KaosGLD102

Page 1

eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir

KAOS GL

102

Eşcinsel Kültür/Yaşam Dergisi

EYLÜL - EKİM 2008

5 YTL


aleviler, biseksüeller, ermeniler, eşcinseller, gençler, kadınlar, kürtler, romanlar, transeksüeller… türkiye'de ayrımcılığa uğrayanları sanat kampı'na bekliyoruz. sanat kampı: 3-7

Eylül 2008, Kapadokya

ayrıntılı bilgi için: .kaosgl.org


Kaos GL’den

a Sahibi erneği adın y Kaos GL D Burcu Erso oyaburcu@

kaosgl.org

ürü ve zı İşleri Müd Sorumlu Ya Yayın Yönetmeni Genel l Uğur Yükse l.org ugur@kaosg

u Yayın Kurul Safoğlu, n a yk A , l o Ali Er Bawer Çakır Barış Sulu, Esra Çınar, , y o rs E u B u rc ut Güner Um , a v o n Salih Ca ışmanları Hukuk Dan ıldırım, Av.Hakan Y ın, Av.Oya Ayd Öz Av.Yasemin rım Sayfa Tasa Emir Birant gl.org emir@kaos

rdinatörü Finans Koo o ğl u İsmail Alaca ismail@kaos

gl.org

umlusu Abone Sor l Semih Varo sgl.org semih@kao

lunanlar Katkıda bu lenbelt, u e M ja ız, An Adnan Yıld i, Bilge rg a e B l, nsa Barbaros Şa ob Van Rooijen, ,B Remus Ka an İnal, ruce, Gökh Bruce La B e Öğüt, d n a H , oğan Hakan Ayd aç Sur, r ih M k e p racan, İ ahadır B İpek İlkka n a n e K mi, İsmail Nec anoğlu, am r h Ka ad oup, Derre, Kürş Theory Gr New Media Ceylan, r e m Ö , az Onur Poyr muşoğlu, n, Övül Dur cıoğlu, Öner Ceyla Av çe ök G , S. Pelin Kalkan cel, Selen Doğan, n Tu at h a b e lican, S ay, Sürme Semih Tog Şimşek, a iy Z r u n, Uğ Şule Ceyla m Türker ran, Yıldırı Yeşim Başa ri Yönetim Ye Kaos GL lvarı 29/12 fa Kemal Bu Gazi Musta ay - ANKARA 06440 Kızıl 03 58 0 312. 230 Telefon: +9 77 12. 230 62 Faks: +90 3 l.org itor@kaosg E-posta: ed rg ww.kaosgl.o URL: http://w Abonelik edeli yı) abone b sa 6 ( lık l yı 45 YTL Yurt içi 1 bedeli yıllık abone 70 $ Yurt dışı 1 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye g sfer 45 € or Please, tran n period to the followin o t ti p un ri subsc bank acco Şubesi hir şe i n Ye ı s ka 4 Garanti Ban 411 629705 TL Hs. No: 9089309 USD Hs. No: 90334 : 90 EUR Hs. No

0 ISSN 13025

15

mi Kapak Res an Hakan Aydoğ hi Basım Tari 2008 s to us ğ A 25 Baskı mevi Ayrıntı Bası esi Sanayi Bölg ze ni a g r O k i 105 İved 0. Sok. No: 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 90 312. 394 55 Telefon: 0 Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli 2 00 8 Eylül-Ekim isteklerde Tek sayılık deriniz. ön g u l u p sta 5 YTL'lik po ve mültecilere Tutsaklara, lir. tsiz gönderi re c ü e r e l l e HIV+ eşcins Kaos GL, Lezbiyen Kaos Gey ve yanışma a malar ve D tır ş ra dır. A el Kültür süreli yayını Derneği'nin

uğur yüksel

ne ilk ne de son

ugur@kaosgl.org

Lambdaistanbul'a verilen kapatma kararı 'genel ahlak'la ne ilk ne de son karşılaşmamızdı. Bellekten birkaç tarih… 16 Şubat 2000 - Kaos GL dergisinin Kış 2000 tarihli sayısı, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “küçükler için muzır nitelikli” bulundu ve dergi poşete sokuldu. 15 Eylül 2005 - Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği'nin adında ve tüzüğünün amaç bölümünde 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 56. maddesinde ver alan "Hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz" hükmüne aykırılık bulunduğu tespitle derneğin feshi için dava açılması talebinde bulundu. Şubat 2006 - Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), CNBC-e kanalında yayınlanan 'Nip/Tuck' adlı dizi filmin bir bölümünde yer alan 'eşcinsel yakınlaşma' nedeniyle, kanalı uyardı. Uyarının gerekçesi, yayının “Türk aile yapısına aykırı” bulunmasıydı. Mart 2006 - İki kovboy arasındaki eşcinsel aşkı anlatan 'Brokeback Dağı' (Brokeback Mountain) adlı filmin Türkiye'deki gösterimine Kültür ve Turizm Bakanlığı Film Denetleme Alt Kurulu'nun kararıyla 18 yaş sınırı getirildi. Bu limit, dünya çapında filme getirilen en yüksek yaş sınırlarından biriydi. Mayıs 2006 - Osmaniye'de günlük olarak yayınlanan Hasret gazetesinin köşe yazarlarından İsmail Sezer, “Türk toplumunu toplum dışı bir davranış olan eşcinselliğe ve lezbiyenliğe yönlendiriyorlar” iddiasıyla, "Benimle Dans Eder misin?" adlı televizyon programı ile sunucusu Huysuz Virjin lakaplı Seyfi Dursunoğlu hakkında Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurunda bulundu. Mayıs 2006 - Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Barbaros Şansal'ın Haber Türk adlı televizyon kanalında yayınlanan 'Top'lu İğne' adlı programını “Şansal'ın Türkçenin esnek dil yapısından faydalanarak eşcinselliğe ilişkin espriler yaptığı ve bu espriler aracılığıyla da eşcinselliği meşru bir olaymış gibi topluma yansıtmaya çalıştığı” gerekçesiyle yayından kaldırdı. Mayıs 2006 - Pedro Almodovar'ın sinemalarda sansürsüz gösterilen 'Kötü Eğitim' (La Mala Education) adlı filmi DVD'de sansüre uğradı. Filmdeki, bir transeksüel kadının bir erkeğe oral seks yaptığı sahne iki yerde mozaiklendi. Haziran 2004 - Catherine Breillat'nın 'Cehennemin Anatomisi' adlı filmi, iki geyin oral seks sahnesi başta olmak üzere pek çok yeri kesilerek gösterime girdi. Filmin DVD'si de aynı sansüre maruz kaldı. 21 Temmuz 2006 - Ankara Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu Kaos GL dergisinin 28. sayısının toplatılması istemiyle mahkemeye başvurdu. 12. Sulh Ceza Mahkemesi de “pornografi dosyası” altındaki bir kısım yazı ve resimlerin “genel ahlakın korunması” açısından aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle derginin toplatılmasına ve el konulmasına karar verdi. Dergi, sansürün kaldırılışının 98. yıldönümü olan 24 Temmuz'da toplatıldı. 18 Kasım 2006 - Kaos GL dergisinin toplatılan dergisinde yayımlanan Taner Ceylan'a ait “Taner Taner” adlı resmin “bilirkişi incelemesini dahi gerektirmeyecek ölçüde müstehcen” olduğu gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Basın Savcısı Nadi Türkaslan tarafından dergiye dava açıldı. Derginin o dönemki Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner hakkında 3 yıla kadar hapis cezası istendi. 9 Nisan 2007 - CNN Türk'te bir hafta önce eşcinsellik konusunu işleyen Cosmopolis adlı programın ikinci bölümü gerekçe gösterilmeden yayına verilmedi. CNN Türk yetkilileri, "ara verdik" dışında açıklama yapmadı. Kasım 2007 - RTÜK, Seyfi Dursunoğlu'nun 'Huysuz Virjin' karakteriyle ekrana çıkmasına yasak getirdi. Ocak 2008 - RTÜK, Dursunoğlu'nun 'Huysuz Virjin' karakterini “bir kenara bırakması” şartıyla sunuculuk yapmasına izin verdi. RTÜK başkanı Zahit Akman gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada Dursunoğlu'nun “gelişme çağındaki gençleri ve çocuklara zararlı espriler yaptığını, bu nedenle prime-time'da değil, saat 23:00'ten sonra yayınlanacak programlarda yer alabileceğini” söyledi. 29 Mayıs 2008 - Yerel mahkeme, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği hakkında “hukuka, ahlaka ve Türk aile yapısına aykırılıktan” kapatma kararı verdi. Anayasanın eşitlik maddesine "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği" ifadeleri eklenmediği, heteroseksüel erkeklerden yana olan 'genel ahlak' kavramı yıkılmadığı sürece 'genel ahlak'la karşılaşmaya devam edeceğiz. *** Gelecek sayıda yine bir yaramızı kaşıyacak ve 'Din ve Eşcinsellik' konulu dosyamızla karşınızda olacağız. Elbette sizden gelecek yazılar, hikâyeler ve fotoğraflarla… Yağmurlar yağarken görüşmek dileğiyle…


içindekiler

06 02

04 06 08

10 12 13

14

16

18

söyleşi SEBAHAT TUNCEL “ŞAHİN AYRIMCILIĞI MEŞRULAŞTIRIYOR” lgbt gündem ardından AHMET YILDIZ söyleşi ÖMER&ŞULE CEYLAN “ÇOCUĞUM DAİMA BENİM ÇOCUĞUM” 16. lgbtt onur haftası BAWER ÇAKIR orada BOLOGNA’DA “FARKLILIKLARA AÇILMAK” söyleşi VİDA&SİYAH GEZEGEN GÖKKUŞAĞINDAN ŞARKI YAPTIK günlük YILDIRIM TÜRKER BİR SERÜVEN orada ÖVÜL DURMUŞOĞLU BU AKŞAM DA “ELLER HAVAYA” YAPALIM MI? feminizm ANJA MEULENBELT “NORMALLİĞİN DÜŞMANI OLARAK GÖRÜLÜYORUZ”

30

33 34

35

10

36 37 37 38

30

42

44

dosya: ahlak 22 23 24

hulk KÜRŞAD KAHRAMANOĞLU bilirsin iyi biri değilimdir SÜRMELİCAN ahlaksızlığımızın izini sürerken YEŞİM BAŞARAN 25 ahlak şemsiyesi kimin için(de)* açılsın? ADNAN YILDIZ 26 “ahlaksızlık” kol geziyor İPEK İLKKARACAN 27 ahlakın cinsiyeti SELEN DOĞAN 28 orta sayfa güzeli İSMAİL NECMİ GÖKYÜZÜ ALTINDA ORAL SEKS

04

48 50

38

51 52

53 54

56

53

söyleşi BARBAROS ŞANSAL HOMOMATİKLER HOMOFOBİKLERE KARŞI! “ahlak” cuntanın yaptırımıdır NEW MEDİA THEORY GROUP ahlaksızlığımı seviyorum şimdi GÖKHAN İNAL portfolyo İSMAİL NECMİ ÇIPLAK ERKEK (KADIN OLARAK) işe yaramaz çığlığım BİLGE REMUS KA kapatmıyoruz! SEMİH TOGAY duvar PELİN KALKAN “aşağılık” ve ahlaksız bir yazar: jean genet HANDE ÖĞÜT kült filmler: cani AYKAN SAFOĞLU GÖSTERİ TOPLUMU VE AHLAKSIZ İZLEYİCİLERİNE UFAK BİR MEKTUP

söyleşi BRUCE LA BRUCE CİNSEL OLAN POLİTİKTİR “kadın kadına öykü yarışması” AHRET ÇİÇEĞİ l hikâye SÜSEM ASLAN ZİNCİRLEME kitaplık söyleşi UĞUR ZİYA ŞİMŞEK “KUYUYA BİR TAŞ ATTIM” bozuk plak foto-hikâye HAKAN AYDOĞAN KAYIP PERUKLAR söyleşi BOB VAN ROOİJEN “FOTOĞRAFLARIM BENİ ANLATIYOR”

44


havadis

"şahin ayrımcılığı meşrulaştırıyor" ali erol Verdiğiniz önergeyle birlikte “lezbiyen”, “gey”, “biseksüel”, “travesti” ve “transeksüel” isimleri Meclis tarihinde belki de ilk kez birer hakaret, küfür, aşağılama ve alay konusu edilmeden telaffuz edilmiş ve TBMM kayıtlarına girmişti. Bunu yaptığınız için herhangi bir tepkiyle karşılaştınız mı? Bu süreçte gerek basın-yayın organlarında gerekse de Meclis içinde olumsuz bir tepki almasak da konu ve bunun gündemleştirilmiş olması çoğunlukla görmezden gelindi. Bir iki gazetenin yaptığı olumsuz haber dışında basının da soru önergemizi haberleştirme noktasında mesafeli davrandığını söyleyebiliriz. Aynı şey meclis için de geçerli. Sorunu görmezden gelmek ve kenarından dolaşmak da aslında alınan bir tutum olarak karşımızda duruyor. Şahin'in yaptığı açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Adalet Bakanı'nın yanıtı zaten malumumuz olan halihazırda Anayasa'da ve Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) var olan ayrımcılığa karşı düzenlemelerin bir dökümünü sunmaktan ibaret kalmıştır. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki toplumsal cinsiyetçilik Türkiye'de bireylerin davranış kalıplarına derinden sirayet etmiş bir olgudur ve yasaların toplumsal düzlemde her zaman bireyleri ayrımcılığa karşı koruması mümkün olmamaktadır. Kaldı ki bu haliyle yasalarda -muğlak bir genel ahlak ölçütü gibi- hâkim ve savcılar tarafından LGBTT yurttaşlar aleyhine kullanılan düzenlemeler de mevcuttur. Türkiye'de LGBTT bireylerin cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa uğramadan toplum ve çalışma yaşamında var olabilmeleri için anayasal güvencenin oluşturulması ve buna yönelik yasal düzenlemelerin getirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Yine cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğine yönelik ayrım ve saldırıları ortadan kaldırma yolunda büyük bir adım olacak reformların yapılması da yalnızca Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin değil, demokrasinin de bir gereği olmalıdır. Tüm bunlara rağmen, Sayın Adalet Bakanı'nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki “sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar” yaklaşımının bir ifadesidir. Bu tutum ise hem dışlayıcı, hem de LGBTT bireylerin maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları ve fiziksel saldırıları meşrulaştırır, mazur görür niteliktedir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son dönemde seçim öncesindeki söylemlerinin aksine sadece LGBTT yurttaşlara değil, demokrasi ve özgürlük isteyen tüm toplumsal kesimlere karşı tahammülsüzlüğünü artık açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Peki, bundan sonra Mecliste nasıl bir takip yürüteceksiniz? Biz DTP olarak çalışmalarımızı daima demokrasi ve insan haklarının gelişmesi ve yerleşiklik kazanmasından yana olan toplumsal kesimlerle birlikte yürütmeye, onlarla ortak paydalarda buluşmaya özen gösterdik. Bu bağlamda kendimizi de dini, etnik ve cinsel yöneliminden dolayı “öteki”leştirilen, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak yaşamak yerine dışlanan her toplumsal kesim ve bireyin temsilcisi olarak gördük ve görmeye devam edeceğiz. Gerek Meclis içinde gerek diğer platformlarda yürüttüğümüz çalışmalarımızda tüm çabalarımız buna yöneliktir. Bu çerçevede, LGBTT yurttaşların yaşadıkları sorunlar ve maruz kaldıkları ayrımcı uygulamaların Meclis içinde de takipçisi olacağız ve bunları gündeme taşıyacağız.

“Adalet Bakanı'nın soru önergemize verdiği yanıt ne yazık ki 'sorunun yaşandığını kabul etmezsek sorun da göz önünden kalkar' yaklaşımının bir ifadesidir.”

02


lgbt gündem RTÜK'ten Sansür 'Hipnoz'u Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Hande Yener'in son albümüyle aynı adı taşıyan 'Hipnoz' şarkısına çektiği klibini yayınlayan televizyon kanallarını uyardı. Klipte yer alan sado-mazo görüntüleri ve göreceli olarak bazı seks oyuncaklarının kullanıldığı sahneleri sakıncalı bulan RTÜK, klibin sansürlenerek yayınlanmasına izin verdi. Bunun üzerine Yener'in yapım şirketi, “sorunlu” görülen sahneleri bulanıklaştırarak klibi televizyon kanallarına yeniden gönderdi. Meraklısına: Konuyla ilgili Kaos GL'ye konuşan MTV Türkiye'den Hakan Aldeniz “RTÜK'ten aldığımız bilgide yayınlanmamış klibe yasak getirilmeyeceğini öğrendik. Klibi yayınladık ve uyarı aldık. Hande Yener'in yapım şirketi de klibi sansürleyerek bize geri gönderdi. Bu haliyle yayınlıyoruz” dedi. (Temmuz)

04

Sappho Özgür Yunanistan'ın Lesbos (bilinen adıyla Midilli) adası sakinleri, lezbiyen kelimesinin kullanımına karşı açtıkları davayı kaybetti. Yunanistan Gey ve Lezbiyen Birliği'ne dava açan ada halkı, 'lezbiyen' kelimesinin aslen 'Lesbos adasında doğan' anlamına geldiğini, bu kelimenin eşcinsel kadınlar için değil ancak kendi adalarında doğanlar için kullanılabileceğini iddia etmişti. Meraklısına: Lezbiyen kelimesinin kökeni, 6. yüzyılda Lesbos adasında yaşayan Yunan kadın şair Sappho'ya dayanıyor. Sappho, şiirlerinde kadınlara duyduğu hayranlığını anlatıyordu. (23 Temmuz)

1 Milyon Dolar Değerinde Come-Out Eşcinselliğini açıklayan ünlüler kervanına Lindsay Lohan da katıldı. Bir ay önce doğum gününde Samantha Ronson adlı bir kadınla öpüşürken çekilen fotoğraflarını yalanlayan Amerikalı model, oyuncu ve şarkıcı Lohan, Amerikan magazin dergisi OK'in 1 milyon dolarlık teklifini kabul ederek lezbiyen olduğunu açıkladı. (Temmuz)

Absolut'tan Gökkuşağı Votka Absolut Vodka, eşcinsellere destek olmak ve gökkuşağı bayrağının 30. yaşını kutlamak için özel bir şişe tasarladı. Gökkuşağı renklerindeki şişeyi satın alanlar aynı zamanda InterPride adlı eşcinsel örgütüne bağışta bulunmuş olacak. 19 ülkede satılan özel şişeden Türkiye'de 5-10 bin adet ithal edilmesi bekleniyor. (Temmuz)


Kaldırım Taşlarını Söktüler fotoğraflar: ilga-europe.org

Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de düzenlenen "Christopher Street Day" yürüyüşü homofobiyle gölgelendi. Yürüyüşü engellemeye çalışan radikal sağcılar, güvenliği sağlayan polisle çatışmaya girdi. 2 güvenlik görevlisinin yaralandığı çatışmada saldırganlardan 45 kişi gözaltına alındı. Eşcinsellere yumurta, şişe ve taş atan saldırganlar, polislere ise molotof kokteyli ve kaldırım taşları fırlattı ve bir polis arabasını da yaktı. Meraklısına: Budapeşte'de geçen seneki eşcinsel onur yürüyüşünde de olaylar çıkmış, saldırganlar eşcinsellere yumurta fırlatmışlardı. (5 Temmuz)

Nefret Suçlarına İzmir'den Protesto Kaos GL İzmir ve İzmir Travesti ve Transeksüel İnisiyatifi (İTTİ) İzmir'in Alsancak semtinde bulunan Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde bir basın açıklaması düzenledi. Yapılan açıklamada, sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle öldürülen LGBTT bireylere yönelik işlenen suçların adi suçlar kapsamında ele alındığı belirtildi. Suçlulara "ağır tahrik indirimi"nin uygulanmasının kişileri suça teşvik ettiğini söyleyen örgütler, Türkiye'de LGBTT bireylere yönelik şiddetin gün geçtikçe katlanarak arttığına dikkat çektiler. 20 Haziran'da Kuşadası'nda Seyhan adlı transeksüelin bıçaklanarak öldürülmesini de hatırlatan örgütler, nefret suçlarının yasalarca tanınmasını ve cezalandırılmasını istediler.(5 Temmuz)

05

Bakanlığa Ayrımcılık cezası İtalya'da mahkeme, Daniele Giuffrida adlı bir eşcinselin cinsel yönelimi nedeniyle araç sürmeye uygun olmadığına karar veren Savunma ve Ulaştırma Bakanlığı'nı 100 bin avro para cezasına çarptırdı. (14 Temmuz)

Rehn: Eşcinsel Hakları AB İçin Gerekli Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin mahkeme tarafından kapatılmasıyla ilgili bir soru önergesini yanıtlayan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, aday ülkelerin eşcinsel ve transeksüel hakları örgütlerinin varlıklarını ve faaliyetlerini güvence altına almalarını beklediklerini bildirdi. (23 Temmuz)

Transeksüellere Özel Tuvalet Kuzeydoğu Tayland'da bir lisede, transeksüel öğrencilere özel tuvaletler yapıldı. Tuvaletlerin kapısı yarısı kadın ve kırmızı, diğer yarısı erkek ve mavi renkte bir figür ile işaretlendi. Okulda 2600 öğrenciden 200'den fazlası transeksüel olduğu için bu tuvaletleri yaptıklarını açıklayan okul müdürü Sitisak Sumontha "Öğrencilerimiz huzur içinde, izlendikleri duygusundan uzak, alay edilmek ve tacize uğramak korkusu olmadan tuvalete gidebilmek istiyorlar" dedi. Eğitim Bakanı Boonlue Prasertsopar da, bakanlığın üniversitelerdeki travesti ve transeksüel öğrencilerin sayısını araştıracağını açıkladı. Meraklısına: 2003 yılında Chiang Mai'nin kuzeyindeki bir eyalette 1500 öğrencisi olan bir teknik kolej, 15 transeksüel öğrencisi için “Pembe Nilüfer” adlı bir tuvalet yapmıştı.


ardından...

ahmet yıldız. 26 yaşındaydı. eşcinseldi. öldürüldü. 06 Kasım 2007 - Ahmet Yıldız, Üsküdar Savcılığı'na gidip ailesi

olsun; nefret suçu, namus cinayeti veya...”

hakkında suç duyurusunda bulundu ama hiçbir önlem alınmadı.

1 Ağustos - Ankara'da Kaos GL Derneği, Pembe Hayat LGBTT

2008

Derneği ve ODTÜ Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Topluluk Ahmet Yıldız İstanbul, Üsküdar Bulgurlu'da bir

Girişimi'nin basına ve kamuoyuna duyurdukları ortak metinde,

kafenin önünde bir araçtan açılan ateşle vuruldu. Ağır yaralanan

Ahmet Yıldız cinayetinin bir an aydınlatılması istendi ve “Ahmet

15 Temmuz -

çıkarak

Yıldız'ın hayatı namus için mi ortadan kaldırıldı? Yoksa bir nefret

eczanenin duvarına çarptı ve kaldırıldığı hastanede yaşama veda

Yıldız

kaçmak

isterken,

kullandığı

araç

kontrolden

cinayeti mi söz konusu? Ya da öldürülmesinin ardında başka bir

etti.

neden mi var? Henüz bilmiyoruz. Bildiğimiz gerçek ise Ahmet Yıldız

19 Temmuz - İngiliz gazetesi Independent, cinayeti “Türkiye'nin

bir eşcinseldi! Ailesi tarafından cinsel yönelimi nedeniyle dışlanan

ilk eşcinsel namus cinayeti mi?” başlığıyla duyurdu.

ve buna hiç de yabancı olmayan bizlerle durumunu paylaşmış olan

20 Temmuz - Ahmet Yıldız'ın cenazesine, aradan geçen 4 güne

bir eşcinsel” dendi.

rağmen sahip çıkan olmadı.

2 Ağustos - İstanbul'da Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi Galatasaray

21 Temmuz - Lambdaistanbul Aile Grubu Ahmet'e yazdığı

Meydanı'nda bir eylem düzenledi. İnisiyatif cinayetin polis

mektupta şunları söyledi: “Biz çocukları eşcinsel/biseksüel/-

tarafından

travesti/transeksüel olan bir grup ebeveyniz ve diliyoruz ki bu

eşcinsellerin varlığını kendisine tehdit olarak gören egemen erkek

soruşturulmamasını

eleştirdi

ve

“Ahmet

Yıldız,

topraklarda cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun

zihniyetinin neferleri tarafından öldürülen ilk kişi değildi. Ancak

insanlara yöneltilen şiddet artık son bulsun. Diliyoruz ki aileler

eşcinsel birinin öldürülmesi basında sadece 'dehşet' ve 'ibret verici"

çocuklarına sevgiyle yaklaşıp, bu durumun bir hastalık olmadığını

haberler kategorisinde sunuldu. Böylece hepimizi bir şekilde

öğrensinler, daha çok okusunlar, daha çok dinlesinler. Diliyoruz ki

etkileyen eşcinsel nefretinden ve homofobiden payını almış basının

basınımız "eşcinsel gencin sonu" gibi başlıklar atmasın artık.

tavrı, bu korkuları daha da körükledi. Eşcinsel bir kişinin

Biliyoruz bunu söylemek seni kaybetmiş olmamızı değiştirmeyecek

öldürülmüş olması diğer sosyal sorunlarla aynı değere sahip

ama bilmeni ve bilmelerini isteriz ki, ailelerine açılan tüm

görülmediğinden midir, toplumsal muhalefet de bu olaya gereken

eşcinsel/biseksüel/travesti/transeksüeller ailelerinden nefret ve

ilgiyi göstermedi” dedi.

şiddet görmüyorlar. Bilmiyorlar ki çocuklarını reddeden aileler aslında kendilerinden kaçıyorlar ve çok daha zengin bir yaşamı

Ağustos sonu - Cinayetin üzerinden haftalar geçmesine rağmen

kaçırıyorlar. Hoşça kal Ahmet... Seni aramızdan ayıran ne olursa

polis ve adli makamlardan halen herhangi bir açıklama gelmedi.


yalan söyleme, maskeni çıkart ve onur duy*

takacağını çevremdeki insanlardan biraz daha fazla biliyor olmam bu oyuna benim biraz daha önde olarak başlamamı sağlamıştı. 8 ay kadar yüz yüze görüşmedim ailemle. Görüşmeden geçireceğimiz zamanın onların durumumu kabul etmelerini sağlamasını bekledim. Ama böyle bir şey olmadı. İnançları, örfleri ve ananeleri ahlaksal olayları kendi iç dünyalarında bile tartışmaya asla izin vermeyen cinsten korkular oluşturmuş cinstendi. En çok sevgiyi koz olarak kullanmaya çalıştılar. Benim durumuma üzüldükleri için işleri bozulan babam!, durumumu kaldıramayan kardeşim,

ahmet yıldız (blackbeary)

üzüntüden

kilolar

kaybeden

annem

gibi

silahlar

doğrulttular. Her şey telefonda gelişiyordu halen. Telefonda Ben çok soru sorarım. Nedenini araştırırım her olayın. Lise yıllarında

görüştükleri oğullarının işlerinin nasıl olduğu, sağlık sorunları

arkadaşlarımın bana taktığı lakaplardan biri “Nedenahmet”ti hatta.

olduğunda

Derslerde kafama bir şey takıldığı anda dersi fütursuzca durdurur,

sorgulamayan ailem her telefon görüşmesinde bir süre konuştuktan

kimin

ilgilendiği,

neler

hissettiği

gibi

şeyleri

sorularımla öğretmenimi ve sınıfı darlardım. Çevremdeki biriyle ilgili

sonra herhangi bir bahane bulup hemen bir silah doğrultuyordu

öğrenmek istediğim bir şey olduğunda, o kişiye özenle yaklaşır ve

bana değişmem için. Ya annem 1 kilo daha kaybetmiş oluyordu, ya

sorularımı dikkatle sorarım. Dinlemekten asla sıkılmamam ise

küçük kardeşimin bu durumumu öğrenmiş olması onu çok etkilemiş

karşımdaki insanları bazen yorar ama ben inatla öğrenme yolları

ve bir uykusuz gece daha geçirmiş oluyordu ya da babam hüngür

bulurum. Yaşları benden büyük olan arkadaşlarımın kimi zaman

zangır ağlıyordu benden dolayı. Yahu hani o kadar sigara içerken

dizine kimi zaman güzel göbeğine uzanır, kolay yoldan bilgi almaya

sigarayı bırakmıştım? İrademe hani sahip biriydim? Dolayısıyla ben

çalışırım. Okumak zor gelir bana. Benden yaşça büyük gey

bu

illeti

de

bırakabilirdim?

Bir

doktor

varmıştı

yaşadığım

arkadaşlarıma en çok soru yönelttiğim konular; uzun ilişkilerini

metropolde. Babam gelecekmişti gidecekmiştik o doktora. Ve beni

yürütürken

tedavi edecekti.

karşılaştıkları

zorluklar

ve

ebeveynlerine

(eğer

olmuşlarsa) out olduktan sonra onlarla geçirdikleri süreçlerdir.

İsteyeni tedavi edermişti. Hastalıkmıştı gey olmak! Anlattım onlara.

Birçok arkadaşımdan ebeveynleriyle yaşadıkları süreci dinledim.

Yok, kardeşim değil… Hastalık değil bu. Gey olmak insanların ela

Teorik

gözleri olması, siyah saçları olması, kıllı olması, ayrık parmaklı veya

olarak

tecrübeli

olduğumu

söyleyebilirim.

Ve

bu

tecrübelerime göre benim ailem out olunmaması gereken tipte bir

birleşik

aile tipi idi. Babam doğulu bir Kürt ve annem de yine aynen doğulu

Dinliyorlardı.

bir Kürt olmasının yanına İslamiyet'e çok bağlı yaşamayı tercih

hastalarından biri arkadaşım çıkmıştı.

parmaklı

olması

Çünkü

gibi

genlerle

görüşmemi

taşınan

istedikleri

bir

özellikti.

psikologun

07

etmiş bir annedir çünkü. Küpe takan erkeklere tepki vermek, kısa

Doktor, arkadaşımın gey oluşunun hastalık olmadığını kabul etmişti

etek giyen kadınları namussuz gözüyle görmek gibi marjinal

karşısında

İSTİSMAR

EDEMEYECEĞİ

biri

olduğunu

görünce!

tepkileri olan bir ailedir. Daha çocuk yaştayken başlayan cinselliğimi

Doktora gitmeyi refüze edebilmiş, anlatabilmiştim gey olmayı.

tanıma vakaları ergenlik dönemi, yetişkin dönem derken sürekli

Sigarayı bırakmak gibi bir yaklaşımla bana yol göstermemeleri

hayatımda oldu. Ve çocuk yaşımdan lise yıllarının sonlarına kadar

gerektiğini de söyledim ve anlattım. Birer defa yüz yüze

aileme bu vakalardan dolayı 4 defa yakalandım. Ailem durumumu

görüştüğüm ebeveynlerimle görüşmelerimizden sonra anladığım

çözmek istedi. Sürekli sorular sordu, sıkıştırdılar, araştırdılar. Cep

şey kendi inanç ve ananelerine göre yaşamamın, benim içinden

telefonumu,

bilgisayarımı

kurcalamak,

kardeşimle

beraber

yaşamaya zorlamak, kapılarımı dinlemek gibi ve benzerlerini çok

gelen mutlu olduğum şekilde yaşamamdan çok daha üstün olduğuydu. Asla vazgeçmeyeceklerdi.

hatırlamak istemediğim birçok olay yaşadım. Özgürlüğümü elimden

Görüşmemizden sonra da silahlar doğrultuldu. SMS'ler geldi,

almaya çalışıyorlardı durumumu öğrenmek için. Öyle bir yere geldik

aramaların ardı arkası kesilmedi. Ben ailemi kazanmak istiyordum.

ki söylemek zorunda kaldım.

Dostum olarak yaşamımda olmalarını istiyordum. Ama sanırım

Söyledim. Babama. Telefonda. Şimdi bile kalp atışımı hızlandıran bir

vazgeçmek daha doğru. Onların bu konudaki düşüncelerini

diyalogdu. Uzun zamandır gey olduğumdan emin olduğunu

değiştirmek istemem ne kadar haklı bir istekti ki onlar da

kardeşime

aynısını benden isterken? Bir taraf vazgeçmeyecek,

söyleyen

ve

öğrenince

bana

neler

neler!

yapacağını söyleyen babam artık telefonda sadece şoke

vazgeçmemelerimiz ise sadece huzursuz görüşmeler

olmuştu. Günlerce birbirimizi aramadık. Çünkü 1. dönem

yaşatacak bize. Sanırım yine zamanın gücüne inanmak ve

başlamıştı ilişkimizde. Onlar çıkış yolu arıyorlardı. Kendi

görüştükçe ağlatan iletişimlerimizi azaltmak zorundayım.

yaşamlarına benzemeyen bir hayatı olacak, kendi

Evet, inanıyorum zaman halledecek. Bir süre daha

kurallarını

benimsemeyen

torunlarının

olmasını engelleyen bir cinsel duruma sahip oğullarını acilen değiştirmeleri gerekiyordu.

AİLESİZ kalmalıyım. Arkadaşlarımdan

dinleyerek

edindiğim

teorik

tecrübelerim, doğruyu söyleyip onur duyacağımı söylüyordu. Evet, onur duyuyorum yalandan

İşim çocukları eğitmek olduğundan

kurtulduğum için. Ama zor bir savaş içine

ebeveynlerin

gireceğinizi bilin ve söylemekten her zaman

çocuklarını

istediği

modele sokmak için ne gibi oyunların

kaçının derim, ailenizin sizi anlamasının zor

oynayacağını,

olacağını zannediyorsanız.

hangi

maskeleri

*ayilar.net/beargi, Mayıs 2008, Sayı 28.


canım ailem

“çocuğum daima benim çocuğum”

08

Bu sene Onur Yürüyüşü'nde yanı başımızda “Çocuğumun Derneğine Dokunma” yazılı pankartlar taşıdılar. Sesleri de sözleri de bizimle birdi. “Lambda Aile Grubu” bir zamanlar hayalimiz olan bir şeyin nihayet gerçeğe dönüşmesiydi. Onlar artık bizimle sokağa çıkıp bizimle birlikte gurur duyuyorlardı. Grubun ailelerinden biri de Öner Ceylan'ın anne ve babası. Şule Ceylan; 59 yaşında, ressam. Ömer Ceylan; 66 yaşında, emekli ekonomist. Açılma sürecini ve sonrasını Öner'le değil; onlarla konuştuk. 1998 yazından bugüne neler değişti onların ağzından dinleyelim istedik. barış sulu

Öner'le cinsellik konusunda rahatça konuşabiliyor musunuz? Ömer Ceylan: Maalesef yeterince konuşabildiğimi düşünmüyorum. Çünkü bugüne kadar oluşmuş önyargıları ve tabuları yıkamadığımı düşünüyorum. Şule Ceylan: Oğlum ilkokul 4. sınıftaydı. Bana "genlerin anneden çocuğa nasıl geçtiğini anlıyorum ama babadan nasıl geçiyor?" diye sormuştu. O gün onu tatmin edecek şekilde ve bana göre oldukça cesur yanıtlar vermiştim. Çok gençtim ve belki bu yüzden daha cesurdum. Ama sonraki yıllarda, hayır, ne yazık ki cinsellik konuları ne kızımla ne de oğlumla konuşabildiğimiz konulardan olamadı. Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ömer Ceylan: LGBTT bireylerin ailelerine bile açılamamaları tam bir felaket ve uzun sürecek bir travmanın başlangıcı. Eğer çocukları ile sağlıklı iletişim kurarlarsa kendilerine yalan söylemelerinin önüne geçebilir ve onlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Ancak toplumumuz maalesef “başkaları ne der” (komşular, akrabalar, vs.) diyerek, başkalarının değer yargıları ile yaşamaktadır. Kendi değer yargılarına ve çocuklarının düşüncelerine daha fazla değer vererek çocuklarını kazanabilirler. Aileler çocuklarını anlamaya çalışarak onlarla daha iyi iletişim kurabilirler. Şule Ceylan: Kişilerin kimliklerini gizlemelerinin, bir yalanla yaşamalarının çok korkunç olacağını, onları kendi gerçeklerinin dışına itmenin, toplumun en büyük ayıbı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle de ailelerin çocuklarına destek vermeleri, onların yanında yer almaları ve tüm sevgileriyle çocuklarının hayatlarını yaşamalarına yardımcı olmaları gerektiğini düşünüyor, bunu diliyorum.


Öner'in size açılma sürecinde neler yaşadınız? Ömer

Ceylan:

Önce

kız

arkadaşının

olmaması

gibi

bazı

durumlardan şüphelendim. Ama üzerinde durmadım. Ancak öğrendiğim

zaman

olumsuz

bir

tepki

vermedim.

Çünkü

benimsediğim hayat felsefeme göre her birey özgür iradesiyle hayatına yön verir ve onu yaşar. Söylediğim tek şey, zor bir hayatının olacağı oldu. Çünkü toplumumuzun yetişme tarzı ve önyargıları çok olumsuz. Çocuğum daima benim çocuğum. Acısı da sevinci de benim acım ve sevincim olduğu için iletişimimizde bir sorun olmadı. Şule Ceylan: Oğlum bize açılmadan uzun bir süre önce onun eşcinsel olduğunu hissetmiştim. Fakat bu durumu hiç bilinç düzeyime getirmedim. Düşünmezsem, konuşmazsam sanki onun eşcinselliği engellenecekti. Belki de durumu yok varsayıyordum. Sonra evine uğradığım bir gün yatağında oldukça yüksek bir yastık daha olduğunu gördüm. O anda artık inkâr edemeyeceğim gerçekle karşı karşıyaydım. Artık kabullenmek zorundaydım. Ve geceleri yatağıma yattığım zaman dua etmeye başladım, oğlum düzelsin diye. Bu kadar detaylı anlatmamın nedeni bizlerin de bu konuda ne kadar bilgisiz olduğumuzu ve çaresiz hissettiğimizi vurgulamaktı. O bize açıldığında ben ilk şoku atlatmıştım. Ama bugünkü duruma gelmemin çok kolay olduğunu söyleyemem.

“oğlum sayesinde çok bilgilendim”

Müren'in sanatçı kişiliğine saygı duyuyordum. Cinsel kimliği beni fazla ilgilendirmiyordu. Bülent Ersoy ise cesareti ve duruşu ile takdir ettiğim bir insandı. Zaten eşcinselliğin daha çok travestilik olduğunu zannediyor ve de bana çok uzak bir konu olduğu için de ilgi alanımın dışında tutuyordum. Şu anda hayatımın önemli bir konusu.

Oğlum

sayesinde

çok

bilgilendim.

Cinselliğin

sınırlanmasını, bu konudaki dayatma ve tabuları çok yanlış buluyorum.

Herkesin

seçimlerini

özgürce

yaşayabilmesi

gerektiğini insan hakları bağlamında savunuyorum. Ailelerin çocuklarını evlendirme, askere gönderme, torun sahibi olma gibi toplumsal beklentileri karşısında siz ne düşünüyorsunuz? Ömer Ceylan: Başkalarının değer yargıları ile yaşamamayı

Öner'in eşcinsel olduğunu öğrenmeniz eşcinseller ve

öğrendiğim ve bireylerin özgür iradeleri ile seçtikleri hayatı

eşcinselliğe dair düşüncelerinizi değiştirdi mi?

yaşamaları gerektiğine inandığım için bunlar beni ilgilendirmiyor.

Ömer Ceylan: Oğlum açıldıktan sonra bilgilerimin çok yetersiz olduğunu,

ayrımcılığın

boyutlarını

gördüm

ve

İsteyen evlenir, istemeyen evlenmez.

bilgilenmeye

Şule Ceylan: Bu konularda oğlumun beni eğittiğini kesinlikle

çalıştım. Bilgilendikçe de eski önyargılarımdan sıyrılıp onun ve

söyleyebilirim. Kendimi ondan gelen eleştiri ve bilgilere her zaman

arkadaşlarının örgütlü mücadelesini destekledim.

çok açık tutuyorum. Oğlum askere gittiğinde henüz açılmamıştı.

Şule Ceylan: Önceleri eşcinsellik konusu hakkında hemen hemen

Şimdi vicdani retçi olsaydı ne yapardım, onu destekler miydim,

hiçbir şey bilmiyordum. Toplumda tanıdığım iki örnek vardı. Zeki

doğrusu bilemiyorum. Ama şunu bildiğim kesin; acı çekmesini hiç istemem. Kendi hakkında vereceği kararı desteklerdim herhalde. Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.

Ve son söz… Ömer Ceylan: Toplumu bilinçlendirerek, hiç kimsenin ayrımcılığa uğramadan hayatını yaşaması adına mücadelenizi sonuna kadar destekliyorum.

“Evlenmeyeceğini biliyorum. Eşcinselliğini gizleyerek evlenmesini asla istemem. Ama bizim ülkemizde ya da bir başka ülkede eşcinsellerin evlenmelerini ya da özgürce beraber olabilmelerini çok isterim.” Lambdaİstanbul Aile Grubu'yla ilgili ayrıntılı bilgi için: http://listag.wordpress.com/

09


yürüyüş

rüzgar gibi geçti… bawer çakır ne geçmiş tükendi ne yarınlar

bawer@kaosgl.org

atölyeler,

partiler,

forumlar,

paneller,

tiyatro

gösterileri,

hayat yeniler bizleri

performanslar derken giderek kendi karakterini yaratan şahane bir

geçse de yolumuz bozkırlardan

yürüyüşle sonlanan hafta, hem yurt içinden hem de yurtdışından

denizlere çıkar sokaklar

binlerce kişinin katılımı ile anlatmaktan dilimize pelesenk olan

yıllardan sonra, yollardan sonra

2007'deki haftayı aşarak ve bizler için çıtayı biraz daha yükselterek

yeniden yan yana onlar… murathan mungan

geçiverdi… geçiverdi diyorum, zira hazırlıkları aylar süren hafta göz açıp kapayıncaya kadar bitti. başlasın diye sabırsızlandığımız, bitişine

birazdan

2329

haziran

2008

tarihleri

de bir o kadar üzüldüğümüz haftayı gün gün aktarmak da sürece

arasında, istanbul adlı şehirde yaşananları

emek vermiş biri olarak boynuma borç diye yazıldı. bir nevi bilenler

okuyacaksınız. yolu umutla kesişen binlerce insanın hep bir ağızdan

bilmeyenlere anlatsın, bilip de hatırlamak isteyenler de önden

söylediği şarkının sözlerini yazacağım size… yazdıklarımı okuyun,

buyursun efendim… bir ve ikinci gün: üretmek ah ne hoştur gökkuşağının

ezberleyin, seneye koroya siz de katılın diye… 16.

lgbtt

onur

haftası

etkinlikleri

beyoğlu

üçüncü

asliye

altında…

mahkemesinin “genel ahlaka aykırı” bulduğu lambdaistanbul'un

haftaya atölyelerle başladık. kop-art'cılar dadacı kolajlarını, nalan

çağrısıyla, türkiyeli lgbtt örgütlerinin katkılarıyla gerçekleştirildi.

yırtmaç kentin duvarlarına fotosentez yaptıran şablonları, iç-


mihrak'ın propagandacı afişleri, ilyas

imam ve dj ipek ipekçioğlu dans etmenin dayanışmaz hafifliğiyle

odman

buluşturdular enternasyonel kalabalığı. ritim, müzik, dans, lgbtt…

iki

nefesin

tekniklerini,

tekleşme

khan

da

porno

altıncı gün: iki arayı, bir dereyi birlikte geçtik, terli bir

bizlerle.

geceye vardık

paylaşmakla

kalmayıp

üretmemize de olanak sağladılar

ümit ünal'ın 'ara' adlı filmi cumartesi gününü açtı. ardından iki

elbet.

arada,

atölyeye

üretmenin,

katılanlar

üretirken

birlikte

eğlenmenin

tadına vardılar hep birlikte… üçüncü

gün:

tek

tartışmaktan

korktuğumuz

dindi

konu.

'müslüman toplumlarda lgbtt bireyler ve örgütler' din ve lgbtt

bir

nefeste

lgbtt örgütlerinden insanlar batı ve doğunun arasında lgbtt olmayı anlattı. 'siyah ve beyazdan bir gökkuşağı yaratmak' forumu tüm haftayı

birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için

toparlamak ve hareketimizin gideceği yere dair beyin fırtınası

oturumunda

lgbtt

hareketinin

oluşumlardan

konuş-

macılarla eleştire eleştire yürümenin reçetesini

çıkartmaya

çalıştık,

yapmak için iyi bir fırsattı. güzel şeylerden konuşuldu. lakin konuşacak çok konu vardı, çözümler ve öneriler seneye kaldı. forum

ertesinde

performans

sanatçılarının

dansla

beden

buluşmaları vardı.

“dördüncü kuvvet medyaya 'terso'

gece pembe hayat ve lambdaistanbul'un doğum günü partisi için

bir bakış” oturumunda ana akım ve

bigudi isimli “hamam”daydık. “bar” demek isterdim ama o kadar

bağımsız

katılımcılarla

terledik ki “bigudi'ye giren terler' geyiği gecenin en çok terennüm

medyaya terso bir bakış attık. “ilahi

medyadan

edilen şarkısı oldu. dj haziran, dj tesla ve dj baralinda çaldı, el-ci-bi-

adalet sen bir ömürsün” de ise lgbtt

ti-ti ve heterolar oynadı. keseci iş başındaydı…

örgütlerinden hukukçularla

aktivist

“guguka”

ve

dönen

hukuku konuştuk. gamsız kabare'nin

yedinci gün: istiklal bizim, biz istiklalin, genel ahlak ne karışır… sabırsızlıkla beklediğimiz gün gelmişti. ama önce taksim hill otelde

“cin'sel problemler” adlı oyunu iste

evropalı parlamenterlerle bir basın toplantısı yapıldı. hepsi lambda

“politikıl korrekte” zeval verse de

hakkında verilen kapatma kararını kınadı, türkiye'deki lgbtt'lerin

izleyenleri güldürdü kıkır kıkır. e o

sorunlarının giderilmesi için hükümeti göreve çağırdı.

kadar “politikıl vırong” kadı kızında

ve öğlen 14.30 sularında insanlar taksim meydanı'nda toplanmaya

da olurdu di mi? gündüzü

ve

tartışarak gecesi

başlamıştı. akşamı

konuşarak,

geçen

üçüncü

günün

dans

ederek

geçti.

de

“ahlaksız

nağmeler

gecesi”

istanbullu meşhur dj'lerin yanı sıra şenlendi.

derede

çalım ve adalete nanik

dayanıştığı

khan'la

bir

işlerini karıştırıyordu. Gey imam muhsin hendricks ve ortadoğulu

dayanışma, medyaya terso bir

evropalı

ouoououo!

filmlerdeki müzik seçimlerini paylaştı

el-ci-bi-ti-ti

gece

boyu

hoppidi

dün gece terleyen, yorulan biz değilmiş gibiydik. dev gökkuşağı bayrağıyla istiklal'de yürümeye başladığımızda, geçen altı günün ne yorgunluğu kalmıştı ne de küresel ısınmış havanın beynimizi sulandıran nemi derdimizdi. “susma haykır, eşcinseller vardır”, “eşcinseller susmayacak, susmayacaklar susmayacak”, “okulda, işte, mecliste, eşcinseller

hoppidiydi.

her yerde, kabul et ya da etme, eşcinseller her yerde”, “teşhirci

dördüncü gün: psikolojini bozma, örgütlen

değil travestiyiz”, “beyaz atlı prens boşuna gelme”, “baskı, şiddet

kısa filmlerle başladı gün. ardı ardına lgbtt'ye dair kısalar izledik.

buysa biz ahlaksızız” sloganlarıyla yürüyen, “hür doğdum hür

artiz ana hoffner “the making of” adlı performansı ile aklımızı aldı.

yaşarım” şarkısıyla coşan iki bin (rakamla 2000) kişi hem kendileri

“homofobik olmayan bir destek mümkün” adlı oturumda psikolog

için, hem de orada ol(a)mayan milyonlarcası için “güzel günlere

ve psikiyatrlar nelerin yapılmaması gerektiğini anlattılar. bir

şarkılar söylüyordu.”

görünen ama içten içe bin olan boğaziçi üniversitesi folklor kulübü

her sene durulan galatasaray meydanı es geçilmiş, odakule'nin

“nar” adlı performanslarıyla avuçların kızarmasına sebep oldular.

önünde durulmuştu. devasa bayrak yere serilmiş, herkes etrafına

“örgütlenmeyi başlat, madiliği naşlat” ise uzun bir süredir hareketin

oturmuştu. geleneksel hormonlu domates anti-homofobi ödülleri

tt kısmından yükselen seslerin örgütlülüğünün konuşulduğu bir

bu yıl da sahiplerinin olacaktı. anonslar yapıldı, kazananlar(!)

oturumdu. gün, bohçasındaki cadılığını sokak sokak gezerek

açıklandı. bu yılın kızarmışları vakit gazetesi, okan bayülgen, kadir

anlatan masalcı esmeray'la bitti.

çelik, beyoğlu üçüncü asliye hukuk mahkemesi ve burhan

beşinci gün: kentsel dönüşüm, devrim, ahlak, müzik…

kuzu'ydu.

barcelonalı antoni verdaguer'in istanbul'a vursak tarlabaşı'na,

alkışlar, ıslıklar, sloganlarla bir yürüyüş, cümleler, tartışmalar, beyin

sulukule'ye denk düşecek filmi 'raval raval'ıyla başlayan gün 'dans

fırtınaları, oyunlar, danslar, filmler, resimler, müziklerle bir hafta

edemeyeceksem

sürdü.

daha bitti… ama en önemlileri dayanışma, yalnız olmadığımıza dair

haftanın belki de en hacimli oturumunda sol, devrim, yasalar,

ikna, birlik olursak her zorluğu yeneriz hissi kaldı koskoca haftadan

devriminiz

sizin

olsun'

oturumuyla

alerjiler konuşuldu. 'sevsinler ahlakınızı' oturumunda feministler

yanımıza kar…

baş belası, ambalaj hatası “ahlakı” yatırdılar masaya.

...sonra... sonra herkes seneye randevulaştı; aynı yerlerde, aynı

aynı günün gecesi ghetto adlı enfes mekanda 45'lik şarkılar, kinky

tarihlerde buluşmak üzere...

11


orada

farklılıklara açılmak… Archigay Derneği'nin düzenlediği “Open to Diversity” (Farklılıklara Açılmak) başlıklı gençlik programı 17-25 Haziran 2008 tarihleri arasında İtalya'nın Bologna kentinde gerçekleştirildi. İspanya, Bulgaristan, Fransa, Hollanda, Litvanya'dan eşcinsel gençlerin katıldığı çalışmada Türkiye'den Kaos GL'den gençler vardı.

12

bütün ayrımcılıklara karşı mücadele

kaos gl, uluslararası aktivizm ve ben

esra ars

onur poyraz

Bu programda, eşcinselliğe dair yaşadığımız pek

On günlük süreçte birçok konuyu farklı çalıştaylarla gece gündüz tartıştık,

çok ayrımcılığın diğer ayrımcılık türleriyle aslında

konuştuk, inceledik, en önemlisi de birbirimizi dinledik ve anlamaya

aynı kökten besleniyor olabileceğini, önemli olanın

çalıştık. Ana tema, ayrımcılığın nasıl oluştuğunu ve dinamiklerinin ne

önyargıları kırmak olduğunu öğrendim. Fakat

olduğunu anlarsak onunla daha kolay başa çıkabileceğimiz üzerineydi.

benim “eşcinsellik”e takılmış aklım; yalnızca ona

Hepimiz ayrımcılık mekanizmasının kendi içimize de işlediğini fark ettik.

yapılan ayrımcılıklara dair bilgiler almak için ve o

Tabi ki sadece oturup sıkıcı bir şekilde tartışmadık; içindeyken eğlendiren,

ayrımcılıklar hakkında

ardından da düşünmemizi ve birçok farklı ayrımcılığı

çözümler öğrenmek için

görmemizi sağlayan oyunlar oynadık. Mesela engelli

çıktığım bu yolda, asıl

bireylerin yaşamını anlamaya yönelik bir oyunda,

olanın ne olduğunu

herkes farklı bir role burundu; bir kişi gözlerini

öğrendi. Önemli olan;

bağlayarak kör oldu, bir başkası tekerlekli sandalyeye

yapılan bütün ayrımcılıklara

oturdu ve hep birlikte hazine avı oynadık. Bu

karşı mücadele etmekti.

aktivitenin sonunda herkes fark etmişti ki, oyun

Yalnızca homofobiye karşı

esnasında istemeden de olsa "farklı" engelli kişilere

değil yani. Milliyet, etnik

farklı şekilde davranmıştık. Bunun gibi pek çok

köken, cinsiyet, engellilik,

çıkarım birbirimizi anlamamızı ve empati

yaş ve daha birçok nedenle uygulanan ayrımcılıkla

yeteneğimizin artmasını sağladı.

mücadele etmekti yapılması gereken. Bu program

Kaos GL ile katıldığım bu etkinliğin ileride yapacağımız pek çok etkinliğe

sayesinde öğrendiklerime ve kendime kattıklarıma

katkısı olacağını düşünüyorum. Tabi ki bu Kaos GL'nin uluslararası

dayanarak şunu söyleyebilirim ki bu tarz etkinlikler

platformda daha da ilerlemesi sonucunda daha da artacak ve genç

daha çok programlanmalı, farklı kişilerle, farklı

gönüllüler ile gerçekleşebilecek. Türkiye'deki genç LGBT bireylerin

ayrımcılıklarla, farklı milliyetten farklı insanlarla,

ayrımcılık kıskacında sıkışıp kalmaktansa, yapabilecekleri çok şey var. Şu

farklı durumlarla, faklı önyargılarla karşılaşmalı,

anki imkanlar dahilinde bile Kaos GL pek çok uluslararası aktiviteye

farklı örnekler dinlemeli, öğrenmeli ve bu yolda

katılımcıların masrafları karşılanarak katılıyor ve bu şekilde genç

mücadele etmeliyiz.

gönüllülere fırsat yaratıyor. Bu fırsatı değerlendirmek bizim elimizde.


lgbt şarkı

bu şarkı bizi söyler olduklarım, daha önce beraber çalıştığım insanlar, hepsi önce sıcak

Onur Haftası etkinliklerinde ağzımızdan düşmeyen Gökkuşağı Şarkısı'nın yaratıcıları Vida ve Siyahgezen'le konuştuk.

bakıp eşcinsel içerikli olduğunu duyduklarında "vaktim yok, yoğunum"

diyerek

geri

çeviriyorlardı.

Arada

çok

sevdiğim

insanlardan "Sokma bizi oralara, çıkamayız oradan" gibi tepkiler bile aldım. 12 kişi ile görüştüm. İçlerinde gey dostlar da vardı ama kimse yapmak istemiyordu hatta ilgilenmiyordu bile. Heyecanım, hevesim gitgide azalıyordu. Sonunda bir arkadaşım düzenlemeyi yapmaya karar verdi. İki gün sonra şarkıyı bitirdiğini söyledi ve sözlerini

umut güner

istedi. Sözleri yolladım ve o gün ona hiç ulaşamadım. Akşam bir mesaj geldi: "sözlerin tamamına baktım da bu kadar ibnelik çok

şakayla karışık başladık

geldi bana. Bu işi yapmayacağım kusura bakma". Önce pes ettim

VİDA: “Bir LGBTT marşı yazalım” diye başlasaydık sanırım ne bir

sonra hırs denilen şeyle tanıştım. İş için bütçemiz yoktu. Dost

nota çıkardı ne de tek satır yazabilirdim. Bu kadar geniş ve derin bir

yardımlarıyla olsun istemiştik ama olamadı. O kadar hırslanmıştım

mücadeleyi bir şarkıyla anlatmaya, şenlendirmeye niyetlenmiş ve

ki daha profesyonel, para ile yapacak birilerini aramaya başladım.

bunu da başarmış gibi davranmamız yalan olur; inanın, biz, sizden

Çok komik ama para vermeyi teklif ettiklerimiz bile reddetti. Vida'ya

daha şaşkınız... Ufak bir tekerleme, kendine bir yol buldu, büyük

bir mail yazıp olmayacağını, olamayacağını söyledim. Vida'dan

engelleri aşıp pek çok kişiye ulaşıverdi. İkimiz de düzenli

gelen yanıt içimi rahatlattı; en kötü ihtimalle amatör bir kayıtla, alt

homoloji.com'a yazıyoruz. 'Siyahgezegen' ve 'Vida' isimleri de

yapısız bu işi sonlandırmaya karar verdik.

oradan geliyor. Bir gün sitede lastik değiştirmekle ilgili tecrübelerimi

O arada Atıl Aksoy'la tanıştım. Biraz bütçe ayırınca, Atıl müziğin alt

paylaştıktan hemen sonra pasta-ponçik tarifi verdim. Bu iki uç gibi

yapısını bitirdi. En sıkıntılı kısmı atlatmıştık. Sıra stüdyoya gelmişti.

gözüken eylem Siyahgezegen'in dikkatini çekmiş. Bunun üstüne

Kayıt

ona bir dörtlük yazdım “lastik de değiştiririm / beş çayına da

için

bir

stüdyoya

bölümlerinde

yetişirim” diye başlayan... O dönem bir marka, genç kadınlar

ihtiyacımız

kalabalık

vardı.

olarak

Koro

kayda

gireceğimizden “yine” kimse bizi stüdyosunda

için şarkılı bir reklam yapmıştı; ona atıfta bulunarak “bu da

istemiyordu. Erinç Seymen aracılığıyla Fatih

genç lezbiyenlerin şarkısı, devamını yapalım, var mısın?”

Rağbet'e ulaştık. Stüdyosu vardı ama aksilik

dedim. İtiraf etmem lazım her şey bir şakayla başladı,

ya,

ciddiye alacağını hiç düşünmemiştim.

Şarkıyı

Orada

da

kayıt

Olmuyor olamıyordu. Para teklif ettiklerimiz

yazmaya

başlarken,

her

şeyi

normal kayıt ücretlerinin üç beş katını söylüyordu

anlatamayacağımı biliyordum. Her eşcinselin hikayesi birbirinden

farklı,

tüm

birbirinden

farklı

olması

insanların gibi…

Fakat

küsuratları

yuvarladığınız takdirde sonuç hep aynı, hepimiz biriz. Şarkı

“LGBTT

bireylerin

bize. Umutsuz ve mutsuz olduğum bir gece

hikayelerinin

hem heteroseksüellere hem de eşcinsellere hitap etmeliydi, başarabilirse

tadilattaydı.

yapamayacaktık. O da dört bir koldan araştırdı.

şarkının sözleri VİDA:

stüdyo

ayrımcılığa

uğraması”

mevhumunu ortadan kaldırmaya yönelik bir sözü olmalıydı.

Çağatay Kadı'ya mesaj attım "Kimse bizimle ilgilenmiyor, bize stüdyo gerekli" diye… Hemen geri döndü: “yaparız” dedi, stüdyomuz da hazırdı.

ve mutlu son VİDA: Ankara'dan kayıt için İstanbul'a geldiğim gün ekiple stüdyoya giderken Gülden (travesti ve transeksüel kısmı

Sözleri yazarken elbette en iyi bildiğimden, kendimden,

seslendiren arkadaşımız) şarkının sözlerini kuaförde diğer

başladım. Eşcinsel kadın denilince akla tek bir figür geldiği için

kızlara şiir olarak okuduğunu ve herkesin çok beğendiğini,

açıldığımda işittiğim “hiç eşcinsele benzemiyorsun” sözü

söyledi. Gülden'in sözü, o ana kadar, bizi kah eğlendiren kah

benim pusulam oldu, güle güle yazdım. Kısa saçlı bir lezbiyen,

üzen bu şarkının; bizim dışımızda başkaları için de önemli

kaşları alınmış bir gey, eşcinsellerin maskotu olarak kalabilir;

olduğunu fark etmemi sağladı. Zaten bu emeğin tek bir

yeter ki farklı görünüm ve özellikte nice eşcinsel olduğu kabul

karşılığı

edilsin; ve olduğum şeye benzemediğim söylenerek anlatım bozukluğu yapılmasın...

müziğin hazırlanması ve büyük engel: homofobi

var,

beğenilmesi

ve

benimsenmesi...

Şarkı

yayıldıktan sonra gizli bir eşcinselden bir mail aldık; kendini iyi hissettiğini, yazmıştı. Tanımadığınız insanlara kendilerini “iyi” hissettirmek, hiçbir şeyle kıyaslanamaz bir mutluluk ve

SİYAHGEZEGEN: Sözler de gelmişti. Ancak ilk aksilik bize

onur... Şarkımız, korkusuzca bir araya gelmemizde emeği geçen

merhaba dedi. Çağatay'ın turne, kayıt işleri vardı ve müziği

aktivistlere ithafen tüm LGBTT birey ve dostlarınındır.

yapamayacağını söyledi. Çok üzülmüştüm, çünkü karşılaşacağım homofobiyi biliyordum. Düzenlemeyi yapacak birilerini aradım. Çaldığım her kapı bildiğimiz o bakışlarla kapanıyordu. Çok yakın

Gökkuşağı Şarkısı'nı indirmek için: http://gokkusagisarkisi.blogspot.com Söyleşinin devamını okumak için: www.kaosgl.org

13


günce

bir serüven yıldırım türker yildirimturker@hotmail.com

Sizleri bilmem, benim farklı olduğumu

insanların, özellikle de eşcinsel bir karakterin varlığı beni azgın

hissetmem, bir Türk filmiyle başlar.

bir heyecanla sarsmıştı.

Bunun çok özgün bir başlangıç, son derece

Ece Ayhan'ın “Bakışsız Bir Kedi Kara”sı içimi karıştırıyordu.

kendine

Sait Faik'le tanışmam da o zamanlara rastlar. 'Alemdağ'da Var

has

bir

varoluşun

habercisi

olduğunu iddia etmeyeceğim. Benim yaş

Bir Yılan' bir büyülü kitaptı. Tam da kendimi yatkın bulduğum,

grubumun çoğu insanının çocukluğunda

yatkınlık ne kelime kendimi içinde kulaç atar bulduğum bir aşkı

Türk

filmlerinin

çiziğini

bulmak

kaçınılmazdır. En

fazlası,

Devlet

Devrim'e,

Gülsün

Faik'le

yaşadıklarım

burada

bir

parantez

açmayı

gerektiriyor. Yıllar sonra, üniversite öğrencisiyken birkaç

Kamu'ya, Çolpan İlhan'a bayılıyor olup,

arkadaşla Burgazada'daki evini ziyaret etmiştik. Müze açık

Şoray-Girik-Akın-Koçyiğit'e kayıtsız kalmamdan bir şeyler

olması gereken bir saatte kapalıydı ya da içerideki görevli

çıkarılabilir. Ama biz yine de konuyu dağıtmayalım. Yoksa

kapıyı işitmiyordu. Arkadan dolanıp bahçeye girdik. Orada

geçenlerde

bulduğumuz bir merdiveni üst kata dayayarak hırsız gibi içeri

bindiğim

bir

asansörde

karşılaştığım,

çocukluğumun bir numaralı idolü Kuzey Vargın'ın bana “Abicim,

giren arkadaş bize kapıyı açtı. Gençtik ya, cüretimiz sonsuzdu

kaçıncı kata?” diye sormasının bende yarattığı sarsıntıyı

nasılsa. İçeri süzüldük, evi gezmeye başladık. Tam kütüphane

anlatmadan geçemeyeceğim. Neyse.

14

anlatıyordu. Sait

Yanılmıyorsam

7-8

odasına girdiğimizde orta yaşlı teyze kılıklı bir kadın öfkeyle yaşlarındayım.

Halamların

içeri dalıp nasıl içeri girdiğimiz sordu. Kapı açıktı, diye

Derince'deki evinde yaşıtım iki kuzenimle bahçeleri talan

mızıldandık. Sait Faik'in dönen küçük bir kitaplığındaki bir kitap

ediyor, deliler gibi eğlenceli bir yaz geçiriyoruz. Deniz güzel,

yüreğimi ağzıma getirdi: Andre Gide'in 'Corydon'u.

balıkçı her gün peşinde bir kedi ordusu kapımıza geliyor.

Eşcinselliği bir yaşam alanı olarak keşfetmeme çok yararı

Çocukluğun

nefese

dokunmuş o kitap, Sait Faik'in eline değmişti. Değmek ne

sürükleniyoruz. Günler uzun mu uzun.

kelime, karıştırdığımda her sayfada kimi cümlelerin altının

Bir gece yolun bitip ormanın başladığı yerden yürünerek gidilen

çizilmiş olduğunu gördüm. Sait Faik, 'Corydon'la çok vakit

sonsuz

gökyüzü

altında

nefes

bir açık hava sinemasına gidildi. Maaile. Ormanın orta yerinde

geçirmiş, çok boğuşmuştu.

bir açık hava sineması beni hâlâ mutlulukla ürpertiyor. Oynayan

Yalınmıyorsam duygu arka planımda müzenin bu kadar

filmi elbette hatırlıyorum. Hiç unutmadım: 'Senede Bir Gün'.

bakımsız olup, bu kadar laçka yönetilmesine karşı bir bir isyan

Selda Alkor'u görmekten hiçbir zaman hoşlanmamış bir insan

duygusu da vardı. Tabii hazır gerekçe olarak.

olarak buna da kaderin bir cilvesi demek mümkün. Kartal

Bu kadar tarttığımı da sanmıyorum. Kitabı bir çırpıda

Tibet'le imkansız aşklarını senede sadece bir gün buluşarak

gömleğimden içeri atıveriyordum ki kapının arasından beni

sürdürmeye çalışırlar. Artık yaşlı, belleri bükük… Bir gün kadın

izleyen kadınla göz göze geldim. Utançtan kan ter içinde kitabı

gelip adamı bulamaz. Öldüğünü anlar. Çocuk halimde bende

yerine koyup oradan uzaklaştım.

bunlar kalmış. Ama takıntılı aşk, sonsuz fedakarlık, soylu ruhlar

Sait Faik'ten Bilge Karasu'ya geçmiştim. 'Troya'da Ölüm Vardı'yı

zaten üstünde yuvarlandığım yorganlardı.

kim bilir kaç kez okudum. Müşfik'i tanıyordum.

Film bittiğinde o ayışıklı gecede ormanda yürürken aileden

James Baldwin'in 'Giovanni'nin Odası' çevirisi ise gerçekten

kopuk, epeyi önden yürüyorum. Öylesine hülyalıyım ki,

hayatımda bir çığır açmıştı.

gündelik konuşmalarıyla beni ayıltsınlar istemiyorum. Birden

Hayatın sunduğu bütün drama imkanlarının ve özellikle

farkına varıyorum; kuzenlerim maymunlar gibi koşturup

melodramanın

birbirlerine tekmeler atarak uluyorlar. Daha şimdi, ayışığının

görmüştüm. O zamanlar okuduğumuz, elden ele gezen

altında

seyretmiş

olduğumuz

film,

onları

hiç

mi

eşcinsel

aşkına

da

tercüme

edilebildiğini

hiç

'Giovanni'nin Odası', Tektaş Ağaoğlu'nun olağanüstü kendine

etkilememiş. Bense aşk derdiyle kavrulmuş, bu acılı anın

has ve güzel Türkçe tercümesiydi. Maalesef şimdi Yapı Kredi

sürmesi için o ormanda yalnız yürümeye çalışıyorum.

Yayınları'nın özensiz bir editörlükle bastığı çeviri için aynı şeyi

O an kendime mırıldandım. Sesimi iyi hatırlıyorum. Çok büyük,

söylemek mümkün değil. Aynı şey, 'Bir Başka Ülke' (Eski ve

çok şeyi bilen bir yetişkinin sesiydi sanki. 'Ben farklıyım. Nasıl

güzel tercümesindeki adıyla 'Kara Yabancı') ve 'Ne Zaman Gitti

olduğunu bilmiyorum ama bu fark yüzünden ileride çok acı

Tren' için de geçerli. Olsun. Baldwin, her yeni açılmışa çok çok

çekeceğim.'

çok iyi gelir.

Benim kendime açılma anım işte bu tüyler ürpertici andır. Kendi

Cocteau, Andre Gide'in bütün eserleri de birer solukta

kurduğum cümleden korktuğum, kendi sesimi tanımadığım o

okunuvermişti.

an.

Artık Rimbaud ile Verlaine'in aşkını kendi 'Leyla ile Mecnun'um

Farklılığın farkına varmak yalnızlıkla tanıştırır. Ama Bedri

yapmış, sabah akşam şiirlerini ezberleyip Fransızca öğrenmeye

Rahmi'nin o dizesini; “Yalnızlığın kadarsın/ Yalnızlığın gül

karar vermiştim.

kokmalı”yı erken yaşta şiar edinmiş bir çocuk olarak çok

Bir araya gelebileceğim, söyleşip paylaşabileceğim kimsem

okudum, çok düşündüm, çok çırpındım gül kokmaya.

yoktu. Kitaplarla yaşıyordum o yüzden.

Daha

ortaokuldaydım,

Sartre'in

'Hürriyet'in

Yolları'nı

okuduğumda. Pek bir şey anlamamıştım elbet. Ama farklı

Burada bir soluklanmam gerekiyor. Yolun başını hatırlamak bile çok yorucu.


Sait Faik'in dönen küçük bir kitaplığındaki bir kitap yüreğimi ağzıma getirdi: Andre Gide'in 'Corydon'u. Eşcinselliği bir yaşam alanı olarak keşfetmeme çok yararı dokunmuş o kitap, Sait Faik'in eline değmişti.

Sait Faik'le tanışmam da o zamanlara rastlar. 'Alemdağ'da Var Bir Yılan' bir büyülü kitaptı. Tam da kendimi yatkın bulduğum, yatkınlık ne kelime kendimi içinde kulaç atar bulduğum bir aşkı anlatıyordu.

O an kendime mırıldandım. Sesimi iyi hatırlıyorum. Çok büyük, çok şeyi bilen bir yetişkinin sesiydi sanki. 'Ben farklıyım. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bu fark yüzünden ileride çok acı çekeceğim.’

Sait Faik'ten Bilge Karasu'ya geçmiştim. 'Troya'da Ölüm Vardı'yı kim bilir kaç kez okudum. Müşfik'i tanıyordum.

James Baldwin'in 'Giovanni'nin Odası' çevirisi ise gerçekten hayatımda bir çığır açmıştı. Hayatın sunduğu bütün drama imkanlarının ve özellikle melodramanın eşcinsel aşkına da tercüme edilebildiğini görmüştüm.

15


orada

beyrut mayflower oteli

bu akşam da

“eller havaya” 16

yapalım mı?

övül durmuşoğlu ovdur@yahoo.com

Tam bir hallaç pamuğuyuz bu yaz yine; parti

biliyoruz. Sonuç ise hep aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere oluyor.

kapatma davaları, dernek kapatma davaları,

Aslına bakarsanız, milliyetçilik ve muhazafakarlığın yükselişte olduğu

tamamına erir mi ermez mi bilemediğimiz

dünya genelinde de aynı hesap söz konusu. Her grubun kültürünün

“kimin eli kimin cebinde” soruşturmaları. Hem

yaşamasına destek veren birtakım çok kültürcü politikalar görünürde

bi Çakkıdı'mız Romeo'muz da yok dertleri bir

farklılıklara

nebze unutturacak. Bugün gazetenin baş

desteklemek adına bireylere kendilerini ancak bir grubun parçası

değer

veriyor.

Altını

kazıdığımızda

ise,

farklılığı

sayfasında Hrant Dink'e tetiği çeken çocuğun

olarak ifade etme şansı veren ve sınırları keskinleştiren başka türlü bir

İstanbul polisine çektirdiği fotoğraf, sanki

söylem çıkıyor. Son zamanlarda denk geldiğim “Mistaken Identity”

Yeşilçam Artiz Ajansı için çektirilmiş portre

makalesinde Kenan Malik; Batı kültür emperyalizminin ihraç ettiği

fotoğrafı gibi. Bir değil iki değil, alışmış kudurmuştan beterdir, iki

şeyin, hep şikayet edildiği gibi New York'ta Bombay'da ya da Roma'da

hafta geçer yine unutulur. Görevbilir polis teşkilatımız da bu tetiği

aynı pahalı kahveyi aynı dükkanda içmek değil, yerel kültürü

çekenlerin çektirenlerin hepsini olmaları gereken yere göndermek

yerleştirmek olduğunu söylüyor. Bu kültür korumacı kollamacı tavır,

yerine, bu fotoğraftan anlam çıkaran basın kuruluşuna dava

bir arada yaşamayı imkansız hale getirirken vaziyetleri “ya sev ya

açacakmış,

şikayetçiymiş.

terket” derecesinde şiddetlendiriyor; bize çok tanıdık. Evet, 1989'da

Duygularını

boyamak

için

Bir

devlet

Polatlı

ki

hep

tepelerine

halka otuz

rağmen. metre

duvarları yıktılar; ama bugün gruplar arasında görünmez duvarlar

yüksekliğinde asker “anıt”ı yaptıran. Daha yükseği Rio de Janeiro'daki

bir

yükseliyor. Bir zamanların ütopyası Yugoslavya'nın acılı ve kanlı

kollarını açmış Kurtarıcı İsa heykeli otuz sekiz metre. Anıtın boyu ima

ayrılışında da, bugün birinci dünya ülkelerinde yükselen ırkçılığın,

edilen

Ortadoğu'yu travmatize eden sekteryen politik dincilğin altında da bu

zaferi

övmektense

dayandığı

kusurun

büyüklüğünü

bastırmaya çalışıyor sanki. Seksen

sonrası

çocukları

çok-kültürcü, kültür korumacı yaklaşım yatıyor. olarak

her

açıklığa

bize

geçmişin

büyüklüğünü öğreten büstler/ anıtlar konulmasına çok alışkınız. Ama

Kısacası

mesele

çok

ciddi.

Birtakım

kollektivite

değerlerini

önemserken bunların bir sonraki aşamada ne hale gelebileceğini de

bu seferki bir başka geliyor. Dönüşen Türkiye'nin dengeleriyle baş

ön görmek gerek. İş artık içleri boşalmış- aydınların değil, “farkında”

edememe, kendini yine fallus merkezci bir dil üzerinden ifade etti. Bir

olanların omuzlarında; direniş aynı anda pek çok cephede.

kısım, fallus, iktidar, ataerkillik üzerinden giden formülleri ne kadar

Amsterdam Üniversitesi'nde dinleme şansı bulduğum kendisi minik

çözümlüyorsa, bir kısım da bu çözümlemeleri umursamıyor bile, bunu

sözleri büyük-Judith Butler, kendini aydınlanma zihniyeti üzerinde


ayakta tutan ve muhafazakarlaşan akademyada aydınlanmanın ardındaki akıl ve eleştiri kavramlarını yeniden okuyarak bugünün eleştirel tavrının oluşturulup oluşturulamayacağını sorgularken “karşı görüş” üretmenin ne kadar kıymetli olduğunun altını çiziyordu. Bunun o gün orada kendisinden ille de “cinsiyet”le ilgili bir şeyler

söylemesini

bekleyenlere

önemli

bir

yanıt

olduğunu

düşünüyorum. Neo-liberal muhafazakarlık döneminde farklı söz söyleme hakkı, karşı görüş üretme potansiyeli esaslı bir stratejiyle ellerden alınıyor, farklı oluşlara “politik doğruculuk”la fazla bir kıymet ve önem verilerek. Bu “ahval ve şerait”in Türkiye'deki yansıması bugünlerde Kemalist ulusalcı vs neo-liberal İslamcı polarizasyonun giderek şiddetlenmesi üzerinden işliyor. Öbür taraftan da, eskiden olduğu gibi hala görmezden gelme üzerinden, bugünlerin en sıcak örneği Ahmet Yıldız cinayeti. Birtakım körbakarlar hala ülkenin geçmiş travmalarını, Türkiye'nin büyük bir kısmının

direnme

biçimi

olarak

muhafazakarlığı

seçtiğini

görmezden gelerek, durumu globalizasyon enjeksiyonu olarak görüyor, “azınlık hakları”ndan söz edildiğinde ülkenin dış mihraklar

William E. Jones 'The Fall of Communism as seen in Gay Pornography'de Doğu Avrupa'da kapitalizmin gelişinden sonraki dönemde erotik videolarda oynamak isteyen genç erkeklerle yapılan öngörüşmeleri kurguluyor.

tarafından bölündüğünü düşünüyor. Ayrımların pamuk ipliği ile birbirine tutunduğu yerlerde insanın içi bir başka acıyor. Sözü Beyrut'a getireceğim. Bazı mahallelerinden sadece arabayla geçebildiğiniz, bazı yerlerinde fotoğraf çekerken gözaltına alınabileceğiniz Beyrut'a. Lübnan'ın yaşadığı sert politik ayrılıkları

anladığınızı

sandıkça

daha

derin

muammaya

gömülüyorsunuz. Arapça konuşan dünyada kültür ve sanat tartışmaları platformu oluşturan Home Works kültür forumunun dördüncüsünü takip etmek için gittiğim Beyrut'ta ilk gün tanıştığım Khalil Joreige, “Beyrut küçük görünür, ama yerler arasındaki mesafeler göründüğünden daha büyüktür” demişti. Ne demek istediğini birkaç gün sonra Beyrut'ta yaşayan farklı grupların

anlamlı bir üretimin ortaya çıkmamasından kaynaklanıyordu.

birbirine

“Let it Be” dahilinde işleri gösterilen William E. Jones'u bu vesileyle

nasıl

değmediğini

fark

ettiğimde

anladım.

Şehrin

güneyindeki Şii mahallelerinin sınırını yol kenarlarındaki kalaşnikof

tanımak ise, yaptığım bütün eleştirilere rağmen, benim için

tüfekli bayraklarıyla verilen şehitleri öven Hizbullah panolarını

Beyrut'ta oluşumun önemli kazanımlarından biriydi. Aynı zamanda

gördüğümde. Şehir gergindi. (Nitekim tek Arap LGBT örgütü

porno endüstrisinde de -takma adla- çalışan Jones, dünyanın dört

Helem'in de barındığı Zico House'un birkaç blok ötesindeki Future

bir tarafında gösterdiği işlerinde üretilen arzu konumlarını yeniden

TV, bir ay sonra, darbe benzeri bir eylemle bombalandı.) Home

ele alıp, bakışı oluşturan katmanları kendi eliyle analiz edip tekrar

Works dahilinde, intihar bombacıları meselesini tartışmak için bir

kurgulamayı deniyor. Örneğin, 1962'de Ohio Mansfield'de polisin

araya getirilen panel gerçekten fiyaskoydu. Acılar o kadar tazeydi

yerleştirdiği gizli kameralarla tuvalette ilişkiye girmiş eşcinsel

ki, kimse durumu teorize edemiyordu bile. Öte yandan tartışanlar

çiftleri görüntüleyip bu görüntülerden “cinsi sapıkları”n nasıl

hep aynı gruptandı, tartışmanın kendisi de bir yerde kilitlenmeye ve

yakalanacağı üzerine hazırladığı eğitimsel filmi internetten düşük

kendini tekrar etmeye mahkumdu.

kalitede bulmuş, sonra bu filmi temizleyip yeniden kurgulamış. 'The

Home Works programı dahilinde, Arab Image Foundation'ın da

Fall of Communism as seen in Gay Pornography'de (1998) Doğu

kurucularından sanatçı Akram Zaatari hazırladığı video programı

Avrupa'da

“Let it Be” ile bu gerginliğin içinde kendine cinselliğin şiirselliğini ön

videolarda oynamak isteyen genç erkeklerle yapılan ön görüşmeleri

plana çıkarmak istedi. Ağırlıklı olarak seksenlerin New York gey

kurguluyor. William E. Jones eşcinsel arzuyu farklı kritik etmenlerle

kapitalizmin

gelişinden

sonraki

dönemde

erotik

çevresinde üretilen videolardan romantik -ama kanımca tek yönlü-

bir arada analiz etmeye çalışan işleriyle kendine daha sınırlamayan

bir seçme yapan Akram seçkisini geceyarısı sineması formatında

ama

gösterdi, hatta pornografik göndermeleri olan bir seriyi şehir

(www.williamejones.com)

eklemleyen

bir

perspektif

kurmak

i s t i y o r.

merkezine uzak, mimar Bernard Khoury'nin Karantina bölgesindeki

31 metrelik Mehmetçik anıtından buraya geldik. Sözün kısası,

stüdyosunda yapmayı tercih etti. Eşcinselliğin yeraltı gece kulüpleri

bugünkü

dışında çoğunlukla hasıraltı yaşandığı, kendisi farklı olmasına

stratejilere karşı Türkiye'yi sadece kendi meselelerinin sınırları ile

neo-liberal

muhafazakar

iklimde,

farklılığı

kıran

rağmen erkek egemen geleneksel Arap kültüründen nasiplenen

soyutlamadan düşünen duruşları geliştirmek durumundayız. Mühim

böyle bir ayrılık halindeki- Beyrut'ta, bence bu programın sadece

olan, aynı anda hem tekil hem de çoğul olabilmek; medyadan

sanatsal bir hareket olarak gerçekleşmemesi gerekirdi. Üzerine

bangır bangır yayılan ve çoğunluğun sesi olarak gösterilen

kurulu olduğu hikayeler hep beyazdı, esas problemli bölgeye pek

popülizme karşı, sorgulayan karşı duruşu anlamlı ve sürer biçimde

girmiyordu. Ama bu belki de esas “tehlikeli meseleler” üzerine hala

kurabilmek.


mor kalem

18

“normalliğin düşmanı olarak görülüyoruz” “Kendimi nasıl adlandıracağım konusunda bir sorunum var. Hem erkek hem de kadınlarla ilişkim olduğu için biseksüel olarak nitelendirilebilirim. Ama biseksüellik denince yarı yarıya her iki şeyden de gibisiniz, oysa benim için hiçbir şey yarı yarıya denemez.” Feminist ve eşcinsel edebiyatın kilometretaşlarından biri olan 'Utanç Bitti'nin Hollandalı yazarı Anja Meulenbelt Kaos GL'ye konuştu.

bir zamanlar bir rüyam vardı… Yaşınız ilerledikçe daha çok şapka, daha çok kimlik elde ediyorsunuz. Söylediğim gibi sadece yazar değilim, şu an kitap yazmıyorum, bir internet sitem var günde yaklaşık 6 bin kişi bu siteyi ziyaret ediyor. Eğitim

işlerinin

yanı

sıra

senatör

olarak

da

görev

yapıyorum

Hollanda'da. Göçmenler ve mülteciler üzerinde çalışıyorum. Bu benim hayatımda çok önemli bir konu. 10 yıldır Gazze'de çalışıyorum. Yılda 5-6 kere gidiyorum oraya. Ayrıca engelli insanlara yardım eden bir örgütte yer alıyorum. Çok tartışmalı bir şey yaptım; bir adamla evlendim. Bunu yaparak bazı insanların gözünde popülaritemi yitirdim. Ama 40 yıl boyunca evlenmeden durabildim. Eşim Filistinli, bu yüzden de durum yeterince queer sanırım. Yani bu benim kısaca. Bir zamanlar bir rüyam vardı, bir başkasının başlattığı bir rüya. Yahudi düşmanlığı karşıtı bir hareketin üyesiydim, sol ve kapitalizm karşıtı bir hareketin de. Hayatımda ilk kez diğer insanlara uygulanan zulüm değil de, bize uygulanan zulüm hakkında tartıştığım bir dönem oldu. İşte o zaman 'Utanç Bitti'yi yazdım. Tüm dünyada seyahate çıktım ve


bilmediğim şeyleri öğrendim, yaptım. Bu kitabı okuyan herkes bilir

mücadele etmek gerekir. Bunları yapmak kolay değil ve Hollanda'da

ki bir kadınla çok önemli bir ilişkim oldu. Bunun lezbiyen olduğum

şu an böyle bir sorunumuz var. Bir yandan ayrılıkçılık mağduru olan

anlamına geldiğini gördüm.

göçmenlere yardım etmelisiniz, diğer yandan da kadın ve eşcinsel

70 ve 80'li yıllarda ırkçılığın ne olduğunu ve insanlar açısından ne

hakları için uğraşmalısınız.

kadar zararlı olduğunu, sınıf farklılıklarını ve ne kadar önemli

hepimizin istediği şey, farklı grupların koalisyonu

olduklarını öğrendik. Cinsiyetçilik (seksizm) ve ırkçılık hakkında

Hepimizin istediği şey, farklı grupların koalisyonu. Bunu yapmaya

konuşuyoruz ama farklı sınıflara ait insanlar arasındaki ayrımcılığa

çalışan herkes bilir ki bu kolay değil. Pek çok farklı kişinin yer aldığı

değinmiyoruz. Sınıfçılık da denebilir ama bunun tam bir terimi yok.

bu konferanslar bir araç. Fakat birbirimizle uğraşmak her zaman bu

Zulmün ne olduğunu, nasıl uygulandığını düşündüm, zulme

kadar kolay olmuyor. Örneğin kadın hareketi. Kadınlar bir grup

uğrayan herkes arasında dayanışma olduğunu gördüm. Hollanda'da

değil, nüfusun yarısını oluşturuyorlar ve kendi aralarında zaten pek

yeni bir ırkçılık akımı başlıyor ki bu çok rahatsız edici ve tüm sosyal

çok farklılıklar var. Örneğin kadın hareketinde sınıf ayrılıkları, kadın

hareketleri, eşcinsel ve kadın hareketlerini de kötü etkiliyor.

özgürlükleri

Karşı karşıya geldiğim sorunlardan biri de şu: İşimiz bitmedi;

bağımsızlığı da bir tartışmaya başlangıç konusu, bağımsız olabilmek

ve

toplumsal

konumları...

Kadınların

ekonomik

mücadeleye tekrar baştan başlamamız gerektiğini hissediyorum.

için önemli bir konu bu. Bekar kadınlar, feminist kadınlar, kadınların

Bir şey bildiğiniz zaman bunu asla unutmazsınız ama otomatik

yaşları bile farklılık yaratabiliyor. Örneğin kadın hareketinde seks

ilerleme yoktur sosyal yaşamda, tekrar tekrar aynı şeyleri

işçilerinin feminist olabilirliğiyle ilgili bir tartışma yapmıştık. Ben

öğrenmek zorunda kalıyoruz ve insanlara bu bildiklerimizi tekrar

evet dedim ama bazıları zorla yaptırılan bir işi yapan kişiye feminist

tekrar öğretmemiz gerek. Tüm zulüm çeşitlerini tekrar tekrar

denemeyeceğini savundu. Bence, herkesi içeren bir kadın hareketi

anlatmalıyız. Hayatımız son bulana kadar hiçbir zaman işimiz

olmalı ve bu hareket içinde kadınları sınıflandırıp bu feministtir, bu

bitmeyecek.

olması

Rüyamla ilgili düşüncem şuydu: Tüm bu azınlık gruplar bir araya

yapmamalıyız.

gelerek büyük bir harekete başlasalar hep birlikte, zulüm sona

feministseniz lezbiyen olmalıydınız

ererdi. Çünkü bize zulmedecek kimse kalmazdı. Sadece zengin veya heteroseksüel erkeklerden oluşan bir grup kalsaydı ve onlar azınlık olsaydı, işimizi iyi yaparak farklılıklarımızı ve azınlıkları iyi savunarak azınlık olmaktan çıkar ve egemen, güçlü insanlar olurduk. Ama bu iş böyle yürümüyor. Eğer öyle olsaydı, işimiz biterdi, eve giderdik, parti verirdik ve burada oturup ciddi şeyler konuşuyor olmazdık.

düşüncesi

milliyetçilik gibi

şey

ve

bunu

istemelisiniz

gibi

tanımlar

Kadın hareketinde lezbiyen ve heteroseksüel kadınlar arasında bir tartışma olmuştur hep. Tüm feministlerin lezbiyen olduğuyla ilgili bir argüman vardır. Dürüst olmak gerekirse, lezbiyenler her zaman çok da hoşgörülü olmamıştır heteroseksüel kadınlara karşı. Bir yandan da lezbiyenler kadın hareketinin her zaman en ön saflarında yer

almışlardır.

Bir

tür

uzlaşı

da

vardır

mesela.

Eğer

heteroseksüelseniz zaten zavallı bir durum olarak görülüyor bu

hollanda'da milliyetçilik Hollanda'da

gereken

hareket içinde. Yani, bir erkeğiniz varsa, erkeğinizi tutabilirsiniz

akımının,

düşüncelerin

neredeyse

tekrar

uyandığını

sömürgecilik

tabii ki ama çok da feminist görülmüyorsunuz öyle olduğunuzda.

görüyorum.

Hareketimiz içinde lezbiyenliğin siyasi bir seçim olduğunu iddia

Toplumlar arasında bir bölünme; göçmenlere, Müslümanlara ve ten

eden gruplar da vardı. Lezbiyen olduğunuz zaman çok devrimci

rengine göre ayrımlar olduğunu görüyorum yeniden. Bundan en çok

görülüyordunuz. Partnerimin bir kadın olduğu dönemde böyle bir

etkilenen gruplar da, Türkiyeli ve Faslı göçmenler. Çoğu ikinci nesil

hissiyat vardı ve bunu duyduğumda çok kötü hissetmiştim. Yani

insanlar, Türkiye'den gelenler. Onlar zaten Hollandalı olduklarını

sanki sevgilim sırf siyasi nedenlerle beni seçmişti, ev ödevi yapar

düşünüyorlar. Hollanda'da doğmuş ikinci nesil Türkler dili iyi

gibi. Ben bu dünya üzerindeki en zeki, en güzel, en çekici kadın

konuşuyorlar, orada okula gidiyorlar ama hâlâ 'yabancı' olarak

olduğum için değil de, sadece siyasi bir amacı olduğu için beni

görülüyorlar. Eskiden böyle değildi. Bugün Hollandalı nüfusun

seçmişti gibi hissettim. Kadınlarla el ele yürürken “lezbiyen

dörtte

Müslümanların

olmalısınız” diye bağırıyorduk. Denemeniz gerek, yeteneğiniz varsa

kültürlerini ele geçireceklerini düşündüklerini söylüyor. Şeriat rejimi

yaparsınız gibi bir durum da vardı neredeyse. Ama öyle olmuyor

üçü

Müslümanlardan

korktuklarını,

Hollanda'ya gelir diye korkuyorlar. Saçma ama korkuluyor işte.

tabii. Bunları hep şakaya vuruyorum ama bazen şaka olmuyor

Sağ kanattaki, göçmenlerden korkan kişilerin göçmenlere karşı

aslında.

kullandığı argüman şu: “Göçmenler kadınlara ve eşcinsellere karşı

Hayatımın aşkı olan kadınla birlikte olduğum dönemi kitabımda da

zulüm uyguluyorlar, çünkü Müslümanlar.” Burada ilginç olan şu; sağ

anlattım. Kitap bittikten sonra beş yıl daha sürdü ilişkimiz ama

kanattan insanlar, hiçbir zaman biz kadın ve eşcinsel haklarını

sonra nihayete erdi. Sonrasında, bir erkekle ilişkiye girdim. Bu

savunduğumuzda yanımızda değillerdi ama şimdi bizim elde

benim için inanın çok daha güçtü. Hem kadın hareketinin hem de

ettiğimiz başarıyı kullanıp, başkalarını cezalandırmaya ve etiket

lezbiyen hareketin içinde olup bir de bir erkekle beraber olduğumu

yapıştırmaya çalışıyorlar.

itiraf etmek, ilkini itiraftan çok daha güç olmuştu benim için. Hiç

Eşcinsellerin önlerinde zor bir süreç var; her iki tarafla da uğraşmak

kolay olmamıştı çünkü o tarihte biseksüel terimini de henüz icat

zorundalar. Çünkü hem kendi toplumunuzdan insanlarla haklarınız

etmemiştik. 'Utanç Bitti' kitabı bu yüzden, kitapçılarda lezbiyenler

için mücadele etmelisiniz, hem de çok geleneksel görüşe sahip

rafından çıkarılıp kadın yazarlar rafına kondu; cezalandırıldım yani.

olması

muhtemel

ailelerinizle

de

mücadele

etmek

zorunda

Halbuki kitap aynı kitaptı.

kalabilirsiniz ki aileniz de zaten Hollanda'da ayrımcılıktan muzdarip

Bir gerilim vardı ve iki yönlüydü. Çünkü heteroseksüel kadınlar

kişiler olabilir. Sizin aptal ve geri kafalı olduğunuzu söyleyenler

toplumda egemen durumdaydı, imtiyazları vardı. Ama herhangi bir

olabilir ama aynı zamanda da kadın ve eşcinsel hakları için

hareket içinde de, bu güç yapısı tam tersine dönüyordu. En fazla

19


baskı altında olanlar, en fazla zulüm görenler burada en tepede yer alıyorlardı. Kendileri önceden ne kadar zarar görmüşse, diğerlerine

Gerçekten de trans bireylere karşı çok acımasızca davranıldığını

de aynı zararı vermeye çalışıyorlardı. Oluyor böyle şeyler.

hatırlıyorum feminist hareketin içinde. O tarihte yapılanlar şu

lgbt,

ankilere göre çok daha acımasızdı. Şimdi çok daha iyi durumdayız

acayip

karışık,

sofistike

bir

sandviçi

çağrıştırıyor

elbette.

Şimdi farklılıkları konuşuyoruz, gey ve lezbiyen hareketinden

aidiyet sorunu: etnik kimlik mi, cinsel kimlik mi?

bahsediyoruz. LGBT. Alışamadım da bu kısaltmalara. LGBT acayip

Bunun dışında başka gerilimler vardı etnik gruplar ve eşcinseller

karışık, sofistike bir sandviçi çağrıştırıyor. Geçmişte salatalık,

arasında. Pek çok insan biliyorum, bunlar gerçekten de bu farklı

domates ve peynirden oluşan bir sandviç varken, şimdi daha acayip

kimlik

alanları

arasında

hissediyorlardı

kendilerini

ve

bu

sandviçler yapılıyor ya, ona benziyor. Nihayetinde, lezbiyen kadınlar

hareketlerin kurgusu onları hiç rahat hissettirmiyordu. Mesela kadın

olarak ortak noktalarımız var, diğerleriyle ortak noktalarımız var ve

bir sevgilisi olan bir kadın vardı ama kendini lezbiyen olarak

normalliğin düşmanı olarak görülüyoruz hepimiz. Sırf bu bile hep

adlandırmak istemiyordu. Faslıydı. Faslı etnik grup içinde mi yer

beraber mücadele vermemiz için çok önemli bir neden. Ama başka

alacaktı ki onlar lezbiyen olmasını kabul edemezlerdi - ya da

ortaklıklarımız da çıkabilir. Bir kere hepimiz arkadaş olabiliyoruz.

lezbiyen harekette mi yer alacaktı - ki onlar da Faslıları hoş

Hangi nedenlerden dolayı biz bir araya gelip örgütlenmek istiyoruz,

görmüyorlardı. Böyle çift kimlik olduğu zaman birtakım sıkıntılar

birlikte hareket etmek istiyoruz ve hangi nedenlerden dolayı ayrı

yaşanabiliyordu. Biz de çok şey öğrendik bu konularda, bütün bu

ayrı kalmak istiyoruz, bunları tespit etmek lazım.

gerilimlerin üstesinden gelmek için de çok fazla deneyim kazandık.

cinselliğim üzerinden yeni bir kimlik yaratmak

İşte bütün bu saydıklarım, bütün bu farklılıklar elbette bir arada

istemedim Size biseksüellikle ilgili bir örnek vereyim. Biseksüel teriminin o ilk ortaya çıktığı dönemlerde bir kadınla tanışmıştım. O tarihte, “bu dünya üzerinde bazı insanlar var hem erkeklerle hem de kadınlarla beraber oluyorlar, işte onlara da 'biseksüel' diyeceğiz” denmişti. Dendi ki biseksüeller için bir kulüp olmalı. COC'yi biliyoruz, geyler için bir kulüp, lezbiyenleri de kısmen temsil ediyor; biseksüeller için de bunu yapalım. Dedim ki ne gerek var. Onlar da ama olur mu bu yeni bir kimlik, dedi. Ben de dedim ki, hayır ben durumdan gayet

20

onların deneyimlerine sahip olmadığını söyleyerek reddettiler.

memnunum ve cinselliğim üzerinden yeni bir kimlik yaratmak istemiyorum. Birinin cinsel organlarından dolayı bir kimlik yaratılsın istemedim. Ama hep sevdiğimiz insanların cinsel organlarından yola

olmayı, tek bir harekette yer almayı ve beraber gideceğimiz yönü belirlemeyi kolaylaştırmıyor.

bir gemide Öte yandan eşcinsel hareketi Hollanda'da çok başarılı oldu. Benim için bu hâlâ devam eden, devinen bir deneyim. Mesela yılda bir Gay Pride yürüyüşümüz var, herkes dışarı çıkıyor ve rengarenk giyinerek yollara dökülüyorlar. Ama daha önemlisi o gemiye eşcinsel polisleri de, Müslüman eşcinselleri de, bütün farklı grupları da ekleyebilmek. Şöyle düşünün; bu kadar çok polis varsa bir kısmı eşcinseldir, onların da bize katılması ve eşcinsel olarak görünürlüklerini sağlaması gerekiyor.

eşcinsel hareketinden kopamam

çıkarak bir kimlik inşa etmek durumunda kalıyoruz. Başka bir

Zulmü, baskıyı sona erdirme rüyam ne yazık ki birazcık sarsılıyor şu

şekilde kendimizi örgütleyemiyor muyuz? Bunu görmeliyiz. Eğer

anda. Eşcinsel hareketinde şunu gördüm: bazı üyeler var ki, ortaya

dünyayı değiştirmek, görünür kılmak istiyorsak, başka şekilde de

çıkan yeni göçmen grupların eşcinsel karşıtı olmasından hiç haz

örgütlenebiliriz ve bunları yapabiliriz.

etmiyorlar ve o yüzden de doğrudan göçmen karşıtı oluyorlar, bu da

mümkün olduğunca heteroseksüel görünmek

onların siyasette sağ kanatta yer almalarına neden oluyor. Öte

Lezbiyen hareketinde de böyle kırılmalar oldu. Yani birbirimize farklı bir şekilde bakmaya başladık ve birinin sırf dış görünüşünden bu gerçek lezbiyen, bu değil diye ayırmaya başladık. Bu tür ayrımlar böyle doğmuştur, eminim. Geylerle ilgili bir şey söylemeyeceğim, eşcinsel hareketinin bir parçası değilim, eşcinsel bir erkek değilim. O konuda bir şey söylemem bu noktada mümkün değil ama çok büyük farklılıklar olduğunu görüyorum en azından. Yani, mümkün olduğunca heteroseksüel görünmek isteyenler var, sırf akrabalarıyla ortalıkta geziniyormuş gibi görünmek isteyenler. Ama başka bir grup eşcinsel erkek var ki; onlar da heteroseksüelliği mümkün olduğunca şoke edelim ve farklı görünmeye çalışalım diyor. Böyle olunca tabii ki, bu farklı iki grubun aynı hareket içinde birlikte hareket etmesi pek de mümkün olmuyor.

feministler translara karşı acımasızdı Bunun dışında da trans bireyler, transgenderlar var. Çok büyük bir hareketti bu Hollanda'da bir dönem, ama artık öyle değil. Bir şey hatırlıyorum; önceden erkekken sonradan kadın olan bir trans birey vardı. O, feminist olduğunu söyledi ve lezbiyen kadınların arasına girmek istedi. Hayır olmaz, dediler. Baştan beri kadın olduklarını,

yandan birtakım genç göçmenler görüyorsunuz, herkesin onları hırpalamasından hiç memnun olmuyorlar, bir yandan da eşcinselleri görüyorlar. Şu anda da mesela eşcinsellere karşı çok daha fazla olumsuz yaklaşımda bulunuluyor. Her iki taraf da kendi haklarını korumak için somut gerçeklere sahip olsa bile, birbirlerine karşı silah yöneltmiş oluyor. Bunu anlamak ve bunu görmek çok kötü tabii ki. Bütün bu gerilimlerden kurtulmanın yegane yolu da aslında her iki tarafın da haklarını korumak. Ben asla eşcinsel hareketinden kopamam ama aynı zamanda göçmenlerin haklarını da sonuna kadar savunurum. Bütün bu insanlar aslında bu çalışmalar arasında köprü olmalı. Ahmed Marcouch mesela, günde beş vakit namaz kılan bir Müslüman. Bu kişi aynı zamanda açık bir şekilde Hollanda'da insanların eşcinsel olduğunu ifade edebileceğini belirtir. Faslı bir Müslümanın ben geyim diyebilmesi çok özel bir durum. Tek bir hareket olmamızı engelleyen, yani bu L, G, B, T, Q, I şeklinde birçok kısa kısa harflerle ifade edilen hareketin tek bir büyük şemsiye olması için ne eksik, ne gibi çalışmalar var buna bakmak lazım. Bunun dışında, başarılarımız nelerdir ona bakalım. Koalisyon siyaseti, farklılık siyaseti, farklılığı kabul siyaseti ve ortaklığımızın bu olduğu

siyaseti

nasıl

(cemre&selen&zeynep)

güdülür

bunu

tartışmak

istiyorum.


Nina Maron "Zwei Zofen 3"


sözlük

hulk

kürşad kahramanoğlu kursad255@hotmail.com

22

'Ahlak' kelimesi, hulk'un çoğulu

düzeltmeden, politikacılarımız, hukuk insanlarımız, en azından

olup huylar, seciyeler anlamına

düşünen insanlarımız bu çarpıklığı anlamadan, bu çarpıklık üzerine

geliyor. İngilizcede moral, morality

düşünmeden ve bu çarpıklıkları düzeltmeden toplumumuzun

bu anlamda kullanılır ve ahlak

medeni dünyadaki yerini alması nasıl mümkün olabilir? Ekonomimiz

bilimine ethics, etik diyoruz.

nasıl düzelir, gelir dağıtımındaki adaletsizlik bu ülkede nasıl

Etik terimi, Yunanca ethos yani

düzeltilebilir? Hukukun üstünlüğü prensibi, nasıl tesis edilebilir?

"töre" sözcüğünden türemiş. Felsefenin dört ana dalından biridir.

Şiirle anlatmak gerekirse benim bildiğim en iyi örnek Ümit Yaşar

Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlak kavramının doğasını

Oğuzcan'ın şiiri:

anlamaya çalışır. Hulk'un en önemli kontrolörü, aynası “tutarlılık”tır.

Aradım yıllardır seni her yerde

Türkçede bunu en iyi anlatan sözümüz, “aynası iştir kişinin, lafa

Bir türlü karşıma çıkmadın namus

bakılmaz"dır. Mevlana'mızın* da dediği gibi:

Nihayet bir yerde rastladım ama

Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.

Yaklaşıp yanına dedim nerdesin

Gece gibi ol ayıpları örtmekte.

Dedin ki yorulma gelmiyor sesin

Akarsu gibi ol keremde**, cömertlikte.

Gayretleri boşa gitti herkesin

Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.

Kimseyi yanına sokmadın namus

Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette***.

Fazilet dediğin meğer yalanmış

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

Namuslu görünmek kimlere kalmış

Bu topraklar üzerinde en azından son 200 senedir, belki de daha

Zenginmiş, fakirmiş, halkmış, kralmış

uzun bir zamandır en büyük ahlaksızlık ve hemen hemen bütün

Hadi yandan

kötülüklerin anası “Çarpık Namus Anlayışı”dır.

Hadi, hadi yandan

Namus nedir?

Ben senden ne saray ne ev istedim

Türk Dil Kurumu'nun sözlüğü, namus kelimesi için; “Bir toplum

Seni sevenleri sen sev istedim

içinde ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık” diyor. Bu özellikle

Kıvılcım aradım alev istedim

“namus” kelimesinin Türkçedeki anlamı. Bu kelimenin etimolojik

Bir tek mumu bile yakmadın namus

anlamı biraz farklı. Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Urdu dillerinde

Azizken gözümde sudan ekmekten

bugünkü kullanılan anlamı üç aşağı beş yukarı aynı. Namus fikri, bu

Yoruldum uslu dur yapma demekten

dillerin konuşulduğu coğrafyalarda genellikle uçkura endekslidir.

Yüzyıllardır namussuzluk etmekten

Namus anlayışının bu şekli ataerkil bir bakış açısı olduğundan, bir

Bir türlü uslanıp bıkmadın namus

tecavüzün kurbanı olmuş bir kadın kurban olarak görülmez. Böylece

Hadi yandan

namusunun kirlenmiş olduğuna inanan aile, tecavüze uğrayan

Hadi, hadi yandan

kızlarını öldürerek namuslarının tekrar temizlediklerine inanırlar.

Yoksa bu “namus” başka bir şey mi?

Bazı ailelerde ise, tecavüze uğramış olan kıza, intihar edene kadar

Belli ki bu “namusun” ahlakla, yani morality ile yani ethics ile bir

sosyal baskı uygulanır. Ve yine bu coğrafyalarda, bu “ailenin

ilişkisi yok. Mağduru, daha mağdur yapıyor. Ezileni, daha fazla

namusunu temizleme” işinin giderek artan bir şekilde eşcinselleri de

eziyor. Zaten kontrol altında olanları, daha fazla kontrol edenlerin

kapsadığını gözlemliyoruz.

iradesine mahkûm ediyor. Topluma da bir faydası yok; sadece

Neden bu “namus anlayışı” çarpık?

iktidarı elinde tutan azınlığın elinde bir kontrol mekanizması!

Namus'un, ahlakla hakikaten bir ilişkisi varsa, sadece “uçkura

Bizlerin ise kaybedeceğimiz, sadece zincirlerimiz! Ahlaklı olalım,

endeksli” olamaz. Ahlak “yanlışı doğrudan ayırma” ise, yalan

Mevlana'mıza kulak verelim, ya olduğumuz gibi görünelim ya da

söylemek, hırsızlık yapmak, adam öldürmek ve bunun gibi eylemler

göründüğümüz gibi olalım. Çarpık namus anlayışlarının canı

de yanlış olduğuna göre, değişik derecelerde olsa bile “namusu

cehenneme!

kirletme” olsa gerek. Başka bir deyişle “ırza geçmek”, kurbanın

*Son zamanlarda Mevlana'nın cinselliği üzerine çok spekülasyon

iradesine karşı yapıldığına göre, en azından “ırzına geçirilmiş”

yapılıyor. Mevlana eşcinsel bile olsa, 800 sene önceki koşullar ve

olmadan daha büyük bir namussuzluk olması gerekir. Veya bir

yaşam biçimleri onu “gey” diye tarif etmemize imkân vermez.

insanı öldürmek, bir insana cinsel ilişki teklif etmekten (ters

“Geylik” modern bir konsept olup 800 sene önce Anadolu'da var

bile olsa!) en azından daha büyük bir namussuzluktur.

olması mümkün olmayan politik bir tariftir. Sadece Rumi'nin hocası

Devletin parasını çarpmak (onda hepimizin hakkı olduğuna

ve hayat arkadaşı Şems'i, büyük bir aşkla sevdiğini biliyoruz. Kaldı

göre), naylon fatura düzenlemek, rüşvet almak, torpil

ki

yapmak, tüzüğünde “lezbiyen ve gey kelimeleri geçiyor” diye

kaybetmez: “Kimse bilmez, gönlü bu kadar mutlu uyandıran nedir!

Mevlana heteroseksüel bile

olsa, değerinden hiçbir

o derneği kapatma kararı almak, “ahlaka aykırı ve toplumun

Belki de bir seher meltemi, Tanrı'nın yüzünden peçeyi uçurdu”.

değerlerine ters düşen bir dernek kurmaktan'' en aşağısından

**Soyluluk.

daha namussuzca olsa gerek. Bu çarpık “namus anlayışını”

***Alçak gönüllülük.

şey


ahlak içi

bilirsin iyi biri değilimdir* sürmelican surmelican@kaosgl.org

Sıcağın,

insanı

kamçılarcasına

yataktan

kaldırdığı

bir

Babası oğluna "entel mi oldun?" diye sorduğunda verilen cevap içler acısıydı. “Allah yazdıysa bozsun (tahtaya vurarak), o nasıl söz" gibi

sabahta uyandım. Sırılsıklam ve yarı

satır nüshaları, bir zamanların “Leman” tayfasının çizdiği gey/entel

çıplaktım. dolandım

Bir

ara

evin

içinde

kelimeleri arasında sıkışmış ayrımcılığın ucuz karikatürü olarak

ve buzdolabına

doğru

canlanmıştı. Entelin ibneye terfi ettiği bir ülkede, bilgi elbet

yürüdüm. Bir şeftali aldım. Balkona

küçümsenmeliydi. Ne de olsa eşcinsel olmak, en az bilgili olmak

çıktım. Sabah mahmurluğuyla etrafa baktım. Gözüm asfalta yapışık

kadar hakir görülen bir şeydi. Ahlakın bilgi üzerinden heteroseksist

garip bir nesneye ilişti. Daha sonra onun, kafası kopmuş güvercin

bakışla yüceltilmesi, toplumun aslında cehalete ne kadar susamış

cesedi olduğunu fark ettim. Paramparçaydı. Üzerinden bilmem kaç

olduğunun bir göstergesiydi. Kaldı ki üç çocuk yapmayan, sokaklarda

kez araba geçmişti. Uzunca ona baktım ve ona bakarak mutfaktan

kovalanan, pornografiyi sorgulayanlar bu ülkeye yakışmazdı. Onlar

aldığım şeftaliyi güzelce yedim. Olayın tüm vahşetiyle donup

olsa olsa duvardaki başka bir tuğlaydı.

kalmaktansa

Amerikalı profesör Norman Daniels'in: “özgürlüğün etkili biçimde

karnımı

doyurmak

daha

birincildi.

Gördüğüm,

yineleyen bir hadiseydi. O yüzden etkilenmedim. Aslında bu bir

hayata geçirilmesi, gerekli olan tayin edilmiş yasal danışma ya da

kayıtsızlıktı. Yaşama, ölüme, dünyada olup bitene. Nefretin bizi

kitle iletişim araçları gibi kaynaklara ve kurumlara kolayca ulaşmayla

uykuda yakalayan yanı, görmezden gelen tavrıyla baş başaydı.

sağlanır”1 sözü, onur yürüyüşlerinin ekranlarda neden sansürlendiği

Travesti cinayetlerine, dernek kapatmalara, tuzla katliamlarına

hakkında bize yardımcı oluyor. Çünkü böylece, devrimin bulaşıcılığı

uzanan sessiz bir haykırıştı.

bir kez daha onaylanıyor. Belki medya o yüzden bu kadar aymaz ve

Bir süre sonra tuvalete gidip, ağzımı çalkaladım. Odama çekildim.

kurnaz. Küstahça kullandığı eril dilin ardına sığınan bir sırtlan. Bozuk

Televizyonu açtım. Başka bir dünyaya daldım. Kablolu kanalların

bir düzen uğruna, nice insan onurunu dişleyen tek püriten.

birinde, siyahî Amerikalıların başrolünü üstlendiği bir diziye takıldım.

Feminist bir aktivistin travestiler üzerine yazdığı bir kitap sonrası

Neyse ki Cosby'ler değildi. Klasik beyaz Amerikan ailesini andıran

büyük gazetelerden birine yaptığı röportaj buna bir göndermeydi.

dizi, kendine özgü zenci argosu ve maçoluğuyla bir ötekiyi

Hatta röportajda sorulan “sizi neden hep ötekilerle (Kürtler,

çağrıştıran tüm öznelere sahipti. Bunlardan en belirgini ise yine bir

travestiler, sokak çocukları ) görüyoruz” sorusuna verilen: “her tada

heteroseksizm ezberiydi.

bakmak lazım”, cevabıydı. Ama ne yazık ki kendisinin ötekilere sözde

Ezberin tekrarlandığı bölümde, aile reisi (baba) çocuğunu doktora

sahip çıkan tavrı, bu devrilen talihsiz çamın yerini dolduramadı.

götürüyor. Doktorun çocukla işi bitince de baba kendi rahatsızlığını

Çünkü söz bir kez ağızdan çıkmıştı. Gurme tadında “öteki” sorunsalı,

dile getiriyor. Belli ki biraz “müstehcen”! Baba oğlunu dışarı çıkarıyor.

bir kez daha rafa kalkmıştı. Başkaldırı elbet cezbediciydi. Fakat

Adamın idrar yapmada problem yaşadığı ortaya çıkıyor ve doktor

hesaplaşmada atıl kalmak affedilmezdi. İktidarın ve onun koruyucu

prostattan kuşkulandığı için anal muayene yapmak istiyor. Baba bu

kalkanı ahlakın, sadece mensup olduğu siyah takım elbisede değil,

konuda “muhafazakâr” olduğu için başlıyor espri patlatmaya. Anlıyor

yeni muhalif eksende de yer etmesi gözden kaçmamıştı. Hâlbuki bizi

ki doktor, bir “adam” manifestosuyla karşı karşıya. Dizi devam

iyiye götürecek şey, utanmadan, dürüstçe ve birbirine saygı

ediyor. Doktor, adama kolonoskopi gerektiğini söylüyor. Onun

üzerinden gelişen bir ahlakla ayakta kalmaktı. Ama ne ironidir ki

üzerine yeni bir komedi dalgası daha yükseliyor. Baba evine dönüyor

hiçbirimiz “iyi” değildi. Çünkü iyi, temsil ettiği kıstasların dışına bizi

ve akşam rüyasında kendisine kolonoskopsi yapıldığını görüyor.

çoktan itmişti. Kendi iyimizi yaratmaksa en asli görevimizdi. Her ne

Hayali işlem gerçekleşirken fondan, etkileyici bir ses

kadar tiksindiğimiz çamura batmak kaçınılmaz

geliyor. Barry White şarkı söylüyor. Sanırım kurulu

olsa da bizi bu çamura bulayanın cinsel

düzene bu kadar adapte olan başka bir “afro”

ahlak değil de kayıtsızlık olduğunu bilmek,

sitcom

olamazdı.

muhafazakârlaşarak

var

Siyahın olduğu,

ancak komedinin

heteroseksizme nüksettiği, kısaca ahlakı beyaz, bahtı kara düzen, bizimkisini aratmamıştı. Ahlak, sınıf ahlakı olarak kendini bir kez daha göstermişti.

tutunacağımız yegâne daldı. “İnsan hayatının taşıdığı amacın en geniş halk kitleleri için azami mutluluğu sağlamak olduğu ve ancak bu amacın sınırları içinde kişisel mutluluğun gerçekleştirilebileceği”

2

Buna tepkim, önceki akşamdan kalma diyalogların

inancı, sağ kalan masumiyetimize biçtiğimiz

zırvalığıydı. Sezon sonu gelen birçok dizi güze kendini

anttı. O ki dünyaya ve onun bünyesindeki canlı

taşırken, yaz türevlerinden biri buna örnekti. Küresel ısınmaya dikkat çekmek adına kendini polis

cansız tüm organizmaya duyduğumuz saygıydı. * You know I'm no good Amy Whinehouse

karakolunun önündeki direğe bağlayan bir 1

kadın eylemciye kur yapmak uğruna eyleme

katılan

bir

2

hikâyesiydi.

Asıl

hadise

babasına

Marksizm, Ahlak ve Toplumsal Adalet

Marksizm, Ahlak ve Toplumsal Adalet

Peffer, Ayrıntı Yayınları (96. sayfa)

durumu

açıklarkenki

diyaloğuydu.

R. G.

Peffer, Ayrıntı Yayınları (382. sayfa)

çocuğun

R. G.

23


ahlak içi

ahlaksızlığımızın izini sürerken yeşim başaran yesim_tuba@yahoo.com

lezbiyen, gey,

Ta ki, farklı şehirlerin valilikleri tek tek kurduğumuz bütün dernekler

biseksüel, travesti ve transeksüeller ahlaksız

Biz

ahlaksız

mıyız?

Bizler,

hakkında ahlaka aykırılıktan suç duyurusunda bulunana kadar.

mıyız? Ahlaksızsak, neden ahlaksızız?

Böylece yüzleştik. LGBT bireylerin ahlaklı olup olmadığı tartışması

Yıllar öncesinden bir sohbet geliyor aklıma. Bir

böylece tarihe/belgelere geçmiş oldu. Bu suç duyurularını müteakip

ar k ad aş ı m

oluşan dosyalarda kimileri eşcinselliğin ahlaksızlık olduğunu yazdı,

“ t o p l u ma

ah l ak l ı

i n s an l ar

göstermeliyiz”

demişti.

kimileri de bir varoluş biçimi olduğunu savundu. En son Beyoğlu 3.

“Eşcinsellikten bashetmemeliyiz, eşcinselliği

Asliye Hukuk Mahkemesi, Lambdaistanbul hakkında hukuka, ahlaka

olduğumuzu

ahlaksızlık olarak görüyorlar, o nedenle biz de

ve Türk aile yapısına aykırılıktan kapatma kararı verdi. Tüm bu

ne

başvurular, mahkemeler, dava dosyalarına giren yazışmalarda

kadar

ahlaklı

insanlar

olduğumuzu

göstermeliyiz”. Bunu nasıl yapacaktık? Başkaları ahlaksızlık olarak

hayır ahlaksız değiller” sarmalından

görüyor diye kimliğimizi arka plana atarak, ahlaksız olmadığımızı

çıkamadı. Lambdaistanbul kapatma davasının ilk celsesinde dernek

insanlara nasıl gösterecektik? Şöyle mi: “Lezbiyenim ama hiç yalan

avukatları, iddia makamından ahlaksızlıktan neyi kastettiklerini

söylemem,

24

tartışma “evet, ahlaksızlar

çok

açıklamalarını talep ettiler. Ancak hakim bu talebi dikkate almadı ve

yardımseverimdir, herkesin yardımına koşarım” veya “transeksüelim

çok

ahlaklıyımdır ”,

“biseksüelim,

ama

işleme koymadı. Dolayısıyla bu mahkeme verdiği kararla lezbiyen,

ama sen bakma öyle olduğuma, bizim mahalledeki bütün kedi ve

gey, biseksüel, travesti ve transseksüel kimliklerini ahlaksızlık olarak

köpekleri ben beslerim”. Bu muydu izlememiz gereken strateji.

ilan etti, ancak hiçbirimiz kastedilenin ne olduğunu öğrenememiş

Kimliğimizin yanına “ama” kelimesini eklemek mi? Zaten yaygın

olduk.

olarak olumsuz anlamlar yüklenen kimliklerimizin olumsuz olduklarını

Buradaki ahlaksızlık kelimesi öyle bir kelime ki, içeriğinin belli

kabul etmek ve onay verdiğimiz için bir de bu içeriği güçlendirmek mi?

olmaması gücünü hiç azaltmıyor. Kelime ağızdan çıktı mı bir kere,

Kimliğimizden dolayı utanan, özür dileyen bir konum almak mı?

üzerimize fırlatıldı mı, işte o an savunmasız bir şekilde kirleniyoruz, ne

Tabii eğer “ahlaksızlık” diyerek cinselliği kastediyorlarsa, şu cümle ile

olduğunu bilmediğimiz bir olumsuzluğun yaşayan temsili haline

mi savunacaktık kendimizi: “lezbiyenim ama çok ahlaklıyım, elime

geliyoruz. Lambdaistanbul'un ahlaksızlıktan yargılandığı davada bile

erkek eli değmedi, tabii kadın eli de”. Sahi, o zaman hangi sözle cevap

ahlak kavramından ne kastedildiği net bir şekilde ifade edilmediği için,

verecektik? Doğrudan varoluşumuzun kendisini ahlaksızlıkla itham

nasıl bir suçlama ile karşı karşıya olduğumuz belli değil. Durum sadece

etmiş oldular çünkü. Herhangi bir panzehiri olmayan bir lanetten

bize bir olumsuzluk atfetmekten ibaret. Birileri dayanaklarını

bahsediyorlar,

bizden

bahsederken.

Ne

yapacaktık

o

zaman,

buharlaşıp gökyüzüne karışmak dışında bir çözüm olabilir mi bu

açıklamaya

gerek

bile

duymadan,

bizi

olumsuz

bir

sıfatla

nitelendiriyor. Sonra da biz bununla başa çıkmak zorunda kalıyoruz.

durumda.

Bu iktidarın dili değil mi? Orada bahsedilenin ahlak olması gerekmiyor.

LGBT varoluş mücadelesinde “böyle doğduk, seçimimiz değildi”

Kelimenin ve anlamının hiç bir önemi yok. Olumsuzluk içermesi

tınısıyla merhamet dilenen bir damar mevcut elbette. Kendini kirli

yeterli. Bu dünyada bize yer olmadığını düşünen birisinin, bu

kabul eden ve bu gerçeği değiştiremeyeceği için bu kirli haliyle kabul

düşüncesini cümle içinde kullanma hali bu sadece. Ahlak gibi hukuksal

bekleyen, af, merhamet dileyen. Başkalarının bize ithamını sorgusuz

belgelere yakışan afili bir kelime yerine “siz iğrençsiniz, siz pisliksiniz”

sualsiz üstüne alıp, onun içerisinde varolabilecek bir alan yaratmaya

de diyebilirlerdi; ve biz yine bizden nefret edildiği bilgisi dışında ne

çalışan. Kendini sevmeyen, benzerini sevmeyen, her adımından

kastedildiğini anlamamış olabilirdik.

sonra, kendini beğendirmeye çalıştığı otoritelerin yorumlarının,

Bu durumda cevap vermek yerine durumu ters yüz etmemiz

homurtularının, beklentilerinin çizgisini kendine yaşam amacı edinen.

gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız” cümlesini söyleyen kişinin aslında hiç bir

Gerekirse benzerlerine küfrederek onlar kadar ahlaksız olmadığını

şey söylemiyor olduğunu anlamasını sağlamamız gerekiyor. Bunu

göstermeye çalışan.

yapabilmek için, “ahlaksız” kelimesinin kendinden menkul gücünün

Mücadele tarihimizde bu tartışma, yani “ahlaklılık” üzerinden

üzerimizdeki etkisinden kurtulabilmemiz gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız”

yürüyen tartışma topluluğumuzun bilinçaltı seviyelerini işgal

diyerek gücünü tarihten, toplumdan, geleneklerden, kurallardan ve

edegeldi nicedir. Bize doğrudan “siz ahlaksızsınız” diyen

sorgulanmayan ön kabullerden alan insanların aslında donanımsız ve

çevrelerle neredeyse hiç yüzyüze gelmediğimizden, çabamızı

çaresiz olduklarını görmemiz ve onlara gösterebilmemiz gerekiyor.

“eşcinsel düşmanı olmayan ama yine de homofobisinden tam

Onlar bizi anlamıyor diye kendimizi kötü hissetmekten vazgeçmemiz

arınmamış” çevrelere dönük sarfettiğimizden, ahlaklı olup

gerekiyor. Toplum içerisinde dolanan atomik yüzleştiriciler haline

olmadığımız

tartışmasıyla

yüzleşmedik

yeteri

kadar.

Ahlaksızsınız diyenlere sırtımızı döndük, konuyu fazla da

gelmemiz gerekiyor. “Siz ahlaksızsınız?”

kurcalamadık, ahlaksız olduğumuzu düşünmeyenlerle başbaşa verip, diğerlerinin varlığını unutmayı tercih ettik.

“Kim, ben mi? Hayırdır... Nerden çıktı şimdi bu? Ne iş?”


ahlak içi

ahlak şemsiyesi kimin için(de)* açılsın? adnan yıldız flamingokolu@gmail.com

Turgut'a/Sezen'e

yazayım ben sana 'ahlak' üzerine? Bu kadar entrikanın, kara hesabın, oyunun döndüğü bir ülkede olanı televizyondan izleyen

Her ahlak kurgusaldır; DNA yapısında kendi

gençlere, çocuklara nasıl anlatılır güzel bir dünyanın mümkün

sosyal kurgusunu ve kültürel kontrol

olduğu? Herşey siyasetten geçmiyor mu? Nasıl geçireceğiz bu

mekanizmalarını içerir. Eee, her kurgunun da

baştakilere sözümüzü? Ben de insanım, ben de ahlaklıyım, belki

dayandığı öznel bir ahlak yorumu-etik

türbanlıyım, belki geyim-lezbiyenim-travestiyim, belki Ermeni'yim,

anlayışı yok mu? 'Oxymoron' bir önerme

Kürt'üm, hatta hepsi birdenim. Evet, evet ben hepsi birdenim ve

bulmuşsun, -şimdi biz ne desek, sen haklı

senin üniter ahlak anlayışını kabul etmiyorum. Bu ülkede

çıkarsın! demeyin. Konuyu ahlak denen

yaşıyorum, kendi sentezimi yapmakta da özgürüm.

fenomenin bugün toplumsal olarak nasıl bir işleve mahkum

Turgut Uyar'ın “...sizin alınız al, inandım, sizin morunuz mor,

bırakıldığına getirmek istiyorum. İlla şunu mu demeliyim: Bugün

inandım... tanrınız büyük amenna...” diye dizdiği laf kümelerini

ne kadar ahlaksızsan, o kadar yüce bir insansın, manevi bir

(hele bir de kraliçeden, Minik Serçe'den) yakalayanınız olmuşsa,

değersin. Bugün ahlak mahlak kalmamıştır. Ahlak, başkalarıyla

şimdi benim burada kendimi parçalasam söyleyemeyeceğim, size

paylaştığın bir korkaklık pelerinidir ki, seni görünmez-dokunulmaz

geçiremeyeceğim 'ifade zenginliğine' zaten aşikardır. Orada insana

ve 'onlardan biri' yapsın. Çal, yalan söyle, kötülük yap demiyorum.

damardan geçen şey-sözle his arası- artık her neyse- bir adamın

Tersine bunları yapmıyorsan neden yapmıyorsun diyorum? Neden

'ahlak' denen şeye karşı (ama aslında başkalarının kurgusunda,

yapmadığını kendine sor-diyorum. Asıl yaşadığın toplumda ahlaksız

dizgisinde, kontrolünde, alfabesinde, kimliğinde, kıyafetinde,

denilen, kafalarda 'ahlaksız' bir resim çerçevesine hapsedilenlerin

isminde, cisminde... yaşamaya karşı) ürettiği en güzel argümandır.

kim olduğunu da görerek yaşa istiyorum. Çünkü LAMBDA'ya püf

Bunlar, diğerlerinin karşısına geçmiş ama karşısına dikilmemiş bir

derken, öne sürülen gerekçe, ahlaksızlıktı. Ben onlardan daha

adamın dizeleridir. Onu aramızda en iyi anlayanın/en çok

ahlaklı bir dernek, daha ahlaklı bir sivil toplum örgütü görmedim

hissedenin de, aslında hepimizi en iyi anlayan/tanıtan kadın (Minik

(biraz gürültücü olabilirler, çok konuşuyorlar felan ama...).

Serçe) olması ne güzel bir tecellisidir-hayatın? Ben kendi ahlakını

O nedenle yargımıza, yürütmemize soruyorum. Ahlak, nedir? Sizi

kuranların, kurdukları ahlak anlayışlarıyla da kendilerinden

duyuyorum sayın büyüklerim, sizi duyuyorum;-Ahlak, aslında bir

başkalarına yeni alanlar ve imkanlar açanların ahlakını seviyorum.

tür şemsiyedir. Ve açılınca hepimizi içine alamayacağı için bazılarını

Ben bencil olmayan, kontrol etmeyen, insanları üniter bir siyasi

yağmurda bırakır. Islanan ve bunun tadını çıkaran biri olarak Kaos

yapılanmaya dönüştürmeyen, çoğulcu ve özgürlükçü ahlakı

GL okuruna sesleniyorum: -Islanmak, güzeldir.

seviyorum. Ahlak, görgü, terbiye güzel eldivenlerdir; kadife kadife,

Ahlak ahlak diye tutturduk, ama ahlak her yerde. Medya ahlakı-

ipeksi ipeksi, yumuşak yumuşak... Siyah deriden olduğunda,

haber/tartışma etiği, futbol etiği/sporcu ahlakı, siyaseten ahlaklı

parmak izlerini gizlediğinde ise şeytan işidir.

olmak... Diğerleri onun ekseninde şekillendiği için (bir ülkenin

Ahlak neymiş: -Kafamızda “toplum, cemiyet, diğerleri, çoğunluk...”

siyaseti neyse, patlıcan ezmesi, biber dolması da odur) siyasette

falan diye soyutladığımız; tanımı belirsiz baskı mekanizmalarının

duralım. Uzaktan takip ettiğim kadarıyla, siyaseten bu yaz canımız

toplamının yarattığı, ürettiği bu sistemler ağında ekmek almaya

çıktı. Postalla çarık arası bir kutuplaşma

giderken bile pijamanın yerine pantolon

modasına mecbur bırakılan nesiller ne

giymek, ayak ayak üstüne atmamak, sakız

yazın ne de vatansever büyük bestekar-

çiğnememek... gibi küçük enjektelerle

güftekar-yorumcu Serdar Ortaç'ın

damardan verilen, sizi zehirleyen şeydir.

“şeytan”ının tadını çıkaramadı. Sahiller

Başkaları ne der diye yapmadığınız,

boşaldı. Fenta konserlerinde şöyle doya

etmediğiniz; kendinize söyleyemediğiniz,

doya bir zıplanamadı. Allahtan bu sefer

bastırdığınız, öldürdüğünüz şeyleri

darbesiz atlattık (bkz. 2. Dandanakan

yeşertmeye başladığınızda; kendinize yeniden

Medya Muharebesi-paşaların iş üstünde

yaklaştığınızda ise kendi ahlakınızı bulmaya

yakalandığı, karşı darbeci refleks), üstelik

başlarsınız.

parti kapatma davası sadece hazineden

Şemsiyenin altına girmeden, ıslanın... Nasılsa

cezayla sonuçlandı da, şöyle bir Rock'n

yağmur biter, güneş açar. Şemsiyeler, esas

Coke'dan öncesi soluk aldık. Yani, siyaseten

altına girenlere girer...

etik ve ahlak anlamlarının o kadar içinin boşaldığı bir dönemde, -Uğurcuğum, ne

taipei, yaz, 2008

*kirli parantezleri sevenlere özel...

25


mor ahlak

“ahlaksızlık” kol geziyor ipek ilkkaracan Beni ilk defa “feminist” olarak tanımlayan ben

hazır bir kavramın, evrensel insan hakları ile uyumlu olması zorunlu

değildim; lisede erkek sınıf arkadaşlarımdı ve

yasalarda bir dayanak olarak yer almasını engellemek üzerine

bana aslında son derece haklı ve öngörülü

mücadele verdik; çoğu yerde başarılı olduk, “namus cinsiyetleri”,

getirdikleri

26

yakıştırması,

“cinsel yönelim temelinde ayrımcılık”, “bekaret kontrolleri”, “15-18

aramızda cereyan eden bir “ahlak” tartışması

bu

“feminist”

yaş arası gençlerin cinsel ilişkileri” gibi bir grup maddede ayrımcılık

sonucunda gelmişti. 1980'li yıllar, İstanbul'da

ve hak ihlali unsurları elenemedi;

mücadele devam ediyor.

bir Amerikan Kolejinin kantini. Çok sevdiğim

Lambda'ya karşı yerel mahkemenin verdiği kapatma kararı, Galata

bir çocukluk (kız) arkadaşım gıyabında, erkek

Köprüsü üzerinde balık tutan bir kadına “uygunsuz” kıyafeti

sınıf arkadaşlarım “hafif” yakıştırmasında

nedeniyle verilen hapis cezası, yakın zamanda bir milletvekilinin

bulundular. Zira bu kız arkadaş hepimizin ortak arkadaşı bir erkek ile

Meclise

yaz kampında bir çadırda “aşna fişne” yapmıştı. Birkaç arkadaş

mücadelenin yeni unsurları.

sunduğu

“gençleri

korumaya

yönelik

kanun”

bu

kantinde beni bir köşede yakalayıp “o kızla arkadaş olmanı hiç

Peki, “ahlak” kavramını yaşamımızda istemiyor muyuz? Beş buçuk

yakıştıramıyoruz”

yaşında bir kız annesi olarak her zamankinden daha çok “ahlak”,

gibilerinden

bir

şeyler

söylemişlerdi.

Kız

arkadaşıma ve bana yöneltilen bu yakışıksız ithamlar karşısında

“toplumsal değerler” gibi kavramlar üzerine kafa yoruyorum.

isyan edip şöyle demiştim; “aşna fişne çift taraflıdır, kızın yaptıkları

Aslında kızımı “ahlak”lı, evrensel değerleri barındıran bir Türkiye'de

hafif'se erkek de aynı hafifliğe ortak olmuş demektir; o zaman ben

yetiştirebilmeyi

arzu

ediyorum.

Ancak

etrafıma

bakıyorum,

de size onunla arkadaş olmanızı yakıştıramıyorum desem?”

“ahlaksızlık” kol geziyor. Bir okul yönetiminin velilere yalan

Karşı taraftan yanıt: “Olur mu, o erkek, erkek farklıdır, canı ne ister

söylemesi ahlaksızlıktır. Kimi çocuklar her türlü eğitim olanağına,

yapar, kız aynı şey değil.”

sağlık ve sosyal olanaklara sahipken, çoğunluğun bu olanaklardan

Benden geri yanıt: “Siz Lise 1'deki biyoloji dersini iyi algılamadınız

yararlanamaması

galiba; cinsellik konusunu işlediğimizde erkek ve kadın cinselliği

kademelerinde,

arasında böyle bir fark olduğu söylenmemişti, isterseniz gidelim

yolsuzluklar ahlaksızlıktır. Toplumsal sorunları, savaş ve şiddet ile

hocaya soralım.”

çözmeye çalışmak ahlaksızlıktır. Sevdiği adamla kaçtı diye genç bir

ahlaksızlıktır.

hepimizin

ödediği

Devletin

üst

vergi gelirleri

yönetim ile

yapılan

Karşı taraf: “Bırakın bunu ya, bu feminist. Bundan sonra ona

kızın ailesi tarafından “namus” adına öldürülmesi, katillerin ise

manyak feminist'in kısaltılmışı olarak “mafe” diyelim.”

devlet eliyle yasal indirimlerden yararlandırılması ahlaksızlığın dik

Henüz 16'sında liseli bir kız olarak onlara çok kızdığımı hatırlıyorum;

alasıdır bana sorarsanız. Türkiye'de büyümekte olan kızıma ve diğer

zira “feminizm” bir şekilde (ve nedense) çok da hoşlandığım bir

çocuklara işte bu ahlaksızlıklar zarar verecektir. Galata Köprüsü'nde

kavram değildi. Ama liseden mezun olana kadar lakabım “mafe”

dilediği elbiseyle dileyen kadın balık tutabilir, bundan ancak “ahlak”

olarak kaldı. Yıllıkta da arkadaşlarımın yazdığı “sevgili mafe” diye

kavramını

başlayan ithaflardan tutun da, yıllar sonra kadın hareketi içerisinde

kimseciklere bir zararı dokunmaz. Lambda veya Kaos GL gibi

içselleştirememiş

ahlaksızlar

gocunabilir;

başka

kadın örgütleri ile aktif olarak çalışmaya başladığımda, aynı

örgütler, gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellerin insan

arkadaşların, “biz zaten biliyorduk senin mafe olduğunu” diye

hakları için mücadele verdikleri sürece, Türkiye'de tüm çocuklar bu

takılmalarına kadar. İlk basta tepki ile karşıladığım bu sıfat, zaman

mücadelenin sonucunda oluşacak daha özgürlükçü, barışçıl ve

içerisinde üzerimde gururla taşıdığım bir kimliğe dönüştü.

kendisi ile barışık bir toplumun bireyleri olarak bundan sadece fayda

Kadın hareketi içinde geçirdiğim yıllarda, gerek Türkiye'de

görürler.

gerek yurt dışında, aslında çok olumlu yorumları olabilecek

Ahlak aslında “evrensel insan haklarına saygı ve bu hakları

“ahlak” kavramının cinsiyetçi çevreler tarafından evirilip

koruma”ya dayanan bir amaç olarak tanımlanmalı. Oysa yukarıdaki

çevrilip haksızlık, eşitsizlik, insan hakları ihlali yolunda bir

ihlallerin hepsinde “ahlak”ın böyle bir amaçtan ziyade, hak

araç olarak kullanılmasına karşı nice mücadelenin içinde yer

ihlallerini meşrulaştırıcı bir “araç”a dönüştüğünü görüyoruz. Her

aldım; almaya da devam ediyorum. Türk Ceza Kanunu Kadın

şeyden önce ataerkil sistemin, kadınların bedenlerini ve cinselliğini

Platformu olarak 2003-2006 yılları arasında verdiğimiz

denetlemek için kullandıkları bir araç. Ayrıca heteroseksüel ataerkil

mücadelenin de ana eksenlerinden biri buydu: “Kamu ahlakı”

sistemin, kadın ve erkek, tüm insanların cinsel yönelim ve

gibi muallak, zaman ve topluma göre her türlü şekle girmeye

kimliklerini denetlemek için kullandıkları bir araç.


mor ahlak

ahlakın cinsiyeti

selen doğan selen@kaosgl.org

Ahlaktan ne anladığımıza bağlı

parmağı. Tıpkı, öğrenilmiş erkekliğin, çokçatallı bir yılan dili gibi

olarak değişen herhangi bir

kadınların başının üstünde dolanması gibi ahlak da her an sobelemeye

ahlaksızlık yargısı karşısında,

can attığı kadınların yanı başında, hiç de masum ve hiç de adil ve hiç de

alınması

uslu durmayan bir cendere sanki. Ahlakın, benzer içerik ve çağrışımdaki

beklenenin yalnız ve ancak

bu

-sızlığı

üstüne

'namus' gibi, bir cinsin kendi bedeni üzerindeki tasarrufuna göre 'var' ya

kadın olduğunu düşünmek bir

da 'yok' olmasını nasıl bir insanlık bilgisiyle okumamız gerektiği ise zor

önyargı mıdır? Elbette hayır. Öyleyse ahlakın bir cinsiyeti

bir soru.

olduğunu, bazı kavramları cinsiyetlendirmenin bizzat ve başlı

Ama zor olmayan bir şey var: Soru sormak.

başına bir cinsiyetçilik oyunu olageldiğini söylemek yerinde

Sokakta 'orasını' kaşıyarak dolaşan adam ahlaklıysa, yazlık bir elbiseyle

midir? Tabii ki evet!

köprüde balık tutan kadın niçin ahlaksız? Kızını verip karşılığında para

Bu sızlık durumu karşısında kimden yana durulacağına

alan adamın bu alışverişi ahlaklı bir eylemse, tüm kapılar yüzüne

siyaseten karar vermiş ve ahlakın cinsiyet ve cinsellikle ilişkisini

kapanan transeksüelin seks işçiliği yapması niçin ahlaksızca? Diyanet'in

baz alan bir duruş seçmiş olanlar, sözgelimi dinsel öğretinin,

“feminizm ahlak dışıdır” diyebilmesi ahlaka sığıyorsa, bir porno yıldızının

önüne “güzel” sıfatı koyarak yüksek bir erdem olarak

Papa'ya “rahipler filmlerimi izlesin” demesi niçin ahlakın dışında?

işaretlediği ahlakı bir ve biricik dayanak sayarlar. Buna göre;

Heykellere tükürüp üniversite yıkmaya kalkışan belediye başkanı… Bir

asıp kesen, çalıp çırpan, sövüp sayan… erkeğin ahlaksızlığından

yurttaşa “ananı da al git” diyen başbakan… Kadın meslektaşlarına

söz edilmesi beklenir. Ne ki bu, nafiledir. Belki şanı böyle

“feminizmin kölesi olmayın” diyen milletvekili… Eşinin üzerine dışkı

yürüdüğü için. Cümleyi başa saralım: …bir ve biricik dayanak

boşaltan yazar… Lambda'yı 'ahlaksız olduğu için' kapattırmak isteyen

sayarlar. Buna göre; açılıp saçılan, öpüşüp sevişen, yakıp

vali… Latife Tekin'i susturmaya çalışan belediye başkanı… Filminin

kavuran kadın ahlaksızın tekidir! Ve bu harikulade önermeye

gösterimini yarıda kestiği Rüya Köksal'ı kovan bir diğer belediye

akıl sır erdirmeye çalışmak da nafiledir. Neden?

başkanı… Bir kız çocuğu taciz eden yaşlı gazeteci… Feministlere 'orospu'

Çünkü, erkek egemen sistemlerin tüm tipik aktörleri de bu

diyen bir başka gazeteci… Ve daha niceleri…

dayanağa sahip çıkar. Onlara göre makbul olan, bedensiz kadındır. Arzulamayan, arzulanmayan, karşısındaki bedene

Tek ortaklıkları erkek kimlikleri olmayan bu kişilerin ahlak literatürüne

yalnızca hizmet ve yalnızca hürmet eden kadın… Bedeninden

nasıl geçtiğini unutmazsak, 'genel ahlak'ın aslında kimler üzerinden tarif

sıyrılmış kadın… Bedeni araçsallaştırılan kadın, var oluşundan

edilmesi gerektiğini de buluruz belki. Kavramları cinsiyetlendirenlerin

bu yana bir türlü kendisine ait kılamadığı bu emaneti sakınıp

kimler olduğunu da. Kadınlığın ahlak gibi kaypak sözcüklerin tek taraflı

saklamak zorunda kalır. Zira denetimsiz beden, ahlak-sızlığa

yükünden kurtulmasına izin vermeyen ataerkil cinsiyetçiliğin nasıl bir

açık ve hazırdır. Beden artık kamusaldır. Ahlakın öznesi ise

aklın ürünü olduğunu da. O zaman belki erkek egemenlere şunu da

nihayetinde 'kadın' olur.

demeye mecalimiz kalır: Ahlak bir 'kadın' meselesi değildir. Ahlak

Öğrenilmiş ahlak, bu kadim bilgiyi kadınlar üzerinden okumayı

üzerine ahkam keserken dönüp kendinize bakın! Ahlak, biri yaptığında

yeğleyen bir toplumun, namus etiketli bir muhafaza içinde

iyi, diğeri yaptığında kötü olabilen bir şey değildir. Varsa herkes için her

sakladığı kadın bedenine karşı sallayabileceği biricik işaret

durumda geçerlidir. Yoksa zaten yapacak bir şey yok…

27


PORTFOLYO

fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz


GÖKYÜZÜ ALTINDA ORAL SEKS - MASPOLAMAS İsmail Necmi - 1999


yüz yüze

fotoğraf: okan bayülgen


Bu ülkede onun gibi konuşan, dil çıkaran başka bir isim yok. Aysel Gürel'in geride bıraktığı anlı şanlı “Türkiye'nin en ahlaksız kişisi” unvanını ondan daha iyi taşıyacak kimse de… Barbaros Şansal. Ya da Yamak. Yıldırım Mayruk'un eşi, dostu, yamağı. Terzi yamağı. Ya da Barbi. Renkli gözlüklerinin ardından hınzırca bakan, sivri dilli, utanmaz olan… Bir Ankara ziyaretinde soğuk biralar eşliğinde sohbet ettiğimiz Şansal modadan eğitime, edebiyattan dine, bu ülkede gördüğü ahlaksızlıkları bir bir anlattı bize. “Off the record” yapmadan hem de… Bu sayfalara girmeyenler de bizde kalsın diyerek Barbi'ye bırakıyoruz sözü.

homomatikler homofobiklere karşı! Türkiye'de medya homofobiyi körükleyen, insanları afyonlamaya iten bir strateji içinde. İki ters iki düz örgü ör, yemek pişir, başörtülü kadın beş çocukluyken ilk kocasına kaçsın… Muhabbet tellalı programlar, bütün ekranlar. Ondan sonra RTÜK başkanı helyum gazı üflesin. Mesele mizah. Hayat sizinle dalga geçmeden siz onunla dalga geçmeyi öğrenmelisiniz. İroniyi, hicvi, gülümsemeyi çok kaybetti bu toplum. Türkiye'nin üslubu yok. Eşcinsellik konusunda da yok. Eşcinseller potansiyel pezevenk, potansiyel nemfomanyak, potansiyel cinsel uzva tapanlar derneği olarak gösterilmeye çalışılıyor. Lambdaistanbul kapatılıyor, Bülent Ersoy ekranda, “Orhan göstersene” diyor. İkilem içinde bu ülke. Ama 60 ihtilalinin radyodaki cinsiyetsiz, postal sesleri Zeki Müren'in nağmeleriydi. 80 ihtilalinin kafamızdaki belgesi de kimin pipisi biliyoruz. İşte 21. yüzyılın başında benim sivri, çatallı dilim buna müdahale edecektir diye düşünüyorum. O yüzden “merhaba siyaset” diyorum. “Homomatikler Homofobiklere karşı!”. Kampanyamı buradan açıklıyorum. Haydi kızlar, yemin törenine! Dünya

insan

hakları

konusunda

geriliyor,

ilerlemiyor.

Emperyalizm

ve

küreselleşmenin getirdiği kültür erozyonuyla karşı karşıya dünya. Kahveci 'ch' ile yazılıyor, aşk 'sh' ile, eskici 'dj' ile yazılıyor. Kültürümüz ciddi imha ediliyor. Ağzı olan konuşuyor. BP Süper V gibi. Doğru konuşanları öne çıkarmak gerekiyor. Aklıselim konuşan, alt yapısı olan insanların bu ülkede söz sahibi olması gerekiyor. Medya bunu yapmıyor. Çünkü işine gelmiyor. Günde 30 tane perakende haber adına kimin memesi patladı, kim kiminle yattı, kim bikini giydi'nin peşinde. Nicelikteyiz hala. Türkiye nitelikle uğraşamıyor. Niteliksiz bir toplum bu. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları niteliksizdir. Nitelikleri yok. Meslekleri yok. Yüzde yirmisi işsiz olan bir ülkede zaten nitelik konuşulamaz. İstatistikler bunu gayet iyi açıklıyor. Üniversite mezunlarımızın beşte ikisi işsiz.

sana bir vibratör veririm… Beykent Üniversitesi - Tekstil Teknolojileri Fakültesi'ne konuşmaya gittim, çocuklar kumaş deseni yaparken neye dikkat edersiniz dedim, estetik dedi biri. Halbuki kumaşın eni boyu, verimliliği lazım. “Peki kızım neden kanson üzerine boyayla, fırçayla değil, bilgisayarla çalışıyorsunuz?” dedim, “seçenek çok, çok hızlı ve çok kolay” dedi. “Peki elektrik kesildiğinde ne yapacaksın?”, diye sordum, “jenaratör var ya” dedi. “Sana bir vibratör veririm” dedim ben de. Rektör çok kızmış. Ama ne yapayım. Kampüse gidiyorsun yarım saat solaryum 60, tam solaryum 120 milyon yazıyor. Eğitim bu değil. Eğitim bakanlığı olmaz, öğretim bakanlığı olur. Eğitim 7 yaşında tamamlanır. Ben ilkokula başladım, soldaki pipisini gösterdi, sağdaki çaldı. Sosyal hayat başladı. Öğrendim. Eğitim aile içinde tamamlanır. Türkiye'de oğlan çocukları kız gibi yapılır, saçları lüle yapılır, kurdele takılır bebekken, sandalyeye çıkarılıp folklor oynatılır, her şey yapılır, sonra da eline tabanca verilir. Dünyanın ekseni 23 derece 27 dakika eğridir. Erkek cinsel uzvunun 90 dereceden sapma açısını ben kaç kere ölçtüm, 23 derece 27 dakika eğri. O yüzden dünya Türklerin pipisinde dönüyor hala. Alın bir açıölçer her erkeği ölçün. Cinsel ve dinsel devrimin tamamlanmamış olması sorun. Bir kere kendi tarihimizi okuyamıyoruz,

alfabemiz

değiştirilmiş.

Kendi

dinimizi

okuyamıyoruz,

meal

okuyoruz. Türkçe ezanı da kabul ediyorum, Türkçe kuranı da... Ben kendi dilimde dinimi bilmeliyim. Başka bir dilde değil. Arapça bilmek zorunda değilim. Bunların Türkiye'de reformlara gitmesi gerekiyor.

herkes bir başkası olmaya çalışıyor Kaotik yapının içinde insanlar kimliklerini arıyor. Herkes bir başkası olmaya çalışıyor. Bugün Prada giyeyim, bugün Gucci giyeyim, bugün Ahmet'le yatayım, bugün Ayşe'yle yatayım… Kendinden kaçıyor herkes. Halbuki kendin olmak çok önemli. Diyanet İşleri diye bir kurum var. Başında sarıklı bir adam var. Niye Hahambaşı yok, niye satanist yok, niye Taocu seksçi yok? Niye Kamasutra yok? Din değil mi onlar da?

uğur yüksel

Diyanet İşleri dinlere bakmaz mı?

31


yamak'tan toplu iğneler Manken elbise askısıdır. Tahta olanı var, plastik olanı, kadife olanı… Tel maşa olanı var. Ben manken satmıyorum; elbise satıyorum. Türkiye'de top model yok ki… Türkiye'de defile mi var ki top model olsun? Delikli boncuk yerde kalmaz. Binnur Kaya'yı (Avrupa Yakası'nda Şahika karakterini canlandıran) moda ikonu diye çıkarttım. Dalga geçtim işte modayla. Uyanma zamanı!

İki seneye kadar ya Ankara'dan ya da İstanbul'dan bağımsız aday olacağım. Meclis TV'de reyting rekorları kıracağım. Oraya RTÜK karışamıyor işte.

Sonradan eşcinsel olunmaz, doğulur. Yedi yaşından bellidir eşcinsel olup olmadığın.

Bülly bebeği travesti barlarda gezdirdim. Takma kirpikleri çalındı. Sonra da Kenan Erçetingöz'e sattım. Sosyal ikondu o. Şimdi başka bebekler de yapacağız.

Bülent Ersoy ekrandayken Lambda'nın kapatılması büyük tezat. Dike dike bugünlere geldim.

32

Ben gençken “şorololar derneği” kurulacak diye gazeteler manşet

yetiştirilirdi, çocuk vermediği için sakalı çıkana kadar padişaha

atmıştı. Şorolo orta oyununda genç, tüyü bitmemiş, çığırtkan

hizmet ederlerdi. Sakalı bıyığı çıkmaya başladığı zaman saraydan

oğlana verilen isimdir. Eşcinsel değil yani. Ama o zamanlar eşcinsele

zenne tiyatrolarına…

verilen ad şoroloydu. Sonra lubunya oldu. Yani teşbih ve tuluat

Televizyon

sanatının bir teriminden, Kasımpaşa'nın bir mahallesinden bir

Cumhuriyeti'ndeki televizyonlar devlete bağlı afyonlama stratejileri

programı

yapmak

istemiyorum.

Çünkü

Türkiye

terime düştü.

olarak çalışıyor. Özgür bir şey yapmana imkan yok. Her yerde

türkiye'nin kültürü apış arası

insanların gözü üstünüzde. Onu deneme, bunu yapma… Hülya

Recep İvedik, Türkiye'nin kültürü. Apış arası. Ona gülüyor Türkiye.

Avşar da, Şahan Gökbakar da birkaç kere siyasi espri yapmaya

O yüzden hepimizin birey olarak bizden sonraki nesillerin hakları için

kalktılar, “yapma evladım” dediler, vazgeçtiler. Zeki Alasyaların,

kendi çıkarlarımızı, menfaatlerimizi bir kenara itmemizin zamandır.

Altan Erbulakların yaptıkları hiciv yok artık. Her şey yasak. Şu

Çünkü hak verilmez; alınır. Çok klasik bir laftır ama öyle.

yasak, bu yasak; ama kumar serbest. Devlet kumar oynatıyor.

'Toplu İğne' programında Barbaros Şansal'ın, Türkçe'nin esnek

Cumhurbaşkanı iddiayı bir kere onayladı, yabancıların satışına da

yapısından faydalanarak eşcinsellikle ilgili espriler yaptığı ve

izin verdi. Türkiye Cumhuriyeti'nde kumar yasak! Milli Piyango var,

eşcinselliği meşru bir olaymış gibi yansıtmaya çalıştığı kanaatine

İddia var, Spor Loto var, Altılı Ganyan var. Ama kumar yasak!

varıldığından dolayı müdahale edilmişti. 'Çengelli İğne'de ise bana

Benim doğrularım, bana göre doğrular. Diğerlerine göre doğru

söylenen, telefonla, “kaldırın”dı. Tepeden inme yani.

olmak zorunda değil, onunkilerin de bana olmayacağı gibi.

Türkiye'de azınlık haklarını en çok hak edenler, eşcinsellerdir. Bunca

Gelmezler, dikiş diktirmezler, tanımazlar, haberimizi yapmazlar…

yıl her yerde, her platformda cinsel kimliğimi açıkladım. Kompleks

Böylece ben de onların mastürbasyon gazetelerine düşmemiş

yapmadım. Birçok insan “bunu reklam olarak kullanıyorsun, sen

olurum.

lazım

Total muhalefet çok önemli. Benim muhalif bir duruşum var ama

bilmiyorum. Bu konuda bana uygulamalı yol gösterecek arkadaşa

aslında muhalif değilim. Muhalif gibi gözüküyorum. Üslupta var. Ben

müteşekkir kalacağım.

ahlak,

eşcinsel

değilsin”

diyor.

İnanmıyorlar.

Ne

yapmam

erdem

üzerine konuşuyorum.

İyi

kavramlar

üzerine

İskender'den Churcill'e dünyayı eşcinseller yönetmiştir. Eşcinseller

konuşuyorum. Nitelikler üzerine… Yaptığım işler de öyle… Ama

tampon oluşturdukları, çok yaratıcı oldukları için batı emperyalizmi

üslubum o kadar farklı ki, kara mizah, sanki eylem yapıyorum

eşcinsellerden her zaman çekinmiştir.

sanıyorlar. Eylem yapmıyor Barbaros, öyle algılatıyor. Sahne

eylem yapmıyor barbaros, öyle algılatıyor Osmanlılara, özellikle Divan edebiyatına baktığımız zaman “yürü servi revanım gidelim sadabada” şiirinin son dörtlüğü liselerde ders kitaplarında aruz vezninde okutulmaz, çıkarılmıştır. Çünkü “Cuma vakti annenden izin al yürü servi revanım gidelim sadabada” der. Cumaya sadece erkekler gider. Yazan erkektir. Selvi boylu kadın olmaz. Keman kaşlı kadın olmaz. Kadının peçesi var o devirde, kaşı gözükmez. Erkeğe yazılmıştır Divan edebiyatı. Osmanlıda uzun boylu kadın makbul değildir. Balıketli minyon kadınlar makbuldur. Nebi, Fuzuli, Baki, hepsi eşcinseldir. Sarayda eskiden içoğlanları

dediğimiz, sunum dediğimiz bir performans. O da bilgi birikimi, yatırım, altyapı; bir bütün olarak… Daha aklıselimim şu anda. İstediklerimi daha iyi biliyorum. Bugüne kadar

biriktirdiklerimi

bu

coğrafyayla

paylaşmak

istiyorum.

Gitmeden… Daha ayna olmak ve şimdiki zamanı doğru kaydetmek istiyorum. Şahıs olma, birey olma çabası var. Oysa şahıslar geçicidir, kurumlar kalıcıdır.

Türkiye

Cumhuriyeti'nin

en

büyük

sıkıntısı

kurumsallaşamamasıdır. Kurumsallaşmaya çalışan her şeyin de engellenmesi… Lambda'nın kapatılması gibi.


ahlak içi

“ahlak”, cuntanın yaptırımıdır new media theory group newmediatheory@rocketmail.com

Faşizm,

rasizm,

ayrımcılık,

dil

homofobi,

ayrımcılığı,

cinsel

düzendir. Düzen tektipliliği gerektirir, tıpkı ordunun ya da polis

ulusçuluk,

polis,

gücünün tektipliliği gibi. En kalabalık kitle olan halk da çok yönüyle

kontrgerilla, yurtseverlik… İşte devlet adı

t e k t i p l e ş t i r i l m e l i d i r.

Üniforma

bakımından

halkın

verdikleri sistemin yapı taşlarının sadece bir

tektipleştirilmesinin zor bir şey olduğunu sakın düşünmeyin; ordu

kaçı… Bu yapıtaşı dediğimiz faktörlerin ortak

ve polis birimlerinde bu meseleyi kökünden çözmüş olan sistem,

özelliği şüphesiz ki ortak ahlak tanılarıdır.

tüm dayatılmış organizmalarında aynı pratiği sürdürmektedir;

Gelgelelim bu ahlakın sözlüksel bir tanımı

ilkokul önlüğü, lise kıyafeti, iş yerlerinde getirilen standart

yoktur, size verecekleri anlam yani karşılık

zorunluluklar, bir kafe, bar çalışanının giymek durumunda kalacağı

yukarıdaki

ideolojik

üniformik elbiseler, takılması gereken önlük şeklinde örneklerini

yapılarını yansıtan direkt cümlelerden mürekkep olacaktır, hepsi bu.

sayısız çoğaltabiliriz. Güç ile girdiği ilişkide devlet eşitsizlikten dolayı

kelime

gruplarının

Ben burada siyasal etiğin iğrençliğini, ona edilen tecavüzü

zaten ahlaksızdır ve bununla da yetinecek değildir; gücü gereksiz

sorgulamayacağım, devlet “ahlak” diye tuttururken cezaevlerinde

kullanma

kadın koğuşlarında olup biten anlatılara değinmeyeceğim, mahalli

sapkınlaştığı

noktasına

inerek

gerçeğine

iki

varmak

kere

ahlaksızlaşan

gerekir.

devletin

Sapkınlaşan

devlet,

karakollardan tutun da gizli sorgu hücrelerine dek insanların başına

medyasından polisine dek tüm organlarıyla sapkınlık histerisini

gelenden de bahsetmeyeceğim. Bu örnekleri çoğaltabiliriz sizin de

uygulayacağı kurbanlar arar ki “arar” burada sadece mecazdır, zira

bildiğiniz gibi. Ben sadece ve kısaca pornografi sözcüğü kendisine

tüm sapkın pornografisini faşizanca uygulayacağı ve aslında

sadece düzüşmek eylemini çağrıştıran ama yukarıda saydıklarımla

pasifliğiyle buna gönüllü de sayılası halkının varlığı söz konusudur.

pornonun birçok alanında teorik ve pratik olarak eylem üreten

Anarşizm bu sapkın sevişme tekniğini reddeder, tıpkı ordunun size

devletin çok iyi yaptığı bir faşist-porno biçimi olarak röntgenden

askerlik adı altında yeltendiği tecavüzüne vicdani red ile karşı

bahsedeceğim. Foucault bize söylenmesi gerekenleri zaten söyledi,

koyum gibi. Pasif kalarak ses çıkarmayan halkın örgütlenmesi ve bu

burada entelcilik oynamayacağız, onun hapishane ve gözetleme

yönde çalışılması, girilmesi gereken başka bir alan ve maalesef

sistematiği üzerine yazdıkları bugün sadece birebir gerçek oluyor ve

şimdi burası yeri değil. Diğer kitle ise bu nazist tecavüzle savaşan

teknolojik olarak sürekli yenileniyor hepsi bu. Yoksa Foucault bize

insanların varlığıdır ki “gözetleme kameraları”na karşı duyulan

başımıza gelecek olan F Tipi hücre sisteminden de bahsetmişti. Bu

tiksinti bu savaşın sadece küçük bir kanadıdır. Devlet sizi

da pornonun alanıdır elbet. Şimdi birilerine f tipi sadece bir

gözetleyemez, inançlı olsun tanrı tanımaz olsun hiçbir bireyin birey

hapishane hücresi ismini anımsatabilir lakin yakın gelecekte

diyorum zira burada devleti tanımamazlık gerçeğini işaret ediyor-,

yaşadığınız alanın kod adı şimdiden f tipidir, hayat zaten çoktandır

bir diğer bireyi hak olarak röntgenlemek gibi bir seçeneği yoktur.

uslu uslu f tipleştirilmektedir. Şehircilikten tutun da ülkenin tüm

Kaldı ki devlet, bu gözetleme eylemini rönt kavramının da dışına

medya organlarına kadar, siz fark etmeden ve savaşını bile

çıkararak illegal olanı legalleştirmiştir; bunda sakınca görmez zira

vermeden.

zaten kendisi de varlık olarak olmaması gereken bir yapı

Bir nüfus cüzdanınız varsa, iki ana renge bölünmüşse, kadın ve

olduğundan, zaten sözde özünde illegaldir ve kendisini kendine

erkek değilseniz işeyeceğiniz tuvaletlerin bulunmadığı dünyada siz

karşı legalleştirerek varlık bulduğuna inanır. Ve nihayetinde halkının

zaten fişlenmişsinizdir. Sistem size gireceğiniz tuvaleti bile belirtmiş

can ve mal güvenliği gibisinden sadece aklı olmayan bönlerin kabul

hatta üzerine işaretini dahi koymuştur. Salt nüfus cüzdanınızla

edebileceği komik sebeplerden dolayı alelade şekilde gözetleme

değil, e-mail adresinizle, fatura numaralarınızla ve en son başınıza

eylemine devam eder. Devlet denen hastalıklı yapı suç işlemektedir,

gelen “vatandaşlık no” ile zaten sizi ömür boyu takip eden bir

bizi gözetlemeye kalkışması ya da/ve de gözetlemesi, sistemin

dosyaya sahipsiniz. O dosyanın varolmadığını sakın düşünmeyin,

bugüne değin işlediği açık kapalı binlerce suçtan sadece biridir.

sadece Amerikan filmlerinde bir kurgu değil kendisi, gerçekten

Şunu unutmayın ki gözetlemek kavramı sadece sokaklarda ve

sizinle gölge gibi dolaşan bir dosyanız var, belki de bu ülkede en iyi

araçlardaki kamera sistemiyle sınırlı kalmayacaktır, kendinizden

işleyen ağlardan birisi bu. Tüm bunlara rağmen hala ahlaktan

bilirsiniz ki mobese sistemi bundan 15 sene evvel rüya hatta bilim

bahsedilebilir mi, hayır, ahlaksızlıktan bahsedilebilir sadece. Ama

kurgumsu bir sistemdi; oysa şimdi İngiltere'de "google", sokakları

devletin yaptığı gözetleme ahlakı karşısında yani ahlaksızlığı

göz mesafesinden uydu yayınıyla naklen yayımlamaya başlıyor;

karşısında siz kendi ahlakınızı korumaya kalkarsanız yani “sen beni

bunun ne demek olduğu çok açıktır. Bırakın yan odada rahatlıkla

gözetleyemezsin” derseniz o zaman devlete karşı suç işlemiş

düzüşebilmeyi ki suçtur, içeriye silahlı adamlar baskın yapabilir-,

olursun. Hala ahlaktan bahsedebilir miyiz, evet, artık dönüşmüş bir

konuştuklarınızı dahi fısıltı şeklinde söyleme ihtiyacının doğacağı

ahlaktan bahsedebiliriz, zira sistem ahlaksızlığın adını, az önceki

zamanlar çok uzak değil -ki fısıltı da suçtur içeriye üniformalı

sağlamanın da ortaya koyduğu gibi ahlak olarak algılamaktadır,

adamlar her an girebilir-, düş değil gerçek. Sadece bir on sene

neden, çok basit, varlığını idame ettirmenin ve kollamanın en

daha

muazzam yolu budur.

göremeyecek kadar körseniz ve olacakları bekliyorsanız

Herhangi bir sistemin sözde işleyebilmesi için gereken yegane şey

zaten iş işten geçmiştir sizin için. Onlardan birisiniz.

bekleyin

ve

olacakları

görün,

eğer

olanları

33


ahlak içi

ahlaksızlığımı seviyorum şimdi gökhan inal turti20@hotmail.com

Ahlaklarını sevdik, yıllarca kendimizi bilmeden

tutmak, dilendiği gibi koşmak, eğlenmek en büyük doğal hak. Pelinsu

benimsedik o ahlakı. Ne sorgulayabildik ne de

da bu doğal hakkını kullanmak istedi; eline oltasını kovasını alıp İsmi

sorgulatabildik

Lazım Değil Köprüsü'ne geldi. Aşağıda gülümseyen balıklara baktı.

yıllarca.

başladıktan

sonra

Ahlaklarını

sevmeyi

ahlaksız

Sorgulamaya gördüler

bizi.

Balıklar davet ettiler onu yüzmeye. Solungaçlarını sallaya sallaya,

birbirimizi

gözlerini döndüre döndüre belli ettiler davetlerini. Kovasını, oltasını

sevmeye başladık. İşte o noktada ahlaksız

kenara bırakıp daldı suya Pelinsu. Balıklarla yüzmenin keyfini

bıraktık,

olduk. Ahlaksızlığımı seviyorum şimdi. Yaşasın

çıkartıyordu. Kıvrak bedenleriyle dans ediyorlardı suyla. Suyun

ahlaksızlık!

keyfini çıkartıyordu Pelinsu da onlarla. Derken ensesinde bir acı

Hava soğuk, kuru ve nemli. Sert bir rüzgâr dövüyor

34

her

yanımı.

Yüzümün

en

ince

kıvrımlarına

kadar

hissetti ve hızla yukarı doğru yükselmeye başladı. Bir çift kızgın gözle karşı karşıya gelmişti. Bu bir çift kızgın göz bir bedene sahip değildi.

hissediyorum rüzgârı. Karşıdan bana doğru geliyor, üzerinde kırmızı

Bir çift kızgın göz Pelinsu'yu tuttuğu gibi kovaya koydu. Ahlaksız kız,

bir kazak altında siyah bir pantolon. Önce dudaklarımız kavuşuyor

çıplak bir başına yüzülür müydü balıklarla? Kovanın içinde biri daha

sonra ellerimiz. Rüzgâr daha bir birleştiriyor bizi, sokuluyoruz

vardı. Bacaklarını kendine doğru toplamış, gözlerinde hüzün

birbirimize. Teninin kokusunu duyumsuyorum kendi tenimde. Tenim

oturuyordu Irmak. O da ahlaksız davranmış o da dayanamamış

ısınıyor, sıcaklık su damlalarına dönüşüyor. Bir damlacık sızıyor

atmıştı kendini balıkların arasına. Birbirlerine gülümsediler. Sarıldılar,

anlımdan aşağıya doğru. Onun dudaklarına değiyor. Bir dil hamlesiyle

öpüştüler, ahlaksızlığın tadını çıkardılar doya doya…

yakalıyor damlacığımı. Ondan bir parça oluyor sıcaklığım. Sonra

Işık. Dolunay. Dolunay'ın ışığını verdiği deniz ne de gizemli

beraber dalıyoruz içgüdülerimizin derinliğine, bir daha çıkmamak

görünüyor. Biraz sonra ellerini uzatacak avuçlarına alacak sanki

üzere…

ikimizi. Kumsal boylu boyunca uzanıyor önümüzde. Kumlara yatıp

Lıkır lıkır içtiğim şarabı ağzımda bir süre döndürdükten sonra

gökyüzüne dikiyoruz gözlerimizi, ben en uzaktaki yıldızı seçiyorum o

göğsünün üstüne boşalttım. Şarap kokuyordu her yanımız. Islattık

da en yakındakini. Üzerimizde ne varsa çıkartıp fırlatıyoruz denize.

birbirimizi sıcak şarapla. İçtik bedenlerimizi. İçtik kaybolduk

Kumların üzerinde sevişmeye başlıyoruz, keşfediyorum kendimi

birbirimizde.

onda. Dolunay ışığını veriyor bize, deniz kokusunu. Kim demiş iki

Akşamüzeri,

güneş uzaklarda kaybolmak üzere. Yüzünü yavaşça

erkek çocuk yapamaz diye? Kumların içinde dünyaya geliyor

dönüyor bizden başka dünyaları aydınlatmak için. O başka dünyaları

çocuğumuz. Çok şeffaf, her tarafı su gibi. Yansımamızı seyrediyoruz

hayal ediyorum hep. O dünyalarda yaşanan aşkları, sevişmeleri. O

çocuğumuzda. Gözlerim kayıyor denize. Bir denizatı görüyorum

dünyalarda

kocaman. Gülümsüyor sanki, çocuğumuzu ona teslim ediyoruz.

görmediğim istiyorum.

yaşanan

nice

yüzleri

öpmek,

görmediğim

dünyalara

doğmak

Başka

hayatları

merak

ediyorum.

bedenlerle istiyorum.

Orda

sevişmek Bambaşka

bedenlerle, bambaşka kimliklerle!

Kumların üzerinde derin bir uykuya dalıyoruz, çıplak ve huzurlu… Zison Club. Kapıdan içeriye adımımı attığım an büyük bir curcuna karşılıyor beni. Sesler, seslere, görüntüler görüntülere karışmış

Kar yağıyor. Her taraf bembeyaz. Tüm İstanbul beyaza bulanmış. Onu

durumda. Ben yarım şişe votka içtim; Nako'da birkaç degaje attı. Şu

bekliyorum, gözlerim uzaklarda. Bir an gözlerim karşı pencerenden

an deli gibi dans ediyor. Yanına biri yaklaşıyor ve müziğin ritmine

içeriye kayıyor. İki erkeği sarılmış görüyorum birbirlerine. Zaman

bırakıyorlar kendilerini. Şu an başka bir âlemdeler sanırım. Elleri

donuyor o an. Zaman kayboluyor, anlar kayboluyor, her şey

birbirlerinin uzuvlarında geziniyor. Yüzleri dans ediyor, bir aşağı bir

birbiri içine karışıp tekrar var oluyor. Gözlerimi onlardan ayırıp,

yukarı. Bense bakınmaya devam ediyorum. O an kulağımda

uzaklara kavuşturuyorum tekrar. Uzaktan uzun bir siluet

duyduğum sesle irkiliyorum. 'Nasılsın şeker? Eğleniyor musun?'.

görüyorum. Silik olan görüntüsünü daha da silikleştiriyor kar.

Dünyanın en güzel yüzü. Gördüğüm tüm kadınlardan ve erkeklerden

Yukarıya kaldırıyor kafasını. Suratına yerleştiriyor o güzel

daha güzel. Hiçbir cinse hiçbir şeye ait değil gibi. Adı Sude. Kuzguni

gülümsemesini. Koşarak iniyorum merdivenlerden aşağıya.

saçları beline dökülüyor. Gözlerindeki lensler bile ışıltısını bozmuyor.

Dört katı nasıl inmişim bilmiyorum. Üzerine atlayıp karlara

Erkek bedeni içine hapsolmuş bir kadın ruhu. İlk defa bir kadını

yuvarlıyorum onu. Yokuş aşağı bir çığ gibi büyüyerek

öpmek istiyorum, ya da bir erkeği, ya da hiçbirini. Kolundan

yuvarlanıyoruz. Tutkumuzu karlara armağan ediyoruz.

tutuyorum ilerliyoruz beraber, tüm renklerle birlikte. Renklere

Sıcak. Güneşin ortalığı kasıp kavurduğu bu günde çıkıp balık

karışıyoruz, gidiyoruz kimsenin bizi bulamayacağı bir yere.


ÇIPLAK ERKEK (KADIN OLARAK) İsmail Necmi - 1992


ahlak içi

işe yaramaz çığlığım bilge remus ka wiseremuska@yahoo.com

Şaşılacak şeydir -ve inanılması zorunlu olan-,

insanların

anla(ya)maması. sunuzcasına,

yok

bir Bir

olmaya

türlü

sizi

robotmuşyüz

tutmuş

kablolarınızın tek tek sökülmesi gibidir.

Ahlak,

öyle

ya

da

böyle,

göreceli

bir

kavramdır;

açıklığa

kavuşturulması gereken tek şey budur aslında. Dünyadaki tüm toplumlara

36

ahlakın

“gerçekten”

kişiden

kişiye

değişebildiğini

öğretmek, homo/transfobi çevrelerinin amaçlarına çıkan tek yol gibi

İmtiyazlı

görünüyor. Tabii, yüzlerce yıldır müthiş sömürücü tekniklerle

olduklarından değil elbet; yaşamları

beslenen tabularımızı, ki adet, gelenek ve görenekler de buna

boyunca geçirdikleri kötü (tabi ki kötü!

dahildir, sorgulama cesaretini insanlara veremediğimiz sürece ütopik

Kim sokakta kendisine laf atıldığında huzurlu

hayallerimizden ilerisini göremeyiz. Hoş, şu da bir gerçektir ki, her

hisseder ki? Eğer varsa, o da onun ahlakıdır.)

ütopik hayalin gerçekleşmesi, yine ve katiyen ütopik adımlar

tecrübelerden. Hemcinsinin köprücük kemiğinde

gerektirir. Ütopik… Ütopi… Ütop…

oluşan gölgesi için canını feda edebilecek biri için, iyi, o gölgeden

Topluluk bilincimizin yüce izniyle, ahlakı sorgulamak istiyorum. Aslına

ibarettir. Farkı yoktur, hem'in ya da karşıt'ın, gölge huzurun kuvvetli

bakarsanız, sorgulanacak bir şey de göremiyorum, var olduğu hala

bir vekiliyse eğer. Tekrar tekrar topluluk bilincimizden izin alarak,

şüpheli olduğundan. Öncelikle söyleyeceğim şey şudur: “Ahlak, her

nesnelere

duyulan

aşka

kadar

gidebilme

kapasitesi

var

bu

zaman bir önceki ahlaka 'ahlaksızca!' davranarak yeri devralmıştır.”

çizgisizliğin. Her ne kadar, bu terimde “aşk”ın bulunmasını doğru

“Bir ahlak, eğer ahlaksa değişemez demektir; öyleyse, hangi güce

bulmasam da (tutku gerektirdiğini düşünürüm… -benim de kendime

dayanarak yeni ahlaklar onların yerini alır? Yoksa, ileri derecede

has tabularım var elbet; keşke olmasalardı… belki bir gün.-), içinde

ahlaksızlığa maruz bırakılarak mı can çekiştirilir o sözde önceki

huzur bulundurduğundan onu da iyi görürüm. Diyecekler karşıma

ahlaka?” diye düşünebilir birileri mesela uzun gelecekte bir gün…

geçip on parmaklarında on tespih ile: Her huzur hissi iyi değildir.

Şimdi ise, kendi sorumdan beni alt etmeye çalışanlar bana şunu

Ve boncuklar yerlere saçılıp, minikken gördüğümüzde saçımızı

soracaklar: “Şu anki ahlakı, ileri derecede ahlaksızlığına maruz

çektiğimiz kara kediler dağılırken arka sokaklara, diyeceğim ki: Huzur

bırakarak mı yok edeceksin?” Cevabım, şüphesiz, evet olacaktır.

duyduğunuz ve iyi dediğiniz bir şey söyleyin bana. Ve unutmayın,

Daha yumuşak, uzlaşmacı lütfen! uzlaşmacı ahlak felsefesini işaret

bunu

etmeyin tırnakları yeni kesilmiş ve tertemiz parmaklarınızla!- bir yol

Genellemelerle yola çıkıp mahkumiyete götürür! Kendiniz iyi

kendiniz dile

getirirsiniz;

ahlakınız

özeli kabul

etmez!

göstereniniz olursa, seve seve dinler, uygunsa da takip ederim

yönünden bakarak yalnız, söylersiniz, ahlakımız geneldir diye! Ve işte

“ahlaklıca”.

apaçık bir resim karşınızda gri tonlarıyla durmaktadır. Genel olan

Nietzsche'nin de yardımlarıyla, ahlakın tanrısal bir temeli olmadığını,

ahlakınız, huzura dayanmaktadır ve ben huzur duyduğumu iyi

aksine, insanların kendi elleriyle kendi intiharları aslında!- yarattığını

görüyorum. Yoksa siz de, kendi sözlerinizle kendinizi hep yenilgiye

apaçık söyleyebilirim. İnsan, kendi hayvani vasfını evcilleştirme

uğratanlardan mısınız?

niyetiyle ya da bilmeden “ahlak” denen “şey”i yaratmış ve ilk günden beri çok büyük ihtimalle, istisna birkaç on insan dışında, farkında

Çok farklı açılardan bakılabilir ahlaka. Mevcut ahlak savunucularının

olmadan- bunun acısını çekmektedir. Ahlakın şiddetli sınırlamalarına

çoğunun cevap verecek kadar düşüne sahip olamayacağı sorular

maruz kalanlar, sadece azınlıklar değil, tam tersine, o malum ahlakın

sorulup vecizeler savrulabilir meydana. Ahlaki öğretilerin, asıl insanı

peşinden gidenlerdir.

hayvanı- yok etmeyip, her yok etme girişiminin tipik sonucu olarak,

İyi ve kötüyü de avuçlarımda sıkmadan devam edemeyeceğim. Tuz

daha da yaşatması, içerilerde bir yerlerde büyütmesi, ve hatta

ve buz haline getirilmeli her şey bu yazıda; ay ışığı harf be harf

tanrılaştırması, ileride mümkün olacak büyük ahlaki değişimi

sızmalı bu cümlelere! Şimdilik gün ışığının yeri yoktur! Bir şeyi

göstermektedir. Mevcut olan ahlaki öğretiler, tür devamını sağlama

yaptığınızda iyi hissediyorsanız, bu, iyidir. Sadece iyidir. Şunu

temelli olduğundan, bireyi yok saymaktadır ve bireyi yokluğa ve

da iyi irdelemek gerekir ki, burada sözünü ettiğim yahut

başkalaşmaya iterek uzun vadede toplumun veya türün intiharına

edeceğim tüm ahlaksızlıklar “özgürlük”çe sınırlanmıştır. Yani,

sebep olmaktadır. “Bırakın, farklı olanlar farklı kalsın” demekten

bir başkasına zarar söz konusu olmadığı takdirde, diye eklemek

başka anlaşılması kolay ifade bulamıyorum…

gerekir, iyi'mizi belirtirken. Kötü ise huzursuzluktur. Her şey feci bir göreceliğe seve seve mahkumken, bazı olguların değeri

Tarih değil de, bu yazım tekerrürden ibarettir, mekanı ve zamanı

ancak

sadece bu kağıt olduğundan:

huzurla

ölçülebilmektedir.

Aynı

durum,

LGBTT

bireylerinde de geçerlidir. Hatta katlarca yoğun bir şekilde.

“Yoksa siz de, huzuru pis bir ahlaksız olarak görenlerden misiniz?”


ahlak içi

duvar

kapatmıyoruz! semih togay

pelin kalkan

semih_togay@yahoo.co.uk

kizilemma@hotmail.com

Ya ş a d ı ğ ı m ı z

ye r d e ,

Her an karşılaşıyorum onunla, kaçabileceğim bir

bazılarımız kendi başına

yer bile bırakmadan kuşatıyor, bazen sinsice

küçük

kutunun,

bazen

ş a n s l ı

geçercesine sırıtıyor yüzüme. Yüzyıllar boyu

bir

g ö r e c e

de

açıktan.

Olmadık

yerde

dalga

bazılarımız ise birkaç

seyahatini borçlu üst tabakaya. Kalp atışları

arkadaşıyla

durmaya

birlikte

başladığında

hayat

öpücüğü

daha büyük bir kutunun içine hapsedilmeye, oradan

konduruyorlar, allayıp pullayıp tekrar ve tekrar

dışarıya

bile)

oturtuyorlar başımın üzerine! Bana öğretilen dilde ona; 'Ahlak' deniyor. Kendini

saklamaya itiliyordu.

bilmez hâkimin birine aitmiş üstelik yeni öğreniyorum.

Kimimiz bulunduğu kutunun farkında değil, içinde

Evet şimdi susmak ihanet olur, o yüzden söylüyorum devlet bana karşı tedbir alıp

yaşıyordu. Kimimiz fark edip küçük delikler açmaya

teşkilat kurarken: 'Reddediyorum!' iktidarın kollarıyla yüceltilen, üzerimde

çıkmamaya,

kendini

(kendinden

başlamıştı ama çoğu zaman kutunun deliksiz kısmını

tahakküm kurmaya çalışan Ahlak, Seni Reddediyorum!

gösterebiliyordu. Kimimiz kutusunu açmıştı ama üzerine

Tanımını yapmış senin yerine birileri, diyorlar ki;

yeni kutular kapatılıyordu.

Ahlak, insan topluluklarınca zamanla benimsenen fertlerin birbirleriyle aile, kaplıydı.

toplum, devlet ve bütün insanlarla ilişkilerini düzenleyen kurallar ve ilkeler ve

Etrafımızda kendimizden başka kimseyi göremeyip,

inançlar bütünü ve iyi-kötü bağlamında olumlu kabul edilen davranışların

kendimize de yabancılaşalım, bakınca korkup kaçalım

toplamı.

diye. Bu sayede daha da yalnızlaşıyorduk. Bu aynalar

Gözlerim yaşardı, ne güzel tanımlamışlar seni öyle! Hatta amacını da bir cümleyle

Bazılarımızın

kutularının

içi

aynalarla

yüzünden ne yapacağımızı hiç bilemedik, bir tanıdık, bir

özetlemişler; toplumsal yaşamda düzeni sağlamak.

dost hiç göremedik. Dünyadaki tek eşcinsel, tek trans

Kimin düzeni? Sınırlarla hapseden, emeği sömüren, korkaklığından kan döken,

kendimiziz sandık, hatta belki de eşcinsel, trans ne

üreyin ki tüketin diyen erk devletin düzenini sağlamak mı yani ahlakın amacı!? Buyurgan düzenin yarattığı aile kavramıyla her yeri ele geçirdiğini düşünüyorsun,

demek bilmeden anormal olduğumuzu düşündük. Kutulara

mahkum

olsak

da

bazılarımızın

açtığı

deliklerden, uzattığı eller birbirini buluyor ve bu sayede

biliyorum.

Marifetli

kolluk

kuvvetlerinle

ördüğün

duvarları

kimsenin

yıkamayacağını düşünüyorsun, kimsenin bu heybetli duvarların karşısında

hayat daha yaşanır bir hale geliyordu. Ama o elleri de

duramayacağını sanıyorsun.

ayırmaya kalkanlar var. Canla başla, bin bir türlü zorlukla

Ne kadar da safsın, ahlak! Çoktan başladı hareket duvarları yıkmak için, işitiyoruz

birbirine ulaşan elleri… İşte bundan bütün sıkıntım,

parçalanan camı ve duyuyoruz atılan çığlıkları. Zaman ise son bir kızgın alev,

derdim, kızgınlığım, yoksa ben zaten bir açılıp bir

biliyoruz. Ama sen bilmiyorsun! Hareketin içinde bir kız çocuğu var bir elinde

kapanmaya çoktaaan alıştım…

havlu diğerinde tarak. Diyor ki: 'Havluyu denizlere atacağım, yükselecek sular

Sözüm lgbtt dostlarıma… Eminim hepimiz benzer şeyleri

duvarların üstünde. Yollara atacağım tarağı betonu parçalayıp gökyüzüne

yaşadık/yaşıyoruz. Kurgular farklı olsa da sinopsisler

ulaşacak ağaçlar ki bu ağaçlar nefessiz bıraktığın insanlığa soluk verecek.'

neredeyse aynı. Hepsinde bir açılma hikâyesi var, bunun

İnanmıyorsun değil mi, nasıl olur da küçük bir kız seni devirebilir! Dizinin dibinde

yanında

otururken hukuk, sırtını yaslamışken iktidara ve kuşanmışken zırhlarını, bir kız

açıldıktan

sonra

da

bazı

yerlerde,

bazı

zamanlarda kapanma/kapa-tılma hikâyeleri. Genelde

seni nasıl devirebilir?! Aslında tüm bu olasılıkları düşünmüştün sen ve plan

çaktırmadan, sindire sindire kapatılan bizler, şimdi

yapmıştın kız için; bekaret zarıyla çıkacaktın önce karşısına, oturmasını

topyekûn, “meşru bir şekilde”, yasalarla kapatılıyoruz.

kalkmasını şekillendirecektin, zarını kendi aldığında bunu bilenler tarafından

Ellerimizi uzatıp, birbirimizi bulduğumuz, birlikte ayakta

nasılsa iffetsiz diye tecavüze uğramasına neden olacaktın, kendini koruyamadı

durmaya çalıştığımız, kapanmaya/kapa-tılmaya karşı

diye sonra yine onu suçlayacaktın. Gece sokağa çıktı diye, saçı kırmızı diye,

ettiğimiz,

hemcinsini seviyor diye, çalışıyor diye, boşandı diye damgalayacaktın onu!

hepimizin sesi olan Lambdaistanbul... Ne zamandır

Doğumundan itibaren sistematik tacizinle onu öyle bir yıldıracaktın ki seninle

derneğimizi kapatmaya çalışıyorlar, her mahkemede

mücadele etmeye gücü kalmayacaktı, öyle değil mi?! Beynine, kalbine,

kendi

kutularımızın

dışında

mücadele

yeni bahanelerle davamızı erteliyorlardı. Sonunda karar

vajinasına duvar örmeye çalıştığın küçük kız işte tam bu yüzden seni devirebilir!

verdiler: Kapatın!

İstediğin kadar tedbir alıp teşkilat kursan da, hakkımda kapatma kararı çıkarsan

Kapatmıyoruz! Biz, gökyüzünden yağan su damlarıyız

da, şiddetini meşrulaştırmaya çalışsan da, gasp edilmeme evden atılmama

hepimiz… Yağdık yağdık, küçük bir göl oluşturduk, adına

sokakta yürürken ailem tarafından öldürülmeme neden olsan da, gaz odalarına

Lambda dedik. Şimdi bu göle çamur atmaya kalkan, kirli

kapatıp hortumlarla dövsen de, şınav çektirip boyun eğdirmeye çalışsan da

ayaklarıyla bizi bulandırmaya çalışanlara inat daha da

başaramayacaksın!

çok yağacağız. Daha büyük göller, denizler, okyanuslar

İşbirlikçilerinle ördüğün duvarlar sandığın kadar sağlam değil. Çatlaklarından

olacağız,

olacağız

ki,

gökkuşağını bırakabilelim…

arkamızdan

gökyüzüne

gökkuşağı sızmaya başladı bile. Üstelik hiç tahmin etmeyeceğin bir şekilde iki kelimeyi söylemekle başladı devrim; Seni Reddediyorum, Ahlak!

37


ahlak söz

jean genet “aşağılık” ve ahlaksız bir yazar

38 “Terk edilmiş bir çocuktu; kötü

edebi züppeliğin hâlesinden kurtarıldığında Genet'nin çok daha

huyları,

özgün olduğuna inanıyorum.”

daha

yaşlardayken başladı:

çok

ortaya

çıkmaya edinen

teninin beyazlığına tercih ettiğini bildiren Genet'nin bu çıkışını “isyanın ahlaki aşaması” olarak görüşüne de tümden karşıdır

hırsızlığa

kapatıldığı

evlat

Pis bir zenci olduğunu haykıran ve siyahi oluşunu, diğerlerinin

yoksul köylüleri soydu. Azarlandığı halde

Kendisini

genç

devam

ıslahevinden

etti;

Bataille. Tepkinin sınırlarını belirleyen şey onur duygusudur. Oysa

kaçtı,

Genet'nin onuru toplumsal bir onur değil, sadece kötülük isteğidir.

hırsızlık ve soygun yapmaya, bu da yetmiyormuş gibi kendini

Genet'ye göre aşağılık olan toplum değil kendisidir. Yalnızca acı

satmaya

yankesicilikle

getirse bile ister aşağılık olmayı; sağladığı kolaylıkların ötesinde acı

geçiyordu; herkesle yatıyor, herkese ihanet ediyor ve hiçbir güç

çekmek için ister zilleti. Aşağılanmaktan duyulan bir haz değildir bu

başladı.

Hayatı

sefalet,

dilencilik

ve

azmini yenemiyordu: Hayatını bilinçli olarak kötülüğe adadığı bir

yeraltı adamı misali, kötülüğün arkeolojisine çalışarak kutsalın derin

dönemdi.”

anlamını ortaya çıkarıp onu yırtmak ve kendine büyük anlamlar

Jean Paul Sartre 'Aziz Genet, Komedyen ve Kurban' adlı kitabında

biçen modern insandaki riyaya dair abject ifrazatı, kendini zelil bir

böyle anlatıyor Genet'yi.

kuklaya dönüştürerek onların yüzüne püskürtmektir. Kirli lezzetler

Hayatını adadığı kötülükten ve hırsızlıktan ölene dek vazgeçmedi bu

yaratır kusmayı kolaylaştırmak için, en büyük alçaklığın kötülük

baş belası çocuk!

yapmak değil, kötülüğü ortaya dökmek olduğunu düşündüğünden

1948'de Fransa'da hırsızlık yüzünden onuncu kez yargılanıp

kötülüğe övgü manifestoları yazar.

ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığında, hapishanede

Dört yıl önceydi sanırım, hayatımdaki en renkli insanlardan biri olan

yazdığı 'Çiçeklerin Meryem Anası' adlı ilk romanı Sartre başta

komşum Sibel Torunoğlu 'Hayvan' adlı dergisi için bir röportaj

olmak üzere Andre Gide ve Jean Cocteau'nun dikkatini çekti ve

yapmıştı benimle. "Bünyen Zayıf" başlıklı köşesi için karın çamura,

bu yazarların cumhurbaşkanına verdikleri bir dilekçe üzerine

buzun bataklığa dönüştüğü bir kış gününü kendimiz için eğlenceli

Genet yeni kötülükler yapmak üzere bağışlandı. Sartre'ın

hale getirmek için reklamlardan Amerika'nın Irak katliamına,

Genet'ye karşı bu ilgisinin, onun handiyse hamisi olmaya

şizofreniden kötülüğe dek konuşmuş Genet ile bitirmiştik sohbeti...

soyunuşunu hiç anlamamakla birlikte aksi halde yazarlığının

Hırsız olarak ölmek istediğimi söylemiştim başlığa taşınan final

da daha “kıymetli” olacağını savunur Bataille:

cümlesinde, Jean Genet gibi... Neden yaşamak değil de ölüm isteğini

“Belki de Genet, Sartre'ın duyduğu hayranlığın kurbanıdır;

dillendirmişim aşikâr; Genet yaşama değil ölüme yazan, dirimin


değil yitimin istenciyle dolup taşan bir günahkardı çünkü. Yaratıcılık

Son romanı 'Sevdalı Tutsak'ta, on yıl önce bir gece kendisiyle

masumiyet değil günahkârlıksa -Bataille'ın söylediği gibi- edebiyat

ilgilenen yaşlı Filistinli kadında bilge anne imgesini arar. Farklı

da kötülüktür. Genet'nin yazdığı her metin kötücül ve kösnül bir haz

insanlar biçiminde bir görünüp bir kaybolur romanlarındaki anneler.

verir bana bu nedenle...

Çünkü babası belirsiz, annesi gerçek bir sır olan Genet'yi

Penis obur bir ağız, anüs ise bakışın odak noktasıdır

reddetmesiyle kurulmaya başlar.

tanımlayan, kınayan ve hapseden dil, annesinin kendini terk edişi ve

'Cenaze Töreni'nde, Hitler'i eşcinsel ilişkiye girerken betimleyen, Alman işgal güçlerinin üyeleriyle cinselliğe dayalı bağıntılar kurup

Yamyamlık isteği ve altüst edilen pornografik imgelem

Fransız sivillerin gördüğü canavarca muamelelerden sorumlu

Annesi onu terk edince bir köylü ailesi tarafından büyütülür Genet.

Almanları yücelten Jean Genet, oysa sistemin kendisinde yarattığı

On yaşlarındayken kendisini evlat edinenlerce hırsızlıkla suçlanır;

cinsel çağrışımlar hariç asla faşizm saflarında yer almaz. Faşizm ona

oysa gerçekten suçlu değildir. Bu adaletsizliğin ardından hırsız

göre düşünsel ve pratik açıdan tümüyle cinsel bir sistemdir. Haksız

olmayı seçer ve ıslahevine kapatılır. Seks ve bastırılmış isyandan

sayılmaz; faşizmin fallik ve anıtsal güce hayranlıkla belirdiğini, bize

mülhem kızgın bir bileşik saplantı olarak, bütün yaşamı boyunca

yine en iyi faşist yönetmen Leni Riefenstahl (Triumph des Willens,

hem kendisini, hem eserlerini belirleyecektir bu deneyimi.

1935) göstermiştir. 1934'teki Nüremberg toplantısının -Hitler'in

1926'da ıslahevinden kaçarak Fransız sömürge birliklerine katılan,

talebi üzerine-, filme çekilişi olan 'İradenin Zaferi', iğrenç fallik

1942'de Fresnes'de hırsızlıktan hapis yatarken yazmaya başlayan

imgeleminde ısrarcıdır; baştan sona dek ataerkinin sembolü olarak

Genet, sınırlı sayıda basılıp gizlice dağıtılan “İdam Mahkumu” adlı

penis yüceltilir, performansı, makinenin gücüyle eşitlenir sapkınca...

şiiriyle edebiyat dünyasına girer. İlk romanı hapiste yazdığı

Eserleri, devasa penislere sahip olan ve bu bedensel üstünlüklerinin

'Çiçeklerin

Meryem

Anası',

tüm

dünyada

cinsel

kültürün

kendilerine kendi doğrularını belirleme hakkı verdiği karakterlerle

şekillenmesinde etkili olan, en kışkırtıcı ve orijinal eseridir.

doludur Genet'nin. Penis öyle baskındır ki, kitaplarının el altından

Hapishanedeki arkadaşlarından kâğıt kalem dilenerek neredeyse

satılan ilk baskılarında, karakterlerinin penis ölçülerini santimi

kanıyla yazdığı mantığa, akla, anlama, hatta roman estetiğine aykırı

santimine verir Genet. Kalın üniformaların ve takım elbiselerin

olan “anti-roman”, büyük infial yaratarak yadırgandı elbette.

altında kendini belli eden muazzam bir büyüklüğe sahiptir penis.

Romanda tarif ettiği bir gruba bağlıydı ve itaatini hep sürdürdü

Militarize güçler ve Nazi subayları onda müthiş bir baştan çıkma

Genet: “Birer hayvan gibi avlanan, yüzleri erken kırışan, yanardağı

yaratır:

andıran çocuklar ırkı...” derecede

16 yaşındaki bir katilin öyküsünü, geriye dönüşlerle, onu Genet'ye

heyecanlanıyordum. Benim için bu metal cismin, erkeklik sembolü

“Polis

komiserinin

rozetini

görünce

dayanılmaz

özgü bir dille kutsayarak anlatır bu roman. Toplumdışı bir kesimin,

bir işçinin elindeki çakmağın, bir askerin kemer tokasının ve bıçağın

hırsızlar, katiller, kaçakçılar, fahişeler, eşcinsellerle dolu bir dünyanın

keskin tarafının büyük tahrik edici gücü vardı.”

olanca karanlığı ve şiddeti toplumla anlaşmazlığının uzlaşmazlığa

Ancak buna rağmen Genet'nin sapkın gizemciliği polis örgütünü bir

dönüştüğü bir yazın ürünüdür bu, tıpkı 'Gülün Mucizesi' gibi...

tür uğursuz ve egemen onurla donatır; 'Hırsızın Günlüğü'nde yazdığı

Öyküsü geri dönüşlerle anlatılan 16 yaşındaki katil için Meryem Ana,

gibi: “Şeytanca bir örgüt olan polis örgütü cenaze törenleri ve mezar

kilisenin aradığı yerde değil, kendisinin suçlu gibi görünen ama

süsleri kadar mide bulandırıcı, krallığın zaferi kadar saygındır.”

kirlendikçe aklanan çiçeğindedir. Saflığın simgesi çiçek, ne tuhaftır ki

'Jean Genet' kitabının yazarı Stephen Barber'ın belirttiği gibi penis,

bu “kötü adam”ın ana leit-motiflerindendir. 1950 yılında çektiği,

ne zaman ceza gerektiren bir suç ya da ihanet gerçekleşecek olsa

mahkûmların cinsel saplantı ve çapraşık ilişkilerini anlatan 'Un Chant

sertleşerek suçluluğu ve aykırılığı pekiştiren görkemli bir varlık halini

d'Amour'da (A Song Of Love, 1950) da romanlarında da bedeni,

alır. Roman karakterlerinin penislerini, şehrin karanlık bölgelerinde

çiçekler aracılığıyla dönüşüm geçiren kırılgan ve geçişimli bir madde

serbest bırakır Genet. Penis dünyayı oburca içine çeker ve tatmin

olarak

olur; anüs ise tersine kasvetli bir varlık ve çaresiz bir ilgi odağıdır.

sahnelerinde anüs, şeffaf bir araç, kırılgan bir paravan ya da şiddetle

Anüs, her küçük hareketin farkında olan bir göz ve aynı zamanda bu

delinen bir göz; ihtişamlı, belirleyici bir unsur olarak vurgulanır.

kurgular

Genet.

Romanlarının

yoğun

cinsellik

içeren

duyarlığın merkezine yönelen tüm dikkatle bakışın odak noktasıdır.

İnsan bedeninin özündeki bir yarayı çağrıştıran fiziksel parçalanışı

Eserlerinde penisi yüceltmekle kalmaz, Nazi askerlerle Fransız

açığa vuran Rembrandt'ın tablolarından fazlasıyla etkilenir Genet. O

milisler ve yaşayanlarla ölüler arasındaki eşcinsel birleşmeleri en

kadar ki 1957-58 yılları boyunca ünlü ressamın tablolarını görmek

ince ayrıntısına dek pervasızca yazar Genet.

için Avrupa'yı baştan aşağı gezer. Onun resimleri, Genet'nin kendini

Nazizmin ve faşizmin sembollerine neden bu denli meraklıdır peki?

kuşatıcı bir yara imgesiyle karşıladığı insan bedeninin yüzeyden

Jeanine Chasseguet-Smirgel'in belirttiği üzere, gamalı haç, kanlı bir

sıyrılması ve doğrudan gösterilmesi görevini üstlenir. Arkadaşı

örümceği, kanlı örümcek de pre-ödipal anneyi sembolize eder.

Devarnin'in ölü bedenini kendisine kattığını hayal eder 'Cenaze

'Paravanlar' oyunundaki, ideal anne figürünün makyajını “Yüzünde,

Töreni'nde: Ölü bedenini kaçıracak, parçalara ayıracak, et ve kül

bir örümcek ağını andıran çok sayıda uzun mor kırışıklıklar...”

olarak onu yiyecektir. Bedenlerin ve benliklerin parçalanışı,

şeklinde belirleyen Genet'nin gerek imgelem, gerek tahayyül

temalarından olan Genet 'Denizci'de ise parçalanma, dağıtma,

dünyasında anne, babaya ikame olunmuştur. Alman halkının ve

damıtma sürecini kendisini, “O” diye adlandırıp nesneleştirerek,

Nazilerin babası olduğu kadar annesidir de Hitler; dolayısıyla çift

metinle arasına uzak mesafe koyarak, metne yabancılaşarak dile

cinsiyetlidir; hem örümcekağı gibi erkeği yutabilen bir vajinaya

getirir. Eşcinsel kahramanı denizci Querelle'in cinayetlere ve

sahiptir, hem devasa bir penise...

yasadışı olaylara karışması kadar erkeklerle girdiği cinsel eylem

Anne kimi kez de azize ile fahişe arasında kurulur. Kimi kez siyah

görüntüleri de aşırı irkilticidir. Şiddetin estetiğine, insan doğasının

veya beyaz ırktan, kimi kez çocuk ya da yaşlı, sessiz bir kadın olur.

uçsuz bucaksız karanlıklarının içine dalarak ulaşır. Denizcilerden,

39


tiyatro oyunevi "hizmetรงiler", 1996-1997


eşcinsellerden

ve

canilerden

mürekkep,

polislerle

genelev

aşağı bir başkaldırıdır,

tiyatro eserlerinde, siyasi yönelişi daha

patronlarının da arzı endam ettiği Fransa'nın Brest kentinin bir

belirgindir. Genet'ye göre iktidar yapısının üst basamaklarında

semtinde, eşcinsel denizci Querelle, yaşamın kıyısındaki bu

bulunan herkes aktördür ve tüm jestleri sahtedir. Hiçbir mülkü

insanların arasında yasadışı olaylara, cinayetlere karışır. Eşcinsellik,

olmayıp da her kural ve düzene karşı gelenler, kendi insanlığından

hırsızlık ve ihanetin sözcülüğünü açık saçık bir tavırla üstlenir Genet,

bahsedebilir sadece.

Jean Cocteau'nun deyişiyle, “hiç de müstehcen olmayan bir

Ölüm, insan bedeni, temsil ve iktidarla ilgili düşüncelerini en iyi

müstehcenlik”le hem de... Edebiyata “skandal yaratan bir yazar”

yansıtan 'Paravanlar', Cezayir'de bir çatışma anında geçer. Batılı

olarak giren, yıllar geçtikçe yapıtlarının gücünden hiçbir şey

sömürgeciler, lejyonerler, askerler, Araplar, mücahitler, hırsızlar,

yitirmediği anlaşılan Genet, Witold Gombrowicz'e göre, “Modern

ağlayıcı kadınlar, hainler, ölüler, yüzleri boyalı, maskeli, takma

güzelliğin bir örneğini sunmak”tan başka bir şey yapmamıştır

burunlu kahramanlar birbirine karışır. Genet'nin tiyatrosunun

aslında.

temelini oluşturan kılık değiştirme, kendini maskeleme ve gerçeğin

Fassbinder'in 1982'de çektiği Jean Genet uyarlaması 'Querelle' de

yerine suretini geçirme üzerine kuruludur. Tekrarı, avutucu ve

boyutlardadır.

aldatıcı temsili unsurları ve çağdaş toplumsal dünyayı reddeden

Homoseksüel dünya, filmin tümüne egemendir ve iki erkek

romanı

Genet'nin kahramanları, birer simgedir ya da canavar. Toplum

arasındaki cinsel eylem görüntüleri son derece irkilticidir. Varolan

denilen “bok çuvalı”nın ürettiği garip yaratıklardır onlar.

cinsellik

aratmayacak

imgelerini

denli

rahatsız

değiştirerek

edici

müstehcenlik

ve

pornografi

Suçluların dünyasından bir kesit aktardığı 'Sıkıgözetim' adlı

tanımlarını sarsan Genet, iktidar sistemini, özgürlükçü ve çürütücü

oyununda

bir biçimde sorgulayarak alt üst eder; pornografisi ise toplumsal

yabancılaşmasını, imrendiği, kıskandığı veya nefret ettiği kişinin

da

toplumdışı

kişinin

yalnızlığını,

kendine

düzenle daimi çatışmasının farklı bir boyutunu oluşturur. O kadar ki

yerine geçmesini, onun kılığına girmesi motifini görürüz. 'Büyük

1986'da öldüğünde, isteği üzerine Fas'ta, bir yanında hapishane,

Gözaltı'nda mahkûmları, Balkon'da genelevde yaşayanları anlatır.

diğer yanında genelev bulunan bir mezarlığa gömülür. İmgenin

'Balkon'u ilk kez sahneleyen Peter Zadek, Genet tiyatrosunun

pornografisine dair tam da Genet'ce bir göndermedir bu...

çekiciliğini şöyle dile getirir: “Genet, bize dünyamızın makyaj gibi sahte olduğunu ve bu yüzden de tiyatronun -Genet'nin hayata bakış

Katledilmiş bedenler, “pis” tiyatrolar...

açısında

Hırsız, fahişe, yazar Genet, sadece kötülüğü ve seksi mi mesele

düşündürüyor. Bir başka deyişle Genet tiyatrosu soyut, stilize ve

olduğu

gibi-

mükemmel

bir

ayna

olabileceğini

edindi? 1968 Mayısında öğrencilerin, Vietnam Savaşı sırasında

teatraldir. Böylelikle gerçeği yanılsamacı tiyatrodan çok daha

Amerikan solunun, ırkçılığa karşı Kara Panterler'in ve İsrail'e karşı da

başarılı bir biçimde tanımlayıp yansıtır.”

Filistinlilerin yanında yer alan Genet, yirmi yıl süren yazınsal

Pierre Boulez'e göre “operaya yaklaşan bir yapıt” olan 'Zenciler'de

sessizliğini bozduğu son eseri 'Sevdalı Tutsak'ta 1970-1984 yılları

Batı uygarlığının baskısı altındaki Afrika halklarını tema edinir. Oyun,

arasında Filistinlilerin ve siyah Amerikalı devrimcilerin arasında

her şeyden önce, hızlı bir ritmin oluşturduğu bir ezgi olarak çıkar

yaşadıklarını anlatır; Filistin halkının derin acısında esin bulan,

karşımıza; oyun içinde oyun, yabancılaştırıcı öğelerin çoğaltılması,

İsrail'in Sabra ve Şatila'daki Filistin kamplarında giriştiği katliamlar

seyirciyi

karşısında şok geçiren Genet'nin bu yapıtında sanatını, siyasi

konuların seçimi; birbiri ardı sıra gelen sahnelerin içine ustalıkla

duruşunu ve insanlığını bir arada görürüz. Zira 'Sevdalı Tutsak'ta

yerleştirilmiştir.

tedirgin

edici

özelliklerin

vurgulanması,

yadırgatıcı

Filistin kamplarında ve Amerika'da Kara Panterler'in yanında

Genet'nin kanımca en anlamlı oyunu 'Hizmetçiler'dir. Hem çok sevip

yaşadıklarını anlatmakla kalmaz, edebiyat ve felsefe hakkındaki

hem de nefret ettikleri hanımefendilerini öldürmeye çalışan iki

görüşünü, yaşam anlayışını, gerçek arayışını da büyük bir ironiyle ve

hizmetçi kız kardeş, oyunun sonunda, hanımefendilerini değil,

bağımsız bir ruhla dile getirir. “Şatila'da Dört Saat” başlıklı metni ise

içlerindeki

tam bir çılgınlık ve gazap atmosferini yansıtır. Katledilmiş bedenleri,

özgürlüğe iten ise okumaktır...

“hanımefendi”

fikrini

öldürmeyi

başarırlar.

Onları

zulümden sarhoş olmuş milislerin dans edişlerini, kurbanlara işkenceleri anlatan Genet'nin anti tavrı, tiyatrosunda da kendini

Tiyatro eserlerinin yanı sıra film projeleri de var Genet'nin. 1950

gösterir. Tiyatroyu sevmediğini söyler, kuklaların tiyatroculardan

yılında çektiği 'Un Chant d'Amour'daki karakterler, tek işlevi

daha iyi oynadığını düşünür. Ancak bunları, orayı ve o zamanı

hapsedilmiş insanların cinsel saplantıları ve çapraşık ilişkilerine

düşünerek söylediği kesindir. Bunun bir kanıtı da başka bir

dekor oluşturmak olan karanlık duvarların ardındaki mahkûmlardır.

tiyatronun olabilirliğini anlatma çabasındadır. O, “dramatik eylemi

Bir diğer filmi asla çekilmeyip sadece bir tasarı olarak kalan 'Ceza

öğretim amacına dönüştüren, siyasete, dine, ahlaka veya herhangi

Kolonisi'nde, hapsetmek için kullanılan mekânlar ve bu mekânların

bir şeye bağlı kaygılarla dolu” bir tiyatro yerine “belki de henüz

cinsel

keşfedilmemiş

romanlarının da kilit kavramlarıdır. Filmlerindeki görüntüler de

olan

yegâne

erdemi

veya

eylemleriyle

gerilim

ve

parçalanan

görkemini

oluşturan

izlekleri,

ışıldayabilecek” bir tiyatro tasarlar. Oyunlarını topluma karşı yazdığı

romanlarında olduğu gibi çoğu zaman kendi cinsel tahrik ve hazzı

kadar kendine karşı da yazdığını söyler. Oyunlarında izleyiciyi

için kriz veya esrime anındaki erkek anatomisini canlandırır

tiksindirerek, rahatsız ederek, şaşırtarak ve irkilterek onların

Bacon'un resimlerine benzer şekilde... Parçalanan gövdeler, yırtılan

ikiyüzlülüklerini

ve yarılan tenler, bir hayvan gibi asılan kanlı, pembe çıplak et

açığa

çıkarmaya

çalışmış

ve

toplumun

her

kesimindeki, siyasal ve toplumsal her tür sahteciliğe acımasızca

parçaları... Saplantılı biçimde takipçisi olduğum Bacon “Ne zaman

saldırmıştır:

bir kasaptan içeri girsem, orada asılı duran hayvanın yerinde

“Benim tiyatrom pis kokuyorsa bu, diğerleri güzel koktuğu içindir.”

olmayışım beni hep çok şaşırtır” demiştir ya, işte kendini o askıya

Antonin Artaud'nun Vahşet Tiyatrosu'nu anımsatan tiyatrosu baştan

asan hayvan postuna bürünmüş insan Jean Genet'dir!

41


kült filmler

gösteri toplumuna açık mektup aykan safoğlu aykan@kaosgl.org

Birkaç aydır bu köşede yer bulan

42

algısından bağımsız değilsiniz; dolayısıyla bu algıyı devamlı

yazılarıma bir göz attığımda sözün

dönüştürmekle yükümlüyüz.

dönüp dolaşıp ahlaka veya son

Zorunlu toplum dışılık

dönemde popülerlik kazanan genel

Gevezeliğin ardından yukarıda bahsettiğim tavrı takınan, ahlak

ahlak kavramına bağlandığını fark

algımızı masaya yatıran bir filmden bahsedeceğim. 'Cani' (Monster,

ediyorum. Sanki gündelik hayatın

Patty Jankins, 2003) Aileen Wuornos isimli Amerikalı bir seks

içinde teşhirci veya ahlaksız olmadığımızı her an yinelemek zorunda

işçisinin

trajik

yaşamından

esinlenerek,

Charlize

Theron'un

bırakılmıyormuşuz gibi sözün başladığı yerde de neden ahlaksız

mükemmel oyunculuğu aracılığıyla hikayesini anlatan bir film ve

olmadığımızı anlatmaya çalışıyoruz. Özellikle bu köşede sinema ve

bunu yaparken Aileen'e hak ettiği itibarı geri kazandırmaya

kült saydığımız filmleri anlatırken mevzu bir yerinden (ama hep)

çalışıyor.

genel ahlak saikine bağlanınca, ister istemez eşcinseller sinemadan

Aileen Wuornos'un hikayesini bilmeyenler varsa, kısaca anlatmakta

bahsettiğinde

fayda var. Aileen hayatının bir noktasında seks işçiliğinden başka

de

mecrayı

sadece

ahlak

üzerinden

değerlendirebiliyorlar gibi bir anlam çıkıyor. Rahatsızlık duyduğum

çıkar yol bulamamış bir kadın. Müşterilerinin türlü terör eylemlerine

şey filmleri genel ahlak denilen şeyin karşısında mütemadiyen

maruz kalması onu hayattan bezdirmiş, ama aksayarak da olsa

savunmak zorunda kalmak. Lafı dolandırmadan söyleyeyim, filmler

hayata

izleyici olmadan, onların algıları olmadan bir anlam kazanmıyor.

sevgisizliği ve acımasızlığı Aileen'e tutunacak dal bırakmaz. Önce

Dolayısıyla bir filmin de genel ahlaka uygunluğunu da izleyici olma

hayattan sonra da erkeklerden umudu kesen Aileen'in hayatı, Selby

tutunmaya

çalışmıştır.

Seneler

içerisinde

insanların

hali belirliyor. Eşcinselleri konu edinen veya LGBT bireylerin ürettiği

Wall isimli kadınla karşılaştığında bir dönemece girer. İlk başta

filmler kendi başlarına genel ahlak ile ilişkilendirmiyorlar. Evet,

tedirgin eden ama gitgide ikna olduğu bu aşk ilişkisi Aileen'i epey

bazıları genel ahlak karşısında bir tutum almaya çalışıyor, ama film

mutlu eder ki, rüzgar tersten üstelik de epey şiddetli esmeye

üzerine bir yargıya varanlar 'genel' izleyiciler, yani toplum.

başlamakta gecikmez. Sevgilisiyle hayaller kuran Aileen, bir

Nasıl

müşterinin hayatına kast etmesi ile zıvanadan çıkar ve kendi

ki

eşcinsellerin

özgürleşmesi

heteroları

da

özgürleştirecek diyorsak, yinelemekten kaçınmayarak bir

yaşamını korumak için müşterisini öldürmek zorunda kalır. Bu

daha

uygunluk

cinayetin ardından Aileen tutulduğu lezbiyen aşkın kucağına daha

ölçütleriyle barıştırmadan, izleyicilerden oluşan, sadece

da sıkı sıkı oturur. Sevgilisini ikna eder, o da zaten lezbiyenliği ile

söyleyeceğim:

filmleri

genel

ahlaka

filmleri değil hepimizi gündelik hayatta izleyen bu toplumun

barışmaya gönül indirmeyen babasına bir yalan uydurup baba

genel ahlak algısıyla mücadele etmeliyiz. Yasemin Öz'ün bu

ocağına dönmemeye karar verir. İkili birlikte hayallerin peşinden

seneki Barışarock'ta Lambdaistanbul söyleşisinde söylediği

koşturur. İlk günlerde ganimetler sayesinde sürdükleri görece rahat

gibi, hukuken istediğiniz kadar reform yapın hakimlerin öznel

yaşam, yerini yine çulsuzluğa bıraktığında Aileen kararlıdır, bir daha


seks işçiliği yapmayacaktır. Yalnız unuttuğu bir şey vardır, daha

bir atalete savrulmuyorlar mı? Davacılar duruşmalara katıldıkları

doğrusu hep unutmaya çalıştığı, o da toplumun ona asla yeni bir

takdirde mahkeme koridorlarından mahkeme salonuna sızan

şans vermeyeceği gerçeğidir. Her iş başvurusunda oldukça ikna

baskılar ve tehditler yoluyla caydırılmıyorlar mı?

edici

kapısına

Eeee, burası Amerika mı? Cevabımız hayır ise Cani de sadece bir

çaresizlikle vardığında, devletin memurları 'orospu'lara en kötü

film olamaz. Üstelik biz bu filmi her gün her saat, İstanbul'da,

olmasına

rağmen

reddedilir.

Sosyal

devletin

işleri paslamakta, bununla da kalmayıp ona sabıkasının hesabını

Ankara'da, Bursa'da birçok değişik aktör ve figüranla izliyorsak…

sormaktadır. Aileen bu tavrı reddeder ve polisin belirmesi uzun

İstanbul Emniyeti bu ay Ramazan'ı bahane ederek bünyesinde

sürmez. Aileen zorunlu seks işçiliği denen şeyin toplumun

Balyoz isimli bir ekip oluşturdu. Bu ekibin İstanbul'daki trans

azımsanamayacak kadar güçlü önyargılarından beslendiğini ve

arkadaşlara zor günler yaşatacağını varsaymak hiç de zor değil.

başka bir hayata kolay geçit vermediğini fark ettiğinde seks

Herhalde Cani'nin başkahramanı Aileen Wuornos da İstanbul'da

işçiliğine geri döner. Bu sefer ona her daim acımasız olmuş topluma

yaşasaydı Balyoz ekibiyle bir noktada papaz olacaktı? Ve eminiz ki,

karşı tahammül eşiği daha da düşüktür. Kafasında tutunabilenlerin

içinde yaşadığı dünyanın düzeninden mustarip ve gitgide kendisine

kariyerlerini en ahlaksız önermelere oturttuğu düşüncesiyle, onu

uygulanan bu gaddarlığa teslim olanlar sadece Amerikan filmlerinde

'ahlaksız' addeden topluma karşı hınç doludur. O ahlaklı cennet

yer bulmuyorlar…

aslında her türden ahlaksızlığın boy verip filizlendiği bir gayya

Felaket tellallığı yapmak istemem, ama Balyoz ekibinin şimdiden

kuyusudur. Kırk yıllık seri katillere taş çıkartacak bir performansla

giriştiği

öldürürken kimsenin peşine düşmesine izin vermez. Travesti terörü

tahammülsüzlüğe ve zorunlu seks işçiliği koşullarına bakarak

vukuatlara,

toplumda

içkin

translara

yönelik

gibi bir kavramın dolaşıma girmesine neden olmuş polis-medya-

önümüzdeki aylarda yaşanabilecekler açısından bu filmin bize bir

vatandaş üçgeni elbette Amerika'da da işler olabiliyor. Nitekim

şey anlatabileceğini düşünüyorum. En azından filmin sonunda

Aileen de bir polis öldürür ve kabuslar görmeye başlar. Çünkü Aileen

hücresine götürülmekte olan Aileen kameraya dönüp gözlerimizin

deneyimden sabit bir fikre sahiptir: it iti ısırmaz… Haksız da çıkmaz,

içine bakarak şöyle diyor:

bir polisin ancak esefle kınanabilecek ölümü, daha önceki

"Hayat varsa umut da var,

cinayetlerde atıl davranan polisi hızlandırır ve soruşturmayı

Umut?

(mahkeme

salonundakileri

kastederek)

Onların

size

derinleştirirler. Hakim kalemini kırdığında ona da okkalı bir beddua

söyleyecekleri olmalı"

savurmayı ihmal etmez, çünkü o da jüri de toplumun o ahlaksız

Filmin Akademi törenlerinde büyük bir çıkış yaparak en iyi kadın

algısıyla donanımlıdır: genel ahlak…

oyuncu

Cani, bir iltifat aslında!

sonrasında dönen muhabbetler bile gösteriyor ki, izleyiciler olarak

dalında

Charlize

Theron'a

Oscar

kazandırması

ve

Aileen Wuornos'un hayatına dair bu filmde birtakım değişikliklere

biz Theron'un rol için aldığı kilolarla Aileen Wuornos'un başına

gidilmiş olsa da değişmeyen birkaç şey vardır: Aileen seks işçisidir,

gelenlerden daha çok ilgileniyoruz. Ölüme gidiş ile son bulan filmin

erkeklerin zulmü onlardan nefret etmesine yol açmıştır, iyi bir

ardından fuayeyi dolduran “Charlize Theron gibi güzelim kadın ne

insandır,

izin

kadar kilo almış” geyiklerini hatırlayanlarımız çıkacaktır… Cümlenin

vermemiştir ve 12 senelik bekleyişten sonra idam edilmiştir.

gelişinden anlaşılmıştır, film Aileen ile olduğundan daha çok bizimle

Tanıdık öyle değil mi? Ayşe Tükrükçü'nün seçim kampanyasını

uğraşıyor. Aileen'e yakıştırmadığı aşikar olan cani kelimesi sanki biz

farklı

engellemek

bir

isteyen

hayatı

gerçekleştirmesine

polislere

karşı

polise

toplum

mukavemetten

üzerimize alınalım diye filmin ismi.

yargılandığı bu ülkede, başka bir hayatı denemek isteyenlere aynı

Pembe Hayat'ın Eryaman davasında sürdürdüğü hukuki mücadeleyi

tahammülsüzlük

takdis ediyor, bu mücadeleye gönül vermiş tüm arkadaşlarımın er

sergilenmiyor

mu?

Transların

müşterileri

tarafından testerelerle doğranabildiği ülkemizde de benzer hayatlar

ya da geç aydınlığın yolunu aralayacaklarını düşünüyorum. Tüm

yok

seks işçilerine…

mu?

Seks

işçiliği

yapanların

türlü

zalimliklere

maruz

kaldıklarında başvurdukları polis yardım edeceğine bu insanlara diz çöktürtmüyor

mu?

Savcılar

hak

ihlallerinin

ardından

suç

duyurusunda bulunduğumuz halde davayı açmak noktasında bariz

christina ricci & charlize theron

43


y端z y端ze


makul bir yönetmen:

bruce labruce Otto isminde genç bir zombi, sessiz bir otoyolda belirir. Kim olduğu hakkında ya da nereye gittiğine dair hiçbir fikri yoktur. Berlin'e bir otostop yolculuğuyla vardığında, terk edilmiş bir lunaparkta sabahlar ve şehri keşfe çıkar…Kült yönetmen Bruce LaBruce'un politik zombi filmi olarak anabileceğimiz son filmi 'Otto; ya da tüm ölüler birleşin' (Otto; or up with dead people,2008) işte böyle başlıyor. Hüzünlü ve katatonik gey baş karakterin yukarıda başlattığımız yolculuğu sırasında kapitalizm ve toplumsal cinsiyet ilişkisi, sinema tarihi, ölücanlı ikiliği üzerine, hatta hayaller, delüzyonlar, cinsellik ve Berlin üzerine görsel olarak epey etkileyici bir film izliyoruz. Bruce Labruce'u 7. !fistanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali jüri üyeliği için şehre geldiği sırada tanıma fırsatı bulduk. Sorularımızı seve seve cevapladı.

aykan safoğlu “Otto ya da Bütün Ölüler Birleşin”i izledikten sonra, o ünlü,

karakterler… Hem Gudrun hem de Medea karakterleri yönetmeyi

bazı sol çevrelerce dillere pelesenk edilmiş “eşcinsellik

seven kadınlar. İkisi de inanç sistemlerine o kadar dalmışlar ki

kapitalizmin artığıdır” sözü aklıma geldi. Bu filminizde bana

başkalarını görüş menzillerinden kaybetmeye çok müsaitler; belki

biraz

bu

sözü

tersine

çevirmiş

hatta

yapıbozuma

de

kendilerini

çevreleyen

insani

duygusal

gerçekliklerden

uğratmışsınız gibi geldi. Bu konuda bir şeyler söylemek ister

sıyrılmaya gayet müsaitler. Hikayenin kadınlar tarafından denetim

misiniz?

altında tutulmasını seviyorum.

Evet. Aslında harika bir zombi film yönetmeni olan George A.

Üçüncü Dalga Feminizm'in sloganı “kişisel olan politiktir”

Romero, filmlerinde kültürün her daim marksist bir perspektiften

sloganına katılıyor musunuz? Ve neden politik filmler

eleştirisini yapardı. Ve ben de gerçekten, tüketim toplumunun

yapıyorsunuz?

eleştirisini

yapılabileceğini

Evet, kişisel olanın kesinlikle politik olduğunu düşünüyorum; cinsel

bilemiyorum. Gelişen dünya her geçen gün biraz daha nesne

olan politiktir, hatta tuvalet bile politiktir, her şey politiktir. Benim

yapmadan

nasıl

zombi

filmi

fetişizmine ve materyalist değerlere takıntılı hale geliyor; filmde

için politik olmak, içinde yaşadığınız kültürü, dünyayı gözlemlemek

Medea'nın söylediği gibi, bu da insanlar üzerinde aptallaştırıcı ve

ve bunun işleyişi üzerine yorum yapmaktan ibaret. İnsanlar nasıl

boğucu bir etkiye sahip, bir tür zombi ulus yaratma çabası gibi…

oluyor da politik içerikten yoksun filmler yapıyorlar, gerçekten

Maddi

bilemiyorum. Bu beni epey şaşırtıyor.

zenginliğe

ve

mülkiyete

tapınmak

uğruna

manevi

değerlerden vazgeçiliyor. Yani Otto'yu hem gelişmiş kapitalizmin bir

Çıplaklığı hatta belden aşağı çıplaklığı seviyorsunuz. Porno

semptomu, üstelik tipik bir örneği olarak, hem de cinsel

sever misiniz?

sapkınlığıyla bir yalnız ve toplumdışı olarak okumak mümkün. O,

Bilhassa sevdiğim söylenemez.

aynı anda hem normal olan hem de anormal olan.

Setlerinizde açıkça seks yapılıyor mu?

En son iki filminizde neredeyse dominatriks olan iki kadın

Evet.

karakter var. Ana rollerde yer alan bu güçlü, buyurgan,

Yani oyuncularınız gerçekten sevişiyor mu?

dominant kadınlarla ne söylemek istiyorsunuz? Genellikle

Evet, çoğunlukla.

bir üst-ses, hikâye anlatıcı işlevini de yükleniyorlar. Filmin

Yoksa yapıyormuş gibi yapıp rol mü kıvırıyorlar?

sonunda

Ara sıra.

ne

düşünerek

salondan

ayrılmamızı

bekliyorsunuz?

Bu bağlamda gerçeklik ve temsiliyet ilişkisi ne olmalı?

Ben onlara dominatriks demezdim. Ama evet, çok güçlü ve inançları

Seksi açık seçik kullanmaya ilk deneysel filmlerimde başladım, bir

doğrultusunda itiraz kabul etmeyen ve onları başkalarına empoze

deney yapar gibi hatta. Beni nereye götüreceğini merak ederek

etmeye çalışan kadınlardan bahsediyoruz. Modern sinemada

temsilin sınırlarını zorladım. İlk filmlerimde epey bir yer alan

böylesi pek fazla kadın karakter olmamasını ise yeterince can sıkıcı

müstehcen gey seks, insanlara eşcinselliğin özünü, o yokmuş gibi

buluyorum, yani hem stil sahibi olup hem de akıllı olan,

davranamayacakları hatta görmezden gelemeyecekleri bir şey

erkek

egemen sitemin kısıtlamalarına karşı faaliyet gösteren feminist

olarak, suratlarına fırlatmama yardım eden politik bir araçtı. Şimdi

45


yapımcım Jürgen Brüning'in bir porno şirketi var, ben de çoğunlukla

tavır edinmiş, boş bir duruş takınmış bir sürü çağdaş genci de temsil

onun filmlerinde oynayan oyuncularla çalışıp filmlerine porno bir

ediyor.

bakış açısı yedirmeye çalışıyorum. Bu Jürgen'in var etmeye çalıştığı

Almanya'ya karşı bu ilginiz neden kaynaklanıyor? RAF,

altyapıyla, iç mekanizmayla, yani kendimi dahil etmek istediğim o

Alman Romantisizmi, Alman oyuncular, tüm Almanya'yı bir

sistemle alakadar, yine bir nevi deneyden bahsediyoruz.

set olarak kullanmak...

Peki sizce filmin baş karakteri Otto günümüz dünyasında

Aslında yapımcımın Alman olması tamamıyla tesadüf eseri ve benim

epey yaygın olan aptallık ve ilgisizlikten nasibini almış biri

kaderimde de Berlin'de epey uzun süre çalışmak ve yaşamak

mi? Aynı şekilde LGBT bireylerin gündelik hayatında bu iki

varmış. Damarlarımda Alman kanı akıyor diyebiliriz, bunun soruyla

kavram ne düzeyde egemen?

alakadar olduğunu zannetmiyorum. Evet, Alman Romantisizmi'ne

Otto aşırı duyarlı bir eşcinsel. Yani her şeyi çok derinden hissediyor,

çoğu açıdan temas ettiğimi düşünüyorum. Ama yine de bu konu

ama bununla başa çıkmak yerine, kendini toplumdan soyutlamayı

hakkında çok fazla bir bilgim yok. Berlin'in gotik görünümünü

yeğlemiş biri. Yanı sıra kendisini kendisiyle ve duygularıyla da

seviyorum. Mezarlıklar karanlık ve her daim azman bitkilerle kaplı;

ilişkilendirmekten kaçınıyor. Ama yine de homofobinin, zenofobinin

sokaklar da epey dramatik, hatta epik. Bir sürü harika yerde çekim

ve farklı, güçsüz ve uygunsuz olandan nefret eden insanların

yapma şansımız oldu; mesela dünyanın başka yerinde olsaydı

aptallığı ile başa çıkmak zorunda kalıyor. Bir yandan da Otto,

çekim yapmanızı engelleyecek kadar pahalı olabilecek terkedilmiş

dışarıdaki düşmanca dünyayla başa çıkabilmek için bir nevi nötr

lunapark bunlardan sadece biri. Kısaca film çekmek için harika bir yer. Grup içerisinde yaşayan insanların hikâyesini anlatmaktan hoşlanıyorsunuz.

'Pembe

İmparatorluk'ta

RAF'tan

esinlenmiş radikal bir grup, bu filmde de bir film ekibi… Komünal yaşam pratikleri hakkında ve bir yönetmen olarak film

üretim

sürecine

içkin

bu

deneyim

hakkında

ne

düşünüyorsunuz? Daha gençken birçok kere komünal yaşamı deneyimledim. Sevdiğimi de söylemek zorundayım; ama yalnız yaşlandıkça yalnız yaşamı, yalnızlık ve otonomiyi takdir eder, sever oldum. Her neyse.. Film üretim süreci sanatların belki de en kolektif olanı ve ben de bu süreçten epey keyif alıyorum. Bazen kendimi sosyal durumlara

46

zorlamam gerekebiliyor; çünkü yapım gereği içedönük ve uzak bir tipim. Yani benim için iyi bir idman oluyor, diyebilirim. Filmdeki sessiz sinema yıldızı fikri harikaydı. Sizin bu dönemden hayranlık duyduğunuz birileri var mı? Louise Brooks? Evet, Susanne ve ben, çok sevdiğimiz Louise Brooks üzerine çalıştık. Aslında daha pek çok sessiz dönem yıldızına tapıyorum: sessiz dönemi başlatan Garbo, Swanson, Crawford mesela… Onur Haftası Etkinliklerine, Onur Yürüyüşlerine katılıyor musunuz? Bir sonraki İstanbul etkinliklerine katılmayı düşünür müsünüz? O tarz etkinliklere ancak terso hareketin yeni yeni oluşmaya ve yerleşikleşmeye başladığı şehirlerde katılıyorum. Birkaç yıl önce Atina'daki ilk eşcinsel yürüyüşüne katılmıştım, geçen sene de Kudüs'te epey politik bir yürüyüşteydim. Eşcinselliğin mefhumu sadece bir yaşam biçimi veya edilgen bir kimliktense politik bir duruşa tekabül ettiğinde rahat ediyorum. Dolayısıyla İstanbul'a geri gelebilmek

için

her

türlü

bahaneyi

kullanacağımdan

emin

olabilirsiniz. Öyle büyük şehirlerde düzenlenen, büyük, ticari, şirketlerin tekelinde olan, teşhirci 'Onur Haftası Etkinlikleri'yle pek ilgilenmiyorum. Telif hakları konusunda yaklaşımınız nedir? LGBT örgüt ve derneklere filmlerinizin gösterimini yapmaları için izin veriyor musunuz? Politik olarak angaje misiniz? İşte, telif konusunda çook yaygaracı biri değilim. Jack Smith'in söylediklerine tamamıyla katılıyorum, her şey bedava olmalı: ikamet, yemek, sanat, hayat… Filmlerimi para ödemedikleri durumda gösteremeyecek küçük örgütlere her zaman gösterim izni veriyorum. the raspberry reich (2004)


otto; or up with dead people (2008)

47

la bruce çağrışımlar jeff stryker: Bir kere karşılaşmıştık, çok kısa da olsa. Oğluyla birlikte bir çiftlikte yaşıyordu ve oğlunun ileride büyüdüğünde babası hakkında düşünebilecekleri hakkında endişeleniyordu. vladimir luxuria: Kimden bahsettiğin hakkında en ufacık bir fikrim yok. john waters: John benim en harika akıl hocalarımdan biridir. Onunla arkadaş olduğum için kendimi yeterince şanslı hissediyorum. Basında benden hep destekleyici şekilde bahseder. Geçen yıl beni Baltimore'daki evine yatıya davet etti ve beni yakın arkadaşı olan Maryland valisinin göreve başlaması şerefine düzenlenen baloya davet etti. Tek kelimeyle harikaydı. stonewall: İstanbul için de stonewall vakti gelmiş görünüyor! aşk: Elzem. seks: O da elzem. snuff görüntü: Yapış yapış. sanat: Kumar makinesinin ekranında beliren meyve gibi. Yani biraz da size bağlı bir şey… Ama şu günlerde sanat dünyasının gidişatını ürkütücü buluyorum. amerika: Umutsuz bir çöplük. istanbul: Göz kamaştırıcı.


l-hikâye Kaos GL'li kadınların düzenlediği 'Ten ve Tutku' konulu 3. Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda ikinciliği Poo rumuzlu yarışmacının 'Ahret Çiçeği' adlı öyküsü aldı.

ahret çiçeği poo

“Sen yapmayacaksın da kim yapacak ahret çiçeğini. Gelin kızın ahreti

48

yere atıp, paramparça etmişler gibi. Güzel kocaman gözlerinde

kimse çiçeği de o yapar. İstanbul'da dura dura iyicene sosyetik

kocaman bir acı. Acı? Acı nedir ki? Geçer. Biter. Dindirilir. Gözlerinde

olmuşsun sen. Unutmuşsun her şeyi.”

kocaman bir bitiş. Yokoluş. Hiçlik gözlerinde. Kiraz'ın gözlerinde artık

Gelin kızın ahreti… Ne de çabuk geçiyordu zaman. Daha dün gibiydi,

kocaman bir hiçlik. Büyüdü Gönül. O an, bir daha asla çocuk

denizin taşlık kıyısında yalınayak koşturmaları, tarlalardan ayçiçeği

olmamacasına büyüdü.

toplayıp, kapının önünde çekirdek çıtlamaları. Şimdi taşlık değildi

Güzel Kiraz. Tatlı Kiraz. En iyi arkadaşı Kiraz. Canı Kiraz. Artık

denizin kıyısı; doluşan yazlıkçılarla birlikte ayıklatılmıştı taşlar.

imkansız kelimesinin karşılığı Kiraz.

Ayçiçeği tarlaları yok denilecek kadar azalmıştı; çekirdek üretmeye

Okuldan çıkınca Kiraz'ı görebilmek için eve kendini dar atan Gönül,

gerek yoktu para kazanmak için; tüm evler yazlıkçılara pansiyondu

seyrele seyrele bir zaman sonra, görmeye gitmez olmuştu onu; her

artık.

görüşünde daha çok yanıyordu canı çünkü, daha büyük bir çıkmazın

Ahreti Kiraz… Birlikte başlamışlardı ilkokula. Yağmurlu günlerde

parçası, daha büyük bir boşluğun kaybolanı oluyordu yüzüne her

çamur savaşı yaptıkları, güneşli günlerde bahçelerden meyve

baktığında. Kiraz da hiç çaba harcamıyordu Gönül'ü görebilmek için.

çaldıkları okul yolu, şimdi asfalt olmuştu; yani yoktu artık yağmurlu

Ola ki tesadüfen karşılaşırlarsa, ya bir yazmayı oyalarken, ya bir

günlerde çamur savaşı yapan kız çocukları. Hem sonunda anneden

tenteyi işlerken buluyordu Kiraz'ı. Her geçen gün doğdu doğalı

dayak yemek olmadıktan sonra tadı mı olurdu çamur savaşının? Artık

benzeşemediği kasabasına daha çok benziyor, yavaş yavaş onlardan

her evde bir otomatik çamaşır makinesi vardı. Her şey kirli sepetinden

biri haline geliyordu Kiraz. Kiraz onlara benzedikçe, Gönül'ün

makineye doğru bir el hareketi kadar kolaydı; hiçbir izin kaybolması

yabancılığı, küskünlüğü bir kat daha artıyordu hepsine. Bir zaman

mucize değildi.

sonra olanlardan kurtulmaktan başka hiçbir şey düşünmez oldu.

Bir zaman ne kadar kolaydı her şey. Sınırlar, yasaklar yoktu. Sevmek

Bunun da tek yolu üniversiteye gitmekti. İstanbul'a.

bağlı değildi hiçbir koşula. Yanlış değildi ağaçlardan çaldıkları en güzel

Liseyi bitirdiği senenin yazıydı; yani kasabadaki son ayları. Bir gün

meyveleri birbirlerine vermeleri, her gece birlikte uyumak istemeleri.

Kiraz giriverdi kapıdan elinde Gönül'ün çok sevdiği ıspanaklı

Çocuklardı ne de olsa. Kim ne diyebilirdi ki onlara?

böreklerle. Gideceksin biliyorum dedi. Gidince bir daha dönmezsin

Hangi ara “kocaman kız” olduklarını hesaplamaya çalıştı Gönül. Hangi

biliyorum. Bu, dedi, bu bizim için son zaman. Bu doğruydu; şu birkaç

ara çamur savaşı yapmalarının ayıp karşılanmaya başladığını. Cevap

ay bir arada geçirebilecekleri son zaman dilimiydi. Anlaştılar

bulamadı. Belki milat aramak doğru değildi her şeyde. Beki miladı

gözleriyle; ateşkes dediler. Tüm yaz bir saniye bile ayrılmadılar

yoktu bazı şeylerin.

birbirlerinden. Tek bir söz bile etmediler bize dair. Tek bir söz bile

“Gidelim buralardan Gönül, gidelim. Kimsenin kadınlığı, erkekliği

etmeden anlaştılar; vazgeçeceklerdi. İleride hatırlayınca birbirlerini

bilmediği bir yerlere gidelim.” Yoktu ki öyle bir yer, yoktu ki. Bu

tebessüm edeceklerdi. Hem birinin yüzünde tebessüm olmak da o

dünyadan tek alabilecekleri asla çalınmayacak kapılardı; fazlasını

kadar fena bir şey değildi. Çok büyüktü bu dünya. Kocamandı; ve

vermezdi ki. Yalnızlık, sonu gelmeyen elim bir yalnızlık.

üzerinde milyonlarca insan vardı ki yüzünde bir tebessümü dahi

Büyümüşlerdi artık. “Kocaman kız” olmuşlardı. Mecburdu yazlıkçı

yoktu. Onlar şanslılardı; şanslılardı ki birbirlerini bulmuşlardı.

oğlanlarla gezmeye “liseli bir kız” olarak. Ne diyordu annesi: “Sen

bir

misin

Kiraz'larla.

Liseye

gidiyorsun

sen.

Daha çok var derken, hiç gelmez zannederken, son gece gelip Her

gün

çatıverdi bir gün. Yaradılışı bir tuhaftı Kiraz'ın; herkesin gözünden

merkezdesin. Görgün, bilgin başka senin. Gezeceksin tabii İstanbul'lu

akan, kan olup burnundan akardı. Yalnız Gönül bilirdi bunu. Kiraz'ın

oğlanlarla. Ne için gidiyorsun liseye? Kiraz gibi, Hasibe gibi burdan bir

burnundan akan kanlar içini sızım sızım sızlatıyordu Gönül'ün; ama

oğlanla mektuplaşıp sokakta davulla düğün etmek için mi? Senin

yoktu yapacak bir şey, yoktu söylenecek tek bir söz. Bana ver dedi

düğünün otelde olacak, apartmanda oturacaksın sen, tatil için bile

kanlı mendili. Hatıra olsun. Ömür boyu taşımak üzere soktu koynuna.

gelmeyeceksin buralara; Bodrum'a, Alanya'ya gideceksin tatil için.”

Düşündü: Sarılsa Kiraz'a, dokunsa, öpse dudaklarından, sanki

Bir akşam oturmaya gitmedi Gönül, Kiraz'ların çatısına;, yazlıkçı bir

dinecekti acısı biraz, sanki alacaktı intikamını sevmeye koşullar koyan

oğlanla çarşıda gezdi. İşte o gece, yazlıkçı oğlanla gezmeden

iğrenç dünyadan. Sana dokunsam dedi Gönül, seni koklasam.

dönerken, yüzüne öyle bir baktı ki Kiraz; bir parçasını alıp içinden,

İstemem dedi Kiraz, istemem öyle “gönül” avuntusu; ömür boyu


bunu hatırlayıp avunmak istemem. Hem çok üzülmem bu

oturup saatlerce mum damlatmışlardı, topladıkları şişelerin üzerine.

hikaye böyle biterse; zaten hiç dokunmadım ki derim, zaten hiç

Ne yapacağını bulmuştu Gönül: Şu kenarda duran, annesinin

gerçek olmadı ki derim. Dokunursan bana, izi kalır, yapma. Hadi şimdi

kocaman, gümüş tepsisine, bu şişeleri yapıştıracak, onbeşer onbeşer

git. Koynunda yatmaya geldim diye yalan söylersin annene, hani gece

şişelere dolduracaktı çiçekleri; birkaç saat içinde bitirirdi bu işi. Şimdi

kalacaktın Kiraz'da derse. Yarın gece geleceğim seni uğurlamaya.

sıra çiçekleri nelerle süsleyeceğine gelmişti: Ufacık bez bebekler…

Herkes vardı, bir tek Kiraz yoktu, Gönül kasabacak uğurlanırken.

Birinin saçları kahverengi yünden; biri Kiraz'ı, biri de Gönül'ü temsil

Görememişti işte son bir kez, görememişti Kiraz'ı. Yol boyu ağladı

ederdi çocukluk oyunlarında. Sırtlarından dikti ikisini birbirine;

Gönül; neye ağladığını bilmeden, neye ağladığını düşünmek dahi

önlerinde bir yere bağladı çiçeğin. Her ahret çiçeğinde mutlaka olması

istemeden ağladı. Gönül İstanbul'a varalı bir hafta olmamıştı ki bir

gereken diğer malzemeleri çıkardı: Minyatür bebek patiği, minyatür

gün mektubu geldi Kiraz'ın:

yer sofrası, incik boncuklar vs. Yıllarca her yere Gönül'le birlikte giden

“Belki kızdın bana; ama gelemezdim seni uğurlamaya, yapamazdım

şu kanlı mendilden de kurtulmalıydı artık; muska haline getirip, bir

bunu. Her filmin bir son sahnesi vardır bilirsin; seyirci o sahneyi

iple boynuna astığı mendili çıkardı boynundan. Boş hissetti kendini.

görmeden bitmez film. Ve ben sana veda etmedikçe, son sahnesi

Bomboş. Çıplak. Ama geçen yıllar içerisinde öğrenmişti kaale

çekilmiş olmayacak bizim hikayemizin; yani film henüz bitmedi. Ve

almamayı kendini ve duygularını; umursamadı. Muska mendil artık

sen bir gün mutlaka geleceksin bana; en azından filmi bitirmek için

ahret çiçeğinindi; olması gereken yere, sahibine, geri dönmüştü işte.

geleceksin. Bir gün döneceğini düşünmeden yaşamam olanaksız, ***

anla beni; bırak da bu da benim 'gönül' avuntum olsun.”

Ahret çiçeği; köşede. Yatak, darmadağın… Yatağa dağılmış uzun

***

siyah saçlar… Bana, dedi bir “gönül” avuntusu ver. Bekledim, dokuz Dokuz sene, dokuz koca sene sonra tekrar buralardaydı işte; hem de

sene bekledim. Gelmedin. Madem bitirmeye geldin filmi, bana bir

Kiraz'ın düğünü için. Çok zaman, çok zamanlar geçmişti o son

“gönül avuntusu” ver. Artık Kiraz, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz,

geceden, çok insanlar, çok insansızlıklar. Sözleştikleri gibi kocaman

kokun bana bulaştı bir kez. Diyebilse. Sustu Gönül. Akşama düğünü.

bir tebessüm olmuştu Kiraz, Gönül'ün yüzünde. Önce özlemez

Dün akşam yaktık kınasını. Dün gece Kiraz'la dokundular birbirlerine.

olmuştu, sonra hiç yaşamamış gibi, derken bir gün, kocaman bir

İzi kaldı. Birazdan toplanacak yatak. Bu gece Kiraz bir başkasının

tebessüm.

yatağında. Saçları? Saçları da orada. Gönül nereye? Sonsuz boşluğuna. Kokusu geçmeyen kadınların, iş olsun diye adamların

Şimdi görev Gönül'ü çağırıyordu; bu civarın gelmiş geçmiş en güzel

yatağına. Birbirlerine dokunmamışlar gibi. Ama dokundu Kiraz'a.

ahret çiçeğini yapmalıydı. Önce bir asistan bulmalıydı kendine bu iş

Ama dokundu Kiraz ona. İzi kaldı. İzi. İz… Yatak toplanacak birazdan.

için. Annesini ünledi: “Anne bana Hasibe'yi bulsana.”

Düğün var. Akşama. Sızı… Dokuz sene bekledi Kiraz. Dokuz sene

- “Hasibe hafta sonu köye gider, kaynanasına; ama belki düğün var

bekledi, dokuz sene evvel reddettiği “Gönül” avuntusunu almak için.

diye gitmemiştir bu hafta.” Evdeydi Hasibe, düğün var diye nitekim.

Avunacak mısın Kiraz? Gerçekten avunacak mısın? Uyanma Kiraz. Hiç

Boylu boslu, güzel Hasibe'ye acımasız davranmıştı zaman; eskiden

uyanma. Yatak hep dağınık kalsın, kokun hep üstümde.

kan fışkıran sağlıklı yüzüne, hastalıklı bir beyazlık gelmişti; ufalmış,

- “Ne zaman kalktın Gönül?”

minnacık kalmıştı. Beş çocuğu vardı, altıncının haberini geçen ay

- “Biraz önce.”

almıştı. Mutluyum allaha şükür diyordu, çok sevindim Kiraz'a, yazık

- “Dün söylemeyi unuttum ne güzel olmuş ahret çiçeği.”

kardeşlerinin çocuklarına nasıl bakardı gözleri dolu dolu. Gönül'ün

- “Ahret.”

annesi çıkıştı Hasibe'ye:

- “Bu geceyi unutma Gönül.”

- “İstese evlenirdi o, isteyeni olmadığından mı evlenmedi sanki; gönlü

- “Zaten unutamam ki.”

düşmedi kimseye ne yapsın?”

- “Sen inanmazsın bilirim, deli

- “Gönül İstanbul gibi yerdeydi, gönlü düşmemiş kimseye varmamış,

saçması çocukça bulursun;

o olur da, köylük yer sayılır burası; her evlenen gönlü düştü diye mi

ama

evleniyor sanki. Yaşı gelen gider Emine abla.”

söyleyeceğim; ben seni

- “Yok yedirmem Kiraz'ın hakkını, hepinizden güzeldi Kiraz, hâlâ da

hep sevdim Gönül, hep

ben

güzeldir. İstanbul'dan bile olduydu isteyeni, ben şahidim.”

de seveceğim.”

Yapma menekşeler, papatyalar buldurdu Gönül Hasibe'ye. Ne çok

- “………”

severdi Kiraz papatyaları. Bahar geldi mi okul yolu papatyalarla,

- “Gönül.”

menekşelerle bezenirdi. Sen papatya ol ben de menekşe olayım derdi

- “Kiraz.”

Kiraz. İyi güzel, çiçekler bulunmuştu da, peki bu çiçekleri nerede ve

-

nasıl birleştirecekti? Tavan arasına çıktı; ailenin şahsi müzesiydi

adama.

burası bir nevi, ne ararsan bulunurdu. Kendi kolilerinin yanına gidip

uyanmadan.”

“Gitme

de

gene

de

gitmeyeyim

Ka ç a l ı m

o

gidelim

kimse

oturdu; okul önlüğü, kurdeleleri, ders kitapları, ilk sutyeni, bez

- “Eşyalarını toplamakla vakit kaybetme.

bebekleri, sahip olduğu ne kadar şey varsa bu evden gidene kadar,

Hemen

hepsi bu kutulardaydı. Cam gazoz şişelerine mum damlatılarak

uyanmadan. Seni nasıl sevdiğime ikna

çıkalım

şu

evden

yapılmış vazolar ilişti gözüne; bu vazoları birlikte yapmışlardı Kiraz'la;

etmek istemiyorum kimseyi.

okulda

Tabii senin dışında.”

elişi

dersinde

öğrenmişlerdi

bunlardan

yapmayı;

çok

sevmişlerdi bu işi; günlerce gazoz şişesi toplamış, kapının önünde

ahali

49


l-hikâye

zincirleme

süsem aslan susemaslan@gmail.com

Selvinaz, o gün de bir önceki gün gibi, yarın

işe yaramayan, kendini kaldıramadığı için babasının boynunu eğen

yaşayan ve işine otobüsle giden herkes gibi

pipisinden utandı. Aslanı'nın karartısını, gözünden uzakta istedi.

kırk beş dakika sendromu yaşıyordu. İş

Kovmasaydı, elinden bir kaza çıkacaktı. Dünyaya getirdiği gibi

yerine gitmek için aktarmalı otobüse güç bela

dünyadan da gönderebilirdi. Bu onun hakkıydı… Babası, babasının

bindi… Elbette seçeneksiz değildi, kimse ona

ismini geri istedi, ona o verdiği için almaya hakkı olduğu her şey

elin adamlarıyla yapış yapış git demedi. Bir

gibi ismini de istedi ondan. Bu yüzden Aslan, Okşan oldu… Kırk

buçuk milyon lira daha verip halk otobüsüyle

defa söylenirse olacak gibi geldi, sevilip, tiksinilmemek için,

ya da dolmuşla da gidebilirdi. Ama hesap

içindeki çocukla birlikte, içindeki kadın içinde okşanmak, sevilmek

basitti kırk beş dakika ile aktarmalı giderse günlük bir buçuk

istedi. En kadından daha kadın olsun diye pipisini en dibinden

liradan ayda 45 lira kar ediyordu, bir de bunun gelişi var 90 lira,

kestirdi. En kadından daha kadın olsun diye memelerini en

yevmiyesi 60 lira olan bir işçi için göz önünde bulundurulması

büyüğünden, en dikinden yaptırdı.

gereken bir durumdu. Otobüse binince sırtını sağlama alacağı bir

Okşan prova odasına geçtiğinde, bedenini göstermek, gurur

kadın aradı gözleri, arkasını hemcinsine döndü. Akıllı kadındı

duymak, güzelliğini sergilemek için çırılçıplak kalırdı. Bizim Meloş

Selvinaz… Kendini, değiştiremediği koşullarda yaşamaya adapte

iyi kadındı, onun sonradan olan kadınlığını hiç ima etmezdi.

ederdi. Madem otobüste ayakta gitmenin hesabını devlete

Okşan'ın bedeni okşanmazsa kıymetli bir müşterisi eksik olurdu.

soramıyor, arkasına geçip sürtünen adamların zihniyetini

Okşan Haute couture elbisesini giydi, açtırdı paravanın perdesini

değiştiremiyor o da sırtını hemcinsine verirdi.

50

uzaktan sevmeyi de bıraktı… Özlemle beklediği pipili çocuğunun;

olacağı gibi sabah erkenden kalktı. Ankara'da

salına salına yürüdü, bekleyen götü göbeği bir birine karışmış

Melahat Hanım'ın yani bizim Meloş'un kulağı kapıdaydı,

kadınlara gösterdi dişiliğini, düşündürdü onlara dişisizliklerini…

Selvinaz'ı bekliyordu. Kahvaltı masasını kaldırmamıştı

Ayşe Hanım boş durmadı “Şekerim ne güzel oldun.” dedi. Okşan

henüz, Allah için iyi kadındır bizim Meloş, kahvaltı

mutlu mesut çıktı modaevinden, aradı sevgilisi Talat'ı. “Akşama

etmesine müsaade ederdi Selvinaz'ın. Selvinaz

geliyor musun kocacığım dedi” Talat ayarı verdi “Duyan olur

modaevine gelip işine başladı… Selvinaz, neler

sus" dedi… "Akşam geliyorum" dedi.

neler görmüştü burada o kocasının yanında

Okşan ile Ayşe'nin arasında göbek bağına benzer bir bağ

bile aydınlıkta soyunamazken, buraya

vardı, Talat'a ait bir bağ… Ayşe Hanım geçti Meloş'un

gelen kadınlar çırılçıplak kalıyordu da

karşısına, erkeğe mi kadına mı ait olduğu belli

hiç utanmıyordu. Meloş, “Ortalığı topla da kalıp çıkar”

olmayan bedenini soydu. Yaratanın, yarattığına mekân olsun diye yarattığı rahmini zamanında

dedi.

çok kullanmıştı. Küçük Ayşeler, küçük Talatlar

Haute couture Meloş… Kişiye özel

peydahladı o rahimden. Kocasının evde geçirmediği

dikerdi. Tam bedenine uyacak, kalıp

günlerin, iş toplantılarına diye gelmediği akşam

gibi oturacak, bir başka kimsede

yemeklerinin, iş gezisi diye gittiği Tayland'ın bedeli

olmayan elbiseler dikerdi. Bedenleri

olan sus payı paraları, o da sevilmeyen bedenine

örterdi, kusurlarını gizlerdi. Bugün özel bir

kıyafetlere, öpülmeyen boynuna mücevherlere

müşterisinin provası vardı. Sizler bu özel müşteriyi Okşan Özübir olarak tanırsınız. Ama babası ona babasının ismi Aslan'ı koymuştu. Er kişi, yiğit kişi olsun, soyunu sürdürsün, adını yaşatsın

harcadı. Güzel kıyafetler, ışıldayan mücevherlerle Talat onu sever zannetti. Filmlerdeki gibi elini beline dolar, saçını kavrar, dudaklarına yumulur zannetti… Ayşe hanımın en işe yarayan yeri bir zamanlar elleriydi, gâvurun kızı çok güzel mantı

istemişti, bir evin bir oğlunun doğumuna

sıkar, dolma sarardı. Talat'ın göbeğinin suçlusu hep

teşekkürdü, kestiği kurban… Ağa adamdı

Ayşe'nin elleriydi. Yumruğunu sıkmayan, masaya

babası, çoban köpeği yetiştirmeyi iyi bilirdi. Bilirdi ki köpeğin başını okşarsa, sevip şımartırsa köpek yavşak olur, yumuşak olurdu. Köpeğini yetiştirir gibi yetiştirdi oğlunu, uzaktan sevdi. Ve bir gün geldi Aslan'ının aslan olmadığını anladı, soyunun devamı

vurmayan elleri, doymayan nefsi, görüp de görmezden gelen gözleri… Talat hep iştahlı bir adamdı... Midesini doyurdu ama yetmedi, bir erkeğin karısının bedeninden istemeye yüzünün kızaracağı istekleri vardı Talat'ın. *** Okşan kapısını açtı, “Hoş geldin kocacığım"

olan bacaklarının arasındaki o

dedi, öptü Talat'ı… Talat, Okşan'ın bedeninde

lütfün Aslan'ın utandığı bir et

hissetti erkekliğini, Okşan Talat'la hissettiğinin

olduğunu anladı. İşte o gün

kadınlığı olup olmadığını bilemedi…


kütüphane

salih canova koygocuren@gmail.com

keditörün kitabı

kitaplık Snuff

Stonewall İsyanı

Chuck Palahniuk Ayrıntı, Roman 600 kişi sırayla bir porno yıldızına tecavüz ediyor ve birileri bunu videoya kaydediyor. Dövüş Kulübü'nün yazarı, yine bir "beden" öyküsü etrafında cinselliği, tiksintiyi, pornografiyi, görmeyi, görülmeyi sorguluyor.

Martin Dyberman Agora Kitaplığı, Roman

28 Haziran 1969. New York her zamanki gecelerinden birini yaşarken Stonewall Inn adlı eşcinsel barına yapılan "rutin" polis baskınında elindeki bira şişesini polislerin

Görgü Tanığı İncir

kafasına atan Marcha P. Johnson, bu şişenin dünyanın tüm

Jody Shields Can, Roman Freud'un ünlü hastası Dora'yla ilgili notlarından hareketle yazılmış bir roman. Ama tek farkla; Dora bu sefer intihar etmiyor, öldürülüyor!

eşcinsellerine özgürlük getirecek bir kıvılcımı ateşleyen fitil olacağını bilebilir miydi? Eşcinsel hareket için bir milat olarak kabul edilebilecek bu baskın sonrasında New York sokaklarına akın ederek "artık yeter" diyenlerin isyanını bizzat "isyancı"ların tanıklıkları eşliğinde derinlemesine bir

Kâfir Ayaan Hirsi Ali Altın Kitaplar, Roman Somalili feminist Hirsi Ali'nin insan hakları mücadelesinin iki yüzü. Müslüman Kardeşler'den radikal İslamcılar tarafından öldürülen Teo Van Gogh'a, farklı uçlarda farklı yaşamlar.

analizle sunan Martin Duberman 'Stonewall İsyanı'nda benzer sorulara yanıt ararken, insanlık tarihinden -pek önemsenmeyen- ama oldukça önemli bir kesiti de tüm yönleriyle okura sunuyor. Duberman eşcinsel özgürlük mücadelesinin ilk dönemlerinde yer alan altı kişinin tanıklıkları eşliğinde eşcinsel hareketin miladına ışık tutmaya çalışırken, sadece Stonewall İsyanı ile sınırlı kalmayarak, bu isyan sonrasında başta

Tutkal

Amerika olmak üzere tüm dünyada yaşanan eşcinsel

Irvine Welsh Sel, Roman Transpotting'ten sonra, Welsh'ten kırk yıla yayılan yeni bir yeraltı öyküsü. Herkes ihanet edebilir ve herkes affedilmek ister...

özgürlük hareketinin tarihsel gelişimini, hareketin geçirdiği evreleri, görüş ayrılıklarını, farklı özgürlük tanımlarını da okuruna sunmaya çalışıyor.

Middlesex

Duberman'ın bu çalışması eşcinsel hareketin tarihi ile

Jeffrey Eugenides İnkılap, Roman Bursa'dan Detroit'e çiftcinsiyetli, çiftkültürlü bir yolculuk. Hiçbir şey, asla, sadece o şey değildir!

tartışmasız

ilgili çok kısıtlı kaynağa sahip olan Türkçe okuru için de bir

kaynak

olmaya

aday.

Stonewall

İsyanı'nın 40. yılı şerefine!

San Francisco'daki hareket için önemli dönüm noktalarından biri, 1964 yılının Noel arifesinde yaşandı. Aynı yılın Mayıs ayında eşcinsel eylemcilerle ilerici Protestan rahipler arasında yapılan dört günlük bir konferans, Din ve Homoseksüeller Konseyi'nin kurulmasına zemin hazırlamıştı. Yeni derneğin ismini yaymak ve dernek fonlarını arttırmak için, Polk Sokağı'ndaki California Hall'da bir Noel dansı düzenleneceği duyuruldu. Polis, kadın kılığında gelen herkesin, diğer katılımcılar tarafından görülmemesi için anında salonun arkasına alınması koşuluyla danslı toplantıya izin verdi. Fakat dansın yapıldığı gece, resmi kıyafetlerle gelen eşcinsel erkek ve lezbiyenler, polis fotoğrafçılarıyla dolu bir kalabalığın arasından geçmek zorunda olduklarını gördüler. Sonrasındaysa, polis müfettişleri yaklaşık yirmi dakikalık aralıklarla, yangın kontrolü yapmak veya içki ruhsatını görmek gibi bahanelerle California Hall'a girdiler. Bir saat kadar sonra, polisin salona girme hakkına meydan okununca (bir adam polise "Davetiyeniz var mı?" diye sormuştu), itiş kakış yaşandı ve davetlilerden bir kısmı tutuklandı. Ertesi gün, öfkeden köpüren rahipler, bir basın toplantısı düzenleyerek polisi kınadılar-ve San Francisco Chronicle olayları ilk sayfadan bildirdi. Vaka mahkemeye taşındığında, mahkemeye başkanlık eden yargıç, eşcinsel sanıklara yöneltilen bütün suçlamaları düşürerek, polise görevi ihmal konulu bir nutuk attı. California Hall'da yaşananlar, birçok bakımdan bir dönüm noktası taşıyordu: Heteroseksüel rahipler eşcinselleri kınamak yerine insanlıklarını savunmak adına seslerini yükseltmişlerdi; mahkemeler homoseksüellerden yana çıkmıştı; eşcinselleri hırpalamak doğal hakkıymış gibi davranan polis azarlanmış ve kısıtlanmıştı; eşcinsel eylemciler, açık ve örgütlü başkaldırının olumlu sonuçlar doğurabildiğine dair çok önemli bir ders almışlardı. Yani, Din ve Homoseksüeller Konseyi'ne öncülük eden rahip Ted McIlvenna'nın (eşcinsel özgürlük hareketinin tamamen Stonewall'culara ve onları takip edenlere atfedilmesinin ardından) yaptığı, "Harvey Milkler ve onun yanındaki insanlar hareketin liderleriydi" açıklamasında bir haklılık payı vardı. (sayfa; 124-125)

51


yüz yüze

“kuyuya bir taş attım” Uğur Ziya Şimşek. 28 yaşında, hukuk öğretmeni ve yazar. “Hayata şanssız bir merhabayla başlayıp, patikada koşmaya çalışan biri” olarak tanımlıyor kendini. Daha önce 'Cin Tarikatı' ve 'Fener Işığında Aşk' adlı kitapları yayımlanan Şimşek'le yeni kitabı 'Kıyıdakiler'i konuştuk. barış sulu

52

'Kıyıdakiler' eşcinsel, fetişist, sado&mazo kahramanların

de ezilmişliktir, bağlanmaktır, körü körüne güvenmektir. Murat'ın

öykülerinden oluşuyor. Bunları bir araya getirme fikri nasıl

durumu bu. Murat'ın hayat hikayesini dinlediğimde ilk düşündüğüm

doğdu?

şey 'ne kadar da salak' olduğuydu. Bir insan kendini bu kadar da

Toplumun dışladığı cinsel kimlikleri ön plana aldım. Bir eşcinsel bir

kullandırmamalı, dedim. Sohbetlerimiz uzadıkça gördüm ki ilişkisi

fetişistten her ne kadar faklıysa da toplumun uyguladığı baskıda

haricinde birçok konuda oldukça mantıklı biri ve bazen baskın bir

ortak bir paydada buluşabiliyorlar. Cinsel kimliklerdeki farklılıklara

karakter. (Askerde kendisine bilinçli olarak zor nöbet saatlerini yazan

hoşgörüyle bakamayan birey “Yahu bunların alayı sapık!” diyerek işin

yazıcıyı dövmesi veya haksız yere onu bardan çıkarmak isteyen

içinden çıkıyor. Eşcinsel, fetişist veya sadist mazoşistleri ortak nokta

emniyet güçlerine karşı hakkını araması ve direnmesi gibi.)

olan 'dışlanmışlık'ta buluşturan toplumun kendisi. Yazar olarak bu

Kendisine de söyledim, “Seni ilk dinlediğimde salak olduğunu

karakterleri bir kitapta toplama fikri, toplumun hoşgörüsüz bakış

düşünmüştüm ama şimdi salakça aşık olduğunu görüyorum” dedim.

açısıyla zaten önüme sunuluyor. Bana kalan ise kalemi oynatmak.

Gülümsedi ve iç geçirip sigarasından derin bir nefes aldı.

Nasıl tepkiler geliyor?

Eşcinsel kahramanları da “aktif” ve “pasif” sıfatlarıyla

Son derece olumlu ve son derece olumsuz. Uçlarda tepkiler alıyorum.

tanıtıyorsunuz…

Ancak şunu bir kez daha anladım ki Anadolu insanı gerçekten de

Aktif ve pasif kavramlarını kullanmak konusunda özel bir arzum yok.

hoşgörü kapasitesi mevcut bir halk. Yeter ki doğru tekniklerle,

Ancak ifade ettiği şeyler var. “Aktif gey” veya “pasif gey” dendiği

düzgün bir şekilde meramımızı anlatalım.

zaman insanların aklında bir şeyler oluşuyor. İşte bu oluşan 'şey'i

Kitaptaki

eşcinsel

karşılayacak yeni bir kavram bulunmadıkça bu kavramlar ister

yapılan

istemez kullanılacak.

olduğu

Murat için

karakteri

kendisine

haksızlıklara karşı koyamıyor, yardım almaya

gittiğinde

bile

kimliğini

açıklamaya çekiniyor, hatta açıklamıyor. Bu kitabı okuyan birçok eşcinselin “Evet bunlar benim de başıma geliyor, o nedenle

sonsuza

saklanmalıyım gizli

gizli

ve

kadar

cinselliğimi

yaşamalıyım”

diyebileceklerini

düşündünüz

mü?

Türkiye'de

cinsellik

konuşulmuyor,

konuşunca

etiketleniyorsunuz, dışlanıyorsunuz ama sanal alemde tüm bu birikenleri kusma çabası içinde insanlar. Sizce cinselliği bastırmakla ne elde ediyor bu ülke? Toplumsal bir cinnetten söz edebilir miyiz? Cinsellikle ilgili ciddi bir bilgi zafiyeti var. Konu eşcinsellik olunca hiçbir bilgi yok desek yeridir. Lezbiyenlik erkek egemen bakış açısıyla gülümseten bir fantezinin ötesine geçemezken geyliğin durumu daha

Bu konuda çok fazla bir inisiyatif kullanmadım.

Çünkü

Murat

gerçek bir karakter. Öğretmenlik mesleği,

“kalıplaşmış düşüncelere dinamit yerleştirdim”

aile

ilişkileri,

erkek

arkadaşı ile olan problemleri ve kitapta anlattığım hadiseler yaşanmış şeyler. Dışarıdan baktığımız zaman ezik bir karakter çizgisi var ancak bu eziklik eşcinsel olmasından ziyade aşık olması ile ilintili. Aşk, bir yönüyle

söyleşinin devamı ve daha fazlası için: kaosgl.org

kötü. Penis hastası, gördüğü erkeğin üstüne atlayan, üzülmeyen, seçim yapmayan, duyguları olmayan, sapıklar olarak görülüyor. Tabi bu yorum toplumun genelini kapsamasa da ciddi bir ağırlığı kapsadığı su götürmez bir gerçek. İnsanların eşcinsellere olan bakışındaki olumsuzluk temel olarak bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Topluma, geylerin de aşık olabileceği, namus kavramları olduğu ve her gördükleri erkekten hoşlanmak zorunda olmadığı anlatılmalı. Ben 'Kıyıdakiler' ile elimden geldiğince kalıplaşmış düşüncelere bir dinamit yerleştirmeye çalıştım. Tabi bu kaygıları güderken bir yandan da keyifli, sürükleyici ve esprili bir anlatım oturtmayı hedefledim.


bozuk plak

bawer çakır bawer@kaosgl.org

kraliçe başkan törkiyaspor şampiyon! sezen aksu / deniz yıldızı türkiye'nin 'ortak' şuuru, herkesin üstünde ortaklaştığı neredeyse tek isim, pop müziğin türkiyeli kraliçesi sandığından günlüğünü çıkardı, sezen müritleri, albümü çıkar çıkmaz listelerin tepesine kondurdu. “13 şarkı” desem, “bunların üçü hareketli ama öyle “hobarey” kıvamında değil” desem, “yemeğin en kıymetli baharatlarını arto tunç atmış” desem, onno tunç'un piyanosuyla albümde yer aldığını söylesem… üç nokta cümlenin bitmeyeceği anlamına geliyor bildiğiniz gibi. yaşadığımız ülkenin siyasal karmaşasının da kendine yer bulduğu albümde ilk kulak kesildiğim şarkı, namı kendinden önce gelen “güvercin” oldu. 'ruhunun güvercin tedirginliğiyle' soğuk bir kaldırıma düşen gazeteci-yazar-ve “çok şey” hrant dink için dökülmüş dizeleriyle “beklenildiği” gibi sarsıyor bünyeyi: “bir daha yazar mı kalem kanaya kanaya? kağıdı da kan tutar, ağaç değil mi soyu? ağla, doyasıya ağla! aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu…”. ardından “roman” geliyor. dink'i vuranları/katledenleri lanetleyen kraliçe, bu kez perhize lahana turşusuyla müdahale ediyor: “tak tak tak tak vursunlar beni koparıp yalnıza koysunlar beni…”. sonra “şehit”, “kutsal”, “vatan sağolsun”larla heba edilen askerin ardından ağlıyor sezen: “memet daha çok küçüksün memet, insan soyu böyle en nihayet, öteki de sen, beriki de sen kendini de, bizi de, dünyayı da affet…”. ergenekon iddianamesinde veli küçük tarafından “fişlenen” sezen, kendi çapında politika yapmaya devam ediyor. ediyor da ediyor… sızılı, acılı, hüzünlü, alkolle alınması tehlikeli bir albüm çıkıyor ortaya. ancak başka bir yerden dinleyince de sezen aksu'yu “ortak şuur” olmak ya da kraliçeliğin kesmediğini düşündürtüyor. zira her görüşe, her gruba bir şarkı mantığıyla sanki bir dahaki seçimlerde cumhurbaşkanlığının da üstünde bir mevki istiyor. ama bilmiyor ki şarkılarıyla büyüyen nesil/lerin kalbinde, aklında “tüm zamanların 'en'i”. sezencileri ihya edecek, sezen'den yeni bir şey bekleyenleri çok da tatmin etmeyecek bir albüm neticede. ben desem de demesem de çoktan dinlendi, hatmedildi bile, değil mi?

aşklar flu, biz netiz: viva la ajda!

kupa üçlüsü

ajda pekkan / aynen öyle türkiye popüler müziğinin yıllandıkça güzelleşen şarabı süperstar ajda pekkan “güme giden” 'cool kadın' albümünün üzerinden iki yıl geçtikten sonra, kuraklıktan çatlayan popüler müzik sahnesine “aynen öyle” adlı 'yenisini' düşürüverdi. en son “vitrin” ve “amazon”la kulüplerde tepinirken bıraktığımız ajda'nın, sazı aynı yerden eline aldığı albüm küresel ısınan dünyamıza 'vaha' oldu. günlerdir her yerde, her fırsatta havalı havalı “aynen öyle, aynen öyle” diyoruz… dokuz şarkı ve bir remiksin 'voltran'ı oluşturduğu albümün ilk yıldızları albüme ismini veren şarkı ve “flu gibi”. “aynen öyle” starın gırtlak nameleriyle devleştiği, 2008 yazının hiç şüphesiz ki bir numarası oldu/olmaya da devam edecek gibi… “flu gibi” ise yine ajda'nın muhteşem sesiyle hüzünlü bir dans şarkısı ve aynen öyle'yle birlikte eş zamanlı zirve ortağı oldu. ajda'nın şehrazat'la birlikte kotardığı/şakıdığı albümde “sarıl bana”yı

coldplay / viva la diva or death and all his friends britanyalı dörtlünün frida kahlo'nun tablosundan etkilendiği albümü. çıkar çıkmaz en çok satan albüm oldu bile…

pinhani / zaman beklemez

özleyenlere “can gidiyor”, evropalı ajda'yı özleyenlere de

kendi halinde bir grupken, bir dizi

“strech me up” var. “ay ne bu şarkı” demeyin, albümü

sayesinde fenomene dönüşen pinhani'nin,

alın, dinleyin. zira 'aynen öyle' bir kere dinleyip kenara

güzelliğinin ardında dizi'nin olmadığını

koyacağınız sığ sularda değil, dev dalgaların vurduğu

gösteren albümü. “düğün dernek” favorim.

kıyılar gibi vazgeçilmez bir albüm olmuş. oh diyorum,

yüksek sadakat / katil & maktul

şükür diyorum, iyi ki ajda var diyorum. yoksa ne

“belki üstümüzden bir kuş geçer”le buz

küresel küresel dünya çekilirdi, ne de sıkıcı törkiya

dağının altını merak etmemize neden olan

popüler müziği… viva la diva! (diva'yı vida, yani

topluluğun, yeni solistleriyle kaydettikleri

'yaşam' olarak da okuyun lütfen)

ikinci albümleri “ilki gibi” arşivlik.

53


FOTOHIKÂYE

fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz

I. Zorladım tüm dokularını tüm hayatın.

II. Kusursuz öpüşler çaldım,

VIII. Dudaklarım...

VII. Ne kadar keskin bu bıçak, ne kadar keskin bu yollar, ne kadar keskin bu dudaklar.

VI. Gideceksen, dudaklarımı bıçakla kes, gideceksen.

XII. Baskı değil, kopyası yok, sadece aslı bende.

XIII. Anlam veremediğim tırnak yarası kadar küçük ama büyük acı...

XIV.

Uçurumun kıyısında ikimizi düşlerken, fotoğrafların yanıyor sırtım da.


IV. ilmik ilmik seni ördüm. III. her bir öpücük için bir ceylan kalbi söktüm

V.

kapıdan çıkarsan benim kalbimi sökeceksin.

IX. Kanımı emerken öleceğim, dudaklarını ısırarak öleceğim, bu yollarda öleceğim.

X.

Ruhumun bunalımı, bedenimin arzuları sanki hiç geçmeyecek sanırdım.

XI. Düşüşteyim işte gidilmez...

kayıp peruklar hakan aydoğan hakanaydogan666@hotmail.com

XV. Bir dilek ağacıyla kalbimi sunarak,

XVI. bir düşle geliyormuş gibi.


yüz yüze

“fotoğraflarım beni anlatıyor” Bob van Rooijen 24 yaşında, Hollandalı bir fotoğraf sanatçısı. Çok küçük yaşlarda tanıştığı eşcinselliği fotoğraflarına da yansıyor. Halen yürüttüğü “Gender Bending” projesiyle farklılığımızın kötü bir şey olmadığını, aksine özel olduğumuzu söylüyor. Dünyanın da farklılıklarla yaşanır bir yer olduğunu savunan van Rooijen'le kahvelerimizi yudumlarken, çocukluğundan bugüne geçtiği yolları, kışkırtıcı fotoğraflarını ve rüyasını konuştuk.

Bob van Rooijen kimdir? Bize kendini anlatır mısın?

seviyordum ama son sene, iki ülke arasında gidip gelmekten çok

Hollanda'nın merkezinde, Amsterdam'a yarım saat uzaklıkta bir

yoruldum ve Hollanda'ya geri döndüm. Önce Hollanda Kraliyet

kasabada doğdum ve büyüdüm. Her ne kadar, çok mutlu bir

Akademisi'nde Fotoğraf okumaya başladım.

çocukluk

56

ipek mihraç sur

geçirsem

de

kendimi

hiçbir

zaman

oraya

ait

Eşcinselliğinle barışıp ailenin yanına dönmek zor olmadı mı?

hissedemedim. Bu nedenle, liseden sonra yurt dışında okumaya

Hayır. Döndükten birkaç ay sonra aileme gey olduğumu söyledim.

karar verdim ve İngiltere'ye sanat okumaya gittim. Hayatımda ilk

Çok normal karşıladılar. Büyük bir rahatlamaydı benim için tabi ki.

defa bu kadar açık fikirli insanlarla tanışıp gey olmanın çok büyük bir

Ve sonra…

olay olmadığını gördüm. Sonunda kutumdan çıkmaya karar verdim

İki sene Utrecht'te yaşadıktan sonra Amsterdam'a taşındım.

ve gey olduğumu önce arkadaşlarımla paylaştım.

Hayatımda hiçbir zaman kendimi bu kadar evimde hissetmemiştim.

Kendini “farklı” hissettiğin oldu mu?

Amsterdam'ı gerçekten çok sevdim. Her günü zevkle yaşıyordum;

Elbette. Eşcinsel bir erkek olarak küçük yaştan itibaren birçok

insanları, sokakları, barları, parkları… Benim için Amsterdam “evim”

önyargıyla karşılaştım. Başlarda neden diğer insanlardan farklı

dediğim yer oldu. Bunda cinsel kimliğimi özgürce yaşayabilmem de

olduğumu anlamamıştım. Ergenlik dönemimde bu farkı ve hislerimi

etkili oldu tabii.

daha iyi anladım. Ama yine de neden diğer insanlardan farklı

Eşcinselliğin fotoğraflarına nasıl yansıdı?

olmalıydım? Oysa eşcinsel olmak, erkek veya kadın, sarışın veya

Birkaç

kumral olarak dünyaya gelmekle aynı şey.

Komisyondakilere

ay

önce

bir

için

işlerim

portfolyo

hakkında

görüşmesine

bilgi

verirken,

gittim. aslında

Fotoğraf ne zaman girdi hayatına?

portfolyomun beni ne kadar anlattığını fark ettim. Fotoğraf

İngiltere'de yaklaşık üç sene kaldım. Öğrencilik hayatını çok

okuduğum sırada kendimi keşfettim ve daha iyi tanıdım. Sadece şans eseri eşcinsel doğmuş bir adam ve her zaman gülmeye açık. İşlerinle bir şeyleri değiştirebileceğini düşündün mü hiç? İşlerimde benim gibi insanların tüm dünyaca kabul edilmesini hedefliyorum. Farklı olmanın aslında özel olmak demek olduğunu anlamalarını istiyorum insanların. Eğer hepimiz aynı olsaydık dünya çok sıkıcı bir yer haline dönüşürdü. Bizler sanki dünyayı daha enteresan bir yer haline getiriyoruz. Anlayamadığım tek şey neden biz

eşcinsellerin,

transeksüellerin

önyargılar

olmadan

yaşayamadığı… Neden herkese kim olduğumuzu göstermeyelim? Neden hepimiz mutlu bir şekilde, eşit yaşayamayalım? İşlerin Hollanda dışında sergilendi mi? Henüz değil; ama dünyayı tanımak ve daha çok yere gitmek istiyorum işlerimle. Zaman henüz orda değil benim için. Homofobik saldırılarla karşılaşıyor musun? Yaşadığım yerden dolayı hayır. Ama bu hiç olmuyor anlamına gelmemeli. Amsterdam gibi bir şehirde bile eşcinseller sözlü ve fiziksel tacize maruz kalabiliyorlar. Yani bunun yer ve haritayla değil, düşünce yapısıyla alakası var. Ve son bir soru: Sence özgür bir dünya mümkün mü? Tıpkı Martin Luther King gibi benim de bir rüyam var: İnsanların birbirini yargılamadığı bir dünya… Eşcinsel olmanın, karakter olarak kim olduğunla hiçbir ilgisi yok, bu sadece cinsel benliğin. Peki öyleyse neden bu kadar büyük bir probleme dönüştürülüyor? Umarım 100 yıla kadar insanlar heteroseksüel oldukları için kutularından çıkmaya çalışırlar. (Gülüyor) “Anne, baba, size bir şey söylemek zorundayım: 'Ben heteroseksüelim.'” Düşünsenize ne kadar enteresan olurdu. Ben sadece, insanların, söyleyeceklerini söylemeden veya yapmadan önce iki kere düşünmelerini istiyorum. www.bobvanrooijen.com


baz覺lar覺 kaos gl sever

1 y覺ll覺k abonelik sadece

45 YTL

abone@kaosgl.org


HIV/AIDS bir suç değil, hastalıktır. Sevgi vererek, dostluk göstererek, el sıkışarak ya da gülümseyerek bulaşmaz.

HIV sarılmakla, öpüşmekle, bulaşmaz. İnsanları AIDS değil cehalet öldürür.

Pozitif Negatif Yaklaşımlar Yapımcı ve Proje Koordinatörü: Kenan Bahadır Derre Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu Makyaj: MAC Stüdyo: boom


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.