KaosGLD12

Page 1

AĞUSTOS 1995

SAYI 12


BEYNİNİZE

SAHİP

ÇIKIN!

Ve sonunda olan oldu; tıp birimleri arası iktidar çekişmeleri iyice açığa çıktı. Yurtdışında yayınlanan tıp dergilerinde son zamanlarda alevlenen tartışmalar bizleri şaşırtmadı ama durumun vahimliği sessiz kalmayı olanaksız kılıyor. Tıp, psikiyatriye karşı yoğun eleştiri sürecinde. Depresyondan transseksüelliğe ve eşcinselliğe kadar psikiyatrinin yaklaşımlarını ve uygulamalarını zaman kaybı olarak görüyor. Bir türlü bitmeyen terapileri ve sonuçsuz kalan ilaç tedavileri ile psikiyatri zaten puan kaybediyordu. Ayrıca dile getirilmese de uzattıkça uzattığı, terapi ve benzeri süreçlerde psikiyatrinin elde ettiği rant, kapitalist tıbbın hazmedemediği bir miktar oluşturmakta. Peki ne oldu da kapitalist tıp, bir alt dalı olan psikiyatri’ye bu kadar yükleniyor ve onun “alanı”na müdahale ediyor? Tıbbın iddiası herşeyin (cinsellikle ilgili olanlar ve olmayanlar) beyinden kaynaklandığı doğrultusunda. Depresyondan transseksüelliğe bir çok sorunun nedeni beyindeki ilgili noktalarda ortaya çıkarıldığında, çözüm de kendiliğinden ortaya çıkmış olacak. Yani cerrahi müdahale! Bedensel ve ruhsal bir bütün olan insanı, parçalamaya, ruhsuz bir taş parçasıymış gibi evirip çevirmeye alışık olan tıp, terapilerle testlerle zaman öldürmek istemiyor. Doğrudan müdahale ile herhangi bir sorunu kökünden halletmeyi umuyor. Uzun zamandır, bilim adına, bütün olanaklarıyla insan beynine yüklenen kapitalist tıp, “beynin sırlarının çözüldüğünü” duyuruyor. Abartmıyoruz! Bilim düşmanlığı ve felaket tellallığı da yapmıyoruz” Onların kendileri, asıl amaçlarını itiraf ediyorlar. İktidarın bir başka kurumunun sözcüsü çok açık konuşuyor: “İnsanın kafasını okuyan alet geliştirildiği takdirde, bu olayların üstesinden gelinebilir.” Hayır, bir karşı ütopya romanından almadık bu sözleri! Kesin olan bir şey var: Bağımsız psikolog ve hekimler var ve onların samimiyetine inanıyoruz. Fakat birer kurum olarak psikiyatri ve tıbba asla güvenmiyoruz. Hükmedemedikleri bir beynimiz kaldı; bu gidişle orayı da işgal edecekler.

KAOS GL AYLIK POLİTİK DERGİ

AĞUSTOS 1995 SAYI 12 İLETİŞİM İÇİN SADECE P.K. 53 CEBECİ / ANKARA YAZINIZ


BİZ HEPİMİZ TRANSSEKSÜELİZ Bugün bir tür yapay yazgının boyunduruğu altında olan cinsel bedenin geçirdiği mütasyonu izlemek ilginç. Bu yapay yazgı: transseksüellik. Burada yapay yazgıdan kasıt doğal düzenden bir sapma değil. Cinsler arasındaki farklılığın simgesel düzenindeki mütasyonun yarattığı sonuç. Transseksüellik (yalnızca) anatomik cinsel dönüşüm anlamında değil, daha genel anlamda travesti, cinsel işaretlerin birbirine karışması ve önceki cinsel farklılık ilişkisine (oyununa) karşılık cinsel farksızlık ilişkisi (oyunu) anlamında. Çifte anlamda: transseksüellik hem (cinsel kutupların) bir farksızlaşma oyunu hem de tatmine, hem de tatmin olarak sekse karşı bir kayıtsızlık biçimidir. Cinsel (cinsel kurtuluşun itici gücü olan) tatmine yöneliktir. Transseksüel (cinsel ötesi ç.n.) ise ister cinsiyet değiştirme anlamında anatomik, isterse dönmelere özgü giyim kuşam, morfoloji, davranış işaretleri oyunu olsun yapaylığa yöneliktir. Cerrahi ya da semiürjik bir operasyon, işaret ya da organ her halde bir protez söz konusudur. Bugün bedenin yazgısında protez haline gelmesi ve her yerde baştan çıkarma aracı olması mantığa uygundur. Biz hepimiz transseksüeliz. Nasıl ki hepimiz fiilen biyolojik değişim öznesi isek aynı zamanda hepimiz fiilen transseksüeliz. Bu ise bir biyoloji sorunu bile değil. Biz hepimiz simgesel olarak transseksüeliz. Şu Cicciolina’ya bir bakın. Seksin ve onun pornografik masumiyetinin bundan daha müthiş bir ete kemiğe bürünüşü düşünülebilir mi? Cicciolina, aerobik ile buz gibi bir estetiğin bakir meyvası, her türlü çekicilik ve cinsel zevkten arınmış, insan suretindeki adaleli bir otomat olan ve tam da yarattığı bu garip caydırıcılık dolayısıyla sentez bir idol haline getirilebilen Madonna’ya karşıt olarak gösterildi. Fakat, iyi düşünürsek, Cicciolina’nın kendisi de bir transseksüel değil mi? Uzun platin rengi saçlar, kepçe kalıbından dökülmüşe benzeyen göğüsler, bir şişme bebeğin ideal

çizgileri, kurutulmuş bir çizgiroman ya da bilim kurgu erotizmi ve özellikle (hiçbir zaman sapkın ve çapkın olmayan) abartılı bir cinsel söylem, anahtar teslimi topyekün bir ihlal; pembe telefonların ideal kadını artı -yalnızca cinselliğin abartılı, etobur işaretlerini yaşadıklarını bildiğimiz transsesüel bir kadın ya da bir travesti hariçbugün hiçbir kadının üstlenemeyeceği etobur bir erotik ideoloji. Cicciolina’da somutlanan etsel dışplazma bu noktada Madonna’nın yapay nitrogliserini ya da Michael Jackson’un hünsa ve frankesteinvari çekiciliği ile buluşuyor. Bunlar hepsi değişim özneleri, dönme, erotik look’u (görünüm ç.n.) cinsel belirsizliğini gizleyen genetik yönden barok yaratıklar. Hepsi, ABD’nde dendiği gibi “gender benders”lar(cinsi belirsiz?). Cinsel kurtuluş mitosu gerçekte pekçok biçim altında canlılığını sürdürmekle birlikte, düşsel dünyada egemen olan hünsa ve hermafrodit değişkeleriyle transseksüellik mitosu. Orji, arzu ve cinsel farklılıktan sonra şimdi de karmakarışık bir erotik uydurma bolluğu ve tüm debdebesi ile transseksüel özenti. Cinselliğin kendi anlaşılmazlık ve farksızlığının teatral abartısında yitip gittiği bir tür postmodern pornografi. Seks ve siyasetin aynı yıkıcı tasarının parçası oluşundan bu yana çok şeyler değişti: Bugün Cicciolina’nın İtalyan parlamentosuna milletvekili seçilmesi transseksüel (cinselötesi ç.n.) ve transpolitiğin (siyasalötesi ç.n.) aynı alaycı farksızlıkta buluşması sayesinde gerçekleşti. Yalnızca birkaç yıl öncesine kadar düşünülmesi bile olanaksız olan, bugün ise üzerinde hoş bir oydaşma sağlanan bu başarı yalnızca cinsel kültürün değil, siyasal kültürün de bir bütün olarak travestiye doğru kaydığını kanıtlıyor. Seks işaretlerini aşırıya vardırarak cinsel bedenden, kutuplarını gizlice ayrıştırıp ve mizansenini abartmak yoluyla da arzudan kurtulma stratejisi. Bu strateji, farklılığı yasak yoluyla inadına derinleştiren bir zamanların malum baskı stratejisinden çok daha etkili. Bununla birlikte, ayrımsız hepimizi etkileyen bu stratejinin kimin yararına olduğunu anlamak mümkün değil. Bu travesti rejimi en yaygın biçimde kurumlarımızın da temeli haline geldi. Ona her yerde, siyasette, mimaride, kuramda, ideolojide ve hatta bilimde rastlayabilirsiniz. Hatta umutsuz kimlik ve farklılık arayışımızda bile. Artık kendimize arşivlerde, bir hatıratta, bir geçmişte ne de bir tasarıda ya da bir gelecekte bir kimlik arama vaktimiz yok. Bize anlık bir bellek, apansız bir kavrama yeteneği, anında kendi kendini doğrulayacak bir reklam kimliği gerekli. Böylece bugün beden için aranan, organik bir denge durumu olan sağlık değil, bedenin geçici, hijyenik ve reklamla ilgili bir zindelik ifadesi olan formda olma. Bu ise, ideal olmaktan çok bir başarı (performans) ve dolayısıyla hastalığı da bir başarısızlık (karşı-performans) haline getiriyor. Moda ve görünüm açısından aranan artık güzellik ya da çekicilik değil, look. Herkes kendine bir look arıyor. Kendi varlığımızı öne sürmek mümkün olmadığına göre (artık bakışmak yok, baştan çıkarma sona erdi!) geriye (var) olmak ne de hatta bakılmak kaygısından uzakta görüntü olarak davranmak kalıyor. Varım, buradayım değil, fakat


görünüyorum görüntüyüm -look, look!Bu narsizm bile değil, sığ bir dışa dönüklük; herkesin kendi görünümünün emprezaryosu olmağa başladığı yalnız reklamlarda rastlanan bir saflık. Look, video görüntüsü gibi çok az belirgin bir tür minimal görüntü, modanın hala uyandırabildiği türden bir bakış ya da bir hayranlık bile uyandırmayan, özel bir anlamı olmayan düpedüz bir özel efekt, Mac Lahan’ın deyişiyle bir dokunsal görüntüdür. Look moda bile değil, modanın ötesinde ve onu aşan bir biçimdir. Bir farklılık mantığına bile boş verir, bir farklılık ilişkisini dışlar. Farklı olduğuna inanmadan farklıyı oynar gibidir. Bu farksızlıktır. İnsanın kendi kendisi olması geçici, yarını olmayan bir performans, yapmacığa yer olmayan bir dünyada artık zevk vermeyen bir yapmacıkçılık halini alır... Transseksüel ve travestinin bu zaferi, geçmişe bakıldığında, önceki kuşakların sahip çıktığı cinsel kurtuluşun üzerine tuhaf bir ışık tutuyor. Bu kurtuluş, dişinin (erkil o zamana dek daha ziyade erk alanında kaldığından) ve tatminin ayrıcalıklı olarak göklere çıkarılması yoluyla bedenin azami erotik değerinin üstün gelişi olmadığı gibi, belki de cinslerin birbiri içine geçmesi yolunda bir ara evreden başka bir şey değildi. Belki de cinsel devrimin kendisi transseksüelliğe giden yolda belirleyici bir aşamadan öte bir şey değildi. Temelde her devrimin sorunsal yazgısı da buradadır. Cinsel arzu üzerindeki her türlü sınırı ortadan kaldıran cinsel devrim temel bir soruyu da getirir; Ben bir erkek mi yoksa bir kadın mıyım? (Psikanaliz de bu cinsel tersyüz oluşa en azından katkıda bulundu.) Tüm diğer devrimlerin ilkörneği olan siyasal ve toplumsal devrime gelince, insana özgürlüğünü ve

kendi iradesini kullanma olanağı vermekle onu, acımasız bir mantık uyarınca kendi kendine -önceden hiç bilinmeyen bir sorun olankendi iradesinin nerede başlayıp nerede bittiği, aslında ne istediği ve kendisinden neler bekleyebileceğini sorgulamaya yönelmiş olmalıdır. Her devrimin paradoksal sonucu aynı zamanda belirsizlik, tedirginlik ve karışıklığın başlangıcı olması. Ama bunun yanı sıra devrim tercih, çoğulluk, demokrasi gibi başka zevklerin de kaynağı. Ne var ki, cinsellikte bir demokrasi ilkesi yoktur. Bu hiçbir şey demek değildir. Orji geçtikten sonra cinsel kurtuluşun sonucu herkesin kendi cinsinin (gender), türsel ve cinsel kimliğinin arayışı içine girmesidir. Üstelik bu arayışta, işaretlerin dolaşımı ve zevklerin çokluğu dikkate alınırsa, yanıtların sayısının gitgide azaldığı görülür. Böylelikle hepimiz, çok ustalıklı biçimde transseksüel olup çıktık. Tıpkı, gizlice siyasal ötesi (transpolitik) yaratıklar yani, en karşıt ideolojilere bel bağlamış, onları özümsemiş ve dışlamış, siyasal bakımdan farksız ve farksızlaşmış, hünsa ve hermafrodit, artık yalnızca maske takan ve belki de farkına bile varmadan, kafaca siyaset dönmesi haline gelmiş yaratıklar olduğumuz gibi. Bakıyoruz, aynı anda başka alanlarda egemen olan nedir? Siyasal (siyasal ötesi) biçim olarak terörizm, patolojik biçim olarak aids ve kanser, cinsel ve genelde estetik biçim olarak da transseksüel ve travesti. Bugün aklımızı çelen yalnızca bu biçimler. Ne cinsel devrim, ne siyasal tartışma, ne kalp ve damar hastalıkları ile iş kazaları ve hatta ne de konvansiyonel savaş (bu arada savaşla ilgili durum mutlu bir rastlantı oluşturuyor: Bugün birçok savaş artık hiç kimsenin ilgisini çekmeyeceğinden yapılmama durumunda) toplu halde insanların ilgisini çekmiyor. Gerçek fantazmalar başka yerde. Her üçü de bir işleyiş ilkesinin bozulmasından ve bundan kaynaklanan sonuçların birbiri içine geçmesi ile oluşan bu üç biçimde. Bunların her biri -terörizm, travesti, aids, siyasal, cinsel ya da genetik ilişkinin aşırılaşması aynı zamanda da siyasal ve cinsel olanın kurallarındaki bir yetersizlik ve bozulmaya denk düşüyor. Bunların her biri, tüm modern medyalar, enformasyon, iletişim viral (virüsten kaynaklanan ç.n.) bir güce sahip ve bulaşıcı olduğundan görüntülerin keskinliği ile katlanarak çoğalan viral, çekici ve farksız biçimler. Bugün, bedenler ve kafaların işaret ve görüntülerden radyasyon aldığı bir kültürde yaşıyoruz. Eğer bu kültür en güzel meyvalarını veriyorsa, aynı zamanda da en öldürücü virüsleri de ortaya çıkarması hiç şaşırtıcı olmuyor. Bedenlerin nükleer kirlenmesi Hiroşima’da başladı. Ama bulaşıcı biçimde medyalar, görüntüler, işaretler, programlar ve şebekelerin yaydığı radyasyonla aralıksız sürüyor.

Yukarıdaki yazı DEFTER Dergisinin Ekim-Kasım 1988 6. Sayısından alınmıştır. Sayfa:125-126-127-128 Çeviren: Serhan ADA


440 sayfalýk bir rehber Amerika’da kıyamet kopardı.... New York’lu ilkokul öğretmenlerine yönelik “Gökkuşağı Çocukları” adlı kitapta tüm ırklara, etnik gruplara, dinlere karşı saygı beslenmesi teması işleniyor. Çin masalları, Meksika şarkıları gibi çeşitli kültürlerden örneklerle, çocuklara önyargısız bir dünya görüşü benimsetilmek isteniyor. Anlaşmazlığın temelinde, 440 sayfalık bu rehber kitap yatıyor. Özellikle kitabın bir bölümü şimşekleri daha çok çekiyor. Bu bölümde, ailenin önemi vurgulanırken, öğretmenlere bazı öğrencilerin velilerinden birinin veya her ikisinin eşcinsel olabileceği hatırlatılıyor. Ve ilkokul 1. sınıftan başlayarak, çocuklara lezbiyenlerin, homoseksüellerin gerçek, normal kişiler oldukları ve tıpkı diğer büyükler gibi saygı duyulması gerektiği görüşünün aşılanması öneriliyor. Bazı veliler bu programın küçük çocukların beynini yıkamaktan başka bir şey olmadığını söylüyor. Din görevlileri de, New York’taki ilkokul eğitiminin ahlaksız ve sorumsuz olduğunu beyan ediyorlar. Çocukların, daha bu sözcüğün ne anlama geldiğinin bilmeden eşcinsellik konusunda ders görmesinin saçma olduğunu savunuyorlar. New York’lu ilkokul çocuklarına önerilen kitaplar listesinde bulunan iki kitap daha velileri küplere bindirdi. Kitaplardan biri “Daddy’s Roommate” (Babamın Oda Arkadaşı) adını taşıyor. Kitabın kahramanı küçük çocuğun anne ve babası boşanmıştır. Baba evi terketmiş ve Frank adlı bir arkadaşıyla yaşamaya başlamıştır. Kitabın resimli sayfalarını çeviren çocuklar, bu iki erkeğin birlikte çalıştığını, birlikte yemek yediğini ve birlikte uyuduklarını öğreniyorlar. Diğer kitap “Heather Has Two Mammies” (Heather’in İki Annesi Var) da ilginç bir öyküyü anlatıyor. Heather, lezbiyen bir çiftin çocuğu. Nasıl mı dünyaya gelmiş? Annelerden biri, sperm bankasına gidip yapay döllenme yoluyla hamile kalmış. Heather, işte böyle iki anneli, babasız bir evde büyüyen bir çocuk. Bu kitabı okuyan öğrencilerin, klasik aile yapısının dışına çıkan farklı ailelerin de var olduğunu öğrenerek önyargılara saplanmayacakları belirtiliyor. BİLMEDEN NEFRET ETMEK... Programın en ateşli eleştirmenlerinden New York Katolik Kilisesi Başkanı, Kardinal John O’Conner, küçüklerin kendi masumiyetleriyle başbaşa bırakılması gerektiğini söyleyerek “Beş veya altı yaşındaki bir çocuğa, bir evde iki anne olmasının ya da iki baba olmasının, bir anne ve bir baba olması kadar normal olduğunu söylemek son derece yanlış” diyor. Müfredat hazırlanırken, şu sıralar ABD’de nüfuzlarını arttıran eşcinsel eylemcilerin baskısı altında kalındığı söyleniyor. Müfredatı savunanlar ise, eğer doğru bilgileri zamanında almazlarsa, çocukların önyargılı yetişeceklerini belirtiyorlar. Kitaptan bir bölümde; “Çocuklar eşcinselin ne olduğu ve kim olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip değilken, eşcinsellerden korkmak, iğrenmek, çekinmek gerektiğini öğreniyorlar. Korktukları şeyin ne olduğunu bilmeden nefret etmeyi öğreniyorlar” deniyor. EŞCİNSEL CENNETİ NEW YORK New York’lu çocukların, dünyanın diğer büyük kentlerindeki çocuklara oranla eşcinsellere karşı daha hoşgörülü oldukları kabul ediliyor. Ancak New York’lu çocukların çevresinde bol bulamaç eşcinsel kültürü bulunması, beş yaşındaki bir çocuğun eşcinsel yaşam biçimi hakkında bilgilerle bombardımana tutulmasını haklı çıkarmıyor bir


görüşe göre... Bir başka görüş ise, çocuklara, geleneksel aile yapısından farklı, diğer ailelerin de bulunduğunu erken yaşta öğretmenin yararlarını savunuyor. Altı yaşındaki çocuğun eşcinselliği anlamasının mümkün olmadığını söyleyen avukat Louise Phillips “Bu yaştaki bir çocuk yetişkinlerin cinselliğini bile kavramakta zorlanıyor” diyor. HOŞGÖRÜSÜZ BİR YAKLAŞIM Cinsel farklılıkları tartışmanın yaşının ne olduğu konusunda ise, bir uzman, Dr. Virginia Uribe kısaca “anaokulunda” diye karşılık veriyor. “Tüm insanlara saygı göstermek ve farklılıkları normal karşılamak her yaşta öğretilebilir. Çocukların küçük yaşlarda hiç önyargıları yoktur, büyüdükçe önyargılı olmayı, bilmeden, tanımadan peşinen nefret etmeyi öğreniyorlar” diyor. Eşcinsellerin karşılaştıkları baskılar, aşağılanmalar, aile tarafından reddedilmelere dikkat çeken bir başka eğitimci Frances Kunruethen de, “Bu müfredat üzerinde koparılan fırtınada bile, böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Bu hoşgörüsüz yaklaşım, toplumun hoşgörü eksikliğinin en güzel örneği” diyor... (Derleyen: Derya KURAT)


YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR...

S.O., 27 yaşında, gay, turizmci, İstanbul Karlı bir şubat sabahı dünyaya geldiğimde, ailede ve tanıdıklardaki sevinç neredeyse şölene dönüşecekmiş. Öyle ya artık istedikleri olmuş, soyadını devam ettirecek, gücünü kudretini herkese gösterecek, minicik pipisiyle ileride pek çok kadının canını yakacak, gürbüz bir erkek çocuğu olarak doğmuştum. Evet, hem kız hem de damat tarafında geniş ailedeki tek erkek bendim. El üstünde tutuluyor, soyu sürdürecek bir damızlık gibi pohpohlanıyordum. Aslında bana gösterilen ilgi biraz da garipti, büyüdükçe anlıyordum; ben parçalanmış bir ailenin çocuğuydum. Evde asabi bir anne, görmeyen bir dayı, müzisyen bir dede ve çalışan bir anneanneyle büyüdüm. A, bir de dadımız vardı. Yıllar akıp geçerken ilkokul çağlarına geldim ve o esnada arada sırada beni ziyaret eden fakat sonraları çok iz bırakacak bir erkeğin varlığını ilk kez hissettim. O babamdı. Annemle ayrıldıkları için ayrı bir kentte yaşıyor, seyrek de olsa gelip beni ziyaret ediyor, birşeyler alıp, biraz da hiç anlamadığım konularda öğütler verdikten sonra dönüyordu. 8-9 yaşında hiç kavrayamadığım, anlamadığım o konu neydi biliyor musunuz?.. Küçükken tek hissettiğim şey çok güzel bir çocuk olduğumdu. Bir de durmadan resim yapardım, ama ölesiye, odaya kapanır, saatlerce çizerdim. Doğrusu cinselliği falan kavrayamıyordum da; ama nasıl tasvir edilir, birşeylerin farklı olduğunu seziyor gibiydim; anlamam uzun sürmedi: O gece olanlardan sonra... Bir 19 Mayıs gecesi, henüz 10 yaşındayken yan apartmanın çocukları beni çağırdılar. Fener alayı için çıkmış caddeye doğru ilerlerken birden o teklifleri nedense beni çekti. Yanlarına gittim. İçlerinden biri “bak burada herkes birbirine şeyini gösteriyor, hadi sen de aç da nasıl olduğunu görelim” dedi. O açık garaja gittik ve beni yavaşça soymaya başladı. Organlarımı tuttuğunda “n’apıyorsun” dediğimde “bir şey yok, sadece fıtık var mı ona bakıyorum”

dedi. Daha ileriye gidecekti ki bir sesle irkildim. Tanrım! Meğerse babam bizi izliyormuş ve olan olmuş, ikimizi basmıştı. Neye uğradığımı ne olduğunu dahi anlayamadan “sen kaç” dedi. O çocuğa da bir kaç tokat indirdi. Ertesi gün hızını alamayan babam durumu evdekilere açtı ve çocuğu adliyeye verdi. Karakolda ona çok kötü davrandılar. Hala pek anlamıyordum ama orada ona çok acıdım. Sonra?... Sonra olay aileler arasında tatlıya bağlanarak kapandı. Ama yakın çevremin, özellikle babamın gözündeyse yepyeni bir sayfa açılmıştı; artık beni hep tedirgin edecek, evlatlıktan redetme tehditlerine kadar gidecek olan çekişmeli bir sayfa. O sene annemin de evi terketmesi benim iyice içime Yazdığı ilaçların kapanmama neden olmuştu. erkeklik hormonu Çizdim, çizdim, olduğunu çizdim... Artık ortaokula da anlamıştım ama başlamıştım. karşı koyamadım Ama yalnız ve eksiktim. Resim ve o iğneleri zorla ödülleri vurdular. Onlar alıyordum ama beni istedikleri mutsuzdum.

gibi bir erkek

Bir gün yapacaklardı ya!.. organımdan birşeyler geldiğinde paniğe kapıldım, korktum ama hoşlandım. Biraz daha üsteledim. Evet, yepyeni birşey keşfetmiştim. Ve hayallerimde erkekler vardı. Keşfettiğim şeye alışmaya başladığımda yine arada sırada babam geliyor “oranla oynama verem olursun” diye beni korkutuyordu. Onun o itici öğütlerini, tavırlarını benimseyemiyor, yakınlaşamıyordum. Oysa bazı duygulara öylesine hasrettim ki...


Liseye kadar az çok herşey iyi gitti. Garip bir aile çevresinde yapayalnızdım ama yine de mutlu anlarım vardı. Başarım fena değil, arkadaşlarım çok az ama yardımcı çocuklardı. Fakat birgün sınıfta olan oldu. İçlerinden biri yanına çağırıp “ya Serdar, kusura bakma ama herkes sana homoseksüel diyor” dedi. Garipsedim; öyle ya hiçbir cinsel deneyimim olmamıştı ki. Yine de bir an ürperdim. Çünkü babamın anlattıkları “o”nun çok iğrenç, pis, alçakça bir iş olduğunu söylediği anlar yıldırım gibi kafama dolmuştu.

bölümü de 1.likle kazanarak Güzel Sanatlara girdim. Yeni, değişik bir kent ve çevre doğrusu ilaç gibi gelmişti. Hele ikinci sınıfta tanıdığım gay arkadaşlar ve barlar artık bana çöldeki vahayı yaşatıyordu. Bulduğum atmosferi kana kana içiyor, 20. yaşımın coşkusuyla heyecanlı ilk deneyimlerimi yaşıyordum. Artık sırası gelmişti de; zaten toplum daha 13 yaşındayken ve (çocukluğumda yaşadığım taciz hariç) ortada hiç birşey yokken bu etiketi yapıştırmamış mıydı? O halde artık gerçeğini yaşayabilirdim. İstanbul’da yaşadığım deneyler, gittiğim sinemalar, tanıştığım insanlar bana her gün yeni tecrübeler kazandırıyordu. Taksim çevresi biraz lümpendi, ama olsun; eğlenceli ve hoştu.

Ve o gece intihar etmek istedim. Aslında yaşamı seviyor, ideallerime sıkıca sarılıyor, gelecekten çok şey umuyordum. Ya sınıftakilerin yargıları, babam ve diğerleri?.. Tanrım! ne Bu arada cinselliğimle ilgili danıştığım bazı uzmanlar beni çok kötü karşılamış ve yanlış oluyordu? Kendi kendime huzurluyken bir anda yönlendirmişlerdi. Aslında başkaları tarafından mercek altında olan bu incelenen denekler gibi merak konusu ...cinselliğimle ilgili homofobik terapistler yıllar boyu beni olmuş, espiri ve yargılamalara hedef danıştığım bazı standart bir heteroseksüel olmuştum. Durumum içinden çıkılacak uzmanlar beni çok yapmaya çabaladılar. gibi değildi. Karar verdim; okulu Ailemle ilişkilerimse sorunlu değiştirecektim. Zaten o sene lise 1’de kötü karşılamış ve olarak sürdü ve babamla kalmış ertesi yılı beklemeli olarak yanlış karşılıklı birbirimizi reddettik. geçirmiştim. Zaman geçtikçe Annemse kendi derdinde... değiştiğimi hissediyor öte yandan yönlendirmişlerdi. suçluluk duygularıyla kıvranıyordum. Aslında homofobik Bütün bu olanlardan Ve bir sabah kadınsı hareketler geriye dönüp yapmak için muazzam bir arzuyla olan bu terapistler sonra baktığımda çok sancılı bir uyandım. Artık başkalarını takmıyor, o yıllar boyu beni ana kadar yaşayamadıklarımı abartılı gençlik yaşadığımı deyim bir biçimde yaşıyordum. Hem suçluluk yerindeyse hastalıklı bir aile standart bir hem haz veren bir durumdu bu. Tabii ortamında yetiştiğimi heteroseksüel çok geçmeden bizimkiler sıkıştırınca görüyor ve kızıyorum. Ama neye, kime?.. bu sefer de bazı şeyleri kurgulayarak yapmaya anlattım. Babam müthiş bir endişeye çabaladılar. Biliyor musunuz kapıldı ve hemen tanıdığı ürolog bir insanlar, en sevdiğim söz ne? “Herşeye rağmen”. arkadaşına götürdü. O da biraz muayene etti. Bir Evet, bu söze aşığım ve herşeye, herşeye reçete yazdı ve akıl verdi. Yazdığı ilaçların rağmen yaşamı seviyorum. erkeklik hormonu olduğunu anlamıştım ama karşı koyamadım ve o iğneleri zorla vurdular. Onlar Haklı mücadeleler uğruna savaşmaya beni istedikleri gibi bir erkek yapacaklardı ya!.. değer. Yaşanası, sevilesi bir dünya bu. Belki yaşam bizler için çok zor, bir o kadar da anlamlı 16 yaşında bunları yaşamak beni aileden ve güzel. Topluma kırgınız ama hayata çok soğuttu. Artık bazı hareketleri inadına olmayalım, saçmalıklarla boğuşuyoruz ama yapıyor, “bir gazino solisti” olmaya özeniyordum. umutsuz kalmayalım. Aydınlık olabilecek Dersler rezaletti. Yeni okulumda ise inceldiği geleceği el birliğiyle kuralım. Anlaşılmaya ve yerden kopsun diyerek önüme gelene “ben karar veremiyorum; söyleyin, erkek mi olayım yoksa saygınlığa layığız, çabalayalım; ikna edelim. Bu homo mu?” diyerek sınıfta durumumu oya bizim elimizde. koyuyor, şarkılar söylüyor, binbir türlü espiri ve alaya konu oluyordum. Yaşadıklarım sinirlerimi bozmuş ve cinsellik saplantı halini almıştı. Böylesine fırtınalı günlerde liseyi bitirdim. Akademi sınavları için İstanbul’a geldim. Ve 4


ANNE-BABANIZA AÇILMADAN ÖNCE ÜSTÜNDE DÜŞÜNMENİZ GEREKEN BAZI SORULAR* 1. Cinsel yöneliminizden emin misiniz? Eğer "Emin misin?" sorusuna özgüvenç içinde yanıt veremeyecekseniz konuyu hiç açmamanız yerinde olur. Kendi kafanızın karışmış olması anne ve babanızın kararınıza duydukları güveni azaltacaktır. 2. Gay/Lezbiyen cinselliğinizle huzurlu musunuz? Eğer hala suçluluk duygusu ve bunalımlı dönemlerle boğuşuyorsanız, ailenize anlatmak için bir süre daha beklemeniz yerinde olur. 3. Ailenizden başka desteğiniz var mı? Ailenizin tepkisinin sizi yıkacak boyutta olması durumunda, çevrenizde size duygusal yönden destek olabilecek birilerinin bulunması gerekebilir. Değerli olduğunuz duygusunu korumanız çok önemlidir. 4. Eşcinsellik hakkında bilgili misiniz? Aileniz büyük olasılıkla yaşamları boyunca homofobik bir toplumdan edindikleri bilgiler ışığında tepkiler verecektir. Eğer önceden konu üstünde ciddi bir araştırma yaptıysanız, edindiğiniz bilgileri aktararak onlara yardımcı olabilirsiniz. 5. Evinizdeki duygusal hava nedir? Anlatacağınız zamanı seçme şansınız varsa, en doğru zamanı bulun. Ailenizin üzücü bir kayıp, ciddi bir ameliyat, veya iş kaybı gibi sarsıcı sorunlarla meşgul olmadığı bir zaman seçin. 6. Sabırlı olabilecek misiniz? Ailenizin bu durumu değerlendirmeleri zaman alacaktır. Bu süreç aylar veya yıllarla ifade edilecek kadar uzayabilir. 7. O an açılmanızın altındaki amaç nedir? Konuyu umarız onları sevdiğiniz ve bu konu yüzünden aranızda oluşan mesafeden rahatsız olduğunuz için gündeme getirmişsinizdir. Sakın bir kızgınlık anı veya tartışma sırasında, cinselliğinizi silah olarak kullanarak açılmayın. 8. Elinizin altında yeterli eğitici kaynak var mı? Eşcinsellik çoğu kişinin hakkında az şey bildiği bir konudur. Ailenize bilgi verebilecek kitaplar getirebilir, ya da konu üstünde yeterli, güvenilir ve gay olmayan bir psikoloğun telefonunu verebilirsiniz. 9. Ailenize ekonomik yönden bağımlı mısınız? Eğer ailenizin sizi eğitim giderlerinizi ödememe veya evden kovma gibi durumlarla tehdit etme olasılığı varsa, üstünüzde bu silahı kullanamayacakları güne kadar beklemeyi seçebilirsiniz. 10. Anne ve babanızla genel ilişkileriniz nasıl? Eğer o güne kadar iyi anlaştıysanız, ve karşılıklı sevgiye dayalı bir ilişki içinde olduysanız, bu konuya da eninde sonunda olumlu yaklaşacaklarından emin olabilirsiniz. 11. Ailenizin toplumsal ahlaka bakış açısı nedir? Eğer toplumsal konuları iyi/kötü veya kutsal/günahkar gibi kesin terimlerle yargılamaya eğilim gösteriyoriarsa, cinselliğiniz konusunda ciddi sorunlarla karşılaşacağınızı tahmin edebilirsiniz. 12. Bu sizin kendi kararınız mı? Herkesin anne ve babasına açılması şart değildir. Tepkilerinin ne olacağını bilseniz bile açıldıktan sonra rahatlayacağınızdan emin değilseniz, kendinizi bu konuda baskı altında tutmayın.

* "READ THIS BEFORE COMING OUT TO YOUR PARENTS" (1984, T. H. SAUREMAN) Adlı kitaptan derlenmiştir. DOĞAN HÜRKAN



GÜZELDİR Kurtuluş Mücadelemiz Daha da Güzelleştirecek beraberinde getirdiği kendine güvensizlik ve kendini sevmeme hali tam da çoğunluk eşcinsellerin halidir. Aşk! Belki de en çok yıpratılan bir kavram, olgu. Yalanı ve gerçeği aynı oranda içinde barındırabilen bir süreç. Kapitalist tüketim ekonomisinin, her anını ve alanını sömürdüğü, dinin ve devletin her zaman saldırdığı aşk, bütün bunlara rağmen dimdik ayakta. Ayakta ama aşkın var olabilmesi için insan önkoşuldur. Modern aşkın kaynağını ve ortaçağ hikayelerini bir yana bırakırsak bugünden şunu söyleyebiliriz: “İnsan” ruhsuz bir taş parçası olmadığı sürece aşk her zaman vardı ve var olacak. Elbetteki iki insan arasındaki aşk’tan söz ediyorum. Din, tanrı aşkı dışındakileri reddederken, Devlet, yatak odalarına kadar girerken, kendini koruyabilen ve yeniden yaratabilen insani aşk’tan söz ediyorum. Aşk’tan söz edildiğinde karşımıza iki tip çıkar. Yakışıklı bir delikanlı ile güzeller güzeli bir kız. Tahmin edilebileceği gibi ikisinin de genç olduğunu belirtmek bile gereksiz. Sevgililer ya da aşıklar günü bile bu gençler içindir. Çünkü diğerleri anneler günü, babalar günü ve saire ile halledilmiştir. Aşk’ın günü, yılı, yaşı, cinsiyeti olabilirmiş gibi ısrarla ve her zaman bu iki tip’in ideolojik saldırısına maruz kalırlar dışarda kalanlar. Başta kadın ve erkek eşcinseller olmak üzere sakatlar, yaşlılar ve şişman kadınlar da bu saldırıdan nasiplerini alırlar. Heteroseksüel olmayanlara yönelik ise tam bir yok sayma, ya da en azından bir aşağılama vardır. Heteroseksist zihniyet, eşcinsel aşkını hayvani bir edim olarak görür. Bize göre bu yaklaşım, ana dilinden başka dil bilmeyen birini anadilinde konuştuğu için aşağılamak ve cezalandırmaktan farksızdır. Heteroseksist sömürgeci güçler, farklı olanları kendi kalıplarına uyduramazlarsa, eşcinsellerin ruhlarını ve bedenlerini işgal ederek tahrip ederler. Eşcinsel aşkın, heteroseksüel aşktan hiçbir farkı olmadığı halde salt kadın kadına ya da erkek erkeğe olduğu için tahammül edemezler. Heteroseksüel erkek ideolojisi ve heteroseksüel kurumsal dayatmaya karşı bırakalım aşkı, eşcinsel bireyin ayakta kalabilmesi bile tam bir mücizedir. Adı konmamış bu savaşta, eşcinsel birey kendine olan güven ve sevgisini yitirir ya da hiç kazanamaz ve aşk’a olan inancı yavaş yavaş son bulur. Çoğunluk eşcinsel, “bizim camiada aşk olmaz” der ve de birlikte yaşamaya inanmaz. Biz eşcinseller için acı bir yenilgi olan bu durum, heteroseksist sömürgeciler açısından tam bir zaferdir. Yılgın, inançsız, mücadele etmekten kaçan bütün bunların

Herşeyin, resmi ve sivil heteroseksizmin yeniden üretilmesi için düzenlenmiş olduğu heteroseksist toplumda başka türlü bir durum zaten şaşırtıcı olurdu. Her açıdan güçsüz bile olsa kalıplara uydukları için bir heteroseksüel çifte tanınan kültürel ve toplumsal meşruluk, bir eşcinsel çifte gösterilmez. Heteroseksist sömürgeci güçler, tam bir kuşatma altında tuttukları eşcinsellerin, tam bir ikiyüzlülükle düzüşmekten başka bir şeyden anlamadıklarına inanırlar. Gerçekten de bu kuşatma altında kendine ve aşka olan inancını koruyan çok az eşcinsel vardır. Heteroseksist kuşatma altında eşcinselin hayatı parçalanmış bir haldedir. Hepimizin yaşadığı ve bildiği gibi heteroseksüel toplumsallaştırmaya karşı direnebilen bir eşcinsel, kendi toplumsal varoluşunu yaratamadığı sürece tam bir parçalanmışlık yaşar. Böyle bir hayatta aşk olsa bile yarım kalıyor. Heteroseksüel kurumsallaştırmaya karşı yıkıcı potansiyelini ortaya koyamıyor. Her şey kaçak yaşandığı için eşcinsel kendi aşkını tam bir partner avcılığına indirgiyor. Aslında aşka olan inancını yitirmiş her eşcinselin, en az iki üç tane aşkı bulunur! Fakat bunlar ya çok kısa sürmüştür ya da hiç yaşanmamıştır. Bunun nedenini biliriz ama üzerine gitmeyiz. Çünkü kendimiz de sorumluyuzdur. Biliriz ki partner bulmak bile çaba işiyken, aşk tam bir emek işidir. Aşk havadan gelmez. Yaratmak ve kurmak gerekir. Kabul etmek gerekir ki bu da mücadelesiz olmaz. Bugün Türkiye’de çoğunluk eşcinseller heteroseksüel kurumsal dayatmaya yenik düşerek (acı olan, yenilginin daha baştan kabul eidlmesidir) ikiyüzlüce evleniyorlar ve eşcinselliği salt sekse indirgiyorlar. Doğal olarak onu da yangından mal kaçırır gibi yaşıyorlar. Bütün bu koşullar altında eşcinsel aşkı nasıl hayat bulabilir? Kuşatmanın kalkmasını mı bekliyeceğiz? Elbetteki hayır! Heteroseksüel erkek ideolojisin bizi aşağılaması tam da eşcinsel aşk’ın yıkıcı potansiyelinden kaynaklanmaktadır. Heteroseksüel kurumsallaştırmaya karşı eşcinsel aşk’ın yıkıcılığı kadın ve erkek eşcinsellerin bağımsız varoluşlarını gerçekleştirecektir. Kuşatma ancak böyle yarılabilir. Bu bizim kurtuluş mücadelemizin bir parçasıdır. Çünkü içinde baskılandığımız ve boğulduğumuz heteroseksüel kurumlarından kurtulmamızı ve kendimizi eşcinsel olarak var edebilmemizi sağlayacaktır. Kırk parçaya bölündüğümüz bu hayattan kurtulup kendi hayat alanımızı yaratmamız ancak aşkla mümkün olacaktır, ya da tersi. Yani ancak aşkımız için direnebilirsek kendi hayat alanımızı yaratabiliriz.


aileni ve çevreni ikna edemez olduğunda evlenirsen elbette ki aşk olmaz. Kendini kendin olarak var edebildiğin sürece aşk olur ya da aşk’ı yaratabildiğin sürece kendini var edebilirsin. Aşk güzeldir! Kurtuluş mücadelemiz onu daha da güzelleştirecek!

Kendi hayat alanımızı yaratamadığımız sürece, heteroseksüel kalıplar içinde her şeyi kaçak ve yarım yaşıyoruz. Onlarca partnere rağmen hayatımızdan hüzün eksik olmuyor. Kolinin dışında bir birliktelik başlamadan bitiyor. Hüzün ya da herşeye boşvermişlik! Ama bunlar bizim istediğimiz şeyler değil, heteroseksüel hayatın bize dayattığı şeyler. “Bizim camiada aşk olmaz!” diyenler ne zaman denedin, ne kadar emek harcadın? En küçük bir zorda kaçarsan,

GAY’E EFENDİSİZ

GEÇEN SAYIDA YAYINLANAN BULMACANIN ÇÖZÜMÜ 1 2 3 4 5 6

1

2

3

4

5

6

7

8

9

1 0

1 1

B A L İ N A

İ D A R E

L A

G

E

K E K E

A R A R A T

R O Z A

A

S O R U

U R

9 1 0 1 1 1 2 1 3 1 4 1 5

L

P A P

G O

L

E

A

L

A

M

E

T

M

İ

R

S

A

E

N

Z

R

C A M

A N K A R A

P A R T N

7 8

A

O

R

B

N

E

D

E

N

M

A

N

U

O R D U

İ U

E

A N I

T G E N E

İ R

N

T

S K İ

1 2

A G A

S A M

L

O

S

İ

L

U

T

İ

N

L

A

N

L

P

U

İ

1 4

1 5

1 6

1 7

1 8

1 9

2 0

2 1

2 2

P L A T O N

E

M M

E R

Ü T O P Y A

Ç

G E N E T İ K

E V E

N

Z A

B A L E R İ N

S O S

B M

R

H İ

F O S

F O

S O B

B E

P

S

İ

K

İ

Y

A

T

S

I

L

A

λ

P A S S

A

1 3

S G

A İ D

Y D S A P P H O

S R

P O

S

E

R

O

C

K

R

T

O

M

U

R

I

L

G

A

L

A

K

İ

K

A

L

K

B A R O N

2 3

R A Ö N E R İ

2 4

H E T E R O S E K S

R

İ

T

S

V

T A

Ü

T

A


Ee, artık 1 yaşındayız. 12 sayıdır düzenli olarak çıkıyoruz. Ve dergimiz bir şekilde sizin de elinize geçiyor. Ulaşamadığımız bir çok insanın olduğunu biliyoruz. Şimdilik olanaklarımız elverdiğince insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Ulaşabildiğimiz sizlerle tanışmak, dergiyi topluca değerlendirmek istiyoruz. Aşağıdaki anketi yanıtlayıp bize yollamanızı bekliyoruz. Tembellik yapmayın da yollayın! NOT1: Bir dergiyi birden çok okuyanlar, herkes birer tane yanıtlasın. NOT2: Elbetteki dergiyi kesmeye kıyamayacağınız için anketin fotokopisini ya da ayrı bir kağıda çekerek yanıtlayabilirsiniz. 1) Kaç yaşındasınız? ............... 2) Biyolojik cinsiyetiniz? ................ 3) Şu anki haliniz?

∇Eşcinsel ∇Travesti

∇Heteroseksüel ∇Transseksüel

∇Biseksüel ∇Diğer (..........................

4) Kendinizi nasıl adlandırıyorsunuz? (Gay, ibne, lezbiyen, kadın, lubun, .............) ....................................... 5) Hangi Okulu bitirdiniz? ...................... 6) Çalışıyor musunuz? Çalışıyorsanız ne iş yapıyorsunuz? ....................................................................................................................................... 7) Çocukluğunuzu yaşadığınız şehir ya da bölge? ........................................................................................................................................ 8) Şu an nerede yaşıyorsunuz? (Büyükşehir, köy, kasaba, bölge, .......şeklinde) ........................................................................................................................................ 9) Birlikte yaşadığınız:

∇Tek başıma ∇Ailemle

∇Partnerimle ∇Arkadaş/larımla

∇Diğer (..........................................

10) Medeni haliniz (Nüfus cüzdanınıza göre):

∇Evli

∇Bekar

11) Eşcinsel, fakat karşı cinsle evli iseniz:

∇İsteyerek evlendim ∇Ailem ve çevremden dolayı evlenmek zorunda kaldım 12) Eşcinsel ve evli iseniz çocuğunuz var mı?

∇Var

∇Yok

13) Bekarsanız evlenmeyi düşünüyor musunuz?

∇Evet ∇Hayır ∇Yasa çıkarsa Evet ∇Yasa çıksa da Hayır ∇Diğer sayfaya geçiniz


14) Eşcinseller için; Eşcinsel olduğunuzu bilenler:

∇Ailemden bir ya da birkaçı ∇En yakın heteroseksüel arkadaş/larım ∇Öğretmen/lerim ∇İş arkadaş/larım

∇Ailemin tümü ∇Bütün arkadaşlarım ∇Patronum ∇Diğer (...........................

15) Ailen biliyorsa:

∇Ben açıkladım ∇Başkalarından duydular (Belirtiniz; arkadaş, öğretmen, patron .........vs. söyledi) .................................................................................................................................

∇Kendileri keşfetti (Belirtiniz; özel eşyalarımdan, davranışlarımdan ....vs. gibi) ...................................................................................................................................

∇Diğer (.................................................................................................................... 16) Ailenin tepkisi ne oldu?

∇Hiç bir sorun olmadı, ilişkimiz devam ediyor. ∇Çok üzüldüler ama dışlamadılar. ∇Doktara sürüklediler. ∇Şiddet gösterdiler (Belirtiniz; dayak, kısıtlama .....gb) ama kabullenmek zorunda kaldılar. ................................................................................................................................

∇Şiddet gösterdiler ve evden kovdular ∇Diğer (....................................................................................................................... 17) Kaos GL dışında okuduğunuz dergi ve gazeteler? ........................................................................................................................................... 18) Kaos GL’de olmasını istedikleriniz? ............................................................................................................................................ 19) Okuyamamış olsanız bile bu sayıda verdiğimiz 12 sayının döküm listesinden ilginizi çeken yazı ve bölümleri belirtiniz:................................................................................................................................ ...................................................................................................................................................... 20) Kaos GL’ye ne tür katkıda bulunabilirsiniz?

∇Yazı yazabilirim ∇Çeviri yapabilirim (Hangi dil olduğunu belirtiniz) .................................................... ∇Bulunduğum yerden tanıtım ve dağıtımını üstlenebilirim. ∇Parasal katkıda bulunabilirim. ∇Diğer (....................................................................................................................... 21) Eklemek istedikleriniz:................................................................................................ .......................................................................................................................................... Doldurduğunuz anketi en kısa sürede (PK. Zarfın üzerine sadece parantez içindekileri yazınız.

53 Cebeci / ANKARA) adresine yollayınız.


ON YÜZ BİN MİLYONUNCU KEZ MUZIR KURULU ya da PAMUK PRENSESİN ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ Atilla KARAKIŞ Her ne kadar ilk ortaya çıktığı yıllardaki kadar kamuoyunun gözüne batmasa da hala icraatlarına aynı beyinsizlikle devam eden muzır kurulunu biliyorsunuzdur. Bizleri bunaltan o kadar kurum varken 12 Eylül sonrası ortaya çıkartılan bu kurum liberalleri bile canından bezdirir hale gelmişti. Ne varki Türkiye’nin sürekli gündem değişiklikleri yaşamasıyla da son 1-2 yılda göze batmamaya başlamıştı. Muzır kurulu! Bir kere zihniyet iğrenç bir zihniyet, çelişkili bir zihniyet. Küçükleri koruma amacıyla hareket eden bu kurum yasaklarla nasıl bir koruma sağlamayı düşünüyor acaba? Aile gibi kutsanan bir kurum küçükleri koruyamıyorsa, ne menem bir şey olduğu belli olmayan bu kurul mu koruyabilecek küçükleri? Durum gerçekten çok acı, çok vahim. Ancak zamanında ve bir çok kez bu kurul tartışıldığı için (ne değişti peki?) bu yazıda muzır kurulunu tartışmayacağım. Son günlerde okuduğum “Pamuk Prensesin Ölümü” adlı kitabı muzır bulacak kadar beyinsiz olan bu kurula öfkemi kusacağım sadece. Efendim, Jeanne Cordelier bir masal anlatmış. Sel Yayıncılık da bu masalı Türkiye’de yayınlamış. Doğrusu Pamuk Prenses ibaresini görenler inanıp da masal kitabı diye bu kitabı alacak değil, geceleri çocuklarını uyuturken bu kitabı okuyacak değil ama birilerinin (bu birilerinin ne kadar kalabalık olduğunu bir bilseniz...) içi yine de rahat etmemiş, kitabın poşete sokulması ve de hakkında dava açılmasını istemiş. Çünkü kitabın kahramanı küçük kız en yakınlarının taciz/tecavüzlerine maruz kalıyor. (M.K.na göre bu taciz/tecavüz okurları tahrik edecektir.) Çünkü küçük kız yakınlarının cezaları, ihmalleriyle örseleniyor. (M.K.na göre bu örseleniş aile kurumunun kutsallığına gölge düşürecektir.) Aslında Türkiye’de zaten aile içi taciz/tecavüz olmazken (bir kaç milyon istisna kaideyi bozar mı sandınız?) böyle bir konuyu işleyen bu kitabın Türkçe’de işi ne; değil mi? İşin gerçeği, bu kitaptan tahrik olmak ancak M.K.ndakilerin becerebileceği bir fazilet olsa gerek. Düşünün ki bu küçük kız, hastalığı bir kurtuluş olarak görüyor, öylesine acı çeken biri. Düşünün ki kendisine zarar verenleri yok edeceğine inandığı bir salyangoz ordusu yetiştiriyor, öylesine öfke dolu biri. Duygularını anlatıyor bize, yüreğimiz burkularak okuyoruz. Taciz/Tecavüz olayları ise sadece gerçekler olarak geçiyor; iki üç cümleyle. Kitabı okuyup bitiriyorsunuz. Ama aile içi tecavüzler bitmiyor. Var. Dünyanın her yerinde. Dile getirilmese bile var. Yokmuş gibi davranmak sonucu değiştirmiyor. Bu kitabı herkesin okuması için tavsiye edilmesi gerekirdi aslında. “Bunları neden sadece ben yaşıyorum?” diyen nice insanın tek olmadığını görmesi için, böyle olayların gerçekten var olduğunu, belki de kendi çevresinde “sorunlu” bir çocuk olarak bilinen bir küçüğün aslında mağdur biri olabileceğini anlayabilmesi için... Ama Hayır! Yasaklama güdüsüyle hareket eden tüm kurumlar gibi M.K. da gerçek yüzünü bir kez daha gösteriyor. Öncelikle poşete sokuyor kitabı. Yahu neden? Çocukların kitabı karıştırıp terbiyesinin bozulmaması (aslında aileye olan güvenin yıkılmaması) için(mi?). İyi de ben hiçbir kitapçıda kitap karıştıran çocuk görmedimki. Zaten tv. karşısından, bilgisayar oyunundan başını kaldırıp da kitap okuyan kaç çocuk var? Ya da küçük yaşta çalışmak zorunda olan çocukların kaçı kitap okuyabiliyor? Ve de bu kitabı okuyup kendini böyle durumlarda suçlama yerine korumayı öğrense fena mı olur? Evet, küçük kızın Pamuk Prensesi yok artık. Ölmüş durumda. Ne masumiyet ne de güven kalmıştır çünkü. Şüpheli bir ölüm bu. Ben bu ölümde M.K.nun da parmağı olduğundan şüpheleniyorum. Onlar nice Pamuk Prenses’i korumak adına öldürüyorlar. Kapak konumuzda “Beyninize Sahip Çıkın” dedik. Başkalarının beynimizle oynamasını istemediğimizi belirttik. Doğrusu beyin tamirine meraklı bilimcilerin, “beyin arızalarını” gidermek için M.K. üyelerinden işe başlamasını istiyorum; eğer gerçekten amaçları güzellikler yaratmaksa. Çünkü beyinleri donlarının içinde. Kafalarına yerleştirilmeleri için beyin ameliyatı yapmalarına bir itirazım yok. Yıllardır M.K.na getirilen eleştiriler neyi değiştirdi? Şimdi ben ne diyebilirim M.K. üyelerine? Belki bir çoğunuz kullanacağım dili sevmeyeceksiniz (ben de normalde sevmem ve kullanmam) ama tam da M.K. üyelerinin zihniyetine uygun olduğunu düşünüyorum. Yeter artık diyorum. Yeter amı kurtlanmış bunak orospular ve siki düşmüş adi pezevenkler; kurumlarınızdan zaten yeterince bunaldık. Sizlerin saçmalıkları çekilmez oldu. Siktirolun gidin, yeter artık!


* Onları çırılçıplak sevişirken yakaladım dedi öfke ve aşağılamayla biri. Nasılda şefkatle okşuyorlardı birbirlerini diye hayretle iç çekti öteki.

* İskelede beni bekliyordun birçok başkasını bekleyenin arasında. Kim bilebilirdi beni beklediğini; beni istediğini? Buluştuk; tokalaşıp öpüştük. Kim bilebilirdi bununla yetinmeyeceğini?

* Nedir bu biçime karşı zayıflığım? Pek çoğunu gölgeleyen bu mükemmel yontu, bu yaratı.. Hiç kişiliği yok bu şeklin bende uyandırdığı. İsmi yok; sahibi yok.

* Kendimi nasıl inandıracağımı bilemiyorum. Diretiyorum o adamdaki gönlümde. “Olmaz” diyorlar. “Kalbin sevmeye açık, seçmeye kilitli.”

*İçerde oturmuş “çayını karıştıran” adam. Ne inanabilirdim bizdekilere, ne de dilemek geçerdi içimden. Nedir bu gözüm üzerindeki? Susturdum şu an aklımdan geçenleri.

* Ne zaman unuttum kadınları? Ne zaman hatırlamam söylendi? “Zor oldu mu?” diye hiç sormadım kendime. Zaten genç yaşım bunu hiç düşünmedi.

*ŞARKI SÖYLEYEN KADIN Şarkı söyleyen kadın biliyorum aklında başka bir kadın var. Ne de güzel sesin. Yakamazlar seni bu durulukta.

-k.d. Lang-



EYLÜL 1994’TEN AĞUSTOS 1995’E KAOS GL EYLÜL 1994 SAYI 1 -Kaos Şanlıyor -Varolan Durum ve Eşcinsellik -Pornografi (Atilla Karakış) -Polis Kimliği ve Heteroseksist Terör (Muhittin Serinay) -Tanıklıklar -Şiir -Bir Defterden ve Gitti- (Derya Kurat) -Aykırı Fırtınalar (Derya Kurat) -Eşcinsellik, Sosyalizm, Anarşizm (Gay’e Efendisiz) -Kolaj -Kadınlar ve İktidar-Düşünceler-i-m-iz .Eşcinsel Oluverme Sendromu .Eşcinseller Kadınlardan Nefret Eder, Onları Rakip Olarak Görür Yanlış.Eşcinseller Kadınlara Özenirler -Yanlış.Eşcinseller Apolitik İnsanlardır -hem Doğru hem YanlışKASIM 1994 SAYI 3 -Korku (Derya Kurat) -Kadının Sesi (Başak Upar) -AIDS Bildirisi -Aids ve Eşcinsellik (Dr.Tim Edwards) -Aids ve Anlamları (Susan Sontag) -Aids’liyle Yaşamak -Bir Tanıklık-Sanat ve Eşcinsellik -Aids ve Eşcinsellik- (Özgür Özkan) -Müzikal Feministler:RG (Çev. İdris Demiralp) -Tanıklıklar -Şiir -Şehirde Artık Hiç Işık Yok- (Tahar Ben Jelloun) -Mektup-lar-dan -Kaos GL ve heteroseksüellik, politika... OCAK 1995 SAYI 5 -İktidar Nedir? (Joseph Proudhon) -Haz, Yaratıcılık ve Politika (Michel Foucault) -Tanıklıklar -Auschwitz’e Ziyaret (Çev.Harun T.) -Latin Amerika’da Neler Oluyor? (ILGA Bulletin) -”Ailen Biliyor Mu?” (Muhittin Serinay) -Bellek ve Özgürlük (Gay’e Efendisiz)

MART 1995 SAYI 7 -Bakışık Bakış 2 (Başak Upar) -Mücadele Yoksa, Özgürlük de Yok (Derya Kurat) -Yüreklerimizde Şakıyan Serçe (Güneş K. Göker) -Ayın Kristal Rahmi (Meryem) -Tanıklık -ILGA Nedir? -Kolaj -Kadın-Kolaj -Gen Araştırmaları-Günlüğümden Notlar (Derya Kurat) -Mektup-lar-dan -Dünya Tiyatrolar Gününü Niçin Reddediyoruz? -Venüs’ün Kızkardeşleri MAYIS 1995 SAYI 9 -Mektup-lar-dan -Eşcinsel ve İşçi Olmak (Gay’e Efendisiz) -Çalışma Hayatı ve Eşcinseller .3 Tanıklık -Dünya’dan Haberler .Arjantin, Meksika, Venezuella, Hollanda, Arnavutluk, Çin -Pornografi3 (Atilla Karakış) -Yaşamın İçinden Kartpostallar -Tartışma .Başak Upar .Erol A. TEMMUZ 1995 SAYI 11 -Neler Oluyor? ...Haziran Memur Eylemleri... (Atilla Karakış) -Memur (Baha Tevfik) -Avustralya (Doğan Hürkan) -Yaşamın İçinden Kartpostallar -Mektup-lar-dan -Bulmaca -Söyleşi -Cyberpunk’ın sorularına Kaos GL’nin cevapları-

EKİM 1994 SAYI 2 -Kaos GL’den -Cümlenin Dışında (Utku A.Feza) -Ademin Cinselliğinde Mahrem Alan (Sermet Güngör) -Türkiye’nin Bütün Eşcinselleri Birleşelim! (Ediz Öztürk) -Eşcinselliğin Tarihine Özgürlükçü Yaklaşım (Mark Richards) -Cinsel Mozaik (Sanem Akay) -Transseksüel Öfke (Susan Stryker) -Şiir -Belli Değil- (Sanem Akay) -Sanat ve Eşcinsellik -Giovanni’nin Odası- (Özgür Özkan) -Siyah Eşcinseller İçin Dönüm Noktası -Zimbabve- (Galz Magazine)

ARALIK 1994 SAYI 4 -Sözler (D.K.) -Eşcinsellik mi? Erkeksi/Kadınsı Protesto mu? (Sermet Güngör) -Tanıklıklar -Bir Bakışık Hikaye (Başak Upar) -Mekan Sorunu (Erol A.) -Pornografi2 (Atilla Karakış) -Mektup-lar-dan -Haberler -Uzlaşma (Derya Kurat)

ŞUBAT 1995 SAYI 6 -Bakışık Bakış (Başak Upar) -Lezbiyen Varoluşun Başkaldırısı (Ann Menasche) -Verem, Diyanet, Aids, Lut... (Muhittin Serinay) -Okuma, Yazma, Tartışma (Derya Kurat) Psikoloji mi, Biyoloji mi... Birinden Birini Seçmek Zorunda mıyız? (Erol A.) -Tanıklıklar -Bir Gün Mutlaka (Derya Kurat) -Bakışık Bir Aşk Hikayesi (Başak Upar) -Mektup-lar-dan -İHD’de Neler Oluyor? -Lezbiyen Magazin -Modern Devlet, Aids, Kaos (T.E.) -Arka Kapak (Başak Upar) NİSAN 1995 SAYI 8 -İsim Tartışması .Bir grup lezbiyen .Atilla Karakış -Bakışık Bakış 3 (Başak Upar) -Terimler -Gay, Lambda, Pembe Üçgen, Gökkuşağı Bayrağı, Stonewall-Mektup-lar-dan -Kolaj -Genelev, Aids, biyoteknoloji, ilaçlar-Sevgili G.G. Derya Kurat) -Yaşamın İçinden Kartpostallar -Özgür ve Saygın Cinsellik (Sanem Akay) -Yatakta Ne Yaparlar? (Çev. Venüs’ün Kızkardeşleri) Eşcinsellere Yönelik Şiddete Karşı Ne Yapmalı? HAZİRAN 1995 SAYI 10 -Lezbiyenlere Baskı mı Var? diyenlere (Çev.Venüsün Kızkardeşleri) -Yaşamın İçinden Kartpostallar -Walt Whitman -Yaşamı hakkında, şiirlerinden- (Can Atak) -Sappho -Tartışma (Derya Kurat) -Mektup-lar-dan -Ailen Biliyor mu? (Bir lezbiyen) -Kızılay’daki parkta Neler Oluyor? -Türkiye’de Eşcinselliğe Psikiyatristlerin Bakışı Nasıl? (Bülent Karadoğan) AĞUSTOS 1995 SAYI 12 Gökkuşağı Çocukları, Şiir, Aşk Güzeldir, Kurtuluş Mücadelemiz Daha da Güzelleştirecek, Anket, Biz Hepimiz Transseksüeliz, On Bin Yüz Milyonuncu Kez Muzır Kurulu ya da Pamuk Prensesin Şüpheli Ölümü, Yaşamın İçinden Kartpostallar, Beyninize Sahip Çıkın, Anne Babanıza Açılmadan Önce Üstünde Düşünmeniz Gereken Bazı Sorular.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.