5 TL Mart-Nisan 2009
LGBT Kültür/Yaşam Dergisi
105
dosya:
NEFRET DJ İPEK eğlencenin politikası
PINAR SELEK gözlerini açıp acı çekmek
DENİZ TÜRKALİ kırların kötü
çocukları
Kadın Olma Halleri
Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Sarmalında Kadın Olma Halleri Kaos GL Derneği, eşcinsel, biseksüel, trans kadınların kadın olma halleri üzerine deneyimlerini paylaşacağı ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tartışmaların yapılacağı bir söyleşi dizisi organize ediyor. Üç kapsamda gerçekleşecek olan Kadın Olma Halleri söyleşi programının, “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” başlığı altında, trans kadınlar farklı alanlarda bireysel ve örgütsel deneyimlerini aktaracak ve kadınlarla birlikte bunları tartışmaya açacak; “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri”, başlığı altında, lezbiyenler ve biseksüel kadınlar, görünen ve görünmeyen kadınlıklarının cinsel yönelimleri ile kesişen noktalardaki ortaklıklarını ve farklılıklarını, gündelik hayata ve medyaya akan halleri ile birlikte ele alacak; “Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri” başlığı altında ise, verili toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tanımlanan kimliklerimizin yaşamlarımıza yansıyan etkileri üzerine söyleşiler gerçekleşecek. Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri ve Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri başlıkları altındaki söyleşiler sadece kadınların;
Mart-Nisan Programından bazı başlıklar şöyle: “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” Trans kimlik ve Seks İşçiliği, Seks İşçileri Çalışma Grubu, 3 Mart Dünya Seks İşçileri Günü Etkinlikleri üzerine. “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri” Görünürlük, Görünmezlik ya da Yok Sayılmak: Kadının adı yoksa; Adını Sen Koy! “Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri” Kadınlığımızdan erkekliğe bakış: Sürüne Sürüne Erkeklik, Pınar Selek ile söyleşi “Trans Kimlik ve Kadın Olma Halleri” Trans-Toplumsal Cinsiyet: İkili cinsiyet ayrımından, erkekten kadına “kadın” olmaya bakış: Ne kadın ne erkek ya da hem kadın hem erkek mi? “Eşcinsel ve Biseksüel Kadın Olma Halleri” Kadına karşı bir “taraf” olarak Medyanın lez/bi-yen yaklaşımları..
Toplumsal Kadınlık ve Erkeklik Halleri söyleşileri ise herkesin katılımına açık şekilde organize edilecek.
Etkinlik takvimi ve ayrıntılı bilgi için: kaosgl.org
Kaos GL D
Sahibi erneği adına Ersoy Burcu kaosgl.o oyaburcu@
rg
üdürü ve azı İşleri M Sorumlu Y Yayın Yönetmeni Genel Uğur Yüksel sgl.org editor@kao
u Yayın Kurul afoğlu, S n a yk A , l Ali Ero r Bawer Çakı Barış Sulu, Canova, h i al S y, so Burcu Er ner a, Umut Gü Serap Akçur Redaktör Esra Çınar
Kaos GL’den
“başka”larının acısına “bakmak” Taşra sayısının iç kapağında LGBT Hakları Platformu'nun 12 Kasım 2008 tarihli basın açıklamasına yer vermiştik. Metin “Eşcinsel ve Transeksüel kanlarıyla kirlenmiş ahlakınız batsın”
Fotoğraf Öcalan, su an C m r, Evri Aydoğan, Çoşkun Aşa n a k a H , ı ğrafçılar it Algül, Galata Foto u Aksu, Raş m, Nevruz Ebr Yusuf Erada
cümlesiyle bitiyordu. Hatırlayacaksınız, yazıdan başınızı kaldırıp sayfada göz gezdirdiğinizde birtakım
ışmanları Hukuk Dan an Özsoy, Av. Elif Ceyl ıldırım, Y Av. Hakan ın, Av. Oya Ayd in Öz Av. Yasem
anımsamaya çalışalım. Nasıl fotoğraflardı bunlar? Kimler, niçin bu fotoğraflarda yer alıyordu? Bu
Baskı Önc
esi Hazırlık Emir Birant
g emir@kaos
ardından sokağa çıkmış, üzüntülü olduğu aşikar, ama bir o kadar da umutlu yüzlerle dolu o kareleri
sorular zihnimizi meşgul ederken 12 Kasım'dan geriye kalan o birkaç fotoğrafa sizinle birlikte tekrardan bakmak ve ne anlama geldiklerini bir daha düşünmek istedik. Her fotoğraf bir şeyleri açık ettiği ölçüde, başka şeyleri gizler. Kadrajın dışında kalanlar, bu gizem haresini oluşturan yegâne şeylerdir aslında.
l.org
ordinatörü Finans Ko oğlu İsmail Alaca l.org sg
ismail@kao
umlusu Abone Sor Semih Varol semih@kao
fotoğraflarla karşılaşıyordunuz. Bir an için metni unutup ellerinde pankartlarla, Dilek İnce'nin
sgl.org
lunanlar Katkıda bu ya, ışah Kılıçka ht a B , e yş A ya, Angelique, ğlar Yerlika Ça , an am Y Can rkali, z, Deniz Tü Deniz Deni ksu, A m ize G , Taşçıoğlu ranlı, O e Esen Ezgi g m İ , t ü Hande Öğ Göregenli, ğlu, Melek İpek İpekçio vin Öztop, Nevruz , lıçkaya, Ne Ono Baran Mustafa Kı Ebru Aksu, eda Ergül, S , k le e S r Pına , una Erdem ih, Tibith, T Sema Sem Kızılarslan, iz el Y z, Ö Yasemin suf Eradam aşaran, Yu Yeşim T. B ri Yönetim Ye Kaos GL 1 lvarı 29/ 2 a Kemal Bu Gazi Mustaf ANKARA y a l zı ı 06440 K 3 0 0 3 58 2 . 12 3 0 Telefon: +9 230 62 77 2. 1 3 0 +9 Faks: l.org itor@kaosg E-posta: ed w.kaosgl.org w w / / p: t t h URL: Abonelik li abone bede ı) ay s 6 ( llık 45 YTL Yurt içi 1 yı bedeli yıllık abone 70 $ Yurt dışı 1 45 € ya da ar 70 $ as 1 ye nsfer 45 € or the following Please, tra to od i er p n t io subscript bank accoun Şubesi ir h şe ni Ye nkası 54 Garanti Ba 411 62970 TL Hs. No: : 9089309 No . Hs D US o: 9090334 EUR Hs. N 015 ISSN 13025
Kapak oğan, Hakan Ayd 2009 miz Kayıp i r Bi k, şı A z Birimi ihi Basım Tar 009 26 Şubat 2 Baskı mevi Ayrıntı Bası i Bölgesi ay an S ze i İvedik Organ 0. Sok. No: 105 28. Cad. 77 ra Ostim Anka 394 55 90 2. 31 0 : on f Tele Yayın Türü (2 aylık) Yerel süreli 2009 Mart-Nisan isteklerde Tek sayılık riniz. pulu gönde a st po ik 'l 5 YTL ve er mültecil e Tutsaklara, gönderilir. z si et cr ü e ler HIV+ LGBT’ aos GL, K n ve Lezbiye Kaos Gey yanışma Da e lar v ma r ı t . ş a r dır ı A n ı l Kültüre süreli yay Derneği'nin
Bu eylem fotoğraflarındaki insanlar, Dilek İnce ile birlikte ölmemişti. Dilek'in sonsuzluğa gittiği karede, kadraj dışındalardı. Ama kadraja baktıklarında çekilen fotoğrafı en iyi okuyabilenler de onlardı. Onlar, herhalde Dilek'in hayatının bir film şeridi olduğunu varsaymışlardı ve Dilek'in solduğu karede gördükleriyle yetinmeyenlerdi… Onlar için, fotoğraftaki Dilek, taksiratının affedilmesini diledikleri ölümü tatmış sıradan bir fani değildi. Onun ölümünün suretine baktıklarında, o suretin ardında gizlenen daha sistematik bir şeyin varlığını sezinliyorlardı. Dilek İnce, cinsiyet kimliği yüzünden kendisinden nefret eden birileri tarafından katledilmişti. O fotoğraftaki insanlar bu fiilin adını haykırıyorlardı, bu ölümlerin hepsi nefret cinayetidir ve birçok faili vardır… Biz de genelde kadraj dışında tutulan bu nefreti mercek altına yatırmak istedik. Biliyoruz ki; nefret varolduğu sürece böylesi fotoğraflara daha çoook bakacağız… Bu sayıda bakmakla yetinmeyen insanlarla yapılmış söyleşiler var; Deniz Türkali, DJ İpek, Ayşe Öğretmen ile yapılmış söyleşileri okuduğunuzda bu nefret karşısında örgütlenen, seyirci kalmak istemeyen hayatların ne denli güzel olduğunu göreceksiniz. Ölümün bilgisi geride kalanlara hayatı kolaylaştırmıyor, hayatın kırılgan olduğunu biliyoruz ve kimsenin kırılmasını istemiyoruz. Bu sayıda duygu ve düşüncelerimizi kağıda dökerken çok zorlandık. Belki de bu yüzden; Salih Canova'nın, Bawer Çakır'ın bu imkansızlığı zorlayan ve “elimizde sadece yırtık eski bir fotoğraf kalsın istemiyoruz” diyebilen, hayatın kırılganlığını kuvvetli cümlelere dönüştürebilen yazıları ilerki sayfalarda yer alıyor. “Nefret nedir, nefreti ve acıyı nasıl engelleyebiliriz?” diye düşündüğümüzde Pınar Selek ile son kitabı üzerinden Yasemin Öz'ün yaptığı söyleşi, Melek Göregenli'nin itina ile hazırladığı yazısı yüreğimize su serpiyor. “Nasıl bir mücadele örgütlemeliyiz?” sorusuna İmge Oranlı, Morgan Holmes'un bir kitabı üzerinden yanıt ararken, Eda Kocaoktay “Çoktan Seçmeli” isimli yazısında farklı cevaplar vermeye çalışıyor. Nefreti anlamak üzerine harika bir deneme de Serap Akçura'dan geliyor. Öbür Yandan Esen Ezgi Taşçıoğlu, duyguların kültürel politiğine eğilerek Sara Ahmed üzerinden nefretin analizine girişiyor. Kısacası elinizde tuttuğunuz dergi, nefretin kör noktaları üzerine farklı açılardan yönelmek istediğimiz bir sayı oldu. Mayıs-Haziran sayısında aynı yaklaşımla gündem dosyası olarak belirlediğimiz “kamusal homofobiyi” A4'e yatıracağız. İkinci bir dosya konusu da “eşcinsel ve biseksüel kadın olma halleri” olacak. Yeri gelmişken Kaos GL'den kadınların düzenlediği 4. Kadın Kadına Öykü Yarışması'na başvuruların devam ettiğini de belirtelim. Başvuruları 17 Nisan 2009'da sona erecek yarışmanın teması ise “Ütopya-m” olarak belirlendi. Yarışma ile ilgili detaylı bilgiye kaosgl.org'dan ulaşılabilir. Dergi ile ilgili öneri ve eleştirilerinizi ve iki dosya konusu etrafında yayımlanmasını önerdiğiniz yazılarınızı editor@kaosgl.org adresine bekliyoruz. Son olarak Türkiye'de iki sayıdır artık dağıtıcı bir firma ile çalışmayan dergimize abonelik yoluyla daha fazla destek olabileceğinizi söylemek istiyoruz. Abone olmak isteyen veya yakın çevresinde abone olmayı isteyebilecek arkadaşları olan okuyucularımızın yine aynı adresten bize ulaşmaları yeterli. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere... Kaos GL
içindekiler
21 30 nefret suçları kimin sorunu?
03 havadis BİR KEZ DAHA BULUŞUYORUZ 04 lgbt gündem 06 söyleşi
MELEK GÖREGENLİ 34 ressentiment HANDE ÖĞÜT 37 zehirli elma ağacı’nın kızıl nefreti
DENİZ TÜRKALİ KIRLARIN KÖTÜ ÇOCUKLARI 10 söyleşi
02
06
PINAR SELEK GÖZLERİNİ AÇIP ACI ÇEKMEK... 12 kadın kadına AL KALEMİ ELİNE, BİN PARÇAYA BÖLÜNSÜN 14 birlikte KEŞİF 16 canım ailem “HER ŞEYE RAĞMEN YANINDAYIZ” 18 söyleşi DJ İPEK EĞLENMENİN POLİTİKASI
SÜRMELİCAN 40 ... BAWER ÇAKIR 42 nefret ve iktidar YUSUF ERADAM 44 harvey milk: devamı gelmeyen masal ÇAĞLAR YERLİKAYA 46 güldünya sahnesinde trans kimlik
10
GİZEM AKSU - SEMA SEMİH
dosya: nefret
48 çalışma hayatı ”İSTANBUL, MEĞER EN BÜYÜK SÜRGÜN SENMİŞSİN” 50 kült filmler: “Das andere Istanbul”
22 ”her şey yerli yerinde” mi?... SALİH CANOVA 24 duygular ne yapar? ESEN EZGİ TAŞÇIOĞLU 25 neden?
46
SERAP AKÇURA 26 engin temel’i yazamamak DENİZ DENİZ 28 portfolyo HAKAN AYDOĞAN ütopya
18
YELİZ KIZILARSLAN 38 sen sus, gözlerin konuşsun
50
AYKAN SAFOĞLU ORADA BİR FİLM VAR UZAKTA; O FİLM BİZİM FİLMİMİZDİR 52 foto-hikâye ÇOŞKUN AŞAR BEDENLER ÖDÜNÇ 54 kitaplık 55 bozuk plak 56 kitaplık İMGE ORANLI INTERSEX
52
Homofobiye Karşı Bir Kez Daha Buluşuyoruz! Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği, üç yıldır, 17 Mayıs haftasında, Ankara'da, Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'yı organize ediyor. Homofobi Karşıtı Buluşma ilk yılın ardından üniversite kampüslerine taşındı. 2009 Mayısındaki 4. Buluşma ise 17 Mayıs haftasını ve Ankara'yı aşarak homofobi karşıtlığının sınırlarını genişletiyor. 1 Mayıs meydanlarından 17 Mayıs yürüyüşüne… Buluşma, özgürlüğün bayramı 1 Mayıs yürüyüşünden başlıyor ve 17 Mayıs Homofobiye Karşı Yürüyüşe kadar devam ediyor. Ankara ile birlikte İzmir, İstanbul, Eskişehir, Diyarbakır ve Van'da da Homofobiye Karşı Buluşuyoruz! 1 Mayıs alanlarında etkinliklerine start verecek olan buluşma kapsamında, çalışma hayatı, eğitim, psikoloji-psikiyatri, HIV/AIDS, insan hakları, hukuk alanlarında LGBT bireylerin karşılaştıkları sorunlar, hem panellerle hem de atölyelerle gündemleşecek. Buluşma kapsamında Ankara, İstanbul, İzmir ve Van'da kampüs etkinlikleri de yapılacak. Buluşma ile ilgili gelişmeleri antihomofobi.org ve kaosgl.org’dan izleyebilirsiniz.
fotoğraflar: antihomofobi etkinliklerinden
Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme Lambdaistanbullu Kadınlar'ın yapımcılığını üstlendiği "Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme" adlı belgesel, Türkiye'de ilk kez "eşcinselim" diyen kadınların, lezbiyen kimliğini politik bir kimlik olarak benimseyip, kendilerini ifade ettikleri bir film. Aynı zamanda Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği aktivistlerinin kolektif olarak ürettikleri ilk film.
Eskişehir'de Polis Şiddeti 29 Ocak gecesi iki transeksüel, Atatürk Caddesi'nde polis saldırısına uğradı. Emekçi Hareket Partili (EHP) LGBTT'ler, Eskişehir Adalar'da bir basın açıklaması yaptı ve transfobik polis şiddetine karşı dayanışma çağrısında bulundu. EHP'li LGBTT 30 Ocak'ta basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması sonrasında transeksüeller "Bir daha çıkmayacaksınız buraya, sizi bu şehirde barındırmayacağız!", "Basın açıklamasına katıldığın sürece seni gözaltına alacağız!" tehdit edildi.
"Şemsi Paşa Pasajı" Yayında Ters yöne girenler, yol kenarından gidenler, akıntıya karşı yüzenler, suya kendini koyverenler, çok popülerler, hiç popülerler, alternatifler, ana akımlar,
Nefret Suçlarına Karşı Sesinizi Çıkartın! 04
direnenler, cesaret edenler, şarkılar, türküler... Kaos GL dergisi ve bianet'ten Bawer Çakır ve bianet'ten Semra Çelebi'nin hazırladığı Şemsi Paşa Pasajı isimli radyo programı yayına başladı. LGBTT, kadın, emek, alternatif sanat hakkındaki "eğlenceli" program her Salı saat 20.00'de 95.1 Özgür Radyo'da. Programı www.ozgurradyo.com adresinden de dinleyebilirsiniz.
Kaos GL İzmir 22 Şubat 2006'da evinde öldürülen Baki Koşar'ın öldürülmesinin arkasındaki nefret duygusunu tartışmaya açmak ve Koşar'ın unutulmamasını sağlamak amacıyla 22 Şubat ile 27 Şubat tarihleri arasında bir dizi etkinlik gerçekleştirdi.
Yerel Seçimlerde Biz de Varız! Yerel seçimler öncesinde bir yandan trans bireylere yönelik şiddet olayları artarken ve halen siyasi partiler LGBTT bireyleri görmezden gelmeye devam ederken, Lambdaistanbul üyelerinden Belgin Çelik, bu gidişata dur demek için Kâtip Mustafa Çelebi Mahallesi'nden muhtarlığa adaylığını koydu. http://belgin-celik.blogspot.com
Biseksüelim ya da Değilim... Murat Boz'a sordular: Gey söylentileri ve bu konuyla ilgili sorular rahatsızlık veriyor mu? - Cinsel kimliğimle ilgili sorular beni rahatsız etmiyor. Belki biseksüelimdir belki değilimdir. Belki heteroseksüelimdir belki değilimdir... Pek çok gey hayranım var. Homofobik değilim.
Buradayız Alışın! LGBTT Hakları Platformu "Buradayız Alışın" isimli 2008 yılı LGBTT Bireylerin insan hakları raporunu yayınladı. İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesinde 24 Ocak'ta yapılan basın açıklamasında, Pembe Hayat Derneğin'den Buse Kılıçkaya, Platformun gözüyle 2008'in Türkiye'de LGBTT'ler açısından nasıl geçtiğini şu sözlerle anlattı: "Nefret cinayetleri, işkence, taciz, intihar, para cezaları ve çeteler, ev mühürlenmeler, yargısal süreçte homofobi ve LGBTT bireylere ve örgütlere yönelik örgütlenme hakkına yönelik ihlallerle dolu bir yılı geride bıraktık.”
Milk'e İki Oscar Milk En iyi Özgün Senaryo ve En iyi Erkek Oyuncu senaristi Dustin Lance Black, film ekibine ve
Kolombiya'da Birliktelik Hakkı
akademiye defalarca teşekkür ettikten sonra
Anayasa Mahkemesi, geçen
konuşmasına "Ben ağaçlık bir mekânda mütevazı bir
hafta 'tarihi bir karar' alarak,
dalında Oscar ödülü alarak yüzleri güldürdü. Filmin
bundan böyle eşcinsellerin de evli olmayan ama birlikte
evden, şehre geldim. Bir gün âşık olduğum insanla evlenebileyim diye. Şu an çok mutluyum ve buradan tüm
yaşayan heteroseksüel çiftlerle aynı haklara sahip
eşcinsellere sesleniyorum, ellerinizden alınan tüm hakları
olacaklarını açıkladı. Böylelikle gey ve lezbiyenler, emekli
beraberce kazanacağız. Tüm eyaletlerde eşcinsel
maaşı, sağlık ve sosyal güvence ya da miras konularında farklı cinsiyetteki çiftlerle eşit haklara sahip olacaklar.
evlilikleri serbest kılacağız. Sizi sevgiyle kucaklıyorum." diyerek devam etti ve büyük alkış
‘Kolombiya LBGT' ve 'Dejusticia' gibi çeşitli eşcinsel ve insan hakları örgütleri kararı memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı.
aldı. Sean Pean ise: "Ben Harvey Milk gibi bir başkanımız olduğu için gurur duyuyorum. Yasallığından mahrum bırakılan eşcinsel evlilikleri tekrar yasallaştıralım. Bu utancı hep beraber kaldıralım." diye konuştu.
İsveç'te Kilise Düğünü İsveç'te gey ve lezbiyen çiftler, heteroseksüel evli çiftlerinkine eşdeğer yasal statüdeki medeni birliktelik hakkına 1995'den beri sahipler. Yeni kanun kabul edilirse, çoğunluğun üye olduğu bir kilisede gey ve lezbiyenlerin evlenmelerine izin veren ilk ülke olacak .Hükümetteki dörtlü koalisyonun üç partisi, 1 Mayıs itibariyle İsveç'te eşcinsel evliliklerinin önünü açması beklenen bir hareket başlattılar. Koalisyonun küçük ortaklarından Hıristiyan Demokratlar, eşcinsel birliktelikler için "evlilik" sözcüğünün kullanılmasına karşı çıktı.
05 İzlanda'ya Lezbiyen Başbakan
Fransa'da Eşcinsel Bakan
İzlanda'da ekonomik kriz nedeniyle çıkan hükümet
ilişkilerinden sorumlu bakanı Roger Karoutchi,
Fransa'da, hükümetin parlamento ile
krizini çözmek için kurulacak geçici hükümetin başkanı, dünyanın
siyaset sahnesinde bir ilke imza atarak
eşcinselliğini gizlemeyen ilk kadın başbakanı olacak. Halen Sosyal
eşcinsel olduğunu söyledi, Karoutchi, Fransız
Güvenlik Bakanı olan 66 yaşındaki Johanna Sigurdardottir, 2002'de
Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada, "Evet bir
resmi törenle evlendiği kadın gazeteci Jonina Leosdottir ile yaşıyor.
erkek sevgilim var ve mutluyum. Bunu da
Daha önce bir erkekle yaptığı evliliğinden iki oğlu olan Sigurdardottir,
açıkça söylüyorum. Eşcinselliğimi saklamak için
geçici hükümette büyük koalisyon ortağı olacak Sosyal Demokrat İttifakı
bir neden de görmüyorum" dedi.
tarafından başbakanlığa aday gösterildi. Koalisyonun küçük ortağı ise Sol-Yeşil hareket.
Beckham Homofobiye Karşı İngiltere futbolunun önde gelen isimlerinden David Beckham ve Wayne Rooney ile Manchester United'ın Portekizli yıldızı Cristiano Ronaldo'ya homofobiye karşı bir videoda rol alması için teklif götürüldü. Bu yıl Premier Lig'deki tüm statların skorboardlarında, sinemalarda, televizyonlarda hatta okullarda dahi gösterilmesi düşünülen videoda ana tema, futbol sahalarında egemen olan homoseksüel tezahüratlara bir son vermek ve tribünlerden bu tarzda verilen mesajların ırkçılıktan farklı olmadığını vurgulamak olacak.
Lezbiyen Çizgi Kahraman Ünlü çizgi roman kahramanı "Batwoman" (Yarasa Kadın) yeniden yaratılacak. Çizgi roman şirketi DC Comics ilk lezbiyen kahramanının haziranda piyasada olacağını duyurdu.Katherine "Kate' Kane"in alt benliği olan Batwoman, geceleri suçla mücadele eden bir karaktere dönüşüyor. Karakterin çıkış noktası olan Batman (Yarasa Adam) 60 senelik macera sonrası geçtiğimiz aylarda ölmüştü.
yüzyüze
kırların kötü çocukları söyleşi: çağlar yerlikaya v fotoğraflar: raşit algül Bu yıl
Beyoğlu'nda yürüyorum, hava her zamankinden daha soğuk, ellerimi cebimde ısıtmaya çalışıyorum. Gece de benim kadar üşüdü, biliyorum. O meleklerine seslenmeden, ben kapının zilini çalıyorum. Her defasında olduğu gibi gözleriyle karşılaşır karşılaşmaz, kalbim aşık
“Dudaktan Kalbe” adlı dizide oynuyorsunuz. Bir
süredir,
seyirci
tarafından
en
çok
izlenen
diziler,
Dudaktan Kalbe, Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu. Bunların hepsinin ortak yönü klasikleşmiş romanlardan uyarlama olması. Bu geri dönüşün sebebi sizce ne? Bunların üçü de çok değerli romanlar. Bir yanıyla harika; çünkü Türk edebiyatının klasiklerini, yapılan diziyi ya da filmleri seyredenler,
tekrar
okuma
arzusu
duyuyorlar.
Özellikle
Türkiye'de okuma oranı çok düşük olduğu için, bu çok güzel. Öte
olduğum an kadar hızla çarpıyor, evdeki kediler
yandan kolaycılığı biraz da arttırıyor. “Seyrettim ben onu nasıl
heyecanıma doğru tırmanıyor. O konuştukça,
olsa” duygusuna kapılıyor insanlar. Ama ben, hep bardağın
gece de, ben de üşüdüğümüzü unutuyoruz.
yarısı, hatta bir damla su olsa bile “aa bayağı su var” yapısında olduğum için olumlu tarafından görmeye çalışıyorum. O diziler
Seviştiği bedeni bırakan bütün çocuklar arka
sayesinde kaç kişi okursa o kitapları, o kadar iyi. Geri dönüşün
sokaklarda sarmaş dolaş geziyor. Hepimiz
nedenine gelince, onun nedeni işte biraz karamsar; çünkü ileriye
şehvetle sığınırken birbirimize, onun kalbinin bir parçası, eflatun gömleği, peruğu ve kırmızı ojesiyle salına salına geçen başka bir melekte…*
dönük çok fazla umut taşınmayan -yani çok fazla bir şey yaratılmayan- popüler kültürün çok egemen olduğu bir yerde, sanırım bir nostalji duygusu yaratıldı diye düşünüyorum açıkçası. Son zamanlarda filmler, oyuncular ya da yönetmenler bakımından kimler umudunuzu tazeliyor? Türkiye'den söz ediyorsan; mesela, bir 'Sonbahar' filmi, 'Üç
06
Hayatın binbir aşkından kopup gelen Deniz
Maymun' filmi (ilk aklıma gelenler olarak söylüyorum) beni
Türkali, yüzdüğümüz buzlu sulardan donmadan
heyecanlandırıyor. dinamiklerin
çıkmamızı sağlayacak sözleri ile gece, melek ve bizim çocuklara bir kez daha gülümsüyor…
Toplumsal
sonucu
çıkan
dinamikler işler
beni
ve
o
toplumsal
heyecanlandırıyor.
Karamsarlığımı biraz durduruyor. İsim vermek biraz zor, isim aklıma gelmez benim biliyorsun. Aynaya bakıp 'kimdi bu kadın' dediğim için. (gülüşmeler) Mesela, Strasbourg'da ilk defa Fatih'in (Akın),
'Kısa
Ve
Acısız'
filmini
seyretmiştim
ve
çok
heyecanlanmıştım. Onun için de Fatih'in özel bir yeri var. Benim gördüğüm ilk filmiyle beni heyecanlandırdığı ve heyecanımı sürdürdüğü için ona müteşekkirim. Atıf Yılmaz, isim annesi olduğunuz “Hayallerim, Aşkım ve Ben” kitabının önsözünde, sizden “senaryolarımı ve filmlerimi
bir
türlü
beğendiremediğim
eşim”
diye
bahsediyor. Sizin beğenmeniz bu kadar zorken, hayatta sizi en çok etkileyen birkaç film ve birkaç kitap ismini söyleyebilir misiniz? Yılmaz'ın filmlerine ve senaryolarına getirdiğim eleştiriler biraz farklı. Şöyle: başta kendime ve yakınlarıma biraz fazla sert davranıyorum,
'daha
iyi
olsun'
duygusuyla.
Daha
uzak
çemberlere geçince daha toleranslı oluyorum. Beni çok etkileyen o kadar çok roman, o kadar çok film var ki! Mesela, geçmişte ve hala bana aynı heyecanı veren, romancılardan Dostoyevski var, Shakespeare var. Sonra, Murat Uyurkulak'ın 'Tol'unu okuduğum zaman
çok
heyecanlanmıştım
gerçekten.
Tim
Parts'ın
romancılığını çok heyecan verici bulurum. Macar kadın yazar Magda Szabo'nun yazdığı 'Kapı ve İza'nın Şarkısı' adlı kitapları çok değerlidir. Mesela Woody Allen beni çok heyecanlandırır hala,
Almodovar çok heyecanlandırır. Benim tekrar tekrar izlediğim filmler, açıkçası daha komik, daha hafif filmler, seyredip seyredip her seferinde güldüğüm filmler, bu filmlerden bir tanesi 'In & Out'tur. Hala, çok depresif olup kendimi kötü hissettiğim zaman aynı şeylere gülüp izliyorum. Senin beklediğin kadar entelektüel olmadı, kusura bakma. (gülüşmeler) Cihangir Cumhuriyeti'nin vazgeçilmez unsuru olan kafe kültürü sizin açtığınız Leyla Kafe'yle başladı. Bunu herkes biliyor ve Cihangir denince aklan gelen ilk isimlerden biri sizsiniz. İstanbul romanının en renkli, en özgür ve en özgün kahramanının Cihangir olmasının sebebi sizce ne? Ben, bu Cihangir Cumhuriyeti lafın sevmiyorum açıkçası. Böyle bir cumhuriyet falan yok, yalnızca Cihangir çok kozmopolit bir yer. Zannediyorum ki, İstanbul'un en kozmopolit, en eğlenceli yerlerinden biri. Her şeyin olduğu gibi, bunun da bir sürü iyi yanı var, bir sürü kötü yanı var. Bir kere İstanbul'un merkezine çok yakın. İkincisi, oturan insanlar eli kalem tutan insanlar, yazarlar, oyuncular, yönetmenler vs. Her metropolün böyle yerleri vardır. Cihangir de bunlardan biri. Benim bütün dostlarımın oturduğu yer. Benim cennetim, dostlarımın yanı. Dolayısıyla benim için bir cennet. 30 yıl oluyor galiba, ben Cihangir'liyim. Eskiden daha da renkliydi, çünkü travestiler bizimle yaşıyorlardı. Daha sonra yapılan, o çirkin, onları kaçırma operasyonlarından sonra onlardan mahrum kaldık. Cihangir'in bir mahalle hali var. Tabii bu, bir yandan çok güzel. Bir yandan da biraz daha gettolaştık; daha sıkıştırılmış bir halimiz var. Cihangir'den çıktığım vakit, ben kendi adıma, 'aman bir an önce yurduma, yuvama döneyim' duygusunu taşıyorum. Dünya görüşümüz, hayatla ilişkimiz biraz da farklı. Ortalamanın biraz dışında sanıyorum. Dolayısıyla çok seviyorum, ben kendi payıma, Cihangir'i.
yaşandı
hakikaten,
hiç
bizim
beklemediğimiz,
düşünmediğimiz, hedeflemediğimiz bir patlamaydı. Demek ki belli bir ihtiyaç varmış. Şimdi çok kafe var. Tabii bu çok hoş bir şey.
Arkadaşlarınla
mutlaka
birinde
değilse,
öbüründe
karşılaşıyorsun. Bence şu anda Cihangir'in en popüler kafesi, asıl Cihangir Kahvesi. Yani o ağacın altı, camiinin önündeki yer. Çok güzel
bir
yer,
ben
çok
seviyorum
Cihangir'i.
Kaç
kere
niyetlensem, taşınacağım buradan diye, dönüp dolaşıp yine burada oturuyorum.
siz,
Dink'in
gruplar bir arada daha huzurlu yaşıyormuş sanki? Ama o çok eskidenmiş… Azınlık olarak bir arada yaşamanın, sesini çıkartmazsan, görece bir kolaylığı vardır. Yani Kürtler hiç sesini çıkartmıyorlardı, kaderlerine razı olmuşlardı. Aynen eşcinseller de kaderlerine razı olmuşlardı. Gizli saklı kendi hayatlarını yaşıyorlardı. Ya da bunu çoğaltabiliriz. Ermenilerin çoğu Müslümanlaştırılmıştı. O zaman ses çıkartmadan uyum içinde
yaşanıyor
varsayılıyordu.
Halbuki
bu
insanlar,
bu
topluluklar, bu gruplar 'Biz buradayız ve biz olarak varız' demeye başladığı zaman, bir açıdan hayat zorlaşır tabii. Ama bir açıdan da, artık o insanların varolması için verilen bir mücadele başlamıştır. Bu da, hayatı bir açıdan zorlaştırır ama bir açıdan da kolaylaştırmak demeyeyim; çünkü bilgi hayatı kolaylaştırmaz; bilgi zorlaştırır, soruları arttırır, talepleri çoğaltır; ki bu da iyi bir
Siz kadın hakları konusunda, çok uzun zamandır yapılan
çalışmalara
destek
veriyorsunuz.
Sürece
baktığınızda, hedeflediğiniz nokta ile şu an gelinen nokta arasında çok mu fark var? Şimdi,
bir
nokta
hedeflediğimi
düşünmüyorum
ben.
Herhangi bir cinsiyetten yola çıkarak bir çözüme ulaşmak ya da bir çözüm getirmek mümkün değil. Bu hareketlerin her birinin, az önce söylediğim gibi, diğer muhalif hareketlerle bir arada, kendi özgür duruşlarını tutup oradan vazgeçmeden ama
Öteki kavramını yaratıp onu sürekli yok etmeye çalışan bir toplumda, bu yaşamın sürdürülebilirliği
neden
gittikçe
zorlaşıyor? zorlaşıyor
lazım. Ben feminist bir kadın olarak, kadınlara yönelik şiddete,
'Yaşamın
Sürdürülebilirliği' yazısını seslendirdiniz.
Gittikçe
Eskiden aynı bahçedeki farklı çiçekler gibi, farklı
diğerleriyle mutlaka en azından dirsek teması içinde olması
İki yıl önce Hrant Dink için bir proje yapıldı. Bu projede,
görmüyorum açıkçası.
şeydir, bence.
Kafe kültürüne gelince, Leyla kurulduğu sırada, müthiş bir patlama
eşcinseller, biz Kürtler. Her 'öteki'leştirilen yavaş yavaş birikip sesini çıkartmaya başladı. O zaman ben bunu zorlaştırma olarak
mu,
yoksa
kolaylaşmasına dair umut mu taşıyoruz? Çok emin değilim, gittikçe zorlaştığına. Çünkü nihayet ses çıkartmaya başladık, biz ötekiler. Biz Ermeniler, biz Rumlar, biz feministler, biz
kadınların aşağılanmasına ne kadar nefret ve
Eğer dünyada yeni bir söz söylemek için var değilsen; kadın, erkek, eşcinsel, travesti, Ermeni, Kürt ya da Japon olmuşsun hiç benim umurumun ucu değil
öfkeyle doluysam, Hrant Dink cinayetine de aynı öfkeyi duyuyorum. Cinsiyet bazlı bir mücadeleyi tek başına veremezsin. Mutlaka diğerleriyle
bir
arada
olman
lazım.
'Ben
eşcinsellerin sorunlarını umursamam, ben Kürt meselesiyle ilgilenmem, Hrant Dink cinayeti benim umurumda değildir' diyen bir kadın hareketinden söz etmek mümkün değil, benim gözümde. Geçenlerde, çok korkunç bir ilan gördüm.
07
Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli kol kola, 'kadınlar
08
Atıf
Yılmaz'ın
yönettiği,
'Gece,
Melek
ve
Bizim
mecliste daha çok olsun' başlığıyla. Korkunç göründü bana bu,
Çocuklar' ve 'Düş Gezginleri' adlı iki tane eşcinsel temalı
korkunç! Bu kadar eleştirdiğimiz, bu kadar sapıkça bulduğum
filmde oynadınız. Türkiye için baktığımızda, eşcinsel
benim gözümden erkek politikalarına, bir de cinsiyet olarak
temalı film sayısı çok az. Bu filmi çeken yönetmenlerin,
kadınları dahil edecekler ve kadınlar da bu işe gönüllü. Ben bunu
oynayan oyuncuların isimlerinin başına hemen marjinal
utanç verici olarak görüyorum. Eğer dünyada yeni bir söz
sıfatı ekleniyor. Bu kadar az eşcinsel temalı çekilmesinin
söylemek için var değilsen; kadın olmuşsun, erkek olmuşsun,
nedeni sizce ne? Yoksa İran gibi bizde de, hiç eşcinsel yok
eşcinsel olmuşsun, travesti olmuşsun, Ermeni, Kürt ya da Japon
mu? (gülüşmeler)
olmuşsun hiç benim umurumun ucu değil. 'Yeni bir, farklı ve daha
Zamanında
biliyorsun,
Amerika'da
Clinton
zamanında,
iyi bir dünya mümkündür' de; hakikaten mümkün kılacak yeni
eşcinsellerin orduya alınmasıyla ilgili olayda Turgut Özal'a
politikalar üretmiyorsan, o zaman senin kadın, erkek, her ne
sormuşlar; “Bizde, orduda eşcinsel yoktur” demiş. Tabii,
olursan ol hiçbir önemin yok. Dolayısıyla ben kadın hakları lafına
Türkiye'de yoktu eşcinsel, yeni yeni çıkardınız. (gülüşmeler)
çok
Koskoca
fazla
sıcaklık
duymuyorum
açıkçası.
Şu
anlamda
imparatorluk
tarihine
bakmıyor
mu
kimse,
duymuyorum; erkekler de kadın haklarını savunabilir. Demokrat,
anlamıyorum? Ayrıca, bunu da anlayamıyorum eşcinseller
liberal bir erkek, tabii ki kadın hakkını savunur, yani biraz
askere neden gitmek ister, kadınlar neden askere gitmek ister?
dünyaya bakıyorsa. Ama feminist olarak benim bundan daha
Eşcinseller ve kadınlar savaşa karşıyken, bu savaş sektörüne
farklı bir yanım var. Tabii ki kadın haklarını savunacağım, bu
karşıyken, anti-militaristken neden illa bu toplumun bir parçası,
başka bir şey ama feminist olduğum için kadın haklarını
bu mekanizmanın bir parçası olmak isterler, onu anlamam
savunmam ben. Feminist olduğum için benim taleplerim çok
mümkün değil.
daha fazla. Ben o anlamda, eşcinsellerin yanında da dururum
Az film yapılmasının nedeni, demin konuştuğumuz şey, sesini
travestilerin yanında da, Ermenilerin de. Kim eziliyorsa! Yani
çıkarmadığın zaman bir sorun yok. Gizliden gizliye ne yapıyorsan
İsrail devletine karşı dururum, Yahudi olsam; ki örnekleri çok var
yapıyorsun, herkes görmezden geliyor. Hatırlarsın, 'Gece, Melek
şu anda orada, Filistin meselesiyle ilgili. Almanya'da 1930'larda,
ve Bizim Çocuklar' da bir cümle vardı, Deniz Akantürk' ün
tabii ki Yahudilerin yanında dururum, Amerika'da siyahların
oynadığı rol, “Bizim orada bir adam vardı, apaçık adam geydi.
(bundan sonra çok fazla gerekmeyecek inşallah), dünyada hep
Ama katiyen öyle söylenmezdi. Bir kız sevmiş, vermemişler,
kadınların, eşcinsellerin… Yani kim eziliyorsa, kim mağdursa…
hayata küsmüş, hiç evlenmemiş derlerdi” diyor. Türkiye'de
Benim politik anlayışım mağduriyet eksenlidir, sadece emek
bunlar doluydu. Ama ne zamanki geyler bir varlık olarak seslerini
eksenli değil. Dolayısıyla bu haklar, demokrasi vs. meselesi çok
çıkartmaya başladılar, o zaman onları görmeye başlıyorsun, o
tartışmaya açık bir konu. Kadın haklarına gelince de tabii insan
zaman da filmler yapılmaya başlanıyor.
hakları. Kadınların özgür hakları, gayet tabii eşcinsellerin hakları,
Deniz Türkali, heteroseksüelliğe karşı mı?
bu dünyada yaşayan diğer canlıların hakları, yani hayvan hakları;
Yahu, yapma Allah'ını seversen! Ne kadar karşı olsam, Allah
yani küresel ısınma, yani eğer bir yerde duruyorsan ve durduğun
kahretsin, kendim de heteroyum ben! (gülüşmeler) Bana bir
yeri tercih ederek, seçerek duruyorsan bunlardan uzak durmana
kere, 5.Kat'ı biz işletirken, orası daha çok geylerin geldiği bir
imkan yok. Öbür türlü, kısır politikalar üretebilirsin ancak. Ya
yerdi. Çocuklardan bir tanesi, “Deniz Hanım, siz lezbiyen
Bahçeli'nin, ya Tayyip Erdoğan'ın, ya da Deniz Baykal'ın, her
misiniz?” diye sorunca, yerin dibine geçerek; “Hayır, ben…
kimse, birinin koluna girer, Meclis'te durursun ki, benim için bu
Heteroyum…” dediğimi hatırlıyorum. (gülüşmeler)
son derece de aşağılayıcı bir şey.
Hayır, hayır! Bu dediğin doğru değil, inan doğru değil. 'Deniz daha çok geyleri sever, Deniz daha çok Kürtleri sever' bunlara hiç kulak asma. Benim gerçekten bir sürü gey arkadaşım var; çünkü onlarla çok gönül ve kafa beraberliğim var. Yoksa böyle cımbızla üç, beş gey çekip 'aman gey arkadaşım olsun' diye bir düşüncem yok. Ama bir gerçek var, hetero erkeklerle sevişebilirsin, aşk yaşayabilirsin ama dil tutturabildiğin hetero erkek sayısı çok az. Onlarla arkadaşlık etmek çok zor. Heteroseksüel erkeklerle daha çok aşk yaşanır, sevişilir ama eğlenemezsin. Dilim varmadı, çünkü hakikaten benim erkek arkadaşlarımın çoğu gey, dediğin doğru. Ama bu benim geyleri daha çok sevdiğim anlamına gelmiyor. Öyle bir ayrımcılığım yok, pozitif ayrımcılığım da yok yani. Kutluğ
Ataman'ın
filmi
'Lola
ve
Bilidikid'
için
söylediğiniz 'Melek' adlı şarkı, sözleri, ama en çok da sizin teatral
yorumunuz
bakımından
hafızalara
kazındı.
Şarkıdaki bu 'salına salına gezen peruklu, kırmızı ojeli
çocuk'ta sizi bu kadar etkileyen şey neydi?
Her 'öteki'leştirilen yavaş yavaş birikip sesini çıkartmaya başladı.
Oyunculuk, valla oyunculuk… Metin, Kutluğ Ataman'ın fikri ama şarkılaştıran Yıldırım Türker. Bestecisi Arpad Bondy çok iyi bir besteciydi. Biz onla Almanya'da çalıştık ve yorumu tamamen bana ait. Ama hakikaten bir metni alırsın oyuncu olarak ve o metni yorumlarsın. Şarkıda da aynı şey vardır. Şarkıyı da yorumlarsın. Bir şarkıcı onu başka şeyler, başka
bir
şarkıcı
onu
bambaşka
söyler,
Tekerine taş koydular bir biçimde. Şöyle ya da böyle,
ben
çok
olumlu
taşlar
olduğunu
düşünüyorum. Ama size gelinceye kadar ondan sonra bunun devamı biraz kenarda kaldı, biraz marjinal kaldı onun sürekliliği. Ama çok farklı şeyler var
şimdi.
Düşünsene,
ben
26
yaşındayken
Türkiye'de bir eşcinsel hareketin varlığından söz etmek mümkün değildi. Feminizm, burjuvazinin bir oyunuydu. Yani, şimdi bütün bunlardan buraya geldik. Bir takım gruplar, bir takım diğerleri, ötekiler
muhtemelen. O müziğin ve o sözlerin bendeki
olarak nitelenenler seslerini duyurmaya başladılar. Dolayısıyla
ifadesiydi o. Öyle birisi yok yani… Sezen Aksu'nun hayatında, sizin önemli bir yeriniz
böyle birden bire “Bizim kuşak şöyleydi, şimdiki kuşak böyle”
olduğu biliniyor. Hatta yıllar önce Aksu'nun 'Serçe' adlı
demek bana doğru gelmiyor. Seni bir yandan anlıyorum, kendin
albümünde yazdığınız 'Çocuk ve Dev' diye bir şarkı var ve
gibi insanları bulmak, onlarla bir araya gelmek zor diye
Aksu'nun oynadığı ilk filminin senaryosu size ait. Bu
düşünüyorsun ama bak şimdi sen Kaos'tasın ve orada yazı yazıyorsun. Orada kendini ifade etme imkanın var ve fikrini
dostluk nasıl başladı? Sezen'le çok ilginçtir bizim karşılaşmamız. 'Hayat' dergisinde
merak ettiğin insanlarla konuşmalar yapıyorsun. Yani yalnız
çalışıyordum. Sezen, yeni Sezen Aksu olmuştu ve onunla
değilsin. Onun için o kadar çok geçmişe, o nostaljiye takılmamak
röportaj yaptım. Konuşurken çok sevdik böyle birbirimizi, bizim
lazım. Benim hayatımda bir tek nostalji var: John Lennon. Bir
eve gittik. Konuşurken, Sezen döndü bana dedi ki; “Biliyor
ikincisi de oluştu: Şu tertemiz, pırıl pırıl denizlerde yüzmek,
musun, ben seni tanıyorum” “Nerden tanıyorsun” dedim. “Ben 7-
İstanbul'da denize girme nostaljisi.
8 yaşlarındaydım” dedi. Erol Toy onun akrabası oluyor. Erol'un
Bir takım küçük küçük tohumlar atılmış, o zaman için devrim
kardeşi Nuran da benim arkadaşım. Ben onların evindeymişim.
gibi görünen tohumlar. Bazı o dönemden kalan insanların bir
Sezen de annesiyle, oraya gelmiş. Bana hayran olmuş ve gözünü
kısmı da onlara bakıyor, onları yeşertmeye çalışıyor hala. Ben
benden ayıramamış; hatta gitmiş annesine demiş ki: “Bak
öyle olmaya çalışanlardanım ve böyle bir sürü arkadaşım,
annecim, Deniz abla ne güzel hem oyuncu hem de namuslu”
dostum da var. Uzakta tanımadığım dostlarım da var. Ama siz de
demiş. Çocuk işte, ne bilsin? (gülüşmeler) Bunu anlattı bana ve
onları devam ettiriyorsunuz tam aksine. O tohumlar şimdi böyle
ondan sonra çok yakın olduk. Sezen, benim her zaman çok özel
böyle çiçekler açıyor. O kadar olumsuz yaklaşma. Benim gençliğe
bir dostumdur. Ben de onun için öyle olduğumu düşünüyorum.
tavsiyem; bunlara takılmayın, bol bol sevişin ama korunmayı
Ben iki tane böyle starla çok yakınım, biri Türkan(Şoray), biri
asla unutmadan…
Sezen. İkisi de ayrı ayrı, ikisi de çok özel iki dostumdur. Sezen'im *Giriş yazısında, hayran olduğum şarkı sözlerinden esinlendiğim Yıldırım
ve Türkan'ım…
Türker'e teşekkür ederim.
Katıld ığ ın ız
b ir
p rog ram d a,
A IDS
ile
ilg ili
konuşmalarda, genel olarak insanların artık görmezden geldiği veya başka şekilde görmeye çalıştığı konulara yönelik çok güzel şeyler söylediniz ve gençleri sevişmeye çağırdınız. baktığımda,
Özellikle, sizlerin
içinde
bulunduğum
oldukça
gerisinde
kuşağa kaldığını
düşünüyorum. Bununla ilgili düşünceniz ne? Bu konuda konuşmak benim için niye çok zor biliyor musun? Bir kere o kadar övgü olunca ben utanıyorum, kapanıyorum. Çok teşekkür ederim söylediklerin için ama şöyle bir şey var. Benim büyüdüğüm, bizim büyüdüğümüz dünya haliyle şimdiki dünya hali çok farklı. Dolayısıyla “Evet, biz çok daha açıktık. Daha hayata dört elle sarılıyorduk. İşte bu kuşak şöyle, bu kuşak böyle” diye, bu kuşağa olumsuz yaklaşmak bana yakın gelmiyor. Çünkü çok iyi tanımıyorum, kuşak olarak. Bir de kuşak demek bana çok zor geliyor. Yani her 10 senede bir değişen kuşak, ya da 20 senede bir değişen kuşak; ben buna çok fazla şey yapamıyorum. Çünkü o kadar karmakarışık, o kadar heterojen yapısı var ki kuşakların. Kuşak deyince aklıma bir tek 68 kuşağı geliyor. Çünkü o dönem, dünya hali ve o genç insanlar hakikaten bir anda şöyle ya da böyle dünyanın tarihine bir çomak soktular.
09
yüzyüze
gözlerini açıp acı çekmek... Transgender kadınlar ve militarizm üzerine kitapları yayınlandı. Şimdi de erkeklik üzerine Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı ile karşımız da. Pınar Selek'i sürekli bir yerlerde üzerine vazife olmayan şeylere olan bu tutku ve merakı, anlama isteği üzerine konuştuk. söyleşi: yasemin öz Kitabında erkekliğe bakmak istemenin nedeni neydi? Hep adamlar kadınlara bakıyor... ”Biraz da biz bakalım” dedim. Feminizmin penceresinden erkekler nasıl görünüyor,
Erkeklere derslerin
verilen
vatandaşlık
sonucunda
erkekler
ve
aileye
nasıl
ilişkin
etkilenip
merak ettim. Çünkü şiddete karşı mücadele veriyoruz. “Kadına
dönüşüyorlar biraz daha açabilir misin? Hepimiz belki
yönelik şiddet” bence bir “kadın sorunu” değil, erkek sorunudur.
zaman zaman dış dünyada müdahale edemediğimiz
Bu
şeylere kendimizi kapatarak bir nevi uyuyarak ayakta
sorunun
kaynağı
erkeklerdir,
kadınlar
değil.
Ayrıca
Türkiye'nin ve dünyanın üzerine abanan, hayatımızı kabusa dönüştüren savaş ve militarizm de bu “erkek sorunu”ndan
10
analizi yapmana gerek yok.
kalıyoruz. Buna dair neler söylemek istersin? Devlet dersi alan erkek, heteroseksüel bir aile babası olmaya
etkilenmekte, onunla beslenmektedir. Evet, beni bu yolculuğa,
hazırlanıyor. Ama “Vatandaşlık” ve “aile” dersleri, verilen
yaşadığımız dehşetli ortam çıkardı. Daha doğrusu, bu dehşet
eğitimin çok küçük bir parçası. Asıl eğitim, bedenin, tüm
herkesi olduğu gibi, beni de öyle sarstı ki, en dipten ve derinden
alışkanlıkların, üslubun, ilişki tarzının yen kalıplara sokulması…
çözüm arayışına çıktım. Yasin Hayali'in gözlerinde, Ülker
Çeşitli
Sokak'taki ülkücülerle, Bursa'da, Eryaman'da ve Türkiye'nin dört
standartlaştırılıyor. Çırılçıplak teslim olan, her şeyi kontrol edilen,
merasimlerle
kodlanan
bedenler
sınıflandırılıp
bir yanındaki linççilerle aynı ifadeyi gördüm. Sonra, Rakel Dink'in
saçı-sakalı kesilen, yeniden giydirilen, sosyal çevresiyle hiçbir
sözleri zihnimde bir ışık yaktı: Bir bebekten katil yaratan zihniyeti
bağı kalmayan erkekler, aynaya bakınca kedini bile tanıyamayan
sorgulamak… Ama ben sadece katili değil, sıradan, gündelik,
unsurlardan
alışılmış ve kabul edilen şiddetin öznelerine bakmak istedim.
“pişiriliyorlar”. Asıl eğitim bu. Tabii bu süreç kolay akmıyor. Yeni
Feminizmin toplumsal iktidar ilişkilerini ve şiddeti daha derinlikli
kostümlere bürünür bürünmez sürekli bir denetim altına
müteşekkil
bir
düzenlik
topluluk
içinde
kavramamızı sağlayan yöntemlerinden ve toplumsal cinsiyet
giriyorlar, hiç boşluk bırakmayan çeşitli görevlerin, küçük
analizlerinden yararlanarak, Türkiye'de erkeklerin nasıl “adam”
ayrıntıların,
öğrenmekte
zorlandıkları
kuralların
içine
edildiklerine, “adam olmak” için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar
gömülüyorlar. Sürekli talimatla hareket etmek, genellikle kolay
içinde
şiddet
oluyor. Anlatımlara göre, kalıplar, erkeklerin bedenini ve ruhunu
çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi
sıkıştırıyor. Çaresizlik deneyimini her biri kendine göre yaşıyor.
sıkışarak
büyüttükleri
korkudan
nasıl
bir
mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına baktım.
Ama zorlanarak da olsa alışıyorlar, çünkü “direnç” sıkıntıyı
Kitapta erkekliğin yanı sıra militarizmin ana kaynağı
arttırıyor. Böylece erkekler, korku, şaşkınlık, özlem, gocunma ve
olan askerliğe de bakmanın, militarizm analizine fazlaca
boşluk hislerine karşı çeşitli savunma mekanizmaları işleterek
girmeden erkekliğe odaklanmanın sebebi nedir?
ortama uyum sağlamaya, hatta eğlenmeye çalışıyor. Uyumak da
Biz çok geniş bir sözlü tarih çalışması yaptık. Amargi Kadın Kooperatifi'nin arşivine emanet ettiğim bu görüşmeler, birçok çalışmaya
yol
açabilir.
Askerlik
deneyimlerine
feminist
pencereden bakarak, çeşitli araştırmalar yapılabilir. Militarizmin söylemini ve mekanizmaları kurarken cinsiyetçilikten nasıl beslendiği, militer mekanizmaların erkekliğin kuruluşunda nasıl rol oynadığı, erkeklik kurgusunun nasıl taşındığı, erkeklik rolleriyle
yaşanan
tartışmalara
özdeşleşme
referans
veren
ve
çatışma
analizler
üzerine
farklı
geliştirilebilir.
Ben,
Türkiye'deki askerlik hizmetinin, erkekliğin kuruluş sürecindeki etkilerine
ve
kimlik
inşasındaki
katkılarına
deneyimlerin
penceresinden bakmak istedim. Bunun için kırk sayfa militarizm
bunlardan biri… Hepimiz hayata, acımasız, insanlık dışı çarklara benzer biçimde uyum göstermiyor muyuz? Uyum göstermeyenler de var tabii… “Yumuşak” görüldüğü
için çevresi tarafından, “normale” dönsün”, “adam olsun”
Anlatanın mağduriyetinden pek az bahseder. Çünkü acıların,
diye askere yollanan, kendisi de bu hayale inanan, dönüşüne
mağduriyet deneyimlerinin paylaşılması kadınsılığı çağrıştırıyor.
memuriyeti ve nikahı hazırlanan Sofya, askerlik sürecinde, erkek
Genellikle
erkekler,
“erkeklik”
mitinin
ağırlığı
altında
olmamaya karar veriyor ve bu zorlu macerayı bitirir bitirmez
sessizleşiyorlar; kendi deneyimlerini paylaşmıyorlar. Bu travma,
ailesinden ayrılıyor. Kitapta, Sofya'nın hikayesi gibi acılı ama
fıkra gibi sürekli anlatılarak atlatılmaya çalışılıyor; ama söz
önemli direniş deneyimleri var.
konusu süreçle yüzleşmek, hem de toplumun önünde yüzleşmek
Askerliğin erkeklerde korku, yabancılaşma, itaat,
çok zor oluyor.
şiddet, gurur gibi bazen birbiri ile çelişen duyguları yan
“Maskeler, Süvariler ve Gacılar”, “Barışamadık”, “Su
yana yaşattığı ve bunun da farklı erkeklerde benzerlikler
Damlası” ve şimdi de “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” bütün
yarattığı. Bu süreci yaşayan erkeğin genellikle "akıllı
bu kitaplar arasında nasıl bir bütünlük var?
olmayı" öğrendiği sonucu çıkıyor. Tüm bu duygulardan sonra erkeklere ne oluyor?
Herkes gibi benim de çok kısacık bir hayatım var. Bu hayatı bir masal gibi yaşamak istiyorum. Tabii mutlu sonla biten bir
Konuştuğumuz erkeklerin çoğu, askerliğin bir erkeği “adam”
masal… Amargi'nin 11. sayısında tam da bu konuda bir yazı
ettiğini düşünüyor. Onlara göre, sorumluluk sahibi olmak,
yazmıştım. Aristo'dan alıntı yapmıştım: “Bütün insanlar mutluluk
zorluklarla baş etmek, silah kullanmayı, savaşmayı öğrenmek,
arar”. Ama insanın mutluluk arzusu bütün dünyayla çatışma
olgunlaşmak ve sertleşmek, askerliğin kazandırdığı “adam” edici
halinde
nitelikler sayılıyor. İçlerinden birisi bunu çok güzel ifade etti:
keşfettikçe kendi kendimize soruyoruz: “Mutluluk mümkün mü?”
“Hamur pişmeden yenmez!”
maalesef.
Yoksunlukları,
adaletsizlikleri,
şiddeti
Ben, bu kısacık varoluş macerasını güzel yaşamak için adalete ve
Bir varlığı şiddetle pişirmek, onun benliğine yetersizlik
özgürlüğe ihtiyaç duyanlardanım. Bunun için politika yapıyorum.
duygusunu, güvensizliği ve hıncı aşılamak anlamına geliyor.
Başkalarını kurtarmak için değil, mutlu olmak için, herkesinkiyle
Çocukluklarından beri “en iyi” olduklarına inandırılan, erkeklik
derinden ve karmaşık bağlara sahip olan hayatımı değiştirmek
mitinin etrafında örülmüş modellere göre hareket eden, şiddet
için... Gözümü yumup mutsuz olmamak için gözlerimi açıp acı
kapasiteleri sürekli beslenen ve kendini kanıtlamaya zorlanan
çekiyorum.
erkekler dünyasında, şah, kahraman, yiğit olma hayalleri ve
alışkanlıklarla, çeşitli iktidar sarmallarıyla karşılaşıyorum ve
gerçek
yaşam
birbiriyle
çalışırken
toplumsal varlığımla sürekli yüzleşiyorum. Bu oldukça zorlu bir süreç. Ama heyecansız değil. Eylerken, örgütlenirken, söz
şamara karşılık veremiyorlar. Tokat yemek ya da bir kapağı
söylerken çok hoş masallar yazıyoruz. Yani politikaya varoluşsal
açamamak gibi çok doğal durumlar bile iktidarsızlık olarak
bir anlam yüklediğimizde, hayatımızın tümünü dönüştürme
tanımlanırken,
gücüne
eğen
bir
genişletmeye
iktidar
boyun
Sürekli
alanımı
kışkırtmasıyla zorlanan erkekler, toplumsal hayatta yedikleri her
şiddete
çarpışıyor.
Özgürlük
erkekler,
kendilerini
muhtemelen parçalanmış hissediyorlar. Sürüne
sürüne
öğrenilen
kavuşuyoruz.
Sürüklenmediğimiz,
özgürlüğün
bütünlüklü bir süreç olduğunu bildiğimiz, toprağa ayağımızı
erkeklik,
iktidar
vaadiyle
bastığımız,
gökyüzünü
seyrettiğimiz,
sevdiğimiz,
iktidarsızlığın bir arada deneyimlendiği bir süreç oluyor. Bu git gel
araçsallaştırmadan sadece yaşadığımız zaman… Ne kadar
içinde, çok kırılgan ama kırılganlığını güç gösterileriyle gizlemeye
zor
çalışan şizofrenik bir varlık üretiliyor. Tabii bu varlık, öncelikle
ayrıntılarını
toplumsal
görevlerine
uygun
olarak
disipline
oluyor.
“Sorumluluğu”, “sakınmayı”, “itaati” ve “tahammülü” öğreniyor.
olursa
olsun,
zaman… Ev ile sokağın, gündelik ile
muhalefetin,
Hemcinsleriyle arasındaki hiyerarşiyi ve kendi konumunu
ko ş t u ğ u m u z
kabullenen ve ona uygun davranabilen “Mehmetçik” artık
varoluşsal
“adam” sayılıyor.
bağını
Adamımız, erkeksi iktidar dünyasında kendine bir yer oluşturmanın yolunu buluyor ve sürekli bu yeri korumaya
yaptığımız
kaçırmadığımız
peşinden
talepler
kurduğumuz
zaman… İşte o zaman politika
gerçekten
çalışıyor. “Akıllı olmak” da muhtemelen böyle bir yetiyi ifade
hayata değiyor. Biz de
ediyor. Gerçek olmayışın yarattığı bu gerilimle yaşamak çok zor…
varoluşumuzun
Çok tehlikeli… Askerlik
sürecini
genellikle
olumsuz
duygularla
algılayan erkeklerin, askerlik bittikten sonra askerliğe dair
algılarının
genellikle
olumlu
öznesi
oluyoruz.
Şiirli,
şarkılı,
masallı
ifadelerle
yansıtılmasındaki çelişki nereden geliyor sence? Çünkü ancak bu hale getirilince dayanılır oluyor. Toplumda askerlik anıları anlatmak çok yaygın değil mi? Otobüste, minibüste de çok duyarım ben. Anlat anlat bitmez… Fakat hep neşelidir bu hikayeler. Ya da korkunçtur… Ama acıklı değildir hiç…
Pınar Selek 15 Mart 2009, Pazar günü Kaos GL’nin düzenlediği “Kadın Olma Halleri” söyleşileri kapsamında Ankara’da olacak. Ayrıntılı bilgi için kaosgl.org
ile
ihtiyaçlarımızın
bir
işlerin
anı
11
kadın kadına
al kalemi eline, bin parçaya bölünsün! ilhamlarını nerde bulduklarını ve kadın kadına öykülerinin onlar için ne anlama geldiğini konuşmak üzere yakaladığımız geçmiş birincilerle yaptığımız söyleşileri sizlere sunuyoruz. İşte, birincilerimiz Yeşim1, Tibith2, Nevruz3 ve Angelique4 sizlerle!*
söyleşi: nevin öztop Öykün, gerçeğe mi dayalıydı? Değil ise, öyküdeki
ürünüydü. Öyküdeki olaylar hiçbir zaman gerçeğe dönüşmediler,
hayallerin gerçeğe dönüştü mü/dönüşür mü?
dönüşmeyecekler. Hepsi, havada asılı kalmış bir 'an'dan ibaretti.
Yeşim T. Başaran: Öykü yaşadığım şeylere dayanmıyordu. Sonuçta Türkiye'de RTÜK'ün sansürcü politikalarını eleştiren büyük bir miting hala düzenlemiş değiliz. Öyküdeki mitingin çağrıları,
12
Hayallerde kalmalı. Kadın kadına öykün ve katıldığın bu etkinlik, senin için ne anlama gelmişti/geliyor tam olarak?
Türkiye'nin dört bir yanında, yerel radyolardan bile yapılıyordu.
Yeşim: LGBT hareketi içinde kadın katılımı ve aktivasyonu ilk
Farklı şehirlerden bir sürü örgüt katılıyordu. Miting için bir şarkı
yıllarda oldukça zayıftı. Harekete dahil olan kadınlar olarak, bu
besteleyen aktivistler, barları gezerek bu şarkıyı çalıyorlardı, filan.
durumu değiştirmek için epey çaba sarf etmek zorunda kaldık ve
Henüz bu güçlülükte eylemlerimiz olmadı; hayaller elbette. Fakat,
kalıyoruz. Kadın Kadına Öykü Yarışması'nın, bu tarih içindeki yeri
Türkiye'de LGBT hareketinin kendini geliştirme hızına bakacak
benim için çok önemli. Yarışma, pek çok kadının kolundan
olursak, çok kısa zamanda gerçekleştirilebilirler! Ha bu arada, kız
çekiştirip,
arkadaşımın ablasının çocuğu da yoktu. Bak, o gerçekleşmek üzere
tanışmalarına vesile oldu. Ödül törenleri de, kadınlar açısından
işte şimdi.
benzer bir şekilde tarihi önemi olan etkinlikler bence. Artık Tibith:
Öykü
fantastik
bir
öyküydü; yaradılış mitini yeniden yazıyordu. Çoğu yaradılış mitine ve dinlere
egemen
olan
onların
olan
bitene
bakmasına,
birbirileri
ile
gelenekselleşen bu yarışmanın, bizleri yazan kadınlar haline getirmesini çok seviyorum. Tibith: O sıralar Jeannette Winterson üzerine araştırmalar
ataerkil
yapıyordum. Bu öykü yarışmasını duyduğumda, bizim ülkemizde
söylemi saf-dışı bırakarak, yeniden
de Winterson'ınkiler gibi öyküler yazılacağını, okuyacağımı umdum
yaratırken, kendimi mutlu eden bir
ve bayağı sevindim, ancak aylar geçlikçe öykü gelmiyordu. Ben de
hayal kurdum. Tanrıyı aksakallı bir
daha önce hiç yapmadığım bir şey yaptım, bir öykü yazarsam belki
cezalandırıcı,
şeytanın bacağı kırılır, başka öyküler de gelir diye düşünerek.
mutlak güç sahibi yaşlı bir adam
"Baba";
Benimkini bir sürü birbirinden güzel öykü izledi. Daha önce hiç öykü
olarak değil, yaratıcı ve çalışkan bir kadın olarak düşündüm;
yazmamıştım, sonra da yazmadım. Dolayısıyla, benim için
eşcinsel aşkla heteroseksüel aşk arasında ayrım gözetmeyen,
beklenmedik ve eşsiz bir deneyim oldu.
Tibith
öfkeli,
hatta beklenmeden gelişen bir eşcinsel aşk, onun planlarını aksattığında dahi istifini bozmayan bir kadın olarak. Başkalarının
Nevruz: Yarışmaya gönderdiğim öykümü yazdığım günlerde içime
kapanıktım.
Tüm
dışavurum
yollarımın
mitleri de bundan daha gerçek olmadığına göre, kendiminkini
düşünüyordum
tercih edebilirim sanırım.
katılmayı düşünmüyordum. Aynı dönemde “Aç
ve
açıkçası
bu
etkinliğe
yaşayanların,
Yüzünü!” ismini taşıyan ve Kaos GL ile ortak
gerçeklik olgusu nedir? Kişiliğinizin ayrılmaz bir parçası olan cinsel
yürüttüğümüz bir fotoğraf projesi üzerinde
Nevruz
yöneliminizi
Ebru
Aksu:
ailenizden,
Bastırılmış
hayatlar
arkadaşlarınızdan,
iş
çevrenizden
çalışıyordum. Proje, kadınları seven kadınların
saklayarak geçirdiğiniz hayat ne kadar gerçektir?... Benim öyküm
portrelerinden
hepimizin 'yarı zamanlı' gerçekliğine dayalı. Bizi “öteki”leştirenlerin
tanıdığım
yaşam alanlarına girdiğimiz anda, katlayıp cebimize koyduğumuz
ettiğimiz
oluşuyor.
kadınlar
ve
sohbetlerden
Elbette
pek
çekimler sonra
çoğu
sırasında
anladım
ki,
yüzümüzün gerçekliği. Pek çoğumuz deneyimledik öykümde
hepimizin kendini ifade etme ve görünür olma
sözünü ettiğim hayatı. Ya da o kadar çok hayal ettik ki,
ihtiyacı var. Pek çok arkadaşımın hayallerini ve
gerçekliğimiz artık hayallerimiz oldu ya da tam tersi… Angelique: Öyküm tamamen kurgudan ibaretti. Öyküde hayal edilip yazıya dökülmüş olaylar, mekânlar, kişiler tamamen hayal
kapandığını
yaşamlarını
dile
getirmiş
olduğumu
düşünüyorum. Hepimiz adına bir üretimde bulunmak ve bu üretimin ödüllendirilmesi çok Nevruz Ebru Aksu
onur verici.
ve milyonlarca fotoğraf çektim.
Angelique: Ben yıllardır yazıyordum fakat yazdıklarımı
Bu
senenin
teması,
kimseyle paylaşmıyordum. 'Ten ve Tutku' temasını görünce,
“Ütopya”. Yarışmaya bu yıl
içimden yazmak ve yollamak geldi. Kazanmak, özellikle birinci
bir
kez
olmak ise, benim yazmak konusundaki özgüvenimi arttırdı.
olsan,
Yarışmadan
ararsın?
sonra,
hikâyelerimi
başkalarıyla
paylaşmaya
başladım; ve şimdi, hikayelerimi bir dergide yayınlayabilecek kadar az çekiniyorum onların okunmalarından. Öyküne
ilham
veren
katılacak
ilhamını
nerede Angelique
Yeşim:
Kaos
GL
Dergisi'ndeki, LGBT örgütlerinin web sitelerindeki, hareketin
kişi/kişiler
ile
paylaştın
mı
birincilik mutluluğunu? Ya da birincilik ödülünü?
ürettiği broşür ve kitapçıklardaki ve elbette gerçekleştirdiğimiz etkinliklerdeki kadın deneyimlerinde ararım.
Yeşim: İlham kaynağım, kişiden çok
Tibith: Yaşadığım toplumda değişmesini, daha iyi olmasını
yaşadığım ilişki. Hem öykünün kendisinin
istediğim her şeyde. Ursula LeGuin, Marge Piercy, Sarah Perkins
hem de ödülün, ilişkimde özel yerleri var
Gilman, erkek egemenliğinden arınmış toplumlarda yaşam, aşk ve
elbette.
ödülümü
kadınlar üzerine benim çok beğendiğim ütopyalar yazmıştır. Bu
kıracaklar diye ödüm kopuyor. Seramikten
Ancak,
kedilerim
yarışmaya katılacak öyküleri o yüzden ayrı bir heyecanla
bir ödül çünkü! Yazdığım öykü, birinciliği
bekliyorum.
başka bir öykü ile paylaştı. O öykü
Nevruz: Pek çoğumuzun ütopyası olan bir ülkede, Norveç'te
gerçekten çok -çok- özel bir öykü bence.
yaşıyorum şu anda. İlhamımı şu anda yaşadığım ülkeden alırdım
Oldukça
sanırım.
yaratıcı,
canlı,
inanılmaz.
Hayatımda okuduğum en güzel "kadın kadına" Yeşim T. Başaran
daha
metinlerden
birisi
o.
Angelique: Ütopya, üzerine çok fazla şey üretilebilecek bir
Yazarı,
konu başlığı bence. Ben bir hikâye yazacak olsam, ilhamımı
yazmaya devam ediyor mu bilmiyorum.
kendimden alırdım. Kesinlikle. Çünkü kendime ait ütopyalarla dolu
Umudum devam etmesi yönünde.
bir dünyam var.
Tibith: Öykümü, Kaos GL'ye yollamadan önce, ilham veren kişilerle paylaştım. Beni Winterson okumaya ilk yönlendiren kişi,
17
Nisan,
katılım
için
son
gün.
“Katılsam
mı…
Katılmasam mı…” demekte olan kadınlara bir notun var mı?
"ben fantastik öykü sevmem, iyi olmuştur herhalde" dedi,
Yeşim: Ben daha önce hiç öykü yazmadım. Herhangi bir
heyecanım sönüverdi. Fakat ben yazarken keyif almıştım, o yüzden
konuda birinci de olmadım. Dolayısıyla "öykü yarışması"na
başkalarıyla da paylaşmaya karar verdim aynı keyfi alanlar olabilir
katılmak benim yaşantımda sıradan bir olgu değil. “Bizlerin
diye. Öte yandan öyküyü, beğenmeyen ilhamıma e-postalarken,
yarışması” olduğu için katılmıştım. Hiçbir lezbiyenin veya biseksüel
yine onun tanıştırdığı, kendisinin de yazdığını bildiğim bir tanıdığa
kadının, "benim yazdıklarımın, yaşam deneyimimin ne önemi var
da yollamıştım. Hiç üşenmemiş, benim gözümden kaçan klavye
ki" demesini istemem. Nihayetinde biz, bu yaşam deneyimlerine
hatalarını tek tek işaretleyip, büyük bir mütevazılıkla düzeltme
dayanarak politika üretmiyor muyuz?...
önerileri yapmış; içerik konusunda da cesaret verici şeyler yazmış. En az benim kadar heyecan duymuştu öyküden; birincilik haberi geldiğinde
benden
daha
çok
sevindi.
Öykü
Tibith:
Anlatmak
istediklerini,
gerçek
ya
da
kurgusal
deneyimlerini en iyi onlar anlatır; bu işi başkalarına bırakmayıp,
vesilesiyle
kendi sözleriyle kendilerini ifade etsinler. Olanı değil, nasıl olmasını
arkadaşlığımız ilerledi, derken dönüştü. İki buçuk yıldır birlikteyiz.
istediğimi hayal etmenin, yazmanın, paylaşmanın keyfi için yazmış
"Lilith'e göre Yaradılış", birincilik ödülünü bir başka öykü, Dambırık
ve katılmıştım; çok da keyifli oldu.
rumuzlu (Yeşim T. Başaran) arkadaşımızın "Ayrı" adlı öyküsü ile paylaştı. Ödül bir sonraki sene, Ankara'da Homofobi Karşıtı Buluşma'da verildi, ancak aradan geçen sürede yeni bir yarışma yapılıp, ilk yarışmada iki öykünün birinci seçildiği unutulmuş ve sadece bir ödül hazırlanmıştı; seramik çalışmaları yapan bir
Nevruz: Her türlü azınlığın, kayıtlı bir tarihi olması çok önemli. Özellikle gelecek kuşaklar için. Yarışmada dereceye girmek değil önemli olan. Hepimizin her türlü yapıcı üretimi, 'biz buradayız!' diye bağıran barış çığlımızdır. Önemli olan bu çığlığa ortak olmanın verdiği iç huzurudur…
arkadaşımızın hazırladığı çok güzel bir levha. Yeşim o sene buluşmaya gelemedi. Ben de ödülü aldıktan sonra İstanbul'a, Yeşim'e gönderdim. Nevruz:
Öyküme
olmasa
Ütopyaları
varsa
kadınların
(olmadığını
düşünemiyorum bile!), ellerinden geldiğince yazmalılar. Kazanmak bir yere kadar önemli. Ben, hikâyemi Kaos GL'ye gönderirken,
ilham
verenler,
yaşamıma
ucundan
kıyısından ya da tam orta yerinden dokunmuş tüm arkadaşlarım. Hepsiyle
Angelique:
da,
hala
görüştüklerimle
paylaşıyorum
mutluluğumu. Angelique: Öyküme kimse ilham vermemişti; her şey benim beynimin içinde olup bitti. Bu sebeple, birinciliğimi iki-üç arkadaşımla paylaştım sadece. Ödül ile bir fotoğraf makinesi aldım
şöyle demiştim kendime: “Bu hikâye, hiçbir ödül alamasa da, ben hayalimi yazdım. Benim bir hikâyem var!' Dipnot: 1
2
Yeşim T. Başaran, “Ayrı” isimli Öykü ile 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi
Tibith, “Lilith'e Göre Yaradılış” isimli öykü ile 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi
3
Nevruz Ebru Aksu, “Bu Gece Boş Musun?” isimli öykü ile 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi
4
Angelique, “Sappho'yla Sevişmek” isimli öykü ile 3. Kadın Kadına Öykü Yarışması Birincisi
4. Kadın Kadına Öykü Yarışması'na katılım başladı! Artık gelenekselleşen, 1 Mayıs’ta sonuçları açıklanacak ve ödülleri 4. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'da verilecek olan yarışmanın bu yılki teması “Ütopya-m”. Ütopyalarımızı bir araya getirmek ve böylece çoğaltmak için, işte bir fırsat! Kadın kadına öykülerin var olduğunu görmenin, varlığının altını çizmenin ve “benim de bir öyküm var!” demenin tam zamanı. Siz de kâğıt, kalem ve ilham perilerinizi masalarınızın üzerinde hazır edip öykü yarışmasına başvurabilirsiniz. Ayrıntılı bilgi kaosgl.org’da.
13
birlikte
keşif
Seda Ergül ve Tuna Erdem beş yıldır beraberler. Sekiz yıl önce tanışan Tuna ve Seda'nın yolları beş yıl önce yeniden birleşiyor. Seda ve Tuna ile beş yıllık birlikteliklerini konuştuk.*
söyleşi: ono baran
14
İlk nerede, ne zaman birbirinizi gördünüz?
içerisinde “Buffy” dizisini izlemeyi teklif ettim. Dizi izleme
Seda: Ortak arkadaşlarımızın olduğu bir yemekte karşılaştık.
gurubuna Seda da eklendi.
Ben Tuna'yı yazılarından tanıyordum. Çok da tanımıyordum. Bir
S: Tanışmamızın üçüncü ayında aşık olduğumu fark ettim ve
arkadaş Tuna'dan çok çekici birisi diye bahsediyordu. Ben öyle
Tuna'nın bunu fark ettiğini ama nedense hiç belli etmediğini
ilgilenmeye başladım. İlk gördüğümde baktım mı bakmadım mı,
düşündüm. Tuna biseksüel ve açıktı, bense değildim, o yüzden
hiç hatırlamıyorum.
Tuna'nın bir şeyler yapmasını bekliyordum.
Tuna: Ben baktım. Sonuçta Seda butch. Bakınca lezbiyen
T: Ben farkında değildim, bastırmışım. Ama bir gün bir film
olma ihtimalini düşünüyorsun. Dolayısıyla o gözle baktım. Fakat
izlerken
son derece soğuk nevale olduğuna karar verdim. Mesafeli soğuk,
dudaklarını çok beğendiğimi söyledim. Seda bunu; böyle
ona yakınlaşmak bile mümkün gözükmüyordu. Yakınlaşmak bir
arkadaşlık ilişkisi olur mu diye sorgulamış.
yana “lezbiyen misin?” diye sormak aklıma bile gelmedi. Fakat
oyuncunun
dudaklarını
beğenmediğimi
Seda'nın
Nasıl oldu büyük öpüşme ve ardından orgazm?
tanıştığımda da bu konu tamamen kafamdan gitti. Olmadığına
S: Çalıştığımız okulun kısa film alanında yaptığı bir
ikna oldum çünkü o dönem beş yıldır birlikte olduğu bir sevgilisi
organizasyonun kokteyli vardı. Filmleri izledik, sonra diğer
vardı.
insanlar ile yemeğe gidildi. Sonra dans etmeye bir başka yere,
S: O ilişkimden önce başka bir kadınlar üç sene süren bir
sarhoş olundu ve hep beraber Anadolu Yakası'nda bir arkadaşın
birlikteliğim oldu. İlişki kötü bitti. Kadın sevgilimin ardından bir
evine gitmek için bir arabaya doluşuldu. Ben önde oturdum, Tuna
erkekle birlikte olmaya başladım. Her şey çok kolay olmaya
da benim kucağıma oturdu.
başladı.
Heteroseksüel
hayat
işte.
Bir
kere
herkes
çok
destekliyor. Peki, Tuna senin erkek sevgilin oldu mu? T: Ben Seda ile tanıştığımda 5 yıldır bir erkek ile birlikteydim. Bülent ile tanıştığımda benim lezbiyen olduğumu biliyordu. Çünkü Bülent'in kadın patronu olan kişi ile birlikteydim. İlk karşılaşma sonrasında ikinci karşılaşma ne zaman oldu? S: Bir konferansta karşılaştık. Tuna'nın yaptığı sunumu çok beğendim, çok zeki ve etkileyici olduğunu düşündüm. T: Ben Seda'nın git gide lezbiyen olduğuna inanıyordum, beden dili konuşma tarzı etkileyiciydi. Fakat bir arkadaşı ile yaptığı sunumu hiç beğenmedim. Ciddi sorularım vardı ve sordum. Kendisi ile arkadaş olma istediğimden emindim. Konuştuk ve arkadaş olduk. İki yıl süren romantik anlar
T. Ama her şey o arabaya doluşma anında başlıyor. Arabada fazla yer yok. Kucak kucağa oturmak zorunda kalıyoruz. (mutlu bir ses tonu ile) Bilinçli olarak mı Seda'yı seçtin? T: Arabada başka kimsenin kucağına oturmazdım. Tabii ki Seda'nın kucağına oturacaktım. Kucağına oturdum ve tahrik oldum artık lamı cimi yoktu. S: Karşıya gittik oturduk, TV izledik, muhabbet edildi ve bizde geri dönmemeye karar verdik. O sırada Bülent aradı Tuna'yı ve neden gelmiyorsun diye tartıştı.Sonra herkes uyumak için hareketlendi, bize bir oda ve yatak verdiler. Biz de uyumak üzere o yatağa geçtik. Sonra ımm sonrası biraz şey… T:
Ben
iyi
geceler
öpücüğü
vermeye
karar
verdim.
Yanağından öpmek üzere eğildim. S: Ben gerçekten öpüşeceğimizi zannettim ve öpüşmeye
başladık.
İlişkinizi nerede görüyorsunuz şimdi?
T: Öpüşmeye başladık tuhaf bir laf! Öpüştük sadece öpüştük
S: Çok iyi bir safhada görüyorum. En azından sevgili
ama sanki yer yarıldı. İki yıldır nasıl biriktirdiğimiz bir cinsel
olduğumuzdan bu yana ilişki olgunlaştıkça aştığımız safhalar var.
enerji varsa ortada, gerçekten öpüştük ve orgazm olduk.
Artık ilişki içerisindeki en asıl şeyleri aştık. Artık hayatımız ile ilgili
Orgazm olduk yeterli bir laf değil bu arada, 3 gün sürdü. Ve bu üç
planlarımız var. Ne yapacağız? Yurt dışına mı gidip yaşayacağız?
gün
İlişkimiz ile ilgili değil; ama beraber yapacağımız şeyler olduğu
içinde
sevgililerimize
durumu
anlattık
ve
ayrılmak
istediğimizi söyledik.
için ilişkimizi de ilgilendiren bir durum.
Bir şey sormadılar mı?
T: Bence de, sürekli seviye atlayan bir ilişkimiz var.
T: Bülent zaten hata yaptıklarını, benim biseksüel olduğumu, istersem bir taraftan kendisi ile bir taraftan Seda ile birlikte olabileceğimi söyledi. Bende, “aradığımı buldum dedim".
O
geceden sonra benim erkeklere dönmem gibi bir durum da
Tanıştığımızdan beri geldiğimiz en iyi nokta. Heteroseksüel ve lezbiyen seks pratiklerinizden yola çıkarak bizi biraz aydınlatır mısınız? T: Valla heteroseksüeller pek sevişmiyor. Bir seks hayatları
olamaz. Ben kendimi lezbiyen diye tanımlamaya başladım.
yok. Birisini arzuluyorsun, bu arzu önce ateşleniyor, onun
Başka bir seviyede başka bir şey yaşıyorum. Daha azıyla
çıkardığı yangın var, sonra maksimum bir büyüklük var, sonra kül
yetinmem mümkün değil.
oluyor. Sonra başkasına geçiyorsun. Seksin hayatta tüketilecek
Çevrenizdekilere söyleyince ne gibi tepkiler aldınız?
bir şey olmadığı fikri bende net olarak yer etmiş durumda. Ben
T: Pek tasvip etmediler. Söyledikleri şey ise; “Bülent ve
daha önce “Şöyle bir seks hayal ediyorum” dediğimde bana “Yok
Metin'i üzmeyin” idi. Biz sadece öpüştük ve bunlar oldu.
öyle bir şey” diyorlardı. Fakat varmış. Benim kendime 'lezbiyen'
Sevişmemiştik bile…
diyor olmamın sebebi orada tüketilmeyecek bir şey görüyor
S: Yanımızda çantalarımız ev ev geziyor ve sevişiyorduk. Bir
olmamdır. Başka hiçbir yerde böyle bir sonsuzluk görmüyorum.
süre bu şekilde yaşadık. Sonra Tuna ev aldı o evde biraz yaşadık
Burada bütün bu olasılıklar zincirinin geçilebileceği bir zemin
ve 1.5 yıl böyle geçti. Sonra da ilişkimiz rayına oturmaya başladı.
görüyorum. Seda'dan önce böyle bir duygu hissetmiyordum.
İlişkinizde beğendiğiniz ve beğenmediğiniz halleri
Bana göre herkesle yapılabilecek şeylerin sınırı vardı. Seda ile
söyler misiniz?
yapılabilecek şeylerin sınırı yok.
Tuna: Genel anlamda rolleri beğenmiyoruz. Seda sakin bir kişilik ben fevri biriyim.
S: Gerçekten mi? T: Evet.
Seda: Tuna'nın şu anki durumuyla bir sorunum yok
Sen ne düşünüyorsun Seda?
memnunum kendisinden. Ama illa ki bir şikayet arıyorsanız;
S: Seksin muhteşem bir şey olduğunu; sekse ne kadar çok
Tuna'ya bir soru sorulduğu zaman sorgulanıyormuş zannettiği bir
inanırsan, ne kadar çok emek sarf edersen katbekat iyi bir
hali var, hesap soruluyormuş zannediyor. Benim de arızam
karşılığını alıyorsun. Güzel bir gücü var o açıdan. Benim
olabilir, hangi ifade ile soruyorum onu da bilmiyorum. Bazen soru
kadınlarla seks deneyimlerinde teknik olarak şöyle bir fark oldu;
soruyorum, Tuna soruyu alakasız buluyor ama gerçekten bilgiye
biraz daha başlayıp bittiği ana kadar giden, hareketin daha
ihtiyacım olabiliyor. Cevap vermeyi reddediliyor. Sorgulandığını
yaygın olduğu, frekanslı, daha kuvvetli ama düzensiz bir salınımı
zannediyor ve Konuşmayı zorlaştırıyor. Ben o haline sinir
olan bir seks vakti gibi oluyor. Erkeklerle yaptığım seks de biraz
oluyorum.
daha hatları belli olan, inişleri/çıkışları daha dik olan, dinamiği
Lezbiyen bir çevreniz yok bildiğim kadarıyla, peki merak ediyor musunuz? S:
İlişkimizin
görüştüğümüz
3
4
fazla olan… Ama bunun dışında bir ilişkide olup insana neler kazandırabileceğimi ilk defa yaşıyorum. Sonuçta bir
senesi
arkadaşlarımız
izole
bir
va r d ı
şekilde
ama
geçti.
yine
de
izoleydi.Sonrasında bir kaç gey arkadaşımız daha oldu ve sizin
kadın ile bunları yaşıyorsam lezbiyen olmalıyım diye de düşünüyorum. Bir erkekle bu kadar rahat yaşamamıştım. Bir kadın ile de
rahatlığınızdan, konuşmalarınızdan biz başka bir seviyeye
yaşamamıştım. Seksin değiştirilemez,
atladık. Ben bir takım rahatsızlıklarımızın olduğunu, çevremizde
geliştirilemez
bir
şey
olduğunu
gey olmadığını söylüyordum. Lezbiyenlere ilişkin ise, bir merak
zannediyordum. Hâlbuki hiç öyle bir
var. Başka insanlar nasıl yaşıyorlar? Yani geylerin yoğun ve sahip
şey değil. Üstüne konuştukça çok
oldukları bir yaşam tarzları var. Takıldıkları yerler, birbirleriyle
büyük
konuşmaları, sevişme, ayrılma halleri var. Bilinen kodlar var.
ediyorsun. Keşif gibi…
Bunun karşılığında lezbiyen dünyada ne oluyor bunu öğrenmek istiyoruz. T: Biz bu gey çevreye girdik çok mutluyuz. Çünkü seks rahat konuşuluyor. Ben bundan daha önemli konuşulacak bir konu
bir
alan
Teşekkür
olduğunu
ederim.
fark
Son
olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Mutluyuz. Birlikte olduğumuz
olduğunu düşünmüyorum. Ama etrafımızda biraz daha lezbiyen
için
mutluyuz.
Lezbiyen
olsa bizim konuşacak başka konularımız da olacak.
olduğumuz için mutluyuz.
15
canım ailem
“her şeye rağmen yanındayız” Buse hayatımızda olduğu kadar annesi de ablası da, kardeşleri de hayatımızın içinde. Bu söyleşide Buse'nin ailesine açılma sürecini ve bu süreçte yaşadıkları üzerine konuştuk.
söyleşi: barış sulu Buse, bizim Buse, hepimizin tanıdığı, sevdiği… Kaos GL olarak, Buse'nin annesi ve babasını 2001 yılından itibaren tanıyoruz. 2001 yılında Buse bizimle beraber 1 Mayıs'a çıkacağı zaman Kaos GL'yi arayıp, “Amcan da gelmek istiyor, size alanda bir şey yaparlar, kötü sözler söylerler” dediğinde tanışmıştık.
zaman hareketleri kafamda soru işaretiydi. Kabul etme süreci nasıl oldu? Sanırım bir 8 yıl kadar görüşmediniz. Anne: İstanbul'a gitmişti. Oradan bana gelen telefonla zaten
Sonrasında 2003 yılında sempozyumda Buse'nin kız kardeşleri
bütün umutlarımızı yıkmıştı, hayatla bağımız kopmuştu. Eve
hep birlikte sempozyumun çalışmalarında seferber olmuşlardı.
kapattık kendimizi, iş yerini kapattık, neye çalışalım artık, kime
Buse
kendi tanıklığını
dinlediklerinde
16
olmadı. Acaba ben bunu niye mutlu edemedim diye düşündüm, o
hem
anlatacağı
kendileri
oturuma
ağlamıştı
gelip,
hem
Buse'yi
çalışalım, kapattık kendimizi. Ablası ordaydı, “gel bak çocuğun
bizleri
ne olmuş” dediğini duyar duymaz ben dükkânı diğer kardeşine
de
ağlatmışlardı. Buse'nin sempozyumda babasından tek bir isteği
bıraktım ve doğru İstanbul'a gittim. Enişteleri de kabul ediyor
vardı: “Kendisini kabul eden babasının artık kendisine Buse diye
gibi gözüktüler; ama kabul edemediler. Kabul etmemeleri,
hitap etmesini istiyordu”. Buse'nin konuşması sonrasında
çoluğuma çocuğuma bulaşacak korkuları da beni çok yıktı, çok
ellerinde çiçeklerle sahneye çıktılar. Pembe Hayat Derneği'nin
yıprandım yani. Herkesin evladı kendine çok tatlıdır, ben
kurulması aşamasında Buse ile yeniden ailesinin evlerinin yolunu
çocuğumu atacak ailelerden değildim; hayatta da atmazdım,
tuttuk, annesi de babası da Buse'ye güvendiklerini ve Buse'yi
atmadım da, ne ablaları attı ne de biz attık. Babası “kesinlikle ben
desteklediklerini söylediler. 2007 yılında Homofobi Karşıtı
görmeyeyim” dedi ve kabullenmedi. “Gördüğüm an öldürürüm”
Buluşma'da Pembe Gri oyununu izlemeye geldiler. Pembe
dedi. Biz de bunu babadan uzaklaştırdık ve ablası elini üstünden
Hayat'ın masrafları için yaptığımız yemekte annesi geldi,
çekmedi. Ayrı ev tutmak istedi, biz illa eve, buraya getirmek
mantılarımızı yaptı. Buse cezaevinden çıktığı gün, Buse'nin 30'a
istedik. “Hayır, ben gelmem” dedi. Ben de doktor aramaya
yakın transeksüel arkadaşıyla birlikte Buse'yi almaya beraber
başladım, onu kabul etti, “tamam geleceğim” dedi doktora,
gittik. Sonrasında hep beraber annesinin evinin yolunu tuttuk,
bütün tetkiklerini yaptırdım. Doktor kadınlık hormonlarının fazla
yemek yedik.
olduğunu söyledi, biz neden fark edemedik diye söylenince,
Buse'nin
açılma
sürecinde
neler
yaşadınız?
Çocuğunuz transeksüel kimliği ile ilgili bir şeyler seziyor muydunuz? Bahtışah Kafamızda
tavırlarından
çocuklarında
bile
olabilir
ve
onlar
da
fark
doktora yalvardım, “ne olursun çocuğumu düzelt, iyileştir, Kılıçkaya:
hiç
arkadaşıyla
“doktorların
edemeyebilirler, siz kendi kendinizi suçlamayın” dedi. Ben de
Kesinlikle
soru
işareti
geldiği
zaman
bir
şeyler
yoktu.
hiçbir
şey
16-17
arkadaşının
hissetim
ve
sezmedik.
yaşlarında
bir
hareketleri
ve
bu
kapınızda köle olurum” dedim. “Yeter ki çocuğumu bana yeniden kazandır” dedim. O da geri dönüşün olmadığını söyledi. Bundan sonra da çocuğumuzu bırakmadık, hiçbir zaman için,
arkadaşıyla
Ankara - İstanbul arası mekik dokuduk ve hala da ben üstüne
konuşmamasını, onunla ilişkisini kesmesini söyledim. O da tabi
titrerim. Evet, kendi kendimizi yiyoruz, bitiriyoruz. 5 yıl sonra
farklı yerlerde gitmiş buluşmuş bizi dinlemeyip.
İstanbul'dan geldiği zaman saçlarını uzatmıştı Buse; babası
Mustafa Kılıçkaya: Ben de hiç fark etmedim.
“saçının teli yüzüme değdiği an şuramda bir damar koptuğunu
Anne: Çocukluğunda kız arkadaşlarıyla oynardı sürekli,
hissettim” dedi ve 3 gün içinde dayanamadı felç oldu.
erkek arkadaşları ile bağ kurmazdı. Ondan sonra bir komşumuz bana; “arkadaşlarıyla konuşurken kıvırarak konuşuyor farkında
Benim birçok transseksüel arkadaşım var ve ailesiyle görüşen
aralarında
tek
bildiğim
Buse;
yani
aileler
mısın?” dedi. Ben de, “hep ablalarıyla muhatap oluyor, bundan
çocuklarıyla görüşmeyebiliyorlar, sizin gibi örnekler
dolayı olabilir” dedim. Yoksa aklımın köşesine bile gelmedi.
nadir…
Buna doğum gününde bir künye almıştım ama hiç mutlu
Anne: Biz hiçbir çocuğumuzu atamayız, ben damatlarıma da
dedim; çocuğum benim yanımda kalır, benimle olur, ben kölelik
Hani bir baskı var ya, bu açılınca rahatlamakla ilgili bir
yaparım, hizmetçilik yaparım, çocuğuma yine bakarım. İlk
durum, bir sürü zorluk yaşıyorsunuz zaten. Ondan sonra
dönemlerde hiç kimseyi kabul etmezdim, kimseye de gitmezdim.
artık “aman be” diyorsunuz, nerdeyse her şeyi karşınıza
Kendimi eve kilitlemiştim. Ablaları çok büyük yıkımlara uğradılar,
alıyorsunuz,
almak
istemesiniz
de
aldırılıyorsunuz;
aileyle, evlilikle de bir bağları kalmadı, 4 yuva birden sarsıldı
toplumu, ailenizi karşınıza alıyorsunuz, ondan sonra artık
yani.
yapacak bir şey kalmıyor. Yıllarca kötü şeyler yaşatıldığı
Yani şekil olarak önemli olmaması gerekiyor, şekli ne olursa olsun o sizin çocuğunuz…
için “ben senin gibi topluma niye saygı göstereyim”e dönüşebiliyor.
Anne: Tamam, o benim çocuğum elbette, şekli ne olursa olsun; ama çevrenin baskısı, çevrenin dedikodusu daha çok yıprattı, o daha çok bitirdi.
Anne: Ama sen saygıyı topluma göstermiyorsun kendi kişiliğine gösteriyorsun. Zaten
Buse size açılmadan önce eşcinsellik ve transeksüellik konusunda her hangi bir bilginiz var mıydı?
dışlanıyorsam
ben
napayım,
yeter
artık
denilebiliyor… Anne: Sen kendi kişiliğini, gururunu, aileni, namusunu ön
Anne: Hiçbir bilgimiz yoktu, ilk eniştesine söylemiş ablası nişanlıyken, “ben bu durumdayım; ama ne olursun, sana
plana getirirsen kimse seni dışlamaz, aile de dışlamaz, çevre de dışlamaz;
hakikaten
böyle
bir
durumda
o
hareketleri
yalvarıyorum annemle babama söyleme çünkü onlar bütün
gösterdiğinden iyice dışlanıyorsun. Giyim, kuşam, konuşma
umutlarını
tarzı, hareketleri ile aileleri yerin dibine sokmasınlar. Aileleri her
bana
bağlamış.
Onların
umutlarını
karartmak
istemiyorum” demiş. Ben de şimdi o eniştesine hınç duyuyorum, acaba neden önceden bana söylemedi, keşke bana söyleseydi,
zaman arkalarındadır, ailelerini küçük düşürmesinler. Bir
çok
aile
yanında
intihara
olamıyor
çünkü doktor küçükken bir tedavi uygulanırsa düzeleceğini bize
zincirleyenler,
söylemişti, ben de acaba önceden bana söyleseydi bu yıkımı
elleriyle öldüren aileler de var…
ama,
sürükleyenler,
olmuyor;
hatta
kendi
sonradan yaşamasaydım diye o eniştesini suçladım. Uzman
Anne: Ben ölene kadar yanındayım. Asla öyle baskımız
doktora gittik, bunun böyle olmadığını söyledi, bu halinden
olmaz. Bir gün İstanbul'da bana öldürüleceği haberi geldi,
memnunsa geri dönüş olmadığını söyledi ve öyle ikna olduk. 2003’deki Kaos GL Sempozyumuna Buse konuşmacı olarak katılmıştı…
taksiye atladım, yolda rastladım, taksiyi durdurttum, Buse'nin koluna yapıştım, “anne nerden çıktın?” dedi, yanında kaldığı aile buna kötülük yapacak diye duymuştum, sonra beraber gittik
Anne: Babasıyla taksi tuttuk, “muhakkak gideceğiz” dedik ve
eve, masaya yumruğumu bir vurdum, “ben varım artık burada,
gittik. “Anne gelin böyle böyle bir sempozyum var katılmanızı
hayatta kimse benim yavruma zarar veremez” dedim. O gece
isterim” dedi. Çok güzel bir konuşma yaptı, ablaları da biz de
sabaha kadar çocuğumun yanında yattım, kötü durumdaydı,
birer çiçek aldık götürdük, ablaları da kutladılar. Doktorlardan da
sabah kalktığımda “ya geleceksin çocuğum ya da artık yok benim
bayağı
sen gibi evladım” dedim, yani sözüme gelmiyor napayım, evime
rahatladık, o konuşmayı da dinleyince açıldık, rahatladık. Ne
bayağı
bilgilendik,
oradaki
arkadaşlarını
görünce
gel, ailemin içinde ol başka hiçbir yerde olma. Babası da
kadar rahatlasak da ne kadar benim çocuğum Allah tarafından
hasretine dayanamadı “gelsin” dedi.
böyle yaratılmış, alnında yazılmış desek de, aslında hala içimize
Ailelere iletmek istediğiniz mesaj var mı?
sindiremedik. Çocuğum, ben ne kadar rahatlasam da çevre
Anne: Ailelere söyleyeceğim tek bir söz var; bu yavrular
kabullenmiyor, çevre sürekli bir boşluk arıyor, haliyle aile
bizlerin yavrusu, hayatta evlatlarını atmasınlar, o çocuklar
yıpranıyor. Buse nasıl bir çocuktu? Anne: Buse çok temiz kalpli bir çocuktur, çok iyi niyetlidir, tüm köylü onu kucakladı sevdi, şimdi kimin yanına giderse de kucaklarlar, severler; ama dışarı çevre, bilmeyenler kötü bakabiliyor. Baba: İşte bu ilk doğduğunda ben silah patlatmıştım, nasıl bir sevinmiştim, kurbanlar kestik, bir sünnet düğünü yaptık
atılmaya gelmediler bu dünyaya, bu hayatı seçmeyi, böyle olmayı onlar da istemezlerdi. Ailelerden tek isteyeceğim; yavrularını kimsenin yemi yapmasınlar, sakın ve sakın yalnız bırakmasınlar… Baba: Benim bütün her şeyim Buse, diğer kızlarımı hiç düşünmüyorum, hepsi evlendi, düzen kurdu, rahatlar. Ölünce elimde ne
ağzın açık kalır o sünnet düğününü görseydin… Ama şimdi köyde
varsa Buse'ye
başım yukarıda yürüyemiyorum işte.
vereceğimi
Anne: Bir de sizin ortamdakiler hakikaten fevri davranıyor, onu da kabullenemiyor insanlar, hepsini aynı kefeye koyuyor. Acaba herkes kötü yolda mı, herkes şunu mu yapıyor, herkes bunu mu yapıyor, bu da onlardan diyerek, dışlanıyorlar. Konuşma, hal ve hareketleri, giyim kuşam tarzları hepsi kendilerinin aleyhine oluyor.
duyururum…
17
kahvehane söyleşi: aykan safoğlu
Eğlenmenin İki senedir İstanbul Onur Haftası Etkinlikleri kapsamında kendimizi DJ İpek´in müzik yaptı ğı bir partide dans eder buluyoruz. Berlin`de 11 senedir her ay SO36`te düzenlenen Gayhane partilerinin resident DJ`yi İpek´in seti olmasa, birbiri ardına koyduğu plaklar ile kendimizi deli danalar gibi pistte bulmazsak homofobiden de arınmış hissedemeyeceğiz. İpek de her sene bizi kendimizden geçirmekten keyif alıyor. Kendi tabiriyle DJane İpek ile “bu işin sı rrı nedir” üzerine laflama fı rsatı bulduk. Açı lma, lezbiyenlik, homofobi ile mücadele, politika ve müzik ve dayanı şma gibi konuları n birbirini kovaladı ğı bu güzel söyleşiyi sizlerle paylaşmaktan Kaos GL olarak onur duyuyoruz.
fotoğraf: daniel pasche
Politikası
Kaos GL okuyucularına kendini biraz tanıtabilir misin? Nasıl açıldın? 1982'den beri Berlinde yaşıyorum, aslen Münih doğumluyum. 91-92 yılında açılmaya başladım. Sanırım 16 yaşında ilk defa bir kadınla öpüştüm. Bu süre zarfında kendimle çelişkide idim, erkeklerle de birlikte oluyordum ve ailemin de bundan haberi vardı. İlk açıldığım kişi benden 4 yaş büyük ağabeyimdi, gayet rahat karşıladı. Annem de aşık olduğum
bir
kadına
yazdığım
mektupları
ben hala özgürce ve rahatça sokakta eşcinselliğimi ifade edemiyorsam, demek ki bu dünyada hala bir şeyler yanlış ve homofobi var.
cinselliği. “Erkek kardeşin böyle bir şeyle çıkıp gelseydi, ceheneme kadar yolu var” dediğinde erkek ve kadın eşcinselliği arasındaki farkın da çok büyük olduğunu anlamış oldum. Bir de kız arkadaşımın güleryüzü, ev işlerinde yardımcı olma gayreti, dedem ile anneannemin gözünde lezbiyen algısını değiştirdi. “Aaa, bak lezbiyenler demek böyle oluyormuş” dediler. Yani insanların ortak noktalarını bulabilmeleri çok önemli. “Ya, bak. Benim de iki gözüm, iki kaşım var; ben de kıskanabiliyorum, ben
bulduğunda ilk defa lezbiyenliğimden haberdar
de karasevda yaşıyorum” demek çok önemli. Dayım
oldu. Verdiği tepki, “yaşayacaksan kimliğine sahip
gibi
aile
bireyleri
ile
tam
da
lezbiyenliğimi
çık, ben seni ne geri teperim, ne de desteklerim” oldu. Daha once
adlandırdığımda sorun yaşadım, oysa ki birlikte zamaparalığa
bunları konuşmaktan çok çekindiğim annem ile bu konuları
gidiyoruz, “adlandırman gerekli mi?” dedi.
konuşmak benim için büyük bir rahatlama oldu. Daha sonra 1
Peki sence gerekli mi? Politik olarak adımızı koymak?
seneliğine İngiltere'ye gittiğim bir dönem oldu, annemden uzak
75 yaşındaki dedem bana kalkıp iki kadın sevgili olunca
kaldığım bu dönem benim için bir deney süreci oldu. Oradayken
lezbiyen mi oluyor? diye sorabiliyorsa ben neden korkayım.
Kıbrıslı Eşcinseller grubundan haberdar oldum, Türkiyeli bir gey
Dayım bu büyüklüğü getiremiyorken, onun babasının yaşına
ile tanıştım. İkimiz de bir arayıştaydık ve ben gitgide kadınlara ilgi
rağmen kendince gösterdiği destek bana çok moral oldu. Ben
duymaya başladığımı farkettim. Döndüğüm zaman Berlin'de Gay
sahip olduğum bu ayrıcalıkla başkalarına yardımcı olmalıyım diye
Pride'a katıldım ve burada da Türkiyeli lezbiyenler ile tanışma
düşündüm. Yine benim ailem solcu, açık, bakire olmadığımı açık
fırsatım oldu. Bu kadınlarla birlikte Türkiyeli Lezbiyenler grubunu
açık konuştuğum bir aileden geliyorum; ben 7-8 sene bunları
kurduk.
Anneme
açıldıktan
bir
sene
sonra
kendisine
lezbiyenliğimi hatırlattığımda aynı şeyleri yineleyince bende bir
yaşıyorsam, diğer tutucu ailelerde neler yaşanıyordur. Politik olmak çok önemli, benim
rahatlama oldu. “Millet ben lezbiyenim” diye ortalarda dolaşmaya
lezbiyenliğim Türkiyeli
başladım, bu çok büyük bir rahatlama idi. Zaten küçüklükten beri
olmamdan ayrışık bir
annemin eve getirdiği Bollywood filmlerinde film yıldızı Amitabh
şey değil sonuçta. En
Bacan ile kendimi özdeşleştiriyordum, o da benim gibi çirkin
büyük ortak noktam
biriydi, rol arkadaşı Reka ise tam rüyalarımdaki kadındı. Kadından
olan insanlar
o kadar etkilenmişim ki, anneme “Hint kadınları neden bu kadar
Türkiyeliler olduğu
güzel” diye sormuşum. Beni terslemişti ama o da sonra itiraf etti,
için, kendi
meğer o da denemiş...
tecrübemden
Aileden
bu
kadar
bahsetmişken,
LİSTAG'dan
haberdarsın. Aile ne demek senin için? Veya ailenin önemi? Anneme açılmamın ardından ilk kız arkadaşımla beraber Türkiye'ye gitmeye karar verdik. Anneannem ve dedemin yanında
kalacaktık.
Kız
arkadaşımla
birlikte
dedemlere
gitmekten çekiniyordum, bunu anneme açtığımda annemden yine beklemediğim bir tepki aldım: “Uymazsa çeker kapıyı gidersin, onların eline bakacak değilsin, ya?” İnanır mısın bu da bana çok büyük bir destek oldu. Türkiye'de kız arkadaşım ile beraber yatacağımızı söylediğimde yine beklenmedik bir şekilde dedemin desteğiyle karşılaştım. Dedemin daha sonra bana büyük bir dürüstlükle sorduğu soruya ben de aynı dürüstlükle cevap verip “lezbiyen olduğumu” açıkladım. Dedemin eşcinsel evlilikleri merak ettiğini, bu konularda daha da bilgilenmek istediğini konuşmanın gidişatından anladım. O da benim lezbiyenliğimi çakmıştı. Ziyaretin sonuna doğru belki de beni Alamancı saydıkları için Herhalde
lezbiyenliğimin kabul gördüğünü farkettim.
Türkiye'de
yaşasaydım,
kabul
görmezdim.
Cumhuriyetçi, muhafazakar bir adam, onun için tek misal benim tabii... Bir de kendini tehlikeye sokmayan bir şey, kadınların
19
Kendimden
insanın ezilmesi bile, diğer insanları ilgilendirir. Bu sınıfçılık,
biliyorum, çok yalnızlık çektim, bu yüzden başkalarını aradım; bu
yola
çıkarak
başkalarını
aramaya
başladım...
kapitalizm yüzünden, bu insanın renginden, sakat olmasından
da en güncel politika. Grubumuz da böyle ortaya çıktı, herkesin
kaynaklanıyor olabilir. Yanyana durmak lazım. Yani mesela ben
biraraya gelme amacı farklıydı. Bazıları kadın kadına eğlenmek,
Türk olarak büyüdüm, sonra Arap ve Kürt olduğumu da
bazıları Türkçe'sini ilerletmek için geliyordu. Benim için cinsellik,
öğrendim; Çerkezlik de var mesela. Göçmenim, kadınım, vs...
göçmenlik önemli konulardı. Sonuçta bu çabamız bize Türkiye
Tüm bu özelliklerim yüzünden eziliyorken, kalkıp ben ezilen bir
üzerine de şeyler öğretti, aramızda “Türk Türk” bir kadın vardı
insanım ben başkasını ezemem dememek gerekiyor. Pekala da
sonuçta...
potansiyel olarak ırkçı olabliirim. Mağdur edebiyatı önemli ama
Bir lezbiyen topluluğu olarak gidip eğlenmemiz bile çok politik
gelmiyor.
Ayrıştığımız bir zaman da geldi... Bazılarımız daha görünür bir
katmanlılığı” diyoruz. Buna dikkat etmek lazım.
mücadele sürdürmek istedi, ben de dahil; bazıları hayatlarında yeteri kadar ırkçılık, cinsiyetçlik yaşadıklarını öne sürerek bize katılmayıp
yollarını
ayırdılar.
Buna
sonuna
kadar
Biz
buna
“baskı
uygulama
sistemlerinin
çok
Nitekim baskılamanın yaygın olduğu bir toplumda büyüdüm, bunlardan tam arınmış değilim; bunları sorgulamak lazım.
saygı
duyuyorum; ama ben hala özgürce ve rahatça sokakta
Yaptığın müzikle bunu sorguluyor musun?
eşcinselliğimi ifade edemiyorsam, demek ki bu dünyada hala bir
Çok tesadüfen, istek üzerne; sen Türksün, ya işte bize sizin
şeyler yanlış ve homofobi var. Bu yüzden sokağa dökülmeyi hep
müziklerinizi çalsana dedikleri için SO36 da DJlik yapmaya
önemli buldum. Bunu özel hayat deyip bir kenara itemezsin,
başladım. Ve aynen lezbiyen grubu kurmakta olduğu gibi,
Ahmet/Mehmet'in karısıyla sokakta yaptığı şeyleri ben sevgilimle
beraber olmamız gerektiğini hissettiğim için DJlikte ısrar ettim.
yapamıyorsam bu özel hayat filan değildir, düpedüz politikadır. Ve
Sonra Gayhane kuruldu ve ben de DJ olarak alındım. Yani bazıları
bunu da insanlara anlatmak lazım.
gelir, “ya bu ibneyi ne çalıyorsun”der, ben de “abi, ben ibneyim.” -
Hem Berlinli hem İstanbullu sanatçı olarak Türkiye'de olan bitenlere nasıl bakıyorsun?
“Şu Kürtçüyü çalmasan olmaz mı?” -“Valla olmaz.” Benim çaldığım müzik, Balkan'dan, Ortadoğu'ya çok geniş bir
90larda yaptığım ziyaretlerde kendi kendime yaptığım
20
mağdur olmam benim de başkalarını ezemeyeceğim anlamına
bir uğraştı bence, bir türkü bara gidip rakı içebilmek mesela...
yelpazem
var.
Yani
insanların
kafalarında
kurdukları
araştırmalar sonucu, kafe kafe dolaşarak en sonunda Bilsak 5.
oluşturdukları
Kat'ı bulmuştum. O gün, orada bulunan insanlarla “Venüs'ün
mümkün. Burada alternatif Pride'da mesela bir trans ile bir kapalı
sistemleri
müzik
vasıtasıyla
sorgulatmak
Kızkardeşleri”ni kurduk mesela. Karşılıklı deneyim aktarımı için
anne ele ele tutuşup halay çekebiliyorsa, bu çok harika bir şey. Bu
planlar yaptık, birtakım kitaplar bıraktım vs... Bu deneyim sonra
açıdan bizim alternatif Pride'ın İstanbul Pride'ına benzetiyorum.
1-2 sene daha sürdü. Yani ben bir göçmen olarak Türkiye'ye hep
Yani kalabalık bir CSD* fikri de bana çok yabancı gelmiyor ama
ilgi duydum. Belki lezbiyenlik orada hep Avrupa'dan ithal bir şeydi
politik talepler yansıtılabildiği sürece...
ama benim okuduğum kitaplarda lezbiyenlik vardı. Ben o lezbiyenliği keşfedebilmek içn Türkiye'de dolaştım. Lezbiyenleri kurtarmaktan ziyade kendim için varolduklarını ispatlamam gerekiyordu. LGBT
hareketine
Peki
yaptığın
müziği
ve
projeleri
daha
detaylı
anlatmanı istesem? Kendimi hiç sınırlandırmak istemediğim için Pekin'den, Yemen'e, New York Nublu'ya bir sürü yerde çaldım. Touareg erkek
baktığında
politik
olarak
nasıl
buluyorsun? Ben Lambda'yı çok seviyorum. Kaos'un deneyimi çok önemli. Belki cuntalarla apolitikleştiği için Türkiye'de bu konuları konuşmak hep lüks kaçtı. Ama bu tavrı biraz ukala buluyorum. Bir
şalını takıp Touareg Çölü'nde çaldığım gibi. Yemen'de sırf kadınlara çaldığım da oldu. Mısır, İsrail, Filistin... Prodüksiyon da yaptım. Mesela diller, müzik türleri ve müzik konuları üzerine Almanya'daki
Türkiyeli
göçmen
müzisyenlerle
birlikte
“Import/Export a la Turca” isimli deneysel projeyi gerçekleştirdik. “Beyond Istanbul” şimdi ikinci proje... Mercan Dede, Hüsnü Şenlendirici, Sertab Erener'in arkasında açık lezbiyen bir dj olarak müzik yaparak biraz da müzik piyasası içinden bir dönüşümü amaçlıyorum. Hem de benim olduğum ortamda gey ve lezbiyenler emniyetteler, benim onları koruyacağımı bildikleri için partiye geliyorlar... Kaos GL okuyucularına söylemek istediğin bir şey var mı? Kaos GL'ye abone olarak başka bir dünyayı mümkün etmek için bir adım atabilirler. Ben Kaos GL'nin varlığını bu dünya hayali için çok önemli buluyorum. Desteklememiz lazım... Ayrıca buradan bu seneki İstanbul Onur Haftası etkinliklerinde herkesi müziğimde dansetmeye çağırıyorum. Gelin, sesiniz, sesimiz olsun. *Christopher Street Day
nefret
DOSYA:
“…anladım ki “azınlık” olan herkes, hayatın ve dünyanın neresinde olursa olsun, neresinde durursa dursun, nihayetinde "azınlıktır” ve en küçük bir ayrıntıda, sıradan bir kıvrımda veya alelade bir diyalogda, bunu bir “ yazgı” gibi taşımak zorunda olduğunu bazen yüreği sızlayarak, bazen sarılarak, bazen de öleyazarak kavrar…” fotoğraf: yağmur sesinde, 2009, hakan aydoğan
Baki Koşar, “Kilidi Sırlı Anahtar”
rahat-sız
“her şey yerli yerinde” mi?... “Farklı olana duyulan nefret bir kişiye duyulandan değişiktir; nesnesi yoktur. Nesnesiz şiddet uygulayan sürünün içindeki insan kendi aşağılanmasını temsil eder" Türker Armaner - Taş Hücre
salih canova salih@kaosgl.org
Orta
22
Anadolu'da
tüm
akrepler
GL'yi arayarak öldüğünü söyleyene dek...
zehirli oldukları düşünüldüğü ve
Ege'nin ölümüyle sonuçlanan ve kayıtlara sıradan bir intihar
geleneksel olarak da lanetli ilan
olarak geçen bu öyküde de olduğu gibi, kayıtlara nefret cinayeti
edildikleri için temas edilmeden
olarak geç(e)meyen binlerce eşcinsel cinayeti, intiharı var ve bu
öldürülürler. Bugüne kadar kimse
ölümlerin
akrep
geçememesi tam da ölenlerin-öldürülenlerin zaten birer eşcinsel
sokmasından
ölmediği
kayıtlara
“eşcinsel
cinayeti,
intiharı”
olarak
halde, görüldükleri yerde akreplerin etrafına küçük bir saman
birey
kümesinden dairesel bir ateş yakılarak alevlerin ortasında kalan
kaynaklanıyor mu? Nefretin ürettiği katiller, etraflarına ördüğü
olarak
hayata
kayıt
geçememiş
olmalarından
hayvanın zehirli iğnesini kendine batırıp kendi kendini öldürmesi
ateş duvarının içinde eşcinselleri usul usul yakarken, eşcinsellere
sağlanır. Alevlerin yaydığı sıcağa dayanamayan zavallı akrepler
dönük nefrete dair şuncacık olsun sorumluluk duymadan, aksine
bir süre sonra, acıdan kurtulmak için yaşamlarını devam
çoğu zaman bu ölümler aracılığıyla daha “arı” bir topluma bir
ettirebilmenin temel aracı olan zehirlerini yok olmak için kullanır
adım daha yaklaştığı için sevinir, kurbanına dokunmadan
ve kendi iğnelerini batırırlar bedenlerine. Temiz iş! Büyük
öldürmeyi vicdanlı bir öldürme biçimi sayarak vicdanlarını
olasılıkla
aklarken, “ölen ölüyor, kalan sağlar” kimsesiz geziniyor hayatın
bu
akrepler
aslında
alevlerin
yaydığı
sıcaktan
kavruldukları için ölüyorlardır; ama kurbanının kanını eline
içinde. Ve biz eşcinseller, kalan sağlar olarak, bir gün sıranın bize
bulaştırmayan katillerin de bir vicdanı olmalı ki, bu vicdanı
de gelebileceğini, bir üçüncü sayfa haberinin altına süpürülerek
aklamak akreplerin zehirli iğnesine düşer hep.
görünmez kılınan şiddet dolu hüzünlü öykülerimizi kimseciklere
Eşcinsellik ve ölüm/öldürme arasındaki ilişkiye baktığımızda
anlatamadan, ölümümüzün sorumluluğu bir tek bizim -zaten
çoğu zaman herhangi bir dolayıma gerek duyulmadan öldürülen
birçok şey yüklenmiş- omuzlarımıza yüklenerek bu dünyadan
eşcinseller, öldürmenin olanaklı olmadığı ya da göze alınamadığı
ayrılabileceğimizi biliyoruz. Çünkü Ege Tanyürek de bir eşcinseldi
durumlarda bütün yaşam alanlarında dayanılmaz bir baskı altına
ve bir önceki eşcinsel cinayetinin-intiharının ardından hayatın
alınır ve bu baskı altında nefes alamamanın bir sonucu olarak da
içinde gezinen kimsesiz sağlardan biriydi. Yazık ki artık sağ
kendi kendilerini öldürürler. Yaşadığımız coğrafyanın eşcinsellere
değil...
sunduğu homofobik atmosferde boğulmamak için nefeslerini
İşte kalan sağlar olarak herhangi bir gazetede Taksim Gezi
tuta tuta yaşayan eşcinsellerin intihar öykülerinin kendi iğnesiyle
Parkı civarında dolaşırken tanıştığı “zayıf, narin yapılı, güçsüz”
kendini
öldürmek
zorunda
bırakılan
akreplerin
hüzünlü
öyküsünden ne farkı var? Hiç!
erkekleri öldürdükten sonra kuyuya atan bir "yerli seri katil"in haberini
Geçtiğimiz yıl Kaos GL'nin düzenlediği Yerel Muhabir Ağı eğitimine birlikte katıldığımız ve hem eğitim boyunca her söz
okurken,
biz
eşcinseller
için
bu
haberin
diğer
haberlerden ve diğer okurlardan ayrı bir anlam taşımasının sebebi;
görünmezleştirilen,
dolayısıyla
olağanlaştırılarak
aldığında hem de eğitim sonrasında gönderebildiği birkaç
hayatlarımızı sonlandıran nefretin, aslında nasıl da açık seçik,
haberde eşcinsellerin özgürleşmesine dair hevesini, inancını,
nasıl da orta yerde olduğunu sık sık deneyimlemiş olmamızdır.
umudunu yansıtan Ege Tanyürek, bu eğitimden yaklaşık iki ay
Öldürülmeye “alışmış” bir kimliğin pek aşina olduğumuz
sonra Adıyaman'da bulunan evinin tavanına astı kendini.
kodlamalarının bilgisine sahip bireyler olarak, öldürülen “zayıf,
Ailesinin bu intihar-cinayetle ilgili polise verdiği ifade bir
narin, güçsüz” erkeklerin eşcinsel olup olmadığını bilmiyoruz,
çocuğun bile inanmayacağı türdendi; Ege internette biriyle
katil “itiraf etmedikçe” de öğrenemeyeceğiz; ama bildiğimiz bir
sohbet ederken “şaka” olsun diye kendini tavana asmış
şey var ki yaşarken eşcinsellikleriyle yaşayamayan “zayıf, narin
ancak ipten kurtulamadığı için boğulmuştu. Gürültüler
yapılı, güçsüz” erkekler zaten birer eşcinsel olarak ölemiyor da.
üzerine odasına koşan kardeşinin tüm çabasına(!) rağmen
Kimi zaman bir kuyunun karanlığında, kimi zaman evinde cansız
boynu kırılmıştı Ege'nin... Kaldırıldığı hastanede birkaç ay
bedeni kokana kadar kapısı çalınmayarak, kimi zaman E-5'te
yaşama tutunmayı başarabilmiş olsa da, biz böylesine
paramparça edilerek, kimi zaman da Ankara'nın orta yerinde
hevesli birinin bir daha Kaos GL'ye neden yazmadığını
kafasına bir tane sıkılıp işi kolaycacık bitirilen, cenazesi ailesi
merak
tarafından alınmayan, alınsa bile asla eşcinsel olduğu kabul
ederken
Ege'nin
Haziran
ayının
ortalarında
öldüğünden habersizdik. Ta ki bir gün bir arkadaşı Kaos
edilmeyen,
hiçbir
eşcinsel
arkadaşı
mezarlığa
bile
yaklaştırılmayan öksüz ölüler olarak üçüncü sayfa vesikalıklarına
suçu yükleyecek bir uşak arayan izleyicilerin tümü o uşağı bulup
dönüşen bu insanların kimlikleri nedeniyle organize bir nefretin
işaretliyordu yine “okur yorumları”nda. E öyleyse ölen de
odağında oldukları için öldürülmüş olabileceklerini öne sürmek
“götünü siktirmeseymiş canım!”, “bir pislik daha temizlenmiş”
de vicdansızlıkla zehirlenmiş akıllar için “kendini mazlum
miş... muş... Masal anlatır gibi cinayet haberlerine yorum yazan
kılmaya” çalışan eşcinsellerin, "eşcinsel cinayetleri politiktir;
bir kalpsizliğin, azıcık vicdanı olan herkesi çileden çıkartacak
katili biliyoruz" diyen eşcinsellerin durumdan vazife çıkarma
cümleleri çoğaltarak kimsenin kalbini daha da deşmenin manası
çabaları olarak algılanabiliyor. Oysa durumdan vazife çıkarmayı
yok. Katil bu cinayette de suçu “nefret suçu” kapsamında
layıkıyla yerine getirebilseydik belki de bugün Ege aramızda
değerlendirilmediği için yargılanamadığı gibi, cinayet gerekçesi
olabilir, aramızda olmasa bile hiç değilse onu saran ateşi harlayan
olarak sunduğu gerekçelerle “nefret suçu” işlemeye devam etti.
eller “nefret suçlusu” olarak yargılanabilirdi. Yargılanamıyorlar...
...
Çünkü nefret suçu yasalarca tanınmadığı ve tanımlanmadığı gibi,
"Taşrada eşcinselin bir günü daha sona erdi. Hala karmaşık
öldürülen her eşcinsel, toplumsal vicdansızlığın bir uzantısı
düşüncelerle boğuşarak evine ve o en mahrem olan, kendi
olarak yorumlayabileceğimiz gazetelerin internet nüshalarında
dünyası haline gelen odasına, sudan çıkarılmış bir balığın tekrar
bulunan "okur" yorumlarına "dünyadan temizlenen bir pislik
suya atılması gibi çıkmayı hiç düşünmeden kendisini kapatır.
daha" olarak düşüyor...
Kilitlidir, hem dili, hem kalbi hem de odasının kapısı… Ne
Benzer biçimde birkaç yıl önce İzmir'de Uğur Mumcu Kültür
kendisini anlayacak, ne sevgisini paylaşacak ne de kapıyı açacak
Merkezi'nde işlenen bir cinayeti mutlaka hatırlayanlar olacaktır.
kimsesi vardır. Her şey yerli yerinde kaldı."
diyordu Ege
Merkezin güvenlik görevlilerinden biri, diğer güvenlik görevlisini
ölümünden hemen önce Kaos GL'de yayımlanan "Taşrada
23
kendisiyle ilgili “eşcinsellik dedikodusu” çıkardığı gerekçesiyle 21
Eşcinsel Olmak" başlıklı yazısında. Her şeyi yerli yerinde bırakıp
yerinden bıçaklayarak öldürmüştü. Kurbanın eşcinsel olduğu
gitmek zorunda bırakılan diğerleri gibi; Dilek İnce, Baki Koşar,
cinayetlerin hemen hepsinde bıçak darbelerinin sayısının 20'lere
Saim Kayhanmete, Yelda Yıldırım, Neşe Yalçın, Ahmet Yıldız ve
30'lara
adını sayamadığımız onlarcası, yüzlercesi gibi Ege de usulca
çıkmasının
bile
öfkenin,
nefretin
derecesini
gösterebileceğini gözden kaçırmayarak, ölenin de öldürülenin de
ayrıldı bu dünyadan.
bir hiç uğruna yok olduğu, yaşamlarının gerçek ya da yan
Öldürülmüş de olsalar, intihar etmiş de olsalar her şeyi yerli
anlamıyla son bulduğu bu cinayet de tıpkı diğerleri gibi aslında
yerinde bırakıp gitmek zorunda kalan bu insanlar birer nefret
hiç de sadece öleni ve öldürüleni ilgilendirmiyordu. Eşcinsel
cinayetinin kurbanları değil mi? Eşcinsel olmasalardı yazgıları
olduğuna
böyle sonlanacak mıydı? Hepimiz biliyoruz ki hayır! İster intihar
dair
dedikodular
nedeniyle
birini
21
yerinden
bıçaklayan da, eşcinselliği bir dedikodu zemini olarak kullanan da
etmiş, ister öldürülmüş olsunlar onları dipsiz kuyulara attıktan
aslında eşcinselliğe dönük nefretten beslenen bir toplumsal
sonra gömleklerine bir geyiğin kanını sürüp "kurt kaptı"
kuşatmanın farklı suretleri değil mi? Aradan uzun zaman geçti,
diyenlerin o kuyular kadar derin ve karanlık sevgisizliğiyle
katil hep olduğu gibi maktulun kendisine “cinsel ilişki teklif
mücadele edebilmek, başkalarının o kuyularda bir başına
ettiği”, “rüyasında maktulun kendisine tecavüz ettiği”, “kendisi
kalmamasına çabalamak bizim elimizde. Eşcinseller için hiçbir
hakkında eşcinsel olduğuna dair dedikodular çıkardığı” vs vs
şeyin yerli yerinde olmadığını bildiğimiz bir ülkede, şekli nasıl
uzayıp
gidecek
homofobik
ahlak
bildik ve
gerekçelerle vicdana
karşı
kendini kendi
savunmaya,
mazlumluğunu
kanıtlamaya çalıştı. Hepimizin sonunu bildiği bu hikayede, katil aslında yine eşcinselliğe dönük nefretin kendisiydi; ama gözleri
olursa olsun homofobi ve nefret var oldukça yarın o kuyuya itilen kişi
olmayacağımızın,
yarın
etrafımıza
ateş
duvarları
örülmeyeceğinin garantisini kim verebilir ki? fotoğraf: galata fotoğrafçıları
değer-siz
duygular ne yapar? esen ezgi taşçıoğlu esenezgi@kaosgl.org
“Duygu”
yaşamının
kurduğumuz temaslar tarafından biçimlendirilirler ve hatta bu
zenginliği ve güç kaynağı olarak
temasın şeklini alırlar.” Duygular, bu nedenle bireylerin ve
hep
baş
insan
tacı
sözcüklerden insanın
kutsal
kolektif grupların oluşumunda merkezidir. Duygular toplulukların
kimilerince
nitelikleri haline gelir, grup olarak “var olmak” ancak “hissetmek”
olmazsa
“değer”lerinden,
24
edilen
biri,
olmaz
vazgeçilmez
ile mümkün olabilir. Örneğin; nefret, benlik ve öteki arasındaki sınırların
“erdem”lerinden, yaşamı yaşanası ya da çekilebilir kılan nadir
çizilmesinde önemli bir rol oynar. Nefret ötekileştirerek işler ve
şeylerden. Birçok klasik düşünürün yanı sıra nöroloji, bilişsel
birtakım özneleri birtakım öznelerle diğer birtakım öznelere karşı
bilim, evrimsel biyoloji, psikoloji ve hatta ekonomi gibi çeşitli
ittifaklara
disiplinlerin
sınırlarımıza musallat olarak bizi tehlikeye atanlardır. Benim ya
duygu
meselesine
eğilmiş
ve
kendi
duygu
iter.
“Onlar”,
“bizden
olmayanlardır”
ve
bizim
kuramlarını geliştirmiş olmaları da şaşırtıcı değil bu nedenle.
da bizim varlık alanımıza bir tehdit olarak dâhil olurlar ve şu anki
Bahsi geçen bu farklı yaklaşımların her biri ayrı ayrı değerli olsa
varlıkları bizi her an “yaralayabilir.” Nefret duygusu böylelikle
da bu yazıda duygulara ve özel olarak nefrete gündelik ve siyasi
sıradan ya da normatif özneyi ötekinin akınına uğrama ve hatta
hayatta sıklıkla gözden kaçtığını düşündüğüm bir yönden
öteki tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış,
yaklaşmayı deneyeceğim. Detaylı bir incelemeden çok bir bakış
yaralanabilir taraf olarak yeniden üretir. Sıradan özne nefret
açısı sunma amacındaki bu yazıyı yazarken danıştığım başlıca
söyleminde asıl kurban olarak kurularak hayata geçirilir.
kaynak Sara Ahmed'in Duyguların Kültürel Politikası (2004) adlı
“Yaralanabilirlik” söylemi aracılığıyla ötekinin bedeni “nefret
çalışması olacak. Bu çalışmasında Ahmed, duyguları psikolojik
edilene” dönüştürülür ve toplumsal yakınlığı, olumsuz hislerin
ya da doğal olgular olarak ele alarak ne olduklarını araştırmaktan
kaynağı olarak okunur. Nefretle son bulan karşılaşma aynı
ziyade nasıl işlediklerine, ne şekillerde işleme konulduklarına ve
zamanda bedensel alanın yeniden kurulumuna yol açar. Diğer bir
neyle sonuçlandıklarına bakmayı tercih eder.
deyişle, nefretin bir de uzamsal politikası vardır: Bazılarının
Duygu ağırlıkla “içsel” bir fenomen olarak değerlendirilir: duygular içsel, öznel ve psikolojiktir. Onlar benim duygularımdır.
hareket alanını kısıtlarken bazılarınınkini genişletir. Birbirinden uzaklaşan bedenler, toplumsal alanı yeniden tanımlar.
Eyleme dökerek ya da ifade ederek duygularımı dışa vurabilirim
Gerçekten de nefretin yoğunluğunda söz konusu olan
ve sen de o zaman duygularıma karşılık verebilirsin. Bu modeli
nefretin “ben” ve “biz”in eşzamanlı olarak söylenebilmesini
“içten dışa” olarak adlandırabiliriz. Bir diğer duygu kuramı ise
mümkün kılmasıdır. Ötekine beslenen olumsuz bağlar eşzamanlı
duyguların bütünüyle toplumsal ve kültürel pratikler olduğunu
olarak hayali öznelere duyulan olumlu bağlar olarak geri döner.
öne sürer. Bu kuram, grup ya da sürü psikolojisi gibi fenomenleri
Nefret ettiğini bildiren bir “ben”, ötekinin tehdidi altında
incelerken “dıştan içe” modelini benimser. Burada söz konusu
olduğuna inandığı şeye (örn. ulus) duyduğu aşkla da varlık bulur.
olan halen psikolojik bir modeldir; yalnızca yön değişmiş; sürü,
Sevdiğimiz için nefret ederiz ve bizi bir arada tutan bu nefrettir.
sürünün herhangi bir üyesinden önce gelen duygulara sahip bir
Bu anlamda nefret, toplumsal normlara yapılan bir yatırım olarak
bireymişçesine psikolojinin inceleme konusu haline getirilmiştir.
düşünülebilir. Nefret, ideal öznenin normuna yapılan bir
Grubun duyguları dıştan içe doğru ilerleyerek birey tarafından
yatırımdır. Nefret, ötekilere, ideallere ya da normlara bağlı bir
içselleştirilir.
yaşam sürmediklerinden dolayı yöneltilir ve nefret, bir nesne
Sara Ahmed, Duyguların Kültürel Politikası'na gündelik duygu anlayışımızın da dayandığı bu duygu kuramlarının duygulardan önce var olduğunu sorgulamaksızın kabul ettiği içdış ayrımını sorunsallaştırarak başlar. Ahmed'e göre “iç” ve “dış” belirlenmiş değildir ve duygulardan önce gelmekten ziyade duygular tarafından inşa edilmiş içsellik ve dışsallık hisleridir. Bu modelde belirli bir duyguyu hisseden özneler tabiatları dolayısıyla farklı duygular hissetmez ya da duygunun yöneldiği nesneler tabiatları dolayısıyla farklı duygular
uyandırmazlar.
Duygular
kurulan
ilişkilerin
etkileridir, kurulan temasların niteliğini edinirler. Duygular ayrıca basitçe “ben” ya da “biz”in sahip olduğu şeyler değillerdir. Tersine, “'ben' ve 'biz', ötekilerle
neden?
ya da işarette olumlu olarak var olmaz, ancak bir sermaye biçimi olarak işler ve dolaşımının bir etkisi olarak üretilir. Tek bir figürde “yapışıp kalmaz,” çeşitli nefret figürleri arasında hareket eder ve onları “ortak tehdit” adı altında toplar. Nefret, tekil kişiye yöneltilen bir duygu olabilse de nefret
serap akçura serap_pissy_e@yahoo.com
eden özne, tekili; yani nefret ettiğini genelle birleştirmeye
eminim; karşılaşacağız bir gün. o gün bu
meyleder. Nefret suçunda söz konusu olan da tek bir bireyin bedeninde
tüm
grubun
algılanması
ve
bireyin
soruyu yeniden soracağım sana. yanıtın
bedenine
sessizliğinin içinde patlayan bir silah
uygulanan şiddet aracılığıyla aslen gruba karşı bir şiddet
sesi olacak belki, belki de attığım son
uygulanmasıdır. Nefret suçuna verilen hukuki yanıt, yoğun ve
çığlığın içinde kaybolan bir soru işareti...
olumsuz bir duygu olarak nefretin rolünü ve diğer tür yapısal
o an nefretin, aşılmaz bir duvar olacak
şiddetleri açığa vurur. Ancak nefret suçu nitelemesi, göz ardı
önünde. orada çıkacak tüm seslerin
edilmemesi gereken riskler de barındırır: İlk olarak, suçu failin
sana ulaşmasını engelleyecek, yalnızca
bakış açısından açıklar ve anlamlandırırken nefret nesnesine
içindeki sesi duyacaksın. o yüzden şimdi
dönüştürülen ötekinin deneyimi üzerinde durmaz. Dahası,
buradan soruyorum: insan hiç tanımadığı, hakkında hiçbir
nefreti, psikolojik bir duruma eşitleyerek psikolojiyi öznenin
şey bilmediği bir başka insandan neden nefret eder?
hakikati olarak kurabilir, suçu psikolojiyle açıklayabilir ve bu
somali'de
“öteki”
kabilenin
kadınlarının
karınlarını
esnada iktidarı psikolojiye atfedebilir ya da iktidarı psikolojiye
deşerken, ankara'da ya da istanbul'da bir otoyol kenarında
dönüştürebilir. Nefretin ardında yatan toplumsal çekişmeleri ya
transseksüel “öteki” kadınlara pompalı tüfeğinle kurşun
da ittifakları görmezden gelerek iktidar ilişkilerini psikolojik bir
yağdırırken, “öteki” bir erkeğin bedenine bıçak saplarken izmir'de ya da başka bir kentinde türkiye'nin, gözaltına
duruma indirgeyebilir. Oysa duygular, doğal psikolojik eğilimler olmaktan ziyade ilişkiseldir ve iktidar ilişkilerine bağlıdır. Duygularımızın belirli kökenleri yoktur; duygu, nesnelerle kurduğumuz bağlantıların niteliğinde var olur ve bizi iktidara bağlar. Bu noktada elbette dönüp kendimize de sormamız gerek: Kendini nefret edilen olarak tanımlamak, karmaşık bir dünyayı basitleştiren ve ikili bir karşıtlığa indirgeyen bir halet-i ruhiyenin imkânsız ve fobik nesnesi olarak kurmak ne anlama gelir? Peki ya biz, bu sonsuz
aldığın “öteki” birine işkence yaparken, bosna'da “öteki” ulusun kadınlarına tecavüz ederken, iran'da beline kadar toprağa gömülmüş bir “öteki” kadına taş atarken, ya da eşcinsel oldukları için, bir iş makinesinin ucunda gencecik “öteki” erkek bedenlerinin asılışını kendinden geçerek izlerken ya da gazze'de bir apartmana bombayı gönderirken aklına hiç gelmeyen bir şeyden de söz edeceğim şimdi buradan. yıllardır içinde kıvranıp duran, ne zaman aklına düşsem,
akış içerisinde, tek başımıza ya da grup olarak hangi duyguları
parmağını tetiğin üzerinde dolandıran o duygunun yalnızca
üzerimize
sana ait olduğunu; tümüyle kişisel bir duygu olduğunu
alıyoruz?
“Aşkı”
mı,
toplumsal
adaletsizliğe
duyduğumuz “öfkeyi” mi, şahit olduğumuz değişimlerin bizde yarattığı “mutluluğu” mu ya da geleceğe dair beslediğimiz “umudu”
mu?
Çünkü
iktidarla
bağımızı
kuran
duygular,
sanıyorsun değil mi? yanılıyorsun. bu duygu senden çok önce de vardı. seninle de bitmeyecek. sen ki, ulvi görevler biçmiştin kendine;
siyasallaşmamıza ve harekete geçmemize sebep olarak bizi aynı
ulusun adına, tanrı adına, aşiretin adına, cemaatin adına,
zamanda
kabilen adına... hiç aklına gelir miydi, yıllar boyu, özenle
kısmilik,
direnişe
yönlendirirler.
istikrarsızlık,
gerilimler
Barındırdıkları ve
çelişkilerle
çeşitlilik, mücadele
deneyimlerimizi de biçimlendirmeye, canlandırmaya, onlara
yetiştirilmiş bir tetikçi olduğun?! doğdun; sen şusun, dendi. büyüdün; busun... daha büyüdün; şöyle olmalısın, bunlar iyi, bunlar kötü... daha da
anlam ve derinlik kazandırmaya devam edecekler.
büyüdün; bunlar normal, bunlar anormal... bunlar dost, bunlar düşman... bunlar ari-saf ırkımızı bozuyor, onlar Kaynakça:
ahlakımızı - aile yapımızı bozuyor,
şunlar toprağımıza göz
Ahmed, Sara (2004) The Cultural
dikiyor, dendi. varoluşları bile tehlike, yok edilmeliler bu
Politics of Emotion. Edinburgh:
yeryüzünden, dendi.
Edinburgh
U n i v.
Press/
Routledge.
bunlarla büyüdün, bunlarla yaşadın yıllarca; sonunda bunların toplamı oldun... kahraman bir tetikçi!.. biliyor musun, karşılaştığımız o gün, sen ulvi görevini yerine
getirdiğinde;
yani
tetiği
çektiğinde;
yani
hiç
tanımadığın, bilmediğin insanların üzerine taşı, bombayı attığında; yani bıçağı saplarken “öteki” bir bedene, işlemiş olacağın suçun adı “nefret suçu” olacak... yani
bil
ki;
iki
elim
yalnızca
azmettirenin” de yakasında olacak. fotoğraf: galata fotoğrafçıları
senin
değil,
“suçu
25
huzur-suz
engin temel’i yazamamak deniz deniz denizindunyasi27@gmail.com
Eşcinsel eğlence mekanları içinde yer alan
destekler, baba Münir Temel'in savını çürütür nitelikte. Telefonda
ünlü Love Kulüp'ün ortaklarından Engin
kimliğini açıklamayan kişi, "Engin, ilişki kurduğu işadamının
Temel'in öldürülmesi olayı üzerindeki sır
verdiği 1 milyon dolarla üç bara ortak olmuştu. İlişkiyi bitirmeye
perdesi yenilir yutulur cinsten olmayan
kalkınca tehdit edilmişti" demişti. Münir Temel ise oğlunun
iddialarla birlikte esrarını hala koruyor.
kesinlikle eşcinsel ilişkiler içinde olmadığını söylemişti. Asayiş
Temel'in eşcinsel kulüp işletmecisi kimliği,
Şube Müdürlüğü dedektifleri 13 gündür olay üzerinde çalışıyor.
küçümsenmeyecek
medyatik
yanı
ve
hayran kitlesine rağmen "bizim camia"
26
Bir polis yetkilisi, katilin yakalanmasının an meselesi olduğunu söyledi.
Engin
Temel'in
bilgisayarındaki
bilgiler,
önemli
nedense bu cinayeti görmezden geldi. Peki ama neden? En
delillerden. Bilgisayarı titizlikle incelediklerini anlatan, adını
başta; sonuçta ortada sadece bir takım iddialar var ve Engin
vermek istemeyen bir dedektif, bilgisayarda Engin Temel'in özel
Temel cinayetini eşcinsellikle açıklamak için ellerinde bir delil
hayatına ilişkin bazı bilgiler olduğunu söyledi."
olmadığı için haklı olarak susuyorlardır -susuyoruz- sonucuna
Ve can alıcı nokta
varmak istedim. Oysa, cinayet sonrasında ortaya atılan
Bakın aynı polis yetkilisi ne demiş, haberden alıntıya devam
-ki
aşağıda da değineceğimiz üzere bu iddiaların önemli bir kısmı
edelim: "Bilgisayarları incelemeye aldığımızı öğrenen birçok
bizzat "adını açıklamayan polis yetkililerine" atfen yazılmış-
işadamı, isimlerinin medyada yer almaması için devreye
iddialar bir yana merhum Temel'in bir eşcinsel mekanı işletmesi
tanıdıklarını bile sokmaya başladı” bilgisini verdi. Engin Temel'in
dahi "bizim camia"nın alakası için yeterdi de artardı bile. Peki
eşcinsel aşk kurbanı olma ihtimalinin kuvvet kazandığını
gerçekten neydi bizi bu cinayete uzak tutan düşünce. Acaba çok
belirleyen polis, listedeki isimleri gizliyor. Engin Temel ile ilişkisi
yakışıklı olması mıydı? Olabilir. İyi de bu aslında biz eşcinselleri
olan birçok eşcinsel işadamının da ifadesine başvuruldu.
h ay ı r
Gelişmelerin basında yer almaması için soruşturmayı gizlilik
suskunluğumuzun arkasında bir parça kıyamama olsa da bu da
daha
da
ya k ı n l a ş t ı r m a z
m ı yd ı
o l aya ?
Yo k ,
içinde yürüten polis, cinayetin kısa süre içinde çözüleceğine
değildi. Peki ama neydi? Yan etkenlerle beraber kanımca
kesin gözüyle bakıyor." Nasıl, enteresan değil mi? Özellikle şu
suskunluğumuzun
cümle: "Bilgisayarları incelemeye aldığımızı öğrenen birçok
ana
sebebi
Engin
Temel'i
"öteki"
görmemizden başka bir şey değildi. Bir milyon dolar, porsche cip,
işadamı, isimlerinin medyada yer almaması için devreye
ünlü işadamıyla eşcinsel ilişki iddiası, binlerce dolarlık bar
tanıdıklarını bile sokmaya başladı". Hayır, yanlış anlaşılmasın
ortaklıkları, fotomodellik vs Engin Temel'i bizim gözümüzde
“devreye tanıdıklarını sokanlar”, cinayeti örtbas etmeye ya da bu
"öteki" yapıyordu. Bu olay aklıma Birgün Gazetesi'nin Ergenekon
cinayetle ilişkileri olmadığını ispatlamaya falan çalışmıyorlar. Ya
tartışmalarının tavan yaptığı bir dönemde attığı "yiyin birbirinizi"
ne? Eşcinsel kimlikleri ortaya çıkacak diye bu kadar çaba sarf
manşetini anımsattı. Öyle ya, eğer iddia edildiği gibi 1 milyon
ediyorlar. İşte olay bu. Türkiye'nin eşcinsellik adlı sorununda can
dolarlık eşcinsel ilişki yaşayan birinin cinayete kurban gitmesi
alıcı nokta da zaten bu değil mi? Aman beni kimse duymasın.
LGBTT aktivizmi çerçevesinin neresine koyulabilir ki? İşte
Hepimiz bu sistemin kurbanlarıyız
Türkiye'de eşcinsel hareket denilen şeyin kabuğunun dışına
Engin Temel gencecik bir hayattı. Fotoğraflarını gördüğümde
çıkamaması, dahası asıl eşcinselliğin de bu kabuğun dışında
ne yalan söyleyeyim şu klasik duygulanmada olduğu gibi benim
yaşanmasının bariz gösterge ve sebeplerinden biridir bu aynı
de içim burktu.
zamanda. İddialar doğruysa şayet
Estetikli olduğu söylenen yüzü ve bedeni herkese hitap eder güzellikteydi.
Onun
için
"Erkeklerin
ve
kadınların
arzu
Bakın cinayetten sonra Engin Temel'in bilgisayarında çıkan
nesnesiydi" diyordu Oray Eğin, Akşam Gazetesi'ndeki köşesinde.
çok çarpıcı bilgiler, şayet doğruysa ve şayet bu bilgiler bazı
Eğin, hızlı ve göze batar yükselişinden bahsederken "Ben her
güçlü eller tarafından gizlenmezse yıllardır eşcinselleri tu
zaman hızlı yükselişlerden korkarım" diye de eklemişti. Açıkçası
kaka eden bazı kişileri ve de suskunluk üzerine kurulu
bu cinayet ve sonrasında söylenenler beni de ürkütmedi değil,
düzeni altüst edecek nitelikte. İddiaların doğruluk payı
yaşadığımız veya dayatılan hayatı düşündüğümde. Ama
basına yansıyan haberlerde az çok kendini gösteriyor
olayın iddialarla örülü detayları ortaya çıktıkça onun da aslında
nitekim. Gazetelerde yer alan haberlerden alıntı: "Engin
bu üç maymunu oynayan kör sistemin kurbanı olduğunu
Temel'in bilgisayarında çıkan çok çarpıcı bilgiler, Engin
görmem fazla zaman almadı. Bugün inkar ve ezme politikasıyla
Temel'in arkadaşı olduğunu söyleyerek Kanal D'deki Esra
paralel giden eşcinsel rant denilen bir gerçek var bu ülkede. Bir
Ceyhan'ın programına telefonla katılan kişinin iddiasını
taraftan travestiler dövülüp öldürülüp gözaltına alınırken, açık
eşcinsel kimlikli bireyler işlerinden ailelerinden kovulurken,
diliyle söyleyelim: "başı öne eğen" şeyler de elbette pahalı olur.
öldürülüp kuyulara atılırken, bir yandan da adeta beyaz erkek
Dahası bedel ödetir. Olaya bir de tersinden bakalım. Eşcinselliğin
bedeni üzerine kurulu bir pazar var bu ülkede. Üstelik bu pazarın
ayıplanan yasaklanan utanılan bir şey olmadığını düşünelim bir
tarafları da inatla üç maymunu oynuyor. Varoşlardan İstanbul
an için. Bırakın bir ilişki için bir milyon dolar vermeyi falan, herkes
gece hayatında dalıp bu toplum, sistem ve egemenler tarafından
istediği kişiyle yatar, aşk yaşar, kimse de öldürülmezdi.
yasaklanan o eşcinsellik denilen gerçek üzerinden hayatlarını idame etmeye çalışan gencecik insanlar var. Bu çok hazin bir şey. Yasak olan her zaman pahalıdır
Herkesin beklediği katillerin bulunması Engin Temel'in sayısı bini aşan arkadaşları ve hayranları
Bir an için Engin Temel cinayeti sonrasında ortaya atılan
cinayetin faillerinin henüz bulunamamış olmasının verdiği
iddiaların doğru olduğunu, gerçekten bir işadamının onunla
rahatsızlık karşısında Facebook'ta açılan sayfada şimdiden bir
birlikte olmak için ona 1 milyon dolar harcadığını varsayalım. Bir
kampanya başlatarak tepkilerini ortaya koydular. 15 Ocak'ta
de şu ünlü “Binbir Gece” adlı dizideki ahlaksız teklifi hatırlayalım.
"yılmayacağız" adıyla başlatılacak olan kampanyaya LGBTT
Orda patron, bir gece geçirmek için, çalışanı olan bir bayana 300
oluşumların
bin dolar teklif ediyordu. Hatırlarsınız teklifin hem kendisi hem de
kanısındayım. Bu kampanya ve katkı, cinayetin çözülmesi
da
katkılarıyla
öncülük
etmesi
gerektiği
meblağı uzun uzun tartışılmıştı. Heteroseksüel bir ilişki dizide
noktasında bir etkiye sahip olabilecek mi bilinmez ama, bu
bile ancak 300 bin dolar ederken gerçek hayatta eşcinsel ilişki
cinayetin her ne sebeple işlenmiş olursa olsun, beraberinde
neden 1 milyon dolar edebiliyor. 1 milyon dolar olmasa bile bu
getirdiği iddiaların da
bir cevaba kavuşturulması bakımından
toplumda ondan geri kalmaz gizli kapaklı son derece masraflı
kamu nezdinde de önemli ve beklenen bir sonuç olacaktır. Bir
eşcinsel ilişkiler sır falan değil. Peki neden bu kadar pahalı oluyor
gencin ölümü elbette hiçbir şekilde aydınlık bir olay olamaz. Ama
bu tür ilişkiler? Cevabı "kokain neden pahalı?" sorusunun
şayet iddialar doğruysa ve polis de sonuna kadar bu işi
cevabında saklı aslında. Bu toplum eşcinsel ilişkiyi de tıpkı
götürürse, işte o zaman o aydınlık yüzlü delikanlının ölümü de
uyuşturucu gibi saklıyor yasaklıyor. Yasaklı ve saklı, üstelik halk
başka bir aydınlığa yol açacaktır.
ÜTOPYA Hakan Aydoğan - 2009
suç-lu
nefret suçları
kimin sorunu? Nefret söylemiyle mücadele asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmamalı. Nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkması, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabilir.
30
melek göregenli melekgor@gmail.com
Bir kişi ya da gruba, ait olduğu kimliği,
toplumda gruplar arası ilişkilerin
inancı, politik görüşü, cinsiyeti ya da cinsel
yaşanma biçiminden kaynaklanan,
yönelimi gibi nedenlerle, farklı biçimlerde
gruplar arası ilişkiler sonucunda oluşan
zarar
verme
amacıyla
saldırılması
sonucunda oluşan suçlar genel olarak nefret
şiddet
konusuyla
doğrudan
ilişkilidir.
Nefret
suçlarına neden olan, mağdurlara yönelik kişisel geçici
suçları olarak adlandırılmaktadır. Nefret
öfke ya da planlı zarar verme isteğinden kaynaklanan,
suçları, suçun kurbanlarının herhangi bir
saldırganların kişisel motivasyonları değildir, mağdurun ait
eylemi nedeniyle yani gerçekleştirilen bir
olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrımcılık ve yanlılıklardır.
edim sonucunda değil, gerçek ya da algılanan renkleri,
Dolayısıyla, sadece bir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel
milliyetleri, cinsel yönelimleri, görünümleri, etnik kökenleri, bir
zarar verilmesi sonucunu doğurmazlar aynı zamanda saldırılara
başka söyleyişle “eylemleri değil var oluşları nedeniyle”
maruz kalan gruplara ait insanların, kendilerini ifade etmeleri
maruz kaldıkları saldırganlık içeren davranışlardır. Diğer suç
hatta varlıklarını sürdürmeleri önünde de ciddi tehdit ve engel
tiplerinden
oluştururlar. Nefret suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek
farklı
olarak
nefret
suçları,
saldırganların,
kurbanlarının var oluşlarına yönelik tehditlerdir ve kurbanlar
yolu böylece kendiliğinden, insanın oluşunu, varlık biçimini
bireysel, kişisel özellikleri ya da edimleri değil, ait oldukları
reddetmesi,
en
hafifinden
varoluşunu
görünmez
kılmaya
grubun varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının
çalışması haline gelir ki bu da nefret suçlarının nedeni olan
hedefidirler. Bu nedenle nefret suçları konusuyla ilgili her şey
ideolojik arka planın esasen, toplumda belirli grupların varlığına
doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da
yönelen bir tehdit oluşturduğunu gösterir. Nefret suçlarının
mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle,
yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı
toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin
açıktır: Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme! Bu
anlayışları
ve
bu
anlayışın,
ideolojinin
sonuçlarıyla
doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.
söylemin bir yanı, nefret suçlarının asıl aktörü olan homofobik yaklaşımın
temelini
oluşturur:
Böyle
olma,
olduğun
gibi
Suç, genel olarak toplumsal bir olgudur ve toplumsal
olduğunda varlığımızı ve iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman
olan her şey sonuç olarak her tür suçla ilgili olgular
ya da yok edilmen gerekiyor. Diğer yanı da yüreği hiç kimsenin
açısından belirleyicidir fakat nefret suçları özel olarak, bir
incinmesine dayanamayan ama her şeyin eskisi gibi fotoğraflar: galata fotoğrafçıları
sürmesinden ve ona dokunmayan yılanın bin yaşamasından yana olan iyi kalpli homofobiklerin üstten bakan, akıl veren kibirli
muhafazakârlıkla bir arada bulunduğu ve diğer ayrımcılıklarla birlikte ortaya çıktığı bulunmuştur.
ve bin yüzlü hak anlayışına rehberlik eder: Olduğun gibi
2003-2004 yılları arasında Los Angeles güvenlik birimleri
olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme,
tarafından rapor edilen 1045 nefret suçu üzerinden yapılan
mahallende, gettonda, barında, parkında, yatak odanda
araştırmada nefret suçlarının özellikleri ortaya çıkarılmaya
kal!
çalışıldı. 2006'da sunulan bir başka istatistikî bilgi ise FBI
Nefret suçlarının hedeflerinin hangi gruplar olduğu, bu
verilerine dayanıyor. Her iki çalışmada da, rapor edilen veriler
suçların niteliğinin de en önemli göstergelerinden biridir.
ortak yanlar taşıyor. 7.720 nefret suçu olarak nitelenebilecek
Dünyanın farklı coğrafyalarında saldırganların hedefleri, o
saldırının tümü belirli gruplara ilişkin önyargı, ayrımcılık ve
toplumda hangi grupların ayrımcılığa uğradığına bağlı olarak
yanlılıklara dayanıyor. % 51,8'i ırksal önyargı; 18,9'u dinsel
yapı l arı ,
yanlılık, 15,5'i cinsel yönelim yanlılıkları, 12,7'si etnik-bölgesel
motivasyonlarını oluşturan ve besleyen böylece suçu belirsiz
deği şmekte
fakat
sal dı rganl arı n
z i hni yet
yanlılıklar. Bir saldırı da engelli bir yurttaşa yönelik olarak
hatta bazen meşru kılan ideolojik ortam değişmemektedir.
gerçekleşmiş. Saldırıların yaklaşık üçte biri mağdurun evinin
Örneğin ABD'de nefret suçlarıyla ilgili istatistikler ırksal önyargı
yakınında ya da mahallesinde, dörtte biri otoban, sokak ya da
ve ayrımcılıktan kaynaklanan ve nefret suçları kapsamına giren
kamusal alanlarda, % 12,2'si okullarda, % 6'sı park alanlarında
saldırıların ilk hedefinin siyahlar olduğunu göstermektedir. Bizim
ya da garajlarda, % 4'e yakını ise kilise, sinagog ya da dini ibadet
ülkemizde benzer istatistikler olmamasına hatta henüz bu tür
mekânlarında. ABD'de güvenlik birimlerince yayınlanan farklı
saldırıların “nefret suçu” olarak teşhis edilmesinde bir söz
yıllara
birliği bulunmamasına karşın, medyada yer alan haberlerden ve
yoğunlaşan çeşitli azınlık gruplarına ait nefret suçlarının yaklaşık
insan
hakları
örgütlerinin
verilerinden
hareketle,
ait
istatistikler,
belirli
şehirlerde
belirgin
biçimde
nefret
% 12-25'i arasında değişen oranlarda mağdurların cinsel
suçlarının mağdurlarının en büyük sıklıkla, cinsel yönelimleri ve
yönelimleri nedeniyle işlendiğini ortaya koymaktadır. Ölümle
etnik kökenleri nedeniyle bu saldırıların hedefi olduğunu
sonuçlanan mağduriyetlerin ise yarısından fazlası homofobik
söyleyebiliriz. Türkiye'de de diğer pek çok ülkede olduğu gibi,
tutumlarla işlenmiş anti-gey suçlardır. El ele dolaşmakta olan gey
cinsel yönelim, etnik köken, dini ya da mezhebe dayalı inançlar,
ve lezbiyen çiftlere yönelik laf atmadan, açık sözlü saldırıya,
daha kapsayıcı bir yaklaşımla söylersek, çoğunluğu belirleyen
arabaların ya da evlerin tahrip edilmesinden, açık şiddet içeren
tektipçi ideolojik iktidar anlayışlarının dışında kalan var olma
saldırı ve cinayete varan suçlar. ABD'de pek çok eyalette nefret
biçimleri farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde nefret suçlarının
suçlarına karşı yasa olmasına karşın, bunların sadece yarısında
hedefi olabilmektedir*.
cinsel yönelim nedeniyle işlenen suçlar nefret suçu kabul
Nefret suçlarının kişisel olmaktan çok toplumsal, ideolojik bir
edilmektedir. 1990'larda yapılan bir tarama çalışmasında gey ve
arka plandan beslendiği, saldırıları gerçekleştiren faillerin,
lezbiyenlerin % 25'inin en az bir kez fiziksel saldırıya uğradığı
da
rapor edilmiştir. Bu sayısal veriler ülkemizde olduğu gibi ABD'de
desteklenmektedir. ABD'de hüküm giymiş suçlular üzerinde
ideolojik
olarak
belirli
benzerlikleri
olmasıyla
ve dünyanın her yerinde, gerçeğin çok küçük bir bölümünü
yapılan çalışmalar, saldırıların maddi bir çıkar ya da belirli bir
yansıtıyor. Nefret suçlarının diğer kurbanları gibi cinsel yönelimi
amaç için gerçekleştirilmediğini, yanlılığın türü ne olursa olsun,
nedeniyle saldırıya maruz kalanların pek çoğu, daha çok ve ağır
nefret duyulan gruba üstünlük sağlamak amacı taşıdığını
bedeller ödemekten kaçınmak için mağduriyetlerini gizliyorlar.
göstermektedir. Saldırganlık diğer suçlarla karşılaştırıldığında
Çünkü nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun
daha araçsaldır ve pek çok sembolik öğeden beslenmektedir;
nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu
planlı, amaç yönelimli ve belirli bir uyarılmışlık düzeyiyle
hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri
saldırılar gerçekleşmektedir. Suçluların genel olarak patolojik
nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için
özellikler göstermedikleri ya da suça yönelmelerindeki asıl
mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef
faktörün ruhsal sorunları olmadığı görülmüştür. Saldırganların
olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline
davranışlarında, dini inançlarının da, mağdurların, özellikle
gelebiliyor.
cinsel yönelimleri nedeniyle hedef seçildikleri suçlar açısından etkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir. Ülkemizde yapılan pek çok akademik çalışmada
Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak
Nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı
da, homofobinin genel olarak otoriterlikle, sağ ve
sol
ideolojilerden
bağımsız
olarak
hem kurbanlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlar yaratma konusunda çok daha etkili sonuçlara yol açmaktadır. Aynı zamanda en ağır sonuçlara yol açan insan hakları ihlallerinden kurbanların
biri
olarak
yaşadığı
açık
nefret fiziksel
suçları, zararların
dışında, fiziksel zarar görme korkusuna ilişkin artan hassasiyet ve kalıcı stres gibi olumsuz
zorunlu hale getiriyor.
psikolojik sonuçlar doğuruyor. Psikolojik
31
sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ortaya çıkan zihin ve ruh sağlığındaki
ilgili
olarak
gerçekleşmektedir.
Mağdurların
bozulmalar bazen intihara varan sonuçlara varabiliyor. Aile ya da
amacıyla ya da yasal yollardan hakkını aramak için görünür
yakın çevreden sağlanan sosyal destek ve benlik saygısının
kılmasına bağlı olarak yaşadığı deneyim farklılaşmaktadır.
yüksek olması bu etkileri azaltan faktörler olarak ortaya
Öğrenilmiş
çıkmaktadır. Bununla birlikte bu faktörlerin, saldırıların ve
engelleyen en önemli faktörlerden biridir.
çaresizlik
genellikle
saldırıyı
görünür
kılmayı
tehditlerin olumsuz ruhsal etkilerini azaltmaya yardımcı olması
5.
ancak, saldırının ağırlığı, şiddeti ölçüsünde gerçekleşmektedir.
taktikler
Ağır ve sürekli saldırı durumlarında anksiyete, gerginlik,
korunmaya ve nefret suçlarıyla başa çıkmaya çalışmaktadırlar.
depresyon,
stres,
güvenlik
endişesi,
öfke
ve
toplumdan
6.
Mağdurlar genellikle duyusal, davranışsal ve bilişsel kullanarak
Mağdurlar,
nefret
saldırılarının
yaşadıkları
nefret
art
etkilerinden
ideolojilerinden
uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara ve
kaynaklanan saldırılar sonucunda, genellikle cinsel yönelim
yaşantılara yol açan sonuçlar adeta kaçınılmazdır. Post travmatik
kimlikleriyle
stres bozukluğu en sık görülen tablodur. Cinsel yönelimleri
kendisiyle
yüzleşmektedirler. yüzleşmekte
Kimi ve
zaman
cinsel
gey
olmanın
yönelimlerini
nedeniyle saldırıya uğrayan geylerle yüz yüze görüşmeler
sorgulamaktadırlar. Çoğunlukla, görünüşlerini sorgulamakta ve
yoluyla yapılan niteliksel bir araştırmada, saldırıya uğrayan
nefret saldırılarından korunmak için daha erkeksi görünmeye
insanların yaşadıkları sosyal ve psikolojik deneyimler 6 ana
çabalamayı denemektedirler. Mağdurların bir başka tepkisi gey
başlıkta sunulmuştur:
kimliklerine daha çok angaje olmalarıdır. Nefret suçlarına karşı
1.
Katılımcıların ortak olarak paylaştıkları başlıca olumsuz
örgütlenmelere katılmakta, geylerin hakları için kurulan sivil
duygu, kontrol algısı ve duygusunu kaybetmektir. Mağdurlar,
örgütlere katılmakta ya da bu örgütlere olan bağları
yaşadıkları saldırılar sonucunda yoğun çaresizlik duyguları
güçlenmektedir.
yaşamakta ve çevreleri, ortam ve genel olarak yaşamları
Nefret suçlarına yol açan ideolojik
üzerindeki kontrollerini yitirdikleri duygusuna kapılmaktadırlar.
arka planı oluşturan toplumsal
Bu
bağlam, hukuk, medya,
kontrol
kaybı
insanları
hareketsiz
kılmakta,
günlük
aktivitelerini bile gerçekleştirmede zorluklar yaratacak boyutlara
insan ilişkileri, genel
varan davranışsal sorunlara yol açmaktadır.
olarak grup-
2.
32
dereceleriyle
yaşadıkları deneyimi kendiliğinden, kontrollü olarak, sağaltım
Katılımcılar, yaşadıkları saldırıya ilişkin herhangi bir
hatırlatıcı uyaranla karşılaştıklarında, travmayı yeniden yeniden yaşamaktadırlar. Tekrarlayıcı biçimde benzer olumsuz duygular, korkular oluşmaktadır. Dolayısıyla saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır. 3.
Mağdurlar,
yaşamaktadırlar.
yoğun
Bilişsel
suçluluk olarak
duyguları
kendilerini
davranışsal ya da kendi özellikleri nedeniyle suçlamakta; saldırıdan
diğer kendi
insanlar
tarafından
davranışları
sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar. 4.
Katılımcıların
ağlarından saldırıyı
yararlanma
görünür
kılma
sosyal
da,
nedeniyle
destek
süreçleri biçimleri
de ve
lararası
ilişkiler, iktidar ve hegomonik yapılar kısaca sistem tarafından belirleniyor. Pek çok ülkede, nefret suçlarıyla ilgili hukuksal süreçler konusunda yapılan çalışmalarda, jüri üyelerinin cinsel yönelimlerinin kararı nasıl etkilediğine dair bir bulgu olmasa da, etnik kökenlerinin mağdurların ve saldırganların etnik kökenleriyle
söylemin hedefi olan grupların sorunu
Nefret suçlarıyla ilgili her şey
yapılması, yorumlanması sürecinde gerekse hem mağdur hem de saldırgan açısından savunma süreçlerinde psikolojik
suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve
sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun
kalıpyargıların,
önyargıların
yaygınlaştırılmasında en etkili aracılardan
tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı
kullanılan dil ve mağdurları ya da olayı
ele alınabilecek eylemleri haberleştirme,
grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu
sunma şekli, eylemi meşrulaştırmaya ve suçun altında yatan ayrımcılığı gizlemeye yol
açabilir;
Örneğin,
anlayışın, ideolojinin
olmaktadır. Yapılan pek çok çalışma, aynı zamanda mağdurların kendilerini ifade ediş
besleyen
kısaca nefret söyleminin kurulmasında ve
biridir. Medyanın nefret suçları kapsamında
ve sosyal psikolojik süreçler etkili
biçimlerinin, saldırının niteliğinin ve
Medya, dünyada ve ülkemizde nefret
doğası gereği toplumsaldır;
benzerliğinin, kararları etkilediğini gösteren bulgular vardır. Gerek yasaların
olmadığını göstermektedir.
sonuçlarıyla doğrudan
yarattığı hasarın da kararları etkilediğini
ilişkilidir, dolayısıyla
göstermektedir. Nefret suçlarına karşı alınacak önlemler bakımından ağır
suçları
sıklıkla
Türkiye'de
kapsamında
böyle
olmaktadır.
bütünüyle görülmesi
nefret gereken
eşcinsellere, travesti ve transseksüellere yönelik saldırılar, genellikle mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunulmaktadır. Açık bir saldırı ve
bütünüyle politiktir.
cezalardan yana olma ya da ağır cezaların
çoğunlukla cinayete varan ya da bizim ülkemizde ancak ölümle sonuçlandığında
caydırıcı olabileceğini düşünme genellikle, nefret suçlarının
“haber” değeri taşıyabilen suçlar, mağdurların çıkardıkları
arka planını oluşturan ayrımcılık ve nefret söylemine karşı
“olaylar” sonucunda gerçekleşmiş, “doğal” sonuçlar olarak ele
olmaktan kaynaklanan bir ideolojik tavır olarak ortaya
alınmaktadır. Genellikle mağdurlar, faillerin “hassasiyetlerine”
çıkmamakta, daha ziyade bir grubun ya da genel olarak
dokunur ve cezalarını bulurlar; oysa failin hassasiyetinin tek
toplumun huzurunu sağlamaya yönelik bir önlem olarak
kaynağı ayrımcılık ideolojileridir. Bu yaklaşım, sadece şiddeti
düşünülmektedir. Bu eğilim sadece hâkim grupların söylemi
meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda kendini ifade etme ve
olarak ortaya çıkmamakta, ayrımcılığa uğrayan gruplar
gerçekleştirme hakkının, bir toplumda kimlere ait bir ayrıcalık
arasında da yaygın olarak varlığını sürdürmektedir. Eşcinsel
olduğunu da tarif eder; bu doğrudan herkesin sadece insan
üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada, ait
olmak bakımından eşit olduğu ön kabulüne dayanan çoğunu
olunan gruba ilişkin olumlu benlik duygularının, yani eşcinsel
bizim de kabul ettiğimiz evrensel hukuk normlarının çiğnenmesi
olma kimliğiyle barışık olmanın, nefret suçlarına karşı
anlamına gelir.
duyarlılığı yükselttiği ve ağır cezalardan yana olma eğilimini arttırdığı bulunmuştur. Ayrıca bütün toplumsal gruplar
Nefret suçları ve bu suçların nedeni olan ayrımcı ideolojilerle mücadele çok boyutlu yapısı nedeniyle hukuk, medya, eğitim
açısından genel olarak topluluğa ait olma duygusunun da
başta olmak üzere toplumsal bütün yapıların sorgulanması ve
nefret suçlarına karşı daha duyarlı olma sonucuna yol açması
yeniden
yapılandırılmasıyla
doğrudan
ilişkilidir.
Dolayısıyla
söz konusudur. Literatürdeki çalışmalar genel olarak, liberal
sadece nefret söyleminin ve suçlarının hedefi olan grupların
dünya görüşleri arttıkça ağır cezalandırmadan yana olma
sorunu olarak görülemez; herkes için yaşanabilir bir dünya
eğiliminin azaldığını tersine muhafazakârlık arttıkça
isteğini dile getiren ve varlık nedenini bu isteğe dayandıran her
yükseldiğini göstermektedir. Bu olgu nefret suçlarıyla
türden politik iradenin öncelikli hedefi ve sorumluluğu olmak
mücadelede önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Ağır
zorundadır. Kuşkusuz dünyada olduğu gibi ülkemizde de nefret
cezalardan yana olma, bir yandan nefret ideolojilerini ortaya
söylemi ve suçları giderek yaygınlaşmaktadır ama hepimizin
çıkaran genel toplumsal bağlamın ve farklı gruplar arasındaki
gelecek tahayyülünü besleyen ve umut veren tek şey hâlâ ve
ilişkilerin ayrımcılıkla belirlenmesini engellemenin tek yolu
sadece
olarak görünen demokratikleşmenin önünde bir engel olarak
mücadeleleridir.
giderek
daha
görünür
hale
gelen
özgürlük
durmakta, öte yandan nefret suçları arttıkça ağır cezalardan yana olma eğilimi de yükselmekte, dolayısıyla nefret suçlarının
Dipnot: Yaşadığımız coğrafyada çok yaygın olan cinsiyete
zeminini oluşturan muhafazakârlık eğilimleri pekişmektedir. Bu
dayalı grup aidiyeti nedeniyle kadınların maruz kaldıkları
paradoksal durum aslında nefret suçlarının ve bu suçlara
çoğunlukla da ölümle sonuçlanan saldırılar, ilgili literatürde
neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkmasının,
genellikle nefret suçları kapsamında ele alınmamaktadır; bu
toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik
yaklaşımın cinsiyetçi ideolojilerden beslenen kendine özgü
toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabileceğini,
nedenleri vardır. Bu yazıda bu konu, bir başka yazıda ele alınmak
dolayısıyla nefret söylemiyle mücadelenin asla sadece bu
üzere, yazının amacı ve sınırları nedeniyle dışta bırakılmıştır.
33
his-siz
ressentiment Yapıştı mı bulaşan, değdi mi karaçalan, etini,
Ressentiment, bir başkasına
ruhunu
karşı gösterilen belirli bir duygusal
-fark
mikrobunu
bulaştırmaya
parçalayarak programlı
tepkinin tekrar tekrar yaşanması ve
kurşunlarla, işaret zamirleriyle vurulan bir
deneyimlenmesidir. Duygunun
bedenim ben; tekinsize, gaibe meyleden... Sonumu
demliyorum;
başkalarının
sürekli yeniden yaşanması, kişiliğin
tasarladığı, elimden aldığı yaşamımın sonuna kıvrılmaya; yılankavî bir
merkezinde gittikçe daha derine
salınımla, başımı kuyruğumun arasına kıstırarak bilincimin tayin ettiği bir
gömülmesine yol açar, ama aynı
'eşk'in, damladı mı billur billur süzülen, akacak mecraa bulamayan bir saydam zerresine düşmeye, usul usul sızmanın raksına âşık kılınmak, tek arzum.
zamanda onu kişinin eylem ve ifade alanının dışına çıkarır. Duygunun ve "tepki verdiği"
Müteahhit zihinlerin projelendirdiği cümlelerin sonuna yerleşmek, öldürür beni çünkü. Değil mi ki ben kendi yerimi belirleyememişim kâinatta; ne kâinatı? Kendi bedenimde, cinsiyetimde, tahayyülümde, tinimde! Değil mi ki, “bir kız!” demiş, kanımdan sakınan eldivenli parmaklar, değil
durumun sadece zihinsel bir anımsanışı değildir burada söz
34
gözetmeden-
konusu olan; duygunun kendisinin yeniden yaşanması, başlangıçtaki duygunun yeniden
mi ki onu ve dergâhını kirletmeyeyim diye; çıkar çıkmaz pencerenin dışına sarkıp taşarım korkusuyla-, pembe kurdelenin rûyası üflenmiş alnıma; değil mi ki göbekbağıma hayz düğümleri atılmış; defalarca; şifresi sadece sahibime verilecek bir kördüğümün kör hayyizi kılınmışım? Hakkın kullarına terennüm ettiği hayyü'l-kayyûm olabilmenin mülkiyeti, erkin kıvılcımlar çakan gözlerine teslim edilmiş... Ulanmaktansa, bir cümlenin bitimine, kör bir hafız olmayı yeğlerim elbet.
deneyimlenmesidir.
Elini tutmaktansa bir erkeğin, yanına yerleşmektense ömür boyu,
İkinci olarak, sözcük, bu duygunun niteliğinin olumsuz olduğunu, yani bir düşmanlık hareketi içerdiğini ima eder. Terimin
ömrümü kanlı düğümlerle körlemek isterim yeniden, fırlatıldığım başlama yerine dönerek... Yer istemedim hayatta; yer edinmek, yerleşmek, yer sahibi olmak, yerini korumak, kız iken kadın olmak, bir adamın karısı olmak, hele hele anne olmak... Kimin lisanı bu? Hangi dilin üzerindeki yangılı yara? Kimin geleceğine
özsel anlamına belki de en yakın
biçilen kutlu pay?
düşen Almanca sözcük "groll"dur [garaz, gizli kin, hınç]. "Garaz" da tam böyle bir bastırılmış bir gazaptır, egonun faaliyetinden bağımsız olarak zihnin içinde
Bata çıka olsun, öle gebere olsun yine kendi yarasını yalayarak ama kat'a bir limon çiçeğinin tohumunu, bir buğdayın başağını, bir kuru ekmeğin küfünü, yerden bir milim yükselebilmeye değişmeyen “ilkel” benlikleri; eşiklerden atlatıp, dönemeçlerden kılpayı kurtarıp, onların (bizim) canlarını, onlara (bize) bağışlama büyüksemeciliğini lehlerine döndüren kalemşorların mı? Halkların rayicini, sopalaya topaçlaya, döve geberte köpürten; melezleme
belirsiz bir biçimde gezinip
yağlarını, rafinerize ederken; posalarından “atüt” margarinler üretip halkı
durur.
amade eden jilet gömlekli, doğu-batı sentezli toprak beyfendilerinin mi? Yoksa bir sağa bir sola savrulan, kurşun yemeden çanağı kurtarma
Max Scheler
becerisini edindirme okullarını bitirip diplomalarının boncuklarını şaklatan, insan postuna bürünmüş aşağılık beyazların mı? Bizlerden nefret ederken, kutsadıkları aile birimlerinde, ahlâk cinnetlerini kusan heteroların mı?
Kimin dilinde bu yara? Kimin ruhu kanıyor?
yüzümü geri almak için kar yağdırıp kapadım yollarını, barikatlar
Hangisi, şunca seçeneğin içinde bir yerlerde, diyelim ki
kurdum döndükçe büyüyen çığlardan.
kadehlerde, ya da son model arabalarda veya bir mini eteğin
Ekmeğime kan damlatanların tabaklarına kustum; tüm içimi,
dokusunda, çılgın gece kulüplerinin yanardöner lambalarında,
histeri nöbetleri; “mânâ”nın saydam hassasiyetini de delip
diskoların
kare
zemininde
ya
da
banknotların
üzerinde
gördüğünde; kanın rengini: İrkilmek,
geçmesin; anlamın dibini bulandırmasınlar diye salyalarıyla, nefirler öttürdüm küçük dillerinden öteye.
şehvetlenmek,
etkilenmek,
heyecanlanmak,
öykünmek, elde etmek dışında bir olma(k) haline sahip?
Öğürdüler. Ellerini kapattılar ağızlarıyla başlarını yana çevirerek.
Çok önce hangi dilin yangılı yarası demiştim; geri alıyorum. Cevaplar kendilerini çoktan çekip yumuşamış bir başka oluşa eklemlenmişler.
Kusamazlardı.
İçlerinin
pisliklerini
bu
kadar
açık
edemezlerdi. Resimli bir kitaptan çalıp hayatım yaptığım, hayat dedikleri
Artık sormadan, yanıtlamadan çalakalem yazacağım.
bu işkenceyi işkembelerine doldurdum; ince uzun eşit parçalar
Sağ, sol, cephe, geri vurgunlarıyla köşeye sıkıştırılmamaya
keserek hem de, tıkıştırdım; geçirgen kılıflarına.
direnmek, bana kalan tek g(ö)rev.
Fena olmadılar, alışıktılar. Her şeyi sindirmeye...
K(ı)uramadığım, mahir ellerde bozuşturulmuş cümlemin
Bir anatomi dersinden teneffüse çıkmanın bedelini, bir
nihayetine hiç değilse kendim karar vermek. Kovulanın izinden
toplumun bekçi şapkasındaki meteorun hışmına uğrayarak
geri kalan; çamura batmış bir ayak iziyim hâlâ; kalıbı çıkarılası
ödeyen aslanağzının içindeki küçük dili besleyip büyütebilmek
bir orijinalite... Parmakla gösterilen bir amorf kütle; kadın mı
için kabûlümdü; onların dilinin imlasını kullanmak.
erkek mi belli olmayan, iğrenç yaratık! Mevsim kış ya ondandır izimin uzun süreli saltanatı. Ayağın çamurda bıraktığı iz üzerine düşünmek çamurdan, ne öte ışıltılı bir boktan pisliktir bilir misiniz? Sağından ve solundan, işaret zamirleriyle kurşunlanan bir silik nokta (idim) ben. O kadar bit(ik) bir yeniktim ki: kendimi yiye yiye ufalmışım; bilerek ya da istemeyerek; bilmeyerek ya da istetilmeyerek; anımsamıyorum. Bilinçaltı çöplüğünde mayalanan yırtık, çürük, bozuk, çıkık, itik, kaçık, kopuk artıklar kabara kabara yükselmiş; mevcut tüm kanaatleri sınayarak; evcilleştirme operasyonlarını delerek, realitenin
aynılaştırıcı
bentlerini
çizerek;
uzlaşımcı
ortak
duyarlıkların yaftalarını söküp çıkartarak parlatmıştım kendimi. Vücudun “iğrenç” tüylerini, tenin mahrem örtüsünü, beyin yıkama hızıyla ve acısıyla çekip alan bir ağda gibi koparıp atmıştım nihayetinde üzerimden. Ve kocaman bir ayıp olarak kalakalmıştım; doyumsuz gözlerin çiğ menzilinde. Pulları parıldayan, davetkâr bir beyaz ettim şimdi. Orasını açıp bulûğa ermemiş oğlancıkları, tâ orta yerine davet eden yırtık bir kızandım şimdi. Çıplak bir sûret olup bir put gibi önlerine dikilmiş günahımla bozuşturmuştum, incelikli asfaltlarının hammaddesini. Beyaz
kundaklara
sarılıp
sarmalanmış,
sureti
yırtık
fotoğraflarda kalmış o kız bebek değilim artık. Çamurum, zifosum, lağım dölüyüm; Artık iki dudağı bir araya gelmeyen, ar damarı çatlamış, buruşuk bir aslanağzıyım. Yelesi tımarlanmış, bedeni açıkta kalmış pörsük etini yerlere değdire değdire gezerek kendini sürükleyen; aslanlığından çoktan razı sadece bir ağız. Bir kubur kovuğu. Sağdan
soldan
beni
süngüleyenlerin,
önce
gözlerini
yuvalarından uğratmış; embriyon beyinlerinin karınca yuvasını dağıtmıştım ilkin. Sonra... Sonra kirlenen bir şey, ama bana ait olan tek şeyi,
Kar yanığı çipil yüzüm, güve yeniği paltom, içlerine hayvan pisliği dolmuş tırnaklarım, kusmukla hemhal bedenim, sülfür kokulu çişim, kirlenen lisanımdı; faşizan eleklerinden dökülüp bana kalanlar. “Ben(im)” diyebileceklerim yerinmeden. Tüm bu kopuk, kırık, dökük, çıkık, yenik, bitik, yırtık, bozuk malzemeden yapabilir miydim kendimi yeniden? Tercih mi, yöneliş
mi,
sapkınlık
mı
anlayamayanların
cırtlak
siren
seslerinden, mülhem gürültüsünün kanlı göbeğinden bıçak gibi çekip alabilir miyim dersiniz, yeniden ve sonsuza dek utanınca kızarabilmenin saflığını? Kokuşmuşluğun, yoksunluğun, küfün bendelerinde, üzerime konan sinekleri iteleyebilir miyim?
“Daha zamanımız varsa, gökkuşağını takiben koşuşturalım yine; “kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın, yanık yağda boğulan yaprakları arasında” dolaşalım kaldırımları çınlatarak ki “biz” olma hakkımızı da almasınlar elimizden.”
Bozuşturulmuş beden, çiziktirilmiş bir ruhun kesiklerini ne kadar saklayabilir, içinin ırak coğrafyalarında? Koruyabilir mi, üzerine kalın bir bez bastırıp pıhtılaşmayı sağlarsa? Efendim? Evet... Çünkü hayaller, hâlâ kurutulmuş bir çiçek gibi zedelenmeden duruyor eprimiş kitapların sarı sayfaları arasında.
Ancak onlar yardım eder kurtuluşa. El verir, sırtını sıvazlarlar insanın. Anımsıyorum da eski günleri... Parkeleri, uygunadım ayakkabılarımızdan kurtulan yumuk topuklarımızla
temizlediğimiz,
okul
koridorlarını... Her
zil
çalışında, aramızdaki tahtanın soğuk hükmünden kurtulup, ağaç altlarında
birbirimize
değmenin
heyecanlı
beklentisini...
Teneffüsler, izin verirdi ancak soluk alabilmemize. El ele tutuşup kır çiçekleri topladığımız arka bahçelerde kalan kocaman gülüşlerimizi,
dikenin
berelediği
parmaklarımızı
diğerinin
dudağına götürür götürmez husule gelen titreyişlerimizi... Bunları hatırlamalıyım... Kuş kondurulmuş saçlarımızı okşayan, beyaz yakalarımızı kirleten ellerin, akıllarımızı pışpışlamasını değil! Unutulmalı mı peki onlar? Ama unutulursa, zafer flamalarını arşa sallayarak, bir kâfiri daha
taşladıklarının
değdirerek
erinciyle
yeniden
ve
orgazm
yeniden
olacak;
birbirlerine
üretecekler
utkularını.
Kendilerine bir armağan sunumu misali içrek kılınan kadim geleneklerini, devletinmilletinaşiretin kutlu devamı adına bir tokat gibi çarpacaklar, senin benim gibilerin üzerinden tüm ötekilere; halka halka... Yıvık
bir
toprağa,
çapari
sallamanın
fütursuzluğuyla
sallandıracaklar kefenlerimizi. Anımsayarak
ayakta
tutmalı,
musalla
taşının
buzul
soğuğundan kurtarmalıyız unutturulmak istenilenleri. Vızıl vızıl ıslık öttürmeli ki kulaklarının dibinde, her an enselerinde olduğumuzu bilsinler. Biz hayatlarımızı resimli kitaplardan
almıştık,
sayfaları
açıöçerlerimizin
kılıcıyla
kazıyarak. Satıraralarından sızan havayı koklayarak diri kılmıştık; saflığımızı geri vermek yakışık alır mı hiç? Karanlık sözler yazabiliriz hayatımız hakkında, evet. Amma acıyla uğraşacak yerlerimizi yok etmek için, acılar çekeceğimiz yaşa gelmemiz lazım daha. Daha zamanımız varsa, gökkuşağını takiben koşuşturalım yine; “kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın, yanık yağda boğulan yaprakları arasında” dolaşalım kaldırımları çınlatarak ki “biz” olma hakkımızı da almasınlar elimizden.
zehir-li bir büyü(yeme)me teşebbüsü olarak cinayet patolojisi
zehirli elma ağacı’nın kızıl nefreti Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı'nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer 'sevimli/ sevgili katile' dönüştürme patolojisi olarak da adlandırılabilecek olan durum; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan süreçte, İttihat Terakki, Teşkilat'-ı Mahsusa ve Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği 'katli vaciptir' geleneğini de anımsatır.
yeliz kızılarslan yelizkzlarslan@gmail.com
On dokuzuncu yüzyılın mistik, yarı deli ve muhteşem şairlerinden biri olarak anılan William Blake, sevgili karısıyla, evlerinin
geri dönüşü' kavramıyla açıkladığı, bir insanın büyürkenki temel iç çelişkilerinden biri olan 'vicdan muhasebesini' de ifade eder. Şiirde, arkadaşlık duygusunun altında yatan sevginin, küçük
gözlerden uzak arka bahçesinde İncil'de
öfkeler ve yanlış anlamalar sonucunda kızgınlığa dönüşmesini
geçen bir pasajı canlandırmaya kalktığında
anlatan anlatıcının, öfkesini söyleyemediği düşmanına duyduğu
kıyamet kopar. İşgüzar bir meraklı komşunun kem gözlerinden kaçamayan şair, Adem ve Havva'nın 'Cennet'ten Kovulma' sahnesini kendi zamanına
kızgınlığın nefrete dönüşerek sonunda cinayete yol açması; masum çocuk öfkesinin hak arayışına dönüşecek yerde, susturulmalar ve sindirilmeler yoluyla ölümün karanlık yolunu açmasını da gösterir.
uyarlamak üzere karısıyla birlikte bahçede salt incir yapraklarıyla
Zehirli Elma Ağacı, gerçekte çocuğun modern dünyada
oturdukları için ihbar edilmelerine çok öfkelenip, insan ruhunun
'deneyim' olarak adlandırılan ve büyümenin zehirli maskesi olan
derin karanlıklarını anlatan harikulade şiirlerinden birini yazar
hileli sosyalleşme oyunları ile sahte gülümsemelerden oluşan
rivayete göre. Şairin, bir çocuğun büyümesi esnasında başkaları ve toplumsal düzen içinde değişen ruh hallerini anlattığı Masumiyet ve Deneyim Şiirleri adını verdiği şiirlerinden biri olan Zehirli Elma Ağacı, bir deneyim şiir olarak, bastırılmış ve dillendirilmemiş öfkelerin nasıl nefrete ve oradan da cinayete dönüştüğünü sade ve çarpıcı bir dille anlatır:
Arkadaşıma kızdım/ Söyledim/ Öfkem dindi. Düşmanıma kızdım/ Söylemedim/ Öfkem büyüdü. Gözyaşlarımla suladım öfkemi/ Gece&gündüz gözyaşlarımla. Gülücüklerimle besledim güneş gibi/ Ve kibar, cilveli oyunlarımla. Öfkem gece ve gündüz büyüdü/ Ta ki parlak kırmızı bir elmaya dönüşene kadar. Düşmanım onu gördüğünde ışıldıyordu öfkeli kızıllığıyla/ Ve biliyordu ki o benimdi. Bahçemden çalındı/ Gece çöktüğünde Gün ışıdığındaysa memnuniyetle gördüm/ Düşmanım ağacın altına serilmişti.
Blake'in, insan ruhunun cinayete meyil veren gizil patolojileri kadar karşılıklı konuşmanın elzemliğini ortaya koyduğu Zehirli Elma Ağacı; Jacques Lacan'ın 'bastırılanın
etiket kurallarını öğrenmeden önceki 'saflık' haline yazılan bir ağıttır aynı zamanda.
37
iffet-siz Blake'in, malikânelerde baca temizleyicisi olarak çalıştırılan küçük çocukların ölümlerini ve sömürülen emeklerini eleştirdiği diğer şiirlerinden de anlaşılacağı gibi, on dokuzuncu yüzyılda hızla sanayileşen İngiltere'nin tüm dünyada batmayan güneşi, bu şiirde öfkeli gözyaşları ve ışıltılı gülücüklerle ortaya çıkarak, 'kötü gölge figürü' olarak yarattığı düşman arketipini anlatıcıya öldürtür. Sömürgelerden elde edilen zenginlikle kurulan Büyük Britanya Krallığı'nın, kendi çocuklarını büyüme adına, birer 'sevimli/sevgili
katile'
dönüştürme
patolojisi
olarak
sen sus, gözlerin konuşsun! sürmelican surmelican@kaosgl.org
Babam nefret için, kendi mezarını
da
adlandırılabilecek olan bu durum; Osmanlı'dan Cumhuriyet'e
kazma telaşı demişti. Bu telaşa
uzanan
kendimizi bu kadar kaptırmamızın
süreçte,
İttihat
Terakki,
Teşkilat'-ı
Mahsusa
ve
nedeni,
Turancılığın kıpkızıl elmalı gelenekleriyle devam ettirdiği 'katli vaciptir' geleneğini de anımsatır.
her
psikolojisinin
koşulda
yaratımı
coğrafyadan
için
kullanılan
coğrafyaya
değişmeyen
insan tek
karakteristiği olan kızgınlık/öfke ve nefret üçgeni; ulus devlet oluşumu sancıları içinde 'vatan savunması' adına kopkoyu bir nefrete dönüştürülerek, bir çocuktan katil yaratan sömürü düzeninin kendini nasıl idame ettirdiğini göstermesi açısından da
Blake'in Zehirli Elma Ağacı'nın söylenmemiş öfkesinin gazaba ve ölüme dönüşmesinden, Turancılığın nefret saçan parlak kırmızı elmasına kadar geçen dünyanın uygarlaşma sürecinde; sıcak evlerinde masal okuyacakları yerde sokaklarda mendil
satmaya
olan
arkadaş
hukukumuzda
olsa
bile,
bir
öfke
nöbetine
dönüşebiliyordu. O nöbetlerden birini, bir vakit önce yaşadım. Geçen yazın başında, tekrar görüşme isteğiyle filizlenen dostluk, bitmek üzereydi. Çünkü eski defterler daha kapanmamıştı. Nedense o gün çok hazırlıklıydı. Son konuşmamızdı. Ancak konuşma ilerledikçe işkillenmemek elde değildi. Alttan alta bir körükleme sezildi. Çift taraftan açılan alevli toplar, hiddetini
ciddi bir sorunsaldır.
38
adalete
geç tecelli ediyordu ki bu kendi
Bu geleneğin Doğu toplumlarındaki uzantısı olan cinayet olgusunun,
sanırım
güvensizliğimizdi. Adalet o kadar
zorlanan
çocukların
varlığı
meselenin,
modernite denilen kavramın öncesinin ve sonrasının ötesinde, salt bir büyüme meselesi olduğunu da gösterir. Yanlış anlamalar/ hiç anlamamalar/ işine gelmemeler sonucunda kızıl nefrete dönüşen öfkeler çocukları katilliğe zorlayan sistemlerin zehriyle büyürken bunların temizlenmesi için ise, nefret denilen patolojinin sebeplerinin; insanın, uygarlık kavramının kendisi kadar eski olan kendi karanlığında ve yeryüzüyle karşılaşmasında aranması gerek.
hissettirdi. Sonunda kırık dökük bir dost hikâyesi belirdi. Tartışmanın ortasında “yani biz evlenip mutlu olamayacağız mı?” denildi. İlginç bir soruydu. Ama es geçildi. Çünkü böyle bir beklenti ancak ironi içerirdi. Onla aramızda geçen, dostluk zinciriydi. Hiçbir arkadaşlık böyle bitmemeliydi. Demek ki evlilik, nefreti körükleyen bir şeydi. Aynı döngüde bir Müjde Ar filmi zihinde belirdi. 82 yapımı İffet filmi, kült bir işti. O filmi benim için efsaneye dönüştüren imgeyse Faruk Peker'le çektiği bir sahneydi. Mahallenin güzel kızı ve onu tavlamaya çalışan yakışıklı taksici arasında doğan yakınlaşma, ürperticiydi. O günlerin korkulan hadiseleri hep gerçekleşirdi. Benim de başıma, korktuğum bir dost hadisesi gelmişti. Tüm zamanların en unutulmaz sahnesi, bu filmdeydi. Bu paragraf size neyi anımsattı bilmiyorum ama beni biraz rahatsız etti. Çünkü adı geçen filmde bahsedilen sahne, bir
Aksi takdirde, her devirde ve yüzyılda, sahte gülücükler ve parıltılarla kendine yol bulan kızıl nefretler, bir erkeklik teşebbüsü olarak cinayetle sonlanır. Ve, ısrarla, patolojik nefretlerimizin devası; “diyalog'dur”, diyebilmiş yürekli bir insanı öldürmeyi, büyüme ve erkeklik zannettirerek bunu, 'ulusal bir gurur ve derin bir başarı' olarak lanse edebilen körelmiş zihniyetlere de 'artık gerçekten yeter' diyebilmek gerekiyor!..
tecavüz şöleniydi. Tecavüzü seksle meşrulaştırmak bana özgü değildi. Şiddet öğretisiyle bezenmiş topraklarda tersi, zaten anormaldi. Tecavüz bir seks türü müydü? Şiddetle pekişen rızasız seks nasıl zevk verirdi? Beni heyecanlandıran şey, diğer insanlar için de aynı derece heyecan uyandırır mıydı? Yakışıklı bir jön tarafından, ormanda, taksi camına kafam sıkışmış bir vaziyette, çaresizce çırpınırken, arkamın açılıp, içine penis sokulması
ne
derce
meşruuydu? Yapılan
eylem aynı zamanda bir fethetme, işgal kültürü değil miydi? Bunlar birçoğumuzun kafasını
meşgul
eden
sorulardı.
Bunlar,
yaşadığımız dünyanın şiddete ne kadar boyun
William Blake, 1757-1827
eğdiğinin bir yansımasıydı. Ondan şikâyet değil, haz duymamız gerektiği söylenmişti.
Fantezilerimde yer eden her
buluşturmaktı. Kısaca bu, başka bir Protestan kurnazlığıydı.
şey, arzu duyulması gereken şeyler
Krallık kurup, aynı zamanda dünyaya hükmetmenin haklı
değildi.
kuralıydı.
Tecavüz vb. sonrası öldürülen
Bu yöntemin bir yanı Almanya'da tutmuştu. Birçok Yahudi ile
kadın (eşcinsel veya heteroseksüel)
beraber hibe edilen eşcinsel, yakılmıştı. Onun intikamı sona
veya eşcinsel erkekler batıda, şehvet
saklanmıştı. Ama ne yeni kurulan İsrail ne de ona karşı olan
kurbanı olarak adlandırılıyor. Bu suça
Filistin, eşcinsellerin arkasında değildi. Onlar, bir avuç cennete
da şehvet cinayeti deniliyor. Hâlbuki
kurban gitmişti. Vaadedilen toprakları, geri tepmişlerdi. Şimdi
nefret
etraf kan kokuyor. Ölü çocuk cesetleri, geleceğe ağlıyor. Bu
cinayeti olarak geçiyor ki yerinde bir
bu
gibi
suçlar
gözyaşları Ruanda, Tarlabaşı, Gazze, Wyoming ve Tibet'de
kullanımdır. Aksi halde batıda ad
yapılan katliamlar için dökülüyor. Baki Koşar, Dilek İnce, Matthew
verildiği
Shepard bizi anıyor.
gibi
ülkemizde
konulsa
sanırım
sakınımdan çok, teşvik uyandırırdı. Zaten resmi bir makamdan
Bu
aynı
zamanda
bir
Caharles
Bukowski
yalnızlığını
bu çeşit bir yakıştırma gelmedi. Daha doğrusu öldürülen
doğuruyor. Çünkü o ve onun gibilere göre kadın, kadınımsı, öteki,
arkadaşlarımıza bir ad bile verilmedi. Kurbanı hafife almanın bir
beriki ve diğerleri hep aynı. Katmanları arasında hiçbir fark yok.
başka yolu olarak gördüğüm şehvet yakıştırması, o yüzden
Böylece kendinden başka birisi veya birileri sevilemiyor. Sevmiş
abesti. İşlenen zorbalık bir zihniyet, bir tahakküm bedeniydi.
gibi yaparak ilgi, şu cümlelerle aktarılıyor: “Açıkçası fahişeleri,
Aynı tahakküme karşı direnen fakat aylarca hapis yatan
düşmüş kadınları arzu ettim çünkü ölüdür onlar ve serttirler,
Mehmet Tarhan, bu düşünce ekseninin dışına çıkmak istemişti.
sizden hiçbir şey beklemezler. Çekilip gittikleri zaman hiçbir şeyi
Ama onu hapseden zihniyetin kurbanı, yine kendisiydi. Çünkü
kaybetmezsiniz. Öte yandan bütün bunaltıcı bedellerine rağmen
çıktığında bir kahramandı. Peki, bunda bir içsel sorgulama var
yumuşak, iyi kadınlara da hasret çektim. İki türlü de kaybettim.
mıydı? Hangi tahakküm ilişkisi zora sokuluyordu. Neden ona
Güçlü bir adam her ikisinden de vazgeçerdi. Ben güçlü değilim.
duyulan öfke birden sönüvermişti. Ya da bu öfke kendinden mi
Böylece kadınlarla, kadın düşüncesiyle uğraştım durdum”.
belirmişti? Büyük ihtimalle o da kendisini hapseden zihniyet gibi, Ankara'nın hangi orman çiftliğine “silahlarımı” gömmeliyim, diye
İş, şoven bakışlarda umutsuz. Çünkü o bakış, kaybettiğinin
düşünüyordu. Belki Mehmet'in Tuncay Güney'den farkı, kendini
bilincinde ve çaresiz. Aynı şey benim için de geçerli. Çünkü öfke,
“hasta bir gey” olarak lanse etmemesinde saklıydı. Bu bile yazılı
dozunu ayarlayamadığım bedenimde. Kendi kanımda dolanan
ezberi bozmadı. Çünkü bizden ne dava adamı çıkardı ne de vatan
kinin içinde. Zoraki dostlukların inşa edilişinde. Temeli hep, bir
evladı. Bizden olsa olsa birer itirafçı, iftiracı, yalancı ya da inkârcı
öfkeye gebe. Sonuç, güvensizlik ve yıkım gene. Ama gönlümüzü
çıkardı. Bu da bize yönelik bireysel, toplumsal, düşünsel,
Gazze topraklarına döndüren, bu öfke bombardımanına karşı
ideolojik, psikolojik veya sınıfsal ayrımı, ardından yükselen
direneceğimiz bir karargâh var artık. O da samimiyet. Çünkü
öfkeyi doğruluyordu. O nefretin bedeli, bize yöneltilen silahlardı.
içten olmak, neşter misali kist yaran bir tedavi. Yan etkisi
O silahlar ki Şişli'de bir Ermeni'yi, Tarlabaşı'nda bir travestiyi,
olmayan bir ilaç sanki. Gözlerin ardına kurulmuş bir in gibi.
sokaktaki kadını vuruyordu.
Karanlık fakat aydınlığa bakıyor. Kuytu ama önü açık. Buğulu ve
Artık katil aramızdaydı. Aynı şiarla yola çıkan Müge Anlı, programına benzer hadiseleri sıralıyordu. Onun şovu, çeşitli ahlaki ilkelerle bezenmiş bir vaha sunuyordu. Fakat o vahada eşcinsellere yer yoktu. Çünkü onlar ancak bir şüpheli olabilirdi. Bir zanlı yakalama hevesine bürünen Anlı, öldürülen bir kadının katilini ararken aldığı bir ihbarda, böyle davranmıştı. İhbara göre şahıs, efemine tonlu, kıvırtan bir komşuydu. Apartman gerçeği, hepimizin gerçeğiydi. Yalnız oturan bekâr bir erkek, olura kapınızı çalarsa, bir de üstüne üstlük efemine tonluysa dikkat edilmeliydi.
Hatta
e t ra f t a
bir
c i n aye t
işlenmişse
şüphelenilecekler arasında birinciydi. Müge Anlı gibi zamansız ve pervasız bir şekilde bizi şahadet edenlerden biri de Papa'ydı. Papa, eşcinsellere nefret kustuğu gerçeğini gizlememiş, soruna, yağmur ormanlarını bahane ederek kökten çözüm bulmuştu. Bu olaydan yola çıkanın kürtaja bahanesi, elbette katiydi. O ve onun gibi dini liderlerin derdi, insanlığın kurtuluşu değildi.
Kendi
mensup
olduğu
mezhebi,
rakip
mezheple
hep umut dolu.
40
darağacı
... bawer çakır bawer@kaosgl.org
-gelişme-
hissettiğimi hele hele bu pozitif bir hisse- insanın üstüne boca
uzun bir aradan sonra kız
koyduktan sonra karşınızdaki kişinin buna devam etmesidir:
ederim. bunun en güzel yanı da siz cümlenize noktalı virgül
kardeşime açıldım. ilk denememin üzerinden
tam
geçtikten
sonra
tamına
“ben de bawer, ben de aynı şeyi hissediyorum.”
11
yıl
daha…
ki
arabasıyla başka bir ortak arkadaşımızı eve götürürlerken ben de
malumunuz bizim açılma işleri sürekli başa saran bir kaset gibi:
takıldım peşlerine. eve yakın bir yerlerde indiğim ana kadar
bir
bu
sohbetin
ardından
ortak
bir
arkadaşımızın
bir daha… bir daha… ve bir daha yinelemek gerekiyor çoğu
arabadaki herkesle, ama illa ki de en çok ahmet'le güle oynaya
zaman.
seyrettik trafikte. tam incirli ömür durağında kapıdan inecektim
sıcak ve annemlerin olmadığı bir yaz akşamında, balkonda
ki yanağına bir öpücük kondurdum ve bir kere daha tanıştığımıza
hazırladığım yemeklerle süslü masanın başında işten dönüşünü
memnun olduğumu söyledim. ve en kısa zamanda, daha az
beklerken çok heyecanlı ve gergindim. kardeşim bir gece önce
gürültülü ve daha aydınlık bir yerde “çocukluk anılarımız”
attığı sms'le sürecin önünü açmış, az biraz “ben hazırım” demişti
hakkında konuşma sözünü de alarak kapıyı açtım. ahmet o
ama yine de, ne kadar çok açılırsanız açılın aileden birine açılmak
sırada yanağımı sıktı ve “tamam” dedi. “yanağından aldığımı
hep çok gergin bir süreçtir.
cebimde saklayacağım.”
neyse ki çok beklemeden işten geldi kardeşim ve yemek
41
sıcak
ahmet'le ilgili bir sonraki “buluşmamız” bir arkadaşımın
masasına oturduk. hava, su, iş, güç derken lokmaları “konuyu
telefonda
geçiştirmek
barışamamış, ölmeyi anlayamamış biri olarak ne yapacağımı
için”
ağzımıza
tıkıyor,
mümkünse
ikimiz
de
bildirdiği
ölümü
oldu.
ölüm
hadisesiyle
hiç
konuşmayalım istiyorduk. ama ben bu korkaklığımı alt etmeye
bilemedim. sonrası işte; biriktirsem göl olacak kadar yaş,
kararlı bir sesle başladım konuşmaya.
dünyanın üçte birini kaplayacak kadar korku ve eşcinsel olduğum
ağzımdan dökülenler karşısında kardeşim kendi korkularıyla çok sevdiği abisi arasında gidip geliyordu. bense, daha birkaç
için öldürülme ihtimalimin bu kadar yakınımda olduğu “bencil” his.
gün önce “kimliği belirsiz kişilerce” öldürülen arkadaşım ahmet yıldız'ı düşünerek hırpalıyordum kendimi.
-gelişme-
birkaç anlamsız sesten, kelime olmayan harften sonra kardeşim, o hepimizin muhakkak ki duyduğu cümleyi tutamadı ağzında: ya başına bir şey gelirse!?
kardeşime yeniden açılırken ahmet'ten bahsettim. başına gelenleri anlattım ve “ben bu hisle tek başıma yaşayamıyorum”
her kadının erkeği, her erkeğin de kadını sevdiği bir ezbere
dedim. “kardeşimsin, bununla başa çıkabilmem için desteğin
dünyada hemcinsini sevdiğini cümle içinde kullanan herkes
gerek. evet, yalnız değilim ama bu evde de yalnız olmadığıma
yeniden doğar. muhakkak ki yaşadığımız bu açılmadan sonra
inanmak istiyorum.”
yeniden doğmuş gibi hissetmenin üstüne ölüm toprağını serpen hep bu cümledir: ya başına bir şey gelirse!? bu sorunun kastı ilk etapta şiddet olsa da, cümlenin gizli öznesi ölümdür. açılmak bazen ölü doğmaktır işte bu nedenle.
bir şey söylemedi önce, sustu. ama sonra “sen benim abimsin. her halinde canımsın. başına bir şey gelsin istemem. her durumda ben arkanda/yanındayım” deyiverdi. sonra bir süre ikimizde hem kendimize hem de ahmet'e ağladık. kardeşim “ölü doğmuş” abisine can verdi, fişi çekilmiş
-giriş-
ahmet'in öldürüldüğünü öğrendiğimde, kendisiyle tanışalı
ömrüme kalp masajı yaptı… sonra da gerisi geldi…
-birleşme-
çok kısa bir süre olmuştu. çok tatlı bir oğlan, çok sıcakkanlı bir insan olduğu için güzelliğine hayran hayran baktığımın
27 temmuz'da, kendilerine “ahmet yıldız'ın arkadaşları”
birkaç dakika sonrasında aramızdaki hadisenin bir flört,
diyen bir grup olarak “arkadaşımızın” öldürüldüğü istanbul'un
cinsel bir aktivite ya da benzeri bir şekle evrilmeyeceğini
üsküdar ilçesindeki adliye binasının önünde eylem yaptık.(+)
anlamış, çok gürültülü bir ortamda ayak üstü yaptığımız kısacık bir sohbet sonrası kulağına “seni nedense çok uzun
ölümü simgeleyen beyaz kefenler giydik ve şaşkın bakışların arasında şunları söyledik:
yıllardır tanıyor gibi hissediyorum. sanki çocukken, aynı
“yıldız'ı bizden alan olayların takipçisi olacak, birileri sırf lgbtt
mahlede oyun oynamışız gibi” deyivermiştim.
olduğu için öldürülürse onların ardındaki nefreti de açığa
bilenler bilir, coşageldiğim anlarda kendimi tutamaz ve
çıkaracağız. bundan sonra birbirimizi yalnız bırakmayacağız.”
bunları söylerken beyaz zemine siyah yazılarla bir pankart taşıyorduk: eşcinsel olduğumuz için öldürülmek istemiyoruz!
-başlangıç-
aylar var ki bu hisle yaşıyorum. bu inatla, bu inançla… hayattaki en büyük korkularımdan biri olan ölümle böyle yüzleşebiliyorum. bir erkeğin gözlerine tutulduğum için, bir erkeğin ellerini tuttuğum için, bir erkeğin göğsünde uyumak istediğim için, bir erkeği seven bir erkek olduğum için öldürülmek istemiyorum! ailem, akrabam, komşum, arkadaşım, tanımadığım kişilerin “istediği” kişi olmadığım için, yok sayılarak öldürülmeyi de, benim gerçekliğime duyulan nefretin eline silah, bıçak, taş tutuşturduğu bir el tarafından katledilmeme itiraz ediyorum! töre, ahlak, namus, üremesi gereken soy, atalara hakaret, millet, toplum, siyaset, para… bunların, sırf eşcinselliğim nedeniyle hayatımı karartmasına, hayatımı benden
alacak
mekanizmaları
devreye
sokmasına
direniyorum! sırf kendim için de değil, lezbiyen, biseksüel ve translar
için
de…
kendini
cinsiyetler
dışı
olarak
tanımlayanlar için de aynı şeyleri talep ediyorum!
-varış-
elinizde tuttuğunuz kaos gl dergisi bu sayısında, bizleri kara bir gölge gibi takip eden nefrete çeviriyor yüzünü… ve belki de geçmiş yıllara nazaran daha güçlü bir
sesle
hepimizin
itirazını
sahipleniyor:
nefret
cinayetleri politiktir! kurduğumuz bununla da bitmiyor. baki koşar, dilek ince, yelda yıldırım, neşe yalçın, ege tanyürek'leri “öldürenleri de” biliyoruz. bize reva
görülen
bu
cenazeyi sahiplenmiyor,
“hayatımızı” kara toprağa götüren bu cenaze arabasının ardından gitmiyoruz. çünkü bizim, uzun bir süredir dalgalandıkça içimizi oksijenle dolduran, cümbüşüyle hayat veren, yan yana yürüdüğümüz “yoldaşlarımızla” üzerimize yapıştırılan “eşcinseller yalnız ölür”den kurtaran, ailelerimizin de altından
geçerek
“yeniden”
ailemiz
oldukları
bir
gökkuşağımız var.
(+) http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/108618/yild izin-arkadaslari-escinsel-oldugumuz-icin-oldurulmekistemiyoruz
fotoğraf: uçurum yine yakın - 2009, hakan aydoğan
kurban-lar
nefret ve iktidar yusuf eradam yeradam@yahoo.com
İktidar, ihtiyaçlarını belirlemek yol ayrımına
komşusunun kocasına sarkan ve kutsileştirilmiş model aile
geldiğinde, homofobiyi iktidarı sarsılmasın
düzenine tehdit midirler? (Lola & Bilikid) Eşcinselden devrimci
diye kullanır, yine aynı iktidarını, erkini o
olamaz mı? Daha iyi bir dünya için çalışanlar arasında eşcinseller
kendi
bulunamaz mı? Adı üstünde, klişeleşmişse, çok kullanılmıştır. Bu
içindeki
homo
hücreleri
ya
da
iktidarına tehdit tüm ötekileri yok etmek için
belleğe geviş torbası deyişimin nedeni budur.
kullanır. Belirteç, ihtiyaçtır. Bu anlamda da, iktidar kendisine ihanet etmiş sayılmaz.
filmi kimi klişelerine, yanlışlarına karşın savaş karşıtı bir
Gereği
homofobi başyapıtı. Filmi sevme nedenim şudur: Film, homofobi
düşünülür!
Düşünüldü!
Düşünülecektir! İktidar illeti ortadan kalkmadığı sürece de,
illetinin coğrafyasının olmadığı ve iyi niyetli gibi görünen savaşa
iktidardan bunalan herkesin gereği düşünülecektir! Masallarla,
susamış emperyalist Batı'nın kendisinin yol açıp desteklediği
söylemlerle, birçok sanat ürünü ile bellek, gereğini düşünür. Uçakta midesi bulananlar için kaliteli kâğıttan bir kesekâğıdı
savaş kurbanlarına kayıtsız kalabildiklerini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Sırp Milan'a aşık Bosnalı çellist Kenan Dizdar TV
durur ön koltuk cebinde. Üzerinde şöyle yazar: “Çöpünüz İçin:
söyleşisinde şöyle der: “Savaş varken, taraflar birbirlerinden
For
nefret ederler; savaş bitince ise yaptıkları katliamları unuturlar
Your
Waste”
Biraz
daha
aşağıda
ise
şöyle
yazar:
Kullanılmışsa, kabin görevlisine verin de çöpe atsın.(If used,
43
Bosnalı yönetmen Ahmeda İmamovica'nın Go West adlı
ve her iki taraf da bizden nefret eder.”
hand to cabin crew for disposal.) Bu duyuru, çöpünüz vardır,
Filmin olay örgüsü basittir. Savaş öncesinde birbirlerine âşık
olabilir imasını taşır. Çöpünüz, atığınız varsa, torbayı kullanın,
bu iki genç, Milan ile Kenan, Sırp ve Bosna-Hersek çatışmasının
görevliler de çöpe atsın. Bu torbanın kullanılabilmesi için de, atık
ortasında kalırlar ve kaçmaya karar verirler ama yolda
şarttır.
yakalanırlar. Sırplar, trenle kaçmaya çalışan herkesi aynı hücreye
Tüm ötekileştirme kurbanları gibi eşcinseller de önce sözde
doldururlar ve Müslüman gençleri ayıklayıp öldürürler. O sırada
ve göstergelerde yadsınır, hırsızlarla, hainlerle bir tutulup
saçları uzun Milan, saçlarını keser, aynı yerde tutulan kadın da
yargılanıp yalnızlaştırılır ve atıklaştırılır; o da olmadıysa, başına
ona eşarbını verir, ruju ile de Kenan'ın dudaklarını boyar ve
pompalı tüfekle ateş edilip ortadan kaldırılır ki riya düzeni
Kenan bir travestiye dönüşür: Milan'ın onun kocası olduğunu
süreğenliğini korusun. Bu insanlık ayıbı da sadece cinsel
söyler ve Kenan'ın böylece sünnetli, yani Müslüman olup
kimliklerle sınırlı değildir. İktidar illetinin öznelliğinde içkin bir
olmadığı kontrol edilmez ve çift Milan'ın köyüne sağ salim varır.
ayırtına
Milan'ın köyüne vardığında Kenan görünüşte kadındır ve herkes
varmamak “meziyeti”. Töre cinayetleri, kadın düşmanlığı,
öngörü,
bir
önkoşuldur kendine ihanet
ettiğinin
onu Milan'ın müstakbel eşi sanır. Tebdil-i kıyafet (dönüşüm)
Müslüman olmayanların ya da “azınlıkların” ötekileştirilip tehdit
sayesinde Kenan köyde kabul görür. Daha önce Müslüman ve
unsuru olarak belleklere kazınmasının da homofobi ile aynı
Hıristiyanların yan yana yaşadıkları köy, şimdi korkuluklarla
içinde
simgelenen “çorak ülke” gibidir. Onu yarım akıllı oğlu ile bırakıp
madunlaştırdığı, aşağıladığı, hatta katlettiği ötekilerin atık
kefede
değerlendirilmesi
gerektir.
İktidar,
kendi
giden Müslüman kocasına hınçlı “tekinsiz” Ranka, Kenan'ı yeni
olduğunu her alanda gösterir, işler ve ötekileştirmeyi saltık
gelin diye sever, benimser. Milan askere alındığında, Kenan,
gerçeklik, olmazsa olmaz bir kalıp gibi korur bellekte. Öteki
Ranka'nın oğlunu öteki çocukların elinden kurtarmaya çalışırken
kültürün sanatçıları ya da savunucuları da olmuş bitmiş olaylar
eteği alev alır, Ranka onu kurtarmaya koşar ve Kenan'ın erkek
üzerine Yanık Ömer türküsü gibi “bizi kurbanlaştırıyorlar” ana
olduğunu anlar ve sevinir. Erkeksizlikten bunalmış Ranka'nın
fikirli
yapıtlarla
katarsis
illetinden
de
yararlanıp bu ötekileştirme tuzağına ve ikili karşıtlık tuzağına düşerler. Ütopya severim; gelecekte olması istenen, ideal durumu anlatan ve iyimserce ve imalarla öğreten
eşcinsel dostu filmlerde homofobiyi beslediğine
yapıtları ya da sahneleri. Ama eşcinsel dostu filmlerde homofobiyi beslediğine
giysileri giyip gece kulüplerinde mi çalışırlar? kullanan
Hepsi
ağzı
bozuk,
terbiyesizler
ya
argo da
bu edimin ters yüz edilmiş halidir; ama etkisi ve
işlevi
aynıdır.
Kenan,
umarsızlıktan,
Ranka'nın konuşmaması için, ona teslim olur. Homofobiyi,
kimi
insanların
kafasının
içindeki karanlık, ahlâki bir sorun olarak
inandığım klişeleri
görmek yanlıştır. Homofobi, militarizm ya da
de artık çöpe atmak
beslenir. İktidarın ve emperyalist düşüncenin
gerekmektedir
ise, özellikle eşcinsellerin bu savaşım içinde,
inandığım klişeleri de artık çöpe atmak gerekmektedir. Eşcinsellerin hepsi kadın
Kenan'ın “ırzına geçişi” erkek egemenliğindeki
içi kof şovenizm gibi başka illetlerle de
olmazsa olmazıdır. Homofobiye karşı olanın
homofobiyi
besleyen
diğer
paradigmalara
karşı
da
işsizliğe,
durması ahlâk
gerekir.
kumkuması
Savaşa, ve
para
halktır. Batı içtenliksizdir. Hıristiyan ahlâkında, eşcinsellerin tedavi edilmesine destek verilmesi, günahkârı değil de günahı
iktidarının sömürüsüne dayalı kapitalizme
dışlamak mazereti ile destek görür. Buna benzer ahlâki
ve bu sistemi besleyen din kurumlarına
hoşgörülü tüm yaklaşımlar ya da AIDS'in sadece eşcinsellere
Narsisist
özgü bir hastalık gibi göstermek (Angels in America) bu yanılgıyı
sistemin sadece eşcinsellere karşı tavır
karşı
durmaları
da
gerektir.
besler. Kenan'ın finalde, çelloyu duymayan TV sunucusuna “Ah,
aldığını düşünmek büyük bir yanılgıdır. Ezik ya
da
ezilmişlerin
kendilerini
seçilmiş
söyleseydiniz keşke daha yüksek sesle çalardım” demesi bu yüzden güzel bir finaldir.
sanmaları sistemin işine yarar da ondan. Bu sistem, yalnız ve
Ranka, Dizdar'ın sevdiği tek yerini keserek onu fazlalığından
hınç dolu insanlar yetiştirir ve ötekileştirme tuzaklarını erdemmiş
mı kurtarır? Yalnız, erkeksiz bir kadının intikam alması kadınsı bir
gibi öğretir. Karşı durulması gereken, ötekileştirmeyi besleyen,
tepki midir? Filmin zayıf noktaları bunlardır. Erkeğin “fazlalığının”
insanlık belleğidir; ikili karşıtlıklara dayanan (ak-kara; güzel-
kesilmesi, kadının “eksikliğinin” gerçekten boşluk olduğunu da
çirkin; iyi-kötü; tanrı-deccal; heteroseksüel-homoseksüel vb.)
söyler ki cürümde hayal gücü kısırlığının da belirtisidir. Amerikan
bir imgeler, simgeler deposudur. İktidar bu depodan beslenir.
Güzeli'nde eşcinsel çiftin komşuluk geleneklerine uyması ve biz
Aynı nefret deposunu popüler kültür ürünleri de destekler.
yeni taşındık diye komşuları dolaşması geleneklere, topluma
Filmde, Kenan ile Milan'ın düğünü sırasında büyük Sırbıstan
uyum sağlayan bir çift olduklarını göstermektir. Öteki değiliz
hayallerini anlatan şarkı gibi. İktidar her birimizin Truva atı
iletisini alt metin olarak sunar, hatta “gay parade” yapar gibi
olmasını şart koşar. Müslüman savaş tutsaklarının çektiği beyaz
“fitness” için koşarlar (klişe gay imge). Beni kim öldürdü bilin
at Truva atına da anıştırma ise, yorumum şudur: İki gün önceki
bakalım sorusunun yanıtını merak ettirmeye dayalı olay örgüsü
komşunuzu hayvan yerine koyup arabaya koşuyorsanız, o
içinde katilin geyliğini yaşayamamış emekli subayın çıkması aynı
arabaya koşulması gereken atı baş tacı ediyorsanız, içimizde
etkiye hizmet eder ve değer problemine işaret eder. Katil
birçok Truva atı beslenecektir. Bu kuşku ile infilak etmeye hazır
homofobik bir homodur, evet; ama bu denklem hastalıklıdır.
nasıl yaşarız? Filmin finalinde Batı tarafından duyulmayan ama
Hasta ürünü suçlu göstermek yanlıştır. Homofobiyi besleyen
izleyenin duyduğu ve insan sesine en yakın müzik aletlerinden
bellek ile yüz vermeyen arzu nesnesini katli vacip görmeyi
var olmayan çello sesi ile gelen kıssadan hisse şudur: Biz
onaylayan hayal gücü aynı etkiyi yaratır. Acıyarak, ağlayarak
kaynaşmış bir bütün olarak yaşıyorduk, çok telli, çok kimlikli, çok
arındığımızı, sorundan kurtulduğumuzu sanırız.
kültürlü. Siz savaşınızla gelip bu birliği bozdunuz. Şimdi de
Katarsis, hiçbir kurtuluş savaşımında uzun vadede işe
kıyımlara kulaklarınız tıkalı. Atıklarınızı TV'de izlemek de ayrı bir
yaramaz. Çöpünüz için size temiz bir torba sunan sistemin
keyif malzemesi olmuş, bizim sorunlarımızla ilgileniyormuş
atıklaştırdığı insanları sistem dışına atmak için yetiştirdiği “kabin
görünerek
da
görevlileri” hep vardır ve katarsis'i severler. Aynı sistem,
Hele Ranka'nın, Kenan'ın onu sevmediğini, Milan'ı sevmekte
militarizme karşı vicdani retçileri bu yüzden hain gibi görür.
vicdanınızı
rahatlattığınızı
sanacak
kadar
alçaksınız.
milliyetçi, militarist damarlarından fışkıran ateşi ile savaşa karşı,
ısrar ettiğini anlaması ile çelloyu parçalayıp Kenan'ın penisini
Askerlikte yeni gelen erlere yapılan ilk konuşmada subay bu
kesmesi çifte kavrulmuş bir ironi örneğidir. Dizdar'ın erkekliği
yüzden, burada siz bizim malımızsınız, insan haklarınız bitti,
kesilmiştir ama erkek olduğu bu saldırı ile teyit edilmiştir de.
diyebilir. Bahtiyar köleler yetiştiren ve onlarla büyüyen bu sistem
Kastrasyon, Kenan'ın kadın olmasını mı sağlamıştır? Hayır.
işte bu yüzden sevmez Einstein'ı. İçindeki düşmanı yok
Kenan, kılığına girdiği cinsiyete dönüşür (gibi olur). Finalde, TV
edemedikçe eril iktidarını tehdit edenden sistem bu yüzden
söyleşisinde konuşurken anlarız ki iğdiş edilmiş ve sesi
nefret eder ve nefreti erdemmiş gibi yüceltir, öğretir.
duyulmayan bu ara cinsel kimlik ile simgelenen unutulmuş bir
fotoğraf: yusuf eradam
44
ölüm-süz harvey milk:
devamı gelmeyen masal çağlar yerlikaya caglar@kaosgl.org
Gus Van Sant'ın son filmi 'Milk', San
45
düşünmesi
oldukça
normal.
Üstelik
bu
insan,
Francisco'da gey olduğunu açıklayan ve
ölümünden
seçimleri
yüreklendirmeye, onları birleştirmeye ve toplumun bakış açısını
kazanan
ilk
politikacı
Harvey
sonra
bile
ayrımcılığa
uğrayan
insanları
Milk'in eşcinsel hakları konusunda verdiği
değiştirmeye çalışacak kadar büyük ve cesur bir kalbe sahipse,
mücadeleyi ve bu uğurda yitirdiği yaşamını
uçuruma doğru yürümeyi çoktan göze almış demektir.
anlatıyor. Harvey Milk'i canlandıran Sean
70'lerin başında San Francisco'ya taşınan Milk, eşcinsellerin
Penn, oyunculuğu ile kendine bir kez daha
yoğun olduğu Castro bölgesinde açtığı kamera dükkanına gelen
hayran
eşcinsel müşteriler sayesinde hem çok iş yapar hem de iyi bir ün
bıraktırırken,
'bir
geyi
asla
oynamam' diyen sözde aktörlere de iyi bir sanat dersi veriyor. Film
olduğunu
70'lerde
polisin
gey
b a r l a ra
kazanır. Polisin eşcinsellere yönelik saldırılarının ve faili meçhul
düzenlediği
eşcinsel cinayetlerin artması sonucu, eşcinsellerin hakları için
operasyonlardan alınma gerçek görüntülerle başlıyor. Oldukça
doğru
trajik olan bu görüntülerde, polis geyleri, kelepçe takarak
arkadaşlarının da desteği ile hayatının sonuna kadar sürdüreceği
bir
politik
tavra
ihtiyaç
olduğunu
gören
Milk,
mekândan çıkartırken, polislerin bu tavrına maruz kalan geylerin
bir mücadeleyi başlatır. Bu mücadele sırasında, 'eşcinsellerin
büyük çoğunluğu ise yüzünü gizliyor. Hemen arkasından Harvey
şeytani
güçler
olduğunu,
eşcinsellere
istedikleri
verilirse,
Milk (Sean Penn) konuşmasını kaydederken gözüküyor ve
arkasından fahişelerin, hırsızların da geleceğini' söyleyen,
ağzından şu sözcükler dökülüyor. 'Bu kayıt sadece benim
şeytanın bile yanında melek kalacağı Anita Bryant gibi kişilerin
ölümümden, suikastımdan sonra dinlenecektir'. Bir insanın
sahte aile fotoğrafları ile karşı karşıyadır. Ama o hiçbir şekilde
öldürüleceğini düşünmesi için, çok tehlikeli bir ya da birden çok
mücadelesinden vazgeçmez ve 1977 yılında oyların çoğunluğunu
düşmanının olması gerekir. Eşcinsellerin sürekli ayrımcılığa
alarak, seçimi kazanan ilk gey politikacı olarak tarihe geçer.
uğradığı, aşağılandığı, devletin insanların güvenliğini sağlaması
Fakat ne yazık ki üzerinden bir yıl geçmeden, seçimlerde
için
görevlendirdiği
polisler
tarafından
sebepsiz
tutuklandığı, maruz
yere
şiddete
kaldığı
bir
Öldürüldüğü gece on binlerce insan, ellerindeki mumlarla
toplumda, bir geyin bir
Castro'dan, Belediye Binası'na kadar yürürler. Yargılandığı
gün
mahkemede, yediği sağlıksız gıdalardan dolayı bunalıma girmesi
öldürüleceğini
düşünmesi
ve
bunu
gerçekleştirmek i s t e ye c e k düşmana Scott Smith ve
kendisine muhalif olan Dan White tarafından silahla vurularak öldürülür.
bir
sürü
sahip
gibi komik nedenlerden ötürü Dan White'a verilen minimum düzeydeki ceza, eşcinseller tarafından White Night Riots (Beyaz Gece İsyanı)
adı
verilen
tarihin
en
büyük
Harvey Milk
milk (2008)
eşcinsel
ayaklanmalarından
birini
başlatır.
Böylece, kalabalık eşcinsel bir topluluğa yaptığı konuşmada Milk'in; 'Adım Harvey Milk ve buraya sizi birleştirmeye geldim' sözünün ne kadar geniş zamanlı söylenmiş olduğu ortaya çıkar. O, Harvey Milk'tir ve dünyaya eşcinselleri birleştirmek için gelmiştir ve bunu öldükten sonra bile başarmıştır. ‘Beynime giren kurşun beni öldürebilir ve kapılarımı kapatabilir fakat insanların devam etmesini istiyorum' diyen Milk' in bu sözlerinin ardından 31 yıl geçtikten sonra, hala var olan homofobi yüzünden, eşcinsellerin ayrımcılığa uğraması, şiddete maruz kalması ve haklarına kavuşamaması,
yeterince
devam
edilemediğinin kanıtı. Günümüzde eşcinseller, eşcinsel hakları ile ilgili düzenlenen yürüyüşetkinliklere, eğlence
gey&lezbiyen
mekânlarına
barlara
ya
gösterdikleri
da
ilginin
yarısını gösterseler ya da internette arkadaşlık siteleri kadar, eşcinsel hakları ile ilgili kurulmuş derneklerin sitelerini de tıklasalar önemli bir adım atılmış olur. Ancak sadece eşcinsellerin destek vermesi yeterli değildir. Nasıl bir yapbozun bir tane parçası eksik kalırsa, ortaya çıkan resim istediği etkiyi yaratamazsa, sadece eşcinsel olanların destek verdiği bir mücadele de istenilen sonucu vermez. Bütün hak ve özgürlüklerde toplumun
olması
her
gerektiği
kesiminden
gibi,
insan
eğer sesini
yükseltirse resim anlamını ortaya koyar. Heteroseksüeller
en
başta,
eşcinselleri
sadece belli bölgelerde yetişen, o bölgelerde yaşayabilen bir canlı türü olarak görmekten, metrekare
başına
düşen
eşcinsel
sayısını
tahmin etmeye çalışmaktan ve yakınlarında uzaklarında
eşcinsellikle
ilgisi
olabilecek
kimsenin olmadığıyla kendilerini kandırmaktan vazgeçmelidirler. Homofobik toplum düzeni yüzünden,
kimliğini
çoğunlukla
gizleyerek
yaşamak zorunda kalan eşcinsellerin ne kadar yakınında olabileceklerini hesaba katmalılar. Belki de en çok sevdikleri kişileri farkında olmadan,
intihar
etmeye
kadar
bile
götürebilecek eşcinsel düşmanı konuşmaları yaparken durup düşünmeliler. Ya oğlum geyse, ya en yakın kız arkadaşım lezbiyense, ya yanımda çalışan eleman, ya karşı komşum? Ya siz, eşcinselliklerini gizli yaşatmak zorunda bıraktığınız en yakınlarınızın kalbini sözlerinizle delip geçecek kadar, yani en az Dan White kadar katilseniz?
Harvey Milk, 1930-1978
ahlâk-sız 1
güldünya sahnesinde trans kimlik Işıklar kapalıyken sahneye üç melek girip ışıklarıyla sahnede dolaşırlar, ışıklarının vurduğu yerlerde üzeri gazetelerle örtülü yatan kadınlar vardır. Meleklerin aydınlattığı haber başlıkları sahneye yansır. Melekler ilk once Güldünya'yı uyandırıp, birlikte dans etmeye başlarlar, Güldünya dans ederken birden meleklerden uzaklaşıp beline bağlanan kara kuşağı fark eder, bu arada melekler sahnede yatan diğer kadınları uyandırıyordur, Güldünya isyan eder, diğer kadınların eklenmesiyle birlikte daha umutlu bir geleceğe karşı kadınların dayanışması ile sahne kapanır…
2
işçisi olduğu için öldürülmesi arasında bir meşruluk arayışı kabul
Namus da cinayet nedeni, nefret de…
edilemez.
gizem aksu
Translar
mekanizmalarından
yazar@kaosgl.org
Namus
kavramını
sorunsallaştırmaya
çalıştığımız Güldünya sahnesi, bir kadın çalışmasının
ürünü
olacağından
konuyu
kadına yönelik şiddet bağlamında kısıtladık. Namus
kavramının
sadece
belirli
olamayışları
olan
üzerinden
öldürülüyorlar.
Bu
ataerkil namus
iktidarın
kisvesi
dışlanıyor,
bağlamda
ile
şiddete
tahakküm “tam”
kadın
uğruyor
düşünüldüğünde
ve
namus
cinayetlerinin işlendiği bu sahnede trans cinayetlerinin yer almasının önemli olduğuna karar verdik.
Sahnede de transseksüel...
bir
coğrafyada ya da kültürde yaşayan kadınları
da
sema semih semihtogay@gmail.com
değil, doğu-batı, türk-kürt, heteroseksüel, “İçimde, bir yandan bireysel var oluşumu
eşcinsel ya da biseksüel demeksizin tüm
tanımlamamın,
farklı kadınları farklı biçimlerde mağdur
47
ettiğini düşünüyoruz. Bu bağlamda sahnenin oluşum sürecinde tartışılan
önemli
konulardan
biri
de
trans
hayatta
durduğum
yeri
bulmanın sevinci vardı; bir yandaysa şimdiye kadar sindirilen, ötekileştirilen, istenmeyen
kadınların
kadınlığı(mı)
cinayetlerinin namus cinayeti olup olmadığıydı.
olabildiğince
çok
insana
duyurabilme isteği...”
Lgbtt bireyler her geçen gün öldürülmeye devam ediyor. Kimi sadece eşcinsel, biseksüel travesti, transseksüel olduğundan,
Sadece kadınların emekleriyle şekillenen
yani var oluşlarına karşı beslenen nefret yüzünden nefret
bir çalışma sürecinin içine girmek ve sahneye
cinayetleriyle; kimi ise ailesi, akrabaları, yakınları tarafından
çıkan diğer kadınlarla aynı sahneyi paylaşmak transseksüel bir
“namussuz”
kadın olarak çevreme açılmamda ve görünür olmamda önemli bir
olduğu
için
öldürülüyor,
öldürtülüyor
ya
da
kendilerini öldürmeye itiliyor. Cinayetlerin nedeni olan nefret de
yere sahip oldu. Ancak çalışma süreci içinde, itiraf etmem gerekir
namus da aynı algılardan besleniyor. Lgbtt bireyler “sapıktır”,
ki bazı yabancılaşmalar yaşamadım değil. Mahalle günlerinde,
“deliktir”, “tiksinçtir”, “Türk ahlakına aykırıdır.”, “hastadır.”, “kanları bozuktur.”, “delikanlı olmayıp deliği kanlı olanlardır.”
3
Kısacası namussuz oldukları için nefret edilirler ya da nefret
lisede kadın arkadaşlarımın toplantılarında ben de kendimce yer alırdım. Bu ortamlardaki kadınlar beni ya çocuk ya da alternatif bir erkek olarak düşünüyordu; ama feministlerce kurulmuş bir
edildikleri için namussuz oluverirler. Namus cinayetleri üzerinden
kadın ortamına dahil olmak için kadın olmak ön koşuldu.
düşünüldüğünde trans kadınların namussuz oldukları, bunun da
Transseksüel
olarak
açılmam
öldürülebildiğini
Trans
kadınlar
zaten
varoluşlarıyla
bekaretleri
olmayan
dönmelerdir, zaten istendiği her zaman düzülmek için kadın olmuşlardır
ve
istenildiği
zaman
da
kadın
bulunacaktım
ve
bu
ortamları
benim
için
de
çevremdekiler için de farklı bir deneyimdi. Bir yandan “resmi” olarak erkek olup erkeklere açık olan yurt
dövülebilir,
ve umumi tuvalet gibi alanları kullanırken bir yandan
öldürülebilirler! Bir kadının mini etek giydiği, eve geç geldiği ya da seks
ortamında
kadın
de
beraberinde
çünkü
önceki
dahiliyetimi
deneyimlerimin aksine, her şeyden önce bir kadın olarak bir
biliyoruz.
ancak
ortama
ötesinde kimsenin namusu olmadıkları gerekçesiyle rahatça
namussuzdurlar,
getirdi;
bu
günümün
belirli
zamanlarında
kadınlarla
bir
araya
gelip
çalışmalar yapmaya başlamıştım. Bu zamanla kadınlar ve 1
Trans; transseksüel, travesti, transgender vs gibi kavramları
müzisyen kadınlar “namus adına şiddet” teması etrafında şekillenen
kapsayan bir çatı kelime olarak kullanılmaktadır.
Güldünya adlı danslı sahneyi icra ettiler. Daha sonra aynı sahne bazı
2
değişikliklerle BÜFK'ün Nar adlı gösterisinde de sergilendi.
2008 yılı 8 Mart haftasında sergilenen Sözümüz Var Şarkılarla
sadece kadınlara açık dans müzik gösterisinde Feminist Kadın
3
Çevresi'nden ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübünden dansçı ve
isimsiz bir mektuptan alınmıştır.
Bu ifade, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği' ne gönderilen
erkekler arasında gidip gelen ikircikli hayat koşulunu da
erkek olarak algılandığım zamanlar da oldu. Her ne kadar
beraberinde getirmişti.
transseksüel kadın bir dansçı olma sürecimi anlatsam da
Sadece kadınlara açık 8 Mart gösterisini izleyen kadınlardan
görüldüğü gibi, her zaman, her bağlamda sürekli ve tutarlı bir
aldığım tepkiler genelde olumluydu; bazıları sahnede diğer
kimlik oluşturamadım. (Bu sadece sahne üzeri için değil, günlük
kadınlar arasında beni fark etmemişti. Bazılarıysa “göğüsleri
hayatım için de geçerli bir olgu.) Butler'a göre “idrak edilebilen”
olmayan mı o transseksüel arkadaşınız” diye arkadaşlarıma
toplumsal cinsiyetler; cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel pratik
sormuştu. Kimisi transeksüel olarak açılmayı ve böyle bir
ve arzu arasında tutarlılık ve süreklilik ilişkileri kurup sürdüren
çalışmaya katılmayı deli cesareti olarak addetmişti. Ancak
toplumsal cinsiyetlerdir.6 Benim de anlattığım süreçte istikrarsız
4
BÜFK 'ün gösterisine gelindiğinde yorumlar biraz farklılaşmıştı.
ve tutarsız bir toplumsal cinsiyet kimliği oluşturduğum zaten açık.
48
Kimisi kadın azlığı nedeniyle benim o sahneye eklendiğimi düşünmüş, kimisi kadın kılığına girmiş bir erkek olarak Buradan hareketle tartışılacak noktalar çok fazla; ancak bu
algılamıştı; ama ben kadın kılığındaki bir kadındım. Yazının son bölümünde, sahne sanatlarında transseksüel kimlikle yer alma durumundan bahsetmek istiyorum. Judith Butler Cinsiyet Belası adlı kitabında şöyle der: Toplumsal cinsiyet ifadelerinin ardında bir toplumsal cinsiyet kimliği yatmaz; kimlik tam da kendisinin birer sonucu olduğu söylenen “dışavurumlar”, “ifadeler” tarafından performatif olarak kurulur.5 Bu yazının sonucunda fark ettim ki; bu kısa tarihsel anlatı aynı zamanda bir öznenin inşa sürecine de karşılık geliyor. Bu süreçte ben, kendimce “transseksüel kadın bir dansçı” oldum. Ancak yukarıda bahsettiğim farklı zamansal ve mekânsal koşullar çerçevesinde devamlı bu kimlikle algılanmadım. Ayrıca bedensel bir değişim geçirmedim; değişen tek şey söylemdi ya da kostümlerdi ama değişmeyen bedene rağmen kadın, değişen kostüme rağmen
deneyimden şu sonucu elde ettiğimi söyleyebilirim: Sahne üzerinde de kurulan atmosfer içinde kimlikler çeşitli şekillerde oluşabilir. Folklor ekiplerinde ya da eşli danslarda genellikle kadın ve erkeği belirgin olarak ayıran hareketler vardır. BÜFK'ün gösterilerinde sahneler bir süreç, sosyal ve kültürel bir bağlam içerdiği ve belirli bir dramaturjik çerçevede ele alındığı için, bu iki cinse farklı atfedilen ve kesin çizgilerle ayrılan hareketlerin geçişkenliğine ve değişkenliğine açıktır, ki günlük hayatta da bu durum böyledir, kadın ve erkeklerin hareketleri kesin çizgilerle ayrılmaz. Sahne üzerindeki toplumsal cinsiyet kimlikleri bu kurulan atmosfer sayesinde şekillenir, eğer bir kadın ve bir erkek varsa bu sayede ortaya çıkar ve bu kadınlar ve erkekler farklı farklı kadınlar ve erkeklerdir. Bunun ötesinde zaten hiçbir şekilde de sadece kadın ya da sadece erkek değillerdir.7
4
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü
7
5
Judith Butler, Feminism and the Subversion of Identity, Routledge 1999,
haricinde sahnede göründüğü hali dışında kostümlü, makyajlı ya da çıplak
Ancak en nihayetinde kadın ya da erkektirler. Bireyin günlük yaşamının
Türkçesi: Cinsiyet Belası Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, çev. Başak
bir şekilde bedeninin algılanmasıyla ortaya çıkan farklı sonuçlar olabilir; hatta
Ertür, s.77, Metis Yayınları, 2005
(toplumsal) cinsiyete dair farklı illüzyonlar, günlük hayatta görülebildiği gibi,
6
Judith Butler, Feminism and the Subversion of Identity, Routledge 1999,
Türkçesi: Cinsiyet Belası Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, çev. Başak Ertür, s.66, Metis Yayınları, 2005
sahnede de icra edilebilir. Bu konuda bazı drag queen ya da drag king performanslarına bakılabilir.
çalışma hayatı
“İstanbul,
meğer en büyük sürgün senmişsin”
Öğretmenliğinin ilk 8 yılını, Anadolu'nun çeşitli yerlerine sürgün gönderilerek geçiren; çareyi, istifa edip İstanbul'a yerleşmekte bulan bir öğretmen çıktı karşımıza bu sayıda. Ayşe, devrime aşkla bağlı olduğu yıllara; kuşak farkları, genç öğretmenler ve “insanı ancak onlar genç kılar” dediği öğrencilerine ve “Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün senmişsin!” dediği İstanbul'una dair sözlerini bizden esirgemedi. söyleşi: nevin öztop Ayşe, bu söyleşi için gerçekten çok heyecanlıyım. Kendinden
bir
şeyler
anlatır
mısın
Kaos
Kavramlarla aram pek iyi değil ve partner kavramı bana
53 yaşındayım. İlkokulu, İzmir'de doğduğum kasabamda;
olduğum bir hayat arkadaşım vardı. Hâlâ çok iyi bir dost olarak
okuyucularına? Neleri sever, neleri sevmezsin?
yabancı. Sevgili ve hayat arkadaşı daha yakın. 20 yıl beraber
ortaokul ve liseyi İstanbul'da; üniversiteyi İzmir'de okudum. Şu
beraber yaşıyoruz ama yaklaşık 8 yıldır da bir sevgilim var. Uzun
an
çatışmalardan sonra hepimiz birbirimizi kabullendik.
İstanbul'dayım;
Türkçe-Edebiyat
öğretmenliğinden
emekliyim. 8 yıl devlet okullarında, 22 yıl özel dershanelerde çalıştım. Şu an çalışmıyorum. Bizim kuşak, iş hayatından erken çekilmek zorunda kaldı; genç öğretmenler bile işsiz çünkü. Ama
49
Partner mi? Hayat arkadaşı mı? Sen ne dersin?
GL
Sosyalleşme sürecinde, onunla ne kadar beraber hareket edebiliyorsun? Her zaman beraber hareket ediyoruz ancak tabii kimse
yine de, hâlâ öğretmenlik yapmak istiyorum. Neleri sevdiğime
ilişkimizi bilmiyor ki... İki kadının beraberliği belki biraz daha
gelince… Müziği, sinemayı, edebiyatı, doğayı… Her şeyi mi desem
kolay…
ne…
Nerelerde görev yaptın?
Arkadaş
çevren,
kimlerden
oluşuyor?
Meslektaş
Öğretmenliğimin ilk 8 yılı Konya, Sivas, Karabük'te geçti.
Arkadaş çevrem genellikle öğretmenlerden oluşuyor ve
1978 kuşağıyım ben. Sancılı ama mutlu yıllar… Dünyayı
arkadaşlarınla bir araya geliyor musun mesela?
Sonra istifa edip, İstanbul'a geldim. Sürgünler yıldırmıştı beni.
sosyalleşme alanlarımdan en önemlisi de öğretmenler odası. Bir zamanlar her şeyin konuşulduğu önemli bir sosyal alandı.
değiştirebileceğimize inandığımız yıllar… Sonra -maalesef- dünya bizi eritti. Diğer 22 yılım İstanbul'da
Toplumun değişmesiyle birlikte odamız da değişti. Öğrenci
özel dershanelerde öğretmenlik yaparak geçti. Ama hiçbir zaman
sorunları, kültür, siyaset, edebiyat değil, artık diziler ve magazin
devlet
konuşuluyor maalesef. Bekârlar, sevgililerini; evliler, eşlerini ve
alamadım dershane öğretmenliğinden.
çocuklarını anlatmaya bayılırlar. Cinselliği ciddi olarak tartışan çok az kişi vardır. Öğretmen odaları dışında geziler, eğlenceler, arkadaş toplantıları da sosyalleşme alanlarımın içinde. Peki, ailene dair bir şeyler söylemek ister misin bize? Çiftçilikle geçinen bir ailem vardı. Okul görmemiş, ancak cahil
okullarında
yaptığım
öğretmenlikten
aldığım
tadı
Öğrencilikten ve şu sürgünlerden bahsedelim mi biraz? 1975 yılı. Devrime aşkla bağlandığımız üniversite yılları. Düşüncelerimden dolayı karşıt görüşlü öğrencilerden şiddet ve baskı görmüştüm. Eşcinsel kimliğimi ise bazı sol görüşlü
olmayan bir anne ve babanın, beşinci ve son çocuğuyum. Annemi
arkadaşlarım
ve babamı hep yaşlı anımsıyorum. Çünkü annem beni kırk iki
cansiperane çözümler arıyorlardı. Ancak ben, yüreğimin beni
yaşındayken dünyaya getirmiş. Yoksulduk, ama ailem beni pek yoksun bırakmadı. Sevgilerini hissettim
hep.
söyleyemedim
Ama
eşcinsel
onlara;
olduğumu
hiç
kaldıramayacaklarını
biliyordum çünkü. Üstelik eşcinselliğin hastalık olarak görüldüğü yıllardı onlar... Belki hissettiler; ancak hiç ima etmediler. Kardeşlerimle de yaş farkım olduğu ve yine kaldıramayacaklarını tahmin ettiğim
için,
onlarla
da
paylaşamadım
eşcinselliğimi. İçimde yaradır bu hep. Kavramlarla
aran
nasıl?
Sevgili
mi?
biliyordu
ve
beni
iyileştirmek
için
adeta
götürdüğü yere gittim. Eşcinselliğin, bir gün
“Ama ben eşcinsel olduğunu duyduğum öğrencilerimin üzerlerinden onlara bir zarar gelmesin diyegözlerimi hiç uzaklaştırmazdım.”
hastalık olarak görülmemesi umuduyla yaşadım. İnsanın
hemcinsine
âşık
olmasının
neresinin
hastalık olduğunu hiç anlamamışımdır… 1978 yılında öğretmenliğe başladım. Öğrencilik yıllarım nedeniyle
“sakıncalı
piyade”
sayılırdım
artık.
Eylemlerimizden dolayı sürekli bir yerlere atandık. Bizim istemimiz dışındaydı bunlar. Sürgündü. Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün'ü gibi değil… En
son
gittiğim
yoksunluklara
beş
yüz
dayanamayıp
nüfuslu istifa
yerdeki
ettim
ve
İstanbul'a geldim. Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün
senmişsin!
olduğunu
çok
Öteki
iyi
olmanın
biliyorum.
ne
demek
Ancak
bütün
dışlanmışlıklarımın bana katkısı, acılarından daha fazladır. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Ben yalnızca,
diğer
kimliklerin
yanı
sıra,
cinsel
kimliklerin de özgürce yaşanabileceği bir ülke olsun istiyorum ülkem. Öğrenciler ile iletişimin, iletişim kıvamın nasıldı? Eşcinsel olduğunu ilk olarak seninle
“Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır.”
paylaşan öğrencilerin oluyor muydu?
Kesinlikle
eşcinsel
öğrencilerin
aşağılanmasına
sessiz kalmıyorum ancak ne denli bilinçlendirsem de öğretmen arkadaşları, pek bir şey değişmiyor. Rehberlik öğretmenleri bu konularda daha bilinçli ama hepsi değil. Grev gibi bir hakkın yoktu. Örgütlenme ihtiyacı duyuyor muydun? Benim
gençlik
yıllarımda,
öğretmenler
TÖBDER*'de örgütlüydü. Birçok kazanımımız oldu ancak 12 Eylül hepsini geri aldı. Ben uzun süre dershanelerde çalıştığım için zaten örgütlenme
Öğretmenliğimin ilk yıllarında öğrencilerimle iletişimim çok
hakkım hiç yoktu. Yine de 2000'lere kadar öğretmenlerin
iyiydi ancak 1996'lardan itibaren genele pek seslenemediğimi
dershanelerde az çok bir söz hakkı vardı; şimdi o da yok. Tek söz
düşünüyorum. Ya ben yaşlandım ya da onlar çok zorlaştı.
sahibi, işveren artık. Yeni gelen işsizler ordusu genç öğretmenler
Paylaşımımız azaldı. Lise öğrencileri otoriteye alışmış; onlara
de çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor artık. Grev hakkını elde
insanca davranan bir öğretmeni anlayacak bir eğitim anlayışı
edebilecek bir öğretmen kitlesi de yok; hepsini sindirdiler.
verilmemiş maalesef. İstisnalar hep oldu, onlardan çok şey
Okul ya da dershane ortamında, politik olarak doğru
öğrendim ayrıca. Öğretmenliğim süresince hep ilk dersim onlara
bulmadığın bir gelişmeye kolaylıkla ses çıkarabiliyor
“insan olmayı” öğretmek oldu. Türkçe dersi bunun aracıydı
muydun? Tepkini hangi yollarla ifade ederdin?
sadece. Zaten dersin amacı da budur aslında. Öte yandan, benim
Tepkimi hiçbir yolla ifade edemezdim ve kendi içimde
kuşağımın öğrencileri, cinsel yaşamlarını öğretmenleriyle asla
kahrolurdum. Çünkü tepkiler, özel sektörde işini yitirmene neden
paylaşmazlardı. Ne yazık! Ama ben eşcinsel olduğunu duyduğum
olur. Dershanelerde ve öğretmenler odasında rahatça politik
öğrencilerimin üzerlerinden -onlara bir zarar gelmesin diye-
sohbetler yaparsın ancak yönetimin işine karıştığın zaman
g ö z l e r i m i
kendini kapının önünde bulursun.
h i ç
u z a k l a ş t ı r m a z d ı m .
Yardımının dokunamadığı, kaba tabiriyle “elinin kolunun bağlı kaldığı” durumlar oldu mu?
Görünürlük
konusundaki
çekincelerinin,
-eşcinsel
olmanın dışında- seni sen eden diğer özelliklerini ifade
Oldu tabii. Hayat bazıları için daha da zordur. Ancak, yardımcı
etmene dair de sessiz kalmana neden olduğu oluyor mu?
olamadıklarımı, yardım alabilecekleri yerlere yönlendirdim. Ama
Görünürlük sorununun, ifade gücünü bir şekilde sınırlar
yine de, birçoğunun hayata ve cinselliğe bakış açılarının
mı?
değişmesine katkılarımın olduğunu düşünüyorum. Çok
oğlansı
öğrencilerin
veya
kız
aşağılanması,
gibi
davranan
dışlanması
ve
Dostlarım dışında kimseye açık ve görünür olmadım ama bu kız/oğlan belki
de
değiştirilmeye çalışılması gibi bir durumla karşılaştığın
durum beni pek sınırlamadı. Sessiz kaldığımı söyleyemem. Cinsel yönelimim dışında, kendimi ifade etmede hiçbir şekilde zorluk yaşamadım.
oluyor muydu? Bir ses çıkarıyor muydun? Bu Zavallı
öğrenciler
genellikle
gözüyle
bakılıyor
o n l a r a .
aşağılanıyorlar.
Kendinle empati kurmanı istesem… Zorluk / kolaylık ve “kutsallık” nedir, konu öğretmenlikse? Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır. Ama aynı zamanda, heyecanlarına,
umutlarına,
aşklarına,
gelişmelerine,
büyümelerine, neşelerine, hüzünlerine, kaygılarına tanık olmak, paylaşmak başlı başına bir haz. Sürekli genç kılıyor insanı bunlar. Bir
öğretmen
ancak
öğrencisiz
kalınca
geriler,
yaşlanır.
Öğretmenlik bu nedenle kutsal. Ancak, toplumun kutsallık anlayışı bana çok ters geliyor. Öğretmenin doğal görevi zaten bu. İçinden gelen bir görev. Ceyhun Atıf Kansu'ya “Dünyanın Bütün Çiçekleri”
şiirini
yazdıran
duyguları
hemen
hemen
her
öğretmenin yaşadığına inanıyorum ben. Kuşak farkına dair diyeceklerin de olmalı… 80'lerin çocukları nasıl olabilir ki… Nazım, “ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim” demiş. Evet, bazı konularda genç kuşak bizden çok ileride; ancak, bir konuda bizi aşamadılar: toplumsal duyarlılık. *Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği
ayşe’nin doğduğu evin kapısı
49
kült filmler
orada bir film var uzakta; o film bizim filmimizdir aykan safoğlu aykan@kaosgl.org
Berlin'e yerleştiğimden beri farklı zamanlarda üç ayrı yerde
olduğunu
için
de
şiddete
maruz
kalmamız
eşcinseller şiddete maruz kaldı.
Dilimin ayarını toparlayamadığım bir alan nefret cinayetleri.
Geçen yıl sonbaharda Berlin'in
Belki de bu yüzden sinema yazısı yazmak için oturduğumda
biraz dışında yer alan yerleşim
nefret cinayetlerini görmezden gelen bir yazı yazmak kanıma
merkezi Karlshorst'ta lezbiyen bir
dokunduğu için yine bir ağızda çok şey söylemeye çalıştım.
çiftin dayak yemesi üzerine toplanan kitleler homofobiyi durdurmak için tek yürek olmuşlardı ki, Kreuzberg'in en işlek
Herhalde nereye varacağımı merak ediyorsunuz.... Evet, homofobi ve transfobi, şiddetin zırhına bürünüp bizi
metro duraklarından biri olan Hallesches Tor'da eşcinsel
işaret ettiğinde, en fazla ölüyoruz; ama yaşamaya devam
olduğunu gizlemeyen bir erkeğin öldüresiye dövüldüğü haberi
edenlerin üzerine ölümün bilgisi siniyor. Bu bilgi de başka bir
geldi.
mücadelenin de önünü açmaya engel değil; filmler çekiyoruz,
Maalesef bu olay son olmadı; yılbaşından sonra 20'lerin
eylemler yapıyoruz, panellere katılıyoruz, gruplar, inisiyatifler,
kabare merkezi, şimdilerde sayısız gey/lezbiyen kafeye, bara,
dernekler kuruyoruz, vb... Ama birilerini nefret cinayetleriyle
kültür merkezine ev sahipliği yapan Nollendorfplatz'ta 20'li
kaybettiğimiz
yaşlarında bir gey, bir grup erkeğin saldırısına uğradı… Bütün
belirtmeliyim. Tam da bu yüzden Türkiye'de hala gösterime
bilgisinin
ürkütücü
bir
yanı
olduğunu
da
bunlar olurken, geçen yılın Ağustosunda saldırıya uğramış “Nazi
girememiş, üstelik Berlin'den de bahsetmişken, Berlinli Döndü
döneminde katledilmiş eşcinseller anıtı” da payına düşenden
Eylem Kılıç'ın çektiği, Türkiye'de yaşayan eşcinsel erkekler
nasiplendi ve bir kez daha vandallar tarafından tahrip edildi.
50
anlamamız
gerekmiyor...
üzerine bir film olan “Das andere Istanbul”
Hatırlayan-
isimli belgeselden bahsedeceğim. Türkiye'de
larımız çıkacaktır, yine Berlin'de 2008
vizyona girmediği için, Türkçe bir isim de
yazında Türkiyeli LGBT örgütler için
kazanamamış olması, filmi talihsiz bir biçimde
dayanışma partilerine ev sahipliği yapan
kült mertebesine çıkarıyor, ben şimdilik filme
gece
düz bir çeviri ile “Öteki İstanbul” ismini layık
kulübü
SO36'ten
çıkan
lezbiyenlerden ve trans erkeklerden
görüyorum... Avrupa'nın aksine Türkiye'de
oluşan bir grup, faşist bir çete tarafından
filmin varlığından haberdar olanlar festival
saldırıya uğramıştı. Ufak bir zihin alıştırması ile sayabildiğim bu
takipçileri, birtakım sinema çevreleri ve LGBT hareketle yolu
olaylar, çok açık bir şekilde homofobinin en ciddi tezahürü olan
kesişenler. Belgesel, Türkiye'de eşcinsel olma hali üzerine
nefret vakalarına örnek teşkil ediyor...
odaklanıyor, bu özelliğiyle de LGBT hareketin aktivistlerinin de
Ahmet Yıldız, Dilek İnce, Baki Koşar...
yaşamlarıyla yer aldığı bir film. Filmin Türkiye'de gösterime
Bütün bu kaybolan canlar, kırılan kemikler, ezilen dokular,
giremeyişinin arkasındaki neden, filmde yer alan insanlardan
kırılan onurlar gösteriyor ki, toplumsal cinsiyetin egemen
birinin, filmin Türkiye'de gösterime girmesi halinde hayatının,
kodlarına uymayan bizlere dünyanın hiçbir yerinde rahat yok.
işinin risk altına girebileceğinden ürkmesi... Nefret cinayetleri ve
Homofobi ve transfobinin köşeye sıkıştırdığı, kuytuda infaz ettiği,
gündelik hayatta yaşanan ayrımcılıkla sistem tarafından bir
canına kastettiği bireyler olduğu sürece bu dünyayı dönüştürmek
korku kültürüne çekildiğimiz için, bir LGBT bireyin bu korkuyu
zorunluluğunu daha da derinden hissediyoruz... Bu cümle canımı
teşhis etmesi kolay." Yönetmenin bu insana karşı bir sorumluluk
acıtıyor, nitekim memnun olmadığımız bu dünyayı dönüştürmek
duygusu taşıması da filmin şimdiye kadar neden Türkiye'de
için
gösterime
arkadaşlarımızı
yitirmemiz
gerekmiyor
elbette.
girmemiş
olduğunu
Her ne kadar filmin
açıklıyor.
Birilerimiz
halen
Arkadaşlarımız yitip gittikten sonra mücadeleye ikna olmamızı
korkuyor.
beklemek, kanımca insan onuruna ve iradesine en büyük
düşünerek filme müdahil olan diğer insanların, ortak ve politik bir
Türkiye'de gösterileceğini
saygısızlık... Nasıl ki dünyayı daha barışçıl bir yere dönüştürmek
kararla açık duruşlarıyla kitlelere “buradayız” mesajı vermek
için savaşların devam etmesi gerekmiyorsa; şiddetin acı bir yanı
istemeleri hayati bir değer taşısa da, bir başkasının hayatının üzerine inşa ettiği temeller açık olmasına izin vermeyebiliyor. Bu tavır da en az diğer istek kadar hayati! Elbette kişi hayatıyla ilgili alacağı kararlarda kendinden menkul. Bu kararlara saygı göstermemiz de gerekiyor. Yine de mevzu bahis bir sinema filmi olduğu için aklımıza birtakım soru işaretlerinin gelmesi mümkün. Açık olmayan bir birey, izleyiciyle buluşacak bir filmde neden fotoğraflar: Das andere Istanbul (2008)
tanıklığını paylaşmak ister? Bu soruya verilecek cevap, LGBT bireylerin hepsini ilgilendiriyor;
çünkü
eşcinselliğini
gizlemek isteyen biri, bunu açık olarak yaşayanlar kadar kendini ifade etme özgürlüğüne sahip. Bunu yaparken de Filmin her ne
elbette koşullarını kendisinin belirlediği bir mecrada yer almayı seçecektir. Açık olarak yaşayan eşcinseller olarak böyle bir
kadar LGBT
ihtimalin varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde kapalı
hareketin, kadın
eşcinsellerin kendini temsil etmelerini engeller bir tavra sahip
hareketinin,
savaş
karşıtı
hareketin
ortaklaştığı
noktalar
oluruz, bu da düpedüz ayrımcılık anlamına geliyor. Bu tavır ne
üzerinden Türkiye LGBT camiasının çok kimlikli doğasına vurgu
açılmakta sorun yaşayan bireye yardım eder, ne de bizim
yaptığını düşünsem de, filmde yer alan insanlar arasında
açıldığımız toplumun algısını dönüştürmeye yarar...
lezbiyenleri ve biseksüel kadınları göremediğimden Türkiye
Her ne kadar bu tedirginliği anlayabilsem de, buradaki tavrı sonuna kadar kavrayıp sahiplenebilsem de,
filmin Türkiye'de
üzerine
sınırlı
bir
algı
yaratımına
açık
kapı
bırakıldığını
düşünüyorum. Sanki İstanbul'u bilmeyen biri, ortamda kadınlar
gösterilmeyişine ciddi olduğunu düşündüğüm bir itirazım var. O
yokmuş
da bu filmdeki hikayelere, yaşanmışlıklara herkesten daha çok
kendisinden filmin en azından birilerinin hikayesini yeterince
gibi
hissedebilir.
Yönetmene
bunu
sorduğumda,
ihtiyacı olan insanların Türkiye'de yaşıyor olduğunu bilmemden
anlatabilmesi için bilinçli bir şekilde seyreltildiği cevabını
kaynaklanıyor. Türkiye'nin her yerinde Mehmet Tarhan'ın vicdani
alıyorum. Yönetmenin çok fazla hikaye anlatarak izleyiciyi
ret sürecinde yaşadıklarını bilmeye ihtiyacı olan insanlar var.
kaybetmemek,
kurduğu
meramın
bulanıklaşmaması
için
Güney'in yaşadığı zorlukların daha çok kitleyle karşılaşması
özellikle erkek eşcinsellere yöneldiğini anlıyorum. Yine de
gerekiyor. Bawer Çakır'ın eşcinselliği ve ailesi arasında kurduğu
belgesel gibi bir mecrada, belgesel filmcisinin kendi fikirlerinin,
dengenin bir başkasına hayrı dokunabileceğini düşünüyorum.
özellikle yaptığı filme dair eleştirel yaklaşımının daha filmin
Bunun gibi nedenlerden dolayı Türkiye'de yaşayan insanlarla
içerisinden verilmesi gerektiğini düşündüğüm için, bu eksikliğin
varolan bir belgeselin Türkiye'de gösterilememesinin, yönetmen
de bizatihi Döndü Eylem tarafından belirtilmesi iyi olabilirmiş gibi
dahil bir sürü insanı mutsuz kıldığını da biliyorum. Bu da konuyu
hissediyorum. Çünkü filmi yapan insan olarak, filmin içerisinde
daha da çetrefilleştiriyor elbette. Bütün bu bahsettiklerimizin
görünmez kaldığınızda, seyirci, gösterdiğiniz insanlarla aranızda
LGBT hareketin açık olan aktivislerince daha çok tartışılması
bir mesafe olduğunu düşünebiliyor. Bunu önlemek için en iyi
gerekiyor diyerek, filmin bir defaya mahsus mayıs ayında “Uçan
yöntemin filmle daha organik bir şekilde ilişki kurmak olduğuna
Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde izleyici ile buluşacağını da
inanıyorum. Böylesi bir tavırla belgesel yaptığınız bilgisinin üstü
haber
hasret
örtülmemiş olduğu için de olası yanlış anlaşılmaların önüne
giderebileceğini bilmek gelecek için daha umutlu bakmamıza
geçebilir, hatta büyük ve olası yanlış cümleler de kurmamış
vesile olabilir.
olursunuz.
vereyim.
En
azından
Hayatın her alanında
Ankara
seyircisinin
Döndü Eylem'in filmi, İstanbul ve hareket üzerine çok önemli
insanın ne kadar kırılgan bir varlık
olduğunu bilenler, tuzla buz olmamak, bu erozyonda kimseyi
bir film. İzlemeyenler için sürprizini kaçırmak istemiyorum; ama
feda etmemek için bir mücadele sürdürüyor. Türkiye'deki LGBT
önemli tanıklıkların, güzel fikirlerin birbiri ardına filizlendiği bir
hareketin de böylesi bir insan sevgisine sırtını yasladığını
filmden bahsediyoruz. Ama daha sağlıklı bir tarih yaratımı için
düşünüyorum.
derinden
hareketin içinden gözlerin yapacağı belgesellere de ihtiyacımız
anlamaya çalışan bir özellik... Döndü Eylem Kılıç'ın yaptığı filmin
var. Bu alanda özneler çoğaldığında sanırım temsil sorunu da
Başkalarının
acılarına
bakmaya,
de böylesi bir yerden yola çıktığını düşünüyorum. En azından
olabildiğince azalacaktır, ya da birilerinin bu alanda erk sahibi
filminde yer alan insanlara karşı tutumu hakkında hem kendi
olarak algılanmasının da önüne geçilecektir.
anlatımından, hem de filmde yer alanların tanıklıklarından
Tüm bu söylediklerimden sonra mayıs ayında Ankara'da
hareketle sahip olduğum izlenim bu yönde. Veyahut filmin
hasret dolu güzel bir buluşmaya hazır olduğunuzu düşünüyorum.
gösterildiği festivallerde filmin ardından girişilen soru&cevap
İyi seyirler... DÜZELTME:
bölümlerinde yönetmenin Türkiye algısıyla alakadar olması ve LGBT politika konularına dair sorulan sorulara verdiği yanıtların tutarlılığı,
hatta
filminin
tartışıldığı
forumları,
oturumları
geçen sayıda teknik hata nedeniyle yayınlanamayan dipnotlar 1
Nan Goldin İşleri için: http://www.artcyclopedia.com/artists/goldin_nan.html 2
Türkiye'deki LGBT politika için bir alana çevirme ısrarı, beni bu doğrultuda ikna ediyor. Ama başta dediğim gibi, yönetmen olarak vicdanlı bir insan olmasının ve filmin dolaşımını sınırlandırmasının, sinemanın politik bir mecra olduğunu düşündüğümüzde, Türkiye'deki harekete daha yararlı olmasını sağlamaması üzerinden hatalı bir karar olduğunu düşünüyorum.
Act Up: 80'li yıllarda ABD'de New York ve San Fransisco'da ortaya çıkan "sükut=ölüm" mottosuyla AIDS krizini sonlandırmak içn doğrudan hareket ve sivil itaatsizlik gibi eylemliliklerle 20 küsur yıldır kamusal Alana müdahale eden çoğulcu aktivist grup. 3 Burada haddimi aşarak 19 Kasım-19 Aralık 2008 tarihleri arasında Galeri Splendid'de gerçekleşen Uyuyan ID /Bitch is sleeping isimli sergide yer alan bir yerleştirmeden bahsetmek istiyorum; sevgili arkadaşım Tayfun Serttaş'ın Dolapdere bit pazarından topladığı ikinci el eşyalarla oluşturduğu meta data. Tarlabaşı'nın yokoluşu karşısında, sanatçının 5 ayını harcayarak oluşturduğu bu sanatsal izlek epey başarılı bir proje olarak bahsettiğim bağlama oturuyor.
Görmeyenleriniz için: http://www.galerisplendid.com/exhibitions.html
51
FOTOHIKÂYE
fotoğraflarınızı editor@kaosgl.org'a bekliyoruz
bedenler ödünç çoşkun aşar yazar@kaosgl.org
kütüphane kutsal şair
kitaplık
Gülten Akın
Rimbaud'ya Akıl Notları Küçük İskender Sel Yayıncılık "Bir seri katil yetiştirmekle bir şair adayına öğüt vermek arasındaki fark, hayat manzarasını seyretmek için oturduğunuz masanın pencereye olan mesafesine bağlıdır."
salih canova koygocuren@gmail.com
Aslında Kutsal Kitap bölümünde her sayıda yeni çıkmış ya da o sayının dosya konusuyla ilintili olmasına dikkat ederek, yeni olmasa da LGBTT kültürü açısından önemli sayılan kitapları tanıtıyoruz. Ancak bu sayıda bir değişiklik yaparak bir kitabı değil, hiçbir kitabını "es" geçemeyeceğimiz, her birimizin hayatına mutlaka bir dizesiyle girmiş Gülten Akın'dan söz etmek istedik.
Ölüm Denizinde Yüzmek: Bir Oğulun Anıları David Rieff Agora Kitaplığı "Annem Susan Sontag yaşadığı gibi öldü. Onca ıstırap çektikten sonra bile ki çok ıstırap çekti, ölümle asla uzlaşmadı... Hayatı uzatmak, yaşamaya devam etmek: Bu, belki de, onun ölme biçimiydi..."
Geçtiğimiz günlerde, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın ölümünden sonra Milliyet Sanat dergisince düzenlenen "Türkçe'nin yaşayan en büyük şairi" soruşturmasında "yaşayan en büyük şair" seçilen Gülten Akın'ın şiiri insan olmanın duyarlılığını ve sorumluluğunu taşımasının yanı sıra, bir kadın olmanın ince hüznünü de yansıtır. İlk şiirlerinde kendi iç dünyasına ağırlık veren Akın'ın sonraki şiirleri, yaşamının büyük bir bölümünü Anadolu'da geçirmesinin etkisiyle de toplumsal
Seçkin Katiller Michael Smith Timsah Kitap Eski bir İngiliz istihbarat üyesinden ABD'nin Ergenekon'u. Michael Smith, Vietnam'dan Kolombiya'ya, İtalya'dan Irak'a uzanan harekâtlarla, karanlık ve kirli politikaların nasıl üretildiğini açığa çıkarıyor.
Sanatçı Eleştirmen, Yalancı, Katil; Oscar Wilde Esin Soğancılar, Fatih Özgüven, Kaya Genç, Türker Armaner İletişim Yayınları “Wilde, kötülüğe ve talihsizliğe rağmen bozulmamış bir masumiyeti koruyan kişiydi.”
Fantastik Dişil Mizah Filiz Bingölçe Altüst Yayınları Kadın Argosu Sözlüğü'nün yazarından, kadınların gülerken aslında neyi nasıl eleştirdiklerinin dökümü.
Güzel Gölge Andrew Wilson Everest Yayınları Suçun ve suçlunun yazarı Patricia Highsmith'in "hayatı ve eserleri". Kötülüğün, suçun izini süren, yirminci yüzyılın en karmaşık zihinlerinden birine sahip bir yazarın yaşam öyküsü.
sorunlara daha da odaklanarak, toplumsal sorunlar karşısında, birey olmanın bilincini yitirmeden ve ajitatif bir söyleme bürünmeden tavır almanın şiirle nasıl mümkün olabileceğini gösterir. Anadolu insanının yaşamsal zorlukları, sorunları, çaresizliklerinin sıkça dile getirildiği bu şiirler konu edindiği toplumun sorunlarını sahiplenmekte öylesine samimidir ki Akın'ın kimi şiirleri tümüyle yerel söyleyişin izlerini taşır. Bu durumun en güzel örneği olan "Aşağı Cinbolatlı Musa Akbaba'nın Sağ Koluna Ağıt" isimli şiiri, Toprak ve Tarım Reformu Yasası gereği, dağıtılan toprakları elinden alınıp eski sahibine verilen köylülerden Musa Akbaba'nın bu durumu protesto etmek için oy verdiği sağ kolunu tarlasının ortasında tohum makinesinde kopartmasına dair gazete haberinden hareketle yazılmıştır. Türkçe şiirde, kadın duyarlılığının kadın bakış açısının en önemli temsilcilerinden biridir de Gülten Akın. Kadınların, toplumsal yapı nedeniyle henüz şiirde önemli bir varlık göstermediği, gösteremediği yıllarda bir kadın olmanın tüm ağırlığını yüklenen dizeleriyle erkeklerin kuşattığı şiir dünyasında yerini almıştır Gülten Akın. Sevmenin, sevilmenin, aşkın en güzel hallerini bir kadının bakış açısıyla sunan dizeleri, Gülten Akın'a ait olduğunu bilerek ya da bilmeyerek hemen hepimizin hayatında biraz olsun yer almıştır dersek abartmış sayılmayız sanırım. "Deli Kızın Türküsü"nü kim unutabilir ki? "Uzun yağmurlardan Sonra"yı, "Yitikler Gecesi"ni, "Seni Sevdim"i,"Orda Kaldım"ı kim unutabilir? Gülten Akın'ın yaşamdan, özgürce yaşamaktan, aşktan, sevgiden yana saf tutmuş herkesin sözcülüğünü yapar gibi ağır bir sorumlulukla ve eşsiz bir ustalıkla yazdığı şiirleri sevgiyle, insanlıkla kurulacak bir dünyanın umudunu taşıyan herkese sesleniyor ve henüz okumadıysanız sizi bekliyor... Dünyaya savurduğu her dize için Gülten Akın'a teşekkür ederek bitirmek istiyorum bu kısa yazıyı.
"ağlama kız deme yar yar incinirim
"hızlı öpüşlerle lekelenir ten
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
uzun kalır usul öpüşlerin anıları”
körüm, çelimsizim, göynüğüm, hastayım,
(Kısa-İki)
sebebbolanları nerde bulayım adamdan içerli kuşlar ağlasın" (Güz)
"kısarak gözlerini, sözlerini eksilterek eğerek başlarını yer altından usulca çıkıyorlar
"dünya uçurtma ve balonken kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri
mor yemenileri ve turuncu hırkalarıyla
sana zehir edenleri
kapıcı kadınlar, kocalar, çocuklar
bağışlayacak mısın?"
çorak kentlerimizi bahçeye dönüştürüp
(Küçük Kızın Türküsü)
solgun daha solgun sonra daha solgun uçuyor yüzleri geceye kadar” (Kapıcı Kadınlar Şiiri)
bozuk plak
bawer çakır bawer@kaosgl.org
başka bir dünyanın zeki müren'inden acıklı şarkılar
al beni,
antony & the johnsons / the crying light
al götür beni doğaya… the crying light (ağlayan ışık) antony ve depresif çetesinin üçüncü kaydının adı. 2009'un ilk karanlık selamını çakan ekip kırık bir gülümseme, acı bir kahkaha atıyor karşımıza geçip. ve yine günlüklerimize şu not düşüyor albüm
eşliğinde: sevgili günlük, bugün de yalnız ve sevimsizim. sanırım ebedi yalnızlığımla artık barışmalıyım… albüm etkileyici bir açılışa sahip: her eyes are underneath the ground. şarkı insanı sinir eden bir merhaba gibi. ardından gelen epilepsy is dancing de adının aksine yine koltuğa gömülmenizi sağlıyor. “dans dediğin laftır, depresyonsa gerçek” der gibi. haklı mı ne? üçüncü viraj one dove'dan sonra albümün ilk “aydınlık” şarkısı kiss my name selamlıyor ruhumuzu. adımı öp! bir ninni gibi şarkı. lütfen 2009 sonundaki listelerinize bu şarkıyı ekleyin şimdiden. albüme adını veren şarkı var sırada. başlıyor ve ışık gibi bitiyor. antony ses telleriyle canımızı acıta acıta inliyor. ardından hüzünlü bir piyanoyla another world başlıyor. nedendir bilmem antony sanki kız şaban'ın mutlu olacağı başka bir dünyayı anlatıyor. tutkulu öpücükler hakkındaki daylight and the sun sırada, önceki altı şarkıda bunalıma girmediyseniz şanslıymışsınız. ancak tutukulu öpücükler, ağlak gündüzler hakkındaki bu şarkıya karşı gelmeniz zor. bu yüzden kendinizi bu karanlık dalgalara bırakın. sırada aeon var. siz bittiniz. zira daha girişi bile insanı oturduğu koltuğa mıhlamaya yeter. inatçıysanız sonunu getirebilirsiniz elbet. çünkü kendi içinde bir hareketlilik barındıran bu durağan şarkı sizi günlerdir yazmaktan imtina ettiğiniz mektubu yazmaya yeltendirebilir. kesmedi mi? o zaman dust and water ikram edelim size. antony ve sen. yalnızsınız. daha ötesi yok; teslim olmak zorundasınız. antony'nin sesiyle sizi ele geçirmesine izin verirseniz son şarkı evergalde'de huzuru bulabilirsiniz. inat etmeyin. yüzünüzü yıkayın, meyve çayınızı alın ve yatağa girin. karanlık bu günü bitirip yeni ve ışıklı bir günü dileyerek uykuya dalın. her dinleyişte fikrinizin değişeceği bir albüm “the crying light”. her seferinde sizi alıp bambaşka bir hale sokması muhtemel. arşivinizin büyüyüp ilerleyen yıllarda size hesap sormasını istemiyorsanız “başka bir dünyadan” gelen bu “dünyalının” sesini odanıza sokun. depresif olmanın o kadar da kötü olmadığını anlayacaksınız. http://www.antonyandthejohnsons.com/
natacha atlas / ana hina arapçanın en çok yakıştığı kadın derler onun için. ses verdiği her dize, her melodi tutkulu, kahredici, duygulu, cesur, kırılgan, süründüren, mutluluktan uçuran aşklar gibi. müziğin çıplak ayaklı prensesinin 8. albümü ana hina yine aklımızı alıp gidecek kudretiyle kulaklarımızla buluştu. 12 şarkı arasından seçim yapmak zor. ya laure hobouki de çok güzel black is the color da. harikulade albüme adını veren ana hina da bir o kadar. evladiyelik natacha atlas kaydı mısır çöllerinde ılık bir rüzgar, yağmurlu londra'da sıcak bir çay, istanbul'da baharatlı bir yemek, hakkari'de reyhan kokusu gibi. prensesin sesi de acılarla, tutkuyla, hasretle yoğrulmuş gibi çınlıyor yine. dağlardaki nazlı gelincikten karanlık kış günlerinde ruhumuza güneşler doğuracak… edinmemek, kulak kesilmemek, koyverip gitmemek
kıştan koruyacak sıcacık bir kazak… nazan öncel / hatırına sustum kentli bir kadın ozan. seveni, uğruna ölecek kadar seviyor onu, sevmeyeninin de kulağında birkaç şarkısı muhakkak var. herkesin payına düşüyor fazlasıyla. yaptığı her albümle kendini aşan, aşarken düşen, düştükçe yeninde kalkan biri. bu “tuhaf” kadın “daha az sevdiğimiz” bir önceki albümünün özrü sayacağımız bir albümle uğurladı eski yılı ve 2009'a daha sevinçli girmemizi sağladı. hepimiz için ilmek ilmek işlediği, kara kışa inat sıcacık tutan kazağını bizlere sundu: hatırına sustum. ümitsiz aşkların yardımcı oyuncularına ithaf ettiği albüm hiç kuşku yok ki şimdiden hatmedildi bile. ben diyeyim göç, siz deyin demir leblebi. bir tutam da bir hadise var'ı ekleyin. sonuç tadından yenmez bu albüm işte. fazla söze ne hacet; bildiğimiz, sevdiğimiz nazan öncel işte… http://www.nazanoncel.net/
olmaz… olamaz… http://natachaatlas.net/ http://www.myspace.com/natachaatlasofficial
55
kitaplık Morgan Holmes'tan Tehlikeli bir Farklılık olarak: 1
İnterseks
imge oranlı imgeoranli@gmail.com
İnterseksüellik nedir?
Holmes'un kişisel deneyiminden de izler taşımakta, dahası, zaman
İnterseks bireyler kimlerdir?
zaman Amerika'daki interseks cemaatinin içinden deneyimler de
İnterseks
terimine
yabancı
olsak
da,
dilimize ve bir çok başka dile eski Yunanca'dan geçmiş
olan
önemli
kelimesine
Holmes kitabının giriş bölümünde, çalışmasını, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet arasındaki ayrımı reddeden Butlercı bir
aşinayızdır. Aslında bu iki terim aynı olguya
perspektiften yola çıkarak geliştirdiğini öne sürüyor. Dilimize
işaret etmektedir: çiftcinsiyetlilik. Ne var ki
toplumsal cinsiyet olarak çevrilen gender terimi ile cinsiyet (sex)
“hermafrodit”,
arasındaki farkı sorgulayan bir tartışma alanı bu. Toplumsal
terimleri aralarında
hermafrodit
Holmes üzerinden bize aktarılmakta.
“çiftcinsiyet”
aynı
kavramsal
olguyu
farklar
ve
“intersex” halde
cinsiyetin toplum tarafından kurulan ve bireyler ve kurumlarca
Örneğin,
yeniden üretilen bir davranış-varoluş kategorisi olduğu, biyolojik
imledikleri
mevcuttur.
çiftcinsiyet terimi tanımı itibariyle sadece iki cinsiyetin olduğu
cinsiyetin ise
varsayımını taşımaktadır; terimdeki “çift” kelimesi bireyin -genetik
Oysa
hem dişi hem de eril özellikler gösterdiğini
kodlanmış olduğunu iddia etmekte: “Batılı varsayım, cinsiyetin
belirtir. İnterseks dediğimizde ise yine aynı olgudan bahsetmekle
toplumsal cinsiyete onun da cinsel arzuya yol açtığı şeklinde”, “
birlikte cinsiyetin sadece iki cinse indirgenemeyeceğini de söylemiş
'cinsiyet' i onu takip eden şeylerin doğal temeli varsayarak, süreci
ve genital olarak-
oluruz; “inter” kelimesi bir “aralık”ı imleyerek cinsiyetin karşıt-ikili
'doğallık'
bir yapı ile kavranamayacağını vurgular. İnterseks bireylerin
temellendirilmesinde
iddiasıyla
çoğunun tıbben teşhisi “muğlak cinsel organ”lara (ambigous
sorgulanmasını gereksiz kılıyoruz”. “Bireylerin iki 'karşıt' cinste
genitalia) sahip olduklarının fark edilmesiyle başlar. Bu “muğla
cinsiyetlendirilmesi (engendering), varsayılan 'doğal temel' yani
istenmemesi) cerrahi
edilememesi
sonucunda
müdahale
ile
“belirli” “sokulan”
bir
cinsiyet
oynayan
kategorisinin
kültürel
taleplerin
iliştirme-dikme sürecidir.” İnterseksüellik tam da bu kültürel dikişin tutmadığını, tutamadığını en
dayatır. Bebeğin cinsiyetinin bir “aralığa” tekabül tasavvur
rol
doğallaştırmayı (naturalize) hedefleyen kültürel bir
zira tıp, interseksin bir tür “yapısal bozukluk”olduğunu
etmesinin
etiketleyerek,
biyolojik cinsiyetin, toplumsal cinsiyet formunda temsil edilişini
klık” bebeklerde doğum sonrası fark edildiğinde çoğu zaman cerrahi bir müdahale ile “düzeltilmeye” çalışılır,
56
“verili” olduğu inancı günümüzde hala sürmekte.
Holmes cinsiyetin biyolojik temellerinin de kültürel olarak
net biçimde görmemizi sağlayan olgu olarak
(edilmek
karşımıza çıkıyor. Holmes'a göre interseks bireyler
cinsiyete
kültürel
bebeklerin
normlara
göre
inşa
edilen
bir
doğa
anlayışının mantıki olanaksızlığını bedensel düzlemde
bazılarının hayatları boyunca bu müdahaleden
açıkça
haberdar olmadıkları durumlar sözkonusu. Hatta
d e n e y i m l i y o r.
Bu
deneyime
ilişkin
düşündüğümüzde toplum tarafından iki karşıt cinsiyet
bazı vakalarda, bu cinsiyet atama (sex re-
varsayan heteronormatif dayatmanın çözüldüğü alanlara
assignment) müdahalelerinden ebeveynlerin
dair de düşünmüş oluyoruz.
bile haberdar olmadığını okuyoruz. Evet, Holmes kitabında tıbbi müdahaleleri ve travmatik sonuçlarının
interseks
bireylerin
hayatlarını
ne
şekilde
Dahası, interseksüelliği “queer” bir kimlik olarak ele
etkileyebileceğini de ele alıyor. Ancak kitabın temelinde, interseksi
aldığımızda,
bir “sorun” olarak ortaya koyan toplumsal anlayış, yani cinsiyeti
bulanıklaştığı kaygan bir kategori üzerine düşünmüş oluyoruz,
erkek-kadın dikotomisi dışına çıkmadan algılayamayan bakış
diyor Holmes. Biyomedikal alan ise interseksin doğal olarak ortaya
homoseksüel/
heteroseksüel
karşıtlığının
da
açısının irdelenmesi yatıyor. “İki-biçimli (dimorphic) şemaya
çıkan, istatistikle sabit, cinsel/anatomik bir çeşitlilik olduğunu kabul
uymayan bedenlerin yarattığı
etmekle birlikte bu çeşitliliği patolojik olarak yorumluyor ve
kültürel anksiyetenin ifadesi ve son dönemlerde interseks
“düzeltmeye” kalkıyor. İşte Holmes bu kitabında tehlikeli adledilen
bireylerin bu anksiyeteye karşı verdikleri cevap bu kitabın
bu farklılığın aslında nötr bir çeşitlilik olarak yorumlanabileceğini
konusunu oluşturmaktadır” diyor Holmes.
bize gösteriyor. Eşcinselliğin bir kimlik olarak ortaya çıkmaya
Cinsiyet'in erkek ve kadın olarak ikiye ayrıldığına olan kadim
başladığı dönemde biyolojik bir dejenerasyon olarak yorumlandığını
inancımızı sarsan geniş bir akademik literatür uzun yıllardır
hatırlatan Holmes, eşcinselliğin zihinsel hermafroditlik olarak kabul
tartışma konusu yaratmakta. Holmes da kitabında Butler gibi
gördüğü o dönemden bu yana eşcinselliğe ilişkin algının ne denli
feminist teorisyenlerden Donna Haraway ve Nellie Oudshoorn gibi
değiştiğini fark etmemize de yol açıyor. Böylelikle toplumsal algının
bilim eleştirmenlerine kadar bir çok teorik çalışmayı göz önünde
dönüşmesine yol açan en önemli etkenin hem teorik hem de pratik
tutarak
bu
tartışmayı
interseksüellik
ışığında
yeniden
değerlendiriyor. Holmes'un kendisinin interseks bir birey olması bu yapıta otobiyografik bir özellik de katmakta. Böylece yapıt bir taraftan zengin bir teorik tartışma sunarken diğer taraftan
alanda verilen bir mücadele ile mümkün olabileceğini Holmes'u okuduktan sonra yeniden fark ediyoruz. 1 - Holmes, Morgan. Intersex: A Perilous Difference, Susquehanna University Press, 2008. (Kitap henüz Türkçe'ye çevrilmemiştir, tüm çeviriler bana aittir.)
türkiye’nin lgbt haber portalı yenilendi
arkadaşlar arıyoruz. Yaşadığınız ilde Kaos GL Dergisini satabileceğini düşündüğünüz kitapevleri ile Kaos GL adına iletişime geçebilirsiniz ya da kitapevlerinin iletişim bilgilerini bize iletebilirsiniz. Bunun yanında dergiyi elden satabilirsiniz. Dergi satışları ve il sorumlusu olmak için abone@kaosgl.org adresine maillerinizi bekliyoruz.
"ismim mesut, göbek adım bahtiyar, dergim de kaos gl" zeki müren
abone@kaosgl.org
gönüllülerle örecek. Türkiye'nin her yerinde derginin dağıtımını yapabilecek gönüllü
YTL
Kaos GL Dergisi, Yay-Sat dağıtımından çekildi. Dağıtım ağını eskiden olduğu gibi
1 yıllık abonelik sadece 45
Kaos GL Dergisi Gönüllülerini Arıyor
Kaos GL dergisinin yay-sat dağıtımı sona ermiştir, abone olmanız tavsiye olunur.
kaosgl.org
Mademki binlerce yıldır cinsiyetçi bir dünyada yaşıyoruz. mademki bir kadının bir kadına aşkının-sevgisinin arasında başka kadınlar, erkekler, o erkeklerin sırtlarını dayadıkları kurumlar var ve mademki bu katı yapı kolay kolay yok olacağa benzemiyor; öyleyse daha uzak diyarlarda, mekanlarda ya da zamanlarda, kadın kadına yaşanacak bir dünyayı, huzurun yakalanacağı o ütopik dünyayı nasıl tasavvur ederiz? Hayalimizdeki ilişkiyi nasıl resmederiz? Neler bekleriz sevdiğimiz kadınlardan? Tabuları-önyargıları yıkmayı ve içine sıkıştırıldığımız çerçeveleri yırtmayı nasıl bir keyfe dönüştürürüz? Başkaları için yaşamayı reddeden kadınlar, hadi, düşlerinizi satırlara dökün, paylaşın bizlerle. Ancak hayal etmeye cesaret edebildiğimiz şeyler yarın gerçeğe dönüşür...
Son Başvuru: 17 Nisan 2009 www.kaosgl.org
4. Kadın Kadına Öykü Yarışması