EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR.
AĞUSTOS 1996
YIL 2
SAYI 24
MERHABA Artık KAOS GL iki yaşında… Okurlarının da katılımıyla şenlenen KAOS GL, bu iki yıl zarfında pek çok badireler atlattı. Hatırlarsınız 10. Sayımızda “Bir kişi için bile olsa bu dergi çıkmalı ve çıkacak!” demiştik, 14 ay sonranın hayalini bile kuramadan. Bu süreçte öğrendik ki hayal kırıklıkları ve umutsuzluklar oluyor elbette ama bir şeyi belirlemiyorlar. Attığımız her adımda biliyoruz ki daha önümüzde atılacak adımlar var ve günler geçtikçe, ümitlerimizin birer birer gerçekleştiğini gördükçe yeniden tekrarlıyoruz: “Bu dergi çıkmalı ve çıkacak!” “Nasıl bir eşcinsel hareket” tartışmasına bu sayımızda tüm hızıyla yer vermeye başladık. Elbette, bizlerin sorunları bitmedikçe bu tartışma da bitmeyecek. O nedenle, bu tartışmaya katılan her yeni arkadaş aynı zamanda eşcinsel hareketin de zenginliğine ve çeşitliliğine katılmış olacak. Bu tartışma, bir kez yazı yazılarak katılınacak bir tartışma değil. Yazılanlar, bizleri yeniden düşünmeye ve yeniden yazmaya sevkedecek. Her zaman sizden katkılarınızı bekliyoruz. Mektuplarının yayınlanmasını bekleyen arkadaşlar, nihayet bu sayımızda mektuğplarını görecekler. Ama bir hatırlatma yapmaya gerek duyuyoruz: Bizden istekte bulunan ve adreslerini yazmayan arkadaşların, dileklerini gerçekleştiremiyoruz. Çünkü, bazen daha önceki sayılarımızda yer alan konulara değinmemizi istiyorlar. Eğer bize adresinizi yazarsanız, bahsi geçen konularda yazişma olanağımız olacaktır. KAOS GL, artık Antalya ve Bursa’da da satılıyor. Son aylarda KAOS GL’nin ülke coğrafyasına yayılma ivmesi arttı, farketmişsinizdir. Geçen ay da Adana’da üç kitapçıda satılmaya başladı. Her zaman vurguluyoruz, insan olan her yerde, eşcinseller de var. Dolayısıyla bizler sadece metropollerde değil, her yerde yaşıyoruz. İletişim ağımızın, Türkiye’nin tüm il, ilçe ve köylerine, insanın yaşadığı her yere doğru hızla gelişmesi sevindirici, umut verici. Herkes biliyor; KAOS GL ticari bir dergi değil, dağıtım tekelleriyle hiçbir ilgisi yok, olamaz da. O nedenle KAOS GL’nin kitabevlerine dağıtılması görevi, bizlerin ve sizlerin, ülkemizdeki herkese dergimizin ulaşmasının gerekliliğine inananların üzerine düşüyor. Dağıtım konusunda katkıda bulunabilecek arkadaşlar, sizden haber bekliyoruz. Her konuda, her türlü ürününüzü bekliyoruz. Ayrıca Ankara’lı okurlarımızdan Almanca çeviri yapabilecek birileri varsa, lütfen bizimle iletişime geçsin... 25. sayıda buluşmak dileğiyle… KAOS GL SATIŞ NOKTALARI: ANTALYA: Akdeniz Kitabevi BURSA: Can Kitabevi (Heykel) ADANA: Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Ada Kitabevi (Galleria), Kardelen Kitabevi MERSİN: Dilan Kitabevi, Martı Kitabevi İZMİR: Kabile Kitabevi (Konak), Ayrıntı Kitabevi (Alsancak), Ayrıntı Kitabevi (Karşıyaka) DENİZLİ: İleri Kitabevi, Kibele Kitabevi ESKİŞEHİR: Turkuaz Kitabevi İSTANBUL: Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Zihni (Kadıköy), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı. Bu kitabevinde eski sayılarımızı da bulabilirsiniz) ANKARA: Dost, ABC, Arkadaş, İlhan İlhan ve İmge Kitabevleri
KAOS GL LONDRA ADRESI: KAOS GL PO BOX 10116 LONDON SE22 8ZD ENGLAND
“RADYO KAOS” Gay ve Lezbiyen Kültür Programı 88.4 ANKARA ARKADAŞ RADYO’DA HER SALI 22.00-23.30 SAATLERİ ARASINDA
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ AĞUSTOS 1996
YIL 2
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
SAYI 24 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨
y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
R A D Y O Kaos GL grubunun, bundan böyle Radyo Arkadaş’ta (88.4) Salı akşamları 22:00 ile 23:00 saatleri arasında program yaptığını daha önce duyurmuştuk. İlk programda, homofobi ve heteroseksizm kavramlarından, ve eşcinsellere yönelik baskının tarihçesinden bahsedildi. Üçüncü program ise, dinleyicilerden gelen sorular doğrultusunda gelişti. Bahsedilen konular heteroseksizm, travestiler ve transseksüeller, muhalif kimlik, cinsel kimlik, ve benzeri şeylerdi. Dördüncü programımızda, Türkiye’deki gay ve lezbiyen kimliğinin dışında, ismi konmadan, içinde heteroseksizmi ve ataerkilliği barındıran aynı cins cinselliğinden bahsettik. Beşinci programımızın konusu, eşcinsellerin çalışma hayatında karşılaştıkları güçlüklerdi. Altıncı ve yedinci programlarımızda genel olarak medyayı ele alarak, medyanın haber dilini ve bilgisizleştirme amaçlı sunumunu deşifre ettik. Sekizinci programımızda ise, güzellik yarışmalarına karşı olan tutumumuza dair sohbet ettik. Bizim size daha uzun uzun bahsetmek istediğimiz ise, ikinci programımız. Yâni 2 Temmuz’da gerçekleştirdiğimiz program, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak otelinin önünde toplanmış aşırı dinci grupların, oteldeki insanları yakmasının üzerinden tam üç yıl geçti; biz de bu unutmadığımız ve unutmak istemediğimiz olayı tekrar hatırlatmak ve hafızaları tazelendirmek üzere programımızı, Aziz Nesin ve Sivas’ta olanlarla açtık. Pek çok dergi ve gazetede bu konuda zaten okumuş olacağınız için burada Sivas hakkında söylediklerimizi aktarmayacağız. Programın devam eden dakikalarında ise üç tek tanrılı dinin eşcinselliğe yaklaşımını ele aldık. Daha sonra da “İstanbul Kanatlarımın Altında” isimli film üzerine yaratılan spekülasyonlar hakkında sohbet ettik. Bu konuda Atilla Karakış’ın yazısını 23. sayımızda yayınlamıştık. Aşağıda program akışında önemli bulduğumuz yerleri sizin için yeniden yazdık. İkinci programımızda Azin Nesin’in konuşması ve şarkılar ‘2/5 BZ’ adlı müzik grubundan alınmıştır. “Şimdi, merkezi yönetim, en üstte bulunan veya onun temsil edenlerin egemen olduğu bir sistemdir. Merkezi yönetim olduğu zaman evde baba egemendir, koca egemendir; okulda öğretmen egemendir; kışlada çavuş, yüzbaşı, subay egemendir; hep böyle egemen egemen gider, başbakan egemendir, padişah zamanında padişah egemendir ve en büyük egemen de tanrıdır. Bunlardan kurtulmayınca halkın kendisi egemen olmayınca, özgür olmayınca, iç dinamiğinin yürümesi mümkün değildir; çünkü düşünceye aykırıdır bu sistem.” Aziz Nesin “Böyle adamı ne gördüm, ne duydum; hiç bir dümeni yutmuyor” Cüneyt Arkın Yalan ve yanılsama, kurumsal ve bireysel ilişkilerle birlikte toplumun tamamına egemendir. Bu işleyiş bütün toplumsal ilişkilerin üzerini bir sis perdesi halinde kaplar ve
K A O S herşey birbirine karışır. Toplumsal hafıza kaybına rağmen sürekli bir devinim halihde buluna(bile)n toplumda, bütün mücadelelere rağmen herşey ilk defa oluyormuş gibi karşılanır. Çok şaşırılır ve hayretle karşılanır. En yakın ve en uygun olana tepki gösterilir. Almanya’da faşistlerin yaktığı bir evde Türkler’in yanarak ölmesine çok şaşırılır çünkü İsviçre’li faşistlerin yaktığı bir evde Sri Lankalılar’ın yanarak ölmeleri unutulmuştur ya da bilinmez bile. Sivas’a çok şaşırılır çünkü Maraş çoktan unutulmuştur. Devletin din ile kurduğu ilişkiye başta Kemalistler çok şaşırırlar, çünkü yerlere göklere sığdıramadıkları batı devletlerinin, bir zamanlar burjuva uygarlığının devirdiği geçmişin bütün putlarından -Tanrı, kilise, papa…- gerektiğinde yardım dilediklerini bilmezler. Ne bütün bu olaylar son bulur ne de şaşkınlıklar. Fakat şaşırılır da ne yapılır? Hiçbir şey! Ya hemen unutulur ya da sürekli bir sızlanma hali kendini gösterir. Bu insanlara, Devletin ne olduğunu, kimler için var olduğunu, ne işe yaradığını sormak boşunadır. Böyle bir soru kör gözlere ve sağır kulaklar çarpar. Çünkü onlar bütün şaşırmalarına rağmen devletsiz yapamazlar. En büyük korkuyu ve en büyük şaşkınlığı böyle bir olasılık karşısında yaşarlar. Yalanın ve ideolojinin yardımıyla hemen geri çekilirler. İsteyerek ve bilerek kendilerini kandırırlar. Tartışılmaz Devletin varlığını yeniden kutsayıp, iyi iktidar kötü iktidar ayrımı yaparlar. İyi Devletin olacağına ve olabileceğine inanırlar. ESKİ AHİT (TEVRAT) TEKVİN (Musa’nın birinci kitabı) BAP1 1 : 27 ve 28 27 Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı. 28 Ve Allah onları mubarek kıldı; ve Allah onlara dedi: Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın; ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hakim olun. LEVİLİLER (Musa’nın üçüncü kitabı) BAP 18 : 22 22 Kadınla yatar gibi erkekle yatmıyacaksın, menfur2 şeydir.
BAP 20 : 13 13 Ve bir adam kadınla yatar gibi erkekle yatarsa, ikisi menfur şey yapmışlardır; mutlaka öldürüleceklerdir; kanları kendi üzerlerine olacaktır. YENİ AHİT (İNCİL)
1
Bölüm Nefret ettirici, iğrenç, tiksindirici
2
KAOS GL 24 / 3
KORİNTLİLER BAP 6 : 9, 10, ve 18 9-10 Günahkârların, Tanrı’nın Egemenliğini miras almayacağını bilmez misiniz? Aldanmayın! Ne cinsel ahlâksızlık yapanlar, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne cinsel sapıklar, ne eşcinseller, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular Tanrı’nın Egemenliğini miras alacaklardır. 18 Cinsel ahlâksızlıktan kaçın. İnsanın işlediği diğer tüm günahlar bedenin dışındadır, ama ahlâksızlık yapan, kendi bedenine karşı günah işler. BAP 10 : 8 8 Cinsel ahlâksızlığa düşmeyelim. Onlardan bazıları böyle yaptı ve yirmi üç bini bir günde yere serildi. ROMALILAR BAP 1 : 27 27 ve ayni suretle erkekler de kadının tabii kullanışını bırakarak şehvetlerinde birbirlerine kızıştılar, erkekler erkeklerle rüsvaylık ederek sapıklıklarına lâyık olan karşılığı aldılar. TİMOTEOSA BAP 1 : 9 ve 10 9 Hürmetsizler ve günahkârlar, mukaddes olmayanlar ve murdarlar, baba ve ana katilleri, adam öldürenler, 10 zaniler, lutiler, insan hırsızları, yalancılar, yalan yere yemin edenler için, ve sağlam öğretişe muhalif başka bir şey varsa, onun için konulduğunu bilerek, bir kimse onu meşru bir surette kullanırsa, şeriatın iyi olduğunu biliriz; Tevrat ve İncil’de hemen gözümüze çarpan insan cinselliğinin sınırları ve amaçları. Spermin israfını engellemek, sadece üreme amaçlı cinselliği doğru bulup diğer cinsellikleri lanetlemek sadece eşcinsellere değil tüm insanlığa yöneliktir. Çünkü, eşcinsel de olsak, heteroseksüel de, veya başka bir cinselliğimiz olsa da sevişmelerimiz çocuk üretmeye yönelik değil. Bu noktada kutsal kitapların eşcinselliğe yönelik tavrının yanısıra cinselliğe yönelik tavrının da altını çizmek gerekiyor. KURAN BAKARA SURESİ Cüz3: 2, Sure: 2/924 Ayet 223: Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Süleyman Ateş5’in Açıklaması: 223. Ayette mü’min erkeklere hitaben, kadınların, kendilerinin ekin tarlası olduğu, tarlalarına diledikleri biçimde varabilecekleri bildiriliyor. Bazı müfessirler (Kuran yorumcusu) bu ayetten, kadınlarla ters yoldan ilişki kurulabileceği anlamını çıkarmışlarsa da bu görüş, ayetin ruhuna aykırıdır. Tarla nasıl ürün verirse kadın da çocuk üretir. Demek kadına varmaktan maksat, sırf şehveti tatmin değil, neslin devamıdır. Nesil de ancak belli bir yerden ürer. ‘Kendiniz için hazırlık yapın, yararlı birşey gönderin’ cümlesi, çocuk olmasına hazırlık yapın, adeta 3
Kuran’ın bölünmüş olduğu otuz parçadan her biri Bölü çizgisinin solundaki rakamsurenin tertib sırasını, sağındaki rakam ise iniş sırasını gösterir 5 Bir kuran müfessiri, yorumcusu
tarlanıza tohum ekin, kadınınıza çocuk verin demektir. İşte yüce Allah, çocuk olması için o belli yere hangi yandan dilerseniz oradan varın diyor. Başka yoldan sadece şehveti tatmin ise kadına eziyet olduğu gibi aynı zamanda israftır, erkek tohumlarının boşa dökülmesidir. Eziyet de, israf da haramdır. Kaldı ki bu iş, erkek için iğrenç bir şeydir. NİSA SURESİ Cüz: 5, Sure: 4/98 Ayet 15: Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin; eğer onlar şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıncaya, ya da Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerde tutun (dışarı çıkarmayın) Ayet 16: İçinizden iki erkek fuhuş yaparsa, onlara eziyet edin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah, tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir. Süleyman Ateş’in Açıklaması: Bizim kanâatimize göre burada kasdedilen kadın erkek arasındaki cinsel ilişki olan zina değil, kadın kadına sapık ilişkidir. Kuran, fuhuş adını verdiği bu sapık ilişkinin topluma yayılmasını önlemek için bunu yapan kadınların, ölünceye, ya da Allah, onlara bir çıkar yol gösterinceye dek evde göz altında tutulmalarını emretmektedir. Allahın, bu kadınların lehine göstereceği yolun, evlenme olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü evlenme ile cinsel ihtiyaçlarını giderip bu edepsizlikten, sapık ilişkilerden kurtulurlar. (Ebu Müslim El-Isfahani’ye göre de 15. Ayette kasdedilenler Sahhâkalar-eşcinsel kadınlar-, 16. Ayette kasdedilenler de livâta eden erkekler-eşcinsel erkekler) Çünkü yüce Allah, burada kadınların lehine, yararına bir yol göstereceğini bildiriyor. Halbuki recm6, celd7 ve sürgün kadınların lehine değil, aleyhinedir. Bunlar kadınlar için çok ağır bir cezadır. Bundan dolayı biz, buradaki fuhşu, kadınlar arasındaki seviciliğe yorarak âyeti, “Allah, onların şehvetlerini nikâh ile tatmin yolunu gösterecektir.” Şeklinde tefsir ediyoruz. Allah’ın onlara nikâh nasip etmesi, onların lehine olan bir yoldur. (Lezbiyenleri tecavüzle veya evlendirerek iyileştirmeye(!) çalışmak, günümüzde de oldukça sık rastlanan bir durum.) Bu arada, Prof. Dr. Süleyman Ateş, seviciliği açıklamak için, bozacının şahidi şıracı misali, Prof. Dr. Rasim Adasal’ın ‘Ruh Hastalıkları ve Cinsel Bozukluklar’ adlı kitabını kullanmış. Rasim Adasal, Türkiye’de modern psikiyatrinin kurucusu, ve bu kitapta neredeyse bütün cinsel edimlerin hastalık olduğunu varsaymış. Kitaptaki sevicilik tanımı şöyle: “Sevicilik, iki kadının birbirleriyle cinsel tatmin aramasına denir. Biri fail, diğeri mef’ul durumunda bulunur. Bir çeşit sapıklık ve hastalık olan bu fiil eskiden beri çeşitli toplumlarda bazı kadınlar arasında vardır. Bazı toplumlarda bu harekete ağır cezalar verilmiştir. Sevicilik, erkekler arasındaki homoseksüelliğe benzer. Buna kadın homoseksüelliği de denir.” Sevici kadınlar hakkında hadislerde bir hüküm yoktur. Ancak sevici kadınlar hakkında hadislerde bir hüküm nakledilmemesi, bu kötü ahlâğın, toplumda hiç bulunmadığı anlamına gelmez. Çünkü iki kadın arasındaki cinsel ilişkinin “Sihâk” diye adlandırılmış olması, bu işi yapanlara “Sahhâkat” veya “el-musâhikat” denmesi, bu terimin dilde kullanılması, bu ahlâğın toplumda bulunduğunu ve bilndiğini gösterir.
4
6taşlama 7yüz değnek vurma
KAOS GL 24 / 4
Süleyman Ateş’in 16. Ayet tefsirini böyle kısaca aktardıktan sonra, tefsirciler arasında 16. Madde de erkek eşcinsellere uygun görülen cezanın ne olduğuna dair ihtilâflardan bahsedelim. Ayette “ona eziyet edin” denmekte. Müfessirlerin bir kısmına göre bu eziyet, sadece dil ile yapılan azarlama ve kınamadır. Bir kısmına göre de hem dil hem de el ile yapılır. İbn Abbas söyle demiş: “Erkek fuhuş yapınca kınanır, ayakkabı ile dövülürdü” Mücahid, “Onlara eziyet ediniz"i söverek eziyet edininz şeklinde açıklamıştır. Tabre’ye göre Allah, bu ayette eziyetin türünü belirtmemiştir. Peygamber’den de eziyetin şöyle veya böyle yapıldığına dair hiçbir şey nakledilmemiştir. Yaşar Nuri Öztürk de, İbn Kayyım’ı referans göstererek “Lut kavminin başına gelen felaketler, birer ilahi ceza olduğuna göre, bu suçun cezası da bu felaketler gibi ağır olmalıdır.” demiştir. Halid b. Velid, bazı Arap kabilelerinde birbirleriyle nikâhlanan erkekler tesbit edip halife Ebu Bekir’e bildirdiğinde, Ebu Bekir, Ali ve Aişe ile istişareden sonra, bu “sapıkların” yakılmasını emretmiş, Halid b. Velid de bunları yakmıştır. Bütün bunlardan yola çıkan Süleyman Ateş, eziyetin ya el, ya dil, ya da her ikisiyle birden yapılabileceğini söylemiştir. Şu an İran’da geçerli olan yasada ise kadın ve erkek eşcinseller, ilk üç keresinde 100 kırbaçla cezalandırılıyorlar ve dödüncü defa yakalandıklarında da idam ediliyorlar-Bakınız KAOS GL 20. sayı.) KURAN’DA LUT KAVMİNİN HİKAYESİ A’RAF SURESİ Cüz: 8, Sure: 7/39 Ayet 80: Lut’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: “Siz, sizden önce dünyalarda hiç kimsenin yapmadığı fuhşu mu yapıyorsunuz?” Ayet 81: “Siz, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere varıyorsunuz ha! Doğrusu siz, israfcı (aşırı) bir kavimsiniz!” Ayet 82: Kavminin cevabı: “Onları (şu Lut taraftarlarını) kentinizden çıkarın; çünkü onlar, fazla temizlenen insanlarmış!” demelerinden başka olmadı. Ayet 83: Biz de onu ve ailesini kurtardık, yalnız karısı, geride kalanlardan oldu. Ayet 84: Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte suçluların sonu nasıl oldu! HUD SURESİ Cüz: 12, Sure: 11/52 Ayet 77: Elçilerimiz Lut’a gelince onlar yüzünden kaygılandı, onlar için arışını daraldı (gücünün üstünde bir şeyle karşılaştığından, bunaldı ne yapacağını şaşırdı) “Bu, çetin bir gündür!” dedi. Ayet 78: Daha önce de kötü işler yapan kavmi de koşarak ona geldiler: “Ey kavmim, dedi, işte kızlarım, onlar sizin için daha temiz! Allah’tan korkun, konuklarımın içinde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu sizin?” Burada aktardığımız sureler dışında, 5 surede daha Lut kavminin hikâyesi ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. 1. Şu’arâ Suresi, Cüs:19, Sure: 26/47, Ayet: 160-175 2. Neml Suresi, Cüz: 19-20, Sure: 27/48, Ayet: 54-58 3. Ankebut Suresi, Cüz: 20, Sure: 29/85, Ayet: 28-35 4. Sâffât Suresi, Cüz: 20, Sure: 37/56, Ayet: 133-138 5. Kamer Suresi, Cüz: 27, Sure: 54/37, Ayet: 33-40
Ayet 79: Dediler ki, “Senin kızlarında bizim bir hakkım olmadığını bilmişsindir. Ve sen bizim ne istediğimizi de pekâla bilirsin.” Ayet 80: “Keşke sizi savacak gücüm olsaydı, yahut da çok sarp bir kaleye sığınabilsem!” dedi. Ayet 81: (Melekler) dediler ki: “Ey Lut, biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamazlar. Gecenin bir kısmında aileni yürüt; içinizden, karından başka hiç kimse geri dönüp bakmasın. Çünkü ötekilerine erişen (azâb) ona da erişecektir. Başlarına gelecek azap zamanı sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?” Ayet 82: Emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik; üzerine de taş yağdırdık; çamurdan pişmiş, hazırlanmış, istif edilmiş, Ayet 83: Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlar). Bu, zalimlerden uzak değildir. HİCR SURESİ Cüz: 14, Sure: 15/54 Ayet 58: “Biz suç işleyen bir kavme gönderildik.” dediler (melekler) Ayet 59: “Yalnız Lut ailesi suçlu değildir. Biz onların hepsini kurtaracağız.” Ayet 60: “Yalnız karıs hariç. Onun da (suçlularla beraber) kalanlardan olmasını ulygun gördük.” Ayet 61: Elçiler Lut ailesine geldiklerinde: Ayet 62: (Lut): “Siz tanınmamış kimselersiniz!” dedi Ayet 63: Dediler ki: “Doğrusu biz, onların, hakkında şüphe ettikleri şeyi sana getirdik.” Ayet 64: “Sana gerçeği getirdik, biz elbette doğru söyleyenleriz!” Ayet 65: “Hemen gecenin bir parçasında aileni yürüt, sen de arkalarından git, içinizden hiç kimse ardına dönüp bakmasın. Emredildiğiniz yere gidin!” Ayet 66: Ona: “Şunlar, sabaha girerlerken arkaları kesilecektir!” şeklindeki buyruğ(umuz)u bildirdik. Ayet 67: Kent halkı sevinerek geldiler. Ayet 68: (Lut): “Bunlar benim konuğumdur, dedi, beni mahcup etmeyin!” Ayet 69: “Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!” Ayet 70: “Seni başkalarının işine karışmaktan men etmemiş miydik?” dediler. Ayet 71: “Eğer yapacaksanız, işte kızlarım!” dedi Ayet 72: Senin ömrüne andolsun ki onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. Ayet 73: Güneşin doğma zamanına girerlerken korkunç şey onları yakaladı. Ayet 74: O kentin üstünü altına getirdik ve onların üzerine çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık. Ayet 75: Şüphesiz bunda işaretten anlayanlara nice ibretler vardır. Ayet 76: O kent, (herkesin gelip geçtiği) bir yol üzerinde durmaktadır. Ayet 77: Elbette bunda, inananlar için bir ibret vardır. Bunların dışında İncil ve Tevrat’ta olsun, Kuran’da olsun, hikâyenin anlatılmasının yanısıra ibret olması için Lut kavmine verilen cezanın bahsi pek çok kereler geçmektedir. Lut kavminin uğradığı sonucun birkaç surede tekrarlanması, Kuranın ilk muhatabı olan Araplar arasında da erkek eşcinselliğinin (livata) yaygın olduğunu kanıtlar. Süleyman Ateş de bu görüşü savunmaktadır. Üç büyük kutsal kitabın eşcinsellere ateş püskürüyor olmasının, eşcinsellerin dine olan sevdalarının önünde
KAOS GL 24 / 5
engel oluşturmadığı da gözlenmekte. Özellikle tarihseleleştirici yaklaşım denilen yöntemle kutsal kitap çözümlemesi yapıldığında, pek çok yorumcu, eşcinselliğin günah olmadığını savunuyor. Bu yorumlama tekniği söylenenleri herhangi bir yöntemle günümüz koşullarına uydurmakla gerçekleşiyor. Buna örnek olarak Damien Martin’in Eski Ahit’in 19. Bap’ında sözü geçen Lut kavminin eşcinselliklerinden değil de misafirperver
olmamalarından dolayı gazaba uğradıklarını ileri sürmesini verebiliriz. Heteroseksist toplumda meşruiyet isteğiyle yanıp tutuşan ve “Biz de sizin yaptıklarınızı yapabiliriz” söylemini dillerinden düşürmeyen eşcinsellerin, ne kendi kiliselerini oluşturmalarına ne de kutsal kitapları işlerine geldiği şekilde yorumlamalarına şaşırmamak gerekiyor bu durumda.
Eşcinseller takdis edilirse ne olur? Aids papazı Jarchow gay bir çifti takdis etti. Bu takdis piskoposları harekete geçirerek kilise kurumunda bir tartışma başlattı. 17.3.1996- “Aids Papazı” olarak tanınan Papaz Rainar Jarchow geçtiğimiz günlerde Hamburg St. Georg Kilisesi’nde 300 kişilik bir cemaatin tanıklığında gay bir çifti takdis etti. İki yıldan beri aids’ilerin ruhsal danışmanlığını yürüten Jarchow, bu takdisin amacının herhangi bir meydan okuma olmadığını kaydetti. “Yalnızca ruhsal bir destek ve insanların içinde bulundukları duruma uygun bir eylemdi.”, dedi. Ne var ki, kilise kurumunun “üstleri” için durum biraz farklıydı. Onları endişelendiren şey, gay ve lezbiyen birlikteliklerinin resmen takdis edilmesinin kilise tarafından reddedilmesinin üzerine kamuoyunu zaten uzun bir süredir meşgul eden tartışmaların kızışmasına yol açacaktı bu aleni takdis töreni. Eşcinsel birlikteliklerin takdisinden sonra ortaya çıkan kavga ve huzursuzluklar geçmişte bu kentte bir kere daha yaşanmıştı. 1984 yılında Altona Barış Kilisesi’nde lezbiyen bir çift yine kalabalık bir cemaat önünde dinsel nikahlarını kıydırmışlar ve bu nikaha bütün basını davet etmişlerdi. “Lezbiyen Düğünü” günlerce gazete manşetlerinden inmemiş ve kamuoyunu uzunca bir süre meşgul etmişti. Daha sonra Hamburg kiliselerinde arkası sökün eden eşcinsel birlikteliklerinin takdisi “âleniyet” arzetmedikleri için kilisenin resmi organları tarafından tolerans görmüşlerdi. Ama Papaz Jarchow artık bu toleransa baş eğmek yanlısı değil. Rainer Jarchow’a göre, bu insanlar takdislerinin bir pazar ayini sırasında gerçekleşmesini istiyorlarsa, cemaatın diğer üyelerine tanınan bu haktan onların da yararlanmasını sağlamak akla gelebilecek en doğal şeydi. Buna karşın, Jarchow’un bağlı olduğu Hamburg Piskoposluğu’ndan “amiri” Piskopos Maria Jepsen, duruma böyle bakmıyor. Bir gazetecinin takdis ayini sonrasında bu konuya ilişkin sorusuna şu yanıtı verdi: “Olaydan haberdar edildim. Papaz Jarchow ile konu üzerine konuşma ortamı yaratmaya çalışacağım.” Kilise çevrelerince bu ifade biçiminin seçilmesi, genellikle koyu bir hoşnutsuzluk durumunun varolması anlamını içerir. Nitekim, takdis ayininden iki gün sonra Kuzey Eybe Piskoposlukları’nın (Hamburg, Schleswig ve Lübeck) ortak basın sözcüleri vasıtasıyla yaptıkları basın açıklamasında, böylesi bir takdisi kesinlikle reddettikleri açıklık kazanıyordu: “Uzaktan da olsa bir nikahı çağrıştıran bu türlü dinsel ayinlerin eşcinsel çiftlere uygulanmasını piskoposlar olarak reddediyoruz.” Jarchow’un meslektaşlarından Başpapaz Petters ise olayı örtbas etmeye çalışarak, “İki insana kader yolundaki zorluklar için verilmiş bir onaydır bu.”, diyordu. Hamburg Bölgesi Kiliseler Birliği Başkanı da bu takdis töreniyle kilise tarafından bu türlü bir yaşam biçiminin onaylanmış sayılamayacağından emindi. Bu insanlara yalnızca ruhsal destek sağlanmıştı. Ayrıca kamuoyuna yansımış bu tartışmalar kilisenin içindeki “bu konuya ilişkin tavır saptama sürecini” zorlaştırmaktan başka bir işe yaramazdı. Bu takdislerin devam etmesini tolere edip etmeyeceği sorusuna verdiği cevap ise kısa ve özdü: “Tartışılan bu değil ki zaten!” Tutucu-teolojik ”İncil ve İman Kilise Topluluğu”nun eleştirisine göre eşcinsel bir çiftin âlenen takdis edilmesi “dini tahrik etmek” demekti. Bu topluluğun başkanı Papaz Rüss, bu takdisin İncil’in hüküm ve şâhadetleriyle çelişkiye düştüğünü, üstelik hristiyanlık etiğiyle de örtüşmediği öne sürdü: “Tanrı’nın takdisi bütün insanların üzerinedir. Ama bütün yaşam biçimleri için değildir.”, dedi.
KAOS GL 24 / 6
“SEVGİ İÇERİKLİ DİNE EVET, EŞCİNSELLİĞE HAYIR!” Bu yazı birkaç yıl önce çıkan (şu an çıkmıyor) Güneş Gençlik dergisinin “Mektuplar” köşesinden alınmıştır. Sayın Nil Hanım, Ben bir ilahiyat fakültesi öğrencisi olarak okuduğum dergi ve gazetelerdeki din konulu yazılara daha çok zaman ayırıyorum. Sizin de daha önceden dini konularda birkaç yazınızı görmüş ve ilgiyle okumuştum. İlgiyle diyorum, çünkü gerçekten klasik din anlayışından uzak düşüncelerinizle benimkiler pek farklı değil. “Sevgi İçerikle Din” başlıklı yazınıza tamamen katılıyorum, halen günümüzde çarpıtılarak yaşanmakta olan tüm dinlere değişik bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Ancak şu da var ki, çevremdeki yozlaştırılmış dini yaşayışa karşı olsa gerek, içimde aşırı bir tepki oluşmuş durumda. Bu tepki istemeden bir takım yanlışlar da yapmama sebep oluyor. Örneğin, insanın yanlış inançlara sahipler diye aile büyükleriyle ilişkisini kesmesi, onlarla kavga etmesi, hatta onları alaya alması yanlış değil mi sizce? Bu, benim hatalarımdan bir örnekti. Korkarım aynı hatalara siz de düşüyorsunuz. Örneğin eşcinsel gence verdiğiniz yanıt... Evet. Eşcinsel insanlara yokedilmesi gereken varlıklar olarak bakarak onları toplumdan dışlamak doğru birşey değil. Ama bu yaptıklarını desteklemek doğru bir davranış mı? Üç-beş kişilik bir grup olarak toplum açısından öyle pek zararları görülmeyen eşcinselliğin bir yaygınlaştığını düşünün hele. Aile kurumunun yokolmasından tutun da tedavisi mümkün olmayan hastalıklara kadar (sanırım AIDS’i kasdediyor) ne çok toplumsal zararı var. En başta yaradılışın kanunlarına, insanın tabiatına aykırı (Hoppalaaa... biz insan sayılmıyoruz galiba). Ben sizin, bu insanların yanlış eğitim ve kültürün meydana getirdiği hastalar olarak bakıp, tedavi edilmeleri yönünde, yaptıklarının doğru olmadığını açıklayan yazılarınızı görmeyi beklerken, onlara destek olmaya çalıştığını söyleyen ve diğer ülkelerdeki eşcinsellerin başarılarını örnek gösteren yazınızla karşılaşıyorum. Yanıldığınız konusunda yanılıyor muyum acaba? N. İ. O. -Ankara
Sevgili ilahiyatçı arkadaş, Senin gibi öğrencilerin varolduğunu bilmek bana gerçekten mutluluk veriyor. Dinin özünü kavramaya çalışıyorsun çünkü... ...Benim eşcinseller konusundaki görüşlerime gelince: Toplumumuzdaki eşcinsel sayısı sandığın gibi 3-5 kişilik gruplar değil. Bana eşcinsel arkadaşlardan gelen mektup yığınını görsen şaşırırsın. Bu insanların yanlış eğitim ve kültürün kurbanı olduğu savına gelince: Hayır! Eşcinseller toplumun her kesiminde var. Saygın işadamından, evli erkeklerden, dini öğretim gören öğrencilerden tut, her yaşta, her türlü sosyoekonomik ve kültürel seviyede insanlara uzanan geniş bir yelpaze. (Nil Hanım’ın kadın eşcinselliğinden haberi yok ya da bu konuda bile erkeklere bir öncelik söz konusu. Ahh eşitlik, nerdesin? Seni çok özlüyorum!) Bu insanların yaptıklarının doğru olup olmadığını yargılamaya kimsenin hakkı yok. Bu da onların seçimi. Halk arasında yanlış bir anlayış var. Eşcinselliğin özenilerek olunacak birşey olduğu sanılıyor. Karşı cinsten hoşlanan bir kişinin sırf özendiği için eşcinsel olması mümkün mü? Kadından hoşlanan bir erkeğe üstüne para versen, gidip erkekle yatmaz. (Eşcinsellik = yatmak = seks, yalnızca bunu mu çağrıştırıyoruz insanlara acaba)
Derleyen ve Aktaran: Derya Kurat Erkeklerle birlikte olmayı düşleyen ama cesaret edemeyen erkekler bahane aramasınlar kendilerine (Bahane arayan bir eşcinsel?) Toplumumuzda baştacı ettiğimiz bir çok değerli eşcinsel sanatçımız var. Olsaydı, onlar örnek olurdu herşeyden önce. Eşcinsellerin sayısı özgür bir toplumda şimdi olduğundan bir kişi bile fazla olmaz. Sadece artık gizleyen olmadığı için, eskisinden daha fazlaymış gibi görünür. Aile kurumunun yok olabileceğinden söz ediyorsun. Yâni şimdi aslında herkes eşcinsel eğilimli de bunun farkında mı değil? Yok, kardeşim. Eşcinsellik, doğuştan varolan, ama farklı yaşlarda insanların bilincine vardığı kişisel bir seçim. Bir insan özenti sonucu eşcinsel olduğunu ileri sürüyorsa aslında “aslına rücu ediyor” demektir. Eşcinsellik, yaradılışın değil, üremenin kanunlarına uymuyor. (Zaten uyması da gerekmiyor. Kural nedir ki?) Çünkü onlar da yaratılmışlar. Aslında insan cinselliğinin işlevi üremekten ibaret değil ki. (Eşcinsellerin ilişkilerinin de yalnız cinsellikten ibaret olmadığını bir anlasanız). İnsanların duygusal yakınlaşmalarının da bir ifadesidir de. İnsanların tabiatına da aykırı değil, çünkü eşcinseller de insan. Onları yargılamak yerine anlamaya çalışalım. (Eklemek istiyorum, anlayamıyorsanız bile onları tanımaya bilmeye, öğrenmeye çalışın. Anlamak olası değilse, bilmek zorunludur). Ezilmeye, horgörülmeye başkaldırıyorlar. Kim kaldırmaz ki? Onlardan biriyle karşılıklı oturup konuşsaydın, senden farkları olmadığını görecektin. Onların da hayattan beklentileri, duyguları, korkuları, sevgileri var. Her insan gibi (E müsadee edin o kadar olsun!) Eşcinsellik bir hastalık değil ki tedavi fayda etsin. Çünkü tedavi ile iyileşen (!) bir eşcinsel yok (eşcinsellik bir hastalık bile olsaydı, tedavi olmayı düşünmezdim doğrusu!) İnsanlık varolduğundan beri varolan eşcinselliği hiçbir tabu ortadan kaldıramaz. Sadece gizler. (Artık ona da gücünüz yetmeyecek) Bırakalım insanları cinsel tercihlerinden dolayı yargılamayı. İnsanlık ailesini tüm yönleriyle anlamaya çalışsak daha iyi olmaz mı? Not: Ben de tüm bunlara ek olarak diyorum ki; insanlar cinsel seçimlerine göre değil de insanlıklarını ne kadar geliştirdiklerine göre değer verildiği anlayışının hakim olduğu bir toplum düzeyine ulaşmayı özlüyorum.Hiçbir önyargının barınamayacağı insancıl bir toplum, Ütopik olmayan bir toplum... Evet, lütfen küf tutmuş düşüncelerle dolu ve aslında boş olan kafanızı da insanların bacak aralarından çıkarın. Eşcinsellik seksten ibaret bir yaşam biçimi değildir. Hiçbir zaman da olmadı. Eşcinsellikte, kelimenin ardında sizin hiçbir zaman anlamaya, öğrenmeye çalışmadığınız bir zenginlik var. Düşüncelerle, duyarlılıkla, duygusal derinliklerde incelikle, sevgiyle bezenmiş ve sizlerin sayesinde çelişkilerle, utançla, eziklikle, suskunlukla, dışlanmakla karartılmış (-mıştı diyorum) bir zenginlik!
KAOS GL 24 / 7
T A R T I Ş M A NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? EŞCİNSELLERİN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERİNE Batur Özdinç Bir gece içkinin sarhoşluğuna kendimi alıştırmaya çalışırken en yakın arkadaşlarımdan birinin: - Biliyor musun? Ben biseksüelim, dediğini anımsıyorum. - Eee... Ne düşünüyorsun?, gibisinden bir şeyler mi söyledi yoksa ben mi böyle sorması gerektiğini düşledim bilemiyorum. Benim ne düşüneceğimi- en azından ne düşünmek İSTEYECEĞİMİ- tahmin etmiş olmalıydı. Türk, erkek ve (bir zamanlar) sünni müslüman oluşumun getirebileceği önyargılardan arınamamış olabilirdim. Açıkçası bu konuda kendimden kuşku duymuyor değildim. Ancak o ilk anda hiç şaşırmadım, hiç afallamadım ve hiç tiksinmedim (ne demekse?). Hayatımda belki de ilk kez kendimle bu kadar gurur duydum; eşcinselleri ve eşcinselliği yadırgamıyordum. * * * KAOS GL’de yazımın çıktığını söylediğim insanların ilk sorusu: -Sen eşcinsel misin?, oldu. Böyle bir soruyu cevaplamadan şu soruyla karşılık vermeliydim aslında: -Eşcinsel mi olmalıyım? Ya da belki: -Eşcinsel olmamalı mıyım? -BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Yâni eşcinsel olmak sosyalist, komünist, ateist, faşist olmaktan daha mı önemli? Eşcinsel değilim. Eşcinsel gibi hissetmiyorum ama bu eşcinsel gibi hissetmeyeceğim anlamına gelmez. Benzer bir şekilde eşcinsel gibi hissedeceğim anlamına da gelmez Yaşam neler getirir, neler getirecek... nereden bilebilirim. -BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Yâni benim eşcinsel olup olmamam. Senin için çok mu önemli? Önemli çünkü eşcinselsem benimle konuşurken daha dikkatli davranacaksın artık. Beni incitmemek için eşcinsel esprileri yapmayacaksın. Belki de benimle konuşmaya, selâmlaşmaya, dolaşmaya korkacaksın. Eşcinsel değilsem rahatlatacağım seni: - Bu ne iş? diye soracaksın. - Seni de mi kaybettik!... diye sırıtacaksın. -BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Bir ‘erkek’ için elbette önemli. ‘Erkek olmak’ önemli. ‘Erkeklik etmek’... hükmetmek, aşağılamak, sömürmek... önemli. - Kadınlar eşcinselliğe daha sıcak bakarlar, diyordu birisi. Buna hak vermiyor değilim. Ezilen insanların ortak
ya da benzer sorunları, birbirlerinin sıkıntılarını hissedebilmeleri, vb. ile açıklanabilir bu ‘sıcak bakış’. - Ne de olsa size giren-çıkan bir şey yok!... diye devam etti birisi. Kadın için eşcinsellik yadırganır birşey olmayabilir. Haksız değildi, bir ‘erkek’in eşcinsel olmasını engelleyen bu giren-çıkan davasıydı. Olsa olsa giren olunabilirdi. Ama bir eşcinsel... asla! - BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Geçen sene çimlerde oturuken yanımdakilerin, köşedeki ağacın altındakilere bakıp bakıp güldüğünü gördüm. Kendi cinselliklerini sorgulamadan bile aciz insanlar başkalarının cinselliğini sorguluyorlardı. Bana da gösterip göz kırptılar. - Bunun nesi garip?, dediğimi anımsıyorum. Birden kıs kıs gülmeler kesildi, herkes ciddileşti. Onların imalı imasız bakışlarına aldırmadım. Çoğu ‘kendilerini kocalarına saklayan’ bu insanlara ne diye aldıracaktım ki... - BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Türkiye diye tanımlanan coğrafyada eşcinsellik kimi çevrelerde komünistlikten, dinsizlikten, kadınlıktan çok daha aşağılık bir şekilde algılanıyor. Hele hele erkek eşcinselliği. Heteroseksist toplumun, yâni tüm toplumsal iktidar ilişkilerinin sorgulanması, ekonomik ve/veya siyasal iktidarı sorgulamaktan çok daha güç. Bu yüzden pek çok solcu bile buna yanaşamıyor, cesaret edemiyor. Çoğunun böyle bir niyeti olduğundan bile şüpheliyim. Eğer yakın gelecekte buna ciddi ciddi niyetlenirlerse bile olsa olsa ‘birleşik cephe’ mantığı altında yapacaklardır (ya da yapmaya başlıyorlar diyebilirim). Bunların temel mantığına göre ne de olsa ekonomik altyapı üstyapıyı yıkınca hiçbir sorun kalmayacak! Üstyapı toplumu dönüştürecek! Toplumu eğitecek(?), onlara eşcinselliğin yadırganmamasını SÖYLEYECEK! Oysa hiç böyle olmadı ve olamayacak. Üstyapı her zamanki gibi ‘toplumsal değerlerin’ yolundan gidecek . Zindanlarında yalnızca eski iktidar sahipleri, karşı-devrimciler (muhalif sosyalistler ve anarşistler dahil) olmayacak, aynı zindanlara gay ve lezbiyenler de tıkılabilecek. Kapitalizmin zindanlarında beraber yaşama olanakları bulunabiliyordu, artık-büyük olasılıkla-buna bile izin verilmeyecek. - BU ÇOK MU ÖNEMLİ? Eşcinsellik bir eşcinsel için kuşkusuz önemli. Bu konuda-en azından duygu ve duyumsama bazında farklı birisi olarak- fazlaca ahkâm kesmemeliyim. Ancak heralde (İnsanları rahat bırakın!) diye haykırmaya da hakkım var. KAOS GL’li eşcinseller, eşcinselliklerini özgürce yaşayabilecekleri bir toplum istiyorlar. Gettolar değil, kentin
KAOS GL 24 / 8
tamamını istiyorlar. Toplumdan soyutlanmadan, toplumdan ayrışmadan, toplumla içiçe yaşamayı arzuluyorlar. Ancak kimi farklı grup ya da bireyler olarak bazı eşcinseller yalnızca kendileri, yalnızca ‘kendi cinsellikleri’ için özgürlük isteme tavrı içindeler. Bu yalnızca kendisi için özgürlük isteme tavrı, içinde gizli bir ikiyüzlülüğü de barındırır; kapitalist üretim ilişkileri kapsamında uluslararası ve ülkesel anlamda sömürülenleri görmezlikten gelmeyi. Sömürülenler emekçi; işçi, köylü, memur vb.den öte eşcinsellerin kendisi de olabilir. Bedenlerini satmaya zorlanan çocuklar, bedenlerini satmak zorunda bırakılan gay’ler olabilir. Kadın eşcinselliği porno filmlerinde kullanılabilir ve eşcinseller için tüketim malları
geliştirilebilir. Böylece eşcinseller bu sistemin bir parçasına dönüşürler. Eşcinsellik kapitalist bir tüketim malzemesi biçiminde özgürleşme(?) yolundadır ancak eşcinsel birey özgürlük yanılsamasıyla birlikte giderek sistemin kölesi durumuna gelmektedir. Fazlaca ahkâm kesmemeliyim derken iyice didaktikleştim. Artık eşcinselleri özgürlük mücadeleleriyle başbaşa bırakarak susmalıyım. Bu bir geri çekilmeden çok, rahat bırakma tavrı olarak algılanmalı. Ne diyordum? Herneyse... Ben susuyorum, Oscar Wilde şöyle diyor: “İnsanlar kurbağaları ürkütmedikleri sürece istediklerini yapabilmeli.”
Yasemin Özalp Hatırlarsınız, geçtiğimiz sayılarda Yeşim T. Başaran “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” başlıklı bir yazı yazmış ve bir tartışma başlatmıştı. Bu tartışmayı sürdürmek adına, ben de bu konuda düşündüklerimi sizlere aktarmak istiyorum. Bence yapılması gereken ilk şey bir araya gelmemiz. Bir araya gelmemiz için herhangi bir model öngörmüyorum. Bu oluşum bir yayın organı, bir dernek, bir vakıf vs. ya da bütün bunlara benzemeyen başka bir organizasyon çevresinde olabilir. Bu arada kişisel olarak partileşmeye karşı çıktığımı hemen belirteyim. Çünkü kanımca partileşmek demek yanlış haritayla doğru yöne gitmeye çalışmak anlamına geliyor. Bir araya geldiğimizde sorunlarımızı ortaya koyup, bu sorunlara ne gibi çözümler üretebileceğimizi tartışabiliriz. Eşcinsellerin çok farklı sosyo-ekonomik-kültürel ortamlardan geldiği düşünülürse, sorunlarımız ve sorunlarımıza bakış açımız da oldukça farklı olacaktır. Burada önemli olan bireysel sorunlarımız ve durumlarımızdan sıyrılıp, olaylara bütünsel açıdan bakabilmektir. Böylece buluştuğumuz ortak noktalar olacaktır ve bunlara göre hareketimizi yönlendirebiliriz. Kanımca insanlar eşcinseller yerine yeterince konuştular ve bizlere söz hakkı tanımadan bizleri yeterince yargıladılar. Artık heteroseksüellerin bunu yapmalarına izin vermeyeceğiz, ve başka eşcinseller de artık buna izin vermemeliler. Çünkü bir insan kendi mutluluğu için ne istediğini doğal olarak diğer insanlardan daha iyi bilebilir. Türkiye’de 80’lerden beri çeşitli oluşumlarla ve çeşitli bağlamlarda gelişen bir eşcinsel hareket var. Şu aşamada sorulması gereken “Ne istiyoruz?” Kendi adıma şunu söylemek istiyorum ki, ben heteroseksüellerin kalıplarına sıkışmak istemiyorum. Yâni onların hak ya da üstünlük olarak kabul ettikleri yalancı özgürlükleri istemiyorum. Örneklendirmek gerekirse; evlenme, miras, bir takım sosyal güvenceler gibi hakları talep etmiyorum. Çünkü ben hayatımı düzenlemesi için siyasal otoriteye bu yetkileri vermek istemiyorum. Hepimizin gözlemleyebildiği ve artık heteroseksüellere bile illallah dedirten modern toplumsal ahlâkın kültür değerleriyle yaşamak istemiyorum. Bir eşcinsel olarak madem ki toplumsal ahlâka eleştirel bir gözle bakabiliyor, onun bana yapıştırdığı yaftaları reddediyorum; öyle ise neden bu ahlâkı ayakta tutabilmek için daha fazla yetki vereyim? Bir takım hukuki taleplerle ortaya çıkmak demek, efendiye “Sensiz yapamıyorum” demenin başka bir yolu olduğu gibi, başkalarına gerek kalmadan kendimize sınır koymak anlamına geliyor. Eşcinsellik bir cinsel kimlik sorunu değil, aynı zamanda bir yaşayış ve düşünüş biçimi sorunudur. Hem heteroseksist ahlâkın dışında yaşayıp hem de heteroseksüelleri bile boğan kalıpları matah birşey olarak algılayıp bunları talep etmeye kalkmak; insanı kendi kazdığı kuyuya düşürür. Peki, ben ne istiyorum? Gündüz farklı gece farklı bir hayat yaşamamak; işyerinde, okulda, evde, sokakta kendim gibi davranabileceğim bir toplumda yaşamak istiyorum. Toplumsal kadınlık ve erkeklik rollerinin daha biz ne olduğunu anlamadan bize dayatıldığı bir sistemde yaşamak istemiyorum. Bunun için de eşcinsellerin aile, devlet, din, eğitim, medya gibi kurumları sorgulaması, ve yok etmeye ve yok saymaya dayanmayan yeni bir toplum biçimi öngörmesi gerektiğini düşünüyorum. Farklılıkların hiyerarşiye dönüşmediği bir yaşam tarzı istiyorum. Bunun için de eşcinsellerin bir araya gelip insanlara, “Biz de varız!” demesi gerektiğine inanıyorum. İşin bir yanıdan tutup; sivil toplum örgütleri, sendikalar, bağımsız yayın kuruluşları ve bireylerle diyaloğa geçerek sesimizi duyurmanın zamanı geldi. Gelin bu hareketi birlikte üreterek hep beraber oluşturalım.
NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET TARTIŞMASINA BENDEN FİKİRLER Barış Evren Yeşim’in böyle bir tartışmayı başlatmasına çok sevindim. Yeşim’in çağrısına kayıtsız kalmayıp bende bir şeyler yazmak istedim. Sonuçta hepimizin düşüncelerinin aynı olmasını beklemek bir yanılgı. Ama sonuçta farklı düşünsek de bir grup altında toplanmayı başarmalıyız. Eleştiriler ve tartışmalar eminim bizi yönlendirmekte çok önemli. Ama birbirimizi anlamaya çalışmalıyız birbirimizi
önemseyip, sevip müthiş bir bağla mutlaka kenetlenmeliyiz. Ama sonuçta lafla peynir gemisinin yürümeyeceği de bir gerçek. Ben gerçekten eşcinsel özgürlüğü için ne yapılıyor bilemiyorum. KAOS grubu, dergi çıkarıyor paneller düzenliyor. Ama yeterli mi, değil, olamaz da. Benim anlayamadığım neden kendi aramızda bölündüğümüz. Neden gruplar ve bireyler bir araya gelip tek bir grupta toplanmıyoruz? Sonuçta yine o gruplar olsun, insanlar kendi
KAOS GL 24 / 9
düşüncelerini kendi grubunda uygulasın. Ama 5-10 kişi bir araya gelip 10-20-30… grup kurup ne elde edebiliriz? Hiç bir şey. Ama o gruplar bir grupta toplanmış olsa çok şey yapabiliriz. Bunu yapamıyoruz çünkü aptalca takıntılarımız var. Bunu aşmamız şart. Ben yüzde yüz KAOS grubunun tüm düşüncelerine katılmıyorum. Ama sonuçta ben çevremdeki eşcinsellerin bu gruba katılmalarını teşvik ediyorum edeceğim de. Çünkü ben inanıyorum ki doğru olan bu. Ben de kalkıp 10-15 kişiyle bir grup oluşturabilirim ama bu anlamsız. Nisan 96’da KAOS GL’de yayınlanan Mustafa’nın yazısına yönelik eleştiriler, genelde olumlu veya olumsuz, güzeldi saygı ve sevgi genelde hakimdi, anlayış da. Ama doktor olan Didem’in tavrı bence çok anlamsızdı. Üstlik belli bir kültürü yakalamış. Ama sonuçta bence hala aşamadığı yargıları var. Mustafa ya da bir diğer insan neden KAOS GL’ye özgürce yazıp bu KAOS GL’de yayınlanmasın? Mustafa’nın düşünceleri onu neden bu kadar rahatsız ediyor. Onun için önemsiz olan phallus, başkası için önemli olabilir ona ne. Neden onun bu zevkini/düşüncesini anlamıyor ya da anlamak istemiyor. Bu konu onu KAOS grubundan ayrılmaya kadar itebiliyor. İşte çoğumuzun yaptığı bir şey Didem için de geçerli. Düşüncelere, zevklere bakışı tek yönlü. Oysa ben bir erkek eşcinsel daha doğrusu homoseksüel olarak onun biseksüelliğini anlıyorsam onun phallus’a yaklaşımını anlayabiliyorsam o da beni ya da Mustafa gibi bir çok eşcinseli anlamalı. Ben de phallus’a tapmasam da önemli bir organ. Ama tabi ki Didem, bu pencereden bakmadığı için bunu farklı görüyor. Neyse bu konuyu daha fazla uzatmayıp, asıl konuya döneceğim. Ama bu konuda asıl konuyla ilgiliydi bence. Yeşim’in yazdıklarından onun nasıl bir siyasal ideolojide olduğunu anlamak güç değil. Yasalar konusunda fikirlerine kesinlikle katılmıyorum. Ülkemizde eşcinsellere yönelik yasalar yok ama olmalı. Yok çünkü bu gerçek hep perde arkasına itilmiş şu ana kadar. Yasalar çıkarılması yönünde hareket etmeyip sokaklara mı döküleceğiz? Ya da haftada ayda bir toplanıp devlet mi yıkacağız? Yasalar olmadan yani parlementoya yönelik çalışmalar yapmadan ne elde edeceğiz? Topluma kendimizi anlatmak için ev ev mi gezeceğiz? İnsanlar eşcinsellere iş vermeyince iş yerlerini mi basacağız? Düşünsenize bir eşcinsel bile bir eşcinsele iş vermezken heterolar neden versin? Eşcinseller olarak “ben buyum” bile diyemiyoruz. “Aman ailem bilmesin”, “aman sokaktaki bilmesin” diyerek mi çözüm bulacağız? Kültürlü olduğunu iddia eden çoğu eşcinsel parklara takılan yaşlı, efemine, travesti, transseksüelleri … dışlıyorsa aydınlık bunun neresinde? Çıkıyor biri bas bas “gay’im” diyor aslında homoseksüel. Eh ‘gay’, kulağa hoş geliyor ya!.. Ben bir eşcinsel olarak sokakta, okulda, kafede ya da başka heryangi bir yerde dışlanıyorsam bu toplumun bilinçsizliğinden kaynaklanıyor. Çünkü biz kendimizi anlatamıyoruz. İnsanlar eşcinsel denince hemen aklı fikri seks olan, götünü siktiren
bir ibneyi ya da Beyoğlu’nda orospuluk yapan teravestileri aklına getiriyor. Çünkü insanlar eşcinselleri tanımıyor. Bu da bizim hatamız. Çünkü yüzde seksenimiz, bence, eşcinselliğini gizliyor. Eşcinsel olmaktan korkuyoruz. Neden “ben eşcinselim” diyemiyoruz? Eşcinseller olarak ASLA kendimizi heteroseksüellerden soyutlamamalıyız. Heteroseksüeller ve biz bir arada yaşamayı öğrenmeliyiz. Heteroseksüellerle aynı dünyada aynı ortamda özgür olmak için mücadele etmeliyiz. Yani heteroseksüel yaşamda eşcinsel bir yaşamımız olmalı eğer bu kendimizi heteroseksüellerden doğru değilse soyutlayacaksak nerede yaşayacağız? KAOS Grubu genelde bildiğim kadarıyla medyayı dışlayan bir politika uyguluyor. Peki medyadan uzak olmak ne kazandırıyor? Bence medya çok önemli ama medya konusunda bilinçli hareket edildiğinde. Çıkıp bir panelde bin kişiye filan konuşabilirsin ama medya ile milyonlarca kişiye seslenebilirsin. Eğer biz eşcinseller bilinçli olursak medya bizi kullanabilir mi? Peki medyayı dışlıyoruz o zaman Türkiye’nin diğer köşelerindeki eşcinseller böyle bir oluşumdan nasıl haberdar olacak? KAOS’u, Lambda’yı, IPOTH-COC’u, LIKYA’yı ya da BET’i nereden öğrenecekler? KAOS GL gibi bir dergimiz olduğunu bilmeyen sayısız eşcinsel yok mu? Eşcinseller olarak birbirimizle nasıl iletişim kuracağız? Madem sistemi beğenmiyoruz o halde bunun için birlik olmalıyız. Sistem nasıl bizi yontuyorsa bizde sistemi yontabiliriz. Medya nasıl travestileri lanse edip rating alıyorsa bizde medyayı istersek kendi lehimize kullanabiliriz. Ama konuşmazsak medyadan, heteroseksüellerden … kaçarsak biz, biz olamayız. Kıyıda köşede kendi kendimizi yeriz. Birbirimizi anlayamazsak, sevemezsek daha çoook sokaklarda saldırıya uğrar, işten atılırız. Birlik olmazsak buna neden olanlara bu müstehaktır. Tabi ki benim ya da başkasının konuşması için başkalarının izin vermesine ihtiyacımız yok. Ama başkalarının bizim konuşmamıza izin vermesi de önemli bir adım. ÖDP çatısı altında toplanmak ne derece doğru bilemiyorum. Ama önemli bir adım. Şu ana kadar parti tüzüğünde eşcinsellik yer alan ilk parti. Neden bu fırsatı kullanmayalım? Onlar izin verdi konuşmayalım da, kendi kendimize mi konuşalım? ÖDP’de olmalı bir güç bence. Sonuçta bence eşcinsel hareket için tekrar tekrar belirtiyorum birlik olmak, birbirimizi anlamak, sevmek, hoş görebilmek, medyadan kaçmamak, birbirimize her zaman destek olmak çok önemli. Bence eşcinsel özgürlüğü ve hakları daha ön planda olmalı. Ama genelde sosyalizm, anarşizm ya da çıkarlar ön planda. Herkes bir grup, her grup bir lider olma sevdasında. Herkes tek bir grupla birşey yapmaya çalışsa, herşey çok daha harika olurdu. Ama galiba bir süre daha bültenlerle, dışlamayla … yüz yüze kalacağız. Son olarak tüm eşcinselleri ve diğerlerini özgürlüğümüz ve haklarımız için el ele olmaya çağırıyorum.
Can Atak-Burak Cem *Gay’lerimizde düzenle uyum içinde. Laf çok, iş yok. Saldırı bol, hareket yok. *Çözüm önerisi taşımayan hiç bir yazı bizim için okunacak değerde değildir. Zaman kaybıdır. *Dünyada eşcinsel kurtuluş hareketi, feminist hareket, ırkçılık karşıtı hareket ve diğer özgürlük hareketleriyle birlikte yürümüştür. Bazı tutumlarınız Gay hareketi içindeki insanları bile dışlayıcı kırıcı nitelikte. Örnek: Mustafa.
KAOS GL 24 / 10
*Devletin polisi seni dövecek, işten haksız yere atılacak, horlanacak, aşağılanacaksın, bırak tazminatı üstündeki paran alınacak ve sen hala politikaya karışmayacaksın. Önyargılı olacak ÖDP’ye hayır diyeceksin. Bunun mantığı ne; kimseden destek istemiyoruz. Peki sordun mu işten atılıp aç kalana, yardım mı ettin? Yok, yok, yok, ne var; bol bol laf. Koy kendini dünyanın merkezine sayfa bol, kalemin de var, yaz. İşten atılıp bir parkın köşesinde hıçkıra hıçkıra ağlayan çocuğu duyabildin mi? Hayır. O anda ODTÜ kafeteryasında çay sigara, çay sigara… Bu kadar yazıp sizi oyaladıktan sonra kendi çözüm önerilerimizi yazalım. *Politikaya gireceğiz. Cesurca, korkusuzca. Girmeyen arkadaşları dışlamayacağız. Oy vereceğiz. Genel geçer çözümler önereceğiz. Topluma medya oyuncağı toplar olarak değil, düşünen, üreten, yaratan Gay’ler olarak çıkacağız. Seyirci değil oyuncu olacağız. Ta ki hakem oluncaya kadar. *Çoğulcu gay kimliğini yaratacağız. Mustafa’yı dışlamaya değil, konuşmaya özendirmeye çalışacağız. Totaliter, baskıcı olmayacağız. Bilimsel süzgeçten geçireceğiz. Bir değil bir çok doğru var, unutmayacağız. *Sonunda ÖDP’li, Lamda’cı, Yeşil’ci, Venüs’cü, şuncu, buncu, Kaos’cu; Göreceğiz ki çoğulculuk güzel, renklilik hoş, özgürlük tadına doyulacak gibi değil. Sevgilerimle…
GAY & LEZBİYEN HAREKETİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Evrim I-KİMLİK Eşcinsellik, eşcinseli yasa dışı konumuna yerleştirdiği için, onu toplumsal değerleri yeniden gözden geçirmeye zorlar. Jean Genet Derek Jarman’ın Blue adlı son filminde “Lezbiyen bir erkeğim, Ben gay değilim” cümlesiyle karşılaştığımda, Jarman’ın, toplumsallaşma -ve dolayısıyla normalleştirmepratiklerinin ürünü olan ve hepimizi belli bir sınıfa, gruba, etnik veya milli kökene aidiyetimizle tanımlayan, Avrupa kültürünün ürünü olan kimlik sorununa, kendini tanımladığı ya da kendi için tanımlanan sabit ve statik olduğuna karar verilmiş kimliğin temellerini sarsıcı ve yoksayıcı bir başkaldırıyla yanıt verdiğini düşünmüştüm. Yeni olduğuna inanılan bu dünya düzeninde, gay & lezbiyen kimliklerine dayalı politikalar üretmenin olası yollarının ve biçimlerinin, zaten bilineni ve kabul edilmiş olan ayrımları (karşıcinsel/eşcinsel) meşrulaştırmak (ya da istemeden de olsa buna hizmet etmek) yerine, farklı düşünmenin/yaşamanın olanaklı olabileceğini görmek/göstermek için girişimde bulunmaktan geçtiğini görmenin yaşadığımız topluma eleştirel bakabilme ve toplumsal ilişkilerin, iktidar ve baskı biçimlerinin kurulduğu egemen kodların maskesini düşürme sürecini başlatabilmek için kaçınılmaz olduğu savı bu yazının her satırında etkisini gösterecek. Bu arada, pazar mekanizmasının ve onun yılmaz bekçisi olan modern ulus-devletin ve her ikisine paralel olarak işleyen sosyal, kültürel, politik ve iktisadi kurumların mantığının, pazarın ve devletin işleyişini ve varlığını tehdit eden her türlü farklılığın zararsız ve evcil hale getirilişindeki etkilerini görmezden gelen ya da görmeyen, değişmek/değiştirmek, dönüşmek/dönüştürmekten çok eklemlenmeyi, hegemonya mantığıyla işleyen iktidar biçimlerine ortak olmak şeklinde kendilerini konumlandırmayı seçen (?) ve muhafazakar ve ataerkil niteliklere sahip toplumsal kurumları farkında olarak ya da olmayarak destekleyen bakış açıları, her şeyi kategorize ederek açıklama, düşünce ve pratikleri belli bir hiyerarşi içinde görme, egemen kodları içselleştirme eğilimlerinden dolayı “yeni” bir toplumsal hareket olabilme potansiyeline sahip olmamaları ve halihazırda varolan normallik
tanımlamalarını kendilerini de kapsayacak bir şekilde genişletmekten başka kaygıları olmamalarından ötürü hem sorgulanmalı hem de artık(!) bir yana itilmeli diye düşünüyorum. Gay & lezbiyen hareketinin politik amaçları neler olabilir? Her şeyden önce, değişmez özellikleri olan ve kendi içinde aynılığa/aynılaşmaya vurguda bulunan bir kimlik etrafında ve nihai amaçları belli bir özgürleşme projesi çerçevesinde biraraya gelmiş eşcinsel öznelerin yön verdiği bir toplumsal hareket olma çabası, gay & lezbiyen hareketinin ortaya çıkış nedenleriyle çelişmektedir. Eşcinsellik, geçmişi en fazla iki yüzyıl öncesine dayanan tıbbi ve hukuki söylemlerin kurumsallaşmalarıyla oluşmuş, heteroseksüel burjuva erkek öznelerin “normal” cinsel doğasını tanımlamak için kurgulanmış bir kategoridir. Kendi gibi olmayanı dışlama prensibine dayalı böyle bir kurguyu kabullenip, farklılık/aynılık ikiliğine göre işleyen, doğası zaten eşcinselliği dışlayan ve olumsuzlayan bir dil tarafından tanımlanmış, sınırları “normaller” tarafından saptanmış bir eşcinsellik kimliğini reddetmek, gaylerin & lezbiyenlerin kendi cinsel ve etik seçimlerini yok saymak olarak görülmemelidir. Eşcinselliğin, kendine özgü nitelikleri olan bir doğası yoktur. Bu, tam da kendini heteroseksüel olarak tanımlayan ahlak anlayışının baskıcı kodlamalarıyla oluşmuş uyduruk bir kategoridir. Gay ya da lezbiyen olmak neden insanların cinsellikle ilgili seçimleri ve davranışlarından hareketle, ama kendini bununla sınırlamayan bir yaşam tarzı ve bir etik oluşturmak olmasın da, heteroseksist bak(may)ış açısının empoze ettiği şekilde sekse vurgu yapan, yalnızca (aynı cinsiyetten biriyle) bir cinsel ilişki biçimi (başka bir deyişle, bir sapkınlık ya da en kibar/liberal şekilde ifade edildiğinde “farklı” bir cinsel tercih) olsun? Unutulmamalı ki gay ya da lezbiyen olmayanları, gay & lezbiyenlik hakkında en çok rahatsız eden, kapalı kapılar ve duvarlar ardında sevişen insanlar değil -bu zaten bir ikiyüzlülükle toplumun hemen her kesiminde örtük ve adı konmaksızın pratiğe geçen bir ilişki kurma yoludur- böyle bir cinsel seçimden hareketle oluşturulan ve yerleşik kalıplara, ilişki biçimlerine ve kurumlara yüz vermeyen ve onların belirledikleri alanlar dışında da varolabilecek yaşam tarzlarıdır. Bir kollektiflik etrafında kurulan kimlikler ister istemez kendi içlerinde bir normalleştirme sürecini başlatırlar. Eğer
KAOS GL 24 / 11
kimlik, cinsel bir varoluş problemi olarak görülürse, eşcinsel olarak tanımlananlar heteroseksüel erkeklik/kadınlık ahlakından çok da farklı olmayan bir etik oluşturulmasına katkıda bulunurlar. Bu da, “anormal” olarak görülenlerin kendi “normalliklerini” oluşturması sonucunu doğurur : Eğer “biz” hepimiz aynı şekilde eşcinselsek, bizden daha farklı arzuları ve düşünceleri olanlar “bizden” biri olamaz. Gay & lezbiyen hareketini, “belirli” hedeflere doğru ilerleyen “türdeş” özneler olarak görme tavrı, her an totaliter bir çizgiye kayma eğilimi gösteren ve artık iflas ettiği düşünülen, her koşulda birlik ve beraberliğe övgüler düzen ve “dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar” söylemiyle örgütlenen toplumsal hareketlerin ürettiği politikalardan sıyrılıp, daha özgün ve dinamik politikalar üretememenin bir sonucudur. Yeni toplumsal hareketlerin (gay & lezbiyen, feminist, yeşil, ırkçılık karşıtı...) en önemli özelliği, aynılıktan çok farklılığı ve farklılığın kendini özgürce ifade etmesini benimsemeleridir. Burada amaç, iktidarı ele geçirmek ya da iktidara, bir takım hakların kazanımıyla (evlilik, ordu vb. kurumların “nimetlerinden” faydalanmak gibi) ortak olmaktan çok, egemen kodların içerdiği şiddeti ve belli noktalardaki suskunluğu açığa çıkarmak, sözkonusu kurumlardaki iktidar ilişkilerini ve normalleştirici baskı mekanizmalarını görünür kılmaktır. Bu hareketlerin başka bir ayırdedici özelliği de belli konuları öncelikli olarak niteleyip, merkezi önemi olan sorunlar ve diğerleri gibi bir hiyerarşiye karşı çıkarak, gündelik kültürel pratiklere kadar nüfuz eden davranış kalıplarına ve tektipleştirilmiş toplumsal ve bireysel ilişki modellerine uymayı reddetmek ve farklı bir dil, cinsel pratikler, duygusal ilişkiler ve anlam çerçevelerinin mümkün olduğunu açığa çıkarmaktır. Başka bir deyişle, iktidar aygıtlarının (devlet, din, okul, aile, ordu...) işleyiş mantığının mümkün olan tek rasyonalite olmadığını göstermektir.
“Elde edilmesi gerekli olan haklar” söyleminin -ki liberal refah devletinin, farklılıkları kendi politik, iktisadi ve kültürel yapılarına eklemleyebilmesinin en etkili yoludur buiçine kendini hapsetmeyen ve aynı zamanda ortodoks Marksizmin artık kabak tadı vermiş olan iktisadi ve politik yapıları değiştirmeden hiçbir şeyi değiştiremezsiniz; rasyonalitesinden kendini sıyırabilmiş, başkaları üzerinde baskıcı olmayan bireysel bir etik ve yaşam tarzı oluşturma amacıyla biraraya gelmiş, ama bütünüyle türdeş olmanın daha özgür olabilmek için yaratılması gereken toplumsal bir hareketin vazgeçilmez bir önkoşulu olduğunu reddeden bir gay & lezbiyen hareketinin, “çokbiçimli, değişken ve bireyselliğin izini taşıyan” bir gay & lezbiyen kültürünü mümkün kılacağını, en azından böyle bir kültürün oluşmasına katkıda bulunacağını belirtmek isterim. Cinsel tercihleri bireysel bir seçim sorunu çevresinde toplayan bir varoluş biçimini yaşama ve ifade etme özgürlüğünün kazanılması amacıyla ortaya çıkan, farklı tasarımları ve kendini ifade etme biçimlerini dışlamayan, gücünü ve özgünlüğünü değişmez yasalar ve programlar ortaya çıkarmamaktan alan bir gay & lezbiyen hareketi, varolan egemen ahlak anlayışının doğal ve evrensel olmadığını ve tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığını gösterebilmeli, zorunlulukları ve verili yaşam tarzlarını reddedebilme cesaretini kendinde bulmalıdır. KAYNAKÇA M. Foucault (1994), Dostluğa Dair, çev. Cemal Ener, İstanbul: Hil Yayın. A. Melucci (1988), “Toplumsal Hareketler ve Günlük Hayatın Demokratikleşmesi,” çev. Levent Köker, sJ. Keane (der.), Sivil Toplum ve Devlet: Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, ss.267-83.
FARKLI OLMAK AMA… Kemal Yiğit Birkaç yıl öncesine kadar yani sosyal yaşantımı bir tarafa bırakıp artık bir karar verme aşamasına kendimi getirene ve yaklaşık üç ay boyunca inzivaya çekilip kendi üzerimde düşünerek, bu arada, önüme koyduğum bir düzine kadar kitabı okuyarak sürekli kabuklar kırıp tercihlerimde, nitel anlamda olmasa da, anlık bir karar kılana dek; eşcinselliğin bendeki arketipi, o bildik medyatik eşcinsel imajları ile şekillenmişti. Halbuki, yaşadığım çevre de göz önüne alındığında, eşcinsel olduğunu bildiğim yüzlerce insanı çok farklı kodlarla tanımıştım. Peki, bu arketip de neyin nesiydi? Daha doğrusu neden bundan (arketipimden) rahatsızlık duyuyordum? İşte o inziva döneminde okuduğum bir kitap, adını koyamadığım; belki de rasyonalize edemediğim rahatsızlığı çok güzel ve tam da üzerine basarak açıklıyordu:1 “Come out olmaya -isteksizlik, kavrayış eksikliğinden değil de daha çok basmakalıp ve yerli yerince (istiflenmiş) olmaya karşı ani, doğal tiksinme değişimlerinden doğar. Hiçbir ortak yanı olmadığını bildiği tipik ‘eşcinsel’ özellikleri olan biri gösterildiği zaman bu tiksinme ona karşı büyük bir nefrete dönüşebilir. Ve kişinin coming out süreci bu yüzden bir çok psikolojik dolambaçlar, çıkmazlar ve terslikler yüzünden oldukça karmaşık bir niteliğe bürünür.” Ve üstad devam ediyordu: “Eşcinsel olmak, eşcinselliğin psikolojik özellikleri ve göz alıcı maskeleriyle özdeşleşmek anlamını taşımaz. Bu bir yaşam tarzı belirlemek ve onu geliştirmeye çalışmak demektir.” “Eşcinsel kişinin, eşcinsel imaj dünyalarına karşı çok mesafeli bir tavır alması ve başka bir şey üzerinde çalışması gerekir…” Bu satırları okumak benim için küçük bir devrim; ama belki en büyük başlangıç olmuştu. Çünkü, bir olanak sunuyordu, bir alternatif… Arketipimin dışında bir imajın bir yaşam tarzının olabilirliğine dair onay vardı. O an’a dek hemen hiçbir yerde sunulmayan bir olanak…
1
M. Foucault / Dostluğa Dair
KAOS GL 24 / 12
Bireysel anlamda karşılaşılan her zorluk, karşıt güçler değişmedikçe; nicelin niteliksel karşılığı olarak, kitlesel ortaya çıkışlarda da katmerleşmiş olarak, benzer zorluklar olacaklardır. Bu anlamda, yukarıdaki ifadelerimde vurguladıklarımı, somut stratejilerden çok eşcinsel hareketin karakteri üzerine bir öneri olarak kaleme aldığım bu yazıda, kitlesel hareketimiz içinde ipuçları verir nitelikte bir olgunun ifadesi olarak görüyorum; çünkü aynı süreçte, eşcinsel hareket veya mücadeleden anladığım arketipimdekine uyan bir sürü insanın caddelerde karnaval havasında şaşaalı geçitler yapmasıydı. Hepsi bu kadar… (Kaos GL’nin 11. sayısında yer alan “Avusturalya’dan…” başlıklı yazıdaki resimlere bakılabilir.) Biyolojik erkeklik ve dişiliğin, toplumsal erkeklik ve dişilikle örtüşmesi nedeniyle erkek-dişi kutuplaşmasında ifadesini bulamayan ve heteroseksist iktidarca sterotiplendirilmiş eşcinsel farklılığın, bu kutuplaşmanın gölgesinde sorunlu bir cinsellik olarak ortaya çıkması ve beraberinde salt-cinsel yaratıklar yaratmasının önüne geçebilmek için ahlakçılığa ve toplumun heteroseksist kalıplarına bir tepki geliştirilecekse; bu tepki sosyal ve mantıklı yollarla ifade edilebilmelidir. Toplumun ortaya koyduğu heteroseksist dizgelere direnirken yine -toplumun eşcinsel sterotiplerine uygun- dizgeleşmiş bir farklılık yaratılmamalıdır. “Bir grup güç sahibi olduğunda ideolojiyi yayan ve kategorilerini belirleyen de o gruptur. Farklılık düşüncesi (bu farklılığın niteliği ne olursa olsun) baskıcı grubun çıkarlarına hizmet eder. Baskıcı, güç sahibi olduğu sürece onunla diğerleri arasında farklılıkların belirlenmesiyle onun için önemli olan tek farklılık yani güç sahibi olduğu onaylanır.” Cinsiyetçi toplumun iktidar sahibi heteroseksist erkek egemenliği açısından farklılıkların anlamı ve ezilenler üzerindeki olumsuzlukları, bu şekilde özetlenebilirken; eşcinseller açısından kısa vadede örgütlü güç olarak mücadele vermek için gerekli olan pozitif ayrımcılık bir tarafa bırakılırsa- farklılık olgusu, eşcinselleri, uzun vadeli (nihai) amaçlar bakımından, ayrılık temeline dayalı başka gruplara gebe bırakacaktır: “Eşcinsel bir azınlığın, ayrı bir sosyal grup olarak süreklilik kazanması talihsizlik olacaktır, sürekli bir cinsel ayrım, hatta tam eşitlik temelinde bile olsa kendi içinde baskıcı olacaktır. Çünkü o, yapay bölünme (ayrılık) çizgileri yaratır ve insanları hatalı alternatifler seçmeye zorlar. Eşcinsel olsun heteroseksüel olsun her iki kesimin nihai özgürlüğü yalnızca tüm etkilerin ortadan kalkmasıyla ve herkesin olabildiği her yerde kendi cinsel potansiyelini keşfetmesinin herkesin özgürlüğü içinde olmasıyla saptanabilir.” Heteroseksizmin erkeklik ideali ve iktidarı çerçevesinde biçimlendirilmiş toplumsal kurumlara karşı tavırlar geliştirirken, sosyallikten yalıtılmış, klinik veya populist bir çizgi yerine; heteroseksist kültürün cinsiyetçiliği sonucu olan yapay farklılıkları göz ününe serecek, insanın cinsel ifadesinin bir olanağından başka bir şey olmayan eşcinsel tercihin, yalıtılmak için bir neden olamayacağını ispatlayacak bir çizgide (Kompradorlaşmaya dikkat!) mücadele verilmeli… Heteroseksist iktidar tarafından dejenere olmaya mahkum ediilmiş olan insanların ‘Batı’da meydena getirdikleri eşcinsel gettolar demografik yanıyla bir popülasyon veya alt kültür oluşturabilirler; ama bunun eşcinsel yaşamın tek biçimi olarak sunulması, tam da bu iktidarın işine gelen bir tehdittir. Ülkemizde parklarda, hamamlarda, sinemalarda yaşama geçirilen ‘fallokrasik alt kültür’ün bundan daha berbat olduğunu belirtmeme gerek yok… Eşcinseller boyalı kuş olmaya direnmelidir. İktidarın farklılık temeline dayanarak sahip olduğu güç, tekrar o iktidara karşı kullanılmak üzere elinden alınmalıdır. Sosyal yaşamdan eşcinselleri yalıtarak, asosyalliğin örnekleri olarak vitrine çıkaran mevcut iktidarın tehditleri sosyal ve rasyonel tavırlarla boşa çıkarılmalıdır. Eşcinsel farklılığı, bu toplumda dışarıdan bakabilmenin bir yolu olarak görmek gerekir. Farklı olmanın çok yararlı bir vergisi olan ‘ezilen duyarlılığı’ ile çelişkileri görebilmenin ve muhalif olmanın bir yolu… Farklılığın görünür bir biçimi: Aile örgütü, gücü ve duygusu karşısında eşcinsellerin kuracakları kollektif yaşamlar olmalıdır. Ne devlete ne çirkef topluma yamanmadan; kurumsallaşmamış ilişkileri içeren bir sosyal yaşam olanakları zorlanmalıdır. Bu, eşcinsel hareketin olmazsa olmaz koşulu olmalıdır; yoksa bir taraftan heteroseksizmim ortaya koyduğu yapay farklılıkları yine -bu toplumun kurumları içerisinde- verili olanlarla ( heteroseksizmin kurumlarını taklit ederek) gidermeye çalışarak kompradorlaşmaya gitmekle; öte taraftan yapay farklılıkları mutlaklaştırıp (kanıksayıp) kaderci bir şekilde eşcinsel sterotiplere hapsolmakla, ne kısa ne uzun vadede kalıcı çözümler üretilemez. Eşcinsellerin mevcut-heteroseksist-toplumla uzlaşmaz çelişkileri olduğu kesin… Topluma yabancılaşmalarını minimuma (en az) indirmek için, kendilerine yabancılaşmalarını maximuma (en fazla) çıkarmak; ya da tam tersi (Vice Versa) bir durumla karşı karşıya oldukları yadsınamaz bir gerçektir. Tercihlerinden taviz vermeyen, kendisiyle barışık ve muhalif bir insanın görmesi gerekir ki, toplumla arasındaki uçurumu kapatması için mutlak surette toplumun dönüşümü şarttır. Uzun vadede gerçekleşebilecek nitel bir dönüşüm uğruna eşcinsellerin her alanda, özgün, politik ve pratik tavırlar geliştirmeleri gerekiyor. Siyasi anlamda “resmi”, toplumsal anlamda “geleneksel” ideolojilerle pratik gerçekler arasındaki uçurumu var etmek -öz biçim çelişkisi içerisinde gizli öğeleri ortaya çıkarmak- ve daha çarpıcı ve yeniden nitel bir düzenlemeye gitmek, bu dönüşüm için yöntem olabilir. İşte, bu noktada eşcinseller yalnız değildir: toplumdaki bütün ilerici-muhalif kamplarla organik ilişkiler henüz kurulamıyorsa da yararcılık temelinde kendiliğinden bir birlik zaten mevcuttur. Cinsellik özelinde ele aldığımızda, en geniş anlamıyla, muhafazakâr olmayan her cephenin bu evrimsel dönüşümde yararlı bir işleve sahip olduğu söylenebilir. Tabi bu kendinden yararcılık; ne eşcinsellerin topyekün bu cephelere entegre olmalarını, ne de oportünist davranmalarını gerektirecek bir yararcılık şeklinde algılanmamalıdır. Ne devletçilik karşısına dikilen anarşizm, ne ekonomik altyapıyı değiştirerek sömürüyü ortadan kaldırmayı ilke edinen marksist sol, ne en ılımlı müttefiklerimiz olan radikal feministler, ne varoluşçulk, ne de liberal reformizm, temelde, eşcinsellerin sorunlarına çözüm için ortaya çıkmış hareketkler değildirler. Eşcinselleri sorunlarına çözüm olacak yegâne stratejileri yine eşcinsellerin kendileri yaratmalıdır.
KAOS GL 24 / 13
Dünya’ya eşcinsel bakış, hareketin içerisindeki insanların siyasi aidiyet kampları ne olursa olsun çok daha farklı olmalı: Etnik, cinsel, siyasal, inançsal vs. alanlarda radikal, sömürü karşıtı, sorumlu ve özgün tavırlar geliştirilmelidir. Devlete karşı toplumun, beyaz’a karşı siyah’ın, din’e karşı materyalizmin, ülkemiz özelinde faşizme karşı Kürtler’in, her türden tahakküm yerine özgürlüklerin yeğlenmesi gibi… Eşcinseller, mevcudiyetlerini ve meşruiyetlerini, cinsel tercihlerinden taviz vererek değil, bu meşruluklarının önümdeki engelleri yıkarak, ister devlete, ister topluma, ister herhangibir ideolojiye veya harekete olsun, ancak, dayatarak var edebilirler. Burjuva demokratik devrimlerin devindirici bir gücü olan “bireysel hak istemleri” (kişisel özerklik), eşcinsellerin siyasal tercihlerini yapmalarını zorlaştırır veya onları düzene bağlayan noktalarda, neticede sınıflı toplumun devamı olacak olan, orta sınıf idealleri ile bağdaştırılır ki bu, potansiyel olarak muhalif olmaları gereken eşcinseller için uzun vadede bir ikilemdir. Sınıfsız toplumu ilke edinmiş marksist sol ve anarşizme gelince: Bireysel özgürlük olmadan kollektif özgürlüğün, kollektif özgürlük olmadan da bireysel özgürlüğün mümkün olamayacağını anlayamamış görünüyorlar. Birinden birini öne çıkarmakla, bir taraftan bireysel seçimleri amlamsızlaştırırken, öte taraftan toplumsal özgürlük söylemlerinin çarpıklaşmasını doğuruyorlar. Ülkemiz özelinde: Anarşizm, daha çok burjuva-küçük burjuva kökenli insanların, burjuva duyarlılığı ile geliştirdikleri bir tepkinin sığınağı olmaktan öteye gidemiyor. Asıl miyonu olan -A-narşi (devletsizlik) yerine, bir tür siyasi rakip gördüğü marksist sol’a dalaşmayı tecih ederek bir bakıma suya sabuna dokunmadan, pratik yaşamdan uzak, insanların beyinlerini örgütlemekle meşgul bir hareket olarak kendi yağında kavruluyor. (Burjuva piçi olmaktansa bu da bir şeydir…) Sol hareketlere gelince: Gerek cinsellik olgusuna erkek-dişi ayrımının biyolojik doğası bağlamında ampirik yaklaşımları gerekse bir çok konuda pragmatist tavırları bir politika haline gelmiş bulunuyor. Eşcinseller arasından çıkan küçük, radikal-siyasi muhalefet kıvılcımları yerine milyonlarca, yüzbinlerce, bilemediniz onbinlerce eşcinselin düzenin karşısına çıktığını farzedersek, bu konudaki tutumlarının aynı şekilde süreceğine ihtimal vermiyorum. En azından bu cephelerde yer alan gerçek materyalistlerin bu tavırları sürdürmeleri olanaksız hale gelirdi. Sol’un pragmatizmi deyip işin içinden çıkmak da aynı pragmatist yaklaşımı sergilemek olur. Çünkü, bizim için özel önemi olan cinsel mücadele bir yana bırakılırsa, ülkemizin insanlık adına verdiği mücadelede her zaman öncü olmuş devrimcilerin düzenin karşısındaki konumlarını görmezden gelemeyiz. Daha dün cezaevlerinde faşist zihniyete karşı (açlık grevleriyle) direnen insan evlatlarının önünde saygıyla eğilmesini bilemiyorsak, ne ezilen duyarlılığımızdan, ne tepkiciliğimizden, ne de haklarımızdan bahsedebiliriz. İnsan haklarının en önde geleni olan “yaşama hakkı” gibi bir hakkın bile güvencede olmadığı bir ülkede, cinsel özerklik hakkından bahsedebilmek için önce dost ve düşman ayrımını çok iyi yapmak ve konumunu ona göre belirlemek gerekiyor. Varoluşçuluk, kitle bağlarına ters düşen özellikleri ile eşcinsel hareket için özel bir anlam teşkil etmez; ancak bireysel aşkınlık açısından tanınması gereken bir tema olarak görülebilir. Ortak amaçlarımız açısından, belki de, en ortak özelliklere sahip olduğumuz feminist hareketle, heteroseksist erkek iktidarına karşı birlikte verilecek mücadele önemi tartışılmaz bir dayanışma olabilir. “Erkek kadınlar” yaratan liberal feminizm gibi bir ucubeyle değil tabi… Radikal feminizmin eşcinsel hareketle, stratejiler farklı da olsa cinsel-sınıfsız toplum amacı doğrultusunda alıp vereceği çok şeyler olduğu kanısındayım. İlerici odak noktaları olarak mücadele veren bütün bu cephelerle kısa ve/veya uzun vadelerde ortak mücadeleler verilebilir. Organik bağları kurulup kurulamaması, gerek eşcinsel hareketin nitel karakteri gerekse bu cephelerin tavırlarına bağlı olacaktır. Daha işin başında olan eşcinsel hareketin, bu hareketlerin her birini kendi gerçekliği içerisinde ele alması ve anti-faşist, anti-kapitalist olmak koşuluyla “seçici” (eklektik) bir rotada mücadele vermesi en uygun olur. Varlık nedeni “baskı” olan Devlet kurumu: “Nüfusu sağlamak, işgücünü iktidarın hizmetinde yeniden üretmek, toplumsal ilişkiler biçimini sürdürmek, kısacası ekonomik olarak -iktidara- yararlı, siyasal olarak muhafazakâr bir cinsellik düzeninin” destekcisi ve koruyucusu olarak, eşcinsellerden, en fazla “tahammül” görebilir. Yerine başka bir şey koymadıkça, tahakkümüne rağmen sürecek olan bu kurumla eşcinsellerin ilişkileri daha çok somut örneklerle ve önerilerle açıklanabilir; bu da örgütlü bir eşcinsel hareketin dayanışması temelinde ortaya konulacak pratik çözümlerle ve dayanışmanın, devletin baskılarına karşı, var edeceği direnme odakları ile olacaktır. Kendi düşündüklerimi dile getirdiğim bu çok genel ifadelerimin ötesinde hareketin kaderini belirleyecek çok daha önemli bir konu var: Mücadele etmenin gerekliliğine insanların inanması… Devrim olgusu, eşcinsellerin karşı karşıya oldukları belki de en büyük boşluktur -ki apolitikleşmemizi, ben, burada görüyorum. Dünyanın sonu anlamının sorunlu bir cinsel alanın kronik bunalımı altında bir şey ifade etmemesi, eşcinselliğin daha çok bireysel haz ilişkisi şeklinde algılanması, varolmanın hak istemi ile ilişkisinin (hele ülkemizde!) algılanamaması, mücadele sonucu elde edileceklerin uzun vadede gerçekleşecek şeyler olmaları (klâsik mücadele anlayışları açısından) mücadeleyi cazip olmaktan çıkarıyor. Ezme-ezilme ilişkisinin değişik yerlerinde, değişik sorumluluklar ve ihtiyaçları ile duran kişilerin kendi karaları olan bu konuda bir şey söyleyecek değilim. Ömrünü neye vereceğine herkesin kendisi karar verecektir. Yaşam
KAOS GL 24 / 14
deneyimlerden ibaret olup, herkes yaşama deneyimini yine yaşamın kendisinden çıkaracaktır. Ama tarihin haykırdığı bir gerçeği sizlerle paylaşmak isterim: “Yaşama hakkı, özgürlük ve mutluluk hakkı gibi insan hakları, doğal insan hakları olmaktan öte, ancak insanların bilinçli mücadelsinin ürünü olabilirler. Doğanın armağanı değil, insanlığın başarısıdırlar. Uğrunda mücadele edilmeleri ve bir kere kazanıldığında savunulmaları gerekir.”
“TÜRKİYE’DE GAY KÜLTÜRÜ” ÜZERİNE BİR DENEME… Hasan Uzun zamandır -takip edebildiğim kadarıyla- gay camiasında insanların yakındıkları en önemli konuların başında ‘Türkiye’de gay kültürünün olmayışı’ geliyor. Bu sorunun, başlı başına alt edilmesi gerektiği gibi, buna bağlı olarak gelişen ‘mekan’, ‘iletişim’, ‘açılmak’ (coming out) sorunlarını da, kısmen de olsa çözümleyebilecek olması bu konu üzerinde daha fazla durmamızı gerektiriyor. Türkiye’de -Dünyanın her yerinde olduğu gibi- insan var olduğundan beri gayler de var. Hatta kendi aralarında iletişimleri, dostluk, arkadaşlık, sevgili ilişkileri de var. Oysa insanların; belli bir ilişki içinde olan insanların, yaratmış oldukları bir kültürün olmaması bizleri şaşırtmıyor (ki şaşırtmalıdır). Dünyanın birçok yerinde yıllardır oluşturulmuş olan ve her geçen gün gelişen gay kültürü, gay sanatı Türkiye’de ancak yeni yeni yerleşmeye başladı. 1969’da Amerika’da, Stonewall’da onlarca gayin yaratmış olduğu direniş ve baş kaldırı bugün hepimiz tarafından onurla anılıyor, yıl dönümü “onur günü” olarak kutlanıyor olduğu halde; bizler (pek çoğumuz yaşayamamış olsak da) 80’lerde bir grup gayin şöyle böyle yaptıkları birkaç etkinlik dışında herhangi bir tarihe sahip değiliz. Elbette bu kültürün yaratılamamasında straight toplumun baskıları baş rolü oynuyordu. Ama, itiraf etmeliyiz ki bizler de bugüne kadar pasif kalarak bu sahnede birer figüran olarak yer alıyorduk. Türkiye’de 60’lı ve 70’li yıllarda olgunlaşıp (!) gelişen toplumsal, sınıfsal, siyasal ve sosyal hareketler 80’lerde feminist hareketin veya kadın hareketinin doğmasına da neden oldu. Ne yazık ki oluşan bu hareketlerde büyük ölçüde neredeyse tamamen- “straight” düşünce sistemleri temelinde geliştiği için gayler -hepimizin bildiği gibi- ciddi anlamda ancak bir kaç yıl öncesinde örgütlenmeye başlayabildiler. Bugünkü noktada oluşturacağımızı ümit ettiğimiz, oluşabilecek gay kültürü elbette ki sadece barlarla veya iletişim kurulacak mekanlarla sınırlı değil. Bugün varolan KAOS GL, Lambda İstanbul, Venüs’ün Kızkardeşleri, BET, Lambda Erzurum, Expres GL … bu kültürün, bu yaşamın sosyal yanının temel taşları oluyorlar. Ancak, yakın zamanlarda sanat alanında ve yaşamın diğer yönlerinde de gay kültürünü görmek hepimizi mutlu edecektir. Oluşturulabilecek “gay müzik grupları”, “tiyatro toplulukları”, kitap, dergi, kaset … gibi materyallerin daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için organize edilebilecek iletişim ağları bugün yapabileceğimiz “gay sanat aktiviteleri” olabilirler. Ancak, elbette ki bir kültür tek başına gelişemez (veya oluşamaz). Siyasal bir hareketin, kültürel bir hareketi de barındırıp güçlendireceği gerçeği önümüzdedir. Eşit, örgütlü bir toplumda yaşayabilmek için ihtiyacımız olan ÖZGÜRLÜK, kendi ellerimizle yaratacağımız siyasal, sosyal ve kültürel hayatın amacı; olmalıdır. ÖZGÜRLÜK, DAHA FAZLA …
Gay’e Efendisiz, Atilla Karakış, Yeşim T. Başaran’ın tartışmalarını önümüzdeki sayıda yayınlayacağız. Tartşmaya sizlerin de katkılarını bekliyoruz.
ABONELİK İÇİN YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 1.750.000.-TL (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ ALİ ÖZBAŞ ADINA İSME HAVALE EDİLMELİDİR. DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ.
KAOS GL 24 / 15
Y
O
R
U
GÜNEYDOĞU DAĞLARI … Oral Çalışlar- Cinsellik konusunda bir başka konuyu tartışalım. Eşcinsellerin bir özgürlük sorunu var. Diyorlar ki, biz böyle bir cinsel tercih yapıyoruz. Bu tercih baskı altında tutuluyor. Abdullah Öcalan- Hayır. O bir çarpıklıktır. Bir hastalıktır. Kesin olarak kabul edilemez. O.Ç.- Tipik bir geleneksel değerlendirme yapıyorsunuz. Ben kendi cinsel tercihimi nasıl yapacağıma kendim karar veririm. Buna karışmasınlar diyor. A.Ö.- Ben bu konuda imha edelim, ezelim demiyorum. Ama… O.Ç.- Mesela bir eşcinsel gerilla olabilir mi? A.Ö.- Mevcut gerçeklikleri fazla zorlamamak lâzım. Bu insanları tedavi etmek gerekiyor. O.Ç.- Onları bir hasta olarak görmek doğru değil. Bu bir tercih sorunu. Bu tercihi tasvip edersin etmezsin. A.Ö.- Elimizden geldiğince bu tercihi sınırlandırmalıyız. O.Ç.- Bundan sonra Hitler’in tutumu gelir. A.Ö.- Bana göre ahlâki tedbirler yeterlidir. Cezai tedbirlere başvurmamak gerekir. O.Ç.- Kardeşim bir erkek diyor ki senin eğilimlerinin tersine ben bir erkekle beraber olmak istiyorum, bir kadın da ben bir kadınla beraber olmak istiyorum cinsel tercihim seni ilgilendirmez diyor. Ne yapacaksın yasaklayacak mısın? A.Ö.- Ölçüleri fazla zorlamamak gerekiyor. O.Ç.- Ama bu dünyanın gündeminde önemli bir sorun olarak tartışılıyor. A.Ö.- Bana göre sınırlandırılması gereken, eğer bu kadar sorun haline gelmişse de, toplumsal sorunların büyüklüğünden kaynaklanır. Amerikan halkında bu kadar yaygınsa Amerikan toplumunun insanlıkla ne kadar oynadığından kaynaklanır. Bir dönemde Roma’da gelişti. Roma toplumu yozluğun kol gezdiği bir toplumdu. O.Ç.- Dünyada her diktatörlük, önce solculara sonra eşcinsellere saldırıyor. Dünyanın birçok yerinde böyle cinsel tercihleri olan var ne yapacaksın? A.Ö.- Genel kuralı bozamazsın. Geneli yaşayana da ayrıksılığı bir kural haline getirmek doğru değildir. O.Ç.- Azınlıkların hakkı yok mu? Bunlara hayat hakkı olmayacak mı? A.Ö.- Doğal azınlıklar vardır. O.Ç.- Bunlar da doğal azınlıklar olduklarını söylüyorlar. A.Ö.- Doğal bir azınlıksa azınlık olarak kalacaktır. Genelin kendisine zarar vermemesi de demokrasinin gereğidir. Bir azınlık için düşündüğünü genel için düşündüğünle kıyaslayamazsın. O.Ç.- Her zaman çoğunluğun azınlığa tahakküm etmesi tehlikesi vardır. A.Ö.- Demokratiklik olsun, çoğunluğun yaşadığı değerler demokrasinin gereği olarak en başta saygılı olunması
O.Ç.- Sen böyle bir tercih yapıyorsun, ben de böyle bir tercih yapıyorum derse ne diyeceksin? A.Ö.- Şöyle bir ölçü vardır. Ölçü çoğunluğun iradesidir. O.Ç. Azınlık haklarının korunması da bir ölçüdür. A.Ö.- Çoğunluğun iradesini dikkate almayan bir azınlğın genel kuralı saptırdığından bahsedilebilir. O.Ç.- Bu mantığın sonucu çoğunluğun değer yargıları dışında kimsenin birşey yapamayacağı anlamına gelebilir. A.Ö.- Hayır çounluğun değer yargıları konusunda birşey yapamazsın. O.Ç.- Tamam adam veya kadın diyor ki, sen kadın erkek ilişkilerini esas alan bir tercih yapıyorsun ben de senden farklı olarak kadın kadına veya erkek erkeğe bir ilişkiyi tercih ediyorum. Bu da benim hakkımdır. Sen de buna müdahale edemezsin. Ne yapacaksın? A.Ö.- Doğada olsun, canlılar aleminde, bitkiler, hayvanlar aleminde böyle olaylar çok azdır. O.Ç.- İnsan en gelişmiş varlıktır. A.Ö.- En gelişmiş varlıktır. Fakat insan soyunu şimdiye kadar bu duruma getiren cinslerin karşılıklı ilişki düzeylerinin gelişmesidir. İnsanlığı vareden temel bir kuraldır. Biz bu temel kuralı bozamayız. Fantezi olur. O.Ç.- Bozma… A.Ö.- Aksi halde demagoji olur. O.Ç.- Bunu demagoji kabul etmek mümkün değil. Sen bunu tercih olarak doğru bulmuyorum diyebilirsin, karşı çıkarsın, ben de karşı çıkarım, onlarla karşılıklı tartışma da yapabiliriz. O da onun cinsel tercihi sayılır ve iş biter. A.Ö.- Güzellik neyi emrediyor, doğallık neyi emrediyor, sağlıklılık neyi emrediyorsa o yapılmalıdır. Hastalığa prim verilemez. O.Ç.- Dünyada birçok ünlü felsefeci, düşünür, günümüzde sağlıklı birçok insanın eşcinsel olduğu söyleniyor. Örneğin eski Yunan’ın büyük filozofu Sokrates eşcinseldi, bunlara hasta diyebilir miyiz? A.Ö.- Bu konuda araştırma yapmış değilim. Aslında bu tip şeylerle kafamı yormak da istemem. O.Ç.- Bu soru kaçınılmaz olarak gündeminize gelecek. A.Ö.- Ben şimdi bu konudaki özgürlük sorununu fazla gündemleştirmeyelim diyorum. O.Ç.- Bunu sizin cephenize bir soru olarak atıyorum. A.Ö.- Sanırım Clinton da bu konuyu savundu ve sonra vazgeçti. Bitti işte. Bu hızla giderse iyi şeyler de yapamayacak. O.Ç. O biraz da bu konuda oportünizmi tercih etti. A.Ö.- Oportünizm, radikalizm meselesi de değil de. Gündemi yapay sorunlarla seviyeden düşürmeyelim. O.Ç.- Size bunları bir siyasal önder olarak üzerinde düşünesiniz diye soruyorum. A.Ö.- Anlıyorum da düşkün buluyorum. Bu konulara kişi olarak ilgi duymak istemiyorum. Kapatıyorum bu konuyu…
T Ü R K İ Y E
gereken değerlerdir. Çoğunluğun yaşadığı değerlere azınlığın saygı göstermesi de demokrasinin gereğidir.
KAOS GL 24 / 16
M
S
U
Z
GÜNEYDOĞU DAĞLARI Neo-liberalizmin, kendini Yeni Dünya Düzeni diye ortaya koyarak, tüm dünyayı kuşatmaya çalıştığı bir dönemde; 1 Ocak 1994’de Güneydoğu Meksika Dağlarında bir güneş doğdu. Yirminci yüzyılın ilk büyük köylü hareketinin, Emiliano Zapata’nın ve onun yerli yoldaşlarının geçmişten gelen çığlığıydı bu… Meksika’nın Chiapash bölgesinde, kendilerini Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu olarak adlandıran gerillaların ve yerli halkın başkaldırısı sürüyor. Bütün başkaldırılara yönelik, tahakkümün ve onun medya soytarılarının yıpratma, aşağılama ve karalama kampanyasına karşı, EZLN gerillalarının ve Askumandan Marcos’un verdikleri cevap tüm egemenlerin suratına bir şamar gibi patladı. Bu karalamanın odak noktasını Askumandan Marcos’un gay olarak suçlanması oluşturuyordu. Marcos’un gay oluşu ile ilgili olarak verilen cevap şöyle:
M E K S İ K A
“Marcos, San Fransisco’da bir gay, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysidro’da bir chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin teneke mahallesi Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rock’çı, Almanya’da bir yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, soğuk savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi ne müşterisi olan bir sanatçı, Bosna’da bir barışçı, Meksika’nın herhangibir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen sendika CTM’de bir grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat 10’da metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işi olmayan bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı ne okuyucusu olan bir yazar ve tabii Güneydoğu Meksika Dağlarında bir Zapatista…”
BİR KİTAP Emma Goldman “Hayatımı Yaşarken” Birinci Cildi Çıktı. Metis ve Kaos ortak yayınladı. K i t a p ç ı l a r d a ! Metis Yayınları: İpek Sokak, No: 9, 80060 Beyoğlu, İstanbul. Kaos Yayınları: Dostlukyurdu Sokak, Selim Bey İşhanı, Daire 1, Çemberlitaş, İstanbul. Emma Goldman 1869’da Litvanya’da doğdu;Yirmi yaşında Amerika’da anarşist harekete katıldı;Herkesin adını dehşetle andığı “Kızıl Emma”ydı o. Ömrü boyunca devletin her türüne karşı çıktı; Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş muhalifliği yaptı;Milliyetçiliğe karşıydıHapis yattı, sürgün edildi;1919’da Devrim coşkusuyla Sovyetler Birliği’ne gitti; Lenin’le tartıştı;Hayal kırıklığı büyük oldu;Fransa, Britanya, Almanya, İsveç, Hollanda ve Kanada’da yaşadı; Freud’un derslerine katıldı;İspanya İç Savaşında anarşistlerin yanındaydı; Tanrıtanımazlığı, özgür aşkı savundu; Doğum kontrolü için, eşcinsellerin özgürlüğü için savaştı;O bir anarşistti, göçmendi, Yahudiydi, kadındı;Yoldaşlarına; “dansedemeyeceksem devriminiz sizin olsun” dedi. Yetmişbir yaşında öldüğünde yıllardan henüz 1940’tı.
“Kar maskelerimizin arkasında dışlanmış tüm kadınlar, unutulmuş yerli halklar, zulüm altındaki tüm eşcinseller, hakarete uğramış gençler ve onuru kırılmış göçmenlerin yüzleri var.”
KAOS GL 24 / 17
DIŞ MİHRAKLAR ILGA-PORTUGAL Ilga-Portugal, Apartado 21281 1131 Lisboa Codex Portekiz Organizasyonumuz bir yaşında. Yaklaşık 50 üyemiz var, bunun dışında etkinliklerimize katılan birçok ilgili insan var. Ilga-Portekiz’in aralarında eğitim kampanyası, siyasi lobi çalışmaları, yardım hattı destek programı ve yayınların en önemli yeri tuttuğu birçok projesi var. Şu anda anayasanın 13. maddesinin, “cinsel yönelim” terimini içermesi yönünde değiştirilmesine çalışıyoruz (madde, kimsenin cins, yaş, ırkına, vb. göre bağlı olarak ayrıma maruz kalamayacağını söylüyor).
GALZ GALZ,Private Bag A 6131 AVONDALE Harare-Zimbabwe GALZ olarak da kısaltılan Zimbabwe’nin Gay ve Lezbiyenleri, gay, lezbiyen ve biseksüellere karşı yapılan ayrımcılıkları bütünüyle ortadan kaldırmak için çalışan gönüllü bir organizasyondur. Biz kendimiz için tüm hakları tam ve eşit olarak istiyoruz. Şu anda üçte biri siyah ve üçte biri kadın olmak üzere 100’e yakın üyemiz var. Özellikle, Devlet Başkanımız Robert Mugabe’nin homofobik demeçlerinden ve bizlere yönelik olumsuz tavır sergilemesinden sonra daha çok siyah üye organizasyonumuza katılmaya başladı. Gelişme sürecinde olan yasal bir çalışmamız var. Üyelerimize ve halka sunduğumuz bir danışma merkezimizle birlikte sosyal etkinlikler düzenliyor ve mevsimlik bültenler çıkarıyoruz. Diğer bölgesel gay ve lezbiyen organizasyonlarından birinin adresi: GLOW, PO Box 23297 Joubert Park Johannesburg / South Africa
THE CHAIKOVSKY FOUNDATION Artem Morozov Sizlerden, müslüman ve biz eşcinselleri kabul etmeyen bir ülkeden haber almak çok güzel. Açıkcası Türkiye’de ve Arap ülkelerinde gay ve lezbiyen topluluklarının olduğunu düşünmüyorduk. Benim için sizlerle yakın iletişime geçmek çok önemliydi. Kişisel olarak ben doğu ve Asya üykelerindeki gay özgürleşme hareketinin büyümesiyle ve gelişmesiyle yakından ilgileniyorum. Bu yüzden, inanıyorum ki aramızda gelişecek olan ilişkiler, içinde yaşadığımız homofobik toplumla savaşımızda bizlere yardımcı olacak. Kısaca kendimden söz etmem gerekirse; adım Artem ve 5 milyon nüfuslu St. Petersburg’daki bütün gay etkinliklerinde görev alıyorum. Şehrin en büyük gay topluluğu olan Chaikovsky Vakfı’nda halkla ilişkiler uzmanı ve AIDS ile ilgilenen kentteki tek kuruluş olan uluslararası AIDS Projesinde gay iletişim direktörü olarak çalışıyorum. Ülkemizdeki gay’lerin durumlarını iyi biliyorum. Fakat Arap dünyasında ve Türkiye’deki cinsel azınlıklar hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim. Eğer bizlere bu konuda gerekli bilgiyi gönderirseniz çok seviniriz. Ve bunları St. Petersburg’daki gay dergilerinde yazarız. Türkçe yayınlanmış derginiz elimize geçerse çok memnun oluruz. Burada öğrenci olarak bulunan Türk, gay arkadaşlarımız çeviri konusunda yardımcı olacaklardır. Bir sonraki mektubumda Chaikovsky Vakfı hakkında, derginizde yayınlamanız için daha ayrıntılı bilgi vereceğim.
İ
L
E
T
İ
Ş
İ
M
Hi! If you are interested in making new friends forv correspondence, friendship and mutual vizits- why don’t you write to me? To a 28 years old gay living in Netherlands. If you are serious, honest and straight looking,- your age does not matter. Couples welcome, too. Anxious to hear from you! “ S.G. Majkowski, Postbus 31031, Landgraaf 6370 AA, Holland” Australlian Chinese descendant. 178 cm. Tall, blim, smooth and fit body, nice looking, will visit Turkey in 1997. I seeks a white, slim, good-looking Turkish guy with a warm heart for relationship. Write with photo to: “P.O. Box 446, Davlinghurst 2010, Sydney, Australia”
KAOS GL 24 / 18
K
O
N
U
Ş
U
L
M
A
Y
A
N
K
U
R
A
L
L
A
R
Zimbabve’de GALZ’ı savunan çok az kuruluş vardı. Bu korku ikliminde, çok az insan lezbiyen veya gay olduğunu açıklayabiliyor. Medya ve eğlence endüstrisinde, açıkca gay ve lezbiyen sorunlarından bahsedebilecek bilindik simalar var, fakat işlerini kaybetme korkusundan dolayı konuşmamayı tercih ediyorlar.
ZİMBABVE BEV CLARK Çeviren: Yeşim T. Başaran 1982’de, Harare’de, 12 beyaz kadından oluşan Zimbabve’nin ilk lezbiyen grubu, haftalık toplantılarına başladı. Grup, ilk başlarda lezbiyen destek grubu olarak varoldu, ve lezbiyenlerin yalıtım, “coming out” (açılma), ilişkiler gibi konular üzerinde tartışmalarına olanak sağladı.Toplantılar her hafta değişik mekânlarda gerçekleştiriliyordu ve katılımcı kadın sayısı yavaş yavaş arttı. Zaman geçtikçe ve tartışmalar zayıflamaya başladıkça, destek grubu yerini kültür gecelerine bıraktı. Oldukça çekici bir hal alan bu gecelere, biseksüel ve heteroseksüel kadınlar da gelmeye başladılar. “Pazartesi gecesi lezbiyen grubu”, biseksüel kadınlar için de bir destek grubu kurulmasını teşvik etti, ve bu topluluk da her hafta düzenli olarak görüşmeye başladı. Fakat kurulan ilk grup, 1984’de toplantı yapmayı bıraktı, ve 1988’de lezbiyen toplumunda oluşan kopukluğu ortadan kaldırmak için Women’s Cultural Club (WCC-Kadınlar Kültür Klübü) kuruldu.WCC’nin üyeleri ağırlıklı olarak beyazdı, ama birkaç siyah derili kadın da bulunmaktaydı. Birkaç yıl sonra WCC toplantı yapmayı bıraktı, fakat 1994’den beri grup yeniden canlandı, artık lezbiyenler için partiler ve kültürel etkinlikler düzenlemekte. 1988’de, lezbiyenler ve gay’ler için sosyal olaylar düzenlemekle ilgilenen bir grup insan tarafından GALZ (Gays and Lesbians of Zimbabve) kuruldu.GALZ, düzenli olarak broşür çıkarmayave çeşitli türlerde soyal etkinlik düzenlemeye başladı. GALZ’ın çalışmalarında, idari işlerinde lezbiyenler de bulunmaktaydı, bu nedenle magazin ve sosyal hayatta lezbiyen varoluş ortaya konuldu.Daha önceki grupların tersine, GALZ’ın bir çok siyah derili üyesi var; halâ pek çoğu erkek, ama organizasyon tanındıkça, GALZ’daki siyah lezbiyenlerin de sayısı artmakta.
YASAL DURUM Zimbabve ceza yasasına göre, erkeklerarası cinsel ilişki yasal değil. Teoriye göre lezbiyenler de tutuklanabilecekken, bunun uygulandığı hiç görülmemiştir. Fakat yasal engellemeler olmasa bile, lezbiyenlere yönelik yaygın önyargılar, onları sessiz kalmak zorunda bırakıyor. Pek çok kadın GALZ’la mektuplaşamıyor, ya da bunu takma adla yapıyor; lezbiyenlikleri farkedilirse işlerini kaybetmekten veya tutuklanmaktan korkuyorlar. Benzer bir şekilde, bazıları da bilinmesinden korktukları için GALZ’a çek yazmaktan çekiniyorlar. Bakan Dumiso Dubengwa, pek çok kereler “eşcinselliğin iğrenç olduğunu ve eşcinselliğe izin verilmemesi gerektiğini söyledi. 1993-1994’de GALZ’ın pek çok üyesinin evi basıldı, ve Mr. Dubengwa polisin eşcinselleri tutuklamak için “can attığını” belirterek ”Onları tutuklayacağız. Bu ülkede eşcinsellik yasal değil.” dedi. Zimbabve İnsan Hakları Derneği, bu bezdirme ve tehdit kampanyalarına itiraz eden yazılar yayınladılar, ama
MEDYA VE LEZBİYENLER GALZ, medyadan tamamen dışlanmış durumda. 1994’de, organizasyon ulusal bir gazete olan “Herald”e bir reklâm vermek istedi. ”Danışma, destek ve fikir alışverişi için Zimbabve’nin Gay ve Lezbiyenleriyle kontak kur.” şeklindeki reklâm, Herald’ın bir aile gazetesi olduğu gerekçesiyle reddedidi. GALZ, Başkan Robert Mugabe, Mr. Dubengwa ve diğer hükümet görevlilerinin, sansasyonal basında ilgi gören homofobik beyanlarına karşılık pek çok kereler basın açıklaması yaptı; fakat bu basın açıklamalarının çok azı yayınlandı. Medyanın eşcinselliğe olan ilgisi daha çok sodomy üzerinde odaklanmış durumda, lezbiyenlerden çok az bahis geçiyor. İstisnai olarak, 1992 Haziran’ında bir kadın dergisi olan Just For Me’de yayınlanan bir makale örnek olarak verilebilir. Makalede bahsi geçen “yaşam öykülerinin” doğruluğu sorgulanabilir ama, giriş kısmında Zimbabve toplumunda lezbiyenlere yönelik egemen tutumlar ve stereotiplerin düzgün bir özeti sunulmuş; yazar, röportaj yaptığı lezbiyenler tarafından ”sarkıntılığa uğrayacağına” dair çekinceleri bulunduğunu itiraf etmiş.
KÜLTÜR HAYATI VE LEZBİYENLER Büyük medyalar lezbiyenliğe dair olumlu görünümler yansıtmazken, hatta hiçbir şey sunmazken, lezbiyen yayınlar katı sansürlere maruz kalmaktalar. Zimbabve’de gay erkeklere dair fikirler Philadelphia gibi filmlerle şekilleniyor. Ama, lezbiyenler okyanusun öteki ucundaki arkadaşlarından herhangi bir yayın, film gelmediği sürece, kendi yaşamlarının olumlu portrelerini görme şansı elde edemiyorlar. GALZ’ın, lezbiyen üyelerine postalayabilme izni almak için Sansür Kurulu’na başvurduğu İngiliz magazin dergisi DİVA gibi, Penguin Book of Lesbian Short Stories de bu yakınlarda yasaklandı. Polis, 1993-94 yıllarnıda pek çok GALZ üyesinin evini basarken, pornografik olmadığı halde, içinde “lezbiyen” ve “gay” kelimesi geçen pek çok yayına el koydu. Bu yayınların içinde lezbiyen ve gay şairler antolojisi, dünyadaki biseksüel grupların adresleri, ve Güney Afrika sanat galerisine ait bir katalog da vardı. GALZ, bir kitap fuarında yer almak istediği halde, “İnsan Hakları ve Adalet” yılında olunmasına rağmen, bu katılma isteği baştan reddedildi.
İŞ HAYATI İş çevrelerinde, lezbiyen olduğunu gizlemeyen çok az kadın var. Bu konuda az sayıda araştıma yapılmış olmasına rağmen, yakınlarda yapılmış küçük bir araştırma lezbiyenlerin korkularını doğrulamakta: Just For Me dergisi, yayınladıkları makale için lezbiyenler hakkında araştırma yaparken, 20 işverene ‘lezbiyen olduğunu bildikleri birini işe alıp almayacaklarını’ sormuş. 14 kişi aşağıdaki nedenleri
KAOS GL 24 / 19
ileri sürerek, soruya “Hayır!” diye cevap vermiş; şirketin saygınlığı sözkonusu; şirketteki diğer kadınlara kur yapabilir; bu tarz yaşayan insanlar güvenilmez olur; evli ve çocuklu kadınlar daha güvenilirlerdir. 3 kişi, eğer lezbiyenliği konusunda sessiz kalırsa işe alacaklarını belirtmişler, ayrıca sevgilisinin şirkete katılmamasını istediklerini de eklemişler. 2 kişi, eğer o işi ondan daha iyi yapacak başka biri yoksa işe alacaklarını söylemişler; aynı derecede kalifiye iki eleman arasından erkek olanı seçeceklerini ifade etmişler. Sadece 1 kişi-ki bu insan 4 yıldır Zimbabve’de yaşayan bir İngiliz’miş (erkek)-koşullar ne olursa olsun işe alacağını söylemiş.
SAĞLIK GALZ, 1992’de, pratisyen hekimleri lezbiyenler ve gay erkekler hakkında eğitmek amaçlı bir projeye başlamıştı. Bu proje, lezbiyenlerin bir takım sorunlarını dile getirmeleri üzerine başlamıştı. Genellikle doktorlarına yalan söylemek veya lezbiyen olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlardı. Bazı sağlık çalışanlarının incile dair argümanlar kullanmalarına rağmen, büyük çoğunluğun eşcinselleri heteroseksüelliğe dönüştürmeye çalışmadığı söylenebilir.
EVLİLİK BASKISI Pek çok siyah kadın, ailesi tarafından evlenmeye zorlanıyor. GALZ, lezbiyen çocuklarını “iyileştirmeye” çalışan ailelere dair pek çok vakayı dökümante etti (Bkz. T.M.’nin öyküsü). Bağımsızlık’tan sonra Zimbabve’de yaşamaya devam eden beyaz insanların büyük çoğunluğu oldukça tutucu, ama genelde beyaz lezbiyenler evlenmeleri yönünde doğrudan baskıya uğramayabiliyorlar. Yine de toplumun “uygun” gördüğü feminen görünüşe sahip olma yönünde baskı görüyorlar, ayrıca kadınlarla olan ilişkileri acımasızca ayıplanıyor.
EBEVEYNLiK Lezbiyen anneler toplumdan bir destek almadıkları gibi, maalesef lezbiyen ve gay topluluğundan da çok az destek görüyorlar. Lezbiyen anneler varlıklarını yeterince ortaya koymadıkları için, gay-lezbiyen hareket çerçevesinde onlara dair sorunlar henüz tartışılmıyor. Zimbabve’deki lezbiyen kadınlar, genellikle erkeklerle önceden olan ilişkilerinde çocuk sahibi olmuşlar.Yapay döllenmeyle hamile kalmak isteyen lezbiyenler çok fazla güçlükle karşılaşıyorlar. Lezbiyen bir çift Harare’de kadın bir jinekoloğa gitmişler, ama saldırgan bir tavırla karşılaşmışlar, hatta doktorun tavrı kadınlardan birini ağlatmış. GALZ, bu olayı Sağlık Uzmanları Şurası’na (bir hükümet organı) yansıtıp, konuyu araştırmalarını istemiş.Galz’ın otoritelerle olan bütün ilişkileri gibi, bu istek de sonuçsuz kalmış. Bütün benzeri olaylarda, sözkonusu hükümet organı, Zimbabve toplumunda, lezbiyenlere yönelik ayrımcılığa dair tavır almaktan başarısız oluyor.
Kız arkadaşım ve ben, sürekli ailemden kaçmak zorundayız. Lezbiyen olduğumu öğrendikleri zaman, beni erkek arkadaş bulmaya zorladılar, fakat ben istedikleri gibi biri olamadım. Evleneceğim kişiyi benim seçmemi istedikleri için, beni bir sürü erkekle tanıştırdılar, ama ben hiç ilgilenmedim. Sonunda beni bir odaya kapattılar, hamile kalınca evlenmek zorunda da kalacağımı düşündüklerinden, beni yaşlı bir adamla birlikte olmaya zorladılar. Hamile kalana kadar adamın tecavüzleri devam etti, o zaman da bana özgür olduğumu, istediğimi yapabileceğimi, fakat o adamla gitmek zorunda olduğumu, yoksa beni eve almayacaklarını söylediler. Para kazandığım bir işim olmadığı için, beni evden attıklarında o adamın yanına gitmek zorunda kalacağımı düşünüyorlardı. Oysa ben arkadaşlarımla birlikte kalmaya başladım. Kürtaj oldum, ve hastanede bir ay kaldım. Daha sonra, akrabalarımı gördüğüm her yerde saklanmaya başladım. onlarla 6 ay boyunca hiç görüşmedim. Polis her tarafta beni arıyordu, bu nedenle sadece geceleri dolaştım; fakat en sonunda polis beni buldu ve eve götürdü. Yeniden bir odaya kilitlendim ve kollarımı kaldıramayacak hale gelinceye kadar dayak yedim. Aylarca o odada kaldım. Hasta taklidi yaparak o korkunç adamı getirmelerini engelleyebileceğimi zannetmiştim ama işe yaramadı, yeniden hamile kaldım. Kaçtım ve kız arkadaşımla birlikte yaşamaya bayladım. Bu sefer kürtaj olmadım, çünkü ölmekten korkuyordum; ilk seferki gerçekten çok acı vericiydi. Ama hamileliğimin 7. ayında, ters bir hareketten dolayı çocuğu düşürdüm. Şimdi ise, halâ kaçıyorum. Ailem kaldığım yeri öğrenince , başka bir yere taşınıyorum. Halâ beni takip ediyorlar. Yedi aydır ailemi hiç görmedim. Beni zincirleyeceklerinden korkuyorum ve saklanıyorum.
T.M.’NİNÖYKÜSÜ 24 yaşındayım.
KAOS GL 24 / 20
GALZ Bülteni, Aralık 1994
TECAVÜZtecavüzTECAVÜZtecavüzTECAVÜZtecavüzTECAVÜZtecavüzTECAVÜZtecavüzTECAVÜZtecavüzTECA “Bir anda etrafı boz tepelerle çevrili bir araziye çıktık. Sonradan öğrendiğimize göre galiba Hüseyingazi'nin sonunda bir yermiş. Arabayı durdurdular. Onlar indiler ve arabanın parasını ödediler. Ben arkadaşımı inmeyelim diye uyarmaya çalışıyordum. Artık görünen şüphe filan bırakmıyordu. Fakat arkadaşım gözlerindeki pembe gözlükleri hala çıkarmamıştı! Taksici çekti gitti ve ben hiçbir şekilde mantıklı düşünemiyordum artık. İyice bunalıma girmiştim. Benim beğendiğim çocuk arkadaşımın kolundan tutarak arazinin uçurum tarfına götürmek istedi. İkimiz buna tepki gösterdik. “Sikmek istiyorsanız burada sikin” dedik. O da ortamın müsahit olmadığını savundu, fakat ikna oldu. Zaten araba gittikten sonra arkadaş konumundan, çoktan ibne konumuna düşmüştük. Artık çok kaba birileri olmuşlardı. Bizi arkadaşlarına süpet (oral seks) alıktırdı. Kendisi de 15-20 metere ilerde bekledi. Ben süpet alıktığım orta yaşlı adama ne yapmak istediklerini sordum. O da rahat olun, birşey yok, hep beraber gideceğiz, sanki bu bir macera, korkmanıza gerek yok der gibiydi. Onlar boşaldı. Diğeri yanımıza geldi. Aniden çok saldırgan bir şekilde arkadaşıma vurmaya başladı. Hakaret ediyordu. Sinemaya getirdiği çocuk ise ondan aldığı cesaretle bana vurmaya başladı. Yanımızda yol parası bıraktılar ve geri kalan paramızı aldılar. Birisi cüzdanımın içine bakmak istedi. Ben de geri vermeyeceğini düşünerek vermemekte direndim. O anda nafta (orta yaşlı erkek) ilk defa sesini çıkardı. Bize bıçak sokmak istediğini söylüyordu diğerlerine. Lanet olası benim beğendiğim çocuk ise "sen dur" dedi. Biz hallederiz havasındaydı. Cüzdanımı vermedim. Bizi sözle tehdit ederek geldiğimiz yönün tersine yolladılar." "Böyle bir olay eşcinsel olduğum bilinmeden başıma gelseydi kesinlikle elim ayağım tutulmaz ve pasif kalmazdım. Bu olayı en asgari düzeyde bitirmek istiyordum. Çünkü olay ilerlediği zaman, her anın benim aleyhime olduğunu düşünüyordum. Ailem duyarsa, işyerim duyarsa, günlük arkadaşlarım duyarsa diye bunalmış ve hiçbir tepki veremez hale gelmiştim. Sinirden kafama ağrılar girmişti. Çünkü bu kadar açık olan gaspa, soyguna, tacize karşı, eşcinsel konumunda olduğum için yine suçlu biz olacağımızı düşünüyordum, olay anında. Bu olay benim için kabus kadar korkunçtu.” ---------------------------------------------"Evden sinirle çıkmış, caddelerde geziniyordu. Saatine baktı. Gece yarısını geçeli çok olmuştu. Eve gitmek istemiyordu. Aklına bir arkadaşı geldi. İyi biriydi. Ona telefon etmek için telefon kulübesi aramaya başladı. İlk rastladığı telefon kulübesi jetonluydu. Tekrar telefon kulübesi aramaya başladı. O sırada iki kişi sallanarak karşıdan geliyordu. Yaklaştıklarında sarhoş olduklarını anladı. Yanlarından geçip gitmek için hafifçe yolun kenarına çekildi. Sarhoşlar da o tarafa doğru yürümeye başladılar. Kaçmak istedi. Adamlardan birinin yüzü tanıdık geldi. Rahatlamıştı. Gelenler iyice yaklaşınca aynı semtten kişiler olduğunu gördü. Tanımıştı. Adamlar iyice yaklaşınca: -İyi geceler, dedi. -İyi geceler yavrum, diye yılıştı tanıdık olanı. Öbürü bir Coşkun'a, bir arkadaşına baktı. Arkadaşı o sırada Coşkun'un kolunu tutmuştu. -Şöyle bir muhabbete ne dersin?, diye Coşkun'u sürüklemeye başladı. Bunun üzerine öbür adam arkadaşına: -Bunu tanıyor musun? diye sordu. -Az çok, diye güldü Coşkun'u tutan. "Haydi uygun bir yere gidelim" derken, Coşkun ikisinin arasında sıkışıp kalmıştı. Kurtulmaya çalışıyordu. Tenha bir yere gelmişlerdi. Coşkun'un gücü ikisine birden yetmiyordu. ---------------------------------------------"…Son olarak bir Askeri Tıp Fakültesi, özellikle Psikiyatri Bölümünde karşılaştığım garip durumdan bahsetmek istiyorum. Hastaneye yatarken servisin kendi pijamalarından giymem istendiği zaman aradaki görevlinin adeta aşağılayarak (hastaneye eşcinsel olduğumu ispatlamak üzere yatırıldım), soyunmak için bir bölme olduğu halde kendisinin görebileceği şekilde soyunmamı istedi. Bir ikinci durum da şu idi: Gece görevlilerinin baştan savma iş görmeleri ile ilgili, bir gece banyo ihtiyacımı gidermek için banyoya girdiğimde orada bulunan bir başka psikiyatri hastasını zorla benimle birlikte banyo yapmaya kalkışması, daha doğrusu tecavüz etmeye kalkışması. O saatte bir görevli olmadığı için kendi çabamla başımdan uzaklaştırarak kurtuldum." ---------------------------------------------"Bir dayım vardı. Severdim, çok ilgilenirdi (!) bizimle. İlgisinin yeğenini seven bir dayıdan farklı olduğunu anlamak ne zor oldu çocuk aklımla. Gün be gün şiddetlendi öpüşleri, elleri, kaba etlerimi sıkıştırmaya başladı. Canım acıdıkça, pis soluğunu duydukça uzaklaşmaya çalıştım ondan. Mazaretler dinlenmedi, 'olmaz'lar naz diye nitelendirildi. Kimseye bir şey söyleyemiyordum." "Sonra tek başına arabaya döndü ve garip şeylerden (seksle ilgili) söz etmeye başladı. Cinsel organını gösterdi önce, sonra zorla tutturdu." "Yataklar yapıldı, uykulara geçildi. Onu hissettim, gözlerimi açmadan orada olduğunu (tepemde, üstümde dünyamı kapladığını) anladım. Kulağıma eğildi, "sakın sesini çıkarma, fena olur sonra " dedi. Ne diyecektim, nasıl bağıracaktım; "Baba, anne kalkın, bakın dayım burada" mı, "İmdat dayım beni sikecek, zaten her fırsatta sarkıntılık yapıyor, sikini tutturuyor, kıçımı okşuyor, ısırıyor" mu?" "Dayımın bıraktığı yerden ağabeyim devam etti. İlk ilişkimi ağabeyimle yaşadım. Kamışıma henüz su yürümüştü. Taze bahar dalı gibi. Emdi, kurutacak zannettim. İçine aldı, ateşi beni sardı. İlk kez zevk aldım bu işten. Zevk aldığım için daha çok kızdım kendime. Nefretim de benimle birlikte büyüdü." ---------------------------------------------"1988'de Meksika'da toplam 20 lezbiyen polis tarafından tutuklandı ve tecavüz edildi... Norveçli bir kadının bildirdiğine göre, 1976'ya kadar Norveç'te tecavüz, lezbiyenleri ' i y i l e ş t i r m e k ' için kullanılan en geçerli yöntem olmuş." Dr. Monika Reinfelder, Lip, İngiltere 1993. ---------------------------------------------"Amerikan ordusunde görev yapan 50 yaşın altındaki kadın askerlerin tamamına yakını cinsel tacize uğradığı ve yaklaşık üçte birinin ırzına geçildiği bildirildi." Gazete haberi
KAOS GL 24 / 21
MEKTUP-LAR-DAN Bu satırları size İstanbul’dan yazıyorum. Bugün zor da olsa bir Kaos GL buldum. Böyle bir derginin varlığını Hürriyet Gazetesinden öğrenmiştim. Aslında hep merak ederdim; neden eşcinsellere yönelik bir yayın yok diye, aslında varmış. Yazılar oldukça akademik düzeyde olsa da, hoş bir dergi, en azından yayın hayatında bence çok önemli bir boşluğu doldurmak isteyen önemli bir çaba. Gelelim neden böyle bir mektup yazdığıma... ben aslında kadınlardan hoşlanırım, eşcinsellerden de hoşlanırım, yani aslında (şüphesiz bunu övünmek için söylemiyorum) gizli ya da açık bir eşcinsel olduğumu sanmıyorum. Bu mektup aslında bir “günah çıkarma”, çok değil, 1-1.5 yıl öncesine kadar konu o tarafa döndüğünde eşcinseller hakkında gerekli gereksiz konuştum. Ancak bir süre önce bir eşcinsele aşık oldum, yani aşık olduk; Tanrının hoş ve düşündürücü bir şakası olsa gerek. Ve ondan sonradır ki, eşcinseller hakkında çok daha farklı düşünmeye başladım. Ve daha yeni, Habitat İyileştirme Etkinlikleri kapsamında, kedi köpeklerin zehirlenerek öldürülmeleri gibi, küçük bir eşcinsel gettosunun yokedildiğini gördüm. Ve yaşadığım ülkeden ve insanlarımızdan bir kez daha göğsümü gere gere gurur duydum, onurlandım! Öncelikle şunu farkettim; eşcinseller çok acı çekiyorlardı, ve toplum onları hakir görüyordu, ve insanlar onları kapalı mekanlarda yaşamaya zorluyordu, sokaklarda rahatça gezemiyorlar ve insanların iğreti bakışları rahatsız ediyordu. Bu dergiyi alırken tezgahtaki adamın bakışları ve önyargısı, bana da birkaç dakika boyunca bir eşcinselin insanlar arasındaki ruh durumunu yaşattı. Adam benim bir eşcinsel olduğuma inanmıştı; bu dergiyi aldığım için. Eşcinseller gerçekten abartısız çok acı çekiyorlardı. Peki bu insanların suçları neydi? Adam mı öldürmüşlerdi, hırsızlık mı yapmışlardı, devletin mutlak varlığını ve hakimiyetini tehdid eder DGM’lik bir suçları mı vardı? Hayır! Peki bu insanlar, eşcinseller neden bu kadar çok acı çekiyorlardı? Toplum bu insanları hor görme, dışlama hakkını nereden buluyordu? Bu insanları yalnızlığa terketme hakkını bu topluma, özellikle de bu topluma kim veriyordu? Özellikle bu topluma dedim, çünkü ben Türkiye dışında da bulundum ve Batı toplumları eşcinsellere ya da diğer alt-kültürlere karşı bu kadar hoşgörüsüz, bu kadar acımasız, bu kadar korkak değildi. Toplum, aslında biz, yani ben de alışık olmadığımız, farklı olana çekinerek, korkarak ve belki de biraz marakla yaklaşırız. Fakat bu hiçbir zaman kendini bilen bir insana, karşısındaki farklı diye ona acı çektirme ve yok etme hakkını vrmez. Sanırım bu sadece despot Doğu ve Arap toplumlarının ortak bir özelliği. İnsan bir yakınının başına gelmeden anlayamıyor, fakat gerçekten eşcinseller özellikle Türkiye’de ( ve aslında başka memleketlerden ve oradaki uygulamalardan bize ne! Önemli olan buranın iyileştirilmesi) haksız yere çok dışlanıyorlar ve acı çekiyorlar. Bütün suçları sevmek olan bu insanlara bu kadar çok acı çektirmek kuşkusuz hiçbir toplumun yanına kar kalmaz. Işte hoşgörülü Batı toplumlarının geldiği yer, işte Türkiye’nin bulunduğu yer, kaldığı yer! Peki ama bu işte eşcinsellerin hiç mi suçu yok? Neden bluğ çağındaki çocukların çocuksu öfkesi ile ana-babasına kendini kabul ettirmek istercesine topluma kendisini kabul ettirmek için bu kadar çok savaşıyor? Neden bluğ çağını atlatıp bu toplumla barışık, bu toplumu severek yaşamıyor? Gündüz toplumun yerleşik düzeninie uygun bir yaşam sürmek, gece de sevdiğiyle bir olmak, toplumla barışık yaşayarak mutlu olmak bu kadar mı zor? Hiç bilinmiyor mu ki; bu devlet, toplum eşcinselliğe biraz fazla teşvik verse, toplumda eşcinsellik bu sefer moda diye çığ gibi büyür. Ben şahsen moda diye eşcinsel olan birinden hoşlanacağımı hiç sanmıyorum. Bir insan, bir eşcinsel, bir kadının sevgisi yerine, bir erkeğin sevgisine ihtiyaç duymuş olabilir, bu bence normal bir oluşumdur. Ama devlet, toplum teşvikiyle moda diye eşcinsel olmuş biri, en azından beni çekmez. Toplumun eşcinselleri, aslında bu çok erkek olan Türk toplumunun demek daha doğru olacak, hor gördüğü bir gerçek ve belki de doğal bir tepki olarak eşcinsellerin de toplumu ve yerleşik düzeni hakir gördüğü de bir gerçek. Ve bu kısırdöngünün bir noktadan kırılması ve belki de önce eşcinsellerin toplumu biraz sevmeye çalışması ve binlerce yıldır süregelen bu yerleşik düzene olabildiğince uyum sağlaması ve toplumun da artık; “bu onların hayatı” diyerek dedikoduyu bırakıp, daha bilinçli, daha olgun, daha “batıcı” bir yaklaşımla eşcinselleri severek, göğüslerine bastırmaları gerekiyor. Hep merak ederim, sizin Haziran sayınızda belirttiğiniz gibi, parktan, bahçeden 16-17 yaşında çocokları toplar, ya da eşcinsel olmayan, eşcinsellerden korkan biriyle ilişki kurmak isteyerek gazetelerin üçüncü sayfasına haber olur. Neden Türkiye’de eşcinsellerin ya da benim gibi eşcinsellerden hoşlananların tanışabileceği dergi, gazete, bar vb. mekanlar yok da, eşcinseller toplumda 16-17 yaşındaki küçük erkek çocukları ayartan insanlar olarak tanınıyor? Ki büyük şehirlerde eşcinsellerin sayısının hiç te az olmadığı da gerçek. Bu tür eşcinsellere özgü dernek, lokal, restoran, bar ve benzeri yerleri kurmak ve eşcinsellere ara sıra da olsa rahat edebilecekleri ve huzur bulabildikleri bu yerleri temin etmek, iş yapma garantisi olan bu yerleri kurmak, Türkiye’deki eşcinseller için bu kadar mı zor? Belki de var, ben bilmiyorum, iyi reklam yapmadıkları kesin. (Eğer varsa) . Mektubumun başında belirttiğim gibi, bu bir günah çıkartma yazısı idi. Ancak yine de kendimi pek rahatlamış hissetmiyorum. Bir ailenin mutlu olması, aileyi oluşturan bireylerin eksiksiz tümünün mutlu olmasına bağlıdır ki onlar birbirlerine görünmeyen psişik bir bağla bağlanıyormuşcasına.
KAOS GL 24 / 22
Bir toplumun da mutlu olması o toplumu oluşturan bütün alt-kültürlerin, asker, polis, öğrenciler, anneler, babalar, eşcinseller, mahkumlar vb., mutlu olmasına bağlıdır. Biri eksik olsa; olmaz. Eşcinselleri mutsuz ederek, mutlu olamayız, huzurlu olamayız. Hepimiz bu toplumu oluşturan, üzerinde gökkuşağının renklerini taşıyan binlerce çok güzel mozaik taşlarından biriyiz. Toplumun renkleri sadece haki yeşil ve lacivert olsa sanırım çok iğrenç birşey olurdu. Ve toplum yaratıcılıktan yoksunsa kısa sürede ya yokolur, ya da köle olurdu. Mektubuma burada son veriyorum. Yazmak insanı rahatlatır, yine de kendimi pek rahatlamış hissetmiyorum. Şüphesiz, arzu edersseniz mektubumu yayınlamanıza sevinirim. Ancak ilkelerinize karşı değilse anlam sapmalarına izin vermemek açısından alıntı yapmak yerine bir bütün olarak yayınlanması daha doğru olur. Affınıza sığınarak adımı yazmıyorum. Eşcinsellerle ilişki kurdum diye ailemle ve toplumla çatışmak istemiyorum. Ailemle ve toplumla barışık mutlu yaşıyorum. Saygılarımla. AFYON, GAY ...bir gay’im ama gay’liğimi burada yaşayamıyorum. Bugüne kadar ilişkiye girdiğim hemen her insan bana fahişe gibi davrandı. Bu yüzden kendime çekilmek zorunda kaldım. Ben aşka, sevgiye inanıyorum. Kendimi heterolardan farklı hissetmiyorum, çünkü benim tercihim bu, onlarınki de o. Yalnız bulunduğum toplum, belki çok katı düşündüğümüzü söyleyeceksiniz ama ilkel bir toplum. ...Bir yazar adayıyım ve yazmayı seviyorum. Şu anda ilk düzyazı denemem olan bir roman var; bitmedi, heralde burada kaldığım sürece bitmeyecek de. Çünkü burada hiç yazamıyorum, burası dediğim kendi memleketim, burada hiç rahat hissetmiyorum. Burada sevgiden, ilgiden yoksunum. Burada sohbet edecek insan bile bulamıyorum. Çalışmak için başka memleketlere gidiyorum ve oralarda iş sezonu bittiğinde buraya geri dönmek zorunda kalıyorum. …”Giovanni’nin Odası”nı okudum. Giovanni’ye aşık oldum. Onda kendimi buldum. Ama sonuç beni çok etkiledi. Hani bazı kadınlar Türk filmlerindeki dramatik sahneleri seyrederken ağlarlar ya, işte Giovanni de beni öyle ağlattı. İSTANBUL, ERKEK EŞCİNSEL Bu mektubu yazmak benim için gerçekten çok zor. Daha önce kimseye anlatmadığım duygularımı yazıyla da olsa ilk defa anlatıyorum. Ben eşcinselim ve erkeklerden hoşlanıyorum. Bunu ilk hissettiğimde 12-13 yaşlarındaydım ve bunu gelip geçici bir duygu zannediyordum. Fakat ilerleyen yaşlarımda bunu daha belirgin olarak hissetmeye başladım. Şu an 23 şaşındayım ve üniversite öğrencisiyim. Ne yazık ki etrafımda bunları anlatabilecek kadar güvendiğim hiç kimse yok. “Cinsel tercihini kadınlardan yana kullanmış bir erkek “ rolü yapmak çok zor ve yıpratıcı. Tahmin ettiğiniz gibi bunun anlaşılmasını istemiyorum çünkü doğuracağı sonuçlardan korkuyorum. Ama bunu paylaşamamak da çok acı veriyor. K-GL’yi tesadüfen Beyoğlu’nda bir kitapçıda gördüm ve aldım. Okuduğumda çok mutlu oldum, çünkü benim gibi insanların sesini duydum. Bu beni mutlu etti. Sizden bir isteğim olacak. Bu durumu anlatıp konuşabileceğim bir psikolog tanıdığınız var mı? Bu istek size garip gelebilir, bunu sizden istememin nedeni şu. Eşcinselliği hastalık olarak tanımlayan bir psikologla karşılaşmak istemiyorum. Bu beni daha kötü bir duruma sokabilir (eşcinselliğe hastalık gözüyle bakan psikologlar olduğunu zannediyorum). Sizin etrafınızda tanıdığınız böyle bir psikolog varsa (hatta o da eşcinselse, bu benim daha da rahat konuşmamı sağlayacaktır) onunla konuşmayı gerçekten çok istiyorum. Çünkü buna çok ihtiyacım var. Eğer bu isteğimin gerçekleşmesi mümkün olmuyorsa siz K-GL çalışanlarından biriyle de görüşmek ve konuşmak isterim. Bu isteklerimizi dikkate alıp ilgilenirseniz hayat benim için daha kolay olacaktır. KADIN EŞCİNSEL, ÖĞRENCİ …son zamanlarda platonik takılmaya başladım. İşin içine duygular girince terapi doğal olarak kilitleniyor. Ben de terapiye gitmemeye karar verdim. Geçen akşam 20:30’da aradı, gelmemi ve terapiye devam etmemi istedi. Ona duygularımı açmadım. Açmayı da düşünmüyorum, çünkü işe yaramaz. O hetero bir kadın. Ne yapabilirim? Bir insandan etkilenmen zordur. Ama bu kez çok farklı. O dürüst, içten, duyarlı, ince bir insan. Oldukça akıllı, mantıklı, olgun, sıcak.. 30 yaşlarında, evli değil. Tek başına yaşışor. İsmi … Ona KAOS GL’den bahsettim. Dergileri okudu. İçtenlikle düşüncelerini belirtti, dergi ona çok farklı ve ilginç geldi. Geçenlerde terapiye giderken yanımda 250 bin lira vardı. Hastanenin çiçekçisinden firuze aldım. Sadece bana yardım ediyor diye, başka hiçbir sebeple değil. O kadar şaşırdı ki. Benim hakkımda herşeyi biliyordu. Belki de bu yüzden şaşırdı. Bu beni oldukça üzdü. Ama ne yapabilirim? Ondan gerçekten hoşlanıyorum. Siz benim yerimde olsanız ne yapardınız? Duygularınızı bastırır mıydınız? Bir eşcinselin başına gelebilecek en kötü durumlardan biri bu olsa gerek.Bir yazınızda gay’lerin heteroseksüel erkeklere ilgi duymadıkları konusundan söz etmiştiniz. Galiba bu sadece gay’lere özgü bir durum. Ben bazı konularda kendimi hem erkek hem de kadın eşcinsellerden farklı buluyorum. Çünkü ben kendimi sınırlamak istemiyorum. Zaten böyle bir çabam da olmadı hiç. Ama şu var ki ben duygusal olarak bir eşcinselden de bir heteroseksüelden de etkilenebilirim. Hatta bir gay’den bile. Çünkü nasıl desem, ben gerçek insanı arıyorum. Ve o insanı bulduğumda hangi cinse, hangi kimliğe ait olduğunu bilmek farketmek istemiyorum. Ben sadece insanı arıyorum. Ruhu… İşte zaman zaman böyle buluyorum ve mutsuz oluyorum ama önemli değil, ben böyle düşünüyorum, böyle hissediyorum. Bilmiyorum… Belki de biz eşcinseller acı çekmek için hayat bulduk.
KAOS GL 24 / 23
İSTANBUL, LEZBİYEN Ben, derginizi henüz yeni almaya başlayan bir okurum. Ve ilk aldığım günden bu yana oldukça dikkate değer bulduğumu, sağlamış olduğu düzeyiyle beni tatmin etmeyi başardığını belirtmek istiyorum. Yalnız, sizlerden ufak bir ricam var. Bir konuda beni aydınlatırsanız eğer çok sevineceğim. Sorum lezbiyenlik üzerine… Ben, gerek gazetelerde, gerekse bilimsel içerikli dergilerde, lezbiyenliğin psikolojik bir seçim tarzı olduğunu, bu durumun sıkı bir doktor denetiminde giderilebileceğini okudum. Açıkca belirtmek gerekirse büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Çocukluğumdan beri (bu arada, başımdan acı bir deneyimin (!) geçmediğini de belirtmek isterim) kendi cinsime karşı ilgi duyduğumu hissetmeme rağmen, nasıl olurdu da ciddiye alınmazdım. O halde bir lezbiyen, şizofrenik bir insan gibi hastaydı ve uğraşıldığı takdirde “düzeltilebilirdi”. Oysa, içinde bulunduğum durumu çevreme açıklayamamanın dışında herhangi bir psikolojik sorun ya da üzüntü çektiğimi hatırlamıyordum. Sizlerden ricam, beni lezbiyenlik, başlama koşulları, bu konuda yapılan bilimsel araştırmalar konularında detaylıca bilgilendirmeniz, belki de kadın eşcinselliği konusunda sağlıklı bir dosya açmanız…Çünkü, erkek eşcinselliği hakkında herşeyin açıklandığı ve incelendiği günümüzde, bizler (lezbiyenler), kendi tercih noktalarımızı doğru dürüst tanımlayamıyoruz. Dolayısıyla da konumuzda, bedenimizi ve maneviyatımızı savunma olanaklarımız da azalıyor. Duygularımızın cahili olmayı reddettiğim için sizlerden bu detayı özellikle rica ediyorum. Ayrıca, lezbiyenlerin sadece cinselliklerini değil, dünya görüşlerini de paylaşıp örgütlendiği kurumlar varsa eğer öğrenmek istiyorum. ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER… KONYA, EREĞLİ, GAY Öncelikle böyle bir dergi hazırlayıp bizlere büyük bir destek ve moral kaynağı olduğunuz için teşekkürler. KAOS GL’yi bir gazetede çıkan yazı sayesinde öğrendim. Ama dergiyi bulmam o kadar kolay olmadı. Çünkü yoğun bir arama temposundan sonra bulabildim. Ben İzmir’de oturuyorum ve şu an Konya’da üniversitede okuyorum. Bildiğim kadarıyla Kaos yalnızca büyük şehirlerde satılıyor ve sınırlı sayıda kitap evlerinde bulunuyor. Sizden benim ricam, benim gibi birçok gay-lezbiyenin de bu dergiyi rahatlıkla bulup okuyabileceği kitap evlerinin olması. Böylelikle bütün gay-lezbiyenlerin bir şekilde iletişim kuracağı, tüm ortak sorunlarımıza bir çözüm bulunacağı kanısındayım. Ayrıca dergide iletişim, okuyucu mektupları ve gay ve lezbiyenlerin sorunlarına daha geniş yer vermenizi istiyorum. 21. Sayıda Yeşim T. Başaran’ın “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” ve Yasemin Özalp’in ‘Artemis’in Tapınağı” adlı yazılarını okudum ve çok beğendim. Bizlerin en büyük sorunlarından biri olan iletişim ve dışlanma, yeni dostluklar kurabileceğimiz rahat ve huzurlu bir ortam gibi konuları güzel bir şekilde dile getirdikleri için teşekkürler. Artı yine bu sayıda mektuplardan köşesindeki İzmir’li bir arkadaşın yazısını okudum, gerçekten çok üzüldüm. Onunla aynı sorunları paylaşıyoruz. Gerçi bu hepimizin ortak sorunu. Kimimiz açık bir şekilde gay olduğunu söyleyebilirken bir çoğumuz da heteroseksüel bir kimlik altında gay olarak yaşıyoruz, bu gerçekten çok acı. Artık çevremizin bizi heteroseksüel olarak tanıması ve böyle bir kimlik altında gay olarak yaşamak çok zor. Ve bunun getirdiği bütün sorunlar, toplumdan dışlanma, sevdiklerinizi kaybetmek ve bir anda yapayalnız kalmak gibi, işte bunlar bizim en büyük korkularımız. Hani düşünce özgürlüğünden bahsederiz, tartışır, konuşuruz, toplumca bunları yaptığımıza inanırız. Ama bunların hepsi boş, yapılan hiçbir şey yok. Bizler de bu konuda farklı birşeyler yapamıyoruz, daha doğrusu düşünce özgürlüğünün bizim için geçerli bir yanı yok. Kendimizi ifade etmeye kalktığımızda, cinsel kimliğimiz hakkında konuşunca olanlar oluyor. Dışlanıyoruz, bizlere farklı gözlerle bakılıyor. Bakın 14 Haziran 1996. Cuma günkü Hürriyet gazetesinde ‘Üçüncü Cins Habitat’da’ adlı bir yazı var. Bu gay ve lezbiyenlerin örgütlenmesi ve iletişimi hakkında bir yazı., gay ve lezbiyenlerin toplumda nasıl tanındığı ve bu kötü imaj’ın nasıl düzeltilebileceği anlatılıyor. Ancak gay ve lezbiyenleri bir araya toplayan ancak resmi olmayan iki örgütlenmeden de bahsediliyor. Yeşim T. Başaran’ın da “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” adlı yazısında değindiği gibi Lambda ve Venüs’ün Kızkardeşleri’ne de değinilmiş. Bu yazıyı okuduktan sonra kendime olan güvenim biraz daha arttı. Ama şu da var ki gay ve lezbiyenler yalnızca büyük şehirlerde yaşamıyorlar. Tüm Türkiye’de bizim gibi pek çok insan var, bunların da Lambda ve Venüs’ün Kızkardeşleri adlı gruplarla iletişim kurması bence iyi olacaktır. İyi ki KAOS GL var, bize bir dost, bir sırdaş ve destek. Sizlere sonsuz teşekkür. İSTANBUL, GAY Yeryüzünde yaşayan bütün canlı varlıklar merhaba. Tabii ki öncelikle bütün gay’lere diyorum. Şu an ne kadar heyecanlı olduğumu bilemezsiniz. Çünkü ilk defa bir mektup yazmak için kendimi odama kilitliyorum. Neden diye soracak olursanız, ailem gay olduğumu bilmiyor da ondan. Gönül isterdi ki bu mektubu onların yanında yazabilip de böylesi kaçamaklara başvurmamak. Ben yirmiyedi yaşında bir okurunuzum. Son iki sayınızı ve ikinci yılın ikinci sayısını okudum. Aranıza henüz yeni katılmış sayılırım. Bana çaylak da diyebilirsiniz. Veya diğer bir deyimle kezban da. Gay olduğumu ortaokul yıllarımda farkettim. Fakat bu yaşıma kadar kimseye söylemedim. En nihayetinde bundan beş ay önce, bir müşterim bana gay olduğunu söylediği zaman, ben de bunu söyleme cesareti buldum kendimde. O müşterinin sayesinde çeşitli ortamlara girdim, değişik kişilerle tanıştım. En basitinden, bu durumun sadece bana has özel bir durum olmadığını gördüm. Bu beni daha da çok sevindirdi ve hayata bağlı kıldı. …1968 senesinde Kars’da doğmuşum. 8 yaşımdayken İstanbul’a göç ettik, halen İstanbul’da oturuyoruz. Liseyi bitirdikten sonra askerliğimi yaptım. Şu an Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde okuyorum. Ayrıca bir hipermarketin müzik
KAOS GL 24 / 24
bölümünde çalışıyorum. Düşünüyorum da İstanbul’a göç etmemiş olsaydık da Kars’da kalsaydık, acaba ne yapabilirdim? Gönül isterdi ki, Türkiye’nin her yerindeki tüm hemcinslerimiz bu dergiyi okusunlar, radyomuzu dinlesinler, hepsi de kapalı bir kutu olmaktan çıksınlar ve herkesin yüzüne “Ben bir eşcinselim, ben Ahmet’i, Metin’i veya Nihat’ı seviyorum!” diyebilsinler… Bütün gay’leri, lezbiyenleri, travestileri, transseksüelleri ve yine gay’leri çok çok ama çok seviyorum… DİYARBAKIR,GAY Gözaltına alındım… 4 sene önce üniversite kampüsünde meydana gelen bir olaydan sonra, siyasi polis listesinin demirbaşı olduk. Bu sefer fazlaca hırpaladılar; kendime gelmem biraz zaman aldı. Bu arada bir stajım bütünleme sınavlarına kalırken, iki staj da kaybım oldu. Her zamanki gibi kitaplığım da vurgun yedi: Bu tür durumlarda annemin ilk işi, kitaplığımda gözüne kestirdiği kitapları yakmak oluyor; neyse ki masamda kilitli dergilere ve arşivime ulaşamamış. Mesele: Kampüste pahalı olan “kantin fiyatlarını” protesto etmek için çay boykotu yapmamızmış; ele başı da benmişim. Çay boykotu yapmak bölücülükmüş, bugün çay, yarın yemek boykotu, öbür gün… öğrencilerin huzurunu (!) bozuyormuşuz. Çay boykotundan dolayı gözaltına alınmış olduğumu düşünmek bile istemediğimden sordum polise: “Gözaltı gerekçeniz ne?” diye. “Bilmiyorum, araştırıyoruz, belki birşey çıkar.” diyor. Böyle trajikomik bir cevabı ancak bir Türk polisi verir. Bu arada sinirimden patlayacak gibi oluyorum. Hücrede, benden başka iki kişi daha var. Birini “Tipini beğenmedikleri için”yoldan çevirmişler, diğerinin de “Oğlu kayıp olduğu için”, zaten sürekli alıyorlarmış. Buralar berbat! Bu ülkede, “insan” olmak için, daha çok yol almamız lâzım. Bunu da bize en iyi anlatan, sağolsunlar (!) düzenin bekçi-köpek-leri oluyor. Herneyse, neticede, mahkemeye bile çıkarmadan bıraktılar. Ama bayağı eziyet ettiler. Bir süre okula uğramadım, 2 staj kaybettim, bütünlemeye bıraktığım bir sataj için de bir süre “kamp” yaptım. Sınav için çalışmaya başlayıncaya kadar kendime gelmeye çalıştım... …Bizim fakültenin psikiyatri bölümü, diğer bölümlere nisbeten pek popüler değil. Her ne kadar henüz, psikiyatri stajını almasam da (seneye alıyorum) gerek klinik öncesi temel psikiyatri derslerinden gerekse stajı alan arkadaşlardan edindiğim izlenimlere dayanarak söylemem gerekirse, psikiyatri hocalarımız branşlarında yetkin değiller. Öğrencilere gelince, bütün akademik (denilebilirse) çabalarını TUS (Tıp’ta Uzmanlık Sınavı)’a endekslemiş durumdalar. Psikiyatri bölümünün bu sınavdaki soru adedi çok az olduğundan ne hocalar ne öğrenciler bu stajı öğretmek/öğrenmek için bir çaba sarfetmiyorlar. Birçok başka stajda olduğu gibi öğrenciler “ders notları”na çalışıp sınavı vermeyi amaçlıyorlar; bunun için psikiyatri kitabı okutulmuyor/okunmuyor. Ama yine de, “hangi kitapları tavsiye ettikleri” konusunda kendileri ile görüşmek üzere idare bölümüne gittim. Görüştüğüm hoca, psikiyatri bölümünün hiyerarşisinde 3. Sırada yer alıp aynı zamanda dinci-sivil-faşist bir zattı. Kendisi yardımcı doçent (bunun dışında bir doçent ve bölüm başkanı olan bir profesör var bölümde). Bir arkadaşımdan duymuştum bir derste: “Homoseksüellerin hepsi ruh hastası, pis insanlardır.” demiş. Neyse mülâkatta bulunmak istediğimi söyledim ve özelde stajyerlere tavsiye edebileceği genelde ise klinikte revaçta olan kitapları sordum. Stajyer öğrencilere tavsiye edebileceği kitapları söylerken elini iki yana açtı pek önemsemez bir edayla sadece Orhan Öztürk’ün (Ruh Sağlığı ve Bozuklukları) ve Sunar Birsöz’ün kitaplarını tavsiye edebileceğini söyledi. (TUS için de en iyi kitaplar bunlarmış). Kendi okudukları kitaplara gelince: En fazla yararlandıkları kitabın KAPLAN’ın “Sinopsis”i olduğunu, bunun dışında her hastalık için ciltlerce kitap olduğunu ve bu kitaplardan faydalandıklarını belirtti.Bu arada “British Social Psychiatry” ve “American Social Psychiatry” bültenlerini takip ediyorlarmış. Bu arada biraz da sohbet ettik. Psikanalizin, artık, geçerliliğinin kalmadığını, kendi kliniğimiz dahil birçok klinikte artık psikoterapinin kemoterapi (ilaçla tedavi) üzerine temellendirildiğini söyledi. Bir ara, Amerikan Psikiyatri Birliğinin DSM sınıflandırmasının kaç senede bir değiştiğini sordum. “3-4 yılda bir…”cevabını verdi. “Peki, nitel anlamda büyük değişiklikler görülüyor mu?” diye sorunca “Tabi!” dedi. “Bu değişiklikleri öğrencilerinize yansıtıyor musunuz, hocam?” deyince de “Yok” dedi, “Zaten, biz öğrencilere klasik bilgileri veriyoruz, buna gerek yok.” Cevabını verdi. “Gerek yokmuş (!)…” Diğer hocalarla görüşmeye gerek duymadım. Onlar, daha demokrat insanlar olup, aynı kitapları tavsiye edeceklerinden emindim. Bu arada isteseler de Ayhan Songar gibi otörlerin kitaplarını tavsiye edeceklerini sanmıyorum. Buranın siyasi ortamı gereği mümkün olduğu kadar kendilerini deşifre etmemeye, öğrencilerle olan ilişkilerini sadece akademik düzeyde tutmaya çalışıyorlar. Kısacası stajyerler için en revaçta kitap burada Orhan Öztürk’ün “Ruh Sağlığı ve Bozuklukları” kitabı. Ordan ayrıldıktan sonra, kütüphanemize gidip Psikiyatri bölümü için ayrılmış raflara bir göz atmak istedim. Kitapların üzerinde bulunan “kayıt kuponlarında” kimin, hangi kitabı, hangi tarihte aldığına dair kayıtlar olurdu. Ama buradan da bir sonuç çıkmadı, belki inanmazsınız, Psikiyatri namına, hiç abartısız, tek bir kitap yoktu. Psikoloji üzerine ise, 8-10 adet İngilizce-orjinal kitaplar vardı. Herhalde, çocuklar, “kamulaştırmışlardı”; çünkü fakülteye girdiğim zaman aynı rafta40-50 adet kitap bulunuyordu. Amprik de olsa bir fikriniz olur diye, Psikiyatri bölümümüzün Mart-96’da hazırladıklar bir “anket” formunun fotokopisini gönderiyorum. Bu anket formunu, kantinde oturduğumuz bir sırada psikiyatri asistanlarımız bize doldurmamız için dağıttılar. Masamızda yaklaşık 6-8 kişiydik. Ben ilk soruda1 anketin ne menem birşey olduğunu anlamıştım. Bütün sorulara şöyle bir göz 1
Bu anketten sizin için seçtiğimiz seçtiğimiz birkaç cümle (Ankete katılanlar, benimsedikleri cümlelere “Evet”, benimsemedikleri cümlelere “Hayır” diyecekler) S1 : Fazla senli benli olmazsanız karşı cins size daha çok saygı gösterir.
KAOS GL 24 / 25
atıp asistana bunun objektif bir anket olamayacağını birçok sorunun izafi yönü olduğunu örneğin sapıklıktan neyin kasdedildiğini, bu kavramın herkese göre farklı tanımı olacağını söyledim, birkaç arkadaşım da onayladılar ama adamların derdi anketi doldurtup bir bültende yayınlatmak… “Kendinize göre en doğru olanı işaretleyin.” Gibi abuk sabuk birşey söyledi. Fazla uzatmadım. Anketi doldurmama imkân yok… arşivime koymak için yanıma aldım. Belki sadece 16. Soru “Evet”lenip iade edilebilirdi ama “Açık söylemek gerekirse”li bir önerme olarak değil…Cevaplamadım. Masada bulunan birkaç arkadaş da bu tür anketlerin münasebetsizlik (savaş psikolojisi üzerine bir anket olsa ihtiyaçlara daha iyi yanıt verir savıyla) olduğunu ifade eden siyasi söylemlerde bulundular. Bu sırada kantinde bulunan “Lümpen Gençlik Sürüsü” güle oynaya formları doldurmakla meşguldüler. Anket sonuçlarını merak ediyorum. Öğrenebilirsem size bildiririm. KONYA, EREĞLİ, GAY Ben İzmir’de bulunduğum zaman KAOS GL’yi Ayrıntı Kitabevinden temin ediyorum. KAOS GL’nin Konya’da bulunmaması büyük bir kayıp, gay ve lezbiyenler sadece büyük şehirlerde yaşamıyorlar. …Ben 22 yaşında ensest kurbanı bir gay’im, yakın bir aile dostumuzun oğlu tarafından tecavüze uğradım ve gerisi belli.Yıllarca çok büyük acılar çektim. Heteroseksüel bir kimlik altında gizli eşcinsel olarak yaşamak beni çok yıprattı. KAOS GL sayesinde … adında bir dost edindim kendime. Şu an kendisiyle çok güzel bir dostluğumuz var. Mektuplaşarak bir nebze olsun sorunlarımızı paylaşıyoruz. Ama bu tam anlamıyla beni tatmin etmiyor, nedeni ise mektupların elimize geç ulaşması. Ben bir gay’im ama bunu tam anlamıyla yaşayamıyorum. Bulunduğum çevrede gerek Ereğli gerekse İzmir’de gay arkadaşım ve böyle bir çevrem yok. Bazen aklımdan hep intihar etme fikri geçiyor. Peki ama ya sonrası. 22 yıl acılar çekip de sonra ölmek doğru birşey mi bilmiyorum. Gay kimliğimi yaşamak, yeni dostlar edinmek için iletişimin düzenli olmasını diliyorum. Ben 8 yıldır ailemden ayrı yaşıyorum, onlarla birlikteyken sürekli acı çektim., ailemle ilişkilerim pek sağlıklı değil, onlardan nefret ediyorum, özellikle babamdan çünkü sürekli beni aşağılardı. Saçımı farklı taradığım zaman, veya birazcık değişik giyindiğim zaman bana “İbne mi olacaksın?” veya buna benzer aşağılayıcı sözler söylerdi. Tutup da böyle tip insanlara nasıl açılabilirim, onlara “Ben bir gay’im!” diyebilirim? Bu yüzden içimde 22 yılın birikmiş acısı, kini, nefreti var yaşama sevincim tamamen köreldi. Bazen kendimi uçurumun eşiğinde gibi hissediyorum. Bu yüzden kendimi kötü birşeyler yapmadan frenlemek istiyorum. Şu an benim gibi birçok gay ve lezbiyen dostumun ortak sorunu partner bulamamak, bu yüzden bütün sorunlarımızı içimize atıyoruz, oturup konuşabileceğimiz insanlar yok veya belirli bir mekânımız yok. Bu yüzden KAOS GL’nin biz gay ve ezbiyenleri biraraya toplayacağına ve sağlıklı bir iletişim ağı kuracağına inanıyorum. …hangisinden başlayayım, o kadar çok sorun var ki. Özellikle böyle katı kurallara sahip bir toplumda azınlık isen işin çok zor işte. Bunun için KAOS GL’nin iletişim konusuna daha fazla yer vermesi gerek. Bir başka konu ise, “Nasıl bir Eşcinsel Hareket?”. Aslında bu konuda yapılacak çok şey var. Bunların en önemlisi gay, lezbiyen ve biseksüellerin katılacağı toplantılar. Belirli tarihlerde yapılacak bu tip toplantılar biz eşcinsellerin hep birlikte karşılıklı tartışabileceği, konuşabileceği ve sorunlarımıza kesin çözüm getiren toplantılar yapılmalı. Bunlar İstanbul, İzmir, Ankara veya Eskişehir gibi gay ve lezbiyenlerin hatta biseksüellerin çoğunlukta yaşadığı şehirlerde yapılmalı. Tabii ki diğer şehirlerde yaşayasn gay ve lezbiyenlerin de katılımı ile, çünkü bu sorunlar hepimizin. Ben bir gay’im ve bunu tam anlamı ile ifade edemiyorum. İzmir gibi büyük bir şehirde yaşıyorum. Eşcinsel çevrem yok, arkadaşım yok. Olsa dahi bu insanlarla nerede, nasıl iletişim kurabilirim, bilmiyorum. Artı KAOS GL’nin tanıtımına daha çok yer verilmeli, çünkü diğer şehirlerde yaşayan insanların da bu tip bir dergiden haberdar olması gerekir. Bu sayede gizli eşcinsellerin de kendi öz kimliklerini ifade etme şansları olur. Heteroseksüel toplumda azınlık olmaktan kurtulmak için kendi hak ve özgürlüğümüzü kazanmalıyız.…
S16: Açık söylemek gerekirse kendi cinsimden kişileri yeğlerim. S27: Gençken bazı kötü cinsel deneyimlerim oldu. S28: Sapık düşünceler bazen beni rahatsız eder. S30: Kendi cinsimden birine olan cinsel duygularım konusunda çelişkiye düşüyorum. S40: Eşcinselleri anlayışla karşılıyorum. S49: Dini inançlarım seks’e karşıdır. S64: Bazen tecavüz edilen kadınları bundan kısmen kendilerinin sorumlu olduğunu düşünüyorum. S65: Sapkın düşünceler zaman zaman beni rahatsız eder. S76: (Erkek) Kadının göğsüne dokunmaktan çok heyecanlanırım. S77: (Kadın) Erkek göğsüme dokunursa çok heyecanlanırım. S78: Eşcisellik bazı kişiler için normaldir.
KAOS GL 24 / 26
T
A
N
I
K
L
I
K
USLANIRSAM ŞEREFSİZİM!…
Coşkun Bir ilkbahar sabahı arka mahallemizde yapımı devam etmekte olan bina inşaatımıza bakmaya gittim. İnşaatta esmer, yapılı ve iyi giyimli bir başka ziyaretçinin de olduğunu görünce doğrusu şaşırdım. Belediye’den gelmiş olduğunu sandım ve ilgilenmedim. Sonra yanıma geldi. Tanıştıktan sonra inşaatın yapımıyla ilgili uzun bir sohbet ettik. Bir hafta önce işe başlamış olan Erdin, binanın elektrik işlerini yapacak olan teknisyendi. Güçlü görünüşüne rağmen, kibardı. Sempatik ve sevimli bir yanı da vardı. Bundan sonra inşaat’a ziyaretlerim sıklaştı ve inşaatla ilgilenmem en çok babamı memnun etmişti. Ailemde kızlardan hoşlanmadığım hep konuşulurdu ama bunun alternatifi gündeme gelmezdi. Babam ve kardeşim Erdin ile olan samimiyetimi hoşgörüyle karşılıyorlardı. Tabii ki yasak elmayı bölüşebileceğimiz akıllarından bile geçmiyordu. Çünkü ben onlara göre laboratuvar koşullarında yetişmiş bir saksı çiçeğiydim. Oysa Erdin, içimde patlamaya hazır volkanın varlığını hissetmişti ve tanışmamızdan iki hafta sonra beni dışarda yemeğe devam etti. Evlenme teklifi almış kadar heyecanlandım ve sevindim. Yemekte konuşulan ilk konular meslekiydi ama daha sonra bol esprili ve kahkahalı dakikalarımız oldu.Erdin’i ilk gördüğüm andan itibaren gün ve gün iliklerime kadar hissetmeye başlamıştım, ona olan sevgimi ve onun güzelliğini. Onun da benden hoşlandığını biliyordum ama belki de aramızdaki mesleki ilişki ve saygıdan dolayı, bu özel hislerimizi karşılıklı itiraf etmemiz bir kaç hafta ve tekrarlanan akşam yemeklerinden sonra mümkün olabilmişti. Derken bir gece beraber uyumaya karar verdik ya da uyumamaya... Randevuya gitmeden önce, “Acaba hata mı yapıyorum?” diye duraksadım. Erdin’i düşündüm, kalbim kafese kapatılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Erdin’i düşündüm, kalbim kafese kapatılmış bir kuş gibi çırpınıyordu. Sonra … yapmam gerekenin o kafesi kırmak olduğunu düşündüm. Çünkü mutlu olmanın temel şartı özgür Bizde böyle olmaktı. Avuç dolusu prezervatifleri ve kayganlaştırıcıları çantama koydum ve kararlılıkla Gönlüm hırçın Erdin’le buluşmaya gittim. Beraber hafif birşeyler yedikten sonra Hotel Petek’e gitmeye karar verdik. Sevgilerim yalansız Adını Spartacus’ten öğrendiğimbu otelde daha önce de kalmıştım ve adının Spartacus’te yer almasının … haklılığını görmüştüm. Otele varıp boş yer olmadığını öğrendiğimizde büyük bir hayal kırıklığı Uslanırsam şerefsizim yaşadık. Saat geç olmuştu, fazla bir seçeneğimiz yoktu ve yakınlardaki başka bir otele girdik. Eşcinsel doğmuşum ben Resepsiyonda heyecandan hem ellerim hem de sesim titriyordu. Aceleci ve panik bir halim vardı. Eşcinsel öleceğim Ücreti ve kimliklerimizi verip odanın anahtarlarını aldık. Merdivenlerden çıkarken nefes nefese kalmıştım. … Kahrolası merdivenler çık çık bitmiyordu. Odaya varınca kendimi yatağın üzerine attım. Stresten kaskatı kesilmiştim. Tedirgindim. Erdin tuhaflığımı hissetti ve “İstersen çıkalım.” dedi. İyi olduğumu söyledim. Onu da boş yere tedirgin etmek istemedim. Susamıştım. Erdin bir şişe birayla gelip yanıma uzandı. Hiç konuşmadık. Ortak biramızı yudumlarken parmaklarımızla birbirimizin göğsü üzerinde anlamsız şekiller çiziyorduk. Sonra Erdin’in nefesini boynumda hissedince, gevşedim. Sıcacıktı. Ona daha sıkıca sarıldım. Öpüştük. İki kez mutluluğun doruğuna ulaştık. Sonra şortlarımızı giyip, getirdiği oyun kâğıtlarıyla oynamaya başladık. Yenilmek gibi bir endişem yoktu, nasılsa her oyunun sonunda tekrar öpüşüyorduk. İlk dakikalarımızdaki o sesizliğimize karşın, şimdi şen şakrak sohbetimizle sanki kendi evimizdeydik. Pembe saatler hızlı geçti. Gecenin ikisi olmuştu. Derken kapının tıklatıldığını duyduk. Önce inanamadık. Nefeslerimizi tutmuş kapıya bakıyorduk. İkincide kapıyı açtım. Karşımdaki adam beni iki dakika için resepsiyona çağırdı ve gitti. Tam anlamıyla şok olmuştuk. Hemen giyindim. Erdin, “Git bakalım, mesele neymiş?” dedi. Çantamı alıp aşağı indim. Resepsiyondaki adam “Hemşehrilerin ziyaretine gelmiş.” diyerek beni yandaki salona aldı. Salonda yaşları otuzbeşlerinde beş adam vardı ve hepsi sandalyelere oturmuş, öfkeyle sigara içip, burunlarından soluyorlardı. Dizlerimin bağı çözülmüş, ayakta duramıyordum. Bana da boş bir sandalye gösterdiler, oturdum, kucağıma aldığım çantama sımsıkı sarıldım. Bana nereli olduğumu sordular. “Karadeniz” dedim. “Yukarıda eğlenceniz nasıl gidiyor?” diye sorduklarında ise beynimde şimşekler çaktı. Ben “Hayır, yanlış anlaşılma var.” dediğimde bir tanesi yanıma gelip “Karadeniz’den ibne çıkmaz, sen ne biçim Karadenizli’sin?” diyerek beni yumruklarken, diğerleri küfür ediyorlardı. Bir tanesi hırsından ağlayarak beni öldürmeye kararlı olduğuna dair yemin ediyordu ve ben ağlayamıyordum. Sadece yolun sonuna gelmiş olduğumu düşünüp, dua okumaya çalışıyordum. Öfkeleri dinmiyordu. İnsanı böylesine kudurtan ve vahşileştiren o ilkel, yöresel milliyetçiliği lanetliyordum. Sonra bir tanesi “Ağzına da alıyor musun?” dedi. Ben “Hayır!” deyince adam gitti, tuvaletten klozete soktuğu sopayı getirip burnumun dibine yaklaştırdı. “Bunu da yala!…” diye bağırdı. “Hayır!…” diyerek sopayı elimle ittim. Adam o sopayla önce omzuma ve sonra da diz kapağıma vurunca acı dolu bir çığlık attım. Sonra onlara yemin ederek, yaptıklarının suç olduğunu, mutlaka polis çağırmam gerektiğini, çünkü raporlu bir ruh hastası olduğumu söyledim. İnanmadılar ama en azından konsantreleri bozulmuştu. İki tanesi yukarı çıkıp Erdin’i çağıracaklardı. Ben de tuvalete gider gibi yapıp kapıyı açar gibi yaptım ve var gücümle koşmaya başladım. Soluk soluğa iki sokak aşağıdaki karakola vardığımda, komsere yanlış anlaşılma nedeniyle saldırıya uğradığımızı, arkadaşımı hemen kurtarmamız gerektiğini söyledim. Yanıma iki polis verip, bizi otele yolladı. Yolda aheste aheste yürüyen polislere “Ne olur, hızlı gidelim, arkadaşıma zarar gelmesin!” dedim. Onlar hiç umursamadı. Polislerden biri esniyordu. Ötekisi burnunu karıştırırken “Kaç paraya çalışıyorsun?” dedi. Hayretler içinde kaldım. “Yanlış anlıyorsunuz, efendim. İnşaat mühendisi ve master öğrencisiyim.” diyerek kimliklerimi göstermeye çalıştım. Polis de “Biz tecrübeliyiz!… Bizim elimize senin gibiler çok düşüyor, siz fahişeler hep sahte kimlik gösterip öğrenci olduğunuzu söylersiniz.” dedi. Öteki polis de “Madem bu yola düşmüşsün, niye daha uygun mekânlarda çalışmıyorsun?” diye sordu. Ben de “Efendim, sizin gibi tecrübeli değilim, onun için henüz uygun mekânları öğrenemedim.” diye cevap verdim; ve “Bu adamların oteldeki kuduz köpeklerinden ne farkları var ama belki üniformaları işe yarar.” diye düşündüm. Otele vardığımızda adamlar polisleri arkadaşça karşıladılar ve yanaktan öpüştüler. Polislere hemen sigara ikram edildi. Birkaç dakikalık özel konuşmalarından sonra polislerden biri beni yanına çağırdı ve “Ulan!… Hem ibnelik yapıyorsun, hem de gecenin bu saatinde bizi meşgul ediyorsun!…” diyerek yüzüme sert bir tokat attı. Dizime kuvvetli bir tekmeyle de vurunca kendimi “suya düşüp yılana sarılmış”a benzettim ve içimden “Sırtındaki üniforman ateşten gömleğin olsun, inşallah!” diye haykırdım. Koşarak otelden çıktım ve bir taksiye atladım. Yolda Erdin’i gördüm Yanına gittim. Yüzü kızarmış ve çizilmişti. Bir parkta oturup sigara içtik saatlerce, hiç konuşmadan, sessizce. Erdin’le yaşanmamışcasına o geceyi hiçbir zaman konuşmadık. Fiziksel acılarımız birkaç hafta sonra geçmişti ama Erdin’le olan ilişkimiz iki yıldan fazla sürdü, ona olan sevgim ise hiç bitmeyecek.
KAOS GL 24 / 27
S A H T E Y A N
Şey pardon, aslına bakarsanız ben geçiyordum uğradım. Zamansız mı geldim… Pardon, pardon ben sizden bir şans daha rica edecektim. Evet, bunun için geldim. Bakınız, sokaklarda yürürken tökezliyor olmam neden bazı şeyleri değiştiriyor, anlayabilmiş değilim, gözlerimi gür kaşlarımın dekore ediyor olması neden onur verici değil. Çok soru soruyorum haklısınız. Size cevap vermeye çalışıyorum, farkındaysanız biraz çekingen bir yapıya sahibim, şey, neyse, ben sizden bir şans daha almaya gelmiştim çünkü tekrar etmek için bugüne kadar size hiç söylenmemiş gerçekleri mi, yo, yo, size gülmedim ben, hiç gülmedim. Sahi şey bir de peki siz beni hiç anlamıyorsunuz. Yorgun bir adam hali yok mu bende, ne dersiniz, anlamıyorum, suratımdaki nelerdir sizin gördükleriniz. Neden ama beni hiç gerekçelendirmiyorsunuz. Siz iyi cambazlarsınız kabul ama ben bir şans daha alacaktım. Yok, hayır, bilmiyorum paspasın tüm işlevlerini, siz biliyor musunuz,
KONUK İŞÇİ herşeyi ve bir de üstelik paspasın tüm işlevlerini. Haklısınızdır belki, kendime yazıklanmayı öğrenmeliyimdir en başta ama dinleyin beni bir şans daha rica etmiştim, bir de mümkünse paspasın faydaları üzerinde durmamız arzusundayım. Olur mu canım, para saymayı elbette bilirim. İşaret parmağımı yalamaktan tiksinirim ama o yüzden saymam. Bir de kâğıt paraları karıştırırım, hepsi birbirine benziyor. Buyrun, lütfen, rica ederim, hem öğrenmiş de olarak para saymanın bir güven meselesi olduğunu, buyrun, siz sayın paraları. Ama vakit de ilerliyor, akşama doğru sokak alacalandı mı, bana bir haller oluyor. Eve gidemiyorum, unutuyorum. Herkes koşturdukça kendimi yitiriyorum, tökezlemelerim yerlerde yuvarlanmalarıma motor oluyor. Afedersiniz, zamanınızı da aldım farkındayım gerçi siz de bana bir miktar şans verecektiniz, lütfen alayım. Fakat, siz neden hep soruyorsunuz ve hep gülüyorsunuz. Bana hangi hikâyeden söz ediyorsun rica ederim!! Gözlerinizin içine yansımaktan fevkalade rahatsızım pardon. Pantolon paçalarım kısa diye bakmayınız bana öyle. Bir şans di… ay hayır, aşkın da sırası mı, sormayın. Bakın gitmek üzereyim. Bir şans daha almaya gelmiştim. Verin artık ama… Nasıl olur, nasıl siz… Şey pardon sesimi de yükselttim ama sinirlendim…
KAOS GL 24 / 28
Tez kurur yaz odaya asıyorum Çamaşır Kapılardan yavaşça geçiyorum Belki bir söz gelir Yabancılar geceleri çıkıyor Boş sokaklar bizim Karanlıkta bir türkü Gündüzleri görünmüyor Bu sıkıntı akşamları Özlemi, öc alması yurdun Kararmış, ağarmış Döneriz bir gün Yeni Dergi, 98, Kasım 1972 BEHÇET NECATİGİL
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
GAY’E EFENDİSİZ ABD… BAŞKANLIK SEÇİMİ… EŞCİNSELLER Amerika Birleşik Devletleri’nde, önümüzdeki Kasım ayında başkanlık seçimi yapılacak. Bilinir, ABD seçimleri nerdeyse tüm dünya ülkelerini yakından ilgilendirir ve Türkiye de bunun dışında kalamaz. Türkiye’de yaşayan insanlar, sanki Türkiye’de yapılan bir seçimi izler gibi ABD seçimlerini, medyadan günü gününe izlemekten mahrum kalmazlar. Türkiyeli eşcinseller olarak, ABD seçimleri bizlere de üzerinde durulması ve takip edilmesi gerekli pek çok konuyu gündeme getirmekte. Yeni Dünya Düzeni ile birlikte dünya jandarmalığını iyice pekiştiren ABD’nin demokrasi havariliğinde de başı çektiği bilinir. Tüm ülkelerin demokrasi düzeylerini saptamaktan ve belirlemekten geri durmayan ABD, sıra kendi demokrasisine gelince kimseye söz hakkı tanımamakta bir sakınca görmez. Tekeller imparatorluğu ABD’de sadece iki parti bulunur: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Alternatif yoksunu ABD yurttaşları, bu iki partinin demokrasicilik oyununa katlanmak zorundadırlar. Öyle büyük curcunalar çıkarılır, öyle büyük gürültüler koparılır ki birinin diğerinden farklı olduğuna inanılır. Cumhuriyetçiler, muhafazakarlardır; Demokratlar ise, adı üstünde demokrat ve ilerici olarak ortaya çıkarlar ve öyle kabul görürler. Fakat her şey dönüp dolanıp politik politikaya dayandığında, aralarındaki birkaç ayrıntı fark da silinerek iyice aynılaşırlar, ve yoktur aslında birbirlerinden farkı! Kaos GL’nin Temmuz/ 23. sayısını okuyanlar anımsar. Cumhuriyetçiler, Demokrat Clinton’a saldıracak 3 nokta beliriyorlar ve üçü de yapısal bir farkı gerektirmeyen ahlakdeğersel konular. Bu arada Whitewater Skandalı, Clinton’ın Cumhuriyetçi Bob Dole ile arasındaki farkı düşürse de belirleyici olmayacaktır. Cumhuriyetçiler de benzer skandallardan muaf değildirler. Ahlak değersel olarak nitelendirdiğimiz üç cepheden birini, tahmin ettiğiniz gibi eşcinsel evlilikleri meselesi oluşturuyor. Bilindiği gibi geçmişte birçok kez, Amerikalı escinsellerin talepleri bağlamında, eşcinselleri savunan ve onların yanında yer alan Başkan Clinton, rakibi Bob Dole’un da desteklediği bir yasa tasarısını imzalamaktan geri kalmayacağını belirtiyordu. Nihayet ABD kongresi, eşcinsel evliliği veto etti. Böylece Demokrat Clinton, muhafazakar Cumhuriyetçilerden farklı olmadığını ortaya koydu. Sözkonusu “Evlilik Kurumunu Savunma Yasası”, aynı cinsten kişilerin yapacağı evliliklerin federal hükümetçe tanınmamasını sağlamasına yönelik. Bu yasa dolayısiyle ABD’deki Üniteryan Kilisesi’nin ya da bir başka kuruluşun, eşcinsel evliliğini kabul etmesi, resmi olarak bir anlam taşımıyor. Başkan Clinton’ın, Cumhuriyetçiler karşısında, aşırı ve sonuna kadar “Demokrat olmadığını ortaya koyduğu, kendisini destekleyen eşcinsellerin, evlilik hayallerini boşa çıkarttığı gibi, aynı zamanda Cumhuriyetçilerin saldırısını da boşa çıkartmakta. Eşcinselerin oy potansiyeli ne olursa olsun, Başkan Clinton, Cumhuriyetçiler karşısında şimdilik bir şey kaybetmiyor. Ortada, politik politika açısından şaşırtıcı bir durum bulunmuyor. ABD’li eşcinseller, liberalizmle ancak bu kadar yol alınabileceğini görmek zorundalar. ÇOCUKLARA KÖTÜ ÖRNEK OLMAK… Sözkonusu olan çocuklar olduğunda, eşcinsel bireyler günah keçisi olarak görülmekten kurtulamazlar. Herkes pedagog kesilir ve “kötü örnek” perdesinin arkasInda kolkola girerler. Fakat o perde kimseyi gizlemez ve artık bir turnusol kâğıdı işlevi gören eşcinsellik, gerçek niyetleri ortaya serer. Eşcinsellik ve çocukların durumunun birlikte değerlendiriLdiği olaylar, bu sürecin tipik örneklerini oluştururlar. “Kötü örnek”e söz hakkı tanınmadığından, kötü örneğin ne olup ne olmadığı tartışılmaz bile. ‘Kötü örnek’ olmak için ille eşcinsel olmak da gerekmez! Kalıplara uymayan her hal ve davranış birer kötü örnektir. Kötü örnek, onaylanmayan ve görülmek istenmeyendir. Hiç umulmayan birisi, kendisinden beklenmeyen bir davranış sergilese elbette şaşırtıcı olur. Ama bir eşcinsel sözkonusu olduğunda, hiçbir şey yapmasa, sadece “Ben bir eşcinselim” demesi bile “kötü örnek” olmasına yeter. Eşcinselin karşısında, ister cahil biri ister okumuş biri olsun, ister sıradan biri ister bir uzman ya da entellektüel olsun, konumlar ve düzeyler arasındaki fark kalkar ve heteroseksizm hepsini biranda birleştirir. Psikiyatrist Doç. Dr. Musa Tosun, mizah yazarı Gani Müjde ve birilerinin adına konuşma hakkını her zaman kendinde gören bir başka birilerinin belki de çok az ortak noktaları vardır; ama onların, eşcinsellik karşısında birinin diğerinden farkı kalmaz. Mizah yazarı Gani Müjde, 03.06.96 tarihli Milliyet’te, evlendikten sonra cinsiyet değiştirenler üzerine aklısıra mizahi bir yazı yazmış! Anlaşılan her zaman kaliteli yazmak gerekmiyor. Herhangi bir medya soytarısı da aynı yazıyı yazabilirdi ama kabuletmek gerekir ki önemli olan “isim”! Yaklaşımdaki sözde ‘mizah’ ve düzeysizlik bir yana, insanı asıl şaşırtan, karşımızda sorumluluk sahibi olması gereken bir yazar mı var yoksa, varını yoğunu çocuğuna adamış, hayattan elini eteğini çekmiş bir anaç kadın mı var, birbirine karışıyor. Eğer Milliyet’teki köşesine sırf para için, can sıkıntısıyla yazıyorsa o zaman, eşcinsellerin ve transseksüellerin ne günahı var? Değilse, kadın cinsiyetine geçen bir erkek transseksüelin “kürek büyüklüğündeki” ellerine takmak tam da bok yemektir. Acaba Gani Müjde, evde, tarlada tam gün çalışan ve çokdan nasırlaşmış bir kadın eli görmüş müdür? Yoksa toplumdaki kadınlar sadece “manken”lerden mi ibaret? Elbette ki niyet başka. Önyargılı, daha doğrusu ırkçı bir yaklaşım sözkonusu olduğunda, bir erkek transseksüel, değme kadınlara (ki ayrı bir tartışma konusu) taş çıkaran biri bile olsa, ille de o dönmedir işte! Mizah yazarı Gani Müjde, pedagogluğa soyunuyor ve döktürüyor: “Sonra çocuğun dünyası ne olur? Okulda arkadaşları çocuğa neler söyler kimsenin umurunda değil.” Ne ilginç ki Zaman gazetesinin şıracısı Psikiyatrist Musa Tosun da
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
KAOS GL 24 / 29
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
aynı kaygıları taşıyor. Peki Bay Müjde, aynı okuldaki eşcinsel öğrencilerin uğradığı zulmün, çektiği acıların hesabını kim verecek? Çocuğun bedensel ve ruhsal olarak özgür gelişimine o eğitim sisteminde bir kez olsun olanak tanınıyor mu? Eğer babanın ameliyat olup cinsiyet değiştirmesi çocuğun dünyasını karartıyorsa, bunu baştan düşünmek gerekmez mi, Bay Müjde? Çocuğun dünyasını karartan bir şey varsa o da heteroseksüel toplumsallaştırmadır. Bay Müjde, gerçekten biraz samimiyseniz, okuldaki arkadaşlarının çocuğa neler söylediği ve neden söylediği üzerine düşünün biraz da. Ve Bay Müjde, o bildik “sorumsuz anne” suçlamasını bu kadar acele kullanmayın. “Babayken teyze” olan insanlar da sizin kadar kaygılanabilir ve sorumluluk sahibi olabilirler. Psikiyatrist Doç. Dr. Musa Tosun ise Zaman gazetesinin “Kadın-Aile” (anlaşılan aile dışında, kadına yer yok) sayfasında karşımıza çıkıyor. Anlaşılan, eşcinsellerin görünürlülüğü artınca Zaman gazetesi kaygılanmış. Tahmin edilebileceği gibi eşcinsel, transseksüel hepsi birbirine karıştırılmış. Hemen bir üçüncü cins kategorize edilmiş ve bu da, Tanrı insanı kadın ve erkek cinsinden yarattığına göre aykırı kimlik olarak saptanmış. Yine niyet başka olduğundan sapla saman birbirine karışmış. Tanrı bile yaratmış olsa yaratılan yalnızca cins’tir; “aykırı” olsun olmasın, kimlik, cinsiyet, toplumsal ilişkiler çerçevesinde sonradan edinilir/kurulur. Kadınların köleleştirilmeleri üzerine kurulan sınıflı toplumlar göstermiştir ki verili olanı mutlaklaştırarak gerçeklerin üzeri örtülemiyor. Yaratıldığı söylenen birinci ve ikinci cinsin kimlikleri de aynı şekilde bu süreç kapsamındadır. Mutlaklaştırılan “erkeklik” ve “kadınlık” da toplumsaldır ve pekâla mümkündür ki kadın ve erkek cinsi de heteroseksüellikden vaz geçmeden sözkonusu toplumsallığı değiştirebilirler. (Yalnızca eşcinsellerin kurtuluşu için değil, kendi özgürlükleri için de bunun bir zorunluluk olduğu, KAOS GL sayfalarında pek çok kez belirtildi.) Psikiyatrist Musa Tosun, artık psikiyatri kurumunun kendisinin bile eleştirdiği yüzyıllık teraneleri tekrarladığı yetmiyormuş gibi bilimsel demagoji yapmaktan da geri durmuyor: “Eğer bir kadın, kendi rolünden memnun değil de erkek rolünü benimsiyorsa bir bozukluk sözkonusudur. Kadın olmak aşağılık bir durum mudur ki erkek tavırlarını benimsiyor ya da erkek olmak kötü bir şey mi ki kadın rolünü benimsiyorlar?” Bize göre de “kadın olmak”, “erkek olmak”, “eşcinsel olmak” aşağılık da değildir, biri diğerinden üstün de değildir. Fakat görmezden gelinene yani rol ve davranışların, olmakın, neden ve nasıl öyle olduğuna Kadın ve Eşcinsel Kurtuluşçuları çoktan cevap vermiştir. (Bu arada transseksüeller feminist olabilir ama kendi rolünden memnun olmayan feministlerin “transseksüel” olmadıklarını Bay Psikiyatriste hatırlatmak gerekiyor galiba.) Psikiyatrist Musa Tosun, genetik programdan bahsediyor. “Yaratılış icabı bir kız ve bir erkek çoçuk, -öğretilmediği halde- genetik programa uygun hareket ediyor. Mesela kız çoçuk bebeklerle, erkek çocuk da arabalarla oynamayı tercih ediyor.” Ne denir? Aslında “çüşş” denir! Ama yalan, küfür ve demagoji “akademik ve bilimsel” olunca başka türlü cevap vermek adettendir! Üstelik kız ve erkek çocuklara nelerle oynayacakları, ilerde karı-koca olduklarında neler yapacaklarının öğretildiği nerede görülmüş!!! Fakat “genetik program” muhabbetinin ne kadar tehlikeli bir silah olduğunu bilmiyorlar anlaşılan. Genetik programda neyin ne zaman yer alacağı hiç belli olmuyor! Birileri de çıkıp, islamcıların özelliklerinden, işlerine gelmeyen yönlerini genetik programa aykırı bulabilir! Ne de olsa “iktidar” kimin elindeyse “genetik programı” o belirliyor. Evet, burada da “kötü örnek”, “fıtrata (yaratılış) aykırı kimlik” oluyor. Psikiyatrist Musa Tosun, neden bazı insanların, fıtrata/genetik programa uymadıklarını bildik psikolojik açıklamalarla yapıyor. Ayrıca Zaman gazetesi, “uzmanlar”ın aynı görüşte birleştiklerini söyleyerek, okurlarını da yanıltıyor. Çocuğun gelişimi denilen, heteroseksüel toplumsallaştırma ve asimilasyon’a direnen eşcinsel gençlerin durumu da o bildik “kimlik krizi” olarak adlandırılıyor. Hani zorla dayatılan etnik “kimlik”e karşı gelirsen bu kez de bölücü ve terörist olarak damgalanırsın. Psikiyatrist Musa Tosun’un ağzından Zaman gazetesi kadınları uyarıyor; annenin rolüne dikkat çekiyor. Burda kadının “erkek gibi” davranması eşcinsellik ve transseksüelliğin dışında ele alınıyor. Annenin baskın olması hele bir de erkeği baskı altına alması en büyük sorun: Çocuk ilerde şizofren bile olabiliyormuş! Tahmin edilebileceği gibi kadının aktif olması, “annenin rolünün oturmaması” olarak değerlendiriliyor. Zaman gazetesi, psikiyatristin ağzından okurlarını yine eksik bilgilendiriyor. Ortada ”sorunlu” ve eşcinsel bir çocuk varsa psikiyatride kulp çok! Maalesef “annenin rolünün oturması” da sorunu çözmüyor! Yani tersi de geçerli eşcinsellik için! Fakat bu noktada Musa Tosun, psikiyatristliğini unutup, Zaman’ın dilini kullanmayı tercih ediyor anlaşılan; cahil olamayacağına göre! E, istenen de bu zaten, kadın “kadınlığını” bilsin! Psikiyatrist Musa Tosun’a göre “aykırı kimlik”leri yani kötü örnekleri -malum- medya ve moda körüklüyor. E, genetik’ten söz edip hem de öğrenmeyi bu kadar abartmak oldu mu şimdi? Hani, “öğretilmediği halde“ (!) kız çocukları, genetik programa uygun olarak bebeklerle, erkek çocukları arabalarla oynuyordu! Yoksa medya “fıtrat”dan daha mı güçlü? Efendiler, gerçek görülmediği zaman ortadan kalkmaz. Refah Partiniz, medyaya rağmen iktidara geldi. Yani medya dünkü çocuk. Biz eşcinseller ise sizden önce de vardık sizden sonra da olacağız. “Sağlam bilgilere ve sağlam aile yapısına” hiçbir zaman sahip olamayacaksınız. Maradona ise Arjantinli çocuklara kötü örnek oluyormuş! Arjantili Maradona ve Caniggia ikilisi gol sonrası “tuhaf sevinçleriyle” tepki topluyormuş. “Bu ikiliden biri gol attığında, birbirlerine koşarak dudak dudağa öpüşmeleri Arjantinliler’i öfkelendiriyor.” Hürriyet gazetesi öyle yazıyor. O “tuhaf sevinci” tebessümle karşılayan hiçbir Arjantinli yok mudur? Arjantinliler yalnızca heteroseksüellerden mi oluşuyor? O “tuhaf sevinç” Arjantinli eşcinselleri ve biseksüelleri neden öfkelendirsin? Belki şaşırtabilir, Maradona’nın eşcinsel olup olmadığına dair hiçbir şey duymadım. Bu arada “Arjantinli diğer futbolcular” enseye el göte parmak birbirlerinin üzerine atlarlarken kimse onlara birşey diyor mu? Eminim ki “milli takım
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
KAOS GL 24 / 30
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
antrenörü” ne Musa Tosun’u, ne de Gani Müjde’yi tanıyordur. Ama onun da hemen aklına çocuklar geliyor! (Sözde çocukları savunan bu heteroseksistlerin ikiyüzlülüğünü ayrıntılarıyla, KAOS GL’nin 15. sayısında deşifre etmiştik.) Peki, heteroseksüellerin davranışlarının, eşcinsel gençlere nasıl kötü örnek olduğu hiç düşünülüyor mu? GAYRİ TABİÎ MUKARENET Ordu, “erkeklik”in, kurumsal militarzmin kalesidir, bilinir. “Ordu” kurumunun, kadınları ve eşcinselleri dışlaması, onların askerlik yapıp, savaşamayacağı anlamına gelmez elbette. Kadınların ve eşcinsellerin dışlanması, erkeklik ideolojisinin bir sonucudur. TBMM Adalet Komisyonu’nda benimsenen bir kanun tasarısıyla “homoseksüel ilişki” kuran askerin TSK ile ilişiğinin kesilmesi benimsenmiş. İlgili maddede “gayri tabii mukarenet” olarak adlandırılan durum komisyon üyelerince anlaşılmayınca, “homoseksüellik” şeklinde değiştirilmiş. Ayrıca yine kabul edilen bir başka madde de “fahişe veya iffetsizliği anlaşılan bir kadınla bilerek evlenen veya böyle bir kadınla yaşayan askeri kişiler ordudan çıkarılır” şeklinde. Genelkurmay temsilcileri, “bir kadının fahişe veya iffetsiz olduğunu nasıl anlayacaksınız” sorusuna ise “polis ve mahkeme kayıtları esas alınıyor, dedikodu üzerine işlem yapılmıyor” şeklinde cevap vermişler. Komisyonda CHP’li Ahmet Güryüz Ketenci’nin “Orduda sadece erkek subaylar yok ki. Kadın subayların evlendiği erkeğin ahlâki durumunda zaaf varsa ne olacak?” sorusu, komisyon tarafından dikkate alınmamış. İki ucu boklu değnek misali komisyonun, burda amacı kadın subayları savunmak değil; “iffetsizlik” dendiğinde otomatikman kadın düşünüldüğünden, erkeğin de iffetsiz olabileceği akla bile gelmiyor. Ha, “homoseksüel” ise o zaman durum başka! KAOS GL’nin 22. Sayısında Zeki Müren’in yaptığı bağış dolayısıyla ordu’ya değinmiştim. Otoritenin neredeyse mutlaklaştırıldığı bir kurum olarak ordu, yalnızca içindekilere değil, dışında kalan insanlara da her zaman bir tehdit oluşturur. Bu tehdit fiili savaşlarda yaşananlarla sınırlı kalmaz. Aslında ordunun karşı olduğu her şey bir kurum olarak kendi içinde vardır. O sadece, kendinden izinsiz yapılana, saptayıp denetleyemediğine karşıdır. İffetsizliğe karşıdır fakat, kadını salt cinsel bir meta olarak görür, tacizden ve tecavüzden geri durmaz. Ordu, kendisinin uygun görmediği bir kadınla bir subay birlikte yaşıyorsa bunu kabul etmez fakat aynı kadını “aç aç”a getirmekte bir sakınca görmez. Bugün Amerikan ordusunda tecavüze, en azından cinsel tacize uğramayan kadın asker kalmamış. Üstelik bütün ordular bunu yapar çünkü bütün ordular “erkek”tir. “Gayri tabii mukarenet” ile ilgili yasayı da anlamış değilim. Zaten şimdiye kadar, eşcinselliğini gizleyerek askere gidenler ve eşcinsel olmadığı halde “askerocağı”nda kendi cinsi ile cinsel ilişkiye girenlerin bu durumları ortaya çıktığında üç yaklaşım sergileniyordu. Bunlar, göz yumma, birliğin (ya da her neyse) adının çıkmaması için görmezden gelme; ilgili kişileri farklı yerlere sürme; ve özellikle kendini eşcinsel olarak gören biriyse rapor verip “terhis etme” şeklindedir. Tahmin edilebileceği gibi bu yaklaşımlardan hangisinin uygulanacağı duruma, yere ve komutanlara göre farklılık gösterir. Yakın zamanda “sapık” bir eşcinsel binbaşı ordudan atılmıştı. Bununla birlikte, o binbaşının yaptığı aptallığı yapmayacak ve de komutanın “özel ricasını” yerine getirecek yeterince asker ve subayın da orduda olduğunu herkes bilir. Ayrıca deneyimli komutanlar, bu konularda genç delikanlı askerlerin fazla üzerlerine gidilmesinin pek de akılcı olmadığını gayet iyi bilirler. Türkiye’de askeri psikiyatri hala (ve sözkonusu madde çıktığına göre bundan böyle de) Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM II’sini kullanır. Yani askeri psikiyatriye göre eşcinsellik, psiko-seksüel bir patolojidir. Psiko-seksüel bir “bozukluk”u bulunanlar da isteseler de askerliğe alınmazlar. Eğer sonradan ortaya çıkarsa da yine aynı yaklaşım sözkonusudur. Bununla birlikte her zaman ve herkes için rapor ve terhis yaklaşımının uygulanmadığını belirtmiştik. Eğer psiko-seksüel bozukluk “ileri derecede” değilse yani travestilik veya transseksüellik sözkonusu değilse ve de ilgili kişi askerlik yapmak istiyorsa, bunun için askeri psikiyatristi ikna etmesi mümkündür. Askeri psikiyatrist aynı zamanda bir “asker” olup, “askerocağı”nın şartlarını gayet iyi bildiğinden ilgili asker adayına, zorunlu değilse gitmemesinin kendisi için daha iyi olacağı yönünde telkinde de bulunabilir. Tam tersi, “tavır ve davranışında bir problem yok, fahişelik de yapmıyormuşsun, siktiriyorsan siktir, pekâla askerlik yapabilirsin” diyebilecek işgüzar bir askeri psikiyatriste denk gelmek de olası. Ordunun kurumsallığı ve varlık gerekçesinden dolayı, askerliğin bir hak olarak talep edilmesinin, eşcinsellere asimilasyondan başka bir şey kazandırmayacağını düşünüyorum. Amerikalı kardeşlerimizin liberalizme teslim olup, ille de askerlik yapacağız diye tutturmalarının hak ve özgürlükle bir alâkası olduğunu kabul etmiyorum. Türkiye’nin sosyo-kültürel koşullarında, erkek eşcinsellerin askerlik yapmak zorunda kalmaları, elbette anlaşılabilir bir durum. (Ay, her taraf manti, bir an önce askere gitmek istiyorum, diye sayıklayan kuş beyinli ibnelere diyecek bir sözüm yok. Zaten askerocağında manti (genç) yemenin, seks sinemalarında balina yağı (asker spermi) yemekle uzaktan yakından alâkası olmadığını kısa sürede göreceklerdir. Pişman olmanın bir faydasının olmadığını da!) Eşcinsel hareket henüz yolun başında olduğundan, sosyokültürel koşullara direnmek tek başına mümkün olmuyor. Bunun sonucu askere gitmeyi rasyonalize etmek olmamalı. Heteroseksüel topluma entegre olmak için ne sosyo-kültürel koşulları ne orduyu sorgulamadan gerekeni yerine getirmek kısa vadede kazanılanı uzun vadede fazlasıyla geri alacaktır.
değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinmeler değinm
KAOS GL 24 / 31
DANİMARKA’DA TOPLUM VE EŞCİNSELLİK 1830’lar 1683 “Danske Lov”una göre doğaya aykırı bir cinsel birleşmenin cezası açıkta yakılarak ölüm. Bu yasa yaş önemli olmaksızın erkekler arasındaki belli cinsel ilişkiler için-ölüm cezası infaz edilmese de-uygulanıyor. 1860’lar Kopenhag’da “pederastik”1 alt kültür gelişiyor. 1866 Ceza yasasına göre, doğaya aykırı ilişkide bulunanlar, ağır iş cezasına çarptırılabiliyor. Ölüm cezası ise artık uygulanmıyor 1905 Eşcinsel fahişelik suç olarak kabul ediliyor. 1906 Erkek fahişelerin, birçok müşterinin kimliğini açıkladığı, “büyük ahlâk günü” diye adlandırılan olay gerçekleşiyor. Basında bu olay ünlü Danimarka’lı yazar ve akademisyenlerce tartışılıyor. 1920’ler Kopenhag’da, bir lezbiyen kültürü ortaya çıkıyor 1930 Eşcinsel ilişkiler için izin verilen yaş 18 olarak belirleniyor, baştan çıkarma, ayartma durumlarında ise bu 21. Heteroseksüel ilişkiler için eşdeğer yasal izin ise 15 ve 18 yaşlarında veriliyor. 1933 Yetişkin erkekler arasında eşcinsel ilişki suç olmaktan çıkarılıyor. 1948 Danimarka’lı eşcinsellerin ilk organizasyonu “Forbundet of 1948” (1948 Organizasyonu) kuruluyor ve organizasyon, periyodik olarak “The Friend”i (Arkadaş) yayınlamaya başlıyor. 1950’ler Basında eşcinsel fahişeliği yönelik ilgi büyüyor. Eşcinsellik çok önemli bir toplumsal sorun ve topluma yönelik bir tehlike olarak nitelendiriliyor. 1951 Polis eşcinsellik dahil pek çok olayı soruşturmak için Mastürbasyon Devriyesi adında özel bir Task Force oluşturuyor. Halka açık tuvaletlerde yapılan mastürbasyondan dolayı erkekler sorgulanıyor, polis eşcinseller ve rent-boy’larla ilgili bilgi tutmaya başlıyor.
1
Oğlancılık
1950 ortalarından 1960 ortalarına kadar İşgüzar bir polis müfettişi ve basın tarafından alevlendirilen ve “Porno İşi” diye bilinen olay, straight toplumda gay’lere karşı on yıl süren bir antipatiye neden oluyor. Binden fazla kişi altı ay hapse mahkum ediliyor. 1961 “Ugly Law” (Çirkin Yasa) diye adlandırılan bir yasaya göre, 21 yaşın altında birine para vererek eşcinsel ilişkide bulunan kimsenin cezalandırılmasına karar veriliyor. Bu yasa gay’ler için tam bir kâbusa dönüşüyor, hiçbir gay kendini polise karşı güvenlikte hissetmiyor. 1965 1948 Organizasyonu, yoğun bir şekilde “Ugly Law”un saçmalığını, gülünçlüğünü ortaya koyuyor. Bu karşı çıkış çok sayıda gazeteci, doktor ve avukat tarafından destekleniyor. Kamuoyunun fikri değişiyor ve yasa yürürlülükten kaldırılıyor. 1967 Eşcinsel ilişkilerde baştan çıkartma, ayartma için 1930’dan beri Ceza Kanunu’nda yer alan cezai hükümler yürürlülükten kaldırılıyor. Para karşılığı cinsel ilişki hakkındaki yasa da kaldırılıyor. 1970 Femo adasında ilk lezbiyen haftası yapılıyor, olay tüm Avrupa tarafından duyuluyor. 1971 New York’taki Stonewall ayaklanmasından iki yıl sonra, Kopenhag’da “Gay Özgürlük Cephesi” kuruluyor. Eşcinsel hareketin modern versiyonu başlıyor. 1974 Kopenhag’da kurulan Kadınlar Evi ile birlikte lezbiyen hareket, feminist hareketin içinde yerini alıyor. Lezbiyen hakları ve kadınların özgürlüğü birbirine bağlanıyor. 1975 Gay erkekler “Özgür Kent” Christiana’da kendi bölgelerini elde ediyorlar ve burayı “Bossehusset” (Gay Evi) diye adlandırıyorlar. 1976 Cinsel ilişkiye başlamaya hak kazanma yaşı hakkındaki kanun değiştiriliyor. Minimum yaş heteroseksüel ve eşcinsel ilişkiler için 16’ya düşürülüyor.
1981 Cinsel suça giren davranışlara uyguyanan cezalarda, heteroseksüel ve eşcinseller arasında eşitlik sağlanıyor. 1982 1948 Organizasyonu adını “Gay ve Lezbiyen Organizasyonu” diye değiştiriyor. Bu organizasyon, bünyesinde Pan spor, kütüphane ve arşiv, outreach gruplar, kafe, disko, gay ve lezbiyenler için eğitim gibi olanakları içeriyor. 1983 Gay ve lezbiyen radyosu, “Radio Rosa” ilk programını yayınlıyor. 1986 Danimarka Parlementosu, veraset kanununu değiştiriyor; böylece cinsel yönelimine bakılmaksızın veraset vergisi herkes için aynı oluyor. Gay ve Lezbiyen Organizasyonu’nun öncülüğünde, STOP AIDS kampanyası başlatılıyor, aynı zamanda AIDS için bir başvuru hattı kuruluyor. 1987 Danimarka Parlementosu, Danimarka AIDS politikasını (gönüllülük, gizlilik, mahremiyet, açıklık, dürüst ve doğrudan haberleşme, her türlü ayrımcılığa karşı önlemler) gündemine alıyor. Bu gündemle aynı zamanda Medeni Kanun’da değişiklikler yapılmasına karar veriliyor. Ayrımcılık karşıtı yasalar, cinsel yönelimler zemininde yapılan ayrımcılığı yasaklayıcı şeklide genişletiliyor. 1988 Eşcinsellik üzerine çalışan meclis komisyonu, dört yıllık çalışmanın ardından raporunu sunuyor. Bu rapor eşcinsellik ve eşcinsellerin yaşam tarzına ve onların huhuki, toplumsal ve kültürel durumlarına ışık tutuyor. 1989 1 Ekim’de parlemento, aynı cinsten insanların yasal birlikteliğine izin veren yasayı onaylıyor. Bu dünyada eşcinsel evliliğe izin veren ilk yasadır. Bu yasa, evlat edinmeye ve kilisede evlenmeye izin vermiyor. 1996 İşyerinde ayrımcılığa karşı bir yasa kabul ediliyor.
Hazırlayan: Mogens Caprani Çeviren: Hüseyin Yılmaz