KaosGLD27

Page 1

E Ş Cİ N S E L L E R İ N K U R T U L U Ş U a y n ı z a m a n d a H E T E R O S E KS Ü E L L E R İ D E Ö Z G Ü R L E Ş T İ R E C E K T İ R

KASIM 1996

YIL 3

SAYI 27


M E R H A B A

KAOS GL SATIŞ NOKTALARI: ANTALYA: Akdeniz Kitabevi BURSA: Can Kitabevi (Heykel) ADANA: Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Ada Kitabevi (SİEM Dersanesi Karşısı), Kardelen Kitabevi MERSİN: Dilan Kitabevi, İZMİR: Kabile Kitabevi (Konak), Ayrıntı Kitabevi (Alsancak), Ayrıntı Kitabevi (Karşıyaka) DENİZLİ: İleri Kitabevi, Kibele Kitabevi İSTANBUL: Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Zihni (Kadıköy), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı. Bu kitabevinde eski sayılarımızı da bulabilirsiniz) ANKARA: Dost, ABC, Bilim&Sanat, İlhan İlhan ve İmge Kitabevleri ESKİŞEHİR: Eskişehir’deki arkadaşımızla iletişimimiz koptuğu için dergi gönderemiyoruz.

İstanbul okurlarımızla buluşmamızı gerçekleştirdik. Oraya giderken çok heyecanlıydık. KAOS GL’den 14 arkadaş toplantı saatine kadar İstanbul sokaklarında dolaşırken akşam bizi nelerin beklediğini tahmin etmeye çalışıyorduk. İstanbul buluşması ise heyecanımızı boşa çıkarmadı, toplantıda yeni tanışan insanların birlikteliğini ve dayanışmasını hissettik. Türkiye eşcinsel hareketinde bir dönüm noktası olan bu tarihi buluşma umduğumuzdan da olumluydu. Ortaya çıkan sonuçlardan biri İstanbullu KAOS GL okurlarının bir araya gelme istemiydi. Bu konuda kendini İSKENDERUN ve SAMSUN’a da KAOS GL özgörevlendiren İstanbullu bir arkadaşımıza P.K. ulaştı. İlgili kitapevlerini önümüzdeki sayıda SİRKECİ-İSTANBUL adresiyle ulaşabilirsiniz. duyuracağız. İstanbul’da biraraya gelmek isteyen arkadaşlarımız bu adrese gönül rahatlığıyla yazabilirler. Dergide yayınlanmasını istediğiniz yazılar ve Ankara’yla iletişimleriniz için her zamanki gibi Ankara adresimize yazın. KAOS GL İstanbul’da bulunduğu süreçte, dayanışma ve iletişim ağını arttırma amacıyla Lambda İstanbul’un bir toplantısına katıldı. Lambda’cı bazı arkadaşların bu niyetimizi anlayamaması, toplantılarına katılmamızı bir açık yakalama çabası olarak algılamaları üzücüydü. Bu iki grup arasındaki yaklaşım ve düşünce farklılıkları bilinen ve bizce doğal olan birşey; fakat bu kuracağımız ortaklıklara, birlikte atacağımız bazı adımlara engel değil. Bizim, İstanbul’da anlatmak istediğimiz buydu. Zaten kişiler üzerinden varolan ilişki ağını, gruplar arası bir iletişim ve dayanışma ağına dönüştürmek istediğimizi belirtik. Ve İstanbul’dan, bu isteğimizin gerçekleşmesi için karşılıklı sıcak iletişimlerin kurulması kararıyla ayrıldık. Dizgiyi zor koşullarda tamamlayabildiğimiz için geçen sayımızda ILGA’nın grubumuzu üyeliğe kabul ettiğini duyurmayı unutmuşuz. Ayrıca bu durum “ILGA Bulletin”in 3/96 sayısında duyuruldu. Aynı sayıda KAOS Grubu ile LAMBDA İstanbul Grubunun çıkarttıkları “KAOS GL” ile “100’de 100 GL” yayınları ile İstanbul ve Ankara’daki radyo programları da haber olarak yer aldı.

Bu arada Radyo KAOS daha önce duyurduğumuz gibi, Radyo Arkadaş programlı yayınlarına başladığında devam edecek. Radyo Arkadaş yeniden programlı yayınlarına geçme hazırlıklarına başlamış durumda. KAOS GL LONDRA ADRESI: KAOS GL PO BOX 10116 LONDON SE22 8ZD ENGLAND

KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ KASIM 1996

YIL 3

HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u

d e r g i

K A O S

G r u b u

t a r a f ı n d a n

SAYI 27 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨ y a y ı n l a n m a k t a d ı r .


Hazırlayan: Yeşim T. Başaran

… bu evde şu an travesti, transeksüel, lezbiyen, kedi ve köpek hep birlikte, heteroseksist toplumu unutmaya çalışıp dertleşiyoruz,

Demet’i tanıyan bir arkadaşla buluşuyoruz, telefon açılıyor, randevulaşılıyor. “KAOS GL’den bir arkadaş sizlerle görüşmek istiyor.” Biraz heyecanlıyım tabi, hem ciddi anlamda gazetecilik yapacağım, hem de öyle böyle değil, Ülker Sokak’ta. Sıcak yuva yanılsamalarıyla yanıp tutuştuğumuz hayatımızda, evlerimize ekranlarda bir bağrış çağrış, bir kavga gürültü ile giren Ülker Sokak’ta. Sokakta beni neyin karşılayacağını bilmiyorum. Orası güvenli mi, acaba? Güngör Hanım, ev tacizcisi ülkücüler, pencerelerine bayrak asan sıcak yuva tacirleri. Orası güvenli mi, acaba? Bunları düşündüğüm için kendimden utanıyorum, çünkü ben bir kez gideceğim oraya diye korkuyorum, Demet ve arkadaşları orada yaşamak için kavga veriyorlar. Korkuyorum, kendimden utanıyorum, ardından cesaret kazanıyorum, herşeye rağmen televizyon karşısında Demet ve arkadaşlarından taraftar olarak üzülüp, tembellik yapmak dışında bir fırsat geçmiyor elime. Oraya gideceğim ve gönül desteği vereceğim, bu da birşey öyle ya!

Evi bilen arkadaşla yola koyuluyoruz. Bana yabancı İstanbul sokakları her adımda, her köşebaşında yeniden değişiyor, yeniden yabancılaşıyor. Sokağa yaklaştığımızda bir dükkana giriyoruz, Demet’lerin alışveriş yapamadıkları dükkanlardan biri, diye düşünüyorum. Yanımdaki arkadaş sık sık Demet’lerin evine gittiği için dükkan sahibi onu tanıyor, gönülsüzce veriyor istediklerimizi, para üstünü. Sokağa giriyoruz, tek tük Türk bayrakları asılı camlarda. Şaşırıyorum, televizyondan izlediğime göre tüm sokak “sakinleri” istemiyor travestileri yanıbaşında ama sokağa bakınca hiç de öyle görünmüyor. Demet ve Ece her röportajlarında söylüyorlar ya, bizim komşularla aramız iyidir, birbirimize gider, geliriz, tüm bu olanlar birkaç çapulcunun işi, birkaç çapulcunun rant kavgası diye, sokakta yürürken bile görüyorum bunu. Eve geliyoruz, kapıda bizi Ece ve bir sürü şirin köpekcik karşılıyor, salona geçiyoruz, tanışıyoruz. Çaylar geliyor, bakkalın gönülsüzce verdiği bisküviler açılıyor, sohbete başlıyoruz. Köpeklerden biri bana çok ısınıyor, yanıbaşımdan ayrılmıyor, o kadar çoklar ki, anlaştığım köpeğin ismini hatırlayamıyorum şimdi. Soruyorum, kaç hayvanınız var, Ece ve Demet’in toplam 7 köpeği ve 3 kedisi varmış. Kediler ve köpekler hep birlikte yaşıyorlar, birlikte yaşamasını biliyorlar. Bir an düşünüyorum, bu evde şu an travesti, transeksüel, lezbiyen, kedi ve köpek hep birlikte, heteroseksist toplumu unutmaya çalışıp dertleşiyoruz, gönül ortaklığımızı paylaşıyoruz; yanıbaşımdaki köpekciğe bakıp gülümsüyorum. Demet, hadi diyor ben mücadeleden vazgeçtim, bir şekilde başka bir yerde yaşar giderim ama bu köpekleri, kedileri nasıl sokağa atayım, onlardan ben sorumluyum sonuçta. O sırada Güngör Hanımın kiracılarından biri ziyaretlerine geliyor Demet’lerin. Güngör’ün üçkağıtçılıklarından karşılıklı dert yanıyorlar, başlarına gelenleri anlatıp dertleşiyorlar. Misafirleri onları ne kadar çok sevdiğini, bu Güngör yüzünden aralarının bozulmasını istemediğini söylüyor. Çaylar içiliyor,misafirleri gidiyor. Bu arada telefonları hiç susmuyor, arkadaşları arayıp bugün nasıl olduklarını, bir şeye ihtiyaçları olup olmadığını soruyorlar. Zaten arkadaşlar da olmasa, Ülker Sokak’ta Servet Apt.’ndaki bu insanlar aç kalacaklar, sabahki yumurtaları, akşamki makarnaları, gün ve gece boyunca içilen çay ve sigaraları bile olmayacak. Evlerine gelen misafirlerinin elleri boş olsa, bu komünal yaşantı ayakta duramayacak. Kaç zamandır tek iş alternatifleri olan onların deyimiyle fuhuş, benim deyimimle ağır seks işçiliğini de yapamadıkları için hiç para kazanamıyorlar. İstanbul’un klüplerde çalışan zengin travestileri veya son baskılardan sonra Ülker Sokak’ı terkeden onlarca travesti, transeksüel, Ülker Sokakta konut haklarının ihlaline karşı ayakta durmaya çalışan 7 arkadaşlarına yardımcı olmuyorlar. Toplumsal ikiyüzlülük, toplumun her kesiminde. Neyse, ben çok uzatmayayım, sözü Demet ve Ece’ye bırakayım, onlar kendi cümleleriyle anlatsınlar yaşadıklarını, mücadelelerini.

KAOS GL 27/3


KAOS GL- Kısaca Ülker Sokak’ın tarihinden bahseder ECE- İnsanları dolandırıyor, politik davranıyor. Kiracıları misiniz? ondan şikayetçi. Emlakçıya, bana kısa vadeli kiracı bul, DEMET- 30 sene önce tek tük travestiler olurdu bu diyor. Sahtekar, üç kağıtçı insanlar fuhuşu bir kılıf olarak sokakta. Ama Cihangir 79’dan beri gayri müslimlerin, kullanıyorlar. Yapsak da, yapmasak da fuhuşu kullanıp bizi transeksüellerin, sanatçıların, tiyatrocuların, genelev yıldırmaya çalışıyorlar. Toplumda olan zihniyet onda da kadınlarının, zencilerin, öğrencilerin, entel denilen kesimin var, benden olmayan yok olsun; o da bu sistemin insanı. Bu yani marjinallerin semtidir. Biz travestiler 20 yıla yakındır sokak bir sembol, 87’den beri bu Ülker Sokak’ta insanlar Ülker Sokak’ta oturuyoruz. 79’da tamamen biz otururduk, 6 farklı cinselliklerinden dolayı zaman zaman dışlanmış, baskı ay öncesine kadar 70-80 travesti vardı sokakta, şimdi 7 kişi görmüşlerdir. Şu an bir terör havası estiriliyor. Zaten tüm kaldık. Ayrca eskiden Başkurt ve Pürtelaş Sokak’ta da farklı cinselliklerin, özellikle transeksüellerin iş alternatifleri travestiler otururdu. yok. Diğer insanlar gibi hakları yok, tek alternatif fuhuş, KAOS GL- Bu günlerde maruz kaldığınız baskılar eskiden bunu belki de mahsus bırakmışlardır, başka alternatif olsa, de var mıydı? fuhuş dolayısıyla suçlayamacaklar, madem fuhuş DEMET- Dönem dönem oluyordu, 90’da Pürtelaş’ta yapmamızı istemiyorlar, bize çalışma şansı sağlasınlar. Bize yaşananlar var, Hortum Süleyman dediğimiz Süleyman o hakları verdikleri vakit, bizi suçlayacak birşey Ulusoy’un yaptıkları. Bir de Başkurt Sokak vardı. bulamayacakları için, vermezler. Şu an yapabileceğimiz tek ECE- Hortum Süleyman Başkurt Sokak’ı dağıtmıştı. Doğan iş fuhuş. Karakaplan vardı, onun yıkıntılarını Hortum iyice yıktı. KAOS GL- Bu koşullarda yaşamınız nasıl devam ediyor? ECE- Evden dışarı çıkamıyoruz. Evden alamıyorlar, KAOS GL- Peki şu son aylarda yaşadığınız baskıları Hortum sokakta görse alacak. Alışverişimiz engelleniyor. anlatır mısınız, gerçi dilinizde tüy bitti anlata anlata ama? Bu koşullarda nasıl yaşanır; fırsat bulduğumuzda, dışarıda DEMET- Habitat’a bir hafta kala Temizlik Operasyonu ekip filan yokken, dışarı çıkıyoruz, alış verişi bu bölge oldu. Sistemli bir operasyondu, evlerin kapısı kırıldı, bir dışında yapıyoruz veya eve gelen misafirler yardım ediyor. arkadaşımızın evi yakıldı, bakkal alışverişi yasaklandı. Polisin gözü üzerimizde olduğu için, Beyoğlu Emniyet Amirliği, Beyoğlu Belediyesi ve Güngör Gider üçlüsünün işbirliğiyle bir dövülmekle tehdit edildiğimiz için, baskı kuaför, bir bakkal ve bir su deposu kapatıldı. İki gördüğümüz için, sokağa çıkmamız mümkün Bu sokak bir bakkal da tehdit edildikleri için bize mal değil. Fazla cesaret aptallıktır, zaten korkuyor vermiyorlar. Habitat dolayısıyla basın toplantısı sembol, 87’den beri olsak gideriz, biz fuhuş için burada yaptık, yabancı NGO’lar (Non-Governmental bu Ülker Sokak’ta durmuyoruz, biz yaşadığımız için, konut hakkımız ihlal edilmesin diye burdayız. Organizations- Sivil Toplum Örgütleri) yanan insanlar farklı Anayasa’da, travestiler ve eşcinseller şurda eve bakmaya geldiler, sokakta ikiyüz çevik cinselliklerinden burda oturamaz diye bir yasa yok, bizim de kuvvet vardı. Hükümet ilgisiz. Bir aydır dolayı zaman konut edinme hakkımız var. çıkmadığımız gazete, televizyon kalmadı, yine de arayan soran yok. zaman dışlanmış, KAOS GL- Ülker Sokak’ta 70 kişi kadardık, dediniz, şimdi ise yedi kişisiniz. Sokağı ECE- Hortum Süleyman 6 aydır görevde. Suç baskı görmüşlerdir terkeden arkadaşlarınızdan yardım görmüyor duyurusunda bulunduk, adam hala görevde. musunuz? Habitat bahanesiyle tinercileri, sokak DEMET- Maalesef, onlarda o cesaret yok ki, destek değil, çocuklarını, seyyar satıcıları, selpak satan çocukları, köstek oldular. Onlara göre kaçmak kurtuluş, ama nereye travestileri, eşcinselleri temizliyorlar. Bizden olmayan, kadar. Biz fuhuş için burada durmuyoruz; hadi burdan bizim gibi düşünmeyen yok olsun, diye hareket ediyor. Nazi kaçtım, gittiğim yerde yine kovalanacağım. Burası bir Almanyasında, sadece göze batan Yahudiler ve eşcinseller sembol, onur meselesi, burada kalıp mücadele etmeliyiz. yakılmadı, orda çok Alman yanmış, sadece diğerleri gibi KAOS GL- Bir aydır pek çok programa çıktınız. düşünmedikleri için yokedilmişler, burası da Nazi Programlarda size yaklaşım pek olumlu değildi. Örneğin Almanyasına döndü. Savaş Ay, programında sizi konuşturmadı bile. Zaten bu hiç DEMET- Hala o baskılar sürüyor, HABITAT biteli 5 ay şaşırtıcı değil, siz de medyanın ne mal olduğunu olacak neredeyse, adam hala kulüplerde, barlarda, yollarda biliyorsunuz. Neden ekrana çıkmaya karar verdiniz? insanlara, Beyoğlu’nu terkedeceksiniz, diyor. Sokaktaki Umduğunuzu buldunuz mu? insanlara baskı yapıyor, onlara ev vermeyin diye. İnsanlar DEMET- Savaş Ay daha farklı bildiğimiz, eskiden konuşamıyor, Türkiye’de insanlar konuşmaktan korkuyor. tanıdığımız biridir. İlk bölüm Ülker Sokak ile ilgili değildi. KAOS GL- Bu yaşananlarda Güngör Gider’in rolü ne? Savaş Ay, toplumumuzun travestilere iki yüzlülüğü dedi, DEMET- O vatandaş sokağa 1.5 yıl önce geldi, eski bir programda kendi ikiyüzlülük yaptı. O program, 10.5 reyting binayı satın aldı, tadilat yaptırdı. Travestilere, canlarım, yaptı, bir yıldan beri Savaş Ay, ilk defa bu kadar reyting ciğerlerim, evleri size verceğim dedi, sonra çok yüksek bir yapmış. Bizim başımıza gelenler her zaman rant ve çıkarlar rakam önerdi. Biz evleri tutmayınca 90 derece döndü, fuhuş kavgası. Programlara çıksak bir türlü, çıkmasak bir türlü. yapıyorlar, ibneler, dedi, mahalleliyi kışkırtmaya çalıştı. Bir Çıkmazsak, meydanı Güngör’e bırakmış oluruz. ara iki-üç ay olay yatıştı. Sonra 2. Şube polisini kışkırttı. Kadının derdi fuhuş değil, bu durum kendi çıkarlarına ters ECE- Hem zaten toplum bizim dürüst olduğumuzu anladı. geldi. Sokakta zengin travestiler vardı, evleri pahalıya Bizler saldırgan, uyuşturucu müptelası, psikopat, kaba kiralıyorlar diyordu. Şimdi kendisi evlerini yüksek paraya kuvvet kullanan insanlar olarak görülüyorduk. Biz kısa süreli kiraya veriyor, depozitonun üstüne yatıyor, çıktığımız programlarla bu imajı yıkmak istedik. Her maliyeye, vergi dairesine borcu var. toplulukta iyi ya da kötü vardır. Bir kişinin hatası

KAOS GL 27/4


diğerlerine maledilemez. Heterolar arasında da neler var, sordular, hayır, dedim, doğurganlık özelliğim yok. Ama bunu herkese mal edemezsin. Ama cinselliği farklı olan olsa, en fazla bir çocuğum olsun isterdim, o da ekonomik birisinin hatası görüldüğünde tamam. Bu sokakta düzeyim iyiyse. Çocukluğumdan beri hayvanları sevdiğimi yaşanılanlar esnasında onlar bizden daha psikopat, daha söyledim. (Gülerek) Raporlarında ruh halimle kadınlığımın saldırgan yaklaşıyorlar. Bugüne kadar karşılaştığımız uyuşmadığını söylediler. insanlardan daha olumlu tepkiler aldık, heralde amacımıza ECE- İkinci sınıf kadın rolü yani. ulaştık, bir de her şey zaman aşımına dayanır. İnsanların DEMET- Bugün bin türlü kadın var, feodal kadın var filan. beyinlerini bir günde, bir saatte değiştiremezsiniz. Bizim Ama feminist, aydın kadın tiplemeleri de var. Ben onlara amacımız, toplumda sadece kadın ve erkek olmadığını, uyuyorum. farklı cinselliklerin de olduğunu kabul ettirmek, varolan ECE- Mahkemenin sevk ettiği hastaneye göre değişiyor. bizleri yok sayamazlar. Görmezden gelemezler. Raporu Demet Çapa, ben de Haseki Hastanesinde aldım. KAOS GL- Sokaklarda aldığınız tepkiler nasıl? Ben kimliğimi 4 ay gibi kısa bir sürede aldım, 95’te. Beş DEMET- Genel olarak toplum, herkes bize destek veriyor. senelik transeksüeldim. Bana dinle ilgili bir soru gelmedi. Gerçi toplum iki yüzlü ya, neyse. Olanların tek bir kadının Neden bu işi seçtim, meslek olarak mı, yoksa cinselliğini böyle mi kabul ettim gibi sorular sordular. Fuhuş yapmak sahtekarlığı olduğunu herkes biliyor. Yollarda bizi çevirip için transeksüel olduğumu sanıyorlar. Oysa transeksüeller tebrik ediyorlar. Olumsuz bir tepki almadık. deşifre oldukları için, fuhuş yapmak zorunda kalıyorlar. ECE- Kadının kapı komşusu bile bizden yana, diyorki, KAOS GL- Sizlerle biraraya gelmişken, neresi fakir, onbir ev aldı. Herkes bu merak ettiğim herşeyi sormak istiyorum. kadının sahtekar olduğunu anladı. Bu Örneğin hormon alımında travestiler dikkatli kadın hokkabazdan başka bir şey değil. Kendimi aşmaya davranıyorlar mı? Bu sağlıklarını bozmuyor DEMET- Dün taksiye binerken bir kadın çalışıyorum, mu? Erken ölüme neden olmuyor mu? gülerek yanıma geldi. Siz televizyona DEMET: Kontrollü hormon kullanmıyorlar, çıkan değil misiniz, diye. Ama Beyoğlu neden ben başağrısına Novalgin almak gibi. 52-53 Emniyet’i, kapıma 15-20 kişilik bir ülkücü kadınların aşmak yaşlarında transeksüeller var, ilk ameliyat grubu yollayıp, tehdit ediyor. Bununla istedikleri 70’lerin başlarında olmuştu. Ölüm nedenleri kalmaz diye düşünüyoruz. katı kuralları kaza, öldürülme, uyuşturucu, toplum KAOS GLHepimizin kafası baskısından dolayı intihar; doğal ölüm yok. transeksüellik, travestilik konusunda kabulleneyim. Ölümler hormon kullanımından dolayı değil, oldukça karışık. Biraz da bunlardan hayat koşullarından dolayı ölüyoruz, bahsetseniz… heteroların da ölüm yaşı yüksek değil. DEMET- Ben 10 yıldır transeksüelim, buna gerek duydum. KAOS GL- Bahsettiğim arkadaşımın terapisi sırasında, Param olmadığı için ve o zamanlar doktorlar iyi olmadığı için ameliyatı ertelemek zorunda kaldım. 81’den sonra bir terapisti artık kadınlığa alışması gerektiğini söyleyerek, bunu için bir takım önerilerde bulunmuş; örneğin biblo 10 yıl yasaktı zaten. Bir doktor var, şu an iyi ameliyat silme alıştırmaları yaparak narin el hareketlerine alışması. yapıyor, formalite birkaç soru soruyor. Şu an ameliyat ücreti Bu arada psikiyatrist de kadın ve kendisinin bile yapmadığı 3.000 dolar galiba. tavırları arkadaşıma önermiş. Bunları topluca ele aldığında KAOS GL- Cinsiyet değiştirme ameliyatından önce terapi ortaya çıkan tablo mankelerin kamera karşısındaki yapılıyor diye biliyordum. Hem ameliyatın onaylanması davranışları. Yani kadınlık bu mu? için, hem de karşı cinsiyete adapte olunması için… ECE- Onlar kendilerini düşük bir kadın sınıfına sokmak DEMET- Terapi bana uygun değil. Kendi kültürüm, bilgim istiyorlar, ben bunu kabul etmiyorum. Erkek egemen bana yeter, her bilim doğruyu söylemez, herkesin kendi toplumda kadın ikinci sınıf görülüyor, bizi de bu sınıfa siyasi görüşüne göre bilimi var. Ben yıllardır, kendimi sokmaya çalışıyorlar, ben bunu da kabul etmiyorum. Ben bildim bileli cinsiyet değiştirmek istedim. Parasızlık, yasak feminist bir kadın olmayı, özgür bir kadın olmayı istiyorum. olması, tecrübeli doktorun olmaması gibi nedenlerle uzun Erkek egemen toplumun kurallarındaki ikinci sınıf kadın süre erteledim. rolünü benimsemiyorum. Kendimi aşmaya çalışıyorum, KAOS GL- Pembe nüfus cüzdanı almak için neler neden ben kadınların aşmak istedikleri katı kuralları yapılıyor? kabulleneyim. DEMET- Avukat aracılığıyla mahkemeye başvurdum. KAOS GL- Peki feminist kadınlarla çalışmalar yaptınız Mahkeme beni kadın doğuma gönderdi; vajina, göğüs, mı? vücut kontrolünden sonra plastik cerraha sevketti; vajinal DEMET- 80’li yıllarda İHD Kadın Komisyonunda yer derinlik ölçüldü, genital organa, tüm vücuda bakılıyor, almıştım. Kadın Kültür Evi vardı. Orda başka gruplar da kadın bedenine benziyor mu diye. Örneğin vajinal derinlik 9 vardı, ortak bir platform kurulmuştu. Feminist, Kaktüs santim olmalı. Kadın doğumun raporunda, -ler yerine Dergileri, Ayrımcılığa Karşı Kadınlar Derneği, Emekçi yanlışlıkla -lar yazıldığı için mahkeme beni adli tıp’a Kadınlar Derneği. Böyle gruplar vardı. Kadın Kültür Evi sevketti. Aynı şeylere yeniden bakıldı; kıllanma, ayak ayrı bir gruptu, toplanılan yer Tünel Şubesi’ydi, ayrıca numarası, beden şekli, yuvarlaklığı vb. bu işlerde hakimin Kadıköy ve Bakırköy’de de şubeleri vardı. O dönemde 159. yetkisi çok fazla, yasalara göre değil de kendi kişiliğine göre ve 438. Maddelerin iptali için uğraşıyorduk, böyle davranıyor. Adli tıp da kadınlığımı onayladı. Bu rapor dış kazanımlar elde edilmişti. Sonra Mor Çatı kuruldu, o görünüşle ilgiliydi. Psikiyatriye gönderildim, Tanrıya, zamanlar Pazartesi’nin çalışmaları vardı. Dayağa Karşı Mor cennete inanıyor musunuz diye sordular, hayır dedim, bir İğne Kampanyaları vardı. Ben de feminist bir transeksüel olay karşısında heyecanlanır mısınız, dediler. Yine hayır, olarak içlerinde yer alıyordum. O zamanlar pek birlik yoktu, dedim. Bu sefer, çocuk sahibi olmak ister misiniz diye

KAOS GL 27/5


insanlar değişik yerlere gidiyordu. İlk Kadın Kurultayı’nda Sedef ve ben bir tebligat verdik. Orada feodal kadınlar bize tepki gösterdiler, eleştirdiler. Kadın sorunu varken travestilerin sorunları da nereden çıktı, diye. Ama çoğunluk bizi destekliyordu. Sonra da o platformdan ayrıldık, görüş ayrılığı vardı. Onların şöyle sloganları vardı: “Kadın erkek el ele, kurtuluşa birlikte”, “Kadınlar kurtuluşumuz kendi ellerimizdedir”, Sosyalizm gelse tüm sorunlar çözülmüyorki. Bu kadınlar Kurultay’da bile erkekleri konuşturuyorlardı, böyle bir görüş ayrılığı vardı. Zaten ikinci Kadın Kurultayı olmadı. Bir transeksüel olarak karşı cinse geçiyorsun, yani bir nevi hetero oluyorsun, ama yine de sana ibne diyorlar. O nedenle ben kendime ibne bir transeksüel diyorum. Erkekler bir kadına nasıl davranırsa

biz de aynı muameleyi görüyoruz. Evinin kadını olacaksın, temizlik yapacaksın, birlikte olduğun erkek bunları istiyor. Ama ben feministim. Eğer feodal bir transeksüel olursan feodal bir kadın olursun. O rolü seçersin. Ben politik görüşüm olarak feminist olmak zorundayım. Ama maalesef ne kadar sevgilim olduysa, modern geçinen biri, hatta sosyalist bile olsa benim feminist olmama kızıyor. Her ev işini benden bekliyor, sosyalist ama, tam feodal kafada. Mesela evde elektrik süpürgesi vardı, kıçını kaldırıp süpürmüyordu evi. Bulaşıklar küfleniyordu. Sonunda ben yıkamak zorunda kalırdım, sinirlenerek yine. Ama bir keresinde, sağcı bir sevgilim vardı, en azından ev işlerinde yardımcı olurdu bana.

Demet, Ece ve diğer arkadaşlarıyla İstanbul’da olduğum zaman zarfında sohbetlerimize devam ettik. Eşcinsel harekete dair yapabileceklerimizi, yapmamız gerekenleri tartıştık. Demet’in en çok üzerinde durduğu şey Mor Çatı misali bir Pembe Çatı kurma hayaliydi. Ekonomik imkansızlıklar dolayısıyla belki bu şimdilik bir hayal. Ama neden olmasın? Demet, Ece, Ebru ve ben bir Pazar günü Servet Apartmanından çıkarak Lambda toplantısına gittik. Geçtiğimiz yollar ise Ülker Sokak, Pürtelaş Sokak ve Başkurt Sokak’tı. Üçü de kolları havada civardaki evleri gösterip, şu apartmanda da biz oturuyorduk, bu apartmanda da biz oturuyorduk diye evleri gösterdiler. O sırada sokakta oynamakta olan çocuklar, Ebru abla Ebru abla, diye yanımıza geldiler. Ebru, onlarla söyleşti, hal hatır sordu, yaramazlık yapmıyorsunuz değil mi çocuklar, dedi. Yani Güngör ve etrafındaki çapulcuların iddia ettiklerinin aksine. Zaten böyle önyargılı ve asılsız iddialar heralde bizim en çok uğraşmak zorunda olduğumuz şeyler. Üstelik Demet’in de söylediği gibi penisi olmayan insanlar çocuklara nasıl tecavüz ederler. Bu da işin traji-komik yanı. Yani asılsız iddiaları gerçek nedenleriyle çürütmek bile çok güç. Gerçek neden ise travestilerin çocuklardan alıp vereceği hiç birşeylerinin olmadığı. Sıcak yuva tacirleri, çocuklarla olan kendi ilişklilerine bakıp olur olmaz bir şekilde travestileri yargılamaktan vazgeçseler, iyi ederler. Başkurt Sokak’ta yürürken Ece bir apartmanı göstererek başından geçen bir olayı gülerek anlattı. Bir keresinde Hortum yine sokakalara dökülmüş, travesti peşinde koşarken Ece, bu apartmanın merdiven altına kaçıp saklanmış. Kaçmanın yorgunluğuyla, sokağın sakinleşmesini karanlıkta beklerken uyuya kalmış, sabaha kadar. Nereye kadar bu korku, bu kaçış.

ODTÜ’lü Arkadaşlar! ODTÜ’de gay ve lezbiyenler Perşembe günleri saat 17.30’da Mimarlık kantininde toplanıyorlar. Onları tanıyabilmeniz için masalarında KAOS GL’nin bir sayısını bulunduracaklar. ODTÜ’lü gay ve lezbiyenler sizin de dergimizden takip ettiğiniz gibi bir süredir toplanıyorlardı ve artık etkinliklerine de başladılar. Siyaset Bilimi Topluluğu’nun katkılarıyla arkadaşlarımız 11 Kasım 1996’da saat 15.00’de İİBF Video Salonunda E. M. Forster’in aynı adlı romanından uyarlanan, James Ivory’nin yönettiği “Maurice” adlı filmi gösterdiler. Film gösterilerinin yanısıra dönüşümlü olarak workshop’lar düzenleyecekler. İlk workshop 21 Kasım’da. Siz yine de ilanları bir takip edin. Workshop’ların konuları: Lezbiyen ve gay kimliği adı altında; • Lezbiyen ve Gay olmak • Neden ve Nasıl Coming-Out • 60’lardan Günümüze Gay ve Lezbiyen Özgürlük Hareketi • Alternatif Yaşam Tarzları

KAOS GL 27/6


MEKSÝKADA TRAVESTÝLER… Derleyen: Nedim B. Londra Aşağıdaki yazı Channel 4’da Temmuz ayında yayınlanan ve Latino Nights dizisinin bir parçası olarak gösterilen “A Mexican Fable” adlı belgeselin bir özetidir.

6 Şubat 1993’te Meksika’nın en fakir eyaletlerinden Chiapas’ta Vanessa adında bir travesti öldürüldü. Bu olay, 1991-93 yılları arasında gaylere ve travestilere yönelik 25’ten fazla cinayetin en sonuncusuydu. Zapatista gerillalarının mücadelesinin sürdüğü bölgede Vanessa ve diğer travestilere yönelik cinayetleri kimin işlediği halen bilinmiyor, ancak bu yolda sürdürülen kampanyada travestiler örgütlü mücadele ve insan hakları alanında önemli adımlar attılar ve Chiapas’taki mücadelenin bir parçası haline geldiler. Vanessa Bir travesti makyaj yapıyor. Geri planda büyük bir tablo asılı. Vanessa resmin sol üst köşesinde gülümsüyor. Simsiyah saçları var. Bir fotoğraftan kesilip oraya yapıştırılmış gibi resmin tamamından ayrı ve bir o derece de canlı. Resmin alt köşesinde yine Vanessa, yerde yatıyor. Ağzından kan akıyor. İki siyah köpek dişlerini çıkarmış havlıyor. Resmin bu bölümünde renkler gri, siyah ve beyaz. Resmin Alejandro üstünde ve altındaki Vanessa’ların arasında Brito, yazar ve kırmızı ince çizgi ile gazeteci, çizilmiş bir başka o da bir Vanessa var. ancak bu kez bir kadının kitaplık önünde (travestinin) kolları konuşuyor. arasında, yalnız değil. Ütülü, Yine ağzından kan akıyor ama huzurlu bir kot bir gömlek ifade var yüzünde. giymiş. Kamera boş bir askerler, Meksika’da havaalanı, Vanessa’nın bir protesto cinayetlerin yürüyüşündeki yüzde 90’ının fotoğrafını, Kızıl Haç çözümsüz kaldığını, merkezi önünde saygı bulunan bu oranın duruşunda insanları gösteriyor (geri travestiler arasında planda otoriter bir ses yüzde yüz İspanyolca bir şeyler olduğunu anlatıyor. söylüyor). Yetkililer

Boynuna güllü bir eşarp bağlamış gözlüklü bir kadın. Teresa Jardi, İnsan Hakları Derneği Başkanı. Travesti cinayetlerinin Chiapas’ın Tuxtla kentinde meydana gelen yargısız infazların son yıllardaki ilk örneği olduğunu söylüyor. Bir futbol takımı forması üstünde film yapımcısı Raul Mendoza, insanların kendilerine, kadın giysileri giyen erkeklerin neden oldürüldüğünü sorduklarını anlatıyor. Victor Ronguillo, yazar ve gazeteci, bir kitaplık önünde konuşuyor. “Kurbanlar yüksek kalibreli silahlar ile öldürüldü” diyerek polis ve orduyu suçluyor. Ütülü beyaz gömlek giymiş bir adam yeşil bir koltukta oturuyor. 16 yaşındaki kızı ile düğünlerde son moda dansları yapmaktan hoşlanan bir baba havası var. Hoşgörülü bir karısı ve metresi olduğunu düşünüyorum. Kendisi Chiapas eyaleti savcı yardımcısı. “Cinayetleri araştırmak çok zor ve zaman aleyhimize çalışıyor” diyor. Alejandro Brito, yazar ve gazeteci, o da bir kitaplık önünde konuşuyor. Ütülü, kot bir gömlek giymiş. Meksika’da cinayetlerin yüzde 90’ının çözümsüz kaldığını, bu oranın travestiler arasında yüzde yüz olduğunu anlatıyor. Gay Aktivist Kahverengi bir kapı. Sanki kameramanlar yeni kapıyı çalmış havası içinde bir adam kapıyı açıp “Merhaba” diyor. Durumun yapaylığından rahatsız. Bir odaya giriyor. Gazete küpürleri var masanın üstünde. Duvarlar pembe. Anlatmak istediği şeylerin önemi kameranın önünde olmanın yapaylığından kurtulmasını sağlamış olmalı ki şimdi daha canlı ve heyecanlı. Kamera yüzü üstünde donuyor. Adı Jose Covarrubias. Adının altında “The Activist” yazıyor. 1991 yılından bu yana işlenen cinayetler konusunda yürütülen kampanyanın öncülerinden. Kamera Vanessa’nın tablosunun aynısını Jose’nin evinde gösteriyor. Biri reprodüksiyon olmalı. Jose, “Tuxtla’da inanılmaz bir şeyi başardık. Gayler ve travestiler sanki şehrin üstünden perde kalkmış gibi günlük yaşamın içine karışmaya başladı. Bunda örgütlenmemizin büyük bir faydası oldu. Ancak cinayetler devam etti” diyor. Travesti Aktivist, Corina Onun da odasının duvarı pembe. Çok büyük bir yatağın üstünde rengarenk giysiler saçılmış. Ünlü sanatçıların taklidini yapıp şarkı söylüyormuş. Kamera bomboş Tuxtla havaalanında öten bir kuşu gösteriyor. Corina, ünlü şarkıcı Ana Gabriel’in taklidinde kullandığı peruğu takıp bir kahkaha atıyor.

KAOS GL 27/7


Siyah-beyaz bir fotoğraf. İki travesti bir duvarın önünde yerde. Biri kanlar içinde. Diğeri uyuyor gibi. İnce, uzun bacakları var. Bir başka fotoğraf. Bir yol kenarı. Bir travesti yüzüstü yere uzanmış. Ağlıyormuş gibi yüzü kolunun üstünde. Fileli çorapları var. Dışarda kalan kolu kanlı.

Jose, bu cinayetler ve yürüyüş sonrasında yetkililerin soruşturmaya başladığını, ancak suçsuz insanları tutukladığını anlatıyor. Bu soruşturmanın Vanessa’nın ölümü ile bağlantılı olduğu sanılıyor. Anne, baba, “Bir gece oğlum Alejandro eve gelmedi. Çok endişelendik” diyor. Bir başka aile, Mogueliler. Kadın, kocasının önce kaza yaptığını sandığını sonra bir arkadaşı aracılığıyla küçük kızı ile birlikte tutuklanıp karakola götürüldüğünü anlatıyor. Bir buzdolabının önünde duruyorlar.

Travestiler halkla beraber 20 Kasım 1992. Cinayetlerin doruk noktasına ulaştığı bu dönemde 60 kadar travesti ve gay bir araya gelip protesto yürüyüşü düzenleme kararı alıyorlar. Vanessa ve Corina’da onların arasında. Hepsi çok neşeli. Alejandro Gutierrz-Oğul: Karakoldayken polis benim Kamera aynı dönem Chiapas Valiliği yapan arabamdan çıkıp bir travestiyi öldürdüğümü gören üç genç Patrocinio Gonzales’i gösteriyor. Beyaz bir gömleği ve getirdi. Üçü de beni teşhis etti. Bunu duyunca güleyim mi yavşak bir gülümsemesi var. Pedofil olabilir. Geriden kızayım mı bilemedim. asansör müziği geliyor. Birilerinin elini sıkıyor. Formalı film yapımcısı Mendoza, 1992 yılında Martin Boguel-Koca: Polis kızımın kafasına silah dayadı. Suçunu itiraf et yoksa kızın gider dediler. Başka şansım Chipas’ta politik bir hareketsizliğin yaşandığını söylüyor. yoktu. Ben öldürdüm dedim. Tekrar 92 yürüyüşündeyiz. Yolun her iki tarafında da halk Martin, uğradığı işkencelerden bir tanesini toplanmış. Chiapas Valisi yanında gözlüklü ipince bir anlatıyor. Kırmızı biberi maden suyu ile karıştırıp bir beze adam. Çocukları o buluyor olabilir. Yavaş çekim. damlatıp sonra da bezi onun burnuna kapatıyorlarmış. Yürüyüşçüler. Bir meydan tıklım tıklım dolu. Askerler sağa “Ciğerlerim patlıyor sandım” diyor. Alejandro ve Martin sola koşuyorlar. bir buçuk sene hapis yattıktan sonra suçsuz bulunup serbest Film yapımcısı, Patrocinio eyalet hükümetinin bırakılmış. köylüleri baskıyla susturduğunu, sonradan da eyalette Martin hapisteyken, Vanessa, sosyal uyumun sağlandığından eşini evlerinde ziyaret etmiş. Öldürülen iki bahsettiğini vurguluyor. travesti Gaby ve Chantilla’yı arabaya Travestilerin yürüyüşüne Meydan tıklım tıklım dolu. dönüyoruz. Slogan atıyorlar. Hava Travestiler meydanın ortasına binerken gördüğünü ve arabadakilerin eşgallerinin Martin ile bir alakası kararmak üzere. Yolun her iki tarafı yürürken halk yol açıp onları olmadığını, isterlerse şahitlik yapacağını da çok kalabalık. Yola taşıyorlar. alkışlıyor. söylüyor. Vanessa, mahkemeye çıkmadan Bir çoğu sloganlara eşlik ediyor, iki gün önce Tuxtla meydanında kimliği travestileri alkışlıyorlar. Spiker, işçi, köylü ve meçhul kişilerce öldürülmüş. öğrencilerin de yürüyüşçülere katıldığını söyleyerek 60 Yürüyüş Günü kişilik grubun yürüyüşlerinin böyle bir büyük protestoya Travestiler sokaklarda bildiri dağıtıyor. Sene 1996. dönüşeceğini asla hayal etmedikleri anlatıyor. Pedofil Vali Spiker, yürüyüş öncesinde travestilerin 92’de olduğu gibi bir kitap fuarını ziyaret ediyor. Ufak bir çocuk kitap hediye halkın desteğini toplamaya çalıştığını söylüyor. Gay ediyor. Yanağını okşuyor çocuğun. Kamera polisin aktivist Jose ve Vanessa’nın arkadaşı, diğer bir travesti yürüyüşçüleri tutuklayışını gösteriyor. Vanessa ve Corina Patty, onun tablosuna bakıyorlar. Patty’nin annesi yanyana valiyi kastederek “Come out, Patrocinio, come Vanessa’nın ne kadar güzel olduğunu anlatırken ağlıyor. out” diye slogan atıyorlar. Kortejin en önünde resmi taşımaya karar veriyorlar. Spiker, akşam olduğunda Tuxtla’da yaşayan Travestiler pankartlar ile yolda ‘adalet, adalet’ halkın tamamının travestilerle birlikte rejimi protesto diye slogan atıyorlar. Halk bu kez coşkulu değil. Yine de ettiğini ve onların davalarına destek verdiğini anlatıyor. travestiler 92 yürüyüşünde olduğu gibi neşeliler. Meydan tıklım tıklım dolu. Travestiler meydanın ortasına Vanessa’nın öldürüldüğü Tuxtla meydanında duvarlara yürürken halk yol açıp onları alkışlıyor. öldürülen travestilerin isimlerini yazıyorlar. Zapatista ayaklanmasından sonra büyük bir baskının sürdüğü Vanessa’nın ölümü Chiapas’ta meydanda bir tek travestiler var. Bu yürüyüşten bir kaç ay sonra Vanessa öldürüldü. Halkın protesto gösterisinden sonra eyalet yetkilileri ve insan hakları derneği olay ile ilgilenmeye başlayıp soruşturma başlatıyorlar. Şehir dışı. Gay aktivist Jose ıssız bir yolda yürüyor. Yolun her iki tarafında sık çalılıklar var. Çalıların arasında iyice kaybolmuş beyaz bir haç gösteriyor. Diğer bir travesti Chantilla burada öldürülmüş. Beş metre ötede ise Gaby adlı bir travesti. Çalıların arasında zorlukla onun da haçını buluyor. “Hiç olmazsa bunun üstünde isim var”. diyor. Francisco Victor H. Castillejos, 9 Kasım 1991. Kamera sokakta çalışan travestileri gösteriyor. Tekrar beyaz haç.

KAOS GL 27/8


T

A

N

I

Sizlere 15-16 yaşlarında üç gencin öyküsünü anlatacağım. Onların anlatması tercih edilirdi sanırım, ama öyküye bir yerlerinden bulaşmış bir lezbiyen olarak okuyacaklarınızı kaleme almakta pek sakınca görmedim. Bu anlatının kurgusunun nasıl olması gerektiği konusunda çok düşündüm, kafam oldukça karıştı. Çocukların birinin ağzından mı anlatmalıydım, yoksa yaşananlara karışmayan üçüncü şahıs bir gözlemcinin mi; en kolay ve doğru olduğuna karar verdiğim yol ise kendi ağzımdan anlatmaktı. Bu tarz ile anlaşmazlığı olan okurlardan şimdiden özür dilerim. KAOS GL’nin tanıklıklarda yer ve zaman belirtilmesi istemini oldukça olumlu ve işlevsel buluyorum. O nedenle bu talebin karşılığını vereceğim: İstanbul, Kasım 1996… Selim, işinden yeni ayrılmış, birkaç gün içinde de okulunun bulunduğu şehre gitmek için İstanbul’u terketmek üzere olan bir eşcinsel, sabah kahvaltısı için Beyoğlu’nda bir börekçiye girdi. Ardından çocuk yaşlarda üç genç biraz mahcup, biraz ürkek börekçiye girdiler ve Selim’in masasına oturdular. Selim’e bakıp aralarında sessizce fısıldaşıyorlardı. Selim de onlara baktı, aralarından biri gözlerine kalem çekmişti. Bu işte bir iş var ya, hadi bakalım, diye düşünerek, çocuklara nerde kaldıkları, nereli oldukları, ailelerinin nerede olduğu ve benzeri sorularla onları konuşturmaya çalıştı. Yaşadıklarından enikonu bunalmış olan çocuklar Selim’in kendileriyle içtenlikle ilgilendiğine inanmış olacaklar ki, başladılar anlatmaya. Üçü de Vanlı’ydı, lise 2’de okurlarken okullarını terketmek zorunda kalmışlar, sadece okullarını değil, yaşadıkları şehri de. İstanbul’a bu sabah inmişler. Onları İstanbul’a sürükleyen yol hiç şaşırtıcı değil, oldukça tanıdık. İsimleri Erol, Tarık ve Cengiz. Çocuklar, Türkiye sınırları içinde ayrımcılığa uğramak için gerekli herşeyi üzerlerinde taşıyorlar: üçü de Kürt, üçü de eşcinsel, üçü de reşit değil. Van’da başları polisle, aileleriyle, eş, dost, tanıdık herkesle derde girmiş. Eşcinselliğin maço kültüründe nasıl yaşandığını bilirsiniz, kimileri düzücüdür ve kendilerince eşcinsel değillerdir, kimileri de ibnedir. Bu çocuklar, beraberliklerini yaşayacak insanları seçerken bu kültürle sınırlıymışlar ve tanıdıkları birkaç adam Erol’u sevişirken polise bastırtmış. Polisin işkence yöntemlerini hepiniz biliyorsunuz, işte o yöntemlerle Erol’a bugüne kadar kimlerle birlikte olduğunu söyletmeye çalışmış, ona fotoğraflar göstermişler. Yani polis eşcinsel avında. Erol’a sarkıntılık etmiş polisler. Tüm bunlar neden diye sormuyorsunuzdur heralde ama ben onlarca nedenden bazılarını açıklayayım. Polis eşcinsellere şantaj yaparak para topluyor, polis yatmak istediği bir erkek aradığında hemen bulmak istiyor, polis eziyeti zaten seviyor, çünkü herşey onların ellerinde, daha doğrusu onlar kendilerini öyle sanıyor, öyle dayatıyor. Erol, Tarık ve Cengiz Van’da deşifre oluyorlar. Yollarda dayak yiyorlar, yollarda birlikte olma teklifleri alıyorlar, okulda dışlanıyorlar, ailelerinden dayak yiyorlar, eve kapatılıyorlar. En çok duydukları laflardan biri, pis ibneler, Van’ı terkedin, İstanbul’a gidin,

K

L

I

K

travesti olun. Travesti ise televizyonda gördükleri birşey, ne olduğundan pek emin değiller. Bir Ülker Sokak’ın adını duymuşlar, bir de Demet’in; ha bir de bir zamanlar Van’ı terkedip İstanbul’a gelmiş travesti olduğunu duydukları arkadaşlarının adını biliyorlar. Arkadaşlarının Ülker Sokak’ta oturduğunu düşünüyorlar, Beyoğlu’nun da travesti cenneti olduğunu ve arkadaşlarının, eğer onu bulurlarsa, onlara yardım edeceğini. Travesti olmalarının onaları fuhuş yapmak zorunda bırakacağını biliyorlar amaVan’da yaşadıkları buhranın başka nasıl çözümleneceğini bilemiyorlar. Selim bir takım işleri olduğu için çocuklara akşam benimle buluşacağı saati ve yeri söylüyor, vakitlerini dolaşarak geçirip, sonra oraya gelmelerini ekliyor. Selim’le buluşuyoruz, hayretler içerisinde yaşadıklarını anlatıyor. Travesti olmak için İstanbul’a gelmiş üç genç onu travesti zannetmiş ve takip etmiş, çocukların hikayesini de az çok anlatıyor ama anlatılan şeyler o kadar üst üste biniyorki kafamda Selim’in travesti zannedilmesine gülmem verdiğim ilk tepki oluyor. Çünkü bir anda olayın sorumluluları üşüşüyor kafama ve çözümsüzlüğü. Sakin kafayla düşünmeye fırsat bulamadan çocuklar geliveriyor. Hep birlikte bir cafede oturuyoruz. Çocuklardan özür dileyerek, üç gün boyunca sık sık yapacağım gibi, yaşadıklarını anlatmalarını istiyorum. Sohbet etmeye başlıyoruz. Selim daha önce onların kendilerini travesti zannettiklerinin ve neden travesti olmadıklarını onlara anlatmaya çalıştığından bahsetmişti. Yine sohbetimiz bu minvalde dönüyor. Çocukların travesti olduklarına bizi ikna etmek için sundukları yanıt bilmem size ilginç gelecek mi: Ama biz hiç kadınlardan hoşlanmıyoruz. Bunun travestilik olmadığını, eşcinsellik olduğunu, travesti arkadaşlarını bulmalarının onların hiç de işlerine yaramayacağını, bu konuda ikna olmazlarsa onları bekleyen yaşantının ne olduğunu Selim’le birlikte dilimiz döndüğünce anlattık. Yine de arkadaşlarının onlara yardım edeceğinde, hiç olmazsa bir süre onun yanında kalabileceklerini umduklarında direttiler. Ben de Ülker Sokak’taki Demet’i aradım, sizin sokakta hiç şu isimde bir travesti oturdu mu. Yanıt olumsuzdu. Ben de duymaya alışmış olduğumuz ve elimizin kolumuzun bağlı olduğu olayı Demet’e anlatıp onlardan yardım istedim, en azından bir akıl verseler. Demet haklı olarak kendi koşullarının olanaksızlığında çocuklara hiçbir şekilde yardım edemeyeceğini söyledi. Çocukların yanına geri döndüm. Sohbetimizin devamı süresince, çocuklar, her ne kadar kafaları biraz karışmış da olsa, eşcinselliğin ne olduğunu anlar gibiydiler. En azından karşılarında Selim ve ben gibi canlı örnekler vardık. Hatta aralarından biri, kadınsı tavırlarının erkek bulabilmek için olduğunu, başka nasıl erkeklerin ilgisini çekebileceğini bilmediğini söyledi. Bu genç çocuk kendini kendi doğallığıyla anlamaya çalışıyordu. Sohbetimiz devam ederken, yanımıza başka eşcinsel arkadaşlar da geldi, hep birlikte kafa kafaya verip çocuklara nasıl yardım edeceğimizi anlamaya çalışıyorduk. Travesti olmadıklarına ikna olmuş gibiydiler. Kendi cinsiyetleriyle barışık olarak kendi cinslerinden insanlardan

KAOS GL 27/9


hoşlanabileceklerini anlamış gibiydiler. Elbette bu kadar sürelik bir konuşmanın sonrasında sağlıklı bir şekilde bunu kavrayabilmek mümkün olmayabilir. Ama çocukların durumu çok acildi ve yapılması gereken bir sürü iş vardı. Van’a mı gitmek istiyorlar, yoksa İstanbul’da kalmak mı. Yanıtları, ölsek Van’a dönmeyizdi, haklı olarak. İstanbul’da kalmalarının tek koşulu ise iş ve kalacak yer bulmalarıydı. Bunu istiyorlar mıydı, söylediklerine göre evet. Van’daki cehennemden kaçıp İstanbul’da hayat mücadelesine ta en başından başlamaya kararlı görünüyorlardı. O zaman biz kendi ilişki ağımızın yardımıyla onlara güvenlikte olacakları işler ve bir kalacak yer bulmalıydık. Gelen arkadaşlardan biri, İHD’ye gidelim dedi. Öyle de yaptık. İHD’de bizi kurum olarak karşıladılar, gerekli durumlarda hukuk ihlallerine karşı dava açabileceklerini, basın açıklaması yapabileceklerini söylediler. Bunları bildiğimizi ama kişisel ilişki ağlarını kullanıp kullanmayacaklarını sorduk. Bize haklı olarak Lambda’ya gidin, dediler. Biraz önceki café sohbetimize katılan arkadaşlardan biri, Lambda’da olduğu için, bir şekilde Lambda’ya haber gitmişti ve bunun zincirleme devam edeceğini biliyorduk, zaten öyle olmuştu. İHD’den çıktık, çocuklara buranın yerini öğrenmelerini, içerde bahsettikleri gibi hukuki bir ihlalle karşılaştıklarında buraya gelebileceklerini söyledik. Ardından ÖDP’ye gittik. ÖDP’de de kurumsal olarak karşılandığımızda ÖDP’nin elinin kolunun bağlı olduğunu ama kişisel ilişkilerini zorlayacaklarını belirttiler ve Lambda’ya gidin dediler. Çocuklara buranın da yerini öğrenmelerini söyledik. Üç gün boyunca karargahımız olacak cafeye geri döndük. Karşılaştığımız arkadaşlarımızla konuşarak sınırlarımızı zorlamaya çalışıyorduk. Arkadaşlardan biri çocukları bu gece için evinde ağırlayabileceğini söyledi, öyle de yaptık. Banyo, soba, sohbet üçlüsüyle rahatlayan çocuklar en azından o gecelik içinde bulundukları durumu unutmaya çalıştılar. Sohbetlerimizde onları İstanbul’da nelerin karşılayacağını, birbirlerinden asla kopmamaları gerektiğini, bizim her zaman onların yanında olamayacağımızı, şans eseri bize rastladıklarını, dolayısıyla bunun büyüsüne kapılmamaları gerektiğini filan anlattık. O akşam Lambda’nın radyo programı vardı, onları arayarak radyodan birilerinin bir süre için kalacak yere ihtiyaçları olduğunu duyurup duyuramayacaklarını sorduk. Çocuklar reşit olmadığı için bu sorumluluğu üzerlerine alamayacaklarını söylediler. Düşünüyorum da hiç mi yoktu bunun yolu. Ertesi sabah onlara yol, iz ve yöntem tarif ederek iş aramalarını söyledik ve buluşmak üzere bir saat verdik. Evinde kaldığımız arkadaşla birlikte telefon defterleri kucaklarımızda bize yardım edebilecek insanlara ulaşmaya çalıştık. Bir kaç iş ihtimali bulmuştuk. Akşam çocuklarla buluştuk. Selim, çocuklardan birine iş bulmuştu. Onu işyerine götürdük, binbir öğüt-nasihatla. Tekrar karargahımıza döndük ve kara kara düşünmeye başadık. Bu gece ne olacaktı. Çocuklar da artık ümitsizliğe kapılmışlar ve başımıza iş açtıkları için kendilerini suçlu hissediyorlardı. Onlara bunun onların kişisel sorunu olmadığını, toplumumuzda eşcinsellerin yaşama alanlarının

azlığı dolayısıyla bunları hep birlikte yaşadığımızı anlatmaya çalıştık. Etraftaki yerleri dolaşarak çocuklar için para topladık. Ve İstanbul’un hiç tanımadığımız otel alemlerinde çocuklara nasıl yer bulacağımızı araştırmaya çalıştık. Bazı oteller çok ucuzdu ama bu yaştaki çocukarın oralarda ne derece güvende olabileceğini bilemiyorduk. Daha güvenli gözükenleri ise doğallıkla daha pahalıydılar. Yine ÖDP’den yardım istedik. Bir kaç zincirleme tanışmadan sonra sokakların raconundan anlayan bir adama ulaşmıştık bile. Abi, allah rızası için şu çocukları bir yerlere yerleştiriver, gözünü seveyim, söylemleriyle biz de o racona bulaşmıştık, çünkü başka şansımız yoktu. Bir otel bulundu. Topladığımız para da çocukların bir kaç gün orada kalmalarını karşılayabilecekti, çocuklardan birini yerleştirdiğimiz işyerinin patronu da çocukların yemek ve sigara ihtiyaçlarını karşılayacağına söz verdi. Çocuklar otele gitmeden önce İstanbul raconu hakkında konuşmaya devam ettik. Onlara maço erkeklerin arasında nasıl davranmaları gerektiğini anlatıyorduk, zaten az çok Van’dan tecrübeliydiler. Feminist bir lezbiyen olarak birilerine “erkek” olmaları gerektiğini ve bunu nasıl yapacaklarını anlattığıma inanamıyordum. Ama çocukların güvenliği için başka hiçbir şey düşünemiyordum. Selim’le en çok üzerinde durduğumuz şey ise, İstanbul’u kavrayana kadar en az bir altı ay çocukların aşık olmayı ve birileriyle sevişmeyi akıllarından çıkarmasını sağlamaktı, onlarla konuşan diğer eşcinsel arkadaşların aksine. Çünkü onlar ellerine bir kezban düştüğünü düşünüp çocuklara gay barları ve Taksim Meydanı’nda nasıl koli bulacaklarını anlatıyorlardı, yani en son ihtiyaçları olacak şeyi. Ertesi gün çocuklardan birine daha iş bulmuştuk. Tüm bu süreçte göçederek, travesti olmak amacıyla İstanbul’a gelmenin gerçekliğini tüm canlılığıyla yanımda hissettim. Gelinen ortam düşünülenden bambaşkaydı. Tamamen yabancı bir kültür. Kocaman sokakları, kocaman binaları, yerine göre ayrı raconları olan bir şehir. Böyle bir durumda gelen insanların içinde bulundukları ruh halini kavramanın, karşılaşacağı zorlukları bir bir düşünerek ortak bir dil aracılığıyla bunu onlara anlatmanın ne kadar gerekli ve önemli olduğunu kavradım, en az onlara güvenli bir iş ve kalacak yer bulmanın gerekliliği kadar. Düşünüyorum da Lambda en azından bunu yapabilirdi, tabi eğer dünyanın İstanbul’dan ve batıdan oluşmadığını farkederlerse ve Türkiye’de yaşanan göçün nedenlerini ve koşullarını kendi aralarında tartışıp anlamaya çalışabilirlerse. Onlara da destek veriyoruz, bunlara da destek veriyoruz zihniyetinden uzaklaşıp, travestilerin yaşam koşullarını tartışma süreçlerine katabilirlerse. Lambda için bu olay olağanüstü bir durum bile olabilir. Çünkü İstanbul’daki travestilerin kimbilir kaçta kaçının aynı yollardan geçerek geldiğini farkettiklerini zannetmiyorum. Hoşuma gitmiyor ama şöyle bir düşünceyi de aklımdan kovamıyorum. Lambda belki de çocuklar için yapılabilecek en doğru şeyin, travesti olduklarını söyledikleri için, onları bir travestinin yanına yerleştirmek

KAOS GL 27/10


ALTTAKİ ve ÜSTTEKİ YASEMİN ÖZALP “Eşcinsel olmayanlar bayrak assın.” Toplumcu olmak adına medya teröristliği yapan demagojik ve içeriksiz bir haber programından gazetelerin birinci sayfasına yansıyan bir kampanya. Sürek avındaki cani psikolojisiyle körüklenen bir tartışma. Bir yanda fuhuş yapan transeksüeller diğer yanda namuslu ve iyi vatandaş aile bireyleri. İşte size senaryo; Ülker Sokak. Başkalarına adam olma dersleri verip bu kavramın içeriğini bir türlü dolduramayan Savaş Ay, Ülker Sokak’taki tartışmayı evlerimize taşıyıp aklı sıra uzlaşma yolları arıyordu. Böylece bir anda Türkiye’nin gündemine transeksüeller oturdu. Transeksüel ile eşcinsel arasındaki farkı algılamaktan özürlü medyamız ve halkımız eşcinseller aleyhine günlerce çığırtkanlık yapıp kampanya başlattılar. Konu başlangıçta Ülker Sokak’ta oturan insanların aynı sokakta oturan transeksüellerden duyduğu rahatsızlıktı. Çünkü bu ahlak dışı yaratıklar yanyana yaşamak durumunda kaldıkları iyi aile çocuklarının ahlakını kirletmekteydi(!) Bu transeksüeller ortaokul çocuklarıyla dahi ilişkiye girip, onları kişilik bozukluğuna itmekteydi. Bu çocuklar elbette korunmalıydı. Ahlak karunmalıydı. Toplum korunmalıydı. Aile korunmalıydı. Bunu da kim yapmalıydı. Ülker Sokak’ın sakinleri ve medya teröristleri yapmalıydı. Ve olay gözlerimizin önünde “Eşcinsel olmayanlar bayrak assın” durumuna geldi. Medyadan takip edebildiğim kadarıyla olaydaki asıl rahatsızlık Ülker Sokak’taki mülk sahiplerinin transeksüelleri sömürememesinden kaynaklı duyduğu hazımsızlık. Tabii bu konuda transeksüellerin söyledikleri hemen duymazdan

gelindi. Zaten Ülker Sokak ahalisinin ellerinde öyle kozlar vardı ki transeksüeller ne söylese nafileydi. Bir kere karşı taraf heteroseksüeldi. Normal (!) cinsel ilişki kurup ailenin kutsallığını bozmayan ve son müslüman Türk devletine iyi çocuklar yetiştiren bu doğru çoğunluğun haklılığı öylesine mutlaktı ki, transeksüellerin söyleyecek nesi olabilirdi?(!) Ülker Sokak’takiler de normal (!) insanlar gibi iyi ailelerle birlikte oturmak ve komşuculuk oynamak istiyordu. Çocuklarına kötü örnek olan yaratıklarla birlikte oturmak zorunda değiller ya (!)… İktidar ve iktidarın ahlakı her zaman farklılığa tahammülsüzdür. Bu iktidarın hangi söylemle iktidarda olduğu hiçbir şeyi değiştirmez. Her iktidar kendi iktidarını yeniden üreten tek tip bireylere ihtiyaç duyar. Eğer siz bu tek tip birey kalıbına sığmıyorsanız yaşam hakkınız yoktur. Yaşam alanınızı her gün daha da daraltmak için iktidar ve onun mutlu yandaşları nöbet beklerler. Çoğunluk oldukları için haklıdırlar. Onların yanında nefes alıyor olabilmek bile sizin için lükstür. Bireysel seçimleriniz sizin cehenneminiz olabilir. Çünkü çoğunluğun seçimlerinin sözü geçer kimsenin çoğunluğu rahatsız etmeye hakkı yoktur. Tercihininz onlar gibi yaşamak ya da her gün ölmek arasındaki alternatifle sınırlıdır. Farklı bir ses yükseldiğinde o sesi boğmak için kafatası avcıları tetiktedir. Siyasal iktidarla başlayan ve medya, aile, eğitim, din, ordu vs ile devam eden bu kafatası avcısı ahlak sizin kanınızı içmeden rahat edemez. Bu olayda bizim defalarca aktarmaya çalıştığımız bir olgu kendiliğinden ortaya çıktı. Bir kez daha heteroseksizmin şovenizmle ve iktidarlarla nasıl örtüştüğünü izledik. Eşcinsel olmadıkları için evlerinin camlarına Türk bayrağı asanlar iktidarın eşcinsellere karşı hazımsızlığını ortaya koydular. Son müslüman Türk devletinin ahlaklı (!) vatandaşları bize iktidarın erkek yanının şovunu yaptılar. Erkeklik iktidarını saran transeksüeller heteroseksüelliği ve erkekliği yükledikleri Türk bayrağıyla cevap verdiler. Kendilerine benzemeyeni fişlemek için Türk bayrağını kullandılar. Faşizmin ilkel ve dürtüsel boyutlarını, faşizmin tahammülsüzlüğünü bayrak asma çağrısıyla yaşadık bir kez daha. Çözüm nedir? Bu toplum içinde yaşayan transeksüeller olduğuna göre bunlar mutlaka bir yerlerde ikamet etmek zorundalar. Sırf bizden farklılar diye bu insanları gettolara kapatma hakkı kimsenin yok. Öyleyse bu insanlar şu ya da bu insanla yan yana oturmak durumundalar. Elbette birlikte yaşamanın bir takım kuralları vardır. Ve çevreye rahatsızlık vermemek de gerekir. Ancak çevreye rahatsızlık vermemenin sınırları nedir? Eğer çevre her bireysel duruşumuzda rahatsızlık çığlıkları atıyorsa bunun ardı arkası kesilmez. İktidar olduğu sürece de farklılığa tahammül olmayacaktır. Sırf eşcinsel olmamız yani onlardan farklı olmamız aramızda bir hiyerarşi yaratıyor ve birden ikinci sınıf vatandaş posizyonunda buluveriyoruz kendimizi. Amerika’da zenci olmak, Türkiye’de Kürt olmak, dünya genelinde kadın olmak, eşcinsel olmak; bütün bunlar bir anda birbiriyle iç içe geçip farklı olmak, hiyerarşide alt basamakta olmakla özdeşleşiyor. Ve karşımızda hep bir iktidar Beyaz bir iktidar, Türk bir iktidar, müslüman bir iktidar, erkek bir iktidar… Bu iktidarların ayakta kalması için gereksinim duydukları da kendi değerlerini koruyan ve sonsuza dek yeniden üreten bireyler. Bunun dışında kalanlara gereksinim duymuyor. Görmezden geliyor, yok sayıyor. Hatta bu çemberin dışında kalanları kendi iktidarına tehdit olarak algılıyor. Yok ediyor. Hitler üstün Alman ırkının iktidarını kurmak için Yahudileri, komünistleri, çingeneleri ve eşcinselleri katlediyordu. Ülker Sokak’ta üstün Türk ırkının yüz karası (!) transeksüeller aleyhine Türk bayraklı kampanyalar başlatılıyor. Birini diğerinden ayıran hiçbir şey yok. Heteroseksizm ve Türk bayrağı. Yan yana ve sonsuza dek huzurlu. Olayları sürekli bir bulantı hissiyle izliyorum. Kulaklarım bunları duyduğu, gözlerim bunları gördüğü (ve herşeye rağmen insan kalabildiğim) için utanıyorum. Bu yazının hiç yazılmayacağı bir dünya düşüyle…

KAOS GL 27/11


MEKTUP-LAR-DAN Aşağıda okuyacağınız mektup bize İç Batı Ege bölgesinin bir ilçesinden geldi. Değişik zamanlarda mektuplaştığımız arkadaşın bu mektubunu kendi isteğiyle yayınlıyoruz. Bir çoğunuz için oldukça pornografik gelecek olan anlatımı, kaba ve argo kelimelerin bolluğu, vb. bu mektuba ve bizlerin mektubu bu şekilde yayınlamamıza tepki göstermenize neden olabilir. Fakat sizlerden isteğimiz metropoller dışından, tamamıyla hayatın içinden gelen bu mektubu samimiyetine inanarak ve Türkiye’de yaşanan eşcinselliğin heteroseksist iktidar tarfından nasıl sömürgeleştirildiğini ve maço kültürüne hapsedildiğini görmeye çalışarak okumanız. Argo kelimeleri çıkarmamız ya da soft kelimelerle değiştirmemiz heteroseksist sömürgeciliğe gözlerimizi kapamamız anlamına gelir ki (bu ayrı bir tartışma konusu) bu mektubun özüne ters düşecekti. İsimler ve meslekler tarafımızdan -arkadaşın da isteğiyle- değiştirilmiştir. Halit Uzun zamandır eşcinsel ilişkide bulunduğum Metin’in yanına her gidişimde Fırat bana hep yakınlık gösterir, bir gün beraber içelim, eğlenelim derdi. Metin tuhafiyecilik yapar, yani bir dükkanı var. Fırat’ın da bir üst sokakta nalburiye dükkanı var. Fırat’ın dükkanından bakıldığında Metin’in dükkanı görülür. Ben Metin’in yanına her gidişimde, Fırat beni görür. Bundan üç gün önce Metin’le çarşıda görüştük. Metin üç beş bira alıp şehir dışına çıkmamızı önerdi.Ben içmek istemediğimi bira almadan gitmemizi söyledim. Giderken Fırat’ın dükkanının açık olduğunu gördük, uğrayalım, dedi Metin. Ben, uğramayalım, o bana sarkıntılık ediyor, asılıyor, dedim. Olsun, siktiret yavşağı, uğrayalım, dedi. Uğrayalım, dedim ben de, uğradık. Fırat kazı-kazan almış, onları kazıyordu. Bizi dışarıda görünce çağırdı. El işaretiyle ne haber der gibi yaptı. Bana gel diye işaret etti. Ben sen gel diye işaret ettim. Metin, hadi girelim, dedi bana. Bense, içeri girmeyecektik, niye geldik, dedim. O sırada Fırat elinde kazı-kazan kazıdığı bıçakla çıktı. Doğrarım lan ne gelmiyorsunuz, dedi. Ben de çektim cebimdeki bıçağı. Bak adam nasıl doğranır, diye üstüne yürüdüm. Sok ulan cebine, bıçakla şaka olmaz, ben kazı-kazan kazıyordum, elimdeydi bıçak, diye cebine soktu. Ben de bıçağımı cebime soktum. İçeri girin kazı-kazanları beraber kazıyalım, sonra da beraber gezeriz dedi. Metin bana baktı, ben, girelim, dedim, girdik. Kazıyor, kazıdığını bana verip, bak Halit, çıkan var mı, diyor. Ben de otuzbin çıktı, hiç çıkmadı, diyordum. Kazı da bitti. Ya şurada da olacaktı diye, elini cebine soktu, bir deste bir milyonluk aralarına baktı, maksadı kazı-kazan değil, paraları bana göstermekti. Kazı-kazanı bitmişti. Bana bir milyon verdi, hadi Halit şuradan altı bira al, içelim, dedi. Ben içmeyeceğim, dedim, o da nolacak içeriz, dedi. Birşey söylemeden çıktım, biraları alıp döndüğümde Metin yoktu. Nereye gitti o amcık, dedim. Siz içersiniz, benim bir saatlik işim var, sonra gelirim deyip, gittiğini söyledi. Elimi tuttu, otur, dedi. Lan yavşak sen gönderdin onu, dedim. Hiçbir şey söylemedi. Çekmeceden bir kağıt dolusu antep fıstığı çıkarttı, ye iç, amcık, dedi. Kıçıma bakarak, ne yapacan lan o götü, dedi, gıçını götüme sokacam, dedim.Ne kızıyorsun lan, dedi. Kızarım tabi, dedim. Metin eve gitti, istersen telefon edeyim gelsin, dedi. Boşver, dedim. İçmeye başladık. Biraz içtik. Sessizce elini dizime koydu. Ne o, dedim, elini mi ısıtıyorsun. Bir gün motorsikletle gezerken elini kalçama koymuş, sorduğumda da, elimi ısıtıyorum, demişti. Noldu, dedi, hiç dedim, güldük. Burada bira içtiğimizi gören olur, ayıp olur, arkada içelim, dedi. Arkaya geçtik, ışıkları söndürdük, birer yudum daha içtik. Ben ayaktaydım, o çökmüştü. Elimden tuttu, çekti. Ben de çöktüm. Birayı elimden aldı, yere koydu. Eliyle başımı tuttu. Kendine çekti, dudaklarımdan öpmeye başladı. Hiç karşılık vermedim. Dudaklarını dudaklarıma gömdü. O kadar güzel öpüyordu ki, kendimi kaybediyordum. Dudaklarımı bıraktı çenemden, çene altımdan, boğazımdan… Öyle güzel öpüyor, seviyordu ki, çok mutlu oluyordum. Eliyle kemerimi çözdü, pantolonumu indirdi, kalçalarımdan öpmeye, yalamaya başladı. Sonra kazağımı kaldırdı karnımı, göğüslerimi öptü. Elimi attım, siki kalkmıştı, öptüm siki, biraz uzun ve yana doğru hafif eğriydi. Başına her dil atışımda, ah Halit öldür beni, diyordu, hep bu anı bekliyordum, üç yıldır. Niye gelmedin bana, diyordu. Üç yıldır seni düşünüp otuzbir çektim, diyordu. Kalktım o sikini, ben de götümü tükrükledik, yavaş yavaş koydu. O kadar, o kadar mutluydum ki, o kadar zarifti ki kendimi herşeyimle ona vermek istiyordum. Sırtımdan hafif hafif öpüyordu, sonra boşaldı. Dükkanın asma katındaki lavaboya işeyip organlarımızı yıkadık, aşağıya indik, beni bırakma Halit, dedi, seni çok seviyorum, gözlerin beni öldürüyor. Bırakmam, ben de senden çok hoşlandım, dedim. Biraz daha içtik. Tekrar sevişmeye başladık, ikinciyi yapamadı, sarhoş olmuştu, siki götümde öldü. Yarın gel, dedi, eve çıkalım, yarın evde kimse yok, yengen köye gidecek. Üstümü başımı düzelttim, gidiyorum, dedim. Bana bir milyon verdi, bunu harçlık yap, dedi. Ertesi gün saat beşte yanındaydım. Bir milyon verip, altı bira, bir tekel ikibin, bir de yüz gram antep fıstığı al, dedi. Aldım. Ev dükkanın üstündeydi. Eve çıktık, biralardan birer yudum almadan sevişmeye başladık. Acele etme, dedim, çok istiyorum, dedi. Öncekinden pek farksız seviştik. İki defa cinsel ilişkiye girdik. Oturduk, televizyon seyrediyorduk. Fırat, Halit, ben bu işi yaptıktan sonra kendimden iğreniyorum, dedi, bak yengen bana güvenip evi bıraktı köye gitti, bu iş aklının ucundan bile geçmez. Hani beni seviyordun, dedim. Seviyorum, dedi. Sana birşey demiyorum ama önce çok istiyor, sonra tiksiniyorum, dedi. Biraz daha oturduk. Onun bu sözleri beni yıkmıştı. Aradığım insanı bulduğumu sanmıştım ama o bir heteroydu. Gidiyorum, dedim. Bana beşyüzbin lira verdi, istemiyorum, dedim Cebime soktu parayı ve çıktım. Bir birahaneye gittim, iki bira içtim. Oradan çıkıp bir şişe şarap aldım. Eve giderken yolda içtim, bağırmak istiyordum. Ne söyleyeceğimi, ne diye bağıracağımı bilmiyordum. Hükümet diye bir defa bağırdım, aklıma o gelmişti. Sonra elimdeki şişeyi

KAOS GL 27/12


okulun duvarına çarpıp kırdım. Hızlı hızlı yürüyerek eve gittim, sarhoşluk yapmak istemiyordum. Ertesi gün, yani bu mektubu yazdığım bu gün evden hiç çıkmadım, onu gün boyu düşündüm. Biraz önce ağladım. Dizlerinde uyuyacağım, göğsünde ağlayacağım bir sevgilim olmayışına ağladım.

Erkek Eşcinsel, Ankara KAOS GL dergisiyle geçtiğimiz Mayıs ayında tesadüfen tanıştım diyebilirim. Mayıs ayından itibaren derginizi takip etmeye çalışıyorum. Oldukça renkli ve tatmin edici bir dergi çıkarıyorsunuz, sizi tebrik ederim. Şu ana kadar okuduğum her sayıda, dergide yayınlanan arkadaşlar ile birçok konu ve düşünceyi paylaştığımı farkettim. Ben bir eşcinsel miyim, daha doğrusu bir gay miyim sorusuna gelince; öyle olduğumu düşünüyorum. Aslına bakarsanız bunu kendime daha yeni itiraf etmiş sayılırım. Ama bunu diğer insanlara, en azından yakın arkadaşlarıma söyleyememekteyim. Bu beş para etmeyen kararsızlık beni çileden çıkarmadan sizlerle tanışmayı çok istiyorum. Son sayınızda ODTÜ’lü eşcinsellerin ODTÜ Mimarlık Kantininde toplanmaya başladıklarını duyurdunuz. Bu beni gerçekten de çok sevindirdi. Fakat onlara nasıl katılacağım konusunda gene beş para etmez çekincelerim oldu. O arkadaşları tanımadığım için oraya gittiğimde gerçekten onlar olduğunu nasıl anlarım diye düşündüm. Acaba orada ufak bir grubu görünce “merhaba, sizler ODTÜ’lü eşcinseller misiniz?” diye bir soru sormak nasıl bir sonuca varırdı, bilemiyorum, düşünemiyorum. Ne bileyim, onları tanımayanlar için bir işaret olsaydı, elinde tenis topu tutan biri ya da takma bıyıklı biri ya da kırmızı eldivenli (veya şemsiyeli) biri gibi… (Hani filimlerde olur ya). Ne bileyim, biraz düşününce bu da komik geliyor bana. Son sayınızda yer alan Yaşamın İçinden Kartpostallar köşesindeki arkadaş ile tanışmayı da (tabi mümkün olabilseydi) çok isterdim. Şimdiye kadar yayınladığınız yazılar içerisinde en çok ortak noktayı ve biraz da ortak bir geçmişi paylaştığım birinin yazısını okudum diyebilirm. Bu arada RADYO KAOS devam edecek mi, dergide onun bir duyurusunu tekrar yapar mısınız?

Erkek Eşcinsel, İzmit Derginiz ve grubunuzla ilk kez HABITAT II dolayısıyla bir konferansa gittiğimde tanıştım. O zamandan beri derginizi takip ediyorum. Önce kendimi tanıtayım. Trabzonlu olup şu anda Kocaeli Üniversitesi’nde öğrenciyim. Kaderlerimiz aynı imiş, çünkü ben de bir eşcinselim. Kadınlara karşı da ilgi duyuyorum ancak erkeklere karşı daha fazla ilgi duymaktayım. Ancak benim erkeklere karşı olan ilgim sadece seksüel açıdan değil. Bilakis erkeklere karşı olan ilgim daha çok sevgi ağırlıklıdır. Bir erkeğin bir kadına karşı duymuş olduğu sevgi, ilgi kadar ben de erkeklere karşı aynı şekilde ilgi duymaktayım. Bu söylediklerimi hayatımda ilk kez size açıklamaktayım. Çünkü toplumumuzun yapısı malum. Hele benim konumum çok daha farklı, beni anladığınızı sanıyorum.

Ç

A

Ğ

R

I

Biz eşcinsellerin maruz kaldığı ayrımcılık, taciz ve tecavüzler dergimizde, TANIKLIK bölümünde birebir yaşayan insanlar tarafından kaleme alınıyor, biliyorsunuz. Bu bölüme daha fazla işlerlik kazandırmak amacıyla, arkadaşlarımıza, yaşadıklarını yazarak bize yollamalarını ve bu konuda tembellik etmemelerini öneriyoruz. Yurttan, işten, vs. atılma, dayak, adli ayrımcılık, tecavüz vb. zulümleri tarih ve şehir ismi belirterek-kişi ismi saklı kalmak koşuluyla gönderirseniz, birbirimizin sessizliğine ses oluruz. Adresimiz ALİ ÖZBAŞ, P.K. 53 CEBECİ / ANKARA

KAOS GL 27/13


L A M B D A

Ý S T A N B U L

Merhaba, Bu metni yeni arkadaşlarımıza grubumuzun çalışmalarını daha iyi anlatabilmek ve daha kolay kaynaşmanın sağlanabilmesi için hazırladık. Aşağıda grubun kısa bir geçmişini, yapmak istediklerini ve şu anda üzerinde çalıştığı projelerden bahsediliyor. LAMBDA İSTANBUL herkesin ortak katılımı ve çalışmaları sebebiyle hayat bulmaktadır.

E. RADYO A.G.: Açık Radyo 94.9’da her Salı 24.20 ile 2.00 arası yayınlanan %100 GL programını hazırlıyor. F. KADIN ÇALIŞMALARI A.G.: Yurt içindeki lezbiyen ve heteroseksüel bayanlardan oluşuyor ve bu konuda araştırma ve çalışmalar yapıyorlar. Bütün bu gruplar birbirinden ayrı gibi gözükse de, Lambda’nın tüm üyelerinin katkıları her zaman sürmektedir.

Bir grup gay ve lezbiyen tarafından 93 Temmuz ayında yapılmak istenen fakat valilik tarafından engellenen Cinsel Özgürlükler Etkinlikleri (Christopher Street Day)’nin ardından aynı grup tarafından kuruldu.

ÖZETLE LAMBDA NE YAPTI? 1. 1993’te Türkiye’de ilk defa Uluslararası bir eşcinsel etkinliği düzenleme girişiminde bulundu. Etkinliklere katılmak üzere Türkiye’den pek çok aydın ve sanatçıyla anlaşıldı. Yurt dışından eşcinsel organizasyonların temsilcileri ile yabancı milletvekilleri Türkiye’ye geldi. Türkiye’nin gündeminde ilk defa böyle bir konu geniş bir biçimde yer aldı. Etkinliklerin engellenmesinden sonraki uluslararası girişimler sonucu Avrupa Parlementosu İnsan Hakları Komisyonu, Türkiye raporuna eşcinselliği de ekledi. A.B.D. Kongresinden hükümeti protesto notaları çekildi. Lambda, 1993 yılında ILGA üyesi oldu.

AMAÇ: Bu engellemenin ardından, yılmayacağımızı göstermek, Türkiye’deki eşcinsellerin kimlik gelişimine katkıda bulunmak, eşitlik ve özgürlük adına çalışmalar yürütmek ve en azından Avrupa Topluluğu ülkelerindeki eşcinsellerin sahip olduğu haklara sahip olmak. KATILIM: Grup aktif ve düzenli olarak katkıda bulunan 40-45 kişi ve düzensiz katılanlar dahil olmak üzere 55-60 kişiden oluşuyor. KİMLER KATILABİLİR? Gay, lezbiyen, travesti ve transeksüel olan ve olmayan herkes katılabilir. Toplantılar ve çalışmalar herkese açıktır. ÇALIŞMA SİSTEMİ: Farklı çalışma alanları için ayrı alt gruplar oluşturuluyor. Bu alt gruplar özerk çalışarak Pazar günü toplantılarında çalışmaları hakkında rapor sunuyor. ALT GRUPLAR: A. DERGİ A.G.: 2 ayda bir yayınlanan %100 GL adındaki bülteni hazırlıyor ve Express Dergisindeki GL sayfasının editörlüğünü yapıyor. B. SAĞLIK ÇALIŞMALARI A.G.: AIDS Savaşım Derneği (A.S.D) ile ortak çalışmalar yürütüyor ve diğer cinsel yollarla bulaşan hastalıklar için araştırmalar yapıyor. (Eşcinseller için AIDS Broşürü hazırlanması, lubricant üretimi, dağıtımı, prezervatif dağıtımı… C. İNSAN HAKLARI A.G.: İnsan Hakları Derneği içerisinde “Cinsel Azınlıklar Altkomisyonu” oluşturulması ve komisyona işlerlik kazandırılması için çalışacak. D. İNTERNET A.G.: Sahip olduğu özel Internet (Web) sayfası aracılığı ile yurt içi ve dışı iletişim sağlama, Türkiye’de eşcinsellik alanındaki gelişmeleri ve bilgileri dünyaya duyuruyor.

2. Türkiye’de ilk defa Christopher Street Day T-Shirt’u basılarak satışından gelir sağlandı. Lambda grubu adına AIDS Savaşım Derneği (A.S.D) vasıtası ve Dünya Sağlık Örgütü’nden gelen para ile Bülent Erkmen’in dizaynı bir AIDS posteri hazırlandı. Poster Fransa’da ödül kazandı ve Taksim Meydanı’nda sergilendi. (İstekliler için hala mevcutlar) 3. Başlangıçta eşcinsellere karşı homofobik bir bakış açısına sahip olan A.S.D, yapılan çalışmalar sonucunda bu bakış açısını yumuşattı. 4. A.S.D’nin hazırlatmış olduğu ve pek çok eşcinselin tepkisini çeken bir televizyon reklamı ile homofobik ve önyargılı ifadeler taşıyan bir AIDS broşürü, Lambda’nın girişimleri sonucu yayından ve dağıtımdan kaldırıldı. 5. Prive Club’te AIDS için bir parti düzenlendi. Partide prezervatif, kayganlaştırıcı ve broşürler dağıtıldı. 6. Prive’de 3 ay boyunca eşcinsel terapi toplantıları yapıldı. Ama polis baskısı yüzünden mekan terkedildi. 7. 1995 Eylül’ünde 2. Gay ve Lezbiyen Etkinlikleri Valilikçe engellendiği için yapılamadı. 8. Bu ikinci anti-demokratik engelleme internet ve Reuters aracılığı ile dünya kamuoyuna duyuruldu. Türk basınının ilgisizliğine rağmen engelleme dünya basınında yer aldı ve protestolarla içişleri, kültür bakanlıkları ile başbakanlığın faksları kilitlendi. 9. Lambda, %100 gay ve lezbiyen adındaki bültenin ilk sayısını Şubat 1996 tarihinde yayınladı. Bültenler KAOS

KAOS GL 27/14


GL’nin İstanbul kopyalarının içinde, Bilsak 5. Kat ve Barbahçe’de dağıtılmaya başlandı. 10. A.S.D için Türkiye’nin ilk “Erkekler için güvenli seks broşürü” yazıldı, dizayn edildi ve baskıya hazır hale getirildi. 11. 5 Mayıs 1996’dan itibaren Açık Radyo 94.9’da Türkiye’nin ilk gay ve lezbiyen radyo programına başlandı. Her Salı saat 24.20 ile 2.00 arası yayınlanan program kısa sürede ilgi odağı oldu ve eşcinseller kadar bir çok heteroseksüel dinleyici kitlesine kavuştu. Radyonun en çok dinlenen 10. Programı oldu. 12. 01.06-17.06.1996 tarihleri arasındaki B.M. HABITAT II kapsamında, İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla binasında İnsan Kaynakları Vakfı ile bir stand kiralandı. Lambda’nın eşcinseller standı beklenenin üzerinde büyük ilgi ve destek gördü. Lambda ve çalışmaları ilk kez ülke çapında basında ve televizyonlarda yer aldı. Bu Lambda İstanbul’un adını duyurmasında büyük rol oynadı. Ayrıca Ülker Sokak’taki travesti ve transeksüellere uygulanan polis baskısı ve şiddeti gerçeği, Lambda ve Uluslararası Gay ve Lezbiyen İnsan Hakları Örgütü ile hazırladığı basın açıklaması ile kamuoyuna duyuruldu. Bu sokak yerli ve yabancı katılımcılar ile ziyaret edildi ve bu insan haklarını hiçe sayan bu durum protesto edildi. 13. Temmuz 1996’da Clup Prive’de “Pride” (Gurur) gecesi düzenlendi. Bu gecede bülten dağıtılması, çeşitli şovların yanında prezervatif ve kayganlaştırıcı dağıtıldı. 14. 1 Eylül Dünya Barış Etkinlikleri kapsamında Yedikule’de stand açıldı ve grup hakkında bilgi dağıtıldı. 15. TÜYAP Kitap Fuarına AIDS Savaşım Derneğiyle katılındı. Toplantılarımıza sadece dinleyici olarak katılabileceğiniz gibi yukarıda belirttiğimiz gruplara dahil olarak aktif katkı sağlayabilirsiniz. Hepimizin ortak bir amacı var ve bu yönde elimizden geldiği ölçüde katkıda bulunmak zorundayız. Önemli olan ise bu yolda yılmadan usanmadan, azimle ve omuz omuza yol almak, çünkü önümüzde uzun ve zorlu bir yol var. BU METİN LAMBDA İSTANBUL TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR.

Tanıklık baştarafı …. sayfada olduğunu düşünecekti. Bu cümleyi kullandığım için benim travesti düşmanı olduğumu zannetme gafletine düşebilirler, hiç şaşırmam bununla çok karşılaştım. Ama Van’dan gelen çocuklara dair Demet’in de benim gibi düşündüğünü söylesem heralde kafaları çok karışacak. Çocukların yanında olan kişilerden sadece ikisi eşcinseldi, koskoca İstanbul’da. Bir çok heteroseksüel arkadaşımız eşcinsel arkadaşlarımızdan daha çok kafa yordular, fiziksel olarak daha çok iş yaptılar. İstanbul’daki eşcinsel arkadaşlar İstanbul’un koşulları çerçevesinde acilen bir araya gelerek bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma ağı oluşturmaları gerektiğinin farkında değiller. Zaten kendi aralarında bile dayanışma ve bunun tartışması yokken Türkiye gerçekliğinden yola çıkarak yapabilecekleri işleri keşfetmelerini hiç beklemiyorum. Lambda Avrupa’da ismini duyuracağı sansasyonların peşinde koşarken, politik bir grup olmalarına rağmen politika kelimesinden korkarken, burunlarının dibinde olan acil politik bir olayın ehemmiyetinin farkına bile varmazken bu işler nasıl rayına girecek, açıkçası bilemiyorum. Karargahımız olan cafenin telefon numarasını yardım edebileceğini umduğumuz arkadaşlarımıza ulaştırmıştık. Telefonlardan birinde bir arkadaşımız Van’dan gelen çocuklar için değil de başka bir olay için aradığını söyledi. İki lezbiyen Ordu’dan kaçarak İstanbul’a gelmişler. O an Selim’le birbirimize bakıp acı acı güldük, üç gündür yaşadıklarımızın ağırlığını üzerlerimizden atabilmek için Erol, Tarık, Cengiz, Selim ve benim aramızda değişik espriler oluşmuştu. Bunlardan biri de Selim’le benim sosyal yardımlaşma ve dayanışma komitesi olmamızdı. Bu telefonla böyle bir şeye ne kadar çok ihtiyaç olduğunu ve birileri bu işe başladığında arkasının da geleceğini gördük. Fakat Selim de, ben de İstanbullu değildik. Ve daha Erol’a iş ve hepsine kalacak bir yer bulamadan ikimiz de şehirlerimize dönmek zorundaydık. Bizim arkamızdan neler olabileceğini hiç bilmiyorum. Bizimle bu olay hakkında konuşan heteroseksüel bir arkadaşın da söylediği gibi “biz doğal sürece mudahale etmiştik”. Gerçekten de şu noktadan sonra her an biz çocukların yanında olamazdık. Doğal olduğu söylenen ama aslında anormal olan sürece hepimiz mudahale etmedikçe bu işlerin sonu gelmeyecek. Aslında bu konuda söyleyeceğim o kadar çok şey var ki sanırım sayfalar yetmeyecek. O nedenle gerisini okurun tahayyül gücüne bırakıyorum, herşeyi söylemek zorunda olmak da zaten çok acı.

8. Paris Lezbiyen Filmleri Festivali 30 Ekim-3 Kasým arasýnda gerçekleþtirildi. Bu festivalde her zaman olduðu gibi lezbiyen ya da deðil kadýnlar tarafýndan çekilmiþ, lezbiyenleri ve varolan “güçlü” kadýn portrelerini anlatan filmler gösterildi.

KAOS GL 27/15


KAOS GL 27/16


KAOS GL 27/17


T A R T I Ş M A NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? EŞCİNSEL KÜLTÜRÜN DOĞUŞU CENGİZ Eşcinsellik sadece farklı cinsel yönelim değil aynı zamanda eşcinsellerin kendi yarattığı kültürel ve politik yaklaşımlarının sonucu olan yaşam biçimleridir. Eşcinselleri heteroseksüellerden farklı kılan şeyler yaşamlarını nasıl etkiler? Bilincimizde oluşturduğumuz egemen erkek kültürüne tepki, ne türden bir tepkidir? Toplumun cinselliğe bakışı devamlı değişiyor. Bu değişimler ne yönde olacak? Eşcinsellikle ilgili olan değişimler bugüne dek heteroseksist kültürün cinselliğine bakışına göre değişmiştir. Heteroseksüeller ve eşcinseller arasındaki karşıtlıklar ve benzerlikler karmakarışık görünse de, bu çözülmez sanılan çelişkileri ortaya koymak ve sorgulamak gereklidir. Bunlardan yeni bir bakış açısı doğabilir ve sorguladığımız pek çok sorunun cevabını verebiliriz. Eşcinsellerin yaşamını etkileyen koşullar nelerdir? “Toplumun ve devletin farklı cinsel anlayışlara bakış açısındaki kısırlık ve baskı, eşcinsellerin egemen kültürden farklı düşünemedikleri cinsellikleri ve yaşam biçimleri, …” Birçok eşcinsel yaşamlarını belirleyen gücün kendi anlayışlarından başka birşey olmadığını düşünür. Oysa bu kendi sınırlarında hapsolmaktan başka birşey değildir. Bir eşcinsel hem kendine, hem de topluma düşen sorumluluklardan pay çıkartmayı bilmelidir. Bizler egemen ahlak anlayışına karşı çıksak da, kendi içimizde tutarsız ve güçsüzüz. Heteroseksüellere karşıt bir kültür oluşturamamız, bu güçsüzlüğün asıl nedenidir. Toplumun oluşturduğu ahlak anlayışına, yaşam tarzına ve insanın öznüne aykırı olan yapaylıklara karşı olduğumuzu belirtsek de kanımca bizler de kendi ortamımızı ve yaşamımızı bu tür yapaylıklarla donatıyoruz. Heteroseksüel erkeklerin (genellikle) kadınları bir tür cinsel öğe gibi düşünüyorsa ve duygulanımdan uzaksa ve bu davranış biçimi sistemin içerdiği koşulların bir getirisiyse, eşcinsellerin de cinselliğe bakış açısı bundan farklı değildir. Egemen kültür kafamıza aşılması zor ve kendi düzenini besleyen estetik değerleri beynimize kazımıştır. Eşcinseller bar, sinema, park v.b. gibi belli mekanlara sığdırılmış olan heteroseksüellerin çizdiği sınır ve anlayışın uzantısı olarak beliren, egemen cinsel anlayışları tehlikeye sokmayan beraberliklerle mutlu olmayı denerler. Bana göre, heteroseksüellerden beklediğimiz cinsel devrimi önce bizlerin yaşaması gereklidir. Eşcinsellerin özgürlüğü, kendi özlerinin sonucu olan herşeydir. Eşcinseller kendilerine yabancılaşmıştır çünkü salt bu egemen kültür kavramları içerisinde kendini anlamaya çalışmaktadırlar. Eşcinseller kendi bilinçlerine ulaşarak, bu bilinci tanıyarak ilerleyeceklerdir. Her eşcinsel kendi yaşam biçimine ve koşuluna uygun, tek başına bir ahlak anlayışı oluşturmuştur. Bu anlayışın hiçbir etkisi yoktur. Birey olarak eşcinsel etkileyen değil, etkilenendir. Yaşamdan bu anlayışa sığınarak sadece yarar bekleyenler, kendilerini mutlu sanan ahlaksızlardır. Ahlaksızlığı egemen kültürün bize sunduğu anlamda değil, kendi içinde tutarlı olmamak ve doğasının getirdiği sonucu/yaşam biçimini özümseyememiş anlamında algılayın. Pekçok davranışımız bu anlamda ahlaksızlık olacaktır. Bu ahlak anlayışı -yani kendi içinde ve tepkilerinde tutarlılık- kolay oluşacak bir durum değil. Bunu oluşturacak yolları nasıl bulabiliriz? Eşcinsellerin sahiplenecekleri kültürü tek başına oluşturmaya çalışmaları bir yanılgıdır. Doğaldırki toplumun içinde tek başına varolamayız. Bu bilinç herkesi kapsayan ortak bir alan olacaktır ki etkisi belirlensin. Bize karşı olan veya olmayan her türlü anlayış (anlayışsızlık!) bilgi kaynağımızdır. Kendi bilincimizde bile toplumun önyargıları vardır. Toplumdan apayrı değiliz. Kendi içimizde ve dışımızda olan eleştiri mekanizmalarını bertaraf etmemeliyiz. Gerçeklikler ve benlik bu çelişkilerden doğacaktır. Hem onları, hem kendimizi nasıl değiştireceğiz ve yaratacağız; tüm bunlar bu farklılıklardan doğacaktır. Toplumun örgütlenmesinde, tarihte, edebiyatta, hukuk kurallarında tüm bu bilinç yer almalıdır. Bizler kendi dünyamızın tasarımını yapabiliriz. Bunlar eylemlerimizin taslağıdır. Kendimizi oluşturduğumuz vakit zaten toplumu da değiştirmiş oluruz. Bu tüm insanlığı etkileyecektir. Eşcinseller bu zamana dek etkin değillerdi, tarihte ve yaşamda kendilerine ait pek az şey var.

KAOS GL 27/18


Eşcinselliğe yönelik tehlikeleri ve yıkımları sadece devlet ve egemen toplumun bakış açısıyla sınırlamak büyük bir saflıktır. Bunlar kadar tehlikeli olan, bizim eşcinsellik hakkında oluşturduğumuz derme-çatma bilgiler ve bunlarla çıkış noktası aramamızdır. Kendimizi tanımıyoruz, bu yanılgılar sebebiyle kendimize daha çok yabancılaşıyoruz. Eşcinsellik farklı cinsel yönelimin doğmuş, bağımsız bir durum değildir. Toplumsal kökleri ve koşulları vardır. Kendi başına algılanamz, onun toplumdan topluma biçimlenişi vardır. Eşcinselliğimizi tanımlamak, kendi toplumumuzun tarihsel ve sosyopolitik-ekonomik gerçekliklerinden ayrı tutmakla yapılamaz. Türkiye toplumu otoriter ve bağnaz yapılanmadan geliyor. Eleştiriye ve her türlü farklılığa tahammülü yok. (Biz eşcinseller kendi içimizde de bunu yapıyoruz-kültürel mirasımızı kanıtlamış oluyoruz) Bireysel varlık olgusu yok, insanlar bağlı oldukları yerlerin edilgen aracıdır. Toplumdan ayrı biçimde kendilerini tanımlayamazlar. Türkiye eşcinselliği istesek de istemesek de bundan çıkacaktır. Tabii ki bu şekilde değil. Bunu değiştirerek, yapısına uyan biçimiyle.Kendi durumumuzu ve bilincimizi sağlayacak koşullar az olduğundan dolayıdır ki kimi eşcinseller batıdaki eşcinsel hareketi ön plana çıkarır. Kendini onların tanımlarıyla varetmeye çalışır. Düşünceleri yüzeysel, kendini aşmaz. Çelişkilerinin farkında değildir, batıdaki eşcinsel bilincin her derde deva olacağını umar. Kadın ve erkek ayrımının kesinleştiği bu kültürde biz nerdeyiz? Toplumun çelişkileri ve yobazlıkları kendi içimizde de vardır, batıdan farklı bir bilincimiz var. Bunları kendimize ait yeni bir oluşum için gözetmek zorundayız. Batıdaki her değişim bize yeni şeyler katacaktır. Buna da inanıyorum. Yalnız tek seçenekmiş gibi görünmesine şiddetle karşı çıkıyorum. Bu kültürü oluşturmak ahlaksal ve politik bir amacı gütmekle yeterli olabilecek mi? Bu kültürün ve hareketin ekonomik etkilerini de gözönünde bulundurmalıyız. Sadece heteroseksüeller değil, biz de bu ekonomik uçurumdan dolayı kendi aramızda bir sınıf oluşturduk. Üst ekonomik gruptaki eşcinseller daima altta olanların değerlerini aşağılıyorlar. Benim inancım köylerde, şehirlerde, gecekondularda veya orta tabakada çekirdek aile içinde sıkıştırılmış eşcinsellerin kendi doğalarına sahip çıkmalarıyla, bu hareketin ve kendini yaratmanın başarılı olacağıdır. Çünkü üst ekonomik grupta yaşıyan ya da onlarla varolmaya çalışanlar -cinsel yönelimi farklı olsa dahi- egemen kültürün aynasıdır ve kendi çıkarı içinse bu hareketin gelişimine ortak olmaz. Eşcinsellerin yarattığı ahlak ve etkinlik kendi içinde mutlu olup olmamasıyla ilişkilidir. Bu mutluluk kendine özgü etkinliğin gelişimiyle ortaya çıkar, kendi doğamıza uygun olmayan hiçbir şey aslında bize de mutluluk ve haz vermez. Kendine dayanmak, güvenmek, yetebilmek ve bu gücü içinde duyumsamak ne devlete ne de topluma bağlanmakla olabilir. Bağlı olmak kabül edilemez, etkileşim içinde olmayı ve eleştirmeyi yeğlemeliyiz. Kendimizi bulmak, tanımlamak ve sevmek adına yapacağımız herşey, otoriteden ve bağnaz düşünceden atıldığında sağlam kalacaktır.

ATİLLA A. Merhaba, bu sıradan selamlaşma sözcüğünün anlamı üzerine bir kaç cümle etmeden geçemeyeceğim. KAOS GL oluşumunun içinde yer alan birisi (gay/biseksüel) olarak kimi konularda yazılarım dergide yayınlandı, fakat bu birlikte tartışalım platformunu oluşturan “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışması gerçekten coşku ve sevinçle karşıladığım bir birliktelik. Teknik olarak yazı dili ve yazının olanakları ölçüsünde devam etse de hepimiz yaşamımızdaki pratiklerden yola çıkarak, ya da pratiğe dönüşen düşüncülerden uzaklaşmadan bu konu üzerinde kafa yormalıyız. Yazının olanaklarının kısıtlı oluşu “İstanbul buluşması” sonrasında kafamda daha da netleşti. Bu arada bir parantez daha açıp “KAOS GL okurlarıyla buluşuyor” espirisi çerçevesinde İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz tarihi buluşma hakkında da bir kaç şey söylemek istiyorum. Tamamen bireysel olanaklarımızı zorlayarak KAOS GL grubunda yeralan çok sayıda arkadaşımızın katılım sağladığı İstanbul buluşmasından çıkartılacak en büyük sonuç belki de eşcinsel harekete dahil olmak herkesin vereceği bireysel kararlardan geçiyor. Tabii ki harekete dahil olmamak demek: (bence) toplumun benim için ürettiği “ibne” kalıbına razıyım ve böyle (bir sürüngen gibi) yaşamak istiyorum demekten başka birşey de değil. Belki de katı bulabilirsiniz bu yaklaşımı yine “ikisinden birisini seç zorlaması”. “Hani özgürlükçü tutum, heteroseksistlerden farkınız ne ?” diye sorabilirsiniz. Fakat bu ikiciliği ortaya koyanın bizler değil heteroseksist toplum ve onun kurumları olduğu dikkatlice bakılınca anlaşılacaktır. İstanbul’a ait birşeyler yazarken bile “hareket” hakkında bir şeyler yazmış olduğumun farkındayım tabii ki… Eşcinseller olarak toplum içindeki duruşumuzun ne olması gerektiği konusunda bir uzlaşmaya varmalıyız sanırım. (Umarım uzlaşma sözcüğü 80 sonlarındaki anlamıyla bulantıya yol açmaz sizlerde de.) Uzlaşmamız gereken politik bir duruşumuz olmalı/mı? diye kopartılan gürültü konusudur. Politik olmak ya da politika insanların çok iyi anlamadığı kavramlar sanıyorum. Günlük yaşamda bütün bireylerin ülke sorunları ve iktidar konusunda önemli eleştirileri varken, eğitim düzeyi yükseldikçe insanların politika dışında kalmaya çalışmaları düşündürücü. Ayrıca masa başlarında, evlerde, okullarda kısaca insanların olduğu her yerde politika konuşulur,

KAOS GL 27/19


politika yapılırken, insanlar bu konularda (iş ciddiye binince) “aslında politikadan pek anlamam, bütün politikacılardan nefret ediyorum” demeleri, nedense oy sandıklarına reel olarak yansımıyor bu ülkede. Tabii ki politikanın ne olduğu gibi bir tanımlamaya girişmeyeceğim, çünkü burada önemli olan bireysel olarak apolitik olmanın pek mümkün olmadığını göstermek niyetim. Bireylerin siyasal denetim, siyasal yükümlülük, ve siyasal tanımlamalar karşısında özgür olduklarını savunmaları saf felsefi bağlamda apolitik ya da siyaset-dışı olduklarını düşünmemize neden olabilir. Fakat mesafeli de olsa, nötr ya da olumsuz da olsa bir tutum gene de bir tutumdur. Kişisel sorumluluk, grup çabası ve siyasal katılım meselelerini içeren insan etkinlikleri dünyasında, en kendi kendine yeten bireyler bile gerek bilinçli olarak, gerekse salt rastlantısal diğer insanların tutum ve eylemleri üstünde yadsınamaz bir etkide bulunurlar. Böylece de iktidarın kullanımına ve dağıtımına karışmış olurlar. Kısaca istesinler istemesinler- siyasallaşırlar. Sanırım yukarıdaki paragraf politik olmalı mıyız, eşcinsel hareket neden siyasete bulaştırılıyor, illaki -izmin peşinden mi gitmeliyiz sorusunu soranlara yanıt olur. Amaç, bak siz yanlış söylüyor, düşünüyorsunuz, doğrusu bu demek değil. Amaç bilgilenmek bilgilendirmek. Anlaşılacağı üzere politik olmak, olmamak diye birşey de yok aslında. Bu bağlamda ya eşcinsel hareket dahilinde olunur ya da karşıtı olunur gibi bir sonuç da kaçınılmaz olarak karşımıza çıkıyor. Toplumsal yapı diye sözedilen heteroseksist düzenin anlamı, ancak bu sistem içinde düşünmeye devam ettikçe varolacaktır. Sistemin kusursuzluğuna kendileri bile inanmayan heteroseksist kurumlar sistemin iflas ettiğini görmezden gelerek, kendilerince tadilatlar yaparak düzenin devamını sağlamaya çalışıyorlar. Ayrıca eşcinseller/eşcinsellik sistemin emniyet sübabı görevini hala kusursuzca yerine getiriyor. Gün geçmiyor ki medyada (medya=toplumsal kamuoyu) eşcinsellere ve eşcinselliğe saldırılmasın. Sapıklığımız, iğrençliğimiz v.s. yetmiyor, söz bulamıyorlar. Eğer dikkat etmezsek, çocuklarımız, gençlerimiz de böyle olur, böyle yaşar diye öcü olarak bizleri seçiyorlar. Aile kurumunun yüceliğinden bahsedip, azgın, kudurgan tüm hallerini takınıp kafatası avcılığına çıkıyorlar. Sesimizi çıkarmadığımız sürece bunun böyle devam edeceğini söylemek hiç de kahince olmayacaktır. Heteroseksistlerin unuttuğu ya da öğrenemediği birşey de “Hak herkes için haktır”. Bu da kendi tarafını tutmaksızın seçmek demektir. Eğer bir köle toplumunu ussal olarak onaylarsam, o toplumda efendi ya da köle herhangi biri olmaya razı olmam gerekir. Haklardan ve özgürlüklerden yana değilim diyen birisine rastlamadım bugüne kadar fakat uygulamada zayıf bir milletiz vesselam. Ne demişler “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. Ayrıca her insanın bir kişi sayılması gibi bir altın kural yine çok bildik, insan haklarına saygılı, devlet-toplum kavramına götürüyor bizi. Eğer bizler “bizim de haklarımız” olsun diye yola çıkarsak en başından 1-0 mağlup maça başlamış oluruz. Taleplerimiz yok! Olması gereken neyse ondan bahsediyoruz, değişecek yasalar ile evcilleşmeye pek niyetli değilim/z. Bizler KAOS GL oluşumu, bireyselliği önplanda tutuyoruz. Hepimizin söyleyeceği çok şey var, diyoruz. Deyim yerindeyse “laf üretiyoruz” fakat icraat da yapıyoruz. Eleştiriler mantıklı ve düzeyli olursa ilerlemek kolay olur inanın. Gelin iyisini birlikte yapalım diyoruz. Her türlü öneri ve düşünceye açığız, mektuplarınızla olsun bize düşünce ve duygularınızı iletin istiyoruz. Bundan bir yıl öncesine kadar sadece KAOS GL okuyucusu idim, şimdi oluşumun içinde evrilerek bir gay aktivisti olmanın sevincini ve gururunu yaşıyorum. Neden bundan kendinizi mahrum edesiniz, bir düşünün diyorum. Unutulmamalı ki insan doğasına ilişkin iyimser görüşlere karşı şüpheler uyandıran şey, insanın bencilliğine ve saldırganlığına yapılan atıflardan çok, çoğu insanın rahatsızlığın en az olduğu, edilgen hazlarla dolu bir hayata razı oldukları gözlemidir. Tembelliği bir kenara bırakıp kolları sıvamanın, sürüngenlikten/yer altından kurtulup yeryüzüne sahip olmanın zamanı geldi de geçiyor. Hala oralarda içimizden birileri laf bunlar laf, diyor, diyecektir de. Burada parantez açıp size minik bir öykü anlatmak istiyorum. Anne kurt yavrusuna çevresindeki düşmanları ve yaşayabileceği tehlikeleri anlatıyormuş. Bu arada bir köpek ulumuş. Yavru merakla sormuş, bu neydi, diye. Annesi bir tepeden, çiftlikte zincirli çoban köpeğini göstermiş. Yavru kurt a! akrabamız demiş. Annesi, öyle ama can düşmanımız aynı zamanda, bunu hiç aklından çıkarma, demiş. Kıssadan hisse:”Eşcinsel hareketin” önündeki büyük engellerden birisi gizli ve/veya bilinçli olmayan eşcinseller olacaktır. Hem toplumun stereotipini destekleyecek, hem de bilinçli politize gay aktivistleri karalamaya çalışacaklardır. Gerçi çoğunluk olsalar da çoğunluk oyu bakış açısının güçlüğü, bilginin birikmesinin ve ilerlemesinin çoğu zaman inatçı bir azınlığa bağlı olmasından ileri gelmektedir. Bir zamanlar hemen herkes dünyanın düz olduğuna inanmıştı. Gelecekte eşcinselliği yüzünden kimse aşağılanamayacak, bunun için bizler bugünden kendimizi aşağılamalardan kurtarmak zorundayız. Bunu sırf kendimiz için yaptığımızın bilincini taşıyarak. Ben sosyalistlerin “halkımız” söylemini kullananlardan olmadım hiçbir zaman. Fakat bireysel karşı çıkışlarımızda yan yana durmak, birlikte aynı yolda yürümek anlamlı gelecektir sizlere de. Bertrand Russell’ın öne sürdüğü gibi belki de hiçkimse hem inanılır hem de tutarlı bir kuram geliştirmeyi başaramamıştır. İnanılırlığı yüksek kuramların ciddi tutarsızlıklar içerdiği, mantıksal bakımdan daha tutarlı olan kuramların ise inandırıcı olmamdıkları görülüyor. Belki de kuramları birbirini dışlayan şeyler olarak görmek gereksizdir. Belki de kuramlardan biri gerçekten doğru, diğerleri yanlıştır. Ya da belki de bir kuram diğerlerinden daha temel ve kapsayıcıdır. Belki de tümü birden gizlenmiş bir gerçeği ve doğruyu açığa çıkarmaktadır. Belki!

KAOS GL 27/20


NOT: Tartışmaya daha sonra başka açılardan yeni yaklaşımlar ile katılacağıma inanıyorum. Haydi sarılın kağıda kaleme birbirimizden öğreneceğimiz, paylaşacağımız çok şey var. Hoş kalmayın, KAOS yaratın,sorun yaratın, çözüm üretin, birşeyler yapın canım işte…

MEHMET Dergimizin Eylül sayısında “Belirleyici Olan Yaşam-Yasemin Özalp ve “Adalet ve Lezbiyenler-Yeşim T. Başaran” arkadaşlarımı candan kutluyorum. Sanıyorum her iki yazıda da Türk hukuk sisteminin ve medyanın bizler üzerindeki yaşam tarzını irdeleyerek yazmışlar. Zaten görünen odur ki, Türkiye’de medya devletin totaliter güdümünde görev yapan yazarlarıyla, yanlışlarıyla halkın siyasal ve her türlü yozlaşmasına göz yuman cinsel sömürü politikalarını her zaman gündemde tutan, artık halkımızın da gözünde devamlı prestij kaybeden, tiraj rakamları günden güne düşen, bütün bunları telafi edebilmek için halkımıza çatal, bıçak, televizyon, müzik seti vb. gibi pazarlama işlerine başlayarak hayatlarını sürdürebilme aşamasına gelmişlerdir. Bu nedenle sağa yönelik yayın yapan medya zaten eleştirmeme bile değmez. Aynı zamanda kendilerini sosyal demokrat ilan eden yazarlarımız bile kendilerini bu boşluğun içerisinden kurtaramamakla beraber, karanlık düşünceli medya ile ortak hareket etmektedirler. O zaman değerli arkadaşlarım yapılacak bir tek şey var, yaklaşık üç yıldır yayın hayatını sürdüren KAOS GL’ye sahip çıkalım. Bu hepimizin onurudur, dayanışmasıdır. Gay ve lezbiyenlerin sahte ve yalancı basına vurmuş olduğu bir tokattır. Dergimizi okuduktan sonra imha etmeyelim, diğer arkadaşlarımızın biligilenmesine, dergimize abone olmalarına yardımcı olalım. Bir avuç da olsak eğer herkes kendi sorumluluk bilinci ile hareket ederse sanıyorum ileriki yıllarda daha çok başarılar elde edebiliriz. Hem dergimiz yayın hayatını daha rahat sürdürebilir, hem bu dergiye ulaşan arkadaşlarımız Türkiye’deki ve dünyadaki gay ve lezbiyen hareketi daha iyi inceleme ve tanıma olanağına kavuşmuş olurlar. Yoksa yıllar da geçse, 5-10 arkadaşımızın bu dergiyi yaşatmaları her halde tahmin edersiniz ki ne kadar sürebilir. Bundan yıllar önce yazılarını okuduğum değerli eşcinsel doktor yazar Arslan Yüzgün ve İbrahim Eren, daha birçokları dergimize sahip çıkmıyorlar sanırım. Eşcinsel hareketi Türkiye gündemine getiren bu değerli insanlara bizler de çağrı yapalım. Aramızda yerlerini alsınlar. Avrupa’nın bazı kentlerinde şu günlerde eşcinsel hareket ve etkinlikler yoğun bir şekilde sürmektedir. Bazı bölgelerde gay ve lezbiyenler lehinde kararlar alınmaktadır. Bütün bunlar dünyadaki bütün eşcinselleri son derece mutlu etmektedir. Eğer bulunmuş olduğumuz konum gereği eşcinselliğimizi açıkca belirtmek istemiyorsak -ki bu bazılarımız için hem T.C.’nin yasaları, hem de Türkiye toplumunun heteroseksist baskıları açısından zorunludur- bizler de kimliğimizi kullanmadan eşcinsel hareket için mutlaka birşeyler yapmalıyız. Yoksa umumi tuvaletler, korkak, ürkek, polis baskısı altında gay ve lezbiyenlerin yoğun olduğu bar, gece klübü vb. yerlerde kendimizi daha özgür, cinselliğimizi daha geniş yaşayacak mekanlar elde etmek olanaksızlaşmış olur. Bu nedenle “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışmasına ben de bir nebze katılmış oluyorum. Daha önce yazıları yayınlanan sevgili arkadaşlarımın eleştiri ve özeleştiri yazılarına daha geniş katılımlı arkadaşlarımız da katılırlarsa hem geniş boyutlu, daha zengin görüşlü bir tartışma ortamı doğmuş olur. Bizler Anadolunun her yerinde yaşayan eşcinseller olarak Ankara’dan 88.4’ten yayın yapan Radyo Arkadaş’ta yayınlanan Radyo Kaos “Gay ve Lezbiyen Kültür Programı”na ulaşamıyoruz. Bu nedenle dergimizin bir köşesine yapılan programın bir özetini yaparsanız çok memnun oluruz. 26 Ekim 1996 Cumartesi günkü KAOS GL İstanbul toplantısına katılmayı çok isterdim ama işim gereği katılamayacağım, çok özür diler, bütün değerli arkadaşlarıma sevgiler sunarım. Ayrıca kısa da olsa Türk hukuk sistemine değinmek istiyorum. 1980, 12 Eylül cuntasının ve onun Danışma Kurulu üyelerinin hazırlayıp, cilalayıp daha önceki yasalardaki mevcut yasalara ilaveten sözde halkın lehine yapmış oldukları Anayasa hangimize hak ve hukuk tanıyor. İstediğimiz ideolojiyi rahatça savunabiliyor muyuz, insanlar istedikleri gibi yani insanca cinselliklerini, yaşamlarını yaşayabiliyorlar mı? Bütün bu safsataların artık iflas ettiğini görmemiz gerekli. Daha özgür bir dünya, insanların istedikleri gibi yaşamaları cinselliklerini yaşayabilmeleri için; Haydi, birlik ve beraberlik içerisinde kendi dünyamızı kuralım.

KAOS GL 27/21


COŞKUN İstanbul’da 89’dan bu yana Lambda grubu değişik adlarla, değişik mekanlarda biraraya geldi. Etkili bir terapi grubu olmasıyla sayısız gayin kendisi ile barışmasına yardımcı oldu. Bu anlamda Lambda’nın, İstanbul eşcinsel toplumuna pozitif katkısı küçümsenemez. Bununla beraber Lambda, gay-pride günleri kutlamak, kongreler düzenlemek gibi medyada ses getirecek geçici faaliyetlerle “flaş” olmak isteyenlerin peşinde, hep maceraya koştu. Radyo programı ve HABITAT etkinliği dışında hep hüsrana uğradı. Bu hayal kırıklıkları, maceraya düşkünlük ve örtülü bir terapi grubu olması nedeniyle Lambda büyük bir sirkülasyon yaşadı. Yıllarca her toplantıya katılım yüksek oldu. Ama gelenler bir süre sonra gelmediler. Belki de kafalarındaki sorulara cevap bulup kendileriyle barıştılar ve “mezun” oldular. Bu mezunların grupla bağını sürdürebileceği bir vasıta yoktu. Lambdacılar eşcinsel hareketin vazgeçilmez silahı olan bir dergiye sahip olamadılar. Hep rüzgara konuştular. Türkiye’ye bir gay dergisi armağan etmek yine Türkiye’nin kurtuluşunda Türkiye’ye bir meclis armağan eden Ankara’ya nasip oldu. Ankaralılar yine tarihi bir misyonu yerine getirdi. Öpüldünüz, teşekkürler Ankaralı gayler. Ankara patentli de olsa KAOS bütün Anadolu gaylerinin sesiydi. Türkiye eşcinsellerinin özgürlük çığlığıydı. Siyah-beyazdı, belki dili fazla sivriydi, belki anarşistti ama o bizimdi. Her türlü eleştiri ve katılıma açık olmasıyla demokratikti. Tarih 26 Ekim 1996. Ankaralı bu cesur insanlar okurlarıyla ve Lambda grubuyla tanışmak ve kucaklaşmak için İstanbula geldiler. Sabırsızlıkla, bu tarihi buluşmanın heyecanını taşıyorlardı. Ve her biri kucak dolusu

KAOS GL 27/22

dostluk getirmişlerdi bize Ankara’dan. Lambda’nın haftalık toplandığı salonda karşılarında, onlara aynı dostlukla “hoş geldiniz” diyen otuzdan fazla okuyucu ve sadece 5-10 kişilik Lambda üyelerini buldular.oysa Lambda aynı salonda her hafta ortalama 50-60 kişiyle toplanıyordu. Bu buluşma haftalar öncesinden bilinmesine rağmen Lambda’nın beyin takımı orda yoktu. Bu ayrımcı ve nezakete sığmaz tavır sadece heteroseksüellerden beklenebilirdi. 89’dan bu yana Lambda’nın bir üyesi olarak önce utandım. Sonra bunun çok önemli olmadığını düşündüm. Çünkü KAOS’un kurucularını eşcinsel tarihi şimdiden kucaklamıştı ve gay hareketin temelinde insan sevgisinin ve dayanışmanın olduğunu kavrayamamış bu “aktivist mi-yoksa artist mi” olduklarına karar veremeyenlerin alkışlarına onların ihtiyacı yoktu. KAOS bütün gururuyla ordaydı. Ankara’dan gayler gelmişti. Ama hava yağışlıydı. Böyle bir havada Lambda üyeleri buluşmaya gelemezlerdi. Çünkü üşüyebilirlerdi, pantolonlarına çamur sıçrayabilirdi, yağmur yüzlerindeki makyajı akıtabilirdi… Ne bileyim işte…, mutlaka bir mazeretleri vardı. “Ankara’dan gayler gelmiş, Her yerde dostluk havası Lambda’nın mazereti varmış.”

KAOS GL’NİN HATIRLATMASI Coşkun arkadaşın okur toplantımıza dair izlenimlerini bize göndermiş olmasını sevinçle karşıladık. Ancak gay kelimesi hiçbirimizin aklına lezbiyenleri getirmediği için, İstanbul toplantısına sadece KAOS gaylerinin gittiği izlenimini doğuruyor. KAOS, gay ve lezbiyenleriyle İstanbul’daydı. Ayrıca KAOS GL ilk sayısından bu yana isminden ve içeriğinden de anlaşılabileceği gibi bir lezbiyen ve gay dergisidr.


(

2

.

B

Ö

L

Ü

M

)

Derleyen: Meltem

Bu yazının ilk bölümü Eylül’96 Sayı 25’te yer almıştı. İlk bölümde lezbiyenlerin AIDS’e nasıl yakalandıkları lezbiyenlerin AIDS’i algılayışı yer almıştı.

HIV RİSKİ TAŞIYAN ALGI VE DAVRANIŞLAR 1. 2. 3. 4. 5.

Bağışıklık sistemi hakkında yanlış inanç ve bilgiler Damar içi uyuşturucu kullanımı Erkeklerle korunmasız cinsel ilişki Kadınlarla korunmasız cinsel ilişki Kadın ve erkeklerle düzensiz korunmalı cinsel ilişki

HIV VİRÜSÜNÜ AZALTAN DAVRANIŞLAR Araştırma grubundaki kadınların HIV riskini azaltmak için 7 farklı davranış gösterdiği saptandı: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7.

• • • • • •

Bariyer kullanımı (%20) Tek eşlilik (%50) Düzenli test yaptırmak (%25) Partner konusunda seçici davranmak Birlikte olacağı kişinin geçmişini bilmek Belli cinsel ilişki biçimlerinden kaçınmak Sevişmemek

• • • •

Görüşmelerden alıntılarla bitiriyoruz:

• Küçük bir olayın nasıl büyük olaylara yol açabileceğini gördüm. Korunmak için her zaman hazır olmalısınız. Yanımda mutlaka kondom ve latex eldiven taşırım. • Erkekler kondomdan nefret ediyor. Ben de onlarla bu konuyu tartışmaktan nefret ediyorum. • Eğer partnerim korunmayı reddederse ben de onu reddediyorum. • Cinsel ilişkiye girmeye başladığımda AIDS salgını vardı. O yüzden bizim kuşak baştan beri korunma yöntemleri kullandı. Korunmasız seksi tanımıyoruz bile. • Kesinlikle kondom kullanırım; çok içtiğim zamanlar hariç. • Korunma düzenli uyguladığım bir şey. Yani doğal bir davranış bu. • Cinsellikte tek eşliyim. Sadece bir erkek arkadaşım var ve hep aynı kadınla uyurum. • Bir ilişkide güven en önemli şeydir. Birine güvenmeden önce dikkatli davranırım. Hele ilişki •

• • • • •

cinselliği paylaşacak noktaya geldiyse karşımdaki insan gerçek güvenime layık biri olmalı. Düzenli test yaptırırım. Bu kendime güvenimi sağlar. Bir kadınla bir süre birlikte oldum. Bir gayle de yattığını öğrenene kadar. İnsanlar cinsel geçmişlerini nasıl anlatırsa öyle olduğuna inanırım. Oral seks sırasında latex bariyer kullanmak çok kötüydü. Biz de oral seksten vazgeçtik. Güven ve yakınlık konusunda zaten sorunlarım var. buna bir de AIDS korkusu eklenince, seks yapmak içimden gelmiyor. O kadar çok erkek arkadaşım AIDS’den öldü ki, artık seks yapmak benim için çok zor. Alkollüysem partner seçerken hata yapabiliyorum. Latexten nefret ediyorum. Karşımdaki insanı hissedemiyorum. Sanki aramızda bir duvar var. İnsanlarla yakınlık kurabilmek için yatıyorum, bir plastik parçasını kullanmak zorunda kalmak için değil. Kullanmayı öneren ben olmadığım sürece latex kullanmaktan yanayım. Romantik anları AIDS’ten söz ederek bozmak istemiyorum. Keşke herkes korunmaya dikkat etse. Böylece bu normalleşir ve bu kadar konuşmak zorunda kalmayız. Kadınlar korunmadan söz etmezler. Sadece gayler bunu konuşur. Konuşmak bana en zorgelen şey. Biliyorum ama uygulayamıyorum. Korunmadan bahsedince karşınızdaki insan kırılabiliyor. Bu da çok zor bir durum. Kondom kullanma konusunda ısrar eden hep ben oluyorum. Hiç kimse risk taşıdığına inanmıyor gibi görünüyor. Eğer bir kadın kendi kendine değer vermek konusunda ikna olmamışsa, kendisini sağlıklı yaşam hakkı olan, “hayır” deme hakkı olan bir birey olarak görmüyorsa, güvenli seks konusunda ona ne anlatabiliriz ki? Keşke ağız kondomlarının o kötü, plastik tadı olmasa. Bunu önlemek için çiklet tadı meyve aroması kullanılamaz mı?

KAOS GL 27/23


“Hissedilerek yazýlanlar, hissedilerek okunurlar.” SANA… Günahlarımı çarpıp geçmişimin yüzüne, yarınlara sevda tohumları ekmiştim. Vurup da yumruğumu gecenin böğrüne, aydınlığı çıkarmıştım karanlığımın üstüne. Uykuya dalıverince yorgun bedenim, yıllardır sakladığım masum rüyalarıma seni misafir etmiştim. Ve sabaha umutla açıyordum kollarımı, umutsuz günlerime inat. Sabahı çağırmışken şafağın kızıllığı, güneş can verirken yaşadığını unutan bedenlere ben de selam dururdum güneşle sabaha. İlk ilhamını alırdı duygularım güneşin sıcaklığından; odama sinerdi geceden kalma sevda kokusu. Aynada karşılaşırdım soğuk yüzümle. Yüzünün nurundan sevdanın motifleriyle birbir işlerdim yüzümü. Yola koyulurdum binbir ümitle, gözlerine dargın heyecanımla. Aylarca aşındırdığım kilometrelerce yolun her santimine seni resmederdim otobüsün camından. Sakarya Nehri’nin bulanık sularına, bereketli ağaçlarına emanet ederdim hayalini. Koşar gelirdim her seferinde sana bayram yerine koşan çocuklar gibi. Arife sabahının ayazına tutulurdu bayrama kavuşma umudu. Yüzüme sabah ayazı gibi çarpan bir avuç rüzgar olurdun. Ve sen… Karanlığa dost elbiselerinin içinde onlara inat güneş gibi parlardı yüzün. Seni öyle görünce, dağılırdı acıya kardeş hasreti dünün. Gözlerin ayağının basacağı yeri ezberlerken, ben en sevimli görüntümü takınır, çöllerde susuzluktan kavrulan bir yolcu gibi bir yudum bakışın düşer mi diye bekler dururdum. Küçücük bir çukur açma uğruna aynı noktaya yıllarca yağan yağmur damlaları gibi bir anlık bakışın için hep seni gösterirdim gözlerimin nişanına. Mutluluk incileri belirince yüzümde, içim kıpır kıpır olur, kanatlarını ödünç alır uçardım havalarda. Biraz ağrısa başın, ben vururdum başımı taşlara. Böylesine teslim etmişken sana her hücremi, her bakışımı, her duygumu, ölene kadar unutmayacağım… O anı yaşattın bana… Benim gözlerimde kendinden bile utanan küçük bir çocuğun bakışları varken, senin gözlerinde nasıl olsa öldüreceği acemi rakibine gururla bakan usta bir silahşörün bakışları vardı. Bir anda gökkubbeyi yıkman üstüme, bir çift sözün yetip de arttı bile… Ne çok şeyi haram ettin bana bir kalemde. Tanımadan, bilmeden sallandırdığın dar ağacında sevdamı. Her şeye “Olsun be!” dedin de, ölmeye yüz tutmuşken duygularım, yaşadığımın farkına vardığım gözlerinin karanlığındaki ölüşümü hazmedemedim. Gecem yine eski demini buldu. Gerçek dostlarım kalemimle kağıdımı aldım elime. Ne zaman kurulduysam şairler sofrasına bir türlü kelimeler boğazımdan geçmedi. Gece karanfilim ağlamaya başladı. Titreyen elimle sildim gözyaşlarını, tekleyen dilimle teselli ettim. Biraz avutmak için onu en güzel tebessümünü çizdim üzerine. Son bir gayretle kavuşturunca, bize inat, kalemimle kağıdını, boynu bükük satırlarımın başı dik sevdası doğdu gönlüme. Kalbimin derinliklerinde sevdamın devrimini gerçekleştirdim bu gece! Düşündüm! Yaşananları… ve yaşananlara bağlı olarak yaşanacakları. “asıl olan da bu olsa gerek” dedim: Sevmeyeni sevmek, gelmeyeni beklemek. Bir anda yıksan da, binbir zahmetle kurduğum dünyam, sevdamın merceğinden baktığımdan mıdır, bir türlü küçülmüyordu gözümde değerin. Her şeye rağmen ilminle bütünleşerek sen, bir damla suçsuz, deryalar kadar masumdun. Saatler devirdikçe bir öncekinin saltanatını, çekilince kuytu köşelere şehrin gürültüsü, sevda devriminin son perdesini kaldırdım. Bir bir toplamaya başladım sevda tedrisatının meyvelerini. Ne kadar da çok şey öğretmişsin bana. İçine acı sinmiş sevda dergahlarında mutlu olabilmeyi. Tanrıdan seni isterken, kalpten dua etmeyi, bedeni değil, bedenin içindeki ruhu sevmeyi. Artık beni sevsen de sevmesen de benim için birdir. Benim sevdam senin sevgine bağlı değil ki. Kaçırsan kendini benden ne olur, ben senin bedenini sevmedim ki. Hem rüyalarımdan, hayallerimden de çıkmazsın ki. İsterdim ki ruhumda esen sevda rüzgarı deli bir kasırga olsun, yeryüzüne dağılsın da cümle alem buram buram sevda koksun… Ben sevda yollarına sevda uğruna düşüleceğini öğrendim… Keşke anlayabilsen!

Derya KURAT 17/06/1996 SAKARYA Feminist dergi EKSÝK ETEK’in yedinci sayısı çıktı. Adresleri: P.K. 336, Galatasary-İSTANBUL ANKARA, İSTANBUL, İZMİR’de kitapçılarda bulabilirsiniz.

KAOS GL 27/24


YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR… 25, Erkek Eşcinsel Hello Şu an 25 yaşındayım. Kız gibi bir erkeğim. Davranışlarım son derece doğal ve heterolar gibi davranmaya da çalışmıyorum. Benim tipim, sesim, herşeyim kadınsılıktan çok değişik bir yapıda. Ne erkeğe benziyorum ne kadına. Yüzüm küçük bir çocuğun ki gibiymiş. Tombul ve 1.76 cm boyunda olmama rağmen eşcinsel arkadaşlar adımı “Civciv” koydular. Ben bir erkeğim ve erkeklerle seks yapmayı ve duygusal yakınlık kurmayı çok seviyorum. Sanırım eşcinsel olarak doğanlardanım. Babam memurdu. Maço olmamasına rağmen, annemi döverdi hergün. Üç ablam vardı. Onların arasında büyüdüm. Annem ilkokul mezunu ve küçüklüğünde ateşli hastalık geçirdiğinden biraz gerizekalı gibi, ayrıca ruh hastası. Beni ve kardeşlerimi sürekli döverdi küçükken. Yalnız, okumamı çok teşvik etti. Yoksulduk, her memur ailesi gibi. Tek kurtuluşumuz üniversite bitirip meslek sahibi olmaktı. 4-5 yaşlarımdan itibaren kendi yaşımdaki hemcinslerimle sevişme oyunları yapardım. Sonra babam emekli oldu ve büyükçe bir kasaba olan memleketimize döndük. Ben ilkokulda okuyordum o sıralar. Bu yeni yerde kız gibi ince sese ve beyaz tene sahip olmam hem büyük hem de yaşıtlarım tarafından çokça alay konusu oluyordu. Ben kız olmadığımı bilir ve onlara sadece art niyetle beni dışladıkları için kızardım. Küçük bir çocukken bile kendimi olduğum gibi seviyordum. Ama her nasılsa orta üçüncü sınıfa kadar hep kızlara aşık oluyordum. Annem cinsel konularda hep ayıplardan bahsediyordu. Bir kıza aşık olmam ayıp ve yasaktı. Aşık olmaktan utanıyordum. Orta üçüncü sınıfta okulun yakışıklı basketbolcu gözdesine aşık oldum. Sarışın, mavi gözlü, Rize’li bir erkekti. Bir gece birdenbire “ben eşcinselim” dedim ve ağladım. Ama eşcinsel olduğuma değil, ne yapmam gerektiğini bilmediğime ağlıyordum. Ne insanlar, ne cansız varlıklar eşcinselliğin ne olduğunu, benim kim olduğumu, ne yapmam gerektiğini bilmiyordu. Robinson Cruseau gibiydim. Kendimi değiştirmeyi hiç düşünmedim ve istemedim. Tek korkum annemin ve babamın bunu öğrenip beni artık sevmemeleri ve sokağa atmalarıydı. Annemden, kardeşlerimden ayrılmak istemiyordum. Gerçi babam bile bana hiçbir zaman “kız gibi olma, erkek gibi ol” demedi. Beni küfürsüz, kavga yapmayı bilmeyen, çok terbiyeli bir kişi olarak yetiştirmeye çalıştılar. Bu arada kuzenimle beş altı defa yatakta sevişmiştik. Ben de ondan öğrendiklerimi diğer çocuklara uyguluyordum. İlk kez, aile dostumuzun oğlu ile oral seks yaptık. Ben 16, o 14 yaşında idi. Onunla bir kaç kez daha seks oyunları yapmıştık. Penisim ortanın altında olduğu için kompleks duyuyordum.

Lise 1’de benden iki yaş küçük bir çocuğa aşık oldum. Liseden mezun oluncaya kadar aşkım karasevdaya dönüştü. Platonik bir aşktı. Lisede sınıf arkadaşlarım hep bana sarkıyorlardı. Hatta en yakışıklıları bana bir ders esnasında üzerinde “seni çok istiyorum, lütfen, yalvarıyorum” yazan bir not bile vermişti. (Arkamda oturuyordu) (Bu arada 13-14 yaşında benim göğüslerim kızlarınki gibi büyümüştü, hermafrodit değilim, belki de hormonal ya da genetiktir, şu anda da büyükler ama sanırım şişmanlıktan fazla yağ birikiyor o bölgede). Üniversiteye başladım. Sevgilimden ayrılmıştım. Feodal düzenden Cumhuriyet Türkiye’sine geçiş yapan, ortalamadan büyük bir şehirdeydim. Sevda acısı beni sarsmıştı. İlk defa ailemden ayrılmıştım. Ve aşırı derecede çalışılması gereken bir bölümdeydim. 4 sene üst üste sınıfta kaldım ve üniversiteden atıldım. Bu 4 sene içinde sinemalarda oral seks yapıyordum. Ayrıca çok yakışıklı, komünist ve profesyonel sporcu olan bir çocuk geldi bizim sınıfa. Onunla hemen kaynaştık ve bir hafta içinde aşık olduk. Bir yıl bütün okulda el ele dolaştık, o herkesin içinde benim omuzumda ve kucağımda yatıyordu. Ama onu mükemmel bir sevgili olmaya zorladım ve üzdüm. Sonunda bana eşcinsel olmadığını ve meraktan tüm bunları yaptığını söyledi. Ama üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen hala bana aşık. Ben 2 yıldır büyük bir batı kentinde yaşıyorum. Okuldan atılınca burda bir başka fakülteye başladım. Burası çağdaş bir şehir. Ben Batı Avrupa kültürlerini inceleyen bir bölümdeyim. Derslerimde çok başarılıyım. Beni çok seven bir hocam üstünzekalı olduğumu söylüyor. Derslerde birçok kez eşcinselliği savundum. Aptal değillerse bütün sınıfın ve hocaların eşcinsel olduğumu anlamış olmaları gerekir. Ama nedense kimse bana sen eşcinsel misin diye sormuyor. Ben buradaki heteroseksüellerden değil, homoseksüellerden şikayetçiyim. Hepsi son derece fazla seks yapıyorlar ve korunmuyorlar. Çok kaliteli dedikleriniz bile hırsızlık, ispiyon (aileye), yalan, kuyu kazma gibi suçlar işliyorlar. Barlara, hamamlara gitmeye korkuyorum. Maalesef sevgilim yok. Herkes kendini kadınsı eşcinsel (lubinya) ve erkeksi eşcinsel (laço) olarak adlandırıyor. Gay’im diyenler bile gay bilinci ve ruhu taşımıyorlar. Hepsi ikiyüzlü. 10 yıldır KAOS GL gibi bir dergiyi aradım durdum. İlk protest yıllarımda ben de sizin gibi militarist olarak adlandırılabilecek duygu ve düşünceler içindeydim. Eşcinsel üst kültürüne rastlamak ne hoş bir rastlantı. Ama artık benim için çok geç. Ben değiştim. Ayrıca 20 milyon alevi, 10 milyon Kürt gibi büyük azınlık gruplarına bile politik özgürlüğün gösterilmediği bir ülkede hangi mantık, beklenti ve cesaretle eşcinsel haklarını aramaya çıktınız çok şaşırdım. Hoş, politik haklarımızı elde etsek ne kazanırız. Bu toplum bu derece eğitimsiz, bilinçsiz, feodal, köylüyken.

KAOS GL 27/25


Sonuçta yasaların uygulanmasını sağlayan da toplumdaki insanlardır. Eşcinselliğin olumlu şekilde kabul edilmesi konusunda haklı bir şekilde çok ümitsizim. Ama derginiz çok gerekli ve sevindirici. Çünkü ben kendi adıma, hiç olmazsa teoride bu kadar entellektüel eşcinsellerin de bir yerlerde var olduğunu öğrenmekten büyük bir mutluluk ve rahatlık duyuyorum. Ama aynı zamanda eşcinsel magazin, aktüel, sanat-moda-eğlence-edebiyat yayınlarının da gerekli olduğunu düşünüyorum. Ne olur kimse bana eşcinsel olduğum için kötü davranmasa diyerek bitiriyorum. civciviniz

UZAKTA KAL! GELME! Acınacak gözlerle / bana yalvararak baksan da seninle tanışmak istemiyorum: / Sırf sevgim platonik kalsın diye. / Sen de beni diğerleri gibi / bir kez daha öldürmeyesin diye. / Kurallar karşısında cesaretinin kırılıp, / korkup, / “Ben eşcinsel değilim, meraktan yaptım” dememen için / ikinci yılın sonunda. / Oysa ne güzel bak uzaktan yalanmak! / Ben senin, beyaz tenin, sarı saçın, inceliğin / ve kültürünle nasıl bir doğulu olduğuna, / sen de benim, ceylan gözler, elma yanaklar / ve kiraz gülüşümle nasıl bir erkek olduğuma / hayret ederken / Birbirimizi sürekli merak ve arzuyla süzerken, / geceleri müzik eşliğinde hayaller kurarken / mutlu olmak inan daha mümkün. / Sen dağlı mafya ailesinin aslan oğlu / Ben ise bir memur karısının hanım evladı; / bırak böyle kalalım. / Ya da sen beni zorla kaçır! / Çünkü benim cesaretim çoktan öldü yıllar önce. / Artık yorgunum.

Bütün gay, lezbiyen ve KAOS GL’ye sevgilerle… Ben altı yaşımda komşunun oğlu tarafından tecavüze uğradım ve bu ilişkiler gitgide yoğunlaşmaya başladı. Bizim köy 100 haneli bir köydü ve ben yüzde yetmişiyle ilişkiye girdim ve girmek zorundaydım. Bu zorunluluk niye diye sorarsanız, başta da belirttiğim gibi komşunun oğlu tarafından ilişkiye zorlandıktan sonra o diğer çocuklara söylemiş. Ben onu siktim demiş, diğerleri de geldiler; ya bize vereceksin ya da seni annene-babana söyleriz dediler. Ben de korkudan onlarla cinsel ilişkiye girdim. Bu uzun bir süre devam etti. Ben ilkokulu bitirdim. Oniki, onüç yaşındaydım. Ablamlar Gaziantep’de oturuyorlardı. Beni yanlarına götürdüler. Ben ilkokulu bitirdikten sonra hiç kimseyle ilişki kurmadım. Gaziantep’de çalışırken işyerinde patrona ilgi duymaya başladım. Patronun haberi yoktu. Ben kendi kendime bir aşk yaşıyordum, hayallerimde hep onunla birlikte olmak, onunla seks yapmak vardı. Devamlı benimle olmasını istiyordum. Aslında olmayan şeyleri hayal ediyordum. Ta ki, İstanbul’a gelene kadar. Birgün İstanbul’a taşındık. Hatırlıyorum da 90 yılının Eylül ayında gelmiştik. İyi de etmişiz. İstanbul’a yeni geldiğim için hiçbir şey bilmiyordum. Mahallede çocuklar “oğlan, top, ibne vs” gibi laflar kullanıyorlardı. Ben ne demek olduğunu bilmiyordum. Seneler geçtikçe öğrenmeye başladım. Birgün Topkapı’nın orada gezerken surların oraya gittim. Dolaşırken adamın birinin penisini çıkarmış, mastürbasyon yaptığını gördüm. Öğrendim ki cinsel ilişkide bulunmak isteyen oraya gidiyormuş. Ben de istediğim için oraya tekrar gittim. (İlk gittiğimde birşey olmamıştı.) İkinci gidişimde adamın biri geldi, yakışıklı mı yakışıklı. Bana, gel, dedi. Ben, biraz çekindim ama gittim sonradan. Biraz dolaştık, sonra küçük bir sığınak vardı oraya gittik. Cinsel ilişkide bulunduk.. ben o kadar orgazm oldum ki, bacaklarım koptu sanki. İlk olarak 6-12 yaşlar arasındayken, sonra 14 yaşlarımda ilişkilerim olmuştu. Ve gelelim son ilişkime. Ben ………Üniversitesi …………… Hastanesinde özel bir şirkette çalışıyorum. Ben buraya geldiğimde beni kız zannettiler. Sesim ince, fiziğim de kıza benziyor. Eşcinsel olduğumu söyleyemezdim. Hastanede beni anlayacak iyi insanlar da var kötüler de. Çalıştığım bölümde iki personele aşık oldum. Kendi kendime hayaller kuruyordum yine. Ve çalıştığım yerin psikiyatri servisinde eşcinsellik üzerine tedavi görmeye başladım. Doktor, bana hayatını anlat, dedi; anlattım. 6 yaşımdan 20 yaşıma kadar başımdan neler geçtiyse hepsini anlattım. Psikiyatra aşık olduğum personelleri de söyledim. Bana, onlar bunu biliyor mu diye sordu. Hayır, bilmiyorlar, dedim. Gizli bir aşktı benimki… Birgün tabularımı kırıp birine, sana aşığım, dedim. Bana ne demek istediğimi sordu. Ben de eşcinselliğimi anlattım. Bir hafta sonra da diğerine anlattım. O normal karşıladı. Çünkü o, dışarıda travestilerle birlikte olmuştu. Bana altı ay yalvardı cinsel ilişkide bulunmak için. Onunla hastanede birlikte olduk. Bunu, canımdan çok sevdiğim bir bayan arkadaşıma anlattım. Bu ilişkiyi başka kimse bilmiyor. Çünkü duyarlarsa dışlanacağımdan korkuyorum. Ve bu ilişki canım arkadaşım, ben ve o’nun arasında kaldı. Arkadaşımı çok iyi tanıyorum, kimseye söylemeyeceğine güveniyorum. Benim eşcinselliğimi 3 tane hemşire ve 3 arkadaşım dışında kimse bilmiyor.

DEVRAN

KAOS GL 27/26


Her türlü özgürleşme, insan dünyasının ve insanın insanla ilişkisinin yeniden kurulması anlamına gelir. Marx, Zur Judenfrage (1844) Herhangi bir konuda tüm dünyaya egemen görünen görüşe karşı çıkan insanlar, dünyada egemen görüş doğru olsa bile, işitilmeye değer birşey söyleyebilirler; onların suskunluğu hakikatin zarar hanesine yazılır. John Stuart Mill Siz, beni horgören büyük adamlar! Nerden beslendi politikanız, Dünyayı yönettiğiniz sürece? Hançer yaralarından ve cinayetlerden! Charles de Coster, Ulenspiegel

selçuk Eşcinsel, çevresinden farklı olduğunu algılamaya başladıktan sonra bir süre yelnızlığını yaşar. Kurulu toplum düzeni, gelenekler, alışkanlıklar onun gereksinimlerini karşılayamaz. Onun varlığını yadsır, ezmeye çalışır. Eşcinselin hem toplumun normlarını kabul edip, onlara uyması hem de doyumlu bir yaşam sürmesi, olgun bir kişilik edinmesi olanaksızdır. Eşcinseller için bu kıskaçtan kurtuluş yoktur. Toplumsal normlardan ne kadar kaçmaya çalışsa, onlar kendilerini o kadar hissettirirler. Olanağı varsa yurtdışına çıkmayı dener. Orada eşcinsel düşmanlığıyla birlikte bir de yabancı düşmanlığını ensesinde hisseder. Büyükşehire gelip daha hoşgörülü bir ortam bulmaya çalışır. Bu kez de park, bar sinema, hamam dörtgenine sıkışır, bildik gay gece hayatının içinde yıpranır. Sanki, eşcinseller iki ucu olan bir şeritte yaşamaktalar. Bir uçta eşcinselliğini yoksayıp, toplumun normlarına uymaya çalışmak var. İnsanın cinsel ve sevgisel duygularını bastırmasının ne denli zor olduğunu sanırım tüm eşcinseller bilirler. Yine de ben bu tür insanların sayısının az olduğunu pek

sanmıyorum. Diğer uçtaysa kendini baskılayan toplumu yoksaymak vardır yani dilediği gibi yaşamak. Bu ise tamamıyla olanaksızdır. Hiç kimse ne denli hoşgörülü bir ortamı, ailesi, dostları olsa da homofobiden bağışık değildir. Eşcinseller, işte, bu iki uç nokta arasında pek fazla seçenek sunmayan bir şeritte yaşamak zorunda kalırlar. Bu dar, kısır, yıpratıcı, mutsuz edici şeritten kurtulmak için bazı düşünsel ve somut önerilerimi yazımın sonuna doğru aktarmaya çalışacağım. Şimdi bu şeritte yaşamak zorunda bırakılan eşcinsellere bir göz atalım. Erkeklerle cinsel ilişkiye girip, bizimle konuşurken “siz eşcinseller” diye söze başlayan, kendisine eşcinsel demeyip, “ben eşcinsellerle yatmaktan hoşlanıyorum” diyen insanlarla karşılaşıyoruz. Böyle düşünen insanlara birşey hatırlatmak istiyorum. Eşcinsel, kendi cinsinden hoşlanan, kendi cinsinden bir kişiyle sevişmekten haz alan insandır. Bu sevişme sırasında, kimin ne yaptığına, yatakta kimin hangi duruşu aldığına bakılmaz. Bu düşünce biçiminin, Orta Doğu’da binlerce yıldır süren oğlancılık geleneğinin bir devamı olduğunu görüyorum. Her ne kadar

KAOS GL 27/27

insanların diledikleri gibi bir cinsellik yaşamalarını savunuyor olsam da, böyle ilişkilerini doyumlu olduğunu hiç sanmıyorum. Amacım, insanları hor görmek, aşağılamak, onlara tepeden bakmak değil. Dediğim gibi eşcinseller, ne yazık ki, cinselliklerini böyle yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Ancak, eğer daha iyi bir yaşam istiyorsak bunun için öncelikle ne yaptığımıza, çevremize bakmak, düşünmek zorundayız. Kendimiz için özgürlüğü ilişkilerimizde, yatağımızda aramadıktan sonra yollara dökülmenin bir anlamı yoktur. Kendine eşcinsel demeyen ama sana eşcinsel diyerek seni düzen insanın seni hor gördüğünü, aşağıladığını görmek zorundasın. Onun kafasında eşcinsellik de, eşcinsel insan da kirlidir, aşağılıktır. Seni aşağılayının bu satırların yazarı değil, “aradık, taradık, kız bulamadık, sonunda bir top bulup, onu siktik” diyen sözde “erkek” tayfası olduğunu unutma. Bu sözde “erkek” tayfasının varlık nedenine bir göz atalım. Çocukluğumuzda, çevremizde “ben eşcinselim” diyen insanlar göremediğimiz, eşcinsel insan imgelerini ancak toplumun karikatürize ettiği, hem gülünç hem de iğrenç olarak


tanıttığı insanlardan edinebiliyoruz. Erkeklerden hoşlandığını gören ama bunun hoş, normal karşılanmadığını bilen çocuk, eşcinseller hakkında ekrandan veya basından hiç de cesaretlendirici izlenimler edinmez. Eşcinsel olmak asla utanılmayacak, insani, doğal bir durum olarak tanıtılmaz. Erkeklerle yatmak tek başına eşcinsel olmak kadar korkunç değildir. Erkeklerle öpüşülür, sevişilir, boşalınır ama eşcinsel olunmaz. Şeritimize mensup bir diğer grup ise kendine eşcinsel der ama eşcinselliğinden de, eşcinsellerden de, gizli veya açık, nefret eder. Eşcinselliği bir hastalık, bozukluk, lanet olarak görür. Kendisiyle de, çevresiyle de barışık değildir. Kadınsı görünmek onu incitir. Çevresinde gördüğü kadınsı erkeklere de alaycı gözlerle bakar. Bunun için Proust’un yaşam öyküsüne bir göz atmanızı önerebilirim. Ben bunun nedeninin de açık olduğunu düşünüyorum. Toplumun kafasındaki eşcinsel varolmayan bir kişilik değildir. İnce yapısı, güzel (yakışıklı değil) yüzüyle o kadın-erkek arası biridir. Erkek olmayı beceremez, kadın olmaya çalışır ama onu da başaramaz. Gülünç, hilkat garibesi bir yaratıkdır o. Doğanın, tanrının, toplumun yani her türlü düzen içi aracın lanetlediği, işlevi olmayan, varolmaması gereken biridir. Bu hiç durmadan eşcinselin yüzüne vurulur. Eşcinselliğinizi öğrenen bir insan size sanki bir uzaylıymışsınız gibi bakabilir. Arkanızdan fısıldaşılır, gülüşülür. Ailenize, yakın çevrenize karşı ikiyüzyü olmak zorunda kalırsınız. Bunlar bıktırıcıdır, insana utanç verir. Eşcinsel tüm bunların sorumlusu olarak kendini, kendi eşcinselliğini görmeye başlayabilir. Kendinden nefret eder. Bir türlü onlar gibi olamadığı “normal” erkeklere gıptayla bakar, onlara aşık olur. Kendi gibi kadınsı erkeklereyse kirli yaratıklar olarak bakar. Çoğu kez de kendini toplumun gözünde meşrulaştırmak, normalleştirebilmek için, “ben erkekleri seviyorum ama erkek gibi davranıyorum, kadın gibi değilim” der. Travesti ve transeksüelleri aşağılayarak kendi paçasını kurtarmaya çalışır. Bunların tamamının toplumun eşcinsel üzerindeki amansız baskısının yansımaları olduğunu düşünüyorum. Eşcinseli bekleyen bir diğer tehlike de toplumun sıkıştırdığı alanlara yığılıp, kendini eşcinsel dünyasına (hapishanesine) koymak ve bu

dünyanın hareket ve yaşam tarzını benimsemektir. Nasıl karşıcinseller için ortak bir yaşam tarzı ve ülküsü yoksa eşcinseller için de olmamalıdır, olamaz da.Eşcinsel, eşcinsele yani kendine, içinde yetiştiği toplumun gözlükleriyle, önyargılarıyla bakınca toplumun ona gösterdiğinden başka yaşam biçimlerinin de olabileceğini ayırdına varamayınca bir süre sonra kendi de toplumun varettiği eşcinsel stereotipi gibi davranıp, yaşamaya başlar. Böylece eşcinsel katili düzen de varlığını teminat altına almış olur. Toplumsal normları, gelenekleri sorgulamadan kabullenmeye, bunların değişmez, varolabilecek tek gerçeklikler olduğunu kafamıza sokmaya çalışan düzene karşı koymak için yolun Kant’ın şu çağrısından geçtiğini düşünüyorum: “Have the courage to use your mind Aklını kullanma cesaretini göster.” Özgürlüğe gitmemizi engelleyen en kalın zincirlerin beynimizde olduğunu, kendimizi değiştirmeden sorunlarımızı çözemeyeceğimizi görmek gerek. Ünlü felsefeci Max Scheler, şu sözlerle bizim için de çok şeyler anlatmıyor mu? “Erginlik, bir insanın kendi bir edimiyle başkasının edimi arasında, kendi isteme, duyma ve düşünmesiyle bir başkasının istemesi, duyması ve düşünmesi arasında bir ayrılık olduğunu kavraması ve bu ayrılığı yaşayabilmesidir. Kendi istediği, duyduğu, düşündüğü şeylerin başkalarının isteği, düşüncesi ya da duygusu olup olmadığını ayırabilmesidir. Bir insan çevresinin eğilimlerini asıl anlamlarıyla anlamadan yalnızca birlikte gerçekleştiriyorsa, böylece başkalarının düşünce ve duyuşlarının bir aktarılmasından başka birşey olmayan geleneklere gözü kapalı bağlı kalıyorsa, ana-babasının, çevresinin istediği, düşündüğü şeyleri, bu şeylerin bir başkasının istediği, düşündüğü şeyler olduğunu ayırdetmeksizin istiyorsa, kendi düşündüğü şeyin, başkasının düşüncesi olup olmadığını ayıramıyorsa, o insan ergin değildir.” Eşcinselleri böylesine aşağılayan, ezen topluma şöyle bir göz atmak aslında kimin hasta, sapık, çürümüş olduğunu bizlere kolayca gösterir. Eşcinseller hakkında çok şey söylendi, söyleniyor. Bu söyleyenlere (küfredenlere) bir bakalım. Eşcinsellere karşı dişiyle, tırnağıyla savaşan Katolik kilisesi, yüzyıllar önce engizisyon

KAOS GL 27/28

mahkemeleriyle neler yaptı: İspanya’da fuhuş yapan kadınların cinsel organlarını kesip kapılarına çiviledi, mastürbasyon yaptıkları için insanları, kendi dogmalarına karşı koyan filozof ve bilimadamlarıyla birlikte ateşte yaktı. Mastürbasyon, tersten ilişki ve doğum kontrolüne hala karşı çıkıyor. Olabilecek tek cinsel ilişki, üreme amaçlı bir erkek ve kadın arasında yüzyüze ilişki. Katolik kilisesi ve eşcinselleri lanetleyen tüm dinler, kutsal kitaplar günümüzde ve tarihte eşcinsellere yapılan eziyetin destekçisi ve dayanakları oldular. Ellerinden geldiğinde kurdukları din devletlerinin insanlara yaptıkları ortada. Bu dinlerin bizleri lanetlemesi bizim için bir onurdur. Eşcinsellerin ezilmesine destek çıkan bir başka kaynağın da milliyetçilik, ırkçılık olduğunu görüyoruz. Eşcinseller istenmezler çünkü milletin maneviyatını bozmaktadırlar. Yunan, Ermeni ve Kürtleri doğramaya yanaşmadıkları gibi bu işi yapacak çocuklar da üretmemektedirler. Bu düşüncenin netleşmiş halini Avrupa’yı harabeye çeviren, eşcinselleri de parazit sayıp katleden Nazi rejiminde buluyoruz. Bu insanların bizi parazit sayması da bizler için bir onurdur. Eşcinselliği devlet suçu sayıp, karşı devrimcilikle eş tutan Sovyetler Birliği’nde ise yaşanan insan hakları ve ardından sistemin içi çürümüş bir ağaç gibi devrilmesi bize uygulananın Sosyalizm değil bürokratik devletçi bir anlayış olduğunu gösteriyor. Stalin gibi bir diktatörce “budala, dejenere” diye nitelendirilmek de bizim için bir onurdur. Türkiye’ye bakınca (öfkemi tutamıyorum) gördüğümüz yine ikiyüzlülük ve türlü eziyetler. Eşcinsellere sapık diye hakaret eden Agah Oktay Güner’in namlı bir gerici faşist olduğunu, katilleri nasıl koruduğunu basından okuyabilirsiniz. Istanbul’da travestilere işkence eden, karakollarda eşcinseller, solcular ve hoşlarına gitmeyen herkese cop sokan polisin artık nasıl çalıştığını, neler yaptığını herkes biliyor. İstanbul’un ortasında herkesin gözünün içine bakarak işkenceyle gazeteci öldüren bir devletin kimsenin görmediği bir Güneydoğu dağlarında neler yaptığını düşünmek bile istemiyorum. “Üç erkeği öldürdüğüm için bana madalya verdiler, bir erkeği sevdiğim için


ordudan attılar.” Diyen Vietnam gazisi, Amerikalı bir eşcinsel askerin söyledikleri bizler için de geçerli. Güneydoğu’da göz çıkarıp, kulak, boğaz kessek öğretmenleri telle boğsak (iki tarafı da suçluyorum) şerefli, onurlu, yurtsever insanlar olacaktık. Bizlere ahlaksız diyen toplumun çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu her gün sergileniyor. Eşcinsellerinse, eşcinselliklerinden ötürü utanacak hiçbir şeyleri yok. Sırbistan’dan seslenen bir gayin söylediği gibi: “Eşcinseller kadınlara tecavüz etmedi, bebeklerin boğazlarını kesmedi, dağlardan nişan alıp, küçük kızları beyinlerinden vurmadı.” Eşcinselleri suçlu göstermek için dayandıkları din, milliyetçilik, toplum sağlığı gibi safsataların gerçek yüzü işte bu. Bunları yazdıktan sonra kendi onur kavramımı anlatmak istiyorum. Onurlu insanın haksızlığa karşı susmayan, kendinden güçlünün önünde eğilmeyen, başkaldıran insan olduğunu düşünüyorum. Eşcinseller için gerçek

kurtuluş yolunun da bundan geçtiğine inanıyorum. Daha iyi bir yaşam için tek başımıza yapabileceklerimiz sınırlı, daha fazlası için bir araya gelmemiz gerekiyor. Eşcinsellerin karşılıklı sorunlarını anlatıp konuştukları buluşmalar gerçek bir terapi işlevi görüyor. Yalnızlığın, dayanaksızlığın ne kadar kötü olduğunu sanırım çoğumuz yaşamışızdır. Bunun önüne geçmek için yaşadığımız yerlerde varsa eşcinsel oluşumlarına katılmak, yoksa tanıdığımız, bir kaç kişi de olsa, insanlarla haftada bir kez buluşup, dertleşmek, bir grubun temelini atmak çok mu zor. Birlikte güzel işlere emek vermenin doyulmaz hazzını yaşamak istemez misiniz? Ben KAOS grubunun bir üyesi olarak kendisi ve eşcinseller için bir şeyler yapmak isteyen tüm gay, lezbiyen ve anti-heteroseksistleri KAOS grubuna çağırıyorum. İşe adresimize mektup yazıp tanışmak istediğinizi söylemekle başlayabilirsiniz. Burada bir de umut verici bir adımın haberini vermek

istiyorum. Türkiye’nin ilk GL Kampüs Grubunu ODTÜ’de oluşturduk. Her Perşembe saat 17:30’da Mimarlık Kantini’nde buluşuyoruz. Tüm ODTÜ’lü gay, lezbiyen ve antiheteroseksistler davetlidir. Yazımı KAOS GL ve çizgisiyle ilgili bazı yanlış anlamalara dair bir iki cümleyle noktalamak istiyorum. KAOS GL, Türkiye GL ve anti-heteroseksistlerinin dergisidir ve onun çizgisini de siz ve biz birlikte belirleyeceğiz. Eşcinsellik ve yaşamla ilgili tüm duygu ve düşüncelerinizi kaygılanmadan bize göndermeniz, yazınızı kendi derginizde okumanızı sağlayacaktır. KAOS GL hiç bir siyasal duruştan insanı dışlamamaktadır. Benim yazdıklarım KAOS GL’nin değil, benim düşündüklerim. Siz de katılıp veya yazıp, kendi istek, duygu ve düşüncelerinizi anlatıp, KAOS GL’nin her türlü fikre açık tartışma zeminine katılabilirsiniz. Tüm Türkiye gay, lezbiyen ve antiheteroseksistlerine sevgiler.

ABONELİK İÇİN YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 1.750.000.-TL (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ ALİ ÖZBAŞ ADINA İSME HAVALE EDİLMELİDİR. DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ.

KAOS GL 27/29


BİR LEZBİYEN VE BİR HETEROSEKSÜEL KADIN SOHBET Heteroseksüel- İki yıl önce bana eşcinsel olduğunu söylediğinde gelip geçici birşey olduğunu düşünmüştüm. Lezbiyen- Neden? H- Birlikte olduğun bir erkek arkadaşın vardı, onu sevdiğini düşünüyordum, yani mutlaka da seviyorsundur. Başka bir erkekle de bir ilişkin olmuştu, böyleyken bir kıza ilgi duyabileceğini ciddiye almam ne kadar doğru olurdu bilmem. L- Zaten o günlerde herşey altüstü. İçimde hissettiklerimi kabul etme, etmeme bocalamaları, falan. Daha önce, yani dört sene önce bir kız arkadaşım benim için diğerlerinden farklıydı ama bunun ne demek olduğunu sonraları kavramıştım ve bu arada bir erkek arkadaşım vardı. Biliyorsun, hala aynı insanla birlikteyiz. Ama birlikteliğimiz benim erkeklerle ilgilenmediğimi farketmemle bozulmadı. Zaten onunla olan ilşkimin bu konuyla hiçbir ilgisi yok, eğer eşcinselliğimi anlamaya çalışıyorsan, A ile olan ilşkimin bu şekilde oluştuğunu kabullenip, benimle ilgilenmen gerekmez mi? H- Ne demek oluyor bu? L- Anlamadın mı? H- Açıkla… L- Zaten A, bu konuda ve genelde hayatım konusunda, benim yanımda olan birisi, beni olduğum gibi kabul ediyor. H- Önemli olan onun seni bu şekilde kabul etmesi değil, senin hala onunla yaşıyor olman, yani neden?… Neyse bunun o kadar da önemi yok. Hem o zamanlar sen emin değilken kendinden, bazı şeylerden, ben sana nasıl inanabilirdim ki? L- Neyse deme, sana açıklayabilmek istiyorum. Ben A ile hala birlikteyim, aradan o kadar yıl geçtiği, birbirimizi iyi bildiğimiz ve birbirimizin yanında olmak istediğimiz için hala yanyanayız. Bizim ilşkimiz bir kız-erkek ilşkisi şeklinde değil, tabi bu benim düşüncem, yaşantımı kabulleniş biçimim. Ben A’dan çok şu an senin ne düşündüğünü anlamak istiyorum. Ondan bağımsız düşünmeye çalış. Şu an merak ettiğim, ben kendi eşcinselliğimden eminken, senin bana olan inancın ne alemde? H- Elbette ki sana inanmış durumdayım. Galiba seni anlamak istemiyorum, ya da kabullenmek istemiyorum. Bu demek değil ki eşcinsellere karşıyım, yalnızca senin bu durumun beni birazcık yordu. Her ne kadar uzak şehirlerde otursak da, seninle her zaman yakın olduk ve senin heteroseksüellikten eşcinselliğe geçerken yaşadıklarını gördüm, ne kadar zor anlar yaşadığını anladım, ben de senin kadar zorlandım. L- Kabullenmek istmediğin bir arkadaşının eşcinsel olması mı yoksa eşcinselliği anlayamaman mı? Ya da ne? Bence senin eşcinsellik hakkında ne düşündüğünü anlamak için kendini sorgulaman ve kendine karşı dürüst olman lazım. H- Lise yıllarındayken okuduğum bir şiirde şöyle bir şey geçiyordu: “Yaşamdan hiçbir şey anlamıyordu / Bir kadının bir kadını öpmesi gibi” O zaman bana çok anlamlı gelmişti. Şu anda da böyle birşey bana anlamlı gelebiliyor. Çünkü hiç kendi cinsimden birine ilgi duymadım. Zaten seni anlasam bile seni yaşayamam. L- Beni yaşamanı sırf bu konuda değil, hiçbir konuda bekleyemem. Bu dünyadaki en olmayacak şey. H- Yolda bir çocuğun düştüğünü görsem, hissettiklerini hissedebilirim, çünkü ben de çok kereler düştüm.

L- Şu an çok kuramsal konuşuyoruz, bir kız arkadaşım olsa, sevgimizi, ilişkimizi gözlemleyerek hissettiklerimizin çok uzak şeyler olmadığını anlayabilirsin, belki. H- Belki anlayabilirim, ama yaşayamam. Hemcinsime hiçbir zaman ilgi duyacağımı zannetmiyorum. L- Haklısın… Bak ne diyeceğim. Bir kızın bir erkeğe, bir erkeğin bir kıza nasıl ilgi duyacağını hissedebiliyorsun, değil mi? H- Pek tabi. L- Ben iki sene önce, kendi hissettiklerimden dolayı, bir kızın bir kıza nasıl ilgi duyacağını anlamıştım, hayatımda çok yeni bir şeydi. Sonra bir erkeğin bir erkeğe duyacağı ilgiyi anlamaya çalıştım. Aradan bir süre geçince, artık bir erkek bir kıza nasıl ilgi duyar anlamıyorum. Bir erkek arkadaşım aşık olduğu kızdan bahsettiğinde, bana birşey ifade etmiyor, üstelik şaşırıyorum, ama o bir kız, diyorum. Senin bahsettiğin şiirle ilişkisi şöyleymiş gibi geliyor. Adam senin daha önce bildiğin, anladığın bir şeyi dile getirmiştir, sen de “ne güzel yazmış” dersin ama bu sefer bir imge var ve onu küçükken olduğu gibi alıp kafana yerleştirmişsin. Psikiyatrlar gibi kocaman bir hayatı bir noktaya bağlamak istemem ama, sen o yaştayken bir kadının bir erkeği öpmesinin nasıl birşey olduğunu biliyor muydun ki? H- Elbette bilmiyordum. Ama çok küçük yaşlarda hep birilerine aşık oldum ve onlar erkekti. Ayrıca, sen artık bir erkeğin bir kadına, veya tersi, olan ilgisini anlayamıyor durumdasın, oysa ki bu eskiden anlayabildiğin bir şeydi (yaşadığın). Bense hiç yaşamadığım eşcinselliği nlamaya çalışıyorum. Bana biraz haksızlık etmiyor musun? L- Sana haksızlık etmek istemem elbette, ayrıca kandırıp eşcinsel yapmaya da çalışmıyorum. Beni bu şekilde istemediğini düşünüyorum, kendi eşcinselliğimi anlatmaya çalışıyorum, anlamandan çok kabul etmenle ilgileniyorum. H- Ben bir tane daha eşcinsel arkadaş istemiyorum. Yani seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Birkaç tane eşcinsel arkadaşım var ve ben onların ne kadar çok baskı altında yaşadıklarını biliyorum. Hem ayrıca bunu bilmek için insanın eşcinsel arkadaşı olması gerekmiyor. Senin de bu toplumda, yani heteroseksüel insanların bile özgür olamadıkları, istediklerini yaşayamadıkları, sömürüldükleri, konuşamadıkları, cinselliklerini bile yaşayamadıkları (ya da gizli saklı) bir toplumda, senin ne kadar zor yaşayacağını, hep taciz altında olacağını düşünmekten korkuyorum. Heteroseksüellerin bile diyorum, kusura bakma, bunu sadece toplumun yüzdesi olarak ele aldım. Hem ayrıca, insanların din inançları, feodal yapımız. Yani özellikle, bazı Türk insanı yobaz yaşam tarzlarıyla cinsel tercihimiz ne olursa olsun bizim türümüzdeki insanları yeterince körleştirmeye çalışmıyor mu? Bu toplum olarak hala birilerine kızdığımızda ibne diye küfretmiyor muyuz? Bunlar doğru değil, ama ne yazık ki toplumun gerçeği ve böyle bir durumda nasıl yaşamayı düşünüyordun? L- Kendimi, ya da kız arkadaşım olduğunda ilşkimi kimseden gizlemeyi düşünmüyorum. Zaten bahsettiğin genel konularda sen de ben de kabul etdilmeyecek insanlarız, ve o konularda da kendimizi saklamıyor ve diretmiyor muyuz?

KAOS GL 27/30


Birdcage “ B i z

B i r

YÖNETMEN :Mike Nichols OYUNCULAR :Robin Williams, Gene Hackman, Dianne Wiest, Nathan Lane Birdcage adlı eşcinsel ve travestilerin ağırlıkta geldiği bir klübü işleten Armand ve eşi Albert’ın -ya da Starina- yaşamında ufak tefek kıskançlıktan ya da başka nedenlerden doğan tartışmaların dışında pek sorunları yoktur. Armand’ın bir gecelik heteroseksüel ilişkisi sonucu olan oğlu Val’ın gelmesi, ikisinin de yaşamında ani değişikliklere neden olur. Val evlenmek istemektedir. Armand erken olduğunu düşünse de onaylar. Kızın ailesinin, özellikle de babasının bulunduğu mevki bu evliliği zorlaştıracak gibi olsa da, Cumhuriyetçi parti senatörü olan babanın o anda içine girdiği skandal işleri bir anlamda kolaylaştırır. Koalisyonda bulunduğu ortağının bir fahişe ile ilişkide bulunup ölmesi, kızın ailesinin damat adayını ziyaret etmeleri için yani durumdan uzaklaşmaları için bir bahane olur. Eve gelecek olan misafirler için evin dekarasyonunda heteroseksüel yaşamın yansıyacağı gerekli düzeltmeler yapılır. Bu düzeltmenin içine Albert de girince bu aşamada bazı sorunlar yaşanır. Albert böyle bir davranış değişikliğini kabul etmek istemese de oyuna katılmak zorunda kalır. Val’in esas annesi bu görüşmeye çağrılır. Ancak Albert kendi kafasına göre hareket ederek Val’ın annesi olarak ortaya çıkar. İki aile arasındaki görüşme komedi öğesinin bol görüldüğü bir şekilde geçer. Sonunda Val’ın esas annesinin ortaya çıkmasıyla gerçekler anlatılır. Ama herşey burada sonlanmamıştır. Senatörü takip eden medya ordusu kapı dışında onu karşılar. Burada devreye yine Albert girer. Özgün fikriyle senatör ve ailesinin kılık değiştirerek, kulübün şovunda yer almasını sağlayarak onları dışarıya çıkarabilir.

Senatör bir uçtan diğer uca atlamıştır. Travesti kılığında düşünceli bir şekilde bilinçli ya da bilinçsiz “We are family-Biz bir aileyiz” diyebilmiştir. Film ne kadar uyarlama olsa da heteroseksist düşüncenin önyargılarını çokca barındırıyor. Bunlara bir de Hollywood’un sinemaya olan yaklaşımını da eklersek ortaya böyle hoş, yüzeysel film çıkıyor. Heteroseksist düşünceden eşlerin de bilinçli ya da bilinçsizce pay aldığı görülen birşey… Armand’ın, Albert’ın davranışlarında -heteroseksüel erkek gibi olmadeğişikliklere girişmesi ya da filmin sonunda tanık olduğumuz, o ana kadar da kendini koruyabilmiş olduğuna inandığım Albert’ın günah çıkarırcasına senatöre söylediği sözler “gerçekten de biraz önce söylediklerim gibi düşünüyorum” diyerek belli ahlaki konulardaki muhafazakarlığını dile getirmesi… Bu anlamda da içlerinde en doğal ve komik olanı Agador ya da Agador Spartaküs oluyor. Sinema tarihinde her zaman olduğu gibi -istisna dışında- her konuda olduğu gibi eşcinsel, travesti vb. konuları içeren filmlerde ve belli bir değeri taşıyan filmlerde Avrupa etiketini görürüz (Pasolini, Visconti, Fassbinder, Jarman vb.). Hollywood yapımları ise kendi kuralları içerisinde renkli ama o kadar gerçek olabiliyor. Benim filmden aldığım mesaj niyetine verilsin ya da verilmesin, insanların farklılık içerisinde birbirleriyle yaşamaları gerektiğidir. Yani “We are family”…

M. MEDRE

Evet, biz bir aileyiz, dayanışma en önem verdiğimiz şey. Ama Birdcage’deki “We are family” söylemi gerçekten de bu anlama mı geliyordu. Bence hayır, orada kastedilen ve kutsanan heteroseksizmin kutsal ailesiydi. Albert’in senatöre de söylediği gibi. Biz Türkiye’li eşcinseller olarak, hiç de bazı köşe yazarlarının zannettiği gibi heteroseksüel ilişkilerdeki iktidar paylaşımından ve kutsal aile yuvalarından taraftar değiliz. Ayrıca filme dair Lambda’nın söylediği birşeyi eklemeden geçemeyeceğim: Acaba, Ülker Sokak’taki travestiler, bu filmdeki kadar komik olsaydılar tüm sorunlar bitecek miydi?

YeşimT. Başaran

KAOS GL 27/31


BİR ANNE’NİN HİKAYESİ Nita Pippins, New York City, McCALL’s-Ocak 1993

Çeviren: Coşkun

GÜN BATIMI I Balıkçıların ağlarına takılı kalmıştı Son gün yakamozları Yanaşınca iskeleye motorlar Balık kokusu sarmıştı Mazot kokusu Yanık tenleri öpülesi Sarılası geliyor insanın Adaleli bedenlerine sarılası Takkelerinden fırlamış düz/kıvırcık Orman saçları/orman göğüsleri Bir gün batımı olsun Çalmak isterdim şu denizcileri-n Masum bakışlı gözlerinden II Yaşam çakıl taşlarını adlandırmakla Geçmiyor ya da Dalgaları tek tek saymakla Bir gün batımını uğurlarken Yanımda olmayacaksın BEN

Nick ile onun eşcinselliği dışında her şeyi konuşurduk. O konuyu konuşmaktan hep kaçardım. 13 yaşımdan beri eşcinsel olduğunun farkındaydım ama ona destek olmadım. Bir keresinde noel için eve geldiğimde “Ben eşcinselim” dedi. Ben de “Nick, eşcinsel olmanı istemiyorum” dedim. Ve o “Eşcinsel olmak istediğimi değil, sadece öyle olduğumu söylüyorum” dedi. Ben konuyu değiştirmek istedim. Fakat o “Hayır anne, seni seviyorum ve beraber mücadele etmeliyiz” dedi. Nick’in eşcinsel avukat ve eşcinsel doktor arkadaşlarıyla konuşuncaya kadar, eşcinselliği gerçekten anlayamıyordum. Onlar dediler ki “eşcinsellik var olmamızla beraber olan birşeydi. Birden olabileceğiniz veya değiştirebileceğiniz birşey değildir.” Eşcinsellik konusunu hallettiğimde, oğlumun ne kadar mükemmel bir adam olduğunu farkettim. Gitgide birbirimize daha yakınlaştık. Fakat boşandığım, onun babası gerçekten homofobikti. Oğlumla telefonda hep kavga ederlerdi. Sonunda Nick AIDS olduğunda, onlara şöyle dedim “Farklılıklarınızın olduğunu biliyorum. Fakat onları halletmeniz çok önemli.” Ve onlar da öyle yaptı. Sık sık, uzun uzun konuştular. Nick, “babamla her konuda anlaşamadık ama o konuyu kapattık” dedi. Nihayetinde Nick göremez ve yürüyemez oldu, vücudu tamamen tükendi ve o, kollarımda öldü. Oğlum bana çok şey verdi. Onu anlamamı, düşündüklerimden dolayı özür dilememi, bir anne olarak daha iyisini yapabilmemi sağladı. Hayatta maddi şeylerin değil, sevginin önemli olduğunu anlamamı sağladı. Ben, o maddi varlıkların hepsine, bir ev dolusu pahalı antik eşyalara sahiptim. Bunların hepsinin yerini doldurabilirsiniz ama oğlunuzun yerini asla dolduramazsınız. Oğlu eşcinsel olduğu için korkunç anlar yaşayan anneleri biliyorum. Bir adam “eşcinsel olduğu için annesinin onu artık görmek istemediğini ve onu oniki yaşlarındaki haliyle hatırlamak istediğini” söyledi. Ve o öldüğünde annesi yanında yoktu. Son zamanlarında onu odasında ziyaret ettiğimde insanları karıştırmaya başlamıştı. Ve bana dedi ki, “Anne, eşcinsel olduğumu demek istememiştim.” Ben de ona “Tamam oğlum, seni anlıyorum.” dedim. Onun annesi değildim ama önemli değil. Sadece huzur içinde ölmesini istedim.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.