IM_2

Page 1


NƦN RJHQNXN

(//(5ñ $¡0$. İçindekiler Proletaryanın toplumsallaşıp toplumun proleterleştiği, yoksulluğun ve yoksunluğun gün geçtikçe derinleştiği, kendi ideolojisini yaratarak ilerlediği, meta ilişkilerinin düşkünleşmeyi -sığlaşmayı daçoğalttığı bir süreç bu. Sınıf hareketinin kıpırdanma sinyalleri verdiği bu süreçte meta-marka bağımlılığı kendi ilişki ve kültürünü de yaratıyor. Bir takım eşyalara sahip olabilmek için çabalamakla geçiyor insanlığın yaşamı. Metalar bir ihtiyacı gidermenin aracı olmasının dışında, bir arzu nesnesi olarak sunuluyor pazara. İhtiyacın karşılanması değil sahip olma ilkel güdüsünün -pazarlamanın yarattığı arzunun- tatmini belirleyici hale geliyor. Üretimin sürekliliği karşısında bu arzunun tatmini de ancak anlık ve kesitsel kalıyor. Yeni arzular yaratmanın sürekliliği de böylece sağlanmış oluyor. Beyinleri işgal eden bu durum toplumsal ilişkilere de yansıyor, bireyler arası ilişkiler meta dolayımlı kuruluyor. Metalar araçsallığını yitirip, amaçlaşıyor. Burjuvazi ağlarını çok derinden atıyor, dipleri tarayan ağ doğal yaşamı bozuyor. Metalara sahip olma güdüsü, sadece ona sahip olacak maddi güce sahip olanları değil, en derin yoksulluğu yaşayanlar dahil tüm emekçileri sarıyor. Işıl ışıl vitrinlerin, reklamların cazibesi sarıyor insanları. Burada burjuva kültür-ideoloji, kitleleri egemenliğine almanın yeni görünmez bağını da oluşturuyor. Hiç farkından olmadan kuşatıyor. Sarsılıp kendinize gelmeniz için bir dış kuvvetin varlığı gerekiyor çoğunlukla. Burjuvazi düşünmenize hiç fırsat vermiyor çünkü. Gün 24 saat çevrelenmiş durumdayız zira. Durumunuzun bilincine varmamız, tutsaklığımızı farketmeden buradan çıkmamız da kolay değil. Ne yapmak lazım? Nasıl girdiysek o sarmala o şekilde çıkmak belki… Hoşa gitmeyen bir benzetme olacak belki ama…

Hindistan’da şöyle bir canlı maymun yakalama yönteminden bahsedilir. Öncelikle içi boşaltılan bir hindistan cevizinin içine maymunların sevdiği çeşitli meyveler konur ve tekrar kapatılır. Kapatıldıktan sonra hindistan cevizinin üzerine bir maymunun elinin ancak düz-açık olarak girebileceği kadar bir yarık açılır. Sonra bu hindistan cevizi bir ipe bağlı olacak şekilde bir ağaca asılır. Meyvelerin kokusunu duyup gelen maymun meyvelere ulaşabilmek için elini yarıktan içeri sokup, avuçlayarak çıkarmaya çalışır. Bu mümkün değildir oysa. Yarık çok dar olduğundan meyveler elindeyken çıkamaz. Zavallı maymun bu durumu çözmeye çalışırken avcı ipi çekiverir. Hindistan ceviziyle birlikte maymun da avcının elindedir artık. İstatistiklere göre bu yöntemle her 100 maymundan 95’i yakalanmakta, ancak %5’i kendini kurtarabilmektedir. Meyvelere sahip olma güdüsü maymuna kölelik getirmektedir. Avcı ipi çektiğinde meyveleri bırakıp elini kurtarma şansı ve zamanı var ama bunu yapamıyorlar, çok azı başarıyor. Maymun tuzağa düştüğünü ancak avcının elleri arasında farkedebiliyor. Ama artık çok geçtir…Tuzaktan kurtulabilmesi için ellerini nasıl soktuysa hindistan cevizinin içine öyle çıkartması gerekir. Bir kıssadan hisse olarak fazla konuşmaya gerek üzerinde. Öyle mi?.. Son söz olarak şunu söyleyelim! Önce ellerimizi açıp tuzaktan kurtulmalı, sonra o elleri yumruk haline getirmeliyiz. Avcı orada durduğu sürece tuzaklar hiç bitmeyecektir.

3

İşçi sınıfının özlemleri burjuva demokrasisine sığmaz

4

5

Direnişin üzerindeki bu durgunluk atılmalıdır

Direniş günlüklerinden

6 Mert Kapitalist MEB

7

▶ 7. Alarm ▶ Zamanı gelmedi mi?

8-9 10

Proleter demokrasi konseyler demokrasisidir

▶Daha ne bekliyoruz? ▶Ankete sığmayan dünyamız

11

İşçiler zehirlendi ama bize inanmadılar!

12

Her ulus aslında iki ulustur

13

▶Kapitalizmden sektör manzaraları ▶Ulucanlar unutulmayacak

14 Bir varmış bir yokmuş

15

16

▶Boykota gel ▶Dengbêjî kültüründen hip-hop’a

▶Dünya UPS işçileri ile dayanışmadaydı ▶Fransa’da genel grev ▶İsviçre’de referandum

İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:2 - Pina Basım Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına İmtiyaz Sahibi: Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Yönetim Yeri: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. Mavili Apt. No: 2/11 Beyoğlu/İSTANBUL Telefon: 0 212 251 20 89 - Baskı: Özdemir Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İSTANBUL Tel:0 212 577 54 92 - Fiyat:1 YTL


NƦN RJHQNXN

ñíÁL VÜQÜIÜQÜQ Ð]OHPOHUL EXUMXYD GHPRNUDVLVLQH VÜðPD] Referandum, “Evet” seçeneğinin bariz farkıyla sonuçlandı. Her biri kendi başına önem taşıyan ve önümüzdeki süreci etkileyecek göstergelerin ortaya çıktığı referandumun en temel sonucu, geri tipte burjuva demokrasisinin -anayasa önde gelmek üzere- tüm unsurlarıyla pekiştirilmesi yönündeki adımların kitlelere benimsetilmesi oldu. “Evet” oylarının ezici üstünlüğünü yaratan, kampanya dönemi boyunca “sol”dan rol çalan AKP’dir. AKP, siyasal rakiplerinin “AKP karşıtlığı” kısırlığında yürüttüğü kampanyayı boşa çıkardı. Ağır işsizlik, güvencesiz çalışma, iş cinayetleri, amansız yaşam koşulları altındaki işçi ve emekçi kitlelerin dikkatini “12 Eylül’ün defterini dürme”, “darbeler dönemini kapatma” ve “ileri demokrasi” söyleminde topladı ve bağımlı burjuvazi adına en etkin ve yaygın burjuva demokrasisi propagandasını yürüttü. Sonuç itibarıyla, referandum sonucuyla yeni bir anayasanın yapılmasının önü açılmıştır; burjuvazinin istekleri doğrultusunda istikrarlı bir siyasal yapının yeni dengelerini oluşturacak yeni bir anayasanın hazırlanması adımları hızlanacaktır. Önümüzdeki bir yılı, genel seçimlere kadar olan süreci belirleyecek olan da yeni anayasa tartışmaları olacaktır. Referandum sonuçlarıyla burjuvazi, yeni anayasa için toplumsal düzeyde siyasal desteğini güçlendirmiştir. Yeni bir anayasa, burjuvazinin ortak programı ve hedefidir. Burjuvazinin yeni anayasası, parça parça 17 kez değişiklik yapılmış faşist 12 Eylül anayasasının bir bütün olarak değiştirilmesini hedefleyeceği gibi, Türkiye cumhuriyet rejiminin başından itibaren sürekli kriz unsuru olarak var olan din-laiklik ilişkisi ve yakıcılaşan Kürt sorununun burjuva liberal reformist çözümlerini de içerecektir. Ayrıca yeni anayasa Türkiye bağımlı burjuvazisi ve kapitalizminin gelişme düzeyine uygun olarak devlet-toplum-birey ilişkilerini kapitalizmin gelişim dinamiklerinin önünü açacak ve hızlandıracak yönde yeniden düzenleyecek bir siyasal hukuksal metin olacaktır. Anayasanın içeriklendirilmesi ve hazırlanma sürecine ilişkin burjuvazi içerisinde kimi önemli farklar olmakla birlikte emperyalist burjuvazinin hedefleriyle de içiçe geçmiş olarak yeni anayasanın ruhunu ve felsefesini oluşturacak olan neoliberalizmdir. Burjuvazinin hedefleri referandumun sonuçlarının açıklandığı gece Başbakan Erdoğan tarafından, ertesi gün itibariyle de TÜSİAD vd. tarafından açıklanmıştır. «İleri demokrasi», “katılımcı demokrasi”, “21. yüzyıl anayasası” gibi neoliberal kapitalist vahşi sömürü koşullarını gizleyen yaftalı ifadeler kullanmalarını ayırırsak, rejimin sadece 12 Eylül faşizminin oluşturduğu yapı ve koşullarını değil, cumhuriyet

rejiminin tarihsel toplumsal siyasal kriz yaratıcı unsurlarını da ortadan kaldıracak ve daha istikrarlı kılacak bir burjuva toplumsal, siyasal hukuksal sistem oluşturma sürecine girilmiş olduğu bu açıklamalardan da anlaşılabilir. Bu gelişmeler, işçi sınıfı ve devrimci öncülerinin mücadeleyi yeni bir çizgiye taşımalarını zorunlu kılmaktadır. Ortaya çıkan ve hız kazanan siyasal toplumsal koşullardaki değişimi görmeyen ve buna karşılık oluşturacak bir mücadele hattına girmeyen her yapı, tutuculaşan konjonktürel bir muhalefet örgütü olarak kalmaya, üstelik karşı çıktığı geri düzeydeki burjuva demokrasisinin çekim alanına girip eriyip dağılmaya mahkumdur. İşçi ve emekçilerin onyıllarını mezara gömen 12 Eylül rejiminin kanlı mirasıyla gerçek hesaplaşma, TÜSİAD’dan, AB’den, Kürt burjuvazisinden bir fazlasını söyleyerek değil, bizzat işçi sınıfının devrimci sosyalist siyasallaşmasını sağlayarak, militan bir sosyalist işçi demokrasisini işleterek gerçekleşecektir.

'ZL»S NƦN XÂSÂKÂSÂS XN^FXFQ JPTSTRNP P»QY»WJQ R»HFIJQJQJWNSNS GZWOZ[F IJRTPWFXNXNSNS XÂSÂWQFWÂS F¦ÂÀF ¦ÂPFWYFHFP ^µSIJ LJQNÆYNWNQRJXN GZWOZ[F IJRTPWFXNXNSNS NƦNQJWNS PµQJHJ ¦FQÂÆRF [J ^FÆFR PTÆZQQFWÂSIF GNW IJÀNÆNPQNP TQZÆYZWRF^FHFÀÂSÂS LµXYJWNQRJXN XTX^FQNXY IJRTPWFXNSNS ¦TP IFMF LJQNÆPNS GNW IJRTPWFXN GN¦NRN TQIZÀZSZS F¦ÂPQFSRFX [J Y»R GZ R»HFIJQJQJWNS XÂSÂKÂS µ_LNWNÆPJSQNÀNSN PFWFW FQRF [J Z^LZQFRF ^JYJSJÀNSN LJQNÆYNWJHJP GN¦NRIJ µWL»YQJSRJXN UTQNYNP µWL»YXJQ MFYYÂRÂ_ TQZÆYZWRFPYFIÂW

Gazetemiz İşçi Meclisi, referandum sürecinde “boykot” taktiğini bir alternatif olarak içeriklendirdi. Komünistler ve devrimci işçiler açısından boykot, sadece rejimin önceki faşist siyasal yapısına karşı değil, değişen ve hakim hale gelen geri tipteki burjuva demokratik yapısına karşı da sosyalist işçi demokrasisi ve sosyalist anayasa alternatifleştirilerek ileri sürüldü. Boykot taktiğinin ileri sürülmesinin de ötesinde asıl ayırt edici olan da burjuva demokrasisine karşı sosyalist işçi demokrasisinin, burjuvazinin yeni anayasasına karşı sosyalist işçi anayasasının çıkartılmış oluşudur. Burjuva demokrasisinin yapı ve işleyişine karşı alternatif oluşturmayı sadece geleceğin değil, bugünün sorunu olarak görüyoruz. İşçi sınıfının kapitalizmi, burjuva sınıf diktatörlüğünü yıktıklarında nasıl yöneteceklerinin bilinciyle, sosyalist demokrasinin bilinciyle bugünden kendisini eğitmesi gerekir. Burjuva demokrasisinin eleştirisiyle ve sınıf örgütlenmelerinde kazanacağı deneyimlerle bu yönde eğitilmeyen bir sınıf kapitalistlerin iktidarını yıksa dahi kendisi yöneten bir sınıf olamaz. Bugün işçi sınıfının siyasal, ekonomik, kültürel mücadelelerinin burjuva demokrasisinin sınırlarını açığa çıkartacak yönde geliştirilmesi, burjuva demokrasisinin işçilerin kölece çalışma ve yaşam koşullarında bir değişiklik oluşturmayacağının gösterilmesi, sosyalist demokrasinin çok daha gelişkin bir demokrasi biçimi olduğunun açıklanması ve tüm bu mücadelelerin sınıfın özgirişkenliğini, karar alma ve uygulama yeteneğini geliştirecek biçimde örgütlenmesi politik örgütsel hattımızı oluşturmaktadır. Referandum süreci bir başlangıçtır; önümüzdeki dönemde siyasal mücadelemizin üzerinde yükseleceği temel budur.

XJWRF^J N¦NS IJÀNQ

NƦNQJW N¦NS IJRTPWFXN


NƦN RJHQNXN

'LUHQLíLQ Ö]HULQGHNL

EX GXUJXQOXN DWÜOPDOÜGÜU ÁƦN 2JHQNXN TPZWQFW TQFWFP 'FQÂPJXNWÔIJ L»SIJS GJWN :58 µS»SIJ INWJSNÆYJ TQFS INWJ SNƦN NƦN^N J[NSIJ _N^FWJY JYYNP )NWJSNÆJ IFNW XTMGJYNRN_NS ^FSÂSIF XTS IµSJRIJPN NƦN HNSF^JYQJWN XJSINPFQ ^T_QFÆRFQFW XNXYJRNS JRJP¦N RFMFQQJQJW »_JWNSIJPN ^T_QFÆYÂWRF UTQNYNPFQFW »_JWNSJ PTSZÆYZP 8TMGJYNRN_IJS GNW GµQ»R»S» XN_QJWQJ IJ UF^QFÆÂ^TWZ_ İşçi Meclisi: Direniş 70’li günlerini bitiriyor, bu süreçte istenilen etki yaratıldı mı? UPS direnişçisi Tezcan: Maalesef yaratılamadı. Direnişte yeterli bir hareketlilik yakalanamadı. Sadece 1 Eylül’de basın açıklaması yapıldı. 15 Eylül’de de basın açıklaması gibi bir hat çizilmişti fakat yapılmadı.

ten haberdar etmeliyiz. Tezcan: Kamuoyunu bilgilendirmek gerçekten çok önemli. Diğer sendikalardan yeteri kadar bir destek görmedim, sadece 1 Eylül’deki basın açıklamasına temsili düzeyde katıldılar, daha sonrasında direniş alanına hiç gelmediler. Bir siz geliyorsunuz işte.

İ.M.: Neden yapılamadı? Tezcan: Bilmiyorum, bir toparlanma sağlanamadı, temsilcimiz de şehir dışında olduğu için böyle oldu galiba.

İ.M.: Direnişe başladığınızdan beri ailevi durumlarınız nasıl? Tezcan: Her gün evde eşimle gerginlik yaşıyoruz. Evde buzdolabı bomboş. Bunu gördükçe moralim bozuluyor. Zuhal (Tezcan’ın eşi): Mesela bu gün evde temizlik yapıyordum, halıları yıkamak için deterjan lazımdı, ama paramız olmadığı için deterjan alamadım. Dolabımız bomboş, bir misafir gelse önüne bir kap yemek koyacak durumda değiliz. Biz de zaten yemeği alt katımızdaki kayınbabamlarda yiyoruz. Tezcan: İşsizlik maaşı alabilmek için İş-Kur’a başvurdum, patronun beni sorunlu olarak işten attığını söylediler. Yani patronu haklı gösteriyorlar. Ayrıca 8 ay tam sigortalı çalışmam gerekiyormuş işsizlik maaşı alabilmem için. Yani anlayacağınız İş-Kur’un da kime hizmet ettiğinin farkına vardım

İ.M.: Aslında burada direnişçi işçinin ve diğer sendikalı işçilerin bu direnişte yeterli biçimde söz sahibi olmadıklarını görüyoruz. Bugün genel anlamda bütün sendikalara bakacak olursak böyle olduğunu görürüz. Birileri “şunu yapın” der, işçiler de onu yaparlar; özünde direniş ve sendika işçilerindir, işçilerin kendi mücadelelerinde söz sahibi olması gerekir. Tezcan: Doğru söylüyorsunuz peki bu duruma karşı ne yapabiliriz? İ.M.: Kimseden bir adım atmasını beklemeden kendimiz adım atmalıyız. Kamuoyunu bu direniş-

bu sayede. (Sohbetimize direnişçi işçinin yeğeni aynı zamanda meslek lisesi öğrencisi olan Ahmet’ de katıldı.) İ.M.: Kaçıncı sınıfa gidiyorsun? Hangi bölümde okuyorsun? Ahmet: Ben daha lise 4’e yeni geçtim. Klima bölümünde okuyorum. Yeni staj görmeye başladım, günde 3-4 tane klima monte ediyorum ustamla beraber. Hatta geçen gün, yani ilk başladığım gün, gece 22.30’da eve dönebildim. Anlayacağınız ilk günden iş saati uzadı, devam eden günlerde ne olur bilemiyorum. İ.M.: Senin gibi olan diğer arkadaşların da var onların da bir dizi şikayetleri var aslında. İşçi Meclisi’nde meslek lisesinden bir arkadaşımızın mektubu var, o da senin gibi sorunlar yaşıyor. İleride bir araya gelmeniz gerekiyor, sorunlarınızı paylaşıp çözüm yolları aramanız gerekiyor. Tezcan: Ben bir işçiyim, yeğenim ise öğrenci ama bakıyorum da yeğenimle aynı sorunları paylaşıyoruz. İ.M.: Bundan sonra direnişe nasıl bir yön verilmelidir? Tezcan: Artık bu durgunluk direnişin üzerinden atılmalıdır ve atacağız. Ayrıca kamuoyunu bilgilendirecek işlere kalkışmalıyız. İ.M: Son olarak İstanbul ve İzmir’deki UPS’deki sınıf kardeşlerin de direniyorlar, onlara dair ne düşünüyorsun? Tezcan: Onların direnişleri baya ses getiriyor ama ben burada tek olduğum için onlar kadar ses getiremiyoruz. Ama bundan sonra bizim de burada kendi çapımızda yapacak şeylerimiz olacak. İstanbul ve İzmir’deki direnişler bize moral veriyor.


NƦN RJHQNXN

<DSÜOPDVÜ JHUHNHQ ELU H\OHPL \DSWÜP EHQ Türkan Albayrak, Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde taşeron Piramit A.Ş.’de temizlik işçisiydi. Diğer işçilerle sendikal örgütlenme başlatarak Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası’na üye oldular. Üye olduktan sonra ise taşeron şirketin ve hastane başhekimliğinin baskıları, işten atma tehditleri gelmeye başladı. Baskılara karşı Sağlık-İş Sendikası ise işçileri sahiplenmediği gibi işçileri tehdit etmiştir. Paşabahçe’de direniş şimdi 80’li günleri geride bıraktı. Türkan Albayrak: “Tek başınada olsa direnişi işim ve onurum için sürdürüyorum.” Türkan Albayrak’ın günlüğünden notlar:

“Değişen bir şey yok. Gelen giden oldu Beykoz halkından. Onlarla konuşmak, doğru yolda olduğumu pekiştirdi. Tunceli’den Nehir öğretmenden gelen telefon beni hem onurlandırdı, hem utandırdı. Yapılması gereken bir eylemi yaptım ben. Arayan ve gelenler beni övünce utanıyorum. Çok büyük bir şey yapmadım, beni övmeyin. Yapılması gerekeni yaptım.” “Mektup geldi Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nden. Adres: “Paşabahçe Devlet Hastanesi Direniş Çadırı Önü Beykoz-İSTANBUL” Erkan Sönmez’in yazdığı mektupla birlikte, içinde, usta ressamlar tarafından çizilmiş resmimin olduğu bir çerçeve de göndermişler. Ne kadar üretkensiniz. Ne sabırlısınız. Hayranım sizlere, olanaksızlıklar içindeki yaratıcılığınıza. Şöyle diyor Erkan Sönmez: “Cam işçilerini tasfiye ettiler, elli yıllık direniş mahallesinden. Ancak Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinin onurlu saflarını hiçbir zaman tasfiye edemez, unutturamazlar. Paşabahçeli, bir şekilde kendisini ifade eder, hissettirir…” Başka söze gerek bırakmıyor Erkan.” “Akşam oldu. Bugün de bitiyor. Daha fazla konuk geliyor Beykoz’dan. Sonbaharla birlikte, okulların açılmasıyla döndü Beykozlular. Sahip çıkıyorlar o eskide kalmış görünen direniş mahallesi geleneğiyle…”

“Bugün Ayşenur Bahçekapılı’yı aradım. Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olduğunu biliyordum. Değilmiş. Yardımını istedim, durumu anlattım. Sendikadan dolayı işçi atılmazmış; “bu konuda yalan söylemeyin” dedi. Biraz daha ısrar edince de “yargı süreci devam ediyor, onun sonucunu bekleyin” dedi. Bu, bizim milletvekilimiz. Bu, İnsan Hakları Komisyonu üyeliği yapmış, başka bir şey söylemiyorum. Canım sıkıldı. Neden aradım ki o nu? Kimi kime şikayet ediyorsun? Suudi Arabistan’dan bir işçi arıyor beni; bu direnişin orada çalışan işçilere de moral verdiğini, söylüyor. Daha kapatır kapatmaz Ankara’dan arıyor bir işçi, soruyor hiç tanımadığı bana: “Yağmur yağıyor, ne yapıyorsun? Seni düşündük işçi arkadaşlar olarak.” diyor. Bir milletvekili de, bu sıralarda bana, “Ben bir şey yapamam.” diyor. Hakkari Devrimci Sağlık-İş yönetimi arıyor, durumumu soruyor. Beni düşünmesi gereken düşünüyor zaten milletvekili, sana gerek yok.” “Akşam oldu yine herkes evine dönüyor. Ben direniş çadırındayım. Hava soğuk, sıcak bir yerde olmayı herkes gibi ben de istiyorum, ama kimsenin sokakta aç, sefil olmadığı bir dünyada. Daha çok soğuklar olacak, kendimi onlara alıştırıyorum. Fazla giyinmiyorum, gelecek günlere hazırlık olsun diyerek…” “Akşam saatlerinde Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nun üyesi Beyhan ve Nurcan öğretmen geldi. Onlar da taşeronda çalışan işçilerden farksız sorunlarla hızla köleleşiyor çalışanlar. Buna karşı koymak, birlikte hareket etmek zorunda çalışanlar. Yoksa çocuklarımıza bırakacak bir şey kalmayacak. Yönetenler insanlar arasındaki dayanışmayı yok etmeye çalışsalar da bunda başarılı olamayacaklar. Yaratmaya çalıştığı, yer yer başarılı oldu. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen insanlar, yılanın onları da sokmaya başladığının farkına varacak. Çok geç kalmamalıyız. Biz de yılanın başını çocukken ezmeliyiz.(Büyük olduğunu sanmasın)” Paşabahçe Devlet Hastanesi Temizlik İşçisi Türkan Albayrak

$QODíDELOHFHðLPL] WHN VORJDQ 1R 3DVDUDQ Tuzla tersanelerinde direnişini sürdüren TİB-DER Başkan Yardımcısı ve BETESAN işçisi Zeynel Kızılaslan, 50 günü devirdi. Direniş güncesinde Kızılaslan, “kavga bitmedi daha yeni başlıyor!” diyor.

“Arabadan inen bir kadın çadıra yöneldi. Eyvah! Dedik. Çadırımız çok dağınık. Hoşgeldiniz diyoruz. Oturup sohbete başlıyoruz. Adı Nurçehre. Bir büroda sekreter olarak çalışıyormuş. Aynı zamanda İFSAD (İstanbul Fotoğraf Sanatçıları Derneği) üyesiymiş. Direnişimizi duymuş, işten çıkıp gelmiş. Ayrıca bize börek yapmış. Birlikte çay içtik. Uzun uzadıya sohbet ettik. Onlar direnişleri fotoğraflıyorlar. Mücadeleye fotoğraf alanından katkı sunuyorlar.”

“Akşama doğru TMMOB’a bağlı Makine Mühendisleri Odasından arkadaşlar geldiler. Otobüs çadırın olduğu yere yanaştı. Araçlarından indikten sonra slogan atmaya başladılar. Beraber slogan attık. Sloganlarla tersaneleri inlettik. Hepsiyle tek tek selamlaştık. Hoş geldiniz dedik. Çadıra buyur ettik. Makine Mühendisleri adına bir arkadaş kısa bir konuşma yaptı. Direnişimizi selamladıklarını belirttiler.” “Sektör haline getirilen ve büyük meblağlarla çıkarılan evraklardan bahsediyor. “İnanır mısın üç yevmiye çalışmadan, üç yevmiye kazanmadan evraklara gitti. Ne kadar çalışacağımız da belli değil” On gün ya sürer ya sürmez” diyor. “Ne yapalım ekmek

parası” diye bitiriyor konuşmasını. Mücadeleden bahsettim ona. Neden herkesin sorunlara karşı direnmesi gerektiğinden de… Doğruluyor, taşeronluğun neler getirdiğini anlatıyor bize. Kaç kere ölümden döndüğünü de…” “Çadırı topladık. Attık omuza. Çıkarken Dearsan Tersanesi önünde iki Ukraynalı’yla karşılaştık. Bizi görünce el kol işareti yaptılar. Meraklı bakışları vardı. Anlamaya çalışıyorlardı ama biz de dil bilmiyorduk. Bir baretteki orak – çekici gösterdik. Onlar da “Russia” dediler. Ondan sonra Lenin dedik. Marks – Engels dedik. İçlerinden biri Troçki dedi. İşte böyle anlaşamadık. En son diğeri anlaşabileceğimiz tek sloganı buldu. NO PASARAN!”


NƦN RJHQNXN

0HUW NDSLWDOLVW 0(%

0FWÆÂRÂ_IF µÀWJYRJSNS JÀNYNRNS TSZWQZ NƦNQJWNSNS JRJPL»H»S» XFYÂS FQÂU UF_FWQF^FS GNW ÆJGJPJ [FW 'ZWOZ[FSÂS RJWIN PJSINSN µ[JWPJS MÂWXÂ_QÂÀÂS Xµ^QJWRNÆ 2*'ÔNS XTS »HWJYQN µÀWJYRJSQNP F¦ÂPQFRFX GZIZW

“Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler” Çingenenin merdi kendini överken hırsızlığını söyler, anlamına gelen bu söz, içerisinde bulunduğumuz modern zamanlarda ırkçılık karşıtı bir düzeltme ile şöyle ifade edilse gerektir: “Merd-i burjuva şecaat arzederken sirkatin söylermiş…” Kapitalist zamanların hırsızları olan burjuvalar, kendilerini övelim derken emekgücü hırsızlıklarını bir kez daha itiraf ettiler. KPSS skandalının ardından Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) “çözüm buldum” açıklamasında soruşturma uzarsa öğretmen açığını “ücretli öğretmenlik” alımıyla kapatacağını duyurdu! Sınavlar ertelenip yenilenince bu yılın göstermelik kadro atamaları da ister istemez 2. döneme kaldı. Peki ücretli öğretmenlik nedir?

Ücretli öğretmenlik, bireysel bir sözleşmeye imza atarak ücretli görevlendirilen ve okul, ilçe veya il milli eğitim müdürünün sözleşmeyi feshetmesi durumunda işten çıkarılacak, tamamıyla işgüvencesiz bir öğretmen istihdam biçimi. Haftalık 30 saat derse girebilmeleri durumunda -ücretlerinden vergi kesildikten sonra- yaklaşık aylık 500 TL’ya çalıştırılan ücretli köleliğin adı, “ücretli öğretmenlik”. İşte, KPSS sorunlarının organize biçimde dışarıya sızdırıldığı ve satıldığı açığa çıkınca “çözüm” diye sunulan bu istihdam biçimidir. Burjuvazinin çözümü, işçi öğretmenlerin sayısının arttırılması. Kapitalist patron olan MEB, işçi olan da ücretli öğretmenler. Bakanlık güya mertçe, “çözüm buldum” diye kendi kendisine övünürken, aslında emek hırsızlığını itiraf ediyor.

Peki, bu durum MEB’teki “kötü niyetli yöneticiler”den, bunların”kişisel tercihlerinden” mi kaynaklanıyor? Örneğin mesela hükümet değişse, MEB değişebilir mi sizce? Hayır, bu Milli Eğitim Bakanlığı’nın hükümetler üstü kapitalist yapı ve karakterinden kaynaklanıyor. MEB patrondur, öğretmenin emekgücünü işletir ve sermaye biriktirir. “Eğitimde özel sektör” adı verilen örgütlü hırsızlık şebekesi ile kolkola, kadrolu öğretmenlerin ücretlerini aşağıya doğru baskılar, kamuda ücretli öğretmenliğin yaygınlaşması işte bu stratejik hedefin fethi içindir.

rekabete sokularak KPSS’ye mahkûm edildi. Tek biçimli ve kadrolu çalışma ortadan kaldırılarak ücretli-vekilsözleşmeli öğretmenlik statüleri yaratıldı, onbinlerce öğretmen özel okul ve dershanelerin rekabet koşullarında güvencesiz çalışma koşulları altında işçileştirildi.

Eğitimde özelleştirme, 80’li yıllarda başladı. İlk dershane ve özel okulların açılmasından sonra, giderek bu karlı sermaye biriktirme alanı büyüdü ve genişledi. Bugün derhane ve özel okul piyasası milyon dolarların döndüğü dev bir paralel sektör haline geldi. Özel sektörün genişlediği bu yılların ardından, özellikle 2000’li yıllardan sonra MEB de kapitalist değişime uyum sağlamak için kendince stratejik adımlar atmaya başladı. Bütçe hesaplamalarında eğitime kamudan ayrılan pay yük olarak görülmeye başlandı, bunu aşağıya çekmek için okulların ödenekleri kesildi. Kamuda örgütlü eğitim sendikaları düzeniçileştirildi, muhalefetleri can yakmaz düzeye getirildi. Onbinlerce öğretmen açığı varken atamalar durduruldu, üstüne üstlük fazladan 300 bin öğretmen okullardan mezun edildi, işsiz öğretmenler birbirleriyle

Sorular satıldı, son KPSS de iptal edildi. Şimdi ÖSYM’yi de yeniden yapılandırıyorlar.

Bunların üstüne bir de, son KPSS de ÖSYM’de daire başkanı olan M.T.’nin, ÖSYM Soru Hazırlama Komisyonu Üyesi olan eşi G.T.’nin, KPSS eğitimi de veren bir dershanenin sahibi olduğu ortaya çıktı!

Tüm bunların sonunda gelişmeler bizi “mert burjuvalar”ın karşısına getirdi. Karşımızda öğretmenin, eğitimin onurlu işçilerinin emekgücünü satın alıp pazarlayan bir şebeke var. Burjuvanın merdi, kendini överken hırsızlığını söylermiş. MEB’in son ücretli öğretmenlik açıklaması budur. Bu kapitalist sistemin karşısında, açıkça ve (evet karşı yönden, kelimenin gerçek anlamıyla) mertçe, ücretlisiyle-kadrosuyla-sözleşmelisidershane öğretmeniyle-işsiz ve işçi öğretmenlerin birleşerek söyleyeceği bir çift söz olur elbet. İşte günümüzün kendileriyle övünen emek hırsızlarının korkusu da, saltanatlarının bittiği nokta da o andan sonra başlayacaktır.

'LSORPDOÜ LíVL] IDEULNDODUÜ DÁÜOGÜ

2010-2011 eğitim-öğretim yılı KPSS, kopya, ücretli öğretmenlik, kalabalık sınıflar, boyasız badanasız okullar derken 16 milyon öğrenci okula, yaklaşık 700 bin eğitim emekçisi de göreve başladı.

Okullar açıldı. Öğretmensiz, sınıfsız, laboratuarsız, bütçesiz… Yani yine onlarca sorunla açıldı. Velilere kırtasiye masraflarından okul aidatlarına kadar yüklenen paralar ise Eğitim-Sen’in araştırmasına göre 3 bin liradan daha fazla. Asgari ücretle geçimini sağlayan bir ailenin çocuğunun, bu koşullarda okula gidebilmesi için 6 ay hiç birşey yapmaksızın, sadece tek bir çocuğun okul masraf-

larını karşılamak için çalışması anlamına gelmektedir. Bu ise sadece okul başlangıcı için. Birileri okul kitaplarını ücretsiz dağıtarak “parasız eğitim” propagandası yapsa da bunun böyle olmadığı gerçeğini anlatmaya dahi gerek yoktur. 16 milyon öğrenci yeni döneme başladı. Eğitim hakkını dört duvar okul olarak sunan sistemin, gencecik beyinleri, bedenleri sınav sistemi ile uyuşturduğuna, kimliksiz, ilgisiz, duyarsız, ruhsuz, mutsuz insanlara dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Bizzat bu sistemin öğrencileri olarak, herşeyden önce kendimizden biliyoruz bunu. Dört duvar okullarda,

öğrencileri bekleyecek birer öğretmen dahi ver(e)meyen bir sistemin çocuklarımıza nasıl gelecek vereceğini yine kendimizden biliyoruz: Diplomalı işsizler!

Her yıl daha kötüye giden çürümüş kapitalist eğitim sisteminin, toplumun ihtiyaçları gözetilerek, yeniden yapılandırılması zorunludur. Öğretmensiz tek bir öğrencinin kalmadığı, ırkçı-cinsiyetçi-dinci müfredatın yerini bilimsel değerlerin aldığı, bilgisayarsız tek bir sınıfın kalmadığı, spor salonlarının, müzik odalarının olduğu, öğrencilerin çok yönlü gelişimlerinin olanaklarının bulunduğu bir eğitim sistemi.

*ÀNYNR RFXWFKQFWÂS PFWÆÂQF^FGNQRJP N¦NS NSÆFFYYF ¦FQÂÆFS 2ZÀQF SN[JWXNYJXN µÀWJSHNXN RJW JYNS ¦FQÂÆYÂÀ NSÆFFYÂS PFYÂSIFS I»ÆJWJP µQI»


NƦN RJHQNXN

$ODUP Sermayenin işçi katliamları hız kesmiyor ve önümüzdeki dönemde katlanarak devam edecek. Göçük altında cesetleri bile çıkarılmayan, sel sularına kapılıp kaybolan, yanarak, zehirlenerek, parçalanarak katledilen işçi cesetleri üzerinden büyüyor sermaye. Her işçi katliamının ardından burjuvazinin çalışma bakanından valisine, kaymakamından müfettişlerine kadar en yetkili ağızlar soruşturmanın başlatıldığını söyler. Onların soruşturma dedikleri, göstermelik bir iki mahkemede işçi katili patronların aklanmasıdır ancak. Her katliamdan sonra devletin güvenlik kuvvetleri olay yerindedir, katledilen işçilerin yakınları ve arkadaşlarının öfkesini bastırmak için. Bakmayın siz onların “hukukun üstünlüğü”, “demokratik anayasa”, “demokrasi” vs. safsatalarına. Bbunların hepsinin başına fiilen bir “burjuva” eklerler onlar, hepsi burjuvalar içindir bu özgürlüklerin. Referandum oylamasından sonra anayasa tartışmaları devam ediyor. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek referandum sonrasında anayasa anonsu yaptığını söyleyerek şöyle bir çağrı da bulunmuş: “Biz Anayasa siparişi vermiyoruz. Herkesin fikrini söylemesini istiyoruz. ‘Yeni Anayasa’ diyenlere iki çağrımız var; birincisi usulünü söylesinler. İkincisi, esası yani önerilerini söylesinler. Çünkü Anayasa değişikliği konusunda bahane arayanlara bahane vermek istemiyoruz.”

=DPDQÜ JHOPHGL PL" Öncelikle bütün işçi yoldaşlarıma selam ederim. Bu bozuk düzenden anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki… Ben liseyi yeni bitirdim, sınava hazırlanmam gerekiyor ama ailemin maddi durumu kötü olduğu için düşük ücretle ve fazla mesai ile çalışmak zorundayım. Babam bir belediyede çalışıyor ama o da düzenli aylık alamadığı için bana yardımcı olamıyor. Şu an Antalya’da bir otelde çalışıyorum, daha doğrusu eziliyorum, sömürülüyorum… Mutfak departmanında calışıyorum. O kadar iğrenç iş yapıyorum ki kendimden utanıyorum. Mutfakta temizlik düzenli bir şekilde yapılmıyor ve insan sağlığı yok sayılıyor. 8 saat çalışmamız gerekirken 12 saat çalısıyoruz, bu mesailerle birlikte 15 saati buluyor. Ancak mesailerin ücreti ödenmiyor, ödenmediği gibi mesaiye kalmazsan işten atılma gibi bir durum söz konusu. Çalı-

sanların çoğu da benim gibi ÖSS mağduru olduğu için bütün bunlara katlanmak zorundayız. Bütün bu sıkıntılar yetmezmiş gibi bir de patrona özel yemek yapmamız gerekiyor her akşam. Patron yemeği beğenmezse işten atılma ihtimalin çok yüksek, bu da demek oluyor ki seneye sınava giremeyeceksin. Çünkü yazın para biriktiremedin, dolayısıyla dersaneye gidemeyeceksin. Ayrıca otelde çalışan stajyerler var. Onlar da düşük ücretle çalışmaya mahkum ediliyor. Otel yöneticileri stajyer çalıştırabilmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Sizlerin de bildiği gibi stajyerler çok düşük ücretle çalıştırılıyor, tabii mesai de cabası. Aynı kaderi paylaştığım emekçi kardeşlerim artık bu gidişe dur demenin bir vakti gelmedi mi? İş kazalarında ölüme gidenlerin öcünü alma zamanı gelmedi mi? Antalya’da otelde çalışan bir işçi öğrenci

Usulleri nedir pek bilmeyiz ama biz işçi ve emekçilerin de aşağıda maddeler halinde sıraladığımız birkaç önerimiz olacak: -Taşeron sisteminin yasaklanması -İş güvenliği ve işçi sağlığı önlemleri almayan patronların ve devlet görevlilerinin derhal cezalandırılması -İşçi katliamlarına neden olan patronların mal varlıklarına el konulması ve tutuklanması -6 saatlik işgünü, insanca yaşayacak ücret -Sendikalaşmanın önündeki tüm engellerin kaldırılması -Eğitim, sağlık , konut ve kültürel gelişim gibi en insani ihtiyaçların en temel hak olması -İşçi ve memurlardan alınan vergilerin kaldırılması, artan oranlı servete göre patronlardan ve tekellerden vergi alınması… Önerilerimiz uzar gider ve illaki tüm bunların anayasada güvence altına alınması ve değiştirilemez olması. Bu önerilerimizin burjuvazi için kabul edilebilir olmadığını biliyoruz. Onların anayasalarında bize yer yok. Bizim yapacağımız anayasada da onların yeri olmayacak. Bizim anayasamız yalın, anlaşılabilir bir dille yazılacak. Bizim anayasamız, burjuva sınıfının egemenliğini değil, işçi sınıfının egemenliğini ve özgürlüğünü esas alan bir anayasa olacak. Sosyalist İşçi Demokrasisi Anayasası! Burjuva demokratik anayasadaki “25. maddenin a fıkrasının b bendi” gibi tumturaklı sözler, burjuvazinin işçi sınıfını sömürmesini perdeyelecek anlaşılmaz kavramlar olmayacak. Öyle sipariş üzerine hazırlamayacağız anayasamızı. Fabrikalarımızda, mahallelerimizde, kentlerimizde, köylerimizde kısacası yaşamın her alanında tartışacağız bizim olan anayasamızın nasıl olacağını. Hazırlanışından uygulanmasına ve denetlenmesine kadar işçi sınıfının ve emekçilerin iradesi olacak. Ve bütün bunları sosyalist işçi demokrasisi organları olan, burjuvaziye karşı mücadele içerisinde bugünden temellerini atacağımız işçi meclisleri, işçi konseyleri, işçi komiteleri ve işçi milisleri kurarak yapacağız.

.XP WRUEDOÜN JÐUHYLPL] ELWWL Adana’da Ruh Sağlığı İstasyonu ile Akıncılar İstasyonu arasında 14 Mayıs’tan bu yana ücretsiz sefer yapan metro, 27 Eylül Pazartesi gününden itibaren ücretli olacak. Adana ‘da 1999 yılnda başlayan metro inşaatı, henüz tam olarak tamamlanmadan 2010 Mart ayında belediye başkanlığı seçimlerinden önce Aytaç Durak tarafından açılışı yapılmış, ücretsiz olarak da seferlerine başlamıştı. Hiç bir ön hazırlık yapılmadan ve doğru düzgün deneme sürüşleri olmadan insanlar kum torbası olarak kullanılarak hizmete girmişti. Ancak seçimler biter bitmez de tık diye seferler durmuştu. Mayıs ayında tekrar başlayan seferler ücretsiz olarak devam ediyordu. Anlaşılan o ki kum torba görevmiz bitmiş ki seferler paralı hale getirildi. Tabii ki okulların açılmasının da bü-

yük etkisi oldu ücretli hale gelmesinde. Büyükşehir Belediyesi Basın Bürosu’ndan verilen bilgiye göre; 27 Eylül Pazartesi gününden itibaren ücret uygulamasına başlanacak Adana Metrosu’na binen sivillerden 1 TL, öğrencilerden ise 90 kuruş alınacak. Bu sistemde kum torbalığı biter müşterilik başlar.


8

9

Proleter demokrasi konseyler demokrasisidir NƦN RJHQNXN

NƦN RJHQNXN

-

-

-

mümkün olur. Konseyler, proletarya

-

-

-

lüğünden farklı olarak azınlığın ço-

-

Çok partililik ve parlamento burjuva XÂSÂK JLJRJSQNÀine daha LJSNÆ bir temel PF_FSIÂWIÂÀÂ gibi, temsililik µ_JQQNÀN emekçi XÂSÂKQFWÂS siyasal yaÆFRF ITÀWZIFS PFYÂQRFQFrÂSÂ PFWFWQFWÂSÂ kendilerinin FQRFQFWÂSÂ önler. -

olmaktan çıkması, “devlet olmayan -

-

-

rüyü sürdürme aracı kılan koşullar

doğrudan katılmalarını, kararlarını

-

-

-

bağlarından kurtulmuş olarak özgür-

rı karşısında da asıl gücünü devlet-

-

-

-

-

doğrudan araçla-

ve bastırdığı şey,

-

-

düzeye çıkar ve

hammül edeme-

yönetme gücü kazandıran kurumları-

-

-

-

-

-

manın koşullarını oluşturmak, onu turan bunlardır. Burjuva demokra-

-

dolaysız katılımı ön koşuldur. Önce-

-

sel farkını toplumsal-kurumsal yapı -

lumsal yapı… netsel görevlerde artan ölçüde yer al-

uygulamanın güçlü araçlarına da satörlüğüne karşı saldırıları karşısında

-

-

-

-

-

devlet örgütlen-

çözümü kolay olmayan sorunların

-

-

-

-

-

-

devralınamaz. Bu organların varlığı, -

-

-

kurması ve baskı-

katılacakları, bulı olmaktan çıkıp

olan bu görüşü yıkacağız! dur.

-

özgürlük, toplumsallaşmış ve güçkomünal toplulukların aralarında kurdukları doğrudan ve çok yönlü, -

-

nımı ve kavranışı, görev, sorumluluk,

de artan sayılarda yer alacakları, doğrudanlaşan -yasama-yürütme-yargı -

-

baren buna uygun olması ve bu yön-

-

-

-

-

nın her alan ve düzeyde kuruluşunu

-

-

-

olur.

-

-

-

-

yacaklardır.


NƦN RJHQNXN

'DKD QH EHNOL\RUX]" Sabah 7’de başlayan işe 16 kişi inmedik. İsteklerimizi söyledik. Maaşların zamanında verilmesi, şantiyede 24 saat doktorun bulunması, işe ilk girdiğimizde bize imzalatılan iş güvenlik sisteminin kağıt üzerinde kalmaması ve yerine getirilmesi (iş güvenliğinde ”her şantiyede 24 saat doktorun hizmet vermesi ve üç vardiya sistemi” yani 8 saat çalışma sistemi de var), işçilere verilmeyen malzemenin denetleme sırasında üzerinde bulunmadığından dolayı kesilen para cezalarının kaldırılmasını istedik. Fakat bunlardan sadece malzeme konusunu kazanabildik. Biraz gülünç duruma düştük anlayacağınız. Size işten nasıl bu kadar kolay çıkarılır anlatmak istiyorum.

Merhaba arkadaşlar. Ben İsmail. Tünel işçisiyim. Bir işçi olarak her zamanki gibi sorunlarımızdan bahsetmek istiyorum. Genelde hepimizin karşılaştığı sorunlar. Güvencesizlik, örgütsüzlük, uzun çalışma saatleri ve bunlardan hala şikayetçi olmayan, ses çıkarmaktan korkan ya da kişisel çıkarları ön plana atılarak susturulan işçi yığınları. Çalıştığım yerde bunların hepsi mevcut. Çoğu yerde mevcut olduğu gibi. Birşey yapmaktan çok, uzak kalma konusunda direnen işçiler için ne yapmamız gerektiği konusunda bilgilendirilmek üzere bekleyen işçiler de var tabii ki. Beklenerek birşey değişmeyecektir. Onun için bir şey yapmak istedik ama sayıca az ve deneyimsiz olduğumuzdan dolayı pek de başarılı olamadık. Ücretlerin geç verilmesi, işçi sayısının düşürülüp az işçi ile çok iş yaptırma politikaları, kolayca işten çıkarılmalar, çalışma koşullarının zorluğundan dolayı ses çıkarmanın bizim için işten çıkarılma durumuna düşme anlamına gelmesi ve bunun bize verdiği psikolojik rahatsızlıklar, yaptığımız kısa grevin başarısız kalması…

Çalıştığımız yer diz boyu çamur içinde. Sağlıksız, kimyasal maddelerin gelişi güzel çalışılan alana bırakıldığı, işçi güvenliği için işçide bulunması gereken malzemenin eksik olduğu bu şartlar altında çalışma koşulları olan bir ölüm kuyusudur adeta. Tabii ki maden işçileri kadar zor şartlar altında değiliz, ama sömürü her zaman her yerde aynı. Daha işe yeni girmiş Vedat diye bir arkadaşımız, yeni nişanlı daha, düğün parası biriktirmek için Bartın’dan kalkıp gelmiş. Daha 3. günündeyken bulunduğumuz bölümde çalışmamız için gerekli olan makinanın halatlarını kepçenin dişlerine takarken şantiye şefinin geldiğini görüyor ve işini yapmaya devam ediyor. Uzun süre çalıştığımızdan dolayı sigara içmeye bile vakit olmadığı için bu zevki çalışırken yapıyoruz. Tıpkı Vedat’ın o zevki çalışırken yaptığı gibi. Bu şantiye şefinin dikkatini çekiyor ve aşağılar bir şekilde “Lan ne o ağzındaki sigara, bu şekilde mi çalışıyorsun sen?” diyor. Vedat da “Sigarayla çalıştığım dikkatinizi çekiyor ama eldivensiz, maskesiz, 12 saat çalıştığım hiç dikkatinizi cekmiyor, neden?” diyor ve sadece bundan dolayı işten çıkarılıyor. İşçiler bu adamın adını ”Azrail” koymuş. Ben de iş kazasında hayatını kaybetmiş bir gencin kardeşi olarak, güvencesiz ve sendikasız çalışmaya, taşeron sistemindeki kalpazanlığa, ucuz iş gücüne dur demek için daha kaç işçinin sömürülmesine sessiz kalacağız, daha kaç işçinin ölmesini bekliyoruz diye sormak istiyorum. Ve eklemek istiyorum, örgütsüz işçiler ezilmeye mahkumdur.

$QNHWH VÜðPD\DQ

GÖQ\DPÜ] Ben büyük bir markanın mağazalarından birinde kasiyer olarak çalışmaktayım. Geçenlerde müdür SGK’dan geldiği söylenen bir anket formuyla yanımıza geldi. Anket formunda “Sendikalı mısınız?, işyerinden bir şikayetiniz var mı?, aldığınız ücret yeterli mi?, işyeri hakkındaki görüşleriniz?” gibi sorular vardı. Yani SGK bu anketle, işçi memmnuniyetini ölçmek için sürme dahil bir çok yaptırımı elinde bulunduran müdürümüzü kullanıyordu. Tahmin edeceğiniz üzere müdürümüzün isteğiyle

'JS IJ NÆ PF_FXÂSIF MF^FYÂS PF^GJYRNÆ GNW LJSHNS PFWIJÆN TQFWFP L»[JSHJXN_ [J XJSINPFXÂ_ ¦FQÂÆRF^F [J YFÆJWTS XNXYJRNSIJPN PFQUF_FSQÂÀF ZHZ_ NÆ L»H»SJ IZW IJRJP N¦NS IFMF PF¦ NƦNSNS XµR»W»QRJXNSJ XJXXN_ PFQFHFÀÂ_ IFMF PF¦ NƦNSNS µQRJXNSN GJPQN^TWZ_ IN^J XTWRFP NXYN^TWZR ;J JPQJRJP NXYN^TWZR µWL»YX»_ NƦNQJW J_NQRJ^J RFMPZRIZW

“iş ve işle ilgili şikayet sorularını” boş bıraktık. Peki, dedim kendi kendime, o boş yerleri doldurabilseydim neler yazardım. Ayrı ayrı konuşulduğunda herkes belli şeylerden şikayetçi ama bir grup olarak bu şikayetleri dile getiremiyoruz. Herkes birbirinden veya birinden hak bekliyor, anlaşılmayı bekliyor ama kimse bunu yüksek sesle söylemiyor. Ücret az ama eve katkı sağlamak için benim gibi bir çok işçi arkadaşım da bu ücrete çalışmak zo-

runda kalıyoruz. Bunu bildiklerinden kasiyer ve reyon görevlisi olarak hep bekar ve yaşı küçük işçiler alınıyor. Ayrıca ücret az ve yaptığımız iş alabildiğine çok. Kasiyerim ama temizlik, reyon işleri, -daha önce çalıştığım başka bir işte bulaşıkları da kasiyerler olarak biz yıkıyorduk- ortada kalmış ne kadar iş varsa bize yaptırıyorlar. Sürekli bir emir komuta zinciri var. Senin bir üstün, üstünün de bir üstü böylece uzayıp gidiyor. Patronlar işe alırken müşteriyle kolay diyalog kurabilecek insanları seçiyor. Ama aynı diyaloğu iş arkadaşlarımızla kurmamıza müdahele ediyorlar. Yüzlerimizden bir isteksizlik, bir bıkkınlık aktığı halde aynı işi yapmaya devam ediyoruz. Hepimiz ayrı ayrı işimizden mutsuzken bir araya geldiğimizde mutlu olduğumuzu söylüyoruz. Çünkü aramızda müdüre laf taşıyanlar var. Müdüre laf taşıyarak belirli bir

yere gelmeye çalışıyorlar, böylece müdürle aralarını iyi tutuyorlar: Yarım zamanlı çalışanla tam zamanlı çalışan arasında farklar var. Yarım zamanlı çalışanlar genellikle işi geçici olarak düşündüklerinden işyerindeki koşullarla yeterince ilgilenmiyorlar. Zaten her mağazada ayrı koşullarda çalışılıyor. Bu da ortalama 10-15 kişinin çalıştığı mağazalarda reyon şefleri, kıdemli, yeni ve eski diye bölünmüşlüklerimize bir yenisini ekliyor. Aslında ben bunları yazmaya başlamıştım, ama hemen kağıdı aldılar ve “o sorular boş bırakılacak” dediler. Şikayetlerimizi yazmamıza bile tahammülleri yok. Şikayetlerimizi bırakalım çözmek, yazabilmek için bile bir araya gelmemiz şart diye düşünüyorum ve eğer birlikte hareket edersek bir şeylerin değişebileceğine inanıyorum.


NƌN RJHQNXN

ùíà LOHU ]HKLUOHQGL DPD EL]H LQDQPDGĂœODU 22 Ĺžubat’ta BalÄąkesir Dursunbey’deki kĂśmĂźr madeninde yaĹ&#x;anan grizu patlamasÄą nedeniyle 15 iĹ&#x;çi hayatÄąnÄą kaybetti. Haber bĂźltenlerinde bĂśyle geçti. Balyoz darbecilerine yapÄąlan gĂśzaltÄąlarÄąn hengamesi arasÄąnda hak ettiÄ&#x;i ilgiyi gĂśrmedi bu haber. Emekli “paĹ&#x;alarÄąnâ€? emniyette geçirdikleri sĂźrede rahat etmelerini saÄ&#x;lamak için sunulan çekyattan, Ăśzel sipariĹ&#x; yemeklere kadar bir dizi Ĺ&#x;eyin haberi arasÄąnda kayboldu. Birkaç gĂźn bile olsa “paĹ&#x;alarÄąnâ€? yaĹ&#x;am standardÄąnÄąn dĂźĹ&#x;mesi karĹ&#x;ÄąsÄąnda madencilerin Ăślmesinin ne kadar deÄ&#x;eri olabilirdi ki! Elbette burjuva medya olarak kameralar emniyet-adliye arasÄąnda dolaĹ&#x;acaktÄą. Ä°Ĺ&#x;çi ailelerin gĂśzyaĹ&#x;larÄąndan reyting kapma yarÄąĹ&#x;Äąna da girilebilirdi oysa, ama paĹ&#x;alar olmasaydÄą. Dramatik yaĹ&#x;am ĂśykĂźleri sunulur, maden sahibine dĂśnĂźk kiĹ&#x;isel suçlamalar yapÄąlÄąr ve birkaç gĂźnĂźn sonunda bir dahaki kazaya kadar unutulmaya terkedilirdi. TÄąpkÄą aynÄą madende 1 Haziran 2006’daki grizu patlamasÄąnda Ăślen 17 iĹ&#x;çi de olduÄ&#x;u gibi ya da çok daha yeni 10 AralÄąk 2009’da Bursa’da yaĹ&#x;anan ve 19 iĹ&#x;çinin hayatÄąnÄą kaybetmesinde olduÄ&#x;u gibi; çok gerilere gidip 60 yÄąlda Ăślen 3785 maden iĹ&#x;çisini de Ăśrnek verebiliriz. Ä°Ĺ&#x; kazalarÄąnÄą iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn bĂźtĂźnĂź açĹsÄąndan muhasebeye vurursak istatistiklere geçtiÄ&#x;i kadarÄąyla 41158 iĹ&#x;çi iĹ&#x; kazasÄąnda ĂślmĂźĹ&#x;, sakat kalanlarÄąn ise hesabÄą yok. Ä°Ĺ&#x; kazalarÄąnÄąn, patlamalarÄąn nedenlerinin baĹ&#x;Äąnda aĹ&#x;ÄąrÄą çalÄąĹ&#x;tÄąrma ve sermaye sahibinin aĹ&#x;ÄąrÄą kar hÄąrsÄąyla gĂźvenlik ekipmanlarÄąnÄą almamasÄą gelmektedir. Ä°Ĺ&#x;çinin yaĹ&#x;amÄą karĹ&#x;ÄąsÄąnda hovardaca davranmaktan çekinmeyenler “grizu patlamalarÄąyla yaĹ&#x;amaya alÄąĹ&#x;malÄąyÄązâ€? (Dursunbey’deki maden sahibi kapitalist bĂśyle buyurmuĹ&#x;tu) diyerek takdir-i ilahiye sÄąÄ&#x;Äąnanlar, toplam maaliyeti 300 bin lira civarÄąnda olan anti-grizu ekipmanlarÄą

almaktan imtina edebiliyorlar. ÇßnkĂź bu onun için, ĂślĂź yatÄąrÄąmdÄąr, ona herhangi bir kar getirmez. Oysa canlÄą emek, iĹ&#x;çi Ăśyle deÄ&#x;ildir, onu çalÄąĹ&#x;tÄąrabildiÄ&#x;i oranda asgari geçim standardÄąnda bir yaĹ&#x;ama mahkum ederek tatlÄą karlar elde edebilir. Ä°Ĺ&#x;sizliÄ&#x;in bu kadar yoÄ&#x;un olduÄ&#x;u bir toplumda, çalÄąĹ&#x;an iĹ&#x;çilerin ne koĹ&#x;ullardan yakÄąnmaya, ne de gĂźvenlik Ăśnlemleri talep etmeye mecalleri vardÄąr. Ne verirsen kabul ederler. Kazalar karĹ&#x;ÄąsÄąnda da herhangi bir cezai iĹ&#x;lem -toplumsal baskÄą oluĹ&#x;madÄąkça- yapÄąlamayacaÄ&#x;ÄąnÄąn gĂźvencesiyle iĹ&#x;çiyi kĂślelik koĹ&#x;ullarÄąnda çalÄąĹ&#x;tÄąrabilir, onlarÄąn kanÄą Ăźzerinden sermayesini geniĹ&#x;letebilirler. Kapitalist Ăźretim biçiminin temeli budur. Marks yukarÄąda verdiÄ&#x;imiÄ&#x;iz alÄąntÄąda 150 yÄąl Ăśncesinden, o gĂźnĂźn kapitalist Ăźretim biçimini tahlil ederken aslÄąnda bugĂźnĂź de tarif etmektedir. YaralÄą olarak kurtulan iĹ&#x;çi Talat’Ĺn çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąnÄą anlattÄąÄ&#x;Äą o kÄąsa alÄąntÄąda her Ĺ&#x;ey çok açĹk ve nettir: Ä°Ĺ&#x;çiler zehirlenir, patronlar inanmaz (onlar iĹ&#x;çidir çßnkĂź, sĂśzlerine inanÄąlmaz), çalÄąĹ&#x;maya devam denir. Kusanlar bayÄąlanlar olur, çalÄąĹ&#x;maya devam denir. Bir iĹ&#x;çinin gĂśrevi kanÄąnÄąn son damlasÄąna kadar patrona artÄą-deÄ&#x;er yaratmaktÄąr çßnkĂź. Bu gĂśrev hastalÄąk, yaralanma vs. gibi bahanelerle savsaklanamaz. Sonra ne mi olur? BaÄ&#x;Äąra baÄ&#x;Äąra geliyorum diyen grizu gelir ve patlar! Ä°Ĺ&#x;çiler gÜçßk altÄąnda kalÄąr, çoÄ&#x;u ĂślĂźr. Medya ve devlet erkanÄą ĂźzĂźntĂźlĂź yĂźz hatlarÄąyla kaza yerine zuhur ederler. Medya acÄąlÄą hikayeler toplar; devlet “yaralar sarÄąlacak, devletimiz burdaâ€?, “ilk defa mÄą grizu patlÄąyor, bu iĹ&#x;in kaderinde var buâ€? der. Kazazedelere kßçßk yardÄąmlar yapÄąlÄąr, tepkiler soÄ&#x;utulur. SavcÄąlar gelip ifade alÄąr, birkaç gĂśzaltÄą olur, sonra onlar da bÄąrakÄąlÄąr. Dosya tozlu raflarda yerini alÄąr. AkÄąllarda bir tek kalan ßç kuruĹ&#x; uÄ&#x;runa, insani çalÄąĹ&#x;ma koĹ&#x;ullarÄąnÄąn -asgarinin asgarisi bile olmayan- lĂźks

Ă–Ăœ0ÂľRÂťW ^FSĂ‚^TWIZ 5F_FWYJXN LÂťSÂť Ă”J PFIFW ÂŚFQÂÆYĂ‚QFW à ƌNQJW _JMNWQJSIN FRF GN_J NSFSRFIĂ‚QFW 4WFIF GN_N ÂŚFQÂÆYĂ‚WRF^F IJ[FR JYYNQJW Ă ÂŚJWIJ PNRN PTÆZ^TW PNRN GF^Ă‚QĂ‚^TWIZ -FQF GN_IJS NÆ GJPQN^TWQFWIĂ‚ XFFY GZ ÆJPNQIJ ÂŚFQÂÆYĂ‚P &ÆÂWĂ‚ IJWJHJIJ IZRFS [J PTPZ [FWIĂ‚ 4WFIFS ÂŚĂ‚P YĂ‚P FRF GN_N GFÆPF ^JWJ [JWINQJW )ZRFSĂ‚S JYPNXN^QJ GF^Ă‚QRFP Âť_JWJ^INP Ă– )ZWXZSGJ^Ă”IJPN LWN_Z UFYQFRFXĂ‚SIFS ^FWFQĂ‚ PZWYZQFS NƌN 9FQFY 9FSWĂ‚PZQZ FPYFWFS 7FINPFQ olarak gĂśrĂźldĂźÄ&#x;Ăź bu yerlerde çalÄąĹ&#x;Äąp kazalara kurban giden iĹ&#x;çilerin ve “kazalarla yaĹ&#x;amaya alÄąĹ&#x;malÄąyÄązâ€?diyen kanemici patronun uÄ&#x;ursuz sesi kalÄąr. Bu gĂśrĂźntĂźlere alÄąĹ&#x;ÄąlmÄąĹ&#x;tÄąr. Onlarca, yĂźzlerce kez tekrarlanmÄąĹ&#x; olsa da gĂźvenlik Ăśnlemleri hiç alÄąnmaz. Sonra adÄąna “kazaâ€? denir. Nedense bu kazalar gelir ve hep iĹ&#x;çileri bulur. Kimi zaman madenlerde, kimi zaman tersanelerde, kimi zaman fabrikalarda. Ă–lĂźm hep iĹ&#x;çinin payÄąna dĂźĹ&#x;er. Sonra Ĺ&#x;air sorar â€œĂślĂźm hep bize mi dĂźĹ&#x;er

usta?â€? diye‌ Sonra birileri “cinayetâ€? diye baÄ&#x;ÄąrÄąr ama Marks’Ĺn tespitindeki gibi amaç kar olduÄ&#x;u zaman adam ĂśldĂźrmenin mubah olmasÄą kuralÄą iĹ&#x;ler. Adaletin mĂźlkĂźn temeli olduÄ&#x;unu kanÄątlamaya çalÄąĹ&#x;an mahkemeler de gĂśrevini yerine getirir: “MĂźlk sahibinin beraatine, mĂźlksĂźzlerin daha çok çalÄąĹ&#x;masÄąna‌â€? der. Daha çok, daha çok çalÄąĹ&#x;tÄąrÄąlmasÄą istenen mĂźlksĂźzlerin de saati gelecektir. Saati sĂźrekli geriye almak nafiledir. MĂźlksĂźzleĹ&#x;tirilenler mĂźlksĂźzleĹ&#x;tirecektir. Tarihin kaçĹnÄąlmaz ereÄ&#x;idir bu!..

Ă–&ÆÂWĂ‚ ÂŚFQÂÆYĂ‚WRF JRJPÂŚN^N GNW ITQFU GJ^LNWNSJ ÂŚJ[NWRJ XJWRF^J^N ÂŚTĂ€FQYRFSĂ‚S ^F IF FWYĂ‚ IJĂ€JW ÂťWJYNRNSN MĂ‚_QFSIĂ‚WRFSĂ‚S GNW FWFHĂ‚IĂ‚W 'Z JPTSTRN IFWFHĂ‚P [J XFĂ€QĂ‚Ă€F _FWFWQĂ‚ ^JWQJWJ NƌNQJWN ÂťXY ÂťXYJ ^Ă‚Ă€RF^F ^F IF PFUNYFQNXYQJWNS INQN^QJ Ă–^JWIJS YFXFWWZKFĂ— LÂť[JSQNP F^LĂ‚YQFWĂ‚ PZQQFSRFPXĂ‚ _Ă‚S YJMQNPJQN RFPNSFQFWĂ‚ F[ZÂŚ NÂŚN PFIFW ^JWQJWJ ITQIZWRF^F XFĂ€QĂ‚Ă€F _FWFWQĂ‚ ^F IF RFIJSHNQNPYJ TQIZĂ€Z LNGN ÂťWJYNR XÂťWJÂŚQJWNSIJ LÂť[JSQNP PZWFQQFWĂ‚SĂ‚ NMRFQ JYRJ^J [FWIĂ‚WĂ‚W ›WJYNR XÂťWJHNSN NƌN NÂŚNS NSXFSN _J[PQN ^F IF MNÂŚ IJĂ€NQXJ IF^FSĂ‚QFGNQNW MFQJ LJYNWRJP NÂŚNS LJWJPQN PTÆZQQFWĂ‚S [J ÂľSQJR QJWNS MNÂŚGNWNSNS ^JWNSJ LJYNWNQRJINĂ€NSNS GZWFIF XÂľ_ÂťSÂť GNQJ JYRN^TWZ_ 0FUNYFQNXY FÂŚĂ‚XĂ‚SIFS GZ YFRFRJS ^FWFWXĂ‚_ [J FSQFRXĂ‚_ GNW NXWFKYĂ‚W 0FUNYFQNXY ÂťWJYNR GNÂŚNRN LJSJQQNPQJ GÂťYÂťS UNSYNQNĂ€NSJ PFWÆÂS PJSIN NSXFS RFQ_JRJXN PTSZXZSIF ÂŚTP MT[FWIFIĂ‚WĂœĂ— 2FWPX


NƌN RJHQNXN

+HU XOXV DVOĂœQGD LNL XOXVWXU

à ÆGNWQNPÂŚN 0ÂťWY GZWOZ[F_NXN 0ÂťWY ZQZXFQ MFWJPJYNSIJS KFWPQĂ‚ GNW YZYZR FQĂ‚U Ă–J[JYĂ— IN^JWJP PJSIN NÆGNWQNPÂŚN XĂ‚SĂ‚K [FWQÂÀÂSĂ‚ [J ÂŚĂ‚PFWQFWĂ‚SĂ‚ NQFS JYYN “KĂźrtâ€? deyince kafalarda tek tĂźrden bir insan, tĂźrdeĹ&#x; bir toplum canlanÄąr. KĂźrt halkÄąnÄąn mĂźcadelesine sempati duyuyorsa olumlu, KĂźrt halkÄąna kßçßmseme, nefret ve horgĂśrĂź ile bakÄąyorsa olumsuz anlamda, ama tĂźm KĂźrtleri aynÄąlaĹ&#x;tÄąran bir bakÄąĹ&#x; vardÄąr. Oysa “her ulus, aslÄąnda iki ulustur.â€? Her ulus içerisinde, çĹkarlarÄą birbiriyle çeliĹ&#x;en iki temel sÄąnÄąf, burjuvazi ve iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą vardÄąr. Ha bir de, ikisi arasÄąnda yalpalayÄąp duran, gßçlĂź bir iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą hareketi olmadÄąÄ&#x;Äąnda burjuvazinin kuyruÄ&#x;una yapÄąĹ&#x;an orta sÄąnÄąf vardÄąr. “TĂźrkâ€? deyince nasÄąl ki milyonlarca iĹ&#x;çi TĂźrk ile azÄąnlÄąkta olup onlarÄą sĂśmĂźren burjuva TĂźrkler aynÄą kefeye konulamazsa, bu KĂźrtler arasÄąnda da belirginleĹ&#x;en sÄąnÄąf ayrÄąmlarÄą açĹsÄąndan da bĂśyledir. KĂźrt ulusu içindeki farklÄą sÄąnÄąflar da, uzunca bir sĂźredir ezilen bir ulus olmanÄąn gerektirdiÄ&#x;i ulusalcÄą-halkçĹ demokratik mĂźcadelede ortaklaĹ&#x;tÄąlar, birlikte mĂźcadele ettiler. Ancak KĂźrdistan’da kapitalizmin geliĹ&#x;mesi ve ulusal mĂźcadelenin geldiÄ&#x;i noktada sÄąnÄąf ayrÄąmlarÄą ve farklÄą sÄąnÄąf tutumlarÄą kendini gĂśstermeye baĹ&#x;ladÄą. Bir yanda çekirdeÄ&#x;ini eski bĂźyĂźk toprak aÄ&#x;alarÄąnÄąn, aĹ&#x;iret sahiplerinin oluĹ&#x;turduÄ&#x;u bir KĂźrt burjuvazisi belirginleĹ&#x;ti ve KĂźrt yoksul emekçilerinin sĂśmĂźrĂźsĂź Ăźzerinden palazlanmaya baĹ&#x;ladÄą. KĂźrt burjuvalarÄąndan Ĺžah Ä°smail BedirhanoÄ&#x;lu, “BĂślgede feodal Ăźretim iliĹ&#x;kileri kapitalist Ăźretim tarzÄąna dĂśnĂźĹ&#x;Ăźyor. Burada yeni bir burjuva sÄąnÄąfÄą oluĹ&#x;uyorâ€? diyor. DiÄ&#x;er yanda ise TĂźrkiye’de ve KĂźrdistan’da çalÄąĹ&#x;an KĂźrt iĹ&#x;çileri, yoksulluk ve sefalet içinde olan KĂźrt kent ve kÄąr yoksullarÄą. KĂźrt ulusal hareketinin baĹ&#x;langÄącÄąndaki kßçßk burjuva ulusalcÄą-halkçĹ demokratik çizgisi, henĂźz çok cÄąlÄąz olan KĂźrt burjuvazisi ile iĹ&#x;çilerini, kent yoksullarÄąnÄą bir arada tutuyordu. Ancak zamanla bu sÄąnÄąf ayrÄąmlarÄą bĂźyĂźdĂź ve tek bir ulusal çizgiye sÄąÄ&#x;maz hale geldi. KĂźrt yoksul emekçi halkÄąnÄąn demokratik Ăśzlemlerini temsil etmeye devam etse de KĂźrt ulusal hareketi, reformistleĹ&#x;erek KĂźrt burjuvazisine yakÄąnlaĹ&#x;maya baĹ&#x;layan bir hatta girdi. UlusalcÄą halkçĹ demokrasi mĂźcadelesi burjuva liberal demokratizmi ile iç içe geçti ve ikincisinin giderek daha fazla hakim olmasÄąna karĹ&#x;Äąn ayrÄąmlarÄąn da ortadan kalkmadÄąÄ&#x;Äą bir durum ortaya çĹktÄą. ÇßnkĂź KĂźrt hareketinde KĂźrt burjuva ve orta sÄąnÄąflarÄąn ideolojik-siyasal etkisi ve egemenliÄ&#x;ine karĹ&#x;Äąn hareketin tabanÄąnÄą ve asÄąl gĂźcĂźnĂź KĂźrt yoksul emekçi kitleleri oluĹ&#x;turuyor. Referandum sĂźreci KĂźrt ulusal hareketindeki sÄąnÄąf ayrÄąmlarÄąnÄą biraz daha belirginleĹ&#x;tirdi. Ä°Ĺ&#x;birlikçi KĂźrt burjuvazisi, KĂźrt ulusal hareketinden ilk kez farklÄą bir tutum alÄąp “evetâ€? diyerek, kendi iĹ&#x;birlikçi sÄąnÄąf varlÄąÄ&#x;ÄąnÄą ve çĹkarlarÄąnÄą ilan etti. KĂźrt burjuvasÄąnÄąn Ăśnde gelen ismi Tarkan KadooÄ&#x;lu, BDP ile fikir ayrÄąlÄąÄ&#x;Äąna iliĹ&#x;kin olarak “BĂślge hiçbir partinin ipoteÄ&#x;i altÄąnda deÄ&#x;il. Birileri çĹkÄąp evet diyorum derse buna karĹ&#x;Äą çĹkÄąlmasÄą doÄ&#x;ru deÄ&#x;il. Biz STK’lar olarak hiçbir siyasi partinin arka bahçesi deÄ&#x;iliz.â€? açĹklamasÄąnÄą yaptÄą. Bu aynÄą zamanda KĂźrt ulusal hareketi içindeki KĂźrt burjuvazisinin ileri karakterinin son kÄąrÄąntÄąlarÄąnÄą da tĂźmĂźyle yitirdiÄ&#x;i, tamamen gerici bir karakter kazandÄąÄ&#x;ÄąnÄąn, resmi ifade-

7JKJWFSIZR XWJHN 0WY ZQZXFQ MFWJPJYNSIJPN XÂSÂK F^WÂRQFWÂS GNWF_ IFMF GJQNWLNSQJÆYNWIN

siydi. KĂźrt burjuvazisi bu gerici politik tutumuna denk dĂźĹ&#x;en “azami programâ€?ÄąnÄą da açĹkladÄą: AB programÄą! PKK ve BDP ise, referandum sĂźrecinde “boykotâ€? taktiÄ&#x;ini belirlediler ve demokratik Ăśzerklik programÄąnÄą açĹklayÄąp, fiilen uygulamaya geçirme mĂźcadelesini baĹ&#x;lattÄąlar. Boykot taktiÄ&#x;i bĂźyĂźk Ăślçßde baĹ&#x;arÄąlÄą oldu. Demokratik Toplum Kongresi, yerel belediye ĂśzerkliÄ&#x;i vb ile demokratik Ăśzerklik, halkçĹ demokratizmin de kimi ĂśÄ&#x;elerini içermekle birlikte, liberal burjuva demokrasisinin bir biçimidir. Nitekim referandum sonrasÄąnda, yeni bir Anayasa pazarlÄąklarÄą çerçevesinde boykot ile evet arasÄąndaki çizgilerin silikleĹ&#x;tiÄ&#x;i gĂśrĂźldĂź. Demokratik Ăśzerklik programÄą, KĂźrt halkÄąnÄąn ĂśzyĂśnetim Ăśzlemlerine hitap etse de onu temsil etmemekte, iki demokrasi biçimi arasÄąndaki ayrÄąm burjuvazinin sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;i olarak burjuva demokrasisi içindeki ayrÄąmlar olarak kalmaktadÄąr. Bu ayrÄąm Ăśnemsiz olmamakla birlikte, KĂźrt hareketi içindeki sÄąnÄąf ayrÄąmlarÄą ve çeliĹ&#x;kileri de

bu ayrÄąma sÄąÄ&#x;mayacak noktadÄąr. KĂźrt iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve emekçileri, fiili demokratik kazanÄąmlarÄąnÄąn yukarÄądan yĂźrĂźtĂźlecek gĂśrĂźĹ&#x;melerde bĂźsbĂźtĂźn gĂźdĂźkleĹ&#x;tirilmesi, daha da gĂźdĂźkleĹ&#x;erek resmileĹ&#x;ebilecek olmasÄą, uygulamada daha da kÄąsÄątlanacak olmasÄą bir yana, demokratik ĂśzerkliÄ&#x;in en ileri biçiminin dahi burjuvazinin sÄąnÄąf egemenliÄ&#x;i olarak burjuva demokrasisi olduÄ&#x;unu Ăśzdeneyimleriyle gĂśrecektir. KĂźrt burjuvazisinin “baÄ&#x;ÄąmsÄązâ€? tutumu, aslÄąnda KĂźrt iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve yoksul emekçilerinden baÄ&#x;ÄąmsÄąz ve karĹ&#x;Äąt tutumudur. Bunun karĹ&#x;ÄąlÄąÄ&#x;Äą, KĂźrt iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve yoksul emekçilerinin de KĂźrt burjuvazisinden baÄ&#x;ÄąmsÄąz ve ona karĹ&#x;Äąt tutum alabilmesi, burjuva demokrasisinin hiçbir biçiminin karĹ&#x;ÄąlayamayacaÄ&#x;Äą, kendi baÄ&#x;ÄąmsÄąz iĹ&#x;çi demokrasisi anlayÄąĹ&#x;larÄąnÄą ortaya koyabilmeleridir. KĂźrt sorununda olduÄ&#x;u gibi, demokrasi sorununda da iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn ayrÄąmÄąnÄą koymasÄą ve baÄ&#x;ÄąmsÄąz tutumunu koymasÄą Ĺ&#x;u soruyla baĹ&#x;lar: Hangi sÄąnÄąf için hangi sÄąnÄąfa karĹ&#x;Äą demokrasi? Sermayeye dayalÄą bir demokrasi mi yoksa sermaye egemenliÄ&#x;inin kaldÄąrÄąlmasÄąna dayalÄą bir demokrasi mi?


NƦN RJHQNXN

.DSLWDOL]PGHQ VHNWÐU PDQ]DUDODUÜ Gezmek, görmek, yeni insanlar tanımak, yeni şeyler öğrenmek ve bunların yanı sıra dinlenmek ve eğlenmek amaçlı yapılan faaliyetler bütünüdür turizm. Aynı zamanda dünyadaki farklı ülke insanlarının da kültür alışverişidir. Çalışma hayatındaki diğer sektörlerle karşılaştırıldığında çok daha eğlenceli ve hareketli bir sektördür. Ancak işin mutfağına girdiğinizde diğer iş alanlarında yaşanan sıkıntıların benzerlerini burda da görmek mümkün.

Turizm özel sektör dahilinde bir hizmet alanı olduğundan esnek çalışma saatleri, emek gücünün karşılığının verilmemesi, sigortasız çalıştırılma gibi genel bir takım sorunlara sahiptir; ancak bunların dışında çalışma ortamındaki iletişim daha laubalidir. Özellikle kadın işçiler turizmde vitrin imajı olarak görülmektedir. Yani kadın işçinin “görselliği”, bilgi becerisinden daha fazla ön plandadır. Bu durum da kendinden istenen her şeye evet deme beklentisi yaratmaktadır. Ben de bu sektörde çalşan bir kadın olarak konu ile ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Devre tatil satışı üzerine çalıştığım bir işyerinde bizlere iki günlük bir eğitim(!) verildi. Bu eğitim elbette satışın yapılması için müşteriyi ikna etmeye yönelik kandırma teknikleriydi. Ve satış sonunda müşteriye 26 yıllık bir üyelik gerektiren, hiçbir yasal yükümlülüğü olmayan bir sözleşme imzalatmamız gerekiyordu. Bu sözleşme imzalandıktan sonra da müşterinin sözleşme maddelerini tekrar inceleyip vazgeçme ihtimaline karşı onunla sohbet edip kafasını meşgul etmek de işimizin bir parçasıydı. Tabii bu iş için özellikle kadın işçiler seçiliyordu. Devre tatil satışı dışında otel rezervasyonu ve uçak bileti satışı üzerine çalışan turizm acentelerinde de çalıştım. Bu acentelerde de benzer sıkıntılar vardı. Örneğin müşterilere görmedigimiz otelleri rezerve etmek zorunda kalıyorduk ve çoğu zaman onlara anlatılanlarla karşılaştıkları durumlar farklı çıkıyordu. Bunun dışında bizim işimiz olmadığı halde çay/kahve servisleri kadın olduğumuz için bizden bekleniyordu. Bu duruma tepki gösteren arkadaşlarımız olsa da durumu kabullenenler çoğunluktaydı.

Ayrıca müdür iş görüsmelerinde dahi kadın adaylara erkeklerden farklı davranıyordu. Erkek adaylarla yapılan iş görüşmeleri kısa sürerken kadınlarla yapılan iş görüşmeleri daha uzun sürüyordu. Hatta kadınlara erkeklerden farklı olarak ‘evli misin, erkek arkadaşın var mı?’ gibi işle alakalı olmayan özel sorular soruyordu ve cinsel tacize varan davranışlarda bulunuyordu. Çoğu kez işe alınma kişinin bu duruma ses çıkarmamasına bağlıydı. Ve iş bulamama korkusu yüzünden çoğu işçi bu gibi durumlara katlanmak durumunda kalıyordu. Elbette kadına yönelik sömürü bunlarla sınırlı değil; ancak bu örnekler bile turizmin de diğer sek-

törler gibi sömürü sisteminin bir parçası olduğunu gösteriyor. İnsanlığı kendine yabancılaştıran, varlıklarını maddiyat üzerinden anlamlandıran bu sistemi değiştirip dönüştürmenin yolu örgütlü hareket etmekten geçer.

8OXFDQODU XQXWXOPD\DFDNWÜU 26 Eylül 1999’da Ankara Ulucanlar Cezaevi bir katliam ve direnişe sahne oldu. O gün Ulucanlar’da Habip Gül, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Mahir Emsalsiz, Zafer Kırbıyık, İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençaslan, Halil Türker, Aziz Dönmez ve Ahmet Savran, ON’lar, ölümsüzleşti.

9Á0' IF[FX YZYXFÀ :QZHFSQFW INWJSNƦNXN 2ZWFY ,»SJÆÔNS ¦N_NRNINW

1999 Ulucanlar katliamı, burjuvazinin kendisi açısından iradi biçimde “bir dönemi kapatmak” için yürüttüğü kapsamlı ve sistemli saldırının işaret fişeği oldu. Hemen arkasından hücre tipi saldırısı geldi. Ulucanlar ve F tiplerine geçiş, Türkiye’de de emperyalist kapitalist dönüşüme ayak uydurmaya ve eski birikim koşullarını genişletmeye

yönelen sermaye egemenliğinin yeni bir düzleme geçiş yapmak için aşması zorunlu eşiğin ifadesi, onun net iradi karşıdevrimci saldırısıydı. Anlatılan dönemsel uğrak noktası özelliği ile birlikte bugün bizim için Ulucanlar direnişi günceldir. Gerçekleştirilen katliam karşısında görkemli bir direniş de vardır. Ülkemizde can bedeli ile yerleşikleşmiş asgari devrimci direniş geleneğini yeni kuşaklara, genç devrimcilere taşıyabilmiş olması ile örnektir. Ulucanlar her şeyden önemlisi kapanmış bir defter değil, burjuva hukuk çerçevesinde burjuva mahkemelerde falan da değil, örgütlü işçilerin hesabını soracağı bir davadır. Ulucanlar unutulmayacaktır.


NƦN RJHQNXN

%LU YDUPÜí ELU \RNPXí

-F[Z¦ZS MF^FQQJWNSN HJU YJQJKTSZ^QF FWFGF^QF XÂSÂWQFSIÂWFS GZWOZ[F IJRTPWFXNXNSN YJWX^»_ JINU UWTQJYJW IJRTPWFXN^N ^FÆFRF^F ¦FQÂÆRFIÂÀÂRÂ_ N¦NS -JUNRN_ XZ¦QZ^Z_ Bir gün bir kuzu kırlarda dolaşırken bir kurt başına tebelleş olmuş. Biri başlamış canını kurtarmak için kaçmaya, diğeri de onu yemek için kovalamaya. Bu kovalamaca çobanın kuzuyu kurtarmasıyla sona ermiş. Şimdi bu olaydan bir demokrasi dersi çıkartalım. Kurt çobana sitem etmiş “Beni aç bıraktın, kuzuyu yeme özgürlüğümü aldın elimden” diye. Kuzu çobana teşekkür etmiş “Yaşama özgürlüğümü bana geri kazandırdın” diye. Kurdun demokrasisi, ufkundaki özgürlük, kuzuyu rahatça yiyebilmek içindir. Kuzunun demokrasisi kırlarda özgürce yaşayabilmek içindir. Burada kurt patronlarsa yani burjuvaziyse, kuzu da biz işçiler yani proletarya ise burjuvazinin demokrasisi işçileri sonuna kadar istediği gibi (özgürce) sömürebilmek içindir. Proletaryanın demokrasisi hepimize yetecek bu dünyada herkesin istediği gibi (özgürce) yaşayabilmesi içindir. Hani sorarlar

ya; “para mı, aşk mı, mutluluk mu?” diye. İşte bu burjuvazinin demokrasisinde paran yoksa ne aşk var, ne de mutluluk. Bunların demokrasisinde aşk bile parayla alınıp satılır, metaya dönüşür. Ne alacağımızı ne zaman alacağımızı bunlar kararlaştırır. Hatta paramız olmayınca hastane kapısından geri çevriliriz, sağlığımız bile olmaz. Bunların demokrasisi hayatın her alanında kendi kimliğimizi, kültürümüzü unutturur. Burjuva kültürünü -kendi kültürünü- aşılar. Bunların demokrasi anlayışı kurdun demokrasi anlayışına benzer. Bunların demokrasisi bizleri, yani proletaryayı kanına kadar sömürmek içindir. Bize yakınımızı, komşumuzu, akrabamızı rekabet ortamında düşman ederek üzerimizde egemenliklerini kurarlar, bizi sömürürler. Bunların demokrasisi bizim ürettiklerimizle bizlerin üzerinde egemenlik kurma anlayışıdır.

Şşşşt Çocuklar Duymasın… Hepimiz aşinayızdır. Bir çocuklar duymasın dizisi vardı. Yeniden yayına başladı. Burjuva kültürünü Meltem’in, feodal kültürü “taş fırın erkek”

6DQWLDJR *UDVVR o(O (PSOHR r ñVWLKGDPp Annecy 2009 Uluslararası Animasyon Film Festivali’nde Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu Ödülü’nü alan kısa film, “El Empleo – İstihdam” 2008 yapımı. Kapitalist sistemin bireyin algısında insanları nasıl nesneler haline getirdiğini ve bu aşağı durumun günlük yaşamın bir parçası olarak nasıl benimsediğini anlatırken, kişinin başkasını kullanırken aynı zamanda kendisinin de nasıl olağan bir halde kullanıldığını da gösteren sarsıcı bir film.

İnsanların yaşamını sürdürebilmesi için, modern kölelik düzeni olan kapitalizm bireyi hiçleştirerek duygu ve düşüncesi olmayan, kullanılmaya hazır halde bir eşyaya çeviriyor. Tekleştirip yalnızlaştırarak her birini bir kapıya paspas, bir masaya sandalye, bir asansöre ağırlığa çeviriyor. Animasyon filmi, Kafka’nın yabancılaşma duygusunu en güçlü biçimde yansıttığı yapıtı olan “Dönüşüm”ü hatırlatıyor.

Haluk’un canlandırdığı dizi. Bir de “havuç” var. Hayalleri cep telefonuyla sınırlı, başka bir şey görmez gözü. Şimdiki bölümlerinde de arabadan başka bir şey görmüyor. Dedik ya bunlar kendi kültürlerini bizlere aşılayarak demokrasisini sürdürür. Bu dizide feodal kültürün kırıntılarını üzerinde barındıran taş fırın erkeği Haluk suçlu çıkıyor her tartışmanın sonunda. Kapitalist kültürü özümseyen Meltem ise hep haklı çıkıyor. Bizim gözümüze gözümüze sokuyor Meltem vasıtasıyla kendi kültürünü. Meltem, istediğini giymek, istediği gibi gezip dolaşmak ister. Burada Meltem’in istediği gibi gezip dolaşması, istediğini giymesi üzerinden kapitalizmde kadının özgür olduğunu anlatır bize dizi. Sermayenin emek üzerindeki sömürüsünü perdelemek ister adeta. Oysa bizim kültürümüz ne Haluk’un feodal kültürü ne de Meltem’in kapitalist kültürüdür. Bizim kültürümüzün özü de yapısı da proleter kültürdür. Çocuklarımızın ufkunun cep telefonuyla, arabayla sınırlı kalmasına izin vermeyip kurtlara yem olmayız biz.

Hepimiz suçluyuz Havuçun hayallerini cep telefonuyla, arabayla sınırlandıran burjuva demokrasisini tersyüz edip proleter demokrasiyi yaşamaya çalışmadığımız için: Hepimiz suçluyuz. Paramız olmayınca sağlığımızın olmadığı, aşkın parayla alınıp satıldığı burjuva demokrasisinde sermayenin oyununa gelip komşumuzla, akrabamızla bu diktatörlüğe karşı mücadele etmediğimiz için: Hepimiz suçluyuz. Hele hele kadınlar. Hem evde hem de işyerinde iki kez sömürüldüğü halde kapitalizmin ona verdiği bir takım göstermelik haklara kanıp sermayenin emek üzerindeki sömürüsünü perdelemesine izin verdiği için: Hem de iki defa suçlu. Aksi takdirde… Ahmet Kaya dinleriz. O zaman penceresiz de kalırız, odamız kireç de tutmaz, o mahur beste çalarken Müjgan’la biz ağlaşırız da, günler de geçmez, acılara da tutunuruz, yüreğimiz de kanar. Hepsi bir yana bir çobanın gelip bizi kurtarmasını bekleriz.


NƦN RJHQNXN

Bilenler bilir bilmeyenler de bilsin, Üreti-yorum, ‘Kapitalizme komple boykot’ kampanyası başlattı. Birçoklarınızın aklına: “Ya siz sanat sepet tayfasısınız, boykot moykot ne karışıyorsunuz politikaya, siyasete… ” gibi bir düşünce gelebilir. Doğrusu bizden hazzetmeyenlerin de bunu bize karşı orada burada kullanabileceğinin, arkamızdan bıdı bıdı edebileceğinin farkındayız ama büyük bir özgüvenle ve sahiplenmeyle bu çağrımızın arkasında durmaya devam ediyoruz… Çünkü biz üretmeye başladığımız; yazıp çizdiğimiz, söylediğimiz, çalıp çığırdığımız

%2<.27$ *(/

ilk günden beri “Kapitalizme boykot!” diyoruz. Sanat yapmaya başlamamızın temelinde bu vardı. Bizi boğan, hiçleştiren, yalnızlaştıran, bulanıklaştıran burjuva kültüre alternatif bir kültür hareketi yaratabilmek. Hayatta kalabilmemiz, yemek yiyebilmemiz, kiramızı ödeyebilmemiz, bazen biraz para biriktirip bir ipod alıp sabahları işe giderken müzik dinleyebilmemiz için günümüzü mesailere boğan kapitalizmi ‘teşhir’ ve ‘tahriş’ etmek vardı, kalemi ele aldığımızda kağıda dökülen daha ilk cümlelerde… Bir çiçeği koklamaktan, bir kediyi okşamaktan, bir nehir kenarında ayaklarımızı yıkamaktan, sağlığımız için değil, sırf işe gidemeyecek olmaktan korktuğumuz için hasta bile olmaktan alıkoyan kapitalizmi boykot etmek vardı her çizdiğimiz karikatürde aslında. Halimizi anlattık hep ve hayalimizi. Ve evet hayalimiz; anayasanın birkaç maddesinin değiştirilmesine sığmayan hayalimiz. Gelecek talebimiz, hedefimiz, ütopyamız; değil birkaç anayasa değişikliğine bu ülkenin sınırlarına da sığmayan tüm

bir dünyayı kucaklayan, adının ne olduğu önemli olmadan, ama varolan adıyla ‘komünizm’ hayalimiz. Dünyanın bile geri dönüşümsüz yok olmaya başladığı bugünde birkaç maddelik bir referanduma sığmayacak; kimi partilerin, hareketlerin ya da kişilerin evet, hayır ya da boykotuna sığmayacak en acil talebimiz: “Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz ve KPSS’siz bir dünya özlemimiz” Asla bizi kesmeyecek, dişimizin kovuğuna sığmayan bu birkaç maddelik referandumu çiğneyip geçen; ve evet böbürlenerek de söylüyoruz hiçbir siyasi parti, hareketin göremeyeceği en uzak ufku gören ve talep eden, üreti-yorum felsefesi…

Bir kez daha diyoruz evetcisine de hayırcısına da ve hatta boykotcusuna da: “Bırak bu işleri devlet su işleri!” “Toptan burjuva anayasasına BOYKOT!” “Komple Kapitalizme BOYKOT!”

'HQJEÄMÈ NÖOWÖUÖQGHQ

KLS KRSnD

2JWXNSÔIJ KFFQN^JY LµXYJWJS ^JWJQ 0»WY¦J MNU MTU LWZGZ 'FSITWÔIFS 8JWMNQIFS [J 5J]\FX NQJ 'FSITW [J 0»WY R»_NÀN »_JWNSJ PÂXF GNW Xµ^QJÆN Kürtçe hip-hop yapıyorsunuz. Yeni yeni yayılan bir şey bu peki siz bu yolu neden seçtiniz? Serhildan -Yaşadığımız bu coğrafyada bir çok halk var, bu zengin kültür mozaiğini doğurur. Bu çok güzel bir şeydir ülkemiz için. Fakat ezilen bir halk da var. Dilsiz bir halk! Yıllarca görünmeyen, yok sayılan… Nedenlerini açıklayacak olursam, hip-hop ’un doğuşundan başlamam gerekecek. Hip-hop Amerika’da yaşayan Afrika ve Latin gençler tarafından hakları ellerinden alındığı, onların da yok sayıldığı bir süreçte gençler tarafından sistemi eleştirmeye, bunu sanat yoluyla popüler alt kültür olan bu müzik tarzı ile dile getirmişlerdir. O dönemde en çabuk yayılan ve genel olarak gençlerin yaptığı bir müzik tarzıdır. Bu müzik kültürü biz Kürt gençlerini de etkilemiştir. Bu yolu seçmemizin nedeni budur. Sadece Kürtlerin sorununu mu dile getiriyorsunuz ve bu temelde yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Pexwas- Öncelikli olarak kendi yaşadığımız sorunlar var buna her şeyi katabiliriz. Fakat genel olarak bütün ezilenleri ve ezilenlerin büyük bir kısmı Kürtler olduğu için ve kendi halkımız olduğu için şarkılarımızda kendi halkımıza dönük ağırlıklı yer veriyoruz. Parçalarımızı kardeş iki halk olan Kürtçe ve Türkçe yapıyoruz. Birlikte düet yaptığımız ve farklı dillerde söylediğimiz çalışmalarımız da oluyor. Serhildan- Grup arkadaşımın da dile getirdi fakat ek olarak şunları söylemekte fayda görüyorum. Bu işe başladığımız döneme dönecek olursak sadece Kürtlerin sorunuydu bizim uğraşlarımız. Ama hip-hop kültürüne yoğunlaştığımızda araştırmalarımız ve tecrübelerimizle gördük ki diğer halkların da sorunları var. Etrafımızda dönen olumsuzlukları ve adaletsizlikleri görmezden gelemezdik ve Türkiye’deki bütün kültürleri içeren çalışmalara yoğunluk gösteriyoruz! Şu an grupta kaç kişi var yürüttüğünüz faaliyetler nelerdir?

Pexwas- Şu an grupta 3 arkadaşız. İsimler şöyle Serhildan, Awaz ve Pexwas. İçinde olduğumuz faaliyetler ise internet üzerinden yayınlamak üzere bir albüm ve bir klip yapıyoruz şu an. Kısa bir süre içerisinde çalışmalarımızı yapacağız. Yakın bir süre içerisinde internetten parçalarımızı ücretsiz indirebilirsiniz. Bandor’un hedefinde ne var, amaçladığı yol ne, hangi konulara karşı tavır alacak? Serhildan- Tavrımız yukarıda verdiğimiz cevaplardadır aslında. Her zaman olumsuzlukları ve ezilen haksızlığa uğrayan her canlının yanındayız. Henüz yolun başındayız ve her zaman gruptaki her bireyin sürekli araştırma ve gelişme, kendimizi yenileme gibi bir hedefimiz var. Kürt müziği size göre günümüzde hangi aşamada? Serhildan- Günümüze göre pek

de beklediğimiz yerde değil. Adeta Kürt müzik piyasası bir çarkın içinde diyebiliriz. Bunda şu an tanınan çoğu Kürt sanatçının payı vardır. Birincisi profesyonel bakış açısı yok. Bir diğer büyük yanlış ise albümler oluyor. Şu an müzik firmalarından çıkan albümlerin %70’i düğün müziklerinde oluşuyor. Bunun nedeni ise sadece işin eğlenceye dayalı yönünü insanlara yansıtmaya çalışıyorlar. Buna sanatçı arkadaşlarımız nasıl bakıyor çok merak ediyoruz. Diğer kısmı ise Kürt müziğinden iyice beslenip sonra asıl görevini unutup işin eğlence ve yozlaşma yönü olan bar kültürünü seçiyorlar. Adeta Kürt müziğini köreltiyor diyebiliriz. Bunların nedenini Kürt müzik kültürünün gelişmesini isteyen arkadaşlarımıza soruyoruz. Kürt müzik kültürü çok eskidir ve çok zengindir. Edebi yönden zengin olan Dengbêjî kültürü günümüze kadar gelmiştir. Biz bile yaptığımız çalışmalarımızda Dengbêjî kültüründen besleniyoruz.


'ÖQ\D 836 LíÁLOHUL LOH

GD\DQÜíPDGD\GÜ Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu (ITF)’nun çağrısıyla tüm dünyadan ulaştırma işçileri, 1 Eylül tarihinde direnen UPS işçileri ile dayanışma eylemleri gerçekleştirdi. Hollanda’da UPS’in girişi 40 ton kumla kapatıldı. Sendika 2. eylem için hazır olduklarını bildirdi. Belçika‘da BTB ve SETCA sendikalarından işçiler, UPS’in Brüksel’deki işletmesinin önünde saat 05:00’ten 10:00’a dek şirketin baş ofis kapısının önünde trafiği yavaşlatarak ellerinde dövizlerle eylem yaptılar. Güney Afrika’da Durban’da SATAWU üyeleri saat 14:00 ile 16:00 arasında, şirketin en yoğun çalıştığı saatlerde şirket telefonlarını kilitleme eylemi gerçekleştirdiler.

Hindistan’da Hindistan Deniz İşçileri Sendikası üyesi 1000 kişi Mumbai’deki UPS binası önünde eylem düzenledi.

işletmesi önünde bir dayanışma eylemi gerçekleştirdiler.

Norveç’te sekiz sendika ortak bir eylem düzenledi. Bir saat süren eylem Oslo UPS terminalinin önünde saat 15:00’te gerçekleştirildi.

Japonya’da çeşitli kentlerden 18 sendika temsilcisi Tokyo’daki UPS merkezine giderek bir protesto mektubu ilettiler.

Finlandiya sendikası AKT’ten sendikacılar da UPS’i protesto eden bir mektubu şirkete ilettiler.

Kore’de ITF’e bağlı ulaştırma işçilerinden 40 kişilik bir grup Seul’deki UPS ofisi önünde eylemdeydi.

Ukrayna’da demiryolu ve inşaat işçileri Kiev’deki UPS merkezine bir protesto mektubu bıraktılar.

Hong Kong’da Hong Kong Sendikalar Konfederasyonu üyeleri UPS ofisinin önünde toplandılar.

Litvanya’dan Ulaştırma ve Kamu Hizmetleri Sendikası LAKRS’a üye işçiler UPS’i protesto eden bir mektubu ABD’ye postaladılar. Estonya’daki iki büyük sendika olan ETTA ve EMSA ortak bir eylem düzenleyerek Tallinn’deki Türk Büyükelçiliğine protesto mektuplarını ilettiler. Litvanya Ulaştırma İşçileri Federasyonu Türk Büyükelçiliği önünde bir eylem gerçekleştirdi. Bulgaristan‘daki Ulaştırma Sendikaları Federasyonu Atlanta’daki UPS Genel Müdürlüğü’ne protesto mektubu yolladı. Avustralya Ulaştırma Sendikaları Federasyonu üyesi işçiler Sydney Havalimanı yakınındaki UPS

Tayland’da ITF’e bağlı Tayland sendikaları Bangkok’taki UPS Baş Ofisi’ninin önünde bir protesto eylemi düzenlediler. Filipinler’de havacılık sendikası PALEA ülkedeki ve ABD’deki UPS bürolarına protesto mektubu gönderdi. Ürdün’deki ITF sendikaları ve Hava Ulaşımı ve Turizm Sendikası Amman’daki UPS binasına giderek protesto mektuplarını ulaştırdılar.

ñVYLÁUHnGH UHIHUDQGXP )UDQVDnGD LNLQFL JHQHO JUHY Bir sermaye birikim modeli olarak sınıfın haklarının budanması! İsviçre burjuvazisi gerici partileri aracılığı ile işçi sınıfının İşsizlik Sigortası’ndaki kazanılmış haklarını budamak için referanduma gitti. Yıllarca İşsizlik Sigortası’na ücretlerinden kesilen primleri ödeyen işçilerin hakları, “işsiz sayısı artıyor” gerekçesiyle kısıtlanmak isteniyor. Bu durum göçmenler açısından daha da düşündürücü, çünkü işsizlikten en çok etkilenen kesimi göçmen işçiler oluşturuyor. Buna karşın kapitalistlerin, işsizlik sigortasına ödemesi gereken primler düşürülmek istenmekte, onlara yarım milyarlık bir hediye sunulmak istenmektedir. Elindeki bütün yönlendirme ve kontrol araçlarını referandumu kendi talepleri doğrultusunda belirlemek için kullanan İsviçre burjuvazisi, kapitalist rekabet edebilirlik oranlarını yükseltebilmek için işçi sınıfının elinde avucunda ne varsa zamana yayılmış bir biçimde alıyor. Buna karşı geliştirilmeye çalışılan tepkiler cılız ve hedefsiz kalıyor. Referandumun sonucunu İsviçreli işçilerin sınıf uyanıklığı, bilinci ve örgütlülüğü belirleyecek. İsviçre’de referandum, bir sermaye birikim modeli olarak sınıfın haklarının budanmasına toplumsal onay aranması anlamına geliyor. Kapitalistlerin ödüllendirilmesine, işçilerin cezalandırılmasına hayır!

Fransa’da işçiler emeklilik yasasına karşı genel grevdeydi. Greve katılanların sayısı bu kez 3 milyonu buldu. Ülke genelinde başta Fransa Devlet Demiryolları, TOTAL, Fransa Telekom, Fransız Hava yolları bankalar, sanayi kuruluşları, mahkeme çalışanları, öğrenciler, medya, enerji, sağlık sektörü, işçiler ve müze çalışanları grevde, emeklilik yaşını protesto ettiler. Ülke çapında 232 gösteride yüzbinlerce işçi yürüdü. Paris’deki yürüyüşe 300 bin kişi katıldı. Eylemcilerin temel isteği, emeklilik yaşını 60’tan 62’ye çıkartan ve prim ödeme sayısını artıran yasanın geri çekilmesiydi. Emeklilik yaşı ile ilgili birbirini izleyen genel grevler, sendikalar ve devrimciler içerisinde çok güçlü olmasa da blokaj eylemlerini de içeren daha büyük daha etkili olacak bir genel grevin örgütlenmesi tartışmasını da başlattı. Mücadele “genel grev genel direniş” biçimiyle yükseltilmediğinde sonuç alınamayacağı görülüyor. Henüz işçi sınıfı içerisinde güçlenmiş olmasa da bütün hayatı kilitleyen daha etkili grev ve eylemler isteğini artırıyor. Fransa’daki Türkiyeli göçmen işçilerin Fransız işçi sınıfının mücadelesine uzaklığı ve kopukluğu temel bir sorun. Yoğun olarak bulunduk-

ları inşaat sektöründe işçiler arasında 10-15 yıl çalışarak birikim yaratma ve daha fazla çalışmama düşüncesi yaygın. 42 yıl çalışma ve sonra emekli olma düşüncelerinde yer almıyor. Sınıf niteliğinin ve sınıf bilincinin gelişmemişliğiyle kısa dönemli beklentilerle hareket ediyorlar. Gerçekleşen bu ikinci genel grev sonrasında Fransa’da işçi hareketi yeni bir etaba giriyor. Ya sendikalar ve radikal partiler arasında tartışılmaya başlanan daha büyük çaplı ve blokaj eylemlerini de içeren bir genel grevle hükümete geri attırılacak ya da işçi hareketinin gücüyle hükümetin yıpranmasından yararlanan SP gibi partilerin vaadlerine kanılacak. Genel grevde sokağa çıkanların sayısı sadece gelişen eğilimi değil çözümün yolunu da göstermektedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.