KaosGLD14

Page 1

EKİM 1995

YIL 2

SAYI 14


MERHABA! Bir sayılık gecikme ile amblemimizi sunuyoruz. Emre’nin de belirttiği gibi öneri ve eleştirilerinizi bekliyoruz. Kapak vurgusunu da oluşturan Gay’e’nin yazısı, baştan beri üzerinde durduğumuz birçok noktayı yeniden açımlıyor. 3. ve 4. sayfada yer alan bu yazının heteroseksüel arkadaşların birçok kaygısına da yanıt olacağını düşünüyoruz. Esat, bize “Gay’liği Yaşamak/Yaşayamamak” başlıklı yazısıyla, eşcinsel camiadan gözlemler sunuyor. 5. sayfadaki bu yazıyı okurken iğne/çuvaldız espirisini aklımıza getirelim. Atilla elinde bir yazı ile bize geldiğinde, “eyvah, pornografi5 mi” diye kaçışırken, “Zamanın Kıyısındaki Kadın” kitabından yola çıkarak hazırlamış olduğu yazı ile karşılaştık. 6., 7. ve 8. sayfalarda okuyacağınız bu yazı sonrası sizlerin de bu kitabı edineceğinizi umuyoruz. Bu sayıda iki kartpostalımız var. İleride kitaplaştırmayı düşündüğümüz bu bölümü gerçekten çok önemsiyoruz. Sizlerin de “kartpostal”ınızı bekliyoruz. “Yaşamın İçinden Kartpostallar”, 9., 10. ve 11. sayfalarımızda. 12., 13. ve 14. sayfalarımızda bir çeviri yazı var. Yeşim, ‘“yalnız” bir kadın olarak lezbiyen’ yazısını American Journal Of Psychotherapy dergisinin Ekim 1981 tarihli 4. sayısından aldı. Bu makale Nanette Gartrell tarafından 1980 (3-9 Mayıs)’da Amerikan Psikiyatri Birliği (APA)’nın 133. Yıllık Toplantısında sunuldu. Önümüzdeki sayılarda Gartrell’in savunduklarına karşı, Charles W. Socarides’in eleştirisini ve bu eleştiriye Gartrell’in yanıtını yayınlayacağız. Nanetta Gartrell’in bu yazısı yalnızca lezbiyenleri ilgilendiren bir yazı olmayıp aynı zamanda Sinan Düzyürek’in yöntemsel ve teorik açılımları ile terapistlere önerileri öncesinde bir tecrübeler süreci olarak da okunabilir. 15. sayfada başlayan ve 8 sayfa süren Sinan Düzyürek’in “Homofobik Önyargı, Eşcinsel Bireyler ve Terapistleri” başlıklı yazısı uzun olduğu için sizi ürkütmesin. Biz bu yazının zevkle okunacağını ve mutlaka okunması gerektiğini düşünüyoruz. Dergiyi aldığınıza göre yeni fiyatı da öğrenmiş oldunuz. Önümüzdeki sayı çıkana kadar abone olacaklar eski fiyatımızdan yararlanabilecekler. Yani; 6 aylık 300.000.-TL + 100.000.-TL Posta Ücreti 1 yıllık 600.000.-TL + 200.000.-TL Posta Ücreti Bu olanaktan yararlanmak için yapmanız gereken Türkiye İş Bankası Ankara Meşrutiyet Şubesi Ali Özbaş 0544328 no’lu hesaba abone bedelini yatırıp banka dekontunuzu/fotokopisini ve abonelik sürenizi belirten notunuzu Ali Özbaş, P.K. 53 Cebeci / ANKARA adresine yollamanız. Satış noktalarımız Ankara ve İstanbul’da yeni kitapevleri ile çoğalırken, Denizli ili de Kaos GL’ye kavuştu. Denizli’de İleri ve Kibele Kitapevlerinde dergimizi bulabilirsiniz. Kasım’ın 20’sinde görüşmek üzere yazı ve mektuplarınızı bekliyoruz.

KAOS GL

KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ

EKİM 1995 YIL 2 SAYI 14 İLETİŞİM İÇİN SADECE VE EKSİKSİZ OLARAK LÜTFEN ŞU ADRESİ YAZINIZ:

ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR.


Eşcinsellerin Kurtuluşu aynı zamanda Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir. Gay'e EFENDİSİZ Eşcinsel olmaktan ne anlıyoruz? Eğer bu sorunun yanıtını sadece ‘yatak odası’ oluşturacaksa, özgürlük de pekala ‘serbestlik’ olarak okunabilir. O zaman özgürlük istemi, gereksiz bir telaffuz olacaktır. Gerçi heteroseksüel toplumda, devlet burnunu yatak odasına da sokmaktadır ama heteroseksüel siyasal ve toplumsal yapının kendisini yeniden üretmesi ve devamı için bir tehdit oluşturmuyorsa, iki erkeğin ya da iki kadının yatakta ne yaptığı, devletin çok da umurunda olmayabiliyor. Yatak odasını içerden kilitlemek mümkündür! Bu durumda, başını kuma sokan deve kuşundan ne farkımız kalır? Koskoca hayatı istesek de sadece “yatakodası”na sığdıramayız. Öyleyse bin yıllık gerçeğe gözlerimizi daha fazla kapamayalım ve yanıt’ı yatak odasının ötesinde arayalım. Güneşten gözlerimiz kamaşabilir ama karşımıza çıkan kendi yaratımız/kendimiz olan bir kültür, kimlik, bağımsız bir varoluştur. Eşcinsel olmak bu olmalıdır. Eşcinsellik, bağımsız bir varoluş olarak bir karşı duruştur. Kabul etmek gerekir ki bu durum eşcinsel bilinç’le anlam kazanır. Eşcinsel bilinç, bir tavır olarak sadece dayatılan heteroseksüel cinselliğe değil aynı zamanda heteroseksüel toplumun sosyo-politik yapısına da karşı çıkmayı gerektirir. Bütünsel bir karşı çıkış olmadığı sürece heteroseksüel toplumdan kurtuluşumuz gerçekleşmeyecektir. Kurtuluş mücadelemize karşı heteroseksüel erkek iktidarının yadsıma ve yok etme politikası muhtemel bir tepki olacaktır. Bu olasılık açık ve seçiktir. Ama asıl tehlike yeni liberal dalganın, sömürü ve kuşatma kanallarını gölgeleyerek, heteroseksüel

toplumda özgür olunabilir yanılsaması yaratması olacaktır. Çünkü yadsımak ve yoketme politikası, gerçeği ortadan kaldıramaz. İşte bu noktada heteroseksüel erkek iktidarının imdadına liberal dalga yetişir. Eşcinsel oluverme sendromları (Kaos GL, sayı1) ve lezbiyenlik modalarıyla, kadın ve erkek eşcinseller neye uğradıklarını şaşırırlar. Hadi biraz abartalım: Hatta meclisteki “böcek”ler açılma yarışına girebilir ve üstelik heteroseksüellere taş çıkartacak bir eşcinsel başbakan bile çıkabilir. Bizler hak hukuk yalanlarıyla kendimizden geçerken ne ilginçtir ki heteroseksüel erkek iktidarı daha da güçlenmiş olur. Elbetteki heteroseksüel toplum denilen bu korkunç cehennemde biraz soluk alsak hiç fena olmaz; ama boynumuzdaki zincir, efendinin elinde olduktan sonra ha bir metre olmuş ha yüz metre, ne fark eder? Ailede, okulda, sokakta kısacası heteroseksüel toplumun her alanında, heteroseksizmin yadsıma ve yok etme politikasına maruz kalıyoruz. Buna rağmen kurtuluş mücadelemiz, homoseksist bir nitelik taşımıyor. Heteroseksüellerin, heteroseksist iktidardan pay almaları onları egemen ve ayrıcalıklı kılabilir. Farkında değilmişler gibi yapabilirler ama kabul etseler de etmeseler de varolan durum bu. Bu durum heteroseksüellere belli bir rant, bir ayrıcalık sağlıyor ama özgürlükten vazgeçme pahasına. Heteroseksüellerin de özgür olmadıkları durumu toplumsal somut bir gerçek. İşte bu noktada heteroseksüellik ile heteroseksizm arasındaki ayrımın ortaya konması ve altının çizilmesi gerekmekte.

Eşcinsellerin ve kadınların kurtuluş mücadelesi karşısında, heteroseksüel erkeklerin (eşcinseller karşısında, heteroseksüel kadınlar da dahil) inatla anlamadıkları konu; biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki fark olarak somutluk kazanıyor. Gender olarak da bilinen toplumsal cinsiyet, cinselliğin toplumsallaştırılmış halidir. Biyolojik cinsiyetin üstüne, toplumsal erkeklik ve toplumsal kadınlık olarak kurulmuştur. Bu anlamda erkeklik ve kadınlık, birer toplumsal kategori olarak ortaya çıkar ve insanlara doğumdan itibaren dayatılır. Heteroseksüel bir erkek, kültürel göt korkusunun da etkisiyle, toplumsal erkeklikten vazgeçtiğinde ‘erkekliğini’ yitireceğini düşünüyor. Gerçi aklı başında biri bunun bir saçmalık olduğunu anlıyor ama bu kez de erkek iktidarından aldığı paydan vazgeçemiyor. Eğer iyi niyetli ve biraz samimiyse, elini kolunu kavuşturup seyirci pozisyonuna geçiyor. Bu durumda eşcinseller de kadınlar da özgürleşemez! Eşcinsellerin kurtuluş mücadelesi (öyle sanıyorum ki kadınların da) bir iktidar mücadelesi değildir. Tam tersine heteroseksüel erkek iktidarına karşı bir mücadeledir. (Homoseksist olmak da mümkün ama biz efendinin de özgür olmadığını biliyoruz.) Heteroseksüel erkek iktidarı, kadınların toplumsal köleleştirilmeleri üzerine kurulmuş olup onları toplumsal kadınlık ile kuşatma altında tutar. Ama aynı zamanda heteroseksüel erkekler de toplumsal erkeklik ile sınıflandırılır ve kategorize edilir. Toplumsal erkeklik, kadınlara karşı cinsiyetçi bir öz taşımakla birlikte, belirleyici ve sınırlayıcı işlevi ile erkekler üzerinde bir yük

KAOS GL 14/3


oluşturmaktadır. Sosyo-kültürel kodlar ve beklentiler dolayısıyla, heteroseksüel erkekleri bile bunaltan toplumsal erkeklik, sahip olduğu meşruluktan dolayı kolay kolay vazgeçilmez bir özelliğe de sahiptir. Gerçi sözkonusu meşruluktan dışarı çıkmanın çok ağır sosyo-kültürel ve hukuksal yaptırımlarını da unutmamak gerekir. Eşcinsellerin kurtuluş mücadelesi, heteroseksüel erkek iktidarına karşı bir mücadele olsa da heteroseksüel erkeklere ya da heteroseksüel kadınlara karşı bir mücadele değildir. Heteroseksizme ve onun

politik ve toplumsal örgütlenişine karşı bir mücadeledir. Yıkım ve parçalama amaçlıdır; toplumsal erkekliğin ve toplumsal kadınlığın parçalanması. Bizleri ideolojik ve fizik zorla, iki kategoriden birine sokmak isteyen heteroseksizm, eşcinselliği yadsır ve eşcinselleri yok etmek ister. Açıktır ki biz heteroseksüellere değil, heteroseksizme düşmanız. Bu noktada heteroseksüellerin de antiheteroseksist olmaları, eşcinsellere karşı bir jest değil bir zorunluluktur. Önemli(!) bir konu olduğunu biliyorum ve tekrar ediyorum: Heteroseksüellerin antiheteroseksist olmaları,

heteroseksüel cinsellikten vazgeçmeleri anlamına gelmiyor. Ama heteroseksüelliğin biricik cinsellik olarak kabul edilmesinden ve dayatılmasından vazgeçmek anlamına geliyor. Kadınlığın ve erkekliğin toplumsal kategorizasyonundan ve dayatılmasından vazgeçmek anlamına geliyor. Kölenin özgürleşmesi aynı zamanda efendinin de özgürleştiği anlamına gelir. Çünkü ortada ne köle kalmıştır ne de efendi. Biliniyor ve tekrarlıyoruz:

Eşcinsellerin Özgür Olmadığı Bir Toplumda Heteroseksüeller de Özgür Olamaz!

Erkekler ‘özgürleşmek’ istiyor Evrensel Gazetesi’nde Sermin Özürküt imzalı bu yazı, heteroseksüel erkeklerin içinde bulundukları toplumsal erkeklikten rahatsızlıklarının ifadesi olduğu için aktarmak gereği duyduk. Geçtiğimiz günlerde, İsveç, ilginç bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Kuzey ülkelerinde yaşayan erkekler, İsveç’in başkenti Stokholm’de biraraya gelerek sorunlarını, toplumsal gelişim düzeyindeki yerleri ile kadın hareketi karşısındaki dağınık ve iletişimsiz konumlarını tartıştılar. Değişik toplumsal sınıf ve katmandan gelen beşyüz kişiye, seslerini duyurma olanağı veren konferansın amacı, erkeğe mal edilen geleneksel değer yargılarını sorgulayarak kadın-erkek-çocuk üçgenindeki dengeyi kurabilmek. Toplantının düzenleyicisi, “Kuzey Ülkeleri Bakanlar Danışma Kurulu” tarafından, Birleşmiş Milletler Örgütü öncülüğünde uluslararası bir toplantının çağrısı yapılıyor. Erkekler de eziliyor Toplantıda bir konuşma yapan İsveçli “Cinslerarası Eşitlik Uzmanı” İngemer Jens, erkek egemen toplum yapısı içinde yaşamaktan rahatsızlık duyduklarını, kendilerine mal edilen ‘saldırgan’ damgasından kurtulmak istediklerini belirtti. Jens, erkeklerin, üstesinden gelemediği işlevlerle karşı karşıya kalınca ya saldırganlığa ya da yalnızlığa itildiğini söyledi. Saldırının özünde, kendine güvensizlik yatıyor. Karşı cins ile ilişkisini, baskı ve

KAOS GL 14/4

denetime dayalı bir koruma ve gözetme mekanizmasına dayandıran erkek, bu rolünden kendini kurtarabildiği oranda özgürlüğüne kavuşabilecek. Erkekler, dünya nüfusunun yarısını oluşturmalarına karşın, dünyayı idare etme tutukusunun bedelini, kadınlardan daha az yaşayarak ödüyorlar. Ve bu ölüm sınıfsal farklılığa da bakmıyor. “Bencillikten arının” “Erkek olmanın bedeli” konulu konuşmasında, Kuzey ülkelerinde daha çok erkek çocuk doğmasına karşın, nüfus bileşiminde, kadınların erkeklerden daha fazla olduğuna dikkat çeken İzlandalı Psikolog Asper Ragnardsson, hemcinslerine erken emekli olma hakkının tanınmasını istiyor. “Yönetiyoruz ve kadınlardan daha fazla kazanıyoruz. Bir de uzun yaşamayı becerebilsek” diyor. Ragnardsson’a yanıt, toplantının sayılı kadın konuşmacılarından Danimarkalı ‘cinsiyet uzmanı’ Anette Dina Sorensen’den geliyor. Sorensen, daha uzun yaşamak isteyen erkeklerin bencillikten arınarak, ‘her cenazede ölü, her düğünde gelin’ olma mantıklarından kurtulmaları gerektiğini öğütlüyor. Erkekler Konferansı’nın en önemli sonucu, cinslerarası eşitlik mücadelesinde, erkeklerin de taraf olduklarını kabul etmiş olmaları.


esat Ben 24 yaşında bir gay’im. İlk kendimi iki buçuk yıl önce kabul ettim. Bu iki buçuk yıllık yaşantımda çok olmasa da çeşitli gay’lerle tanıştım. Bunların içinde kendini gay, lubunya, laço, ibne, kadın, erkek kefesine koyan insanları tanıdım. Ben ilk önce kendimi gay kefesine koydum. Bu, eşcinsel ortamda, illa da karşılıklı olarak diye algılanıyor. Bir süre böyle devam ettim. Fakat ben pasif ağırlıklı olduğum için gaylikte istediğimi bulamadım. Çünkü ben gay olduğumu söylediğimde herkes benim çift taraflı olduğumu düşünüyordu, aktifler kaçıyordu. Lubunya ortamına girdim. Lubunyalığı kendime uygun gördüm. Bir süre böyle devam etti. Ama daha sonraları bana bir nevi itici geldi. Çünkü gizli eşcinselleri, erkek geçinen laçoları da gördüm ki bunlar, lubunya kefesine giren kişileri duyguyla, sevgiyle, seçimle değil de her hangi erkek kefesine girenleri tatmin edecek bir araç olarak görüyorlar. Aynı zamanda lubunya dendiğinde maddi yönlü çıkan eşcinsel gözüyle bakılıyor. Yani örnek vermek gerekiyorsa benim gözlemim ve insanlar arasındaki izlenimlerim şunlar: Bir lubunya, aktif görünen birinin -şu anda kefesi önemli değilkarşısında aşırı kadınsılığa kaçmak zorunda kalıyor ve karşı taraf bunu istemiyorsa normal bir red uslubu kullanmıyor, küfür ediyor, aşağılıyor. Çünkü lubunya ama onlar rahatlıkla bir lubunyaya, bugün karım yok beni idare et veya şu kalktı indirir misin veya şuraya gel de seni bozayım gibi şeyler söyleyebiliyor. Aslında bu insanlar karşılarındaki kişilere lubunya ismi altında yine top, ibne muamelesi yapıyorlar. Burada değişen konum değil sadece isim oluyor. Gay’liği ise şimdilik bozulmamış bir isim olarak görebiliriz. Lubunyalıkta ilk önce fiziksel ilişki akla geliyor. Ama gay’likte sevgi ve duygusallık önplanda, ilişki sonra geliyor. Lubunyalıkta pasiflik sadece cinsel yönde değil sosyal yönde de düşünülüyor. Oysa gay’likte daha eşit, daha cesaretli, sosyal yönde aşağılanmaya tahammül edemeyen, pasifse bile sadece ilişkide pasif olan, sosyal yönde pasifliği kabul etmeyen bir durum vardır. İbnelikte, top’lukta olduğu gibi lubunyalıkta da sosyal yönde dinlenilmeyen, sözü pek geçmeyen, anlaşılmaya gerek olmayan birer yeşil renkli yaratıklar olarak görüyorlar. Gay’likte biraz ılımlı olduğunu görüyorum en azından bir gay’e sikilecek tavuk gibi bakılmıyor. Gay’lere güvenilir diye de bakılabiliyor. Gay’liğin illa da çift taraflı şey olduğuna ben inanmıyorum. Gay’lik biraz daha doğal görünümlü. Bunların içinde aktifi de olabilir, pasifi de, çift taraflısı da. Bunları böyle algılamak lazım. Bence bu işi ticarete dökenlere lubunya dense daha mantıklı olur. Eşcinsellikte efeminelik nasıl algılanıyor? Bunların çok değişik boylarını gördüm. Özellikle ticari yönü olanlar bunu, sokakta kalça kıvırmak, sağa sola ‘ayol ben kadınım’ diye bağırmak, ilgisiz insanlara sulanmak veya belli etmek gibi algılıyorlar. Oysa bu tür gereksiz davranışların, tüm eşcinsellere zarar verdiğini ve aşağılandıklarını hiç düşünmüyorlar diyemeyeceğim, çünkü düşünemiyorlar. Örneğin ortama yeni girmiş insanlar ilk bunları gördükleri için eşcinselliğin bu olduğunu düşünüyorlar. Oysa böyle değil. Efeminelik tüm gay’lerin doğal hallerinde vardır. Bu da doğal olarak nasıl heteroseksüellerin kendilerine göre hal ve davranışları varsa gay’lerin de kendilerine özgü davranışlarında vardır. Örneğin konuşması temiz ve kibardır, yeniliğe açıktır. Giyim konusunda heterolardan farklıdır ama bu kadın gibi değildir. Bunu anlatmanın da çok zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü gay’lerin yüzde doksanı evde kendine ait bir bölüm olmadığı için veya aile baskıları dolayısıyla gay’likle ilgili hiçbir yazılı veya resimli konularla ilgilenemiyorlar. Örneğin benim kendime ait odam ve kilitli dolabım var. Dahası aile baskısı olmadığı için gay’likle ilgili yazılı veya resimli herşeyi rahatlıkla alabiliyorum ve eve götürüyorum. Herkesin bu imkanı olmayabiliyor. Örneğin Kızılay’da, elde dağıtılmış Kaos GL broşürlerini, üzerlerinde bulundarmaya ve eve götürmeye cesaret edemedikleri için çoğu okuyamadan çöpe attı. Bunu düşündüğümde, gay’lerin gay’likle ilgili yazılı ve resimli dergileri takip etmeleri olanaksız gibi görülüyor. Gay’lerin sorunlarının tartışılabileceği güvenilir ortamlarımız olmalı. Bütün gay’ler gibi ben de çok değişik kesimlere mensup gay’lerle karşılaştım, tanıştım, konuştum. Edindiğim izlenimler şunu gösteriyor: Ailesi, toplumu, okulu tarafından ölüm kusularak, iğrençlikle suçlanan gay’ler, kendilerine yüklenen suçlu ve günah küpü oldukları fikrini ilk başta beyinlerine yerleştiriyorlar. Biz gay’lere karşı bu kini, bu nefreti besleyen annemize, babamıza, arkadaşımıza karşı çıkıp da ‘ölümü hakketttiğini düşündüğünüz insanlardan biri de benim’ diyemiyoruz. Sadece üzülmekle yetiniyoruz; en kötüsü, en ufak bir savunmayı bile onlardan biri gibi gözükerek yapıyoruz. Örneğim kızkardeşim, bütün eşcinselleri erkekliğin yüzkarası olarak görür, dışlar ve onlara küfrederdi. 5-6 yıl önce, eşcinselliğim tedaviyle geçer mi diye bir psikoloğa mektup yazmıştım. devamı sayfa 8’de

KAOS GL 14/5


ZAMANIN KIYISINDAKi KADIN atilla karakış Connie, zihinsel yetenekleri çok gelişmiş, hayat dolu bir kadındır. Ama bu özellikleri “düzen”e sürekli yenik düşmesini engelleyememiştir. Sevdiği insanlar devlet ya da ölüm tarafından elinden alınmış; bütün bunlara karşı şiddet eğilimleri göstermeye başladığı için tımarhaneye kapatılmıştır. Bu kez de doktorlar, üzerinde deney yapmak isterler, karşı koyar ve zihin gücüyle ilişkiye geçtiği bir ütopya halkının yardımıyla mücadeleye başlar. Romanda bütün bunlar olurken, aslında son yıllarda birçok radikal düşünürün, feminist ve yeşillerin sorguladığı modern toplumun vazgeçilmez diye sunduğu kurum ve anlayışların da eleştirisi yapılır. Ütopyada çekirdek aile, devlet, hapishane, hastane, okul ve çocukluk gibi kurumların hiçbiri yoktur; üretim kadar doğanın dengesini gözetmek de önemlidir; deliliğe kontrol edilmesi gereken bir süreç olarak değil, herkesin yaşayabileceği öğretici bir deneyim olarak bakılır; en çok zaman insan ilişkilerinin ve onun bir türevi olarak düşünülen siyasal kararların tartışılmasına ayrılır, cinsel ilişkilerde özgürlük kadar kıskançlığa da yer vardır... Erkeklerin çocuk emzirerek annelik duygusunu tattığı, böylece daha sevecen ve şefkatli olduğu; yarışmamanın erdem kabul edildiği; doğayı onarmak ve savunmak için ‘nehir doktoru’, ‘toprak avukatı’ gibi mesleklerin olduğu bir ütopyadır bu. Romanın en önemli özelliği ise gelecek özlemlerinin gerçekleşmesi için aktif bir mücadele ve yaratıcılık faaliyeti içinde olmanın önemine işaret etmesidir. Zamanın Kıyısındaki Kadın adlı kitabın arka kapağında yazılanları aktardım yukarıya. Ayrıca genel olarak kitaptan bahsetmeme gerek kalmıyor. Zaten ben burada kitabın incelemesini yapmayacağım. Kaos GL okurlarının mutlaka okumasını tavsiye ederek, kitaptan çok ilginç ve bizlerin de zaman zaman dile getirdiği konuların yer aldığı alıntılarla bazı konulara tekrar dikkat çekeceğim. Ancak bir iki isimden kısaca bahsetmem gerekiyor. Aksi takdirde alıntılardaki kişiler kitabı okumamış (ama en kısa zamanda okuyacağına inandığım) insanlar için çok havada kalacaktır. Connie hakkında yukarıdaki alıntıda yeterli açıklama var. En çok alıntı yaptığım roman kişisi Skip, aslında romanın büyük bölümünde yer almıyor. Ancak

Connie’nin ‘savaş’a girişmesinde, cinselliği sorgulamasında çok büyük bir payı var. Ayrıca ütopik toplumdaki insanlar için “sınıflandırma” gerekçesi bile olmayan bir durumdan; eşcinsellik’ten kurtarılmaya çalışılan biri. Alice, tımarhaneye kapatılmış bir başka kişi. Dr. Redding kendini insanların beyniyle oynayarak istenen ‘düzen’in istenen ‘insan’ını yaratmaya adamış bir bilim adamı. Parro ise ütopik toplumdaki insanlardan biri. Romanda Amerika -dolayısıyla az çok tüm modern dünya- toplumu ve ütopik toplum incelenip irdelenirken yazar okuyucuyu her iki toplum arasında gezintiye çıkarıyor. Romanın bir bölümünde araya giren antiütopik toplum ise insanların “toplum”, “ideal toplum” üzerine düşünmelerine neden oluyor.

...ütopik toplumunda kadınlar, erkekler yok, ‘kişiler’ var, hatta hayvanlar için bile aynı şey geçerli. Biyolojik cinsiyetler dışında cinsiyetler hangi amaçla oluşturulmuş, gerçekte toplumsal cinsiyetler ne işe yarar? Kitapta toplumsal cinsiyet de sorgulanıyor. Hiç kimse üstün değil. Herkes aynı işleri yapabiliyor. Zaman zaman Connie’nin şaşkınlığa uğramasına yol açan cinsiyetlerin belirsizliği okuyucunun ufkunu genişletiyor. Nitekim geçen günlerde kadın-erkek tip

belirsizliğinden yakınan Suna Tanaltay’ın ve tam da onun rahatlatıcı psikolojik danışmanlığına hayran olanların kabullenemediği bir durum bu. Bu insanlar için kadın kadınlığını, erkek de erkekliğini bilmeli. Aksi takdirde toplum ne hale gelir? ‘İnsan’ın değil de ortalarda dolaşan am ve sik’lerin varlığına ihtiyaç duyan bu kadın ve erkeklere ne denebilir ki?

En çok, girmek istediğim yerlere beni gizlice sokmak için işlerini riske atan adlarını veremeyeceğim insanlara; deneyimlerini hem içeride hem de dışarıda benimle paylaşan, akıl hastanelerinde kalmakta olan ya da eskiden kalmış kişilere şükran duyuyorum. Yazar’ın kitabın önsözünde söylediklerinden bir alıntı bu. Böylece günümüzde, akıl hastanelerinde geçen bölümlerin hiç de abartma olmadığını, bütün ‘vahşet’in yaşanmış olduğunu anlıyoruz. İnsanların hasta olduklarına nasıl ikna edildiklerini, doktarlara muhtaç olduklarına nasıl inandırıldıklarını görüyoruz. Buna karşı duranlarınsa nasıl cezalandırıldıklarını okuyoruz. Ütopik toplum yazarın ütopyası. Günümüz toplumu ise hepimizin yaşadığı varolan, gerçek bir kabus. Biz eşcinsellerin son yıllara kadar eşcinselliğimiz psikiyatri

KAOS GL 14/6

tarafından iyileştirilmeye çalışılıyordu. Son yıllarda psikiyatrinin hastalık sınıflandırması olan DSM’den çıkarıldı. Yani artık psikiyatrik hastalık değil. Ancak hala bunu hastalık olarak gören psikiyatristler var. Ve bunlar çoğunlukta. Şimdilerde ise psikiyatri bizlerle başedemeyip hasta olmadığımıza ikna olduğu için beyinlerimizden kaynaklanan bu ‘hastalığı’ iyileştirmek için çaba sarfeden bilim adamları var. Hastalığımızı kabul etmediğimiz sürece vahşi yöntemlerini zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bir çok eşcinseli köşeye


sıkıştırıp -ki toplumsal baskılardan bunalan eşcinseller hasta olarak kabul edilmeyi ‘sapık’ olarak kabul edilmekten yeğ tutuyorlar- hastasın diyorlar. Erkek egemen toplumun kurumlarından biri olan akıl

hastaneleri gerçek ve vahşice yöntemler uygulanıyor buralarda. Ve bu hastaneler bugüne kadar bir çok eşcinselin de mezarı olmuştur ve olmaya devam ediyor, unutmayalım!

“Biliyor musun, bizi sevmiyorlar, biz cüzzamlıyız... Son kez üzerimde yaptıkları deneyin ne olduğunu biliyor musun? Erkeklik uzvuma elektrotlar yerleştirip ayıp resimler gösterdiler ve ne zaman erkekleri görünce sertleşsem şok verdiler. Burada yaptıkları şey her ne olursa olsun onun kadar acı verici olamaz, değil mi?” Skip’in söyledikleri bunlar. Söylediklerini birçok yerde daha önce duyup okumuş olma ihtimaliniz yüksek. Çünkü bunlar uzun yıllar eşcinsellere uygulanan yöntemler. Bazı yerlerde ise hala uygulanmakta olan yöntemler. 12 Eylül sonrasında İstanbul’da eşcinsel ve travestilere uygulanan yöntemler bunlar. Kişinin cinselliğini öldürüyorlar. Hiçkimseye ilgi duyamaz hale gelen kişileri iyileştirdiklerini mi sanıyorlar yoksa eşcinsel olacağı yere hadım olmasını mı tercih ediyorlar?

Skip, eşcinselliği dolayısıyla uğradığı baskılar sonucu bunalmış ve kendini öldürme girişimleri sonucu şiddet eğiliminden dolayı hastaneye yatırılmış biri. ABD’de bile eşcinselliğinden dolayı aşağılanmaya, baskılara maruz kalan biri! Bir çok arkadaşımız buna şaşıracaktır belki ama gerçek bu! Dünyanın neresinde olursa olsun eşcinseller hala aşağılanıyor, hala baskılara maruz kalıyor. Birçok hakkı elde etmiş olmak yetmiyor yani. Sürekli bir mücadele gerekiyor.

“Görüyorsunuz elektriksel olarak tüm ruh hallerini ve tüm duyguları ortaya çıkarabiliyoruz, dövüş veya kaçış reaksiyonu, huzur, sükunet, haz, acı, terör! Reaksiyonları kafatasının altında minyatürize radyo ile gözleyebiliyor ve sevk edebiliyoruz. Bu yöntemle Alice’in vahşi saldırılarını kontrol edebilir ve onu dengeli bir zihinsel durumda tutabiliriz inancındayız. Biz kuruma gittiğimiz andan itibaren radyo doğrudan bilgisayara bilgi yükleyecek ve Alice koğuşta özgürce dolaşabilecek. Küçük ön gösterimiz şimdilik bu kadar.” İşte hepsi bu! İstedikleri, insanlardan birer robot yaratmak; istedikleri zaman istedikleri duygusal tepkiler gösterecek insanlar. Bunun için beyne takılan bir parça yeterli. Sonrasında kumanda eden kişiye bağlı herşey. Zamanında Nobel’in dinamiti iyiniyet ile icat etmesini, sonrasını düşünmemesini anlayabilirsiniz. Fakat burada, bir insana, insanın beynine, tüm hayatına bir tecavüz sözkonusu. Asla bir iyiniyet yok. Sadece hükmetme ateşiyle yanan

kafaların düşünebilecekleri bir şey bu. İnsanların beyniyle oynamak. Ve sizlere daha önce duyurduğumuz gibi beyinle oynama son dönemde üzerinde yoğunlukla durulan, çalışmalar üretilen bir durum. Elinde sizin kumandanızı tutan birinin sizin iyileştirici meleğiniz olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Buna asla izin vermeyeceğiz!

...Connie Parro’ya hafifçe, “Bir şey kafamı karıştırıyor. Bana çok açık görünen gerçeği kimse söylememeye özen gösteriyor gibi. Jackrabbit ve Bolivar... eh, her ikisi de erkek. Bu eşcinsellik. Bu bir kadını daha fazla rahatsız edebilir.” “Ama neden?” Parra ona sanki gerçekten deliymiş gibi baktı. “Tüm çiftleşmeler, tüm arkadaşlıklar biyolojik erkekler veya biyolojik kadınlar veya her ikisi arasında sürer gider. Bu yararlı bir sınıflandırma değil. ...” Connie’nin ütopik toplumla bağ kurmasına yardımcı olan Luccienta ile arkadaşları Jackrabbit ve Bolivar arasında gerilimler oluşmuştur. Bir gece çevrelerinden bir kaç kişiyle birlikte toplanırlar ve aralarında bu gerilimi oluşturan şeyleri bulup çözümlemek için konuşmaya başlarlar. Luccienta daha önce Jackrabbit ile birlikte olmuştur ve Jackrabbit şimdilerde Bolivar ile birliktedir. Connie’ye göre kıskançlıktır bu gerilimi doğuran; üstelik işin içinde eşcinsellik de vardır ve bu bir kadını -Luccienta’yı- daha fazla rahatsız edecektir. Yazar bu cümleyle Connie özelinde bir çok yerde

önümüze çıkan genel yargıyı dile getirir. Sık sık bu yargı önümüze çıkar; bir kadın sevgilisini/eşini bir erkekle yakalar ve yıkılır. Sevgilisi/eşi bir kadınla birlikte olsa belki affedecektir ama bu erkek olunca iğrenir. Aslında heteroseksizmin eşcinselliği her fırsatta aşağılamasının bir uzantısıdır bu. Yazar, burada ütopik toplumu dolayısıyla kendi düşlerindeki toplumu oluştururken bunu da farketmiştir. Cinsiyetçilikle savaşırken eşcinselliğin de doğallığına deyinmeden edemez. Tüm samimi anti heteroseksistlerin yapması gereken de bu değil midir?

Skip çıkmak istiyordu. Çıkacağına söz verdiler. Connie merak ediyordu. Gerçekten avuçlarından kaçmasına izin verecekler miydi? Sargıları çıkarılmış ve saçları uzamaya başlamıştı. Koğuşta görevlilere yardım ederek dolanıyordu. Oyun oynuyordu. Hala bir oyundu, Connie bunu hissediyordu; onu hala yaşatan özünde kurumuş güçlü bir iradenin artıklarıydı. O kendi yolundan kaçmaya çalışmıştı, Skip kendi yolundan çabalıyordu, içinde yerle bir olmuş bir şeylerle. Güzel ve çevik bir şey yanıp kül olmuştu. Ona bakmak Connie’ye acı veriyordu. Çok güzel olduğu ve onları baştan çıkarttığı için icabına bakmışlardı. Hareketleri değişmişti: Hantallaşmıştı. Sanki sonunda bir süreliğine doktorların kaba ve hantal erkekliğini taklit etmeye karar vermişti, ama bu doktorlar için yeteneklerini gösterebilecekleri bir alanken, Skip için aşağılanma demekti. Acemice monte edilmiş bir robot gibi

KAOS GL 14/7


hareket ediyordu. Ona ne yaptıklarını düşünürlerse düşünsünler, o yine de bir robot değildi. Onun içinde yanan arzuyu hissedebiliyordu, özgür olma arzusu. “Onlarla oynuyorsun, öyle değil mi?” Ameliyat sonrası Skip’tir yukarıda anlatılan. Ama Connie inanmamaktadır, Skip’in bu haline. Mutlaka oyun oynuyor, diye düşünür. Romanın ilerliyen sayfalarında bu düşüncenin doğru olup olmadığını görürüz. Bunu okurken keşfetmeniz için belirtmiyorum, ama bu düşüncelerin Connie’nin kendini doktorlarla, dolayısıyla bu sistemle savaşa hazırlaması için bir kıvılcım olduğunu belirtmeliyim. Ancak yukarıdaki bir cümleye özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. “... ama bu doktorlar için

yeteneklerini gösterecekleri bir alanken, Skip için aşağılanma demekti.” Sık sık başvurulan “kişinin istemediği durumdan kurtarılması” masalına halen inanıyor musunuz? Bilim adına, bilimsel başarı kisvesi ile bizlere yutturmaya çalıştıkları kendi ‘yetenekleri’ni gösterme merakları. “Bakın neler başarıyorum” diyorlar. “Yetenekleri”ni göstermek uğruna yokettiklerinin hiç bir önemi yok. Dikkat! Her masal masum değildir!

Önce Dr. Redding kafatasını matkapladı. Acımadı; daha çok dehşet vericiydi. Basıncı hissedebiliyordu, kemiğin açıldığını hissedebiliyordu, matkabın girişini duyabiliyordu. Daha sonra bir şey sokmak için iğne aldıklarını gördü. Ne olduğunu anlamadı çünkü hiçbir şey hissetmiyordu. Sanki etkisini göstermesini bekliyorlardı, her ne idiyse o; kaygı içinde o da bekledi ta ki “radyopaque çözüm” lafını duyana kadar. Onlar onu bölüyor, o da ölüyordu. Sözcük oyunu şu anda kurcalayıp durdukları beyninde asılı kaldı. Connie de ameliyat edilir. Ameliyat anı tüyler ürperticidir. İnsanı asıl ürperten ise isteği dışında uygulanan bu vahşettir. Bu vahşetin uygulanabilmesi için bir çok yerden maddi destek görmektedir Dr. Redding ve ekibi. Kitabı bitirdikten sonra kitaplığınıza

yerleştirip unutamıyorsunuz. Onlarca soruyu çözümlemeniz gerekiyor çünkü. En başta Connie’nin ütopik toplumla gerçekten iletişim kurup kurmadığı, böyle bir toplumun kitapta da olsa var olup olmadığını anlamaya çalışıyorsunuz.

Böyle bir toplum yaratılamaz mı? Neden olmasın?

Woman on The Edge of Time (1976), Marge Piercy, Çeviren; Füsun Tülek, 1. Basım; Şubat 1992 ,365 sayfa Ayrıntı Yayınları.

baştarafı sayfa 5’de Fakat göndermeden kızkardeşimin eline geçmiş. Ben bunu farkettiğimde, okursa kesin intihar etmem gerektiğini bu utançla yaşayamayacağımı düşünmüştüm. Neyseki okumadan geri alabildim. Şimdi gay olduğumu kendisine açıkladım, çünkü ona karşı hazır olduğumu düşündüm. Anlayışla karşılama mecburiyetinde kaldı. Çünkü onun yanında ben, gayet doğal, kendisine güvenen birisiydim. Zaten şimdi gay’lere çok ılımlı bakıyor. Ben diyorum ki gelin önce ailelerden başlayalım. Çünkü toplum ailelerden başlar. Biraz kendimize güvenelim; bunun, suç veya günah olduğunun aksine hakkımız olduğunu savunalım. Gay’ler, birbirimizden kaçmayalım, birbirimize yardımcı olalım. Ben, ondan daha kültürlüyüm, daha zenginim, daha güzelim demeyi bir yana bırakın. Bir kaç kişi bir araya geldik diye hemen bölünmeyelim. Ne kadar güzel, kültürlü ve zengin de olsak, diğer gay’leri dışlarsak tek başımıza kalırız. Bazı gay’ler, bazı ortamlarda (işyerlerini kastetmiyorum, gay’lerin devam ettiği yerleri kastediyorum) diğer gay’lere görünmemeye çalışıyorlar. Bir gay’in tek başına olduğu anlaşıldığında, madiler ve şilakiler tarafından hırpalanması kolay oluyor. Oysa gay’ler birbirinden kaçmayıp, kendine güvenli bir imaj çizerse karşı insanlar tarafından kolay lokma olmadığı görülüyor. Kısacası kendi ortamlarımızda birbirimize kol kanat gerip, savunursak biz de bir güç oluruz.

KAOS GL 14/8


YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR... 27 yaşında, gay, müdür. vermiyordum. İlkokuldaki yol arkadaşım olan kızla, 1968 yılında doğumumla birlikte dünya gay’leri ortaokulda da aynı sınıfa düşmüştük ve yol bir kişi daha arttılar. Tabi bundan haberleri yoktu. arkadaşlığımız devam ediyordu. Ve bu yol Benimse cinselliği hissetmeye başladığımdan itibaren arkadaşlığımız bir çok insanın kafasında sevgili gay’liğimden haberim oldu. O sıralar kaç yaşındaydım? olduğumuz yolunda düşüncelere yol açmıştı. Bense Hatırlayamıyorum. Klasik bir cevap ama, kendimi bildim kendimden o kadar emin olmalıyım ki bir erkek olarak bileli gay’im. Hiçbir zaman bu durum dolayısıyla bir kızı sevmem gerektiği düşüncesine kapılmadan, kendimi kötü, lanetli, hastalıklı, zavallı hissetmedim. insanlar ne düşünürlerse düşünsün biz H. ile iyi Kısacası her zaman kendimle barışıktım. arkadaşız sadece diye düşünüyordum. H. ile olan Küçüklüğümden hatırladıklarım... Öncelikle arkadaşlığımızdan dolayı mıdır nedir, sınıftaki erkekler, ailemi tanıtmalıyım ama. Anne, baba ve çocuklardan o yaşın azgınlığıyla, birbirleriyle cinsel şakalar oluşan çekirdek aile. Bir ablam, ben, kızkardeşim... yaparken kimse bana bulaşmıyordu. (Gül gibi oğlanın İşçi/işçi emeklisi bir baba, evkadını bir anne. Evde içi gitsin de siz birbirinizi götürün, sizi gidi pis heterolar!) kimse kimseden baskın değil. Hatırladığım bir şiddet Bu arada şiir yazmaya başlamıştım. Okuldaki yok. Pek ‘efendi’ bir çocukmuşum. Tabi saklambaç yarışmalarda derecelere giren bu şiirleri bugün çok oynarken kızkardeşimi elbise dolabına kilitlemem, kötü bulduğumu belirteyim. yatakların üstünden uzun atlamalar yapmam, yaz Ortaokul 3’te, 19 Mayıs gösterilerine katıldık. geceleri evin damında, gündüzleri ise evin bahçesinde Gösteride erkekler olarak sadece şort giyiyorduk. teneke kutuları bateri niyetine kullanarak verdiğim Gösteri çalışmaları ve gösteri konserler gibi ‘efendi’likle boyunca gözlerimin bayram alakası olmayan şeyler de Önceleri çevremdeki ettiğini yazmama gerek var mı? yapmıştım. Anne ve babamı Liseyi Endüstri Meslek seviyordum. Seviyordum, insanlarla cinselliğimi Lisesi Kimya Bölümü’nde çünkü iyi insanlardı ve konuşmuyordum. Bahanem okudum. Liseye girdiğim yıl, yanlarında olmaktan okulumuzda yeni açılan mutluydum. Kardeşlerimi de hazırdı; heteroseksüeller Elektronik Bölümü için ayrıca seviyordum. Seviyordum, heteroseksüel olduklarını sınav açılmış, ben, o sınavı çünkü gayet iyi anlaşıyorduk. söylüyorlar mıydıki, ben birincilikle kazanmıştım. Bölümün Özellikle kızkardeşimle yeni açılmış olması dolayısıyla muhteşem ikiliydik. Sık sık eşcinselliğimi söyleyeyim! henüz öğretmenlerinin yeterli ortalığı karıştırır, hiçbir şey Fakat bir de farkettimki, olmadığını öne süren Kimya olmamış gibi oyunlarımıza devam ederdik. Bölümü başkanının ‘bizde kal’ insanlar zaten İlkokul yıllarım başarılı, ısrarlarına dayanamayarak Kimya heteroseksüelliği tek sorunsuz geçti. okumaya karar verdim. Öğretmenlerimle çok iyi İlk, orta ve lise boyunca sağlıklı cinsellik olarak diyaloglar kuruyordum. Okula (üniversitede de) kız arkadaşlarla görüyorlar; başka türlü her gün birlikte gidip, birlikte çok iyi diyaloglar kurdum. Hiçbir birliktelik akıllarının döndüğüm bir kız arkadaşım zaman sahte kız sevgili vardı. Sınıftaki tüm kız ve edinmedim. Buna rağmen bu ucundan bile geçmiyor. erkek arkadaşlarla iletişimim dönemlerde ‘ibne, homo, tanju Dolayısıyla hayatlarının her v.b.’ iyiydi. İlkokulu bitirdiğim yıl sözcükler işitmedim. cinsellikle daha çok ilgilenir Arkamdan söylendiyse bilemem alanında olmuştum. Çünkü etrafımdaki heteroseksüellikleri bas bas tabi. 1984 yılının Ocak ayında erkekler bende heyecan bağırıyor. uyandırıyor, vücudumun kan annemi kaybettim. dolaşımını etkileyip ‘bir yerlere’ Doğumgünümden 1 gün önce. hücum ettiriyordu artık. Hepimizi çok üzen bu ölümle ailecek hayatımızda O yaz evimizin bitişiğindeki marangozda önemli birini yitirmiştik. Ancak bu, hayatımda büyük çıraklık yapıyordum. Kalfamıza ‘hasta’ydım resmen. O fırtınalar kopmasına, hayatımın değişmesine yol mu? O da karşı sokaktaki bir kıza hastaydı. Ee, elmayı açmadı. Babam hala başka biriyle evlenmedi. seviyorum diye elma da beni sevecek değildi ya. İlk ilişkim lise 2’yi bitirdiğim yaz, bir seks Ortaokul, cinsellik düşlerimin oldukça yoğun sinemasının tuvaletinde gerçekleşti. Sinemada, önce olduğu bir dönemdi. Ben bu düşlerde kızlara yer bacak temasımız, sonra da el temaslarımız müthiş

KAOS GL 14/9


heyecan vericiydi. Finali de bu heyecana yakışır oldu. Tam biz ilişkiye grdiğimiz sırada film bitti. Biz apar topar, ama ertesi gün yine orada buluşmak üzere ayrıldık. Daha sonraki günlerde sinemanın sahibiyle birlikteliğim oldu. Ancak adamın sigara içmesi dolayısıyla “vallahi öptürmem” diyordum, adamcağızsa başka birşey yapmıyordu. Ben de bir daha adamla buluşmadım. (Gelin görünki şimdi ben de sigara içiyorum.) Ankara’ya geldiğimde (başarılı lise yıllarımın ardından, hiçbir dershaneye gitmeden üniversiteyi kazanmıştım) gay mekanları bulmakta zorlanmadım. Sağolsun ablam, bilmeden, önceden burada kimin nereye takıldığını anlatmıştı. Kızcağız yararlı bir rehberlik yaptığını bilse ne düşünürdü acaba? Herneyse, Ankara’ya 1985 yılının Eylül sonunda geldim. 17 yaşında, ailemden ilk kez ayrılmıştım. Bir ay kadar özel bir yurtta kaldım. Sonra devlet yurdu çıktı, oraya geçtim. Yeni bir ortam, yeni bir dönem derken ilk 3 ayım geçmişti. Küçüklüğümde her hafta sonu ailecek sinemaya giderdik. Lise yıllarımda da kardeşimle bu geleneği sürdürmüştük. Ve ben Ankara sinemalarını keşfetmeye başlamıştım. Her filmi görme azmiyle sinemadan sinemaya koşturuyordum. Dolayısıyla cinselliğim geri planda kalmıştı. Daha önce bir kere izleyebildiğim tiyatroyu burada her hafta yeni bir oyun görme olanağıyla doya doya izliyordum. Okulun tiyatro kulübüne girmiştim bu arada. İşte bu bir kaç aylık dönemin sonunda enerjimi toplamış vaziyette cinselliğe yeniden merhaba dedim. Ulus’ta Çocuk Esirgeme Kurumu’nun arkasında ‘Yeni Sinema’ vardı. (Yeniler bilmez belki, bu sinema 1-2 yıl sonra SHÇEK’nun başında bulunan Melih Gökçek tarafından kapattırıldı.) O zamanların en gözde gay sinemasını ilk ziyaretimde ne sükse yapmıştım ama. Gençlerden hoşlanan ben, gösterilen ilginin hoşnutluğuyla hiç tipim olmayan insanlarla çıkıyordum sinemadan. Yaşımın ve çıktıklarımın tipi dolayısıyla uzun süre pasif ilişkilerde bulundum. İlk aktif ilişkimi bir yıl sonra, ‘Efes Sineması’ndan birlikte çıktığım bir adamla yaşadım. Bıyıklı, 35-40 yaşlarında biriydi. Kurtuluş Parkı’nın karşısında, demiryolunun çevresindeki açık alanda birlikte olduk. O yıllarda da cinselliğimi hiçbir rahatsızlık duymadan yaşıyordum. Ama itiraf etmeliyim ki yaşadığım sadece “cinsellik”ti. Okuldan, tiyatro kulübünden v.b. çok sayıda arkadaşım vardı. Cinsellik konusunda her istediğimde partner buluyordum. Duygusal, romantik ilişkiler yaşamak gibi bir derdim yoktu; dolayısıyla bu konuda bir açlık/ihtiyaç da hissetmiyordum. Ama birşeyler eksikti. Eksik olan, cinsellik/cinsel birliktelik dışında benim dışımdaki dünyaya müdahalede bulunabilecek birileriydi. Ben eşcinseldim ama eşcinselliğim yatakla sınırlı kalıyordu. Birlikte olduğum insanların bir çoğu “benim” nasıl böyle olduğumu soruyorlardı. Ortada tuhaf biri vardı ve o bendim; kendileri gayet “normal”diler ya... Önceleri çevremdeki insanlarla cinselliğimi konuşmuyordum. Bahanem hazırdı; heteroseksüeller

KAOS GL 14/10

heteroseksüel olduklarını söylüyorlar mıydıki, ben eşcinselliğimi söyleyeyim! Fakat bir de farkettimki, insanlar zaten heteroseksüelliği tek sağlıklı cinsellik olarak görüyorlar; başka türlü birliktelik akıllarının ucundan bile geçmiyor. Dolayısıyla hayatlarının her alanında heteroseksüellikleri bas bas bağırıyor. Ve ben, farkında bile olmadan onların heteroseksizmine boyun eğmiş bir durumda hiç bir sorunum olmadan yaşadığımı zannediyorum. Çeşitli yayın organlarında eşcinsellikle ilgili bir yazı mı gördüm, hemen alıyor, okuyordum. Bu yazıların heterosekeüller tarafından, büyük çoğunluğu heteroseksizmin bakış açısıyla yazılmış aşağılık yazılardı. İyi bir yazıymış dediklerim bile ‘ama onlar da insan’dan öteye gidemiyordu. O yıllarda Güneş gazetesinin Gençlik dergisi vardı. Burada yazan Nil Gün o güne kadar okuduğum en samimi yazıları yazıyordu. Bir gün eşcinsel birinin yazdıklarına “İstediklerinizi başkalarından bekleyemezsiniz, bir araya gelip mücadele etmeniz gerekir” şeklinde verdiği yanıt, benim konuşabileceğim, tartışabileceğim diğer eşcinsellere ulaşma isteğimi arttırdı. Daha önceleri parklarda, sinemalarda rastladığım ama -eğer yatmayacaksakkonuşmadığımız eşcinsellerle iletişim kurmaya başladım. Her ne kadar ilk önceleri konuşulanlar yatak muhabbetleriyse de -ki heteroseksüellerin çoğu muhabbetleri de öyle değil midir- eşcinsellerle geçirdiğim zaman beni daha çok tatmin ediyordu. Bu sıralarda tek başıma bir ‘oda’da oturuyordum. Oda’sını kullandığım evin diğer sakinleri yaşlı bir karıkocaydı. İlk yerleştiğimde eve kız atmamam gerektiğini söylediklerinde o konuda bana güveneceklerini söylemiştim. Ablam dışında oraya başka bir kızın gelmemesi dolayısıyla beni çok seviyorlardı. Eh bu arada eve attığım erkeklerden şüphelenmemelerine ne denir? Bir gece -kaldığım oda yaşlı çiftin kaldığı yerden bağımsız bir girişe sahipti- daha önce birlikte olduğum biri ısrarla yine birlikte olmak amacıyla kapımı çaldı. Benim birlikte olmayı istememem onun için önemli değildi; ben sikilecek bir götten ibarettim ya!.. Yaşadığım çevrede beni rezil edeceği gibi tehditler sıralayarak beni onunla birlikte olmaya zorluyordu. Oldukça iri yarı olan bu kişiye fiziksel tepki gösterdim. Gerçekte bu tepkim ne olacaksa olsun diyerek uygulanan bir tepkiydi, onu korkutabileceğimi, geri püskürtebileceğimi düşünememiştim doğrusu. Fakat, o şaşkın bir vaziyette korkuyla gitti ve bir daha onu görmedim. Böylece bu tür durumlarda kendi gücüme güvenmem gerektiğini anladım. 1992 yılının ilk yarısı neredeyse sadece eşcinsellerle iletişimde olduğum bir dönemdi. Heteroseksüel arkadaşlarla bağımı neredeyse koparmıştım. O sıralarda tanıştığım biri ilgimi çekti. Cinsel yönden de ilgimi çekmişti ama asıl ilgimi çeken her konuda oluşturduğu ‘gay tavrı’ydı. İşte hayatımın gay’i! Ne varki ilk denememde onu eve ‘at’amadım. Fakat 3,5 yıldır o kişiyle birlikteyiz dersem sonrasını yazmama gerek kalmaz heralde.


Birlikteliğimizin ilk aylarında oldukça sancılı dönemler yaşadık. İnsan kafasında belirlediği şeyleri pratiğe geçirmekte zorlanıyor. Ama bu zorluklarla savaşmak, mükemmelliği yakalama çabaları, birlikteliği güçlendiriyor. Yeterki mücadeleyi bırakmasın insan. Kısacası hayatın her alanında bir mücadele gerekli. Babamla okulumu uzatmamdan dolayı bazı sorunlar yaşadım. “Ben çevreye ne diyeceğimi bilemiyorum.” Evet, okulu hala mı bitirmediğimi soranlara ne diyeceğini bilememesinden dolayı yaşadığı sıkıntılardı babamı üzen. Bana güveniyordu, okulu bitireceğime, kendi ayaklarım üzerinde kendi

yaşamımı devam ettireceğime inanıyordu ama çevresindeki insanların soruları bunaltmıştı babamı. Sonra askerlik ne olacaktı? Yaşım ilerliyordu. Babamı da beni de yıpratan kısa bir süre ilişkimiz koptu. Fakat konuşarak ilişkimizi yeniden düzenledik. Şimdi bir büroda müdürlük yapıyorum. Kızkardeşim gay olduğumu, sevgilimle yaşadığımı biliyor. Askerlikten rapor aldım. Birgün geriye dönüp baktığımda, bugün olduğu gibi o gün de geçmişimden pişmanlık duymayacağım için, bir daha asla yaşanmayacak bu yaşamı istediğim gibi yaşadığım için huzurlu olmak istiyorum. Bunun içinse mücadele etmem gerektiğinin farkındayım.

KISA BİR KARTPOSTAL... 18 yaşında, gay, öğrenci, Çocukluğumdan hatırlayabildiğim birkaç önemli olay arasında beni en çok etkileyeni yaşıtım olan erkek çocuklarının ismimin başına “kız” kelimesini koyarak beni çağırmalarıydı. İlk ve ortaokul dönemleri boyunca sürekli yaşıtım olan erkekler tarafından “kız, homo, top...” diye çağrıldım. Beni bu şekilde çağırmalarına tepki vermezdim. Onların aptal olduklarını düşünürdüm. Çünkü yaşıtım ve benden birkaç yaş büyük erkeklerin dışında kimse beni böyle çağırmıyordu. Yani kızlar ve büyükler. Lisedeyken Ailem içinde benim diğer çocuklardan farklı bulunduğum olduğumu anlıyor politik muydu bilmiyorum. Çünkü bu konuda örgütlenme hiçbir tepkileri içinde kadınolmadı. Sadece ilkokul beşinci sınıf erkek cinselliği öğretmenim kendi bile bir tabu çapında benimle bir olduğu için psikiyatr gibi eşcinselliğimi en konuşuyor, kızlarla değil erkeklerle çok bu dönemde arkadaş olmam gerektiğini gizlemek zorunda söylüyordu. kaldım. Özellikle ortaokul döneminde arkadaşlarımın hemen hepsi kızlardır. Ama sınıftaki çocuklara grubun içindeki kızlardan birinden hoşlandığımı ve bu yüzden kızlara yaklaştığımı söylüyordum. Cinsel olarak yaşıtım erkekeleri hiçbir zaman çekici bulmuyordum. Bu, belki onların aptal olduğunu düşündüğüm içindi. Kendimden yaşça daha büyük olan erkekler her zaman çekiciydi. Lise ikinci sınıfa kadar hiç aşık olmadım. Kimya öğretmenime aşık olduğum yıl umumi bir tuvalette yaşlı bir adamın kalçama sürtünerek

boşalmasıyla ilk cinsel deneyim(!?)imide yaşamış oldum. Lisedeyken içinde bulunduğum politik örgütlenme içinde kadın-erkek cinselliği bile bir tabu olduğu için eşcinselliğimi en çok bu dönemde gizlemek zorunda kaldım. Cinsellikle ilgili tek bir kelime dahi konuşulmadığı için mastürbasyonu bile “günah” olarak görüyor ve kendimi suçlu olarak görüyordum. Ama yine parklara ve sinemalara gidiyor, buralarda küçük çaplı cinsel maceralar yaşıyordum. İçinde bulunduğum politik yapılanma, benim eşcinsel olduğumu öğrenseydi dahi bunu kabullenemyecekleri gibi benim iyileşmem(!?) yolunda sonsuz çaba harcayacaklarını düşünüyordum ve eşcinselliği bir hastalık olarak gören bu yapılanmadan ayrıldım. Liseyi bitirdiğim zaman çok değerli bir gay arkadaşımın sayesinde bir “gay” olduğumun bilincine vardım. Bu dönemde ilk cinsel ilişkimi benden 12 yaş büyük bir erkekle çok güzel bir şekilde yaşadım. Çevremdeki insanlar belki çok kadınsı olmadığım için belki de öyle olmamı istemedikleri için bana başka bir eşcinsele davrandıkları gibi davranmıyorlar. 18 yıldır Ankara’da yaşıyor olmama rağmen küpe taktığımda ve askılı t-shirt giydiğimde ailem tarafından “Ne biçim erkeksin?”, “Bir erkeğe hiç yakışmıyor”, “Çok çirkin olmuşsun” gibi beni bu davranışlardan soğutmaya çalışan ufak tepkiler alıyordum. Eşcinselliğin ve eşcinselliğimin yalnızca yatakla sınırlı kalmasını istemiyorum ve bu yüzden yaşantımın tüm alanlarında bir GAY gibi davranmaya çalışıyorum. Kızkardeşim, erkek kardeşim ve birkaç yakın arkadaşım gay olduğumu biliyorlar. Ama ben konuyu açmadığım sürece eşcinsellikle ilgili hiçbir şey konuşulmuyor. Onsekiz yaşındayım ve br eşcinselim. Toplumun benim ve eşcinsellerin hakkındaki düşüncelerini önemsemiyorum. “Cinsel kimliğim hiçkimseyi ilgilendirmez”; bunun bilinciyle mutluyum..

KAOS GL 14/11


Nanette Gartrell Çev: Yeşim T. Başaran Kısa zaman öncesine kadar lezbiyenlik gelişimsel bir sorun, bir rahatsızlık olarak görülüyordu. Şimdiki çalış-malar gösteriyor ki lezbiyenler psikolojik uyum açısından heteroseksüel kadınlardan ayırdedilemezler. Fakat lezbiyenler, eşcinselliğe hoşgörüsü olmayan bir toplumda yaşamanın kayda değer zorluğunun üstesinden gelmek zorundadırlar. Bu makale "yalnız" kadın kültürel etiketinin lezbiyen kadınlar için yarattığı sorunları ve zorlukları tartışacak. Tarih boyunca lezbiyenlik şeytancıl,günah dolu, yasa dışı, doğru yoldan çıkış, sapkınlık ve antisosyallik olarak değerlendirildi. Lezbiyenler tamamen cinsel yönelimlerinden dolayı Ortaçağ boyunca cadı diye yakıldılar ve II. Dünya Savaşında toplama kamplarında ölüme mahkum edildiler. Yakın tarihlerde ise, toplumsal önyargılardan dolayı, polis baskısına, şantaja, iş hayatında ayrımcılığa maruz kaldılar. Lezbiyenlere karşı yapılan bu ayrımcılığın gölgesinde, bazı lezbiyenlerin bu zor ortamla mücadelede yardım için psikiyatriste başvurmaları şaşırtıcı olmamalı. Yüzyılın başlarında psikiyatristler, lezbiyenliği gelişimsel bir bozukluk olarak görüyorlardı, ve heteroseksüelliğe dönüştürmek psikoterapinin en temel amacı olarak düşünülüyordu. Freud bir lezbiyenle ilgili ilk detaylı çalışmasında ("The Psychoanalysis of a Case of Female Homosexuality"), anne saplantısı, penise karşı kıskançlık ve anne ilgisizliğinin onun cinsel yöneliminin gelişimine katkıda bulunduğunu varsaymıştır. Freud, bu hastasının "herhangi bir rahatsızlığı" bulunmadığını belirtmiş olmasına rağmen, lezbiyenliği Oedipus kompleksinin yetersiz çözünmesinden kaynaklanan bir "anormallik" olarak tanımlamıştır.Hemen ardından, 1932 yılında "On Female Homosexuality" isimli makalesinde Deutsch, lezbiyenliğin daha patolojik bir görüntüsünü sunmuştur. Kuramı onbir lezbiyen hastanın analizi üzerine temellenmiştir.Lezbiyenliği sadist bir annelik ve yetersiz kalan babalık bileşkesinden gelişen bir "sapkınlık" olarak tanımlamıştır. Lezbiyenliğin, babanın başka kadınlarla olan cinsel ilişkilerinin anneye yönelik aşırı öfkeye dönüşmesi ile bağlantılı olarak babanın ev hayatından elini eteğini çekmiş olmasının sonucu olarak düşünmüştür. Freud ve Deutsch tarafından sunulan lezbiyenliğe patolojik bakış açısı, sadece ufak değişikliklere uğrayarak sonraki kırk yıl boyunca literatürde yer almıştır. 1954'de Caprio lezbiyenliği narsistik bir "otoerotizm uzantısı" olarak tanımlamıştır. Diğer kuramcılar klitoral takıntı, erkeklere olan korku, reddedilme korkusu, ırza geçme ve aile içi cinsel tacizleri içeren cinsel suistimaller ve ebeveynlere karşı hissedilen çelişik duyguların lezbiyenliğe katkısı olduğunu ileri sürmüşlerdir.1967'de 150 psikoanalist hakkında Kaye tarafından gerçekleştirilen bir arştırmada da rapor edildiği gibi, lezbiyen hastalar üzerindeki klinik gözlemler lezbiyenliğin "hastalık" modeline uyum sağlamıştır. Kaye çalışmasında, psikoanalistlerin lezbiyenliği "normal heteroseksüel gelişimin sakatça engellenmesine tepki olarak yoğun bir uyum" şeklinde gördüklerini belirtmiştir. Lezbiyenlik hakkındaki kuramların genel nüfus üzerindeki denetimli çalışmalar yerine psikiyatrik tedavi altındaki lezbiyenler hakkında klinik gözlemlerin üzerinde temellendirdiğinin altını çizmek önemlidir. Bu kuramlar 1960'ların başlarında sıkı bilimsel araştırmalara maruz kalmaya başladıklarında, geçerliliklerinden ciddi olarak şüpheye düşüldü. Armon lezbiyenler ve heteroseksüeller kadınların Rorschah protokolleri üzerinde çalıştı ve olgunluk ve psikolojik uyum açısından hiçbir fark bulmadı. İki bağımsız araştırmacı, Hopkins ve Siegelman, lezbiyenler nevrotizm profilinde heteroseksüellerden hiçbir fark göstermediler; Siegelman'ın çalışmasında ise lezbiyenler toplam nevrotizmde heteroseksüel kadınlardan az, amaçlılık ve kendini kabullenmede ise daha çok puan topladılar. Freedman, genel uyumda lezbiyenler ve heteroseksüel kadınlar arasında bir farklılık bulmamış olmasına rağmen, lezbiyenlerin az sıklıkta iş değiştirme, iş tatmini ve kendini gerçekleştirme gibi konularda, heteroseksüel kadınlardan daha çok puan topladıklarını rapor etmiştir. Buna benzer olarak, başka çalışmalarda da lezbiyenler, kendine güven konusunda heteroseksüel kadınlardan daha çok puan topladılar. Geçtiğimiz 20 yılda lezbiyenlik çalışmalarını gözden geçirmek bu makalenin içeriği olmamasına karşın, veriler açıkça gösteriyor ki psikolojik uyum açısından lezbiyen ve heteroseksüel kadınlar arasında önemli bir farklılık yoktur. Amerikan psikiyatrisi lezbiyenliğin "hastalık" olduğu olgusunu terketmeye başlamışken, pek çok psikiyatrist lezbiyenliği yaşanabilir alternatif bir yaşam tarzı olarak anlamada yetersiz çalışmalar yarattıklarını farketti. Gerçekten de çağdaş toplumda lezbiyen olmanın riski, zorluğu ve yararları üzerine görece az miktarda yazılıp çizilmişti. Lezbiyen kadının yaşamdaki annelik statüsünün psikolojik etkileriyle ilgili konu literatürde çok az ilgi çekmişti. Evli olmayan bir kadın, cinsel yönelimini saklı tuttuğu halde, otomatik olarak yalnız ve heteroseksüel kabul ediliyor. Psikiyatristlerin bu durumun lezbiyen kadın için yarattığı sorunların farkına varmaları önemlidir, çünkü bu sorunun başarılı bir şekilde çözümlenmesi sağlıklı bir lezbiyen yaşam tarzına uyum için zorunludur.

KAOS GL 14/12


"CLOSET"DEKİ YAŞAM. Lezbiyenlere karşı yaygın ayrımcılıktan dolayı, Birleşik Devletler'de cinsel yönelimlerini saklı tutmayı veya "closet" kalmayı tercih eden 10 milyon gibi muazzam bir çoğunlukta lezbiyen olduğu tahmin ediliyor. "Closet" lezbiyen, cinsel yönelimini açıklaması durumunda pek çok kayba -işi, evi, ekonomik güvencesi, ailesi, arkadaşları ve ya çocukları- uğrayacağını düşünen kadınlar anlamına gelir. Sonuç olarak "closet" kadın sürekli olarak kim olduğunu ve gerçekte kimi sevdiğni reddederek çift başlı bir yaşam sürmek zorunda kalır. "Closet" yaşam çok yalnız ve yalıtılmış bir tecrübedir. Bu çok sınırlı bir yaşantıdır, çünkü closet lezbiyen gerçek hislerini gizlemek için duygusal tepkilerini sürekli denetlemek zorundadır. Evinin dışındaki her tür gezintisinde -hatta markete alışverişe gittiğinde bile- closet lezbiyen aşık olduğu kişiye karşı çok fazla ilgi, sevecenlik, duygusallık göstermemek için dikkatli olmak zorundadır. Closet lezbiyen daima cinsel yönelimine ilişkin kazara ipucu vediğini belirlemek için her tür sosyal ilişkisini analiz etmeye çok zaman harcar. Ayrıca yaşam tarzının mahremiyetini sağlayabilmek için yakın arkadaşlarını seçerken de çok ayırdedici davranması gerekir. Closet lezbiyen için hayatının büyük bir kısmını dünyanın geri kalanından gizlerken kendi hakkındaki olumlu düşünceleri koruyabilmek sık sık zorluk çıkarır. Closet bir yaşantı içinde olmak, birisinin lezbiyenliğini saklamasından daha çok şey içerir. Evli olmayan lezbiyen için, closet olması, bekar ve heteroseksüel olduğuna ilişkin sabit fikirlerle yüzleşmesi anlamına da gelir. Sık sık onlara ilgisizliği hakkında dürüst açıklamalar yapmaksızın erkeklerle çıkmak ikilemiyle karşı karşıya gelir.Erkeklerin, ilgisizliğini kişisel bir red olarak algılamaları sorunuyla da başbaşadır. Closet lezbiyen, iş ilişkileriyle ilgili sosyal etkinliklerden de çekinebilir, sakınabilir. Yalnız bir kadın olduğu için, bu etkinliklerde ona bir erkeğin eşlik etmesine zorlanır, bu konuda ikna edilmeye çalışılır. Bu görünen anti-sosyal davranışlarından dolayı meslektaşlarından gelen eleştirilere katlanmak zorunda da kalır. Son olarak, ailesinin evlenmesi ve çocuk sahibi olması için yaptığı korkunç baskıları tecrübe eder. Ailesinden lezbiyenliğini gizlemek genelde karşılaştığı problemler arasında en zor olanıdır. Bu, ailesi evliliğe karşı ilgisizliğini kişisel bir red olarak yorumlayan lezbiyenler için de kısmen geçerlidir. Ailelerinin, kızlarının evlenmedeki başarısızlığından dolayı olan hayal kırıklıkları, insanlar tarafından sosyal bir yetersizlik olarak algılanır. Çift başlı bir yaşamdan kaynaklanan zorluklar bazı lezbiyenler için psikiyatrik tedaviyi gerekli kılar. Kişisel eğilimlerinin tedaviye engel oluşturmaması, lezbiyen hastaları olan psikiyatristler için çok önemlidir. Depresyon, anksiyete, yalnızlık ve yalıtılmışlık özellikleri, hastanın yaşadığı sosyal koşullar gözönünde bulundurularak anlaşılmalıdır. Bazı koşullarda; lezbiyenliğe yönelik sosyal tavır oldukça düşmancadır, bu durumda psiko-terapi lezbiyen hasta için sadece bir destek olabilir. Hastanın "kendisini anlaması" çabasındaki anksiyetesi ile ilgisi olmayan kişisel ilişkilerinin kaynağını keşfetmek, hasta ve terapist için önemlidir. 1. Durum: Bayan A, tıp uzmanlık sınavının sonucunun yarattığı depresyonlarından dolayı öğrenci sağlık servisine başvuran 26 yaşında, siyah bir tıp öğrencisidir. Uzmanlık sınavı danışmanının pek çok kereler ona çıkma teklif ettiğini ve bu davetleri zaten bir ilişkisi olduğunu açıklayarak reddettiğini söyledi. "Danışmanı" evine telefon açtığında telefona çıkan öteki kişi bir kadın olduğu için A'yı kendisine yalan söylemekle suçlamış. Sınavın sonunda, danışmanı, hocalarına onun yetenekleri hakkındaki olumsuz düşüncelerini bildirmiş. Bu düşünceler, A.'nın sınavı oldukça düşük bir notla geçmesine neden olmuş. A.'nın bir lezbiyen ilişkisi var, fakat okuldakilerin bunu bilmesini istemiyor. Uzmanlığını jinekoloji dalında yapmak istiyor ve lezbiyenlere yönelik önyargılardan dolayı istediği programa kabul edilmesi engelleniyor. Bu değerlendirme onu bir miktar alt üst etmiş, çünkü daha önceki sınavları başarıyla vermiş. Tedavinin sonunda A.'nın tıp fakültesine şikayet dilekçesi sunmak konusunda karar vermesine yardım edildi. A., terapistine uzmanlık sınavında kendininkine benzer sorunlarla karşılaşan diğer gay tıp öğrencilerini bulmak istediğini söyledi. Terapist ona kendi okulunda ayda bir toplantı yapan bir grup gay öğrenci hakkında bilgi sağladı. Bu grup içerisinde, A. benzer bir sorunla yüzleşmek zorunda kalan başka bir lezbiyen öğrenci buldu. Bu öğrenci, lezbiyenliği hakkında hiçbir açıklamada bulunmadan, sınavı geçmeyi başarmıştı. Onun yardımıyla, A. okula şikayette bulundu ve değerlendirmesini değiştirdi. A.'nın durumu gösteriyor ki, bu tür engellerle karşılaşmadığı sürece cinsel yönelimi onun için asla bir sorun oluşturmuyor. COMING OUT "Coming Out", bir lezbiyenin yaşam tarzı ve cinsel yönelimi hakkında daha fazla gizleyici olmaması anlamına gelir. Bir lezbiyen için coming out yaşamını yeniden yapılandırmasıdır. Coming out, yalnız heteroseksüel bir kadın olduğu hakkındaki yanlış düşüncelere artık izin vermeyeceği bir noktaya gelmesi demektir. Coming out, bir lezbiyen için kendini nasıl algılayacağı, kendi cinselliğine bakış açısı, yaşantısını nasıl oluşturacağı, topluma kendisini nasıl sunacağı gibi birçok kişisel kararı içerir. Ayrıca coming out lezbiyenliğini dediğim dedik ve gerektiğinde düşmanca bir topluma kabul ettirme mücadelesini içeren yaşam boyu bir süreçtir.

KAOS GL 14/13


Coming out, kişisel ve sosyal bir süreç olduğu kadar, politik bir süreçtir de. Geleneksel toplumsal beklentilerden dolayı lezbiyenlik varoluşunda pek çok çatışma içerir. Erkeklere bağımlı olma konusundaki isteksizliğini, gönülsüzlüğünü savunurken, diretirken, lezbiyen geleneksel erkek egemenliğinin kültürel kabullenimine bir tehdit oluşturur. Bunun gibi, coming out lezbiyen kadınlara yönelik kişisel, sosyal, yasal ve politik ayrımcılığa karşı mücadeleyi de içerir. Lezbiyenlikle ilgili mitler Amerikan toplumunda hala süregeldiği için, coming out kişinin yaşam tarzını kamuoyuna açmasına ilişkin politik kararı, lezbiyenlik hakkındaki toplumsal tavrı değiştirmek anlamına da gelir. Genelde, coming out daha dürüst kişisel ilişkiler geliştirmek için bir fırsat olarak görülür. Aile ve arkadaşlarla düzene girmiş ilişkiler, kaçınılmaz olarak bir lezbiyenin kendine güvenini ve kendi değeri hakkındaki olumlu düşüncelerini arttırır. Cinsel yönelimi hakkında daha fazla yalan söylemek zorunda olmadığı için, etrafındaki insanlarla hayatının sevindirici ve olumlu yönlerini de paylaşabilir. Ayrıca lezbiyenliğinden dolayı sorunlarla karşılaştığında, destek için ailesi ve arkadaşlarından yardım isteyebilir. Bir lezbiyen için coming out'un belki de en önemli yararı, diğer lezbiyen topluluklarla ilişkiye girme olanağıdır. Lezbiyen alt kültürü, lezbiyenlere eğlence ve çeşitli konularda hizmet sunan, muazzam büyüklükte, sosyal, politik, sanatsal, tıbbi, psikoterapik ve yasal bir organizasyonlar ağıdır. Bu lezbiyen topluluklar alanı kendini açıklamış bir lezbiyenin aynı düşman toplumda artık yabancılaşmış hissetmemesini de güvence altına alır. Psikoterapi lezbiyen kimliği ile kişisel, sosyal ve mesleği ile ilgili alanlar başta olmak üzere çeşitli alanlarda dallanıp budaklanarak kendini ortaya koymayı düşünen lezbiyenlerle ilgilenir. İş ayrımcılığı, nezarethaneler, fiziksel saldırılar ve aile tarafından red gibi olası sorunlardan kaynaklı endişeler bu devredeki en yaygın kaygılardır. Psikoterapist, lezbiyenin coming out'un faydalarının kendini açığa vurmanın zorluklarından daha fazla olup olmadığına karar vermesine yardımcı olma becerisine sahip olmalıdır. Ayrıca terapist, bir kadın, lezbiyenliğinden dolayı yasal bir ayrımcılıkla karşılaştığında mahkemede tanıklık yaparak da yardım etmelidir. 2.Durum: Doktor B. iki yılını coming out kararı üzerine psikoterapide geçirmiş, otuz yaşında, beyaz bir pratisyen hekim. Psikiyatri uzmanlığına başvurmuş ve özel bir ilişkisi olmadığına dair yalan söylediğinden, sonradan kendini iyi hissetmemiş. Hastalarına karşı dürüst olmazsa doktorluk yaşamında çeşitli zorluklarla karşılaşacağını düşünüp uzmanlık görüşmelerinden önce artık kişisel yaşantısı hakkında yalan söylememeye ve bir lezbiyen olarak kendini rahatsız hissederse uzmanlık programına katılmak istemeyeceğine de karar vermiş. Başvurduğu programlardan birine kabul edilmemiş. Reddedildiği bu programda mülakatçılardan biri onun lezbiyenliğinden oldukça rahatsızmış. Mülakatçı ona erkeklerle tatmin edici ilişkiler kuramadığından dolayı lezbiyen olduğunu düşündüğünü söylemiş, ve ona gerçekte gizlice bir erkek isteyip istemediğini sormuş. B. iki soruyu da olumsuz yanıtlayınca, ona ilişkilerinin tek gecelik olup olmadığını sormuş. B. de sekiz yıldır tek eşli bir ilişki içersinde olduğunu, fakat bu konunun uzmanlıkla bir ilgisi olduğunu düşünmediğini söylemiş. Mülakatçı programa kabul edilmesi için insanlarla normal ilişkiler kurmuş olması gerektiğini, lezbiyenliğinin ise buna engel olduğunu söylemiş. Görüşmelerden birinde böyle olumsuz bir durumla karşılaşmış olmasına rağmen, diğer programları başarılı bir şekilde kazanması, açılma konusunda doğru bir karar verdiğine ilişkin güvenini arttırmış. Daha sonra, sadece kişisel hayatı hakkında açılabildiği değil, ayrıca kendisi gibi insanlara yardım edebildiği bir eğitim programına katıldı. YALNIZ LEZBİYENLER Yalnız bir lezbiyen, lezbiyen olduğunu düşünen fakat genellikle lezbiyen bir ilişki içersinde olmayan bir kadındır. Bir lezbiyen çeşitli sebeplerden dolayı yalnız kalmış olabilir: (1) Henüz ilişki kurmak isteyeceği gibi bir kadın bulamamıştır; (2) varolan bir ilişkisi yeni bozulmuştur; (3) bazı nedenlerden dolayı bu tür bir ilişki yaşamak istemiyordur veya (4) sevgilisi yakınlarda ölmüştür. Bir kadının yalnız bir lezbiyen olarak yaşamın zorluklarına nasıl göğüs gereceği, onun kişisel ve toplumsal kaynaklarına bağlıdır. İlişkiler, lezbiyen kadınlar için tarihsel olarak çok önemlidir. Geniş lezbiyen alt-kültürlerinden önce, lezbiyenler bir topluluk desteğindan yoksundu. Ailesi tarafından terk edilmiş ya da dini ibadetlerden dışlanmış lezbiyenler, kendilerini toplum ayrımcılığından yalıtmak, uzak tutmak için sevgililerine bağlanırlardı. Sevgililer, sadece cinsel eş ve yakın arkadaş olarak görülmeyip, düşman çevreye karşı genel bir koruyucu olarak da görülürdü. Bu nedenle, lezbiyen ilişkilerin bozulması, desteklerin yok olması anlamına gelirdi. Lezbiyen topluluklarının ortaya çıkması, lezbiyenlerin özel ilişkileri dışında da destek ağları geliştirebilmelerine önayak oldu. Bir ilişkinin bozulması hala zor olmasına karşın, lezbiyen toplulukları içindeki çeşitli destek grupları ve ruhsal sağlık organizasyonlarının varlığı, bir ilişkiden yalnızlığa geçişi daha az acı verici hale getirdi. Lezbiyen topluluklarının çalışmalarının çok az düzeyde kaldığı kırsal kesimde yaşayan lezbiyenler arasında, bozulan bir ilişki sonrası üstesinden gelinemeyen keder, ağır depresyonlar, dindirilemez yalnızlık hissi belirtileri çok yaygındır. Yakın zamanlardaki kanıtlar göstermiştir ki, bir ilişkinin bozulması sonrasında lezbiyenler, bazı heteroseksüel kadınlardan daha çok uyum sağlama kapasitesi göstermiştir. Tahmin edilebileceği gibi, lezbiyenler, ekonomik ve toplumsal olarak ayakta durmayı öğrendikleri için geleneksel rolleri seçen heteroseksüel kadınlar ilişki bitiminde Devamı sayfa 23’de

KAOS GL 14/14


Sinan DÜZYÜREK Psikiyatrist Bu yazıda psikiyatri ve terapistler ile eşcinsel ve biseksüel yönelimli bireyler arasındaki ilişki klinik olarak önemli bir önyargı olan homofobi merkez alınarak incelenmiştir. Sosyal psikolojik, tarihsel ve klinik boyutlarıyla homofobinin kökenleri ve sonuçları gözden geçirilerek “açılma” (coming-out) sürecindeki eşcinsel ve biseksüel bireylere terapötik yardımın temel ilkeleri tartışılmıştır. HOMOFOBİK ÖNYARGI, BİREYLER ve TERAPİSTLERİ

EŞCİNSEL

Psikiyatrinin eşcinselliğe (homoseksüaliteye ve gay oluşa) ilişkin olarak ürettiği kavramlaştırmalar ve benimsediği tutumların incelenmesi birçok bakımdan gerekli ve öğreticidir. Örneğin, böyle bir çaba psikiyatristlerin görece daha az tanışık olduğu ama çok önemli klinik yansımaları olan bir dizi sosyal psikolojik, ideolojik, felsefi ve etik fenomeni bilmeyi ve değerlendirmeyi gerektirmektedir. Bu yazıda psikiyatri ve terapistlerle eşcinsel ve biseksüel yönelimli bireyler arasındaki ilişki, klinik olarak önemli bir önyargı olan homofobi merkez alınarak incelenecektir. Bir Önyargı Olarak Homofobi İnanış belli bir önermenin ilgili birey veya bireylerce kabul edilişini ifade eder. Bir şeyin olgusal olarak doğru olduğuna ilişkin daha kişisel ve duygusal boyutlu inanışlara da kanı (opinion) denilmektedir. Duygusal boyutu belirgin, ilgili olduğu nesneye (kişiye, olaya veya gruba) belli bir değer biçen ve görece zor değişen kanılar ise tutumlar olarak adlandırılmaktadır. Başka deyişle, tutum, bir nesneye yönelik olarak kalıplaşarak depolanmış değer-biçici bir tür kanıdır ve herbirinin olumlu (olumlayıcı) ya da olumsuz

(olumsuzlayıcı) olmak üzere bir yönü ve bir şiddeti olan üç vektörü vardır: (I) duygusal, (II) bilişsel ve (III) davranışsal (eylemsel). Bir nesneye ilişkin olarak bir kişinin global tutumu, birbiriyle bağdaşır olması gerekmeyen bu üç vektörün bileşkesidir. Tutumları oluştururken insan zihni bazı temel eğilimleri doğrultusunda bir takım işlemler yapar. Bunların en başlıcaları genelleme, daha yapılanmış bir genelleme türü olarak kategorizasyon ve aşırı-kategorize edilmiş, kalıplaşmış kavramlar olarak stereotipler oluşturma ya da stereotiplemedir. Sosyal psikolojide önyargı (prejudice) belli bir gruba ilişkin yanlış ve eksik bilgilenişten kaynaklanan bazı genellemelere, stereotiplemelere dayalı ve yeni bilgiler ve anlayışlarla karşılaştığında değişmeye açık olmayan olumsuz (veya düşmanca) bir tutum olarak tanımlanmaktadır. Önyargıların oluşmasında ve sürüp gitmesinde rol oynayan fenomenleri şöyle özetleyebiliriz: 1.Birçok sosyal psikolojik çalışmanın gösterdiğine göre insan zihni tutucu olmaya eğilimlidir. Yani, halihazırda varolan bilgi, inanış, kanı, tutum ve hipotezlerini olduğu gibi korumaya çalışır. Bu nedenle, bunları değiştirmesini gerektirebilecek yeni bilgi ve gözlemlere karşı bir dizi savunucu (savuşturucu) işleme başvurur. Örneğin, yargılamamızı kolaylaştırma ve beklentilerimizi biçimlendirme işlevleri olan bazı kolay başvurulur kategorileri yargılar oluştururken çoğu kez

KAOS GL 14/15


aşırı bir şekilde kullanırız. Stereotiplerimiz, bunları doğrulamak amacıyla kullanmak istediğimiz bilgileri çarpıtır. Yanılsamalı ilişkilendirme (illusory correlation) etkisi ile gerçekte varolmayan ama olması gerektiğine inandığımız bağlantıları “görürüz.” Örneğin, bazı araştırmalara göre kişilerin çoğunluğu, HIV virüsü kapma riski heteroseksüel erkek ve kadınlardan daha düşük olan lezbiyenlerin, onlar da eşcinsel olduğuna göre, bu virüsü kapmak bakımından yüksek risk altında oldukları kanısını taşımaktadır. 2.Bireyler, bir nesneye ilişkin olarak çelişik veya birbirini tutmayan bilişleri olduğunda bu bilişsel uyuşmazlık (cognitif dissonance) halinden rahatsız olduklarından bunu azaltmak için bir dizi manevraya başvurmaktadır. Bunu yaparken bütün zihinsel yapılanışlarını gözden geçirip yeniden kurmak yerine, daha kolay olduğu için, genellikle, önceden varolan ve kullanageldikleri bilişlerle (kanı, tutum ve önyargılarla) uyuşur hale getirmek için gelen yeni bilgiyi, nesnel dünyayı çarpıtarak sansürler ya da deforme ederler. Yani, insanlar önyargılarına ters düşen şeyleri duyup bundan rahatsız edilmek istemezler ve bunun için önyargılarını korumak üzere çeşitli kendini-haklıçıkarma yollarına başvururlar. Zaten-böyle-olduğunubiliyordum etkisi (“ampul yanma”, hind-sight yanılsaması), edimci-gözlemci yanlılığı, egosantrik ve kendini kayırıcı yanlılık, doğrulama yanlılığı (confirmation bias) ve insan belleğinin yeniden-kurucu (reconstructive) özelliği gibi fenomenler bu işlevi görür. 3.Tutum ve önyargıların birer buluşsal (heuristic) olarak kullanılmaları da bunların pekişmesine katkı yapar. Buluşsal, bir sorunu çözmeye (veya birşeyi bulup çıkarmaya) yaraması için başvurulan basit, çoğu kez sadece yaklaşık ve genel-geçer bir kural, strateji veya araçtır. Tutumsal buluşsallar sıkça kullanılır. Burada kişi, bir sorunu (örneğin bir nesneye ilişkin olarak karşılaştığı bilişsel çelişkiyi) çözmek için heybesindeki tutumu veya önyargıyı bir buluşsal gibi kullanır. Daha rasyonel bilişsel stratejiler yerine böyle buluşsallara başvurmamızın nedenleri arasında bunun kolaylığı, çabukluğu ve pek az yeni bilgi-işlem gerektirmesi ve bu yolla varacağımız sonucun bizim açımızdan pek önemli olmayışı yer alır. Tutumsal buluşsalların kullanılışıyla ilgili diğer fenomenler arasında hale etkisi (halo effect) ve yanlış uzlaşım (konsensus) etkisi sayılabilir. 4.Farklı insan gruplarına yönelik önyargıları besleyen ve sıkça başvurulan bir kategorizasyon, insanları birbirini dışlayan iki kümeye bölmektir: Bizden (benim grubumdan) olanlar ve bizden olmayanlar (ötekiler). Ayrımcılığı kolaylaştıran ve bireyleri iki gruptan birine ait olmaya zorlayan bu olgunun sonuçları arasında “benim-için-hepsi-birbirinin-aynı” etkisi de yer almaktadır. Bu grup-içi/grup-dışı kategorizasyonu kişilerin insani fenomenleri değişik dereceleri olan bir kontiunum üzerinde kavramalarını zorlaştırmaktadır. Örneğin, birçok heteroseksüel ve eşcinsel yönelimli bireyde gözlenen biseksüalitenin varlığını tanımama tutumu bununla ilgilidir. 5.İnsan zihninin bir özelliği de gözlenen tüm olaylara bir neden atfetme (attribution) fenomenidir.

KAOS GL 14/16

Yani, kişiler olaylara ilişkin, bir çok zaman keyfi veya irrasyonel de olsalar (hiç olmazsa belli bir süre) işe yaradıklarından gereksinilir. Kişilerin hazırda varolan önyargılarıyla uyuşan (ve bunları pekiştiren) nedensel atıflar yaptığı gözlenmiştir. Böylece önyargı ve nedensel atıflar birbirini besleyerek bir kısır-döngü ya da güçlenici spiral yaratırlar. Önyargıyı hem besleyen hem de onun bir sonucu olan ilgili bir diğer fenomen de kendinigerçekleyen öngörü ya da “inanışın gerçekliği yaratma etkisi”dir. Buna göre bazı insanlara ilişkin yanlış stereotiplerimiz ve önyargılarımızın etkisiyle yaptığımız (veya yapmadığımız) şeyler bu insanları bizim önyargılarımıza uygun düşecek şekilde davranmaya yöneltebilir. O zaman da “gördünüz mü? Ben dememiş miydim?” diyerek önyargılı kişi kendini haklı çıkarmayı becerecektir. Önyargıya maruz kalan kişilerde bu etkinin oluşmasına neden olan birçok sosyal psikolojik olay tanımlanmıştır (örneğin, self-attribution ve aşağıda ele alınan toplumsal uyumsama). 6.Varolan toplumsal normlara, örtük ideolojilere ve dayatılan rollere uyumsama (conformity) gereksinimi önyargıları besleyen büyük bir kaynaktır. Bu, hem önyargılı çoğunluğa (egemen gruba) uyumsama yoluyla yeni önyargılı bireylerin peydah olmasına katkı yapar, hem de önyargılı işleme tabi tutulan bazı bireylerin kendilerine atfedilen (dayatılan) stereotipik özelllikleri içselleştirerek benimsemeleri yoluyla önyargılılar için

Toplum genelinde ve bazı ruh sağlığı profesyonellerindeki kanının aksine eşcinsellik ile transseksüalizm veya transvestik davranış birbirinin uzantısı, örneğin transseksüalizm eşcinselliğin daha aşırı bir şekli değildir. Bunlar ayrı düzlemlere ait fenomenlerdir. daha çok sayıda “doğrulayıcı” örnekler olmalarına yol açar. Bu etki, kadınlar, siyahlar, yahudiler ve eşcinsel kişilerde gösterilmiştir. Ayrıca, önyargılı çoğunluğun stereotiplerine uyan kişilerin grup-içi/grup-dışı etkisi uyarınca daha çok (ama ikinci dereceden bir) kabul gördüklerinden aynı durumdaki modellerin çoğunu bunlar oluşturur. 7.Önyargıları besleyen diğer kaynaklar arasında yer değiştirmiş saldırganlık (günah keçisi etkisi), bazı kişilik özellikleri, bireylerdeki statü ve güç gereksinimi, önyargılı ve stereotipleyici çocuk yetiştirme ve eğitim ve önyargıları kurumsallaştıran medya da yer alır. Değişik insan gruplarına yönelik önyargıları adlandırırken bazen anti-önekinden yararlanılmakta (örneğin antisemitizm, anti-homoseksüel yanlılık); bazen de fobi sonekine başvurulmaktadır. Örneğin, türkofobi Türklere yönelik olarak korku, nefret, aşağılama ve düşmanlık gibi duygu, biliş ve davranışlarla kendini belli eden bir önyargıyı ifade eder.


Homofobi de eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik benzer bir olumsuz tutum, önyargı anlamındadır. Bunu klinik fobilerle karıştırmamak gerekir. Ancak, homofobinin aşağıda değinilecek olan çeşitli klinik sonuçları olabilmektedir. Eşcinselliğin ve biseksüelliğin önlenmesi, engellenmesi, kaçınılması ya da tedavi edilmesi gereken bir ahlak düşüklüğü, günah, illegal bir edim, sapıklık veya sapkınlık, hastalık veya bozukluk olarak değerlendirilmesi ile insan cinsel yöneliminin olağan bir varyantı ya da alternatif (ve kendi başına olumlu ya da olumsuz bir yüklülüğü, örneğin patolojik olma yüklülüğü olmayan) bir cinsel yönelim örüntüsü olarak değerlendirilmesi arasında büyük tutumsal, etik ve ideolojik farklar vardır. Bu farklar, çoğunluğa göre azınlıklara, bireye, bireysel hak, özgürlük ve farklılıklara yapılan vurgulardaki, ayrıca, insani farklılıklara gösterilen hoşgörü düzeyi ile stereotipik ve önyargılı (tutucu) düşünme eğilimleri arasındaki farklılıkları içerir. Homofobi, çeşitli toplumlarda hem kadın hem de erkek bireyler arasında yaygındır. Homofobik önyargı ruh sağlığı profesyonelleri ile cinsel yöneliminin gelişme ya da açılma (“coming-out”) sürecinin başlarındaki pek çok eşcinsel bireyde de vardır. Böyle bir ikilinin (yani, profesyonel kavram ve tutumları homofobik özellikler taşıyan bir terapist ile açılma sürecinin başlarında içselleşmiş homofobisine bağlı güçlükler yaşayan bir bireyin) biraraya geldiği durumlarda bunun terapiye başvuran (ya da yöneltilen) kişiye yarardan çok zarar verdiğine ilişkin bulgular vardır. Bu nedenle, böyle bireylerle çalışacak olan terapistlerin kendi konumlarını (ve bunun bulunmak istedikleri konuma ne kadar yakın olduğunu) saptamaları bir zorunluluktur. Ayrıca, kendi tutumsal ve ideolojik konumlarının klinik sonuçlarını değerlendirmelidirler. Bu işin üstesinden gelmede klinisyene yardımcı olabileceğinden hareketle

ile cinsel yönelim iç-içe geçmiş, ayırdedilmeden incelenmiş ve birbirine karıştırılmıştır. Bu durum eşcinsel erkeklerin, bir erkekle sevişebildiklerine göre, kendilerini kadın gibi hissetmeleri ve kadın gibi davranmaları gerektiği, dolayısıyla cins disforisi içinde oldukları, yani cins kimliklerinde bozukluk olduğu yolundaki (bazı eşcinsel bireyleri de etkileyen) inanışları pekiştirmiştir. Oysa, bugün eşcinsellikte farklı olanın cins kimliği değil cinsel yönelim olduğunu biliyoruz. Eşcinsellik aynı cins kimliğinden bireylerin (yani iki erkeğin ya da iki kadının) romantik, erotik ve cinsel olarak birbirlerine yönelik oluşudur. Örneğin, bir erkek transseksüel ile bir heteroseksüel veya eşcinsel erkeğin ilişkisi psikolojik açıdan eşcinsel bir ilişki değildir. Eşcinsel kişilerin çok büyük bir çoğunluğunda sağlam ve biyolojik cinsiyetlerine koşut bir cins (erkeklik veya dişilik) duygusu, kimliği vardır. Yaşamın ilk 1,5-3 yılında kristalize olan bu kendini duyumsayış özelliğine bağlı olarak eşcinsel erkekler kendilerini erkek, lezbiyenler de kadın olarak hisseder, kabul eder ve tanımlar. Cins disforisi olan kişilerden farklı olarak ait oldukları cinsten memnundurlar ve buna değer verirler. Aynı şekilde, kendini eşcinsel yönelimli (“gey”) olarak tanımlayan bireylerin büyük çoğunluğu, yaygın kanının aksine, kültürel olarak kendi cinslerine belirgin olarak ters düşen davranışlar sergilemezler. Heteroseksüel erkekler arasında saldırgan maço stereotipi ne kadar yaygınsa eşcinsel erkekler arasında kadınsılık da (yaklaşık %15’lik bir sıklıkla) ancak o kadar yaygındır. Eşcinsel kişilerin sadece çok küçük (ama bildik stereotiplere uyan ve en görünür durumdaki) bir altkümesinde, heteroseksüel kişilerde de gözlenebilen kısmi cins disforisi veya abartılı bir tarzda karşı cinse benzer (“atipik”) cins davranışları vardır. Eşcinsel yönelimli erkeklerin bir çoğunda çocukluklarının en az bir döneminde daha duyarlı oluşları, sert sporlar gibi saldırganlık gerektiren etkinlikler yerine resim, müzik ve

Oysa, eşcinsel yönelimli insanlar (I)sevisel ve cinsel olarak kendi cinslerine dönük oluşları ve (II)heteroseksüel çoğunluk tarafından yaftalanma, dışlanma, aşağılanma ve örselenmeleri gibi bazı ortak tanımsal özellikler dışında kişilik profilleri açısından en az heteroseksüel kişiler kadar heterojen bir grubu oluşturmaktadır. Eşcinsel yönelim her tür dinsel, etnik, sosyokültürel, mesleksel ve politik grupta birbirine yakın oranlarda görülür. homofobiyi besleyen bazı yanlış bilgi, kavramlaştırma ve stereotiplemeler aşağıda tartışılmıuştır: 1.Erken dönem psikolojik, özellikle de psikoanalitik çalışmalarda bugün modern araştırma bulgularına dayanarak birbirinden ayrı, etkileşebilen ama yine de bağımsız boyutlar olarak kabul edilen cins kimliği (gender identity) ve toplumsal cins rolü kimliği

yazın gibi sanatlar ve doğadan hoşlanışları, soyut ve estetik ilgilerinin fazlalığı ve kendilerine benzer yaşıtları dışındakilerle pek sosyalleşmeyişleri gibi geleneksel olarak atipik sayılan bazı cins davranışlarına rastlanmakla birlikte, bunların bir bölümünde daha belirgin “feminen” ilgi ve davranışlar görülmüş ise bunlar ya kısa süreli olmuştur

KAOS GL 14/17


ya da ergenlik döneminde kaybolarak tekrar belirmez. Toplum genelinde ve bazı ruh sağlığı profesyonellerindeki kanının aksine eşcinsellik ile transseksüalizm veya transvestik davranış birbirinin uzantısı, örneğin transseksüalizm eşcinselliğin daha aşırı bir şekli değildir. Bunlar ayrı düzlemlere ait fenomenlerdir. 2.Eşcinselliğe ilişkin nesnel dayanağı olmayan bir diğer kanı da bu yönelimin kendisinin bir psikopatoloji görünümü olduğu ve cinsel yönelimi bu tarz olan bireylerde psikopatolojiye ve maladaptif davranışlara çok rastlandığı şeklinde inanıştır. Çeşitli araştırmalarda eşcinsel, biseksüel ve heteroseksüel yönelimli bireylerden oluşan gruplarda genel olarak ruhsal sağlığın ve patolojinin dağılımları arasında anlamlı fark olmadığı ortaya konmuştur. Bununla çelişen ve DSM-I’de eşcinselliğin bir tür sosyopatik kişilik bozukluğu olarak kabul edilmesine yol açmış olan inanışlarla kısmen uyumlu denebilecek sonuçlar vermiş bazı araştırmalar hep mahkumlar ve psikiyatrik vakalar üzerinde yapılmıştır. İlk kez 1957’de Evelyn Hooker psikiyatrik vaka veya kriminal olmayan eşcinsel ve heteroseksüel erkekleri karşılaştırarak psikososyal uyumları açısından ve psikometri ile bu iki grubun birbirinden ayırdedilemediği sonucuna varmıştır. Ancak, içselleşmiş homofobisi veya şiddetli dış baskı nedeniyle açılma süreci ilk evrelerde tıkanmış eşcinsel bireylerin ve aşırı kadınsı eşcinsel erkeklerin dğerlerine göre daha çok nörotisizm, düşük özsaygı ve suisidalite sergilediğini gösteren çalışmalar da vardır. Psikanalizn kurucusu Freud’un eşcinselliğin çoğunlukla başka psikopatolojik özellikler olmaksızın görüldüğünü, kökeninde önemli biyolojik etkiler olduğunu, analist adaylarının psikoanalitik eğitime kabul edilmemeleri için bir gerekçe sayılmaması gerektiğini ve bu kişilerin heteroseksüel yapılmaya çalışılmasının genellikle uygunsuz olduğunu düşünmesi ve bir yerde “...eşcinsellik utanılacak bir şey, bir ayıp ya da yozlaşmışlık değildir ve bir hastalık olarak sınıflandırılamaz... Eşcinselliği bir suç olarak kovuşturmak da büyük bir haksızlıktır” demiş olmasına rağmen onun ardılı olan analistlerin ve analitik yönelimli kuramcıların hemen hepsi 1980’lere kadar eşcinselliği kendi başına bir ruhsal bozukluk olarak yorumlamıştır. Eşcinsel bireyleri ödipal çatışmalarını “yanlış” yönde çözümlemiş, anlamlı sevgi ilişkisi kuramayan, yalnız ve mutsuz sapkınlar olarak değerlendirerek moralistik yaftalamaya (stigmatizasyona) ve heteroseksist ayrımcılığa kuramsal destek rolünü oynamışlardır. 3.Konuyla ilgili bir stereotipleyici kanı da eşcinsel yönelimli bireylerin hepsinin özdeş bir psikososyal profili olduğu yolundadır. Oysa, eşcinsel yönelimli insanlar (I)sevisel ve cinsel olarak kendi cinslerine dönük oluşları ve (II)heteroseksüel çoğunluk tarafından yaftalanma, dışlanma, aşağılanma ve örselenmeleri gibi bazı ortak tanımsal özellikler dışında kişilik profilleri açısından en az heteroseksüel kişiler kadar heterojen bir grubu oluşturmaktadır. Eşcinsel yönelim her tür dinsel, etnik, sosyokültürel, mesleksel ve politik grupta birbirine yakın oranlarda görülür.

KAOS GL 14/18

4.Grup-içi/grup-dışı kategorizasyonunun etkisiyle hem saltık olarak (veya büyük ağırlıkla) eşcinsel hem de heteroseksüel kişiler arasında insan cinsel yönelimini ya eşcinsel ya da heteroseksüel diye iki kutupta dikotomize etme eğilimi yaygındır. Bu, eşcinsel arzu veya deneyimleri olan ama kendini heteroseksüel kutupta görmek isteyen bazı homofobik kişilerin “tamamen eşcinsel olup çıkma” temalı korku ve saplantılarına katkı yapan bir yanlış kavramlaştırmadır. İlk olarak Kinsey ve arkadaşları 1948’de insan cinsel yönelimini bir uçta saltık heteroseksüalite ve diğer uçta da saltık homoseksüalitenin yer aldığı bir kontiunumda incelemiş ve hem deneyimsel hem de fantazi ve arzular gibi psişik boyutları dikkate alan altı dereceli bir skala (Kinsey Skalası) önermişlerdir. Yaptıkları geniş serili ünlü çalışmada 16 ile 55 yaşları arasındaki beyaz erkeklerin %4’ünün kendisini Kinsey 6 (yani, saltık olarak eşcinsel yönelimli) %50’sinin de Kinsey 0 (yani, saltık olarak heteroseksüel yönelimli) olarak, geri kalan %46’sının ise arada bir yerde (yani, Kinsey 1 ile 5 arasında) derecelendirdiği bildirilmiştir. Aynı çalışmaya göre bu yaşlar arasındaki erkeklerin %37’si en az bir kere orgazmla sonuçlanan bir eşcinsel deneyim yaşamış ve %13’ü en az 3 yıl boyunca heteroseksüel deneyimden daha çok eşcinsel deneyim yaşamıştır. Daha sonraki benzer çalışmalar da buna yakın sonuçlar vermiştir. Cinsel yönelimlerini tam ortada (Kinsey 3) görenler, olasılıkla “ya eşcinsel ya da heteroseksüel olunabileceği” şeklindeki kategorik inanışın da etkisiyle erkeklerin sadece %4.4’üdür. Ancak, son yıllarda kendini biseksüel olarak değerlendirenlerin oranında artma eğilimi izlenmektedir. İlginç olarak tarihsel ve antropolojik araştırmalar bir toplumdaki homofobi düzeyi düştükçe saltık eşcinselliğin sıklığında belirgin bir düşme ve geniş tanımıyla biseksüalitede (Kinsey 1-5 arası) artış olduğunu göstermektedir. Örneğin, eski Yunan’da saltık eşcinselliğin çok az görüldüğü, öte yandan üst sınıflarda övülen ve salık verilen bir tür biseksüelliğin oldukça yaygın olduğuna ilişkin bulgular vardır. Hemen hemen tüm yazarlar yukarıda belirtilen sıklıkların çeşitli metodolojik sebeplerle gerçek sıklıkların bir düşük-kestirimi ya da altsınırı olduğunu, erkekler arasında saltık ya da büyük ağırlıklı eşcinselliğin gerçek oranının %10 dolayında olduğunu ve daha yüksek bir oranda biseksüel erkek olduğunu tahmin etmektedir. Kadın eşcinselliği için bildirilen oranlar erkek için bildirilenlerin yarısından, çoğu zaman da üçte birinden daha azdır. Bu bağlamda anımsanması gerekli bir başka husus cinsel yönelimin, cinsel kimlikten farklı olarak, görece akışkan oluşu ve kişilerin belli bir zamandaki yöneliminin (Kinsey Skalasında bulunduğu noktanın) yaşamı boyunca belli ölçüler içinde değişebildiği veya dalgalanabildiğidir. 5.Modern yazarlar eşcinsel yönelimin keyfi (ya da ahlaki) bir seçim ya da bir tercih olmadığını savunmaktadır. Eşcinsel yönelim katlanmış haliyle çok erken yaşlarda biyolojik (örneğin, erkeklerde genetik etkilerle preödipal dönemden başlayarak ödipal


döneme babaya özel bir erotik ilgi duyularak girilmesiyle) ve/veya psikososyal (anne-babayla ilişkilerden doğan) etmenlerce ya da bunların etkileşimiyle belirlenir. Yani, kökene ilişkin temel özellikler bakımından heteroseksüel yönelimden farklı değildir. Bu demektir ki eşcinsel bireyler “yola getirilerek”, “ahlaki tercihlerini” değiştirmelerine çalışılarak “düzeltilemezler”. Nitekim, eşcinsel yönelimi silip yerine heteroseksüel yönelimi koyma iddiasındaki çeşitli terapötik girişimlerin hemen tümünden (kişi bunu istemiş de olsa) beklenen kalıcı ve anlamlı sonuçlar alınamamaktadır ve bazı analistlerin döndürdüklerini önesürdükleri kişilerin esasen terapinin başında biseksüel oldukları ve sonunda da eylemsel olarak heteroseksüel uca daha yaklaşmış görünmekle birlikte fantaziler ve duygusal tepkilerle kendini gösteren (çekirdek) yönelimlerinin değişmediği bildirilmektedir. Modern terapistler genel olarak eşcinsel yöneliminin, gelişme sürecinin başlarında içselleşmiş homofobisine ve toplumsal basınçlara bağlı olarak sıkıntı ve bocalama yaşayan bireylerin terapisinin, cinsel yönelimlerini değiştirmeyi hedeflemeden, kendilerini araştırma, anlama, sevme ve kabullenmelerine, varsa maladaptif tepkilerini değiştirerek ve kendi otantik varoluşlarından büyük ödünler vermeden daha iyi bir sosyal uyum yapmalarına, “açılma” süreçlerini fırtınasız bir şekilde yürütme ve tamamalamalarına yardım temelinde olması gerektiğini vurgulamaktadır. 6.Bir diğer stereotipik yargı da eşcinsel erkeklerin hemcinsleriyle yakınlaşmalarında “aslında” sadece içlerine bir penisin girmesi (reseptif anal seks) peşinde oldukları inanışına dayalıdır. Oysa, 1978’de yapılmış bir araştırmada gey erkeklerin özgül genital ilişkilerden en çok felasyo yapılmak (girici oral seks) ve ikinci olarak da girici anal ilişkiden hoşlandığı; reseptif (“edilgin”) rolde anal ilişkiyi sadece %6’sının tercih ettiği; eşcinsel çiftler arasında uygulanan yöntemlerin felasyo, mastürbe edilmek, partnerini mastürbe etmek ve en son olarak da anal ilişki olarak sıralandığı bulunmuştur. ABD’de erkeklerarası eşcinsel beraberliklerde anal ilişki sıklığının %60 dolayında

Eşcinsel yönelimli gençlerde dışsal ve içsel homofobi nedeniyle bu gelişimsel süreç genellikle heteroseksüel yaşıtlarına göre daha zorlu, fırtınalı olmakta ve yirmili, hatta otuzlu yaşlara kadar taşabilmektedir.

olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, heteroseksüel

erkeklerin %8-30’unun ve kadınların %20-43’ünün (%13’ü düzenli olarak) anal ilişkide bulunduğu bildirilmektedir. Yani, anal ilişki eşcinsel erkeklere özgü olmayıp heteroseksüeller arasında da nadir olmayarak uygulanmakta ve eşcinsel sevişmelerde bunun dışındaki cinsel doyum yolları da sıkça yeğlenmektedir. 7.Eşcinsel kişilerin partnerleriyle sevgi, romans ve dostluğu da içeren doyumlu ve uzun süreli ilişkiler kurma kapasitesinden yoksun oldukları; hemen hepsinin eş seçmeksizin hiperseksüel davrandıkları; sadece gençlerle ilgilenip gençliğe değer verdikleri; yaşlanınca yalnız ve mutsuz kişiler oldukları şeklindeki inanışların tümü de önyargılı mit ve kanılardır. Bunların yanlışlığı çeşitli araştırmalarla gösterilmiştir. 8.Bir başka dayanaksız sav da kandırarak, örnek olarak ya da etkili bir rehberlikle bireylerin cinsel yöneliminde şu veya bu yönde kalıcı ve anlamlı değişiklikler oluşturulabileceğidir. Oysa, cinsel yönelimin ‘katlanmış’ haliyle yaşamın ilk yıllarında güçlü etkilerle belirlenmiş olduğu ve ergenlik döneminde başlayan bir ‘açılma’ süreci sonunda yetişkin şeklini aldığı genel kabul görmektedir. Bu savın dayanıksızlığını gösteren ilginç bir başka bulgu eşcinsel ve transseksüel bireyler tarafından yetiştirilen çocuklarda diğerlerinden daha fazla bir şekilde cins kimliği, rol davranışı ve cinsel yönelimle ilgili farklılıklar bulunmayışıdır. 9.Homofobiyi haklı göstermek için başvurulan bir başka görüşe göre eşcinsel ilişki doğaya aykırıdır. Eşcinsel yazar Andre Gide eşcinselkarşıtı sav ve önyargıları eleştirel bir gözle incelediği meydan okuyucu yapıtı Corydon’da bu kanının temelsizliğini birçok örnekle sergilemiştir. Yapıttaki eşcinsel karakter Corydon, Pascal’ın “tüm eğilimler doğanın içindedir”, M.de Gourmont’un “aşk salt insan yapısı bir şeydir, doğada aşk diye bir şey yoktur” ve Spinoza’nın “hayvanların doğal duyguları insanlarınkinden ne kadar değişikse sevgileri de o kadar değişiktir” sözlerini anlatılıyor ve şöyle diyor: “Hakaretlere dayandığına, ne yapılsa bir türlü ortadan kalkmadığına göre bu isteğin çok güçlü, karşı konulmaz, bedenin derinliklerine kök salmış, yani çok doğal olması gerek”. Gide, ayrıca kendi cinsine yönelişlerin çoğu hayvan türünde de gösterdiği bir doğal fenomene değinmektedir. Ayrıca, insan cinselliği hayvan cinselliğiyle karşılaştırılamayacak kadar katmerli ve büyük kısmıyla sadece insana özgüdür. Bu anlamda eşcinsellik de “doğal” olmaktan ziyade insani bir fenomendir. İnsanların cinsel etkinlikleri hayvanlardaki gibi belli estrus dönemleriyle ve üreme amacıyla sınırlı ve stereotipik değil, tersine çok daha renkli, yaratıcı ve buluşçudur. İnsanın evriminde (erkekler-arası saldırganlık ve uzaklığın azalmasıyla beraber) çok önemli rol oynadığı kabul edilen bu özellik sayesinde insanlar oral seks için yaratılmamış (oluşmamış) ağızları, mastürbasyon için yaratılmamış elleri ve cinsel ilişki için yaratılmamış anüsleri ile de cinselliklerini yaşayabilirler. Oysa, Michel Foucault’nun değindiği bir zamanlar mastürbasyona karşı açılmış olan haçlı seferindeki gibi bunların tümünün belli bazı çağ ve toplumlarda mahkum edildikleri görülür.

KAOS GL 14/19


Eşcinselliğe Kültürel Tutumlar

İlişkin

Farklı

Tarihsel

ve

Homofobi ve heteroseksist ideolojinin şiddeti ve yaygınlığı insanlık tarihi boyunca hep aynı olmamış, örneğin, eşcinselliğe ilişkin olumlayıcı tutumların görüldüğü zaman ve toplumlar da olmuştur. Antik Mezopotamya uygarlıkları ve özellikle de Eski Yunan uygarlığı bunun en iyi bilinen örneğidir. Sözgelimi, Sokrates, Platon, Sophokles, Pindaros, Psistratos, Aristophanes, Straton, Epaminondas, Theokrites, Miltiades, Solon ve Büyük İskender’in ağırlıklı olarak eşcinsel yönelimli oldukları bilinir. Platon’un ünlü yapıtı Symposion Socrates, Aristophanes, Phaidros ve Pausanias gibi karakterlerin ağzından erkek erkeğe cinsel aşkın ve bir diğer yapıtı Lysis de erkekler-arası romans, dostluk ve cinselliği içerebilen ama aynı zamanda da onu aşan (“tanrısal, ideal”) sevginin (başka bir deyişle platonik bir sevginin) renkli bir dille övüldüğü ve salık verildiği metinlerdir. Symposion’da Socrates, sonradan yargınlaması sırasında ilişkisi aleyhine kullanılacak olan (zira, Socrates’ten ayrıldıktan sonra Atina’ya ihanet eden) ve gelmiş geçmiş en baştan çıkartıcı genç olarak betimlenen politikacı Alkibiades hakkında şöyle diyor: “Bu adamın aşkı başımda bir dert. Ona tutuldum tutulalı başka bir delikanlıya bakamaz, kimseyle konuşamaz oldum. Hemen kıskanır, köpürür... bir dövmediği kalır beni... Ödüm patlıyor onun sevgisinden, azgınlığından”. Symposion’da en başarılı orduların birbirine aşık erkek çiftlerden oluşturulabileceği anlatılırken Peisistratos’un tiranlığını yıkan sevgililer Aristogeiton ve Hermodios ile Patroklese olan tutukulu aşkının etkisiyle İlyada’da kahramanlaşan Akhilleus örnekleri veriliyor. Nitekim, Plutharkos’un da öngördüğü üzere Thebesli’lerin “kutsal taburu”, Gorgidas tarafından birbirine aşık yüzelli çiftten oluşturulmuş ve Khaeronea Savaşında tümünün kırılışına kadar hiç yenilmemiştir. Benzer şekilde, Herakles’in sevgilisi Iolaos ile birlikte savaştığı ve bu beraberlikten çok yarar gördüğü de yazılmıştır. Lykurgos daha da ileri giderek bir yurttaşın aşık olduğu bir erkek olmadan gerçekten dürüst ve Cumhuriyete yararlı olamayacağını söylemiştir. Aristophanes de ünlü tiradında “sadece, beden ve ruhuyla kendini bir erkeğin aşkına verebilen genç erkekler ileride devlet büyükleri olabilirler” demektedir. Ayrıca, eski Yunan’ın eşcinsel aşklar yaşayan tanrıları ve diğer mitolojik karakterleri de vardır. Örneğin, Kral Tros’un güzel oğlu Ganimedes’i aşık olarak Olimpos’a kaçıran Zeus, Şair Tamiris ile beraber Ispartalı çekici prens Hyancinthos’a aşık olan tanrılar Apollon ve Zephyrus (ki Zephyrus’un kıskançlığı Hyacinthos’un ölümü ve kanının aktığı yerden sümbül (hyacinth) çiçeğinin peydah edilişiyle sonlanır.) Apollon ve nimf Echo’nun yanısıra Narcissos’a aşık olan (ve canına kıyarken yaptığı ilenmelerle Narcissos’un sonunu hazırlayan) Ameinius bunlardandır. Eski Yunan’da belli bir lezbiyen kültürü ve yazını da vardır. Örneğin, Lesbos’lu kadın şair Sapho kadın eşcinselliğini övmüştür. Erkek eşcinselliğini övenlerden Bion da sekizinci çoban şiirinde “aşık erkekler karşılığında sevdiği erkeklerce sevildiklerinde mutlu olurlar” diyor ve bu mutlu

KAOS GL 14/20

sevgiye üç örnek veriyor: Thesseus ve Peirithoos, Orestes ve Pylades, Akhilleus ve Patrokles. Ovidius Satyricon’da biseksüel karakter Encolpe’ye şöyle dedirtir: “Hangisini daha çok isteyeceğimi bilemiyorum, metresimi alan delikanlıyı mı, yoksa delikanlıyı baştan çıkartan metresimi mi.” Aynı çağlarda Yunanlılardan başka İranlıların da Yunan okullarında erkekçe ve erkek erkeğe sevişmeyi öğrendikleri Heradotos tarafından kaydedilmiştir. Eski Yunan’dan sonra Roma dönemi, İngiltere’de Shakespeare dönemi, İtalya’da Rönesans dönemi, Fransa’da Rönesans ile başlayıp XIII. Louis yönetiminde devam eden dönem ve İran’da Hafız’ın yaşadığı dönemde homofobik basınçların görece az olduğu anlaşılmaktadır. Batıda hemen hemen tüm Ortaçağ boyunca eşcinselliğe karşı ileri boyutlarda bir hoşgörüsüzlük hüküm sürmüştür. Yaşadıkları toplumda homofobi düzeyi ne olursa olsun tarihte alanlarında başarılı olmuş ve entellektüel çevrelerce kabul görmüş birçok eşcinsel veya biseksüel karakter vardır. Bunlar arasında Hadrianus, Tiberius, Ceasar, Antonius, Vitellus, Vergilius, Cicero, Seneca ve Horatius gibi Roma’lı devlet adamları ve aydınlar; İngiltere kralları Henri III ve Charles IX; Prusya kralı Friedrich II; Rönesans İtalya’sından Leonarda da Vinci ve Michelangelo ile onların hamisi Lorenzo de Medici; ayrıca prens von Eulenburg ve Cecil Rhodes; yazar ve şairlerden Manelcas, Catullus, Brunetto Latini, Christopher Marlowe, W. Shakespeare (ki sonelerini adının baş harfleri W.H. olan bir erkek sevgiliye adamıştır), Marcel Proust, J.J. Rousseau, Jean Genet, A.Gide, J. Cocteau, O. Wilde, Goethe, Heine, Virginia Woolf, George Sand, P.M. Verlaine, Rimbaud, Gertrude Stein, W.Whitman, T. Mann, F.G. Lorca, W. Burroughs, James Baldwin, Dominique Fernandez; müzisyenlerden Tchaikovsky, Wagner, Chopin, Liszt, Bessie Smith, Janis Joplin; ve saray kadınlarından Fransa kraliçesi Antoinette, Rus çariçesi Catherina ve İsveç kraliçesi Christina sayılabilir. İlginç bir tarihsel antropolojik fenomen, savaşçı toplumlarda erkek eşcinselliğinin daha yaygın kabul görüşüdür. Isparta ve Girit savaşçilarından başka Keltler ve Normanlarda da böyleydi ve eşcinsellik erkeksi ve savaşçı erdemleri yükselten bir özellik sayılıyordu. Diodore de Sicile Keltler hakkında şöyle yazmıştır: “Erkeklerin kadınlara bağlılıkları pek zayıf, oysa erkek erkeğe ilişkilere karşı olmadık bir tutkuları var. Yanlarında yatak arkadaşlarıyla yere serilmiş postlara uzanmayı adet edinmişler.” Aristotales de “Politika”da güçlü ve savaşçı uluslarda erkeklerin kadınlara fazla eğilim göstermesinin büyük kötülüklere yol açtığını söyledikten sonra şöyle demiştir: “Bu arada erkek erkeğe sevişmeye saygı duymaktan çekinmeyen Keltleri ve başka birkaç ulusu bundan ayrı tutuyorum.” Yakın zamanlara gelince, İskandinavya, Hollanda, Belçika ve Fransa dışında karşılıklı istemeyle iki yetişkinin eşcinsel beraberliği Batı’da uzun bir süre illegal olagelmiş ve bu nedenle, örneğin Turing ve Oscar Wilde İngiltere’de yargılanarak mahkum edilmiştir. Ancak, kişilerin çoğu görünmez kalarak


cezalandırılmaktan korunabilmiştir. C.G. Jung bu olduğunu göstermektedir. Ancak, son yıllarda konuda “eşcinsellikle ilgili yasalar düzenli bir şekilde homofobinin özellikle kentli gençler ve aydınlar uygulansaydı toplumdaki erkeklerin yarısı şimdi hapiste arasında azaldığı gözlenebilir. Bu kesimlerden olurdu” demiştir. A.B.D.’de bu yöndeki yasalar ilkin bireylerin, eğer varsa, eşcinsel yönelimlerini gizleme 1962’de Illinois’te yürürlükten kaldırılmış ve bunu diğer gereksinimini eskiye göre daha az duyduğu; birçok eyaletler izlemiştir. İngiltere’de ise yasa 1967’de yazar ve şairin (örneğin Bilge Karasu, Murathan değişmiştir. Bu konudaki yasaları en son yürürlükten Mungan, Kürşat Başar) eşcinsel aşk temasını sıkça ve kaldıran ülkeler arasında Rusya (Nisan 1993) ve daha eski yazar ve şairlere (örneğin Sait Faik’e) göre Litvanya (Haziran 1993) yer almaktadır. daha açık olarak işlediği görülmektedir. Türklerin tarihinde de eşcinselliğe ilişkin hoşgörü düzeyi ve ünlü eşcinsel karakterler bakımından Eşcinsel Yönelimi Açılmakta Olan Birey ve diğer uluslardakine benzer özellikler görülmektedir. Eski Terapisti Türkler’de sadece eşcinsel kişiler şaman olabilirdi. Osmanlı tarihinde de birçok büyük eşcinsel karakter ve Örtük ve maskelenmiş de olsa homofobik tepki belli bir eşcinsellik altkültürü vardır. fatih Sultan Mehmet ve tutumların eşcinsel yönelimi gelişmekte olan ve IV. Murat gibi pek çok padişah ve vezirle Necati, bireylere ciddi zararlar verebildiğini göz önünde tutarak Ahmed Paşa, Baki, Nazım ve Fuzuli gibi bir çok divan böyle bireylerle çalışacak terapistlerin aşağıda şairinin “mahbubperestliği” bilinir. Örneğin, Küçük özetlenen temel bilgilerden yararlanabilmesi gereklidir. Mehmet Ağa’nın ünlü evcara bestesinde şöyle denilir: 1.Cinsel yönelim yaşamın ilk yıllarında çok “Gelince hatt-ı muanber o meh cemalimize / yazıldı güçlü etkilerle (ve büyük bölümüyle genetik olarak) mebhas-ı sevda kitab-ı halimize” (O ay yüzlü güzel belirlenmekte ve ergenlik döneminde fenotipik ve sosyal gencimizin amberden sakalları çıkınca, halimizi anlatan ifadesini bulmaya, hayata geçirilmeye başlamaktadır. kitaba sevda bahsi yazıldı). Rıfat Bey de mahbubuna Eşcinsel yönelimli gençlerde dışsal ve içsel homofobi şöyle seslenir: “Olsun tıraş hatt-ı ruyin saye salmasın / nedeniyle bu gelişimsel süreç genellikle heteroseksüel Ettiklerin bu hüsn ile yanında yaşıtlarına göre daha zorlu, fırtınalı kalmasın” (Yüzündeki sakallar tıraş olmakta ve yirmili, hatta otuzlu olsun ki gölge yapmasın / güzelliğin Ancak, çoğunluğu yaşlara kadar taşabilmektedir. Bu ile övünerek yaptıkların yanında sürece İngilizce literatürde oluşturan daha güçlü kalmasın). Türkiye Cumhuriyeti “coming-out” denmektedir. bireyler açılma tarihinde “konuşulmaz” ve özellikle Türkçede buna ortaya çıkma veya karizmatik kişilerin eşcinselliği açılma demek mümkündür. Bazı süreçlerini sağlıklı ve sözkonusu olunca özenle saklanan kişilerde bu sürecin çeşitli başarılı bir şekilde, bir konu olarak yetişkinler arası evrelerinde profesyonel yardım karşılıklı istemeyle gerçekleşen yaftaları benimsemeden gereği doğduğundan bunu yapacak eşcinsel beraberlikleri ele alan hiçbir sürecin doğasını, sıkça ve öz-saygısını büyüterek terapistlerin yasa maddesi olmamıştır. Buna görülen evrelerini ve tıkanmasıyla tamamlamaktadır. rağmen eşcinsel altkültürden belirebilen sorunları eşcinsel bireyler sürekli ve ciddi bir polis insanların yaşadığı şekliyle Terapistlerin ödevi de baskısı ve tehdidi altındadır. kavramış olmaları gereklidir. kişilerin bunu Örneğin, Temmuz’93’te İstanbul’da Özetle, bu birey (I) genel kimliğini yapılacak ve çeşitli Avrupalı başarmalarına yardımcı ve kendilik kavramını yeniden parlementerlerin de katılacağı düzenleyerek ve içselleşmiş olmak olmalıdır. panellerin yer alması planlanan homofobisinin üstesinden gelerek Birinci Uluslararası Eşcinsel Kıvancı cinsel yönelimi konusunda önce (Lesbian and Gay Pride) Kongresi, kendi kendisine “açılacak” ve (II) İçişleri Bakanlığı’ndan alınan iki ayrı izine rağmen sonra da bu özelliğini (diğer bireysel yönleri gibi) değişik İstanbul valisince engellenmiştir. Bu yapılırken vali ölçü ve derecelerde başkalarına “açacaktır”. Bu bütün otellere kongreye katılacaklara oda verilmemesini açılmalarda yaşanan tıkanmalar çeşitli sorunlara ve isteyen fakslar göndermiş; Türk organizatörler gözaltına ruhsal acıya yol açabilmektedir. 1877’de öğrencisi alınmış; yabancı katılımcılar da toplanıp bir polis Antonina Milyukov ile evlendikten sonra Peter otobüsüne tıkılarak uzun süre tuvalet ve yeme-içme Tchaikovsky bu konuda şöyle yazmıştır: “Geriye kalan izini verilmeden burada tutulmuş, zorla soyunuk arama sadece -miş gibi (rol) yapmak. Fakat insanın yaşamının ve HIV testi yapılmak istenmiş, sövülmüş ve sonuna kadar böyle yapması ne ağır eziyet”. tokatlanmış, sonuçta (yasal bir gerekçeye dayanmadığı Toplumdaki eşcinsel ya da biseksüel yönelimli bireylerin için yol paraları ödenmeden) sınırdışı edilmiştir. çoğu homofobik baskının sonuçlarından çekinerek Uluslararası Af Örgütü olayı 3 Temmuz’da İstanbul’da görünmez kalmayı yeğlemektedir. Toplumsal açılmasını düzenlediği bir basın toplantıısnda protesto etmiştir. Bu sonunda gerçekleştirebilmiş gey kişiler de yaşamlarının tür dolaysız baskılar, ortaçağda engizitörlerin, Nazilerin önemli bir kesitini görünmez kalarak geçirmiştir. Bunun ve eski Sovyetler ile bugünün İran’ındaki otoritelerin iki temel ve ciddi sonucu vardır: (I) kendini sadece yaptıklarına göre daha hafif kalsa bile toplumumuzda ‘sapkın’ veya ‘yanlış’ değil aynı zamanda da dürüst ciddi bir homofobik baskı sorunu olmayan biri

KAOS GL 14/21


gibi hissetmesine yol açarak ve bu yüzden içselleşmiş homofobisini iyice çözümsüz hale getirerek ve en yakınlarının eşcinsel insanlara ilişkin önyargılı, stereotipik ve aşağılayıcı davranışlarına (örneğin fıkralarına) sessizce katılmak zorunda bırakarak eşcinsel kişide ciddi bir kendilik-değeri örselenmesi yaratmaktadır; ve (II) eşcinsellere ilişkin stereotiplemelere uymayan çoğunluğun görünmez olması nedeniyle, çoğu başarılı bireyler olan bu kişiler gerçekçi, doğru ve benimsenmesi kolay modeller olma işlevini yerine getirememektedir. Hemen hiç bir ergen, örneğin, matematik öğretmeninin, filan sporcunun, falanca ağabeyin (veya ablanın) ya da doktorunun eşcinsel yönelimli olduğunu bilme şansını bulamadığından, eşcinsel yönelimi gelişmekte olan genç bir erkek için geriye sadece televizyon komedilerinde karikatürize edilen (veya eğlence programlarında boy gösteren) stereotipik olarak kırıtkan ve düşük bilekli, benimsenmesi zor örnekler kalmaktadır. Lezbiyenler için ise hemen hiçbir görünür model yoktur. Bu nedenle birçok ergen psikiyatristi bu gençlerin terapistlerden ziyade sorumlu ve güvenilir gey organizasyonları ya da danışmanlık servislerinden yararlandığını kabul etmektedir. 2.Birçok eşcinsel birey açılma sürecinin başlarında homofobik ve heterosekssist basınçlarla çeşitli uyumsama (conformity) çabalarına girişmektedir. İlk önce eşcinsel duygular bastırılmaya ve kontrol altına alınmaya çalışılır. Bunun için irade gücünden başka eşcinsellik-karşıtı davranışlara da başvurabilmektedir. Bir çok eşcinsel ve biseksüel erkek de “laço” takılmakta, yani kendine eşcinsel (“ibne”) demeden ve dedirtmeden (ve dışarıya heteroseksüel görünmeye özen göstererek) ve sadece “etkin” (girici) rolde (ve genellikle duygusal boyutundan kaçındığı) eşcinsel ilişkiler kurarak cinsel yönelimlerine “güvenli” bir ifade yolu bulmaktadır. Bunların bir bölümü açılma sürecine takıldığı yerden devam ederek sonunda gey kimliğini olgunlaştırabilmektedir. İngilizce’de bu olgu geyler arasında şaka yollu olarak şu deyimle anlatılır: “Bugünün laçosu (‘trade’) yarının rakibidir.” Laçoluk davranışı, geyler bu kişilerden uzak durmayı veya ortaya çıkışlarına yardımcı olmayı yeğledikçe azalmaktadır. Eşcinsel yönelimini kabule yanaşmama şeklindeki bu uyumsama çabaları büyük çoğunlukla başarısızlığa uğrayacaktır. Hala homofobiyi aşarak kendini olduğu gibi kabul etmeyi beceremeyen bazıları intiharı, bazıları da alkol veya madde kullanmayı veya kendini dine vermeyi seçerken, bazıları da “düzeltici” terapistlerin “egodisnotik homoseksüalite vakaları” olurlar. Bu, uyumsamaya çabalamanın ikinci basamağını temsil eder. Bu girişim de (en azından uzun vadede) başarısızlık sonuçlandığı için yine depresyon ve intihar eğilimine yol açabilmektedir. Azınlığı oluşturan bir grup ise bu çabalamalardan yılarak yaygın stereotiplere uyan bir kimlik ve davranışlar benimseyerek ve hatta atipik cins davranışları olan daha küçük bir alt kümesi de sosyal uyumsamda daha ileri gidip ikincil (yalancı) bir

KAOS GL 14/22

transseksüalizm ya da transvestik davranış geliştirerek toplumca görece daha çok (ama ikinci dereceden bir) kabul görme yolunu seçer. Ancak, çoğunluğu oluşturan daha güçlü bireyler açılma süreçlerini sağlıklı ve başarılı bir şekilde, yaftaları benimsemeden ve özsaygısını büyüterek tamamlamaktadır. Terapistlerin ödevi de kişilerin bunu başarmalarına yardımcı olmak olmalıdır. 3.Bir terapistin eşcinsel açılma sürecindeki bireylerle verimli bir şekilde (en azından örselemeden) çalışıp çalışamayacağının en güzel göstergelerinden biri böyle bir bireye cinselliğe ilişkin olarak yönelttiği soruların heteroseksüel bir hastasına yönelttikleriyle ne kadar karşılaştırılabilr ve örtük yargılayıcılıktan ne kadar arınmış olduğudur. Örneğin, bir terapistin hiçbir zaman hastasına “heteroseksüel olduğunu ne zaman veya nasıl anladın?” ya da “karşı cinse eğilimin olduğunu kaç yaşında farketmiştin?” türünden sorular sormadığı halde bunun eşdeğerlerini eşcinsel veya biseksüel bir hastasına yöneltmesi örtük bir kritisizm ve heteroseksist yüklülük taşır. Bu konudaki bilgiler terapötik olarak daha sağlıklı ve yansız yollarla elde edilebilir. Terapistteki homofobik yanlılık ve heteroseksist yüklülüğün bir diğer göstergesi de kişinin heteroseksüel deneyim veya planlarını anlattığı zaman, bunun tersi durumlara göre terapistince daha çok desteklenmesi ve ödüllendirilmesidir. Bunun gerisinde gizli “düzeltme” hevesiyle ilgili şu yanlış kanı yatmaktadır: Bu kişi doğru kızı bulur ve evlenirse eşcinselliği “geçer”. Oysa, araştırmalar evlilik yapmanın eşcinsel erkeklerin hemcinslerine yönelik duygu ve davranışlarını %70’inde değiştirmediğini, %25’inde de arttırdığını göstermiştir. A.B.D.’de eşcinsel erkeklerin %20’si evlenmekte ve hemen hepsi, yaygın kanının tersine, evli kaldıkları sürece heteroseksüel olarak işlevsel olmalarına ve evlilikten çeşitli doyumlar almalarına rağmen çoğunluğu evliliğini bir hata olarak görmekte ve sürdürmemektedir. Son tahlilde, profesyonel bilgisinden kalkarak modern terapistin ödevi eşcinsel yönelimli kişilerle çalışırken gerçekçi ve sağlıklı hedefler belirlemek ve bu kişileri kendi doğalarını yıkmaya, yadsımaya ve “düzeltmeye” özendirmek ya da (kendileri de istiyor diyerek) buna kalkışmak değil, tersine toplumda baskılanan önemli bir azınlığı oluşturan bu bireylerin kendi doğalarına uygun ve aynı zamanda da kendileri ve ilişkide oldukları insanlarla barışık, başarılı ve doyumlu bir yaşam kurmalarına yardımcı olmaktır. Belki böylesi aydınlanmış profesyonel tutumlar ünlü eşcinsel şair K.Kavafis’in şu öngörüsünün gerçekleşmesini biraz daha öne alabilir: “Daha güzel bir toplumda, ileride / Bir başkası tıpkı bana benzeyen / Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce.”


Ankara’nın ilk gay bar’ı Giriş (hafta içi) 100.000.-TL (Cuma Cumartesi) 200.000.-TL Gece 04.00’e kadar açık Adres: Şili Meydanı (Airport’un yanı)

Seni unutamıyorum, Düşüncelerimin her anında, Duygularımın tamamındasın. Tekrar seninle birlikte, Ellerinden tutarak, Göğüslerimizdeki kılların, Bedenlerimizdeki terlerin, Birbirlerine karışmasını, Coşku dolu o anın, Yeniden yaşanmasını, Özlüyorum. Metin GÜNDOĞAN

KiLiM BAR

SENİ ÖZLÜYORUM

Eşcinseller sırf eşcinsel oldukları için bir cafe’den bir bardan kovulmanın ne demek olduğunu çok iyi bilirler. Eşcinsellerin, dönemsel olarak rahat ettikleri barlar olmuştur ama böyle yerlerde her seferinde “bakalım ne zaman kovulacağız” espiri/gerçeği ile diken üstünde oturmuşlardır. Ve her zaman da bu kovulmalar yaşanmıştır. Artık Ankara’da da eşcinselliğinizi gizlemeden eğlenebileceğiniz bir bar var.

Baştarafı sayfa 12’de kendilerini daha aciz hissetmeye yatkındırlar. Heteroseksüel kadınların boşanma ve eşin ölümü sonrasında yaşadıkları parasal sıkıntılar, lezbiyen kadınlar arasında daha az görülür. Çünkü onlar genelde ekonomik bağımsızlıklarını sağlamışlardır. Yalnız kalmayı tercih eden lezbiyenler hakkında da bir iki şey söylemeden, yelnız lezbiyenler hakkındaki bir tartışma bitirilemez. Bu kadınlar, tekil bir ilişki içersinde olmak yerine, serbest olmayı tercih ederler. Çeşitli yakın arkadaşlarından yaşamsal destek sağlarlar belki, ama tek eşli cinsel ve daygusal bir ilişki içersine girmemeyi tercih ederler. Yalnız kalmayı seçmiş lezbiyenler, diğer kadınlarla geleneksel olmayan ilişkiler kurmaya çalışarak, kendilerine kişisel gelişimleri için büyük olanak sağlarlar. 3.Durum: Doktor C., 20 yıllık lezbiyen sevgilisinin ölümünden sonra, psikoterapiye giren 59 yaşında, İngilizce profesörü, beyaz. Diğer lezbiyenlerle ilişki kurma olanağı çok az olan küçük bir üniversite kasabasında yaşıyor. Sevgilisinin ölümü sonrasındaki üzüntülerine ek olarak, bir daha yaşantısını paylaşabileceği başka bir kadın bulma olanaksızlığının umutsuzluğu içine düşmüş. Terapide, C. sevgilisinin ölümüne ilişkin pekçok konuda çaba sarfetti. Üç ayın sonunda C. terapistine yaşlı lezbiyenlerden oluşan bir destek grubu bulma olasılığını sordu. Terapist, yakınlardaki büyük bir şehirde, bu tür bir grup buldu. Bu toplulukta C., sevgilisinin ölümünden sonra uyum sağlamada çektiği zorluklarda kendisine yardımcı olacak pekçok dost edindi.

KAOS GL 14/23


Amblemin anlamsal çözümlemesine geçmeden önce, bu amblemin Türkiye eşcinsellerini değil Kaos GL dergisini temsil ettiğini vurgulamak istiyorum. Derginin bugüne kadar Türkiye içinde pek işlenmemiş, hatta hiç işlenmemiş konuları ele alarak, tartışmaları ve bireysel katılımı destekleyerek bilinçli bir gay/lezbiyen/anti-heteroseksist topluluğu oluşturma konusundaki çabasını ve aydınlatma görevini sade bir biçimde yansıtmaya çalıştım. İlk kez Nazi Almanya'sındaki toplama kamplarında gay'leri ayrıştırmak üzere kullanılmış ve günümüze değin ağırlıkla gay organizasyonları tarafından sembol olarak seçilmiş olan üçgen, amblemde eşcinselliği; siyah fon, ülkemiz insanlarının (ki bunun içine eşcinsellerin de büyük bir bölümü de girmektedir) konu hakkındaki bilinçsizlik ve önyargılarını; üçgenin içinde üçüncü boyuta açılan kapı Kaos GL'nin katkılarını ve yarattığı aydınlanmanın oluşmakta olan topluluk üstündeki etkisini; kapının aralığından görünen, Kaos GL yazısının tonundaki 'V' biçimli parça ise tam bilinçlenmeyi temsil etmektedir. Bitirirken, amblemin bir daha değişmemek üzere tasarlanmadığını ve samimi olarak, olumlu olumsuz tüm eleştirilerinize açık olduğumu belirtmek isterim. Sevgiyle ve kendinizle barışık kalın. EMRE GÜVEN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.