eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir
KAOS GL
102
Eşcinsel Kültür/Yaşam Dergisi
EYLÜL - EKİM 2008
5 YTL
aleviler, biseksüeller, ermeniler, eşcinseller, gençler, kadınlar, kürtler, romanlar, transeksüeller… türkiye'de ayrımcılığa uğrayanları sanat kampı'na bekliyoruz. sanat kampı: 3-7
Eylül 2008, Kapadokya
ayrıntılı bilgi için: .kaosgl.org
Kaos GL’den
a Sahibi erneği adın y Kaos GL D Burcu Erso oyaburcu@
kaosgl.org
ürü ve zı İşleri Müd Sorumlu Ya Yayın Yönetmeni Genel l Uğur Yükse l.org ugur@kaosg
u Yayın Kurul Safoğlu, n a yk A , l o Ali Er Bawer Çakır Barış Sulu, Esra Çınar, , y o rs E u B u rc ut Güner Um , a v o n Salih Ca ışmanları Hukuk Dan ıldırım, Av.Hakan Y ın, Av.Oya Ayd Öz Av.Yasemin rım Sayfa Tasa Emir Birant gl.org emir@kaos
rdinatörü Finans Koo o ğl u İsmail Alaca ismail@kaos
gl.org
umlusu Abone Sor l Semih Varo sgl.org semih@kao
lunanlar Katkıda bu lenbelt, u e M ja ız, An Adnan Yıld i, Bilge rg a e B l, nsa Barbaros Şa ob Van Rooijen, ,B Remus Ka an İnal, ruce, Gökh Bruce La B e Öğüt, d n a H , oğan Hakan Ayd aç Sur, r ih M k e p racan, İ ahadır B İpek İlkka n a n e K mi, İsmail Nec anoğlu, am r h Ka ad oup, Derre, Kürş Theory Gr New Media Ceylan, r e m Ö , az Onur Poyr muşoğlu, n, Övül Dur cıoğlu, Öner Ceyla Av çe ök G , S. Pelin Kalkan cel, Selen Doğan, n Tu at h a b e lican, S ay, Sürme Semih Tog Şimşek, a iy Z r u n, Uğ Şule Ceyla m Türker ran, Yıldırı Yeşim Başa ri Yönetim Ye Kaos GL lvarı 29/12 fa Kemal Bu Gazi Musta ay - ANKARA 06440 Kızıl 03 58 0 312. 230 Telefon: +9 77 12. 230 62 Faks: +90 3 l.org itor@kaosg E-posta: ed rg ww.kaosgl.o URL: http://w Abonelik edeli yı) abone b sa 6 ( lık l yı 45 YTL Yurt içi 1 bedeli yıllık abone 70 $ Yurt dışı 1 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye g sfer 45 € or Please, tran n period to the followin o t ti p un ri subsc bank acco Şubesi hir şe i n Ye ı s ka 4 Garanti Ban 411 629705 TL Hs. No: 9089309 USD Hs. No: 90334 : 90 EUR Hs. No
0 ISSN 13025
15
mi Kapak Res an Hakan Aydoğ hi Basım Tari 2008 s to us ğ A 25 Baskı mevi Ayrıntı Bası esi Sanayi Bölg ze ni a g r O k i 105 İved 0. Sok. No: 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 90 312. 394 55 Telefon: 0 Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli 2 00 8 Eylül-Ekim isteklerde Tek sayılık deriniz. ön g u l u p sta 5 YTL'lik po ve mültecilere Tutsaklara, lir. tsiz gönderi re c ü e r e l l e HIV+ eşcins Kaos GL, Lezbiyen Kaos Gey ve yanışma a malar ve D tır ş ra dır. A el Kültür süreli yayını Derneği'nin
uğur yüksel
ne ilk ne de son
ugur@kaosgl.org
Lambdaistanbul'a verilen kapatma kararı 'genel ahlak'la ne ilk ne de son karşılaşmamızdı. Bellekten birkaç tarih… 16 Şubat 2000 - Kaos GL dergisinin Kış 2000 tarihli sayısı, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “küçükler için muzır nitelikli” bulundu ve dergi poşete sokuldu. 15 Eylül 2005 - Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği'nin adında ve tüzüğünün amaç bölümünde 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 56. maddesinde ver alan "Hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz" hükmüne aykırılık bulunduğu tespitle derneğin feshi için dava açılması talebinde bulundu. Şubat 2006 - Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), CNBC-e kanalında yayınlanan 'Nip/Tuck' adlı dizi filmin bir bölümünde yer alan 'eşcinsel yakınlaşma' nedeniyle, kanalı uyardı. Uyarının gerekçesi, yayının “Türk aile yapısına aykırı” bulunmasıydı. Mart 2006 - İki kovboy arasındaki eşcinsel aşkı anlatan 'Brokeback Dağı' (Brokeback Mountain) adlı filmin Türkiye'deki gösterimine Kültür ve Turizm Bakanlığı Film Denetleme Alt Kurulu'nun kararıyla 18 yaş sınırı getirildi. Bu limit, dünya çapında filme getirilen en yüksek yaş sınırlarından biriydi. Mayıs 2006 - Osmaniye'de günlük olarak yayınlanan Hasret gazetesinin köşe yazarlarından İsmail Sezer, “Türk toplumunu toplum dışı bir davranış olan eşcinselliğe ve lezbiyenliğe yönlendiriyorlar” iddiasıyla, "Benimle Dans Eder misin?" adlı televizyon programı ile sunucusu Huysuz Virjin lakaplı Seyfi Dursunoğlu hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurunda bulundu. Mayıs 2006 - Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Barbaros Şansal'ın Haber Türk adlı televizyon kanalında yayınlanan 'Top'lu İğne' adlı programını “Şansal'ın Türkçenin esnek dil yapısından faydalanarak eşcinselliğe ilişkin espriler yaptığı ve bu espriler aracılığıyla da eşcinselliği meşru bir olaymış gibi topluma yansıtmaya çalıştığı” gerekçesiyle yayından kaldırdı. Mayıs 2006 - Pedro Almodovar'ın sinemalarda sansürsüz gösterilen 'Kötü Eğitim' (La Mala Education) adlı filmi DVD'de sansüre uğradı. Filmdeki, bir transeksüel kadının bir erkeğe oral seks yaptığı sahne iki yerde mozaiklendi. Haziran 2004 - Catherine Breillat'nın 'Cehennemin Anatomisi' adlı filmi, iki geyin oral seks sahnesi başta olmak üzere pek çok yeri kesilerek gösterime girdi. Filmin DVD'si de aynı sansüre maruz kaldı. 21 Temmuz 2006 - Ankara Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu Kaos GL dergisinin 28. sayısının toplatılması istemiyle mahkemeye başvurdu. 12. Sulh Ceza Mahkemesi de “pornografi dosyası” altındaki bir kısım yazı ve resimlerin “genel ahlakın korunması” açısından aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle derginin toplatılmasına ve el konulmasına karar verdi. Dergi, sansürün kaldırılışının 98. yıldönümü olan 24 Temmuz'da toplatıldı. 18 Kasım 2006 - Kaos GL dergisinin toplatılan dergisinde yayımlanan Taner Ceylan'a ait “Taner Taner” adlı resmin “bilirkişi incelemesini dahi gerektirmeyecek ölçüde müstehcen” olduğu gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Basın Savcısı Nadi Türkaslan tarafından dergiye dava açıldı. Derginin o dönemki Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner hakkında 3 yıla kadar hapis cezası istendi. 9 Nisan 2007 - CNN Türk'te bir hafta önce eşcinsellik konusunu işleyen Cosmopolis adlı programın ikinci bölümü gerekçe gösterilmeden yayına verilmedi. CNN Türk yetkilileri, "ara verdik" dışında açıklama yapmadı. Kasım 2007 - RTÜK, Seyfi Dursunoğlu'nun 'Huysuz Virjin' karakteriyle ekrana çıkmasına yasak getirdi. Ocak 2008 - RTÜK, Dursunoğlu'nun 'Huysuz Virjin' karakterini “bir kenara bırakması” şartıyla sunuculuk yapmasına izin verdi. RTÜK başkanı Zahit Akman gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada Dursunoğlu'nun “gelişme çağındaki gençleri ve çocuklara zararlı espriler yaptığını, bu nedenle prime-time'da değil, saat 23:00'ten sonra yayınlanacak programlarda yer alabileceğini” söyledi. 29 Mayıs 2008 - Yerel mahkeme, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği hakkında “hukuka, ahlaka ve Türk aile yapısına aykırılıktan” kapatma kararı verdi. Anayasanın eşitlik maddesine "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği" ifadeleri eklenmediği, heteroseksüel erkeklerden yana olan 'genel ahlak' kavramı yıkılmadığı sürece 'genel ahlak'la karşılaşmaya devam edeceğiz. *** Gelecek sayıda yine bir yaramızı kaşıyacak ve 'Din ve Eşcinsellik' konulu dosyamızla karşınızda olacağız. Elbette sizden gelecek yazılar, hikâyeler ve fotoğraflarla… Yağmurlar yağarken görüşmek dileğiyle…
içindekiler
06 02
04 06 08
10 12 13
14
16
18
söyleşi SEBAHAT TUNCEL “ŞAHİN AYRIMCILIĞI MEŞRULAŞTIRIYOR” lgbt gündem ardından AHMET YILDIZ söyleşi ÖMER&ŞULE CEYLAN “ÇOCUĞUM DAİMA BENİM ÇOCUĞUM” 16. lgbtt onur haftası BAWER ÇAKIR orada BOLOGNA’DA “FARKLILIKLARA AÇILMAK” söyleşi VİDA&SİYAH GEZEGEN GÖKKUŞAĞINDAN ŞARKI YAPTIK günlük YILDIRIM TÜRKER BİR SERÜVEN orada ÖVÜL DURMUŞOĞLU BU AKŞAM DA “ELLER HAVAYA” YAPALIM MI? feminizm ANJA MEULENBELT “NORMALLİĞİN DÜŞMANI OLARAK GÖRÜLÜYORUZ”
30
33 34
35
10
36 37 37 38
30
42
44
dosya: ahlak 22 23 24
hulk KÜRŞAD KAHRAMANOĞLU bilirsin iyi biri değilimdir SÜRMELİCAN ahlaksızlığımızın izini sürerken YEŞİM BAŞARAN 25 ahlak şemsiyesi kimin için(de)* açılsın? ADNAN YILDIZ 26 “ahlaksızlık” kol geziyor İPEK İLKKARACAN 27 ahlakın cinsiyeti SELEN DOĞAN 28 orta sayfa güzeli İSMAİL NECMİ GÖKYÜZÜ ALTINDA ORAL SEKS
04
48 50
38
51 52
53 54
56
53
söyleşi BARBAROS ŞANSAL HOMOMATİKLER HOMOFOBİKLERE KARŞI! “ahlak” cuntanın yaptırımıdır NEW MEDİA THEORY GROUP ahlaksızlığımı seviyorum şimdi GÖKHAN İNAL portfolyo İSMAİL NECMİ ÇIPLAK ERKEK (KADIN OLARAK) işe yaramaz çığlığım BİLGE REMUS KA kapatmıyoruz! SEMİH TOGAY duvar PELİN KALKAN “aşağılık” ve ahlaksız bir yazar: jean genet HANDE ÖĞÜT kült filmler: cani AYKAN SAFOĞLU GÖSTERİ TOPLUMU VE AHLAKSIZ İZLEYİCİLERİNE UFAK BİR MEKTUP
söyleşi BRUCE LA BRUCE CİNSEL OLAN POLİTİKTİR “kadın kadına öykü yarışması” AHRET ÇİÇEĞİ l hikâye SÜSEM ASLAN ZİNCİRLEME kitaplık söyleşi UĞUR ZİYA ŞİMŞEK “KUYUYA BİR TAŞ ATTIM” bozuk plak foto-hikâye HAKAN AYDOĞAN KAYIP PERUKLAR söyleşi BOB VAN ROOİJEN “FOTOĞRAFLARIM BENİ ANLATIYOR”
44
havadis
"şahin ayrımcılığı meşrulaştırıyor" ali erol Verdiğiniz önergeyle birlikte “lezbiyen”, “gey”, “biseksüel”, “travesti” ve “transeksüel” isimleri Meclis tarihinde belki de ilk kez birer hakaret, küfür, aşağılama ve alay konusu edilmeden telaffuz edilmiş ve TBMM kayıtlarına girmişti. Bunu yaptığınız için herhangi bir tepkiyle karşılaştınız mı? Bu süreçte gerek basın-yayın organlarında gerekse de Meclis içinde olumsuz bir tepki almasak da konu ve bunun gündemleştirilmiş olması çoğunlukla görmezden gelindi. Bir iki gazetenin yaptığı olumsuz haber dışında basının da soru önergemizi haberleştirme noktasında mesafeli davrandığını söyleyebiliriz. Aynı şey meclis için de geçerli. Sorunu görmezden gelmek ve kenarından dolaşmak da aslında alınan bir tutum olarak karşımızda duruyor. Şahin'in yaptığı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Adalet Bakanı'nın yanıtı zaten malumumuz olan halihazırda Anayasa'da ve Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) var olan ayrımcılığa karşı düzenlemelerin bir dökümünü sunmaktan ibaret kalmıştır. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki toplumsal cinsiyetçilik Türkiye'de bireylerin davranış kalıplarına derinden sirayet etmiş bir olgudur ve yasaların toplumsal düzlemde her zaman bireyleri ayrımcılığa karşı koruması mümkün olmamaktadır. Kaldı ki bu haliyle yasalarda -muğlak bir genel ahlak ölçütü gibi- hâkim ve savcılar tarafından LGBTT yurttaşlar aleyhine kullanılan düzenlemeler de mevcuttur. Türkiye'de LGBTT bireylerin cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa uğramadan toplum ve çalışma yaşamında var olabilmeleri için anayasal güvencenin oluşturulması ve buna yönelik yasal düzenlemelerin getirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Yine cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğine yönelik ayrım ve saldırıları ortadan kaldırma yolunda büyük bir adım olacak reformların yapılması da yalnızca Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin değil, demokrasinin de bir gereği olmalıdır. Tüm bunlara rağmen, Sayın Adalet Bakanı'nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki “sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar” yaklaşımının bir ifadesidir. Bu tutum ise hem dışlayıcı, hem de LGBTT bireylerin maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları ve fiziksel saldırıları meşrulaştırır, mazur görür niteliktedir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son dönemde seçim öncesindeki söylemlerinin aksine sadece LGBTT yurttaşlara değil, demokrasi ve özgürlük isteyen tüm toplumsal kesimlere karşı tahammülsüzlüğünü artık açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Peki, bundan sonra Mecliste nasıl bir takip yürüteceksiniz? Biz DTP olarak çalışmalarımızı daima demokrasi ve insan haklarının gelişmesi ve yerleşiklik kazanmasından yana olan toplumsal kesimlerle birlikte yürütmeye, onlarla ortak paydalarda buluşmaya özen gösterdik. Bu bağlamda kendimizi de dini, etnik ve cinsel yöneliminden dolayı “öteki”leştirilen, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak yaşamak yerine dışlanan her toplumsal kesim ve bireyin temsilcisi olarak gördük ve görmeye devam edeceğiz. Gerek Meclis içinde gerek diğer platformlarda yürüttüğümüz çalışmalarımızda tüm çabalarımız buna yöneliktir. Bu çerçevede, LGBTT yurttaşların yaşadıkları sorunlar ve maruz kaldıkları ayrımcı uygulamaların Meclis içinde de takipçisi olacağız ve bunları gündeme taşıyacağız.
“Adalet Bakanı'nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki 'sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar' yaklaşımının bir ifadesidir.”
02
lgbt gündem RTÜK'ten Sansür 'Hipnoz'u Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Hande Yener'in son albümüyle aynı adı taşıyan 'Hipnoz' şarkısına çektiği klibini yayınlayan televizyon kanallarını uyardı. Klipte yer alan sado-mazo görüntüleri ve göreceli olarak bazı seks oyuncaklarının kullanıldığı sahneleri sakıncalı bulan RTÜK, klibin sansürlenerek yayınlanmasına izin verdi. Bunun üzerine Yener'in yapım şirketi, “sorunlu” görülen sahneleri bulanıklaştırarak klibi televizyon kanallarına yeniden gönderdi. Meraklısına: Konuyla ilgili Kaos GL'ye konuşan MTV Türkiye'den Hakan Aldeniz “RTÜK'ten aldığımız bilgide yayınlanmamış klibe yasak getirilmeyeceğini öğrendik. Klibi yayınladık ve uyarı aldık. Hande Yener'in yapım şirketi de klibi sansürleyerek bize geri gönderdi. Bu haliyle yayınlıyoruz” dedi. (Temmuz)
04
Sappho Özgür Yunanistan'ın Lesbos (bilinen adıyla Midilli) adası sakinleri, lezbiyen kelimesinin kullanımına karşı açtıkları davayı kaybetti. Yunanistan Gey ve Lezbiyen Birliği'ne dava açan ada halkı, 'lezbiyen' kelimesinin aslen 'Lesbos adasında doğan' anlamına geldiğini, bu kelimenin eşcinsel kadınlar için değil ancak kendi adalarında doğanlar için kullanılabileceğini iddia etmişti. Meraklısına: Lezbiyen kelimesinin kökeni, 6. yüzyılda Lesbos adasında yaşayan Yunan kadın şair Sappho'ya dayanıyor. Sappho, şiirlerinde kadınlara duyduğu hayranlığını anlatıyordu. (23 Temmuz)
1 Milyon Dolar Değerinde Come-Out Eşcinselliğini açıklayan ünlüler kervanına Lindsay Lohan da katıldı. Bir ay önce doğum gününde Samantha Ronson adlı bir kadınla öpüşürken çekilen fotoğraflarını yalanlayan Amerikalı model, oyuncu ve şarkıcı Lohan, Amerikan magazin dergisi OK'in 1 milyon dolarlık teklifini kabul ederek lezbiyen olduğunu açıkladı. (Temmuz)
Absolut'tan Gökkuşağı Votka Absolut Vodka, eşcinsellere destek olmak ve gökkuşağı bayrağının 30. yaşını kutlamak için özel bir şişe tasarladı. Gökkuşağı renklerindeki şişeyi satın alanlar aynı zamanda InterPride adlı eşcinsel örgütüne bağışta bulunmuş olacak. 19 ülkede satılan özel şişeden Türkiye'de 5-10 bin adet ithal edilmesi bekleniyor. (Temmuz)
Kaldırım Taşlarını Söktüler fotoğraflar: ilga-europe.org
Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de düzenlenen "Christopher Street Day" yürüyüşü homofobiyle gölgelendi. Yürüyüşü engellemeye çalışan radikal sağcılar, güvenliği sağlayan polisle çatışmaya girdi. 2 güvenlik görevlisinin yaralandığı çatışmada saldırganlardan 45 kişi gözaltına alındı. Eşcinsellere yumurta, şişe ve taş atan saldırganlar, polislere ise molotof kokteyli ve kaldırım taşları fırlattı ve bir polis arabasını da yaktı. Meraklısına: Budapeşte'de geçen seneki eşcinsel onur yürüyüşünde de olaylar çıkmış, saldırganlar eşcinsellere yumurta fırlatmışlardı. (5 Temmuz)
Nefret Suçlarına İzmir'den Protesto Kaos GL İzmir ve İzmir Travesti ve Transeksüel İnisiyatifi (İTTİ) İzmir'in Alsancak semtinde bulunan Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde bir basın açıklaması düzenledi. Yapılan açıklamada, sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle öldürülen LGBTT bireylere yönelik işlenen suçların adi suçlar kapsamında ele alındığı belirtildi. Suçlulara "ağır tahrik indirimi"nin uygulanmasının kişileri suça teşvik ettiğini söyleyen örgütler, Türkiye'de LGBTT bireylere yönelik şiddetin gün geçtikçe katlanarak arttığına dikkat çektiler. 20 Haziran'da Kuşadası'nda Seyhan adlı transeksüelin bıçaklanarak öldürülmesini de hatırlatan örgütler, nefret suçlarının yasalarca tanınmasını ve cezalandırılmasını istediler.(5 Temmuz)
05
Bakanlığa Ayrımcılık cezası İtalya'da mahkeme, Daniele Giuffrida adlı bir eşcinselin cinsel yönelimi nedeniyle araç sürmeye uygun olmadığına karar veren Savunma ve Ulaştırma Bakanlığı'nı 100 bin avro para cezasına çarptırdı. (14 Temmuz)
Rehn: Eşcinsel Hakları AB İçin Gerekli Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin mahkeme tarafından kapatılmasıyla ilgili bir soru önergesini yanıtlayan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, aday ülkelerin eşcinsel ve transeksüel hakları örgütlerinin varlıklarını ve faaliyetlerini güvence altına almalarını beklediklerini bildirdi. (23 Temmuz)
Transeksüellere Özel Tuvalet Kuzeydoğu Tayland'da bir lisede, transeksüel öğrencilere özel tuvaletler yapıldı. Tuvaletlerin kapısı yarısı kadın ve kırmızı, diğer yarısı erkek ve mavi renkte bir figür ile işaretlendi. Okulda 2600 öğrenciden 200'den fazlası transeksüel olduğu için bu tuvaletleri yaptıklarını açıklayan okul müdürü Sitisak Sumontha "Öğrencilerimiz huzur içinde, izlendikleri duygusundan uzak, alay edilmek ve tacize uğramak korkusu olmadan tuvalete gidebilmek istiyorlar" dedi. Eğitim Bakanı Boonlue Prasertsopar da, bakanlığın üniversitelerdeki travesti ve transeksüel öğrencilerin sayısını araştıracağını açıkladı. Meraklısına: 2003 yılında Chiang Mai'nin kuzeyindeki bir eyalette 1500 öğrencisi olan bir teknik kolej, 15 transeksüel öğrencisi için “Pembe Nilüfer” adlı bir tuvalet yapmıştı.
ardından...
ahmet yıldız. 26 yaşındaydı. eşcinseldi. öldürüldü. 06 Kasım 2007 - Ahmet Yıldız, Üsküdar Savcılığı'na gidip ailesi
olsun; nefret suçu, namus cinayeti veya...”
hakkında suç duyurusunda bulundu ama hiçbir önlem alınmadı.
1 Ağustos - Ankara'da Kaos GL Derneği, Pembe Hayat LGBTT
2008
Derneği ve ODTÜ Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Topluluk Ahmet Yıldız İstanbul, Üsküdar Bulgurlu'da bir
Girişimi'nin basına ve kamuoyuna duyurdukları ortak metinde,
kafenin önünde bir araçtan açılan ateşle vuruldu. Ağır yaralanan
Ahmet Yıldız cinayetinin bir an aydınlatılması istendi ve “Ahmet
15 Temmuz -
çıkarak
Yıldız'ın hayatı namus için mi ortadan kaldırıldı? Yoksa bir nefret
eczanenin duvarına çarptı ve kaldırıldığı hastanede yaşama veda
Yıldız
kaçmak
isterken,
kullandığı
araç
kontrolden
cinayeti mi söz konusu? Ya da öldürülmesinin ardında başka bir
etti.
neden mi var? Henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz gerçek ise Ahmet Yıldız
19 Temmuz - İngiliz gazetesi Independent, cinayeti “Türkiye'nin
bir eşcinseldi! Ailesi tarafından cinsel yönelimi nedeniyle dışlanan
ilk eşcinsel namus cinayeti mi?” başlığıyla duyurdu.
ve buna hiç de yabancı olmayan bizlerle durumunu paylaşmış olan
20 Temmuz - Ahmet Yıldız'ın cenazesine, aradan geçen 4 güne
bir eşcinsel” dendi.
rağmen sahip çıkan olmadı.
2 Ağustos - İstanbul'da Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi Galatasaray
21 Temmuz - Lambdaistanbul Aile Grubu Ahmet'e yazdığı
Meydanı'nda bir eylem düzenledi. İnisiyatif cinayetin polis
mektupta şunları söyledi: “Biz çocukları eşcinsel/biseksüel/-
tarafından
travesti/transeksüel olan bir grup ebeveyniz ve diliyoruz ki bu
eşcinsellerin varlığını kendisine tehdit olarak gören egemen erkek
soruşturulmamasını
eleştirdi
ve
“Ahmet
Yıldız,
topraklarda cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun
zihniyetinin neferleri tarafından öldürülen ilk kişi değildi. Ancak
insanlara yöneltilen şiddet artık son bulsun. Diliyoruz ki aileler
eşcinsel birinin öldürülmesi basında sadece 'dehşet' ve 'ibret verici"
çocuklarına sevgiyle yaklaşıp, bu durumun bir hastalık olmadığını
haberler kategorisinde sunuldu. Böylece hepimizi bir şekilde
öğrensinler, daha çok okusunlar, daha çok dinlesinler. Diliyoruz ki
etkileyen eşcinsel nefretinden ve homofobiden payını almış basının
basınımız "eşcinsel gencin sonu" gibi başlıklar atmasın artık.
tavrı, bu korkuları daha da körükledi. Eşcinsel bir kişinin
Biliyoruz bunu söylemek seni kaybetmiş olmamızı değiştirmeyecek
öldürülmüş olması diğer sosyal sorunlarla aynı değere sahip
ama bilmeni ve bilmelerini isteriz ki, ailelerine açılan tüm
görülmediğinden midir, toplumsal muhalefet de bu olaya gereken
eşcinsel/biseksüel/travesti/transeksüeller ailelerinden nefret ve
ilgiyi göstermedi” dedi.
şiddet görmüyorlar. Bilmiyorlar ki çocuklarını reddeden aileler aslında kendilerinden kaçıyorlar ve çok daha zengin bir yaşamı
Ağustos sonu - Cinayetin üzerinden haftalar geçmesine rağmen
kaçırıyorlar. Hoşça kal Ahmet... Seni aramızdan ayıran ne olursa
polis ve adli makamlardan halen herhangi bir açıklama gelmedi.
yalan söyleme, maskeni çıkart ve onur duy*
takacağını çevremdeki insanlardan biraz daha fazla biliyor olmam bu oyuna benim biraz daha önde olarak başlamamı sağlamıştı. 8 ay kadar yüz yüze görüşmedim ailemle. Görüşmeden geçireceğimiz zamanın onların durumumu kabul etmelerini sağlamasını bekledim. Ama böyle bir şey olmadı. İnançları, örfleri ve ananeleri ahlaksal olayları kendi iç dünyalarında bile tartışmaya asla izin vermeyen cinsten korkular oluşturmuş cinstendi. En çok sevgiyi koz olarak kullanmaya çalıştılar. Benim durumuma üzüldükleri için işleri bozulan babam!, durumumu kaldıramayan kardeşim,
ahmet yıldız (blackbeary)
üzüntüden
kilolar
kaybeden
annem
gibi
silahlar
doğrulttular. Her şey telefonda gelişiyordu halen. Telefonda Ben çok soru sorarım. Nedenini araştırırım her olayın. Lise yıllarında
görüştükleri oğullarının işlerinin nasıl olduğu, sağlık sorunları
arkadaşlarımın bana taktığı lakaplardan biri “Nedenahmet”ti hatta.
olduğunda
Derslerde kafama bir şey takıldığı anda dersi fütursuzca durdurur,
sorgulamayan ailem her telefon görüşmesinde bir süre konuştuktan
kimin
ilgilendiği,
neler
hissettiği
gibi
şeyleri
sorularımla öğretmenimi ve sınıfı darlardım. Çevremdeki biriyle ilgili
sonra herhangi bir bahane bulup hemen bir silah doğrultuyordu
öğrenmek istediğim bir şey olduğunda, o kişiye özenle yaklaşır ve
bana değişmem için. Ya annem 1 kilo daha kaybetmiş oluyordu, ya
sorularımı dikkatle sorarım. Dinlemekten asla sıkılmamam ise
küçük kardeşimin bu durumumu öğrenmiş olması onu çok etkilemiş
karşımdaki insanları bazen yorar ama ben inatla öğrenme yolları
ve bir uykusuz gece daha geçirmiş oluyordu ya da babam hüngür
bulurum. Yaşları benden büyük olan arkadaşlarımın kimi zaman
zangır ağlıyordu benden dolayı. Yahu hani o kadar sigara içerken
dizine kimi zaman güzel göbeğine uzanır, kolay yoldan bilgi almaya
sigarayı bırakmıştım? İrademe hani sahip biriydim? Dolayısıyla ben
çalışırım. Okumak zor gelir bana. Benden yaşça büyük gey
bu
illeti
de
bırakabilirdim?
Bir
doktor
varmıştı
yaşadığım
arkadaşlarıma en çok soru yönelttiğim konular; uzun ilişkilerini
metropolde. Babam gelecekmişti gidecekmiştik o doktora. Ve beni
yürütürken
tedavi edecekti.
karşılaştıkları
zorluklar
ve
ebeveynlerine
(eğer
olmuşlarsa) out olduktan sonra onlarla geçirdikleri süreçlerdir.
İsteyeni tedavi edermişti. Hastalıkmıştı gey olmak! Anlattım onlara.
Birçok arkadaşımdan ebeveynleriyle yaşadıkları süreci dinledim.
Yok, kardeşim değil… Hastalık değil bu. Gey olmak insanların ela
Teorik
gözleri olması, siyah saçları olması, kıllı olması, ayrık parmaklı veya
olarak
tecrübeli
olduğumu
söyleyebilirim.
Ve
bu
tecrübelerime göre benim ailem out olunmaması gereken tipte bir
birleşik
aile tipi idi. Babam doğulu bir Kürt ve annem de yine aynen doğulu
Dinliyorlardı.
bir Kürt olmasının yanına İslamiyet'e çok bağlı yaşamayı tercih
hastalarından biri arkadaşım çıkmıştı.
parmaklı
olması
Çünkü
gibi
genlerle
görüşmemi
taşınan
istedikleri
bir
özellikti.
psikologun
07
etmiş bir annedir çünkü. Küpe takan erkeklere tepki vermek, kısa
Doktor, arkadaşımın gey oluşunun hastalık olmadığını kabul etmişti
etek giyen kadınları namussuz gözüyle görmek gibi marjinal
karşısında
İSTİSMAR
EDEMEYECEĞİ
biri
olduğunu
görünce!
tepkileri olan bir ailedir. Daha çocuk yaştayken başlayan cinselliğimi
Doktora gitmeyi refüze edebilmiş, anlatabilmiştim gey olmayı.
tanıma vakaları ergenlik dönemi, yetişkin dönem derken sürekli
Sigarayı bırakmak gibi bir yaklaşımla bana yol göstermemeleri
hayatımda oldu. Ve çocuk yaşımdan lise yıllarının sonlarına kadar
gerektiğini de söyledim ve anlattım. Birer defa yüz yüze
aileme bu vakalardan dolayı 4 defa yakalandım. Ailem durumumu
görüştüğüm ebeveynlerimle görüşmelerimizden sonra anladığım
çözmek istedi. Sürekli sorular sordu, sıkıştırdılar, araştırdılar. Cep
şey kendi inanç ve ananelerine göre yaşamamın, benim içinden
telefonumu,
bilgisayarımı
kurcalamak,
kardeşimle
beraber
yaşamaya zorlamak, kapılarımı dinlemek gibi ve benzerlerini çok
gelen mutlu olduğum şekilde yaşamamdan çok daha üstün olduğuydu. Asla vazgeçmeyeceklerdi.
hatırlamak istemediğim birçok olay yaşadım. Özgürlüğümü elimden
Görüşmemizden sonra da silahlar doğrultuldu. SMS'ler geldi,
almaya çalışıyorlardı durumumu öğrenmek için. Öyle bir yere geldik
aramaların ardı arkası kesilmedi. Ben ailemi kazanmak istiyordum.
ki söylemek zorunda kaldım.
Dostum olarak yaşamımda olmalarını istiyordum. Ama sanırım
Söyledim. Babama. Telefonda. Şimdi bile kalp atışımı hızlandıran bir
vazgeçmek daha doğru. Onların bu konudaki düşüncelerini
diyalogdu. Uzun zamandır gey olduğumdan emin olduğunu
değiştirmek istemem ne kadar haklı bir istekti ki onlar da
kardeşime
aynısını benden isterken? Bir taraf vazgeçmeyecek,
söyleyen
ve
öğrenince
bana
neler
neler!
yapacağını söyleyen babam artık telefonda sadece şoke
vazgeçmemelerimiz ise sadece huzursuz görüşmeler
olmuştu. Günlerce birbirimizi aramadık. Çünkü 1. dönem
yaşatacak bize. Sanırım yine zamanın gücüne inanmak ve
başlamıştı ilişkimizde. Onlar çıkış yolu arıyorlardı. Kendi
görüştükçe ağlatan iletişimlerimizi azaltmak zorundayım.
yaşamlarına benzemeyen bir hayatı olacak, kendi
Evet, inanıyorum zaman halledecek. Bir süre daha
kurallarını
benimsemeyen
torunlarının
olmasını engelleyen bir cinsel duruma sahip oğullarını acilen değiştirmeleri gerekiyordu.
AİLESİZ kalmalıyım. Arkadaşlarımdan
dinleyerek
edindiğim
teorik
tecrübelerim, doğruyu söyleyip onur duyacağımı söylüyordu. Evet, onur duyuyorum yalandan
İşim çocukları eğitmek olduğundan
kurtulduğum için. Ama zor bir savaş içine
ebeveynlerin
gireceğinizi bilin ve söylemekten her zaman
çocuklarını
istediği
modele sokmak için ne gibi oyunların
kaçının derim, ailenizin sizi anlamasının zor
oynayacağını,
olacağını zannediyorsanız.
hangi
maskeleri
*ayilar.net/beargi, Mayıs 2008, Sayı 28.
canım ailem
“çocuğum daima benim çocuğum”
08
Bu sene Onur Yürüyüşü'nde yanı başımızda “Çocuğumun Derneğine Dokunma” yazılı pankartlar taşıdılar. Sesleri de sözleri de bizimle birdi. “Lambda Aile Grubu” bir zamanlar hayalimiz olan bir şeyin nihayet gerçeğe dönüşmesiydi. Onlar artık bizimle sokağa çıkıp bizimle birlikte gurur duyuyorlardı. Grubun ailelerinden biri de Öner Ceylan'ın anne ve babası. Şule Ceylan; 59 yaşında, ressam. Ömer Ceylan; 66 yaşında, emekli ekonomist. Açılma sürecini ve sonrasını Öner'le değil; onlarla konuştuk. 1998 yazından bugüne neler değişti onların ağzından dinleyelim istedik. barış sulu
Öner'le cinsellik konusunda rahatça konuşabiliyor musunuz? Ömer Ceylan: Maalesef yeterince konuşabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar oluşmuş önyargıları ve tabuları yıkamadığımı düşünüyorum. Şule Ceylan: Oğlum ilkokul 4. sınıftaydı. Bana "genlerin anneden çocuğa nasıl geçtiğini anlıyorum ama babadan nasıl geçiyor?" diye sormuştu. O gün onu tatmin edecek şekilde ve bana göre oldukça cesur yanıtlar vermiştim. Çok gençtim ve belki bu yüzden daha cesurdum. Ama sonraki yıllarda, hayır, ne yazık ki cinsellik konuları ne kızımla ne de oğlumla konuşabildiğimiz konulardan olamadı. Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ömer Ceylan: LGBTT bireylerin ailelerine bile açılamamaları tam bir felaket ve uzun sürecek bir travmanın başlangıcı. Eğer çocukları ile sağlıklı iletişim kurarlarsa kendilerine yalan söylemelerinin önüne geçebilir ve onlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Ancak toplumumuz maalesef “başkaları ne der” (komşular, akrabalar, vs.) diyerek, başkalarının değer yargıları ile yaşamaktadır. Kendi değer yargılarına ve çocuklarının düşüncelerine daha fazla değer vererek çocuklarını kazanabilirler. Aileler çocuklarını anlamaya çalışarak onlarla daha iyi iletişim kurabilirler. Şule Ceylan: Kişilerin kimliklerini gizlemelerinin, bir yalanla yaşamalarının çok korkunç olacağını, onları kendi gerçeklerinin dışına itmenin, toplumun en büyük ayıbı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle de ailelerin çocuklarına destek vermeleri, onların yanında yer almaları ve tüm sevgileriyle çocuklarının hayatlarını yaşamalarına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor, bunu diliyorum.
Öner'in size açılma sürecinde neler yaşadınız? Ömer
Ceylan:
Önce
kız
arkadaşının
olmaması
gibi
bazı
durumlardan şüphelendim. Ama üzerinde durmadım. Ancak öğrendiğim
zaman
olumsuz
bir
tepki
vermedim.
Çünkü
benimsediğim hayat felsefeme göre her birey özgür iradesiyle hayatına yön verir ve onu yaşar. Söylediğim tek şey, zor bir hayatının olacağı oldu. Çünkü toplumumuzun yetişme tarzı ve önyargıları çok olumsuz. Çocuğum daima benim çocuğum. Acısı da sevinci de benim acım ve sevincim olduğu için iletişimimizde bir sorun olmadı. Şule Ceylan: Oğlum bize açılmadan uzun bir süre önce onun eşcinsel olduğunu hissetmiştim. Fakat bu durumu hiç bilinç düzeyime getirmedim. Düşünmezsem, konuşmazsam sanki onun eşcinselliği engellenecekti. Belki de durumu yok varsayıyordum. Sonra evine uğradığım bir gün yatağında oldukça yüksek bir yastık daha olduğunu gördüm. O anda artık inkâr edemeyeceğim gerçekle karşı karşıyaydım. Artık kabullenmek zorundaydım. Ve geceleri yatağıma yattığım zaman dua etmeye başladım, oğlum düzelsin diye. Bu kadar detaylı anlatmamın nedeni bizlerin de bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve çaresiz hissettiğimizi vurgulamaktı. O bize açıldığında ben ilk şoku atlatmıştım. Ama bugünkü duruma gelmemin çok kolay olduğunu söyleyemem.
“oğlum sayesinde çok bilgilendim”
Müren'in sanatçı kişiliğine saygı duyuyordum. Cinsel kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Bülent Ersoy ise cesareti ve duruşu ile takdir ettiğim bir insandı. Zaten eşcinselliğin daha çok travestilik olduğunu zannediyor ve de bana çok uzak bir konu olduğu için de ilgi alanımın dışında tutuyordum. Şu anda hayatımın önemli bir konusu.
Oğlum
sayesinde
çok
bilgilendim.
Cinselliğin
sınırlanmasını, bu konudaki dayatma ve tabuları çok yanlış buluyorum.
Herkesin
seçimlerini
özgürce
yaşayabilmesi
gerektiğini insan hakları bağlamında savunuyorum. Ailelerin çocuklarını evlendirme, askere gönderme, torun sahibi olma gibi toplumsal beklentileri karşısında siz ne düşünüyorsunuz? Ömer Ceylan: Başkalarının değer yargıları ile yaşamamayı
Öner'in eşcinsel olduğunu öğrenmeniz eşcinseller ve
öğrendiğim ve bireylerin özgür iradeleri ile seçtikleri hayatı
eşcinselliğe dair düşüncelerinizi değiştirdi mi?
yaşamaları gerektiğine inandığım için bunlar beni ilgilendirmiyor.
Ömer Ceylan: Oğlum açıldıktan sonra bilgilerimin çok yetersiz olduğunu,
ayrımcılığın
boyutlarını
gördüm
ve
İsteyen evlenir, istemeyen evlenmez.
bilgilenmeye
Şule Ceylan: Bu konularda oğlumun beni eğittiğini kesinlikle
çalıştım. Bilgilendikçe de eski önyargılarımdan sıyrılıp onun ve
söyleyebilirim. Kendimi ondan gelen eleştiri ve bilgilere her zaman
arkadaşlarının örgütlü mücadelesini destekledim.
çok açık tutuyorum. Oğlum askere gittiğinde henüz açılmamıştı.
Şule Ceylan: Önceleri eşcinsellik konusu hakkında hemen hemen
Şimdi vicdani retçi olsaydı ne yapardım, onu destekler miydim,
hiçbir şey bilmiyordum. Toplumda tanıdığım iki örnek vardı. Zeki
doğrusu bilemiyorum. Ama şunu bildiğim kesin; acı çekmesini hiç istemem. Kendi hakkında vereceği kararı desteklerdim herhalde. Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.
Ve son söz… Ömer Ceylan: Toplumu bilinçlendirerek, hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadan hayatını yaşaması adına mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum.
“Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.” Lambdaİstanbul Aile Grubu'yla ilgili ayrıntılı bilgi için: http://listag.wordpress.com/
09
yürüyüş
rüzgar gibi geçti… bawer çakır ne geçmiş tükendi ne yarınlar
bawer@kaosgl.org
atölyeler,
partiler,
forumlar,
paneller,
tiyatro
gösterileri,
hayat yeniler bizleri
performanslar derken giderek kendi karakterini yaratan şahane bir
geçse de yolumuz bozkırlardan
yürüyüşle sonlanan hafta, hem yurt içinden hem de yurtdışından
denizlere çıkar sokaklar
binlerce kişinin katılımı ile anlatmaktan dilimize pelesenk olan
yıllardan sonra, yollardan sonra
2007'deki haftayı aşarak ve bizler için çıtayı biraz daha yükselterek
yeniden yan yana onlar… murathan mungan
geçiverdi… geçiverdi diyorum, zira hazırlıkları aylar süren hafta göz açıp kapayıncaya kadar bitti. başlasın diye sabırsızlandığımız, bitişine
birazdan
2329
haziran
2008
tarihleri
de bir o kadar üzüldüğümüz haftayı gün gün aktarmak da sürece
arasında, istanbul adlı şehirde yaşananları
emek vermiş biri olarak boynuma borç diye yazıldı. bir nevi bilenler
okuyacaksınız. yolu umutla kesişen binlerce insanın hep bir ağızdan
bilmeyenlere anlatsın, bilip de hatırlamak isteyenler de önden
söylediği şarkının sözlerini yazacağım size… yazdıklarımı okuyun,
buyursun efendim… bir ve ikinci gün: üretmek ah ne hoştur gökkuşağının
ezberleyin, seneye koroya siz de katılın diye… 16.
lgbtt
onur
haftası
etkinlikleri
beyoğlu
üçüncü
asliye
altında…
mahkemesinin “genel ahlaka aykırı” bulduğu lambdaistanbul'un
haftaya atölyelerle başladık. kop-art'cılar dadacı kolajlarını, nalan
çağrısıyla, türkiyeli lgbtt örgütlerinin katkılarıyla gerçekleştirildi.
yırtmaç kentin duvarlarına fotosentez yaptıran şablonları, iç-
mihrak'ın propagandacı afişleri, ilyas
imam ve dj ipek ipekçioğlu dans etmenin dayanışmaz hafifliğiyle
odman
buluşturdular enternasyonel kalabalığı. ritim, müzik, dans, lgbtt…
iki
nefesin
tekniklerini,
tekleşme
khan
da
porno
altıncı gün: iki arayı, bir dereyi birlikte geçtik, terli bir
bizlerle.
geceye vardık
paylaşmakla
kalmayıp
üretmemize de olanak sağladılar
ümit ünal'ın 'ara' adlı filmi cumartesi gününü açtı. ardından iki
elbet.
arada,
atölyeye
üretmenin,
katılanlar
üretirken
birlikte
eğlenmenin
tadına vardılar hep birlikte… üçüncü
gün:
tek
tartışmaktan
korktuğumuz
dindi
konu.
'müslüman toplumlarda lgbtt bireyler ve örgütler' din ve lgbtt
bir
nefeste
lgbtt örgütlerinden insanlar batı ve doğunun arasında lgbtt olmayı anlattı. 'siyah ve beyazdan bir gökkuşağı yaratmak' forumu tüm haftayı
birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için
toparlamak ve hareketimizin gideceği yere dair beyin fırtınası
oturumunda
lgbtt
hareketinin
oluşumlardan
konuş-
macılarla eleştire eleştire yürümenin reçetesini
çıkartmaya
çalıştık,
yapmak için iyi bir fırsattı. güzel şeylerden konuşuldu. lakin konuşacak çok konu vardı, çözümler ve öneriler seneye kaldı. forum
ertesinde
performans
sanatçılarının
dansla
beden
buluşmaları vardı.
“dördüncü kuvvet medyaya 'terso'
gece pembe hayat ve lambdaistanbul'un doğum günü partisi için
bir bakış” oturumunda ana akım ve
bigudi isimli “hamam”daydık. “bar” demek isterdim ama o kadar
bağımsız
katılımcılarla
terledik ki “bigudi'ye giren terler' geyiği gecenin en çok terennüm
medyaya terso bir bakış attık. “ilahi
medyadan
edilen şarkısı oldu. dj haziran, dj tesla ve dj baralinda çaldı, el-ci-bi-
adalet sen bir ömürsün” de ise lgbtt
ti-ti ve heterolar oynadı. keseci iş başındaydı…
örgütlerinden hukukçularla
aktivist
“guguka”
ve
dönen
hukuku konuştuk. gamsız kabare'nin
yedinci gün: istiklal bizim, biz istiklalin, genel ahlak ne karışır… sabırsızlıkla beklediğimiz gün gelmişti. ama önce taksim hill otelde
“cin'sel problemler” adlı oyunu iste
evropalı parlamenterlerle bir basın toplantısı yapıldı. hepsi lambda
“politikıl korrekte” zeval verse de
hakkında verilen kapatma kararını kınadı, türkiye'deki lgbtt'lerin
izleyenleri güldürdü kıkır kıkır. e o
sorunlarının giderilmesi için hükümeti göreve çağırdı.
kadar “politikıl vırong” kadı kızında
ve öğlen 14.30 sularında insanlar taksim meydanı'nda toplanmaya
da olurdu di mi? gündüzü
ve
tartışarak gecesi
başlamıştı. akşamı
konuşarak,
geçen
üçüncü
günün
dans
ederek
geçti.
de
“ahlaksız
nağmeler
gecesi”
istanbullu meşhur dj'lerin yanı sıra şenlendi.
derede
çalım ve adalete nanik
dayanıştığı
khan'la
bir
işlerini karıştırıyordu. Gey imam muhsin hendricks ve ortadoğulu
dayanışma, medyaya terso bir
evropalı
ouoououo!
filmlerdeki müzik seçimlerini paylaştı
el-ci-bi-ti-ti
gece
boyu
hoppidi
dün gece terleyen, yorulan biz değilmiş gibiydik. dev gökkuşağı bayrağıyla istiklal'de yürümeye başladığımızda, geçen altı günün ne yorgunluğu kalmıştı ne de küresel ısınmış havanın beynimizi sulandıran nemi derdimizdi. “susma haykır, eşcinseller vardır”, “eşcinseller susmayacak, susmayacaklar susmayacak”, “okulda, işte, mecliste, eşcinseller
hoppidiydi.
her yerde, kabul et ya da etme, eşcinseller her yerde”, “teşhirci
dördüncü gün: psikolojini bozma, örgütlen
değil travestiyiz”, “beyaz atlı prens boşuna gelme”, “baskı, şiddet
kısa filmlerle başladı gün. ardı ardına lgbtt'ye dair kısalar izledik.
buysa biz ahlaksızız” sloganlarıyla yürüyen, “hür doğdum hür
artiz ana hoffner “the making of” adlı performansı ile aklımızı aldı.
yaşarım” şarkısıyla coşan iki bin (rakamla 2000) kişi hem kendileri
“homofobik olmayan bir destek mümkün” adlı oturumda psikolog
için, hem de orada ol(a)mayan milyonlarcası için “güzel günlere
ve psikiyatrlar nelerin yapılmaması gerektiğini anlattılar. bir
şarkılar söylüyordu.”
görünen ama içten içe bin olan boğaziçi üniversitesi folklor kulübü
her sene durulan galatasaray meydanı es geçilmiş, odakule'nin
“nar” adlı performanslarıyla avuçların kızarmasına sebep oldular.
önünde durulmuştu. devasa bayrak yere serilmiş, herkes etrafına
“örgütlenmeyi başlat, madiliği naşlat” ise uzun bir süredir hareketin
oturmuştu. geleneksel hormonlu domates anti-homofobi ödülleri
tt kısmından yükselen seslerin örgütlülüğünün konuşulduğu bir
bu yıl da sahiplerinin olacaktı. anonslar yapıldı, kazananlar(!)
oturumdu. gün, bohçasındaki cadılığını sokak sokak gezerek
açıklandı. bu yılın kızarmışları vakit gazetesi, okan bayülgen, kadir
anlatan masalcı esmeray'la bitti.
çelik, beyoğlu üçüncü asliye hukuk mahkemesi ve burhan
beşinci gün: kentsel dönüşüm, devrim, ahlak, müzik…
kuzu'ydu.
barcelonalı antoni verdaguer'in istanbul'a vursak tarlabaşı'na,
alkışlar, ıslıklar, sloganlarla bir yürüyüş, cümleler, tartışmalar, beyin
sulukule'ye denk düşecek filmi 'raval raval'ıyla başlayan gün 'dans
fırtınaları, oyunlar, danslar, filmler, resimler, müziklerle bir hafta
edemeyeceksem
sürdü.
daha bitti… ama en önemlileri dayanışma, yalnız olmadığımıza dair
haftanın belki de en hacimli oturumunda sol, devrim, yasalar,
ikna, birlik olursak her zorluğu yeneriz hissi kaldı koskoca haftadan
devriminiz
sizin
olsun'
oturumuyla
alerjiler konuşuldu. 'sevsinler ahlakınızı' oturumunda feministler
yanımıza kar…
baş belası, ambalaj hatası “ahlakı” yatırdılar masaya.
...sonra... sonra herkes seneye randevulaştı; aynı yerlerde, aynı
aynı günün gecesi ghetto adlı enfes mekanda 45'lik şarkılar, kinky
tarihlerde buluşmak üzere...
11
orada
farklılıklara açılmak… Archigay Derneği'nin düzenlediği “Open to Diversity” (Farklılıklara Açılmak) başlıklı gençlik programı 17-25 Haziran 2008 tarihleri arasında İtalya'nın Bologna kentinde gerçekleştirildi. İspanya, Bulgaristan, Fransa, Hollanda, Litvanya'dan eşcinsel gençlerin katıldığı çalışmada Türkiye'den Kaos GL'den gençler vardı.
12
bütün ayrımcılıklara karşı mücadele
kaos gl, uluslararası aktivizm ve ben
esra ars
onur poyraz
Bu programda, eşcinselliğe dair yaşadığımız pek
On günlük süreçte birçok konuyu farklı çalıştaylarla gece gündüz tartıştık,
çok ayrımcılığın diğer ayrımcılık türleriyle aslında
konuştuk, inceledik, en önemlisi de birbirimizi dinledik ve anlamaya
aynı kökten besleniyor olabileceğini, önemli olanın
çalıştık. Ana tema, ayrımcılığın nasıl oluştuğunu ve dinamiklerinin ne
önyargıları kırmak olduğunu öğrendim. Fakat
olduğunu anlarsak onunla daha kolay başa çıkabileceğimiz üzerineydi.
benim “eşcinsellik”e takılmış aklım; yalnızca ona
Hepimiz ayrımcılık mekanizmasının kendi içimize de işlediğini fark ettik.
yapılan ayrımcılıklara dair bilgiler almak için ve o
Tabi ki sadece oturup sıkıcı bir şekilde tartışmadık; içindeyken eğlendiren,
ayrımcılıklar hakkında
ardından da düşünmemizi ve birçok farklı ayrımcılığı
çözümler öğrenmek için
görmemizi sağlayan oyunlar oynadık. Mesela engelli
çıktığım bu yolda, asıl
bireylerin yaşamını anlamaya yönelik bir oyunda,
olanın ne olduğunu
herkes farklı bir role burundu; bir kişi gözlerini
öğrendi. Önemli olan;
bağlayarak kör oldu, bir başkası tekerlekli sandalyeye
yapılan bütün ayrımcılıklara
oturdu ve hep birlikte hazine avı oynadık. Bu
karşı mücadele etmekti.
aktivitenin sonunda herkes fark etmişti ki, oyun
Yalnızca homofobiye karşı
esnasında istemeden de olsa "farklı" engelli kişilere
değil yani. Milliyet, etnik
farklı şekilde davranmıştık. Bunun gibi pek çok
köken, cinsiyet, engellilik,
çıkarım birbirimizi anlamamızı ve empati
yaş ve daha birçok nedenle uygulanan ayrımcılıkla
yeteneğimizin artmasını sağladı.
mücadele etmekti yapılması gereken. Bu program
Kaos GL ile katıldığım bu etkinliğin ileride yapacağımız pek çok etkinliğe
sayesinde öğrendiklerime ve kendime kattıklarıma
katkısı olacağını düşünüyorum. Tabi ki bu Kaos GL'nin uluslararası
dayanarak şunu söyleyebilirim ki bu tarz etkinlikler
platformda daha da ilerlemesi sonucunda daha da artacak ve genç
daha çok programlanmalı, farklı kişilerle, farklı
gönüllüler ile gerçekleşebilecek. Türkiye'deki genç LGBT bireylerin
ayrımcılıklarla, farklı milliyetten farklı insanlarla,
ayrımcılık kıskacında sıkışıp kalmaktansa, yapabilecekleri çok şey var. Şu
farklı durumlarla, faklı önyargılarla karşılaşmalı,
anki imkanlar dahilinde bile Kaos GL pek çok uluslararası aktiviteye
farklı örnekler dinlemeli, öğrenmeli ve bu yolda
katılımcıların masrafları karşılanarak katılıyor ve bu şekilde genç
mücadele etmeliyiz.
gönüllülere fırsat yaratıyor. Bu fırsatı değerlendirmek bizim elimizde.
lgbt şarkı
bu şarkı bizi söyler olduklarım, daha önce beraber çalıştığım insanlar, hepsi önce sıcak
Onur Haftası etkinliklerinde ağzımızdan düşmeyen Gökkuşağı Şarkısı'nın yaratıcıları Vida ve Siyahgezen'le konuştuk.
bakıp eşcinsel içerikli olduğunu duyduklarında "vaktim yok, yoğunum"
diyerek
geri
çeviriyorlardı.
Arada
çok
sevdiğim
insanlardan "Sokma bizi oralara, çıkamayız oradan" gibi tepkiler bile aldım. 12 kişi ile görüştüm. İçlerinde gey dostlar da vardı ama kimse yapmak istemiyordu hatta ilgilenmiyordu bile. Heyecanım, hevesim gitgide azalıyordu. Sonunda bir arkadaşım düzenlemeyi yapmaya karar verdi. İki gün sonra şarkıyı bitirdiğini söyledi ve sözlerini
umut güner
istedi. Sözleri yolladım ve o gün ona hiç ulaşamadım. Akşam bir mesaj geldi: "sözlerin tamamına baktım da bu kadar ibnelik çok
şakayla karışık başladık
geldi bana. Bu işi yapmayacağım kusura bakma". Önce pes ettim
VİDA: “Bir LGBTT marşı yazalım” diye başlasaydık sanırım ne bir
sonra hırs denilen şeyle tanıştım. İş için bütçemiz yoktu. Dost
nota çıkardı ne de tek satır yazabilirdim. Bu kadar geniş ve derin bir
yardımlarıyla olsun istemiştik ama olamadı. O kadar hırslanmıştım
mücadeleyi bir şarkıyla anlatmaya, şenlendirmeye niyetlenmiş ve
ki daha profesyonel, para ile yapacak birilerini aramaya başladım.
bunu da başarmış gibi davranmamız yalan olur; inanın, biz, sizden
Çok komik ama para vermeyi teklif ettiklerimiz bile reddetti. Vida'ya
daha şaşkınız... Ufak bir tekerleme, kendine bir yol buldu, büyük
bir mail yazıp olmayacağını, olamayacağını söyledim. Vida'dan
engelleri aşıp pek çok kişiye ulaşıverdi. İkimiz de düzenli
gelen yanıt içimi rahatlattı; en kötü ihtimalle amatör bir kayıtla, alt
homoloji.com'a yazıyoruz. 'Siyahgezegen' ve 'Vida' isimleri de
yapısız bu işi sonlandırmaya karar verdik.
oradan geliyor. Bir gün sitede lastik değiştirmekle ilgili tecrübelerimi
O arada Atıl Aksoy'la tanıştım. Biraz bütçe ayırınca, Atıl müziğin alt
paylaştıktan hemen sonra pasta-ponçik tarifi verdim. Bu iki uç gibi
yapısını bitirdi. En sıkıntılı kısmı atlatmıştık. Sıra stüdyoya gelmişti.
gözüken eylem Siyahgezegen'in dikkatini çekmiş. Bunun üstüne
Kayıt
ona bir dörtlük yazdım “lastik de değiştiririm / beş çayına da
için
bir
stüdyoya
bölümlerinde
yetişirim” diye başlayan... O dönem bir marka, genç kadınlar
ihtiyacımız
kalabalık
vardı.
olarak
Koro
kayda
gireceğimizden “yine” kimse bizi stüdyosunda
için şarkılı bir reklam yapmıştı; ona atıfta bulunarak “bu da
istemiyordu. Erinç Seymen aracılığıyla Fatih
genç lezbiyenlerin şarkısı, devamını yapalım, var mısın?”
Rağbet'e ulaştık. Stüdyosu vardı ama aksilik
dedim. İtiraf etmem lazım her şey bir şakayla başladı,
ya,
ciddiye alacağını hiç düşünmemiştim.
Şarkıyı
Orada
da
kayıt
Olmuyor olamıyordu. Para teklif ettiklerimiz
yazmaya
başlarken,
her
şeyi
normal kayıt ücretlerinin üç beş katını söylüyordu
anlatamayacağımı biliyordum. Her eşcinselin hikayesi birbirinden
farklı,
tüm
birbirinden
farklı
olması
insanların gibi…
Fakat
küsuratları
yuvarladığınız takdirde sonuç hep aynı, hepimiz biriz. Şarkı
“LGBTT
bireylerin
bize. Umutsuz ve mutsuz olduğum bir gece
hikayelerinin
hem heteroseksüellere hem de eşcinsellere hitap etmeliydi, başarabilirse
tadilattaydı.
yapamayacaktık. O da dört bir koldan araştırdı.
şarkının sözleri VİDA:
stüdyo
ayrımcılığa
uğraması”
mevhumunu ortadan kaldırmaya yönelik bir sözü olmalıydı.
Çağatay Kadı'ya mesaj attım "Kimse bizimle ilgilenmiyor, bize stüdyo gerekli" diye… Hemen geri döndü: “yaparız” dedi, stüdyomuz da hazırdı.
ve mutlu son VİDA: Ankara'dan kayıt için İstanbul'a geldiğim gün ekiple stüdyoya giderken Gülden (travesti ve transeksüel kısmı
Sözleri yazarken elbette en iyi bildiğimden, kendimden,
seslendiren arkadaşımız) şarkının sözlerini kuaförde diğer
başladım. Eşcinsel kadın denilince akla tek bir figür geldiği için
kızlara şiir olarak okuduğunu ve herkesin çok beğendiğini,
açıldığımda işittiğim “hiç eşcinsele benzemiyorsun” sözü
söyledi. Gülden'in sözü, o ana kadar, bizi kah eğlendiren kah
benim pusulam oldu, güle güle yazdım. Kısa saçlı bir lezbiyen,
üzen bu şarkının; bizim dışımızda başkaları için de önemli
kaşları alınmış bir gey, eşcinsellerin maskotu olarak kalabilir;
olduğunu fark etmemi sağladı. Zaten bu emeğin tek bir
yeter ki farklı görünüm ve özellikte nice eşcinsel olduğu kabul
karşılığı
edilsin; ve olduğum şeye benzemediğim söylenerek anlatım bozukluğu yapılmasın...
müziğin hazırlanması ve büyük engel: homofobi
var,
beğenilmesi
ve
benimsenmesi...
Şarkı
yayıldıktan sonra gizli bir eşcinselden bir mail aldık; kendini iyi hissettiğini, yazmıştı. Tanımadığınız insanlara kendilerini “iyi” hissettirmek, hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir mutluluk ve
SİYAHGEZEGEN: Sözler de gelmişti. Ancak ilk aksilik bize
onur... Şarkımız, korkusuzca bir araya gelmemizde emeği geçen
merhaba dedi. Çağatay'ın turne, kayıt işleri vardı ve müziği
aktivistlere ithafen tüm LGBTT birey ve dostlarınındır.
yapamayacağını söyledi. Çok üzülmüştüm, çünkü karşılaşacağım homofobiyi biliyordum. Düzenlemeyi yapacak birilerini aradım. Çaldığım her kapı bildiğimiz o bakışlarla kapanıyordu. Çok yakın
Gökkuşağı Şarkısı'nı indirmek için: http://gokkusagisarkisi.blogspot.com Söyleşinin devamını okumak için: www.kaosgl.org
13
günce
bir serüven yıldırım türker yildirimturker@hotmail.com
Sizleri bilmem, benim farklı olduğumu
insanların, özellikle de eşcinsel bir karakterin varlığı beni azgın
hissetmem, bir Türk filmiyle başlar.
bir heyecanla sarsmıştı.
Bunun çok özgün bir başlangıç, son derece
Ece Ayhan'ın “Bakışsız Bir Kedi Kara”sı içimi karıştırıyordu.
kendine
Sait Faik'le tanışmam da o zamanlara rastlar. 'Alemdağ'da Var
has
bir
varoluşun
habercisi
olduğunu iddia etmeyeceğim. Benim yaş
Bir Yılan' bir büyülü kitaptı. Tam da kendimi yatkın bulduğum,
grubumun çoğu insanının çocukluğunda
yatkınlık ne kelime kendimi içinde kulaç atar bulduğum bir aşkı
Türk
filmlerinin
çiziğini
bulmak
kaçınılmazdır. En
fazlası,
Devlet
Devrim'e,
Gülsün
Faik'le
yaşadıklarım
burada
bir
parantez
açmayı
gerektiriyor. Yıllar sonra, üniversite öğrencisiyken birkaç
Kamu'ya, Çolpan İlhan'a bayılıyor olup,
arkadaşla Burgazada'daki evini ziyaret etmiştik. Müze açık
Şoray-Girik-Akın-Koçyiğit'e kayıtsız kalmamdan bir şeyler
olması gereken bir saatte kapalıydı ya da içerideki görevli
çıkarılabilir. Ama biz yine de konuyu dağıtmayalım. Yoksa
kapıyı işitmiyordu. Arkadan dolanıp bahçeye girdik. Orada
geçenlerde
bulduğumuz bir merdiveni üst kata dayayarak hırsız gibi içeri
bindiğim
bir
asansörde
karşılaştığım,
çocukluğumun bir numaralı idolü Kuzey Vargın'ın bana “Abicim,
giren arkadaş bize kapıyı açtı. Gençtik ya, cüretimiz sonsuzdu
kaçıncı kata?” diye sormasının bende yarattığı sarsıntıyı
nasılsa. İçeri süzüldük, evi gezmeye başladık. Tam kütüphane
anlatmadan geçemeyeceğim. Neyse.
14
anlatıyordu. Sait
Yanılmıyorsam
7-8
odasına girdiğimizde orta yaşlı teyze kılıklı bir kadın öfkeyle yaşlarındayım.
Halamların
içeri dalıp nasıl içeri girdiğimiz sordu. Kapı açıktı, diye
Derince'deki evinde yaşıtım iki kuzenimle bahçeleri talan
mızıldandık. Sait Faik'in dönen küçük bir kitaplığındaki bir kitap
ediyor, deliler gibi eğlenceli bir yaz geçiriyoruz. Deniz güzel,
yüreğimi ağzıma getirdi: Andre Gide'in 'Corydon'u.
balıkçı her gün peşinde bir kedi ordusu kapımıza geliyor.
Eşcinselliği bir yaşam alanı olarak keşfetmeme çok yararı
Çocukluğun
nefese
dokunmuş o kitap, Sait Faik'in eline değmişti. Değmek ne
sürükleniyoruz. Günler uzun mu uzun.
kelime, karıştırdığımda her sayfada kimi cümlelerin altının
Bir gece yolun bitip ormanın başladığı yerden yürünerek gidilen
çizilmiş olduğunu gördüm. Sait Faik, 'Corydon'la çok vakit
sonsuz
gökyüzü
altında
nefes
bir açık hava sinemasına gidildi. Maaile. Ormanın orta yerinde
geçirmiş, çok boğuşmuştu.
bir açık hava sineması beni hâlâ mutlulukla ürpertiyor. Oynayan
Yalınmıyorsam duygu arka planımda müzenin bu kadar
filmi elbette hatırlıyorum. Hiç unutmadım: 'Senede Bir Gün'.
bakımsız olup, bu kadar laçka yönetilmesine karşı bir bir isyan
Selda Alkor'u görmekten hiçbir zaman hoşlanmamış bir insan
duygusu da vardı. Tabii hazır gerekçe olarak.
olarak buna da kaderin bir cilvesi demek mümkün. Kartal
Bu kadar tarttığımı da sanmıyorum. Kitabı bir çırpıda
Tibet'le imkansız aşklarını senede sadece bir gün buluşarak
gömleğimden içeri atıveriyordum ki kapının arasından beni
sürdürmeye çalışırlar. Artık yaşlı, belleri bükük… Bir gün kadın
izleyen kadınla göz göze geldim. Utançtan kan ter içinde kitabı
gelip adamı bulamaz. Öldüğünü anlar. Çocuk halimde bende
yerine koyup oradan uzaklaştım.
bunlar kalmış. Ama takıntılı aşk, sonsuz fedakarlık, soylu ruhlar
Sait Faik'ten Bilge Karasu'ya geçmiştim. 'Troya'da Ölüm Vardı'yı
zaten üstünde yuvarlandığım yorganlardı.
kim bilir kaç kez okudum. Müşfik'i tanıyordum.
Film bittiğinde o ayışıklı gecede ormanda yürürken aileden
James Baldwin'in 'Giovanni'nin Odası' çevirisi ise gerçekten
kopuk, epeyi önden yürüyorum. Öylesine hülyalıyım ki,
hayatımda bir çığır açmıştı.
gündelik konuşmalarıyla beni ayıltsınlar istemiyorum. Birden
Hayatın sunduğu bütün drama imkanlarının ve özellikle
farkına varıyorum; kuzenlerim maymunlar gibi koşturup
melodramanın
birbirlerine tekmeler atarak uluyorlar. Daha şimdi, ayışığının
görmüştüm. O zamanlar okuduğumuz, elden ele gezen
altında
seyretmiş
olduğumuz
film,
onları
hiç
mi
eşcinsel
aşkına
da
tercüme
edilebildiğini
hiç
'Giovanni'nin Odası', Tektaş Ağaoğlu'nun olağanüstü kendine
etkilememiş. Bense aşk derdiyle kavrulmuş, bu acılı anın
has ve güzel Türkçe tercümesiydi. Maalesef şimdi Yapı Kredi
sürmesi için o ormanda yalnız yürümeye çalışıyorum.
Yayınları'nın özensiz bir editörlükle bastığı çeviri için aynı şeyi
O an kendime mırıldandım. Sesimi iyi hatırlıyorum. Çok büyük,
söylemek mümkün değil. Aynı şey, 'Bir Başka Ülke' (Eski ve
çok şeyi bilen bir yetişkinin sesiydi sanki. 'Ben farklıyım. Nasıl
güzel tercümesindeki adıyla 'Kara Yabancı') ve 'Ne Zaman Gitti
olduğunu bilmiyorum ama bu fark yüzünden ileride çok acı
Tren' için de geçerli. Olsun. Baldwin, her yeni açılmışa çok çok
çekeceğim.'
çok iyi gelir.
Benim kendime açılma anım işte bu tüyler ürpertici andır. Kendi
Cocteau, Andre Gide'in bütün eserleri de birer solukta
kurduğum cümleden korktuğum, kendi sesimi tanımadığım o
okunuvermişti.
an.
Artık Rimbaud ile Verlaine'in aşkını kendi 'Leyla ile Mecnun'um
Farklılığın farkına varmak yalnızlıkla tanıştırır. Ama Bedri
yapmış, sabah akşam şiirlerini ezberleyip Fransızca öğrenmeye
Rahmi'nin o dizesini; “Yalnızlığın kadarsın/ Yalnızlığın gül
karar vermiştim.
kokmalı”yı erken yaşta şiar edinmiş bir çocuk olarak çok
Bir araya gelebileceğim, söyleşip paylaşabileceğim kimsem
okudum, çok düşündüm, çok çırpındım gül kokmaya.
yoktu. Kitaplarla yaşıyordum o yüzden.
Daha
ortaokuldaydım,
Sartre'in
'Hürriyet'in
Yolları'nı
okuduğumda. Pek bir şey anlamamıştım elbet. Ama farklı
Burada bir soluklanmam gerekiyor. Yolun başını hatırlamak bile çok yorucu.
Sait Faik'in dönen küçük bir kitaplığındaki bir kitap yüreğimi ağzıma getirdi: Andre Gide'in 'Corydon'u. Eşcinselliği bir yaşam alanı olarak keşfetmeme çok yararı dokunmuş o kitap, Sait Faik'in eline değmişti.
Sait Faik'le tanışmam da o zamanlara rastlar. 'Alemdağ'da Var Bir Yılan' bir büyülü kitaptı. Tam da kendimi yatkın bulduğum, yatkınlık ne kelime kendimi içinde kulaç atar bulduğum bir aşkı anlatıyordu.
O an kendime mırıldandım. Sesimi iyi hatırlıyorum. Çok büyük, çok şeyi bilen bir yetişkinin sesiydi sanki. 'Ben farklıyım. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bu fark yüzünden ileride çok acı çekeceğim.’
Sait Faik'ten Bilge Karasu'ya geçmiştim. 'Troya'da Ölüm Vardı'yı kim bilir kaç kez okudum. Müşfik'i tanıyordum.
James Baldwin'in 'Giovanni'nin Odası' çevirisi ise gerçekten hayatımda bir çığır açmıştı. Hayatın sunduğu bütün drama imkanlarının ve özellikle melodramanın eşcinsel aşkına da tercüme edilebildiğini görmüştüm.
15
orada
beyrut mayflower oteli
bu akşam da
“eller havaya” 16
yapalım mı?
övül durmuşoğlu ovdur@yahoo.com
Tam bir hallaç pamuğuyuz bu yaz yine; parti
biliyoruz. Sonuç ise hep aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere oluyor.
kapatma davaları, dernek kapatma davaları,
Aslına bakarsanız, milliyetçilik ve muhazafakarlığın yükselişte olduğu
tamamına erir mi ermez mi bilemediğimiz
dünya genelinde de aynı hesap söz konusu. Her grubun kültürünün
“kimin eli kimin cebinde” soruşturmaları. Hem
yaşamasına destek veren birtakım çok kültürcü politikalar görünürde
bi Çakkıdı'mız Romeo'muz da yok dertleri bir
farklılıklara
nebze unutturacak. Bugün gazetenin baş
desteklemek adına bireylere kendilerini ancak bir grubun parçası
değer
veriyor.
Altını
kazıdığımızda
ise,
farklılığı
sayfasında Hrant Dink'e tetiği çeken çocuğun
olarak ifade etme şansı veren ve sınırları keskinleştiren başka türlü bir
İstanbul polisine çektirdiği fotoğraf, sanki
söylem çıkıyor. Son zamanlarda denk geldiğim “Mistaken Identity”
Yeşilçam Artiz Ajansı için çektirilmiş portre
makalesinde Kenan Malik; Batı kültür emperyalizminin ihraç ettiği
fotoğrafı gibi. Bir değil iki değil, alışmış kudurmuştan beterdir, iki
şeyin, hep şikayet edildiği gibi New York'ta Bombay'da ya da Roma'da
hafta geçer yine unutulur. Görevbilir polis teşkilatımız da bu tetiği
aynı pahalı kahveyi aynı dükkanda içmek değil, yerel kültürü
çekenlerin çektirenlerin hepsini olmaları gereken yere göndermek
yerleştirmek olduğunu söylüyor. Bu kültür korumacı kollamacı tavır,
yerine, bu fotoğraftan anlam çıkaran basın kuruluşuna dava
bir arada yaşamayı imkansız hale getirirken vaziyetleri “ya sev ya
açacakmış,
şikayetçiymiş.
terket” derecesinde şiddetlendiriyor; bize çok tanıdık. Evet, 1989'da
Duygularını
boyamak
için
Bir
devlet
Polatlı
ki
hep
tepelerine
halka otuz
rağmen. metre
duvarları yıktılar; ama bugün gruplar arasında görünmez duvarlar
yüksekliğinde asker “anıt”ı yaptıran. Daha yükseği Rio de Janeiro'daki
bir
yükseliyor. Bir zamanların ütopyası Yugoslavya'nın acılı ve kanlı
kollarını açmış Kurtarıcı İsa heykeli otuz sekiz metre. Anıtın boyu ima
ayrılışında da, bugün birinci dünya ülkelerinde yükselen ırkçılığın,
edilen
Ortadoğu'yu travmatize eden sekteryen politik dincilğin altında da bu
zaferi
övmektense
dayandığı
kusurun
büyüklüğünü
bastırmaya çalışıyor sanki. Seksen
sonrası
çocukları
çok-kültürcü, kültür korumacı yaklaşım yatıyor. olarak
her
açıklığa
bize
geçmişin
büyüklüğünü öğreten büstler/ anıtlar konulmasına çok alışkınız. Ama
Kısacası
mesele
çok
ciddi.
Birtakım
kollektivite
değerlerini
önemserken bunların bir sonraki aşamada ne hale gelebileceğini de
bu seferki bir başka geliyor. Dönüşen Türkiye'nin dengeleriyle baş
ön görmek gerek. İş artık içleri boşalmış- aydınların değil, “farkında”
edememe, kendini yine fallus merkezci bir dil üzerinden ifade etti. Bir
olanların omuzlarında; direniş aynı anda pek çok cephede.
kısım, fallus, iktidar, ataerkillik üzerinden giden formülleri ne kadar
Amsterdam Üniversitesi'nde dinleme şansı bulduğum kendisi minik
çözümlüyorsa, bir kısım da bu çözümlemeleri umursamıyor bile, bunu
sözleri büyük-Judith Butler, kendini aydınlanma zihniyeti üzerinde
ayakta tutan ve muhafazakarlaşan akademyada aydınlanmanın ardındaki akıl ve eleştiri kavramlarını yeniden okuyarak bugünün eleştirel tavrının oluşturulup oluşturulamayacağını sorgularken “karşı görüş” üretmenin ne kadar kıymetli olduğunun altını çiziyordu. Bunun o gün orada kendisinden ille de “cinsiyet”le ilgili bir şeyler
söylemesini
bekleyenlere
önemli
bir
yanıt
olduğunu
düşünüyorum. Neo-liberal muhafazakarlık döneminde farklı söz söyleme hakkı, karşı görüş üretme potansiyeli esaslı bir stratejiyle ellerden alınıyor, farklı oluşlara “politik doğruculuk”la fazla bir kıymet ve önem verilerek. Bu “ahval ve şerait”in Türkiye'deki yansıması bugünlerde Kemalist ulusalcı vs neo-liberal İslamcı polarizasyonun giderek şiddetlenmesi üzerinden işliyor. Öbür taraftan da, eskiden olduğu gibi hala görmezden gelme üzerinden, bugünlerin en sıcak örneği Ahmet Yıldız cinayeti. Birtakım körbakarlar hala ülkenin geçmiş travmalarını, Türkiye'nin büyük bir kısmının
direnme
biçimi
olarak
muhafazakarlığı
seçtiğini
görmezden gelerek, durumu globalizasyon enjeksiyonu olarak görüyor, “azınlık hakları”ndan söz edildiğinde ülkenin dış mihraklar
William E. Jones 'The Fall of Communism as seen in Gay Pornography'de Doğu Avrupa'da kapitalizmin gelişinden sonraki dönemde erotik videolarda oynamak isteyen genç erkeklerle yapılan öngörüşmeleri kurguluyor.
tarafından bölündüğünü düşünüyor. Ayrımların pamuk ipliği ile birbirine tutunduğu yerlerde insanın içi bir başka acıyor. Sözü Beyrut'a getireceğim. Bazı mahallelerinden sadece arabayla geçebildiğiniz, bazı yerlerinde fotoğraf çekerken gözaltına alınabileceğiniz Beyrut'a. Lübnan'ın yaşadığı sert politik ayrılıkları
anladığınızı
sandıkça
daha
derin
muammaya
gömülüyorsunuz. Arapça konuşan dünyada kültür ve sanat tartışmaları platformu oluşturan Home Works kültür forumunun dördüncüsünü takip etmek için gittiğim Beyrut'ta ilk gün tanıştığım Khalil Joreige, “Beyrut küçük görünür, ama yerler arasındaki mesafeler göründüğünden daha büyüktür” demişti. Ne demek istediğini birkaç gün sonra Beyrut'ta yaşayan farklı grupların
anlamlı bir üretimin ortaya çıkmamasından kaynaklanıyordu.
birbirine
“Let it Be” dahilinde işleri gösterilen William E. Jones'u bu vesileyle
nasıl
değmediğini
fark
ettiğimde
anladım.
Şehrin
güneyindeki Şii mahallelerinin sınırını yol kenarlarındaki kalaşnikof
tanımak ise, yaptığım bütün eleştirilere rağmen, benim için
tüfekli bayraklarıyla verilen şehitleri öven Hizbullah panolarını
Beyrut'ta oluşumun önemli kazanımlarından biriydi. Aynı zamanda
gördüğümde. Şehir gergindi. (Nitekim tek Arap LGBT örgütü
porno endüstrisinde de -takma adla- çalışan Jones, dünyanın dört
Helem'in de barındığı Zico House'un birkaç blok ötesindeki Future
bir tarafında gösterdiği işlerinde üretilen arzu konumlarını yeniden
TV, bir ay sonra, darbe benzeri bir eylemle bombalandı.) Home
ele alıp, bakışı oluşturan katmanları kendi eliyle analiz edip tekrar
Works dahilinde, intihar bombacıları meselesini tartışmak için bir
kurgulamayı deniyor. Örneğin, 1962'de Ohio Mansfield'de polisin
araya getirilen panel gerçekten fiyaskoydu. Acılar o kadar tazeydi
yerleştirdiği gizli kameralarla tuvalette ilişkiye girmiş eşcinsel
ki, kimse durumu teorize edemiyordu bile. Öte yandan tartışanlar
çiftleri görüntüleyip bu görüntülerden “cinsi sapıkları”n nasıl
hep aynı gruptandı, tartışmanın kendisi de bir yerde kilitlenmeye ve
yakalanacağı üzerine hazırladığı eğitimsel filmi internetten düşük
kendini tekrar etmeye mahkumdu.
kalitede bulmuş, sonra bu filmi temizleyip yeniden kurgulamış. 'The
Home Works programı dahilinde, Arab Image Foundation'ın da
Fall of Communism as seen in Gay Pornography'de (1998) Doğu
kurucularından sanatçı Akram Zaatari hazırladığı video programı
Avrupa'da
“Let it Be” ile bu gerginliğin içinde kendine cinselliğin şiirselliğini ön
videolarda oynamak isteyen genç erkeklerle yapılan ön görüşmeleri
plana çıkarmak istedi. Ağırlıklı olarak seksenlerin New York gey
kurguluyor. William E. Jones eşcinsel arzuyu farklı kritik etmenlerle
kapitalizmin
gelişinden
sonraki
dönemde
erotik
çevresinde üretilen videolardan romantik -ama kanımca tek yönlü-
bir arada analiz etmeye çalışan işleriyle kendine daha sınırlamayan
bir seçme yapan Akram seçkisini geceyarısı sineması formatında
ama
gösterdi, hatta pornografik göndermeleri olan bir seriyi şehir
(www.williamejones.com)
eklemleyen
bir
perspektif
kurmak
i s t i y o r.
merkezine uzak, mimar Bernard Khoury'nin Karantina bölgesindeki
31 metrelik Mehmetçik anıtından buraya geldik. Sözün kısası,
stüdyosunda yapmayı tercih etti. Eşcinselliğin yeraltı gece kulüpleri
bugünkü
dışında çoğunlukla hasıraltı yaşandığı, kendisi farklı olmasına
stratejilere karşı Türkiye'yi sadece kendi meselelerinin sınırları ile
neo-liberal
muhafazakar
iklimde,
farklılığı
kıran
rağmen erkek egemen geleneksel Arap kültüründen nasiplenen
soyutlamadan düşünen duruşları geliştirmek durumundayız. Mühim
böyle bir ayrılık halindeki- Beyrut'ta, bence bu programın sadece
olan, aynı anda hem tekil hem de çoğul olabilmek; medyadan
sanatsal bir hareket olarak gerçekleşmemesi gerekirdi. Üzerine
bangır bangır yayılan ve çoğunluğun sesi olarak gösterilen
kurulu olduğu hikayeler hep beyazdı, esas problemli bölgeye pek
popülizme karşı, sorgulayan karşı duruşu anlamlı ve sürer biçimde
girmiyordu. Ama bu belki de esas “tehlikeli meseleler” üzerine hala
kurabilmek.
mor kalem
18
“normalliğin düşmanı olarak görülüyoruz” “Kendimi nasıl adlandıracağım konusunda bir sorunum var. Hem erkek hem de kadınlarla ilişkim olduğu için biseksüel olarak nitelendirilebilirim. Ama biseksüellik denince yarı yarıya her iki şeyden de gibisiniz, oysa benim için hiçbir şey yarı yarıya denemez.” Feminist ve eşcinsel edebiyatın kilometretaşlarından biri olan 'Utanç Bitti'nin Hollandalı yazarı Anja Meulenbelt Kaos GL'ye konuştu.
bir zamanlar bir rüyam vardı… Yaşınız ilerledikçe daha çok şapka, daha çok kimlik elde ediyorsunuz. Söylediğim gibi sadece yazar değilim, şu an kitap yazmıyorum, bir internet sitem var günde yaklaşık 6 bin kişi bu siteyi ziyaret ediyor. Eğitim
işlerinin
yanı
sıra
senatör
olarak
da
görev
yapıyorum
Hollanda'da. Göçmenler ve mülteciler üzerinde çalışıyorum. Bu benim hayatımda çok önemli bir konu. 10 yıldır Gazze'de çalışıyorum. Yılda 5-6 kere gidiyorum oraya. Ayrıca engelli insanlara yardım eden bir örgütte yer alıyorum. Çok tartışmalı bir şey yaptım; bir adamla evlendim. Bunu yaparak bazı insanların gözünde popülaritemi yitirdim. Ama 40 yıl boyunca evlenmeden durabildim. Eşim Filistinli, bu yüzden de durum yeterince queer sanırım. Yani bu benim kısaca. Bir zamanlar bir rüyam vardı, bir başkasının başlattığı bir rüya. Yahudi düşmanlığı karşıtı bir hareketin üyesiydim, sol ve kapitalizm karşıtı bir hareketin de. Hayatımda ilk kez diğer insanlara uygulanan zulüm değil de, bize uygulanan zulüm hakkında tartıştığım bir dönem oldu. İşte o zaman 'Utanç Bitti'yi yazdım. Tüm dünyada seyahate çıktım ve
bilmediğim şeyleri öğrendim, yaptım. Bu kitabı okuyan herkes bilir
mücadele etmek gerekir. Bunları yapmak kolay değil ve Hollanda'da
ki bir kadınla çok önemli bir ilişkim oldu. Bunun lezbiyen olduğum
şu an böyle bir sorunumuz var. Bir yandan ayrılıkçılık mağduru olan
anlamına geldiğini gördüm.
göçmenlere yardım etmelisiniz, diğer yandan da kadın ve eşcinsel
70 ve 80'li yıllarda ırkçılığın ne olduğunu ve insanlar açısından ne
hakları için uğraşmalısınız.
kadar zararlı olduğunu, sınıf farklılıklarını ve ne kadar önemli
hepimizin istediği şey, farklı grupların koalisyonu
olduklarını öğrendik. Cinsiyetçilik (seksizm) ve ırkçılık hakkında
Hepimizin istediği şey, farklı grupların koalisyonu. Bunu yapmaya
konuşuyoruz ama farklı sınıflara ait insanlar arasındaki ayrımcılığa
çalışan herkes bilir ki bu kolay değil. Pek çok farklı kişinin yer aldığı
değinmiyoruz. Sınıfçılık da denebilir ama bunun tam bir terimi yok.
bu konferanslar bir araç. Fakat birbirimizle uğraşmak her zaman bu
Zulmün ne olduğunu, nasıl uygulandığını düşündüm, zulme
kadar kolay olmuyor. Örneğin kadın hareketi. Kadınlar bir grup
uğrayan herkes arasında dayanışma olduğunu gördüm. Hollanda'da
değil, nüfusun yarısını oluşturuyorlar ve kendi aralarında zaten pek
yeni bir ırkçılık akımı başlıyor ki bu çok rahatsız edici ve tüm sosyal
çok farklılıklar var. Örneğin kadın hareketinde sınıf ayrılıkları, kadın
hareketleri, eşcinsel ve kadın hareketlerini de kötü etkiliyor.
özgürlükleri
Karşı karşıya geldiğim sorunlardan biri de şu: İşimiz bitmedi;
bağımsızlığı da bir tartışmaya başlangıç konusu, bağımsız olabilmek
ve
toplumsal
konumları...
Kadınların
ekonomik
mücadeleye tekrar baştan başlamamız gerektiğini hissediyorum.
için önemli bir konu bu. Bekar kadınlar, feminist kadınlar, kadınların
Bir şey bildiğiniz zaman bunu asla unutmazsınız ama otomatik
yaşları bile farklılık yaratabiliyor. Örneğin kadın hareketinde seks
ilerleme yoktur sosyal yaşamda, tekrar tekrar aynı şeyleri
işçilerinin feminist olabilirliğiyle ilgili bir tartışma yapmıştık. Ben
öğrenmek zorunda kalıyoruz ve insanlara bu bildiklerimizi tekrar
evet dedim ama bazıları zorla yaptırılan bir işi yapan kişiye feminist
tekrar öğretmemiz gerek. Tüm zulüm çeşitlerini tekrar tekrar
denemeyeceğini savundu. Bence, herkesi içeren bir kadın hareketi
anlatmalıyız. Hayatımız son bulana kadar hiçbir zaman işimiz
olmalı ve bu hareket içinde kadınları sınıflandırıp bu feministtir, bu
bitmeyecek.
olması
Rüyamla ilgili düşüncem şuydu: Tüm bu azınlık gruplar bir araya
yapmamalıyız.
gelerek büyük bir harekete başlasalar hep birlikte, zulüm sona
feministseniz lezbiyen olmalıydınız
ererdi. Çünkü bize zulmedecek kimse kalmazdı. Sadece zengin veya heteroseksüel erkeklerden oluşan bir grup kalsaydı ve onlar azınlık olsaydı, işimizi iyi yaparak farklılıklarımızı ve azınlıkları iyi savunarak azınlık olmaktan çıkar ve egemen, güçlü insanlar olurduk. Ama bu iş böyle yürümüyor. Eğer öyle olsaydı, işimiz biterdi, eve giderdik, parti verirdik ve burada oturup ciddi şeyler konuşuyor olmazdık.
düşüncesi
milliyetçilik gibi
şey
ve
bunu
istemelisiniz
gibi
tanımlar
Kadın hareketinde lezbiyen ve heteroseksüel kadınlar arasında bir tartışma olmuştur hep. Tüm feministlerin lezbiyen olduğuyla ilgili bir argüman vardır. Dürüst olmak gerekirse, lezbiyenler her zaman çok da hoşgörülü olmamıştır heteroseksüel kadınlara karşı. Bir yandan da lezbiyenler kadın hareketinin her zaman en ön saflarında yer
almışlardır.
Bir
tür
uzlaşı
da
vardır
mesela.
Eğer
heteroseksüelseniz zaten zavallı bir durum olarak görülüyor bu
hollanda'da milliyetçilik Hollanda'da
gereken
hareket içinde. Yani, bir erkeğiniz varsa, erkeğinizi tutabilirsiniz
akımının,
düşüncelerin
neredeyse
tekrar
uyandığını
sömürgecilik
tabii ki ama çok da feminist görülmüyorsunuz öyle olduğunuzda.
görüyorum.
Hareketimiz içinde lezbiyenliğin siyasi bir seçim olduğunu iddia
Toplumlar arasında bir bölünme; göçmenlere, Müslümanlara ve ten
eden gruplar da vardı. Lezbiyen olduğunuz zaman çok devrimci
rengine göre ayrımlar olduğunu görüyorum yeniden. Bundan en çok
görülüyordunuz. Partnerimin bir kadın olduğu dönemde böyle bir
etkilenen gruplar da, Türkiyeli ve Faslı göçmenler. Çoğu ikinci nesil
hissiyat vardı ve bunu duyduğumda çok kötü hissetmiştim. Yani
insanlar, Türkiye'den gelenler. Onlar zaten Hollandalı olduklarını
sanki sevgilim sırf siyasi nedenlerle beni seçmişti, ev ödevi yapar
düşünüyorlar. Hollanda'da doğmuş ikinci nesil Türkler dili iyi
gibi. Ben bu dünya üzerindeki en zeki, en güzel, en çekici kadın
konuşuyorlar, orada okula gidiyorlar ama hâlâ 'yabancı' olarak
olduğum için değil de, sadece siyasi bir amacı olduğu için beni
görülüyorlar. Eskiden böyle değildi. Bugün Hollandalı nüfusun
seçmişti gibi hissettim. Kadınlarla el ele yürürken “lezbiyen
dörtte
Müslümanların
olmalısınız” diye bağırıyorduk. Denemeniz gerek, yeteneğiniz varsa
kültürlerini ele geçireceklerini düşündüklerini söylüyor. Şeriat rejimi
yaparsınız gibi bir durum da vardı neredeyse. Ama öyle olmuyor
üçü
Müslümanlardan
korktuklarını,
Hollanda'ya gelir diye korkuyorlar. Saçma ama korkuluyor işte.
tabii. Bunları hep şakaya vuruyorum ama bazen şaka olmuyor
Sağ kanattaki, göçmenlerden korkan kişilerin göçmenlere karşı
aslında.
kullandığı argüman şu: “Göçmenler kadınlara ve eşcinsellere karşı
Hayatımın aşkı olan kadınla birlikte olduğum dönemi kitabımda da
zulüm uyguluyorlar, çünkü Müslümanlar.” Burada ilginç olan şu; sağ
anlattım. Kitap bittikten sonra beş yıl daha sürdü ilişkimiz ama
kanattan insanlar, hiçbir zaman biz kadın ve eşcinsel haklarını
sonra nihayete erdi. Sonrasında, bir erkekle ilişkiye girdim. Bu
savunduğumuzda yanımızda değillerdi ama şimdi bizim elde
benim için inanın çok daha güçtü. Hem kadın hareketinin hem de
ettiğimiz başarıyı kullanıp, başkalarını cezalandırmaya ve etiket
lezbiyen hareketin içinde olup bir de bir erkekle beraber olduğumu
yapıştırmaya çalışıyorlar.
itiraf etmek, ilkini itiraftan çok daha güç olmuştu benim için. Hiç
Eşcinsellerin önlerinde zor bir süreç var; her iki tarafla da uğraşmak
kolay olmamıştı çünkü o tarihte biseksüel terimini de henüz icat
zorundalar. Çünkü hem kendi toplumunuzdan insanlarla haklarınız
etmemiştik. 'Utanç Bitti' kitabı bu yüzden, kitapçılarda lezbiyenler
için mücadele etmelisiniz, hem de çok geleneksel görüşe sahip
rafından çıkarılıp kadın yazarlar rafına kondu; cezalandırıldım yani.
olması
muhtemel
ailelerinizle
de
mücadele
etmek
zorunda
Halbuki kitap aynı kitaptı.
kalabilirsiniz ki aileniz de zaten Hollanda'da ayrımcılıktan muzdarip
Bir gerilim vardı ve iki yönlüydü. Çünkü heteroseksüel kadınlar
kişiler olabilir. Sizin aptal ve geri kafalı olduğunuzu söyleyenler
toplumda egemen durumdaydı, imtiyazları vardı. Ama herhangi bir
olabilir ama aynı zamanda da kadın ve eşcinsel hakları için
hareket içinde de, bu güç yapısı tam tersine dönüyordu. En fazla
19
baskı altında olanlar, en fazla zulüm görenler burada en tepede yer alıyorlardı. Kendileri önceden ne kadar zarar görmüşse, diğerlerine
Gerçekten de trans bireylere karşı çok acımasızca davranıldığını
de aynı zararı vermeye çalışıyorlardı. Oluyor böyle şeyler.
hatırlıyorum feminist hareketin içinde. O tarihte yapılanlar şu
lgbt,
ankilere göre çok daha acımasızdı. Şimdi çok daha iyi durumdayız
acayip
karışık,
sofistike
bir
sandviçi
çağrıştırıyor
elbette.
Şimdi farklılıkları konuşuyoruz, gey ve lezbiyen hareketinden
aidiyet sorunu: etnik kimlik mi, cinsel kimlik mi?
bahsediyoruz. LGBT. Alışamadım da bu kısaltmalara. LGBT acayip
Bunun dışında başka gerilimler vardı etnik gruplar ve eşcinseller
karışık, sofistike bir sandviçi çağrıştırıyor. Geçmişte salatalık,
arasında. Pek çok insan biliyorum, bunlar gerçekten de bu farklı
domates ve peynirden oluşan bir sandviç varken, şimdi daha acayip
kimlik
alanları
arasında
hissediyorlardı
kendilerini
ve
bu
sandviçler yapılıyor ya, ona benziyor. Nihayetinde, lezbiyen kadınlar
hareketlerin kurgusu onları hiç rahat hissettirmiyordu. Mesela kadın
olarak ortak noktalarımız var, diğerleriyle ortak noktalarımız var ve
bir sevgilisi olan bir kadın vardı ama kendini lezbiyen olarak
normalliğin düşmanı olarak görülüyoruz hepimiz. Sırf bu bile hep
adlandırmak istemiyordu. Faslıydı. Faslı etnik grup içinde mi yer
beraber mücadele vermemiz için çok önemli bir neden. Ama başka
alacaktı ki onlar lezbiyen olmasını kabul edemezlerdi - ya da
ortaklıklarımız da çıkabilir. Bir kere hepimiz arkadaş olabiliyoruz.
lezbiyen harekette mi yer alacaktı - ki onlar da Faslıları hoş
Hangi nedenlerden dolayı biz bir araya gelip örgütlenmek istiyoruz,
görmüyorlardı. Böyle çift kimlik olduğu zaman birtakım sıkıntılar
birlikte hareket etmek istiyoruz ve hangi nedenlerden dolayı ayrı
yaşanabiliyordu. Biz de çok şey öğrendik bu konularda, bütün bu
ayrı kalmak istiyoruz, bunları tespit etmek lazım.
gerilimlerin üstesinden gelmek için de çok fazla deneyim kazandık.
cinselliğim üzerinden yeni bir kimlik yaratmak
İşte bütün bu saydıklarım, bütün bu farklılıklar elbette bir arada
istemedim Size biseksüellikle ilgili bir örnek vereyim. Biseksüel teriminin o ilk ortaya çıktığı dönemlerde bir kadınla tanışmıştım. O tarihte, “bu dünya üzerinde bazı insanlar var hem erkeklerle hem de kadınlarla beraber oluyorlar, işte onlara da 'biseksüel' diyeceğiz” denmişti. Dendi ki biseksüeller için bir kulüp olmalı. COC'yi biliyoruz, geyler için bir kulüp, lezbiyenleri de kısmen temsil ediyor; biseksüeller için de bunu yapalım. Dedim ki ne gerek var. Onlar da ama olur mu bu yeni bir kimlik, dedi. Ben de dedim ki, hayır ben durumdan gayet
20
onların deneyimlerine sahip olmadığını söyleyerek reddettiler.
memnunum ve cinselliğim üzerinden yeni bir kimlik yaratmak istemiyorum. Birinin cinsel organlarından dolayı bir kimlik yaratılsın istemedim. Ama hep sevdiğimiz insanların cinsel organlarından yola
olmayı, tek bir harekette yer almayı ve beraber gideceğimiz yönü belirlemeyi kolaylaştırmıyor.
bir gemide Öte yandan eşcinsel hareketi Hollanda'da çok başarılı oldu. Benim için bu hâlâ devam eden, devinen bir deneyim. Mesela yılda bir Gay Pride yürüyüşümüz var, herkes dışarı çıkıyor ve rengarenk giyinerek yollara dökülüyorlar. Ama daha önemlisi o gemiye eşcinsel polisleri de, Müslüman eşcinselleri de, bütün farklı grupları da ekleyebilmek. Şöyle düşünün; bu kadar çok polis varsa bir kısmı eşcinseldir, onların da bize katılması ve eşcinsel olarak görünürlüklerini sağlaması gerekiyor.
eşcinsel hareketinden kopamam
çıkarak bir kimlik inşa etmek durumunda kalıyoruz. Başka bir
Zulmü, baskıyı sona erdirme rüyam ne yazık ki birazcık sarsılıyor şu
şekilde kendimizi örgütleyemiyor muyuz? Bunu görmeliyiz. Eğer
anda. Eşcinsel hareketinde şunu gördüm: bazı üyeler var ki, ortaya
dünyayı değiştirmek, görünür kılmak istiyorsak, başka şekilde de
çıkan yeni göçmen grupların eşcinsel karşıtı olmasından hiç haz
örgütlenebiliriz ve bunları yapabiliriz.
etmiyorlar ve o yüzden de doğrudan göçmen karşıtı oluyorlar, bu da
mümkün olduğunca heteroseksüel görünmek
onların siyasette sağ kanatta yer almalarına neden oluyor. Öte
Lezbiyen hareketinde de böyle kırılmalar oldu. Yani birbirimize farklı bir şekilde bakmaya başladık ve birinin sırf dış görünüşünden bu gerçek lezbiyen, bu değil diye ayırmaya başladık. Bu tür ayrımlar böyle doğmuştur, eminim. Geylerle ilgili bir şey söylemeyeceğim, eşcinsel hareketinin bir parçası değilim, eşcinsel bir erkek değilim. O konuda bir şey söylemem bu noktada mümkün değil ama çok büyük farklılıklar olduğunu görüyorum en azından. Yani, mümkün olduğunca heteroseksüel görünmek isteyenler var, sırf akrabalarıyla ortalıkta geziniyormuş gibi görünmek isteyenler. Ama başka bir grup eşcinsel erkek var ki; onlar da heteroseksüelliği mümkün olduğunca şoke edelim ve farklı görünmeye çalışalım diyor. Böyle olunca tabii ki, bu farklı iki grubun aynı hareket içinde birlikte hareket etmesi pek de mümkün olmuyor.
feministler translara karşı acımasızdı Bunun dışında da trans bireyler, transgenderlar var. Çok büyük bir hareketti bu Hollanda'da bir dönem, ama artık öyle değil. Bir şey hatırlıyorum; önceden erkekken sonradan kadın olan bir trans birey vardı. O, feminist olduğunu söyledi ve lezbiyen kadınların arasına girmek istedi. Hayır olmaz, dediler. Baştan beri kadın olduklarını,
yandan birtakım genç göçmenler görüyorsunuz, herkesin onları hırpalamasından hiç memnun olmuyorlar, bir yandan da eşcinselleri görüyorlar. Şu anda da mesela eşcinsellere karşı çok daha fazla olumsuz yaklaşımda bulunuluyor. Her iki taraf da kendi haklarını korumak için somut gerçeklere sahip olsa bile, birbirlerine karşı silah yöneltmiş oluyor. Bunu anlamak ve bunu görmek çok kötü tabii ki. Bütün bu gerilimlerden kurtulmanın yegane yolu da aslında her iki tarafın da haklarını korumak. Ben asla eşcinsel hareketinden kopamam ama aynı zamanda göçmenlerin haklarını da sonuna kadar savunurum. Bütün bu insanlar aslında bu çalışmalar arasında köprü olmalı. Ahmed Marcouch mesela, günde beş vakit namaz kılan bir Müslüman. Bu kişi aynı zamanda açık bir şekilde Hollanda'da insanların eşcinsel olduğunu ifade edebileceğini belirtir. Faslı bir Müslümanın ben geyim diyebilmesi çok özel bir durum. Tek bir hareket olmamızı engelleyen, yani bu L, G, B, T, Q, I şeklinde birçok kısa kısa harflerle ifade edilen hareketin tek bir büyük şemsiye olması için ne eksik, ne gibi çalışmalar var buna bakmak lazım. Bunun dışında, başarılarımız nelerdir ona bakalım. Koalisyon siyaseti, farklılık siyaseti, farklılığı kabul siyaseti ve ortaklığımızın bu olduğu
siyaseti
nasıl
(cemre&selen&zeynep)
güdülür
bunu
tartışmak
istiyorum.
Nina Maron "Zwei Zofen 3"
sözlük
hulk
kürşad kahramanoğlu kursad255@hotmail.com
22
'Ahlak' kelimesi, hulk'un çoğulu
düzeltmeden, politikacılarımız, hukuk insanlarımız, en azından
olup huylar, seciyeler anlamına
düşünen insanlarımız bu çarpıklığı anlamadan, bu çarpıklık üzerine
geliyor. İngilizcede moral, morality
düşünmeden ve bu çarpıklıkları düzeltmeden toplumumuzun
bu anlamda kullanılır ve ahlak
medeni dünyadaki yerini alması nasıl mümkün olabilir? Ekonomimiz
bilimine ethics, etik diyoruz.
nasıl düzelir, gelir dağıtımındaki adaletsizlik bu ülkede nasıl
Etik terimi, Yunanca ethos yani
düzeltilebilir? Hukukun üstünlüğü prensibi, nasıl tesis edilebilir?
"töre" sözcüğünden türemiş. Felsefenin dört ana dalından biridir.
Şiirle anlatmak gerekirse benim bildiğim en iyi örnek Ümit Yaşar
Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını
Oğuzcan'ın şiiri:
anlamaya çalışır. Hulk'un en önemli kontrolörü, aynası “tutarlılık”tır.
Aradım yıllardır seni her yerde
Türkçede bunu en iyi anlatan sözümüz, “aynası iştir kişinin, lafa
Bir türlü karşıma çıkmadın namus
bakılmaz"dır. Mevlana'mızın* da dediği gibi:
Nihayet bir yerde rastladım ama
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Yaklaşıp yanına dedim nerdesin
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Dedin ki yorulma gelmiyor sesin
Akarsu gibi ol keremde**, cömertlikte.
Gayretleri boşa gitti herkesin
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Kimseyi yanına sokmadın namus
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette***.
Fazilet dediğin meğer yalanmış
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Namuslu görünmek kimlere kalmış
Bu topraklar üzerinde en azından son 200 senedir, belki de daha
Zenginmiş, fakirmiş, halkmış, kralmış
uzun bir zamandır en büyük ahlaksızlık ve hemen hemen bütün
Hadi yandan
kötülüklerin anası “Çarpık Namus Anlayışı”dır.
Hadi, hadi yandan
Namus nedir?
Ben senden ne saray ne ev istedim
Türk Dil Kurumu'nun sözlüğü, namus kelimesi için; “Bir toplum
Seni sevenleri sen sev istedim
içinde ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık” diyor. Bu özellikle
Kıvılcım aradım alev istedim
“namus” kelimesinin Türkçedeki anlamı. Bu kelimenin etimolojik
Bir tek mumu bile yakmadın namus
anlamı biraz farklı. Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Urdu dillerinde
Azizken gözümde sudan ekmekten
bugünkü kullanılan anlamı üç aşağı beş yukarı aynı. Namus fikri, bu
Yoruldum uslu dur yapma demekten
dillerin konuşulduğu coğrafyalarda genellikle uçkura endekslidir.
Yüzyıllardır namussuzluk etmekten
Namus anlayışının bu şekli ataerkil bir bakış açısı olduğundan, bir
Bir türlü uslanıp bıkmadın namus
tecavüzün kurbanı olmuş bir kadın kurban olarak görülmez. Böylece
Hadi yandan
namusunun kirlenmiş olduğuna inanan aile, tecavüze uğrayan
Hadi, hadi yandan
kızlarını öldürerek namuslarının tekrar temizlediklerine inanırlar.
Yoksa bu “namus” başka bir şey mi?
Bazı ailelerde ise, tecavüze uğramış olan kıza, intihar edene kadar
Belli ki bu “namusun” ahlakla, yani morality ile yani ethics ile bir
sosyal baskı uygulanır. Ve yine bu coğrafyalarda, bu “ailenin
ilişkisi yok. Mağduru, daha mağdur yapıyor. Ezileni, daha fazla
namusunu temizleme” işinin giderek artan bir şekilde eşcinselleri de
eziyor. Zaten kontrol altında olanları, daha fazla kontrol edenlerin
kapsadığını gözlemliyoruz.
iradesine mahkûm ediyor. Topluma da bir faydası yok; sadece
Neden bu “namus anlayışı” çarpık?
iktidarı elinde tutan azınlığın elinde bir kontrol mekanizması!
Namus'un, ahlakla hakikaten bir ilişkisi varsa, sadece “uçkura
Bizlerin ise kaybedeceğimiz, sadece zincirlerimiz! Ahlaklı olalım,
endeksli” olamaz. Ahlak “yanlışı doğrudan ayırma” ise, yalan
Mevlana'mıza kulak verelim, ya olduğumuz gibi görünelim ya da
söylemek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek ve bunun gibi eylemler
göründüğümüz gibi olalım. Çarpık namus anlayışlarının canı
de yanlış olduğuna göre, değişik derecelerde olsa bile “namusu
cehenneme!
kirletme” olsa gerek. Başka bir deyişle “ırza geçmek”, kurbanın
*Son zamanlarda Mevlana'nın cinselliği üzerine çok spekülasyon
iradesine karşı yapıldığına göre, en azından “ırzına geçirilmiş”
yapılıyor. Mevlana eşcinsel bile olsa, 800 sene önceki koşullar ve
olmadan daha büyük bir namussuzluk olması gerekir. Veya bir
yaşam biçimleri onu “gey” diye tarif etmemize imkân vermez.
insanı öldürmek, bir insana cinsel ilişki teklif etmekten (ters
“Geylik” modern bir konsept olup 800 sene önce Anadolu'da var
bile olsa!) en azından daha büyük bir namussuzluktur.
olması mümkün olmayan politik bir tariftir. Sadece Rumi'nin hocası
Devletin parasını çarpmak (onda hepimizin hakkı olduğuna
ve hayat arkadaşı Şems'i, büyük bir aşkla sevdiğini biliyoruz. Kaldı
göre), naylon fatura düzenlemek, rüşvet almak, torpil
ki
yapmak, tüzüğünde “lezbiyen ve gey kelimeleri geçiyor” diye
kaybetmez: “Kimse bilmez, gönlü bu kadar mutlu uyandıran nedir!
Mevlana heteroseksüel bile
olsa, değerinden hiçbir
o derneği kapatma kararı almak, “ahlaka aykırı ve toplumun
Belki de bir seher meltemi, Tanrı'nın yüzünden peçeyi uçurdu”.
değerlerine ters düşen bir dernek kurmaktan'' en aşağısından
**Soyluluk.
daha namussuzca olsa gerek. Bu çarpık “namus anlayışını”
***Alçak gönüllülük.
şey
ahlak içi
bilirsin iyi biri değilimdir* sürmelican surmelican@kaosgl.org
Sıcağın,
insanı
kamçılarcasına
yataktan
kaldırdığı
bir
Babası oğluna "entel mi oldun?" diye sorduğunda verilen cevap içler acısıydı. “Allah yazdıysa bozsun (tahtaya vurarak), o nasıl söz" gibi
sabahta uyandım. Sırılsıklam ve yarı
satır nüshaları, bir zamanların “Leman” tayfasının çizdiği gey/entel
çıplaktım. dolandım
Bir
ara
evin
içinde
kelimeleri arasında sıkışmış ayrımcılığın ucuz karikatürü olarak
ve buzdolabına
doğru
canlanmıştı. Entelin ibneye terfi ettiği bir ülkede, bilgi elbet
yürüdüm. Bir şeftali aldım. Balkona
küçümsenmeliydi. Ne de olsa eşcinsel olmak, en az bilgili olmak
çıktım. Sabah mahmurluğuyla etrafa baktım. Gözüm asfalta yapışık
kadar hakir görülen bir şeydi. Ahlakın bilgi üzerinden heteroseksist
garip bir nesneye ilişti. Daha sonra onun, kafası kopmuş güvercin
bakışla yüceltilmesi, toplumun aslında cehalete ne kadar susamış
cesedi olduğunu fark ettim. Paramparçaydı. Üzerinden bilmem kaç
olduğunun bir göstergesiydi. Kaldı ki üç çocuk yapmayan, sokaklarda
kez araba geçmişti. Uzunca ona baktım ve ona bakarak mutfaktan
kovalanan, pornografiyi sorgulayanlar bu ülkeye yakışmazdı. Onlar
aldığım şeftaliyi güzelce yedim. Olayın tüm vahşetiyle donup
olsa olsa duvardaki başka bir tuğlaydı.
kalmaktansa
Amerikalı profesör Norman Daniels'in: “özgürlüğün etkili biçimde
karnımı
doyurmak
daha
birincildi.
Gördüğüm,
yineleyen bir hadiseydi. O yüzden etkilenmedim. Aslında bu bir
hayata geçirilmesi, gerekli olan tayin edilmiş yasal danışma ya da
kayıtsızlıktı. Yaşama, ölüme, dünyada olup bitene. Nefretin bizi
kitle iletişim araçları gibi kaynaklara ve kurumlara kolayca ulaşmayla
uykuda yakalayan yanı, görmezden gelen tavrıyla baş başaydı.
sağlanır”1 sözü, onur yürüyüşlerinin ekranlarda neden sansürlendiği
Travesti cinayetlerine, dernek kapatmalara, tuzla katliamlarına
hakkında bize yardımcı oluyor. Çünkü böylece, devrimin bulaşıcılığı
uzanan sessiz bir haykırıştı.
bir kez daha onaylanıyor. Belki medya o yüzden bu kadar aymaz ve
Bir süre sonra tuvalete gidip, ağzımı çalkaladım. Odama çekildim.
kurnaz. Küstahça kullandığı eril dilin ardına sığınan bir sırtlan. Bozuk
Televizyonu açtım. Başka bir dünyaya daldım. Kablolu kanalların
bir düzen uğruna, nice insan onurunu dişleyen tek püriten.
birinde, siyahî Amerikalıların başrolünü üstlendiği bir diziye takıldım.
Feminist bir aktivistin travestiler üzerine yazdığı bir kitap sonrası
Neyse ki Cosby'ler değildi. Klasik beyaz Amerikan ailesini andıran
büyük gazetelerden birine yaptığı röportaj buna bir göndermeydi.
dizi, kendine özgü zenci argosu ve maçoluğuyla bir ötekiyi
Hatta röportajda sorulan “sizi neden hep ötekilerle (Kürtler,
çağrıştıran tüm öznelere sahipti. Bunlardan en belirgini ise yine bir
travestiler, sokak çocukları ) görüyoruz” sorusuna verilen: “her tada
heteroseksizm ezberiydi.
bakmak lazım”, cevabıydı. Ama ne yazık ki kendisinin ötekilere sözde
Ezberin tekrarlandığı bölümde, aile reisi (baba) çocuğunu doktora
sahip çıkan tavrı, bu devrilen talihsiz çamın yerini dolduramadı.
götürüyor. Doktorun çocukla işi bitince de baba kendi rahatsızlığını
Çünkü söz bir kez ağızdan çıkmıştı. Gurme tadında “öteki” sorunsalı,
dile getiriyor. Belli ki biraz “müstehcen”! Baba oğlunu dışarı çıkarıyor.
bir kez daha rafa kalkmıştı. Başkaldırı elbet cezbediciydi. Fakat
Adamın idrar yapmada problem yaşadığı ortaya çıkıyor ve doktor
hesaplaşmada atıl kalmak affedilmezdi. İktidarın ve onun koruyucu
prostattan kuşkulandığı için anal muayene yapmak istiyor. Baba bu
kalkanı ahlakın, sadece mensup olduğu siyah takım elbisede değil,
konuda “muhafazakâr” olduğu için başlıyor espri patlatmaya. Anlıyor
yeni muhalif eksende de yer etmesi gözden kaçmamıştı. Hâlbuki bizi
ki doktor, bir “adam” manifestosuyla karşı karşıya. Dizi devam
iyiye götürecek şey, utanmadan, dürüstçe ve birbirine saygı
ediyor. Doktor, adama kolonoskopi gerektiğini söylüyor. Onun
üzerinden gelişen bir ahlakla ayakta kalmaktı. Ama ne ironidir ki
üzerine yeni bir komedi dalgası daha yükseliyor. Baba evine dönüyor
hiçbirimiz “iyi” değildi. Çünkü iyi, temsil ettiği kıstasların dışına bizi
ve akşam rüyasında kendisine kolonoskopsi yapıldığını görüyor.
çoktan itmişti. Kendi iyimizi yaratmaksa en asli görevimizdi. Her ne
Hayali işlem gerçekleşirken fondan, etkileyici bir ses
kadar tiksindiğimiz çamura batmak kaçınılmaz
geliyor. Barry White şarkı söylüyor. Sanırım kurulu
olsa da bizi bu çamura bulayanın cinsel
düzene bu kadar adapte olan başka bir “afro”
ahlak değil de kayıtsızlık olduğunu bilmek,
sitcom
olamazdı.
muhafazakârlaşarak
var
Siyahın olduğu,
ancak komedinin
heteroseksizme nüksettiği, kısaca ahlakı beyaz, bahtı kara düzen, bizimkisini aratmamıştı. Ahlak, sınıf ahlakı olarak kendini bir kez daha göstermişti.
tutunacağımız yegâne daldı. “İnsan hayatının taşıdığı amacın en geniş halk kitleleri için azami mutluluğu sağlamak olduğu ve ancak bu amacın sınırları içinde kişisel mutluluğun gerçekleştirilebileceği”
2
Buna tepkim, önceki akşamdan kalma diyalogların
inancı, sağ kalan masumiyetimize biçtiğimiz
zırvalığıydı. Sezon sonu gelen birçok dizi güze kendini
anttı. O ki dünyaya ve onun bünyesindeki canlı
taşırken, yaz türevlerinden biri buna örnekti. Küresel ısınmaya dikkat çekmek adına kendini polis
cansız tüm organizmaya duyduğumuz saygıydı. * You know I'm no good Amy Whinehouse
karakolunun önündeki direğe bağlayan bir 1
kadın eylemciye kur yapmak uğruna eyleme
katılan
bir
2
hikâyesiydi.
Asıl
hadise
babasına
Marksizm, Ahlak ve Toplumsal Adalet
Marksizm, Ahlak ve Toplumsal Adalet
Peffer, Ayrıntı Yayınları (96. sayfa)
durumu
açıklarkenki
diyaloğuydu.
R. G.
Peffer, Ayrıntı Yayınları (382. sayfa)
çocuğun
R. G.
23
ahlak içi
ahlaksızlığımızın izini sürerken yeşim başaran yesim_tuba@yahoo.com
lezbiyen, gey,
Ta ki, farklı şehirlerin valilikleri tek tek kurduğumuz bütün dernekler
biseksüel, travesti ve transeksüeller ahlaksız
Biz
ahlaksız
mıyız?
Bizler,
hakkında ahlaka aykırılıktan suç duyurusunda bulunana kadar.
mıyız? Ahlaksızsak, neden ahlaksızız?
Böylece yüzleştik. LGBT bireylerin ahlaklı olup olmadığı tartışması
Yıllar öncesinden bir sohbet geliyor aklıma. Bir
böylece tarihe/belgelere geçmiş oldu. Bu suç duyurularını müteakip
ar k ad aş ı m
oluşan dosyalarda kimileri eşcinselliğin ahlaksızlık olduğunu yazdı,
“ t o p l u ma
ah l ak l ı
i n s an l ar
göstermeliyiz”
demişti.
kimileri de bir varoluş biçimi olduğunu savundu. En son Beyoğlu 3.
“Eşcinsellikten bashetmemeliyiz, eşcinselliği
Asliye Hukuk Mahkemesi, Lambdaistanbul hakkında hukuka, ahlaka
olduğumuzu
ahlaksızlık olarak görüyorlar, o nedenle biz de
ve Türk aile yapısına aykırılıktan kapatma kararı verdi. Tüm bu
ne
başvurular, mahkemeler, dava dosyalarına giren yazışmalarda
kadar
ahlaklı
insanlar
olduğumuzu
göstermeliyiz”. Bunu nasıl yapacaktık? Başkaları ahlaksızlık olarak
hayır ahlaksız değiller” sarmalından
görüyor diye kimliğimizi arka plana atarak, ahlaksız olmadığımızı
çıkamadı. Lambdaistanbul kapatma davasının ilk celsesinde dernek
insanlara nasıl gösterecektik? Şöyle mi: “Lezbiyenim ama hiç yalan
avukatları, iddia makamından ahlaksızlıktan neyi kastettiklerini
söylemem,
24
tartışma “evet, ahlaksızlar
çok
açıklamalarını talep ettiler. Ancak hakim bu talebi dikkate almadı ve
yardımseverimdir, herkesin yardımına koşarım” veya “transeksüelim
çok
ahlaklıyımdır ”,
“biseksüelim,
ama
işleme koymadı. Dolayısıyla bu mahkeme verdiği kararla lezbiyen,
ama sen bakma öyle olduğuma, bizim mahalledeki bütün kedi ve
gey, biseksüel, travesti ve transseksüel kimliklerini ahlaksızlık olarak
köpekleri ben beslerim”. Bu muydu izlememiz gereken strateji.
ilan etti, ancak hiçbirimiz kastedilenin ne olduğunu öğrenememiş
Kimliğimizin yanına “ama” kelimesini eklemek mi? Zaten yaygın
olduk.
olarak olumsuz anlamlar yüklenen kimliklerimizin olumsuz olduklarını
Buradaki ahlaksızlık kelimesi öyle bir kelime ki, içeriğinin belli
kabul etmek ve onay verdiğimiz için bir de bu içeriği güçlendirmek mi?
olmaması gücünü hiç azaltmıyor. Kelime ağızdan çıktı mı bir kere,
Kimliğimizden dolayı utanan, özür dileyen bir konum almak mı?
üzerimize fırlatıldı mı, işte o an savunmasız bir şekilde kirleniyoruz, ne
Tabii eğer “ahlaksızlık” diyerek cinselliği kastediyorlarsa, şu cümle ile
olduğunu bilmediğimiz bir olumsuzluğun yaşayan temsili haline
mi savunacaktık kendimizi: “lezbiyenim ama çok ahlaklıyım, elime
geliyoruz. Lambdaistanbul'un ahlaksızlıktan yargılandığı davada bile
erkek eli değmedi, tabii kadın eli de”. Sahi, o zaman hangi sözle cevap
ahlak kavramından ne kastedildiği net bir şekilde ifade edilmediği için,
verecektik? Doğrudan varoluşumuzun kendisini ahlaksızlıkla itham
nasıl bir suçlama ile karşı karşıya olduğumuz belli değil. Durum sadece
etmiş oldular çünkü. Herhangi bir panzehiri olmayan bir lanetten
bize bir olumsuzluk atfetmekten ibaret. Birileri dayanaklarını
bahsediyorlar,
bizden
bahsederken.
Ne
yapacaktık
o
zaman,
buharlaşıp gökyüzüne karışmak dışında bir çözüm olabilir mi bu
açıklamaya
gerek
bile
duymadan,
bizi
olumsuz
bir
sıfatla
nitelendiriyor. Sonra da biz bununla başa çıkmak zorunda kalıyoruz.
durumda.
Bu iktidarın dili değil mi? Orada bahsedilenin ahlak olması gerekmiyor.
LGBT varoluş mücadelesinde “böyle doğduk, seçimimiz değildi”
Kelimenin ve anlamının hiç bir önemi yok. Olumsuzluk içermesi
tınısıyla merhamet dilenen bir damar mevcut elbette. Kendini kirli
yeterli. Bu dünyada bize yer olmadığını düşünen birisinin, bu
kabul eden ve bu gerçeği değiştiremeyeceği için bu kirli haliyle kabul
düşüncesini cümle içinde kullanma hali bu sadece. Ahlak gibi hukuksal
bekleyen, af, merhamet dileyen. Başkalarının bize ithamını sorgusuz
belgelere yakışan afili bir kelime yerine “siz iğrençsiniz, siz pisliksiniz”
sualsiz üstüne alıp, onun içerisinde varolabilecek bir alan yaratmaya
de diyebilirlerdi; ve biz yine bizden nefret edildiği bilgisi dışında ne
çalışan. Kendini sevmeyen, benzerini sevmeyen, her adımından
kastedildiğini anlamamış olabilirdik.
sonra, kendini beğendirmeye çalıştığı otoritelerin yorumlarının,
Bu durumda cevap vermek yerine durumu ters yüz etmemiz
homurtularının, beklentilerinin çizgisini kendine yaşam amacı edinen.
gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız” cümlesini söyleyen kişinin aslında hiç bir
Gerekirse benzerlerine küfrederek onlar kadar ahlaksız olmadığını
şey söylemiyor olduğunu anlamasını sağlamamız gerekiyor. Bunu
göstermeye çalışan.
yapabilmek için, “ahlaksız” kelimesinin kendinden menkul gücünün
Mücadele tarihimizde bu tartışma, yani “ahlaklılık” üzerinden
üzerimizdeki etkisinden kurtulabilmemiz gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız”
yürüyen tartışma topluluğumuzun bilinçaltı seviyelerini işgal
diyerek gücünü tarihten, toplumdan, geleneklerden, kurallardan ve
edegeldi nicedir. Bize doğrudan “siz ahlaksızsınız” diyen
sorgulanmayan ön kabullerden alan insanların aslında donanımsız ve
çevrelerle neredeyse hiç yüzyüze gelmediğimizden, çabamızı
çaresiz olduklarını görmemiz ve onlara gösterebilmemiz gerekiyor.
“eşcinsel düşmanı olmayan ama yine de homofobisinden tam
Onlar bizi anlamıyor diye kendimizi kötü hissetmekten vazgeçmemiz
arınmamış” çevrelere dönük sarfettiğimizden, ahlaklı olup
gerekiyor. Toplum içerisinde dolanan atomik yüzleştiriciler haline
olmadığımız
tartışmasıyla
yüzleşmedik
yeteri
kadar.
Ahlaksızsınız diyenlere sırtımızı döndük, konuyu fazla da
gelmemiz gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız?”
kurcalamadık, ahlaksız olduğumuzu düşünmeyenlerle başbaşa verip, diğerlerinin varlığını unutmayı tercih ettik.
“Kim, ben mi? Hayırdır... Nerden çıktı şimdi bu? Ne iş?”
ahlak içi
ahlak şemsiyesi kimin için(de)* açılsın? adnan yıldız flamingokolu@gmail.com
Turgut'a/Sezen'e
yazayım ben sana 'ahlak' üzerine? Bu kadar entrikanın, kara hesabın, oyunun döndüğü bir ülkede olanı televizyondan izleyen
Her ahlak kurgusaldır; DNA yapısında kendi
gençlere, çocuklara nasıl anlatılır güzel bir dünyanın mümkün
sosyal kurgusunu ve kültürel kontrol
olduğu? Herşey siyasetten geçmiyor mu? Nasıl geçireceğiz bu
mekanizmalarını içerir. Eee, her kurgunun da
baştakilere sözümüzü? Ben de insanım, ben de ahlaklıyım, belki
dayandığı öznel bir ahlak yorumu-etik
türbanlıyım, belki geyim-lezbiyenim-travestiyim, belki Ermeni'yim,
anlayışı yok mu? 'Oxymoron' bir önerme
Kürt'üm, hatta hepsi birdenim. Evet, evet ben hepsi birdenim ve
bulmuşsun, -şimdi biz ne desek, sen haklı
senin üniter ahlak anlayışını kabul etmiyorum. Bu ülkede
çıkarsın! demeyin. Konuyu ahlak denen
yaşıyorum, kendi sentezimi yapmakta da özgürüm.
fenomenin bugün toplumsal olarak nasıl bir işleve mahkum
Turgut Uyar'ın “...sizin alınız al, inandım, sizin morunuz mor,
bırakıldığına getirmek istiyorum. İlla şunu mu demeliyim: Bugün
inandım... tanrınız büyük amenna...” diye dizdiği laf kümelerini
ne kadar ahlaksızsan, o kadar yüce bir insansın, manevi bir
(hele bir de kraliçeden, Minik Serçe'den) yakalayanınız olmuşsa,
değersin. Bugün ahlak mahlak kalmamıştır. Ahlak, başkalarıyla
şimdi benim burada kendimi parçalasam söyleyemeyeceğim, size
paylaştığın bir korkaklık pelerinidir ki, seni görünmez-dokunulmaz
geçiremeyeceğim 'ifade zenginliğine' zaten aşikardır. Orada insana
ve 'onlardan biri' yapsın. Çal, yalan söyle, kötülük yap demiyorum.
damardan geçen şey-sözle his arası- artık her neyse- bir adamın
Tersine bunları yapmıyorsan neden yapmıyorsun diyorum? Neden
'ahlak' denen şeye karşı (ama aslında başkalarının kurgusunda,
yapmadığını kendine sor-diyorum. Asıl yaşadığın toplumda ahlaksız
dizgisinde, kontrolünde, alfabesinde, kimliğinde, kıyafetinde,
denilen, kafalarda 'ahlaksız' bir resim çerçevesine hapsedilenlerin
isminde, cisminde... yaşamaya karşı) ürettiği en güzel argümandır.
kim olduğunu da görerek yaşa istiyorum. Çünkü LAMBDA'ya püf
Bunlar, diğerlerinin karşısına geçmiş ama karşısına dikilmemiş bir
derken, öne sürülen gerekçe, ahlaksızlıktı. Ben onlardan daha
adamın dizeleridir. Onu aramızda en iyi anlayanın/en çok
ahlaklı bir dernek, daha ahlaklı bir sivil toplum örgütü görmedim
hissedenin de, aslında hepimizi en iyi anlayan/tanıtan kadın (Minik
(biraz gürültücü olabilirler, çok konuşuyorlar felan ama...).
Serçe) olması ne güzel bir tecellisidir-hayatın? Ben kendi ahlakını
O nedenle yargımıza, yürütmemize soruyorum. Ahlak, nedir? Sizi
kuranların, kurdukları ahlak anlayışlarıyla da kendilerinden
duyuyorum sayın büyüklerim, sizi duyuyorum;-Ahlak, aslında bir
başkalarına yeni alanlar ve imkanlar açanların ahlakını seviyorum.
tür şemsiyedir. Ve açılınca hepimizi içine alamayacağı için bazılarını
Ben bencil olmayan, kontrol etmeyen, insanları üniter bir siyasi
yağmurda bırakır. Islanan ve bunun tadını çıkaran biri olarak Kaos
yapılanmaya dönüştürmeyen, çoğulcu ve özgürlükçü ahlakı
GL okuruna sesleniyorum: -Islanmak, güzeldir.
seviyorum. Ahlak, görgü, terbiye güzel eldivenlerdir; kadife kadife,
Ahlak ahlak diye tutturduk, ama ahlak her yerde. Medya ahlakı-
ipeksi ipeksi, yumuşak yumuşak... Siyah deriden olduğunda,
haber/tartışma etiği, futbol etiği/sporcu ahlakı, siyaseten ahlaklı
parmak izlerini gizlediğinde ise şeytan işidir.
olmak... Diğerleri onun ekseninde şekillendiği için (bir ülkenin
Ahlak neymiş: -Kafamızda “toplum, cemiyet, diğerleri, çoğunluk...”
siyaseti neyse, patlıcan ezmesi, biber dolması da odur) siyasette
falan diye soyutladığımız; tanımı belirsiz baskı mekanizmalarının
duralım. Uzaktan takip ettiğim kadarıyla, siyaseten bu yaz canımız
toplamının yarattığı, ürettiği bu sistemler ağında ekmek almaya
çıktı. Postalla çarık arası bir kutuplaşma
giderken bile pijamanın yerine pantolon
modasına mecbur bırakılan nesiller ne
giymek, ayak ayak üstüne atmamak, sakız
yazın ne de vatansever büyük bestekar-
çiğnememek... gibi küçük enjektelerle
güftekar-yorumcu Serdar Ortaç'ın
damardan verilen, sizi zehirleyen şeydir.
“şeytan”ının tadını çıkaramadı. Sahiller
Başkaları ne der diye yapmadığınız,
boşaldı. Fenta konserlerinde şöyle doya
etmediğiniz; kendinize söyleyemediğiniz,
doya bir zıplanamadı. Allahtan bu sefer
bastırdığınız, öldürdüğünüz şeyleri
darbesiz atlattık (bkz. 2. Dandanakan
yeşertmeye başladığınızda; kendinize yeniden
Medya Muharebesi-paşaların iş üstünde
yaklaştığınızda ise kendi ahlakınızı bulmaya
yakalandığı, karşı darbeci refleks), üstelik
başlarsınız.
parti kapatma davası sadece hazineden
Şemsiyenin altına girmeden, ıslanın... Nasılsa
cezayla sonuçlandı da, şöyle bir Rock'n
yağmur biter, güneş açar. Şemsiyeler, esas
Coke'dan öncesi soluk aldık. Yani, siyaseten
altına girenlere girer...
etik ve ahlak anlamlarının o kadar içinin boşaldığı bir dönemde, -Uğurcuğum, ne
taipei, yaz, 2008
*kirli parantezleri sevenlere özel...
25
mor ahlak
“ahlaksızlık” kol geziyor ipek ilkkaracan Beni ilk defa “feminist” olarak tanımlayan ben
hazır bir kavramın, evrensel insan hakları ile uyumlu olması zorunlu
değildim; lisede erkek sınıf arkadaşlarımdı ve
yasalarda bir dayanak olarak yer almasını engellemek üzerine
bana aslında son derece haklı ve öngörülü
mücadele verdik; çoğu yerde başarılı olduk, “namus cinsiyetleri”,
getirdikleri
26
yakıştırması,
“cinsel yönelim temelinde ayrımcılık”, “bekaret kontrolleri”, “15-18
aramızda cereyan eden bir “ahlak” tartışması
bu
“feminist”
yaş arası gençlerin cinsel ilişkileri” gibi bir grup maddede ayrımcılık
sonucunda gelmişti. 1980'li yıllar, İstanbul'da
ve hak ihlali unsurları elenemedi;
mücadele devam ediyor.
bir Amerikan Kolejinin kantini. Çok sevdiğim
Lambda'ya karşı yerel mahkemenin verdiği kapatma kararı, Galata
bir çocukluk (kız) arkadaşım gıyabında, erkek
Köprüsü üzerinde balık tutan bir kadına “uygunsuz” kıyafeti
sınıf arkadaşlarım “hafif” yakıştırmasında
nedeniyle verilen hapis cezası, yakın zamanda bir milletvekilinin
bulundular. Zira bu kız arkadaş hepimizin ortak arkadaşı bir erkek ile
Meclise
yaz kampında bir çadırda “aşna fişne” yapmıştı. Birkaç arkadaş
mücadelenin yeni unsurları.
sunduğu
“gençleri
korumaya
yönelik
kanun”
bu
kantinde beni bir köşede yakalayıp “o kızla arkadaş olmanı hiç
Peki, “ahlak” kavramını yaşamımızda istemiyor muyuz? Beş buçuk
yakıştıramıyoruz”
yaşında bir kız annesi olarak her zamankinden daha çok “ahlak”,
gibilerinden
bir
şeyler
söylemişlerdi.
Kız
arkadaşıma ve bana yöneltilen bu yakışıksız ithamlar karşısında
“toplumsal değerler” gibi kavramlar üzerine kafa yoruyorum.
isyan edip şöyle demiştim; “aşna fişne çift taraflıdır, kızın yaptıkları
Aslında kızımı “ahlak”lı, evrensel değerleri barındıran bir Türkiye'de
hafif'se erkek de aynı hafifliğe ortak olmuş demektir; o zaman ben
yetiştirebilmeyi
arzu
ediyorum.
Ancak
etrafıma
bakıyorum,
de size onunla arkadaş olmanızı yakıştıramıyorum desem?”
“ahlaksızlık” kol geziyor. Bir okul yönetiminin velilere yalan
Karşı taraftan yanıt: “Olur mu, o erkek, erkek farklıdır, canı ne ister
söylemesi ahlaksızlıktır. Kimi çocuklar her türlü eğitim olanağına,
yapar, kız aynı şey değil.”
sağlık ve sosyal olanaklara sahipken, çoğunluğun bu olanaklardan
Benden geri yanıt: “Siz Lise 1'deki biyoloji dersini iyi algılamadınız
yararlanamaması
galiba; cinsellik konusunu işlediğimizde erkek ve kadın cinselliği
kademelerinde,
arasında böyle bir fark olduğu söylenmemişti, isterseniz gidelim
yolsuzluklar ahlaksızlıktır. Toplumsal sorunları, savaş ve şiddet ile
hocaya soralım.”
çözmeye çalışmak ahlaksızlıktır. Sevdiği adamla kaçtı diye genç bir
ahlaksızlıktır.
hepimizin
ödediği
Devletin
üst
vergi gelirleri
yönetim ile
yapılan
Karşı taraf: “Bırakın bunu ya, bu feminist. Bundan sonra ona
kızın ailesi tarafından “namus” adına öldürülmesi, katillerin ise
manyak feminist'in kısaltılmışı olarak “mafe” diyelim.”
devlet eliyle yasal indirimlerden yararlandırılması ahlaksızlığın dik
Henüz 16'sında liseli bir kız olarak onlara çok kızdığımı hatırlıyorum;
alasıdır bana sorarsanız. Türkiye'de büyümekte olan kızıma ve diğer
zira “feminizm” bir şekilde (ve nedense) çok da hoşlandığım bir
çocuklara işte bu ahlaksızlıklar zarar verecektir. Galata Köprüsü'nde
kavram değildi. Ama liseden mezun olana kadar lakabım “mafe”
dilediği elbiseyle dileyen kadın balık tutabilir, bundan ancak “ahlak”
olarak kaldı. Yıllıkta da arkadaşlarımın yazdığı “sevgili mafe” diye
kavramını
başlayan ithaflardan tutun da, yıllar sonra kadın hareketi içerisinde
kimseciklere bir zararı dokunmaz. Lambda veya Kaos GL gibi
içselleştirememiş
ahlaksızlar
gocunabilir;
başka
kadın örgütleri ile aktif olarak çalışmaya başladığımda, aynı
örgütler, gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellerin insan
arkadaşların, “biz zaten biliyorduk senin mafe olduğunu” diye
hakları için mücadele verdikleri sürece, Türkiye'de tüm çocuklar bu
takılmalarına kadar. İlk basta tepki ile karşıladığım bu sıfat, zaman
mücadelenin sonucunda oluşacak daha özgürlükçü, barışçıl ve
içerisinde üzerimde gururla taşıdığım bir kimliğe dönüştü.
kendisi ile barışık bir toplumun bireyleri olarak bundan sadece fayda
Kadın hareketi içinde geçirdiğim yıllarda, gerek Türkiye'de
görürler.
gerek yurt dışında, aslında çok olumlu yorumları olabilecek
Ahlak aslında “evrensel insan haklarına saygı ve bu hakları
“ahlak” kavramının cinsiyetçi çevreler tarafından evirilip
koruma”ya dayanan bir amaç olarak tanımlanmalı. Oysa yukarıdaki
çevrilip haksızlık, eşitsizlik, insan hakları ihlali yolunda bir
ihlallerin hepsinde “ahlak”ın böyle bir amaçtan ziyade, hak
araç olarak kullanılmasına karşı nice mücadelenin içinde yer
ihlallerini meşrulaştırıcı bir “araç”a dönüştüğünü görüyoruz. Her
aldım; almaya da devam ediyorum. Türk Ceza Kanunu Kadın
şeyden önce ataerkil sistemin, kadınların bedenlerini ve cinselliğini
Platformu olarak 2003-2006 yılları arasında verdiğimiz
denetlemek için kullandıkları bir araç. Ayrıca heteroseksüel ataerkil
mücadelenin de ana eksenlerinden biri buydu: “Kamu ahlakı”
sistemin, kadın ve erkek, tüm insanların cinsel yönelim ve
gibi muallak, zaman ve topluma göre her türlü şekle girmeye
kimliklerini denetlemek için kullandıkları bir araç.
mor ahlak
ahlakın cinsiyeti
selen doğan selen@kaosgl.org
Ahlaktan ne anladığımıza bağlı
parmağı. Tıpkı, öğrenilmiş erkekliğin, çokçatallı bir yılan dili gibi
olarak değişen herhangi bir
kadınların başının üstünde dolanması gibi ahlak da her an sobelemeye
ahlaksızlık yargısı karşısında,
can attığı kadınların yanı başında, hiç de masum ve hiç de adil ve hiç de
alınması
uslu durmayan bir cendere sanki. Ahlakın, benzer içerik ve çağrışımdaki
beklenenin yalnız ve ancak
bu
-sızlığı
üstüne
'namus' gibi, bir cinsin kendi bedeni üzerindeki tasarrufuna göre 'var' ya
kadın olduğunu düşünmek bir
da 'yok' olmasını nasıl bir insanlık bilgisiyle okumamız gerektiği ise zor
önyargı mıdır? Elbette hayır. Öyleyse ahlakın bir cinsiyeti
bir soru.
olduğunu, bazı kavramları cinsiyetlendirmenin bizzat ve başlı
Ama zor olmayan bir şey var: Soru sormak.
başına bir cinsiyetçilik oyunu olageldiğini söylemek yerinde
Sokakta 'orasını' kaşıyarak dolaşan adam ahlaklıysa, yazlık bir elbiseyle
midir? Tabii ki evet!
köprüde balık tutan kadın niçin ahlaksız? Kızını verip karşılığında para
Bu sızlık durumu karşısında kimden yana durulacağına
alan adamın bu alışverişi ahlaklı bir eylemse, tüm kapılar yüzüne
siyaseten karar vermiş ve ahlakın cinsiyet ve cinsellikle ilişkisini
kapanan transeksüelin seks işçiliği yapması niçin ahlaksızca? Diyanet'in
baz alan bir duruş seçmiş olanlar, sözgelimi dinsel öğretinin,
“feminizm ahlak dışıdır” diyebilmesi ahlaka sığıyorsa, bir porno yıldızının
önüne “güzel” sıfatı koyarak yüksek bir erdem olarak
Papa'ya “rahipler filmlerimi izlesin” demesi niçin ahlakın dışında?
işaretlediği ahlakı bir ve biricik dayanak sayarlar. Buna göre;
Heykellere tükürüp üniversite yıkmaya kalkışan belediye başkanı… Bir
asıp kesen, çalıp çırpan, sövüp sayan… erkeğin ahlaksızlığından
yurttaşa “ananı da al git” diyen başbakan… Kadın meslektaşlarına
söz edilmesi beklenir. Ne ki bu, nafiledir. Belki şanı böyle
“feminizmin kölesi olmayın” diyen milletvekili… Eşinin üzerine dışkı
yürüdüğü için. Cümleyi başa saralım: …bir ve biricik dayanak
boşaltan yazar… Lambda'yı 'ahlaksız olduğu için' kapattırmak isteyen
sayarlar. Buna göre; açılıp saçılan, öpüşüp sevişen, yakıp
vali… Latife Tekin'i susturmaya çalışan belediye başkanı… Filminin
kavuran kadın ahlaksızın tekidir! Ve bu harikulade önermeye
gösterimini yarıda kestiği Rüya Köksal'ı kovan bir diğer belediye
akıl sır erdirmeye çalışmak da nafiledir. Neden?
başkanı… Bir kız çocuğu taciz eden yaşlı gazeteci… Feministlere 'orospu'
Çünkü, erkek egemen sistemlerin tüm tipik aktörleri de bu
diyen bir başka gazeteci… Ve daha niceleri…
dayanağa sahip çıkar. Onlara göre makbul olan, bedensiz kadındır. Arzulamayan, arzulanmayan, karşısındaki bedene
Tek ortaklıkları erkek kimlikleri olmayan bu kişilerin ahlak literatürüne
yalnızca hizmet ve yalnızca hürmet eden kadın… Bedeninden
nasıl geçtiğini unutmazsak, 'genel ahlak'ın aslında kimler üzerinden tarif
sıyrılmış kadın… Bedeni araçsallaştırılan kadın, var oluşundan
edilmesi gerektiğini de buluruz belki. Kavramları cinsiyetlendirenlerin
bu yana bir türlü kendisine ait kılamadığı bu emaneti sakınıp
kimler olduğunu da. Kadınlığın ahlak gibi kaypak sözcüklerin tek taraflı
saklamak zorunda kalır. Zira denetimsiz beden, ahlak-sızlığa
yükünden kurtulmasına izin vermeyen ataerkil cinsiyetçiliğin nasıl bir
açık ve hazırdır. Beden artık kamusaldır. Ahlakın öznesi ise
aklın ürünü olduğunu da. O zaman belki erkek egemenlere şunu da
nihayetinde 'kadın' olur.
demeye mecalimiz kalır: Ahlak bir 'kadın' meselesi değildir. Ahlak
Öğrenilmiş ahlak, bu kadim bilgiyi kadınlar üzerinden okumayı
üzerine ahkam keserken dönüp kendinize bakın! Ahlak, biri yaptığında
yeğleyen bir toplumun, namus etiketli bir muhafaza içinde
iyi, diğeri yaptığında kötü olabilen bir şey değildir. Varsa herkes için her
sakladığı kadın bedenine karşı sallayabileceği biricik işaret
durumda geçerlidir. Yoksa zaten yapacak bir şey yok…
27
PORTFOLYO
fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz
GÖKYÜZÜ ALTINDA ORAL SEKS - MASPOLAMAS İsmail Necmi - 1999
yüz yüze
fotoğraf: okan bayülgen
Bu ülkede onun gibi konuşan, dil çıkaran başka bir isim yok. Aysel Gürel'in geride bıraktığı anlı şanlı “Türkiye'nin en ahlaksız kişisi” unvanını ondan daha iyi taşıyacak kimse de… Barbaros Şansal. Ya da Yamak. Yıldırım Mayruk'un eşi, dostu, yamağı. Terzi yamağı. Ya da Barbi. Renkli gözlüklerinin ardından hınzırca bakan, sivri dilli, utanmaz olan… Bir Ankara ziyaretinde soğuk biralar eşliğinde sohbet ettiğimiz Şansal modadan eğitime, edebiyattan dine, bu ülkede gördüğü ahlaksızlıkları bir bir anlattı bize. “Off the record” yapmadan hem de… Bu sayfalara girmeyenler de bizde kalsın diyerek Barbi'ye bırakıyoruz sözü.
homomatikler homofobiklere karşı! Türkiye'de medya homofobiyi körükleyen, insanları afyonlamaya iten bir strateji içinde. İki ters iki düz örgü ör, yemek pişir, başörtülü kadın beş çocukluyken ilk kocasına kaçsın… Muhabbet tellalı programlar, bütün ekranlar. Ondan sonra RTÜK başkanı helyum gazı üflesin. Mesele mizah. Hayat sizinle dalga geçmeden siz onunla dalga geçmeyi öğrenmelisiniz. İroniyi, hicvi, gülümsemeyi çok kaybetti bu toplum. Türkiye'nin üslubu yok. Eşcinsellik konusunda da yok. Eşcinseller potansiyel pezevenk, potansiyel nemfomanyak, potansiyel cinsel uzva tapanlar derneği olarak gösterilmeye çalışılıyor. Lambdaistanbul kapatılıyor, Bülent Ersoy ekranda, “Orhan göstersene” diyor. İkilem içinde bu ülke. Ama 60 ihtilalinin radyodaki cinsiyetsiz, postal sesleri Zeki Müren'in nağmeleriydi. 80 ihtilalinin kafamızdaki belgesi de kimin pipisi biliyoruz. İşte 21. yüzyılın başında benim sivri, çatallı dilim buna müdahale edecektir diye düşünüyorum. O yüzden “merhaba siyaset” diyorum. “Homomatikler Homofobiklere karşı!”. Kampanyamı buradan açıklıyorum. Haydi kızlar, yemin törenine! Dünya
insan
hakları
konusunda
geriliyor,
ilerlemiyor.
Emperyalizm
ve
küreselleşmenin getirdiği kültür erozyonuyla karşı karşıya dünya. Kahveci 'ch' ile yazılıyor, aşk 'sh' ile, eskici 'dj' ile yazılıyor. Kültürümüz ciddi imha ediliyor. Ağzı olan konuşuyor. BP Süper V gibi. Doğru konuşanları öne çıkarmak gerekiyor. Aklıselim konuşan, alt yapısı olan insanların bu ülkede söz sahibi olması gerekiyor. Medya bunu yapmıyor. Çünkü işine gelmiyor. Günde 30 tane perakende haber adına kimin memesi patladı, kim kiminle yattı, kim bikini giydi'nin peşinde. Nicelikteyiz hala. Türkiye nitelikle uğraşamıyor. Niteliksiz bir toplum bu. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları niteliksizdir. Nitelikleri yok. Meslekleri yok. Yüzde yirmisi işsiz olan bir ülkede zaten nitelik konuşulamaz. İstatistikler bunu gayet iyi açıklıyor. Üniversite mezunlarımızın beşte ikisi işsiz.
sana bir vibratör veririm… Beykent Üniversitesi - Tekstil Teknolojileri Fakültesi'ne konuşmaya gittim, çocuklar kumaş deseni yaparken neye dikkat edersiniz dedim, estetik dedi biri. Halbuki kumaşın eni boyu, verimliliği lazım. “Peki kızım neden kanson üzerine boyayla, fırçayla değil, bilgisayarla çalışıyorsunuz?” dedim, “seçenek çok, çok hızlı ve çok kolay” dedi. “Peki elektrik kesildiğinde ne yapacaksın?”, diye sordum, “jenaratör var ya” dedi. “Sana bir vibratör veririm” dedim ben de. Rektör çok kızmış. Ama ne yapayım. Kampüse gidiyorsun yarım saat solaryum 60, tam solaryum 120 milyon yazıyor. Eğitim bu değil. Eğitim bakanlığı olmaz, öğretim bakanlığı olur. Eğitim 7 yaşında tamamlanır. Ben ilkokula başladım, soldaki pipisini gösterdi, sağdaki çaldı. Sosyal hayat başladı. Öğrendim. Eğitim aile içinde tamamlanır. Türkiye'de oğlan çocukları kız gibi yapılır, saçları lüle yapılır, kurdele takılır bebekken, sandalyeye çıkarılıp folklor oynatılır, her şey yapılır, sonra da eline tabanca verilir. Dünyanın ekseni 23 derece 27 dakika eğridir. Erkek cinsel uzvunun 90 dereceden sapma açısını ben kaç kere ölçtüm, 23 derece 27 dakika eğri. O yüzden dünya Türklerin pipisinde dönüyor hala. Alın bir açıölçer her erkeği ölçün. Cinsel ve dinsel devrimin tamamlanmamış olması sorun. Bir kere kendi tarihimizi okuyamıyoruz,
alfabemiz
değiştirilmiş.
Kendi
dinimizi
okuyamıyoruz,
meal
okuyoruz. Türkçe ezanı da kabul ediyorum, Türkçe kuranı da... Ben kendi dilimde dinimi bilmeliyim. Başka bir dilde değil. Arapça bilmek zorunda değilim. Bunların Türkiye'de reformlara gitmesi gerekiyor.
herkes bir başkası olmaya çalışıyor Kaotik yapının içinde insanlar kimliklerini arıyor. Herkes bir başkası olmaya çalışıyor. Bugün Prada giyeyim, bugün Gucci giyeyim, bugün Ahmet'le yatayım, bugün Ayşe'yle yatayım… Kendinden kaçıyor herkes. Halbuki kendin olmak çok önemli. Diyanet İşleri diye bir kurum var. Başında sarıklı bir adam var. Niye Hahambaşı yok, niye satanist yok, niye Taocu seksçi yok? Niye Kamasutra yok? Din değil mi onlar da?
uğur yüksel
Diyanet İşleri dinlere bakmaz mı?
31
yamak'tan toplu iğneler Manken elbise askısıdır. Tahta olanı var, plastik olanı, kadife olanı… Tel maşa olanı var. Ben manken satmıyorum; elbise satıyorum. Türkiye'de top model yok ki… Türkiye'de defile mi var ki top model olsun? Delikli boncuk yerde kalmaz. Binnur Kaya'yı (Avrupa Yakası'nda Şahika karakterini canlandıran) moda ikonu diye çıkarttım. Dalga geçtim işte modayla. Uyanma zamanı!
İki seneye kadar ya Ankara'dan ya da İstanbul'dan bağımsız aday olacağım. Meclis TV'de reyting rekorları kıracağım. Oraya RTÜK karışamıyor işte.
Sonradan eşcinsel olunmaz, doğulur. Yedi yaşından bellidir eşcinsel olup olmadığın.
Bülly bebeği travesti barlarda gezdirdim. Takma kirpikleri çalındı. Sonra da Kenan Erçetingöz'e sattım. Sosyal ikondu o. Şimdi başka bebekler de yapacağız.
Bülent Ersoy ekrandayken Lambda'nın kapatılması büyük tezat. Dike dike bugünlere geldim.
32
Ben gençken “şorololar derneği” kurulacak diye gazeteler manşet
yetiştirilirdi, çocuk vermediği için sakalı çıkana kadar padişaha
atmıştı. Şorolo orta oyununda genç, tüyü bitmemiş, çığırtkan
hizmet ederlerdi. Sakalı bıyığı çıkmaya başladığı zaman saraydan
oğlana verilen isimdir. Eşcinsel değil yani. Ama o zamanlar eşcinsele
zenne tiyatrolarına…
verilen ad şoroloydu. Sonra lubunya oldu. Yani teşbih ve tuluat
Televizyon
sanatının bir teriminden, Kasımpaşa'nın bir mahallesinden bir
Cumhuriyeti'ndeki televizyonlar devlete bağlı afyonlama stratejileri
programı
yapmak
istemiyorum.
Çünkü
Türkiye
terime düştü.
olarak çalışıyor. Özgür bir şey yapmana imkan yok. Her yerde
türkiye'nin kültürü apış arası
insanların gözü üstünüzde. Onu deneme, bunu yapma… Hülya
Recep İvedik, Türkiye'nin kültürü. Apış arası. Ona gülüyor Türkiye.
Avşar da, Şahan Gökbakar da birkaç kere siyasi espri yapmaya
O yüzden hepimizin birey olarak bizden sonraki nesillerin hakları için
kalktılar, “yapma evladım” dediler, vazgeçtiler. Zeki Alasyaların,
kendi çıkarlarımızı, menfaatlerimizi bir kenara itmemizin zamandır.
Altan Erbulakların yaptıkları hiciv yok artık. Her şey yasak. Şu
Çünkü hak verilmez; alınır. Çok klasik bir laftır ama öyle.
yasak, bu yasak; ama kumar serbest. Devlet kumar oynatıyor.
'Toplu İğne' programında Barbaros Şansal'ın, Türkçe'nin esnek
Cumhurbaşkanı iddiayı bir kere onayladı, yabancıların satışına da
yapısından faydalanarak eşcinsellikle ilgili espriler yaptığı ve
izin verdi. Türkiye Cumhuriyeti'nde kumar yasak! Milli Piyango var,
eşcinselliği meşru bir olaymış gibi yansıtmaya çalıştığı kanaatine
İddia var, Spor Loto var, Altılı Ganyan var. Ama kumar yasak!
varıldığından dolayı müdahale edilmişti. 'Çengelli İğne'de ise bana
Benim doğrularım, bana göre doğrular. Diğerlerine göre doğru
söylenen, telefonla, “kaldırın”dı. Tepeden inme yani.
olmak zorunda değil, onunkilerin de bana olmayacağı gibi.
Türkiye'de azınlık haklarını en çok hak edenler, eşcinsellerdir. Bunca
Gelmezler, dikiş diktirmezler, tanımazlar, haberimizi yapmazlar…
yıl her yerde, her platformda cinsel kimliğimi açıkladım. Kompleks
Böylece ben de onların mastürbasyon gazetelerine düşmemiş
yapmadım. Birçok insan “bunu reklam olarak kullanıyorsun, sen
olurum.
lazım
Total muhalefet çok önemli. Benim muhalif bir duruşum var ama
bilmiyorum. Bu konuda bana uygulamalı yol gösterecek arkadaşa
aslında muhalif değilim. Muhalif gibi gözüküyorum. Üslupta var. Ben
müteşekkir kalacağım.
ahlak,
eşcinsel
değilsin”
diyor.
İnanmıyorlar.
Ne
yapmam
erdem
üzerine konuşuyorum.
İyi
kavramlar
üzerine
İskender'den Churcill'e dünyayı eşcinseller yönetmiştir. Eşcinseller
konuşuyorum. Nitelikler üzerine… Yaptığım işler de öyle… Ama
tampon oluşturdukları, çok yaratıcı oldukları için batı emperyalizmi
üslubum o kadar farklı ki, kara mizah, sanki eylem yapıyorum
eşcinsellerden her zaman çekinmiştir.
sanıyorlar. Eylem yapmıyor Barbaros, öyle algılatıyor. Sahne
eylem yapmıyor barbaros, öyle algılatıyor Osmanlılara, özellikle Divan edebiyatına baktığımız zaman “yürü servi revanım gidelim sadabada” şiirinin son dörtlüğü liselerde ders kitaplarında aruz vezninde okutulmaz, çıkarılmıştır. Çünkü “Cuma vakti annenden izin al yürü servi revanım gidelim sadabada” der. Cumaya sadece erkekler gider. Yazan erkektir. Selvi boylu kadın olmaz. Keman kaşlı kadın olmaz. Kadının peçesi var o devirde, kaşı gözükmez. Erkeğe yazılmıştır Divan edebiyatı. Osmanlıda uzun boylu kadın makbul değildir. Balıketli minyon kadınlar makbuldur. Nebi, Fuzuli, Baki, hepsi eşcinseldir. Sarayda eskiden içoğlanları
dediğimiz, sunum dediğimiz bir performans. O da bilgi birikimi, yatırım, altyapı; bir bütün olarak… Daha aklıselimim şu anda. İstediklerimi daha iyi biliyorum. Bugüne kadar
biriktirdiklerimi
bu
coğrafyayla
paylaşmak
istiyorum.
Gitmeden… Daha ayna olmak ve şimdiki zamanı doğru kaydetmek istiyorum. Şahıs olma, birey olma çabası var. Oysa şahıslar geçicidir, kurumlar kalıcıdır.
Türkiye
Cumhuriyeti'nin
en
büyük
sıkıntısı
kurumsallaşamamasıdır. Kurumsallaşmaya çalışan her şeyin de engellenmesi… Lambda'nın kapatılması gibi.
ahlak içi
“ahlak”, cuntanın yaptırımıdır new media theory group newmediatheory@rocketmail.com
Faşizm,
rasizm,
ayrımcılık,
dil
homofobi,
ayrımcılığı,
cinsel
düzendir. Düzen tektipliliği gerektirir, tıpkı ordunun ya da polis
ulusçuluk,
polis,
gücünün tektipliliği gibi. En kalabalık kitle olan halk da çok yönüyle
kontrgerilla, yurtseverlik… İşte devlet adı
t e k t i p l e ş t i r i l m e l i d i r.
Üniforma
bakımından
halkın
verdikleri sistemin yapı taşlarının sadece bir
tektipleştirilmesinin zor bir şey olduğunu sakın düşünmeyin; ordu
kaçı… Bu yapıtaşı dediğimiz faktörlerin ortak
ve polis birimlerinde bu meseleyi kökünden çözmüş olan sistem,
özelliği şüphesiz ki ortak ahlak tanılarıdır.
tüm dayatılmış organizmalarında aynı pratiği sürdürmektedir;
Gelgelelim bu ahlakın sözlüksel bir tanımı
ilkokul önlüğü, lise kıyafeti, iş yerlerinde getirilen standart
yoktur, size verecekleri anlam yani karşılık
zorunluluklar, bir kafe, bar çalışanının giymek durumunda kalacağı
yukarıdaki
ideolojik
üniformik elbiseler, takılması gereken önlük şeklinde örneklerini
yapılarını yansıtan direkt cümlelerden mürekkep olacaktır, hepsi bu.
sayısız çoğaltabiliriz. Güç ile girdiği ilişkide devlet eşitsizlikten dolayı
kelime
gruplarının
Ben burada siyasal etiğin iğrençliğini, ona edilen tecavüzü
zaten ahlaksızdır ve bununla da yetinecek değildir; gücü gereksiz
sorgulamayacağım, devlet “ahlak” diye tuttururken cezaevlerinde
kullanma
kadın koğuşlarında olup biten anlatılara değinmeyeceğim, mahalli
sapkınlaştığı
noktasına
inerek
gerçeğine
iki
varmak
kere
ahlaksızlaşan
gerekir.
devletin
Sapkınlaşan
devlet,
karakollardan tutun da gizli sorgu hücrelerine dek insanların başına
medyasından polisine dek tüm organlarıyla sapkınlık histerisini
gelenden de bahsetmeyeceğim. Bu örnekleri çoğaltabiliriz sizin de
uygulayacağı kurbanlar arar ki “arar” burada sadece mecazdır, zira
bildiğiniz gibi. Ben sadece ve kısaca pornografi sözcüğü kendisine
tüm sapkın pornografisini faşizanca uygulayacağı ve aslında
sadece düzüşmek eylemini çağrıştıran ama yukarıda saydıklarımla
pasifliğiyle buna gönüllü de sayılası halkının varlığı söz konusudur.
pornonun birçok alanında teorik ve pratik olarak eylem üreten
Anarşizm bu sapkın sevişme tekniğini reddeder, tıpkı ordunun size
devletin çok iyi yaptığı bir faşist-porno biçimi olarak röntgenden
askerlik adı altında yeltendiği tecavüzüne vicdani red ile karşı
bahsedeceğim. Foucault bize söylenmesi gerekenleri zaten söyledi,
koyum gibi. Pasif kalarak ses çıkarmayan halkın örgütlenmesi ve bu
burada entelcilik oynamayacağız, onun hapishane ve gözetleme
yönde çalışılması, girilmesi gereken başka bir alan ve maalesef
sistematiği üzerine yazdıkları bugün sadece birebir gerçek oluyor ve
şimdi burası yeri değil. Diğer kitle ise bu nazist tecavüzle savaşan
teknolojik olarak sürekli yenileniyor hepsi bu. Yoksa Foucault bize
insanların varlığıdır ki “gözetleme kameraları”na karşı duyulan
başımıza gelecek olan F Tipi hücre sisteminden de bahsetmişti. Bu
tiksinti bu savaşın sadece küçük bir kanadıdır. Devlet sizi
da pornonun alanıdır elbet. Şimdi birilerine f tipi sadece bir
gözetleyemez, inançlı olsun tanrı tanımaz olsun hiçbir bireyin birey
hapishane hücresi ismini anımsatabilir lakin yakın gelecekte
diyorum zira burada devleti tanımamazlık gerçeğini işaret ediyor-,
yaşadığınız alanın kod adı şimdiden f tipidir, hayat zaten çoktandır
bir diğer bireyi hak olarak röntgenlemek gibi bir seçeneği yoktur.
uslu uslu f tipleştirilmektedir. Şehircilikten tutun da ülkenin tüm
Kaldı ki devlet, bu gözetleme eylemini rönt kavramının da dışına
medya organlarına kadar, siz fark etmeden ve savaşını bile
çıkararak illegal olanı legalleştirmiştir; bunda sakınca görmez zira
vermeden.
zaten kendisi de varlık olarak olmaması gereken bir yapı
Bir nüfus cüzdanınız varsa, iki ana renge bölünmüşse, kadın ve
olduğundan, zaten sözde özünde illegaldir ve kendisini kendine
erkek değilseniz işeyeceğiniz tuvaletlerin bulunmadığı dünyada siz
karşı legalleştirerek varlık bulduğuna inanır. Ve nihayetinde halkının
zaten fişlenmişsinizdir. Sistem size gireceğiniz tuvaleti bile belirtmiş
can ve mal güvenliği gibisinden sadece aklı olmayan bönlerin kabul
hatta üzerine işaretini dahi koymuştur. Salt nüfus cüzdanınızla
edebileceği komik sebeplerden dolayı alelade şekilde gözetleme
değil, e-mail adresinizle, fatura numaralarınızla ve en son başınıza
eylemine devam eder. Devlet denen hastalıklı yapı suç işlemektedir,
gelen “vatandaşlık no” ile zaten sizi ömür boyu takip eden bir
bizi gözetlemeye kalkışması ya da/ve de gözetlemesi, sistemin
dosyaya sahipsiniz. O dosyanın varolmadığını sakın düşünmeyin,
bugüne değin işlediği açık kapalı binlerce suçtan sadece biridir.
sadece Amerikan filmlerinde bir kurgu değil kendisi, gerçekten
Şunu unutmayın ki gözetlemek kavramı sadece sokaklarda ve
sizinle gölge gibi dolaşan bir dosyanız var, belki de bu ülkede en iyi
araçlardaki kamera sistemiyle sınırlı kalmayacaktır, kendinizden
işleyen ağlardan birisi bu. Tüm bunlara rağmen hala ahlaktan
bilirsiniz ki mobese sistemi bundan 15 sene evvel rüya hatta bilim
bahsedilebilir mi, hayır, ahlaksızlıktan bahsedilebilir sadece. Ama
kurgumsu bir sistemdi; oysa şimdi İngiltere'de "google", sokakları
devletin yaptığı gözetleme ahlakı karşısında yani ahlaksızlığı
göz mesafesinden uydu yayınıyla naklen yayımlamaya başlıyor;
karşısında siz kendi ahlakınızı korumaya kalkarsanız yani “sen beni
bunun ne demek olduğu çok açıktır. Bırakın yan odada rahatlıkla
gözetleyemezsin” derseniz o zaman devlete karşı suç işlemiş
düzüşebilmeyi ki suçtur, içeriye silahlı adamlar baskın yapabilir-,
olursun. Hala ahlaktan bahsedebilir miyiz, evet, artık dönüşmüş bir
konuştuklarınızı dahi fısıltı şeklinde söyleme ihtiyacının doğacağı
ahlaktan bahsedebiliriz, zira sistem ahlaksızlığın adını, az önceki
zamanlar çok uzak değil -ki fısıltı da suçtur içeriye üniformalı
sağlamanın da ortaya koyduğu gibi ahlak olarak algılamaktadır,
adamlar her an girebilir-, düş değil gerçek. Sadece bir on sene
neden, çok basit, varlığını idame ettirmenin ve kollamanın en
daha
muazzam yolu budur.
göremeyecek kadar körseniz ve olacakları bekliyorsanız
Herhangi bir sistemin sözde işleyebilmesi için gereken yegane şey
zaten iş işten geçmiştir sizin için. Onlardan birisiniz.
bekleyin
ve
olacakları
görün,
eğer
olanları
33
ahlak içi
ahlaksızlığımı seviyorum şimdi gökhan inal turti20@hotmail.com
Ahlaklarını sevdik, yıllarca kendimizi bilmeden
tutmak, dilendiği gibi koşmak, eğlenmek en büyük doğal hak. Pelinsu
benimsedik o ahlakı. Ne sorgulayabildik ne de
da bu doğal hakkını kullanmak istedi; eline oltasını kovasını alıp İsmi
sorgulatabildik
Lazım Değil Köprüsü'ne geldi. Aşağıda gülümseyen balıklara baktı.
yıllarca.
başladıktan
sonra
Ahlaklarını
sevmeyi
ahlaksız
Sorgulamaya gördüler
bizi.
Balıklar davet ettiler onu yüzmeye. Solungaçlarını sallaya sallaya,
birbirimizi
gözlerini döndüre döndüre belli ettiler davetlerini. Kovasını, oltasını
sevmeye başladık. İşte o noktada ahlaksız
kenara bırakıp daldı suya Pelinsu. Balıklarla yüzmenin keyfini
bıraktık,
olduk. Ahlaksızlığımı seviyorum şimdi. Yaşasın
çıkartıyordu. Kıvrak bedenleriyle dans ediyorlardı suyla. Suyun
ahlaksızlık!
keyfini çıkartıyordu Pelinsu da onlarla. Derken ensesinde bir acı
Hava soğuk, kuru ve nemli. Sert bir rüzgâr dövüyor
34
her
yanımı.
Yüzümün
en
ince
kıvrımlarına
kadar
hissetti ve hızla yukarı doğru yükselmeye başladı. Bir çift kızgın gözle karşı karşıya gelmişti. Bu bir çift kızgın göz bir bedene sahip değildi.
hissediyorum rüzgârı. Karşıdan bana doğru geliyor, üzerinde kırmızı
Bir çift kızgın göz Pelinsu'yu tuttuğu gibi kovaya koydu. Ahlaksız kız,
bir kazak altında siyah bir pantolon. Önce dudaklarımız kavuşuyor
çıplak bir başına yüzülür müydü balıklarla? Kovanın içinde biri daha
sonra ellerimiz. Rüzgâr daha bir birleştiriyor bizi, sokuluyoruz
vardı. Bacaklarını kendine doğru toplamış, gözlerinde hüzün
birbirimize. Teninin kokusunu duyumsuyorum kendi tenimde. Tenim
oturuyordu Irmak. O da ahlaksız davranmış o da dayanamamış
ısınıyor, sıcaklık su damlalarına dönüşüyor. Bir damlacık sızıyor
atmıştı kendini balıkların arasına. Birbirlerine gülümsediler. Sarıldılar,
anlımdan aşağıya doğru. Onun dudaklarına değiyor. Bir dil hamlesiyle
öpüştüler, ahlaksızlığın tadını çıkardılar doya doya…
yakalıyor damlacığımı. Ondan bir parça oluyor sıcaklığım. Sonra
Işık. Dolunay. Dolunay'ın ışığını verdiği deniz ne de gizemli
beraber dalıyoruz içgüdülerimizin derinliğine, bir daha çıkmamak
görünüyor. Biraz sonra ellerini uzatacak avuçlarına alacak sanki
üzere…
ikimizi. Kumsal boylu boyunca uzanıyor önümüzde. Kumlara yatıp
Lıkır lıkır içtiğim şarabı ağzımda bir süre döndürdükten sonra
gökyüzüne dikiyoruz gözlerimizi, ben en uzaktaki yıldızı seçiyorum o
göğsünün üstüne boşalttım. Şarap kokuyordu her yanımız. Islattık
da en yakındakini. Üzerimizde ne varsa çıkartıp fırlatıyoruz denize.
birbirimizi sıcak şarapla. İçtik bedenlerimizi. İçtik kaybolduk
Kumların üzerinde sevişmeye başlıyoruz, keşfediyorum kendimi
birbirimizde.
onda. Dolunay ışığını veriyor bize, deniz kokusunu. Kim demiş iki
Akşamüzeri,
güneş uzaklarda kaybolmak üzere. Yüzünü yavaşça
erkek çocuk yapamaz diye? Kumların içinde dünyaya geliyor
dönüyor bizden başka dünyaları aydınlatmak için. O başka dünyaları
çocuğumuz. Çok şeffaf, her tarafı su gibi. Yansımamızı seyrediyoruz
hayal ediyorum hep. O dünyalarda yaşanan aşkları, sevişmeleri. O
çocuğumuzda. Gözlerim kayıyor denize. Bir denizatı görüyorum
dünyalarda
kocaman. Gülümsüyor sanki, çocuğumuzu ona teslim ediyoruz.
görmediğim istiyorum.
yaşanan
nice
yüzleri
öpmek,
görmediğim
dünyalara
doğmak
Başka
hayatları
merak
ediyorum.
bedenlerle istiyorum.
Orda
sevişmek Bambaşka
bedenlerle, bambaşka kimliklerle!
Kumların üzerinde derin bir uykuya dalıyoruz, çıplak ve huzurlu… Zison Club. Kapıdan içeriye adımımı attığım an büyük bir curcuna karşılıyor beni. Sesler, seslere, görüntüler görüntülere karışmış
Kar yağıyor. Her taraf bembeyaz. Tüm İstanbul beyaza bulanmış. Onu
durumda. Ben yarım şişe votka içtim; Nako'da birkaç degaje attı. Şu
bekliyorum, gözlerim uzaklarda. Bir an gözlerim karşı pencerenden
an deli gibi dans ediyor. Yanına biri yaklaşıyor ve müziğin ritmine
içeriye kayıyor. İki erkeği sarılmış görüyorum birbirlerine. Zaman
bırakıyorlar kendilerini. Şu an başka bir âlemdeler sanırım. Elleri
donuyor o an. Zaman kayboluyor, anlar kayboluyor, her şey
birbirlerinin uzuvlarında geziniyor. Yüzleri dans ediyor, bir aşağı bir
birbiri içine karışıp tekrar var oluyor. Gözlerimi onlardan ayırıp,
yukarı. Bense bakınmaya devam ediyorum. O an kulağımda
uzaklara kavuşturuyorum tekrar. Uzaktan uzun bir siluet
duyduğum sesle irkiliyorum. 'Nasılsın şeker? Eğleniyor musun?'.
görüyorum. Silik olan görüntüsünü daha da silikleştiriyor kar.
Dünyanın en güzel yüzü. Gördüğüm tüm kadınlardan ve erkeklerden
Yukarıya kaldırıyor kafasını. Suratına yerleştiriyor o güzel
daha güzel. Hiçbir cinse hiçbir şeye ait değil gibi. Adı Sude. Kuzguni
gülümsemesini. Koşarak iniyorum merdivenlerden aşağıya.
saçları beline dökülüyor. Gözlerindeki lensler bile ışıltısını bozmuyor.
Dört katı nasıl inmişim bilmiyorum. Üzerine atlayıp karlara
Erkek bedeni içine hapsolmuş bir kadın ruhu. İlk defa bir kadını
yuvarlıyorum onu. Yokuş aşağı bir çığ gibi büyüyerek
öpmek istiyorum, ya da bir erkeği, ya da hiçbirini. Kolundan
yuvarlanıyoruz. Tutkumuzu karlara armağan ediyoruz.
tutuyorum ilerliyoruz beraber, tüm renklerle birlikte. Renklere
Sıcak. Güneşin ortalığı kasıp kavurduğu bu günde çıkıp balık
karışıyoruz, gidiyoruz kimsenin bizi bulamayacağı bir yere.
ÇIPLAK ERKEK (KADIN OLARAK) İsmail Necmi - 1992
ahlak içi
işe yaramaz çığlığım bilge remus ka wiseremuska@yahoo.com
Şaşılacak şeydir -ve inanılması zorunlu olan-,
insanların
anla(ya)maması. sunuzcasına,
yok
bir Bir
olmaya
türlü
sizi
robotmuşyüz
tutmuş
kablolarınızın tek tek sökülmesi gibidir.
Ahlak,
öyle
ya
da
böyle,
göreceli
bir
kavramdır;
açıklığa
kavuşturulması gereken tek şey budur aslında. Dünyadaki tüm toplumlara
36
ahlakın
“gerçekten”
kişiden
kişiye
değişebildiğini
öğretmek, homo/transfobi çevrelerinin amaçlarına çıkan tek yol gibi
İmtiyazlı
görünüyor. Tabii, yüzlerce yıldır müthiş sömürücü tekniklerle
olduklarından değil elbet; yaşamları
beslenen tabularımızı, ki adet, gelenek ve görenekler de buna
boyunca geçirdikleri kötü (tabi ki kötü!
dahildir, sorgulama cesaretini insanlara veremediğimiz sürece ütopik
Kim sokakta kendisine laf atıldığında huzurlu
hayallerimizden ilerisini göremeyiz. Hoş, şu da bir gerçektir ki, her
hisseder ki? Eğer varsa, o da onun ahlakıdır.)
ütopik hayalin gerçekleşmesi, yine ve katiyen ütopik adımlar
tecrübelerden. Hemcinsinin köprücük kemiğinde
gerektirir. Ütopik… Ütopi… Ütop…
oluşan gölgesi için canını feda edebilecek biri için, iyi, o gölgeden
Topluluk bilincimizin yüce izniyle, ahlakı sorgulamak istiyorum. Aslına
ibarettir. Farkı yoktur, hem'in ya da karşıt'ın, gölge huzurun kuvvetli
bakarsanız, sorgulanacak bir şey de göremiyorum, var olduğu hala
bir vekiliyse eğer. Tekrar tekrar topluluk bilincimizden izin alarak,
şüpheli olduğundan. Öncelikle söyleyeceğim şey şudur: “Ahlak, her
nesnelere
duyulan
aşka
kadar
gidebilme
kapasitesi
var
bu
zaman bir önceki ahlaka 'ahlaksızca!' davranarak yeri devralmıştır.”
çizgisizliğin. Her ne kadar, bu terimde “aşk”ın bulunmasını doğru
“Bir ahlak, eğer ahlaksa değişemez demektir; öyleyse, hangi güce
bulmasam da (tutku gerektirdiğini düşünürüm… -benim de kendime
dayanarak yeni ahlaklar onların yerini alır? Yoksa, ileri derecede
has tabularım var elbet; keşke olmasalardı… belki bir gün.-), içinde
ahlaksızlığa maruz bırakılarak mı can çekiştirilir o sözde önceki
huzur bulundurduğundan onu da iyi görürüm. Diyecekler karşıma
ahlaka?” diye düşünebilir birileri mesela uzun gelecekte bir gün…
geçip on parmaklarında on tespih ile: Her huzur hissi iyi değildir.
Şimdi ise, kendi sorumdan beni alt etmeye çalışanlar bana şunu
Ve boncuklar yerlere saçılıp, minikken gördüğümüzde saçımızı
soracaklar: “Şu anki ahlakı, ileri derecede ahlaksızlığına maruz
çektiğimiz kara kediler dağılırken arka sokaklara, diyeceğim ki: Huzur
bırakarak mı yok edeceksin?” Cevabım, şüphesiz, evet olacaktır.
duyduğunuz ve iyi dediğiniz bir şey söyleyin bana. Ve unutmayın,
Daha yumuşak, uzlaşmacı lütfen! uzlaşmacı ahlak felsefesini işaret
bunu
etmeyin tırnakları yeni kesilmiş ve tertemiz parmaklarınızla!- bir yol
Genellemelerle yola çıkıp mahkumiyete götürür! Kendiniz iyi
kendiniz dile
getirirsiniz;
ahlakınız
özeli kabul
etmez!
göstereniniz olursa, seve seve dinler, uygunsa da takip ederim
yönünden bakarak yalnız, söylersiniz, ahlakımız geneldir diye! Ve işte
“ahlaklıca”.
apaçık bir resim karşınızda gri tonlarıyla durmaktadır. Genel olan
Nietzsche'nin de yardımlarıyla, ahlakın tanrısal bir temeli olmadığını,
ahlakınız, huzura dayanmaktadır ve ben huzur duyduğumu iyi
aksine, insanların kendi elleriyle kendi intiharları aslında!- yarattığını
görüyorum. Yoksa siz de, kendi sözlerinizle kendinizi hep yenilgiye
apaçık söyleyebilirim. İnsan, kendi hayvani vasfını evcilleştirme
uğratanlardan mısınız?
niyetiyle ya da bilmeden “ahlak” denen “şey”i yaratmış ve ilk günden beri çok büyük ihtimalle, istisna birkaç on insan dışında, farkında
Çok farklı açılardan bakılabilir ahlaka. Mevcut ahlak savunucularının
olmadan- bunun acısını çekmektedir. Ahlakın şiddetli sınırlamalarına
çoğunun cevap verecek kadar düşüne sahip olamayacağı sorular
maruz kalanlar, sadece azınlıklar değil, tam tersine, o malum ahlakın
sorulup vecizeler savrulabilir meydana. Ahlaki öğretilerin, asıl insanı
peşinden gidenlerdir.
hayvanı- yok etmeyip, her yok etme girişiminin tipik sonucu olarak,
İyi ve kötüyü de avuçlarımda sıkmadan devam edemeyeceğim. Tuz
daha da yaşatması, içerilerde bir yerlerde büyütmesi, ve hatta
ve buz haline getirilmeli her şey bu yazıda; ay ışığı harf be harf
tanrılaştırması, ileride mümkün olacak büyük ahlaki değişimi
sızmalı bu cümlelere! Şimdilik gün ışığının yeri yoktur! Bir şeyi
göstermektedir. Mevcut olan ahlaki öğretiler, tür devamını sağlama
yaptığınızda iyi hissediyorsanız, bu, iyidir. Sadece iyidir. Şunu
temelli olduğundan, bireyi yok saymaktadır ve bireyi yokluğa ve
da iyi irdelemek gerekir ki, burada sözünü ettiğim yahut
başkalaşmaya iterek uzun vadede toplumun veya türün intiharına
edeceğim tüm ahlaksızlıklar “özgürlük”çe sınırlanmıştır. Yani,
sebep olmaktadır. “Bırakın, farklı olanlar farklı kalsın” demekten
bir başkasına zarar söz konusu olmadığı takdirde, diye eklemek
başka anlaşılması kolay ifade bulamıyorum…
gerekir, iyi'mizi belirtirken. Kötü ise huzursuzluktur. Her şey feci bir göreceliğe seve seve mahkumken, bazı olguların değeri
Tarih değil de, bu yazım tekerrürden ibarettir, mekanı ve zamanı
ancak
sadece bu kağıt olduğundan:
huzurla
ölçülebilmektedir.
Aynı
durum,
LGBTT
bireylerinde de geçerlidir. Hatta katlarca yoğun bir şekilde.
“Yoksa siz de, huzuru pis bir ahlaksız olarak görenlerden misiniz?”
ahlak içi
duvar
kapatmıyoruz! semih togay
pelin kalkan
semih_togay@yahoo.co.uk
kizilemma@hotmail.com
Ya ş a d ı ğ ı m ı z
ye r d e ,
Her an karşılaşıyorum onunla, kaçabileceğim bir
bazılarımız kendi başına
yer bile bırakmadan kuşatıyor, bazen sinsice
küçük
kutunun,
bazen
ş a n s l ı
geçercesine sırıtıyor yüzüme. Yüzyıllar boyu
bir
g ö r e c e
de
açıktan.
Olmadık
yerde
dalga
bazılarımız ise birkaç
seyahatini borçlu üst tabakaya. Kalp atışları
arkadaşıyla
durmaya
birlikte
başladığında
hayat
öpücüğü
daha büyük bir kutunun içine hapsedilmeye, oradan
konduruyorlar, allayıp pullayıp tekrar ve tekrar
dışarıya
bile)
oturtuyorlar başımın üzerine! Bana öğretilen dilde ona; 'Ahlak' deniyor. Kendini
saklamaya itiliyordu.
bilmez hâkimin birine aitmiş üstelik yeni öğreniyorum.
Kimimiz bulunduğu kutunun farkında değil, içinde
Evet şimdi susmak ihanet olur, o yüzden söylüyorum devlet bana karşı tedbir alıp
yaşıyordu. Kimimiz fark edip küçük delikler açmaya
teşkilat kurarken: 'Reddediyorum!' iktidarın kollarıyla yüceltilen, üzerimde
çıkmamaya,
kendini
(kendinden
başlamıştı ama çoğu zaman kutunun deliksiz kısmını
tahakküm kurmaya çalışan Ahlak, Seni Reddediyorum!
gösterebiliyordu. Kimimiz kutusunu açmıştı ama üzerine
Tanımını yapmış senin yerine birileri, diyorlar ki;
yeni kutular kapatılıyordu.
Ahlak, insan topluluklarınca zamanla benimsenen fertlerin birbirleriyle aile, kaplıydı.
toplum, devlet ve bütün insanlarla ilişkilerini düzenleyen kurallar ve ilkeler ve
Etrafımızda kendimizden başka kimseyi göremeyip,
inançlar bütünü ve iyi-kötü bağlamında olumlu kabul edilen davranışların
kendimize de yabancılaşalım, bakınca korkup kaçalım
toplamı.
diye. Bu sayede daha da yalnızlaşıyorduk. Bu aynalar
Gözlerim yaşardı, ne güzel tanımlamışlar seni öyle! Hatta amacını da bir cümleyle
Bazılarımızın
kutularının
içi
aynalarla
yüzünden ne yapacağımızı hiç bilemedik, bir tanıdık, bir
özetlemişler; toplumsal yaşamda düzeni sağlamak.
dost hiç göremedik. Dünyadaki tek eşcinsel, tek trans
Kimin düzeni? Sınırlarla hapseden, emeği sömüren, korkaklığından kan döken,
kendimiziz sandık, hatta belki de eşcinsel, trans ne
üreyin ki tüketin diyen erk devletin düzenini sağlamak mı yani ahlakın amacı!? Buyurgan düzenin yarattığı aile kavramıyla her yeri ele geçirdiğini düşünüyorsun,
demek bilmeden anormal olduğumuzu düşündük. Kutulara
mahkum
olsak
da
bazılarımızın
açtığı
deliklerden, uzattığı eller birbirini buluyor ve bu sayede
biliyorum.
Marifetli
kolluk
kuvvetlerinle
ördüğün
duvarları
kimsenin
yıkamayacağını düşünüyorsun, kimsenin bu heybetli duvarların karşısında
hayat daha yaşanır bir hale geliyordu. Ama o elleri de
duramayacağını sanıyorsun.
ayırmaya kalkanlar var. Canla başla, bin bir türlü zorlukla
Ne kadar da safsın, ahlak! Çoktan başladı hareket duvarları yıkmak için, işitiyoruz
birbirine ulaşan elleri… İşte bundan bütün sıkıntım,
parçalanan camı ve duyuyoruz atılan çığlıkları. Zaman ise son bir kızgın alev,
derdim, kızgınlığım, yoksa ben zaten bir açılıp bir
biliyoruz. Ama sen bilmiyorsun! Hareketin içinde bir kız çocuğu var bir elinde
kapanmaya çoktaaan alıştım…
havlu diğerinde tarak. Diyor ki: 'Havluyu denizlere atacağım, yükselecek sular
Sözüm lgbtt dostlarıma… Eminim hepimiz benzer şeyleri
duvarların üstünde. Yollara atacağım tarağı betonu parçalayıp gökyüzüne
yaşadık/yaşıyoruz. Kurgular farklı olsa da sinopsisler
ulaşacak ağaçlar ki bu ağaçlar nefessiz bıraktığın insanlığa soluk verecek.'
neredeyse aynı. Hepsinde bir açılma hikâyesi var, bunun
İnanmıyorsun değil mi, nasıl olur da küçük bir kız seni devirebilir! Dizinin dibinde
yanında
otururken hukuk, sırtını yaslamışken iktidara ve kuşanmışken zırhlarını, bir kız
açıldıktan
sonra
da
bazı
yerlerde,
bazı
zamanlarda kapanma/kapa-tılma hikâyeleri. Genelde
seni nasıl devirebilir?! Aslında tüm bu olasılıkları düşünmüştün sen ve plan
çaktırmadan, sindire sindire kapatılan bizler, şimdi
yapmıştın kız için; bekaret zarıyla çıkacaktın önce karşısına, oturmasını
topyekûn, “meşru bir şekilde”, yasalarla kapatılıyoruz.
kalkmasını şekillendirecektin, zarını kendi aldığında bunu bilenler tarafından
Ellerimizi uzatıp, birbirimizi bulduğumuz, birlikte ayakta
nasılsa iffetsiz diye tecavüze uğramasına neden olacaktın, kendini koruyamadı
durmaya çalıştığımız, kapanmaya/kapa-tılmaya karşı
diye sonra yine onu suçlayacaktın. Gece sokağa çıktı diye, saçı kırmızı diye,
ettiğimiz,
hemcinsini seviyor diye, çalışıyor diye, boşandı diye damgalayacaktın onu!
hepimizin sesi olan Lambdaistanbul... Ne zamandır
Doğumundan itibaren sistematik tacizinle onu öyle bir yıldıracaktın ki seninle
derneğimizi kapatmaya çalışıyorlar, her mahkemede
mücadele etmeye gücü kalmayacaktı, öyle değil mi?! Beynine, kalbine,
kendi
kutularımızın
dışında
mücadele
yeni bahanelerle davamızı erteliyorlardı. Sonunda karar
vajinasına duvar örmeye çalıştığın küçük kız işte tam bu yüzden seni devirebilir!
verdiler: Kapatın!
İstediğin kadar tedbir alıp teşkilat kursan da, hakkımda kapatma kararı çıkarsan
Kapatmıyoruz! Biz, gökyüzünden yağan su damlarıyız
da, şiddetini meşrulaştırmaya çalışsan da, gasp edilmeme evden atılmama
hepimiz… Yağdık yağdık, küçük bir göl oluşturduk, adına
sokakta yürürken ailem tarafından öldürülmeme neden olsan da, gaz odalarına
Lambda dedik. Şimdi bu göle çamur atmaya kalkan, kirli
kapatıp hortumlarla dövsen de, şınav çektirip boyun eğdirmeye çalışsan da
ayaklarıyla bizi bulandırmaya çalışanlara inat daha da
başaramayacaksın!
çok yağacağız. Daha büyük göller, denizler, okyanuslar
İşbirlikçilerinle ördüğün duvarlar sandığın kadar sağlam değil. Çatlaklarından
olacağız,
olacağız
ki,
gökkuşağını bırakabilelim…
arkamızdan
gökyüzüne
gökkuşağı sızmaya başladı bile. Üstelik hiç tahmin etmeyeceğin bir şekilde iki kelimeyi söylemekle başladı devrim; Seni Reddediyorum, Ahlak!
37
ahlak söz
jean genet “aşağılık” ve ahlaksız bir yazar
38 “Terk edilmiş bir çocuktu; kötü
edebi züppeliğin hâlesinden kurtarıldığında Genet'nin çok daha
huyları,
özgün olduğuna inanıyorum.”
daha
yaşlardayken başladı:
çok
ortaya
çıkmaya edinen
teninin beyazlığına tercih ettiğini bildiren Genet'nin bu çıkışını “isyanın ahlaki aşaması” olarak görüşüne de tümden karşıdır
hırsızlığa
kapatıldığı
evlat
Pis bir zenci olduğunu haykıran ve siyahi oluşunu, diğerlerinin
yoksul köylüleri soydu. Azarlandığı halde
Kendisini
genç
devam
ıslahevinden
etti;
Bataille. Tepkinin sınırlarını belirleyen şey onur duygusudur. Oysa
kaçtı,
Genet'nin onuru toplumsal bir onur değil, sadece kötülük isteğidir.
hırsızlık ve soygun yapmaya, bu da yetmiyormuş gibi kendini
Genet'ye göre aşağılık olan toplum değil kendisidir. Yalnızca acı
satmaya
yankesicilikle
getirse bile ister aşağılık olmayı; sağladığı kolaylıkların ötesinde acı
geçiyordu; herkesle yatıyor, herkese ihanet ediyor ve hiçbir güç
çekmek için ister zilleti. Aşağılanmaktan duyulan bir haz değildir bu
başladı.
Hayatı
sefalet,
dilencilik
ve
azmini yenemiyordu: Hayatını bilinçli olarak kötülüğe adadığı bir
yeraltı adamı misali, kötülüğün arkeolojisine çalışarak kutsalın derin
dönemdi.”
anlamını ortaya çıkarıp onu yırtmak ve kendine büyük anlamlar
Jean Paul Sartre 'Aziz Genet, Komedyen ve Kurban' adlı kitabında
biçen modern insandaki riyaya dair abject ifrazatı, kendini zelil bir
böyle anlatıyor Genet'yi.
kuklaya dönüştürerek onların yüzüne püskürtmektir. Kirli lezzetler
Hayatını adadığı kötülükten ve hırsızlıktan ölene dek vazgeçmedi bu
yaratır kusmayı kolaylaştırmak için, en büyük alçaklığın kötülük
baş belası çocuk!
yapmak değil, kötülüğü ortaya dökmek olduğunu düşündüğünden
1948'de Fransa'da hırsızlık yüzünden onuncu kez yargılanıp
kötülüğe övgü manifestoları yazar.
ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığında, hapishanede
Dört yıl önceydi sanırım, hayatımdaki en renkli insanlardan biri olan
yazdığı 'Çiçeklerin Meryem Anası' adlı ilk romanı Sartre başta
komşum Sibel Torunoğlu 'Hayvan' adlı dergisi için bir röportaj
olmak üzere Andre Gide ve Jean Cocteau'nun dikkatini çekti ve
yapmıştı benimle. "Bünyen Zayıf" başlıklı köşesi için karın çamura,
bu yazarların cumhurbaşkanına verdikleri bir dilekçe üzerine
buzun bataklığa dönüştüğü bir kış gününü kendimiz için eğlenceli
Genet yeni kötülükler yapmak üzere bağışlandı. Sartre'ın
hale getirmek için reklamlardan Amerika'nın Irak katliamına,
Genet'ye karşı bu ilgisinin, onun handiyse hamisi olmaya
şizofreniden kötülüğe dek konuşmuş Genet ile bitirmiştik sohbeti...
soyunuşunu hiç anlamamakla birlikte aksi halde yazarlığının
Hırsız olarak ölmek istediğimi söylemiştim başlığa taşınan final
da daha “kıymetli” olacağını savunur Bataille:
cümlesinde, Jean Genet gibi... Neden yaşamak değil de ölüm isteğini
“Belki de Genet, Sartre'ın duyduğu hayranlığın kurbanıdır;
dillendirmişim aşikâr; Genet yaşama değil ölüme yazan, dirimin
değil yitimin istenciyle dolup taşan bir günahkardı çünkü. Yaratıcılık
Son romanı 'Sevdalı Tutsak'ta, on yıl önce bir gece kendisiyle
masumiyet değil günahkârlıksa -Bataille'ın söylediği gibi- edebiyat
ilgilenen yaşlı Filistinli kadında bilge anne imgesini arar. Farklı
da kötülüktür. Genet'nin yazdığı her metin kötücül ve kösnül bir haz
insanlar biçiminde bir görünüp bir kaybolur romanlarındaki anneler.
verir bana bu nedenle...
Çünkü babası belirsiz, annesi gerçek bir sır olan Genet'yi
Penis obur bir ağız, anüs ise bakışın odak noktasıdır
reddetmesiyle kurulmaya başlar.
tanımlayan, kınayan ve hapseden dil, annesinin kendini terk edişi ve
'Cenaze Töreni'nde, Hitler'i eşcinsel ilişkiye girerken betimleyen, Alman işgal güçlerinin üyeleriyle cinselliğe dayalı bağıntılar kurup
Yamyamlık isteği ve altüst edilen pornografik imgelem
Fransız sivillerin gördüğü canavarca muamelelerden sorumlu
Annesi onu terk edince bir köylü ailesi tarafından büyütülür Genet.
Almanları yücelten Jean Genet, oysa sistemin kendisinde yarattığı
On yaşlarındayken kendisini evlat edinenlerce hırsızlıkla suçlanır;
cinsel çağrışımlar hariç asla faşizm saflarında yer almaz. Faşizm ona
oysa gerçekten suçlu değildir. Bu adaletsizliğin ardından hırsız
göre düşünsel ve pratik açıdan tümüyle cinsel bir sistemdir. Haksız
olmayı seçer ve ıslahevine kapatılır. Seks ve bastırılmış isyandan
sayılmaz; faşizmin fallik ve anıtsal güce hayranlıkla belirdiğini, bize
mülhem kızgın bir bileşik saplantı olarak, bütün yaşamı boyunca
yine en iyi faşist yönetmen Leni Riefenstahl (Triumph des Willens,
hem kendisini, hem eserlerini belirleyecektir bu deneyimi.
1935) göstermiştir. 1934'teki Nüremberg toplantısının -Hitler'in
1926'da ıslahevinden kaçarak Fransız sömürge birliklerine katılan,
talebi üzerine-, filme çekilişi olan 'İradenin Zaferi', iğrenç fallik
1942'de Fresnes'de hırsızlıktan hapis yatarken yazmaya başlayan
imgeleminde ısrarcıdır; baştan sona dek ataerkinin sembolü olarak
Genet, sınırlı sayıda basılıp gizlice dağıtılan “İdam Mahkumu” adlı
penis yüceltilir, performansı, makinenin gücüyle eşitlenir sapkınca...
şiiriyle edebiyat dünyasına girer. İlk romanı hapiste yazdığı
Eserleri, devasa penislere sahip olan ve bu bedensel üstünlüklerinin
'Çiçeklerin
Meryem
Anası',
tüm
dünyada
cinsel
kültürün
kendilerine kendi doğrularını belirleme hakkı verdiği karakterlerle
şekillenmesinde etkili olan, en kışkırtıcı ve orijinal eseridir.
doludur Genet'nin. Penis öyle baskındır ki, kitaplarının el altından
Hapishanedeki arkadaşlarından kâğıt kalem dilenerek neredeyse
satılan ilk baskılarında, karakterlerinin penis ölçülerini santimi
kanıyla yazdığı mantığa, akla, anlama, hatta roman estetiğine aykırı
santimine verir Genet. Kalın üniformaların ve takım elbiselerin
olan “anti-roman”, büyük infial yaratarak yadırgandı elbette.
altında kendini belli eden muazzam bir büyüklüğe sahiptir penis.
Romanda tarif ettiği bir gruba bağlıydı ve itaatini hep sürdürdü
Militarize güçler ve Nazi subayları onda müthiş bir baştan çıkma
Genet: “Birer hayvan gibi avlanan, yüzleri erken kırışan, yanardağı
yaratır:
andıran çocuklar ırkı...” derecede
16 yaşındaki bir katilin öyküsünü, geriye dönüşlerle, onu Genet'ye
heyecanlanıyordum. Benim için bu metal cismin, erkeklik sembolü
“Polis
komiserinin
rozetini
görünce
dayanılmaz
özgü bir dille kutsayarak anlatır bu roman. Toplumdışı bir kesimin,
bir işçinin elindeki çakmağın, bir askerin kemer tokasının ve bıçağın
hırsızlar, katiller, kaçakçılar, fahişeler, eşcinsellerle dolu bir dünyanın
keskin tarafının büyük tahrik edici gücü vardı.”
olanca karanlığı ve şiddeti toplumla anlaşmazlığının uzlaşmazlığa
Ancak buna rağmen Genet'nin sapkın gizemciliği polis örgütünü bir
dönüştüğü bir yazın ürünüdür bu, tıpkı 'Gülün Mucizesi' gibi...
tür uğursuz ve egemen onurla donatır; 'Hırsızın Günlüğü'nde yazdığı
Öyküsü geri dönüşlerle anlatılan 16 yaşındaki katil için Meryem Ana,
gibi: “Şeytanca bir örgüt olan polis örgütü cenaze törenleri ve mezar
kilisenin aradığı yerde değil, kendisinin suçlu gibi görünen ama
süsleri kadar mide bulandırıcı, krallığın zaferi kadar saygındır.”
kirlendikçe aklanan çiçeğindedir. Saflığın simgesi çiçek, ne tuhaftır ki
'Jean Genet' kitabının yazarı Stephen Barber'ın belirttiği gibi penis,
bu “kötü adam”ın ana leit-motiflerindendir. 1950 yılında çektiği,
ne zaman ceza gerektiren bir suç ya da ihanet gerçekleşecek olsa
mahkûmların cinsel saplantı ve çapraşık ilişkilerini anlatan 'Un Chant
sertleşerek suçluluğu ve aykırılığı pekiştiren görkemli bir varlık halini
d'Amour'da (A Song Of Love, 1950) da romanlarında da bedeni,
alır. Roman karakterlerinin penislerini, şehrin karanlık bölgelerinde
çiçekler aracılığıyla dönüşüm geçiren kırılgan ve geçişimli bir madde
serbest bırakır Genet. Penis dünyayı oburca içine çeker ve tatmin
olarak
olur; anüs ise tersine kasvetli bir varlık ve çaresiz bir ilgi odağıdır.
sahnelerinde anüs, şeffaf bir araç, kırılgan bir paravan ya da şiddetle
Anüs, her küçük hareketin farkında olan bir göz ve aynı zamanda bu
delinen bir göz; ihtişamlı, belirleyici bir unsur olarak vurgulanır.
kurgular
Genet.
Romanlarının
yoğun
cinsellik
içeren
duyarlığın merkezine yönelen tüm dikkatle bakışın odak noktasıdır.
İnsan bedeninin özündeki bir yarayı çağrıştıran fiziksel parçalanışı
Eserlerinde penisi yüceltmekle kalmaz, Nazi askerlerle Fransız
açığa vuran Rembrandt'ın tablolarından fazlasıyla etkilenir Genet. O
milisler ve yaşayanlarla ölüler arasındaki eşcinsel birleşmeleri en
kadar ki 1957-58 yılları boyunca ünlü ressamın tablolarını görmek
ince ayrıntısına dek pervasızca yazar Genet.
için Avrupa'yı baştan aşağı gezer. Onun resimleri, Genet'nin kendini
Nazizmin ve faşizmin sembollerine neden bu denli meraklıdır peki?
kuşatıcı bir yara imgesiyle karşıladığı insan bedeninin yüzeyden
Jeanine Chasseguet-Smirgel'in belirttiği üzere, gamalı haç, kanlı bir
sıyrılması ve doğrudan gösterilmesi görevini üstlenir. Arkadaşı
örümceği, kanlı örümcek de pre-ödipal anneyi sembolize eder.
Devarnin'in ölü bedenini kendisine kattığını hayal eder 'Cenaze
'Paravanlar' oyunundaki, ideal anne figürünün makyajını “Yüzünde,
Töreni'nde: Ölü bedenini kaçıracak, parçalara ayıracak, et ve kül
bir örümcek ağını andıran çok sayıda uzun mor kırışıklıklar...”
olarak onu yiyecektir. Bedenlerin ve benliklerin parçalanışı,
şeklinde belirleyen Genet'nin gerek imgelem, gerek tahayyül
temalarından olan Genet 'Denizci'de ise parçalanma, dağıtma,
dünyasında anne, babaya ikame olunmuştur. Alman halkının ve
damıtma sürecini kendisini, “O” diye adlandırıp nesneleştirerek,
Nazilerin babası olduğu kadar annesidir de Hitler; dolayısıyla çift
metinle arasına uzak mesafe koyarak, metne yabancılaşarak dile
cinsiyetlidir; hem örümcekağı gibi erkeği yutabilen bir vajinaya
getirir. Eşcinsel kahramanı denizci Querelle'in cinayetlere ve
sahiptir, hem devasa bir penise...
yasadışı olaylara karışması kadar erkeklerle girdiği cinsel eylem
Anne kimi kez de azize ile fahişe arasında kurulur. Kimi kez siyah
görüntüleri de aşırı irkilticidir. Şiddetin estetiğine, insan doğasının
veya beyaz ırktan, kimi kez çocuk ya da yaşlı, sessiz bir kadın olur.
uçsuz bucaksız karanlıklarının içine dalarak ulaşır. Denizcilerden,
39
tiyatro oyunevi "hizmetรงiler", 1996-1997
eşcinsellerden
ve
canilerden
mürekkep,
polislerle
genelev
aşağı bir başkaldırıdır,
tiyatro eserlerinde, siyasi yönelişi daha
patronlarının da arzı endam ettiği Fransa'nın Brest kentinin bir
belirgindir. Genet'ye göre iktidar yapısının üst basamaklarında
semtinde, eşcinsel denizci Querelle, yaşamın kıyısındaki bu
bulunan herkes aktördür ve tüm jestleri sahtedir. Hiçbir mülkü
insanların arasında yasadışı olaylara, cinayetlere karışır. Eşcinsellik,
olmayıp da her kural ve düzene karşı gelenler, kendi insanlığından
hırsızlık ve ihanetin sözcülüğünü açık saçık bir tavırla üstlenir Genet,
bahsedebilir sadece.
Jean Cocteau'nun deyişiyle, “hiç de müstehcen olmayan bir
Ölüm, insan bedeni, temsil ve iktidarla ilgili düşüncelerini en iyi
müstehcenlik”le hem de... Edebiyata “skandal yaratan bir yazar”
yansıtan 'Paravanlar', Cezayir'de bir çatışma anında geçer. Batılı
olarak giren, yıllar geçtikçe yapıtlarının gücünden hiçbir şey
sömürgeciler, lejyonerler, askerler, Araplar, mücahitler, hırsızlar,
yitirmediği anlaşılan Genet, Witold Gombrowicz'e göre, “Modern
ağlayıcı kadınlar, hainler, ölüler, yüzleri boyalı, maskeli, takma
güzelliğin bir örneğini sunmak”tan başka bir şey yapmamıştır
burunlu kahramanlar birbirine karışır. Genet'nin tiyatrosunun
aslında.
temelini oluşturan kılık değiştirme, kendini maskeleme ve gerçeğin
Fassbinder'in 1982'de çektiği Jean Genet uyarlaması 'Querelle' de
yerine suretini geçirme üzerine kuruludur. Tekrarı, avutucu ve
boyutlardadır.
aldatıcı temsili unsurları ve çağdaş toplumsal dünyayı reddeden
Homoseksüel dünya, filmin tümüne egemendir ve iki erkek
romanı
Genet'nin kahramanları, birer simgedir ya da canavar. Toplum
arasındaki cinsel eylem görüntüleri son derece irkilticidir. Varolan
denilen “bok çuvalı”nın ürettiği garip yaratıklardır onlar.
cinsellik
aratmayacak
imgelerini
denli
rahatsız
değiştirerek
edici
müstehcenlik
ve
pornografi
Suçluların dünyasından bir kesit aktardığı 'Sıkıgözetim' adlı
tanımlarını sarsan Genet, iktidar sistemini, özgürlükçü ve çürütücü
oyununda
bir biçimde sorgulayarak alt üst eder; pornografisi ise toplumsal
yabancılaşmasını, imrendiği, kıskandığı veya nefret ettiği kişinin
da
toplumdışı
kişinin
yalnızlığını,
kendine
düzenle daimi çatışmasının farklı bir boyutunu oluşturur. O kadar ki
yerine geçmesini, onun kılığına girmesi motifini görürüz. 'Büyük
1986'da öldüğünde, isteği üzerine Fas'ta, bir yanında hapishane,
Gözaltı'nda mahkûmları, Balkon'da genelevde yaşayanları anlatır.
diğer yanında genelev bulunan bir mezarlığa gömülür. İmgenin
'Balkon'u ilk kez sahneleyen Peter Zadek, Genet tiyatrosunun
pornografisine dair tam da Genet'ce bir göndermedir bu...
çekiciliğini şöyle dile getirir: “Genet, bize dünyamızın makyaj gibi sahte olduğunu ve bu yüzden de tiyatronun -Genet'nin hayata bakış
Katledilmiş bedenler, “pis” tiyatrolar...
açısında
Hırsız, fahişe, yazar Genet, sadece kötülüğü ve seksi mi mesele
düşündürüyor. Bir başka deyişle Genet tiyatrosu soyut, stilize ve
olduğu
gibi-
mükemmel
bir
ayna
olabileceğini
edindi? 1968 Mayısında öğrencilerin, Vietnam Savaşı sırasında
teatraldir. Böylelikle gerçeği yanılsamacı tiyatrodan çok daha
Amerikan solunun, ırkçılığa karşı Kara Panterler'in ve İsrail'e karşı da
başarılı bir biçimde tanımlayıp yansıtır.”
Filistinlilerin yanında yer alan Genet, yirmi yıl süren yazınsal
Pierre Boulez'e göre “operaya yaklaşan bir yapıt” olan 'Zenciler'de
sessizliğini bozduğu son eseri 'Sevdalı Tutsak'ta 1970-1984 yılları
Batı uygarlığının baskısı altındaki Afrika halklarını tema edinir. Oyun,
arasında Filistinlilerin ve siyah Amerikalı devrimcilerin arasında
her şeyden önce, hızlı bir ritmin oluşturduğu bir ezgi olarak çıkar
yaşadıklarını anlatır; Filistin halkının derin acısında esin bulan,
karşımıza; oyun içinde oyun, yabancılaştırıcı öğelerin çoğaltılması,
İsrail'in Sabra ve Şatila'daki Filistin kamplarında giriştiği katliamlar
seyirciyi
karşısında şok geçiren Genet'nin bu yapıtında sanatını, siyasi
konuların seçimi; birbiri ardı sıra gelen sahnelerin içine ustalıkla
duruşunu ve insanlığını bir arada görürüz. Zira 'Sevdalı Tutsak'ta
yerleştirilmiştir.
tedirgin
edici
özelliklerin
vurgulanması,
yadırgatıcı
Filistin kamplarında ve Amerika'da Kara Panterler'in yanında
Genet'nin kanımca en anlamlı oyunu 'Hizmetçiler'dir. Hem çok sevip
yaşadıklarını anlatmakla kalmaz, edebiyat ve felsefe hakkındaki
hem de nefret ettikleri hanımefendilerini öldürmeye çalışan iki
görüşünü, yaşam anlayışını, gerçek arayışını da büyük bir ironiyle ve
hizmetçi kız kardeş, oyunun sonunda, hanımefendilerini değil,
bağımsız bir ruhla dile getirir. “Şatila'da Dört Saat” başlıklı metni ise
içlerindeki
tam bir çılgınlık ve gazap atmosferini yansıtır. Katledilmiş bedenleri,
özgürlüğe iten ise okumaktır...
“hanımefendi”
fikrini
öldürmeyi
başarırlar.
Onları
zulümden sarhoş olmuş milislerin dans edişlerini, kurbanlara işkenceleri anlatan Genet'nin anti tavrı, tiyatrosunda da kendini
Tiyatro eserlerinin yanı sıra film projeleri de var Genet'nin. 1950
gösterir. Tiyatroyu sevmediğini söyler, kuklaların tiyatroculardan
yılında çektiği 'Un Chant d'Amour'daki karakterler, tek işlevi
daha iyi oynadığını düşünür. Ancak bunları, orayı ve o zamanı
hapsedilmiş insanların cinsel saplantıları ve çapraşık ilişkilerine
düşünerek söylediği kesindir. Bunun bir kanıtı da başka bir
dekor oluşturmak olan karanlık duvarların ardındaki mahkûmlardır.
tiyatronun olabilirliğini anlatma çabasındadır. O, “dramatik eylemi
Bir diğer filmi asla çekilmeyip sadece bir tasarı olarak kalan 'Ceza
öğretim amacına dönüştüren, siyasete, dine, ahlaka veya herhangi
Kolonisi'nde, hapsetmek için kullanılan mekânlar ve bu mekânların
bir şeye bağlı kaygılarla dolu” bir tiyatro yerine “belki de henüz
cinsel
keşfedilmemiş
romanlarının da kilit kavramlarıdır. Filmlerindeki görüntüler de
olan
yegâne
erdemi
veya
eylemleriyle
gerilim
ve
parçalanan
görkemini
oluşturan
izlekleri,
ışıldayabilecek” bir tiyatro tasarlar. Oyunlarını topluma karşı yazdığı
romanlarında olduğu gibi çoğu zaman kendi cinsel tahrik ve hazzı
kadar kendine karşı da yazdığını söyler. Oyunlarında izleyiciyi
için kriz veya esrime anındaki erkek anatomisini canlandırır
tiksindirerek, rahatsız ederek, şaşırtarak ve irkilterek onların
Bacon'un resimlerine benzer şekilde... Parçalanan gövdeler, yırtılan
ikiyüzlülüklerini
ve yarılan tenler, bir hayvan gibi asılan kanlı, pembe çıplak et
açığa
çıkarmaya
çalışmış
ve
toplumun
her
kesimindeki, siyasal ve toplumsal her tür sahteciliğe acımasızca
parçaları... Saplantılı biçimde takipçisi olduğum Bacon “Ne zaman
saldırmıştır:
bir kasaptan içeri girsem, orada asılı duran hayvanın yerinde
“Benim tiyatrom pis kokuyorsa bu, diğerleri güzel koktuğu içindir.”
olmayışım beni hep çok şaşırtır” demiştir ya, işte kendini o askıya
Antonin Artaud'nun Vahşet Tiyatrosu'nu anımsatan tiyatrosu baştan
asan hayvan postuna bürünmüş insan Jean Genet'dir!
41
kült filmler
gösteri toplumuna açık mektup aykan safoğlu aykan@kaosgl.org
Birkaç aydır bu köşede yer bulan
42
algısından bağımsız değilsiniz; dolayısıyla bu algıyı devamlı
yazılarıma bir göz attığımda sözün
dönüştürmekle yükümlüyüz.
dönüp dolaşıp ahlaka veya son
Zorunlu toplum dışılık
dönemde popülerlik kazanan genel
Gevezeliğin ardından yukarıda bahsettiğim tavrı takınan, ahlak
ahlak kavramına bağlandığını fark
algımızı masaya yatıran bir filmden bahsedeceğim. 'Cani' (Monster,
ediyorum. Sanki gündelik hayatın
Patty Jankins, 2003) Aileen Wuornos isimli Amerikalı bir seks
içinde teşhirci veya ahlaksız olmadığımızı her an yinelemek zorunda
işçisinin
trajik
yaşamından
esinlenerek,
Charlize
Theron'un
bırakılmıyormuşuz gibi sözün başladığı yerde de neden ahlaksız
mükemmel oyunculuğu aracılığıyla hikayesini anlatan bir film ve
olmadığımızı anlatmaya çalışıyoruz. Özellikle bu köşede sinema ve
bunu yaparken Aileen'e hak ettiği itibarı geri kazandırmaya
kült saydığımız filmleri anlatırken mevzu bir yerinden (ama hep)
çalışıyor.
genel ahlak saikine bağlanınca, ister istemez eşcinseller sinemadan
Aileen Wuornos'un hikayesini bilmeyenler varsa, kısaca anlatmakta
bahsettiğinde
fayda var. Aileen hayatının bir noktasında seks işçiliğinden başka
de
mecrayı
sadece
ahlak
üzerinden
değerlendirebiliyorlar gibi bir anlam çıkıyor. Rahatsızlık duyduğum
çıkar yol bulamamış bir kadın. Müşterilerinin türlü terör eylemlerine
şey filmleri genel ahlak denilen şeyin karşısında mütemadiyen
maruz kalması onu hayattan bezdirmiş, ama aksayarak da olsa
savunmak zorunda kalmak. Lafı dolandırmadan söyleyeyim, filmler
hayata
izleyici olmadan, onların algıları olmadan bir anlam kazanmıyor.
sevgisizliği ve acımasızlığı Aileen'e tutunacak dal bırakmaz. Önce
Dolayısıyla bir filmin de genel ahlaka uygunluğunu da izleyici olma
hayattan sonra da erkeklerden umudu kesen Aileen'in hayatı, Selby
tutunmaya
çalışmıştır.
Seneler
içerisinde
insanların
hali belirliyor. Eşcinselleri konu edinen veya LGBT bireylerin ürettiği
Wall isimli kadınla karşılaştığında bir dönemece girer. İlk başta
filmler kendi başlarına genel ahlak ile ilişkilendirmiyorlar. Evet,
tedirgin eden ama gitgide ikna olduğu bu aşk ilişkisi Aileen'i epey
bazıları genel ahlak karşısında bir tutum almaya çalışıyor, ama film
mutlu eder ki, rüzgar tersten üstelik de epey şiddetli esmeye
üzerine bir yargıya varanlar 'genel' izleyiciler, yani toplum.
başlamakta gecikmez. Sevgilisiyle hayaller kuran Aileen, bir
Nasıl
müşterinin hayatına kast etmesi ile zıvanadan çıkar ve kendi
ki
eşcinsellerin
özgürleşmesi
heteroları
da
özgürleştirecek diyorsak, yinelemekten kaçınmayarak bir
yaşamını korumak için müşterisini öldürmek zorunda kalır. Bu
daha
uygunluk
cinayetin ardından Aileen tutulduğu lezbiyen aşkın kucağına daha
ölçütleriyle barıştırmadan, izleyicilerden oluşan, sadece
da sıkı sıkı oturur. Sevgilisini ikna eder, o da zaten lezbiyenliği ile
söyleyeceğim:
filmleri
genel
ahlaka
filmleri değil hepimizi gündelik hayatta izleyen bu toplumun
barışmaya gönül indirmeyen babasına bir yalan uydurup baba
genel ahlak algısıyla mücadele etmeliyiz. Yasemin Öz'ün bu
ocağına dönmemeye karar verir. İkili birlikte hayallerin peşinden
seneki Barışarock'ta Lambdaistanbul söyleşisinde söylediği
koşturur. İlk günlerde ganimetler sayesinde sürdükleri görece rahat
gibi, hukuken istediğiniz kadar reform yapın hakimlerin öznel
yaşam, yerini yine çulsuzluğa bıraktığında Aileen kararlıdır, bir daha
seks işçiliği yapmayacaktır. Yalnız unuttuğu bir şey vardır, daha
bir atalete savrulmuyorlar mı? Davacılar duruşmalara katıldıkları
doğrusu hep unutmaya çalıştığı, o da toplumun ona asla yeni bir
takdirde mahkeme koridorlarından mahkeme salonuna sızan
şans vermeyeceği gerçeğidir. Her iş başvurusunda oldukça ikna
baskılar ve tehditler yoluyla caydırılmıyorlar mı?
edici
kapısına
Eeee, burası Amerika mı? Cevabımız hayır ise Cani de sadece bir
çaresizlikle vardığında, devletin memurları 'orospu'lara en kötü
film olamaz. Üstelik biz bu filmi her gün her saat, İstanbul'da,
olmasına
rağmen
reddedilir.
Sosyal
devletin
işleri paslamakta, bununla da kalmayıp ona sabıkasının hesabını
Ankara'da, Bursa'da birçok değişik aktör ve figüranla izliyorsak…
sormaktadır. Aileen bu tavrı reddeder ve polisin belirmesi uzun
İstanbul Emniyeti bu ay Ramazan'ı bahane ederek bünyesinde
sürmez. Aileen zorunlu seks işçiliği denen şeyin toplumun
Balyoz isimli bir ekip oluşturdu. Bu ekibin İstanbul'daki trans
azımsanamayacak kadar güçlü önyargılarından beslendiğini ve
arkadaşlara zor günler yaşatacağını varsaymak hiç de zor değil.
başka bir hayata kolay geçit vermediğini fark ettiğinde seks
Herhalde Cani'nin başkahramanı Aileen Wuornos da İstanbul'da
işçiliğine geri döner. Bu sefer ona her daim acımasız olmuş topluma
yaşasaydı Balyoz ekibiyle bir noktada papaz olacaktı? Ve eminiz ki,
karşı tahammül eşiği daha da düşüktür. Kafasında tutunabilenlerin
içinde yaşadığı dünyanın düzeninden mustarip ve gitgide kendisine
kariyerlerini en ahlaksız önermelere oturttuğu düşüncesiyle, onu
uygulanan bu gaddarlığa teslim olanlar sadece Amerikan filmlerinde
'ahlaksız' addeden topluma karşı hınç doludur. O ahlaklı cennet
yer bulmuyorlar…
aslında her türden ahlaksızlığın boy verip filizlendiği bir gayya
Felaket tellallığı yapmak istemem, ama Balyoz ekibinin şimdiden
kuyusudur. Kırk yıllık seri katillere taş çıkartacak bir performansla
giriştiği
öldürürken kimsenin peşine düşmesine izin vermez. Travesti terörü
tahammülsüzlüğe ve zorunlu seks işçiliği koşullarına bakarak
vukuatlara,
toplumda
içkin
translara
yönelik
gibi bir kavramın dolaşıma girmesine neden olmuş polis-medya-
önümüzdeki aylarda yaşanabilecekler açısından bu filmin bize bir
vatandaş üçgeni elbette Amerika'da da işler olabiliyor. Nitekim
şey anlatabileceğini düşünüyorum. En azından filmin sonunda
Aileen de bir polis öldürür ve kabuslar görmeye başlar. Çünkü Aileen
hücresine götürülmekte olan Aileen kameraya dönüp gözlerimizin
deneyimden sabit bir fikre sahiptir: it iti ısırmaz… Haksız da çıkmaz,
içine bakarak şöyle diyor:
bir polisin ancak esefle kınanabilecek ölümü, daha önceki
"Hayat varsa umut da var,
cinayetlerde atıl davranan polisi hızlandırır ve soruşturmayı
Umut?
(mahkeme
salonundakileri
kastederek)
Onların
size
derinleştirirler. Hakim kalemini kırdığında ona da okkalı bir beddua
söyleyecekleri olmalı"
savurmayı ihmal etmez, çünkü o da jüri de toplumun o ahlaksız
Filmin Akademi törenlerinde büyük bir çıkış yaparak en iyi kadın
algısıyla donanımlıdır: genel ahlak…
oyuncu
Cani, bir iltifat aslında!
sonrasında dönen muhabbetler bile gösteriyor ki, izleyiciler olarak
dalında
Charlize
Theron'a
Oscar
kazandırması
ve
Aileen Wuornos'un hayatına dair bu filmde birtakım değişikliklere
biz Theron'un rol için aldığı kilolarla Aileen Wuornos'un başına
gidilmiş olsa da değişmeyen birkaç şey vardır: Aileen seks işçisidir,
gelenlerden daha çok ilgileniyoruz. Ölüme gidiş ile son bulan filmin
erkeklerin zulmü onlardan nefret etmesine yol açmıştır, iyi bir
ardından fuayeyi dolduran “Charlize Theron gibi güzelim kadın ne
insandır,
izin
kadar kilo almış” geyiklerini hatırlayanlarımız çıkacaktır… Cümlenin
vermemiştir ve 12 senelik bekleyişten sonra idam edilmiştir.
gelişinden anlaşılmıştır, film Aileen ile olduğundan daha çok bizimle
Tanıdık öyle değil mi? Ayşe Tükrükçü'nün seçim kampanyasını
uğraşıyor. Aileen'e yakıştırmadığı aşikar olan cani kelimesi sanki biz
farklı
engellemek
bir
isteyen
hayatı
gerçekleştirmesine
polislere
karşı
polise
toplum
mukavemetten
üzerimize alınalım diye filmin ismi.
yargılandığı bu ülkede, başka bir hayatı denemek isteyenlere aynı
Pembe Hayat'ın Eryaman davasında sürdürdüğü hukuki mücadeleyi
tahammülsüzlük
takdis ediyor, bu mücadeleye gönül vermiş tüm arkadaşlarımın er
sergilenmiyor
mu?
Transların
müşterileri
tarafından testerelerle doğranabildiği ülkemizde de benzer hayatlar
ya da geç aydınlığın yolunu aralayacaklarını düşünüyorum. Tüm
yok
seks işçilerine…
mu?
Seks
işçiliği
yapanların
türlü
zalimliklere
maruz
kaldıklarında başvurdukları polis yardım edeceğine bu insanlara diz çöktürtmüyor
mu?
Savcılar
hak
ihlallerinin
ardından
suç
duyurusunda bulunduğumuz halde davayı açmak noktasında bariz
christina ricci & charlize theron
43
y端z y端ze
makul bir yönetmen:
bruce labruce Otto isminde genç bir zombi, sessiz bir otoyolda belirir. Kim olduğu hakkında ya da nereye gittiğine dair hiçbir fikri yoktur. Berlin'e bir otostop yolculuğuyla vardığında, terk edilmiş bir lunaparkta sabahlar ve şehri keşfe çıkar…Kült yönetmen Bruce LaBruce'un politik zombi filmi olarak anabileceğimiz son filmi 'Otto; ya da tüm ölüler birleşin' (Otto; or up with dead people,2008) işte böyle başlıyor. Hüzünlü ve katatonik gey baş karakterin yukarıda başlattığımız yolculuğu sırasında kapitalizm ve toplumsal cinsiyet ilişkisi, sinema tarihi, ölücanlı ikiliği üzerine, hatta hayaller, delüzyonlar, cinsellik ve Berlin üzerine görsel olarak epey etkileyici bir film izliyoruz. Bruce Labruce'u 7. !fistanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali jüri üyeliği için şehre geldiği sırada tanıma fırsatı bulduk. Sorularımızı seve seve cevapladı.
aykan safoğlu “Otto ya da Bütün Ölüler Birleşin”i izledikten sonra, o ünlü,
karakterler… Hem Gudrun hem de Medea karakterleri yönetmeyi
bazı sol çevrelerce dillere pelesenk edilmiş “eşcinsellik
seven kadınlar. İkisi de inanç sistemlerine o kadar dalmışlar ki
kapitalizmin artığıdır” sözü aklıma geldi. Bu filminizde bana
başkalarını görüş menzillerinden kaybetmeye çok müsaitler; belki
biraz
bu
sözü
tersine
çevirmiş
hatta
yapıbozuma
de
kendilerini
çevreleyen
insani
duygusal
gerçekliklerden
uğratmışsınız gibi geldi. Bu konuda bir şeyler söylemek ister
sıyrılmaya gayet müsaitler. Hikayenin kadınlar tarafından denetim
misiniz?
altında tutulmasını seviyorum.
Evet. Aslında harika bir zombi film yönetmeni olan George A.
Üçüncü Dalga Feminizm'in sloganı “kişisel olan politiktir”
Romero, filmlerinde kültürün her daim marksist bir perspektiften
sloganına katılıyor musunuz? Ve neden politik filmler
eleştirisini yapardı. Ve ben de gerçekten, tüketim toplumunun
yapıyorsunuz?
eleştirisini
yapılabileceğini
Evet, kişisel olanın kesinlikle politik olduğunu düşünüyorum; cinsel
bilemiyorum. Gelişen dünya her geçen gün biraz daha nesne
olan politiktir, hatta tuvalet bile politiktir, her şey politiktir. Benim
yapmadan
nasıl
zombi
filmi
fetişizmine ve materyalist değerlere takıntılı hale geliyor; filmde
için politik olmak, içinde yaşadığınız kültürü, dünyayı gözlemlemek
Medea'nın söylediği gibi, bu da insanlar üzerinde aptallaştırıcı ve
ve bunun işleyişi üzerine yorum yapmaktan ibaret. İnsanlar nasıl
boğucu bir etkiye sahip, bir tür zombi ulus yaratma çabası gibi…
oluyor da politik içerikten yoksun filmler yapıyorlar, gerçekten
Maddi
bilemiyorum. Bu beni epey şaşırtıyor.
zenginliğe
ve
mülkiyete
tapınmak
uğruna
manevi
değerlerden vazgeçiliyor. Yani Otto'yu hem gelişmiş kapitalizmin bir
Çıplaklığı hatta belden aşağı çıplaklığı seviyorsunuz. Porno
semptomu, üstelik tipik bir örneği olarak, hem de cinsel
sever misiniz?
sapkınlığıyla bir yalnız ve toplumdışı olarak okumak mümkün. O,
Bilhassa sevdiğim söylenemez.
aynı anda hem normal olan hem de anormal olan.
Setlerinizde açıkça seks yapılıyor mu?
En son iki filminizde neredeyse dominatriks olan iki kadın
Evet.
karakter var. Ana rollerde yer alan bu güçlü, buyurgan,
Yani oyuncularınız gerçekten sevişiyor mu?
dominant kadınlarla ne söylemek istiyorsunuz? Genellikle
Evet, çoğunlukla.
bir üst-ses, hikâye anlatıcı işlevini de yükleniyorlar. Filmin
Yoksa yapıyormuş gibi yapıp rol mü kıvırıyorlar?
sonunda
Ara sıra.
ne
düşünerek
salondan
ayrılmamızı
bekliyorsunuz?
Bu bağlamda gerçeklik ve temsiliyet ilişkisi ne olmalı?
Ben onlara dominatriks demezdim. Ama evet, çok güçlü ve inançları
Seksi açık seçik kullanmaya ilk deneysel filmlerimde başladım, bir
doğrultusunda itiraz kabul etmeyen ve onları başkalarına empoze
deney yapar gibi hatta. Beni nereye götüreceğini merak ederek
etmeye çalışan kadınlardan bahsediyoruz. Modern sinemada
temsilin sınırlarını zorladım. İlk filmlerimde epey bir yer alan
böylesi pek fazla kadın karakter olmamasını ise yeterince can sıkıcı
müstehcen gey seks, insanlara eşcinselliğin özünü, o yokmuş gibi
buluyorum, yani hem stil sahibi olup hem de akıllı olan,
davranamayacakları hatta görmezden gelemeyecekleri bir şey
erkek
egemen sitemin kısıtlamalarına karşı faaliyet gösteren feminist
olarak, suratlarına fırlatmama yardım eden politik bir araçtı. Şimdi
45
yapımcım Jürgen Brüning'in bir porno şirketi var, ben de çoğunlukla
tavır edinmiş, boş bir duruş takınmış bir sürü çağdaş genci de temsil
onun filmlerinde oynayan oyuncularla çalışıp filmlerine porno bir
ediyor.
bakış açısı yedirmeye çalışıyorum. Bu Jürgen'in var etmeye çalıştığı
Almanya'ya karşı bu ilginiz neden kaynaklanıyor? RAF,
altyapıyla, iç mekanizmayla, yani kendimi dahil etmek istediğim o
Alman Romantisizmi, Alman oyuncular, tüm Almanya'yı bir
sistemle alakadar, yine bir nevi deneyden bahsediyoruz.
set olarak kullanmak...
Peki sizce filmin baş karakteri Otto günümüz dünyasında
Aslında yapımcımın Alman olması tamamıyla tesadüf eseri ve benim
epey yaygın olan aptallık ve ilgisizlikten nasibini almış biri
kaderimde de Berlin'de epey uzun süre çalışmak ve yaşamak
mi? Aynı şekilde LGBT bireylerin gündelik hayatında bu iki
varmış. Damarlarımda Alman kanı akıyor diyebiliriz, bunun soruyla
kavram ne düzeyde egemen?
alakadar olduğunu zannetmiyorum. Evet, Alman Romantisizmi'ne
Otto aşırı duyarlı bir eşcinsel. Yani her şeyi çok derinden hissediyor,
çoğu açıdan temas ettiğimi düşünüyorum. Ama yine de bu konu
ama bununla başa çıkmak yerine, kendini toplumdan soyutlamayı
hakkında çok fazla bir bilgim yok. Berlin'in gotik görünümünü
yeğlemiş biri. Yanı sıra kendisini kendisiyle ve duygularıyla da
seviyorum. Mezarlıklar karanlık ve her daim azman bitkilerle kaplı;
ilişkilendirmekten kaçınıyor. Ama yine de homofobinin, zenofobinin
sokaklar da epey dramatik, hatta epik. Bir sürü harika yerde çekim
ve farklı, güçsüz ve uygunsuz olandan nefret eden insanların
yapma şansımız oldu; mesela dünyanın başka yerinde olsaydı
aptallığı ile başa çıkmak zorunda kalıyor. Bir yandan da Otto,
çekim yapmanızı engelleyecek kadar pahalı olabilecek terkedilmiş
dışarıdaki düşmanca dünyayla başa çıkabilmek için bir nevi nötr
lunapark bunlardan sadece biri. Kısaca film çekmek için harika bir yer. Grup içerisinde yaşayan insanların hikâyesini anlatmaktan hoşlanıyorsunuz.
'Pembe
İmparatorluk'ta
RAF'tan
esinlenmiş radikal bir grup, bu filmde de bir film ekibi… Komünal yaşam pratikleri hakkında ve bir yönetmen olarak film
üretim
sürecine
içkin
bu
deneyim
hakkında
ne
düşünüyorsunuz? Daha gençken birçok kere komünal yaşamı deneyimledim. Sevdiğimi de söylemek zorundayım; ama yalnız yaşlandıkça yalnız yaşamı, yalnızlık ve otonomiyi takdir eder, sever oldum. Her neyse.. Film üretim süreci sanatların belki de en kolektif olanı ve ben de bu süreçten epey keyif alıyorum. Bazen kendimi sosyal durumlara
46
zorlamam gerekebiliyor; çünkü yapım gereği içedönük ve uzak bir tipim. Yani benim için iyi bir idman oluyor, diyebilirim. Filmdeki sessiz sinema yıldızı fikri harikaydı. Sizin bu dönemden hayranlık duyduğunuz birileri var mı? Louise Brooks? Evet, Susanne ve ben, çok sevdiğimiz Louise Brooks üzerine çalıştık. Aslında daha pek çok sessiz dönem yıldızına tapıyorum: sessiz dönemi başlatan Garbo, Swanson, Crawford mesela… Onur Haftası Etkinliklerine, Onur Yürüyüşlerine katılıyor musunuz? Bir sonraki İstanbul etkinliklerine katılmayı düşünür müsünüz? O tarz etkinliklere ancak terso hareketin yeni yeni oluşmaya ve yerleşikleşmeye başladığı şehirlerde katılıyorum. Birkaç yıl önce Atina'daki ilk eşcinsel yürüyüşüne katılmıştım, geçen sene de Kudüs'te epey politik bir yürüyüşteydim. Eşcinselliğin mefhumu sadece bir yaşam biçimi veya edilgen bir kimliktense politik bir duruşa tekabül ettiğinde rahat ediyorum. Dolayısıyla İstanbul'a geri gelebilmek
için
her
türlü
bahaneyi
kullanacağımdan
emin
olabilirsiniz. Öyle büyük şehirlerde düzenlenen, büyük, ticari, şirketlerin tekelinde olan, teşhirci 'Onur Haftası Etkinlikleri'yle pek ilgilenmiyorum. Telif hakları konusunda yaklaşımınız nedir? LGBT örgüt ve derneklere filmlerinizin gösterimini yapmaları için izin veriyor musunuz? Politik olarak angaje misiniz? İşte, telif konusunda çook yaygaracı biri değilim. Jack Smith'in söylediklerine tamamıyla katılıyorum, her şey bedava olmalı: ikamet, yemek, sanat, hayat… Filmlerimi para ödemedikleri durumda gösteremeyecek küçük örgütlere her zaman gösterim izni veriyorum. the raspberry reich (2004)
otto; or up with dead people (2008)
47
la bruce çağrışımlar jeff stryker: Bir kere karşılaşmıştık, çok kısa da olsa. Oğluyla birlikte bir çiftlikte yaşıyordu ve oğlunun ileride büyüdüğünde babası hakkında düşünebilecekleri hakkında endişeleniyordu. vladimir luxuria: Kimden bahsettiğin hakkında en ufacık bir fikrim yok. john waters: John benim en harika akıl hocalarımdan biridir. Onunla arkadaş olduğum için kendimi yeterince şanslı hissediyorum. Basında benden hep destekleyici şekilde bahseder. Geçen yıl beni Baltimore'daki evine yatıya davet etti ve beni yakın arkadaşı olan Maryland valisinin göreve başlaması şerefine düzenlenen baloya davet etti. Tek kelimeyle harikaydı. stonewall: İstanbul için de stonewall vakti gelmiş görünüyor! aşk: Elzem. seks: O da elzem. snuff görüntü: Yapış yapış. sanat: Kumar makinesinin ekranında beliren meyve gibi. Yani biraz da size bağlı bir şey… Ama şu günlerde sanat dünyasının gidişatını ürkütücü buluyorum. amerika: Umutsuz bir çöplük. istanbul: Göz kamaştırıcı.
l-hikâye Kaos GL'li kadınların düzenlediği 'Ten ve Tutku' konulu 3. Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda ikinciliği Poo rumuzlu yarışmacının 'Ahret Çiçeği' adlı öyküsü aldı.
ahret çiçeği poo
“Sen yapmayacaksın da kim yapacak ahret çiçeğini. Gelin kızın ahreti
48
yere atıp, paramparça etmişler gibi. Güzel kocaman gözlerinde
kimse çiçeği de o yapar. İstanbul'da dura dura iyicene sosyetik
kocaman bir acı. Acı? Acı nedir ki? Geçer. Biter. Dindirilir. Gözlerinde
olmuşsun sen. Unutmuşsun her şeyi.”
kocaman bir bitiş. Yokoluş. Hiçlik gözlerinde. Kiraz'ın gözlerinde artık
Gelin kızın ahreti… Ne de çabuk geçiyordu zaman. Daha dün gibiydi,
kocaman bir hiçlik. Büyüdü Gönül. O an, bir daha asla çocuk
denizin taşlık kıyısında yalınayak koşturmaları, tarlalardan ayçiçeği
olmamacasına büyüdü.
toplayıp, kapının önünde çekirdek çıtlamaları. Şimdi taşlık değildi
Güzel Kiraz. Tatlı Kiraz. En iyi arkadaşı Kiraz. Canı Kiraz. Artık
denizin kıyısı; doluşan yazlıkçılarla birlikte ayıklatılmıştı taşlar.
imkansız kelimesinin karşılığı Kiraz.
Ayçiçeği tarlaları yok denilecek kadar azalmıştı; çekirdek üretmeye
Okuldan çıkınca Kiraz'ı görebilmek için eve kendini dar atan Gönül,
gerek yoktu para kazanmak için; tüm evler yazlıkçılara pansiyondu
seyrele seyrele bir zaman sonra, görmeye gitmez olmuştu onu; her
artık.
görüşünde daha çok yanıyordu canı çünkü, daha büyük bir çıkmazın
Ahreti Kiraz… Birlikte başlamışlardı ilkokula. Yağmurlu günlerde
parçası, daha büyük bir boşluğun kaybolanı oluyordu yüzüne her
çamur savaşı yaptıkları, güneşli günlerde bahçelerden meyve
baktığında. Kiraz da hiç çaba harcamıyordu Gönül'ü görebilmek için.
çaldıkları okul yolu, şimdi asfalt olmuştu; yani yoktu artık yağmurlu
Ola ki tesadüfen karşılaşırlarsa, ya bir yazmayı oyalarken, ya bir
günlerde çamur savaşı yapan kız çocukları. Hem sonunda anneden
tenteyi işlerken buluyordu Kiraz'ı. Her geçen gün doğdu doğalı
dayak yemek olmadıktan sonra tadı mı olurdu çamur savaşının? Artık
benzeşemediği kasabasına daha çok benziyor, yavaş yavaş onlardan
her evde bir otomatik çamaşır makinesi vardı. Her şey kirli sepetinden
biri haline geliyordu Kiraz. Kiraz onlara benzedikçe, Gönül'ün
makineye doğru bir el hareketi kadar kolaydı; hiçbir izin kaybolması
yabancılığı, küskünlüğü bir kat daha artıyordu hepsine. Bir zaman
mucize değildi.
sonra olanlardan kurtulmaktan başka hiçbir şey düşünmez oldu.
Bir zaman ne kadar kolaydı her şey. Sınırlar, yasaklar yoktu. Sevmek
Bunun da tek yolu üniversiteye gitmekti. İstanbul'a.
bağlı değildi hiçbir koşula. Yanlış değildi ağaçlardan çaldıkları en güzel
Liseyi bitirdiği senenin yazıydı; yani kasabadaki son ayları. Bir gün
meyveleri birbirlerine vermeleri, her gece birlikte uyumak istemeleri.
Kiraz giriverdi kapıdan elinde Gönül'ün çok sevdiği ıspanaklı
Çocuklardı ne de olsa. Kim ne diyebilirdi ki onlara?
böreklerle. Gideceksin biliyorum dedi. Gidince bir daha dönmezsin
Hangi ara “kocaman kız” olduklarını hesaplamaya çalıştı Gönül. Hangi
biliyorum. Bu, dedi, bu bizim için son zaman. Bu doğruydu; şu birkaç
ara çamur savaşı yapmalarının ayıp karşılanmaya başladığını. Cevap
ay bir arada geçirebilecekleri son zaman dilimiydi. Anlaştılar
bulamadı. Belki milat aramak doğru değildi her şeyde. Beki miladı
gözleriyle; ateşkes dediler. Tüm yaz bir saniye bile ayrılmadılar
yoktu bazı şeylerin.
birbirlerinden. Tek bir söz bile etmediler bize dair. Tek bir söz bile
“Gidelim buralardan Gönül, gidelim. Kimsenin kadınlığı, erkekliği
etmeden anlaştılar; vazgeçeceklerdi. İleride hatırlayınca birbirlerini
bilmediği bir yerlere gidelim.” Yoktu ki öyle bir yer, yoktu ki. Bu
tebessüm edeceklerdi. Hem birinin yüzünde tebessüm olmak da o
dünyadan tek alabilecekleri asla çalınmayacak kapılardı; fazlasını
kadar fena bir şey değildi. Çok büyüktü bu dünya. Kocamandı; ve
vermezdi ki. Yalnızlık, sonu gelmeyen elim bir yalnızlık.
üzerinde milyonlarca insan vardı ki yüzünde bir tebessümü dahi
Büyümüşlerdi artık. “Kocaman kız” olmuşlardı. Mecburdu yazlıkçı
yoktu. Onlar şanslılardı; şanslılardı ki birbirlerini bulmuşlardı.
oğlanlarla gezmeye “liseli bir kız” olarak. Ne diyordu annesi: “Sen
bir
misin
Kiraz'larla.
Liseye
gidiyorsun
sen.
Daha çok var derken, hiç gelmez zannederken, son gece gelip Her
gün
çatıverdi bir gün. Yaradılışı bir tuhaftı Kiraz'ın; herkesin gözünden
merkezdesin. Görgün, bilgin başka senin. Gezeceksin tabii İstanbul'lu
akan, kan olup burnundan akardı. Yalnız Gönül bilirdi bunu. Kiraz'ın
oğlanlarla. Ne için gidiyorsun liseye? Kiraz gibi, Hasibe gibi burdan bir
burnundan akan kanlar içini sızım sızım sızlatıyordu Gönül'ün; ama
oğlanla mektuplaşıp sokakta davulla düğün etmek için mi? Senin
yoktu yapacak bir şey, yoktu söylenecek tek bir söz. Bana ver dedi
düğünün otelde olacak, apartmanda oturacaksın sen, tatil için bile
kanlı mendili. Hatıra olsun. Ömür boyu taşımak üzere soktu koynuna.
gelmeyeceksin buralara; Bodrum'a, Alanya'ya gideceksin tatil için.”
Düşündü: Sarılsa Kiraz'a, dokunsa, öpse dudaklarından, sanki
Bir akşam oturmaya gitmedi Gönül, Kiraz'ların çatısına;, yazlıkçı bir
dinecekti acısı biraz, sanki alacaktı intikamını sevmeye koşullar koyan
oğlanla çarşıda gezdi. İşte o gece, yazlıkçı oğlanla gezmeden
iğrenç dünyadan. Sana dokunsam dedi Gönül, seni koklasam.
dönerken, yüzüne öyle bir baktı ki Kiraz; bir parçasını alıp içinden,
İstemem dedi Kiraz, istemem öyle “gönül” avuntusu; ömür boyu
bunu hatırlayıp avunmak istemem. Hem çok üzülmem bu
oturup saatlerce mum damlatmışlardı, topladıkları şişelerin üzerine.
hikaye böyle biterse; zaten hiç dokunmadım ki derim, zaten hiç
Ne yapacağını bulmuştu Gönül: Şu kenarda duran, annesinin
gerçek olmadı ki derim. Dokunursan bana, izi kalır, yapma. Hadi şimdi
kocaman, gümüş tepsisine, bu şişeleri yapıştıracak, onbeşer onbeşer
git. Koynunda yatmaya geldim diye yalan söylersin annene, hani gece
şişelere dolduracaktı çiçekleri; birkaç saat içinde bitirirdi bu işi. Şimdi
kalacaktın Kiraz'da derse. Yarın gece geleceğim seni uğurlamaya.
sıra çiçekleri nelerle süsleyeceğine gelmişti: Ufacık bez bebekler…
Herkes vardı, bir tek Kiraz yoktu, Gönül kasabacak uğurlanırken.
Birinin saçları kahverengi yünden; biri Kiraz'ı, biri de Gönül'ü temsil
Görememişti işte son bir kez, görememişti Kiraz'ı. Yol boyu ağladı
ederdi çocukluk oyunlarında. Sırtlarından dikti ikisini birbirine;
Gönül; neye ağladığını bilmeden, neye ağladığını düşünmek dahi
önlerinde bir yere bağladı çiçeğin. Her ahret çiçeğinde mutlaka olması
istemeden ağladı. Gönül İstanbul'a varalı bir hafta olmamıştı ki bir
gereken diğer malzemeleri çıkardı: Minyatür bebek patiği, minyatür
gün mektubu geldi Kiraz'ın:
yer sofrası, incik boncuklar vs. Yıllarca her yere Gönül'le birlikte giden
“Belki kızdın bana; ama gelemezdim seni uğurlamaya, yapamazdım
şu kanlı mendilden de kurtulmalıydı artık; muska haline getirip, bir
bunu. Her filmin bir son sahnesi vardır bilirsin; seyirci o sahneyi
iple boynuna astığı mendili çıkardı boynundan. Boş hissetti kendini.
görmeden bitmez film. Ve ben sana veda etmedikçe, son sahnesi
Bomboş. Çıplak. Ama geçen yıllar içerisinde öğrenmişti kaale
çekilmiş olmayacak bizim hikayemizin; yani film henüz bitmedi. Ve
almamayı kendini ve duygularını; umursamadı. Muska mendil artık
sen bir gün mutlaka geleceksin bana; en azından filmi bitirmek için
ahret çiçeğinindi; olması gereken yere, sahibine, geri dönmüştü işte.
geleceksin. Bir gün döneceğini düşünmeden yaşamam olanaksız, ***
anla beni; bırak da bu da benim 'gönül' avuntum olsun.”
Ahret çiçeği; köşede. Yatak, darmadağın… Yatağa dağılmış uzun
***
siyah saçlar… Bana, dedi bir “gönül” avuntusu ver. Bekledim, dokuz Dokuz sene, dokuz koca sene sonra tekrar buralardaydı işte; hem de
sene bekledim. Gelmedin. Madem bitirmeye geldin filmi, bana bir
Kiraz'ın düğünü için. Çok zaman, çok zamanlar geçmişti o son
“gönül avuntusu” ver. Artık Kiraz, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz,
geceden, çok insanlar, çok insansızlıklar. Sözleştikleri gibi kocaman
kokun bana bulaştı bir kez. Diyebilse. Sustu Gönül. Akşama düğünü.
bir tebessüm olmuştu Kiraz, Gönül'ün yüzünde. Önce özlemez
Dün akşam yaktık kınasını. Dün gece Kiraz'la dokundular birbirlerine.
olmuştu, sonra hiç yaşamamış gibi, derken bir gün, kocaman bir
İzi kaldı. Birazdan toplanacak yatak. Bu gece Kiraz bir başkasının
tebessüm.
yatağında. Saçları? Saçları da orada. Gönül nereye? Sonsuz boşluğuna. Kokusu geçmeyen kadınların, iş olsun diye adamların
Şimdi görev Gönül'ü çağırıyordu; bu civarın gelmiş geçmiş en güzel
yatağına. Birbirlerine dokunmamışlar gibi. Ama dokundu Kiraz'a.
ahret çiçeğini yapmalıydı. Önce bir asistan bulmalıydı kendine bu iş
Ama dokundu Kiraz ona. İzi kaldı. İzi. İz… Yatak toplanacak birazdan.
için. Annesini ünledi: “Anne bana Hasibe'yi bulsana.”
Düğün var. Akşama. Sızı… Dokuz sene bekledi Kiraz. Dokuz sene
- “Hasibe hafta sonu köye gider, kaynanasına; ama belki düğün var
bekledi, dokuz sene evvel reddettiği “Gönül” avuntusunu almak için.
diye gitmemiştir bu hafta.” Evdeydi Hasibe, düğün var diye nitekim.
Avunacak mısın Kiraz? Gerçekten avunacak mısın? Uyanma Kiraz. Hiç
Boylu boslu, güzel Hasibe'ye acımasız davranmıştı zaman; eskiden
uyanma. Yatak hep dağınık kalsın, kokun hep üstümde.
kan fışkıran sağlıklı yüzüne, hastalıklı bir beyazlık gelmişti; ufalmış,
- “Ne zaman kalktın Gönül?”
minnacık kalmıştı. Beş çocuğu vardı, altıncının haberini geçen ay
- “Biraz önce.”
almıştı. Mutluyum allaha şükür diyordu, çok sevindim Kiraz'a, yazık
- “Dün söylemeyi unuttum ne güzel olmuş ahret çiçeği.”
kardeşlerinin çocuklarına nasıl bakardı gözleri dolu dolu. Gönül'ün
- “Ahret.”
annesi çıkıştı Hasibe'ye:
- “Bu geceyi unutma Gönül.”
- “İstese evlenirdi o, isteyeni olmadığından mı evlenmedi sanki; gönlü
- “Zaten unutamam ki.”
düşmedi kimseye ne yapsın?”
- “Sen inanmazsın bilirim, deli
- “Gönül İstanbul gibi yerdeydi, gönlü düşmemiş kimseye varmamış,
saçması çocukça bulursun;
o olur da, köylük yer sayılır burası; her evlenen gönlü düştü diye mi
ama
evleniyor sanki. Yaşı gelen gider Emine abla.”
söyleyeceğim; ben seni
- “Yok yedirmem Kiraz'ın hakkını, hepinizden güzeldi Kiraz, hâlâ da
hep sevdim Gönül, hep
ben
güzeldir. İstanbul'dan bile olduydu isteyeni, ben şahidim.”
de seveceğim.”
Yapma menekşeler, papatyalar buldurdu Gönül Hasibe'ye. Ne çok
- “………”
severdi Kiraz papatyaları. Bahar geldi mi okul yolu papatyalarla,
- “Gönül.”
menekşelerle bezenirdi. Sen papatya ol ben de menekşe olayım derdi
- “Kiraz.”
Kiraz. İyi güzel, çiçekler bulunmuştu da, peki bu çiçekleri nerede ve
-
nasıl birleştirecekti? Tavan arasına çıktı; ailenin şahsi müzesiydi
adama.
burası bir nevi, ne ararsan bulunurdu. Kendi kolilerinin yanına gidip
uyanmadan.”
“Gitme
de
gene
de
gitmeyeyim
Ka ç a l ı m
o
gidelim
kimse
oturdu; okul önlüğü, kurdeleleri, ders kitapları, ilk sutyeni, bez
- “Eşyalarını toplamakla vakit kaybetme.
bebekleri, sahip olduğu ne kadar şey varsa bu evden gidene kadar,
Hemen
hepsi bu kutulardaydı. Cam gazoz şişelerine mum damlatılarak
uyanmadan. Seni nasıl sevdiğime ikna
çıkalım
şu
evden
yapılmış vazolar ilişti gözüne; bu vazoları birlikte yapmışlardı Kiraz'la;
etmek istemiyorum kimseyi.
okulda
Tabii senin dışında.”
elişi
dersinde
öğrenmişlerdi
bunlardan
yapmayı;
çok
sevmişlerdi bu işi; günlerce gazoz şişesi toplamış, kapının önünde
ahali
49
l-hikâye
zincirleme
süsem aslan susemaslan@gmail.com
Selvinaz, o gün de bir önceki gün gibi, yarın
işe yaramayan, kendini kaldıramadığı için babasının boynunu eğen
yaşayan ve işine otobüsle giden herkes gibi
pipisinden utandı. Aslanı'nın karartısını, gözünden uzakta istedi.
kırk beş dakika sendromu yaşıyordu. İş
Kovmasaydı, elinden bir kaza çıkacaktı. Dünyaya getirdiği gibi
yerine gitmek için aktarmalı otobüse güç bela
dünyadan da gönderebilirdi. Bu onun hakkıydı… Babası, babasının
bindi… Elbette seçeneksiz değildi, kimse ona
ismini geri istedi, ona o verdiği için almaya hakkı olduğu her şey
elin adamlarıyla yapış yapış git demedi. Bir
gibi ismini de istedi ondan. Bu yüzden Aslan, Okşan oldu… Kırk
buçuk milyon lira daha verip halk otobüsüyle
defa söylenirse olacak gibi geldi, sevilip, tiksinilmemek için,
ya da dolmuşla da gidebilirdi. Ama hesap
içindeki çocukla birlikte, içindeki kadın içinde okşanmak, sevilmek
basitti kırk beş dakika ile aktarmalı giderse günlük bir buçuk
istedi. En kadından daha kadın olsun diye pipisini en dibinden
liradan ayda 45 lira kar ediyordu, bir de bunun gelişi var 90 lira,
kestirdi. En kadından daha kadın olsun diye memelerini en
yevmiyesi 60 lira olan bir işçi için göz önünde bulundurulması
büyüğünden, en dikinden yaptırdı.
gereken bir durumdu. Otobüse binince sırtını sağlama alacağı bir
Okşan prova odasına geçtiğinde, bedenini göstermek, gurur
kadın aradı gözleri, arkasını hemcinsine döndü. Akıllı kadındı
duymak, güzelliğini sergilemek için çırılçıplak kalırdı. Bizim Meloş
Selvinaz… Kendini, değiştiremediği koşullarda yaşamaya adapte
iyi kadındı, onun sonradan olan kadınlığını hiç ima etmezdi.
ederdi. Madem otobüste ayakta gitmenin hesabını devlete
Okşan'ın bedeni okşanmazsa kıymetli bir müşterisi eksik olurdu.
soramıyor, arkasına geçip sürtünen adamların zihniyetini
Okşan Haute couture elbisesini giydi, açtırdı paravanın perdesini
değiştiremiyor o da sırtını hemcinsine verirdi.
50
uzaktan sevmeyi de bıraktı… Özlemle beklediği pipili çocuğunun;
olacağı gibi sabah erkenden kalktı. Ankara'da
salına salına yürüdü, bekleyen götü göbeği bir birine karışmış
Melahat Hanım'ın yani bizim Meloş'un kulağı kapıdaydı,
kadınlara gösterdi dişiliğini, düşündürdü onlara dişisizliklerini…
Selvinaz'ı bekliyordu. Kahvaltı masasını kaldırmamıştı
Ayşe Hanım boş durmadı “Şekerim ne güzel oldun.” dedi. Okşan
henüz, Allah için iyi kadındır bizim Meloş, kahvaltı
mutlu mesut çıktı modaevinden, aradı sevgilisi Talat'ı. “Akşama
etmesine müsaade ederdi Selvinaz'ın. Selvinaz
geliyor musun kocacığım dedi” Talat ayarı verdi “Duyan olur
modaevine gelip işine başladı… Selvinaz, neler
sus" dedi… "Akşam geliyorum" dedi.
neler görmüştü burada o kocasının yanında
Okşan ile Ayşe'nin arasında göbek bağına benzer bir bağ
bile aydınlıkta soyunamazken, buraya
vardı, Talat'a ait bir bağ… Ayşe Hanım geçti Meloş'un
gelen kadınlar çırılçıplak kalıyordu da
karşısına, erkeğe mi kadına mı ait olduğu belli
hiç utanmıyordu. Meloş, “Ortalığı topla da kalıp çıkar”
olmayan bedenini soydu. Yaratanın, yarattığına mekân olsun diye yarattığı rahmini zamanında
dedi.
çok kullanmıştı. Küçük Ayşeler, küçük Talatlar
Haute couture Meloş… Kişiye özel
peydahladı o rahimden. Kocasının evde geçirmediği
dikerdi. Tam bedenine uyacak, kalıp
günlerin, iş toplantılarına diye gelmediği akşam
gibi oturacak, bir başka kimsede
yemeklerinin, iş gezisi diye gittiği Tayland'ın bedeli
olmayan elbiseler dikerdi. Bedenleri
olan sus payı paraları, o da sevilmeyen bedenine
örterdi, kusurlarını gizlerdi. Bugün özel bir
kıyafetlere, öpülmeyen boynuna mücevherlere
müşterisinin provası vardı. Sizler bu özel müşteriyi Okşan Özübir olarak tanırsınız. Ama babası ona babasının ismi Aslan'ı koymuştu. Er kişi, yiğit kişi olsun, soyunu sürdürsün, adını yaşatsın
harcadı. Güzel kıyafetler, ışıldayan mücevherlerle Talat onu sever zannetti. Filmlerdeki gibi elini beline dolar, saçını kavrar, dudaklarına yumulur zannetti… Ayşe hanımın en işe yarayan yeri bir zamanlar elleriydi, gâvurun kızı çok güzel mantı
istemişti, bir evin bir oğlunun doğumuna
sıkar, dolma sarardı. Talat'ın göbeğinin suçlusu hep
teşekkürdü, kestiği kurban… Ağa adamdı
Ayşe'nin elleriydi. Yumruğunu sıkmayan, masaya
babası, çoban köpeği yetiştirmeyi iyi bilirdi. Bilirdi ki köpeğin başını okşarsa, sevip şımartırsa köpek yavşak olur, yumuşak olurdu. Köpeğini yetiştirir gibi yetiştirdi oğlunu, uzaktan sevdi. Ve bir gün geldi Aslan'ının aslan olmadığını anladı, soyunun devamı
vurmayan elleri, doymayan nefsi, görüp de görmezden gelen gözleri… Talat hep iştahlı bir adamdı... Midesini doyurdu ama yetmedi, bir erkeğin karısının bedeninden istemeye yüzünün kızaracağı istekleri vardı Talat'ın. *** Okşan kapısını açtı, “Hoş geldin kocacığım"
olan bacaklarının arasındaki o
dedi, öptü Talat'ı… Talat, Okşan'ın bedeninde
lütfün Aslan'ın utandığı bir et
hissetti erkekliğini, Okşan Talat'la hissettiğinin
olduğunu anladı. İşte o gün
kadınlığı olup olmadığını bilemedi…
kütüphane
salih canova koygocuren@gmail.com
keditörün kitabı
kitaplık Snuff
Stonewall İsyanı
Chuck Palahniuk Ayrıntı, Roman 600 kişi sırayla bir porno yıldızına tecavüz ediyor ve birileri bunu videoya kaydediyor. Dövüş Kulübü'nün yazarı, yine bir "beden" öyküsü etrafında cinselliği, tiksintiyi, pornografiyi, görmeyi, görülmeyi sorguluyor.
Martin Dyberman Agora Kitaplığı, Roman
28 Haziran 1969. New York her zamanki gecelerinden birini yaşarken Stonewall Inn adlı eşcinsel barına yapılan "rutin" polis baskınında elindeki bira şişesini polislerin
Görgü Tanığı İncir
kafasına atan Marcha P. Johnson, bu şişenin dünyanın tüm
Jody Shields Can, Roman Freud'un ünlü hastası Dora'yla ilgili notlarından hareketle yazılmış bir roman. Ama tek farkla; Dora bu sefer intihar etmiyor, öldürülüyor!
eşcinsellerine özgürlük getirecek bir kıvılcımı ateşleyen fitil olacağını bilebilir miydi? Eşcinsel hareket için bir milat olarak kabul edilebilecek bu baskın sonrasında New York sokaklarına akın ederek "artık yeter" diyenlerin isyanını bizzat "isyancı"ların tanıklıkları eşliğinde derinlemesine bir
Kâfir Ayaan Hirsi Ali Altın Kitaplar, Roman Somalili feminist Hirsi Ali'nin insan hakları mücadelesinin iki yüzü. Müslüman Kardeşler'den radikal İslamcılar tarafından öldürülen Teo Van Gogh'a, farklı uçlarda farklı yaşamlar.
analizle sunan Martin Duberman 'Stonewall İsyanı'nda benzer sorulara yanıt ararken, insanlık tarihinden -pek önemsenmeyen- ama oldukça önemli bir kesiti de tüm yönleriyle okura sunuyor. Duberman eşcinsel özgürlük mücadelesinin ilk dönemlerinde yer alan altı kişinin tanıklıkları eşliğinde eşcinsel hareketin miladına ışık tutmaya çalışırken, sadece Stonewall İsyanı ile sınırlı kalmayarak, bu isyan sonrasında başta
Tutkal
Amerika olmak üzere tüm dünyada yaşanan eşcinsel
Irvine Welsh Sel, Roman Transpotting'ten sonra, Welsh'ten kırk yıla yayılan yeni bir yeraltı öyküsü. Herkes ihanet edebilir ve herkes affedilmek ister...
özgürlük hareketinin tarihsel gelişimini, hareketin geçirdiği evreleri, görüş ayrılıklarını, farklı özgürlük tanımlarını da okuruna sunmaya çalışıyor.
Middlesex
Duberman'ın bu çalışması eşcinsel hareketin tarihi ile
Jeffrey Eugenides İnkılap, Roman Bursa'dan Detroit'e çiftcinsiyetli, çiftkültürlü bir yolculuk. Hiçbir şey, asla, sadece o şey değildir!
tartışmasız
ilgili çok kısıtlı kaynağa sahip olan Türkçe okuru için de bir
kaynak
olmaya
aday.
Stonewall
İsyanı'nın 40. yılı şerefine!
San Francisco'daki hareket için önemli dönüm noktalarından biri, 1964 yılının Noel arifesinde yaşandı. Aynı yılın Mayıs ayında eşcinsel eylemcilerle ilerici Protestan rahipler arasında yapılan dört günlük bir konferans, Din ve Homoseksüeller Konseyi'nin kurulmasına zemin hazırlamıştı. Yeni derneğin ismini yaymak ve dernek fonlarını arttırmak için, Polk Sokağı'ndaki California Hall'da bir Noel dansı düzenleneceği duyuruldu. Polis, kadın kılığında gelen herkesin, diğer katılımcılar tarafından görülmemesi için anında salonun arkasına alınması koşuluyla danslı toplantıya izin verdi. Fakat dansın yapıldığı gece, resmi kıyafetlerle gelen eşcinsel erkek ve lezbiyenler, polis fotoğrafçılarıyla dolu bir kalabalığın arasından geçmek zorunda olduklarını gördüler. Sonrasındaysa, polis müfettişleri yaklaşık yirmi dakikalık aralıklarla, yangın kontrolü yapmak veya içki ruhsatını görmek gibi bahanelerle California Hall'a girdiler. Bir saat kadar sonra, polisin salona girme hakkına meydan okununca (bir adam polise "Davetiyeniz var mı?" diye sormuştu), itiş kakış yaşandı ve davetlilerden bir kısmı tutuklandı. Ertesi gün, öfkeden köpüren rahipler, bir basın toplantısı düzenleyerek polisi kınadılar-ve San Francisco Chronicle olayları ilk sayfadan bildirdi. Vaka mahkemeye taşındığında, mahkemeye başkanlık eden yargıç, eşcinsel sanıklara yöneltilen bütün suçlamaları düşürerek, polise görevi ihmal konulu bir nutuk attı. California Hall'da yaşananlar, birçok bakımdan bir dönüm noktası taşıyordu: Heteroseksüel rahipler eşcinselleri kınamak yerine insanlıklarını savunmak adına seslerini yükseltmişlerdi; mahkemeler homoseksüellerden yana çıkmıştı; eşcinselleri hırpalamak doğal hakkıymış gibi davranan polis azarlanmış ve kısıtlanmıştı; eşcinsel eylemciler, açık ve örgütlü başkaldırının olumlu sonuçlar doğurabildiğine dair çok önemli bir ders almışlardı. Yani, Din ve Homoseksüeller Konseyi'ne öncülük eden rahip Ted McIlvenna'nın (eşcinsel özgürlük hareketinin tamamen Stonewall'culara ve onları takip edenlere atfedilmesinin ardından) yaptığı, "Harvey Milkler ve onun yanındaki insanlar hareketin liderleriydi" açıklamasında bir haklılık payı vardı. (sayfa; 124-125)
51
yüz yüze
“kuyuya bir taş attım” Uğur Ziya Şimşek. 28 yaşında, hukuk öğretmeni ve yazar. “Hayata şanssız bir merhabayla başlayıp, patikada koşmaya çalışan biri” olarak tanımlıyor kendini. Daha önce 'Cin Tarikatı' ve 'Fener Işığında Aşk' adlı kitapları yayımlanan Şimşek'le yeni kitabı 'Kıyıdakiler'i konuştuk. barış sulu
52
'Kıyıdakiler' eşcinsel, fetişist, sado&mazo kahramanların
de ezilmişliktir, bağlanmaktır, körü körüne güvenmektir. Murat'ın
öykülerinden oluşuyor. Bunları bir araya getirme fikri nasıl
durumu bu. Murat'ın hayat hikayesini dinlediğimde ilk düşündüğüm
doğdu?
şey 'ne kadar da salak' olduğuydu. Bir insan kendini bu kadar da
Toplumun dışladığı cinsel kimlikleri ön plana aldım. Bir eşcinsel bir
kullandırmamalı, dedim. Sohbetlerimiz uzadıkça gördüm ki ilişkisi
fetişistten her ne kadar faklıysa da toplumun uyguladığı baskıda
haricinde birçok konuda oldukça mantıklı biri ve bazen baskın bir
ortak bir paydada buluşabiliyorlar. Cinsel kimliklerdeki farklılıklara
karakter. (Askerde kendisine bilinçli olarak zor nöbet saatlerini yazan
hoşgörüyle bakamayan birey “Yahu bunların alayı sapık!” diyerek işin
yazıcıyı dövmesi veya haksız yere onu bardan çıkarmak isteyen
içinden çıkıyor. Eşcinsel, fetişist veya sadist mazoşistleri ortak nokta
emniyet güçlerine karşı hakkını araması ve direnmesi gibi.)
olan 'dışlanmışlık'ta buluşturan toplumun kendisi. Yazar olarak bu
Kendisine de söyledim, “Seni ilk dinlediğimde salak olduğunu
karakterleri bir kitapta toplama fikri, toplumun hoşgörüsüz bakış
düşünmüştüm ama şimdi salakça aşık olduğunu görüyorum” dedim.
açısıyla zaten önüme sunuluyor. Bana kalan ise kalemi oynatmak.
Gülümsedi ve iç geçirip sigarasından derin bir nefes aldı.
Nasıl tepkiler geliyor?
Eşcinsel kahramanları da “aktif” ve “pasif” sıfatlarıyla
Son derece olumlu ve son derece olumsuz. Uçlarda tepkiler alıyorum.
tanıtıyorsunuz…
Ancak şunu bir kez daha anladım ki Anadolu insanı gerçekten de
Aktif ve pasif kavramlarını kullanmak konusunda özel bir arzum yok.
hoşgörü kapasitesi mevcut bir halk. Yeter ki doğru tekniklerle,
Ancak ifade ettiği şeyler var. “Aktif gey” veya “pasif gey” dendiği
düzgün bir şekilde meramımızı anlatalım.
zaman insanların aklında bir şeyler oluşuyor. İşte bu oluşan 'şey'i
Kitaptaki
eşcinsel
karşılayacak yeni bir kavram bulunmadıkça bu kavramlar ister
yapılan
istemez kullanılacak.
olduğu
Murat için
karakteri
kendisine
haksızlıklara karşı koyamıyor, yardım almaya
gittiğinde
bile
kimliğini
açıklamaya çekiniyor, hatta açıklamıyor. Bu kitabı okuyan birçok eşcinselin “Evet bunlar benim de başıma geliyor, o nedenle
sonsuza
saklanmalıyım gizli
gizli
ve
kadar
cinselliğimi
yaşamalıyım”
diyebileceklerini
düşündünüz
mü?
Türkiye'de
cinsellik
konuşulmuyor,
konuşunca
etiketleniyorsunuz, dışlanıyorsunuz ama sanal alemde tüm bu birikenleri kusma çabası içinde insanlar. Sizce cinselliği bastırmakla ne elde ediyor bu ülke? Toplumsal bir cinnetten söz edebilir miyiz? Cinsellikle ilgili ciddi bir bilgi zafiyeti var. Konu eşcinsellik olunca hiçbir bilgi yok desek yeridir. Lezbiyenlik erkek egemen bakış açısıyla gülümseten bir fantezinin ötesine geçemezken geyliğin durumu daha
Bu konuda çok fazla bir inisiyatif kullanmadım.
Çünkü
Murat
gerçek bir karakter. Öğretmenlik mesleği,
“kalıplaşmış düşüncelere dinamit yerleştirdim”
aile
ilişkileri,
erkek
arkadaşı ile olan problemleri ve kitapta anlattığım hadiseler yaşanmış şeyler. Dışarıdan baktığımız zaman ezik bir karakter çizgisi var ancak bu eziklik eşcinsel olmasından ziyade aşık olması ile ilintili. Aşk, bir yönüyle
söyleşinin devamı ve daha fazlası için: kaosgl.org
kötü. Penis hastası, gördüğü erkeğin üstüne atlayan, üzülmeyen, seçim yapmayan, duyguları olmayan, sapıklar olarak görülüyor. Tabi bu yorum toplumun genelini kapsamasa da ciddi bir ağırlığı kapsadığı su götürmez bir gerçek. İnsanların eşcinsellere olan bakışındaki olumsuzluk temel olarak bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Topluma, geylerin de aşık olabileceği, namus kavramları olduğu ve her gördükleri erkekten hoşlanmak zorunda olmadığı anlatılmalı. Ben 'Kıyıdakiler' ile elimden geldiğince kalıplaşmış düşüncelere bir dinamit yerleştirmeye çalıştım. Tabi bu kaygıları güderken bir yandan da keyifli, sürükleyici ve esprili bir anlatım oturtmayı hedefledim.
bozuk plak
bawer çakır bawer@kaosgl.org
kraliçe başkan törkiyaspor şampiyon! sezen aksu / deniz yıldızı türkiye'nin 'ortak' şuuru, herkesin üstünde ortaklaştığı neredeyse tek isim, pop müziğin türkiyeli kraliçesi sandığından günlüğünü çıkardı, sezen müritleri, albümü çıkar çıkmaz listelerin tepesine kondurdu. “13 şarkı” desem, “bunların üçü hareketli ama öyle “hobarey” kıvamında değil” desem, “yemeğin en kıymetli baharatlarını arto tunç atmış” desem, onno tunç'un piyanosuyla albümde yer aldığını söylesem… üç nokta cümlenin bitmeyeceği anlamına geliyor bildiğiniz gibi. yaşadığımız ülkenin siyasal karmaşasının da kendine yer bulduğu albümde ilk kulak kesildiğim şarkı, namı kendinden önce gelen “güvercin” oldu. 'ruhunun güvercin tedirginliğiyle' soğuk bir kaldırıma düşen gazeteci-yazar-ve “çok şey” hrant dink için dökülmüş dizeleriyle “beklenildiği” gibi sarsıyor bünyeyi: “bir daha yazar mı kalem kanaya kanaya? kağıdı da kan tutar, ağaç değil mi soyu? ağla, doyasıya ağla! aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu…”. ardından “roman” geliyor. dink'i vuranları/katledenleri lanetleyen kraliçe, bu kez perhize lahana turşusuyla müdahale ediyor: “tak tak tak tak vursunlar beni koparıp yalnıza koysunlar beni…”. sonra “şehit”, “kutsal”, “vatan sağolsun”larla heba edilen askerin ardından ağlıyor sezen: “memet daha çok küçüksün memet, insan soyu böyle en nihayet, öteki de sen, beriki de sen kendini de, bizi de, dünyayı da affet…”. ergenekon iddianamesinde veli küçük tarafından “fişlenen” sezen, kendi çapında politika yapmaya devam ediyor. ediyor da ediyor… sızılı, acılı, hüzünlü, alkolle alınması tehlikeli bir albüm çıkıyor ortaya. ancak başka bir yerden dinleyince de sezen aksu'yu “ortak şuur” olmak ya da kraliçeliğin kesmediğini düşündürtüyor. zira her görüşe, her gruba bir şarkı mantığıyla sanki bir dahaki seçimlerde cumhurbaşkanlığının da üstünde bir mevki istiyor. ama bilmiyor ki şarkılarıyla büyüyen nesil/lerin kalbinde, aklında “tüm zamanların 'en'i”. sezencileri ihya edecek, sezen'den yeni bir şey bekleyenleri çok da tatmin etmeyecek bir albüm neticede. ben desem de demesem de çoktan dinlendi, hatmedildi bile, değil mi?
aşklar flu, biz netiz: viva la ajda!
kupa üçlüsü
ajda pekkan / aynen öyle türkiye popüler müziğinin yıllandıkça güzelleşen şarabı süperstar ajda pekkan “güme giden” 'cool kadın' albümünün üzerinden iki yıl geçtikten sonra, kuraklıktan çatlayan popüler müzik sahnesine “aynen öyle” adlı 'yenisini' düşürüverdi. en son “vitrin” ve “amazon”la kulüplerde tepinirken bıraktığımız ajda'nın, sazı aynı yerden eline aldığı albüm küresel ısınan dünyamıza 'vaha' oldu. günlerdir her yerde, her fırsatta havalı havalı “aynen öyle, aynen öyle” diyoruz… dokuz şarkı ve bir remiksin 'voltran'ı oluşturduğu albümün ilk yıldızları albüme ismini veren şarkı ve “flu gibi”. “aynen öyle” starın gırtlak nameleriyle devleştiği, 2008 yazının hiç şüphesiz ki bir numarası oldu/olmaya da devam edecek gibi… “flu gibi” ise yine ajda'nın muhteşem sesiyle hüzünlü bir dans şarkısı ve aynen öyle'yle birlikte eş zamanlı zirve ortağı oldu. ajda'nın şehrazat'la birlikte kotardığı/şakıdığı albümde “sarıl bana”yı
coldplay / viva la diva or death and all his friends britanyalı dörtlünün frida kahlo'nun tablosundan etkilendiği albümü. çıkar çıkmaz en çok satan albüm oldu bile…
pinhani / zaman beklemez
özleyenlere “can gidiyor”, evropalı ajda'yı özleyenlere de
kendi halinde bir grupken, bir dizi
“strech me up” var. “ay ne bu şarkı” demeyin, albümü
sayesinde fenomene dönüşen pinhani'nin,
alın, dinleyin. zira 'aynen öyle' bir kere dinleyip kenara
güzelliğinin ardında dizi'nin olmadığını
koyacağınız sığ sularda değil, dev dalgaların vurduğu
gösteren albümü. “düğün dernek” favorim.
kıyılar gibi vazgeçilmez bir albüm olmuş. oh diyorum,
yüksek sadakat / katil & maktul
şükür diyorum, iyi ki ajda var diyorum. yoksa ne
“belki üstümüzden bir kuş geçer”le buz
küresel küresel dünya çekilirdi, ne de sıkıcı törkiya
dağının altını merak etmemize neden olan
popüler müziği… viva la diva! (diva'yı vida, yani
topluluğun, yeni solistleriyle kaydettikleri
'yaşam' olarak da okuyun lütfen)
ikinci albümleri “ilki gibi” arşivlik.
53
FOTOHIKÂYE
fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz
I. Zorladım tüm dokularını tüm hayatın.
II. Kusursuz öpüşler çaldım,
VIII. Dudaklarım...
VII. Ne kadar keskin bu bıçak, ne kadar keskin bu yollar, ne kadar keskin bu dudaklar.
VI. Gideceksen, dudaklarımı bıçakla kes, gideceksen.
XII. Baskı değil, kopyası yok, sadece aslı bende.
XIII. Anlam veremediğim tırnak yarası kadar küçük ama büyük acı...
XIV.
Uçurumun kıyısında ikimizi düşlerken, fotoğrafların yanıyor sırtım da.
IV. ilmik ilmik seni ördüm. III. her bir öpücük için bir ceylan kalbi söktüm
V.
kapıdan çıkarsan benim kalbimi sökeceksin.
IX. Kanımı emerken öleceğim, dudaklarını ısırarak öleceğim, bu yollarda öleceğim.
X.
Ruhumun bunalımı, bedenimin arzuları sanki hiç geçmeyecek sanırdım.
XI. Düşüşteyim işte gidilmez...
kayıp peruklar hakan aydoğan hakanaydogan666@hotmail.com
XV. Bir dilek ağacıyla kalbimi sunarak,
XVI. bir düşle geliyormuş gibi.
yüz yüze
“fotoğraflarım beni anlatıyor” Bob van Rooijen 24 yaşında, Hollandalı bir fotoğraf sanatçısı. Çok küçük yaşlarda tanıştığı eşcinselliği fotoğraflarına da yansıyor. Halen yürüttüğü “Gender Bending” projesiyle farklılığımızın kötü bir şey olmadığını, aksine özel olduğumuzu söylüyor. Dünyanın da farklılıklarla yaşanır bir yer olduğunu savunan van Rooijen'le kahvelerimizi yudumlarken, çocukluğundan bugüne geçtiği yolları, kışkırtıcı fotoğraflarını ve rüyasını konuştuk.
Bob van Rooijen kimdir? Bize kendini anlatır mısın?
seviyordum ama son sene, iki ülke arasında gidip gelmekten çok
Hollanda'nın merkezinde, Amsterdam'a yarım saat uzaklıkta bir
yoruldum ve Hollanda'ya geri döndüm. Önce Hollanda Kraliyet
kasabada doğdum ve büyüdüm. Her ne kadar, çok mutlu bir
Akademisi'nde Fotoğraf okumaya başladım.
çocukluk
56
ipek mihraç sur
geçirsem
de
kendimi
hiçbir
zaman
oraya
ait
Eşcinselliğinle barışıp ailenin yanına dönmek zor olmadı mı?
hissedemedim. Bu nedenle, liseden sonra yurt dışında okumaya
Hayır. Döndükten birkaç ay sonra aileme gey olduğumu söyledim.
karar verdim ve İngiltere'ye sanat okumaya gittim. Hayatımda ilk
Çok normal karşıladılar. Büyük bir rahatlamaydı benim için tabi ki.
defa bu kadar açık fikirli insanlarla tanışıp gey olmanın çok büyük bir
Ve sonra…
olay olmadığını gördüm. Sonunda kutumdan çıkmaya karar verdim
İki sene Utrecht'te yaşadıktan sonra Amsterdam'a taşındım.
ve gey olduğumu önce arkadaşlarımla paylaştım.
Hayatımda hiçbir zaman kendimi bu kadar evimde hissetmemiştim.
Kendini “farklı” hissettiğin oldu mu?
Amsterdam'ı gerçekten çok sevdim. Her günü zevkle yaşıyordum;
Elbette. Eşcinsel bir erkek olarak küçük yaştan itibaren birçok
insanları, sokakları, barları, parkları… Benim için Amsterdam “evim”
önyargıyla karşılaştım. Başlarda neden diğer insanlardan farklı
dediğim yer oldu. Bunda cinsel kimliğimi özgürce yaşayabilmem de
olduğumu anlamamıştım. Ergenlik dönemimde bu farkı ve hislerimi
etkili oldu tabii.
daha iyi anladım. Ama yine de neden diğer insanlardan farklı
Eşcinselliğin fotoğraflarına nasıl yansıdı?
olmalıydım? Oysa eşcinsel olmak, erkek veya kadın, sarışın veya
Birkaç
kumral olarak dünyaya gelmekle aynı şey.
Komisyondakilere
ay
önce
bir
iş
için
işlerim
portfolyo
hakkında
görüşmesine
bilgi
verirken,
gittim. aslında
Fotoğraf ne zaman girdi hayatına?
portfolyomun beni ne kadar anlattığını fark ettim. Fotoğraf
İngiltere'de yaklaşık üç sene kaldım. Öğrencilik hayatını çok
okuduğum sırada kendimi keşfettim ve daha iyi tanıdım. Sadece şans eseri eşcinsel doğmuş bir adam ve her zaman gülmeye açık. İşlerinle bir şeyleri değiştirebileceğini düşündün mü hiç? İşlerimde benim gibi insanların tüm dünyaca kabul edilmesini hedefliyorum. Farklı olmanın aslında özel olmak demek olduğunu anlamalarını istiyorum insanların. Eğer hepimiz aynı olsaydık dünya çok sıkıcı bir yer haline dönüşürdü. Bizler sanki dünyayı daha enteresan bir yer haline getiriyoruz. Anlayamadığım tek şey neden biz
eşcinsellerin,
transeksüellerin
önyargılar
olmadan
yaşayamadığı… Neden herkese kim olduğumuzu göstermeyelim? Neden hepimiz mutlu bir şekilde, eşit yaşayamayalım? İşlerin Hollanda dışında sergilendi mi? Henüz değil; ama dünyayı tanımak ve daha çok yere gitmek istiyorum işlerimle. Zaman henüz orda değil benim için. Homofobik saldırılarla karşılaşıyor musun? Yaşadığım yerden dolayı hayır. Ama bu hiç olmuyor anlamına gelmemeli. Amsterdam gibi bir şehirde bile eşcinseller sözlü ve fiziksel tacize maruz kalabiliyorlar. Yani bunun yer ve haritayla değil, düşünce yapısıyla alakası var. Ve son bir soru: Sence özgür bir dünya mümkün mü? Tıpkı Martin Luther King gibi benim de bir rüyam var: İnsanların birbirini yargılamadığı bir dünya… Eşcinsel olmanın, karakter olarak kim olduğunla hiçbir ilgisi yok, bu sadece cinsel benliğin. Peki öyleyse neden bu kadar büyük bir probleme dönüştürülüyor? Umarım 100 yıla kadar insanlar heteroseksüel oldukları için kutularından çıkmaya çalışırlar. (Gülüyor) “Anne, baba, size bir şey söylemek zorundayım: 'Ben heteroseksüelim.'” Düşünsenize ne kadar enteresan olurdu. Ben sadece, insanların, söyleyeceklerini söylemeden veya yapmadan önce iki kere düşünmelerini istiyorum. www.bobvanrooijen.com
baz覺lar覺 kaos gl sever
1 y覺ll覺k abonelik sadece
45 YTL
abone@kaosgl.org
HIV/AIDS bir suç değil, hastalıktır. Sevgi vererek, dostluk göstererek, el sıkışarak ya da gülümseyerek bulaşmaz.
HIV sarılmakla, öpüşmekle, bulaşmaz. İnsanları AIDS değil cehalet öldürür.
Pozitif Negatif Yaklaşımlar Yapımcı ve Proje Koordinatörü: Kenan Bahadır Derre Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu Makyaj: MAC Stüdyo: boom