KaosGLD104

Page 1

5 TL Ocak-Şubat 2009

LGBT Kültür/Yaşam Dergisi

104

MURATHAN

MUNGAN

çavuşun

sırrı türkülerle

isyan

KARDEŞ TÜRKÜLER dosya:

TAŞRA

,

ahlakınız,

batsın

DİLEK’İN ARDINDAN

ZEYNEP CASALINI inadına sevişmeliyiz


LGBT Hakları Platformu Basın Açıklaması 12 Kasım 2008, Ankara Üzüntü ve öfke içindeyiz. Üzüntü içindeyiz çünkü bir arkadaşımız daha heteroseksist nefretin kurbanı oldu ve öldürüldü.

12 Kasım, Ankara

10 Kasım akşamı kafasına pompalı tüfek ile ateş edilerek saldırıya uğrayan transeksüel Dilek İnce dün 11 Kasım'da aramızdan ayrıldı. Öfke içindeyiz çünkü bugün buraya mezarlıktan geliyoruz. Öfke içindeyiz çünkü sırada hangi gey veya transeksüel arkadaşımız var bilemiyoruz. Transeksüel Dilek İnce'yi başkentte pompalı tüfek ile vurarak kimler öldürdü ve katilleri bulunacak mı?

15 Kasım, İzmir

Gey Ahmet Yıldız'ı silahla tarayarak kimler öldürdü ve İstanbul polisi katilleri neden hâlâ bulmadı? Adıyaman'da gey Ege Tanyürek'i kimler intihara sürükledi? Kaygı ve korku içindeyiz!

15 Kasım, İstanbul

Sayın Başbakan'a soruyoruz, eşcinsel ve transeksüeller vatandaş değil mi? Vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmak suç değil mi? Soruyoruz, polis katilleri bulacak mı? Savcılar ve hâkimler “ağır tahrik indirimi” ile katilleri salıvermekten vazgeçecek mi?

15 Kasım, İstanbul

Soruyoruz, can güvenliğimizi ve yaşam hakkımızı kim koruyacak? Kaygı ve korku içindeyiz çünkü Başbakan'ın sabrı taşan vatandaşları daha kaç eşcinsel ve transeksüelin canına kastedecek bilmiyoruz. Sayın Başbakan, kaygı ve korku salarak mı adil ve huzurlu bir toplum yaratacak merak ediyoruz. 18 Kasım, Amsterdam

Biz değişmeyeceğiz, siz alışacaksınız! Kapılarınızı çaldık, çığlıklar attık, kefenler giydik, oyun oynadığımızı mı sanıyorsunuz? Sırf eşcinseliz diye, sırf transeksüeliz diye canımıza kastediliyor, öldürülüyoruz. Adalet arıyoruz, bulamıyoruz.

18 Kasım, Amsterdam

Çok şey değil sadece sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerimizden dolayı öldürülmek istemiyoruz. Homofobik ve transfobik nefreti körükleyerek öldürülmemizi daha ne zamana kadar seyredeceksiniz? Hitler, pembe üçgenlerle damgalayıp topluca öldürdü, yok edemedi. Siz seyredenler, kadın kadına ve erkek erkeğe yaşamak isteyenleri tek tek avlayarak ortadan kaldırabileceğinizi mi zannediyorsunuz? İlan ediyoruz! Eşcinsel ve Transeksüel Cinayetleri Politik Cinayetlerdir Katilleri Biliyoruz! Peşinizi bırakmayacağız. Eşcinsel ve transeksüel kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın!

20 Kasım, Ankara


Kaos GL’den

a Sahibi erneği adın y Kaos GL D Burcu Erso oyaburcu@

kaosgl.org

ürü ve zı İşleri Müd Sorumlu Ya Yayın Yönetmeni Genel l Uğur Yükse

taşra neresi?

l.org

ugur@kaosg

u Yayın Kurul Safoğlu, n a yk A , l o Ali Er Bawer Çakır Barış Sulu, Kılıçkaya, se Bu , y o Burcu Ers in Öztop, ev N r, na Çı Esra ih Canova, l a S n, lka a Pelin K ü ne r ra, Umut G Serap Akçu şmanları Hukuk Danı lan Özsoy, Av. Elif Cey ıldırım, Av. Hakan Y dın, Av. Oya Ay Öz Av. Yasemin si Hazırlık Baskı Önce r Birant Emi

Birkaç yıl önce Ankara'da düzenlenen LGBTT Platformu Toplantıları'nda Türkiyeli eşcinsellerin yaşadığı sorunlara dair ana başlıkları tartışırken, taşrada yaşamak ve çoğu zaman beraberinde gelen taşradan kaçışın eşcinsellerin yaşamında nasıl önemli bir yer tuttuğunu, bir çok eşcinselin yaşadığı kentten, kasabadan, köyden büyük şehirlere ya da merkeze "kaçtığını", taşrasında yaşamak zorunda olanların da kendilerini var edemeden bin bir zorlukla yaşamaya çalıştığını ve bu konuya dair çözümlerin neler olabileceğini konuşmuştuk. Birçoğumuz için "özgürlüğü" getiren bu geri dönüşsüz kaçışlar çoğu zaman yaşamlarımızı sevdiklerimizden uzakta geçirmemize neden olurken eşcinsel varoluşu da metropollerin birkaç caddesine sıkıştırıyordu. Oysa Yusuf Atılgan metinlerinin yalnız ve terli adamları, Konya Ovası'nın

gl.org emir@kaos

hüzünlü oğlan çocukları, Bingöl'de damda birbirlerinin göğüslerine dokunurken ölürcesine

dinatörü Finans Koor o ğlu İsmail Alaca

ürperen küçük kızlar, Kastamonu'nun şekerpancarı tarlalarında birbirlerine homoerotik şakalar

.org

yapan mevsimlik işçileri, Yozgat'ın boğuculuğunda nefes almaya çalışan bir üniversiteli, Antalya-

umlusu Abone Sor l Semih Varo

eden iki genç kızı, kendisi gibi bir eşcinselle ancak 57 yaşındayken karşılaşan ve yarı mahcup

sgl ismail@kao

gl.org abone@kaos

lunanlar Katkıda bu , Cihan, n Ca , şe Ay Alp Güven, Şimsek, m e ğd Çi , aya Çağlar Yerlik a, Eda Kocaoktay, im, Ed ürsoy, Deniz, Devr k, Erdem G Ege Tanyüre , Gözüm Abla, ey n Ö l Ferya Öztürk, ğan, Hikmet Hakan Aydo eyin Derviş, üs H , m e r c Hü amanoğlu, Kürşad Kahr t Özpamuk, ra u M l, Ni ik f Mahmut Şe in Yetkin, ungan, Nesr Algül, Murathan M Pınar, Raşit un, Varol, Toyg ih m Se l, a lan, Seçin Vur eliz Kızılars Y z, Ö in m Yase Casalini er, Zeynep Yıldırım Türk ri Yönetim Ye Kaos GL lvarı 29/12 fa Kemal Bu Gazi Musta ANKARA ay l ı ız K 0 6 4 40 30 03 58 2 . 2 31 0 Telefon: +9 30 62 77 2 . 2 1 3 0 9 + Faks: l.org itor@kaosg g E-posta: ed w.kaosgl.or ww :// tp t h URL: li Abone k ne bedeli o ab ı) ay s llık (6 45 YTL Yurt içi 1 yı eli abone bed ık ıll y 1 ı ış 70 $ Yurt d 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye sfer 45 € or e following th Please, tran to d o ri pe t subscription bank accoun si nişehir Şube Ye ı s a nk Ba 54 Garanti 411 62970 TL Hs. No: : 9089309 USD Hs. No 34 : 90903 EUR Hs. No 0 15 1 ISSN 3025

Kapak Raşit Algül hi Basım Tari 08 26 Aralık 20 Baskı evi Ayrıntı Basım i i B öl g e s ay n a S ze ni 105 İvedik Orga 0. Sok. No: 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 394 55 90 . 2 1 3 0 : on Telef Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli t 2009 Ocak-Şuba isteklerde Tek sayılık önderiniz. g u l u p ta os 5 YTL'lik p ve mültecilere Tutsaklara, erilir. d ön g z i s t re ellere üc HIV+ eşcins

Kaos GL, e Lezbiyen Kaos Gey v e Dayanışma ştırmalar v . Kültürel Ara ği'nin süreli yayınıdır Derne

Demre otobüsünün evden kaçtıkları her hallerinden belli ve birbirine sıkıca sarılarak yolculuk "kadın donu nerede satılır?" diye soran Manisalı çiftçi, Kuşadası'nda sanayi bölgesinde çalışan ve esnafça çok sevilen ama katledilen travesti... Hepsi eşcinsel(di) ve hiçbirinin yaşadığı şehirde bir başka eşcinsele ulaşabilecek bir alanı, kendisi gibi insanlara ulaşabileceği bir park, hamam, dernek, bar ya da kafe yoktu. Fazla uzağa bile gitmeye gerek yok aslında bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi eşcinsellerin kalabalıklara karışarak görece rahat yaşayabildiği şehirlerin varoşlarında yaşayan birçok eşcinsel de aslında büyük şehirlerin taşrasında yapayalnız değiller mi? Kimimiz için özlediğimiz yer, kimimiz için kaçıp kurtulunan bir cehennem olan “Taşra” işte tüm bu nedenlerle bu sayımızın dosya konusu. Taşra'da yaşamanın ne demek olduğunu, taşrada yaşayan eşcinsellerin ne gibi zorluklarla karşılaştığını, yaşadığımız coğrafyanın biz eşcinsellere nefes aldırmayan atmosferinde kimi zaman İstiklal Caddesi'nin bile taşra sayılabileceğini, taşrada örgütlenme olanaklarını ve taşraya ait birçok konuyu tartışmaya açtığımız bu sayımızda; Murathan Mungan ilkgençlik yıllarında izlediği "Çavuşun Sırrı" adlı filmden yola çıkarak taşrayı, Bawer Çakır büyük kentlerin içinde inşa edilen küçük taşraları yazarken, Yeliz Kızılarslan Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'ni farklı bir bakış açısıyla inceliyor. Taşra'da yaşayan eşcinsellerle yapılmış söyleşiler, okurlarımızdan gelen taşra öyküleri ve merkezin dışındaki şehirlerde bulunan LGBTT örgütlerini tanıtan bir yazı da dosya konumuzda okunmayı bekliyorlar. Söyleşilerimizin konukları Zeynep Casalini ve Feryal Öney. Ayrıca Çalışma Hayatı, Aile, Askerlik gibi bölümlerimizde de eşcinseller ve eşcinsel ebeveynleriyle yapılmış söyleşileri okuyabilirsiniz. Birlikte köşemizin konukları ise Serap ve Eda. Kült Filmler, Kütüphane ve Bozuk Plak her sayıda olduğu gibi bu sayıda da filmler, kitaplar ve yeni albümlerle “eşcinsel kültür"ün zenginleşmesine çabalıyor. 10 Kasım'da arabasında katledilen arkadaşımız Dilek İnce ve ölüm haberini çok geç aldığımız Kaos GL Adıyaman muhabirimiz Ege Tanyürek'i anmaya çalıştığımız bu sayımızla birlikte nefret cinayetlerine dikkatleri çekebilmek ve mücadele yöntemleri geliştirebilmek amacıyla gelecek sayıda dosya konusu yapacağımız “Nefret” ve Nefret Cinayetleri'ne dair yazılarınızı şimdiden bekliyoruz. Biliyoruz ki daha fazla eşcinselin öldürülmemesinin yolu yaşayabilenlerin öldürülenleri unutmamasından; ölüme hesap sormasından geçiyor. kaosgl.org'ta düzenlenen anketin sonuçlarına göre en çok oy alan logoyla yenilediğimiz suretimiz bu sayımızla görücüye çıkıyor. Aynı zamanda bugüne kadar Kaos GL'ye büyük emek harcamış editörümüz Uğur Yüksel bu sayıdan itibaren editörümüz değil. Uğur'a tüm Kaos GL yayın kurulu olarak Kaos GL'ye kattığı her şey için sonsuz teşekkür ederiz. Dergi ile ilgili her türlü görüş ve Önerilerinizi dile getirebileceğiniz ve katkılarınızı iletebileceğiniz adresimiz editor@kaosgl.org'a e-postalarınızı bekliyoruz. “Nefret” dosya konulu bir sonraki sayımızda görüşmek üzere. İyi yıllar... Kaos GL

Düzeltme: Kaos GL Dergisi'nin 103. Sayısı, 3. Sayfada yayınlanan '5 binden fazla imza mecliste' başlıklı yazıda dizgi hatası sonucu “Demokratik Toplum Partisi (DTP)”, “Demokratik Türkiye Partisi (DTP)” olarak yayınlanmıştır. Düzeltir, özür dileriz.


içindekiler

08 03 havadis

HÜSEYİN DERVİŞ

LAMBDAİSTANBUL KAPATILAMADI!

34 kibrit kutusu

04 lgbt gündem

EDA KOCAOKTAY

06 havadis

35 ana rahminden çıkış yok!

AHLAKINIZ BATSIN!

14

08 deneme MURATHAN MUNGAN

02

ÇAVUŞUN SIRRI

YELİZ KILIÇARSLAN 36 taşrada bir külkedisi GÖZÜM ABLA 38 bu şehirde sesimi/zi duyan var mı?

12 sunum

ESKİŞEHİR, DİYARBAKIR, İZMİR

YILDIRIM TÜRKER

40 biz

TÜRKİYE'DE OLMAK!

HİKMET ÖZTÜRK

14 köşe-siz KÜRŞAD KAHRAMANOĞLU HIV/AIDS VE GEYLER 16 birlikte

41 askeriye

18

MEHMET OLDUM 42 psikoloji-psikiyatri

TEMKİNLİ VE AĞIR BİR AŞK

NESRİN YETKİN

18 canım ailem

ONARIM ETİK Mİ?

AİLELER DE AÇILIYOR

43 psikoloji-psikiyatri

20 söyleşi

MAHMUT ŞEFİK NİL

ZEYNEP CASALINI

ÖNCE SUÇLAMA SONRA...

İNADINA ŞEVİŞMELİYİZ!

45 çalışma hayatı AÇIK ‘DENİZ’LERE

dosya: taşra 24 orda bir taşra var uzakta

48

50 kült filmler: high art

26 taşrada eşcinsel olmak

AYKAN SAFOĞLU

EGE TANYÜREK

SYD VE NAN-CY

orta sayfa

52 foto-hikâye

HAKAN AYDOĞAN

HAKAN AYDOĞAN

nefes, özür, rüya, ve TRT 4 30

KAYIP PERUKLAR III

taşrada eşcinsel biseksüel

54 kitaplık

kadın olmak ZEYNEP, SEÇİN, MELİSA 32

20

manisa’da gey olmak

KARDEŞ TÜRKÜLER TÜRKÜLERLE İSYAN

BAWER ÇAKIR

28

48 söyleşi

56

55 bozuk plak 56 gullüm

26


Kapatılamadı! Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin “tamam mı, devam mı” sorularına yanıt verecek dava, Ankara'da Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nde 25 Kasım Salı günü görüldü ve davadan beklenen sonuç çıktı; Lambdaistanbul'un kapatılma kararı bozuldu.

1993'ten beri İstanbul'da faaliyet gösteren Lambdaistanbul, 2006 Mayıs'ında dernekleşmiş, İstanbul Valiliği, dernek tüzüğünün hukuka ve ahlaka aykırı olduğunu iddia ederek kapatılması için savcılığa başvurmuştu. Savcı örgütlenme özgürlüğü rağmen

kapsamında Valilik

davayı

karara

itiraz

reddetmesine ederek

konu

mahkemeye taşınmıştı. Dernek İl Müdürlüğü 14 Haziran'da dernek tüzüğünde belirtilen amaçları hukuka ve genel ahlaka aykırı bulup derneğin isminin de Türkçe olmadığını

belirtip

düzeltmesini

dernekten

istedi.

"eksikliklerini"

Bunun

üzerine

Lambdaistanbul, yasal prosedüre göre bir ay içinde isimlerinin

Türkçe

amaçlarının

karşılığını

yasalara

açıklayıp

muhalefet

tüzük

etmediği

bildiriminde bulundu. Beyoğlu

3.

Asliye

Mahkemesi,

bilirkişi

raporuna rağmen, 6. duruşmada derneği genel ahlaka ve Türk aile yapısına aykırı bulduğu gerekçesiyle feshine karar verdi. Mahkemenin ardından

"Derneğime

Dokunma!"

ismiyle

bir

kampanya başlatan Lambdaistanbul'a Türkiyeli LGBTT örgütlerinin yanı sıra Yurt içi ve dışından STK'ler, politikacılar ve hak savunucuları da destek vermişti. Yargıtay'ın resmi kararı açıklamasından sonra dava yeniden yerel mahkemede görülecek.


lgbt gündem içindekiler Türkiye’de Transeksüelleri Anma Günü Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, 20 Kasım Hayatını Kaybeden Transeksüelleri Anma Günü ile ilgili Ankara'da bir basın açıklaması düzenledi. Etkinlikler çerçevesinde, 21 Kasım 2008'de, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu'nda, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü'nün destekleriyle “Nefret Cinayetleri” ve “Toplumsal Cinsiyet ve Transeksüel Kimlik” başlıklarında iki söyleşi gerçekleştirildi.

Pembe Krampon Bizi Bozar Meraklısına: Transeksüel Rita Hester 1998 Kasım'ında

Nike firması, Galatasaray'dan Milan Baros ile eski Galatasaraylı yeni Bayern Münihli Fransız yıldız

San Francisco'daki evinde vahşice bıçaklanmış bir şekilde ölü bulundu.

Frank Ribery'nin de aralarında bulunduğu ünlü

Rita Hester'in ardından "Ölümümüzü Hatırlamak" adıyla başlatılan

futbolculara, sponsorluk anlaşması uyarınca pembe

mumlu nöbet tutma eylemi

krampon giydiriyor. Ancak, pembenin Türkiye'de

sonrasındaki senelerde

algılanma biçimi, tartışmaları da beraberinde

“hayatını kaybeden

getirdi. 'Pembe ayakkabı bizi bozar' diyen de var,

transeksüelleri anma günü” olarak anılmaya

'Rengi değil işlevi önemli' diyen de.

başlandı.

AP: “Eşcinsel Hakları?” Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komisyonu Başkanı Helene Flautre ve beraberindeki heyet, 27 Kasım'da TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nu ziyaret etti. Flautre komisyon başkanı Zafer Üskül'e “Eşcinsel, biseksüel ve transeksüel kişilerin yaşam koşulları, askerlik, işe girme

1 Aralık’da Sokaklarda...

konularında yasal düzenlemeler düşünüyor

HIV dünyada tanımlanalı 27 yıl olmasına rağmen bugüne kadar “HIV/AIDS bizim

musunuz? Eşcinsellerin eşitlik hakları ne

sorunumuz değildir, bana bir şey olmaz” denildi. Türkiye'de HIV ile yaşayanların

kadar uygulanıyor, eşcinsel

sayısı günden güne artıyor. Resmi rakamlara göre 2004'te yeni tanı sayısı 210 iken,

haklarını Anayasal güvence

2007'de 376 oldu.

altına almayı düşünüyor

Sokakta sokağın meselesi olan HIV'i konuşuldu, ilk

musunuz?" diye sordu. Üskül;

defa korkmadan, bilgilenerek… sivil toplum

“Bu konuda sabırlı olmak

örgütlerinin destekleriyle,

gerekir. Yasal düzenlemeler

Sambistanbul'un coşkulu müziği ile

yapılabilir. Öncelikle

festival gibi bir yürüyüş

toplumdaki zihinsel değişimi

gerçekleştirildi.

Helene Flautre

04

beklemek gerekiyor. Olumlu ilerlemeler görülüyor” dedi.

Anayasaya Ek! LGBTT Haklari platformu, 10 Aralık Dünya İnsan

Ersoy Beraat Etti Bir televizyon programında Kuzey Irak harekatı sırasında

Hakları Günü dolayısıyla bir basın

yaşanan ölümleri eleştirerek "oğlu olsa askere

açıklaması yaptı. LGBTT bireylere

göndermeyeceğini"

ayrımcılığın anayasa düzeyinde

söyleyince hakkında

yasaklanması gerektiğini ve bunun

dava açılan sanatçı

da laflara kaldırılan sivil anayasa

Bülent Ersoy, "halkı

sürecine anayasanın eşitliği düzenleyen maddesine “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi gerektiğini söyleyen LGBTT Hakları Platformu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları gününde LGBTT bireylerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına uğradıklarını belirtti.

askerlikten soğutmak"la yargılandığı davadan beraat etti.


Luzhkov'un Homofobisi Bu sene Moskova'da ikincisi düzenlenen Uluslararası HIV/AIDS konferansında, yine Yury Luzhkov homofobi rüzgarı esti. Yakın geçmişte, olası her durumda eşcinselliğe saldırıda bulunan Moskova Belediye Başkanı Luzhkov,

Vatikan'a Protesto İtalya'da 500 kadar gösterici Vatikan'ı BM'de gündeme gelen, 'eşcinselliğin suç kapsamından çıkartılması' yönündeki öneriye karşı izlediği tutum nedeniyle protesto etti. İtalya Gey Derneği ARCİGAY, İtalya Lezbiyenler Derneği ARCİLEZBİCA ve İnsan Hakları Derneği Çerti Diritti tarafından organize edilen gösteri yürüyüşüne, dünyanın ilk transeksüel milletvekili, eski vekil Vladimir Luxuria da katıldı.

toplu imha silahları ile bir tuttuğu ve şeytanı bir eylem olarak gördüğü eşcinselliğe bu sefer "HIV'in yaygınlaşmasında en önemli faktör eşcinseller olduğu için geçmişte yaptığımız gibi bu cinsel azınlıkların propagandalarını engellemeye devam edeceğiz" sözleri ile saldırıda bulundu.

Yury Luzhkov

Transgender Film Festivali Hollanda Transgender Film Festivali 20-24 Mayıs tarihinde 5. kez gerçekleşecek. Dünyanın dört bir yanından trans temalı filmlerin seyirciyle buluştuğu film festivali için katılım ve başvurular bekleniyor. Katılım çağrısında bulunan festival kapsamında aynı

BM’den Tarihi Adım 18 Aralık'ta İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilkeleri adına tarihi bir adım atıldı. 66 devletin imzasıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin dahil olduğu insan haklarının korunmasında çığır açan bir bildiriyi kabul etti.

zamanda 19 Mayıs'ta, Uluslararası Trans Sinema

Tarihte ilk kez lezbiyen, gey,

Öğrenimleri Sempozyumu yapılacak. Festival

biseksüel ve transgender bireylere

Koordinatörü Kam Wai Kui katılımları beklediğini ve

karşı ayrımcılığı kınayan bildiri BM

festivalde birlikte olmaktan mutluk duyacağını

Genel Kurul'unda okundu.

söylüyor. Ayrıntılı bilgiye ve başvuru formuna web sitesinden ulaşılabilir: www.transgenderfilmfestival.com

Meraklısına: Bildiriyi Türkiye imzalamadı, Vatikan ve Türkiye'nin de üyesi olduğu İslam Konferansı Örgütü bildiriye karşı kampanya hazırlığına başladı.

Avrupa’nın “Teslimiyet”i Senarist Emre Yalgın ve Pembe Hayat Tiyatro Topluluğu’nun yönetmeni Zeynep Özcan'ın birlikte yazdığı, iki transeksüelin yaşamından kesitler sunan

Obama Kabinesinde Lezbiyen Başkan ABD'nin 44'üncü başkanı seçilen Barack Obama'nın kabinesinde, lezbiyen olduğunu daha önce açıklayan, şu an Los Angeles Belediye Başkan Yardımcısı Nancy Sutley, Çevre Kalite Konseyi Başkanı olarak görev yapacak. Ayrıca "gey, lezbiyen ve travesti öğrenciler için ayrı bir lise kurulmasını" tavsiye eden Chicago Eğitim Müdürü Arne Duncan'ın kabinede "Eğitim Bakanı" olarak yer alacağı açıklandı.

"Teslimiyet" adlı senaryo, Avrupalı sinemaseverlerin gönlünü çaldı. Eser, 49. Selanik Film Festivali'nin senaryoların değerlendirilip ödüllendirildiği "Balkan Fon" bölümünde ilk dörde girip 10,000 avro ödül kazandı.

05


veda vakti "20 Kasım Nefret Cinayetine Kurban Gitmiş Travesti ve Transeksüelleri Anma Günü"nden bir hafta önce, 10 Kasım 2008 Pazartesi gecesi saat 21.00 civarında Etlik'te, arabasının içinde pompalı tüfekle saldırıya uğrayan Dilek İnce Dışkapı Araştırma Hastanesi'nde 11 Kasım 2008'de vefat etti. Etlik-İskitler bölgesinde, otomobil içindeyken, arabanın arkasından gelen kurşunla irkildiklerini ve camların kırıldığını belirten görgü tanığı, ardından arabanın yanından şoför koltuğunda bulunan Dilek İnce'nin kafasına ateş açıldığını bildirdi. Kaldırıldığı hastanede yoğun bakıma alınan İnci'nin kafasında 8 adet saçma tespit edildi. Saldırganların koyu renkli bir araba ile kaçtıkları ve iki kişiden fazla olduğu söyleniyor. Dilek İnce Eryaman olayları ile ilgili şikâyetçi olan transeksüellerden biriydi. Eryaman Davası'nda tanık koltuğunda oturmuş ve ifade vermişti. Eryaman sanıkları 17 Ekim 2008'de gerçekleşen duruşmada serbest bırakılmışlardı.

06

yasemin öz

gidenin ardından...

Dilek İnce transeksüel bir kadındı. 10 Kasım 2008 günü yazışma listemizde Ankara'da Bahar isimli bir transeksüel kadının vurulduğunu okudum. Yetiştirmem gereken işler vardı. “İnşallah bizim Bahar değildir” diye geçirmekle yetindim içimden, hep yetiştirilecek işler olur ya. Oysa ne fark ederdi “bizim” Bahar olup olmaması… 11 Kasım 2008 günü yazışma listemizde vurulan kadının adının Dilek İnce olduğunu ve öldüğünü okudum. İçim cızz etti ama umudumu yitirmedim. Telefonu aldım elime, Bahar'ı aradım. Telefonu çaldı, umutlandım. “Şimdi Bahar açacak ve bir yanlışlık olmuş diyecek” diye bekledim. Açmadı kimse telefonu… Bahar gitmişti işte…Birileri, şu anda sokakta elini kolunu sallayarak gezen birileri, onu katletmişti. Hem de Türkiye'nin başkentinde, sokak ortasında, arabasının içinde. Belki katili bulmakla görevli olanlar içlerinden “Boşver, bir pislik daha temizlendi” demişlerdi. Katili bulmayı gerçekte dert edinmemişlerdi. Öldürülen transeksüel, öldüren ise kuvvetle muhtemel erler eri heteroseksüel bir erkek olduğundan, “ahlaksız”ı katleden “ahlaklı”yı bulmak sistemin bekası açısından pek de hayırlı olmayabilirdi. Bahar'ı hatırlıyorum. O canlı, hareketli, sorumluluk sahibi duruşunu, kıvırcık kumral saçlarını, kahverengi gözlerini…Eryaman davası sırasında tanışmıştık Bahar'la. Kaos GL'nin o dönem Ankarada'ki transgender kadınlarla çok bağı yoktu. Ana akım medyaya hiç yansımamıştı Eryaman'da transgender kadınlara yapılan saldırılar. Muhalif basından

okumuştum olayları. Ülker Sokak olayları gibi örtbas edilsin istememiştim. Belki avukata ihtiyaçları olur diye düşünmüştüm, Kaos GL'deki gey arkadaşlardan rica etmiştim “Tanıyorsanız telefonumu iletir misin Eryaman'daki kızlara?” diye. Sonra Dilek aradı beni, biz Bahar derdik ona, yani Bahar aradı. Kaos GL'de buluştuk. Üç tane gacı geldi benimle buluşmaya, biri Bahar'dı. En çok Bahar konuştu. Karakola şikayet etmişti saldırganları. Ama tahmin ediyordum karakolda bu şikayetlerin adi suç kapsamında değerlendirileceğini, Eryaman olaylarının “Göçe zorlama, insanlığa karşı suç veya en azından organize suç” olarak değerlendirilmeyeceğini. Bahar'ın çabaları ve takip etmesiyle dosyanın Sincan Savcılığı'na sevk edildiğini öğrendik. Bahar ve bir arkadaşıyla savcılığa gittik müşteki olarak savcılıkta ifade vermeleri için. Ancak işten kaçıp gidebilirdim, çok sınırlı zamanım vardı. O yüzden Bahar'dan beni adliyeye götürmelerini rica ettim. Sincan Ankara'ya 24 km. Kendi olanaklarımla gitme şansım yoktu, her gün gidebileceğimiz bir adliye değildi Sincan Adliyesi. Bahar aldı beni arabasıyla. Adliyeye gittik. 10 yıllık avukatlık yaşamımda pek çok kez gitmiştim Sincan Adliye'sine. Ama o gün ilk gerçek gidişimdi sanırım. Normalde sırf mesleki etiketimden dolayı bana saygıyla davranan insanların neredeyse tamamı tiksinerek bakıyordu bana da, kızlara da. İnsanların bakışlarıyla ne kadar şiddet uygulayabileceğini ilk defa o gün kavradım. Ve o gün benim gündelik hayatta normal bir şekilde yaptığım sıradan şeyleri yapmamın onlara yasak olduğunu


öldürülmesini protesto etmek için basın açıklaması yaptı. 10 Kasım, Dilek İnce Etlik'te arabasının içinde pompalı tüfekle başından vuruldu. 11 Kasım, İnce, kaldırıldığı Dışkapı Araştırma Hastanesinde vefat etti. 12 Kasım, İnce, öğle namazı sonrasında yetmişe yakın

Açıklamada Kaos GL İzmir'den Erdem Gürsoy, eşcinsel ve transeksüellere yönelik cinayetlerde emniyet güçleri ve yargının üzerine düşen görevi yapmadığını belirtti. Başbakan Erdoğan'ın pompalı tüfekle ateş açan vatandaşa destek verdiği konuşmadan bir hafta sonra İnce'nin pompalı tüfekle

Pembe Hayat LGBTT Derneği üyesinin ve eşinin katıldığı

öldürüldüğüne dikkat çekerek, toplumda nefret suçlarına

cenaze töreni ile Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.

yönelik devletin önlem almadığını söyledi.

12 Kasım, LGBTT Hakları Platformu öncülüğünde, Dilek İnce ve LGBTT'ye yönelik nefret cinayetlerine dikkat

15 Kasım, BEDİ İstanbul Taksim'de ,İnce'nin öldürülmesini protesto etti. Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi

çekmek için yaklaşık 100 kişilik grup Ankara, Yüksel Caddesi

“Linç Etmek Erkeklikse Biz Erkek Değiliz”, “Transeksüel ve

İnsan Hakları Anıtı önünde bir basın açıklaması yaptı. Basın

Travestilere Yönelik Şiddet Erkeklikse Biz Erkek Değiliz”

açıklamasının ardından grup, “Eşcinsel ve transeksüel

sloganları attı.

kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın!” diye haykırarak

18 Kasım, Amsterdam'daki Transgender

alkışlar eşliğinde Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı

Remembrance Day (Transeksüelleri anma günü)

binası önüne yürüdü ve olayı protesto etti. Grup katillerin bir

etkinliklerinde, Ankara'da pompalı tüfekle öldürülen

an önce bulunmasını istedi ve binanın önüne kefen bıraktı. 15 Kasım, Kaos GL İzmir Girişimi, İnce'nin

keşfettim. Çok uzak değildi bana bu bilgi ama her gün gittiğim adliyede ilk defa başıma gelmişti. Onların vatandaşlık haklarını kullanmalarına dahi dayanamıyordu, ne kamu hizmetini herkese eşit biçimde sunmakla görevli kamu personeli ne de sokaktaki vatandaş. Eryaman olaylarının “Göçe Zorlama ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suç” kapsamında ele alınması ve tekil olarak adi suç kapsamında değerlendirilen dosyaların birleştirilmesi gerektiğine dair bir dilekçe hazırladık Av. Hakan Yıldırım'la ve savcılığa verdik. İşten izin alamadığım için daha çok Hakan ilgilendi dosya ile. Sonrasında Av. Senem Doğanoğlu takip etti dosyaları. Ama dosya bir türlü tamamlanamadı. Çünkü savcı illa da şikayetçilerin ifadesini almak istiyordu. Şikayetçiler saldırılardan sonra çoktan Ankara'dan kaçmışlardı. Savcılıkta isimlerini buluyorduk, Bahar'a soruyorduk şikayetçilere nasıl ulaşacağımızı. Arayıp tarayıp buluyordu numaralarını. Bir kısmına hiç ulaşamadık, ulaştıklarımız da bir türlü ifade için Ankara'ya gelmedi. O ara sürekli telefonlaşıyorduk Bahar'la. Dosyanın sürüncemede kalması içimizi yakıyordu. Bazen Bahar arayıp polisin kestiği para cezalarını danışıyordu. Sıkışık zamanlarda telefonlaşırken soruyorduk birbirimizin hatırını. Zaten Eryaman'da en son Bahar kalmıştı, saldırılardan sonra bütün gacılar kaçmıştı bir yerlere. Bahar da ailesi ile yaşıyordu, o yüzden gitmiyordu bir yere. Ama şimdi gitti ve sanırım Eryaman'da hiçbir gacı kalmadı. Birileri muradına erdi Bahar'ın gidişiyle. Av. Senem Doğanoğlu çok çaba gösterdi. Aynı çete Esat'ta da gacılara saldırınca sonuçta Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde saldırganlar hakkında dava açıldı ve Bahar ölmeden birkaç hafta önce nihayet saldırganların davası sonuçlandı. Gerekçeli kararı henüz almadık ama sanıklar tutuklu

transeksüel Dilek İnce ile aynı gün Amerika'da öldürülen travesti Duanna Jhonson da anıldı.

kaldıkları süre göz önünde bulundurularak salıverildi. 50 civarında gacıyı evlerini basarak kurşunlayan, sokak ortasında polisin gözü önünde linç eden sanıklar şimdi sokakta geziyor. Gacılar ise ülkenin dört bir yanına dağıldı. Sanıklar 17 Ekim 2008'de salıverildi, 10 Kasım 2008'de katledildi Bahar. Faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Bu kadar uğraşısının sonucunda adalet ona sanıkları salıverdiğini söyledi ancak ölmeden önce. Ama bu sefer yine de bir fark oldu. Ülker Sokak'tan sürülen gacılar için hiçbir şey yapmayan adalet, Eryaman'dan sürülen gacıların organize bir çete kurbanı olduklarını teslim etti en azından. Bu Bahar'ın çabalarıyla alınan bir sonuçtu. Onun katkıları olmadan dosya bu hale gelemezdi. Bahar'a saldıran sanıklara ise arabasına zarar vermekten dolayı para cezası vermekle yetindi adalet… 22 Kasım 2008 akşamı İstanbul'da Tütün Deposu'nda “İşte Böyle Güzelim” okuma tiyatrosunu Bahar'ın anısına gerçekleştirdik. Onun anısına mum yaktık. Bahar için herkes deftere bir şeyler yazdı. 24 Kasım 2008 günü Açık Radyo'da “Hikayenin Kadın Hali” programında Bahar'ı anlattık Lambda İstanbul'un avukatı Fırat Söyle, Lambda'dan Belgin Çelik ve ben. Programdan sonra Bahar için yazılanları okuduk deftere. İşte ilk o zaman yolda giderken ağlayabildim giden arkadaşımın ardından. Sanki içim buz kesmişti, sanki duygularım donmuştu. Bahar'ım, gittiğin yer umarım buradan güzel bir yerdir. Umarım orada kim olduğun için yargılanmıyorsundur. Bize yaptıklarını unutmadık, sana yapılanları da unutturmayacağız. Son kez görmeyi dilerdim kıvırcık kumral saçlarını. Ama hep bir yerlere yetişeceğimi sanarak geçirip gidiyorum hayatı, oysa nereye gittiğimi, nereye yetişeceğimi ben de bilmiyorum. Sen artık bir yere yetişmiyorsun. Huzur içinde ol, umarım tekrar görüşürüz ve bu sefer daha çok fırsatımız olur.

07


istasyon

çavuşun sırrı murathan mungan Ankara'da, Tandoğan'da şimdi üzerinde öğrenci yurdu binasının

adıyla gösterilen bu filminde başrollerde Rod Steiger ve John

yükseldiği yerde orduevine ait bir açıkhava sineması vardı o

Phillip Law oynuyorlardı.

zamanlar. Geniş perdeli, güzel, büyük bir sinemaydı. Oturma

gibi geliyor ama arşiv kayıtlarına baktığımda yapım tarihinin

olduğu kalmış aklımda. Çavuşun Sırrı filmini orada görmüştüm.

1968 olduğunu gördüğüm filmi, o dönemin koşulları gereği en az

Gözlerimin önüne gene yıldızlı bir yaz gecesi geldiğine göre aynı

bir yıl sonra seyrettiğimizi varsayarsak 14, hadi bilemediniz 15

dönem olmalı; başrollerinde Elizabeth Taylor, Robert Mitchum ve

yaşında olmalıyım. O yazlardan ve ablamların çocukluğumda

Mia Farrow'un oynadıkları- Joseph Losey'nin Gizli Merasim

önemli bir yer tutan bahçesinden anımsadığım bir diğer anım,

(“Secret Seremoni”) filmini de orada seyredip çok etkilenmiştim.

aynı havuzun kenarında Jean-Paul Sartre'ın ünlü üçlemesini

Bu açık hava sinemasının hemen yanı başında bir de kışlığı vardı.

sıkıla boğula okumaya çalışma gayretimdir. (13-14 yaşları ve

Ne zaman birileri “Orduevi Sineması” dese aklıma, başrollerinde

Sartre'ın Özgürlüğün Yolları! Ne kadar erken başlamışım

Marianne Faithfull ve Alain Delon'un oynadıkları Motosikletli Kız

özgürlüğün dikbaşlı yollarını aramaya.)

filmiyle, çoğunda Rita Pavone'nin sınıfın şirin ve haylaz kızı rolünde olduğu bir dolu şamatacı İtalyan filmi gelir... Yalnızca asker aileleri ve onların konuklarının girebildiği

08

Sonradan düşündüğümde, bana sanki daha küçükmüşüm

yerlerinin sandalye değil de, beyaz boyalı, arkalıklı tahta sıralar

Genellikle

şöyle

oluyordu:

Ablamların

Beşevler'de,

Anıtkabir'in hemen yanı başındaki su deposu lojmanının bahçesi, Ankara'nın

o

kara

sıcağında

herkese

bir

vaha

gibi

sinemaya, ablamın ağabeyimin astsubay olması nedeniyle-

göründüğünden,

serbest

konuklarla ya evin önünde, havuzun kenarındaki masada

giriş

kartı

vardı

ve

bu

nedenle

çocukluğumun,

öğleden

sonraları,

akşamüstleri

gelen

yeniyetmeliğimin Ankara tatillerine denk gelen çoğu anıları, o

oturulur, ya yukarıda ağaç altlarına çimenlere serilen kilimlere

sinemaya aittir.

yayılarak çay içilir; günbatımı ise mutlaka yukarıdaki çardaktan

Çavuşun Sırrı filmini özel nedenlerle anımsıyorum. Adını

izlenirdi. Eteğinde Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi'nin yer aldığı o

daha sonraları pek duymadığımız bir yönetmen olan John

küçük tepeden izlenen günbatımı birdenbire Ankara'yı bambaşka

Flynn'ın, özgün adı The Sergeant olup Türkiye'de “Çavuşun Sırrı”

bir yer kılardı. Çoğu kez, radyoda dinlediğimiz “Arkası Yarın”, “Mikrofonda Tiyatro” gibi programlar ya da bir gece önce birlikte seyretmiş olduğumuz filmler üzerine konuşulurdu uzun uzun... Ablam, ben, Güler Teyze ve kızları İlter ve Sibel Abla'larla birlikte, evin hemen önünde gölgelik altındaki masada oturduğumuzu, çay içip, yanında kek, poğaça, sigara böreği yerken bir gece önce birlikte seyretmiş olduğumuz Çavuşun Sırrı filmini konuştuğumuzu dün gibi anımsıyorum. Ablamın hayattaki en eski arkadaşı Sibel Abla'nın kocası Devlet Tiyatrosu'nda oyuncuydu. Kendisi ve ablası İlter de dönemin özel tiyatrolarından biri olan Mithatpaşa Tiyatrosu'nun kadrosundaydılar. Şu saydığım çekirdek gruba zaman zaman başkalarının da katıldığı olurdu; bir aile ortamı havası içinde dinlediklerimizi, seyrettiklerimizi, okuduklarımızı konuşur, tartışırdık. Bir

yeniyetme

olarak

dünyaya

dokunmanın,

hayatı

öğrenmenin, büyüklerin dünyasına bir erişkin olarak kabul edilmenin

heyecanını

duyduğum

o

yılların

belleğimdeki

fotoğraflarına dayanıklılığını veren şey, bazı olaylarda yaşanılan aydınlanma anlarının gücü olmalı. *** Filmi görenler anımsayacaklardır: Rod Steiger ile emrindeki John Philip Law'ın aralarındaki çekişmeler, sürtüşmeler anlatılır filmde. Askeri disiplinin konu edildiği benzeri filmlerde de sıkça


görülen üst'ün alt'a ettiği her tür zulüm, çeşitli olaylarla

gelişerek

hikâyeyi

ve

gerilimi

tırmandırır. Şimdi bu noktadan itibaren muradımı doğru olarak anlatabilmem için, adım adım ilerlememiz gerekiyor: O yıllarda Türkiye'de İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan “Sansür Heyeti” dedikleri bir kurul vardı; hem yerli hem yabancı filmler ancak bu Sansür Heyeti'nin onayını aldıktan sonra

sinemalarda

gösterilebiliyordu.

Dolayısıyla filmin ithal edilirken gerek ithal eden firma gerek sansür tarafından ciddi

konu, büyüklerinden habersiz gizlice sigara

Eşitsiz toplumların yasasıdır: Ezilenler, ötekiler, diğerleri, dışlananlar her zaman daha çok çalışmak; daha birikimli, daha uyanık olmak zorundadırlar.

içmek gibi yakalandığımız takdirde “tolore edilmesi” daha kolay bir şey değildir. *** Filme

ilişkin

tarafından

yorumlarımın

kabul

görmemesi

diğerleri karşısında

yaşadığım şeyin kelimelerini o an bulamamış olabilirim, ama bazı olayları, anıları bizim için unutulmaz kılan, sanırım onların hayatımızın geri

kalanında

karşılaşacağımız

sorunlar

konusunda işaret değeri taşıyan birer metafor gücüne

sahip

olmalarıdır.

Unutamadıkça,

benzerleriyle karşılaştıkça, hatırladıkça o ilk

ölçüde makaslanıp kırpılmış olduğunu hesaba

güçlü deneyim her seferinde olanca canlılığıyla

katmak gerekiyor. İkinci olarak, filmin gösterildiği yerin bir

çıkagelir.

Orduevi Sineması olduğunu anımsayalım. Filmi makaraya takmadan önce Sansür Heyeti'nin bile hoşgörü sınırları içinde yer

Ayrıca

karşılaştığım

direnç

nedeniyle

o

gün

kendi

görüşlerimden bile kuşkuya düşmüş olduğumu eklemeliyim.

alan, ama Orduevi Sineması ilgililerinin sakıncalı bulabileceği

Dediğim gibi 14, 15 yaşlarından söz ediyoruz. Hem de şimdinin

sahnelerin bu kez de onlar tarafından doğranmış olabileceğini

değil, bu gibi konuların konuşulmasının bile ciddi birer tabu

kabul edelim. Sonuç olarak, Türkçeleştirilmiş adında dikkat

sayıldığı o yılların 14, 15 yaşlarından ve orasından burasından

çekilmeye çalışan “sırrın” değil kendisini, görülebilir ipuçlarını

kırpılmış bir filmin sınırlı ipuçları taşıyan gömülü hikâyesinden…

bile yok edecek ölçüde kırpılıp kuşa çevrilen filmin asıl hikâyesini

Bilindiği gibi bütün gömülü hikâyeler hayal gücünü kışkırtırlar;

izlemekte seyircinin nasıl zorlandığını tahmin etmek güç olmasa

gey bir yeniyetmenin kışkırtılmış hayal gücü, özellikle yaşam

gerek.

deneyiminin

Ertesi günü havuz kenarındaki masada oturmuş kendi

kıt

olduğu

yaşlarda

bazen

kendi

kendini

çelmelemesiyle sonuçlanabilir.

aramızda filmi konuşup tartışıyorduk. Ben, filmde Rod Steiger'ın

İlk bakışta her ne kadar kişiselmiş gibi görünse de, yıllar

canlandırdığı karakterin, emri altındaki John Philippe Law'un

öncesinin bu uzak anısının, üzerinde durmaya, başkalarına

canlandırdığı askere karşı duyduğu saplantılı tutkuyu, aşkı

anlatılmaya

sezdirmeye çalıştığından söz edecek olduğumda, masadaki

kanısındayım. Ayrıca bu yazıda kurmaya çalıştığım çerçeve

değer

eşcinsel

ciddi

sosyolojik

kadınların ortak tepkisiyle karşılaştım. Hepsi çok şaşırmışlardı.

içinde,

toplanabilecek pratiğine ilişkin farklı konularda bana aynı anda

bunu, ben hiç böyle bir şey almadım,” demişti. Doğru, nereden

söz

düşünüyorum.

Filmin

belli

belirsiz

de

olsa

kuşkularımı

söyleme

zemini

bazı

sağlayan

temel

barındırdığı

Galiba ilk itiraz İlter Abla'dan gelmişti: “Nereden çıkarıyorsun

çıkarıyordum?

yaşamın

ipuçları

bir

başlıklar

örnek

altında

oluşturduğunu

güçlendiren ipucu yerine geçebilecek birkaç sahnesinden örnek

Bu başlıkların ilki, gey kimliğin bir suçluluk ve hata kaynağı

vermeye çalıştıysam da, anladığım kadarıyla pek de inandırıcı

olarak hissedilmesi haliyle ilgili. O gün filme ait taban tabana zıt

olamamıştım. Onlar filmi, erkekler arasındaki bildik çekişmeler,

iki farklı yorumun ortaya çıkması, iki taraftan birinin ciddi anlama

güç çatışmaları, rekabet ilişkileri gibi gündelikten tanıdıkları

hatasına işaret ediyordu. İşe kendimden başladım. Bir eşcinsel

sürtüşmelerin “askeriyede”, daha sert koşullarda geçen bir çeşidi

önce kendisini suçlar çünkü; hata aramaya kendisinden başlar.

olarak seyretmişlerdi. Bu konudaki görüşlerimden vazgeçmemiş

Genleri ya da doğaları gereği taşıdıkları bir özellik değildir bu,

olsam da, karşılaştığım ortak itiraz sonucu cesareti azalmış bir

çocukluktan başlayarak onlara yaşatılan, dayatılan hayat sonucu

sesle geri çekilip konuyu kapatmış olmalıyım. Bu konuda ısrar

öğrendiklerinden,

etmenin, kendim hakkında bir şey ifşa ediyorum anlamına gelebileceğini

düşünmüş

olsam

gerek. Bu konuda inat etmek, kendi geyliğimi

apaçık

yoksunluğunu, d o l ay l ı

o l a ra k

ifade film

öğretilenlerden

ötürü

giyinmek

zorunda

kaldıkları bir roldür. Bu rolü fazla üstlenen geyleri gelecekte bekleyen k a d e r,

mazoşizmin

geniş

edebilme

yelpazesinin çeşitli derecelerinden

aracılığıyla

payını almış zor bir hayattır. Bu

d i l l e n d i r m e ye

çalışıyormuşum gibi anlaşılabilirdi.

konuda kadınlara benzerler. Dayak yemekten

hoşlandığı

söylenen

Bu, geylerin erken yaşta tanıdığı bir

kadınların,

kaçta

kaçının

korku

hoşlanmaktan

başka

çaresinin

çeşididir

ve

unutmamak

gerekir ki, kişisel sansür erken

kalmadığı

yaşlarda işlemeye başlar. Üstelik bu

büyüdüğü,

koşullarda

yetişip

kişiliklerinin

09


biçimlendirilmiş olduğu sorgulanmaz bile; bu

eş, dost, akraba, artist, futbolcu, şarkıcı,

durum onların “yaradılışına” verilir. Ölüm gibi

ressam, yazar, artık Allah kimi verdiyse,

yaradılış da hakkında çok az şey bildiğimiz

etrafta

halde, uluorta konuşmaktan çekinmediğimiz

geyseler ya da olurlarsa kendisini rahat

konular arasında ilk sıralardadır.

hakkında yanılan ben olabilir miydim? Kendim olduğum,

böyle

ancak

onlar

da

hissettiğim

şahsın” gey olduğu sonucuna varan, nüfus Motosikletli Kız (The Girl on a Motorcycle, 1968)

için

çoğaltma tutkusuyla mümkün olduğunca çok insanı

eşcinsellikle

yaftalamaya

çalışan

seyrettiğim filmdeki hikâyeyi de böyle yorumlamış, gördüklerimi

işgüzar geyler de vardır. Varlığının toplumca kabullenilmesi ya da

abartmış ya da çarpıtmış olabilir miydim? Filmde diyelim,

haklılığını hissedebilmek için sayı çoğaltmanın gereğine inanan

“olmasını istediğim” şeyi, olmuş gibi mi görüyordum? Dahası,

egemen zihniyetten ödünç alınmış fetihçi bir avunma biçimidir

kendi bu “özel durumum”, aynı zamanda bir yanılsama kaynağı

bu. Bir yanıyla bakılacak olursa, kullandığı zihin modelinin arka

olabilir miydi? O yıllarda hep söylendiği gibi, tırnak içindeki

planında, yelpazesi haçlı seferlerinden cihat aşkına kadar

normalin dışına çıkan sadece cinselliğim değil, algılarım da

genişleyen sosyal bir tarih barındırır. Nereden bakarsanız bakın

olabilir miydi? Eğer böyleyse, yaşamımın geri kalanı için ortada

“hatalı propaganda”dır, bir an önce aşılması gereken yeniyetme

halletmem gereken ciddi bir sorun var demekti.

tutumudur; kimliğini onaylatmak ya da varlığını duyurmak için

Filmin onca kesilip kırpılmış olmasına karşın, bana o yaşta

seçilmiş en akıllıca yol değildir ve benzeri birçok itiraz cümlesi

filmi, bir eşcinsel tutku, saplantı, şiddetli bir aşk hikâyesi olarak

kurulabilir bu konuda. Dahası tüm bu hatalı söylemler, ne yazık ki

seyrettiren şey, adına “gay sensibility” dendiğini sonradan

iyiniyetli düzcinseller tarafından bile paylaşılan, ama asıl

öğreneceğim cinsel kimliğime ilişkin duyarlılığım olabilir miydi?

homofobikler tarafından bir politikaya dönüştürülmüş olan

Aklımdan önce ruhum mu tanımıştı filmdeki saklı hikâyeyi? Yoksa

“geyler herkesi gey sanıyor, en alakasız durumda bile saklı bir

aynı duyarlılık kaynağı, gerçekliği bulandırarak benim böyle

gey hikâye arıyor,” biçiminde özetlenebilecek önyargılı tutumun

olmayan durumları bile böyle değerlendirmeme yol açan bir algı

beslenip güçlenmesine yol açar. Başkalarını uçandairelerin

çarpılmasına mı neden oluyordu? Birçok geyin, yaşamda

varlığına inandırabilmek için, bilgisayar hileleriyle “sözde kanıt

karşılaştığı çeşitli olaylar ve kişiler karşısında buna benzer

filmleri”

ikircimli duygular yaşadığı olmuştur.

10

tanıyorsa,

hissedebileceği için, kendince her “şüpheli

Kendime batırdığım çuvaldız şuydu: Film

gey

kimi

hazırlayanların,

konunun

hakiki

savunucularına

verdikleri zararı hatırlatan bir tutumdur bu. Ayrıca ne yazık ki

Çavuşun Sırrı filmine ilişkin bu eski anının bana söyleme

bazı geyler, neredeyse “heteroseksüellik” diye bir şey olmadığına

fırsatı tanıdığı yukarıda değindiğim “eşcinselliğe ilişkin birçok

kadar vardırabilirler bu işi. Heteroseksüellik onların gözünde

konunun” ikincisine gelmiş oluyoruz böylelikle: Eşcinsellerin,

henüz kendi “homoseksüelliğini” keşfedememiş kişilerin ara

bazı hallerde kişilerin ve durumların cinsel dinamikleri hakkında

uğrağıdır.

söz alırken karşılaştıkları inandırıcılık sorununa…

Öte yandan geylerin bu denli aşağılandığı, dışlandığı; gey

Birçok gey, yaşamının çeşitli evrelerinde benzer durumlarla

olanların kendilerini bu denli gizleyip sakladıkları; erkeklerle

karşılaşır. Kimi kişiler, durumlar, olaylar hakkında vardığı

yatan erkeklerin kendisini gey olarak adlandırmadığı; birçok

sonuçlar; filmlere, kitaplara ilişkin yaptıkları yorumlar; kişilerin

devlet büyüğünün, tarihi şahsiyetin, ünlü ve malum kişinin gey

cinsel dinamiklerine ilişkin çözümlemeleri düzcinseller tarafından

olduğu şanlı bir tarihe sahip ikiyüzlülük kalesi olan bir toplumda,

kuşkuyla ya da itirazla karşılanır; çıkarsamalarının, teşhislerinin

“açık geylerin” topluma, tarihe, hayata ve kendilerine söylenen

hatalı olduğu, gerçekliğe tekabül etmediği, söz alan kişinin “gey

bu topyekun yalan karşısında duydukları öfke, kızgınlık, isyan ve

olduğu için” böyle düşünüp, böyle gördüğü sonucuna varılır.

benzeri tepkiler, hatta aşırılıklar da anlaşılabilir bir şeydir. Ama ne

Kişilerin birbirinden bağımsız niyetleri ne olursa olsun, bu

yaparsınız? Eşitsiz toplumların yasasıdır: Ezilenler, ötekiler,

yaklaşımda somutlanan zihinsel işleyiş modelinde eşcinsellik,

madunlar, diğerleri, dışlananlar her zaman daha çok çalışmak;

yalnızca cinsel bir çarpıklık olarak değil, aynı zamanda bir algı

daha akıllı, daha birikimli, daha dikkatli, daha uyanık olmak

çarpıklığı olarak da değerlendirilmektedir. Bu çeşit itirazlar,

zorundadırlar. Dünyanın adaletli bir yer olduğunu kim söylemiş?

elbette her seferinde kaba düzeyde suçlamalar biçiminde

Burada da ödenecek başka bir bedel vardır.

dillendirilmez; özellikle entelektüel kaygılarla homofobisini

Yeniden havuzbaşındaki Çavuşun Sırrı sohbetine dönecek

“gizleme” ya da “inceltme” zorunluluğu duyanlar, daha sinsi bir

olursak, bir yandan kendimden kuşkuya düşmüşken öte yandan

stratejiyle

davranır,

kullanmaya

özen

değişmez,

ortada

daha

örtük

gösterirler. bir

Ama

bir

dil

sonuç

“güvensizlik”

içimde bir yer, filmin saklı hikâyesi hakkında yanılmadığımı

söylüyordu

bana.

Filmin

söz

anlattığını yanlış yorumlamışsam da, beni

Bu, işin düzcinsellere ait yanı. Öte yandan

duyarlılık” olmalıydı ve önlemini alamazsam bu

konusudur.

geyliğini

yanıltan o zamanlar adını bilmediğim “gey

kendi

başına

kabullenmekte

zorlanan, yalnızlığa katlanamayan, bunun için

benim

yaşamla

ilişkimi

olumsuz

yönde

etkileyecek demekti. Yok eğer bu konuda


yanılmıyorsam, haklıysam, filmde bunu görmemi sağlayan şey

varlığıydı. Bu gizilgüç, kuşkusuz her seferinde hikâye içindeki

yalnızca filmin kahramanıyla benzer cinsel heyecanları duyuyor

“taşıyıcı figürlerin” bilincine aynı oranda yansımazdı. Yukarıda

olmam olamazdı. İnsanlar filmleri yalnızca cinsel kimlikleri gereği

belirttiğim gibi filmi kesilmiş haliyle, “erkekler arasındaki bildik

sahip oldukları dikkat ve duyarlılıkla değil, aynı zamanda tüm

çekişmeler, güç çatışmaları, rekabet ilişkileri gibi gündelikten

insanlığa paylaştırılmış, eğitimle inceltilmiş zekâ, akıl, sezgi,

tanınıp bilinen sürtüşmelerin hikâyesi” olarak seyrederken

duygu; yaşamla kazanılmış deneyim, birikim ve benzeri

harcanacak bir dikkat bile, filmdeki bu eşcinsel gizilgücün

özellikleriyle de seyrederlerdi. Peki, filmde benim toy gözlerle

varlığını keşfetmeye yetebilirdi. Eşcinsel duyarlılık, yönelim, ilgi

gördüğümü, büyüklerimin görmesini engelleyen ne olabilirdi?

her zaman eyleme dönüşmeyebilir; sahibindeki varlığını bir

Aynı filmi birlikte izlediğim kişilerin her biri, belli bir “hayat

gizilgüç olarak korur. Bazı erkekler, erkeklere karşı duydukları

tecrübesine” sahip; onca yıl ne çok film, ne çok oyun seyretmiş

ilgiyi şiddet ve saldırganlık yoluyla bastırarak ifade ederler. İfade

kişilerdi ne de olsa… Beni onlardan bu kadar kesin bir hatla ayıran

etmenin birçok çeşidi vardır çünkü. Kimi güçlü duygular,

şey, yalnızca fazladan bir hassasiyetin yol açtığı bir yorum farkı

birbirlerine zıt olsalar da akrabadırlar; bu da birini diğerine

olabilir miydi?

transfer etmede kolaylık sağlar. Aşkın bazı hallerde kolaylıkla

Gerçi o zamanlar cinsellikle ilgili konular bu kadar sık

nefrete dönüşmesini sağlayan mekanizma burada da böyle işler.

konuşulmaz, gündemde bu ölçüde yer almazdı. Eşcinsellik

Bazı erkekler birbirleriyle sevişemedikleri için, dokunmanın bir

hakkında hayli mahcup bir tonda söz aldıkları halde, gene de

çeşidi diye dövüşmeyi seçebilirler. Bu ayrıma karar veren

yapılan filmlerin, çevrilen kitapların sayıları da azdı. Benim film

içlerindeki gücü tanımayabilirler ya da yeterince tanımayabilirler.

hakkındaki yorumuma karşı çıkan diğerleri,

İnsanın kendini tanıması bir süreçtir; zaman

bu çeşit cinsel konularda yargılayıcı, suçlayıcı

alır, ya da birçok örneğinde olduğu gibi, hayat

kişiler olmadıkları halde; olan biteni bütün

gereken zamanı tanısa bile insan kendisini

iyiniyetleriyle anlama gayretlerine karşın,

yeterince tanımadan ölür gider.

içlerinde aşamadıkları bir engel, onları filmin

***

gerçek hikâyesinden uzak tutmuştu. Bu

Çok

neydi?

“heteroseksüel

blokaj”

dedikleri

Çavuşun

Sırrı

filmini

körlük çeşidi, içselleştirilmiş bir yoksama da diyebiliriz buna. Reddin önkabulüne dayanan kapanma

hali

olarak

“Heteroseksüel

blokaj”ın insan algısını kilitleme gücüne bu somutlukta tanık olduğum belki de ilk olay olduğu için, Çavuşun Sırrı filminin kişisel tarihimde yer tutan bu hatırası bende hep saklı kaldı. Bu seyir deneyimi, bir gey olarak ileride karşıma çıkacak, engeline takılacağım sorunlardan biri olan “heteroseksüel blokaj”ın gücüyle tanışmamı sağlamış oldu. Ben gey halinin,

çarpıtmaya

yol

gerçekliği açabileceği

algılamada kuşkusuyla

kendimle ilgili kaygılara kapılmışken, asıl “heteroseksüel

blokaj”ın

gerçekliği

algılamada nasıl bir körlüğe yol açtığını; farkında olunan ya da olunmayan redlerle çekilen duvarların ortada apaçık duranı bile görmeyi

engelleyebildiğini

karelerin boşluklarını doldurarak kafamda

şeyi

keşfetmiş olmalıyım. Düzcinsellere özgü bir

olma

sonra

kesilmemiş haliyle seyrettim. Benim kırpık

Galiba o gün gene adını koyamadan

bir

yıl

keşfetmiştim.

tamamladığım

Filmi kesilmiş haliyle, 'erkekler arasındaki bildik çekişmeler, rekabet ilişkileri gibi gündelikten tanınıp bilinen sürtüşmelerin hikâyesi' olarak seyrederken harcanacak bir dikkat bile, filmdeki eşcinsel gizilgücün varlığını keşfetmeye yetebilirdi. Toplumun

birçok

hikâyenin

bütünü

açıkça

anlatılıyordu filmde. Dahası çavuş karakterini canlandıran Rod Steiger'ın kendini alamayıp emrindeki askeri canlandıran John Philippe Law'u zorla dudaklarından öptüğü bir sahne bile vardı. Yıllar önce bu haliyle filmin tamamını seyretmiş olabilseydik, elbette o gün

masadaki

tartışmaların

hiçbiri

geçmeyecekti aramızda. Ama tıpkı yıllar önce sansürlenmiş bu film gibi,

hayat

da

birçok

şeyi

görünen

ve

görünmeyen makasla sansürlüyor. Hayatta da birçok şeyi, karelerin aralarındaki boşlukları doldurarak, alt metin okuyarak, dinamikleri keşfederek

anlıyoruz

ya

da

anlamayı

reddederek anlamıyoruz. Dün olduğu gibi bugün de “heteroseksüel blokaj”ın kilitlediği birçok insan, bu konularda görmek, inanmak, duymak istemediği şeyleri, görmüyor,

duymuyor,

inanmıyor.

Yok

saymanın, yok etmeye yeteceğini sanıyor.

kesiminden insanın yıllar yılı Zeki Müren'in “sanatçı olduğu için” öyle giyinip, öyle davrandığına gönülden inanmak istemesini başka nasıl açıklayabiliriz yoksa? Bu arada filmde, ileriki yıllarda daha da pekişecek bir

Bazı insanlar için, zamanında kendisine öğretilmiş olanları muhafaza

etmek,

zihinsel

konforunu

korumak,

toplumla

kurulduğu varsayılan yapay da olsa dengelerin bozulmamasını

görüşümü doğrulayan şeylerden biri de, erkeklerarası dostluk ya

sağlamak gerçeklerden çok daha önemli olabiliyor. Sonuçta

da düşmanlık ilişkilerinin çoğunda barınan eşcinsel gizilgücün

“görmek”, “bilmek” de bir tercih işidir, istemeyi gerektirir.

11


günce

türkiye’de olmak* yıldırım türker Başında “Türkiye'de” sonunda da “olmak”

geçerlidir. Böyle ciddi bir sorunumuz var. Yani Kürt Kürt'ü

bulunan bir cümle zaten bu bir sorun alanını

yalnızlığından kurtarabiliyor mu? Türk Türk'ü, kadın kadını,

işaret eder. Türkiye'de bir şey olmak!

erkek erkeği, erkek kadını yalnızlığından kurtarabiliyor mu?

Türkiye'de eşcinsel olmak tabii ki çok dertli

Yalnızlığa karşı, çok feci, uğultulu bir yalnızlığa karşı nasıl

bir şey.

stratejiler geliştiriyoruz? Birbirimizin yaralarını nasıl okşuyoruz?

istediğim

12

Fakat burada benim söylemek geleni,

Siyasetin, özellikle bu tür azınlık siyasetinin ya da cinsellik

mağduriyet dilinden nasıl korunabiliriz?

şeylerden

en

önde

odaklı siyasetin bana göre yegâne amacı budur. İnsanları,

Ama mağduriyet dilinden korunmak sırf

ölümden, intihardan, yalnızlıktan kurtarmaktır. Dolayısıyla ben

eşcinsellerin problemi değil tabii. Aynı zamanda Türkiye'de

zaten cinsellik odaklı bir siyasetin, diyelim ki bu bağlamda

biliyoruz ki Kürt olmak da çok problemli bir alan, Çingene olmak

eşcinsellik mücadelesini, eşcinsel hakları mücadelesini çok kalıcı

da öyle. Heteroseksüel olmak da öyle, kadın olmak da öyle…

olduğuna inanmıyorum. Bir noktadan sonra kendi kendini

Çünkü Türkiye'de bir şey olmak diye bir alan belirlediğiniz

tüketen bir siyaset alanı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bizim

zaman asıl derdimizin Türkiye olduğunu biliyoruz. Çünkü bu

bu yalnızlık konusundaki derdimizi çözmek için yapmamız

başlığı bize yazdıran dert Türkiye. Türkiye ile derdi olan

gerekenler ne? Bunu hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Kendi

insanlarız. Türkiye'de var olmak konusunda çok ciddi sıkıntılar

kişisel hayatlarımıza nasıl yansıdığı çok farklı belki ama

çeken insanlarız. Her şeyin üst başlığında bir var oluş derdimiz

müttefikler bulmak demek siyaset. Müttefikleri niye buluyor

var. Ama bu konuda ilk bir söz ettiğimiz andan itibaren siyasetin

insan? Yoldaş olmak için buluyor, dediğim gibi yalnızlığa karşı

alanına giriyoruz. Siyasetin alanı da bir cümle kurmakla başlıyor.

direnebilmek için buluyor. Birbiriniz kurtarmak için buluyor.

Zaten Türkiye'de eşcinsel olmak başlığı da fevkalade siyasetin

Kurtarılmaya değer bulduğu hayatları kurtarmak için buluyor.

içinde üretilmiş bir başlık.

Ama bir yandan da bütün hayatlar kurtarılmaya değer. Bütün yardım isteyen, bütün yalnız bırakılmış, bütün kıstırılmış, itilmiş

Şimdi siyaset deyince ne anlıyoruz? Siyaset yalnızlığa karşı geliştirilmiş bir stratejiler bütünüdür. Burada özellikle eşcinsellik için de söylenebilecek bunlar aslında.

insanların

ve

kesimlerin

hayatları

kurtarılmaya

değer.

Dolayısıyla siyasetin neresinde duruyoruz. Mesela bir eşcinsel

Söyleyecek neler var?

olarak siyasetin neresinde durmamız gerektiği üzerine ben

Türkiye'de eşcinsel olmak deyince karşılaştığımız neler var? İlk

katiyen bir ahkâm kesmek istemiyorum. Ama ben kendi adıma

başta karşılaştığımız kendimiz varız. Kendi dertlerimiz var.

ittifaklardan geçeceğine inanıyorum. Bunu sadece bir cinsiyet

Kendimizi tanımlama konusunda yaşadığımız sıkıntılar var.

odaklı, cinsellik odaklı bir siyaset örgütlenmesinden çıkarıp

Kendimizi tanımanın bizi kıstırdığı o köşeler var. O köşelerden

gerçekten ittifaklarla bunu daha özgür, daha mutlu, insanların

kurtulmak için çırpınırken incittiğimiz hayatlar, incittiğimiz

yalnız olmadığı bir dünya tasavvuruna eklemlemek gerektiğine

dünyalar, incittiğimiz şiirler, tahayyüller, hayaller var. Bütün bu

inanıyorum. Ancak bu şekilde bir manası olacağına inanıyorum.

incitmek istemediğimiz şeyleri incitmeyen, sadece birbirimizin

Ancak bu şekilde hem birbirimizi kurtarabileceğimize hem

yalnızlığına deva olmak için, birbirimizi yalnızlıktan kurtarmak

buradan bir dünya önerisi üretebileceğimize inanıyorum.

için ne yapabiliriz? Siyaset zaten her alanda bu noktada devreye giriyor.

Her şey, dünyaya karşı kendimizi nasıl tuttuğumuzdan başlıyor. Eşcinsel olmak dediğimiz zaman da öyle bir şey. Nasıl

Türkiye'de eşcinsel olmak deyince sayabildiğim şeyler

eşcinsel olmak lazım? Şimdi böyle bir siyasetin içinde çok büyük

herkesin bildiği şeyler. Bunların üstünden yeniden geçmek

tehlikeler

istemiyorum. Biz eşcinsel olanlar eşcinsel olabilmek için,

arkadaşlarımla uzun uzun bunun sohbetini ettik. Ve hepimizin

eşcinsel kalabilmek için, eşcinsel olarak kabul görebilmek için

bu konuda yakınacak çok şeyi vardı. Nasıl siyaset yapar iken,

de

bekliyor

bizi.

Bugün

buraya

gelmeden

çok ciddi badireler atlatmış insanlarız. Ama bu her bir insan için

nasıl bir arada durmaya çalışırken birbirimizi incittiğimiz,

de geçerlidir. Burada aramızda bulunan heteroseksüel insanlar

birbirimizi dışladığımız, birbirimize ders vermeye çalıştığımız,

için de geçerlidir. Özellikle kadınlar için geçerlidir. Kürtler için

birbirimizin üstünde çok alçakça, farkında olmadan da olsa çok


alçakça bir takım iktidar taktikleri uyguladığımız üstüne çok

Bunun için mücadele edeceğim. Bence açılmak bunlar değil.

yakınacak şeyimiz vardı. Çünkü bir kere yola çıktığın anda

Açılmak öncelikle kendinle kurduğun bir ilişkidir. Ve kendin

eşcinsel tasavvurunun, senin eşcinsel tasavvurunun bütün

gibilerle kurduğun ilişki biçimidir. Çünkü yargıcı dünya zaten seni

yanındaki arkadaşlarının, yoldaşların tarafından paylaşılmasını

sürekli itirafa zorluyor. İtirafın olduğu yerde bir suç vardır. İtiraf,

istiyorsun. Belirli doğruların bir yerlerde yazılmış olduğunu

suçu işaret eder. Sonuç olarak sen itirafa zorlanan, üstünde

varsayıyorsun ve o doğrulara dayanak insanlara söz hakkı ve oy

ışıklar yakılıp itirafa zorlanan bir şekilde kendini bulduğun

hakkı veriyorsun.

takdirde gerçekten bu konuda itiraz etmen gerekiyor. Çünkü açılmanın itirafla hiçbir ilgisi yok. Hiçbir suç söz konusu değildir.

Şimdi, bu oy hakkı meselesi kanımca çok tartışılabilir bir şeydir. Melek Göregenli anlattı; işte üniversitesinde genç insanların yaptığı bir toplantıda, katılanlara sorulmuş; “eşcinsel

Dolayısıyla

onay

beklememek,

onay

beklememeyi

öğrenmek çok güç bir şey tabii. Bunun örneklerini Türk

evlilikleri onaylar mısın?” Bir takım insanlar el kaldırmış. Sonra

siyasetinde de çok görüyoruz. Onay beklemek. Hani bir ara çıkıp

bir takım tartışmalar sürdükten sonra bir kez daha sorulmuş bu

biz de kurucu unsurlardanız, biz de Çanakkale'de savaştık diyen

sefer. Hani nasıl bir aşama kaydedildi, hani bir konuşma sonucu

Kürtler de mesela onay beklediği için numaracılık yapan

bakalım neler değişti? Yine aynı insanlar el kaldırmış. Bütün her

Kürtlerdi. Mesela bu da bir siyaset olarak bence çok çirkin bir

şey burada çok kötü bağlanıyor. Biz, nasıl bir görücüye

siyasettir.

Ve

kendi

uğradıkları

zulmü

kendi

elleriyle

çıkıyoruz? Eşcinsellik içinde çok ciddi bir problem, görücüye

meşrulaştırma siyasetidir. Çünkü sonuç olarak o Çanakkale'de

çıkma problemi… Bu herkes için de aynı şekilde, mesela DTP'nin

savaşmadıysan, kurucu unsur değilsen hayatın neresinde yer

yaşadığı, mecliste yaşadığı problemlerden de görüyoruz. Hayat

almayı hak ediyorsun, cevabını vermek lazım. Bu memlekette

bizi sınamak ve yargılamak istiyor. Özellikle de bir grup olarak,

sadece Türkler ve Kürtler yaşamıyor mesela.

bir kimlik, bir aidiyet olarak. Ortaya çıktığımız andan itibaren bir sınamaya tabi tutuluyoruz ve ortaya çıktığımız andan itibaren

Eşcinsellerin de yıllar boyunca çıkıp, biz aslında gayet de

herkes kendinde bizi yargılama ve bizim hayatımız hakkında,

efendi, normal, düzgün insanlarız, sizin gibi yaşıyoruz ama

birebir hayatımızı ilgilendiren konularda oy hakkına sahip olduğu

bütün

vehmine kapılıyor insanlar. Çünkü ortaya çıkmak, hani come-out

yaşadıklarımız, dertlerimizi de sizin gibi fakat tek farkımız işte

her

şeyimiz

de

sizin

gibi,

bütün

duygularımız,

diye söylenen şey, açılmak diye tercüme edildi, belki o açılmak,

yatak eşlerimizi seçerken oluyor. E artık o kadarını da

açıklamak, o süreç, tabii çok ani bir süreç. İnsanları açılmaya

görmezden gelin. Oysa hayır böyle bir şey değil tabii ki bu. Bu bir

açıldıkları

kimliktir ve bütün kimlikler gibi biricik bir kimliktir. Ama bu

takdirde öz saygılarını kazanabileceklerine, kendileri gibi

yönlendiriyorsunuz,

açılmaya

teşvik

ediyorsun,

kimlikte olmamız sadece bizi bir arada durmaya ve bir aile gibi

insanlarla belirli bir siyaset pratiğine başlayabileceklerini iddia

olmaya yönlendirmiyor. Bunun için başka müttefikler ve hayatın

ediyorsun,

anda

başka alanlarına yönelik itirazlarımızı bir araya getirmemiz

karşılaşabilecekleri zorluklar karşısında nasıl bir tavır alabilirler,

gerekiyor. Söz gelimi Ermeni sorunu üstüne fevkalade milliyetçi

nasıl

yargıçlar

imalar

onlar

açıldıkları

kendilerini

bir dil tutturan ya da gayet militarist bir dil tutturan Kürt sorunu üstüne bir eşcinselle ben kendimi hiç aile gibi hissetmem,

yaşantılar

ve

ama

koruyabilirler, o konuda söyleyebilecek fazla bir şeyimiz yok. Ancak

bu

söylüyorsun

sonucu

dünyasından

takım

hissetmek zorunda değilim. Çünkü benim onunla ortak olduğum

deneyimlerimiz var ama dediğim gibi ortaya çıktığın anda seni

edindiğimiz

işte

bir

noktanın sadece o cinsel pratik olduğuna inanır hale gelirim. Bu

yargılayabilecek, senin hayatın hakkında kararlar verebilecek

da beni eşcinselliğin sadece cinsel bir pratiğin adı olduğuna

insanlarla karşılaşıyorsun. Bu insanlar her alandan fikir sözcüleri

inandırmaya sürükler ki bunu reddediyorum. Bütün gücümle

olabiliyor. Bir hanım gazetecinin zamanında “canım işte

reddediyorum çünkü eşcinsellik sadece cinsel bir pratiğin adı

eşcinselliğe bir itirazımız yok ama artık yani bilmem ney de

değil.

yapmasınlar” şeklinde bir yazı yazdığını ve ben de ona yazıyla cevap

verdiğimde

çok

şaşırdığını

ve

çok

öfkelendiğini

* Yazar Yıldırım Türker’in, “Türkiye'de Eşcinsel Olmak!” söyleşi programı kapsamında, 11 Ekim 2008 tarihinde, İzmir Fransız Kültür Merkezi'nde yaptığı konuşmadan derlenmiştir.

hatırlıyorum. Çünkü o kendisini çok yüce gönüllü, bana ve bütün eşcinsellere bir hayat alanı tanıyan bir anne gibi hissediyordu. Dolayısıyla ben de bu bana uzatmış olduğu eli huysuzca iten bir edepsiz ibneydim.

Açılmak insanın kendisi içindir. İnsanın kendisi gibi olanlar içindir. İnsan dünyaya açılmaz. Yani illa da gideceğim de annemin onayını alacağım, illa da anneme açılacağım, işte onlar anlayana kadar birbirimizi yolarak geçireceğiz. Ya da ne bilim, işte gidip şurada açılacağım bütün herkesin onayını alacam.

13


köşe-siz

hiv/aids ve geyler kürşad kahramanoğlu kursad255@hotmail.com

KAOS'lu

arkadaşlara

hep

takılırım: “Ben KAOS kölesiyim”

konusu hâlâ korkulan bir tabuydu. Dünyada bir gruba saldırıya

diye. Çünkü ta baştan beri,

dönüştürülmüş, en çok ayrımcılığa sebep olmuş, Türkiye

hatta

bile

Cumhuriyeti tıp tarihinin en utanılacak iki yüzlülük örneği

yaşamazken, KAOS sadece iki

daha

bu

ülkede

AIDS, akıl, mantık, merhamet ve anlayışla yaklaşılacak,

tane “Ali motorlu” bir soluk iken

toplumun bütün bireylerinin bilgilendirilmesi gereken bir

dahi, hep KAOS'u destekledim. Bunun da bir tane ana nedeni

sağlık sorunu olacağına, hâlâ insanların okumaktan bile imtina

var. Hak verilmiyor, alınıyor. Tabii ki, zaman içerisinde insan

ettikleri bir tabuydu.

hakları konusunda samimi olan, demokrasi, insan hakları ve

14

sitesinde en az tıklanmış yazım olduğunu fark ettim. AIDS

Bunun, tabii ki karmaşık birçok nedeni var. Ama

hukukun üstünlüğünü içlerine hakikaten sindirmiş birçok

ülkemizdeki nedenlerden bir tanesi de, Türkiye'deki insanların

insandan,

18-35 yaş grubundan onlarca arkadaş ve yakınını AIDS'e

vermekte

olduğumuz

cinsel

özgürlükler

mücadelesine destek verecek namuslu insanlar çıkacaktır

kurban verip gömmemiş olması. Çünkü Türkiye'de, devletten

ama son analizde, cinsel özgürlükler, Türkiye'ye ancak

ailelerimize kadar milyonlarcamız, korkuya teslim olup

eşcinsellerin kararlı mücadeleleri ve güçlü organizasyonları ile

cehalet ve red etmeye sığındık. Bu hastalık, ne devlet, ne

gelebilir. Bizim tarihimiz biraz da, çoğumuzun o rezil dolabın

aileler, ne de bireyler olarak bizim sorunumuzdu! HIV virüsü

en karanlık köşelerinden bir türlü çıkamadığından pek

Türk kanına işlemiyor, sünnet bizi koruyordu! Bu virüse

yazılamamıştır. Hele de Türkiye gibi, “kendi kendine zulüm,

yakalanan veya yakalanma tehlikesine maruz kalabilecek

aşağılama ve cefayı” müstahak gören insanların bol olduğu

insanların sayısı bizzat resmi istatistikler tarafından saklandı

topraklarda, bu tarih pek yazılamaz, üstelik kıyıdan köşeden

ve hâlâ da hakiki rakamlar açıklanmıyor, açıklanamıyor.

güneş ışığına çıkan geçmişimiz hakkındaki bilgi kırıntıları

Seksenli yılların başında, gezegenimizde ilk olarak varlığı

çarpıktır! Bu nedenle de LGBTT mücadelesine, bizzat LGBTT

kabul edilen HIV virüsü, insanları çok korkuttu. Tıp tarihinde

bireylerinin not düşmesi önemli. Batı'daki en önemli LGBTT

'cüzzam' dışında hiçbir hastalık, AIDS'in makûs talihini

Carpenter

paylaşmadı. Bunda, dinlerin çok önemli rolü var. Özellikle

Archives”a da maddi, manevi destek olmuştum. Bir gün

arşivlerinden

biri

olan,

İngiltere'deki

“Hall

Hristiyan dininin köktendinci kanadının, bir günah keçisine

Türkiye'de de bir LGBTT arşivi olur; hele de LGBTT tarihçesi

ihtiyacı vardı. Bu günah keçisi de, çok kısa zamanda bulundu.

yazılırsa diye, ufak bir detayı burada not düşerek başlıyorum:

AIDS, bir gey epidemikti! Bu yalana da dünyayı, epeyce bir

Şu anda elinizde 104. sayısını tuttuğunuz, Türkiye'nin bu ilk ve

süre inandırdılar, çünkü ilk başlarda teşhis edilen AIDS

yegâne LGBTT dergisi Eylül 1994'ten 1999'un sonuna kadar

vakalarının çoğu eşcinsel erkekler arasında baş göstermişti.

fotokopi ile yayınlanmış, ABD kökenli bir lezbiyen grubun

Batıda zaten daha henüz ayakları üstünde durabilen eşcinsel

verdiği 5000 Dolarlık bir bağışla matbaa basımına geçmişti.

hareketi, bu yüzden ciddi bedeller ödedi. AIDS'li insanlara

Ben İngiltere'den, Yıldırım da Türkiye'den, bu bağış için referans olmuştuk. Her ikimizin de, hâlâ dergiye katkıda bulunuyor olmamız içimi gururla dolduruyor. Benim için “Gay Pride” böyle bir şey. Ali bana telefon edip “gelecek sayının teması 'taşra', yazını Bayram sonuna kadar bekliyoruz” deyince, önce heyecanlandım, 60'lı yıllarımın geçtiği Eskişehir'i yazarım diye düşündüm, hatta Ali'ye de söyledim. Mor El'deki

arkadaşların

hoşuna

gidebilirdi,

enteresan bulabilirlerdi… Sonra BirGün'de yazdığım köşemdeki son haftanın, başlığı “AIDS” olan yazımın, bugüne kadar internet

Türkiye'de hâlâ HIV/AIDS'in, bir gey hastalığı olduğunu düşünen, cinsel hayatları aktif milyonlarca heteroseksüel korunmaya gerek görmedikleri gibi, zaten başka birçok önyargıyla boğuşan bir avuç bilinçli gey de, bir de bu konuya eğilemiyorlar!

karşı

ayrımcılık,

kurbanlarının

tarihte

hiçbir

karşılaşmadığı

hastalığın seviye

ve

aşağılıkta oldu. AIDS sanki bir hastalık değil de, Tanrının bir gazabıydı! Hastaların işten atılmaları, tecrit edilmeleri, AIDS'e karşı gereken araştırma ve iyileştirme çabalarının yapılmaması,

hasta

insanların

sigortalanmaması, var olan sigortalarının iptalleri bunlar arasında sayılabilir. Eşcinsel hareket, bu alçakça saldırı ve haksızlıklardan yüzünün akı ile çıkmayı başardı. Organize olup AIDS'e karşı ve köktendincilere karşı, ilk zamanlarda tek başına mücadele etti. Milletlerarası bir sivil toplum kuruluşu


Türkiye'ye

olan ILGA, 90'lı yıllarda dünyanın yegane Birleşmiş Milletler (BM)

gözlemcisi

statüsüne

sahip

ilk

ve

tek

LGBTT

gelelim.

Bu

ülkede,

bu

konuda

henüz

köktendinci bir kampanyayla karşılaşmadık ama cehalet,

sağcı

tutuculuk ve korku yapacağını yaptı. Türkiye, toplumuyla,

politikacıların önderliğinde BM'e saldırırken, BM'i solcu bir

idarecileri ile ta baştan beri tam bir red içerisinde. Aynen

organizasyonuydu.

ABD

sağı,

Jessy

Helms

gibi

organizasyon olarak suçlarlarken, ILGA'yı isim vererek BM'in

bütün cahillerin her zaman yaptığı gibi; “yok dersek,

neden desteklenmemesi gerektiği tezlerinin gerekçelerinden

gözlerimizi kulaklarımızı kaparsak” bu sorunun yok olacağını

biri olarak sundular. ILGA'nın, BM gözlemci statüsü yıllar süren

umduk. Geçmişte “Bu hastalık kan yoluyla geçiyor, Türk

bir mücadeledir. Bu mücadelede resmen adı konmasa da,

kanına AIDS işlemez” diyen sağlık bakanlarımız bile oldu! Hâlâ

AIDS'in, geylerle kurulmuş olan hayali bağlantısı önemli bir

da, AIDS konusunda bir devlet politikamız yok. Gelişmiş,

faktördür.

gelişmemiş bütün dünya ülkelerinde AIDS konusunda,

Hastalığın ne olduğu daha iyi anlaşılıyor ve dünya üzerindeki

haritası

da,

git

gide

belirginleşiyor.

AIDS,

heteroseksüeller arasında hızla yayıldı, tıp bilimi AIDS'i bir

ilkokuldan hemen sonra başlayan eğitim programları varken, bizde binlerce doktor ve diğer tıp çalışanlarımız dâhil toplumumuz, üç maymunu oynuyor.

ölüm fermanından, kronik bir hastalık haline getirmeyi

Tıp bilimi, henüz bu virüsü tamamen yenecek bir tedavi

başardı. AIDS artık ölümcül bir hastalık değil, sadece bir gey

şekli veya bu virüse karşı bir aşı geliştiremedi. Bu yüzden HIV

hastalığı

değil

ama

insanların

ve

ülkelerin

ekonomik

durumları, cehalet ve önyargıları, insanların yaşayabilme veya

ve AIDS'e karşı en önemli mücadele şekli, eğitim ve insanları bilinçlendirmek.

Cinsel

hayatı

aktif

insanlar

çok

basit

ölüme mahkûm edilmelerine karar veriyor. AIDS artık

önlemlerle, hem kendilerini hem de cinsel ilişkiye girdikleri

öldüremiyor, cehalet ve önyargı ise öldürmeye devam ediyor.

insanları koruyabilirler.

Afrika Kıtası ve bütün üçüncü dünya ülkelerinde, akıl

Türkiye'de hâlâ AIDS'in, bir gey hastalığı olduğunu

almaz düzeyde HIV virüsü taşıyan ve milletlerarası ilaç

düşünen ciddi bir kesim var. Bu nedenle cinsel hayatları aktif

firmalarının kâr iştahları yüzünden AIDS'i, ölümcül bir

milyonlarca heteroseksüel korunmaya gerek görmedikleri

hastalıktan, kronik bir hastalığa dönüştürebilecek ilaçları

gibi, zaten başka birçok önyargıyla boğuşan bir avuç bilinçli

alamadıkları

gey de, bir de bu konuya eğilemiyorlar!

için

telef

olan

milyonlarca

insan

var.

Evet, AIDS bir gey hastalığıdır ama biyolojik nedenlerle

Köktendincilerin ve tutucuların seksenli yıllarda başlattıkları önyargılı

ve

korkutucu

kampanyaları,

hâlâ

etkilerini

sürdürüyor. AIDS'e karşı en tutarlı ve geçerli mücadele

değil,

cehalet

nedeniyle.

Varlığımızı

bile

inkâr

eden

ailelerimizden ve devletten, heteroseksüel çoğunluktan fayda

metodu olan eğitim yapılamıyor, yapılmıyor. Yani cehalet ve

yok. Hatta bir kısmı ayrımcılık olmadığını, bizleri sevdiklerini

önyargı can almaya; milyonlarca insanın hayatını karartmaya

ve

devam ediyor.

ölümlerinde bile, evlatlarının hangi nedenden dolayı hasta

koruduklarını

söylüyorlar

ama

hastalıklarında

ve

1988'de Birleşmiş Milletler, (BM) AIDS'in dünyamızı tehdit

olduğu ve öldüğü gerçeğini saklama ihtiyacı duyuyorlar! Yani

eden bir pandemic olduğunu gördü. BM'nin bir kolu olan, WHO

iş yine başa düştü. Üyesi olmayı seçemediğimiz genetik

(World Health Organiztion

Dünya Sağlık Teşkilatı) 1 Aralık

1988'den başlayarak, 1 Aralık günlerini 'Dünya AIDS Günü'

ailelerimiz değil, yüzünü Batı'ya ve medeniyete çevirdiğini söyleyen

devletimiz

değil,

ailemizden

sonradan

fayda

var.

kendi

seçimimizle

olarak ilan etti. Bu ilanın gayesi, insanlığı tehdit eden AIDS'in

katıldığımız

bir sağlık konusu olduğunun anlaşılmasını sağlamak, cehaleti

konusunda hem kendimizi hem de toplumu bilinçlendirip bu

Bilinçlenelim,

AIDS

yenmek ve korkuyla terbiye edilmiş toplum ve idarecilerinin

konuyu gündemde tutalım. Kim HIV+? Ne fark eder? (13

kendilerine gelmelerini sağlamak.

Aralık, 2008, İstanbul)

fotoğraf:

15


birlikte

temkinli ve ağır bir aşk Eda ve Serap “yüreklerinin götürdüğü yere gidebilen” iki insan. Bir ömre bedel minik bir dans ilk fiziksel temasları. Bu danstan sonra ikinci karşılaşmaları Serap'ın doğum gününde olmuş. O zamandan beridir de kedileriyle birlikte yaşıyorlar. Kaos GL dergisi için Eda ve Serap’la konuştuk, hikayelerini buyurun onların ağzından dinleyelim… söyleşi: umut güner Eda - Ben Eda. 31 yaşındayım. 2006'dan beri Lambda gönüllüsüyüm. Serap - Ben Serap. Yaşımı söylemesem?

Ben de

Serap - Off evet. Yine Pazartesi Kahvesi'ndeki sohbetlerden

lambdaistanbul gönüllüsüyüm. Grafikerim. Birkaç yayınevinin

birinden sonra, topluca Lambda'nın partisine gitmiştik. Ben

kapak tasarımcısı olarak çalışmaktayım. Bi sürü kediyle birlikte

aslında çok dansetmem -ağır ablayımdır! - ama Eda'ya yakın

yaşamaktayım

olabilmek için etrafında dört dönüp, dansediyorum filan... Sonra

Birbirinizi anlatır mısınız?(senin için sevgilinin tanımı nedir? Nelerden hoşlanır vs.)

yakın arkadaşlarımızdan birisi öylesine bi espri yaptı: “ooo! yeni bir aşk doğuyor galiba ” diye. Ben de içtiğim biraların cesaretiyle

Eda - Valla böyle anlat diyince anlatması zor oluyor. Serap

16

Eda - İlk kez dans ettiğimiz zaman. Aramızdaki ilk yakınlaşma bu dans sırasında olmuştu.

Eda'nın

kulağına

eğilip

“doğru

noktaya

parmak

bastı”

hayatın tadını çıkarabilen, yarını öyle fazla düşünmeden bugünü

deyiverdim. Daha fazla dizginleyemedim kendimi

yaşayabilen biridir. Bu yönüyle imrenirim ona. Ben planlıyımdır,

arada -hayat işte - romantik bir müzik başladı. Eda şaşkındı, hiç

Tam da o

bazen ileriyi düşünmekten o anı kaçırırım, sinir olurum bu

beklemediği bir açılmaydı. Ben de şaşırmıştım, nasıl böyle pat

huyuma. Sonra çok merhametlidir, hem insanlara hem diğer

diye açılıverdim diye. Biz o şaşkınlıkla bir yandan durumu

canlılara duyarlıdır. Bir de hiç sinirlenmiyor, sinirlerini aldırmış

konuşup bir yandan da birbirimize sarılarak dans etmeye

olmasından şüpheleniyoruz. Biz bir senedir beraberiz daha hiç

başladık. Bir süre sonra -ki o süre ömre bedeldi- Eda

tartışmadık. Onun bu sakin ve olgun halinden sanırım. Yoksa ben

şaşkınlığından sıyrılıp kendini geri çekti. “Yüreğimde başka biri

bazen epey asabi oluyorum. İyi idare ediyor beni yani.

var, kusura bakma” dedi. O gece eve döndüğümde sabaha kadar

Serap - Eda tam da “yüreğinin götürdüğü yere giden”

ağlamıştım. Eh! ben transseksüel bir kadındım. O yürekte yerim

insanlardandır. Ama bunu benim gibi “kendini nehire bırakarak”

olması çok da olağan bir şey değildi. Daha sonra birkaç kez

yapmaz. Aksine hayranlık uyandırıcı bir biçimde örgütler,

buluştuk ve havadan sudan sohbet ettik. 1 ay kadar sonra da

organize eder, en ince detayına kadar planlayarak yapar.

doğum günümde buluştuk ve o gün Eda elimi tuttuğunda ben

Kafasına uymayan bir konuda hayatta adım atmaz, uyuyorsa da

yeniden doğdum.

müthiş sağlam adımlar atar. Yine, kafasına - yüreğine uyan

Ortak birlikte yapmaktan keyif aldığınız noktalar

noktalarda çok cesurdur, ama bu cesaret; “aptal cesareti”

Eda - Aslında tümüyle doğa. Öncelikle, başta kediler olmak

değildir. Tepkilerini gizlemez. Heyecanlı, coşkulu ve müthiş sevgi

üzere hayvanlar. Evdeki kediler, bahçedeki kediler, son zamanda

doludur. İlk nerde ne zaman tanıştınız? Eda - Lambda'da tanışmış olduğumuz kesin ama zamanını tam olarak hatırlamıyorum. Serap - Evet Lambda'da -sanırım şiddet konulu bir kadın toplantısıydı- tanıştık ilk. Sonra Lambda'nın

yan

mekanı!

olan

Pazartesi

Kahvesi'ndeki sohbetlerde giderek arkadaşlığa dönüştü

bu

tanışıklık.

Ve

bende

giderek

derinleşen, karşılığı olmayan, platonik bir aşka... Nasıl bir platonik bir aşk? Birbirinize ilişkin unutamadığınız anlar var mı?

Serap'la ortaklaşa bir hayat beklentim. Hatta mümkünse başka LGBTT bireylerin de dahil olduğu ve aile kavramını yeniden tanımladığımız ortaklaşa bir hayat.

hatta

sokaktaki

sevmeyen

kediler...

komşulara

Ve

hayvanları

kızmak...

Serap'ı

sinirlendirebilen tek şey bu komşular. Serap'ı tanıdıkça bir sürü ortak yönümüz olduğunu

keşfettim.

Aynı

şeylerin

bizi

heyecanlandırması çok güzel. Konuşacaklarımız bitmiyor hiç. Serap - Birlikte tatile gitmek, çeşitli sanat ve kültür etkinliklerine katılmak, Parklara gitmek, özellikle Maçka parkındaki küçük çay bahçesinde gözleme

yemek,

Yeşilçam

ve

Majestik

sinemalarında, kimsenin izlemek istemediği filmleri izlemek, İstiklal'de el ele yürümek, Art


kafe'nin akvaryumunu izleyerek körili tavuk yemek, bahçede kedilerle birlikte bahçe keyfi yapmak, çizgi ve animasyon filmler

PembeMor Haftasonu

izlemek... Ve elbette evde birlikte kahvaltı yapmak... Tuhaftır, birçok konuda ortaklaşıyoruz. Farklı düşündüğümüz konularda bile buluştuğumuz bir nokta mutlaka oluyor. Sanat özellikle fotoğraf-, edebiyat -özellikle şiir- ve elbette kediler... Hatta tüm canlı türleri... Mesela bahçe katında oturduğumuz için kabuksuz kara salyangozları (slug) evimizin daimi ziyaretçileri... Onlara zarar vermemek için ne yapmalıyız konusunda bile günlerce araştırma ve gözlem yapabiliyoruz. Kediler konusunda da birlikte yazacağımız bir kitap hazırlığındayız. Nasıl bir hayat istiyorsunuz? Nasıl bir dünyada birlikte mutlu olabilirsiniz? Geleceğe ilişkin beklentileriniz ve korkularınız var mı? Eda - Klasik bir cevap olacak belki ama homofobi ve

Orda bir kent var uzakta dediğimiz kentlerde yaşayan ve yanı başımızda bulunan

transfobiden arınmış bir dünyada elbette. Serap'la ortaklaşa bir

elli eşcinsel ve biseksüel kadının bir araya

hayat beklentim. Hatta mümkünse başka lgbtt bireylerin de dahil

geleceği,

olduğu ve aile kavramını yeniden tanımladığımız ortaklaşa bir

havasını, suyunu, varlığı ve kimliği üzerinden

hayat.

Korkularıma

gelecek

olursak,

Serap

sağlığına,

beslenmesine pek dikkat etmiyor. Bazen endişeleniyorum. Kullandığı hormon ilaçlarının olumsuz bir etkisi olur mu diye kaygılanıyorum.

Neyse

şikayet

kutusuna

döndürmeyeyim

edindiği deneyimleri aktarma imkanı bulacağı bir Cumartesi-Pazar sentezini paylaşalım sizlerle.

burayı. Serap - Valla nasıl bir dünya konusunu çoktan geçtim. Elbette daha mutlu olabileceğim bir dünya tasavvurum var heteronormatif

olmayan,

toplumsal

yaşamın

cinsiyetler

üzerinden kurulmadığı, ataerkil olmayan, sınıfsız bir toplum-

21-22 Şubat 2009 hafta sonunun, PembeMor hallerinde Ankara'da buluşacak;

ama benim “ömür” zaman dilimimde gerçekleşebileceğini hiç

dilimizin döndüğü, kalemimizin kıvırdığı, ve

sanmıyorum. Bu durumda elimde sadece “şu an” kalıyor. Şu an

gözlerimizin kesiştiği kadarıyla, hikayelerimizi ortaklaştıracak,

geleceğe ilişkin birincil korkum Eda'yı yitirmek. Nasıl bir hayat? Küçük bir çiftlik evinde, Eda'yla birlikte... kentin

harala

gürelesinden

köpeklerle,salyangozlarla,

tavuklarla,

uzak,

kedilerle,

horozlarla,

kazlarla,

ortaklaştığımız noktaları detaylandıracak ve bu detayların belki de ne kadar

ördeklerle hatta mümkünse atlarla, ineklerle birlikte. Ama

birbirinden bağımsız ve farklı olduğuna şahit

okuyarak, yazarak... Ve de eylemlilikten, örgütlülükten uzak

olacağız.

değil elbet...

Farklı olma hallerinin, hikayelerin, zorluklarının “bir”likten çıktığı ve “birlik”e katıldığı da olsun istiyoruz. Bu PembeMor hallere ben de dahil olayım; hikayelerimi bu kez mürekkepli kalemle yazayım diyorsanız, kaosgl.org'dan ulaşabileceğiniz başvuru formlarını, 30 Ocak 2009, Cuma gününe kadar kadin@kaosgl.org adresine gönderebilirsiniz.

Başvurmak için hâlâ ne bekliyorsunuz!


canım ailem

aileler de açılıyor Pınar bir trans annesi, çocuğu kendine açıldığında bilgilenme ve konuşma ihtiyacı hissederek Lambdaistanbul ile iletişime geçmiş ve kendisi gibi birçok ailenin olduğunu görerek Lambda Aile Grubu'nun yapılanma sürecinde emek harcamış. Çocuğunun huzurlu, başarılı ve sağlıklı bir yaşam sürmesini istiyor ve her alanda onu destekliyor... söyleşi: barış sulu 2008

İstanbul

LGBTT

Onur

Yürüyüşü'nde

Cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri konusunda ben de hiçbir

"Çocuğumun Derneğine Dokunma" yazılı pankartlar

şey

gördük ve çok heyecanlandık. Öncelikle Lambda Aile

düşünüyordum açıkçası. Çocuğum bana açıldığında korku,

Bu

tip

şeylerin

sapkınlık

olacağını

Grubu'nun nasıl oluştuğunu anlatır mısınız? Ne sıklıkla

endişe, kaygı ve panik vardı bende. Korkum bilgisizliğimden

toplanılıyor ve toplantıların içeriğinden kısaca bahseder

kaynaklanıyordu. Ona yardım edebilmek için önce kendimi

misiniz?

bilgilendirmem, bunun için de araştırmam gerekiyordu.

Ben trans annesiyim. Çocuğum bana açıldıktan sonra, araştırma,

18

bilmiyordum.

bilgilenme

ve

konuşma

ihtiyacı

içindeydim.

Gizlemelerinin nedeni ebeveynleri tarafından reddedilme korkusundan

kaynaklanıyor.

Yalan

söylemek

zorunda

Lambda'dan haberdar olunca, oraya gittim ve birkaç aileyle

bırakılıyorlar. Bence ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz

tanışma fırsatını buldum. Benim de istediğim diğer ailelerle

için o kadar iyi olacak. Herkesi bilgilendirmemiz gerekiyor.

ortak bir çalışma içinde yürümekti. Bunun üzerine derneğin de desteğiyle bir aile birliği kuruldu. Her cumartesi saat 16.00'da

Çocuğunuzun size açılma sürecinde neler yaşadınız?

toplanıyor, çıkaracağımız broşürlerin içeriği hakkında tartışıyor,

Belki o bir şey söylemeden önce hissediyordunuz, belki

diğer

aileleri

sürdürüyoruz.

bilgilendirmeye Bunun

dışında

yönelik danışma

çalışmalarımızı

anlamanızı sağlayacak bir olaya tanık oldunuz, belki de

hattını

hiç beklemediğiniz bir anda "ben transeksüelim" cümlesi

arayan

ebeveynlerle görüşüyor, isteyenlerle buluşuyoruz.

ile karşılaştınız. O zamanlarda aklınızdan neler geçtiğini ve çocuğunuzla iletişiminizin nasıl geliştiğini anlatabilir

Türkiye'de cinselliğin konuşulamamasından kaynaklı

misiniz?

toplumsal bir travma söz konusu. Ne evde ailelerimiz tarafından bilgilendiriliyoruz, ne de okullarda bu konuda

Bizim durumumuz eşcinsel ailelerin durumdan biraz farklı.

anlamlı bir eğitim veriliyor. Cinsellik tabu olmaya devam

Her

ettiği ve ağzımızı açtığımız anda susturulduğumuz sürece

ikilemlerinden doğan bir rahatsızlıkları var. Bunun daha çabuk

şeyden

önce

transeksüellerin

cinsiyet

ve

vücut

de cinsellik konusundaki soruları bol, yanıtları kıt

fark edilmesi gerekirken, kendisi açıklama yapana kadar

çocuklar oluyoruz. Siz çocuğunuzla cinsellik konusunda

herhangi bir şeyin farkına varmadım.

rahat konuşabiliyor musunuz?

Ağzımı

açtığım

anda

susturulanlardandım

evet

ama

çocuklarımla rahatça konuşabiliyorum. Konuşabilmeliyiz diye de düşünüyorum.

Çünkü

esas

sapkınlıkların

gizlemeler

ve

ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.

Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


İlk tepkilerini zayıflayarak verdi. Hiçbir şey yemiyordu. Bunun sebebini araştırırken, uzun psikolog gezilerinden sonra sonunda Çapa Psikiyatri bölümünde durumun iç yüzü ortaya çıktı. Doktorun yaptığı teşhis sanırım onun söylemlerinden daha etkiliydi benim için. Kabullenmeye başladım ve yardım için kolları sıvadım.

Çocuğunuzun

transeksüel

olduğunu

öğrenmeniz

öncesinde ve sonrasında, LGBTT bireyler hakkındaki ve transeksüellik

konusundaki

Ailenizde eşcinsel, biseksüel, travesti veya transeksüel biri mi var?

düşüncelerinizi

karşılaştırabilir misiniz? Fikirlerinizde ne gibi değişimler

Çocuğunuz size eşcinsel olduğunu mu söyledi?

söz konusu?

Kardeşinizin kendi cinsine de Başta özentilik olduğunu düşünüyordum. Ergenlik çağında

ilgi duyduğunu mu fark ettiniz?

aklı karışmıştır diye kendimi avutuyordum. Sonrasında böyle olmadığını çok iyi anladım. Cinsel kimliğin, kimliğin değişmez bir

Bir akrabanızın cinsiyetini

parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma göre uydurması

değiştirmek istediğini mi öğrendiniz?

yerine, toplumun değişmesi gerektiğini anladım. Her zaman

Kimseyle konuşamıyor ve bu durumla

çoğunluk haklı değil.

tek başınıza başa çıkamıyor musunuz? Şu an yaşadığımız toplumda birçok önyargı transeksüellere yaşama hakkı tanımıyor. Kendilerinden namuslarıyla çalışmaları beklenirken, “namuslu” bir iş bulamamaları toplumun konuyla ilgili cahilliğinden yarattığı ikilemlerin belki de en üzücüsü. Ben, ailesi olarak ona sahip çıkmazsam nasıl yaşar diye düşünmeden, “başkası ne der” diye kendini yiyip bitiren ailelere yardımcı olmak için elimden geleni yapacağım.

Çocuğunuzu evlendirme, askere gönderme, torun sahibi

olma

gibi

toplumsal

ritüeller,

beklentiler

karşısında ne düşünüyorsunuz?

Toplumsal beklentiler benim yaşamımdan çok şey aldı

Yalnız değilsiniz! Bizim de sizin gibi çocuklarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız var ve inanıyoruz ki birbirimizin derdinden en iyi biz anlarız… Her hafta Cumartesi günleri 16:00'da Beyoğlu'nda bir kafede kendi aramızda, ayda bir kez de CETAD'da (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) uzman psikiyatrlar eşliğinde toplanıyor, konuşuyoruz... Siz yoksanız bir eksiğiz!

götürdü. Ben, ben gibi olamadım. Babamın, annemin ve kocamın hayatını yaşadım. İnsanlar nasıl mutlularsa öyle yaşasınlar. Dünü yeniden yaşama imkanımız yok. Benim çocuğumdan herhangi bir beklentim yok. Huzurlu, başarılı ve

LİSTAG (Lambdaİstanbul Aile Grubu)

sağlıklı bir yaşam istiyorum onun için.

http://listag.wordpress.com Aile grubu olarak bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz?

LGBT aileleri ve çocuklarıyla tanışmak ve tecrübelerimizi aktarmak şu anki isteklerimiz. Yalnız olmadığımızı hissetmek, diğerlerine de yalnız olmadıklarını hissettirmek.

Eklemek istedikleriniz nelerdir?

Çarşamba, Perşembe, Cumartesi ve Pazar günleri saat 17:00-19:00 arası Lambdaİstanbul Danışma Hattı'nı (0212- 244 57 62) arayarak buluşma yerimizi ve saatini öğrenebilir veya listag@lambdaistanbul.org contactlistag@gmail.com

Aile gruplarına katılımın artmasını, hep birlikte zoru başarmayı, sağlık, huzur ve güven içinde yaşamayı diliyor, tüm aileleri bu oluşuma davet ediyorum.

adreslerinden birine e-posta göndererek bizimle doğrudan temas kurabilirsiniz.


yüzyüze

zeynep casalini: “eşcinsel olsaydım açıkça söylerdim” söyleşi: çağlar yerlikaya v fotoğraflar: raşit algül

20

Kalabalık içinde, kendimi yalnız başıma hissettiğim bir zamanda karşılaştım onunla. Kalbim, darmadağın edilmiş bir oda gibiydi. Güneşle küstüğü için, gündüzü hatırlamayan bir oda. Ne odayı toplayacak halim vardı, ne de perdeyi açacak. Elimde olmadan her yere döküp saçtığım gözyaşlarım onunla düet yapıyordu sanki, o her “Amacım yok, yaşamak Buysa. Elimi Tut, uçarım Yoksa” dediğinde. Bir çocuğun ipini elinden kaçırdığı bir balon gibi uçup gideceğimi hissetmiş olmalı ki, elimi tuttu ve sakladı içinde. Sonra bir gün bana “Sen, benim manevi oğlumsun” dedi. “Her şeyi al. Bana, beni geri ver” diyen kadının sözlerinden, o an yeniden doğdum… Kalbimizdeki odayı her dağıtışımızda yeniden toplayan, şarkılarıyla hepimizin arasında kaldığı duvarları yıkan Zeynep Casalini, sözleriyle dünyanın, başka yere, başka zamana gitmeden bir şansı daha olduğunu söylüyor.

İlk albümünüzle oldukça iyi bir çıkış yakaladınız. Hatta ünlü müzik eleştirmeni Naim Dilmener, albümünüz için “Türk popunu kurtaran albüm” gibi çok özel bir ifade kullandı. Arka arkaya çektiğiniz klipler sürekli müzik kanallarında döndü. Fakat siz diğer şarkıcıların

aksine,

elde

ettiğiniz

başarıyı

popülerliğe

dönüştürmek için magazine asla göz kırpmadınız. Tiraj kaygısı olan bir dünya için, büyük bir risk değil mi bu? Gerek ailemden aldığım terbiye, gerek kendi dünya görüşüm doğrultusunda, yaptığım iş ve savunduğum bir konu hakkında bir yerde gözükmenin ya da konuşmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bana getirisi olacak diye, doğru olmadığını düşündüğüm bir şeyi ise zaten yapmam. Dinleyicilerimin beni şarkı söylerken ya da dünya ile ilgili bir meselede bireysel tepkimi gösterirken görmesini tercih ederim. Çağlar evet, dediğin gibi sanatla uğraşan insanlar için bu zamanda bu tavır, artık herkesin göze almaktan kaçındığı bir risk. Ve ben, gidişatı değiştirebilecek, hayatı biraz daha güzelleştirecek bir şeyde küçük bir katkım olması için bu riski, seve seve göze alıyorum. Herkesin bildiği gibi, ailenizde çok önemli sanatçılar var. Tiyatro sanatçısı bir anne (Deniz Türkali), şarkıcı bir baba (Ernesto Casalini), yazar bir dede (Vedat Türkali), senarist-yönetmen-şair bir

dayı

(Barış

Pirhasan)

ve

Türkiye'nin

en

önemli

yönetmenlerinden biri olan manevi babanız Atıf Yılmaz… Bunun size getirdiği artı ve eksiler nelerdir? Böyle bir ailede ve böyle bir çevrede büyümenin şüphesiz en büyük artısı; şu an bulunduğum konuma gelmemi sağlaması. Ailem sayesinde, kendimi bildim bileli sanatın birçok dalıyla iç içe oldum. Bu bana küçük yaşlarda özgüven ve idealist bir kişilik kazandırdı. Tabii, bu kadar başarılı


sanatçıların olduğu bir ailenin üyesi olunca, kendimi hep büyük

“Dokunma Bana” adlı çalışmanızın üzerinden uzun bir

bir sorumluluk altında hissettim. Bu yüzden, daha dikkatli ve

zaman geçtikten sonra herkes sizden albüm beklerken siz

daha seçici olmaya özen gösterdim her zaman. Eksi yönünü ise, geçirdiğim zor bir dönemde fark ettim.

sadece internetten yayınladığınız, Murathan Mungan'ın sözlerini yazdığı, Sunay Özgür'ün bestelediği “Nilüfer”

Sıkıntılı bir dönem yaşıyordum ve içinden çıkmak için savaş

adlı şarkıyla bir dönüş yaptınız. Müslüm Gürses'ten ilk kez

verirken, etrafımdakiler bunu çok fark edemedi ya da inanmak

dinlediğinizden

bu

yana

her

dinlediğinizde

çok

istemedi. Çünkü, böyle bir aileye sahip olunca, doğal olarak

etkilendiğinizi ve ağladığınızı söylediğiniz bu parça için

insanlarda, bütün şartların çok iyi olduğu ve her problemin

'şarkıyı evlat edinen kalbime, borç bildim bu şarkıyı

hemen çözülebileceği düşüncesi hakim. Kürşad Kahramanoğlu,

söylemeyi' demiştiniz. Bu şarkıda sizi bu kadar etkileyen

Naim Dilmener, Murathan Mungan, Sezen Aksu, Sunay Özgür

şey neydi?

gibi hayatımda çok önemli yere sahip insanların ve dostlarımın

Bu şarkıyı, ilk duyduğum anda gerçekten sarsıldım. Hiçbir şarkı beni bu kadar etkilememişti. Sözleri bakımından, o

desteğiyle atlatabildim o dönemi. Size bakıldığında, şarkınızdaki gibi duvarlara çarpmış,

dönemime tam anlamıyla eşlik etti. “Bana, beni geri ver” diyen

ağlaya ağlaya yosun tutmuş ve bir şeylere küsmüş bir kız

bu şarkı, bana aşkın ne kadar kuvvetli bir duygu olduğunu bir kez

çocuğu hissi uyanıyor insanın içinde. O kız çocuğu neden

daha hatırlattı ve beni onunla tekrar barıştırdı. Bu şarkıyı her

küskün ve onunla tekrar barışmak için ne yapmalı hayat?

söylediğimde, aşkın nefes aldığını hissediyorum.

Düşünceleri yüzünden aynı anda hapiste olan anne ve

Son albümünüz 'Kim Galip Çıkar' alt yapısı bakımından

babasını çocuk yaşta ziyarete gitmek zorunda kalmış bir annenin

daha sert, sözler bakımından ise daha derin. Hislerinizin

kızı olarak, her türlü dil, din, cins, ırk ayrımcılığının ve doğa

durağından kalkmış gibi şarkılar…

katliamının yapıldığı bir dünyanın vatandaşı olarak, küskün

Bu albümdeki şarkılar, içimdeki duyguların kapılarını sonuna

olmam kaçınılmaz. O kız çocuğu bu olaylar yüzünden, kendini

kadar açıyor ve içeride olup bitenleri gösteriyor. Ziyan olan

duvardan duvara çarpmış gibi hissediyor. İnsanların birbirlerinin

adamlar, aynı masallar, derin mevzular, sancılar, galip çıkanlar…

yaşamına saygı duymak ve dünyayı korumak adına bir şeyler

Hepsi var.

yapmaya başladığını görse hemen barışacak da… Her şeye

Müzikten önce yaşamınızda tiyatro vardı ve bu konuda eğitim aldınız. 'Kazandibi- Tavukgöğsü' ve 'Eylül Fırtınası'

rağmen, umutluyum ben. Sizin zaten bilinen başka bir yönünüz de, dünyada olup biten kötü olaylar karşısındaki duyarlılığınız. Küresel ısınma ve savaşa karşı yapılan organizasyonlarda hep en

adlı iki tane filmde oynadınız. Sinemayla aranız nasıl,

21

tekrar bir filmde oynamayı düşünür müsünüz? Sinemayı gerçekten çok seviyorum. Bu konuda bir altyapım

önlerdesiniz. Ne yazık ki, sizden ve birkaç sanatçıdan

ve birikimim olduğu için, sevdiğim bir proje olursa tabii ki

başka kimseyi göremiyoruz, sizce artık ateş kimseyi

oynarım.

yakmıyor mu, yoksa herkes çoktan yanmış da, artık bir

Peki, en çok beğendiğiniz oyuncular ve yönetmenler kimler?

şey mi hissetmiyorlar? Kimileri gidişattaki tehlikenin farkında değil, kimileri farkında ama ateş kendine sıçramadan bir şey yapma niyetinde değil,

Yönetmenlerde, MartinScorsesse,

başta

Pedro

Atıf

Yılmaz

Almodovar,

olmak

Akira

üzere,

Kurosawa.

kimileri de 'artık bir şey düzelmez' mantığında… Ben önce bir

Oyuncularda ise; Sean Penn, Helen Miller, Kevin Spacey, John

anne olarak, ciddi kaygı taşıyorum ve kendimi, dünyaya ve

Malkovich, Benicio Del Toro, Bennu Yıldırımlar, Uğur Polat, Uğur

gelecek nesillere karşı sorumlu hissediyorum. Bu meseleleri

Yücel, Deniz Çakır.

umursamayan insanları da anlayamıyorum. Bu, hepimizin ortak

Bir çok sanatçıya vokal yaptınız ve en sonunda, Sezen

meselesiyken, sadece bir avuç insan bunun için bir şeyler

Aksu okulundan mezun oldunuz. “Peri kızım” diye

yapmaya çalışıyoruz. Sanatçıların bu konudaki sorumluluğu çok

bahsettiğiniz Sezen Aksu'nun hayatınızdaki yeri nedir?

büyük. Çünkü, bir sanatçı bu tip olaylar karşısında destek verdiği

Sezen'in hayatımdaki yeri çok büyüktür. Annemin çok yakın

zaman, arkasından kendi hayran kitlesi de gelecek ve ciddi bir

arkadaşı olması sebebiyle, zaten çocukluğumdan beri görüşürüz.

çoğunluk sağlanacak. Buna ihtiyacımız

O gerçekten de çok özel bir yaratıcı.

var. Bu ateş gitgide büyüyor ve ancak

Şarkılarıyla herkeste olduğu gibi, benim

herkesin

kalbimin de en derin noktasına değmeyi

elindeki

bardağın

suyunu

başarıyor. Ama onunla çalışmak, aynı

dökmesiyle sönebilir.

sahnede olmak, bunun çok daha ötesinde “bu

şarkıyı

her

söylediğimde,

aşkın nefes aldığını hissediyorum”

bir

duygu.

Müzik

kariyeri

açısından,

dünyada Sting ile aynı sahnede olmak ne kadar önemliyse, Türkiye'de Sezen'le

İlk albümünüzden ve 64 şarkılık hazırlanmış özel bir CD'de yer alan

aynı sahneyi paylaşmak o kadar önemli ve özel.


“korunmalıyız ve inadına inadına sevişmeliyiz”

eşcinsel, travesti ya da transeksüel diye öldürmesinin altında ciddi bir kimlik problemi var. Bu insan ya gerçekten hasta

Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan HIV/AIDS hakkında

ruhludur ya da kendi kimliğiyle yüzleşmekten kaçıyordur. Bülent

insanlar konuşmaya bile çekinirken, siz Kenan Bahadır

Ersoy'u kişiliğinden ya da sanatçılığından dolayı seven kişilerin,

Derre'nin ilkini geçen sene yayımladığı AIDS Ajandası'nda

sıra başkasına geldiğinde o kişiyi cinsel kimliği yüzünden

yer alarak projeye destek verdiniz. Bu sene yine aynı

dışlaması ve dışladığı o kişinin başarılarını görmezden gelmesi

projede yer alan isimlerin başında geliyorsunuz. Bu konu

büyük adaletsizlik. Herkesin yaşamına saygı duymalı ve herkese

hakkında ne söylemek istersiniz?

eşit davranmalıyız.

Kürşad'ın (Kahramanoğlu) çok güzel bir lafı var; “Irkçılığa

Ülkemizde yine aynı bakış açıları, önyargılar varken ve

karşı çıkmanız için, zenci olmanız gerekmiyor” diye. HIV/AIDS'le

siz de şu andaki gibi herkes tarafından bilinen başarılı bir

ilgili bir şeyler yapmak için, HIV'li ya da yakını olmak gerekmiyor.

şarkıcıyken, eğer eşcinsel olsaydınız, bunu açıkça söyler

Bu, çağın önemli fakat korunabilir hastalıklarından biri. Bunu

miydiniz?

konuşmaya çekinmek ya da en kötüsü bunu “eşcinsel hastalığı”

Özel hayatımı her zaman, yaptığım işten uzak tuttum.

olarak görmek acizlikten başka bir şey değil. Bir kadına, çok

Şarkıcılığım ya da ailemdeki sanatçılar dışında, benimle ilgili

severek evlendiği kocasından da HIV virüsü bulaşabilir. Bu virüse

kimse bir şey bilmez. O yüzden bunu durup dururken, özellikle

sadece evlilik dışı ya da eşcinsel ilişki yaşayan insanlar

başkalarının kullandığı gibi 'itiraf' şeklinde söylemezdim. Çünkü

yakalanmıyor. Öncelikli olarak bilinçlenmemiz ve bu virüsle

'suç' itiraf edilir ve bu, bir suç değil. Ancak eşcinsel olsaydım ve

mücadele etmeyi öğrenmemiz gerek. Korunmalıyız ve inadına

bana bu sorulsaydı, 'insanlar ne der' diye düşünmeden, açıkça

inadına sevişmeliyiz.

söylerdim. Bunun son derece doğal olduğunu düşünüyorum. daha

Şarkılarınızda ön plana çıkan 'Aşk' son derece şiddetli,

öldürüldü. Bir tarafta, kendi kimliği için mücadele etmiş,

Geçtiğimiz

ay,

Ankara'da

bir

transeksüel

sancılı ve hüzün dolu. Sizin için aşkın daha az acılı hali

çok iyi bir sese sahip, başarılı ve çok sevilen transeksüel

mümkün değil mi?

bir sanatçı olan Bülent Ersoy'un gönül ilişkilerini büyük bir sempatiyle dinleyen, evliliklerinde, ayrılıklarında

şeymiş, bunu yeni fark ettim. Raşit'i (Algül) karşıma çıkardığı

sanatçıya sonuna kadar sahip çıkan toplumumuz, diğer

için, hayata teşekkür ediyorum.

tarafta cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri yüzünden

22

Aşkı dingin ve huzurlu yaşamak, mümkün olabilen bir

insanları dışlayıp yaşama haklarını ellerinden alabiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanların yönelimleri yüzünden dışlanması, hatta bu yüzden yaşama

haklarının

elinden

alınması,

açıklanamaz

ve

bağışlanamaz nitelikte üzücü bir durum. Bir insanın bir insanı


DOSYA:


taşra ağzı

orada bir taşra var uzakta… bawer çakır bawer@kaosgl.org

çocukluğumun

en

acıklı,

en

histerik, en vicdan azabından kan tükürten anlarından biri sanırım

getirecek demiştir. kavafis de tecer'den yıllar önce bunu şu dizelerle dökmüştür kağıda: “yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. bu

müsamere için okumam gereken

şehir arkandan gelecektir.

bir şarkıya hazırlanmamdı. ahmet

sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. aynı mahallede

kutsi

tecer'in

bir

daha

dönmemek üzere terk edilen köyleri anlattığı şiiri ve onu daha da

yaşlanacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. başka bir şey umma-

acıklı bir “vakaya” dönüştüren bestesi sırf benim değil, bu

ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin

müfredatla okumuş herkesin benzeri bir ıstırapla büyümesine

demektir bütün yeryüzünde.”

neden olmuştu.

tecer köyle yetinmemiş, dağa, yola, eve ve en ilginci sese

bir türlü kentli olamayan köylülerin, hadi dosya konumuza da değelim, taşralıların vicdan muhasebesi yaptıkları şarkı/şiir hep

de değinmiş, duymasak da, tınmasak da o ses bizim sesimizdir deyivermiş.

bir yanımızın “orada” kalmasına neden olmuş, tıpkı “almancılar” gibi ne buralı ne de oralı oldurmamıştı bizleri; toplumca “arada”

mezraların

kalmıştık.

köylere,

köylerin

kasabalara,

kasabaların

bucaklara, bucakların ilçelere, ilçelerin şehirlere, şehirlerin de

“orada bir köy var uzakta,

büyükşehirlere

o köy bizim köyümüzdür,

cumhuriyet

gitmesek de, görmesek de,

“özendiği”,

türkiye'sinin

“öykündüğü”, en

büyük

“imrendiği”

sorunlarından

bir biri

modernleşme. bu uğurda tuhaf bir kentlilik algısı yaratan

o köy bizim köyümüzdür…”

24

nedir o bizim olan ses?

bir ısrarı anlatan bu dizelerde tecer başka bir bakış açısıyla kavafis'e selam etmiş, kilometrelerce uzağa gitsen de ayakların seni bir gün “ingaaa” diye bağırarak hayatı selamladığın yere

cumhuriyet

politikaları

günümüze

giderek

vahşileşen,

vahşileşerek büyüyen, zorunlu ya da gönüllü göçen bir hayat kurguladı, taşra'yı da romantik bir kartpostal metaforu haline dönüştürdü. bugün taşra kentliler, kentsoylular, şehirde yaşayıp da şehirli olamayanlar ve arada kalmışlar için tecer, nazım hikmet, yusuf atılgan gibi isimlerin dizeleriyle andıkları, tarihi belli olmayan bir gün muhakkak ki dönecekleri bir “şey” haline geldi ve sahaflardan büyük kitapevlerine kadar her yerde bu imge satışa sunuldu. mis gibi tereyağı, temiz hava, yeşil alanlar, masmavi göller, dereler, sıcak yazlar, karlı kışlar, illa ki aile şefkati olarak resmedilen o taşra bir çoklarımız için (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel, kadınlar diye uzar gider…) tam aksi bir istikameti gösteriyor aslında. o edebi cennetin bizlerin hayatını nasıl da cehenneme çevirebildiği bu kentli hülyasına bir kara çalıyor, o oyunu bozuyor aslında. amacım büyükşehirler dışında yaşayan insanlara karanlık bir tablo çizmek değil. zira bu senaryo büyükşehirde ama merkez'e uzakta yaşayan ve ışıltılara gitmek için heves eden tüm ateş böcekleri için de aynı aslında. bu yazının da, kaos gl'nin bu dosyasının da ana fikri tam da burada vücut buluyor ve anlam kazanıyor: taşra uzakta değil aslında. ve bir tane taşra da yok asla. "ya çemberin içindesindir, ya da dışında yer alacaksın" dizesinin de bahsettiği gibi en merkezde kalan ve kendisine “yaklaşmasını istedikleri” için çemberler yaratan ve herkesi gönlünün

fotoğraf: hakan aydoğan

istediği

şekilde

sınıflandıran

o

merkezi

sistem


yaşadığımız büyükşehirlerde de taşralar yaratmış durumda. örneğin istanbul'un gaziosmanpaşa ilçesinde yaşayan ancak

olmadığını,

asıl

özgürlüğün

kendi

yaşadığımız

yerlerde

yakacağımız ateşlerle kazanılacağını anlatmaya çalışıyoruz. her

“gey life”ın hüküm sürdüğü (!) taksim'e hiç gelmemiş ya da

köyde,

gelememiş sayısız gey var. ya da bağcılar'da oturup da boğazı hiç

örgütlenerek var olan o bozucu, sıkıcı, renksiz, ayrımcı, baskıcı

kasabada,

şehirde

örgütlenmemiz

gerektiğini,

görmemiş sayısız lezbiyen. ankara'da sincan'da oturup kızılay'da

gibi nahoş özellikleri olan “taşraların” da yıkılabileceğini. yıkılan

hiç dolaşmamış bir sürü biseksüel, izmir yenişehir'de nefes alıp

bu köhne duvarın kalıntılarını temizleyerek yepyeni bir hayat

veren ancak alsancak'taki kıbrıs şehitleri caddesi'nde yürümemiş

öreceğimizi söylüyoruz.

“kayıt dışı” translar çok. hatta bu üç büyük şehir söylediklerimizi

ben, buna fazlasıyla inanıyorum. zor olduğuna ne şüphe.

bursa, eskişehir, antalya, adana gibi iller için de söylemek çok

ama ne kolay ki? hangi mücadele basit birkaç işlemle sonuca

mümkün.

ulaştı? tarih, özellikle bizler gibi “baştan merkeze uzak bir yerde

kaldı ki bingöl'ün bir köyünde yaşayıp şehir merkezini

konumlandırılmışlar” için ne denli zor süreçler yaşandığını

görmeden ölen de çok, trabzon'da bir yaylada evlenen, çocuk

gösteriyor bizlere. ve tabii ki örgütlü mücadelelerin yanı sıra

doğuran, çalışan ama karadeniz sahilinde hiç çay içmeden

bireysel var oluş çabalarımızın da ne denli çetin şartlardan, zorlu

hayatını sürdürenler de var. bu merkeze yakın olup da aslında çok

yollardan geçtiği çok açık.

uzağında olma hali, aslında yaratılan bir kültürün, sözde kent yaşamının bir “sonucu” olarak varlığını sürdürmekte.

bu nedenle ışıklara giden ateş böceği olmak yerine, yaşadığı yerlere güneşler getiren ilkbaharlar olmalı, ve memleketin her karış

merkezler kapitalizm için var

toprağında

yürüttüğümüz

özgürlük

mücadelemizi

büyükşehirlerin “tekelinden” kurtarmalıyız.

bu ışıklı merkezlerin varlığının yegane nedeni sistemin

Çünkü yıllar boyu bizler demedik mi; lgbtt'ler her yerde. önce

kendini var etme çabası muhakkak. çünkü bir bakıma ışık

batının (amerika ve avrupa'nın), ardından büyükşehirlerin

ışıksızlıktan şikayet eden ve orada solmak istemeyen herkesin

“kusuru” sayılan bizler, her yerdeyiz diyerek, her yerde

gitmek istediği nokta olarak zirve demek. en şık, en ışıltılı, en

görünerek bu akışı durdurmalı, her yeri nefes alıp verdiğimiz çam

imkanlı, en özgür, en ferah, en geniş, en özgürlükçü, en

ormanlarına dönüştürmeliyiz. tıpkı turgut uyar'ın da dediği gibi:

hoşgörülü gibi her şeyin en'i olan buralar bağnazlıktan, anlayışsızlıktan, homofobiden, transfobiden kaçmak isteyenlerin

“ey suyun güvenli akışı

kurtuluşu gördükleri, olacağına inandıkları yere doğru ilticaları

sana bir yamaç gerekmez mi

bu nedenle bir sınıf kaygısını da beraberinde getiriyor.

ki sonun özlemine hızla varsın.”

merkezin egemenliği giderek alt sınıfın orta ve üst sınıfa sıçrama mücadelesine dönüşürken, sistemin arzu ettiği çarkın da işlemesine neden oluyor. sistem çemberin dışındakileri içine almak için sayısız şey talep ediyor ve bunları tamamlayanlara “şefkatli” kucağını açıyor. lgbt'ler için köyden kente, kentin dışından içine gibi bir zorunlu göç güzergâhı var. bir çok insan özgürlüğün olduğunu varsaydığı bu merkezlere kaçmak ve buralarda yırtmak için bir sürü plan yapıyor, yollara düşüyor, bedeller ödüyor, hatta bazılarımız bunu ne yazık ki canlarımızla ödüyor. bulunduğumuz yerden kaçmak çoğu zaman acılı bir finalle noktalansa da kalmaktansa kaçmak hep daha cazip, hep daha tercih edilir bir seçenek oluyor. türkiye tarihi, bu arzuyla bulundukları dış mekânlardan özgürlüğün olduğuna inandıkları iç merkezlere doğru yapılan yolculuklarla ve trajik sonlarla dolu. kendimden yola çıkarak bir genellemeye gidersem türkiyeli lgbtt'ler bu hikayelerin maalesef ki bir çoğuna da tanıklık etmek durumunda kaldılar.

bir şey değişir, her şey değişir değişim bugünlerde abd başkanı barack obama sayesinde liberal dünyanın diline pelesenk olmuş olsa da türkiyeli lgbtt örgütlerinin

yürüttüğü

mücadelenin

en

önemli

anahtar

sözcüklerinden biri olmaya devam ediyor. kaos gl'ye, lambda'ya, pembe hayat'a, morel'e ve diğer tüm örgütlerin kapısını çalan herkese “kurtuluşun” bu şehirlerde

fotoğraf: hakan aydoğan

25


veda vakti Bir gün, üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra, Adıyaman'dan Kaos GL'ye nefes veren Ege Tanyürek'in ölüm haberini aldık. İntihar etmişti. Bir yalanı yaşama mecbur kılanlara inat mürekkebinden hayalleri kadar beyaz kâğıtlara umut çalan Ege kendi hayatına son vermişti. Ancak haberler Ege'nin zorla intihar ettirildiğini şeklindeydi. Homofobiye bir hayat daha heder edilmişti. Kurak bir topraktaki su birikintisi Ege bizim için bir çentikten öteydi. Tıpkı tüm ölen, öldürülen arkadaşlarımız gibi… Ve biz, Ege'nin en çok yazmasını istediğimiz “Taşra” sayısını onun daha önce kaosgl.org da yayımlanan, adı yaman, yolu duman Adıyaman'ı anlattığı iki yazısıyla selamlıyoruz. Anısını, ta kalbinden üflediği nefesini mücadelemize katıyoruz, mürekkebiyle, varlığıyla bize can katan Ege'yi çok özlüyoruz. Bir gün, gökkuşağının altından geçerken senin de adını haykıracağız şarkılarımızda… Huzur içinde bak bize Ege, umutlu gülüşlerle…

fotoğraf: Can

26

Kaos GL

taşrada eşcinsel olmak ege tanyürek

bölüm - I

Eşcinsellerin yaşantılarının genel olarak zor olduğu

getiriyor. Ülkemizde zaten bireysel özgürlük taşları maalesef henüz

ülkemizde bölgelere göre de farklılık gösterip daha da

yerine oturmuş değil. Bu durumda ve genelde muhafazakâr olan

zorlaştığı herkesçe malum. Zaten yönelimi nedeniyle kendini

bir toplumun içinde yalnız kalan eşcinsel bireyler, bizler biraz daha

yalnız hisseden kişi kabuğuna biraz daha çekilerek kendini

yalnız olmak durumunda kalıyoruz. Sorun ortada, peki ya çözüm?

toplumdan tamamen soyutlama ihtiyacı duyuyor. Aile, okul ve arkadaş çevresiyle sosyal olan eşcinsel birey bu sosyal

Adıyaman ve taşra olarak nitelendirdiğimiz doğu şehirlerinde

çevresine ters gelen bir durumun içinde zorluklarla karşı

gerek yetişme kültürü ve gerekse nüfusun az olmasından

karşıya kalıyor. Hele bir de bulunduğu durum hakkında bilgisi

kaynaklanan iletişim yoğunluğu nedeniyle insanlar kendilerini hep

yoksa bu işi daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale

bir otokontrol içinde olmaya zorlarlar. Örneğin Adıyaman yaklaşık


olarak 691000 nüfuslu bir şehir. Birkaç ana cadde dışında işlek

mu? Hayır. Tabii ki sevgi fedakârlık ister, özveri ister ama taşrada

olan ve insanların yoğun olduğu başka yerler yok. Alışveriş

bu, taviz vermeye dönüşüyor. Nelerden mi? Aileden, okuldan,

merkezleri,

resmi

kurumlar

ve

insanların

ihtiyaçlarını

karşılayabilecekleri bütün yerler bu birkaç cadde üzerinde. Bu da

işten ve çoğu zaman kendinden… Bir siyasi partinin şöyle bir sloganı vardır; YA SEV! YA TERKET!

insanları hep bu caddeler üzerinde olmaya itiyor. Basit bir ifadeyle sabah evden çıkıp bahsettiğimiz caddeler üzerindeki bir

Biz taşrada yaşayan eşcinseller yaşanılan durum ve şartlar

dersaneye gidiyorsanız, oraya varana kadar tanıdığınız 10 kişiyle

ne olursa olsun terk de edemiyoruz, sevmemiz de olası değil.

karşılaşmanız gayet normal bir şeydir.

Kişisel

eğitimini

almış

ya

da

kendini

yetiştirmiş

olarak

nitelendirdiğimiz bir kısım eşcinsel biraz da maddi olanakların Hal böyleyken bir eşcinsel olarak bu şehirde olmak ve

verdiği rahatlıkla kendilerine geçici çözümler (kimi zaman kalıcı

hissetliklerini rahatça yaşabilmek oldukça zorlaşıyor. Hele de

da oluyor) bulabiliyorlar. Ama zaten çoğu kalabalık bir aileden

çoğu eğitimsiz olan ve kendilerini “Aktif Gey” olarak tanıtan,

olan birçok eşcinsel de karamsarlıktan başka çözüm bulamıyor.

amaçları sadece cinsel tatmin olan insanların da epey bir

İçinde bulunduğumuz vahim bile diyebileceğimiz bu durumu

çoğunluğa sahip olduğu da düşünülürse otokontrol kaçınılmaz bir

mercek altına almak ve beraber çözümlere gitmek için

önleme dönüşüyor. Hayatımıza 90'lı yılların sonunda giren ve

dayanışma ve eğitim şart. Bunu bir sonraki yazımda daha detaylı

bize görünüşte rahatlık (!) ve özgürlük (!) getiren internet,

ele alacağım. Bir ayna olmak her zaman güzel değildir…

yaşanılmaya çalışılan aykırı hayatı sadece kelimelere dökmenin ötesine gidememiştir. Çünkü şehir aynı şehirdir, insanlar aynı insanlar. Arayış bitmiyor. Aranan sadece seks olsa sorun değil; eşcinseller duygusal açlıklarını da gidermek istedikleri için kendilerini anlayabilecek diğer insanlara ulaşmayı, belki bir ihtimal

de

olsa

bulabileceklerini

düşünerek

birçok

'chat'

(muhabbet) kanalında ya da internet sitelerinin arkadaş arama bölümlerinde büyük bir zaman kaybı yaşıyorlar. Ama ümit bitiyor

bölüm - II Kim bu aynada görünmek istemeyen görüntüler ve kim bu

Rehber de!

onları göstermek istemeyen ayna? Toplum insanın aynasıdır değil mi? Bazen hastalık oldu, bazen günah, yasak vs… vs… Kimse o kopan sessiz fırtınayı hissetmedi, hissetmek istemedi belki de. Basmakalıp kelimelerin gölgesinde büyüdük, büyüyoruz. Bırakın

ı yaslamalar baş ı nı alı p

Tabi bu noktada k

gidiyor.

eşcinselliği, cinsellik hep tu-kaka bir şey, ayıp olarak, günah olarak öğretildi bizlere. Cinsellik konusunda kulaktan dolma bilgilerle kendini yetiştirmeye çalışan bir bireyden kendini cinsel manada

Ben neden böyleyim?

tanımasını dahası kabullenmesini beklemek biraz ö…z altında buzağı aramaya benzemez mi? Neden

Nesiller boyunca gelen bu tekdüze

ve

diğer

arkadaşlar

ı mdan farklı

hissediyorum?

ı p bilgilerin ı ş ı ksı zlı ğ ı nda büyüyen bizler

basmakal

ı ş eyler hissediyoruz. Aman

günün birinde farkl

Ve… Ve… Ve…

Allahı m! Ne dehş et bir ş eydir bu. Zaten Tabii ki bu soruları n mantı klı bir ş ekilde ailesiyle,

ı yla baş ı

çevresiyle ve monotonlaşan hayat

cevaplaması

gerekiyor. Bir muhatap

dertte olan bizler, kendimizi bir anda ucu bulunursa ş ayet. Bulamadı k. Sustuk, bucağ ı görünmeyen

bir çölde buluyoruz. Tek bir iz yok… yazıları ve ege için yazılanlar için kaosgl.org’e bakabilirsiniz...

27



NEFES, ÖZÜR, RÜYA ve TRT 4 Hakan Aydoğan - 2008


çardak taşra'da lezbiyen ve biseksüel

kadın olmak… “Taşra"yı, bir "mekan, alan, yer" olarak düşünmüştük önce; meğer daha çok, bir "hal"miş. Ve ara sıra, "zaman zarfı"na, pek sıklıkla da "iyelik eki"ne bürünüyormuş bu taşra. Onsuz da var olunuyormuş, ancak onunla olunca bir şekle giriliyormuş öğrendik ki. Şekle girmek gerekiyormuş söylenenlere göre. Kimileri de, eksiz kalınca duyulan yalınlığı üstün tutarmış eklere.

Hayatın yalın haliymiş bu. Ancak, taşrada yalın kalınmıyormuş; insana dair birçok şey, üzerine bütün ekleri çekiyormuş anlaşılan. Öykülerimizden anladığımız, birçok şeyin içinde bir taşra olmasıydı. İyelik eklerinin her birine bağlı olan bir taşraydı bu. Ve bu taşra, kadınların, hele hele eşcinsel ve biseksüel kadınların içinde bulunuyorsa, çok daha çetrefilleşiyormuş ekler. Aşk hayatına emir kipleri bulaşıyor, hayaller yalnızca gelecek zamanın mekanlarında dolaşıyormuş.

Bizler de hikayelerimizi, mürekkeple yaptığımız işbirliğiyle paylaşmaya karar verdik. Olur da bizimkiler, daha nice hikayeleri ortaya çıkarır, aşkın en yalın ve şimdiki zaman kipli halini, gidip getirir ümidiyle...

düzenleyen: nevin öztop & pelin kalkan

taşraya rağmen büyümek Zeynep Aslıhan

30

Uyandığımda beynime, gördüğüm kâbusların kalıntılarıyla

olan herkesten'' korkan ve sindirmeye çabalayan insanlardan

son zamanlarda iyice bastıran suçluluk duygusu hâkimdi.

kaçışım yoktu. Küçük öğretileri ve bencillikleri arasında sıkışıp

Yorulduğumu kabullenmeye yakınım. Kendime dair kendi içimde

kalmıştım. Ergenlik dönemimde yavaş yavaş kendimle ve

savaşırken, bir de çevremdeki düşüncelerle savaşıyorum. Her

düşüncelerimle

gün insanların beni ne kadar az anladığını düşünürken, onlardan

''samimi'' azınlığıma farklılıklarımdan söz ettim. Bunu yaparken

baş

edebilmeyi

başardığımda

çevremdeki

adım adım hızla uzaklaşıyorum. Özellikle sevdiğim insanlar beni

içimdeki korku iyice bastırıyordu; çünkü biliyordum ki onlar

hayal kırıklığına uğratıyor. Birey olduğumdan, onlardan farklı

filmlerde gördüğüm insanlar kadar rahat olamazlardı. Ne eksikti

olabileceğimden bihaberler. ''Burada olmak çok zor.''

bir türlü anlamıyordum. Ne öğrenmeleri gerekiyordu? Duvarlarını

Sanırım bu cümleleri yazdığımda lisedeydim. Anılarımı karıştırana kadar bir zamanlar bu kadar kapalı ve bu kadar kaçak olduğumu

unutmuşum.

Her

zaman

kimliğimi

kabullenme

kırmak için ve önümdeki denizi aşmaları için ne gerekliydi. Beni

seven

insanlar

dahi

beni

olduğum

gibi

kabul

edemiyorlardı! Geleneğin son kalelerinden birinde, hoşgörü

konusunda çok geride kalmışımdır. Tam olarak kendimi gerilere

merkezinden bir o kadar uzak insanlar... Bunun ruhumda açtığı

atmaktan vazgeçtiğimde çoktan yıpranmıştım.

yaralar uzun süre kapanmadı ve sanırım hayatım boyunca beni

Üniversiteye kadarki öğrenim hayatım boyunca, çevremdeki

kovalayacak. Ve sonra biraz daha büyüdüm. Oluşturduğum

çoğunluktan farklı olarak kadınları da sevebildiğim için birçok

küçük çevrede benimle ilgili bir ''ayrıntı''yı öğrenip uzaklaşanlar

kere görünür bir biçimde ya da üstü kapalı olarak dışlanmışlığım

dışında kalan insanlarla birlikte yola devam ettim. Yıllarca

vardır. Bazen onlar yapardı ve bazen de ben kendimi çekerdim. Bu istemliydi ya da değildi; yalnızca sahip oldukları keskin tabulara ve kilitlere dayanamıyordum. Biraz yalnızdım ve bunun

benim

için

en

iyisi

olduğunu

düşünmüştüm. Yaşadığım dört duvar misali küçük şehre; geliştiğinden bahsedip duran ve buna

rağmen

yaşamlardan

ve

kitaplardan,

değişik

hoşgörüden

habersiz

insanlardan; bütün bu ''kendilerinden farklı

yaşadığım

Ne öğrenmeleri gerekiyordu? Duvarlarını kırmak için ve önümdeki denizi aşmaları için ne gerekliydi.

kendimi

dışlama

ve

başkaları

tarafından dışlanma durumlarını yok eden, derimi yırtıp gerçek beni açığa çıkaran, beni ben olduğum

için

koşulsuz

seven

insanlar

topluluğuydu onlar. Küçük bir şehirde ihtiyacım olan en önemli şeydi belki de bu. Hayatı köşeli yaşayan ve yaşatmayı dayatan insanlar varken kendimden uzaklaşmamı engellediler belki de. Diğer insanların düşündükleri artık önemsizdi, tıpkı nerede yaşadığım gibi.


yalnız bir kadın olmayacağım

üniversite olduğunu defalarca aklıma kazıdı. Ben o sene üniversiteyi kazanmadan ailemden uzaklaştım. Birkaç yıl sonra aşk girdi hayatıma. Onun yaşadığı, aşık olduğu şehre geldim. Ben de bu kez bir kadını, bir evi değil koskocaman,

seçin vural

gri bir şehri yuvam yaptım. Ankara'da kalabilmek için önce iş

dergi@kaosgl.org

Ben Ankara'da yaşayan, 29 yaşında

eşcinsel

bir

kadınım.

Kendimi keşfetme sürecim küçük yaşta başladıysa da tamamen kendimi kabul etmem 17 yaşına kadar sürdü. Platonik aşklarımı

bulmaya çalıştım. Farklı deneyimlerim oldu, zor bela üniversiteye girdim. Ankara'da dostlarım oldu, bana benzeyen, benzemeyen aslında hiç mi hiç benzemeyen. İlişkilerim oldu. Beni büyüten çok küçülten… Daha sonra yaşamıma, sosyal ilişkilerimi genişleten, benim eşcinsel kimliğimi, kadınlığımı, kafamdaki düşünceleri hazmetmeme yardımcı olan Kaos GL girdi.

saymasak ilk yetişkin ilişkim o yaşta oldu. O dönem ailemle birlikte güneyde bir sahil kentinde yaşıyorduk.

küçük bir şehirdeyim

Küçük, dedikodunun bol olduğu, insanların birbirlerini tanıdığı ve akraba ilişkilerinin sıkı olduğu bir yerdi. Farklılığının farkında olan her birey gibi bende çevreyle, onların istediği gibi

Melisa Aslan

ilişki kuramıyordum. Eşcinselliğimin, onların ahlak değerleriyle

Taşra insanların içindedir. Açılınca çevrende yaralayan

çakışması kendimi, toplumu, yaşadığım yeri sorgulamama

insanlar varsa senin duyguların törpülenir taşlaşırsın, suçu

neden oldu. Bugün düşündüğümde eşcinsel olmasaydım yine

büyük kentte olmamaya atarsın orada her şey serbest ya! Küçük bir şehirdeyim, insanlara açılmayı düşünmüyorum,

onlara göre aykırı (feminist) olurdum. Yaşadığım yerde bir öğretmenim vardı. Onunla sohbetlerimin

herkes o kadar kapatmış ki kendini ve küçük bir yer, herkes

ne kadar samimi ve rahat olduğunu anlatamam. Onun evi benim

herkesi tanıdığı için berbat ama güzel... Bu halimle iş

için ailemden, çevreden, dedikodulardan uzak arındırılmış bir

arkadaşlarım ki erkekler çoğunlukta, kadın olsun erkek olsun,

yuvaydı. Dinlediği müzikler, bana okuttuğu kitaplar değişikti,

seviliyor ve takdir ediliyorum, eşcinsel olduğumu söylesem amanın küçük bir kıyamet kopar! Burası kendini keşfetme yeri ya

güzeldi, insanın içini burkuyordu… Küçükken bir film izlemiştim. Yalnız bir kadın vardı. Film; sessiz, insanın içini burkan, insan rahatsızlık hissi veren garip bir

da keşfettirme yeri değil. Ve taşrada ışık kirliliği olmadığı için geceleri samanyolunu izleyebilirsin

filmdi. Çok korkmuştum. O zaman ben hiç yalnız kalmayacağım, hiç bu kadın gibi olmayacağım, benim bir sürü çocuğum olacak, normal bir yaşamım olacak diye düşünmüştüm. Büyüdüm, zaman geçtikçe o kadın oldum. Korktuğumun aksine rahatladım. Bir gün hocamın, (ilişkimiz boyunca ona hocam diye seslendim) öğretmenler gününü kutlamaya gittim. O gün rakı sofrası hazırlamış ama arkadaşları gelmemişler. Biz de birlikte içelim, dedi. Uzun uğraşlar sonucu izin alabildim. O gece ona açıldım ve “BEN KADINLARI SEVİYORUM” dedim. Bunu dışarıdan söyleyince bana bile garip geldi, o yüzden onun garip bakmasını yadırgamadım. Ona bunu söylememin nedenini defalarca, o sormasa da anlattım. Bütün gece utançtan, binbir düşüncenin, paranoyanın ince ipinde gezindim. Ama gecenin sonunda başka birinin daha açılacağını bilseydim, o kadar tedirgin olmazdım. İlişkimiz iki yıl sürdü. Bu iki yılın içine bizden daha çok çevre korkusu,

kavga,

ayrılıklar,

taşınmalar,

bambaşka

yaşam

kurmalar girdi. Ben çoğu zaman onu anlamayacak kadar çocuk, o çoğu zaman benim normal bulduğum şeylerden tedirgin olacak kadar yaşlıydı. Bulunduğumuz yerin bizim üstümüzdeki baskısı onun

taşınmasına

kadar

sürdü.

Çevreden

o

kadar

çok

korkuyordu ki, her gün ilişkimizi bitiriyordu. Benim ilk ilişkim olması ve kişilik yapım nedeniyle ilişkiye, ona fazla bağlıydım. Hayatım

aksiyon

filmi

gibi

heyecanlı

olması

gerekirken,

mükemmel bir drama dönüştü. O taşınma sürecini yaşarken bir yandan benim oradan ayrılmam gerektiğini, kurtuluşumun

fotoğraf: hakan aydoğan

31


muhacir

manisa’da gey olmak... Türkiye'de Eşcinsel Olmak deyince akıllara hep İstanbul başta olmak üzere büyük şehirler gelir. Sanki eşcinseller sadece büyük şehirlerde yaşıyorlarmış gibi. Büyük şehirler dışında şehirlerde, kasabalarda eşcinseller mutsuz olurmuş gibi düşünüyoruz. “Manisa'da gey olmak!” söyleşisinde bunun böyle olmadığını görüyoruz. Hüseyin Derviş yaşadığı şehri sevebiliyor ve dengelerini bu şehirde kurabiliyor. söyleşi: umut güner Bize kendinden bahseder misin?

Ankara'da başladı. Öylece gelişiverdi. Benim için o kadar doğal

25 yaşındayım. Manisa, ailemin Bulgaristan'dan göç ettiği,

bir süreç olarak işledi ki, kendimi hiç o kadar huzurlu hissettiğimi

büyüdüğüm şehir. Manisa'da belirli sosyal faaliyetler hep sınırlı

hatırlamıyorum. Sonra tatillerde Manisa'ya geldikçe görüştüğüm

kalıyor. Belirli yerel örgütlerde çalışmaktan ziyade zamanımı

tanıştığım insanlar da oldu. Ceviz kabuğunun içine saklanmış gibi

dolduran bir şey yok. Bir yandan da lise yıllarında bana hep

dışarıdan baktığımda, asla benim gibi gey olamaz dediğim

küçük, dar ve karmaşık gelen bir şehirdi burası. İnsanlarıyla

insanlarla aynı hayatı paylaştığımı gördüm tanıdıkça. Tabi bu

anlaşmak zordur. Hele ki cinsel kimliğinizi keşfettiğiniz yıllarda

kadar açılmamın ve rahatlamamın altında, önce arkadaşlarımla

böyle bir şehirde yaşamak hakikaten zor. Ancak ben bunu

internet ortamında görüşmemin de etkisi oluyordu.

üniversiteye başladığımda aştım sanırım. Hele ki eşcinselliği

32

kabullendikten sonra insanlar tarafından garipsenmemek için

Manisa'da

müthiş bir çaba içerisine girdiğimi hatırlıyorum. Çünkü bunu

oturuyorsun.

oturttuğunuzda çizgiden dışarı çıkmış oluyorsunuz. Şimdi burada

insanlar

mutluyum, çünkü arkadaşlarım var.

ayrılamıyorlar!

ailene Bu

yakın

nasıl

ailelerinin

ama

oldu?.

onlar”dan

Genellikle

yanından

ayrı

Türkiye'de

"evlenmeden"

Şöyle ki, benim ailem Balkanlar'dan, Bulgaristan'da doğup, Eşcinselliği kabullendikten sonra dedin? Ne zaman kabullendin?

büyümüş insanlar. Bilinen belirli siyasi olaylardan ötürü 1990'da Türkiye'ye göç ettik. Çocuk yetiştirme ve çocuğa saygı anlayışları

Aslında içimde hep kabul ettiğim bir şeydi, ancak sonradan fark ettim ki bu duyguları içimde ayırıyorum, çevre ve aile

biraz

daha

farklı

bu

yüzden.

Her

ne

kadar

gelenekler

çerçevesinde yaşıyor olsalar da, bireysel özgürlüğe inanan bir

yüzünden kendimi başka bir kılıfa heteroseksüel bir yaşam

ailem var, daha da uzakta farklı bir şehirde yaşayabilirdim.

formuna

Ancak, şu aşamada çalışma alanım ve ekonomik durumum bunu

uydurmaya

çalışıyorum.

İşte

bütün

bunları

birleştirdiğim an daha rahat ve özgür yaşamaya karar verdim. O

gerektiriyor. İki dairede altlı üstlü hem ayrı hem yakın

günden beri mutluyum kabullendiğim an derken kast ettiğim

yaşıyorum.

kendimi

mutlu

hissetmeye

başladığım

dönem;

sınıftaydım.

lise

son Ailen eşcinsel olduğunu biliyor mu? Belki de bu söyleşiyle öğrenirler. Bilmiyorlar tabi, ama

Liseyi nerde okudun, üniversitede nerdeydin? Liseyi

Manisa

Cumhuriyet

Lisesinde,

üniversiteyi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudum.

Peki eşcinselliği kabul ettiğin bu dönemlerde

eşcinsellerle

ilişkilenebildin mi? Evet, ilk ilişkilerimi de tam da bu dönemde kurmaya başladım. Tabi ki

bilmelerini istiyorum. Söylemeyi düşündüğüm ilk anda bunu

Ceviz kabuğunun içine saklanmış gibi dışarıdan baktığımda, asla benim gibi gey olamaz dediğim insanlarla aynı hayatı paylaştığımı gördüm tanıdıkça.

daha farklı yollarla yapmam gerektiğini fark ettim.

Sadece

olmazdı.

söyleyip

Hazır

geri

adım

cevaplarım,

atmak

savunucu

kelimelerim olmalıydı, bu konuda kendimi yetkin hissetmedim tam da bu durumu akışına bırakmışken düşünenler

Kaos'un için

ailelerine

hazırladığı

bir

açılmayı makaleyi

okudum. Çok geniş bir zamana yayarak bunu açıklamaya karar verdim. Ancak bu zaman gelene

kadar

da

ke n d i m i

gizlemem


gerekmiyordu. O yüzden beni anladığını ya da anlayabileceğini

homofobik söylemleri olan ünlü bir oyuncuyla da orada

düşündüğüm insanlarla paylaşıyorum hayatımı.

karşılaşmıştım. Yanında sevgilisi de vardı tabi, hayat işte böyle…

Gelecekte kendini nerde görüyorsun? Manisada mı?

Son olarak, Manisa'da eşcinseller örgütlenebilirler mi?

Yalnız mı? Ya da başka bir yerde başka bir halde? Aslında

örgütlenebilirler,

bu

ortamın

var

olduğuna

Türkiye'de olmak istiyorum belirli bir şehirde yaşama planım

inanıyorum. Ancak sadece bir ses olarak kalmaya mahkum,

yok. Yalnız olmak istemiyorum ama mutlaka hayatımda biri

çünkü müthiş bir nefret var, birçok yerde olduğu gibi böyle

olacak sanırım. Yakın bir dost, belki bir sevgili, yol arkadaşı...

örgütlenmelerin çıkışını kıyamet alameti sayan bile çıkabilir.

Doktora eğitimine başlamak tek hedefim bugünlerde, ileriye

Üniversitenin varlığı birçok şeyi değiştirecek ama buna eminim.

yönelik bir şeyler yapabilmek için bir adım olacak. Üniversite ortamını çok seviyorum, farklı bir havası var çünkü, bu beni hep mutlu edecek, akademik alanda ilerleyeceğim.

Son olarak, seninle yaptığımız söyleşi gerçekten İstanbul, Ankara, İzmir dışında da bir eşcinselin mutlu olabileceğini gösteriyor. Sen bir eşcinsel olarak Manisa'da

Manisa'da günlerin nasıl geçiyor?

yaşamayı başarmışsın. Senin gibi Türkiye'nin farklı

Manisa'da İl kütüphanesinin demirbaşı oldum bugünlerde, çalıştığım bir STK'nın projeleriyle ilgileniyorum, Manisa'da da

şehirlerinde yaşayan eşcinsellere bir şeyler söylemek ister misin?

örgütlenmesi olan bir STK bu (TOG). Bahsettiğim liseden bir

Başka bir şehirde ya da küçük bir şehirde mekan bir tarafa,

arkadaşım var, onunla zaman geçiriyoruz. Onu anlamaya ve

yaşam biçimimiz ya da farklı bir ruh yapısına sahip oluşumuz bizi

çözmeye çalışıyorum. Destek olmak istiyorum ona benim kadar

çevremizden farklılaştırmıyor ve bizler de bu kültürün ürünleri

şanslı değil çünkü. Bir arkadaşım ticaretle ilgileniyor, bir cafe

olan insanlarız, çevremize bu bağlılıkla bakmalıyız, bu kültürel

açacak, biliyorum ki Manisa'da da eşcinseller var ve onların nefes

yapı içerisinde bir unsur olduğumuzu hem de önemli bir unsur

alacağı bir yer açması konusunda ona diretiyorum hala ikna

olduğumuzu unutmadan güvenle yaşamalıyız. Elbette ilk adımda

olmuş değil tabi, "taşlarlar" diyor, "girme kanıma" diyor. O da

haykırış olarak çıkmaz sesimiz, basık kalır, ama çığlık çığlıktır.

haklı tabi...

Güvenelim kendimize.

Geçmişe dönüp baktığında keşke dediğin anlar var mı Manisa'ya ilişkin? Olmaz mı, eğitimli ya da eğitimsiz ne olursa olsun eşcinsel bir insan ister istemez duygusal olarak birçok insandan farklılaşıyor; daha özgür bir ruha en azından o potansiyele sahip, keşke lise yıllarımda kendimi bir eşcinsel olarak daha mutlu görmeyi başarabilseydim diyorum. O zaman çok daha farklı şeyler yapabilirdim. Bir de lisede hoşlandığım (gülüyor).

bir

çocuk

Kısıtlanmak

vardı

sanırım

büyük

onu

işkence

tavlardım

kendimdeki

potansiyeli o yıllarda görmeliydim diyorum, üniversite yıllarında geç oldu biraz.

Manisa'da bir eşcinselin bir günü nasıl geçer? Eşcinsellerin sürekli gittiği hamam, bar, sinema var mı? Benim günüm bazen Manisa'da bazen İzmir'de geçiyor. Tanıdıklarım açısından baktığımda ya evlerinde ya da işten eve şeklinde sınırlı ve kapalı bir gündemleri var. Gece kulübü olarak bir iki rahat mekan vardı önceden, AKP'li belediye onlara da sınırlama getirdi içkili mekanlar olması nedeniyle. Tarihi bir hamam var yalnız! Sultan Hamamı diye bilinen; hem heteroseksüellerin hem de eşcinsellerin gittiği, sade, temiz ve güvenli bir alan. Bir kez gittim ve hayatımda hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum, o zaman sevgilim vardı onunla gitmiştim. Röportajlarında

33


çenti

KİBRİT KUTUSU eda kocaoktay susuzlugun_gectimi@hotmail.com

Kokusu farklı oraların; buralar gibi

olan kadın olmak... Hem de taşrada!! (hep böyle hissedilir;

değil.

Havası

yaşamak

farklı...

Orada

dünyanın sonu gibi. Karanlıktasınız da ışık çok uzaklarda bir

farklı.

Yolda

yerdedir. Ona ulaşmak için bir elin uzanmasını beklersiniz).

bile

yürümek,

selamlaşmak,

konuşmak, buluşmak, sevişmek,

o "şehre" gidebilirsem olur! Nefes bile alabilirim!" hayalleriyle

sevişebilmek, her şey farklı. Ama

"göçeceğiniz" günü bir kibrit kutusunda beklemek işte. Bundan

"FARKLI" olmak daha da farklı...

güzel tanımlayamazdım bu durumu sanırım. Aslında isimlerinin

Kibrit kutusuna zar zor, ite kaka sığdırılabilmiş bir hayat

başına "metropol", "kozmopolit", "dünya başkenti" gibi sıfatlar

düşünün; hep "dışarı"ya taşmak isteyen... Patlamaya hazır

getirilmiş (değişikliği isminde, görünen yüzünde kalıp, özünde

volkan misali... Tam da o kadar işte; bir kibrit kutusu. Hep

zerre değişiklik olmamış), kokusu farklı olup, adı şehir olan

önünüze

"taşranın gelişmişi" olan o yerlerde(kötünün iyisi) de durum göz

sunulan

seçeneklerden

birini

yapmak

zorunda

olduğunuzu, kendi fikirlerinizi söylemek için ağzınızı her

alıcı parlaklıkta değil. Yani kibrit kutusu değil de küçük bir ev...

açtığınızda

Ama yine de daha şanslı, yine de nefes alacak boşluk çok, yine de

katlinize

ferman

hazırlamak

için

pusuda

bekleyenlerle o kibrit kutusunda yaşamak zorunda olduğunuzu. Bir "FARKLI" olarak, bir transeksüel olarak kibrit kutusunda doğduğunuzu düşünün; taşrada... Siz büyüyüp serpildikçe, filizlenip çiçek vermek, muhteşem

biraz daha iç açıcı. “Şehirli" transeksüeller ya da taşrada her şeyini bırakıp "göç" etmeyi başarmış transeksüeller... Evet evet siz... Değerli vakitlerinizi ayırıp yukarıda yazdıklarımı hayal etmeyi bir deneyin

kokunuzla "arı"ların ilgisini üzerinize çekip yalnızlığınızdan

lütfen. Bir zamanlar bazılarımızın yaşadıklarını yani. Kalbiniz

kurtulmak istedikçe, kör makaslarla her çiçeğinizin, her dalınızın

daralıp, kendinizi ağlamak üzere bulursanız şaşırmayın.

bir daha filizlenmesin, göze görünmesin diye derinden, çok derinden budandığını getirin gözlerinizin önüne...

34

“Göç" hayalleriyle, "Orada olur! Buradan oraya gidebilirsem,

Bir korku filmi senaryosu değil... Safkan gerçek işte!!! "Taşra"da transeksüel olmak... Gerçek bedenine kavuşmayı bekleyen, tüylü vücudundan

"Taşra"da (bu ayrımlardan, sınıflandırmalardan da nefret ediyorum ama lanet olsun ki var işte!) gizlenmek zorunda kalmış yüzlerce "kader arkadaşınız" olduğunu ve bu kabusu her gün bilfiil yaşamak zorunda olduklarını arada bir de olsa hatırlayın!!! Lütfen... Elinizi arkanıza saklamayın, size elini uzatanın elini

nefret eden, kendisine ait olmayan bir bedene hapsolduğunu

tutun. Uzaktan gelen çığlıklara kapamayın kulaklarınızı, cevap

anlat(amay)an, "kadın" olmak isteyen, aslı kadın olan erkek

verin. Nasıl yol aldığınızı, adımlarınızı nasıl attığınızı, nasıl

olmak... Gerçek bedenine kavuşmayı bekleyen, pürüzsüz

"başardığınızı", O'nun da bunların üstesinden nasıl gelebileceğini

teninden tiksinen ve her geçen gün belirginleşmeye başlayan

anlatın. Gerekirse "bura"dan "ora"ya haykırarak!!

göğüslerini nasıl saklayacağını düşünüp, yanlış bir bedene hapsolduğunu anlat(amay)an, "erkek" olmak isteyen, aslı erkek

Anlatın; umut olsun.... İSTANBUL, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ya da Baştaşrası

fotoğraf: hakan aydoğan


taşra sıkıntısı

ANA RAHMİNDEN ÇIKIŞ YOK! Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli adlı romanının klostrofobik kahramanı Zebercet'in, küçük bir taşra kasabası otelinde, Godot'u Beklerken 'ini andıran, ümitli bir can sıkıntısından gördüğü gündüz düşleri; hegemonik erkekliğin, militarist bir yapıyla kemikleşerek bir simgeye dönüştüğü 70'lerin boğucu taşra atmosferini anlatır.

yeliz kızılarslan yelizkzlarslan@gmail.com

Türkiye edebiyatına modern gotik türün ilk esaslı

örneklerinden

Aşırı hızın, aşırı kaygıya ve oradan da terk edilmiş taşrada vuku

olarak

bulan bir can sıkıntısına dönüşmesi bir tesadüf değil Atılgan'ın,

adlandırılabilecek Anayurt Oteli adlı romanı

Cumhuriyet sonrası Türkiye edebiyatını Tanzimat ve az öncesinin

kazandıran

Yusuf

Atılgan,

biri

gerilimli

bir

cinayete doğru adım adım sürüklenen, yalnız ve suskun taşra oteli görevlisi olan saplantılı ve

sanrılı

bir

kişiliğe

sahip

değişme, modernleşme ve Batılılaşma sancılarıyla buluşturduğu romanında. Bu bakımdan, Türkiye edebiyatının simgesel ucubesi/ ulus

Zebercet

devletin cinsiyetsiz anne/ kadın imgesine hapsettiği tekinsiz

karakteriyle; taşra, sıkıntı ve bastırılmış

öteki'si küçük burjuva Zebercet, kenara itildiği taşrada yaşadığı

cinsellik temalarını, muazzam bir imgelem gücüyle kesiştirerek

bastırılmış cinsellikten kaynaklanan sıkıntı buhranlarını gecikmeli

anlatır.

Ankara treniyle gelen ve otelde bir oda kiralayan kadının gidişinden

Böylelikle, 1987'de Ömer Kavur tarafından filme de alınan

sonra, tüm yaşamını onun bir daha gelme umuduna bağlayarak,

Anayurt Oteli'nin karanlık ve sıkıntılı karakteri Zebercet hem

sürekli düş kurar. Bir daha göremeyeceği bu kadının hayaliyle

sinemaya hem de edebiyata, Batı sinemasında freak olarak

yaşayan ve bir ölü gibi dolaşan Zebercet aslında, kadını görmeden

adlandırılan 'ucube' karakterini de kazandırır. Peki hangi bağlamda

öncede adeta E. Allen Poe'nun hikayelerinden fırlamış bir zombi'dir.

freak'tir Zebercet?

Bastırılmış cinselliğini yıllarca uykuda tecavüz ettiği temizlikçi

Romanda, gerçeklik yerine saplandığı kadın imgesinde takılı

kadınla sevişerek çıkaran ve sonunda yalnızlıktan ve insan sesi

kalan ve gündüz gördüğü düşlerin içinde yaşamayı tercih eden

duymamaktan delirdiği için onu öldüren Zebercet'in şiddete

Zebercet, bastırılmış cinsellikten kaynaklanan psikolojik sorunları

eğilimli kişiliği kanlı horoz dövüşü, tavayla öldürülen kedi,

olan bir adam profili çizerken; dış dünyasının korunaklılığı, iç

röntgencilik, Ankara'dan gelen kadının kullanmış olduğu havluyla

dünyasının sefil ucubeliğiyle tezat oluşturur.

mastürbasyon yapması gibi ipuçlarıyla da ima edilir.

Nurdan Gürbilek, Yer Değiştiren Gölge adlı kitabının 'taşra

Yalnız Zebercet, bir başkasıyla uyanıkken ve hayatı gerçekten

sıkıntısı' bölümünde Zebercet'in bir taşra kasabasına sıkışmış dar

yaşamasının başarısız olacağının bir simgesi olarak, bir gece

hayatının içinde iyice daralmış ruhunun derinliklerinden fışkıran ve

kadına yine fark ettirmeden uykuda tecavüz ederken “Uykuda

gün geçtikçe artan can sıkıntısının (Fransızca ennui) kaynağı olarak

istemiyorum artık” der. Vücudu buz kesen ve kadınla cinsel ilişkiye

dışarıda bırakılmayı gösterir.

giremeyen Zebercet, ani bir reflekse onu öldürür.

Tıpkı, tüm yaşamını yaşlı annesiyle geçirmek zorunda kalan bir

“Ne ölü, ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet, anne

erkeğin yaşadığı sıkıntıdır Zebercet'in sıkıntısı Gürbilek'e göre.

rahmine dönüşü simgeleyen Ana- yurt Oteli'nde sıkıntıdan

Romanda, sahiden de yaşlı bir annenin yedi aylık doğan çocuğu

boğulmuş kişiliğinin bastırılmış tarafının, içindeki ucubenin dışarı

olan Zebercet; Keçeci Zade Malik Ağa'nın torunu ve bastırılmış

çıkmasının sonucunda bu cinayet işler.

kişiliğini simgeler bir tarzda aşırı saygılı bir tiptir, Gürbilek'in

Temizlikçi kadının ölümü bu anlamda Zebercet'in bilinç dışında

benzetmesiyle ise 'bir küçük askerdir.' Gerçekten yaşlı annesiyle

yatan, rahminden çıkamadığı ve gerçek anlamda, otelden başka

yaşamasa da, ailesinden miras kalan konaktan bozma Anayurt

yaşamı olmayışıyla simgelenen anne imgesine kıstırılmış ruh

Oteli'nde yalnız ve bunaltılarıyla yaşar.

halinden kurtuluşudur.

Merkezin kenara ittiği, dışarıda bıraktığı ve bu yüzden de

Temizlikçi

kadını

boğarken

sıkıntısından

alamama durumuna son vermek ve ana-yurt'tan çıkmak için

(devlet) memuru karakteri olarak, bürokrat elitler aracılığıyla

ötekileştirdiği kadını öldürür.

modernleşmesinin

gecikmişlikten

kaynaklanan aşırı- hızına ya da kaygılı telaşına getirdiği bir eleştiridir.

boğulma/

(taşra)

kendine yabancılaşarak içindeki ucubeyle baş başa kalan Zebercet,

Türkiye

simgesel

kendi

aynı zamanda Atılgan'ın konaktan bozma otelinin katibi/ bir nevi

gerçekleştirilen

kaynaklanan

aslında,

nefes

Ve kadının öldürüldüğü an, romanın başında geçen bir cümle tekrarlanır sanki: “...insanın ölmesi nasıl da kolaydı.”

35


cumbuş

taşrada bir külkedisi Merhaba Canlarım,

İnsan yaşlandığında dili ve beli kıvraklığını kaybettiği, gövdesi muhtelif pozisyonlar için gerekli olan esnekliği yitirdiği için eski günleri daha bir hasretle anar oluyor. Geçmişi özlemle andığım böyle bir gece eski resimlerime bakayım dedim. Siz bilmezsiniz o zamanlar bilgisayar yoktu, dijitıl makineler yoktu; böyle bir saniyeyi 10 kere çekip sonra da en iyisini seçip diğerlerini silme şansınız yoktu. Üstelik fotoşop gibi programlarla da yüzünüzü istediğiniz gibi değiştiremezdiniz. Bu sebeple eski fotoğraflarda insanlar ya altına az önce işemiş de kimseye söyleyememiş gibi mahzun ya da kendinin ne hoş olduğunu bildiği için göğsü kabara kabara çıkarlardı. Tabi, böylelikle o internetteki tanışma sitelerine en güzel resminizi koyup sonra da şam şeytanı gibi bir suratla kimseyle buluşmazdınız.

(Lafım

sana

'İst_Atletik_Manken'

rumuzlu,

karıncayiyen suratlı yaratık. Rumuz diyorum çünkü zamanlar “nick” denen şey de yoktu) Sinir, tansiyonuma iyi gelmiyor. İtiraf ediyorum, ben bu

36

karıncayiyenle buluştuğumda ki adeta emerek yediği keşkülün parasını da bana ödetmişti ve burnunun ucuna yapışan tarçın tabakasından

habersiz

sırıtarak

benim

keşkülcağızıma

oynadığım yırtık pırtık, etekleri dizlerimde, her yanı yamalı bir

bakıyordu- anladım ki ahir ömrümde evde besleyeceğim yeni bir

elbise, yüzüme gözüme ısrarla sürüldüğü her halinden belli

petin sorumluluğunu üstlenemeyeceğim. Hüsran içinde eve

kömür izleri (is diyoruz), uzun saplı bir yer süpürgesi vel hasıl-ı

döndüğümde eski ve fotoşopsuz fotoğraflara bakasım geldi.

kelam tam bir fakir ve acınası yetim bir kız olarak görünüyorum.

Kimi resme bakıp Fatiha okudum, kime resme bakıp

Ama ilginç olan şey ayağımda belli ki daha ilk kez giyilen ve altları

cehennemdeki hangi kaynar kazanın içinde bir suaygırı gibi

kar gibi bembeyaz bir diz altı çorap. O görüntünün içinde inci gibi

sadece gözleri ve burnu dışarıda pişerken zebanilerin kıçlarına

parlıyor. Herhalde oyun yeni başladığı için çorap temiz diye

kaçamak bakış attıklarını düşünüp keyiflendim ve derken bana

düşündüm ilkin. (Provalar sırasında Külkedisini oynayacak kız

ait bir resim gördüm.

arkadaşlar başlarına gelen çeşitli ve nedeni bilinmez kazalar

Senesini vermeyeceğim ki yaşım ortaya çıkmasın, meşhur

neticesinde ve kimin ortaya attığı bilinmeyen 'bu oyun uğursuz'

bir Fransız kız lisesinin artık erkek öğrenci almaya başladığı

söylentisi nedeniyle ortalıktan kaybolduğu için Külkedisini ben

yıllardı.

oynuyorum. )

Ben annemden az önce öğrendiğim dantel modelini sesini

Ama sonra baktım ki Külkedisinin balo sahnesinde de aynı

duyuyordum: “Ben oğlumu kız lisesine yollamam! Gidecekse

çıkarmaya

uğraşırken

alt

katta

bağıran

babamın

şekilde pırıl pırıl altları bembeyaz çoraplarla sahnedeyim. Ama bu

Askeri liseye gitsin!” Korkumdan bir ilmek kaçırdım ve 'Türkan

kez o altları bembeyaz çoraplar balo kıyafetimde çok göze

Şoray Kirpiği” yerine “Türkan Şoray'ın apandisit ameliyatı izi”

batmıyor ama gereksiz bir iddia ile sırıtıyorlar gene de. Ancak

adlı motifi keşfetmiş oldum. Neden sonra, sanırım babaannemin eğer askeri liseye

diğer bir fotoğrafta balo sonrası fakir eve varmışım, gene üstüm başım pis fakat yine inci gibi beyaz soket çorap… Son sahnenin

gidersem beni 'bozacaklarını' söylemesi ile babam birden

fotoğrafında da yine yeni ve altları bembeyaz çoraplar

herkesten daha gönüllü bir şekilde beni Fransız kız lisesine

ayağıma ayakkabı geçirmeye çalışıyor.

elleriyle götürüp yatılı olarak kaydetti. Ama anlamadığım

prens

Birden hatırladım. Külkedisini ben oynamak istemiştim evet.

okula kayıt mı ettirdi yoksa evlatlık mı verdi bir daha da ne

Ama erkek olduğum için okulun rahibeleri hayır demişti. Ama

aradı ne sordu.

çeşitli hile ve entrikalarla rolü kapmıştım. Üstelikte bana direk

Bakıp maziye daldığım fotoğrafta “Külkedisi” adlı müsameremizdeyiz. Ben üzerimde külkedisinin ev halini

hayır diyen rahibenin benden başka bir seçeneği kalmadığında ona müsamereye çıkmak için bir de şart koşmuştum. Bana


oyun boyunca giymem için hiç kullanılmamış 10 adet beyaz diz

diye geçirirken mektubun arasından bir fotoğraf yere düşüverdi.

altı çorap temin ettikleri takdirde bu rolü kabul edebilirdim.

Ben bir refleks fotoğrafı tutmaya çalışırken o sündük, ağırkanlı,

Hatırlıyorum

sahneden

her

çıkışımda

ısrarla

gidip

hiç

kullanılmamış yeni bir beyaz çorabı hızla ayağıma geçirip sahnedeki rolüme devam ediyordum.

Altı kaval üstü şişhane

dedikleri gibi bir şey.

en seri tepkisini yaklaşık 5 saniye gecikme ile veren, arasında

giren

demeyeceğim

orada

duran

kıçının

parmağımı

algılayamayan Fuad ışık hızıyla hareket edip fotoğrafı kaptı ve “A! Mélanie bir fotoğrafını yollamış.” tümcesini kendi dilinde

Düşünürken anımsadım ki;

haykırdı: “Öö! Mölönü!”

Yatılı okulda bir Fuad adında bir çocukla yan yana ranzaların

Fuad fotoğraftan gözlerini ayıramıyordu fark ettim. Resmen

alt katında kalıyorduk. Allahım! Fuad'a her baktığımda bütün

aşık olduğu her halinden belli oluyordu. Eğer fotoğrafı vermezse

salgı bezlerim harekete geçiyor, ağzım sulanıyor, terliyorum,

mektubu çevirmeyeceğimi söyleyince bir eli tutarak bana uzattı

burnum akıyor, gözüm yaşarıyor ve apışım ıslanıyor. Öyle büyük

ama vermedi.

bir aşkla ona bağlıyım.

Bir Fransız şıllığı, 14-15 yaşlarında olduğunu söylüyor -ama

Sabah kalkınca ilk işim Fuad'ın uyanıp uyanmadığına

makyajına bakılırsa 20'li yaşlarında gösteriyor- duvarlarında

bakmak oluyordu. Onun sabah sertliklerini, genelde sağına

posterler yapıştırılmış bir odada, tertemiz ve şık bir yatağa

doğru devirip yattığı karpuzdan yuvarlak, yumurtadan biçimli,

yüzüstü uzanmış, bacaklarını dizlerinden geriye kıvırmış, ellerini

ipekten daha pürüzsüz mabadının coğrafi yapısını, bacaklarını

çenesine

kaplayan sert, siyah tüylerini izleyip duruyordum.

gülümsüyor.

Sizin

anlayacağınız Fuad aşağı, Fuad yukarı bir halet-i ruhiye içinde geçen bir yıldı.

dayamış

ve

pişmiş

kelle

tabirini

anımsatarak

Sert bir bakışla Fuad'a çevirdim gözlerimi. “Ee! Nolmuş?” dedim. Fuad şaşırdı ve korktu biliyorum. Kekeleyerek “Ne temiz

Bir ders Fransızca muallimesi Madame Cécile, Fransa'dan

çorapları var.” dedi. Hızla yeniden baktım fotoğrafa. Evet

birer mektup arkadaşımız olacağını ve onunla Fransızca

haklıydı. Mélanie'nin odasında her yer temizdi, üstü başı temizdi,

yazışmamız gerektiğini , üstelik bu mektupların karne notlarımızı

elleri yüzü temizdi (ve güzeldi orospu) hatta beyaz çoraplarının

etkileyeceğini söyledi. Aman herkes pek bir sevindi, ben de pek

altı bile bembeyazdı. Bizim en temizi eski kaşar renginde, altı

bir sevinmiş gibi yaptım. Ama Fuad'ım limondan sarı bir hale

parmak

geldi. Çünkü Türkçesi Fransızcasından kötüydü. O an ben de

çoraplarımız bunların yanında paçavra gibi duruyordu.

mutlu oldum ve Fuad'a mektup yazarken yardım edeceğimi söyledim.

izlerimizin

röntgen

filmi

çekilmiş

gibi

kararmış

O gece Fuad, bana çaktırmadan fotoğrafı yastığının altına koyarak uyudu. Ben uyuyamadım. Hep aklıma o fotoğraftaki bize

Efendim, kuralar çekildi, bana Iréne, Fuad'ıma Mélanie adlı

göre zenginlik, temizlik, medenilik geldi durdu. Kendimi eksik

birer kız çıktı, herkese bir adres verildi, bizlerde muazzam bir

hissettim ilk kez o gece, Ayarıca eksik ya da geri olduğum için

çaba, uğraşa didine yazabildiğimiz yarım dosya kağıdını ancak

Fuad tarafından terk edilmiş.

doldurabilmiş mektuplarımızı bitirdik. Okul yönetimi bunları Fransa'ya postaladı.

Hani kaosGL'nin bu ayki konusuna uysun diye değil de gerçekten de öyle olduğu için yazıyorum bunu; o resimden sonra

Aradan yaklaşık bir ay geçti ve ben Fuad'ımla daha da samimi

ben kendimin artık taşralı biri olduğumu biliyordum. Kendi

oldum. Laf aramızda biraz salak mıydı neydi anlamadım. Şaka

doğalımda kalamayacaktım, o Fransız kızın resminde gördüğüm

adı altında her yerini mıncıkladığımda dönüp o orta parmağımın

auraya doğru çekilecektim çünkü o ilerlenmek istenilenin,

neden kıçının arasında durduğunu merak mı etmezdi yoksa

seçilmiş olanın, kelimelere ihtiyaç kalmadan beğenilen, zengin,

algılamaz mıydı hala bilemiyorum.

güzel ve çekici olanın ta kendisiydi.

Sonra bir günün son dersinde Madame Cécile elinde bazı mektuplarla

çıkageldi.

Bazılarımızın

mektuplarına

Fuad yıl boyu o fotoğrafı kimseye göstermedi. Hep yastığının

cevap

altında ya da sınıfa getirdiği defterlerin arasında sakladı. Önceleri

gelmişti. İsimi okunan gidip mektubunu alıyordu. Bana bir cevap

kıskanmıştım. Ama sonra Fuad'ın dana yalamış gibi saçlarıyla

gelmemişti. Ve umurumda da değildi. Ama Fuad'ın mektubuna

çektirdiği ve gerçekten komik bir resmini yollamasıyla bir daha

cevap gelmişti.

mektup yazmayan kıza sinirlenmiştim; sanki aşağılamıştı Fuad'ı

Madame Cécile, sınıfta gürültü olmasın diye

mektupları yatakhanelerimizde açmamız konusunda bizleri

ama sadece onu değil hepimizi. Bu olayın ardında Fuad'da pis bir

uyardı ve derse devam etti.

hüzün asılı kaldı, ben de ise altı süt beyazı olan çoraplar giymenin

Sonra canlarım yatakhanelerimize gittik. Mektubu gelenler heyecanla zarflarını açmaya başladılar. Fuad mektubu bana verdi.

Hiç heyecanlı ya da meraklı görünmüyordu. Oldukça

sakindi.

Çünkü

biliyordu(k).

yazılanların

hiç

birini

anlamayacağını

Sonra zarfı açtık ve pembe bir kağıda özenle

yazılmış mektup elimde sırıtarak Fuad'a baktım ve ilk cümleyi

Avrupalılık olduğu saplantısı. Neyse eski fotoğraflar işte, eski duygular, eski anılar… Şimdi gidip bir dijitıl makinede alayım. Kendime facebook'ta bir profil açayım.

Artık

hala

diri

olan

yükleyeyim.

ona okudum. “Mon Cher Ami Fuad,” (Sevgili Arkadaşım Fuad) İçimden, 'ne çabuk sevgili arkadaş oldu bu Fransız sürtük'

nerem

varsa

oranın

lokal

fotoğraflarını çekip ille de altı süt beyaz çoraplarla internete

Kendinize iyi bakın canlarım.

37


taşra baskısı

bu şehirde sesimi/zi duyan var mı? “Taşrayı” gündemleştirdiğimizde yerelde örgütlenmelerin sıkıntılarını, umutlarını da Kaos GL sayfalarına taşımak istedik. Bugün için İzmir'den, Eskişehir'den ve Diyarbakır'dan LGBT örgütlerin sesleri yükseliyor. Bizde bu sese sizin için kulak verdik hazırlayan: umut güner & bawer çakır

eskişehir artık görüyor, duyuyor, konuşuyor… “Yerelde örgütlenme; kendi yaşadığın yerde yalnız

kendimi çok rahat hissettim MorEl'de.

olmadığını hissetmek, güven hissi, kimliğine saygı duyarak

Örgütlenmek

hareket etmeni sağlıyor.”

sosyalleşme

MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu'ndan Devrim, yerelde

problemi,

eğer

çok

ailen

de

şey

kattı

ve

öğretti bizlere.”

yanındaysa sorun olabiliyor ama örgütlenme ile

38

hem

hem

önyargılarımızı yenmemiz açısından

örgütlenmenin önemini bu sözlerle anlatıyor. “Görünürlük

bizlere

açısından

Küçük

şehirlerde

birlikte cesaret kazanıyorsun” diyen Devrim'e

örgütlenmenin

göre kendi şehrinde ayrımcılıklara ses çıkarmak

sürdürmenin zor olduğu muhakkak. MorEl'den

çok güzel bir duygu.

ve

LG BTT

mücadelesi

Cihan tüm bunlara rağmen yaptıkları birçok

MorEl 2007'nin Mart ayında Eskişehir'de

etkinlik ve eylemle bu çemberi yırttıklarını

kuruldu. Ne yanlış ne de yalnızız sloganıyla yola

söylüyor: “Bu ülkenin her yerinde örgütlenmek

çıkan grup kendi içinde yaptığı toplantıların

zor; nefes alıp vermek, kimliğinle özgürce

ardından diğer örgütlerin de katkılarıyla hem

yaşamak, ses çıkarmak zor… Bir ofisimiz yok,

Eskişehir'de hem de ülke genelinde homofobi ve

etkinlik

transfobi olmak üzere her türlü ayrımcılığa karşı

zorlanıyoruz. Ancak önümüze çıkan her zorluğa

mücadele etmeye başladı.

yapmak

için

mekân

bulmakta

inat, diğer örgütlerin de desteği ile çok güzel

Bir başka MorEl üyesi Hücrem “İstanbul ve

etkinlikler, eylemlilikler gerçekleştirdik.”

Ankara dışında LGBTT mücadelesi hakkında

MorEl

üyeleri

mücadeleyi

sürdürmeye

konuşmak, tartışmak, öğrenmek için yerel örgütlenmelerin çok

kararlı; “görmeye, duymaya ve konuşmaya devam edeceğiz”

önemli olduğunu” söylüyor.

diyorlar.

Ayşe de örgütlenmenin ne denli hayatı değiştiren bir adım olduğunu kendi pratiği üzerinden özetliyor: “İlk geldiğimden beri

http://moreleskisehir.blogspot.com/

savaşa ve zorunlu göçe rağmen diyarbakır'da umut var Piramid Diyarbakır LGBTT Oluşumu yaklaşık bir yıl önce kuruldu. Türkiye'nin batısında süren LGBTT mücadelesinin ülkenin doğusuna açılması adına en önemli adımlardan biri oldu. “Çevremdeki insanlarla iletişim kurarak bir şeyler yapabilir miyiz diye konuşmaya başladık. Ancak bu, insanların çok fazla ilgisini

çekmiyordu.

Kimliklerimizden

dolayı

var

olan

sindirilmişlik hissi LGBTT insanlarda bir şeylerin değişebileceğine dair inancı cılızlaştırmıştı. Hiç kimse metropoller dışında bir şeylerin değişebileceğini inanmıyordu ve hepsi taşranın hep

taşra olarak kalacağını düşünüyordu.” Piramid LGBTT üyesi ve aynı zamanda da Kaos GL Diyarbakır


Özpamuk

katkı sundu, Newroz'a katıldı ve

bölgedeki savaşa ve zorunlu göçe

muhabiri

olan

Murat

şehirdeki LGBTT yaşamına dair kısa

rağmen

bir film çekti.

örgütlenmenin

neden

gerekli olduğunu böyle anlatıyor. Diyarbakır'da

yükselen

Yo l a sivil

toplumculuğun kendilerinin bir araya

çıkarken

çok

sorun

yaşayacaklarını,

homofobik

s a l d ı r ı l a ra

kalacakları

maruz

gelmesinin de önünü açtığını ifade

düşündüklerini, ancak hiç de tahmin

eden

ettikleri

Özpamuk,

İstanbul'daki

“A n k a ra

örgütlerin

ve

gibi

olmadığını

belirten

yerele

Özpamuk geçen bir yılın sonunda

dönük çalışmalarının olmamasının

kurumsallaşmayı kendilerine hedef

kendi-lerini ateşlediğini söylüyor.

aldıklarını söylüyor.

“Bu süreçte Antalya, Eskişehir ve İzmir

gibi

“ Ke n d i

şehirlerdeki

örgütlenmelerin

varlıkları

umutlandırdı

biz

ve

de

sürerken,

bizi

diğer

düzenledikleri

'neden

tartışmalarımız örgütlerin

etkinliklere

katılan

arkadaşlar kendilerini daha güçlü ve

örgütlenmiyoruz'u, 'neden bir araya

daha heyecanlı hissediyolar. Bilinç

gelmiyoruz'u tartışmaya başladık.

yükseltme

Tüm

bu

soruları

tartışırken

de

toplantıları

çalışıyoruz.

'örgütleniyor olmamız Diyarbakır'da nasıl karşılanır?' diye

Film

yapmaya

gösterimleri,

sohbetleriyle daha fazla şey paylaşmak istiyoruz birbirimizle.

endişeleniyorduk. Bu tartışmalar aslında Piramid LGBTT'yi

Yakın

doğurdu.”

kapsamında Kaos GL'yle bir dizi etkinlik gerçekleştireceğiz.”

vadede

ise,

Homofobi

Karşıtı

Buluşma

etkinlikleri

Tartışmalar esnasında çeşitli olumsuzluklar yaşansa da grup, kuruluşunun ardından Esmeray'ın Diyarbakır'daki gösterisine

http://piramidgl.blogspot.com/

yıllardan sonra, yeniden izmir'de yan yana onlar!

39

“Her ne kadar Türkiye'nin 3.büyük ili olarak bilinse de İzmir, dışarıdan göründüğünden daha atıl bir şehir. İçine kapalı bir havası olan şehrin insanları da kendi halinde... Bu durum politik alanda bir apolitik olma halini beraberinde getiriyor.” Her ne kadar Türkiye'nin 3.büyük ili olarak bilinse de İzmir, dışarıdan göründüğünden daha atıl bir şehir. İçine kapalı bir

başında bu korkuların geldiğini” kaydediyor: “Belli önyargılar yüzünden kapımızı çalmadan giden, bir şey danışmaya çekinen,

havası olan şehrin insanları da kendi halinde... Bu durum politik alanda

bir

apolitik

olma

kampanya çalışmalarında görünür

halini

olamayan birçok insan var.”

beraberinde getiriyor." Kentin rağmen

metropol

İzmir'deki

çalışmaları

istikrarlı

Elbette ki tablo karanlık değil. kimliğine

Gürsoy'a göre destek almak ve

örgütlenme bir

bilinçlenmek

şekilde

şehirde

üzerinden

faaliyetlerini

iletişime

geçmek

zorunda kalmadıkları için mutlu

sürdüren Kaos GL İzmir bu gidişatı

olmaları

varlığıyla değiştirdi.

ve

bunun

vurgulamaları;

“STK'ler birbirlerinden haberdar

örgütlenmenin

olma çabaları içerisine yeni girişmiş

hususunda

durumda. LGBTT hareketi açısından

önemini yerelde

gerekliliği

motivasyonumuzun

temel dayanakları.

da savunuculuk pratiklerine alışık

Gürsoy ve diğer Kaos GL İzmir

bir yer değil İzmir. İnsanlar bizim mücadelemize mesafeli duruyorlar.” “Açığa

noktada

insanların Ankara ya da İstanbul

devam edememişti. İki yılı aşkın süredir

istedikleri

üyeleri de tıpkı Eskişehir ve Diyarbakır'daki oluşumlar gibi umutlular: “İzmir'de de, Ülkede de, dünyada da yapılacak çok

çıkma",

"eşcinsel

sanılma”

korkusunun

küçük

şey var” diyorlar.

yerleşim yerlerinde daha çok hissedildiğini anlatan Erdem Gürsoy “Kaos GL İzmir olarak yaşadıkları en büyük sorunlardan

http://www.kaosglizmir.com/


bukağı hikmet öztürk Her köyün bir delisi, her delinin de anlatılacak bir hikayesi vardır… ‘Bizim köyde…' diye başlayan cümleler kurmayı ben de

BİZ

isterdim. Ama sahiplik eki pek kısmet olmadı bana. Adımı doğru dürüst söylemeyi öğrendiğim gün, yalan söylemeyi de öğrendim. Yalan söylemediğimde ise asla 'biz' olamayacağımı. Peki ama biz değilsem kimdim, neydim ben? O sıralarda köyün delisi olmalıydım sanırım. Öyle ya köyün delisi 'biz' olmak zorunda değildi. O tekti, hükümsüzdü. Adı Refika'ydı, Enver'di; ama en çok da Raziye'ydi. Hem yalan söylemesine de hiç gerek yoktu. Galiba ben köyün delisi bile değildim. Oysa ne çok isterdim o kadar deli olmayı. Yalan söylemeden konuşmayı ve bu dünyada kendi dünyamı yaşamayı. Ben köyün asfaltsız yollarındaki su birikintisiydim. Gün ışığında yansımalardan oluşan, gece karanlığında içten içe parıldayan

o

su

birikintisi.

Ne

çok

yazdım

üzerime,

diyemediklerimi. Oyun oynarken diğer çocuklar, ben ne çok bulandım. Ne oyunlar, ne de masallar masum değiller artık. Ben saklambaç oynarken hiç ebe olmadım. Taze çimento kokusu hala canımı yakar benim. Büyüdüğüm köyde yaşayan tek bir gelenek var. Senede iki defa bayram namazlarından sonra köy meydanında tüm erkekler bir araya toplanır ve en yaşlısından en gencine kadar bir daire oluşturacak şekilde herkes birbiriyle bayramlaşır. O daire içeriye doğru daraldıkça

ben

suratıma

özenle

yerleştirdiğim

kocaman

gülümsemeyle sessizce boynuma bir ilmek daha geçiririm. O an kutsallığa olan inancım bacaklarımdan damlar. Burnumda taze çimento kokusu, konuşulmasa da bu gerçek kulaklarımda fısıldar. O zamanlar, o küçük köyde hem yanlış hem de yalnızdım. Ne bir kurtuluş yolu ne de bir özgürlük ümidi vardı benim için. Sadece bulanık bir su birikintisinden ibarettim. O kadar hırpalanmış ve o kadar susturulmuştum ki konuşamıyordum bile. Ağzımdan çıkan sesler birbirine dolaşıyordu. Düşüyordu, kanıyordu kelimeler. Bugün artık yirmi üç yaşındayım. Hala zaman zaman seslerle sorunlarım

olsa

hissediyorum.

da

kendimi

Düşündüğüm

kendime

kadar

da

çok yalnız

daha

yakın

olmadığımı

biliyorum. İşte bana en büyük gücü veren de bu. Bence yaşadığımız bu dünya, benim büyüdüğüm taşradaki o küçük köyden çok da farklı değil. İş insanın gene kendi içinde çözümleniyor. Elbette bazı 'köyler' benim büyüdüğüm köye nazaran daha yaşanılır yerler fakat ne yazık ki tek başına bu

şey, büyüdüğüm köyün biraz daha gelişmişi. Bence taşra diye nitelendirdiğimiz olgu, mekanların ötesinde, kendi içimizde. Kendimize, o uzaklardaki köy kadar yabancı kalmamayı başardığımız zaman, işte o an köyün delisi, imamı, doktoru, hemşiresi, yaşlısı, genci kısacası bizi oluruz. Biz oluruz.

fotoğraf: hikmet öztürk

yeterli değil. Ben şu an bu satırları Avrupa'nın soğuk bir kuzey ülkesinden yazıyorum. Yaklaşık iki aydır buradayım ve gördüğüm


askeriye kendimi evde bıraktım,

mehmet oldum Toygun, 25 yaşında ve üniversite mezunu, askerlik sürecini bir an önce atlatmak ve hayata atılmak istiyor. Rapor almayı, iş ve aile yaşamında çok fazla sorun yaşayacağı düşüncesiyle reddetmiş. Askerde Toygun olmayı bir kenara bırakacak ve Mehmet olacak. “Keşke eşcinseller için ayrı bir birlik olsaydı” diye de eklemeden edemiyor. söyleşi: umut güner Askere gitmeye nasıl karar verdin? Birçok eşcinsel

En önemlisi kimse ile göz teması kuramayacağım. Malum

askerden rapor almak istiyor çünkü askerlik sürecinde

sonrasını düşünmek dahi istemiyorum; uğrayacağım muamele

ayrımcılığa ve şiddete maruz kalacaklarını

gerçekten insanlık dışı olur. Bunu çok iyi biliyorum bu nedenle

düşünüyorlar.

ayrı bir birlik isterdim; ama bu da büyük bir hayal aslında

Kendi içimde birçok gelgitten sonra askerlik kararını kafamda aldım. Çünkü meslek bulma korkusu ve daha gerçekçi olursam, hayatta kalma mücadelesi beni bu karara

bunu da çok iyi biliyorum. Askerde sorun yaşayan eşcinsel arkadaşlarımız birlikteyken de rapor alma sürecine başvurabiliyorlar.

itti. Askerliğimi yapmadan benim işe girebilmem nerdeyse

Eğer böyle yukarıda söylediğin gibi bir sorun yaşarsan

imkânsız. Böyle bir yerden hareketle bu kararı aldım ve geriye

da her koşulda askerliğe devam edecek misin?

dönüşü olmayan bir yola girdiğimin farkındayım. Askerlik sürecinde cinselliğimi daha doğrusu yaşamayı rafa kaldırmam

Evet, bunu göze alıyorum rapor almak isteseydim bunu en başından yapardım. Ama başta da dediğim gibi işim için

gereğini çevremdekiler öğütlüyor. Sakın ola orda unutup da

askerlik yapmam şart. Bu nedenle her şeyi göze aldım. Bırakın

“ayol” deme. Aslında haklılardı, gerçek yüzümü her zaman

işi rapor alsam, bunu aileme anlatmam imkânsız. Ama bana

olduğu gibi askerde de saklamam lazımdı.

bu zorunluluk olmasa idi gitmemeyi tabi ki tercih ederdim. Zor

Çünkü yaşadığımız coğrafyada hiçbirimiz asla kendi

ve sancılı bir süreç ve artık geriye dönüşüm yok. İç dünyamda

kimliklerimizi bulamadık bu nedenle taklide, yüzümüzü

kopan fırtınaları arkama alarak bu yola çıktım. Bundan sonra

kapamaya mecburduk biz. Ben ve diğer eşcinseller.

bekleyip görmekten başka da bir çaremin olmadığına

Askerde her hangi bir sorun yaşayacağını düşünüyor musun? Bu soruya hayır demeyi çok isterdim. Bazı sorunlar

inanıyorum. Peki, askerlik kararını aldırma sürecinde her hangi bir sorunla karşılaştın mı? Eşcinsel olduğunu ima

yaşayacağım belli örneğin, kendim gibi olamayacağım,

edenler veyahut diğer asker adayların sözlü tacizleri vs.

istediğim davranışları sergileyemeyeceğim, bir nevi karakter

oldu mu?

değiştireceğim. Başlı başına bunlar bile benim için zor bir sürecin habercisi. Keşke eşcinseller için ayrı bir birlik

Ben karşılaşmadım çünkü dediğim gibi, bambaşka bir karaktere büründüm, o anda benim esas ağırıma giden bunu

oluşturulsa bunu çok isterdim. Biraz hayali bir durum ama

yapmaya zorlanmam, kendim gibi olamamam. Ama orada rol

getto da denilebilir bunu isterdim. Esasına bakıldığında benim

yapmayıp da gerçek ben olsaydım dediğim gibi tacizlerle, daha

askere giderken yaşam alanımın daralması, dışında bir

gerçekçi olmak gerekirse hakaretlerle karşılaşmam

sorunum yok.

kaçınılmazdı. Ben Toygun'u evde bıraktım, o gün şubeye

“Keşke eşcinseller için bir ayrı birlik olsa bunu çok isterdim” dedin. Örneğin mevcut birliklerde görev yapmak ve ayrımcılığa uğramamak istemez miydin? Neden ayrı birlik istiyorsun? Kesinlikle öyle ayrıma tabi kalmamak için isterdim bunu

giderken Mehmet olup gittim. Peki, son olarak neler söylemek istersin? Son olarak söyleyeceğim, eşcinseller yaşam koşullarına göre mecbur kalmadıkça bu yola girmesinler. Eğer mecburiyetten gideceklerse de benim gibi karakter

çünkü orada ben olamayacağım ve sürekli korku içinde bir pot

değiştirsinler; biliyorum yaptığım davranış yanlış; ama çarem

kırmamak için çabalayacağım. Rahat yürüyemeyeceğim. Rahat

de yok ki? Keşke her şeyi rahatça yaşayacağımız, her alanda

konuşamayacağım.

kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir ülkede yaşıyor olsaydık.

41


psipsi “Exodus”tan “Benötesi”ne

eşcinsellere yönelik haçlı seferleri Batı'da ne dinci sağın eşcinsellere yönelik haçlı seferleri biter ne de tek farkları isimlerindeki uzman doktor sıfatları olan aynı zihniyetteki “onarıcı” psikiyatrların “bilimsel” saldırıları. Amerikalı eşcinseller hadlerini bilmediler ve varolma hakları için mücadele ettiler. Bu saatten sonra Türkiyeli eşcinseller neden hadlerini bilsinler ki! “Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” adlı kitabı yayınlayan Kaknüs Yayınları, bu kitapla “sizleri homofobinizle yüzleşmeye davet ediyoruz” diyor ve bu yüzleşmeyi de açıkça “homoseksüel eğilimleri tedavi ederek” yapacağını belirtiyor! Türkiye LGBT hareketinin kullandığı gibi Türkçe okunuşuyla “gey” şeklinde yazan Yayınevinin ifadesi dikkat çekse de kitabın adındaki “onarım” dilinde de, “tedavi edici” zihniyette de yeni ve dikkat çeken bir yaklaşım yok gibi. Hemen aklımıza söz konusu “onarıcı” zihniyetin takipçilerinden dinci gruplardan Exodus ile kitabın yazarı gibi Dr. Joseph Nicolosi öncesi dönüştürmecilerden Dr. Charles W. Socarides geliyor. Nedenleri şudur budur ama sonuçta “eşcinsellik” demezler özellikle “homoseksüellik” şeklinde vurgularlar ve tedavi edilmesi gerektiğini söyledikleri bu “hastalıklı” eğilime dair sahip oldukları “temel gerçekler”den o kadar emindirler ki güya farklı tekniklerle hepsinin vardığı nokta “heteroseksüelliğe dönüşüm”dür. Kaknüs Yayınlarının bu yaklaşımını nasıl karşıladıklarını Psikiyatr Nesrin Yetkin, Psikolog Mahmut Şefik Nil'e sorduk.

hazırlayan: ali erol

onarım etik mi?

nesrin yetkin yazar@kaosgl.org

42

“Bir bireyin cinsel yönelimini değiştirmeye

çocuklukta baba-oğul ilişkisinin uzak ve sorunlu olması nedeniyle

yönelik

'erkek kimliğinin' gelişemediğini, böylece erkeklerle cinsellik dışı

klinik

denemelerin

geçerliliği,

etkililiği ve etik boyutu çok tartışmalıdır.

sağlıklı

Eşcinselliğin

cinselleştirildiğini ve homoseksüelliğin geliştiğini ileri sürerler. Bu

ederek

tedavi edilebileceğini

tekrar

kurulamadığını,

erkeklerle

tüm

ilişkilerin

getirme

terapi için uygun adayların, eşcinsel hislerinden hoşnutsuzluk duyan ve 'gey yaşam' tarzını onaylamayan genellikle genç ve

araştırmalar

haline

ilişki

çabaları, bilimsel çalışmalar veya psikiyatrik

olmayıp,

patoloji

iddia

tarafından

eşcinsellerin

yönlendirilmiş

medeni

haklarını

deneyimsiz erkekler olduğunu söylerler. Tedavi olarak, terapist ile ilişkide babayla barışmadan, grup içinde erkeklerle cinsellik

kazanmasına karşı çıkan politik ve dini güçler tarafından

içermeyen iletişim kurularak, 'erkek kimliğini güçlendirmek'ten

desteklenmektedir.

söz ederler. Sonuç olarak da eşcinsel hislerin silinmediğini kabul

“Düzeltici”

(Reparative)

terapilerin

etkinliğine veya verdiği zarara dair bilimsel olarak güvenilir

eder, hedefleri karşı cinsle ilişki olsa da, cinsellikten uzak bir

çalışma yoktur. Bu konudaki yayınlar, değiştiğini iddia eden,

yaşam kurulmasını desteklerler.

değiştirmeye dair yapılan çalışmaların kendisine zarar verdiğini

Burada kadın eşcinseller tamamen göz ardı edilerek, yalnızca

iddia eden ve değiştiğini iddia edip daha sonra bu iddialarından

erkeklerin nasıl 'patolojik olarak' eşcinsel olduğu ve nasıl

vazgeçen bireylerin öykülerinden oluşmaktadır.

'düzeltileceği'nden söz edilmektedir. Oysa eşcinsel erkeklerin

1998'de, Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), eşcinselliğin bir akıl

hastalığı

değişmesi

olduğu

gerektiği

varsayımına görüşüne

ve

dayalı

eşcinsel

yönelimin

“düzeltici”

anatomik yapıları ve hormonları normal olduğu gibi, cinsel kimlikleri de anatomik cinsiyetleriyle uyumlu olarak erkektir.

veya

Başka bir deyişle eşcinsel erkek, erkek cinsel organlarına sahip

“dönüştürücü” terapi gibi psikiyatrik tedavilere karşı çıktığına

olmaktan hoşnut olduğu gibi, kendini de erkek olarak hisseder.

dair bir bildirge yayımladı. Burada 1973'teki eşcinselliğin tanı

Erkek cinsiyet rollerini de aynen heteroseksüel erkek gibi farklı

konulabilir bir akıl hastalığı olmadığına dair görüşünü yineledi.

oranlarda benimser ama kendini yaşamın tüm alanlarında erkek

Eşcinselliği “düzeltmeye” yönelik girişimlerin, bilimsel geçerliliği

ve eşcinsel hisseder. Heteroseksüel erkekten farklı olarak, cinsel

kuşkulu gelişim kuramlarını temel aldığını ve 40 yılda, “düzeltici”

eş olarak bir kadını değil bir erkeği ister. Burada farklı olan cinsel

terapi uygulayıcılarının bu iddialarını kanıtlayan hiçbir bilimsel

kimlik değil, cinsel yönelimdir.

araştırma sunamadığını ilan ederek, etik açıdan “önce zarar

Toplumda yaygın olan homofobi elbette eşcinsel erkekler için

verme” temel tıbbi ilkesinin göz önünde bulundurulmasını ve

de geçerlidir. Daha yaygın olan heteroseksüel yönelim, tek biçim

bireylerin

çalışmaktan

olarak sunulduğu ve dayatıldığı için, gelişmekte olan gençler

“Düzeltici (Reparative) terapi” uygulayıcıları, erkeklerde

Kendi cinsel kimliğini ve yönelimini fark etmekle kabul etmek

'normal' cinsel yönelimin daima heteroseksüel olduğunu,

arasında yıllar geçebilir. Bu süreçte bazı eşcinsel erkekler

cinsel

yönelimini

değiştirmeye

kaçınılmasını tavsiye etti.

eşcinsel ilgilerini fark ettiklerinde daha zorlu bir süreç geçirirler.


toplumun dışladığı eşcinsellikten kurtulmayı ve

kurabilmeyi isteyebilir. Burada uygun yaklaşım, doğru

bilgiler

vererek

eşcinselliği

bir

yaşam

geliştirmesine

cinsel uygulamalara bağlı bir durum değildir. Yaşam boyu bedensel olarak hiç kimseyle cinsel

güçler, eşcinselliği

normalize

etmek, kişinin kendi cinselliğini kabulüne ve doyumlu

Cinsel yönelim geçmişteki ve/veya bugünkü

Politik ve dini

tek model olarak dayatılan karşı cinsle ilişki

ilişkisi olmayan bir kişinin de, cinsel isteğine, fantezi ya da gerçek yaşamda cinsel isteğini

tekrar patoloji

yardımcı

uyandıran cinse göre cinsel yönelimi bellidir. Gelecek

haline getirmeye

olmaktır. “Düzeltici (Reparative) tedavi”nin hedef

cinsel

u yg u l a m aya

kitlesinin çoğunlukla bu bocalama dönemindeki

çabalıyor

her yaşta gençler olduğu anlaşılıyor.

yaşamımızda

girişmesek

yönelimimizin

değiştiği

hiçbir

de,

bu

anlamına

cinsel cinsel

gelmez.

Yalnızca, cinsel isteklerimizi bastırmaya ve cinsel

Her bireyin gelişimi kendi hızında ilerler, cinsel yönelimi ne olursa olsun insanlar, cinsel ilişkiye farklı yaşlarda

yaşam

başlar ve genel yaşamları içinde cinselliğe farklı oranda yer

olduğumuzu gösterir.

biçimimizi

değiştirmeye

kendimizi

zorlamakta

verirler. “Düzeltici (Reparative) tedavi uygulayıcıları, çok sayıda

Ruh sağlığı çalışanlarının uygun ve etik yaklaşımı, kişilere

tanımadığı kişiyle rastgele kısa süreli cinsel ilişki kurmak ve uzun

toplumsal değer yargılarına göre nasıl yaşamaları gerektiğini

süreli ilişki kuramamak şeklindeki homofobik mitlere dayalı bir

dayatmak değil, bilimsel kabuller doğrultusunda kendini tanıyıp

'gey yaşam tarzı' tanımlayarak, bu tarzı benimsemeyen “gey

anlamasını

olmayan homoseksüel”lerin kendi tedavilerinden yararlandığını

getirmesinde yardımcı olmaktır. Eşcinsel bir erkeğin kendi isteği

sağlamak,

yaşamını

daha

doyumlu

hale

ileri sürüyorlar. Cinsel yönelimi heteroseksüel, biseksüel ya da

ile de olsa, cinsel istek ve davranışlarını bastırmaya zorlanması

eşcinsel olan insanların farklı cinsel yaşam biçimleri olabilir.

birçok psikolojik soruna yol açabilir. Karşı cinsle ilişki kurması ise,

Ömür boyu tek bir cinsel eşleri olabileceği gibi, aynı anda ya da

sadece

peşi sıra yüzlerce cinsel eş ile de ilişkileri olabilir. Cinsel yaşam

heteroseksüel kadının da yaşamında birçok sorun yaratmaya

biçimi kişilerin cinsel yönelimlerine değil, yaşamları hakkında

adaydır.

kendi değer yargılarına ve koşullarına göre verdikleri kararlara

kendisinin

değil,

bu

ilişkinin

öteki

kişisi

olan

Öte yandan homofobi toplumun her kesiminde, her meslek

bağlıdır. Her bireyin cinsel yaşam biçimini özgürce seçme hakkı

grubunda olduğu gibi, ne yazık ki ruh sağlığı çalışanları arasında

vardır. Ayrıca çok sayıda tek gecelik ilişki kuran ve/veya kurmak

da çok yaygındır. Eşcinsellik için dönüşüm/değişim/ onarım/

isteyen birçok heteroseksüel erkek olduğu gibi, çok uzun yıllar

düzeltme kavramlarının bilimsel ortamlarda değil, medyada bile

birlikte yaşayan birçok gey çift de vardır.

gündeme gelmesi, eşcinselliklerini fark edip henüz kabul cinsel

etmemiş bireyler gibi, cinsellik konusuyla çok ilgili olmayan ruh

yönelimimizi istemli olarak seçemeyiz ve değiştiremeyiz. Ama

sağlığı çalışanlarının da kafasını karıştırabilir. Profesyonellerin

istersek cinsel davranışlarımızı değiştirebilir ve yok edebiliriz.

homofobi karşıtı eğitimlerinin yaygınlaştırılması giderek daha da

Anatomik

cinsiyetimizi,

cinsel

kimliğimizi

ve

önem kazanmakta diye düşünüyorum.”

önce suçlama sonra... mahmut şefik nil yazar@kaosgl.org

İlginç

bir

kitap

var

elimizde;

“erkek

homoseksüeller için Onarım Terapisi yeni bir

içinde

yaşadığı

sosyo-kültürel

değerler

olduğu

sonucuna

ulaşabilmiştir.

klinik yaklaşım” başlığı ile yayınlanmış.

Bu kitabın yayınlanması için iki sene önce Amerikalı bir

Ancak kitabın kapağında iddia edilen “yeni”

meslektaşından aldığı mektupla karar veren Ben Ötesi Derneği

oldukça eski,

Başkanı psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter hazırladığı önsözde,

denenmiş ve insanlara zarar vermenin

klinik yaklaşımın tam aksi,

Amerika'da yapılanmış olan ciddi bir derneğin (NARTH) var

dışında hiçbir yeni açılım kazandırmamış

olduğunu öğrendiğini, bu 'onarıcı' terapi metodu marifetiyle

olduğu

gerçeğini

alan

araştırmacıları

oldukça iyi bilirler. Eşcinselleri heteroseksüelleştirmek için bazıları işkence metotlarına benzeyen bilişsel-davranışçı terapiler, uzun soluklu

eşcinsel duygu ve dürtülerinden rahatsız olan insanlara yeni bir kapı açtıklarını ve “BAZI MODA AKIMLAR” nedeniyle eşcinselliğin tedavisi üzerine fazla eğilmeyen psikiyatr ve psikologlara da yeni bir bakış açısı sunduklarına 'inandığını' söylüyor.

psikoanalizler, hormon destek tedavileri ile psikoloji uzun zaman

Tam da bu noktada ruh sağlığı hizmetlerinin bir inanç ve

uğraştığı gey insanları sonunda metodoloji ve yaklaşımındaki

motivasyon işi olmadığını, bilimsel yaklaşımlar olduğunu ve

eksiklikleri fark etmesi nedeniyle 1970'lerden itibaren “rahat

doğal olarak uygulanan her yanlış tedavi gibi öldürücü de

bırakmaya” karar vermiş ve sorun olanın geyler değil, geylerin

olabileceğini anımsatmak yerinde olur diye düşünüyorum. Ayrıca

43


yaşanmış ve kayıtlamış tarihi süreç hakkında hiçbir inceleme ve

satır izlenebiliyor. Örneğin “Bir erkeğin yapacağı ilk iş kadın

bilgi sahibi olunmadan söylendiğini umduğum (ki bu da ayrı bir

olmamaktır" şeklinde bir düstur açık bir şekilde danışanlarımıza

rezalet anlamına geliyor) “moda yaklaşımlar” ifadesi de bence

ne olurlarsa kabul göreceklerini emrediyor. Oysa terapinin amacı

neden bu bakış açısının bir terapotik olmadığını oldukça net izah

danışanın, “ne olursa” değil “kim olursa olsun” kendini kabul

ediyor: 'Eşcinsellik aslında kapitalizmin sonucudur, şeraitin

edebilme sürecini yaşantılamasıdır. Ve Erik Erikson'un işaret

olduğu

ettiği gibi kendi ile bütünleşmiş bir yaşlılık ve huzurlu bir ölüm

yerde

eşcinsellik

bütünleşmişlerdir.

olmaz

Komünizmde

çünkü

eşcinsel

kullar kişi

Allah

yoktur.'

ile gibi

süreci ile yaşama barışık olarak veda edebilmesidir. Kitapta lezbiyenlikten nasıl şifa bulunacağı konusu yok.

slogansı zırvalamalardan biri olarak hiç de yeni bir yaklaşım gibi durmuyor ve üstelik bilimselliği ima eden 'klinik'selliğe ait hiçbir

Zaten ve gerçekten kadınlara dair tek şey şu, kadın olmak için

değer de taşımıyor.

yapılacak bir şey yoktur. Herkes kadın doğar ama erkek olmak

Ben Ötesi Psikolojisi aslında insanın 'aşkın' olanla yani

için yapılacak şeyler vardır ve erkekliği hak etmek gerekir.

evrensel ya da ilahi olanla ilişkisi üzerinde odaklanıyor. Bu bakış

Heteroseksüel erkeği temel olarak alan bakışın heteroseksüel de

açısının, insanın ait olduğu yapıyı kavrayabilmesi, kendini

olsa kadına bu yaklaşımı elbette çok tanıdık. Kendi içindeki bu

evrenin

olarak

ikilemi bile neden heteroseksizmin bir ayrımcılık ve dolayısı ile

algılayabilmesinden hareket ediyor olmasında bir sorun yok

faşizan bir algı olduğunun ve dolayısı ile neden iyileştirici

elbette. Ancak Türkiye'de bu yaklaşım kavramlarının müsaitliği

olamayacağının da bir kanıtıdır.

(ya

da

ilahi

olanın)

saygın

bir

parçası

Elbette bu paradoks heteroseksüelleştirilmeye çalışılan birey

nedeni ile tasavvufi bir psikoterapi olarak insanlara sunuluyor. Oysa bir Kızılderili kabilesinin ya da bir şamanın da aşkın olanın

söz konusu olduğunda da oldukça net bir şekilde görünür oluyor:

parçası olma yolundaki yaşantılarını temel alan bu yaklaşım

Latent (gizli) homoseksüel babaların covert (açık) homoseksüel

sadece “İslami bir terapi” olarak sınırlanmış oluyor. Ki belirtmek

oğulları olur. Eğer baba tam erkekse oğlu gey olmaz. (s. 67*)

lazım örneğin Amerika'da ise ulaşılan aşkın değer İsa ve onunla

ama ilginç olan şu; övülerek tarif edilen ve ulaşılmaya çalışılan 'erkeklik kalıbı' yine kitabın kendi tarifi ile homoseksüelliğe

yakınlık oluyor. Maneviyatla

44

yakınlığın

insan

doğasına

iyi

geldiğini,

neden olan 'babalık kalıbı'. Biraz kafa karıştırıcı göründüğünü

depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıklardan ve travmatik

itiraf etmenin hiçbir sakıncası yok. Ama zaten paradoks kafa

olaylardan daha kolay çıkabildiklerini gösteren araştırmalar var.

karıştırıcıdır. Yine de sadeleştirilmiş bir cümle ile şu sonuç ortaya

Ancak insanı bu süreçte iyileştirenin herhangi bir dini söylem

çıkıyor k; geyler heteroseksüel olurken öğrendikleri erkeklikle

değil 'inancın kendisi ve bileşenleri' olduğu da gayet net

kendi oğullarının eşcinsel olmasına neden olacaklardır.

gözlenebiliyor. Bir bütünün parçası olabilmek, kendini bazen

Yıllardır eşcinselliği ortaya çıkaran faktörleri araştıran bilim,

kadere (yaşamın engellenmez olayları karşısında daha az

her detaya takılmıştır ama bir türlü genellenebilir sonuçlara

suçluluk ve sorumluluk hissedebilmeye) bırakmak, ölümden

ulaşamamıştır. (Yani sanılmasın ki bilim hümanizması nedeniyle

inanmak,

geyleri rahat bırakmıştır ya da lütufta bulunmuştur.) Aynı şeyi

affedilmeye ve dolayısı ile affedilebilir olduğuna inanmak ve

kitabın yazarı Nicolosi de yaşamış olacak ki üst paragraftaki

sonra

yeni

bir

yaşamda

yeniden

kavuşmaya

hissetmek gibi birçok faktör bu iyileşme süreçlerinde etkili

iddiası ile ters düşen gözlemlerini de ifade etmek zorunda

oluyor. Ancak temelde iyileştirici olanın yeniden kabul görmek ve

kalmıştır. (s. 47**) Yazımı

umut aşılanması olduğu da klinisyenler tarafından bilinen ve gözlemlenen bir gerçek.

daha

sonra

detaylandırmak

üzere

Nicolosi'nin

kitabından aldığım bir cümle ile sonlandırmak istiyorum.

Bu açıdan yaklaşınca, bir kişiyi cinsel yöneliminden dolayı

Uyguladığı “tedavinin”, deneyimli terapistlerce beklenen, bu

önce suçlamak ve dışlamak, ardından da bunun kendisinin suçu

yolla ve bu başlıklarla terapiye alınmış birinin yaşamında

olmadığı, babası ile yaşadığı süreçteki ilişkileri olduğunu söyleyip

oluşacak

o suçu babaya yıkmak (yani onu yeniden kabul etmek) ,

kaybetmesi yani hadım edilmiş olacağını gösteren bu cümle

travma

neticesinde

cinsel

yaşamını

tümüyle

homoerotik duyguların temelde kendi cinsi ile sosyalleşmek gibi

cidden kayda değer: “Artık bundan sonra (yani uygulanmış olan manipülasyon,

olağan ve sağlıklı bir ihtiyaç olduğunu söylemek (yani umut aşılayıcı olmak) yöntem olarak basamak basamak ne olduğu

beyin yıkama ve verilen telkinlerden sonra)*** , bazıları için

takip edilebilen stratejiler oluyor.

cinsellikten uzak bekar bir yaşam çözüm olabilirken, bazıları için

Ancak manipülasyon her zaman insan ruhunda iyileştirici

de heteroseksüel evlilik ümit edilen bir hedef olacaktır.” (s. 186)

değil yaralayıcı etkilere neden oluyor. Çünkü onu kendi olmadığı Dipnot:

bir kılıfın içine sokuyor ve terapistinin ya da aşkın değer

*“Oğlunun kimlik oluşumuna yardımcı olabilmek için, öncelikle babanın

kimse/neyse onun memnuniyetini kazanmayı esas alıyor. İşte

kendisinin erkek (maskulen) kimliğinde yeterince güvenli hissetmesi gerekir. (s.

tam da bu sürecin yarattığı zorlanma ya da Yalom'un ifadesi ile

67)

“zoraki kahramanlık” sonucunda intihara kadar götürebilen bir süreç oluyor. Kitapta ve önerilen “tedavi” yönteminde manipülasyon satır

**“Görünürde efemine olan babanın, oğlunun cinsiyet kimliği üzerinde hiçbir olumsuz etkisi yoktur; hatta birçok efemine homoseksüel erkek, heteroseksüel oğullar yetiştirmişlerdir. (s. 47) *** Parantez içi bana ait.


çalışma hayatı

açık ‘deniz’lere... Deniz, İstanbul'da, rehberlik ve psikolojik danışmanlık yapıyor. 4 yıldır, hayatını paylaştığı bir sevgilisi var. Öğretmenin yanında tavır almayan, medyadan, şundan bundan çok korkan, toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu bir kurum olduğunu söylediği Milli Eğitim'den söz etmeden geçemiyor. Öğretmen arkadaşlarının eşcinsel öğrencilerle karşılaştıklarında kendisine danıştıklarını söylüyor ve ekliyor “İkiyüzlü yaşamak zorunda bırakılmadığımız bir hayat diliyorum” hazırlayan: nevin öztop Deniz, öncelikle hoş geldin Kaos'a. Seni biraz tanıyabilir miyiz?

olarak

yaşındayım.

çalışıyorum.

Meslekte

bu

7.

29

yılım;

üniversiteyi bitirir bitirmez tayin oldum. madık toğraflaya Deniz’i fo vdiği objesi, se ama en en kaçamadı izd güneşi b

öğretmenlere

kıyasla,

pozisyonun

gereği,

öğrencilerle daha bir içli-dışlı olman gerekiyor olabilir.

Ben İstanbul'da, rehber & psikolojik danışman

Diğer

Sana gelip de, eşcinsel olduğunu -belki de ilk seninlepaylaşan öğrenciler oluyor mu? Öyle olmuyor. Ben, Milli Eğitim içerisinde farklı bir alandayım. Öğrencilerle

birebir

çalışmıyorum.

İlk tayinim Doğu'da küçük bir yere çıktı.

arkadaşlarım

paylaşıyor

Mesleğimin ilk 2 yılını orada geçirdim.

olduğumu bilen arkadaşlarım, birebir bana soruyorlar zaten.

benle

Daha

böyle

çok

öğretmen

meseleleri.

Eşcinsel

Yaklaşık 5 yıldır da İstanbul'da görev

Bilmeyenler de görevimden dolayı, sorular yöneltebiliyorlar. Bir

yapıyorum. 10 milyonluk bir şehirden, 10 bin

oğlan çocuğuna dair, 'Kız gibi. Kızlarla oyun oynuyor. Futbol

nüfuslu bir şehre gitmek, çok şeyi değiştirebiliyor. Cinsel

karşılaşmalarına girmiyor. Çok naif' gibi açıklamalarla, ne

yönelimden bağımsız olarak da zor bir yaşantı. Sıkıntılar farklı.

yapabileceklerini sorabiliyorlar. Bazı öğretmenler ise, bir kız

İnsan ilişkileri farklılaşıyor. Doğu’da yaşadığım 2 yıl, bana çarpı

öğrenciye dair, 'Erkeksi bir kız. Devamlı kavga ediyor. Ben ona

bilmem kaç yıl gibi gelmişti. Ve orada olmak, hayatımın en büyük

toka aldım.” gibi şeyler anlatıyorlar. Görüyorum ki toplumsal

depresyonlarından birini yaşamama neden olmuştu.

cinsiyet rolleri üzerinden çocukları tanımlıyorlar. En büyük korkuları dile getirmeseler de- çocukların eşcinsel olmaları. 'O

Arkadaş çevren nasıl; ondan biraz bahseder misin bize? Cinsel kimliğimde dolayı şöyle bir formülasyon yapıyorum: Birinci,

zaman

ne

rahatlatmak

ikinci

ve

üçüncü

çember.

yapacağız?'ı oluyor.

etkinliklerine'

Birinci

çemberi benim açık olduğum, her şeyimi açabildiğim, eşim, dostum. Cinsel yönelimine veya kadın-erkek olmasına göz atmaksızın, iletişim üzerinden ilişki yürütüyorum. İkinci çember, cinsel yönelimi sakladığım, ama yine de arkadaş olarak zaman geçirdiğim insanlar. Bir yanımı sakladığım insanlar bunlar. Bir de 3. çember var; tanış-arkadaş ol, dediklerim. Birinci çemberdeki insanlarla zaman geçirmeyi seviyorum. Bir de böyle, sevgilileri olan, yaş olarak yakın olduğum, hayata iyi-kötü aynı baktığım eşcinsel kadın arkadaşlarımla zaman geçiriyorum.

Deniz, söyleşimizin başında, rehberlik branşında görev yaptığını söylemiştin.

soruyorlar.

Onlara

toka

İlk

alarak,

katarak,

yaptığım

onları

çocuğu

'erkek

sosyalleşmelerini

sağlayamayacaklarından; sınıfın ve okulun o

Bana bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni olmasa, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu, umurumda bile olmayacak. Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların sorunu olacak.

andaki tutumunun çok önemli olduğundan ve çocuğun

ruhunda

açılabilecek

psikolojik

travmalardan bahsediyorum. Bu çocuklar, büyüdüklerinde özlerine döneceklerdir. Belki eşcinsel

olacaklardır;

ancak,

öğretmenin

yaklaşımı çok önemli. Öğrenciler, öğretmeni örnek

alıyorlar.

öğrenciyi

kabul

Öğretmenin, edici

tarzı,

söz-konusu tavrı, örnek

davranışı, o öğrencinin, bu travmayı en az şekilde

atlatmasını

sağlar.

Zorlayıcı

olmamaları gerektiğini ben hep söylüyorum. Yani, öğrencilerden ziyade, öğretmenlerden bu tür paylaşımlar geliyor.

Öğrencilerle birebir ilişkim pek yok demiştin ancak olup da elinin kolunun

45


tabiri caizse- bağlı kaldığı oldu mu?

Heteroseksüel görünmek zorunda bırakıldığım bir dünya. Bir de,

Bu aslında, öğrenciler için de gerekli olmayabiliyor. Bakın, bir

kendim olabildiğim bir dünya. Orası daha küçük ve rahat

arkadaşım şunu yaşamış; bir kız öğrenci, erkek arkadaşının

olduğum yer. İnsanlar, benim gergin olduğumu düşünüyorlar.

olduğundan bahsetmiş. O da öğrenciye, yaşının gereği, tabii ki

Aslında gerginliğim öyle bir şey değil. Bu, tetikte olmakla ilgili bir

flört edebileceğini belirtmiş. Kız öğrencimiz de evine gidiyor ve

gerginlik. “Anlarlar mı acaba?” diye düşünüyorum sürekli. Ve bu

babaya 'bak baba, öğretmenim de bunu söylüyor' diyor ve baba

çok büyük bir şiddet bence. Bugün mesela… İkimizin de tanıdığı

da okula gelip şikayette bulunuyor. Ve soruşturma açılıyor.

bir hocamıza gittik. Kahvaltıya. Beraber kaldık dün akşam; sabah

Elinizin kolunuzun bağlı olması bir şikâyete bakıyor. Tamamen,

taksiye beraber bindik ve eve yakın bir yerde indik. Bari ben para

velinin inisiyatifine bağlı. Milli Eğitim, öğretmenin yanında tavır

çekeyim, o da benden önce gitsin diye düşündüm. Bu şekilde de,

almayan bir kurum.

‘aynı yerden gelmiyoruz' havasını yarattık. Böyle bir şiddet

Medyadan, şundan bundan çok korkan,

toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu

olabilir mi? Ne kadar yaşanabilir bununla? Ve ben bunu 10 yıldır

bir yer. Değil 'bu tarz' konular, 'normal' olan, 'kız-oğlan'

yaşıyorum. Hele ki son 4 yılda, bunu yoğun yaşıyorum. “Bu senin

rahat

tercihin” diyebilirsin; hayır, benim kesinlikle tercihim değil. Bana

sorgulanabiliyorsunuz. Soruşturmada bir şey çıkar veya çıkmaz;

flörtlerine

dair

söylediklerinizden

dolayı

da

çok

bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni

o ayrı. Ancak her şey, sizin inisiyatifinizde olmayabiliyor.

olmasa tabii, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu-, umurumda bile olmayacak.

Meslektaş çevrenle sosyalleşiyor musun?

Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların

Okulda erkek öğretmenler de dâhil buna ancak, daha çok, heteroseksüel olduklarını düşündüğüm, kadın arkadaşlarla dışarı çıkıyorum.

Okul

içerisinde

arkadaş

olduğum

sorunu

olacak.

Ancak

şu

an,

en

büyük

sorun,

benim

sorunummuş gibi yaşıyorum. Ruhumun bir yerleri acı çekiyor.

erkek

meslektaşlarım var ancak okuyanlar kızacak belki de- okul

Bu şiddeti, sevgilin de paylaşıyordur tabii…

dışında çok fazla tercih etmiyorum. İstisnalar illa ki vardır ama

Ben bunu bir yaşam biçimi haline getirdim. O yalnızca, 4

çok derin olmadıklarını düşünüyorum. Kadın öğretmenler o

senedir eşcinsel bir ilişki içerisinde. Yalan söylediğimiz için,

yönden farklı olabiliyor. Kadınsal meseleleri tartışabiliyoruz.

kendini çok suçlu hissediyordu. Onunla da ilgilenmek zorunda

Onlarla da bir heteroseksüel olarak muhabbet etmek zorunda

oluyorum. Onu rahatlatmak için hep şunu söylüyorum; “Yalan

kalabiliyorum gerçi. Ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat

söyleyene değil, söyletene bak.” Sen bunu söylediğinde, mutlu

sürdürtüyorlar bize. Ben bunu diyorum. Şizofren bir hayatım var

olacaklar mı? Olmayacaklar. Yalan söylemeye devam etmek

benim. Sürdürtülüyor; bunu ben istemiyorum.

zorundayız. Çünkü ikimizi de mutsuz edecekler.

Peki… Kavramlar demişken… Kavramlarla aran iyi midir? Şuna geleceğim… Sevgilin, hayat arkadaşın, partnerin, aşkın, biriciğin var mı?

diyorum.

Birincillikte

konulardan çektiğin oluyor mu yani... Bir nevî, paranoya? Oluyor. Zaten muhalif bir kimliğim var. Okulda, bahsettiğim

Var, evet. 4. yılımıza giriyoruz. Güzel bir ilişkim var. Ben 'partnerim'

Tepki vermekten yorulduğun olmuyor mu ya da diğer

kullandığım

daha

çok,

birinci çemberin içinde yer alan, bir arkadaşım var. Bazen eşcinsellikle ilgili homofobik yorumlar oluyor. O arkadaşım rahat

'sevgilim'dir. Ya da direk ismini söylüyorum. İlişkimizi de

konuşabiliyor. Çünkü kendisi heteroseksüel. Ancak ben biraz

bildikleri için insanlar, anlıyorlar. “Evliyiz”, “eşim” hiç olmuyor

daha savunur olduğumda, aramızdaki cin arkadaşlar, “bunun da

sevgilimle aramda. Tanımlamalar, nitelendirmeler üzerinden

yaşı zaten 29. Bekar da… Acaba “öyle” mi?” diye yaklaşıyorlar.

gitmiyoruz; birebir yaşayarak bunu ifade ediyoruz.

İşte o zaman, arkadaşım beni uyarıyor, açık vermemem ve bundan da zarar görmemem için. Bana soru sorulduğunda,

Sosyalleşme sürecine onu da katıyor musun? Ya da

bazen öyle evirip çeviriyorum ki, arkadaşım bana hayran hayran

onun iş arkadaşlarıyla sosyalleşme sürecinde, sen yer

bakmak zorunda kalıyor. Erkek arkadaşım olduğunu biliyorlar şu

alıyor musun?

an; mecbur kaldım bunu yapmaya. Onlara anlattığım aslında şu

Farklı alanlarda çalıştığımız için, yollarımız çok kesişmiyor. Ancak o benim ortamıma giriyor bazen. İnsanlar da “Aaa, nerden

anki kadın sevgilim. Ancak onlar, anlattığım kişinin, erkek arkadaşım olduğunu düşünüyorlar.

tanışıyorsunuz?” diye sorduklarında, işte o zaman söylemlerimiz oluyor. “Benim çok yakın arkadaşımdır, dostumdur.” diyerek samimiyetimizi açıklıyorum. Bu aslında çok ağır bir psikolojik

Bazen gerçekten, “yoruldum” dediğim zamanlar oluyor. Geri çekilmek,

dinlenmek

istediğim

zamanlar

oluyor.

Bazen

travma. Baskı. Bizlerin çok güçlü olduğunu falan düşünüyorum.

gerçekten çok yoruluyorum. Hem özel hayatını koruyacaksın,

Beni tanıyan heteroseksüel arkadaşlarım, “Yaa, sen nasıl

hem

açık

vermeyeceksin,

hem

politik

olacaksın,

hem

yapıyorsun? Sen gerçekten çok güçlüsün. Kime hangi yalanı

olmayacaksın… Bir de benim tek kimliğim, eşcinsel olmam değil;

söyledin… Sevgilini kime, nasıl tanıttın…” derler. Şizofren hayat

bunu da belirtmek istiyorum. Ben her şeyden önce, bir kadınım.

diyorum

İkincisi, eşcinsel bir kadınım. Ve diğer etnik ve sosyal kökenlerim

ya…

İkili

hayat.

Dışarıda

bir

yaşamınız

var.


var. Onlardan dolayı da eziliyorum. Yani yalnızca bir alanda

olmadığımı biliyorlar; bu nedenle, çocuklarını ve kendilerini bana

muhalif değilim ki ben… Eşcinsel olmam, evet, benim bir parçam.

teslim edebiliyorlar, dediklerimi ciddiye alıyorlar. Benim kimle

Ancak bu, diğer kimliklerimle beraber, bir ebru gibi. Hepsi

yattığım, öğretmenliğimi etkileyen bir şey değil. Tam tersi, beni

birbirine girmiş. Her yerde muhalifim ve yoruluyorum.

duyarlı kılan; kadına ve “öteki”ye olan duyarlılığımı yükselten bir şey. Meslekî yeterlilik ve eşcinsel öğretmen ya da yalnızca

Kadın öğretmenler bir araya geldiklerinde, diyelim bir çay

molasında,

cinselliklerine

dair

kolaylıkla

konuşabiliyorlar mı? Aralarında, fiziksel/cinsel şakalar, paylaşımlar, şunlar, bunlar oluyor mu?

eşcinsel- olmak ayrı kategoriler. Ben, insanların yatakta ne yaşadıklarının mesleklerini etkileyip etkilemediği yargısıyla k i m s e ye

ya k l a ş m ı yo r u m ;

bana

ve

diğer

eşcinsel

meslektaşlarıma bu şekilde yaklaşılması beni çok rahatsız ediyor.

Valla, aşklarında bahsediyorlar. Kocalarından bahsediyorlar. Ancak yatak ve seks muhabbetine, karşı tarafa “çok mutluyum”

Ben hep şunu söylerim: Her şey özüne döner. Çocuk sizi örnek aldığı için eşcinsel olmaz.

hissi vermek için, çok fazla girilmiyor. Ya da her şey bu şekilde lanse ediliyor. Bazıları da, her şeyin anlatıyor; şöyle yaptık, böyle

Seni soruna gelecek olursam; evet, bu bir yük. Ancak ben bir

yaptık diyor. O anlatırken, hep bir çerçeveden bakınca hayata,

şey anlatırken, “aman ben eşcinselim, dikkat edeyim, şurada da

sen de diyorsun, “bu kadın eziliyor ciddi ciddi, her anlamda.”

şunu demeyim” diye düşünmüyorum. Evrensel ve bilimsel

Bunun farkında değil; bir güzellikmiş gibi anlatıyor. Aralarında

çalışmalar

şakalaşma oluyor; “grup mu yapsak” muhabbeti, “kız kıza” gibi

açıklamalarımı yapıyorum. Rehberlik servislerine genellikle,

var;

bunlar

üzerinden

yönlendirmemi

ve

söylemler, ara ara oluyor. Ama tabii, hiçbiri hiçbir zaman ciddiye

sorunlu öğrenciler yollanır; orası sorun merkeziymiş gibi. Biz

alınmıyor. Ben dans etmeyi çok seviyorum mesela; kadın

aslında rehberiz, yol göstericiyiz. Böyle algılandığı için, eşcinsel

arkadaşlarla dans ettiğimizde, bazıları çok geriliyor. Fiziksel

olmak artı bir şey. Farklılıklara karşı duyarlılık açısından. Ancak

temas başladığında benim eşcinsel olduğumu bilmedikleri halde-

bazen ne oluyor biliyor musunuz? Ailelerle konuşurken, sizin

geri çekiliyorlar. Dokunmadan dans edelim istiyorlar herhalde

çocuk sahibi olup olmadığınız, aile kurup kurmadığınız önemli

(dokunmadan edilen dansı gösteriyor). İş ciddiye binince,

oluyor. Veli geliyor, elimde yüzük olup olmadığına bakıyor. Durum

farklılaşabiliyorlar.

göre, beni ciddiye alıyor ya da almıyor. “Çocuğun yoksa sen ne anlarsın çocuk yetiştirmekten” oluyor. Bazen, “Hocam sizin

Bu söyleşiden önce, seninle empati kurmaya çalıştım.

çocuğunuz olsa, eşcinsel bir öğretmenden ders almasına izin

Deniz'le değil de, “bir öğretmen”le söyleşi yapacağımı

verir misiniz?” diye soruyorlar. Yaşım itibariyle, evli ve çocuklu

düşündüm. Seninle empati kurmak, inanılmaz bir yükü

olmam gerektiği düşünülüyor. Yani sorun yalnızca, eşcinsellik

omzuma

değil. Sorun aynı zamanda, kadının üzerindeki bu evlilik kültürü.

koyuyor

sanki.

Bu

başka

bir

mesleğe

benzemiyor. Öğretmenliğe kutsallık yükleniyor sürekli. Ve bu başka bir boyut kazandırıyor bu mesleğe. Görevini

Hayali

bir

erkek

aşkından

bahsettin.

Diğer

yaparken, her bir boyutu düşünmek zorunda olduğunu

öğretmenlerle paylaştığın bir aşkmış bu. Bunu nasıl

hissedeceğine dair bir inancım var. Ve seninle empati

yaptın?

kurarsam, bu çok ağır geliyor. Bunun altından nasıl

Yapmak zorundaydım. Yaklaşık bir sene önce oldu bu.

kalkıyorsun? Daha doğrusu, bunu her zaman düşünüyor

Sevgilimin doğum günü, 8 Mart'a yakın bir tarih. Ve ben çok

musun?

romantik bir insanım ve ona klasik olmayan bir şey yapmak

Yok, hayır düşünmüyorum. Bunu düşünürsen, yaşayamazsın

istedim. Tabii bu fikrim çalınmasın diye detaylara girmeyeceğim

zaten (gülüyor). Ama hani, “yük” diyorsun ya. Genç bir erkek öğretmenle, şöyle bir konuşma geçti aramda. Ben açık değilim ancak bana soruyor:

“Hocam,

eşcinsel

öğretmenler

var

mıdır?” “Tabii ki var.” dedim. “Peki hocam, sizce doğru mu bu?” diye ekledi. “Neden?” diye sorduğumda,

“Çünkü

biz

çocuklara

örnek

oluyoruz; bu, çocukları etkilemez mi?” gibi sorular geldi arkasından. Bunlar korkunç sorular. Bir sürü göbekli, kel, heteroseksüel, çocukları taciz eden öğretmenler var. Bundan daha tehlikeli bir şey yok benim için. Siz o insanlara çocuklarınızı rahatlıkla teslim ediyorsunuz; ancak eşcinsellere teslim etmiyorsunuz

ya

da

etmeyeceğinizi

düşünüyorsunuz. Benim eşcinsel bir öğretmen

(gülüyor)…

Diğer öğretmenlerle bir heteroseksüel olarak muhabbet etmek zorunda kalabiliyorum, ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat sürdürtüyorlar bize. Ben bunu istemiyorum.

Belki

yapmış

insanlar

vardır,

bilemiyorum. El emeği, süslemeli bir çalışma yaptım.

Yaparken,

bir

arkadaşımdan

yardım

aldım. Tabii, “bunu kime yapıyorsun” gibi sorularla karşılaştım. Ve bu merakların üzerine, çok yakın bir erkek arkadaşımı, sevgilim olarak tanıtmıştım öğretmen arkadaşlarıma. Şüphelerini gidermek için…

Seninle

ettiğim

sohbetler,

bana

her

zaman zevk veriyor. Bu da onlardan biriydi. Sana ve sevgiline, yalan söylemek zorunda bırakılmayacağınız bir dünya diliyorum. Ben

de,

iki-yüzlü

yaşamak

zorunda

bırakılmadığımız bir hayat diliyorum hepimize.

47


yüz yüze

fotoğraf: cihan yıldız

türkülerle isyan! 48

“Her tür kimliğin özgürleşmesinden yana olduğumuzun altını çiziyoruz.” Geçtiğimiz günlerde Eskişehir'de Güldünya sanat topluluğunun organizasyonuyla kulaklarımızın pası silindi, ayaklarımızın prangaları yok oldu, dillerimizin düğümü çözüldü. Kardeş Türküler, yine muhteşem bir konser gerçekleştirdi… Feryal Öney ile Kardeş Türküler'den, kendinden, sanattan, projelerden, kimliklerden konuştuk. hazırlayan: pelin kalkan Kardeş Türküler'in hikâyesinden bahseder misiniz?

Yılın Öyküsü” kitabıyla kutladık.

Kardeş Türküler, '90'lı yılların başında, farklı bölümlerde okumak için Boğaziçi Üniversitesi'ne gelmiş, aynı zamanda sanata meraklı bir grup öğrencinin başlattığı bir projedir. Bizim öğrencilik

yıllarımız,

Türkiye'deki

kimlik

politikalarının

Peki, siz Kardeş Türküler içerisinde bir sanatçısınız, bunun yanı sıra sizi biraz tanıyabilir miyiz? 1970,

Akşehir

doğumluyum.

Öğretmen

bir

baba

ile

tartışıldığı; etnik, cinsel, dinsel, vb birçok kimliğin kendini,

ilkokuldan sonra okumayı çok istemiş fakat izin verilmediği için

varlığını, Türkiye'de varoluş koşullarını tartıştığı, tartışılmasına

devam edememiş, öğretmen olmayı arzularken- hayatı boyunca

ön ayak olduğu yıllardı. Bizler de -tiyatro, dans ve müzikle

terzilik yapmak zorunda kalmış bir annenin dört kızından ikinci

ilgilenen, Türkiye konjonktürüne ve sanata dair tartışmalar

olanım. İlkokulda, öğretmenimin “bu kız ne güzel şarkı söylüyor”

yürüten bir grup öğrenci olarak- gündemden uzak kalamazdık;

dediği günden bu yana, şarkıcı olmayı hayal ettim. Tüm okul

kendimizi, yaptığımız işle bu tartışmaların içinde buluverdik.

gecelerinde çıkıp şarkı söyledim; lisedeyken musiki cemiyetine

'93'te başlayan projemiz, başlangıcında yer alan insanların mezuniyetinden kurulmasından-

-ve

sonra

Boğaziçi çıkan

Gösteri

albümlerle,

Sanatları'nın

ortak

projelerle,

devam ettim. Fakat içinde bir ukde olarak kalan 'okuyup güzel bir meslek sahibi olma arzusu'nu kızlarına yönelten annem, şarkıcılığın tek başına meslek olmasına pek de sıcak bakmıyordu

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin katılımıyla her geçen gün

(bu şekilde geçinmenin de zor olacağını düşünüyordu, az da olsa

zenginleşen bir proje olarak bugünlere kadar geldi. Bu yaz da,

hak veriyordum) . Kendisi de güzel şarkı söyleyen annem, bu işin

projenin 15. yılını büyük bir gösteriyle ve “Kardeş Türküler, 15

sadece

hobi

olarak

sürdürülmesi

taraftarıydı.

Neyse,


konservatuar

yerine

B.Ü.

Edebiyat'ı

y a p ı y o r,

yazdım; fakat şeytan sürekli dürttüğü için orada da şarkı söyleyebileceğim bir ortam

buldum

kendime

kadınların

yaşamlarını,

kendilerini,

dertlerini,

sıkıntılarını,

yaşamlarına dair her tür ayrıntıyı anlattığı

(gülüyor).

türkülere

ulaşmaya

çalışıyoruz.

Sözleri

Hayatımın ondan sonraki bölümünü

üzerinden iz sürerek çok farklı temalarda

etkileyecek

“kadın

olan

bir

kulübün

(B.Ü.

ağzı

türkü”

bulduk;

fakat

Folklor Kulübü) çalışmalarına katılmaya

eşcinselliğe dair imaları olan bir türkü

başladım. Ve her şey çorap söküğü gibi

bulamadık daha çok 'erkek' dünyası” içinde

geldi:

Kardeş

albümler,

Türküler,

mezuniyet

konserler,

sonrası

bu

işlenmiş eşcinsellik temasına dair türküler

işe

var (“Elleri Pamuk” gibi Urfa türküleri, vs.)

profesyonel olarak devam etme kararı, solo projeler, …

Eminim vardır kadın ortamlarında eşcinselliği anlatan türküler; fakat

Kardeş Türküler'in sanata bakış açısında kültürel

yine

ulaşamazsak

kendimiz

besteleyeceğiz

sanırım

(gülüyor).

çoğulculuk perspektifi mevcut, sanat anlayışınızdan biraz bahseder misiniz?

Kaos GL Derneği ve dergisi hakkındaki düşünceleriniz

Bu, tek başına “Kardeş Türküler” projesinin dramaturgisi

nelerdir?

değil, aynı zamanda, içinde yer aldığımız Boğaziçi Gösteri

'90'lı yıllarda feminizmle tanışmış, toplumsal cinsiyet karşıtı

Sanatları Topluluğu'nun duruşunu da özetleyen, çok önemli bir

birçok eylemliliğin içinde yer almış bir kadın olarak (kurulduğu

nokta. Dans, müzik, tiyatro, yayıncılık, neye elimizi atsak bu

günden bu yana, Feminist Kadın Çevresi üyesiyim); maalesef

duruştan hareket ediyor, sadece etnik değil, inançsal, cinsel vb.

“eşcinsel hareket”, “homofobi karşıtı olmak” gibi gündemlerin,

her tür kimliğin özgürleşmesinden yana olduğumuzun altını

ancak '90'ların sonunda ve 2000'lerde hayatıma girdiğini

çiziyoruz. Gösterilerimizde, başörtüsü kullananların ezilmesine

söylemeliyim. Biz feministler, gündemimize sadece 'kadınlık

karşı

durumu'nu almamıştık tabii ki; Türkiye gündemi, savaş, ırkçılık,

olduğumuzu

da,

“cinsel

yönelim”

deyince

sadece

“heteroseksüellik”i anlayanların yanında olmadığımızı da ima

v.b.

ediyor, hatta bazen ayrımcılığa karşı olduğumuzu düpedüz

düşünüyorduk. Fakat Kaos GL gibi oluşumlar, “erkek dünya”yla

gösteriyoruz.

birçok

mevzunun

feminizmi

yakından

ilgilendirdiğini

mücadele etmenin sadece 'kadınlar'ın sorunlarını gündeme getirmekle olmayacağını, tüm cinslerin, birlikte bu dünyaya karşı

Kardeş Türkülerin bundan sonraki programında neler var? Ve sizin ayrı yapacağınız projeler var mı?

hareketin bana çok şey öğrettiğini düşünüyorum.

Kardeş Türküler, BGST Dansçıları ve İstanbul Sayat Nova Korosu,

hep

birlikte

10-14

Aralık

tarihleri

durması gerektiğini gösterdi. Bu yüzden homofobi karşıtı

arasında

Ermenistan'dayız. Bu, Hrant Ağabey'in vasiyetiydi; nihayet

Farklı kimliklerin temsiliyeti açısından derneğinizin çok önemli

bir

yerde

durduğunu

düşünüyorum.

Yaşadığımız

homofobik, maşist ve faşist ortamda, faaliyetlerinizle kendinizi

gidebiliyoruz. İki ücretsiz gösteri yapacağız; bir Yerevan'da,

görünür kılmanız ve “Biz de varız!” demeniz, dik durabilmeniz

diğeri Vanatzor'da. Hrant Ağabey, aslen halkların, sanatçı ve

çok önemli.

aydınların barış konusundaki girişimlerinin değerli olduğunu söylüyordu. Umarız sınırların, kapıların açılmasına, ilişkilerin normalleşmesine vesile olur bu tür buluşmalar…

Bu güzel röportaj için teşekkür ederim. türküleri

homofobi

karşıtı

buluşmada

Kardeş

görme

fikri

şimdiden beni mutlu etti. Karşıtı

Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Buluşma'da sahne alma gibi bir durumu var Kardeş

Netleşmemiş

durumda

ama

Homofobi

Konser sonrası bir yemek de yedirmedin ya Pelin! Şaka

Türkülerin bildiğim kadarıyla, peki eşcinsel hareket ve

gerçekten.

buluşma hakkında düşünceleriniz? Az önce söylediğim gibi; BGST olarak, her türlü ayrımcılığın, eşitsizliğin karşısındayız. Homofobi bunlardan biri; ırkçılığı, faşizmi çağırdığı için de çok tehlikeli. O yüzden, Homofobi Karşıtı Buluşma'da yer almayı, sizlerle dayanışmayı gönülden isteriz tabii ki.

Sizce şarkılarda, türkülerde eşcinsel kimlik var mı? Yoksa neden? Siz türküde eşcinsel temsiliyeti için bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Uzun bir süredir “kadın ağzı türküler” konusunda araştırma

49


kült filmler

syd ve nan-cy aykan safoğlu aykan@kaosgl.org

Kaos

GL'de

dosya

düzenli

köşelerde

konusuna

bağımlı

kalmamak için özen göstersek de Kült Filmler'de konuyu döndürüp dolaştırıp

d o s ya

ko n u s u n a

bağladığımı fark ediyorum.

Her

günah çıkartıyorum.

Bu sözümüzü bir başka

bahara

ertelediğimizi düşünerek

bu

defasında bu çabadan uzaklaşıp, bahsettiğim filmlerin dosya

sayıda

konusuyla bağını ortaya çıkarmak herhalde yazar egoma iyi

görece bastırıldığı

erkeklerin

geliyor... Ne kadar başarılı olduğum veya yaptığım çıkarımların

bir

ne kadar zorlama olduğu sizin takdirinize kalmış. Bu kısa öz

b a h s e t m e k

eleştiriden sonra hiç laga luga yapmadan bu yazıya da dosya

istiyorum.

filmden

konusuna değinerek başlamak istiyorum.

Konumuz “taşra” olunca, benim de aklım ister istemez taşra etrafından dolanan filmlere kaydı. Belki son dönemde kazandığı ödüllerle takipçisi artmış, Türkiye sinemasında taşrayı yeniden

High (Lisa

Art

Cholodenko,

dolaşıma sokmuş bir yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan da

1998) Türkiye'de gösterime girmemiş bir

zihnimde beliren isimlerden biri oldu. Doğrusunu söylemek

film, dolayısıyla vizyonda salınması için kendisine Türkçe bir isim

gerekirse yönetmenin Mayıs Sıkıntısı (1999) veya Kasaba (1997)

uydurulmamış.

gibi filmleri üzerine yazmak için kendimde yeterli şevk göremedim veya Ceylan sineması üzerine kalem oynatmak bu

Filmin ismi Türkçeye yüksek sanat olarak çevriliyor. Yüksek

köşede yapmaya çalıştığım şey ile örtüşmeyecekti. Her şeyden

sanat ile kastedilenin 'yüksek' bir sınıfın beğenisine hitap eden

önce

sanat ürünleri olduğunu söyleyebiliriz veya gayet üstünkörü bir

erkek karakterlerin

hikâyelerini anlatan

bu

filmler,

kahramanlar her ne kadar çıkışsız veya kifayetsiz olsa da, yani bir

tabirle kitle kültürünün dışında, bir elitin takipçisi olduğu sanat

anlamda erkek dünyanın açmazlarını gözlerimizin önüne seriyor

da diyebiliriz. (bkz: opera, güzel sanatlar, vs) Filmin neden bu

olsa da, ister istemez taşrayı erkeklerin oyun alanı olarak

ismi aldığını anlatmak filmin sonunu söylemeye benzeyecek;

kodluyor. Bu erkek öyküsü enflasyonunda taşrada yenişememiş,

belki kısaca filmin konusundan bahsedersem neyin ima edildiği

yanan, devinen erkeklerden sıkılmak da kaçınılmaz oluyor.

anlaşılacaktır.

Sanırım bu yüzden taşrada kadın olma hali ile daha fazla ilgileniyorum.

Syd (Radha Mitchell), Frame isimli epey saygı duyulan bir fotoğraf dergisinde editör yardımcısı olarak çalışan 24 yaşında bir

Türkiye sinemasında korkunç bir ataerki hâkim olduğundan

kadındır. Yıllardır birlikte olduğu James isimli erkek arkadaşıyla

bununla ilgilenen bir film bulmak da mümkün olmuyor... Pelin

aynı evi paylaşmaktadır. Gündelik hayat, ev ile iş arasında

Esmer'in tatlı belgeseli Oyun'u (2005) dışarıda bırakırsak,

bölünmüştür. Syd ofiste kendisini ezmek için fırsat kollayan

kadınların bu kurmaca dünyada kendilerine yer bulamadıklarını

üstlerini sineye çekerken bu zalim ve haddinden fazla kibirli

düşünüyorum. Bunları söyleyebildiğim için mutluyum. En

dünyada

kariyerinin

ibresini

değiştirecek

atılımı

yapmayı

azından Türkiye sinemasının itibarını bir kalemde kurtarmak gibi

beklemektedir. Bu beğenileri fazlaca gelişkin, burnundan kıl

bir densizlik etmeden, bu sayıda Yeşilçam Sineması'nda taşra ve

aldırmayan insanlar arasında kendisinin de incelmiş zevklerden

farklı cinsel yönelim temsilleri üzerine ufak bir dosya konusu

anladığını kabul ettirmeye çalışırken, bir nevi hayatta kalmaya

yapmaya yeltenmiştik, ama hem bizim tembelliğimizden hem de

çalışırken, işten eve döndüğü bir gece hayatında bambaşka bir

yeterli örnek olmamasından dolayı bu proje havada kalmıştı.

sayfa açacak bir olay meydana gelir.

Şimdi ucundan da olsa böyle bir niyetimiz olduğunu söyleyerek

küvette sefa yapmaya niyetliyken, tavandan su sızdığını fark

Sıcak suyla doldurduğu


etmesiyle üst kat komşularının kapısını tıklatmakta gecikmez. Kapıyı açan, Syd'in daha önce varlığından haberdar olmadığı bir dönemin kült fotoğrafçısı Lucy Berliner'dir (Ally Sheedy). Syd, sızdıran banyo sayesinde tanıştığı bu yeni komşusu ve onun uyuşturucu bağımlısı çevresi ile her geçen gün daha sık görüşmeye başlar. Lucy'nin evinin her yerini kaplayan, başta Lucy'nin

sevgilisi

hayatındaki inceledikçe,

tüm

Greta

(Patricia

insanların

Clarkson)

portrelerini

olmak

daha

üzere

yakından

Syd'in kafasında kariyerinin dönüm noktası

olabilecek bir fikir belirir.

Lucy'ye çalışmakta olduğu Frame

dergisi için bir şeyler üretmesini teklif eder. Lucy Berliner 10 yılı

anılan,

şipşak

fotoğraf

da

diyebileceğimiz alt türde sayısız örnek

aşkın süredir ortalarda görünmemektedir ve Syd'in iş arkadaşları

veren Goldin, fotoğraflarının sunumu

da Lucy'nin yeni fotoğrafları ile derginin büyük bir çıkış

için geliştirdiği formülle de akıllara

yakalayabileceğini düşünerek bu fikre balıklama atlarlar. Fikir

kazınır…

basittir, Lucy'nin kaybolduğu 10 sene ardından şu sıralar

oluşan, 45 dakikalık slayt gösterileri ile

800'ü

aşkın

fotoğraftan

üzerinde çalıştığı işlere, hayatına yoğunlaşmasını isterler. Lucy

fotoğraflarını bir nevi foto-roman film

de tekrardan çalışması için kendisine motivasyon olabilecek bu

olarak izleyiciyle buluşturur. Hayatının güncesinin tuttuğu

teklife sıcak bakar ve tek bir şartla projeyi kabul eder: Syd,

fotoğraflara dönüp baktığımızda, fotoğrafların arkasındaki LGBT

Lucy'nin editörü olacaktır ve işler sarpa sarmakta gecikmez...

izleği de okumak mümkün. 80'lerin ortasında herkes birdenbire

Projeyi gerçekleştirmek için beraber taşraya yaptıkları gezi

AIDS'ten ölmeye başladığında, gidenlerden geriye birçok Nan

sonrasında iki kadının hayatlarındaki birçok şey artık eskisi gibi

Goldin portresi kalır. Nan Goldin birkaç röportajında ACT UP un

olamayacaktır. Yüksek sanatın nesnesi haline gelen hayatlarında

oluştuğu

yıllardan

ve

örgütün

Amerika'daki

öneminden

bahsederken; Avrupa'da ACT UP gibi politik örgütlerin olmayışı

taşların yerleri değişmektedir...

ve insanların HIV/AIDS duyarsızlığı yüzünden yalnızlaşan ve Lisa Cholodenko'nun senaryosunu yazıp yönettiği High Art,

ölmekte olan arkadaşlarından bahseder. Fotoğraf, hayatını

büyük oranda fotoğraf sanatçısı Nan Goldin'den esinlenmiş.

belgeleyen bir mecrayken, kendisini yaşadığı bu travmalardan

Elbette ki filmdeki Lucy Berliner, Nan Goldin'in birebir kopyası

arındıran bir nevi rehabilitasyondur.

değil,

ama

aralarındaki

benzerliklerin

neler

olduğuna

baktığımızda hoş enstantanelerle karşılaşıyoruz. Nan Goldin,

Nan Goldin gibi Lucy Berliner de fotoğraf çektiği zaman

Lucy Berliner gibi üst orta sınıf Yahudi bir ailenin kızı olarak

model kullanmaz, fotoğraf çekmek istediğinde çevresinde ne

dünyaya gelmiş bir fotoğrafçı. Goldin gibi Lucy de kendi yakın

bulursa onun fotoğrafını çeker. Bu ister fotoğraf, ister film olsun

çevresindeki

sanatçının sanat eseriyle arasına koyduğu mesafe üzerine de söz

insanları

gündelik

hayatın

içinde

yakaladığı

portreleri ile büyük bir şöhrete kavuşmuş. Ortamda buluNan

söyleyen sanatsal bir tavır. Tıpkı High Art'ta olduğu gibi: bir kere

ışıkla kotardığı ve 70'lerin, 80'lerin Stonewall sonrası New

sanatla uğraşmaya başladığınızda hayatınızın ne kadarının o

York'unda, gey ve trans cemaatinin arasında çıktığı fotoğrafik

sanat eserine dâhil olduğu sorusu hayati önem kazanır.

yolculuklar kariyerinde büyük önem taşıyor. Özellikle bir dönem

Sanatınız, güncenizle ne kadar örtüşüyor, hayatınızı ne denli

birlikte yaşadığı Greer Larkson isimli trans sanatçının portreleri

sanata adıyorsunuz... Lisa Cholodenko da filminin iki kadın

Goldin'in unutulmaz karelerinden. Yine AIDS'ten ölen ve John

karakteri üzerinden birçok sanatçıyı meşgul etmiş bu soruyu

Waters'ın Multiple Maniacs, Pink Flamingos, Female Trouble ve

soruyor. Elbette ki lezbiyen aşkın başrolde olduğu bir filmle.

Desperate Living isimli filmlerinde oynamış Cookie Mueller,

Kadraja alınanın kaçınılmaz olarak erkek bir bakış tarafından

Goldin'in çalıştığı bir başka isim. Lucy gibi Nan Goldin'de ağır bir

domine edildiği fotoğraf ve film tarihinde Lucy'nin (ve tabi ki Nan

uyuşturucu çevresinde, ağır

Goldin'in) sanatçı olarak işlevi önem kazanıyor. Fotoğrafı çeken

bağımlılıklar

ile fotoğrafı çekilen arasındaki mesafe daralıyor.

e t ra f ı n d a

Fotoğrafı

fotoğrafla ilişkilenmektedir.

çekilen nesne olmaktan sıyrılabildiği bir an doğuyor. Sanırım bu

Fotoğraf

da ancak kadın bakışı ile olabilecek bir şey.

sanatında

enstantane fotoğraf olarak Nan Goldin'den esinlenen bir filmden bahsettiğimiz için konu elbette toplumsal cinsiyet politikasından bağımsız değil; evlilik, cinsel birleşme, kadınlık ve erkeklik halleri... Söylediklerimle ikna olmuş olmalısınız; ben yine de Fassbinder'e ve Fassbinder'in oyuncularıyla kurduğu ilişkiye de Lucy'nin oyuncu sevgilisi Greta üzerinden tatlı bir dille değinen bu filmi şiddetle önermek istiyorum.


FOTOHIKÂYE

fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz

III. Acı ses tonu banyodaki çocuk korosu.

IV

II. Oysa ne kadar çok inanmıştık soysuz

I. Duyduğun tüm sözler benim burun kanamamdı.

ve sonu olmayan cinsel kimlik el kitabına.

VIII. Ses kapıyı açtı....Erkek sesi

IX. Körebedeki iki kedi....

VII. Oyun bitsin artık en mahrem yerlerini görmeliyim.

Kedi merdiveni

XII. Acı seks tonu......

XIV. Ellerim üşürse ağlamam, ev ödevlerimi hatırlamaya çalışırım. Öpüşmeyi unuturum.

Banyodaki erkek çocuk korosu.

XIII. Gideceksen.... Ağır adımlarla sonbaharın yasak olduğu sokakların kaldırımlarını kır.


V. Seninle oynadığımız sadece körebe oyunu,

V. Kulakları kesilmiş köpeklerin çığlığı,

VI. Ellerimi kanatıyor dudaklarım. Ellerim, Dudaklarım...

dişi bakire kanı, gözlerim kapalı

daha fazlasını isteme benden hepsi bu.

XI. Dişi adet kanı.....Gözlerim kapalı... X. Yine erkek sesi.....Kelebekler XV. Sokakta oynayan çocuklara bu ülkede .............. olmanın masallarını anlatırım. Babamı mezarına gömerim.

kayıp peruklar III hakan aydoğan hakanaydogan666@hotmail.com

XVI. Burun kanamam geçti çıkıp gittiğin kapı kapanmıyor, kanıyor, kanıyorum... SON-


kütüphane

salih canova koygocuren@gmail.com

keditörün kitabı

kitaplık Yerel Renkler

Ölü Avrupa

Truman Capote Sel, Roman Capote'nin dünyanın farklı yerlerinde geçirdiği zaman parçlarını bir roman estetiğiyle anlatılıyor; "Bir düşün ölümü gerçek ölüm kadar acıklıdır aslında ve düşünü kaybedenlerin isteği o derinlikte bir yastır”

Christos Tsiolkas Versus, Roman Melbournelu Yunan asıllı yazar Christos Tsiolkas'ın romanı Ölü Avrupa, çıkış noktasında Karl Marx'ın bir saptamasını barındırıyor: “

Ona Kangren Hamleler

Ölü nesillerin gelenekleri yaşayanların akıllarına kabus gibi çöker!”

Fırat Kaya P Libre Enterprise, Şiir Diyarbakır'da yaşayan genç şair Fırat Kaya'dan, cesur ve güçlü bir şiirin ilk sesleri; "gök kuru / göt! / apak apak / gebe bir / melek gibi / ışıyan..."

Yunanistan'ın küçük bir köyünden ve Melbourne'dan başlayan iki ayrı kurgunun roman içinde sarmal bir halde kurulup, sonuna doğru birleşerek bütünlük sağladığı bu kitapta, yazarın kendisi gibi Yunan asıllı Avustralyalı eşcinsel, genç fotoğrafçı Isaac'ın objektifinden çekilen Avrupa sunuluyor okura; Ölü Avrupa!

Islak Bölgeler

Git gide birbirine benzerken, hala izlerini silmek bir yana, ırkçılığın ve anti-

Charlotte Roche Phonix, Öykü Kadın bedenine "estetik" bir unsur olarak değil, insani bir gerçeklik olarak yaklaşan Helen'in öyküsü.

semitizmin günümüzdeki inatçı devamlılığını yaşayan Avrupa kentlerinde geçen kurgu boyunca yazar, günümüz Avrupa'sının çürümüş, bitik, fotoğraflarını çekiyor. Ekonomik rasyonalizm ve milliyetçilik ile şiddetin yeni hayaletinin sınıf farklarını derinleştirmesini,

Erken Doğmak Adam Olmak Esin Acıman Remzi, Araştırma Erkek olmakla adam olmak arasında ne fark var? Adamlar hep güçlü müdür? Erkekler ağlar mı?

ırk temelli nefreti şiddetlendirmesini son derece akıcı bir dil ve etkileyici bir tarzda okura sunuyor. Roman boyunca cinselliği anlatım dili olarak kullanan yazar, homo-erotik ve yer yer pornografik ifade biçimiyle de dikkat çekiyor. Bir zamanlar gelenek olmuş kimi

Sürüne Sürüne Erkek Olmak Pınar Selek İletişim, Araştırma "Türkiye'de erkeklerin nasıl 'adam' edildiklerine, 'adam olmak' için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar içinde sıkışarak içlerinde büyüttükleri korkudan nasıl bir şiddet çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına" bakmaya çalışan bir kitap..

bakış açılarının günümüz insanını bir kan-emiciye dönüştürme

çabasını

ortaya

koyan

Tsiolkas,

masumiyeti ancak aşkla korumanın mümkün olduğu mesajını veriyor. Algan

Sezgintüredi'nin

Türkçeye

başarıyla

aktardığı “Ölü Avrupa”yı okuyunca, bu günlerde Yunanistan'da ortaya çıkan hareketlenmenin ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılıyor. (Alp Güven)

"Babam sağda solda dolanmış, millete sorular sormuş. Dedikoduları duyması uzun sürmedi tabi. Bir akşam beni aldı, arabaya bindik. Melbourne'e ilk geldiğinde çalıştığı fabrikayı gösterdi, ardından sahile gittik ve Valiant'ın kocaman koltuğunda yan yana oturup minik dalgaların St. Kilda kıyısına vuruşunu izledik. Hatırladığım kadarıyla teypte Stavropoulos çalıyordu ve babam, marihuana kokuyordu. - Sinyor Bruno Parlovecchio'yu ne sıklıkla ziyaret ediyorsun? Sigara istediğimi hatırlıyorum. - Onunla seksten hoşlanıyor musun yoksa para için mi yapıyorsun? Yanıtımı tam hatırlamıyorum. - İbne misin? - Evet. Kesinlikle evetti yanıtım. O zaman bir sigara yaktığını, kolunu direksiyona koyarak denize baktığını hatırlıyorum. - Asla para için yapma, tamam mı? Söz ver. Kafamla onayladım galiba. - Adın orospuya çıktı mı bitersin. Anlıyor musun? Gene kafamla evetlemiş olmalıyım. - Seni kıskanıyorum Isaac. Keşke tanrı bana delik hevesi vereceğine boru aşkı verseydi. Seni kıskanıyorum. Özgürlük, dert edecek bir ailen bulunmaması… Her şeyi yapabilirsin. Unutma, istediğin her şeyi yapabilirsin. O gece bayılana kadar içirdi beni.”

* Sayfaya katkılarından dolayı sevgili Alp Güven'e teşekkürler.


bozuk plak

bawer çakır bawer@kaosgl.org

“bu şarkılar haydan gelir huya gitmez” marianne faithfull easy coma easy go dolly patron, brian eno, black rebel motorcycle club, morrissey, traffic, the decemberists ve dahası… rock'ın taş gibi sesli, yıllandıkça güzelleşen şarabı marianne faithfull, rock'n roll tarihinin en gizli şarkılarını yorumladığı yeni albümüyle arz-ı endam ediyor. viski kokan çatallı sesiyle bizi başka alemlerde tura çıkartmayı her daim becermiş bu serseri kadın yine asil bir his yüklüyor albümü dinleyenlere: kotunu giy, çantanı al ve yollara düş. kendine ait bir dünya kurmak için mücadele veren bizler için her daim canlı bir arzu bu malum. 18 şarkılık faithfull albümü de bu hayalin perçinlenmesine katkı sunacaktır elbette. alın! alın! alın!

http://www.mariannefaithfull.org.uk

dans edebildiğimiz bir devrim bedük / dance revolution

“yeni ötesi canlı bir mor” mor ve ötesi / başıbozuk

bedük'ün türkiye'de pek de

sadece müziğiyle sevdiği bir

rastlamadığımız bir müzikal vizyonu,

grup değil muhakkak.

herkesin olmaya can attığı ancak

lambdaistanbul'un yerel

beceremediği bir avrupalılığı var.

mahkemece kapatılmak

ilerleyen sayılarda hakkında daha

istendiği o kara günlerde

ayrıntılı yazıp çizeceğimiz bir isim olsun

bizlere desteklerini sunan grup

diyor, kendisinin kasım ayı başında

elemanları kuşkusuz artık

yayımlanan albümü “dance revolution”a

kalplerimizde başka bir yerde.

geçiyorum.

e tabii bir de “örovizyon”

ilk albüm even beter/tek kişilik

çalımları var üstüne üstlük. konu bu değil, grubun ara albümü “başıbozuk”. mor ve ötesi 3 yeni, 3 canlı ve 8 de remixten oluşan bir “ep” yayımladı. albüm grubun uzun süredir yeni şarkılar dinlemek için yanıp tutuşan hayranlarının yüreğine biraz su serpmiş durumda. örovisyon şarkıları deli'yle açılan kayıt 2 yeniyle devam ediyor: iddia ve sonbahar. bizler için bir açılma şarkısı olan “bir derdim var”ın canlı kaydının da bulunduğu albümde kulaklara çınlayacak bir diğer değişiklik de remixler. triphop

maynur doğan - qumrıke

semalarında dolaşan yeni model eskiler arasında

mthe white stripe - prickly

“parti”, “ayıp olmaz mı?” ve “darbe” de

thorn, but sweetly worn

zira kendisi her yerde ve oldukça sadık dinleyicileri var. ancak bunların ötesinde

mor ve ötesi lgbt mücadelesinin

bawer'in 5 atlısı

sanırım elektronik müzikle dans edilen mekânların son 1,5 yıldır gözdesi bedük.

bulunmakta. yerimiz dar, kısaca özetleyelim: bu kasvetli havalarda bir değişiklik olarak aç ya da tok

mbeirut - my family's in the

karnına fark etmez, alınması makbuldür. haa

world revolution

tepindikten sonra terli terli su içmemeniz kaos

mmarianne faithfull - easy

gl'nin tavsiyesidir. sonra şikayet postaları atmayın

come easy go

lütfen.

majda pekkan - gerisi hikaye

http://www.morveotesi.com/

gösteri'yle “haddinden fazla” ses getiren bedük arayı soğutmadan yeni bir kayıt sundu bizlere. bir öncekinin tadı damağımızda, her yerde hala “beter than my baby”yle sallanırken bu albüm ve ilk single “automatik” sarıp sarmaladı herkesi. hatta öyle bir sarmak ki bedük günlerdir o kanal senin, bu program benim, turlarda. 9 şarkı ve 2 remixten oluşan albüm yeni yıla girecek alternatif ve aradaki âlemlerin favorisi oldu bile. sığ türkiye müzikal cemiyetinin bu ışıldayan kaydı dans edilecek her seksi anın fon müziği olabilir pekala. hepinizin bildiği gibi; dans edemeyeceğimiz devrim bizim devrimimiz değil. http://www.bedukonline.com/

55


ikon köşe yazarım

haydar dümen'den inciler: merhabalar canlarım ben tüdü. 81 ilimizdeki üniversitelerden birindeki mastırımdan sonra danışmanlık hayatıma başladım ve türkiye'de en popüler elcibititi dergisinin kaos gl olduğunu öğrenince ana akım medyaya atlamanın basamaklarından biri olarak dergiyi kullanmaya karar verdim. neticesinde bana bir sayfa verdiler ve soruları yanıtlamamı istediler. ben de bildiğim bütün çark yerlerinde giderek e-mail adresimi, partner sitelerindeki profillerimi yazdım. bazıları neden yazdığımı anladılar, onlarla görüşmeye devam ediyorum. ama neden yazdığımı anlamayan bazı kezban lubunyalar bana sorular sormaya başladılar. ben de ayıp olmasın diye yanıtlıyorum. ayrıca bu köşe gullüm köşesi olacak. ayın madileri burada değerlendirilecek, ayın şugarlarına da cicilik yapılacak. siz de madilerinizi, sugarlarınızı, gullümlerinizi, madi kolilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. e-mail adresim: gullum@kaosgl.org

artık kızlardan soğudum, ne yapacağım? ben üniversitede okuyorum. okula servisle gidip geliyorum. otobüsteki tek erkek öğrenci benim. tüm kızlarla ilişkim oldu. artık kızlardan soğudum. gözümü arabanın şoförüne diktim. bana neler oluyor? rumuz: yorgun savaşçı yanıt: şöfer, şöfer! gözünü direksiyondan ayırma. yollar kaygan, senin servis araban da yayvan ki yayvan. içine iki yatak bile sığacak. birini kızlar dolduracak, boşu yakışıklı gence kalacak. şöfer, kızımın paralarını yiyorsun şöfer! şoförüm, senin üzerinden bu gence sesleniyorum; senin servisteki kızlardan birinin manevi babasıyım, bir elin direksiyonda, bir elin viteste olma. düz git, doğru yolda, bu oğlana fazla inanma. niyeti bozuk, aklı depoda, pompada, aman senin araba kalmasın rampada. biz ne desek bu yorgun savaşçı söz dinlemeyecek. üstü bıyık, altı sakal bu genç bence çakal. hepiniz dikkatli olun, kendinizi koruyun.

2009’da sirkafınız koliyle, cebiniz beldeyle, mutfağınız habbeyle dolsun, gullümünüz, mantiniz bol olsun canlarım...

kaynak: posta, 21 aralık 2008

tüdü'den size özel haber:

56

destere filmi ile çobandan eşcinsel olur mu? diye bir soru akla geldi… ve yurdum çobanları bu alanda çobanlar odasının yaptığı araştırmayı türk halkı ile paylaştı. “bütün çobanlar heteroseksüel, odaya kayıtlı olmayan kaçak çobanlar varsa onların cinsel yönelimleri konusunda bir şey söyleyemeyiz. ama çoban erkek mesleğidir. geyler çoban olamaz” dediler. kaos gl'nin en şeker ve en aklı başında muhabiri tüdanya olarak, yozgat, konya ve bitlis'ten eşcinsel çobanlarla görüştüm, çobanlar odasının tüm tezlerini çürüttüm, havam yerinde alaturka oldum: “kıdem canlan”: ben trans eğilimli bir çobanım aslında, o yüzden de çoban oldum. kafama takke takıp bütün gün köy kahvesinde erkek taklidi yapamazdım. şimdi mutluyum. ben çobanlığın, grafikerlik, sanat yönetmenliği ya da popstarlık gibi eğlenceli bir meslek olduğunu düşünüyorum. tek sıkıntım köyde gey bar olmaması.

“mahmut sular”: ben kendimi bildim bileli geyim ve on yaşından beri çobanlık yapıyorum. bütün köyün koyunlarının kuyruklarını gökkuşağı renklerine boyadım. dul ayşe teyzenin koyunları mor, köyün genç ağası atacan'ın koyunları çivit mavisi. bizim lubun ahmetin koyunları ise şeker pembesi. çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığını her sektörde yaşadığımız gibi burada da yaşıyoruz. ben hem çobanlığımdan hem de geyliliğimden mutluyum. köylüler benim diğer köylerin çobanlarına benzemediğimi biliyorlar ya da en azından hissediyorlar ama kimse şikayetçi değil. aynı amerikan ordusundaki gibi; “sus söyleme”… yok, pardon o bir şarkıydı di mi?

“mehmet berke”: ben bir çobanım aynı zamanda da geyim. gey olmamın çoban olmama çoban olmamın da gey olmama engel olmadığını düşünüyorum. lgbt örgütler bana sahip çıkmadı diyen cemal ipekti'ye katılıyorum. keşke hetero çobanlar ayaklandığında 500.000 lgbt birey yürüyüş yapsaydı. baweralla bile haber yapmadı. duyduğuma göre ne acıdır ki aykanella da kült filmler köşesinde destere filmini yazacakmış. bütün bunlardan geçtim, kaos gl bile haber yapmadı. gelecek sene pride'a biz eşcinsel çobanlar olarak pankartımızla katılacağız. planlarım arasında varşova'ya gidip queer teori üzerine kafa patlatmak da var ayrıca.


kitapevleri ile Kaos GL adına iletişime geçebilirsiniz ya da kitapevlerinin iletişim bilgilerini bize iletebilirsiniz. Bunun yanında dergiyi elden satabilirsiniz. Dergi satışları ve il sorumlusu olmak için abone@kaosgl.org adresine maillerinizi bekliyoruz.

"ismim mesut, göbek adım bahtiyar, dergim de kaos gl" zeki müren

YTL

arkadaşlar arıyoruz. Yaşadığınız ilde Kaos GL Dergisini satabileceğini düşündüğünüz

Kaos GL dergisinin yay-sat dağıtımı sona ermiştir, abone olmanız tavsiye olunur.

gönüllülerle örecek. Türkiye'nin her yerinde derginin dağıtımını yapabilecek gönüllü

1 yıllık abonelik sadece 45

Kaos GL Dergisi, Yay-Sat dağıtımından çekildi. Dağıtım ağını eskiden olduğu gibi

abone@kaosgl.org

Kaos GL Dergisi Gönüllülerini Arıyor?


Efendiler bilsinler ki, Alexis'in göğsüne giren kurşunlar bizim de kalbimizi yaralamıştır. Bu yarayı da ancak Yunanistan'dan bütün dünyaya yayılmaya başlayan isyan iyileştirir. Gözlerimize iyi bakın, efendiler, o isyanın ateşi şimdi bu dilsiz haykıran gözlerde parlamaktadır. Bu gözler Maraş'ı gördü, Sivas'ı ve Çorum'u gördü. Bu gözler Dersim'de yakılan ormanları, boşaltılan köyleri, Küçücük bedeni kurşunla doldurulan Uğur Kaymaz'ı gördü Bu gözler idam sehpası için yaşları büyütülen gencecik fidanları gördü Bu gözler Eryaman'da öldürülen travestiyi, Sahtesi de gerçeği de tecavüzcü olan polisi gördü. Bu gözler buzdolaplarına kapattığınız selpakçı veletleri, Dur ihtarına uymadığı için kafasından bir kurşunla yere serilen genci, Gözaltında döve düve öldürdüğünüz devrimciyi gördü. Bu gözler 19 Aralık'ta paramparça edilen ve yakılan tutsak bedenleri gördü. Tuzla tersanelerinde ölüme terk edilen işçileri Her gün açlıktan ölüme terk edilen işsizleri gördü. Bu gözler tüm katillerimizi, cellâtlarımızı, işkencecilerimizi gördü Bu gözler tüm faili meçhullerin faillerini, sizleri gördü efendiler. Gözümüz üstünüzde efendiler, Gözümüzdeki parıltı bir yangına kıvılcım olabilir!

UNUTMAYACAĞIZ! AFFETMEYECEĞİZ! *20 aralık 2008, anarşistler ve antiotoriterler tarafından yapılan basın açıklamasından.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.