KASIM 1995
YIL 2
SAYI 15
Kapitalizm ve Gay Kimliği Gerçek Çocuk Sahte Çocukluk
AIDS’i Tanı Ölünceye Kadar Yanındayım Muhafazakarlığın Yükselişi ve Lezbiyenler A
R
J A N T İ N Eşcinseller Medya ve Polis Terörü
Yaşamın İçinden Kartpostallar “Genital emperyalizme(de)son. Vücudun her noktası boşalabilir.”
Sürekli okurlarımız hatırlarlar. 3. sayımızda AIDS dosyası hazırlamıştık. Yine eski sayılarımızda belirttiğimiz gibi bazı şeylerin günü, haftası olmuyor. Bu sayımızda AIDS’i tıbbi yönden tanıtan bir derleme sunuyoruz. Ayrıca bir aktarma var. Beş yıl önce çıkan “Sokak” adlı dergiden (Mart 1990/12) Jale Şimşek’in bir röportajını sunuyoruz. Söyleşi ile birlikte Buddy projesi başkanının söylediklerini de ekledik. Aradan beş yıl geçti, ama önemli olan acımaya karşı dayanışmayı yaratabilmek! Kapitalizm ve Gay Kimliği’ni, Cem çevirdi. John D’Emilio, Kuzey Carolina Üniversitesi’nde Tarih Doçenti. Şayet ‘88’den bu yana prefosör olmadıysa! Bu beş sayfalık yazıyı mutlaka okuyun. Aylık bir dergi için 24 sayfanın da yeterli olmadığını farkettik. Güncel ve popüler konulara neredeyse hiç yer veremiyoruz. Yazılar arasından seçim yapmak ve bir çoğunu bir sonraki sayıya ertelemek bazen gerçekten zor oluyor. Örneğin daha önce duyurduğumuz Socarides’in, Gartrell’e eleştirisini bu ay veremiyoruz. Önümüzdeki ay eleştiriyi ve Gartrell’in yanıtını birlikte yayınlayacağız. Bu sayımızda Gay’e Efendisiz çocuklarla ilgili yazdı. Önyargıların, yalanların ve gerçeklerin birbirine karıştığı bir alana giriş denemesi. 3. sayfada okuyabilirsiniz. Pekin Konferansı geride kaldı ama Rebecca Sevilla’nın konuşmasını aktarma gereği duyduk. ILGA çevirilerini Yasemin yaptı. Dünya haberlerini mutlaka okuyun. Uzak diyarların pek de ‘uzak’ olmadığını göreceksiniz. Birol arkadaş, aramıza yeni katıldı. Kaos’u hep birlikte yaratacağız! Bu sayımızda bir lezbiyen kartpostalı var. Önümüzdeki sayı yine bir lezbiyen kartpostalı olacak. Devamını bekliyoruz. Aralık’ın 20’sinde yeni sayımızda buluşmak üzere yazı ve mektuplarınızı bekliyoruz.
BANA NE DEME! EŞCİNSEL HAREKETİN SANA İHTİYACI VAR! 1993 yılında engellenen “Christophes Street Day” Kültür Etkinlikleri ve 1995’te engellenen GL Kültür Etkinliklerinden sonra çalışmalarına ara vermeksizin devam eden LAMBDA İstanbul grubu Türkiye’deki GL hareketine katkıda bulunmak isteyen herkese çağrı yapıyor. Amacımız mevcut GL hareketine etkinlik ve hız kazandırmak. Şu anda Lambda grubunun üzerinde çalıştığı konulardan bazıları şöyle: Özel bir radyoda periyodik olarak yayınlanacak bir radyo projesi, EXPRESS GL sayfasına destek, AIDS Savaşım Derneği ile yürütülen ortak çalışma ve projeler.. vb. Eğer siz de bu çalışmalardan birinde yer almak ya da yeni fikirlerinizi harekete geçirebileceğiniz bir grupta yer almak istiyorsanız sizi de aramızda görmek istiyoruz. Çünkü inanıyoruz ki “come out” olmuş ya da olmamış her bireyin yapabileceği birşeyler mutlaka vardır. Siz de benzer yönde düşünüyorsanız sizi her hafta Pazar günleri saat 18’de Beyoğlu / Toplumsal Araştırmalar Vakfı (Başağa Çeşmesi Sok. 17 / Galatasaray Hamamından sonra soldan birinci sokak) yapılan toplantılara bekliyoruz.Tüm bunlara ek olarak, GL hareketinde çeşitli sebeplerden dolayı direkt olarak katkıda bulunamasanız dahi, faydası olacağına inandığınız her türlü yardım, destek veya iletişim için PK adresimiz (sadece) PK 103 Göztepe/İSTANBUL.
NOT: Modern Yunanca’dan çeviri yapabilen arkadaţlar bizimle iletiţime geçin! KAOS GL’yi bulabileceğiniz noktalar: İSTANBUL:Mephisto (Taksim-İstiklal Caddesi), Mephisto (Kadıköy) Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı), Pandora DENİZLİ: İleri ve Kibele Kitabevleri ANKARA: Dost Kitabevi (Konur Sokak), Arkadaţ Kitabevi (Mithatpaţa Caddesi), Arkadaţ Kitabevi (ODTÜ), ABC Kitabevi, İlhan İlhan Kitabevi, Bilim Sanat Kitabevi
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ KASIM 1995 YIL 2 SAYI 15 İLETİŞİM İÇİN SADECE VE EKSİKSİZ OLARAK LÜTFEN ŞU ADRESİ YAZINIZ:
ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ / ANKARA HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR.
Gerçek Çocuk Sahte Çocukluk gay’e efendisiz
Heteroseksüel toplumun popüler önyargılarından biridir: Özellikle erkek eşcinseller, çocukları ayartırlar ve cinsel istismarda bulunurlar!!! Önyargı dedik, adı üstünde peşin hüküm. Önyargının ortaya çıkışında ve devamında cehaletin payı olmakla birlikte, sözkonusu durum tek başına cahillerden kaynaklanmaz. Önemli olan “önyargı”nın işlevidir. (Önyargıların oluşmasında ve sürüp gitmesinde rol oynayan fenemonler için, KAOS GL’nin 14. sayısındaki, Sinan Düzyürekin yazısına bakılabilir.) Çocukların cinsel istismarı konusunda, eşcinsellerin günah keçisi olarak görülüp lanetlenmesi, herşeyden önce birçok gerçeği gölgeleme işlevi görür. Vicdanlar rahatlatılır ve kolaya kaçılır. Böylece mevcut işleyişi sorgulamak zorunda kalınmaz. Sözkonusu önyargının pekişmesine ve canlılığını korumasına bilim cephesi de katkıda bulunur. Eşcinsellerin özellikle gelişme çağındaki çocuklara kötü örnek oldukları, bilim, (psikoloji, pedagoji ve diğerleri) tarafından iddia edilir ve annebabalar sürekli uyarılır. Toplumsal ve zihinsel (heteroseksüel erkek egemen ideoloji olarak) biçimlendirme ve kalıplara uydurma sürecinde en küçük bir “uyumsuzluk”, yönelim sorunu olarak damgalanır ve müdahale edilir. Başta aile, okul ve medya olmak üzere bir bütün olarak heteroseksüel toplumun kurumlarınca kuşatma altında tutulan çocuk, gerçekten de cinsel istismara ve sömürüye maruz kalmaktadır. Ama ister kabul edilsin, ister edilmesin bu istismar ve sömürü eşcinsellerin işi değildir. Önyargılardan ve ideolojik gölgelemelerden kendimizi kurtarabilirsek şayet gerçeklere gözümüzü açtığımızda tam tersini göreceğiz. Bir eşcinselim ve niyetim eşcinselleri savunmak değil. Yani eşcinselci değilim. Amacım medyadan derlediğim bilgi ve haberler ışığında çocuklarla ilgili bir döküm yapmak. Çocuklarla ilgili olarak cinsel istismar, çalışma, açlık, hastalık, fuhuş konularında nesnel bir yaklaşım karşımıza iki gerçeği çıkarıyor. Heteroseksüel kurumlar ve kapitalizm, çocukların düşmanıdır. Binlerce yalan eşliğinde, ama apaçık bir şekilde çocukları istismar ediyor, sömürüyor ve öldürüyor.
Çocuk-luk: İnsanın ilk hapishanesi İnsan, biyo-psişik bir doğal canlı olarak dünyaya geldiğinde, içinde yaşadığı ortamı tanımaya ve kendini varetmeye yöneliktir. Bu süreç, tarih boyunca farklı şekillerde kendini göstermiştir. Yani, günümüzdeki, çekirdek olarak da adlandırılan modern aile tek seçenek değildir. Antropolojiden öğreniyoruz ki bir zamanlar “baba” bile yoktu. Toplumsal anlamda yoktu çünkü çocuğu doğuran kadındı ve bir ikinci kişinin katkısı bilinmiyordu ve tanınmıyordu. Modern toplumun insanını dehşete düşürebilecek bu durum çok da uzun bir dönemi kapsıyor. Bunu bilmek bize ne kazandırır? Kabul etmek gerekir ki toplumsal hafızaya sahip olmayan ve de düşten yoksun modern toplumun insanı, güncele mahkum olduğu için hiç bir şey kazandırmaz. Düz doğrusal bir gelişme mantığına saplanmış, ilerlemek için ilerleyen bir toplumdan bakıldığında sözkonusu durum tek kelimeyle “ilkellik” olarak adlandırılacaktır. Günümüzde, modern aile olarak ortaya çıkan ve neredeyse bütün toplumlarda görülen aile kurumu, kapitalizmin ürünü olarak gelişti ve onun ihtiyaçları doğrultusunda örgütlendi ve kurumsallaştı. Özel mülkiyetten ayrı düşünmenin mümkün olmadığı çekirdek aile aslında işleyiş ve yapı itibariyle küçük bir devlet olarak görülebilir. Erkek (baba-koca) egemen bir yapıda hiyerarşik olarak örgütlenmiştir. Kesinlikle şeffaf değildir ve her türlü baskı, şiddet, istismar ve sömürüye açıktır. (Burada şunun ya da bunun ailesinden söz etmiyorum. Kurumsallaşmış aile modelinden bahsediyorum.) Heteroseksüel erkek egemen ideolojinin yeniden üretildiği en önemli kurumlardan biridir. Miras aktarımı yoluyla özel mülkiyetin sürekliliğini sağlar. Böyle bir ortamda dünyaya gelen çocuk, özerk olamaz ve aile’nin, daha doğrusu baba’nın malıdır. Çocuk’un bir insan olarak kendini bedensel ve ruhsal var edişine ve geliştirmesine asla izin verilmez. Böyle bir şey düşünülmez bile. “Çocukluk” denilen kategorik bir sürece tabi tutulur ve bu süreci başarıyla tamamlaması beklenir; daha doğrusu zorlanır. Davranışsal ve ideolojik kalıplara sorun çıkarmadan uyuyorsa, artık o başarılı ve iyi bir çocuk’tur! Açıktır ki bu “başarı” çocuğun kendisi için değil ana-baba ve toplum içindir. En küçük bir yön değişimi ya da tutukluk asla cezasız kalmaz. “Çocukluk” insanın maruz kaldığı ilk kuşatmadır. Bu kuşatmanın gölgelenmesi için yalanların ve saçmalıkların ardı arkası kesilmez. Çocuk, teslim olduğu oranda ödüllendirilir. Modern toplumda kırk parçaya bölünmüş insan hayatının ilk hapishanesidir. Bazen çam ormanları içinde, temiz ve havadar bir hapishane olması sonucu değiştirmez. Kurumsallaşmış aileden başka, bu hapishanenin en sağlam duvarlarından biri de okul’dur. Okul, ölçer ve sınava tabi tutar. Asla öğretmez. Artık arkasından
KAOS GL 15/3
gençlik ve yaşlılık gelir. Kişi daha ne oluyor, demeye fırsat bulamadan ya ölür gider ya da bir köşede ölümü bekler. Peki, sürekli bir yarış hali olarak dayatılan bu, hayat denilen süreç başka türlü örgütlenemez mi? Çocuk, rotasını yitirmiş bir gemi midir ki istediği şekilde yol almasına izin verilmez? Doğal olarak bu soruları kendimize soruyorum. Yoksa, çocuğu bir mal olarak görenlerin ve hükmedenlerin bu sorulara ne yanıt vereceği bellidir. Bana göre çok çok abartılan ve binlerce yalanla süslenen “çocukluk”, çocuk’un en başta kurtulması gereken bir durumdur. Çünkü ‘çocukluk’, paylaşım ve dayanışmayı barındırmaz ve çocuk’u aciz ve zavallı bir yaratık olarak tanımlar. Çocuğa, yardımcı olmaz, yol gösterir; önermez, dayatır. Ödül ve ceza ile yola getirir. “Çocukluk”, çocuk’a rağmen bir tanımlamadır, dayatmadır.Kapitalist toplumda, “çocukluk” çocuk için bir işkence, istismar ve sömürü dönemidir. “Önce çocuklar ve kadınlar” kapitalizmin en büyük yalanı olarak günümüze kadar gelmiştir. İnsanın hayatını bölen, parçalayan Kapitalist toplum (modern toplum), “bütün çocuklar” genel yalanıyla, çocukların parçalanmışlığını da gölgeler. Toplumdan yalıtılmış burjuva çocuklarının dışında kalan çoğunluğun üzerine, “önce çocuklar” yalan perdesinin gölgesi bile vurmaz. En geri kalmışından en gelişmişine kadar kapitalist toplumlarda çocuklar alınır satılırlar, hastalıkta ve savaşta önce onlar ölür, çalışmak ve fuhuş yapmak zorunda bırakılırlar. Çocuklara karşı fiili bir savaş olduğunu söylemek aslında hiç de abartı sayılmaz. Heteroseksüel ve otoriter kurumsallaşma, çocuğa, bedensel ve ruhsal yöneliminde asla seçim hakkı tanımadığı gibi bütün bunlardan vazgeçtik kapitalist toplumda çocuk, bir canlı olarak ölüm kalım sorunuyla karşı karşıyadır. Böyle bir
çifte standartı lanetliyoruz ve yaşının ne olduğuna bakılmaksızın, kendi cinselliğini araştırmak ve geliştirmek her bireyin hakkıdır diye düşünüyoruz.) Çocuğun kuşatıldığı en önemli kurumlardan biri olan kurumsallaşmış aileden başlayabiliriz. Sınırlı sayıda pedagog, terapist, psikolog, psikiyatrı saymazsak çoğunluğu antropoloji ve sosyoloji bilmezler. Bilmek de istemezler. Psikanalizinden diğer psikoloji akımlarına neredeyse tamamı çekirdek aileyi veri olarak alırlar. Mutlakçı bir yaklaşımla genelleştirirler ve başka bir seçenek düşünmezler. Çekirdek aile parçalandığında, yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Parçalanmadan vazgeçtik dönüşüme bile açık değildirler. Aile, okul ve bilim cephesi tam bir işbirliği içinde çalışırlar. İţte, bu cenderede çocuk, gerçekten savunmasızdır. Kurumsallaşmış aile’de ilişkiler özgür değildir. Bilerek ve isteyerek seçilen bir paylaşım ve dayanışma görülmez aile kurumunda. İlişkileri, bencillik, sahiplenme, ödül ve ceza biçimlendirir. Böyle bir ortamda çocuk, ortalık malıdır. Baba’nın elinden kurtulsa annenin elinde kalır. Çocuk da kedinin kuyruğunu çekmekle yetinmek zorunda kalır! Kedinin kuyruğu ile yetinmeyen çocuklar ise öldürmeyi bile seçebilirler. Kocaeli’de kurulan ‘Alo Çocuk İmdat’ servisine başvuruların çoğunlukla cinsel taciz ve şiddetten şikayetçi oldukları ortaya çıkıyor. ABD’de ve Almanya”da elde edilen araştırma verilerine göre her dört çocuktan biri cinsel istismara uğramaktadır. Saldırgan çoğu kez erkektir (%90) ve çocuğun iyi tanıdığı biridir. Sıklıkla ailenin bir üyesidir (baba, üvey baba, büyük amca, amca, dayı, erkek kardeş) ya da çocuğun güven beslediği bir kimsedir (papaz, öğretmen, doktor, çocuk bakıcısı). Çocuklara yönelik cinsel istismar bütün sosya-ekonomik sınıflarda
cehennemde sıranın eşcinsellere gelebilmesi için ya katıksız bir eşcinsel düşmanı olmak lazım ya da eşcinseller hakkında hiçbir şey bilmeyen kör bir cahil olmak lazım. (Bu arada kültürel ikiyüzlülüklere girmeyeceğim. 12-14 yaşlarındaki çocukları evlendirebilen bir kültür aynı yaştaki bir çocuğun kendi cinsinden biriyle bir ilişki geliştirmesini ise sapıklık olarak görebiliyor. Ya da İngiltere’deki yaş mücadelesini hatırlayın. Heteroseksüeller için 16 yaş cinsel paylaşım için yasalken, heteroseksist egemenler, eşcinseller için ancak 18’e kadar izin veriyor. Biz bu ikiyüzlülüğü ve
görülmektedir. Saldırgan ‘normal’ olarak tanınan bir kişidir. Çocukların aile içindeki cinsel istismarı ülkemizde de yaygın olmasına rağmen bu konu hala bir tabu niteliği taşımaktadır. (Şahika Yüksel) Türkiye’de çocukların fiziksel istismarı konusunda ise anneler başı çekiyor. Aslında bu durum çok normaldir. Koca’ya eli kalkmayan annenin gücü çocuğa yeter. Kurumsallaşmış aile’yi eleştirmeye yanaşmayanlar, bu konuda cani anneler yaratmada birbirleriyle yarışırlar. Medya hemen ortamı körükler. Aileler çıldırır falan. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre polis tarafından cinsel saldırıya (taciz ve tecavüz)
KAOS GL 15/4
uğrayan kadınlarla birlikte, çocukların da cinsel tacize maruz kaldıklarını görüyoruz. Ayrıca Türkiye zindanlarında 1356 çocuk tutuklu, 764 çocuk hükümlü bulunuyor. Dünyada 30 milyon çocuk, kendi başlaının çaresine bakmak üzere kent caddelerine bırakılıyor. Ayrıca ABD’de evsizlerin %31’ini çocuklu aileler oluşturmaktadır. Brezilya’da sokak çocukları, devletin bilgisi dahilinde sokaklarda öldürülmektedir. Türkiye’de de sokaklarda yaşayan çocuklar bilinen bir gerçekliktir. Bu çocuklar özellikle medya, esnaf ve polis kıskacında yaşama mücadelesi vermektedirler. Medya, her konuda olduğu gibi çocuklar konusunda da tam bir ikiyüzlülüğe sahiptir. Örneğin, bir kız çocuğuna tecavüz eden ve kendini “Elimde çıplak fotoğraflarla dolu gazete vardı. Çocukları da görünce tahrik oldum. Ben de insanım” diye savunan bir kişiye “hayvan” diyen “Posta” adlı paçavra, 10 yaşındaki bir kızdan düzgün vücut hatlarıyla söz edebiliyor. Çocuklar, evlat edinme yoluyla ya da doğrudan satılabiliyor ve satınalınabiliyor. Arjantin’de cunta döneminde sadece büyükler kaybolmadı, kaybolanların çocuklarının -56 bebek- bir doktor tarafından satıldığı ortaya çıktı. Bulgaristan Parlamentosu yabancıların Bulgar çocuklarını evlat edinmelerini yasakladı. Çünkü bugüne kadar yabancılar tarafından evlat edinilen çocukların hayatta ve sağlıklı olduklarına dair tek bir kanıt dahi bulunmadığı belirtiliyor. Bu çocuklar büyük olasılıkla organ nakli için kullanıldı. Kapitalizmin bir sonucu olarak açlıktan, yoksulluktan
ve hastalıktan yine en başta çocuklar etkileniyor. Her gün dünyada açlıktan 40 bin çocuk ölüyor. Dünyada her yıl beş yaşın altında 14 milyon çocuk, ishal, kızamık, tetanoz, boğmaca ve zatürreden ölüyor. Bu durumların sadece Afrika ve benzeri bölgelerde görüldüğü sanılmasın. Kapitalizmin merkezinde, o modern Amerikan toplumunda yaşanılanlar ve çocukların maruz kaldığı durumlar pek de farklı değil. New York’da çocukların %40’ı resmi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Amerika, refah bakımından dünyanın başta gelen ülkelerinden biri olarak bilinir. Buna rağmen Amerika’da her üç çocuktan birinin aç olduğu saptandı. Yaşları 12’nin altında olan çocuklar arasındaki yapılan araştırmaya göre bunların sayısı 4 milyonu buluyor. Ayrıca 9.6 milyon çocuk da açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Bu koşullar yetmiyormuş gibi yeni bir yasayla beslenme yardımı ve çocukların beslenmesine ayrılan fonlarda önemli kısıntılara gidilmesi öngörülüyor. Bugün ABD’de 20 yıl önceye göre çocuk intiharları 3 kat artmış bulunuyor. Kapitalizm ve devlet sadece Amerikalı çocukları değil, tüm dünya çocuklarını öldürüyor. Amerikan devleti, Iraklı çocukları, Irak devleti ise Kürt çocuklarını öldürüyor. 1991 Körfez Savaşı’nın ardından, Amerika öncülüğünde Irak’a uygulanmaya başlanan ambargo, ülkede başta çocuklar olmak üzere 4 milyon kişiyi açlıkla karşı karşıya bıraktı. Bu insanlardan 2.4 milyonu çocuk ve 600 bini hamile ya da yeni anne olmuş kadınlar. Ülkedeki 5 yaşın altındaki toplam çocuk sayısının yüzde 29’u açlık çekiyor. Körfez Savaşı’nın sonucu bunlar ve savaştan en karlı çıkan ülkeler Fransa, İngiltere ve ABD. Bu arada aynı Irak devleti ise Kürt çocuklarını öldürüyor. 15 Mart 1988’de Hiroşima’dan sonraki en büyük kitle katliamına tanık olundu. Irak devleti, Halepçe’de 5 bin kişiyi kimyasal silahlarla imha etti. Körfez Savaşı bir yana, dünyada son on yılda çıkan savaşların öncelikle çocuklar için korkunç sonuçlar doğurduğu belirlendi. Son on yılda çıkan silahlı çatışmalarda yaklaşık 1.5 milyon çocuk öldü. Çatışmalarda 4 milyon çocuk da yaralandı ya da sakat kaldı. Çatışmalarla birlikte 12 milyon çocuk ya evini ya ailesini ya da ikisini birden yitirirken, 10 milyon çocuğun savaşla bağlantılı olarak psikolojik travma çektiği tahmin ediliyor. BM verilerine göre, halen dünyada 60 ülkedeki yaklaşık 100 milyon kara mayını her ay yüzlerce çocuğu öldürüyor ya da sakat bırakıyor. Savaşlar yüzünden halen 5 milyon çocuk, mülteci kamplarında yaşamlarını sürdürüyor. Savaşların yanı sıra şiddet olaylarından en çok çocuklar etkileniyor. ABD’de ateşli silahla öldürülen çocuk sayısı 1992’de 7 bin, polise bildirilen ırza geçme olayı 1993’te 150 bin. UNICEF, yayınladığı bir raporda, dünyada 2 milyonun üstünde çocuğun fuhuş sektöründe çalıştığını belirtiyor. Bilinen sadece Güneydoğu Asya’dır ama rapora göre çocukları fuhuşa iten ülkelerin başında ABD de var ve bu ülkede fuhuşa itilen çocuk sayısı 300 bin olarak belirtiliyor. Hindistan’da 300 bin, Tayland’da 200 bin, Filipinler’de 100 bin, Vietnam’da 40 bin çocuk fuhuş sektöründe çalışıyor. Brezilya’da 500 binden
KAOS GL 15/5
fazla çocuğun sokaklarda yaşadığını belirten UNICEF bu çocukların her an seks objesi olarak kullanılma tehlikesiyle yüzyüze olduğunu kaydediyor. Güneydoğu Asya ülkelerindeki bu seks kölesi çocukların müşterileri ise Avustralyalı, Alman, Amerikan, İngiliz ve İsveçliler. Tayland’daki çocuk fuhuşu turizmi üzerine bir araştırma yapan Leichester Üniversitesinden sosyolog Julia O’Connor’un bulguları ise şöyle: “Müşterilerin çoğu, fiziksel açıdan Avrupa standartlarına göre çok çirkin, yaşlı ya da bunların fiziksel bir özrü var. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar çok yağlı, şişman ve itici tipi bir arada görmemiştim.” Çocuklar sadece fuhuş sektöründe değil, başka alanlarda da çalışmak zorunda kalıyorlar. 1919’da Uluslararsı Çalışma Örgütü (ILO) kuruluyor ve çocukların çalıştırılmalarını yasaklayan ilk uluslararası sözleşme kabul ediliyor. Ülkemizde de 13 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları yasak. Açıktır ki bu yasalar tam ikiyüzlülük örneğidir. Ücretli bir kölelik düzeni olan kapitalizm, önce insanları açlık ve zorunlu çalışma kıskacına alıyor sonra da yine kendi yaptığı yasalarla yasaklar ve düzenlemeler getiriyor. Yani açlıktan ölme özgürlüğü! Bugün küstahça bir ikiyüzlülük örneği sergileyenler pekala bilirler ki kapitalizmin temelinde ve yükselişinde köle gibi çalıştırılan binlerce çocuğun da kanı ve canı vardır. Daha iki yüzyıl bile olmadı! Büyük Britanya’da (İngiltere) 9 yaşından küçük çocukların çalışması 1833’de yasaklanıyor. Günümüzde örneğin Çin’deki kız çocuk kıyımı karşısında “uygar” dünyanın insanları dehşete düşüyorlarmış. Bu insanlar “uygarlığın” temelinde neyin yattığını samimi olarak hatırlarlarsa belki ‘dehşet’lerine inanılabilir. Bugün Alman hükümeti, utanmadan ve ikiyüzlüce, çocuk çalıştırmanın dünya genelinde toplum tarafından reddedilmesi ve dışlanması için çağrıda bulunabiliyor. Çocuklar, hobi olsun diye çalışmıyorlar, aç kalmamak için çalışıyorlar. Bu durumda, onların çalışma zorunluluklarının ortadan kaldırılmasına kim ya da hangi devlet yanaşır? Tam bir ikiyüzlülük ve alçaklık örneği. Dünyada 200 milyon çocuk işçi çalışıyor. Dünya genelinde son 20 yılda, çok zor ve tehlikeli koşullarda çalıştırılan çocuk sayısında artış sözkonusu. Çalışan kesimin %8’ini çocuklar oluşturuyor ve bunlar 6-15 yaş grubundalar. Binlerce çocuk, Türkiye’de de çalışmak zorundadır. Gerçi yasalar, yasaklar ve düzenlemeler bizim ülkemizde de vardır. Fakat gerçek durum kapitalizmin fiili yasalarıdır. Kapitalizmin fiili yasaları, kapitalizmin sözcüleri tarafından hazırlanmış göstermelik ve ikiyüzlü yasalarını dinlemez. Daha ilkokuldayken tatillerde başlar ve ilkokul biter bitmez ya da ilkokul bile bitmeden bütünüyle çalışma hayatına giren çocuklar abartısız tam bir köle olarak çalışırlar. İşyerinde patron, usta ya da kalfanın kölesi, uyumak için gittiği evde anne ve babanın kölesi. Oto boya ve kaporta ile lokanta ve benzeri işlerde çalışan çocuklar kesinlikle 14-15 saat çalışırlar ve çok komik ücretler alırlar. Bu ücrete de büyük olasılıkla anne-baba el koyar. Özelikle usta ve kalfa canı istediğinde çocuğu dövebilir ve her türlü istismarda bulunabilir. Fizik güçten yoksun olması ve işini kaybetme korkusu,
çocuk işçiyi tümüyle savunmasız kılmaktadır. Bu durumda bir tek gerçek vardır: Çocuk işçi ya çalışır ya da siktirolur gider. Çok büyük olasılıkla son günlüğünü/haftalığını/aylığını bile alamadan. Bütün dünyaya egemen olan kapitalizm ve yükselen yeni liberal dalga, büyüklerin bile haklarını elinden alırken, çocukları kim düşünür? Çocuklar için dökülen timsah gözyaşları ve koparılan şaşaalı gürültünün gerisinde yatan tam bir ikiyüzlülük ve alçaklıktır. Dünyanın bütün eşcinselleri bir araya gelseler bile, kapitalizm kadar ve devletler kadar “sapık” olamazlar. Çocukları istismar eden ve onların gelişmesini engelleyerek kötü örnek olan kapitalist dünya düzenidir. Çocukları istismar eden ve onların biyolojik cinsiyetlerinin üstüne, toplumsal cinsiyet denilen laneti yükleyen ve kuţatan toplumdur. Eşcinsellerin, çocuklarla bir alıp veremediği olamaz. Çocuklarına, biz eşcinselleri, uzak durmaları gereken öcü, yaratık ve sapık olarak gösteren bu heteroseksüel toplumdan sorulacak hesabımız var. Bu çatışma er geç yaşanacak. Özgür komünlerde, çocuklar, bizlerle barışacaklardır. Biz de çocuk bakabilir, büyütebilir ve sevebiliriz. Fakat çocuk, neyi seçeceğine kendisi karar verir. Heteroseksüel arkadaşlar! Daha doğrusu heteroseksizmden arınabilmiş heteroseksüeller: Bizler eşcinseller olarak, bilinçli olarak çocuk yapmıyoruz. Bununla birlikte bir çok eşcinsel isteyerek ya da heteroseksizme karşı direnemediği için istemese de çocuk yapıyor ya da ediniyor. Anne babasının ya da birlikte yaşadığı insanların eşcinsel olduğunu bilen çocuklar ille de eşcinsel oluyor ya da bunalıyor gibi saçma bir durum yok. İçselleştirdiğiniz heteroseksizmden dolayı sahte düşmanlar ve gerçek olmayan durumlar yaratmayın. Ortak düşmanımız size de hayatı cehennem eden, doğanın ve insanlığın üstüne çöreklenmiş olan kapitalizmdir. “Yaşı ne olursa olsun, her birey, kendi cinselliğini araştırmak ve geliştirmek hakkına sahip olmalı.”
KAOS GL 15/6
YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR.. 21 yaşında, lezbiyen, öğrenci 74'de, Karadeniz'de doğdum. İyi ki de orada doğmuşum. Yaşantımın ilk 5 yılı o kadar güzeldi ki, anlatamam. Bahçeli bir evimiz vardı ve evin bulunduğu sokaktan araba geçmediği için sürekli dışarıdaydım. En net hatırladığım şey, sokaktaki herkesi tanıdığım, herkesle sohbet ettiğimdir. Yoksa 'herkesin benimle konuştuğu' mu demem lâzım, ne de olsa küçük olan bendim. Yaşıtlarımdan çok büyüklerle birlikteydim. Hele annemin bir arkadaşı vardı. O benim herşeyimdi. İsmini telâffuz edemediğim için, ona 'Nene' derdim. Birisinin 20 yaşında nene olması mahalleli için çok eğlenceli bir şeydi. Hâlâ sokağımızdan birini görsem bundan bahseder. Nenemi 5 yaşımdan geçen yıla kadar çok az gördüm, ama her zaman benim için en önemli kiţiydi. Hatırladığım ikinci şey ise, nenemin beni tabure üstüne çıkarıp, slogan ezberletmesiydi. Hatta bir gün evin önünde taburede oturuyormuşum. Yaklaşmakta olan polisi görünce, taburenin üstüne çıkmış, slogan atmışım. Sabah olur olmaz hemen evden dışarı fırlardım ama akşamları geri dönmek ölüm gibiydi. Beni nenemin eteklerinden koparıp eve götürmeye çalışan annemi gören biri 'Üvey annesi mi?' diye sormuş. Aslında annemi severdim ama dedim ya nenemi herkesten çok severdim. Koskocaman, upuzun, kabarık saçları vardı ve ben hep onların arasındaydım. Herkesin saçı saç gibiyken, onunki eşya gibiydi, saçlarının kişiliği vardı. Onlarla oynardım, oynardım. O beş yıl çok güzeldi, büyürken hep özlemle andım. Hatta , büyüdükçe insanın anılarını unutmaya başladığını farkettiğimde çok korkmuş, unutmamak için sürekli her şeyi tekrar eder olmuştum, bunun faydası olduğunu belirtmeliyim. Oradan bir apartman dairesine taşındık ve benim için yaşam bütünüyle değişti. İlkokula başlamıştım, ama küçük yaşta başladığım için herkes bana çocukmuşum gibi davranıyordu, bunun tutarsız tarafı onların da çocuk olmalarıydı tabii ki ama ben bunun farkında değildim ve liseyi bitirene kadar ben hep çocuk oldum. Ne kadar yıpratıcı bir hayat değil mi? Sürekli biryerlerden başka biryerlere taşındığımız için, okul hayatı boyunca beni en çok bocalatan şey, dünyadaki en önemli arkadaşlarımı hep kaybediyor olmam, gittiğimiz yerde başka iyi arkadaşlar bulmam ve bunun sürüp devam etmesiydi. Evde ise, sanki bir film izliyordum. Annem, babam ve kardeşim yaşıyorlardı, ben onları seyrediyordum. Bunun en büyük sebebi, hayal dünyasında yaşamam idi. Çünkü etraftakileri unutuyor,
uzun bir süre kendimle yaşıyordum. Hayata geri döndüğümde ise pek çok şeyi değişmiş buluyordum. Meselâ, benden küçük olmasına rağmen, bir gün bir de ne göreyim, kardeşim masada çay dolduruyor. Bunu ne zaman öğrendi, ben neden çay dolduramıyorum? Anneme ne zaman 'Canım sıkılıyor' desem , 'Yat uyu.' derdi. Yatmazdım tabi ama can sıkıntım da bir türlü geçmezdi. Canımın bu kadar sıkılmasının sebebi ise sokağa çıkamıyor olmamdı, çünkü her yerde araba vardı. Yalnız bir ara etrafında oynanacak yeri olan bir apartmana taşındık. Oradaki yaşantım daha öncekilerden başkaydı. Sınıf arkadaşlarımın her zaman 73'lü olmalarına rağmen, mahalle arkadaşlarım 74'lüydü , dolayısıyla ben onlardan bir sınıf üstdeydim. Bu nedenle mi bilmiyorum ama onların yanında çocuk değil, tam tersine onların büyükleri, onları yöneten kişiydim. Yâni oldukça komik ve anlamsız bir sebepten dolayı yaşantımdaki tek akranım kendimdim, hiçbir yere ait değildim, 74'lülerden büyük 73'lülerden de küçüktüm. Liseyi yatılı okudum. Okulda 200 küsür kişiydik. Genelde baskıcı okul yönetimine karşı tek vücut olmamıza rağmen, ara sıra atıldığımız bu kazan içerisinde anlaşmazlıklar çıkıyor ve hayatımı kendime göre şekillendirme çabalarım çocukluk olarak algılandığı için yalnız kalıyordum. Ama o okulda herkesin bir şekilde yalnız kaldığı dönemler oluyordu. Yalnız olduğum dönemlerden birinde, benim gibi dışlanmış iki kişiyle çok iyi bir arkadaşlığımız olmuştu. O zaman farketmiştim ki, insanlar her zaman kendilerine dışlayacak birilerini seçip saçmalıyorlar, aslında beni kabul edip etmemelerinin hiçbir anlamı yok. Neyse, üniversiteye geldim. Burası lisenin dar ortamından oldukça farklıydı. İnsanın kendini şekillendirmesi için her tür olanak vardı. Hiçbir yere ait olmamak sorun değildi, çünkü kendin olmaya çalışırken bu gerekli değil aksine bir köstekti. Eşcinselliğimi farketmemdeki en büyük yardımcım da herhalde bütün yargılardan bağımsız olmaya çalışarak hissettiklerimi ve insanları anlamaya çalışmamdı, tabii bu o kadar kolay olmadı. Anlatmayı pek beceremeyeceğimi düşünüyorum ama elimden geleni yapacağım. Zaman belirleme ihtiyacımdan dolayı yaşadıklarımı yaş yaş anlatacağım. Zaten yaşın hayatımda ne büyük karışıklıklara neden olduğunu gördünüz. 17 yaşında, bir kız arkadaşıma tarif edemediğim bir ilgi duyduğumu farkettim. Daha önce bir erkek arkadaşım olmuştu, ona karşı olan cinsel ilgisizliğimden dolayı aramızda lezbiyen olmam olasılığına dair bir konuşma geçmişti ama ilk
KAOS GL 15/7
başta kafamın karışmasına rağmen, daha sonra gülüp geçmiştim. Her neyse kız arkadaşıma dönelim. Ona olan ilgimin içine cinselliğin damla damla sızdığını hissetiğimde, aklıma hayatta eşcinsellik diye bir şey olduğu ve geçen seneki muhabbet geldi. Ama kendime inanamıyordum, sadece biryerlerde okuduğum ve hakkında hiçbir şey bilmediğim eşcinselliğin benimle ne ilgisi olabilirdi ki. O etrafta varolan ama trafik kazası veya kanser gibi benim başıma asla gelemeyecek birşeydi. Davranışlarımla bu arkadaşımı rahatsız ettiğimi farkettiğim an ondan uzaklaştım. Sonra bir kadın olarak yapmam gereken şeyi (!) yaptım. Kendime bir erkek arkadaş buldum. Uzun süre ailem ve başka sorunlarla uğraştığım için kafam eşcinsellik düşüncelerinden, hislerinden iyice uzaklaşmıştı, zaten kendimi buna zorluyordum. Erkek arkadaşımla aramızda çok güzel bir lişki vardı (hâlâ da öyle). Kendimizi, birbirimizi, yaşamı anlamak için oldukça çaba sarfediyor, hayattaki varoluşumuzu anlayıp, kavrayıp, kabul etmeye çalışıyorduk. Neyse 19 yaşındayken bir kızla tanıştım. Tanrım, dünyam altüst, onsuz edemiyorum, kendimi anlayamıyorum... Onunla herşeyden konuşuyorduk, doğal olarak eşcinsellikten de konu açıldı, ben kendimde öyle şeyler hissetiğimi söyledim, o eşcinsel insanlar tanıdığını, normal karşıladığını ama asla kendini bir kızla birlikte düşünemediğini söyledi ve bu çerçevede sohbetler. Elbette bütün bunlardan sonra ona açılamadım, onu kaybedeceğimden çok korkuyordum. Ama hissettiklerim öyle kuvvetli, ilişkimiz öyle güzeldi ki, onun neden bana karşı böyle şeyler hissetmediğini anlayamıyordum. Onun açısından rahatsız edici bazı şeyler yapıyordum. Kendimde gördüğüm şeylerin onda da olduğunu ona ispatlamaya çalışmak gibi.Küçük bir örnek vereyim: Şu salak fotoğraflar vardır ya, güzel bir erkek ve bir kadın, birbirlerine sarılmış, muhtemelen arkada motorsiklet. İşte onlardan biri üzerinde konuşuyorduk. Ona, fotoğrafın hangi kısmının ilgisini çektiğini sordum, tabii erkekle ilgili şimdi hatırlayamadığım bir şey söyledi. Oysa ben ümitle kendiminkine benzer bir yanıt bekliyordum. Neyse birden o günlerden bahsetmek çok zor geldi. Geçelim. Ya da şu noktayı da ekleyeyim. Farklı şehirlerdeydik ara sıra onu görmeye gidiyordum ama dilimin ucunda olup da saklamaya çalıştığım şeyler ve açılamamanın bende yarattığı ona fazla ilgi gösterme,
onunla ilgili herşeyi kabul etme derken aramızdaki ilişki benim sağlıksız bulduğum bir noktaya sürüklendi, şu an ilişkimizin konumu meçhul, uzun süredir görüşmüyoruz. Ona aşıkken,eşcinsel olduğumu kesinlikle kabul ettim. Çok kolay olmadı. Ama yine de çok zor oldu denemez. Çünkü hissettiklerim karşı konulmaz güçteydiler. En yoğun olarak yaşadığım şey, 'Oğlum Erkekleri Seviyor'un yazarının yaptığı gibi geçmişte ipuçları aramak oldu. Kendimce bir sürü şey buldum da. Örneğin, şu salak fotoğraflarda çocukluğumdan beri aynı şeylere baktığımı farkettim. İlginçtir, bu kendime olan güvenimi yerine getirdi, çocukluğumu benden bağımsız biriymişcesine sevdiğim için, sevdiğim birinin benimle aynı şeyleri yaşamış olması insana destek oluyordu. Çocukluğumu daha çok sevmeye başladım. Şimdi de kendimi kabullendikten sonra yaşantımda olanlar döneyim. Tabii ki ilk paylaştığım, neler olduğu konusunda konuştuğum iki insan (aşık olduğum insan hariç), erkek arkadaşım ve en yakın kız arkadaşım. İlk başlarda soru işaretleriyle doluydu kafaları, yanıldığımı, bir kızla cinsellik yaşamadan hemen karar vermemem gerektiğini düşünüyorlardı, ama beni hiç yalnız bırakmadılar. Yaşadıklarımı yazmaya çalışırken içim yine güzelliklerle doldu. Hemcinslerime, benzerlerime aşık olmak o kadar güzelki, aşktan bahsederken ister istemez çoşkulanıyorum. Kalbim pır pır uçarken, size bu tarihsel sıralamayı anlatmak çok zor geldi, sıkıldım. Oysa aşk üzerine yazsam satırlar uçarcasına ilerlerdi. İyisi mi, kısa keseyim, şimdiki yaşantımdan bahsederek kartpostalımı bitireyim. Herşeyden artık iyice eminim, arkadaşlarıma da eşcinsel olduğumu söylüyorum, hiçbir şekilde gizlemiyorum. Hissettiklerimden, aşık olmaktan- ve tabii ki çocukluğumdan- gurur duyuyorum. Sanırım çevremdeki insanlar açısından çok şanslıyım, aralarında eşcinsel yok (en azından yazıya başlayana kadar öyleydi, daha yollayamadan başka eşcinsellerle de tanıştım), ama bu korkunç bir şey değil, ama tabii biraz korkunç. Aile konusuna gelince, onlara söylememin hiçbir anlamı yok, zaten onları ara sıra ziyaret etmemden başka bir ilişkim yok. Artık aşık olduğum zaman gizlemiyorum, hemen açılıyorum, o an o kadar güzel ki anlatamam (içim yine çoşkuyla doldu). Aklıma gelmişken, neden sadece gay'ler yolluyorlar kartpostallarını; lezbiyenler, biseksüeller, travestiler, transseksüeller, ve bilemediklerim neredesiniz?
abone ol! abone bul 6 ay 500.000.- (posta ücreti dahil. 1 yıl 1.000.000.- (posta ücreti dahil) abone ücretini Türkiye İş Bankası Ankara Meşrutiyet Şubesi Ali ÖZBAŞ no’lu 0544328 hesaba yatırıp dekont/fotokopisi ile abonelik istediğiniz belirtir notunuzu ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci/ANKARA adresine yollayınız.
KAOS GL 15/8
AIDS’İ TANI İnsanlık tarihi kadar eski olan, hastalık etmenleri; insanın varolmasıyla birlikte insanla iç içe yaşamaya başlamış, kimi zaman bu birlikte yaşam zararlı hale dönüşerek “endojen enfeksiyonları” oluşturmuş; kimi zaman da dış kaynaklı hastalık etmenlerinin vücuda girmesiyle de “eksojen enfeksiyonlar” meydana gelmiştir. Bunun toplumlar düzeyinde etkin olmasıyla da “epidemiler” oluşmuştur. 14. yy.da tarihe “kara ölüm” olarak geçen “veba” tarihin en acı ve en büyük salgınıdır. Bu salgında Avrupa nüfusunun 1/3’ü (25 milyon) çaresizlik içinde ölmüştür. Ne yazıkki insanlık bu facianın ardından altı yüzyıl sonra yeni bir çaresizlik ve çıkmazla karşı karşıyadır ki bu AIDS’dir. Genellikle yaşlı İtalyan erkeklerinde, Yahudilerde ve Afrikalılarda görülen bir kanser türü vardır ki bu “koposisarkom”dur. Uzun yıllardan beri bilinen bu kanser, çoğunlukla dolaşım sisteminde ortaya çıkan bir tümörün, daha sonra deri ve diğer organlara bulaşarak buralarda kanser odakları oluşturması ile kendini gösterir. 1970’li yıllarda ilk kez alışılmışın dışında bir durumla karşılaşıldı.Koposisarkom ilk kez orta tabakadan genç insanlarda, hem de büyük oranda görülüyordu. Bu hastalığın koposisarkomdan farklı yeni bir hastalık olabileceği kuşkusu ile hastalık üzerinde duruldu ve AIDS’in belirtileri ilk kez o zaman saptandı. İşin ilginç tarafı, sağlıklı insanlarda hiç de önemli olmayan faktörler, bu hastalarda enfeksiyona neden oluyor ve ölüme yol açıyordu. Yapılan laboratuvar çalışmalarında bu hastalarda vücut savunma sisteminin en etkili silahı olan T4 hücrelerinin toplu ölümlerle yok olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine hastalığa “Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Hastalığı” anlamına gelen “The Acquirend İmmuno Deficiney Sendrom” yani kısaca AIDS adı verildi. AIDS’e neden olan HTLV-III virüsü (Human T Lenfosit Virüsü) veya yeni adıyla HIV (Human İmmuna Virüs) insanlarda, Lösemiye (Kan Kanserine) yol açan HTLV-I ve HTLV-II ile akraba olan bir retrovirüstür. Her üç virüs de aynı biçimde yayılmakta, aynı biçimde çoğalmakta ancak HTLV-I ve II hücrede aşırı çoğalmaya neden olurken HTLV-III yani AIDS virüsü hücre yıkımına neden olmaktadır. HTLV-III bir retrovirüs olduğundan, çoğalması için yeterli genetik bilgiye sahip değildir. Bu nedenle başka bir hücreye gereksinim duymaktadır. Virüs yapısı itibariyle incelendiğinde, küresel bir bünye üzerinde bir kısmı hücre zarına gömülü (glikoprotein-gp41) bir kısmı ise yüzeyde (gp-120) glikoproteinik bünyedeki yapıyla çevrilmiş, Lipoit (yağ) bir zar, bu zar içerisinde iki farklı koruyucu sistemden oluşan proteinik zar, (ki bunlardan
dıştaki P18, içteki ise P24 adını alır) ve en içte RNA ve reverstranskriptozenzimini içeren bir yapı gösterir. Virüs, yapısındaki bu tutaçlar (gp-120) ile T-4 lenfositleri üzerinde bulunan “T4 veya CD4” moleküllerine anahtar-kilit gibi uyar. Bunun sonucunda AIDS virüsü T4 lenfositlerine yapışır, ve eriyen lenfosit hücre zarından virüs tam içeriğini hücre içine boşaltır. Virüsün yapısındaki RNA,
reverstranskriptoz enziminin yardımıyla, kendini oluşturan DNA’yı oluşturur, bu DNA herhangi bir kromozomun yapısına girer, buna “Provirüs” denir. Provirüs uygun zaman bulduğunda aktifleşir. Aktifleşme sırasında ribozomlarda tercüme edilen DNA’daki bilgi neticesinde virüs proteinleri sentezlenerek yeni virüslerin oluşması sağlanır. Bu çoğalma o kadar çok olur ki, konak hücre zarı delik deşik hal alır, patlar ve yeni virüsler hücre dışına çıkar. Aynı zamanda bu gelişme T4 hücrelerinin ölümüne neden olur. T4 hücreleri her çeşit enfeksiyona karşı çok özel koruyucu işleme sahip olduğundan, hücrelerin toplu halde ölümü, vücut bağışıklık sistemini felce uğratarak AIDS sendromunu oluşturur. Virüs alındıktan 3-6 hafta sonra grip’i andırır bir hastalık oluşur. Ateş, eklem ve kas ağrıları, deri döküntüleri ve ishal görülür. Bu durum 2-3 hafta sürer. 8-12 hafta sonra AIDS kan testi pozitif olur ve kuluçka dönemi başlar. Kuluçka dönemi 2-5 yıldır. Bulaşmada temel rolü, AIDS virüsü ile yüklü lenfositler almaktadır. Bu ise T4 lenfosit içeren kan ve ürogenital salgılar ile olmaktadır. Bu nedenle virüs’ün bulaşmasında en etkin yollar; 1-Hasta biriyle cinsel temas, 2-Enfekte kan transfüzyonu, 3-Açık yaranın etmenle teması, 4-Uyuşturucu bağımlılığı ve ortak enjektör kullanımı olarak sıralanabilir. Bunun dışında
KAOS GL 15/9
vücut sıvılarını oluşturan plazma, salya, gözyaşı, idrar gibi kısımlarda lenfosit olmadığından bu kısımların bulaşmada aracı olmaları sözkonusu değildir. Bu nedenle el sıkma, sosyal öpüşme, ağlama, öksürme veya aksırma; yüzme havuzları, hamamlar, lokantalar ve buralarda çalışanlar AIDS’li olsa bile virüsün bulaşması mümkün değildir. Yine AIDS, çarşaf, havlu, bardak, fincan, çatal, bıçak, kaşık, tabak, tuvaletler, kapı tokmakları, telefonlar, büro malzemeleri ve ev eşyaları ile bulaşmaz. Hastalığın teşhisi için şüpheli şahıstan kan alınarak “ELISA” testi ile anti-AIDS antikorlar aranır. Elisa testi pozitif ise test tekrarlanır. Tekrar pozitif çıkarsa; 1Western blot, 2-RIP -(Radyo İmmuno Presipitasyon), 3-IFA-(Inderect Membran Immunofluorosansi), 4-PCR (Polimerase Chainreaction), testlerinden biriyle doğrulanır. Günümüzde bilindiği gibi AIDS’in kesin tedavisi yoktur. Buna karşılık hastalığın seyrini yavaşlatan ve bağışıklık sistemini stimüle eden ilaçlarla semptomatik tedavi yapılmaya çalışılmakta, ne yazıkki bu çaba sonuçsuz kalmaktadır. AIDS tedavisinde kullanılan ilaçlar iki grup altında toplanabilir: 1-Virüse direkt etki edenler: Bu gruptaki ilaçlar virüsün “RNA reverstranskriptoz” enzimini inhibe etmek ve virüsün çoğalmasını yavaşlatmak suretiyle etki ederler. Bu ilaçlar; Zidovudin (AZT=Azidotimidin®), Forcannet, Dietoksisitidin, Ansamisin, Ribavirin, HPA23 2-Bağışıklık sistemini stimüle edenler: Bu gruptaki ilaçlar da AIDS sonucu oluşan sekonder enfeksiyonlara karşı direnci arttırmak için kullanılırlar. Bu gruptaki ilaçlar; İL-2 (İnterteukin-2; T hücrelerinin çoğalmasını hızlandırır), ve İnterferondur. Ayrıca bağışıklık sistemini güçlendirmek için, uygun lenfosit nakli ve tek yumurta ikizlerinde kemik iliği transplantasyonu da denenmektedir.
AIDS’in cinsel yolla bulaşımına en etkili çözüm, mutlak sevrisex kurallarına uymaktır. Tüm ilişkilerde mutlak prezervatif kullanılması alışkanlık haline getirilmeli, oral sexde spermlerin ağızda kalmamasına özellikle dikkat edilmelidir. Kan ile bulaşımda kullanılacak kanın, AIDS testine tabi tutulduktan sonra kullanıma sunulması; kan ile sürekli temasta bulunan ebe, laborant, cerrah, biyokimyacıların HIV geçirmeyecek kalınlıkta plastik eldiven kullanmaları; ellerinde yanık, kesik, iltihap gibi doku zedelenmesi olduğunda etkenle temas etmemeleri ve tek kullanımlık enjektörlerin kullanılması sıralanabilir. Son yıllarda bitkisel maddelerde HIV’e karşı savaşım gündemdedir. Bunlar: 1-Avustralyanın kuzeydoğusunda tropikal iklimde yetişen bir süs ağacı olan “Castanospermum australe”den 1981 yılında izole edilen Castanospermin. Tohumları kestaneye benzeyen bu bitkiyi yerli halk gıda olarak kullanmaktadır. 2-Moraceue familyasının morus türlerinden elde edilen Moralin (Deoksinojimiysin). Tropikal ve Suptropikal bölgelerde yetişir. 1960’da sentezlenen etken madde, 1976’da morus türünden izole edilmiştir. 3-Avustralya ve Yeni Zellanda da yayılış gösteren çalımsı, bezelyemsi meyvaları olan, “Swainson galegefolia”dan 1979 yılında izole edilen Swainsonin. Bitki 1 m. kadar boya erişmekte, kırmızı çiçekler taşımakta ve süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. HIV virüsünün Askeri kökenli olduğu iddialarının yanında, Doğu Afrika kökenli olduğu iddiaları da vardır. Verilen rakamlara göre Batı ülkelerinde %1-5, orta ve batı Afrika’da %4-6, doğu Afrika’da ise %18-23 oranında, kanında HIV taşıyan insan olduğu iddia edilmektedir. 1991 yılı rakamlarına göre dünyadaki belirlenen AIDS’li sayısı 1,5 milyondur. Bunun dışında 2,5 milyon taşıyıcı vardır. 2000 yılında bu rakamın 20-30 milyon arasında olması beklenmektedir.
KAOS GL 15/10
“MERHABA ARKADAŞ” Hollanda’da AIDS hastalarının son günlerini en iyi biçimde ve kimseye muhtaç olmadan geçirmelerini amaçlayan BUDDY (Arkadaş) projesi, AIDS hastaları için gerçekleştirilen en başarılı proje. 24 saat kendisine yardıma hazır bir yol arkadaşına sahip olan hastalar, bakımından, moral desteğe kadar her türlü istemlerini BUDDY, yani yoldaşları ile paylaşabiliyorlar. Yıllardır, Hollanda’da yaşayan eşcinsellerin psiko-sosyal sorunlarına çözüm getirmek için çalışmalarını sürdüren Schorer Stichting adlı kurum Hollanda’da ilk olarak Amsterdam şehrinde Buddy projesini başlattı. Projenin başkanı Herman Kaal; “Şu an Hollanda’da toplam 900 seropositif bulunmakta. Bu sayının günden güne artmasını bekliyoruz. Zaten bireyciliğin ağır bastığı toplumumuzda bu hastalığa yakalananların çevre ve aileleri tarafından dışlandığına daha sık tanık olmaya başlamıştık. Ayrıca, öleceğini öğrenen bir kişinin, ki bu oldukça yeni ve bizi hazırlıksız yakalayan bir hastalık, yardıma ihtiyacı olacağını düşünerek projeyi başlattık.” Hataneler AIDS hastaları için yeni, özel bölümler açıyor, belediyeler hastaların komün halinde yaşayacakları olanaklar sağlıyor, yine de yardım kurumları bu yeni grup karşısına ne yapacağını bilemiyordu. Schorer Stichting bu açıdan da bir çözüm getirmişti. Projenin başkanı Herman Kaal; “Hastalar, eğer bu projeden haberdar iseler, kendileri telefon açıp bizden Buddy isteyebilirler. Fakat bu güne kadar genellikle hastane ve sosyal yardım kurumlarının aracılığı ile oldu başvurular” diyor. AIDS hastalığının eşcinselliğe maledilmesine karşı olan Schorer Stichting, AIDS tehlikesinin diğer kurumlar ve özellikle de devlet tarafından ele alınması gerektiğini vurguluyor. Bu arada hastalığın eşcnsel çevrelerde yoğunlaşmış olduğu gerçeğinden de kaçılmaması görüşünde. Sadece eşcinsellere yönelik bir kurum olmalarına rağmen, Schorer Stichting ayrıca uyuşturucu kullananlar için de bir Buddy projesi hazırlamış. Şu an 87 Buddy yetiştirmiş olan eşcinseller projesi aynı zamanda kadınlara da açık olduğu halde, bu güne kadar hiç kadın hastası olmamış. Buddy olmak isteyenler arasında ise bol miktarda kadın bulunmakta. Projeye başvuru yapıldığında tek kriter, hastanın eşcinsel olması. Herman Kaal, bu konuda da şunları söylüyor: “Bize baţvuran kiţiden, bir Buddy’den ne beklediğini yazmasını istiyoruz. Hasta bir liste yazıp bize gönderiyor. Sonra iki Buddy ile arasında bir konuşma yapılıyor. Bu konuşmadan sonra, hasta iki Buddy arasından birisini seçiyor. İkinci bir konuşmadan sonra, iki taraf da memnun kalmışsa aralarında anlaşmalar yapmaya başlıyorlar. Buddy hastanın tam anlamıyla yol arkadaşı oluyor. Hastanın ihtiyacı varsa evde temizlik yapıyor, birlikte alış verişe çıkıyorlar, ya da hasta, Buddy ile sadece konuşmak, hayatının bir bilançosunu çıkartmak istiyor. Bundan dolayı Buddy’nin tam anlamda ne yaptığı tamamen hastaya bağlı.” Amsterdam’da başlatılan bu proje önümüzdeki yıl 18 şehirde daha başlatılacak. Buddy olmak isteyenler konusunda söz yine Herman Kaal’de. “Prensip olarak herkes başvurabilir. Şu an projeye katılan herkesin kendi işi var. Biz kendilerine maaş veremiyoruz. Sadece dört hafta boyunca sıkı bir eğitimden geçirmek zorundayız. Ne zaman öleceği belli olmayan, zaman zaman bir Buddy’den olmadık şeyler isteyebilecek insanlar ile çalışmak, onların yoldaşı olmak hiç de kolay bir şey değil. Bu yüzden hem sinirlerinin sağlam olması, hem de sabırlı olması şart.
BİR BUDDY ANLATIYOR
“ÖLÜNCEYE KADAR YANINDAYIM” Arthur Akkermans epey eski bir Buddy. Bugüne kadar 8 hastaya yoldaşlık yapmış, beşinin ölümünde yanlarında bulunmuş. Neden Buddy olmak istediniz? Kendim eşcinsel olduğum için, ilk tepkim dayanışma duygularından oldu. Eşcinsel erkekler olarak birlikte paylaştığımız bir sevgi, cinsellik ve kendine özgü bir ilişki kurma mekanizmamız vardı. Bütün bunları paylaşıyorduk ve kötü günümüzde de acılarımızı paylaşabilmeliydik. İlk hastanızda nelerle karşılaştınız? Hemen her sorunu çözeceğim diye kolları sıvamıştım. Sıkı bir eğitimden yeni çıkmıştım. AIDS hastalığına tutulmuş bir insanın ölünceye kadar yanında olacaktım. Adamın üzerine öyle bir gitmişim ki... adamcağız kendi derdine düşmüş, üzerine kendini
bir şey sanan tip geliyor. Al sana, Florance Nightingale, gördün mü gününü demiştim kendime. Tabii hemen ev işlerine giriştim ve kendimi frenledim. Hastanın benden ne tür bir yardım beklediğini kendisi belirtmeliydi, bunun için de bana güvenmesi şarttı. Oldukça zor kurulan bir güven herhalde, çünkü hasta sonuçta öleceğini biliyor. Elbette zor kuruluyor bu güven, fakat elden gelen dikkat ve özen gösterildiği zaman kendiliğinden oluşabiliyor. Önemli olan her zaman hastanın ne istediğinden yola çıkmak. Hasta acılarını, korku ve beklentilerini seninle ne zaman paylaşacağını kendi belirlemeli. Bu da güven ortamı olduğu zaman gerçekleşiyor. Bi kere güvendiği zaman da bütün kapılar açılıyor, hem sen nasıl bir insanla karşı karşıya olduğunu anlıyorsun, hem de birlikte ilerliyorsunuz. Bazen alış veriş yaparken, bazen yüzerken hasta o
KAOS GL 15/11
güne kadar anlatmadığı şeyleri anlatmaya başlıyor. Gerçekten destek gördüğü zaman yapıyor bunu, “benim istemlerime cevap veriliyor” diyor, rahatlıyor. Size aykırı gelen istemler olursa? İstemler kime aykırı olursa olsun, bana bunları çekinmeden anlatabileceği bir ortamı yaratmak zorundayım. İntihar etmek isteyen bir hastam vardı. Herkes intihar etmemesi gerektiğini söylüyordu. Bana açıldığı zaman bu istemin kendi seçimi olduğunu, işini kolaylaştırmayacağımı, fakat engellemeyi de düşünmediğimi söyledim. Yapılan seçimi gerektiği yerde bıraktım, yani çocukta. Sonuçta intihar etti. Benim görevim onu dinlemek, istediği ilgiyi göstermekti. AIDS hastalığına yakalanan kişiler üzerinde nedense bir tabu var. Basında hastalar en az konuşan grup, hatta televizyonda konuşan hasta sayısı bir ikiyi geçmiyor. Böylece dış dünyanın bilgisi oldukça kısıtlı olmış oluyor. AIDS olduğunu öğrenen hasta ilk önce bir sarsıntı sonra da bir şok geçiriyor. Hastalığını kabul etmesi ise oldukça uzun sürüyor. Bunları atlattıktan sonra, suçluluk duyguları kendini göstermeye başlıyor. Daha sonra kendini toparlayan hastalar, zaten kısa bir ömrüm kaldı en iyisini yapmaya çalışacağım diye paçaları sıvıyorlar. Hastalıkları hakkında bilgi vermek istedikleri insanı seçiyorlar. Tabii ki o kadar basit değil dışa açılmak. Peki neler hissediyor bu insanlar? Kuvvetli olan duygu, “bu haksız bir şey” oluyor. AIDS hastalığının ne olduğunu, nasıl engelleneceğini bilmediğim bir zamanda beni yakaladı, hak etmedim, diyor çoğu. Bir de, neden daha dikkatli olmadım suçlaması. Toplum zaten eşcinsel ilişkileri yargılayan bir toplum, özellikle kurulan ilişkilerin çokluğu her zaman tepkileri üzerine çekmiş: Acaba hata bende mi, diyen çok. Cinsellik artık ölümle birlikte anılmaya başlandı. Cinsellik denildiği zaman akla sıcaklık, sevgi, birlikte geçirilen hoş dakikalar gelirdi. Bütün bunlara, konuyla hiç alakası olmayan ölüm eklendi. Bu suçluluk duygusunu delebiliyor musunuz? Çok zaman alıyor ve bu zaman elimizde yok. Fakat zaman ilerledikçe, hastaların çoğu bu suçluluk duygusunun onlara bir şey kazandırmadığını anlıyor ve duygu azalıyor. Yine de gazetede negatif bir şey okudukları zaman bu duygular kabarıyor, kendi kendilerini yiyorlar. Ya cinsel iliţki, halen kurulabiliyor mu? Çok dikkatliler bu konuda. Bir başkasına korkusu çok yüksek. Oysa bulaştırabilirim bulaştırmadan cinsel ilişki kurabilmenin bir çok yöntemi var. Tabii, artık çekici bir seks partneri olmadıklarını unutmamak lazım. Genellikle hastalıkları konusunda açık sözlü olmalarına rağmen, hiç bir şey söylemeden önüne gelenle yatanlar da var. Ben yine de, herhangi bir bulaştırma söz konusu olduğu an, sadece bu insanların sorumlu olduğuna katılmıyorum. Cinsel ilişki kurulduğu zaman, bu iki kişinin sorumluluğudur.
Konuyu biraz da size getirelim. Hasta olduğunu öğrenen bir kişi, 24 saat yanında olmanızı isteyecektir. Biraz ağır değil mi bu? İlk başlarda öyle oluyor zaten. Olur olmadık saatlerde telefon çalıyor, özellikle gece saatleri en zor geçen saatler. Karanlık çöktüğü zaman insanlar korkuları ile yapayalnız kalıyorlar. Ölen ilk hastanızda neler hissetmiştiniz? Karmaşık duygular içindeydim. 29 yaşında, kalbi çok kuvvetli olan bir çocuktu. Psikolojik olarak bitmişti, zamanla vücudu tamamen çürüdü. Artık ölmek istiyordu fakat bir türlü ölmüyordu. Öldüğü zaman hepimiz rahat bir nefes aldık, bu acılardan kurtuldu diye. Diğer taraftan, çocuk çok çekmiţ bir insandı. Eğitim düzeyi oldukça düşüktü, pek arkadaşı yoktu, yani hayattan nasibini alamamaıştı. Neden bu kadar az vakti kaldı diye üzülmüştüm. Bu üzüntünün, Batı insanının kendinden kötü durumda olan kişilere duyduğu acıma hissinden kaynaklandığını düşünebilir miyiz? Genel açıdan baktığımızda haklısınız. Ben yine de kendimi katmıyorum bu görüşe. Hatta proje içinde geçerli olan bir düşünce var, acıma hissinden değil, dayanışma hissinden olmalı her şey. Eminim bekliyordunuz bu soruyu; üç sene içinde değiştiniz mi? Artık AIDS hastalığından korkmuyorum. Kendi yaşantım üzerinde düşünmeye, hayatımı nasıl daha kaliteli bir düzeye getirebileceğimi araştırmaya başladım. Küçük, göze fazla görünmeyen şeylerden zevk almaya başladım. Günlük hayatın çarkına takılıp, gerçekten nasıl yaşadığımızın hesaplaşmasını yapmadığımızın farkına vardım. Şimdi biraz daha özenliyim bu konuda. Üç sene içinde karşılaştığınız ilginç olaylar oldu mu? AIDS hastalığına yakalanmış, Hollandalı olmayan bir hastam vardı. Eşcinsel olduğunu ailesinden delik delik saklamış. Hasta olduğunu öğrenince ilk tepkisi, aman bizimkiler duymasın, olmuş. Sonradan ben devreye girdim ve ailesi ile görüşmesinde ısrar ettim. Ailesi ilk önce çocuğun eşcinsel olduğuna inanmadı, sonra da red ettiler. Çocuk çok üzüldü, fakat biraz zaman geçince geldiler ve yanından ayrılmadılar. Çocuk mutlu öldü, ailesi de ondan ayrılma fırsatına kavuşmuş oldu. Bir de bana ilk dönemlerde ihtiyacı olan bir çocuğun durumu beni çok sevindirmişti. Kendini toparlamış ve güç toplamıştı. Hatta aşık olmuş ve yeni bir ilişkiye başlıyordu. Tabii sevgilisine AIDS olduğunu söylemiş ve ona rağmen onun da kendisine aşık olduğunu öğrenince dünyalar onun olmuştu. Vücudu gittikçe çöküyordu fakat morali tamamen yerindeydi. Bir de geçenlerde çok hoşuma giden bir olay duydum. Benim eski hastalarımdan ikisi video almak için dükkana gitmişler. Aletin 5 sene yerine 1 sene garantili olduğunu duyunca ortalığı birbirine katmışlar. Gerçi 5 sene yaşayacakları hayal, fakat yine de ruhsal durumlarının bu kadar sağlıklı olması sevindirici.
KAOS GL 15/12
Bu metin, “Making History” adlı kitaptan ‘Capitalism and Gay Identity’ 1979’daki bir konferans metninin gözden geçirilip değiştirilmiş halidir.
John D’Emilio Gayler ve lezbiyenler için, 1970’ler önemli baţarıların yıllarıydı. Eşcinsel özgürlüğü, ulusun cinsel manzarasını değiştirdi. Yüzbinlerce erkek ve kadın eşcinsel açığa çıktı ve aynı cinsiyetten insanlarla erotizmi açık bir biçimde olumladı. Eyaletlerin yarısında sodomi kanunlarının iptalini, lezbiyen ve gaylerin federal işlerden dışlanmasında kısmi önlemeyi, bir kaç düzine şehirde sivil hakların korunmasını, Demokratik Parti platformunda eşcinsel haklarının da dahil edilmesini ve eşcinselliğin psikyatrinin akıl hastalıkları listesinden silinmesini sağladık. Gay altkültürü yayıldı ve büyük şehirlerde gittikçe artan bir biçimde gözle görünür hale geldi. Lezbiyen feministler, geleceği özgürleştirici bir vizyon oluşturmayı hedefleyen türden alternatif bir altkültür ve alternatif kurumlar oluşturmakta öncülük ettiler. Buna rağmen 1980’lerde aktif sağ kanadın yükselmesiyle beraber gayler ve lezbiyenler geleceğe sakınarak bakmaktadır. Başarılarımız hem yüzeysel hem de kırılgan görülmektedir, geçen birkaç yılın görece özgürlüğüne sürekli diyebilmek için henüz çok erken. Lezbiyen ve gay topluluklarında bir çeşit kıyamet hissi giderek artmaktadır; “cinsel sapık”ların sağın özel hedefi olduğu McCarthy Amerikası ve gaylerin toplama kamplarında biraraya getirildiği Nazi Almanyasına yapılan benzetmeler artan bir biçimde su yüzüne çıkmaktadır. Her yerde eğer kazanımlarımızı korumak ve ilerlemek istiyorsak yeni stratejileri belirlememiz gerektiğine dair duygular artmaktadır. Ben yeni ve daha kesin bir gay tarihi kuramının bu politik girişimin bir parçası olması gerektiğine inanıyorum. Eşcinsel özgürlük hareketi 1960’ların sonunda başladığında, gay ve lezbiyenlerin amaç ve stratejilerini belirleyecek bir tarihleri yoktu. Sonraki yıllarda, tarihimiz hakkında bilgimiz olmadan bir hareketi oluştururken aslında bir mitoloji icat ettik. Bu mitik tarih zaman içinde geriye doğru okuduğumuz kişisel deneyime dayanıyordu. Örneğin 1960’larda birçok lezbiyen ve gay, eşcinsel arzularını yalnızlık içinde diğerlerinden haberi olmaksızın ve ne
Çeviren: Cem
hissettiklerini anlamak ve adlandırmak için gerekli kaynaklardan yoksun olarak keşfetti. Bu deneyimde bizler, geçmişte ve günümüzde sessizlik, göze görünmezlik ve yalnızlık gibi gay yaşamına ait bir mit oluşturduk. Dahası, birçok baskıcı kanunlarla politikalarla, kültürel inanışlarla karşılaştığımız için, bu miti sonu gelmez bir geçmiş haline çeviriyoruz: Eşcinsel özgürlüğüne dek, lezbiyen ve gayler her zaman sistematik, aynı korkunç baskının kurbanı olmuşlardı. Bu mitler politik bakış açımızı sınırlamıştır. Örneğin “açığa çıkma” stratejisine aşırı bir güven göstermiş (Amerika’da eğer her gay ve lezbiyen açığa çıksaydı, eşcinsel baskısı sona erecekti) ve heteroseksizmin ve homofobinin üretildiği kurumsal yolların görmezden gelinmesine yol açmıştır. Bazı zamanlarsa, özellikle şu an olduğu gibi, umutsuzluğu güçlendirmiştir. Değişmez ve yaygın görülen gay baskısını nasıl çözebiliriz? Gay hareketinde evrensel bir biçimde kabul gören bir başka tarihsel mit daha vardır, sonsuza dek eşcinsel miti. Bu mit şöyledir: Gayler ve lezbiyenler her zaman var olmuşlardır ve her zaman var olacaklardır. Heryerdeyizdir; sadece şimdi değil, ama tarih boyunca, bütün dönemlerde ve bütün toplumlarda. Bu mitin eşcinsel özgürlüğünün ilk yıllarında politik bir işlev olarak olumlu etkisi oldu. 1970’lerin başında bizleri doğanın kurbanları ya da psikopat insanlar olarak tanımlayan ya da varlığımızı reddeden bir ideolojiye karşı “her yerde” olduğumuzu ileri sürmek güç arttırıcıydı. Ancak son yıllarda bu görüş, bizleri en homofobik tıbbi kuramlar kadar sınırlamış ve hareketimizi olduğu yere hapsetmiţtir. Ben burada bu mite karşı çıkmak istiyorum. Gay ve lezbiyenlerin her zaman varolmadıklarını ileri sürmek istiyorum. Tersine gay ve lezbiyenler tarihin bir ürünüdürler ve spesifik bir tarihsel dönemde varolmuşlardır. Ortaya çıkışlarının kapitalizmin ilişkileriyle bağlantısı vardır;-özellikle de serbest iş sisteminin tarihsel gelişimiyle- bu 20.yy.da çok sayıda
KAOS GL 15/13
erkek ve kadının kendini eşcinsel olarak adlandırmasını, kendilerine benzeyen kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluğun parçası olarak görmesini ve bu kimlik üzerine politik olarak organize olmalarını sağlamıştır. Son olarak, bu tarih açısından alınacak dersleri ileri sürmek istiyorum. Kapitalizmin serbest iş sistemi ve eşcinsellik arasındaki ilişkiler nelerdir? Önce kapitalizmin bazı özelliklerini gözden geçirelim. Kapitalizmde işçiler iki açıdan serbesttir. İş arama serbestliğimiz vardır. Çalışma yeteneğine sahibizdir ve işgücümüzü satın almak isteyenlere bunu satma serbestliğimiz vardır. Ayrıca işgücümüz dışında hiçbir ţeye sahip değilizdir. Çoğumuz gereksindiğimiz şeyleri üreten toprağa ya da araçlara sahip değildir, ama tersine hayatta kalmak için çalışmak zorundadır... Öyleyse pozitif anlamda işgücünü satma serbestliğimiz varsa, negatif anlamda da diğer alternatiflerden (uzak olarak) serbestizdir. Bu diyalektik -bir parça özerklikle sömürü arasındaki karşılıklı etkileşim- kapitalizmi yaşayanların tarihine dair bilgi verir. Kapital-daha çok para kazanmak için kullanılan para- bu serbest iş sistemi genişledikçe çoğalır. Kapital bir çok yönden gelişir. Genelde aynı yerde büyür, küçük firmaları büyütür, ama yeni üretim alanlarını ele geçirerek de genişler; fırıncılık ya da dokumacılık gibi. En sonunda kapital coğrafi olarak genişler. Amerika’da başlangıç olarak Güney’de dominant sistem kölecilikken ve kapitalist olmayan yerli topluluklar kıtanın batı yakasındayken, kapitalizm Kuzeydoğu’da kök salmıştı. 19.yy. boyunca kapital Atlantik’ten Pasifik’e sıçradı ve 20. yy.da Amerikan kapitali dünyanın hemen hemen her yanını ele geçirmişti. Kapitalin genişlemesi ve ücretli işin yayılması, çekirdek aile, aile yaşamı ideolojisi ve heteroseksüel ilişkilerin anlamının yapısı ve işlevlerinde derin bir değişiklik meydana getirmiştir. İşte ailedeki bu değişiklikler, kollektif bir eşcinsel yaşamının ortaya çıkmasıyla doğrudan ilintilidir. 17.yy. New England’ındaki beyaz kolonistler, ev ekonomisine dayalı, kendine yeten, bağımsız ve ataerkil birimlerinden oluşan köyler kurdular. Erkekler, kadınlar ve çocuklar evin erkeğince sahiplenilen topraklarda ekip biçtiler. Erkekler ve kadınlar arasında işbölümü olmasına rağmen, aile gerçekten de birbirine bağımlı bir üretim birimiydi. Bir üyenin hayatta kalması bütün üyelerin dayanışmasına bağlıydı. Ev, kadınların ham tarla ürünlerini günlük tüketim için işledikleri, giysi, çorba, mum yaptıkları; erkek, kadın, çocukların tükettikleri şeyleri üretmek için topluca çalıştıkları bir iş yeriydi. 19.yy.a doğru bu evde üretim sistemi çöküşe geçti. Kuzeydoğu’da tüccar kapitalistler hammaddelerin satılmasından elde ettikleri parayı yatırımlara koydukça ücretli iş daha da yaygınlaştı. Erkekler ve kadınlar sömürge döneminin kendine yeterli ev ekonomisinden kapitalist sistemin “serbest iş”ine çekildiler. 19.yy.daki kadınlar için ücret karşılığı
çalışmak evlilik ötesinde nadiren sürüyordu; erkekler içinse sürekli bir durum haline geldi. Aile bağımsız bir üretim birimi değildi artık. Ama artık bağımsız olmasa da aile hala karşılıklı olarak birbirine bağımlıydı. Kapitalizm daha uzaklara yayılmadığı için, tüketim maddelerinin üretimini ele geçirmediği ya da toplumsallaştırmadığı için, kadınlar hala evde gerekli üretimci işlere katılıyorlardı. Bir çok aile artık tahıl üretmiyordu, ama kadınlar hala hamurların içine kocalarının maaşıyla aldıkları unu katıyorlardı ya da iplik veya kumaş aldıklarında bile hala aileleri için giysi dikiyorlardı. 19.yy.ın ortalarına değin kapitalizm bir çok ailenin ekonomik olarak kendine yeterliliğini yok etmiş ama (aile) üyelerinin karşılıklı dayanışmasını yok edememişti. Aileye dayalı ev ekonomisinden kapitalist serbest iş ekonomisine geçiş, ikiyüz seneyi aşkın bir sürede yavaş yavaş meydana geldi. 1920’lerde Amerikan nüfusunun %50’si 2500’den az nüfuslu topluluklarda yaşıyordu. 20.yy.ın başlarında siyahların çoğunluğu serbest iş ekonomisinin dışında, aileye dayalı ürün toplamacılıkla ve kiracılıkla yaşıyorlardı. Bir yaşam tarzı olarak bağımsız çiftçilik, milyonlarca Amerikalı için hala var olmakla kalmadı, kasaba ve küçük şehirlerde de kadınlar ekin ekip biçmeye, dokumaya ve başka biçimlerde de evde üretime devam ettiler. Bu değişikliklerin darbesini hisseden insanlar için aile, ürün değil de duygusal tatmin ve mutluluk sağlayan, duyguya dayalı bir birim olarak yeni bir önem kazandı. 1920’lerde beyaz orta sınıfta aileye dair ideoloji, aileyi erkeklerin ve kadınların tatmin edici, karşılıklı olarak değer kazanan ilişkiler kurduğu ve çocukların büyütüldüğü bir çevre yaratan bir araç olarak tanımladı. Aile, iş ve üretimin aleni dünyasından kopmuş, kesin bir şekilde ayırdedilen bir “kişisel yaşam” ortamı haline gelmiţti. Heteroseksüel ilişkilerin anlamı da değişti. Sömürge dönemi New England’ında doğum oranı kadın başına 7 çocuktu. Erkekler ve kadınlar çocukların çalışmasına ihtiyaç duyuyorlardı. Çocuk yapmak, hayatta kalmak için tahıl üretmek kadar gerekliydi. Seks üremeye indirgendi. Püritenler heteroseksüelliği değil, evliliği kutsadılar; evlilik bağı dışındaki tüm cinsel ifadeler yasaklandı ve zinayla sodomi arasında kesin bir ayırım yapılmadı. 1970’lerdeyse doğum oranı 2’nin altına düşmüştü. II. Dünya Savaşı sonrası “baby boom”u dışında bu düşüş kapitalist üretim ilişkilerine paralel olarak iki asırdır sürmekteydi. Bu, gebeliği önleyici araçların kullanımı ve kürtajın sistematik olarak azaldığı zamanlarda bile sürüyordu. Düşüş, nüfusun bütün kesimlerini kapsadı -kırsal ve kentte yaşayan aileler, siyahlar ve beyazlar, etnikler ve WASP’lar (beyaz, Anglo-Saxon, Protestan), orta sınıf ve işçi sınıfı. Ücretli iş yayıldıkça ve üretim toplumsallaştıkça, cinselliği üremek için zorunlu olmaktan çıkarmak olanaklı hale geldi. İdeolojik olarak, heteroseksüel ifade samimiyet kurma, mutluluğu artırma ve zevk tatma aracı haline geldi. Evi
KAOS GL 15/14
ekonomik bağımsızlığından ayırdıkça ve cinselliği üremeden ayrı tuttukça, kapitalizm bazı erkek ve kadınların kendi cinsiyetinden insanlara duydukları erotik-duygusal hisleri etrafında kişisel bir yaşam kurmalarına izin veren koşulları yaratmış oldu. Lezbiyen ve gaylerin şehir toplulukları kurmasında ve daha sonraları da cinsel kimliğe dayalı bir politika oluşturulmasını olanaklı kıldı. New England sömürgesi mahkeme kayıtlarından ve kilise törenlerinden gelen kayıtlar, erkek ve kadın eşcinsel davranışının 17.yy’da da varolduğuna işaret etmektedir. Ancak eşcinsel davranış, eşcinsel kimlikten farklıdır. Basit bir şekilde sömürge üretim sisteminde kadın ve erkeklere gay olmalarına izin verecek “sosyal alan” yoktu. Hayatta kalma, çekirdek ailede katılımcılık çevresinde yapılandırılmıştı. Belli başlı eşcinsel davranışlar vardı -erkekler arasında sodomi, kadınlar arasında “şehvete düşkünlük”- ama aile öylesine yayılmıştı ki sömürge toplumunda bir ifade etmek için eşcinsel ya da lezbiyen kategorisi bile yoktu. Bazı erkek ve kadınların karşı cinsten çok kendi cinsiyetinden insanlara daha güçlü bir arzu hissetmiş olmaları olasıdır -aslında bazı sömürge mahkeme duruşmaları “doğal olmayan” arzularını sürdüren erkeklerden sözeder- ama insan o seçimden bir yaşam tarzı oluşturamazdı. Massachusetts kolonisinin bekar insanların aile birimleri dışında yaşamalarını yasaklayan kanunları bile vardı. 19.yy’ın ikinci yarısında bu durum, kapitalizmin serbest iş sistemi kök saldıkça, gözle görünür biçimde değişiyordu. İnsanlar yaşamlarını birbirine bağımlı aile birimlerinin parçaları olmaktan çok, ücretli işten kazanmaya başlayarak yaşayınca, eşcinsel arzunun kişisel bir kimlikle -heteroseksüel aile dışında kalma yeteneğine ve kendi cinsiyetinden insanlara duyulan arzuyla kişisel bir yaşam kurmaya dayalı bir kimliklebirleşmesi mümkün oldu. Yüzyılın sonunda kendi cinsiyetinden insanlara olan erotik ilgilerini kabullenen, bunu kendilerini çoğunluktan ayıran bir özellik olarak gören ve kendilerine benzeyen diğer insanları arayan bir erkek ve kadın sınıfı vardı. Bu dönemde gay ve lezbiyenler birbiriyle buluşmak ve grup yaşamı oluşturmak için yollar oluşturmaya başladı. 20.yy. başlarında büyük şehirlerin erkek eşcinsel barları vardı. Gay’ler New York’ta Riverside Drive ve Washington’da LaFayette gibi ünlü çark alanlarında geziniyorlardı. St.Louis ve başkentte yıllık “drag” baloları çok sayıda gay’i biraraya getiriyordu. Hamamlar ve YMCA’lar eşcinsellerin toplanma yeri haline geldi. Lezbiyenler edebi topluluklar ve özel sosyal kulüpler kurdu. İşçi sınıfından kadınlar iyi para kazanmak için erkekler gibi davranıp diğer kadınlarla beraber yaşadılar -dünyaya karı-koca gibi görünen lezbiyen çiftler kurdular. Kadınların kurduğu üniversitelerde, fakültelerde, yardım yurtlarında, profesyonel derneklerde ve kulüplerde lezbiyen arkadaşlar tarafından desteklenen, yaşam boyu süren samimi ilişkilere rastlanabilirdi. 1920’lerde ve 1930’larda New York ve Chicago gibi büyük şehirlerin lezbiyen barları vardı. Bu yaşam tarzları gelişebiliyordu, çünkü kapitalizm
bireylere ailenin sınırları dışında hayatta kalma izni veriyordu. Aynı zamanda eşcinsel davranışa dair ideolojik tanımlar da değişti. Doktorlar (eşcinselliği) kişinin doğasının bir parçası, doğuştan gelen bir şey, bir durum olarak tanımlayan kuramlar geliştirdiler. Bu kuramlar bilimsel bir sarsıntıyla, önceden keşfedilmemiş bilgi alanlarına dair açıklamalar sağlamadı; daha çok bunlar, insanın kişisel yaşamını yeni bir biçimde düzenlemesine duyulan ideolojik bir tepkiydi. Tıbbi modelin popülerleşmesi sırayla eşcinsel arzular yaşayan erkek ve kadınların bilincini etkiledi ve böylece (bu insanlar) kendilerini erotik yaşamlarıyla tanımlamaya başladılar. Gay kimliğinin bu yeni biçimleri ve grup yaşamının örnekleri ayrıca kapitalist toplumlarda oldukça yaygın olan, insanların cinsiyet, ırk ve sınıfa göre farklılaşmasını da yansıttı. Örneğin beyazlar arasında gay erkekler geleneksel olarak lezbiyenlerden daha çok göze görünür olmuşlardır. Bu, kısmen, sosyal erkek alanıyla sosyal kadın alanı arasındaki ayrımdan kaynaklanır. Caddeler, parklar ve barlar, özellikle geceleri erkek alanıydı. Beyaz erkeklerin daha fazla göze görünür olması ayrıca çok sayıda olmalarını da yansıtıyordu. 1940 ve 1950’lerdeki Kinsey çalışmaları, baskın bir şekilde eşcinsel geçmişe sahip olarak kadınlardan daha fazla erkek bulmuştu ki bu bence kapitalizmin erkekleri kadınlardan daha çok, yüksek ücret karşılığı işgücüne çekmiş olmasıyla açıklanabilen bir durumdu. Erkekler karşı cinse duyulan ilgiden bağımsız olarak kişisel bir yaşamı daha kolayca kurabilirken kadınlar ekonomik açıdan daha fazla erkeklere bağımlı kalıyordu. Kinsey, lezbiyen aktiflik ve eğitim arasında da güçlü, pozitif bir bağlantı bulmuştur. Üniversite eğitimi almış beyaz kadınlar, işçi kardeşlerinden çok daha yeterli bir biçimde, erkeklerle ilişki kurmadan daha kolay hayatta kalıyorlardı. 20.yy. başlarında işçi sınıfı göçmenleri arasında yakın akrabalık ilişkileri ve aile dayanışması etiği, gay olmayı zor bir seçenek haline getirerek bireylerin özerkliğine sınırlar koydu. Tersine, tam olarak kesin olmayan sebeplerle, kentte yaşayan siyah toplumlar eşcinselliğe daha hoşgörülü yaklaştılar. 1920 ve 1930’larda lezbiyen ve gay temalı şarkıların -B.D.Woman, Prove It On Me, Fairey Blues, Sissy Man- popülerliği, beyazların tersine, eşcinsel ifadede bir açıklık olduğu fikrini akla getirmektedir. 1940’larda Batı’nın kırsal kesimlerindeki erkekler arasında, Kinsey önemli oranda eşcinsel davranış örneği bulmuştur, ama büyük şehirlerdekine oranla gay bilinci azdır. Böylece kapitalizm, insanları yavaş yavaş ücretli işçi haline getirip, onları geleneksel toplumlardan ayırırken homojenize eden bir etki göstermişse de, farklı gruplardan insanlar farklı biçimlerde etkilenmişlerdir. Bazı erkek ve kadınların kendi cinsiyetinden insanları erotik-duygusal olarak seçme kararları, bu seçimin onları farklı kıldığına dair yeni bir bilinçle beraber, gay ve lezbiyenlerin şehirlerde bir altkültür kurmalarını sağlamıştır. Ancak en azından 1930’larda
KAOS GL 15/15
bu altkültür bulması zor, değişken ve eksik bir biçimde kalmıştır. Peki o zaman gay özgürlüğü hareketi patladığında da varolan bu kompleks ve gelişmiş gay toplumu nasıl ortaya çıktı? Bunun yanıtı, on yıllar boyunca süren değişimlerin biraraya gelerek nitelikçe yeni bir biçim oluşturduğu II. Dünya Savaşının (sebep olduğu) kopmalarda bulunabilir. Savaş, cinsiyet ilişkilerinin ve cinselliğin geleneksel yollarını sert bir biçimde yarıda kesti ve geçici olarak eşcinsel ifadeye vesile olan yeni bir erotik durum yarattı. Cinsel kimlikleri yeni yeni oluşan genç kadın ve erkekleri evlerinden, kasaba ve küçük şehirlerden, ailenin heteroseksüel çevresinden koparıp, onları cinsiyetlerinin birbirinden ayrı tutulduğu yerlere bıraktı: Ordu, donanma, iş arayan işçi kadınların kaldığı yalnızca kadınlara açık evler... Savaş, milyonlarca erkek ve kadını heteroseksüelliğin normal olarak empoze edildiği yerlerden kurtardı. Zaten eşcinsel olan erkek ve kadınlar için kendileri gibi olan insanlarla tanışma fırsatı sağladı. Diğerleri de cinselliği keşfetmek için savaşın sağladığı geçici özgürlükle eşcinsel oldular. 1940’ların eşcinsel erkek ve kadınları öncüydüler. Onların arzularına göre davranma kararları, gay’lerin ve lezbiyenlerin kentlerdeki altkültürlerinin temellerini oluşturdu. 1950’ler ve 1960’lar boyunca gay altkültürü büyüyüp dengeli bir hale geldi ve insanlar geçmiştekine oranla diğer gay ve lezbiyenleri daha kolayca bulabilir oldu. Gazete ve dergiler eşcinsel erkeklerin yaşamlarını anlatan yazılar yayımladılar. Lezbiyen temaları işleyen yüzlerce roman basıldı. Psikanalistler erkek eşcinsel hastalarının cinsel partner bulmalarındaki yeni rahatlıktan şikayetçi oldular. Ve gay altkültürü yalnızca büyük şehirlerde bulunmuyordu. Lezbiyen ve gay barları Worcester, Massachusetts, Buffalo -New York; Columbia- Güney Carolina; Des Moines, Iowa gibi yerlerde de vardı. 1950’ler ve 60’larda eşcinsel yaşamı ülke çapında bir fenomen haline geldi. 1969’da New York’taki Stonewall Ayaklanması’na dek -gay özgürlüğü hareketini başlatan olay- durumumuz hiç de sessizlik, göze görünmezlik ve yalnızlıkla ilgili değildi. Lezbiyen ve gay toplulukları varolduğu için neredeyse bir gecede kitlesel ve halktan bir özgürlük hareketi oluşabildi. Gay toplumu kitlesel bir hareket için bir önkoşul olsa da hareketi oluşturan asıl güç, gay ve lezbiyenlere yapılan baskıydı. Altkültür genişleyip II. Dünya Savaşı sonrası dönemde daha gözle görünür bir hal aldıkça, devlet baskısı daha sistematik ve kapsamlı hale gelerek yoğunlaştı. McCarthy dönemi boyunca Sağ, “cinsel sapıkları” günah keçisi durumuna koydu. Eisenhower, eşcinsel kadın ve erkeklerin federal hükümette yer almalarını tamamıyla yasakladı. Kentlerdeki polis takımları evleri bastı, gay ve lezbiyen barlarını bastı, gayler halka açık yerlerde tuzağa düşürüldü ve halk cadı avları yapmaya tahrik edildi. Gay olmanın tehlikesi, gay olma olanakları arttıkça çoğaldı. Gay özgürlüğü bu çelişkiye gösterilen bir tepkiydi.
Gayler ve lezbiyenler 1970’lerde önemli başarılar kazanmış ve varolmak için güvenli sosyal alanlar açmışlarsa da, heteroseksizme ve homofobiye öldürücü bir darbe vurduğumuzu söyleyemeyiz. Gay baskısının uygulamasının ancak yer değiştirdiği, devlet alanından çıkıp artan biçimde açık fiziksel saldırılar formunda, kanun dışında kalan şiddet bölgesine geçtiği söylenebilir. Ve bizim hareketimiz geliştikçe onlar da kazanımlarımızı silip süpürmekle tehdit eden bir tepki oluşturdular. Önemli bir şekilde bu yeni sağ muhalefeti aileyi savunan bir hareket biçimini almıştır. Nasıl olur da gay kimliğinin ve kentlerde gay topluluklarının oluşmasına olanak tanıyan kapitalizm eşcinsel erkekleri ve lezbiyenleri kabul edemez görünmektedir? Heteroseksizm ve homofobi neden saldırıya karşı böyle dayanıklı görünmektedir? Sanırım yanıtlar kapitalizmle aile arasındaki çelişkili ilişkide bulunabilir. Önceden de belirttiğim gibi kapitalizm bir yandan aile üyeleri arasındaki bağları oluşturan ekonomik işlevleri alarak, çekirdek ailenin maddi temelini yavaş yavaş bozdu. Daha fazla erişkin insan serbest iş sisteminin içine çekildikçe ve kapital hayatta kalmamız için gerekli malları ve yararları üretecek denli genişledikçe, erkekleri ve kadınları aileler içinde toplayan ve orada tutan güçler zayıfladı. Diğer yandan, kapitalist toplum ideolojisi aileyi aşk, sevgi ve duygusal korunak kaynağı, tutarlı ve samimi insan ilişkileri ihtiyacımızın doyurulduğu bir yer olarak kutsamıştır. Çekirdek ailenin kişisel yaşam alanında bu üstünlüğe ulaşması rastlantı değildir. Her toplum çocuk yetiştirmek ve üremek için yapılara gereksinir, ama olanaklar çekirdek aileyle sınırlı değildir. Mahremleştirilmiş aile, kapitalist üretim ilişkilerine iyi uymaktadır. Kapitalizm, toplumsallaştırılmış işin ürünlerinin özel mülk sahiplerine ait olmasını sağlayarak üretimi toplumsallaştırmıştır. Bir çok açıdan çocuk yetiştirmek, gelişen bir biçimde, ana-babalara ait işlevleri üstlenerek işverenler, medya ve okullarla iki asırdan daha fazla bir süredir toplumsallaştırılmıştır. Ancak kapitalist toplum, üremenin ve çocuk yetiştirmenin mahrem bir konu olmasını sağlar, çocukların, sahip olma haklarını uygulayan anababalara “ait olmasını” sağlar. İdeolojik olarak kapitalizm insanları heteroseksüel ailelere sürükler: Reşit hale gelmiş her kuşak, kişisel ve samimi ilişkilerinde heteroseksüel modeli içselleştirmiş durumdadır. Temel olarak kapitalizm bir zamanlar aileleri bir arada tutan bağları zayıflatır, böylece aile üyeleri mutluluk ve duygusal güven bekledikleri yerde giderek artan bir dengesizlik yaşarlar. Böylece kapitalizm maddi temeli aile yaşamından uzağa iterken, lezbiyenler, gayler ve heteroseksüel feministler düzenin toplumsal dengesizliğinden ötürü günah keçisi haline gelmişlerdir. Eğer ikna edici olmuşsa bu çözümlemenin günümüze dair bazı işaretleri vardır. Bu, kimliğimizi algılamamızı, politik hedeflerimizi oluşturmamızı ve strateji hakkındaki kararlarımızı etkileyebilir.
KAOS GL 15/16
Lezbiyen ve gay kimliğinin ve toplumlarının tarihsel olarak yaratıldıklarını, kuşaklar boyu süren kapitalist gelişim sürecinin bir sonucu olduğunu öne sürdüm. Bu iddianın bir sonucu da bizlerin nüfusunun bütün zamanlar için belli bir oranını oluşturan sabit bir toplumsal azınlık olmadığımızdır. 100 yıl öncesine göre daha çok kişiyiz, 40 yıl öncesine daha çok kişiyiz. Ve gelecekte de daha çok gay ve lezbiyen olabilir. Gay ve gay olmayanlarca öne sürülen, cinsel yönelimin erken yaşta belirlendiği, çok sayıda gözle görünür gay ve lezbiyenin gençlerin cinsel kimlikleri üzerinde bir etkisi olmayacağı iddiası yanlıştır. Kapitalizm, eţcinsel arzunun bazı bireylerin yaşamında kendini merkezi bir parça olarak ifade etmesinin maddi koşullarını yaratmış durumdadır; şimdi politik hareketlerimiz bu seçimi yapan insanlar için kolaylık sağlamak amacıyla ideolojik koşulları yaratarak, bilinçliliği geliţtirmelidir. Elbette bu tartışma politik hasımlarımızın en kötü korkularını ve saldırgan retoriklerini geçerli kılmaktadır. Ama bizim yanıtımız eşcinsel ilişkilerin kötü ve zavallı bir ikinci seçim olduğuna dair inanca meydan okumak olmalı. Toplumun bize hoşgörü göstermesine gerek olmadığını çünkü yalnızca eşcinsellerin eşcinsel haline geldiğini söyleyerek oportünist savunmalara kaçmamalıyız. Bir azınlık grubu analizi ve sivil haklar stratejisi zaten gay olanları ilgilendirmemektedir. Bugünün gençlerini -yarının gaylerini ve lezbiyenlerini- bozması bir yaşam boyu sürecek heteroseksist yaşam modelleri içselleştirmeye bırakmaktadır. Ayrıca kapitalizmin cinselliğin üremeden ayrılmasını sağladığını belirttim. İnsanın cinsel arzusu artık üretimci zorunluluklara ve üremeye indirgenmeye zorunlu değildir; bunun ifade edilmesi seçme bölgesine girmiştir. Lezbiyenler ve gayler, açıkça eşcinsel ilişkilerimiz üreyici bir çerçevenin dışında kaldığı için, bu ruhun potansiyelini oluştururlar. Erotik seçimlerimizin kabullenilmesi, sonuçta, toplumun cinsel ifadeyi hangi dereceye kadar olumlu ve yaşamı güzelleştiren bir oyun biçimi olarak kabul etmeye istekli olduğuna dayanır. Hareketimiz bir “azınlığın” çabası olarak başlamış olabilir, şimdi özgürleştirmeye çalışıyor olmamız gereken şey, bütün insanların kişisel yaşamlarının bir parçasıdır: cinsel ifade. Son olarak, kapitalizm ve aile arasındaki ilişkinin temel olarak çelişik olduğunu öne sürdüm. Bir yandan kapitalizm sürekli olarak aile yaşamının maddi temelini zayıflatmakta, bireylerin aile dışında yaşamasını ve böylece bir lezbiyen ve gay kimliğinin gelişmesini olanaklı hale getirmektedir. Diğer yandan, erkekleri ve kadınları ailelerin içine itmeye gereksinmektedir. En azından bir sonraki işçi kuşağını üretebilecek denli uzun bir süre için. Ailenin ideolojik olarak üstünlüğe ulaşması, kapitalist toplumun yalnızca çocuk değil, heteroseksizmi ve homofobiyi de yeniden üreteceğini garanti etmektedir. En derin anlamıyla sorun, kapitalizmdir. Günah keçileri olmaktan, kapitalizmin oluşturduğu sosyal dengesizliğin politik kurbanları
olmaktan nasıl uzak durabiliriz? Bu çelişik ilişkiyi nasıl ele alıp özgürlüğe ulaşmak için kullanabiliriz? Gayler ve lezbiyenler heteroseksüel çekirdek aileninsınırlarının ötesindeki sosyal alanda varolurlar. Topluluklarımız bu sosyal alanda oluşmuştur. Hayatta kalmamız ve özgürlüğümüz, bu alanı yalnız kendimiz için değil herkes için savunmaya ve genişletme yeteneğimize dayanmaktadır. Bu, kısmen, geleneksel heteroseksüel aile birimlerinin dışında yaşama fırsatlarını genişleten konuları desteklemek anlamına gelir: kürtaj hakkı, Eşit Haklar Bildirgesi’nin onaylanması, farklı renkten insanları ve kadınları olumlayıcı tavır, sosyal yardım ödemeleri, tam istihdam, genç insanların hakları -diğer bir deyişle, kişisel özerklik için maddi bir temel hazırlayan program ve konular. Genç insanların hakları özellikle nazik bir konudur. Çocukların ailelerine ait şeklinde bağımlı kabul edilmeleri öylesine yer etmiştirki onlara özerk insanlar olarak, özellikle de cinsel ifade ve cinsel seçim konusunda özerk insanlar olarak davranmanın ne anlama geleceğini hayal edemiyoruz bile. Bu olana dek, gay özgürlüğü erişilmez kalacaktır. Kişisel özerklik, hikayenin sadece yarısı. Ailenin dengesizliği ve insanların kişisel ilişkilerinde güvensizlik ve devamsızlık duygusu, sözü edilmesi gereken gerçek sosyal sorunlardır. Kişisel yaşamın zorlukları için politik çözümlere ihtiyacımız vardır. Bu çözümler aileyi savunan, aileyi güçlendirecek sol önerilerin radikal biçimleri olmamalıdır. Sosyalistler genellikle endüstriyel kapitalizmin ekonomik eşitsizliği ve sömürüsüne aile çiftçiliği ve el sanatı üretimine geri dönülmesi gerektiği şeklinde tepki göstermezler. Kapitalizmin üretimi toplumsallaştırarak olanaklı kıldığı, büyük oranda artmış üretimciliğin, kapitalizmin gelişimci özelliklerinden biri olduğunu biliyoruz. Benzer bir biçimde, mutlu aile miti zamanlarına dönmeye de çalışıyor olmamalıyız. Bununla beraber aileyi tecrit eden, özellikle de çocuk yetiştirmeyi mahremleştiren sınırları çökertmeye yardım edecek program ve yapılara ihtiyacımız var. Mahremiyetle toplumun birlikte varolduğu evlere, günlük bakıma, içinde her birimizin güvenli bir yeri olduğu sosayl birimi genişleten komşu kurumlara -tıp kliniklerinden gösteri merkezlerine- ihtiyacımız var. Çekirdek ailenin ötesinde, bizde ait olma hissi uyandıran yapılar yarattıkça, aile önemini yitirecektir. Duygusal güvenliğimizi daha az bozacaktır. Bu açıdan eşcinsel erkekler ve lezbiyenler özel bir rol oynamak için iyi bir konumdadır. Halihazırda ailelerden dışlanmış olarak bizler, hayatta kalabilmek için devletin iznine ya da kan bağına dayanmayan, ama özgürce seçilip büyütülen dayanışma örgütleri yaratmak zorundayız. Sevgiye dayalı bir toplumun inşası, kampanyalar sivil haklar için nasıl vazgeçilmezse, politik hareketimizin bir parçası olmalıdır. Böylece sömürü ve baskı yerine eşitlik ve adalete dayalı bir toplumda, özerkliğin ve güvenliliğin birbirini takip etmediği ama beraber varolduğu bir toplumda kişisel ilişkilerimizin biçimini önceden tasarlayabiliriz.
KAOS GL 15/17
birol İşte böyle diyor Leonard Cohen “Görkemli Kaybedenler”de... Yazıya böyle metaforik bir alıntıyla başlamanın, ten’in yüzyıllardır terleyen töresinin, erkekçe yorumundan sıyrılmamıza çağrışımsal olanaklar kazandıracağı düşüncesi oldu... Bu yüzden disipliner kavramlardan çok, çağrışımsal-imgesel bir belirsizliğin içine dalmanın -süreci bilgisel olarak sistematize edemesek de- sonunda bizi daha duru ve saydam bir yüzeye ulaştıracağı ümidiyle dillendireceğim konuyu... Descartes özerklik talebini felsefi söylem düzeyinde ortaya koyan ilk filozof. Tanrıyı, özerk öznenin bir garantisi olarak ortaya koyması, hem de bir koşul olarak ortaya koyması geniş bir eleştiri konusu olsa da, bu “modern zamanların” başlangıcının Descartes’in felsefi söylemine denk düşüyor olmasını ortadan kaldıracak bir içerik taşımıyor. Bu anlamıyla da modern olmak tarihsel gelenek karşısında, dışsal otoriteler karşısında, bir özerklik talep etmek, kendi hayatını ve inançlarını düzenleme hakkı talep etmek içeriği taşıyor. Bu aynı zamanda modern burjuva hümanizminin, yani soyut bir insan kavramını herşeyin ölçüsü sayan tarihsel bir kesittir de. Bu kesit, yani bu özerklik talebi, liberal bireyciliği biçimlendiren etkenlerin başında gelir. Bu haliyle bireyi tanrısıyla başbaşa bırakan reformasyon hareketinin ve püritanizmin en büyük başarısıdır. Modern insan için doğa artık üzerinde derin düşüncelere dalınacak bir nesne değildir. O artık güdülüp yönetilecek, bilgi aracılığıyla insanın emrine koşulacak bir nesnedir. Bir denetim nesnesi olarak kavranan dünya yorum gerektiren anlamlarla dolu bir metin olmaktan çıkmıştır. Bu anlayışların, insanı esaret altında tutmaya çalışan yerleşik otoritelerin içi boş felsefelerinin bir ürünü olduğunu söylemek kuşkusuz doğru olacaktır. Yukarıdaki paragraf yalnızca bir hatırlatma. Bireyin kendini varetmesinin, “eyleyici özne” olarak özerk ve özgül hareket alanları yaratmasının referansı olarak, hala modern burjuva hümanizminin olası çağrışımlarını kullanıyor olmasından kaynaklı bir hatırlatma. Artık bir çözülme sürecine girdik. Dünyayı yorumlarken ve anlamlandırırken kullandığımız argümanlar artık yanıt vermiyor sorunlarımıza. 19. yüzyıldan devralınan sınıf kültürünün, özellikle II. Dünya Savaşından sonra yerini kitle kültürü kavramına terketmesi, siyasal temsil
kurumlarının iflası, toplum, halk vs. gibi kavramların karekteristiklerini yitirmesi bizi “toplumsal paradigmaları” çözmekten çok yeni paradigmalar yaratmaya zorluyor... Artık dilimizi modernitenin, aydınlanmanın iktidar(lar)ından sayıklamalarından kurtarmanın -hem politik hem felsefi olarak- zamanı çoktan geldi. Kavramsal düzeyde bir epistemolojik kopuş yaşamadan iktidar düşüncesine, iktidar düşüncesinde içkin anlamlardan kurtulmanın imkanı yok. Alternatif olmak gerici söylemlerde ve anlamlandırmalarda bulunmaktan kurtarmıyor. Zaten alternatif olmak bir gericilik taşıyor içinde. Nasıldı, şöyle diyordu biri “iktidarın en büyük korkusu, muhattaba alınmamaktır.” Öncelikle bu dil düzeyindeki epistemolojik kopuşu gerçekleştirmeye yatkın görünen, alt kültür birimleridir. Özellikle kendini ortaya koyuş sürecinin içeriğinde yatan marjinalite, anlamlandırma düzeyinde böylesine bir kopuş potansiyeli taşıyor. Ancak doğrudan politik bir anlamlandırma sürecine girilmeden, alt kültür olma içeriğinin hızla deforme olacağı kesinliği, doğrudan bir “devrim” paradigmasını ortaya koyuyor. Devrim zaten alt kültürlerin öncelenmiş içeriğidir. Bu anlamda özerklik ve özgürlük bir kazanç ya da erek olmaktan çok, devrimci öznenin bir içeriğidir. Yani ancak özgür olabilen, birey olabilir ve ancak özgür birey, söyleminde ve eyleminde devrimci bir içerik yaratabilir. Dolayısıyla tam da bu noktada dünya, yorum gerektiren anlamlarla dolu bir metindir. Dil özgürlüğe ve devrime giden ilk yoldur. Dolayısıylada ilk ve en kapsamlı sorun. Yaşam bir anlamlandırma sürecidirki, sonsuz çeşitlilik taşır. Anlam, bireyle nesnel dünyanın çarpışmasından çıkan kıvılcımdır. Ama ne yazık ki bu kıvılcım bizi ne aydınlatmaya ne de ısıtmaya yetiyor. İktidarlar insanın kimlik bulmacasında doğrudan soru sormazlar soruların niteliğini belirler. İnsan aklının ve bedeninin yerküre haritasında nasıl salınacağını öngörür ve uygularlar. İnsan için ortaya koyuş ya da yaratma yok etme değil, yalnızca seçme edimi vardır. Bu çoğu zaman mekanik bir hareketliliktir ve formül dışı bir edim hemen hiç gerçekleşmez. Kimlik zaten “eyleyici özne” olmanın yaratıcı ve yadsıyıcı potansiyelinin açığa çıkmaması için, bireyin kendini varetmesinin yerine otorite tarafından konulmuş hayali bir odaktır. İnsanlar birbirlerinden bu kimlikleri dolayısıyla “farklıdırlar”, kitleler, gruplar vs. bu sayede gerçekleşirler. Oysa bunlar gerçekte insanları birbirlerinden farklı eylemlerde yaşamaya zorlayan postülalar olamazlar. İnsanlar birbirlerinden kimlikleriyle değil yaratıcı eylemleriyle ayrılırlar ve farklılaşırlar. Oysa her kimliğin kullanma kılavuzu vardır ve bu kılavuza uymayanlar, önce içsel olarak kendilerini afaroz ederler, bu afaroz daha sonra da nesnel olarak diğer kimlik mensuplarınca gerçekleştirilir. Bu içselleştirme, tarih ve gelenek dışı davranışlarda bireyin
KAOS GL 15/18
içine düştüğü yalnızlık ve suçluluk duygusu psikolojik olmaktan çok politik ve ahlaki bir durumdur. Bu anlamda “hasta” kavramı daha çok kapitalist yaşantı nosyonlarının ideoloji pratiklerinde gerçekleşen bir sonucudur ve ideoloji pratiği yoluyla psikoloji disiplinerliğine sokularak politik içeriği yok edilir. İklimi belirlenmemiş coğrafyalarda yaşanamayacağını dayatan iktidar için yaşam ancak tanımlanmış ve adlandırılmış alanlardır. Yani iktidar haritasında olmayan bir coğrafya,
iktidarca nesnel yaşamda da yoktur. Belirsizlik, tanımlanmamışlık ve adlandırılmamışlık iktidarın korkulu rüyasıdır. Arketipi ya da prototipi oluşturulmamış birey iktidar için tehlikenin kendisidir. İnsan hala kendi fizyolojisini tanımıyor. Tanımaya da pek niyetli değil. Ama bedenin kendi doğası sakınımsızca ilerliyor herşeye karşın. İktidar olmak gibi bir talebimiz yoksa, belirsizlikten ve kaostan korkmanın bir anlamı da yok. Ama bu noktada belirsizliğin ve kaosun çok büyük bir anlamı var.
MEKTUP-lar-DAN Profondo Rosso, Ankara Bütün KAOS GL okuyucularına ve KAOS GL’nin kendisine selamlar! Yaklaşık 1.5 yıl önce (maalesef çok zor bir biçimde) “ben bir eşcinselim” kelimelerini kullanarak 19 yıldır ısrarla ama bilinçsizce sürdürdüğüm “kendi kendini bastırma” eylemine son verdim. Bu, her ne kadar neredeyse 1 dakika içinde olup bitmiş bir şeyse de 19 yıllık kökleşmiş önyargılardan kurtulmak, o an için belki de hayatımın (şu ana kadar olan) en zor tecrübesi oldu. Benim için “doğru” olan bu adımı attığım ilk zamanlar (sanırım hala o adımı atmaktayım) yanlış kişilerle tanışmaktan çok yanlış zamanda karşılaşmamdan dolayı cinsel hayatımın (ve hatta duygusal hayatımın) aseksüel bir nitelik kazanmasına neden oldu. Çünkü eşcinselliği (başkalarından gördüğüm kadarıyla) sürekli seksi düşünmek ve saat başı biriyle beraber olmak, aşırı ve kadınsı hareketlerde bulunmak, özellikle cinsel pozisyonlara yönelik anlamsız kelimeler kullanmak yani önce bir insan olmaktan çok tek boyutlu olmak olarak algılıyordum. (Sakın böyle yaşayanları eleştirdiğim sanılmasın. Tercih, tercihdir.) Ben ise böyle özelliklere sahip olmadığım için (üstelik bunun için özel bir çaba da sarfetmediğimden) kendi “doğam”dan şüphe edip kafamı bir sürü “acaba”larla doldurdum. (Doğam kelimesini özellikle kullanıyorum. Çünkü başlangıçta “bu sadece bir tercih” diyerek kendimi avutuyordum. Fakat “tercih” irade ile söz konusu olduğundan, istediğiniz an geri dönebilirsiniz. Oysa bu şey benim yapımda ise bunu değiştiremem. Çünkü ilkel ihtiyaçlarınızı doğanız doğrultusunda gerçekleştirmelisiniz. Burada tercih konusu olabilecek 2 konu var. Ya yaşamamak ya da kabul edip karekterimiz ve deneyimlerimiz doğrultusunda yönlendirmek.) Yapımın, gözlemlediğim diğer insanlardan farklı olması kendini daha çok irdelememe ve kendime bir adım geriden daha objektif bir biçimde bakmama bu da daha çok bilinçlenmeme neden oldu. Bu nedenle en azından şu an için kendimle uyum içinde olduğuma inanıyorum. Fakat ikili ilişkilerde tam bir felaketim. Çünkü, (belki de şansıma) karşıma sadece cinsel beklentisi olan insanlar çıkıyor. Bu nedenle bir eşcinselle (umut ettiğim şekilde) politika, felsefe, sanat vb. konuşmayı, bu konularda tartışmayı unuttum. Daha ileriye varan ilişkilerde ise benim için sadece bir tedirginlik söz konusu. Çünkü yaşadıklarım, insanlara duygusal ilişkilerde güvenmemeyi, onlara karşı hep tetikte durmamı sağladı. (Ne avantaj ama!) Bu yüzden, bırakın cinsel ilişkiyi, herhangi bir cinsel talep olmaksızın iki kişinin birbirine sarılmasını, birbirlerine dokunmalarını, birbirlerine karşı güven, saygı ve sorumluluk hissetmelerinin ne olduğunu unuttum. Ve bu bana korkunç bir acı veriyor. Yoksa bütün bu herşey bu acıyı hissetmek, bu eksikliği sonuna kadar yaşamak için miydi? Belki de bu yüzden en küçük bir olumsuz işarette hemen kendimi geri çekiyorum. Bu nedenle aslında bu 1.5 yıl içinde hiç bir şey yaşamadım. Bu nedenle, aslında şikayet etmeye hiç de hakkım yok. Riske girmeden hiç bir şey elde edemem. Ama bu kadar çabuk teslim olmayacağım. Ben varsam ben gibi başkaları da vardır. Öyleyse umut kesmeye hiç de gerek yok.
KAOS GL 15/19
’den kapalı kapılar 4. dünya kadın konferansında açıldı. Pekin Konferansında ILGA Temsilcisi Rebecca Sevilla’nın konuşması: MUHAFAZAKARLIĞIN YÜKSELİŞİ Bu konuya lezbiyen gözleriyle bakın. Lezbiyenler için, zülum daima çok fazla olmuştur. Lezbiyenler genellikle görünmez, sessiz ve gizli yaşarlar. Bazen lezbiyenler de bir süre rahat yaşarlar ama hemen avlar, konsantrasyon kampları, elektrik şok tedavileri ve sosyal dışlanma gelir. Bugün bizler konuşuyoruz. Daha az baskı olduğu için değil. Ama daha güçlü bir kadın hareketi ve daha güçlü bir lezbiyen hareketi olduğu için. Birleşmiş Milletler’in Kadın konferanslarına bir göz atalım. 1975’te Meksika’da lezbiyenler yüksek sesle konuştu ama bazı feminist kardeşler tarafından eleştirildiler. O zaman pek çok kadın lezbiyen olarak nitelendirilmekten korktu. 1980’de Kopenhag’da lezbiyenler gayrıresmi çalışma büroları oluşturdular. Bir fotoğrafçı bazı kadınları özel bir PEKİN’DEN KISA HABERLER bahçede üstsüz güneş banyosu yaparken yakaladı. Bu fotoğraf “Kopenhag’da lezbiyenler” başlığıyla bütün dünyada ünlendi. LEZBİYEN ÇADIRI: Bir NGO Forumu’nda ilk Şimdi biz üstsüz güneş banyosu yapan her kadının lezbiyen kez bir lezbiyen çadırı kuruldu. Bu çadır olduğu sonucunu mu çıkarmalıyız? dünyanın her tarafından kadınlarca ziyaret Nairobi 1985’ten önce bu fotoğraf yüzünden, lezbiyen edildi, seminerler ve bilgi binlerce katılımcı katılımında sorun çıktı. Ama ILIS (Uluslararsı Lezbiyen Bilgi tarafından sağlandı. Ayrıca iki saatlik bir Servisi) NGO-Forum programının parçasıydı ve ilk defa Birleşmiş yürüyüş yapıldı ve yürüyüş sırasında Milletler konferansında Hollanda bakanı lezbiyen basını “Lezbiyen Hakları İnsan Haklarıdır” sloganı yayınladı. atıldı. Pekin Konferansı’ndan önce aynı hikaye yenilendi. Lezbiyenlerin onaylarının reddedileceği dedikoduları çıktı. Çin LEZBİYEN PROTESTO: 9 Eylül’deki bir gazete haberleri lezbiyenlerin üstlerini çıkaracağı ve birbirlerini toplantı sırasında 20 lezbiyen, üzerinde öpeceğinden endişelendikleri yönündeydi. Kadın polisler özellikle “Lezbiyen Hakları İnsan Haklarıdır” yazan 25 bu gibi durumlara mudahale etmek için eğitildiler. (Biz lezbiyenler ayak genişliğindeki bir afişi toplantı salonunun giysilerimizi çıkarmayı, öpüşmeyi severiz ama genellikle yalnız balkonuna astılar. B.M. Güvenlik Personeli olduğumuz ortamlarda). kadınları uzaklaştırdılar ve karşı koyan iki Biz kendi çadırımıza sahibiz ve pekçok panel ve Kanadalı’yı bir saat alıkoydular. komisyona davetliyiz. Cinsel haklar, son B.M. dökümanında önemli bir lobi yayınına sahip. Bu olumlu bir hikaye, lezbiyen LEZBİYEN SÖYLEVLERİ: Güney Afrikalı bir hareketinin kazanımlarının hikayesi ama aynı zamanda lezbiyen, lezbiyen yayınlarda FWCN’deki B.M. muhafazakar reaksiyonun da hikayesi. toplantısı hakkında söylev verdi. Bu Ve burada? Çin’de ve heryerde gazeteler lezbiyen yayını lezbiyenlerin görünürlüğü ve haklarıyla ilgili üzerinde olumsuz bir yönde odaklandılar. Lezbiyen bilgi önemli bir olaydı. Pekin’den önce, New York’ta malzemeleri Çin’de çadırdan uzaklaştırıldı. Avrupa/Kuzey Prep COM’da hükümetler Draft Platform for Amerika çadırı bir lezbiyen seminerini anons etmek istemedi. Action’a lezbiyen yayınların da katılımı Ama Kıbrıs çadırı tüm lezbiyen parti kurulunu kendi çadırındaki konusunda anlaşmışlardı. Pekin’deki bir partiye davet etti. Genç Çinli gönüllülerle röportaj yapıldı ve mücadele son dökümanda lezbiyenlerin insan onlar da Hite raporundan eşcinselliğin varolduğunu öğrendiklerini haklarının korunmasını garantiye almak içindi. ve lezbiyen çadırından pekçok şey öğrendiklerini ve lezbiyenlerin Ancak muhafazakar güçler kuvvetliydi. Son de insan olduklarını ve bu baskıların bir çözüm olmadığını dökümanda lezbiyen hakları tamamiyle söylediler. korunamamasına rağmen, Ditsie’ninki gibi konuşmalar konferanstaki güçlü lezbiyen ANALİZLER varlığının kanıtıydı. Aslında, bu Pekin konferansı (NGO-Forumu ve B.M. konferansı) ilerici ve gerici güçler arasında bir savaştır. Bütün yayınlarda: İnsan hakları, kadınlara karşı şiddet, ekonomik yayınlar, kadınların sömürülmesi, eğitim, sağlık, gelişim yayınları. Üreme hakları veya aile planlaması. Kutsal Bakış binlerce NGO’dan biri gibi mi yoksa çoğu baskı gibi midir? Dürüst olmak gerekirse, kadın hareketi içinde bile bazı gerici güçler var. Bu günlerde kimin ilerici kimin gerici olduğunu bilmek çok zor. Ekonomik ve politik alanda daha az güvenlik, daha fazla korku ve daha fazla köktendincilik anlamına geliyor.
KAOS GL 15/20
Kadınlar için hangi gerici ve ilerici güçlerin savaştığı önemlidir. Kendi yaşamlarımızı ve bedenlerimizi kontrol edebilir miyiz? Kendi cinselliğimizi seçebilir miyiz? Lezbiyen yayınları görkemli reaksiyonu uyandırıyor. Çünkü bu kadın özgürlüğünün ve bağımsızlığının sembolüdür. Sıklıkla lezbiyenliğin, güney kadınlarından, yakalanılan bir batı hastalığı olduğunu duyarız. Ama kendi tarihimize bakışımız gösterir ki lezbiyenlik her kültürde ve ülkede var olmuştur. Bugün lezbiyen grupları hemen her ülkede aktiftir. En ilerici yasalara sahip olanlar Avrupa veya ABD değil, Güney Afrika. Ayrımcılığa karşı kanunlarla ve lezbiyen ve gaylerin evlat edinme olasılıklarıyla. Nelson Mandela, ANC ve Lezbiyen-Gay koalisyonu birlikte çalıştılar ve demokrasinin aynı zamanda cinsel kimlik ve ayrımı ve eşcinsellik korkusuyla savaşmak olduğnu anladılar. Pekçok lezbiyen kendi hislerini, bilgi ve rol kalıpları olmaksızın, izalasyon içinde keşfetmek zorunda kalır. Pekçok lezbiyen kendi hislerini başta reddeder. Ancak biliyoruz ki kadınlar her sosyal, ekonomik ve politik durumda kadınları sever. Ve şimdi uluslararası çapta lezbiyen yaşamlarımız, lezbiyen sevgilerimiz üzerine yüksek sesle konuşuyoruz. Utanç içinde değil, gururlu olmayı öğreniyoruz. Gizli olmayı değil, görünür ve yüksek sesli olmayı öğreniyoruz. Bir lezbiyen çadırıyla yetinemeyiz, politik alana katılmak istiyoruz. Muhafazakar bir tavır bekliyoruz. Yalnızca dinsel, kültürel ve ekonomik bir köktendincilik yükseldiği için değil. Ama biz lezbiyenler cinsiyetler arasındaki savaşın sembolü olduğumuz, bağımsızlık sembolü olduğumuz için. Erkeklere ihtiyacımız yok. Ben bir lezbiyenim. Erkek dostlarım var. Ama ben duygusal ve cinsel olarak kadınları tercih ediyorum. Bu bazı erkekleri ve bazı muhafazakar politik hareketleri çok sinirlendiriyor. Çünkü kadınlar lezbiyen olmayı seçerlerse, bizi nasıl kontrol edebilirler? Evet, bazı kadınları da sinirlendiriyoruz. Neden? Çünkü lezbiyenler kadınlara kendi tercihlerini ve cinselliklerini düşünme konusunda meydan okuyorlar. İçinizden kaçınız bugün kendi cinselliğini ve neyi sevip sevmediğinizi araştırabildiniz? Genç kadınlar, gelecek nesil bu yazıyı daha ileriye götürebilir ve umarız ki daha fazla özgürlük talep edebilir. ÇÖZÜMLER VE STRATEJİLER Bütün kadınlara ve ilerici erkeklere demokrasinin farklılıklara saygı temelinde olması gerektiğini söylüyorum. Yaşamdaki farklı seçimlere saygı gösterin. Kadın hakları ve cinsel haklar ve lezbiyen hakları insan haklarıdır. Size yeni bir görüş sunmak istiyorum. Ben bunu ÇEŞİTLİLİK ETİĞİ olarak adlandırıyorum. Bu konferanstaki herkes birbirinden başka. Bu dünyadaki sorunları çözümleyebilmek için, bir çeşitlilik etiği geliştirmek zorundayız. Biraraya gelmek ve bundan da öte birbirimizi tanımak zorundayız. Birbirimize soru sormak için. Ortak noktalarımızı keşfetmek ama asıl farklılıklara saygı göstermek zorundayız. Çeşitlilik etiği haklarında çok fazla şey duyduğumuz dinsel etiklerden veya politik değerlerden farklıdır. Çünkü etik çeşitlilik yalnızca bir doğru öne sürmez, ama farklılıklara eğilmeye çalışır. Saygı duymak ve kabul etmek için. Bu etiğin günlük pratiği herkesi içeren organizasyonlar oluşturmak anlamına gelir (yerli kadınlar, heteroseksüeller, lezbiyenler, biseksüeller, görünüşte bir yetenekleri olan veya olmayan kadınlar, fakir veya zengin kadınlar, aids’li kadınlar yani herbirimiz). Bir çeşitlilik etiği bir saygı kültürü yaratmak demektir. Bu eski soruna yeni çözümler bulmamızı sağlayacak zengin bir kültürdür. Yeni çözümler savaş üzerine değil uzlaşma ve barış üzerine kurulur. Çeşitlilik etiği muhafazakarlığı durduracak güçlü bir stratejidir. Çünkü muhafazakarlık korku ve insanlar arasındaki ayrılıklar üzerine kurulmuştur. Bir çeşitlilik etiği geliştirme ve özellikle günlük pratik bizim meydan okumamızdır. Ama ben sizinle beni endişelendiren birşeyi paylaşmak istiyorum. pekçok din ve politik veya ekonomik sistemler özgürlüğü vurgulamış ancak zulüm getirmişlerdir. Kadınların hareketi de bazen hoşgörüsüzlük, kıskançlık ve saygısızlık tohumları göstermektedir. Lezbiyen haklarına ve bazı stratejilere geri dönersek. Eğer bir öğretmenseniz, cinsel farklılıklar ve farklı yaşam biçimleri hakkında konuşun. Eğer bir sağlık görevlisiyseniz, herkesi heteroseksüel kabul etmeyin. Eğer insan hakları üzerinde çalışıyorsanız, kadın hakları, lezbiyen hakları ve şiddetle ilgili yayınlar üzerinde durun. Eğer medyayla çalışıyorsanız, lezbiyen yaşamın durumları üzerine gerçekçi raporlar yazın. Eğer lezbiyenseniz gelin ve sesinizi yükseltin. Lezbiyenler çift kimliğe sahiptir. Eğer politikacıysanız, bu hafta kendi ülkenizde cinsel haklar için savaşın. AMA UNUTMAYIN! BİR ÇADIR ya da GÖSTERİ DEĞİL, CİNSEL HAKLARIMIZI İSTİYORUZ; BÜTÜN POLİTİK DÖKÜMANLARDA ve PRATİKTE. YALNIZCA LEZBİYENLER İÇİN DEĞİL, DÜNYANIN HER TARAFINDAN BÜTÜN KADINLAR İÇİN.
dünyanın dört yanından haberler AFRİKA: Afrika’nın ilk Gay ve Lezbiyen Dersleri 19-21 Ekim’de Güney Afrika’daki Cape Town Üniversitesinde. Başlıklar; “Bir Beyaz Adam Hastalığı? Antropoloji’ye Bir Meydan Okuma”, “Ayrımcılık Sırasında ve Sonrası Güney
KAOS GL 15/21
Afrika’nın Gay ve Lezbiyen Tarihini Yazma”, “Eşcinsel Edebiyatı olarak Afrika Edebiyatı” “Sömürgecilik ve Queer Cins”. ORTADOĞU: İran eşcinselliği idamla cezalandırdığı için Hollanda’ya sığınma hakkı talep eden ve Hollanda hükümeti tarafından sınır dışı edilen 24 yaşındaki İranlı gay, Tahran’a varışında yakalandı. Sınırdışı edilmeden sonraki yakalanma olayı kesinlikle doğru olduğu halde Hollanda Dışişleri Bakanlığı’ndan bir sözcü Tahran’daki Hollanda Büyükelçisi’nin olayla ilgilendiğini söyledi. DOĞU AVRUPA: Varşova’nın Sesi’nin bildirdiğine göre büyük güçlüklerle, SALVADOR: El Salvador’da yaklaşık 25 lezbiyen, lezbiyenlerin kirli Polonya’nın her tarafından yaklaşık 100 imajını değiştirmek için Media Luna (Yarım Ay) adlı bir grup gay ve lezbiyen Gay Kutlama Günü olan oluşturdular. Grup; “Önyargısız bir cinsellik hakkı için kadın ve 17 Haziran’ı kutladı. Gazetenin yazdığına erkeklerin birlikte mücadele edecekleri yasal bir halk platformu gay göre Varşova Üniversitesi rektörü grubun hareketi içinde yok” yazdı. “Aile, toplum, okul, kilise ve hatta hükümet University Compound’da bir araya bu şeytanlığı gizlemeye ve pekçok Salvadorlu kadın ve erkeğin özel gelmesini reddetti ve bu yüzden grup olarak yaşadığı bir gerçeği baskı altında tutmaya çalışıyorlar.” güvenlik görevlileri tarafından hızla tahliye edilebilecekleri üniversite avlusunda bir ASYA: ILGA’nın aktif Asya Bölümü Sekreterliği’ni oluşturan Tokyo araya geldi. Başka faaliyetlerinin yanısıra, gay grubu Occur’ün bildirdiğine göre Japon Psikiyatri ve Nöroloji grup Auschwitz Müze’sindeki gay Nazi Topluluğu eşcinselliği kendi hastalık listelerinden çıkardılar. Topluluk kurbanları için bir anma düzenleyeceklerini şimdi eşcinselliği hastalık kabul etmeyen Dünya Sağlık Örgütü’nün duyurdular. talimatnamesine dayanacak. MOLDOVA: 15 Haziran 1995’te Chisinau Parlamentosu Sovyet döneminden miras kalan ve erkekler arasındaki eşcinsel ilişkiler üzerine bir bildiri olan Moldova Ceza Kanunu’nun 106.1’inci maddesini yürürlükten kaldırdı. Bu aynı zamanda Moldova otoriteleri arasında ILGA’nın başarılı lobilerinin bir sonucuydu. 1994’te Budapeşte’deki OSCE Review Konferansı’nda Moldova delegeleri ILGA temsilcisi Kurt Krickler ile görüşmüştü. Aralık 1994’te, HOSI Wien eşcinselliğe ilişkin Avrupa yasaları ve uluslararası bonservisleriyle ilgili bilgileri Moldova’nın Viyana büyükelçiliği aracılığıyla Moldova Parlamentosuna göndermişti. HOSI Wien ayrıca Parlamento Kongresi başkanına ve Avrupa Konseyi Genel Sekreter vekiline mektuplar yazdı çünkü Moldova’nın Avrupa Konseyine kabulü Haziran 1995’teki Kongreye bağlıydı. İTALYA: İtalyan gayler 30 Eylül’de Verona’da eşcinselliği “baştan çıkarıcı davranış” ve “alkolizme benzer bir obsesif hastalık” olarak nitelendiren Şehir Konseyi Önergesi’ni protesto etmek için ulusal bir gösteri dzenliyorlar. Katolik ağırlıklı olan Konsey kararı 1994’te Avrupa Parlamento’sunun, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde gaylere evlenme hakkı da tanıyan eşitliklerin verilmesi konusunda ısrar eden önergesine tepki olarak verildi. Avrupa Birliği önergesi İtalyan gayleri, hem-cins birlikteliklerini yasallaştırması için parlamentoya baskı yapmak için kampanya açmak konusunda cesaretlendirdi. 30 Eylül protestosunun organizatörlerinden birinin söylediğine göre, “Bu önergeler hakkındaki tartışmalar kabul edilemez bir sözlü şiddet seviyesine geldi ve bu demokratik bir toplum için kabul edilemez”. Geçen ay, Verona gay grubu Pink üyesi 10 kişi, Şehir Konseyi’nin dışında protesto gözcülüğü yaptıkları için tutuklandılar. DANİMARKA: Danimarka Adalet Bakanlığı Ulusal Danimarka Gay ve Lezbiyen Kuruluşu’na, Danimarka, Norveç ve İsveç arasında eşcinsellerin evlenmesi konusunda bir anlaşma yapıldığını bildirdi. Bu eşcinsel evliliği konusundaki ilk uluslararası anlaşma. EL SALVADOR: 24 Haziran 1995’te, San Salvador’da teşkilatlanmış hükümetlerüstü bir AIDS organizasyonu olan FUNDASIDA’nın bürolarına, silahlı üç kişi tarafından saldırıldı. Silahlı kişiler merkezin yöneticisi olan Dr. Francisco Carillo’yu görmeyi talep ettiklerini, çünkü onu öldüreceklerini söylediler. Bunu izleyen haftada, FUNDASIDA ve Dr. Carillo bir seri tehdit telefonu aldı. FUNDASIDA’nın gay destekleyici grubu Entre Amigos üyeleri de ölüm tehditleri aldılar. Kendilerini “Sombra Negra” olarak adlandıran bir grup tehditlerin sorumluluğunu üstlendi. Bu son tehditleri geçen yıl bir AIDS eğitimcisine yapılan tehditleri izliyordu. Bu olaylarda Wilfrede Volencia Palacios sokakta aktivitelerini sürdürürken silahlı kişilerce tehdit edilmişti. Gazete haberlerine göre, San Salvador Belediye Başkanı da bu yılın Haziran’ında basına başkentteki eşcinselleri tehdit eden açıklamalar yapmıştı. Ölüm mangaları olarak bilinen silahlı sağ kanat grupları 1980’lerdeki El Salvador iç savaşı sırasında muhalefet gruplarına karşı yürütülen resmi karşı kampanyaların can alıcı elemanıydı. Bu grupların 1980’lerde olduğu gibi şahsi dokunulmazlıkları varmışcasına davranmalarına izin vermemek gerekir. Salvador hükümetine, FUNDASIDA’ya karşı yapılan saldırı ve tehditlerin suçlularının yakalanmasını ve cezalandırılması için baskı yapılmalı. 1. El Salvador hükümetinin FUNDASIDA ve onun görevlilerine karşı yapılan saldırı ve tehditleri engellemesi zorunludur. Hükümet ayrıca, El Salvador’daki yasadışı silahlı örgütlerin çalışmalarını araştırması için B.M.’ce atanmış bir komisyon olan Grupo Confunto’nun tavsiyelerini yerine getirerek El Salvador’daki ölüm mangalarını yok etmelidir.
KAOS GL 15/22
2. El Salvador’daki AIDS salgınına karşı olması gereken halk sağlığı sorumluluğu AIDS eğitmenleri ve gay aktivistlerin güvenliğinin sağlanması için hükümet garantisini de içerir. İSPANYA: Lezbiyen ve gay aktivistler hükümetlerini hemcinslerin medeni evlilik kurabilmeleri için yasa çıkarmaları konusunda ikna edebilmek için bir kampanya başlattılar. Onların kazanımlarını desteklemek için dayanışmada bulunalım. Aktivistler Ekim 1993’te bir kanun tasarısı sundular. Tasarı İspanyol toplumunun önemli kesimlerinin desteğini aldı. Madrid, Valencie ve Murcia’nın bölgesel hükümetleri milli hükümetin ondan önceki önergeleri dikkate alması için bütün önergeleri geçirdiler. Eğer önerge geçerse, hangi taraftan oldukları göz önünde bulundurulmaksızın, medeni evlilikle ilgili kanun, evlenmemiş çiftlere evli çiftlerin sahip olduğu sosyal güvenlik, sigorta ve miras gibi haklara sahip olma izni tanıyacak. Barcelona, Cordoba, Granada, Ibiza ve Toledo’yu da içeren 30 İspanyol Belediyesi aynı cinsten kişilerin evliliklerinin tesciline izin veriyor. ARJANTİN: Arjantin’de Polis Genelgeleri’nin yürürlükten kaldırılması için bir kampanya başlatıldı. Bu bildiriler, özellikle bu yaz daha insafsızlaşarak; lezbiyen, gay, travesti ve fahişeleri taciz etmek için kullanıldı. Arjantin kanunlarına göre eşcinsellik suç sayılmamış olmasına rağmen polisler Edictos Policiales (Polis Genelgeleri) ve Geçmiş Araştırma Kanunu’na dayanarak lezbiyen, gay ve travestileri taciz edebiliyor. Polis Genelgeleri Ceza Kanunu’nda yer almamasına rağmen dayanağını kanundan alıyor. Bahaneleri çok fazla ve hedefleri keyfi. Geçmiş Araştırma Kanunu polisin herhangi birini tutuklamasına ve o kişinin polis kaydının kontrol edilmesi için karakola götürülmesine izin veriyor. Polis Genelgeleri Edicto de Escandalo’nun “işve yapan hareketlerle başkalarını rahatsız edenler”i cezalandıran 2. madde B fıkrası, “karşı cinsin kıyafetleriyle dolaşmayı” yasaklayan F fıkrası gibi örnekler içeriyor. Edicto Bailes Publicos, 3. madde A fıkrası “erkeklerin dansetmesine izin veren” mülk sahiplerini cezalandırıyor. Eğer polis bir kişinin düzenlemelere karşı geldiğine karar verirse o kişiyi tutuklayıp 30 gün alıkoyabiliyor. Edictos kanun değil polis düzenlemeleri olmasına rağmen, polisin uygulamaları tamamen kendi takdir yetkilerine bırakılyor. Eğer tutuklanan insan yasal bir birliğe üye değilse, yargı makamları devreye giremiyor. Eylül 1992-Eylül 1994 arasında, Buenes Aires’de örgütlenmiş olan Gays por los Derechos Civiles, Polis Genelgeleri’nin zorlamalarını şikayet eden 342 dilekçe verdi. Aynı grup kısa süre önce genelgelerin zorlamalarındaki yükselişi fark etti. Yalnızca Ocak-Mayıs 1995 arasında, GDC çoğunuğu Edicto de Escandalo’nun 2. maddesi F fıkrasına dayanılarak olmak üzere, 91 travestinin keyfi olarak alıkonulduğunu tespit etti. Raporlar alıkonulan insanların 72 saat tutulabildiğine ve bazen küfür, tehdit ve dayağa maruz kalabildiğine işaret etti. IGLHRC ayrıca polisi televizyonda suçladığı için taciz edilen ve tutuklanan travestilerle de ilgilendi. 1995 yazı gay ve lezbiyenlerin bilinen her toplantı yerinin baskına uğradığı bir yaz oldu. 15 Nisan 1995’te polis Bueneos Aires’te bir lezbiyen bar olan Boicot’a baskın yaparak 10 kadını tutukladı. Kadınlar saatlerce alıkonuldular ve polis görevlileri tarafından hakarete uğradılar. Tutuklamaların olduğu sırada barda bulunan şahitlerin söylediğine göre polis, haklarını bilmesi daha az muhtemel olan genç kadınları seçti. 11 Ağustos Cuma günü, Buenos Aires’in merkezinde bulunan Gas Oil adlı gay bara baskın yaptı. Güvenilir kaynaklara göre, yaklaşık 30 polis sabaha karşı 3’te gelerek herkesin kimliğini görmek istedi. Pek çoğu kısa sürede salıverilen yaklaşık 130 gay ve travesti tutuklandı. 67 kişi de 10 saat alıkonuldu. Polis, basını baskına çağırdı ve tutuklananlardan bazılarının yüzünü sivil kişilerce daha fazla taciz edilmelerini sağlanmak için, zorla dışarı atılırken televizyonda gösterdi. 12 Ağustos Cumartesi günü de Mar de Plata’daki Petroleo adlı gay barı aynı yol izlenerek baskına uğradı. Bu sefer, kişiler soyularak üzerleri arandı. Sorumlu polis bölümlerine verilmek istenen ţikayet dilekçeleri “polisin Santa Fe ve barları temizlediği” gibi ters bir tavırla karşılaştı. Sivil grupların geniş bir koalisyonu Arjantin hükümetlerinin Polis Genelgelerini yürürlükten kaldırması için bir kampanya açtı. 1. Özellikle travesti, gay ve lezbiyenlere karşı kullanılan ve polise önceki mahkumiyet ve tutuklamaları kontrol ederken insanları alıkoyma gücünü bahşeden Polis Genelgeleri’nin yürürlükten kaldırılması, 2. Polis Genelgeleri’nin lezbiyen, gay, travesti ve fahişelere özel taciz uygulanması için hedef olarak kullanıldığına dair bütün bir soruşturma, 3. Demokrasi vaatlerini yenileme yolunda olan bir ülke olarak Arjantin, lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel insanların zülum korkusu olmadan yaşama hakkını da içermesi gereken insan hakları vaatlerini ispat etmelidir.
∇Çeviriler: Yasemin ÖZALP
KAOS GL 15/23
BİR ARKADAŞINIZ SİZE GAY OLDUĞUNU AÇIKLADIĞINDA YAPMANIZ GEREKEN ŞEYLER 1. Onu kutlayın. 2. Size bunu anlatacak kadar güvendiği için ona teşekkür edin. 3. Sevgilisi veya en son erkek arkadaşı hakkında sorular sorun. 4. Onu ve sevgilisini arkadaşlarınızla olacağınız partiye çağırın. 5. İletişimi canlı tutun. 6. Giyiminiz hakkındaki önerilerine karşılık arabasının yağını nasıl değiştireceğini öğretmeyi teklif edin. 7. Straight bir dünyada gay olmanın nasıl birşey olduğunu anlamaya çalışın. 8. Güvenli seks yapması konusunda onu uyarın. 9. İyi bir arkadaş olduğunuz için kendinizle gurur duyun. 10. Ona Kaos GL'nin bir yıllık aboneliğini armağan edin. BİR ARKADAŞINIZ SİZE GAY OLDUĞUNU AÇIKLADIĞINDA YAPMAMANIZ GEREKEN ŞEYLER 1. Ona farklı davranmaya başlamayın; o eskisinden farklı bir kişi değil. 2. Ona seks konusunda size sorulduğunda yanıtlamak istemeyeceğiniz kadar özel sorular sormayın. 3. Sakın sizi çekici bulup bulmadığını sormayın veya düşünmeyin. 4. Aynı odada geçirdiğiniz o gün hakkında düşünmeye başlamayın. 5. İzni olmadan başkasına açıklamayın. 6. Onu arkadaşlarınıza nadir bulunan bir kuşmuş gibi farkını ön plana çıkararak anlatmayın veya tanıştırmayın. 7. Ona bildiğiniz tek gay olan kuaförünüzle bir buluşma ayarlamayı teklif etmeyin. 8. HIV pozitif olmasından şüphelenmeyin. 9. İbne fıkraları anlatmayı bırakın. 10. Ona olan sevginizi göstermekten korkmayın; yanlış bir fikire kapılmayacaktır.
ÇOCUĞUNUZUN EŞCİNSEL OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİNİZDE ONA NASIL DAVRANMALISINIZ
1. Sakın aranızdaki köprüleri atmaya kalkmayın; onları tekrar kurmak hiç de kolay olmayabilir. Onu dinleyin. 2. Kabullenememe ve sinir içinde bunun geçici bir devre olduğunu söyleyerek durumu reddetmeye kalkmayın. 3. Anlamadığınız şeyler hakkında sorular sorun. 4. Kendi canınızdan olanı bunca yıl bir yalanı yaşadığı ve yaşattığı için suçlamaktan kaçının. Emin olun ki size o ana kadar açılmamasının nedeni sizin sevginizi kaybetmeyi göze alamamasıydı. 5. Acı çekmenize neden olduğu için ona suçluluk duygusu yaşatmaya çalışmayın. 6. Olduğunu düşündüğünüz sorunu bir psikoterapist, bir din hocası, veya evleneceği birini (ki bu en kötüsüdür) bularak hemencecik çözebileceğinizi düşünmeyin. 7. Kendinizi suçlamayın. Araştırmalar eşcinselliğin olabilecek her çeşit ortamda ortaya çıkabildiğini göstermiştir. 8. Sorunu tek başınıza göğüslemeye kalkışmayın. Birine danışmanız veya ondan yardım istemeniz utanç verici bir durum yaratmaz. Arkadaşlarınız, psikoloğunuz, veya çocuğu eşcinsel olan anne-babalarla konuşun; ama ötekilerle paylaştığınız konuların çocuğunuzun özel yaşamına saygısızlık sınırını aşmamasına dikkat edin. 9. Konu üstünde sayıları hızla artan yazılı kaynakları inceleyin. 10. İlk konuşmadan sonra konuyu yerli yerine oturtmadan rafa kaldırmayın. Bu kabullenmek değil çocuğunuzun bir yönünü görmezden gelerek kolaya kaçmak olacaktır. 11. Kızınız veya oğlunuzun arkadaşlarıyla tanışmaya çalışın. Eğer çocuğunuz ciddi bir ilişki yaşıyorsa, onun partnerini gelin veya damadınızmış gibi kabul edin.
150.000.-TL