sonrasında emekçilerin yaşamında bir değişiklik olacak mı? Hayır. Sermayenin emeği sömürmesi, ücretli kölelik düzeni son bulacak mı? Hayır. Bu referandum bankaların, sanayi tekellerinin, borsanın, genel olarak sermayenin egemenliğini sona erdirecek mi? Hayır! Bu referandum demokrasiyi sermaye için olmaktan çıkartıp işçiler için demokrasi olmasının önünü açacak mı? Hayır! Bu referandum faşist 12 Eylül anayasasını ortadan kaldırmıyor. Liberal kapitalistlerin ve kapitalizmin abdestli hizmetkarı hükümetin çıkarları doğrultusunda cilalıyor

Neden “boykot”?

Fakat “boykot” derken, gerçekte ufku sermaye egemenliğini güçlendirecek bir anayasanın peşinde koşanlarla, boykot’un içeriğini “Evet ama yetmez” diye dolduranlarla da işçi sınıfı kendi arasına kalın duvarlar çekmek zorundadır. Anayasa değişikliğini “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganlarıyla boykot etmek, genel olarak demokrasiyi savunmak, demokrasinin burjuva sınıf egemenliğinin bir biçimi olduğunu işçi sınıfından saklamaktır. İşçi sınıfının kapitalist sınıf egemenliğinin bütününe karşı savaşması gerektiğini, Kürt ulusunun bir yanı burjuvalar bir yanı proleterler ve kent-kır yoksullarından oluştuğunu ve “demokratik özerkliğin” Kürt burjuvalarını semirteceğini görememek, gizlemektir.

İşte bu nedenle, işçi sınıfı için doğru seçenek, sandık başına gitmemek, referandumda figüran olmayı reddetmek ve boykot tavrı takınmaktır. Böylelikle düzen partilerinin arkasında, onları 12 Eylül akşamı sandık başında oyların tasnifi ile değil, “İstediğiniz kadar kıvırın! Hiçbirinizden beklentimiz yok! Biz kendi sınıf çıkarlarımız, talepleri-

İşçi sınıfı, milyonları kasıp kavuran güvencesiz köleliğe, yoksullaşmaya, işsizliğe, iş cinayetlerine karşı örgütlenme ve mücadele koşullarını genişletecek demokratik talepleri sınıf gücüyle burjuvaziye dayatmalı; 12 Eylül anayasasının ve tüm 12 Eylül kalıntılarının kaldırılmasını istemeli; Kürt halkının iradesinin çiğnenmesinin

Bunu kim destekliyor? TÜSİAD destekliyor! Kim destekliyor? Kapitalizmin abdestli sömürücüleri MÜSİAD destekliyor! Kim destekliyor? ABD ve AB emperyalistleri destekliyor! Kim destekliyor? 12 Eylül cuntasının şefi Kenan evren destekliyor! Kim “Hayır” diyor? Rejimin önceki gibi sürmesini isteyen MHP, CHP. Kim “Hayır” diyor? Darbeci generaller, özel timler, kontrgerillacılar, bilumum Ergenekoncu faşistler. Kim “Hayır” diyor? Çukurova grubu, Doğan grubu, tekelci rekabette gerileyen sermaye grupları.

burjuva düzen partilerini… değil, aynı zamanda sol adına işçi sınıfına burjuva parlamenter demokrasiyi umut olarak gösterenleri tanıyıp bilerek kendi yolunda yürümelidir. Öncü işçi kurulları, işyeri komiteleri, işçi meclisleri, sınıfın umudu ve direşkenliğiyle ayakta tuttuğu direnişler, bize unutturulmaya, yozlaştırılmaya çalışılan grevler, genel grevler bunun içindir.

“Boykot” derken…

Kurtlu sandıklar!

Yaşaya yaşaya bitiremediğimiz, çocuklarımıza devrettiğimiz acılarımıza hiçbiri derman olamazlar! Bizim öfkemiz sahte gözyaşları ile dinmez! karşısına dimdik dikilmelidir. Ancak burjuvaların daha yoğunlaştırılmış bir egemenlik için neoliberal burjuva demokrasisini ve bunun kurumlarını -en başta anayasasını- hedeflediği koşullarda, işçi sınıfı sermayenin payandalığını asla kabul etmemelidir. 12 Eylül

Anayasası’nın alternatifi olarak neoliberal burjuva demokrasisinin anayasasına kollarını açarak koşmamalı; kendi sınıf talepleri ve sosyalist işçi demokrasisi hedefi doğrultusunda mücadeleyi yükseltmelidir. Yalnız neoliberal burjuva demokrasisini, şovenizmi,

12 Eylül’e kadar burjuva düzen partileri yine emekçilerin etrafında dönüp duracaklar. Kentlerimize, semtlerimize, kahvelerimize, sendikalarımıza, derneklerimize, eylemlerimize, direnişlerimize bala üşüşen sinekler gibi hücum edecekler. Çocuklarınızı sevelim, yaşlıların elini öpelim diyecekler. Birbiri ardına vaadler savuracaklar. Oysa hepsinin programı sermayenin, TÜSİAD’ın programı! Yaşaya yaşaya bitiremediğimiz, çocuklarımıza devrettiğimiz acılarımıza hiçbiri derman olamazlar! Bunları yüzlerine çarpalım! Sınıf kardeşlerimizi aldatmalarına izin vermeyelim! Heveslerini daha kurtlu sandıklar kurulmadan kursaklarında bırakalım! Kahrolsun burjuva diktatörlüğü, yaşasın sosyalist işçi demokrasisi sloganıyla, mücadele taleplerimizle karşılarına dikilelim!

Ne istiyoruz! İşçi demokrasisi.

Bu referandum ücretli kölelik düzenini ortadan kaldırmıyor. Sermaye demokrasisini liberal yönden güçlendirerek işçilerin sömürüsü için daha elverişli, dünya kapitalizmine daha uyumlu hale getiriyor.

YÖK kalkıyor mu? Hayır.

DGM’lerin yerini alan özel mahkemeler kalkıyor mu? Hayır.

miz için siyaset yapacağız!” mesajıyla karşı karşıya bırakmak mümkün olacaktır.

Ne istiyoruz! İşten atılmaların yasaklanmasını. Ne istiyoruz! Güvencesiz çalışmanın yasaklanmasını.

Ne istiyoruz?

Referandumda tavrını belirlemek için işçi sınıfı öncelikle burjuvazi tarafından öne sürülen gerekçeleri irdelemeli; bunları bir bir boşa çıkarmalıdır:

Kim destekliyor!

İşçi sınıfı referanduma, anayasa değişikliğine kayıtsız kalabilir mi? “Benim davam ekmek/iş/KPSS… davası” diyerek kafasını kuma sokup, burjuva siyasetin karşısına işçi sınıfı siyasetini dikmemezlik edebilir mi? Ölümüne çalışma ve yaşam koşullarına, güvencesiz köleliğe karşı taleplerini burjuvaziye dayatmaktan, özdeneyimlerini birleştirmekten, sınıf olarak davranmaktan uzak durabilir mi? “12 Eylül anayasasını değiştirme” iddiasıyla önümüze sürülen bir taslağı görmezlikten gelebilir mi?

line getirmek isteyen CHP ve MHP “Hayır” propagandası yapıyorlar. CHP, Baykal’ın devrilip Kılıçdaroğlu’nun başkan olmasından sonra uzun süredir işlemediği işsizlik, yoksulluk gibi gündemlere geri döndü. CHP şimdiye kadar 12 Eylülcülerin yavrusu Ergenekon çetecilerini savunmaktan aklına bile getirmediği işçileri hatırladı! İşçi ve emekçilerin karşısına 8 yıldır hükümet partisi olarak çıkan AKP’nin yıpranmasından faydalanarak kitleler için yeniden umut haline gelmeye, sermaye politikalarını kitle desteği alarak uygulamak üzere rüştünü ispat etmeye çalışıyor. Bu arada ulusalcı soldaki TKP vb.ni de kendisine yedeklemiş durumda. MHP ise referandumda Kürt düşmanlığını ve şovenizmi pompalayarak oy toplamaya çalışıyor. Biz ise AKP’nin de diğer partilerin de yelkenlerini şişirmeyi kabul etmiyoruz. O halde oyumuz “Hayır” da değil!

Ne istiyoruz! Tüm grev yasaklarının kaldırılmasını. Ne istiyoruz! Sendika çalışması yürüten işçiyi işten çıkartan kapitalistin tutuklanmasını! Ne istiyoruz! 6 saatlik işgünü. Ne istiyoruz! Herkese iş, herkese çalışma hakkı! Ne istiyoruz! Beslenme, konut, sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim, dinlence haklarımızın temel hak sayılması ve güvence altına alınmasını. Ne istiyoruz! Bir işçi iktidarını. Ne istiyoruz! Sosyalizmi!

B

iz işçiler, sermaye partileri arasındaki bu rejim içi kavganın bir tarafı olmamalıyız. Liberaller, utangaçça “değişim”in devamı için değişiklikleri savunuyorlar. Korkak liberallerin demokrasi adına kopardıkları gürültü ürküttükleri kurbağaya değmiyor. İşçilerin istemlerine , çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin temel bir değişiklik getirmeyen, Kürt halkının özgürlük isteğine kulak tıkayan bu anayasa değişikliğinin avukatlığını yapıyorlar. Hukuk yapısındaki değişimlerle 12 Eylül anayasasına liberal çizikler atıp burjuva parlamenter sistemin güçlendirilmesi işçiler için demok-

rasi getiriyor, işçilerin demokratik haklarını güçlendiriyor mu? Emeğin korunmasını sağlayan tek bir yasa değişikliği ve yeni bir anayasa maddesi yer alıyor mu? “Hayır” diyenlerin “Hayır”ı faşist 12 Eylül Anayasası’nı topyekun toprağa gömmek için mi? AKP’nin anayasada yaptığı değişiklikleri yetersiz görüp faşist darbecilerin yargılanmasını mı istiyorlar? 12 Eylül uzantısı başarısız darbeci generaller, özel timciler, faşistlerden oluşan Ergenekoncularun desteğini almayı ve onları aklamayı mı istiyorlar? Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını desteklemek için mi, yoksa ezilen ulusun sesini kesmek, direnişini bastırmak için mi? Özel ordu

kuruluşuna karşı mı çıkıyorlar, yoksa Genelkurmaya ve AKP’nin kurduğu özel orduya sarkık bıyıklıları doldurmak için mi “Hayır” diyorlar? O halde: Ne TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın, AKP’nin, burjuva liberallerinin “Evet”ine, ne de CHP’nin, MHP’nin, Ergenekoncuların, Çukurova Holding’in, Doğan grubunun “Hayır”ına katılalım! Burjuva partilerinin “Evet”ine de “Hayır”ına da “Hayır” demek için sandığa gitmeyelim, bu referandumu protesto edelim!


12

NƦN RJHQNXN

ñíÁL KDUHNHWLQGH \HQL PD\DODQPDODU

İ

şçi sınıfı hareketine nispi bir itilim kazandıran Tekel direnişi başta olmak üzere, itfaiye, Marmaray, İSKİ, belediye, ataması yapılmamış öğretmenler, taşeron sağlık işçileri direnişleri, bu yılın ilk yarısında öne çıkan işçi direnişleri oldu. Bu direnişlerin ortak özellikleri şunlardı: 1- Tümü kamudaki özelleştirme, taşeron, sözleşmeli, 4-C gibi günümüzde vites büyüten neoliberal saldırıların sonucu olan, hak ve konum kaybı içindeki güvencesiz işçi kesimleriydi. Bu direnişler, işçi sınıfının yeni durumunu ve buna karşı gelişen yeni mücadele dinamiklerini de gözler önüne serdi. “4-C, sözleşmeli, güvencesiz çalışmaya hayır”, “Taşeronluk sistemi kaldırılsın” gibi talepler, tekil olmaktan çıkarak, giderek birleşik mücadele talebi haline gelmeye başladı. 2- Direnişler, daha inatçı, toplumun gözünde daha meşru, pasif bekleyişle yetinmeyen, daha fiili bir karakter kazandılar. Merkezi yerlere çadır kurarak direniş alanına çevirme, işyeri, miting kürsüsü, AKP, Türk-İş işgalleri, yol kesme, köprü eylemleri… 3- Direnişler arasında henüz zayıf da olsa bir eylemli dayanışma ve birleşik mücadele dinamiği ortaya çıktı. Rutin “dayanışma ziyaretleri”nin ötesinde birbirlerinin eylemlerine katılma, birleşik eylem yapma, Direnişteki İşçiler Platformu gibi örnekler ortaya çıktı.

4- Bu direnişlerin daha inatçı ve fiili bir karakter kazanması, devrimcilerle öncü işçiler arasında artan etkileşimle

Bir yandan işçi sınıfının gücünü kıran ve gerileten işsizliğin ve taşeronluğun daha geniş bir zemine yayılması, diğer yandan buralarda emek yoğun sömürü terörünün bir sınıra dayanmaya başlaması ve işçi sınıfının yeni ve ara geçiş kesimlerinin mücadeleye girmeye başlaması. grev mevzuatının kabına sığmadığını gösterdi. Bu direnişlerin en önemli sonucu, işçi sınıfının artık neredeyse her direnişinde sınırlarına dayanıp ya geriye kırıldığı ya da onunla da mücadele ederek ilerleyebildiği, önceki dar, tek biçimli bilinç, örgütlenme ve mücadele biçimleriyle yetinemeyeceğini göstermesi, henüz çok sınırlı kesimlerde de olsa, yeni arayışları ortaya çıkarmasıdır.

lem biçimleri gerçekleştirilemedi.

önemli.

Tasfiye edilen kamu alanındaki taşeron işçi kesimlerinin çalışma ve yaşam koşullarının dayanılmaz hale gelmesi, diğer yandan zemini kayan geleneksel işkolu sendikalarının taşeron işçileri örgütlemekten başka şansı olmadığı için bu kesimlere yönelmesi, hareketlenmeyi artıracak.

6- En anlamlısı TEKEL ve 1 Mayıs’taki kürsü işgali olmak üzere siyasal ve moral kazanımlara karşın, bu direnişler somut kazanımlar elde edemediler. Bunun en önemli nedenleri şunlardır:

Diğer taraftan kadrolu ve kısmi iş güvenceli kamu işçileri ve işçileşmiş memurları tasfiye etmeye, güvencesizleştirmeye dönük dev çaplı saldırılar da, sınıfın bu geleneksel kesimlerinde hareketlenmeler yaratacak.

Türkiye işçi sınıfının son dönemlerdeki en önemli direnişi, UPS direnişi ise, birincisi uluslararası karakteri, ikincisi Türkiye çapında yaygınlaşması, üçüncüsü ise sertliği ile öne çıkıyor. UPS, dünyanın en büyük kargo tekeli. Türkiye burjuvazisinin bölge gücü politikalarının bir yönünü de, bölgesel ulaşımtaşımacılık üssü olması oluşturuyor. Bu koşullar altında UPS direnişi, taşeronluğa karşı mücadelenin de öne çıkan cephelerinden biri oluyor.

Organize Sanayi Bölgelerinde de, özellikle de metal sektöründe, son aylarda artan kıpırtılar var. Gebze Çayırova’da ÇEL-MER Çelik, Çorlu’da DİSA Otomotiv, Düzce’de Termo Makine fabrikalarında sendikalaşma girişimleri ve işten atmalara karşı zorlu direnişler kazanımla sonuçlanırken, Düzce’de Samka Metal’de direniş sürüyor. Türkiye burjuvazisinin can damarı olan ve en büyük metal fabrikalarındaki yaklaşık 70 bin işçiyi kapsayan metal toplu iş sözleşmelerinin başlaması, çoğu sendikasız organize sanayi bölgelerindeki metal fabrikalarındaki direnişlerin de önemini artırıyor. gerçekleşti. Henüz çok sınırlı ve cılız bir kitle tabanına dayanıyor olsa da, devrimcilerle etkileşim içinde, sendika bürokrasisinin kontrol sınırlarını zorlayan, yer yer de fiilen dışına çıkan, onunla daha cepheden bir mücadeleye girişen bir öncü işçi inisiyatifi de kendini göstermeye başladı. 5- Bu direnişler işçi sınıfının değişen durumunun ve dinamiklerinin, artık hiçbir biçimde mevcut bürokratik dar işkolu sendikalarının, önceki iş ve

Taban inisiyatifi ve atılımını güçlendirecek işçi komiteleri, öncü işçilerin tabanla daha güçlü bir köprü kurmasını sağlayacak işçi meclislerinin oluşturulması sağlanamadı. Öncü çıkışlara karşın daha yığınsal, gövdesel bir eylem hattı gerçekleştirilemedi. Direnişte olmayan, çalışan işçi kesimlerinin mücadeleyi desteklemesi ve katılması sağlanamadı. Sendika bürokrasisinin kontrolü dışına çıkılamadı. Üretimin durdurulması ya da sermayenin ilgili kesimlerini sıkıştıran daha zorlayıcı ey-

Tıpkı muazzam genişleyen taşeronluk sistemi gibi, organize sanayi bölgeleri (OSB) ve KOBİ’ler de, sermayenin yeni sömürü organizasyonunun bir ifadesi. Böylece kriz büyük sermaye tarafından bu kesimlere aktarılırken, işçi sınıfının mücadelesi de parçalanıp buralarda tamponlanmak isteniyor. Bu yüzden OSB’lerdeki işçilerin birincisi, organize sanayi bütünününde, ikincisi, bunların fason üretim yaptığı ana firmaların -toplu sözleşme sürecindeki- işçileriyle birlikte örgütlenmesi son derece

Önümüzdeki süreç, sınıf mücadelesinin her alanda daha çetin geçeceği, daha geniş ve çeşitlenmiş bir cepheye yayılacağını gösteriyor. Bir yandan işçi sınıfının gücünü kıran ve gerileten işsizliğin ve taşeronluğun daha geniş bir zemine yayılması, diğer yandan buralarda emek yoğun sömürü terörünün bir sınıra dayanmaya başlaması ve işçi sınıfının yeni ve ara geçiş kesimlerinin mücadeleye girmeye başlaması. İşçi sınıfının geleneksel kamu işçisi ve işçileşmiş memur kesimlerinin tasfiyesi ve güvencesizleştirilmesine dönük, dev çaplı bir saldırı dalgası ve bu alanda birkaç yıla yayılacak son büyük muharebeler. En sonu, büyük sanayi işçilerinin, kafa işçilerinin hızlanan konum kaybı ve bunun ortaya çıkardığı yeni mücadele dinamikleri… Tabii bu, işçi sınıfının bir çırpıda toparlanıp bir üst düzeye sıçrayacağı anlamına gelmiyor. Mücadele halen ağırlıklı olarak geleneksel sendikacılığın belirleyici olduğu, hak ve konum kayıplarına karşı eski düzleminde sürmektedir. Ancak bu mücadeleler içinden de, yeni, fiili örgütlenme ve mücadele arayışları ortaya çıkmaktadır. Önemli olan işçi sınıfının bağımsız bilinç, örgütlenme ve mücadele kanallarının, yine bu mücadeleler içinde yaratılmasıdır.


13

NƦN RJHQNXN

o.ÖUW DÁÜOÜPÜp *LULíPH Ð]JÖUOÖðÖ Burjuva demokrasisi, burjuvazinin işçi sınıfına girişme özgürlüğüdür. Sömürme özgürlüğüdür. Kürt sorununda neoliberal demokratik açılımlar ise, bölgedeki dev çaplı işsizlik ve yoksulluğa azami sömürü kepçesiyle girişme özgürlüğüdür. nabiliyor. Orada işimizi oturttuğumuz zaman arkamızdan takip edenimiz çok olacak. Yatırımlarımız gerçekleştikçe gıdada gelirimizi 5 yılda 3-3,5 kat artırmayı istiyoruz.”

S

anayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergun, neoliberal burjuva demokrasisini ve “Kürt açılımı”nı pek güzel tarif ediyor: “Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları alanındaki ilerlemeler, aynı zamanda ekonomik ilerlemenin de temelidir. Demokratik alanda attığımız adımlarla Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki yatırımlarda artış oldu. Yatırımcı, ülkede demokratik istikrarsızlık, hukuki zafiyet görürse oraya yatırım yapmaz. Düşünceyi açıklama, inanç hürriyeti, teşebbüs hürriyeti gibi haklarda bir sıkıntı varsa oradan kaçar. Bu anlamda, demokratik açılımlar devam etmeli ki, orada yatırm ve ticaret de artsın.” Ne demiş oluyor Bakan efendi? Burjuva demokrasisi, girişim özgürlüğüdür. Burjuva demokrasisi, burjuvazinin işçi sınıfına girişme özgürlüğüdür. Kürt so-

rununda neoliberal demokratik açılımlar ise, Türk burjuvazisinin Kürt burjuvazisini de yedekleyerek bölgedeki dev çaplı işsizlik ve yoksulluğa azami sömürü kepçesiyle girişme özgürlüğüdür. Koç Grubu, tarım ve gıda sanayi yatırımlarını birbiri ardından Urfa’ya kaydırıyor. Tat, Urfa’da domates üretimini bu yıl 30 bin dekara çıkardı, 3 yıl içinde 100 bin dekara çıkarmayı planlıyor. Koç salça ve ketçap fabrikalarını da Urfa’ya taşıdı. Yine Koç’a bağlı Maret, bölgedeki hayvan sayısını 25 bine çıkarmayı planlıyor. Maret’in İstanbul Kurtköy ve Balıkesir’deki fabrikalarını da Urfa’ya taşıdı. Böylelikle Koç’un zarar eden tarım-gıda grubu, 30 milyon dolarlık kara geçti. Koç gıda grubunun yöneticisi Ömer Bozer, şöyle diyor: “GAP bölgesinde toprak çok verimli, arazi sula-

TÜSİAD üyelerinden Hey Holding sahibi Aynur Berktaş ise bölgedeki yatırımlarını şöyle anlatıyor: “Orada istihdam ettiğimiz kişi sayısı 1000’e çıkacak. TOBB Kadın Girişimcileri Kurulu, Diyarbakır Belediyesi ile birlikte Diyarbakır Bağlar bölgesinde ev kadınlarına meslek öğreterek, ihracata yönelik ürünler üretmelerini sağlayacağız. En büyük işsizlik, en büyük kayıt dışılık orada. Buraya farklı bir teşvik sistemi getirilmeli. Seçim barajı yüzde 5’lere düşürülüp bölgedeki oluşumu Meclis’e çekmek gerekir. Girenleri de mutlaka muhatap almak gerekir.” TÜSİAD üyelerinden ve bölgede 3 milyar dolarlık yatırımı olan Limak Holding patronu Nurettir Özdemir ise şunları söylüyor: “Bölgede 12 bin kişinin çalıştığı 6 çimento fabrikamız, 5 baraj inşaatımız var. Bu yıl en büyük 500 sanayi kuruluşunda çimento grubumuz 170. sıraya geldi. Gelecek yıl 120’lere geleceğiz. Büyümeye devam edeceğiz çimentoda. Bölgede Gaziantep, Şanlıurfa, Ergani, Kurtalan ve Bitlis Çimento fabrikalarıyla üretimdeyiz; Derik’te ise

yakında üretime başlayacağız. Çimento fabrikalarımız yüzde 100 kapasite ile çalışıyor. Üretimin yüzde 40’ını Irak’a ihraç ediyoruz. Bu yıl 150 milyon doları buluruz. Bakın Fransızlar Türkiye’den çekiliyorlar. Çünkü (Güneydoğu’ya yatırım yapmakta ve Ortadoğu pazarına girmekte) bizim kadar hızlı hareket edemediler. Biz bu sayede onlarla rekabet edebilecek noktaya geldik. Bölgede geniş tarım alanları var. Dünya da giderek tarıma daha fazla önem veriyor. Bu bölgede tek ve en önemli ihtiyaç huzurdur, güvendir, diyalogdur. ”

İşte böyle. Burjuva demokrasisi, girişim özgürlüğüdür. Burjuva demokrasisi, burjuvazinin işçi sınıfına girişme özgürlüğüdür. Sömürme özgürlüğüdür. Kürt sorununda neoliberal demokratik açılımlar ise, bölgedeki dev çaplı işsizlik ve yoksulluğa azami sömürü kepçesiyle girişme özgürlüğüdür.

2QXUXPX]X ÁLðQHWPH\HFHðL]

%XUMXYD]LQLQ LNWLGDUÜQÜ \ÜNDFDN WHN VÜQÜI

T

19

ekstil ve konfeksiyon işçileri olarak hiçbir sosyal hakkımız, gelecek güvencemiz yok. Bunun yanı sıra kalifiye olan arkadaşlarım dışında birçoğumuz asgari ücretle yaşamaya mahkûm edilmiş durumdayız. Asgari ücret bizim sadece ölmeyecek kadar gıda alabilmemiz için belirleniyor; oysa ona bile yetmeyen bu ücretle biz aile geçindirmeye çalışıyoruz. Sermaye karlarını azamileştirmek için ücretleri hep aşağıya çekmeye çalışır, ücretleri düşürmek için işsizlikten ve işçiler arasındaki rekabetten yararlanır. İşsizlerin sayısı katlandıkça patronların işçiye vereceği ücret düşecektir. Kapitalizm bu nedenle işsizler ordusunu elinin altında hazır tutar. Ücretleri düşürme, sınıfı bölmek için işgücü daha ucuz olan kadın ve çocuk işçileri çeker sektöre. Bugün bir çok çırak 30 lira haftalıkla çalışıyor ve atölyelerde çalıştırılan çırak sayısı her geçen gün katlanıyor. Bizler asgari ücretin ailemizin yiyecek, giyecek, yakacak, eğitim, sağlık vs. giderlerini karşılayacak kadar olmasını talep etmeliyiz. Öyleyse sefalet ücreti değil insanca yaşayabilecek bir ücret istiyoruz diyebilelim. Ücretlerimizin patronlar tarafından belirlenmesine izin vermeyelim.

yaşımdan beri metal sektöründe çalışıyorum. bin 500-2 bin kişilik, ihracat yapan bir fabrikada çalışmaya başladım. Fabrikaya vasıfsız işçi olarak girmiştim. 3 ay sonra kaynak işini yapmaya başladım. Taşeron işçi olduğum için ana firma işçisi kadar ücret alamıyorduk. Prim, ikramiye, mesai farkımız verilmiyordu. Sendikamız zaten yoktu. Mesaiye kalmakta mecburiydi. İş güvenliğimiz hiç yoktu. Bu büyük fabrikada başlayan taşeron işçiliğim Pazar mesaisine gelmediğim için altı ay sonra sona erdi. Daha sonra bir yıl işsiz kaldım. Kriz dönemine denk düşünce iş bulma şansım hepten azalmıştı. İşsizlik sürecinde hiçbir ihtiyacımı karşılayamıyordum. Ruhsal yönden gittikçe kötüye doğru gidiyordum. Ben işsizliğin patronlardan kaynaklandığına inanıyorum. İşsizliğe karşı sendikaların ciddi bir mücadele yürütmesi gerekir. İşçilerin özellikle kriz dönemlerinde patronlara karşı mücadele etmesi gerekir. Zaten devlet her zaman patrondan yana tutumunu iyice belli ediyor. Benim devrimcilere karşı bakış açım şimdi öncekine göre çok farklı. İşçi sınıfının gerçek dostlarının onlar olduğuna inanıyorum. Tekel işçilerinin mücedelelerini Devrimci Proletarya okurlarıyla birlikte destekledim. Bundan sonra devrimci mücadelenin artarak ilerlemesi için elimden geleni yapacağım. Patronların iktidarını yıkacak tek sınıfın işçi sınıfı olduğunu Devrimci Proletarya ile tanıştıktan sonra anladım. Bu mücadeleyi sınıf bilinçli insanlarla birlikte yürütmeliyiz.

Konfeksiyon işçisinin sosyal yaşantısı yok, gazete okuma alışkanlığı yok haber dinleme alışkanlığı yok. Patronlar bizden uyumayan, konuşmayan, düşünmeyen işçiler olmamızı istiyorlar. Bir yandan da arabesk kültürü empoze ediyor, kadercilik aşılıyorlar ve bizler biraz daha ah çekiyor biraz daha kayıtsızlaşıyoruz sorunlarımıza. Bu da yetmiyor bizleri insanlık dışı kölelik koşullarında çalıştıracak dayak, küfür, hakaretlere insanlık onurumuza saldırıyorlar. Onurumuzu çiğnemelerine ahlaki sefalete daha fazla yozluğa asla izin vermeyeceğiz!

Günlük 10 saat çalışmamıza rağmen öğle molası (yemek arası) yarım saat. İş güvenliği adına hiçbir şey yok. İş güvencesi yok. Sendika zaten yok. Bir de sigortamızın asgari ücret üzerinden ödenmesi zaten gaspedilmiş olan geleceğimiz için ekstra bir handikaptır. Ücretlerimiz düzenli ödenmiyor. Bu sıkıntılarımızın sizlerle birlikte omuz omuza yürüttüğümüz bir mücadeleyle aşabileceğimize inanıyorum. Tekel işçileri gibi ben de hakkım için her türlü direnişe yeşil ışık yakıyorum.

Adana’dan tekstil işçisi

Ankara’dan metal işçisi


14

NƌN RJHQNXN

3URIHV\RQHO RUGX

+DQJL VĂœQĂœI LĂ LQ KDQJL VĂœQĂœID NDUĂ­Ăœ" Ăœmit Boyner’in “Ben de bir ananÄązÄąm‌â€? diye titrettiÄ&#x;i kirpiklerinde, gĂśzyaĹ&#x;Äą deÄ&#x;il iĹ&#x;çilere ve ezilen halklara sÄąkÄąlacak kurĹ&#x;unlar birikiyor! Biz iĹ&#x;çi ve emekçiler ise, elimizi kendimize çevrili silahlara sĂźrmeyeceÄ&#x;iz!

“B

en oÄ&#x;lumu bu ortamda askere gĂśndermek istemiyorum‌â€? Bu sĂśzleri bir baĹ&#x;kasÄą sĂśylediÄ&#x;inde ensesinden tutulurdu. Ama TĂœSÄ°AD BaĹ&#x;kanÄą Ăœmit Boyner sĂśyleyince gĂźndem yarattÄą; “Annelere tercĂźman olduâ€? dendi.

AsÄąl meramÄą ne? Ăœmit Boyner askerlik bahsini açarak milyonlarca kadÄąnÄąn gĂśnĂźl teline boĹ&#x;una dokunmadÄą elbette. O, gerçekte ardÄą ardÄąna gelen asker cenazeleri vesile edilerek gĂźndeme getirilen profesyonel ordu konusuna bir “kadÄąn giriĹ&#x;iâ€? yaptÄą. Kara Kuvvetleri’ne baÄ&#x;lÄą 6 komando tugayÄą ĂśnĂźmĂźzdeki ay profesyonelleĹ&#x;tiriliyor. Hakkari-Ĺžemdinli arasÄąndaki sÄąnÄąr hattÄąna 5 bin kiĹ&#x;ilik profesyonel kuvvetler yerleĹ&#x;tirilecek. SÄąnÄąrda 10 yÄąl boyunca gĂśrev yapmak Ăźzere Ăśzel timler alÄąnacak. Bunlar daha sonra kÄądem tazminatÄąyla emekliye ayrÄąlÄąp devlet

kademelerinde gĂśrev verilecek. AslÄąnda bĂślgede zaten kullanÄąlan bir statĂź olan Ăźcretli uzman erbaĹ&#x;lÄąk uygulamasÄą 1986 yÄąlÄąnda baĹ&#x;ladÄą. En az orta ĂśÄ&#x;renim dĂźzeyindeki uzman erbaĹ&#x;lar, 3 aĹ&#x;amalÄą bir fiziki dayanÄąklÄąlÄąk ve canavarlÄąÄ&#x;a mĂźsa-

itlik sÄąnavÄąndan geçirilerek iĹ&#x;e alÄąnÄąyorlar. Burjuvazi, bir kez daha bir koyundan, yani asker ĂźniformasÄą giydirilip kirli savaĹ&#x;a sokulan emekçi gençlerin cenazelerinden iki, ßç, beĹ&#x; post çĹkarÄąyor. En baĹ&#x;ta, gerillaya karĹ&#x;Äą operasyonel gĂźcĂźnĂź artÄąrmak, ordunun aynÄą zamanda moral yĂźkĂź haline gelen cenazeleri azaltmak istiyor. Gençler ve anneler için deÄ&#x;il ama; kendi prestiji için! BĂślgede geçici olarak deÄ&#x;il, yÄąllarca kalacak ve birer ĂślĂźm makinesi “becerisiâ€?yle donatÄąlmÄąĹ&#x; bir kuvveti eli altÄąnda bulundurmak istiyor.

Ancak profesyonel ordunun tek ve asÄąl amacÄą hiç de sĂśylendiÄ&#x;i gibi sÄąnÄąrÄą korumak, gerillaya karĹ&#x;Äą operasyon yĂźrĂźtmek falan deÄ&#x;il. O asÄąl olarak TĂźrk burjuvazisinin ve devletinin bĂślgesel açĹlÄąmlarÄąnÄą gßçlendirmenin, sermayenin dÄąĹ&#x; politikasÄąnÄą yĂźrĂźtĂźp gßçlendirmenin bir parçasÄą olarak ele alÄąnÄąyor. Nitekim, TĂźrk ordusu, biryandan Afrika, Balkan, Kafkasya ve Orta Asya Ăźlkelerinin ordularÄąnÄą eÄ&#x;itirken bir yandan da Balkanlar’dan DoÄ&#x;u Timor’a, Afganistan’dan Filistin’e dek pek çok emperyalist iĹ&#x;gal, saldÄąrÄą ve çatÄąĹ&#x;ma bĂślgesinde bulunuyor. 900 bin askere yakÄąn askerle TĂźrk ordusu NATO’nun ABD’den sonra ikinci bĂźyĂźk ordusu. Borsa haydudu Soros’un deyiĹ&#x;iyle “TĂźrkiye’nin en bĂźyĂźk ihraç malÄąâ€?, o. Zaten bu rolĂź Irak’ta da oynamasÄą için Ăśne sĂźrĂźlen gerekçelerden biri de, Irak’ta bir ABD askerinin maliyeti 250 bin dolarken, TĂźrk askerinin maliyetinin 25 bin dolar olmasÄąydÄą! “Mehmetçik Bosna’da, Somali’de‌â€? diye AyĹ&#x;ecik dizisine çevrilen bu seferler de zaten burjuvazinin buralara emperyalist organizasyonlarda yer almanÄąn yanÄą sÄąra kendi cephesinden sermaye ve meta ihracÄąnÄąn da kanallarÄąndan biri olarak kullanÄąlÄąyor. Profesyonel ordu kimin için kader? Profesyonel orduya katÄąlmak kimin kaderi? Onun saflarÄąnÄą hangi sÄąnÄąfÄąn çocuklarÄą dolduruyor; birer ĂślĂźm makinesine kimler dĂśnĂźĹ&#x;Ăźyor? SĂśyleyelim: Irak’taki ABD askerleri orduda 3-4 yÄąldÄąr bulunuyorlarsa bin 528 ila bin 824 dolar alÄąyorlar. FransÄąz gençlerine Ăśdenen miktar ise bin 200, bin 300 avro. TĂźrk uzman çavuĹ&#x;lar ise

%ODFNZDWHU .DWOLDP Ă­HEHNHVL A

dÄą en çok duyulan paralÄą asker gĂźruhu “Blackwaterâ€?. Elbette bu çakal sĂźrĂźsĂźnĂź Irak, Afganistan halkÄąna uyguladÄąÄ&#x;Äą iĹ&#x;kence tecavĂźz ve katliamlardan tanÄąyoruz ve kin tutuyoruz. Bu çakallarÄą sahipleri gĂźvenlik Ĺ&#x;irketi olarak gĂśsteriyor. AslÄąnda “paralÄą askerâ€?, “profesyonel katilâ€? her biri. En verimli faaliyet alanlarÄą efendilerine karĹ&#x;Äą direniĹ&#x;te olan bĂślgeler. Buralarda katlettikleri insanlarÄąn hesabÄąnÄą soran yok onlara. IraklÄąlarÄąn en nefret ettikleri isim Blackwater. Bu paralÄą askerler bir patronu korumak için ayda ortalama 7 bin dolar, halkÄąn kanÄąnÄą emen bir katili korumak için ise 10 ile 15 bin dolar arasÄąnda para alÄąyorlar. Blackwater adÄą hep cinayet ve katliamlarla anÄąldÄą, sayÄąsÄąz katliama karÄąĹ&#x;tÄą. Ama Ĺ&#x;imdiye kadar hiçbirinin hesabÄąnÄą verdiÄ&#x;i gĂśrĂźlmedi. Soran da olmadÄą.

AmerikalÄą diplomatlarÄą taĹ&#x;Äąyan bir konvoyun korumalÄąÄ&#x;ÄąnÄą yapan Blackwater (Karasu) adlÄą Ĺ&#x;irket için çalÄąĹ&#x;an Ăśzel gĂźvenlik elemanlarÄąnÄąn, 16 EylĂźl’de baĹ&#x;kentin batÄąsÄąndaki El-Yarmuk civarÄąnda rastgele ateĹ&#x; açmasÄą sonucu 17 sivil hayatÄąnÄą kaybetmiĹ&#x;ti. Bu çakal sĂźrĂźsĂźnĂźn 800-900 kadarÄą Irak’ta bulunuyor. Tabii, Irak’ta ev baskÄąnlarÄą da dĂźzenleyip, istedikleri gibi insanlarÄą aĹ&#x;aÄ&#x;ÄąlÄąyor, gĂśzaltÄąna alÄąyor, tecavĂźz ediyor, evlerden istediklerini alÄąp gidebiliyorlar. Blackwater, Global ve Black Hawk, kontgerilla, JÄ°TEM hepsi aynÄą dĂźzenin farklÄą sĂźrĂźlerdeki çakallarÄą. Biz bu çakallarÄą, katliamlarÄąndan iĹ&#x;kenceci yĂźzlerinden dolayÄą, kinimizden unutmayacaÄ&#x;Äąz. YaptÄąklarÄąnÄąn hesabÄąnÄą verecekler!

2 bin TL civarÄąnda maaĹ&#x; alÄąyorlar. ABD, AB ve TĂźrkiye için yoksulluk sÄąnÄąrÄąnÄąn altÄąndaki bu paralar için elini iĹ&#x;çi ve emekçilerin, ezilen halklarÄąn kanÄąna bulamayÄą, en sefil insanlÄąk suçlarÄąyla bir psikopata dĂśnĂźĹ&#x;meyi kim gĂśze alÄąyor? TĂźrkiye’deki asgari Ăźcret belli. Fransa’da asgari Ăźcret bin 337 avro; yani paralÄą asker Ăźcretine eĹ&#x;it. ABD’de sÄąnÄąr Ăśtesi operasyonlar dahil ordunun asli bileĹ&#x;imini, en dĂźĹ&#x;Ăźk Ăźcretli iĹ&#x;lerde çalÄąĹ&#x;an ya da iĹ&#x;sizlikten kÄąvranan siyah, Latin vb. emekçilerin çocuklarÄą oluĹ&#x;turuyor. Avrupa’da da paralÄą askerlik iĹ&#x;sizliÄ&#x;in yoÄ&#x;un olduÄ&#x;u bĂślgelerden katÄąlÄąmla doluyor. Zorunlu askerlik kaldÄąrÄąlÄąrken, iĹ&#x;çi-emekçi sÄąnÄąfÄąn kaderi burjuva ordusuna asgari Ăźcret karĹ&#x;ÄąlÄąÄ&#x;Äą yazÄąlmak oluyor. Ăœmit Boyner’in “Ben de bir ananÄązÄąm‌â€? diye titrettiÄ&#x;i kirpiklerinde, gĂśzyaĹ&#x;Äą deÄ&#x;il iĹ&#x;çilere ve ezilen halklara sÄąkÄąlacak kurĹ&#x;unlar birikiyor! Biz iĹ&#x;çi ve emekçiler ise, elimizi kendimize çevrili silahlara sĂźrmeyeceÄ&#x;iz! AçlÄąÄ&#x;ÄąmÄązÄąn, iĹ&#x;sizliÄ&#x;imizin sorumlusu kapitalizmin ordusunu beslemeyecek, elimizi sÄąnÄąf kardeĹ&#x;imize, ezilen halklara kaldÄąrmayacaÄ&#x;Äąz! Onurumuzu çiÄ&#x;netmeyecek; baĹ&#x;kaldÄąrÄąmÄązÄą sÄąnÄąf dĂźĹ&#x;manÄąna yĂśneltmek için gĂźn gĂźnden ĂśrgĂźtleneceÄ&#x;iz!


15

NƌN RJHQNXN

ĂąQVDQFD \DĂ­DQDFDN Ă–FUHW VerdiÄ&#x;imiz sÄąnÄąf mĂźcadelesinin temel kanallarÄąndan biri, elbette Ăźcret! Sermayenin devleti, Ăźcretleri asgari Ăźcrete bastÄąrÄąyor. Asgari Ăźcreti, açlÄąk sÄąnÄąrÄąnÄąn çok altÄąna, Ăźstelik ailemizi dÄąĹ&#x;layarak bastÄąrÄąyor. Asgari Ăźcreti de tasfiye edecek olan, uygulamaya baĹ&#x;ladÄąÄ&#x;Äą bĂślgesel asgari Ăźcreti yasalaĹ&#x;tÄąrmaya hazÄąrlanÄąyor. TĂźm hak ve gĂźvencelerden devlet zoruyla yoksunlaĹ&#x;tÄąrÄąldÄąÄ&#x;ÄąmÄąz için; Ăźcret mĂźcadelesi, yaĹ&#x;am mĂźcadelesine; ĂślĂźm kalÄąm savaĹ&#x;Äąna dĂśnĂźĹ&#x;Ăźyor! Devlet, iĹ&#x;çileĹ&#x;tirdiÄ&#x;i memura, Ăśnce yĂźzde 2,5; ardÄąndan da yĂźzde 1,06’lÄąk (enflasyon farkÄą!) zam yaptÄą. Hiç bu kadar dĂźĹ&#x;ĂźrĂźlmemiĹ&#x;, hiç bu kadar aĹ&#x;aÄ&#x;ÄąlanmamÄąĹ&#x;tÄąk! Asgari Ăźcrete, 22 lira zam yapÄąldÄą! Emeklilere 25 lira!

.DKUROVXQ VHQGLND EĂ–URNUDVLVL \DĂ­DVĂœQ VĂœQĂœI VHQGLNDFĂœOĂœĂ°Ăœ

SÄąnÄąf mĂźcadelemizin kanallarÄąndan birini, sendikalarda ĂśrgĂźtlenme mĂźcadelesi oluĹ&#x;turuyor. Sermaye, kitlesel iĹ&#x;ten atma ve taĹ&#x;eronlaĹ&#x;tÄąrma saldÄąrÄąlarÄąyla, sÄąnÄąf ĂśrgĂźtlerimiz sendikalarÄąn altÄąnÄą oyuyor. Bir zamanlar hepsi bizim gibi iĹ&#x;çi olan; fakat çoktan sÄąnÄąf atlayÄąp sermayedar olan, sendika bĂźrokrasisi de; sendikalarÄąmÄązÄą, bizim için hapishaneye dĂśnĂźĹ&#x;tĂźrĂźyor. Bu sendika aÄ&#x;alarÄąndan kimisi, bizi dinci gericiliÄ&#x;in, AKP hĂźkĂźmetinin kuyruÄ&#x;una takmaya uÄ&#x;raĹ&#x;Äąyor. Kimisi, iĹ&#x;çileri milliyetçiliÄ&#x;in, CHP-MHP’nin kuyruÄ&#x;una takmaya çalÄąĹ&#x;Äąyor. Kimisi, Çelebigiller, “sosyal diyalogâ€? diye emperyalist AB’den, baĹ&#x; dĂźĹ&#x;manÄąmÄąz TĂœSÄ°AD’dan medet ummamÄązÄą saÄ&#x;lamaya çalÄąĹ&#x;Äąyor. Hepsi birden, sÄąnÄąf savaĹ&#x;Äą silahÄąmÄąz olan sendikal ĂśrgĂźtlĂźlĂźÄ&#x;ĂźmĂźzĂź; sivil toplum bulamacÄąna dĂźĹ&#x;kĂźnleĹ&#x;tirip, sermayeye teslim etmeye çalÄąĹ&#x;Äąyorlar. Fakat, ne olursa olsun, ne halt ederlerse etsinler; sendikalar iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn savaĹ&#x;Äąm ĂśrgĂźtleridirler; kolektif dayanÄąĹ&#x;ma ve mĂźcadele araçlarÄądÄąrlar. Ve, hele de sĂśmĂźrĂźnĂźn, baskÄąlarÄąn alabildiÄ&#x;ine arttÄąÄ&#x;Äą, herĹ&#x;eyden yoksunlaĹ&#x;tÄąrÄąldÄąÄ&#x;ÄąmÄąz bu dĂśnemde; sendikalarÄąn Ăśnemi bin kez daha artÄąyor. SendikalaĹ&#x;ma mĂźcadelemiz de; dĂźzen sendikacÄąlÄąÄ&#x;ÄąnÄą sÄąkÄąĹ&#x;tÄąrma, giderek aĹ&#x;ma ve yeni sÄąnÄąf sendikacÄąlÄąÄ&#x;ÄąnÄą tohumlama ufkuna sahip olmalĹ‌ Son dĂśnemde; Ăśzellikle son 1 MayÄąsla birlikte, kĂźrsĂźlerimizi, giderek de evlerimiz olan sendikalarÄąmÄązÄą, sendika aÄ&#x;alarÄąna fiilen hesap sora sora yeniden zorlamaya baĹ&#x;ladÄąk‌

*UHY

836nGH GLUHQLĂ­ EĂ–\Ă–\RU

836 GLUHQLĂ­L %DOĂœNHVLUnGH Kendinizi tanÄątÄąr ve bize çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąnÄązdan bahsedermisiniz? AdÄąm Tezcan evliyim,14 aydÄąr BalÄąkesir UPS’de çalÄąĹ&#x;Äąyorum. Sabah 8:30’da iĹ&#x;baĹ&#x;Äą yapÄąyoruz. AkĹ&#x;am 8:30’a kadar çalÄąĹ&#x;Äąyoruz. Bize gelen koliler çok aÄ&#x;ÄąrdÄą bu yĂźzden iĹ&#x;imiz çok yorucu oluyordu. Her servis arabasÄąnda 1 kiĹ&#x;i çalÄąĹ&#x;Äąyordu. Hem Ĺ&#x;ĂśfĂśrlĂźk yapÄąyordum hem de daÄ&#x;ÄątÄąmÄą ben yapÄąyordum. Yemek aralarÄą olmuyordu, yemek Ăźcretini kendi cebimden karĹ&#x;ÄąlÄąyorum. ÇoÄ&#x;u zamanda cebimde para olmadÄąÄ&#x;Äą için yemek bile yiyemiyordum. 650 lira aylÄąk alÄąyorum. Tabii bu para ev masraflarÄąmÄą karĹ&#x;ÄąlayamÄąyordu. Patron neden sizi iĹ&#x;ten çĹkardÄą?

15 Temmuz: KESK, sadaka zammÄąnÄą, tĂźm illerde kitlesel basÄąn açĹklamalarÄąyla protesto etti. SÄąnÄąf mĂźcadelesinde temel ve gßçlĂź silahlarÄąmÄązdan birini, grev oluĹ&#x;turuyor. Sermaye ve devleti grev hakkÄąmÄązÄą tam anlamÄąyla kullanmamÄązÄą engelliyor. Fakat, kullanmÄąyor da deÄ&#x;iliz! 14 Temmuz›da Ä°zmir Belediyesi’ne baÄ&#x;lÄą ĂœNÄ°BEL iĹ&#x;çileri, 6 gĂźn boyunca sĂźrdĂźrdĂźkleri grevlerini kazanÄąmla bitirdiler. Ä°stedikleri Ăźcreti ve sosyal haklarÄą alamadÄąlar. Fakat, patronun iĹ&#x;çileri bĂślmek, grevi tĂźketmek için ĂśnerdiÄ&#x;i, farklÄą iĹ&#x;lerde çalÄąĹ&#x;an iĹ&#x;çilere farklÄą zam oranlarÄą teklifini, tereddĂźdsĂźz reddettiler. Patron, sonunda, tĂźm iĹ&#x;çilere yĂźzde 21 zam yapÄąnca; sÄąnÄąf dayanÄąĹ&#x;masÄąnÄą kazanarak, grevlerini bitirdiler. Belediye iĹ&#x;çileri: Grev! 13 Temmuz: Ä°stanbul’da, Belediye-Ä°Ĺ&#x;’te ĂśrgĂźtlĂź iĹ&#x;çiler; iĹ&#x; bÄąrakarak, Ä°BB’nin ĂśnĂźne yĂźrĂźdĂźler. Grev pankartÄąnÄą astÄąlar. Saraçhane ParkĹ’na, sembolik bir grev çadÄąrÄą kurdular. Eylemlerini 60 gĂźn boyunca sĂźrdĂźrecekler. 60 gĂźn sonra, anlaĹ&#x;ma saÄ&#x;lanamazsa; greve çĹkacaklar‌

Emperyalist lojistik tekeli UPS’de, sendikal ĂśrgĂźtlenme mĂźcadelesi, keskinleĹ&#x;erek, farklÄą illere yayÄąlarak, dayanÄąĹ&#x;mayÄą uluslararasÄą dĂźzeyde bĂźyĂźterek, geliĹ&#x;iyor. Copa, panzere, Ăźzerimize sÄąkÄąlan kurĹ&#x;unlara karĹ&#x;Äąn! Her gĂźn, polis desteÄ&#x;iyle, grev kÄąrÄącÄą iĹ&#x;çiler getirmelerine karĹ&#x;Äąn! TĂœMTÄ°S’te ĂśrgĂźtlenen, direniĹ&#x;çi UPS iĹ&#x;çileri; arabalarÄąn ĂśnĂźne atlÄąyorlar, yollarÄąnÄą kesiyorlar, taĹ&#x;eron iĹ&#x;çileri, içeriye sokmuyorlar! Bu mĂźcadele; sadece UPS tekeline, onun yasasÄąna, polisine, panzerine, taĹ&#x;eron patronlarÄąn kurĹ&#x;unlarÄąna karĹ&#x;Äą verilmiyor! Lanet olsun ki; aynÄą zamanda, iĹ&#x;çinin iĹ&#x;çiye karĹ&#x;Äą savaĹ&#x;Äą oluyor! UPS’nin taĹ&#x;eronu Erka patronu, Ayhan Kahraman, sĂśmĂźrdĂźÄ&#x;Ăź 5 iĹ&#x;çiyi, iĹ&#x;ten atma tehdidiyle, Alsancak’taki 5. Noter’e getirdi. DiÄ&#x;er iĹ&#x;çiler de, arkadaĹ&#x;larÄąnÄąn nereye gĂśtĂźrĂźldĂźÄ&#x;ĂźnĂź merak ederek peĹ&#x;lerinden Noter’e geldiler. Erka kapitalisti Ayhan Kahraman, iĹ&#x;çileri, “Sendikadan istifa etmezseniz,‌!â€? diye tehdit etmeye kalktÄą. Ä°Ĺ&#x;çilerin karĹ&#x;Äą koyarak, protesto etmesi Ăźzerine; silahÄąnÄą çekerek, ateĹ&#x; etmeye baĹ&#x;ladÄą! Yaralanan olmadÄą. Ä°Ĺ&#x;çilerin, katil taĹ&#x;eronu Ĺ&#x;ikayet ettiÄ&#x;i polis; iĹ&#x;çileri darp ederek karakola gĂśtĂźrĂźrken; katilin silahÄąnÄą dahi almadan, karakola davet etti! KurĹ&#x;un sÄąkÄąlan UPS iĹ&#x;çileri, bir sĂźre sonra serbest bÄąrakÄąldÄąlar‌

Çok uyduruk bahaneler ortaya attÄą ama gerçek nedeni benim sendikaya Ăźye olmamdÄąr. Neden sendikalÄą oldunuz? Daha iyi çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąna sahip olabilmek için. Patrona karĹ&#x;Äą hakkÄąmÄą koruya bilmek için sendikaya Ăźye oldum. DireniĹ&#x;in kazanÄąlmasÄą için ve iĹ&#x;e geri dĂśnebilmeniz için sizce neler yapÄąlmalÄą? DireniĹ&#x;e her koĹ&#x;ulda devam edilmesi gerekir, patronu her koldan sÄąkÄąĹ&#x;tÄąrmak gerekir. SĂźrekli eylemler dĂźzenlenmeli. Bunlar yapÄąlÄąrsa bence ben ve diÄ&#x;er arkadaĹ&#x;larÄąm sendikalÄą olarak iĹ&#x;imize devam edebiliriz. DiÄ&#x;er illerde de UPS direniĹ&#x;leri var. Bunun hakkÄąnda neler dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorsunuz? HaklÄą bir mĂźcadele veriyorlar. Biz de BalÄąkesir’den onlara bir ses vermek istiyoruz. Hem onlarÄąn hakkÄąnÄą hem de kendi hakkÄąmÄązÄą savunuyoruz. â€?Direne direne kazanacaÄ&#x;Äązâ€? diyorum.


16

NƦN RJHQNXN

+HU LNL ÐðUHQFLGHQ ELUL EL]L] Eğitimin yeni yapısı içerisinde bizler emek-sermaye çelişkisinde yerini alan işçilere dönüşmüş durumdayız. bilgisayar parçalarını montajlayarak satışa hazır ürün çıkartmak. Okul iyi bir ihale almışsa ayda bin civarında bilgisayar üretiyor. Bir öğrencinin üzerinden ayda kazanılan para 4 bin-5 bin lirayı buluyor. Bir öğrencinin aylık ücreti 200 TL. Çelişkinin bir ucunda sefalet var; diğer ucunda şişen sermaye.

Ç

alışma saatleri, iş koşulları, ücret, iş performansı… Lise yıllarımızda çalışma hayatının içinde bulduk kendimizi. Biz mesleki ve teknik okul öğrencileriyiz.

Meslek liseleri tabii ki hep vardı. Ama sayı ve mevcutları gitgide arttı. Son 7 yılda meslek liselilerin sayısı 2 milyona, meslek liseli oranı da yüzde 46’ya çıktı -burjuvazi, hedefi 2 yıl sonra yarı yarıya şeklinde koydu. Eğitim, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekilleniyor. Bu tabloda patronların yeni kar alanı ucuz emek deposuna haline dönüşen bizleriz. Daha eğitim yıllarından artıdeğer üretimine dahil oluyoruz. Eğitimin içeriği tamamen bu sürecin üzerine kurulu. Ders müfredatından not sistemine kadar patronun elinden çıkmış gibi! Eğitimin yeni yapısı içerisinde bizler emek-sermaye çelişkisinde yerini alan işçilere dönüşmüş durumdayız. Arka arkaya sıralanan atölyelerde okulların

sıralarından bilgisayarların, pek çok şeyin üreticisiyiz. Mesleki okulların yönetimleri ise tam bir patron durumunda. Cirosu milyon dolarları bulan meslek liseleri var. Büyük sermayedarlar kendi meslek liselerine sahipler. Meslek liselerinde ilk yıllar mesleğe yönelik derslerle geçiyor. Buranın ana karakteri bizi artıdeğer sömürüsüne uygun vasıflara getirmek. Son sınıfta ise iki gün okula, üç gün staja gitmeye başlıyoruz. Çalışma koşulları oldukça ağır. Zaman zaman günde 12-13 saati buluyor. Ne kadar mesai o kadar kar demek patronlar için. Ücret alamadığımız zamanlar aldıklarımızı geçiyor bazen. Aylık 200 TL’ den fazlasını alabileni görebilmek zor. Önce biz buna hem işi öğreniyor hem de aile bütçesine katkıda bulunuyoruz gözüyle bakıyoruz; ama sonra gözlerimizdeki pusu biraz temizleyince olayın çok farklı boyutlarıyla karşılaşıyoruz. Staj yapan bir bilgisayar bölümü öğrencisini ele alalım. İş gelen

Bu tablodan okumamız gereken temel nokta, eğitimin karakter ve yapısını sermayenin ihtiyaçlarından ve azami kar hırsından alışıdır. Bunu uygularken ellerini rahatlatan birinci faktör saflarımızdaki örgütsüzlük ve mücadele araçlarından yoksunluk. Milyon dolarlık karları yaratan bizler bu tabloyu değiştirecek güce sahibiz. O halde: 1. Biz işçi-öğrenciler işçi sınıfı mücadelesi saflarında yerimizi almalıyız. Düşük ücret, kötü çalışma koşulları, sigorta ve güvence yoksunluğuna karşı kendi sınıfımızla birlikte mücadeleyi yükseltmeliyiz. İşçi öğrenciler olarak örgütlenmemiz, daha iyi yaşam koşullarına ulaşabilmek, haklarımızı kazanabilmek için en önemli noktadır. Sınıf düşmanımıza karşı işçi sınıfı hattından mücadele edecek sendikal örgütlülük ve işçi-öğrenci sendikası en acil ihtiyacımızdır. İnsanca yaşanacak ücret ve çalışma koşulları için kendi sendikamızı var etme mücadelesine atılmalıyız. 2. Kapitalist sistem, işçilerin patronun sermayesine kattığı değer yani artıdeğer sömürüsü üzerine kuruludur. Azami kar hırsıyla düşük ücret kapitalizmin

karakterindendir. İşçi öğrenciler olarak sermayenin boyunduruğundan kurtulmak için, insanca yaşam için oklarımız kapitalizmi vurmalı. 3. İç içe geçen üretim ve eğitim süreci bugün tamamen sermayenin egemenliğindedir. Üretimi tamamen pazar ve kar ekonomisine endeksli gerçekleştiren ve biz üreticileri cep harçlığına mahkum bırakan kapitalizme karşı üretimimizi

kendimiz ve tüm toplumun ihtiyaçları için gerçekleştirme ve planlama mücadelesine girişmeliyiz. Eğitimdeki sermaye tahakkümüne karşı mücadele kapitalizme karşı tümden verilecek mücadelenin bir parçası olmalı, sermayenin hayatımızın her alanını zaptını yıkmak için örgütlenmelidir. Mücadelemize bu ufku taşımalıyız. Bunun için ilk adımımız çalıştığımız staj yerlerinde, okullarda tüm işçi-öğrencileri kapsayacak işçi meclislerini, kendi yönetim ve mücadele aygıtlarımız olarak oluşturmak olmalıdır.

%DEDPOD D\QÜ VRUXQODUÜ \DíÜ\RUXP

B

en Balıkesir’den Şeyma. 18 yaşında bir işçi öğrenciyim. Şu anda mezunum, bölümüm mutfak. Bu yıl staj gördüm. Eylül ayında başladım, Haziran’da bitti. Stajımı özel bir işletmede mutfakta yaptım. Sabah saat 8’ de işe başlıyordum. Benimle birlikte bir arkadaşım daha vardı. İşimiz akşam 17:30’ da bitiyordu. Mutfakta önce 8 çeşit öğle yemeği çıkartılıyordu. Biz öğle yemeği için hazırlık yapıyorduk. Soğan, patates soyuyorduk. Doğranıp yıkanacak malzemeleri hazırlıyorduk. Ustalarımızla beraber yemekleri çıkarıyorduk. Daha sonra akşam yemeği hazırlıklarına başlıyorduk. Bunlar bitince de yarınki yemeğin ön hazırlıkları yapılıyordu. Yazın özel yemekler oluyordu, bu yüzden de akşam işten geç çıkıyorduk. Haftanın üç günü akşama kadar hiç oturmaksızın böyle geçiyordu. Diğer iki gün ise okulda geçiyordu. Haftada iki gün okula gittiğimiz için sınavlarımız iki güne sıkıştırılıyor, günde en az üç sınava giriyorduk. Staj yorgunluğuy-

la ders dinleyemiyorduk. Bu yüzden sınavlarda başarısız oluyorduk. Birine çalışsam diğerine çalışacak zaman kalmıyordu. Zaten son sınıfta artık bizden istenen, derslerden çok işte gösterdiğimiz performans. Stajı bizden daha ağır olan arkadaşlarımız bile vardı. Bazen gece yarılarına kadar kalıyorlardı. Bölümümüz mutfak olmasına rağmen bulaşık yıkatıyorlar. Bazı işletmeler arkadaşlarımıza tuvalet bile temizletiyorlardı.

Bazı günlerde ailemi özlüyordum. Bu yıl koşturmaca ile geçti. Bir de ben ÖSS’ye hazırlanıyordum. Stajdan arta kalan zaman sınava çalışmama yetmiyordu. Ne okuldaki derslerime yetişebildim, ne de ÖSS’ye çalışabildim. Sonunda sınav günü geldi, girdik çıktık. Derken sonuçlar belli oldu. Puanım düşüktü, dershaneye giden arkadaşlarım da faydasını göremediler. Onların puanı da düşüktü. Barajı geçemeyen arkadaşlarım bile vardı.

Ustalarımdan biri ile anlaşamıyorduk, tartışmalar oluyordu. Aslında onlara çok yardım ediyorduk.Yemeğin tüm ön hazırlıklarını biz yapıyorduk. Staj dönüşünde hemen uyuyordum.Yemek saatinde kalkıp yemek yiyor, ondan sonra tekrar uyuyordum. Çok yoruluyorduk; ertesi gün okul olduğunda bir iki dersi uyumakla geçiriyordum. Hafta sonları bile dışarı çıkamıyordum. Aldığımız aylık ücret sabit değildi. En fazla aldığımız ücret 170 liraydı. Ailemizden çok işyerindekiler ile vakit geçiriyorduk.

Stajyer öğrenciler bugün patronların gözünde az parayla çok iş anlamı taşıyorlar. Mezun olmak için zorunlu yaptığımız stajlarda ucuz emek olarak hizmet veriyoruz. Biz işçi öğrencilerin yaşam koşulları öğrencilerden çok işçi sınıfı ile benzeşiyor. Ulaşım sektöründe çalışan babam ile aynı problemleri yaşıyorum. Patronun karına kar katmak yaşam nedenimiz haline dönüşüyor. Daha bu yıllardan başlayarak söyleyebilirim ki sistem bize kölelikten başka birşey vermiyor.


17

NƦN RJHQNXN

<HWHQHN VL]VLQL] LíÁL VÜQÜIÜ M

edyada her gün bir yetenek yarışması programı çıkıyor. “Pop Star”, “Yetenek sizsiniz Türkiye”, “Survivor”… Bu programlara çıkanlar birbiriyle vahşi bir rekabet halinde, ortaya konulan ödül için yerli yersiz yeteneklerini sergilemeye zorlanıyor. Biz de size soralım: Yetenekli misiniz?

İşçi sınıfı için kültür-sanat savaşımı, sınıf savaşımının önemi artan bir dinamiğidir. İşçi sınıfının savaşımı yalnızca dar ekonomik, dar siyasal savaşım değildir. Tüm yetenek ve ihtiyaçlarıyla insan olma savaşımıdır. Ve bunun için de sermayenin yalnızca siyasal, yalnızca ekonomik değil, toplumsal kültürel egemenliğini de yıkmak zorundadır

ñíÁL VÜQÜIÜ YH NÖOWÖU VDQDW

a- Ben ne iş olsa yaparım abi, asgari ücrete havada çift perende bile atarım! b-Bende yetenek çok! Bak şimci, bu bardağı nasıl çatır çutur yiyecem! c-Hangi yarışma programı bu, ödül ne kadar, bu ödülü almak için kimi uçurumdan aşağı atmam gerekiyor? d-Yetenekliydim! Ama günde 10 saatimi bıraktığım o izbe atelye, bi de şu gözü kör olası herif, üstüne şu sıpalar, ne varsa alıp götürdüler! e- Ben yeteneksiz doğmuşum abi, taşeron işçi doğmuşum bir kez!… Yanıtlar uzak ya da yakın gelebilir. Ama herbirimiz, bir şeyler yapabilmeye yatkınızdır. İşportacı Kazım, zabıtanın ta uzaktan kokusunu alır ve vıııııııııın, tutabilene aşk olsun! Zabıta Hüsnü, işportacıya baskın verir; arabadaki meyve ve sebzeleri yere devirmekte üstüne yoktur! Hatçe anam, yokluktan çorba var eder de, oniki zil aç nufusu doyurur. Bizim Ahmet, fena halde zar tutar; iki mars, bi ters, hadi al bakalım koltuğunun altına! Veysi Hoca, bi okuyup üflesin, bi de kurşun döktü mü cazır cuzur, tamam; senin oğlanın bişeyciği kalmaz! …. Bunlar da yetenek mi yahu, diyeceksiniz. Eh, bugün için en önemli yetenek, kendimizi sömürtebilme yeteneği olduğuna göre… Kendini sömürtemeyenin en küçük bir yaşama şansı dahi olmadığına göre… Hepsine püfff! Zati bizi sömürüp ezen sermayedarlar da, sağ olsunlar, daha uzun süre çalışmamız, daha fazla makinaya bakmamız, eve dahi iş götürmemiz, bilgisayardan anlamamız, bir sürü yabancı dil öğrenmemiz, …. için ha babam zorlayıp duruyorlar. Onlar zorladıkça da, yetenek delisi olmaktayız. Bellek: Aylardır görmediğin çocuğunun yüzünü hatırlayabilme! Mesane: Çalışma saatlerinde helaya gitmek yasak olduğundan, mesanenin esneme yeteneği! Mide: Asgari ücretle beslenmeye değil, kazınmaya koşullandığından, kazınmalara karşı koyma yeteneği! “Yetenek sizsiniz!” diyerek sahneye çağırıyor; birbirimizle vahşi bir rekabet ve kanter içinde yeteneklerimizi sergilememizin ardından, tüm yeteneklerimize karşılıksız el koyup, “Yeteneksizsiniz!” diyerek sahneden aşağıya yuvarlıyorlar! Yeteneklerimizin sermayeye dönüşüp bizi sömürüp ezmeyeceği bir zaman, bir mekan, bir çağ, bir gezegen var mı; mümkün mü? Sömürüyle birlikte, lanet olası kendini sömürtebilme yeteneğimizi de tarihe gömeceğimiz; sadece kendimizin, birbirimizin, hepimizin yeteneklerini kendimiz için geliştirip kendimiz için kullanacağımız bir toplum mümkün mü? Mümkün! Komünist toplum, herkesin çok yönlü yeteneklerini sonsuzca geliştirebileceği toplumdur. Fakat bunun için en başta, tüm yeteneklerimizi körelten ve kendine maleden burjuvaziye karşı örgütlenme ve mücadele yeteneğimizi geliştirmeliyiz. Tüm yeteneklerimizi üç kuruşa patronlara satmak yerine, kendi sınıfımızın kurtuluşu için bir araya getirmeliyiz.

K

ültür-sanat yalnızca kültür-sanat mıdır? Kültürsanat, hiçbir zaman sınıflardan, ekonomi, politika ve ideolojiden bağımsız var olmamıştır. Günümüzde ise burjuva kültür-sanat, başlıbaşına büyük bir sermaye birikim alanıdır. Günümüzde kültür-sanat, başlıbaşına ve dev çaplı bir tekelci kapitalist sanayii haline gelmiştir. Dünya müzik, sinema, gösteri sanatları, kitap, festival, kültürsanat organizasyonu vb sanayilerinin her biri az sayıda emperyalist tekelin denetimindedir. Tekelci burjuvazi, büyük çaplı kültür-sanat merkezleri, müzeleri, vakıfları, organizasyonları, sponsorluk mekanizması, “sosyal-kültürel sorumluluk” kampanyaları ile kültür-sanatı tümüyle tekelci sermaye egemenliği ve çıkarları doğrultusunda yoğurmaktadır. Böylece, kültür-sanat aracılığıyla vahşi sömürüyü ve baskısını perdelemekte, “meşru ve doğal” göstermekte, “ilerici ve uygarlaştırıcı” bir kılığa bürünmekte, en etkin bir “halkla ilişkiler” aracı olarak kullanmaktadır. Burjuva kültür-sanatın bir işlevi de kitlelerin yaşam tarzını, ilgi, ihtiyaç, özlemlerini bilinç altına kadar nüfuz edip yönlendirerek, tüketimi körüklemek, yeni kar alanları açmaktır. Kitlelerin iş dışı zamanlarının da sermayenin istekleri doğrultusunda örgütlenmesi, kitlelerin edilgenleştirilmesi, alıklaştırılması, deşarj edilmesi, hoşnutsuzluklarından arındırılması ve bunları bastırmaya koşullandırılması, sistemin güç ve büyüsüne yeniden ikna edilmesi, böylece bir sonraki işgünü için yeniden paketlenmesinin kapitalist sömürü disiplini için önemi açıktır. Fakat kültür-sanat bununla da kalmamakta, yüzbinlerce işçi ve emekçinin çalıştırıldığı bir sömürü alanı haline getirilmektedir. Tıpkı eskiden evde-köyde üretilen her şeyin (bebek maması ve bezinden kazak örmeye kadar) piyasadan satın alınan hazır metalara dönüşmesi gibi, emekçilerin kendi aralarında ürettikleri kültür-sanatın üretimi de sermayeye dayalı kültür-sanat üretimi haline gelmekte, hazır metalara dönüşmektedir. Kültür-sanat üretimi de çok daha geniş ölçekli hale gelmekte, toplumsallaşmakta ve evrenselleşmekte fakat kitlelerle arasına sermayepiyasa dolayımı girmektedir. Geniş emekçi kitlelerin mahkum olduğu, “popüler kitle kültürü”, en yüzeysel, standart, en basmakalıp, sınıfsal talep gerek-

sinme özlemlerden en uzak tutucu, en gerici, en geri içgüdülere hitap eden ürünlerden oluşmaktadır. Devrimci proleter kültür-sanat savaşımı, eksenine, kültür-sanatın sermayeye dayalı üretim biçiminin yıkılmasını koymalıdır. Çünkü günümüzde egemen kültür, çok daha dolaysız ve organize biçimde sermaye kültürü ve kültürün sermayeleşmesidir. Çünkü bilim, sanat, spor, insanın en insanal-toplumsal yetilerini ve yaratıcılığını geliştiren, ilişkilerini zenginleştiren uğraş alanlarından biri olmasına karşın, bunların sermayeye dayalı üretim ve organizasyon biçimi, tüm o parıltılı cilası altında, insanı-kitleleri en nesneleştirici, tüketicileştirici, en gözbağlayıcı, en köreltici, en ilkel ve geri içgüdüleri körükleyici, çürütücü, asalaklaştırıcı, güdükleştirici, bir engel olarak dikilmektedir. Fakat kültürün her düzeyde sermayeleştirilmesine, sermaye olarak yeniden üretimine karşı savaşım, bundan tarihsel olarak geriye, geleneksele doğru değil, ileriye, sosyalizme doğru olmak zorundadır. Çünkü kültür-sanat üretim, emek ve bilgisinin ileri düzeyde toplumsallaşması ve merkezileşmesi, bir yanıyla da, bu alanda da sosyalizmin ön koşullarının ileri gelişimine işaret eder. İşçilerin ihtiyaçlarını bir lokma, bir hırka, bir dam olmaktan çıkarır; spordan sanata yeni mücadele talepleri de yaratır. Medya, bilgisayarinternet, büyük çaplı popüler kültür-eğlence endüstrisi, büyük çaplı sanat, spor, bilim vd. organizasyonları, festivaller, tabii ki bugünkü biçimleriyle değil, fakat kitlelerin zihinsel-kültürel planda da etkin kolektif katılım, inisiyatif ve yaratıcılığını geliştirmenin, sosyalist kültürel dönüşümün araçları haline gelecektir. İşçi sınıfı için kültür-sanat savaşımı, sınıf savaşımının önemi artan bir dinamiğidir. İşçi sınıfının savaşımı yalnızca dar ekonomik, dar siyasal savaşım değildir. Tüm yetenek ve ihtiyaçlarıyla insan olma savaşımıdır. Ve bunun için de sermayenin yalnızca siyasal, yalnızca ekonomik değil, toplumsal kültürel egemenliğini de yıkmak zorundadır. Bu yüzden de işçi sınıfının büyüyen kültürel, sanatsal, sportif ihtiyaçlarını gerçekleştirebilmesi, kültür-sanat-spor üzerindeki sermaye egemenliğini yıkmasına bağlıdır. Kültürsanat savaşımı da, işçi sınıfı için her şeyden önce bir savaşım kültürü-sanatı olarak vardır.


18

NƦN RJHQNXN

'L]LOHULQ NDPHUD DUNDVÜ 3UROHWDU\DQÜQ GLOLQGHQ H

Dizi setleri kapitalist dizi sanayiinin cehennemleri

T

elevizyon dizileri birbirinin ardısıra sezon finallerini yaparak sezonu kapattılar.

Dizi fabrikalarının kış vardiyası tatile girerken kış vardiyası kadar yoğun olmayan yaz vardiyasının sirenleri çaldı ve işbaşı yaptılar. Dizi dizi metalar üretmeye yazın da devam edilecek. Burjuvazi kültürünü buradan pompalayacak işçi emekçilere. İşçi ve emekçiler diziler üzerinden burjuva politikalara uyarlanmaya çalışılacak. Dizi setleri kapitalist dizi sanayiinin cehennemleri. Çok küçük elit bir kesim hariç oyuncular, ışıkçı, makyöz, set, ulaşım vb. işçilerinin ağır çalışma koşulları yansımaz kameralardan. Altı günde 90 dakikalık bir bölüm çekiliyor. Bu haftada bir yayınlanan dizilerin yanında bir de haftanın beş günü yayınlananlar var. Yapımcılar ve TV kanalı yöneticileri dizi reyting aldıkça reklam pastasındaki payını arttırmak için dizi süresini uzatarak izleyiciyi daha çok TV başında tutmaya çalışıyorlar. İşte burada sahne set işçilerine kalıyor. Tabii kamera arkasından. Sabahın ilk saatlerinde başlayan koşuşturmaca gecenin bir yarısına kadar devam ediyor. Oysa ne bir sosyal hak ne bir güvenceleri var. Dizi biter yada yayından kalkar, hoop sokağa. Set işçileri ne ünlü, ne zengin, ne de sosyal haklara sahip! Dizi ve film işçilerinin sesini Hollywood grevi ile duymuştuk. Örgütlü sesleri tüm ‘ışıltıyı’ bastırmıştı. Dizilerde ki yoğun ve ağır tempo karşısında örgütlenme de gelişiyor. İşte dizi sektörünün ‘aktörlerinden’ bazılarının konu ile ilgili düşünceleri. Nejat İşler: Artık dizilerde oynamak istemiyorum. Tembel biri değilim. Haftada beş gün, günde sekiz saat, artı iki mesaiye, uluslararası iş hukukunun söylediği gibi çalışmaya razıyım. Ama yedi gün, 24 saat çalışmak istemiyorum. Sette çalışan arkadaşlarımın durumu vicdanıma dokunuyor. Ben çalışıp, evime gidiyorum ama onlar orada kalıyor. Ertesi gün gittiğimde hallerini görüyorum. Onlarla aynı havayı soluyorum. Birleşik Oyuncular diye bir meslek birliği kurduk. Bayağı katılım var. Hedefimiz bütün aktörlerin grev yapması. ABD’de nasıl senaristler grev yaptılar, hiçbir dizi çekilemedi. Onun gibi olması lazım. Hümeyra: Öncelikle dizilerin süresi kısalmalı. Tüm kanalların, dünya standartlarında olduğu gibi dizi sürelerini ortalama 40 dakikaya indirmesi gerekiyor. Sürelerin makul hale gelmesi durumunda, yazarlar, sanatçılar ve set ekibi çok daha insani şartlarda ça-

lışabilir. Belit Özükan: Sendikalaşmadan yanayım. Dünyada oyuncular sendikalı. Yapılan işlerin uzunluğu ve çekim süresi genel standartların çok dışında. Bu, oyuncuların ve set çalışanlarının can güvenliğini tehlikeye atıyor. Haklar verilmez alınır. Daha örgütlü çalışmamız gerekiyor. Sine-Sen’e üyeyim, toplantılarını takip ediyorum. Levent Üzümcü: Sendikalı oyunculara iş vermeyen yapımcılar oldukça, ‘ışıltılı’ dünyamızı düzeltmemiz mümkün degil. Alper Saldıran: Her hafta 90 dakikalık sinema filmi gibi çekim yapmak insanı robotlaştırıyor, hayatında başka bir şeye yer bırakmıyor. Bülent İnal: Tuhaf ve çıkılmaz bir noktadayız. Herkes dertli, herkes bir kıvılcım bekliyor. Geçenlerde sette konuştuk. “Bir şey yapalım, biz yapmadıkça insanlar yollarda sakat kalıyor, 15-20 saat insanlığa aykırı şartlarda çalışıyor” diye. Bir de bu yıl paralarını 8-10 hafta sonra alabiliyorlar. Buna ancak biz ‘dur’ diyebiliriz. Dışarıdan biri gelip, bize haklarımızı verecek değil. Konu, yavaş yavaş dillenecek, böylece hareket geçeceğiz belki. Kanallar daha ucuz iş gücü istiyor. Biz de kara kara düşünüyoruz. Ama sektörü korkular yönetiyor. Memhet Ali Alabora: Uzun sürelerle çalışmaktan insanlar hayatlarını kaybetti. Çünkü haftada bir film çekilmez. Kuralsız, sendikasız bir ortam var. Ama şu an bir mücadele veriliyor. Bu işler sendikalaşmayla, örgütlenmeyle olur. Vildan Atasaver: 24 saat çalışıp ne kadar verimli olabiliriz? Biz bazen izin yapıyoruz ama teknik ekipteki arkadaşların böyle bir şansı yok. Herkes istiyor ama maalesef çözüm üretilmiyor. Bunun için sözde değil, gerçekten birlik olmak gerekiyor. Buna insan vücudu dayanmaz. Ben artık kendimi fabrikadaki bir makine gibi görüyorum. Mustafa Develi: ‘Ömre Bedel’de figüranlık yaparken rahatsızlanan ve komaya giren Elif Develi’nin eşi Mustafa Develi, şunları söylüyor: “Eşimin sette kalbi durdu. Hastaneye götürdük, elektroşokla hayata döndü. Elif ’in rahatsızlığının nedeni set ortamındaki aşırı stres ve yorgunluktu. Zaten setlerde doktor yok. Yapım şirketi, hastane masraflarını bile ödemedi.” Celal Çimen: (Sinema Emekçileri Sendikası Başkanı) Yapımcılar, işçilerinin haklarını verme konusunda değil ama dizi sürelerini uzatma konusunda çok yaratıcı. ‘Melekler Korusun’ neredeyse 110 dakika. Televizyoncular, yapımcıları ikna ettiler, ortaklaşa böyle bir formül buldular. Tamamen bir vahşet ortamı. İşçilerin neredeyse yarısının hiçbir sosyal hakkı ve sigortası yok.

er isim, terim, kavram, sıfat vs vs onları kullanan sınıf tarafından içeriklendirilir. Burjuvazi bu içeriklendirmeyi kendi sömürücü yüzünü saklamak için yapar. Buna göre yeni yeni kelimeler üretir. Bu konuda uyanık olmalıyız. Burjuvazinin bu oyununa gelmemeliyiz. Bunu bir kelime örneğinde anlatmaya çalışalım. Örneğin; kapitaliste, işçileri sömüren ve ezen, “işveren” der; yaptığımız haberde böyle yazarız. Kapitalistler, kendilerine, açık alanda böyle derler (Kendi aralarındaysa, ne dediklerini, nasıl konuştuklarını iyi biliriz!). Devlet de kapitalistlere böyle der. Sendika bürokrasisi, kapitaliste böyle der. İşçiler de, işçi sınıfının bütünü de, kendisini sömüren ve ezen, kapitalist sınıfa, kapitalistlere, “işveren” der. Biz de, bunu, egemen burjuva ideolojisinden, tüm toplumsal ilişkilerimizde sürekli yeniden üretilmesinden, işçilerin anlatımlarından vb. alıp, olduğu gibi, haberlerimize koyarız. Haberlerimizde, kapitalist/sermayedar yerine “işveren” dersek, ne olur? İşçilerle konuşmalarımızda, ilişkilerimizde, böyle kullanırsak; ne olur? Felaket olur. Cinayet olur! Kendimizi, kendi ellerimizle boğmuş oluruz! İşçi sınıfının, sınıf mücadelesinde önünü açayım, öncülük yapayım, derken; bu mücadeleyi engelleyen, baltalayan oluruz! Bu mücadeleyi, sermaye sınıfının dümen suyuna sokmuş oluruz!… Çünkü, kapitaliste “işveren” demekle; onu, işçinin işgücünü sömürmek için emeğe/ürüne dönüştüren Her isim, terim, ve emeğinin ürününe de, kavram, sıfat vs. üretim araçlarının sahibi onları kullanan olduğu için el koyan olarak sınıf tarafından değil; işçilerin yaşamlarını içeriklendirilir. sürdürmeleri için, lütfedip iş veren, toplumsal olarak Burjuvazi bu yararlı biri olarak, ilan etiçeriklendirmeyi miş oluruz. Kendimize ve işçi sınıfımıza! Böylece; kendi sömürücü kendimize ve işçi sınıfımıyüzünü saklaza; kapitalistleri, toplumsal mak için yapar. olarak yararlı ve gerekli; bu yüzden de, tarihsel olarak da yaşaması faydalı ve gerekli bir sınıf olarak ilan etmiş oluruz! Yıkıcı zararlı, tarihsel olarak çoktan ömrünü doldurmuş ve sadece biz bağımlılık ilişkisini koparamadığımız, güçsüz olduğumuz için intikaları oynayan, sömürücü ve ezici bir sınıf olarak değil! Böylece; sadece “işveren” kelimesini haberlerimizde kullanarak; kapitalist sömürü ve ezme ilişkilerini yeniden üretmiş; emperyalist kapitalizmi güvenceye almış, sürekliliğini sağlamış oluruz… Üstelik bunu, işçi sınıfı adına, işçi sınıfı içinde, işçi sınıfıyla birlikte, işçi sınıfı için yaptığımız için de; işçi sınıfının içinde, emperyalist kapitalist egemenlik ilişkilerinin yeniden üreticisi oluruz! “Yönetişim” ya da neoliberal burjuva demokrasisi de, bu zaten! Muhalefet edenleri de içermek; onların, kapitalizme uzlaşmaz karşıt sınıf ekseninden gelen dışındaki her türlü muhalefetini özümleyerek, kendinin kılmak… “İşveren”, sadece bir örnek!


19

NƦN RJHQNXN

'ÖQ\D NXSDVÜQGD SUROHWDU\D EXUMXYD]L PDÁÜ O büyülü neon ışıklarının göstermediği meşin yuvarlığın diğer yüzü. Proletaryanın böylesine toplumsallaştığı günümüzde, sınıf savaşımı her yerde

G

üney Afrika’da yapılan ve dev çaplı bir sermaye organizasyonu olan Dünya Kupası da, tüm o büyülü vitrinlerini şangırtıyla indiren sınıf savaşımına konu oldu. Dünya Kupası maçlarının oynandığı stadlarda özel güvenlik ve diğer hizmetleri veren şirket işçileri, ücretleri kendilerine vaad edilenin 8’de birine bastırılıp servis de verilmeyince isyan ettiler. İşçilerin ücret eylemleri Durban şehrindeki Almanya-Avustralya maçından sonra başladı. 500 işçi stadyumda toplanıp eyleme geçti, güvenlik şirketinin bürosunu taşladı ve işgal etti. Güney Afrika polisi, işçilere gaz bombası ve plastik mermiyle saldırdı. Bir kadın işçi plastik mermiyle yaralandı. Staddan çıkarılan işçilerle polis arasında çatışmalar yaşandı. Ancak polis saldırısı ve bir arkadaşlarının yaralanması işçi eylemlerini sindirmediği gibi daha da alevlendirdi ve Dünya Kupası maçlarının olduğu diğer şehirlere yayılmasına yol açtı. Güney Afrika’nın metropollerinden Capetown’da, İtalya-Paraguay maçının oynanacağı stadda, işçiler maç öncesinde iş bırakarak eylem yaptı. Güney Afrika polisi, taraftarlar stadın dışında bekletilirken, stadda eylem yapan işçilere saldırdı ve en az 80 işçiyi gözaltına alarak stad dışına çıkardı. İspanya-İsviçre maçından hemen önce, Durban’da bu kez binlerce işçi, emekçi; kitlesel bir protesto yürüyüşü düzenleyerek; Dünya Kupası için harcanan paranın, yoksulluk ve yoksunluklarını ortadan kaldırmak için harcanmasını istedi. Yürüyüşe, Durban stadyumunda

grevde olan, bir gün önce polisle çatışan, güvenlik işçileri de katıldı. Yürüyüşe, Dünya Kupası nedeniyle lüks bir alışveriş merkezine dönüştürülmek istenen, pazar yeri satıcıları, balıkçılar vb. de katıldı. “Polis ateş etse de, stadyumda çalışacağız!”, “Stadyumlar için para varsa, evsizler ve kulübelerde yaşayan insanların olmaması gerekirdi!”, “FIFA’nın bizden ekmek paramızı alma hakkı yok!”, “Hükümet vergi yükümlülerinin tüm parasını, FIFA için aldı!”, “FİFA mafyası defol!” Johannesburg’da ise Hollanda ile Danimarka arasında oynanan maçın ardından, taraftarlar stadı boşaltırken bu kez belediye otobüs şoförleri, Dünya Kupası gerekçesiyle ücretleri artırılmadan çalışma saatlerinin uzatılmasına karşı greve gitti. Soccer City’de de Brezilya-Güney Kore maçı öncesinde stadda toplanan işçiler ücretleri artırılmazsa greve gitme tehdidinde bulundu. İşçiler yapılan görüşmeler ve vaatlerden sonra grevden şimdilik vazgeçtiler. İşçilerin temsilcisi, uluslararası bir ajansa yaptığı açıklamada, “Bizsiz bu organizasyon devam edemez, taleplerimiz karşılanmazsa final maçı oynanamaz” dedi. Dünya Kupası organizasyon komitesi ve FİFA, Güney Afrika hükümet ve polisinden, işçi eylemlerinin bastırılması ve tekrarlanmaması için “gerekli tedbirlerin” derhal alınmasını istedi. Hükümet ve polis ise, alternatif taşımacılık ve stad güvenlik organizasyonları yapıldığını vb açıkladı. Durban şehrinde de, gözaltına alınan eylemci işçilerin yerine

ñíÁLOHU KDQJL WDNÜPÜ WXWX\RU" S

üper lige terfi eden Kardemir Karabükspor’lu futbolcuların Taksim’de 1 Mayıs mitingine katılmaları üzerine ‘işçi takımı’ tartışmaları yeniden alevlenmişti. Bu tartışma yıllardır tüm dünyada devam ediyor. Liverpool, Arsenal, Milan işçiler tarafından kurulan takımlardır. Barcelona kralın takımı Real Madrid kaşısında halk takımıdır. Atletic Bilbao Bask halkının temsilcisi. Şimdilerde ise ‘işçi takımı’ olarak Livorno ve St Pauli var. Elbette bu adı geçen takımların bir çoğu kapitalist futbol sanayiinin baş aktörüdür şimdi. Geçmişlerini sadece taraftar kitlesi edinmek için işlerine gelirse kullanıyorlar. İşçilerin futbola olan ilgisini azaltmamaya çalışıyorlar. Ne de olsa ne kadar çok taraftar o kadar gelir demek. Bir sendika işçilerin bu ilgisini 78 fabrikada 806 işçinin katılımıyla hazırladı-

ğı bir anket ile rapor haline getirdi. Ankete göre işçiler arasında en çok destek bulan ve sevilen futbol takımı, yüzde 32’lik oranla Galatasaray oldu. SarıKırmızılı kulübü yüzde 31,1 ile Fenerbahçe izliyor. Beşiktaş’a gönül verenlerin oranı yüzde 17,8; “Trabzonspor” diyenlerin oranı ise yüzde 5,3 olarak belirlendi. Sendika üyelerinin yoğun olarak bulundukları yerlerde yapılan değerlendirmede, Galatasaraylılar’ın ağırlığının en fazla hissedildiği bölgenin Eskişehir ve çevresi olduğu kaydedildi. Araştırmaya göre, 30 yaş öncesi kesim ağırlıklı olarak Galatasaray taraftarı. Bir başka ifadeyle, yeni nesil Sarı-Kırmızılı renklere gönül vermeyi tercih ediyor. Bu gelişmede, 1996-2000 arasında ligin domine edilmesi ve UEFA ile Süper Kupa’nın kazanılmasının rol oynadığı kesin.

başka işçiler çalıştırıldı. Güney Afrika’da geçtiğimiz aylarda da birçok şehirde, içlerinde Dünya Kupası organizasyon ve hizmetlerinde çalışan işçilerin de olduğu eylemler yaşanmıştı. Ücret artışı ve servis talebiyle, yollara barikat kuran, tekerlek yakan işçiler polisle çatışmıştı. Uluslararası sermayenin milyar dolarlık Dünya Kupası endüstrisi patronları, Güney Afrika hükümetini bu eylemlerin tekrarlanmaması için uyarmışlar, işçi eylemlerinin azami karlarını düşürmesinden pek kaygılanmışlar, Dünya Kupası boyunca ülkede grevlerin yasaklanmalarını sağlamışlardı.

Buna karşın, grevleri engelleyemez hale gelen Güney Afrika burjuvazisi, bir dizi sektörde grev tehdidinde bulunan işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Güney Afrika’da Dünya Kupası grev yasağının kalkmasının hemen ardından ise 1 milyondan fazla işçi greve gitti. İşte o büyülü neon ışıklarının göstermediği meşin yuvarlığın diğer yüzü. Proletaryanın böylesine toplumsallaştığı günümüzde, sınıf savaşımı her yerde. Ve asıl maç da, proletarya ile burjuvazi arasında oynanıyor.


ùíà L VĂœQĂœIĂœ o+RGUL <DVD p NR\GX 0LOLWDQ JHQHO JUHY JHQHO GLUHQLĂş

0X] FXPKXUL\HWL GHáLO P FDGHOHFL LĂşoLVL\L] gQFH PX] LĂşoLOHUL EDĂşODGĂ• 7HPPX]ÂśGD EX \DVD\D NDUúÕ JUHYH oĂ•NWĂ•ODU 7HPPX]ÂśGD \DNODúÕN ELQ LĂşoLQLQ  ]HULQH RUGX J|QGHULOGL %LQOHUFH DáĂ•U VLODKOĂ• DVNHU ]Ă•UKOĂ• ELUOLNOHU .Ă•UDQ NĂ•UDQD oDWĂ•ĂşPD ROGX 2UGX oHWLQ LĂşoL GLUHQLĂşL NDUúÕVĂ•QGD DWHĂş DoWĂ• %LULVL VHQGLND OLGHUL LNL LĂşoL DVNHUOHULQ DWHĂşL\OH |OG øúoLOHU VDOGĂ•UĂ•\D JHoLS ELUoRN DVNHUL UHKLQ DOGĂ•ODUÂŤ

P

DQDPDÂśGD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ• P FDGHOH\OH ND]DQGĂ•áĂ• E W Q KDNODUĂ• JDVSHGHQ \DVD\Ă• PLOLWDQ JHQHO JUHY JHQHO GLUHQLĂşOH S VN UWW ³<DVD ´ RODUDN DGODQGĂ•UĂ•ODQ \DVD 3DQDPD VHUPD\H VĂ•QĂ•IĂ• YH GHYOHWL WDUDIĂ•QGDQ +D]LUDQ Ć?GD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•QĂ•Q |Q QH NRQXOGX <DVD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•QĂ•Q PHPXUODUĂ•Q |áUHQFLOHULQ JUHY VHQGLNDO |UJ WOHQPH H\OHP KDNODUĂ•QĂ• WRSWDQ RUWDGDQ NDOGĂ•UĂ•\RU \DVDNOĂ•\RUGX 6HUPD\H\H LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•QĂ• V|P UPH |]J UO á Q Q |Q Q VRQXQD NDGDU DoDUNHQ LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•QĂ•Q V|P U \H GLUHQPHVLQLQ

|Q Q W PGHQ NHVL\RU \DVDNOĂ•\RUGX d QN 3DQDPD EX \Ă•OĂ•Q VRQXQGD HPSHU\DOLVW $%' LOH 6HUEHW 7LFDUHW $QODĂşPDVĂ•ÂśQĂ• LP]DOD\DFDNWĂ• øúoL VĂ•QĂ•IĂ• LVH EX YDKĂşL V|P U YH WDODQ DQODĂşPDVĂ•QD NDUúÕ X]XQ ]DPDQGĂ•U P FDGHOH HGL\RUGX %X \ ]GHQ VHUPD\H LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•  ]HULQGHNL EDVNĂ•ODUĂ• DUWWĂ•UPDN HOLQGHNL W P P FDGHOH VLODKODUĂ•QĂ• GD NRSDUĂ•S DODUDN WDP WHVOLPL\HWLQL VDáODPDN LoL <DVD ÂśX GD\DWWĂ• 3DQDPD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ• GD VHUPD\H YH GHYOHWLQLQ |Q QH Âł<DVD ´XQ |Q QH \DVDNODQPDN LVWHQHQ P FDGHOH VLODKĂ•QĂ•

.DWLO GHYOHW 3DQDPD 'HYOHW %DĂşNDQĂ• 5LFDUGR 0DUWLQHOOL |OHQ LĂşoLOHULQ SROLV NXUĂşXQX\OD YXUXOGXáXQX NDEXO HWPHN ]RUXQGD NDOGĂ• øúoLOHU DVNHU UHKLQHOHUL EĂ•UDNWĂ•ODUÂŤ

anada’da yapÄąlan G-20 toplantÄąsÄąyla birlikte; sermaye, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąna dĂźnya çapÄąnda çok Ĺ&#x;iddetli yeni bir saldÄąrÄą baĹ&#x;lattÄą. G-20 toplantÄąsÄąnda; emperyalistlerin oluĹ&#x;turduÄ&#x;u G-8’in, baÄ&#x;ÄąmlÄą fakat bĂźyĂźk kapitalist Ăźlkelerin oluĹ&#x;turduÄ&#x;u G-20’ye; G-20’nin de dĂźnyadaki tĂźm kapitalist devletlere emri: “Kamuyu, 2018’e kadar, derhal tasfiye edin! Yoksa, size ne kredi, ne yatÄąrÄąm; yaptÄąrÄąm, ambargo, belki de Amerikan Deniz Piyadeleri!â€? Bunun hiç de Ĺ&#x;aka olmadÄąÄ&#x;Äą, Irak’tan, Afganistan’dan vb. belliydi! Ambargoysa, Ä°ran’dan vb. belliydi‌

DĂźnyadaki tĂźm baÄ&#x;ÄąmlÄą kapitalist Ăźlkeler, kamusal alanÄą tasfiye saldÄąrÄąsÄąna, bu kez bĂźtĂźn gßçleriyle yĂźklendiler. Hiçbir zaman, dĂźnya çapÄąnda bu kadar kÄąsa bir sĂźrede bu kadar çok yasa çĹkmamÄąĹ&#x;tÄąr! Hepsi de iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn mĂźcadele kazanÄąmlarÄąnÄąn baĹ&#x;Äąnda gelen kamusal alanÄąn tĂźmden tasfiye edilmesini hedefliyordu. Avrupa’nÄąn tĂźm Ăźlkelerinde, son birkaç ay içinde, emeklilik yaĹ&#x;Äą farklÄą oranlarda yĂźkseltildi. Emperyalist Avrupa BirliÄ&#x;i, emeklilik yaĹ&#x;ÄąnÄąn 2030’da AB Ăźyesi bĂźtĂźn Ăźlkelerde 70 çĹkarÄąlmasÄą kararÄąnÄą almak Ăźzere. Pek çok Ăźlkede, TĂźrkiye’nin daha Ăśnceden “baĹ&#x;ardÄąÄ&#x;Äąâ€?; iĹ&#x; yasalarÄą, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn kazanÄąmlarÄąnÄą gaspedecek, sĂśmĂźrĂźlmesini ezilmesini katmerlendirecek tarzda yeniden ya-

zÄąldÄą; Ä°spanya’da vb. yasalaĹ&#x;mak Ăźzere vb. TĂźrkiye’de, emekçi memurun iĹ&#x; gĂźvencesini kaldÄąran; onu da iĹ&#x;çiler gibi, çĹplak iĹ&#x;gĂźcĂźne indiren, 657 sayÄąlÄą yasa çĹktÄą çĹkacak. TaĹ&#x;eronlaĹ&#x;tÄąrma, dĂźnya çapÄąnda iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄą yutmaya gelen bir tusunami gibi kabartÄąldĹ‌

Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄą dĂźnya çapÄąnda yĂźrĂźtĂźlen bu çapta bir saldÄąrÄą dalgasÄąna hazÄąrlÄąksÄąz

3DQDPDÂśGD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ• 7HPPX]ÂśGDNL PLOLWDQ JHQHO JUHY JHQHO GLUHQLĂşL\OH <DVD ÂśX ĂşLPGLOLN JHUL S VN UWW <HQLGHQ \HQLGHQ oĂ•NDUPD\D oDOĂ•ĂşDFDNODU d QN LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ•QĂ•Q W P VĂ•QĂ•I G úPDQODUĂ• NDSĂ•GD EHNOL\RU <DVDQĂ•Q oĂ•NPDVĂ•QĂ• EHNOL\RUÂŤ 0LOLWDQ JHQHO JUHY JHQHO GLUHQLĂşWHQ VRQUD 3DQDPD LĂşoL VĂ•QĂ•IĂ• RQODUĂ• \DQĂ•WODGĂ• Âł<D Âľ<DVD Ć? JHUL oHNLOLU \D GD V UHVL] JHQHO JUHYH oĂ•NDUĂ•] ´

øúoL VĂ•QĂ•IĂ• LNL VĂ•QĂ•I NDUGHĂşLQLQ NDWOHGLOPHVLQH YH <DVD ÂśD NDUúÕ 7HPPX]ÂśGD JHQHO JUHYH oĂ•NWĂ• < ]ELQOHUFH LĂşoL LĂşEĂ•UDNDUDN DODQODUD oĂ•NWĂ• %DUL\HUOHU |UHUHN WUD¿áL NHVWLOHU h]HUOHULQH VDOGĂ•UDQ SROLV YH DVNHUOH oDWĂ•ĂşWĂ•ODU hQLYHUVLWH OLVH |áUHQFLOHUL H\OHPOHUH NDWĂ•OGĂ• RNXOODU LĂşJDO HGLOGL .DWLO GHYOHW 3DQDPD 'HYOHW %DĂşNDQĂ• 5LFDUGR 0DUWLQHOOL  ]HULQH JHOHQ JH-

*HQHO JUHY JHQHO GLUHQLĂ­

K

QHO JUHY JHQHO GLUHQLĂş NDUúÕVĂ•QGD \DVD\Ă• JHUL oHNPHN ]RUXQGD NDOGĂ• Âł<DVD J Q ER\XQFD DVNĂ•\D DOĂ•QPĂ•ĂşWĂ•U ´ *|]DOWĂ•QD DOĂ•QDQ VHQGLNDFĂ•ODUĂ• LĂşoLOHUL VHUEHVW EĂ•UDNPDN ]RUXQGD NDOGĂ•

yakalandÄą. Ă–rgĂźtsĂźzlĂźÄ&#x;Ăź; iĹ&#x;yerlerine, ilçelere, illere, bĂślgelere, Ăźlkelere vb. bĂślĂźnmĂźĹ&#x; ve birbiriyle rekabet eder halde oluĹ&#x;u; yĂźzĂźnĂźn kapitalizmden ileriye deÄ&#x;il; geriye, kapitalizmin Ăśnceki dĂśnemindeki gibi sĂśmĂźrĂźlĂźp ezilmeye dĂśnĂźk oluĹ&#x;u vb.; iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąmÄązÄąn baĹ&#x;lÄąca zayÄąflÄąklarÄą. Ancak, tĂźm bu zayÄąflÄąklarÄąna karĹ&#x;Äąn;

dĂźnya çapÄąndaki saldÄąrÄąyÄą, olmasÄą gerektiÄ&#x;i gibi, dĂźnya çapÄąnda karĹ&#x;Äąlamaya çĹkÄąyor! Yunanistan, genel grev ĂźstĂźne genel grev! Ä°spanya, genel grev; 24 EylĂźl’de yeniden genel greve çĹkÄąlacak! Ä°talya, genel grev! KKTC, genel grev! GĂźney Afrika, genel grev! GĂźney Afrika iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, DĂźnya KupasĹ’nÄą sermayenin kafasÄąna geçirdi! Panama, genel grev!‌ Saymakla bitmez. Hele bir de, grevler, militan gĂśsteriler, polisle çatÄąĹ&#x;malar, yol kesmeler, iĹ&#x; bÄąrakmalar vb. var ki; bÄąrakalÄąm bu sayfayÄą; bĂźltenimizin tĂźm sayÄąlarÄąnÄą ayÄąrsak yine yetmez! HazÄąrlÄąksÄąz; hala bir yerlerden; kendisini sĂśmĂźren sermayeden, kendisini ezen ve tĂźm bu yasalarÄą çĹkaran, direniĹ&#x;lerine saldÄąran devletten, hala birĹ&#x;eyler bekleyen, medet uman‌ HazÄąrlÄąksÄąz; fakat asla teslim olmayan! Sonuna kadar mĂźcadele eden! Ä°Ĺ&#x;te bizim sÄąnÄąfÄąmÄąz, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą bu! Bu saldÄąrÄą dalgasÄąnÄą biz de burada dimdik karĹ&#x;Äąlamaya; genel grev genel direniĹ&#x;lerle, militan kitlesel eylemlerle pĂźskĂźrtmeye; kendi yolumuzu dĂźĹ&#x;manlarÄąmÄązdan medet ummadan zorla açmaya, ĂśzgĂźrleĹ&#x;tirmeye hazÄąrlanmalÄąyÄąz. SokaÄ&#x;a, eyleme; genel grev genel direniĹ&#x;e! DĂźnya iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąyla, omuz omuza, birlikte dĂśvĂźĹ&#x;meye‌


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.