E Ş Cİ N S E L L E R İ N K U R T U L U Ş U a y n ı z a m a n d a H E T E R O S E KS Ü E L L E R İ D E Ö Z G Ü R L E Ş T İ R E C E K T İ R
OCAK 1997
YIL 3
SAYI 29
M E R H A B A Ve her zamanki yazı yoğunluğunun sevindiriciliğinin yanısıra sıkıntılarıyla bu sayıyı da tamama erdirdik. Sıra geldi merhaba yazımıza. Adettendir, merhaba yazıları hemen hemen tüm dergilerin son dakikada yazdığı yazılardır. Biraz yorgunluk, biraz okuyucuya ulaşmadan önceki son tedirginlik… diğer dergilerin bu durumları tam olarak nasıl yaşadıklarını bilemesek de biz her dizgide kara kara düşünmekten kurtulamıyoruz. Elimizdeki yazıları dergi bütünlüğü açısından, aciliyeti açısından vb sıralarken bazen de önceden duyurduğumuz bir yazının elimize geç gelmesi/gelememesi dolayısıyla yer verememekten nasıl kurtuluruz bilemiyoruz. Artık biliyorsunuz dergiye ait bilgisayarın olmamasından dolayı, dizgi bir ay boyunca keyif ile yaptığımız bir işlem değil, son iki-üç güne (daha doğrusu geceye) sığdırmak zorunda olduğumuz bir iş bizim için (tabi yazıları önceden dizmek için uğraşan Yeşim’in ve yazısını dizilmiş olarak verebilen arkadaşların son dizgi gecelerimizi kısalttığını da belirtelim). Dizgi sonrası çoğaltma vb işleri de gözönüne aldığımızda özellikle çıkış tarihimizin haftabaşına geldiği aylarda biraz daha erken dizgimizi toparlamak zorunda kalıyoruz. İşte bu ay da böyle olunca, geçen ay devamının Ocak 97’de olacağını duyurduğumuz yazıyı bu sayıya koyamadık. KÜBA ana başlıklı yazının devamını önümüzdeki ay okuyabileceksiniz. Ve kronik sayfa yetmezliğinden dolayı Atilla Karakış’ın izledikten sonra perişan bir halde geldiği ve mutlaka bu film hakkında yazı yazmalıyım dediği Eşkıya filmi ile ilgili yazısını da sayfalarımıza sığdıramadık. Her ne kadar vizyondan kalkmış olacaksa da önümüzdeki sayı bu yazıyı okuyarak Atilla’nın film hakkındaki görüşlerini öğrenebilirsiniz. Bu sayıda duyuracağımızı söylediğimiz Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki paneli, tarihinin netleşmemesi dolayısıyla duyuramıyoruz. Biraz daha aşağıları okuduğunuzda fark edeceksinizdir, artık bir e-mail adresimiz var. Bize posta kutumuz dışında e-mail’le de ulaşabilirsiniz. Artık belirtmemiz bile gereksiz, bize her türlü konuda mektuplarınızı, yazılarınızı ve dökümanları yollayabilirsiniz. Lütfen zarfın üzerine KAOS GL yazmayın Yaşadığı mekanlara okuduğu KAOS GL’leri götüremeyip, okuduktan sonra imha etmek zorunda kalan arkadaşlar, dergiyi imha etmek yerine bir bankın üzerine bırakırlarsa, dergimiz başkaları tarafından da okunabilir.
KAOS GL SATIŞ NOKTALARI: LEFKOŞA Işık Kitabevi ANTAKYA Ferah Kitabevi (Saray Cad.) İSKENDURUN Çağdaş Kitabevi BALIKESİR Çağdaş Kırtasiye SAMSUN MayısMartı Kitabevi ANTALYA Akdeniz Kitabevi BURSA Can Kitabevi (Heykel) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Ada Kitabevi (SİEM Dersanesi Karşısı), Kardelen Kitabevi MERSİN Dilan Kitabevi, İZMİR Kabile Kitabevi (Konak), Ayrıntı Kitabevi (Alsancak), Ayrıntı Kitabevi (Karşıyaka) DENİZLİ İleri Kitabevi, Kibele Kitabevi İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Zihni (Kadıköy), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı. Bu kitabevinde eski sayılarımızı da bulabilirsiniz) ANKARA Dost, ABC, Bilim&Sanat, İlhan İlhan ve İmge Kitabevleri ESKİŞEHİR Eskişehir’deki arkadaşımızla iletişimimiz koptuğu için dergi gönderemiyoruz.
KAOS GL LONDRA ADRESI: KAOS GL PO BOX 10116 LONDON SE22 8ZD ENGLAND
İstanbullu KAOS GL okurlarıyla iletişim kurmak isteyen arkadaşlar, PK: 1017 Sirkeci-İstanbul adresine yazabilirler. e-mail: kaosgl@ilga.org K A O S G L i l g a ü y e s i d i r .
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ OCAK 1997
YIL 3
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
SAYI 29 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨ y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
Daha Ne Zamana Kadar Seyredecegiz? gay’e efendisiz
1997’ye girdik!.. İlerlemeci zihniyetin pek sevdiği tabirle, ikibine bilmem kaç kala ‘97’den kim ne bekliyor? Üstünde yaşadığımız topraklarda, egemen olan heteroseksist blokun ciddi ciddi çatırdadığı bir süreçte, lezbiyenler ve gayler olarak bizler ne bekliyoruz? Kendi adıma düşünüyorum da ’97, neden Türkiyeli eşcinsellerin bir atılım yılı olmasın? Bir atılım gerçekleşir mi bilemiyorum ama mücadelenin kaçınılmazlığı ortada. Kendi küçük dünyalarında gönüllü hapis yaşayıp, dışarıya bir göz atmaya çekinenlerin bile etkilenmeden edemeyeceği bir döneme giriyoruz. Ya da çoktan girdik… Çünkü “herşey yolunda” yanılsaması yaşayanlar, her zaman olacaktır. Günlük hayatımızda heteroseksist terörü kimimiz psikolojik boyutta, kimimiz fizik şiddete varan boyutta, her gün her yerde yaşıyoruz. Türkiyeli eşcinseller olarak önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız heteroseksist terörün olası iki kanalı görülüyor: Biri neo-liberal kanal, diğeri şeriatçı kanal. Sözkonusu özgürlük olduğunda, biz eşcinseller açısından aralarında fark olmayacaktır. Türkiye koşullarında bunların ikiz kardeş olmaları pekala mümkündür. Nerdeyse bilinçli olarak herşeyin birbirine karıştırıldığı ve günlük hayatın curcunaya dönüştürüldüğü bir ortamda yaratılan ikiliklerin pek çoğu biz eşcinseller için sahtedir. Şeriatçı dalganın yükselişi bize, laik-modernist yaklaşımın gerçek yüzünü unutturmamalı. Hamam oğlanı ya da mahallenin ibnesinden öteye geçit vermemiş olan laik-modernist yaklaşımın üstelik zaten biz eşcinseller umurunda değiliz. Fakat kopardığı yaygaraya aldanıp, onun laik şemsiyesi altına girmek, kafasını kuma sokan devekuşunun sahip olduğu güvenlikten daha fazlasını sağlamayacaktır! Refah Partisi’nin “iktidar”a gelmesiyle, devlet sahnesi oyuncularını tamamlamış oldu. Başaktörün onca yıla rağmen yeterince deneyimli olmadığı ve kendine güvensizliği Refah Partisi’nin sahneye çıkmasıyla iyice anlaşıldı. Demokratlığı kendinden menkul politik yalancıların yaygarasına karşılık, Refah Partisi, gerçekte derdinin iktidardan pay almak olduğunu kısa sürede göstermiş olsa da ortalık henüz durulmuşa benzemiyor. Refah Partisi’nin iktidardan pay aldığı oranda, bunun günlük hayatta, eşcinseller açısından yansımalarının ne olacağını önümüzdeki dönemde doğrudan göreceğiz. Diğer taraftan neo-liberal dalganın, eşcinsellere getireceği ise gettolaşma, tüketim köleliği ve elbette ki iktisadi kalkınmayla gelir dağılımı eşitlenmediğine göre gerçekleştirilemeyen varoluşlar ve fuhuş! Neo-liberal yaklaşımın, eşitliğin yanısıra özgürlükle de en küçük bir derdinin olmadığı açık. Devletin ekonomideki belirleyiciliğine karşı binbir yalanla ortalığı velveleye veren neo-liberal yaklaşımın başı sıkıştığında çığlık çığlığa çağıracağı polis devletinden başkası olmayacaktır. Adalet ve özgürlükle uzaktan yakından alakası olmayan liberalizm, önce insanlara barınak, gıda, eğitim, sağlık ihtiyaçlarını kendin karşıla, daha doğrusu kısaca ne halin varsa gör deyip; gün gelip de o insanlar ne halleri varsa görmeye kalkıştıklarında, “nerde bu devlet” demekte en küçük bir tereddüt duymaz. Bugün neo-liberal yaklaşım da, şeriatçı yaklaşım da farklı gerekçelerle de olsa sadece ve sadece rejimi eleştiriyorlar. Artık ben hükmetmek istiyorum diyen şeriatçı yaklaşım, tahakkümü, doğal olarak erkek tahakkümünü hiçbir şekilde sorun olarak
KAOS GL 29/3
görmediği gibi amaç olarak da özellikle altını çiziyor. Tanrının efendiliği altında, köle ahlakını yücelten ve maddi gerçeklikte zaten Tanrı adına kendi iktidarını kurma derdinde olan şeriatçı yaklaşımın eşitlik ve özgürlük gibi bir derdinin de olmadığı aşikar. Şeriatın kestiği parmağın acıyıp acımadığını ise yaşayanlar biliyor. İranlı lezbiyen ve gay kardeşlerimizden parası olmayanlar bu acıyı duymuyorlar çünkü canlarıyla ödüyorlar. İran polisiyle işbirliği halinde çalışan psikiyatri kurumunun bilimsel katkıları ise cabası. Parası olanlar ise her zaman bir yolunu bulup İskandinav ülkelerinin yolunu tutuyor. Açıktır ki eşcinsellerin şeriat karşısında, mücadele etmekten başka tek seçenekleri kalıyor: Lezbiyenler recm için taş toplasınlar, gayler ise yağlı bir sicim bulsunlar! Neo-liberal yaklaşımın, Avustralya’dan Kuzey Amerika’ya, eşcinselleri “özgürce” hapsettiği gettolardaki yalıtılmışlığın ne anlama geldiğini ise uzaktan davulun sesi hoş geldiğinden henüz farkedemiyoruz. Hayatı birlikte kurmanın ve birlikte özgürleşmenin mümkün olduğunu, ne heteroseksüeller ne de eşcinseller henüz düşünemiyor. KAOS GL’nin, anti-heteroseksist heteroseksüellere de açık olmasını pek çok eşcinsel arkadaş hala anlayamıyor. KAOS GL daha ilk sayısında, ‘ne aşağı ne üstün olmak istemiyoruz; nicel olarak azınlık olabiliriz ama nitel olarak azınlık olmayı reddediyorz!’ derken birlikte özgürleşmenin ipuçlarını veriyordu. Özgürlük için belleğin önemini yeniden hatırlayalım. Zulümden, ötekine zulüm uygulayarak kurtulmaya kalkışanların ağızlarından dökülen özgürlük ve demokrasi lafları ne de iğrenç kokuyor. Dinsiz bir eşcinsel olarak, Gündüz ve Şahin’in kamerayla yargısız infaza uğramalarına ve Gündüz’ün saçından çekilerek aşağılanmasına hiç tereddüt etmeden “hayır” diyorum. Fakat zamanında, kör makasla gelişigüzel saçları kırpılan travestilerin gözlerinden akan yaşları kim hatırlar. Birilerinin gönüllü kulu olmaya hiç niyetimiz yok. Artık mevcut rejimi ya da onun bir yönünü eleştirip de tahakküm konusunda mevcut rejimden hiç de farklı düşünmeyen tek farkı o hükmetmesin ben hükmedeyim olan zihniyetlerin özgürlük ve demokrasi söylemleri birer palavradır. Bu durumda özgürlüğün kriteri bir bütün olarak her türlü tahakküme karşı olup olunmadığıyla ölçülebilir. Zorunlu heteroseksüelliğin bütün dayatmalarına ve baskılarına rağmen lezbiyenler ve gayler olarak kendimiz olmaya çalışırken her türlü tahakküme karşı mücadele etmek gibi özgürleştirici bir yol varken neden bize dayatılanlardan birini seçelim? Her türlü baskı ve aşağılanmaya karşın eşcinsellikte direten bizlerin kanallar arasında seçim yapmak zorunda olmadığımızı düşünüyorum.
KAOS GL 29/4
ALMANYA LEZBİYENLER VE GAYLER ÇALIŞIYORLAR İŞTE, SORUN NE? ÖTV-Eşcinsel İş Çevresi Broşüründen ÖTV-Eşcinsel İş Çevresi broşürü çalışan lezbiyenler ve gayler hakkında olup, Berlin Bilim ve Araştırma Kolu tarafından yayınlanmıştır. Kolda işçiler, müstahdemler ve memurlar gruplar halinde örgütlenmişlerdir. “Eşcinsel İş Çevresi”nin içinde yer aldığı ÖTV (Öffentliche Dienste, Transport und Verkehr) Kamu Kuruluşları Ulaşım ve Trafik Sendikası’dır.
AYRIMCILIK NEREDE GÜNDEME GELİYOR
… gerekçeler Yasal yaptırımlar sayesinde karşı konulabilecek “sert” baskılar aysbergin sadece görünen kısmı. Açıkca yasalar tarafından belirlenen yasaklar da vardır buna karşın. Mesela eşcinselliğini dışa vuran evangelik bir papaz, -sık sık görüldüğü gibi- görevine devam edemez. Aynı şey ordu mensupları için de geçerli. Eşcinsellerin ordudaki otoriteyi sağlayamayacağı önyargısı bu insanların ordudan ihraç edilmelerine neden oluyor. İş sahasındaki temel haklarda eşitlik ilkesi ile gerçek uygulamalar arasında derin bir uçurum oluşuyor. İş başvurularında gönderilen özgeçmişteki el yazısı özelliklerinden yola çıkarak eşcinsellerin saptanıp ayıklanması için grafologlara maaş veren işletmeler bile var. Aynı şekilde işçi karnelerine de kişinin eşcinsel olduğuna dair ipuçları kodlanır. Örneğin belli bir yaştan sonra “hala bekar” olmak özel hayatta “düzenli” yaşanmadığına dair bir “kuşku”nun doğmasına neden olur. İş başvurularında cinsel kimliğin açıklanmasının çoğunlukla olumsuz sonuçlandığı bir çok lezbiyen ve gayin deneyimleriyle sabittir. Çok başarılı olunsa bile deneme süresince, hatta daha sonra bile, yani eşcinsel olunmasına karşın işverenin vazgeçemeyeceği bir eleman olana dek, “yalanlardan bir zırh” inşa ederek geri planda durmak zorunda kalınabilir. Hatta kişi iş yaşamının sonuna kadar bu tür gizlilik oyunları için bir neden yaratabilir kendisine . Bilgisizlik veya lezbiyenlerin ve gaylerin bazı iş dallarında çalıştırılmayacakları, işten atılacakları ya da işe hiç alınmayacakları doğrultusunda etrafa yayılan söylentiler bu insanlar arasında güvensizliğe neden oluyor. “Lezbiyenler ve gayler memur olmayacaklar.” Bu açıklama ZDF1 tarafından yayınlansa da tamamen yalandır.
İşçi temsilciliklerinde yapılan anketler, buralara eşcinsel yönelimi nedeniyle dışlandığı ve/veya geri plana itildiği gerekçesiyle pek başvurulmadığını gösteriyor. İşletme ve personel danışmanlıkları baskıcı davranışların sıklığı ve çok yönlülüğü hakkında fazla bilgi sahibi değiller. Ancak işyerlerindeki lezbiyenlere ve gaylere sorulduğunda durumun çok farklı olduğu hemen görülüyor. Örneğin “eşcinsel düşmanı” olarak tanınan bir amiri en az bir hetero iş arkadaşı destekleyecektir. Böyle bir üstün emrinde çalışan bir gayin her günü cehennem azabına dönüşecektir. Oysa eşcinsel veya aydın bir amir lezbiyenlerin veya gaylerin durumlarını açıkca belirtmelerinin işyerinde gergin bir havanın oluşmasını engelleyeceğini söyleyecektir. Böylesi olumlu bir atmosferde ortaya çıkabilecek çabucak ve etkili bir biçimde giderilebilir. Eşcinsellerin ancak %10’u işyerinde kimliğini açığa vuruyor. Bu da azınlığın iş ilişkilerinde yaşam tarzlarını sorunsuz bir şekilde dışavurabilecek durumda olduğunu gösteriyor. Söz konusu gizliliğin gerekçesi ise varlığını tehlikeye atabilecek dereceye varabilecek baskılara duyulan korku. Lezbiyenler ve gayler iş yaşamında kendilerine Ö R N E K 1 yönelik baskıları çok ender dile getirirler. Bir çoğu eşcinsel düşmanlığının hedef tahtası olmaktan korkuyor. Çoğu zaman “Daha fazla dayanamıyorum!” ikinci plana itilmenin, dışlanmanın sebebinin lezbiyenlik veya gaylik olduğunun kanıtlanması çok zordur. Baskıya uğrayan B i r l e z b i y e n n e d e n i ş t e n ç ı k a r ı l d ı ? kişi bile, herkesin gerçeği bilmesine karşın farklı nedenler Soru: İş arkadaşların lezbiyen olduğunu biliyor muydu? Yanıt: Hayır. Neden bir erkek arkadaşım olmadığı yolundaki ileri sürerler. sorulara da, özgür ve bağımsız olmayı tercih ediyorum diye yanıt veriyordum. ÇALIŞAN LEZBİYENLER Soru: Peki iş arkadaşların gerçeği nasıl öğrendiler? 1972 yılında Siegfried Schäfer tarafından yapılan Yanıt: Büroda sık sık fıkralar anlatılırdı. Genellikle de lezbiyenler ve araştırmada, ankete katılan lezbiyenlerin %14’ünün mesleki gayler hakkında. Bir gün dayanamadım ve “Kesin artık şu olumsuzluklarla karşılaştığı ortaya çıkmıştır (%5’i işten konuşmayı. Bunu yargılayamazsınız. Hem ben de onlardan biriyim.” çıkarılmıştır). Brigitte Reinberg ve Edith Rossbach 1985’de dedim. Tepkiler “Ne?... Siz de mi?” şeklindeydi. Ardından alışılmış yaptıkları bir çalışmada kadınların %14’ünün lezbiyen konuşmalar ve bundan emin olup olmadığım filan. Bir arkadaşım da oldukları için işten çıkarıldıklarını veya işe alınmadıklarını hal böyleyken benimle çalışıp çalışamayacağını düşünmüştü ciddi saptadılar. ciddi. Soru: Daha sonra neler oldu?
ÇALIŞAN GAYLER
1966, 1973 ve 1974 yılında yapılan çeşitli araştırmalar gaylerin %7 ile %16’sının eşcinsellikleri nedeniyle işlerini kaybettiklerini göstermiştir (Rüdiger Lautmann, 1977). 1
Alman resmi TV kanalı
KAOS GL29/5
Yanıt: İş ortamım giderek kötüleşti. Bir çoğu benden uzaklaştı, benimle konuşmadı. Son derece gergin ve düşmanca bir atmosfer vardı. Dışlanıyordum. Firmadaki kutlamaya da katılamadım. Soru: İletişim kurabildiğin hiç kimse kalmamış mıydı? Yanıt: Vardı. Bir kız arkadaş. Benden daha gençti. Benim yanımda yer almıştı. Soru: İşine ne zaman son verildi? Yanıt: Yaklaşık dört ay sonra istihdam fazlalığından dolayı işime son verildiği bildirildi. Oysa daha üç ay önce benim çalıştığım birime yeni bir eleman daha alınmıştı. Firma işten benim istifa etmemi istedi. Çünkü böylece karneme bu durum daha olumlu yansıyacaktı. O zamanlar fazla bilinçli değildim. Dava açamadım. Henüz yirmi yaşındaydım ve böyle bir şey için kendimi yeterli hissetmiyordum. Ama birşeyi çok iyi biliyordum: Orada daha fazla çalışamazdım.
ÖRNEK 2 “İbneleri vururuz!” Eşcinsellik, iş arkadaşlarından oluşan dar çevrede sorun yaratmasa da, amirler çeşitli yöntemlerle “kurbanlarının” iş hayatını etkileyebilecek güce sahiptiler. Bir işçi “üretimde kısırlık” yargısıyla daha alt düzeydeki bir birime yerleştirilir. Amiri bunu engellemeye çalışsa da, bir üst amir kararda iddialıdır. Elde kanıt olmaması işçinin, kararın iptali için yürüttüğü çalışmayı başarısızlıkla sonuçlandıır. Ancak bir süre sonra elde edilen bir kanıtla işletme müdürlüğüne ve personel danışmanlığına şikayette bulunulur. Ancak amir, bir üst amirin işçiyi olası eşcinselliğinden dolayı “vurmak” istediği için bu karara varılması yönünde talimat verdiğini, yazılı olarak verdiğini bildirir. Bu gelişmelerin ardınadn işletme müdürlüğüne yapılan, “ölümle tehdit edildiği” yolundaki şikayetler, pek de nizami olmayan yöntemlerle emektar işçinin işten çıkarılmasıyla sonuçlanır. Mağdurun iş mahkemesinde açtığı dava daha öncekiler gibi sonuçlanır: Ellisindeki işçi çok düşük bir tazminat alır. Ama buna karşılık uzun süre işsiz kalır.
ÖRNEK 3 “Başka nedenler öne sürüldü!” Berlin’de Samariter-Bund’da ahçı olarak çalışan Angelika T. üretimi sekteye uğrattığı gerekçesinin yer aldığı ve çeşitli rahatsızlık dönemlerinin öne sürüldüğü, işten çıkarıldığını belirten bir belge alır. Asıl gerekçenin lezbiyenliği olduğundan emin olan Angelika, ÖTV-Eşcinsel İş Çevresi’ne başvurur. ÖTV’nin de desteğiyle işletme aleyhinde dava açar. Mahkemenin talebi sonucunda işletme işten çıkarılış nedenini tekrar açıklar; ancak bu sefer belgedekinden çok farklı. Bu açıklamaya göre gerekçe doğrudan doğruya Angelika’nın lezbiyenliğidir. “İşten çıkarılma nedeni iş yerinde istenmeyen davranışların sergilenmesi.” “Tensel temaslar” (Bele sarılma, eli, kolu okşama) ağırlıklı iddialardır. Ahçının, eşcinsel yöneliminden dolayı işten çıkarılması hakim tarafından onaylanmaz ve mağdur manevi yönden etkilendiği için tazminat ödenmesi talep edilir. Ancak ÖTV’nin de önerisiyle, işçi bunu kabul etmez ve işine devam edebilmeyi talep eder. Bu arada, işçinin de
onayıyla olay medyaya yansıtılır. Dava uluslarası bir skandala dönüşmeden işten çıkarılma kararı Samariter-Bund tarafından geri çekilir ve angelika T. aynı iş yerinin farklı bir biriminde çalışmaya devam eder.
GÜNLÜK BASKILAR ...i ş y e r i n d e : İşyerindeki odayı paylaştığım iş arkadaşım, herkesin bir doğumgünü kutlaması nedeniyle birarada olduğu sırada, bana fiilen tacizde bulundu. Odayı terketmek için davrandığımda arkamdan “Sadece lezbiyenlerin bulunduğu mekanlara mı kaçıyorsun?” diye bağırdı. Bir başka sefer diş doktoruna gitmek üzere odadan çıkarken, “Nihayet senin bir yerlerini deşecek gerçek bir erkek!” diye arkamdan seslendi. Benimle bir daha bu sekilde konuşmamasını söylediğimde “Siktir git!” dedi. Aynı kişi gazeteden, sadece kadınların devam ettiği yaz üniversitesi ile ilgili bir yazı okuyordu. “Lezbiyen saçmalıkları” diye yorum yaptı. Benim de bu derslere devam ettiğimi öğrenince “Ne?.. Sen de mi? Ben de senin aklı başında bir kadın olduğunu sanıyordum!” dedi. Yine yedi yıl önce bir Noel kutlaması sırasında diğer iş arkadaşlarıma benim erkeklerden hoşlanmadığım, kadınları tercih ettiğim açıklamasını yaptı. Normal şartlarda çok iyi anlaştığım bir arkadaşım gerçeği kaldıramadığı için o an fenalaşıp müdürün arkasında çöküp kalmıştı. Kendisini böyle konuşmaktan men edip, sözlerinin ne anlama geldiğini sorduğumda, asla böyle birşey söylemediğini, bunun tamamıyle yalan olduğunu, mahkemede bunu açıklığa kavuşturabileceğimizi, sözlerimin hastalıklı bir beynin ürünleri olduğunu falan söyledi. Müdürüm hemen hemen hergün garip bir sırıtışla iğneleyici sözler söylemeye başladı. “Biliyor musunuz Bayan K., siz bu görüşlerinizle daha çok Wittenau’a2 yakışırsınız.” Sadece tutucu ya da apolitik arkadşlar değil, maalesef aynı zamana ÖTV’li arkadaşlar da koridorda karşılaştığımızda iğneleyici bir şekilde lezbiyen olup olmadığımı soruyorlardı. ÖTV’nin bir konferansında “Eşcinsel İş Çevresi” biriminin oluşturulması için imza attığımda bizim personel danışmanlığındaki ÖTV üyemiz salonun bir başından “Yoksa sen de mi ibnesin?” diye bağırdı. Salonda yüzün üstünde delege vardı. Tepkisel davranarak “Sensin ibne!” deyiverdim. O zamanlar farklı bir tepki veremezdim. Oysa bugün “ona ibne değil, lezbiyen derler. Bu da benim hoşuma gidiyor.” derdim. “Terbiyesizlik” diyerek salonu terketmeye kalkıştı. Diğer arkadaşlar onu bir yere oturtup sakinleştirmek zorunda kaldılar. ÖTV temsilcimiz beni bir köşeye çekip, bir daha böyle kararı onaylayacaksam, önceden bildirmemi istedi. Böylece salonu daha önceden terkedebilirmişim. Eğer, en azından personel danışmanlığının eşcinellere hoşgörülü davranacağını düşünüyorsak, çok yanılıyoruz. Bir danışmanlık toplantısında, danışmanların bir kısmının gaylerle nasıl alay ettiklerini duydum. Ancak ben de konuşmaya katılınca sohbet kesildi. “Öyle mi? Bunu bilmiyorduk.” gibi laflar edildi. Personel danışmanlığının sabit üyelerinden bir arkadaşım bir yıl önce bir toplantı sırasında henüz herkes bürodayken niye hala evlenmediğimi sordu. Oysa lezbiyen olduğumu biliyordu. Daha önce de toplantılarda cinsellik konusunda konuşmuştum. Eğer yasalarda bir değişiklik yapılıp da kadınlararası evlilik mümkün kılınırsa, hiç durmayıp anında kız arkadaşımla evleneceğimi söyledim, sakin ve kendimden emin bir şekilde. Ne diyeceğini bilemeden güldü.
2
Tanınmış bir akıl hastanesi
KAOS GL29/6
Danışmanlık başkanı araya girdi ve “İyi ama Ingrid, bu egemen iş ortamlarında dışlanmasının ve ikinci plana itilmelerinin normal değil ki!” dedi. önüne geçmeleri bir hayli güçtü. Eşcinsellerin haklarının söze dökülmesi, çok kısa bir geçmişe sahiptir. Gerçi ÖTV bugüne kadar Avrupa genelinde pek ÖNCELİKLİ OLARAK KİMDEN çok ilişkiler ağı geliştirmeyi başarmıştır. YARDIM İSTENMELİ? Toplumsal olarak eşcinselliğe ve eşcinsel yönelime sahip Örneklerde anlatılan olaylar engellenebilirdi. Daha insanlara tepkisellik altmışlı yılların sonlarına kadar mevcuttu. önceki satırlarda anlatılan olayların bir ortak yönü vardı: Tepkilerin destekçileri özellikle kilise, hukuk ve tıp idi. Ancak Çoğunlukla -olaylar örgüsü son halini aldıktan sonra da olsaeşcinselliğin tanınması da iş hayatındaki sorunları ortadan ÖTV’ye gelindi. Bu tür olayların çok azında diğer iş kaldıramamıştı. arkadaşları doğrudan müdahale edip baskılara karşı çıkıyorlar. Yetmişli yılların başında bir çok eşcinsel bugüne kadar hiç Eşcinsel kişilik oluşumundan dolayı iş arkadaşları ya görülmedik bir biçimde bilinçlenmeye başladı. Bu bilinçlenme “Yeni da amirler tarafından baskı uygulandığı ya da geri plana Alman Eşcinsel Hareketi”nde ifadesini buluyor. Yasanın 175. itildiği (ya da böyle bir şeyin olacağından endişe duyulduğu) maddesi Nazi yasalarından uyarlanmıştı (bu da 1969’a kadar eşcinsel zaman kime başvurulmalı. erkeklerin potansiyel suçlu olarak kabul edillmesini sağıyordu). Önce herkes şunu bilmeli kişiyi haksızlıklardan ve Öğrenci hareketleri tutucu ahlak anlayışını ortadan kaldırıp, yeni baskılardan koruyan haklar vardır. yaşam tarzları geliştirmeye çalışıyor ve cinsellikle ilgili tabuları Bu sözkonusu hakların işlerliği için başkalarının yıkıyorlardı. Hippi Hareketi “mutluluk hakkı” propagandası desteğine ihtiyaç duyulur. Çalışanların birlik ve yapıyorlardı. Kadın hareketleri ise ataerkilliğe ve ataerkil beraberliğinden ilk olarak amirler sorumludurlar. Bunun yapılanmalara karşı mücadeleye geçmişlerdi. yanısıra personel danışmanlıkları da bir elemanın iş İşyerlerinde kimliğini açıkca dışavuran lezbiyen ve gayler arkadaşları tarafından aşağılanmasının ya da rahatsız artıyordu. İşverenle, amirle veya işarkadaşlarıyla yaşanan edilmesinden sorumludur ve gerekli hallerde bu tür olumsuzlukların sebep olduğu çatışmalar, sivil örgütlenmelerin davranışları disiplin cezalarıyla engellemelidir. Çoğu zaman lezbiyen ve gay haklarını korumak üzere devreye girmelerine neden buralardan yardım alınamadığı çin, sorunlarla özel olarak olmuştur. Bir çok kadın ve erkek eşcinselin kimliğini gizli tutmak ilgilenen kurum veya kişilere başvurulmalı. zorunda kaldığı ayrımcı iş ortamlarına karşı etkili olabilmek için, Hemen hemen bütün işletmelerde, işyerinde oluşan üyelerden bazıları açıklamaların ve tartışmaların organize edilmesini sorunlarla ilgilenecek, ÖTV’den güvenilir insanlar bulunuyor. önerdiler. Bu kişiler hiç değilse hangi mercilere başvurulabileceğini Eşcinsellerin ÖTV bünyesinde kendi organizasyonlarını söyleyebilirler. oluşturmaları 1977’de gerçekleşti. 1974 yılında ÖTV-Diyalog gazetesinde iki spekülatif mesleki yasaklamanın yapıldığının İŞLETME VEYA PERSONEL yayınlanmasının ardından iki eşcinel erkek “Eşcinsel Kadın ve Erkeklerin Sorunları” başlıklı bir makale yazdılar. DANIŞMANLIKLARI Bunun üzerin pek çok kadın ve erkek başvuruda bulundu. Yasal olarak bu kurumların görevi, yönetimden bağımsız olarak eşitlik ilkesini korumak, çalışanların haklarını Nihayet eşcinsellerin sorunlarıyla da ilgilenilmesini memnuniyetle gözetmek ve ayrımcılığa karşı durmaktır. Rahatsızlıklar söz karşıladılar. Bu duruma karşı çıkanlar da vardı. Onların endişesi daha konusu olduğunda insanların buralara şahsen başvurmaları ve çok, eşcinsel sorunlarıyla ilgilendiğinde ÖTV’ye ne gözle sorunun bertaraf edilmesini talep etmelerini öneririz. bakılacağıydı. Ama yine de lezbiyenlerin ve gaylerin başvuruları gün Çalışanlar mesai saati içerisinde bile bu mercilere başvurma hakkına sahiptirler. Böylece şikayet işletme müdürlüğü geçtikçe artıyordu; “sıradan üyeler”, bilirkişiler, işletme ve personel danışmanları. Bir çoğu yıllardır iş hayatındaydı, fakat eşcinsellikleri, tarafından takip edilip değerlendirilecektir. İşyerinde gereki yeterlikte bir bilirkişiyle irtibat mesleki kariyerleri tehlikeye girer korkusuyla hep “gizli” tutulmuştu. kurmakta güçlük çekilirse Berlin merkezindeki ÖTV Bölge Müdürlüğüne gidilebilir. “EŞCİNSEL İŞ ÇEVRESİ” Olaylar bu kurum tarafından incelenir ve hangi 13.11.1978 tarihinde ÖTV-Sosyal Hizmetler Birimi bir mercilerin devreye sokulması gerektiği saptanır. Bazen gayin talebi üzerine “Eşcinsel İş Çevresi”nin oluşturulmasını hukuki danışmanlara ihtiyaç duyulur, hatta kimi zaman oybirliğiyle kararlaştırdı ve bu kararı ÖTV-Bölge Müdürlüğüne iletti. olaylar mahkemeye kadar gider. Üyelerin savunmaları ÖTV Zaten aynı talep bir çok işyerinden lezbiyen ve gay tarafından tarafından ücretsiz olarak üstlenilir. müdürlüğe iletilmişti. 1984’deki ÖTV-Kurultayı’nda “İş Çevresi” bir kararla geri çevrilir; ta ki 1988 yılındaki kurultayda alınan olumlu bir kararla EŞCİNSEL İŞ ÇEVRESİ Ancak, özellikle “İş Çevresi” birimindeki çalışanlara tekrar işlevsellik kazanana dek. Aynı kurultayda 153 sayılı kararla başvurulması önerilir. En azından kendileri de lezbiyen ve bundan sonra lezbiyen ve gaylerin ayrımcılığa uğramalarına karşı gay olduklarından deneyimlerine dayanarak nasıl bir yol neler yapılabileceği belirlendi. Bundan sonraki yıllarda bu temel izlenmesi gerektiğini daha isabetli saptayabilir ve üzerine yeni girişimlerde bulunuldu. Örneğin yasadaki 175 sayılı eşcinsellerin haklarının korunması için ne gibi olanakların maddenin iptali istendi ve ayrımcılık karşıtı bir yasa önerisi sunuldu; eğitim programlarına hedef kitle için seminerler kondu bulunduğunu kapsamlı bir biçimde araştırırlar.
ÖTV’NİN EŞCİNSEL SORUNLARIYLA İLGİLENİŞİNİN TARİHİ Geleneksel işçi hareketlerinde azınlıkların özel istemleri sözkonusu bile olamazdı. Azınlık olarak nitelendirilemeyecek sayıdaki kadın işçilerin bile erkek
KAOS GL29/7
Almanca’dan çeviren: Okan
YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR… Halil Seyhan, Gay, 25 keskin bıçak gibi saplandığında göğsüme karanlık yalnız hasretin terketmez kara gözlerinde boncuklaşan hüznüme güzellik veren hasretin. A’ya İç Batı Ege bölgesinin, İç Anadolu kültürü taşıyan bir ilçesinde 1972 Mayıs’ının en son günü doğmuşum. Çocukluğum, evin tek oğlu olduğumdan bir süre şımarıkça geçti. 9 yaşımdayken evin ikinci oğlu küçük kardeşim doğdu ve pabucum dama atıldı. Bir süre kızlarla oynadım, anımsıyorum. Mahallenin erkek çocukları dövüşürdü ve annem onlarla oynamama izin vermezdi. Teyzemin kızlarıyla ya da komşu kızlarla oynardım. Bizim evin büyükçe bir avlusu vardı, kızlar oraya, kızkardeşim ve ablamla oynamak için gelirdi, ben de onlarla oynardım. Kızlarla oynamak hiç hoşuma gitmezdi. Arada bir sokağa kaçar, erkek çocuklarla oynardım. Erkek çocukların oyunu hep kavga ağırlıklıydı. Çoğunluk güreşirdi, ben hiç beceremezdim, hep yıkılırdım. Ama beni yıkanı hemen döverdim. Beni döven olursa benden iki yaş küçük, kızkardeşimle ikimiz de gider beni döveni döverdik. Sokağa çıkmama izin verilmeye başladı ve erkek çocuklarla oyuna başladım, hemen hemen çoğunu döverdim. Erkek çocuklardan birisine komşu kızının bana öğrettiği (kız benden çok büyüktü) penis popo oyununu öğrettim ve onunla bu oyunu oynamaya başladık. Katılanlar da oldu. Ya o birine daha söylüyordu ya da ben derken 4-5 kişi olduk. Sonra o evden yüz metre kadar ileri taşındık. Ve yeni bir arkadaşım daha oldu, ona da öğrettim penis popo oyununu. O da bana dudak dudağa öpüşmeyi öğretti. Onların evde televizyon vardı, bizde yoktu, o televizyondan öğrendiğini bana öğretirdi. Genelde onların evde kimse olmazdı, evde çırılçıplak sevişirdik. Sonra mahalleye yeni birileri taşındı, onların oğluyla arkadaş oldum ve ona da oyunlarımı öğrettim. Onunla da oynamaya başladık, onunla çok iyi arkadaş olduk. Adı Burak… Burak benden iki yaş büyüktü, çok iyi kavga ederdi. İkimizle kimseler başedemezdi. Bizi dövmek isteyen tek yakalardı. İlkokul bitince Burak ortaokula hiç gitmedi. Ben de bir yıl gidip bıraktım. O kahvede çalışıyordu, ben gazinoda mangal yakıyordum. Hani kendin pişir kendin ye hikayesi var ya… Her masanın başında bir mangal, işte öyle bir gazino. Ve birgün gazinoda kavga oldu, gazino bir aylığına kapandı. Gazinoda, yüzümün kız yüzü gibi olduğunu söylerlerdi. O zaman 15 yaşındaydım, gelen giden beni öperdi, bol bol bahşiş alırdım. Ve aşçı beni sık sık uyarırdı, bunlardan uzak dur, bunlar oğlancı, derdi. İşte gazinonun kapandığı dönem, çarşıda patronun kardeşi Mahmut’a rastladım. Mahmut, Cumhuriyet Meydanı’nda seyyar köfteciydi. Gel bu gece, yardım et, dedi. Olur, dedim. Gece 12’ye kadar çalıştım. Gideceğim zaman, biraz içecem su deposunun orda, sen de gel, dedi. Ben içmem dedim. Ama geleyim, arkadaşlık
yaparım, dedim. Birer köfte yaptık, bir büyük votka ve kola alıp, çıktık su deposunun oraya. Köfteleri yerken Mahmut votkaları doldurdu, ben içmem, dedim yine. İç, iç birşey olmaz, dedi. Sarhoş olurum, dedim. Ol lan, amcık, ben varım ya, dedi. Gerçekten de o zamanlar bir şişe şarabı beşaltı kişi içerdik, o da ağzımızda alkol koksun diye. İçtim, votka hoşuma gitti. Biraz içtik, şişe yarım olmuştu. Benim midem bulandı, kalktım, istifra ettim. Döndüm, ben içmiyeceğim, dedim. Şunu da iç, yeter, dedi. Bu iyi gelir, bir dikmede bitir, dedi. Bitirdim ve tekrar kustum. Yanıma geldi, o sırada bende müthiş bir yatıp uyuma isteği vardı. Kus, kus iyi olur diyerek popomu tuttu, okşamaya başladı. Ulan ibne, bana hiç yanaşmıyordun, dedi. Bırak, dedim. Toparlanmaya çalıştım ama yıkıldım. Başımda dikiliyordu. Ne o sarhoş mu oldun, dedi. Kalkmaya çalıştım, başaramadım. Çok sarhoş olmuştum. Kaldır beni demek istedim, ağzımdan çıkan kelimeleri kendim anlayamıyordum. Sonra yanıma çöktü, pantolonumu indirmek istedi. Elini itmeye çalıştım, suratıma bir yumruk vurdu, dudağımdaki kanı hissettim. Burnum da kanıyordu. Yüzüstü çevirdi. Kemeri ve pantolonu çözmüştü. Altı aydır senin peşindeyim, dedi. Bırakacağımı mı sanıyorsun, piç, dedi. Pantolonunu sıyırdı, kalçalarımı ısırdı, ısırdı, popomu diliyle yaladı, tükürük sürdü ve birden… Müthiş bir acıydı. Bağırdım, çığlık attım, ama sesimi ikimizden başka duyan olmadı. Ooh ooh, diyordu. Boşalmamak için mi yoksa canımı yakmamak için mi durduğunu anlamak isterken parmaklarını geçirip saçıma asıldı ve iyice bastırdı. Öldüreceğim seni, diyebildim. O zaman enseme iki yumruk vurdu ve hızlı hızlı gidip gelmeye başladı. Domuz böğürmesi gibi bir ses çıkararak boşaldı, kalktı, beni öldüreceksin, ee, dedi. Başıma bir tekme attı. Yanıma çöktü. Öldüreceksin ee… Saçımdan tutup başımı yere vurdu. Her yerim, yüzümün ve popomun her yeri kandı artık. Ananı da sikecem senin, dedi. Üstüme tekrar çıktı, birer daha… Sonra bir daha… Müthiş bir işkenceydi. Ölmek ya da bayılmak için Allah’a dualar ediyordum. Uyumuş ya da sızmışım. Uyandığımda o yoktu. Sabah olmak üzereydi. Ortalık ağarıyordu. Popomu yokladım, kan… Pantolonumu çektim, doğru eve geldim. Yürümekte epey güçlük çektim. Bahçede, çeşmede yüzümü yıkadım. Bahçeye saklanıp babamın gitmesini bekledim. Saat yedi gibi kızkardeşim çıktı dışarı. Babamı sordum, eve gelmedi, dedi. Bir başka şehre çalışmaya gitmiş. Eve girdim, annem suratımın halini gördüğünde yüzüme tükürdü. Yine mi kavga ettin rezil, bıktım, deyip kapıyı suratıma kapadı. Öbür odaya geçip yattım. Ablam gelip ne olduğunu sordu. Kavga yaptık, nezarette yattım dedim. Banyo yapmak istediğimi söyledim. Hazır sıcak su varmış, leğenle sıcak su getirdi. İç çamaşırı verdi. Yıkanıp üstümü değiştirdim. Külotum kanlıydı, sakladım. Pantolunumda, kazağımda, atletimde de kan vardı ya onlar önemli değildi. Her zaman kavga yaptığımdan arada kanlı geldiğim olurdu eve. Üç beş gün acılar, sancılar
KAOS GL 29/8
geçmedi. Bir hafta sonra arkadaşlarla sokakta şarap içip gezerken, Burak yanımıza geldi. Onu çekip, ben ibne oldum galiba, dedim. Sen zaten ibnesin, dedi, şaka sandı. Ciddiyim, dedim. Saçmalama, insan sürtmeyle ibne olmaz, dedi. Arkadaşlar önden gidiyor, biz arkadan konuşarak yürüyorduk. Tam olayı anlatacaktım ki Mahmut’u fakettim. Şarap şişesi Burak’taydı. Aldım elinden şişeyi, duvara vurup kırdım. Mahmut rastgele küfür ediyordu. Koştum, bir kafa vurup yıktım. Şişenin elimde kalanını karnına vurmaya başladım. O sırada arkadaşlar gelmiş, onlar da tekmeliyorlardı. Arkadaşlardan birisinin elinde bıçağı farkettim. Barış’tı. Yapma dememe kalmadı, kalçasına soktu. Kalktım, bırakın gidelim, dedim. Öldürecektik neredeyse. Aradan 15 gün geçmişti. Bu arada Burak’a anlatmıştım. Burak’la hamama gittik. O sırada hamamda bir hamam ibnesi vardı, para karşılığı kendini pazarlayan. Mahmut hamama ona gelmiş. Burak farketti, bak seninki burada, dedi. Baktım, karşımda oturuyordu. Karnı bayağı parçalanmış, sol göğsünde dikişler vardı ve o halde hamama hamam oğlanı düzmeye gelmiş. Kalkıp yanına gittim, hiçbir şey olmamış gibi, ne haber yiğenim, sen burada mıydın, dedi. O an anladım ki, o gece bizi tanımamış. Ne o yaralısın, dedim. Motordan düştüm, dedi. Bırak şimdi, yeme bizi, dedim. Ne oldu, dedi. Bu yaralar benim eserim, dedim. Kızardı. Bu memleketi terketmezsen sikini de keseceğim, dedim. Dişlerinin arasından ıslık gibi, orospu çocuğu, dedi. Yavaşça elimi uzattım ve birden dikişin birisini çektim. O anda kafasına aliminyum hamam tası indi. Vuran Burak’tı. Herifi güzelce benzettik. O sırada kavgayı gören iki kişi zaten iki kişi vardı- çıktılar, Mahmut’u baygın bir şekilde bırakıp biz de çıktık. Birkaç gün sonra evinden çağırtıp kapısının önünde dövdük. Sonra bensiz, Buraklar, köfte tezgahını dağıtmışlar. Derken herif, memleketi terketti. Garip ama aradan bir ay geçmemişti ki, ikinci defa tecavüz edildim. Şehir dışında, tarlaların içinde, konyak içtik. Yine gazinoya gelen müşterilerdendi.. Çarşıda rastladım -bana bolca bahşiş verirdi gazinoda.- Arabasına aldı beni. Köye gidip gelecem, gidelim mi, dedi. Gidelim, dedim. Gittik, dönüşte tarlaya girdi. Ne oldu, dedim. Şu ağacın gölgesinde biraz içeceğim, dedi. O an aklıma geldi ama bu çok efendi bir adam, diye düşündüm. Üç şişe cep kanyağı varmış. Onları çıkarttı, çukulatayla içmeye başladı. Bana iç bile demedi. O, birisini bitirmişti ki, ben de içmek istiyorum, dedim. Hava sıcak, seni çarpar, dedi. Olsun, içecem, dedim. Aslında kendim kaşındım. İçtim, bir şişe daha yarı olmamıştı ki, her yer dönmeye başladı. Tarlalar dönüyor, gökyüzü dönüyor, her yer dönüyordu. Bir süre yattım, kalktığım an geri düşüyordum. Herif geldi, pantolonumu sıyırdı, hiç karşı koyamadım. Acı da hissetmedim o an. İşini bitirdi. Pantolonumu çekip, taksiye bindirdi. Bu arada hiç konuşmadı. Cebime biraz para sıkıştırdı. Evin önüne getirip bıraktı, gitti. İçeri zor girdim. Yattım. Kalktığımda müthiş acılar ve annemin hakaretleriyle karşılaştım. Bir süre sonra onu aradım, bulamadım. Burak’a anlatmadım. Ama sordum. Afyon’da birahane işletiyor o, dedi. Afyon, 1.5 saatlik yoldu. Bir yıl kadar sonra tesadüf karşılaştık Afyon’da. Hakaret ettim, niye yaptın, dedim. Sarhoştum, kusura bakma, dedi. Bir çizgi attım, dedim. Çizgiler unutulmaz, hesaplaşacağız, dedim. Özür diledi, gitti. Sonra, samimi olmadığım kimseyle içmedim. Bir daha o şekilde olmadı. Ama bunları çok insan duydu. Burak da, ben de anlatmadık. Anlatan kendileri, hem de zorla değil, gönüllü yaptığımı
anlatmışlar. Ondan sonraki yıllar babamla çalışmaya başladım, inşaatta. Bu arada serseriliği de yavaş yavaş bırakıyordum. Sonra 1990 yılında İzmir’e gittim, çalışmaya. İzmir’de Murat adında biriyle tanıştım. Çok güzel bir çocuktu Murat. Siyah iri gözlü, beyaz tenli birisiydi. Benden iki yaş küçüktü. Çabuk kaynaştık, ailesiyle de tanıştım. Arada onlarda kalmaya başladım. Yatakta Murat’la şaka gibi sevişirdik, ama hep şaka olurdu. Bir anda bırakıverirdi ve ben üstüne gidemezdim. Sonra ben, memlekete döndüm. Arada yazıştık. Ona aşık olduğumu sanmıştım. Son görüşmemizde aşık falan olmadığımı anladım. Sonra babam öldü. Ben kısa süre sonra askere gittim. Askerde kadro birliğinde biriyle tanıştım, hareketleri kadın gibi olan birisi. Güzeldi. Sivilde kadın elbisesi giyermiş. Bana anlatırdı. Benim gay olduğumu bir bakışta anlamış. Bir kaç kere seviştik. Ben psikopat olarak tanınıyordum ve onunla sevişmekten kaçındım. Anlanmasın istiyordum, anlanmadı da. Çoğu, onunla samimiyetimden anlıyordu ama birşey diyemiyorlardı. Sonra ben, cezaevine gittim. Suçum, üste fiili saldırı ve kısa süreli firardı. Askeri cezaevinde bir ay kaldım. Sonra sivil cezaevine geçtim. Sekiz aydı, cezamın tamamı. Sivil cezaevinde bir süre tecritte yattım. Sonra koğuşa geçtim. Bir mahkum vardı, kimse sevmezdi onu. Ama ondan korkarlar, samimi görünürlerdi. O, hiçbirine yüz vermezdi. Kısa sürede samimi olduk. Yemeği beraber yiyor, beraber volta atıyorduk. Birgün, masaj yap bana, dedi. Yapmaya başladım. Kalçasına kadar indim. Yüzüne baktım, gülümsedi. Kalçasını okşadım, gözleri kapanmış, dudaklarını ısırıyordu. Herkes koğuştaydı, çekindim. Ranzama geçip yattım. Biraz sonra herkes havalandırmaya çıktı. Herkesle beraber o da çıktı. Voleybol oynuyorlar, oynamayanlar da oynayanları seyrediyordu. Biraz sonra o geldi. Adı Coşkun’du. Yatağına uzandı, kalkıp yanına gittim. Masaj yapayım mı, dedim. Yap, dedi. Yine kalçasını okşadım, çok kibarsın, dedi, çok da güzelsin. Döndü, birden dudaklarımız birleşti. Rahat ve deli gibi seviştik. Biraz sonra mutfaktan gürültüler gelmeye başladı, yemek saati gelmişti. Toparlanıp çıktım. Ben yemeği hazırladım, o da geldi, bana para verdi ve kantinden Bally al, dedi. Yemeği yedikten sonra Bally aldım. Ne olacak bu dedim. Akşama ortam yaratacağız, dedi. Sevişmek için ortam, dedi. Bununla kafayı bulacağız, sonra banyoya gideceğiz, herkes bizi Bally çekiyor sanacak, biz sevişeceğiz, dedi. Akşam oldu, kapılar kapandı. Bu, başladı Bally çekmeye. Bana verdi, çek, dedi, ben de çektim. Çektiğimizi herkes görüyordu, o da zaten görmelerini istiyordu. Bally, insanı o an bulunduğu ortamdan alıp, başka dünyalara götürüyordu. Kendime geldiğimde Coşkun, sağa sola küfürler ediyordu. Poşeti elimden aldı, içine Bally koydu. Ve bağırarak bu orospu çocukları ispiyon eder, ben banyoda çekeceğim, dedi, gitti. Ben de Bally’yi alıp, ardından gittim. Yanına geldiğimde, çekiyordu. Kendine gelmesini bekledim. Kendine geldi ve sevişmeye başladık. Bu bir ay kadar devam etti. Sonra ben, kavga yaptım ve idare beni koğuştan tecrite aldı. Tecritte birisi bana sarkmaya başladı, ona yüz vermedim, hiç hoş birisi değildi. Sonra bize yeni bir koğuş açıldı. Tecritte bayağı kalabalık olmuştuk. Yeni koğuşta kimseyle samimi olamadığım için kütüphaneden kitap alıp okumaya başladım. O arada bir de şiirim yayınlandı cezaevi gazetesinde. Sonra bana sarkan herif, üstümde psikolojik baskı kurmaya başladı. Benim üstüme arkadaşlarını da kışkırtıyordu. Dayanamadım, kavga ettik. Hücreye atıldım.
KAOS GL 29/9
Hücrede bir süre sonra hayaller görmeye başladım. Tecavüz gülümsüyordu. Tertemiz bir ifade vardı gözlerinde. Bense olaylarını hücrede hayali yaşamaya başladım. Hücreden acayip bir kommplekse kapılmış, ondan kurtulmaya çıkınca başka bir koğuşa verildim. İnsanlarla uyumsuzdum. çalışıyordum. Lanet olsun, kafamın içi bir sürü ıvır zıvırla Sonra cezam bitti. Askerliğim bitti. Psikiyatriste gittim. dolmuş bir türlü bu boktan duygulardan kurtulamıyordum. Teşhis, aşırı duygusal olmamdı. Ciddi birşey yoktu. Onun gülücüğüne sahte bir gülücükle karşılık veriyor, Bunların sonucu aile baskısıyla evlendim. Kadınlardan kendimle mücadele ediyordum. Ona anlatmalıyım diye hoşlanmadığımı anlamıştım ama eşcinselliği ben de düşündüm. Eve geldik, evde üç kişi kaldıklarını bana çevremdeki herkes gibi sapıklık olarak değerlendiriyor ve söylemişti. Diğer ikisi heteroydu. Birisi, onun gay olduğunu kadınlardan hoşlanmaya biliyor, diğeri bilmiyordu. Evde çalışıyordum. Sonuçta evlendim o an, onun gay olduğunu ve her cinsel ilişki sonrası bilmeyen kişi vardı. odasına Yolda bana Halil, gay olduğunu nasıl böğüre böğüre istifra ediyordum. geçtik, dizdize oturduk. anladın, dedi. Korktum, düşündüm, Bir sürü anlaşmazlık sonucu Gözlerimin içine bakıyordu. ayrıldık. Ben, başka bir şehire Bakışları sevgi dolu, tertemiz ve tecavüz kelimesi dudaklarımdan çalışmaya gittim. O dönemler heyecanlıydı. Bense beynimdeki dökülüverdi. Tecavüz edildim ben, sosyalist geçiniyordum. Birisi ile saçmalıkları bir türlü dedim. Aslında bu o sorunun cevabı tanıştım. ÖDP’liydi. Marksist kovamıyordum. İçimde benden değildi, sosyal demokrat hiç ayrı bir kişi daha vardı sanki. değildi. Niye söylediğimi hala değildi. Gayet alçak gönüllü bir Hani masallardaki kötü cadılar bilmiyorum. insandı. Çok iyi anlaşıyorduk. gibi. İçimdeki, bak onun dünyası Sürekli sohbet ediyorduk. Ve tertemiz, kirletme onu diyordu. birgün konu ÖDP’nin Sen iğrençsin, sen kötüsün eşcinselliğe bakış açısına geldi. diyordu. Bir karamsarlık çöktü Ben karşı çıktım. O bana, bana. Ona anlatmayı düşündüm eşcinselliği anlattı, ben heteroyum, dedi. Bir süre sonra ben ama başaramadım. O hala tatlı tatlı gözlerimin içine ona, galiba ben gayim, dedim. Anlamıştım, dedi. Ona, bakıyordu. Gözlerin çok güzel dedi. Seninkisi daha güzel Murat’ı anlatışımdan anlamış. Ve bana KAOS GL’nin dedim. Bana bir şiir okudu. Murathan Mungan’ın Yalnız Bir adresini verdi. KAOS GL ile yazışmaya başladım. Opera’sıydı. Şiirde kirli geçmişim, diyor ve Ankara’ya gittiğim iki kez KAOS GL’nin toplantısına anladığımdaysa/yapacak tek şey kalmıştı sana/ bütün katıldım. İkinci gittiğimde toplantıda birisi dikkatimi çekti. kazananlar gibi terkettin, diyordu. Bu şiir iyice karamsarlaştırdı beni. Çok doğru bu şiir. Kirlinin temizin Sol köşede oturuyor ve bana bakıyordu. Bir anda göz göze yanında yeri yok diyecektim ki, şiir çok güzel, dedim. Sonra gelmiştik, gözümü kaçırdım, ama onun yanına gittim, titrek onun diğer arkadaşlarıyla tanıştım. Bütün arkadaşları iyi bir sesle merhaba dedim. Tokalaştık, tanıştık. Simsiyah gözler, esmer bir ten ve gür kirpikler… İşte beni ona çeken insanlardı. Bu kadar temiz insanların yanında bana yer yok güzellik. Konuşma şekli bile bir başka güzeldi. Biraz diye düşünüyordum. Ona anlatmayı deniyor, korkuyor, konuştuk, şiiri seviyordu, okumayı seviyordu, edebiyat anlatamıyordum. Beş gün kaldım onun yanında, beş gün bu konusunda da ortaktık. Evet, eşcinselliği kabul ettiğimden kompleksten kurtulamadım. Bunu bir kompleks olduğunu beri nihayet hoşlandığım ve eşcinsel olan biriyle karşılaştım anlıyor, bu kompleksten de kendimi alamıyordum. Beş gün diye düşündüm. Bana yazar mısın, dedim, tabi, dedi. sonra gitmem gerek deyip, ayrıldım oradan. Sonra ona bir Mutluydum. Toplantı sonu adresimi verdim. Toplantı çıkışı mektup yazıp herşeyi açıkladım. Telefon edip Halil, sen caddede biraz konuştuk. Kendimi biraz zorlayarak, senden benim en iyi arkadaşlarımdansın ama sadece arkadaşımsın çok hoşlandım, dedim. Ben de, dedi. Unutma, yaz, galiba diyordu. Olmadı Halil, olmuyor, diyordu. Evet, kirli yarın gidiyorum, dedim. Ama dönüşümü erteledim, birgün geçmişimi öğrenmiş ve terkediyordu. Neydi o kirli geçmiş sonra buluştuk. O da beni düşünmüş, gay olduğunu bilen kompleksi, o aşağılık kompleksi, aptalca birşeydi ama birkaç arkadaşına söylemiş. İçim sevinçle doldu. tamamen istem dışı birşeydi. Şu anki durumum; ona aşığım, Inanamıyordum. Rüya gibi birşeydi. Hiç o anki kadar mutlu onsuz bir hayat düşünemiyorum. Her gün içiyordum. Son olduğumu hatırlamıyorum. O da beni beğenmişti, beni iki gündür içmiyorum artık. Alkol midemi ağrıtıyor. Çok iyi istiyordu. Hiç tatmadığım bir tutkuydu. Ona gitmeyi bir insandı, bana çok iyi davrandı. Çevresindeki herkesce kararlaştırdık. Yolda bana Halil, gay olduğunu nasıl anladın, seviliyor. Ayrıca çok güzel ve duygusal biri. Benim dedi. Korktum, düşündüm, tecavüz kelimesi dudaklarımdan sonumsa galiba Giovanni’nin sonu gibi olacak. Şu anda dökülüverdi. Tecavüz edildim ben, dedim. Aslında bu o kendimi çok iğrenç buluyorum. sorunun cevabı değildi. Niye söylediğimi hala bilmiyorum. Sonra içimi bir korku sardı, bir paranoyaydı bu. Ve ayrıca “Anladığındaysa bir eksiğim olduğu hissine kapıldım. Garipsedim, yapacak tek şey kalmıştı ona bunalmaya başladım. Birbirimizi tanımıyoruz, diyebildim. bütün kazananlar gibi Ama tecavüz aklıma takılmıştı. Tecavüzün bunalımları terketti” başlamıştı. Bir sakinleştiriciye ya da ağlamaya ihtiyaç 16.12.1996 duydum. Kafamdan atmak istiyor, atamıyordum. O bana bakıp, gülümsüyordu, o simsiyah gözleri sevgiyle
KAOS GL 29/10
Coşkun Geçenlerde yeni tanıştığım orta yaşlı bir eşcinsel arkadaşımla sohbet ediyorduk. Cicili kıyafetleri, pembe yanakları ve kadife gibi yumuşak ses tonuyla olgunlaşmış bir şeftali kadar hoştu. Bana dert ağlarken, el hareketleri, mimikleri ve o pırpır eden kirpikleriyle kadınsıydı ama şekerpare kadar da tatlıydı. Diyordu ki, “Coşkuncuğum, bu insanlara anlatmak lazım. Bunca senedir bir çok erkekle yatıp kalktım, bana hep eşcinsel gözüyle baktılar. İşleri bitince terk edip gittiler beni yatakta. Söylesene, onlar da eşcinsel değil miydi? Benle yattıklarına göre onların da eşcinsel olduklarını onlara anlatmalıyız.” Bütün yumuşaklığına rağmen arkadaşımın bu hareketli çıkışı, çırpınışı bir şeylere isyandı ve o mutsuzdu. Benzer bir isyanı Lambda toplantısında bir iki gay arkadaştan daha duymuştum. Onların farkı ses tonlarının ve mimiklerinin daha maço olmasıydı. Şöyle diyorlardı, “Bizimle yatan erkekler de eşcinseldir. Bunu onların yüzüne haykırmalıyız. Hatta bunu kabul etmeyeceklerle yatmamalıyız.” Daha da önceleri bir akşam Değirmen’de uzun saçlı, hafif makyajlı, dişil bir lubunya1 arkadaşımla sohbet etmiştim. Karşımızdaki masada oturan, arena boğalarına benzeyen ve biradan köpüklenmiş bıyıklarını silmekte olan adamı göstererek, önceki akşam onunla yaptığı seksi ve onun similyasının2 gücünü anlatıyordu bana, ağzından bal akarak. “Adamın poposu da güzel miydi?” dedim. Lubunya utandı, yanakları kızardı ve “Nerden bileyim, poposuyla ilgilenmiyordum. Hem adamın poposundan bize ne, ayol. Söylesene, yoksa sen digin3 misin, abla?” diyerek terslemişti beni. Yıllar önce Amerikalı bir gayle sohbet ederken “Heteroseksüel erkeklere ilgi duyar mısın?” diye sormuştum. Şöyle cevap vermişti, “Ben erkeklerden hoşlanırım. Onları kategorize etmem. Hoşlandığım erkeklerle beraber olurum. Mutlu olabilirsem ilişkimiz devam eder, mutlu olamazsak biter. Hiçbir erkeğe önyargılı yaklaşmam.” Amerikalı gay, erkek dünyasıyla barışık ama önce kendisiyle barışık. Diğer erkeklerin kendini eşcinsel olarak adlandırması, kendi eşcinselliğini azaltmaz veya artırmaz. Onun için adlandırmalarla fazlaca ilgilenmiyor. Kendini ve ne istediğini çok iyi biliyor. Amacı mutlu olmak, eğer mutluysa partnerinin adı sanı önemli değil. Eğer mutlu değilse derhal noktayı koyuyor. Ayrıca o, kendini kullandırmayacak kadar güçlü ve bilinçli. Evet erkekten hoşlanmak. Agresif, maço ruh halinden, sesinden, saçından, yürüyüşünden, güçlü kolları ve kaslı bacaklarından, göğsünden, sosis similyasından ve kuş yumurtası kadar sıcak hassas testislerinden, sert poposundan hoşlanmak. Bunların tümünü tek bir erkekte bulmak mümkün değil. Hiçbir insan mükemmel olmadığı gibi, isteklerimiz ve ölçütlerimiz de sabit değil. Bir gün kor dudaklar yakar içimi, öpmek isterim ateşli ateşli; bir gün güzel bir popodur beni hayallere sürükleyen ve bazen canım similya ister, plastik cop misali. Bazen de çıplak bir erkeğin vücudunu seyretmek isterim, heykelini yapacakmışım gibi. Eğer onu gördüğümde nabzım yükseliyorsa, eğer fantezilerimin değişmez aktörüyse, eğer fırtınalar koparıyorsa yüreğimde, eğer saygı duyuyorsak birbirimize, eğer asgaride uzlaşabiliyorsak ve gökteki melekler de kıskanıyorsa mutluluğumu ne önemi var, klasik adlandırmaların ve klasik çerçevelerin içersine hapsolmanın.
İstekli, sımsıcak ve dipdiri Çıplak vücutlar Kenetlenmiş iki mıknatıs gibi Nerden bilsin sevgiden yoksun kalpler Birisi mühendismiş Öteki simitçi 1
Efemine erkek eşcinsel Penis 3 Hem aktif, hem pasif eşcinsel 2
KAOS GL 29/12
Derleyen: Selçuk Gökoluk Pekinli gayler arasında bu barın adı bilinen bir sır. Bu küçük Cumartesi geceleri kalabalık zemin katın bir köşesi barda bir bardak dolusu bira için altı dolar isteniyor. Sağır genellikle gay oldukları bilinen kimselerce tutuluyor ve edici bir müziğe karşın, dans ve diğer bedensel etkinliklere bazıları küçük gruplar halinde dansediyorlar. hoş bakılmıyor. Böyle olmasına rağmen, burası Çarşamba akşamları çok sayıda insanın toplandığı bir yer. Bunun Diğer kent merkezlerinde manzara daha kötü durumda. nedeni Çarşambanın barın resmi “gay gecesi” olması. Kuzey Çin’de bir sanayi kenti Tianjin’de polis, gayleri Uluslararası bir şirkette çalışan, barın 23 yaşındaki köşebaşlarındaki fahişelerle birlikte genel bir bela olarak üniversite mezunu sadık bir müşterisi gülümseyerek buranın görüyor ve işlerini bitirmek için var gücüyle çalışıyor. “çok güvenli bir yer” olduğunu söylüyor. Ona göre bu bar Gayler polisin sık sık eşcinselleri tutukladığını ve zaman gibi, insanların rahatlayabileceği mekanların olması bir zaman şüpheli eşcinselleri dövdüğünü belirtiyor: Saldırılar gereklilik. Ancak bu olanak her yerde, her zaman geçerli bölgedeki bir çok gayi yeraltına itmiş veya diğer kentlere olmuyor. Birçok Pekinli gay bir diğer buluşma yeri olan kaçmak zorunda bırakmış. Diğer bölgelerde yetkili Denizatı’nda iki yıl önce neler olduğunu iyi hatırlıyor. Bir makamlar suistimallerini daha ustaca yapıyorlar. gay çalışan barda efsanevi bir sevgililer gecesi düzenlemiş. Katılan insanlar herkesin muhteşem bir gece geçirdiğini Çin’de Batı tarzı eylemci organizasyonlar yok. Gay veya görmüş. Erkekler birlikte vals yapıp, eşlerine karaoke aşk başka bireysel haklar talep eden bağımsız gruplar merkezi şarkıları söylemişler. Yerel otoriteler bu otorite tarafından hoş görülmüyor. durum üzerine önlemler almışlar. Kamu sağlığına hizmet adına birkaç Organizatör olaydan kısa süre sonra gayrı-resmi derneğe çalışma izni Çin’i yöneten işini kaybetmiş, şimdi kapalı olan veriliyor. Ancak bu bağlamın Denizatı da bir daha böyle bir işe asla dışında hükümet halkın gay yaşamı imparatorlardan on girişmemiş. konusunda bilgilendirilme çabaları tanesinin eşcinselliği için derin bir tedirginlik duyuyor. bilinirdi. Ancak, kısmen Batı Örneğin 1993 yılında gay aşkını Çin de gay olmak hala beraberinde zorluk ve acı getiriyor. Eşcinsellik açıkca betimlediği için “Farewell kültürünün 19. yüzyılla uzmanları lezbiyenlik konusunda pek My Concubine” adlı film birlikte Çin toplumuna az bilgileri olduğunu söylüyorlar ama yasaklandı. En üst düzeydeki eşcinsel kadın ve erkeklerin toplam ideolojik yayın olan “Doğruyu sızmasıyla, eşcinsellik nüfusun yüzde bir ile beş arasında bir Gerçeklerde Aramak” film modern Çin’de bölümünü oluşturduğunu hesaplıyorlar hakkında sert bir yazı yazdı ve horgörülmeye başlandı. -bunun anlamı Çin de altmış milyon eşcinselliği iğrenç bir toplumsal kadar eşcinselin olduğu. En azından, olgu olarak anlattı. eşcinsel karşıtı yasalar yok. Yüksek Halk Mahkemesi yetişkin erkekler Çin’deki bazı etkin insanlar arasındaki eski anal seks yasağını on yıl önce kaldırmış. eşcinsellerin daha fazla kabullenilmesi yönünde konuşmaya Ancak çoğu gay hala evlerinin basılıp yağmalanması, yerel başladılar. Bunlardan biri Çin Toplumsal Bilimler polis ve hatta ailelerinden saldırı gelme korkusu içinde Akademisinin önde gelen filozoflarından Qiu Renzong. yaşıyorlar. Aynı zamanda Çin’i sarsabilecek AIDS Daha önceleri eşcinsellerin modern Çin’de hem sapkın hem tendidine karşı da özellikle eşcinseller korunmasızlar. de küçük bir azınlık olduklarını düşünürken 1989’da Amerika’ya yaptığı ziyaretle düşüncelerini değiştirir. Bu tür sorunlara karşın çok sayıda büyük kentte gay Burada Çin’deki tarihi ve çağdaş eşcinsel yaşamını buluşma mekanları bulmak oldukça kolay. Şangay’ın sıcak belgeleyen araştırmalarla karşılaşır. Karşılıklı rızaya dayalı gecelerinde genç erkek aşıklar deniz kıyısında birlikte gay seksinin kendi başına hiç kimseye bir zararı olmadığına gezebiliyorlar. Sichuan’ın başkenti Chengdu’da gün karar verir. Şimdi Çin’de herhangi birinin eşcinsellik batımından sonra Lu Xun Parkı gözde bir buluşma yeri. yüzünden cezalandırılmasını haklı gösterebilecek ahlaki bir Pekin’de ise çok sayıda toplanma bölgesi var. Parasız gerekçe düşünemiyor bile. Tek çocuk siyasetinin bir ailenin gayler, erkekler için resmi olmayan bir sağlık organizasyonu erkek varislerini temin etmek için olabildiğince çok erkek AIDS Eylem Projesi’nin gönüllüleri tarafından düzenli çocuk edinme şeklindeki Konfüçyus idealinin olarak broşürlerin dağıtıldığı, Dongdan Parkında kaybolmasından beri seksin üremeye dayandırılmasının bir buluşuyorlar. Yuppiler ise Nightman Disko gibi gay ve anlamı da kalmadı. Bireysel seçime saygı ilkesi Renzong’u straightlerin özgürce davranabildiği yerlere gidiyorlar. olanaklı tek bir sonuçla karşı karşıya bırakıyor: Eğer gayler,
KAOS GL 29/13
eşcinsel aşktan haz alıyorlarsa, daha ne. Qiu bu yılın sonunda Çin’de basılacak olan “AIDS, Seks ve Etik” adlı kitabının eşcinsellik üzerine bir bölüm içereceğini de söylüyor. Kamu Güvenliği Bakanlığı aynı cinsten çiftlerin yaşama haklarını kamuoyu önünde tanıdı. Dört yıl önceki bir olayda, Anhui eyaletinde bir baba yerel polisi kızını ve lezbiyen aşığını tutuklamaları için ikna etmiş. Baba kızının evine dönüp evlenmesi için sabırsızlanıyormuş ve kızın baştan çıkarıldığını düşünüyormuş. Tutuklama sözcüğü bakanlığa ulaşır ulaşmaz iki lezbiyenin derhal serbest bırakılmaları için emir gelmiş, çünkü suçlandıkları şey, bir suç değilmiş. Çok sayıda resmi dergi ve gazete olayı zamanında haber yapmışlar. Şimdi Çinli gayler bakanlığın kararını bir dönüm noktası olarak görüyorlar. Yasalar gaylerin birlikte yaşamalarına izin verse bile hala başka engeller var.
Antik Çin, dünyanın en kapsamlı eşcinsel edebiyatını üretmesine rağmen, modern Çin’de eşcinselliğe anormallik ve kötülük diye bakılıyor. Çin’in 1980’lerle birlikte dünyaya açılma siyasetini benimsemesiyle eşcinselliğe yönelik tutumlar da değişmeye, daha hoşgörülü olmaya başladı. Antik Çin’de eşcinsellik çok yaygındı ve eşcinsellere baskı yapılmıyordu. Bunun en tipik örneği Han hanedanıdır. Çin’i yöneten imparatorlardan on tanesinin eşcinselliği bilinirdi. Ancak, Batı kültürünün 19. yüzyılla birlikte Çin toplumuna sızmasıyla, eşcinsellik modern Çin’de horgörülmeye başlandı. Komünistlerin 1949’da iktidara gelmeleriyle eşcinsellik Batı kaynaklı bir bela olarak tanımlandı. 1990’lardan önce hükümet, resmi olarak Çin’de eşcinsel olduğunu kabul etmiyordu. Eşcinselliğin yozlaşmış ve dejenere Batı toplumsal olgularından biri olduğunu söylüyordu. Şimdi ise hükümet Çin’de eşcinsellerin varlığını kabul ediyor ve hatta Pekin, Tianjin ve diğer büyük kentlerdeki eşcinsellerin resmi olarak sayılarını bile yayınlıyor. Bu Çin için ileriye doğru büyük bir gelişme.
Kaynaklar: ILGA BULLETIN, 4/96 NEWSWEEK, NİSAN 96
ILGA BULLETIN 4/96, HABER ÖZETLERİ Buenos Aires Latin Amerika’nın İspanyolca konuşulan bölümünde cinsel yönelime dayalı ayrımcılığı yasaklayan ilk kent oldu. Romanya’nın Sodomi yasalarını kaldırmayı reddetmesi Avrupa Parlementosunda “derin infial” yarattı. Almanya Yeşiller Partisi parlementoya lezbiyenlerin ve gaylerin ayrımcılıktan korunması ve eşcinsel çiftlerin resmi olarak tanınmasını içeren bir yasa teklifi sundu. Hong-Kong hükümeti eşcinsellere ayrımcılık yapılması karşıtı bir yasayı yürürlülüğe koymama kararı aldı.
Batı Avustralya eyalet parlementosu cinsel yönelime dayalı ayrımcılığı yasaklayan bir yasa önerisini reddetti.
yönelime dayalı ayrımcılığı yasaklayan bir yasa önerisi ise senatoda reddedildi.
Mississipi ve Pennsylvania’da eşcinsel evliliğini yasaklayan yasalar kabul edildi.
Avusturya’da ilk eşcinsel evliliği yapıldı. Psikoposun uyarısına karşın bu lezbiyen çiftin evliliğini kutsayan rahip Evanjelik Kilisesi’nde ve medyada tartışma yarattı.
Çeçenistan’da iktidara gelen bağımsızlık yanlısı radikal islamcılar beş yıl hapisten idam cezasına kadar uzanan bir anti-sodomi yasasını içeren İslami esaslara dayalı yeni bir ceza kanunu hazırlıyorlar. Çeçenistan’da barışın faturası eşcinsellere ödetiliyor.
Finlandiya, eşcinselliğin teşvik edilmesini yasaklayan yasanın iptalini ve cinsel ilişki için izin verilen alt sınır yaşının eşcinseller ve heteroseksüeller için onbeşe düşürülmesini planlıyor.
ABD’de evliliğin bir erkekle bir kadının birlikteliği olarak tanımlandığı “Evliliği Savunma Yasası” senatoda onaylandı. İş yerlerinde cinsel
Rusya cinsel ilişki için izin verilen alt sınır yaşı eşcinseller ve heteroseksüeller için onaltıda eşitledi. Eski Sovyet Cumhuriyeti Beyaz Rusya eşcinselliği yasallaştırdı.
Çeviren: Selçuk Gökoluk
KAOS GL 29/14
Ben bir heteroseksüelim ama … Merhaba... Bir isyan çığlığı halindeki yazını okuduğumda ilk aklıma gelen bu genç insanın acaba neler yaşadığıydı. Neler yaşıyor, neler hissediyordun ki biraz bence haksız bir genellemeyle bütün sağcıları solcuları ve daha niceleri seksist ayrımcı ve maganda kategorisine sokuyordun. Bu nefrete, bu küskünlüğe seni sevk eden yalnızca cinsel tercihinin farklı olması mı, yoksa bunu ifade edememenin verdiği doyumsuzluk mu bilemiyorum. Biliyor musun senin bu yazın bana daha önce okuduğum yazıları hatırlattı. Açıkcası diğer yazıların amacı belirgindi. Cinsel partner aramak. Eşcinsellerin cinsel partner bulmak konusunda ne denli zorlandıklarını biliyorum veya tahmin edebiliyorum diyeyim. Aşklarınızın karşılıksız olması, sevgilerinizi ifade edememeniz, aşağılanmanız ve kendinize uygun arkadaşlar bulamamanız evet bunlar pek hoş değil. Ama öncelikle sizler dürüst olsanız diğerlerinden de dürüstlük bekleme hakkınız daha fazla olur. Öncelikle senin mektubunu ele alalım. Bunları seni eleştirmek ve çelişkilerini yüzüne vurmak amacıyla değil gelebilecek oklara seni hazırlamak için yazdığıma inan. Çocuğunun senin gibi olmasını istemiyorsun hemen ardından eşcinsel olduğun için mutlu olduğunu söylüyorsun. Ayrımcılıktan nefret ediyorsun fakat insanları sağcı, solcu, bölücü, ülkücü diye ayırıyor ve toptan maganda olarak niteliyorsun, üstelik nefret ediyorsun. İnsanların dürüst olmamasından şikayetçisin ama aşık olabileceği bir cinsel partner aradığını (bunun için seni suçlamıyorum) açıkca ifade edemiyorsun. Baştan erkek ve heteroseksüelleri dışlıyorsun. Evet benim ilk başta gördüğüm çelişkiler bunlar. Seninle yazışmamın asıl sebebi kendini yapayalnız ve dost arayışı içinde hissetmen. Keşke sizlere yönelik dergiler olsa da örneğin şöyle bir yazı çıkabilse “Ben.. yaşında bir eşcinselim... hoşlanıyorum. Genç ve yakışıklı erkeklerle beraber olmak istiyorum. Bana yazın. Belki bir gün ne dersin?” Ben bir erkeğim ve heteroseksüelim (en azından şimdiye kadarki bütün cinsel deneyimlerim böyleydi!!) Yaşım 25 ve öğrenciyim. Bugüne kadar çeşitli eşcinsel, biseksüel arkadaşım oldu. Yani sınıfladığın erkek egemen, maganda, bağnaz heterolardan değilim. Eşcinsel dostlarım da senin gibi karşılıksız aşklardan, sevgilerini ifade edememeden ve yanlış anlaşılmaktan şikayetçiydiler. Dış görünüşü tamamen erkek olanlar dahi büyük bir korkuyla yanlış anlaşılmaktan (ne demekse) ve reddedilmekten korkuyorlardı. Onlara biraz da espriyle karışık şunu söylüyordum: “dün gece hiç tanımadığın bir erkeğe sırf laf olsun diye merhaba de!” Bu esprinin altında yatan asıl anlam kendine güvensizlik ve kuşku idi. Bu iki özellik çağımızın en büyük günahları olmakla birlikte onları daha büyük günahlarla örtmeye çalışıyoruz. Onlar da kendini beğenme ve kibirlilik. Kalabalık içinde takındığımız en güvenli pozlar ve tavırlar, tiril tiril titreyen güvensiz kalplerimizi
maskelerler. Soğukkanlı ve hoş pozlar maalesef taktığımız maskelerden sızan çatlakları gizlemeye yetmiyor. Pek çoğumuz kendimizden memnun değiliz. Çünkü benliklerimiz huzursuz. Hayatta en çok istediğin nedir? Diğerleriyle sevgi dolu, sade bir ilişki kurmak değil mi? Kendimize yönelik güvensizlik, değerlendirilme korkusu, reddedilmenin verdiği yıkımın yaşanması yüzünden bu işi sürekli zorlaştırıyoruz. Yalnızlıklarımızın kendi etkilerimizim hasatı olduğunu bir türlü kabul etmeyiz. Hayatın adil olmadığına, kaderin acımasız, bütün insanların anlayışsız olduğuna (sen gıcık mı demiştin) inanmak daha kolaydır. Kendi yalnızlıklarımızın güvensiz mimarlarının niye kendimiz olduğuna inanmaktan başka herşeye inanmayı tercih ediyoruz. Ne çok zigzaglar çiziyoruz yaşamda. Güvensiz bir insanın sürekli yaşadığı şu çelişkiden daha zalim bir çelişki var mıdır acaba? Yakınlaşmak isterler. Ama bu yakınlık kendilerinin, karşıdaki insan tarafından olduğu gibi görünmeleri ve dolayısıyla reddedilme riskini de beraberinde getirir. Bu nedenle yakın ilişkilerin açacağı yaralardan korunmak için kendilerini geri çekerler ve yalnızlıklarını daha da artırırlar. (Sen ne dersin?) Oynadığın bu rolü daha ne kadar sürdüreceğini sanıyorsun. Kendini özgürce dile getirememenin gerilimini yaşıyorsun. Bu gerilimi, gündelik yaşamda kullandığımız bir düzine maskede, farklı zaman ve mekanlarda hemen hergün yaşamıyor muyuz? İnsanoğlunun hayatının zaten büyük bir bölümü rol yaparak geçer. Beğenmediğimiz yanlarımızı örter umuduyla maske takarız. Olduğumuz gibi değil de taklit ettiğimiz kişiler yüzünden sevileceğimize ilişkin garip bir umut içindeyiz. Yani saflığını mükemmel bir bilgiçlikle gizleyen hanımkızdan, saygıdeğer kentli burjuva gibi görünmeye çalışan kırsal kesimden bir arkadaştan ya da içten içe kuşku duyduğu erkekliğini güçlü kasların altına gizleyen delikanlıdan bahsediyorum. Biraz daha dürüst ve kendimiz gibi olalım. Kültürün bilincimizin derinliklerine pompaladığı insan gibi olmak yerine bir araç olma idealine karşı çıkalım. Kültürün öğretileri aslında kötü amaçlı olmasada kesinlikle akıllıca değildir. Kendi varoluşumuzla ilişkide olmamızı sağlayamazlar. Yaşamın gerçek tadı bir şişe cocacola’dan sağlanacak duruma geldiyse o yaşam ne boş yaşamdır. Aşık olmak ya da aşık olunabilmek için gereksinim duyduğumuz özgüven bir paket nestle çukulataya bağlanmışsa o ne yüzeysel bir yaşamdır. Diğer insanlarla beraberliklerimizde ancak bazı deodorantlar ya da losyonlar aracılığıyla oluyorsa, bir anlık bile “insan” gibi kokmamıza izin verilmiyorsa, bu dünyada gerçek insanca arkadaşlıklara yer yok demektir. Oysa, yaşamın anlamı bunlardan çok daha farklı olabilir. Çünkü “insan olmak” bunlardan farklı bir şeyi içermelidir. Biliyorum sevgisizlikten şikayatçiyiz ama öncelikle kendimizi sevmiyoruz. Bunu öğrenebilir miyiz?
Uzun süre mektuplaştığım ve sohbet ettiğim arkadaşımın yazdıklarını derledim. Sohbetlerden bir şeyler de ekledim. Farklı bakış açılarının da dergide yer alması görüşündeyim. Kendisinden bu konuda izin aldım ayrıca...
Cengiz
KAOS GL29/15
Onun Gibi Olmak İsterdim Hani bir duygu vardır, başka bir kız çok güzel şeyler yapar ve sen de onun gibi olmak, hatta sen de başkaları tarafından beğenilmek istersin! Mesela sınıfındaki hiçbirşeye boyun eğmeyen cesur kız gibi. Veya yakıcı giysiler giyen, gerçekten iyi makyaj yapan Jeninfer gibi. Sporda hep birinci olan, herkesi gölgesinde bırakan Gülgen gibi. Ya da Martina Navratilova, Steffi Graf veya Gabriela Sabatini gibi kadın sporcuları beğenir ve kendin de bir tenis yıldızı olmak isterdin! Hele en çok sevdiğin şarkıcı, gerçekten mükemmel değil mi? Ve o müthiş dayanılmaz sesi... Kimbilir, belki her zaman cana yakın davranan ve dersi ilginç anlatarak, zamanın nasıl uçup gittiğini farkettirmeyen bir bayan öğretmenin vardır, hatta içinden “ah, keşke bütün derslerim bu hocada olsa…” diye bakarak iç geçiriyorsundur ve üstelik okula gitmek bile zevk veriyordur artık. Veya en cana yakın kız arkadaşın, çılgınca şeyleri beraber yaşadığın can yoldaşın. Hiç ayrılamadığın, ama ayrılmak zorunda kalınca telefonlaşmadan yapamadığın arkadaşın. Belki hayran olduğun bir komşun, teyzen ya da teyze kızı vardır ve onlar gibi bir hayat sürdürmek istiyorsundur. İster hayranlık duyduğun kadın ulaşılmaz olsun, ister günlük yaşantında birşeyleri paylaştığın bir kız olsun; her ne olursa olsun sonuçta hayranlık duymak güzel bir duygu! Onunla karşılaştığında, hatta sadece onu düşündüğün anda bile heyecanlanıyorsun. Hani seni kıpır kıpır yapan, neşe dolu bir duygu. Sabırsızca onu okulda
göreceğin günleri dört gözle bekliyor ve neler yapabileceğinizi hayalinde canlandırıyor, onunla konuşmak ve ne pahasına olursa olsun onu bir daha görmeyi arzuluyorsun, ama gördüğünde de dizlerin titremeye başlıyor, dilin tutulur adeta ağzından çıt çıkaramaz hale gelip “Ah! Yer yarılsa da içine girsem!” diyorsun. Belki çaktırmadan onun için süsleniyor, böylece ilgisini çekmeye çalışılyorsun. İyi bir anda onu etkilemek için akıllıca şeyler söylemek istiyorsun. Ya da onun ilgisini üzerine çekmeyi istediğin halde, bir türlü nasıl yapabileceğini bilmiyorsun. Bunun yerine onu inceden inceye izliyor, “tesadüfen” onun evinin önünden geçip, odasında ışık yanıp yanmadığına bakıyorsun. Ona telefon açıyorsun, ama o ahizeyi kaldırdığında da çarçabuk telefonu kapatıyorsun. Geceleri onun hayalini kurmaktan uyuyamıyorsun, üstelik yiyip içmekten kesiliyorsun. Her ne olursa olsun bütün bunlar son derece kafanı yoruyor ve başka bir şey düşünmek elinden gelmiyor. Artık duyguların söz dinlemez hale geliyor ve tüm benliğin kıpır kıpır. Bütün dünyayla boy ölçüşebilecek gibi hissediyorsun kendini. Sanki hiçbir şey tutamaz seni. Kız, sen aşık mı oldun yoksa? Ama bir K I Z A aşık olmak mümkün mü?
Bir Kıza Aşık Olmak Mümkün mü? Bak, bu her kızın başına gelebilir. Hatta tahmin ettiğinden çok daha fazla kız aynı şeyi yaşıyor. Yaklaşık her kadının hayatında bu tür tecrübeler yaşamış olduğu bir gerçek. Evet, üstelik evlenip çoluk çocuk sahibi olan ve böylelikle heteroseksüel bir yaşamı seçmiş olan kadınlar bile bu tür tecrübelerini anımsıyorlar. Zamanında onlar da
KAOS GL 29/16
bir kız arkadaşlarına yakın olmuşlar ve hatta birbirlerini sevmişler. Yani aralarında elektriklenme olduğunu hatırlıyorlar. Ne yazık ki bu kadınların çoğu başkalarıyla bu olaylar üzerine açıkça konuşmaya cesaret edemiyorlar. Ne yaparsın “normal” olarak geçerliliğini koruyan, bir kızın sadece bir erkeğe aşık olması. Ama “normal” olan ne ki? Kimbilir, gerçekten tam anlamıyla aşık olup olmadığından emin değilsindir ve duygularının geçici olduğunu düşünüyorsundur. Daha önce bir erkeğe aşık olup, hatta onunla beraber olmuşsan, şimdi büyük ihtimalle karmakarışıksındır, çünkü bir kıza olan aşk duygularının birdenbire nereden geldiğini kendine pek izah edemiyorsundur. Olabilir ya, sen de bazı kızlar gibi, hem kızlara hem de erkeklere aşık oluyorsun ve bunu bir sorun olarak görmeyip, bunu böylece yaşamak istiyorsundur. Kızlar var ki, sırf erkeklerle beraber olmuşlar ama pek zevk almamışlar bundan. Bazı kızlarsa sadece kızlara aşık oluyorlar ve kadınları çok daha ilgi çekici bulduklarını söylüyorlar. Bazıları şimdiye kadar hayatlarında hiç aşık olmamışlar, bu yüzden neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Her ne olursa olsun, kesinkes karar vermek zorunda değilsin. Hoşuna gidenin ne olduğunu bulman için dilediğince zamanın var. Acele etmene hiç gerek yok. Ama olur ya, belki senin kızlar için hissettiğin duyguların ne türden olduğunu ve sonucunda seni bekleyenin ne olduğunu bir an önce öğrenmek istiyorsundur… Hadi bir kıza aşıksın diyelim. Herşeyden önce bu bir duygu. Güzel, sıcak, ılımlı, heyecanlandırıcı bir duygu. Bu duygular senin! Hiç kimse onları senden çalamaz ve sen onlarla istediğini yapabilirsin. Olur ya, bu hislerini öncelikle kendine saklamak isteyebilirsin, çünkü onların son derece güçlü, yeni ve alışılagelmişin dışında olması seni şaşırtabilir. Belki de sen etrafa yaymak yerine, kendi kendine hayaller kurmayı çok daha güzel buluyorsundur. Tabi ki, başkalarının bu hissettiklerini nasıl karşılayacağından çekiniyor olabilirsin.
Sen yalnız değilsin Hemcinslerine ilgi duyan başka kızları tanımadıklarından dolayı, kendisini yapayalnız hisseden kızlar çok. Oysa etrafında senin gibi kızlara aşık olan başka kızlar o kadar çok ki, sadece birbirinizi daha tanımıyorsunuz. Bu da çok “normal”, çünkü herkes erkeklerden bahsediyor, hemcinslerine aşık olan kızlardan kimse konuşmuyor. Ne okullarda ne de gençlerin toplandığı başka yerlerde toplum lezbiyenlerden bahsediyor. Televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde ve reklamlarda hep kadın erkek ilişkileri konu ediliyor. Oysa iki kızın aşk hikayesini okumak veyahut seyretmek oldukça güzel ve heyecanlandırıcı.
Acaba düşünüyor?
başkaları
bu
konuda
neler
Muhakkak ibne veya lezbiyen kelimesinin bir küfür olarak kullanıldığını duymuşsundur. Başka neden ise eşcinselliğin tabulaştırıldığından, bazı insanların ahlak anlayışlarına doğru gelmediğinden veya buna benzer
sebeplerden, kendinden emin olmayabilirsin. Belki de bu yüzden duygularını kendine saklıyorsundur. Bu konuyla sorunları olan bir takım insanlar var ve bunun bir sebebi mesela eğitim. Ne de olsa eğitim, insanın bir konuda neler düşünüp düşünmediğini belirleyebilir. Bir insanın eşcinselliği yadırgamasının bir başka nedeni, kendisinin de eşcinsel olması ve bunu kabullenememesidir. Yalnız bunlar onların sorunu, senin değil. Bu yüzden tekrarlıyorum: duyguların hakikaten doğal!
Üzerine konuşabilmek Şayet birisiyle hislerin üzerine konuşacak olursan, sırf olumlu yanıt alacağını zannetme. Bir insanın eşcinsellik hakkında neler düşündüğünü öğrenmeye çalış. Bunu da değişik yollarla deneyebilirsin. Mesela “…ya geçenlerde birbirine aşık olan iki kızı anlatan bir film seyrettim, sen lezbiyenlik üzerine ne düşünüyorsun?” veya “…gazeteler eşcinsellerin evlenmelerinedn bahsediyor, sen ne diyorsun buna?” diyerek karşındakinin düşüncelerini kestirmiş olursun. Güvendiğin birisi var mı? Örneğin bu anne, kız arkadaşın, kız kardeşin veya okulunda güvendiğin bir hoca olabilir. Bu konuda içini dökebileceğin hiç kimse yoksa veya doğrudan lezbiyenlerle konuşup, benzer sorunları yaşayan/yaşamış insanlarla dertleşmek istiyorsan KAOS GL’nin yazışma adresine yazabilirsin.
Tipik bir lezbiyenin görünümü nasıl? Aslında “tipik” lezbiyen yoktur. Lezbiyenler başka insanlar gibi çok değişikler. Uzun boylusu, kısa boylusu, şişmanı ve zayıfı olduğu gibi uzun veya kısa saçlısı da var. Bu insanlar da okula gidiyorlar, meslek öğreniyorlar ve çalışıyorlar. Dünyanın her kıtasında, her türlü toplumda ve istisnasız bütün kültürlerde lezbiyenler var. Anlayacağın her köşe bucakta yaşıyorlar. Hemşire, bilgisayar uzmanı, satıcı, profesör, kuaför olarak, yani her meslek dalında çalışırlar. Lezbiyenler tek başlarına, sevgilileriyle, aileleriyle veya arkadaşlarıyla birlikte otururlar. Lezbiyenlerin bazıları yaşam tarzlarını açık yaşıyorlar ve anne babaları, çevreleri ve (iş)arkadaşları onların uzun süredir lezbiyen olduklarını biliyorlar. Bu kadınlar oldukları gibi kabul edilmeyi ve hemcinslerine olan duygularını saklamamayı istiyorlar. Bilinçlice kendilerini “lezbiyen” olarak tanımlıyorlar, böylelikle bu kelimenin kötü çağrışımlarla kullanılmasına engel oluyorlar. Başka lezbiyenlerse bu gerçeğin sırf kendilerini ilgilendirdigini düşündüklerinden herkesin bilmesinden yana değiller. Ne de olsa heteroseksüeller de “hey, ben heteroyum, bunu nasıl buluyorsun?!” diye cinsel kimliklerini yaymıyorlar. Anlayacağın, lezbiyenliğinle ne yapıp yapmayacağın senin işin ve kimseyi ilgilendirmez. Birşey kesin: Hepsi aynı durumda olan başka kadınlarla tanışmak istiyorlar. Konuşabilmek hatta dans edebilmek için ve başka güzel, eğlenceli şeyleri birlikte yaşayabilmek için. Başka lezbiyenlerle tanışmak için pek çok gerekçe var. Bu kadar lezbiyenin arasında neden yalnız kalasın ki?!…
Lesbenratung’un hazırlamış olduğu bir broşürden ülkemiz koşulları gözönünde bulundurularak aktarılmıştır
KAOS GL 29/17
C A C H A P E R A ’ D A N
Ö Z G Ü R
S E S L E R E
Joceline Clemencia Çeviren: Emre Çelik Ulusal Dil Enstitüsü başkanı olarak Papiamentu1 üzerinde çalışırken, arkadaşlarım ve ben toplumumuzda hala açıkca ifade edilmeyen pek çok şeyle karşılaştık. Enstitüde Curaçao2, Aruba ve Bonaire’in ulusal dilleri olan Papiamentu’yu resmi politikanın ona yüklediği marjinal konuma rağmen, gerçek bir ulusal gelişmenin kaynağı olarak görüyoruz. Ben özellikle Curaçao’nun duyulmayan sesleri, partner olarak diğer kadınları seçip hayatlarını onlarla paylaşan kadınların seslenişleriyle ilgileniyorum. 1995 Mayıs’ında Curaçao’da ele alınan 20. Yıllık Karayipler Çalışmaları Birliği Konferansı’nda yapılan bir sunuştan alınan bu sesler kolajı, çok az basılı kaynağı ve Mu, Zaza ve Ana adlı üç genç kadınla yapılan konuşmaların ses kayıtlarına dayanmaktadır (isimler hayalidir, çünkü konferanstan sonra hayat küçük bir ada üstünde sürecek). Birlikte, kültürümüzün tabakalanmış duygusal, fiziksel, duyumsal, üretken, tarihsel ve toplumsal “standartlarını” irdeledik. Ben burada bir gözlemci ya da bir uzman olarak değil, bireyin özgürleşmesi sürecinde bir katılımcı olarak bulunuyorum. Ataerkil ve damgalayıcı bulduğum “lezbiyen” terimini kullanmadan, başka kadınları seven kadınlardan bahsedeceğim. Yaşanılanın adını koyma ve yaşanılanı açığa vurma sorunlarını incelerken, Adrienne Rich’e ait şu cümleyi hatırlatmak istiyorum: “Dil ve adlandırmanın kudret olduğu yerde, sessizlik eziyet ve şiddettir.”
ADINI KOYMA 78 yaşındaki yazar, şair ve eylemci Guillermo Rosario’nun açıkladığına göre Curaçao’da kadınları seven kadınlar papiementu dilinde “cachepare” olarak adlandırılıyorlar. Venezuela İspanyollarınca “cachapa” kelimesi ekmek somunu, çörek ya da mısırdan yapılan hamur için kullanılıyor. “Repera” (gözlemeci), “machoro” (lezbiyen - dyke) ve “marimachu” (erkeksi kadın ya da sevici - butch) kelimeleri ise kadınları seven kadınları ifade etmek için kullanılan olumsuz gösterilerdir. Kadınlar arasındaki arkadaşlığı belirtmek için kullanılabilecek olan “kambrada”, papiamentu dilinde yaygın olarak kadınları 1
Curoçao adasında konuşulan dil [Ç.N.] Hollanda Antilleri’nde, Venezuela kıyısı yakınlarında bir ada. [Ç.N.]
2
seven kadınları belirtmek için kullanılır. Tip Marrugg’un “Un prinsipo pa un Dikshonario erotico papiamentu”sunda, “kambrada” iki kadın arasındaki eşcinsel ilişkiyi belirtir. Surinam’lı göçmenler bu kadınlara “platte borden” yani yassı tabaklar adını veriyorlar. Astrid Roemer: Benim geldiğim toplumda kadınlarla ilişkileri olan kadınlar olgusu hakkında konuşacak çok şey yok. İsim verilemeyecek şeyler var ve bunları adlandırmak onları öldürür. Fakat, kadınların aralarındaki özel ilişkilerin varlığının açıkça farkedileceği Afrika kökenli asırlık ritüellerimiz var. Örneğin, doğum günü ritüelleri herkes tarafından bilinir ve çok alenidir. Partideki kadınlardan birisi bir diğerine, önce kendinin tattığı bir bardak ya da tabak verdiğinde, herkes bunun ne demek olduğunu anlar. Öyleyse, neden birisi kendisine lezbiyen desin ki? Bu orada alışılagelmiştir. Surinam’lı kadınlar istediklerini yapma hakkı istiyorlar. Onlar kadınları sevebilir, erkeklerle yatıp çocuk sahibi olabilirler. Guillermo Rosario: Burada, Curaçao’da lezbiyen ve eşcinseller için çok şey değişti. Çok seneler önce, aralarında birşeyler olan iki kadın aynı kıyafetleri giyebiliyorlardı ve baktığınızda kıyafetlerinden onların gözlemeci olduğunu rahatlıkla anlardınız. Eski zamanlarda insanların “Talitha ve Malita kambrada’ymış, Petra ve Senofio yatıyorlarmış.” dediklerini duyabilirdiniz. Toplumumuzda gizli ya da açık kadınları seven kadınlar çok sayıda. Fakat, Misa di arurora’da, tambu danslarında, San Antonio yortusunda, belorio’da ve partilerde ikiz kıyafetlerinden onları hemen ayırdedebilirdiniz. Burada Dalia’dan, yani yasaklanmış eşcinsel sevgiliden bahsederdik. Bu kökenini unuttuğumuz popüler şarkıyı açıklıyor: “Dalia, benim Dalia’m değil ise, annesi nasıl kaynanam olur? Dalia benim Dalia’m değil ise kapımda ne işi var?” Açığa çıkmanın bu ritüeller anları belki de kabul ve onay gören toplumsal, hatta kutsal anlardı. Öyleyse neden bir adlandırma gereksin. Gazeteci Elisabeth de Montsouris Curaçao’da aynı cinsten partnerleri olan bazı kadın ve erkeklerle konuştu: “Reina ve Koko birkaç yıldır birlikte yaşıyorlar ve çevrelerine yüksek kira ücretini ödeyebilmek için birlikte yaşadıklarını söylüyorlardı. Reina
KAOS GL 29/18
sevgilisinin doğduğu yer olan Curaçao’ya yerleşmeyi önermiş. Şimdi ise, iyi işlere sahip olmalarına rağmen buraya geldiklerine pişmanlar, sinsi yaşamaya dayanamıyorlar.”
İgor: Burada cinsel ilişki kurmak çok kolay. Fakat bu gerçekten ne anlama geliyor? Bir bara gidiyorsunuz. Bir hetero sizi seçiyor. Birlikte oluyorsunuz ve şafak sökünce sizi kovuyor, çünkü siz uysal bir “mariku (ibne)”sunuz
GERÇEK İSİMLERİMİZİ NİYE KULLANMIYORUZ?
ÖZGÜR SESLER
Mu: Açıkçası, gerçek ismimi kullanmamda bir sorun yok. Ancak, belki daha sonra başıma dert açabilirler. Gerçekten sorun yaşatabilirler mi bilmiyorum. Sanıyorum. Bu yüzden, sorundan kaçmak için isimleri gizliyoruz, değil mi? Bu yüzden… “Onlar” dediğimde beni belki bilen ve güç sahibi insanları kasdediyorum.
Toplumumuzdaki erkeklerin duygularından soyutlanıp savaşlara ve katliamlara katılmalarına neden olduk. Kadınların ise sadece sessiz kalmaları sağlandı. Daha geçen gün öğrendim ki, daha önce bahsedilen kadınlardan biri, fabrika yönetimi işyerinde bir lezbiyenin çalışmasının uygun olmadığını düşündüğü için, işinden olmuş.
Ana: Yaşadıklarım bana, kadınlara olan duygularımın daha Zaza: Anneme beni bu görüşmeye davet ettiğinizi derin olduğunu öğretti... Onlara daha yakın olup söylediğimde şöyle dedi: “Neden tekrar bu işin içinde olmak olamayacağımı anlayabilmek için erkeklerle bir kaç kere zorundasın sanki?” Ben de, “Çünkü önemli buluyorum,” ilişki kurdum. Çoğunlukla, onlarla olan iletişimim ya da dedim. Çok uzun süredir hep bir kenara itilmişti bu konu. yakınlığım bir kadınla olduğu gibi Curaçao’lu kadınların tarihine değildi. Bu keşfimden sonra bir karar eklenmeli. Bu, tarihin bir parçası ve aldım: Bu böyle sürmeliydi, çünkü ...sevgilimle birlikte yaşadım, ben de kendi katkımı yapmak istiyorum. benim için daha tatmin ediciydi. Ona isimlerimizin açıklanmayacağını bir çok kadının yaptığı gibi, söylediğimde sakinleşti. Fakat, neden bunu anneme söyledim, Zaza: Bir erkekle birlikte olduğunuzda, sen diye sordu. Ben de içimden, ama herkes biliyordu ama herkes ilk başlarda yakın arkadaşsınızdır. Her sen bunu önemli buldun, bütün şey hakkında konuşursunuz. Fakat sonra insanlara söyledin, diye düşündün. bu konuda sessiz kaldı. bahaneler başlar; “sana hiçbir şey Kendini lezbiyen olarak açıklamak zorunda değilim”, gibi. Mu: Üstümdeki toplumsal kontrol çok Biliyor musunuz, eğitim almış ya da isimlendirmek politik bir yüksek çünkü ben eğitim alanında almamış, kravatlı ya da değil hiç hareket. Bu nedenle kendime çalışıyorum. Ama partilerde canları farketmiyor. Sadece katlanamıyorum, cehenneme diyor ve kız arkadaşımla lezbiyen demeyi önemli çok ciddiyim. Eğer çalılıktan dans ediyorum. Öğrencilerimin bana buluyorum. çıkmışsanız öyle davranın. Rol kesip lafı baktığını görüyorum, ama ağızda gevelemeyin. umursamıyorum. Fakat sokakta öpüşmek mi, işte onu Curaçao’da yapamam.
ÇİFTE STANDARTLAR Michael erkek arkadaşıyla yaşamaya başladığında, kadın erkek bütün iyi arkadaşlarını kaybetmiş. Eşcinsel olduğunu herkes daha önce de biliyorlardı ama görünür olmadığı sürece tepki göstermemişler. Tepkileri horgörme ve dışlama olmuş. Zaza: Bu ikiyüzlülük. Çünkü neler hissettiğimi anneme söylediğim zaman, arabasına atladı ve tanıdığı herkese söyledi, göremediklerine daha sonra telefon etti. Çifte standartlar erkeklerin günboyu heteroseksüel olmalarına, gece olunca da erkeklerle yatmalarına izin veriyor. Bir erkek cinsel birleşme sırasında aktif rolde olduğu sürece, diğer adamlar onun eşcinsel olduğunu düşünmüyor. Ancak pasifseniz, sapıksınızdır [queen]. “Mariku (aktif)” ve “Mariku wantado (pasif)” terimleri, gerçek bir erkekle sapığı birbirinden ayırır. La Pop: Snackbarlara çok sık giderim. Saat geceyarısı ikiye kadar bütün erkekler maço, o saatten sonra ise aniden hepsi eşcinsel oluyor.
Ana: Bazı erkekler için hala çekim hissediyorum. İtiraf etmeliyim ki, hala bu duygu var içimde. Fakat bir ya da iki ay sonra farkediyorum ki hepsi sadece seks içinmiş. Lezbiyenlerin seks üstüne odaklanmadıklarını söylemiyorum, fakat bence erkeklerle ilişkide bu tipik bir şey. Mu: Bazen bir lezbiyenle yaşadığın ilişkide bir heteroseksüelle yaşadığın sorunlar çıkabiliyor.Çünkü bazen bir kadının diğerine gerçekten kötü davrandığı ilişkiler görüyorsunuzdur, en azından ben görüyorum. Ama farkediyorum ki, onları yargılıyorum. Oysa bu yanlış, çünkü eğer onlar iyilerse, rahatlarsa, ne farkeder... Ana: Bir kadınla ilişki kurmaya karar verince her şeyi çözümlemeye başladım. Gençliğimi düşündüm. Nasıl olduğumu. Kendimi yakın hissettiğim herkes, kadındı. Zaza: Annemden duydum... onların zamanında, bu konu tabu bile değilmiş. Herkesin annemin bir kadınla yaşayan teyzesinden bahsedermiş. Annemlerde ya da büyükannemlerde yemek yapıp, evine dönerken “Şimdi, sevgilime [kambrada] gidiyorum” dermiş. Söyleyebileceği buydu, annem çocuk olduğu için anlamasa da, en azından büyükannem onun bir kadını sevdiğini bilirmiş. Ben de
KAOS GL 29/19
sevgilimle birlikte yaşadım, bir çok kadının yaptığı gibi, bunu anneme söyledim, herkes biliyordu ama herkes bu konuda sessiz kaldı. Kendini lezbiyen olarak isimlendirmek politik bir hareket. Bu nedenle kendime lezbiyen demeyi önemli buluyorum. Mu: Herkes yaşantısında kendi açılmasını gerçekleştirmiştir. Ben de, bilirsiniz beni anlayabilecek insan arıyordum. Karşımdaki beni anlıyor, ben de onunlu paylaşıyorum. Neno’nun bana önerdiği buydu. İlk başlarda daha çok arkadaşlık gibiydi... Neno benden daha genç. Ama bazen benden daha olgun olduğunu düşünüyorum, çünkü ne istediğini biliyor. Ve benim için arkadaşlık önce gelir, diğerleri daha sonra. Kadınları çekici buluyor muyum, bilmiyorum. Eğer bir kadını seversem, bu, yolda gördüğüm herhangi biri değil, sevdiğim kişi olacak. Bu kişi kadın da
olabilir, erkek de. Ama bu sefer bir kadın, ve onu olduğu gibi seviyorum. Uzun bir büre, iki kadın arasındaki sevgiye hastalık veya doğaya karşı bir duruş olarak bakıldı Curaçao’da, evet bu çoğunluk için geçerli. Fakat, eğer dinle, ahlakla ve toplumsal koşullanmışlıkla kulaklarımızla dinlemeyi bırakıp, yükselen sesleri aynı zamanda kalbimizle de dinlersek farkederiz ki, uzun süre önce birçok kadın (ve erkek) mahrem aşklarını kabul edip yaşadılar. Biliyorlardı ki, bu seksten öte bir şeydi. Tamamen güvene dayalı, insanların birbirlerine verebilecekleri gerçek sevgiydi bu. Bu güvende, Curaçao’daki kadınlar, erkeklerden öndeler. Sessizliği bozmaya cesaret edip diğerlerini cesaretlendirdiler ve yeni bir dil oluştu.
Kaynak: Feminist Studies, Bahar 1996 sayısı
Sevgiliye... Sen yoksun sanıyordum yeşil gözlü çocuk. Uçurum diplerini özlüyordum. Erkekliğin yok sayıldığı oyunlarda tek başıma kuruyordum dişiliğimi. Gözlerimi karanlığa açıyordum. Düşlerin yolculukları terketmişti beni. Oyun bahçelerimin büyüsü tükenmişti. Sen yoksun sanıyordum.
1. İLK KARŞILAŞMA Susuyorum. Suların öldüremediği ateşler içimde. Kendini noktalamış bir nokta bütün sözcüklerim. Benim dünyamda yalnızca yalnızlığın harflerini imgeliyor çouklar. (Bu kapı girişlere açılmaz sanıyordum yeşil gözlü çocuk.) Buradayım. Bütün yolculukların tükendiği noktada. Lanetimin şehvetiyle buradayım. Biz dokunmaların olmadığı aşklar yaşarız yeşil gözlü çocuk. Çocukluğumuza eşlik etmiş roman kahramanlarının aşklarını yaşarız. Bizim aşklarımıza tanıklık etmez tarih. Sayfaların satır aralarına sıkışmıştır masalımızın bütün gizi. Sular arıtmaz tenimizim günahını. Tek kişilik, tek perdelik bir günaha tutsaktır ömrümüz. Tanıksız intiharlardan artakalan yaralarımızı onarmaz sözcükler. (Gelmeyeceksin sanıyordum yeşil gözlü çocuk.)
2. ŞATO Uçurumun iki yakasındayız yeşil gözlü çocuk. Üçlü bir intiharın figüranıyım. Dehlizlerimde ölü çocuklar. Bahçemde senin için sakladığım tomurcuklar gizli. Işık yeniden bu duvarları deler mi? Yitik bir sevdanın izini sürüyorum şimdi. Beni bekler misin yeşil gözlü çocuk? Yüzünde koyulttuğum anlamlara misafir olur musun? Gözlerinde düşlerim var yeşil gözlü çocuk. Uzanamıyorum ellerine. Ellerine gömsem düşlerimi, üzerine düşlerini örter misin?
3. ODA Gece ölümcül bir senfoninin ara notalarında. Ayışığı eritmiş balmumu kanatlarımı. Kaçmıyorum artık yeşil gözlü çocuk. Gökyüzünden düşüyorum bahçelerine. Dokunuşların tedirgin. Dokunmalara sığmıyorum. Canımı acıtıyor sözcükler. Masalım lanetlenmiş. Gözyaşlarımın fermanı çoktan verilmiş. Ağlamıyorum yeşil gözlü çocuk. Suda kayboluşumu izliyorum. İrmağa sürgün bir nergis.
4. BAHÇE Hiç yürünmemiş sokaklardan geçip ansızın denize açılmak. Cehennem yolculuklarından geçip hiç kurulmamış bir düşün yolculuklarında kaybolmak. Camdan dışarıyı izlerken düşlenmiş bir bahçenin içinde dolaşmak. Eskitilmiş sözcüklerden yeni bir yaşam kurgulamak. Her şey delice bir düş mü yeşil gözlü çocuk? Oysa bu oyunu biz yazmadık. İntiharın eşiklerinde uyuyakaldım yeşil gözlü çocuk; düşümde seni görmek için. Senin için kuşandım zırhımı. Sen uzanıp tutasın diye, kirletmedim ellerimi savaşlarla. Ve yüreğimi emanet etmedim kimseye. Yaşamı senin için çoğalttım. Yalnızlığı senin için. İşte kuyu diplerinden indim bahçelerine. Sahi yanımda mısın yeşil gözlü çocuk? Yüreğini omzumda dinlendir. 4.11.96 - 8.12.96, ANKARA YASEMİN
KAOS GL 29/20
ÖZALP
T A R T I Ş M A NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket?” tartışması, farklı yaklaşımlar doğrultusunda şekillenirken, bir “eşcinsel hareket”in olabilirliği ve olması gerektiği noktasından yapılıyor. Buna şüphe yok ki işte bu hareket’in “nasıl”ı tartışılıyor. Türkiye’de eşcinsel hareketin “olabilirliği ve olması gerektiği”nin artık yeterince göstergesi bulunuyor. KAOS GL Grubu da bu göstergelerden biri olarak ortaya çıkıyor ve maddilik kazanıyor. İşte bu noktada “nasıl” tartışmasının anamlı olabilmesi için, “olabilirliği ve olması gerektiği”nin toplumsal süreçte nasıl ortaya çıktığından ve nasıl şekillendiğinden başlamak istiyorum. Artık bilindiğini düşünmekle birlikte hatırlatma gereği duyuyorum: Eşcinsellik, erkek veya kadın, bireyin kendi cinsinden insanlara cinsel, erotik ve duygusal yönden yönelimidir. Eşcinselliğin yaşanılışı ve adlandırılışı, toplumdan topluma, farklı zamanlarda farklı şekiller almıştır. Tarihsel belgeler, edebi eserler aracılığıyla aktarılan bilgiler göstermektedir ki eşcinsellik olgusu bütün insan topluluklarında görülmektedir. Bununla birlikte pek çok toplumda anılmayan ve yok sayılan bu gerçeklik, herşeye rağmen varolagelmiştir. Toplumsal kurumların bu gerçekliği ele alma ve denetleme ihityacı, din ve hukuk kurumlarının yanısıra, tıp ve psikiyatrinin de eşcinselliği, kendi yaklaşımları çerçevesinde, bir takım sınıflandırmalar altında ele almalarına yolaçmıştır. Bu kurumlar, kendi alanlarından hareketle, eşcinselliği suç ve psikoseksüel bir bozukluk/sapma olarak değerlendirmelerine karşılık, eşcinsel bireyler, sanayileşme ile ortaya çıkan toplumsal değişmeler sürecinde, büyük şehirlerde birbirlerini bulmaya başlamışlardı. Bunun sonucu olarak, eşcinsel bireylerden toplumsal kuşatmaya karşı ilk kitlesel tepki 27 Haziran 1969’da geldi. New York eyaletinde Stonewall Inn adlı bara bir polis baskını akabinde, eşcinsellerin karşı koyarak üç gün süren bir ayaklanma yaratmaları modern eşcinsel hareketin miladı oldu. Bu kıvılcımın peşisıra gelişen gay ve lezbiyen özgürlük hareketi, daha önce eşcinselliği bağımsız bir varoluş olarak yadsıyan psikiyatriden hukuka, kurumların kuşatmasını kırmaya başladı. Örneğin gay ve lezbiyen hareketi, 1974’de eşcinselliğin Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) akıl hastalıkları listesinden silinmesini sağladı. Açıktır ki bu önemli bir gelişmedir. Çünkü bu karar, eşcinselliğin, bireysel ve psikiyatrik bir olaydan öte sosyal bir gerçeklik olarak kabulü anlamına gelmektedir. Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin ortaya çıktığı 60’lı yıllar aynı zamanda başka yeni toplumsal hareketlerin de ortaya çıkıp geliştiği dönemdi. Bu hareketlerin ortaya çıkması, artık geride kalmış olsa da, bir “dünya devrimi” olarak yaşanan “68” sürecinin ürünü olmuştur. Bugün, geçtikleri süreç ve mevcut durumları bir yana, Yeni Toplumsal Hareketler dendiğinde, eşcinsel hareketle birlikte genellikle feminizm, barış hareketi, çevre hareketi, yeşil hareket, anti-nükleer hareket, ırkçılık karşıtı hareket, etnik azınlık hareketi, vb… anılmakta. Yeni Toplumsal Hareketler kapsamında, sözkonusu hareketler anılmakla birlikte, “yeni toplumsal hareketler” kategorik nitelemesi herkes tarafından kabul görmemekte ve bir terminoloji farkı ortaya çıkmaktadır. XIX. yüzyıla doğru ortaya çıkan örgütlü ve kalıcı sosyal hareketlerden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketleri anlamaya çalışan çeşitli yaklaşımlar, hareket noktalarının farklılığı doğrultusunda, değişik sonuçlara varıyorlar. XIX. yüzyılda ortaya çıkmış geleneksel hareketlerden yeni toplumsal hareketlere kadar, son iki yüzyılda pek çok “hareket” ortaya çıkmıştır. Geleneksel hareketler (işçi hareketleri, ulusal kurtuluş hareketleri gibi…) ve yeni toplumsal hareketler birlikte ele alınarak ve bir bütün olarak, sistem-karşıtı hareketler olarak da adlandırılmıştır. Söz konusu hareketlerin temel istemleri daha demokratik, daha eşit bir dünya idealine dönük olmuştur. Bu özlemleri gerçekleştirmek için farklı araçlarla biliniçli bir mücadele yürütülmüştür. Tarihte ve günümüzde pek çok örnek bulunabileceği gibi, söz konusu istemlere karşıt yönde ilerlemiş başka hareketler de olabilmektedir. Yeni toplumsal hareketler, sisteme karşı muhalefet anlamında, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerin devamı olarak görülebilse de, ortaya çıkış ve yaklaşım açısından, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerden bir kopuş hali yaratmışlardır. Eski sol sistemkarşıtı hareketlerin reddedilmesi, Batı’da sosyal-demokratlara karşı, Doğu’da komünistlere karşı, Üçüncü Dünya’da ise ulusal kurtuluşçulara karşı gelişen mücadelelerle şekillendi. Yeni toplumsal hareketlerin reddettikleri eski sol sistem-karşıtı
KAOS GL 29/21
hareketler, kendi bölgelerinde, farklı yollarla da olsa iktidara gelmişlerdi. Fethedilmiş iktidar altında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler parti örgütlenmesini ve politik iktidarı ele geçirme perspektifini bilinçli olarak reddettiler. Yeni toplumsal hareketlerin varlığı, fiili olarak, politik politikanın reddi anlamına geliyordu. İktidarı bilinçli olarak reddeden bu hareketler, bir “sosyal hareket” olarak ortaya çıktılar. Yeşil Hareket’in, özellikle Almanya örneğinde olduğu gibi sonra partileşip, seçimle parlementoya girmesi, bu hareketi yalnız politik olarak değil, aynı zamanda fiili olarak da bir “sosyal hareket” olmaktan uzaklaştırdı. XIX. yüzyılda ortaya çıkmış olan hareketler, devlet iktidarının fethini, ilk hedef olarak önlerine koyarlarken, yeni toplumsal hareketler, toplumsal iktidarı ve özerkliği ilk hedef olarak benimsiyorlar. Yeni toplumsal hareketler, işçi hareketlerini ve sosyal-demokrat hareketleri, artık yeterince sistem-karşıtı olmamakla suçluyorlardı. XIX. yüzyılın toplumsal hareketleri, emek-sermaye çelişkisinden hareket ederlerken, yeni toplumsal hareketler, geleneksel toplumsal hareketlerin önemsemedikleri ya da yok saydıkları, doğrudan doğruya emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmayan çelişkilerden hareket ettiler. Söz konusu çelişkiler, yeni toplumsal hareketlerin açısından gerçek çelişkilerdi ve şiddeti açısından emek-sermaye çelişkisinden geri kalmazlardı. Bu çelişkiler, toplumsal cinsiyet,kuşak, etnik kimlik, ırk, cinsellik talepleriyle içeriklendirilmiş statü gruplarını doğurdu ve hakim statü gruplarına karşı, sınıfsal kimlikleri geri planda bırakarak, sözkonusu taleplerin şekillendirdiği özgül kimlikleri öne çıkardı. Eski toplumsal hareketler, iktidarı almış oldukları halde, eski sistemden kopuş anlamında, bu taleplere cevap verememişlerdi. 68’li yıllarda gençlerin, kadınların ve eşcinsellerin başkaldırısının, hakim statü gruplarını (erkekler, daha yaşlı kuşaklar, çoğunluk…) tam bir yenilgiye uğratamasa da gerilemeye yol açtığı aşikardır. Yeni toplumsal hareketler politika yapma anlamında da eski toplumsal hareketlerin pratiklerinden farklı kanallar yarattılar. Bu, aynı zamanda, parti örgütlenmesine, bürokrasiye ve hiyerarşiye bir başkaldırı olarak gelişti. Bu başkaldırı, yalnızca, bilinen doğu ülkelerindeki bürokratik yapıya karşı olmayıp aynı zamanda sosyal-demokrat hareketlerin bürokratik ve hiyerarşik örgütlenmelerine de karşıydı. Yeni toplumsal hareketler, bu sürede özerk, katılımcı ve doğrudan eyleme dayalı yapılanmalar olarak kendilerini ortaya koydular. 60’lı yıllarda, başta Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da ortaya çıkan bu, yeni toplumsal hareketler -doğal olarak Eşcinsel Kurtuluş Hareketi de- zamanla diğer kıta ve ülkelere de yayıldılar. 68’in ürünü olarak bilinen ve “yeni” olarak adlandırılan toplumsal hareketler, hiç de yeni sayılmazlar. Gerçekte “yeni” olan, sözkonusu toplumsal hareketlerin, 1960’lı yıllarda bir dalga olarak yeniden yükselmeleridir. 60’lı yıllara kadar hakim olan geleneksel hareketlerin ilk ortaya çıktıkları dönemde, yeni toplumsal hareketlerden pek çoğu mücadele halindeydi. Feminist, barışçı toplumsal hareketler gibi… Yine aynı dönemde anarşistler, cinsel özgürlük çerçevesinde eşcinselleri savunmuşlardır. Geleneksel hareketlerin hegemonyasıyla birlikte, bugün yeni toplumsal hareketler olarak adlandırdığımız hareketler, ya tamamen küçülmüşler ya da gölgede bırakılmışlardır. Ta ki, 68 kalkışmasına kadar… 68 kalkışması ve onun ürünü olan Yeni Toplumsal Hareketler, Türkiye’de asıl yansımasını 80’lı yıllarda bularak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Özellikle feminizm başta olmak üzere yeşil hareket ve eşcinsel hareket, ’80 darbesiyle birlikte bütün toplumsal hareketlerin bastırıldığı bir dönemde, hem hayatın içinde hem de akademik ve düşünsel alanda büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. 12 Eylül askeri rejimi, travesti ve transseksüellerle birlikte efemine erkek eşcinsellere yönelik yoğun ve şiddetli baskılar uygulamış ve heteroseksül olmayanları zorla metropol dışına sürmüştür. Aynı dönemde geleneksel toplumsal hareketlerin yaşadığı yenilgi de daha önceleri bu hareketlerin gölgesinde ya da denetiminde kalmış diğer toplumsal hareketlerin paradoksal bir şekilde önünün açılmasını sağlamıştır. Kadınlar, bağımsız olarak kendilerini ifade etmeye başlamışlardır. Eşcinseller, sırf eşcinsel oldukları için baskı ve dışlanmaya maruz kaldıklarını görmüşlerdir. Özellikle ‘80 öncesinden gelen, gençlerin başkaldırısı, bu dönemde yenilmiş de olsa, tabi grupların başkaldırısının mümkün olduğunu göstermiştir. ‘80’li yıllar, yalnızca Türkiye’de değil, bütün Dünyada mevcut dengelerin ve egemen düşüncelerin sarsılmasına yol açmıştır. ‘80’li yıllar, Batı’da yeni toplumsal hareketler açısından genel olarak bir yenilgi ve “sosyal hareket” olarak bir küçülme görülmüşür. Türkiye’de ise aynı dönem geleneksel hareketlerin bastırılmasının bir sonucu olarak hakim statüleri sarsıntıya uğratmış ve tabi statülerin kendilerini bağımsız olarak ifade etme olanakları yakalamalarına yol açmıştır. Fakat 68’le birlikte diğer bölgelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin küçülmesi ya da kurumsallaşmasının bir sonucu olarak, Türkiye’de ortaya çıkan benzeri yeni toplumsal hareketler bir talihsizlik yaşamaktalar. Batı’da ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler, özerkliğe, katılıma ve doğrudan eyleme dayalı olarak gelişmişti. Bu hareketlerden bazılarının-yeşil hareket-partileşmesi, bir sosyal hareket olarak sonları olmuşken, Türkiye’de bu son, ortaya çıkmaya başlayan yeni toplumsal hareketlerin bazılarının ilk adımı oldu. Yeşil hareketin olmadığı bir ortamda “Yeşil Parti” kuruldu! Buna rağmen, tam da yeni toplumsal hareketin tipik özellikleri olarak, yeşil hareketin, “çevre” hareketinden "ekoloji” hareketine kadar tam da sorunu yaşayanlar tarafından, köylerde ve metropollerde ortaya çıktığı görüldü. Türkiye’de eşcinsel hareket tartışmaları, 80’lerin ikinci yarısında başlamakla beraber bir hareket olarak, 90’larla ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Başta İstanbul ve Ankara metropollerinde eşcinseller, kendiliğinden biraraya gelerek, gruplar oluşturmuşlardır. Bu gruplar, kadın hareketinde de görülmüş olduğu gibi, birincil grup ile bir sosyal hareketin ilk nüveleri
KAOS GL 29/22
olarak ortaya çıkmışlardır. Yeni toplumsal hareketlerin tipik özelliği olan doğrudan katılım ve doğrudan etkinliğin bu grupların da özellikleri olduğu görülmüştür. Yeni toplumsal hareketlerin, dünyanın diğer bölgelerindeki mevcut durumu her ne olursa olsun, Türkiye’ye yansımaları farklı olmaktadır. Bu durum eşcinsel hareketi için de geçerli görülmektedir. İçinde yaşadığımız toplumda, barışçı, vicdani reformcu, feminist ve heteroseksüel olmayan yaklaşımlar doğrudan ve açıkça, iktidarın yumruğunu karşılarında bulmaktadır. Açıktır ki, az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin işi hiç de kolay olmamaktadır. II Tahakkümün olduğu her toplumda, özgürlük için verilen toplumsal mücadeleler her zaman ortaya çıkmıştır.
M
İ
H
D R
I A
Ş K
L
A
R
FRAUENLESBENRAT HAMBURG ÜNİVERSİTESİ - KADINLEZBİYEN KONSEYİ Neden KadınLezbiyen Konseyi ..... ..... başka kadınlar/lezbiyenler ile politik bir çatı altında birlikte çalışmak istediğin için ..... kadın/lezbiyen konulu bir seminer düzenlemek istediğin ve bunun için bir mekana ihtiyaç duyduğundan ..... kadın ya da lezbiyen konulu bir kongreye/seminere katılmak istediğin ve bunun için parasal desteğe ihtiyaç duyduğundan ..... bir KadınLezbiyen projesi yürütmek istediğin ve bu projeye para aradığın için ..... sadece bir fincan kahve içip biraz kafanı dinlemek istediğin için KadınLezbiyen Konseyi 1989 yılında, Hamburg Üniversitesi Öğrenci Parlementosu’nun oy çokluğu ile kabul edildi. Parlementoda tüm üniversitenin kadın öğrencilerini temsil eden Kadınlardan Sorumlu bir alt birim bulunmaktadır. Bu alt birim, Parlemento tarafından seçilen iki kadın sözcü tarafından temsil edilirken, KadınLezbiyen Konseyi, konseyin haftalık çalışmalarına katılan tüm kadınlar tarafından temsil edilir. Öğrenci Parlementosu, kendisini temsil edecek bir kurul seçer (ASTA →Allgemeiner Studierenden-ausschuβ). Öğrenci Parlementosunun içinde siyasi partilerin gençlik komisyonları da yer aldığından, bu komisyonun üyeleri de ASTA’nın içinde de yer almaktadır. Üniversite toplulukların kimisi yürütselliği ile ASTA’ya direk bağlı olurken, kimisi ise yürütsel açıdan bağımsızdır. KadınLezbiyen Konseyi yürütsel açıdan bağımsız olan üniversite topluluklarından biri, diğer bir deyişle yürütsel işlerinde Parlementoya ya da ASTA’ya (siyasi partilere) karşı sorumlu değildir. Dolayısıyla konsey üyeleri, her dönemin sonunda birer genel kurul düzenleyerek kendi kararlarını kendileri almaktadırlar. Bu genel kurullarda ASTA’ya bağlı topluluk üyeleri ve siyasi parti üyeleri oy kullanamıyorlar. Bunun nedeni, siyasi ideolojileri dışlayarak, tüm kadınlar için ayrım yapmaksızın çalışmaları yürütebilmek. Konsey başkanlık sistemine dayanarak çalışmamakta, her genel kurulda konsey üyelerini temsil edecek bir yürütme kurulu seçilmekte. KadınLezbiyen Konseyi 40 bin öğrenci kapasiteli Hamburg Üniversitesi’ndeki 20 bin kadar kadın öğrencinin sorunlarını ve ilgilerini takip etmeyi amaçlar. Diğer bir deyişle, üniversite içindeki kadın öğrencilerin sorunlarını yansıtabilmesinde, yardım bulabilmesinde ve herhangi bir çalışmasında üniversite destek vermediğinde destek alabilmesinde bir araç olma amacını taşımaktadır.
(devam edecek)
Bu amaçları doğrultusunda Konsey, gerekli tüm adreslere (kadın/lezbiyen dernekleri, avukatlar, danışmanlar) ve dökümanlara (film, slayt, fotoraf, kitap, dergi, makale, tez) ulaşmaya çalışıp, bunları üniversitedeki kadın öğrenciler için değerlendiriyor (film gösterileri, sunuşlar, projeler, seminerler, bülten çıkarma, haftalık toplantılar, üniversite dışı etkinliklerin ilanı). Ayrıca diğer kurum, kurluluş, dernek ve dergiler ile fikir alışverişinde bulunuyor. Tüm bu çalışmalar, konseyin sadece kadınlara açık olan odasında yürütülüyor. Çalışmalar için gerekli paranın bir kısmı ASTA’dan diğer kalan kısmı ise değişik sponsorluklardan elde ediliyor. Her genel kurul toplantısında tüm çalışmaların değerlendirmesi yapılıp mali işlerden sorumlu üyeler aklanıyor.
GAY’E EFENDİSİZ
Hamburg Üniversitesi - KadınLezbiyen Konseyi, Hamburg’da ana dili Türkçe olan lezbiyenler için de yazılı dökümanları değerlendirmek amacıyla KAOS GL dergimize abone olmuşlardır. Almanca’dan çeviren: Badır
KAOS GL 29/23
GÜZEL ADAMA İKİNCİ MEKTUP KAOS YAYINLARI’ndan YENİ KİTAP ANARŞİZM Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi George Woodcock Çeviren: Alev Türker “Türkiye’de bugüne kadar, hep karşıtlarının gözüyle tarif edildi; şimdi bu çalışmayla okur, anarşizmi kendi kaleminden okuma şansına sahip olacak.” KAOS YAYINLARI’ndan çıkan diğer kitaplar: Halk Silahlanınca Durruti ve İspanya Anarşist Devrimi Abel Paz -------------Unabomber Sanayi Toplumu ve Geleceği -----Hayatımı Yaşarken Emma Goldman (Metis-Kaos ortak yayını) ----Türkiye… Sosyal Patlamaya Doğru Gün Zileli-İlhan Tekin ----Anarşizm Nedir? Tayfun Gönül (Broşür) ---Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır Gün Zileli-Hasan Bakü-Mine Ege (Broşür)
Mavinin en güzel renk olduğuna karar verdiğimiz gece daha ilk kar düşmemişti. Geçen sene bugünlerde yağmıştı kar ve ben ilk karı senin yüzüne sürmüştüm, ne güzel güldün. Nereye neden gittiğini bilmeyen gözlerle dört bir yana koşturan bu memur şehrin insanları görebilselerdi o gülüşünü, odalarının duvarlarını İstanbul şiirleriyle donatırlar mıydı, sevgililerini memleket gibi özlerler miydi? Bizim oralarda yağmur yağıyordur şimdi, Toroslar benim gibi sırılsıklamdır; Akdeniz yağmura yağmur Akdeniz’e doymamıştır. Bu yakamozsuz şehirde sen yanımda olsan Akdeniz’i bu kadar düşünür müydüm bilmem güzel adam. Bir tek, isyanın çoktan başladığını biliyorum. İsyan kendini anlatmayla başladı, suyun öteki tarafına geçmeden sevdalanmanın yalnızlığını yaşayan insanlar için. İsyan haberi bu güzel adam. Nerdesin? Artık giz yok, mahzende yıllanmış duman yok. Belki de isyan haberi tarih olur, kültür olur, künyelerde de taşınabilen sevginin adı olur; Ali’nin bileğinde Ferhat, Serap’ın bileğinde Nilgün. Artık elimi senin paltonun cebine sokup avucunu aramam güzel adam, aramam. Sokaklardan birbirine sarılarak geçer ellerimiz. Erit kulaklarına akıtılan kurşunu, bugüne kadar çektiklerinden daha kötü değil bu acı, inan bana, bana İNAN. Gel artık. Kaybedecek neyin var ki ağlayan fotoğraflarından başka?… Kenarlarının, yine hüzünlü şiirlerle süslediğin en hüzünlü fotoğrafını yapıştırmışsın aynaya. Aynada gördüğün sen değilsin ki güzel adam, hep aynı kederli yüz. Oysa, ancak çırılçıplak bir aynada yüzleşilebilir. Dudaklarım seyiriyor, biliyorum, kara gözlerini yolculuğa hazırladım, göç yolları açıldı, yoluna çıkan çocukların oyunlarına katıldın. Seni karşılamak istedim, nasıl geldiğini görmek. Ufuk çizgisinin üstünde Simurg belirdi. Seni karşılamak istedim, adımımı attım. Bir mayına basmışım. Bacağımı kurban vermek istedim, gökten dost omuzu gibi dizeler indi mayının üstüne, adımım kurtuldu; “acı çeken yerlerimi yok etmeden acıyla başetmeyi öğrendim.” Sevda üstüne sevda düşer mi demiştim, ne kadar masum olduğunu sormuştum, hiç kimse duymasın bir tek sen duy istemiştim. İçimde sana ve Devrim’e dair büyütmeye başladığım karanfilin üstünde bir damla çiğ tanesi görmem beni duyduğunun işareti midir…
KAOS YAYINLARI Piyerloti Caddesi Dostluk Yurdu Sokak No: 8 Çemberlitaş - İSTANBUL
Sen bana yalnızlığımı bile sevdirdin güzel adam. Ben bu kadar masum muyum?
Ali Ferhat
KAOS GL 29/24
“Bir diğer deyişle birçok insanın hayatında unutmadığı ve belki de hiç bir zaman unutamayacağı ilişkiler vardır düşüncesi geçmişe kimi yolculukların göze alınmasına rahatlıkla zemin hazırlayabiliyor.” MARİO LEVİ
Aşağıda okuyacağınız Haziran ‘94 tarihli mektubum da, geçmişe yaptığım yolculuklarda en önemli kılavuzlarımdan biri olma özelliğini sürdürmüştür, o tarihten bu yana. Artık bu mektubu unutmak istiyorum. Çünkü o çoktan unuttu. Okuduktan sonra “bende kalmasını isteyeceğim bir yazı değil bu” diyerek geri vermişti, zaten. İşte, ben de yayınlamak istiyorum, unutuşun anımsayışların hesaplarına düştüğüm bu günlerde. Şimdi onunla farklı yerlerde oluşumuz da içimi rahat kılıyor: Farklılığımız hiyerarşik bir farklılık değil; kendimizi anlatmaya yeni sözcüklerimiz var ve yeni düşler görüyoruz farklı erkeklerin gövdesine yansıttığmız... Bu girişin bir “açıklama” olmadığını da söylemek isterim, sadece yolculukların başlaması öncesinde yaşanan durağan anlarda akla üşüşen kimi düşüncelerin yansımasıdır, o kadar...
Sesimi de duyabilirsin belki... Adımlamaların ve molaların başat olduğu yürüyüş vardı sadece. Gözlerim seğiriyor, gövdemi anlamsız ve çukurlu bir titreme alıyor şimdi. Bağırıyor gövdem: Yeter ulan. Tüylerim uçuşuyor gövdemde, birbirlerine karışıyor, uçabileceğimi hissediyorum. Külçe gibi düşebilecek gövdemin uçabileceğinin hayalini kurmak, akışı hiç durmayan bir caddenin kalabalık gürültüsünde bir madeni paranın düşüş sesini anımsatıyor bana. Korkuyorum. Korktuğum nedir bilmeden. Yürüyüşümün anlamını hiç bir zaman anlamlandırılamayan bir eylemmiş gibi görmenin derin uykusunun yankısı mıdır korkutan beni, yoksa gittikçe uzaklaşan ellerinle hayallerime çizdiğin düşlerin karlı bir görüntüye birdenbire dönüşüvermesi mi? Sen yok musun? Sen oldun mu? Kimsin sen? Yaşam zorlaşıyor mu seninle birlikteyken? İki insanın yanyana duruşları, bunlardan birini bunca yıpratır da, derinlere gitmekten usanmayan bir cam kırığının acısını böbreklerimde hissetmeme yol açar mı? Acıyor işte. N’apalım ki acıyor. Kırılan kalpler candandır, onarılamaz derler ya, ben de sana kırık bir kalple gelmiştim; onaracak, onarmayı da hissedip kalkışabilecek biri olduğunu düşündüğümden... her insana da böyle gitmedim mi? Kırık bir cam yığınını,
utanarak sıkılarak düşlerimin yansısını karmakarışık bir demetin hüzünlü yalnızlığında sunmadım mı? Yanlızlığımı da duyabilirsin belki... Oysa gittiğini biliyorum. Gittin. Gittin. Gittin. Gideceğini de söylüyordu seninle olan sevişmelerimiz. Benim acı veren dokunuşlarım vardı, batan, çivi gibi batan bir sikim... Paslı çivilerin yalnızlığını anlayabilirdin sen... Her an gözden çıkarılabilecek, verebileceği zararlar düşünüldüğünde kerpetenin hayranlığıyla koparılıp atılan bir paslı çivinin... Yoksun sen. Gittin. El bile sallayamadım sana . Ben de gittim. Durduğum yerde gittim. Gözlerim bile kapanmadı, pantolonumun paçaları bile sallanmadı rüzgarda, ellerimin yeri değişmedi... Tüm rüzgarların benden aldığı korkularla gittim. Her şeyimle gittim, durduğum yerden. Sen ayakizlerimi de götürdün... Terli çoraplarını, ayakkabılarının çamurunu da götürdün. Ona gittin. Gidecektin biliyordum. Biliyordum, niye? Niye biliyordum ve niye bir yıkılmış kentin ağıdını yakıyordum sana. Dokunabilecek tüm türküleri söyleme ihtiyacı hissediyorum, sonuna kadar... Sonuna geldiğimde de dokunmayacak sana biliyorum, sonra kurulu olanların dünyasından gelen tüm ezgileri de abartarak, ağlayarak söyleyeceğim. Duyacak mısın?
KAOS GL 29/25
Biliyorum, içimi neyin niçin bu kadar acıttığını. Talha haklıdır belki, niye kırılayım, ne kadar anlamsız herşey... ama bu uzakta duruşun. Hayır, diyeceksin, uzakta değil, yanındayım. Biliyorum diye defalarca yazsam da bilişlerin dünyası da var, kafamı zonklatıp, saçlarımı yürüyen merdivenlerin bitişlerine kıstırsan. Çıktığım yerde kafam yok olacak sonra -nefret edeceğim kendimden ve yürüyen merdivenlerden. Biz. Sen, ben ve o ne yazık ki o, aynı yürüyen merdivende çıkıyorduk bizi ölüme götüreceklerin önüne... O koşarak geldi arkadan, beni alacak sandm, sana ihanet ettim, gitmek istedim onunla, o seni aldı ama koşturarak çıktınız merdivenleri ve inilebilecek bir yerde indiniz. Mutlusunuz. Çiçekler var kocaman çiçek demetleri var ellerinizde... Gövdeleriniz bir, o senin içinde durmadan gidip geliyor, sen zevk alıyorsun, gıdıklanmıyorsun, dokunmak ve öpmek hoşuna gidiyor bu kez. Benden esirgediğin herşeyi ona veriyorsun... Sesini de duyuyorum, kaslarının gevşeyip sıkılmasının seslerini de, inleyişlerini de... Uyuyuşundaki masumiyeti yakıştırmıyorum artık yüzüne... Yüzüne sıçmak, işemek istiyorum........... Kafam yok artık, gözlerim var sadece. Yürüyen merdivenler yok etti kafamı, gözlerimi de fırlattı sizin önünüze... Göz kapaklarım da yok, kirpiklerim de... Kapayabilsem gözlerimi, karanlığın sesini duyabilecekmişcesine kapasam gözlerimi, ne kadar kolay olacak herşey o zaman! N’olur bunu bil! N’olur! Sığınacak bir şeyin olmayışı, kapı gıcırtılarının boşluklu sesi gibi yırtıyor kulaklarımı! Ezan okunuyor, saat sabahın kaçı acaba? Tanrıya inanma isteği duyuyorum nedense? Bugüne kadar olan düşüncelerimi, kurgularımı, hepsini yıkmak, yıkılanların da tam tersini yapmak istiyorum. Namaz kılabilirim biraz sonra, unutmadığım duaları okuyabilirim, bir dua kitabından size beddualar dilenebilirim (!) Heteroseksüel de olup bir eşcinsel düşmanı kesilebilirim. Yapabilir miyim? Yapamam. Yapabilir miyim? Yapamam. (Saçmalıyorum. Böylesine boşluklar üzerinde kurmadım ki hayata karşı tavrımı!) Kahretsin ki oluşturulmuş, oluşturulabilecek tüm kurgular hükmünü yitirdi bugün seninle konuştuktan sonra. Telefonda mutlaka konuşmalıyız diye diretmekle buluşmamızı sağlamıştın. Ertelemek istiyordun. Ben öne almak... Kafamdan geçen tüm olasılıkların doğrulandığını senden duyma isteği iptal etmişti tüm bağlantıları. Titreyen gövdemle sana gelirken, yüksek sesle düşünüyordum da: Niye Niye Niye Niye diye... Sonra farkettim insanların baktığını. Utandım. Caddeye atlayıp, kafamı sadece kafamı bir lassa tekerleğinin izlerinde eritmek istedim. Onu istedim. Seni istedim. Bugüne kadar aşık olduğum tüm erkekleri istedim. Hepsi beni siksin istedim. Hepsi yüzüme tükürsünler istedim. Ağladıkça, bağırdıkça bana vurmalarını istedim, sulara kafamı gömmelerini, nefesimin kesilmesini , kasılan gövdemin bir kan anıtına dönüşmesini, düşen yaprakların, kırmızıya bulandıkça morarmasını istedim. Niye gittin Müşfik! Seni o kadar çok sevmiştim ki!
Senle konuştuktan sonra niye kustum? Midemin kasılmalarını niye durduramadım. Senin gövdene değen dudakların salyası mıydı benim içimi bulandıran, onun spermleri miydi ağzıma gelen kusarken? Orospu bir kıskançlık bu! Kısalan ve uzayan çizgilerin tabanlarıma batmasıyla beni asan ve incir ağaçlarının gölgesinde ellerimi böceklere dönüştüren bu kıskançlığın sızısıyla mı konuştum seninle, şimdi bu sızıyla mı yazıyorum? Ağladığım anların hesabı nasıl tutulacak? Verilecek sözlerin ağırlığını duymadan, hıçkırıklara boğulan gırtlağımın boynumdaki çıkıntısını kim saracak, belleycek? Kim öpecek beni en çok sevdiğim boynumdan? Sen öpmedin, O öpmedi, Ötekiler de... Kim kim kim diyecek bir gün, Senin ellerin de üzüm yapraklarının tazeliğiyle geçip gidiyor kursağımdan, ulaşıyor o en ulaşılmaz sandığımız organların sızısız ve hastalıkların tortulandığı bölgelerine?... Anlıyor musun? Anlayacak mısın? Hayır, çarem bu da değilmiş. Yazmak, okutup okutmayacağımı bilmediğim bu mektubu yazmak da deva vermiyor bana. Devam ne bilmiyorum. Belki floresanlı banyoların fayansında yansıyabilecek bir jiletin açabileceği yaralar... Belki çırılçıplak, öpüştüğünüz yerlerde, şehrin parklarında yağmur altında koşmak, koşmak... Belki bok yemek... Sabah olmuş şimdi de, kültablam doldu, kuşlar da ötmeye başladılar. Atıp kendimi sokaklara avare dolaşmak, dönülmeyecek yollara gitmek istiyorum. Yapamayacağım. Deva bulamayacağım. Sen olmadan, o olmadan bir hayat kurgulayamayacağım. Ama gövdende dolaşan onun elleri, gövdendeki tüyleri birbirine yapıştıran onun salyaları ve spermleri! Midem bulanıyor Müşfik, kusmak istemiyorum! Nasıl da nefret verici bir istekle geliyorum, geliyordum, geleceğim sana. Beni vurun. Beni vurun. Ölümüm resmiyet kazansın. Siyah beyaz gazetelerin birinde sayfaların en dibinde ölüm ilanım çıksın, çiçeklerin gönderilmemesi rica edilip, isteyenlerin bu paraları kanalizasyona atmaları istensin. Orda yaşayanları hiç düşünmedik ki biz! Benim ölümüm bir şeye yarasın. Geliyorlar... Siyah eldivenleri ve siyah maskeleriyle geliyorlar. Çıplak vücutlarının karanlığının ışımasıyla... Bağırıyorum, sesim çıkmıyor. Düşteyim. Ayaklarım yok oluyor sonra. Kollarım da ardından. Geliyorlar, Müşfik, duy beni! Boğmak için değil, eldivenleri ve maskeleri bana da takmak için. Kol da veriyorlar bana. Benim değil hiçbir şey. Kafamın içindekiler, gözlerimden düşürdüğüm bakışlar benim değil. Gecenin eldivenli karabasanı oluyorum şimdi. İçim sızlıyor, ağlamak, sana sarılmak istiyorum. Sarılsana bana. Sarıl. Sarıl. Sarıl...
KAOS GL 29/26
murat yalçınkaya
Çeviren: Doðan Hürkan
William Gibson'ın romanı Neuromancer'' da Case, siberuzayın (cyberspace) bedensizliğini özler. İster edebiyattan ister akademik çevrelerden olsun sayısız yazar tekrar tekrar sanal gerçeklikte bedenlerimizden kurtularak yaşayacağımız deneyimden bahsediyorlar. Artık 'Etten kuklalar', 'etten kafes' gibi deyimler duymaktan tiksiniyorum, ama yine de siberuzay içindeki beden ve bedensizlik kavramları beni de heyecanlandırıyor. Sanal dünyanın içine girebilmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Geride bir beden bırakacak mıyım? Hangi bedeni neden geride bırakmayı ya da saklamayı isteyeceğim ? Sanal gerçeklik (virtual reality) fiziksel bir ortamdır. Göreceklerim yalnızca düz bir ekranda değişen görüntüler olmayacak; bedenimin tümüyle o görüntüler içinde yer kapladığı hissini duyacağım. Hareket ve emirlerime anında karşılık verecek, gerçek görünmeyen fakat gerçeklik hissi veren, 3 boyutlu, bilgisayar yapımı grafik bir dünyaya ayak basacağım. Sanal gerçekliğe girebilmek için bedenime ve çevreme çeşitli araçlar yerleştirmem gerekecek: başımı kavrayarak, video monitörleri yardımıyla gözümün önünde stereoskopik görüntüler oluşturacak bir kask; bilgisayarın sabit bir dünya efekti yaratabilmek için gereksinim duyduğu baş hareketlerimi ölçecek bir algılayıcı; ellerimi görebilmem ve komutları seçebilmeme olanak verecek algılayıcılı eldivenler; bedenimin sanal gerçeklik içinde temsil edilebilmesi, sanal bir beden olarak hareket etme yeteneği kazanabilmesi ve aynı sanal dünyayı paylaşacak olanlarca görülebilmesi için gerekecek kavrayıcı bir elbise; sesleri 3 boyutlu duymamı sağlayacak kulaklıklar; ve sesimle komutlar verebileceğim bir mikrofon. Sanal gerçeklik deneyimini fiziksel bedenimin hareketleriyle ya da tekerlekli sandalye, protez gibi araçların mekanik hareketleriyle yönlendireceğim. Görmek için başımı çevirmem gerekecek. Sanal dünyada bir şeyler yapabilmek veya bir şeylere tepki verebilmek için eğilmeli, uzanmalı, yürümeli, kavramalı, dönmeliyim. Fiziksel bedenin hareketleri ve komutları uçmak, yüzmek, veya bir anda bir yerden bir başkasına taşınmak gibi çok farklı sanal hareketlere dönüşebilir. Birçok şey mümkün olacak ve
bunların çoğu fiziksel cerrahi bir operasyon icra edebilmek veya Lanier tasarımı sanal müzik aletlerinden birini çalabilmek gibi beceriklilik ve pratik gerektirecek. Eğer sanal gerçeklik o kadar fizikselse hangi bedeni geride bırakacağım? Anlaşılıyor ki fiziksel bedenimi değil. Onsuz bir başka dünyaya gidilmiyor. Şüphesiz ki bu yapay dünyayı algılamak için beynime, görmek ve duymak için göz ve kulaklarıma, orada hareket edebilme için bacak ve ayaklarıma, kemiklerime ve kaslarıma gereksinim duyacağım. Organlarım hala anahtar konumdalar. Fiziksel bedenim aynı anda hem sanal ve hem fiziksel dünyada yer kaplıyor; yaptığım hareketlerin sonuçları her iki dünyada da farklı sonuçlar doğuruyor. Algılarım fiziksel dünyada olduğu kadar sanal dünyada da aktif durumdalar. 'Dünyadaki varlığımızı' geride bırakarak başka bir deneyim yaşamaya başlayacağız. Her iki dünya da dünyanın doğası ve onunla olan ilişkimizle şekillenmektedir. Yerçekimi, yoğunluk, kütle, ağırlık, uzaklık deneyimleri kaybolmaktadır. Sanal ortamda gördüğümüz, yarattığımız nesneler ve içinde bulunduğumuz mekanlar fiziksel dünyadakilerden farklı görsel ve devinduyumsal nitelikler taşırlar. Nesneler/mekanlar yoktan varolup yok olabilir, aynı yeri kaplayabilir veya bir anda görünüm değiştirebilirler. Çok hızlı ve her şekilde hareket edebiliriz. Eğer özgür hissediyorsak, fiziksel dünyayla ilişkimizden, dünyanın ve maddenin üstümüzdeki sınırlama ve kısıtlamalarından kurtulduğumuz içindir. Burada özellikle fiziksel dünyada engeller yaşayanlar için karşılaştırılamayacak bir hükmetme ve denetleme hissi mevuttur. Sanal dünyalardaki kısıtlamalar insanların yarattığı program yazılımlarından kaynaklanır; ne de olsa onlar da insan. Fakat bir düşünsenize sanal dünyanın mimarları için ne büyük bir görev: yalnızca mekanlar ve nesneler değil, bunlarla ve diğer bedenlerle kurulacak tüm bedensel ilişkiler de tasarlanmak zorunda. Aynı fiziksel bedene sahip olacağım fakat karşılaştıklarım ve bunlarla olan ilişkilerim, 'dünyadaki varlığım' dramatik bir biçimde farklı olacak. Benliğimi algılamam büyük ölçüde ben olmayanla olan ilişkilerimle
KAOS GL 29/27
belirlenecek. Jaron Lanier der ki: "kendi öznelliğiniz üstüne berrak bir deneyiminiz vardır. Öznelliğinizi dünyanın üstünde uçan bir melek olarak duyumsayabilirsiniz". Bazı kimseler için bir gün bu 'bedensizlik duyumu' haline dönüşebilir. Geride bırakacağım, bırakmam gereken, bir başka şey de görünüşüm olacak. Sanal bedenler filmler, video veya fotoğraflar gibi bireylerin görünüşlerinin sureti olamıyorlar. İşte sanal gerçekliğin mimarları için bir başka görev de bedenleri tasarlamak. Şu ana kadar yaratılmış bedenlerden bazıları insandan başka canlıların biçimlerini almışlar: örneğin bir istakozunkini. Sanal gerçeklik insanlara sayısız çeşit görünüş ve kimlik seçeneği sunuyor. Kimlik artık fiziksel anlamda yaş sıfatları, toplumsal cinsiyet (gender), ırk, beden ölçüleri, hatta insan türü özeliklerine bağlı kalmayacak. İnsan veya canlı cansız tüm varlıkların vasıfları isteğe göre karıştırılıp kullanılabilecekler. Dişil kimlikler edinen erkek kullanıcıların çokluğunu göz önüne alırsak, erkeklerin birçoğunun dişi sanal bedenler seçeceklerini varsayabiliriz. Kadınlar ise şu anda çoğunun internet veya diğer iletişim ağlarında rahatsız edilmeyi önlemek için yaptıkları gibi toplumsal cinsiyet yönünden nötral kimlikler edinmek isteyebilirler. Sanal dünyalara yerleştiğimizde bunların sanal bedenler ve muhtemelen sanal kimlikler olduğu, aldatmanın artık internette olduğu gibi önemli bir konu olmadığı anlaşılacak mı? Hem zaten sanal gerçekliğin tümü bir aldatmaca değil mi? Eğer kendimizi fiziksel temellere dayalı kimliklerimizden kurtulmuş hissedersek, yazı biçimindeki bigisayar iletişiminde yaşanmış olduğu gibi fiziksel dünyanın sosyal kısıtlamaları da azalabilir. Kişisel olarak geride bırakmak istemediğim bir beden var. Yemeğe, uyumaya, dışkılamaya ihtiyacı olan, kolayca incinebilen, hastalanabilen ve ölecek olan beden. Gereksinimleri, tutkuları ve bazılarının kurtulmaya çalıştıkları ahlağıyla bu beden. Ve işte İster edebiyattan ister akademik çevrelerden olsun siber uzay hakkında yazan nice yazarın değersizleştirdikleri beden: "...elit yaklaşım etten olana yönelik açık ve rahat bir aşağılama gerektiriyordu. Beden ettendi. Case kendi etine hapsolmuştu". Uğraştırıcı ve bağlayıcı her işte olduğu gibi kişi zamanı ve bedensel gereksinimlerini unutabilir. Video oyunları, program yazımı, internet taraması ve sanal gerçeklik gibi bilgisayar etkinlikleri yoğun ve karşı konulamaz olabilir. Case bu yeni mekana girdiğinde bedeninin gereksinimlerini unutur: "İşte buydu. Burada ne olduğunu, kim olduğunu bulmuştu. Yemeği unuttu. Molly masasının kenarına pilav ve suşi bırakırdı. Bazen kimyasal tuvaleti kullanmak zorunda kalarak ara verirdi... Giyinme ihtiyacı duymadan doğruca makinaya giderdi... Gece gündüz kavramlarını yitirmişti". Ama etten bedeni hala bakım gerektiriyor; bu yüzden Molly ona yemek getiriyor ve Maelcum ona dışkılama tüpü bağlıyor. Bu bakım korumayı da içermelidir çünkü sanal bir dünyaya çakılmak insanı fiziksel dünyadan gelebilecek her türlü etkiye karşı savunmasız bırakır. Sanal dünyadaki efendilik ve denetleme duygusunu yaşamak fizikselde sahip olunan denetimden vazgeçmek anlamına gelmektedir. Bu yüzden kişi güvenli fiziksel bir mekanda veya başka bir kişinin gözetimi, hatta koruması altında bulunmalıdır (tabii
bu kişi software* veya hardware** üzerinde oynamalar yapmış bir insanın olası saldırılarına karşı hala savunmasızdır). Denetleme duygusu, sanal gerçekliğin tümü gibi güçlü ve fiziksel bir illüzyondur. Et ve kemiğimizi geride bırakmak cinsellikten vazgeçmek değil, cinselliğin paylaşılan ıslaklık ve etselliğini ortadan kaldırmaktır. Sanal dünyalarda cinsellik beynin gerekli yerlerinin uyarılmasıyla taklit edilebilir veya öteki sanal bedenlerle sanal bir temas kurabilen giysiler giyerek yaşanabilir. Böylece kişi ötekilerin bedenlerini onlarla etsel bir temas kurmadan, vücut salgıları birbirine karışmadan, karşıdakinin (veya karşıdakilerin) fiziksel temelli toplumsal cinsiyet (gender) kimliğini zorunlu olarak bilmeden ve bunu kendisi de açıklamak zorunda kalmadan hissedebilecek. Tamamiyle anonim bir seks; sorumluluk yok, herhangi bir fiziksel ve bedensel zarar görme olasılığı yok (tabii başka çeşit zararlara uğramak mümkün olabilir), ve gebelik veya cinsel yollardan bulaşan hastalık gibi fiziksel sonuçlar yok. Siber uzay şimdiden bedensel temas içermeyen bir cinsel birliktelik için çok popüler bir yer; sanal gerçeklik de büyük olasılıkla aynı şekilde çok popüler, fakat daha fiziksel olacak. Bir kadın olduğum için etten kemikten yapılmış bu bedeni bırakmak için daha mı az istek duymalıyım? Ötekiler erkek oldukları için bunu yapmaya ya da bunu yapmayı hayal etmeğe daha mı istekliler? Kesinlikle evet. Erkekler yüzyıllardır denetleyemedikleri ve yönlendiremedikleri, arzuları, duyguları, bedensel işlevleri ve bedensel değişimleri diğer daha değerli uğraşıları engelleyen bedenlerini alt etmek istemişlerdir. Batıda din, bilim ve felsefe etten bedeni, onun gereksinimlerini ve zihni meşgul edişini (ve bunları kadınlarla ilişkilendirerek) sürekli olarak merhametsizce hor görmüş ve değersizleştirmiştir. Bundan, en azından deneyimsel olarak, kurtulabilmek, önemli sonuçları olacak fiziksel eylemler gerçekleştirebilmek, yapmak, öğrenmek ve yaratmak bir düşün gerçekleşmesidir. Bu en yeni tasarım projesidir: nesneler, mekanlar, bedenler, hareketler ve bunların arasındaki her türlü ilişkiyi, ısı, ışık, hava, yiyecek, uyku veya ölüm gibi usandırıcı insani gereksinimleri hesaba katma zorunluluğu duymadan kurmak ve yaratmak. Mimarlık sonunda işlevin tiranlığından kurtuluyor. Tabii ki etten beden tüm gereksinimleri, sorunları ve incinebilirliğiyle hala baki, ama kadınlara ve azınlıklara atfedilen yeni bir tutumla gözardı edilebiliyor. Etten vücudumuzdan tümden kurtulma arzusu o kadar büyük ki, insan bilincini bir bilgisayara yüklemek veya transfer etme fikri bilgisayar dünyasının üzerinde azimle kafa yorduğu bir konu haline geldi. Böylesi bir biyolojik-ötesi dünyada kişi, ölüm, zaman ve bedenin yaşamı sürdürme ve üremesi için gereksindiği enerjiden bağımsız bir hale dönüşebilir. Ben, kişisel olarak, bunların erkekçi zihniyete ait hayaller olduğunu düşünüyorum. Sanal dünyaların potansiyel karakteri ve olası sonuçları feminist bakış açısıyla da hayal edilip, tanımlanabilir. O zaman, geride bırakmayı isteyeceğim beden, olmam beklenilen, bana toplumun öğrettiği sınırlamaları ve kısıtlamalarını uygulayan, edinilen beden olacaktır. Bunlar benim düşünme biçimimi, bedenimi kullanışımı ve dünyada kapladığım *
software: bilgisayarın belleğinde tutulan ve işleyişini sağlayan yazılımlar. hardware: bilgisayarın mekanik bölümünü oluşturan parçalar bütünü.
**
KAOS GL 29/28
mekanı, erkeklerden daha kısıtlı ve daha tanımlı bir biçime dönüştüren şeylerdir. Geride bırakılabilirler mi? Şu an mümkün değilmiş gibi duruyor. Eldivenleri ve kaskı takıp sanal gerçekliğe giren insanlar çoğu zaman fiziksel dünyada onları izleyenlerin farkında ve hareketlerinde bilinçli kalıyorlar. Belki 'dünyada kadın olmak' sanal bir biçimde bile aşılamayacak. Yine de umuyorum. Denemek isterim. Ve kadın görünüşümü geride bıraktığım zaman, erkeklerin kadınlardan beklediği tavır ve hareketleri, onların kadınlara yaklaşma ve davranma biçimlerini geride bırakmayı isterim. Bir erkek kimliği edinmek istediğimden değil, bunun yerine toplumsal cinsiyet ayrımlarından bağımsız, yalnızca insan olarak varolmak için. Erkek veya dişi olmayan bir ses yaratmanın teknik zorluklarının, davranış ve tutumlarımın beni ele vermeyeceği olasılığından da öte zorluklar var. İnternet ve yazıya dayanan diğer bilgisayar iletişimlerini kullanan birçok erkek için diğer kullanıcıların fiziğe dayanan toplumsal cinsiyet kimliklerinin bilinmesi hala büyük önem taşıyor: bu anlamda sanal dünyalarda anonim kalmak baskı görme nedeni olabilir. Toplumsal cinsiyetten bağımsız bir iletişim ve etkileşim gerçekliği bir erkek özlemi olmayabilir. Ona göre et ve kemik bir hapistir; benim içinse hapis toplumsal cinsiyetin sosyal yapısıdır. Şu ana kadar siberuzay toplumsal cinsiyeti, insan yapımı diğer yerler kadar, belki erkeklerin toplumsal cinsiyetle oynamalarına izin verecek bazı serbestlikler tanıyarak, ama kadınların ondan bağımsızlaşmalarına izin vermeyecek bir biçimde yapılaştırmıştır. Bilgisayarla ilgili buluşların -siberpunk yazını da dahil olmak üzereyaratılması ve kullanılmasında erkeklerin çoğunlukta bulunmaları göz önünde tutulursa, cinsiyetçi erkek egemen görüşün bu konuda da iktidarda olması şaşırtıcı gelmiyor. Eğer dünyanın her yeri erkek egemenliğini yansıtıyorsa, bizlere toplumsal cinsiyete hapsolmuş bedenlerimizi geride bırakmamız için kısıtlı bir olanak tanıyacak benzer bir senaryo beklememiz gerçekçi olacaktır. Neden bir de şöyle yapmayalım? Feminist bir tahayyül, sınırların değişkenliği, geçişkenleşebilirliği üzerinde dururdu. Sanal gerçeklik, fiziksel dünyanın ve bizim onun üstünde kurduğumuz sosyal yapılaşmaları karakterize eden ayrımları ve ilşkileri eritir. Yalnızca beden ele alınırsa, kavramsal ve deneysel olarak bir çok yönden önce parçalanıp sonra yeniden yapılandırılması gereken farklı parçalar vardır. Ruh/beden, erkek/dişi, canlı/cansız, gerçek/hayal gibi basit ikilemler çok daha az elle tutulabilir hale gelmektedir. Sanal dünyalar o dünyalarda ve bu dünyadaki sınırları sınamak ve bulanıklaştırmak için engin fırsatlar sunmaktadırlar. Eritilmesi gereken önemli bir sınır ben ve öteki (tüm ötekiler) arasında olandır. Sanal dünyalar nesneleri ve mekanları yeni ve farklı şekillerde ilişkilendirecek ve birleştirecek, ve başka bedenler, varlıklar, ve türler ikame edebilmemiz için sonsuz sayıda fırsat sunacaklardır. Fiziksel dünyada beni tanımlayan ve sonsuza dek ben olmayan her şeyden ayrı tutan, şeyleri, bedenleri ve yerleri birbirinden ayıran ve uzak tutan berrak, keskin ve katı sınırlar
yokolacak. Sanal dünyalarda bir araya getirme, birleştirme ve ikame etme olasılıkları sonsuzdur. Bu yeni çeşit bir yakınlaşma gibi durmuyor mu? Bu fiziksel dünyada şu anda eksikliğin duyduğumuz, öteki için empati ve şefkatin yeşermesine neden olamaz mı? İnsanlar şimdiden e-posta ve internet sohbetlerinin doğurduğu bir çeşit samimiyetten, yakınlaşmadan bahsediyorlar. Belki de mekanlar, nesneler veya başka türlerin sanal temsiliyle bulunacak başka bir düzey veya yakınlık vardır. Marge Piercy'nin 'He, She and It' adlı romanında, sanal dünyaların deneyimli bir yaratıcısı ve kullanıcısı yaşlı bir kadın olan Malkah elinde bulundurduğu gücü tanrısal görür. "İmge dünyasında ben düşüncemin, yaratma kapasitemin gücüyüm. Üs'te veya Ağ'da cinsiyet yok, ama cinsellik var, bir araya gelmek var, yunusların dalgalarla yaptıkları oyunlar gibi beyinlerin oyunları var. Metaforik ve teknolojik anlamda yapılaşmış bir başka önemli sınır da, sanal gerçeklik ve fiziksel gerçeklik arasındadır. Sanal gerçeklik nerdeyse kendi içinde tarif edilmiş ve fiziksel geçeklik dışına hapsedilmiş ve bağımsız bir şekilde yapılanmıştır. 'Sanal dünyalar' terimi bu yüzden vardır. Bu yapılaşma sanal gerçekliğin fiziksel gerçeklikten kaçış olarak görülmesi ve tecrübe edilmesine, hatta batı kültüründe etten bedenin başına geldiği gibi fiziksel dünyanın ihmal edilmesi ve değersizleştirilmesine yol açmaktadır. Erkek tahayyülü, et gibi, maddenin de geride bırakılmasını düşlüyor olabilir. İkisi de kısıtlayıcı, ikisi de öylesine çok sorun yaratıyorlar ki. Ama şu da olasıdır ki, sanal dünyalarda bulunmak etten bedenin ve maddenin daha çok değer kazanmasına yol açabilir. Yeni buluşlara önayak olan bir başka görüş ise kendi içinde tanımlanmış, ayrı bir siberuzay yerine fiziksel gerçekliği artıran dağıtılmış siberuzayların yaratılmasını savunur. Sanal ve gerçek olan birbirine bağımlı ve tamamlayıcı olarak görülebilir ve yapılanabilir. Sanal gerçeklik tek bir monolitik gerçek versiyonu değil, hayal edilip, yaratılabilecek sonsuz sayıda olanaklar bütünüdür. Eğer bu çeşitliliğin tüm potansiyeli anlaşılırsa, varoluşumuz ve tüm ötekilerle aramızdaki sosyal ve psikolojik ilişkiler için, fiziksel dünyada ve şu anki kültürümüz içinde varolana gerçekten alternatif olacak yollar üretebiliriz. Kim bilir belki bu, burada, bu bedenler içinde varoluşumuzun ve ilişkilenmemizin biçimini değiştirebilir. O zaman geriye döndüğüm değişmiş bir beden olacak.
Karen A. Franck'in Architectural Design (AD) dergisinden alınmış "When I Enter Virtual Reality What Body Will I Leave Behind" adlı İngilizce makalesinden Türkçe'ye çevrilmiştir. Karen Franck, New Jersey Instute of Technology'nin mimarlık bölümünde yardımcı Profesör olarak görev yapmaktadır.
KAOS GL 29/29
MEKTUP-LAR-DAN Lezbiyen, Sydney Hepinize Merhaba!.. Sizlere bu satırları yazarken KAOS GL dergisinin ilginç satırları gözümün önünde dansediyor. İçimden bir şeylerin koptuğunu, burnumun direğinin sızladığını hissediyorum. Aynı duyguları 1976’nın ODTÜ yıllarında da hissettiğimi anımsıyorum. Tabi o yılların politik ortamında erkek arkadaşlarla el ele, omuz omuza yurt sorunlarına göğüs gerişlerimiz, meydanlarda, anfilerde yürüyüşlerimiz, konuşmalarımız bize cinselliğimizi hemen hemen unutturmuş, tek vücut olmamızın kıvancını tattırmıştı. Değil “lezbiyen” olarak Türkiye gibi bir ortamda yaşam mücadelesi verme cesaretini göstermek, hissetmek... Hiçbir eşcinselle karşılaşmadığımı (1970’li yıllar), sadece kitaplardan entellektüel olarak bilgi edinişimi anımsıyorum, o da 1986’da 2. gelişimdi Türkiye’ye. Aileme açıklamamanın ezikliğini yaşamıştım kaldığım 3 ay içinde. Evet gelelim bana... Buraya geleli 20 yıl oluyor. İlk iki yılı macera ve alışma devresi olarak düşünürsek, geri dönüp ODTÜ’yü bitirmekten vazgeçip burada kalmaya karar verişim ve şu son 18 yıl içinde geçirdiğim evrim başlıbaşına bir olgu.... ...Benim eşcinsellik konusunda bilinçlenmem 1980’li yıllara dayanıyor. Yaşamımda birbiri ardısıra oluşan olaylar sonucu... yaşamın tabi oluşu kişinin bilinç ve politik düzeyiyle doğru orantılı olarak bir çok olayları da beraberinde getirerek kişiyi belirli bir düzeye çıkarıyor. Buradaki gay-eşcinsellik ortamı oldukça kuvvetli ve dünyasal alanda diğer ülkelerle sıkı destek ve bilgi alışverişi içerisinde. Bu yüzden kanunsal yönden eşcinsellere yönelik bir çok değişiklikler ve yenilikler gelişiyor. Çeşitli zamanlarda Avustralya içinde ve dışında düzenlenen konferanslar katılan kişilerin duygu ve düşünce alışverişine olanak sağlıyor. Ben bu arada bir sosyal destek grubunu devam ettirme çabasındayım. “Middle East Dykes” adı altında, 4-5 yıldır. Tekrar size dönelim... İçinde yaşadığınız koşullar zor da olsa verdiğiniz uğraş gerçekten kıvanç verici. Her türlü tehlikeye göğüs gererek birbirinizle dayanışma oluşturup, diğerlerine ulaşmaya azimli olmanız aynı ölçülerde gurur verici ve övgüye layık bir olay. Sizden haberimin oluşu da tamamen bir tesadüf diyebilirim. Bir üyenizin İnternet’teki adresi beni size ulaştırdı. Türkiye’de eşcinselliğin varlığı ve gelişimi beni birçok yönden ilgilendiriyor, özellikle kişisel yönden. Son beş yıldır Sydney Health Servisi’nde Çok Kültürlü HIV/AIDS Eğitimi (bilgilendirme ve destekleme) alanında eğitimci olarak görevliyim. Özellikle Türkçe konuşan toplumda gerek toplumsal gerekse basın yoluyla yakından ilişkilerim var. (?) Bize gönderilen (ofise gelen belgelerde) dünya AIDS kuruluşlarının evrensel olarak topladığı istatistiksel rakamlara göre Türkiye’de AIDS’ten etkilenen kişilerin sayısı sadece 500! Buna kimsenin inanası gelmiyor, bu sadece hastanelere başka şikayetlerden dolayı gelip de daha sonra AIDS teşhisi konulan kişilerin sayısı olablir. Çünkü Türkiye gibi bir ülkede insanların en doğal haklardan bile yoksun olduğu düşünülürse kişilerin kolay kolay “ben HIV+’im” demesi veya kan tahliline rıza göstermesi olanak dışı. Kişilerin korkuları yersiz değil. Deşifre olmak demek her türlü hakarete maruz kalmak demek, bunu hepimiz biliyoruz. Avustralya’da, her yıl Amerika veya diğer ülkelerde olduğu gibi MARDI GRAS açık hava gösterileri düzenleniyor. Bu yıl çalıştığım bölüm (Çok Kültürlü Servis) ilk kez, benim önerimle resmi olarak şölenlere katılıyor Ben straight dediğimiz, heteroseksüel kişilerle de çalışıyorum, ama açık görüşlü ve hoşgörülü oldukları için herhangi bir güçlük yok. Bu da benim için ve de servis açısından başlı başına bir başarı. Buradaki Türk kesiminin eşcinsellik konusundaki görüşleri belirli bir kesimde çok tutucu, ama genç nesilde kabule yönelik bir tutum var. Eğitim ve görüş alışverişi daha kolay ve ağrısız. Şimdilik bu kadar, sağlıcakla kalınız hepiniz.
ABONELİK İÇİN YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 2.700.000.-TL, 6 AYLIK 1.350.000.-TL (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET (ANKARA) ŞUBESİ ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 200.000.-TL’lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ.
KAOS GL 29/30
Susurluk
olayından sonra ortaya serilen gerçeklere paralel olarak demagojik sloganlar ve yalanlar da ortalığı kapladı. Bazıları “temiz toplum” diye haykırarark hedef şaşırtmaya çalışırken, bu hedef şaşırtmaya karşı çıkarmış gibi görünen diğer bazıları “temiz toplum değil, temiz devlet” diyerek daha da büyük bir aldatmacanın kapısını açmaktadırlar. Öte yandan bir “çete” lafıdır almış başını gidiyor. Devlet içinde yuvalanmış “çeteler”den, DEVLETİN bu “çeteler”i temizlemesi gereğinden söz ediliyor. Bunu söyleyenler kendi laflarına ne kadar inanıyorlar ve bunun hırsızın kendi kendini yakalamasını talep etmekten farksız olduğunun ne kadar farkındalar bilinmez. Ama bilinen bir şey var ki, o da son zamanlarda medyada birdenbire revaç bulan ve “topluma gerçekleri açıklayan kahraman” olarak lanse edilip kendilerini uhrevi bir kanada “bilgilerin aktığı ışık” olarak tatmin edenlerin devlet içindeki bir kliğin, üstelik devletin hakim kliğinin, gizli istihbarat örgütlerinin sözcüleri olduklarıdır. Bir yıl önceki genel seçimlerde, doğu bölgesinde kirli savaşı sürdüren ve bu savaşın doğası gereği her türlü yerinde infaz, işkenceyle insan öldürme, köy yakma, yolsuzluk, rüşvet, kaçakçılık, mafya işlerine batan DEVLET (polis-ordu-MİTçevik kuvvet) içinde zater varolan iki klik arasındaki çatışma Susurluk olayından sonra bütün açıklığıyla su yüzüne çıktı ve daha da şiddetlendi. Bu kliklerden biri Çiller ve DYP tarafından temsil edilen, polis-ülkücü-mafya tabanına dayanan ve ağırlıklı olarak devletin hükümet kanadında yuvalanmış kliktir. Diğeri ise Genel Kurmay ve MİT tarafından temsil edilen ve ağırlıklı olarak köklü devlet kurumlarında yuvalanmış askerler kliğidir. Bu iki klik, ülkücü cinayet şebekelerini, özellikle çevik kuvvet içinde yuvalanmış yetki çetelerini, kaçakçı ve kumar mafyasını kullanarak doğu bölgesindeki kirli savaşı halen sürdürmektedirler. Ancak bu iki klik iki nedenden dolayı gittikçe şiddetlenen bir çatışma içine girmiştir. Devletin hükümet kanadını oluşturan Çiller kliği hükümet olanaklarının ve kirli savaşın kendilerine kazandırdığı yetki ve avantajlardan dolayı kirli işlere ve kara paraya öylesine batmıştır ki, hükümet olanaklarından başka şekilde vazgeçemez, iktidar borusundan nefes alıp verir hale gelmiştir. Bu klik hükümeti yitirdiği anda kirli işlerin, mafya içi cinayetlere olan dahlinin ortaya çıkacağını ve kısa zamanda elde edilen büyük, tatlı karların elinden gideceğini çok iyi bilmektedir. Bu yüzden allem edip kallem edip Refah Partisi’yle ortak hükümet kurarak durumunu muhafazaya calışmıştır. Ancak geleneksel olarak Kemalist ideolojinin bekçisi durumunda olan askeri klik bu ortaklıktan son derece rahatsız olmuştur. Öte yandan, Devletin Kürt halkına karşı giriştiği kirli savaş başarısızlık getirmiştir. İtiraf edilmese de ortada bir yenilgi söz konusudur. Köklü devlet kurumlarında yuvalanmış olan askeri klik şimdi bu işten nasıl sıyrılacağını kara kara düşünmekte ve başarısızlığı Çiller kliğinin sırtına yıkarak kendini ve genel olarak devleti kurtarmaya çalışmaktadır. Genel Kurmay kanallarından son zamanlarda yapılan açıklamalar ve sızan bilgiler bu operasyonun açık delillerini vermektedir. İşte Susurluk olayından sonra bazı devlet kurumlarının olayın üzerine bu kadar “hassasiyetle” durmalarının ve bugüne kadar kamuoyundan elbirliğiyle ve hassasiyetle saklanmaya çalışılan gerçeklerin birdenbire ortaya dökülmeye başlamasının nedeni budur. Doğu Perinçek, son günlerde bazı medya kuruluşları tarafından “gerçekleri ortaya döken” ve -ne hikmetse- kendisine bilgi akan “ışık” olarak lanse edilmektedir. Oysa aslında Doğu Perinçek’in ortaya döktüğü bilgi ve belgeler yalnızca Çiller kliğini yıpratma ve askeri kliği battığı kirli işlerden kurtarma operasyonunun bir parçasıdır. Doğu Perinçek, artık doğrudan ve anlaşarak organik bir parçası haline geldiği Genel Kurmay ve MİT’ten aldığı bilgileri açıklamaktadır. Nitekim Doğu Perinçek, “Genel Kurmayın ve MİT’in yurtsever bir çizgide olduğunu” ve “temiz devlet yaratmak gerektiğini” söyleyerek dahil olduğu askeri klikle organik işbirliği içinde olduğunu açıkca ortaya koymaktadır. Doğu Perinçek’in ve diğerlerinin ortaya attıkları belgeler elbette kamuoyunun gerçeğin bir bölümünü öğrenmesine hizmet ettiği için yararlıdır. Ancak bu, aynı zamanda gerçeğin diğer yarısını örtmeye yarayan bir şal görevi yaptığı için son derece uyanık olmak gerekir. Bugüne kadar -ve bugün de- ülkücü cinayet şebekeleriyle, çevik güç çeteleriyle, mafyayla ortak çalışan askeri kliği bu tür işlerden arındırma, suçu bütünüyle Çiller çetesine yıkarak, ordu ve MİT’in Amerikan emperyalizmine karşı savaşan anti-emperyalist kurumlar olarak gösterme çabalarının, Amerika’nın güdümünde kirli savaş sürdüren DEVLETİ kurtarma operasyonunun hizmetinde olduğunu halka açıklamak, kirli savaşa karşı mücadele eden bütün barış yanlılarının ve gerçek devrimcilerin görevidir.
15 Aralık 1996, Gün Zileli KAOS GL 29/31
GL SÖZLÜGÜ
SIRBİSTAN
Eşcinsel:
Aşağıdaki metin, yaklaşık iki aydır Sırbistan rejimine karşı sokaklarda kadın ve erkeklerin düdük çalarak yaptıkları gösteriler hakkında feministlerin kadınlara dağıttığı bir bildiri. Metin, Arkadia üyesi Lepa Mladjenovic tarafından gönderildi, Türkçe’ye Yeşim T. Başaran çevirdi.
Eşcinsellik: “Homosexuality” teriminin tıpkı
KADINLAR, HADİ DÜDÜK ÇALIN YÜRÜYEN VE DÜDÜK ÇALAN KADINLAR BELGRAD SOKAKLARINDAKİ PROTESTO GÖSTERİLERİNİ DESTEKLİYORUZ VE DİYORUZ Kİ -DÜDÜK ÇALDIĞIMDA KENDİMİ DUYARIM -DÜDÜK ÇALDIĞIMDA BAŞKALARI DA BENİ DUYAR -BEN DÜDÜK ÇALARAK KENDİMİ KORUYABİLİRİM -DÜDÜK ÇALINCA DAHA GÜÇLÜ HİSSEDERİM BİLİYOR MUSUNUZ -DÜDÜK KADINLARIN KENDİLERİNİ TACİZ, SALDIRI VE TECAVÜZLERE KARŞI KORUMAK İÇİN KULLANDIKLARI GELENEKSEL BİR ARAÇTIR -PERU’DA, LİMA’NIN KENAR MAHALLELERİNDEN BİRİNDE KADINLAR KENDİLERİNİ DÜDÜKLERLE ŞİDDETTEN KORUDULAR. KOCALARI ONLARA DAYAK ATMAYA TEŞEBBÜS ETTİĞİNDE KADINLAR DÜDÜK ÇALDILAR. BU SAYEDE KOMŞULAR DURUMDAN HABERDAR OLUP DURUMA MÜDAHALE ETTİLER. BİR HAFTA İÇİNDE KADINA YÖNELİK ŞİDDET BÜYÜK ÖLÇÜDE AZALDI. ÖRGÜTLÜ BİR ŞEKİLDE DÜDÜK ÇALMAK SİVİL İTAATSİZLİĞİN BİR GÖSTERGESİDİR. düdük çalmak cesaret verir düdük çalmak güzeldir düdük çalmak kadıncadır PROTESTOLARDAN SONRA DÜDÜKLERİ ATMAYIN SOKAKTA, ASANSÖRDE, OTOBÜSTE, İŞYERİNDE YA DA KENDİ YATAĞINIZDA BİRİSİ SİZE SALDIRDIĞINDA DÜDÜK ÇALIN DÜDÜKLE DAHA GÜÇLÜ OLACAĞIZ DÜDÜĞÜNÜZ OLMASA DA ISLIK ÇALIN!
Kendi cinsinden olanlara duygusal, erotik ve cinsel yönelim içinde bulunan kadın veya erkek. Eşcinsel terimi, hem kadın eşcinseller hem de erkek eşcinseller için kullanılmakla birlikte günlük hayatta daha çok, erkek eşcinselleri anlatır.
çevirisidir. Zamanında bir tıp terimi olarak tanımlanmıştır. Kadın veya erkek, kişinin erotik, cinsel, duygusal açıdan kendi cinsine yönelik olma durumudur.
Gay:
Bu terim, eşcinsel kurtuluş hareketiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Başlangıçta hem kadın hem erkek eşcinselleri kapsayan bir kelime olmakla beraber, günümüzde sadece erkek eşcinseller kendileri için kullanmaktadırlar. Bu süreçte, “homoseksüellik”ten politik bir kopuş olarak tanımlanmıştır. “Homoseksüel” kelimesi, tıp tarafından tanımlanmış olduğu halde, “gay” kelimesi, aynı cinsten insanların birbirlerine karşı duygusal, erotik, cinsel yönelimleriyle yarattıkları hayat tarzını tanımlamak için, eşcinsel bireyler tarafından ortaya konmuştur. Bu kelimenin, Türkçe’ye, İngilizce’den olduğu gibi alınması 80’lere rastlar.
Lezbiyen:
Eşcinsel kadın şair Sappho’nun yaşadığı Lesbos (Midilli) adasının isminden türetilmiş bir terim olup, duygusal, cinsel, erotik yönelimleri kendi cinsinden bireylere karşı olan kadınları tanımlamak için kullanılmaktadır.
Homofobi:
Bu terim, eşcinsellere yönelik önyargı ve nefreti anlatır. Bir tür kaygı ve korku ifadesidir.
Heteroseksizm:
Bir tür ırkçılıktır. Kadınlara yönelik ayrımcılık olan seksizmin (cinsiyetçilik), heteroseksüel olmayanlara yönelik halidir. Heteroseksizm, heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak görme ve biricik varoluş biçimi olarak dayatma halidir.
Heteroseksist:
Heteroseksizmi savunan kişidir. Heteroseksüellik dışında hiçbir varoluşu kabul etmez ve heteroseksüel olmayanlara şiddete varan fizik ya da psikolojik terör uygular.
Heteroseksüellik: Bireylerin, cinsel, duygusal ve erotik olarak karşı cinsten kişilere yönelmiş olma halidir. Kendiliğinden ve zorunlu olarak, toplumda egemen varoluştur. Bu kendiliğinden ve zorunluluk hali, heteroseksüel bireylerin kendilerini “heteroseksüel” olarak tanımlamalarına bile gerek duyurmamaktadır. Bu durumdaki bireyler, kendini “eşcinsel” ya da “heteroseksüel olmayan” diye tanımlayan bireylerin ortaya çıkmasını kavrayamamakta, “homofobik” ve “heteroseksist” olabilmektedir. Doğal olarak bu durum, bütün heteroseksüellerin heteroseksist olduğu anlamına gelmemektedir.
belgrad kadın lobisi aralık 1996
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------KAOS GL