İŞÇİ BİRLİĞİ YIL: 1
SAYI: 2
ARALIK 2009
˙ ›K TLE GAZETES
HERKESİN YETENEĞİNDEN İHTİYACINA GÖRE
Tekel işçilerinin Direniş Günlüğü Nerede Taşeron Orada İşsizlik! Türkiye’nin değişik illerinden fabrikaları kapatılarak işsiz bırakılan/bırakılmak istenen yaklaşık 7 bin tekel işçisi 15 Aralık 2009’da Ankara AKP genel merkezi önünde buluşarak Tekel fabrikalarının özelleştirilmesini protesto etti. Özlük haklarının korunmasını ve işlerini geri isteyen işçiler “Yan gelip yatmadık ki gemiciklerimiz olsun” pankartı açtılar. 4/C kapsamında 650 lira maaş ve 10 çalışarak 2 ay ücretsiz izin kullandırılmak istenen Tekel işçileri buna karşı çıkarak kazanılmış hakları olan 1200 tl maaş ve 12 ay çalışma imkânı isteyen işçiler haklarını geri alana kadar direnişlerini sürdüreceklerini ifade ettiler.
Direnişin 2. Gününde AKP genel merkezine doğru yürüyüşe geçmek isteyen Tekel İşçilerine polis çok “orantılı” bir şekilde azgınca saldırdı. İşçileri 3’ bölerek dağıtmaya çalışan polis gaz ve göz yaşartıcı bomba kullandı. Bu saldırı esnasında 2 işçi kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. Geceyi Abdi İpekçi Parkında geçiren işçiler direnişin 3. Gününde eylemlerine devam ettiler. AKP merkezine yürümeye çalışan 200 tekel işçisine Polis azgınca Saldırarak 17 işçiyi gözaltına aldı. Polisin saldırısını Abdi İpekçi parkında protesto eden işçilere Polis “kanunsuz eylem” yaptıkları gerekçesi ile saldırdı. Bu saldırı sırasında eyleme destek vermek için orada bulunan bazı Milletvekilleri de gazdan etkilendiler. Tekel işçileri bu saldırıların ardından direnişi Türk-İş genel merkezi önüne taşıdılar. TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu’nun “sürekli eylem” kararı almasının ardından, Türk-İş önünde mücadelelerinin 10. gününe giren TEKEL işçilerinin ve ziyaretçilerinin gündemi “mücadele” kararları oldu. Gün boyunca işçiler bugün sabah saatlerinde yapılacak bir saatlik iş bırakma ve sonrasındaki eylemleri konuştular. İşçilerin CHP ve MHP’ye ziyaretleri ise polis engeline takıldı. 25 aralık 2009 tarihinden itibaren Tekel işçilerine Türk-İş, Disk ve Kesk’ten destek eylemleri başladı. Cuma günlerini eylem günü olarak ilan eden sendikalar 1 saat iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. Bu gün 26 Aralık ve işçiler direnişlerini ve kararlılıklarını sürdürüyorlar. Çünkü tarihten aldıkları bilinçle hareket ediyorlar. “haklıyız, kazanacağız” “ “direne direne kazanacağız”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı taşeron BİMTAŞ firmasında çalışan itfaiyeciler, 16 Aralık 2009 İstanbul Büyükşehir Belediye binasının önünde basın açıklaması yapmak isteyince polisin saldırısına uğradılar. P olisin su ve biber gazı sıkarak dağıtmaya çalıştığı işçiler “işimize sahip çıkmaya çalışıyoruz” “bizim elimizde silah mı var, neden vahşice saldırıyorlar” diyerek tepki gösterdiler. S loganlar atarak direnmeye çalışan işçiler “ocak ayında işsiz kalıyoruz, evimize nasıl ekmek götüreceğiz, aşımızı, işimizi elimizden alıyorsunuz, size oy veren ellerimiz kırıla..” diyerek bulundukları durumu ortaya koydular. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu eyleme duyarsız kalması üzerine 23 Aralık 2009 tarihinde Belediye-İş sendikası üyesi 15 itfaiyeci boğaz köprüsüne kendilerini zincirleyerek köprü trafiğini durdurdu. Kendilerin birbirlerine zincirleyerek yol ortasına yatan ve Köprü trafiğini durduran eylemi gören polis, her iki istikametten de olay yerine giderek işçilere saldırdı. Polis, saldırının ardından itfaiyecileri gözaltına aldı. Köprüden geçmekte olan bazı araçlar korna sesleri ve alkışlarla eylemi gerçekleştiren itfaiyecilere destek verdi. AKP, işçi sınıfı ve emekçilere düşman olan gerçek yüzünü ortaya koyuyor. İktidara geldiği günden beri özelleştirme ve buna paralel giden işsizleştirme politikalarına yönelen AKP hükümeti, emeğine, geleceğine sahip çıkmaya çalışan emekçilere azgınca saldırıyor. Fakat şu bilinmelidir ki, “keser döner, sap döner, gün gelir devran döner”. AKP de, onun mantığına sahip tüm burjuva partileri de ,selefleri gibi tarihin çöplüğünde kendisine ayrılan yere gidecektir.
Dağ başını ZAMLAR almış, yürüyelim arkadaşlar! “Devletimiz çalışıyor” “durmak yok, zam’a devam” Elektriğe zam Doğalgaza zam Ulaşım’a zam Suya zam Akaryakıta zam (haliyle bağlantılı her şeye zam) Sigaraya zam Vergiye zam (evet vergide zamlanıyor) Otoyola, Köprü geçişine zam Sebze, meyveye zam Ekmeğe zam İlaçlara zam Kiralara zam Har(a)çlara zam Pirince, fasulyeye, mercimeğe zam Zam da zam …… Maaşlara, hadi ya, oh be, zamlanmayan bir şey bulduk nihayet! Şair: Derdiyok İşçi 1
İŞÇİ BİRLİĞİ
KAZALAR KADER DEĞİLDİR T uz la te rs a ne le rinde ki ça lışma koşula rı T e rs a ne g e mi y a pım v e ona rım işle ri, a ğır v e te hlik e li bir s a na y i k oludur. B u z or ça lışma k oşula rına ra ğme n g e mi y a pımında k i iş ritmi v e ça lışma s a a tle rinin a rtırılma s ı, te rs a ne me k ânının da ra lma s ı v e bu y e ni hız a uy g un iş g üv e nliği te dbirle rinin a na işv e re n le r ta ra fın d a n a lın m a m a s ı g ibi ne de nle rde n k a y na k lı ola ra k he me n he r g ün iş k a z a s ı y a şa nm a k ta d ır. T u z la ’d a k i ça lışm a şa rtla rı, he m me k ânın, he m de is çile rin biy olojik ritminin s ınırla rın a d a y a n m ış d u ru m d a d ır. T e rs a ne le rde binle rc e işçi s ig orta s ız v e a s g a ri üc re tle g ünde 1 5 s a a te k a d a r ça lıştırılm a k ta d ır. İşçile r e k me k le rini k a z a nma k için ha y a tla bir s a v a şım içe ris inde . K im in g a lip g e le c e ğiy s e h içb ir z a ma n be lli olmuy or. B a z e n y a nı ba şında k i a rk a da şını, ba z e n bir a nda birde n çok işçi a rk a da şını k a y be de rk e n, ba z e n de k e ndis i y e nik düşüy or ha y a t k a v g a s ında .
İşçile r ne de n ölüyor? T uz la ’da k i is çile r "ba re t, g öz lük ta k ma dık la rı için" ölüme da v e t çık a rıy orla rmış! Ölümle rin s e be bi g e rçe k te n de bu mu? H iç s a nmıy orum… T uz la ’da is çile r,te rs a ne s inde g e mi y a pıla n, üre tim z inc irinde e n büy ük k âr ma rjına s a hip te rs a ne s a hibinin, işy e rinin g üv e nliğini iş ba şla ma da n önc e v e üre tim s ıra s ında a lma dığı için ölüy or. Me s e le "ba re t ta k ma y a üşe ne n e ğitims iz is çile r" me s e le s i de ğildir. G e mi inşa s e k töründe a ğırlık la r ton ile de ğil, g ros ton ile v e rilir. İs çile rin üz e rine düs e n s a c pa rça la rı 3 , 5 tonluk pa rça la rdır. V inçle ta şınma s ı g e re k e n bu pa rça la r y e rine , fork lifle rle da ra c ık te rs a ne me k ânında , a c e le a c e le bir y e rde n bir y e re ta şınırs a , fork lifte n işçinin üs tüne düşüp işçiy i, te k nik e ri, mühe ndis i ik iy e böle bilirle r. B öy le öle n is çile r v a rdır. İs çile rin y ük s e k te ça lışa c a ğı is k e le le r, g e minin dış y üz e y i boz ulma s ın, ik inc i k e re ta s la ma g e re k tirme s in, iş "ça buk ça buk " y e tişs in v b. ba ha ne le r ne de niy le k a y na k ile uy g un bir şe k ilde s a bitle nme z s e , düşe n is çi ba re tli, g öz lük lü de ols a , ölme ihtima li büy ük tür. İş, s ipa riş s öz ü v e rile n ta rihte y e tişs in, te rs a ne s a hibi g e c ik me ta z mina tı öde me s in diy e , bir y a rdımc ı e şliğinde y a pılma s ı g e re k e n işle r te k k a y na k çı, te k monta jc ı ile y a pılma k ta , is çi a mba ra v e y a de niz e düşs e düştüğünde n ha be rda r olunma s ı s a a tle r, ba z e n bir g ün bile s üre bilme k te dir. İş “ça buk ça buk ” bits in diy e , ok s ije n hortumla rı v e e le k trik k a blola rı birbirinde n düz g ünc e a y rılma z s a , is çinin k a y na k y a pa c a ğı g e mi de hliz le ri fa nla rla g a z la rda n a rındırılma z s a , is çi pa tla ma da ölür. B ütün bu te dbirle r, İş K a nunu’na g öre v e he r a k li s e lim ins a nın ta hmin e de bile c e ği g ibi, işy e rinde üre tim y a ptıra n, is çi, mühe ndis is tihda m e de n, bu işte n k âr e de n pa tronun y ük ümlülüğünde dir. Y a şa na n k a z a la rın hiç biri k a de r de ğildir. T e rs a ne le rde n ne z a ma n bir ölüm ha be ri g e ls e ; buna k a z a diy orla r, k a de r diy orla r! G öz le rimiz in içine ba k a ba k a y a la n s öy lüy orla r. G ünde 1 2 –1 4 s a a tle re v a ra n ça lıştırma la r, iş g üv e nliği ma lz e me le rinin a lınma y ışı / v e rilme y işi, ta şe ronluk s is te mi ile işçile ri bin pa rça y a bölünme s i, s ig orta s ız s e ndik a s ız ça lıştırma la r, işçile ri te k ba şına ça lıştıra n te rs a ne y e tk ilile rinin de ne tle nme me s i, y a ptırımla rın v e c e z a la rın c a y dırıc ı olma ma s ı na s ıl k a z a , na s ıl k a de r ola bilir?
Sorumlu Kimdir? Ne Yapalım?.. İşy e ri g üv e nliğini s a ğla ma s orumluluğu te rs a ne s a hibine , de ne tle nme s i de v le te a ittir. B unla rı y a pma ma s ı durumunda g e re k li y e tk i v e y a ptırım g üc üy le dona tılmış Ça lışma B a k a nlığı’nın “s orumluluğuna g irme k te dir”. T e rs a ne le rde k i iş c ina y e tle rini işle y e nle r k a da r onla ra g öz y uma n v e y a ptırım g üc ünü işçide n y a na k ulla nma y a n Ça lışma B a k a nlığı da s orumludur. T e rs a ne le rde bug üne k a da r y a şa na n tüm ölümle r önle ne bilir nite lik te dir v e he ps i a çık bir iş c ina y e tidir. S orumlula r y a rg ıla nma lı, Ça lışma B a k a nlığı bir a n önc e a c il müda ha le e tme lidir. Y ok s a bu “s e ri iş c ina y e tle ri” a rta ra k de v a m e de c e k tir. İş y a s a s ı, iş c ina y e ti te şe bbüs le rini pa ra c e z a s ı ile g e çiştirirk e n, işçile rin s a ğlık s ız v e g üv e ns iz k oşulla rı prote s to için topluc a işi bıra k ma s ı, iş c ina y e tle rini prote s to için g re v e çık ma la rı durumunda de rha l işte n a tılma k ta , işs iz lik ordus una itilme k te dirle r. H içbir c ina y e tin üz e ri pa ra ile örtüle me y e c e ği g ibi ha k s ız lığa , huk uk s uz luğa , a da le ts iz liğe k a rşı çık a n işçile rin işte n a tılma s ı onla rın müc a de le s ini e ng e lle y e me y e c e k tir. İşçile r tüm bu z or k oşulla rın üs tünde n a nc a k örg ütlü müc a de le ile g e line bile c e ğini çok iy i bilme k te dirle r. B u c ina y e tle re a nc a k v e a nc a k tüm g üc ü üre timde n g e le n işçi s ınıfı dur diy e bilir… zkan AYDINLI
2
GAZETEMİZ’in 2. SAYISI ÜZERİNE Y eni bir mücadele yılına daha giriyoruz . Umarız ki bu yıl, önümüz deki yılları kendi ellerimiz le yaratacağımız gelişmelere s ahne olur. B u dileklerle bütün emekçilerin yeni yılını kutlarız . G az etemiz ’in 1. S ayıs ı işçi s ınıfının yoğun olduğu iller başta olmak üz ere önemli bölgelerde kitles el biçimde dağıtımı yapıldı. Henüz baz ı illere ulaşamadık. B u illerde de gönüllü işçi muhabir ve okurlarımız a ulaşacağız .G az etemiz hakkında önemli eleştiriler, uyarı ve öneriler de aldık. B u türden diyalog ve gös terilen ilginin anlamı ilişki kurmak demektir. K urulan her ilişki biz im açımız dan çok değerlidir. K olektif çaba ve öz verilerle üretilen G az etemiz ’e yeni katılımlar olmuştur. B u bilinçli katkılar 2. S ayımız ın daha donanımlı üretimine, yaz ıların z enginleşmes ine yans ımıştır. B u olumlu durum aynı z amanda dağıtım ve diğer organiz as yonlara da yans ıyacaktır. İki aylık bir periyotla çıkan gaz etemiz doğallıkla güncelliğe yeterince yer verememektedir. B u nedenle işçi s ınıfının ilgis ini çekecek, bilinçlenmes ine katkı getirecek haber, yorum vb. yaz ılar öne çıkmıştır. B az ı yaz ıların uz un oluşu konus undaki eleştirilerin biçim üz erine değil, öz e ilişkin olmas ı önemlidir. G az etemiz İŞÇİ B İR L İĞİ’nin kolektif üretimi, niteliği, öz ü ve verdiği mes aj önemlidir. G az etemiz in halkaları daha da genişleyip güçlendikçe, maddî imkanlarımız yeteri düz eye geldikçe, aylık, haftalık ve günlük gaz etelerimiz i dahi kolektif biçimde üretebiliriz . G az etemiz “işçi gaz etes i” iddialı hiçbir organa benz ememektedir. B enz emeyecektir. Öz ü ve içeriği ile öz g ünlüğünü koruyacaktır. 1. S ayımız da s unulan ilkelerimiz in arkas ında dis iplinle duracak yeni katılımlarla daha da işlevs el olacaktır. “G öç yolda düz ülür” diyerek ırağında olmadığımız eks ikliklerimiz i hız la ve kolektif katkılarla tamamlayacağız . 3. S ayıda daha donanımlı bir g az ete çıkarmak umuduyla dos t okurları ve emeği geçenleri s elamlıyoruz . İŞÇİ BİRLİĞİ
S ORUN YAYINLARI KOLEKTİFİ YENİDEN S OYULDU!? Sorun Yayınları Kolektifi işçi sınıfının malıdır. Yüzde yüz bağımsız ve yüzde yüz işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın sosyal / evrensel kurtuluşundan yana çizgisi ile anılmaktadır. Büromuz; 16 Aralık 2009 günü arka pencere camları kırılarak ve adi hırsızlık süsü verilerek gerçekleştirilen soygunda 35 yıllık bilgi birikimi ile arşivleri içeren 2 adet Harici Harddiskler çalınmıştır. Kitaplar, mektuplar, faturalar ve her şey âdeta domuz ahırına çevrilmiştir. Sorun Yayınları Kolektifi; Kolektif kitap üretiminin yanı sıra SORUN Polemik Marksist İncelemeAraştırma-Eleştiri Dergisi, KIRMANCİYA BELEKÊ Kültür-Tarih-Halkbilim Dergisi; SANAT CEPHESİSosyalist Gerçekçi Sanat Dergisi ve aynı zamanda Gazetemiz İŞÇİ BİRLİĞİ gibi önemli organların üretildiği bir mekândır. “Derin” ilişkili bu soygunu ne burjuva basını, ne de “sol” basın “haber niteliği taşımadığı” için haber yapmamıştır!? İŞÇİ BİRLİĞİ
İŞÇİ BİRLİĞİ
Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar Açlığa Çare Olur mu? G enetiği değiştirilmiş gıdalar, kıs a adıyla G D O 'lar hakkındaki tartışmalar gündemdeki yerini koruyor. Medyadaki açıklamalara, televiz yonlarda yapılan tartışmalara baktığımız da, G D O 'ların kimi uz manlar ve yetkililer tarafından bir z orunlulukmuş gibi s unulduğunu görüyoruz . D ünyadaki açlığı çöz menin yolunun G D O 'lu ürünlerden geçtiği propaganda ediliyor. Ancak gerçekler yapılan propagandanın tam aks i yönünde. G enetiği değiştirilmiş gıdalar dünyadaki açlığın çöz ümüne katkı s ağlamak bir yana açlığı daha da artırma ris ki üretiyor. Çünkü açlığı üreten mekaniz manın en önemli parçalarından biri, tarımda "yeşil devrim" diye adlandırılan s üreçle ortaya çıkmış olan, yüks ek verimli tohumlukların, s entetik kimyas alların ve tarım makinalarının kullanılmas ıyla birlikte başlayan "endüs triyel tarım" s is temi. E ndüs triyel tarım s is temi, birim alandan daha faz la ürün elde etmek dışında her şeyi göz ardı edebiliyor. Çiftçi hakları, tüketici hakları, çevre vb. hiçbir şey göz önünde bulundurulmaks ız ın, her geçen gün biraz daha faz la ürün elde etmek amaçlanıyor. S onuçta tarlalar bir çeşit fabrikaya dönüşüyor, ürün miktarı gerçekten artıyor, ancak artıştan kaz anç s ağlayan, s is teme tamamen hâkim olmuş, s öz ünü ettiğimiz kimyas alları, makinaları ve tohumları üreten büyük şirketler oluyor. B irilerinin daha faz la kaz anç s ağlamas ı uğruna, küçük çiftçiler, küçük üreticiler yokluk içeris inde yaşamaya, halk s ağlıks ız gıdalar yemeye mahkûm olmaya, çevre geri dönülemez bir biçimde yıpratılmaya, toprak verims iz leşmeye, s u tüketilmeye başlıyor. B ütünbunların s onucuys a artan yoks ulluk ve açlık. G enetiği değiştirilmiş bitkiler, s öz ü edilen endüs triyel tarım s is temini bir adım daha ileriye götürerek şirketlerin tarım ve gıda piyas as ına tam hâkimiyetini s ağlamayı hedefliyor. Açlığı üreten bir s is tem daha da katmerli olarak uygulanmaya başlandığında açlığa nas ıl çare olunur? K üçük çiftçiye emeğinin karşılığını vermeyen, onları yoks ulluk yüz ünden toprağından kopmak z orunda bırakan tarım ve gıda s is temi onları açlığa mahkûm etmiş olmuyor mu? D ünyada varolan aç ins anların üçte ikis i toprağından kopmak z orunda kalmış yoks ul çiftçilerden oluşuyor. Açlığı yoks ul çiftçileri daha da yoks ullaştırarak çöz mek mümkün değil. A çlığın çöz ümü daha faz la g ıda üretmekten g eçmiyor. Çünkü dünyadaki açlık gıda yokluğundan kaynaklanmıyor. D ünyada üretilen temel gıda maddeleri herkes e yetecek miktardan çok daha faz la. İns anlar gıda az olduğu için değil, adil paylaşılmadığı için aç kalıyor. Açlığı çöz mek için, şirketlerin çıkarlarını değil, çiftçilerin ve tüketicilerin, yani halkın çıkarlarını koruyan tarım ve gıda politikaları uygulamak gerekiyor.
İŞÇİ SAĞLIĞI KÖŞESİ İŞÇİ SAĞLIĞI konusunda yaşadığınız sorunları İŞÇİ BİRLİĞİ Büro’m uza t elefonla veya yazarak bildirin. İşç i sağlığı konusunda uzm an arkadaşlarım ız yardım c ı olac aklardır.
GDO SORUNLARI KÖŞESİ GDO ile ilgili sorunlar hakkında karşılaşt ığınız sorunları İŞÇİ BİRLİĞİ Büro’m uza t elefonla veya yazarak bildirin. GDO konusunda uzm an ve yet kili arkadaşım ız Mebruke Bayram sorularınızı c evaplayac akt ır.
G D O 'yu s avunanlar, yararlarına, örneğin verimin arttığına, böceklere, yabani otlara karşı dayanıklılığa dair pek çok bilims el araştırma olduğunu öne s ürüyor. Ancak s öz ü edilen "araştırma"lar G D O üreticis i şirketlerin baz ı bilim kuruluşlarına s ağladığı fonlarla s ürdürülüyor. G D O üreticis i şirketlerin oluşturduğu lobiler ünivers itelerden, D T Ö, IMF , D ünya B ankas ı gibi ulus lararas ı kuruluşlara kadar pek çok kuruma etki edebiliyor. S öz ü edilen lobilerin etki alanı dışında kalmayı başaran bilim ins anları tarafından yapılan araştırmalar G D O 'lu ürünlerin ins an s ağlığına ve çevreye z arar verebileceğini kanıtlıyor. F areler üz erinde yapılan deneylerde ürkütücü s onuçlar elde edildi. G D O 'lu ürünlerdeki gen değişikliği çevrede bulunan genetiği değiştirilmemiş ürünlere de bulaşabiliyor. G D O 'lu bitkiler kendi genlerini doğal çeşitlere bulaştırarak çeşitliliğin z arar görmes ine neden olabiliyorlar. Z aten giderek az almakta olan biyolojik çeşitlilik bir de G D O 'lu türlerin tehdidi altına giriyor. G D O 'ların s akıncalarından s öz ederken patent konus u üz erinde de durmak gerekiyor. G enetiği değiştirilmiş bitkileri üreten şirketler, ürettikleri bitki çeşidini kendi patentleri altına alıyorlar. B u s ayede s attıkları tohum üz erinden patent bedeli tahs il ediyorlar. T ohumlukların kendinden s onraki nes illerde ürün vermes ini engelleyecek genetik müdahaleler yapıldığı için çiftçi her s ene aynı tohumluktan bir daha s atın almak, patent bedelini her s ene bir kez daha ödemek z orunda kalıyor. B u da ekonomik açıdan z aten z or durumda olan çiftçiye bir darbe daha vurmak demek. G D O 'lar bir kez s erbes t kaldığında, tarım ve gıda s is temimiz i derinden etkileyecek s orunlar ortaya çıkacaktır. Çevremiz i altüs t edecek, toprağımız ı, s uyumuz u z ehirleyecek, tarıms al biyoçeşitliliğimiz i yoğa çevirecek, çiftçimiz i s ömüren, s öz ü edilen ürünleri tüketen halkın haklarını hiçe s ayan, halk s ağlığına doğrudan ya da dolaylı olarak z arar verecek böyle bir uygulamaya hiç ihtiyacımız yok. Halkımız a faz la faz la yetebilecek bir tarım potans iyeline s ahibiz . K endi tarıms al çeşitliliğimiz biz e rahatlıkla yetebilir. Y eter ki doğru tarım ve gıda politikaları uygulans ın.
Me bruke B A Y R A M
İŞ VE HUKUK KÖŞESİ İŞÇİ BİRLİĞİ okurlarımızın İŞ VE HUKUK konusunda karşılaştığı sorunların çözümü konusunda aşağıda ismi ve telefon numaraları belirtilen Avukat arkadaşlarımıza veya Büro’muza başvurabilirler. Avukat arkadaşlarımız: Av. Gülvin Aydın - 0536 518 88 59), Av. Mehmet Nejat Şen - 0533 369 64 04), Av. Zeki Öçal -(0226 813 11 17 - 0532 503 15 23) İŞÇİ BİRLİĞİ okurlarının sorunlarının çözümüne yardımcı olunacaktır.
3
İŞÇİ BİRLİĞİ
Altıncı Kürt Partisi de Kapatıldı! TC devleti kurulduğu tarihten bu yana sosyal sınıf ve sosyolojik emekçi halklar gerçekliğini görmezlikten gelerek sınıfsız, sendikasız, partisiz, kültürsüz arabesk bir toplum yarattı. Burjuva resmî tarih anlayışını ve resmî ideolojisini eleştiren haklı talepleriyle öne çıkan siyasî parti, dernek, sendika vb. kuruluşları çeşitli yol ve yöntemlerle resmen kapattı. . 10 Eylül 1920’de Kongre yöntemiyle oluşturulan ve en eski siyasî partimiz olan Türkiye Komünist partisi (TKP) “sınıf temeline dayalı” ve iktidara yönelik programı nedeniyle kapatıldı. Kemalist rejim TKP kadrolarını resmen Türkiye’ye davet etmiş, Mustafa Suphi ve 15 MK üyesini Karadeniz’de hunharca katledildi. . 1946 yılında legaliteyi kullanmak amacıyla Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun başkanlığındaki Türkiye Sosyalist Parti (TSP) ile Dr. Şefik Hüsnü Değmer başkanlığında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kuruluşunu takiben iki ay süreyle kapatıldı. . 1946 yılında İstanbul, Kocaeli, Ankara ve Adana’da faaliyete geçen Sendikalar Birliği’de “sınıf temeline dayalı” sendika kurmak gerekçesiyle kapatıldı. . 1950 yılında Dr. Hikmet Kıvılcımlı tarafından “legaliteyi istismar” için kurulan Vatan Partisi (VP) kapatıldı. . 1950 yılında TKP’nin legal kadrolarından Muzaffer Şerif, Behice Boran, Adnan Cemgil, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve arkadaşlarının kurduğu Barış Derneği (BD) 4. 500 askerimizin Kore’ye gönderilmesi kararına karşı barışçı eylemlerinden ötürü kapatıldı. . 13 Şubat 1962’de kurulan I. Türkiye İşçi Partisi (TİP) 4. Kongresi’nde “Doğu’da Kürt Halkı Yaşamaktadır” ifadesinden dolayı l970’te kapatılmıştır. . 12 Mart 1971 askeri faşist cunta 7 sol siyasî örgütü, dernek ve sendikaları kapatmıştır. 12 Eylül 1980 askeri faşist cunta 8 siyasî örgütü, DİSK’i, çeşitli dernek ve kitle örgütünü kapatmıştır. . Geçmiştekilerini saymazsak, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi (KUÖH) 1989’dan başlayarak, yaklaşık 20 yıllık bir süreçte kurduğu altı parti de kapatılmıştır.. HEP: Kürt Hareketi SHP’den ayrılan bazı milletvekilleriyle 7 Haziran 1990’da HEP’i kurdu. 1991 milletvekili seçimlerinde 18 milletvekili TBMM’ye girdi. “Devletin ülkesi ve mil letiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacı taşımak ve bu yolda
faaliyette bulunmak” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi kararıyla 14Temmuz 1993’te HEP kapatıldı. . ÖZDEP: HEP’in kapatılma ihtimaline karşı 19 Ekim 1992’de kuruldu. Hakkında kapatma davası açılınca parti yöneticileri dava sonucunu beklemeden 30 Nisan 1993’te fesih kararı almalarına rağmen, bu karar Anayasa Mahkemesi’ne ulaşmadan partinin kapatılmasına karar verildi. . DEP: HEP’in kapatma davası sürerken 7 Mayıs 1993’te kuruldu. Gnl. Bşk.’na Yaşar Kaya getirildi. Kısa bir süre sonra Kaya ve 7 parti yöneticisi tutuklandı. SHP’den siyasete giren ancak partiden ihraç ihraç edilen Kürt milletvekilleri bir süre sonra DEP’e katıldı. Anayasa Mahkemesi DEP hakkında 16 Haziran 1994’te kapatma kararı aldı. . HADEP. 11 Mayıs 1994’te kuruldu. Parti kongresinde PKK bayrağı ve Öcalan’ın portreleri açılınca, TC bayrağının indirilmesi nedeniyle parti başkanı Murat Bozlak ve bazı partili yöneticileri tutuklandı. 13 Mart 2003 tarihinde parti kapatıldı. . DEHAP: 24 Ekim 1997’de kuruldu. 2002’de hakkında kapatma davası açıldı. DEHAP 19 Kasım 2005’de kendini feshetti. . DTP: 9 Kasım 2005 tarihinde kuruldu. Anayasa Mahkemesi’nin 11 Aralık 2009’da “…eylemleri yanında, terör örgütüyle olan bağlantıları da değerlendirildiğinde devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği gerekçesiyle DTP’nin temelli kapatılmasına…” oy birliği ile karar verildi. İŞÇİ BİRLİĞİ’nin Sözü: TC devletinin siyasî parti kapatma konusundaki “vukuatı”nı bu sayfalara sığdıramıyoruz. Bu süreçten herkes çok yönlü derslerle sonuçlar çıkarmalıdır. Sistemin yasal, anayasal, keyfî-fiilî infaz, baskı ve terörüyle yalnızca siyasî partiler değil, bu oluşumlara terini-kanını veren bizim insanlarımız, işçi ve emekçiler de cezalandırılmak istenmektedir. Partileri kapatmak işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesini engelleyemeyecektir. Aksine emekçiler ve ezilen halklar bu süreçlerden daha da güçlenerek çıkmışlardır, çıkacaklardır.
İŞÇİ BİRLİĞİ
Y eniden Gündemleşen DERSİM 37-38 Katliamı 71Yıl Sonra Protesto Edildi 12. 12. 2009 pazar günü İstanbul-Kadıköy İskele Meydanı’nda Tunceli Dernekleri Federasyonu ‘Dersim 38 Katliamdır’ şiarıyla bir miting düzenledi. Mitinge Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Tunceli dernekleri, çeşitli siyasî grup, örgüt, dernek, sendika ve sanatçılar da destek verdi. Aşırı soğuk ve yoğun güvenlik önlemlerine rağmen 5 bin civarında insanımız katıldı. Dersim halkının öne çıkan talepleri: 1.Arşivler açılsın hesap verilsin! 2.Dersim ismi iade edilsin! 3.Dersim halkından özür dilensin! 4.Sürgünler, kayıplar ve evlatlık verilenlerin listeleri açıklansın! 5.Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıklansın! 6.Dillerimize ve inançlarımıza özgürlük! 7.Munzur barajlar projesi iptal edilsin! Dersim onurdur, onuruna sahip çık!, Dersime yapılan barajlar yeni bir 37-38 demektir! Sloganlarının atıldığı miting sanatçıların ‘Dersim dört dağ içinde’ türküsünü kitle ile söylemesiyle sona erdi. Gazetemiz çalışanları da mitinge katılarak destek verdi. İŞÇİ BİRLİĞİ’n in Sö zü: Dersim37-38 Katliamı’nın sorgulanması doğru bir mücadele hattıdır. Bu türden mücadeleler işçi sınıfı ve emekçi halkların mücadelesiyle buluşup bütünleştiğinde ‘hesap sorma’ gelenekleri zenginleşecek, burjuvazinin baskı ve terörüne karşı kütlesel çıkışları deneyen sosyal muhalefetin gücü daha da anlamlı kılınacaktır.
4
İŞÇİ BİRLİĞİ
Bugün Tekel İşçileri Ya Yarın?! Başbakanın “yan gelip yatanlar” diye nitelediği Tekel İşçileri Ankara’da kamp kurdu. Önce AKP genel merkezi önünde başlayan direniş işçilere yapılan azgınca saldırı sonrasında önce Abdi İpekçi Parkı’na sonrasında da Türk-İş genel merkezi önünde taşındı. İşlerine, emeklerine, geleceklerine sahip çıkmaya çalışan ve hemen her iki günde bir polisin azgın saldırısına uğrayan Tekel İşçileri “ölmek var, dönmek yok” diyerek direnişlerini devam ettiriyorlar.
Özelleştirme nedir? Kamu kuruluşu statüsünde olan fabrikalar ve firmalar özel şirketlere satılarak “özelleştirilmekte”dir. Bu özelleştirmeler ile işçilerin kazanılmış hakları budanmakta, maaşları çalışma düşürülmekte, koşulları ‘esnetilmekte’dir. Devletin küçülmesi ve zarar eden fabrikaların devredilmesi denilerek özelleştirilen fabrikalar gerçekte sanayi ve hizmet üretiminin kâr eden işletmeleridir. Daha önceden özelleştirilen Demir-Çelik fabrikaları, Tüpraş PTT vb. fabrikalar ve işletmeler ile bugün Tekel fabrikaları zarar eden değil aksine kâr eden işletmelerdir. Burada amaç işçi sınıfının kazanılmış haklarını budamak, örgütlü işçileri dağıtmak, bir fabrikanın etkinlik alanını 3-5 parçaya bölüp taşeronlaştırmak ve her bir alanı ayrı bir şirkete özelleştirmektir. Yakın zamanda özelleştirilen Tekel fabrikaları da kendi içinde tütün ve yaprak mamulleri ayrı, alkollü içkiler bölümü ayrı anonim şirketlere dönüştürülerek bölündü. Binlerce işçi bu süreçte işinden oldu. Kısaca özelleştirme bir ihtiyaç, bir zorunluluk ya da işçilerin “yan gelip yatarak para kazanması”nı engellemek değil aksine emperyalist kapitalist sistemin çarklarının daha sorunsuz halde dönmesi için uygulanan bir politikadır.
4/C nedir? İşçilerin 10 ay süreyle düşük ücretle çalıştırılması ve 2 ay ücretsiz izin yapmasını öngören ve her yıl yeniden sözleşmeyi dayatan bir çalışma şeklidir. Neo-liberal politikaların yaşama geçirilmesi sırasında gündeme getirilmiştir. Kapitalistler bunun sayesine işçi maliyetini düşürerek (düşük ücret, kıdem ve ihbarın kaldırılması, güvencesiz çalıştırma, vb.) kârını arttırmayı hedeflemişlerdir. Tekel fabrikalarını özelleştiren devlet, burada çalışan işçilere 4/C kapsamında kamu kuruluşlarına yerleştirmek istemiştir. Bu durumda hem Türkiye’nin en örgütlü kesimlerinden birini oluşturan Tekel İşçileri dağıtılmış olacak, hem de daha güvencesiz, daha düşük ücretlerle çalıştırılmaları sağlanacaktı.
Tekel İşçileri Ne istiyor? Başbakanın “yan gelip yatarak para kazanmak istiyorlar” diye itham ettiği Tekel İşçileri öncelikle işlerine, emeklerine ve geleceklerine sahip çıkmak istiyorlar. Depodan başka bir şey yok denilen Tekeli, işçiler özel şirketlere peşkeş çekmediler ya! Her yıl Türkiye’nin ulusal gelirine 2 katrilyon lira katkı sağlayan Tekel'in bünyesinde; 7 Sigara Fabrikası, 19 Alkollü İçki Üretim Fabrika ve İmalathanesi, 82 Başmüdürlük, 11 Tuz İşletmesi ve 1 Jüt İpliği Fabrikası bulunuyordu. Fabrikalar üretim sürecindeyken kimse “yan gelip yatmıyordu.” Tekel İşçileri 15 Aralık 2009’dan beri Ankara’da direnişteler. Kendilerine dayatılan 4/C kadrosunu kabul etmeyeceklerini ve özlük hakları korunarak kamu kuruluşlarına yerleştirilmeyi talep eden işçiler kör gözlerin görebildiği ve sağır kulakların duyabildiği fakat sermayenin temsilcilerince duyulmayan çığlıklarında “güvenceli iş” istiyorlar. Geleceklerini istiyorlar.
Burjuva Muhalefeti “işçici” mi? Buna tek ve kesin bir yanıt vermek mümkün. Hayır! CHP’si, MHP’si, AKP’si tüm renkleri ile burjuva partileri işçi sınıfı ve emekçilerin düşmanlarıdır. Hangisi iktidara gelirse gelsin NATO, IMF, DB ve TÜSİAD dışında kimsenin sesini duymayacak ve işçi sınıfına kan kusturacak politikalar güdeceklerdir. Hatırlatmakta da fayda var; İzmir’de Kent Aş. İşçilerini kim işten atmıştı? Son söz olarak; Tekel İşçileri ancak direnerek, mücadelelerini daha üst boyutlara taşıyarak kazanabilirler. Bunun başka yolu yok. İşçi sınıfı ve emekçiler AKP hükümeti başta olmak üzere burjuva kurum ve kuruluşlarına karşı örgütlenmeli ve birleşmelidirler. Bunun için doğru zeminlerde hareket eden bir politik özneye ve sendikal harekete ihtiyaç vardır. Bunun içinde devrimci ve sosyalist güçlerin emek seferberliğine ihtiyaç vardır. İlker ERİŞ
Kamu Emekçilerinin 25 Kasım Uyarı Grevi 25 Kasım 2009 tarihinde kamu emekçileri sendikaları KESK ile KAMU-SEN’in başını çektiği bir günlük uyarı grevine yaklaşık 2. 5 milyon emekçi katıldı. Bu eyleme ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist, yurtsever ve Marksist grup, çevre ve örgütlerle bazı sendikalar, kitle örgütleri de canlı desteğini sundu. Aynı zamanda toplumun muhafazakâr, milliyetçi kesimleri de bu eylemdeki yerlerini aldığı görüldü. Kamu emekçilerinin bu eylemi, kütlesel bir çıkış olarak başarılı olmasına rağmen, hayatın tümüyle durmasını sağlayamadı. Enerji, ulaşım, basın, banka, maliye, belediye, vb. alanlarda hayat durmadı. Eyleme daha çok Eğitim ve Sağlık emekçilerinin katılımı sağlandı. Hâkim sınıfların çeşitli tehdit ve baskılarına rağmen, İstanbul, Ankara ve İzmir illerinde katılım fazlaydı. Sınıf bilinçli kadroların bu eylemde sınıf kimliğini öne çıkardığı ve kapitalist-emperyalizmin somut biçimde karşıya aldığı görüldü. Kitle eylemlerinin alabildiğine yığınsal ve alabildiğince demokratik oluşu ve ayrıca sistemi somut talepleriyle doğrudan karşıya alışı önemlidir. AKP’nin bu eylem karşısındaki tehditleri sökmemiştir. Eylem kendi meşruluk ve yasallığını kanıtlamış-göstermiştir. Kamu emekçilerinin 25 Kasım 2009 eyleminin, bir gün ile sınırlı oluşu ve yayılma istidadı göstermemesine rağmen, kütlesel çıkışların doğru önderlik, strateji ve taktikleriyle örgütlendiğinde daha görkemli olacağı anlaşılmıştır. Ayrıca, bundan sonra gerçekleştirilecek kütlesel çıkışlara moral bir etkisi de olmuştur. Bu eylem hâkim gerici sınıfların safında bir gedik açamadı. Talepleri gerçekleşemedi. Eylemi gerçekleştiren kamu emekçileri safında da dayanılmaz bir ekonomik sıkıntı yoktu. 25 Kasım 2009 eyleminin artılarını yanına almak, zaaflarını da eleştirip aşmak gündeme gelmiştir. Daha sonraki kütlesel çıkışların somut talep ve hedeflerle nasıl örgütlenmesinin dersleriyle işaretlerini de vermiştir. KESK’in tabanındaki tutarlı kitle çalışması yapan devrimci ve sosyalist kadrolar eylemin bu düzeyde örgütlenmesini sağlamıştır. Üniversiteli ve liseli ilerici gençlik, sendikasız, sigortasız, örgütsüz kesimler de özverileriyle eyleme katılmıştır. Eylemi hazırlayan kadrolar tabandaki inisiyatiflerini güçlendirmeli, bir dahaki eylem için direniş komitelerinin görevini kalıcılaştırmalıdır. İŞÇİ BİRLİĞİ’n in Sö zü: Kütlesel çıkışlar sağlı “sol”lu burjuva partilerinin, AKP’nin işçi ve emekçi düşmanı çirkin yüzünü açığa vuracaktır. İşçi, emekçi ve kır yoksullarının birlik ve dayanışması sağlandığında pek çok şeyin değişeceği anlaşılmış ve sistemi sarsacak eylemler gündeme gelmiştir. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal birliğinin önemi bu eylemle bir kez daha kanıtlanmıştır. Yeter ki Sol “cenahımız” anlamlı ve ileri bir adım atabilsin!.. Bu şarta bağlı olarak Türkiye’nin gündemi yarım saatte değişecektir!.. Sosyal muhalefet dinamiklerinin en anlamlısı; Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si Sünni’si tüm renkleri ile bezenmiş işçi sınıfı hareketi, sosyalist hareket, emekçi kadın hareketi, ilerici gençlik hareketi bu şarta bağlı olarak iki adım sıçrama gösterecektir. İŞÇİ BİRLİĞİ
5
İŞÇİ BİRLİĞİ
İş Kazaları Nasıl "S oruşturuluyor"? Aşağıdaki olay, birkaç ay önce Başkentin semtlerinden birinde, Ankara yoluna yakın bir işyerinde geçmiştir. Bir hâkim, bir iş güvenliği uzmanı bilirkişi, katip ve mübaşirle avukatlardan oluşan mahkeme kafilesi, büyük işyerlerinin de bulunduğu bir mahallede, davacı işçinin iş kazası geçirdiği garajdan bozma pres atelyesini güç bela buldu. Büyük firmaların yakınında, tabelasız ve dışarıdan bakıldığında kilit altındaki bir depo veya garajı andıran işyeri, ancak fabrikaların görevlilerine sorularak bulunabildi. İşyerine, tüm giriş cephesini kaplayan iptal edilmiş üç büyük demir kapıdan birinin içinde yer alan ve ucu bir delikten dışarı sarkan bir teli çekmek suretiyle açılan daha küçük bir demir kapıdan girilmektedir. Sokağın görece kuytu bir yerindeki bu giriş, atelyenin karanlığı ile birlikte başlı başına tehlike arzetmektedir. Öyle ki, içeri girmeye çalışan iş güvenliği uzmanı daha eşikte takılıp düşmekten zor kurtulmuştur. İçerisi, cam bölmelerle ayrılmış iki küçük idari kısmın dışında, işin yapıldığı bölümden ibarettir. Böyle bir yere daha önce hiç girmemiş bir insan, eşiği geçince kendini dünya değiştirmiş sanabilir. Birkaç pres makinasının ve sayıları onu bulmayan işçilerin çalıştığı bu işyeri alçak tavanlıdır ve içerisi loştur. Çalışanların yaşları 28 ila 48 arasında değişmektedir. Her ne kadar, ‘işveren’in kendine tanık olarak gösterdiği diğer işçiler, patronlarının mahkemelik olduğu işçisine daha az tazminat ödemesi için asgari ücretle çalıştıklarını söyleseler de, bunun çok az daha üzerinde bir sefalet ücretiyle çalıştıkları, çelişkili ve acemice yönlendirilmiş ifadelerinden anlaşılmaktadır. Makineleri inceleyen iş güvenliği uzmanı, yasak olan ve iptal edilmiş olması gereken ayak pedalının kolayca tekrar çalıştırılabildiğini görmüştür. Kazanın gerçekleştiği presteki çift el kumandasının (yani iş güvenliği kurallarına uygun olan tertibatın) yepyeni olduğu dikkati çekmiş, bu da kazadan hemen sonra takıldığı şüphesini doğurmuştur. Ancak gerek patronun o sırada işyerinde bulunan yakını gerekse patrona tanıklık eden işçiler, kazadan sonra makinede değişiklik yapılmadığını savundular. İş güvenliği uzmanı, kaza geçiren işçiye, neden ayak pedalıyla çalıştığını sorduğunda, işçi de işi hızlandırmak ve randımanı artırmak için böyle yaptığını söyledi. Daha sonra idari bölüme geçildi, hâkim tarafından -hemen hepsi de ‘işveren’ tanığı olan- tanıkların ifadesi alındı. İşini kaybetme ve sefalet ücretini dahi alamama korkusu ve telaşı içindeki ilk tanık, aşağı yukarı şuna benzer bir ifade verdi: “Beş yıldan bu yana presçi olarak çalışıyorum. Ben kaza sırasında arkam dönük olduğu için olayı görmedim. Ben kendim de bir iki kez ayak kumandasıyla çalıştım. Daha seri iş
çıkarmak için bu şekilde çalıştık. Ama bizden istenen belli bir sayı yoktu. ‘İşveren’imiz bize hep ‘Aman yavaş çalışın, acele etmeyin’ (!) der. Hemen ardından dinlenen işyeri idare amiri, daha büyük bir firmaya yan ürün imal ettiklerini belirtti. İşçiler, patronlarını aklama amacıyla bu şahsın kendilerine “acele etmemelerini” söylediğini belirtirken, bu ifadelerin verildiği odanın duvarlarında çeşitli firmaların yan ürünlerini üretmede gösterdiği yüksek performanstan ötürü ‘işverene’ verilen teşekkür ve kalite belgeleri ile çeşitli sertifikalar göze çarpıyordu. Mahkeme hâkimi ve uzman ise, işçilerin -köylü kurnazlığının içinde hemen kendini ele verdiği- ifadelerinden, her dediklerinin tam tersinin doğru olduğunu seziyordu. İş güvenliği uzmanı, idari işler sorumlusuna makinelerin bakım ve onarımının kim tarafından yapıldığını sorduğunda, sorumlu buna cevap olarak, makinelerin bakımının işverenin akrabası olan ve o sırada hazır bulunan şahsın sorumluluğunda olduğunu belirtti. Bu şahsın ise herhangi bir teknik eğitimi yoktu ve sadece çocukluğundan beri bu işlerle uğraştığı için sorumlu tayin edilmişti. Kendisi teknik lise mezunu olan idari işler sorumlusununsa bu makinelerden anladığı yoktu. Öte yandan makinelerin onarımından ve bakımından sorumlu olan şahsın ise bir elinin baş parmak dışındaki diğer dört parmağının bulunmadığı ve parmakların yerinde deriyle yamanmış bir düzlüğün bulunduğu, heyetin gözünden kaçmadı. Sorulduğunda, kendisinin de parmaklarını bu makinelerde kaybettiği ortaya çıktı. Her iki sorumluya da işçileri kurallara uymaları konusunda uyarıp uyarmadıkları sorulduğunda (ki bu şahısların, işçilere bu kuralları anlattıklarına ve ders verdiklerine dair tutanak tuttukları halde, anlattıklarını söyledikleri bu kuralların ne olduğuna dair bir fikirlerinin olduğu dahi şüpheliydi), herhangi bir işçinin iş güvenliği kurallarına aykırı hareketini gördüklerinde kendisini uyardıklarını söyleyerek cevap verdiler. Ancak bu denli küçük, alçak tavanlı, bir otomobil tamirhanesini andıran bir işyerinde, çalışma koşullarının zorunlu sonucu olarak, bu şahısların her zaman gözlerinin önünde olan bir şey hakkında “gördüğümüzde uyarıyoruz” demeleri başlı başına şüphe uyandırıcıydı. İşyerinde inceleme yapan mahkeme heyeti, gördüklerinden dehşete kapılarak değil, dehşetin ve eziyetin sıradan hale gelmesinden dehşete düşerek atelyeden ayrıldı. İŞÇİ BİRLİĞİ okuru bir işçi
Kapitalist ülkelerde iş yasaları nasıl yapılır? "... İşçi olarak çalışan herkes, çok sık olarak ‘işveren’den hoşnutsuzdur ve ona karşı şikâyetle mahkemeye ya da resmî makamlara başvurur. Gerek resmî makamlar gerekse de mahkeme, anlaşmazlığı genellikle ‘işveren’in lehine çözerler ve onun tarafını tutarlar, ‘işveren’ çıkarları karşısında bu hoşgörü, genel bir kurala ya da yasaya dayanmaz, ‘işveren’ çıkarlarının savunusunda bazen çok bazen az gayretkeş olan ve meseleyi ya ‘işveren’le dostluk ilişkileri nedeniyle ya da çalışma koşulları hakkındaki bilgisizlik ya da nihayet işçileri anlama yeteneğinden yoksunluk nedeniyle, haksız olarak ‘işveren’ lehine karar veren tek tek memurların lütufkârlığına dayanır. Bu tür haksızlıklar tek tek her durumda, işçinin ‘işveren’le anlaşmazlığına ve memura bağlıdır. Ancak fabrika öylesine bir işçi kitlesini birleştirir ve bunları o derece ezer ki, tek tek her bir duru-
6
mun incelenmesi olanaksız hale gelir. Genel kurallar konur, işçilerin fabrikatörlerle ilişkisi üzerine bir yasa, herkes için bağlayıcı olan bir yasa hazırlanır ve bu yasada ‘işveren’in çıkarlarının ilerletilmesi artık devlet iktidarı tarafından saptanır. Tek tek memurların haksızlığının yerini yasanın haksızlığı alır. Örneğin şöyle talimatlar yayınlanır: işe gelmeme durumunda işçi yalnızca ücreti yitirmekle kalmaz, üstelik ceza da ödemek zorundadır, buna karşılık işçiyi işten çıkaran ‘işveren’ ona hiçbir şey ödemez; ayrıca ‘işveren’ bu talimatnameye göre işçiyi kabalık nedeniyle işten çıkarabilir, işçi ise aynı nedenle ‘işveren’i bırakamaz; nihayet ‘işveren’ para cezası verme, ücret kesintisi yapma veya fazla mesai talep etme vb. gibi birçok hak elde eder." (Lenin, Sosyal-Demokrat Parti'nin Açıklamalarıyla Birlikte Program Taslağı, Seçme Eserler, Cilt 1) Çeviren: Kemal ATEŞ
İŞÇİ BİRLİĞİ
1 9 Maden İşçisinin Katili S ermaye S ınıfıdır Bursa-Mustafakemalpaşa İlçesi Alpagut Köyü Bükköy Madencilik firmasına ait kömür ocağında, 1 0 Aralık 2009 tarihinde ve akşam saat: 1 9. 3 0’da 1 9 maden işçisi grizu patlaması sonucu hayatını kaybetti. S endika düşmanı patronların 7 00 lira ücretle çalıştırdığı maden ocağında grizu ölçümü yapılmadı, dinamit patlatıldı ve yerin 220 metre altında çalışarak ekmeğini kazanırken mahsur kaldı. Bizim insanlarımız sömürü, kâr hırsı, ihmal, iş güvenliği yokluğu, denetimsizlik, teknik-teknolojik donanım eksikliği ve sendika düşmanlığı yüzünden katledildi. 1 9 işçinin ölüm haberi ve nedenlerinin üstü burjuva basınında örtülmeye çalışıldı. Trajik ölüm ağıtları çarpıtılıp sömürüldü. Kömür madeni 6 ay kapatıldı! Patron kayıplara karıştı! S ahte işçi dos tu pozundaki AKP ’li bakanların ziyaretini işçiler protesto etti. İşçiler, ölüm tüccarlarının neden denetlenmediğini sorarken, ölen işçilere vaat edilen 5’şer bir lira yardım sözünü protesto ettiler. “Bir işçinin bedeli bu mudur? !” diyen işçilerin karşısında bakanlar kem-küm etti. Dünya genelinde iş kazalarında Türkiye ilk üçüncü sırada. Dünyada 67 yılda 3 .41 4 işçi grizu patlamasında öldü. Türkiye’de 54 yılda 2.657 maden işçisi öldü. 3 1 .200 yer altı maden işçisi Alpagut işçileri gibi ölüm tehdidi altındadır. İŞÇİ BİRLİĞİ’nin Sözü: Avantalar ve yağmalar düzeninde patronlar büyük bir özgürlük içinde işçi sınıfını sömürmektedir. İşçi sınıfının sendikal ve siyasal birliği sorununun önemi bu olayda da tüm yakıcılığıyla gündeme gelmiştir. S endikalar ve “sol” örgütler Alpagut işçilerini sahiplenememiş, sermaye sınıfının açığa vurulmasını sağlayamamış, yalnızca “yasak savar” biçimde ajitasyonla yetindiği görülmüştür. 1 9 işçinin bu biçimde ölümü ya da öldürülmesi türünden olaylar asla bir “sosyal kader” değildir. Aşılmalıdır. Aşılması bizimhepimizin elindedir.
Kriz
“MESLEK LİSELERİNDE PATRONLAR DA YÖNETİCİ OLACAK” (Basından) Mevcut Meslek Liseleri özellikle de 1950’lerden sonra sistemin kapitalistleşme mantığına uygun olarak programları ve atelye pratikleri değiştirildi. Erkek Sanat Enstitüleri, Yapı Enstitüleri, Kız Enstitüleri cumhuriyetin kuruluş sürecinde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Meslekî ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak eğitim ve öğretim yapıyordu. Bu kurumun başında da S o vye tl e r Birliği’nde eğitim görmüş, Sovyet de ne yiminde n büyük ölçüde esinlenmiş ilerici i n s a n l a r ı mı z vardı. Anılan okullar meslekî ve kültürel açıdan önemli aydın işçiler yetiştirmiştir. DP iktidara gelince meslekî okullar, patronların ihtiyaç duyduğu, sendikal ve siyasal taleplerle öne çıkmayan işçiler yetiştirmeye başlamıştır. Meslek Liselerindeki tüm öğretmenler bilinçli bir tercihle burjuvazinin politikalarının uygulayıcısı kadrolardan oluşturulmuştur. Bu okullarda “demokrat” bir öğretmene asla rastlayamazsınız. Meslek Liselerinde daha çok varoşlardaki emekçi halk çocukları eğitim görmektedir. Verilen meslekî eğitim vasıfsız işçi yetiştirmektedir. Atelye ve laboratuarlardaki araç ve gereçler genelinde yoktur, olanlar da göstermeliktir. Kültür dersleri çok sınırlıdır. Burjuvazi bunlarla da yetinmeyerek Meslek Liselerine patronların da yönetici olmasına karar vermiş?! Ne diyelim?! Kırk bir kere maşallah!... Halkımız tevekkülle nasıl “Allahın dediği olur” diyorsa, günümüzde devlet tekelci kapitalizmi “piyasanın dediği olur” diyerek Meslek Liselerini daha da kuşa çevirmektedir. İŞÇİ BİRLİĞİ
artlar nda Sermaye Daha ˙ok Kazan yor!
Örnek 1: Vergi indirimli-çeşitli prim ve teşviklerle krizi atlatan tekelci sermaye holdinglerinden Koç Holding, 2009’un ilk dokuz aylık döneminde 33 milyar lira konsolide satış geliri ve 28 milyar lira faaliyet kârı elde etti. 2009 yılının net kârının 1.1 milyar liraya ulaştığı holding yetkililerince ifade edildi. Örnek 2: Doğuş O tomotiv 38 bin adet araç sattı. 15. kuruluş yıldönümünü kutlayan Doğuş O tomotiv, 9 ayda 38 bin 120 adet satış ile 40 milyon lira kâr etti. Doğuş Holding yetkilileri 2019 yılında 45 bin civarında satış yapacağını hedeflediğini duyurdu. Örnek 3: Doğan Şirketler G rubu Holding A. Ş., 2009’un ilk dokuz aylık döneminde net satış gelirlerinin 7.6 milyar lira, faiz, amortisman ve vergi öncesi kârı 385 milyon lira ve azınlık payları sonrası net dönem kârı ise 60 milyon lira olarak gerçekleşti. Örnek 4: TÜPR AŞ’ın 26. kuruluş yıldönümünü kutlayan topluluk cirosunu yüzde 19, faaliyet kârını yüzde 40 yükselttiÖrnek 5: Bankacılık sektörünün patronu BDDK başkanı Tevfik Bilgen, krize rağmen çok yüksek kârlar elde eden bankacılık sektörünün 2009 yılını 20 milyar TL. kârla kapattığını açıkladı. Krizden kârlı çıkmasına rağmen, TÜS İAD’ın bu yılki son Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısına AKP iktidarının siyaset ve ‘açılım’ politikaları ile tekelci sermayenin sıkıntısı damgasını vurdu. YİK başkanı Koç: “G elişmelerden çok ciddî endişe duyuyoruz. Kutuplaşma bizi ağır sonuçlara sürükleyebilir.” diyerek herkese itidal ve sağduyu çağrısında bulundu. İŞÇİ BİRLİĞİ’nin S özü: Türkiye’nin sahibi demek olan TÜS İAD’ın ideolojik ve sınıfsal çıkarları söz konusu olduğunda tarihsel deneyimleriyle iktidarları yönetir ve yönlendirirler. İlerici, demokrat, devrimci, yurtsever, sosyalist ve Marksist “cenahımız”ın da çeşitli istişari toplantılar yapmasını, kara gerici, ırkçı ve şoven iktidarların işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı projelerini açığa vuracak ve de son tahlilde aşacak politikalar üretmesini öneriyoruz.
7
İŞÇİ BİRLİĞİ
GURBETLERDE TÜKENEN HAYATLAR 1945 sonrasında yeni sömürge ülkelerde kapitalizmin hızla gelişmesi, kırsal bölgelerdeki toplumsal yapının bozulmasına neden olurken daha güzel bir yaşam oluşturmak isteyen milyonlarca köylü kırlardan şehirlere göç eder. Sanayinin nispeten zayıf kaldığı/bırakıldığı bölgelerde şehirler yeterli ölçüde umut kapısı olamayınca 100 binlerce vatandaş açısından yurtdışı umut kapısı olmaya başladı. 1960’lı yıllarda Almanya ile başlayan süreç 12 Eylül 1980 sonrasında Suudi Arabistan, Libya, Katar, Dubai gibi Arap ülkelerine kaydı. Yurt dışının umut kapısı olduğu bölgelerimizden biri de Antakya. Bugün “gurbet” ya da “yurtdışı” olarak ifade edilen ülkelerde Antakya’nın her köyünden yüzlerce insan bulunmaktadır. İŞÇİ BİRLİĞİ Gazetesi olarak Antakya özgülünde önemli bir sorun olan “Yurt dışında çalışan işçilerin ve ailelerinin sorununu işlemek üzere Semir-Selva çiftine misafir olduk. Misafirlik sırasında, eşi yurt dışında olan Selva’nın yengesi Şehide ve iki kızı da bulunuyordu. Hep birlikte yaşadıkları sorunları konuştuk. İŞÇİ BİRLİĞİ: Kaç yaşındayken ve neden Arabistan’a gittin? SEMİR: 21 yaşındayken evlenmek ve ev sahibi olmak için gittim. İŞÇİ BİRLİĞİ: Orada ne iş yaptın? SEMİR: Önce garsonluk yaptım ama fazla yürümedi. Kefille aramda sorun oldu. Kefil Arabistan’a gelip çalışan yabancı işçiler için Allah’tan sonra ikinci tanrı gibi. Başka bir kefille anlaştıktan sonra önce karoculuk yaptım sonra da kendi hesabıma büfe işlettim. İŞÇİ BİRLİĞİ: Kendi hesabınıza nasıl işlettiniz? SEMİR: Kendi hesabıma dediğim iş şöyle: işyeri kefilin adına yapıldığı için kazanılan paranın büyük bir kısmını kefil alıyor, ben ise belli bir pay alıyordum. Yani aylıkçı olarak değil, belli bir pay alarak geçiniyordum. İŞÇİ BİRLİĞİ: Kefile ne kadar veriyordun ve kendin ne kadar alıyordun? SEMİR: Ortalama olarak kefil (şu andaki Türkiye parasıyla) 3.500- 4.000 bin alıyordu. Ben ise 1.500 1.600 TL alıyordum. İki yıl kadar iyi sayılabilecek bu parayla çalıştım. İŞÇİ BİRLİĞİ: Çalışma koşullarınız nasıldı? Ayrıca orada nasıl kalıyordun? SEMİR: Büfede sabah 5, akşam 12 arasında çalışıyordum. Namaz saatlerinde büfe kapalı oluyordu. Genellikle öğle 12’den 4’e kadar. Bu saatlerde uyumaya çalışıyordum. Herhangi bir sosyal hakkımız yoktu. Büfenin üstünde küçük bir oda vardı. Yatma sorunumu orada hallediyordum. İŞÇİ BİRLİĞİ: Arabistan’dakilerin sizlere karşı tutumu nasıl? SEMİR: Yabancı olduğumuz için bize küçük gözle bakıyorlar, dışlıyorlar ve eziyorlardı. Bir sorun olduğu zaman “siz bize hizmet etmek için geldiniz” diyorlardı. Haksız olduklarında “siz gelmeseydiniz bu sorunlar olmazdı, o zaman sizden kaynaklı” diyorlardı. Her şekilde biz haksız çıkarılıyorduk. Bu davranışlar nedeniyle sinir hastası oldum. Sık sık titreme oluyordu. Oradaki insanlara hem gün boyu çalışıyor hem de hakarete uğruyorduk. İçime kapanıp kimseyle konuşmaz oldum. Sık sık kavgalar da yaşamaya başladım. İŞÇİ BİRLİĞİ: Kaç kardeşsiniz ve kaçınız Arabistan’da çalışıyor?
SEMİR: 10 kardeşiz; 7 erkek 3 kız. 7 erkek kardeşten 6 kardeş Arabistan’a gitti. Halen 2 abim orada. Ağabeylerimden biri 6 yıldır gelmiyor. İşi kötü gitti; epey borçlandığı için gelemiyor. Ailesini de yanına getiremiyor. Arabistan’da çalışan bir işçinin ailesini getirebilmesi için ortalama olarak ayda 4–5 bin riyal kazanması gerekiyor. İŞÇİ BİRLİĞİ: Anladığım kadarıyla gittiğin zaman evli değildiniz. SEMİR: Hayır evli değildim. Yurtdışına gittikten uzun bir süre sonra nişanlandım. Nişanlandıktan 29 gün sonra tekrar gitmek durumunda kaldım. Nişanlım akrabam ama ben onu tanımıyordum. Arabistan’a gittiğim zaman kız ufaktı. Sonra döndüğümde nişanlandık ama birbirimizi tanımıyorduk. Nişanlandıktan hemen sonra tekrar Arabistan’a gittiğim için daha çok telefonlaşarak, mesajlaşarak birbirimizi tanımaya çalıştık. Tabiİ nişanlı kaldığım süre içinde harcamamın en önemli kalemini telefon oluşturdu… 20 ay sonra izne geldim ve evlendim. İŞÇİ BİRLİĞİ: Evlendikten sonra Arabistan’a tekrar gittiniz mi? Tekrar gitmeyi düşünüyor musunuz? SEMİR: Hayır gitmedim. Burada tutunmaya çalışıyorum. Şu anda sanayide günlük 20 milyon alıyorum. Çocuğum var ve bununla ev ihtiyaçlarımı karşılayamıyorum. Bazen gidip gitmemeği kendi içimizde tartışıyoruz. Gitmek istemiyorum ama bu şekilde yaşayabilmemiz de mümkün değil. Bunun için sağlam bir yer olursa tekrar gidebilirim. Buraya göre daha avantajlı. Tam bu noktada SELVA söze girer. SELVA: Çok zorda kalmamız halinde eşimin gitmek zorunda kalacağını bilsem de Arabistan’a tekrardan gitmesini istemem. Kızımız büyürken babasının da yanında olmasını istiyorum. Yengelerimin ve çocuklarının durumunu gördükçe kesinlikle gitmesini istemiyorum. Çocuklar baba konusunda çok hassas oluyorlar. Sohbetimiz devam ederken Şehide ile kızları Özlem ve Gurbet’e yurtdışı ile ilgili birkaç soru sorduk. İŞÇİ BİRLİĞİ: Kaç yıldır evlisiniz? ŞEHİDE: 14 yıldır evliyim. İki kızım var. Özlem 12, Gurbet 5 yaşında. İŞÇİ BİRLİĞİ: Eşiniz ne kadar zamanda izine geliyor ve çocuklarla ilişkisi nasıl? ŞEHİDE: Ortalama olarak iki yılda bir geliyor. Bazen daha da geciktiği oluyor. İzinde en fazla 6 ay kalabiliyor. Toplam 14 yıl evliğiz ama burada geçirdiği süre 2–3 yılı geçmez. Çocuklar büyürken eşim uzaklarda olduğu için baba özlemi çekiyorlar. Arkadaşlarını babalarıyla görünce kıskanıyorlar. Babaları izine geldiği zaman önce yabancı gözüyle bakıyorlar. Bir alışma devresi yaşanıyor. Çocuklar tam alıştık derken baba tekrar gidiyor. Çocukların psikolojisi allak bullak oluyor. Özlem’e babayı soruyoruz. Özlem hıçkırıklara boğuluyor, uzun bir süre ağlamaktan konuşamıyor. Babayı çok özlediğini telefonlarda her sesini duyduğunda ağlamaklı olduğunu ama babayı üzmemek için kendini tuttuğunu konuşma bittiğinde köşeye çekilip ağladığını söylüyor. Özlem en çok okul ile ilgili sorunlar yaşadığı ve sorunun çözümü için baba sorulduğu zaman üzülüyor, ağlıyor. Öğretmenleri ve arkadaşları baba ile ilgili sorular sorduklarında soruları geçiştirerek ya da ağlayarak cevaplandırıyor. Babayı otogarda uğurlamışlar. Gurbet’e “yarın baba gelecek” demişler. Gurbet her gün babayı soruyormuş. “Anne, baba gelmedi, ne zaman gelecek?” diyerekten anneye küsüyormuş. Selva ve yengesi Şehide iki katlı bir evde yaşıyorlar. Şehide üst katta, Selva aşağı katta yaşıyor. Selva yengesinin çok hassaslaştığını anlatıyor. “Bizim evde en küçük bir patırtı olduğu zaman, masadan sandalyeden bir şey düştüğü zaman benden önce duyuyor ve bizlere sesleniyor. Yatmadan önce evin tüm kapı ve pencerelerinin kilitli olup olmadığını kontrol ediyor.” Uzun bir sohbetten sonra teşekkür edip ayrılıyoruz. 22 Aralık 2009
"Kapitalistleri iktidarda tutan sihir" i "...Ama İngiliz burjuvazisinin İrlanda'nın mevcut ekonomisinde daha önemli çıkarları da vardır. Sürekli artan kiralık topraklara sahip olarak(?), İrlanda sürekli kendi fazlasını İngiliz emek pazarına yolluyor, ve böylece ücretleri aşağı yönde baskılıyor ve İngiliz işçi sınıfının maddî ve moral konumunu daha da bozuyor. Ve hepsinden önemlisi! İngilteredeki bütün endüstriyel ve ticarî merkezler şimdi iki düşman kampa bölünmüş bir işçi sınıfına sahiptir, İngiliz proleterler ve İrlandalı proleterler. Sıradan İngiliz işçisi Irlandalı işçiden kendi yaşam standardını düşüren bir rakip olarak nefret
8
iler aras ndaki b
eder. İrlandalı işçiye oranla kendisini kendisini hâkim ulusun bir parçası olarak görür ve bunun sonucu olarak da İrlanda'ya karşı İngiliz aristokratlarının ve kapitalistlerinin bir sopası haline gelir, bu da onların kendi üzerindeki hâkimiyetinin daha da güçlendirir. İrlandalı işçiye karşı dinsel, sosyal ve ulusal önyargıları yüceltirler. Ona karşı davranışları ABD'deki "fukara beyazların" zencilere karşı davranışlarının hemen hemen aynısıdır. İngiliz ona faiziyle parasını geri öder. O da İngiliz işçisini İrlanda'daki İngiliz egemenlerinin hem şuçortağı hem de aptal bir sopası olarak görür. Bu düşmanlık basın, vaizler, karikatürler, kısacası egemen sınıfların elindeki bütün araçlarla, suni olarak daima canlı tutulur ve körüklenir. Örgütlülüğüne rağmen, İngiliz işçi sınıfının güçsüzlüğünün sırrı işte bu düşmanlıkta yatmaktadır. Kapitalistleri iktidarda tutan sihir de budur.
KarlMarx, 9 Nisan 1870
İŞÇİ BİRLİĞİ
Marx Okuyan Bir İşçinin Ücretli Emek ve Sermaye Kitabı’yla İlgili Notları: Bir metaın fiyatını belirleyen rekabet, üç yönlüdür. Aynı meta, çeşitli satıcılar tarafından piyasaya sürülür. Aynı nitelikte metaları en ucuz fiyata satan, öteki satıcıların ayağını kaydıracağından ve en büyük sürümü sağlayacağından emindir. Demek ki, satıcılar, malların sürümü için, pazar için karşılıklı çekişir dururlar. Herbiri, satmak, olabildiğince çok satmak ve elinden gelirse öteki satıcıları safdışı ederek yalnız kendisi satmak ister. Bunun içindir ki, biri ötekinden daha ucuza satar. Bunun sonucu olarak, satıcılar arasında piyasaya sürdükleri metaların fiyatını düşüren bir rekabet çıkar ortaya. Ama, buna karşılık, alıcılar arasında da rekabet vardır ki, bu da piyasaya sürülen metaların fiyatlarının yükselmesine yolaçar. Son olarak, alıcılarla satıcılar arasında da rekabet vardır; alıcılar olabildiğince ucuza almak, satıcılar ise, olabildiğince pahalı satmak isterler. (Ücretli Emek ve Sermaye, s. 188-189)” 1) Deneyimlerim ışığında şunu söyleyebilirim ki siparişlerin ve kâr oranının az çok bilindiği küçük işletmelerin aksine, fabrikanın ölçeği büyüdükçe işçilerin yukarıda sözü edilen rekabetten, pazarın durumundan giderek daha az haberi oluyor. 2) Bu yüzden bilinçli işçiler günümüzde patronların ve ekonomistlerin takip ettiği sermaye örgütlerinin, "işveren" sendikalarının yayınlarını,
Kapital, Forbes vb. dergileri de takip etmeli, burjuva kanallarının ekonomi programlarında geçen terimleri işçi arkadaşlarının anlayabileceği bir dille ifade edip bu programlarda ortaya konan düşüncelerin sınıfsal özünü ortaya koymalı. 3) Yukarıda belirtilen rekabet dikkatle takip edilirse işçilerin patronlar arasındaki rekabetten yararlanması mümkün olabilir. 4) Pek çok işçi arkadaşım, kârın ve sömürünün üretimden değil de, üretim dışındaki alanlardan, örneğin repo, faiz, rant içerisinde ya da masonlar, tarikatlar gibi çıkar gruplarının birbirini kayırması sonucu yapılan vurgunlardan elde edildiğini düşünüyor. Salim ÇINAR
Üretim Süreçlerindeki Değişmelerin Sınıf ve Sendikalar Üzerindeki Etkisi Üretim süreçlerinde yaşanan değişmeler, tüm dünyada sendikal hareketin zayıflamasında önemli bir rol oynamıştır. Bu değişmelerin temelinde, 19451970 yılları a r a s ı n d a , emperyalist-kapitalist ülkelerde egemen olan Keynes’çi ekonomik politikanın ve bunun temelini oluşturan Fordist sistemin tıkanması ve bunun yerine neo-liberal politikaların yaşama geçirilmeye başlanması yer almaktadır. 1970’lere gelindiğinde emperyalist-kapitalist ülkelerde yaşanan gelişmeler, Fordist sistemi tıkamaya başladı. Bu gelişmelerin başında kâr oranının eğilimsel düşüşü yer almaktadır. 1945-1970’ler arasındaki süreçte sabit sermayenin artan oranı (değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranındaki artış), kâr oranında eğilimsel bir düşüşü gündeme getirmişti. Kâr oranındaki eğilimsel düşüş, tekelleri azami kârı sağlayacak arayışlara sürükledi. 1970’lere gelindiğinde, emperyalist-kapitalist pazarın doyum noktasına ulaşması, dayanıklı tüketim mallarına olan talebi düşürmeye başladı. Özellikle beyaz eşya, otomotiv sanayi gibi dayanıklı tüketim mallarında bu düşüş yoğun bir tarzda hissedildi. Pazarın yeniden canlandırılması arayışını yoğunlaştırdı. Bir diğer nokta, emperyalist-kapitalist ülkeler arasındaki ilişkilerdir: 2. Emperyalist Savaştan sonra, ABD, sistem içerisinde tek hâkim görünümündeydi. 1960’ların sonlarına gelindiğinde ABD’nin sistem içindeki ekonomik hegemonyası büyük oranda zayıflamıştı. ABD’nin nispi zayıflaması emperyalistler arası rekabeti kızıştırdı. Böylece güvenli ulusal ve uluslararası pazar olgusu ortadan kalkmayabaşladı. Aynı dönemde ulusal ve sosyal kurtuluş hareketlerin kaydettiği gelişme, yeni pazarları olanaksız kılıyordu. Bu durumda emperyalistkapitalist ülkeler var olan pazarın farklı boyutlarda derinlemesine açılmasını zorlamaya başladılar. Tüm bu gelişmeler, kitlesel üretimi krize sokarken, yeni gelişen mikro elektronik teknolojilerin de katkısıyla üretim süreçlerinin değişmesi eğilimi başladı. Bir yanda, küçük ve orta ölçekli firmaların yoğunlaştığı sınai bölgeler gelişirken, diğer yanda büyük firmaların küçük, görece özerk birimlere bölünmesi şeklinde bir ademi merkeziyetçi eğilim yaygılaştı. Emperyalist-kapitalist şirketler azami kârı sağlayabilmek noktasında kitlesel üretimi taşeronlaştırmakta; çoğu zaman bunu ya orta nitelikteki işletmelere fason üretim yaptırarak ya da kendi fabrikasında taşerona iş vererek yapmaktadırlar. Emperyalist-kapitalistler için taşeronlaştırma, işçilerin ücretlerinin düşürülmesi ve sendikasızlaştırılmaları anlamına gelmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin krizinin aşılmasındaki yeni üretim sürecine Japonlar esnek üretim
adını verdiler Azami kâr yasası kendini bir daha gösterdi. Emperyalist tekeller arasındaki rekabet; maliyetleri azaltmaya ve ucuz işgücü aramaya da itmiştir. Örneğin Japonya açısından ‘Asya Kaplanları’ bu işlevi yerine getirmişlerdir. Bu ülkeler kadın ve çocuk işgücünü yoğun şekilde kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Gelişen süreç, tekelci sermayenin önündeki ulusal çitlerin kaldırılmasını zorlamaya başladı. Öncelikle, yaptıkları çeşitli anlaşmalarla korumacı yaklaşımların terk edilmesi istenmeye başlandı. Ticaretin önündeki engellerin ulusal çitlerle kapatılması zaman zaman emperyalistler arası hırlaşmalara neden olmaktadır. Özellikle Japonya’nın kimi mallara kota koyması sert eleştirilere neden olmaktadır. Ulusal çitlerin kaldırılması ve emperyalist tekellerin önündeki engellerin kaldırılması süreci daha da hızlanmaktadır. Bağımlı ülkelerin ekonomileri de yeni ilişkilere uygun tarzda düzenleme yapılmaktadır. 2003’ten bugüne kadar Türkiye’ye dayatılan kimi yasalar, emperyalist tekellerin önündeki engellerin resmî olarak kaldırılmasına yöneliktir. Yeni sürecin en önemli özelliği üretimin, ucuz işgücünün bulunduğu ülkelere kaydırılarak yapılması, ucuz işgücü ile çalışan firmaları taşeron firma olarak kullanarak işçi ücretlerinin minimum düzeye düşürülmesi ve sendikasızlaştırılmaları ile yoğun teknoloji kullanılarak esnek üretime geçiş yaparak azami kar elde edilmesidir. Emperyalist-kapitalist sistemde yaşanan bu gelişmeler sınıf ve sendikal hareket üzerinde büyük olumsuzluklar yaratmıştır. Üretim sürecinin parçalanması işçi sınıfının ortak hareket zeminini zayıflatmıştır. Teknolojik gelişme ile birlikte bilgi akışkanlığının hızlanması ve bilginin metalaşması yani parasal olarak getirisinin yüksek olması kalifiye işçide birey olarak hareket etme eğilimlerini güçlendirmiştir. Bu durum işçiyle sendika arasındaki mesafenin açılmasına yol açmaktadır. Kısacası, bir yanda kitlesel üretim taşeronlaştırılarak sendikasızlaşma, düşük ücret, kötü çalışma koşulları dayatılırken, öte yanda esnek üretim içerisindeki işçilere daha iyi bir ücret, çalışma koşulu ve kimi zaman kardan küçük paylar vererek kalifiye işçilerle, kitle üretim yapan ve kalifiye olmasına gerek olmayan işçileri karşı karşıya getirmektedir. Bir diğer önemli nokta, 1970’lerin ortalarından itibaren uygulanmaya başlanan neo-liberal politikadır. Neo-liberal politika, devletin ekonomideki ağırlığını azaltmaya yönelmiştir. Devletin ellerindeki kuruluşların özeleştirilmeleri tek taşla bir kaç kuş vurmaya benzemektedir. Özelleştirme hem ideolojik bir saldırı aracıdır ve hem de emeğin örgütlü gücünün dağıtılmasının aracıdır. Sovyet deneyiminin çözülüp yıkılmasından sonra saldırının ideolojik boyutu büyük önem taşımıştır. Sonuç olarak özelleştirme ile birlikte sendikalı işçi sayısındaki duraksama, sendikasızlaştırma büyük bir hız kazanmıştır. Özelleştirmenin yapıldığı tüm ülkelerde, özelleştirilen devlet işletmeleri, işçileri işten çıkarmayla başlamaktadırlar. Özelleştirme uygulaması sendikaların güçlü olduğu ülkelerde (İngiltere, Fransa gibi) muhalefetle karşılaşmış olsa da sendikaların zayıflatılıp çökertilmesinde önemli işlev görmüştür. Akm a Eriş HANO ĞLU
9
İŞÇİ BİRLİĞİ
İşçiler Türk Metal-İş Sendikası Hakkında Ne Diyor? Mess’in ‘İşveren’ gazetesinin 2009 Nisan sayısında Türk Metal-İş Sendikası’nın Ankara’da Büyük Anadolu Oteli’nde yapılan genel kuruluna ilişkin ilginç bilgiler yer almaktadır. 34 yıllık başkan Özbek, Mustafa şakşakçılarının deyimiyle “Erkek Mustafa”, "vasiyet”ini yazarak ülkenin en büyük sendikasının başkanlığından çekildi. Bu kıdemli faşist, sözde sendikasını karalama kampanyasına karşı koruma amacıyla çekildiğini açıkladı. Şöyle dedi: “(Türk Metal) bayrağımıza, bağımsızlığımıza, devlete, millete, Cumhuriyete ve demokrasiye (kuşkusuz!) kendini adamış bir sendika. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, davasını ve ilkelerini her zaman aklında ve sırtında (kesinlikle, işçi sınıfının sırtında!) taşımış bir sendika. Böyle olduğu için Türk Metal Türk Milletinin gönlünde taht kurdu. (...) Metal işkolu Türk sanayinin can damarı, sendika olarak bu damardan akan kanın durmasına asla izin vermeyin. (...) Kendinize inanın, sendikanıza inanın. (Amin)” Şaka bir yana ‘Erkek Mustafa’nın vasiyetinin bu son cümleleri önemlidir. Metal işkolu, gerçekten de sanayinin can damarıdır. Aynı zamanda 1970 15 / 16 Haziran Direnişi’nin omurgasını oluşturan sınıf bilinçli işçilerin büyük çoğunluğu da metal iş kolundaydı. Burjuvazi, bu işkolundaki işçileri kontrol altında tutabildiği sürece, yani Türk Metal sendikası ve benzer kuruluşlar “damardan akan kanın durması”na asla izin vermediği, hâkimiyetleri sarsılmadığı sürece, işçi sınıfının birliği gibi “bozguncu” ve "gomonist" amaçlar asla gerçekleşmeyecektir. 1980 öncesinin bu eli kanlı katilini destekleyen patronlar durumu çok iyi değerlendirmektedirler. Nitekim, bu genel kurulda konuşan TİSK ve MESS’in yönetim kurulu başkanı Tuğrul Kutadgobilik, 34 yıl sonra başkanlıktan çekilmek zorunda kalan bu işçi ve emek düşmanı asalağın hizmetlerini göklere çıkarmaktadır: “Mustafa Özbek’in, vatanın bölünmez bütünlüğünün, demokrasinin, işçinin onurunun ve emeğinin korunması dışında bir mücadelesi bugüne kadar olmamıştır. Sayın Özbek’in ülkeye ve millete (yani sermaye sınıfımıza ve onun mülküne) hizmetini sürdüreceğine inanıyorum ve bunu gönülden diliyorum.” Hemen ardından bu patron temsilcisi, Türk Metal’in MESS’le işbirliği içinde 50.000 işçiye ortak Eğitim Projesi dahilinde eğitim olanağı sağladığını belirterek onu bir kere daha göklere çıkarmaktadır. Bu kurula CHP’den Cevdet Selvi, eski Türk-İş Başkanı Bayram Meral ve birkaç
Patronum Marx
kişi daha katılmıştır. Ama bu iki aktörün söylediklerini aktarmak şimdilik yeterlidir. MESS’in, Türkiye işçi sınıfının en büyük düşmanlarından biri olan, içinden Turgut Özal’ları çıkaran, hukukçuları, siyasetçileri, hırsız ve katilleri, yerli yiyicileri ve emperyalizmin en bağnaz işbirlikçilerinden bazılarını bünyesinde hep birlikte istihdam eden bu gericilik yuvasının temsilcisinin “işçinin onuru” ile “ülkenin bölünmez bütünlüğü”nü bir araya koyması düşündürücüdür. Bu ve benzeri vatan nutuklarının gerçek niteliği, işçilerin birebir konuşmalarda Türk Metal hakkında anlattıklarıyla ortaya çıkmaktadır. “Damardan Akan Kan” ve İşçinin Sırtından “Erkek Mustafa” ve Çetesine Akan Para Sanayi bölgesi X kentindeki bir işçinin sözlerini özetleyelim: “Sizin bu adam (Mustafa Özbek) hakkında basından duyduklarınız hiçbir şey değil. Bir keresinde toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamamıştı. İşyerinde bulunan temsilci, grev olacak diye bize duyuru yaptı. Adam bir baktı ki ‘işveren’ arkasında, kıs kıs gülüyor. Sordu ne var diye. ‘İşveren’ “Seninkileri (sendikayı) bir ara da sözleşmenin durumunu sor istersen” dedi. Meğerse sözleşme çoktan imzalanmış ve sendika bize haber vermemiş. Temsilci, sonradan öğrendik, „Bunu işçilere siz duyurursunuz” diye istifa etmiş. Adam seni zerre kadar umursamaz, harcamaktan çekinmez. Başkan olacak, iyi nutuk atar ama tüm malı mülkü kendine zimmetler. Malvarlığı sandığınızdan fazladır. Paşalar gibi kuvvetlidir. Diğer sendikacıları kimse iplemez. İşyerinde Türk Metal aleyhine, Mustafa Özbek aleyhine tek kelime edemezsin, ağzını açamazsın. Açarsan, anında durumu haber alıp, -işveren ister "Türk" ister yabancı olsun hiç fark etmez!!-, işbirliği yapar işverenle konuşurlar ve seni işten attırırlar, tek kuruş alamazsın. Ama sendika senin ücretinden kesilen aidatı alır. Bazı şube başkanları 5-6 milyardan fazla, hatta nasıl anlatayım, bayağı fazla aylık alır. İşçi fakirdir, cahildir. Bu adam işçiyi çok güzel kafaya alır. Götürür işçileri otellere, gezi düzenler, yedirir, içirir. Buralarda bilmem ne eğitimi diye hocalar, profesörler, kerli ferli adamlar konuşma yapar. İşçi daha önce hiç görmediği hayat şartlarını görür, Özbek bunları dolduruşa getirir. Ondan sonra elbette işçi onu alkışlar.” Öyle görünmektedir ki Kutadgobilik gibilerin “vatanın bütünlüğü” sözü, işverenlerle kol kola, hatta bazen onlardan daha acımasız bir şekilde, işçilerin sırtından yürütülen aylıkların, açık hırsızlığın örtüsü, “işçinin onuru” edebiyatı ise en onursuz davranışların örtüsüdür. Türkiye’de sendikal özgürlüğün olmadığı, çeteden farksız, mafyaya eşdeğer, sendikacılıkla ilgisi olmayan (Bu ister Türk-Metal ister benzer başka bir sendika olsun) devlet sendikalarıyla işverenlerin işçinin sırtında nasıl oturup bağdaş kurdukları, birbirilerini nasıl kolladıkları açıktır. Ama daha önemlisi, bu örnek, işçi sınıfının birliği mücadelesinin, metal sanayi işkolundaki bu diktatörlük yıkılmadan gerçek anlamda verilemeyeceğini kanıtlamaktadır.
Nas l ˙ r tt ?
Burjuva ekonomistlerinin bir türlü çürütmeyi başaramadığı Marx’ı patronum çürütmeyi başardı. Nasıl mı? Önce Marx’tan bir alıntı yapalım: “... işgücünün üretim maliyeti nedir? Bu, işçiyi işçi olarak muhafaza etmek ve işçiyi işçi durumuna getirmek için gerekli olan masraflardır. Bundan ötürü, herhangi bir işin gerektirdiği eğitim süresi ne denli kısa olursa, işçinin üretim maliyeti o denli az, ve emeğinin fiyatı, ücreti o denli düşük olur. Çıraklık döneminin hemen hiç gerekli olmadığı, işçinin kabaca maddî varlığının yeterli olduğu sanayi dallarında, işçinin üretimi için gerekli masraflar, hemen hemen yalnızca kendisini yaşatmak ve çalışabilir durumda tutmak için zorunlu metalardan ibarettir. Bunun içindir ki, emeğin fiyatı, zorunlu geçim araçlarının fiyatı ile belirlenecektir. ” (Ücretli Emek ve Sermaye, s. 193) Diğer arkadaşlarımla birlikte günde 16, bazen 18 saat çalışmama, patronun aldığı siparişleri zamanında yetiştirmemize rağmen, patronumuz bir türlü belini doğrultamadığını söyleyerek maaşımızı ödemiyor. Bir sabah uyandığımda evde para kalmadığını gördüm. Yol param bile yoktu. Çalıştığım yer yürüyüş mesafesinde olmadığı için çaresiz evde kaldım. Saat on gibi patronum telefonla aradı ve nerede olduğumu sordu. Maaşımı ödemediği için yol paramın bile olmadığını söyledim. Bağırıp çağırmaya başladı. Ertesi gün asık suratla beni arabasıyla evden alıp iş yerine götürdü. Ertesi günlerde patronum bir gün gitmediğim için işleri yetiştiremediğimizi söyleyip durdu. Patronum böyle biri işte. Beni yaşatmak ve çalışabilir durumda tutmak için zorunlu metaları sağlamadığı halde, işlerin yürümemesinin sorumlusu olarak beni gösteriyor ve böylece sınıfının hizmetindeki ekonomistlerin teoride yapamadığını pratikte yaparak Marx’ı ‘çürütüyor.’ ” İŞÇİ BİRLİĞİ okuru bir işçi
10
İŞÇİ BİRLİĞİ okuru bir işçi
Hangi Yol ve Hangi Sol? S ol’da yeni örgüt atakları çoğaldı: Marifet 3. Yol, Yeni-S ol, ve benzeri bilinen aşınmış ve de aşılmış örgüt anlayışlarına bir yenisini katmak değil, İşçi sınıfından oksijen alan, emeğin ve emekçinin sosyal / evrensel kurtuluşunu amaçlayan biricik YO L… Nihai amacı-hedefi: S ınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, özgür, eşit bir dünya yaratmak olan S O L… Ayağını bu topraklara basan, kendi sentezini oluşturan, Kadroları ayrıştırıp bütünleştiren, iktidara yürüyen hakikî S O L…
İŞÇİ BİRLİĞİ
Çukurova Üniversitesi'nde İntihar Eden Temizlik İşçisi Doğan Aksu'nun Anısına Bildiğiniz gibi Ç u k u r o v a Üniversitesi'nde, 25 Kasım 2009 tarihinde Doğan Aksu adlı 40 yaşındaki iki çocuk babası taşeron işçisi bir arkadaş çok acı bir şekilde intihar etmişti. Aksu, intihar etmeden önce eşini telefonla arayarak, "Artık yapacak bir şey kalmadı. Bayram geldi. Çocukların ve çevremdeki kişilerin yüzüne bakacak halim kalmadı. Hakkınızı helal edin" diyerek kapatmıştı ve ardında "Lan para. Bu dünyada beni mahvettin. Öbür dünyada karşıma çıkma" yazılı bir not bırakmıştı. Aslında böyle bir not bırakmamış olsaydı burjuva basınında olayın pek bir "haber değeri" bulunmayacaktı ve zaten olayla ilgili haberlerde işçilerin içinde yaşadıkları koşullar hakkında hiçbir şey söylememeye özen gösterildi. Bazı yayın organlarında Aksu'nun kredi kartları borcu nedeniyle intihar etmiş olabileceği söyleniyordu oysa gerçek bu değildi. Konuyla ilgili Dev-Sağlık İş sendikası tarafından yapılan açıklamada gerçek durum şöyle ortaya konuluyordu: "DOĞAN AKSU ne yapmak istemiştir de ekonomik olarak kaldıramamıştır. Onu tanıyan herkes herhangi bir kötü alışkanlığı olmadığını, ihtiyaç olmayan harcamalardan özenle kaçındığını söylemektedir. Ama işçi arkadaşımız affedilmez bir hata yapmıştır! TOKİ’nin satışa sunduğu evlerden birine sahip olmak istemiştir. Çünkü o bir işçidir, çalışmakta ve bu ülkeye hizmet etmektedir. İyi kötü bir ev sahibi olmayı hak ettiğini düşünmüştür! Evet, hatası budur: Taşeron işçi olarak bir ev sahibi olmayı istemek. Oysa bu ülkede taşeron işçilerin ev sahibi olması bir hayaldir. Onlar sadece bir köle gibi çalışmak için vardırlar. Bu ülkeyi yönetenler açısından tek anlamları budur. Onlar ihale şartnamelerinde tıpkı medikal bir malzeme gibi alınıp satılan bir maldırlar bu düzenin gözünde. Bu yüzden arkadaşımız DOĞAN AKSU bir ev sahibi olmak istediği için bu düzen tarafından ölümle cezalandırılmıştır. O intihar etmemiştir, bizzat taşeronluk sistemi tarafından katledilmiştir. 7 yıldır bir kamu kurumuna hizmet eden bir işçi hâlâ asgari ücretle çalıştırılıyorsa ve hiçbir güvencesi olmadan kölece çalışma koşullarına mahkûm edilmişse bu hayattan ne beklentisi kalmış olabilir? Ya ölü gibi yaşayacak ya da gerçekten ölecek!" Çukurova Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci olarak, olay günlerinde
Adana'da olmadığım halde sonraki günlerde diğer işçi arkadaşlarla yaptığım konuşmalardan bazı notlar tuttum. Bunları aşağıda veriyorum. Önce en çarpıcı olanından başlamak istiyorum. Bir işçi, şöyle dedi : "EvMen'in (Taşeron firma) tüm işçilere yaptığı bu. Herkesi asgari ücretle çalıştırıyor. Adam ölmüş mü kalmış mı umurlarında bile değil. Üzerimdekilere bak. Bunları bile yenilemiyorlar. Sabahtan akşama kadar çalışıp 3 kuruş para alıyoruz. Rahmetli Doğan'dan ne farkımız var? Evde hanım da çalışıyor. O da olmasa, tek yol kalıyor. O da Doğan'ın gittiği yol." Gene Ev-Men'e bağlı olarak çalışan bir işçi, "Doğan son günlerde çok durgunlaştı. Ben demiştim bu adamda bir haller var. Ne yalan söyleyeyim aklıma gelen başıma geldi. Para para deyip duruyordu. Allah rahmet eylesin. Hayat bu, ne yapalım. Ekmek aslanın ağzında" benzeri şeyler söyledi. Bir de kadrolu olarak çalışan bir işçi (diğerlerine nazaran maaşı ve çalışma koşulları daha iyi): "Doğan iyi biriydi. O da taşeron kurbanı oldu. Bak hiç kimse de ses çıkarmadı. Bizim üniversitenin gençlerinde de iş yok. Harçlar için eylem yapıyorlar. Peki, Doğan neden öldü? Onun hakkını kim savunacak? Herkes kendi derdine düşmüş. Öğrenciler bile kendi derdinde. İyi bir örgütlenme olsa bu sorunların hepsi çözülür. Adam ölümü göze almış zaten. Mücadelede ölmekten mi geri duracak?" Bu işçi arkadaş haksız mı? Ne yazık ki değil. Çünkü üniversitede devrimci hatta Marksist, proletarya sosyalisti vb. olma iddiasındaki ve politik çalışma yaptıklarını iddia eden arkadaşların ciddî sorunlar yaşayan ve bilinçli öğrencilerden içten içe bir şeyler bekleyen işçilerle bağlantı kurmak için hiçbir çabaları yok. Bir işçi arkadaşın yalıtılmış ve çaresizlik duygusu içinde, paranın diktatörlüğüne dayanan bu sisteme isyan ederek intihara sürüklendiği bu olay bile, böyle bir bağ kurma yönünde hiçbir kıvılcım çaktırmaya yetmiyor ne yazık ki. İlerici öğrenciler genellikle sadece öğrenci sorunlarıyla ilgilenmeyi daha uygun buluyorlar. Bu sanırım diğer üniversitelerin çoğunda da böyle. Ancak bu durum aşılabilir ve işçilerle öğrenciler arasında karşılıklı dayanışma veya en azından iletişim kurmaya dönük anlamlı adımlar atılabilir ve atılmalı. "İntihar etmek çözüm değildi" demek ve olayı unutmak yetmiyor! Bu arkadaş, birazcık iyi örgütlenmiş dayanışmayla intihar çözümsüzlüğü yerine mücadelenin yaşam ateşini seçebilir miydi diye kendimize sormalı ve ilerici, devrimci, sosyalist vb. olma iddiasının çok ciddî bazı sorumlulukları olduğunun farkında olmalıyız.
Türkiye’nin Temel Sorunu Nedir? Bu soruya hemen herkes farklı cevaplar vermektedir: Nasıl mı? - “Ordunun politika yapmas ıdır” - “S eçilenlerin memurlaşmas ıdır” “Bürokrasidir” - “Parlamentodur” - “Bürokrasidir” - “S eçim kanunudur” “Ayrımcılıktır” - “Demokrasi sorunudur” - “S iyonizm’dir” - “ABD-AB’ye bağımlılıktır” - “Cins ayrımcılığıdır” - “Faşizm tehlikesidir” - Kürt sorunudur” - “Türk sorunudur” - “İşsizliktir” - “Şeriattan kopmadır” - “Kemalizm’den kopamamaktır” - Resmî tarihtir” - “Batıcılıktır” - “AB’ye girememektir” - “Avrasyacılıktır” “İslâmiyet’e dönüştür” - “Laik-Şeriat çatışkısıdır” - “Kimlik meselesidir” “Anayasadır” - “Adaletsizliktir” - “Eğitimdir” - “Cehalettir” - “S ağlıktır” “Hukukun katlidir” -“S ilahlı mücadeledir” - “S ol’un öndersizlik krizidir” “Doğanın ve çevrenin tahrip edilmesidir” - “Toplumun politikasızlaştırılmasıdır” - “Proletaryanın politika dışında tutulmasıdır” - “Düşünce ve örgütlenme özgürlükleri önündeki kanuni ve keyfî engellerdir” - “Üniversite okumuş ‘aydın’ların ihanetidir” - “S endika ağalarıdır” Bu türden cevapları daha da uzatmak mümkündür. İŞÇİ BİRLİĞİ’nin S özü: Türkiye’nin birincil temel sorunu: İnsanın ve insanlığın düşmanı olan ulus larötes i tekelci s ermayeye kölece bağlı, NATO+IMF+DB+DTÖ’cü haksız, eşitsiz, hukuksuz, sömürücü ve ahlâksız kapitalist sistemidir. İkincil temel sorunu kapitalizme karşı mücadele yürütecek en temel aracın eksikliği sorunudur.
Çukurova Üniversitesinden İŞÇİ BİRLİĞİ okuru bir öğrenci
Resmî Rakamlarda İşsiz Sayısı 8 Milyonu Geçti Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2008 İl Düzeyinde Temel İşgücü Göstergeleri’ni açıkladı. Buna göre işsizlik oranı ve istihdam oranı aşağıdaki gibi oldu. İşsizlik oranı %11 oldu. (yaklaşık 8 milyon) İşsizlik oranının en yüksek olduğu iller sırasıyla, yüzde 22.1’le Şırnak, yüzde 20.5’le Adana, yüzde 18.3’le Hakkari oldu. İşsizlik oranının en düşük olduğu iller ise sırasıyla, yüzde 3.7’yle Ardahan, yüzde 4.1’le Kars ve yüzde 4.7’yle Bayburtolarak belirlendi. Bu rakamlar 2008 yılına ait “resmî” rakamlardır ve biz biliyoruz ki resmî rakamlar tam gerçeği yansıtmaz. 2009 yılındaki işten çıkarmaları, krizin etkisini de dikkate aldığımızda Türkiye’de işsizliğin çok daha üstboyutta olduğunu söyleyebiliriz. İŞÇİ BİRLİĞİ
11
İŞÇİ BİRLİĞİ
“İŞTE ÖZGÜR DÜNYA” Yönetmen: Ken Loach S enaryo: Paul Laverty Yapımcı: R afal Buks, Ulrich Felsberg, Tim C ole G örüntü Yönetmeni:Nigel Willoughby Müzik: G eorge Fenton Dağıtım: Tiglon Filmin Websitesi: www.imdb.com/title/tt0807054 G österim Tarihi:19 Eylül 2008 (Türkiye) Türkiye’de 19 Eylül 2008 tarihinde gösterime giren “işte özgür dünya” filmi çok çarpıcı bir içeriğe sahip. Özellikle de günümüz ve gelecek açısından işçi sınıfının karşılaşacağı saldırılardan bir ve belki de en önemli olanına değinmektedir. Film her ne kadar “göçmen” işçilerin yaşadığı sorunlara değiniyor gibi görünse de, geçen aylarda bir gece operasyonu ile meclisten geçen fakat daha sonra C umhurbaşkanlığına takılan bir konuya işaret ediyor. “Kiralık İşçi Büroları-Özel İstihdam Büroları”. Diğer bir isimle “işçi simsarlığı”. Evet, yanlış okumadınız. Filmin vermek istediği bir mesaj da bu gün Avrupa’nın çoğu yerinde yavaş yavaş hayata geçmekte olan ve Türkiye’de de uygulanmak istenen, işçinin her türlü hakkını, güvencesini ortadan kaldıran, düşük bir ücretle çalıştıran, sefalet koşullarda barınma ve yaşamaya mahkûm eden “Özel İstihdam Büroları”nın sömürdüğü hayatlardır. Bu açıdan bakarak işçi sınıfı ve emekçilerin “hiç de uzak olmayan” bir gelecekte karşılarına çıkacak bu saldırının görüntüsünü çıplak gözle görmek üzere bu filmi izlemeleri gerektiğine inanıyoruz. İzleyelim ki, hep beraber bizi neyin beklediğini görelim ve ne yapacağımızı bu günden düşünelim. Filmi bir de kendi tanıtımından okuyalım: “Ken Loach, Özgürlük Rüzgârı'nın hemen ardından çektiği bu son dramıyla günümüz Londra'sına dönüyor ve kamerasını yeniden toplumsal konulara çeviriyor. İşte Özgür Dünya, yasadışı göçmen işçiler meselesini kurbanların değil, suçluların gözünden ele alıyor. İş yerinde gördüğü kötü muameleden bıkmış olan ve oğlunun geleceği için endişe eden Essexli genç kadın Angie, kendi işini kurmaya karar verir: Londra'da bir barın arka tarafında kurduğu ofiste göçmen işçilere iş bulacaktır. Angie başarı ve servet basamaklarını tırmanırken, dünyayı döndüren para illetiyle ne kadar ileri gidebildiğine tanık oluruz.” Sosyalizm ,
Öz sıc aklığını yit irm eden.
güvenle,
Yani şu dem ek ki, dayı kızı,
Sevgilim izin bizden ne şan, ne para,
Sosyalizm ,
Vefadan başka bir şey beklem eyişi…
gölgeli bir bahç eye girer gibi
Sosyalizm ,
iht iyarlığa,
Yani yurt t aş ödevi sayılm ası baht iyarlığın,
ve hepsinden önem lisi,
em niyet le,
Senin anlayac ağın yani,
girebilm ek usulc ac ık
El kapısının yokluğu değil de İm kansızlığı.
ç oc ukların, am a büt ün ç oc ukların, Sosyalizm
Yahut m esela,
Devirm ek dağları elbirliğiyle
-bu seni ilgilendirm ez henüz-
Am a elim izin öz biç im ini,
esefsiz,
kırm ızı elm alar gibi
- LENİN SENDİKALAR ÜZERİNE (512 s.) - Av. Zeki Öçal, İŞÇİLER İÇİN TEMEL HUKUK BİLGİLERİ (264 s.) - Av. Zeki Öçal, İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLİĞİ ATANMASIGÖREVLERİ-GÜVENCESİ (104 s.) Kitaplarının kapakları, altına sayf sayısı, fiyatları ve İ. B. okurlarına özel indirim yazısı…
˙
B RL SAYI:1
KASIM 2009
S resi:imdilik 2 Ayda Bir YayFiyat nlan :r 1 TL Sahibi: S rr zt rk Yaz leri M d zkan r : Ayd nl Y netim Yeri ve leti Akb im: y k De irmeni.No:33/A Sok 34122 Sultanahmet ›Emin n tanbul › s Telefon: (0212) 638 81 82 Fax: (0212) 638 81 72
12
Nazım Hikmet RAN
Sen. Üzr. İş.Te.Hk. İşyeri.. Kitapların Fiyatı: 22.00 TL. 12.00 TL. 5.00TL. Özel indirimli : 8.00 Tl 4.00 TL. 2.00 TL. İŞÇİ BİRLİĞİ okurları bu temel başucu kitaplarını gerek illerdeki gönüllü muhabirlerimizden, gerekse Büro’muzdan özel indirimli olarak edinebilirler. Posta ile de gönderilir. Posta ˙eki No: 98213 Banka Hesap No: Bankas
E›posta: iscibirligigazetesi@gmail.com
˙ ›K TLE GAZETES YIL:1
gülüşü…
Abone:Yurti i y ll k: 6 Say Yurtd 6 TL
Ca alo lu
ubesi (1095) 325 835
: kat
Yay n ilkelerimizle ba da mayan ilanlar kabul edilmez. Yay n kurulu yazarlar Yaz l
ve ilkelerimiz d
nda yaz
kabul edilmez.
metinler kaynak g sterilerek kullanabilir.
Teknik B ro: Sorun Teknik B ro Bask :Maya Bas m Yay n Matbaac l k San. ve Tic. Ltd.
ti.
shakpa a Cad. Kutlug n Sok. No:9/1 Sultanahmet/ Tel: stanbul (0212) 638 64 08 Yay n T r Yerel : S reli ISSN:1309›2669