KaosGLD3

Page 1

94

I3

19

SA Y

SI M KA

A

İ

D

S

"AİDS yalnızca bir Afrika hastalığı olmakla kalsaydı, kaç milyon insan ölürse ölsün Afrika dışından çok az insanın ilgisini çekecekti." "AİDS, batı ülkelerinde ilk görüldüğü zaman önce önemsenmedi, ardından uzun bir süre sadece "eşcinsellerin hastalığı" olarak damgalanıp bir kenara itildi. Ne zaman ki bu hastalığın eşcinsellere özgü olmayan, heteroseksüel kadın, erkek, çocuk herkesi kapsadığı görülünce bir paniktir aldı herkesi." Bu durumda, tıbbi bir durum olan AİDS ile ideolojik anlamın yüklendiği AİDS'i ayırmak oldukça önem kazanıyor.


K O R K U... Bir arkadaşımın evinde, el ayak çekildikten sonra korku üstüne konuştuk. Ona korkularımı anlattım... Ağız tadıyla yaşanması gereken bir dünyada, ciddi korkularla hayatımız zehir oluyor. Can güvenliği... açlık... arkadaşsız kalma... aşağılanma... anormal insan muamelesi görme ve en önemlisi anlaşılmama... Bunlar hepimizin korkuları. Aslında korkmamız isteniyor. Bir köşeye korkuyla sinmemiz... kıpırdamadan oturmamız isteniyor. "Korkudan korkmamak gerekir!" dedi arkadaşım. Haklıydı. Haklı olmalıydı bence! Boşuna değil bu korkular ama insanın elini ayağını bağlayan korkunun en önemli nedeni korkudan korkmak değil mi? Bir de şunu bilmeliyiz: Birileri bizi korkutmak... sindirmek istiyorsa bizden korkuyor demektir. Tabi her korku için mutlak bir çözümleme olduğunu sanmıyorum. Her korkuyu ayrı ayrı ele alırken, bütün korkuların da ortak bir tabanı olabileceğini unutmamalı. Anlaşılmama korkusu dedim de... Bu korku bende de vardı. Aman derdim, kimse beni yanlış anlamasın. Hep doğru anlaşılmak isterdim. Bütün uğraşıma, tepinmeme karşın anlaşılmadım. Bilemiyorum belki de anlatamadım. Çok güzel yürüyen ve yıllarca süren bir ilişkide, cinsellik laftan pratiğe geçince her şey altüst oluyor. Ve o kadar açık davrandığımız halde hiç anlaşılmadığınızı, hatta onu da anlamadığınızı farkediyorsunuz. İkinizin de korkularının olduğunun bilincine varıyorsunuz. Biriniz anlaşılmamaktan, küçük düşmekten, yalnız kalmaktan korkuyor; diğeriniz, yanlış yapıp, günah işlemekten. Sevgi anlamını yitiriyor bu aşamada. Yaşanabilir şeyler sonsuza erteleniyor. Yıllar sonra karşınızdaki insan bir yabancı oluyor. Değerleriniz, moraliniz, duygularınız, kısacası yaşamınız altüst oluyor. Doğaldır ki insanlara olan inancınız, güveniniz, hatta yaşam sevinciniz bile! Bu konuyu uzun uzun düşündüm. Tüm çabana karşın anlaşılmıyorsan ya da yanlış anlaşılıyorsan, hiç bir çaba gösterme, bırak yanlış anlaşıl, dedim. Deneme üzücü oldu. Böyle davranınca yalnızlığa sürükleniyorum. Bazen gerçek duygularımı açıklamak istiyorum. Eşcinselliğin ne olduğunu anlatmak istiyorum. Ya da ne olmadığını. Önyargı, dargörüşlü insanların kafalarına vura vura anlatmak, açıklamak... Bunun sonunu göremiyorum. Sanıyorum hayatım, açıklama yapmakla, toplumca dışlanmak, aşağılanmak ve ayıplanmakla geçer. Şu soruyu soruyorum kendime: Kimin beni ve benim gibileri anlamasını istiyorum? Deneyimlerime dayanarak söylüyorum, kimi insanlar bilerek anlamıyorlar. İradeyi sarsıcı vuruşlar yapıyorlar. Bizi bilerek yanlış anlamakta direniyorlar. (Onların direncini kırmalıyız!) Bilerek anlamamanın temelinde sindirme, susturma isteği var. Bir insanı anlamak, farklı düşüncelere, duygulara ve yaşam tarzına saygılı olmak çok mu zor? Bu dünyada bazı insanlar, bizleri anlamak için bir dakika düşünselerdi, söyledikleri sözlerden dolayı hayat boyu vicdan azabı çekerlerdi. İnsanları cinsel tercihlerine göre sınıflandırmak, bana saçma geliyor. Böyle bir hiyerarşi tanımıyorum. İlle de bir ayırım yapmak gerekiyorsa, insanları, insancıl değerlere göre ayırabiliriz yalnızca. Ama bir insanı anlamak için bütün insanlık tarihini anlamak gerekir. Zorluk burda belki. Biri bunu kavramamışsa, insanı kendiliğinden yetişmiş ot sanır. Acımasızca üstüne basar. Şunu söylüyorum: Bir insanı sevmeyebiliriz. Ama o insanı anlamalıyız. Anlam, sevgiden de önemlidir bence. Çünkü nice sevgiler, anlamsızlık... anlayışsızlık yüzünden yerle bir oldu. Herkesin bizi anlamasını bekliyoruz. Sanırım, bu dünyada, bugün için mümkün değil bu. Cinsellikte çok acemiyiz. İnsan ilişkilerine güvenimiz yok. Kadın erkek ilişkisinin doğal karşılanmadığı bir toplumda, eşcinsellere özgürlük verilmesini beklemek, gerçekten bir ütopya olsa gerek. Fakat biliyorum ki HENÜZ... HENÜZ YOLUN BAŞINDAYIZ VE HER ADIMI SATRANÇ TAHTASINDAYMIŞ GİBİ DİKKATLİ ATMALI VE DÜŞÜNMELİYİZ!!! KENDİ KURTULUŞUMUZ İÇİN...

DERYA KURAT

KAOS GL AYLIK POLİTİK DERGİ KASIM 1994 SAYI:3 İLETİŞİM İÇİN YALNIZCA KAOS GL

PK:53 CEBECİ / ANKARA YAZINIZ 2


*Neden kendi cinsime ilgi duyuyorum? (Bir kadın) -Kişinin neden homoseksüel olduğunun cevabı, neden heteroseksüel olduğunun cevabı gibi sonuçsuz kalacaktır. (Bir başka kadın) -Cinselliğin ticarileşmesi ve önemsizleşmesi özel yaşamımıza fazlasıyla nüfuz ederek, onun bizim için daha derinde yatan anlamını zedelemektedir. Biz, yeryüzündeki yaratıklarla cinsiyetlerinden çok, bizim için bireysel anlamlarına göre ilişki kurarız/kurmalıyız. Medya, üretim ilişkileri ve maruz kaldığımız diğer faktörler, bu doğal biçimi kırmaktadırlar her saniye. Bir taarruz altındayız, dikkat! (Bir başka kadın) -Bir kadınla yattım; çünkü onun ahlaksal yazgısı ve beni dişi yelpazenin neresine (melek mi, orospu mu) koyacağı, beni ilgilendirmiyordu. (Bir başka kadın) -Rezzanla yattığımda bana birşey yapılmıyordu, biz birlikte yapıyorduk. (Bir başka kadın) -Verdiğim kadarını almak hoşuma gidiyor. (Bir başka kadın) *Tanımadığım erkekleri bedensel olarak çekici bulabiliyorum ama ancak çok sevdiğim kadın arkadaşlarımı çekici buluyorum. (Bir kadın) -Erkekler kadınlarla sadece kadın oldukları için ve kadınlar da, erkeklerle sadece erkek oldukları için ilişkiye girdikleri sürece bu ilişkilere karşı koymayı sürdüreceğim. (Bir başka kadın) -Büyük bir çoğunluk, fiziksel olarak orgazm olup (normalde belli şartlar altında kaçınılmaz olarak bu olur zaten) bu hazzı karşısındakine izafe ediyor. Bu halde onu mu, orgazmını mı seviyor? (Bir başka kadın) -Bir kadına sık sık sorduğum şudur: Sen erkek olsaydın da onun üzerinde bu etkiyi bırakır mıydın? Aldığım cevap, "hayır"dır çoğu zaman ya da bir erkek kadın olsaydı da varlığıyla kimliğiyle bizi etkileyebilecek miydi? Bunun cevabı evet olduğunda... (Bir başka kadın)

3

Rezzan'la yattığımda bana birşey yapılmıyordu, biz birlikte yapıyorduk.

Kişinin neden homoseksüel olduğunun cevabı, neden heteroseksüel olduğunun cevabı gibi sonuçsuz kalacaktır.

*Unutma ki, heteroseksüellerin sorunları homoseksüellerin sorunlarından fazladır, çünkü onlar sorunları olduğunun farkında değildirler. (Bir kadın) -Sonradan farkettiğim gibi yalnızca yatmak isteyen ama benimle ilişki kurmak istemeyen bir çok adamla yattım ve düş kırıklığına uğradım. Cinsel ilişkiyi bir sömürü yolu olarak görmeye başladım; yani sevişmek sanki gel bana ne istersen onu yap, ben zaten değersizim demek oluyor. (Bir başka kadın) -Tüm heteroseksüel ilişkiler, kadınlarla erkekler arasındaki güç dengesizliği yüzünden yozlaşmaktadır. Üstünlüklerini sürdürmek için erkekler, kadınların duygusallıklarından ve ekonomik köleliklerinden beslenmek zorundadır. Erkeklerin üstün kabul edildiği bir toplumda, kadınlar erkek egosunu yüceltmek için kendilerini sakatlamak zorunda kalıyorlar. Bu kültürün boğucu etkileri ve bunun zorladığı zararları rol yüzünden seksist zihniyette kadınlar heteroseksüel anlamda gelişememektedirler (Başka bir anlam ve anlayışları yoktur zaten). Hal böyle olunca, gelinen nokta... Bir felaket, bir yalnızlık oluyor yalnızca! (Bir başka kadın) TERCÜME KÖŞESİ: "...Buna karşılık ayrılanlar, daha veda gecesinde üç yıl yüzaltmışyedi gün iki saat sonra yine aynı şekilde davranacakları yeni bir ilişkiye girerler. Bütün bu süreçte tuhaf olan, tüm çiftlerin kural uyarınca ve oldukça kesin biçimde önceden kestirilebilen bu kaçınılmaz ayrılık kaderini ilk ve son defa olan dayanılması çok güç bir şey olarak ele almalarıdır.Belli ki, istatistiklerin ayrılık acısına bir faydası yoktur. (Tercüme yazısı Alman "EMMA" dergisinin Temmuz'94 sayısından alınmıştır. Bu dergi bakışık kadınların özel bir dergisidir.)

KAOS GL


AIDS BİLDİRİSİ GİRİŞ: Bu yazıda üzerinde durulacak konular, İslam ülkelerinin resmi yayın organlarında genelde üzerinde durulmayan konulardır. Bu nedenle, kullanılan bazı terimler okuyucu tarafından ahlakdışı olarak algılanabilir. Öte yandan, AIDS konusunda kapsamlı ve nesnel bir bilgilendirme yapabilmek için açık ve kuşkuya yer vermeyecek bir dil kullanılması kaçınılmazdır. AİDS NEDİR? İngilizce bir kısaltma olan AİDS, bulaşma yoluyla vücud direncinin azalması sonucu ortaya çıkabilecek bir hastalık tablosunu belirleyen bir tanımdır. AİDS'in oluşmasına yol açan şart etken, HIV virüsünün bulaşmasıdır. Bu virüs, hastalıklara karşı vücutta var olan direnç yeteneğini azaltır. Böylelikle vücut, normal şartlarda kolaylıkla karşı koyabileceği enfeksiyonlara direnç gösteremez hale gelir. HIV virüsünü kapan bir kişi, bu virüsü kaptıktan sonra da aylarca hatta yıllarca kendisini sağlıklı hissedebilir. Zamanla bu kişide zatürree ya da seyrek rastlanan kanser türleri gibi enfeksiyonlar ve hastalıklar ortaya çıkabilir. Sık sık rastlanmamakla birlikte, HIV virüsü taşıyanların merkezi sinir sisteminde de bir takım değişmeler görülebilir, ancak bunlar çok kez ciddi sorunlar yaratmaz. Ancak, HIV virüsünün bulaşması her zaman AİDS'e yol açmaz. HIV virüsü kapan bir kişide AİDS hastalığının ortaya çıkıp çıkmayacağı ya da bu virüsü kaptıktan ne kadar zaman sonra ortaya çıkacağı büyük bir olasılıkla örneğin stres ya da ruhsal sorunlar gibi yan etkenlere bağlıdır. Önemli Uyarı:AİDS hastalığının belirtileri başka enfeksiyon hastalıklarında, örneğin gripte de gözlenebilir. Bu nedenle gözlenen belirtilerin bulaşma yoluyla vücut direncinin azalmasına bağlı olup olmadığı ancak bu konuda uzman bir hekim tarafından açıklığa kavuşturulabilir.

KAOS GL

HIV VİRÜSÜ HANGİ YOLLARLA BULAŞMAZ? HIV virüsü son derece hassas bir virüstür ve havayla temas ettiğinde kısa sürede ölür. Evlerde ve hastanelerde uygulanan alışılmış sağlık kuralları virüsü kısa sürede etkisiz hale getirmeye yeter. Gerçi HIV virüsü idrarda, dışkıda, tükürükte, terde ve gözyaşında da az miktarda bulunabilir. Ancak bu miktar bulaşmaya yol açmayacak kadar küçük ölçüdedir. Ayrıca, tükürüğün içerdiği direnç maddeleri ek bir koruma etkisi yapar. Bugüne kadar, yukarıda sayılan salgılar yoluyla bulaşmış tek HIV virüsü olayına dahi rastlanmamıştır. Dolayısıyla el sıkışmakla, kucaklaşmakla, öpüşmekle (dudaktan dudağa öpüşmek de dahil olmak üzere), öksürmek ve hapşırmakla, HIV virüsü taşıyan ya da AİDS'li insanlarla aynı tabak, çatal, kaşık, bıçak ve bardakları ya da aynı tuvaletleri, banyo küvetlerini ve saunaları kullanmakla, bu insanlarla bir arada çalışmak ve yaşamakla ve bu insanların bakımını yapmakla HIV virüsünü kapma tehlikesi oluşmaz. HIV VİRÜSÜ HANGİ YOLLARLA BULAŞIR? HIV virüsü taşıyan bir insanın kanının ya da menisinin başka bir insanın dolaşım sistemine girmesiyle bulaşma olasılığı doğar. Bu sıvılar yüksek oranda virüs içerebilirler. Bu nedenle prezervatif kullanılmadan gerçekleştirilen cinsel ilişkiler en sık bulaşma nedenini oluştururlar. *Bağırsak mukozası özellikle hassas bir dokudur. Prezervatif kullanmadan arkadan girme yoluyla gerçekleştirilen cinsel birleşme (gerek iki erkek arasında, gerekse bir erkekle bir kadın arasında) son derece büyük bulaşma tehlikesi içerir. *Prezervatif kullanmadan önden girme yoluyla gerçekleştirilen cinsel birleşmelerde öncelikle erkekten kadına bulaşma söz konusu olabilir. Vajina salgısında bulaşmaya yetecek oranda HIV

virüsü içerme olanağının bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu nedenle kadından erkeğe bulaşma olasılığını da göz ardı etmemek gerekir. Adet görüldüğü sırada prezervatif kullanmadan gerçekleştirilen cinsel birleşmelerde bulaşma tehlikesi artar. Yeni bulgulara göre, erkek ya da kadın cinsel organlarına ağızla temas etmek şeklinde gerçekleştirilen cinsel ilişki yüksek oranda bulaşma tehlikesi doğurmaktadır. Ancak meninin ağıza boşalması halinde, bulaşma tehlikesinin artacağı sanılmaktadır. Uyuşturucu kullanımında aynı iğnenin birden fazla kişi tarafından paylaşılması halinde büyük oranda bulaşma tehlikesi doğar. Hamilelik süresince ve doğum sırasında virüsün anneden bebeğe bulaşması da mümkündür. Kan nakli sırasında ya da kan ürünlerinin kullanılması halinde (örneğin hemafoli hastalarında) ortaya çıkabilecek bulaşma olasılığı Federal Almanya'da günümüzde büyük ölçüde önlenmiştir. 1985 yılından beri tüm kan bağışlarında HIV antikor testi yapılmaktadır. TEDAVİ OLANAKLARI VAR MIDIR? HIV virüsünü etkisiz kılacak ya da bulaşma yoluyla vücut direncinin azalmasını tedavi edecek ilaçlar henüz yoktur. HIV virüsüne karşı koruyucu bir aşı da henüz bulunmamaktadır. Buna rağmen tıp gelişmeler alanında bazı kaydedilmektedir. AİDS hastalığıyla ilgili olarak ortaya çıkan bazı enfeksiyon hastalıkları günümüzde başarıyla tedavi edilebilmektedir. HANGİ DURUMLARDA KORUNMAK GEREKİR? Koruyucu önlemler almak, günümüzde HIV enfeksiyonuna karşı tek çaredir. Bugüne kadar HIV enfeksiyonuna yakalananlar ağırlıklı olarak, hemcinsleriyle cinsel ilişkiye giren erkekler ile uyuşturucu kullanan erkekler ve kadınlardır. Bu kesimlere dahil olan insanlar, bulaşma tehlikesinin

4


bulunduğu durumlarla sık sık karşı karşıya gelebilirler. Dikkat edilecek hususlar, erkeklerle arkadan girme şeklinde cinsel birleşmede bulunan erkeklerin mutlak surette prezervatif kullanmaları ve ağız yoluyla gerçekleşen cinsel ilişkide meninin ağıza boşalmasının önlenmesidir. Ağız yoluyla gerçekleşen cinsel ilişkide de prezervatif etkili bir korunma yöntemidir. Uyuşturucu kullananların alabilecekleri en etkili önlem, daima kendine ait şırınga kullanmak ve bu şırınganın başkaları tarafından kullanılmasının önüne geçmektir. Öte yandan, bir çok insanın da cinsel açıdan tek eşe sadık olmadıkları bir gerçektir. Sürekli bir ilişki dışında girişilen cinsel ilişkiler (önden ya da arkadan girme biçiminde), koruyucu önlem alınmaması halinde bulaşma tehlikesi yaratır. Bu nedenle dikkat edilecek husus, sürekli ilişki içerisinde bulunan eş dışındaki kişilerle kurulan cinsel ilişkilerde, para karşılığı girişilen cinsel ilişkilerde ve HIV tehlikesinin yoğun olarak bulunduğu kesimlere dahil kişilerle kurulan cinsel ilişkilerde prezervatif kullanmak suretiyle koruma önlemi alma gerektiğidir. Bu gereklilik kişilerin cinsel tercihlerine, yani hemcinsleriyle mi yoksa karşı cinsten kişilerle mi cinsel ilişkiye girdiklerine bağlı olmaksızın gözönünde tutulmalıdır. Arkadan girme şeklindeki cinsel birleşmede kayganlaştırıcı maddeler kullanılması yerinde olur. Ancak, kayganlaştırıcı madde olarak Nivea, vazelin ya da tereyağı gibi yağ içeren maddelerin kullanılmasından kaçınmak gerekir, çünkü bunlar prezervatifi zedeler. Yağ içermeyen kayganlaştırıcılar (örneğin Femilind ya da KY) eczanelerden alınabilir. TEST SONUÇLARI NEYİ İFADE EDER? Günümüzde kullanılan test yöntemleri, bir kişinin HIV virüsü bulunup bulunmadığını belirlemeye yöneliktir. Bu yöntemle virüsün kendisinin değil, vücudun kapılmış olan virüse karşı ürettiği antikorların

5

varlığı ispatlanabilir. Başka enfeksiyonlara karşı (örneğin kızamık enfeksiyonuna karşı) vücudun ürettiği antikorlar bu enfeksiyona yol açan virüsü zararsız hale getirmeyi başarırlar. Oysa HIV antikorları, HIV virüsünü zararsız hale getiremezler. Test sonucu, kanda antikor tesbit edilmesi halinde "positif", antikor tesbit edilmemesi halinde ise "negatif" olarak belirlenir. HIV virüsünün kapılmasıyla, vücudun bu virüse karşı test sonucu varlığı saptanabilecek nitelikte antikor üretmesi arasında aylar hatta yıllar geçebilir. Dolayısıyla, vaktinden önce uygulanan bir testin sonucu yanıltıcı olabilir. Özellikle testin "pozitif" sonuç vermesi halinde yanılgıların önüne geçmek ek testler uygulanarak bu sonucun doğruluğu kesin olarak kanıtlanmalıdır. Doğruluğu ek testlerle de kanıtlanmış "pozitif" bir bulgu, testin uygulandığı kişinin mutlaka AİDS'e yakalanmış olduğu ya da er veya geç yakalanacağı anlamına gelmez. HIV virüsünü taşıyan kişilerin bir kısmında AİDS'in tablosunu belirleyen hastalıklar ortaya çıkmayabilir. TEST UYGULANMASINDA NELERE DİKKAT ETMEK GEREKİR? Kendisine "test yaptırmalı mı yaptırmamalı mı?" sorusunu yönelten herkesin bilmesi gereken bir şey vardır: Test uygulanması ile, HIV virüsü kapma tehlikesi ortadan kalkmış olmaz. Testin sonucunun "negatif" çıkması yalnızca, test için kan alındığı sırada kanda antikor bulunmadığı anlamına gelir. Testi uygulanıp uygulanmadığına ve sonucuna bağlı olmaksızın geçerli kural, bulaşma tehlikesinin bulunabileceği durumlarda koruyucu önlemler alınması gerektiğidir. Önemli uyarı: *Test yaptırmak isteyenlerin mutlaka önceden konu hakkında bilgilendirilmeleri gerekir. Örneğin AİDSHilfe kuruluşlarında ya da Gesundheitsamtlar'da bu tür danışma hizmetleri sunulmaktadır. Bunun dışında, test sonucunun ilgili

kişiye bildirilmesi de etraflı bir danışma konuşması çerçevesinde gerçekleşmelidir. *Test sonucunun "pozitif" çıkması, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na dahil olmayan ülkelerin vatandaşları için Federal Almanya'da sınırdışı edilme nedeni olabilir. (Asıl gerekçe gerçekten bu olsaydı AET'na dahil ülke vatandaşlarına da aynı durumun uygulanması gerekirdi. Ortak hukuk burda ırkçılığın gizlenmesine yarıyor.) Yalnızca bu durum bile testin anonim (ad ve adres bildirilmeden) olarak uygulanması için yeterli nedendir. AİDSHilfe kuruluşları, test uygulayan hangi kuruluşlarda anonimliğin kesinlikle gözetildiği konusunda bilgi verebilir ve gerektiğinde, kendilerine güvenilebilecek avukatların adreslerini sağlayabilir. *Gerek hekim muayenehanelerinde ve gerekse hastanelerde test uygulanabilmesi için, testin uygulanacağı kişinin önceden rızasının alınması şarttır. AİDS VE TOPLUM Yaşam tehlikesi taşıyan her hastalık korku vericidir: Bedensel çöküntü ve ölüm korkusu. AİDS ise, bunların ötesinde de bir takım korkuların doğmasına yol açar. HIV virüsünün bulaşma yolları, genelde toplumda açıkça konuşulmayan, hatta toplumun reddettiği ama buna rağmen oldukça yaygın olduğu bilinen yaşam biçimleriyle bağlantılıdır (Bu durumun bütün toplumlar için, örneğin Afrika, geçerli olmadığını görmek için diğer yazılara bakılabilir.): Örneğin iki erkek arasındaki cinsel ilişki, sürekli bir ilişkinin dışında girişilen cinsel ilişkiler ya da uyuşturucu kullanılması gibi. Bu nedenle gerek toplum ve gerekse bireyler AİDS konusunda açmaza düşmekten kurtaramamaktadırlar kendilerini. Kesin olarak bilinen ise, HIV virüsünün ve AİDS'in Federal Almanya'daki "genel nüfus" arasındaki yaygınlığının, evvelce korkulan boyutlara ulaşmamış olduğudur. Şimdiye kadar hastalığa yakalananların çoğunu, hemcinsleriyle ilişkiye giren erkekler ile uyuşturucu kullanan

KAOS GL


Dr.Tim Edwards, sosyolog kimseler oluşturmaktadır. Bunların da büyük bir kısmı hastalığı yıllarca önce, HIV virüsünün yayılma yollarının ve buna karşı alınabilecek önlemlerin henüz bilinmediği ya da bu yöndeki bilgilerin çok kısıtlı olduğu dönemde kapmışlardır. Bulaşma tehlikesini, tüm toplum kesimleri için en aza indirebilmek yolunda, aydınlatma ve bilgilendirme etkinliklerine günümüzde de önemli bir görev düşmektedir. Bu etkinliklerin başarıya ulaşabilmesi için ise, insanların eşcinsel yaşam biçimini seçebileceklerini ya da cinsel ilişki karşılığında para sunabileceklerini kabullenmek gerekir. Ancak insanları oldukları gibi kabul etmekle, bu insanları hastalığın bulaşma yolları ve koruyucu önlemler konularında aydınlatmak mümkün olabilir. Davranış biçimleri nedeniyle toplumun dışına itilmekten ve cezalandırılmaktan korku duyan ya da HIV virüsü taşıdığı ya da AİDS hastalığına yakalandığı için çevresinin kendisini dışlamasından ve yalnızlığa mahkum etmesinden korkan insanlara aydınlatıcı bilgi ulaştırmak olanaksızdır. Gene kabullenmemiz gereken bir konu da, HIV virüsü taşıyan ya da AİDS hastalığına yakalanmış insanların, okul arkadaşımız, iş arkadaşımız, komşumuz, akrabamız ya da arkadaşımız olarak bizimle birlikte ve bizim aramızda yaşamaları gerektiğidir. Bu insanların kendilerine eğitim, işyeri, ev, parasal güvenlik, yeterli sağlık hizmetleri sağlanmasını ve bakımlarının güvendikleri kişilerce yerine getirilmesini isteme hakları vardır. Bu insanların yalnızlığa itilmelerinin ve sefalete düşmelerinin önüne ancak yukarıdaki hakların yaşama geçirilmesiyle geçilebilir. Yersiz korkulaımızdan ve sosyal azınlıklara karşı önyargılarımızdan arınabilirsek, toplumun AİDS nedeniyle uzlaşmaz kamplara bölünmesini önleyebiliriz. Deutsche AİDSHilfe e.V., Nestorstr.89,D1000 Berlin 31,

KAOS GL

AIDS, batı ülkelerinde ilk görüldüğü zaman önce önemsenmedi, ardından uzun bir süre sadece "eşcinsellerin hastalığı" olarak damgalanıp bir kenara itildi. Ne zaman ki bu hastalığın eşcinsellere özgü olmayan, heteroseksüel kadın, erkek, çocuk herkesi kapsadığı görülünce bir paniktir aldı herkesi. Öncelikle yoksanan AIDS birdenbire varlık kazandı. Bu nedenle AIDS sahtekar bir söylemdir. AIDS, ölümcül bir hastalık ve benzeri olmayan yaygınlıkta yaşanan bir salgın olarak tanımlanmıştı. AIDS, gerçekte bunların ikisi de değildir: AIDS, öncelikle bir hastalık değil, bir sendromdur; ölümcül olmak zorunda değildir ve geçmişte yaşanan kolera ve frengi benzeri salgınlarla karşılaştırıldığında genel nüfus içindeki yayılması o kadar da bulaşıcı ve hızlı değildir. Diğer Batı ülkelerinde olduğu gibi, Ingiltere'de de kalp krizi, kanser ya da kazalar gibi diğer ölüm nedenleriyle karşılaştırıldığında AIDS vakalarının sayısı göreli olarak düşüktür. Öyleyse, bütün bu yaygaranın nedeni nedir? Öncelikle, sağlıkla ilgili hatırı sayılı harcamalar ve henüz bilinen bir tedavinin bulunmaması pratik sorunlardan. Bununla birlikte, ikinci ve aslında çok daha önemli olanı, AIDS'e yüklenen simgesel (ideolojik) anlamlar: AIDS, cinsellikle ölümü, eşcinsellik ile rastgele cinsel ilişki kurmayı (promiscuity), damardan uyuşturucu kullanmayla ırksaletnik farklılaşmayı akraba kılıyor. Dolayısıyla, tıbbi bir durum olarak

AIDS ile ideolojik anlamın yüklendiği AIDS'i ayırmak oldukça önemlidir. Bu anlamlar ve simgeler sayesinde, AIDS özellikle toplumun bazı kesimlerinde büyük bir iş ve sanayi kolu haline geldi: reklam kampanyaları, prezervatif üretimi, tıbbi araştırmalar, AIDS'in yayılımı ve gelişimiyle ilgili olarak yapılan epimolojik araştırmalar. Bu araştırmalarda genel olarak ortaya atılan soru, AIDS ve HIV'nin doğrudan ya da dolaylı olarak kişisel ve toplumsal yaşantılar üzerindeki etkilerinin neler olduğu... Ne var ki, özellikle cinsel davranışların dışında AIDS'in tutumlar ve kimlikler, davranışlar ve yaşam biçimleri, duygular ve düşünceler üzerindeki etkilerine ilişkin araştırmalar yok denecek kadar az. Bu durum damardan uyuşturucu kullananlar, hemofiller, eşcinsel erkekler ve sayıları gittikçe artan kadınlar gibi "risk grubu" olarak tanımlanan gruplara ilişkin sinsi bir ilgisizliğin yanısıra, ürkütücü bir sınıflamayı ortaya çıkarıyor. Çok az bir kesim, AIDS'e yakalanan insanların bu hastalığın hayatlarını nasıl etkilediğini soruyor. Bunun yerine, sözkonusu gruplar kabaca iki ayrı kampa ayrılıyor: "masum kurbanlar" (hemofiller ve çocuklar) karşısında "ölümcül salgının suçlu yayıcıları" (rastgele ilişki kuran eşcinseller, orospular, pezevenkler ve uyuşturucu satanlar). Bu sınıflandırma özellikle aşırı dinciler tarafından günhlarının bedelini ödediği öne sürülen rastgele cinsel ilişkide bulunan eşcinsel erkeklere karşı kullanılıyor. AIDS, büyük ölçüde bir "eşcinsel hastalığı"dır. Daha öncede belirttiğim gibi, AIDS hem tıbbi bir durum hem de simgesel bir olgudur; eşcinsel toplum bu her iki düzlemde de genel olarak Batı toplumları nüfusunda sahip olduğu orandan daha fazla temsil edilmektedir. Özellikle, eşcinsellerin varlığının kabul edildiği Batı'nın ileri sanayi toplumlarında AIDS'li nüfusun oranı istatistiki olarak yüzde otuz ile yüzde doksan arasında değişiyor. Eşcinsel toplumun varlığının kabul

6


edilmediği diğer ülkelerde ise AIDS'in inkarı eşcinsel cinselliğinin inkarıyla elele gidiyor. Ikinci ve daha da önemli olarak, eşcinsel toplum, kişisel paranoyadan ulusal politikaya kadar uzanan geniş bir alanda medya sterotiplerinden, baskıdan ve bilfiil yaşanmış kötü davranışlardan oluşan bir damgalanma sürecinin tüm ağırlığını üzerinde hissediyor. Kuşkusuz, AIDS'in insan yaşamı üzerinde yadsınamayacak etkileri var. Öncelikle, Ingiltere'de ikibinin üzerinde insan AIDS'le bağlantılı hastalıklar sonucunda öldü; bu rakam yeryüzünde yüzbinlere ulaşıyor; ikincisi kaç kişinin virüsü taşıdığına ilişkin tahminler, yalnızca Ingiltere'de onbinlerle ifade ediliyor; üçüncü olarak da tüm bunların ötesinde, herhangi bir düzeyde AIDS'li ya da HIV'li insanları tanıyan, onlarla birlikte çalışan ya da onlara bakan insanlar var. Bununla birlikte eşcinsellerin de AIDS'le birlikte hayatın çeşitli alanlarını kapsayan bir dizi sorgulama ve bir çeşit bilinç değişikliği diyebileceğimiz yansımaları yaşanıyor. Bilinç Diyalektiği Cinsel ilişki yoluyla bulaşan ve genel olarak anlamla yüklü tıbbi bir durum olarak AIDS'in sonuçlarına ilişkin en yaygın ve yalın düşünce, bu sonuçların karşı konulmaz olduğudur. Oysa, hemen istisnasız bir şekilde konuştuğum tüm insanlar ilk bakışta AIDS'i önemsiz bir şey olarak algıladıklarını söylediler. "AIDS'i yalnızca sansasyonel gazetecilik olayının bir parçası olarak düşündüm" diyor konuştuğum bir kişi... Ancak arkadaşların ölmesi AIDS'e ilişkin bir bilincin oluşumundaki en önemki faktör oluyor. Ülke dışında AIDS'li bir kişinin tanınması durumunda AIDS "orada"dır; AIDS'le ilgili vakalar ülke içinde duyulduğunda AIDS "burada"dır; herhangi bir tanıdığın bu hastalığa yakalanması ya da ölmesi durumunda AIDS "yol üzerinde"dir; bir arkadaşın ölmesi ya da hastalanması durumunda AIDS "ön kapıda"dır ve bir sevgilinin ya da önemli bir başka

7

kişinin ölmesi durumunda ise AIDS artık "eve" girmiştir. Genellikle AIDS ve HIV'nin yayılımının önlenmesinde bilginin önemli bir rol oynadığı düşünülür. Ancak, "cinsellik eşittir ölüm", "AIDS virüsü" ve "rastgele sürdürülen cinsel yaşam AIDS'e yol açar" gibi yayın araçlarının tekrarladığı basma kalıp yargılarla "bazı eylemler daha fazla risk taşır" ya ad "prezervatif kullanımı ile riski azaltmak mümkündür" örneklerinde görülen daha yapıcı bilgiler arasında açık seçik bir farklılık vardır. Bunlardan birincileri uygulamada eninde sonunda

"AIDS bildiğim diğer insanları daha çok merak etmeme neden oluyor, çok da az olsa tanıdığım ölmüş insanları daha iyi anlıyorum" koruyucu olmayan korku, terör ve kadercilik türü tepkileri kışkırtırken, ikincileri uygulamada koruyucu olmaya daha musait bir tarzda, serinkanlı düşünmeyi ya da artıların ve eksilerin değerlendirilmesini teşvik eder. Bütün bunların ötesinde en önemli nokta, bilginin ya da yanlış bilgilendirmenin öncelikle bireysel yorumlama süreci sonunda değerlendirilmesidir. Örneğin "rastgele ilişki kurma" durumdan duruma farklı anlamlar kazanabilen bir kavramdır; kişinin kendisini "rastgele ilişkiler kurmayan biri" olarak tanımlaması sahte bir güvenlik duygusu edinmesine yol açabilir: "Bir açıdan kendimi o kadar risk altında hissetmiyordum, çünkü tek eşli bir ilişkim olduğunu biliyordum" diyor bir genç. Kimlik Diyalektiği "Tek eşcinsel kişinin ben olduğunu düşünmek gerçekten de bir kabuk içinde yaşamak gibiydi. Eşcinsel olan başka bir kişiyle

karşılaşıncaya kadar ne bir terminoloji, ne de başka bir şey... Cinsel tercihimi ifade etmeme olanak sağlayan sürecin en önemli yönü buydu, bir başkasıyla karşılaşmak." Kimlik, değişmez bir öz değildir; toplumsal, ekonomik ve politik alanlarla karşılıklı etkileşim içinde olan karmaşık, etkileşimsel ve gelişime dayalı bir kendi kendini tanımlama sürecidir. Bu bağlamda anahtar kavram, "cinsel tercihin ortaya konması", yani kişinin cinselliğini kamu alanında ifade etmesidir. Bu bir kaç düzeyde birden yaşanan gelişimsel bir süreçtir: birincisi, kişinin kendine eşcinsel olduğunu söylemesi; ikincisi, güven duyulan ve eşcinsellerden oluşan sınırlı bir kesime eşcinselliğin söylenmesi ve üçüncü olarak da kişinin aileden, arkadaşlardan ve işyerindeki kişilerden oluşan "eşcinsel olmayan" topluma eşcinsel olduğunu söylemesi. AIDS'in bu süreç üzerindeki etkileri karmaşık, çelişkili ve gelişimsel olmuştur. Bunun en önemli nedeni de cinselliğin damgalandığı ve sürgün edildiği bir ortamda AIDS'in cinsel tercihin ifade edilmesinin karşısına çıkartılan sorunlara ve zorluklara yeni cephane temin etmesidir. Ancak başka bir kesim için de AIDS özellikle politik kimliğin pekişmesine hizmet etti: "Bu cinsel tercihin dereceli olarak ifade edilmesi gibi değildi. Diyebilirim ki, gerçekten de AIDS sonuç olarak benim cinsel tercihimi ortaya koymamı sağladı. Bu öyle bir noktaya ulaştı ki, artık bir daha saklamam imkansız" diyor bir eşcinsel. AIDS salgınının bazı örnek olaylarda cinsel tercihi ortaya koyma sürecine ket vurduğuna dair az da olsa kuşkular vardır. Örneğin: "Düşünüyorum da AIDS beni ilişkilere girme konusunda ve o kadar da meraklısı olmadığım seks olayında daha da çekingen kıldı, hatta içime kapanmama yol açtı. Her şeyden vazgeçtim ve sanırım nerdeyse beni yalnızca varolduğum, artık daha fazla yaşamayı düşünmediğim yirmi bir

KAOS GL


ilgilenince, onları daha çok anlıyor, yaşımdaki konumuma geri kavrıyorum." götürdü." Öte yandan, savunmacılık Ölüm Diyalektiği da kendini başkalarının yerine "Eğer AIDS insanları koyma da, AIDS'in acı çektiren, öldüren bir hastalık olmasaydı, bir insanın damgalanmasına yol açan çok şeyi değiştiremezdi sanırım" ıstıraplı bir hastalık olarak diyor bir eşcinsel haklı olarak. algılanması üzerine kuruludur. AIDS'le ilgili sosyolojik "AIDS'in enerjini ya ad herşeyini literatürün en çok dikkati çeken kurutan, tüm itibarını zedeleyen yanlarından biri bu literatürde çürütücü ve kuvvetten düşürücü o AIDS'in asli olarak yadsınmasıdır. korkunç etkileri..." diye tanımlıyor Yazarlar, araştırmacılar, birisi. tartışmacılar ve akademisyenler Üzerinde önemle genellikle örtük bir şekilde AIDS'in durulması gereken bir diğer nokta bir "eşcinsel vebası" ile "yüzyılın da bireysel kişilik ile AIDS öldürücü hastalığı" ve hatta mutlak salgınının suretle öldürücü gelişimi olmadığını, HIV arasındaki enfeksiyonunun karşılıklı kesin olarak "Artık etkileşime AIDS'le ilintisinin AIDS'i ilişkindir. Çünkü, bulunmadığını, kan kanseri AIDS'li ya da test olmanın ya da AIDS bağlantılı muhafazakar olan denetimin bir diğer kanser türlerinden daha hastalığı kişilerle yaptığım parçası fazla görüşmelerde olduğunu, ciddiye alacağımı insanların medyanın yanlış benzer tıbbi bilgilendirdiğini sanmıyorum." durumlara ve bilgiyi oldukça farklı saptırdığını tepkiler göstermek için gösterdiklerini çabalayıp gözlemledim. Bu duruyorlar. Yine tepkiler, "daha de bireysel önce hiç eylemler ve tanımadığım bir güç buldum yaşantılandırmalar düzeyinde kendimde" ile "Evet, AIDS'in AIDS'in hala ölme, yitim ve mahvedici bir gücü var, gerçekten cinsellikle ilgili gerçek korkular de hiç hoş olmayan bir durum. doğurduğu görülüyor. Bir yandan Filedelfiya' da olmayı tercih bir ölüm nedeni gibi algılanan ederdim." arasında değişiyor. AIDS, kimi zaman ölümün inkar Benzer şekilde AIDS'IN edildiğini düşündüren savunmacı toplum ve insanlar üzerindeki tepkilerle de karşılanabiliyor. etkilerinin algılanması da "kıyamet Tepkiler kişinin bir kamikaze günü" yakıştırması ile "sıradanlık" benzeri riskler aldığı savunmacı arasında gidip geliyor. kadercilikten, kişinin kendisinden "Hiçbir neden yokken ziyade arkadaşlarına ilgi gösterdiği, arkadaşlarımın ya da kendimin giderek kendini daha çok ölebileceği bu ürkünç, bu korkunç başkalarının yerine koyabildiği dünyaya yakalanmak... Hiç, ama durumlara dek uzanmaktadır: hiç aklım almıyor." "Sanırım AIDS beni daha Ve: çok kamikaze kıldı. AIDS öncesi "Artık, AIDS'i kan kanseri dönemde kendimi çok daha ya da diğer kanser türlerinden daha sorumlu hissediyordum." fazla ciddiye alacağımı "AIDS bildiğim diğer sanmıyorum" gibi... insanları daha çok merak etmeme neden oluyor, çok da az olsa Cinsel Politika Diyalektiği tanıdığım ölmüş insanları daha iyi AIDS salgınının politik anlıyorum. Tanıdığım insanlarla etkilerinin algılanması, geçmişin, şu

KAOS GL

anın ve geleceğin çelişkili algılanmalarında odaklaştığı için diyalektik bir özellik taşır. Örneğin, bazı kişiler AIDS salgınını özellile politik ve cinsel alanlarda bir usandırma aracı olarak görürken, "AIDS'in eşcinsel toplum üzerinde sürüp giden etkisi, anladığım kadarıyla, eşcinsel dünyanın kabul edilebilir ve normal eylemlerine taciz edilmesi ve her şeyin korkunç bir şekilde sınırlandırılmasıdır" diye yorumlanabiliyor. Diğer bazıları ise AIDS'in bir cemaat ve birlik duygusunu sağlayan olumlu etkileri olduğunu düşünüyorlar: "AIDS'in bir çok insanı yakınlaştırdığını düşünüyorum; eşcinseller birbirine çok daha hoşgörülü oldu. Bir tür birliktelik duygusu getirdi AIDS". Sonuç olarak değerlendirmeler, "bir eşcinsel toplumun doğmasına katkısı"nı vurgulayan iyimser yorumlarla, "daha çok AIDS, daha çok ölüm, daha fazla arkadaş" sözüyle özetlenebilecek karamsar yorumlar arasında dağılmaktadır. Bir havuza ya da herhangi bir su birikintisine bir çakıltaşı atacak olursanız, su dalgacıklarının dışarıya doğru yayılışını gözlemleyebilirsiniz. Ancak, bu olayı yeterince uzun bir süre izlediğinizde aynı dalgaların dağılmaya başladığını ve yeniden merkze doğru geldiklerini görürsünüz. AIDS'in diyalektiği de böyledir. AIDS'in eşcinsel toplum üzerindeki etkilerini incelemeye niyetlenirken sonunda eşcinsel toplumun AIDS üzerindeki etkileri hakkında bu kadar söz edeceğimi beklemiyordum. AIDS hızla hepimizin yaşamının bir parçası haline geliyor; salgın ve salgına yüklenen (yanlış) anlamlar sürdükçe bu durum da sürecektir. AIDS VE ANLAMLARI, AIDS VE EŞCINSELLER yazıları ERO dergisinin 10. fasikülünden alınmıştır.

8


AIDS VE ANLAMLARI SUSAN SONTAG,yazar AİDS -edinilmiş bağışıklık yoksunluğu sendromukelimenin tam anlamıyla bir hastalık değil, sonuçları bir dizi hastalık olan tıbbi bir durumdur. Şimdi AİDS hayat ve umut karşısındaki bütün engellerin genel bir adı gibi görünüyor.

sayılıyorlar. AİDS'e yol açan davranış ise zaaftan da öte bir şey sayılıyor; bir düşkünlük, bir suç- yasak olan maddelerin müptelası olmak ve sapık sayılan cinsellik biçimlerini tercih etmek. İnsanın kendi başına açtığı bir bela olarak görülen bu hastalık cinsel yollarla edinildiğinde daha da ağır bir biçimde yargılanıyorözellile de yalnızca cinsel aşırılığın değil sapıklığın sonucu olarak anlaşıldığından. (Burada tabii, sanki Afrika yokmuşcasına insanlara hastalığın heteroseksüel yollardan edinilmesinin çok güç olduğunun söylendiği Amerika'yı düşünüyorum.)

Kanseri kötülükle eşanlamlı kılan sayısız mecaz canbazlığından ötürü, kanserli olmak utanılması, dolayısıyla da gizlenmesi gereken bir şey olarak yaşandı; ayrıca bir gadre uğramışlıktı- insanın kendi bedeninin kendisine ettiği bir ihanet. Niye ben? diye haykırır kanserli hasta buruk bir sesle. AİDS sözkonusu olduğunda ise utanca bir de suçlanma eşlik eder; bu AİDS, dünya bir yana Afrika'da bile henüz önde gelen skandalın kaynağı da belirsiz değildir. Çok az insan ölüm nedenlerinden biri haline gelmeden de, yalnızca "Niye ben?" diye merak eder. Afrika'nın Büyük New York, Paris, Rio ve Kinşasa'da değil Helsinki, Buenos Aires, Pekin ve Singapur'da Sahra'nın altında kalan bölgelerinde da tartışılan global bir olay haline yaşayanlar dışında AİDS kapanların geldi. Ünlü ülkeler olduğu gibi ünlü çoğu hastalığı nasıl kaptığını biliyor ya hastalıklar da vardır ve bunlar ille de da bildiğini zannediyordur. Kurbanlarını AİDS nüfusu en fazla olanlar değildir. rastgele seçen bir illet değil sözkonusu hastayı yalıtan, AİDS kimi Afrikalıların buruk bir olan. AİDS olmak, hiç değilse şimdiye tarzda iddia ettiği gibi yalnızca kadarki vakaların çoğunda bir "risk onu taciz edilmeye, beyazlara da bulaştığı için grubunun", bir paryalar cemaatinin üyesi düşmanlıklara maruz ünlenmedi. Ama yalnızca bir Afrika olarak ifşa edilmektedir. Hastalık o bırakan bir deneyim zamana kadar komşulardan, iş hastalığı olarak kalsaydı, kaç milyon arkadaşlarından, aileden, ahbaplardan insan ölürse ölsün Afrika dışından olmanın yanısıra, bir gizlenebilecek bir kimliği açığa çıkartır. çok az insanın ilgisini çekeceği cemaat duygusu da Aynı zamanda bu kimliği doğrular; elbette doğru. O zaman dönemsel Amerika'da başlangıçta salgından en olarak yoksul, nüfus yoğunluğu yarattı. yüksek ülkeleri kasıp kavuran ve çok etkilenen risk grubu olan erkek zengin ülkelerdeki insanların eşcinseller arasında AİDS hastayı kendilerini çaresiz hissettikleri yalıtan, onu taciz edilmeye, kıtlıklar gibi "doğal" afetlerden biri düşmanlıklara maruz bırakan bir sayılırdı. Ama şimdi dünya deneyim olmanın yanısıra, bir cemaat ölçeğinde bir olay olduğu için -yani Batı'yı etkilediği içinduygusu da yarattı. yalnızca doğal bir afet sayılmıyor. Tarihsel bir anlamla Kanser olmak da kimi zaman "tehlikeli" davranışlarda yüklü. (Avrupa'da Avrupalı olmayan ülkeleri tanımlarken bulunan birinin kendi kusuru olarak anlaşılır- yemek ancak Birinci Dünyadaki büyük felaketlerin tarih yapıcı borusu kanserine tutulan alkolik, sigara tiryakisinin ve dönüştürücü olduğu, yoksul Asya ve Afrika'dakilerin akciğer kanseri; tehlikeli hayatlar yaşamanın cezaları. ise bir döngünün parçası oldukları ve dolayısıyla (Bunlarla kimya fabrikasında çalıştığı için böbrek doğanın bir yüzü oldukları şeklindedir) AİDS'in bu kadar kanseri olanlar gibi tehlikeli işler arasında çalışanlar kamusallaşmasının nedeni, yine bazılarının iddia ettiği arasında bir karşıtlık kurulur.) Birincil organ ve gibi, ilk yakalananların zengin ülkelerden, hepsi erkek, sistemlerle insanlardan vazgeçmeleri istenen özgül bazı çoğu beyaz, eğitim görmüş, lobi faaliyeti, kamunun pratikler arasında giderek daha çok sayıda bağ dikkatini çekme, kaynak bulma yetenekleri yüksek kuruluyor; bugüne kadar nadiren suçlanan kalp kişilerden olması da değildir. AİDS temsil ettiğini hastalığı bile insanın beslenme rejimi ve "hayat tarzı" düşündüklerimizden ötürü bilincimizde böyle bir yer ndaki aşırılıklara karşı ödediği bedel olarak görülüyor. tutuyor. Ayrıcalıklı nüfusların kendilerini beklediğini Geçenlerde de kolon ve göğüs kanseriyle hayvani düşündükleri bütün felaketlerin bir modeli gibi yağlar açısından zengin diyetler arasında bir ilişki görünüyor. Biyologların ve kamu sağlığı görevlilerinin olduğuna dair spekülasyonlar yapıldı. Ama kansere ve öngördüğü tasarlanabilir olandan ve toplumun (ve diğer hastalıklara yol açan tehlikeli alışkanlıklar irade ekonominin) kaldırabileceğinden çok daha kötü bir şey. zayıflığını, ölçüsüzlüğün legal olmakla birlikte çok Sorumlu görevliler Afrika ekonomilerinin ve sağlık tehlikeli olan bazı maddelere tutkun olmanın bir işareti hizmetlerinin hastalığın yakın gelecek için öngörülen

9

KAOS GL


yayılmasıyla başa çıkabileceğine dair en ufak bir umut bile taşımıyor. Bir yandan da bugüne kadar en çok AİDS vakası bildirilen Amerika'da her gün AİDS'in ülkeye toplam maliyetinin ne olabileceği hakkında son derece vahim tahminler okuyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde hastalanacak insanlara verilmesi gereken asgari bakımın maliyeti olarak başdöndürücü rakamlar söyleniyor. (Bu rakamlar "genel nüfusu" teskin etmek için söylenenler doğru kabul edilerek hesaplanıyor; oysa tıp cemaati içerisinde bu kabul giderek daha çok sorgulanıyor.) Ulusun, uygar toplumun, dünyanın kendisinin varlığının tehlikede olduğu bir baskı aygıtını gerekçelendirmenin tanıdık yolları vardır. (Ulusal seferberlik "olağanüstü önlemler" gerektirir, vs.) AİDS'in kışkırttığı dünyanın sonu retoriği ister istemez böyle bir gerekçeye hizmet

ediyor. Ama bir şey daha yapıyor. Felaketi vakur ve son kertede uyuşmuş bir tarzda izleme fırsatı veriyor. Saygıdeğer Harvard bilim tarihçisi Stephen Jay Gould total bir salgın halini aldığında AİDS'in nükleer silahlarla birlikte "çağımızın en büyük tehlikesi" olabileceğini söylüyor. Ama insan ırkının bir çeyreğini öldürse bile Gould'un olası gördüğü bir gelişme- "yine de yeniden başlayabilecek kadarımız kalmış olacak". Ahlakçıların kıyamet hikayelerini küçümseyen akılcı ve insancıl bir bilim adamı sunulunabilecek asgari avuntuyu öneriyor: anlamı olmayan bir kıyamet. "AİDS 'doğal bir olgudur, ahlaki bir anlamı olan' bir olay değil" diye belirtiyor Gould "yayılması bize bir mesaj iletmiyor". Bulaşıcı bir hastalığın yayılmasına ahlaki bir yargı yüklemek elbette canavarca. Ama bu kadar ürkütücü ölçekte bir ölümü bu kadar kayıtsızca izlemeye davet edilmek de ancak biraz daha az canavarca.

SORU:AİDS'in dünyada yeni yeni duyulmaya başladığı sırada hastalığın daha çok homoseksüel ilişkiler nedeniyle yayıldığı söyleniyordu... KORTEN:O zaman yapılan araştırmalarda homoseksüellerin eş sayılarının çok fazla olduğu belirtiliyordu. Yıllık rakamlar inanılmaz fazlalıktaydı. Nitekim daha sonra yoğun bir eğitimle Kuzey Amerika'da eş sayıları azalınca hastalığın yayılma hızı da kesildi. Şu anda hastalığın en hızlı yayıldığı gruplar heteroseksüel nüfus. SORU:Prezervatif, AİDS'e karşı yüzde yüz bir koruyucu olabiliyor mu? ÇETİN:Prezervatif, eğer uygun biçimde kullanılıyorsa, iyi bir marka prezervatifse, hiçbir deliği, çatlağı yoksa tabii korur. Prezervatif, bunun içindir. Sağlam bir kılıf olduğu için dışardan içeriye ya da içeriden dışarıya herhangi bir mikro organizmanın geçmesine engel olur. SORU:Gelişmiş, Batı ülkelerinde AİDS ortaya çıktıktan sonra bir AİDS hukuğu oluşturulmuştu. Hastaların bildirimi, hamile kadınlarda AİDS virüsü taşıyıp taşımadıklarının saptanması için belli tahlillerin yapılması öngörülmüştü. Türkiye'de böyle bir uygulama var mı? ÇETİN:Sağlık Bakanlığı'na bağlı AİDS Yüksek Kurulu var. AİDS Yüksek Kurulu dönem dönem toplanmaktadır. Bu toplantılarda seropozitif olanlar ya da AİDS hastalarının durumu, bunların toplumla ilişkileri, kendilerine test yapılıp yapılmaması düşünceleri işlenmiştir. Ancak, bazı ülkelerde AİDS kanunları çıkarılmıştır. Türkiye'de ise böyle bir kanun çıkarılmamış, Böyle bir teklif de yapılmamıştır. Ama birçok ülke bunun gerektiğine inandığı için sırası geldiğinde bu kanunları çıkarmak zorunda kalmışlardır. Örneğin ülkemizde seropozitif olan kişi ya da hasta olan bir kişi çalışamaz duruma geldiğinde bunun geçimini kim sağlayacaktır? Ya da ilacını kim bulabilecektir? Hastane masrafları nasıl karşılanabilecek ya da ailesini kim geçindirebilecektir? Bu konular, daima gündeme gelmektedir. Bu toplumun halledilemeyen, herkesi de çok yaralayan bir sorunu olarak ortada durmaktadır. SORU:Peki, Türkiye'de hangi hastaneler AİDS hastalarına bakıyor? ÇETİN:Enfeksiyon kliniği bulunan hastaneler AİDS hastalarını kabul edip yatırıyorlar. Yatırmaları da lazım, çünkü Sağlık Bakanlığı'nın genelgesi var. AİDS'i iyi bilen hekimler AİDS'ten korkmazlar. Çünkü AİDS'in bulaşma ve bundan korunma yollarını iyi bilirler. Son yıllarda dünyada artık AİDS'lilerin ayrı yatırıldığı enfeksiyon klinikleri bile sözkonusu olmuyor. AİDS tıbbın her kliniğini ilgilendirdiğinden AİDS hastaları da ABD ve bazı Batı ülkelerinde her türlü kliniğe yatırılmakta. BU soru ve cevaplar Cumhuriyet Gazetesi'nin 26 Haziran 1994 günkü "Pazar Konukları" sayfasından alınmıştır. Söyleşi Leyla Tavşanoğlu Konuklar: Prof. Dr. Enver Tali Çetin Mikrobiyoloji Uzmanı, Yrd. Doç.Dr. Volkan Korten Enfeksiyon Uzmanı

KAOS GL

10


Aktaracağımız haber/olay 23 Mayıs 1994 tarihli Milliyet Gazetesinda yer aldı. Aynı olayın İsviçre'de de ortaya çıktığı ve İsviçre Kızılhaç Örgütünün de aynı boku yemiş olmasıyla ilgili bir haber daha, bir gün sonra aynı gazetede çıktı. İçinde HIV virüsü olduğunu bilerek kan nakli yapan doktorlar hakkındaki dava sürüyormuş falan!.. Fransa'da, yüzlerce kan hastasından biri olan Türkiyeli A.D. de tedavi olduğu süreçte, kendisine bile bile HIV virüslü kan verilenlerden. Devlet, bile bile, bin iki yüz hastasına AİDS aşılıyor ve birkaç doktorun mahkum edilmesiyle Fransız Devleti aklanmış oluyor!... Şimdi A.D. anlatıyor.

BİR OLAY & BİR TANIKLIK & AİDS'LİYLE YAŞAMAK

"18 yaşımda geldim Fransa'ya. Doğuştan kan hastasıyım. Burada iyi tedavi ediliyordum. Aşağı yukarı normal bir yaşam sürmeye başlamıştım. Evlendim, dört çocuğum oldu. Kan hastalığım için hastaneye gidiş gelişlerimden birinde, tam olarak 13 Kasım 1987 günü, bana 'HIV pozitifsin' dediler. Oysa virüsü 1984 yılında almışım. Hastane, 1985 yılından itibaren yaptığı kontrollerde hastalığı kaptığımı biliyormuş, ama mahkemeye veririz diye ben ve benim gibi kan nakli yoluyla AİDS virüsü alanlardan durumlarını tam iki yıl boyunca gizlemişler. Fransa'daki AİDS'li kan nakli kurbanları bir dernek kurarak örgütlendiler. Hükümeti ve kan bankası sorumlularını mahkemeye verdik. Fransız davleti şu anda bana, karıma ve çocuklarıma 1 milyon 134 bin 500 Fransız Frangı (yaklaşık 7 milyar TL) tazminat ödedi. Ama neye yarar? AİDS'in son aşamasına en çok 2 yılım kaldığı söyleniyor. İki yıla kadar bir ilaç bulunacak mı? Belki yenerim diye düşünüyorum zaman zaman. Şu anda yalnızca karımın ve çocuklarımın geleceğini garanti altına almaya çalışıyorum. Şanslıyım aslında, çünkü Türkiye'de AİDS virüsü kapan hastaların bazı doktorlar tarafından tedavi edilmediğini öğrendim. Hatta AİDS'li diye bir vatandaşın evinin önüne kireç dökmüşler. Oysa benim karım, beni yalnız bırakmadı mücadelemde. Bizden hastalığı gizledikleri iki yıl içerisinde Tanrı onu korudu, hastalık ne ona, ne de çocuklarıma bulaştı."

11

A.D.'nin eşi A.D. gibi kültürlü ve akıllı, çalışan bir kadın. Kocasının hastalığının Türkiye'de duyulmasından korkuyordu. Fotoğrafının çekilmesine, adının yayınlanmasına izin vermedi. "Bilemezsiniz yaşadığımız cehennemi," diyordu. "Ben güçlü bir insanım. Ama çocuklarımı düşünüyorum. O kadar küçükler ki. Okulda 'AİDS'li' deseler, neler düşünür, neler hissederler? Babalarını yitirirlerse, tepkileri ne olur? Eşimin hastalığıyla yaşamaya alıştım. AİDS'ten korkan, virüs almış olanların elini sıkmayan insanlar var. Onlarla karşılaştığım zaman, sanki ben böyle bir olayı yaşamıyormuş, ama daha bilgi sahibiymişim gibi yapıyorum. Onlara öğütler veriyorum. Eşim, durumu dolayısıyla zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor. Kızıyor, bağırıyor, nedensiz yere öfkeleniyor. Sonra, 'Zaten yokum' diyor. Bunu işitmek kolay değil. Yaşamak hiç değil. Ama Türkiye'deki hastalara ve yakınlarına seslenmek isterim. Eğer hastalığı kan nakli yoluyla aldılarsa, bizim gibi örgütlensinler. Haklarını arasınlar. O insanları aranızdan atmayın. El sıkmakla, öpüşmekle geçmiyor AİDS. İki yıl süreyle, eşimin virüsü aldığını bilmeden yaşadık, bakın bana geçmedi. Çok acı çekiyor bu insanlar, onları yalnız bırakmayın, çünkü suçsuzlar."

KAOS GL


sanat ve eşcinsellik AIDS Sonunda Sinemaya da Ulaştı Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan son rapora göre, bugün dünya üzerinde 4 milyon civarında AIDS'li hasta ve 17 milyon civarında da HIV taşıyıcısı var. Sanırım birazcık matematik bilgisi olan biri bu sayının kaba bir geometrik artis hesabıyla önümüzdeki yıllarda ne boyutlara ulaşacağını tahmin edebilir. Herkesin bir şekilde edindiği bu verilere rağmen, ne konumuz olan sinema ne de öteki sanat dalları AIDS konusunda yeterince aktif görev üstlenmediler. Bunun iki onemli nedeni vardı. Bunlardan ilki, AIDS'in baslangıçta sadece eşcinsellere özgü bir hastalık, tanrının onlara layık gördüğü bir ceza sanılmasıydı. Her ne kadar artık bunun doğru olmadığı bilinse de, bazı insanlar yine de eşcinsellik kavramını akla getiren AIDS'ten bahsetmekten bile korkuyorlar. İkinci onemli neden ise AIDS'ten kurtuluş olmaması. Kaçınılmaz bir ölümü anlatmak elbette ki insanları ürkütüyor. Dolayısıyla, insanların sözünü bile etmek istemedikleri bu iki büyük korku hakkında film yapmak da sinemacılara cazip gelmiyor. Özellikle de Hollywood'da. Nitekim Amerikalılar uzun yıllar boyunca -yaraları kapanana dekVietnam ve ırkçılık gibi konularda film yapmamayı seçmişlerdi. 80'li yılların son iki yılına dek ne Amerika, ne de Avrupa'da, içinde eşcinsellik teması bulunan filmlerde bile, AIDS'in adı geçmiyordu. William Friedkin CruisingDevriye'yi çektiği yıllarda zaten AIDS'in adı bile konmamıştı, James Ivory'nin E.M. Forster uyarlaması Maurice zaten 1. Dunya savaşı öncesinde geçiyordu, Stephen Frears'in 80'lerin İngilteresinden çarpıcı bir kesit sunan My Beautiful Launderette-Benim Güzel Çamaşırhanem'i zaten yeterince yüklü bir filmdi; kısacası ortaya çıkışından sonraki ilk on yıl içinde sinemada AIDS'ten bahsedecek bir babayiğit çıkmadı. 80'li

KAOS GL

yılların sonuna gelindiğinde ise AIDS'le ilgili iki önemli proje gündeme geldi, fakat yapımcı şirketlerin filmlerin hasılatlarını garantilemek istemeleri yüzünden bunlar uzun süre sürüncemede kaldı. Seyirci çekecek yıldızlarla görüşüldü, bütçeler üzerinde pazarlıklar yapıldı ve sonunda Craig Lucas 1990'da iki yıl uğraştığı projesi Longtime Companion'i çekebildi. Film Bruce Davison'a En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar adaylığını getirdi ve AIDS hastalarıyla ilgili yapılmış ilk büyük bütçeli (tabii göreceli olarak) film oldu. Aslında Longtime Companion'in cesur bir film olup olmadığı tartışmaya açıktı, çünkü bazılarına göre Terms of Endearment-Sevgi Sözcükleri ne kadar kanserle ilgiliyse, bu film de o kadar AIDS'le ilgiliydi. İkinci proje olan Joel Schmacher'in Intimate Relations'ı suya düştü ama bu arada AIDS'le ilgili Parting Glances ve Living End gibi küçük bütçeli filmler yapıldı. Ve sonra, belki de dönüm noktası sayılabilecek Philadelphia geldi. Yeterince cesur olmamakla birlikte, Jonathan Demme'in filmi, ayrımcılık karşıtı havası, geniş kitlelere seslenebilme ve büyük çoğunluk tarafından kabul edilebilme özelliklerinin yanında, estetik kaygıları ve aralara serpiştirilmiş Hollywood çizgisi dışındaki sahneleriyle de dikkat çekiyordu. Filmin en büyük handikapları, dozajı fazla kaçmış duygu sömürüsü, kalıplaşmış sığ tiplemeleri ve gerçeklikten uzak tutumuydu. Philadelphia' nın gerçekleri mi yoksa gerçekleşmesi arzu edilen tepkileri mi yansıttığı (Andrew Beckett'in ailesiyle olan ilişkisi buna en güzel örnek) tartışmaya açıktı, ancak su götürmeyen gerçek Philadelphia'nın AIDS'liler hakkında ilk (ve gerçekten) büyük bütçeli film olma özelliğiyle adını sinema tarihine yazdırdığıydı.

12


Son günlerde gündemde olan ve Türkiye'de de gösterimi süren, Roger Spottiswoode'un And the Band Played OnVe Orkestra Durmadan Çaldı'sı, AIDS'in tarihçesini anlatmak gibi bir misyon edinmiş bir film. Aslında bu filmi diğerlerinden farklı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor, çünkü bu film bir AIDS hastasının değil, AIDS'in kendisinin hayatını anlatıyor. Film, varlığını, yapımcılarının koyduğu ön koşul nedeniyle küçük rollerde gözüken Richard Gere, Steve Martin, Anjelica Houston, Phil Collins gibi ünlülere borçlu. Sanatsal olma adına büyük kaygılar taşımasa da, insanları sıkmadan bilgilendirmesi açısından geniş kitlelere izlettirilmesi gereken bir yapım. Avrupa'da ise 1993'te, AIDS'le ilgili iki önemli film yapılmaktaydı. Bunların ortak yanı ise yönetmenlerinin aynı yıl içinde AIDS'ten ölecek olmalarıydı. Asi bir Fransız yönetmen olan Cryil Collard'ın Les Nuits Fauves-Vahşi Geceler'i ona ölümünden sonra Cesar ödülü kazandırdı ve belki de belgesel nitelik taşımadan, AIDS'i ve bazılarında varolan, bazılarında da olmayan AIDS korkusunu perdeye en gerçekçi biçimde yansıtabilen bir vasiyet filmi oldu. Vahşi Geceler adeta bir kovalamaca filmiydi, ama bu kez kovalayan AIDS, kaçan ise gerçek bir hastaydı. Filmin ardındaki bu trajedi de, bu filmi herhangi bir AIDS filminden daha etkileyici kıldı. İngiliz Derek Jarman da son filmi Blue-Mavi'de yaklaşık 1,5 saat boyunca izleyicileri mavi bir perdeden süzülen düşüncelerini dinlemeye davet ediyordu. Hüznün, acının, sonsuzluğun ve sessizliğin rengi mavi, bu kez de AIDS'in rengi olmuştu. Filmde Jarman'in HIV virüsüne karşı savaşı, yavaşca görme yeteneğini kaybetme deneyimi, AIDS'li başka hastalarla tanışması ve virüsle birlikte yaşamayı öğrenmesi hakkında ayrıntılar verilmekteydi. Ölümü soluyan bu iki insanın yaşamlarından kesitler veren ve onların duygu ve düşüncelerini, AIDS'ten kaçan dünyayla paylaştıkları bu filmler, belki de bu kara belanın beyaz perdeye en etkileyici yansımalarıydı.

13

Eleştirmen Paul Julian Smith, AIDS'e Anglo-Amerikan yaklaşımı politikken (hükümet politikalarının adaletsiz ve ilgisizliğini protesto ederek), Fransız ve Güney Avrupa yaklaşımının daha çok metafizik olduğunu (acıdan kurtuluşun doğaüstü, evrensel, limitsiz bir aşkta arandığı çözüm) söylüyor ve Mavi'nin Anglo-Amerikan aktivistliğiyle, Fransız sooyutaması arasında hayati bir bağ görevi gördüğünü, Jarman'in zaferinin de aşkın ve marjinalliğin sinemasında bu bakışı açıkça yansıtabilmeyi başarmış olmasından kaynaklandığını da ekliyordu. AIDS son 5 yılda sinemada da var olduğunu gösterdi. Acaba şimdi dünya sineması, büyük korkularını yenip, daha güçlü ve etkili eserler ortaya koyabilecek mi? Zero Patience adındaki AIDS'le ilgili müzikalin yönetmeni John Greyson'un şu sözleri umut veriyor: "Sanırım artık bir dönüm noktasına geldik. Beş yıl önce bunlar insanlara çok ters gelebilirdi ama artık hayır. Genç kadınlar zaten eşcinsellik içeren filmleri seviyorlardı. Sanırım artık normal erkekler de, bu filmlerde kendilerini rahat hissedebiliyorlar ve 8$ verip de baska birinin hayatı hakkında bir film seyrettikleri için kendi cinselliklerinin tehlikede olduğunu düşünmüyorlar. Bence kendi hayatlarımız kadar, başkalarının hayatlarının yansıtıldığı filmleri de görmeliyiz. Ve bence sinemanın büyüsü de bundan ibaret..."

* Bu yazı Sayın Ersan Congar'ın ANTRAKT Dergisinin Kasım'94 tarihli sayısında çıkan AIDS'in Dayanılmaz İticiliği adlı incelemesinden özetlenerek hazırlanmıştır. ÖZGÜR ÖZKAN

KAOS GL


MÜZİKAL FEMİNİSTLER:RG İDRİS DEMİRALP 1992'de underground feminist hareketin müzik uzantısı olarak ortaya çıkan ve heteroseksist toplumun düşünce yapısının rock müzikte de "rock erkeklere ait ve erkekler içindir." eğilimine karşı çıkan Riot Grrrls akımının bir sonraki yıl her nasılsa düşüşe geçmesi, yozlaşması, kendi içinde boğulması, yavaş yavaş artan eleştiri dalgasının altında ezilip kalması ile ilgili olarak Melody Maker'da (MM, December 25 1993 / January 1 1994) yıl sonu değerlendirmelerinde Riot Grrrls ile ilgili yazının çevirisini sunuyoruz. Kendisi mi geldi, arkasından itilip önümüze mi kondu? Riot Grrrls iki yüzlüler ve onların "dişi gezegen oluşturma korkusu" düşünceleri nedeniyle sabote edilmiş mi oldu; yoksa kendi inatçı, çapraşık/elitist düşünce yapısının içine mi hapsoldu? Riot Grrrls hareketi başarısız mı oldu? Elitizm suçlamasını gözardı etmek güç görünüyor. Başta, bu hareket "ensestvari" nitelik taşıyordu. Aynı evi, aynı bateristi paylaşan, 1000 adet basılmış plakları Londra'da tek bir mağazada bulunabilen, kendi "ev basımı" dergilerini aralarında değişen 50 kişi. Ve bunlar cinsiyet hariç her yönden, hükmeden sınıftan insanlardı. "Piyasadaki" simalardan bazıları fazla tanıdıktı: Radikal "uyanışı" şüphe uyandıracak bir biçimde geç kalmış; cinsel politika anlayışı "hangi taraftan olduğuna" karar vermeye çalışmakla başlayıp biten ve manifestosu evde palto giymek ve

KAOS GL

dışarda çikolata yemekten öteye gitmeyen kadın şovenistlerdi. (Bu arada genç retoriklerine rağmen, RG hareketinin en önemli grubu Huggy Bear grubunun bir üyesi yirmili yaşlarının sonlarındaydı.) Bir başka rahatsız edici Riot özelliği "Sıfırıncı Yılcılık" idi: Kendinden önceki öncü toplulukları reddetme (aslında PJ Harvey, Silverfish, Raincoats, Slits, Fuzzbox, Babes in Tayland ve sayısız başka gruplar yeni ufuklar açmıştı.) önce kendilerinin keşfettiği düşünce tuzağı. Bu durumda söylenecek söz "tarihinizi öğrenin, biraz kitap okuyun" olabilirdi. Müzikleri son derece kendi hareketlerine özgüydü. Huggy Bear, siyah "teenager" kızların anarşist ruhlarına methiyeler düzüyor olabilirdi ama Thurston Moore'un (Sonic Youth'un beyni) kim olduğuyla hiç mi hiç ilgilenmeyen gençlerin anlayamayacağı müzik yapıyordu. Herhangi bir gerçek feminist akımın öncelikle çok dinlenen radyolara ve büyük müzik mağazalarına girmesi gerekir. Bu açıdan En Vogue (cazgır siyah ve dişi soul grubu) bok ye/ siktir/ istediğini hiçbir zaman alamayacaksın türünden feminizmiyle çok daha önemliydi. Dahası zeki ve anlayışlı olan çoğu kadına Riot Grrrls zaten tamamen açık seçik olan gerçeği gösteriyordu. Ama belki de Riot Grrrls hareketi zaten kendine güvenen kadınlara değil, başka türlü kendilerini ifade edemeyen ürkek ve çekingen kadınlara yöneliktir. The Voodoo Queens'i ele alalım:

"Supermodel do you mean superficial?" (Supermodel Superficial) ile milyonlarca dolar kazanan süper mankenleri yüzeysellik ve beyinsizlikle suçlarken, "Kenuwee Head" adlı parçada beyin ölümünden muzdarip Keanu Reeves'e ağıt yakıyordu! Belki de "Supermodel Superficial" her ne kadar PJ Harvey "Dress"inde daha üstün bir incelik ve maharetle bahsetmişse de söylenmesi gereken bir şeye işaret ediyordu: Medyanın idealize edilmiş dişi tipi, plastik cerrahi ve diyet obsesyonu genç kızlarda depresyona, yeme bozukluklarına (anorexia nervosa-bulimin) ve yetersizlik duygularına neden oluyordu. Ama belki de durum böyle değildi. Fazla toleranslı müzik basını bir anda Riot Grrrls müptelası kesilmişti. Elbetteki basının en himayeci tutumu bariz olarak berbat olan grupların sırtlarını sırf kadın oldukları için cesaretlendirici bir biçimde sıvazlamasıydı. Ne de olsa en azından çaba gösteriyorlardı, değil mi?!! (Bir kadın için hiç fena değil!) Jim Arundel ateşli bir yazısında "Bu yazıyı okuyan herkes sahneye çıkmaya hazırdır." diyordu. Eldeki bütün kanıtlar bunun aksini gösteriyordu. Belki tüm "yıldızlık kalıbını yok edelim", "herkes bunu yapabilir" düşünce sistemini ihlal edecek ama gerçek şu ki bazı gruplar diğerlerinden daha iyidir. "Lorfi"nin bir gerçeklilik olduğu kadar prensip meselesi olduğu bir harekette hayal gücü, virtüöziteden önce gelir. Hayal gücünüz ya vardır ya yoktur. Bunun en iyi örneğini ortak bir albüm

çıkaran Huggy Bear-Bikini Kill veriyor. Albümün Bikini Kill tarafı bayat punk klişeleriyle doluyken, Huggy Bear'e ait taraf sayısız yeni fikirlerle doluydu. Huggy Bear'ın kurumsal rock'ı yıkma çabaları gerçekten radikal idi. Heyecan verici şey mizah anlayışlarının hiç olmamasıydı. Yoğunluk ve kararlılıkları Dexy's Midnight Runners ya da Beader Meinhof çetesininkine benziyordu. İngiltere'nin en çok tartışılan müzik programlarından "the World"de yaptıkları şov, tarihin en önemli pop olaylarından biri oldu. Programda sunucuya seyircilerin yönelttiği "seksist" şeklindeki sloganlar, seyircinin program öncesi itilip kakılmaya, tezahürat yapmaya, alkışlamaya ve gülümsemeye zorlanmaya olan tepkileriydi. Programda Huggy Bear'ın söylediği "Her Jazz", Riot Grrrls'ün "Anarchy in the UK/Teen Spirit" tarzında bir mihenk taşı olma noktasına en fazla yaklaştığı an oldu. (Yine de o noktada arada dağlar kadar fark vardı.) Bir sonraki nesil daha değişik gruplardan oluşuyordu: Mambo Taxi, sadece cinsiyet yönüyle RG'e bağlanmış ve 60'lara ait saf garage rock yapan bir gruptu. Blood Siusage, rock'taki şişkoları temsil etme gibi sahte bir iddiayla yola çıkarken, tümü erkek olan Cornershop, ırkçılık karşıtı manifestoları ve Jesus and Mary Chain "saund"larıyla, sadece plak şirketi bağlantılarıyla RG içindeydi. (Wiiija) Ama bir kere Huggy Bear'in yarattığı dalgacıklar yayılmaya başlayınca, gerçekten dikkate değer hareketler

14


görülmeye başlandı. Üç küçük civelek kızdan kurulu Skinned Teen kin dolu ninnilerini haykırırken alaycı Linus ve mükemmel Frantic Spiders da diğer post Huggy Bear RG'ler arasındaydı. Ve hepsinden iyisi Shampoo; "Bouffant Headbutt" ile gerçek punk geleneği içinde nefretlerini kusarken, gereğinden fazla güzel olmaları nedeniyle diskalifiye ediliyorlardı. Sonuç olarak RG hareketi iflas mı etti? Cevap: Pek değil. Aslında İngiltere' de müzik basını sürekli olarak yeni gruplar ve yeni hareketler türetip durur. Çünkü okuyucunun ilgisini taze tutmaya ihtiyaçları vardır. Ne varki yenilerini

15

ortaya çıkarırken, bir zamanlar yere göğe sığdıramadığı müzikal hareketleri de "zamanı geldiğinde" söndürüverir. Çünkü yeni gelenlere yer açılmalıdır. Aslında basın yardımı olmazsa bir elin parmaklarının sayısı kadar takipçisi ve hayranı olabilecek grup ve hareketler, basın sayesinde yeraltından yerüstüne çıkabilirler. Çünkü ne de olsa RG'de olduğu gibi birçok hareketin bir misyonu vardır. Bu simbiyotik ilişki o harekete ya da starlaştırılmış gruba kötü eleştiriler gelmeye başlayınca grup/hareket aleyhine gelişmeye başlar. Gruplar savunmaya, basın ve basın tarafından doldurulmuş okuyucu kitlesi

saldırıya geçer; her kafadan bir ses çıkar; müzik ikinci planda kalır ve bir bakmışsınız o hareketin/grubun ünü ya da misyonu (ne kadar önemli görünürse görünsün) geçmişte kalmış. RG örneğinde şu bir gerçek ki hem kendileri hem de basın, bu hareketin görece başarısızlığına neden olmuştur. RG'nin en önemli iki amacı rock'ın sadece erkeklere ait olmadığını göstermek ve bir enstrüman çalan ve hatta çalamayan herkesin grup kurup sahneye çıkabileceğini kanıtlamak ve herkesi (özellikle kadınları) bu konuda teşvik etmekti. Ama RG, kendinden olmayanlara nefret kusarak,

seksist erkeklere, kendilerinin eleştirdiği yöntemlerle saldırarak ve aslında müzikal olarak da zayıf kaldıkları için tarihe gömüldüler. KAOS'UN NOTU: Ayrıca Mr.P-Modern Rock Postasının 3. sayısına (artık çıkmıyor ama cilt olarak kitapçılarda bulabilirsiniz) bakabilirsiniz. Yazı olarak farklı bir şey bulamayabilirsiniz ama en azından fotoğrafları görürsünüz!

KAOS GL


TANIKLIKLAR İlk sayımızla birlikte, hem gay'lere yönelik gizli terörün açığa çıkarılması için hem de diğer eşcinselleri bilgilendirmek için, gay'lerin başına gelen olayları "Tanıklıklar" adı altında vermeye başlamıştırk. İkinci sayımızda yer verememekle birlikte konunun önemi ve diğer eşcinseller için taşıdığı aciliyeti açısından yeniden ve düzenli olarak verme kararı aldık. Bu ayki 'Tanıklıklar', polis olmadığı halde polis kimliğinin arkasına sığınarak, eşcinseller üzerinde, onların polis korkusundan yararlanarak, taciz, soygun şeklinde madiliğe başvuran şilaki ve profesyonel madilerle ilgili. Sözkonusu madilerin kendileri de gerçek eşcinsel olabilecekleri gibi streyt de olabilmektedir. Parlak ve genç streytler eşcinsel rolü yapıyorlar, tip açısından da madi olanlar ise daha baştan zor kullanıyorlar. İLK OLAY: Partner bulmak için Güvenpark'a girdim. (Arkadaş bulmak için seçeneğim çok azdı.) Genelde hiçbir konuda ayrıntılı bilgim yoktu. Kabul etmek gerekir ki but kezbandım. Kendimi bildim bileli eşcinsel olsam da fiili cinselliğe başlayalı henüz bir yıl olmuştu. Bazı insanların koşullardan yararlanarak eşcinselleri soyabileceklerini hiç düşünmemiştim. Bir geç manti dikkatimi çekti. Geç manti olsa da sonuçta manti sayılırdı; çünkü çok yakışıklı ve parlaktı. Hoşlanmıştım ama meraklanmıştım da. İki kişiyle ayrı ayrı parktan çıktı ve kısa zamanda geri döndü. O gün tanışma fırsatı bulamadım. Bir gün sonra aynı kişiye yani

KAOS GL

A'ya yine rastladım. Ve tanışabildim. Hoşuma gittiği için önceki günkü kaygılarımı çoktan unutmuştum. Biraz sohbet ettik. Bir yere gidip oturmaya karar verdik. O dönem için gay'lerin yoğun olarak gittiği (bir gay bar değil) bir birahaneyi önerdim. Kabul etmedi. Ben onun önerdiği yeri kabul ettim. Çok çok kötü bir tavernaya gittik. O zamanlar hem aklıma kötü bir şey gelmediğinden hem de kendisinden hoşlandığımdan tavernaya oturduk. Hiç de hoş olmayan bir süre geçirdik. Parasının yetişmediğini söyledi ve hesabı ben verdim. Özellikle cüzdanıma bakıyordu ama o an dikkatimi pek çekmedi bu durum. Tavernadan çıktıktan sonra biraz yürüdük ve daha sakin bir parka gittik, oturduk. Peting bile yapmıyorduk; normal bir konuşma geçiyordu aramızda. Bu arada bir elimi kendi dizinin üzerine çekmişti. Aniden kolumu kendi koluna kelepçeledi. Şimdi şaşkınlığımı anlatabilmem mümkün değil. Yürü karakola gidiyoruz dedi. Çok korktum. Bütün paramı (bu konuda maalesef çok şanslıydı), boğazımdaki zincirimi aldı. Cinsel anlamda benden hiç birşey istememişti. Beni bıraktı ve hala birlikte yürüyordum. Polis olarak bana pek çok öğüt verdi. Bir başka gün yine Güven'de B ile tanıştım. B de mantiydi ve çok hoşuma gitti. O da beni beğenmişti. İki kez birlikte olduk. Enküçük bir madiliğini görmedim. Halen merhabamız sürüyor. A'yı o da tanıyor. Ben başıma gelen soygun olayını B'ye hiç anlatmadım. (Zaten bu olayı yalnızca size aktarıyorum.) Fakat B, A hakkında öyle bilgiler verdi ki -daha doğrusu ağzından kaçırdı- daha sonra kendisi bunların bir çoğunu yalanladı, yalanlayamadığına da 'aramızda kalsın' diye ricada bulundu. A'nın polis olmadığını söyledi. Sonra ise aslında polis olduğunu ama atıldığını söyledi. B, bana o kadar iyi davrandı ki sonradan çok şaşırdım. Yine bir gün Güven'de tam bir erken manti olan C ile tanıştım. Çok beğendim, o da beni tercih etti. Kendisini salt pasif olarak tanıttı. Salt pasifleri sevmediğim halde yine de onunla arkadaş olmak istedim. Birlikte başka bir parka gittik. Konuştuk, melek gibi bir çocuktu. Saat oniki olmuştu. Benim eve gitmem gerekiyordu. O tekrar Güven'e gideceğini söyledi. Hem saat gerçekten geçti hem de çocuktan çok hoşlandığım için parka gitmemesini söyledim. Fakat o, ısrar etti. Ben de ısrar edince, 'gel sana bir şey anlatayım' dedi. Ben yine şok geçirdim. Melek gibi bir erken manti, tam bir şeytan tipi anlatıyordu. Butlar butu bir madilik yani. Bana Güven'e tekrar, B ile görüşmek için gideceğini söyledi. B, benim tanıdığım B idi. B ile bu, gözüne kestirdiklerinden para koparıyorlarmış. Konya'dan gelmiş ve onsekizine henüz girmiş. Kendisine şaşkınlık ve sinirden, aynı şeyi benim için neden düşünmediğini sordum. 'Biz kimi soyacağımızı biliriz' dedi. Sinirimden sevinemiyordum bile. Bana göre A, kesinlikle gerçek polis değil. C, A'dan bahsetmedi; ben de korkumdan sormadım. Ama dolaylı soruların sonucu, Ulus'ta kelepçe satıldığını söyledi. Tavernadaki garsonla bile A'nın ilişkisi var. Bence bunlar aralarında örgütlü çalışıyorlar. C, B'nin poliste kayıtlı olduğunu söyledi. Fakat ne kaydı olduğunu sormadım. Hatırlıyorum da B'nin herşeye rağmen çok iyi biri olduğunu düşünüyorum. Galiba B'de gerçek eşcinsel ve o da mantilerden hoşlanıyor. Kendini gizlemeyen ve samimi tiplere dokunmuyor. Kendini gizleyen nafta ve balamozlardan para koparıyor olmalı. Polis olmadığı halde polismiş gibi davranıp, eşcinselleri soyan kişileri bana o anlattı. Ben kezbanlık dönemimde bunları hiç aklıma bile getirmezdim.

16


İKİNCİ OLAY: Arkadaşımla eve gidiyor olduğumuz halde şöyle bir Güven'den geçelim dedik. Ben tam bir mantici olduğumdan kendimi gördüğüm çocuktan alamadım. Arkadaşıma sen git dedim. Ben çocuğa takıldım. Saat geç olmuştu ama en azından eve gitmeden önce biraz öpüşürüm diye düşündüm. Çocukla parktan çıktık ve bir sokağa girdik. Bir apartmanın asansörüne girdik. Ben çocuğun boynundan öpmeye başladım. Elimi uzatmamı istedi. Ben de çok doğal bir şekilde elimi eline uzattım. Benim soluğum kesilmişti ama kendimi çabuk toparladım. Elimi kendi eline kelepçelemeye çalışıyordu. Buna izin vermedim. Kelepçelemeyi beceremeyince kolumdan sıkıca tuttu. Ben ne yapmaya çalıştığını sordum. Bana 'sen homoseksüelsin' diyordu. Dedim, 'evet ben homoseksüelim'. 'Homoseksüellik suç' diye bana bağırdı. Ben suç olmadığını söylüyordum. O, 'suç' diyordu; ben ise suç olmadığını söylüyordum. Benim kolumu bırakmıyor; biz dışarı sürüklendik. Beni karakola götüreceğini, rezil edeceğini söylüyordu. Ben bütün cesaretimi toplayıp, kimlik göstermesini söyledim. Cüzdanını çıkardı, yalandan gösterir gibi yaptı. Ben çıkarıp göstermesini söyledim. Bu kez yanında olmadığını, yakındaki arabada unuttuğunu söyledi. Ben biraz rahatladım, bu kez de o afallamıştı. Kolumu çektim kurtardım. O hala karakola götüreceğini, beni mahvedeceğini söylüyordu. Ben oradan hızla uzaklaştım. Genç ve parlak bir mantiydi; daha önceden deneyimli olduğum halde yine de çok korkmuştum. İsterseniz daha önce başımdan geçen bir olayı da anlatabilirim.

17

KAOS GL'nin NOTU: Eşcinsellerin çoğunluğu deşifre olmaktan korkuyorlar. Bunu artık herkes biliyor. İçinde yaşadığımız heteroseksist toplumda bu durumu anlaşılır kabul ediyoruz. Eşcinsellerin bu korkularını pek çok orospu çocuğu ile paparonlar da bilmekte. Biz, özellikle genç gay'lere, görünüşe aldanmamalarını öneriyoruz. EŞCİNSELLİĞİN KESİNLİKLE SUÇ OLMADIĞINI BİLMEK GEREKİYOR. Size polis olduğunu söyleyenlere kesinlikle kimlik sorun. Gerçekten polis bile olsa, parkta otururken kimseyi GÖTÜREMEZ. Ancak zor kullanarak götürebilir. Direnebiliyorsan diren. Eğer, zorla götürüldün diyelim, eşcinselliğini gizleme gereği duyuyorsan ve gizleyebiliyorsan kesinlikle açık verme. Onlar, son şansları olan muayene ettirmekle TEHDİT EDERLER. BİRİNCİSİ BUNU YAPTIRAMAZLAR VE SONUÇTA YAPTIRMAZLAR DA. Bu aşamada korkma. Çünkü, MUAYENE ÖNCESİNDE İÇERİDE CİCİ YOKSA YA DA BİR ZORLAMAYLA ÖDEM DENİLEN MOR HALKA (ANÜS'TE) OLUŞMAMIŞSA KAÇ KEZ KOLİ KESMİŞ OLURSAN OL, KESİNLİKLE ANLAŞILMAZ. MİNCONA PARMAĞINI SOKAN OROSPU ÇOCUĞU DOKTOR ASLINDA YA KORKUTMANIN BİR DEVAMIDIR YA DA SENİ KOLİLEMEK İSTİYORDUR. Tanımadığın bir partnerle her hangi bir yerde peting yaparken güya sevişiyormuş gibi yapıp belini ve ceplerini dışarıdan kontrol edebilirsin. İLK AŞAMADA PANİĞE DÜŞMEMEYE ÇALIŞ VE GERİSİ SENİN GÜCÜNE VE KARARLILIĞINA KALMIŞ. ___________________________________________________ (şehirde artık hiç ışık yok. yalnızca fosforlu gözler anımsatıyor ölümün ışıltısını) ellerinizi veriyorsunuz/ dizeler çıkıyor parmakların arasından çıktığınız noktaya dönün: göçün çocukları paylarını istiyorlar sizden biraz da bir zemzem suyu fidyeyle kurtulma ve apansız bellek yitimi arasında yarı yolda bırakıyor sizi hareketli bir gecenin ardından görevinize dönüyorsunuz ve gizlenerek çalışıyorsunuz. Çıplaksınız. Bir çocuk kapıyı vurmadan giriyor içeri. çalışma masanıza çıkıyor bir bora gönderiyor size tükenmiş önceden tasarlanmış şimşekler taşıyan uyarısız hiçbiri Ayağa kalkıyorsunuz içiyorsunuz kanınızı görkemli bir gövde şehir yeniden kapanıyor yükseliyor su. Tahar Ben Jelloun (Cevat Çapan'ın Şiir Atlası'ndan)

KAOS GL


MEKTUP-LAR-DAN BURSA, M. Bir lezbiyen (...) KAOS GL ismini kesinlikle tuttum. Anlamlı ve güzel. Dergi G ve L olsun olmasın herkesin düşüncesine açık anladığım kadarıyla. Umarım ayrıca tanışma köşesi de olur. Bu KAOS kelimesi, çok düşününce insanın beynini döndürüyor. (...) İSTANBUL, B. A. Bir gay (...) Ben, cinselliği keşfettiğim andan beri eşcinselim. Bunu anladığım andan itibaren de derin bir yalnızlığın içine düştüm. ... Gerçi bazılarımız daha şanslı galiba, en azından gizli de olsa mutluluğu yakalayanlarımız vardır. ... Ama çoğumuzun yazgısı pek parlak değil. Hep itilmek, dışlanmak ve aşağılanmak korkusuyla yaşıyoruz. Hele belli bir kariyeriniz varsa durum daha da korkutucu oluyor. Bir anda herşeyi yitirme tehlikesi başınızda Demoklas'in kılıcı gibi sallanıyor. Kişiliğiniz bu baskı altında eziliyor. İnsan yaşamının en önemli kaynakları olan sevgiyi ve cinselliği yaşayamıyorsunuz. Birinden hoşlanıyorsunuz ama söyleyemiyorsunuz. Çünkü göreceğiniz tepkiyi bilemiyorsunuz. En çok sevdiğiniz, sizi çok seven arkadaşlarınız bile, eşcinsel olduğunuzu anladıkları an sizi terkediyorlar, selam bile vermiyorlar. Kimse sizin cinsel tercihinizin kendinize ait olduğunu, bedeninizin yalnız kendinize ait olduğunu, özel yaşamınızın yalnız sizin olduğunu kabul etmiyor. Bu heteroseksist baskı kişiliğinizi paramparça ediyor. Olduğunuzdan başka görünmeye çalışmaktan yaşamınız zehir oluyor. (...) (...) Hoşlandığım insanlar, bunu kendilerine belli edince hemen uzaklaştılar, hepsi eşcinselliğe bir veba gibi bakıyorlar. (...) (...) Çünkü insanlar yukarda sözettiğim nedenlerden dolayı kendilerini gizliyorlar. Böylece de aramızda bir dayanışma olamıyor ve bu heteroseksist baskıya boyun eğiyoruz. (...) Bizi bizden başka kimse anlayamaz. Anlayamadıkları için de üzerimizde bu baskıyı kuruyorlar. Artık bu korkuyu yenmemiz ve topluma bizim de insan olduğumuzu, var olduğumuzu kabul ettirmemiz gerekiyor. (...) İSTANBUL, B. A. Bir gay (...) ben yıllardır bana benzemeyen, bana kimliğimi ve kişiliğimi inkar ettiren çevrelerde yaşadım. Biliyor musunuz, benim hiç gay arkadaşım, dostum olmadı. Buna, kısa süren ve beni duygusal yönden hiç tatmin etmeyen ilişkilerim dahil değil tabii ki. Çünkü onlar gay değildi, yani gerçek anlamda değildi. Hem bir gay'le ilişkiye giren hem de erkekliğine toz kondurmayan tiplerdi. Benim kastettiğim, dertleşeceğim, konuşacağım, benimle aynı sorunları yaşayan ve aynı yaşamı paylaşan biri hiç olmadı. (...) Ne gariptir ki bunca yıldır şu koskoca İstanbul'da sizin gibi insanlar hiç karşıma çıkmadı. Bunda belki benim de suçum var. Çünkü ben de yaşamımı hep heteroseksist bir çevrede sürdürdüm; buna zorunluydum bir yerde. Kısacası, eşcinsel olduğumu kendime itiraf ettiğm 16-17 yaşımdan beri korkunç bir yalnızlık içinde yaşadım. ... Ne yazık ki bizim gibi kendisiyle barışık, kimliğini tanımlayabilen gay'ler gerçekten azınlıkta. Hala bir çoğu bunu bir utanç vesilesi olarak görüyor, bunalımlar içinde yaşıyor. Oysa bu bunalımı aşmanın tek yolu önce kendinle barışmak, sonra da dayanışma içinde olmak. Doğal olarak - benim gibi - bir çoğu kendini gizlemek zorunda, ama kendini gizlemek zorunda olmak, kendinle barışık olmaya, dayanışmaya engel değil. (...) Geçtiğimiz hafta İstanbul Şehir Tiyatrolarının düzenlediği Gençlik Günleri kapsamında "Marjinal Cinsellikler" konulu bir söyleşi izledim. Orada bir konuşmacı "Tanrı, eşcinsellere, zekanın, yaratıcılığın ve yeteneklerin en büyüğünü vermiş, ama bunun için onlara çok büyük acılar çektirmiş ve bedelini böyle ödetmiştir." dedi. Gerçekten doğrudur; bugün insanlığın, evrensel sanat ve kültür değerlerini yaratanların ezici çoğunluğu eşcinseldir ve bunun için büyük acılar çekmişlerdir yaşamlarında. Heteroseksüeller, eşcinsellerin bu üstünlüklerini hep kıskanmışlar ve onlardan öçlerini üstlerinde bu cinsel baskıyı kurarak almışlardır. Evet, biz yaşamın her alanında varız, yetenekliyiz, onlar bunu biliyor ve kendi baskıcı ahlak anlayışlarıyla bizi ezmeye çalışıyorlar. Direnmemiz gereken budur, yeteneklerimizi ve üstünlüklerimizi birleştirerek ancak, bu baskıya karşı koyabiliriz. (...) İSTANBUL, D.Ö. Bir lezbiyen (...) Bence, sadece ayıpları veya günahları düşünen insanların egemenliğine son verilmedikçe, dünyada boşluk içinde yaşayan ve hangi yöne çeksen o yöne gidecek insanlara daha sık rastlanılacaktır. Tabi önemli bir noktayı da vurgulamam gerekli. Eşcinsel insanlara karşı, diğer insanların yanlış bakış açıları genel olarak eşcinsel olan erkekleri travestilerle karıştırıyorlar. Eşcinsel bir kadını da, erkek tavırlı, iri kıyım kadınlarla karıştırıyorlar. (...) BURSA, M. Bir lezbiyen (...) Benim görünüşümün erkeklikle alakası yok. Yani basbayağı bir kadın görünümündeyim. Makyaj yaparım, saçımı uzatırım, elbise giyerim ama erkek doğsaydım bir çok şeylerle uğraşmaz, suçluluk duygusuyla, günah korkusuyla ezilip kıvranmazdım. Yani nasıl desem; her zaman yapabildiğimin en iyisini yapmaya, daha başarılı

KAOS GL

18


olmaya çalıştım. İyi bir örnek olduğuma da inanıyorum. Her zaman doğru düşünmemle övündüm. Ama sözkonusu L'lik olunca bunalıma giriyorum. Adeta kimliğimi kaybettiğimi düşünüyorum. Neden insanların yarısından çoğu bu derece önyargılı ve acımasız? Taşrada bir hayvanla yapılan bir ilişki bile neredeyse doğal kabul ediliyor. Neden G. ve L.'lere hoşgörüsüz davranıyorlar? Hiç kimse G. ya da L'liğin herkes tarafından bilinmesini istemez.. Çünkü, bu durumda, bir alkış beklemeyiz ama aşağılanacağımızı hissederiz. Bir çok kadın L'liğini gizli yaşarsa var olur. O zaman da ruhsal problemler başlar. İnsanın hayatta en değer verdiği şey sevgi ve saygıdır. Sevgisiz bir saygı düşünebiliyor musunuz? Hayır, mümkün değil. Ezile büzüle sevgi yaşanmaz. Ama bir erkek olarak doğsaydım bunlar sözkonusu bile olmazdı. Ayrıca ben de aşırı erkeksi kadınlardan ya da Osmanlı erkeklerinden hoşlanmam. (Fatma Girik ya da Kadir İnanır gibi) Dediğim gibi erkek formunu rahat hareket edebilmek için istiyorum, o kadar. Bir şey daha ben de vücudumu seviyorum. (...) Ben kendimi sakladığımı itiraf ediyorum. Çünkü yıkıcı eleştirilere karşı direnme gücüm şu dönemde yok. Ailem duysaydı bana destek olmazlardı ama onlara da saygım sonsuz. Benim yüzümden toplumdan dışlanmalarını asla istemem. (...) İSTANBUL, Bir bakışık (...) Ben, "lezbiyen" kelimesinin kullanılmasını hoşgörmüyorum; çünkü bu kelime kendi cinsine ilgi duyan kadından başka şeyleri de çağrıştırıyor. Bu nedenle eşcinselliği kendimce Batı dillerindeki "simetrik"in türkçe karşılığı olan "bakışık" kelimesiyle ifade ediyorum. Bakışık ilişki, Bakışıklar toplantısı vs. Başka sözcükler de bulmak olası tabii. (...) Gelelim "lezbiyen"in kendi cinsine ilgi duyan kadından başka neleri çağrıştırdığına. Çok basit! Tavırlarında erkeği çağrıştıran kadın; bazan "erkek düşmanı", pantolondan başka birşey giymeyen, rakı ve sigara içen, erkeğe öykünen bir tip, yemek yapmasını bilmeyen belki de... Bu tip, lezbiyen kadınlar grubunun içinde ihtimalen belki de fazlaca vardır; ama bu durum, kelimeyi atfen basın yoluylo sosyo-kültürel ortamda ağırlık ve kesinlik kazanmakta. Önce sözkonusu çağrışımları bünyesinde barındıran bu kelimeyi ATMALIYIZ. Atmalıyız ki böylesi eğilimleri içinde hisseden birey, eğilimini, eğilimindeki bireyselliği kaldırıp götüren, bu önresimle kimliğini özdeş kılıp/hissedip, onu reddetmek zorunda hissetmesin kendisini. Dayatılan resmi değiştirmeliyiz kısaca. Kelimeyi atmak ve değiştirmek bunun yollarından öncelikli biri sadece. (...) MERSİN, C. Bir gay, 17 yaşında (...) Bir de ben, gay'lerin, transseksüel ve travestilerle karıştırılmalarına tahammül edemiyorum. Ben ve dostlarım, normal bir heteroseksüel gibiler. Ayrılan noktalarımız, renkli kişiliğimiz, sanatçı ruhumuz, ilişkilerimiz... (...) MERSİN, B. M. 18 yaşında (...) Ben de sizler gibi bir gay'im. Ve böyle olmaktan bir zamanlar nefret etsem de artık çok memnunum. (...) Belki biliyorsunuzdur. Mersin, bir Gay City, çok gay var. Ama çoğu bir yaşam koşuşturmacası içinde. Herkes çok iyi gizleniyor. Çünkü, Mersin'de herşey çabuk öğrenilir. Ama bir gay evinde toplanıldığında işte o zaman şamatayı seyredin... Mükemmel eğleniriz. (...) BURSA M. Bir lezbiyen (...) Yalnız. bir konuda düşünmekten kendimi alamadım. Bildiğimiz ve farkında olduğumuz gibi eşcinsel insanlar, her toplumda, her sosyo-ekonomik kesimde varlar. Bu geniş bir yelpaze. İşçiden memura, ameleden işverene, okuma yazma bilip, ilkokul mezunundan üniversiteliye kadar. Ama KAOS'u okuyanların hepsinin anlayacağını sanmıyorum. Madem herkesin dergisi, öyleyse herkesin ortak diliyle hazırlanmış olsun (bir fikir). Örneğin yalnızca ilkokul mezunu olan ya da şöyle diyelim: Kendini kültürel anlamda yetiştirememiş ama eşcinselliğinin farkında olan sade bir vatandaşı ele alalım. Kaos'u alıp okuduğunu düşünün. Her sayfayı anlar mı? Sanmıyorum. Şimdi derginin ulaştırıldığı herkes her kelimeyi bilecek kadar kültürlü mü? Eğer böyleyse Kaos yalnızca belirli bir kesime hitap ediyor demektir. Bense Kaos'un her kesime ulaşmasını istiyorum. Kendini yalnız ve çaresiz hisseden tek bir eşcinsel arkadaş dahi kalmasın. Herkes Kaos'u bilsin, anlasın istiyorum. Ne dersiniz? Bu eleştiri değil, yalnızca bir fikir. Yoksa bunun dışında, Kaos GL, okuduğum ve bildiğim tüm dergilerden daha anlamlı benim için. Çok daha soylu bir amaca hizmet ediyor. (...)

SİZİN DE MEKTUPLARINIZI PK: 53 CEBECİ / ANKARA ADRESİNE BEKLİYORUZ!

19

KAOS GL


KAOS GL,

heteroseksüellere düşman mı? anlaşılmamaktan zevk mi alıyor? küstah mı? politik mi?

Artık adını koymak gerekiyor. Bir eşcinsel oluşumu olarak KAOS, maddilik kazanıyor ve bir çevre olarak kendini tanımlıyor. Tanım, Kaos GL'de sözel ifadesini bulmakta. Bu bağlamda Kaos GL, bir "dergi"; bir iletişim aracı. İşte, yukarıdaki soru ve sorunlar (elbette daha pek çoğu) sözkonusu iletişimin bir sonucu olarak geliyor bize. Öncelikle belirtme gereği duyuyoruz. Okuma biçimi ve algılama süreçleri değişmediği sürece vereceğimiz olumlu ya da olumsuz yanıtların pek bir etkisi olamayacaktır. İlk sorunun yanıtını, ilk sayımızda yeterince açık ve net verdiğimizi düşünüyoruz. (Bu arada ikinci sayımızda bir heteroseksüel arkadaşımızın -Sermet Güngör- yazısı var.) Salt heteroseksüellerle bir sorunumuzun olmadığını, düşman olarak gördüklerimizin, bizlere yaşam hakkı tanımayan (onlara diğer yanağımızı çevirmemizi beklemeyin bizden) HETEROSEKSİSTLER olduğunu büyük harflerle belirtmiştik. Biz hiçbir zaman homoseksüelizm bayrağını açmayı düşünmediğimiz halde bir sorunla karşılaşıyorsak ya heteroseksüellik ile heteroseksizm arasındaki ayrım anlaşılmadı ya da bilinçli bir çarpıtma ile karşı karşıyayız. Tekrar ediyoruz. Heteroseksizm, heteroseksüel male power tarafından, başta erkek eşcinseller olmak üzere bir bütün olarak heteroseksüel olmayanlara karşı örgütlü bir şiddet, bir terördür. Sözkonusu terör, "benden kaçmaz, ibne olduğunu anladım" imalı bir gülümsemeden yok etmeye kadar uzanabilen ve hayatın her alanında kendini gösteren bir gerçekliğe sahiptir. Bunun için bir eşcinselin, anti-heteroseksist olması hayati bir durum olup, aynı zamanda bir zorunluluktur. Heteroseksüel male power'ın suç ortağı olmak istemeyen heteroseksüeller de pekala anti-heteroseksist olabilirler. Eğer, hiçbir egemenlik ilişkisine girmeden, özgürce, birlikte yaşanacaksa onlar da anti-heteroseksist olmak zorundalar. Özellikle erkek heteroseksüellerin, anti-heteroseksist olmaları durumunda ne heteroseksüelliklerinin ne de "erkeklik"lerinin hiçbir şekilde eksilmeyeceğini yine ilk sayımızda belirtmiştik. Kaos GL, anlaşılmamaktan elbette zevk almıyor. Doğrusu, bu soruya verilebilecek olumlu ve olumsuz cevap, bir sonraki soruyla da ilgili. "18" yaşından küçük eşcinsellerden sadomazoşist eşcinsellere kadar her kesim kendi yayınını çıkarabilse, her halde bu sorun da ortadan kalkar. Bir iletişim aracı olan Kaos GL Dergisi, yoğun olarak aldığı 'dil' eleştirisi dolayısıyla, bu sorunu önemsiyor. Gerçi önemsiyor ama elinden de birşey gelmiyor. Anlatma-anlama sorununun çözülebilmesi için (hem bizim açımızdan, hem de okur açısından) neler yapılabileceğine ikinci sayımızda değinmiştik. Tekrar etmek istemiyoruz. Ya en küçük zordan bile kaçma şeklinde kendini gösteren bir sorumsuzlukla karşı karşıyayız ya da pes doğrusu!!! Kaos GL, politik mi? Başka türlü olur mu? Mümkün mü? Farkında olalım ya da olmayalım, adını koyalım ya da koymayalım politika, yalnızca politik politika dan ibaret değildir. Politik politika bağlamında, Kaos GL, "politik" değil! Yani, parlemento ve iktidarla bir işi yok. İktidar perspektifi olmadığı gibi, varolan heteroseksüel erkek iktidarını da istemiyor. Politika, bir duruş, bir bakış olduğu ölçüde hayatın her alanında ve anında bir gerçekliğe tekabül eder. Kaos GL, heteroseksüel male power'ın çizdiği bütün kategorileri reddeder: Kabul etmek gerekir ki bu politikadır. Verili kategorileri reddetmekle kalmayıp gay ve lezbiyen olarak kendi kimliğini, kendi hayat tarzını yaratma gayreti ve mücadelesi de aynı şekilde politikadır. Korkulacak ya da çekinilecek bir durum yok; bu bağlamda Kaos GL politiktir.

150.000.-TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.