isci_meclisi_3

Page 1

7Â UEDQ WDUWĂ—ĂźPDVĂ—

+D\GL NDGĂ—QODU V|PÂ UÂ OPH\H

ÂŞ

°¹œ° .&$-°4° 4BZ� ,BT�N 5-

%XUMXYD SDUWLOHULQ WLPVDK \ U \ ßÂ

ÂŞ

\DĂ­DVĂœQ VRV\DOLVW

LĂ­Ă L GHPRNUDVLVL

)UDQVD¡GD

LßoL V×Q×I× GLUHQL\RU ,JŒYNÀNRN_ NPN F^ GT^ZSHF IS^F NƌN XÂSÂK JRJPQNQNP ^FÆÂSÂS ^PXJQYNQRJXNSJ PFWÆ +WFSXÂ_HF I¾[ÆY 8ÂSÂKF PFWÆ XÂSÂK RHFIJQJXN G¾^QJ TQZW NÆYJ

0HWDO 7ú6¡OHUL

VDGHFH PHWDO 7Ăş6¡OHUL GHĂšLOGLU TĂźrkiye iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą içerisinde mĂźcadele birikimiyle Ăśnemli bir yere sahip metal iĹ&#x;çilerinin her kazanÄąmÄą emeÄ&#x;in korunmasÄą mĂźcadelesini geliĹ&#x;tirecek, sÄąnÄąfa karĹ&#x;Äą sÄąnÄąf duruĹ&#x;unu ilerletecektir. ÂŞ

$K ELU GH ĂźX

ĂťLOL ROPDVD\GĂ—

Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄą bugĂźn FransÄązca dĂśvĂźĹ&#x;Ăźyor, doÄ&#x;rusu Ĺ&#x;u; iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą aslÄąnda proleterce dĂśvĂźĹ&#x;Ăźyor, proletaryanÄąn devrimci dilinden dĂśvĂźĹ&#x;meyi de elbet baĹ&#x;aracak. Kendi sÄąnÄąf çĹkarÄą için dĂśvĂźĹ&#x;en iĹ&#x;çiler, kendi sÄąnÄąf çĹkarÄą için delice dĂśvĂźĹ&#x;en burjuvaziye yanÄąt vermeyi bĂśyle ĂśÄ&#x;reniyor. ÂŞ

%LU ´EHEHNÂľ YH ELU ´oDQWDÂľ “FatmagĂźl’ßn Suçu Ne?â€? gĂźndeme hangi oyuncuya daha iyi tecavĂźz edildiÄ&#x;i ile oturdu. MedyanÄąn ve “sosyal medyaâ€?nÄąn derhal devreye soktuÄ&#x;u foto galeriler, videolar, en “sertâ€? tecavĂźz sahnelerinin bulunduÄ&#x;u filmlerden/sahnelerden yayÄąlan

ÂŞ

Ă–zelleĹ&#x;tirme, taĹ&#x;eronlaĹ&#x;tÄąrma ve bununla birlikte gelen iĹ&#x; cinayetleri, madenlerdeki deÄ&#x;iĹ&#x;im sĂźrecinin sadece bir yĂśnĂź. AsÄąl olaraksa, tĂźmden en geliĹ&#x;miĹ&#x; teknolojiyle maden... ÂŞ


NƦN RJHQNXN

ñíÁL 0HFOLVL 267ñ0nGH Sendikada örgütlendikleri için işten atılarak direnişe geçen UPS işçilerinin, Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde tek başına direnişe başlayan Türkan Albayrak’ın, Tuzla’da tek başına direnişte olan Zeynel Kızılaslan’ın ve çeşitli emek kollarında çalışan işçilerin sesini duyurmak için OSTİM metro çıkışındaydık.

daha sessiz”. Tabii efendim ne demek!? Burjuva diktatörlüğünün baskıları ve provokasyon girişimleri İşçi Meclisi’mizin sınıf kardeşlerimizle buluşmasını engelleyemez.

Biz sesli ajitasyon yaparken etrafımızı birden polisler sararak bir gerginlik ve provokasyon ortamı yaratmaya çalıştılar. Burjuvazinin polisinin etrafımızı sarması ve kimlik kontrolü yapmasının asıl amacı ise bizim üzerimizden OSTİM işçilerine gözdağı vermekti.

Ankara’dan İşçi Meclisi Okurları

Polisin bu tutumunu, burjuvazinin ‘demokrasi ve özgürlük’ palavralarını anlatarak sesli bir şekilde teşhir ettik. Etrafta işçiler de birikmeye başlamıştı. Bu arada İşçi Meclisi okuru OSTİM işçileri de yanımıza gelmişlerdi. Provokasyonu boşa düşen polis geri adım atarak yanımızdan uzaklaştı. OSTİM işçilerinin yanımıza gelmeleriyle birlikte kimliklerimizi geri alırken sivil polis “gazete satışı yapmamızda bir sıkıntı yokmuş da, bağırarak satmamalıymışız, kabahatler kanunu varmış, vatandaş şikayetçi oluyormuş, para cezası kesilirmiş” gibi laflar geveledi. Aldığı cevap karşısında da, yardımcı oluyormuş pozlarında (çevrede birikenlerin gözünde fazla teşhir olmamak için) “tabii bağırabilirmişiz ama biraz

Burjuva Demokrasisinde İşçilere Özgürlük Yok! Yaşasın Sosyalist İşçi Demokrasisi!

Mersin Limanı’nda bir çığlık Öncelikle İşçi Meclisi gazetesine başarılar diliyorum. Emek sömürüsü olmadan da yaşanabilir mi? Elbette, hem de öyle bir yaşanır ki! İnsan düşündükçe hemen bir şeyler yapmak istiyor. Her işçinin emekçinin temel görevidir emek sömürüsüne karşı birşeyler yapmak. Mersin gibi bir yerde asgari ücretle çalışıyorsan, bir de bu yetmezmiş gibi işçinin cebine göz dikmiş para hırslı patronlar varsa vay işçinin haline… Bu sömürüye karşı bir şeyler yapmak, her işçinin emekçinin görevidir diye düşünüyorum. Tüm işçiler ve emekçiler el ele verseler zammızulmü elbette bitirirler. Yeter ki el ele versek.

Yaşasın İşçi Emekçi Birliği!

'HYULPFL 3UROHWDU\DnQÜQ LON VD\ÜVÜ ÁÜNWÜ

Proletarya Sosyalizminin Temel Çizgileri başlığını taşıyan 170 sayfalık dergide önsözün ardından “Emperyalist Kapitalizmin İçsel Dönüşümü”, “Faşizm Çözülüyor”, “Proletarya Devrimi ve Proletarya Sosyalizminin Ayırt Edici Çizgileri: Teori, Program, Strateji, Taktik ve Örgütlenmede Temel Kopuş Halkaları”, “TİKB: Tarihsel-Siyasal-Örgütsel Sorunlar”, “Yeni Bir Örgüt ve Önderlik Anlayışı: Teorik, Siyasal, Örgütsel, Pratik Çalışmaların İç İçe Yürütülüşü”, “Gelişkin Bir Sınıf Çalışmasına Doğru” bölümleri yer alıyor. Derginin arka kapağından: “Kolay ve kısa dönemli çözümler yoktur. Bunların vaatçisi de olmayacağız. Bizi son derece zorlayacak, canımızı yaka yaka ilerleyeceğimiz stratejik bir bakış içerisinden, çözümün taktik halkalarını oluşturarak, her adımda, her aşamada daha ileriye giderek, kendimizle savaşarak zorlu bir yolda ilerleyeceğiz. Bizim açımızdan açık ve net olması gereken şudur: Sınıf devrimciliğinde somutlanmış, maddi toplumsal temelini işçi sınıfında, bilincini komünizmde bulan -çok kararlı bir çubuk bükmeyle bunları laf olmaktan çıkartacak- proletarya sosyalizmi!”

İsteme Adresi: Pina Basım Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu-İSTANBUL Tel: 0212 2512089

İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:3 - Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92


NƦN RJHQNXN

7ÖUEDQ WDUWÜíPDVÜ

+D\GL NDGÜQODU VÐPÖUÖOPH\H

tahakkümüne, aile kurumuna, hele ki ev hizmetçisi konumuna halel gelmeyecekti. ‘Zeytini ekmeklen ye, sokağa türbanla çık…‘ Türban “özgürlüğü”, işte bunun “özgürlüğü”. Türbanlı burjuva kadınlar, daha “görünür” oldu; makam otolarına, ciplere, lüks restoranlara, “İslami yaşayışa uygun alternatif tatil köyleri”ne kuruldu… İşçi, emekçi, eğitim görmek isteyen milyonlarca kadına ise yol türbanla gösterilmek isteniyor. “Teferruat” mı?!

0FIÂSÂS YTUQZRZS MJW FQFSÂSIF Y»WGFSQ TQRFP PTÆZQZ^QF [FW TQRFXÂSÂS Öµ_L»WQ»P× IN^J XF[ZSZQRFXÂS JQGJYYJ PN PFGZQ JYRJ^JHJÀN_ 9»WGFSÂS N¦NSIJ MJR JWPJÀNS PFIÂS »_JWNSIJPN YFMFPP»R»S»S MJR IJ GZWOZ[F XÂSÂKXFQ XN^FXFQ YTUQZRXFQ GNW GT^ZSIZWZÀZS XFPQ TQIZÀZSZ GNQJHJÀN_ 0FIÂSÂS µ_L»WQJÆRJXN NƦN XÂSÂKÂSÂS PZWYZQZÆZ^QF F^S R»HFIJQJ UTYFXÂSIF XÂSÂKF PFWÆ XÂSÂK XF[FÆÂSIF ^FYÂ^TW

Televizyonlarda her akşam türban tartışması var. Her tartışmada, türbanın kadının İslam dinine göre yaşama tercih ve özgürlüğünün ifadesi olduğunu bir kez daha “öğreniyoruz”. “Türban, devlet vesayetine son”muş! Devletin artık vesayet etmeyeceği kim peki? Yüzde 50’sinden fazlası asgari ücretle, sigortasız, güvencesiz çalışan işçi sınıfı? Bırakalım mesleğini yapmayı, herhangi bir işte çalışabilme ihtimaline bile sevdalı genç, diplomalı işsizler, eğitim emekçileri... Yaz kış ürüne göre oradan oraya, üstelik de ırkçı faşist baskılarla karşılaşarak seyrüsefer halindeki Kürt tarım proleterleri? En küçük sendikal talep için dahi işten çıkarılan mücadeleci işçiler? Burjuva devletin Orta Vadeli Program‘ında “esnek çalışma”ya tabi tutulacak derken türbanlısını türbansızını ayırmadığı kadın işçiler? Daha ölüsü bile bulunamayan madenciler? Hayır, çayıra salınan “cumhur”, bu değil. Önceki dönemin dar TÜSİAD temelini genişleten, bağımlı tekelci burjuvazinin yeni bileşimi. Erdoğan, özgürlük derken, tekelci burjuva sınıf egemenliğinin daha geniş bir zemine oturmasını kastediyor. Bastırılan tüm kesimlerin sınıfsal-toplumsal olan hariç sisteme içerilme özgürlüğü! Ulusal sorunun, kadın sorununun, mezhepler soru-

nunun… sermaye için ehven burjuva liberal çözümü! ‘Ekmeklen ye, türbanla çık…’ Dinler, kölenin kölesi kadına örtünmeyi emretti. İslamiyet, ergenliğe ulaşan -bu, sıcak ülkelerde 9 yaşa bile düşebilir- kadına örtün, ziynetlerini gizle, dedi. Kapitalizm, ülkemizde kadın özgürlüğünün en temel unsurlarını onyıllarca ondan sakındı. Dine, geleneklere yaslanarak kadını erkeğin ve ailenin hizmetine koştu! Bugünün kadın özgürlüğü diye çığrışan burjuvaları, kadının her yönlü esaretinin üzerine yan gelip yatmışlardı… Neoliberal kapitalizm kadın ve çocukların, erkeğin sosyal güvencesine dayalı korunmasına her tür güvenceyi yok ederek son verdi. Herkesin çıplak, güvencesiz işgücü olması kuralı, artan yoksullaşma, göçler ve kırın çözülmesi, kadının ev yükü ile birlikte sermayeye gitgide daha fazla koşulmasını getirdi. Ülkemizdeki biçimlenişiyle neoliberal kapitalizm, kadına hem ev emekçisi, hem vasıflı/vasıfsız ama güvencesiz işgücü, hem tüketici, hem ev doktoru, hem ayakkabı boyacısı… profilini verirken ona sokağa çıkış kapısını da açtı. Mahallesinin dışına çıkmamış, bir gece bile ev dışında kalmamış kadına hayatı gösterdi. Fakat bir koşulla: Erkeğin kadın üzerindeki

Kadının toplumun her alanında türbanlı olmak koşuluyla var olmasının “özgürlük” diye savunulmasını elbette ki kabul etmeyeceğiz. Türbanın içinde hem erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünün hem de burjuva sınıfsal-siyasal-toplumsal bir boyunduruğun saklı olduğunu bileceğiz. Kadının özgürleşmesi, işçi sınıfının kurtuluşuyla aynı mücadele potasında, sınıfa karşı sınıf savaşında yatıyor. Bu yangını bezlere büründürüp söndürmenize, yeni kadın kuşaklarını zehirlemenize izin vermeyeceğiz diyeceğiz. Dini, mezhebi vb yüzünden kimseye baskı yapılmamasını savunurken, “özgürlük” adına “Haydi başörtülü kızlar okula” sloganlarının peşine de düşmeyeceğiz! Fakat işçilere tek düşman olarak AKP hükümetini gösterip burjuva sınıf egemenliğini gizlemeyi kendisine görev bilenleri unutmayalım! Başını TKP‘nin çektiği bu kesimler, dinin yaşamda daha fazla yer bulmaması adı altında -en son yan çizip kıvırtan CHP‘den sonra- kaderimizi ordunun, Yargıtay Başsavcısı’nın vb gürlemelerine bağlamamızı istiyorlar. Dinin toplumsal-sınıfsal temellerini kurutmak için hiçbir şey yapmadan, polisiye ve askeri tedbirlerle onu -hem de büyük bir sahtekarlıkla- geriletmeye çalışmanın tam da yangına benzin dökmek anlamına geldiğini gizliyor; sınıf işbirliğinin en kirlisine, darbecilerle kucaklaşmaya girişiyorlar. Sınıf mücadelesine en uzak olanların türban yasağına en sevdalı olmalarının sebebi bu… Kadınlar ve işçi sınıfı, türban tartışmasında tıpkı liberal “özgürlük” savunucuları gibi bunların da burjuva karakterini bir kez daha bir görmek, kendi özgürlük ve kurtuluşunun yolunu sınıf dışı tuzaklara düşmeden çizmek zorunda!


NƦN RJHQNXN

%XUMXYD SDUWLOHULQ WLPVDK \ÖUÖ\ÖíÖ Burjuva muhalefet partilerinde de burjuva siyasetin yeni neoliberal düzlemine geçiş ve bu çerçevede dönüşüm sarsıntıları arttı. Saadet Partisi bölündü. MHP referandumdan ciddi oy ve irtifa kaybederek, daha fazla içe dönüp savunmaya çekilerek çıkabildi. CHP’nin ise Kemal Kılıçdaroğlu ile girdiği “kırmızı çizgilerinin” silinmesi ve liberal dönüşüm süreci, türban konusunda yeni gelgitler ve sarsıntılar ile hızlanıyor. Tüm burjuva muhalefet partilerine sirayet eden bu sarsıntı ve çatlamalarda, burjuva rejimin önceki biçiminin ve geleneksel devlet ideolojisi-politikası kodlarının, tüm kurum ve organlarıyla çözülmesinin hızlanmasını görmeliyiz. Tıpkı ordu ve yargı gibi, geleneksel rejim partisi karakterine sahip CHP, MHP, SP gibi partilerin bu sarsıntı ve çözülmeyi daha şiddetli yaşamasında şaşıracak bir şey yoktur. Bu, burjuvazinin ihtiyacına artık yanıt vermeyen geleneksel devlet rejimin tüm kurum ve organlarıyla çözülmesi ve azami sömürü ve azami egemenlik için yeniden yapılandırılmasının geleneksel burjuva partileri nezdindeki ifadesidir. Referandumdan eli güçlenerek çıkan AKP ise, eski rejim kalıntısı muhalefetin yaşanan çözülme ve liberal dönüşüm sarsıntılarıyla zayıflamasıyla, genel seçimlere daha rahatlamış biçimde ve pervasızlaşarak gitmektedir. Sınıf bilinçli işçilerin burjuva siyaset sahnesindeki bu gelişmelerden çıkarması gereken dersler şunlardır: 1- Karşı karşıya olduğumuz yalnızca AKP’nin güçlenmesi değil, burjuvazinin sınıf egemenliğinin ve sömürüsünün yeni bir temelde örgütlenmesidir. AKP bunun bugünkü yürütücüsüdür. Ancak di-

ğer burjuva partilerin de ondan bir farkı giderek kalmamaktadır. Tüm burjuva partileri ve devlet kurumları, burjuvazinin bu yeni egemenlik biçimi çerçevesinde yeni bir potaya dökülmekte, bir nevi AKP’lileşmektedir. 2- Buna, önceki rejim ve kalıntılarına yapışarak karşı koymaya çalışmak nafile çabadır. Bağımsız sosyalist devrimci sınıf savaşımı çizgisine sahip olmayan tüm burjuva ve küçük burjuva siyasetler, bu süreçte hızlanan bir çözülme yaşamakta, ya eski rejim kalıntılarına tutunmaya çalışarak ya da AKP ve

neoliberalizm yörüngesine girerek, eriyikleşmektedir. Asıl yapılması gereken, burjuvazinin bu yeni egemenlik düzleminden geriye değil, ileriye doğru bağımsız sınıf mücadelesini geliştirmektir. Burjuva sınıf egemenliğinin yeni biçimi olan neoliberal burjuva demokrasisinin, kendisine tam karşıt bir eksenden gelmeyen her türlü kurum ve partiyi, her türlü hareketi, her türlü muhalefeti nasıl kolayca yutup öğüteverdiğini iyi görmeliyiz. Bunun karşısında ancak sosyalist devrimci proleter mücadele çizgisi ve sosyalist işçi demokrasisi ile çıkılabilir ve başarılı bir mücadele yürütülebilir.

SP: Erbakan ve Milli Görüş çizgisindeki Saadet Partisi’nin oy oranının azlığına karşın, geleneksel radikal dinci, antibatıcı, anti-siyonist söylemleriyle politika sahnesinde ve (kendisinden kopmuş) AKP üzerinde belli bir etkisi ve basıncı vardı. AKP benzeri liberal islam çerçevesinde Numan Kurtulmuş’un da partiden geniş bir kesimle birlikte ayrılmasıyla, Erbakan ve Milli Görüş çizgisinin de ıskartaya çıkartılma süreci hızlanmış oluyor.

CHP: Deniz Baykal operasyonuyla CHP’de burjuva egemenliğin ve politikasının neoliberal düzlemine geçişin startı verilmişti. Orduya ve yargıya dayalı politika yapan CHP, ordu ve yargıda çözülmeyle birlikte boşlukta sallanmaya başlamıştı. Kılıçdaroğlu ile CHP, önceki rejim partisi görünümünden sıyrılıp neoliberal siyaset düzlemine geçmeye çalıştıkça, önceki varlık kodları olan antiAKP’cilik, türban ve Kürt sorunundaki söylemlerini değiştirmeye çalıştıkça, büsbütün boşa düşüp AKP’nin oyuncağı olmaya başladı. CHP’deki iç çözülme ve dönüşüm sarsıntılarının bugünkü gelgitleri ne olursa olsun, daha neoliberal-kemalist bir çizgiye, bir tür İngiltere’deki Blair benzeri “üçüncü yol” versiyonuna evrilmesi ile sonuçlanacaktır.

TKP, Halkevleri gibi ulusalcıdevletçi reformist hareketler ise burjuva muhalefet partilerinin çözülmesinin doğurduğu boşluğu doldurmayı marifet sayarak, onların yerini alıyorlar!

MHP: Referandumdan ciddi oy, taban ve konum kaybederek çıktı. Faşist rejimin bu elikanlı faşist partisinin, faşist rejimin çözüldüğü, burjuvazinin Kürt, Alevi, Ermeni, Kıbrıs sorunlarında neoliberal politika düzlemine geçtiği yerde, zemin kaybetmesi kaçınılmazdı. Burjuvazi onu yedekte tutmaya ve ihtiyaç duyduğu yerde vurucu güç olarak kullanmaya devam edecek, ancak neoliberal siyasetin yeni düzleminde biraz daha geri plana çekecektir.


NƦN RJHQNXN

%LU oEHEHNp YH ELU oÁDQWDp toplumsal çürüme kokusuna, bulvar tiyatrocusu Ali Poyrazoğlu’nun tecavüzle ilgili aşağılık ‘muhabbet’i, bu ‘muhabbet’e kadınlar dahil gülüşülüp alkışlanması eklendi. Cinsel taciz ve saldırganlığın emekçiler, gençler arasında da yaygın dili, kendisine yeni bir fantezi daha edindi!

Vedat Türkali’nin senaryosuna dayanan “Fatmagül’ün Suçu Ne?” 1986’da filme çekildiğinde hangi toplumsal etkiyi yaratmıştı bilmek zor. O yıllara damgasını vuran, Ümit Efekan’ın yönettiği “Madde 438”di. TCK’nın 438. maddesinde, “fuhuşu kendine meslek edinen bir kadın”a tecavüz edildiğinde, suçluya verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir deniyordu. 1990’da bir tecavüz olayında verilen cezanın kurbanın fahişe olduğu gerekçesiyle indirilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi’ne yasanın iptali için yapılan başvuru reddedildi. Olayın yarattığı tepkilerle birlikte yasa yürürlükten kaldırıldı. Tecavüzcünün kurbanıyla evlenerek

cezadan kurtulması ise, ta 2005’e kadar yasalardaki yerini korudu. Ancak dizinin kadın sorununun çok daha gün yüzünde olduğu 2010 yılındaki etkisi, bu yükün sistemin yüzüne tokat gibi çarpılması olmadı. Onun yerine, her 29 saniyede bir -saatinize bakın!- bir kadının -çevrenize bakın!- tecavüze uğradığı, en gelişmiş kapitalist ülkelerde “bile” tecavüz olaylarının ancak yüzde 20’sinin rapor edildiği bir dünyada -kapitalist topluma bakın!- “Fatmagül’ün Suçu Ne?” gündeme hangi oyuncuya daha iyi tecavüz edildiği ile oturdu. Medyanın ve “sosyal medya”nın derhal devreye soktuğu foto galeriler, videolar, en “sert” tecavüz sahnelerinin bulunduğu filmlerden/sahnelerden yayılan

“Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi”… Sıra, kapitalizmin ayrımsız her şeyi “ürüne” dönüştürme, kadını aşağıladıkça kendisi de düşkünleşen bir yığına çevirdiği erkeği “ürüne yönlendirme” kuralına uygun olarak “Fatmagül donu” ve “şişme Fatmagül’e” gelmiş. İnsanın en doğal ve en insani edimlerinden birini, içinde bırakalım aşkı, artık insanın bile olmadığı tiksinti verici bir kullanım ilişkisine çeviren kapitalizmin “erotik ürün sanayii”, kimbilir hangi merdiven altında, kadınıyla erkeğiyle kimbilir kaç işçiye bu püsürü ürettirmiş. Bu rezaleti bugün “herkes” yadırgadı, “ahlak ve edep dışı” bulup kınadı. Ne gam! Ve ne ikiyüzlülük! Aynı “herkes”, kadını hiç değilse “seyirlik bir nesne” olarak görmeye devam etmiyor mu? O halde burada “kınanan”, aşağılık da olsa bir “aşırılık” olmuyor mu? En gelişmiş, kadının en “özgür” olduğu söylenen, parlamentolarında yüzde 50 temsil oranına ulaştığı kapitalist ülkelerdeki “piyasa”nın ülkemizde

geleneklerimizden, aile yapımızdan dolayı tutunamayacağını mı düşünüyoruz yoksa? Aynı geleneklerin, aynı aile yapısının içinde neleri saklı tuttuğunu ve şimdi çözüldükçe kustuğunu unutarak? Pornografinin internet ortamında en fazla aranan konu olduğunu gözardı ederek?

Gençlerin diline düşen Mavi reklamındaki “Vay vay vay çantaya bak…” mı? Sokağın en “alışılageldik” taciz formatıyla o, kimsenin ilgisini çekmiyor!! Kadınların ezilmişliğini, cinsel saldırı nesnesi olmalarını sadece “empati yaparak” ortadan kaldıramayız. Nerede oturuyorsanız oradan düşünürsünüz ve kökleri binlerce yıla dayanan bu kire bir şekilde ortak olursunuz. Kapitalizm sırf bu nedenle bile bir gün fazla yaşamamalıdır. Ama… aynı zamanda bizzat kapitalist sistemin çocuğu olan bu sanayii yerle bir etmenin, onu plastikleriyle boğmanın sırası gelmedi mi?

Geriye dönük yapılan bir araştırmaya göre, ABD’de 17,7 milyon kadın ve 2,8 milyon erkek yaşamının bir kesitinde tecavüze uğradı. Araştırmanın ertesi yılı, 300 bin kadın, 92 bin erkek tecavüze maruz kaldı. ABD nüfusu 300 milyon. ABD’de her 4 kız ve 6 erkek çocuktan biri cinsel tacize uğruyor ve ancak 20 tacizciden biri ağır cezaya çarptırılıyor.

Toplumsal çürümenin en belirgin göstergelerinden biri olan tecavüzdeki artış, cinsel saldırganlığın geleneksel tabulara bağlanamayacağı gelişmiş kapitalist ülke devletlerini “meşgul” ediyor; cezaların ağırlaştırılması, tecavüzcülerin kısırlaştırılması gibi yöntemler dahil tartışılıyor. Tecavüzün rapor edilmesindeki en önemli engellerden biri, soruşturma ve mahkeme sürecinin ayrı bir tecavüz olması. İtalya, Güney Kore ve Avustralya’da mahkemeler, blucinli bir kadına tecavüz edilemeyeceği gerekçesiyle tecavüzcüyü beraat ettirdi. Avrupa’nın çocuk fuhuşu turizminin gözdesi Güneydoğu Asya ülkelerine Türkiye’deki firmalar da bayi “motivasyon” gezileri düzenliyor.

Angelina Jolie’nin ilk yönetmenlik denemesini yapacağı film, onbinlerce Bosnalı kadın ve çocuğa tecavüz edilen toplama kamplarında, “tecavüzcüsüne aşık olan bir Boşnak kadını” anlatıyor. Bosnalı kadınlar, bir başka “şişme bebek” hikayesi olan bu Hollywood temasına karşı “Toplama kampında aşk olmaz” diye öfkeyle haykırdılar. Bosna Hersek devleti ise, “Kaynağın kötüsü olmaz” diyerek filmin Bosna’da çekilmesini kabul etti!


NƦN RJHQNXN

0HWDO 7ñ6nOHUL VDGHFH PHWDO 7ñ6nOHUL GHðLOGLU

-N¦GNW 9Á8 XFIJHJ JPTSTRNP YFQJUQJWQJ ÖJPRJÀNRN_ N¦NS R»HFIJQJ JIJWJP× PF_FSÂQFRF_ 'ZWOZ[F_N N¦NS JPTSTRN [J XN^FXJY F^WÂ IJÀNQINW 3JTQNGJWFQ ^JSNIJS ^FUÂQFSIÂWRF JPTSTRNP TQIZÀZ PFIFW XN^FXN XN^FXN TQIZÀZ PFIFW YTUQZRXFQ [J P»QY»WJQ GNW XFQIÂWÂIÂW Metal sektöründe patronlar ve işçiler 2008 krizini nasıl geçirdiler? Metal patronları, tepesinde oturdukları burjuva devletle birlikte, bu krizi de fırsata çeviriverdi: Vergi muafiyeti, teşvik primleri, “istihdam giderlerini azaltıcı önlemler”, sömürünün önünün daha bir açılması… Biz işçiler için ise sıfır zam, sosyal haklarımızın gaspı, esnek çalışma, toplu işten çıkarmalar!.. Metal sektöründe TİS sürecine bu koşullarda girildi. Metal sektörü tekelci burjuvazinin can damarlarından biridir. Bu yüzden MESS’in TİS stratejisi her zaman burjuvazinin bir bütün olarak işçi sınıfına saldırı stratejisi olarak hazırlanır. Bunun, metal grup sözleşmesindeki somut ifadesi; güvencesizlik ve esnekleştirme, sıfır zam, ikramiyelerin çalışma günleri esasına göre belirlenmesi (yani ikramiye hakkının uçurulması da diyebiliriz) vb. vb… MESS’in metal işçilerinin sırtındaki zehirli hançeri Türk Metal Sendikası esnek çalışmayla derdi olmadığını kerelerce ispatlamıştı. İstediği zam oranı ise %5+25 kuruş! Metal işçileri arasında ücret makasını daha bir açıp bölünmesine hizmet eden, saat ücreti 4 TL’nin altında olan metal işçilerinin ağırlıklı bir bölümü için sıfır sözleşmenin bir başka versiyonu! Buna yanıt metal işçisinin Türk Metal hançerini sırtından söküp atmak olmalıdır. Birleşik Metal İş ise TİS’de esnek çalışmanın dayatılması anlamına gelecek maddelerin grev nedeni olduğunu önden ilan etmiş olmasına rağmen işçi sınıfının mücadele kapasitesini geliştirecek hiçbir hazırlığın içerisinde değil. Hazırlanan TİS taslağına damgasını vuran, asgari savunma çizgisidir. Hak kazanmak için mücadele değil, süregiden hak kayıplarını bir nebze azaltma çizgisidir. Bunu aşan tek talep işgünün 8 saatten 7.5 saate, haftalık çalışmanın da 37.5 saate düşürülmesi talebidir. (Metal işkolunda çalışma saatlerinin düşürülmesi ve “6 saatlik işgünü insanca yaşanacak ücret” önümüzdeki günlerde uluslararası işçi sınıfının ortak talebi olarak sıkça gündem olacaktır. İşçi sınıfı uluslar arası bir sınıftır. Taleplerimizin belirlenmesinde bu da temel bir belirleyen olarak devreye girmelidir.) TEKEL işçilerinin eylemleriyle kısmi bir canlanma yaşayan işçi sınıfının öz savunma eylemleri, son dönemlerde metal sektöründe giderek ağırlaşan çalışma koşulları ve düşen ücretler zemininde de kendisini his-

settirmeye başladı. Metal sektöründe de örgütlenme arayışları ve işten atılmalara karşı direnişler gelişiyor. Pasif direnişler yerini bugün için sınırlı kalsa da, işgal ve eylemli dayanışma eylemlerine bırakmaktadır. Dün metal sektörünün kümeleşme noktalarından biri olan Gebze’de işgalin adı ÇELMER’di, bugün MUTAŞ Demirçelik… MESS patronlarıyla kolkola ihanet sözleşmesinin taslağını hazırlayan Türk Metal’e karşı öfkenin adı dün Bursa’da Bosch, Renault işçileriydi, bugün alttan alta kaynayan Ford Otosan işçileri… İşte metal TİS’lerinde burjuvaziyi ve sınıf işbirlikçilerini rahatsız eden, ihanet belgesini imzalayıvermeyi zorlaştıran güç bu alttan alta gelişen işçi öfkesidir. Ancak metal işçisinin örgütlenme arayışları, öfke birikimi bir mücadele kanalı bulamadığında tıpkı Türk Metal’in ‘98 ihanetine karşı gelişen öfke patlaması gibi sönümlenir. Bu öfke birikimine yön verecek olan sınıfın mücadele programı ve öz örgütlülükleridir. Metal işçileri işyerlerinde, sendika ayrımı yapmadan

havzalarda işçi komiteleri ve meclislerini örgütlemeli, TİS komiteleri kurmalı, güvencesizlik saldırısıyla karşı karşıya olan sınıfın tüm bölükleriyle ortak mücadele platformlarında buluşmalıdır. Sendika ağalarının ihanetinin önüne geçecek olan ancak metal işçilerinin ortak mücadele programı ve mücadele inisiyatifini geliştiren taban organlarıdır. Hiçbir TİS sadece ekonomik taleplerle, “ekmeğimiz için mücadele ederek”, kazanılamaz. Burjuvazi için ekonomi ve siyaset ayrı değildir. Neoliberal yeniden yapılandırma ekonomik olduğu kadar, siyasi, siyasi olduğu kadar toplumsal ve kültürel bir saldırıdır. MESS patronlarının dayattığı esnek çalışmayı İş Yasası’ndan, “istihdam giderlerini azaltmayı ve istihdamı artırma”yı (kısa zamanlı çalışma, telafi çalışma, işçi kiralama vb. gibi esneklikte sınır tanımayan uygulamaların yanısıra, bölgesel asgari ücret) hedefleyen Ulusal İstihdam Stratejisi’nden bağımsız ele alabilir miyiz? Mutaş işçilerinin fabrika işgali, işçilere

yiyecek ve su verilmesini dahi engelleyen polis ablukasından, devlet teröründen bağımsız düşünülüp örgütlenebilir mi? Ve yine Mutaş işgali, direnişi duyar duymaz soluğu sınıf kardeşlerinin yanında alan Yücel Boru, Çel-Mer işçilerinden bağımsız düşünülebilinir mi? Ve bizim TİS stratejimiz sadece hak kayıplarını bir nebze azaltmakla sınırlı olabilir mi? Bu da TİS sürecinin protesto niteliğini aşmayan eylemlerle asla olamaz. Fransa’dan yükselen sese kulak verelim; grev, işgal, blokaj! Türkiye işçi sınıfı içerisinde mücadele birikimiyle önemli bir yere sahip metal işçilerinin her kazanımı emeğin korunması mücadelesini geliştirecek, sınıfa karşı sınıf duruşunu ilerletecektir. Metal Grup TİS’i dün de sadece Metal TİS’i değildi, ama artık hiç değil! Kahrolsun Ücretli kölelik düzeni! TİS komitelerimizi, işçi meclislerimizi kuralım, TİS sürecinin inisiyatifini elimize alalım! Kahrolsun Türk Metal ağaları! Grev, işgal, blokaj! 6 Saatlik işgünü, insanca yaşanacak ücret! İşten atılmalar yasaklansın! Kölece çalışmaya, kölece yaşamaya hayır! Birleşe birleşe kazanacağız!


NƦN RJHQNXN

ñíVL]OLðLPL]LQ HYUHOHUL Bir umutla ayrıldığım iş ortamına, umutsuzluklarla geri dönmek zorunda kalıyorum. Beni buna zorlayan ”işsizlik”!

Ayrılırken daha iyi koşullarda ve beni mutlu edebilecek iş bulma umudum, işsizliğin karanlığında kaybolmamak için, bu kez işin koşul ve şartlarına bakmadan bir iş bulma isteğine dönüşüyor. Çünkü işsizlik de beni yalnızlaştırıyor, eve hapis edip, sosyal ortamdan uzaklaştırıyor. Tabii bu süreçte bir de işten ayrılırken hiç hesaba katmadığımız çevre faktörü var. “Nasılsın kızım, nereye kızım?” soruları yerine “İş bulabildin mi kızım?” , “Çalışıyor musun” soruları başlıyor. Bu ve buna benzer sorulara “işsizim” demiyorum; çünkü, sınavlarım oluyor her defasında. Sınavlar hiç bitmiyor, KPSS, AÖF, bankaların açtığı sınavlar…. diye alıp başını gidiyor sınav isimleri. Sonuçları her defasında olumsuz olsa da, umutsuz olunmuyor! Bu nedenle benim işsizliğimin diğer adı sınavlar. Çünkü sınavlara hazırlanmak için işten ayrılıyorum, yoksa çalıştığım işte çok ”mutluyum”!!! Aslında benim işsizliğimin evreleri var. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum ve biliyorum ki her işsizin işsizlik evreleri var, hatta bazılarının sonu intihar bile olabiliyor:

1. Evre: “Oh beee….” Çünkü benim emeğimi sömüren, beni benden uzaklaştırıp, yabancılaştıran, yalnızlaştıran işten kurtuldum, özgürüm. Yeniden hayal kurma cesareti gösterip, umutlanıyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. 2. Evre: Bu mutluluğun yerini “Neden çıktım ki, hiçbir işyeri bir diğerinden farklı değil, hepsi emek sömürüsü üzerine kurulu, keşke kalsaydım, hiç değilse beni tanıyorlardı, alışmıştım da…. üfffff param da bitti, aileme yük oluyorum. Almak istediklerim, yapmak istediklerim ne kadar da fazla. Bunlar için paraya, para için de acil bir işe ihtiyacım var” biçiminde pişmanlık içeren cümleler alıyor. 3. Evre: “İşsizim, yalnızım, beni sevmiyorlar, çünkü bir işe yaramıyorum. Sadece tüketiyorum, ilk bulduğum işe girmeliyim, sınavlar da bitti. Şimdi herkese işsizim demek…… üffff…. keşke…….” 4. Evre: Yeni ve farklı bir iş, aynı kendinden uzaklaştırma, aynı yalnızlaştırma, aynı mutsuzluk... Durum bu. Peki ya çözüm? Çözüm yok mu sizce arkadaşlar?

Ankara’dan bir İşçi Meclisi okuru

%HQ ÁÐ]ÖPÖ JHUÁHNOHíWLUHFHN RODQÜP Üniversiteyi bitireli yıllar olmuştu, hatırlıyorum yana yakıla iş arıyordum. Biliyordum bu işin aslında en zor iş olduğunu. En zor işti benim için de işsizlik! İlk iş olarak bir arkadaşın tavsiyesiyle İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvurarak ücretli öğretmenlik yaptım. Şimdi bakıyorum da gerçekten ücretli kölelikti yaşadığım: Kendi imkanlarımla gidiş-dönüş yapıyor, kendi imkanlarımla karnımı doyuruyordum ve üstelik sigortam da “okulun bütçesi yok” bahanesiyle ödenmiyordu. “Bu böyle olmayacak” dedim ve bir yıl sonra binbir zahmetle, binbir aracıyla perakende ve turizm sektöründeki bir holdingte bir iş buldum. Maaş asgari ücret, servis ve yemek de var. Ya sonrası? Ölü gibi bir yaşam, saatlerce karşılığı alınmayan zorunlu mesailer, hafta sonu da dahil olmak üzere resmen kölece bir yaşam. Yaşadığım yerin küçük bir ilçe oluşundan burada çalışanlar için bunlar bile lütuf gibi geliyordu. Oysa ki, saatlerce gece mesaisi yapıp ertesi gün işe 15 dakika geç kaldığım için maaşım kesildiğinde ilgili müdür “Mesaiye kalman senin sorunun, zamanında bitirseydin işini” diyordu.

“Kamu” dedim tekrar, ne de olsa “devletin güvencesi”! Yine binbir zahmet ve aracıyla ilçe belediyesine bağlı belde belediyesinde iş buldum bu sefer de. Bu kez en azından zorunlu mesai yok diye sevinirken, Belediye başkanı çoktan patron olmuş da haberim yokmuş meğer. Asgari ücret veriyor, “Fakat seni 5 ay 29 gün çalıştırabilirim” deyiverdi. Meğer kamuyu çoktan parçalamışlar, beni de geçici mevsimlik işçi statüsünde almışlar işe. 5 ay 29 gün sonrası “Sözleşmeni yenileyemem, böyle idare et, bir çözüm bulacağım” dedi ve buldu: 1 yıl güvencesiz çalıştırma! Belde belediyelerinin kapanıp İlçe belediyelerine bağlanmasıyla sayın patron başkan tekrar lütfetti, “sigortanı yaptık ki ilçe belediyesine devrolabil diye”, aslında işin hukuksal boyutu korkutuyordu onu…

Artık mangalda kül bırakmayan, “özgürlüğün ve emeğin bekçisiyim” diyen CHP‘li bir belediyedeydim, görece daha iyi şartlarda sigortam ödeniyor ve mesai ücretimi az da olsa alabiliyordum. Ne mi oldu? 1 yıl sonra “kadro fazlası” diyerek sözleşmemi yenilemediler ve işten çıkarttılar beni ve benim gibi 100’e yakın arkadaşı. Ertesi günlerde gözümüzle gördük, yeni arkadaşları işe aldıklarını.

Şimdi sigortasız bir işte çalışıyorum, çünkü bu düzende yaşamam için kazanmam lazım az da olsa. Nasıl da alıştırdıklarını görüyorum bir taraftan da bizi, azla yetin işçi! Sen kimsin ki!

Ben kim miyim? Çözümü gerçekleştirecek olanım. Çözüm bizim kendi meclislerimizde. Kendi yönetimlerimize ihtiyacımız var, patron veya burjuva demokrasisinin partileri bi-

zim için değil, ait oldukları sınıf için demokrasi dağıtıyorlar ve hiç birisi işsizliğe çözüm değil, bizim kurtuluşumuz proletarya demokrasisinde. Bizim kurtuluşumuz kendi ellerimizle yaratacağımız dünyada. Onların demokrasisinde işçi ve emekçiler için çözüm yok. Yaşasın sosyalist işçi demokrasisi! İstanbul’dan bir İşçi Meclisi okuru


NƌN RJHQNXN

)UDQVDnGD

LĂ­Ă L VĂœQĂœIĂœ GLUHQL\RU GeçtiÄ&#x;imiz iki ay boyunca dĂźnya iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą, emeklilik yaĹ&#x;ÄąnÄąn yĂźkseltilmesine karĹ&#x;Äą FransÄązca dĂśvĂźĹ&#x;tĂź! Gazetemiz Ä°Ĺ&#x;çi Meclisi yayÄąna girdiÄ&#x;i sÄąrada Fransa iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą son iki aydaki 7. genel grevini gerçekleĹ&#x;tirmek Ăźzereydi.

yapÄąlan rĂśportajda “Biz emeklilik yasasÄąnÄą geriye çektiremiyebilir, yenilebiliriz, bĂśyle de olsa ĂźzĂźlmem, çßnkĂź yol açĹldÄąâ€? dedi. Bu ifade tesadĂźf deÄ&#x;il. Emeklilik yasa tasarÄąsÄąnÄąn geriye çekilmesi için yaklaĹ&#x;Äąk iki aydÄąr sĂźren grev ve gĂśsteriler son etaba girmiĹ&#x; durumda. Yasa çĹktÄąktan sonra yapÄąlacak genel grevlerde izlenegelen reformist hat aĹ&#x;ÄąlÄąp genel grev genel direniĹ&#x; çizgisine sĹçranmaz, tĂźm hayatÄą kilitleyecek, daha kitlesel ve eylemin politik karakterine uygun bir tutum geliĹ&#x;tirilmezse iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn devrimci bir kararlÄąlÄąk ve Ăśzveriyle sĂźrdĂźrdĂźÄ&#x;Ăź eylemlerin baĹ&#x;arÄąyla sonuçlanmasÄą olasÄąlÄąÄ&#x;Äą gĂśrĂźnmĂźyor.

SÄąnÄąfa karĹ&#x;Äą sÄąnÄąf mĂźcadelesi bĂśyle olur iĹ&#x;te. TĂźm Ăźlke ulaĹ&#x;Äąm aÄ&#x;ÄąnÄą felç etmek, FransÄąz burjuvazisini -çalÄąĹ&#x;mayÄąnca iĹ&#x;çiler- iki litre benzine mahkum etmek, Ăźlkenin tĂźm lise ve Ăźniversitelerini bloke etmek, burjuva demokrasisinin iĹ&#x;çiler için deÄ&#x;il, sermaye için bir demokrasi olduÄ&#x;unu baĹ&#x;Äą sÄąkÄąĹ&#x;an burjuva devletin polis saldÄąrÄąsÄąyla tĂźm dĂźnyaya bir kez daha teĹ&#x;hir etmek bĂśyle olur iĹ&#x;te! GeleceÄ&#x;in sÄąnÄąfÄą proletaryanÄąn gĂźcĂźnĂź bugĂźnden gĂśstermesi demek ki bĂśyle oluyor. Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn tĂźm hayatÄą felç etmesine karĹ&#x;Äąn FransÄąz toplumundan aldÄąÄ&#x;Äą destek Sarkozy hĂźkĂźmetini Ĺ&#x;imdiden gelecek seçimler için kara kara dĂźĹ&#x;ĂźndĂźrĂźyor. “BabalarÄąmÄązÄą emekli etmezseniz biz nasÄąl iĹ&#x; bulacaÄ&#x;Äązâ€? diyen liseli ve Ăźniversiteli gençler, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn yanÄąnda, onunla birlikte dĂśvĂźĹ&#x;Ăźnce nasÄąl bir gßç ve dinamizm katÄąyorlar, bunu Fransa’da gĂśrĂźyoruz bir kez daha. Ă–Ä&#x;rencilerle iĹ&#x;çilerin, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn vasÄąf, yaĹ&#x;, cinsiyet, milliyet tanÄąmadan kolektif bir bilinçle direnmesi bĂśyle oluyormuĹ&#x; diyoruz. Grevlerin içinden‌ Grevlerin seyrine iliĹ&#x;kin olarak bazÄą ĂśncĂź iĹ&#x;çilerden aldÄąÄ&#x;ÄąmÄąz bilgiler Ĺ&#x;Ăśyle: Marsilya, Havre, Toulouse ve rafinerilerde, Paris’in bazÄą bĂślgelerinde grevler daha canlÄą olarak sĂźrĂźyor. EÄ&#x;itim emekçilerinde ise grevlere katÄąlÄąm oldukça dĂźĹ&#x;Ăźk. Grevler, neredeyse bĂźtĂźnĂźyle kamusal alanla sÄąnÄąrlÄą. Bu da grevlerin etkisini çok azaltÄąyor. Fransa’da en az 30 milyon iĹ&#x;çi olduÄ&#x;unu varsayarsak, kitlesel grevlere katÄąlÄąmÄąn 2 ila 3 milyon 100 bin arasÄąnda olmasÄą eylemin zayÄąflÄąÄ&#x;Äą olarak ortaya çĹkÄąyor. Keza grevci kitlesinin bĂźyĂźk sayÄąda olduÄ&#x;u yerlerde dahi grev kÄąrÄącÄąlÄąk yaparak çalÄąĹ&#x;maya devam edenlere yĂśnelik hiçbir Ĺ&#x;ey yapÄąlmÄąyor olmasÄą da bir sorun. Grevlerin daha yĂźkseltilmesi ve hayatÄą durduracak bir genel grev dĂźzeyine çĹkartÄąlmasÄą amacÄąyla çeĹ&#x;itli devrimci grup ve kiĹ&#x;ilerce yĂźrĂźtĂźlen giriĹ&#x;imler ise cÄąlÄąz ve etkisiz olarak kaldÄą. Bu amaçla farklÄą sendikalar içerisinden

ortak imzalÄą bir metin çĹkarÄąldÄą. Fakat metin, gerek sĂźrecin ve grevin deÄ&#x;erlendirilmesi yĂśnĂźyle, gerekse hedef koyucu olmayÄąĹ&#x;Äąyla ve temellerinin zayÄąflÄąÄ&#x;Äąyla sonuçsuz kaldÄą. Yukarda belirttiÄ&#x;imiz birkaç bĂślgede grevler ve gĂśsteriler daha canlÄą geçmesine karĹ&#x;Äąn onlarÄąn içerisinden sendikalarÄąn içinde ya da dÄąĹ&#x;Äąnda ortaya çĹkmÄąĹ&#x; veya nĂźvesel farklÄą sÄąnÄąf ĂśrgĂźt biçimleri bulunmuyor. KuĹ&#x;kusuz tĂźm hareketin bilgisine sahip deÄ&#x;iliz. Yerel dĂźzeylerde devrimci etki yaratmaya yĂśnelik çalÄąĹ&#x;malar az da olsa var. Fakat bunlar hareketin yÄąÄ&#x;ÄąnsallÄąÄ&#x;Äą içerisinde kaybolan bir durumdalar. SĂśzĂź edilebilir bir etkileri yok. Bu sadece sayÄąsal olarak çok az olmaktan da kaynaklanmÄąyor, politik perspektif sunma ve ĂśrgĂźtsel biçimler Ăśnerme yĂśnĂźyle de, sÄąnÄąfÄąn siyasal bilincini geliĹ&#x;tirme amaçlÄą bir faaliyeti ĂśrgĂźtleme yĂśnĂźyle de çok zayÄąflar. Yasa geçti‌ Fransa son bir ay içerisinde 7. genel grevini yaĹ&#x;Äąyor. Yine de emeklilik yaĹ&#x;ÄąnÄą yĂźkselten yasanÄąn parlamentodan geçmesi engellenemedi. Burjuva meclis, iĹ&#x;çilerin meclisi deÄ&#x;il! Bu tarihsel gerçeÄ&#x;i iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą Fransa’da bir kez daha tecrĂźbe etti. Parlamentoda geçen ay boyunca iki reformist parti, Sosyalist Parti ve KomĂźnist Parti çok sayÄąda deÄ&#x;iĹ&#x;iklik Ăśnergesi vererek yasanÄąn çĹkmasÄąnÄą geciktirmeye çalÄąĹ&#x;tÄąlar. Fransa’da iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą etkin ve kĂśklĂź bir sosyalist devrimci partiye

henĂźz sahip deÄ&#x;il. Siyasal inisiyatif sendikalarla paslaĹ&#x;ma halinde parlamentoda deÄ&#x;iĹ&#x;iklik Ăśnergeleriyle engelleme muhalefeti yĂźrĂźten Sosyalist Parti’de. Sosyalist Parti yĂśneticileri, popĂźler isimleri bĂźyĂźk eylemlere kattÄąlar ve her gĂźn hĂźkĂźmete saldÄąran açĹklamalar yaptÄąlar. Bu sĂźreçte Sarkozy’ nin UMP’si zayÄąflarken Sosyalist Parti ise kaybetmiĹ&#x; olduÄ&#x;u oylarÄą geriye almÄąĹ&#x; gĂśrĂźnĂźyor. YasayÄą deÄ&#x;iĹ&#x;tireceÄ&#x;i vaadiyle de kitlelerin umudunu seçime doÄ&#x;ru çekiyor. Eylemlerin ĂśrgĂźtleyicisi sendikalar ve Ăśzellikle CGT. SendikalarÄąn Ăśzellikle CGT’nin sĂźreçteki belirleyiciliÄ&#x;i, eylemin etki gĂźcĂźnĂź bĂźyĂźtmekle birlikte zayÄąf karnÄąnÄą da oluĹ&#x;turdu. ÇßnkĂź sendikalar direniĹ&#x;çi bir geleneÄ&#x;e sahip de olsa, aĹ&#x;aÄ&#x;Äądan sÄąnÄąf tarafÄąndan ittirilseler de, kendiliÄ&#x;inden bilincin, bugĂźne dek Sosyalist Parti ve KomĂźnist Parti’nin parlamentodaki muhalefeti ile baÄ&#x;lantÄąlÄą bir hareket geliĹ&#x;tirmenin dÄąĹ&#x;Äąna çĹkmÄąĹ&#x; deÄ&#x;iller. Militan bir sÄąnÄąf hareketi geleneÄ&#x;inden geliyor olmanÄąn canlÄąlÄąÄ&#x;Äą CGT’li bazÄą iĹ&#x;çi gruplarÄąndan yansÄąyor olmakla birlikte, eylemler sĂźresinde ekonomist reformist bir hattÄąn dÄąĹ&#x;Äąna çĹkÄąlmadÄą. Bunun sonuçlarÄą gĂśrĂźldĂź. Son etaba girerken YaptÄąÄ&#x;ÄąmÄąz konuĹ&#x;malarda yaklaĹ&#x;Äąk iki aydÄąr kitlesel biçimler kazanarak sĂźren grev ve gĂśsterilerin sÄąnÄąf hareketi Ăźzerindeki etkisini Ăślçmeye, anlamaya çalÄąĹ&#x;tÄąk. Bir kadÄąn iĹ&#x;çi kendisiyle

Bir yenilgi durumunda sÄąnÄąf hareketinde belli bir gerilemeye yol açacak olsa da sÄąnÄąfÄąn belli bĂślĂźklerine ĂśzgĂźven kazandÄąrmasÄą yĂśnĂźyle de eylemin sÄąnÄąf Ăźzerinde etkisi olacak ve sendikal ve siyasal yeni arayÄąĹ&#x;lara da yol açacaktÄąr. Kesin olan bu. AyrÄąca bunun daha devamÄą da var. Fransa 6 KasÄąm’a, yeni bir genel greve hazÄąrlanÄąyor. Avrupa burjuvazisi, emeklilik yaĹ&#x;ÄąnÄą Avrupa genelinde bir çok Ăźlkede 65’e çekmiĹ&#x;ti. Ancak Fransa iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą baĹ&#x;arÄąya aç iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą hareketine yeni bir soluk taĹ&#x;ÄądÄą. Akdeniz Ăźlkelerindeki kriz dalgasÄą ve birbiri ardÄąna ekonomik çÜkĂźĹ&#x;ler ulusallÄąÄ&#x;Äą aĹ&#x;mayan, ancak yaygÄąn ve kitlesel iĹ&#x;çi eylemleriyle karĹ&#x;ÄąlanmÄąĹ&#x;tÄą. Bunun birikimi oluĹ&#x;tu. SĂśnĂźmlenmeye yĂźz tutan ateĹ&#x; bu kez Fransa’da harlandÄą. Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn FransÄązca dĂśvĂźĹ&#x;meyi hatÄąrlamasÄą ĂśnĂźmĂźzdeki dĂśnemde Ä°ngiliz iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąna da esin kaynaÄ&#x;Äą olursa, AB burjuvazisinin AlmanyaÄ°ngiltere-Fransa’dan oluĹ&#x;an ßçlĂź sacayaÄ&#x;Äąndaki dengesizlik bĂźyĂźyecek. Avrupa’daki burjuva demokrasisi, iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn tepkisini dĂźzeniçi/sendikal mĂźcadele ve reformist partiler aracÄąlÄąÄ&#x;Äąyla sistem içinde çÜzĂźm yĂśnĂźnde soÄ&#x;ursa da, siz bir de inisiyatifin biz iĹ&#x;çilere geçtiÄ&#x;i, kendi mĂźcadeleci sÄąnÄąf ĂśrgĂźtlenmelerimizle, devrimci iĹ&#x;çi meclis ve konseyleri ile bu eylemlerin ĂśncĂźlĂźÄ&#x;ĂźnĂź yapacaÄ&#x;ÄąmÄąz gĂźnleri dĂźĹ&#x;ĂźnĂźn. Ä°Ĺ&#x;çi sÄąnÄąfÄą bugĂźn FransÄązca dĂśvĂźĹ&#x;Ăźyor, doÄ&#x;rusu Ĺ&#x;u; iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą aslÄąnda proleterce dĂśvĂźĹ&#x;Ăźyor, proletaryanÄąn devrimci dilinden dĂśvĂźĹ&#x;meyi de elbet baĹ&#x;aracak. Kendi sÄąnÄąf çĹkarÄą için dĂśvĂźĹ&#x;en iĹ&#x;çiler, kendi sÄąnÄąf çĹkarÄą için delice dĂśvĂźĹ&#x;en burjuvaziye yanÄąt vermeyi bĂśyle ĂśÄ&#x;reniyor.


NƦN RJHQNXN

Grevci bir işçi veya bir öğrenci değilseniz grevin soluğunu duyacağınız, gücünü hissedeceğiniz yerler metrolar ve sokaklar. Trene bindiğiniz andan itibaren grev yapan işçiler, boykotçu öğrenciler, yürüyüşe katılmak için yola dökülmüş büyük gruplarla bir aradasınız. Yürüyüşe gitmek için bindiğim trende boykota giderek okulu kırmış, öğrenci neşesiyle yürüyüşe katılmak için yola çıkmış liseli bir öğrenci grubuyla karşılaştım. Yürüyüş alanına kadar onlarla birlikte gittim. Genç ve eylemde olmanın canlılığıyla «ertesi gün de sürecek mi?”, “süresiz mi yapacağız?” soruları ve yanıtlarıyla aralarında boykotu konuşuyorlar.

Liselerden boykota katılımda önceki grevlere göre hızlı bir artma var. Öğrenci hareketindeki gerileme önceki kitle grevlerine düşük katılımda görülüyordu. 12 Ekim grevine ise lise öğrencileri kitlesel ve canlı bir katılım gösterdiler. 357 ile 400 arasında lisede boykot gerçekleştirildi ve lise öğrencileri yürüyüşlerde de aktif olarak yer aldılar. Halen liseliler ve üniversiteliler eylemdeki en aktif ve militan kesimi oluşturuyor. Yürüyüş alanına başka bir trenle gelen bir yoldaş lise öğrencilerinin “Boku yedin Sarkozy/Gençlik sokağa iniyor!” sloganını attıklarını söyledi. Montpellier lise öğrencileri caddeyi çöp bidonlarıyla kapatarak blokaj gerçekleştirdiler.

Liseli ve üniversiteli gençlerin genel grevin en canlı ve mücadeleci kesimini oluşturması tesadüf değil. Öğrenciler, karar alma ve uygulama süreçlerinde gazetemiz İşçi Meclisi’nin savunduğuna benzer biçimde bir çeşit doğrudan demokrasi uyguluyorlar. Tüm okulun katıldığı 500 ila 1000 kişilik toplantılarda eylemin biçimi, zamanı birlikte belirleniyor; ardından işbölümüyle, militan blokajlar gerçekleştiriliyor. Léonard De Vinci Lisesi’nden bir İşçi Meclisi okurunun mektubunu yayınlıyoruz:

Hemen hemen tüm liseler yaklaşık bir haftadan beri seferber oldular. Tüm öğrenciler sokaklara döküldü. Bir ay içerisinde beş kere, üç milyon kişi sokaklarda birleştiler emeklilik reformunu protesto etmek için. Bunlara rağmen, Sarkozy emeklilik reformunu gerçekleştireceğini dile getirdi. Bu liselileri daha da kızdırdı. Bu açıklama herkesi greve doğru yönlendirdi. Geçen hafta olduğu gibi, bu hafta da daha ileri gidebileceğimizi göstereceğiz devlete. Yani geleceğimizle oynamalarına izin vermeyeceğimizi…

Lisemizde demokratik bir şekilde eylemlerimize devam etmemiz gerektiğine karar verdik ve bunu göstereceğiz. Geleceğimiz bizim elimizdedir, ama onu elde edebilmek için güçlerimizin birleşmesi şarttı!

Fransa’daki Türkiyeli göçmen işçilerin Fransız işçi sınıfının mücadelesine uzaklığı temel bir sorun. Yoğun olarak bulundukları inşaat sektöründe işçiler arasında 10-15 yıl çalışarak birikim yaratma ve daha fazla çalışmama düşüncesi yaygın. 42 yıl çalışma ve sonra emekli olma düşüncelerinde yer almıyor. Sınıf niteliğinin ve bilincinin gelişmemişliğiyle kısa dönemli beklentilerle hareket ediyorlar.

de önce göçmen emekçileri vuracak olan bu yasaya karşı mücadele etme duygu ve bilinci de gelişmiş değil.

Bırakalım genel göçmen emekçiler kitlesini, devrimci örgütler ve işçileşmiş devrimcilerde dahi Fransa’da ve diğer Avrupa ülkelerindeki işçi sınıfı mücadelesine kayıtsızlık derecesinde bir uzaklık vardır. Enternasyonalist bilinç, mücadeleye ve yaşama inmediği gibi, Fransız işçilerden

Bu geri bilincin kaynağında Avrupa’da süregelen devrimci çalışmanın demokratik göçmen faaliyeti niteliğinde oluşu bulunmaktadır. Bu duyarsızlık ve geri bilinç, göçmen emekçilerin düzensiz çalışma koşullarıyla da birleşince Fransız işçiler genel grev yaparken ona katılmayan ve çalışmaya devam eden bir göçmen işçi kitlesi fotoğrafı ortaya çıkartmaktadır. Sadece emeklilik yaşının 60’da kalması için değil, kamu harcamalarının daraltılmasıyla göçmenlerin sosyal haklarını daraltmaya başlamış olan saldırılara karşı bu ülkelerdeki mücadeleyle bütünleşen yeni bir hat oluşturmak zorunludur.

Yürüyüş alanına kadar birlikte gittiğimiz grupla metroya geçtiğimizde CGT’li işçilerin bulunduğu vagona bindik. Metroda herkes grevci, herkes yürüyüşçüydü. CGT’li işçiler gösteriye trende başlamışlardı. Bir anda Enternasyonal söylenmeye başlandı. Ardından sloganlar, bağırışlar, Sarkozy’e selam göndermeler, avcı borusu ve düdük sesleri… Ardından grevcilerin dilinden düşmeyen «Geriye çekin, geriye çekin/çekmezseniz ne olacağını biliyorsunuz!» başladı. Bu bir tür tekerleme gibi, alaycı ve meydan okuyan bir şekilde şarkı gibi başlıyor, kısa, kesik vurgulu sloganlarla bitiyor.

Genel grevi başarıyla bitireceğimize inanıyoruz ve gerekirse daha da ilerigidebileceğimizi göstereceğiz. ”Gerçekçi ol Imkânsızı iste” Che Guevara

Paris’teki yürüyüşe ”A BAS LE REGİME DE’SCLAVAGE SALARİE / PROLETARİAT REVOLUTİONNAİRE” (Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni / Devrimci Proletarya) pankartıyla katıldık. Pankartımızı 1830 barikatçılarının anısına dikilmiş Bastille Anıtı’nın parmaklıklarına, sendikaların arasında bir süre yürüdükten sonra da güzergah üstünde bir başka yere astık. Eyleme çağıran duyuru afişlerimiz Strasburg Saint Denis’ye asıldı. Belli sayıda bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Bu sınırlı çalışma öncekinden farklı bir bilinç ve duyarlılık yaratmaya yetmedi; bunun kısa dönemde olmayacağını da bilen ısrarlı bir devrimci çabayla çalışmamızı farklılaştıracak ve bu ülkelerdeki sınıf mücadelesinin bir parçası da olacak yeni bir duruşu ortaya çıkartacağız.


NƌN RJHQNXN

%DQNDODUGD Ă?UJĂ–WOHQHOLP

Kriz çĹÄ&#x;lÄąklarÄąnÄąn ayyuka çĹktÄąÄ&#x;Äą, iĹ&#x;sizliklerin yoÄ&#x;un yaĹ&#x;andÄąÄ&#x;Äą Ĺ&#x;u dĂśnemde, kar açĹklayan bir bankada çalÄąĹ&#x;Äąyorum, fakat bunun yanÄąnda çalÄąĹ&#x;anlara yapÄąlan zam oranlarÄą ise açĹklanan karla ters orantÄąlÄą, aksi kapitalizmin ĂśzĂźne aykÄąrÄą olurdu zaten. Bu ters orantÄą sadece kar oranlarÄą ile deÄ&#x;il, mevcut haklarÄąn bile zaman içinde sinsice, garip bir Ĺ&#x;ekilde buharlaĹ&#x;masÄąnda da kendini gĂśsteriyor. Ă–rnekse, giĹ&#x;ede çalÄąĹ&#x;an personele, mĂźdĂźr insiyatifine her ay sabit olarak verilen bir miktar prim, “sistem iyileĹ&#x;tirmesiâ€? aldatmacasÄą ile, iptal edilerek, performansa dayalÄą prim sistemine geçiliyor. DolayÄąsÄąyla her ay sabit olan bu kazanç, tahmin edilebileceÄ&#x;i Ăźzere oynak bir hal alÄąyor; kimse kimseye ne kadar prim aldÄąÄ&#x;ÄąnÄą sĂśyleyemiyor, hem yasak hem de aslÄąnda hiç de adil olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄąn herkes farkÄąnda, her Ĺ&#x;eye raÄ&#x;men bazÄąlarÄąnÄąn yĂźzĂź gĂźlĂźyor, bazÄąlarÄąnÄąn ise tam tersi‌.. Banka çalÄąĹ&#x;anlarÄąnÄąn ĂśrgĂźtlenememelerinin baĹ&#x;lÄąca sebebi olarak, performansa dayalÄą prim sistemi uygulamasÄą baĹ&#x; sÄąralarda yani. Patronlar ve temsilcileri bunu bĂźyĂźk ustalÄąkla kullanÄąyor. AyrÄąca, Ăśnce banka personeli olan, fakat zaman içinde taĹ&#x;eron firmaya aktarÄąlan bir grup çalÄąĹ&#x;an var ki, bu taĹ&#x;eronlaĹ&#x;tÄąrma zaman içinde banka personelinin bĂźyĂźk bir bĂślĂźmĂźnĂź kapsayacak gibi gĂśrĂźnĂźyor; Ăźretim sĂźreci kendini gĂźncellerken hizmet sektĂśrĂź de bundan nasibini bĂśylece alÄąyor. Ă–ncelikle temizlik personeli ve bir kÄąsÄąm gĂźvenlik gĂśrevlisi bu kapsamda baĹ&#x;ka firmalara aktarÄąldÄą, bunun neticesinde maaĹ&#x;larÄąnda ciddi oranda bir azalma ve Ăśzel saÄ&#x;lÄąk sigortasÄą kapsamÄąndan çĹkartÄąlma, en bariz mevcut hak gaspÄą olarak sayÄąlabilir. GiĹ&#x;e ve diÄ&#x;er operasyon kadrolarÄą da, yakÄąn bir zamanda taĹ&#x;eronlaĹ&#x;tÄąrÄąlacak gibi gĂśrĂźlmekte. Bunun sinyalleri verildi. ArtÄąk operasyon kadrolarÄą Ĺ&#x;ube mĂźdĂźrĂźne baÄ&#x;lÄą deÄ&#x;il, hepsi genel mĂźdĂźrlĂźk bĂźn-

yesinde toplandÄą. Bu gerçekleĹ&#x;tiÄ&#x;i zaman kar oranlarÄąnda yine ve yeni bir artÄąĹ&#x; sĂśz konusu olacak. ÇalÄąĹ&#x;anlar olarak bĂźtĂźn bunlarÄąn farkÄąnda olmamÄąza karĹ&#x;ÄąlÄąk, iĹ&#x; gĂźvencesinin son derece pamuk ipliÄ&#x;ine baÄ&#x;lÄą olmasÄą, bĂśyle bir ortamda eli ve kolu aynÄą anda baÄ&#x;layÄąveriyor. SĂźrekli olarak iĹ&#x;siz kalmakla ve yedek iĹ&#x;siz ordusu da kullanÄąlarak hem ailemiz tarafÄąndan, hem de yĂśneticilerimizce tehdit ediliyoruz. Yani mahalle baskÄąsÄą burdan da vuruyor bizleri. Zaten kurgulanan sistem Ăśyle gĂźzel iĹ&#x;liyor ki, biraz Ăśnce bahsi geçen yĂźzĂź gĂźlen arkadaĹ&#x;larÄą ilk Ăśnce karĹ&#x;ÄąmÄązda buluveriyoruz. BĂśylelikle birbirine yabancÄą, kendine yabancÄą bir çalÄąĹ&#x;an gĂźruhu olmaktan Ăśteye geçemiyoruz, mĂźnakaĹ&#x;alar hep tek taraflÄą, hep kiĹ&#x;isel boyutta oluyor. UÄ&#x;ranÄąlan haksÄązlÄąklarÄąn asÄąl sebebi, bizi bu halde sĂśmĂźren zihniyetin ta kendisi olan kapitalizm, bu Ĺ&#x;ekilde kendini gizlemeyi baĹ&#x;arÄąyor. Ama biz onu her halinden biliyoruz, tanÄąyoruz. Bir kaç yÄąl Ăśncesinde TĂźrk Telekom çalÄąĹ&#x;anlarÄąnÄąn, bankalarÄą da etkileyen yarÄąm gĂźnlĂźk iĹ&#x; bÄąrakma eylemini hatÄąrladÄąÄ&#x;Äąmda ise, her Ĺ&#x;eyin daha bitmediÄ&#x;ini dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorum. Bile isteye bankalarÄąn iĹ&#x; bÄąrakma durumu olmamasÄąna karĹ&#x;ÄąlÄąk, Telekom hatlarÄąna baÄ&#x;lantÄąlÄą çalÄąĹ&#x;ma sebebi ile yarÄąm gĂźn boyunca iĹ&#x; dĂźnyasÄąnÄąn nasÄąl kitlendiÄ&#x;ini gĂśrmek Ăśnemli ve aynÄą zaman da bir o kadar da keyifli idi. 8 saat gĂśrĂźlen çalÄąĹ&#x;ma satlerinin nasÄąl da Ăśyle olmadÄąÄ&#x;ÄąnÄą, 24 saatimizin en az 12 saatini iĹ&#x;yerine hibe ettiÄ&#x;imizi dĂźĹ&#x;Ăźnmek bile tĂźyler Ăźrpertici. Kendine vakit ayÄąramayan, adeta kĂśleleĹ&#x;miĹ&#x; insanlar olmak istemiyoruz. Ă–yleyse ĂśrgĂźtlenerek, bu iĹ&#x;i biz de baĹ&#x;ardÄąÄ&#x;ÄąmÄązda, sorunlarÄąmÄązÄą o zaman çÜzmeye baĹ&#x;layacaÄ&#x;Äąz.

$ODUP KĂśĹ&#x;emizin ismi bir çok yerde merak konusu olmuĹ&#x;. Bizde bu sayÄąmÄązda kĂśĹ&#x;emizin 7. Alarm olmasÄąnÄąn nedenini açĹklamak istedik. Ä°Ĺ&#x;çi Meclisi’ni çĹkarmaya karar verdiÄ&#x;imizde, Ä°Ĺ&#x;çi Meclisimizin hangi ihtiyaca cevap vereceÄ&#x;i, içeriÄ&#x;ini tartÄąĹ&#x;tÄąk. Ä°Ĺ&#x;çi Meclisimiz iĹ&#x;çilerin sadece okuduÄ&#x;u bir yayÄąn olmamalÄąydÄą. Metal sektĂśrĂźnden bir grup iĹ&#x;çi arkadaĹ&#x; Ä°Ĺ&#x;çi Meclisinde sĂźrekli bir kĂśĹ&#x;emiz olsun dedik. Binlerce dolar maaĹ&#x; alan burjuva kalemĹ&#x;Ăśrleri kĂśĹ&#x;e yazarlarÄąndan neyimiz eksikti. KĂśĹ&#x;emizin isim ne olsun tartÄąĹ&#x;masÄą yaparken bir arkadaĹ&#x;ÄąmÄąz 7. Alarm olmasÄąnÄą Ăśnerdi. Nedeni ise çalÄąĹ&#x;tÄąÄ&#x;ÄąmÄąz fabrikada yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;ÄąmÄąz bir olayÄą anlatarak açĹkladÄą. Bilirsiniz fabrikalarda iĹ&#x;baĹ&#x;Äą, çay saatleri, ĂśÄ&#x;le ve akĹ&#x;am paydosu olmak Ăźzere gĂźnde yaklaĹ&#x;Äąk 6 defa alarm zili çalar. En kahredicisi ise iĹ&#x;baĹ&#x;Äą olanlarÄądÄąr. YavaĹ&#x; hareketlerle gidilir iĹ&#x;in baĹ&#x;Äąna. YoÄ&#x;un bir Ĺ&#x;ekilde ,ÂťSIJ PJ_ mesaiye kaldÄąÄ&#x;ÄąmÄąz GZ FQFWR ama yinede ĂźcretUFYWTS NÂŚNS lerimizi zamanÄąnda alamadÄąÄ&#x;ÄąmÄąz ÂŚFQĂ‚^TW bir dĂśnemdi. Tep &QFWRÔ LÂťS ki olarak iĹ&#x;baĹ&#x;ÄąnÄą belirten alarm zili LJQJHJP GN_ çaldÄąÄ&#x;Äąnda aÄ&#x;Äąrdan ÂŚFQFHFÀÂ_ alarak makinalarÄąmÄązÄąn baĹ&#x;Äąna giderdik. KĂśĹ&#x;emizin ismini Ăśneren arkadaĹ&#x; o gĂźnlerde Ĺ&#x;Ăśyle demiĹ&#x;ti. “GĂźnde 6 kez bu alarm patron için çalÄąyor. 7. AlarmÄą gĂźn gelecek biz çalacaÄ&#x;Äąz.â€? Ä°Ĺ&#x;te kĂśĹ&#x;emizin ismi bĂśyle ortaya çĹktÄą. Ä°Ĺ&#x;çi ve emekçi kardeĹ&#x;lerimizin Ăśneri, eleĹ&#x;tiri, ve katkÄąlarÄąnÄą bekliyoruz. Fransa da iĹ&#x;çi-emekçiler ve ĂśÄ&#x;renciler emeklilik yasa tasarÄąsÄąna karĹ&#x;Äą haftalardÄąr kitlesel bir direniĹ&#x; sergiliyorlar. Ă–Ä&#x;rencilerin, iĹ&#x;çi ve emekçilerle birlikte gelecekleri için sokaklarda barikat barikat verdikleri mĂźcadeleyi Fransa burjuvazisi “demokrasiye karĹ&#x;Äą yapÄąlan eylemler’’ olarak gĂśsterme çabasÄą içerisinde. 1999 yÄąlÄąnÄą unutmadÄąk. 17 AÄ&#x;ustos depreminde â€œĂśzgĂźrceâ€? ĂślĂźyorken yÄąkÄąntÄąlar arasÄąnda biz, bizim burjuvalarÄąmÄąz bir gece geçiriverdiler mezarda emeklilik yasasÄąnÄą. Sizin demokrasisiniz, mezarda emeklilik, açlÄąk, yoksulluk, geleceksizlik ve gerçek ĂśzgĂźrlĂźÄ&#x;ĂźmĂźzĂźn ĂśnĂźne bir perde olarak koyduÄ&#x;unuz liberal ĂśzgĂźrlĂźklerden baĹ&#x;ka bir Ĺ&#x;ey deÄ&#x;il. Fransa iĹ&#x;çi ve emekçilerinin emeklilik yasasÄąna karĹ&#x;Äą verdiÄ&#x;i mĂźcadele bize nasÄąl kazanacaÄ&#x;ÄąmÄązÄąn yolunu gĂśsteriyor. Fransa’dan ĂśÄ&#x;renciler sesleniyor ’’babalarÄąmÄąz emekli olmazsa bize iĹ&#x; yok.’’ Bizde diyoruz ki; biz mĂźcadele etmezsek, çocuklarÄąmÄąza gelecek yok. 7incialarm@gmail.com

Ä°Ĺ&#x;çi Meclisi Okuru Bir Banka ÇalÄąĹ&#x;anÄą


NƦN RJHQNXN

$K ELU GH íX ìLOL ROPDVD\GÜ Şili’de, Cerro San Jose Bakır ve Altın İşletmesi’nde, yerin 700 metre altında 69 gün kaldıktan sonra kurtarılan 33 işçiden 31’i hastaneden taburcu edildi. Yeraltında aşırı nem yüzünden zatürre teşhisi konulan, dişlerinde apse olan iki işçinin tedavisi ise sürüyor. Şili Cumhurbaşkanı Sebastian Pinera, kurtarılan madencileri kaldırıldıkları Copiapo Hastanesi’nde ziyaret ettikten sonra; ikinci hamleyi de yaptı: “Ülkemizde madenlerin insanlık dışı koşullarda çalışmalarına asla izin vermeyeceğiz! San Jose’deki kazanın tekrarlanmasını önlemek amacıyla bir yasa tasarısı hazırlayacağız. Bu konuda radikal bir değişim gerçekleştireceğiz. Şili’deki madencilerin güvenliği, gelişmiş ülkelerdeki meslakdaşlarıyla aynı düzeyde olacak.” NASA’ya kadar uzanan, dünya çapında bir kurtarma operasyonuna dönüşen, madencilerin kurtarılmasının ardından; işçi sağlığı ve güvenliği hamlesi. Ne oluyor? Şili Cumhurbaşkanı Pinera, bu hamlelerin arka planını şöyle açıklıyor: “İnsanların artık Şili’yi, yıllarca askeri rejim tarafından yönetilen bir ülke olmaktan çok, halkının madencilerini kurtarmak üzere birleştiği bir ülke olarak hatırlamasını umuyorum.” Ah işte; bizim Çalışma Bakanı’nı hasetinden çatlatan da tam burası! “Biz olsak 3 günde çıkarırdık!” diye, sahneye rezilce zıplamasının nedeni tam da bu işte! Aynı ligde mücadele eden iki kapitalist ülkenin, mali sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda girdikleri değişim sürecindeki rekabeti. Şili, madencilerin yaşadığının dünya çapında öğrenilmesinin ardından, bunu bir fırsat olarak değerlendirip, kapılarını tüm dayanışma ve desteklere açarak, dünya çapında bir kurtarma operasyonuyla birlikte, tüm puanları topladı. Madenlerde çalışma koşullarını düzelteceği sözü vererek de, prim yapmayı sürdürüyor. İçeriye; işçi sınıfı ve emekçilere yönelik olarak; faşist diktatörlüğün amansızca bastırdığı ihtiyaçları, biriken kin ve öfkeyi, kapanmamış yaraları, gerek o döneme ait yargılama süreçleriyle, gerekse madenlerin başına cumhurbaşkanlarını dahi koşturarak, burjuva demokrasisinin kanallarında soğurmaya çalışıyor. Türkiye ise, hala, deprem sonrasında dünyanın her yerinden akan yardımlara yasak koyan; 2008-2010 arasında 182 maden işçisinin iş cinayetiyle katledildiği; sadece 2010’un ilk altı

2F^ÂXÔYF ?TSLZQIFPÔYF RJ^IFSF LJQJS LWN_Z UFYQFRFX XTSZHZSIF NƦNSNS HJXJIN ¦ÂPFWÂQÂWPJS NƦNSNS HJXJIN MFQF LµH»P FQYÂSIF ¦ÂPFWÂQRF^ GJPQN^TW ayında, 66 maden işçisinin öldüğü; Başbakanının maden cinayetlerine “kader” dediği, bakanların “güzel ölüm!” dediği, iş cinayetlerinin olduğu madenlerin başına ambulanstan önce jandarmanın gönderildiği, bir ülke olarak duruyor…

Şimdi, ölçütler değişti, beklentiler ve basınç alabildiğine arttı. Üstelik tam da, işçi sağlığı ve güvenliği hizmetini taşeronlaştıracakken; sermayeyi, 50 işçinin altında sömürdüklerinden, işçi sağlığı ve güvenliği hizmetini muaf tutacakken!

İpi ilk kim göğüslerse, ölçütü o koyup, parsayı o topluyor. Türkiye burjuvazisi ve devletinin dövünmesi hiç de boşuna değil. Madenlerde, çok yönlü bütünden giriştiği dönüşüm süreciyle, öne çıkmayı hedefliyordu. Özelleştirme, taşeronlaştırma ve bununla birlikte gelen iş cinayetleri, madenlerdeki değişim sürecinin sadece bir yönü. Asıl olaraksa, tümden en gelişmiş teknolojiyle maden haritalarının çıkarılması, akredite edilmesi, taşeronların sürdüğü tarlaya emperyalist maden tekellerinin, yerli ortaklarla birleşerek konması, madenlerde çalışma koşullarının geliştirilmesi, iş güvenliğiyle ilgili yasa ve yönetmeliklerin çıkarılması vb., bütünden akmakta olan bir dönüşüm süreci. Ah, bir de şu Şili olmasaydı!..

Onlar dövünedursunlar; biz eleştirinin ötesine geçmeliyiz. Birincisi; Çalışma Bakanlığı’na bağlı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’dür! Hazırlanan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yasa Tasarısı, tümden yırtılmalı; tüm işkollarından, mühendisler dahil işçi komitelerinin talep ve kararları doğrultusunda, yeniden yazılarak, eylemlerle yaşama geçirilmesini dayatmalıyız. İkincisi, Şili Cumhurbaşkanı Pinera’nın, “halkının madencilerini kurtarmak üzere birleştiği bir ülke” anıştırması; kapitalizm koşullarında, olanaksızdır. Maden işçileri, sınıf kardeşlerini kurtarmak için seferber olsalar dahi; madenin sahibi San Jose Bakır ve Altın İşletmesi,

sahip olduğu donanımı onların eline vermezse, ne olacak? Sermayenin devleti, cumhurbaşkanını değil, jandarmayı koşturursa ne olacak? NASA, kapsülün yapımına izin vermeseydi? Ya, o hep duyduğumuz, “kaynak yok!” ekosu ortalığı kaplasaydı?… İşte bu yüzden; kapitalizm koşullarında “halk birleşemez”; çünkü, işçiler, emekçiler, birbirleriyle doğrudan ilişki kuramazlar; onları bir araya getiren işgüçlerinin meta olması, işgüçlerini sömürüp semiren, üretim koşul ve araçlarına sahip sermaye, onları sömürülecek işgücü konumunda zorla tutan devlet vb.dir. Kurtarma operasyonunda da, sermayenin ve devletinin, icazetine tabidirler. Bunlara tam karşıt biçimde ve etraflarını ve zihinlerini, yaşamlarını ve emeklerini kuşatan bu prangalara karşı savaşarak, kazanıp/ kaybederek ama bu yolda güçlenerek, kanırta kanırta ilerleyerek, gün gün birleşerek sonunda kendi dünyalarını kuracaklar, başka bir yolla değil!


NƦN RJHQNXN

<ÜNÜOVÜQ EX NHQW Kondulara saldırdılar. Kepçe, zabıta, çevik kuvvet, cop, gaz, kurşun. Ardlarında yıkılmış evleri bıraktılar. Bir de Zehra’yı… “Çocuklarımı benden daha fazla seven olabilir mi?” Sultanbeyli’de, 17 Nisan 2009’da, halde işçilik yapan Tuncay Yarap, gecekondusunu yıkmaya gelen ekipler karşısında, kendi kızını rehin aldı. 4 aylık kızı Zehra’nın boğazına bıçak dayadı: “Burası için çocuğumu da öldürürüm!” Uzun süren ikna çabalarından sonra, çocuğunu bıraktı. Gözaltına alındıktan sonra, kondusu yıkıldı. Tuncay Yarap, şunları söyledi: “Hal’de işçiyim, günde 10 lira kazanıyorum. Ayda 300 liraya geçim savaşı veriyorum. Olay günü önce komşularımın evini yıktılar. Onları teselli etmek için yanlarına gittim. Sonra benim evime de göz yaşartıcı bomba attıklarını görünce, içeri koştum. Bir anlık öfkeye kapıldım. Ne yapacağımı bilemiyordum. Kesinlikle çocuğumu öldürmek gibi bir niyetim yoktu. Çaresizlikten ne yapacağımı bilemedim. Benim hayatım, herşeyim zaten çocuklarım. Bu evi onlar için yapmıştım. Çocuklarıma bir bardak süt getirmek için gece gündüz çalıştım. Bu yıkılan evi 10 bin lira borç altına girerek çocuklarım için yaptım. Onları benden daha fazla düşünen, benden daha fazla seven olabilir mi?” “Gecekondu, çocuktan daha önemli o pislik için” Saldırı, sadece kepçe ve copla yürütülmedi. Kondularda yaşam savaşımı veren işçi, emekçiler; sermaye medyası tarafından hedefe çakıldılar, aşağılanıp dışlandılar. “Fakirmiş… Gecekonduda yaşıyormuş… Acımıyor muymuşuz kendilerine? Hadi oradan maskaralar! Sizin neyinize acıyacakmışım? Gelip, dere yatağına ev yapıyorsunuz. Sonra da başlıyorsunuz ağlaşmaya: ‘Devlet nerede? Devlet yok mu?’ diye. Devlet mi çağırdı sizi oraya? Fakirmiş.. Yalan… ‘Fakirim’ diyen hokkabazın günlük geliri, devletin genel müdüründen çok daha fazla. Hele, memurunun, öğretmeninin, polisinin, subay astsubayınınkinden üç dört misli. Benim memurum, öğretmenim, polisim, subayım, işe her gün tıraş olmuş, ütülü pantolon temiz gömlekle gidecek. Öbür soytarı, kokuşmuş üst baş. Bir haftalık sakal ve belki de bir hafta hiç çıkarılmadan

giyilmiş elbise ile dolaşacak. Hazinenin ya da özel şahsın arazisini işgal edip gecekondu dikecek. Sonra o gecekondular, görevliler tarafından yıkılmak istendiğinde, çatısına çıkacak iki üç yaşındaki bebeyi de kolundan tutup, kurbanlık koyun gibi sallandıracak ve bağıracak: ‘Bu evi yıkarsanız, bu çocuğu öldürürüm’ diye. Öldürür tabii. Çünkü gecekondu, çocuktan daha önemli o pislik için. Geri zekalı sapık için, çocuk yapmaktan kolay ne var? Atar karıyı aşağıya. Çıkar horoz gibi üstüne. Beş dakikada Beşiktaş işi, yeni bir çocuk yapıverir. Ama ev yapmak kolay mı bir daha?… Yok mu bir de ‘fakirik, fukarayık’ ayakları. Ve bunları savunan popülistler yok mu!” (Memduh Bayraktaroğlu, Akşam gazetesi, 9 Kasım 1995; İstanbul Alibeyköy’de yaşanan sel felaketi üzerine) Sermayenin dayattığı yeni yaşam tarzı Kondular, yerlebir edildi; ediliyor. Sermaye, çılgın gibi gayrimenkule akıyor. Kamu arazileri, kondu bölgeleri, SİT alanları parsellenip, toptan kapatılıyor. Yapay göllü, havuzlu, bahçeli, teraslı siteler, residanslar, villalar yükseliyor… 100 binlerden başlayıp, milyonlarca liraya varana kadar!

Ev almak, ev sahibi olmak; dev çaplı kampanyalarla teşvik ediliyor. “Kira eder gibi ev sahibi olun!”, “10 bin lira peşinle ev sahibi yapıyorum!” vb.

Tüm bu kampanyalarla, sermaye, topluma, işçi sınıfı ve emekçilere, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, yeni bir yaşam tarzını dayatıyor. Mekanın, sağlığın, ulaşımın, eğitimin vb. herşeyin metalaştığı, paraya tahvil edildiği; sermaye birikiminin aracına dönüştüğü, bir yaşam tarzı. “Metaların dünyasının büyüyüp, insanların dünyasının alabildiğine küçüldüğü bir yaşam.” Önceki dönemin dayanışmacı ilişkilerinin tümden yıkılıp, yerlerine bireysel olarak sahip olma, rekabet ilişkilerinin geçirildiği, bir yaşam tarzı. Yaşam boyu ipotek altında, taksitleri ödemeye bağımlı; bu yüzden de sermayeye köleliği alabildiğine arttırılmış bir yaşantı geliştiriliyor. “Amerikan rüyası”nın sonu Türkiye’de yeni başlayan, ABD’de korkunç bir yıkımla sonuçlandı. Konut kredileri kriziyle birlikte, ABD’de, 2007’den bu yana, 2,5 milyon eve, kredi taksitlerini ödeyememe nedeniyle, bankalar tarafından

el kondu! Sadece geçen ay, el konan ev sayısı 103 bin! “Amerikan rüyası”, dev çaplı bir el koyma harekatıyla, işçi ve emekçilerin tüm birikimlerini yatırdıkları evlerden atılmalarıyla sonuçlandı…

Geliştirilen, bize dayatılan, kapitalist kentsel dönüşüm ve yaşam tarzı, tekellerin sermaye birikimlerini arttırmaya, karlarını azamileştirmeye koşullu. Bizleri metalaşmanın bataklığında boğarak, insan olmaktan çıkarmayı hedefliyor. Buna karşı, artık ne sadece yıkımlara direnişle sınırlanabiliriz, ne de kondulara güzelleme düzülebilir. Ne de sadece, bize dayatılana hayır demekle sınırlanabiliriz… Egemenliğini kuran kapitalist kentsel dönüşüm ve yaşam tarzından ileriye; işçi sınıfının kentsel dönüşüm programını ve yaşam tarzını kurmaya yöneleceğiz. Fabrika işçilerinin, yıkım tehdidi altındaki semtlerde oturan işçi ve emekçilerin, mühendis ve mimarların yer aldıkları komitelerin temelinde yer aldığı; mekanı ve barınma hakkını sermayeleştiren tekellere karşı mücadeleyle birleştirilecek olan; sosyalist bir kent ve yaşam tarzının toplumsallaştırılması mücadelesi.


NƦN RJHQNXN

'LUHQPH\L ELUOLNWH ÐðUHQGLN Merhaba. Kendini tanıtır mısın? -Adım, Elif Özlem Yağcı. Kaç yıldır TEKEL’de çalışıyordun, ne iş yapıyordun? Elif Özlem YAĞCI: 17 yıldır TEKEL’de çalışıyordum, İzmir’ de, İstanbul’da ve tekrar İstanbul’da geçti bu yıllar. TEKEL’de Tonga işçisiydim, yani açılmış tütünlerin balyalar halinde fabrikalara gitmesinde dikim işini yapıyordum. Tekel’ in kapanacağını nasıl duydun? Elif Özlem YAĞCI: 2008 yılında ilk olarak duydum, sendikadan gelmişlerdi TEKEL kapanacak dediler, ayrıntısını bilmediklerini söylediler. Ama bir taraftan da yaprak tütün kalacak demişlerdi. Bizi uyuttular resmen. Sonrasında Ankara sürecine varan direnişler. Senin açından nasıl başladı, nasıl gelişti ve nasıl bitti direniş? Elif Özlem YAĞCI: Böylesine bir direniş olacağını ummuyordum aslında, sendikayı işçiler sıkıştırdı eylemler konusunda. Sonrasında Ankara’ ya yola çıktık otobüslerle ama bizi Samsun yoluna götürdüler. Yolları kapattık. En sonunda Ankara’ya vardığımızda bir kısmımız Armada’nın önündeydik, bir kısmımızı da Abdi İpekçi Spor Salonu’na kapattılar. Bende Armada’nın önündeydim bizi Abdi İpekçi Spor Salonu’na götürmek için otobüs tuttular fakat biz kabul etmedik ve 3.5 saat yürüyerek kendimiz gittik. Bu arada Abdi İpekçi Spor Salonundakiler kapıları zorladılar ve içeriden mücadele ederek çıkabildiler. Polis sürekli saldırıyordu. Sendikaya en başından beri güvenmiyorduk ama halka inanıyorduk, şu anda yanımızda bulunmayan siyasi partiler, sendikalar ve diğerleri o süreçte eylem medyatik olduğunda bir an bizi yalnız bırakmadılar.

Bitişini de sendika ağaları tarafından duydum. Mustafa Türkel mesaj gönderdi, 4-C’yi imzalayın diye. Mahkemede çözümleneceğini söylüyordu. Dağılma böyle başladı, bazı arkadaşlar imzaladı.

Tekrar Direniştesiniz. Neden buradasın? Elif Özlem Yağcı: Sendika eylem kararlarını uygulamadığı için buradayım, güvenceli ve sosyal haklarımı alabildiğim bir iş istiyorum. Sendikanın bugüne kadar ki tutumu nasıl. Sizinle görüşmek istediler mi? Elif Özlem YAĞCI: 2 kişi temsilci istediler. Biz ise hep beraber gitmek istedik neticede her birimiz farklı yerlerden geliyoruz ama muhatap alınmadık. Neler yaşıyorsun burada, neler kazandırdı sana direniş?

Elif Özlem YAĞCI: İlk önceleri işsizlik maaşı alıyordum ama azdı. Maddi manevi zorluklar yaşadım tabi ama ailem en başından beri yanımda. Ankara sürecinde daha çok güveniyorlardı sonuca fakat burada ilk günlerde pek umutlu değillerdi fakat ilk Taksim eylemimizi izlediklerinde inançları arttı onların da. Ev ortamına alışık olduğum için burası elbette zor, Yalnız kalamıyor, tam anlamıyla dinlenemiyorum fakat hep beraber olmayı beraber yaşamayı ve beraber direnmeyi öğrendim. İ.M. : Bir mesajın var mı? Elif Özlem YAĞCI: Evet Ankara’da olanlar, bizi desteklediklerini söyleyenler nerede? Medya, sendikalar, siyasi partilerin hiçbiri yok…. Neredeler ?

Bir ölümün ardından Yazıldığı gibi yaşanmıyor ki ölüm. Bir dostun ölümünün açtığı yara kapanmıyor ki hiçbir teselliyle. Günlük koşturmacalar içinde kaybolan bizleri hor görüyor, iş cinayetleri ile kaybettiğimiz her işçi dostumuz. Ve dostluğumuz aynı sınıfa ait olmanın da ötesindeyse utanç içinde kalıyoruz onları uğular-

ken. Bu utançla yazıyorum Mutasım’ın hikayesini. Urfa’da yüzlerce kilonun altında kalan, yüzünü ancak bir defa gördüğüm dostumun hikayesini. Kalbi patlamış, tek parça kalmamış bir bedenin geride bıraktığı öfkeyle doluyum şimdi. Kapitalizm sadece geleceğimize çakılmış bir tabut çivisi değil bugün-

süzlük, şimdisizlik… Nefes alamadığımız, yarattığı boğuntudan sıyrılıp da kaderimizi kendi ellerimize alamadığımız bir dünya yaratıyor bize. Onların dünyasında Mutaassımlara düşen, gecenin bir yarısında ölmek oluyor. Ya onların dünyasında ölmeye devam edeceğiz ya da kendi dünyamızı yaratacağız.


NƦN RJHQNXN

o.DGÜQD SR]LWLI D\UÜPFÜOÜNp

3RODWOÜn\D JLUPHGL

Buradaki evden kastımız, derme çatma çadırlar… Derme çatma dediğimize bakmayın; kadınlar o koşullarda dahi toprağın üzerine serdikleri tertemiz kilimler, oldukça düzenli bir şekilde üst üste dizilen rengarenk yorganlar ve oturma odası görünümü verdikleri bir yaşam alanı yaratmışlar. Tabii bir de yemek yapma vazifesi var… Fakat mutfak konusunda pek de şanslı değiller. Çadırın önüne kurulmuş çamurlarla örülmüş ocaklarda yapıyorlar yemeklerini. “Böyle yemek pişirmek zor olmuyor mu?” dediğimizde, “Zaten pişirecek pek bir şey bulamadığımızdan çok da sorun olmuyor” yanıtını alıyoruz. Tabii bu 6-7 çocuğunu ve kocasını doyurma görevini yerine getirmesine engel teşkil etmiyor. Kadının her gün erkeklerle eşit çalışma koşullarında tarlada üretim sürecine dahil olması, eve gelindiğinde geleneksel işbölümünün devamını engellemiyor. Hatta kadınların “mesaileri” sabahları erken kalkıp kahvaltı hazırlamak, tarlada öğlen yenecek yemeği organize etmek; akşamları ise akşam yemeği, çadır temizliği, çamaşır ve bulaşık (elektrik ve su olmadan) gibi işler yüzünden daha da uzuyor.

Referandum sırasında en fazla kullanılan sloganlardan biri de ‘kadına pozitif ayrımcılık’tı. Slogan, bir inşaat kapitalistine ilham verdi. Star Towers projesinde komşuluk ilişkilerini yeniden canlandırmaya dönük sohbet odaları gibi ortak kullanım alanlarının yanında, kadınlara özel yüzme havuzu da var. Tanıtım toplantısında, “… evlerin asıl hakimi olan kadınlarımıza özel ayrıcalıklar yapmayı ihmal etmedik” denildi. Geçtiğimiz günlerde, her yaz başı genellikle Kürt

illerinden Ankara’ya çalışmaya gelen mevsimlik tarım işçilerini ziyaret ettik. Ziyaretimizin amacı özellikle kadın işçilerle sohbet etmek ve onların yaşadığı sorunları yakından görebilmekti. Ve görünen o ki, “pozitif ayrımcılık” Polatlı’ya girmemişti! İlk gittiğimiz andan itibaren kötü yaşam koşullarının kadınları iki kat daha fazla vurduğunu gördük. Zira kadınlar, erkeklerden farklı olarak hem evde(!) hem de tarlada çalışmak zorunda.

Geleneksel kıyafetleriyle fotoğraflarını çekmek istediğimizde de ciddi bir dirençle karşılaşıyoruz. Birlikte çay içip sohbet ederken içeri bir erkek girdiğinde kadın hemen ayağa kalkıp yerini ona veriyor ve artık sohbete devam etmiyor… Kadına kodlanmış ve içselleştirilmiş ahlaki ve geleneksel değerler, işçilerin doğdukları yerden kilometrelerce uzakta olduğu gibi sürdürülüyor. Bunu bir çırpıda değiştirmek ne kadar zorlu olsa da, ücretlerin yükseltilmesi, insanca barınma -çocukların eğitim-koşullarının sağlanması. kahvaltı ve öğle yemeklerinin kapitalist tarafından temin edilmesi için mücadeleyle işe başlamak, kadınla erkek arasındaki ilişkileri de yerinden oynatmanın zorunlu ön koşulu!

o.DQGÜUÜOGÜNp Ankara Üretiyorum Fotoğraf Atölyesi olarak bir haber üzerine bir Pazar günü yine yollara düştük. Haber; “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca ”Mevsimlik Gezici Tarım İşçilerinin Çalışma ve Sosyal Hayatlarının İyileştirilmesi Projesi” (METİP) ilk olarak pilot bölge seçilen Polatlı’ya bağlı Sarıoba köyünde hayata geçirildi” diye başlıyordu, Altyapı, elektrik, temiz su, yol vs. nin iyileştirileceği, herşeyden önemlisi de tarlada çalışmak zorunda oldukları için okula gidemeyen çocuklar için, çözümün aslında bu olmadığı bilinciyle ama yine de yüzümüzde tebessümle ve daha iyi koşulları fotoğraflayacağımızı, bambaşka bir Polatlı-3’ü herkesle paylaşmak ümidiyle fotoğraf makinalarımıza daha da bir güçle sarılarak otobüse bindik. Beklentimiz, prefabrik konutlar ve o şekilde bir okul görmek idi, hatta okulda Polatlı-1 ve 2’yi de gösteririz diye yanımıza projeksiyon cihazı ve bilgisayar bile aldık. Nasıl olsa artık

daha önceki senelerde yaşadığımız elektrik sorunu ”çözülmüştü”… Sarıoaba köyüne girdiğimizde, durumu anlatarak konutların nerde olduğunu, tarlaya gitmek üzere olan Diyarbakırlı tarım işçisi arkadaşlara sorduk, bize garip bir şekilde gülerek az ilerde çadırların olduğu yeri tarif ettiler. Israrla prefabrik konutlar olduğunu hatırlattık. Yine güldüler, üstelik bu sefer daha da manidar… Tarif edilen yere gittik. Yine onlarca çadırdan oluşan bir çadırkent ama daha öncekilerden daha çok çadır, biraz daha nizami sıralanmış. Yüzümüzdeki gülümseme biraz azalmadı dersem yalan olur, sonra diğerlerinden daha büyükçe yanyana 3 çadır gördük. Okul olmalı diye düşündük ki tahminlerimiz doğru çıktı. Birdenbire etrafımızı küçük arkadaşlarımız kapladı. Maalesef ki doğru yerdeydik. Maalesef ki diyorum çünkü herşey aynıydı. Çadırkent aynıydı, ufak tefek farklılıklar ise şöyle; aralara serpiştirilmiş kabin tuvaletler, yani hem duş

hem tuvalet. Dolaşmaya başladık, birde üzeri kapatılmış, altı açık geniş, boş ve garip çadırlar. Kabin tuvaletlerin fotoğrafını çekmek istedik. Kapısını açmaya çalıştık fakat açılması imkansız. Zorlamaya devam ettik fakat açılmak bilmiyor lanet kapılar. O anda küçük rehberimiz koşarak yanımıza geldi ve oraların vidalarla kilitli olduğunu söyleyince, yüzümüzde azıcık kalan gülümseme bu sefer tamamen gitti… Anlayacağınız kabin tuvaletlerin fotoğrafını sadece uzaktan çektik, zaten onlarda sadece uzaktan bakıyorlar, kullanılmıyor yani. Ayrıca 7 çadıra küçük bir kabin

düştüğü detayı da belki dikkatinize değer. Boş ve garip çadırlara gelince, mutfak olarak tasarlanmışlar. Bulaşık yıkamak, yemek pişirmek için kadınlara özel yani, ama henüz tasarım halinde... Oralara da garip garip baktık, belki fotoğraflarda rastlarsınız siz de. Elektrik olayı ise şöyle; direkler var ama bağlantı yok, yani çadırlara henüz elektrik girememiş. Tekrar başa dönersem, okula girdik, gezdik, sıralar ve kara tahta süper. Çocuklarda bu durumdan memnun gibiler, arkada küçük bir de oyun parkı var. Velhaslı kelam biz ise çok kötü “KANDIRILDIK”…


NƦN RJHQNXN

7ÖUNDQ YH 7ÖUNDQ Kadın işçilerin ve işçi sınıfının yaşamında 100 gündür bir Türkan var. 1992’de başlayan 18 yıllık işçi yaşamında hiç kendi isteğiyle işten ayrılmamış, konfeksiyon atölyelerinde, emekçi memur ve işçi hareketinin bir dönemki etkin mevzilerinden Gayrettepe Telekom’da ve en son Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde temizlik işçisi olarak çalışmış bir kadın işçi. Çalıştığı her işyerinde kölece çalışma ve yaşam koşullarına sessizce boyun eğmek yerine direnmeyi ve sınıf kardeşlerini örgütlemeyi seçen bir öncü işçi. Hiç kendi isteğimle işten ayrılmadım 2002 yılında taşeron temizlik işçisi olarak girdiği Gayrettepe Telekom’da, ne Türkan Albayrak ne de diğer taşeron işçiler işyerinde örgütlü sendikaların görüş alanına giriyorlar. Türkan sendikanın iş bırakma eylemlerine de katılmasına ve sendikayı aramasına rağmen bu çabaları hiçbir karşılık bulmuyor. Bir işçi olarak yalnız fiziki değil moral sınırları da aşan çalışma koşullarına tepki gösterince işten çıkarılıyor. Taşeron firma Piramit A.Ş., Sarıyer’de oturan Türkan’ı gidip gelmek zor gelir, vazgeçer diye Paşabahçe Devlet Hastanesi’ne yönlendiriyor. 2005 yılında çalışmaya başladığı son işyerinde işçilere imzalatılmak istenen kölelik sözleşmesi, Paşabahçe Devlet Hastanesi Acil kapısının karşısındaki direniş çadırının da sebebi oluyor! İşyerinde örgütlü Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş sendikasına arkadaşlarıyla birlikte üye olmak için harekete geçiyor. Kölelik sözleşmesini başlangıçta 96 işçiden 90’ı imzalamazken, patronun ve Sağlık-İş’in baskı ve tehditleri sonucu işçilerin önemli bir bölümü sözleşmeyi imzalamayı kabul ediyorlar. İşçilerin son kalan 10’unun da çözülmesiyle birlikte patron Türkan Albayrak’ı işten atacak cesareti kendinde buluyor. Türkan ise daha önce sendikal faaliyet ve eylemleri nedeniyle işten atılan işçilerin, kadın direnişçilerin yolunu izleyerek kuruyor 2 oda 1 salon çadırını; asıyor pankartlarını. Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde Acil Servis’in karşısından 100 gündür direniş umudunu saçıyor. Mucize gerçek olur Erkek işçilerin ağırlıklı olduğu temizlik işlerinde Türkan’ın varlığı kadın işçilerin örgütlenmesini kolaylaştırmış. Türkan, sözleşmeyi

imzalamamak için en fazla direnenlerin kadın işçiler olduğunu, en fazla kadın işçilerin ayakta kaldığını söylerken gözleri gururlu. Toplantılara kadın işçilerin katılımını sağlamak için hastane bahçesinde bir araya geldiklerini anlatıyor. Hiçbir şeyin imkansız olmadığını, fakat çoğu AKP referansıyla işe giren işçilerin sözleşmeye hayır demesinin mucize gibi olduğunu söylüyor. Fakat çalışma koşullarının mücadeleye ne kadar yöneltici olduğunun da farkında. Aynı zamanda İstanbul’un en eski işçi bölgelerinden biri olan Paşabahçe’de kuşaklar boyu işçi olan, sendikalı olmayı doğal gören işçilerin sendikaya öcü gibi de bakmadıklarına işaret ediyor. Süleyman hep Başbakan!

İşçilerin üye olmaya çabaladığı sendika Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş. Sağlık-İş Türk-İş içerisindeki faşist sendikalardan biri. Dahası, tam bir “Süleyman hep Başbakan” durumu var! 77 yaşındaki Genel Başkan Mustafa Başoğlu, 1965 yılından bu yana, yani tam 45 yıldır ağalık koltuğuna çöreklenmiş durumda. Taşeron işçilerin örgütlenme çabalarına adres olan Sağlık-İş, işçilerin direnişini kırmak için pervasızca işe girişiyor. Ve Türkan Albayrak’ı terörist ve provokatör olmakla suçlayacak kadar gözü dönmüş bir tutum sergiliyor. Destek bir yana takoz olan Sağlıkİş’in pervasızlığı ancak, işçilerin yüzüne çarpacağı sınıf mücadelesi yumruğuyla püskürtülebilecek. Kazanmanın yolu mahkemeden geçmez Türkan Albayrak’ın açtığı işe iade davası 6 Ekim günü başladı. Üsküdar İş Mahkemesi‘nde görülen ilk dava 22 Kasım’a ertelendi. Türkan’ın işten çıkarılma gerekçesi, başkaldıran pek çok işçiyle aynı. Verilen işi yapmamak. Türkan Albayrak patronun bu saldırısına karşı iş arkadaşla-

rını tanık gösterecek. Üstlerine aynı zamanda hastaları da riske atan hastabakıcılıkla ilgili işler de yıkılmasına karşın, o, işini savsaklamadan iyi yapan bir işçi. İşini iyi yapmadığı takdirde sınıf kardeşlerinin saygısını kazanamayacağını vurguluyor. Davanın epeyce sürdükten sonra işe iade kararıyla sonuçlanacağının, buna karşın işe alınmayacağının da farkında. Ama çadırı mahkeme kararına endeksli kurmadığını, her koşulda mücadeleye devam edeceğini söylüyor. Biz otururken gelen eşi Mustafa Albayrak uzun yıllar Hak-İş, Türk-İş ve DİSK’te çalışmış. Haklı bir vurguyla işyeri komitelerinin oluşturulmasına pratikten girilmesini, bu görevin devrimci öncü işçilere düştüğünü söylüyor. Türkan Albayrak’ın 18 yıllık işçi yaşamı taşeron, sözleşmeli çalışmaya karşı mücadele deneyimleriyle dolu. Telekom‘da iken taşeron işçilerin kadrolu olma umuduyla ses çıkarmadıklarını, Paşabahçe Devlet Hastanesi’ndeki hemşire ve doktorların da sıra hiç kendilerine gelmeyecekmiş gibi davrandıklarını söylüyor. “Benden önce atılan olsaydı çadırı kurdururdum herhalde” derken de gururlu. Artık işçi sınıfının her kesiminin asli çalışma biçimi haline gelen taşeron, sözleşmeli, esnek çalışmanın kader olmadığını, nasıl geldiyse geri gidebileceğini söylüyor son olarak. Direnince umutlu oluyorsun, Türkan Albayrak’ın direnişinin mesajı bu!

si için Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘ni kuran, siyasal konum itibariyle de darbeciliğe toplumsal destek sunan Türkan Saylan. Şu sıralar yayınlanmakta olan Türkan dizisi, özellikle eğitim görme, bir işte çalışma ve kendini buradan gerçekleştirme imkanından yoksun kalan milyonlarca kadını ekrana bağlıyor. Burjuvazinin onyıllara yayılı kadın politikalarından “özür dilemelerinden” biri aynı zamanda. TÜSİAD’ın adından “adam” kelimesini çıkarması gibi, bu da kapitalizmin kadına yönelik -emperyalist kapitalist ülkelerde çok daha ilerisi uygulananpolitikalarının sınırlarından birini gösteriyor.

Burjuvazinin Türkanı model olamaz

Kadın emekçilerin burjuva sınıf egemenliğinin yeni kadın politikasındaki yerini ise, gitgide çoğalacak olan sınıf örgütçüsü kadınlar gösterecek!

Diğer Türkan mı? O, burjuva bir ailenin 1950’li yılların toplum ve üniversite ortamında cins ayrımcılığıyla başa çıkarak tıp alanında önemli bir mesleki kariyer elde eden, bunu insanlığa bir görev anlayışıyla yapan, genç kadınların eğitim görebilme-

Gündüz gece direniş çadırında olan Türkan Albayrak’ın direnişine destek olmak, ziyarete gitmek için ona 0 530 777 68 79 numaralı telefondan ve pasabahcedirenisi. blogspot.com adlı internet sitesinden ulaşabilirsiniz.


9ALN`ZCAk9f+ akDEgIL k KAPITALIZMIkTARIHINkhePLagaNEkGeNDERECEgIZ

.DVĂ—P¡GD $QNDUD¡\D

.Ă?OHFH HĂ°LWLPH

$h &HEHFL .DPSÂ VÂ 6DNDU\D 0H\GDQĂ—

NĂ?OHFH Ă DOĂœĂ­PD\D KD\ĂœU YĂ–K’ßn kuruluĹ&#x;unun 29. yÄąlÄąndayÄąz. YĂ–K deyince binlerce ĂśÄ&#x;retim gĂśrevlisi ve ĂśÄ&#x;rencinin Ăźniversitelerden atÄąlmasÄą, Ăźniversitelerin kÄąĹ&#x;laya çevrilmesi, bilim adÄą altÄąnda Ăźniversitelere TĂźrk-Ä°slam sentezi mĂźfredatlarÄąn dayatÄąlmaya kadar vardÄąrÄąlmasÄą hafÄązalarda yer etmiĹ&#x;tir. Buna karĹ&#x;Äąn 12 EylĂźl faĹ&#x;izmi ve Ăźniversitelerdeki ĂśÄ&#x;Ăźtme makinasÄą YĂ–K, Ăźniversiteleri dikensiz gĂźl bahçesine çevirememiĹ&#x;, yeniden burçlarÄąnÄą dĂśvmeye baĹ&#x;layan devrimci ĂśÄ&#x;renci hareketi ile karĹ&#x;Äą karĹ&#x;Äąya kalmÄąĹ&#x;tÄąr. 1980’li yÄąllarÄąn sonlarÄąndan itibaren iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄąnÄąn bahar eylemleri, emekçi memur hareketi, KĂźrt halkÄąnÄąn serhÄąldanlarÄą ile eĹ&#x;zamanlÄą olarak nisbi bir yĂźkseliĹ&#x;e geçen ĂśÄ&#x;renci hareketi, 12 EylĂźl psikolojisinin okullarda da diĹ&#x;e diĹ&#x; geriletilmesinde belli bir rol oynadÄą. Çok geçmeden Ăźniversiteler faĹ&#x;ist rejimin ve Ăźniversitelerdeki aygÄątÄą olan YĂ–K’ßn yoÄ&#x;unlaĹ&#x;an yeni bir baskÄą ve saldÄąrÄą dalgasÄąna konu oldu ve polis, panzerler, disiplin soruĹ&#x;turmalarÄą, Ăźniversitelerin ayrÄąlmaz parçasÄą olmaya devam etti. 6 KasÄąm, YĂ–K’ßn Ăźniversitelerin Ăźzerine kara bir bulut gibi çÜktĂźÄ&#x;Ăź tarihtir. Ă–Ä&#x;renci hareketi bu kara gĂźnĂź bir mĂźcadele gĂźnĂźne çevirmiĹ&#x;tir. 6 KasÄąm 29 yÄąldÄąr ĂśÄ&#x;renci hareketinin mĂźcadele taleplerini alanlara kitlesel olarak çĹkarak gĂźndeme getirdiÄ&#x;i gĂźndĂźr. 6 KasÄąm aynÄą zamanda ĂśÄ&#x;renci gençliÄ&#x;in mĂźcadele gĂźndemini de yansÄątÄąr. 29 yÄąldÄąr devrimci, demokrat, yurtsever ĂśÄ&#x;renci, eÄ&#x;itim emekçisi hareketleri YĂ–K’e, okullardaki polis-jandarma-idare baskÄąlarÄąna, karton kafa yetiĹ&#x;tirme mĂźfredatlarÄąna karĹ&#x;Äą mĂźcadele etti. YĂ–K’ßn yÄąkÄąlmasÄą baĹ&#x;arÄąlamadÄą. Ancak, verilen mĂźcadeleler faĹ&#x;ist rejimin Ăźniversitelerdeki aygÄątÄą olan YĂ–K’ßn ipliÄ&#x;inin pazara

çĹkarÄąlmasÄąnda, yÄąpratÄąlmasÄąnda ve giderek çÜzĂźlmeye baĹ&#x;lamasÄąndaki etkenlerden biri oldu. Bu sĂźreç içerisinde YĂ–K de, sermayenin neoliberal dĂśnĂźĹ&#x;ĂźmĂź çerçevesinde yapÄąsal bir dĂśnĂźĹ&#x;Ăźm geçirmeye baĹ&#x;ladÄą. YĂ–K, yalnÄązca rejimin Ăźniversite bekçisi olarak deÄ&#x;il, Ăźniversitelerin daha doÄ&#x;rudan tekelci sermaye iĹ&#x;tahasÄąna sunulmasÄą, ĂśzelleĹ&#x;tirilmesi, Ăśzel Ăźniversitelerin açĹlmasÄą, Ăźniversitesanayi iĹ&#x;birliÄ&#x;i, eÄ&#x;itim ve bilginin sermayeleĹ&#x;mesi, paralÄą eÄ&#x;itim, diplomalÄą iĹ&#x;sizlik dĂśnĂźĹ&#x;ĂźmĂźnĂź yĂśnetme misyonuna da sahipti. Bu açĹdan da YĂ–K sopayÄą elden bÄąrakmayarak ve her daim bunun ĂśnĂźnĂź açmak için de kullanarak, Ăźniversitelerde neoliberal dĂśnĂźĹ&#x;ĂźmĂź yĂśnetme lanetli gĂśrevini de bir noktaya kadar yerine getirmiĹ&#x;tir. YĂ–K son dĂśnemlerini yaĹ&#x;amaktadÄąr. Bunun nedeni, Ăźniversite sisteminin baĹ&#x;tan aĹ&#x;aÄ&#x;Äąya daha doÄ&#x;rudan bir sermaye birikim ve egemenlik aracÄą olarak yeniden yapÄąlandÄąrÄąlmasÄąnÄąn bir biçimi olan YĂ–K’ßn giderek onun bir engeli haline gelmesidir. Ăœniversiteleri Ĺ&#x;irket, ĂśÄ&#x;retim Ăźyelerini ve ĂśÄ&#x;rencileri daha doÄ&#x;rudan sermaye kĂślesi, ĂśÄ&#x;rencilerin 4’te birinden fazlasÄąnÄą ucuz iĹ&#x; gĂźcĂź ve tamamÄąnÄą bir iĹ&#x; kapÄąsÄą için sÄąnav cehenneminden baĹ&#x;ÄąnÄą kaldÄąramaz hale getiren YĂ–K açĹsÄąndan “iĹ&#x;lem tamamâ€?dÄąr! O Ĺ&#x;imdi, giderayak Ăźniversitelerde tĂźrbanÄąn serbestleĹ&#x;tirilmesi, sivil polisin sÄąnÄąflara kadar girmesi gibi Ăźniversitelerin sermaye birikiminin yeni organizasyonuna hazÄąrlanmasÄąnda rol kesmektedir. Bu yĂźzden 6 KasÄąm’Ĺ geleneksel planda “YĂ–K’ß protestoâ€? ile sÄąnÄąrlamak, artÄąk devrimci demokratik bir talep dahi olmaktan çĹkmÄąĹ&#x;, burjuva demokratik

çerçevede burjuvazinin Ăźniversite programÄąndan kendini ayrÄąĹ&#x;tÄąramaz hale gelmiĹ&#x;tir. Ăœniversitelerin yalnÄązca sermayeye Ăźretim ve sĂśmĂźrĂź “girdisiâ€? Ăźreten deÄ&#x;il, baĹ&#x;tan aĹ&#x;aÄ&#x;Äąya yĂźksek karlÄą bir sermaye birikim ve egemenlik sektĂśrĂź olarak yeniden yapÄąlanmasÄą hÄązlanÄąrken, onlarÄą daha organik uzantÄąsÄą haline getiren sermaye açĹsÄąndan da YĂ–K kurtulmaya çalÄąĹ&#x;tÄąÄ&#x;Äą bir yĂźke dĂśnĂźĹ&#x;mĂźĹ&#x; durumdadÄąr. YĂ–K burjuvazinin yeni neoliberal anayasa programÄą çerçevesinde ya kaldÄąrÄąlacak ya da ordu, yargÄą vb. de olduÄ&#x;u gibi daha geri plana ve alt dĂźzeye çekilerek devamÄą saÄ&#x;lanacaktÄąr. Ăœniversitelerde baĹ&#x;lamÄąĹ&#x; olan da çok daha doÄ&#x;rudan ve derinlemesine bir sermaye egemenliÄ&#x;i ve sermayeleĹ&#x;me sĂźrecidir. Ăœniversiteler ve eÄ&#x;itim sistemi sermayeleĹ&#x;irken ĂśÄ&#x;renciler ve eÄ&#x;itim emekçileri iĹ&#x;çileĹ&#x;mektedir. Ă–Ä&#x;rencilere diplomalÄą Ăźcretli kĂśle, taĹ&#x;eron iĹ&#x;çi olabilmek için bile kat kat sÄąnav cehennemine indirgenmiĹ&#x; ĂśÄ&#x;rencilik dayatÄąlmaktadÄąr. Neoliberal burjuva demokrasisinin YĂ–K’ßn cesedini sĂźndĂźre sĂźndĂźre kaldÄąrma ayinlerine kenar sĂźsĂź olmak istemiyorsak, 6 KasÄąm gĂźndemimiz, her zamankinden fazla Ĺ&#x;unlarÄą içermelidir: YalnÄązca YĂ–K’ß deÄ&#x;il, kapitalizmi tarihin çÜplĂźÄ&#x;Ăźne gĂśndereceÄ&#x;iz! KĂślece eÄ&#x;itime, kĂślece çalÄąĹ&#x;maya hayÄąr! Ăœcret ve sÄąnav kĂśleliliÄ&#x;ine hayÄąr! EÄ&#x;itimde sermaye için deÄ&#x;il, bugĂźnĂźn ve geleceÄ&#x;in iĹ&#x;çileri için demokrasi! Hayallerimiz metalaĹ&#x;tÄąrÄąlamaz! Selam olsun Fransa iĹ&#x;çi sÄąnÄąfÄą ve ĂśÄ&#x;rencilerinin birleĹ&#x;ik mĂźcadelesine!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.