5 TL Ocak-Şubat 2009
LGBT Kültür/Yaşam Dergisi
104
MURATHAN
MUNGAN
çavuşun
sırrı türkülerle
isyan
KARDEŞ TÜRKÜLER dosya:
TAŞRA
,
ahlakınız,
batsın
DİLEK’İN ARDINDAN
ZEYNEP CASALINI inadına sevişmeliyiz
LGBT Hakları Platformu Basın Açıklaması 12 Kasım 2008, Ankara Üzüntü ve öfke içindeyiz. Üzüntü içindeyiz çünkü bir arkadaşımız daha heteroseksist nefretin kurbanı oldu ve öldürüldü.
12 Kasım, Ankara
10 Kasım akşamı kafasına pompalı tüfek ile ateş edilerek saldırıya uğrayan transeksüel Dilek İnce dün 11 Kasım'da aramızdan ayrıldı. Öfke içindeyiz çünkü bugün buraya mezarlıktan geliyoruz. Öfke içindeyiz çünkü sırada hangi gey veya transeksüel arkadaşımız var bilemiyoruz. Transeksüel Dilek İnce'yi başkentte pompalı tüfek ile vurarak kimler öldürdü ve katilleri bulunacak mı?
15 Kasım, İzmir
Gey Ahmet Yıldız'ı silahla tarayarak kimler öldürdü ve İstanbul polisi katilleri neden hâlâ bulmadı? Adıyaman'da gey Ege Tanyürek'i kimler intihara sürükledi? Kaygı ve korku içindeyiz!
15 Kasım, İstanbul
Sayın Başbakan'a soruyoruz, eşcinsel ve transeksüeller vatandaş değil mi? Vatandaşlar arasında ayrımcılık yapmak suç değil mi? Soruyoruz, polis katilleri bulacak mı? Savcılar ve hâkimler “ağır tahrik indirimi” ile katilleri salıvermekten vazgeçecek mi?
15 Kasım, İstanbul
Soruyoruz, can güvenliğimizi ve yaşam hakkımızı kim koruyacak? Kaygı ve korku içindeyiz çünkü Başbakan'ın sabrı taşan vatandaşları daha kaç eşcinsel ve transeksüelin canına kastedecek bilmiyoruz. Sayın Başbakan, kaygı ve korku salarak mı adil ve huzurlu bir toplum yaratacak merak ediyoruz. 18 Kasım, Amsterdam
Biz değişmeyeceğiz, siz alışacaksınız! Kapılarınızı çaldık, çığlıklar attık, kefenler giydik, oyun oynadığımızı mı sanıyorsunuz? Sırf eşcinseliz diye, sırf transeksüeliz diye canımıza kastediliyor, öldürülüyoruz. Adalet arıyoruz, bulamıyoruz.
18 Kasım, Amsterdam
Çok şey değil sadece sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerimizden dolayı öldürülmek istemiyoruz. Homofobik ve transfobik nefreti körükleyerek öldürülmemizi daha ne zamana kadar seyredeceksiniz? Hitler, pembe üçgenlerle damgalayıp topluca öldürdü, yok edemedi. Siz seyredenler, kadın kadına ve erkek erkeğe yaşamak isteyenleri tek tek avlayarak ortadan kaldırabileceğinizi mi zannediyorsunuz? İlan ediyoruz! Eşcinsel ve Transeksüel Cinayetleri Politik Cinayetlerdir Katilleri Biliyoruz! Peşinizi bırakmayacağız. Eşcinsel ve transeksüel kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın!
20 Kasım, Ankara
Kaos GL’den
a Sahibi erneği adın y Kaos GL D Burcu Erso oyaburcu@
kaosgl.org
ürü ve zı İşleri Müd Sorumlu Ya Yayın Yönetmeni Genel l Uğur Yükse
taşra neresi?
l.org
ugur@kaosg
u Yayın Kurul Safoğlu, n a yk A , l o Ali Er Bawer Çakır Barış Sulu, Kılıçkaya, se Bu , y o Burcu Ers in Öztop, ev N r, na Çı Esra ih Canova, l a S n, lka a Pelin K ü ne r ra, Umut G Serap Akçu şmanları Hukuk Danı lan Özsoy, Av. Elif Cey ıldırım, Av. Hakan Y dın, Av. Oya Ay Öz Av. Yasemin si Hazırlık Baskı Önce r Birant Emi
Birkaç yıl önce Ankara'da düzenlenen LGBTT Platformu Toplantıları'nda Türkiyeli eşcinsellerin yaşadığı sorunlara dair ana başlıkları tartışırken, taşrada yaşamak ve çoğu zaman beraberinde gelen taşradan kaçışın eşcinsellerin yaşamında nasıl önemli bir yer tuttuğunu, bir çok eşcinselin yaşadığı kentten, kasabadan, köyden büyük şehirlere ya da merkeze "kaçtığını", taşrasında yaşamak zorunda olanların da kendilerini var edemeden bin bir zorlukla yaşamaya çalıştığını ve bu konuya dair çözümlerin neler olabileceğini konuşmuştuk. Birçoğumuz için "özgürlüğü" getiren bu geri dönüşsüz kaçışlar çoğu zaman yaşamlarımızı sevdiklerimizden uzakta geçirmemize neden olurken eşcinsel varoluşu da metropollerin birkaç caddesine sıkıştırıyordu. Oysa Yusuf Atılgan metinlerinin yalnız ve terli adamları, Konya Ovası'nın
gl.org emir@kaos
hüzünlü oğlan çocukları, Bingöl'de damda birbirlerinin göğüslerine dokunurken ölürcesine
dinatörü Finans Koor o ğlu İsmail Alaca
ürperen küçük kızlar, Kastamonu'nun şekerpancarı tarlalarında birbirlerine homoerotik şakalar
.org
yapan mevsimlik işçileri, Yozgat'ın boğuculuğunda nefes almaya çalışan bir üniversiteli, Antalya-
umlusu Abone Sor l Semih Varo
eden iki genç kızı, kendisi gibi bir eşcinselle ancak 57 yaşındayken karşılaşan ve yarı mahcup
sgl ismail@kao
gl.org abone@kaos
lunanlar Katkıda bu , Cihan, n Ca , şe Ay Alp Güven, Şimsek, m e ğd Çi , aya Çağlar Yerlik a, Eda Kocaoktay, im, Ed ürsoy, Deniz, Devr k, Erdem G Ege Tanyüre , Gözüm Abla, ey n Ö l Ferya Öztürk, ğan, Hikmet Hakan Aydo eyin Derviş, üs H , m e r c Hü amanoğlu, Kürşad Kahr t Özpamuk, ra u M l, Ni ik f Mahmut Şe in Yetkin, ungan, Nesr Algül, Murathan M Pınar, Raşit un, Varol, Toyg ih m Se l, a lan, Seçin Vur eliz Kızılars Y z, Ö in m Yase Casalini er, Zeynep Yıldırım Türk ri Yönetim Ye Kaos GL lvarı 29/12 fa Kemal Bu Gazi Musta ANKARA ay l ı ız K 0 6 4 40 30 03 58 2 . 2 31 0 Telefon: +9 30 62 77 2 . 2 1 3 0 9 + Faks: l.org itor@kaosg g E-posta: ed w.kaosgl.or ww :// tp t h URL: li Abone k ne bedeli o ab ı) ay s llık (6 45 YTL Yurt içi 1 yı eli abone bed ık ıll y 1 ı ış 70 $ Yurt d 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye sfer 45 € or e following th Please, tran to d o ri pe t subscription bank accoun si nişehir Şube Ye ı s a nk Ba 54 Garanti 411 62970 TL Hs. No: : 9089309 USD Hs. No 34 : 90903 EUR Hs. No 0 15 1 ISSN 3025
Kapak Raşit Algül hi Basım Tari 08 26 Aralık 20 Baskı evi Ayrıntı Basım i i B öl g e s ay n a S ze ni 105 İvedik Orga 0. Sok. No: 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 394 55 90 . 2 1 3 0 : on Telef Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli t 2009 Ocak-Şuba isteklerde Tek sayılık önderiniz. g u l u p ta os 5 YTL'lik p ve mültecilere Tutsaklara, erilir. d ön g z i s t re ellere üc HIV+ eşcins
Kaos GL, e Lezbiyen Kaos Gey v e Dayanışma ştırmalar v . Kültürel Ara ği'nin süreli yayınıdır Derne
Demre otobüsünün evden kaçtıkları her hallerinden belli ve birbirine sıkıca sarılarak yolculuk "kadın donu nerede satılır?" diye soran Manisalı çiftçi, Kuşadası'nda sanayi bölgesinde çalışan ve esnafça çok sevilen ama katledilen travesti... Hepsi eşcinsel(di) ve hiçbirinin yaşadığı şehirde bir başka eşcinsele ulaşabilecek bir alanı, kendisi gibi insanlara ulaşabileceği bir park, hamam, dernek, bar ya da kafe yoktu. Fazla uzağa bile gitmeye gerek yok aslında bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi eşcinsellerin kalabalıklara karışarak görece rahat yaşayabildiği şehirlerin varoşlarında yaşayan birçok eşcinsel de aslında büyük şehirlerin taşrasında yapayalnız değiller mi? Kimimiz için özlediğimiz yer, kimimiz için kaçıp kurtulunan bir cehennem olan “Taşra” işte tüm bu nedenlerle bu sayımızın dosya konusu. Taşra'da yaşamanın ne demek olduğunu, taşrada yaşayan eşcinsellerin ne gibi zorluklarla karşılaştığını, yaşadığımız coğrafyanın biz eşcinsellere nefes aldırmayan atmosferinde kimi zaman İstiklal Caddesi'nin bile taşra sayılabileceğini, taşrada örgütlenme olanaklarını ve taşraya ait birçok konuyu tartışmaya açtığımız bu sayımızda; Murathan Mungan ilkgençlik yıllarında izlediği "Çavuşun Sırrı" adlı filmden yola çıkarak taşrayı, Bawer Çakır büyük kentlerin içinde inşa edilen küçük taşraları yazarken, Yeliz Kızılarslan Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'ni farklı bir bakış açısıyla inceliyor. Taşra'da yaşayan eşcinsellerle yapılmış söyleşiler, okurlarımızdan gelen taşra öyküleri ve merkezin dışındaki şehirlerde bulunan LGBTT örgütlerini tanıtan bir yazı da dosya konumuzda okunmayı bekliyorlar. Söyleşilerimizin konukları Zeynep Casalini ve Feryal Öney. Ayrıca Çalışma Hayatı, Aile, Askerlik gibi bölümlerimizde de eşcinseller ve eşcinsel ebeveynleriyle yapılmış söyleşileri okuyabilirsiniz. Birlikte köşemizin konukları ise Serap ve Eda. Kült Filmler, Kütüphane ve Bozuk Plak her sayıda olduğu gibi bu sayıda da filmler, kitaplar ve yeni albümlerle “eşcinsel kültür"ün zenginleşmesine çabalıyor. 10 Kasım'da arabasında katledilen arkadaşımız Dilek İnce ve ölüm haberini çok geç aldığımız Kaos GL Adıyaman muhabirimiz Ege Tanyürek'i anmaya çalıştığımız bu sayımızla birlikte nefret cinayetlerine dikkatleri çekebilmek ve mücadele yöntemleri geliştirebilmek amacıyla gelecek sayıda dosya konusu yapacağımız “Nefret” ve Nefret Cinayetleri'ne dair yazılarınızı şimdiden bekliyoruz. Biliyoruz ki daha fazla eşcinselin öldürülmemesinin yolu yaşayabilenlerin öldürülenleri unutmamasından; ölüme hesap sormasından geçiyor. kaosgl.org'ta düzenlenen anketin sonuçlarına göre en çok oy alan logoyla yenilediğimiz suretimiz bu sayımızla görücüye çıkıyor. Aynı zamanda bugüne kadar Kaos GL'ye büyük emek harcamış editörümüz Uğur Yüksel bu sayıdan itibaren editörümüz değil. Uğur'a tüm Kaos GL yayın kurulu olarak Kaos GL'ye kattığı her şey için sonsuz teşekkür ederiz. Dergi ile ilgili her türlü görüş ve Önerilerinizi dile getirebileceğiniz ve katkılarınızı iletebileceğiniz adresimiz editor@kaosgl.org'a e-postalarınızı bekliyoruz. “Nefret” dosya konulu bir sonraki sayımızda görüşmek üzere. İyi yıllar... Kaos GL
Düzeltme: Kaos GL Dergisi'nin 103. Sayısı, 3. Sayfada yayınlanan '5 binden fazla imza mecliste' başlıklı yazıda dizgi hatası sonucu “Demokratik Toplum Partisi (DTP)”, “Demokratik Türkiye Partisi (DTP)” olarak yayınlanmıştır. Düzeltir, özür dileriz.
içindekiler
08 03 havadis
HÜSEYİN DERVİŞ
LAMBDAİSTANBUL KAPATILAMADI!
34 kibrit kutusu
04 lgbt gündem
EDA KOCAOKTAY
06 havadis
35 ana rahminden çıkış yok!
AHLAKINIZ BATSIN!
14
08 deneme MURATHAN MUNGAN
02
ÇAVUŞUN SIRRI
YELİZ KILIÇARSLAN 36 taşrada bir külkedisi GÖZÜM ABLA 38 bu şehirde sesimi/zi duyan var mı?
12 sunum
ESKİŞEHİR, DİYARBAKIR, İZMİR
YILDIRIM TÜRKER
40 biz
TÜRKİYE'DE OLMAK!
HİKMET ÖZTÜRK
14 köşe-siz KÜRŞAD KAHRAMANOĞLU HIV/AIDS VE GEYLER 16 birlikte
41 askeriye
18
MEHMET OLDUM 42 psikoloji-psikiyatri
TEMKİNLİ VE AĞIR BİR AŞK
NESRİN YETKİN
18 canım ailem
ONARIM ETİK Mİ?
AİLELER DE AÇILIYOR
43 psikoloji-psikiyatri
20 söyleşi
MAHMUT ŞEFİK NİL
ZEYNEP CASALINI
ÖNCE SUÇLAMA SONRA...
İNADINA ŞEVİŞMELİYİZ!
45 çalışma hayatı AÇIK ‘DENİZ’LERE
dosya: taşra 24 orda bir taşra var uzakta
48
50 kült filmler: high art
26 taşrada eşcinsel olmak
AYKAN SAFOĞLU
EGE TANYÜREK
SYD VE NAN-CY
orta sayfa
52 foto-hikâye
HAKAN AYDOĞAN
HAKAN AYDOĞAN
nefes, özür, rüya, ve TRT 4 30
KAYIP PERUKLAR III
taşrada eşcinsel biseksüel
54 kitaplık
kadın olmak ZEYNEP, SEÇİN, MELİSA 32
20
manisa’da gey olmak
KARDEŞ TÜRKÜLER TÜRKÜLERLE İSYAN
BAWER ÇAKIR
28
48 söyleşi
56
55 bozuk plak 56 gullüm
26
Kapatılamadı! Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nin “tamam mı, devam mı” sorularına yanıt verecek dava, Ankara'da Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nde 25 Kasım Salı günü görüldü ve davadan beklenen sonuç çıktı; Lambdaistanbul'un kapatılma kararı bozuldu.
1993'ten beri İstanbul'da faaliyet gösteren Lambdaistanbul, 2006 Mayıs'ında dernekleşmiş, İstanbul Valiliği, dernek tüzüğünün hukuka ve ahlaka aykırı olduğunu iddia ederek kapatılması için savcılığa başvurmuştu. Savcı örgütlenme özgürlüğü rağmen
kapsamında Valilik
davayı
karara
itiraz
reddetmesine ederek
konu
mahkemeye taşınmıştı. Dernek İl Müdürlüğü 14 Haziran'da dernek tüzüğünde belirtilen amaçları hukuka ve genel ahlaka aykırı bulup derneğin isminin de Türkçe olmadığını
belirtip
düzeltmesini
dernekten
istedi.
"eksikliklerini"
Bunun
üzerine
Lambdaistanbul, yasal prosedüre göre bir ay içinde isimlerinin
Türkçe
amaçlarının
karşılığını
yasalara
açıklayıp
muhalefet
tüzük
etmediği
bildiriminde bulundu. Beyoğlu
3.
Asliye
Mahkemesi,
bilirkişi
raporuna rağmen, 6. duruşmada derneği genel ahlaka ve Türk aile yapısına aykırı bulduğu gerekçesiyle feshine karar verdi. Mahkemenin ardından
"Derneğime
Dokunma!"
ismiyle
bir
kampanya başlatan Lambdaistanbul'a Türkiyeli LGBTT örgütlerinin yanı sıra Yurt içi ve dışından STK'ler, politikacılar ve hak savunucuları da destek vermişti. Yargıtay'ın resmi kararı açıklamasından sonra dava yeniden yerel mahkemede görülecek.
lgbt gündem içindekiler Türkiye’de Transeksüelleri Anma Günü Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, 20 Kasım Hayatını Kaybeden Transeksüelleri Anma Günü ile ilgili Ankara'da bir basın açıklaması düzenledi. Etkinlikler çerçevesinde, 21 Kasım 2008'de, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu'nda, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümü'nün destekleriyle “Nefret Cinayetleri” ve “Toplumsal Cinsiyet ve Transeksüel Kimlik” başlıklarında iki söyleşi gerçekleştirildi.
Pembe Krampon Bizi Bozar Meraklısına: Transeksüel Rita Hester 1998 Kasım'ında
Nike firması, Galatasaray'dan Milan Baros ile eski Galatasaraylı yeni Bayern Münihli Fransız yıldız
San Francisco'daki evinde vahşice bıçaklanmış bir şekilde ölü bulundu.
Frank Ribery'nin de aralarında bulunduğu ünlü
Rita Hester'in ardından "Ölümümüzü Hatırlamak" adıyla başlatılan
futbolculara, sponsorluk anlaşması uyarınca pembe
mumlu nöbet tutma eylemi
krampon giydiriyor. Ancak, pembenin Türkiye'de
sonrasındaki senelerde
algılanma biçimi, tartışmaları da beraberinde
“hayatını kaybeden
getirdi. 'Pembe ayakkabı bizi bozar' diyen de var,
transeksüelleri anma günü” olarak anılmaya
'Rengi değil işlevi önemli' diyen de.
başlandı.
AP: “Eşcinsel Hakları?” Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Alt Komisyonu Başkanı Helene Flautre ve beraberindeki heyet, 27 Kasım'da TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nu ziyaret etti. Flautre komisyon başkanı Zafer Üskül'e “Eşcinsel, biseksüel ve transeksüel kişilerin yaşam koşulları, askerlik, işe girme
1 Aralık’da Sokaklarda...
konularında yasal düzenlemeler düşünüyor
HIV dünyada tanımlanalı 27 yıl olmasına rağmen bugüne kadar “HIV/AIDS bizim
musunuz? Eşcinsellerin eşitlik hakları ne
sorunumuz değildir, bana bir şey olmaz” denildi. Türkiye'de HIV ile yaşayanların
kadar uygulanıyor, eşcinsel
sayısı günden güne artıyor. Resmi rakamlara göre 2004'te yeni tanı sayısı 210 iken,
haklarını Anayasal güvence
2007'de 376 oldu.
altına almayı düşünüyor
Sokakta sokağın meselesi olan HIV'i konuşuldu, ilk
musunuz?" diye sordu. Üskül;
defa korkmadan, bilgilenerek… sivil toplum
“Bu konuda sabırlı olmak
örgütlerinin destekleriyle,
gerekir. Yasal düzenlemeler
Sambistanbul'un coşkulu müziği ile
yapılabilir. Öncelikle
festival gibi bir yürüyüş
toplumdaki zihinsel değişimi
gerçekleştirildi.
Helene Flautre
04
beklemek gerekiyor. Olumlu ilerlemeler görülüyor” dedi.
Anayasaya Ek! LGBTT Haklari platformu, 10 Aralık Dünya İnsan
Ersoy Beraat Etti Bir televizyon programında Kuzey Irak harekatı sırasında
Hakları Günü dolayısıyla bir basın
yaşanan ölümleri eleştirerek "oğlu olsa askere
açıklaması yaptı. LGBTT bireylere
göndermeyeceğini"
ayrımcılığın anayasa düzeyinde
söyleyince hakkında
yasaklanması gerektiğini ve bunun
dava açılan sanatçı
da laflara kaldırılan sivil anayasa
Bülent Ersoy, "halkı
sürecine anayasanın eşitliği düzenleyen maddesine “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin eklenmesi gerektiğini söyleyen LGBTT Hakları Platformu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları gününde LGBTT bireylerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığına uğradıklarını belirtti.
askerlikten soğutmak"la yargılandığı davadan beraat etti.
Luzhkov'un Homofobisi Bu sene Moskova'da ikincisi düzenlenen Uluslararası HIV/AIDS konferansında, yine Yury Luzhkov homofobi rüzgarı esti. Yakın geçmişte, olası her durumda eşcinselliğe saldırıda bulunan Moskova Belediye Başkanı Luzhkov,
Vatikan'a Protesto İtalya'da 500 kadar gösterici Vatikan'ı BM'de gündeme gelen, 'eşcinselliğin suç kapsamından çıkartılması' yönündeki öneriye karşı izlediği tutum nedeniyle protesto etti. İtalya Gey Derneği ARCİGAY, İtalya Lezbiyenler Derneği ARCİLEZBİCA ve İnsan Hakları Derneği Çerti Diritti tarafından organize edilen gösteri yürüyüşüne, dünyanın ilk transeksüel milletvekili, eski vekil Vladimir Luxuria da katıldı.
toplu imha silahları ile bir tuttuğu ve şeytanı bir eylem olarak gördüğü eşcinselliğe bu sefer "HIV'in yaygınlaşmasında en önemli faktör eşcinseller olduğu için geçmişte yaptığımız gibi bu cinsel azınlıkların propagandalarını engellemeye devam edeceğiz" sözleri ile saldırıda bulundu.
Yury Luzhkov
Transgender Film Festivali Hollanda Transgender Film Festivali 20-24 Mayıs tarihinde 5. kez gerçekleşecek. Dünyanın dört bir yanından trans temalı filmlerin seyirciyle buluştuğu film festivali için katılım ve başvurular bekleniyor. Katılım çağrısında bulunan festival kapsamında aynı
BM’den Tarihi Adım 18 Aralık'ta İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ilkeleri adına tarihi bir adım atıldı. 66 devletin imzasıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin dahil olduğu insan haklarının korunmasında çığır açan bir bildiriyi kabul etti.
zamanda 19 Mayıs'ta, Uluslararası Trans Sinema
Tarihte ilk kez lezbiyen, gey,
Öğrenimleri Sempozyumu yapılacak. Festival
biseksüel ve transgender bireylere
Koordinatörü Kam Wai Kui katılımları beklediğini ve
karşı ayrımcılığı kınayan bildiri BM
festivalde birlikte olmaktan mutluk duyacağını
Genel Kurul'unda okundu.
söylüyor. Ayrıntılı bilgiye ve başvuru formuna web sitesinden ulaşılabilir: www.transgenderfilmfestival.com
Meraklısına: Bildiriyi Türkiye imzalamadı, Vatikan ve Türkiye'nin de üyesi olduğu İslam Konferansı Örgütü bildiriye karşı kampanya hazırlığına başladı.
Avrupa’nın “Teslimiyet”i Senarist Emre Yalgın ve Pembe Hayat Tiyatro Topluluğu’nun yönetmeni Zeynep Özcan'ın birlikte yazdığı, iki transeksüelin yaşamından kesitler sunan
Obama Kabinesinde Lezbiyen Başkan ABD'nin 44'üncü başkanı seçilen Barack Obama'nın kabinesinde, lezbiyen olduğunu daha önce açıklayan, şu an Los Angeles Belediye Başkan Yardımcısı Nancy Sutley, Çevre Kalite Konseyi Başkanı olarak görev yapacak. Ayrıca "gey, lezbiyen ve travesti öğrenciler için ayrı bir lise kurulmasını" tavsiye eden Chicago Eğitim Müdürü Arne Duncan'ın kabinede "Eğitim Bakanı" olarak yer alacağı açıklandı.
"Teslimiyet" adlı senaryo, Avrupalı sinemaseverlerin gönlünü çaldı. Eser, 49. Selanik Film Festivali'nin senaryoların değerlendirilip ödüllendirildiği "Balkan Fon" bölümünde ilk dörde girip 10,000 avro ödül kazandı.
05
veda vakti "20 Kasım Nefret Cinayetine Kurban Gitmiş Travesti ve Transeksüelleri Anma Günü"nden bir hafta önce, 10 Kasım 2008 Pazartesi gecesi saat 21.00 civarında Etlik'te, arabasının içinde pompalı tüfekle saldırıya uğrayan Dilek İnce Dışkapı Araştırma Hastanesi'nde 11 Kasım 2008'de vefat etti. Etlik-İskitler bölgesinde, otomobil içindeyken, arabanın arkasından gelen kurşunla irkildiklerini ve camların kırıldığını belirten görgü tanığı, ardından arabanın yanından şoför koltuğunda bulunan Dilek İnce'nin kafasına ateş açıldığını bildirdi. Kaldırıldığı hastanede yoğun bakıma alınan İnci'nin kafasında 8 adet saçma tespit edildi. Saldırganların koyu renkli bir araba ile kaçtıkları ve iki kişiden fazla olduğu söyleniyor. Dilek İnce Eryaman olayları ile ilgili şikâyetçi olan transeksüellerden biriydi. Eryaman Davası'nda tanık koltuğunda oturmuş ve ifade vermişti. Eryaman sanıkları 17 Ekim 2008'de gerçekleşen duruşmada serbest bırakılmışlardı.
06
yasemin öz
gidenin ardından...
Dilek İnce transeksüel bir kadındı. 10 Kasım 2008 günü yazışma listemizde Ankara'da Bahar isimli bir transeksüel kadının vurulduğunu okudum. Yetiştirmem gereken işler vardı. “İnşallah bizim Bahar değildir” diye geçirmekle yetindim içimden, hep yetiştirilecek işler olur ya. Oysa ne fark ederdi “bizim” Bahar olup olmaması… 11 Kasım 2008 günü yazışma listemizde vurulan kadının adının Dilek İnce olduğunu ve öldüğünü okudum. İçim cızz etti ama umudumu yitirmedim. Telefonu aldım elime, Bahar'ı aradım. Telefonu çaldı, umutlandım. “Şimdi Bahar açacak ve bir yanlışlık olmuş diyecek” diye bekledim. Açmadı kimse telefonu… Bahar gitmişti işte…Birileri, şu anda sokakta elini kolunu sallayarak gezen birileri, onu katletmişti. Hem de Türkiye'nin başkentinde, sokak ortasında, arabasının içinde. Belki katili bulmakla görevli olanlar içlerinden “Boşver, bir pislik daha temizlendi” demişlerdi. Katili bulmayı gerçekte dert edinmemişlerdi. Öldürülen transeksüel, öldüren ise kuvvetle muhtemel erler eri heteroseksüel bir erkek olduğundan, “ahlaksız”ı katleden “ahlaklı”yı bulmak sistemin bekası açısından pek de hayırlı olmayabilirdi. Bahar'ı hatırlıyorum. O canlı, hareketli, sorumluluk sahibi duruşunu, kıvırcık kumral saçlarını, kahverengi gözlerini…Eryaman davası sırasında tanışmıştık Bahar'la. Kaos GL'nin o dönem Ankarada'ki transgender kadınlarla çok bağı yoktu. Ana akım medyaya hiç yansımamıştı Eryaman'da transgender kadınlara yapılan saldırılar. Muhalif basından
okumuştum olayları. Ülker Sokak olayları gibi örtbas edilsin istememiştim. Belki avukata ihtiyaçları olur diye düşünmüştüm, Kaos GL'deki gey arkadaşlardan rica etmiştim “Tanıyorsanız telefonumu iletir misin Eryaman'daki kızlara?” diye. Sonra Dilek aradı beni, biz Bahar derdik ona, yani Bahar aradı. Kaos GL'de buluştuk. Üç tane gacı geldi benimle buluşmaya, biri Bahar'dı. En çok Bahar konuştu. Karakola şikayet etmişti saldırganları. Ama tahmin ediyordum karakolda bu şikayetlerin adi suç kapsamında değerlendirileceğini, Eryaman olaylarının “Göçe zorlama, insanlığa karşı suç veya en azından organize suç” olarak değerlendirilmeyeceğini. Bahar'ın çabaları ve takip etmesiyle dosyanın Sincan Savcılığı'na sevk edildiğini öğrendik. Bahar ve bir arkadaşıyla savcılığa gittik müşteki olarak savcılıkta ifade vermeleri için. Ancak işten kaçıp gidebilirdim, çok sınırlı zamanım vardı. O yüzden Bahar'dan beni adliyeye götürmelerini rica ettim. Sincan Ankara'ya 24 km. Kendi olanaklarımla gitme şansım yoktu, her gün gidebileceğimiz bir adliye değildi Sincan Adliyesi. Bahar aldı beni arabasıyla. Adliyeye gittik. 10 yıllık avukatlık yaşamımda pek çok kez gitmiştim Sincan Adliye'sine. Ama o gün ilk gerçek gidişimdi sanırım. Normalde sırf mesleki etiketimden dolayı bana saygıyla davranan insanların neredeyse tamamı tiksinerek bakıyordu bana da, kızlara da. İnsanların bakışlarıyla ne kadar şiddet uygulayabileceğini ilk defa o gün kavradım. Ve o gün benim gündelik hayatta normal bir şekilde yaptığım sıradan şeyleri yapmamın onlara yasak olduğunu
öldürülmesini protesto etmek için basın açıklaması yaptı. 10 Kasım, Dilek İnce Etlik'te arabasının içinde pompalı tüfekle başından vuruldu. 11 Kasım, İnce, kaldırıldığı Dışkapı Araştırma Hastanesinde vefat etti. 12 Kasım, İnce, öğle namazı sonrasında yetmişe yakın
Açıklamada Kaos GL İzmir'den Erdem Gürsoy, eşcinsel ve transeksüellere yönelik cinayetlerde emniyet güçleri ve yargının üzerine düşen görevi yapmadığını belirtti. Başbakan Erdoğan'ın pompalı tüfekle ateş açan vatandaşa destek verdiği konuşmadan bir hafta sonra İnce'nin pompalı tüfekle
Pembe Hayat LGBTT Derneği üyesinin ve eşinin katıldığı
öldürüldüğüne dikkat çekerek, toplumda nefret suçlarına
cenaze töreni ile Karşıyaka Mezarlığı'na defnedildi.
yönelik devletin önlem almadığını söyledi.
12 Kasım, LGBTT Hakları Platformu öncülüğünde, Dilek İnce ve LGBTT'ye yönelik nefret cinayetlerine dikkat
15 Kasım, BEDİ İstanbul Taksim'de ,İnce'nin öldürülmesini protesto etti. Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi
çekmek için yaklaşık 100 kişilik grup Ankara, Yüksel Caddesi
“Linç Etmek Erkeklikse Biz Erkek Değiliz”, “Transeksüel ve
İnsan Hakları Anıtı önünde bir basın açıklaması yaptı. Basın
Travestilere Yönelik Şiddet Erkeklikse Biz Erkek Değiliz”
açıklamasının ardından grup, “Eşcinsel ve transeksüel
sloganları attı.
kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın!” diye haykırarak
18 Kasım, Amsterdam'daki Transgender
alkışlar eşliğinde Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı
Remembrance Day (Transeksüelleri anma günü)
binası önüne yürüdü ve olayı protesto etti. Grup katillerin bir
etkinliklerinde, Ankara'da pompalı tüfekle öldürülen
an önce bulunmasını istedi ve binanın önüne kefen bıraktı. 15 Kasım, Kaos GL İzmir Girişimi, İnce'nin
keşfettim. Çok uzak değildi bana bu bilgi ama her gün gittiğim adliyede ilk defa başıma gelmişti. Onların vatandaşlık haklarını kullanmalarına dahi dayanamıyordu, ne kamu hizmetini herkese eşit biçimde sunmakla görevli kamu personeli ne de sokaktaki vatandaş. Eryaman olaylarının “Göçe Zorlama ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suç” kapsamında ele alınması ve tekil olarak adi suç kapsamında değerlendirilen dosyaların birleştirilmesi gerektiğine dair bir dilekçe hazırladık Av. Hakan Yıldırım'la ve savcılığa verdik. İşten izin alamadığım için daha çok Hakan ilgilendi dosya ile. Sonrasında Av. Senem Doğanoğlu takip etti dosyaları. Ama dosya bir türlü tamamlanamadı. Çünkü savcı illa da şikayetçilerin ifadesini almak istiyordu. Şikayetçiler saldırılardan sonra çoktan Ankara'dan kaçmışlardı. Savcılıkta isimlerini buluyorduk, Bahar'a soruyorduk şikayetçilere nasıl ulaşacağımızı. Arayıp tarayıp buluyordu numaralarını. Bir kısmına hiç ulaşamadık, ulaştıklarımız da bir türlü ifade için Ankara'ya gelmedi. O ara sürekli telefonlaşıyorduk Bahar'la. Dosyanın sürüncemede kalması içimizi yakıyordu. Bazen Bahar arayıp polisin kestiği para cezalarını danışıyordu. Sıkışık zamanlarda telefonlaşırken soruyorduk birbirimizin hatırını. Zaten Eryaman'da en son Bahar kalmıştı, saldırılardan sonra bütün gacılar kaçmıştı bir yerlere. Bahar da ailesi ile yaşıyordu, o yüzden gitmiyordu bir yere. Ama şimdi gitti ve sanırım Eryaman'da hiçbir gacı kalmadı. Birileri muradına erdi Bahar'ın gidişiyle. Av. Senem Doğanoğlu çok çaba gösterdi. Aynı çete Esat'ta da gacılara saldırınca sonuçta Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde saldırganlar hakkında dava açıldı ve Bahar ölmeden birkaç hafta önce nihayet saldırganların davası sonuçlandı. Gerekçeli kararı henüz almadık ama sanıklar tutuklu
transeksüel Dilek İnce ile aynı gün Amerika'da öldürülen travesti Duanna Jhonson da anıldı.
kaldıkları süre göz önünde bulundurularak salıverildi. 50 civarında gacıyı evlerini basarak kurşunlayan, sokak ortasında polisin gözü önünde linç eden sanıklar şimdi sokakta geziyor. Gacılar ise ülkenin dört bir yanına dağıldı. Sanıklar 17 Ekim 2008'de salıverildi, 10 Kasım 2008'de katledildi Bahar. Faili meçhul bir cinayete kurban gitti. Bu kadar uğraşısının sonucunda adalet ona sanıkları salıverdiğini söyledi ancak ölmeden önce. Ama bu sefer yine de bir fark oldu. Ülker Sokak'tan sürülen gacılar için hiçbir şey yapmayan adalet, Eryaman'dan sürülen gacıların organize bir çete kurbanı olduklarını teslim etti en azından. Bu Bahar'ın çabalarıyla alınan bir sonuçtu. Onun katkıları olmadan dosya bu hale gelemezdi. Bahar'a saldıran sanıklara ise arabasına zarar vermekten dolayı para cezası vermekle yetindi adalet… 22 Kasım 2008 akşamı İstanbul'da Tütün Deposu'nda “İşte Böyle Güzelim” okuma tiyatrosunu Bahar'ın anısına gerçekleştirdik. Onun anısına mum yaktık. Bahar için herkes deftere bir şeyler yazdı. 24 Kasım 2008 günü Açık Radyo'da “Hikayenin Kadın Hali” programında Bahar'ı anlattık Lambda İstanbul'un avukatı Fırat Söyle, Lambda'dan Belgin Çelik ve ben. Programdan sonra Bahar için yazılanları okuduk deftere. İşte ilk o zaman yolda giderken ağlayabildim giden arkadaşımın ardından. Sanki içim buz kesmişti, sanki duygularım donmuştu. Bahar'ım, gittiğin yer umarım buradan güzel bir yerdir. Umarım orada kim olduğun için yargılanmıyorsundur. Bize yaptıklarını unutmadık, sana yapılanları da unutturmayacağız. Son kez görmeyi dilerdim kıvırcık kumral saçlarını. Ama hep bir yerlere yetişeceğimi sanarak geçirip gidiyorum hayatı, oysa nereye gittiğimi, nereye yetişeceğimi ben de bilmiyorum. Sen artık bir yere yetişmiyorsun. Huzur içinde ol, umarım tekrar görüşürüz ve bu sefer daha çok fırsatımız olur.
07
istasyon
çavuşun sırrı murathan mungan Ankara'da, Tandoğan'da şimdi üzerinde öğrenci yurdu binasının
adıyla gösterilen bu filminde başrollerde Rod Steiger ve John
yükseldiği yerde orduevine ait bir açıkhava sineması vardı o
Phillip Law oynuyorlardı.
zamanlar. Geniş perdeli, güzel, büyük bir sinemaydı. Oturma
gibi geliyor ama arşiv kayıtlarına baktığımda yapım tarihinin
olduğu kalmış aklımda. Çavuşun Sırrı filmini orada görmüştüm.
1968 olduğunu gördüğüm filmi, o dönemin koşulları gereği en az
Gözlerimin önüne gene yıldızlı bir yaz gecesi geldiğine göre aynı
bir yıl sonra seyrettiğimizi varsayarsak 14, hadi bilemediniz 15
dönem olmalı; başrollerinde Elizabeth Taylor, Robert Mitchum ve
yaşında olmalıyım. O yazlardan ve ablamların çocukluğumda
Mia Farrow'un oynadıkları- Joseph Losey'nin Gizli Merasim
önemli bir yer tutan bahçesinden anımsadığım bir diğer anım,
(“Secret Seremoni”) filmini de orada seyredip çok etkilenmiştim.
aynı havuzun kenarında Jean-Paul Sartre'ın ünlü üçlemesini
Bu açık hava sinemasının hemen yanı başında bir de kışlığı vardı.
sıkıla boğula okumaya çalışma gayretimdir. (13-14 yaşları ve
Ne zaman birileri “Orduevi Sineması” dese aklıma, başrollerinde
Sartre'ın Özgürlüğün Yolları! Ne kadar erken başlamışım
Marianne Faithfull ve Alain Delon'un oynadıkları Motosikletli Kız
özgürlüğün dikbaşlı yollarını aramaya.)
filmiyle, çoğunda Rita Pavone'nin sınıfın şirin ve haylaz kızı rolünde olduğu bir dolu şamatacı İtalyan filmi gelir... Yalnızca asker aileleri ve onların konuklarının girebildiği
08
Sonradan düşündüğümde, bana sanki daha küçükmüşüm
yerlerinin sandalye değil de, beyaz boyalı, arkalıklı tahta sıralar
Genellikle
şöyle
oluyordu:
Ablamların
Beşevler'de,
Anıtkabir'in hemen yanı başındaki su deposu lojmanının bahçesi, Ankara'nın
o
kara
sıcağında
herkese
bir
vaha
gibi
sinemaya, ablamın ağabeyimin astsubay olması nedeniyle-
göründüğünden,
serbest
konuklarla ya evin önünde, havuzun kenarındaki masada
giriş
kartı
vardı
ve
bu
nedenle
çocukluğumun,
öğleden
sonraları,
akşamüstleri
gelen
yeniyetmeliğimin Ankara tatillerine denk gelen çoğu anıları, o
oturulur, ya yukarıda ağaç altlarına çimenlere serilen kilimlere
sinemaya aittir.
yayılarak çay içilir; günbatımı ise mutlaka yukarıdaki çardaktan
Çavuşun Sırrı filmini özel nedenlerle anımsıyorum. Adını
izlenirdi. Eteğinde Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi'nin yer aldığı o
daha sonraları pek duymadığımız bir yönetmen olan John
küçük tepeden izlenen günbatımı birdenbire Ankara'yı bambaşka
Flynn'ın, özgün adı The Sergeant olup Türkiye'de “Çavuşun Sırrı”
bir yer kılardı. Çoğu kez, radyoda dinlediğimiz “Arkası Yarın”, “Mikrofonda Tiyatro” gibi programlar ya da bir gece önce birlikte seyretmiş olduğumuz filmler üzerine konuşulurdu uzun uzun... Ablam, ben, Güler Teyze ve kızları İlter ve Sibel Abla'larla birlikte, evin hemen önünde gölgelik altındaki masada oturduğumuzu, çay içip, yanında kek, poğaça, sigara böreği yerken bir gece önce birlikte seyretmiş olduğumuz Çavuşun Sırrı filmini konuştuğumuzu dün gibi anımsıyorum. Ablamın hayattaki en eski arkadaşı Sibel Abla'nın kocası Devlet Tiyatrosu'nda oyuncuydu. Kendisi ve ablası İlter de dönemin özel tiyatrolarından biri olan Mithatpaşa Tiyatrosu'nun kadrosundaydılar. Şu saydığım çekirdek gruba zaman zaman başkalarının da katıldığı olurdu; bir aile ortamı havası içinde dinlediklerimizi, seyrettiklerimizi, okuduklarımızı konuşur, tartışırdık. Bir
yeniyetme
olarak
dünyaya
dokunmanın,
hayatı
öğrenmenin, büyüklerin dünyasına bir erişkin olarak kabul edilmenin
heyecanını
duyduğum
o
yılların
belleğimdeki
fotoğraflarına dayanıklılığını veren şey, bazı olaylarda yaşanılan aydınlanma anlarının gücü olmalı. *** Filmi görenler anımsayacaklardır: Rod Steiger ile emrindeki John Philip Law'ın aralarındaki çekişmeler, sürtüşmeler anlatılır filmde. Askeri disiplinin konu edildiği benzeri filmlerde de sıkça
görülen üst'ün alt'a ettiği her tür zulüm, çeşitli olaylarla
gelişerek
hikâyeyi
ve
gerilimi
tırmandırır. Şimdi bu noktadan itibaren muradımı doğru olarak anlatabilmem için, adım adım ilerlememiz gerekiyor: O yıllarda Türkiye'de İçişleri Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan “Sansür Heyeti” dedikleri bir kurul vardı; hem yerli hem yabancı filmler ancak bu Sansür Heyeti'nin onayını aldıktan sonra
sinemalarda
gösterilebiliyordu.
Dolayısıyla filmin ithal edilirken gerek ithal eden firma gerek sansür tarafından ciddi
konu, büyüklerinden habersiz gizlice sigara
Eşitsiz toplumların yasasıdır: Ezilenler, ötekiler, diğerleri, dışlananlar her zaman daha çok çalışmak; daha birikimli, daha uyanık olmak zorundadırlar.
içmek gibi yakalandığımız takdirde “tolore edilmesi” daha kolay bir şey değildir. *** Filme
ilişkin
tarafından
yorumlarımın
kabul
görmemesi
diğerleri karşısında
yaşadığım şeyin kelimelerini o an bulamamış olabilirim, ama bazı olayları, anıları bizim için unutulmaz kılan, sanırım onların hayatımızın geri
kalanında
karşılaşacağımız
sorunlar
konusunda işaret değeri taşıyan birer metafor gücüne
sahip
olmalarıdır.
Unutamadıkça,
benzerleriyle karşılaştıkça, hatırladıkça o ilk
ölçüde makaslanıp kırpılmış olduğunu hesaba
güçlü deneyim her seferinde olanca canlılığıyla
katmak gerekiyor. İkinci olarak, filmin gösterildiği yerin bir
çıkagelir.
Orduevi Sineması olduğunu anımsayalım. Filmi makaraya takmadan önce Sansür Heyeti'nin bile hoşgörü sınırları içinde yer
Ayrıca
karşılaştığım
direnç
nedeniyle
o
gün
kendi
görüşlerimden bile kuşkuya düşmüş olduğumu eklemeliyim.
alan, ama Orduevi Sineması ilgililerinin sakıncalı bulabileceği
Dediğim gibi 14, 15 yaşlarından söz ediyoruz. Hem de şimdinin
sahnelerin bu kez de onlar tarafından doğranmış olabileceğini
değil, bu gibi konuların konuşulmasının bile ciddi birer tabu
kabul edelim. Sonuç olarak, Türkçeleştirilmiş adında dikkat
sayıldığı o yılların 14, 15 yaşlarından ve orasından burasından
çekilmeye çalışan “sırrın” değil kendisini, görülebilir ipuçlarını
kırpılmış bir filmin sınırlı ipuçları taşıyan gömülü hikâyesinden…
bile yok edecek ölçüde kırpılıp kuşa çevrilen filmin asıl hikâyesini
Bilindiği gibi bütün gömülü hikâyeler hayal gücünü kışkırtırlar;
izlemekte seyircinin nasıl zorlandığını tahmin etmek güç olmasa
gey bir yeniyetmenin kışkırtılmış hayal gücü, özellikle yaşam
gerek.
deneyiminin
Ertesi günü havuz kenarındaki masada oturmuş kendi
kıt
olduğu
yaşlarda
bazen
kendi
kendini
çelmelemesiyle sonuçlanabilir.
aramızda filmi konuşup tartışıyorduk. Ben, filmde Rod Steiger'ın
İlk bakışta her ne kadar kişiselmiş gibi görünse de, yıllar
canlandırdığı karakterin, emri altındaki John Philippe Law'un
öncesinin bu uzak anısının, üzerinde durmaya, başkalarına
canlandırdığı askere karşı duyduğu saplantılı tutkuyu, aşkı
anlatılmaya
sezdirmeye çalıştığından söz edecek olduğumda, masadaki
kanısındayım. Ayrıca bu yazıda kurmaya çalıştığım çerçeve
değer
eşcinsel
ciddi
sosyolojik
kadınların ortak tepkisiyle karşılaştım. Hepsi çok şaşırmışlardı.
içinde,
toplanabilecek pratiğine ilişkin farklı konularda bana aynı anda
bunu, ben hiç böyle bir şey almadım,” demişti. Doğru, nereden
söz
düşünüyorum.
Filmin
belli
belirsiz
de
olsa
kuşkularımı
söyleme
zemini
bazı
sağlayan
temel
barındırdığı
Galiba ilk itiraz İlter Abla'dan gelmişti: “Nereden çıkarıyorsun
çıkarıyordum?
yaşamın
ipuçları
bir
başlıklar
örnek
altında
oluşturduğunu
güçlendiren ipucu yerine geçebilecek birkaç sahnesinden örnek
Bu başlıkların ilki, gey kimliğin bir suçluluk ve hata kaynağı
vermeye çalıştıysam da, anladığım kadarıyla pek de inandırıcı
olarak hissedilmesi haliyle ilgili. O gün filme ait taban tabana zıt
olamamıştım. Onlar filmi, erkekler arasındaki bildik çekişmeler,
iki farklı yorumun ortaya çıkması, iki taraftan birinin ciddi anlama
güç çatışmaları, rekabet ilişkileri gibi gündelikten tanıdıkları
hatasına işaret ediyordu. İşe kendimden başladım. Bir eşcinsel
sürtüşmelerin “askeriyede”, daha sert koşullarda geçen bir çeşidi
önce kendisini suçlar çünkü; hata aramaya kendisinden başlar.
olarak seyretmişlerdi. Bu konudaki görüşlerimden vazgeçmemiş
Genleri ya da doğaları gereği taşıdıkları bir özellik değildir bu,
olsam da, karşılaştığım ortak itiraz sonucu cesareti azalmış bir
çocukluktan başlayarak onlara yaşatılan, dayatılan hayat sonucu
sesle geri çekilip konuyu kapatmış olmalıyım. Bu konuda ısrar
öğrendiklerinden,
etmenin, kendim hakkında bir şey ifşa ediyorum anlamına gelebileceğini
düşünmüş
olsam
gerek. Bu konuda inat etmek, kendi geyliğimi
apaçık
yoksunluğunu, d o l ay l ı
o l a ra k
ifade film
öğretilenlerden
ötürü
giyinmek
zorunda
kaldıkları bir roldür. Bu rolü fazla üstlenen geyleri gelecekte bekleyen k a d e r,
mazoşizmin
geniş
edebilme
yelpazesinin çeşitli derecelerinden
aracılığıyla
payını almış zor bir hayattır. Bu
d i l l e n d i r m e ye
çalışıyormuşum gibi anlaşılabilirdi.
konuda kadınlara benzerler. Dayak yemekten
hoşlandığı
söylenen
Bu, geylerin erken yaşta tanıdığı bir
kadınların,
kaçta
kaçının
korku
hoşlanmaktan
başka
çaresinin
çeşididir
ve
unutmamak
gerekir ki, kişisel sansür erken
kalmadığı
yaşlarda işlemeye başlar. Üstelik bu
büyüdüğü,
koşullarda
yetişip
kişiliklerinin
09
biçimlendirilmiş olduğu sorgulanmaz bile; bu
eş, dost, akraba, artist, futbolcu, şarkıcı,
durum onların “yaradılışına” verilir. Ölüm gibi
ressam, yazar, artık Allah kimi verdiyse,
yaradılış da hakkında çok az şey bildiğimiz
etrafta
halde, uluorta konuşmaktan çekinmediğimiz
geyseler ya da olurlarsa kendisini rahat
konular arasında ilk sıralardadır.
hakkında yanılan ben olabilir miydim? Kendim olduğum,
böyle
ancak
onlar
da
hissettiğim
şahsın” gey olduğu sonucuna varan, nüfus Motosikletli Kız (The Girl on a Motorcycle, 1968)
için
çoğaltma tutkusuyla mümkün olduğunca çok insanı
eşcinsellikle
yaftalamaya
çalışan
seyrettiğim filmdeki hikâyeyi de böyle yorumlamış, gördüklerimi
işgüzar geyler de vardır. Varlığının toplumca kabullenilmesi ya da
abartmış ya da çarpıtmış olabilir miydim? Filmde diyelim,
haklılığını hissedebilmek için sayı çoğaltmanın gereğine inanan
“olmasını istediğim” şeyi, olmuş gibi mi görüyordum? Dahası,
egemen zihniyetten ödünç alınmış fetihçi bir avunma biçimidir
kendi bu “özel durumum”, aynı zamanda bir yanılsama kaynağı
bu. Bir yanıyla bakılacak olursa, kullandığı zihin modelinin arka
olabilir miydi? O yıllarda hep söylendiği gibi, tırnak içindeki
planında, yelpazesi haçlı seferlerinden cihat aşkına kadar
normalin dışına çıkan sadece cinselliğim değil, algılarım da
genişleyen sosyal bir tarih barındırır. Nereden bakarsanız bakın
olabilir miydi? Eğer böyleyse, yaşamımın geri kalanı için ortada
“hatalı propaganda”dır, bir an önce aşılması gereken yeniyetme
halletmem gereken ciddi bir sorun var demekti.
tutumudur; kimliğini onaylatmak ya da varlığını duyurmak için
Filmin onca kesilip kırpılmış olmasına karşın, bana o yaşta
seçilmiş en akıllıca yol değildir ve benzeri birçok itiraz cümlesi
filmi, bir eşcinsel tutku, saplantı, şiddetli bir aşk hikâyesi olarak
kurulabilir bu konuda. Dahası tüm bu hatalı söylemler, ne yazık ki
seyrettiren şey, adına “gay sensibility” dendiğini sonradan
iyiniyetli düzcinseller tarafından bile paylaşılan, ama asıl
öğreneceğim cinsel kimliğime ilişkin duyarlılığım olabilir miydi?
homofobikler tarafından bir politikaya dönüştürülmüş olan
Aklımdan önce ruhum mu tanımıştı filmdeki saklı hikâyeyi? Yoksa
“geyler herkesi gey sanıyor, en alakasız durumda bile saklı bir
aynı duyarlılık kaynağı, gerçekliği bulandırarak benim böyle
gey hikâye arıyor,” biçiminde özetlenebilecek önyargılı tutumun
olmayan durumları bile böyle değerlendirmeme yol açan bir algı
beslenip güçlenmesine yol açar. Başkalarını uçandairelerin
çarpılmasına mı neden oluyordu? Birçok geyin, yaşamda
varlığına inandırabilmek için, bilgisayar hileleriyle “sözde kanıt
karşılaştığı çeşitli olaylar ve kişiler karşısında buna benzer
filmleri”
ikircimli duygular yaşadığı olmuştur.
10
tanıyorsa,
hissedebileceği için, kendince her “şüpheli
Kendime batırdığım çuvaldız şuydu: Film
gey
kimi
hazırlayanların,
konunun
hakiki
savunucularına
verdikleri zararı hatırlatan bir tutumdur bu. Ayrıca ne yazık ki
Çavuşun Sırrı filmine ilişkin bu eski anının bana söyleme
bazı geyler, neredeyse “heteroseksüellik” diye bir şey olmadığına
fırsatı tanıdığı yukarıda değindiğim “eşcinselliğe ilişkin birçok
kadar vardırabilirler bu işi. Heteroseksüellik onların gözünde
konunun” ikincisine gelmiş oluyoruz böylelikle: Eşcinsellerin,
henüz kendi “homoseksüelliğini” keşfedememiş kişilerin ara
bazı hallerde kişilerin ve durumların cinsel dinamikleri hakkında
uğrağıdır.
söz alırken karşılaştıkları inandırıcılık sorununa…
Öte yandan geylerin bu denli aşağılandığı, dışlandığı; gey
Birçok gey, yaşamının çeşitli evrelerinde benzer durumlarla
olanların kendilerini bu denli gizleyip sakladıkları; erkeklerle
karşılaşır. Kimi kişiler, durumlar, olaylar hakkında vardığı
yatan erkeklerin kendisini gey olarak adlandırmadığı; birçok
sonuçlar; filmlere, kitaplara ilişkin yaptıkları yorumlar; kişilerin
devlet büyüğünün, tarihi şahsiyetin, ünlü ve malum kişinin gey
cinsel dinamiklerine ilişkin çözümlemeleri düzcinseller tarafından
olduğu şanlı bir tarihe sahip ikiyüzlülük kalesi olan bir toplumda,
kuşkuyla ya da itirazla karşılanır; çıkarsamalarının, teşhislerinin
“açık geylerin” topluma, tarihe, hayata ve kendilerine söylenen
hatalı olduğu, gerçekliğe tekabül etmediği, söz alan kişinin “gey
bu topyekun yalan karşısında duydukları öfke, kızgınlık, isyan ve
olduğu için” böyle düşünüp, böyle gördüğü sonucuna varılır.
benzeri tepkiler, hatta aşırılıklar da anlaşılabilir bir şeydir. Ama ne
Kişilerin birbirinden bağımsız niyetleri ne olursa olsun, bu
yaparsınız? Eşitsiz toplumların yasasıdır: Ezilenler, ötekiler,
yaklaşımda somutlanan zihinsel işleyiş modelinde eşcinsellik,
madunlar, diğerleri, dışlananlar her zaman daha çok çalışmak;
yalnızca cinsel bir çarpıklık olarak değil, aynı zamanda bir algı
daha akıllı, daha birikimli, daha dikkatli, daha uyanık olmak
çarpıklığı olarak da değerlendirilmektedir. Bu çeşit itirazlar,
zorundadırlar. Dünyanın adaletli bir yer olduğunu kim söylemiş?
elbette her seferinde kaba düzeyde suçlamalar biçiminde
Burada da ödenecek başka bir bedel vardır.
dillendirilmez; özellikle entelektüel kaygılarla homofobisini
Yeniden havuzbaşındaki Çavuşun Sırrı sohbetine dönecek
“gizleme” ya da “inceltme” zorunluluğu duyanlar, daha sinsi bir
olursak, bir yandan kendimden kuşkuya düşmüşken öte yandan
stratejiyle
davranır,
kullanmaya
özen
değişmez,
ortada
daha
örtük
gösterirler. bir
Ama
bir
dil
sonuç
“güvensizlik”
içimde bir yer, filmin saklı hikâyesi hakkında yanılmadığımı
söylüyordu
bana.
Filmin
söz
anlattığını yanlış yorumlamışsam da, beni
Bu, işin düzcinsellere ait yanı. Öte yandan
duyarlılık” olmalıydı ve önlemini alamazsam bu
konusudur.
geyliğini
yanıltan o zamanlar adını bilmediğim “gey
kendi
başına
kabullenmekte
zorlanan, yalnızlığa katlanamayan, bunun için
benim
yaşamla
ilişkimi
olumsuz
yönde
etkileyecek demekti. Yok eğer bu konuda
yanılmıyorsam, haklıysam, filmde bunu görmemi sağlayan şey
varlığıydı. Bu gizilgüç, kuşkusuz her seferinde hikâye içindeki
yalnızca filmin kahramanıyla benzer cinsel heyecanları duyuyor
“taşıyıcı figürlerin” bilincine aynı oranda yansımazdı. Yukarıda
olmam olamazdı. İnsanlar filmleri yalnızca cinsel kimlikleri gereği
belirttiğim gibi filmi kesilmiş haliyle, “erkekler arasındaki bildik
sahip oldukları dikkat ve duyarlılıkla değil, aynı zamanda tüm
çekişmeler, güç çatışmaları, rekabet ilişkileri gibi gündelikten
insanlığa paylaştırılmış, eğitimle inceltilmiş zekâ, akıl, sezgi,
tanınıp bilinen sürtüşmelerin hikâyesi” olarak seyrederken
duygu; yaşamla kazanılmış deneyim, birikim ve benzeri
harcanacak bir dikkat bile, filmdeki bu eşcinsel gizilgücün
özellikleriyle de seyrederlerdi. Peki, filmde benim toy gözlerle
varlığını keşfetmeye yetebilirdi. Eşcinsel duyarlılık, yönelim, ilgi
gördüğümü, büyüklerimin görmesini engelleyen ne olabilirdi?
her zaman eyleme dönüşmeyebilir; sahibindeki varlığını bir
Aynı filmi birlikte izlediğim kişilerin her biri, belli bir “hayat
gizilgüç olarak korur. Bazı erkekler, erkeklere karşı duydukları
tecrübesine” sahip; onca yıl ne çok film, ne çok oyun seyretmiş
ilgiyi şiddet ve saldırganlık yoluyla bastırarak ifade ederler. İfade
kişilerdi ne de olsa… Beni onlardan bu kadar kesin bir hatla ayıran
etmenin birçok çeşidi vardır çünkü. Kimi güçlü duygular,
şey, yalnızca fazladan bir hassasiyetin yol açtığı bir yorum farkı
birbirlerine zıt olsalar da akrabadırlar; bu da birini diğerine
olabilir miydi?
transfer etmede kolaylık sağlar. Aşkın bazı hallerde kolaylıkla
Gerçi o zamanlar cinsellikle ilgili konular bu kadar sık
nefrete dönüşmesini sağlayan mekanizma burada da böyle işler.
konuşulmaz, gündemde bu ölçüde yer almazdı. Eşcinsellik
Bazı erkekler birbirleriyle sevişemedikleri için, dokunmanın bir
hakkında hayli mahcup bir tonda söz aldıkları halde, gene de
çeşidi diye dövüşmeyi seçebilirler. Bu ayrıma karar veren
yapılan filmlerin, çevrilen kitapların sayıları da azdı. Benim film
içlerindeki gücü tanımayabilirler ya da yeterince tanımayabilirler.
hakkındaki yorumuma karşı çıkan diğerleri,
İnsanın kendini tanıması bir süreçtir; zaman
bu çeşit cinsel konularda yargılayıcı, suçlayıcı
alır, ya da birçok örneğinde olduğu gibi, hayat
kişiler olmadıkları halde; olan biteni bütün
gereken zamanı tanısa bile insan kendisini
iyiniyetleriyle anlama gayretlerine karşın,
yeterince tanımadan ölür gider.
içlerinde aşamadıkları bir engel, onları filmin
***
gerçek hikâyesinden uzak tutmuştu. Bu
Çok
neydi?
“heteroseksüel
blokaj”
dedikleri
Çavuşun
Sırrı
filmini
körlük çeşidi, içselleştirilmiş bir yoksama da diyebiliriz buna. Reddin önkabulüne dayanan kapanma
hali
olarak
“Heteroseksüel
blokaj”ın insan algısını kilitleme gücüne bu somutlukta tanık olduğum belki de ilk olay olduğu için, Çavuşun Sırrı filminin kişisel tarihimde yer tutan bu hatırası bende hep saklı kaldı. Bu seyir deneyimi, bir gey olarak ileride karşıma çıkacak, engeline takılacağım sorunlardan biri olan “heteroseksüel blokaj”ın gücüyle tanışmamı sağlamış oldu. Ben gey halinin,
çarpıtmaya
yol
gerçekliği açabileceği
algılamada kuşkusuyla
kendimle ilgili kaygılara kapılmışken, asıl “heteroseksüel
blokaj”ın
gerçekliği
algılamada nasıl bir körlüğe yol açtığını; farkında olunan ya da olunmayan redlerle çekilen duvarların ortada apaçık duranı bile görmeyi
engelleyebildiğini
karelerin boşluklarını doldurarak kafamda
şeyi
keşfetmiş olmalıyım. Düzcinsellere özgü bir
olma
sonra
kesilmemiş haliyle seyrettim. Benim kırpık
Galiba o gün gene adını koyamadan
bir
yıl
keşfetmiştim.
tamamladığım
Filmi kesilmiş haliyle, 'erkekler arasındaki bildik çekişmeler, rekabet ilişkileri gibi gündelikten tanınıp bilinen sürtüşmelerin hikâyesi' olarak seyrederken harcanacak bir dikkat bile, filmdeki eşcinsel gizilgücün varlığını keşfetmeye yetebilirdi. Toplumun
birçok
hikâyenin
bütünü
açıkça
anlatılıyordu filmde. Dahası çavuş karakterini canlandıran Rod Steiger'ın kendini alamayıp emrindeki askeri canlandıran John Philippe Law'u zorla dudaklarından öptüğü bir sahne bile vardı. Yıllar önce bu haliyle filmin tamamını seyretmiş olabilseydik, elbette o gün
masadaki
tartışmaların
hiçbiri
geçmeyecekti aramızda. Ama tıpkı yıllar önce sansürlenmiş bu film gibi,
hayat
da
birçok
şeyi
görünen
ve
görünmeyen makasla sansürlüyor. Hayatta da birçok şeyi, karelerin aralarındaki boşlukları doldurarak, alt metin okuyarak, dinamikleri keşfederek
anlıyoruz
ya
da
anlamayı
reddederek anlamıyoruz. Dün olduğu gibi bugün de “heteroseksüel blokaj”ın kilitlediği birçok insan, bu konularda görmek, inanmak, duymak istemediği şeyleri, görmüyor,
duymuyor,
inanmıyor.
Yok
saymanın, yok etmeye yeteceğini sanıyor.
kesiminden insanın yıllar yılı Zeki Müren'in “sanatçı olduğu için” öyle giyinip, öyle davrandığına gönülden inanmak istemesini başka nasıl açıklayabiliriz yoksa? Bu arada filmde, ileriki yıllarda daha da pekişecek bir
Bazı insanlar için, zamanında kendisine öğretilmiş olanları muhafaza
etmek,
zihinsel
konforunu
korumak,
toplumla
kurulduğu varsayılan yapay da olsa dengelerin bozulmamasını
görüşümü doğrulayan şeylerden biri de, erkeklerarası dostluk ya
sağlamak gerçeklerden çok daha önemli olabiliyor. Sonuçta
da düşmanlık ilişkilerinin çoğunda barınan eşcinsel gizilgücün
“görmek”, “bilmek” de bir tercih işidir, istemeyi gerektirir.
11
günce
türkiye’de olmak* yıldırım türker Başında “Türkiye'de” sonunda da “olmak”
geçerlidir. Böyle ciddi bir sorunumuz var. Yani Kürt Kürt'ü
bulunan bir cümle zaten bu bir sorun alanını
yalnızlığından kurtarabiliyor mu? Türk Türk'ü, kadın kadını,
işaret eder. Türkiye'de bir şey olmak!
erkek erkeği, erkek kadını yalnızlığından kurtarabiliyor mu?
Türkiye'de eşcinsel olmak tabii ki çok dertli
Yalnızlığa karşı, çok feci, uğultulu bir yalnızlığa karşı nasıl
bir şey.
stratejiler geliştiriyoruz? Birbirimizin yaralarını nasıl okşuyoruz?
istediğim
12
Fakat burada benim söylemek geleni,
Siyasetin, özellikle bu tür azınlık siyasetinin ya da cinsellik
mağduriyet dilinden nasıl korunabiliriz?
şeylerden
en
önde
odaklı siyasetin bana göre yegâne amacı budur. İnsanları,
Ama mağduriyet dilinden korunmak sırf
ölümden, intihardan, yalnızlıktan kurtarmaktır. Dolayısıyla ben
eşcinsellerin problemi değil tabii. Aynı zamanda Türkiye'de
zaten cinsellik odaklı bir siyasetin, diyelim ki bu bağlamda
biliyoruz ki Kürt olmak da çok problemli bir alan, Çingene olmak
eşcinsellik mücadelesini, eşcinsel hakları mücadelesini çok kalıcı
da öyle. Heteroseksüel olmak da öyle, kadın olmak da öyle…
olduğuna inanmıyorum. Bir noktadan sonra kendi kendini
Çünkü Türkiye'de bir şey olmak diye bir alan belirlediğiniz
tüketen bir siyaset alanı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bizim
zaman asıl derdimizin Türkiye olduğunu biliyoruz. Çünkü bu
bu yalnızlık konusundaki derdimizi çözmek için yapmamız
başlığı bize yazdıran dert Türkiye. Türkiye ile derdi olan
gerekenler ne? Bunu hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Kendi
insanlarız. Türkiye'de var olmak konusunda çok ciddi sıkıntılar
kişisel hayatlarımıza nasıl yansıdığı çok farklı belki ama
çeken insanlarız. Her şeyin üst başlığında bir var oluş derdimiz
müttefikler bulmak demek siyaset. Müttefikleri niye buluyor
var. Ama bu konuda ilk bir söz ettiğimiz andan itibaren siyasetin
insan? Yoldaş olmak için buluyor, dediğim gibi yalnızlığa karşı
alanına giriyoruz. Siyasetin alanı da bir cümle kurmakla başlıyor.
direnebilmek için buluyor. Birbiriniz kurtarmak için buluyor.
Zaten Türkiye'de eşcinsel olmak başlığı da fevkalade siyasetin
Kurtarılmaya değer bulduğu hayatları kurtarmak için buluyor.
içinde üretilmiş bir başlık.
Ama bir yandan da bütün hayatlar kurtarılmaya değer. Bütün yardım isteyen, bütün yalnız bırakılmış, bütün kıstırılmış, itilmiş
Şimdi siyaset deyince ne anlıyoruz? Siyaset yalnızlığa karşı geliştirilmiş bir stratejiler bütünüdür. Burada özellikle eşcinsellik için de söylenebilecek bunlar aslında.
insanların
ve
kesimlerin
hayatları
kurtarılmaya
değer.
Dolayısıyla siyasetin neresinde duruyoruz. Mesela bir eşcinsel
Söyleyecek neler var?
olarak siyasetin neresinde durmamız gerektiği üzerine ben
Türkiye'de eşcinsel olmak deyince karşılaştığımız neler var? İlk
katiyen bir ahkâm kesmek istemiyorum. Ama ben kendi adıma
başta karşılaştığımız kendimiz varız. Kendi dertlerimiz var.
ittifaklardan geçeceğine inanıyorum. Bunu sadece bir cinsiyet
Kendimizi tanımlama konusunda yaşadığımız sıkıntılar var.
odaklı, cinsellik odaklı bir siyaset örgütlenmesinden çıkarıp
Kendimizi tanımanın bizi kıstırdığı o köşeler var. O köşelerden
gerçekten ittifaklarla bunu daha özgür, daha mutlu, insanların
kurtulmak için çırpınırken incittiğimiz hayatlar, incittiğimiz
yalnız olmadığı bir dünya tasavvuruna eklemlemek gerektiğine
dünyalar, incittiğimiz şiirler, tahayyüller, hayaller var. Bütün bu
inanıyorum. Ancak bu şekilde bir manası olacağına inanıyorum.
incitmek istemediğimiz şeyleri incitmeyen, sadece birbirimizin
Ancak bu şekilde hem birbirimizi kurtarabileceğimize hem
yalnızlığına deva olmak için, birbirimizi yalnızlıktan kurtarmak
buradan bir dünya önerisi üretebileceğimize inanıyorum.
için ne yapabiliriz? Siyaset zaten her alanda bu noktada devreye giriyor.
Her şey, dünyaya karşı kendimizi nasıl tuttuğumuzdan başlıyor. Eşcinsel olmak dediğimiz zaman da öyle bir şey. Nasıl
Türkiye'de eşcinsel olmak deyince sayabildiğim şeyler
eşcinsel olmak lazım? Şimdi böyle bir siyasetin içinde çok büyük
herkesin bildiği şeyler. Bunların üstünden yeniden geçmek
tehlikeler
istemiyorum. Biz eşcinsel olanlar eşcinsel olabilmek için,
arkadaşlarımla uzun uzun bunun sohbetini ettik. Ve hepimizin
eşcinsel kalabilmek için, eşcinsel olarak kabul görebilmek için
bu konuda yakınacak çok şeyi vardı. Nasıl siyaset yapar iken,
de
bekliyor
bizi.
Bugün
buraya
gelmeden
çok ciddi badireler atlatmış insanlarız. Ama bu her bir insan için
nasıl bir arada durmaya çalışırken birbirimizi incittiğimiz,
de geçerlidir. Burada aramızda bulunan heteroseksüel insanlar
birbirimizi dışladığımız, birbirimize ders vermeye çalıştığımız,
için de geçerlidir. Özellikle kadınlar için geçerlidir. Kürtler için
birbirimizin üstünde çok alçakça, farkında olmadan da olsa çok
alçakça bir takım iktidar taktikleri uyguladığımız üstüne çok
Bunun için mücadele edeceğim. Bence açılmak bunlar değil.
yakınacak şeyimiz vardı. Çünkü bir kere yola çıktığın anda
Açılmak öncelikle kendinle kurduğun bir ilişkidir. Ve kendin
eşcinsel tasavvurunun, senin eşcinsel tasavvurunun bütün
gibilerle kurduğun ilişki biçimidir. Çünkü yargıcı dünya zaten seni
yanındaki arkadaşlarının, yoldaşların tarafından paylaşılmasını
sürekli itirafa zorluyor. İtirafın olduğu yerde bir suç vardır. İtiraf,
istiyorsun. Belirli doğruların bir yerlerde yazılmış olduğunu
suçu işaret eder. Sonuç olarak sen itirafa zorlanan, üstünde
varsayıyorsun ve o doğrulara dayanak insanlara söz hakkı ve oy
ışıklar yakılıp itirafa zorlanan bir şekilde kendini bulduğun
hakkı veriyorsun.
takdirde gerçekten bu konuda itiraz etmen gerekiyor. Çünkü açılmanın itirafla hiçbir ilgisi yok. Hiçbir suç söz konusu değildir.
Şimdi, bu oy hakkı meselesi kanımca çok tartışılabilir bir şeydir. Melek Göregenli anlattı; işte üniversitesinde genç insanların yaptığı bir toplantıda, katılanlara sorulmuş; “eşcinsel
Dolayısıyla
onay
beklememek,
onay
beklememeyi
öğrenmek çok güç bir şey tabii. Bunun örneklerini Türk
evlilikleri onaylar mısın?” Bir takım insanlar el kaldırmış. Sonra
siyasetinde de çok görüyoruz. Onay beklemek. Hani bir ara çıkıp
bir takım tartışmalar sürdükten sonra bir kez daha sorulmuş bu
biz de kurucu unsurlardanız, biz de Çanakkale'de savaştık diyen
sefer. Hani nasıl bir aşama kaydedildi, hani bir konuşma sonucu
Kürtler de mesela onay beklediği için numaracılık yapan
bakalım neler değişti? Yine aynı insanlar el kaldırmış. Bütün her
Kürtlerdi. Mesela bu da bir siyaset olarak bence çok çirkin bir
şey burada çok kötü bağlanıyor. Biz, nasıl bir görücüye
siyasettir.
Ve
kendi
uğradıkları
zulmü
kendi
elleriyle
çıkıyoruz? Eşcinsellik içinde çok ciddi bir problem, görücüye
meşrulaştırma siyasetidir. Çünkü sonuç olarak o Çanakkale'de
çıkma problemi… Bu herkes için de aynı şekilde, mesela DTP'nin
savaşmadıysan, kurucu unsur değilsen hayatın neresinde yer
yaşadığı, mecliste yaşadığı problemlerden de görüyoruz. Hayat
almayı hak ediyorsun, cevabını vermek lazım. Bu memlekette
bizi sınamak ve yargılamak istiyor. Özellikle de bir grup olarak,
sadece Türkler ve Kürtler yaşamıyor mesela.
bir kimlik, bir aidiyet olarak. Ortaya çıktığımız andan itibaren bir sınamaya tabi tutuluyoruz ve ortaya çıktığımız andan itibaren
Eşcinsellerin de yıllar boyunca çıkıp, biz aslında gayet de
herkes kendinde bizi yargılama ve bizim hayatımız hakkında,
efendi, normal, düzgün insanlarız, sizin gibi yaşıyoruz ama
birebir hayatımızı ilgilendiren konularda oy hakkına sahip olduğu
bütün
vehmine kapılıyor insanlar. Çünkü ortaya çıkmak, hani come-out
yaşadıklarımız, dertlerimizi de sizin gibi fakat tek farkımız işte
her
şeyimiz
de
sizin
gibi,
bütün
duygularımız,
diye söylenen şey, açılmak diye tercüme edildi, belki o açılmak,
yatak eşlerimizi seçerken oluyor. E artık o kadarını da
açıklamak, o süreç, tabii çok ani bir süreç. İnsanları açılmaya
görmezden gelin. Oysa hayır böyle bir şey değil tabii ki bu. Bu bir
açıldıkları
kimliktir ve bütün kimlikler gibi biricik bir kimliktir. Ama bu
takdirde öz saygılarını kazanabileceklerine, kendileri gibi
yönlendiriyorsunuz,
açılmaya
teşvik
ediyorsun,
kimlikte olmamız sadece bizi bir arada durmaya ve bir aile gibi
insanlarla belirli bir siyaset pratiğine başlayabileceklerini iddia
olmaya yönlendirmiyor. Bunun için başka müttefikler ve hayatın
ediyorsun,
anda
başka alanlarına yönelik itirazlarımızı bir araya getirmemiz
karşılaşabilecekleri zorluklar karşısında nasıl bir tavır alabilirler,
gerekiyor. Söz gelimi Ermeni sorunu üstüne fevkalade milliyetçi
nasıl
yargıçlar
imalar
onlar
açıldıkları
kendilerini
bir dil tutturan ya da gayet militarist bir dil tutturan Kürt sorunu üstüne bir eşcinselle ben kendimi hiç aile gibi hissetmem,
yaşantılar
ve
ama
koruyabilirler, o konuda söyleyebilecek fazla bir şeyimiz yok. Ancak
bu
söylüyorsun
sonucu
dünyasından
takım
hissetmek zorunda değilim. Çünkü benim onunla ortak olduğum
deneyimlerimiz var ama dediğim gibi ortaya çıktığın anda seni
edindiğimiz
işte
bir
noktanın sadece o cinsel pratik olduğuna inanır hale gelirim. Bu
yargılayabilecek, senin hayatın hakkında kararlar verebilecek
da beni eşcinselliğin sadece cinsel bir pratiğin adı olduğuna
insanlarla karşılaşıyorsun. Bu insanlar her alandan fikir sözcüleri
inandırmaya sürükler ki bunu reddediyorum. Bütün gücümle
olabiliyor. Bir hanım gazetecinin zamanında “canım işte
reddediyorum çünkü eşcinsellik sadece cinsel bir pratiğin adı
eşcinselliğe bir itirazımız yok ama artık yani bilmem ney de
değil.
yapmasınlar” şeklinde bir yazı yazdığını ve ben de ona yazıyla cevap
verdiğimde
çok
şaşırdığını
ve
çok
öfkelendiğini
* Yazar Yıldırım Türker’in, “Türkiye'de Eşcinsel Olmak!” söyleşi programı kapsamında, 11 Ekim 2008 tarihinde, İzmir Fransız Kültür Merkezi'nde yaptığı konuşmadan derlenmiştir.
hatırlıyorum. Çünkü o kendisini çok yüce gönüllü, bana ve bütün eşcinsellere bir hayat alanı tanıyan bir anne gibi hissediyordu. Dolayısıyla ben de bu bana uzatmış olduğu eli huysuzca iten bir edepsiz ibneydim.
Açılmak insanın kendisi içindir. İnsanın kendisi gibi olanlar içindir. İnsan dünyaya açılmaz. Yani illa da gideceğim de annemin onayını alacağım, illa da anneme açılacağım, işte onlar anlayana kadar birbirimizi yolarak geçireceğiz. Ya da ne bilim, işte gidip şurada açılacağım bütün herkesin onayını alacam.
13
köşe-siz
hiv/aids ve geyler kürşad kahramanoğlu kursad255@hotmail.com
KAOS'lu
arkadaşlara
hep
takılırım: “Ben KAOS kölesiyim”
konusu hâlâ korkulan bir tabuydu. Dünyada bir gruba saldırıya
diye. Çünkü ta baştan beri,
dönüştürülmüş, en çok ayrımcılığa sebep olmuş, Türkiye
hatta
bile
Cumhuriyeti tıp tarihinin en utanılacak iki yüzlülük örneği
yaşamazken, KAOS sadece iki
daha
bu
ülkede
AIDS, akıl, mantık, merhamet ve anlayışla yaklaşılacak,
tane “Ali motorlu” bir soluk iken
toplumun bütün bireylerinin bilgilendirilmesi gereken bir
dahi, hep KAOS'u destekledim. Bunun da bir tane ana nedeni
sağlık sorunu olacağına, hâlâ insanların okumaktan bile imtina
var. Hak verilmiyor, alınıyor. Tabii ki, zaman içerisinde insan
ettikleri bir tabuydu.
hakları konusunda samimi olan, demokrasi, insan hakları ve
14
sitesinde en az tıklanmış yazım olduğunu fark ettim. AIDS
Bunun, tabii ki karmaşık birçok nedeni var. Ama
hukukun üstünlüğünü içlerine hakikaten sindirmiş birçok
ülkemizdeki nedenlerden bir tanesi de, Türkiye'deki insanların
insandan,
18-35 yaş grubundan onlarca arkadaş ve yakınını AIDS'e
vermekte
olduğumuz
cinsel
özgürlükler
mücadelesine destek verecek namuslu insanlar çıkacaktır
kurban verip gömmemiş olması. Çünkü Türkiye'de, devletten
ama son analizde, cinsel özgürlükler, Türkiye'ye ancak
ailelerimize kadar milyonlarcamız, korkuya teslim olup
eşcinsellerin kararlı mücadeleleri ve güçlü organizasyonları ile
cehalet ve red etmeye sığındık. Bu hastalık, ne devlet, ne
gelebilir. Bizim tarihimiz biraz da, çoğumuzun o rezil dolabın
aileler, ne de bireyler olarak bizim sorunumuzdu! HIV virüsü
en karanlık köşelerinden bir türlü çıkamadığından pek
Türk kanına işlemiyor, sünnet bizi koruyordu! Bu virüse
yazılamamıştır. Hele de Türkiye gibi, “kendi kendine zulüm,
yakalanan veya yakalanma tehlikesine maruz kalabilecek
aşağılama ve cefayı” müstahak gören insanların bol olduğu
insanların sayısı bizzat resmi istatistikler tarafından saklandı
topraklarda, bu tarih pek yazılamaz, üstelik kıyıdan köşeden
ve hâlâ da hakiki rakamlar açıklanmıyor, açıklanamıyor.
güneş ışığına çıkan geçmişimiz hakkındaki bilgi kırıntıları
Seksenli yılların başında, gezegenimizde ilk olarak varlığı
çarpıktır! Bu nedenle de LGBTT mücadelesine, bizzat LGBTT
kabul edilen HIV virüsü, insanları çok korkuttu. Tıp tarihinde
bireylerinin not düşmesi önemli. Batı'daki en önemli LGBTT
'cüzzam' dışında hiçbir hastalık, AIDS'in makûs talihini
Carpenter
paylaşmadı. Bunda, dinlerin çok önemli rolü var. Özellikle
Archives”a da maddi, manevi destek olmuştum. Bir gün
arşivlerinden
biri
olan,
İngiltere'deki
“Hall
Hristiyan dininin köktendinci kanadının, bir günah keçisine
Türkiye'de de bir LGBTT arşivi olur; hele de LGBTT tarihçesi
ihtiyacı vardı. Bu günah keçisi de, çok kısa zamanda bulundu.
yazılırsa diye, ufak bir detayı burada not düşerek başlıyorum:
AIDS, bir gey epidemikti! Bu yalana da dünyayı, epeyce bir
Şu anda elinizde 104. sayısını tuttuğunuz, Türkiye'nin bu ilk ve
süre inandırdılar, çünkü ilk başlarda teşhis edilen AIDS
yegâne LGBTT dergisi Eylül 1994'ten 1999'un sonuna kadar
vakalarının çoğu eşcinsel erkekler arasında baş göstermişti.
fotokopi ile yayınlanmış, ABD kökenli bir lezbiyen grubun
Batıda zaten daha henüz ayakları üstünde durabilen eşcinsel
verdiği 5000 Dolarlık bir bağışla matbaa basımına geçmişti.
hareketi, bu yüzden ciddi bedeller ödedi. AIDS'li insanlara
Ben İngiltere'den, Yıldırım da Türkiye'den, bu bağış için referans olmuştuk. Her ikimizin de, hâlâ dergiye katkıda bulunuyor olmamız içimi gururla dolduruyor. Benim için “Gay Pride” böyle bir şey. Ali bana telefon edip “gelecek sayının teması 'taşra', yazını Bayram sonuna kadar bekliyoruz” deyince, önce heyecanlandım, 60'lı yıllarımın geçtiği Eskişehir'i yazarım diye düşündüm, hatta Ali'ye de söyledim. Mor El'deki
arkadaşların
hoşuna
gidebilirdi,
enteresan bulabilirlerdi… Sonra BirGün'de yazdığım köşemdeki son haftanın, başlığı “AIDS” olan yazımın, bugüne kadar internet
Türkiye'de hâlâ HIV/AIDS'in, bir gey hastalığı olduğunu düşünen, cinsel hayatları aktif milyonlarca heteroseksüel korunmaya gerek görmedikleri gibi, zaten başka birçok önyargıyla boğuşan bir avuç bilinçli gey de, bir de bu konuya eğilemiyorlar!
karşı
ayrımcılık,
kurbanlarının
tarihte
hiçbir
karşılaşmadığı
hastalığın seviye
ve
aşağılıkta oldu. AIDS sanki bir hastalık değil de, Tanrının bir gazabıydı! Hastaların işten atılmaları, tecrit edilmeleri, AIDS'e karşı gereken araştırma ve iyileştirme çabalarının yapılmaması,
hasta
insanların
sigortalanmaması, var olan sigortalarının iptalleri bunlar arasında sayılabilir. Eşcinsel hareket, bu alçakça saldırı ve haksızlıklardan yüzünün akı ile çıkmayı başardı. Organize olup AIDS'e karşı ve köktendincilere karşı, ilk zamanlarda tek başına mücadele etti. Milletlerarası bir sivil toplum kuruluşu
Türkiye'ye
olan ILGA, 90'lı yıllarda dünyanın yegane Birleşmiş Milletler (BM)
gözlemcisi
statüsüne
sahip
ilk
ve
tek
LGBTT
gelelim.
Bu
ülkede,
bu
konuda
henüz
köktendinci bir kampanyayla karşılaşmadık ama cehalet,
sağcı
tutuculuk ve korku yapacağını yaptı. Türkiye, toplumuyla,
politikacıların önderliğinde BM'e saldırırken, BM'i solcu bir
idarecileri ile ta baştan beri tam bir red içerisinde. Aynen
organizasyonuydu.
ABD
sağı,
Jessy
Helms
gibi
organizasyon olarak suçlarlarken, ILGA'yı isim vererek BM'in
bütün cahillerin her zaman yaptığı gibi; “yok dersek,
neden desteklenmemesi gerektiği tezlerinin gerekçelerinden
gözlerimizi kulaklarımızı kaparsak” bu sorunun yok olacağını
biri olarak sundular. ILGA'nın, BM gözlemci statüsü yıllar süren
umduk. Geçmişte “Bu hastalık kan yoluyla geçiyor, Türk
bir mücadeledir. Bu mücadelede resmen adı konmasa da,
kanına AIDS işlemez” diyen sağlık bakanlarımız bile oldu! Hâlâ
AIDS'in, geylerle kurulmuş olan hayali bağlantısı önemli bir
da, AIDS konusunda bir devlet politikamız yok. Gelişmiş,
faktördür.
gelişmemiş bütün dünya ülkelerinde AIDS konusunda,
Hastalığın ne olduğu daha iyi anlaşılıyor ve dünya üzerindeki
haritası
da,
git
gide
belirginleşiyor.
AIDS,
heteroseksüeller arasında hızla yayıldı, tıp bilimi AIDS'i bir
ilkokuldan hemen sonra başlayan eğitim programları varken, bizde binlerce doktor ve diğer tıp çalışanlarımız dâhil toplumumuz, üç maymunu oynuyor.
ölüm fermanından, kronik bir hastalık haline getirmeyi
Tıp bilimi, henüz bu virüsü tamamen yenecek bir tedavi
başardı. AIDS artık ölümcül bir hastalık değil, sadece bir gey
şekli veya bu virüse karşı bir aşı geliştiremedi. Bu yüzden HIV
hastalığı
değil
ama
insanların
ve
ülkelerin
ekonomik
durumları, cehalet ve önyargıları, insanların yaşayabilme veya
ve AIDS'e karşı en önemli mücadele şekli, eğitim ve insanları bilinçlendirmek.
Cinsel
hayatı
aktif
insanlar
çok
basit
ölüme mahkûm edilmelerine karar veriyor. AIDS artık
önlemlerle, hem kendilerini hem de cinsel ilişkiye girdikleri
öldüremiyor, cehalet ve önyargı ise öldürmeye devam ediyor.
insanları koruyabilirler.
Afrika Kıtası ve bütün üçüncü dünya ülkelerinde, akıl
Türkiye'de hâlâ AIDS'in, bir gey hastalığı olduğunu
almaz düzeyde HIV virüsü taşıyan ve milletlerarası ilaç
düşünen ciddi bir kesim var. Bu nedenle cinsel hayatları aktif
firmalarının kâr iştahları yüzünden AIDS'i, ölümcül bir
milyonlarca heteroseksüel korunmaya gerek görmedikleri
hastalıktan, kronik bir hastalığa dönüştürebilecek ilaçları
gibi, zaten başka birçok önyargıyla boğuşan bir avuç bilinçli
alamadıkları
gey de, bir de bu konuya eğilemiyorlar!
için
telef
olan
milyonlarca
insan
var.
Evet, AIDS bir gey hastalığıdır ama biyolojik nedenlerle
Köktendincilerin ve tutucuların seksenli yıllarda başlattıkları önyargılı
ve
korkutucu
kampanyaları,
hâlâ
etkilerini
sürdürüyor. AIDS'e karşı en tutarlı ve geçerli mücadele
değil,
cehalet
nedeniyle.
Varlığımızı
bile
inkâr
eden
ailelerimizden ve devletten, heteroseksüel çoğunluktan fayda
metodu olan eğitim yapılamıyor, yapılmıyor. Yani cehalet ve
yok. Hatta bir kısmı ayrımcılık olmadığını, bizleri sevdiklerini
önyargı can almaya; milyonlarca insanın hayatını karartmaya
ve
devam ediyor.
ölümlerinde bile, evlatlarının hangi nedenden dolayı hasta
koruduklarını
söylüyorlar
ama
hastalıklarında
ve
1988'de Birleşmiş Milletler, (BM) AIDS'in dünyamızı tehdit
olduğu ve öldüğü gerçeğini saklama ihtiyacı duyuyorlar! Yani
eden bir pandemic olduğunu gördü. BM'nin bir kolu olan, WHO
iş yine başa düştü. Üyesi olmayı seçemediğimiz genetik
(World Health Organiztion
Dünya Sağlık Teşkilatı) 1 Aralık
1988'den başlayarak, 1 Aralık günlerini 'Dünya AIDS Günü'
ailelerimiz değil, yüzünü Batı'ya ve medeniyete çevirdiğini söyleyen
devletimiz
değil,
ailemizden
sonradan
fayda
var.
kendi
seçimimizle
olarak ilan etti. Bu ilanın gayesi, insanlığı tehdit eden AIDS'in
katıldığımız
bir sağlık konusu olduğunun anlaşılmasını sağlamak, cehaleti
konusunda hem kendimizi hem de toplumu bilinçlendirip bu
Bilinçlenelim,
AIDS
yenmek ve korkuyla terbiye edilmiş toplum ve idarecilerinin
konuyu gündemde tutalım. Kim HIV+? Ne fark eder? (13
kendilerine gelmelerini sağlamak.
Aralık, 2008, İstanbul)
fotoğraf:
15
birlikte
temkinli ve ağır bir aşk Eda ve Serap “yüreklerinin götürdüğü yere gidebilen” iki insan. Bir ömre bedel minik bir dans ilk fiziksel temasları. Bu danstan sonra ikinci karşılaşmaları Serap'ın doğum gününde olmuş. O zamandan beridir de kedileriyle birlikte yaşıyorlar. Kaos GL dergisi için Eda ve Serap’la konuştuk, hikayelerini buyurun onların ağzından dinleyelim… söyleşi: umut güner Eda - Ben Eda. 31 yaşındayım. 2006'dan beri Lambda gönüllüsüyüm. Serap - Ben Serap. Yaşımı söylemesem?
Ben de
Serap - Off evet. Yine Pazartesi Kahvesi'ndeki sohbetlerden
lambdaistanbul gönüllüsüyüm. Grafikerim. Birkaç yayınevinin
birinden sonra, topluca Lambda'nın partisine gitmiştik. Ben
kapak tasarımcısı olarak çalışmaktayım. Bi sürü kediyle birlikte
aslında çok dansetmem -ağır ablayımdır! - ama Eda'ya yakın
yaşamaktayım
olabilmek için etrafında dört dönüp, dansediyorum filan... Sonra
Birbirinizi anlatır mısınız?(senin için sevgilinin tanımı nedir? Nelerden hoşlanır vs.)
yakın arkadaşlarımızdan birisi öylesine bi espri yaptı: “ooo! yeni bir aşk doğuyor galiba ” diye. Ben de içtiğim biraların cesaretiyle
Eda - Valla böyle anlat diyince anlatması zor oluyor. Serap
16
Eda - İlk kez dans ettiğimiz zaman. Aramızdaki ilk yakınlaşma bu dans sırasında olmuştu.
Eda'nın
kulağına
eğilip
“doğru
noktaya
parmak
bastı”
hayatın tadını çıkarabilen, yarını öyle fazla düşünmeden bugünü
deyiverdim. Daha fazla dizginleyemedim kendimi
yaşayabilen biridir. Bu yönüyle imrenirim ona. Ben planlıyımdır,
arada -hayat işte - romantik bir müzik başladı. Eda şaşkındı, hiç
Tam da o
bazen ileriyi düşünmekten o anı kaçırırım, sinir olurum bu
beklemediği bir açılmaydı. Ben de şaşırmıştım, nasıl böyle pat
huyuma. Sonra çok merhametlidir, hem insanlara hem diğer
diye açılıverdim diye. Biz o şaşkınlıkla bir yandan durumu
canlılara duyarlıdır. Bir de hiç sinirlenmiyor, sinirlerini aldırmış
konuşup bir yandan da birbirimize sarılarak dans etmeye
olmasından şüpheleniyoruz. Biz bir senedir beraberiz daha hiç
başladık. Bir süre sonra -ki o süre ömre bedeldi- Eda
tartışmadık. Onun bu sakin ve olgun halinden sanırım. Yoksa ben
şaşkınlığından sıyrılıp kendini geri çekti. “Yüreğimde başka biri
bazen epey asabi oluyorum. İyi idare ediyor beni yani.
var, kusura bakma” dedi. O gece eve döndüğümde sabaha kadar
Serap - Eda tam da “yüreğinin götürdüğü yere giden”
ağlamıştım. Eh! ben transseksüel bir kadındım. O yürekte yerim
insanlardandır. Ama bunu benim gibi “kendini nehire bırakarak”
olması çok da olağan bir şey değildi. Daha sonra birkaç kez
yapmaz. Aksine hayranlık uyandırıcı bir biçimde örgütler,
buluştuk ve havadan sudan sohbet ettik. 1 ay kadar sonra da
organize eder, en ince detayına kadar planlayarak yapar.
doğum günümde buluştuk ve o gün Eda elimi tuttuğunda ben
Kafasına uymayan bir konuda hayatta adım atmaz, uyuyorsa da
yeniden doğdum.
müthiş sağlam adımlar atar. Yine, kafasına - yüreğine uyan
Ortak birlikte yapmaktan keyif aldığınız noktalar
noktalarda çok cesurdur, ama bu cesaret; “aptal cesareti”
Eda - Aslında tümüyle doğa. Öncelikle, başta kediler olmak
değildir. Tepkilerini gizlemez. Heyecanlı, coşkulu ve müthiş sevgi
üzere hayvanlar. Evdeki kediler, bahçedeki kediler, son zamanda
doludur. İlk nerde ne zaman tanıştınız? Eda - Lambda'da tanışmış olduğumuz kesin ama zamanını tam olarak hatırlamıyorum. Serap - Evet Lambda'da -sanırım şiddet konulu bir kadın toplantısıydı- tanıştık ilk. Sonra Lambda'nın
yan
mekanı!
olan
Pazartesi
Kahvesi'ndeki sohbetlerde giderek arkadaşlığa dönüştü
bu
tanışıklık.
Ve
bende
giderek
derinleşen, karşılığı olmayan, platonik bir aşka... Nasıl bir platonik bir aşk? Birbirinize ilişkin unutamadığınız anlar var mı?
Serap'la ortaklaşa bir hayat beklentim. Hatta mümkünse başka LGBTT bireylerin de dahil olduğu ve aile kavramını yeniden tanımladığımız ortaklaşa bir hayat.
hatta
sokaktaki
sevmeyen
kediler...
komşulara
Ve
hayvanları
kızmak...
Serap'ı
sinirlendirebilen tek şey bu komşular. Serap'ı tanıdıkça bir sürü ortak yönümüz olduğunu
keşfettim.
Aynı
şeylerin
bizi
heyecanlandırması çok güzel. Konuşacaklarımız bitmiyor hiç. Serap - Birlikte tatile gitmek, çeşitli sanat ve kültür etkinliklerine katılmak, Parklara gitmek, özellikle Maçka parkındaki küçük çay bahçesinde gözleme
yemek,
Yeşilçam
ve
Majestik
sinemalarında, kimsenin izlemek istemediği filmleri izlemek, İstiklal'de el ele yürümek, Art
kafe'nin akvaryumunu izleyerek körili tavuk yemek, bahçede kedilerle birlikte bahçe keyfi yapmak, çizgi ve animasyon filmler
PembeMor Haftasonu
izlemek... Ve elbette evde birlikte kahvaltı yapmak... Tuhaftır, birçok konuda ortaklaşıyoruz. Farklı düşündüğümüz konularda bile buluştuğumuz bir nokta mutlaka oluyor. Sanat özellikle fotoğraf-, edebiyat -özellikle şiir- ve elbette kediler... Hatta tüm canlı türleri... Mesela bahçe katında oturduğumuz için kabuksuz kara salyangozları (slug) evimizin daimi ziyaretçileri... Onlara zarar vermemek için ne yapmalıyız konusunda bile günlerce araştırma ve gözlem yapabiliyoruz. Kediler konusunda da birlikte yazacağımız bir kitap hazırlığındayız. Nasıl bir hayat istiyorsunuz? Nasıl bir dünyada birlikte mutlu olabilirsiniz? Geleceğe ilişkin beklentileriniz ve korkularınız var mı? Eda - Klasik bir cevap olacak belki ama homofobi ve
Orda bir kent var uzakta dediğimiz kentlerde yaşayan ve yanı başımızda bulunan
transfobiden arınmış bir dünyada elbette. Serap'la ortaklaşa bir
elli eşcinsel ve biseksüel kadının bir araya
hayat beklentim. Hatta mümkünse başka lgbtt bireylerin de dahil
geleceği,
olduğu ve aile kavramını yeniden tanımladığımız ortaklaşa bir
havasını, suyunu, varlığı ve kimliği üzerinden
hayat.
Korkularıma
gelecek
olursak,
Serap
sağlığına,
beslenmesine pek dikkat etmiyor. Bazen endişeleniyorum. Kullandığı hormon ilaçlarının olumsuz bir etkisi olur mu diye kaygılanıyorum.
Neyse
şikayet
kutusuna
döndürmeyeyim
edindiği deneyimleri aktarma imkanı bulacağı bir Cumartesi-Pazar sentezini paylaşalım sizlerle.
burayı. Serap - Valla nasıl bir dünya konusunu çoktan geçtim. Elbette daha mutlu olabileceğim bir dünya tasavvurum var heteronormatif
olmayan,
toplumsal
yaşamın
cinsiyetler
üzerinden kurulmadığı, ataerkil olmayan, sınıfsız bir toplum-
21-22 Şubat 2009 hafta sonunun, PembeMor hallerinde Ankara'da buluşacak;
ama benim “ömür” zaman dilimimde gerçekleşebileceğini hiç
dilimizin döndüğü, kalemimizin kıvırdığı, ve
sanmıyorum. Bu durumda elimde sadece “şu an” kalıyor. Şu an
gözlerimizin kesiştiği kadarıyla, hikayelerimizi ortaklaştıracak,
geleceğe ilişkin birincil korkum Eda'yı yitirmek. Nasıl bir hayat? Küçük bir çiftlik evinde, Eda'yla birlikte... kentin
harala
gürelesinden
köpeklerle,salyangozlarla,
tavuklarla,
uzak,
kedilerle,
horozlarla,
kazlarla,
ortaklaştığımız noktaları detaylandıracak ve bu detayların belki de ne kadar
ördeklerle hatta mümkünse atlarla, ineklerle birlikte. Ama
birbirinden bağımsız ve farklı olduğuna şahit
okuyarak, yazarak... Ve de eylemlilikten, örgütlülükten uzak
olacağız.
değil elbet...
Farklı olma hallerinin, hikayelerin, zorluklarının “bir”likten çıktığı ve “birlik”e katıldığı da olsun istiyoruz. Bu PembeMor hallere ben de dahil olayım; hikayelerimi bu kez mürekkepli kalemle yazayım diyorsanız, kaosgl.org'dan ulaşabileceğiniz başvuru formlarını, 30 Ocak 2009, Cuma gününe kadar kadin@kaosgl.org adresine gönderebilirsiniz.
Başvurmak için hâlâ ne bekliyorsunuz!
canım ailem
aileler de açılıyor Pınar bir trans annesi, çocuğu kendine açıldığında bilgilenme ve konuşma ihtiyacı hissederek Lambdaistanbul ile iletişime geçmiş ve kendisi gibi birçok ailenin olduğunu görerek Lambda Aile Grubu'nun yapılanma sürecinde emek harcamış. Çocuğunun huzurlu, başarılı ve sağlıklı bir yaşam sürmesini istiyor ve her alanda onu destekliyor... söyleşi: barış sulu 2008
İstanbul
LGBTT
Onur
Yürüyüşü'nde
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimlikleri konusunda ben de hiçbir
"Çocuğumun Derneğine Dokunma" yazılı pankartlar
şey
gördük ve çok heyecanlandık. Öncelikle Lambda Aile
düşünüyordum açıkçası. Çocuğum bana açıldığında korku,
Bu
tip
şeylerin
sapkınlık
olacağını
Grubu'nun nasıl oluştuğunu anlatır mısınız? Ne sıklıkla
endişe, kaygı ve panik vardı bende. Korkum bilgisizliğimden
toplanılıyor ve toplantıların içeriğinden kısaca bahseder
kaynaklanıyordu. Ona yardım edebilmek için önce kendimi
misiniz?
bilgilendirmem, bunun için de araştırmam gerekiyordu.
Ben trans annesiyim. Çocuğum bana açıldıktan sonra, araştırma,
18
bilmiyordum.
bilgilenme
ve
konuşma
ihtiyacı
içindeydim.
Gizlemelerinin nedeni ebeveynleri tarafından reddedilme korkusundan
kaynaklanıyor.
Yalan
söylemek
zorunda
Lambda'dan haberdar olunca, oraya gittim ve birkaç aileyle
bırakılıyorlar. Bence ne kadar açık olursak kendimiz ve çevremiz
tanışma fırsatını buldum. Benim de istediğim diğer ailelerle
için o kadar iyi olacak. Herkesi bilgilendirmemiz gerekiyor.
ortak bir çalışma içinde yürümekti. Bunun üzerine derneğin de desteğiyle bir aile birliği kuruldu. Her cumartesi saat 16.00'da
Çocuğunuzun size açılma sürecinde neler yaşadınız?
toplanıyor, çıkaracağımız broşürlerin içeriği hakkında tartışıyor,
Belki o bir şey söylemeden önce hissediyordunuz, belki
diğer
aileleri
sürdürüyoruz.
bilgilendirmeye Bunun
dışında
yönelik danışma
çalışmalarımızı
anlamanızı sağlayacak bir olaya tanık oldunuz, belki de
hattını
hiç beklemediğiniz bir anda "ben transeksüelim" cümlesi
arayan
ebeveynlerle görüşüyor, isteyenlerle buluşuyoruz.
ile karşılaştınız. O zamanlarda aklınızdan neler geçtiğini ve çocuğunuzla iletişiminizin nasıl geliştiğini anlatabilir
Türkiye'de cinselliğin konuşulamamasından kaynaklı
misiniz?
toplumsal bir travma söz konusu. Ne evde ailelerimiz tarafından bilgilendiriliyoruz, ne de okullarda bu konuda
Bizim durumumuz eşcinsel ailelerin durumdan biraz farklı.
anlamlı bir eğitim veriliyor. Cinsellik tabu olmaya devam
Her
ettiği ve ağzımızı açtığımız anda susturulduğumuz sürece
ikilemlerinden doğan bir rahatsızlıkları var. Bunun daha çabuk
şeyden
önce
transeksüellerin
cinsiyet
ve
vücut
de cinsellik konusundaki soruları bol, yanıtları kıt
fark edilmesi gerekirken, kendisi açıklama yapana kadar
çocuklar oluyoruz. Siz çocuğunuzla cinsellik konusunda
herhangi bir şeyin farkına varmadım.
rahat konuşabiliyor musunuz?
Ağzımı
açtığım
anda
susturulanlardandım
evet
ama
çocuklarımla rahatça konuşabiliyorum. Konuşabilmeliyiz diye de düşünüyorum.
Çünkü
esas
sapkınlıkların
gizlemeler
ve
ötelemeler sonucunda oluştuğuna inanıyorum.
Toplumda cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri nedeniyle baskı ve ayrımcılığa maruz kalan LGBTT bireyler, en fazla ihtiyaç duydukları, en yakın oldukları kişilere; ailelerine bile gizli olmak, yalan söylemek zorunda kalıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk tepkilerini zayıflayarak verdi. Hiçbir şey yemiyordu. Bunun sebebini araştırırken, uzun psikolog gezilerinden sonra sonunda Çapa Psikiyatri bölümünde durumun iç yüzü ortaya çıktı. Doktorun yaptığı teşhis sanırım onun söylemlerinden daha etkiliydi benim için. Kabullenmeye başladım ve yardım için kolları sıvadım.
Çocuğunuzun
transeksüel
olduğunu
öğrenmeniz
öncesinde ve sonrasında, LGBTT bireyler hakkındaki ve transeksüellik
konusundaki
Ailenizde eşcinsel, biseksüel, travesti veya transeksüel biri mi var?
düşüncelerinizi
karşılaştırabilir misiniz? Fikirlerinizde ne gibi değişimler
Çocuğunuz size eşcinsel olduğunu mu söyledi?
söz konusu?
Kardeşinizin kendi cinsine de Başta özentilik olduğunu düşünüyordum. Ergenlik çağında
ilgi duyduğunu mu fark ettiniz?
aklı karışmıştır diye kendimi avutuyordum. Sonrasında böyle olmadığını çok iyi anladım. Cinsel kimliğin, kimliğin değişmez bir
Bir akrabanızın cinsiyetini
parçası olduğunu, kişinin kendisini topluma göre uydurması
değiştirmek istediğini mi öğrendiniz?
yerine, toplumun değişmesi gerektiğini anladım. Her zaman
Kimseyle konuşamıyor ve bu durumla
çoğunluk haklı değil.
tek başınıza başa çıkamıyor musunuz? Şu an yaşadığımız toplumda birçok önyargı transeksüellere yaşama hakkı tanımıyor. Kendilerinden namuslarıyla çalışmaları beklenirken, “namuslu” bir iş bulamamaları toplumun konuyla ilgili cahilliğinden yarattığı ikilemlerin belki de en üzücüsü. Ben, ailesi olarak ona sahip çıkmazsam nasıl yaşar diye düşünmeden, “başkası ne der” diye kendini yiyip bitiren ailelere yardımcı olmak için elimden geleni yapacağım.
Çocuğunuzu evlendirme, askere gönderme, torun sahibi
olma
gibi
toplumsal
ritüeller,
beklentiler
karşısında ne düşünüyorsunuz?
Toplumsal beklentiler benim yaşamımdan çok şey aldı
Yalnız değilsiniz! Bizim de sizin gibi çocuklarımız, kardeşlerimiz, akrabalarımız var ve inanıyoruz ki birbirimizin derdinden en iyi biz anlarız… Her hafta Cumartesi günleri 16:00'da Beyoğlu'nda bir kafede kendi aramızda, ayda bir kez de CETAD'da (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) uzman psikiyatrlar eşliğinde toplanıyor, konuşuyoruz... Siz yoksanız bir eksiğiz!
götürdü. Ben, ben gibi olamadım. Babamın, annemin ve kocamın hayatını yaşadım. İnsanlar nasıl mutlularsa öyle yaşasınlar. Dünü yeniden yaşama imkanımız yok. Benim çocuğumdan herhangi bir beklentim yok. Huzurlu, başarılı ve
LİSTAG (Lambdaİstanbul Aile Grubu)
sağlıklı bir yaşam istiyorum onun için.
http://listag.wordpress.com Aile grubu olarak bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz?
LGBT aileleri ve çocuklarıyla tanışmak ve tecrübelerimizi aktarmak şu anki isteklerimiz. Yalnız olmadığımızı hissetmek, diğerlerine de yalnız olmadıklarını hissettirmek.
Eklemek istedikleriniz nelerdir?
Çarşamba, Perşembe, Cumartesi ve Pazar günleri saat 17:00-19:00 arası Lambdaİstanbul Danışma Hattı'nı (0212- 244 57 62) arayarak buluşma yerimizi ve saatini öğrenebilir veya listag@lambdaistanbul.org contactlistag@gmail.com
Aile gruplarına katılımın artmasını, hep birlikte zoru başarmayı, sağlık, huzur ve güven içinde yaşamayı diliyor, tüm aileleri bu oluşuma davet ediyorum.
adreslerinden birine e-posta göndererek bizimle doğrudan temas kurabilirsiniz.
yüzyüze
zeynep casalini: “eşcinsel olsaydım açıkça söylerdim” söyleşi: çağlar yerlikaya v fotoğraflar: raşit algül
20
Kalabalık içinde, kendimi yalnız başıma hissettiğim bir zamanda karşılaştım onunla. Kalbim, darmadağın edilmiş bir oda gibiydi. Güneşle küstüğü için, gündüzü hatırlamayan bir oda. Ne odayı toplayacak halim vardı, ne de perdeyi açacak. Elimde olmadan her yere döküp saçtığım gözyaşlarım onunla düet yapıyordu sanki, o her “Amacım yok, yaşamak Buysa. Elimi Tut, uçarım Yoksa” dediğinde. Bir çocuğun ipini elinden kaçırdığı bir balon gibi uçup gideceğimi hissetmiş olmalı ki, elimi tuttu ve sakladı içinde. Sonra bir gün bana “Sen, benim manevi oğlumsun” dedi. “Her şeyi al. Bana, beni geri ver” diyen kadının sözlerinden, o an yeniden doğdum… Kalbimizdeki odayı her dağıtışımızda yeniden toplayan, şarkılarıyla hepimizin arasında kaldığı duvarları yıkan Zeynep Casalini, sözleriyle dünyanın, başka yere, başka zamana gitmeden bir şansı daha olduğunu söylüyor.
İlk albümünüzle oldukça iyi bir çıkış yakaladınız. Hatta ünlü müzik eleştirmeni Naim Dilmener, albümünüz için “Türk popunu kurtaran albüm” gibi çok özel bir ifade kullandı. Arka arkaya çektiğiniz klipler sürekli müzik kanallarında döndü. Fakat siz diğer şarkıcıların
aksine,
elde
ettiğiniz
başarıyı
popülerliğe
dönüştürmek için magazine asla göz kırpmadınız. Tiraj kaygısı olan bir dünya için, büyük bir risk değil mi bu? Gerek ailemden aldığım terbiye, gerek kendi dünya görüşüm doğrultusunda, yaptığım iş ve savunduğum bir konu hakkında bir yerde gözükmenin ya da konuşmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bana getirisi olacak diye, doğru olmadığını düşündüğüm bir şeyi ise zaten yapmam. Dinleyicilerimin beni şarkı söylerken ya da dünya ile ilgili bir meselede bireysel tepkimi gösterirken görmesini tercih ederim. Çağlar evet, dediğin gibi sanatla uğraşan insanlar için bu zamanda bu tavır, artık herkesin göze almaktan kaçındığı bir risk. Ve ben, gidişatı değiştirebilecek, hayatı biraz daha güzelleştirecek bir şeyde küçük bir katkım olması için bu riski, seve seve göze alıyorum. Herkesin bildiği gibi, ailenizde çok önemli sanatçılar var. Tiyatro sanatçısı bir anne (Deniz Türkali), şarkıcı bir baba (Ernesto Casalini), yazar bir dede (Vedat Türkali), senarist-yönetmen-şair bir
dayı
(Barış
Pirhasan)
ve
Türkiye'nin
en
önemli
yönetmenlerinden biri olan manevi babanız Atıf Yılmaz… Bunun size getirdiği artı ve eksiler nelerdir? Böyle bir ailede ve böyle bir çevrede büyümenin şüphesiz en büyük artısı; şu an bulunduğum konuma gelmemi sağlaması. Ailem sayesinde, kendimi bildim bileli sanatın birçok dalıyla iç içe oldum. Bu bana küçük yaşlarda özgüven ve idealist bir kişilik kazandırdı. Tabii, bu kadar başarılı
sanatçıların olduğu bir ailenin üyesi olunca, kendimi hep büyük
“Dokunma Bana” adlı çalışmanızın üzerinden uzun bir
bir sorumluluk altında hissettim. Bu yüzden, daha dikkatli ve
zaman geçtikten sonra herkes sizden albüm beklerken siz
daha seçici olmaya özen gösterdim her zaman. Eksi yönünü ise, geçirdiğim zor bir dönemde fark ettim.
sadece internetten yayınladığınız, Murathan Mungan'ın sözlerini yazdığı, Sunay Özgür'ün bestelediği “Nilüfer”
Sıkıntılı bir dönem yaşıyordum ve içinden çıkmak için savaş
adlı şarkıyla bir dönüş yaptınız. Müslüm Gürses'ten ilk kez
verirken, etrafımdakiler bunu çok fark edemedi ya da inanmak
dinlediğinizden
bu
yana
her
dinlediğinizde
çok
istemedi. Çünkü, böyle bir aileye sahip olunca, doğal olarak
etkilendiğinizi ve ağladığınızı söylediğiniz bu parça için
insanlarda, bütün şartların çok iyi olduğu ve her problemin
'şarkıyı evlat edinen kalbime, borç bildim bu şarkıyı
hemen çözülebileceği düşüncesi hakim. Kürşad Kahramanoğlu,
söylemeyi' demiştiniz. Bu şarkıda sizi bu kadar etkileyen
Naim Dilmener, Murathan Mungan, Sezen Aksu, Sunay Özgür
şey neydi?
gibi hayatımda çok önemli yere sahip insanların ve dostlarımın
Bu şarkıyı, ilk duyduğum anda gerçekten sarsıldım. Hiçbir şarkı beni bu kadar etkilememişti. Sözleri bakımından, o
desteğiyle atlatabildim o dönemi. Size bakıldığında, şarkınızdaki gibi duvarlara çarpmış,
dönemime tam anlamıyla eşlik etti. “Bana, beni geri ver” diyen
ağlaya ağlaya yosun tutmuş ve bir şeylere küsmüş bir kız
bu şarkı, bana aşkın ne kadar kuvvetli bir duygu olduğunu bir kez
çocuğu hissi uyanıyor insanın içinde. O kız çocuğu neden
daha hatırlattı ve beni onunla tekrar barıştırdı. Bu şarkıyı her
küskün ve onunla tekrar barışmak için ne yapmalı hayat?
söylediğimde, aşkın nefes aldığını hissediyorum.
Düşünceleri yüzünden aynı anda hapiste olan anne ve
Son albümünüz 'Kim Galip Çıkar' alt yapısı bakımından
babasını çocuk yaşta ziyarete gitmek zorunda kalmış bir annenin
daha sert, sözler bakımından ise daha derin. Hislerinizin
kızı olarak, her türlü dil, din, cins, ırk ayrımcılığının ve doğa
durağından kalkmış gibi şarkılar…
katliamının yapıldığı bir dünyanın vatandaşı olarak, küskün
Bu albümdeki şarkılar, içimdeki duyguların kapılarını sonuna
olmam kaçınılmaz. O kız çocuğu bu olaylar yüzünden, kendini
kadar açıyor ve içeride olup bitenleri gösteriyor. Ziyan olan
duvardan duvara çarpmış gibi hissediyor. İnsanların birbirlerinin
adamlar, aynı masallar, derin mevzular, sancılar, galip çıkanlar…
yaşamına saygı duymak ve dünyayı korumak adına bir şeyler
Hepsi var.
yapmaya başladığını görse hemen barışacak da… Her şeye
Müzikten önce yaşamınızda tiyatro vardı ve bu konuda eğitim aldınız. 'Kazandibi- Tavukgöğsü' ve 'Eylül Fırtınası'
rağmen, umutluyum ben. Sizin zaten bilinen başka bir yönünüz de, dünyada olup biten kötü olaylar karşısındaki duyarlılığınız. Küresel ısınma ve savaşa karşı yapılan organizasyonlarda hep en
adlı iki tane filmde oynadınız. Sinemayla aranız nasıl,
21
tekrar bir filmde oynamayı düşünür müsünüz? Sinemayı gerçekten çok seviyorum. Bu konuda bir altyapım
önlerdesiniz. Ne yazık ki, sizden ve birkaç sanatçıdan
ve birikimim olduğu için, sevdiğim bir proje olursa tabii ki
başka kimseyi göremiyoruz, sizce artık ateş kimseyi
oynarım.
yakmıyor mu, yoksa herkes çoktan yanmış da, artık bir
Peki, en çok beğendiğiniz oyuncular ve yönetmenler kimler?
şey mi hissetmiyorlar? Kimileri gidişattaki tehlikenin farkında değil, kimileri farkında ama ateş kendine sıçramadan bir şey yapma niyetinde değil,
Yönetmenlerde, MartinScorsesse,
başta
Pedro
Atıf
Yılmaz
Almodovar,
olmak
Akira
üzere,
Kurosawa.
kimileri de 'artık bir şey düzelmez' mantığında… Ben önce bir
Oyuncularda ise; Sean Penn, Helen Miller, Kevin Spacey, John
anne olarak, ciddi kaygı taşıyorum ve kendimi, dünyaya ve
Malkovich, Benicio Del Toro, Bennu Yıldırımlar, Uğur Polat, Uğur
gelecek nesillere karşı sorumlu hissediyorum. Bu meseleleri
Yücel, Deniz Çakır.
umursamayan insanları da anlayamıyorum. Bu, hepimizin ortak
Bir çok sanatçıya vokal yaptınız ve en sonunda, Sezen
meselesiyken, sadece bir avuç insan bunun için bir şeyler
Aksu okulundan mezun oldunuz. “Peri kızım” diye
yapmaya çalışıyoruz. Sanatçıların bu konudaki sorumluluğu çok
bahsettiğiniz Sezen Aksu'nun hayatınızdaki yeri nedir?
büyük. Çünkü, bir sanatçı bu tip olaylar karşısında destek verdiği
Sezen'in hayatımdaki yeri çok büyüktür. Annemin çok yakın
zaman, arkasından kendi hayran kitlesi de gelecek ve ciddi bir
arkadaşı olması sebebiyle, zaten çocukluğumdan beri görüşürüz.
çoğunluk sağlanacak. Buna ihtiyacımız
O gerçekten de çok özel bir yaratıcı.
var. Bu ateş gitgide büyüyor ve ancak
Şarkılarıyla herkeste olduğu gibi, benim
herkesin
kalbimin de en derin noktasına değmeyi
elindeki
bardağın
suyunu
başarıyor. Ama onunla çalışmak, aynı
dökmesiyle sönebilir.
sahnede olmak, bunun çok daha ötesinde “bu
şarkıyı
her
söylediğimde,
aşkın nefes aldığını hissediyorum”
bir
duygu.
Müzik
kariyeri
açısından,
dünyada Sting ile aynı sahnede olmak ne kadar önemliyse, Türkiye'de Sezen'le
İlk albümünüzden ve 64 şarkılık hazırlanmış özel bir CD'de yer alan
aynı sahneyi paylaşmak o kadar önemli ve özel.
“korunmalıyız ve inadına inadına sevişmeliyiz”
eşcinsel, travesti ya da transeksüel diye öldürmesinin altında ciddi bir kimlik problemi var. Bu insan ya gerçekten hasta
Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan HIV/AIDS hakkında
ruhludur ya da kendi kimliğiyle yüzleşmekten kaçıyordur. Bülent
insanlar konuşmaya bile çekinirken, siz Kenan Bahadır
Ersoy'u kişiliğinden ya da sanatçılığından dolayı seven kişilerin,
Derre'nin ilkini geçen sene yayımladığı AIDS Ajandası'nda
sıra başkasına geldiğinde o kişiyi cinsel kimliği yüzünden
yer alarak projeye destek verdiniz. Bu sene yine aynı
dışlaması ve dışladığı o kişinin başarılarını görmezden gelmesi
projede yer alan isimlerin başında geliyorsunuz. Bu konu
büyük adaletsizlik. Herkesin yaşamına saygı duymalı ve herkese
hakkında ne söylemek istersiniz?
eşit davranmalıyız.
Kürşad'ın (Kahramanoğlu) çok güzel bir lafı var; “Irkçılığa
Ülkemizde yine aynı bakış açıları, önyargılar varken ve
karşı çıkmanız için, zenci olmanız gerekmiyor” diye. HIV/AIDS'le
siz de şu andaki gibi herkes tarafından bilinen başarılı bir
ilgili bir şeyler yapmak için, HIV'li ya da yakını olmak gerekmiyor.
şarkıcıyken, eğer eşcinsel olsaydınız, bunu açıkça söyler
Bu, çağın önemli fakat korunabilir hastalıklarından biri. Bunu
miydiniz?
konuşmaya çekinmek ya da en kötüsü bunu “eşcinsel hastalığı”
Özel hayatımı her zaman, yaptığım işten uzak tuttum.
olarak görmek acizlikten başka bir şey değil. Bir kadına, çok
Şarkıcılığım ya da ailemdeki sanatçılar dışında, benimle ilgili
severek evlendiği kocasından da HIV virüsü bulaşabilir. Bu virüse
kimse bir şey bilmez. O yüzden bunu durup dururken, özellikle
sadece evlilik dışı ya da eşcinsel ilişki yaşayan insanlar
başkalarının kullandığı gibi 'itiraf' şeklinde söylemezdim. Çünkü
yakalanmıyor. Öncelikli olarak bilinçlenmemiz ve bu virüsle
'suç' itiraf edilir ve bu, bir suç değil. Ancak eşcinsel olsaydım ve
mücadele etmeyi öğrenmemiz gerek. Korunmalıyız ve inadına
bana bu sorulsaydı, 'insanlar ne der' diye düşünmeden, açıkça
inadına sevişmeliyiz.
söylerdim. Bunun son derece doğal olduğunu düşünüyorum. daha
Şarkılarınızda ön plana çıkan 'Aşk' son derece şiddetli,
öldürüldü. Bir tarafta, kendi kimliği için mücadele etmiş,
Geçtiğimiz
ay,
Ankara'da
bir
transeksüel
sancılı ve hüzün dolu. Sizin için aşkın daha az acılı hali
çok iyi bir sese sahip, başarılı ve çok sevilen transeksüel
mümkün değil mi?
bir sanatçı olan Bülent Ersoy'un gönül ilişkilerini büyük bir sempatiyle dinleyen, evliliklerinde, ayrılıklarında
şeymiş, bunu yeni fark ettim. Raşit'i (Algül) karşıma çıkardığı
sanatçıya sonuna kadar sahip çıkan toplumumuz, diğer
için, hayata teşekkür ediyorum.
tarafta cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri yüzünden
22
Aşkı dingin ve huzurlu yaşamak, mümkün olabilen bir
insanları dışlayıp yaşama haklarını ellerinden alabiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanların yönelimleri yüzünden dışlanması, hatta bu yüzden yaşama
haklarının
elinden
alınması,
açıklanamaz
ve
bağışlanamaz nitelikte üzücü bir durum. Bir insanın bir insanı
DOSYA:
taşra ağzı
orada bir taşra var uzakta… bawer çakır bawer@kaosgl.org
çocukluğumun
en
acıklı,
en
histerik, en vicdan azabından kan tükürten anlarından biri sanırım
getirecek demiştir. kavafis de tecer'den yıllar önce bunu şu dizelerle dökmüştür kağıda: “yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. bu
müsamere için okumam gereken
şehir arkandan gelecektir.
bir şarkıya hazırlanmamdı. ahmet
sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın. aynı mahallede
kutsi
tecer'in
bir
daha
dönmemek üzere terk edilen köyleri anlattığı şiiri ve onu daha da
yaşlanacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. başka bir şey umma-
acıklı bir “vakaya” dönüştüren bestesi sırf benim değil, bu
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin
müfredatla okumuş herkesin benzeri bir ıstırapla büyümesine
demektir bütün yeryüzünde.”
neden olmuştu.
tecer köyle yetinmemiş, dağa, yola, eve ve en ilginci sese
bir türlü kentli olamayan köylülerin, hadi dosya konumuza da değelim, taşralıların vicdan muhasebesi yaptıkları şarkı/şiir hep
de değinmiş, duymasak da, tınmasak da o ses bizim sesimizdir deyivermiş.
bir yanımızın “orada” kalmasına neden olmuş, tıpkı “almancılar” gibi ne buralı ne de oralı oldurmamıştı bizleri; toplumca “arada”
mezraların
kalmıştık.
köylere,
köylerin
kasabalara,
kasabaların
bucaklara, bucakların ilçelere, ilçelerin şehirlere, şehirlerin de
“orada bir köy var uzakta,
büyükşehirlere
o köy bizim köyümüzdür,
cumhuriyet
gitmesek de, görmesek de,
“özendiği”,
türkiye'sinin
“öykündüğü”, en
büyük
“imrendiği”
sorunlarından
bir biri
modernleşme. bu uğurda tuhaf bir kentlilik algısı yaratan
o köy bizim köyümüzdür…”
24
nedir o bizim olan ses?
bir ısrarı anlatan bu dizelerde tecer başka bir bakış açısıyla kavafis'e selam etmiş, kilometrelerce uzağa gitsen de ayakların seni bir gün “ingaaa” diye bağırarak hayatı selamladığın yere
cumhuriyet
politikaları
günümüze
giderek
vahşileşen,
vahşileşerek büyüyen, zorunlu ya da gönüllü göçen bir hayat kurguladı, taşra'yı da romantik bir kartpostal metaforu haline dönüştürdü. bugün taşra kentliler, kentsoylular, şehirde yaşayıp da şehirli olamayanlar ve arada kalmışlar için tecer, nazım hikmet, yusuf atılgan gibi isimlerin dizeleriyle andıkları, tarihi belli olmayan bir gün muhakkak ki dönecekleri bir “şey” haline geldi ve sahaflardan büyük kitapevlerine kadar her yerde bu imge satışa sunuldu. mis gibi tereyağı, temiz hava, yeşil alanlar, masmavi göller, dereler, sıcak yazlar, karlı kışlar, illa ki aile şefkati olarak resmedilen o taşra bir çoklarımız için (lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transseksüel, kadınlar diye uzar gider…) tam aksi bir istikameti gösteriyor aslında. o edebi cennetin bizlerin hayatını nasıl da cehenneme çevirebildiği bu kentli hülyasına bir kara çalıyor, o oyunu bozuyor aslında. amacım büyükşehirler dışında yaşayan insanlara karanlık bir tablo çizmek değil. zira bu senaryo büyükşehirde ama merkez'e uzakta yaşayan ve ışıltılara gitmek için heves eden tüm ateş böcekleri için de aynı aslında. bu yazının da, kaos gl'nin bu dosyasının da ana fikri tam da burada vücut buluyor ve anlam kazanıyor: taşra uzakta değil aslında. ve bir tane taşra da yok asla. "ya çemberin içindesindir, ya da dışında yer alacaksın" dizesinin de bahsettiği gibi en merkezde kalan ve kendisine “yaklaşmasını istedikleri” için çemberler yaratan ve herkesi gönlünün
fotoğraf: hakan aydoğan
istediği
şekilde
sınıflandıran
o
merkezi
sistem
yaşadığımız büyükşehirlerde de taşralar yaratmış durumda. örneğin istanbul'un gaziosmanpaşa ilçesinde yaşayan ancak
olmadığını,
asıl
özgürlüğün
kendi
yaşadığımız
yerlerde
yakacağımız ateşlerle kazanılacağını anlatmaya çalışıyoruz. her
“gey life”ın hüküm sürdüğü (!) taksim'e hiç gelmemiş ya da
köyde,
gelememiş sayısız gey var. ya da bağcılar'da oturup da boğazı hiç
örgütlenerek var olan o bozucu, sıkıcı, renksiz, ayrımcı, baskıcı
kasabada,
şehirde
örgütlenmemiz
gerektiğini,
görmemiş sayısız lezbiyen. ankara'da sincan'da oturup kızılay'da
gibi nahoş özellikleri olan “taşraların” da yıkılabileceğini. yıkılan
hiç dolaşmamış bir sürü biseksüel, izmir yenişehir'de nefes alıp
bu köhne duvarın kalıntılarını temizleyerek yepyeni bir hayat
veren ancak alsancak'taki kıbrıs şehitleri caddesi'nde yürümemiş
öreceğimizi söylüyoruz.
“kayıt dışı” translar çok. hatta bu üç büyük şehir söylediklerimizi
ben, buna fazlasıyla inanıyorum. zor olduğuna ne şüphe.
bursa, eskişehir, antalya, adana gibi iller için de söylemek çok
ama ne kolay ki? hangi mücadele basit birkaç işlemle sonuca
mümkün.
ulaştı? tarih, özellikle bizler gibi “baştan merkeze uzak bir yerde
kaldı ki bingöl'ün bir köyünde yaşayıp şehir merkezini
konumlandırılmışlar” için ne denli zor süreçler yaşandığını
görmeden ölen de çok, trabzon'da bir yaylada evlenen, çocuk
gösteriyor bizlere. ve tabii ki örgütlü mücadelelerin yanı sıra
doğuran, çalışan ama karadeniz sahilinde hiç çay içmeden
bireysel var oluş çabalarımızın da ne denli çetin şartlardan, zorlu
hayatını sürdürenler de var. bu merkeze yakın olup da aslında çok
yollardan geçtiği çok açık.
uzağında olma hali, aslında yaratılan bir kültürün, sözde kent yaşamının bir “sonucu” olarak varlığını sürdürmekte.
bu nedenle ışıklara giden ateş böceği olmak yerine, yaşadığı yerlere güneşler getiren ilkbaharlar olmalı, ve memleketin her karış
merkezler kapitalizm için var
toprağında
yürüttüğümüz
özgürlük
mücadelemizi
büyükşehirlerin “tekelinden” kurtarmalıyız.
bu ışıklı merkezlerin varlığının yegane nedeni sistemin
Çünkü yıllar boyu bizler demedik mi; lgbtt'ler her yerde. önce
kendini var etme çabası muhakkak. çünkü bir bakıma ışık
batının (amerika ve avrupa'nın), ardından büyükşehirlerin
ışıksızlıktan şikayet eden ve orada solmak istemeyen herkesin
“kusuru” sayılan bizler, her yerdeyiz diyerek, her yerde
gitmek istediği nokta olarak zirve demek. en şık, en ışıltılı, en
görünerek bu akışı durdurmalı, her yeri nefes alıp verdiğimiz çam
imkanlı, en özgür, en ferah, en geniş, en özgürlükçü, en
ormanlarına dönüştürmeliyiz. tıpkı turgut uyar'ın da dediği gibi:
hoşgörülü gibi her şeyin en'i olan buralar bağnazlıktan, anlayışsızlıktan, homofobiden, transfobiden kaçmak isteyenlerin
“ey suyun güvenli akışı
kurtuluşu gördükleri, olacağına inandıkları yere doğru ilticaları
sana bir yamaç gerekmez mi
bu nedenle bir sınıf kaygısını da beraberinde getiriyor.
ki sonun özlemine hızla varsın.”
merkezin egemenliği giderek alt sınıfın orta ve üst sınıfa sıçrama mücadelesine dönüşürken, sistemin arzu ettiği çarkın da işlemesine neden oluyor. sistem çemberin dışındakileri içine almak için sayısız şey talep ediyor ve bunları tamamlayanlara “şefkatli” kucağını açıyor. lgbt'ler için köyden kente, kentin dışından içine gibi bir zorunlu göç güzergâhı var. bir çok insan özgürlüğün olduğunu varsaydığı bu merkezlere kaçmak ve buralarda yırtmak için bir sürü plan yapıyor, yollara düşüyor, bedeller ödüyor, hatta bazılarımız bunu ne yazık ki canlarımızla ödüyor. bulunduğumuz yerden kaçmak çoğu zaman acılı bir finalle noktalansa da kalmaktansa kaçmak hep daha cazip, hep daha tercih edilir bir seçenek oluyor. türkiye tarihi, bu arzuyla bulundukları dış mekânlardan özgürlüğün olduğuna inandıkları iç merkezlere doğru yapılan yolculuklarla ve trajik sonlarla dolu. kendimden yola çıkarak bir genellemeye gidersem türkiyeli lgbtt'ler bu hikayelerin maalesef ki bir çoğuna da tanıklık etmek durumunda kaldılar.
bir şey değişir, her şey değişir değişim bugünlerde abd başkanı barack obama sayesinde liberal dünyanın diline pelesenk olmuş olsa da türkiyeli lgbtt örgütlerinin
yürüttüğü
mücadelenin
en
önemli
anahtar
sözcüklerinden biri olmaya devam ediyor. kaos gl'ye, lambda'ya, pembe hayat'a, morel'e ve diğer tüm örgütlerin kapısını çalan herkese “kurtuluşun” bu şehirlerde
fotoğraf: hakan aydoğan
25
veda vakti Bir gün, üzerinden uzun bir süre geçtikten sonra, Adıyaman'dan Kaos GL'ye nefes veren Ege Tanyürek'in ölüm haberini aldık. İntihar etmişti. Bir yalanı yaşama mecbur kılanlara inat mürekkebinden hayalleri kadar beyaz kâğıtlara umut çalan Ege kendi hayatına son vermişti. Ancak haberler Ege'nin zorla intihar ettirildiğini şeklindeydi. Homofobiye bir hayat daha heder edilmişti. Kurak bir topraktaki su birikintisi Ege bizim için bir çentikten öteydi. Tıpkı tüm ölen, öldürülen arkadaşlarımız gibi… Ve biz, Ege'nin en çok yazmasını istediğimiz “Taşra” sayısını onun daha önce kaosgl.org da yayımlanan, adı yaman, yolu duman Adıyaman'ı anlattığı iki yazısıyla selamlıyoruz. Anısını, ta kalbinden üflediği nefesini mücadelemize katıyoruz, mürekkebiyle, varlığıyla bize can katan Ege'yi çok özlüyoruz. Bir gün, gökkuşağının altından geçerken senin de adını haykıracağız şarkılarımızda… Huzur içinde bak bize Ege, umutlu gülüşlerle…
fotoğraf: Can
26
Kaos GL
taşrada eşcinsel olmak ege tanyürek
bölüm - I
Eşcinsellerin yaşantılarının genel olarak zor olduğu
getiriyor. Ülkemizde zaten bireysel özgürlük taşları maalesef henüz
ülkemizde bölgelere göre de farklılık gösterip daha da
yerine oturmuş değil. Bu durumda ve genelde muhafazakâr olan
zorlaştığı herkesçe malum. Zaten yönelimi nedeniyle kendini
bir toplumun içinde yalnız kalan eşcinsel bireyler, bizler biraz daha
yalnız hisseden kişi kabuğuna biraz daha çekilerek kendini
yalnız olmak durumunda kalıyoruz. Sorun ortada, peki ya çözüm?
toplumdan tamamen soyutlama ihtiyacı duyuyor. Aile, okul ve arkadaş çevresiyle sosyal olan eşcinsel birey bu sosyal
Adıyaman ve taşra olarak nitelendirdiğimiz doğu şehirlerinde
çevresine ters gelen bir durumun içinde zorluklarla karşı
gerek yetişme kültürü ve gerekse nüfusun az olmasından
karşıya kalıyor. Hele bir de bulunduğu durum hakkında bilgisi
kaynaklanan iletişim yoğunluğu nedeniyle insanlar kendilerini hep
yoksa bu işi daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale
bir otokontrol içinde olmaya zorlarlar. Örneğin Adıyaman yaklaşık
olarak 691000 nüfuslu bir şehir. Birkaç ana cadde dışında işlek
mu? Hayır. Tabii ki sevgi fedakârlık ister, özveri ister ama taşrada
olan ve insanların yoğun olduğu başka yerler yok. Alışveriş
bu, taviz vermeye dönüşüyor. Nelerden mi? Aileden, okuldan,
merkezleri,
resmi
kurumlar
ve
insanların
ihtiyaçlarını
karşılayabilecekleri bütün yerler bu birkaç cadde üzerinde. Bu da
işten ve çoğu zaman kendinden… Bir siyasi partinin şöyle bir sloganı vardır; YA SEV! YA TERKET!
insanları hep bu caddeler üzerinde olmaya itiyor. Basit bir ifadeyle sabah evden çıkıp bahsettiğimiz caddeler üzerindeki bir
Biz taşrada yaşayan eşcinseller yaşanılan durum ve şartlar
dersaneye gidiyorsanız, oraya varana kadar tanıdığınız 10 kişiyle
ne olursa olsun terk de edemiyoruz, sevmemiz de olası değil.
karşılaşmanız gayet normal bir şeydir.
Kişisel
eğitimini
almış
ya
da
kendini
yetiştirmiş
olarak
nitelendirdiğimiz bir kısım eşcinsel biraz da maddi olanakların Hal böyleyken bir eşcinsel olarak bu şehirde olmak ve
verdiği rahatlıkla kendilerine geçici çözümler (kimi zaman kalıcı
hissetliklerini rahatça yaşabilmek oldukça zorlaşıyor. Hele de
da oluyor) bulabiliyorlar. Ama zaten çoğu kalabalık bir aileden
çoğu eğitimsiz olan ve kendilerini “Aktif Gey” olarak tanıtan,
olan birçok eşcinsel de karamsarlıktan başka çözüm bulamıyor.
amaçları sadece cinsel tatmin olan insanların da epey bir
İçinde bulunduğumuz vahim bile diyebileceğimiz bu durumu
çoğunluğa sahip olduğu da düşünülürse otokontrol kaçınılmaz bir
mercek altına almak ve beraber çözümlere gitmek için
önleme dönüşüyor. Hayatımıza 90'lı yılların sonunda giren ve
dayanışma ve eğitim şart. Bunu bir sonraki yazımda daha detaylı
bize görünüşte rahatlık (!) ve özgürlük (!) getiren internet,
ele alacağım. Bir ayna olmak her zaman güzel değildir…
yaşanılmaya çalışılan aykırı hayatı sadece kelimelere dökmenin ötesine gidememiştir. Çünkü şehir aynı şehirdir, insanlar aynı insanlar. Arayış bitmiyor. Aranan sadece seks olsa sorun değil; eşcinseller duygusal açlıklarını da gidermek istedikleri için kendilerini anlayabilecek diğer insanlara ulaşmayı, belki bir ihtimal
de
olsa
bulabileceklerini
düşünerek
birçok
'chat'
(muhabbet) kanalında ya da internet sitelerinin arkadaş arama bölümlerinde büyük bir zaman kaybı yaşıyorlar. Ama ümit bitiyor
bölüm - II Kim bu aynada görünmek istemeyen görüntüler ve kim bu
Rehber de!
onları göstermek istemeyen ayna? Toplum insanın aynasıdır değil mi? Bazen hastalık oldu, bazen günah, yasak vs… vs… Kimse o kopan sessiz fırtınayı hissetmedi, hissetmek istemedi belki de. Basmakalıp kelimelerin gölgesinde büyüdük, büyüyoruz. Bırakın
ı yaslamalar baş ı nı alı p
Tabi bu noktada k
gidiyor.
eşcinselliği, cinsellik hep tu-kaka bir şey, ayıp olarak, günah olarak öğretildi bizlere. Cinsellik konusunda kulaktan dolma bilgilerle kendini yetiştirmeye çalışan bir bireyden kendini cinsel manada
Ben neden böyleyim?
tanımasını dahası kabullenmesini beklemek biraz ö…z altında buzağı aramaya benzemez mi? Neden
Nesiller boyunca gelen bu tekdüze
ve
diğer
arkadaşlar
ı mdan farklı
hissediyorum?
ı p bilgilerin ı ş ı ksı zlı ğ ı nda büyüyen bizler
basmakal
ı ş eyler hissediyoruz. Aman
günün birinde farkl
Ve… Ve… Ve…
Allahı m! Ne dehş et bir ş eydir bu. Zaten Tabii ki bu soruları n mantı klı bir ş ekilde ailesiyle,
ı yla baş ı
çevresiyle ve monotonlaşan hayat
cevaplaması
gerekiyor. Bir muhatap
dertte olan bizler, kendimizi bir anda ucu bulunursa ş ayet. Bulamadı k. Sustuk, bucağ ı görünmeyen
bir çölde buluyoruz. Tek bir iz yok… yazıları ve ege için yazılanlar için kaosgl.org’e bakabilirsiniz...
27
NEFES, ÖZÜR, RÜYA ve TRT 4 Hakan Aydoğan - 2008
çardak taşra'da lezbiyen ve biseksüel
kadın olmak… “Taşra"yı, bir "mekan, alan, yer" olarak düşünmüştük önce; meğer daha çok, bir "hal"miş. Ve ara sıra, "zaman zarfı"na, pek sıklıkla da "iyelik eki"ne bürünüyormuş bu taşra. Onsuz da var olunuyormuş, ancak onunla olunca bir şekle giriliyormuş öğrendik ki. Şekle girmek gerekiyormuş söylenenlere göre. Kimileri de, eksiz kalınca duyulan yalınlığı üstün tutarmış eklere.
Hayatın yalın haliymiş bu. Ancak, taşrada yalın kalınmıyormuş; insana dair birçok şey, üzerine bütün ekleri çekiyormuş anlaşılan. Öykülerimizden anladığımız, birçok şeyin içinde bir taşra olmasıydı. İyelik eklerinin her birine bağlı olan bir taşraydı bu. Ve bu taşra, kadınların, hele hele eşcinsel ve biseksüel kadınların içinde bulunuyorsa, çok daha çetrefilleşiyormuş ekler. Aşk hayatına emir kipleri bulaşıyor, hayaller yalnızca gelecek zamanın mekanlarında dolaşıyormuş.
Bizler de hikayelerimizi, mürekkeple yaptığımız işbirliğiyle paylaşmaya karar verdik. Olur da bizimkiler, daha nice hikayeleri ortaya çıkarır, aşkın en yalın ve şimdiki zaman kipli halini, gidip getirir ümidiyle...
düzenleyen: nevin öztop & pelin kalkan
taşraya rağmen büyümek Zeynep Aslıhan
30
Uyandığımda beynime, gördüğüm kâbusların kalıntılarıyla
olan herkesten'' korkan ve sindirmeye çabalayan insanlardan
son zamanlarda iyice bastıran suçluluk duygusu hâkimdi.
kaçışım yoktu. Küçük öğretileri ve bencillikleri arasında sıkışıp
Yorulduğumu kabullenmeye yakınım. Kendime dair kendi içimde
kalmıştım. Ergenlik dönemimde yavaş yavaş kendimle ve
savaşırken, bir de çevremdeki düşüncelerle savaşıyorum. Her
düşüncelerimle
gün insanların beni ne kadar az anladığını düşünürken, onlardan
''samimi'' azınlığıma farklılıklarımdan söz ettim. Bunu yaparken
baş
edebilmeyi
başardığımda
çevremdeki
adım adım hızla uzaklaşıyorum. Özellikle sevdiğim insanlar beni
içimdeki korku iyice bastırıyordu; çünkü biliyordum ki onlar
hayal kırıklığına uğratıyor. Birey olduğumdan, onlardan farklı
filmlerde gördüğüm insanlar kadar rahat olamazlardı. Ne eksikti
olabileceğimden bihaberler. ''Burada olmak çok zor.''
bir türlü anlamıyordum. Ne öğrenmeleri gerekiyordu? Duvarlarını
Sanırım bu cümleleri yazdığımda lisedeydim. Anılarımı karıştırana kadar bir zamanlar bu kadar kapalı ve bu kadar kaçak olduğumu
unutmuşum.
Her
zaman
kimliğimi
kabullenme
kırmak için ve önümdeki denizi aşmaları için ne gerekliydi. Beni
seven
insanlar
dahi
beni
olduğum
gibi
kabul
edemiyorlardı! Geleneğin son kalelerinden birinde, hoşgörü
konusunda çok geride kalmışımdır. Tam olarak kendimi gerilere
merkezinden bir o kadar uzak insanlar... Bunun ruhumda açtığı
atmaktan vazgeçtiğimde çoktan yıpranmıştım.
yaralar uzun süre kapanmadı ve sanırım hayatım boyunca beni
Üniversiteye kadarki öğrenim hayatım boyunca, çevremdeki
kovalayacak. Ve sonra biraz daha büyüdüm. Oluşturduğum
çoğunluktan farklı olarak kadınları da sevebildiğim için birçok
küçük çevrede benimle ilgili bir ''ayrıntı''yı öğrenip uzaklaşanlar
kere görünür bir biçimde ya da üstü kapalı olarak dışlanmışlığım
dışında kalan insanlarla birlikte yola devam ettim. Yıllarca
vardır. Bazen onlar yapardı ve bazen de ben kendimi çekerdim. Bu istemliydi ya da değildi; yalnızca sahip oldukları keskin tabulara ve kilitlere dayanamıyordum. Biraz yalnızdım ve bunun
benim
için
en
iyisi
olduğunu
düşünmüştüm. Yaşadığım dört duvar misali küçük şehre; geliştiğinden bahsedip duran ve buna
rağmen
yaşamlardan
ve
kitaplardan,
değişik
hoşgörüden
habersiz
insanlardan; bütün bu ''kendilerinden farklı
yaşadığım
Ne öğrenmeleri gerekiyordu? Duvarlarını kırmak için ve önümdeki denizi aşmaları için ne gerekliydi.
kendimi
dışlama
ve
başkaları
tarafından dışlanma durumlarını yok eden, derimi yırtıp gerçek beni açığa çıkaran, beni ben olduğum
için
koşulsuz
seven
insanlar
topluluğuydu onlar. Küçük bir şehirde ihtiyacım olan en önemli şeydi belki de bu. Hayatı köşeli yaşayan ve yaşatmayı dayatan insanlar varken kendimden uzaklaşmamı engellediler belki de. Diğer insanların düşündükleri artık önemsizdi, tıpkı nerede yaşadığım gibi.
yalnız bir kadın olmayacağım
üniversite olduğunu defalarca aklıma kazıdı. Ben o sene üniversiteyi kazanmadan ailemden uzaklaştım. Birkaç yıl sonra aşk girdi hayatıma. Onun yaşadığı, aşık olduğu şehre geldim. Ben de bu kez bir kadını, bir evi değil koskocaman,
seçin vural
gri bir şehri yuvam yaptım. Ankara'da kalabilmek için önce iş
dergi@kaosgl.org
Ben Ankara'da yaşayan, 29 yaşında
eşcinsel
bir
kadınım.
Kendimi keşfetme sürecim küçük yaşta başladıysa da tamamen kendimi kabul etmem 17 yaşına kadar sürdü. Platonik aşklarımı
bulmaya çalıştım. Farklı deneyimlerim oldu, zor bela üniversiteye girdim. Ankara'da dostlarım oldu, bana benzeyen, benzemeyen aslında hiç mi hiç benzemeyen. İlişkilerim oldu. Beni büyüten çok küçülten… Daha sonra yaşamıma, sosyal ilişkilerimi genişleten, benim eşcinsel kimliğimi, kadınlığımı, kafamdaki düşünceleri hazmetmeme yardımcı olan Kaos GL girdi.
saymasak ilk yetişkin ilişkim o yaşta oldu. O dönem ailemle birlikte güneyde bir sahil kentinde yaşıyorduk.
küçük bir şehirdeyim
Küçük, dedikodunun bol olduğu, insanların birbirlerini tanıdığı ve akraba ilişkilerinin sıkı olduğu bir yerdi. Farklılığının farkında olan her birey gibi bende çevreyle, onların istediği gibi
Melisa Aslan
ilişki kuramıyordum. Eşcinselliğimin, onların ahlak değerleriyle
Taşra insanların içindedir. Açılınca çevrende yaralayan
çakışması kendimi, toplumu, yaşadığım yeri sorgulamama
insanlar varsa senin duyguların törpülenir taşlaşırsın, suçu
neden oldu. Bugün düşündüğümde eşcinsel olmasaydım yine
büyük kentte olmamaya atarsın orada her şey serbest ya! Küçük bir şehirdeyim, insanlara açılmayı düşünmüyorum,
onlara göre aykırı (feminist) olurdum. Yaşadığım yerde bir öğretmenim vardı. Onunla sohbetlerimin
herkes o kadar kapatmış ki kendini ve küçük bir yer, herkes
ne kadar samimi ve rahat olduğunu anlatamam. Onun evi benim
herkesi tanıdığı için berbat ama güzel... Bu halimle iş
için ailemden, çevreden, dedikodulardan uzak arındırılmış bir
arkadaşlarım ki erkekler çoğunlukta, kadın olsun erkek olsun,
yuvaydı. Dinlediği müzikler, bana okuttuğu kitaplar değişikti,
seviliyor ve takdir ediliyorum, eşcinsel olduğumu söylesem amanın küçük bir kıyamet kopar! Burası kendini keşfetme yeri ya
güzeldi, insanın içini burkuyordu… Küçükken bir film izlemiştim. Yalnız bir kadın vardı. Film; sessiz, insanın içini burkan, insan rahatsızlık hissi veren garip bir
da keşfettirme yeri değil. Ve taşrada ışık kirliliği olmadığı için geceleri samanyolunu izleyebilirsin
filmdi. Çok korkmuştum. O zaman ben hiç yalnız kalmayacağım, hiç bu kadın gibi olmayacağım, benim bir sürü çocuğum olacak, normal bir yaşamım olacak diye düşünmüştüm. Büyüdüm, zaman geçtikçe o kadın oldum. Korktuğumun aksine rahatladım. Bir gün hocamın, (ilişkimiz boyunca ona hocam diye seslendim) öğretmenler gününü kutlamaya gittim. O gün rakı sofrası hazırlamış ama arkadaşları gelmemişler. Biz de birlikte içelim, dedi. Uzun uğraşlar sonucu izin alabildim. O gece ona açıldım ve “BEN KADINLARI SEVİYORUM” dedim. Bunu dışarıdan söyleyince bana bile garip geldi, o yüzden onun garip bakmasını yadırgamadım. Ona bunu söylememin nedenini defalarca, o sormasa da anlattım. Bütün gece utançtan, binbir düşüncenin, paranoyanın ince ipinde gezindim. Ama gecenin sonunda başka birinin daha açılacağını bilseydim, o kadar tedirgin olmazdım. İlişkimiz iki yıl sürdü. Bu iki yılın içine bizden daha çok çevre korkusu,
kavga,
ayrılıklar,
taşınmalar,
bambaşka
yaşam
kurmalar girdi. Ben çoğu zaman onu anlamayacak kadar çocuk, o çoğu zaman benim normal bulduğum şeylerden tedirgin olacak kadar yaşlıydı. Bulunduğumuz yerin bizim üstümüzdeki baskısı onun
taşınmasına
kadar
sürdü.
Çevreden
o
kadar
çok
korkuyordu ki, her gün ilişkimizi bitiriyordu. Benim ilk ilişkim olması ve kişilik yapım nedeniyle ilişkiye, ona fazla bağlıydım. Hayatım
aksiyon
filmi
gibi
heyecanlı
olması
gerekirken,
mükemmel bir drama dönüştü. O taşınma sürecini yaşarken bir yandan benim oradan ayrılmam gerektiğini, kurtuluşumun
fotoğraf: hakan aydoğan
31
muhacir
manisa’da gey olmak... Türkiye'de Eşcinsel Olmak deyince akıllara hep İstanbul başta olmak üzere büyük şehirler gelir. Sanki eşcinseller sadece büyük şehirlerde yaşıyorlarmış gibi. Büyük şehirler dışında şehirlerde, kasabalarda eşcinseller mutsuz olurmuş gibi düşünüyoruz. “Manisa'da gey olmak!” söyleşisinde bunun böyle olmadığını görüyoruz. Hüseyin Derviş yaşadığı şehri sevebiliyor ve dengelerini bu şehirde kurabiliyor. söyleşi: umut güner Bize kendinden bahseder misin?
Ankara'da başladı. Öylece gelişiverdi. Benim için o kadar doğal
25 yaşındayım. Manisa, ailemin Bulgaristan'dan göç ettiği,
bir süreç olarak işledi ki, kendimi hiç o kadar huzurlu hissettiğimi
büyüdüğüm şehir. Manisa'da belirli sosyal faaliyetler hep sınırlı
hatırlamıyorum. Sonra tatillerde Manisa'ya geldikçe görüştüğüm
kalıyor. Belirli yerel örgütlerde çalışmaktan ziyade zamanımı
tanıştığım insanlar da oldu. Ceviz kabuğunun içine saklanmış gibi
dolduran bir şey yok. Bir yandan da lise yıllarında bana hep
dışarıdan baktığımda, asla benim gibi gey olamaz dediğim
küçük, dar ve karmaşık gelen bir şehirdi burası. İnsanlarıyla
insanlarla aynı hayatı paylaştığımı gördüm tanıdıkça. Tabi bu
anlaşmak zordur. Hele ki cinsel kimliğinizi keşfettiğiniz yıllarda
kadar açılmamın ve rahatlamamın altında, önce arkadaşlarımla
böyle bir şehirde yaşamak hakikaten zor. Ancak ben bunu
internet ortamında görüşmemin de etkisi oluyordu.
üniversiteye başladığımda aştım sanırım. Hele ki eşcinselliği
32
kabullendikten sonra insanlar tarafından garipsenmemek için
Manisa'da
müthiş bir çaba içerisine girdiğimi hatırlıyorum. Çünkü bunu
oturuyorsun.
oturttuğunuzda çizgiden dışarı çıkmış oluyorsunuz. Şimdi burada
insanlar
mutluyum, çünkü arkadaşlarım var.
ayrılamıyorlar!
ailene Bu
yakın
nasıl
ailelerinin
ama
oldu?.
onlar”dan
Genellikle
yanından
ayrı
Türkiye'de
"evlenmeden"
Şöyle ki, benim ailem Balkanlar'dan, Bulgaristan'da doğup, Eşcinselliği kabullendikten sonra dedin? Ne zaman kabullendin?
büyümüş insanlar. Bilinen belirli siyasi olaylardan ötürü 1990'da Türkiye'ye göç ettik. Çocuk yetiştirme ve çocuğa saygı anlayışları
Aslında içimde hep kabul ettiğim bir şeydi, ancak sonradan fark ettim ki bu duyguları içimde ayırıyorum, çevre ve aile
biraz
daha
farklı
bu
yüzden.
Her
ne
kadar
gelenekler
çerçevesinde yaşıyor olsalar da, bireysel özgürlüğe inanan bir
yüzünden kendimi başka bir kılıfa heteroseksüel bir yaşam
ailem var, daha da uzakta farklı bir şehirde yaşayabilirdim.
formuna
Ancak, şu aşamada çalışma alanım ve ekonomik durumum bunu
uydurmaya
çalışıyorum.
İşte
bütün
bunları
birleştirdiğim an daha rahat ve özgür yaşamaya karar verdim. O
gerektiriyor. İki dairede altlı üstlü hem ayrı hem yakın
günden beri mutluyum kabullendiğim an derken kast ettiğim
yaşıyorum.
kendimi
mutlu
hissetmeye
başladığım
dönem;
sınıftaydım.
lise
son Ailen eşcinsel olduğunu biliyor mu? Belki de bu söyleşiyle öğrenirler. Bilmiyorlar tabi, ama
Liseyi nerde okudun, üniversitede nerdeydin? Liseyi
Manisa
Cumhuriyet
Lisesinde,
üniversiteyi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudum.
Peki eşcinselliği kabul ettiğin bu dönemlerde
eşcinsellerle
ilişkilenebildin mi? Evet, ilk ilişkilerimi de tam da bu dönemde kurmaya başladım. Tabi ki
bilmelerini istiyorum. Söylemeyi düşündüğüm ilk anda bunu
Ceviz kabuğunun içine saklanmış gibi dışarıdan baktığımda, asla benim gibi gey olamaz dediğim insanlarla aynı hayatı paylaştığımı gördüm tanıdıkça.
daha farklı yollarla yapmam gerektiğini fark ettim.
Sadece
olmazdı.
söyleyip
Hazır
geri
adım
cevaplarım,
atmak
savunucu
kelimelerim olmalıydı, bu konuda kendimi yetkin hissetmedim tam da bu durumu akışına bırakmışken düşünenler
Kaos'un için
ailelerine
hazırladığı
bir
açılmayı makaleyi
okudum. Çok geniş bir zamana yayarak bunu açıklamaya karar verdim. Ancak bu zaman gelene
kadar
da
ke n d i m i
gizlemem
gerekmiyordu. O yüzden beni anladığını ya da anlayabileceğini
homofobik söylemleri olan ünlü bir oyuncuyla da orada
düşündüğüm insanlarla paylaşıyorum hayatımı.
karşılaşmıştım. Yanında sevgilisi de vardı tabi, hayat işte böyle…
Gelecekte kendini nerde görüyorsun? Manisada mı?
Son olarak, Manisa'da eşcinseller örgütlenebilirler mi?
Yalnız mı? Ya da başka bir yerde başka bir halde? Aslında
örgütlenebilirler,
bu
ortamın
var
olduğuna
Türkiye'de olmak istiyorum belirli bir şehirde yaşama planım
inanıyorum. Ancak sadece bir ses olarak kalmaya mahkum,
yok. Yalnız olmak istemiyorum ama mutlaka hayatımda biri
çünkü müthiş bir nefret var, birçok yerde olduğu gibi böyle
olacak sanırım. Yakın bir dost, belki bir sevgili, yol arkadaşı...
örgütlenmelerin çıkışını kıyamet alameti sayan bile çıkabilir.
Doktora eğitimine başlamak tek hedefim bugünlerde, ileriye
Üniversitenin varlığı birçok şeyi değiştirecek ama buna eminim.
yönelik bir şeyler yapabilmek için bir adım olacak. Üniversite ortamını çok seviyorum, farklı bir havası var çünkü, bu beni hep mutlu edecek, akademik alanda ilerleyeceğim.
Son olarak, seninle yaptığımız söyleşi gerçekten İstanbul, Ankara, İzmir dışında da bir eşcinselin mutlu olabileceğini gösteriyor. Sen bir eşcinsel olarak Manisa'da
Manisa'da günlerin nasıl geçiyor?
yaşamayı başarmışsın. Senin gibi Türkiye'nin farklı
Manisa'da İl kütüphanesinin demirbaşı oldum bugünlerde, çalıştığım bir STK'nın projeleriyle ilgileniyorum, Manisa'da da
şehirlerinde yaşayan eşcinsellere bir şeyler söylemek ister misin?
örgütlenmesi olan bir STK bu (TOG). Bahsettiğim liseden bir
Başka bir şehirde ya da küçük bir şehirde mekan bir tarafa,
arkadaşım var, onunla zaman geçiriyoruz. Onu anlamaya ve
yaşam biçimimiz ya da farklı bir ruh yapısına sahip oluşumuz bizi
çözmeye çalışıyorum. Destek olmak istiyorum ona benim kadar
çevremizden farklılaştırmıyor ve bizler de bu kültürün ürünleri
şanslı değil çünkü. Bir arkadaşım ticaretle ilgileniyor, bir cafe
olan insanlarız, çevremize bu bağlılıkla bakmalıyız, bu kültürel
açacak, biliyorum ki Manisa'da da eşcinseller var ve onların nefes
yapı içerisinde bir unsur olduğumuzu hem de önemli bir unsur
alacağı bir yer açması konusunda ona diretiyorum hala ikna
olduğumuzu unutmadan güvenle yaşamalıyız. Elbette ilk adımda
olmuş değil tabi, "taşlarlar" diyor, "girme kanıma" diyor. O da
haykırış olarak çıkmaz sesimiz, basık kalır, ama çığlık çığlıktır.
haklı tabi...
Güvenelim kendimize.
Geçmişe dönüp baktığında keşke dediğin anlar var mı Manisa'ya ilişkin? Olmaz mı, eğitimli ya da eğitimsiz ne olursa olsun eşcinsel bir insan ister istemez duygusal olarak birçok insandan farklılaşıyor; daha özgür bir ruha en azından o potansiyele sahip, keşke lise yıllarımda kendimi bir eşcinsel olarak daha mutlu görmeyi başarabilseydim diyorum. O zaman çok daha farklı şeyler yapabilirdim. Bir de lisede hoşlandığım (gülüyor).
bir
çocuk
Kısıtlanmak
vardı
sanırım
büyük
onu
işkence
tavlardım
kendimdeki
potansiyeli o yıllarda görmeliydim diyorum, üniversite yıllarında geç oldu biraz.
Manisa'da bir eşcinselin bir günü nasıl geçer? Eşcinsellerin sürekli gittiği hamam, bar, sinema var mı? Benim günüm bazen Manisa'da bazen İzmir'de geçiyor. Tanıdıklarım açısından baktığımda ya evlerinde ya da işten eve şeklinde sınırlı ve kapalı bir gündemleri var. Gece kulübü olarak bir iki rahat mekan vardı önceden, AKP'li belediye onlara da sınırlama getirdi içkili mekanlar olması nedeniyle. Tarihi bir hamam var yalnız! Sultan Hamamı diye bilinen; hem heteroseksüellerin hem de eşcinsellerin gittiği, sade, temiz ve güvenli bir alan. Bir kez gittim ve hayatımda hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum, o zaman sevgilim vardı onunla gitmiştim. Röportajlarında
33
çenti
KİBRİT KUTUSU eda kocaoktay susuzlugun_gectimi@hotmail.com
Kokusu farklı oraların; buralar gibi
olan kadın olmak... Hem de taşrada!! (hep böyle hissedilir;
değil.
Havası
yaşamak
farklı...
Orada
dünyanın sonu gibi. Karanlıktasınız da ışık çok uzaklarda bir
farklı.
Yolda
yerdedir. Ona ulaşmak için bir elin uzanmasını beklersiniz).
bile
yürümek,
selamlaşmak,
konuşmak, buluşmak, sevişmek,
o "şehre" gidebilirsem olur! Nefes bile alabilirim!" hayalleriyle
sevişebilmek, her şey farklı. Ama
"göçeceğiniz" günü bir kibrit kutusunda beklemek işte. Bundan
"FARKLI" olmak daha da farklı...
güzel tanımlayamazdım bu durumu sanırım. Aslında isimlerinin
Kibrit kutusuna zar zor, ite kaka sığdırılabilmiş bir hayat
başına "metropol", "kozmopolit", "dünya başkenti" gibi sıfatlar
düşünün; hep "dışarı"ya taşmak isteyen... Patlamaya hazır
getirilmiş (değişikliği isminde, görünen yüzünde kalıp, özünde
volkan misali... Tam da o kadar işte; bir kibrit kutusu. Hep
zerre değişiklik olmamış), kokusu farklı olup, adı şehir olan
önünüze
"taşranın gelişmişi" olan o yerlerde(kötünün iyisi) de durum göz
sunulan
seçeneklerden
birini
yapmak
zorunda
olduğunuzu, kendi fikirlerinizi söylemek için ağzınızı her
alıcı parlaklıkta değil. Yani kibrit kutusu değil de küçük bir ev...
açtığınızda
Ama yine de daha şanslı, yine de nefes alacak boşluk çok, yine de
katlinize
ferman
hazırlamak
için
pusuda
bekleyenlerle o kibrit kutusunda yaşamak zorunda olduğunuzu. Bir "FARKLI" olarak, bir transeksüel olarak kibrit kutusunda doğduğunuzu düşünün; taşrada... Siz büyüyüp serpildikçe, filizlenip çiçek vermek, muhteşem
biraz daha iç açıcı. “Şehirli" transeksüeller ya da taşrada her şeyini bırakıp "göç" etmeyi başarmış transeksüeller... Evet evet siz... Değerli vakitlerinizi ayırıp yukarıda yazdıklarımı hayal etmeyi bir deneyin
kokunuzla "arı"ların ilgisini üzerinize çekip yalnızlığınızdan
lütfen. Bir zamanlar bazılarımızın yaşadıklarını yani. Kalbiniz
kurtulmak istedikçe, kör makaslarla her çiçeğinizin, her dalınızın
daralıp, kendinizi ağlamak üzere bulursanız şaşırmayın.
bir daha filizlenmesin, göze görünmesin diye derinden, çok derinden budandığını getirin gözlerinizin önüne...
34
“Göç" hayalleriyle, "Orada olur! Buradan oraya gidebilirsem,
Bir korku filmi senaryosu değil... Safkan gerçek işte!!! "Taşra"da transeksüel olmak... Gerçek bedenine kavuşmayı bekleyen, tüylü vücudundan
"Taşra"da (bu ayrımlardan, sınıflandırmalardan da nefret ediyorum ama lanet olsun ki var işte!) gizlenmek zorunda kalmış yüzlerce "kader arkadaşınız" olduğunu ve bu kabusu her gün bilfiil yaşamak zorunda olduklarını arada bir de olsa hatırlayın!!! Lütfen... Elinizi arkanıza saklamayın, size elini uzatanın elini
nefret eden, kendisine ait olmayan bir bedene hapsolduğunu
tutun. Uzaktan gelen çığlıklara kapamayın kulaklarınızı, cevap
anlat(amay)an, "kadın" olmak isteyen, aslı kadın olan erkek
verin. Nasıl yol aldığınızı, adımlarınızı nasıl attığınızı, nasıl
olmak... Gerçek bedenine kavuşmayı bekleyen, pürüzsüz
"başardığınızı", O'nun da bunların üstesinden nasıl gelebileceğini
teninden tiksinen ve her geçen gün belirginleşmeye başlayan
anlatın. Gerekirse "bura"dan "ora"ya haykırarak!!
göğüslerini nasıl saklayacağını düşünüp, yanlış bir bedene hapsolduğunu anlat(amay)an, "erkek" olmak isteyen, aslı erkek
Anlatın; umut olsun.... İSTANBUL, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ya da Baştaşrası
fotoğraf: hakan aydoğan
taşra sıkıntısı
ANA RAHMİNDEN ÇIKIŞ YOK! Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli adlı romanının klostrofobik kahramanı Zebercet'in, küçük bir taşra kasabası otelinde, Godot'u Beklerken 'ini andıran, ümitli bir can sıkıntısından gördüğü gündüz düşleri; hegemonik erkekliğin, militarist bir yapıyla kemikleşerek bir simgeye dönüştüğü 70'lerin boğucu taşra atmosferini anlatır.
yeliz kızılarslan yelizkzlarslan@gmail.com
Türkiye edebiyatına modern gotik türün ilk esaslı
örneklerinden
Aşırı hızın, aşırı kaygıya ve oradan da terk edilmiş taşrada vuku
olarak
bulan bir can sıkıntısına dönüşmesi bir tesadüf değil Atılgan'ın,
adlandırılabilecek Anayurt Oteli adlı romanı
Cumhuriyet sonrası Türkiye edebiyatını Tanzimat ve az öncesinin
kazandıran
Yusuf
Atılgan,
biri
gerilimli
bir
cinayete doğru adım adım sürüklenen, yalnız ve suskun taşra oteli görevlisi olan saplantılı ve
sanrılı
bir
kişiliğe
sahip
değişme, modernleşme ve Batılılaşma sancılarıyla buluşturduğu romanında. Bu bakımdan, Türkiye edebiyatının simgesel ucubesi/ ulus
Zebercet
devletin cinsiyetsiz anne/ kadın imgesine hapsettiği tekinsiz
karakteriyle; taşra, sıkıntı ve bastırılmış
öteki'si küçük burjuva Zebercet, kenara itildiği taşrada yaşadığı
cinsellik temalarını, muazzam bir imgelem gücüyle kesiştirerek
bastırılmış cinsellikten kaynaklanan sıkıntı buhranlarını gecikmeli
anlatır.
Ankara treniyle gelen ve otelde bir oda kiralayan kadının gidişinden
Böylelikle, 1987'de Ömer Kavur tarafından filme de alınan
sonra, tüm yaşamını onun bir daha gelme umuduna bağlayarak,
Anayurt Oteli'nin karanlık ve sıkıntılı karakteri Zebercet hem
sürekli düş kurar. Bir daha göremeyeceği bu kadının hayaliyle
sinemaya hem de edebiyata, Batı sinemasında freak olarak
yaşayan ve bir ölü gibi dolaşan Zebercet aslında, kadını görmeden
adlandırılan 'ucube' karakterini de kazandırır. Peki hangi bağlamda
öncede adeta E. Allen Poe'nun hikayelerinden fırlamış bir zombi'dir.
freak'tir Zebercet?
Bastırılmış cinselliğini yıllarca uykuda tecavüz ettiği temizlikçi
Romanda, gerçeklik yerine saplandığı kadın imgesinde takılı
kadınla sevişerek çıkaran ve sonunda yalnızlıktan ve insan sesi
kalan ve gündüz gördüğü düşlerin içinde yaşamayı tercih eden
duymamaktan delirdiği için onu öldüren Zebercet'in şiddete
Zebercet, bastırılmış cinsellikten kaynaklanan psikolojik sorunları
eğilimli kişiliği kanlı horoz dövüşü, tavayla öldürülen kedi,
olan bir adam profili çizerken; dış dünyasının korunaklılığı, iç
röntgencilik, Ankara'dan gelen kadının kullanmış olduğu havluyla
dünyasının sefil ucubeliğiyle tezat oluşturur.
mastürbasyon yapması gibi ipuçlarıyla da ima edilir.
Nurdan Gürbilek, Yer Değiştiren Gölge adlı kitabının 'taşra
Yalnız Zebercet, bir başkasıyla uyanıkken ve hayatı gerçekten
sıkıntısı' bölümünde Zebercet'in bir taşra kasabasına sıkışmış dar
yaşamasının başarısız olacağının bir simgesi olarak, bir gece
hayatının içinde iyice daralmış ruhunun derinliklerinden fışkıran ve
kadına yine fark ettirmeden uykuda tecavüz ederken “Uykuda
gün geçtikçe artan can sıkıntısının (Fransızca ennui) kaynağı olarak
istemiyorum artık” der. Vücudu buz kesen ve kadınla cinsel ilişkiye
dışarıda bırakılmayı gösterir.
giremeyen Zebercet, ani bir reflekse onu öldürür.
Tıpkı, tüm yaşamını yaşlı annesiyle geçirmek zorunda kalan bir
“Ne ölü, ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet, anne
erkeğin yaşadığı sıkıntıdır Zebercet'in sıkıntısı Gürbilek'e göre.
rahmine dönüşü simgeleyen Ana- yurt Oteli'nde sıkıntıdan
Romanda, sahiden de yaşlı bir annenin yedi aylık doğan çocuğu
boğulmuş kişiliğinin bastırılmış tarafının, içindeki ucubenin dışarı
olan Zebercet; Keçeci Zade Malik Ağa'nın torunu ve bastırılmış
çıkmasının sonucunda bu cinayet işler.
kişiliğini simgeler bir tarzda aşırı saygılı bir tiptir, Gürbilek'in
Temizlikçi kadının ölümü bu anlamda Zebercet'in bilinç dışında
benzetmesiyle ise 'bir küçük askerdir.' Gerçekten yaşlı annesiyle
yatan, rahminden çıkamadığı ve gerçek anlamda, otelden başka
yaşamasa da, ailesinden miras kalan konaktan bozma Anayurt
yaşamı olmayışıyla simgelenen anne imgesine kıstırılmış ruh
Oteli'nde yalnız ve bunaltılarıyla yaşar.
halinden kurtuluşudur.
Merkezin kenara ittiği, dışarıda bıraktığı ve bu yüzden de
Temizlikçi
kadını
boğarken
sıkıntısından
alamama durumuna son vermek ve ana-yurt'tan çıkmak için
(devlet) memuru karakteri olarak, bürokrat elitler aracılığıyla
ötekileştirdiği kadını öldürür.
modernleşmesinin
gecikmişlikten
kaynaklanan aşırı- hızına ya da kaygılı telaşına getirdiği bir eleştiridir.
boğulma/
(taşra)
kendine yabancılaşarak içindeki ucubeyle baş başa kalan Zebercet,
Türkiye
simgesel
kendi
aynı zamanda Atılgan'ın konaktan bozma otelinin katibi/ bir nevi
gerçekleştirilen
kaynaklanan
aslında,
nefes
Ve kadının öldürüldüğü an, romanın başında geçen bir cümle tekrarlanır sanki: “...insanın ölmesi nasıl da kolaydı.”
35
cumbuş
taşrada bir külkedisi Merhaba Canlarım,
İnsan yaşlandığında dili ve beli kıvraklığını kaybettiği, gövdesi muhtelif pozisyonlar için gerekli olan esnekliği yitirdiği için eski günleri daha bir hasretle anar oluyor. Geçmişi özlemle andığım böyle bir gece eski resimlerime bakayım dedim. Siz bilmezsiniz o zamanlar bilgisayar yoktu, dijitıl makineler yoktu; böyle bir saniyeyi 10 kere çekip sonra da en iyisini seçip diğerlerini silme şansınız yoktu. Üstelik fotoşop gibi programlarla da yüzünüzü istediğiniz gibi değiştiremezdiniz. Bu sebeple eski fotoğraflarda insanlar ya altına az önce işemiş de kimseye söyleyememiş gibi mahzun ya da kendinin ne hoş olduğunu bildiği için göğsü kabara kabara çıkarlardı. Tabi, böylelikle o internetteki tanışma sitelerine en güzel resminizi koyup sonra da şam şeytanı gibi bir suratla kimseyle buluşmazdınız.
(Lafım
sana
'İst_Atletik_Manken'
rumuzlu,
karıncayiyen suratlı yaratık. Rumuz diyorum çünkü zamanlar “nick” denen şey de yoktu) Sinir, tansiyonuma iyi gelmiyor. İtiraf ediyorum, ben bu
36
karıncayiyenle buluştuğumda ki adeta emerek yediği keşkülün parasını da bana ödetmişti ve burnunun ucuna yapışan tarçın tabakasından
habersiz
sırıtarak
benim
keşkülcağızıma
oynadığım yırtık pırtık, etekleri dizlerimde, her yanı yamalı bir
bakıyordu- anladım ki ahir ömrümde evde besleyeceğim yeni bir
elbise, yüzüme gözüme ısrarla sürüldüğü her halinden belli
petin sorumluluğunu üstlenemeyeceğim. Hüsran içinde eve
kömür izleri (is diyoruz), uzun saplı bir yer süpürgesi vel hasıl-ı
döndüğümde eski ve fotoşopsuz fotoğraflara bakasım geldi.
kelam tam bir fakir ve acınası yetim bir kız olarak görünüyorum.
Kimi resme bakıp Fatiha okudum, kime resme bakıp
Ama ilginç olan şey ayağımda belli ki daha ilk kez giyilen ve altları
cehennemdeki hangi kaynar kazanın içinde bir suaygırı gibi
kar gibi bembeyaz bir diz altı çorap. O görüntünün içinde inci gibi
sadece gözleri ve burnu dışarıda pişerken zebanilerin kıçlarına
parlıyor. Herhalde oyun yeni başladığı için çorap temiz diye
kaçamak bakış attıklarını düşünüp keyiflendim ve derken bana
düşündüm ilkin. (Provalar sırasında Külkedisini oynayacak kız
ait bir resim gördüm.
arkadaşlar başlarına gelen çeşitli ve nedeni bilinmez kazalar
Senesini vermeyeceğim ki yaşım ortaya çıkmasın, meşhur
neticesinde ve kimin ortaya attığı bilinmeyen 'bu oyun uğursuz'
bir Fransız kız lisesinin artık erkek öğrenci almaya başladığı
söylentisi nedeniyle ortalıktan kaybolduğu için Külkedisini ben
yıllardı.
oynuyorum. )
Ben annemden az önce öğrendiğim dantel modelini sesini
Ama sonra baktım ki Külkedisinin balo sahnesinde de aynı
duyuyordum: “Ben oğlumu kız lisesine yollamam! Gidecekse
çıkarmaya
uğraşırken
alt
katta
bağıran
babamın
şekilde pırıl pırıl altları bembeyaz çoraplarla sahnedeyim. Ama bu
Askeri liseye gitsin!” Korkumdan bir ilmek kaçırdım ve 'Türkan
kez o altları bembeyaz çoraplar balo kıyafetimde çok göze
Şoray Kirpiği” yerine “Türkan Şoray'ın apandisit ameliyatı izi”
batmıyor ama gereksiz bir iddia ile sırıtıyorlar gene de. Ancak
adlı motifi keşfetmiş oldum. Neden sonra, sanırım babaannemin eğer askeri liseye
diğer bir fotoğrafta balo sonrası fakir eve varmışım, gene üstüm başım pis fakat yine inci gibi beyaz soket çorap… Son sahnenin
gidersem beni 'bozacaklarını' söylemesi ile babam birden
fotoğrafında da yine yeni ve altları bembeyaz çoraplar
herkesten daha gönüllü bir şekilde beni Fransız kız lisesine
ayağıma ayakkabı geçirmeye çalışıyor.
elleriyle götürüp yatılı olarak kaydetti. Ama anlamadığım
prens
Birden hatırladım. Külkedisini ben oynamak istemiştim evet.
okula kayıt mı ettirdi yoksa evlatlık mı verdi bir daha da ne
Ama erkek olduğum için okulun rahibeleri hayır demişti. Ama
aradı ne sordu.
çeşitli hile ve entrikalarla rolü kapmıştım. Üstelikte bana direk
Bakıp maziye daldığım fotoğrafta “Külkedisi” adlı müsameremizdeyiz. Ben üzerimde külkedisinin ev halini
hayır diyen rahibenin benden başka bir seçeneği kalmadığında ona müsamereye çıkmak için bir de şart koşmuştum. Bana
oyun boyunca giymem için hiç kullanılmamış 10 adet beyaz diz
diye geçirirken mektubun arasından bir fotoğraf yere düşüverdi.
altı çorap temin ettikleri takdirde bu rolü kabul edebilirdim.
Ben bir refleks fotoğrafı tutmaya çalışırken o sündük, ağırkanlı,
Hatırlıyorum
sahneden
her
çıkışımda
ısrarla
gidip
hiç
kullanılmamış yeni bir beyaz çorabı hızla ayağıma geçirip sahnedeki rolüme devam ediyordum.
Altı kaval üstü şişhane
dedikleri gibi bir şey.
en seri tepkisini yaklaşık 5 saniye gecikme ile veren, arasında
giren
demeyeceğim
orada
duran
kıçının
parmağımı
algılayamayan Fuad ışık hızıyla hareket edip fotoğrafı kaptı ve “A! Mélanie bir fotoğrafını yollamış.” tümcesini kendi dilinde
Düşünürken anımsadım ki;
haykırdı: “Öö! Mölönü!”
Yatılı okulda bir Fuad adında bir çocukla yan yana ranzaların
Fuad fotoğraftan gözlerini ayıramıyordu fark ettim. Resmen
alt katında kalıyorduk. Allahım! Fuad'a her baktığımda bütün
aşık olduğu her halinden belli oluyordu. Eğer fotoğrafı vermezse
salgı bezlerim harekete geçiyor, ağzım sulanıyor, terliyorum,
mektubu çevirmeyeceğimi söyleyince bir eli tutarak bana uzattı
burnum akıyor, gözüm yaşarıyor ve apışım ıslanıyor. Öyle büyük
ama vermedi.
bir aşkla ona bağlıyım.
Bir Fransız şıllığı, 14-15 yaşlarında olduğunu söylüyor -ama
Sabah kalkınca ilk işim Fuad'ın uyanıp uyanmadığına
makyajına bakılırsa 20'li yaşlarında gösteriyor- duvarlarında
bakmak oluyordu. Onun sabah sertliklerini, genelde sağına
posterler yapıştırılmış bir odada, tertemiz ve şık bir yatağa
doğru devirip yattığı karpuzdan yuvarlak, yumurtadan biçimli,
yüzüstü uzanmış, bacaklarını dizlerinden geriye kıvırmış, ellerini
ipekten daha pürüzsüz mabadının coğrafi yapısını, bacaklarını
çenesine
kaplayan sert, siyah tüylerini izleyip duruyordum.
gülümsüyor.
Sizin
anlayacağınız Fuad aşağı, Fuad yukarı bir halet-i ruhiye içinde geçen bir yıldı.
dayamış
ve
pişmiş
kelle
tabirini
anımsatarak
Sert bir bakışla Fuad'a çevirdim gözlerimi. “Ee! Nolmuş?” dedim. Fuad şaşırdı ve korktu biliyorum. Kekeleyerek “Ne temiz
Bir ders Fransızca muallimesi Madame Cécile, Fransa'dan
çorapları var.” dedi. Hızla yeniden baktım fotoğrafa. Evet
birer mektup arkadaşımız olacağını ve onunla Fransızca
haklıydı. Mélanie'nin odasında her yer temizdi, üstü başı temizdi,
yazışmamız gerektiğini , üstelik bu mektupların karne notlarımızı
elleri yüzü temizdi (ve güzeldi orospu) hatta beyaz çoraplarının
etkileyeceğini söyledi. Aman herkes pek bir sevindi, ben de pek
altı bile bembeyazdı. Bizim en temizi eski kaşar renginde, altı
bir sevinmiş gibi yaptım. Ama Fuad'ım limondan sarı bir hale
parmak
geldi. Çünkü Türkçesi Fransızcasından kötüydü. O an ben de
çoraplarımız bunların yanında paçavra gibi duruyordu.
mutlu oldum ve Fuad'a mektup yazarken yardım edeceğimi söyledim.
izlerimizin
röntgen
filmi
çekilmiş
gibi
kararmış
O gece Fuad, bana çaktırmadan fotoğrafı yastığının altına koyarak uyudu. Ben uyuyamadım. Hep aklıma o fotoğraftaki bize
Efendim, kuralar çekildi, bana Iréne, Fuad'ıma Mélanie adlı
göre zenginlik, temizlik, medenilik geldi durdu. Kendimi eksik
birer kız çıktı, herkese bir adres verildi, bizlerde muazzam bir
hissettim ilk kez o gece, Ayarıca eksik ya da geri olduğum için
çaba, uğraşa didine yazabildiğimiz yarım dosya kağıdını ancak
Fuad tarafından terk edilmiş.
doldurabilmiş mektuplarımızı bitirdik. Okul yönetimi bunları Fransa'ya postaladı.
Hani kaosGL'nin bu ayki konusuna uysun diye değil de gerçekten de öyle olduğu için yazıyorum bunu; o resimden sonra
Aradan yaklaşık bir ay geçti ve ben Fuad'ımla daha da samimi
ben kendimin artık taşralı biri olduğumu biliyordum. Kendi
oldum. Laf aramızda biraz salak mıydı neydi anlamadım. Şaka
doğalımda kalamayacaktım, o Fransız kızın resminde gördüğüm
adı altında her yerini mıncıkladığımda dönüp o orta parmağımın
auraya doğru çekilecektim çünkü o ilerlenmek istenilenin,
neden kıçının arasında durduğunu merak mı etmezdi yoksa
seçilmiş olanın, kelimelere ihtiyaç kalmadan beğenilen, zengin,
algılamaz mıydı hala bilemiyorum.
güzel ve çekici olanın ta kendisiydi.
Sonra bir günün son dersinde Madame Cécile elinde bazı mektuplarla
çıkageldi.
Bazılarımızın
mektuplarına
Fuad yıl boyu o fotoğrafı kimseye göstermedi. Hep yastığının
cevap
altında ya da sınıfa getirdiği defterlerin arasında sakladı. Önceleri
gelmişti. İsimi okunan gidip mektubunu alıyordu. Bana bir cevap
kıskanmıştım. Ama sonra Fuad'ın dana yalamış gibi saçlarıyla
gelmemişti. Ve umurumda da değildi. Ama Fuad'ın mektubuna
çektirdiği ve gerçekten komik bir resmini yollamasıyla bir daha
cevap gelmişti.
mektup yazmayan kıza sinirlenmiştim; sanki aşağılamıştı Fuad'ı
Madame Cécile, sınıfta gürültü olmasın diye
mektupları yatakhanelerimizde açmamız konusunda bizleri
ama sadece onu değil hepimizi. Bu olayın ardında Fuad'da pis bir
uyardı ve derse devam etti.
hüzün asılı kaldı, ben de ise altı süt beyazı olan çoraplar giymenin
Sonra canlarım yatakhanelerimize gittik. Mektubu gelenler heyecanla zarflarını açmaya başladılar. Fuad mektubu bana verdi.
Hiç heyecanlı ya da meraklı görünmüyordu. Oldukça
sakindi.
Çünkü
biliyordu(k).
yazılanların
hiç
birini
anlamayacağını
Sonra zarfı açtık ve pembe bir kağıda özenle
yazılmış mektup elimde sırıtarak Fuad'a baktım ve ilk cümleyi
Avrupalılık olduğu saplantısı. Neyse eski fotoğraflar işte, eski duygular, eski anılar… Şimdi gidip bir dijitıl makinede alayım. Kendime facebook'ta bir profil açayım.
Artık
hala
diri
olan
yükleyeyim.
ona okudum. “Mon Cher Ami Fuad,” (Sevgili Arkadaşım Fuad) İçimden, 'ne çabuk sevgili arkadaş oldu bu Fransız sürtük'
nerem
varsa
oranın
lokal
fotoğraflarını çekip ille de altı süt beyaz çoraplarla internete
Kendinize iyi bakın canlarım.
37
taşra baskısı
bu şehirde sesimi/zi duyan var mı? “Taşrayı” gündemleştirdiğimizde yerelde örgütlenmelerin sıkıntılarını, umutlarını da Kaos GL sayfalarına taşımak istedik. Bugün için İzmir'den, Eskişehir'den ve Diyarbakır'dan LGBT örgütlerin sesleri yükseliyor. Bizde bu sese sizin için kulak verdik hazırlayan: umut güner & bawer çakır
eskişehir artık görüyor, duyuyor, konuşuyor… “Yerelde örgütlenme; kendi yaşadığın yerde yalnız
kendimi çok rahat hissettim MorEl'de.
olmadığını hissetmek, güven hissi, kimliğine saygı duyarak
Örgütlenmek
hareket etmeni sağlıyor.”
sosyalleşme
MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu'ndan Devrim, yerelde
problemi,
eğer
çok
ailen
de
şey
kattı
ve
öğretti bizlere.”
yanındaysa sorun olabiliyor ama örgütlenme ile
38
hem
hem
önyargılarımızı yenmemiz açısından
örgütlenmenin önemini bu sözlerle anlatıyor. “Görünürlük
bizlere
açısından
Küçük
şehirlerde
birlikte cesaret kazanıyorsun” diyen Devrim'e
örgütlenmenin
göre kendi şehrinde ayrımcılıklara ses çıkarmak
sürdürmenin zor olduğu muhakkak. MorEl'den
çok güzel bir duygu.
ve
LG BTT
mücadelesi
Cihan tüm bunlara rağmen yaptıkları birçok
MorEl 2007'nin Mart ayında Eskişehir'de
etkinlik ve eylemle bu çemberi yırttıklarını
kuruldu. Ne yanlış ne de yalnızız sloganıyla yola
söylüyor: “Bu ülkenin her yerinde örgütlenmek
çıkan grup kendi içinde yaptığı toplantıların
zor; nefes alıp vermek, kimliğinle özgürce
ardından diğer örgütlerin de katkılarıyla hem
yaşamak, ses çıkarmak zor… Bir ofisimiz yok,
Eskişehir'de hem de ülke genelinde homofobi ve
etkinlik
transfobi olmak üzere her türlü ayrımcılığa karşı
zorlanıyoruz. Ancak önümüze çıkan her zorluğa
mücadele etmeye başladı.
yapmak
için
mekân
bulmakta
inat, diğer örgütlerin de desteği ile çok güzel
Bir başka MorEl üyesi Hücrem “İstanbul ve
etkinlikler, eylemlilikler gerçekleştirdik.”
Ankara dışında LGBTT mücadelesi hakkında
MorEl
üyeleri
mücadeleyi
sürdürmeye
konuşmak, tartışmak, öğrenmek için yerel örgütlenmelerin çok
kararlı; “görmeye, duymaya ve konuşmaya devam edeceğiz”
önemli olduğunu” söylüyor.
diyorlar.
Ayşe de örgütlenmenin ne denli hayatı değiştiren bir adım olduğunu kendi pratiği üzerinden özetliyor: “İlk geldiğimden beri
http://moreleskisehir.blogspot.com/
savaşa ve zorunlu göçe rağmen diyarbakır'da umut var Piramid Diyarbakır LGBTT Oluşumu yaklaşık bir yıl önce kuruldu. Türkiye'nin batısında süren LGBTT mücadelesinin ülkenin doğusuna açılması adına en önemli adımlardan biri oldu. “Çevremdeki insanlarla iletişim kurarak bir şeyler yapabilir miyiz diye konuşmaya başladık. Ancak bu, insanların çok fazla ilgisini
çekmiyordu.
Kimliklerimizden
dolayı
var
olan
sindirilmişlik hissi LGBTT insanlarda bir şeylerin değişebileceğine dair inancı cılızlaştırmıştı. Hiç kimse metropoller dışında bir şeylerin değişebileceğini inanmıyordu ve hepsi taşranın hep
taşra olarak kalacağını düşünüyordu.” Piramid LGBTT üyesi ve aynı zamanda da Kaos GL Diyarbakır
Özpamuk
katkı sundu, Newroz'a katıldı ve
bölgedeki savaşa ve zorunlu göçe
muhabiri
olan
Murat
şehirdeki LGBTT yaşamına dair kısa
rağmen
bir film çekti.
örgütlenmenin
neden
gerekli olduğunu böyle anlatıyor. Diyarbakır'da
yükselen
Yo l a sivil
toplumculuğun kendilerinin bir araya
çıkarken
çok
sorun
yaşayacaklarını,
homofobik
s a l d ı r ı l a ra
kalacakları
maruz
gelmesinin de önünü açtığını ifade
düşündüklerini, ancak hiç de tahmin
eden
ettikleri
Özpamuk,
İstanbul'daki
“A n k a ra
örgütlerin
ve
gibi
olmadığını
belirten
yerele
Özpamuk geçen bir yılın sonunda
dönük çalışmalarının olmamasının
kurumsallaşmayı kendilerine hedef
kendi-lerini ateşlediğini söylüyor.
aldıklarını söylüyor.
“Bu süreçte Antalya, Eskişehir ve İzmir
gibi
“ Ke n d i
şehirlerdeki
örgütlenmelerin
varlıkları
umutlandırdı
biz
ve
de
iç
sürerken,
bizi
diğer
düzenledikleri
'neden
tartışmalarımız örgütlerin
etkinliklere
katılan
arkadaşlar kendilerini daha güçlü ve
örgütlenmiyoruz'u, 'neden bir araya
daha heyecanlı hissediyolar. Bilinç
gelmiyoruz'u tartışmaya başladık.
yükseltme
Tüm
bu
soruları
tartışırken
de
toplantıları
çalışıyoruz.
'örgütleniyor olmamız Diyarbakır'da nasıl karşılanır?' diye
Film
yapmaya
gösterimleri,
sohbetleriyle daha fazla şey paylaşmak istiyoruz birbirimizle.
endişeleniyorduk. Bu tartışmalar aslında Piramid LGBTT'yi
Yakın
doğurdu.”
kapsamında Kaos GL'yle bir dizi etkinlik gerçekleştireceğiz.”
vadede
ise,
Homofobi
Karşıtı
Buluşma
etkinlikleri
Tartışmalar esnasında çeşitli olumsuzluklar yaşansa da grup, kuruluşunun ardından Esmeray'ın Diyarbakır'daki gösterisine
http://piramidgl.blogspot.com/
yıllardan sonra, yeniden izmir'de yan yana onlar!
39
“Her ne kadar Türkiye'nin 3.büyük ili olarak bilinse de İzmir, dışarıdan göründüğünden daha atıl bir şehir. İçine kapalı bir havası olan şehrin insanları da kendi halinde... Bu durum politik alanda bir apolitik olma halini beraberinde getiriyor.” Her ne kadar Türkiye'nin 3.büyük ili olarak bilinse de İzmir, dışarıdan göründüğünden daha atıl bir şehir. İçine kapalı bir
başında bu korkuların geldiğini” kaydediyor: “Belli önyargılar yüzünden kapımızı çalmadan giden, bir şey danışmaya çekinen,
havası olan şehrin insanları da kendi halinde... Bu durum politik alanda
bir
apolitik
olma
kampanya çalışmalarında görünür
halini
olamayan birçok insan var.”
beraberinde getiriyor." Kentin rağmen
metropol
İzmir'deki
çalışmaları
istikrarlı
Elbette ki tablo karanlık değil. kimliğine
Gürsoy'a göre destek almak ve
örgütlenme bir
bilinçlenmek
şekilde
şehirde
üzerinden
faaliyetlerini
iletişime
geçmek
zorunda kalmadıkları için mutlu
sürdüren Kaos GL İzmir bu gidişatı
olmaları
varlığıyla değiştirdi.
ve
bunun
vurgulamaları;
“STK'ler birbirlerinden haberdar
örgütlenmenin
olma çabaları içerisine yeni girişmiş
hususunda
durumda. LGBTT hareketi açısından
önemini yerelde
gerekliliği
motivasyonumuzun
temel dayanakları.
da savunuculuk pratiklerine alışık
Gürsoy ve diğer Kaos GL İzmir
bir yer değil İzmir. İnsanlar bizim mücadelemize mesafeli duruyorlar.” “Açığa
noktada
insanların Ankara ya da İstanbul
devam edememişti. İki yılı aşkın süredir
istedikleri
üyeleri de tıpkı Eskişehir ve Diyarbakır'daki oluşumlar gibi umutlular: “İzmir'de de, Ülkede de, dünyada da yapılacak çok
çıkma",
"eşcinsel
sanılma”
korkusunun
küçük
şey var” diyorlar.
yerleşim yerlerinde daha çok hissedildiğini anlatan Erdem Gürsoy “Kaos GL İzmir olarak yaşadıkları en büyük sorunlardan
http://www.kaosglizmir.com/
bukağı hikmet öztürk Her köyün bir delisi, her delinin de anlatılacak bir hikayesi vardır… ‘Bizim köyde…' diye başlayan cümleler kurmayı ben de
BİZ
isterdim. Ama sahiplik eki pek kısmet olmadı bana. Adımı doğru dürüst söylemeyi öğrendiğim gün, yalan söylemeyi de öğrendim. Yalan söylemediğimde ise asla 'biz' olamayacağımı. Peki ama biz değilsem kimdim, neydim ben? O sıralarda köyün delisi olmalıydım sanırım. Öyle ya köyün delisi 'biz' olmak zorunda değildi. O tekti, hükümsüzdü. Adı Refika'ydı, Enver'di; ama en çok da Raziye'ydi. Hem yalan söylemesine de hiç gerek yoktu. Galiba ben köyün delisi bile değildim. Oysa ne çok isterdim o kadar deli olmayı. Yalan söylemeden konuşmayı ve bu dünyada kendi dünyamı yaşamayı. Ben köyün asfaltsız yollarındaki su birikintisiydim. Gün ışığında yansımalardan oluşan, gece karanlığında içten içe parıldayan
o
su
birikintisi.
Ne
çok
yazdım
üzerime,
diyemediklerimi. Oyun oynarken diğer çocuklar, ben ne çok bulandım. Ne oyunlar, ne de masallar masum değiller artık. Ben saklambaç oynarken hiç ebe olmadım. Taze çimento kokusu hala canımı yakar benim. Büyüdüğüm köyde yaşayan tek bir gelenek var. Senede iki defa bayram namazlarından sonra köy meydanında tüm erkekler bir araya toplanır ve en yaşlısından en gencine kadar bir daire oluşturacak şekilde herkes birbiriyle bayramlaşır. O daire içeriye doğru daraldıkça
ben
suratıma
özenle
yerleştirdiğim
kocaman
gülümsemeyle sessizce boynuma bir ilmek daha geçiririm. O an kutsallığa olan inancım bacaklarımdan damlar. Burnumda taze çimento kokusu, konuşulmasa da bu gerçek kulaklarımda fısıldar. O zamanlar, o küçük köyde hem yanlış hem de yalnızdım. Ne bir kurtuluş yolu ne de bir özgürlük ümidi vardı benim için. Sadece bulanık bir su birikintisinden ibarettim. O kadar hırpalanmış ve o kadar susturulmuştum ki konuşamıyordum bile. Ağzımdan çıkan sesler birbirine dolaşıyordu. Düşüyordu, kanıyordu kelimeler. Bugün artık yirmi üç yaşındayım. Hala zaman zaman seslerle sorunlarım
olsa
hissediyorum.
da
kendimi
Düşündüğüm
kendime
kadar
da
çok yalnız
daha
yakın
olmadığımı
biliyorum. İşte bana en büyük gücü veren de bu. Bence yaşadığımız bu dünya, benim büyüdüğüm taşradaki o küçük köyden çok da farklı değil. İş insanın gene kendi içinde çözümleniyor. Elbette bazı 'köyler' benim büyüdüğüm köye nazaran daha yaşanılır yerler fakat ne yazık ki tek başına bu
şey, büyüdüğüm köyün biraz daha gelişmişi. Bence taşra diye nitelendirdiğimiz olgu, mekanların ötesinde, kendi içimizde. Kendimize, o uzaklardaki köy kadar yabancı kalmamayı başardığımız zaman, işte o an köyün delisi, imamı, doktoru, hemşiresi, yaşlısı, genci kısacası bizi oluruz. Biz oluruz.
fotoğraf: hikmet öztürk
yeterli değil. Ben şu an bu satırları Avrupa'nın soğuk bir kuzey ülkesinden yazıyorum. Yaklaşık iki aydır buradayım ve gördüğüm
askeriye kendimi evde bıraktım,
mehmet oldum Toygun, 25 yaşında ve üniversite mezunu, askerlik sürecini bir an önce atlatmak ve hayata atılmak istiyor. Rapor almayı, iş ve aile yaşamında çok fazla sorun yaşayacağı düşüncesiyle reddetmiş. Askerde Toygun olmayı bir kenara bırakacak ve Mehmet olacak. “Keşke eşcinseller için ayrı bir birlik olsaydı” diye de eklemeden edemiyor. söyleşi: umut güner Askere gitmeye nasıl karar verdin? Birçok eşcinsel
En önemlisi kimse ile göz teması kuramayacağım. Malum
askerden rapor almak istiyor çünkü askerlik sürecinde
sonrasını düşünmek dahi istemiyorum; uğrayacağım muamele
ayrımcılığa ve şiddete maruz kalacaklarını
gerçekten insanlık dışı olur. Bunu çok iyi biliyorum bu nedenle
düşünüyorlar.
ayrı bir birlik isterdim; ama bu da büyük bir hayal aslında
Kendi içimde birçok gelgitten sonra askerlik kararını kafamda aldım. Çünkü meslek bulma korkusu ve daha gerçekçi olursam, hayatta kalma mücadelesi beni bu karara
bunu da çok iyi biliyorum. Askerde sorun yaşayan eşcinsel arkadaşlarımız birlikteyken de rapor alma sürecine başvurabiliyorlar.
itti. Askerliğimi yapmadan benim işe girebilmem nerdeyse
Eğer böyle yukarıda söylediğin gibi bir sorun yaşarsan
imkânsız. Böyle bir yerden hareketle bu kararı aldım ve geriye
da her koşulda askerliğe devam edecek misin?
dönüşü olmayan bir yola girdiğimin farkındayım. Askerlik sürecinde cinselliğimi daha doğrusu yaşamayı rafa kaldırmam
Evet, bunu göze alıyorum rapor almak isteseydim bunu en başından yapardım. Ama başta da dediğim gibi işim için
gereğini çevremdekiler öğütlüyor. Sakın ola orda unutup da
askerlik yapmam şart. Bu nedenle her şeyi göze aldım. Bırakın
“ayol” deme. Aslında haklılardı, gerçek yüzümü her zaman
işi rapor alsam, bunu aileme anlatmam imkânsız. Ama bana
olduğu gibi askerde de saklamam lazımdı.
bu zorunluluk olmasa idi gitmemeyi tabi ki tercih ederdim. Zor
Çünkü yaşadığımız coğrafyada hiçbirimiz asla kendi
ve sancılı bir süreç ve artık geriye dönüşüm yok. İç dünyamda
kimliklerimizi bulamadık bu nedenle taklide, yüzümüzü
kopan fırtınaları arkama alarak bu yola çıktım. Bundan sonra
kapamaya mecburduk biz. Ben ve diğer eşcinseller.
bekleyip görmekten başka da bir çaremin olmadığına
Askerde her hangi bir sorun yaşayacağını düşünüyor musun? Bu soruya hayır demeyi çok isterdim. Bazı sorunlar
inanıyorum. Peki, askerlik kararını aldırma sürecinde her hangi bir sorunla karşılaştın mı? Eşcinsel olduğunu ima
yaşayacağım belli örneğin, kendim gibi olamayacağım,
edenler veyahut diğer asker adayların sözlü tacizleri vs.
istediğim davranışları sergileyemeyeceğim, bir nevi karakter
oldu mu?
değiştireceğim. Başlı başına bunlar bile benim için zor bir sürecin habercisi. Keşke eşcinseller için ayrı bir birlik
Ben karşılaşmadım çünkü dediğim gibi, bambaşka bir karaktere büründüm, o anda benim esas ağırıma giden bunu
oluşturulsa bunu çok isterdim. Biraz hayali bir durum ama
yapmaya zorlanmam, kendim gibi olamamam. Ama orada rol
getto da denilebilir bunu isterdim. Esasına bakıldığında benim
yapmayıp da gerçek ben olsaydım dediğim gibi tacizlerle, daha
askere giderken yaşam alanımın daralması, dışında bir
gerçekçi olmak gerekirse hakaretlerle karşılaşmam
sorunum yok.
kaçınılmazdı. Ben Toygun'u evde bıraktım, o gün şubeye
“Keşke eşcinseller için bir ayrı birlik olsa bunu çok isterdim” dedin. Örneğin mevcut birliklerde görev yapmak ve ayrımcılığa uğramamak istemez miydin? Neden ayrı birlik istiyorsun? Kesinlikle öyle ayrıma tabi kalmamak için isterdim bunu
giderken Mehmet olup gittim. Peki, son olarak neler söylemek istersin? Son olarak söyleyeceğim, eşcinseller yaşam koşullarına göre mecbur kalmadıkça bu yola girmesinler. Eğer mecburiyetten gideceklerse de benim gibi karakter
çünkü orada ben olamayacağım ve sürekli korku içinde bir pot
değiştirsinler; biliyorum yaptığım davranış yanlış; ama çarem
kırmamak için çabalayacağım. Rahat yürüyemeyeceğim. Rahat
de yok ki? Keşke her şeyi rahatça yaşayacağımız, her alanda
konuşamayacağım.
kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir ülkede yaşıyor olsaydık.
41
psipsi “Exodus”tan “Benötesi”ne
eşcinsellere yönelik haçlı seferleri Batı'da ne dinci sağın eşcinsellere yönelik haçlı seferleri biter ne de tek farkları isimlerindeki uzman doktor sıfatları olan aynı zihniyetteki “onarıcı” psikiyatrların “bilimsel” saldırıları. Amerikalı eşcinseller hadlerini bilmediler ve varolma hakları için mücadele ettiler. Bu saatten sonra Türkiyeli eşcinseller neden hadlerini bilsinler ki! “Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” adlı kitabı yayınlayan Kaknüs Yayınları, bu kitapla “sizleri homofobinizle yüzleşmeye davet ediyoruz” diyor ve bu yüzleşmeyi de açıkça “homoseksüel eğilimleri tedavi ederek” yapacağını belirtiyor! Türkiye LGBT hareketinin kullandığı gibi Türkçe okunuşuyla “gey” şeklinde yazan Yayınevinin ifadesi dikkat çekse de kitabın adındaki “onarım” dilinde de, “tedavi edici” zihniyette de yeni ve dikkat çeken bir yaklaşım yok gibi. Hemen aklımıza söz konusu “onarıcı” zihniyetin takipçilerinden dinci gruplardan Exodus ile kitabın yazarı gibi Dr. Joseph Nicolosi öncesi dönüştürmecilerden Dr. Charles W. Socarides geliyor. Nedenleri şudur budur ama sonuçta “eşcinsellik” demezler özellikle “homoseksüellik” şeklinde vurgularlar ve tedavi edilmesi gerektiğini söyledikleri bu “hastalıklı” eğilime dair sahip oldukları “temel gerçekler”den o kadar emindirler ki güya farklı tekniklerle hepsinin vardığı nokta “heteroseksüelliğe dönüşüm”dür. Kaknüs Yayınlarının bu yaklaşımını nasıl karşıladıklarını Psikiyatr Nesrin Yetkin, Psikolog Mahmut Şefik Nil'e sorduk.
hazırlayan: ali erol
onarım etik mi?
nesrin yetkin yazar@kaosgl.org
42
“Bir bireyin cinsel yönelimini değiştirmeye
çocuklukta baba-oğul ilişkisinin uzak ve sorunlu olması nedeniyle
yönelik
'erkek kimliğinin' gelişemediğini, böylece erkeklerle cinsellik dışı
klinik
denemelerin
geçerliliği,
etkililiği ve etik boyutu çok tartışmalıdır.
sağlıklı
Eşcinselliğin
cinselleştirildiğini ve homoseksüelliğin geliştiğini ileri sürerler. Bu
ederek
tedavi edilebileceğini
tekrar
kurulamadığını,
erkeklerle
tüm
ilişkilerin
getirme
terapi için uygun adayların, eşcinsel hislerinden hoşnutsuzluk duyan ve 'gey yaşam' tarzını onaylamayan genellikle genç ve
araştırmalar
haline
ilişki
çabaları, bilimsel çalışmalar veya psikiyatrik
olmayıp,
patoloji
iddia
tarafından
eşcinsellerin
yönlendirilmiş
medeni
haklarını
deneyimsiz erkekler olduğunu söylerler. Tedavi olarak, terapist ile ilişkide babayla barışmadan, grup içinde erkeklerle cinsellik
kazanmasına karşı çıkan politik ve dini güçler tarafından
içermeyen iletişim kurularak, 'erkek kimliğini güçlendirmek'ten
desteklenmektedir.
söz ederler. Sonuç olarak da eşcinsel hislerin silinmediğini kabul
“Düzeltici”
(Reparative)
terapilerin
etkinliğine veya verdiği zarara dair bilimsel olarak güvenilir
eder, hedefleri karşı cinsle ilişki olsa da, cinsellikten uzak bir
çalışma yoktur. Bu konudaki yayınlar, değiştiğini iddia eden,
yaşam kurulmasını desteklerler.
değiştirmeye dair yapılan çalışmaların kendisine zarar verdiğini
Burada kadın eşcinseller tamamen göz ardı edilerek, yalnızca
iddia eden ve değiştiğini iddia edip daha sonra bu iddialarından
erkeklerin nasıl 'patolojik olarak' eşcinsel olduğu ve nasıl
vazgeçen bireylerin öykülerinden oluşmaktadır.
'düzeltileceği'nden söz edilmektedir. Oysa eşcinsel erkeklerin
1998'de, Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), eşcinselliğin bir akıl
hastalığı
değişmesi
olduğu
gerektiği
varsayımına görüşüne
ve
dayalı
eşcinsel
yönelimin
“düzeltici”
anatomik yapıları ve hormonları normal olduğu gibi, cinsel kimlikleri de anatomik cinsiyetleriyle uyumlu olarak erkektir.
veya
Başka bir deyişle eşcinsel erkek, erkek cinsel organlarına sahip
“dönüştürücü” terapi gibi psikiyatrik tedavilere karşı çıktığına
olmaktan hoşnut olduğu gibi, kendini de erkek olarak hisseder.
dair bir bildirge yayımladı. Burada 1973'teki eşcinselliğin tanı
Erkek cinsiyet rollerini de aynen heteroseksüel erkek gibi farklı
konulabilir bir akıl hastalığı olmadığına dair görüşünü yineledi.
oranlarda benimser ama kendini yaşamın tüm alanlarında erkek
Eşcinselliği “düzeltmeye” yönelik girişimlerin, bilimsel geçerliliği
ve eşcinsel hisseder. Heteroseksüel erkekten farklı olarak, cinsel
kuşkulu gelişim kuramlarını temel aldığını ve 40 yılda, “düzeltici”
eş olarak bir kadını değil bir erkeği ister. Burada farklı olan cinsel
terapi uygulayıcılarının bu iddialarını kanıtlayan hiçbir bilimsel
kimlik değil, cinsel yönelimdir.
araştırma sunamadığını ilan ederek, etik açıdan “önce zarar
Toplumda yaygın olan homofobi elbette eşcinsel erkekler için
verme” temel tıbbi ilkesinin göz önünde bulundurulmasını ve
de geçerlidir. Daha yaygın olan heteroseksüel yönelim, tek biçim
bireylerin
çalışmaktan
olarak sunulduğu ve dayatıldığı için, gelişmekte olan gençler
“Düzeltici (Reparative) terapi” uygulayıcıları, erkeklerde
Kendi cinsel kimliğini ve yönelimini fark etmekle kabul etmek
'normal' cinsel yönelimin daima heteroseksüel olduğunu,
arasında yıllar geçebilir. Bu süreçte bazı eşcinsel erkekler
cinsel
yönelimini
değiştirmeye
kaçınılmasını tavsiye etti.
eşcinsel ilgilerini fark ettiklerinde daha zorlu bir süreç geçirirler.
toplumun dışladığı eşcinsellikten kurtulmayı ve
kurabilmeyi isteyebilir. Burada uygun yaklaşım, doğru
bilgiler
vererek
eşcinselliği
bir
yaşam
geliştirmesine
cinsel uygulamalara bağlı bir durum değildir. Yaşam boyu bedensel olarak hiç kimseyle cinsel
güçler, eşcinselliği
normalize
etmek, kişinin kendi cinselliğini kabulüne ve doyumlu
Cinsel yönelim geçmişteki ve/veya bugünkü
Politik ve dini
tek model olarak dayatılan karşı cinsle ilişki
ilişkisi olmayan bir kişinin de, cinsel isteğine, fantezi ya da gerçek yaşamda cinsel isteğini
tekrar patoloji
yardımcı
uyandıran cinse göre cinsel yönelimi bellidir. Gelecek
haline getirmeye
olmaktır. “Düzeltici (Reparative) tedavi”nin hedef
cinsel
u yg u l a m aya
kitlesinin çoğunlukla bu bocalama dönemindeki
çabalıyor
her yaşta gençler olduğu anlaşılıyor.
yaşamımızda
girişmesek
yönelimimizin
değiştiği
hiçbir
de,
bu
anlamına
cinsel cinsel
gelmez.
Yalnızca, cinsel isteklerimizi bastırmaya ve cinsel
Her bireyin gelişimi kendi hızında ilerler, cinsel yönelimi ne olursa olsun insanlar, cinsel ilişkiye farklı yaşlarda
yaşam
başlar ve genel yaşamları içinde cinselliğe farklı oranda yer
olduğumuzu gösterir.
biçimimizi
değiştirmeye
kendimizi
zorlamakta
verirler. “Düzeltici (Reparative) tedavi uygulayıcıları, çok sayıda
Ruh sağlığı çalışanlarının uygun ve etik yaklaşımı, kişilere
tanımadığı kişiyle rastgele kısa süreli cinsel ilişki kurmak ve uzun
toplumsal değer yargılarına göre nasıl yaşamaları gerektiğini
süreli ilişki kuramamak şeklindeki homofobik mitlere dayalı bir
dayatmak değil, bilimsel kabuller doğrultusunda kendini tanıyıp
'gey yaşam tarzı' tanımlayarak, bu tarzı benimsemeyen “gey
anlamasını
olmayan homoseksüel”lerin kendi tedavilerinden yararlandığını
getirmesinde yardımcı olmaktır. Eşcinsel bir erkeğin kendi isteği
sağlamak,
yaşamını
daha
doyumlu
hale
ileri sürüyorlar. Cinsel yönelimi heteroseksüel, biseksüel ya da
ile de olsa, cinsel istek ve davranışlarını bastırmaya zorlanması
eşcinsel olan insanların farklı cinsel yaşam biçimleri olabilir.
birçok psikolojik soruna yol açabilir. Karşı cinsle ilişki kurması ise,
Ömür boyu tek bir cinsel eşleri olabileceği gibi, aynı anda ya da
sadece
peşi sıra yüzlerce cinsel eş ile de ilişkileri olabilir. Cinsel yaşam
heteroseksüel kadının da yaşamında birçok sorun yaratmaya
biçimi kişilerin cinsel yönelimlerine değil, yaşamları hakkında
adaydır.
kendi değer yargılarına ve koşullarına göre verdikleri kararlara
kendisinin
değil,
bu
ilişkinin
öteki
kişisi
olan
Öte yandan homofobi toplumun her kesiminde, her meslek
bağlıdır. Her bireyin cinsel yaşam biçimini özgürce seçme hakkı
grubunda olduğu gibi, ne yazık ki ruh sağlığı çalışanları arasında
vardır. Ayrıca çok sayıda tek gecelik ilişki kuran ve/veya kurmak
da çok yaygındır. Eşcinsellik için dönüşüm/değişim/ onarım/
isteyen birçok heteroseksüel erkek olduğu gibi, çok uzun yıllar
düzeltme kavramlarının bilimsel ortamlarda değil, medyada bile
birlikte yaşayan birçok gey çift de vardır.
gündeme gelmesi, eşcinselliklerini fark edip henüz kabul cinsel
etmemiş bireyler gibi, cinsellik konusuyla çok ilgili olmayan ruh
yönelimimizi istemli olarak seçemeyiz ve değiştiremeyiz. Ama
sağlığı çalışanlarının da kafasını karıştırabilir. Profesyonellerin
istersek cinsel davranışlarımızı değiştirebilir ve yok edebiliriz.
homofobi karşıtı eğitimlerinin yaygınlaştırılması giderek daha da
Anatomik
cinsiyetimizi,
cinsel
kimliğimizi
ve
önem kazanmakta diye düşünüyorum.”
önce suçlama sonra... mahmut şefik nil yazar@kaosgl.org
İlginç
bir
kitap
var
elimizde;
“erkek
homoseksüeller için Onarım Terapisi yeni bir
içinde
yaşadığı
sosyo-kültürel
değerler
olduğu
sonucuna
ulaşabilmiştir.
klinik yaklaşım” başlığı ile yayınlanmış.
Bu kitabın yayınlanması için iki sene önce Amerikalı bir
Ancak kitabın kapağında iddia edilen “yeni”
meslektaşından aldığı mektupla karar veren Ben Ötesi Derneği
oldukça eski,
Başkanı psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter hazırladığı önsözde,
denenmiş ve insanlara zarar vermenin
klinik yaklaşımın tam aksi,
Amerika'da yapılanmış olan ciddi bir derneğin (NARTH) var
dışında hiçbir yeni açılım kazandırmamış
olduğunu öğrendiğini, bu 'onarıcı' terapi metodu marifetiyle
olduğu
gerçeğini
alan
araştırmacıları
oldukça iyi bilirler. Eşcinselleri heteroseksüelleştirmek için bazıları işkence metotlarına benzeyen bilişsel-davranışçı terapiler, uzun soluklu
eşcinsel duygu ve dürtülerinden rahatsız olan insanlara yeni bir kapı açtıklarını ve “BAZI MODA AKIMLAR” nedeniyle eşcinselliğin tedavisi üzerine fazla eğilmeyen psikiyatr ve psikologlara da yeni bir bakış açısı sunduklarına 'inandığını' söylüyor.
psikoanalizler, hormon destek tedavileri ile psikoloji uzun zaman
Tam da bu noktada ruh sağlığı hizmetlerinin bir inanç ve
uğraştığı gey insanları sonunda metodoloji ve yaklaşımındaki
motivasyon işi olmadığını, bilimsel yaklaşımlar olduğunu ve
eksiklikleri fark etmesi nedeniyle 1970'lerden itibaren “rahat
doğal olarak uygulanan her yanlış tedavi gibi öldürücü de
bırakmaya” karar vermiş ve sorun olanın geyler değil, geylerin
olabileceğini anımsatmak yerinde olur diye düşünüyorum. Ayrıca
43
yaşanmış ve kayıtlamış tarihi süreç hakkında hiçbir inceleme ve
satır izlenebiliyor. Örneğin “Bir erkeğin yapacağı ilk iş kadın
bilgi sahibi olunmadan söylendiğini umduğum (ki bu da ayrı bir
olmamaktır" şeklinde bir düstur açık bir şekilde danışanlarımıza
rezalet anlamına geliyor) “moda yaklaşımlar” ifadesi de bence
ne olurlarsa kabul göreceklerini emrediyor. Oysa terapinin amacı
neden bu bakış açısının bir terapotik olmadığını oldukça net izah
danışanın, “ne olursa” değil “kim olursa olsun” kendini kabul
ediyor: 'Eşcinsellik aslında kapitalizmin sonucudur, şeraitin
edebilme sürecini yaşantılamasıdır. Ve Erik Erikson'un işaret
olduğu
ettiği gibi kendi ile bütünleşmiş bir yaşlılık ve huzurlu bir ölüm
yerde
eşcinsellik
bütünleşmişlerdir.
olmaz
Komünizmde
çünkü
eşcinsel
kullar kişi
Allah
yoktur.'
ile gibi
süreci ile yaşama barışık olarak veda edebilmesidir. Kitapta lezbiyenlikten nasıl şifa bulunacağı konusu yok.
slogansı zırvalamalardan biri olarak hiç de yeni bir yaklaşım gibi durmuyor ve üstelik bilimselliği ima eden 'klinik'selliğe ait hiçbir
Zaten ve gerçekten kadınlara dair tek şey şu, kadın olmak için
değer de taşımıyor.
yapılacak bir şey yoktur. Herkes kadın doğar ama erkek olmak
Ben Ötesi Psikolojisi aslında insanın 'aşkın' olanla yani
için yapılacak şeyler vardır ve erkekliği hak etmek gerekir.
evrensel ya da ilahi olanla ilişkisi üzerinde odaklanıyor. Bu bakış
Heteroseksüel erkeği temel olarak alan bakışın heteroseksüel de
açısının, insanın ait olduğu yapıyı kavrayabilmesi, kendini
olsa kadına bu yaklaşımı elbette çok tanıdık. Kendi içindeki bu
evrenin
olarak
ikilemi bile neden heteroseksizmin bir ayrımcılık ve dolayısı ile
algılayabilmesinden hareket ediyor olmasında bir sorun yok
faşizan bir algı olduğunun ve dolayısı ile neden iyileştirici
elbette. Ancak Türkiye'de bu yaklaşım kavramlarının müsaitliği
olamayacağının da bir kanıtıdır.
(ya
da
ilahi
olanın)
saygın
bir
parçası
Elbette bu paradoks heteroseksüelleştirilmeye çalışılan birey
nedeni ile tasavvufi bir psikoterapi olarak insanlara sunuluyor. Oysa bir Kızılderili kabilesinin ya da bir şamanın da aşkın olanın
söz konusu olduğunda da oldukça net bir şekilde görünür oluyor:
parçası olma yolundaki yaşantılarını temel alan bu yaklaşım
Latent (gizli) homoseksüel babaların covert (açık) homoseksüel
sadece “İslami bir terapi” olarak sınırlanmış oluyor. Ki belirtmek
oğulları olur. Eğer baba tam erkekse oğlu gey olmaz. (s. 67*)
lazım örneğin Amerika'da ise ulaşılan aşkın değer İsa ve onunla
ama ilginç olan şu; övülerek tarif edilen ve ulaşılmaya çalışılan 'erkeklik kalıbı' yine kitabın kendi tarifi ile homoseksüelliğe
yakınlık oluyor. Maneviyatla
44
yakınlığın
insan
doğasına
iyi
geldiğini,
neden olan 'babalık kalıbı'. Biraz kafa karıştırıcı göründüğünü
depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıklardan ve travmatik
itiraf etmenin hiçbir sakıncası yok. Ama zaten paradoks kafa
olaylardan daha kolay çıkabildiklerini gösteren araştırmalar var.
karıştırıcıdır. Yine de sadeleştirilmiş bir cümle ile şu sonuç ortaya
Ancak insanı bu süreçte iyileştirenin herhangi bir dini söylem
çıkıyor k; geyler heteroseksüel olurken öğrendikleri erkeklikle
değil 'inancın kendisi ve bileşenleri' olduğu da gayet net
kendi oğullarının eşcinsel olmasına neden olacaklardır.
gözlenebiliyor. Bir bütünün parçası olabilmek, kendini bazen
Yıllardır eşcinselliği ortaya çıkaran faktörleri araştıran bilim,
kadere (yaşamın engellenmez olayları karşısında daha az
her detaya takılmıştır ama bir türlü genellenebilir sonuçlara
suçluluk ve sorumluluk hissedebilmeye) bırakmak, ölümden
ulaşamamıştır. (Yani sanılmasın ki bilim hümanizması nedeniyle
inanmak,
geyleri rahat bırakmıştır ya da lütufta bulunmuştur.) Aynı şeyi
affedilmeye ve dolayısı ile affedilebilir olduğuna inanmak ve
kitabın yazarı Nicolosi de yaşamış olacak ki üst paragraftaki
sonra
yeni
bir
yaşamda
yeniden
kavuşmaya
hissetmek gibi birçok faktör bu iyileşme süreçlerinde etkili
iddiası ile ters düşen gözlemlerini de ifade etmek zorunda
oluyor. Ancak temelde iyileştirici olanın yeniden kabul görmek ve
kalmıştır. (s. 47**) Yazımı
umut aşılanması olduğu da klinisyenler tarafından bilinen ve gözlemlenen bir gerçek.
daha
sonra
detaylandırmak
üzere
Nicolosi'nin
kitabından aldığım bir cümle ile sonlandırmak istiyorum.
Bu açıdan yaklaşınca, bir kişiyi cinsel yöneliminden dolayı
Uyguladığı “tedavinin”, deneyimli terapistlerce beklenen, bu
önce suçlamak ve dışlamak, ardından da bunun kendisinin suçu
yolla ve bu başlıklarla terapiye alınmış birinin yaşamında
olmadığı, babası ile yaşadığı süreçteki ilişkileri olduğunu söyleyip
oluşacak
o suçu babaya yıkmak (yani onu yeniden kabul etmek) ,
kaybetmesi yani hadım edilmiş olacağını gösteren bu cümle
travma
neticesinde
cinsel
yaşamını
tümüyle
homoerotik duyguların temelde kendi cinsi ile sosyalleşmek gibi
cidden kayda değer: “Artık bundan sonra (yani uygulanmış olan manipülasyon,
olağan ve sağlıklı bir ihtiyaç olduğunu söylemek (yani umut aşılayıcı olmak) yöntem olarak basamak basamak ne olduğu
beyin yıkama ve verilen telkinlerden sonra)*** , bazıları için
takip edilebilen stratejiler oluyor.
cinsellikten uzak bekar bir yaşam çözüm olabilirken, bazıları için
Ancak manipülasyon her zaman insan ruhunda iyileştirici
de heteroseksüel evlilik ümit edilen bir hedef olacaktır.” (s. 186)
değil yaralayıcı etkilere neden oluyor. Çünkü onu kendi olmadığı Dipnot:
bir kılıfın içine sokuyor ve terapistinin ya da aşkın değer
*“Oğlunun kimlik oluşumuna yardımcı olabilmek için, öncelikle babanın
kimse/neyse onun memnuniyetini kazanmayı esas alıyor. İşte
kendisinin erkek (maskulen) kimliğinde yeterince güvenli hissetmesi gerekir. (s.
tam da bu sürecin yarattığı zorlanma ya da Yalom'un ifadesi ile
67)
“zoraki kahramanlık” sonucunda intihara kadar götürebilen bir süreç oluyor. Kitapta ve önerilen “tedavi” yönteminde manipülasyon satır
**“Görünürde efemine olan babanın, oğlunun cinsiyet kimliği üzerinde hiçbir olumsuz etkisi yoktur; hatta birçok efemine homoseksüel erkek, heteroseksüel oğullar yetiştirmişlerdir. (s. 47) *** Parantez içi bana ait.
çalışma hayatı
açık ‘deniz’lere... Deniz, İstanbul'da, rehberlik ve psikolojik danışmanlık yapıyor. 4 yıldır, hayatını paylaştığı bir sevgilisi var. Öğretmenin yanında tavır almayan, medyadan, şundan bundan çok korkan, toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu bir kurum olduğunu söylediği Milli Eğitim'den söz etmeden geçemiyor. Öğretmen arkadaşlarının eşcinsel öğrencilerle karşılaştıklarında kendisine danıştıklarını söylüyor ve ekliyor “İkiyüzlü yaşamak zorunda bırakılmadığımız bir hayat diliyorum” hazırlayan: nevin öztop Deniz, öncelikle hoş geldin Kaos'a. Seni biraz tanıyabilir miyiz?
olarak
yaşındayım.
çalışıyorum.
Meslekte
bu
7.
29
yılım;
üniversiteyi bitirir bitirmez tayin oldum. madık toğraflaya Deniz’i fo vdiği objesi, se ama en en kaçamadı izd güneşi b
öğretmenlere
kıyasla,
pozisyonun
gereği,
öğrencilerle daha bir içli-dışlı olman gerekiyor olabilir.
Ben İstanbul'da, rehber & psikolojik danışman
Diğer
Sana gelip de, eşcinsel olduğunu -belki de ilk seninlepaylaşan öğrenciler oluyor mu? Öyle olmuyor. Ben, Milli Eğitim içerisinde farklı bir alandayım. Öğrencilerle
birebir
çalışmıyorum.
İlk tayinim Doğu'da küçük bir yere çıktı.
arkadaşlarım
paylaşıyor
Mesleğimin ilk 2 yılını orada geçirdim.
olduğumu bilen arkadaşlarım, birebir bana soruyorlar zaten.
benle
Daha
böyle
çok
öğretmen
meseleleri.
Eşcinsel
Yaklaşık 5 yıldır da İstanbul'da görev
Bilmeyenler de görevimden dolayı, sorular yöneltebiliyorlar. Bir
yapıyorum. 10 milyonluk bir şehirden, 10 bin
oğlan çocuğuna dair, 'Kız gibi. Kızlarla oyun oynuyor. Futbol
nüfuslu bir şehre gitmek, çok şeyi değiştirebiliyor. Cinsel
karşılaşmalarına girmiyor. Çok naif' gibi açıklamalarla, ne
yönelimden bağımsız olarak da zor bir yaşantı. Sıkıntılar farklı.
yapabileceklerini sorabiliyorlar. Bazı öğretmenler ise, bir kız
İnsan ilişkileri farklılaşıyor. Doğu’da yaşadığım 2 yıl, bana çarpı
öğrenciye dair, 'Erkeksi bir kız. Devamlı kavga ediyor. Ben ona
bilmem kaç yıl gibi gelmişti. Ve orada olmak, hayatımın en büyük
toka aldım.” gibi şeyler anlatıyorlar. Görüyorum ki toplumsal
depresyonlarından birini yaşamama neden olmuştu.
cinsiyet rolleri üzerinden çocukları tanımlıyorlar. En büyük korkuları dile getirmeseler de- çocukların eşcinsel olmaları. 'O
Arkadaş çevren nasıl; ondan biraz bahseder misin bize? Cinsel kimliğimde dolayı şöyle bir formülasyon yapıyorum: Birinci,
zaman
ne
rahatlatmak
ikinci
ve
üçüncü
çember.
yapacağız?'ı oluyor.
etkinliklerine'
Birinci
çemberi benim açık olduğum, her şeyimi açabildiğim, eşim, dostum. Cinsel yönelimine veya kadın-erkek olmasına göz atmaksızın, iletişim üzerinden ilişki yürütüyorum. İkinci çember, cinsel yönelimi sakladığım, ama yine de arkadaş olarak zaman geçirdiğim insanlar. Bir yanımı sakladığım insanlar bunlar. Bir de 3. çember var; tanış-arkadaş ol, dediklerim. Birinci çemberdeki insanlarla zaman geçirmeyi seviyorum. Bir de böyle, sevgilileri olan, yaş olarak yakın olduğum, hayata iyi-kötü aynı baktığım eşcinsel kadın arkadaşlarımla zaman geçiriyorum.
Deniz, söyleşimizin başında, rehberlik branşında görev yaptığını söylemiştin.
soruyorlar.
Onlara
toka
İlk
alarak,
katarak,
yaptığım
onları
çocuğu
'erkek
sosyalleşmelerini
sağlayamayacaklarından; sınıfın ve okulun o
Bana bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni olmasa, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu, umurumda bile olmayacak. Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların sorunu olacak.
andaki tutumunun çok önemli olduğundan ve çocuğun
ruhunda
açılabilecek
psikolojik
travmalardan bahsediyorum. Bu çocuklar, büyüdüklerinde özlerine döneceklerdir. Belki eşcinsel
olacaklardır;
ancak,
öğretmenin
yaklaşımı çok önemli. Öğrenciler, öğretmeni örnek
alıyorlar.
öğrenciyi
kabul
Öğretmenin, edici
tarzı,
söz-konusu tavrı, örnek
davranışı, o öğrencinin, bu travmayı en az şekilde
atlatmasını
sağlar.
Zorlayıcı
olmamaları gerektiğini ben hep söylüyorum. Yani, öğrencilerden ziyade, öğretmenlerden bu tür paylaşımlar geliyor.
Öğrencilerle birebir ilişkim pek yok demiştin ancak olup da elinin kolunun
45
tabiri caizse- bağlı kaldığı oldu mu?
Heteroseksüel görünmek zorunda bırakıldığım bir dünya. Bir de,
Bu aslında, öğrenciler için de gerekli olmayabiliyor. Bakın, bir
kendim olabildiğim bir dünya. Orası daha küçük ve rahat
arkadaşım şunu yaşamış; bir kız öğrenci, erkek arkadaşının
olduğum yer. İnsanlar, benim gergin olduğumu düşünüyorlar.
olduğundan bahsetmiş. O da öğrenciye, yaşının gereği, tabii ki
Aslında gerginliğim öyle bir şey değil. Bu, tetikte olmakla ilgili bir
flört edebileceğini belirtmiş. Kız öğrencimiz de evine gidiyor ve
gerginlik. “Anlarlar mı acaba?” diye düşünüyorum sürekli. Ve bu
babaya 'bak baba, öğretmenim de bunu söylüyor' diyor ve baba
çok büyük bir şiddet bence. Bugün mesela… İkimizin de tanıdığı
da okula gelip şikayette bulunuyor. Ve soruşturma açılıyor.
bir hocamıza gittik. Kahvaltıya. Beraber kaldık dün akşam; sabah
Elinizin kolunuzun bağlı olması bir şikâyete bakıyor. Tamamen,
taksiye beraber bindik ve eve yakın bir yerde indik. Bari ben para
velinin inisiyatifine bağlı. Milli Eğitim, öğretmenin yanında tavır
çekeyim, o da benden önce gitsin diye düşündüm. Bu şekilde de,
almayan bir kurum.
‘aynı yerden gelmiyoruz' havasını yarattık. Böyle bir şiddet
Medyadan, şundan bundan çok korkan,
toplumsal normlarla hareket eden, bürokrasinin çok ağır olduğu
olabilir mi? Ne kadar yaşanabilir bununla? Ve ben bunu 10 yıldır
bir yer. Değil 'bu tarz' konular, 'normal' olan, 'kız-oğlan'
yaşıyorum. Hele ki son 4 yılda, bunu yoğun yaşıyorum. “Bu senin
rahat
tercihin” diyebilirsin; hayır, benim kesinlikle tercihim değil. Bana
sorgulanabiliyorsunuz. Soruşturmada bir şey çıkar veya çıkmaz;
flörtlerine
dair
söylediklerinizden
dolayı
da
çok
bu ülkede iş güvencesi verilse; eşcinsellik, işten atılma nedeni
o ayrı. Ancak her şey, sizin inisiyatifinizde olmayabiliyor.
olmasa tabii, eşcinselliğimizi değil de, bir başka gerekçeyi kullanarak yapmasalar bunu-, umurumda bile olmayacak.
Meslektaş çevrenle sosyalleşiyor musun?
Hocam ne düşünmüş, arkadaşım ne düşünmüş… O, onların
Okulda erkek öğretmenler de dâhil buna ancak, daha çok, heteroseksüel olduklarını düşündüğüm, kadın arkadaşlarla dışarı çıkıyorum.
Okul
içerisinde
arkadaş
olduğum
sorunu
olacak.
Ancak
şu
an,
en
büyük
sorun,
benim
sorunummuş gibi yaşıyorum. Ruhumun bir yerleri acı çekiyor.
erkek
meslektaşlarım var ancak okuyanlar kızacak belki de- okul
Bu şiddeti, sevgilin de paylaşıyordur tabii…
dışında çok fazla tercih etmiyorum. İstisnalar illa ki vardır ama
Ben bunu bir yaşam biçimi haline getirdim. O yalnızca, 4
çok derin olmadıklarını düşünüyorum. Kadın öğretmenler o
senedir eşcinsel bir ilişki içerisinde. Yalan söylediğimiz için,
yönden farklı olabiliyor. Kadınsal meseleleri tartışabiliyoruz.
kendini çok suçlu hissediyordu. Onunla da ilgilenmek zorunda
Onlarla da bir heteroseksüel olarak muhabbet etmek zorunda
oluyorum. Onu rahatlatmak için hep şunu söylüyorum; “Yalan
kalabiliyorum gerçi. Ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat
söyleyene değil, söyletene bak.” Sen bunu söylediğinde, mutlu
sürdürtüyorlar bize. Ben bunu diyorum. Şizofren bir hayatım var
olacaklar mı? Olmayacaklar. Yalan söylemeye devam etmek
benim. Sürdürtülüyor; bunu ben istemiyorum.
zorundayız. Çünkü ikimizi de mutsuz edecekler.
Peki… Kavramlar demişken… Kavramlarla aran iyi midir? Şuna geleceğim… Sevgilin, hayat arkadaşın, partnerin, aşkın, biriciğin var mı?
diyorum.
Birincillikte
konulardan çektiğin oluyor mu yani... Bir nevî, paranoya? Oluyor. Zaten muhalif bir kimliğim var. Okulda, bahsettiğim
Var, evet. 4. yılımıza giriyoruz. Güzel bir ilişkim var. Ben 'partnerim'
Tepki vermekten yorulduğun olmuyor mu ya da diğer
kullandığım
daha
çok,
birinci çemberin içinde yer alan, bir arkadaşım var. Bazen eşcinsellikle ilgili homofobik yorumlar oluyor. O arkadaşım rahat
'sevgilim'dir. Ya da direk ismini söylüyorum. İlişkimizi de
konuşabiliyor. Çünkü kendisi heteroseksüel. Ancak ben biraz
bildikleri için insanlar, anlıyorlar. “Evliyiz”, “eşim” hiç olmuyor
daha savunur olduğumda, aramızdaki cin arkadaşlar, “bunun da
sevgilimle aramda. Tanımlamalar, nitelendirmeler üzerinden
yaşı zaten 29. Bekar da… Acaba “öyle” mi?” diye yaklaşıyorlar.
gitmiyoruz; birebir yaşayarak bunu ifade ediyoruz.
İşte o zaman, arkadaşım beni uyarıyor, açık vermemem ve bundan da zarar görmemem için. Bana soru sorulduğunda,
Sosyalleşme sürecine onu da katıyor musun? Ya da
bazen öyle evirip çeviriyorum ki, arkadaşım bana hayran hayran
onun iş arkadaşlarıyla sosyalleşme sürecinde, sen yer
bakmak zorunda kalıyor. Erkek arkadaşım olduğunu biliyorlar şu
alıyor musun?
an; mecbur kaldım bunu yapmaya. Onlara anlattığım aslında şu
Farklı alanlarda çalıştığımız için, yollarımız çok kesişmiyor. Ancak o benim ortamıma giriyor bazen. İnsanlar da “Aaa, nerden
anki kadın sevgilim. Ancak onlar, anlattığım kişinin, erkek arkadaşım olduğunu düşünüyorlar.
tanışıyorsunuz?” diye sorduklarında, işte o zaman söylemlerimiz oluyor. “Benim çok yakın arkadaşımdır, dostumdur.” diyerek samimiyetimizi açıklıyorum. Bu aslında çok ağır bir psikolojik
Bazen gerçekten, “yoruldum” dediğim zamanlar oluyor. Geri çekilmek,
dinlenmek
istediğim
zamanlar
oluyor.
Bazen
travma. Baskı. Bizlerin çok güçlü olduğunu falan düşünüyorum.
gerçekten çok yoruluyorum. Hem özel hayatını koruyacaksın,
Beni tanıyan heteroseksüel arkadaşlarım, “Yaa, sen nasıl
hem
açık
vermeyeceksin,
hem
politik
olacaksın,
hem
yapıyorsun? Sen gerçekten çok güçlüsün. Kime hangi yalanı
olmayacaksın… Bir de benim tek kimliğim, eşcinsel olmam değil;
söyledin… Sevgilini kime, nasıl tanıttın…” derler. Şizofren hayat
bunu da belirtmek istiyorum. Ben her şeyden önce, bir kadınım.
diyorum
İkincisi, eşcinsel bir kadınım. Ve diğer etnik ve sosyal kökenlerim
ya…
İkili
hayat.
Dışarıda
bir
yaşamınız
var.
var. Onlardan dolayı da eziliyorum. Yani yalnızca bir alanda
olmadığımı biliyorlar; bu nedenle, çocuklarını ve kendilerini bana
muhalif değilim ki ben… Eşcinsel olmam, evet, benim bir parçam.
teslim edebiliyorlar, dediklerimi ciddiye alıyorlar. Benim kimle
Ancak bu, diğer kimliklerimle beraber, bir ebru gibi. Hepsi
yattığım, öğretmenliğimi etkileyen bir şey değil. Tam tersi, beni
birbirine girmiş. Her yerde muhalifim ve yoruluyorum.
duyarlı kılan; kadına ve “öteki”ye olan duyarlılığımı yükselten bir şey. Meslekî yeterlilik ve eşcinsel öğretmen ya da yalnızca
Kadın öğretmenler bir araya geldiklerinde, diyelim bir çay
molasında,
cinselliklerine
dair
kolaylıkla
konuşabiliyorlar mı? Aralarında, fiziksel/cinsel şakalar, paylaşımlar, şunlar, bunlar oluyor mu?
eşcinsel- olmak ayrı kategoriler. Ben, insanların yatakta ne yaşadıklarının mesleklerini etkileyip etkilemediği yargısıyla k i m s e ye
ya k l a ş m ı yo r u m ;
bana
ve
diğer
eşcinsel
meslektaşlarıma bu şekilde yaklaşılması beni çok rahatsız ediyor.
Valla, aşklarında bahsediyorlar. Kocalarından bahsediyorlar. Ancak yatak ve seks muhabbetine, karşı tarafa “çok mutluyum”
Ben hep şunu söylerim: Her şey özüne döner. Çocuk sizi örnek aldığı için eşcinsel olmaz.
hissi vermek için, çok fazla girilmiyor. Ya da her şey bu şekilde lanse ediliyor. Bazıları da, her şeyin anlatıyor; şöyle yaptık, böyle
Seni soruna gelecek olursam; evet, bu bir yük. Ancak ben bir
yaptık diyor. O anlatırken, hep bir çerçeveden bakınca hayata,
şey anlatırken, “aman ben eşcinselim, dikkat edeyim, şurada da
sen de diyorsun, “bu kadın eziliyor ciddi ciddi, her anlamda.”
şunu demeyim” diye düşünmüyorum. Evrensel ve bilimsel
Bunun farkında değil; bir güzellikmiş gibi anlatıyor. Aralarında
çalışmalar
şakalaşma oluyor; “grup mu yapsak” muhabbeti, “kız kıza” gibi
açıklamalarımı yapıyorum. Rehberlik servislerine genellikle,
var;
bunlar
üzerinden
yönlendirmemi
ve
söylemler, ara ara oluyor. Ama tabii, hiçbiri hiçbir zaman ciddiye
sorunlu öğrenciler yollanır; orası sorun merkeziymiş gibi. Biz
alınmıyor. Ben dans etmeyi çok seviyorum mesela; kadın
aslında rehberiz, yol göstericiyiz. Böyle algılandığı için, eşcinsel
arkadaşlarla dans ettiğimizde, bazıları çok geriliyor. Fiziksel
olmak artı bir şey. Farklılıklara karşı duyarlılık açısından. Ancak
temas başladığında benim eşcinsel olduğumu bilmedikleri halde-
bazen ne oluyor biliyor musunuz? Ailelerle konuşurken, sizin
geri çekiliyorlar. Dokunmadan dans edelim istiyorlar herhalde
çocuk sahibi olup olmadığınız, aile kurup kurmadığınız önemli
(dokunmadan edilen dansı gösteriyor). İş ciddiye binince,
oluyor. Veli geliyor, elimde yüzük olup olmadığına bakıyor. Durum
farklılaşabiliyorlar.
göre, beni ciddiye alıyor ya da almıyor. “Çocuğun yoksa sen ne anlarsın çocuk yetiştirmekten” oluyor. Bazen, “Hocam sizin
Bu söyleşiden önce, seninle empati kurmaya çalıştım.
çocuğunuz olsa, eşcinsel bir öğretmenden ders almasına izin
Deniz'le değil de, “bir öğretmen”le söyleşi yapacağımı
verir misiniz?” diye soruyorlar. Yaşım itibariyle, evli ve çocuklu
düşündüm. Seninle empati kurmak, inanılmaz bir yükü
olmam gerektiği düşünülüyor. Yani sorun yalnızca, eşcinsellik
omzuma
değil. Sorun aynı zamanda, kadının üzerindeki bu evlilik kültürü.
koyuyor
sanki.
Bu
başka
bir
mesleğe
benzemiyor. Öğretmenliğe kutsallık yükleniyor sürekli. Ve bu başka bir boyut kazandırıyor bu mesleğe. Görevini
Hayali
bir
erkek
aşkından
bahsettin.
Diğer
yaparken, her bir boyutu düşünmek zorunda olduğunu
öğretmenlerle paylaştığın bir aşkmış bu. Bunu nasıl
hissedeceğine dair bir inancım var. Ve seninle empati
yaptın?
kurarsam, bu çok ağır geliyor. Bunun altından nasıl
Yapmak zorundaydım. Yaklaşık bir sene önce oldu bu.
kalkıyorsun? Daha doğrusu, bunu her zaman düşünüyor
Sevgilimin doğum günü, 8 Mart'a yakın bir tarih. Ve ben çok
musun?
romantik bir insanım ve ona klasik olmayan bir şey yapmak
Yok, hayır düşünmüyorum. Bunu düşünürsen, yaşayamazsın
istedim. Tabii bu fikrim çalınmasın diye detaylara girmeyeceğim
zaten (gülüyor). Ama hani, “yük” diyorsun ya. Genç bir erkek öğretmenle, şöyle bir konuşma geçti aramda. Ben açık değilim ancak bana soruyor:
“Hocam,
eşcinsel
öğretmenler
var
mıdır?” “Tabii ki var.” dedim. “Peki hocam, sizce doğru mu bu?” diye ekledi. “Neden?” diye sorduğumda,
“Çünkü
biz
çocuklara
örnek
oluyoruz; bu, çocukları etkilemez mi?” gibi sorular geldi arkasından. Bunlar korkunç sorular. Bir sürü göbekli, kel, heteroseksüel, çocukları taciz eden öğretmenler var. Bundan daha tehlikeli bir şey yok benim için. Siz o insanlara çocuklarınızı rahatlıkla teslim ediyorsunuz; ancak eşcinsellere teslim etmiyorsunuz
ya
da
etmeyeceğinizi
düşünüyorsunuz. Benim eşcinsel bir öğretmen
(gülüyor)…
Diğer öğretmenlerle bir heteroseksüel olarak muhabbet etmek zorunda kalabiliyorum, ve bundan utanıyorum. Şizofren bir hayat sürdürtüyorlar bize. Ben bunu istemiyorum.
Belki
yapmış
insanlar
vardır,
bilemiyorum. El emeği, süslemeli bir çalışma yaptım.
Yaparken,
bir
arkadaşımdan
yardım
aldım. Tabii, “bunu kime yapıyorsun” gibi sorularla karşılaştım. Ve bu merakların üzerine, çok yakın bir erkek arkadaşımı, sevgilim olarak tanıtmıştım öğretmen arkadaşlarıma. Şüphelerini gidermek için…
Seninle
ettiğim
sohbetler,
bana
her
zaman zevk veriyor. Bu da onlardan biriydi. Sana ve sevgiline, yalan söylemek zorunda bırakılmayacağınız bir dünya diliyorum. Ben
de,
iki-yüzlü
yaşamak
zorunda
bırakılmadığımız bir hayat diliyorum hepimize.
47
yüz yüze
fotoğraf: cihan yıldız
türkülerle isyan! 48
“Her tür kimliğin özgürleşmesinden yana olduğumuzun altını çiziyoruz.” Geçtiğimiz günlerde Eskişehir'de Güldünya sanat topluluğunun organizasyonuyla kulaklarımızın pası silindi, ayaklarımızın prangaları yok oldu, dillerimizin düğümü çözüldü. Kardeş Türküler, yine muhteşem bir konser gerçekleştirdi… Feryal Öney ile Kardeş Türküler'den, kendinden, sanattan, projelerden, kimliklerden konuştuk. hazırlayan: pelin kalkan Kardeş Türküler'in hikâyesinden bahseder misiniz?
Yılın Öyküsü” kitabıyla kutladık.
Kardeş Türküler, '90'lı yılların başında, farklı bölümlerde okumak için Boğaziçi Üniversitesi'ne gelmiş, aynı zamanda sanata meraklı bir grup öğrencinin başlattığı bir projedir. Bizim öğrencilik
yıllarımız,
Türkiye'deki
kimlik
politikalarının
Peki, siz Kardeş Türküler içerisinde bir sanatçısınız, bunun yanı sıra sizi biraz tanıyabilir miyiz? 1970,
Akşehir
doğumluyum.
Öğretmen
bir
baba
ile
tartışıldığı; etnik, cinsel, dinsel, vb birçok kimliğin kendini,
ilkokuldan sonra okumayı çok istemiş fakat izin verilmediği için
varlığını, Türkiye'de varoluş koşullarını tartıştığı, tartışılmasına
devam edememiş, öğretmen olmayı arzularken- hayatı boyunca
ön ayak olduğu yıllardı. Bizler de -tiyatro, dans ve müzikle
terzilik yapmak zorunda kalmış bir annenin dört kızından ikinci
ilgilenen, Türkiye konjonktürüne ve sanata dair tartışmalar
olanım. İlkokulda, öğretmenimin “bu kız ne güzel şarkı söylüyor”
yürüten bir grup öğrenci olarak- gündemden uzak kalamazdık;
dediği günden bu yana, şarkıcı olmayı hayal ettim. Tüm okul
kendimizi, yaptığımız işle bu tartışmaların içinde buluverdik.
gecelerinde çıkıp şarkı söyledim; lisedeyken musiki cemiyetine
'93'te başlayan projemiz, başlangıcında yer alan insanların mezuniyetinden kurulmasından-
-ve
sonra
Boğaziçi çıkan
Gösteri
albümlerle,
Sanatları'nın
ortak
projelerle,
devam ettim. Fakat içinde bir ukde olarak kalan 'okuyup güzel bir meslek sahibi olma arzusu'nu kızlarına yönelten annem, şarkıcılığın tek başına meslek olmasına pek de sıcak bakmıyordu
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin katılımıyla her geçen gün
(bu şekilde geçinmenin de zor olacağını düşünüyordu, az da olsa
zenginleşen bir proje olarak bugünlere kadar geldi. Bu yaz da,
hak veriyordum) . Kendisi de güzel şarkı söyleyen annem, bu işin
projenin 15. yılını büyük bir gösteriyle ve “Kardeş Türküler, 15
sadece
hobi
olarak
sürdürülmesi
taraftarıydı.
Neyse,
konservatuar
yerine
B.Ü.
Edebiyat'ı
y a p ı y o r,
yazdım; fakat şeytan sürekli dürttüğü için orada da şarkı söyleyebileceğim bir ortam
buldum
kendime
kadınların
yaşamlarını,
kendilerini,
dertlerini,
sıkıntılarını,
yaşamlarına dair her tür ayrıntıyı anlattığı
(gülüyor).
türkülere
ulaşmaya
çalışıyoruz.
Sözleri
Hayatımın ondan sonraki bölümünü
üzerinden iz sürerek çok farklı temalarda
etkileyecek
“kadın
olan
bir
kulübün
(B.Ü.
ağzı
türkü”
bulduk;
fakat
Folklor Kulübü) çalışmalarına katılmaya
eşcinselliğe dair imaları olan bir türkü
başladım. Ve her şey çorap söküğü gibi
bulamadık daha çok 'erkek' dünyası” içinde
geldi:
Kardeş
albümler,
Türküler,
mezuniyet
konserler,
sonrası
bu
işlenmiş eşcinsellik temasına dair türküler
işe
var (“Elleri Pamuk” gibi Urfa türküleri, vs.)
profesyonel olarak devam etme kararı, solo projeler, …
Eminim vardır kadın ortamlarında eşcinselliği anlatan türküler; fakat
Kardeş Türküler'in sanata bakış açısında kültürel
yine
ulaşamazsak
kendimiz
besteleyeceğiz
sanırım
(gülüyor).
çoğulculuk perspektifi mevcut, sanat anlayışınızdan biraz bahseder misiniz?
Kaos GL Derneği ve dergisi hakkındaki düşünceleriniz
Bu, tek başına “Kardeş Türküler” projesinin dramaturgisi
nelerdir?
değil, aynı zamanda, içinde yer aldığımız Boğaziçi Gösteri
'90'lı yıllarda feminizmle tanışmış, toplumsal cinsiyet karşıtı
Sanatları Topluluğu'nun duruşunu da özetleyen, çok önemli bir
birçok eylemliliğin içinde yer almış bir kadın olarak (kurulduğu
nokta. Dans, müzik, tiyatro, yayıncılık, neye elimizi atsak bu
günden bu yana, Feminist Kadın Çevresi üyesiyim); maalesef
duruştan hareket ediyor, sadece etnik değil, inançsal, cinsel vb.
“eşcinsel hareket”, “homofobi karşıtı olmak” gibi gündemlerin,
her tür kimliğin özgürleşmesinden yana olduğumuzun altını
ancak '90'ların sonunda ve 2000'lerde hayatıma girdiğini
çiziyoruz. Gösterilerimizde, başörtüsü kullananların ezilmesine
söylemeliyim. Biz feministler, gündemimize sadece 'kadınlık
karşı
durumu'nu almamıştık tabii ki; Türkiye gündemi, savaş, ırkçılık,
olduğumuzu
da,
“cinsel
yönelim”
deyince
sadece
“heteroseksüellik”i anlayanların yanında olmadığımızı da ima
v.b.
ediyor, hatta bazen ayrımcılığa karşı olduğumuzu düpedüz
düşünüyorduk. Fakat Kaos GL gibi oluşumlar, “erkek dünya”yla
gösteriyoruz.
birçok
mevzunun
feminizmi
yakından
ilgilendirdiğini
mücadele etmenin sadece 'kadınlar'ın sorunlarını gündeme getirmekle olmayacağını, tüm cinslerin, birlikte bu dünyaya karşı
Kardeş Türkülerin bundan sonraki programında neler var? Ve sizin ayrı yapacağınız projeler var mı?
hareketin bana çok şey öğrettiğini düşünüyorum.
Kardeş Türküler, BGST Dansçıları ve İstanbul Sayat Nova Korosu,
hep
birlikte
10-14
Aralık
tarihleri
durması gerektiğini gösterdi. Bu yüzden homofobi karşıtı
arasında
Ermenistan'dayız. Bu, Hrant Ağabey'in vasiyetiydi; nihayet
Farklı kimliklerin temsiliyeti açısından derneğinizin çok önemli
bir
yerde
durduğunu
düşünüyorum.
Yaşadığımız
homofobik, maşist ve faşist ortamda, faaliyetlerinizle kendinizi
gidebiliyoruz. İki ücretsiz gösteri yapacağız; bir Yerevan'da,
görünür kılmanız ve “Biz de varız!” demeniz, dik durabilmeniz
diğeri Vanatzor'da. Hrant Ağabey, aslen halkların, sanatçı ve
çok önemli.
aydınların barış konusundaki girişimlerinin değerli olduğunu söylüyordu. Umarız sınırların, kapıların açılmasına, ilişkilerin normalleşmesine vesile olur bu tür buluşmalar…
Bu güzel röportaj için teşekkür ederim. türküleri
homofobi
karşıtı
buluşmada
Kardeş
görme
fikri
şimdiden beni mutlu etti. Karşıtı
Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Buluşma'da sahne alma gibi bir durumu var Kardeş
Netleşmemiş
durumda
ama
Homofobi
Konser sonrası bir yemek de yedirmedin ya Pelin! Şaka
Türkülerin bildiğim kadarıyla, peki eşcinsel hareket ve
gerçekten.
buluşma hakkında düşünceleriniz? Az önce söylediğim gibi; BGST olarak, her türlü ayrımcılığın, eşitsizliğin karşısındayız. Homofobi bunlardan biri; ırkçılığı, faşizmi çağırdığı için de çok tehlikeli. O yüzden, Homofobi Karşıtı Buluşma'da yer almayı, sizlerle dayanışmayı gönülden isteriz tabii ki.
Sizce şarkılarda, türkülerde eşcinsel kimlik var mı? Yoksa neden? Siz türküde eşcinsel temsiliyeti için bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Uzun bir süredir “kadın ağzı türküler” konusunda araştırma
49
kült filmler
syd ve nan-cy aykan safoğlu aykan@kaosgl.org
Kaos
GL'de
dosya
düzenli
köşelerde
konusuna
bağımlı
kalmamak için özen göstersek de Kült Filmler'de konuyu döndürüp dolaştırıp
d o s ya
ko n u s u n a
bağladığımı fark ediyorum.
Her
günah çıkartıyorum.
Bu sözümüzü bir başka
bahara
ertelediğimizi düşünerek
bu
defasında bu çabadan uzaklaşıp, bahsettiğim filmlerin dosya
sayıda
konusuyla bağını ortaya çıkarmak herhalde yazar egoma iyi
görece bastırıldığı
erkeklerin
geliyor... Ne kadar başarılı olduğum veya yaptığım çıkarımların
bir
ne kadar zorlama olduğu sizin takdirinize kalmış. Bu kısa öz
b a h s e t m e k
eleştiriden sonra hiç laga luga yapmadan bu yazıya da dosya
istiyorum.
filmden
konusuna değinerek başlamak istiyorum.
Konumuz “taşra” olunca, benim de aklım ister istemez taşra etrafından dolanan filmlere kaydı. Belki son dönemde kazandığı ödüllerle takipçisi artmış, Türkiye sinemasında taşrayı yeniden
High (Lisa
Art
Cholodenko,
dolaşıma sokmuş bir yönetmen olarak Nuri Bilge Ceylan da
1998) Türkiye'de gösterime girmemiş bir
zihnimde beliren isimlerden biri oldu. Doğrusunu söylemek
film, dolayısıyla vizyonda salınması için kendisine Türkçe bir isim
gerekirse yönetmenin Mayıs Sıkıntısı (1999) veya Kasaba (1997)
uydurulmamış.
gibi filmleri üzerine yazmak için kendimde yeterli şevk göremedim veya Ceylan sineması üzerine kalem oynatmak bu
Filmin ismi Türkçeye yüksek sanat olarak çevriliyor. Yüksek
köşede yapmaya çalıştığım şey ile örtüşmeyecekti. Her şeyden
sanat ile kastedilenin 'yüksek' bir sınıfın beğenisine hitap eden
önce
sanat ürünleri olduğunu söyleyebiliriz veya gayet üstünkörü bir
erkek karakterlerin
hikâyelerini anlatan
bu
filmler,
kahramanlar her ne kadar çıkışsız veya kifayetsiz olsa da, yani bir
tabirle kitle kültürünün dışında, bir elitin takipçisi olduğu sanat
anlamda erkek dünyanın açmazlarını gözlerimizin önüne seriyor
da diyebiliriz. (bkz: opera, güzel sanatlar, vs) Filmin neden bu
olsa da, ister istemez taşrayı erkeklerin oyun alanı olarak
ismi aldığını anlatmak filmin sonunu söylemeye benzeyecek;
kodluyor. Bu erkek öyküsü enflasyonunda taşrada yenişememiş,
belki kısaca filmin konusundan bahsedersem neyin ima edildiği
yanan, devinen erkeklerden sıkılmak da kaçınılmaz oluyor.
anlaşılacaktır.
Sanırım bu yüzden taşrada kadın olma hali ile daha fazla ilgileniyorum.
Syd (Radha Mitchell), Frame isimli epey saygı duyulan bir fotoğraf dergisinde editör yardımcısı olarak çalışan 24 yaşında bir
Türkiye sinemasında korkunç bir ataerki hâkim olduğundan
kadındır. Yıllardır birlikte olduğu James isimli erkek arkadaşıyla
bununla ilgilenen bir film bulmak da mümkün olmuyor... Pelin
aynı evi paylaşmaktadır. Gündelik hayat, ev ile iş arasında
Esmer'in tatlı belgeseli Oyun'u (2005) dışarıda bırakırsak,
bölünmüştür. Syd ofiste kendisini ezmek için fırsat kollayan
kadınların bu kurmaca dünyada kendilerine yer bulamadıklarını
üstlerini sineye çekerken bu zalim ve haddinden fazla kibirli
düşünüyorum. Bunları söyleyebildiğim için mutluyum. En
dünyada
kariyerinin
ibresini
değiştirecek
atılımı
yapmayı
azından Türkiye sinemasının itibarını bir kalemde kurtarmak gibi
beklemektedir. Bu beğenileri fazlaca gelişkin, burnundan kıl
bir densizlik etmeden, bu sayıda Yeşilçam Sineması'nda taşra ve
aldırmayan insanlar arasında kendisinin de incelmiş zevklerden
farklı cinsel yönelim temsilleri üzerine ufak bir dosya konusu
anladığını kabul ettirmeye çalışırken, bir nevi hayatta kalmaya
yapmaya yeltenmiştik, ama hem bizim tembelliğimizden hem de
çalışırken, işten eve döndüğü bir gece hayatında bambaşka bir
yeterli örnek olmamasından dolayı bu proje havada kalmıştı.
sayfa açacak bir olay meydana gelir.
Şimdi ucundan da olsa böyle bir niyetimiz olduğunu söyleyerek
küvette sefa yapmaya niyetliyken, tavandan su sızdığını fark
Sıcak suyla doldurduğu
etmesiyle üst kat komşularının kapısını tıklatmakta gecikmez. Kapıyı açan, Syd'in daha önce varlığından haberdar olmadığı bir dönemin kült fotoğrafçısı Lucy Berliner'dir (Ally Sheedy). Syd, sızdıran banyo sayesinde tanıştığı bu yeni komşusu ve onun uyuşturucu bağımlısı çevresi ile her geçen gün daha sık görüşmeye başlar. Lucy'nin evinin her yerini kaplayan, başta Lucy'nin
sevgilisi
hayatındaki inceledikçe,
tüm
Greta
(Patricia
insanların
Clarkson)
portrelerini
olmak
daha
üzere
yakından
Syd'in kafasında kariyerinin dönüm noktası
olabilecek bir fikir belirir.
Lucy'ye çalışmakta olduğu Frame
dergisi için bir şeyler üretmesini teklif eder. Lucy Berliner 10 yılı
anılan,
şipşak
fotoğraf
da
diyebileceğimiz alt türde sayısız örnek
aşkın süredir ortalarda görünmemektedir ve Syd'in iş arkadaşları
veren Goldin, fotoğraflarının sunumu
da Lucy'nin yeni fotoğrafları ile derginin büyük bir çıkış
için geliştirdiği formülle de akıllara
yakalayabileceğini düşünerek bu fikre balıklama atlarlar. Fikir
kazınır…
basittir, Lucy'nin kaybolduğu 10 sene ardından şu sıralar
oluşan, 45 dakikalık slayt gösterileri ile
800'ü
aşkın
fotoğraftan
üzerinde çalıştığı işlere, hayatına yoğunlaşmasını isterler. Lucy
fotoğraflarını bir nevi foto-roman film
de tekrardan çalışması için kendisine motivasyon olabilecek bu
olarak izleyiciyle buluşturur. Hayatının güncesinin tuttuğu
teklife sıcak bakar ve tek bir şartla projeyi kabul eder: Syd,
fotoğraflara dönüp baktığımızda, fotoğrafların arkasındaki LGBT
Lucy'nin editörü olacaktır ve işler sarpa sarmakta gecikmez...
izleği de okumak mümkün. 80'lerin ortasında herkes birdenbire
Projeyi gerçekleştirmek için beraber taşraya yaptıkları gezi
AIDS'ten ölmeye başladığında, gidenlerden geriye birçok Nan
sonrasında iki kadının hayatlarındaki birçok şey artık eskisi gibi
Goldin portresi kalır. Nan Goldin birkaç röportajında ACT UP un
olamayacaktır. Yüksek sanatın nesnesi haline gelen hayatlarında
oluştuğu
yıllardan
ve
örgütün
Amerika'daki
öneminden
bahsederken; Avrupa'da ACT UP gibi politik örgütlerin olmayışı
taşların yerleri değişmektedir...
ve insanların HIV/AIDS duyarsızlığı yüzünden yalnızlaşan ve Lisa Cholodenko'nun senaryosunu yazıp yönettiği High Art,
ölmekte olan arkadaşlarından bahseder. Fotoğraf, hayatını
büyük oranda fotoğraf sanatçısı Nan Goldin'den esinlenmiş.
belgeleyen bir mecrayken, kendisini yaşadığı bu travmalardan
Elbette ki filmdeki Lucy Berliner, Nan Goldin'in birebir kopyası
arındıran bir nevi rehabilitasyondur.
değil,
ama
aralarındaki
benzerliklerin
neler
olduğuna
baktığımızda hoş enstantanelerle karşılaşıyoruz. Nan Goldin,
Nan Goldin gibi Lucy Berliner de fotoğraf çektiği zaman
Lucy Berliner gibi üst orta sınıf Yahudi bir ailenin kızı olarak
model kullanmaz, fotoğraf çekmek istediğinde çevresinde ne
dünyaya gelmiş bir fotoğrafçı. Goldin gibi Lucy de kendi yakın
bulursa onun fotoğrafını çeker. Bu ister fotoğraf, ister film olsun
çevresindeki
sanatçının sanat eseriyle arasına koyduğu mesafe üzerine de söz
insanları
gündelik
hayatın
içinde
yakaladığı
portreleri ile büyük bir şöhrete kavuşmuş. Ortamda buluNan
söyleyen sanatsal bir tavır. Tıpkı High Art'ta olduğu gibi: bir kere
ışıkla kotardığı ve 70'lerin, 80'lerin Stonewall sonrası New
sanatla uğraşmaya başladığınızda hayatınızın ne kadarının o
York'unda, gey ve trans cemaatinin arasında çıktığı fotoğrafik
sanat eserine dâhil olduğu sorusu hayati önem kazanır.
yolculuklar kariyerinde büyük önem taşıyor. Özellikle bir dönem
Sanatınız, güncenizle ne kadar örtüşüyor, hayatınızı ne denli
birlikte yaşadığı Greer Larkson isimli trans sanatçının portreleri
sanata adıyorsunuz... Lisa Cholodenko da filminin iki kadın
Goldin'in unutulmaz karelerinden. Yine AIDS'ten ölen ve John
karakteri üzerinden birçok sanatçıyı meşgul etmiş bu soruyu
Waters'ın Multiple Maniacs, Pink Flamingos, Female Trouble ve
soruyor. Elbette ki lezbiyen aşkın başrolde olduğu bir filmle.
Desperate Living isimli filmlerinde oynamış Cookie Mueller,
Kadraja alınanın kaçınılmaz olarak erkek bir bakış tarafından
Goldin'in çalıştığı bir başka isim. Lucy gibi Nan Goldin'de ağır bir
domine edildiği fotoğraf ve film tarihinde Lucy'nin (ve tabi ki Nan
uyuşturucu çevresinde, ağır
Goldin'in) sanatçı olarak işlevi önem kazanıyor. Fotoğrafı çeken
bağımlılıklar
ile fotoğrafı çekilen arasındaki mesafe daralıyor.
e t ra f ı n d a
Fotoğrafı
fotoğrafla ilişkilenmektedir.
çekilen nesne olmaktan sıyrılabildiği bir an doğuyor. Sanırım bu
Fotoğraf
da ancak kadın bakışı ile olabilecek bir şey.
sanatında
enstantane fotoğraf olarak Nan Goldin'den esinlenen bir filmden bahsettiğimiz için konu elbette toplumsal cinsiyet politikasından bağımsız değil; evlilik, cinsel birleşme, kadınlık ve erkeklik halleri... Söylediklerimle ikna olmuş olmalısınız; ben yine de Fassbinder'e ve Fassbinder'in oyuncularıyla kurduğu ilişkiye de Lucy'nin oyuncu sevgilisi Greta üzerinden tatlı bir dille değinen bu filmi şiddetle önermek istiyorum.
FOTOHIKÂYE
fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz
III. Acı ses tonu banyodaki çocuk korosu.
IV
II. Oysa ne kadar çok inanmıştık soysuz
I. Duyduğun tüm sözler benim burun kanamamdı.
ve sonu olmayan cinsel kimlik el kitabına.
VIII. Ses kapıyı açtı....Erkek sesi
IX. Körebedeki iki kedi....
VII. Oyun bitsin artık en mahrem yerlerini görmeliyim.
Kedi merdiveni
XII. Acı seks tonu......
XIV. Ellerim üşürse ağlamam, ev ödevlerimi hatırlamaya çalışırım. Öpüşmeyi unuturum.
Banyodaki erkek çocuk korosu.
XIII. Gideceksen.... Ağır adımlarla sonbaharın yasak olduğu sokakların kaldırımlarını kır.
V. Seninle oynadığımız sadece körebe oyunu,
V. Kulakları kesilmiş köpeklerin çığlığı,
VI. Ellerimi kanatıyor dudaklarım. Ellerim, Dudaklarım...
dişi bakire kanı, gözlerim kapalı
daha fazlasını isteme benden hepsi bu.
XI. Dişi adet kanı.....Gözlerim kapalı... X. Yine erkek sesi.....Kelebekler XV. Sokakta oynayan çocuklara bu ülkede .............. olmanın masallarını anlatırım. Babamı mezarına gömerim.
kayıp peruklar III hakan aydoğan hakanaydogan666@hotmail.com
XVI. Burun kanamam geçti çıkıp gittiğin kapı kapanmıyor, kanıyor, kanıyorum... SON-
kütüphane
salih canova koygocuren@gmail.com
keditörün kitabı
kitaplık Yerel Renkler
Ölü Avrupa
Truman Capote Sel, Roman Capote'nin dünyanın farklı yerlerinde geçirdiği zaman parçlarını bir roman estetiğiyle anlatılıyor; "Bir düşün ölümü gerçek ölüm kadar acıklıdır aslında ve düşünü kaybedenlerin isteği o derinlikte bir yastır”
Christos Tsiolkas Versus, Roman Melbournelu Yunan asıllı yazar Christos Tsiolkas'ın romanı Ölü Avrupa, çıkış noktasında Karl Marx'ın bir saptamasını barındırıyor: “
Ona Kangren Hamleler
Ölü nesillerin gelenekleri yaşayanların akıllarına kabus gibi çöker!”
Fırat Kaya P Libre Enterprise, Şiir Diyarbakır'da yaşayan genç şair Fırat Kaya'dan, cesur ve güçlü bir şiirin ilk sesleri; "gök kuru / göt! / apak apak / gebe bir / melek gibi / ışıyan..."
Yunanistan'ın küçük bir köyünden ve Melbourne'dan başlayan iki ayrı kurgunun roman içinde sarmal bir halde kurulup, sonuna doğru birleşerek bütünlük sağladığı bu kitapta, yazarın kendisi gibi Yunan asıllı Avustralyalı eşcinsel, genç fotoğrafçı Isaac'ın objektifinden çekilen Avrupa sunuluyor okura; Ölü Avrupa!
Islak Bölgeler
Git gide birbirine benzerken, hala izlerini silmek bir yana, ırkçılığın ve anti-
Charlotte Roche Phonix, Öykü Kadın bedenine "estetik" bir unsur olarak değil, insani bir gerçeklik olarak yaklaşan Helen'in öyküsü.
semitizmin günümüzdeki inatçı devamlılığını yaşayan Avrupa kentlerinde geçen kurgu boyunca yazar, günümüz Avrupa'sının çürümüş, bitik, fotoğraflarını çekiyor. Ekonomik rasyonalizm ve milliyetçilik ile şiddetin yeni hayaletinin sınıf farklarını derinleştirmesini,
Erken Doğmak Adam Olmak Esin Acıman Remzi, Araştırma Erkek olmakla adam olmak arasında ne fark var? Adamlar hep güçlü müdür? Erkekler ağlar mı?
ırk temelli nefreti şiddetlendirmesini son derece akıcı bir dil ve etkileyici bir tarzda okura sunuyor. Roman boyunca cinselliği anlatım dili olarak kullanan yazar, homo-erotik ve yer yer pornografik ifade biçimiyle de dikkat çekiyor. Bir zamanlar gelenek olmuş kimi
Sürüne Sürüne Erkek Olmak Pınar Selek İletişim, Araştırma "Türkiye'de erkeklerin nasıl 'adam' edildiklerine, 'adam olmak' için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar içinde sıkışarak içlerinde büyüttükleri korkudan nasıl bir şiddet çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına" bakmaya çalışan bir kitap..
bakış açılarının günümüz insanını bir kan-emiciye dönüştürme
çabasını
ortaya
koyan
Tsiolkas,
masumiyeti ancak aşkla korumanın mümkün olduğu mesajını veriyor. Algan
Sezgintüredi'nin
Türkçeye
başarıyla
aktardığı “Ölü Avrupa”yı okuyunca, bu günlerde Yunanistan'da ortaya çıkan hareketlenmenin ne denli önemli olduğu daha iyi anlaşılıyor. (Alp Güven)
"Babam sağda solda dolanmış, millete sorular sormuş. Dedikoduları duyması uzun sürmedi tabi. Bir akşam beni aldı, arabaya bindik. Melbourne'e ilk geldiğinde çalıştığı fabrikayı gösterdi, ardından sahile gittik ve Valiant'ın kocaman koltuğunda yan yana oturup minik dalgaların St. Kilda kıyısına vuruşunu izledik. Hatırladığım kadarıyla teypte Stavropoulos çalıyordu ve babam, marihuana kokuyordu. - Sinyor Bruno Parlovecchio'yu ne sıklıkla ziyaret ediyorsun? Sigara istediğimi hatırlıyorum. - Onunla seksten hoşlanıyor musun yoksa para için mi yapıyorsun? Yanıtımı tam hatırlamıyorum. - İbne misin? - Evet. Kesinlikle evetti yanıtım. O zaman bir sigara yaktığını, kolunu direksiyona koyarak denize baktığını hatırlıyorum. - Asla para için yapma, tamam mı? Söz ver. Kafamla onayladım galiba. - Adın orospuya çıktı mı bitersin. Anlıyor musun? Gene kafamla evetlemiş olmalıyım. - Seni kıskanıyorum Isaac. Keşke tanrı bana delik hevesi vereceğine boru aşkı verseydi. Seni kıskanıyorum. Özgürlük, dert edecek bir ailen bulunmaması… Her şeyi yapabilirsin. Unutma, istediğin her şeyi yapabilirsin. O gece bayılana kadar içirdi beni.”
* Sayfaya katkılarından dolayı sevgili Alp Güven'e teşekkürler.
bozuk plak
bawer çakır bawer@kaosgl.org
“bu şarkılar haydan gelir huya gitmez” marianne faithfull easy coma easy go dolly patron, brian eno, black rebel motorcycle club, morrissey, traffic, the decemberists ve dahası… rock'ın taş gibi sesli, yıllandıkça güzelleşen şarabı marianne faithfull, rock'n roll tarihinin en gizli şarkılarını yorumladığı yeni albümüyle arz-ı endam ediyor. viski kokan çatallı sesiyle bizi başka alemlerde tura çıkartmayı her daim becermiş bu serseri kadın yine asil bir his yüklüyor albümü dinleyenlere: kotunu giy, çantanı al ve yollara düş. kendine ait bir dünya kurmak için mücadele veren bizler için her daim canlı bir arzu bu malum. 18 şarkılık faithfull albümü de bu hayalin perçinlenmesine katkı sunacaktır elbette. alın! alın! alın!
http://www.mariannefaithfull.org.uk
dans edebildiğimiz bir devrim bedük / dance revolution
“yeni ötesi canlı bir mor” mor ve ötesi / başıbozuk
bedük'ün türkiye'de pek de
sadece müziğiyle sevdiği bir
rastlamadığımız bir müzikal vizyonu,
grup değil muhakkak.
herkesin olmaya can attığı ancak
lambdaistanbul'un yerel
beceremediği bir avrupalılığı var.
mahkemece kapatılmak
ilerleyen sayılarda hakkında daha
istendiği o kara günlerde
ayrıntılı yazıp çizeceğimiz bir isim olsun
bizlere desteklerini sunan grup
diyor, kendisinin kasım ayı başında
elemanları kuşkusuz artık
yayımlanan albümü “dance revolution”a
kalplerimizde başka bir yerde.
geçiyorum.
e tabii bir de “örovizyon”
ilk albüm even beter/tek kişilik
çalımları var üstüne üstlük. konu bu değil, grubun ara albümü “başıbozuk”. mor ve ötesi 3 yeni, 3 canlı ve 8 de remixten oluşan bir “ep” yayımladı. albüm grubun uzun süredir yeni şarkılar dinlemek için yanıp tutuşan hayranlarının yüreğine biraz su serpmiş durumda. örovisyon şarkıları deli'yle açılan kayıt 2 yeniyle devam ediyor: iddia ve sonbahar. bizler için bir açılma şarkısı olan “bir derdim var”ın canlı kaydının da bulunduğu albümde kulaklara çınlayacak bir diğer değişiklik de remixler. triphop
maynur doğan - qumrıke
semalarında dolaşan yeni model eskiler arasında
mthe white stripe - prickly
“parti”, “ayıp olmaz mı?” ve “darbe” de
thorn, but sweetly worn
zira kendisi her yerde ve oldukça sadık dinleyicileri var. ancak bunların ötesinde
mor ve ötesi lgbt mücadelesinin
bawer'in 5 atlısı
sanırım elektronik müzikle dans edilen mekânların son 1,5 yıldır gözdesi bedük.
bulunmakta. yerimiz dar, kısaca özetleyelim: bu kasvetli havalarda bir değişiklik olarak aç ya da tok
mbeirut - my family's in the
karnına fark etmez, alınması makbuldür. haa
world revolution
tepindikten sonra terli terli su içmemeniz kaos
mmarianne faithfull - easy
gl'nin tavsiyesidir. sonra şikayet postaları atmayın
come easy go
lütfen.
majda pekkan - gerisi hikaye
http://www.morveotesi.com/
gösteri'yle “haddinden fazla” ses getiren bedük arayı soğutmadan yeni bir kayıt sundu bizlere. bir öncekinin tadı damağımızda, her yerde hala “beter than my baby”yle sallanırken bu albüm ve ilk single “automatik” sarıp sarmaladı herkesi. hatta öyle bir sarmak ki bedük günlerdir o kanal senin, bu program benim, turlarda. 9 şarkı ve 2 remixten oluşan albüm yeni yıla girecek alternatif ve aradaki âlemlerin favorisi oldu bile. sığ türkiye müzikal cemiyetinin bu ışıldayan kaydı dans edilecek her seksi anın fon müziği olabilir pekala. hepinizin bildiği gibi; dans edemeyeceğimiz devrim bizim devrimimiz değil. http://www.bedukonline.com/
55
ikon köşe yazarım
haydar dümen'den inciler: merhabalar canlarım ben tüdü. 81 ilimizdeki üniversitelerden birindeki mastırımdan sonra danışmanlık hayatıma başladım ve türkiye'de en popüler elcibititi dergisinin kaos gl olduğunu öğrenince ana akım medyaya atlamanın basamaklarından biri olarak dergiyi kullanmaya karar verdim. neticesinde bana bir sayfa verdiler ve soruları yanıtlamamı istediler. ben de bildiğim bütün çark yerlerinde giderek e-mail adresimi, partner sitelerindeki profillerimi yazdım. bazıları neden yazdığımı anladılar, onlarla görüşmeye devam ediyorum. ama neden yazdığımı anlamayan bazı kezban lubunyalar bana sorular sormaya başladılar. ben de ayıp olmasın diye yanıtlıyorum. ayrıca bu köşe gullüm köşesi olacak. ayın madileri burada değerlendirilecek, ayın şugarlarına da cicilik yapılacak. siz de madilerinizi, sugarlarınızı, gullümlerinizi, madi kolilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. e-mail adresim: gullum@kaosgl.org
artık kızlardan soğudum, ne yapacağım? ben üniversitede okuyorum. okula servisle gidip geliyorum. otobüsteki tek erkek öğrenci benim. tüm kızlarla ilişkim oldu. artık kızlardan soğudum. gözümü arabanın şoförüne diktim. bana neler oluyor? rumuz: yorgun savaşçı yanıt: şöfer, şöfer! gözünü direksiyondan ayırma. yollar kaygan, senin servis araban da yayvan ki yayvan. içine iki yatak bile sığacak. birini kızlar dolduracak, boşu yakışıklı gence kalacak. şöfer, kızımın paralarını yiyorsun şöfer! şoförüm, senin üzerinden bu gence sesleniyorum; senin servisteki kızlardan birinin manevi babasıyım, bir elin direksiyonda, bir elin viteste olma. düz git, doğru yolda, bu oğlana fazla inanma. niyeti bozuk, aklı depoda, pompada, aman senin araba kalmasın rampada. biz ne desek bu yorgun savaşçı söz dinlemeyecek. üstü bıyık, altı sakal bu genç bence çakal. hepiniz dikkatli olun, kendinizi koruyun.
2009’da sirkafınız koliyle, cebiniz beldeyle, mutfağınız habbeyle dolsun, gullümünüz, mantiniz bol olsun canlarım...
kaynak: posta, 21 aralık 2008
tüdü'den size özel haber:
56
destere filmi ile çobandan eşcinsel olur mu? diye bir soru akla geldi… ve yurdum çobanları bu alanda çobanlar odasının yaptığı araştırmayı türk halkı ile paylaştı. “bütün çobanlar heteroseksüel, odaya kayıtlı olmayan kaçak çobanlar varsa onların cinsel yönelimleri konusunda bir şey söyleyemeyiz. ama çoban erkek mesleğidir. geyler çoban olamaz” dediler. kaos gl'nin en şeker ve en aklı başında muhabiri tüdanya olarak, yozgat, konya ve bitlis'ten eşcinsel çobanlarla görüştüm, çobanlar odasının tüm tezlerini çürüttüm, havam yerinde alaturka oldum: “kıdem canlan”: ben trans eğilimli bir çobanım aslında, o yüzden de çoban oldum. kafama takke takıp bütün gün köy kahvesinde erkek taklidi yapamazdım. şimdi mutluyum. ben çobanlığın, grafikerlik, sanat yönetmenliği ya da popstarlık gibi eğlenceli bir meslek olduğunu düşünüyorum. tek sıkıntım köyde gey bar olmaması.
“mahmut sular”: ben kendimi bildim bileli geyim ve on yaşından beri çobanlık yapıyorum. bütün köyün koyunlarının kuyruklarını gökkuşağı renklerine boyadım. dul ayşe teyzenin koyunları mor, köyün genç ağası atacan'ın koyunları çivit mavisi. bizim lubun ahmetin koyunları ise şeker pembesi. çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığını her sektörde yaşadığımız gibi burada da yaşıyoruz. ben hem çobanlığımdan hem de geyliliğimden mutluyum. köylüler benim diğer köylerin çobanlarına benzemediğimi biliyorlar ya da en azından hissediyorlar ama kimse şikayetçi değil. aynı amerikan ordusundaki gibi; “sus söyleme”… yok, pardon o bir şarkıydı di mi?
“mehmet berke”: ben bir çobanım aynı zamanda da geyim. gey olmamın çoban olmama çoban olmamın da gey olmama engel olmadığını düşünüyorum. lgbt örgütler bana sahip çıkmadı diyen cemal ipekti'ye katılıyorum. keşke hetero çobanlar ayaklandığında 500.000 lgbt birey yürüyüş yapsaydı. baweralla bile haber yapmadı. duyduğuma göre ne acıdır ki aykanella da kült filmler köşesinde destere filmini yazacakmış. bütün bunlardan geçtim, kaos gl bile haber yapmadı. gelecek sene pride'a biz eşcinsel çobanlar olarak pankartımızla katılacağız. planlarım arasında varşova'ya gidip queer teori üzerine kafa patlatmak da var ayrıca.
kitapevleri ile Kaos GL adına iletişime geçebilirsiniz ya da kitapevlerinin iletişim bilgilerini bize iletebilirsiniz. Bunun yanında dergiyi elden satabilirsiniz. Dergi satışları ve il sorumlusu olmak için abone@kaosgl.org adresine maillerinizi bekliyoruz.
"ismim mesut, göbek adım bahtiyar, dergim de kaos gl" zeki müren
YTL
arkadaşlar arıyoruz. Yaşadığınız ilde Kaos GL Dergisini satabileceğini düşündüğünüz
Kaos GL dergisinin yay-sat dağıtımı sona ermiştir, abone olmanız tavsiye olunur.
gönüllülerle örecek. Türkiye'nin her yerinde derginin dağıtımını yapabilecek gönüllü
1 yıllık abonelik sadece 45
Kaos GL Dergisi, Yay-Sat dağıtımından çekildi. Dağıtım ağını eskiden olduğu gibi
abone@kaosgl.org
Kaos GL Dergisi Gönüllülerini Arıyor?
Efendiler bilsinler ki, Alexis'in göğsüne giren kurşunlar bizim de kalbimizi yaralamıştır. Bu yarayı da ancak Yunanistan'dan bütün dünyaya yayılmaya başlayan isyan iyileştirir. Gözlerimize iyi bakın, efendiler, o isyanın ateşi şimdi bu dilsiz haykıran gözlerde parlamaktadır. Bu gözler Maraş'ı gördü, Sivas'ı ve Çorum'u gördü. Bu gözler Dersim'de yakılan ormanları, boşaltılan köyleri, Küçücük bedeni kurşunla doldurulan Uğur Kaymaz'ı gördü Bu gözler idam sehpası için yaşları büyütülen gencecik fidanları gördü Bu gözler Eryaman'da öldürülen travestiyi, Sahtesi de gerçeği de tecavüzcü olan polisi gördü. Bu gözler buzdolaplarına kapattığınız selpakçı veletleri, Dur ihtarına uymadığı için kafasından bir kurşunla yere serilen genci, Gözaltında döve düve öldürdüğünüz devrimciyi gördü. Bu gözler 19 Aralık'ta paramparça edilen ve yakılan tutsak bedenleri gördü. Tuzla tersanelerinde ölüme terk edilen işçileri Her gün açlıktan ölüme terk edilen işsizleri gördü. Bu gözler tüm katillerimizi, cellâtlarımızı, işkencecilerimizi gördü Bu gözler tüm faili meçhullerin faillerini, sizleri gördü efendiler. Gözümüz üstünüzde efendiler, Gözümüzdeki parıltı bir yangına kıvılcım olabilir!
UNUTMAYACAĞIZ! AFFETMEYECEĞİZ! *20 aralık 2008, anarşistler ve antiotoriterler tarafından yapılan basın açıklamasından.