KaosGLD105

Page 1

5 TL Mart-Nisan 2009

LGBT Kültür/Yaşam Dergisi

105

dosya:

NEFRET DJ İPEK eğlencenin politikası

PINAR SELEK gözlerini açıp acı çekmek

DENİZ TÜRKALİ kırların kötü

çocukları


Kadın Olma Halleri

Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Sarmalında Kadın Olma Halleri Kaos GL Derneği, eşcinsel, biseksüel, trans kadınların kadın olma halleri üzerine deneyimlerini paylaşacağı ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tartışmaların yapılacağı bir söyleşi dizisi organize ediyor. Üç kapsamda gerçekleşecek olan Kadın Olma Halleri söyleşi programının, “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” başlığı altında, trans kadınlar farklı alanlarda bireysel ve örgütsel deneyimlerini aktaracak ve kadınlarla birlikte bunları tartışmaya açacak; “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri”, başlığı altında, lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, görünen ve görünmeyen kadınlıklarının cinsel yönelimleri ile kesişen noktalardaki ortaklıklarını ve farklılıklarını, gündelik hayata ve medyaya akan halleri ile birlikte ele alacak; “Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri” başlığı altında ise, verili toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tanımlanan kimliklerimizin yaşamlarımıza yansıyan etkileri üzerine söyleşiler gerçekleşecek. Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri ve Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri başlıkları altındaki söyleşiler sadece kadınların;

Mart-Nisan Programından bazı başlıklar şöyle: “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” Trans kimlik ve Seks İşçiliği, Seks İşçileri Çalışma Grubu, 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü Etkinlikleri üzerine. “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri” Görünürlük, Görünmezlik ya da Yok Sayılmak: Kadının adı yoksa; Adını Sen Koy! “Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri” Kadınlığımızdan erkekliğe bakış: Sürüne Sürüne Erkeklik, Pınar Selek ile söyleşi “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” Trans-Toplumsal Cinsiyet: İkili cinsiyet ayrımından, erkekten kadına “kadın” olmaya bakış: Ne kadın ne erkek ya da hem kadın hem erkek mi? “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri” Kadına karşı bir “taraf” olarak Medyanın lez/bi-yen yaklaşımları..

Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri söyleşileri ise herkesin katılımına açık şekilde organize edilecek.

Etkinlik takvimi ve ayrıntılı bilgi için: kaosgl.org


Kaos GL D

Sahibi erneği adına Ersoy Burcu kaosgl.o oyaburcu@

rg

üdürü ve azı İşleri M Sorumlu Y Yayın Yönetmeni Genel Uğur Yüksel sgl.org editor@kao

u Yayın Kurul afoğlu, S n a yk A , l Ali Ero r Bawer Çakı Barış Sulu, Canova, h i al S y, so Burcu Er ner a, Umut Gü Serap Akçur Redaktör Esra Çınar

Kaos GL’den

“başka”larının acısına “bakmak” Taşra sayısının iç kapağında LGBT Hakları Platformu'nun 12 Kasım 2008 tarihli basın açıklamasına yer vermiştik. Metin “Eşcinsel ve Transeksüel kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın”

Fotoğraf Öcalan, su an C m r, Evri Aydoğan, Çoşkun Aşa n a k a H , ı ğrafçılar it Algül, Galata Foto u Aksu, Raş m, Nevruz Ebr Yusuf Erada

cümlesiyle bitiyordu. Hatırlayacaksınız, yazıdan başınızı kaldırıp sayfada göz gezdirdiğinizde birtakım

ışmanları Hukuk Dan an Özsoy, Av. Elif Ceyl ıldırım, Y Av. Hakan ın, Av. Oya Ayd in Öz Av. Yasem

anımsamaya çalışalım. Nasıl fotoğraflardı bunlar? Kimler, niçin bu fotoğraflarda yer alıyordu? Bu

Baskı Önc

esi Hazırlık Emir Birant

g emir@kaos

ardından sokağa çıkmış, üzüntülü olduğu aşikar, ama bir o kadar da umutlu yüzlerle dolu o kareleri

sorular zihnimizi meşgul ederken 12 Kasım'dan geriye kalan o birkaç fotoğrafa sizinle birlikte tekrardan bakmak ve ne anlama geldiklerini bir daha düşünmek istedik. Her fotoğraf bir şeyleri açık ettiği ölçüde, başka şeyleri gizler. Kadrajın dışında kalanlar, bu gizem haresini oluşturan yegâne şeylerdir aslında.

l.org

ordinatörü Finans Ko oğlu İsmail Alaca l.org sg

ismail@kao

umlusu Abone Sor Semih Varol semih@kao

fotoğraflarla karşılaşıyordunuz. Bir an için metni unutup ellerinde pankartlarla, Dilek İnce'nin

sgl.org

lunanlar Katkıda bu ya, ışah Kılıçka ht a B , e yş A ya, Angelique, ğlar Yerlika Ça , an am Y Can rkali, z, Deniz Tü Deniz Deni ksu, A m ize G , Taşçıoğlu ranlı, O e Esen Ezgi g m İ , t ü Hande Öğ Göregenli, ğlu, Melek İpek İpekçio vin Öztop, Nevruz , lıçkaya, Ne Ono Baran Mustafa Kı Ebru Aksu, eda Ergül, S , k le e S r Pına , una Erdem ih, Tibith, T Sema Sem Kızılarslan, iz el Y z, Ö Yasemin suf Eradam aşaran, Yu Yeşim T. B ri Yönetim Ye Kaos GL 1 lvarı 29/ 2 a Kemal Bu Gazi Mustaf ANKARA y a l zı ı 06440 K 3 0 0 3 58 2 . 12 3 0 Telefon: +9 230 62 77 2. 1 3 0 +9 Faks: l.org itor@kaosg E-posta: ed w.kaosgl.org w w / / p: t t h URL: Abonelik li abone bede ı) ay s 6 ( llık 45 YTL Yurt içi 1 yı bedeli yıllık abone 70 $ Yurt dışı 1 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye nsfer 45 € or the following Please, tra to od i er p n t io subscript bank accoun Şubesi ir h şe ni Ye nkası 54 Garanti Ba 411 62970 TL Hs. No: : 9089309 No . Hs D US o: 9090334 EUR Hs. N 015 ISSN 13025

Kapak oğan, Hakan Ayd 2009 miz Kayıp i r Bi k, şı A z Birimi ihi Basım Tar 009 26 Şubat 2 Baskı mevi Ayrıntı Bası i Bölgesi ay an S ze i İvedik Organ 0. Sok. No: 105 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 394 55 90 2. 31 0 : on f Tele Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli 2009 Mart-Nisan isteklerde Tek sayılık riniz. pulu gönde a st po ik 'l 5 YTL ve er mültecil e Tutsaklara, gönderilir. z si et cr ü e ler HIV+ LGBT’ aos GL, K n ve Lezbiye Kaos Gey yanışma Da e lar v ma r ı t . ş a r dır ı A n ı l Kültüre süreli yay Derneği'nin

Bu eylem fotoğraflarındaki insanlar, Dilek İnce ile birlikte ölmemişti. Dilek'in sonsuzluğa gittiği karede, kadraj dışındalardı. Ama kadraja baktıklarında çekilen fotoğrafı en iyi okuyabilenler de onlardı. Onlar, herhalde Dilek'in hayatının bir film şeridi olduğunu varsaymışlardı ve Dilek'in solduğu karede gördükleriyle yetinmeyenlerdi… Onlar için, fotoğraftaki Dilek, taksiratının affedilmesini diledikleri ölümü tatmış sıradan bir fani değildi. Onun ölümünün suretine baktıklarında, o suretin ardında gizlenen daha sistematik bir şeyin varlığını sezinliyorlardı. Dilek İnce, cinsiyet kimliği yüzünden kendisinden nefret eden birileri tarafından katledilmişti. O fotoğraftaki insanlar bu fiilin adını haykırıyorlardı, bu ölümlerin hepsi nefret cinayetidir ve birçok faili vardır… Biz de genelde kadraj dışında tutulan bu nefreti mercek altına yatırmak istedik. Biliyoruz ki; nefret varolduğu sürece böylesi fotoğraflara daha çoook bakacağız… Bu sayıda bakmakla yetinmeyen insanlarla yapılmış söyleşiler var; Deniz Türkali, DJ İpek, Ayşe Öğretmen ile yapılmış söyleşileri okuduğunuzda bu nefret karşısında örgütlenen, seyirci kalmak istemeyen hayatların ne denli güzel olduğunu göreceksiniz. Ölümün bilgisi geride kalanlara hayatı kolaylaştırmıyor, hayatın kırılgan olduğunu biliyoruz ve kimsenin kırılmasını istemiyoruz. Bu sayıda duygu ve düşüncelerimizi kağıda dökerken çok zorlandık. Belki de bu yüzden; Salih Canova'nın, Bawer Çakır'ın bu imkansızlığı zorlayan ve “elimizde sadece yırtık eski bir fotoğraf kalsın istemiyoruz” diyebilen, hayatın kırılganlığını kuvvetli cümlelere dönüştürebilen yazıları ilerki sayfalarda yer alıyor. “Nefret nedir, nefreti ve acıyı nasıl engelleyebiliriz?” diye düşündüğümüzde Pınar Selek ile son kitabı üzerinden Yasemin Öz'ün yaptığı söyleşi, Melek Göregenli'nin itina ile hazırladığı yazısı yüreğimize su serpiyor. “Nasıl bir mücadele örgütlemeliyiz?” sorusuna İmge Oranlı, Morgan Holmes'un bir kitabı üzerinden yanıt ararken, Eda Kocaoktay “Çoktan Seçmeli” isimli yazısında farklı cevaplar vermeye çalışıyor. Nefreti anlamak üzerine harika bir deneme de Serap Akçura'dan geliyor. Öbür Yandan Esen Ezgi Taşçıoğlu, duyguların kültürel politiğine eğilerek Sara Ahmed üzerinden nefretin analizine girişiyor. Kısacası elinizde tuttuğunuz dergi, nefretin kör noktaları üzerine farklı açılardan yönelmek istediğimiz bir sayı oldu. Mayıs-Haziran sayısında aynı yaklaşımla gündem dosyası olarak belirlediğimiz “kamusal homofobiyi” A4'e yatıracağız. İkinci bir dosya konusu da “eşcinsel ve biseksüel kadın olma halleri” olacak. Yeri gelmişken Kaos GL'den kadınların düzenlediği 4. Kadın Kadına Öykü Yarışması'na başvuruların devam ettiğini de belirtelim. Başvuruları 17 Nisan 2009'da sona erecek yarışmanın teması ise “Ütopya-m” olarak belirlendi. Yarışma ile ilgili detaylı bilgiye kaosgl.org'dan ulaşılabilir. Dergi ile ilgili öneri ve eleştirilerinizi ve iki dosya konusu etrafında yayımlanmasını önerdiğiniz yazılarınızı editor@kaosgl.org adresine bekliyoruz. Son olarak Türkiye'de iki sayıdır artık dağıtıcı bir firma ile çalışmayan dergimize abonelik yoluyla daha fazla destek olabileceğinizi söylemek istiyoruz. Abone olmak isteyen veya yakın çevresinde abone olmayı isteyebilecek arkadaşları olan okuyucularımızın yine aynı adresten bize ulaşmaları yeterli. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere... Kaos GL


içindekiler

21 30 nefret suçları kimin sorunu?

03 havadis BİR KEZ DAHA BULUŞUYORUZ 04 lgbt gündem 06 söyleşi

MELEK GÖREGENLİ 34 ressentiment HANDE ÖĞÜT 37 zehirli elma ağacı’nın kızıl nefreti

DENİZ TÜRKALİ KIRLARIN KÖTÜ ÇOCUKLARI 10 söyleşi

02

06

PINAR SELEK GÖZLERİNİ AÇIP ACI ÇEKMEK... 12 kadın kadına AL KALEMİ ELİNE, BİN PARÇAYA BÖLÜNSÜN 14 birlikte KEŞİF 16 canım ailem “HER ŞEYE RAĞMEN YANINDAYIZ” 18 söyleşi DJ İPEK EĞLENMENİN POLİTİKASI

SÜRMELİCAN 40 ... BAWER ÇAKIR 42 nefret ve iktidar YUSUF ERADAM 44 harvey milk: devamı gelmeyen masal ÇAĞLAR YERLİKAYA 46 güldünya sahnesinde trans kimlik

10

GİZEM AKSU - SEMA SEMİH

dosya: nefret

48 çalışma hayatı ”İSTANBUL, MEĞER EN BÜYÜK SÜRGÜN SENMİŞSİN” 50 kült filmler: “Das andere Istanbul”

22 ”her şey yerli yerinde” mi?... SALİH CANOVA 24 duygular ne yapar? ESEN EZGİ TAŞÇIOĞLU 25 neden?

46

SERAP AKÇURA 26 engin temel’i yazamamak DENİZ DENİZ 28 portfolyo HAKAN AYDOĞAN ütopya

18

YELİZ KIZILARSLAN 38 sen sus, gözlerin konuşsun

50

AYKAN SAFOĞLU ORADA BİR FİLM VAR UZAKTA; O FİLM BİZİM FİLMİMİZDİR 52 foto-hikâye ÇOŞKUN AŞAR BEDENLER ÖDÜNÇ 54 kitaplık 55 bozuk plak 56 kitaplık İMGE ORANLI INTERSEX

52


Homofobiye Karşı Bir Kez Daha Buluşuyoruz! Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği, üç yıldır, 17 Mayıs haftasında, Ankara'da, Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'yı organize ediyor. Homofobi Karşıtı Buluşma ilk yılın ardından üniversite kampüslerine taşındı. 2009 Mayısındaki 4. Buluşma ise 17 Mayıs haftasını ve Ankara'yı aşarak homofobi karşıtlığının sınırlarını genişletiyor. 1 Mayıs meydanlarından 17 Mayıs yürüyüşüne… Buluşma, özgürlüğün bayramı 1 Mayıs yürüyüşünden başlıyor ve 17 Mayıs Homofobiye Karşı Yürüyüşe kadar devam ediyor. Ankara ile birlikte İzmir, İstanbul, Eskişehir, Diyarbakır ve Van'da da Homofobiye Karşı Buluşuyoruz! 1 Mayıs alanlarında etkinliklerine start verecek olan buluşma kapsamında, çalışma hayatı, eğitim, psikoloji-psikiyatri, HIV/AIDS, insan hakları, hukuk alanlarında LGBT bireylerin karşılaştıkları sorunlar, hem panellerle hem de atölyelerle gündemleşecek. Buluşma kapsamında Ankara, İstanbul, İzmir ve Van'da kampüs etkinlikleri de yapılacak. Buluşma ile ilgili gelişmeleri antihomofobi.org ve kaosgl.org’dan izleyebilirsiniz.

fotoğraflar: antihomofobi etkinliklerinden


Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme Lambdaistanbullu Kadınlar'ın yapımcılığını üstlendiği "Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme" adlı belgesel, Türkiye'de ilk kez "eşcinselim" diyen kadınların, lezbiyen kimliğini politik bir kimlik olarak benimseyip, kendilerini ifade ettikleri bir film. Aynı zamanda Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği aktivistlerinin kolektif olarak ürettikleri ilk film.

Eskişehir'de Polis Şiddeti 29 Ocak gecesi iki transeksüel, Atatürk Caddesi'nde polis saldırısına uğradı. Emekçi Hareket Partili (EHP) LGBTT'ler, Eskişehir Adalar'da bir basın açıklaması yaptı ve transfobik polis şiddetine karşı dayanışma çağrısında bulundu. EHP'li LGBTT 30 Ocak'ta basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması sonrasında transeksüeller "Bir daha çıkmayacaksınız buraya, sizi bu şehirde barındırmayacağız!", "Basın açıklamasına katıldığın sürece seni gözaltına alacağız!" tehdit edildi.

"Şemsi Paşa Pasajı" Yayında Ters yöne girenler, yol kenarından gidenler, akıntıya karşı yüzenler, suya kendini koyverenler, çok popülerler, hiç popülerler, alternatifler, ana akımlar,

Nefret Suçlarına Karşı Sesinizi Çıkartın! 04

direnenler, cesaret edenler, şarkılar, türküler... Kaos GL dergisi ve bianet'ten Bawer Çakır ve bianet'ten Semra Çelebi'nin hazırladığı Şemsi Paşa Pasajı isimli radyo programı yayına başladı. LGBTT, kadın, emek, alternatif sanat hakkındaki "eğlenceli" program her Salı saat 20.00'de 95.1 Özgür Radyo'da. Programı www.ozgurradyo.com adresinden de dinleyebilirsiniz.

Kaos GL İzmir 22 Şubat 2006'da evinde öldürülen Baki Koşar'ın öldürülmesinin arkasındaki nefret duygusunu tartışmaya açmak ve Koşar'ın unutulmamasını sağlamak amacıyla 22 Şubat ile 27 Şubat tarihleri arasında bir dizi etkinlik gerçekleştirdi.

Yerel Seçimlerde Biz de Varız! Yerel seçimler öncesinde bir yandan trans bireylere yönelik şiddet olayları artarken ve halen siyasi partiler LGBTT bireyleri görmezden gelmeye devam ederken, Lambdaistanbul üyelerinden Belgin Çelik, bu gidişata dur demek için Kâtip Mustafa Çelebi Mahallesi'nden muhtarlığa adaylığını koydu. http://belgin-celik.blogspot.com

Biseksüelim ya da Değilim... Murat Boz'a sordular: Gey söylentileri ve bu konuyla ilgili sorular rahatsızlık veriyor mu? - Cinsel kimliğimle ilgili sorular beni rahatsız etmiyor. Belki biseksüelimdir belki değilimdir. Belki heteroseksüelimdir belki değilimdir... Pek çok gey hayranım var. Homofobik değilim.

Buradayız Alışın! LGBTT Hakları Platformu "Buradayız Alışın" isimli 2008 yılı LGBTT Bireylerin insan hakları raporunu yayınladı. İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesinde 24 Ocak'ta yapılan basın açıklamasında, Pembe Hayat Derneğin'den Buse Kılıçkaya, Platformun gözüyle 2008'in Türkiye'de LGBTT'ler açısından nasıl geçtiğini şu sözlerle anlattı: "Nefret cinayetleri, işkence, taciz, intihar, para cezaları ve çeteler, ev mühürlenmeler, yargısal süreçte homofobi ve LGBTT bireylere ve örgütlere yönelik örgütlenme hakkına yönelik ihlallerle dolu bir yılı geride bıraktık.”


Milk'e İki Oscar Milk En iyi Özgün Senaryo ve En iyi Erkek Oyuncu senaristi Dustin Lance Black, film ekibine ve

Kolombiya'da Birliktelik Hakkı

akademiye defalarca teşekkür ettikten sonra

Anayasa Mahkemesi, geçen

konuşmasına "Ben ağaçlık bir mekânda mütevazı bir

hafta 'tarihi bir karar' alarak,

dalında Oscar ödülü alarak yüzleri güldürdü. Filmin

bundan böyle eşcinsellerin de evli olmayan ama birlikte

evden, şehre geldim. Bir gün âşık olduğum insanla evlenebileyim diye. Şu an çok mutluyum ve buradan tüm

yaşayan heteroseksüel çiftlerle aynı haklara sahip

eşcinsellere sesleniyorum, ellerinizden alınan tüm hakları

olacaklarını açıkladı. Böylelikle gey ve lezbiyenler, emekli

beraberce kazanacağız. Tüm eyaletlerde eşcinsel

maaşı, sağlık ve sosyal güvence ya da miras konularında farklı cinsiyetteki çiftlerle eşit haklara sahip olacaklar.

evlilikleri serbest kılacağız. Sizi sevgiyle kucaklıyorum." diyerek devam etti ve büyük alkış

‘Kolombiya LBGT' ve 'Dejusticia' gibi çeşitli eşcinsel ve insan hakları örgütleri kararı memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı.

aldı. Sean Pean ise: "Ben Harvey Milk gibi bir başkanımız olduğu için gurur duyuyorum. Yasallığından mahrum bırakılan eşcinsel evlilikleri tekrar yasallaştıralım. Bu utancı hep beraber kaldıralım." diye konuştu.

İsveç'te Kilise Düğünü İsveç'te gey ve lezbiyen çiftler, heteroseksüel evli çiftlerinkine eşdeğer yasal statüdeki medeni birliktelik hakkına 1995'den beri sahipler. Yeni kanun kabul edilirse, çoğunluğun üye olduğu bir kilisede gey ve lezbiyenlerin evlenmelerine izin veren ilk ülke olacak .Hükümetteki dörtlü koalisyonun üç partisi, 1 Mayıs itibariyle İsveç'te eşcinsel evliliklerinin önünü açması beklenen bir hareket başlattılar. Koalisyonun küçük ortaklarından Hıristiyan Demokratlar, eşcinsel birliktelikler için "evlilik" sözcüğünün kullanılmasına karşı çıktı.

05 İzlanda'ya Lezbiyen Başbakan

Fransa'da Eşcinsel Bakan

İzlanda'da ekonomik kriz nedeniyle çıkan hükümet

ilişkilerinden sorumlu bakanı Roger Karoutchi,

Fransa'da, hükümetin parlamento ile

krizini çözmek için kurulacak geçici hükümetin başkanı, dünyanın

siyaset sahnesinde bir ilke imza atarak

eşcinselliğini gizlemeyen ilk kadın başbakanı olacak. Halen Sosyal

eşcinsel olduğunu söyledi, Karoutchi, Fransız

Güvenlik Bakanı olan 66 yaşındaki Johanna Sigurdardottir, 2002'de

Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, "Evet bir

resmi törenle evlendiği kadın gazeteci Jonina Leosdottir ile yaşıyor.

erkek sevgilim var ve mutluyum. Bunu da

Daha önce bir erkekle yaptığı evliliğinden iki oğlu olan Sigurdardottir,

açıkça söylüyorum. Eşcinselliğimi saklamak için

geçici hükümette büyük koalisyon ortağı olacak Sosyal Demokrat İttifakı

bir neden de görmüyorum" dedi.

tarafından başbakanlığa aday gösterildi. Koalisyonun küçük ortağı ise Sol-Yeşil hareket.

Beckham Homofobiye Karşı İngiltere futbolunun önde gelen isimlerinden David Beckham ve Wayne Rooney ile Manchester United'ın Portekizli yıldızı Cristiano Ronaldo'ya homofobiye karşı bir videoda rol alması için teklif götürüldü. Bu yıl Premier Lig'deki tüm statların skorboardlarında, sinemalarda, televizyonlarda hatta okullarda dahi gösterilmesi düşünülen videoda ana tema, futbol sahalarında egemen olan homoseksüel tezahüratlara bir son vermek ve tribünlerden bu tarzda verilen mesajların ırkçılıktan farklı olmadığını vurgulamak olacak.

Lezbiyen Çizgi Kahraman Ünlü çizgi roman kahramanı "Batwoman" (Yarasa Kadın) yeniden yaratılacak. Çizgi roman şirketi DC Comics ilk lezbiyen kahramanının haziranda piyasada olacağını duyurdu.Katherine "Kate' Kane"in alt benliği olan Batwoman, geceleri suçla mücadele eden bir karaktere dönüşüyor. Karakterin çıkış noktası olan Batman (Yarasa Adam) 60 senelik macera sonrası geçtiğimiz aylarda ölmüştü.


yüzyüze

kırların kötü çocukları söyleşi: çağlar yerlikaya v fotoğraflar: raşit algül Bu yıl

Beyoğlu'nda yürüyorum, hava her zamankinden daha soğuk, ellerimi cebimde ısıtmaya çalışıyorum. Gece de benim kadar üşüdü, biliyorum. O meleklerine seslenmeden, ben kapının zilini çalıyorum. Her defasında olduğu gibi gözleriyle karşılaşır karşılaşmaz, kalbim aşık

“Dudaktan Kalbe” adlı dizide oynuyorsunuz. Bir

süredir,

seyirci

tarafından

en

çok

izlenen

diziler,

Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu. Bunların hepsinin ortak yönü klasikleşmiş romanlardan uyarlama olması. Bu geri dönüşün sebebi sizce ne? Bunların üçü de çok değerli romanlar. Bir yanıyla harika; çünkü Türk edebiyatının klasiklerini, yapılan diziyi ya da filmleri seyredenler,

tekrar

okuma

arzusu

duyuyorlar.

Özellikle

Türkiye'de okuma oranı çok düşük olduğu için, bu çok güzel. Öte

olduğum an kadar hızla çarpıyor, evdeki kediler

yandan kolaycılığı biraz da arttırıyor. “Seyrettim ben onu nasıl

heyecanıma doğru tırmanıyor. O konuştukça,

olsa” duygusuna kapılıyor insanlar. Ama ben, hep bardağın

gece de, ben de üşüdüğümüzü unutuyoruz.

yarısı, hatta bir damla su olsa bile “aa bayağı su var” yapısında olduğum için olumlu tarafından görmeye çalışıyorum. O diziler

Seviştiği bedeni bırakan bütün çocuklar arka

sayesinde kaç kişi okursa o kitapları, o kadar iyi. Geri dönüşün

sokaklarda sarmaş dolaş geziyor. Hepimiz

nedenine gelince, onun nedeni işte biraz karamsar; çünkü ileriye

şehvetle sığınırken birbirimize, onun kalbinin bir parçası, eflatun gömleği, peruğu ve kırmızı ojesiyle salına salına geçen başka bir melekte…*

dönük çok fazla umut taşınmayan -yani çok fazla bir şey yaratılmayan- popüler kültürün çok egemen olduğu bir yerde, sanırım bir nostalji duygusu yaratıldı diye düşünüyorum açıkçası. Son zamanlarda filmler, oyuncular ya da yönetmenler bakımından kimler umudunuzu tazeliyor? Türkiye'den söz ediyorsan; mesela, bir 'Sonbahar' filmi, 'Üç

06

Hayatın binbir aşkından kopup gelen Deniz

Maymun' filmi (ilk aklıma gelenler olarak söylüyorum) beni

Türkali, yüzdüğümüz buzlu sulardan donmadan

heyecanlandırıyor. dinamiklerin

çıkmamızı sağlayacak sözleri ile gece, melek ve bizim çocuklara bir kez daha gülümsüyor…

Toplumsal

sonucu

çıkan

dinamikler işler

beni

ve

o

toplumsal

heyecanlandırıyor.

Karamsarlığımı biraz durduruyor. İsim vermek biraz zor, isim aklıma gelmez benim biliyorsun. Aynaya bakıp 'kimdi bu kadın' dediğim için. (gülüşmeler) Mesela, Strasbourg'da ilk defa Fatih'in (Akın),

'Kısa

Ve

Acısız'

filmini

seyretmiştim

ve

çok

heyecanlanmıştım. Onun için de Fatih'in özel bir yeri var. Benim gördüğüm ilk filmiyle beni heyecanlandırdığı ve heyecanımı sürdürdüğü için ona müteşekkirim. Atıf Yılmaz, isim annesi olduğunuz “Hayallerim, Aşkım ve Ben” kitabının önsözünde, sizden “senaryolarımı ve filmlerimi

bir

türlü

beğendiremediğim

eşim”

diye

bahsediyor. Sizin beğenmeniz bu kadar zorken, hayatta sizi en çok etkileyen birkaç film ve birkaç kitap ismini söyleyebilir misiniz? Yılmaz'ın filmlerine ve senaryolarına getirdiğim eleştiriler biraz farklı. Şöyle: başta kendime ve yakınlarıma biraz fazla sert davranıyorum,

'daha

iyi

olsun'

duygusuyla.

Daha

uzak

çemberlere geçince daha toleranslı oluyorum. Beni çok etkileyen o kadar çok roman, o kadar çok film var ki! Mesela, geçmişte ve hala bana aynı heyecanı veren, romancılardan Dostoyevski var, Shakespeare var. Sonra, Murat Uyurkulak'ın 'Tol'unu okuduğum zaman

çok

heyecanlanmıştım

gerçekten.

Tim

Parts'ın

romancılığını çok heyecan verici bulurum. Macar kadın yazar Magda Szabo'nun yazdığı 'Kapı ve İza'nın Şarkısı' adlı kitapları çok değerlidir. Mesela Woody Allen beni çok heyecanlandırır hala,


Almodovar çok heyecanlandırır. Benim tekrar tekrar izlediğim filmler, açıkçası daha komik, daha hafif filmler, seyredip seyredip her seferinde güldüğüm filmler, bu filmlerden bir tanesi 'In & Out'tur. Hala, çok depresif olup kendimi kötü hissettiğim zaman aynı şeylere gülüp izliyorum. Senin beklediğin kadar entelektüel olmadı, kusura bakma. (gülüşmeler) Cihangir Cumhuriyeti'nin vazgeçilmez unsuru olan kafe kültürü sizin açtığınız Leyla Kafe'yle başladı. Bunu herkes biliyor ve Cihangir denince aklan gelen ilk isimlerden biri sizsiniz. İstanbul romanının en renkli, en özgür ve en özgün kahramanının Cihangir olmasının sebebi sizce ne? Ben, bu Cihangir Cumhuriyeti lafın sevmiyorum açıkçası. Böyle bir cumhuriyet falan yok, yalnızca Cihangir çok kozmopolit bir yer. Zannediyorum ki, İstanbul'un en kozmopolit, en eğlenceli yerlerinden biri. Her şeyin olduğu gibi, bunun da bir sürü iyi yanı var, bir sürü kötü yanı var. Bir kere İstanbul'un merkezine çok yakın. İkincisi, oturan insanlar eli kalem tutan insanlar, yazarlar, oyuncular, yönetmenler vs. Her metropolün böyle yerleri vardır. Cihangir de bunlardan biri. Benim bütün dostlarımın oturduğu yer. Benim cennetim, dostlarımın yanı. Dolayısıyla benim için bir cennet. 30 yıl oluyor galiba, ben Cihangir'liyim. Eskiden daha da renkliydi, çünkü travestiler bizimle yaşıyorlardı. Daha sonra yapılan, o çirkin, onları kaçırma operasyonlarından sonra onlardan mahrum kaldık. Cihangir'in bir mahalle hali var. Tabii bu, bir yandan çok güzel. Bir yandan da biraz daha gettolaştık; daha sıkıştırılmış bir halimiz var. Cihangir'den çıktığım vakit, ben kendi adıma, 'aman bir an önce yurduma, yuvama döneyim' duygusunu taşıyorum. Dünya görüşümüz, hayatla ilişkimiz biraz da farklı. Ortalamanın biraz dışında sanıyorum. Dolayısıyla çok seviyorum, ben kendi payıma, Cihangir'i.

yaşandı

hakikaten,

hiç

bizim

beklemediğimiz,

düşünmediğimiz, hedeflemediğimiz bir patlamaydı. Demek ki belli bir ihtiyaç varmış. Şimdi çok kafe var. Tabii bu çok hoş bir şey.

Arkadaşlarınla

mutlaka

birinde

değilse,

öbüründe

karşılaşıyorsun. Bence şu anda Cihangir'in en popüler kafesi, asıl Cihangir Kahvesi. Yani o ağacın altı, camiinin önündeki yer. Çok güzel

bir

yer,

ben

çok

seviyorum

Cihangir'i.

Kaç

kere

niyetlensem, taşınacağım buradan diye, dönüp dolaşıp yine burada oturuyorum.

siz,

Dink'in

gruplar bir arada daha huzurlu yaşıyormuş sanki? Ama o çok eskidenmiş… Azınlık olarak bir arada yaşamanın, sesini çıkartmazsan, görece bir kolaylığı vardır. Yani Kürtler hiç sesini çıkartmıyorlardı, kaderlerine razı olmuşlardı. Aynen eşcinseller de kaderlerine razı olmuşlardı. Gizli saklı kendi hayatlarını yaşıyorlardı. Ya da bunu çoğaltabiliriz. Ermenilerin çoğu Müslümanlaştırılmıştı. O zaman ses çıkartmadan uyum içinde

yaşanıyor

varsayılıyordu.

Halbuki

bu

insanlar,

bu

topluluklar, bu gruplar 'Biz buradayız ve biz olarak varız' demeye başladığı zaman, bir açıdan hayat zorlaşır tabii. Ama bir açıdan da, artık o insanların varolması için verilen bir mücadele başlamıştır. Bu da, hayatı bir açıdan zorlaştırır ama bir açıdan da kolaylaştırmak demeyeyim; çünkü bilgi hayatı kolaylaştırmaz; bilgi zorlaştırır, soruları arttırır, talepleri çoğaltır; ki bu da iyi bir

Siz kadın hakları konusunda, çok uzun zamandır yapılan

çalışmalara

destek

veriyorsunuz.

Sürece

baktığınızda, hedeflediğiniz nokta ile şu an gelinen nokta arasında çok mu fark var? Şimdi,

bir

nokta

hedeflediğimi

düşünmüyorum

ben.

Herhangi bir cinsiyetten yola çıkarak bir çözüme ulaşmak ya da bir çözüm getirmek mümkün değil. Bu hareketlerin her birinin, az önce söylediğim gibi, diğer muhalif hareketlerle bir arada, kendi özgür duruşlarını tutup oradan vazgeçmeden ama

Öteki kavramını yaratıp onu sürekli yok etmeye çalışan bir toplumda, bu yaşamın sürdürülebilirliği

neden

gittikçe

zorlaşıyor? zorlaşıyor

lazım. Ben feminist bir kadın olarak, kadınlara yönelik şiddete,

'Yaşamın

Sürdürülebilirliği' yazısını seslendirdiniz.

Gittikçe

Eskiden aynı bahçedeki farklı çiçekler gibi, farklı

diğerleriyle mutlaka en azından dirsek teması içinde olması

İki yıl önce Hrant Dink için bir proje yapıldı. Bu projede,

görmüyorum açıkçası.

şeydir, bence.

Kafe kültürüne gelince, Leyla kurulduğu sırada, müthiş bir patlama

eşcinseller, biz Kürtler. Her 'öteki'leştirilen yavaş yavaş birikip sesini çıkartmaya başladı. O zaman ben bunu zorlaştırma olarak

mu,

yoksa

kolaylaşmasına dair umut mu taşıyoruz? Çok emin değilim, gittikçe zorlaştığına. Çünkü nihayet ses çıkartmaya başladık, biz ötekiler. Biz Ermeniler, biz Rumlar, biz feministler, biz

kadınların aşağılanmasına ne kadar nefret ve

Eğer dünyada yeni bir söz söylemek için var değilsen; kadın, erkek, eşcinsel, travesti, Ermeni, Kürt ya da Japon olmuşsun hiç benim umurumun ucu değil

öfkeyle doluysam, Hrant Dink cinayetine de aynı öfkeyi duyuyorum. Cinsiyet bazlı bir mücadeleyi tek başına veremezsin. Mutlaka diğerleriyle

bir

arada

olman

lazım.

'Ben

eşcinsellerin sorunlarını umursamam, ben Kürt meselesiyle ilgilenmem, Hrant Dink cinayeti benim umurumda değildir' diyen bir kadın hareketinden söz etmek mümkün değil, benim gözümde. Geçenlerde, çok korkunç bir ilan gördüm.

07


Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli kol kola, 'kadınlar

08

Atıf

Yılmaz'ın

yönettiği,

'Gece,

Melek

ve

Bizim

mecliste daha çok olsun' başlığıyla. Korkunç göründü bana bu,

Çocuklar' ve 'Düş Gezginleri' adlı iki tane eşcinsel temalı

korkunç! Bu kadar eleştirdiğimiz, bu kadar sapıkça bulduğum

filmde oynadınız. Türkiye için baktığımızda, eşcinsel

benim gözümden erkek politikalarına, bir de cinsiyet olarak

temalı film sayısı çok az. Bu filmi çeken yönetmenlerin,

kadınları dahil edecekler ve kadınlar da bu işe gönüllü. Ben bunu

oynayan oyuncuların isimlerinin başına hemen marjinal

utanç verici olarak görüyorum. Eğer dünyada yeni bir söz

sıfatı ekleniyor. Bu kadar az eşcinsel temalı çekilmesinin

söylemek için var değilsen; kadın olmuşsun, erkek olmuşsun,

nedeni sizce ne? Yoksa İran gibi bizde de, hiç eşcinsel yok

eşcinsel olmuşsun, travesti olmuşsun, Ermeni, Kürt ya da Japon

mu? (gülüşmeler)

olmuşsun hiç benim umurumun ucu değil. 'Yeni bir, farklı ve daha

Zamanında

biliyorsun,

Amerika'da

Clinton

zamanında,

iyi bir dünya mümkündür' de; hakikaten mümkün kılacak yeni

eşcinsellerin orduya alınmasıyla ilgili olayda Turgut Özal'a

politikalar üretmiyorsan, o zaman senin kadın, erkek, her ne

sormuşlar; “Bizde, orduda eşcinsel yoktur” demiş. Tabii,

olursan ol hiçbir önemin yok. Dolayısıyla ben kadın hakları lafına

Türkiye'de yoktu eşcinsel, yeni yeni çıkardınız. (gülüşmeler)

çok

Koskoca

fazla

sıcaklık

duymuyorum

açıkçası.

Şu

anlamda

imparatorluk

tarihine

bakmıyor

mu

kimse,

duymuyorum; erkekler de kadın haklarını savunabilir. Demokrat,

anlamıyorum? Ayrıca, bunu da anlayamıyorum eşcinseller

liberal bir erkek, tabii ki kadın hakkını savunur, yani biraz

askere neden gitmek ister, kadınlar neden askere gitmek ister?

dünyaya bakıyorsa. Ama feminist olarak benim bundan daha

Eşcinseller ve kadınlar savaşa karşıyken, bu savaş sektörüne

farklı bir yanım var. Tabii ki kadın haklarını savunacağım, bu

karşıyken, anti-militaristken neden illa bu toplumun bir parçası,

başka bir şey ama feminist olduğum için kadın haklarını

bu mekanizmanın bir parçası olmak isterler, onu anlamam

savunmam ben. Feminist olduğum için benim taleplerim çok

mümkün değil.

daha fazla. Ben o anlamda, eşcinsellerin yanında da dururum

Az film yapılmasının nedeni, demin konuştuğumuz şey, sesini

travestilerin yanında da, Ermenilerin de. Kim eziliyorsa! Yani

çıkarmadığın zaman bir sorun yok. Gizliden gizliye ne yapıyorsan

İsrail devletine karşı dururum, Yahudi olsam; ki örnekleri çok var

yapıyorsun, herkes görmezden geliyor. Hatırlarsın, 'Gece, Melek

şu anda orada, Filistin meselesiyle ilgili. Almanya'da 1930'larda,

ve Bizim Çocuklar' da bir cümle vardı, Deniz Akantürk' ün

tabii ki Yahudilerin yanında dururum, Amerika'da siyahların

oynadığı rol, “Bizim orada bir adam vardı, apaçık adam geydi.

(bundan sonra çok fazla gerekmeyecek inşallah), dünyada hep

Ama katiyen öyle söylenmezdi. Bir kız sevmiş, vermemişler,

kadınların, eşcinsellerin… Yani kim eziliyorsa, kim mağdursa…

hayata küsmüş, hiç evlenmemiş derlerdi” diyor. Türkiye'de

Benim politik anlayışım mağduriyet eksenlidir, sadece emek

bunlar doluydu. Ama ne zamanki geyler bir varlık olarak seslerini

eksenli değil. Dolayısıyla bu haklar, demokrasi vs. meselesi çok

çıkartmaya başladılar, o zaman onları görmeye başlıyorsun, o

tartışmaya açık bir konu. Kadın haklarına gelince de tabii insan

zaman da filmler yapılmaya başlanıyor.

hakları. Kadınların özgür hakları, gayet tabii eşcinsellerin hakları,

Deniz Türkali, heteroseksüelliğe karşı mı?

bu dünyada yaşayan diğer canlıların hakları, yani hayvan hakları;

Yahu, yapma Allah'ını seversen! Ne kadar karşı olsam, Allah

yani küresel ısınma, yani eğer bir yerde duruyorsan ve durduğun

kahretsin, kendim de heteroyum ben! (gülüşmeler) Bana bir

yeri tercih ederek, seçerek duruyorsan bunlardan uzak durmana

kere, 5.Kat'ı biz işletirken, orası daha çok geylerin geldiği bir

imkan yok. Öbür türlü, kısır politikalar üretebilirsin ancak. Ya

yerdi. Çocuklardan bir tanesi, “Deniz Hanım, siz lezbiyen

Bahçeli'nin, ya Tayyip Erdoğan'ın, ya da Deniz Baykal'ın, her

misiniz?” diye sorunca, yerin dibine geçerek; “Hayır, ben…

kimse, birinin koluna girer, Meclis'te durursun ki, benim için bu

Heteroyum…” dediğimi hatırlıyorum. (gülüşmeler)

son derece de aşağılayıcı bir şey.

Hayır, hayır! Bu dediğin doğru değil, inan doğru değil. 'Deniz daha çok geyleri sever, Deniz daha çok Kürtleri sever' bunlara hiç kulak asma. Benim gerçekten bir sürü gey arkadaşım var; çünkü onlarla çok gönül ve kafa beraberliğim var. Yoksa böyle cımbızla üç, beş gey çekip 'aman gey arkadaşım olsun' diye bir düşüncem yok. Ama bir gerçek var, hetero erkeklerle sevişebilirsin, aşk yaşayabilirsin ama dil tutturabildiğin hetero erkek sayısı çok az. Onlarla arkadaşlık etmek çok zor. Heteroseksüel erkeklerle daha çok aşk yaşanır, sevişilir ama eğlenemezsin. Dilim varmadı, çünkü hakikaten benim erkek arkadaşlarımın çoğu gey, dediğin doğru. Ama bu benim geyleri daha çok sevdiğim anlamına gelmiyor. Öyle bir ayrımcılığım yok, pozitif ayrımcılığım da yok yani. Kutluğ

Ataman'ın

filmi

'Lola

ve

Bilidikid'

için

söylediğiniz 'Melek' adlı şarkı, sözleri, ama en çok da sizin teatral

yorumunuz

bakımından

hafızalara

kazındı.

Şarkıdaki bu 'salına salına gezen peruklu, kırmızı ojeli


çocuk'ta sizi bu kadar etkileyen şey neydi?

Her 'öteki'leştirilen yavaş yavaş birikip sesini çıkartmaya başladı.

Oyunculuk, valla oyunculuk… Metin, Kutluğ Ataman'ın fikri ama şarkılaştıran Yıldırım Türker. Bestecisi Arpad Bondy çok iyi bir besteciydi. Biz onla Almanya'da çalıştık ve yorumu tamamen bana ait. Ama hakikaten bir metni alırsın oyuncu olarak ve o metni yorumlarsın. Şarkıda da aynı şey vardır. Şarkıyı da yorumlarsın. Bir şarkıcı onu başka şeyler, başka

bir

şarkıcı

onu

bambaşka

söyler,

Tekerine taş koydular bir biçimde. Şöyle ya da böyle,

ben

çok

olumlu

taşlar

olduğunu

düşünüyorum. Ama size gelinceye kadar ondan sonra bunun devamı biraz kenarda kaldı, biraz marjinal kaldı onun sürekliliği. Ama çok farklı şeyler var

şimdi.

Düşünsene,

ben

26

yaşındayken

Türkiye'de bir eşcinsel hareketin varlığından söz etmek mümkün değildi. Feminizm, burjuvazinin bir oyunuydu. Yani, şimdi bütün bunlardan buraya geldik. Bir takım gruplar, bir takım diğerleri, ötekiler

muhtemelen. O müziğin ve o sözlerin bendeki

olarak nitelenenler seslerini duyurmaya başladılar. Dolayısıyla

ifadesiydi o. Öyle birisi yok yani… Sezen Aksu'nun hayatında, sizin önemli bir yeriniz

böyle birden bire “Bizim kuşak şöyleydi, şimdiki kuşak böyle”

olduğu biliniyor. Hatta yıllar önce Aksu'nun 'Serçe' adlı

demek bana doğru gelmiyor. Seni bir yandan anlıyorum, kendin

albümünde yazdığınız 'Çocuk ve Dev' diye bir şarkı var ve

gibi insanları bulmak, onlarla bir araya gelmek zor diye

Aksu'nun oynadığı ilk filminin senaryosu size ait. Bu

düşünüyorsun ama bak şimdi sen Kaos'tasın ve orada yazı yazıyorsun. Orada kendini ifade etme imkanın var ve fikrini

dostluk nasıl başladı? Sezen'le çok ilginçtir bizim karşılaşmamız. 'Hayat' dergisinde

merak ettiğin insanlarla konuşmalar yapıyorsun. Yani yalnız

çalışıyordum. Sezen, yeni Sezen Aksu olmuştu ve onunla

değilsin. Onun için o kadar çok geçmişe, o nostaljiye takılmamak

röportaj yaptım. Konuşurken çok sevdik böyle birbirimizi, bizim

lazım. Benim hayatımda bir tek nostalji var: John Lennon. Bir

eve gittik. Konuşurken, Sezen döndü bana dedi ki; “Biliyor

ikincisi de oluştu: Şu tertemiz, pırıl pırıl denizlerde yüzmek,

musun, ben seni tanıyorum” “Nerden tanıyorsun” dedim. “Ben 7-

İstanbul'da denize girme nostaljisi.

8 yaşlarındaydım” dedi. Erol Toy onun akrabası oluyor. Erol'un

Bir takım küçük küçük tohumlar atılmış, o zaman için devrim

kardeşi Nuran da benim arkadaşım. Ben onların evindeymişim.

gibi görünen tohumlar. Bazı o dönemden kalan insanların bir

Sezen de annesiyle, oraya gelmiş. Bana hayran olmuş ve gözünü

kısmı da onlara bakıyor, onları yeşertmeye çalışıyor hala. Ben

benden ayıramamış; hatta gitmiş annesine demiş ki: “Bak

öyle olmaya çalışanlardanım ve böyle bir sürü arkadaşım,

annecim, Deniz abla ne güzel hem oyuncu hem de namuslu”

dostum da var. Uzakta tanımadığım dostlarım da var. Ama siz de

demiş. Çocuk işte, ne bilsin? (gülüşmeler) Bunu anlattı bana ve

onları devam ettiriyorsunuz tam aksine. O tohumlar şimdi böyle

ondan sonra çok yakın olduk. Sezen, benim her zaman çok özel

böyle çiçekler açıyor. O kadar olumsuz yaklaşma. Benim gençliğe

bir dostumdur. Ben de onun için öyle olduğumu düşünüyorum.

tavsiyem; bunlara takılmayın, bol bol sevişin ama korunmayı

Ben iki tane böyle starla çok yakınım, biri Türkan(Şoray), biri

asla unutmadan…

Sezen. İkisi de ayrı ayrı, ikisi de çok özel iki dostumdur. Sezen'im *Giriş yazısında, hayran olduğum şarkı sözlerinden esinlendiğim Yıldırım

ve Türkan'ım…

Türker'e teşekkür ederim.

Katıld ığ ın ız

b ir

p rog ram d a,

A IDS

ile

ilg ili

konuşmalarda, genel olarak insanların artık görmezden geldiği veya başka şekilde görmeye çalıştığı konulara yönelik çok güzel şeyler söylediniz ve gençleri sevişmeye çağırdınız. baktığımda,

Özellikle, sizlerin

içinde

bulunduğum

oldukça

gerisinde

kuşağa kaldığını

düşünüyorum. Bununla ilgili düşünceniz ne? Bu konuda konuşmak benim için niye çok zor biliyor musun? Bir kere o kadar övgü olunca ben utanıyorum, kapanıyorum. Çok teşekkür ederim söylediklerin için ama şöyle bir şey var. Benim büyüdüğüm, bizim büyüdüğümüz dünya haliyle şimdiki dünya hali çok farklı. Dolayısıyla “Evet, biz çok daha açıktık. Daha hayata dört elle sarılıyorduk. İşte bu kuşak şöyle, bu kuşak böyle” diye, bu kuşağa olumsuz yaklaşmak bana yakın gelmiyor. Çünkü çok iyi tanımıyorum, kuşak olarak. Bir de kuşak demek bana çok zor geliyor. Yani her 10 senede bir değişen kuşak, ya da 20 senede bir değişen kuşak; ben buna çok fazla şey yapamıyorum. Çünkü o kadar karmakarışık, o kadar heterojen yapısı var ki kuşakların. Kuşak deyince aklıma bir tek 68 kuşağı geliyor. Çünkü o dönem, dünya hali ve o genç insanlar hakikaten bir anda şöyle ya da böyle dünyanın tarihine bir çomak soktular.

09


yüzyüze

gözlerini açıp acı çekmek... Transgender kadınlar ve militarizm üzerine kitapları yayınlandı. Şimdi de erkeklik üzerine Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı ile karşımız da. Pınar Selek'i sürekli bir yerlerde üzerine vazife olmayan şeylere olan bu tutku ve merakı, anlama isteği üzerine konuştuk. söyleşi: yasemin öz Kitabında erkekliğe bakmak istemenin nedeni neydi? Hep adamlar kadınlara bakıyor... ”Biraz da biz bakalım” dedim. Feminizmin penceresinden erkekler nasıl görünüyor,

Erkeklere derslerin

verilen

vatandaşlık

sonucunda

erkekler

ve

aileye

nasıl

ilişkin

etkilenip

merak ettim. Çünkü şiddete karşı mücadele veriyoruz. “Kadına

dönüşüyorlar biraz daha açabilir misin? Hepimiz belki

yönelik şiddet” bence bir “kadın sorunu” değil, erkek sorunudur.

zaman zaman dış dünyada müdahale edemediğimiz

Bu

şeylere kendimizi kapatarak bir nevi uyuyarak ayakta

sorunun

kaynağı

erkeklerdir,

kadınlar

değil.

Ayrıca

Türkiye'nin ve dünyanın üzerine abanan, hayatımızı kabusa dönüştüren savaş ve militarizm de bu “erkek sorunu”ndan

10

analizi yapmana gerek yok.

kalıyoruz. Buna dair neler söylemek istersin? Devlet dersi alan erkek, heteroseksüel bir aile babası olmaya

etkilenmekte, onunla beslenmektedir. Evet, beni bu yolculuğa,

hazırlanıyor. Ama “Vatandaşlık” ve “aile” dersleri, verilen

yaşadığımız dehşetli ortam çıkardı. Daha doğrusu, bu dehşet

eğitimin çok küçük bir parçası. Asıl eğitim, bedenin, tüm

herkesi olduğu gibi, beni de öyle sarstı ki, en dipten ve derinden

alışkanlıkların, üslubun, ilişki tarzının yen kalıplara sokulması…

çözüm arayışına çıktım. Yasin Hayali'in gözlerinde, Ülker

Çeşitli

Sokak'taki ülkücülerle, Bursa'da, Eryaman'da ve Türkiye'nin dört

standartlaştırılıyor. Çırılçıplak teslim olan, her şeyi kontrol edilen,

merasimlerle

kodlanan

bedenler

sınıflandırılıp

bir yanındaki linççilerle aynı ifadeyi gördüm. Sonra, Rakel Dink'in

saçı-sakalı kesilen, yeniden giydirilen, sosyal çevresiyle hiçbir

sözleri zihnimde bir ışık yaktı: Bir bebekten katil yaratan zihniyeti

bağı kalmayan erkekler, aynaya bakınca kedini bile tanıyamayan

sorgulamak… Ama ben sadece katili değil, sıradan, gündelik,

unsurlardan

alışılmış ve kabul edilen şiddetin öznelerine bakmak istedim.

“pişiriliyorlar”. Asıl eğitim bu. Tabii bu süreç kolay akmıyor. Yeni

Feminizmin toplumsal iktidar ilişkilerini ve şiddeti daha derinlikli

kostümlere bürünür bürünmez sürekli bir denetim altına

müteşekkil

bir

düzenlik

topluluk

içinde

kavramamızı sağlayan yöntemlerinden ve toplumsal cinsiyet

giriyorlar, hiç boşluk bırakmayan çeşitli görevlerin, küçük

analizlerinden yararlanarak, Türkiye'de erkeklerin nasıl “adam”

ayrıntıların,

öğrenmekte

zorlandıkları

kuralların

içine

edildiklerine, “adam olmak” için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar

gömülüyorlar. Sürekli talimatla hareket etmek, genellikle kolay

içinde

şiddet

oluyor. Anlatımlara göre, kalıplar, erkeklerin bedenini ve ruhunu

çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi

sıkıştırıyor. Çaresizlik deneyimini her biri kendine göre yaşıyor.

sıkışarak

büyüttükleri

korkudan

nasıl

bir

mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına baktım.

Ama zorlanarak da olsa alışıyorlar, çünkü “direnç” sıkıntıyı

Kitapta erkekliğin yanı sıra militarizmin ana kaynağı

arttırıyor. Böylece erkekler, korku, şaşkınlık, özlem, gocunma ve

olan askerliğe de bakmanın, militarizm analizine fazlaca

boşluk hislerine karşı çeşitli savunma mekanizmaları işleterek

girmeden erkekliğe odaklanmanın sebebi nedir?

ortama uyum sağlamaya, hatta eğlenmeye çalışıyor. Uyumak da

Biz çok geniş bir sözlü tarih çalışması yaptık. Amargi Kadın Kooperatifi'nin arşivine emanet ettiğim bu görüşmeler, birçok çalışmaya

yol

açabilir.

Askerlik

deneyimlerine

feminist

pencereden bakarak, çeşitli araştırmalar yapılabilir. Militarizmin söylemini ve mekanizmaları kurarken cinsiyetçilikten nasıl beslendiği, militer mekanizmaların erkekliğin kuruluşunda nasıl rol oynadığı, erkeklik kurgusunun nasıl taşındığı, erkeklik rolleriyle

yaşanan

tartışmalara

özdeşleşme

referans

veren

ve

çatışma

analizler

üzerine

farklı

geliştirilebilir.

Ben,

Türkiye'deki askerlik hizmetinin, erkekliğin kuruluş sürecindeki etkilerine

ve

kimlik

inşasındaki

katkılarına

deneyimlerin

penceresinden bakmak istedim. Bunun için kırk sayfa militarizm

bunlardan biri… Hepimiz hayata, acımasız, insanlık dışı çarklara benzer biçimde uyum göstermiyor muyuz? Uyum göstermeyenler de var tabii… “Yumuşak” görüldüğü


için çevresi tarafından, “normale” dönsün”, “adam olsun”

Anlatanın mağduriyetinden pek az bahseder. Çünkü acıların,

diye askere yollanan, kendisi de bu hayale inanan, dönüşüne

mağduriyet deneyimlerinin paylaşılması kadınsılığı çağrıştırıyor.

memuriyeti ve nikahı hazırlanan Sofya, askerlik sürecinde, erkek

Genellikle

erkekler,

“erkeklik”

mitinin

ağırlığı

altında

olmamaya karar veriyor ve bu zorlu macerayı bitirir bitirmez

sessizleşiyorlar; kendi deneyimlerini paylaşmıyorlar. Bu travma,

ailesinden ayrılıyor. Kitapta, Sofya'nın hikayesi gibi acılı ama

fıkra gibi sürekli anlatılarak atlatılmaya çalışılıyor; ama söz

önemli direniş deneyimleri var.

konusu süreçle yüzleşmek, hem de toplumun önünde yüzleşmek

Askerliğin erkeklerde korku, yabancılaşma, itaat,

çok zor oluyor.

şiddet, gurur gibi bazen birbiri ile çelişen duyguları yan

“Maskeler, Süvariler ve Gacılar”, “Barışamadık”, “Su

yana yaşattığı ve bunun da farklı erkeklerde benzerlikler

Damlası” ve şimdi de “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” bütün

yarattığı. Bu süreci yaşayan erkeğin genellikle "akıllı

bu kitaplar arasında nasıl bir bütünlük var?

olmayı" öğrendiği sonucu çıkıyor. Tüm bu duygulardan sonra erkeklere ne oluyor?

Herkes gibi benim de çok kısacık bir hayatım var. Bu hayatı bir masal gibi yaşamak istiyorum. Tabii mutlu sonla biten bir

Konuştuğumuz erkeklerin çoğu, askerliğin bir erkeği “adam”

masal… Amargi'nin 11. sayısında tam da bu konuda bir yazı

ettiğini düşünüyor. Onlara göre, sorumluluk sahibi olmak,

yazmıştım. Aristo'dan alıntı yapmıştım: “Bütün insanlar mutluluk

zorluklarla baş etmek, silah kullanmayı, savaşmayı öğrenmek,

arar”. Ama insanın mutluluk arzusu bütün dünyayla çatışma

olgunlaşmak ve sertleşmek, askerliğin kazandırdığı “adam” edici

halinde

nitelikler sayılıyor. İçlerinden birisi bunu çok güzel ifade etti:

keşfettikçe kendi kendimize soruyoruz: “Mutluluk mümkün mü?”

“Hamur pişmeden yenmez!”

maalesef.

Yoksunlukları,

adaletsizlikleri,

şiddeti

Ben, bu kısacık varoluş macerasını güzel yaşamak için adalete ve

Bir varlığı şiddetle pişirmek, onun benliğine yetersizlik

özgürlüğe ihtiyaç duyanlardanım. Bunun için politika yapıyorum.

duygusunu, güvensizliği ve hıncı aşılamak anlamına geliyor.

Başkalarını kurtarmak için değil, mutlu olmak için, herkesinkiyle

Çocukluklarından beri “en iyi” olduklarına inandırılan, erkeklik

derinden ve karmaşık bağlara sahip olan hayatımı değiştirmek

mitinin etrafında örülmüş modellere göre hareket eden, şiddet

için... Gözümü yumup mutsuz olmamak için gözlerimi açıp acı

kapasiteleri sürekli beslenen ve kendini kanıtlamaya zorlanan

çekiyorum.

erkekler dünyasında, şah, kahraman, yiğit olma hayalleri ve

alışkanlıklarla, çeşitli iktidar sarmallarıyla karşılaşıyorum ve

gerçek

yaşam

birbiriyle

çalışırken

toplumsal varlığımla sürekli yüzleşiyorum. Bu oldukça zorlu bir süreç. Ama heyecansız değil. Eylerken, örgütlenirken, söz

şamara karşılık veremiyorlar. Tokat yemek ya da bir kapağı

söylerken çok hoş masallar yazıyoruz. Yani politikaya varoluşsal

açamamak gibi çok doğal durumlar bile iktidarsızlık olarak

bir anlam yüklediğimizde, hayatımızın tümünü dönüştürme

tanımlanırken,

gücüne

eğen

bir

genişletmeye

iktidar

boyun

Sürekli

alanımı

kışkırtmasıyla zorlanan erkekler, toplumsal hayatta yedikleri her

şiddete

çarpışıyor.

Özgürlük

erkekler,

kendilerini

muhtemelen parçalanmış hissediyorlar. Sürüne

sürüne

öğrenilen

kavuşuyoruz.

Sürüklenmediğimiz,

özgürlüğün

bütünlüklü bir süreç olduğunu bildiğimiz, toprağa ayağımızı

erkeklik,

iktidar

vaadiyle

bastığımız,

gökyüzünü

seyrettiğimiz,

sevdiğimiz,

iktidarsızlığın bir arada deneyimlendiği bir süreç oluyor. Bu git gel

araçsallaştırmadan sadece yaşadığımız zaman… Ne kadar

içinde, çok kırılgan ama kırılganlığını güç gösterileriyle gizlemeye

zor

çalışan şizofrenik bir varlık üretiliyor. Tabii bu varlık, öncelikle

ayrıntılarını

toplumsal

görevlerine

uygun

olarak

disipline

oluyor.

“Sorumluluğu”, “sakınmayı”, “itaati” ve “tahammülü” öğreniyor.

olursa

olsun,

zaman… Ev ile sokağın, gündelik ile

muhalefetin,

Hemcinsleriyle arasındaki hiyerarşiyi ve kendi konumunu

ko ş t u ğ u m u z

kabullenen ve ona uygun davranabilen “Mehmetçik” artık

varoluşsal

“adam” sayılıyor.

bağını

Adamımız, erkeksi iktidar dünyasında kendine bir yer oluşturmanın yolunu buluyor ve sürekli bu yeri korumaya

yaptığımız

kaçırmadığımız

peşinden

talepler

kurduğumuz

zaman… İşte o zaman politika

gerçekten

çalışıyor. “Akıllı olmak” da muhtemelen böyle bir yetiyi ifade

hayata değiyor. Biz de

ediyor. Gerçek olmayışın yarattığı bu gerilimle yaşamak çok zor…

varoluşumuzun

Çok tehlikeli… Askerlik

sürecini

genellikle

olumsuz

duygularla

algılayan erkeklerin, askerlik bittikten sonra askerliğe dair

algılarının

genellikle

olumlu

öznesi

oluyoruz.

Şiirli,

şarkılı,

masallı

ifadelerle

yansıtılmasındaki çelişki nereden geliyor sence? Çünkü ancak bu hale getirilince dayanılır oluyor. Toplumda askerlik anıları anlatmak çok yaygın değil mi? Otobüste, minibüste de çok duyarım ben. Anlat anlat bitmez… Fakat hep neşelidir bu hikayeler. Ya da korkunçtur… Ama acıklı değildir hiç…

Pınar Selek 15 Mart 2009, Pazar günü Kaos GL’nin düzenlediği “Kadın Olma Halleri” söyleşileri kapsamında Ankara’da olacak. Ayrıntılı bilgi için kaosgl.org

ile

ihtiyaçlarımızın

bir

işlerin

anı

11


kadın kadına

al kalemi eline, bin parçaya bölünsün! ilhamlarını nerde bulduklarını ve kadın kadına öykülerinin onlar için ne anlama geldiğini konuşmak üzere yakaladığımız geçmiş birincilerle yaptığımız söyleşileri sizlere sunuyoruz. İşte, birincilerimiz Yeşim1, Tibith2, Nevruz3 ve Angelique4 sizlerle!*

söyleşi: nevin öztop Öykün, gerçeğe mi dayalıydı? Değil ise, öyküdeki

ürünüydü. Öyküdeki olaylar hiçbir zaman gerçeğe dönüşmediler,

hayallerin gerçeğe dönüştü mü/dönüşür mü?

dönüşmeyecekler. Hepsi, havada asılı kalmış bir 'an'dan ibaretti.

Yeşim T. Başaran: Öykü yaşadığım şeylere dayanmıyordu. Sonuçta Türkiye'de RTÜK'ün sansürcü politikalarını eleştiren büyük bir miting hala düzenlemiş değiliz. Öyküdeki mitingin çağrıları,

12

Hayallerde kalmalı. Kadın kadına öykün ve katıldığın bu etkinlik, senin için ne anlama gelmişti/geliyor tam olarak?

Türkiye'nin dört bir yanında, yerel radyolardan bile yapılıyordu.

Yeşim: LGBT hareketi içinde kadın katılımı ve aktivasyonu ilk

Farklı şehirlerden bir sürü örgüt katılıyordu. Miting için bir şarkı

yıllarda oldukça zayıftı. Harekete dahil olan kadınlar olarak, bu

besteleyen aktivistler, barları gezerek bu şarkıyı çalıyorlardı, filan.

durumu değiştirmek için epey çaba sarf etmek zorunda kaldık ve

Henüz bu güçlülükte eylemlerimiz olmadı; hayaller elbette. Fakat,

kalıyoruz. Kadın Kadına Öykü Yarışması'nın, bu tarih içindeki yeri

Türkiye'de LGBT hareketinin kendini geliştirme hızına bakacak

benim için çok önemli. Yarışma, pek çok kadının kolundan

olursak, çok kısa zamanda gerçekleştirilebilirler! Ha bu arada, kız

çekiştirip,

arkadaşımın ablasının çocuğu da yoktu. Bak, o gerçekleşmek üzere

tanışmalarına vesile oldu. Ödül törenleri de, kadınlar açısından

işte şimdi.

benzer bir şekilde tarihi önemi olan etkinlikler bence. Artık Tibith:

Öykü

fantastik

bir

öyküydü; yaradılış mitini yeniden yazıyordu. Çoğu yaradılış mitine ve dinlere

egemen

olan

onların

olan

bitene

bakmasına,

birbirileri

ile

gelenekselleşen bu yarışmanın, bizleri yazan kadınlar haline getirmesini çok seviyorum. Tibith: O sıralar Jeannette Winterson üzerine araştırmalar

ataerkil

yapıyordum. Bu öykü yarışmasını duyduğumda, bizim ülkemizde

söylemi saf-dışı bırakarak, yeniden

de Winterson'ınkiler gibi öyküler yazılacağını, okuyacağımı umdum

yaratırken, kendimi mutlu eden bir

ve bayağı sevindim, ancak aylar geçlikçe öykü gelmiyordu. Ben de

hayal kurdum. Tanrıyı aksakallı bir

daha önce hiç yapmadığım bir şey yaptım, bir öykü yazarsam belki

cezalandırıcı,

şeytanın bacağı kırılır, başka öyküler de gelir diye düşünerek.

mutlak güç sahibi yaşlı bir adam

"Baba";

Benimkini bir sürü birbirinden güzel öykü izledi. Daha önce hiç öykü

olarak değil, yaratıcı ve çalışkan bir kadın olarak düşündüm;

yazmamıştım, sonra da yazmadım. Dolayısıyla, benim için

eşcinsel aşkla heteroseksüel aşk arasında ayrım gözetmeyen,

beklenmedik ve eşsiz bir deneyim oldu.

Tibith

öfkeli,

hatta beklenmeden gelişen bir eşcinsel aşk, onun planlarını aksattığında dahi istifini bozmayan bir kadın olarak. Başkalarının

Nevruz: Yarışmaya gönderdiğim öykümü yazdığım günlerde içime

kapanıktım.

Tüm

dışavurum

yollarımın

mitleri de bundan daha gerçek olmadığına göre, kendiminkini

düşünüyordum

tercih edebilirim sanırım.

katılmayı düşünmüyordum. Aynı dönemde “Aç

ve

açıkçası

bu

etkinliğe

yaşayanların,

Yüzünü!” ismini taşıyan ve Kaos GL ile ortak

gerçeklik olgusu nedir? Kişiliğinizin ayrılmaz bir parçası olan cinsel

yürüttüğümüz bir fotoğraf projesi üzerinde

Nevruz

yöneliminizi

Ebru

Aksu:

ailenizden,

Bastırılmış

hayatlar

arkadaşlarınızdan,

çevrenizden

çalışıyordum. Proje, kadınları seven kadınların

saklayarak geçirdiğiniz hayat ne kadar gerçektir?... Benim öyküm

portrelerinden

hepimizin 'yarı zamanlı' gerçekliğine dayalı. Bizi “öteki”leştirenlerin

tanıdığım

yaşam alanlarına girdiğimiz anda, katlayıp cebimize koyduğumuz

ettiğimiz

oluşuyor.

kadınlar

ve

sohbetlerden

Elbette

pek

çekimler sonra

çoğu

sırasında

anladım

ki,

yüzümüzün gerçekliği. Pek çoğumuz deneyimledik öykümde

hepimizin kendini ifade etme ve görünür olma

sözünü ettiğim hayatı. Ya da o kadar çok hayal ettik ki,

ihtiyacı var. Pek çok arkadaşımın hayallerini ve

gerçekliğimiz artık hayallerimiz oldu ya da tam tersi… Angelique: Öyküm tamamen kurgudan ibaretti. Öyküde hayal edilip yazıya dökülmüş olaylar, mekânlar, kişiler tamamen hayal

kapandığını

yaşamlarını

dile

getirmiş

olduğumu

düşünüyorum. Hepimiz adına bir üretimde bulunmak ve bu üretimin ödüllendirilmesi çok Nevruz Ebru Aksu


onur verici.

ve milyonlarca fotoğraf çektim.

Angelique: Ben yıllardır yazıyordum fakat yazdıklarımı

Bu

senenin

teması,

kimseyle paylaşmıyordum. 'Ten ve Tutku' temasını görünce,

“Ütopya”. Yarışmaya bu yıl

içimden yazmak ve yollamak geldi. Kazanmak, özellikle birinci

bir

kez

olmak ise, benim yazmak konusundaki özgüvenimi arttırdı.

olsan,

Yarışmadan

ararsın?

sonra,

hikâyelerimi

başkalarıyla

paylaşmaya

başladım; ve şimdi, hikayelerimi bir dergide yayınlayabilecek kadar az çekiniyorum onların okunmalarından. Öyküne

ilham

veren

katılacak

ilhamını

nerede Angelique

Yeşim:

Kaos

GL

Dergisi'ndeki, LGBT örgütlerinin web sitelerindeki, hareketin

kişi/kişiler

ile

paylaştın

birincilik mutluluğunu? Ya da birincilik ödülünü?

ürettiği broşür ve kitapçıklardaki ve elbette gerçekleştirdiğimiz etkinliklerdeki kadın deneyimlerinde ararım.

Yeşim: İlham kaynağım, kişiden çok

Tibith: Yaşadığım toplumda değişmesini, daha iyi olmasını

yaşadığım ilişki. Hem öykünün kendisinin

istediğim her şeyde. Ursula LeGuin, Marge Piercy, Sarah Perkins

hem de ödülün, ilişkimde özel yerleri var

Gilman, erkek egemenliğinden arınmış toplumlarda yaşam, aşk ve

elbette.

ödülümü

kadınlar üzerine benim çok beğendiğim ütopyalar yazmıştır. Bu

kıracaklar diye ödüm kopuyor. Seramikten

Ancak,

kedilerim

yarışmaya katılacak öyküleri o yüzden ayrı bir heyecanla

bir ödül çünkü! Yazdığım öykü, birinciliği

bekliyorum.

başka bir öykü ile paylaştı. O öykü

Nevruz: Pek çoğumuzun ütopyası olan bir ülkede, Norveç'te

gerçekten çok -çok- özel bir öykü bence.

yaşıyorum şu anda. İlhamımı şu anda yaşadığım ülkeden alırdım

Oldukça

sanırım.

yaratıcı,

canlı,

inanılmaz.

Hayatımda okuduğum en güzel "kadın kadına" Yeşim T. Başaran

daha

metinlerden

birisi

o.

Angelique: Ütopya, üzerine çok fazla şey üretilebilecek bir

Yazarı,

konu başlığı bence. Ben bir hikâye yazacak olsam, ilhamımı

yazmaya devam ediyor mu bilmiyorum.

kendimden alırdım. Kesinlikle. Çünkü kendime ait ütopyalarla dolu

Umudum devam etmesi yönünde.

bir dünyam var.

Tibith: Öykümü, Kaos GL'ye yollamadan önce, ilham veren kişilerle paylaştım. Beni Winterson okumaya ilk yönlendiren kişi,

17

Nisan,

katılım

için

son

gün.

“Katılsam

mı…

Katılmasam mı…” demekte olan kadınlara bir notun var mı?

"ben fantastik öykü sevmem, iyi olmuştur herhalde" dedi,

Yeşim: Ben daha önce hiç öykü yazmadım. Herhangi bir

heyecanım sönüverdi. Fakat ben yazarken keyif almıştım, o yüzden

konuda birinci de olmadım. Dolayısıyla "öykü yarışması"na

başkalarıyla da paylaşmaya karar verdim aynı keyfi alanlar olabilir

katılmak benim yaşantımda sıradan bir olgu değil. “Bizlerin

diye. Öte yandan öyküyü, beğenmeyen ilhamıma e-postalarken,

yarışması” olduğu için katılmıştım. Hiçbir lezbiyenin veya biseksüel

yine onun tanıştırdığı, kendisinin de yazdığını bildiğim bir tanıdığa

kadının, "benim yazdıklarımın, yaşam deneyimimin ne önemi var

da yollamıştım. Hiç üşenmemiş, benim gözümden kaçan klavye

ki" demesini istemem. Nihayetinde biz, bu yaşam deneyimlerine

hatalarını tek tek işaretleyip, büyük bir mütevazılıkla düzeltme

dayanarak politika üretmiyor muyuz?...

önerileri yapmış; içerik konusunda da cesaret verici şeyler yazmış. En az benim kadar heyecan duymuştu öyküden; birincilik haberi geldiğinde

benden

daha

çok

sevindi.

Öykü

Tibith:

Anlatmak

istediklerini,

gerçek

ya

da

kurgusal

deneyimlerini en iyi onlar anlatır; bu işi başkalarına bırakmayıp,

vesilesiyle

kendi sözleriyle kendilerini ifade etsinler. Olanı değil, nasıl olmasını

arkadaşlığımız ilerledi, derken dönüştü. İki buçuk yıldır birlikteyiz.

istediğimi hayal etmenin, yazmanın, paylaşmanın keyfi için yazmış

"Lilith'e göre Yaradılış", birincilik ödülünü bir başka öykü, Dambırık

ve katılmıştım; çok da keyifli oldu.

rumuzlu (Yeşim T. Başaran) arkadaşımızın "Ayrı" adlı öyküsü ile paylaştı. Ödül bir sonraki sene, Ankara'da Homofobi Karşıtı Buluşma'da verildi, ancak aradan geçen sürede yeni bir yarışma yapılıp, ilk yarışmada iki öykünün birinci seçildiği unutulmuş ve sadece bir ödül hazırlanmıştı; seramik çalışmaları yapan bir

Nevruz: Her türlü azınlığın, kayıtlı bir tarihi olması çok önemli. Özellikle gelecek kuşaklar için. Yarışmada dereceye girmek değil önemli olan. Hepimizin her türlü yapıcı üretimi, 'biz buradayız!' diye bağıran barış çığlımızdır. Önemli olan bu çığlığa ortak olmanın verdiği iç huzurudur…

arkadaşımızın hazırladığı çok güzel bir levha. Yeşim o sene buluşmaya gelemedi. Ben de ödülü aldıktan sonra İstanbul'a, Yeşim'e gönderdim. Nevruz:

Öyküme

olmasa

Ütopyaları

varsa

kadınların

(olmadığını

düşünemiyorum bile!), ellerinden geldiğince yazmalılar. Kazanmak bir yere kadar önemli. Ben, hikâyemi Kaos GL'ye gönderirken,

ilham

verenler,

yaşamıma

ucundan

kıyısından ya da tam orta yerinden dokunmuş tüm arkadaşlarım. Hepsiyle

Angelique:

da,

hala

görüştüklerimle

paylaşıyorum

mutluluğumu. Angelique: Öyküme kimse ilham vermemişti; her şey benim beynimin içinde olup bitti. Bu sebeple, birinciliğimi iki-üç arkadaşımla paylaştım sadece. Ödül ile bir fotoğraf makinesi aldım

şöyle demiştim kendime: “Bu hikâye, hiçbir ödül alamasa da, ben hayalimi yazdım. Benim bir hikâyem var!' Dipnot: 1

2

Yeşim T. Başaran, “Ayrı” isimli Öykü ile 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi

Tibith, “Lilith'e Göre Yaradılış” isimli öykü ile 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi

3

Nevruz Ebru Aksu, “Bu Gece Boş Musun?” isimli öykü ile 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi

4

Angelique, “Sappho'yla Sevişmek” isimli öykü ile 3. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi

4. Kadın Kadına Öykü Yarışması'na katılım başladı! Artık gelenekselleşen, 1 Mayıs’ta sonuçları açıklanacak ve ödülleri 4. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'da verilecek olan yarışmanın bu yılki teması “Ütopya-m”. Ütopyalarımızı bir araya getirmek ve böylece çoğaltmak için, işte bir fırsat! Kadın kadına öykülerin var olduğunu görmenin, varlığının altını çizmenin ve “benim de bir öyküm var!” demenin tam zamanı. Siz de kâğıt, kalem ve ilham perilerinizi masalarınızın üzerinde hazır edip öykü yarışmasına başvurabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi kaosgl.org’da.

13


birlikte

keşif

Seda Ergül ve Tuna Erdem beş yıldır beraberler. Sekiz yıl önce tanışan Tuna ve Seda'nın yolları beş yıl önce yeniden birleşiyor. Seda ve Tuna ile beş yıllık birlikteliklerini konuştuk.*

söyleşi: ono baran

14

İlk nerede, ne zaman birbirinizi gördünüz?

içerisinde “Buffy” dizisini izlemeyi teklif ettim. Dizi izleme

Seda: Ortak arkadaşlarımızın olduğu bir yemekte karşılaştık.

gurubuna Seda da eklendi.

Ben Tuna'yı yazılarından tanıyordum. Çok da tanımıyordum. Bir

S: Tanışmamızın üçüncü ayında aşık olduğumu fark ettim ve

arkadaş Tuna'dan çok çekici birisi diye bahsediyordu. Ben öyle

Tuna'nın bunu fark ettiğini ama nedense hiç belli etmediğini

ilgilenmeye başladım. İlk gördüğümde baktım mı bakmadım mı,

düşündüm. Tuna biseksüel ve açıktı, bense değildim, o yüzden

hiç hatırlamıyorum.

Tuna'nın bir şeyler yapmasını bekliyordum.

Tuna: Ben baktım. Sonuçta Seda butch. Bakınca lezbiyen

T: Ben farkında değildim, bastırmışım. Ama bir gün bir film

olma ihtimalini düşünüyorsun. Dolayısıyla o gözle baktım. Fakat

izlerken

son derece soğuk nevale olduğuna karar verdim. Mesafeli soğuk,

dudaklarını çok beğendiğimi söyledim. Seda bunu; böyle

ona yakınlaşmak bile mümkün gözükmüyordu. Yakınlaşmak bir

arkadaşlık ilişkisi olur mu diye sorgulamış.

yana “lezbiyen misin?” diye sormak aklıma bile gelmedi. Fakat

oyuncunun

dudaklarını

beğenmediğimi

Seda'nın

Nasıl oldu büyük öpüşme ve ardından orgazm?

tanıştığımda da bu konu tamamen kafamdan gitti. Olmadığına

S: Çalıştığımız okulun kısa film alanında yaptığı bir

ikna oldum çünkü o dönem beş yıldır birlikte olduğu bir sevgilisi

organizasyonun kokteyli vardı. Filmleri izledik, sonra diğer

vardı.

insanlar ile yemeğe gidildi. Sonra dans etmeye bir başka yere,

S: O ilişkimden önce başka bir kadınlar üç sene süren bir

sarhoş olundu ve hep beraber Anadolu Yakası'nda bir arkadaşın

birlikteliğim oldu. İlişki kötü bitti. Kadın sevgilimin ardından bir

evine gitmek için bir arabaya doluşuldu. Ben önde oturdum, Tuna

erkekle birlikte olmaya başladım. Her şey çok kolay olmaya

da benim kucağıma oturdu.

başladı.

Heteroseksüel

hayat

işte.

Bir

kere

herkes

çok

destekliyor. Peki, Tuna senin erkek sevgilin oldu mu? T: Ben Seda ile tanıştığımda 5 yıldır bir erkek ile birlikteydim. Bülent ile tanıştığımda benim lezbiyen olduğumu biliyordu. Çünkü Bülent'in kadın patronu olan kişi ile birlikteydim. İlk karşılaşma sonrasında ikinci karşılaşma ne zaman oldu? S: Bir konferansta karşılaştık. Tuna'nın yaptığı sunumu çok beğendim, çok zeki ve etkileyici olduğunu düşündüm. T: Ben Seda'nın git gide lezbiyen olduğuna inanıyordum, beden dili konuşma tarzı etkileyiciydi. Fakat bir arkadaşı ile yaptığı sunumu hiç beğenmedim. Ciddi sorularım vardı ve sordum. Kendisi ile arkadaş olma istediğimden emindim. Konuştuk ve arkadaş olduk. İki yıl süren romantik anlar

T. Ama her şey o arabaya doluşma anında başlıyor. Arabada fazla yer yok. Kucak kucağa oturmak zorunda kalıyoruz. (mutlu bir ses tonu ile) Bilinçli olarak mı Seda'yı seçtin? T: Arabada başka kimsenin kucağına oturmazdım. Tabii ki Seda'nın kucağına oturacaktım. Kucağına oturdum ve tahrik oldum artık lamı cimi yoktu. S: Karşıya gittik oturduk, TV izledik, muhabbet edildi ve bizde geri dönmemeye karar verdik. O sırada Bülent aradı Tuna'yı ve neden gelmiyorsun diye tartıştı.Sonra herkes uyumak için hareketlendi, bize bir oda ve yatak verdiler. Biz de uyumak üzere o yatağa geçtik. Sonra ımm sonrası biraz şey… T:

Ben

iyi

geceler

öpücüğü

vermeye

karar

verdim.

Yanağından öpmek üzere eğildim. S: Ben gerçekten öpüşeceğimizi zannettim ve öpüşmeye


başladık.

İlişkinizi nerede görüyorsunuz şimdi?

T: Öpüşmeye başladık tuhaf bir laf! Öpüştük sadece öpüştük

S: Çok iyi bir safhada görüyorum. En azından sevgili

ama sanki yer yarıldı. İki yıldır nasıl biriktirdiğimiz bir cinsel

olduğumuzdan bu yana ilişki olgunlaştıkça aştığımız safhalar var.

enerji varsa ortada, gerçekten öpüştük ve orgazm olduk.

Artık ilişki içerisindeki en asıl şeyleri aştık. Artık hayatımız ile ilgili

Orgazm olduk yeterli bir laf değil bu arada, 3 gün sürdü. Ve bu üç

planlarımız var. Ne yapacağız? Yurt dışına mı gidip yaşayacağız?

gün

İlişkimiz ile ilgili değil; ama beraber yapacağımız şeyler olduğu

içinde

sevgililerimize

durumu

anlattık

ve

ayrılmak

istediğimizi söyledik.

için ilişkimizi de ilgilendiren bir durum.

Bir şey sormadılar mı?

T: Bence de, sürekli seviye atlayan bir ilişkimiz var.

T: Bülent zaten hata yaptıklarını, benim biseksüel olduğumu, istersem bir taraftan kendisi ile bir taraftan Seda ile birlikte olabileceğimi söyledi. Bende, “aradığımı buldum dedim".

O

geceden sonra benim erkeklere dönmem gibi bir durum da

Tanıştığımızdan beri geldiğimiz en iyi nokta. Heteroseksüel ve lezbiyen seks pratiklerinizden yola çıkarak bizi biraz aydınlatır mısınız? T: Valla heteroseksüeller pek sevişmiyor. Bir seks hayatları

olamaz. Ben kendimi lezbiyen diye tanımlamaya başladım.

yok. Birisini arzuluyorsun, bu arzu önce ateşleniyor, onun

Başka bir seviyede başka bir şey yaşıyorum. Daha azıyla

çıkardığı yangın var, sonra maksimum bir büyüklük var, sonra kül

yetinmem mümkün değil.

oluyor. Sonra başkasına geçiyorsun. Seksin hayatta tüketilecek

Çevrenizdekilere söyleyince ne gibi tepkiler aldınız?

bir şey olmadığı fikri bende net olarak yer etmiş durumda. Ben

T: Pek tasvip etmediler. Söyledikleri şey ise; “Bülent ve

daha önce “Şöyle bir seks hayal ediyorum” dediğimde bana “Yok

Metin'i üzmeyin” idi. Biz sadece öpüştük ve bunlar oldu.

öyle bir şey” diyorlardı. Fakat varmış. Benim kendime 'lezbiyen'

Sevişmemiştik bile…

diyor olmamın sebebi orada tüketilmeyecek bir şey görüyor

S: Yanımızda çantalarımız ev ev geziyor ve sevişiyorduk. Bir

olmamdır. Başka hiçbir yerde böyle bir sonsuzluk görmüyorum.

süre bu şekilde yaşadık. Sonra Tuna ev aldı o evde biraz yaşadık

Burada bütün bu olasılıklar zincirinin geçilebileceği bir zemin

ve 1.5 yıl böyle geçti. Sonra da ilişkimiz rayına oturmaya başladı.

görüyorum. Seda'dan önce böyle bir duygu hissetmiyordum.

İlişkinizde beğendiğiniz ve beğenmediğiniz halleri

Bana göre herkesle yapılabilecek şeylerin sınırı vardı. Seda ile

söyler misiniz?

yapılabilecek şeylerin sınırı yok.

Tuna: Genel anlamda rolleri beğenmiyoruz. Seda sakin bir kişilik ben fevri biriyim.

S: Gerçekten mi? T: Evet.

Seda: Tuna'nın şu anki durumuyla bir sorunum yok

Sen ne düşünüyorsun Seda?

memnunum kendisinden. Ama illa ki bir şikayet arıyorsanız;

S: Seksin muhteşem bir şey olduğunu; sekse ne kadar çok

Tuna'ya bir soru sorulduğu zaman sorgulanıyormuş zannettiği bir

inanırsan, ne kadar çok emek sarf edersen katbekat iyi bir

hali var, hesap soruluyormuş zannediyor. Benim de arızam

karşılığını alıyorsun. Güzel bir gücü var o açıdan. Benim

olabilir, hangi ifade ile soruyorum onu da bilmiyorum. Bazen soru

kadınlarla seks deneyimlerinde teknik olarak şöyle bir fark oldu;

soruyorum, Tuna soruyu alakasız buluyor ama gerçekten bilgiye

biraz daha başlayıp bittiği ana kadar giden, hareketin daha

ihtiyacım olabiliyor. Cevap vermeyi reddediliyor. Sorgulandığını

yaygın olduğu, frekanslı, daha kuvvetli ama düzensiz bir salınımı

zannediyor ve Konuşmayı zorlaştırıyor. Ben o haline sinir

olan bir seks vakti gibi oluyor. Erkeklerle yaptığım seks de biraz

oluyorum.

daha hatları belli olan, inişleri/çıkışları daha dik olan, dinamiği

Lezbiyen bir çevreniz yok bildiğim kadarıyla, peki merak ediyor musunuz? S:

İlişkimizin

görüştüğümüz

3

4

fazla olan… Ama bunun dışında bir ilişkide olup insana neler kazandırabileceğimi ilk defa yaşıyorum. Sonuçta bir

senesi

arkadaşlarımız

izole

bir

va r d ı

şekilde

ama

geçti.

yine

de

izoleydi.Sonrasında bir kaç gey arkadaşımız daha oldu ve sizin

kadın ile bunları yaşıyorsam lezbiyen olmalıyım diye de düşünüyorum. Bir erkekle bu kadar rahat yaşamamıştım. Bir kadın ile de

rahatlığınızdan, konuşmalarınızdan biz başka bir seviyeye

yaşamamıştım. Seksin değiştirilemez,

atladık. Ben bir takım rahatsızlıklarımızın olduğunu, çevremizde

geliştirilemez

bir

şey

olduğunu

gey olmadığını söylüyordum. Lezbiyenlere ilişkin ise, bir merak

zannediyordum. Hâlbuki hiç öyle bir

var. Başka insanlar nasıl yaşıyorlar? Yani geylerin yoğun ve sahip

şey değil. Üstüne konuştukça çok

oldukları bir yaşam tarzları var. Takıldıkları yerler, birbirleriyle

büyük

konuşmaları, sevişme, ayrılma halleri var. Bilinen kodlar var.

ediyorsun. Keşif gibi…

Bunun karşılığında lezbiyen dünyada ne oluyor bunu öğrenmek istiyoruz. T: Biz bu gey çevreye girdik çok mutluyuz. Çünkü seks rahat konuşuluyor. Ben bundan daha önemli konuşulacak bir konu

bir

alan

Teşekkür

olduğunu

ederim.

fark

Son

olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Mutluyuz. Birlikte olduğumuz

olduğunu düşünmüyorum. Ama etrafımızda biraz daha lezbiyen

için

mutluyuz.

Lezbiyen

olsa bizim konuşacak başka konularımız da olacak.

olduğumuz için mutluyuz.

15


canım ailem

“her şeye rağmen yanındayız” Buse hayatımızda olduğu kadar annesi de ablası da, kardeşleri de hayatımızın içinde. Bu söyleşide Buse'nin ailesine açılma sürecini ve bu süreçte yaşadıkları üzerine konuştuk.

söyleşi: barış sulu Buse, bizim Buse, hepimizin tanıdığı, sevdiği… Kaos GL olarak, Buse'nin annesi ve babasını 2001 yılından itibaren tanıyoruz. 2001 yılında Buse bizimle beraber 1 Mayıs'a çıkacağı zaman Kaos GL'yi arayıp, “Amcan da gelmek istiyor, size alanda bir şey yaparlar, kötü sözler söylerler” dediğinde tanışmıştık.

zaman hareketleri kafamda soru işaretiydi. Kabul etme süreci nasıl oldu? Sanırım bir 8 yıl kadar görüşmediniz. Anne: İstanbul'a gitmişti. Oradan bana gelen telefonla zaten

Sonrasında 2003 yılında sempozyumda Buse'nin kız kardeşleri

bütün umutlarımızı yıkmıştı, hayatla bağımız kopmuştu. Eve

hep birlikte sempozyumun çalışmalarında seferber olmuşlardı.

kapattık kendimizi, iş yerini kapattık, neye çalışalım artık, kime

Buse

kendi tanıklığını

dinlediklerinde

16

olmadı. Acaba ben bunu niye mutlu edemedim diye düşündüm, o

hem

anlatacağı

kendileri

oturuma

ağlamıştı

gelip,

hem

Buse'yi

çalışalım, kapattık kendimizi. Ablası ordaydı, “gel bak çocuğun

bizleri

ne olmuş” dediğini duyar duymaz ben dükkânı diğer kardeşine

de

ağlatmışlardı. Buse'nin sempozyumda babasından tek bir isteği

bıraktım ve doğru İstanbul'a gittim. Enişteleri de kabul ediyor

vardı: “Kendisini kabul eden babasının artık kendisine Buse diye

gibi gözüktüler; ama kabul edemediler. Kabul etmemeleri,

hitap etmesini istiyordu”. Buse'nin konuşması sonrasında

çoluğuma çocuğuma bulaşacak korkuları da beni çok yıktı, çok

ellerinde çiçeklerle sahneye çıktılar. Pembe Hayat Derneği'nin

yıprandım yani. Herkesin evladı kendine çok tatlıdır, ben

kurulması aşamasında Buse ile yeniden ailesinin evlerinin yolunu

çocuğumu atacak ailelerden değildim; hayatta da atmazdım,

tuttuk, annesi de babası da Buse'ye güvendiklerini ve Buse'yi

atmadım da, ne ablaları attı ne de biz attık. Babası “kesinlikle ben

desteklediklerini söylediler. 2007 yılında Homofobi Karşıtı

görmeyeyim” dedi ve kabullenmedi. “Gördüğüm an öldürürüm”

Buluşma'da Pembe Gri oyununu izlemeye geldiler. Pembe

dedi. Biz de bunu babadan uzaklaştırdık ve ablası elini üstünden

Hayat'ın masrafları için yaptığımız yemekte annesi geldi,

çekmedi. Ayrı ev tutmak istedi, biz illa eve, buraya getirmek

mantılarımızı yaptı. Buse cezaevinden çıktığı gün, Buse'nin 30'a

istedik. “Hayır, ben gelmem” dedi. Ben de doktor aramaya

yakın transeksüel arkadaşıyla birlikte Buse'yi almaya beraber

başladım, onu kabul etti, “tamam geleceğim” dedi doktora,

gittik. Sonrasında hep beraber annesinin evinin yolunu tuttuk,

bütün tetkiklerini yaptırdım. Doktor kadınlık hormonlarının fazla

yemek yedik.

olduğunu söyledi, biz neden fark edemedik diye söylenince,

Buse'nin

açılma

sürecinde

neler

yaşadınız?

Çocuğunuz transeksüel kimliği ile ilgili bir şeyler seziyor muydunuz? Bahtışah Kafamızda

tavırlarından

çocuklarında

bile

olabilir

ve

onlar

da

fark

doktora yalvardım, “ne olursun çocuğumu düzelt, iyileştir, Kılıçkaya:

hiç

arkadaşıyla

“doktorların

edemeyebilirler, siz kendi kendinizi suçlamayın” dedi. Ben de

Kesinlikle

soru

işareti

geldiği

zaman

bir

şeyler

yoktu.

hiçbir

şey

16-17

arkadaşının

hissetim

ve

sezmedik.

yaşlarında

bir

hareketleri

ve

bu

kapınızda köle olurum” dedim. “Yeter ki çocuğumu bana yeniden kazandır” dedim. O da geri dönüşün olmadığını söyledi. Bundan sonra da çocuğumuzu bırakmadık, hiçbir zaman için,

arkadaşıyla

Ankara - İstanbul arası mekik dokuduk ve hala da ben üstüne

konuşmamasını, onunla ilişkisini kesmesini söyledim. O da tabi

titrerim. Evet, kendi kendimizi yiyoruz, bitiriyoruz. 5 yıl sonra

farklı yerlerde gitmiş buluşmuş bizi dinlemeyip.

İstanbul'dan geldiği zaman saçlarını uzatmıştı Buse; babası

Mustafa Kılıçkaya: Ben de hiç fark etmedim.

“saçının teli yüzüme değdiği an şuramda bir damar koptuğunu

Anne: Çocukluğunda kız arkadaşlarıyla oynardı sürekli,

hissettim” dedi ve 3 gün içinde dayanamadı felç oldu.

erkek arkadaşları ile bağ kurmazdı. Ondan sonra bir komşumuz bana; “arkadaşlarıyla konuşurken kıvırarak konuşuyor farkında

Benim birçok transseksüel arkadaşım var ve ailesiyle görüşen

aralarında

tek

bildiğim

Buse;

yani

aileler

mısın?” dedi. Ben de, “hep ablalarıyla muhatap oluyor, bundan

çocuklarıyla görüşmeyebiliyorlar, sizin gibi örnekler

dolayı olabilir” dedim. Yoksa aklımın köşesine bile gelmedi.

nadir…

Buna doğum gününde bir künye almıştım ama hiç mutlu

Anne: Biz hiçbir çocuğumuzu atamayız, ben damatlarıma da


dedim; çocuğum benim yanımda kalır, benimle olur, ben kölelik

Hani bir baskı var ya, bu açılınca rahatlamakla ilgili bir

yaparım, hizmetçilik yaparım, çocuğuma yine bakarım. İlk

durum, bir sürü zorluk yaşıyorsunuz zaten. Ondan sonra

dönemlerde hiç kimseyi kabul etmezdim, kimseye de gitmezdim.

artık “aman be” diyorsunuz, nerdeyse her şeyi karşınıza

Kendimi eve kilitlemiştim. Ablaları çok büyük yıkımlara uğradılar,

alıyorsunuz,

almak

istemesiniz

de

aldırılıyorsunuz;

aileyle, evlilikle de bir bağları kalmadı, 4 yuva birden sarsıldı

toplumu, ailenizi karşınıza alıyorsunuz, ondan sonra artık

yani.

yapacak bir şey kalmıyor. Yıllarca kötü şeyler yaşatıldığı

Yani şekil olarak önemli olmaması gerekiyor, şekli ne olursa olsun o sizin çocuğunuz…

için “ben senin gibi topluma niye saygı göstereyim”e dönüşebiliyor.

Anne: Tamam, o benim çocuğum elbette, şekli ne olursa olsun; ama çevrenin baskısı, çevrenin dedikodusu daha çok yıprattı, o daha çok bitirdi.

Anne: Ama sen saygıyı topluma göstermiyorsun kendi kişiliğine gösteriyorsun. Zaten

Buse size açılmadan önce eşcinsellik ve transeksüellik konusunda her hangi bir bilginiz var mıydı?

dışlanıyorsam

ben

napayım,

yeter

artık

denilebiliyor… Anne: Sen kendi kişiliğini, gururunu, aileni, namusunu ön

Anne: Hiçbir bilgimiz yoktu, ilk eniştesine söylemiş ablası nişanlıyken, “ben bu durumdayım; ama ne olursun, sana

plana getirirsen kimse seni dışlamaz, aile de dışlamaz, çevre de dışlamaz;

hakikaten

böyle

bir

durumda

o

hareketleri

yalvarıyorum annemle babama söyleme çünkü onlar bütün

gösterdiğinden iyice dışlanıyorsun. Giyim, kuşam, konuşma

umutlarını

tarzı, hareketleri ile aileleri yerin dibine sokmasınlar. Aileleri her

bana

bağlamış.

Onların

umutlarını

karartmak

istemiyorum” demiş. Ben de şimdi o eniştesine hınç duyuyorum, acaba neden önceden bana söylemedi, keşke bana söyleseydi,

zaman arkalarındadır, ailelerini küçük düşürmesinler. Bir

çok

aile

yanında

intihara

olamıyor

çünkü doktor küçükken bir tedavi uygulanırsa düzeleceğini bize

zincirleyenler,

söylemişti, ben de acaba önceden bana söyleseydi bu yıkımı

elleriyle öldüren aileler de var…

ama,

sürükleyenler,

olmuyor;

hatta

kendi

sonradan yaşamasaydım diye o eniştesini suçladım. Uzman

Anne: Ben ölene kadar yanındayım. Asla öyle baskımız

doktora gittik, bunun böyle olmadığını söyledi, bu halinden

olmaz. Bir gün İstanbul'da bana öldürüleceği haberi geldi,

memnunsa geri dönüş olmadığını söyledi ve öyle ikna olduk. 2003’deki Kaos GL Sempozyumuna Buse konuşmacı olarak katılmıştı…

taksiye atladım, yolda rastladım, taksiyi durdurttum, Buse'nin koluna yapıştım, “anne nerden çıktın?” dedi, yanında kaldığı aile buna kötülük yapacak diye duymuştum, sonra beraber gittik

Anne: Babasıyla taksi tuttuk, “muhakkak gideceğiz” dedik ve

eve, masaya yumruğumu bir vurdum, “ben varım artık burada,

gittik. “Anne gelin böyle böyle bir sempozyum var katılmanızı

hayatta kimse benim yavruma zarar veremez” dedim. O gece

isterim” dedi. Çok güzel bir konuşma yaptı, ablaları da biz de

sabaha kadar çocuğumun yanında yattım, kötü durumdaydı,

birer çiçek aldık götürdük, ablaları da kutladılar. Doktorlardan da

sabah kalktığımda “ya geleceksin çocuğum ya da artık yok benim

bayağı

sen gibi evladım” dedim, yani sözüme gelmiyor napayım, evime

rahatladık, o konuşmayı da dinleyince açıldık, rahatladık. Ne

bayağı

bilgilendik,

oradaki

arkadaşlarını

görünce

gel, ailemin içinde ol başka hiçbir yerde olma. Babası da

kadar rahatlasak da ne kadar benim çocuğum Allah tarafından

hasretine dayanamadı “gelsin” dedi.

böyle yaratılmış, alnında yazılmış desek de, aslında hala içimize

Ailelere iletmek istediğiniz mesaj var mı?

sindiremedik. Çocuğum, ben ne kadar rahatlasam da çevre

Anne: Ailelere söyleyeceğim tek bir söz var; bu yavrular

kabullenmiyor, çevre sürekli bir boşluk arıyor, haliyle aile

bizlerin yavrusu, hayatta evlatlarını atmasınlar, o çocuklar

yıpranıyor. Buse nasıl bir çocuktu? Anne: Buse çok temiz kalpli bir çocuktur, çok iyi niyetlidir, tüm köylü onu kucakladı sevdi, şimdi kimin yanına giderse de kucaklarlar, severler; ama dışarı çevre, bilmeyenler kötü bakabiliyor. Baba: İşte bu ilk doğduğunda ben silah patlatmıştım, nasıl bir sevinmiştim, kurbanlar kestik, bir sünnet düğünü yaptık

atılmaya gelmediler bu dünyaya, bu hayatı seçmeyi, böyle olmayı onlar da istemezlerdi. Ailelerden tek isteyeceğim; yavrularını kimsenin yemi yapmasınlar, sakın ve sakın yalnız bırakmasınlar… Baba: Benim bütün her şeyim Buse, diğer kızlarımı hiç düşünmüyorum, hepsi evlendi, düzen kurdu, rahatlar. Ölünce elimde ne

ağzın açık kalır o sünnet düğününü görseydin… Ama şimdi köyde

varsa Buse'ye

başım yukarıda yürüyemiyorum işte.

vereceğimi

Anne: Bir de sizin ortamdakiler hakikaten fevri davranıyor, onu da kabullenemiyor insanlar, hepsini aynı kefeye koyuyor. Acaba herkes kötü yolda mı, herkes şunu mu yapıyor, herkes bunu mu yapıyor, bu da onlardan diyerek, dışlanıyorlar. Konuşma, hal ve hareketleri, giyim kuşam tarzları hepsi kendilerinin aleyhine oluyor.

duyururum…

17


kahvehane söyleşi: aykan safoğlu

Eğlenmenin İki senedir İstanbul Onur Haftası Etkinlikleri kapsamında kendimizi DJ İpek´in müzik yaptı ğı bir partide dans eder buluyoruz. Berlin`de 11 senedir her ay SO36`te düzenlenen Gayhane partilerinin resident DJ`yi İpek´in seti olmasa, birbiri ardına koyduğu plaklar ile kendimizi deli danalar gibi pistte bulmazsak homofobiden de arınmış hissedemeyeceğiz. İpek de her sene bizi kendimizden geçirmekten keyif alıyor. Kendi tabiriyle DJane İpek ile “bu işin sı rrı nedir” üzerine laflama fı rsatı bulduk. Açı lma, lezbiyenlik, homofobi ile mücadele, politika ve müzik ve dayanı şma gibi konuları n birbirini kovaladı ğı bu güzel söyleşiyi sizlerle paylaşmaktan Kaos GL olarak onur duyuyoruz.

fotoğraf: daniel pasche

Politikası


Kaos GL okuyucularına kendini biraz tanıtabilir misin? Nasıl açıldın? 1982'den beri Berlinde yaşıyorum, aslen Münih doğumluyum. 91-92 yılında açılmaya başladım. Sanırım 16 yaşında ilk defa bir kadınla öpüştüm. Bu süre zarfında kendimle çelişkide idim, erkeklerle de birlikte oluyordum ve ailemin de bundan haberi vardı. İlk açıldığım kişi benden 4 yaş büyük ağabeyimdi, gayet rahat karşıladı. Annem de aşık olduğum

bir

kadına

yazdığım

mektupları

ben hala özgürce ve rahatça sokakta eşcinselliğimi ifade edemiyorsam, demek ki bu dünyada hala bir şeyler yanlış ve homofobi var.

cinselliği. “Erkek kardeşin böyle bir şeyle çıkıp gelseydi, ceheneme kadar yolu var” dediğinde erkek ve kadın eşcinselliği arasındaki farkın da çok büyük olduğunu anlamış oldum. Bir de kız arkadaşımın güleryüzü, ev işlerinde yardımcı olma gayreti, dedem ile anneannemin gözünde lezbiyen algısını değiştirdi. “Aaa, bak lezbiyenler demek böyle oluyormuş” dediler. Yani insanların ortak noktalarını bulabilmeleri çok önemli. “Ya, bak. Benim de iki gözüm, iki kaşım var; ben de kıskanabiliyorum, ben

bulduğunda ilk defa lezbiyenliğimden haberdar

de karasevda yaşıyorum” demek çok önemli. Dayım

oldu. Verdiği tepki, “yaşayacaksan kimliğine sahip

gibi

aile

bireyleri

ile

tam

da

lezbiyenliğimi

çık, ben seni ne geri teperim, ne de desteklerim” oldu. Daha once

adlandırdığımda sorun yaşadım, oysa ki birlikte zamaparalığa

bunları konuşmaktan çok çekindiğim annem ile bu konuları

gidiyoruz, “adlandırman gerekli mi?” dedi.

konuşmak benim için büyük bir rahatlama oldu. Daha sonra 1

Peki sence gerekli mi? Politik olarak adımızı koymak?

seneliğine İngiltere'ye gittiğim bir dönem oldu, annemden uzak

75 yaşındaki dedem bana kalkıp iki kadın sevgili olunca

kaldığım bu dönem benim için bir deney süreci oldu. Oradayken

lezbiyen mi oluyor? diye sorabiliyorsa ben neden korkayım.

Kıbrıslı Eşcinseller grubundan haberdar oldum, Türkiyeli bir gey

Dayım bu büyüklüğü getiremiyorken, onun babasının yaşına

ile tanıştım. İkimiz de bir arayıştaydık ve ben gitgide kadınlara ilgi

rağmen kendince gösterdiği destek bana çok moral oldu. Ben

duymaya başladığımı farkettim. Döndüğüm zaman Berlin'de Gay

sahip olduğum bu ayrıcalıkla başkalarına yardımcı olmalıyım diye

Pride'a katıldım ve burada da Türkiyeli lezbiyenler ile tanışma

düşündüm. Yine benim ailem solcu, açık, bakire olmadığımı açık

fırsatım oldu. Bu kadınlarla birlikte Türkiyeli Lezbiyenler grubunu

açık konuştuğum bir aileden geliyorum; ben 7-8 sene bunları

kurduk.

Anneme

açıldıktan

bir

sene

sonra

kendisine

lezbiyenliğimi hatırlattığımda aynı şeyleri yineleyince bende bir

yaşıyorsam, diğer tutucu ailelerde neler yaşanıyordur. Politik olmak çok önemli, benim

rahatlama oldu. “Millet ben lezbiyenim” diye ortalarda dolaşmaya

lezbiyenliğim Türkiyeli

başladım, bu çok büyük bir rahatlama idi. Zaten küçüklükten beri

olmamdan ayrışık bir

annemin eve getirdiği Bollywood filmlerinde film yıldızı Amitabh

şey değil sonuçta. En

Bacan ile kendimi özdeşleştiriyordum, o da benim gibi çirkin

büyük ortak noktam

biriydi, rol arkadaşı Reka ise tam rüyalarımdaki kadındı. Kadından

olan insanlar

o kadar etkilenmişim ki, anneme “Hint kadınları neden bu kadar

Türkiyeliler olduğu

güzel” diye sormuşum. Beni terslemişti ama o da sonra itiraf etti,

için, kendi

meğer o da denemiş...

tecrübemden

Aileden

bu

kadar

bahsetmişken,

LİSTAG'dan

haberdarsın. Aile ne demek senin için? Veya ailenin önemi? Anneme açılmamın ardından ilk kız arkadaşımla beraber Türkiye'ye gitmeye karar verdik. Anneannem ve dedemin yanında

kalacaktık.

Kız

arkadaşımla

birlikte

dedemlere

gitmekten çekiniyordum, bunu anneme açtığımda annemden yine beklemediğim bir tepki aldım: “Uymazsa çeker kapıyı gidersin, onların eline bakacak değilsin, ya?” İnanır mısın bu da bana çok büyük bir destek oldu. Türkiye'de kız arkadaşım ile beraber yatacağımızı söylediğimde yine beklenmedik bir şekilde dedemin desteğiyle karşılaştım. Dedemin daha sonra bana büyük bir dürüstlükle sorduğu soruya ben de aynı dürüstlükle cevap verip “lezbiyen olduğumu” açıkladım. Dedemin eşcinsel evlilikleri merak ettiğini, bu konularda daha da bilgilenmek istediğini konuşmanın gidişatından anladım. O da benim lezbiyenliğimi çakmıştı. Ziyaretin sonuna doğru belki de beni Alamancı saydıkları için Herhalde

lezbiyenliğimin kabul gördüğünü farkettim.

Türkiye'de

yaşasaydım,

kabul

görmezdim.

Cumhuriyetçi, muhafazakar bir adam, onun için tek misal benim tabii... Bir de kendini tehlikeye sokmayan bir şey, kadınların

19


Kendimden

insanın ezilmesi bile, diğer insanları ilgilendirir. Bu sınıfçılık,

biliyorum, çok yalnızlık çektim, bu yüzden başkalarını aradım; bu

yola

çıkarak

başkalarını

aramaya

başladım...

kapitalizm yüzünden, bu insanın renginden, sakat olmasından

da en güncel politika. Grubumuz da böyle ortaya çıktı, herkesin

kaynaklanıyor olabilir. Yanyana durmak lazım. Yani mesela ben

biraraya gelme amacı farklıydı. Bazıları kadın kadına eğlenmek,

Türk olarak büyüdüm, sonra Arap ve Kürt olduğumu da

bazıları Türkçe'sini ilerletmek için geliyordu. Benim için cinsellik,

öğrendim; Çerkezlik de var mesela. Göçmenim, kadınım, vs...

göçmenlik önemli konulardı. Sonuçta bu çabamız bize Türkiye

Tüm bu özelliklerim yüzünden eziliyorken, kalkıp ben ezilen bir

üzerine de şeyler öğretti, aramızda “Türk Türk” bir kadın vardı

insanım ben başkasını ezemem dememek gerekiyor. Pekala da

sonuçta...

potansiyel olarak ırkçı olabliirim. Mağdur edebiyatı önemli ama

Bir lezbiyen topluluğu olarak gidip eğlenmemiz bile çok politik

gelmiyor.

Ayrıştığımız bir zaman da geldi... Bazılarımız daha görünür bir

katmanlılığı” diyoruz. Buna dikkat etmek lazım.

mücadele sürdürmek istedi, ben de dahil; bazıları hayatlarında yeteri kadar ırkçılık, cinsiyetçlik yaşadıklarını öne sürerek bize katılmayıp

yollarını

ayırdılar.

Buna

sonuna

kadar

Biz

buna

“baskı

uygulama

sistemlerinin

çok

Nitekim baskılamanın yaygın olduğu bir toplumda büyüdüm, bunlardan tam arınmış değilim; bunları sorgulamak lazım.

saygı

duyuyorum; ama ben hala özgürce ve rahatça sokakta

Yaptığın müzikle bunu sorguluyor musun?

eşcinselliğimi ifade edemiyorsam, demek ki bu dünyada hala bir

Çok tesadüfen, istek üzerne; sen Türksün, ya işte bize sizin

şeyler yanlış ve homofobi var. Bu yüzden sokağa dökülmeyi hep

müziklerinizi çalsana dedikleri için SO36 da DJlik yapmaya

önemli buldum. Bunu özel hayat deyip bir kenara itemezsin,

başladım. Ve aynen lezbiyen grubu kurmakta olduğu gibi,

Ahmet/Mehmet'in karısıyla sokakta yaptığı şeyleri ben sevgilimle

beraber olmamız gerektiğini hissettiğim için DJlikte ısrar ettim.

yapamıyorsam bu özel hayat filan değildir, düpedüz politikadır. Ve

Sonra Gayhane kuruldu ve ben de DJ olarak alındım. Yani bazıları

bunu da insanlara anlatmak lazım.

gelir, “ya bu ibneyi ne çalıyorsun”der, ben de “abi, ben ibneyim.” -

Hem Berlinli hem İstanbullu sanatçı olarak Türkiye'de olan bitenlere nasıl bakıyorsun?

“Şu Kürtçüyü çalmasan olmaz mı?” -“Valla olmaz.” Benim çaldığım müzik, Balkan'dan, Ortadoğu'ya çok geniş bir

90larda yaptığım ziyaretlerde kendi kendime yaptığım

20

mağdur olmam benim de başkalarını ezemeyeceğim anlamına

bir uğraştı bence, bir türkü bara gidip rakı içebilmek mesela...

yelpazem

var.

Yani

insanların

kafalarında

kurdukları

araştırmalar sonucu, kafe kafe dolaşarak en sonunda Bilsak 5.

oluşturdukları

Kat'ı bulmuştum. O gün, orada bulunan insanlarla “Venüs'ün

mümkün. Burada alternatif Pride'da mesela bir trans ile bir kapalı

sistemleri

müzik

vasıtasıyla

sorgulatmak

Kızkardeşleri”ni kurduk mesela. Karşılıklı deneyim aktarımı için

anne ele ele tutuşup halay çekebiliyorsa, bu çok harika bir şey. Bu

planlar yaptık, birtakım kitaplar bıraktım vs... Bu deneyim sonra

açıdan bizim alternatif Pride'ın İstanbul Pride'ına benzetiyorum.

1-2 sene daha sürdü. Yani ben bir göçmen olarak Türkiye'ye hep

Yani kalabalık bir CSD* fikri de bana çok yabancı gelmiyor ama

ilgi duydum. Belki lezbiyenlik orada hep Avrupa'dan ithal bir şeydi

politik talepler yansıtılabildiği sürece...

ama benim okuduğum kitaplarda lezbiyenlik vardı. Ben o lezbiyenliği keşfedebilmek içn Türkiye'de dolaştım. Lezbiyenleri kurtarmaktan ziyade kendim için varolduklarını ispatlamam gerekiyordu. LGBT

hareketine

Peki

yaptığın

müziği

ve

projeleri

daha

detaylı

anlatmanı istesem? Kendimi hiç sınırlandırmak istemediğim için Pekin'den, Yemen'e, New York Nublu'ya bir sürü yerde çaldım. Touareg erkek

baktığında

politik

olarak

nasıl

buluyorsun? Ben Lambda'yı çok seviyorum. Kaos'un deneyimi çok önemli. Belki cuntalarla apolitikleştiği için Türkiye'de bu konuları konuşmak hep lüks kaçtı. Ama bu tavrı biraz ukala buluyorum. Bir

şalını takıp Touareg Çölü'nde çaldığım gibi. Yemen'de sırf kadınlara çaldığım da oldu. Mısır, İsrail, Filistin... Prodüksiyon da yaptım. Mesela diller, müzik türleri ve müzik konuları üzerine Almanya'daki

Türkiyeli

göçmen

müzisyenlerle

birlikte

“Import/Export a la Turca” isimli deneysel projeyi gerçekleştirdik. “Beyond Istanbul” şimdi ikinci proje... Mercan Dede, Hüsnü Şenlendirici, Sertab Erener'in arkasında açık lezbiyen bir dj olarak müzik yaparak biraz da müzik piyasası içinden bir dönüşümü amaçlıyorum. Hem de benim olduğum ortamda gey ve lezbiyenler emniyetteler, benim onları koruyacağımı bildikleri için partiye geliyorlar... Kaos GL okuyucularına söylemek istediğin bir şey var mı? Kaos GL'ye abone olarak başka bir dünyayı mümkün etmek için bir adım atabilirler. Ben Kaos GL'nin varlığını bu dünya hayali için çok önemli buluyorum. Desteklememiz lazım... Ayrıca buradan bu seneki İstanbul Onur Haftası etkinliklerinde herkesi müziğimde dansetmeye çağırıyorum. Gelin, sesiniz, sesimiz olsun. *Christopher Street Day


nefret

DOSYA:

“…anladım ki “azınlık” olan herkes, hayatın ve dünyanın neresinde olursa olsun, neresinde durursa dursun, nihayetinde "azınlıktır” ve en küçük bir ayrıntıda, sıradan bir kıvrımda veya alelade bir diyalogda, bunu bir “ yazgı” gibi taşımak zorunda olduğunu bazen yüreği sızlayarak, bazen sarılarak, bazen de öleyazarak kavrar…” fotoğraf: yağmur sesinde, 2009, hakan aydoğan

Baki Koşar, “Kilidi Sırlı Anahtar”


rahat-sız

“her şey yerli yerinde” mi?... “Farklı olana duyulan nefret bir kişiye duyulandan değişiktir; nesnesi yoktur. Nesnesiz şiddet uygulayan sürünün içindeki insan kendi aşağılanmasını temsil eder" Türker Armaner - Taş Hücre

salih canova salih@kaosgl.org

Orta

22

Anadolu'da

tüm

akrepler

GL'yi arayarak öldüğünü söyleyene dek...

zehirli oldukları düşünüldüğü ve

Ege'nin ölümüyle sonuçlanan ve kayıtlara sıradan bir intihar

geleneksel olarak da lanetli ilan

olarak geçen bu öyküde de olduğu gibi, kayıtlara nefret cinayeti

edildikleri için temas edilmeden

olarak geç(e)meyen binlerce eşcinsel cinayeti, intiharı var ve bu

öldürülürler. Bugüne kadar kimse

ölümlerin

akrep

geçememesi tam da ölenlerin-öldürülenlerin zaten birer eşcinsel

sokmasından

ölmediği

kayıtlara

“eşcinsel

cinayeti,

intiharı”

olarak

halde, görüldükleri yerde akreplerin etrafına küçük bir saman

birey

kümesinden dairesel bir ateş yakılarak alevlerin ortasında kalan

kaynaklanıyor mu? Nefretin ürettiği katiller, etraflarına ördüğü

olarak

hayata

kayıt

geçememiş

olmalarından

hayvanın zehirli iğnesini kendine batırıp kendi kendini öldürmesi

ateş duvarının içinde eşcinselleri usul usul yakarken, eşcinsellere

sağlanır. Alevlerin yaydığı sıcağa dayanamayan zavallı akrepler

dönük nefrete dair şuncacık olsun sorumluluk duymadan, aksine

bir süre sonra, acıdan kurtulmak için yaşamlarını devam

çoğu zaman bu ölümler aracılığıyla daha “arı” bir topluma bir

ettirebilmenin temel aracı olan zehirlerini yok olmak için kullanır

adım daha yaklaştığı için sevinir, kurbanına dokunmadan

ve kendi iğnelerini batırırlar bedenlerine. Temiz iş! Büyük

öldürmeyi vicdanlı bir öldürme biçimi sayarak vicdanlarını

olasılıkla

aklarken, “ölen ölüyor, kalan sağlar” kimsesiz geziniyor hayatın

bu

akrepler

aslında

alevlerin

yaydığı

sıcaktan

kavruldukları için ölüyorlardır; ama kurbanının kanını eline

içinde. Ve biz eşcinseller, kalan sağlar olarak, bir gün sıranın bize

bulaştırmayan katillerin de bir vicdanı olmalı ki, bu vicdanı

de gelebileceğini, bir üçüncü sayfa haberinin altına süpürülerek

aklamak akreplerin zehirli iğnesine düşer hep.

görünmez kılınan şiddet dolu hüzünlü öykülerimizi kimseciklere

Eşcinsellik ve ölüm/öldürme arasındaki ilişkiye baktığımızda

anlatamadan, ölümümüzün sorumluluğu bir tek bizim -zaten

çoğu zaman herhangi bir dolayıma gerek duyulmadan öldürülen

birçok şey yüklenmiş- omuzlarımıza yüklenerek bu dünyadan

eşcinseller, öldürmenin olanaklı olmadığı ya da göze alınamadığı

ayrılabileceğimizi biliyoruz. Çünkü Ege Tanyürek de bir eşcinseldi

durumlarda bütün yaşam alanlarında dayanılmaz bir baskı altına

ve bir önceki eşcinsel cinayetinin-intiharının ardından hayatın

alınır ve bu baskı altında nefes alamamanın bir sonucu olarak da

içinde gezinen kimsesiz sağlardan biriydi. Yazık ki artık sağ

kendi kendilerini öldürürler. Yaşadığımız coğrafyanın eşcinsellere

değil...

sunduğu homofobik atmosferde boğulmamak için nefeslerini

İşte kalan sağlar olarak herhangi bir gazetede Taksim Gezi

tuta tuta yaşayan eşcinsellerin intihar öykülerinin kendi iğnesiyle

Parkı civarında dolaşırken tanıştığı “zayıf, narin yapılı, güçsüz”

kendini

öldürmek

zorunda

bırakılan

akreplerin

hüzünlü

öyküsünden ne farkı var? Hiç!

erkekleri öldürdükten sonra kuyuya atan bir "yerli seri katil"in haberini

Geçtiğimiz yıl Kaos GL'nin düzenlediği Yerel Muhabir Ağı eğitimine birlikte katıldığımız ve hem eğitim boyunca her söz

okurken,

biz

eşcinseller

için

bu

haberin

diğer

haberlerden ve diğer okurlardan ayrı bir anlam taşımasının sebebi;

görünmezleştirilen,

dolayısıyla

olağanlaştırılarak

aldığında hem de eğitim sonrasında gönderebildiği birkaç

hayatlarımızı sonlandıran nefretin, aslında nasıl da açık seçik,

haberde eşcinsellerin özgürleşmesine dair hevesini, inancını,

nasıl da orta yerde olduğunu sık sık deneyimlemiş olmamızdır.

umudunu yansıtan Ege Tanyürek, bu eğitimden yaklaşık iki ay

Öldürülmeye “alışmış” bir kimliğin pek aşina olduğumuz

sonra Adıyaman'da bulunan evinin tavanına astı kendini.

kodlamalarının bilgisine sahip bireyler olarak, öldürülen “zayıf,

Ailesinin bu intihar-cinayetle ilgili polise verdiği ifade bir

narin, güçsüz” erkeklerin eşcinsel olup olmadığını bilmiyoruz,

çocuğun bile inanmayacağı türdendi; Ege internette biriyle

katil “itiraf etmedikçe” de öğrenemeyeceğiz; ama bildiğimiz bir

sohbet ederken “şaka” olsun diye kendini tavana asmış

şey var ki yaşarken eşcinsellikleriyle yaşayamayan “zayıf, narin

ancak ipten kurtulamadığı için boğulmuştu. Gürültüler

yapılı, güçsüz” erkekler zaten birer eşcinsel olarak ölemiyor da.

üzerine odasına koşan kardeşinin tüm çabasına(!) rağmen

Kimi zaman bir kuyunun karanlığında, kimi zaman evinde cansız

boynu kırılmıştı Ege'nin... Kaldırıldığı hastanede birkaç ay

bedeni kokana kadar kapısı çalınmayarak, kimi zaman E-5'te

yaşama tutunmayı başarabilmiş olsa da, biz böylesine

paramparça edilerek, kimi zaman da Ankara'nın orta yerinde

hevesli birinin bir daha Kaos GL'ye neden yazmadığını

kafasına bir tane sıkılıp işi kolaycacık bitirilen, cenazesi ailesi

merak

tarafından alınmayan, alınsa bile asla eşcinsel olduğu kabul

ederken

Ege'nin

Haziran

ayının

ortalarında

öldüğünden habersizdik. Ta ki bir gün bir arkadaşı Kaos

edilmeyen,

hiçbir

eşcinsel

arkadaşı

mezarlığa

bile


yaklaştırılmayan öksüz ölüler olarak üçüncü sayfa vesikalıklarına

suçu yükleyecek bir uşak arayan izleyicilerin tümü o uşağı bulup

dönüşen bu insanların kimlikleri nedeniyle organize bir nefretin

işaretliyordu yine “okur yorumları”nda. E öyleyse ölen de

odağında oldukları için öldürülmüş olabileceklerini öne sürmek

“götünü siktirmeseymiş canım!”, “bir pislik daha temizlenmiş”

de vicdansızlıkla zehirlenmiş akıllar için “kendini mazlum

miş... muş... Masal anlatır gibi cinayet haberlerine yorum yazan

kılmaya” çalışan eşcinsellerin, "eşcinsel cinayetleri politiktir;

bir kalpsizliğin, azıcık vicdanı olan herkesi çileden çıkartacak

katili biliyoruz" diyen eşcinsellerin durumdan vazife çıkarma

cümleleri çoğaltarak kimsenin kalbini daha da deşmenin manası

çabaları olarak algılanabiliyor. Oysa durumdan vazife çıkarmayı

yok. Katil bu cinayette de suçu “nefret suçu” kapsamında

layıkıyla yerine getirebilseydik belki de bugün Ege aramızda

değerlendirilmediği için yargılanamadığı gibi, cinayet gerekçesi

olabilir, aramızda olmasa bile hiç değilse onu saran ateşi harlayan

olarak sunduğu gerekçelerle “nefret suçu” işlemeye devam etti.

eller “nefret suçlusu” olarak yargılanabilirdi. Yargılanamıyorlar...

...

Çünkü nefret suçu yasalarca tanınmadığı ve tanımlanmadığı gibi,

"Taşrada eşcinselin bir günü daha sona erdi. Hala karmaşık

öldürülen her eşcinsel, toplumsal vicdansızlığın bir uzantısı

düşüncelerle boğuşarak evine ve o en mahrem olan, kendi

olarak yorumlayabileceğimiz gazetelerin internet nüshalarında

dünyası haline gelen odasına, sudan çıkarılmış bir balığın tekrar

bulunan "okur" yorumlarına "dünyadan temizlenen bir pislik

suya atılması gibi çıkmayı hiç düşünmeden kendisini kapatır.

daha" olarak düşüyor...

Kilitlidir, hem dili, hem kalbi hem de odasının kapısı… Ne

Benzer biçimde birkaç yıl önce İzmir'de Uğur Mumcu Kültür

kendisini anlayacak, ne sevgisini paylaşacak ne de kapıyı açacak

Merkezi'nde işlenen bir cinayeti mutlaka hatırlayanlar olacaktır.

kimsesi vardır. Her şey yerli yerinde kaldı."

diyordu Ege

Merkezin güvenlik görevlilerinden biri, diğer güvenlik görevlisini

ölümünden hemen önce Kaos GL'de yayımlanan "Taşrada

23

kendisiyle ilgili “eşcinsellik dedikodusu” çıkardığı gerekçesiyle 21

Eşcinsel Olmak" başlıklı yazısında. Her şeyi yerli yerinde bırakıp

yerinden bıçaklayarak öldürmüştü. Kurbanın eşcinsel olduğu

gitmek zorunda bırakılan diğerleri gibi; Dilek İnce, Baki Koşar,

cinayetlerin hemen hepsinde bıçak darbelerinin sayısının 20'lere

Saim Kayhanmete, Yelda Yıldırım, Neşe Yalçın, Ahmet Yıldız ve

30'lara

adını sayamadığımız onlarcası, yüzlercesi gibi Ege de usulca

çıkmasının

bile

öfkenin,

nefretin

derecesini

gösterebileceğini gözden kaçırmayarak, ölenin de öldürülenin de

ayrıldı bu dünyadan.

bir hiç uğruna yok olduğu, yaşamlarının gerçek ya da yan

Öldürülmüş de olsalar, intihar etmiş de olsalar her şeyi yerli

anlamıyla son bulduğu bu cinayet de tıpkı diğerleri gibi aslında

yerinde bırakıp gitmek zorunda kalan bu insanlar birer nefret

hiç de sadece öleni ve öldürüleni ilgilendirmiyordu. Eşcinsel

cinayetinin kurbanları değil mi? Eşcinsel olmasalardı yazgıları

olduğuna

böyle sonlanacak mıydı? Hepimiz biliyoruz ki hayır! İster intihar

dair

dedikodular

nedeniyle

birini

21

yerinden

bıçaklayan da, eşcinselliği bir dedikodu zemini olarak kullanan da

etmiş, ister öldürülmüş olsunlar onları dipsiz kuyulara attıktan

aslında eşcinselliğe dönük nefretten beslenen bir toplumsal

sonra gömleklerine bir geyiğin kanını sürüp "kurt kaptı"

kuşatmanın farklı suretleri değil mi? Aradan uzun zaman geçti,

diyenlerin o kuyular kadar derin ve karanlık sevgisizliğiyle

katil hep olduğu gibi maktulun kendisine “cinsel ilişki teklif

mücadele edebilmek, başkalarının o kuyularda bir başına

ettiği”, “rüyasında maktulun kendisine tecavüz ettiği”, “kendisi

kalmamasına çabalamak bizim elimizde. Eşcinseller için hiçbir

hakkında eşcinsel olduğuna dair dedikodular çıkardığı” vs vs

şeyin yerli yerinde olmadığını bildiğimiz bir ülkede, şekli nasıl

uzayıp

gidecek

homofobik

ahlak

bildik ve

gerekçelerle vicdana

karşı

kendini kendi

savunmaya,

mazlumluğunu

kanıtlamaya çalıştı. Hepimizin sonunu bildiği bu hikayede, katil aslında yine eşcinselliğe dönük nefretin kendisiydi; ama gözleri

olursa olsun homofobi ve nefret var oldukça yarın o kuyuya itilen kişi

olmayacağımızın,

yarın

etrafımıza

ateş

duvarları

örülmeyeceğinin garantisini kim verebilir ki? fotoğraf: galata fotoğrafçıları


değer-siz

duygular ne yapar? esen ezgi taşçıoğlu esenezgi@kaosgl.org

“Duygu”

yaşamının

kurduğumuz temaslar tarafından biçimlendirilirler ve hatta bu

zenginliği ve güç kaynağı olarak

temasın şeklini alırlar.” Duygular, bu nedenle bireylerin ve

hep

baş

insan

tacı

sözcüklerden insanın

kutsal

kolektif grupların oluşumunda merkezidir. Duygular toplulukların

kimilerince

nitelikleri haline gelir, grup olarak “var olmak” ancak “hissetmek”

olmazsa

“değer”lerinden,

24

edilen

biri,

olmaz

vazgeçilmez

ile mümkün olabilir. Örneğin; nefret, benlik ve öteki arasındaki sınırların

“erdem”lerinden, yaşamı yaşanası ya da çekilebilir kılan nadir

çizilmesinde önemli bir rol oynar. Nefret ötekileştirerek işler ve

şeylerden. Birçok klasik düşünürün yanı sıra nöroloji, bilişsel

birtakım özneleri birtakım öznelerle diğer birtakım öznelere karşı

bilim, evrimsel biyoloji, psikoloji ve hatta ekonomi gibi çeşitli

ittifaklara

disiplinlerin

sınırlarımıza musallat olarak bizi tehlikeye atanlardır. Benim ya

duygu

meselesine

eğilmiş

ve

kendi

duygu

iter.

“Onlar”,

“bizden

olmayanlardır”

ve

bizim

kuramlarını geliştirmiş olmaları da şaşırtıcı değil bu nedenle.

da bizim varlık alanımıza bir tehdit olarak dâhil olurlar ve şu anki

Bahsi geçen bu farklı yaklaşımların her biri ayrı ayrı değerli olsa

varlıkları bizi her an “yaralayabilir.” Nefret duygusu böylelikle

da bu yazıda duygulara ve özel olarak nefrete gündelik ve siyasi

sıradan ya da normatif özneyi ötekinin akınına uğrama ve hatta

hayatta sıklıkla gözden kaçtığını düşündüğüm bir yönden

öteki tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış,

yaklaşmayı deneyeceğim. Detaylı bir incelemeden çok bir bakış

yaralanabilir taraf olarak yeniden üretir. Sıradan özne nefret

açısı sunma amacındaki bu yazıyı yazarken danıştığım başlıca

söyleminde asıl kurban olarak kurularak hayata geçirilir.

kaynak Sara Ahmed'in Duyguların Kültürel Politikası (2004) adlı

“Yaralanabilirlik” söylemi aracılığıyla ötekinin bedeni “nefret

çalışması olacak. Bu çalışmasında Ahmed, duyguları psikolojik

edilene” dönüştürülür ve toplumsal yakınlığı, olumsuz hislerin

ya da doğal olgular olarak ele alarak ne olduklarını araştırmaktan

kaynağı olarak okunur. Nefretle son bulan karşılaşma aynı

ziyade nasıl işlediklerine, ne şekillerde işleme konulduklarına ve

zamanda bedensel alanın yeniden kurulumuna yol açar. Diğer bir

neyle sonuçlandıklarına bakmayı tercih eder.

deyişle, nefretin bir de uzamsal politikası vardır: Bazılarının

Duygu ağırlıkla “içsel” bir fenomen olarak değerlendirilir: duygular içsel, öznel ve psikolojiktir. Onlar benim duygularımdır.

hareket alanını kısıtlarken bazılarınınkini genişletir. Birbirinden uzaklaşan bedenler, toplumsal alanı yeniden tanımlar.

Eyleme dökerek ya da ifade ederek duygularımı dışa vurabilirim

Gerçekten de nefretin yoğunluğunda söz konusu olan

ve sen de o zaman duygularıma karşılık verebilirsin. Bu modeli

nefretin “ben” ve “biz”in eşzamanlı olarak söylenebilmesini

“içten dışa” olarak adlandırabiliriz. Bir diğer duygu kuramı ise

mümkün kılmasıdır. Ötekine beslenen olumsuz bağlar eşzamanlı

duyguların bütünüyle toplumsal ve kültürel pratikler olduğunu

olarak hayali öznelere duyulan olumlu bağlar olarak geri döner.

öne sürer. Bu kuram, grup ya da sürü psikolojisi gibi fenomenleri

Nefret ettiğini bildiren bir “ben”, ötekinin tehdidi altında

incelerken “dıştan içe” modelini benimser. Burada söz konusu

olduğuna inandığı şeye (örn. ulus) duyduğu aşkla da varlık bulur.

olan halen psikolojik bir modeldir; yalnızca yön değişmiş; sürü,

Sevdiğimiz için nefret ederiz ve bizi bir arada tutan bu nefrettir.

sürünün herhangi bir üyesinden önce gelen duygulara sahip bir

Bu anlamda nefret, toplumsal normlara yapılan bir yatırım olarak

bireymişçesine psikolojinin inceleme konusu haline getirilmiştir.

düşünülebilir. Nefret, ideal öznenin normuna yapılan bir

Grubun duyguları dıştan içe doğru ilerleyerek birey tarafından

yatırımdır. Nefret, ötekilere, ideallere ya da normlara bağlı bir

içselleştirilir.

yaşam sürmediklerinden dolayı yöneltilir ve nefret, bir nesne

Sara Ahmed, Duyguların Kültürel Politikası'na gündelik duygu anlayışımızın da dayandığı bu duygu kuramlarının duygulardan önce var olduğunu sorgulamaksızın kabul ettiği içdış ayrımını sorunsallaştırarak başlar. Ahmed'e göre “iç” ve “dış” belirlenmiş değildir ve duygulardan önce gelmekten ziyade duygular tarafından inşa edilmiş içsellik ve dışsallık hisleridir. Bu modelde belirli bir duyguyu hisseden özneler tabiatları dolayısıyla farklı duygular hissetmez ya da duygunun yöneldiği nesneler tabiatları dolayısıyla farklı duygular

uyandırmazlar.

Duygular

kurulan

ilişkilerin

etkileridir, kurulan temasların niteliğini edinirler. Duygular ayrıca basitçe “ben” ya da “biz”in sahip olduğu şeyler değillerdir. Tersine, “'ben' ve 'biz', ötekilerle


neden?

ya da işarette olumlu olarak var olmaz, ancak bir sermaye biçimi olarak işler ve dolaşımının bir etkisi olarak üretilir. Tek bir figürde “yapışıp kalmaz,” çeşitli nefret figürleri arasında hareket eder ve onları “ortak tehdit” adı altında toplar. Nefret, tekil kişiye yöneltilen bir duygu olabilse de nefret

serap akçura serap_pissy_e@yahoo.com

eden özne, tekili; yani nefret ettiğini genelle birleştirmeye

eminim; karşılaşacağız bir gün. o gün bu

meyleder. Nefret suçunda söz konusu olan da tek bir bireyin bedeninde

tüm

grubun

algılanması

ve

bireyin

soruyu yeniden soracağım sana. yanıtın

bedenine

sessizliğinin içinde patlayan bir silah

uygulanan şiddet aracılığıyla aslen gruba karşı bir şiddet

sesi olacak belki, belki de attığım son

uygulanmasıdır. Nefret suçuna verilen hukuki yanıt, yoğun ve

çığlığın içinde kaybolan bir soru işareti...

olumsuz bir duygu olarak nefretin rolünü ve diğer tür yapısal

o an nefretin, aşılmaz bir duvar olacak

şiddetleri açığa vurur. Ancak nefret suçu nitelemesi, göz ardı

önünde. orada çıkacak tüm seslerin

edilmemesi gereken riskler de barındırır: İlk olarak, suçu failin

sana ulaşmasını engelleyecek, yalnızca

bakış açısından açıklar ve anlamlandırırken nefret nesnesine

içindeki sesi duyacaksın. o yüzden şimdi

dönüştürülen ötekinin deneyimi üzerinde durmaz. Dahası,

buradan soruyorum: insan hiç tanımadığı, hakkında hiçbir

nefreti, psikolojik bir duruma eşitleyerek psikolojiyi öznenin

şey bilmediği bir başka insandan neden nefret eder?

hakikati olarak kurabilir, suçu psikolojiyle açıklayabilir ve bu

somali'de

“öteki”

kabilenin

kadınlarının

karınlarını

esnada iktidarı psikolojiye atfedebilir ya da iktidarı psikolojiye

deşerken, ankara'da ya da istanbul'da bir otoyol kenarında

dönüştürebilir. Nefretin ardında yatan toplumsal çekişmeleri ya

transseksüel “öteki” kadınlara pompalı tüfeğinle kurşun

da ittifakları görmezden gelerek iktidar ilişkilerini psikolojik bir

yağdırırken, “öteki” bir erkeğin bedenine bıçak saplarken izmir'de ya da başka bir kentinde türkiye'nin, gözaltına

duruma indirgeyebilir. Oysa duygular, doğal psikolojik eğilimler olmaktan ziyade ilişkiseldir ve iktidar ilişkilerine bağlıdır. Duygularımızın belirli kökenleri yoktur; duygu, nesnelerle kurduğumuz bağlantıların niteliğinde var olur ve bizi iktidara bağlar. Bu noktada elbette dönüp kendimize de sormamız gerek: Kendini nefret edilen olarak tanımlamak, karmaşık bir dünyayı basitleştiren ve ikili bir karşıtlığa indirgeyen bir halet-i ruhiyenin imkânsız ve fobik nesnesi olarak kurmak ne anlama gelir? Peki ya biz, bu sonsuz

aldığın “öteki” birine işkence yaparken, bosna'da “öteki” ulusun kadınlarına tecavüz ederken, iran'da beline kadar toprağa gömülmüş bir “öteki” kadına taş atarken, ya da eşcinsel oldukları için, bir iş makinesinin ucunda gencecik “öteki” erkek bedenlerinin asılışını kendinden geçerek izlerken ya da gazze'de bir apartmana bombayı gönderirken aklına hiç gelmeyen bir şeyden de söz edeceğim şimdi buradan. yıllardır içinde kıvranıp duran, ne zaman aklına düşsem,

akış içerisinde, tek başımıza ya da grup olarak hangi duyguları

parmağını tetiğin üzerinde dolandıran o duygunun yalnızca

üzerimize

sana ait olduğunu; tümüyle kişisel bir duygu olduğunu

alıyoruz?

“Aşkı”

mı,

toplumsal

adaletsizliğe

duyduğumuz “öfkeyi” mi, şahit olduğumuz değişimlerin bizde yarattığı “mutluluğu” mu ya da geleceğe dair beslediğimiz “umudu”

mu?

Çünkü

iktidarla

bağımızı

kuran

duygular,

sanıyorsun değil mi? yanılıyorsun. bu duygu senden çok önce de vardı. seninle de bitmeyecek. sen ki, ulvi görevler biçmiştin kendine;

siyasallaşmamıza ve harekete geçmemize sebep olarak bizi aynı

ulusun adına, tanrı adına, aşiretin adına, cemaatin adına,

zamanda

kabilen adına... hiç aklına gelir miydi, yıllar boyu, özenle

kısmilik,

direnişe

yönlendirirler.

istikrarsızlık,

gerilimler

Barındırdıkları ve

çelişkilerle

çeşitlilik, mücadele

deneyimlerimizi de biçimlendirmeye, canlandırmaya, onlara

yetiştirilmiş bir tetikçi olduğun?! doğdun; sen şusun, dendi. büyüdün; busun... daha büyüdün; şöyle olmalısın, bunlar iyi, bunlar kötü... daha da

anlam ve derinlik kazandırmaya devam edecekler.

büyüdün; bunlar normal, bunlar anormal... bunlar dost, bunlar düşman... bunlar ari-saf ırkımızı bozuyor, onlar Kaynakça:

ahlakımızı - aile yapımızı bozuyor,

şunlar toprağımıza göz

Ahmed, Sara (2004) The Cultural

dikiyor, dendi. varoluşları bile tehlike, yok edilmeliler bu

Politics of Emotion. Edinburgh:

yeryüzünden, dendi.

Edinburgh

U n i v.

Press/

Routledge.

bunlarla büyüdün, bunlarla yaşadın yıllarca; sonunda bunların toplamı oldun... kahraman bir tetikçi!.. biliyor musun, karşılaştığımız o gün, sen ulvi görevini yerine

getirdiğinde;

yani

tetiği

çektiğinde;

yani

hiç

tanımadığın, bilmediğin insanların üzerine taşı, bombayı attığında; yani bıçağı saplarken “öteki” bir bedene, işlemiş olacağın suçun adı “nefret suçu” olacak... yani

bil

ki;

iki

elim

yalnızca

azmettirenin” de yakasında olacak. fotoğraf: galata fotoğrafçıları

senin

değil,

“suçu

25


huzur-suz

engin temel’i yazamamak deniz deniz denizindunyasi27@gmail.com

Eşcinsel eğlence mekanları içinde yer alan

destekler, baba Münir Temel'in savını çürütür nitelikte. Telefonda

ünlü Love Kulüp'ün ortaklarından Engin

kimliğini açıklamayan kişi, "Engin, ilişki kurduğu işadamının

Temel'in öldürülmesi olayı üzerindeki sır

verdiği 1 milyon dolarla üç bara ortak olmuştu. İlişkiyi bitirmeye

perdesi yenilir yutulur cinsten olmayan

kalkınca tehdit edilmişti" demişti. Münir Temel ise oğlunun

iddialarla birlikte esrarını hala koruyor.

kesinlikle eşcinsel ilişkiler içinde olmadığını söylemişti. Asayiş

Temel'in eşcinsel kulüp işletmecisi kimliği,

Şube Müdürlüğü dedektifleri 13 gündür olay üzerinde çalışıyor.

küçümsenmeyecek

medyatik

yanı

ve

hayran kitlesine rağmen "bizim camia"

26

Bir polis yetkilisi, katilin yakalanmasının an meselesi olduğunu söyledi.

Engin

Temel'in

bilgisayarındaki

bilgiler,

önemli

nedense bu cinayeti görmezden geldi. Peki ama neden? En

delillerden. Bilgisayarı titizlikle incelediklerini anlatan, adını

başta; sonuçta ortada sadece bir takım iddialar var ve Engin

vermek istemeyen bir dedektif, bilgisayarda Engin Temel'in özel

Temel cinayetini eşcinsellikle açıklamak için ellerinde bir delil

hayatına ilişkin bazı bilgiler olduğunu söyledi."

olmadığı için haklı olarak susuyorlardır -susuyoruz- sonucuna

Ve can alıcı nokta

varmak istedim. Oysa, cinayet sonrasında ortaya atılan

Bakın aynı polis yetkilisi ne demiş, haberden alıntıya devam

-ki

aşağıda da değineceğimiz üzere bu iddiaların önemli bir kısmı

edelim: "Bilgisayarları incelemeye aldığımızı öğrenen birçok

bizzat "adını açıklamayan polis yetkililerine" atfen yazılmış-

işadamı, isimlerinin medyada yer almaması için devreye

iddialar bir yana merhum Temel'in bir eşcinsel mekanı işletmesi

tanıdıklarını bile sokmaya başladı” bilgisini verdi. Engin Temel'in

dahi "bizim camia"nın alakası için yeterdi de artardı bile. Peki

eşcinsel aşk kurbanı olma ihtimalinin kuvvet kazandığını

gerçekten neydi bizi bu cinayete uzak tutan düşünce. Acaba çok

belirleyen polis, listedeki isimleri gizliyor. Engin Temel ile ilişkisi

yakışıklı olması mıydı? Olabilir. İyi de bu aslında biz eşcinselleri

olan birçok eşcinsel işadamının da ifadesine başvuruldu.

h ay ı r

Gelişmelerin basında yer almaması için soruşturmayı gizlilik

suskunluğumuzun arkasında bir parça kıyamama olsa da bu da

daha

da

ya k ı n l a ş t ı r m a z

m ı yd ı

o l aya ?

Yo k ,

içinde yürüten polis, cinayetin kısa süre içinde çözüleceğine

değildi. Peki ama neydi? Yan etkenlerle beraber kanımca

kesin gözüyle bakıyor." Nasıl, enteresan değil mi? Özellikle şu

suskunluğumuzun

cümle: "Bilgisayarları incelemeye aldığımızı öğrenen birçok

ana

sebebi

Engin

Temel'i

"öteki"

görmemizden başka bir şey değildi. Bir milyon dolar, porsche cip,

işadamı, isimlerinin medyada yer almaması için devreye

ünlü işadamıyla eşcinsel ilişki iddiası, binlerce dolarlık bar

tanıdıklarını bile sokmaya başladı". Hayır, yanlış anlaşılmasın

ortaklıkları, fotomodellik vs Engin Temel'i bizim gözümüzde

“devreye tanıdıklarını sokanlar”, cinayeti örtbas etmeye ya da bu

"öteki" yapıyordu. Bu olay aklıma Birgün Gazetesi'nin Ergenekon

cinayetle ilişkileri olmadığını ispatlamaya falan çalışmıyorlar. Ya

tartışmalarının tavan yaptığı bir dönemde attığı "yiyin birbirinizi"

ne? Eşcinsel kimlikleri ortaya çıkacak diye bu kadar çaba sarf

manşetini anımsattı. Öyle ya, eğer iddia edildiği gibi 1 milyon

ediyorlar. İşte olay bu. Türkiye'nin eşcinsellik adlı sorununda can

dolarlık eşcinsel ilişki yaşayan birinin cinayete kurban gitmesi

alıcı nokta da zaten bu değil mi? Aman beni kimse duymasın.

LGBTT aktivizmi çerçevesinin neresine koyulabilir ki? İşte

Hepimiz bu sistemin kurbanlarıyız

Türkiye'de eşcinsel hareket denilen şeyin kabuğunun dışına

Engin Temel gencecik bir hayattı. Fotoğraflarını gördüğümde

çıkamaması, dahası asıl eşcinselliğin de bu kabuğun dışında

ne yalan söyleyeyim şu klasik duygulanmada olduğu gibi benim

yaşanmasının bariz gösterge ve sebeplerinden biridir bu aynı

de içim burktu.

zamanda. İddialar doğruysa şayet

Estetikli olduğu söylenen yüzü ve bedeni herkese hitap eder güzellikteydi.

Onun

için

"Erkeklerin

ve

kadınların

arzu

Bakın cinayetten sonra Engin Temel'in bilgisayarında çıkan

nesnesiydi" diyordu Oray Eğin, Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde.

çok çarpıcı bilgiler, şayet doğruysa ve şayet bu bilgiler bazı

Eğin, hızlı ve göze batar yükselişinden bahsederken "Ben her

güçlü eller tarafından gizlenmezse yıllardır eşcinselleri tu

zaman hızlı yükselişlerden korkarım" diye de eklemişti. Açıkçası

kaka eden bazı kişileri ve de suskunluk üzerine kurulu

bu cinayet ve sonrasında söylenenler beni de ürkütmedi değil,

düzeni altüst edecek nitelikte. İddiaların doğruluk payı

yaşadığımız veya dayatılan hayatı düşündüğümde. Ama

basına yansıyan haberlerde az çok kendini gösteriyor

olayın iddialarla örülü detayları ortaya çıktıkça onun da aslında

nitekim. Gazetelerde yer alan haberlerden alıntı: "Engin

bu üç maymunu oynayan kör sistemin kurbanı olduğunu

Temel'in bilgisayarında çıkan çok çarpıcı bilgiler, Engin

görmem fazla zaman almadı. Bugün inkar ve ezme politikasıyla

Temel'in arkadaşı olduğunu söyleyerek Kanal D'deki Esra

paralel giden eşcinsel rant denilen bir gerçek var bu ülkede. Bir

Ceyhan'ın programına telefonla katılan kişinin iddiasını

taraftan travestiler dövülüp öldürülüp gözaltına alınırken, açık


eşcinsel kimlikli bireyler işlerinden ailelerinden kovulurken,

diliyle söyleyelim: "başı öne eğen" şeyler de elbette pahalı olur.

öldürülüp kuyulara atılırken, bir yandan da adeta beyaz erkek

Dahası bedel ödetir. Olaya bir de tersinden bakalım. Eşcinselliğin

bedeni üzerine kurulu bir pazar var bu ülkede. Üstelik bu pazarın

ayıplanan yasaklanan utanılan bir şey olmadığını düşünelim bir

tarafları da inatla üç maymunu oynuyor. Varoşlardan İstanbul

an için. Bırakın bir ilişki için bir milyon dolar vermeyi falan, herkes

gece hayatında dalıp bu toplum, sistem ve egemenler tarafından

istediği kişiyle yatar, aşk yaşar, kimse de öldürülmezdi.

yasaklanan o eşcinsellik denilen gerçek üzerinden hayatlarını idame etmeye çalışan gencecik insanlar var. Bu çok hazin bir şey. Yasak olan her zaman pahalıdır

Herkesin beklediği katillerin bulunması Engin Temel'in sayısı bini aşan arkadaşları ve hayranları

Bir an için Engin Temel cinayeti sonrasında ortaya atılan

cinayetin faillerinin henüz bulunamamış olmasının verdiği

iddiaların doğru olduğunu, gerçekten bir işadamının onunla

rahatsızlık karşısında Facebook'ta açılan sayfada şimdiden bir

birlikte olmak için ona 1 milyon dolar harcadığını varsayalım. Bir

kampanya başlatarak tepkilerini ortaya koydular. 15 Ocak'ta

de şu ünlü “Binbir Gece” adlı dizideki ahlaksız teklifi hatırlayalım.

"yılmayacağız" adıyla başlatılacak olan kampanyaya LGBTT

Orda patron, bir gece geçirmek için, çalışanı olan bir bayana 300

oluşumların

bin dolar teklif ediyordu. Hatırlarsınız teklifin hem kendisi hem de

kanısındayım. Bu kampanya ve katkı, cinayetin çözülmesi

da

katkılarıyla

öncülük

etmesi

gerektiği

meblağı uzun uzun tartışılmıştı. Heteroseksüel bir ilişki dizide

noktasında bir etkiye sahip olabilecek mi bilinmez ama, bu

bile ancak 300 bin dolar ederken gerçek hayatta eşcinsel ilişki

cinayetin her ne sebeple işlenmiş olursa olsun, beraberinde

neden 1 milyon dolar edebiliyor. 1 milyon dolar olmasa bile bu

getirdiği iddiaların da

bir cevaba kavuşturulması bakımından

toplumda ondan geri kalmaz gizli kapaklı son derece masraflı

kamu nezdinde de önemli ve beklenen bir sonuç olacaktır. Bir

eşcinsel ilişkiler sır falan değil. Peki neden bu kadar pahalı oluyor

gencin ölümü elbette hiçbir şekilde aydınlık bir olay olamaz. Ama

bu tür ilişkiler? Cevabı "kokain neden pahalı?" sorusunun

şayet iddialar doğruysa ve polis de sonuna kadar bu işi

cevabında saklı aslında. Bu toplum eşcinsel ilişkiyi de tıpkı

götürürse, işte o zaman o aydınlık yüzlü delikanlının ölümü de

uyuşturucu gibi saklıyor yasaklıyor. Yasaklı ve saklı, üstelik halk

başka bir aydınlığa yol açacaktır.



ÜTOPYA Hakan Aydoğan - 2009


suç-lu

nefret suçları

kimin sorunu? Nefret söylemiyle mücadele asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmamalı. Nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkması, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabilir.

30

melek göregenli melekgor@gmail.com

Bir kişi ya da gruba, ait olduğu kimliği,

toplumda gruplar arası ilişkilerin

inancı, politik görüşü, cinsiyeti ya da cinsel

yaşanma biçiminden kaynaklanan,

yönelimi gibi nedenlerle, farklı biçimlerde

gruplar arası ilişkiler sonucunda oluşan

zarar

verme

amacıyla

saldırılması

sonucunda oluşan suçlar genel olarak nefret

şiddet

konusuyla

doğrudan

ilişkilidir.

Nefret

suçlarına neden olan, mağdurlara yönelik kişisel geçici

suçları olarak adlandırılmaktadır. Nefret

öfke ya da planlı zarar verme isteğinden kaynaklanan,

suçları, suçun kurbanlarının herhangi bir

saldırganların kişisel motivasyonları değildir, mağdurun ait

eylemi nedeniyle yani gerçekleştirilen bir

olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrımcılık ve yanlılıklardır.

edim sonucunda değil, gerçek ya da algılanan renkleri,

Dolayısıyla, sadece bir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel

milliyetleri, cinsel yönelimleri, görünümleri, etnik kökenleri, bir

zarar verilmesi sonucunu doğurmazlar aynı zamanda saldırılara

başka söyleyişle “eylemleri değil var oluşları nedeniyle”

maruz kalan gruplara ait insanların, kendilerini ifade etmeleri

maruz kaldıkları saldırganlık içeren davranışlardır. Diğer suç

hatta varlıklarını sürdürmeleri önünde de ciddi tehdit ve engel

tiplerinden

oluştururlar. Nefret suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek

farklı

olarak

nefret

suçları,

saldırganların,

kurbanlarının var oluşlarına yönelik tehditlerdir ve kurbanlar

yolu böylece kendiliğinden, insanın oluşunu, varlık biçimini

bireysel, kişisel özellikleri ya da edimleri değil, ait oldukları

reddetmesi,

en

hafifinden

varoluşunu

görünmez

kılmaya

grubun varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının

çalışması haline gelir ki bu da nefret suçlarının nedeni olan

hedefidirler. Bu nedenle nefret suçları konusuyla ilgili her şey

ideolojik arka planın esasen, toplumda belirli grupların varlığına

doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da

yönelen bir tehdit oluşturduğunu gösterir. Nefret suçlarının

mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle,

yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı

toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin

açıktır: Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme! Bu

anlayışları

ve

bu

anlayışın,

ideolojinin

sonuçlarıyla

doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.

söylemin bir yanı, nefret suçlarının asıl aktörü olan homofobik yaklaşımın

temelini

oluşturur:

Böyle

olma,

olduğun

gibi

Suç, genel olarak toplumsal bir olgudur ve toplumsal

olduğunda varlığımızı ve iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman

olan her şey sonuç olarak her tür suçla ilgili olgular

ya da yok edilmen gerekiyor. Diğer yanı da yüreği hiç kimsenin

açısından belirleyicidir fakat nefret suçları özel olarak, bir

incinmesine dayanamayan ama her şeyin eskisi gibi fotoğraflar: galata fotoğrafçıları


sürmesinden ve ona dokunmayan yılanın bin yaşamasından yana olan iyi kalpli homofobiklerin üstten bakan, akıl veren kibirli

muhafazakârlıkla bir arada bulunduğu ve diğer ayrımcılıklarla birlikte ortaya çıktığı bulunmuştur.

ve bin yüzlü hak anlayışına rehberlik eder: Olduğun gibi

2003-2004 yılları arasında Los Angeles güvenlik birimleri

olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme,

tarafından rapor edilen 1045 nefret suçu üzerinden yapılan

mahallende, gettonda, barında, parkında, yatak odanda

araştırmada nefret suçlarının özellikleri ortaya çıkarılmaya

kal!

çalışıldı. 2006'da sunulan bir başka istatistikî bilgi ise FBI

Nefret suçlarının hedeflerinin hangi gruplar olduğu, bu

verilerine dayanıyor. Her iki çalışmada da, rapor edilen veriler

suçların niteliğinin de en önemli göstergelerinden biridir.

ortak yanlar taşıyor. 7.720 nefret suçu olarak nitelenebilecek

Dünyanın farklı coğrafyalarında saldırganların hedefleri, o

saldırının tümü belirli gruplara ilişkin önyargı, ayrımcılık ve

toplumda hangi grupların ayrımcılığa uğradığına bağlı olarak

yanlılıklara dayanıyor. % 51,8'i ırksal önyargı; 18,9'u dinsel

yapı l arı ,

yanlılık, 15,5'i cinsel yönelim yanlılıkları, 12,7'si etnik-bölgesel

motivasyonlarını oluşturan ve besleyen böylece suçu belirsiz

deği şmekte

fakat

sal dı rganl arı n

z i hni yet

yanlılıklar. Bir saldırı da engelli bir yurttaşa yönelik olarak

hatta bazen meşru kılan ideolojik ortam değişmemektedir.

gerçekleşmiş. Saldırıların yaklaşık üçte biri mağdurun evinin

Örneğin ABD'de nefret suçlarıyla ilgili istatistikler ırksal önyargı

yakınında ya da mahallesinde, dörtte biri otoban, sokak ya da

ve ayrımcılıktan kaynaklanan ve nefret suçları kapsamına giren

kamusal alanlarda, % 12,2'si okullarda, % 6'sı park alanlarında

saldırıların ilk hedefinin siyahlar olduğunu göstermektedir. Bizim

ya da garajlarda, % 4'e yakını ise kilise, sinagog ya da dini ibadet

ülkemizde benzer istatistikler olmamasına hatta henüz bu tür

mekânlarında. ABD'de güvenlik birimlerince yayınlanan farklı

saldırıların “nefret suçu” olarak teşhis edilmesinde bir söz

yıllara

birliği bulunmamasına karşın, medyada yer alan haberlerden ve

yoğunlaşan çeşitli azınlık gruplarına ait nefret suçlarının yaklaşık

insan

hakları

örgütlerinin

verilerinden

hareketle,

ait

istatistikler,

belirli

şehirlerde

belirgin

biçimde

nefret

% 12-25'i arasında değişen oranlarda mağdurların cinsel

suçlarının mağdurlarının en büyük sıklıkla, cinsel yönelimleri ve

yönelimleri nedeniyle işlendiğini ortaya koymaktadır. Ölümle

etnik kökenleri nedeniyle bu saldırıların hedefi olduğunu

sonuçlanan mağduriyetlerin ise yarısından fazlası homofobik

söyleyebiliriz. Türkiye'de de diğer pek çok ülkede olduğu gibi,

tutumlarla işlenmiş anti-gey suçlardır. El ele dolaşmakta olan gey

cinsel yönelim, etnik köken, dini ya da mezhebe dayalı inançlar,

ve lezbiyen çiftlere yönelik laf atmadan, açık sözlü saldırıya,

daha kapsayıcı bir yaklaşımla söylersek, çoğunluğu belirleyen

arabaların ya da evlerin tahrip edilmesinden, açık şiddet içeren

tektipçi ideolojik iktidar anlayışlarının dışında kalan var olma

saldırı ve cinayete varan suçlar. ABD'de pek çok eyalette nefret

biçimleri farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde nefret suçlarının

suçlarına karşı yasa olmasına karşın, bunların sadece yarısında

hedefi olabilmektedir*.

cinsel yönelim nedeniyle işlenen suçlar nefret suçu kabul

Nefret suçlarının kişisel olmaktan çok toplumsal, ideolojik bir

edilmektedir. 1990'larda yapılan bir tarama çalışmasında gey ve

arka plandan beslendiği, saldırıları gerçekleştiren faillerin,

lezbiyenlerin % 25'inin en az bir kez fiziksel saldırıya uğradığı

da

rapor edilmiştir. Bu sayısal veriler ülkemizde olduğu gibi ABD'de

desteklenmektedir. ABD'de hüküm giymiş suçlular üzerinde

ideolojik

olarak

belirli

benzerlikleri

olmasıyla

ve dünyanın her yerinde, gerçeğin çok küçük bir bölümünü

yapılan çalışmalar, saldırıların maddi bir çıkar ya da belirli bir

yansıtıyor. Nefret suçlarının diğer kurbanları gibi cinsel yönelimi

amaç için gerçekleştirilmediğini, yanlılığın türü ne olursa olsun,

nedeniyle saldırıya maruz kalanların pek çoğu, daha çok ve ağır

nefret duyulan gruba üstünlük sağlamak amacı taşıdığını

bedeller ödemekten kaçınmak için mağduriyetlerini gizliyorlar.

göstermektedir. Saldırganlık diğer suçlarla karşılaştırıldığında

Çünkü nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun

daha araçsaldır ve pek çok sembolik öğeden beslenmektedir;

nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu

planlı, amaç yönelimli ve belirli bir uyarılmışlık düzeyiyle

hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri

saldırılar gerçekleşmektedir. Suçluların genel olarak patolojik

nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için

özellikler göstermedikleri ya da suça yönelmelerindeki asıl

mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef

faktörün ruhsal sorunları olmadığı görülmüştür. Saldırganların

olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline

davranışlarında, dini inançlarının da, mağdurların, özellikle

gelebiliyor.

cinsel yönelimleri nedeniyle hedef seçildikleri suçlar açısından etkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir. Ülkemizde yapılan pek çok akademik çalışmada

Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak

Nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı

da, homofobinin genel olarak otoriterlikle, sağ ve

sol

ideolojilerden

bağımsız

olarak

hem kurbanlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlar yaratma konusunda çok daha etkili sonuçlara yol açmaktadır. Aynı zamanda en ağır sonuçlara yol açan insan hakları ihlallerinden kurbanların

biri

olarak

yaşadığı

açık

nefret fiziksel

suçları, zararların

dışında, fiziksel zarar görme korkusuna ilişkin artan hassasiyet ve kalıcı stres gibi olumsuz

zorunlu hale getiriyor.

psikolojik sonuçlar doğuruyor. Psikolojik

31


sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ortaya çıkan zihin ve ruh sağlığındaki

ilgili

olarak

gerçekleşmektedir.

Mağdurların

bozulmalar bazen intihara varan sonuçlara varabiliyor. Aile ya da

amacıyla ya da yasal yollardan hakkını aramak için görünür

yakın çevreden sağlanan sosyal destek ve benlik saygısının

kılmasına bağlı olarak yaşadığı deneyim farklılaşmaktadır.

yüksek olması bu etkileri azaltan faktörler olarak ortaya

Öğrenilmiş

çıkmaktadır. Bununla birlikte bu faktörlerin, saldırıların ve

engelleyen en önemli faktörlerden biridir.

çaresizlik

genellikle

saldırıyı

görünür

kılmayı

tehditlerin olumsuz ruhsal etkilerini azaltmaya yardımcı olması

5.

ancak, saldırının ağırlığı, şiddeti ölçüsünde gerçekleşmektedir.

taktikler

Ağır ve sürekli saldırı durumlarında anksiyete, gerginlik,

korunmaya ve nefret suçlarıyla başa çıkmaya çalışmaktadırlar.

depresyon,

stres,

güvenlik

endişesi,

öfke

ve

toplumdan

6.

Mağdurlar genellikle duyusal, davranışsal ve bilişsel kullanarak

Mağdurlar,

nefret

saldırılarının

yaşadıkları

nefret

art

etkilerinden

ideolojilerinden

uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara ve

kaynaklanan saldırılar sonucunda, genellikle cinsel yönelim

yaşantılara yol açan sonuçlar adeta kaçınılmazdır. Post travmatik

kimlikleriyle

stres bozukluğu en sık görülen tablodur. Cinsel yönelimleri

kendisiyle

yüzleşmektedirler. yüzleşmekte

Kimi ve

zaman

cinsel

gey

olmanın

yönelimlerini

nedeniyle saldırıya uğrayan geylerle yüz yüze görüşmeler

sorgulamaktadırlar. Çoğunlukla, görünüşlerini sorgulamakta ve

yoluyla yapılan niteliksel bir araştırmada, saldırıya uğrayan

nefret saldırılarından korunmak için daha erkeksi görünmeye

insanların yaşadıkları sosyal ve psikolojik deneyimler 6 ana

çabalamayı denemektedirler. Mağdurların bir başka tepkisi gey

başlıkta sunulmuştur:

kimliklerine daha çok angaje olmalarıdır. Nefret suçlarına karşı

1.

Katılımcıların ortak olarak paylaştıkları başlıca olumsuz

örgütlenmelere katılmakta, geylerin hakları için kurulan sivil

duygu, kontrol algısı ve duygusunu kaybetmektir. Mağdurlar,

örgütlere katılmakta ya da bu örgütlere olan bağları

yaşadıkları saldırılar sonucunda yoğun çaresizlik duyguları

güçlenmektedir.

yaşamakta ve çevreleri, ortam ve genel olarak yaşamları

Nefret suçlarına yol açan ideolojik

üzerindeki kontrollerini yitirdikleri duygusuna kapılmaktadırlar.

arka planı oluşturan toplumsal

Bu

bağlam, hukuk, medya,

kontrol

kaybı

insanları

hareketsiz

kılmakta,

günlük

aktivitelerini bile gerçekleştirmede zorluklar yaratacak boyutlara

insan ilişkileri, genel

varan davranışsal sorunlara yol açmaktadır.

olarak grup-

2.

32

dereceleriyle

yaşadıkları deneyimi kendiliğinden, kontrollü olarak, sağaltım

Katılımcılar, yaşadıkları saldırıya ilişkin herhangi bir

hatırlatıcı uyaranla karşılaştıklarında, travmayı yeniden yeniden yaşamaktadırlar. Tekrarlayıcı biçimde benzer olumsuz duygular, korkular oluşmaktadır. Dolayısıyla saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır. 3.

Mağdurlar,

yaşamaktadırlar.

yoğun

Bilişsel

suçluluk olarak

duyguları

kendilerini

davranışsal ya da kendi özellikleri nedeniyle suçlamakta; saldırıdan

diğer kendi

insanlar

tarafından

davranışları

sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar. 4.

Katılımcıların

ağlarından saldırıyı

yararlanma

görünür

kılma

sosyal

da,

nedeniyle

destek

süreçleri biçimleri

de ve

lararası


ilişkiler, iktidar ve hegomonik yapılar kısaca sistem tarafından belirleniyor. Pek çok ülkede, nefret suçlarıyla ilgili hukuksal süreçler konusunda yapılan çalışmalarda, jüri üyelerinin cinsel yönelimlerinin kararı nasıl etkilediğine dair bir bulgu olmasa da, etnik kökenlerinin mağdurların ve saldırganların etnik kökenleriyle

söylemin hedefi olan grupların sorunu

Nefret suçlarıyla ilgili her şey

yapılması, yorumlanması sürecinde gerekse hem mağdur hem de saldırgan açısından savunma süreçlerinde psikolojik

suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve

sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun

kalıpyargıların,

önyargıların

yaygınlaştırılmasında en etkili aracılardan

tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı

kullanılan dil ve mağdurları ya da olayı

ele alınabilecek eylemleri haberleştirme,

grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu

sunma şekli, eylemi meşrulaştırmaya ve suçun altında yatan ayrımcılığı gizlemeye yol

açabilir;

Örneğin,

anlayışın, ideolojinin

olmaktadır. Yapılan pek çok çalışma, aynı zamanda mağdurların kendilerini ifade ediş

besleyen

kısaca nefret söyleminin kurulmasında ve

biridir. Medyanın nefret suçları kapsamında

ve sosyal psikolojik süreçler etkili

biçimlerinin, saldırının niteliğinin ve

Medya, dünyada ve ülkemizde nefret

doğası gereği toplumsaldır;

benzerliğinin, kararları etkilediğini gösteren bulgular vardır. Gerek yasaların

olmadığını göstermektedir.

sonuçlarıyla doğrudan

yarattığı hasarın da kararları etkilediğini

ilişkilidir, dolayısıyla

göstermektedir. Nefret suçlarına karşı alınacak önlemler bakımından ağır

suçları

sıklıkla

Türkiye'de

kapsamında

böyle

olmaktadır.

bütünüyle görülmesi

nefret gereken

eşcinsellere, travesti ve transseksüellere yönelik saldırılar, genellikle mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunulmaktadır. Açık bir saldırı ve

bütünüyle politiktir.

cezalardan yana olma ya da ağır cezaların

çoğunlukla cinayete varan ya da bizim ülkemizde ancak ölümle sonuçlandığında

caydırıcı olabileceğini düşünme genellikle, nefret suçlarının

“haber” değeri taşıyabilen suçlar, mağdurların çıkardıkları

arka planını oluşturan ayrımcılık ve nefret söylemine karşı

“olaylar” sonucunda gerçekleşmiş, “doğal” sonuçlar olarak ele

olmaktan kaynaklanan bir ideolojik tavır olarak ortaya

alınmaktadır. Genellikle mağdurlar, faillerin “hassasiyetlerine”

çıkmamakta, daha ziyade bir grubun ya da genel olarak

dokunur ve cezalarını bulurlar; oysa failin hassasiyetinin tek

toplumun huzurunu sağlamaya yönelik bir önlem olarak

kaynağı ayrımcılık ideolojileridir. Bu yaklaşım, sadece şiddeti

düşünülmektedir. Bu eğilim sadece hâkim grupların söylemi

meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda kendini ifade etme ve

olarak ortaya çıkmamakta, ayrımcılığa uğrayan gruplar

gerçekleştirme hakkının, bir toplumda kimlere ait bir ayrıcalık

arasında da yaygın olarak varlığını sürdürmektedir. Eşcinsel

olduğunu da tarif eder; bu doğrudan herkesin sadece insan

üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada, ait

olmak bakımından eşit olduğu ön kabulüne dayanan çoğunu

olunan gruba ilişkin olumlu benlik duygularının, yani eşcinsel

bizim de kabul ettiğimiz evrensel hukuk normlarının çiğnenmesi

olma kimliğiyle barışık olmanın, nefret suçlarına karşı

anlamına gelir.

duyarlılığı yükselttiği ve ağır cezalardan yana olma eğilimini arttırdığı bulunmuştur. Ayrıca bütün toplumsal gruplar

Nefret suçları ve bu suçların nedeni olan ayrımcı ideolojilerle mücadele çok boyutlu yapısı nedeniyle hukuk, medya, eğitim

açısından genel olarak topluluğa ait olma duygusunun da

başta olmak üzere toplumsal bütün yapıların sorgulanması ve

nefret suçlarına karşı daha duyarlı olma sonucuna yol açması

yeniden

yapılandırılmasıyla

doğrudan

ilişkilidir.

Dolayısıyla

söz konusudur. Literatürdeki çalışmalar genel olarak, liberal

sadece nefret söyleminin ve suçlarının hedefi olan grupların

dünya görüşleri arttıkça ağır cezalandırmadan yana olma

sorunu olarak görülemez; herkes için yaşanabilir bir dünya

eğiliminin azaldığını tersine muhafazakârlık arttıkça

isteğini dile getiren ve varlık nedenini bu isteğe dayandıran her

yükseldiğini göstermektedir. Bu olgu nefret suçlarıyla

türden politik iradenin öncelikli hedefi ve sorumluluğu olmak

mücadelede önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Ağır

zorundadır. Kuşkusuz dünyada olduğu gibi ülkemizde de nefret

cezalardan yana olma, bir yandan nefret ideolojilerini ortaya

söylemi ve suçları giderek yaygınlaşmaktadır ama hepimizin

çıkaran genel toplumsal bağlamın ve farklı gruplar arasındaki

gelecek tahayyülünü besleyen ve umut veren tek şey hâlâ ve

ilişkilerin ayrımcılıkla belirlenmesini engellemenin tek yolu

sadece

olarak görünen demokratikleşmenin önünde bir engel olarak

mücadeleleridir.

giderek

daha

görünür

hale

gelen

özgürlük

durmakta, öte yandan nefret suçları arttıkça ağır cezalardan yana olma eğilimi de yükselmekte, dolayısıyla nefret suçlarının

Dipnot: Yaşadığımız coğrafyada çok yaygın olan cinsiyete

zeminini oluşturan muhafazakârlık eğilimleri pekişmektedir. Bu

dayalı grup aidiyeti nedeniyle kadınların maruz kaldıkları

paradoksal durum aslında nefret suçlarının ve bu suçlara

çoğunlukla da ölümle sonuçlanan saldırılar, ilgili literatürde

neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkmasının,

genellikle nefret suçları kapsamında ele alınmamaktadır; bu

toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik

yaklaşımın cinsiyetçi ideolojilerden beslenen kendine özgü

toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabileceğini,

nedenleri vardır. Bu yazıda bu konu, bir başka yazıda ele alınmak

dolayısıyla nefret söylemiyle mücadelenin asla sadece bu

üzere, yazının amacı ve sınırları nedeniyle dışta bırakılmıştır.

33


his-siz

ressentiment Yapıştı mı bulaşan, değdi mi karaçalan, etini,

Ressentiment, bir başkasına

ruhunu

karşı gösterilen belirli bir duygusal

-fark

mikrobunu

bulaştırmaya

parçalayarak programlı

tepkinin tekrar tekrar yaşanması ve

kurşunlarla, işaret zamirleriyle vurulan bir

deneyimlenmesidir. Duygunun

bedenim ben; tekinsize, gaibe meyleden... Sonumu

demliyorum;

başkalarının

sürekli yeniden yaşanması, kişiliğin

tasarladığı, elimden aldığı yaşamımın sonuna kıvrılmaya; yılankavî bir

merkezinde gittikçe daha derine

salınımla, başımı kuyruğumun arasına kıstırarak bilincimin tayin ettiği bir

gömülmesine yol açar, ama aynı

'eşk'in, damladı mı billur billur süzülen, akacak mecraa bulamayan bir saydam zerresine düşmeye, usul usul sızmanın raksına âşık kılınmak, tek arzum.

zamanda onu kişinin eylem ve ifade alanının dışına çıkarır. Duygunun ve "tepki verdiği"

Müteahhit zihinlerin projelendirdiği cümlelerin sonuna yerleşmek, öldürür beni çünkü. Değil mi ki ben kendi yerimi belirleyememişim kâinatta; ne kâinatı? Kendi bedenimde, cinsiyetimde, tahayyülümde, tinimde! Değil mi ki, “bir kız!” demiş, kanımdan sakınan eldivenli parmaklar, değil

durumun sadece zihinsel bir anımsanışı değildir burada söz

34

gözetmeden-

konusu olan; duygunun kendisinin yeniden yaşanması, başlangıçtaki duygunun yeniden

mi ki onu ve dergâhını kirletmeyeyim diye; çıkar çıkmaz pencerenin dışına sarkıp taşarım korkusuyla-, pembe kurdelenin rûyası üflenmiş alnıma; değil mi ki göbekbağıma hayz düğümleri atılmış; defalarca; şifresi sadece sahibime verilecek bir kördüğümün kör hayyizi kılınmışım? Hakkın kullarına terennüm ettiği hayyü'l-kayyûm olabilmenin mülkiyeti, erkin kıvılcımlar çakan gözlerine teslim edilmiş... Ulanmaktansa, bir cümlenin bitimine, kör bir hafız olmayı yeğlerim elbet.

deneyimlenmesidir.

Elini tutmaktansa bir erkeğin, yanına yerleşmektense ömür boyu,

İkinci olarak, sözcük, bu duygunun niteliğinin olumsuz olduğunu, yani bir düşmanlık hareketi içerdiğini ima eder. Terimin

ömrümü kanlı düğümlerle körlemek isterim yeniden, fırlatıldığım başlama yerine dönerek... Yer istemedim hayatta; yer edinmek, yerleşmek, yer sahibi olmak, yerini korumak, kız iken kadın olmak, bir adamın karısı olmak, hele hele anne olmak... Kimin lisanı bu? Hangi dilin üzerindeki yangılı yara? Kimin geleceğine

özsel anlamına belki de en yakın

biçilen kutlu pay?

düşen Almanca sözcük "groll"dur [garaz, gizli kin, hınç]. "Garaz" da tam böyle bir bastırılmış bir gazaptır, egonun faaliyetinden bağımsız olarak zihnin içinde

Bata çıka olsun, öle gebere olsun yine kendi yarasını yalayarak ama kat'a bir limon çiçeğinin tohumunu, bir buğdayın başağını, bir kuru ekmeğin küfünü, yerden bir milim yükselebilmeye değişmeyen “ilkel” benlikleri; eşiklerden atlatıp, dönemeçlerden kılpayı kurtarıp, onların (bizim) canlarını, onlara (bize) bağışlama büyüksemeciliğini lehlerine döndüren kalemşorların mı? Halkların rayicini, sopalaya topaçlaya, döve geberte köpürten; melezleme

belirsiz bir biçimde gezinip

yağlarını, rafinerize ederken; posalarından “atüt” margarinler üretip halkı

durur.

amade eden jilet gömlekli, doğu-batı sentezli toprak beyfendilerinin mi? Yoksa bir sağa bir sola savrulan, kurşun yemeden çanağı kurtarma

Max Scheler

becerisini edindirme okullarını bitirip diplomalarının boncuklarını şaklatan, insan postuna bürünmüş aşağılık beyazların mı? Bizlerden nefret ederken, kutsadıkları aile birimlerinde, ahlâk cinnetlerini kusan heteroların mı?


Kimin dilinde bu yara? Kimin ruhu kanıyor?

yüzümü geri almak için kar yağdırıp kapadım yollarını, barikatlar

Hangisi, şunca seçeneğin içinde bir yerlerde, diyelim ki

kurdum döndükçe büyüyen çığlardan.

kadehlerde, ya da son model arabalarda veya bir mini eteğin

Ekmeğime kan damlatanların tabaklarına kustum; tüm içimi,

dokusunda, çılgın gece kulüplerinin yanardöner lambalarında,

histeri nöbetleri; “mânâ”nın saydam hassasiyetini de delip

diskoların

kare

zemininde

ya

da

banknotların

üzerinde

gördüğünde; kanın rengini: İrkilmek,

geçmesin; anlamın dibini bulandırmasınlar diye salyalarıyla, nefirler öttürdüm küçük dillerinden öteye.

şehvetlenmek,

etkilenmek,

heyecanlanmak,

öykünmek, elde etmek dışında bir olma(k) haline sahip?

Öğürdüler. Ellerini kapattılar ağızlarıyla başlarını yana çevirerek.

Çok önce hangi dilin yangılı yarası demiştim; geri alıyorum. Cevaplar kendilerini çoktan çekip yumuşamış bir başka oluşa eklemlenmişler.

Kusamazlardı.

İçlerinin

pisliklerini

bu

kadar

açık

edemezlerdi. Resimli bir kitaptan çalıp hayatım yaptığım, hayat dedikleri

Artık sormadan, yanıtlamadan çalakalem yazacağım.

bu işkenceyi işkembelerine doldurdum; ince uzun eşit parçalar

Sağ, sol, cephe, geri vurgunlarıyla köşeye sıkıştırılmamaya

keserek hem de, tıkıştırdım; geçirgen kılıflarına.

direnmek, bana kalan tek g(ö)rev.

Fena olmadılar, alışıktılar. Her şeyi sindirmeye...

K(ı)uramadığım, mahir ellerde bozuşturulmuş cümlemin

Bir anatomi dersinden teneffüse çıkmanın bedelini, bir

nihayetine hiç değilse kendim karar vermek. Kovulanın izinden

toplumun bekçi şapkasındaki meteorun hışmına uğrayarak

geri kalan; çamura batmış bir ayak iziyim hâlâ; kalıbı çıkarılası

ödeyen aslanağzının içindeki küçük dili besleyip büyütebilmek

bir orijinalite... Parmakla gösterilen bir amorf kütle; kadın mı

için kabûlümdü; onların dilinin imlasını kullanmak.

erkek mi belli olmayan, iğrenç yaratık! Mevsim kış ya ondandır izimin uzun süreli saltanatı. Ayağın çamurda bıraktığı iz üzerine düşünmek çamurdan, ne öte ışıltılı bir boktan pisliktir bilir misiniz? Sağından ve solundan, işaret zamirleriyle kurşunlanan bir silik nokta (idim) ben. O kadar bit(ik) bir yeniktim ki: kendimi yiye yiye ufalmışım; bilerek ya da istemeyerek; bilmeyerek ya da istetilmeyerek; anımsamıyorum. Bilinçaltı çöplüğünde mayalanan yırtık, çürük, bozuk, çıkık, itik, kaçık, kopuk artıklar kabara kabara yükselmiş; mevcut tüm kanaatleri sınayarak; evcilleştirme operasyonlarını delerek, realitenin

aynılaştırıcı

bentlerini

çizerek;

uzlaşımcı

ortak

duyarlıkların yaftalarını söküp çıkartarak parlatmıştım kendimi. Vücudun “iğrenç” tüylerini, tenin mahrem örtüsünü, beyin yıkama hızıyla ve acısıyla çekip alan bir ağda gibi koparıp atmıştım nihayetinde üzerimden. Ve kocaman bir ayıp olarak kalakalmıştım; doyumsuz gözlerin çiğ menzilinde. Pulları parıldayan, davetkâr bir beyaz ettim şimdi. Orasını açıp bulûğa ermemiş oğlancıkları, tâ orta yerine davet eden yırtık bir kızandım şimdi. Çıplak bir sûret olup bir put gibi önlerine dikilmiş günahımla bozuşturmuştum, incelikli asfaltlarının hammaddesini. Beyaz

kundaklara

sarılıp

sarmalanmış,

sureti

yırtık

fotoğraflarda kalmış o kız bebek değilim artık. Çamurum, zifosum, lağım dölüyüm; Artık iki dudağı bir araya gelmeyen, ar damarı çatlamış, buruşuk bir aslanağzıyım. Yelesi tımarlanmış, bedeni açıkta kalmış pörsük etini yerlere değdire değdire gezerek kendini sürükleyen; aslanlığından çoktan razı sadece bir ağız. Bir kubur kovuğu. Sağdan

soldan

beni

süngüleyenlerin,

önce

gözlerini

yuvalarından uğratmış; embriyon beyinlerinin karınca yuvasını dağıtmıştım ilkin. Sonra... Sonra kirlenen bir şey, ama bana ait olan tek şeyi,


Kar yanığı çipil yüzüm, güve yeniği paltom, içlerine hayvan pisliği dolmuş tırnaklarım, kusmukla hemhal bedenim, sülfür kokulu çişim, kirlenen lisanımdı; faşizan eleklerinden dökülüp bana kalanlar. “Ben(im)” diyebileceklerim yerinmeden. Tüm bu kopuk, kırık, dökük, çıkık, yenik, bitik, yırtık, bozuk malzemeden yapabilir miydim kendimi yeniden? Tercih mi, yöneliş

mi,

sapkınlık

anlayamayanların

cırtlak

siren

seslerinden, mülhem gürültüsünün kanlı göbeğinden bıçak gibi çekip alabilir miyim dersiniz, yeniden ve sonsuza dek utanınca kızarabilmenin saflığını? Kokuşmuşluğun, yoksunluğun, küfün bendelerinde, üzerime konan sinekleri iteleyebilir miyim?

“Daha zamanımız varsa, gökkuşağını takiben koşuşturalım yine; “kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın, yanık yağda boğulan yaprakları arasında” dolaşalım kaldırımları çınlatarak ki “biz” olma hakkımızı da almasınlar elimizden.”

Bozuşturulmuş beden, çiziktirilmiş bir ruhun kesiklerini ne kadar saklayabilir, içinin ırak coğrafyalarında? Koruyabilir mi, üzerine kalın bir bez bastırıp pıhtılaşmayı sağlarsa? Efendim? Evet... Çünkü hayaller, hâlâ kurutulmuş bir çiçek gibi zedelenmeden duruyor eprimiş kitapların sarı sayfaları arasında.

Ancak onlar yardım eder kurtuluşa. El verir, sırtını sıvazlarlar insanın. Anımsıyorum da eski günleri... Parkeleri, uygunadım ayakkabılarımızdan kurtulan yumuk topuklarımızla

temizlediğimiz,

okul

koridorlarını... Her

zil

çalışında, aramızdaki tahtanın soğuk hükmünden kurtulup, ağaç altlarında

birbirimize

değmenin

heyecanlı

beklentisini...

Teneffüsler, izin verirdi ancak soluk alabilmemize. El ele tutuşup kır çiçekleri topladığımız arka bahçelerde kalan kocaman gülüşlerimizi,

dikenin

berelediği

parmaklarımızı

diğerinin

dudağına götürür götürmez husule gelen titreyişlerimizi... Bunları hatırlamalıyım... Kuş kondurulmuş saçlarımızı okşayan, beyaz yakalarımızı kirleten ellerin, akıllarımızı pışpışlamasını değil! Unutulmalı mı peki onlar? Ama unutulursa, zafer flamalarını arşa sallayarak, bir kâfiri daha

taşladıklarının

değdirerek

erinciyle

yeniden

ve

orgazm

yeniden

olacak;

birbirlerine

üretecekler

utkularını.

Kendilerine bir armağan sunumu misali içrek kılınan kadim geleneklerini, devletinmilletinaşiretin kutlu devamı adına bir tokat gibi çarpacaklar, senin benim gibilerin üzerinden tüm ötekilere; halka halka... Yıvık

bir

toprağa,

çapari

sallamanın

fütursuzluğuyla

sallandıracaklar kefenlerimizi. Anımsayarak

ayakta

tutmalı,

musalla

taşının

buzul

soğuğundan kurtarmalıyız unutturulmak istenilenleri. Vızıl vızıl ıslık öttürmeli ki kulaklarının dibinde, her an enselerinde olduğumuzu bilsinler. Biz hayatlarımızı resimli kitaplardan

almıştık,

sayfaları

açıöçerlerimizin

kılıcıyla

kazıyarak. Satıraralarından sızan havayı koklayarak diri kılmıştık; saflığımızı geri vermek yakışık alır mı hiç? Karanlık sözler yazabiliriz hayatımız hakkında, evet. Amma acıyla uğraşacak yerlerimizi yok etmek için, acılar çekeceğimiz yaşa gelmemiz lazım daha. Daha zamanımız varsa, gökkuşağını takiben koşuşturalım yine; “kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın, yanık yağda boğulan yaprakları arasında” dolaşalım kaldırımları çınlatarak ki “biz” olma hakkımızı da almasınlar elimizden.


zehir-li bir büyü(yeme)me teşebbüsü olarak cinayet patolojisi

zehirli elma ağacı’nın kızıl nefreti Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı'nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer 'sevimli/ sevgili katile' dönüştürme patolojisi olarak da adlandırılabilecek olan durum; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan süreçte, İttihat Terakki, Teşkilat'-ı Mahsusa ve Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği 'katli vaciptir' geleneğini de anımsatır.

yeliz kızılarslan yelizkzlarslan@gmail.com

On dokuzuncu yüzyılın mistik, yarı deli ve muhteşem şairlerinden biri olarak anılan William Blake, sevgili karısıyla, evlerinin

geri dönüşü' kavramıyla açıkladığı, bir insanın büyürkenki temel iç çelişkilerinden biri olan 'vicdan muhasebesini' de ifade eder. Şiirde, arkadaşlık duygusunun altında yatan sevginin, küçük

gözlerden uzak arka bahçesinde İncil'de

öfkeler ve yanlış anlamalar sonucunda kızgınlığa dönüşmesini

geçen bir pasajı canlandırmaya kalktığında

anlatan anlatıcının, öfkesini söyleyemediği düşmanına duyduğu

kıyamet kopar. İşgüzar bir meraklı komşunun kem gözlerinden kaçamayan şair, Adem ve Havva'nın 'Cennet'ten Kovulma' sahnesini kendi zamanına

kızgınlığın nefrete dönüşerek sonunda cinayete yol açması; masum çocuk öfkesinin hak arayışına dönüşecek yerde, susturulmalar ve sindirilmeler yoluyla ölümün karanlık yolunu açmasını da gösterir.

uyarlamak üzere karısıyla birlikte bahçede salt incir yapraklarıyla

Zehirli Elma Ağacı, gerçekte çocuğun modern dünyada

oturdukları için ihbar edilmelerine çok öfkelenip, insan ruhunun

'deneyim' olarak adlandırılan ve büyümenin zehirli maskesi olan

derin karanlıklarını anlatan harikulade şiirlerinden birini yazar

hileli sosyalleşme oyunları ile sahte gülümsemelerden oluşan

rivayete göre. Şairin, bir çocuğun büyümesi esnasında başkaları ve toplumsal düzen içinde değişen ruh hallerini anlattığı Masumiyet ve Deneyim Şiirleri adını verdiği şiirlerinden biri olan Zehirli Elma Ağacı, bir deneyim şiir olarak, bastırılmış ve dillendirilmemiş öfkelerin nasıl nefrete ve oradan da cinayete dönüştüğünü sade ve çarpıcı bir dille anlatır:

Arkadaşıma kızdım/ Söyledim/ Öfkem dindi. Düşmanıma kızdım/ Söylemedim/ Öfkem büyüdü. Gözyaşlarımla suladım öfkemi/ Gece&gündüz gözyaşlarımla. Gülücüklerimle besledim güneş gibi/ Ve kibar, cilveli oyunlarımla. Öfkem gece ve gündüz büyüdü/ Ta ki parlak kırmızı bir elmaya dönüşene kadar. Düşmanım onu gördüğünde ışıldıyordu öfkeli kızıllığıyla/ Ve biliyordu ki o benimdi. Bahçemden çalındı/ Gece çöktüğünde Gün ışıdığındaysa memnuniyetle gördüm/ Düşmanım ağacın altına serilmişti.

Blake'in, insan ruhunun cinayete meyil veren gizil patolojileri kadar karşılıklı konuşmanın elzemliğini ortaya koyduğu Zehirli Elma Ağacı; Jacques Lacan'ın 'bastırılanın

etiket kurallarını öğrenmeden önceki 'saflık' haline yazılan bir ağıttır aynı zamanda.

37


iffet-siz Blake'in, malikânelerde baca temizleyicisi olarak çalıştırılan küçük çocukların ölümlerini ve sömürülen emeklerini eleştirdiği diğer şiirlerinden de anlaşılacağı gibi, on dokuzuncu yüzyılda hızla sanayileşen İngiltere'nin tüm dünyada batmayan güneşi, bu şiirde öfkeli gözyaşları ve ışıltılı gülücüklerle ortaya çıkarak, 'kötü gölge figürü' olarak yarattığı düşman arketipini anlatıcıya öldürtür. Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı'nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer 'sevimli/sevgili

katile'

dönüştürme

patolojisi

olarak

sen sus, gözlerin konuşsun! sürmelican surmelican@kaosgl.org

Babam nefret için, kendi mezarını

da

adlandırılabilecek olan bu durum; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e

kazma telaşı demişti. Bu telaşa

uzanan

kendimizi bu kadar kaptırmamızın

süreçte,

İttihat

Terakki,

Teşkilat'-ı

Mahsusa

ve

nedeni,

Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği 'katli vaciptir' geleneğini de anımsatır.

her

psikolojisinin

koşulda

yaratımı

coğrafyadan

için

kullanılan

coğrafyaya

değişmeyen

insan tek

karakteristiği olan kızgınlık/öfke ve nefret üçgeni; ulus devlet oluşumu sancıları içinde 'vatan savunması' adına kopkoyu bir nefrete dönüştürülerek, bir çocuktan katil yaratan sömürü düzeninin kendini nasıl idame ettirdiğini göstermesi açısından da

Blake'in Zehirli Elma Ağacı'nın söylenmemiş öfkesinin gazaba ve ölüme dönüşmesinden, Turancılığın nefret saçan parlak kırmızı elmasına kadar geçen dünyanın uygarlaşma sürecinde; sıcak evlerinde masal okuyacakları yerde sokaklarda mendil

satmaya

olan

arkadaş

hukukumuzda

olsa

bile,

bir

öfke

nöbetine

dönüşebiliyordu. O nöbetlerden birini, bir vakit önce yaşadım. Geçen yazın başında, tekrar görüşme isteğiyle filizlenen dostluk, bitmek üzereydi. Çünkü eski defterler daha kapanmamıştı. Nedense o gün çok hazırlıklıydı. Son konuşmamızdı. Ancak konuşma ilerledikçe işkillenmemek elde değildi. Alttan alta bir körükleme sezildi. Çift taraftan açılan alevli toplar, hiddetini

ciddi bir sorunsaldır.

38

adalete

geç tecelli ediyordu ki bu kendi

Bu geleneğin Doğu toplumlarındaki uzantısı olan cinayet olgusunun,

sanırım

güvensizliğimizdi. Adalet o kadar

zorlanan

çocukların

varlığı

meselenin,

modernite denilen kavramın öncesinin ve sonrasının ötesinde, salt bir büyüme meselesi olduğunu da gösterir. Yanlış anlamalar/ hiç anlamamalar/ işine gelmemeler sonucunda kızıl nefrete dönüşen öfkeler çocukları katilliğe zorlayan sistemlerin zehriyle büyürken bunların temizlenmesi için ise, nefret denilen patolojinin sebeplerinin; insanın, uygarlık kavramının kendisi kadar eski olan kendi karanlığında ve yeryüzüyle karşılaşmasında aranması gerek.

hissettirdi. Sonunda kırık dökük bir dost hikâyesi belirdi. Tartışmanın ortasında “yani biz evlenip mutlu olamayacağız mı?” denildi. İlginç bir soruydu. Ama es geçildi. Çünkü böyle bir beklenti ancak ironi içerirdi. Onla aramızda geçen, dostluk zinciriydi. Hiçbir arkadaşlık böyle bitmemeliydi. Demek ki evlilik, nefreti körükleyen bir şeydi. Aynı döngüde bir Müjde Ar filmi zihinde belirdi. 82 yapımı İffet filmi, kült bir işti. O filmi benim için efsaneye dönüştüren imgeyse Faruk Peker'le çektiği bir sahneydi. Mahallenin güzel kızı ve onu tavlamaya çalışan yakışıklı taksici arasında doğan yakınlaşma, ürperticiydi. O günlerin korkulan hadiseleri hep gerçekleşirdi. Benim de başıma, korktuğum bir dost hadisesi gelmişti. Tüm zamanların en unutulmaz sahnesi, bu filmdeydi. Bu paragraf size neyi anımsattı bilmiyorum ama beni biraz rahatsız etti. Çünkü adı geçen filmde bahsedilen sahne, bir

Aksi takdirde, her devirde ve yüzyılda, sahte gülücükler ve parıltılarla kendine yol bulan kızıl nefretler, bir erkeklik teşebbüsü olarak cinayetle sonlanır. Ve, ısrarla, patolojik nefretlerimizin devası; “diyalog'dur”, diyebilmiş yürekli bir insanı öldürmeyi, büyüme ve erkeklik zannettirerek bunu, 'ulusal bir gurur ve derin bir başarı' olarak lanse edebilen körelmiş zihniyetlere de 'artık gerçekten yeter' diyebilmek gerekiyor!..

tecavüz şöleniydi. Tecavüzü seksle meşrulaştırmak bana özgü değildi. Şiddet öğretisiyle bezenmiş topraklarda tersi, zaten anormaldi. Tecavüz bir seks türü müydü? Şiddetle pekişen rızasız seks nasıl zevk verirdi? Beni heyecanlandıran şey, diğer insanlar için de aynı derece heyecan uyandırır mıydı? Yakışıklı bir jön tarafından, ormanda, taksi camına kafam sıkışmış bir vaziyette, çaresizce çırpınırken, arkamın açılıp, içine penis sokulması

ne

derce

meşruuydu? Yapılan

eylem aynı zamanda bir fethetme, işgal kültürü değil miydi? Bunlar birçoğumuzun kafasını

meşgul

eden

sorulardı.

Bunlar,

yaşadığımız dünyanın şiddete ne kadar boyun

William Blake, 1757-1827

eğdiğinin bir yansımasıydı. Ondan şikâyet değil, haz duymamız gerektiği söylenmişti.


Fantezilerimde yer eden her

buluşturmaktı. Kısaca bu, başka bir Protestan kurnazlığıydı.

şey, arzu duyulması gereken şeyler

Krallık kurup, aynı zamanda dünyaya hükmetmenin haklı

değildi.

kuralıydı.

Tecavüz vb. sonrası öldürülen

Bu yöntemin bir yanı Almanya'da tutmuştu. Birçok Yahudi ile

kadın (eşcinsel veya heteroseksüel)

beraber hibe edilen eşcinsel, yakılmıştı. Onun intikamı sona

veya eşcinsel erkekler batıda, şehvet

saklanmıştı. Ama ne yeni kurulan İsrail ne de ona karşı olan

kurbanı olarak adlandırılıyor. Bu suça

Filistin, eşcinsellerin arkasında değildi. Onlar, bir avuç cennete

da şehvet cinayeti deniliyor. Hâlbuki

kurban gitmişti. Vaadedilen toprakları, geri tepmişlerdi. Şimdi

nefret

etraf kan kokuyor. Ölü çocuk cesetleri, geleceğe ağlıyor. Bu

cinayeti olarak geçiyor ki yerinde bir

bu

gibi

suçlar

gözyaşları Ruanda, Tarlabaşı, Gazze, Wyoming ve Tibet'de

kullanımdır. Aksi halde batıda ad

yapılan katliamlar için dökülüyor. Baki Koşar, Dilek İnce, Matthew

verildiği

Shepard bizi anıyor.

gibi

ülkemizde

konulsa

sanırım

sakınımdan çok, teşvik uyandırırdı. Zaten resmi bir makamdan

Bu

aynı

zamanda

bir

Caharles

Bukowski

yalnızlığını

bu çeşit bir yakıştırma gelmedi. Daha doğrusu öldürülen

doğuruyor. Çünkü o ve onun gibilere göre kadın, kadınımsı, öteki,

arkadaşlarımıza bir ad bile verilmedi. Kurbanı hafife almanın bir

beriki ve diğerleri hep aynı. Katmanları arasında hiçbir fark yok.

başka yolu olarak gördüğüm şehvet yakıştırması, o yüzden

Böylece kendinden başka birisi veya birileri sevilemiyor. Sevmiş

abesti. İşlenen zorbalık bir zihniyet, bir tahakküm bedeniydi.

gibi yaparak ilgi, şu cümlelerle aktarılıyor: “Açıkçası fahişeleri,

Aynı tahakküme karşı direnen fakat aylarca hapis yatan

düşmüş kadınları arzu ettim çünkü ölüdür onlar ve serttirler,

Mehmet Tarhan, bu düşünce ekseninin dışına çıkmak istemişti.

sizden hiçbir şey beklemezler. Çekilip gittikleri zaman hiçbir şeyi

Ama onu hapseden zihniyetin kurbanı, yine kendisiydi. Çünkü

kaybetmezsiniz. Öte yandan bütün bunaltıcı bedellerine rağmen

çıktığında bir kahramandı. Peki, bunda bir içsel sorgulama var

yumuşak, iyi kadınlara da hasret çektim. İki türlü de kaybettim.

mıydı? Hangi tahakküm ilişkisi zora sokuluyordu. Neden ona

Güçlü bir adam her ikisinden de vazgeçerdi. Ben güçlü değilim.

duyulan öfke birden sönüvermişti. Ya da bu öfke kendinden mi

Böylece kadınlarla, kadın düşüncesiyle uğraştım durdum”.

belirmişti? Büyük ihtimalle o da kendisini hapseden zihniyet gibi, Ankara'nın hangi orman çiftliğine “silahlarımı” gömmeliyim, diye

İş, şoven bakışlarda umutsuz. Çünkü o bakış, kaybettiğinin

düşünüyordu. Belki Mehmet'in Tuncay Güney'den farkı, kendini

bilincinde ve çaresiz. Aynı şey benim için de geçerli. Çünkü öfke,

“hasta bir gey” olarak lanse etmemesinde saklıydı. Bu bile yazılı

dozunu ayarlayamadığım bedenimde. Kendi kanımda dolanan

ezberi bozmadı. Çünkü bizden ne dava adamı çıkardı ne de vatan

kinin içinde. Zoraki dostlukların inşa edilişinde. Temeli hep, bir

evladı. Bizden olsa olsa birer itirafçı, iftiracı, yalancı ya da inkârcı

öfkeye gebe. Sonuç, güvensizlik ve yıkım gene. Ama gönlümüzü

çıkardı. Bu da bize yönelik bireysel, toplumsal, düşünsel,

Gazze topraklarına döndüren, bu öfke bombardımanına karşı

ideolojik, psikolojik veya sınıfsal ayrımı, ardından yükselen

direneceğimiz bir karargâh var artık. O da samimiyet. Çünkü

öfkeyi doğruluyordu. O nefretin bedeli, bize yöneltilen silahlardı.

içten olmak, neşter misali kist yaran bir tedavi. Yan etkisi

O silahlar ki Şişli'de bir Ermeni'yi, Tarlabaşı'nda bir travestiyi,

olmayan bir ilaç sanki. Gözlerin ardına kurulmuş bir in gibi.

sokaktaki kadını vuruyordu.

Karanlık fakat aydınlığa bakıyor. Kuytu ama önü açık. Buğulu ve

Artık katil aramızdaydı. Aynı şiarla yola çıkan Müge Anlı, programına benzer hadiseleri sıralıyordu. Onun şovu, çeşitli ahlaki ilkelerle bezenmiş bir vaha sunuyordu. Fakat o vahada eşcinsellere yer yoktu. Çünkü onlar ancak bir şüpheli olabilirdi. Bir zanlı yakalama hevesine bürünen Anlı, öldürülen bir kadının katilini ararken aldığı bir ihbarda, böyle davranmıştı. İhbara göre şahıs, efemine tonlu, kıvırtan bir komşuydu. Apartman gerçeği, hepimizin gerçeğiydi. Yalnız oturan bekâr bir erkek, olura kapınızı çalarsa, bir de üstüne üstlük efemine tonluysa dikkat edilmeliydi.

Hatta

e t ra f t a

bir

c i n aye t

işlenmişse

şüphelenilecekler arasında birinciydi. Müge Anlı gibi zamansız ve pervasız bir şekilde bizi şahadet edenlerden biri de Papa'ydı. Papa, eşcinsellere nefret kustuğu gerçeğini gizlememiş, soruna, yağmur ormanlarını bahane ederek kökten çözüm bulmuştu. Bu olaydan yola çıkanın kürtaja bahanesi, elbette katiydi. O ve onun gibi dini liderlerin derdi, insanlığın kurtuluşu değildi.

Kendi

mensup

olduğu

mezhebi,

rakip

mezheple

hep umut dolu.

40


darağacı

... bawer çakır bawer@kaosgl.org

-gelişme-

hissettiğimi hele hele bu pozitif bir hisse- insanın üstüne boca

uzun bir aradan sonra kız

koyduktan sonra karşınızdaki kişinin buna devam etmesidir:

ederim. bunun en güzel yanı da siz cümlenize noktalı virgül

kardeşime açıldım. ilk denememin üzerinden

tam

geçtikten

sonra

tamına

“ben de bawer, ben de aynı şeyi hissediyorum.”

11

yıl

daha…

ki

arabasıyla başka bir ortak arkadaşımızı eve götürürlerken ben de

malumunuz bizim açılma işleri sürekli başa saran bir kaset gibi:

takıldım peşlerine. eve yakın bir yerlerde indiğim ana kadar

bir

bu

sohbetin

ardından

ortak

bir

arkadaşımızın

bir daha… bir daha… ve bir daha yinelemek gerekiyor çoğu

arabadaki herkesle, ama illa ki de en çok ahmet'le güle oynaya

zaman.

seyrettik trafikte. tam incirli ömür durağında kapıdan inecektim

sıcak ve annemlerin olmadığı bir yaz akşamında, balkonda

ki yanağına bir öpücük kondurdum ve bir kere daha tanıştığımıza

hazırladığım yemeklerle süslü masanın başında işten dönüşünü

memnun olduğumu söyledim. ve en kısa zamanda, daha az

beklerken çok heyecanlı ve gergindim. kardeşim bir gece önce

gürültülü ve daha aydınlık bir yerde “çocukluk anılarımız”

attığı sms'le sürecin önünü açmış, az biraz “ben hazırım” demişti

hakkında konuşma sözünü de alarak kapıyı açtım. ahmet o

ama yine de, ne kadar çok açılırsanız açılın aileden birine açılmak

sırada yanağımı sıktı ve “tamam” dedi. “yanağından aldığımı

hep çok gergin bir süreçtir.

cebimde saklayacağım.”

neyse ki çok beklemeden işten geldi kardeşim ve yemek

41

sıcak

ahmet'le ilgili bir sonraki “buluşmamız” bir arkadaşımın

masasına oturduk. hava, su, iş, güç derken lokmaları “konuyu

telefonda

geçiştirmek

barışamamış, ölmeyi anlayamamış biri olarak ne yapacağımı

için”

ağzımıza

tıkıyor,

mümkünse

ikimiz

de

bildirdiği

ölümü

oldu.

ölüm

hadisesiyle

hiç

konuşmayalım istiyorduk. ama ben bu korkaklığımı alt etmeye

bilemedim. sonrası işte; biriktirsem göl olacak kadar yaş,

kararlı bir sesle başladım konuşmaya.

dünyanın üçte birini kaplayacak kadar korku ve eşcinsel olduğum

ağzımdan dökülenler karşısında kardeşim kendi korkularıyla çok sevdiği abisi arasında gidip geliyordu. bense, daha birkaç

için öldürülme ihtimalimin bu kadar yakınımda olduğu “bencil” his.

gün önce “kimliği belirsiz kişilerce” öldürülen arkadaşım ahmet yıldız'ı düşünerek hırpalıyordum kendimi.

-gelişme-

birkaç anlamsız sesten, kelime olmayan harften sonra kardeşim, o hepimizin muhakkak ki duyduğu cümleyi tutamadı ağzında: ya başına bir şey gelirse!?

kardeşime yeniden açılırken ahmet'ten bahsettim. başına gelenleri anlattım ve “ben bu hisle tek başıma yaşayamıyorum”

her kadının erkeği, her erkeğin de kadını sevdiği bir ezbere

dedim. “kardeşimsin, bununla başa çıkabilmem için desteğin

dünyada hemcinsini sevdiğini cümle içinde kullanan herkes

gerek. evet, yalnız değilim ama bu evde de yalnız olmadığıma

yeniden doğar. muhakkak ki yaşadığımız bu açılmadan sonra

inanmak istiyorum.”

yeniden doğmuş gibi hissetmenin üstüne ölüm toprağını serpen hep bu cümledir: ya başına bir şey gelirse!? bu sorunun kastı ilk etapta şiddet olsa da, cümlenin gizli öznesi ölümdür. açılmak bazen ölü doğmaktır işte bu nedenle.

bir şey söylemedi önce, sustu. ama sonra “sen benim abimsin. her halinde canımsın. başına bir şey gelsin istemem. her durumda ben arkanda/yanındayım” deyiverdi. sonra bir süre ikimizde hem kendimize hem de ahmet'e ağladık. kardeşim “ölü doğmuş” abisine can verdi, fişi çekilmiş

-giriş-

ahmet'in öldürüldüğünü öğrendiğimde, kendisiyle tanışalı

ömrüme kalp masajı yaptı… sonra da gerisi geldi…

-birleşme-

çok kısa bir süre olmuştu. çok tatlı bir oğlan, çok sıcakkanlı bir insan olduğu için güzelliğine hayran hayran baktığımın

27 temmuz'da, kendilerine “ahmet yıldız'ın arkadaşları”

birkaç dakika sonrasında aramızdaki hadisenin bir flört,

diyen bir grup olarak “arkadaşımızın” öldürüldüğü istanbul'un

cinsel bir aktivite ya da benzeri bir şekle evrilmeyeceğini

üsküdar ilçesindeki adliye binasının önünde eylem yaptık.(+)

anlamış, çok gürültülü bir ortamda ayak üstü yaptığımız kısacık bir sohbet sonrası kulağına “seni nedense çok uzun

ölümü simgeleyen beyaz kefenler giydik ve şaşkın bakışların arasında şunları söyledik:

yıllardır tanıyor gibi hissediyorum. sanki çocukken, aynı

“yıldız'ı bizden alan olayların takipçisi olacak, birileri sırf lgbtt

mahlede oyun oynamışız gibi” deyivermiştim.

olduğu için öldürülürse onların ardındaki nefreti de açığa

bilenler bilir, coşageldiğim anlarda kendimi tutamaz ve

çıkaracağız. bundan sonra birbirimizi yalnız bırakmayacağız.”


bunları söylerken beyaz zemine siyah yazılarla bir pankart taşıyorduk: eşcinsel olduğumuz için öldürülmek istemiyoruz!

-başlangıç-

aylar var ki bu hisle yaşıyorum. bu inatla, bu inançla… hayattaki en büyük korkularımdan biri olan ölümle böyle yüzleşebiliyorum. bir erkeğin gözlerine tutulduğum için, bir erkeğin ellerini tuttuğum için, bir erkeğin göğsünde uyumak istediğim için, bir erkeği seven bir erkek olduğum için öldürülmek istemiyorum! ailem, akrabam, komşum, arkadaşım, tanımadığım kişilerin “istediği” kişi olmadığım için, yok sayılarak öldürülmeyi de, benim gerçekliğime duyulan nefretin eline silah, bıçak, taş tutuşturduğu bir el tarafından katledilmeme itiraz ediyorum! töre, ahlak, namus, üremesi gereken soy, atalara hakaret, millet, toplum, siyaset, para… bunların, sırf eşcinselliğim nedeniyle hayatımı karartmasına, hayatımı benden

alacak

mekanizmaları

devreye

sokmasına

direniyorum! sırf kendim için de değil, lezbiyen, biseksüel ve translar

için

de…

kendini

cinsiyetler

dışı

olarak

tanımlayanlar için de aynı şeyleri talep ediyorum!

-varış-

elinizde tuttuğunuz kaos gl dergisi bu sayısında, bizleri kara bir gölge gibi takip eden nefrete çeviriyor yüzünü… ve belki de geçmiş yıllara nazaran daha güçlü bir

sesle

hepimizin

itirazını

sahipleniyor:

nefret

cinayetleri politiktir! kurduğumuz bununla da bitmiyor. baki koşar, dilek ince, yelda yıldırım, neşe yalçın, ege tanyürek'leri “öldürenleri de” biliyoruz. bize reva

görülen

bu

cenazeyi sahiplenmiyor,

“hayatımızı” kara toprağa götüren bu cenaze arabasının ardından gitmiyoruz. çünkü bizim, uzun bir süredir dalgalandıkça içimizi oksijenle dolduran, cümbüşüyle hayat veren, yan yana yürüdüğümüz “yoldaşlarımızla” üzerimize yapıştırılan “eşcinseller yalnız ölür”den kurtaran, ailelerimizin de altından

geçerek

“yeniden”

ailemiz

oldukları

bir

gökkuşağımız var.

(+) http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/108618/yild izin-arkadaslari-escinsel-oldugumuz-icin-oldurulmekistemiyoruz

fotoğraf: uçurum yine yakın - 2009, hakan aydoğan


kurban-lar

nefret ve iktidar yusuf eradam yeradam@yahoo.com

İktidar, ihtiyaçlarını belirlemek yol ayrımına

komşusunun kocasına sarkan ve kutsileştirilmiş model aile

geldiğinde, homofobiyi iktidarı sarsılmasın

düzenine tehdit midirler? (Lola & Bilikid) Eşcinselden devrimci

diye kullanır, yine aynı iktidarını, erkini o

olamaz mı? Daha iyi bir dünya için çalışanlar arasında eşcinseller

kendi

bulunamaz mı? Adı üstünde, klişeleşmişse, çok kullanılmıştır. Bu

içindeki

homo

hücreleri

ya

da

iktidarına tehdit tüm ötekileri yok etmek için

belleğe geviş torbası deyişimin nedeni budur.

kullanır. Belirteç, ihtiyaçtır. Bu anlamda da, iktidar kendisine ihanet etmiş sayılmaz.

filmi kimi klişelerine, yanlışlarına karşın savaş karşıtı bir

Gereği

homofobi başyapıtı. Filmi sevme nedenim şudur: Film, homofobi

düşünülür!

Düşünüldü!

Düşünülecektir! İktidar illeti ortadan kalkmadığı sürece de,

illetinin coğrafyasının olmadığı ve iyi niyetli gibi görünen savaşa

iktidardan bunalan herkesin gereği düşünülecektir! Masallarla,

susamış emperyalist Batı'nın kendisinin yol açıp desteklediği

söylemlerle, birçok sanat ürünü ile bellek, gereğini düşünür. Uçakta midesi bulananlar için kaliteli kâğıttan bir kesekâğıdı

savaş kurbanlarına kayıtsız kalabildiklerini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Sırp Milan'a aşık Bosnalı çellist Kenan Dizdar TV

durur ön koltuk cebinde. Üzerinde şöyle yazar: “Çöpünüz İçin:

söyleşisinde şöyle der: “Savaş varken, taraflar birbirlerinden

For

nefret ederler; savaş bitince ise yaptıkları katliamları unuturlar

Your

Waste”

Biraz

daha

aşağıda

ise

şöyle

yazar:

Kullanılmışsa, kabin görevlisine verin de çöpe atsın.(If used,

43

Bosnalı yönetmen Ahmeda İmamovica'nın Go West adlı

ve her iki taraf da bizden nefret eder.”

hand to cabin crew for disposal.) Bu duyuru, çöpünüz vardır,

Filmin olay örgüsü basittir. Savaş öncesinde birbirlerine âşık

olabilir imasını taşır. Çöpünüz, atığınız varsa, torbayı kullanın,

bu iki genç, Milan ile Kenan, Sırp ve Bosna-Hersek çatışmasının

görevliler de çöpe atsın. Bu torbanın kullanılabilmesi için de, atık

ortasında kalırlar ve kaçmaya karar verirler ama yolda

şarttır.

yakalanırlar. Sırplar, trenle kaçmaya çalışan herkesi aynı hücreye

Tüm ötekileştirme kurbanları gibi eşcinseller de önce sözde

doldururlar ve Müslüman gençleri ayıklayıp öldürürler. O sırada

ve göstergelerde yadsınır, hırsızlarla, hainlerle bir tutulup

saçları uzun Milan, saçlarını keser, aynı yerde tutulan kadın da

yargılanıp yalnızlaştırılır ve atıklaştırılır; o da olmadıysa, başına

ona eşarbını verir, ruju ile de Kenan'ın dudaklarını boyar ve

pompalı tüfekle ateş edilip ortadan kaldırılır ki riya düzeni

Kenan bir travestiye dönüşür: Milan'ın onun kocası olduğunu

süreğenliğini korusun. Bu insanlık ayıbı da sadece cinsel

söyler ve Kenan'ın böylece sünnetli, yani Müslüman olup

kimliklerle sınırlı değildir. İktidar illetinin öznelliğinde içkin bir

olmadığı kontrol edilmez ve çift Milan'ın köyüne sağ salim varır.

ayırtına

Milan'ın köyüne vardığında Kenan görünüşte kadındır ve herkes

varmamak “meziyeti”. Töre cinayetleri, kadın düşmanlığı,

öngörü,

bir

önkoşuldur kendine ihanet

ettiğinin

onu Milan'ın müstakbel eşi sanır. Tebdil-i kıyafet (dönüşüm)

Müslüman olmayanların ya da “azınlıkların” ötekileştirilip tehdit

sayesinde Kenan köyde kabul görür. Daha önce Müslüman ve

unsuru olarak belleklere kazınmasının da homofobi ile aynı

Hıristiyanların yan yana yaşadıkları köy, şimdi korkuluklarla

içinde

simgelenen “çorak ülke” gibidir. Onu yarım akıllı oğlu ile bırakıp

madunlaştırdığı, aşağıladığı, hatta katlettiği ötekilerin atık

kefede

değerlendirilmesi

gerektir.

İktidar,

kendi

giden Müslüman kocasına hınçlı “tekinsiz” Ranka, Kenan'ı yeni

olduğunu her alanda gösterir, işler ve ötekileştirmeyi saltık

gelin diye sever, benimser. Milan askere alındığında, Kenan,

gerçeklik, olmazsa olmaz bir kalıp gibi korur bellekte. Öteki

Ranka'nın oğlunu öteki çocukların elinden kurtarmaya çalışırken

kültürün sanatçıları ya da savunucuları da olmuş bitmiş olaylar

eteği alev alır, Ranka onu kurtarmaya koşar ve Kenan'ın erkek

üzerine Yanık Ömer türküsü gibi “bizi kurbanlaştırıyorlar” ana

olduğunu anlar ve sevinir. Erkeksizlikten bunalmış Ranka'nın

fikirli

yapıtlarla

katarsis

illetinden

de

yararlanıp bu ötekileştirme tuzağına ve ikili karşıtlık tuzağına düşerler. Ütopya severim; gelecekte olması istenen, ideal durumu anlatan ve iyimserce ve imalarla öğreten

eşcinsel dostu filmlerde homofobiyi beslediğine

yapıtları ya da sahneleri. Ama eşcinsel dostu filmlerde homofobiyi beslediğine

giysileri giyip gece kulüplerinde mi çalışırlar? kullanan

Hepsi

ağzı

bozuk,

terbiyesizler

ya

argo da

bu edimin ters yüz edilmiş halidir; ama etkisi ve

işlevi

aynıdır.

Kenan,

umarsızlıktan,

Ranka'nın konuşmaması için, ona teslim olur. Homofobiyi,

kimi

insanların

kafasının

içindeki karanlık, ahlâki bir sorun olarak

inandığım klişeleri

görmek yanlıştır. Homofobi, militarizm ya da

de artık çöpe atmak

beslenir. İktidarın ve emperyalist düşüncenin

gerekmektedir

ise, özellikle eşcinsellerin bu savaşım içinde,

inandığım klişeleri de artık çöpe atmak gerekmektedir. Eşcinsellerin hepsi kadın

Kenan'ın “ırzına geçişi” erkek egemenliğindeki

içi kof şovenizm gibi başka illetlerle de

olmazsa olmazıdır. Homofobiye karşı olanın

homofobiyi

besleyen

diğer

paradigmalara


karşı

da

işsizliğe,

durması ahlâk

gerekir.

kumkuması

Savaşa, ve

para

halktır. Batı içtenliksizdir. Hıristiyan ahlâkında, eşcinsellerin tedavi edilmesine destek verilmesi, günahkârı değil de günahı

iktidarının sömürüsüne dayalı kapitalizme

dışlamak mazereti ile destek görür. Buna benzer ahlâki

ve bu sistemi besleyen din kurumlarına

hoşgörülü tüm yaklaşımlar ya da AIDS'in sadece eşcinsellere

Narsisist

özgü bir hastalık gibi göstermek (Angels in America) bu yanılgıyı

sistemin sadece eşcinsellere karşı tavır

karşı

durmaları

da

gerektir.

besler. Kenan'ın finalde, çelloyu duymayan TV sunucusuna “Ah,

aldığını düşünmek büyük bir yanılgıdır. Ezik ya

da

ezilmişlerin

kendilerini

seçilmiş

söyleseydiniz keşke daha yüksek sesle çalardım” demesi bu yüzden güzel bir finaldir.

sanmaları sistemin işine yarar da ondan. Bu sistem, yalnız ve

Ranka, Dizdar'ın sevdiği tek yerini keserek onu fazlalığından

hınç dolu insanlar yetiştirir ve ötekileştirme tuzaklarını erdemmiş

mı kurtarır? Yalnız, erkeksiz bir kadının intikam alması kadınsı bir

gibi öğretir. Karşı durulması gereken, ötekileştirmeyi besleyen,

tepki midir? Filmin zayıf noktaları bunlardır. Erkeğin “fazlalığının”

insanlık belleğidir; ikili karşıtlıklara dayanan (ak-kara; güzel-

kesilmesi, kadının “eksikliğinin” gerçekten boşluk olduğunu da

çirkin; iyi-kötü; tanrı-deccal; heteroseksüel-homoseksüel vb.)

söyler ki cürümde hayal gücü kısırlığının da belirtisidir. Amerikan

bir imgeler, simgeler deposudur. İktidar bu depodan beslenir.

Güzeli'nde eşcinsel çiftin komşuluk geleneklerine uyması ve biz

Aynı nefret deposunu popüler kültür ürünleri de destekler.

yeni taşındık diye komşuları dolaşması geleneklere, topluma

Filmde, Kenan ile Milan'ın düğünü sırasında büyük Sırbıstan

uyum sağlayan bir çift olduklarını göstermektir. Öteki değiliz

hayallerini anlatan şarkı gibi. İktidar her birimizin Truva atı

iletisini alt metin olarak sunar, hatta “gay parade” yapar gibi

olmasını şart koşar. Müslüman savaş tutsaklarının çektiği beyaz

“fitness” için koşarlar (klişe gay imge). Beni kim öldürdü bilin

at Truva atına da anıştırma ise, yorumum şudur: İki gün önceki

bakalım sorusunun yanıtını merak ettirmeye dayalı olay örgüsü

komşunuzu hayvan yerine koyup arabaya koşuyorsanız, o

içinde katilin geyliğini yaşayamamış emekli subayın çıkması aynı

arabaya koşulması gereken atı baş tacı ediyorsanız, içimizde

etkiye hizmet eder ve değer problemine işaret eder. Katil

birçok Truva atı beslenecektir. Bu kuşku ile infilak etmeye hazır

homofobik bir homodur, evet; ama bu denklem hastalıklıdır.

nasıl yaşarız? Filmin finalinde Batı tarafından duyulmayan ama

Hasta ürünü suçlu göstermek yanlıştır. Homofobiyi besleyen

izleyenin duyduğu ve insan sesine en yakın müzik aletlerinden

bellek ile yüz vermeyen arzu nesnesini katli vacip görmeyi

var olmayan çello sesi ile gelen kıssadan hisse şudur: Biz

onaylayan hayal gücü aynı etkiyi yaratır. Acıyarak, ağlayarak

kaynaşmış bir bütün olarak yaşıyorduk, çok telli, çok kimlikli, çok

arındığımızı, sorundan kurtulduğumuzu sanırız.

kültürlü. Siz savaşınızla gelip bu birliği bozdunuz. Şimdi de

Katarsis, hiçbir kurtuluş savaşımında uzun vadede işe

kıyımlara kulaklarınız tıkalı. Atıklarınızı TV'de izlemek de ayrı bir

yaramaz. Çöpünüz için size temiz bir torba sunan sistemin

keyif malzemesi olmuş, bizim sorunlarımızla ilgileniyormuş

atıklaştırdığı insanları sistem dışına atmak için yetiştirdiği “kabin

görünerek

da

görevlileri” hep vardır ve katarsis'i severler. Aynı sistem,

Hele Ranka'nın, Kenan'ın onu sevmediğini, Milan'ı sevmekte

militarizme karşı vicdani retçileri bu yüzden hain gibi görür.

vicdanınızı

rahatlattığınızı

sanacak

kadar

alçaksınız.

milliyetçi, militarist damarlarından fışkıran ateşi ile savaşa karşı,

ısrar ettiğini anlaması ile çelloyu parçalayıp Kenan'ın penisini

Askerlikte yeni gelen erlere yapılan ilk konuşmada subay bu

kesmesi çifte kavrulmuş bir ironi örneğidir. Dizdar'ın erkekliği

yüzden, burada siz bizim malımızsınız, insan haklarınız bitti,

kesilmiştir ama erkek olduğu bu saldırı ile teyit edilmiştir de.

diyebilir. Bahtiyar köleler yetiştiren ve onlarla büyüyen bu sistem

Kastrasyon, Kenan'ın kadın olmasını mı sağlamıştır? Hayır.

işte bu yüzden sevmez Einstein'ı. İçindeki düşmanı yok

Kenan, kılığına girdiği cinsiyete dönüşür (gibi olur). Finalde, TV

edemedikçe eril iktidarını tehdit edenden sistem bu yüzden

söyleşisinde konuşurken anlarız ki iğdiş edilmiş ve sesi

nefret eder ve nefreti erdemmiş gibi yüceltir, öğretir.

duyulmayan bu ara cinsel kimlik ile simgelenen unutulmuş bir

fotoğraf: yusuf eradam

44


ölüm-süz harvey milk:

devamı gelmeyen masal çağlar yerlikaya caglar@kaosgl.org

Gus Van Sant'ın son filmi 'Milk', San

45

düşünmesi

oldukça

normal.

Üstelik

bu

insan,

Francisco'da gey olduğunu açıklayan ve

ölümünden

seçimleri

yüreklendirmeye, onları birleştirmeye ve toplumun bakış açısını

kazanan

ilk

politikacı

Harvey

sonra

bile

ayrımcılığa

uğrayan

insanları

Milk'in eşcinsel hakları konusunda verdiği

değiştirmeye çalışacak kadar büyük ve cesur bir kalbe sahipse,

mücadeleyi ve bu uğurda yitirdiği yaşamını

uçuruma doğru yürümeyi çoktan göze almış demektir.

anlatıyor. Harvey Milk'i canlandıran Sean

70'lerin başında San Francisco'ya taşınan Milk, eşcinsellerin

Penn, oyunculuğu ile kendine bir kez daha

yoğun olduğu Castro bölgesinde açtığı kamera dükkanına gelen

hayran

eşcinsel müşteriler sayesinde hem çok iş yapar hem de iyi bir ün

bıraktırırken,

'bir

geyi

asla

oynamam' diyen sözde aktörlere de iyi bir sanat dersi veriyor. Film

olduğunu

70'lerde

polisin

gey

b a r l a ra

kazanır. Polisin eşcinsellere yönelik saldırılarının ve faili meçhul

düzenlediği

eşcinsel cinayetlerin artması sonucu, eşcinsellerin hakları için

operasyonlardan alınma gerçek görüntülerle başlıyor. Oldukça

doğru

trajik olan bu görüntülerde, polis geyleri, kelepçe takarak

arkadaşlarının da desteği ile hayatının sonuna kadar sürdüreceği

bir

politik

tavra

ihtiyaç

olduğunu

gören

Milk,

mekândan çıkartırken, polislerin bu tavrına maruz kalan geylerin

bir mücadeleyi başlatır. Bu mücadele sırasında, 'eşcinsellerin

büyük çoğunluğu ise yüzünü gizliyor. Hemen arkasından Harvey

şeytani

güçler

olduğunu,

eşcinsellere

istedikleri

verilirse,

Milk (Sean Penn) konuşmasını kaydederken gözüküyor ve

arkasından fahişelerin, hırsızların da geleceğini' söyleyen,

ağzından şu sözcükler dökülüyor. 'Bu kayıt sadece benim

şeytanın bile yanında melek kalacağı Anita Bryant gibi kişilerin

ölümümden, suikastımdan sonra dinlenecektir'. Bir insanın

sahte aile fotoğrafları ile karşı karşıyadır. Ama o hiçbir şekilde

öldürüleceğini düşünmesi için, çok tehlikeli bir ya da birden çok

mücadelesinden vazgeçmez ve 1977 yılında oyların çoğunluğunu

düşmanının olması gerekir. Eşcinsellerin sürekli ayrımcılığa

alarak, seçimi kazanan ilk gey politikacı olarak tarihe geçer.

uğradığı, aşağılandığı, devletin insanların güvenliğini sağlaması

Fakat ne yazık ki üzerinden bir yıl geçmeden, seçimlerde

için

görevlendirdiği

polisler

tarafından

sebepsiz

tutuklandığı, maruz

yere

şiddete

kaldığı

bir

Öldürüldüğü gece on binlerce insan, ellerindeki mumlarla

toplumda, bir geyin bir

Castro'dan, Belediye Binası'na kadar yürürler. Yargılandığı

gün

mahkemede, yediği sağlıksız gıdalardan dolayı bunalıma girmesi

öldürüleceğini

düşünmesi

ve

bunu

gerçekleştirmek i s t e ye c e k düşmana Scott Smith ve

kendisine muhalif olan Dan White tarafından silahla vurularak öldürülür.

bir

sürü

sahip

gibi komik nedenlerden ötürü Dan White'a verilen minimum düzeydeki ceza, eşcinseller tarafından White Night Riots (Beyaz Gece İsyanı)

adı

verilen

tarihin

en

büyük

Harvey Milk

milk (2008)


eşcinsel

ayaklanmalarından

birini

başlatır.

Böylece, kalabalık eşcinsel bir topluluğa yaptığı konuşmada Milk'in; 'Adım Harvey Milk ve buraya sizi birleştirmeye geldim' sözünün ne kadar geniş zamanlı söylenmiş olduğu ortaya çıkar. O, Harvey Milk'tir ve dünyaya eşcinselleri birleştirmek için gelmiştir ve bunu öldükten sonra bile başarmıştır. ‘Beynime giren kurşun beni öldürebilir ve kapılarımı kapatabilir fakat insanların devam etmesini istiyorum' diyen Milk' in bu sözlerinin ardından 31 yıl geçtikten sonra, hala var olan homofobi yüzünden, eşcinsellerin ayrımcılığa uğraması, şiddete maruz kalması ve haklarına kavuşamaması,

yeterince

devam

edilemediğinin kanıtı. Günümüzde eşcinseller, eşcinsel hakları ile ilgili düzenlenen yürüyüşetkinliklere, eğlence

gey&lezbiyen

mekânlarına

barlara

ya

gösterdikleri

da

ilginin

yarısını gösterseler ya da internette arkadaşlık siteleri kadar, eşcinsel hakları ile ilgili kurulmuş derneklerin sitelerini de tıklasalar önemli bir adım atılmış olur. Ancak sadece eşcinsellerin destek vermesi yeterli değildir. Nasıl bir yapbozun bir tane parçası eksik kalırsa, ortaya çıkan resim istediği etkiyi yaratamazsa, sadece eşcinsel olanların destek verdiği bir mücadele de istenilen sonucu vermez. Bütün hak ve özgürlüklerde toplumun

olması

her

gerektiği

kesiminden

gibi,

insan

eğer sesini

yükseltirse resim anlamını ortaya koyar. Heteroseksüeller

en

başta,

eşcinselleri

sadece belli bölgelerde yetişen, o bölgelerde yaşayabilen bir canlı türü olarak görmekten, metrekare

başına

düşen

eşcinsel

sayısını

tahmin etmeye çalışmaktan ve yakınlarında uzaklarında

eşcinsellikle

ilgisi

olabilecek

kimsenin olmadığıyla kendilerini kandırmaktan vazgeçmelidirler. Homofobik toplum düzeni yüzünden,

kimliğini

çoğunlukla

gizleyerek

yaşamak zorunda kalan eşcinsellerin ne kadar yakınında olabileceklerini hesaba katmalılar. Belki de en çok sevdikleri kişileri farkında olmadan,

intihar

etmeye

kadar

bile

götürebilecek eşcinsel düşmanı konuşmaları yaparken durup düşünmeliler. Ya oğlum geyse, ya en yakın kız arkadaşım lezbiyense, ya yanımda çalışan eleman, ya karşı komşum? Ya siz, eşcinselliklerini gizli yaşatmak zorunda bıraktığınız en yakınlarınızın kalbini sözlerinizle delip geçecek kadar, yani en az Dan White kadar katilseniz?

Harvey Milk, 1930-1978


ahlâk-sız 1

güldünya sahnesinde trans kimlik Işıklar kapalıyken sahneye üç melek girip ışıklarıyla sahnede dolaşırlar, ışıklarının vurduğu yerlerde üzeri gazetelerle örtülü yatan kadınlar vardır. Meleklerin aydınlattığı haber başlıkları sahneye yansır. Melekler ilk once Güldünya'yı uyandırıp, birlikte dans etmeye başlarlar, Güldünya dans ederken birden meleklerden uzaklaşıp beline bağlanan kara kuşağı fark eder, bu arada melekler sahnede yatan diğer kadınları uyandırıyordur, Güldünya isyan eder, diğer kadınların eklenmesiyle birlikte daha umutlu bir geleceğe karşı kadınların dayanışması ile sahne kapanır…

2

işçisi olduğu için öldürülmesi arasında bir meşruluk arayışı kabul

Namus da cinayet nedeni, nefret de…

edilemez.

gizem aksu

Translar

mekanizmalarından

yazar@kaosgl.org

Namus

kavramını

sorunsallaştırmaya

çalıştığımız Güldünya sahnesi, bir kadın çalışmasının

ürünü

olacağından

konuyu

kadına yönelik şiddet bağlamında kısıtladık. Namus

kavramının

sadece

belirli

olamayışları

olan

üzerinden

öldürülüyorlar.

Bu

ataerkil namus

iktidarın

kisvesi

dışlanıyor,

bağlamda

ile

şiddete

tahakküm “tam”

kadın

uğruyor

düşünüldüğünde

ve

namus

cinayetlerinin işlendiği bu sahnede trans cinayetlerinin yer almasının önemli olduğuna karar verdik.

Sahnede de transseksüel...

bir

coğrafyada ya da kültürde yaşayan kadınları

da

sema semih semihtogay@gmail.com

değil, doğu-batı, türk-kürt, heteroseksüel, “İçimde, bir yandan bireysel var oluşumu

eşcinsel ya da biseksüel demeksizin tüm

tanımlamamın,

farklı kadınları farklı biçimlerde mağdur

47

ettiğini düşünüyoruz. Bu bağlamda sahnenin oluşum sürecinde tartışılan

önemli

konulardan

biri

de

trans

hayatta

durduğum

yeri

bulmanın sevinci vardı; bir yandaysa şimdiye kadar sindirilen, ötekileştirilen, istenmeyen

kadınların

kadınlığı(mı)

cinayetlerinin namus cinayeti olup olmadığıydı.

olabildiğince

çok

insana

duyurabilme isteği...”

Lgbtt bireyler her geçen gün öldürülmeye devam ediyor. Kimi sadece eşcinsel, biseksüel travesti, transseksüel olduğundan,

Sadece kadınların emekleriyle şekillenen

yani var oluşlarına karşı beslenen nefret yüzünden nefret

bir çalışma sürecinin içine girmek ve sahneye

cinayetleriyle; kimi ise ailesi, akrabaları, yakınları tarafından

çıkan diğer kadınlarla aynı sahneyi paylaşmak transseksüel bir

“namussuz”

kadın olarak çevreme açılmamda ve görünür olmamda önemli bir

olduğu

için

öldürülüyor,

öldürtülüyor

ya

da

kendilerini öldürmeye itiliyor. Cinayetlerin nedeni olan nefret de

yere sahip oldu. Ancak çalışma süreci içinde, itiraf etmem gerekir

namus da aynı algılardan besleniyor. Lgbtt bireyler “sapıktır”,

ki bazı yabancılaşmalar yaşamadım değil. Mahalle günlerinde,

“deliktir”, “tiksinçtir”, “Türk ahlakına aykırıdır.”, “hastadır.”, “kanları bozuktur.”, “delikanlı olmayıp deliği kanlı olanlardır.”

3

Kısacası namussuz oldukları için nefret edilirler ya da nefret

lisede kadın arkadaşlarımın toplantılarında ben de kendimce yer alırdım. Bu ortamlardaki kadınlar beni ya çocuk ya da alternatif bir erkek olarak düşünüyordu; ama feministlerce kurulmuş bir

edildikleri için namussuz oluverirler. Namus cinayetleri üzerinden

kadın ortamına dahil olmak için kadın olmak ön koşuldu.

düşünüldüğünde trans kadınların namussuz oldukları, bunun da

Transseksüel

olarak

açılmam

öldürülebildiğini

Trans

kadınlar

zaten

varoluşlarıyla

bekaretleri

olmayan

dönmelerdir, zaten istendiği her zaman düzülmek için kadın olmuşlardır

ve

istenildiği

zaman

da

kadın

bulunacaktım

ve

bu

ortamları

benim

için

de

çevremdekiler için de farklı bir deneyimdi. Bir yandan “resmi” olarak erkek olup erkeklere açık olan yurt

dövülebilir,

ve umumi tuvalet gibi alanları kullanırken bir yandan

öldürülebilirler! Bir kadının mini etek giydiği, eve geç geldiği ya da seks

ortamında

kadın

de

beraberinde

çünkü

önceki

dahiliyetimi

deneyimlerimin aksine, her şeyden önce bir kadın olarak bir

biliyoruz.

ancak

ortama

ötesinde kimsenin namusu olmadıkları gerekçesiyle rahatça

namussuzdurlar,

getirdi;

bu

günümün

belirli

zamanlarında

kadınlarla

bir

araya

gelip

çalışmalar yapmaya başlamıştım. Bu zamanla kadınlar ve 1

Trans; transseksüel, travesti, transgender vs gibi kavramları

müzisyen kadınlar “namus adına şiddet” teması etrafında şekillenen

kapsayan bir çatı kelime olarak kullanılmaktadır.

Güldünya adlı danslı sahneyi icra ettiler. Daha sonra aynı sahne bazı

2

değişikliklerle BÜFK'ün Nar adlı gösterisinde de sergilendi.

2008 yılı 8 Mart haftasında sergilenen Sözümüz Var Şarkılarla

sadece kadınlara açık dans müzik gösterisinde Feminist Kadın

3

Çevresi'nden ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübünden dansçı ve

isimsiz bir mektuptan alınmıştır.

Bu ifade, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği' ne gönderilen


erkekler arasında gidip gelen ikircikli hayat koşulunu da

erkek olarak algılandığım zamanlar da oldu. Her ne kadar

beraberinde getirmişti.

transseksüel kadın bir dansçı olma sürecimi anlatsam da

Sadece kadınlara açık 8 Mart gösterisini izleyen kadınlardan

görüldüğü gibi, her zaman, her bağlamda sürekli ve tutarlı bir

aldığım tepkiler genelde olumluydu; bazıları sahnede diğer

kimlik oluşturamadım. (Bu sadece sahne üzeri için değil, günlük

kadınlar arasında beni fark etmemişti. Bazılarıysa “göğüsleri

hayatım için de geçerli bir olgu.) Butler'a göre “idrak edilebilen”

olmayan mı o transseksüel arkadaşınız” diye arkadaşlarıma

toplumsal cinsiyetler; cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel pratik

sormuştu. Kimisi transeksüel olarak açılmayı ve böyle bir

ve arzu arasında tutarlılık ve süreklilik ilişkileri kurup sürdüren

çalışmaya katılmayı deli cesareti olarak addetmişti. Ancak

toplumsal cinsiyetlerdir.6 Benim de anlattığım süreçte istikrarsız

4

BÜFK 'ün gösterisine gelindiğinde yorumlar biraz farklılaşmıştı.

ve tutarsız bir toplumsal cinsiyet kimliği oluşturduğum zaten açık.

48

Kimisi kadın azlığı nedeniyle benim o sahneye eklendiğimi düşünmüş, kimisi kadın kılığına girmiş bir erkek olarak Buradan hareketle tartışılacak noktalar çok fazla; ancak bu

algılamıştı; ama ben kadın kılığındaki bir kadındım. Yazının son bölümünde, sahne sanatlarında transseksüel kimlikle yer alma durumundan bahsetmek istiyorum. Judith Butler Cinsiyet Belası adlı kitabında şöyle der: Toplumsal cinsiyet ifadelerinin ardında bir toplumsal cinsiyet kimliği yatmaz; kimlik tam da kendisinin birer sonucu olduğu söylenen “dışavurumlar”, “ifadeler” tarafından performatif olarak kurulur.5 Bu yazının sonucunda fark ettim ki; bu kısa tarihsel anlatı aynı zamanda bir öznenin inşa sürecine de karşılık geliyor. Bu süreçte ben, kendimce “transseksüel kadın bir dansçı” oldum. Ancak yukarıda bahsettiğim farklı zamansal ve mekânsal koşullar çerçevesinde devamlı bu kimlikle algılanmadım. Ayrıca bedensel bir değişim geçirmedim; değişen tek şey söylemdi ya da kostümlerdi ama değişmeyen bedene rağmen kadın, değişen kostüme rağmen

deneyimden şu sonucu elde ettiğimi söyleyebilirim: Sahne üzerinde de kurulan atmosfer içinde kimlikler çeşitli şekillerde oluşabilir. Folklor ekiplerinde ya da eşli danslarda genellikle kadın ve erkeği belirgin olarak ayıran hareketler vardır. BÜFK'ün gösterilerinde sahneler bir süreç, sosyal ve kültürel bir bağlam içerdiği ve belirli bir dramaturjik çerçevede ele alındığı için, bu iki cinse farklı atfedilen ve kesin çizgilerle ayrılan hareketlerin geçişkenliğine ve değişkenliğine açıktır, ki günlük hayatta da bu durum böyledir, kadın ve erkeklerin hareketleri kesin çizgilerle ayrılmaz. Sahne üzerindeki toplumsal cinsiyet kimlikleri bu kurulan atmosfer sayesinde şekillenir, eğer bir kadın ve bir erkek varsa bu sayede ortaya çıkar ve bu kadınlar ve erkekler farklı farklı kadınlar ve erkeklerdir. Bunun ötesinde zaten hiçbir şekilde de sadece kadın ya da sadece erkek değillerdir.7

4

Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü

7

5

Judith Butler, Feminism and the Subversion of Identity, Routledge 1999,

haricinde sahnede göründüğü hali dışında kostümlü, makyajlı ya da çıplak

Ancak en nihayetinde kadın ya da erkektirler. Bireyin günlük yaşamının

Türkçesi: Cinsiyet Belası Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, çev. Başak

bir şekilde bedeninin algılanmasıyla ortaya çıkan farklı sonuçlar olabilir; hatta

Ertür, s.77, Metis Yayınları, 2005

(toplumsal) cinsiyete dair farklı illüzyonlar, günlük hayatta görülebildiği gibi,

6

Judith Butler, Feminism and the Subversion of Identity, Routledge 1999,

Türkçesi: Cinsiyet Belası Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, çev. Başak Ertür, s.66, Metis Yayınları, 2005

sahnede de icra edilebilir. Bu konuda bazı drag queen ya da drag king performanslarına bakılabilir.


çalışma hayatı

“İstanbul,

meğer en büyük sürgün senmişsin”

Öğretmenliğinin ilk 8 yılını, Anadolu'nun çeşitli yerlerine sürgün gönderilerek geçiren; çareyi, istifa edip İstanbul'a yerleşmekte bulan bir öğretmen çıktı karşımıza bu sayıda. Ayşe, devrime aşkla bağlı olduğu yıllara; kuşak farkları, genç öğretmenler ve “insanı ancak onlar genç kılar” dediği öğrencilerine ve “Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün senmişsin!” dediği İstanbul'una dair sözlerini bizden esirgemedi. söyleşi: nevin öztop Ayşe, bu söyleşi için gerçekten çok heyecanlıyım. Kendinden

bir

şeyler

anlatır

mısın

Kaos

Kavramlarla aram pek iyi değil ve partner kavramı bana

53 yaşındayım. İlkokulu, İzmir'de doğduğum kasabamda;

olduğum bir hayat arkadaşım vardı. Hâlâ çok iyi bir dost olarak

okuyucularına? Neleri sever, neleri sevmezsin?

yabancı. Sevgili ve hayat arkadaşı daha yakın. 20 yıl beraber

ortaokul ve liseyi İstanbul'da; üniversiteyi İzmir'de okudum. Şu

beraber yaşıyoruz ama yaklaşık 8 yıldır da bir sevgilim var. Uzun

an

çatışmalardan sonra hepimiz birbirimizi kabullendik.

İstanbul'dayım;

Türkçe-Edebiyat

öğretmenliğinden

emekliyim. 8 yıl devlet okullarında, 22 yıl özel dershanelerde çalıştım. Şu an çalışmıyorum. Bizim kuşak, iş hayatından erken çekilmek zorunda kaldı; genç öğretmenler bile işsiz çünkü. Ama

49

Partner mi? Hayat arkadaşı mı? Sen ne dersin?

GL

Sosyalleşme sürecinde, onunla ne kadar beraber hareket edebiliyorsun? Her zaman beraber hareket ediyoruz ancak tabii kimse

yine de, hâlâ öğretmenlik yapmak istiyorum. Neleri sevdiğime

ilişkimizi bilmiyor ki... İki kadının beraberliği belki biraz daha

gelince… Müziği, sinemayı, edebiyatı, doğayı… Her şeyi mi desem

kolay…

ne…

Nerelerde görev yaptın?

Arkadaş

çevren,

kimlerden

oluşuyor?

Meslektaş

Öğretmenliğimin ilk 8 yılı Konya, Sivas, Karabük'te geçti.

Arkadaş çevrem genellikle öğretmenlerden oluşuyor ve

1978 kuşağıyım ben. Sancılı ama mutlu yıllar… Dünyayı

arkadaşlarınla bir araya geliyor musun mesela?

Sonra istifa edip, İstanbul'a geldim. Sürgünler yıldırmıştı beni.

sosyalleşme alanlarımdan en önemlisi de öğretmenler odası. Bir zamanlar her şeyin konuşulduğu önemli bir sosyal alandı.

değiştirebileceğimize inandığımız yıllar… Sonra -maalesef- dünya bizi eritti. Diğer 22 yılım İstanbul'da

Toplumun değişmesiyle birlikte odamız da değişti. Öğrenci

özel dershanelerde öğretmenlik yaparak geçti. Ama hiçbir zaman

sorunları, kültür, siyaset, edebiyat değil, artık diziler ve magazin

devlet

konuşuluyor maalesef. Bekârlar, sevgililerini; evliler, eşlerini ve

alamadım dershane öğretmenliğinden.

çocuklarını anlatmaya bayılırlar. Cinselliği ciddi olarak tartışan çok az kişi vardır. Öğretmen odaları dışında geziler, eğlenceler, arkadaş toplantıları da sosyalleşme alanlarımın içinde. Peki, ailene dair bir şeyler söylemek ister misin bize? Çiftçilikle geçinen bir ailem vardı. Okul görmemiş, ancak cahil

okullarında

yaptığım

öğretmenlikten

aldığım

tadı

Öğrencilikten ve şu sürgünlerden bahsedelim mi biraz? 1975 yılı. Devrime aşkla bağlandığımız üniversite yılları. Düşüncelerimden dolayı karşıt görüşlü öğrencilerden şiddet ve baskı görmüştüm. Eşcinsel kimliğimi ise bazı sol görüşlü

olmayan bir anne ve babanın, beşinci ve son çocuğuyum. Annemi

arkadaşlarım

ve babamı hep yaşlı anımsıyorum. Çünkü annem beni kırk iki

cansiperane çözümler arıyorlardı. Ancak ben, yüreğimin beni

yaşındayken dünyaya getirmiş. Yoksulduk, ama ailem beni pek yoksun bırakmadı. Sevgilerini hissettim

hep.

söyleyemedim

Ama

eşcinsel

onlara;

olduğumu

hiç

kaldıramayacaklarını

biliyordum çünkü. Üstelik eşcinselliğin hastalık olarak görüldüğü yıllardı onlar... Belki hissettiler; ancak hiç ima etmediler. Kardeşlerimle de yaş farkım olduğu ve yine kaldıramayacaklarını tahmin ettiğim

için,

onlarla

da

paylaşamadım

eşcinselliğimi. İçimde yaradır bu hep. Kavramlarla

aran

nasıl?

Sevgili

mi?

biliyordu

ve

beni

iyileştirmek

için

adeta

götürdüğü yere gittim. Eşcinselliğin, bir gün

“Ama ben eşcinsel olduğunu duyduğum öğrencilerimin üzerlerinden onlara bir zarar gelmesin diyegözlerimi hiç uzaklaştırmazdım.”

hastalık olarak görülmemesi umuduyla yaşadım. İnsanın

hemcinsine

âşık

olmasının

neresinin

hastalık olduğunu hiç anlamamışımdır… 1978 yılında öğretmenliğe başladım. Öğrencilik yıllarım nedeniyle

“sakıncalı

piyade”

sayılırdım

artık.

Eylemlerimizden dolayı sürekli bir yerlere atandık. Bizim istemimiz dışındaydı bunlar. Sürgündü. Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün'ü gibi değil… En

son

gittiğim

yoksunluklara

beş

yüz

dayanamayıp

nüfuslu istifa

yerdeki

ettim

ve


İstanbul'a geldim. Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün

senmişsin!

olduğunu

çok

Öteki

iyi

olmanın

biliyorum.

ne

demek

Ancak

bütün

dışlanmışlıklarımın bana katkısı, acılarından daha fazladır. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Ben yalnızca,

diğer

kimliklerin

yanı

sıra,

cinsel

kimliklerin de özgürce yaşanabileceği bir ülke olsun istiyorum ülkem. Öğrenciler ile iletişimin, iletişim kıvamın nasıldı? Eşcinsel olduğunu ilk olarak seninle

“Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır.”

paylaşan öğrencilerin oluyor muydu?

Kesinlikle

eşcinsel

öğrencilerin

aşağılanmasına

sessiz kalmıyorum ancak ne denli bilinçlendirsem de öğretmen arkadaşları, pek bir şey değişmiyor. Rehberlik öğretmenleri bu konularda daha bilinçli ama hepsi değil. Grev gibi bir hakkın yoktu. Örgütlenme ihtiyacı duyuyor muydun? Benim

gençlik

yıllarımda,

öğretmenler

TÖBDER*'de örgütlüydü. Birçok kazanımımız oldu ancak 12 Eylül hepsini geri aldı. Ben uzun süre dershanelerde çalıştığım için zaten örgütlenme

Öğretmenliğimin ilk yıllarında öğrencilerimle iletişimim çok

hakkım hiç yoktu. Yine de 2000'lere kadar öğretmenlerin

iyiydi ancak 1996'lardan itibaren genele pek seslenemediğimi

dershanelerde az çok bir söz hakkı vardı; şimdi o da yok. Tek söz

düşünüyorum. Ya ben yaşlandım ya da onlar çok zorlaştı.

sahibi, işveren artık. Yeni gelen işsizler ordusu genç öğretmenler

Paylaşımımız azaldı. Lise öğrencileri otoriteye alışmış; onlara

de çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor artık. Grev hakkını elde

insanca davranan bir öğretmeni anlayacak bir eğitim anlayışı

edebilecek bir öğretmen kitlesi de yok; hepsini sindirdiler.

verilmemiş maalesef. İstisnalar hep oldu, onlardan çok şey

Okul ya da dershane ortamında, politik olarak doğru

öğrendim ayrıca. Öğretmenliğim süresince hep ilk dersim onlara

bulmadığın bir gelişmeye kolaylıkla ses çıkarabiliyor

“insan olmayı” öğretmek oldu. Türkçe dersi bunun aracıydı

muydun? Tepkini hangi yollarla ifade ederdin?

sadece. Zaten dersin amacı da budur aslında. Öte yandan, benim

Tepkimi hiçbir yolla ifade edemezdim ve kendi içimde

kuşağımın öğrencileri, cinsel yaşamlarını öğretmenleriyle asla

kahrolurdum. Çünkü tepkiler, özel sektörde işini yitirmene neden

paylaşmazlardı. Ne yazık! Ama ben eşcinsel olduğunu duyduğum

olur. Dershanelerde ve öğretmenler odasında rahatça politik

öğrencilerimin üzerlerinden -onlara bir zarar gelmesin diye-

sohbetler yaparsın ancak yönetimin işine karıştığın zaman

g ö z l e r i m i

kendini kapının önünde bulursun.

h i ç

u z a k l a ş t ı r m a z d ı m .

Yardımının dokunamadığı, kaba tabiriyle “elinin kolunun bağlı kaldığı” durumlar oldu mu?

Görünürlük

konusundaki

çekincelerinin,

-eşcinsel

olmanın dışında- seni sen eden diğer özelliklerini ifade

Oldu tabii. Hayat bazıları için daha da zordur. Ancak, yardımcı

etmene dair de sessiz kalmana neden olduğu oluyor mu?

olamadıklarımı, yardım alabilecekleri yerlere yönlendirdim. Ama

Görünürlük sorununun, ifade gücünü bir şekilde sınırlar

yine de, birçoğunun hayata ve cinselliğe bakış açılarının

mı?

değişmesine katkılarımın olduğunu düşünüyorum. Çok

oğlansı

öğrencilerin

veya

kız

aşağılanması,

gibi

davranan

dışlanması

ve

Dostlarım dışında kimseye açık ve görünür olmadım ama bu kız/oğlan belki

de

değiştirilmeye çalışılması gibi bir durumla karşılaştığın

durum beni pek sınırlamadı. Sessiz kaldığımı söyleyemem. Cinsel yönelimim dışında, kendimi ifade etmede hiçbir şekilde zorluk yaşamadım.

oluyor muydu? Bir ses çıkarıyor muydun? Bu Zavallı

öğrenciler

genellikle

gözüyle

bakılıyor

o n l a r a .

aşağılanıyorlar.

Kendinle empati kurmanı istesem… Zorluk / kolaylık ve “kutsallık” nedir, konu öğretmenlikse? Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır. Ama aynı zamanda, heyecanlarına,

umutlarına,

aşklarına,

gelişmelerine,

büyümelerine, neşelerine, hüzünlerine, kaygılarına tanık olmak, paylaşmak başlı başına bir haz. Sürekli genç kılıyor insanı bunlar. Bir

öğretmen

ancak

öğrencisiz

kalınca

geriler,

yaşlanır.

Öğretmenlik bu nedenle kutsal. Ancak, toplumun kutsallık anlayışı bana çok ters geliyor. Öğretmenin doğal görevi zaten bu. İçinden gelen bir görev. Ceyhun Atıf Kansu'ya “Dünyanın Bütün Çiçekleri”

şiirini

yazdıran

duyguları

hemen

hemen

her

öğretmenin yaşadığına inanıyorum ben. Kuşak farkına dair diyeceklerin de olmalı… 80'lerin çocukları nasıl olabilir ki… Nazım, “ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim” demiş. Evet, bazı konularda genç kuşak bizden çok ileride; ancak, bir konuda bizi aşamadılar: toplumsal duyarlılık. *Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği

ayşe’nin doğduğu evin kapısı

49


kült filmler

orada bir film var uzakta; o film bizim filmimizdir aykan safoğlu aykan@kaosgl.org

Berlin'e yerleştiğimden beri farklı zamanlarda üç ayrı yerde

olduğunu

için

de

şiddete

maruz

kalmamız

eşcinseller şiddete maruz kaldı.

Dilimin ayarını toparlayamadığım bir alan nefret cinayetleri.

Geçen yıl sonbaharda Berlin'in

Belki de bu yüzden sinema yazısı yazmak için oturduğumda

biraz dışında yer alan yerleşim

nefret cinayetlerini görmezden gelen bir yazı yazmak kanıma

merkezi Karlshorst'ta lezbiyen bir

dokunduğu için yine bir ağızda çok şey söylemeye çalıştım.

çiftin dayak yemesi üzerine toplanan kitleler homofobiyi durdurmak için tek yürek olmuşlardı ki, Kreuzberg'in en işlek

Herhalde nereye varacağımı merak ediyorsunuz.... Evet, homofobi ve transfobi, şiddetin zırhına bürünüp bizi

metro duraklarından biri olan Hallesches Tor'da eşcinsel

işaret ettiğinde, en fazla ölüyoruz; ama yaşamaya devam

olduğunu gizlemeyen bir erkeğin öldüresiye dövüldüğü haberi

edenlerin üzerine ölümün bilgisi siniyor. Bu bilgi de başka bir

geldi.

mücadelenin de önünü açmaya engel değil; filmler çekiyoruz,

Maalesef bu olay son olmadı; yılbaşından sonra 20'lerin

eylemler yapıyoruz, panellere katılıyoruz, gruplar, inisiyatifler,

kabare merkezi, şimdilerde sayısız gey/lezbiyen kafeye, bara,

dernekler kuruyoruz, vb... Ama birilerini nefret cinayetleriyle

kültür merkezine ev sahipliği yapan Nollendorfplatz'ta 20'li

kaybettiğimiz

yaşlarında bir gey, bir grup erkeğin saldırısına uğradı… Bütün

belirtmeliyim. Tam da bu yüzden Türkiye'de hala gösterime

bilgisinin

ürkütücü

bir

yanı

olduğunu

da

bunlar olurken, geçen yılın Ağustosunda saldırıya uğramış “Nazi

girememiş, üstelik Berlin'den de bahsetmişken, Berlinli Döndü

döneminde katledilmiş eşcinseller anıtı” da payına düşenden

Eylem Kılıç'ın çektiği, Türkiye'de yaşayan eşcinsel erkekler

nasiplendi ve bir kez daha vandallar tarafından tahrip edildi.

50

anlamamız

gerekmiyor...

üzerine bir film olan “Das andere Istanbul”

Hatırlayan-

isimli belgeselden bahsedeceğim. Türkiye'de

larımız çıkacaktır, yine Berlin'de 2008

vizyona girmediği için, Türkçe bir isim de

yazında Türkiyeli LGBT örgütler için

kazanamamış olması, filmi talihsiz bir biçimde

dayanışma partilerine ev sahipliği yapan

kült mertebesine çıkarıyor, ben şimdilik filme

gece

düz bir çeviri ile “Öteki İstanbul” ismini layık

kulübü

SO36'ten

çıkan

lezbiyenlerden ve trans erkeklerden

görüyorum... Avrupa'nın aksine Türkiye'de

oluşan bir grup, faşist bir çete tarafından

filmin varlığından haberdar olanlar festival

saldırıya uğramıştı. Ufak bir zihin alıştırması ile sayabildiğim bu

takipçileri, birtakım sinema çevreleri ve LGBT hareketle yolu

olaylar, çok açık bir şekilde homofobinin en ciddi tezahürü olan

kesişenler. Belgesel, Türkiye'de eşcinsel olma hali üzerine

nefret vakalarına örnek teşkil ediyor...

odaklanıyor, bu özelliğiyle de LGBT hareketin aktivistlerinin de

Ahmet Yıldız, Dilek İnce, Baki Koşar...

yaşamlarıyla yer aldığı bir film. Filmin Türkiye'de gösterime

Bütün bu kaybolan canlar, kırılan kemikler, ezilen dokular,

giremeyişinin arkasındaki neden, filmde yer alan insanlardan

kırılan onurlar gösteriyor ki, toplumsal cinsiyetin egemen

birinin, filmin Türkiye'de gösterime girmesi halinde hayatının,

kodlarına uymayan bizlere dünyanın hiçbir yerinde rahat yok.

işinin risk altına girebileceğinden ürkmesi... Nefret cinayetleri ve

Homofobi ve transfobinin köşeye sıkıştırdığı, kuytuda infaz ettiği,

gündelik hayatta yaşanan ayrımcılıkla sistem tarafından bir

canına kastettiği bireyler olduğu sürece bu dünyayı dönüştürmek

korku kültürüne çekildiğimiz için, bir LGBT bireyin bu korkuyu

zorunluluğunu daha da derinden hissediyoruz... Bu cümle canımı

teşhis etmesi kolay." Yönetmenin bu insana karşı bir sorumluluk

acıtıyor, nitekim memnun olmadığımız bu dünyayı dönüştürmek

duygusu taşıması da filmin şimdiye kadar neden Türkiye'de

için

gösterime

arkadaşlarımızı

yitirmemiz

gerekmiyor

elbette.

girmemiş

olduğunu

Her ne kadar filmin

açıklıyor.

Birilerimiz

halen

Arkadaşlarımız yitip gittikten sonra mücadeleye ikna olmamızı

korkuyor.

beklemek, kanımca insan onuruna ve iradesine en büyük

düşünerek filme müdahil olan diğer insanların, ortak ve politik bir

Türkiye'de gösterileceğini

saygısızlık... Nasıl ki dünyayı daha barışçıl bir yere dönüştürmek

kararla açık duruşlarıyla kitlelere “buradayız” mesajı vermek

için savaşların devam etmesi gerekmiyorsa; şiddetin acı bir yanı

istemeleri hayati bir değer taşısa da, bir başkasının hayatının üzerine inşa ettiği temeller açık olmasına izin vermeyebiliyor. Bu tavır da en az diğer istek kadar hayati! Elbette kişi hayatıyla ilgili alacağı kararlarda kendinden menkul. Bu kararlara saygı göstermemiz de gerekiyor. Yine de mevzu bahis bir sinema filmi olduğu için aklımıza birtakım soru işaretlerinin gelmesi mümkün. Açık olmayan bir birey, izleyiciyle buluşacak bir filmde neden fotoğraflar: Das andere Istanbul (2008)


tanıklığını paylaşmak ister? Bu soruya verilecek cevap, LGBT bireylerin hepsini ilgilendiriyor;

çünkü

eşcinselliğini

gizlemek isteyen biri, bunu açık olarak yaşayanlar kadar kendini ifade etme özgürlüğüne sahip. Bunu yaparken de Filmin her ne

elbette koşullarını kendisinin belirlediği bir mecrada yer almayı seçecektir. Açık olarak yaşayan eşcinseller olarak böyle bir

kadar LGBT

ihtimalin varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde kapalı

hareketin, kadın

eşcinsellerin kendini temsil etmelerini engeller bir tavra sahip

hareketinin,

savaş

karşıtı

hareketin

ortaklaştığı

noktalar

oluruz, bu da düpedüz ayrımcılık anlamına geliyor. Bu tavır ne

üzerinden Türkiye LGBT camiasının çok kimlikli doğasına vurgu

açılmakta sorun yaşayan bireye yardım eder, ne de bizim

yaptığını düşünsem de, filmde yer alan insanlar arasında

açıldığımız toplumun algısını dönüştürmeye yarar...

lezbiyenleri ve biseksüel kadınları göremediğimden Türkiye

Her ne kadar bu tedirginliği anlayabilsem de, buradaki tavrı sonuna kadar kavrayıp sahiplenebilsem de,

filmin Türkiye'de

üzerine

sınırlı

bir

algı

yaratımına

açık

kapı

bırakıldığını

düşünüyorum. Sanki İstanbul'u bilmeyen biri, ortamda kadınlar

gösterilmeyişine ciddi olduğunu düşündüğüm bir itirazım var. O

yokmuş

da bu filmdeki hikayelere, yaşanmışlıklara herkesten daha çok

kendisinden filmin en azından birilerinin hikayesini yeterince

gibi

hissedebilir.

Yönetmene

bunu

sorduğumda,

ihtiyacı olan insanların Türkiye'de yaşıyor olduğunu bilmemden

anlatabilmesi için bilinçli bir şekilde seyreltildiği cevabını

kaynaklanıyor. Türkiye'nin her yerinde Mehmet Tarhan'ın vicdani

alıyorum. Yönetmenin çok fazla hikaye anlatarak izleyiciyi

ret sürecinde yaşadıklarını bilmeye ihtiyacı olan insanlar var.

kaybetmemek,

kurduğu

meramın

bulanıklaşmaması

için

Güney'in yaşadığı zorlukların daha çok kitleyle karşılaşması

özellikle erkek eşcinsellere yöneldiğini anlıyorum. Yine de

gerekiyor. Bawer Çakır'ın eşcinselliği ve ailesi arasında kurduğu

belgesel gibi bir mecrada, belgesel filmcisinin kendi fikirlerinin,

dengenin bir başkasına hayrı dokunabileceğini düşünüyorum.

özellikle yaptığı filme dair eleştirel yaklaşımının daha filmin

Bunun gibi nedenlerden dolayı Türkiye'de yaşayan insanlarla

içerisinden verilmesi gerektiğini düşündüğüm için, bu eksikliğin

varolan bir belgeselin Türkiye'de gösterilememesinin, yönetmen

de bizatihi Döndü Eylem tarafından belirtilmesi iyi olabilirmiş gibi

dahil bir sürü insanı mutsuz kıldığını da biliyorum. Bu da konuyu

hissediyorum. Çünkü filmi yapan insan olarak, filmin içerisinde

daha da çetrefilleştiriyor elbette. Bütün bu bahsettiklerimizin

görünmez kaldığınızda, seyirci, gösterdiğiniz insanlarla aranızda

LGBT hareketin açık olan aktivislerince daha çok tartışılması

bir mesafe olduğunu düşünebiliyor. Bunu önlemek için en iyi

gerekiyor diyerek, filmin bir defaya mahsus mayıs ayında “Uçan

yöntemin filmle daha organik bir şekilde ilişki kurmak olduğuna

Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde izleyici ile buluşacağını da

inanıyorum. Böylesi bir tavırla belgesel yaptığınız bilgisinin üstü

haber

hasret

örtülmemiş olduğu için de olası yanlış anlaşılmaların önüne

giderebileceğini bilmek gelecek için daha umutlu bakmamıza

geçebilir, hatta büyük ve olası yanlış cümleler de kurmamış

vesile olabilir.

olursunuz.

vereyim.

En

azından

Hayatın her alanında

Ankara

seyircisinin

Döndü Eylem'in filmi, İstanbul ve hareket üzerine çok önemli

insanın ne kadar kırılgan bir varlık

olduğunu bilenler, tuzla buz olmamak, bu erozyonda kimseyi

bir film. İzlemeyenler için sürprizini kaçırmak istemiyorum; ama

feda etmemek için bir mücadele sürdürüyor. Türkiye'deki LGBT

önemli tanıklıkların, güzel fikirlerin birbiri ardına filizlendiği bir

hareketin de böylesi bir insan sevgisine sırtını yasladığını

filmden bahsediyoruz. Ama daha sağlıklı bir tarih yaratımı için

düşünüyorum.

derinden

hareketin içinden gözlerin yapacağı belgesellere de ihtiyacımız

anlamaya çalışan bir özellik... Döndü Eylem Kılıç'ın yaptığı filmin

var. Bu alanda özneler çoğaldığında sanırım temsil sorunu da

Başkalarının

acılarına

bakmaya,

de böylesi bir yerden yola çıktığını düşünüyorum. En azından

olabildiğince azalacaktır, ya da birilerinin bu alanda erk sahibi

filminde yer alan insanlara karşı tutumu hakkında hem kendi

olarak algılanmasının da önüne geçilecektir.

anlatımından, hem de filmde yer alanların tanıklıklarından

Tüm bu söylediklerimden sonra mayıs ayında Ankara'da

hareketle sahip olduğum izlenim bu yönde. Veyahut filmin

hasret dolu güzel bir buluşmaya hazır olduğunuzu düşünüyorum.

gösterildiği festivallerde filmin ardından girişilen soru&cevap

İyi seyirler... DÜZELTME:

bölümlerinde yönetmenin Türkiye algısıyla alakadar olması ve LGBT politika konularına dair sorulan sorulara verdiği yanıtların tutarlılığı,

hatta

filminin

tartışıldığı

forumları,

oturumları

geçen sayıda teknik hata nedeniyle yayınlanamayan dipnotlar 1

Nan Goldin İşleri için: http://www.artcyclopedia.com/artists/goldin_nan.html 2

Türkiye'deki LGBT politika için bir alana çevirme ısrarı, beni bu doğrultuda ikna ediyor. Ama başta dediğim gibi, yönetmen olarak vicdanlı bir insan olmasının ve filmin dolaşımını sınırlandırmasının, sinemanın politik bir mecra olduğunu düşündüğümüzde, Türkiye'deki harekete daha yararlı olmasını sağlamaması üzerinden hatalı bir karar olduğunu düşünüyorum.

Act Up: 80'li yıllarda ABD'de New York ve San Fransisco'da ortaya çıkan "sükut=ölüm" mottosuyla AIDS krizini sonlandırmak içn doğrudan hareket ve sivil itaatsizlik gibi eylemliliklerle 20 küsur yıldır kamusal Alana müdahale eden çoğulcu aktivist grup. 3 Burada haddimi aşarak 19 Kasım-19 Aralık 2008 tarihleri arasında Galeri Splendid'de gerçekleşen Uyuyan ID /Bitch is sleeping isimli sergide yer alan bir yerleştirmeden bahsetmek istiyorum; sevgili arkadaşım Tayfun Serttaş'ın Dolapdere bit pazarından topladığı ikinci el eşyalarla oluşturduğu meta data. Tarlabaşı'nın yokoluşu karşısında, sanatçının 5 ayını harcayarak oluşturduğu bu sanatsal izlek epey başarılı bir proje olarak bahsettiğim bağlama oturuyor.

Görmeyenleriniz için: http://www.galerisplendid.com/exhibitions.html

51


FOTOHIKÂYE

fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz


bedenler ödünç çoşkun aşar yazar@kaosgl.org


kütüphane kutsal şair

kitaplık

Gülten Akın

Rimbaud'ya Akıl Notları Küçük İskender Sel Yayıncılık "Bir seri katil yetiştirmekle bir şair adayına öğüt vermek arasındaki fark, hayat manzarasını seyretmek için oturduğunuz masanın pencereye olan mesafesine bağlıdır."

salih canova koygocuren@gmail.com

Aslında Kutsal Kitap bölümünde her sayıda yeni çıkmış ya da o sayının dosya konusuyla ilintili olmasına dikkat ederek, yeni olmasa da LGBTT kültürü açısından önemli sayılan kitapları tanıtıyoruz. Ancak bu sayıda bir değişiklik yaparak bir kitabı değil, hiçbir kitabını "es" geçemeyeceğimiz, her birimizin hayatına mutlaka bir dizesiyle girmiş Gülten Akın'dan söz etmek istedik.

Ölüm Denizinde Yüzmek: Bir Oğulun Anıları David Rieff Agora Kitaplığı "Annem Susan Sontag yaşadığı gibi öldü. Onca ıstırap çektikten sonra bile ki çok ıstırap çekti, ölümle asla uzlaşmadı... Hayatı uzatmak, yaşamaya devam etmek: Bu, belki de, onun ölme biçimiydi..."

Geçtiğimiz günlerde, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ölümünden sonra Milliyet Sanat dergisince düzenlenen "Türkçe'nin yaşayan en büyük şairi" soruşturmasında "yaşayan en büyük şair" seçilen Gülten Akın'ın şiiri insan olmanın duyarlılığını ve sorumluluğunu taşımasının yanı sıra, bir kadın olmanın ince hüznünü de yansıtır. İlk şiirlerinde kendi iç dünyasına ağırlık veren Akın'ın sonraki şiirleri, yaşamının büyük bir bölümünü Anadolu'da geçirmesinin etkisiyle de toplumsal

Seçkin Katiller Michael Smith Timsah Kitap Eski bir İngiliz istihbarat üyesinden ABD'nin Ergenekon'u. Michael Smith, Vietnam'dan Kolombiya'ya, İtalya'dan Irak'a uzanan harekâtlarla, karanlık ve kirli politikaların nasıl üretildiğini açığa çıkarıyor.

Sanatçı Eleştirmen, Yalancı, Katil; Oscar Wilde Esin Soğancılar, Fatih Özgüven, Kaya Genç, Türker Armaner İletişim Yayınları “Wilde, kötülüğe ve talihsizliğe rağmen bozulmamış bir masumiyeti koruyan kişiydi.”

Fantastik Dişil Mizah Filiz Bingölçe Altüst Yayınları Kadın Argosu Sözlüğü'nün yazarından, kadınların gülerken aslında neyi nasıl eleştirdiklerinin dökümü.

Güzel Gölge Andrew Wilson Everest Yayınları Suçun ve suçlunun yazarı Patricia Highsmith'in "hayatı ve eserleri". Kötülüğün, suçun izini süren, yirminci yüzyılın en karmaşık zihinlerinden birine sahip bir yazarın yaşam öyküsü.

sorunlara daha da odaklanarak, toplumsal sorunlar karşısında, birey olmanın bilincini yitirmeden ve ajitatif bir söyleme bürünmeden tavır almanın şiirle nasıl mümkün olabileceğini gösterir. Anadolu insanının yaşamsal zorlukları, sorunları, çaresizliklerinin sıkça dile getirildiği bu şiirler konu edindiği toplumun sorunlarını sahiplenmekte öylesine samimidir ki Akın'ın kimi şiirleri tümüyle yerel söyleyişin izlerini taşır. Bu durumun en güzel örneği olan "Aşağı Cinbolatlı Musa Akbaba'nın Sağ Koluna Ağıt" isimli şiiri, Toprak ve Tarım Reformu Yasası gereği, dağıtılan toprakları elinden alınıp eski sahibine verilen köylülerden Musa Akbaba'nın bu durumu protesto etmek için oy verdiği sağ kolunu tarlasının ortasında tohum makinesinde kopartmasına dair gazete haberinden hareketle yazılmıştır. Türkçe şiirde, kadın duyarlılığının kadın bakış açısının en önemli temsilcilerinden biridir de Gülten Akın. Kadınların, toplumsal yapı nedeniyle henüz şiirde önemli bir varlık göstermediği, gösteremediği yıllarda bir kadın olmanın tüm ağırlığını yüklenen dizeleriyle erkeklerin kuşattığı şiir dünyasında yerini almıştır Gülten Akın. Sevmenin, sevilmenin, aşkın en güzel hallerini bir kadının bakış açısıyla sunan dizeleri, Gülten Akın'a ait olduğunu bilerek ya da bilmeyerek hemen hepimizin hayatında biraz olsun yer almıştır dersek abartmış sayılmayız sanırım. "Deli Kızın Türküsü"nü kim unutabilir ki? "Uzun yağmurlardan Sonra"yı, "Yitikler Gecesi"ni, "Seni Sevdim"i,"Orda Kaldım"ı kim unutabilir? Gülten Akın'ın yaşamdan, özgürce yaşamaktan, aşktan, sevgiden yana saf tutmuş herkesin sözcülüğünü yapar gibi ağır bir sorumlulukla ve eşsiz bir ustalıkla yazdığı şiirleri sevgiyle, insanlıkla kurulacak bir dünyanın umudunu taşıyan herkese sesleniyor ve henüz okumadıysanız sizi bekliyor... Dünyaya savurduğu her dize için Gülten Akın'a teşekkür ederek bitirmek istiyorum bu kısa yazıyı.

"ağlama kız deme yar yar incinirim

"hızlı öpüşlerle lekelenir ten

ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın

uzun kalır usul öpüşlerin anıları”

körüm, çelimsizim, göynüğüm, hastayım,

(Kısa-İki)

sebebbolanları nerde bulayım adamdan içerli kuşlar ağlasın" (Güz)

"kısarak gözlerini, sözlerini eksilterek eğerek başlarını yer altından usulca çıkıyorlar

"dünya uçurtma ve balonken kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri

mor yemenileri ve turuncu hırkalarıyla

sana zehir edenleri

kapıcı kadınlar, kocalar, çocuklar

bağışlayacak mısın?"

çorak kentlerimizi bahçeye dönüştürüp

(Küçük Kızın Türküsü)

solgun daha solgun sonra daha solgun uçuyor yüzleri geceye kadar” (Kapıcı Kadınlar Şiiri)


bozuk plak

bawer çakır bawer@kaosgl.org

başka bir dünyanın zeki müren'inden acıklı şarkılar

al beni,

antony & the johnsons / the crying light

al götür beni doğaya… the crying light (ağlayan ışık) antony ve depresif çetesinin üçüncü kaydının adı. 2009'un ilk karanlık selamını çakan ekip kırık bir gülümseme, acı bir kahkaha atıyor karşımıza geçip. ve yine günlüklerimize şu not düşüyor albüm

eşliğinde: sevgili günlük, bugün de yalnız ve sevimsizim. sanırım ebedi yalnızlığımla artık barışmalıyım… albüm etkileyici bir açılışa sahip: her eyes are underneath the ground. şarkı insanı sinir eden bir merhaba gibi. ardından gelen epilepsy is dancing de adının aksine yine koltuğa gömülmenizi sağlıyor. “dans dediğin laftır, depresyonsa gerçek” der gibi. haklı mı ne? üçüncü viraj one dove'dan sonra albümün ilk “aydınlık” şarkısı kiss my name selamlıyor ruhumuzu. adımı öp! bir ninni gibi şarkı. lütfen 2009 sonundaki listelerinize bu şarkıyı ekleyin şimdiden. albüme adını veren şarkı var sırada. başlıyor ve ışık gibi bitiyor. antony ses telleriyle canımızı acıta acıta inliyor. ardından hüzünlü bir piyanoyla another world başlıyor. nedendir bilmem antony sanki kız şaban'ın mutlu olacağı başka bir dünyayı anlatıyor. tutkulu öpücükler hakkındaki daylight and the sun sırada, önceki altı şarkıda bunalıma girmediyseniz şanslıymışsınız. ancak tutukulu öpücükler, ağlak gündüzler hakkındaki bu şarkıya karşı gelmeniz zor. bu yüzden kendinizi bu karanlık dalgalara bırakın. sırada aeon var. siz bittiniz. zira daha girişi bile insanı oturduğu koltuğa mıhlamaya yeter. inatçıysanız sonunu getirebilirsiniz elbet. çünkü kendi içinde bir hareketlilik barındıran bu durağan şarkı sizi günlerdir yazmaktan imtina ettiğiniz mektubu yazmaya yeltendirebilir. kesmedi mi? o zaman dust and water ikram edelim size. antony ve sen. yalnızsınız. daha ötesi yok; teslim olmak zorundasınız. antony'nin sesiyle sizi ele geçirmesine izin verirseniz son şarkı evergalde'de huzuru bulabilirsiniz. inat etmeyin. yüzünüzü yıkayın, meyve çayınızı alın ve yatağa girin. karanlık bu günü bitirip yeni ve ışıklı bir günü dileyerek uykuya dalın. her dinleyişte fikrinizin değişeceği bir albüm “the crying light”. her seferinde sizi alıp bambaşka bir hale sokması muhtemel. arşivinizin büyüyüp ilerleyen yıllarda size hesap sormasını istemiyorsanız “başka bir dünyadan” gelen bu “dünyalının” sesini odanıza sokun. depresif olmanın o kadar da kötü olmadığını anlayacaksınız. http://www.antonyandthejohnsons.com/

natacha atlas / ana hina arapçanın en çok yakıştığı kadın derler onun için. ses verdiği her dize, her melodi tutkulu, kahredici, duygulu, cesur, kırılgan, süründüren, mutluluktan uçuran aşklar gibi. müziğin çıplak ayaklı prensesinin 8. albümü ana hina yine aklımızı alıp gidecek kudretiyle kulaklarımızla buluştu. 12 şarkı arasından seçim yapmak zor. ya laure hobouki de çok güzel black is the color da. harikulade albüme adını veren ana hina da bir o kadar. evladiyelik natacha atlas kaydı mısır çöllerinde ılık bir rüzgar, yağmurlu londra'da sıcak bir çay, istanbul'da baharatlı bir yemek, hakkari'de reyhan kokusu gibi. prensesin sesi de acılarla, tutkuyla, hasretle yoğrulmuş gibi çınlıyor yine. dağlardaki nazlı gelincikten karanlık kış günlerinde ruhumuza güneşler doğuracak… edinmemek, kulak kesilmemek, koyverip gitmemek

kıştan koruyacak sıcacık bir kazak… nazan öncel / hatırına sustum kentli bir kadın ozan. seveni, uğruna ölecek kadar seviyor onu, sevmeyeninin de kulağında birkaç şarkısı muhakkak var. herkesin payına düşüyor fazlasıyla. yaptığı her albümle kendini aşan, aşarken düşen, düştükçe yeninde kalkan biri. bu “tuhaf” kadın “daha az sevdiğimiz” bir önceki albümünün özrü sayacağımız bir albümle uğurladı eski yılı ve 2009'a daha sevinçli girmemizi sağladı. hepimiz için ilmek ilmek işlediği, kara kışa inat sıcacık tutan kazağını bizlere sundu: hatırına sustum. ümitsiz aşkların yardımcı oyuncularına ithaf ettiği albüm hiç kuşku yok ki şimdiden hatmedildi bile. ben diyeyim göç, siz deyin demir leblebi. bir tutam da bir hadise var'ı ekleyin. sonuç tadından yenmez bu albüm işte. fazla söze ne hacet; bildiğimiz, sevdiğimiz nazan öncel işte… http://www.nazanoncel.net/

olmaz… olamaz… http://natachaatlas.net/ http://www.myspace.com/natachaatlasofficial

55


kitaplık Morgan Holmes'tan Tehlikeli bir Farklılık olarak: 1

İnterseks

imge oranlı imgeoranli@gmail.com

İnterseksüellik nedir?

Holmes'un kişisel deneyiminden de izler taşımakta, dahası, zaman

İnterseks bireyler kimlerdir?

zaman Amerika'daki interseks cemaatinin içinden deneyimler de

İnterseks

terimine

yabancı

olsak

da,

dilimize ve bir çok başka dile eski Yunanca'dan geçmiş

olan

önemli

kelimesine

Holmes kitabının giriş bölümünde, çalışmasını, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet arasındaki ayrımı reddeden Butlercı bir

aşinayızdır. Aslında bu iki terim aynı olguya

perspektiften yola çıkarak geliştirdiğini öne sürüyor. Dilimize

işaret etmektedir: çiftcinsiyetlilik. Ne var ki

toplumsal cinsiyet olarak çevrilen gender terimi ile cinsiyet (sex)

“hermafrodit”,

arasındaki farkı sorgulayan bir tartışma alanı bu. Toplumsal

terimleri aralarında

hermafrodit

Holmes üzerinden bize aktarılmakta.

“çiftcinsiyet”

aynı

kavramsal

olguyu

farklar

ve

“intersex” halde

cinsiyetin toplum tarafından kurulan ve bireyler ve kurumlarca

Örneğin,

yeniden üretilen bir davranış-varoluş kategorisi olduğu, biyolojik

imledikleri

mevcuttur.

çiftcinsiyet terimi tanımı itibariyle sadece iki cinsiyetin olduğu

cinsiyetin ise

varsayımını taşımaktadır; terimdeki “çift” kelimesi bireyin -genetik

Oysa

hem dişi hem de eril özellikler gösterdiğini

kodlanmış olduğunu iddia etmekte: “Batılı varsayım, cinsiyetin

belirtir. İnterseks dediğimizde ise yine aynı olgudan bahsetmekle

toplumsal cinsiyete onun da cinsel arzuya yol açtığı şeklinde”, “

birlikte cinsiyetin sadece iki cinse indirgenemeyeceğini de söylemiş

'cinsiyet' i onu takip eden şeylerin doğal temeli varsayarak, süreci

ve genital olarak-

oluruz; “inter” kelimesi bir “aralık”ı imleyerek cinsiyetin karşıt-ikili

'doğallık'

bir yapı ile kavranamayacağını vurgular. İnterseks bireylerin

temellendirilmesinde

iddiasıyla

çoğunun tıbben teşhisi “muğlak cinsel organ”lara (ambigous

sorgulanmasını gereksiz kılıyoruz”. “Bireylerin iki 'karşıt' cinste

genitalia) sahip olduklarının fark edilmesiyle başlar. Bu “muğla

cinsiyetlendirilmesi (engendering), varsayılan 'doğal temel' yani

istenmemesi) cerrahi

edilememesi

sonucunda

müdahale

ile

“belirli” “sokulan”

bir

cinsiyet

oynayan

kategorisinin

kültürel

taleplerin

iliştirme-dikme sürecidir.” İnterseksüellik tam da bu kültürel dikişin tutmadığını, tutamadığını en

dayatır. Bebeğin cinsiyetinin bir “aralığa” tekabül tasavvur

rol

doğallaştırmayı (naturalize) hedefleyen kültürel bir

zira tıp, interseksin bir tür “yapısal bozukluk”olduğunu

etmesinin

etiketleyerek,

biyolojik cinsiyetin, toplumsal cinsiyet formunda temsil edilişini

klık” bebeklerde doğum sonrası fark edildiğinde çoğu zaman cerrahi bir müdahale ile “düzeltilmeye” çalışılır,

56

“verili” olduğu inancı günümüzde hala sürmekte.

Holmes cinsiyetin biyolojik temellerinin de kültürel olarak

net biçimde görmemizi sağlayan olgu olarak

(edilmek

karşımıza çıkıyor. Holmes'a göre interseks bireyler

cinsiyete

kültürel

bebeklerin

normlara

göre

inşa

edilen

bir

doğa

anlayışının mantıki olanaksızlığını bedensel düzlemde

bazılarının hayatları boyunca bu müdahaleden

açıkça

haberdar olmadıkları durumlar sözkonusu. Hatta

d e n e y i m l i y o r.

Bu

deneyime

ilişkin

düşündüğümüzde toplum tarafından iki karşıt cinsiyet

bazı vakalarda, bu cinsiyet atama (sex re-

varsayan heteronormatif dayatmanın çözüldüğü alanlara

assignment) müdahalelerinden ebeveynlerin

dair de düşünmüş oluyoruz.

bile haberdar olmadığını okuyoruz. Evet, Holmes kitabında tıbbi müdahaleleri ve travmatik sonuçlarının

interseks

bireylerin

hayatlarını

ne

şekilde

Dahası, interseksüelliği “queer” bir kimlik olarak ele

etkileyebileceğini de ele alıyor. Ancak kitabın temelinde, interseksi

aldığımızda,

bir “sorun” olarak ortaya koyan toplumsal anlayış, yani cinsiyeti

bulanıklaştığı kaygan bir kategori üzerine düşünmüş oluyoruz,

erkek-kadın dikotomisi dışına çıkmadan algılayamayan bakış

diyor Holmes. Biyomedikal alan ise interseksin doğal olarak ortaya

homoseksüel/

heteroseksüel

karşıtlığının

da

açısının irdelenmesi yatıyor. “İki-biçimli (dimorphic) şemaya

çıkan, istatistikle sabit, cinsel/anatomik bir çeşitlilik olduğunu kabul

uymayan bedenlerin yarattığı

etmekle birlikte bu çeşitliliği patolojik olarak yorumluyor ve

kültürel anksiyetenin ifadesi ve son dönemlerde interseks

“düzeltmeye” kalkıyor. İşte Holmes bu kitabında tehlikeli adledilen

bireylerin bu anksiyeteye karşı verdikleri cevap bu kitabın

bu farklılığın aslında nötr bir çeşitlilik olarak yorumlanabileceğini

konusunu oluşturmaktadır” diyor Holmes.

bize gösteriyor. Eşcinselliğin bir kimlik olarak ortaya çıkmaya

Cinsiyet'in erkek ve kadın olarak ikiye ayrıldığına olan kadim

başladığı dönemde biyolojik bir dejenerasyon olarak yorumlandığını

inancımızı sarsan geniş bir akademik literatür uzun yıllardır

hatırlatan Holmes, eşcinselliğin zihinsel hermafroditlik olarak kabul

tartışma konusu yaratmakta. Holmes da kitabında Butler gibi

gördüğü o dönemden bu yana eşcinselliğe ilişkin algının ne denli

feminist teorisyenlerden Donna Haraway ve Nellie Oudshoorn gibi

değiştiğini fark etmemize de yol açıyor. Böylelikle toplumsal algının

bilim eleştirmenlerine kadar bir çok teorik çalışmayı göz önünde

dönüşmesine yol açan en önemli etkenin hem teorik hem de pratik

tutarak

bu

tartışmayı

interseksüellik

ışığında

yeniden

değerlendiriyor. Holmes'un kendisinin interseks bir birey olması bu yapıta otobiyografik bir özellik de katmakta. Böylece yapıt bir taraftan zengin bir teorik tartışma sunarken diğer taraftan

alanda verilen bir mücadele ile mümkün olabileceğini Holmes'u okuduktan sonra yeniden fark ediyoruz. 1 - Holmes, Morgan. Intersex: A Perilous Difference, Susquehanna University Press, 2008. (Kitap henüz Türkçe'ye çevrilmemiştir, tüm çeviriler bana aittir.)


türkiye’nin lgbt haber portalı yenilendi

arkadaşlar arıyoruz. Yaşadığınız ilde Kaos GL Dergisini satabileceğini düşündüğünüz kitapevleri ile Kaos GL adına iletişime geçebilirsiniz ya da kitapevlerinin iletişim bilgilerini bize iletebilirsiniz. Bunun yanında dergiyi elden satabilirsiniz. Dergi satışları ve il sorumlusu olmak için abone@kaosgl.org adresine maillerinizi bekliyoruz.

"ismim mesut, göbek adım bahtiyar, dergim de kaos gl" zeki müren

abone@kaosgl.org

gönüllülerle örecek. Türkiye'nin her yerinde derginin dağıtımını yapabilecek gönüllü

YTL

Kaos GL Dergisi, Yay-Sat dağıtımından çekildi. Dağıtım ağını eskiden olduğu gibi

1 yıllık abonelik sadece 45

Kaos GL Dergisi Gönüllülerini Arıyor

Kaos GL dergisinin yay-sat dağıtımı sona ermiştir, abone olmanız tavsiye olunur.

kaosgl.org


Mademki binlerce yıldır cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz. mademki bir kadının bir kadına aşkının-sevgisinin arasında başka kadınlar, erkekler, o erkeklerin sırtlarını dayadıkları kurumlar var ve mademki bu katı yapı kolay kolay yok olacağa benzemiyor; öyleyse daha uzak diyarlarda, mekanlarda ya da zamanlarda, kadın kadına yaşanacak bir dünyayı, huzurun yakalanacağı o ütopik dünyayı nasıl tasavvur ederiz? Hayalimizdeki ilişkiyi nasıl resmederiz? Neler bekleriz sevdiğimiz kadınlardan? Tabuları-önyargıları yıkmayı ve içine sıkıştırıldığımız çerçeveleri yırtmayı nasıl bir keyfe dönüştürürüz? Başkaları için yaşamayı reddeden kadınlar, hadi, düşlerinizi satırlara dökün, paylaşın bizlerle. Ancak hayal etmeye cesaret edebildiğimiz şeyler yarın gerçeğe dönüşür...

Son Başvuru: 17 Nisan 2009 www.kaosgl.org

4. Kadın Kadına Öykü Yarışması


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.