E Ş Cİ N S E L L E R İ N K U R T U L U Ş U a y n ı z a m a n d a H E T E R O S E KS Ü E L L E R İ D E Ö Z G Ü R L E Ş T İ R E C E K T İ R
MART 1997
YIL 3
SAYI 31
o’na gl kitaplığı hiv negatif x hiv pozitif = ? haberler güneş sineması cinsel yönelim ve eşcinsellik ile ilgili sorularınıza yanıtlar ne laik ne teokratik devlet diktatörlüğü mektuplardan bülbülü altın kafese koymuşlar tanıklıklar kaos seminer dizisi aynadan yansıyanlar abonelik için nasıl bir eşcinsel hareket ibret-i alem carrington kan sıcak akacak kaos ordu’nun dereleri aksa yukarı karatede siyah kuşak sahibiydi yaşamın içinden kartpostallar benim askerliğim o’na gl kitaplığı hiv negatif x hiv pozitif = ? haberler güneş sineması cinsel yönelim ve eşcinsellik ile ilgili sorularınıza yanıtlar ne laik ne teokratik devlet diktatörlüğü mektuplardan bülbülü altın kafese koymuşlar tanıklıklar kaos seminer dizisi aynadan yansıyanlar abonelik için nasıl bir eşcinsel hareket carrington kan sıcak akacak kaos
İ K İ N C İ
S A Y F A
K L A S İ Ğ İ
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde düzenlenecek olan panel, dekanlığın panel için küçük bir salon vermeye kalkışmasıyla iptal edildi. Herkes bu olağandışı salon tahsisini, konunun “nazik”liğine bağlıyor. Çünkü psikoloji topluluğunun düzenlediği panellerde her zaman okulun en büyük salonu olan Farabi Salonu veriliyormuş. Bu yıl verilmek istenen salon, sadece Psikoloji Bölümü öğrencilerin sığabileceği büyüklükte ve Farabi Salonunun tersine dışarıdan gelenlerin kabul edilmeyeceği bir konumda bulunuyor. Bir kez daha ortaya çıkan şey: İnsanlar hala “eşcinsellik”ten korkuyor. İptal edilen bu panele rağmen yılın bu kısa ayına iki etkinlik sığdırdık. Biri Sosyalist İşçi Dergisinin 8 Mart dolayısıyla gerçekleştirdiği panel, diğeri Karya’nın söyleşisi. Karya’daki diğer söyleşi ileri bir tarihe ertelendi. Hala radyo programlarına başlayamadık. Aslında radyo, düzenli programlarına hala başlayamadı. Üzerinde kara bulutlar dolaştı, link hatlarında arızalar oldu, moraller bozuldu... bir hafta kadar yayınını kesmek zorunda kaldı. Ama geçtiğimiz hafta sonu yeniden ve bu sefer “kopmadan” yayına başladı. Siz bu yazıyı okurken belki de RADYO KAOS ikinci dönem ilk programını yapmış olacak. Eskişehir’deki satış noktasına aylardır yazdığımız nottan tam da gına gelmişti ki, Eskişehir ile bağlantımızı, yeni arkadaşlarla tekrar kurduk. İki aydır yayınladığımız GL KİTAPLIĞI sayfasında yer verdiğimiz kitapları, daha çok, arka sayfalarından aktarmalarla tanıtıyoruz. Bu bölüm adından anlaşılacağı gibi her zaman olumlu ve tamamen katıldığımız kitaplardan değil, hem “ilgili” kitaplardan hem de okuma ihtiyacı dolayısıyla “ilgisiz”kitaplardan da oluşacak. Ayrıca bir kitabın etraflıca ele alındığı ayrı bir bölüm de devam etmekte. Yaşadığı mekanlara okuduğu KAOS GL’leri götüremeyip, okuduktan sonra imha etmek zorunda kalan arkadaşlar, dergiyi imha etmek yerine bir bankın üzerine bırakırlarsa, dergimiz başkaları tarafından da okunabilir.
İstanbullu KAOS GL okurlarıyla iletişim kurmak isteyen arkadaşlar, PK: 1017 Sirkeci-İstanbul adresine yazabilirler.
KAOS GL SATIŞ NOKTALARI: LEFKOŞA Işık Kitabevi ANTAKYA Ferah Kitabevi (Saray Cad.) İSKENDERUN Çağdaş Kitabevi BALIKESİR Çağdaş Kırtasiye SAMSUN MayısMartı Kitabevi ANTALYA Akdeniz Kitabevi BURSA Can Kitabevi (Heykel) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Ada Kitabevi (SİEM Dersanesi Karşısı), Kardelen Kitabevi MERSİN Dilan Kitabevi, İZMİR Kabile Kitabevi (Konak), Ayrıntı Kitabevi (Alsancak), Ayrıntı Kitabevi (Karşıyaka) DENİZLİ İleri Kitabevi, Kibele Kitabevi İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Zihni (Kadıköy), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı. Bu kitabevinde eski sayılarımızı da bulabilirsiniz) ANKARA Dost, ABC, Bilim&Sanat, İlhan İlhan ve İmge Kitabevleri ESKİŞEHİR Turkuaz Kitabevi.
e-mail: kaosgl@ilga.org internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/2884/kaos.htm K A O S
G L
i l g a
ü y e s i d i r .
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ MART 1997
YIL 3
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
SAYI 31 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨ y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
NE LAİK NE TEOKRATİK DEVLET DİKTATÖRLÜĞÜ!
DEVLETSİZ ÖZGÜR TOPLUM Din ve laiklik tartışması, elbette çok karmaşık tarihi ve felsefi kökleri olan bir konudur. Bu kadar kısa bir yazıda bunlara girmem mümkün değil (umarım ilerde geniş ve koklu bir şekilde girebileceğiz). Ancak burada, son zamanlarda medyada yoğunlaşan laik-şeriatçı tartışmalardan yola çıkarak neden bu iki cepheye de katılmadığımı, neden her ikisinin de tam karşısında yer aldığımı açıklayacağım. LAİK DEVLET SAVUNUCULARI, teokratik devlet yanlılarının, totaliter bir din devleti kurup, dinin gereklerine uymayan bütün düşünceleri, bütün yasam biçimlerini ve bütün insanları baskı altına alacağını söylüyorlar. DOĞRU SÖYLÜYORLAR.
inançları, mezhepleri, dinleri, ideoloji ve düşünceleri baskı altına almak, hatta gerekirse yok etmektir. Bu nedenlerle, İslamın yasalarını topluma uygulayan dinsel diktatörlük yanlıları için bu, "özgürlük" anlamına gelse de, İslamın, hatta hakim mezhebin (bizde Sünnilik) gereklerini TAM olarak yerine getirmeyenler için TOTAL bir diktatörlüktür. Su anda teokratiklerin, herkesin, yani dindar olanın da olmayanın da kendini istediği gibi ifade edebildiği bir hoşgörü ve özgürlükten yanaymış gibi görünmelerinin nedeni, henüz toplumu bütünüyle avuçlarına alıp kendi total diktatörlüklerini, laik diktatörlüğün yerine teokratik diktatörlüklerini kuracak kadar güçlü olmamalarındandır.
TEOKRATİK DEVLET YANLILARI, laik devlet Laik cepheden son zamanlarda sık sık şu sesleri duyuyoruz: savunucularının amacının, dini ve dindarları baskı altına "Bunlar iktidara geldiklerinde total bir diktatörlük kuracaklar, o halde şimdiden almakla kalmayıp, laik azınlığın bastırılmalıdırlar." İşte bu yanlıştır. Neden? ideolojik sultasına uymayan bütün Çünkü her totaliter düşünce yanlışını düşünceleri, bütün yasam biçimlerini ve Gerçeği tespit edebilmek bastırmaya kalkışırsanız, laikler de dahil bütün insanları baskı altına almak için, bu her iki kesimin olduğunu söylüyorlar. DOĞRU birbirleri için söylediğinin birçok insanin bugünden baskı altına alınması gerekir. Özgürlükten yana olanların böyle bir SÖYLÜYORLAR. DOĞRU, kendileri baskıyı savunmaları mümkün değildir. Üstelik hakkında söylediklerinin baskıyı yapacak kimdir? Bugünkü LAİK DEVLET SAVUNUCULARI, teokratiklere göre çok daha güçlü olan silahlı laik devletin baskı değil, özgürlük ise YANLIŞ olduğunu olduğunu söylüyorlar. DOĞRU bir totaliter başka güç: Devlet. İşte laik tespit etmek yeterlidir. SÖYLEMİYORLAR. cepheye sığınan özgürlük yanlılarının hatası budur. Bir diktatörlük eğilimi başka bir TEOKRATİK DEVLET YANLILARI, şeriat devletinin diktatörlükle bastırılamaz Bastırılsa bile bu yeni bir baskı değil, özgürlük olduğunu söylüyorlar. DOĞRU diktatörlük olur. Bu da farketmez. Ha dinsiz bir diktatörlük SÖYLEMİYORLAR. olmuş, ha dinci bir diktatörlük özgürlük açısından ikisi de gerçek özgürlükçülere eşit uzaklıktadır. Yani kısacası, gerçeği tespit edebilmek için, bu her iki kesimin birbirleri için söylediğinin DOĞRU, kendileri Belki de İslam dininin totaliter karakterinden dolayı onun hakkında söylediklerinin ise YANLIŞ olduğunu tespit etmek karşısına dünyasal bir iktidar adayı olarak çıkan laik devlet yeterlidir. de, teokratik devlet kadar totaliterdir. Bu, iktidar kavgasıdır. Çünkü birbiriyle çatışan ve son tahlilde uzlaşmaları imkansız olan bu iki diktatörlük odağı asla birbirine karşı bir LAİKLER DE, TEOKRATİKLER DE iktidar boşluğu yaratmak istemez. Çünkü bilir ki, yarattığı TOTALİTERDİR iktidar boşluğunu, derhal karşısındaki rakibi dolduracaktır. İktidar, boşluk tanımaz. Bırakılan boşluğu derhal bir diğeri doldurur. İktidar denen diktatörlüğün mantığı budur. İslam dini, şimdi burada tarihi kökenlerini açıklayamayacağım kadar derin ve karmaşık nedenlerden Bugün laik devlet diktatörlüğü ile teokratik diktatörlük dolayı totaliterdir. Olanak bulduğu yerlerde ve oranda, çabası arasında bir denge durumu vardır. İkisi de rakip devlet iktidarını ele geçirir ve toplumu Allahın ilahi boksörler gibi birbirlerinin boşluklarını yoklamakta, ancak yasalarıyla, yani bir nevi göksel diktatörlükle yönetmeye nihai saldırıya geçememektedirler. Ancak hiç kuşku olmasın kalkışır. Allahın emirlerine karşı çıkılamaz ve bu emirler, ki, birinden biri diğerinde zaaf gördüğü an saldırıya istisnasız herkesin itaat etmesi için Allah tarafından geçecektir. yollanmıştır. Onun mümin kullarının görevi de bu emirleri bütün topluma hakim kılmak, dolayısıyla bu emirlere itaat etmeyen insanları, yasam biçimlerini, ifade biçimlerini,
KAOS GL 31/3
Laik devlet yanlılarının toplumsal hedefi Birçok özgürlükçü insan, dinci totalitarizme Özgür, devletsiz İslam toplum hayatından tamamen karşı çıkayım derken, ondan hiç de farklı toplumda ne laik süpürmek ve laik Jakoben-Kemalist olmayan bir Kemalist totalitarizmi onayladığının ideolojinin, ne de ideolojik diktatörlüğü bütün topluma farkına bile varmadan bunları tekrarlamakta, ideolojinin diktatörlüğü hakim kılmaktır. Bu ideolojik Ankara'daki son kadın yürüyüşünde diktatörlük, eğer total amaçlarına gördüğümüz gibi, İslami tehlike karşısında hüküm sürer. Çünkü ulaşırsa, yalnızca İslamı toplum paniğe kapılan birçok kadın kuruluşu Atatürk baskı araçları bizzat hayatından süpürmekle kalmayacak, resimlerinin etrafında dinsel ayinler düzenlemiş toplumun kendisi Kemalist-Jakoben ideolojinin dışındaki bulunmaktadır. Öyle ki, bu tartışmalar içinde, tarafından ortadan her türlü düşünce, inanç, mezhep ve devleti henüz ellerine geçirememenin verdiği kaldırılmıştır. yaşam tarzını da baskı altına alacaktır. masumiyet görüntüsüne bürünen dinciler, "biz Ama bu böyle diye, diyelim ki, sizin mini eteğinize karışmıyoruz, siz de bizim İslamcıların hakim oldukları yerlerde (örneğin belediyelerde tesettürümüze karışmayın" derken, en azından söylemde, ya da İslamcıların hakim oldukları mahallelerde) laik daha az devletçi, daha halkçı ve özgürlükçü bir görüntü bile ideolojiyi savunan ya da İslami yasam tarzını benimsemeyen çizebilmektedirler. Yani isler zıddına dönüşmekte, bugünkü insanlara baskı yapmalarına kayıtsız kalabilir miyiz? Hayır, tartışmalar içinde, daha otoriter, daha kuralcı, daha biçimci biz laik diktatörlüğe karşı diyelim ki, bir üniversiteli kızın ve daha muhafazakar bir konuma düşebilmekte ve isin daha başörtüsüyle okula girebilmesini savunduğumuz gibi, da acı yanı bu onları, Sincan'daki tankları alkışlamaya, teokratiklere karşı da dini baskıya uğrayanları savunacağız. Kenan Evren gibi diktatörlerle bile ortak bir laik Bu tutum, bugünkü reellik içine hapsolup cephelerden cepheleşmeye sürükleyebilmekte, "Atatürk devrimleri bunu birinin yanında yer almak gerektiğini söyleyenlere ne kadar böyle emretmiştir" derken, "Allahın kitabi bunu böyle tuhaf, inanılmaz ve "fazla idealist" gelirse gelsin, biz bu emretmiştir" diyen ve değişmez dogmalar ileri suren, o doğru ve tutarlı tutumu sürdürmeliyiz. Evet, zaten biz kadar zıtlaştıkları dincilerden kafa yapısı olarak aslında pek idealist olduğumuzu da saklamıyoruz. Özgur bir topluma, de farklı bir noktada olmadıklarını sergilemeye götürmekte, her türlü diktatörlük eğilimine karşı kararlılıkla direnerek, tesettüre yasak getirmenin tesettürü zorunlu kılmak kadar hatta ezildikleri yerde diktatörlük yanlılarını da savunarak saçma ve zorbaca olduğunu göremeyecek kadar akıl ve ulaşılacağını biliyoruz çünkü. mantıktan uzaklaşmalarına yol açmaktadır. KENAN EVREN'E KADAR UZANAN BIR LAİK CEPHE Bugün, teokratik devlet tehlikesinden korkan (özellikle Refah’ın iktidara gelmesinden sonra) birçok özgürlükçü insan, başka bir çare göremediklerinden, laik cepheye katılmakla ve bununla da kalmayıp yavaş yavaş laikliğin diktatörce argümanlarına alışmakta, bunlarla zehirlenmekte ve üzerinde fazla düşünmeden bunları kullanmaktadırlar. Burada birkaç örnek vermek isteriz. örneğin laik safta yer alanlar, teokratik devlet yanlılarını köşeye sıkıştırmak için hemen işin kolayına kaçıvermekte, özgürlükçü tutumu anında terk ederek, devlet silahlarına sarılmaktadırlar. "Bu ülkenin yasaları var" diye dayatmakta, "devlet bir Cumhuriyet devletidir ve öyle kalacaktır. Bu devletin yasalarını ortadan kaldırmaya çalışmak SUÇTUR" diye vurgulayarak devam etmektedirler. "Atatürk devrimlerine kalkan eller kırılır" diyerek sopa sallamakta ve "Atatürk devrimleri bunu emretmiştir, bunları ortadan kaldırmak mi istiyorsunuz, Anayasanın şu şu maddelerine (Allahaşkına bu anayasa 12 Eylül’den sonraki diktatörlüğün zorla kabul ettirdiği 1981 Anayasası değil midir, yoksa biz mi belleğimizi kaybettik!) ne diyorsunuz, karşı mısınız?" diyerek kılık-kıyafet sorunundaki özgürlük karşıtı tavırlarını tam bir İngiliz muhafazakarı havasında savunmaktadırlar: "Her yerin bir kuralı vardır. Bu kurallar çiğnenemez. Devletin kural ve yasaları çiğnenemez... vs. vs."
DEVLETSİZ, OZGUR TOPLUM Sorun gelip, gerçek özgürlükte düğümlenmektedir. Hangi ideolojinin hakimiyetinde olursa olsun iktidar ve devlet özgürlüğün düşmanıdır. Laik olmuş, teokratik olmuş, hiç farketmez. Diktatörlük, diktatörlüktür. Totalitarizm, totalitarizmdir. [Bundan yirmidort yıl önce, laik devletin mahkemelerinde, Atatürk Cumhuriyetinin yasaları karşısında birlikte yargılandığımız ve ortak savunmayı birlikte okuduğumuz Cağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Sinal Solpuker (Saruhan)'in da bunu çok iyi bilmesi gerekirdi.] Bu yüzden ister dinsiz, ister azınlık mezheplerden, isterse müslüman olsunlar gerçek özgürlüğü isteyenler, laik ve İslamcı cephelerin dışına çıkıp elele vererek gerçek bir özgürlükçü alternatif yaratmak zorundadırlar. Yoksa laik ya da teokratik totaliter diktatörlüklerin ökçesi altında ezilmekten kurtulamayacaklardır. Özgür, devletsiz toplumda ne laik ideolojinin, ne de ideolojinin diktatörlüğü hüküm sürer. Çünkü herhangi bir diktatörlüğün aracı olan silahlı devlet ortadan kaldırılmış, halkın, toplumun, Özgür iradesi kendi kendini yönetmeye başlamıştır. Bu toplumda inanan inancına göre, inanmayan da istediği gibi yaşar ve hiç kimse birbirine baskı yapmaz, yapamaz. Özgür toplumda kimse kimseye inancından, inançsızlığından, mezhebinden, dininden, düşüncesinden, yasam tarzından dolayı baskı yapamaz. Çünkü baskı araçları bizzat toplumun kendisi tarafından ortadan kaldırılmıştır.
GÜN ZİLELİ
KAOS GL 31/4
ORDU’NUN DERELERi AKSA YUKARI Aşağıdaki yazı geçtiğimiz yıl İngiliz BBC2 televizyonunda iki ay süre ile yayınlanan Dark Secret adlı cinsellik ağırlıklı bir dizi belgeselden Aversion* Therapy & Homosexuality bölümünün bir özetidir.
Nedim B. / LONDRA Gece. Bir şehir. Belki de herhangi bir şehir. Işıklar içinde. Ev arkadaşım Edinborough olabileceğini söylüyor. Benim bir fikrim yok. Geri planda Freddie Mercury’nin ‘This Could Be Heavven’ çalıyor. Kamera 50 yaşlarında bir erkeği gösteriyor. Bir iş yaparken soru sormaya çekinilecek tipler vardır ya. İşini hem çok ciddiye alır hem de hayat yorgunu olduğu için bu işin onun için çok önemsiz olduğu havası ile aslında size işi olmazsa kafayı yiyecek bir insan olduğunu düşündürtür. İşte bana da tam öyle bir duygu veriyor. Adı Peter Price. Bir radyo programını sunuyor. İşi disk-jokeylik. Spiker: Bu program eşcinsel oldukları için acı dolu bir deneyim yaşamayı göze alacak kadar ümitsiz üç erkeğin hikayesini anlatıyor. Kamera Pete Price’ı gösteriyor. Evinde. Üzerinde pembe ipek olduğunu sandığım bir gömlek var. Elinde bir toz bezi çiçek desenli duvar kağıtları olan bir odadaki sayısız heykel ve tablonun tozunu alıyor. Bir takım insanların eşcinsellere çıplak erkek resimleri gösterip sonra da iğne ile onları kusturtarak eşcinselleri kadınlara yöneltebileceklerini düşünmelerini inanılmaz buluyorum. Sanırım amaçları sadece tedavi değil, aynı zamanda onları cezalandırmak. Pete: Annem çok duyarlı ve nazik bir insandı. Torunları olsun istiyordu. Oğlunun eşcinsel olduğunu bilmek onun için çok acı vericiydi. Onu hayal kırıklığına uğrattığım için suçluluk duyuyordum. Siyah-beyaz bir fotoğraf. Yaşlı bir kadın -annesiPete’in gençlik fotoğrafı kucağında bir koltukta poz vermiş. Gülümsemesinde sanki gülümsemek yerine başka bir şey paylaşmak istiyormuş ama bunu yapamayacak kadar cesaretsizmiş gibi bir hava var. Belki de bu aralar kendi annem de aynı şeyleri yaşadığı için hayal görüyorum. Pete: Bir gün oturup karşılıklı konuştuk. “Bir doktora görün” dedi. O günden sonra yaşadıklarımı anlatacak bir söz bulamıyorum. Kamera başka bir erkeği gösteriyor. Adı Colin Fox. Krem renkli, aydınlık bir odada pencerenin yanında oturuyor. Geri plandan saksı çiçekleri gözüküyor. O da 4550 yaşlarında. Beyaz bir gömlek giymiş. Eli çenesinde. Colin: Eşcinsel olduğum için tedavi olmak istememin nedeni o dönem bende bir rahatsızlık, sorun olduğuna inanmam. İçimde bir yerlerde eşcinselliğin bir tür
*
hastalık olduğuna inanıyordum ve tedavisinin olabileceğini düşünüyordum. 37 yaşıma kadar bu böyle gitti. Eski bir video filmi. Damat -Colin- kameraya gülümsüyor. Yanında gri takım elbise içinde iki erkek konuşup gülüyor. Ses yok. Colin: Evlendiğim günü asla unutamayacağım. 23 Temmuz, Pazar, saat 2. (Kamera bir sinagogda koşuşturan çocukları ve davetlileri gösteriyor... Renkli bir nikah fotoğrafı. Colin ve eski eşi deftere imza atıyor. Eşinin yüzü karartılmış). İmzayı atarken içimde, çok derinde bir yerde yanlış bir şey yaptığıma inanıyordum. Kendimi zombi gibi hissediyordum. Bir gece öncesi uyuyabilmek için uyku hapı almıştım. Balayı çok kötü geçti. (Bir başka fotoğraf. Colin yüzme havuzunun kenarında oturmuş gülümsüyor. Başında beyaz bir denizci şapkası, boynunda altın bir zincir) Güney İtalya’ya gitmiştik. Eski eşim daha önce balayının peri masallarındaki gibi olmasını istediğini söylemişti. Ben ise kendimiyardıma muhtaç, yetersiz ve tuzağa düşmüş hissediyordum. Siyah-beyaz fotoğraf. Bir grup asker yan yana oturmuş. Kamera bir yüzün üstünde duruyor. Çok yakışıklı olduğunu düşünüyorum. Ağzında hafif ama insanı içine çeken bir gülümseme var. Adı Billy Gartweite. Yüzbaşı. Kamera oldukça toplu, gözlüklü bir kadını gösteriyor saçları yavaş yavaş beyazlamaya başlamış. Billy’nin kız kardeşi, Alica Gratweite: Billy çok iyi bir insandı. Herkesle, özellikle çocuklarla ve hayvanlarla çok iyi geçinirdi. Billy eşcinsel olmak istemiyordu. Öyle olduğunu bilmesine rağmen eşcinselliğine boyun eğmemesi gerektiğine inanıyordu. Kadınlarla flört etmeye çalışıyor, elinden geldiğince heteroseksüel bir hayat sürdürmeye çalışıyordu. Bir gün annem erkenden gelip beni okuldan aldı. Billy’nin yapmaması gereken bir şey yaptığını ama bu yüzden onu suçlamamam gerektiğini söyledi. Erkeklerin kadınlarla birlikte olmak için genelevlere gittiğini bilip bilmediğimi sordu. “Evet” dedim. “İşte Billy de aynı şeyi erkeklerle yapıyor” dedi. Billy mahkemeye verilmişti. Yargıç onu hapise atmak yerine bir psikiyatri kliniğine tedavi olmak üzere sevk etmişti. Spiker: Billy altı ay kalmak üzere gönderildiği hastaneye geldikten iki üç gün sonra öldü. 29 yaşındaydı. Kamera bir mezarlığı gösteriyor. Alice bir mezarın önünde yere çömelmiş anlatıyor: Billy kariyeri sona ermiş olmasına rağmen askeri törenle gömüldü. Cenazede kimse onun neden, nasıl öldüğüne dair tek kelime etmedi. Ekim 1964’te çekilmiş bir haber programının bir bölümü. Siyah-beyaz. Sunucu Piccadily Circus’taki Eros heykelinin önünde dikilmiş anlatıyor: Ordu, bakanlık gibi resmi kurumlarda yüzlerce hatta binlerce gay var. Eğer
Aversion: Tiksindirme, iğrendirme
KAOS GL 31/5
bütün eşcinseller aynı anda işlerini terk etseler ekonomi kaos’a sürüklenir. Bugün Britanya’da bir milyon eşcinsel erkek ve bir milyon eşcinsel kadın var. Kadınlar arası cinsel ilişki yasal olmasına rağmen erkekler arasındaki yasadışı sayılıyor ve hapis ile cezalandırılıyor. Colin: 60’lı yıllarda toplumun eşcinselliğe karşı tavrı çok farklıydı. Tanıdığım hiç bir eşcinsel yoktu. Okuduğum kitaplardan bir tek Oscar Wilde’ı bilirdim. Onun nasıl hapise düştüğünü biliyordum. Bu yüzden de hapise gireceğim diye korku içinde yaşıyordum. Bacaklarıma Pete: O dönemde toplum bana nasıl hissetmem gerektiğini elektrik telleri bağladılar. Bir söylüyordu. Eşcinsellik suçtu ve ben bir yalan içinde yaşıyordum. sürü yarı Spiker bazı insanların çıplak kadın ve aversion terapiye mahkemeler erkek resimleri aracılığıyla bazılarının da aile ve gösterip onları çevrelerinin baskısı ya da kendi rızaları ile geldiğini anlatıyor. ne derecede Pete: Tedavinin ilk günü çekici annem ile vedalaştım. Çok üzgündü. bulduğuma Ne olup biteceğini ikimiz de dair not bilmiyorduk ve hiç bir zaman da ona olanları anlatmadım. Eşcinsellik suç vermemi olduğu için kendi adımı vermedim. söylediler. Kaldığım koğuş korku filmlerinden Tepkilerime bir sahne gibiydi. Gece yarısı çığlık göre elektriğin atanlar, garip garip gülenler... dozunu artırıp Doktor cinsel hayatım ile ilgili azaltıyorlardı. sorular sordu. Bana anal seksin ve oral seksin ne kadar kötü ve yanlış Çok acı olduğunu anlatıyordu. Sevdiğim çekiyordum. biranın ne olduğunu sordu. “Guinness” dedim. Beni bir odaya sokup yatağa yatmamı söylediler. Eğer bana Sehpanın üzerinde bir sürü yarı aversion terapi çıplak erkek resimleri vardı. Bir kasa uygulanmasay da bira getirdiler. Tek başıma bıraktılar. Bira içip resimlere bakıyor dı, hayatım bir yandan da ne yapmaya bugün çok çalıştıklarını anlamaya çalışıyordum. farklı olurdu. Bir süre sonra gelip bana iğne yaptılar. İğne yapılır yapılmaz midem Terapi bulanmaya başladı. Korkunç başım hayatımı alt üst ağrıyordu. Doktora kusmak üzere etti. Uzun olduğumu söyledim. “Kus o zaman” süreli bir ilişki dedi. Bir kova istedim. “Hayır, kuramadım o yatağa ya da üstüne kus” dedi. Şaka yapıyorlar sanıyordum. Doktor tekrar üç gün 25 yılı kusmamı söyledi. Dayanamayıp yok etti üstüme kustum. Birer saat arayla iğne yaptılar. Ben kusmaya devam ettim. Spiker: İğne ile tedavinin amacı kişide ne zaman bir erkek görürse tiksinme, bulantı duygusu yaratmak. Aversion terapinin kökeni 1920’lerde Pavlov’un gerçekleştirdiği
deneylerde yatar. (Kamera o dönemden kalma siyah-beyaz, insanların hızlı hareket ettiği bir filmi gösteriyor. Bir köpek çeşitli kablolarla bağlanmış) Pavlov’un ünlü deneyinde bir köpeğe ne zaman yemek verilse ışık yanıp sönüyor ve köpeğin salya miktarı ölçülüyordu. Bir süre sonra yemek verilmese de ışık yanıp söndüğünde köpek yemek verildiği zamanki kadar salya salgılıyordu. 40 yıl sonra aynı yöntem eşcinseller üzerinde deneniyordu. Alice: Bir takım insanların eşcinsellere çıplak erkek resimleri gösterip sonra da iğne ile onları kusturtarak eşcinselleri kadınlara yöneltebileceklerini düşünmelerini inanılmaz buluyorum. Sanırım amaçları sadece tedavi değil, aynı zamanda onları cezalandırmak. Dr. Richard Goodbody: (Uzmanların hep kitaplığı vardır ve onun önünde konuşurlar nedense. Bu da öyle. Beyazlamış keçi sakalları ve ince sarı çerçeveli gözlükleri var.) Billy’e apomorfin adlı bir ilaç verilmişti. Şırınga yoluyla verilen apomorfin şiddetli kusma ve baş ağrısına yol açar. Bana sevk edildiğinde aversion terapi uygulandığını biliyordum. Ancak çok geç kalınmıştı. Kısa bir süre sonra öldü. Alice: Anneme soruşturma yapılmasını isteyip istemediği soruldu. Ancak ne adli tıp ne de askeriyenin bunu istemediği söylendi. Annem de onlarla aynı fikirdeydi. Baba tarafım aristokrattır. Annem basının olayı duymasını istemedi. Olay kapandı. Tekrar Pete’in odasındayız. Oturma odasının ortasında fıskiyeli küçük bir mermer havuz var. Pete: 72 saat sonra hastaneden ayrılmaya karar verdim. Tedavinin beni iyileştirmesi amaçlanıyordu. Ben ise bu şekilde iyi olacaksam hiç iyi olmama kararı almıştım. Doktor benimle aynı fikirde değildi. “Tedavin henüz bitmedi. Sırada elektrik tedavisi var” dedi. Colin: Bacaklarıma elektrik telleri bağladılar. Bir sürü yarı çıplak kadın ve erkek resimleri gösterip onları ne derecede çekici bulduğuma dair not vermemi söylediler. Tepkilerime göre elektriğin dozunu artırıp azaltıyorlardı. Çok acı çekiyordum. Pete: Tedaviyi bitirmediğin için suçluluk duyuyordum. Annemi düşündükçe suçluluk duygusu daha da artıyordu. Ona olanları anlatamadım. Anlayacağını sanmıyordum. Bana yaptıklarından dolayı doktorlara kızgındım. Bir insanın başka bir insana böyle bir tedaviyi reva görmesine inanamıyordum. Alice: Çok kızgınım. Öldüğü, hem de bu şekilde öldüğü için çok üzgünüm. Kimse böyle bir şeyi hak etmemeli. Sadece eşcinsel olduğu için öldü. Pete: Eğer bana aversion terapi uygulanmasaydı, hayatım bugün çok farklı olurdu. Terapi hayatımı alt üst etti. Uzun süreli bir ilişki kuramadım o üç gün 25 yılı yok etti. Spiker: Eşcinsellik 1967 yılında yasadışı olmaktan çıktı. Son 30 yıldır aversion terapi uygulanmıyor. Hastanelerin ilgili bölümleri kapandı. Kayıtlar yok edildi. 1967 yılına kadar ne kadar eşcinsel erkeğin aversion terapi aldığı bilinmiyor.
KAOS GL 31/6
Karatede
siyah
kuşak
sahibiydi.
Spordan, iki çocuklu evliliğinden ve doğuştan getirdiği cinselliğinden dönüp kendi seçimiyle travesti oldu. Ancak bir gün televizyon kameraları eşliğinde akıl hastanesine kaldırıldı. Oysa o bir gün Bakırköy’e gideceğini hiç tahmin etmemişti. Hastanede onu yere yatırıp bağladılar, kızını elinden aldılar. Ailesiyle bile görüştürülmüyordu. ...Bir ay yattım işte. Bir ay ama bir cehennemde yaşadım. Orası biraz ürkütücüydü yani benim için. İğneler, miğneler, şoklar... Beynine şoku yiyince, bir titreme oluyor vücudunda insanın. Şok yediğin zaman hiçbir şey hatırlamıyorsun. Bir anlık baygınlık geçiriyorsun... ...Bir anda çocuğun elinden alındı, köpeğin ortada kaldı, evin dağıldı... Evet, özgürlüğüm gitti bir kere öncelikle. Özgürlüğümü arıyorum... ...Hastaneden çıktıktan sonra?... Bir kere dört beş ay kendime gelemedim. Hep yataktaydım yani. Yataktan çıkamıyordum... Sonra ölmeyi istedim. İntihar etmeyi düşündüm... Nasıl? Ne bileyim işte... Asmayı düşündüm. Çünkü iğnelerin ağırlığı beni iyice mahvetti. Yani vücudum titrer vaziyette, böyle kendine hakim olamama. Düşüncemde hakimim ama bedenime hakim olamıyorum... ...Bu ilaçları aldığın sürece kendini nasıl hissediyorsun? (Suskunluk) Yani tutuk bir insanı düşünün. Tutuk yürüyor, düşündüklerini tam olarak söyleyemiyorsun. Rahat uyuyamıyorsun. Sana tembellik veriyor. Gerçek yaşamdan seni uzaklaştırıyor... ...Tedaviye devam etmen zorunlu mu? Zorunlu. İşte tedaviye karşı gelsen bu sefer tekrar içeri düşersin korkusu var... Sanki ilaçları almak zorundaymışım gibi... Ben iyiyim diyorum. Eski halimi de aramıyorum. Yok işte sen evvelden
İ B R E T - İ
kafayı yemiştin, işte bu kadınlık şeyine geçmenin sebebi akli dengenin bozulmasıydı. İlaçlar beni iyi edecekmiş. İşte ilaçlar beni durduruyormuş. Alakasız aslında yani. Ben istesem gene yaparım. İstesem erkekle gene yatarım. Ama yapmıyorum, yani istemiyorum. İçimden gelmiyor, yani eskisi gibi değilim... ...Hem tedavinin travesti oluşunla ilgisi yokmuş diyorsun, hem de... üzerinde bir baskı mı var? Baskı kuran yok canım... Baskı kuran yok da, ilaçlarla iyileşeceğimi düşünüyorlar. Yani onlar da cahil insanlar... ...Şimdi senin kendini daha iyi hissetmen için ne gerekiyor? Her şeyden önce bağımsız olmak... Ama normal eskisi gibi çalışma gücüm yok bir kere. Çalışıp kendime bakma gücüm olsa, tekrar koparım ailemden, bir ev tutarım kendime... ...Başka neler söylemek istersin? Beni mağdur ettiler. Her şeyden evvel şu var. Bir kere erkekliğim yok. İlaçların etkisiyle. Benim buna tazminat davası mı açmam lazım, ne yapmam lazım yani... ...Travesti olarak iki cinselliği de yaşayabiliyordun. Ama şimdi kadınlığın da yok erkekliğin de... Evet, hiçbiri yok. Hiçbiri... O zaman cinsel yaşamım vardı. Kadınlarla da yatabiliyordum, erkeklerle de. Şimdi hiçbirini yapamıyorum. (Uzun suskunluk) Çaresiz durumdayım yani. Zaten doktor söylemiş, evlilik yapamaz diye... TEMPO, 1997, Sayı 3 Röportaj: Zeynep Ankara
A L E M
AMERİKAN KIZILHAÇININ BİR BROŞÜRÜNDEN... Kan vermeden önce bilmeniz gerekenler: ...Eğer aşağıdakilerden en az biri sizin için geçerliyse kan vermeyin. I. II. A. B. C. D.
Son 12 ay içinde 72 saatten fazla hapishane ya da nezarette kaldıysanız... HIV kapmış olma olasılığınız varsa. Eğer aşağıdakilerden en az biri sizin için geçerliyse AIDS olma riskiniz var. ...En az bir kere iğneyle uyuşturucu aldıysanız. 1977’den beri para ya da uyuşturucu karşılığı seks yaptıysanız ...erkekler için 1. 1977’den beri en az bir kere başka bir erkekle yattıysanız 2. Son 12 ay içinde bir kadına sizinle seks yapması için para ya da uyuşturucu verdiyseniz kadınlar için 1. Son 12 ay içinde herhangi birine sizinle seks yapsın diye para ya da uyuşturucu verdiyseniz 2. 1977’den beri en az bir kere, başka bir erkekle yatmış bir erkekle yattıysanız...
...Not: Eğer istenirse, test sonuçlarını sağlık bölümlerine askeri tıp komutanlarına rapor ediyoruz... ...İsminizi vermeden AIDS testi yaptırmak istiyorsanız, gerekli bilgileri bizden öğrenebilirsiniz.
KIZILHAÇ’IN HOMOFOBİKLİĞİ VE HIV +’LERE OLAN DÜŞMANLIĞI KONUSUNDA YORUM YAPMIYORUZ!......
KAOS GL 31/7
YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR... Bora, 22, biseksüel “Ruhu tanımak, bedeni tanımaktan daha kolaydır” René Descartes eritti, zayıflattı. Her geçen gün daha fazla korunması, sakınılması gerekiyordu. Güçsüzleşmiştim. Yaşama ve insanlara tahammül edemiyordum. Herkes bana karşıydı sanki, kaynaması mümkün olmayan kırıklarım vardı. Yalnız kalmak, kaçmak istiyordum. Kendi içime kaçışlarım kurtuluşlarımdı. Sessizlik istiyordum çünkü sessizlik kötülükleri örtüyordu. Ben de konuşmuyordum, konuşursam yaşama yenik düşeceğimi hissediyordum. Yenilmem bir kez daha içimden dışarı çıkamamam demekti. Korkularım nasıl da bitmek bilmez acılardı...
Bu kartpostalı, içimden taşan ve nedenini bilmediğim bir sıkıntıyla mücadele edebilmek için yazmaya başladım. Aslında bu ikinci denemem. İlkinde, duraklamadan ve fazla düşünmeden aklıma ne gelirse onu, yazıya dökmek istediğimi yazmıştım. Oysa insanın yaşadıklarını yaşadığı gibi anlatabilmesi insanüstü bir güç gerektiriyor. Postmodernizmin, tarihi niçin reddettiğini şimdi (ve bir tek şimdi) anlayabiliyorum. Sadece bu anı yaşayabiliyor ve geçmişe bu andan bakabiliyorum. O geçmiş bugünkü Ben’i yaratmış olsa da, bugünkü Ben geçmişini, konumlandığı bu andan geriye bakarak yeniden oluşturuyor. Geçmişim, bir öyküye dönüştüğü andan Peki ya öyküler? Evet, hala bu andayım. Geçmişteki Ben’lerin resmi geçiti allak bullak ediyor itibaren taşlaşıyor ve öylece kazınıyor beynime. Benim beynimi. Bir öykü geçiyor aklımdan, taşlaşıp tarihselleşecek geriye bakarak yaşanmışlıklar karşısında kendime atfettiğim olan bir öykü. Onu yazmaya başladığım andan itibaren bana duygular gerçekten geçmişteki Ben’e/Ben’lere mi ait? ait olmaktan çıkacak olan bir öykü. Kurgulanmış ve Geçmişteki bütün Ben’ler ve onların deneyimleri, duyguları, yaşanmışlığından sıyrılmış... bocalamalar bu andaki Ben’i yaratmamış olsaydı ben nasıl geçmişe bakıp bir öykü anlatabilirdim? Geçmişe bakıyorum ve gördüklerimle bir ilişki kurmaya çalışıyorum. Geçmişteki Ankara’da doğdum. Ankara’da büyüdüm. Benden Ben’lerin birleşiminden oluşan bu andaki Ben kendisini hep, yapabileceğimden fazlasını bekleyen bir baba ve bir parçalara ayırmaya çalışıyor ve bu annenin tek çocuğuyum. Hep hayali kartpostal, kendisini tanımaya çalışan ve sorumlulukların altında ezildi vücudum. bu sancılı süreci okuyucuların gözlerinin Sosyalleşme sürecimi çok geç Erkeklerle gerçekten önüne seren bir eşcinselin birbirinden tamamladım. Hayatımın ilk on yılını birlikte olabileceğimi, kopuk hezeyanlarına dönüşüyor... insanların yanında nasıl davranacağımı Kendimle yüz yüze gelmenin vereceği bilmeden geçirdim. Birçok şeyi düşe sevişebileceğimi acıları çığlıklarla değil, yazı yazmanın kalka, inanılmaz hatalar yaparak düşünemiyordum. öğrendim. İnsanlarla yapay ilişkiler uyuşturuculuğuyla gidermeye çalışıyorum. Uçuşmuş duygulara bir bakış. Fantezilerim ulaşılmaz kurdum, “olması gerektiği gibi” davranmaya çalıştım ve onlara HATIRLIYORUM.. hayallerdi benim için. ulaşamadım. Bütün bunlar bana devamlı acı verdi, kendimi her zaman yalnız Mutlu bir çocukluk geçirmiş hissettim ve yalnızlaştırdım. Sevmeyi olduğum söylenir. Nasıl bir mutluluk? Neredeyse hiçbir arkadaşlık yaşamadan, çok çok geç öğrendim (belki de hala kapalı yerlerde yapayalnız geçen bir çocukluk. Dertsizlik ve öğrenebilmiş değilim). YA EŞCİNSELLİĞİM? tasasızlık. Hiç ağlamamış ve etrafındakilere devamlı gülücükler dağıtmışım. Mutluluklarımın olduğunu Hayatı ve insanları keşfetmekte ne kadar güçlük biliyorum ama geçmişe baktığımda söyleyebiliyorum ki çektiysem, eşcinselliğimin farkına varmak ve onu hiçbir zaman mutlu olamadım. Hep kendimle yalnız kaldım, benimsemek o kadar kolay oldu benim için. Cinsel kendimle boğuştum, kendime kızdım, kendimi yaraladım, gelişimim çok erken yaşlarda başladı. Hemcinslerimi seviyor ve bunun farklı bir sevgi olduğunu biliyordum. kendimi unutmaya çalıştım, kendime küstüm, kendimi Onlara dokunmak, onları okşamak, sıcaklıklarını hissetmek öldürmeye çalıştım. Bu sonuncu çabamda hiçbir zaman için yanıp tutuşuyordum. Bu arzularımı gerçekleştirebilmek başarıya ulaşamadım ve birgün artık kendimi içimde için fırsat kolluyor ve yaratıyordum. Erkeklere karşı hapsetmeye karar verdim. Elbette bu bir karar değildi; bir duyduğum bu sevgi benim için bir süre sonra hayale kaçıştı, zayıflıktı. Benliğimi dışa kapadım, onu herkesten dönüştü. Çok küçükken yarı bilinçsizce gerçekleştirdiğim saklamaya başladım. Yalnız kaldığımda onu serbest sevgi temasları geride kalmıştı. Erkeklerle gerçekten birlikte bırakırdım. Onu korumaya, üzüntülerden, pisliklerden olabileceğimi, sevişebileceğimi temizlemeye çalışırdım. Onun güneş yüzü görmesini düşünemiyordum. istemezdim. Yıllar süren bu hapis hayatı benliğimi soldurdu, Fantezilerim ulaşılmaz hayallerdi benim için. Hayatım
KAOS GL 31/7
boyunca bu hayalleri kurmaya ve onları gerçekleştirememeye mahkum olduğumu düşünüyordum. Ancak bu düşünce beni rahatsız etmiyordu. Erkeklerle zihnimde sevişmek benim için zevklerin en güzeliydi. Kızlar hakkında ise bu tür hayaller kurmazdım, çünkü onlarla sevişebileceğimi biliyordum. Kızlarla gerçekte, erkeklerle hayallerimde sevişmek istiyordum. Sanki bu iki sevişme birbirini tamamlıyordu, biri olmadan diğerinin zevki kalmıyordu. İlk cinsel ilişkimi kız arkadaşımla yaşadım, beceriksizce fakat çok zevkliydi. Daha sonra başka kız arkadaşlarım oldu, bir kısmıyla cinsel ilişkiye girdim, onları çok arzuladım fakat hiçbirine aşık olmadım. Bu potansiyeli erkekler dolduruyordu çünkü. Erkeklere umutsuzca aşık olmak, cinselliği ise kızlarla yaşamak istiyordum. Yüzlerce karşılıksız aşk yaşadım. Yüzlerce erkekle hayallerimde birlikte oldum; onları okşadım, öptüm, kokladım, sevdim...
Bu andan sonrasını nasıl anlatabilirim? Herşeyin birden üstüme çöktüğü hissi ve buna rağmen yaşamaya, nefes almaya, konuşmaya devam etmek zorunda olmanın tarifsiz güçlüğü, hiçbirşeyin anlamının kalmaması, kendini yoketme isteği, takatsizlik ve ardı arkası gelmeyen gözyaşları...
Eşcinselliğimi kabul etmediler, üzerimden bir giysi çıkarırmış gibi onu benden ayırmaya çalıştılar. Eşcinselliğimden korktular, kendilerinde “suç” aradılar, herkes eşcinsel olabilirdi ama biricik oğulları asla. Beni “kurtarmaya” çalıştılar. Babam uzun uzun konuştu benimle, bunun benim de inandığım bir yalan olduğunu, benim eşcinsel olamayacağımı anlattı bana. Bende eşcinsellik belirtileri yoktu üstelik: “Erkek gibi konuşuyorsun, erkek gibi yürüyorsun, kız arkadaşın var... Neren eşcinsel senin?” “Kurtulduğumu” ve artık Bilgisizliklerinden değildi, benim Lise yıllarının sonlarında heteroseksüel olduğumu düşüncelerim ve hislerim değişmeye bilgisiz olduğumu düşünüp/temenni başladı. Artık erkeklerle de sevişmek edip beni “vazgeçirmeye” söyledim sonra onlara. istiyordum, hem de dayanılmaz bir çalışmalarındandı. Korktular. Yalan söylediğimi şekilde. Hemcinslerime giderek daha Bilinçsizce korkuları beni de anlayamayacak kadar az fazla dokunuyordum, onları daha çok korkuttu. Dehşete düştüm. Birer hissetmeye çalışıyordum. yabancıydılar gözümde artık. Beni tanıyorlardı beni. Mastürbasyon yapma sıklığım artmıştı. çok iyi tanıdıklarını ve anladıklarını Ve ilk eşcinsel ilişkimi ondokuz sanıyorlardı. “Kurtulduğumu” ve yaşındayken yaşadım. Ne hissetmiş olabileceğimi bugünden artık heteroseksüel olduğumu söyledim sonra onlara. Yalan bakarak tanımlayamıyorum. Aklımda kalanlar; büyük bir söylediğimi anlayamayacak kadar az tanıyorlardı beni. Artık heyecan, tam olarak ne yapacağını bilememe ve zevk... içleri rahat mıdır acaba? Üniversite yıllarımda üç kişiyle daha birlikte oldum. Biri dışında adlarını bile hatırlayamadığım (hatta belki de hiç öğrenmediğim) üç erkek. Biri bana aşık olduğunu, bir diğeri kendisine ‘kocacığım’ diye hitap etmemi ve sevişme sırasında bağırmamı istediğini, üçüncüsü ise eşcinsel olmadığını ve bunun son ilişkisi olacağını söyledi. Ben eşcinsel kimliğine sahiptim artık. Bunu gizlemeyi, rol yaparak kendimden nefret etmeyi ve suç işlediğimi düşünmeyi istemiyordum. Ve bir gün... “Baba, ben eşcinselim”
Şimdiki zaman: Bir öykü... Tam bir öykü anlatmak mümkün olmadığı için eksik olan birçok parça bende saklı hala. Ama kağıda dökülenler anlatıldıkları halleriyle kalmak zorundalar artık. Bir başkasından bahsediyormuş gibi kendimi anlattım. Peki ya bu an? Bu kartpostalı yazma süresi bile birçok şeyi geçmiş haline getirdi, bilinmezliğe hapsetti. Ne bilebiliriz geçmişimiz hakkında? Bora’nın öyküsü sandığınız bu kartpostal, onun pasif bir özne olarak yorumladığı sembolik bir tekabül yanılsamasından başka bir şey değil aslında.
100’de 100 GL Kardeş grup LAMBDA İSTANBUL’un bir süredir bülten olarak çıkardığı 100’de 100 GL artık 12 sayfalık bir dergi olarak kitapçılarda. Bülten olarak çıktığı dönemde İstanbul’da KAOS GL’nin arasında okurlara ulaşan 100’de 100 GL artık bağımsız bir dergi olarak Taksim Mephisto, Pandora ve Pentimento Kitabevlerinde satılıyor. 100’de 100 GL’nin daha da gelişerek yoluna devam etmesini diliyoruz.
KAOS GL 31/9
HALİL SEYHAN Gökyüzü kadar temiz. Ege gibi çıplak bir tabloda, Toros türküleri söylüyordu gözlerin. Simsiyah bakışlarının ateşi benliğimi sarıverdiğinde, bir mayıs sabahı güneşi kazdağının doruğundayken seyrettiğim güzellik vardı duruşunda. Erkeğin en güzeliydin (hala öylesin). Çevrendeki her şeye yarı sevgi yarı yargıyla bakıyordun. Bir metropol akşamındaydık. Heyecanlı, uslanmaz. Fırtına gibi efendisizdik. Bir an göz göze geldiğimizde kıskanırcasına kaçırıverdin bakışlarını, ürkek bir kelebek gibi. Yine de sokağa kadar iştahla takip ettim o kapkara bakışları. Sokakta titrek bir sokak lambasının altında durduk. Önce kara gözlerine sonra gökyüzüne baktım. Masmavi bir çığlıktı o gece gökyüzü. Zindanını yıkan bir tutsağın kurtuluşu vardı gökyüzünde. Özgürlük kokuyordu gökyüzü, hürriyet ve kaos kokuyordu. Gökyüzünü ikidir böyle görüyordum. -Zincirler kırıldı, dedim. -Evet, dedin. -Seni çok beğendim, dedim. -Ben de, dedin. Senin elinde kitaplar benim elimde zincirler vardı. Sen, kitapları insanların kafasına, ben zincirleri arabaların camlarına fırlattım. Kaçtık, geldiğimiz senin evindi. Önce giysileri çıkarıp attık. Sonra kuralları. Sonra, sonra seviştik. Yıllanmış bir özlem, kokuşmuş bir aşkla sevişiyorduk. Çok tanrılı dönemlerde, tanrı enflasyonu düşsün diye her tanrının aşkına günde bir defa sevişiyorduk. Leyla Şirin’le saray cariyeleri arasında sevişirken, biz saray bahçesinden çiçek çalıyorduk, Mecnun’la Ferhat’a vermek için. Ferhat bu gerçeği öğrendiğinde intihar etmişti ve aynı yıla rastlıyordu Amasya dağlarında Ferhat’ın cesedi yanında sevişip ayrılmamız. Birbirimizi az da olsa özlemiştik. Ve doyasıya sevişiyorduk. Spermlerimizle yıkanıp göz yaşlarımızla kurulandık. Bir şiir okudun... “Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim”... Uyudun. Ben şiiri düşünürken sen uykunda sayıklıyordun; -“Sevda üstüne sevda düşer mi... “ Uyudum. Uyandığımızda güneş pencerede röntgendeydi. Bir bardak kahve, sperm, seks. Beş cennet günü seviştik. Buluşmak üzere ayrıldığımızda şimal rüzgarları esiyordu, zemherinin ilk haftasıydı ve hava cemre kokuyordu. Ve ben, ya da sen, özellikle ben hiç masum değildik. Tıpkı meçhul adam gibi... -Dalgalar sımsıkı sarıldığında denize, Dayanamıyorum o simsiyah gözlerini seyretmeye-
KAOS GL 31/10
Carrington seni sevdiğimi hiç bilmeyeceksin Carrington 1995 UK, Fransa - 120 dk. Yönetmen : Chris Hampson Oyuncular : Emma Thompson, Jonathan Pryce, Peter Blythe, Richard Clifford, Alex Kingston, Janet McTeer, Rufus Sewell, Steven Waddington, Sam West, Penelope Wilton
Uğur Yüksel Yaşanılan aşk tutkusu en güzel, en özel sanatta, sanatla işlenmiştir hep. Ya kitaplarda tutuşmuştur aşk, ya beyazperdeden taşmıştır ya da resimlerden bakmıştır. Sonuçta hep acıtmıştır bizi. Yaşanılanın gerçek olduğunu bilmek ise daha bir yok etmiştir yüreğimizi. İşte bir kez daha yaşanmış bir aşk öyküsüyle yüreğimizin kuruntularını topluyoruz. “Dora Carrington’ın öyküsü” diyerek başlıyoruz filme. Trenin penceresinden başını uzatmış, sakallı, gözlüklü uzun boylu bir adamı görüyoruz sonra. Trenden iner inmez genç ve yakışıklı arabacılara takılan bakışlarından onun çok uzun, ince parmaklarına süzülüyor gözler. Bu parmaklar bir sanatçıya ait sanki... Farklı. Öykünün farklılığı yalnızca yazar Lytton Strachey’nin ellerinde yatmıyor, aşıyor, cinselliğe oradan da asıl merkeze aşka geliyor. Erkeklerle cinsel ilişkiye girmekten hep kaçınmış olan (nedense filmde hiçbir kadın sevgilisinin adına rastlayamadığımız) ressam Dora Carrington, yeni tanıştığı kendinden yedi yaş büyük bu yaşlı adama, düşüncelerine, fildişi tenine ve sakallarına aşık oluyor. Carrington, Lytton’la cinsel ilişkiye girmiyor belki ama bütün yaşamını “adayacak” kadar seviyor onu. Hatta yaşamına girmiş diğer erkeklerle sevişirkenki o donuk ve anlamsız yüzü bize herşeyi anlatıyor. Üzerinde gidip gelen “erkek”, kendince boşalırken Carrington o an bile Lytton’ı düşünüyor. Öykü boyunca Carrington’ın sevgisini ve ilgisini sürekli üzerinde taşımış Lytton, Carrington’ın “Benim sevgimi hiç bilmeyeceksin” sözüne karşı herşeyi itiraf ediyor: “Onu seviyorum. Onunla hep evlenmek istedim ama olmadı” O sırada odada bulunan hemşire değil Carrington’dır. Cılız vücuduna bir de böylesine ağır bir itiraf yükleyen Carrington, bunu taşıyamaz ve intihara kalkışır. Son anda engellerler onu. Carrington, Lytton ölürken de yanındadır. Dimdik değildir artık. Yavaş yavaş ölüme eğilmektedir, aşka nasıl
eğildiyse. Carrington yaklaşır Lytton’a ve “Yüzün ne kadar soğuk” der. O fildişi gibi pürüzsüz duran yüz ölmüştür artık. Ve öykü boyunca şaşırtan tutku bizi daha bir sarar. Carrington, her şeyi geride bırakıp, boyalarını, tuvallerini ve Lytton’ın giysilerini -gözlüğünü de- yakıp, bir av tüfeğine, ölüme eğilir. Evin dışında beklediğimiz o an... o an... ve bir silah sesinin bizi sarsması. Boşalan tutku... geride bırakılan yaşanılmış düşler, beyaz perdeyi saran yalnızlık... Carrington’ın sevgilileri hep ondan bir beklenti içindeydi. Lytton, ondan bir beklentisi olmayan tek insandı. Onsuz yaşayamazdı. ***** İkisi de İngiliz tiyatro ve sinemasının usta oyuncusu: Emma THOMPSON, Jonathan PRYCE. Thompson, inanılmaz bir kompozisyon çizerek, o cılız, çarpık bacaklı, dişilik yönünde erkekleri pek çekmeyen (bunu da önemsemeyen) tutkulu kadın rolünü bedenine incelikle kuşanıvermiş. Görüntüyü aşıp yüzüyle ve patlak, iri gözleriyle Carrington’ın aslında etrafına korku saçan (özellikle Virginia Woolf’la olan kavgalarıyla tanınan), “erkek gibi kadın” görüntüsünün altında korunmaya, ilgiye ve sevgiye muhtaç, çocuksu bir kadının yattığını gösteriyordu bizlere. Böylesine ince işlenmiş, tutkulu bir oyunculuk izlemek etkiledi beni... PRYCE ise adını “eşcinsel” bir rolü oynayarak tanıtan ve yaptıkları daha önce pek de önemsenmemiş (Tom HANKS-Philedelphia, Danile Dey LEWIS-Benim Güzel Çamaşırhanem, vb.) oyuncular kervanında yerini alarak, bu yargıyı hiç de umursamayarak usta bir oyunculuk sergilemiş. Carrington’dan çok önce de İngiliz tiyatro ve sinemasında pek mütevazi durmuş, aslında o kusursuz vücut diliyle hep şaşırtmış olan PRYCE, bu filmde de vücudundan, gözlerinden taşıp gerçekliğin sınırlarını zorluyor, hatta geçiyordu. Sakalından o uzun parmaklarına dek inanılmaz bir uyum içerisinde eşcinsel yazar Lytton’ı derinlemesine tanıtıyordu. Ve filmin ilk galibi de zaten ödülleri toplayan PRYCE oldu.
KAOS GL 31/10
***** CARRINGTON, oyuncularından görüntüleri, müziğinden öyküsüne dek uzanan uyumuna rağmen yine de bir başyapıt değildi. Çok uzun tutulmuş ve bazı yerlerde gerçekten sıkan sahnelere sahipti. İşte buraları da çok iyi değerlendiriyor yönetmen HAMPTON ve iyi oyuncuları kullanıp, bizi onlarla başbaşa bırakıyordu. Biz onların gerçekçiliklerine şaşırarak bakarken filmin bu eksikliğini ya da fazlalığını- önemsemiyorduk artık. Filmin Carrington’a dair özel bir ayrıntıyı gözden kaçırdığını da bilmek gerekir. Filmde, Carrington’ın heteroseksüel hayranlarının aşırı düzeyde üstüne düşmeleri, kıskançlık krizlerine kapılmaları, onu rahat bırakmayışları üzerinde fazlasıyla durulmuş. Carrington, bu durumları büyütmemiş, dalgaya bile almıştır, ayrıca Carrington en çok lezbiyen sevgililerine düşkündü.
***** Sonuçta Carrington, ticari sinemaya hep Lytton’ın cinsel kimliği üzerine yazılmışlarla, eleştirilerle düştü, bundan öte yaşanılanın aslında tutkulu bir aşk olduğunu şaşırarak kavradığınız, oyuncuların bedenlerini sundukları, aşk ve cinsellik üzerine yapılmış başarılı ve etkileyici filmlerden birisiydi. ***** Aşk, hep güzeldir. Bu tutkuya dönüştüğünde acıtır sizi. Canınızı yakar. Ve tek çıkış yolu hep ölüm olur. “Yaşanılması gerekenler yaşandı ve bitti” denip son verilir her şeye... Tutku, yaşamın karşısındadır hep.
KAOS GL 31/6
Tutku, acıtır sizi.
MİNERVA Uzun zamandır uğraşıyorum bu yazıyı yazmak için, fiilen olmasa da teoride kafamdan hep bir şeyler geçiyor ve kaybolup gidiyorlar. Tıpkı yaşanmışlıklar gibi sadece kaba hatları kalıyor ayrıntıları yitiriyorum. Şimdi ise kalemi sevgilimi düşünerek alıyorum elime; yabancı, bana kısmen yabancı bir evde bir yandan sağ başparmağımdaki yüzüğü okşayarak bir yandan da kendi eşcinselliğimi irdeleyerek yazıyorum. Her şey yanımda; biram, sigaram bir kenarda duruyor, hislerim, özlemlerim, hayallerim bir kenarda, bütün öğeler birleşince ortaya rengarenk ve canlı bir mozaik çıkıyor, kalemimse susmak bilmiyor... İşte nihayet anlatıyorum, takdir edersiniz ki bu benim için çok önemli bir olay, ilk defa eşcinselliğimi pek çok duygudaşımla paylaşma olanağı var elimde ve bu benim yıllardır özlemini çektiğim bir olay. Şimdi biraz da siz analiz edin benim eşcinselliğimi: Narkisos’u bilir misiniz? Sanırım hepiniz narsistliğin temeli o eşi bulunmaz adamın hikayesini biliyorsunuzdur. Her gün kalbi kadar berrak sularına bakarmış gölün, sabahlara kadar kendi güzelliğini seyredermiş. Her seferinde hayranlık dolu duygularla kendi kendine mest olurmuş. Ama bir gün sonsuz kısır döngü onu da içine alıvermiş, hayatı ince ve narin bir çizgi gibi kendi kendini seyrederken sönüvermiş Narkisos’un. Tüm ışıklar birer birer aynı ezberlenilen gibi bir tarafa uçuşmuş, Narkisos’un her parça güzelliği gelip geçivermiş... Herkes, etrafındaki bütün kadınlar ve hatta erkekler ölesiye üzülmüş böylesi bir yapıtın toprak oluşuna. Gün geçtikçe göl de kurumaya ve gittikçe küçülmeye başlamış. Sonunda tam kurumak üzereyken bir kaç kadın gölün kenarına gelip neden bu kadar üzüldüğünü sormuşlar, Narkisos’un ölümüne üzülüyorum diye cevap vermiş göl. Kadınlar da onun kadar yakışıklı bir yaratığın ölümüne üzülmenin çok doğal olduğunu söylemişler. Bunun üzerine göl Narkisos yakışıklı mıydı diye sormuş, kadınlar hayretle onu en çok görenin göl olduğunu ve nasıl olup da onun yakışıklı olup olmadığını bilmediğini sormuşlar. Sonundaysa göl: “Beni ilgilendiren onun güzelliği değildi, ben onun gözlerindeki yansımanın ne kadar güzel olduğunu öldüğünden beri göremediğim için üzülüyorum” demiş. İşte böyle, nasıl göl Narkisos’un gözlerinde kendi güzelliğini seyrediyor ve mest oluyorsa ben de öyle mest oluyorum kadınlarla beraberken. Ben kadınların ruhunda, onların inceliğinde, entrikalarında, masumiyetlerinde, gözyaşlarında, coşkularında, onların gözlerinde, saçlarında, boyun kıvrımlarında, ince çizgilerinde, göğüs uçlarında, bir içim su bellerinde kendi kadınlığımı bulduğumdan ve kendi kadınlığımı kadınlarla özdeşleştirip yaşatabildiğimden eşcinselim ve bundan gurur duyuyorum. Kadınlarda kendimi buluyorum, rahat rahat, hiç bir zorlama olmadan hatta deli gibi istekle kadınlarla birlikte olmak istiyorum, çünkü onların her şeyi bana kendi aynamda yansıyanlardır. Şimdi haykırıyorum: Sevgilim; Senin kadınlığında kadınlığımı bulduğum ve mutlu olduğum için ve beni deliler gibi mutlu ettiğin için seni seviyorum.
ABONELİK İÇİN YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 2.700.000.-TL, 6 AYLIK 1.350.000.-TL (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET (ANKARA) ŞUBESİ ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 200.000.-TL’lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ.
KAOS GL 31/13
KAN SICAK AKACAK ALP BUĞDAYCI üzerine bir kaç söz Alp Buğdaycı’yı spiker olarak hatırlamayanların Güneş K. tecavüz işkence olayı ile Metin Kaçan’ın suç ortağı ve “şanlı medya” tarafından sapık, hasta ruhlu bir eşcinsel olarak hedef gösterildiğini anımsayacaklardır. Şanlı medya burnunu sokmadığı delik bırakmadığı için (burnu boktan kurtulmuyor) Alp Buğdaycı ve ailesi hakkında pek çok gereksiz ayrıntıyı teşhir etmişti. Yargılanmaları sürerken suçlu ilan edilenlerden olan bu insanlar salıverildiklerinde medya ağzındaki zevk salyalarını henüz silememişti. (Dava sürmekte.) Bu arada Alp Buğdaycı’nın yazıp da yayınlatmaya fırsat bulamadığı, yayınlandığında ise okuyucusu ile buluşması engellenen “Kan Sıcak Akacak” adlı kitabını bir rastlantı sonucu okuyabildim. Sizlere kitabı okumadan önceki aşamada olanlardan bahsetmek istiyorum. İyi bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Fakat Buğdaycı’nın kitabını çok da merak ettiğimi söyleyemem. Bunun kökeninde reklamın iyisi kötüsü yoktur düşüncesiyle sıradan bir spiker iken medyatik bir olay ile herkesin konuştuğu bir insan olmanın avantajının kullanıldığı duygusuna kapılmam. Aslında bu konu üzerinde tartışılabilir. Fakat medyanın “Güneş K.” olayının zanlılarından spiker A. Buğdaycı’dan yine olay yaratacak benzeri bir başlık ile, ne kitabın içeriğine ne de üslubuna ilişkin tek laf etmeden, A. B.’nın (uyduruk ya da kırpılmış) cümlesini de ekleyerek haber yapması beni hasta etti. Kitabı bir arkadaşımın evinde, sohbet ederken “bak sana ne göstereceğim” deyip yerinden fırlayan (okumaktan pek hoşlanmayan) arkadaşımın elinde gördüm ilk kez. Kapağı oldukça çarpıcıydı. Şöyle evirip çevirdikten sonra arkadaşımın dayanamayıp “bak şuradan başla, şuraya kadar oku hemen” sözleriyle ben okumaya o da sabırsızca beklemeye koyuldu. Okurken gözlerimin faltaşı gibi açılmış olması ve daha başka (ağzımın sularının akması) tepkilerim, onu zevkten dört köşe etmişti. Bana “neymiş o okuduğunuz kitaplar, kitap dediğin böyle olmalı. Bak nasıl da ağzının suları aktı” vb. şeyler söylemeye başladı. Diyecek bir şey yoktu (!) Kitabı tavsiye üzerine almışlardı, daha sonra da toplatıldığını duymuşlardı. (Sonradan kitabevlerinde yaptığım araştırmaya göre kitabın ancak bir hafta kadar vitrinlerde kaldığını ertesinde toplatıldığını öğrendim.) Kitabı ödünç aldım, bir daha da geri vermedim. (Arkadaşım da rıza gösterdi.)
KİTABA DAİR Girişteki ithaf “Sudan aziz sevgilim Murathan için” bir gönül borcu ödenmeye çalışılıyor, (Mungan’ın “Metal”indeki “Alp’e”) sanırım. Gönül borcu olur mu olursa
da ödenir mi? Bu da ayrı bir tartışma konusu olurdu herhalde. Kitap bir çok kahramanın ağzından anlatılmış içiçe geçmiş öykülerden oluşan “bu da ne?” dedirtecek cinsten bir türde (öykü-roman?) kaleme alınmış. Okuyanın dikkatini dağıtan böyle bir teknikte yazılmış olması her sayfanın bir başka kahramanı anlatışı değil de “başka bir dünya”(!)ya açılıyor olması. Kurgunun böylesiliği “hey okuyucu, sadece benimle ilgilen” demekte. Kitabı okuyacak olanlara (yani hepinize) ilk önerim “bir gününüzü ayırın, okuyun ve bitirin” olacak. Çünkü kitaptan bir an uzaklaşacak olsanız nereden başlayıp da okuyayım diye şaşırıyorsunuz. (En azından ben okurken böyle oldu) (Sonradan ekleme: Böyle yapmasanız da olur).
NELER ANLATIYOR Neresinin içerisi neresinin dışarısı olduğunu düşündüren olaylar ve duygulanımlar zinciri ile hapishaneden kaçan bir kaç tutsağın başlarından geçenler, “Her öykünün (her yaşamın) birbirinin içinde olduğu duygusu (gerçekliği) diri tutularak yaşananlar, ne içimizde ne dışımızda?, duygular sadece hissedilir mi?, yoksa yaşananlar duygular mı?” sorunsalı. Bekir’in, İrfan’ın, Çetin’in, Cemil’in, Hasret’in, Dinç’in, Arzu’nun, Yusuf’un ve diğerlerinin penceresinden veriliyor. Aman aman sakın A. Ağaoğlu’nun iç hesaplaşmalı, Pınar Kür’ün polisiyeliği, Murathan’ın melodram anlatımıyla konuşan, hesaplaşan kahramanları gelmesin aklınıza. Sadeliğe olabildiğince özen gösterilen öykülemede, kimi zaman yazarın da coşup söyleyeceğini söylemesi bir anlamda kitabın genel anlatımına ters düşse de (bir ilk kitap olarak) oldukça sağlam bir teknik göze çarpıyor. Düpedüz yaşananlar, olaylar düşünmenize, onları duyumsamanıza neden oluyor. Sadece kahramanların dilinden anlatılan öyküler, yazının dili, üslubu nedir çok ipucu yok. Yine de bu üslupsuzluk etkileyici. Kimi zaman bazı söyleyişler, düşünceler, temellendirmeler, geliyor, pirim Munga’na dayanıyor. Ee.. Her ağaç bir kaynaktan su alacak. Olacak o kadar. Buğdaycı, gazeteci (Bekir) kimliği ile yaptığı işten pek hoşnut olmayan birisi olarak sesleniyor zaman zaman, bu yaşamın ne kadar katlanılmaz ve acımasız olduğunu (hepimiz için)dile getiriyor. Öykülerin hemen hepsi kendi içlerinden geldiği gibi yaşayamayan ama yine de duygularını yaşadığı düzlemde dile getiren, eyleme geçiren kahramanlar ile “yaşadığımız zaman ve mekan ne olursa olsun, yine de sevginizi, düşlerinizi, cinselliğinizi, nefretinizi yaşayın” demekte.
KAOS GL 31/14
Yazıyı hazırlarken kitaba tekrar göz gezdirdiğimde (yabancılaşmaya çalışıp çabalayıp, beceremesem de) anlatılanlar ve anlatım şeklinin “çarpıcı” olduğunu belirtmem gerektiğini düşündüm. Buğdaycı fazlaca didaktik olmaya çalışmadan -bir kaç cümle eklenerek denemeye dönüşebilecek- kimi bölümlerde önemli görüşlerini aktarıyor ve bunda da başarılı oluyor. Çok zor da olsa kitaptan hangi bölümün aktarılması gerektiğine bir karar vermem gerekiyor ve bunu okuduğunuzda aklınızdan çıkarmamanız gereken tek önemli nokta bunu benim seçmiş olmam. Zor bir seçim yaptığıma sizler de kitabı okuyunca hak vereceksiniz.
DİNÇ Koşmalı, koşmalı, koşmalıyız. Kedilere aşık olmayı öğrenmeliyiz. Cinselliğimiz, bedenimiz, tenimiz ve etimiz tertemiz olana kadar yıkanmalıyız, koşmalıyız. Kedilerin dişisi de, erkeği de fanilamın koltukaltlarındaki aynı kokuya aynı delilikle çıldırırlardı. Herşeyi yapalım, yapmalıyız. Tavuklara aşık olmalıyız; ceylanlarla çiftleşmeli, bedenlerimizden korkmadan çırılçıplak soyunup ormanlarda özgürce koşabilmeli, meşe ağaçlarına can yoldaşımızmış gibi sarılmalı, sincaplarla yatmalıyız; ot ile, böcek ile kurt ile, kuş ile, erkek ile ve kadın ile; utanmamalıyız. Devrim kendi mevcudiyetindedir. Koğuşlarda örtükçe birbirine sürtünen delikanlılar gizlenirlerdi. Havalandırmada sapladığımız şişleri yiyenler bizlerdik. Halbuki siklerimize sıkılmadan bakabilmeliyiz; am ama; göt göte, sik sike değmeli; özgürleşmeliyiz. Devrimimize koşalım, tanımları kıralım, sınırları aşalım. Yatalım kalkalım; ağaçlara, kuşlara, ateşlere dua edelim; inancı öldürüp kendi allahlarımızı bulalım, korkmayalım. Birgün gelecek, kadın ve erkek kalkacak, galaksilerde yer çekimsiz uçacağız. Bunu bize biz sağlayacağız. Biliyorum, kadın ve erkek kalkacak, yer yüzü bir ve bütün olacak. Herkes insan olacak. Gökçatıdakiler kardeş olacak. Biz önümüzdeki gereksiz uzunluktan, onlar önlerindeki gereksiz deliklerden kurtulacaklar. Analarımızı bizzat kendimiz sikeceğiz ve oradan doğacağız yeniden. İstediğimiz anda O ve Öteki olabileceğiz. Yeryüzü taze nane gibi kokacak; gülümseyeceğiz, iyi insanlar olacağız. Ne güzel olacak, ne güzel olacak. (s.243)
APOLİTİKA 5. Sayı Mart 1997 Devlet İçinde Çete Yoktur: Devletin Kendisi Çetedir Kamyondan Sonra Herşey Eskisi Gibi Olacak Barış İçin Bir İmza Vermiyorum Tarikat Bahane, Rant Şahane İslami Bir Anarşizm Mümkün mü? Gıybet Haramdır Dinle ÖDP’li Yeni Dünya Düzeni Osman Murat Ülke Direniyor Anti-Militarist Hareket Düzen Sınırları İçine Hapsedilemez. Eşcinsellerin Kurtuluşu Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir. KAOS GL’den Seçmeler
NOT 1 Hoşçakalmayın(!) KAOS GL okuyun, KAOS GL oluşumuna katılın, KAOS yaratın. Ee, durmayın işte. Kendiniz için bir şeyler yapın. 2 Yazıyı değişik zaman dilimlerinde kaleme aldığımdan olsa gerek bir uyumsuzluk göze batıyor olabilir. Fakat daha fazla bu yazı üzerinde çalışmak istemediğimden, böylece dikkatinize sunulmuştur. Her ne kadar sürç-i lisan ettimse affola!
ATİLLA A.
Anarka-Feminizm
ÇIKTI!
KİTAPÇILARDA!
KAOS GL 31/15
CİNSEL YÖNELİM VE EŞCİNSELLİK İLE İLGİLİ SORULARINIZA YANITLAR Cinsel Yönelim Nedir ? Cinsel yönelim, cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir. Diğer üçünden belli bir cinsiyetteki (gender) bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimle ayrılır. Cinsellikle ilgili diğer üç unsur da biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet (gender) kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum) ve sosyal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum). Tanınmış üç cinsel yönelime göre; kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi karşıcinsellik, kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Eşcinsel yönelimli bireyler kimi zaman “gay” (hem kadın hem erkekler için kullanılır) ya da “lezbiyen” (sadece kadınlar için) olarak adlandırılırlar. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını (self-concept) içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Bireyin Cinsel Yöneliminin Nedenleri Nelerdir ? Bilim insanları tarafından, bir bireyin cinsel yöneliminin nasıl geliştiği henüz anlaşılmamıştır. Farklı teoriler cinsel yönelimin nedenleri için farklı kaynaklar önermiştir; genetik ya da doğuştan gelen hormonal etkenler ve erken çocukluk döneminde yaşanılanlar
gibi ... ( Buna karşın birçok biliminsanı, cinsel yönelimin erken yaşlarda biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin etkileşimiyle şekillendiği düşüncesini paylaşırlar. )
Ne zaman ki araştırmacılar terapi görmeyen lezbiyen ve gaylerden gelen bilgileri değerlendirdiler, eşcinselliğin zihinsel bir hastalık olduğu görüşünün yanlış olduğunu anladılar.
Cinsel Yönelim Bir Seçim midir ?
Amerikan Psikiyatri Birliği 1973 yılında yeni araştırmaların önemini tüm zihinsel ve ruhsal hastalıkları içeren resmi el kitabından “eşcinsellik” terimini çıkartarak onayladı. 1975 yılında ise Amerikan Psikoloji Birliği bu değişikliği destekleyen bir karar çıkarttı. Kimi insanlar eşcinsel yönelim ile zihinsel hastalıklar arasında bir bağ kurarak onları hasta olarak damgalamaktadırlar. Bu iki birlik ise, tüm zihinsel ve ruhsal hastalıkları uzmanlarını, bunun gerçekdışı olduğunu ifade etmeleri konusunda zorlamaktadır. Eşcinselliğin bir zihinsel bozukluk olarak sınıflandırılmamasından bu yana, yapılan yeni araştırmaların bulgularıyla iki birlik tarafından bu düşünce güçlendirilmiştir.
Hayır. Çoğu insan için cinsel yönelim ergenlik döneminde (adolescence) hiçbir cinsel deneyim olmadan ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak, kimi bireyler cinsel yönelimlerini eşcinsellikten karşı cinselliğe çevirmek için yıllar boyunca hiçbir başarı elde edemeden uğraştıklarını ifade ederler. Bu nedenlerden dolayı psikologlar, cinsel yönelimi isteğe bağlı olarak değiştirilebilen bilinçli bir seçim olabileceğini düşünmezler. Eşcinsellik bir Zihinsel Hastalık mıdır ya da Duygusal bir Problem midir ? Hayır. Psikologlar, psikiyatristler ve diğer sağlık uzmanları, eşcinselliğin hastalık, zihinsel bozukluk ya da duygusal bir problem olmadığında hemfikirdirler. 35 yıldan beri yapılan yansız araştırmalar eşcinsel yönelimle duygusal ya da sosyal problemler arasında herhangi bir bağın olmadığını göstermiştir. Geçmişte eşcinsellik hakkında bilgi terapi görmekte olan lezbiyen ve gaylerden elde edildiği için toplum ve zihinsel hastalık uzmanları eşcinsellik ile ilgili taraflı ve gerçekdışı düşünceleri savundular.
KAOS GL 31/16
Lezbiyen ve Gayler iyi Ebeveyn Olabilirler mi ? Evet. Eşcinsel ve karşı cinsel ebeveynlerce yetiştirilen çocukların karşılaştırıldığı çalışmalar sonucunda iki guruptaki çocuklar arasında zeka, psikolojik uyum, sosyal uyum, arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurma, toplumsal cinsiyet rol kimliklerin gelişimi ya da cinsel yönelimin gelişimi bakımından hiçbir fark bulunmamıştır.
Eşcinsellikle ilgili bir diğer stereo tip de eşcinsel erkeklerin çocuklara cinsel taciz etme eğilimlerinin karşı cinsel erkeklerden daha fazla olduğu düşüncesidir. Eşcinsellerin, karşı cinsellerden daha çok, çocuklara cinsel tacizde bulundukları hakkında hiçbir kanıt yoktur. Neden kimi lezbiyen ve gayler cinsel yönelimlerini başkalarına açıklıyorlar? Çünkü bu yönlerini diğerleriyle paylaşmak, zihinsel sağlıkları için önemlidir. Lezbiyen ve gayler için açılma olarak tanımlanan kimlik gelişimi sürecinin psikolojik uyumla (adjustment) sıkı bir bağlantısı vardır. Gay ve lezbiyen kimliği ne kadar olumlu olursa, kişinin zihinsel sağlığı ve kendine güveni de o kadar iyi olacaktır. Kimi gay ve lezbiyenler için açılma (coming- out) süreci neden zordur ? Yanlış stereotipler ve önyargılar lezbiyen ve gayler için açılma sürecini duygusal problemlerin yaşanabildiği zorlu bir süreç haline getiriyor. Lezbiyen ve gayler, kendi cinslerinin çekiciliğinin farkına varmaya başladıklarında kendilerini farklı ve yalnız hissederler. Ayrıca aile, arkadaşlar, çalışma arkadaşları ve dinsel kurumlar tarafından reddedilme olasılığı da korkutucudur. Bunlara ek olarak, eşcinseller ayrımcılığın ve şiddetin de daima hedefi olmuşlardır. Şiddetin ve ayrımcılığın tehdidi de gay ve lezbiyenlerin gelişiminin önünde önemli bir engeldir. 1989’ da yapılan bir ulusal araştırmada gaylerin %5’ inin, lezbiyenlerin ise %10’ unun gay ve lezbiyen olmalarıyla ilişkili olarak fiziksel saldırıya ve tecavüze uğradığı, %47’ sinin ise yaşamları sürecinde
ayrımcılığa maruz kaldıkları saptandı. (Diğer araştırmalar da buna benzer yüksek oranda ayrımcılığı ve şiddeti saptamışlardır.) Lezbiyen ve gaylere karşılaştıkları önyargılar ve ayrımcılıkla mücadelelerinde yardım etmek için ne yapılabilir? Lezbiyen ve gaylere karşı olumlu bir tavrı benimseyenlerin çoğu bir ya da daha çok gay ve lezbiyen tanıdıklarını söylerler. Bu yüzden, psikologlar bir grup olarak gay ve lezbiyenlere karşı olumsuz tavrın onlarla birebir yaşanılanlardan değil stereo tiplerden ve önyargılardan kaynaklandığını düşünürler. Bununla birlikte, diğer azınlık gruplarında olduğu gibi ayrımcılığa ve şiddete karşı korunma çok önemlidir. Bazı eyaletler kişinin cinsel yönelimini temel alan şiddeti farklı olana karşı duyulan nefretin doğurduğu suçlar olarak görürler ve sekiz Amerikan eyaletinde cinsel ayrımcılığa karşı yasalar uygulanmaktadır. Terapi ile cinsel değiştirilebilir mi ?
yönelim
Hayır. Her ne kadar eşcinsel eğilim zihinsel bir hastalık olmasa ve lezbiyen ve gaylerin karşı cinselliğe dönüştürme çabasında herhangi bir bilimsel bulgu bulunmasa da, bazı bireyler kendi cinsel yönelimlerini ya da başka bireylerinkini (çocukları için terapi talepleri olan aileler gibi) değiştirmek isteyebilirler. Bu çeşit terapiyi üstlenen kimi terapistler danışanlarının cinsel yönelimlerini (eşcinsellikten karşı cinselliğe) değiştirdiklerini rapor etmişlerdir. Bu raporlarda yapılan inceleme sonucunda şüphe uyandıran faktörler bulunmuştur: Bu iddiaların birçoğu zihinsel sağlık araştırmacılarından değil, cinsel
yönelime ideolojik açıdan bakan organizasyonlardan gelmiştir. Ayrıca tedavi süreci ve sonuçlarının da belgelendirilmesi yetersizdir. Bunun yanında danışanın tedavi sonrası durumunun gözlem süresi de çok kısadır. 1990 yılında Amerikan Psikoloji Birliği dönüşüm terapilerinin sonuç vermediğine tam aksine yarardan çok zarar verdiğini bilimsel kanıtlarla bildirmiştir. Bireyin cinsel eğiliminin değiştirilmesi, cinsel davranışlarının değiştirilmesinden ibaret değildir. Çünkü, bu tür bir terapi kişinin duygusal ve cinsel dünyasını, duygularını değiştirmeyi, kişinin kendilik kavramını ve sosyal kimliğinin tekrar yapılandırılmasını gerektirecektir. Bazı zihinsel sağlık uzmanlarının cinsel yönelimi dönüştürme çabasında olmalarına karşın; diğerleri, hastalık olmayan ve kişinin kimliği için çok önemli olan bu kişisel özelliği değiştirme çabasının etiğini sorgulamaktadırlar. Terapi talebinde bulunan her gay ve lezbiyen cinsel yönelimlerini değiştirmek istememektedir. Gay ve lezbiyenler açılmak ve önyargılar, ayrımcılık ve şiddetle baş etmek için psikolojik yardım talebinde bulunuyorlar. Toplum için eşcinsellik hakkında daha çok eğitim görmek neden önemlidir? İnsanların cinsel yönelimler ve eşcinsellik hakkında eğitilmesi eşcinsellik karşıtı önyargıların azalmasını sağlayacaktır. Eşcinsellik hakkında doğru bilgiler özellikle kendi cinsel kimlikleriyle çatışma içinde bulunan genç insanlar için önemlidir. Bu bilgilere ulaşmakla kişinin cinsel yöneliminin etkilenmesi gibi bir endişe ya da korku geçersizdir.
AMERİKAN PSİKOLOJİ BİRLİĞİ, “PSİKOLOJİ VE SİZ” Çeviren: ERİNÇ KALAYCI
KAOS GL 31/17
HABERLER VURUN EŞCİNSELE! Cinsel haklar günümüzde artık insan haklarının ayrılmaz bir parçası. Ancak, kazanılan ilerlemelere karşın cinsel tercihlerinden ötürü insanlar üzerindeki baskılar hala sürüyor. Uluslararası Af Örgütü’nün son raporuna göre eşcinseller hala pek çok ülkede ağır baskılarla karşılaşıyor. Bu baskılar işkence görme, hapse atılma şeklinde meydana geldiği gibi ölümle de sonuçlanabiliyor.
“Sessizliği Kırmak” Örgütün “Sessizliği Kırmak” başlıklı raporuna göre erkek ve kadın eşcinseller 60 ülkede cinsel kimlik ve tercihlerinden ötürü soruşturmaya uğrayabiliyorlar. Londra merkezli bir insan hakları örgütü olan Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) verilerine göre, örneğin Kolombiya’daki ünlü “Ölüm Mangaları”’sosyal temizlik’ adını verdikleri bir kampanya çerçevesinde yüzlerce eşcinseli ve travestiyi öldürdü. İran’da eşcinselliğin ‘cezası’ ölüm. Yakalanan eşcinseller taşlanarak öldürülüyor. Dan Jones’un kaleme aldığı rapor, cinsel kimlikleri nedeniyle insanların karşılaştığı baskıları yansıtmak için bireysel tıkanıklara da yer veriyor.
Ali’nin başına gelenler Ali adlı bir Türk ülkesinden eşcinsel olduğu için ayrılmak zorunda kaldığını belirtiyor ve yaşadıklarını şöyle aktarıyor: “Eşcinsel olduğum için polis karakollarında defalarca cinsel tacize, aşağılanmaya ve tecavüze uğradım”. Kolombiyalı bir erkek fahişe, ülkesinde eşcinseller için hukukun işlemediğini anlatıyor. Luis Alberto “Kolombiya hükümetinin benim gibiler için uyguladığı tek bir program vardır: Bizi yok etmek” diyor. Rapora göre Güney Afrika, anayasasındaki ayrımcılığın önlenmesine ilişkin maddelere cinsel tercihleri de ekleyen ilk ülke. ABD’nin 10 eyaleti de ayrımcılıkla mücadele programlarına cinsel ayrımcılığı da kattıkları için rapor tarafından övülüyor. Ancak Nijerya, Romanya, Hindistan gibi çok sayıda ülkede eşcinsellik hala suç. Af Örgütü’nün raporunda, “Kullanılan ifadeler değişse de bu ülkelerin yasalarından çıkan sonuç şu: Eşcinsellik suçtur. Bu furyadan AIDS’le mücadele edenler de payını alıyor. AIDS bir eşcinsel vebası olarak görüldüğü için bu insanlar da zaman zaman kötü muameleye maruz kalıyor. (Radikal, 28 Şubat 1997)
DÜNYADAN... AVUSTRALYA: Queensland, Emerald kasabasında “Gay Roads” adlı sokakta oturan 10 aile, durmaksızın homofobik laf atmalara maruz kalmaktan bıkarak sokaklarının adının mahkeme kararıyla “Hogans Road” olarak değiştirilmesini sağladı. (Kaynak: 2) Avustralya’da New South Wales hükümeti erkek transeksüel mahkumları bayan cezaevlerine aktarma kararı aldı. Dünyada ilk kez gerçekleştirilecek olan uygulama bir yetkilinin açıklamalarına göre mahkumların bireysel istekleri üzerine gerçekleştirilecek ve ameliyatla cinsiyet değiştirmiş olma şartı konmayacak. Kendilerini erkek hisseden bayanlar da uygulamadan yararlanabilecek. Australian Gender Centre Lobby Group’un (Avustralya Cinsiyet Merkezi Grup Lobisi) açıklamalarına göre cezaevlerindeki erkek transeksüellerin dehşet verici tacizlere uğraması yaygın bir sorun. Eşcinsellikleri anlaşıldığı andan itibaren bu insanlar diğerlerinin gözünde birer et parçası oluyorlar. (Kaynak:1)
ABD: Amerikan Olimpiyat Komitesi (USOC) “Olimpiyat” kelimesini kullanmasını engellemek amacıyla Gay Olympics’e (Gay Olimpiyatları) dava açtı. Buna karşın USOC, Armenian Olympics, Black Olympics veya Chinese Olympics’in bu kelimeyi kullanmasına hiç karşı çıkmamıştı. USOC’a göre ise bu itiraz homofobik nedenlerden değil de, telif hakları sorunundan kaynaklanıyor. (Kaynak:2) Los Angeles’ta bir mahkeme, sınır dışı edilmek üzere olan Meksikalı bir lezbiyenin ABD’de kalabileceğine karar verdi. Bu kadın, sevgilisinin ABD’de yaşayan bir Amerikan vatandaşı olduğunu söyleyerek Meksika’ya sınır dışı edilmesinin kendisinde büyük bir umutsuzluk ve dayanılmaz bir bunalım yaratacağını kanıtlamayı başardı. ABD’de hakimler, eğer ilgili şahıs Kuzey Amerika toprakları üzerinde en az 7 yıldan beri oturuyor ve “iyi ahlaka sahip” ise sınır dışı edilmesinin kendisinde büyük bir yıkım yaratacağını kanıtlayabiliyorsa, sınır dışı etme kararını iptal edebiliyorlar. Demek ki bu mahkemeye göre lezbiyenlik “kötü ahlak” kapsamına girmiyor! (Kaynak:2) İntihar eden gençlerin üçte biri, bunu cinsel yönelimi yüzünden yapıyor. Birçok genç eşcinsel kendisini okulda ve evde yalnız hissediyor, bazıları ise aileleri tarafından evden kovuluyor. Bu gençlerin çoğu uyuşturucu bağımlılığına ve AIDS hastalığına yakalanıyor. Bu üzücü gerçeği göz önüne alan Los Angeles’taki Eagles Merkezi, genç eşcinsellerin okulu bitirerek yüksek öğrenim yapmaya hazır hale gelebilmeleri için bir eğitim merkezi açtı. Bu New York Harvey Milk High School’la birlikte bu türdeki tek okul olma özelliğine sahip. (Kaynak:2)
KAOS GL 31/18
Cinayet suçundan yargılanan lezbiyenler çoğunlukla heteroseksüellerden daha fazla ölüm cezasına çarptırılma olasılığına sahipler. Bu sonuca varan raporun yazarı Robson, savcıların lezbiyenleri daha az kadınsı ve heteroseksüel kadınlara göre daha az korunması gereken insanlar olarak belirtmiş. Bunun sonucu olarak jüri üyeleri, lezbiyenlere heteroseksüel kadınlara olduğundan daha ağır cezalar verme eğilimindeler. (Kaynak:2)
AFGANİSTAN Afganistan’da askerler arasındaki eşcinsellik problem haline geldi. Eşcinsellik İslam büyüklerince verilen fetvalarda lanetlense de genç ordu mensupları arasında oldukça yaygın. Kandahar, iki yıl öncesine kadar Müslüman eşcinsellerin Mekke’si olarak bilinirken, Talibanların gelişiyle çok şey değişti. Kandahar mollası Muhammed Hasan’a göre sorun İslam alimlerinin eşcinsellere ne yapacaklarını bilememeleri -ortaçağın geçtiğini farkedememeleri yüzünden. Bazıları onları şehirdeki en yüksek binanın tepesinden aşağı atmak isterken kimisi bir duvarın yanına çukur kazıp duvarı üstlerine yıkmak, onları diri diri gömmek istiyor. Başka bir fikir de eşcinsellerin yüzlerini siyaha boyayıp halka teşhir etmek. Mollanın söylediğine göre insanları bu şekilde cezalandırmışlar çünkü eşcinsellik çok büyük bir suçmuş. Bölgedeki bir askeri lidere göre ise eşcinsel ilişkiler rahatlatıcı bir etken. Kuran doktrininin bu konuya uygulanmasının çok kötü sonuçlar doğuracağına inanıyor, çünkü orduda aylarca kadın yüzü görmeyen pek çok genç erkek var. Her çatışmadan sonra onları savaş alanına geri yollayabilmek için onları rahat bırakmaktan yana. (Kaynak:1)
MEDYA VE EŞCİNSELLİK... Sorumlu ve dürüst bir yaklaşım: 20 Ocak 1997 tarihli POSTA Gazetesi’nde, Halim Bahadır köşesinde “Eşcinseller ve Hoşgörü” başlıklı bir yazıya yer verdi. Halim Bahadır, toplumda, herkesin tornadan çıkmış gibi aynı olmak zorunda olmadığını, farklı olanla birlikte yaşamanın mümkün ve gerekli olduğunu yazıyor.
İRLANDA: Lesbian Avengers (Lezbiyen İntikamcılar) grubu ilk eylemini, eşcinsel görünümlü (!) müşterileri içeri almayan Dublin’deki Tuck’s Head pub’ında toplu halde öpüşerek yaptı. Kissing-in’den sonra, müşterilerin şikayetçi olduğu bahanesini öne süren barmen kadınlara servis yapmayacağını söyledi. Bunun üzerine el ilanları dağıtarak kendilerini tanıtan Lezbiyen İntikamcılar’a müşterilerin içki ısmarlamaya başlaması üzerine sinirlenen barmen içkileri alarak paraları geri verdi. Asıl ilginç olan, 1995 yılında el değiştirerek Tucks’ Head adını alan bu pub’ın bu tarihten önce Dublinli lezbiyenler ve gayler arasında çok popüler bir buluşma mekanı olması. (Kaynak:2) Bir lisede müdürlük yapan Jane Brown, “çok açık bir şekilde heteroseksüel” olarak tanımladığı Romeo ve Juliet’i öğrencilerinin görmesini engellediği için neredeyse işten atılıyordu. (Kaynak:2) 1000 kişi üzerinde yapılan bir anketin sonucunda, katılımcıların %25’inin eşcinsellerin, %35’inin de AIDS hastalarının yurttaşlıktan çıkarılması gerektiğini düşündüğü ortaya çıktı. (Kaynak:2)
KAYNAKLAR: 1. The Pink Paper, sayı 464, Ocak 1997, Çeviren: Burcu 2. Lesbia Magazine, Şubat 1997, Çeviren: Bora
FEMİNİST DERGİ EKSİK ETEK ’İN MART 97 SAYISI ÇIKTI!... EKSİK ETEK EDİNİN; ZİRA ”LEZBİYENLİK, FANTAZİ Mİ?” BAŞLIKLI BİR YAZI DA VAR!...
KAOS GL 31/19
T A R T I Ş M A NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? Bora Ben KAOS GL grubuna yeni katılmış olan bir eşcinselim. Hiç bir eşcinsel arkadaşım olmadan, içinde bulunduğum her ortamda karşıcinsel gibi davranarak (karşıcinsel gibi nasıl davranılır diye sormayın) ve biraz da umutsuzca geçen yirmi küsur yıllık bir hayattan sonra KAOS GL ve onu meydana getiren eşcinsellerle tanışmak, yaşadığım büyük mutluluklardan biri oldu. KAOS GL’yi tanımadan önce Türkiye’de bir eşcinsel hareket olabileceğini aklıma bile getirmemiş olduğumu düşünmek ve bunu söylemek artık beni utandırıyor. Hiç bir zaman, dünyadaki tek eşcinselin kendim olduğumu düşünmemiş olmama rağmen, eşcinsellerin bir birlik oluşturarak heteroseksizme (o sıralar bu kavramdan da bihaberdim) karşı durabilecekleri düşüncesi bana öylesine yabancıydı ki, yalnızlığımın; eşcinselliği sadece bir cinsellik olarak gördüklerini düşündüğüm ve bir birliktelikleri olamayacağını sandığım eşcinsellerin arasında, cinselliği bir ihtiyacın tezahüründen ibaret olarak görüp ütopik bir eşcinsel kültürü hayali kuran bir kişi olmamın sonucu olduğunu zannederdim. “Yaşamın İçinden Kartpostallar” köşesinden alıntılanmışa benzeyen bu giriş aslında “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışmasına yapmaya çalışacağım katkı için önemsiz olmayan bir malzeme sağlayacak bana. Kendisini okuyan-düşünen-yazan-bilinçli bir insan olarak tanımlayan bir eşcinselin bile KAOS GL’yle ancak tesadüfen tanışması, şu anda müstakbel bir eşcinselin özgürleşim hareketine hazırlık sürecinin hangi aşamasında bulunduğumuzu gösteriyor bence. Bu hareketin amacına ulaşabilmesi için eşcinsellerin birliği ve dayanışması kaçınılmaz bir ilk harekete geçiren olarak görünüyor. Ancak bu birlikten ne anlaşıldığının açıklanması gerekiyor. Bir eşcinsel hareket hakkında bireysel bir tasavvur geliştirmek acaba yeterli midir? Bence yeterlidir ve gereklidir. Ben eşcinsel özgürleşim hareketinde fizik birliğe, sayısal çokluğun yararına inanmıyorum. Tartışmaya KAOS GL’nin önceki sayılarından birinde yayınlanan yazısıyla katılan bir kişinin “100 kişiyle büyük hayaller kurmak zaman kaybı ve boşuna uğraştır” sözü eşcinsel hareketini geriye götürmekten başka ne işe yarayabilir? Kanımca, korkutucu sayısal büyüklükler aramak, ırkçılığa (heteroseksizm olarak okuyunuz) verilmiş bir tavizdir. Bizim amacımız çokluğumuzla ezmek değil, sadece “azınlık” kavramına karşı durmak olmalıdır. Azınlık olduğumuzu kabul ederek heteroseksist teze boyun eğmek teslim olmak demektir. Karşıcinsellerden sayıca fazla olduğumuzu söylemek istemiyorum. Azınlık, muhakkak aritmetik bir azlığı gerektirmez, sayısal azınlıklar hegemonik çoğunluklar haline gelebilirler. Azınlık olarak ilan etme, tahakküm mekanizmasının bir politikasıdır. Azınlık farklıdır, kötüdür, aşağılıktır. Çoğunluğa, yani hakim ideolojiye ve söyleme eklemlenmedikçe ve daha sonra onun içinde erimedikçe hor görülmeye, sömürülmeye mahkumdur. Eşcinseller azınlık değildirler ve asla azınlık olduklarını kabul etmemelidirler. Eşcinsellik bir karşı duruştur, bir tahakküm nesnesi değil. Sayısal çokluklara ihtiyacımız yok. Bizim, birbirimizden haberimizin olması, birbirimizi tanımamız ve aramızda dayanışma olduğunu bilmemiz yeterlidir. Ben birlikten bunu anlıyorum. Komünist Manifesto’nun son cümlelerini eşcinsel harekete uyarlamak bizi bir yere götürmeyecektir: “Eşcinsellerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Oysa kazanacakları bir dünya vardır. Bütün ülkelerin eşcinselleri birleşin!” Hayır: Eşcinsel hareketi, bütün eşcinsellerin birleşmesiyle olamaz, olmamalıdır. İşçiler, patronlar, memurlar, üst düzey yöneticiler, sanatçılar, öğrenciler, askerler, polisler, işsizler ... sırf eşcinsel oldukları için birleşerek ne yapabilirler? Birleşebilirler mi? Eşcinsel özgürleşimi bireysel bir harekettir, kollektif eylemler faaliyetlerin harekete muhtemelen zararı dokunmayacak olsa da bence dikkate değer bir katkısı da olmaz. 100 eşcinselin Kızılay Meydanı’nda bir eylem yapması, dikkati eşcinsellerin üzerine çeker fakat heteroseksizmi görünür kılmaz ve engellemez; heteroseksizm bireylerin içine sinmiş bir ırkçılık türüdür çünkü. Bu anlamda KAOS GL dergisi, eşcinsel özgürleşim hareketinde belki çok az kimsenin farkına varabildiği bir öneme sahip. KAOS GL; eşcinselliği, eşcinsel kültürünü karşıcinsellere, belki de daha önemlisi EŞCİNSELLERE anlatmaktadır. Hakim bir siyasal görüşe Biz birbirimizi tanıyıp sahip olmayan bu dergiye katkıda bulunan eşcinsellerin düşüncelerini, siyasal anladığımız sürece, kendimizi görüşlerini, ifade tarzlarını, vs’yi eleştirmek, onlara katılmamak mümkündür. Ancak KAOS GL’nin bir lezbiyen-gay özgürleşim hareketi oluşturulmasındaki vermemiz gereken çabaları gözardı edilemez. Özgürleşim için verilecek en büyük mücadelelerden mücadelenin içinde biri dilde olmalıdır. Bireyler dilin içinde var olurlar, onun içinde konumlanırlar bulacağız. ve kendilerini dil vasıtasıyla ifade ederler. Bir dilin sınırları, bireyin varlığının ve düşüncelerinin sınırları demektir. Türkiye’deki eşcinsel hareketinin en büyük sorunlarından birinin, bireylerin dili temizleme, dile karşı mücadele etme
KAOS GL 31/20
yolunda gösterdikleri boşvermişlik olduğunu gözlemliyorum. “Onlar beni nasıl adlandırırsa adlandırsınlar, umurumda bile değil” veya “bana ibne desinler, gurur bile duyarım” demek, ancak taviz vermektir, geri çekilmektir. “İbne” kelimesi sadece; yaygın, avam ve anlamı herkesce malum bir ad ve sıfat değil, içinde bütün bir heteroseksist ideolojiyi barındıran, her zikrinde onu yeniden üreten ve ayakta tutan bir kavramdır. Biz heteroseksist ideolojinin söylemini, kavramlarını kabul edemeyiz, etmemeliyiz. “İbnelik” etiketine (ve daha bir çoklarına) karşı yapılacak olan mücadele aslında heteroseksizme karşı yapılacaktır. Dil temizlenmedikçe insanların zihniyeti de değişmeyecek ve eşcinsel özgürleşim hareketi yerinde sayacaktır. KAOS GL bu mücadelede en önemli araçlarımızdan biridir. KAOS GL biz eşcinsellerin önce kendimizi sonra da birbirimizi tanımamızı ve özgürleşim mücadelemizin başlamasını sağlayacaktır. Komünist Manifesto’nun ünlü sloganının eşcinsel hareketine uyarlanamayacağını düşündüğümü söylemiştim. “Eşcinsellerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur”. Ne yazık ki eşcinsellerin zincirlerinden başka kaybedecekleri çok şeyleri var. Herhangi bir mücadeleyi (dilsel, kavramsal, ideolojik) kazanmadan girişilecek bir eşcinsel hareket, mücadelenin kendisinin de kaybedilmesiyle sonuçlanacaktır. Eşcinsel özgürleşim hareketi için verilmesi gerektiğini düşündüğüm diğer önemli mücadele aile kurumuna karşı olmalıdır. Marx burjuva ailenin ortadan kalkması gerektiğini savunmuştur. Ben de kurumsallaşmış, KUTSAL ailenin ortadan kalkması gerektiğini düşünüyorum. Aile bütün pislikleri içinde barındıran ve onları gizleyen, örten, kendisine kutsallık atfedildiği için tıpkı din gibi bir sömürü aracı haline gelen bir kurum olmaktan çıkmalıdır artık. Eşcinsellerin özgürleşimi kutsal ailenin yıkılmasından sonra gerçekleşmeye başlayabilir. Ben, aileme coming-out olmuş, fakat karşılaştığım yıkıcı tepkiler karşısında yeniden karşıcinsel rolü yapmaya mahkum edilmiş bir eşcinselim. Eğer ailemle böyle bir deneyim yaşamamış olsaydım (daha doğrusu böyle bir deneyim yaşamama imkan vermeyecek bir düzende yaşasaydım) kendimi bir eşcinsel olarak çok daha güçlü hisseder ve heteroseksizme karşı bütün varlığımla ve her alanda mücadele ederdim. Ancak ailemin benim eşcinsel olduğumu (yeniden) öğrenebileceği korkusu önümde her zaman, aşılması güç engeller oluşturuyor. Hiç bir şeyden ve hiç kimseden ailemden olduğu kadar çekinmiyorum. Aile kurumunun benzersiz yaptırım gücü beni yıldırıyor. Eşcinsellerin zinciri aile kurumudur. Aile heteroseksist ideolojiyi içinde barındırır, en mükemmelinden heteroseksist bir kurumdur. Biz eşcinseller bu kurumu değiştirmedikçe özgürleşemeyeceğiz. Mücadele, mücadele, mücadele... Bu yazıda karşınıza devamlı bu kelimenin çıktığının farkındayım. Ben mücadele etmemizin zorunlu olduğunu ifade etmekten çok, NASIL mücadele etmemiz gerektiği hakkındaki düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Ancak bazen de nasıl olabileceği hakkındaki düşüncelerimi söylemeden ve biraz da kolaya kaçarak ne olması gerektiğini dile getirdim. Eşcinsel hareketinin sokaklarda büyüyüp gelişeceğine inanmıyorum. Sayısal çoğunluk, iktidar, meşruiyet... istekleri eşcinsel bireyleri heteroseksizme, totaliterliğe götüren tuzaklardır. Biz birbirimizi tanıyıp anladığımız sürece, kendimizi vermemiz gereken mücadelenin içinde bulacağız.
MEKTUP-LAR-DAN Ben, bu satırları Mersin’den yazıyorum. Yazmamın sebebi kendimi bir ruhsal bunalımda bulmamdır. Bu mektubun aynısını İstanbul’a da yazdım. Ben bir eşcinselim. 19 yaşında, esmer, siyah saçlı, kahverengi gözlü, güzel bir gencim. Eşcinselliğim ta küçük yaşlardan beri penis oynama ile gelişen, kendi cinslerimle olan seks oyunlarından bugüne kadar gelebildi. Karşı cinslerime ilgim var ama hemcinslerime karşı olan ilgim daha fazla. Yani bu irademi ne kadar değiştirmek zorunda kaldıysam da başaramıyorum. Şu an kendimi bir cezaevinde hissediyorum. Çevrem tarafımdan sevilen biriyim. Bundan hiç kimsenin haberi yok. Çevremde tanıyıp ad bilmediğim eşcinseller olabilir. Ama daha öyle bir rastlantıyla karşılaşmadım. İntihar etmeyi bile düşündüm. Ama hep sabrettim. Bekledim. Bu derginizi de bir mektup arkadaşımın tavsiyesiyle aldım. Bu arkadaşım dahi benim böyle olduğumu bilmiyor. Sizden tek tesellim bana yardımcı olup bu içine kapanık durumdan kurtarmanız. Şu anda bunalımdayım. Mersin’de olup da sizinle irtibatı olan insanlarla diyalog kurmak veya Mersin veya Mersin’e yakın yerlerde düzenleyeceğiniz tanışma, kaynaşma vs faaliyetlerinize katılmak istiyorum. Şu an bir işyerinde çalışıyorum. Pazar günü izinli olabiliyorum. Siz de aynı duyguları paylaşan bir arkadaşa yardımcı olmak için biraz çaba sarf ederseniz inanın çok sevinirim. Beni aydınlatacak, ferahlatacak cevabınızı dergide bulmaktan başka çarem yok. Çünkü size adres veremeyeceğim. Çünkü bana gelen mektuplar idare tarafından okunuyor. Bu da benim için olumsuzluk yaratıyor. Sevgili Mersinli arkadaş, Eğer bizlerle yazışmak, iletişim kurmak istiyorsan, sana bir posta kutusu kiralamanı öneriyoruz bu sayede mektuplarının okunma korkusu olmadan yazışabiliriz. Posta kutunu bildiren mektubunu bekliyoruz. KAOS GL
KAOS GL 31/21
T
A
N
I
K
L
Geçtiğimiz aylarda birgün, iki gay arkadaşımla Kızılay’da belediye otobüsüne bindik, arkadaşlarım benden biraz daha efemine, saçları yapılı, neşeli dünya tatlısı çocuklardı. Ben de tanıdığımın işi için Küçükesat’ta bir ses kayıt stüdyosuna gidiyordum; onlar da bana eşlik etmek istediler ve otobüse güle oynaya bindik. Oturacak yer olmadığından orta kapının ağzında duruyor, kendi aramızda konuşuyorduk. O esnada üçümüzün de gözü arka kapı ağzında duran yakışıklı denebilecek genç bir adama ilişti. Spor giyinmiş, beline kazağını sarmış, o da bize bakıyordu, hatta hafif tebessüm eder bir hali vardı. Bakışlarında bir tuhaflık veya kötü niyet sezilmiyor gibiydi, üstelik biraz acıma doluydu da. Ama tabi ki, yaşamın biz gaylere ne kadar sürprizlerle dolu olduğunu bildiğimiz için fazla bakmadık, 2-3 kere göz göze geldik, sonrası gelmedi. Fakat bu esnada dikkatimi bir şey çekti, adam beline sardığı kazağının içinden siyah bir radyo benzeri aygıta elini uzattı ve düğmesini kapattı. Onun telsiz olduğunu anladım ve riyakar bakışlarıyla bir daha göz göze gelmemek için artık oralı bile olmadım. Zaten otobüs de epey yol almış, biz de boşalan yerlere oturmuştuk. Arkadaşlarım da onun ne olduğunu anlamıştı ve aramızda işaretleşerek ilgilenmeme kararı almıştık. O da arkaya geçip oturmuştu. Bu şekilde iyice son durağa yaklaşmış, kendi aramızda konuyu sanki unutmuştuk. Öyle ya? Her yerde, her zaman insan insana bakardı. Bunda kötüye yorulacak bir durum yoktu ki. Derken otobüsümüz bizi Esat’ın son durağında indirdi. Biz de biraz tedirgin ama yine de neşeyle otobüsten indik, bense stüdyoya gitmenin heyecanından, artık hiç bir şeyi düşünmüyordum. Ama bir bakışmanın bile bu faşist azmanı ülkede insanın başına neler getirebileceğini nereden bilebilirdim ki. Çünkü ortada hiçbir şey yoktu, alt tarafı karşılıklı olarak bir kaç defa göz göze gelmiştik; bunda ne vardı? Durakta indiğimiz an o yumuşak bakışlı görünen genç adam da peşi sıra indi ve 180 derece değişmiş bir tavırla bize
1
I
K
L
A
R
“gelin buraya” dedi, yanına gittik kendisinin ne olduğunu bile söylemeye tenezzül etmeden olanca küstahlığıyla “Nesiniz siz lan?” dedi. Kimlikleri istedi, şöyle bir baktı, bakışları artık canavarlaşmış, karanlık bir mağara gibi korkunç hale gelmişti. Biz ise biraz şaşkın, biraz telaşlı sanki tutulmuş gibiydik. Hepimize tek tek nesin sen diye sordu, sonra da “demek böyle her yerde gözünüze kestirdiğiniz vatandaşlara asılıyorsunuz ha?” dedi, artık yerinde duramıyor, kuduruyordu. Hakarete başlamıştı, aslında bizim de söyleyecek çok şeyimiz vardı fakat öyle şaşkın kalakalmıştık ki, ben de, öbür arkadaşlar susunca öne çıkamadım. Halbuki en azından biz de ona “siz kimsiniz, bu soruyu sormanın için önce kimliğinizi gösterin” diyebilirdik. Kahrolası şu ezikliğimiz! Biz sakin kaldıkça üstümüze geldi bana da “pezevenk misin sen?” dedi. Hiç bir şey diyemeden bu sefer “sen pezevenk bile olamazsın dönme!” diyerek kimliğimi yere fırlattı. Hoş, o kimliğin bana göre hiç bir değeri yok ama tavrını gururuma yediremiyordum. Arkadaşlarımdan birisiyle hiç konuşmadı ona en fazla bakan üçüncüye ise orta şiddette bir tekme savurup “şimdi defolup gidin, ama sizi bir daha görürsem anam avradım olsun süründürürüm” diyerek ayrıldı. Üçümüz de şoktaydık sanki bir olay olmuş, bir suç işlenmiş, hatta katilmişiz gibi davranış görmek çok çok ağrımıza gitmişti. Aslında T.C.’nde insanların başına hiç yokken neler neler geldiğini medyadan, şuradan buradan biliyordum ama bir bakışmanın insana ne getirebileceğini doğrusu tahmin etmemiştim. Bütün bu olanda ise beni en çok etkileyen gücüme giden ne oldu biliyor musunuz? Toplantılarda, barlarda dayanışma konuşmaları yaparken fiili olaylarda, ani vak’alardaki eziklik, çaresizlik fakat en önemlisi birbirimize arka çıkmayışımız! O sözde polisin hakaretlerinden çok ama çok daha koyan bana bu oldu işte! Pratikteki çaresizliğimiz orada diğer arkadaşlarım da sus pus olmayıp bir adım atsalardı belki iki paralık bir heriften sanki suçluymuşuz gibi bu hakaretleri yemezdik. Maalesef, bir olayda dayanışmadığımız gibi tersine bencilce kaçıp kurtulmaya çalışıyoruz. Ne yazık!
Not: Bu tanıklığı bize ileten arkadaş ve bu tür olaylar başına geldiğinde benzer düşüncelere kapılan diğer arkadaşlar. Tanıklıklarda yer verdiğimiz ve yollamanızı istediğimiz tüm olayları sizlerin anlattığınız biçimde ve bilirkişi tavrıyla tavsiyelerde bulunmadan yayınlıyoruz. Ancak bu tanıklığın sonunda yer alanları görünce dayanamadım ve bir şeyler yazmak istedim. Neden birbirimize arka çıkma, birbirimizi yanımızda görme isteği böyle zamanlarda depreşiyor da olayın sıcaklığı geçince bu talepte bulunan kişiler ortada görülmüyor? Bir dayanışma, bir hareket karşılıklı olur. Köşene çekilerek insanlardan bir şey beklemek ne kadar mantıklı? Ve bu olay esnasında kimden ne tür bir yardım bekliyordun? Birden yanında bitiverecek bir süperman mi? Serzenişin o sırada yanında olan arkadaşlarına ise, senin psikolojinin aynı zamanda onlarda da olması doğal değil mi? O kişiye karşı bir tavır koyabilirdiniz, ama yapamamışsınız. Burada kimse kendisini diğerinden suçlu ya da suçsuz göremez. Eşcinseller üzerinde terör estiren bu kişilere karşı gücümüzü göstermek için birlikte mücadele edebileceğimize inanmak, bir arada olmak gerekir. Yok, insanlar bir şeyler yapsın, bir mücadelede bulunsun sonra da gelip bana yardım etsinler diyenlerdenseniz daha çok canınız yanacak demektir. Bir arada oldukça bilinç yükselecek, güç artacak, insanlar direnmesini öğrenecek. Atilla KARAKIŞ
KAOS GL 31/22
2
SEVGİLİLER GÜNÜ HEDİYESİ YER :Çekirge-BURSA’daki YENİ KAPLICA TARİH :14 Şubat 1997 SAAT : Sabah 6 gibi
Başlığa bakıp da size güzel bir hediyeden bahsedeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. 14 Şubat gecesi daha doğrusu 13-14 Şubat gecesi arkadaşlarla bol bol eğlendik. Üç eşcinsel arkadaş birlikte o gece erkek arkadaşlarımızla beraberdik. O gece ani bir kararla sabahleyin hamama gitmeye karar verdik. Çok uzun zamandır hamama gitmemiştim. 2-3 yıl oluyordu heralde. Neyse, gecenin sabahı daha önceden gittiğim eşcinsellerin de yoğun olarak gittiği, eşcinselliğimizin sorun olmadığı YENİ KAPLICA’ya gittik. Ücreti ödeyip soyunma odasına gittik. Daha yeni soyunmaya başlamışken sima olarak eskiden tanıdığım ama samimi olmadığım Hakan’ın samimi olduğu MUSTAFA isimli, hamamda çalışan bir görevli geldi. Hakan’a Deniz ya da Barış’la yatmak istiyorum, dedi. Ben hemen atladım, ben daha yeni yedim almayayım, sağol, dedim. Deniz ben de istemem, dedi. Adam tipim değildi, hem sonuçta ne o karpuz kavun alır gibi adam seçiyor. Bunu daha farklı sorabilirdi. Aaa adam reddedilmeyi heralde içinde sindiremedi ki diğer çalışanlara bağıra bağıra içeride bir şey yaparlarsa dövün acımayın... gibi sözler söylemeye başladı. Biz sanki oraya hamama değil, düzüşmeye gelmişiz gibi. Bizim amacımız hem eğlenmek hem de hamam keyfi yapmaktı. Neyse biz baktık kesin bir bokluk olacak daha soyunmadan giyinip çıktık. Çıkınca özellikle Hakan çok sinirlendiği için tepkisiz kalmanın aptallık olduğunu düşünerek polisi aradık. Yaşadığımız olayı anlattık, eşcinsel olduğumuzu da belirterek. Polis, ekip göndereceklerini, bizim de orada olmamızı istedi. Ama orda olmak enayilik olduğu için gitmedik. Sonrası ne oldu bilmiyoruz. Ama eşcinseliz diye her birlikte olmak isteyenle birlikte olacağız diye bir şart yok. Ama insanların kafasında eşcinsel denilince önüne gelen herkesle yatan tipler geliyor genelde. Galiba bu da cinsel açıdan tabularımız pek olmamasından cinselliğimizi kendi bünyemizde ya da yaşamımızda özgürce yaşamamızdan kaynaklanıyor. Sonuçta toplumda bizim yaşadıklarımız çoğu eşcinselin de başına gelen olaylar. Ama genelde olumsuzluklar anlatılmaz malum.(Barış EVREN)
Askerliği ilk duyduğumda galiba yedi yaşlarındaydım. Mahallede büyükçe abilerimiz radyodan Kıbrıs savaşıyla ilgili haberleri dinler ve sonra bana “büyüyünce benim de askere ve savaşa gideceğimi” söylerlerdi. Küçücük vücudum korkudan tir tir titrerdi. Keşke kız olsaydım derdim. Büyümemek için dua ederdim. Yaz aylarında köyümüze giderdik. Hava günlük güneşlik, kuşlar, kelebekler, yeşillikler, yaşamak ne güzeldi orada. Derken bir delikanlı askere giderdi, boynu bükük. Kocalarını gurbete yollamış kadınlar giden bu delikanlının ardından gözyaşı dökerlerdi. Ağıtları küçücük yüreğimi parçalardı. Vatan caddesi üzerinde oturuyorduk. 29 Ekim’ler en çok sevdiğim günlerdi. Her taraf bayraklarla, balonlarla dolardı. Bütün çocuklar kendimizi caddeye atardık. O gün araç trafiğine kapatılmış caddenin ortasında horon teperdik. Her taraf çocuk ve yetişkin insanlarla dolunca, tören alanında tam bir izdiham yaşanırdı. Nihayet uzaktan gürültüleri duyulurdu askerlerin. Kalbim heyecandan duracak gibi olurdu. Tam önümden geçerlerken asfaltı çatlatan “rap rap” ayak seslerini, yine yüreğimde hissederdim. Çılgınca alkışlardık onları. Cicili kıyafetleri, iri kolları ve bacakları, acımasızca davula vuruşları... öyle güçlüydüler ki hepsine aşık olurdum. Kendimi ortalarına atmak, bacaklarının gölgeleri arasında kaybolmak, hepsine birden sarılmak isterdim, polisler izin vermezdi. Cadde boyunca yürüyüp gözden kaybolurlarken, hüzünle el sallardım onlara, eve döner, flütümle Cumhuriyet marşını çalmaya çalışırdım. 29 Ekim’in tekrar geleceğini bilmek beni teselli ederdi belki. Yıllar sonra televizyonda savaşı gördük, gazetelerde savaşı okuduk. Ağlayan kadınları gördük, tabutların önünde genç delikanlıların fotoğraflarını gördük. Anladım ki askerlik sadece bayram törenleri demek değildir. Okulu bitirdiğimde askere gitmem gerekiyordu. Herkese askerliği soruyordum. Askerliklerinden önce panik gözlemlediğim insanların, askerlikten sonra daha rahat olduklarını ve kendilerine güven kazandıklarını gördüm. Şöyle düşündüm, “belki zor, belki kolay ama sokaktaki her erkeğin yapabildiği bir şey olduğuna göre, bunu ben de yapabilirim.” Cesaretlendim. Ama bir ayrıntı vardı. Sokaktaki her erkek gay değildi. Bu sefer askerlikte eşcinselliği sormaya başladım. Nice kabuslar, nice pembe anılar, pornografiler, ve nice komediler dinledim. Anladım ki her şey kişiden kişiye, zamandan zamana, mekandan mekana çok fark ediyor. Neyse, her şey bir yana ben o disiplin altına
KAOS GL 31/23
girmek istemedim. Kişisel nedenlerimden dolayı askere gitmemeye karar verdim. Kararımı askerlik şubesine bildirdim. Askeri hastanede yapılan psikolojik testlerden eşcinsel olduğum ayan-beyan anlaşılmıştı. Ama esas olan fiili-livata muayenesinin sonucuydu. Buna göre, cerrah parmağını anüsüme sokacak, eğer gevşek ise eşcinsel kimliğimle birlikte pasif anal ilişkilerim de ispatlanmış olacaktı, yani çürük alabilecektim. Bu noktada canım sıkılmıştı. Çünkü ben daha çok oral seks yapmıştım. Gerçi çok defa arkadan da vermiştim ama anüsümün gevşememesi için hep özel bir çaba harcamıştım. Anal ilişkilerimin arasına uzun süreler koyardım. Uzun ve kalın penislerle anal ilişki yapmaz, oral seksle yetinirdim. Anal ilişki için, küçük ve düzgün olan penislere vize verirdim. İlişkiden önce bol kayganlaştırıcı (çok defa tükrük) kullanırdım. Partnerime yavaş yavaş girmesini söylerdim. İçimdeyken fazla debelleşmesine, keyfi davranışlarla (sert ve ani darbelerle) anüsümü deforme etmesine izin vermezdim. Daha da kötüsü en son anal ilişkimi iki ay önce yapmıştım. Oysa ertesi gün anal muayenem (fiili livata muayenesi) vardı. Akşam eve geldiğimde, hemen tuvalete koştum. Serçe parmağımı ıslatınca, rahatlıkla alabiliyordum ama orta parmağımı alamıyordum. Doktorun hangi parmağını kullanacağını bilmiyordum. Zaten durumu şansa bırakamazdım. Kendimi evden dışarı attım. Akşam saatlerinde cadde ve yollar kalabalıktı. Seçici davranıyordum. Pişman olmayacağım birini arıyordum. Yolda yürüyen birkaç kişiyle konuştum. Hepsine ayrı ayrı ertesi gün muayene olacağımı, gevşemiş bir anüs için bu gece birisiyle, acilen yatmam gerektiğini anlattım. İnsanlar umduğumdan daha hayırsever ve anlayışlı davranmışlardı ama kimisi spordan geldiğini, yorgun olduğunu söylemişti, kimisi otele gitmekten, kimisi de bizim kömürlükte yakalanabileceğimizden korkmuştu. Başka bir gün olmazmıymış. Olmaz, efendim. Onlara bu gece vurdurmam gerektiğini anlattım. Saatlerce yürüdüm. Gecenin yarısı olmuş, yorgunluktan başım dönmüş, yollarda tek tük adam kalmıştı. Ve artık seçici olmak gibi bir lüksüm de kalmamıştı. Sadece genç olması yeterliydi. Bir apartmanın önünde duran bir gencin yanına gidip durumumu izah ettim ve “bana yardım edebilir misin?” dedim. O da bana “altı ay önce olsa memnuniyetle yapardım ama altı aydır dindar bir insan oldum, artık tövbeliyim,
yapamam” dedi. Cadde boyunca ümitsizce yürümeye devam ettim. Akşamdan beri koca şehirde ara, ara, ara... Uygun birisini bulup kendimi düzdüremedim. Yahu insan taş olsa çatlar. Yok mu beni düzen diye bağıracaktım ama “etraftaki birkaç insan da beni deli zannedip hepten kaçacaklar” diye bağıramadım. Çok ilerde yürümekte olan başka birisini gördüm. Hızlı adımlarla yürüyerek ona yaklaştım. Genç ve esmerdi. Ondan sigara aldım. Cinsellik ve seksten bahsederek yürüdük. “Oldu bu iş” dedim kendi kendime, sevinçten uçacaktım. Ona geniş muamelemden bahsettim. “Kaç para istiyorsun?” dedi. Para istemediğimi, ertesi gün askeri hastanede anüs muayenesi olacağımı söyleyince çocuk, “yok abi, askerlik varsa işin içinde, ben korkarım, iyi geceler” dedi ve hızlı adımlarla yürüdü, karanlıkta kayboldu. Gecenin ikisinde ayaklarıma karasular inmiş, üşümüş ve sinir küpü olmuş halde eve geldim. Biraz dinlendim, mutfağa gittim. Bir tane mum aldım. Odama kapandım. Mumu prezervatife koydum, üstüne kaydırıcı sürdüm ama sinirden kaskatı kesilmiştim. Değil mum kürdan olsa içime alamıyordum. Porno dergilere bakarken ani bir hareketle mumu içime soktum. Bir süre sonra hoşuma da gitti. Ama içimdeyken prezervatifteki mum, sıcaktan yumuşadı, hamur gibi oldu. Çıkarıp attım. Tekrar mutfağa koştum. Çatal kaşıkla bu iş olmazdı. Dolabın alt gözünde kırık bir tavanın siyah sapını gördüm. Kalın, uzun ve çok sertti. Altın bulsam bu kadar sevinmezdim. Dama koştum, kapıyı kilitledim. Tavanın sapına üç tane selpak mendil sardım, üstüne dört tane prezervatif geçirdim. Boydan boya kaydırıcı sürdüm, porno dergiye konsantre olup sapı içime soktum. Gözlerimden ateş çıktı. Anüsüm ağrıdan uyuştu. Bir süre sonra buna da alıştım. Sonra çok hoşuma gitti. Affedersiniz iki defa boşaldıktan sonra, sapı içimden çıkardım. Mutluluktan, yüzümde bir gülümsemeyle uyudum o gece. Ertesi gün doktorun orta parmağını hiç hissetmedim. Ve “pasif anal ilişkide bulunmuş bir homoseksüel” olduğum resmen ispatlanmış oldu. Böylece 25 yıllık korkularım, kabuslarım, hayallerim kısaca benim askerliğim de bitmiş oldu. “Sakla samanı gelir elbet zamanı Çok iş gördü kırık tavanın sapı Kolay geçti sayesinde Livata muayenesi”
Coşkun UNUTMAYALIM! Güvenli seks sadece AIDS’ten değil, bir çok cinsel hastalıktan korunmanın yoludur.
KAOS GL 31/24
HIV NEGATÍF X HIV POZÍTÍF = ? Şahin K. / Londra Ölüm ile bu kadar içli dışı olmasını kıskanıyordum. Halbuki hava ilk gün ne kadar güzeldi. Barselona metrosunda tren beklerken hıçkırmaya başlamış, ağlayamamıştı. O an ölümün Ben ise onun için ne kadar ona ait olduğunu ve o noktada ne kadar yalnız her şeyi yapmaya olduğunu ve benim rolümün hazır olduğumu onun yaşadıkları içinde ne kadar az olduğunu anladım. düşünüyordum, Ben ise beni ne kadar bütün hayatımı sevdiğini söylemesini istiyordum. Trende ağlamaya değiştirmeye. başladı. Elini tuttum. Her Kendimi ikimiz de kendi yaşadıklarımız içinde bütünüyle ona yalnızdık ve farklı farklı vermeye nedenlerle kendimize (adamaya) soruyorduk. Üstelik ben bunu hazırdım, bana daha önce başka biri ile verilmemiş bütün yaşamıştım, en azından şeylerle birlikte. kendime ait bölümünü. 28 yaşındaydı. 12 yıldır HIV Oysa kendi pozitifti ve ben kendime sınırlarımı korku baktığım yerde donuktum. ile genişlettiğimi Yavaş yavaş ölümün bir şekilde beni tekrar hayata bilirdim. döndüreceğini sanıyordum. Ona aşık olmamıştım. Onun ölümüne tutunmak istiyordum. Yaşlılığı ile ilgili planlar yapmasına şaşar gözlerim dolardı. Yatakta sevişirken her zaman güvenli seks yapmamıza rağmen acaba şimdi mi diye sorardım kendime, şimdi mi virüs vücuduma, kanıma giriyor diye. Daha önce ben bunu yaşamıştım. Kendime engel olamadım. Çünkü kendimi korumayı ve kendi ihtiyaçlarımı söylemeyi yeni yeni öğreniyorum. Barselona dışında bir manastırdayız. Bahçede sayısız çiçek, bizim kaldığımız binanın ardında büyük bir üzüm bağı var. Gelir gelmez eşyalarımı odaya atıp geçmiş yıllardaki konferanslardan tanıdığım yüzleri aradım. Acaba aralarında ölen var mıydı? Özellikle bir yüzü, bir Macar arkadaşı düşünüyordum. Bir önceki yıl hastaydı ve oldukça zayıflamıştı. Kimseyi göremedim. Köyün içinde dolaşmaya çıktığımda birden karşımda bitiverdi. İyi gözüküyordu. Yanında elinde çiçekler olan biri vardı. Arkadaşım bizi tanıştırdı. Amerikalıydı. Fransa’da yaşıyordu. Hemen elinde tuttuğu çiçeklerden birinin ne kadar faydalı olduğunu anlattı. Dalga geçen bir iki laf ettim. HIV pozitif göçmenler ayrı olarak toplanıyormuş. Macar arkadaşım gitmesi
gerektiğini söyledi. O da onunla gitti. Amerikalı ama hoş bir herif diye düşündüm! İlk tanışma toplantısı. Bu yıl yeni yüzlerin sayısı fazla. Bu yüzden gelirken bir resmimizi getirmemiz söylendi. Bütün fotoğraflar bir kutuya kondu. Herkes sırayla bir tane alıp sahibini bulup ona kendini anlatacaktı. Ben onun fotoğrafını aldım. Takım elbise içinde elleri çenesinde bir masaya dayanmış gülümsüyordu. Fotoğrafı alıp onu bulmadan bahçeye sigara içmeye çıktım. Biraz sonra yaklaşıp neden gelip konuşmadığımı sordu. Senin gelmeni bekliyordum diye yanıtladım. “Biliyor musun, ilk sevgilim bir Türktü. Üniversitedeyken tanışmıştık. Okul bittikten sonra İstanbul’a geldik. Tavırları birden değişti. Bana, karısıymışım gibi davranmaya başladı. Çok kıskançtı. Altı ay sonra Fransa’ya geri döndüm. Bir daha görüşmedik.” 35 yaşındaydı. Yaklaşık 20 yıldır Fransa’da yaşıyordu. Ölümün yaklaştığını hissettiğini söylüyordu. Bahçede bir çardağın altında oturuyorduk. Dört köşesinde mermer bir sütun vardı. İnsanlar tanışma toplantısından çıkmış turluyordu. İki saat orada oturup konuştuk. Kendi korkularımız üzerine yaptığımız yatırımlardan bahsediyorduk. İkimiz de soğuktan titriyorduk. “Bu muhabbet korkutucu, çok derin. Biraz yürüyelim mi?” “Burada oturmak istiyorum. Mermer sütunların arasından geçip buradan çıktığımızda hiç bir şey eskisi gibi olmayacak ve ben içinde bulunduğum duygudan çıkmak istemiyorum” Sessizce bana baktı. “Hiç bir şey değişmeyecek” O zaman kendine ait bir şey söylediğini anlamamıştım. Ben ise kendim için, ona tutunmamak gerektiği gibilerinden bir sonuç çıkarmıştım. “Kalkalım mı?” “Kalkarsak seni öpmeme engel olamayacağım” Kalktı. Mermer sütunların arasından geçerken içim titredi. Bağa doğru yürüdük. Kapı kilitliydi. Üzerinden atladı. Ben bir şey demeden onu takip ediyordum. Elimde halen fotoğrafı duruyordu. “Bu fotoğrafı bana verir misin?” “Benim için çok önemli bir fotoğraf, veremem” Birden bire anlatmaya başladı. “Ben sekiz yaşındayken annem gözlerimin önünde intihar girişiminde bulundu. Başka bir erkeğe aşık olup babamdan ayrılmıştı. Bu kez aşık olduğu erkek onu terk etmişti. O günden sonra anneme hep ben baktım. İkide bir psikiyatri kliniklerine yatıp çıkıyordu. Böyle bir şeyi seninle paylaşma nedenim daha önceki konuşmaların içindeki baştan çıkarma oyununa son vermek.” Sustu. Onu öpmemi bekliyordu. Ben ise daha önceki konuşmamızın ne kadarının başta çıkarma oyunu üzerine olduğunu düşünüyordum. Fotoğrafını geri verip
KAOS GL 31/25
“Yemeğe geç kalıyoruz. Gidelim.” dedim. Konuşmadan yürüdük. Rahibeler bir sağa bir sola koşturup yemek servisi yapıyorlardı. Bu kadar çok insanı manastırda görmekten mutlulardı. Yemek sırasında ayrı yerlere oturduk. Yağmur yağıyor, konferansa katılanlar manastırın salonunda toplanmış sohbet ediyorlardı. Kimseye söyleyecek bir şeyim yoktu. Yalnızlığımın farkındaydım. Seyahat etmekten hoşlanmam. Gittiğim şehirlerde hemen Londra’yı özlerim. İçimde bir şeyleri açmanın, asmanın zorunluluğu ya da kendimi, korkumu hiç bir zaman olduğu gibi kabul etmemiş olmanın zorluğu insanlarını tanımadığım, bir duygumun olmadığı bir şehirde kendimi buluvermişliğim ile ağırlaşırdı. Birileri ile konuştuğumu hatırlıyorum. Saat 11’e doğru odama giderken yanıma geldi. “Yatmaya mı gidiyorsun?” “Evet” “Seninle gelebilir miyim? Sevişmek zorunda değiliz. Birbirimize sarılıp uyuyabiliriz de.” “Biliyorum.” Oda. Hiçbir kokusu yok. Soyunup yatağa girip onu seyretmeye başladım. İç çamaşırları ile kaldığında utangaç bir şekilde kollarındaki KS izlerini gösterdi. (AIDS ile ortaya çıkan bir tür cilt kanseri). “Altı aydır kimse ile yatakta sevişmedim. Sadece parklarda karalıkta. Şimdi ışıkta sana bunları göstermem garip. Seninleyken kendimi rahat hissediyorum.” Kollarımı açtım. Birbirimize sarıldık. Bir süre seviştikten sonra 14 yıllık bir ilişkinin yeni bittiğini, eski sevgilisinin de HIV pozitif olduğunu anlattı. Üç dört ay önce çok hastalanmış. Sevgilisi kendisinin de geçeceği bir süreci onda izleyip yüz yüze gelmektense ayrılma kararı vermiş. “Beni çok kırdı. Ben hastanedeyken bütün eşyaları alıp gitti. Halen de beni aramıyor.” Ertesi gece Barselona’ya inip konferans sırasında tanıştığımız İspanyol bir karı koca ile güzel bir akşam yemeği yedik. Bizim gay olup olmadığımızı anladılar mı bilemiyorum. Kadın birbirimizi Odada uzun zamandır tanıyıp yalnızdım. tanımadığımızı sordu. Ben daha Tek kişilik dün tanıştık deyince birbirlerine baktılar. yataklarımız O gece çok içki hala birbirine içmiştik. Ertesi sabah yemek bitişik. Yastığını salonunda onu çömelmiş gördüm. Titriyordu. kokluyorum. “Ne oldu?” Hala kokusu “Pek iyi değilim. Bana bir kahve getirir misin?” üzerinde. Bir sandalye getirdim Bir tek saç teli, oturması için. Tekrar hasta alıp cüzdanıma olmaktan ne kadar korktuğunu söyledi. koyuyorum. “Bu halde gitmek istemiyorum.”
“Konferans sonuna kadar kal istersen........... Kalmanı İstiyorum.” “Kalamam, hastanede randevum var...... Belki bir gün daha. Biletimi değiştirmeye gelir misin benimle.” Yağmur yağıyordu. Ayakkabısının altı delikti. Soluklanması için bir kafede oturduğumuzda çoraplarını çıkarıyordu kurutmak için. Gözleri doluyor, ağlamak için tuvalete gidiyordu sık sık. Fransa’da grev olduğu için bileti sadece altı saatliğine erteletebildik. Ben ise onun için her şeyi yapmaya hazır olduğumu düşünüyordum, bütün hayatımı değiştirmeye. Kendimi bütünüyle ona vermeye (adamaya) hazırdım, bana verilmemiş bütün şeylerle birlikte. Oysa kendi sınırlarımı korku ile genişlettiğimi bilirdim. Odada yalnızdım. Tek kişilik yataklarımız hala birbirine bitişik. Yastığını kokluyorum. Hala kokusu üzerinde. Bir tek saç teli, alıp cüzdanıma koyuyorum. Tuvalette oturuyorum................. Bir şeyler yazmak istiyorum............. Son iki günün benim için ne kadar ağır olduğunu............. Bilmiyorum bu cümleyi.............. kendime sesli söyleyebilir miyim............. Ölümün yaklaştığını hissediyorum. Bugün yolda yürürken öyle demişti............. Ve bunu söyleyen insanı bu kadar çok sevmiş olmam................ve yapabileceğim hiç bir şeyin olmaması. (Ağlıyorum) .......................................................................................... Ne yapabilirim................ bilemiyorum..................... İçime defalarca baktım..... Başkasının acısını kendim için kullanıp kullanmadığımı anlamak için... ve.. buna yanıt veremiyorum... nasıl... iki gün önce tanıştığım bir insanı... bu kadar sevebilirim... ve bu kadar acı çekebilirim........ bu acının bana... ait olan... bir yanının farkındayım ama... bunun aynı zamanda...... (Ağlıyorum)... benim yalnızlığımdan kaynaklandığını da biliyorum... nasıl oluyor da............. belki de bu soruyu kendime sormam gerekiyor............ nasıl olur da.. ölmek üzere olan bir insanla... yatağa girip sevişebilirim korkularım ile birlikte.. nasıl olur da... vücudundaki izlere bakabilirim ve kollarımı açabilirim........ korkuyla ve aşkla... burada yaptığım.. şey.. eğer bir tercih ise bu bana ait biliyorum... bu tercih bana ait.. ve böyle bir tercihi yapmış olmam... olmamın bencillikle hiç bir alakası yok..... şu anda odanın içinde onun varlığını yoğun hissediyorum ve.... onun ölümden ne kadar korktuğunu ve..... ne kadar yalnız olduğunu........................ bilmek .................... bundan başka gidebileceğim nokta var mı bilemiyorum..... birisiyle tanışırsın ölmek üzeredir.. sevişirsin........ orada olursun............. yaşarken birlikte olamadığın bir insanı ölürken sevmek...... bu çok zor... çok zor... çok zor... bugün bir arkadaşım böyle bir şeye hazırdın ve bu yüzden oldu dedi.. bir şekilde olanları değiştirebilseydim................................................................... ................................................................................................ ..................................................................... artık anılarım olsun istemiyorum
KAOS GL 31/26
GÜZEL ADAMA ÜÇÜNCÜ MEKTUP
“BÜLBÜLÜ ALTIN KAFESE KOYMUŞLAR...” Ne renk aktığını bilmeden herkes Fırat’ın türküsünü söylüyordu. Kulaklarım ağrırken, Kaos GL’nin Şubat sayısında seni selamsız, seni habersiz komanın sıkıntısı vardı içimde. Yazdığım bir başka yazıyı da, yüzümde utangaç bir gülümsemeyle, bu mektubun içine karmaya karar verdim. Sana söyleyecek sözlerim birikmiş güzel adam, heyecandan ellerimi koyacak yer bulamıyorum. Hatırlarsan sana isyan haberini vermiştim. İsyan, kendini anlatmayla başlamıştı. Sartre”ın asi-devrimci farkını koyan yorumuyla hareket edersen, isyan haberini muştu gibi vermeme ehven-i şer diyebilirsin. Onun için sana şu son günlerde yaşadıklarımızı yaptıklarımızı anlatmak istiyorum. Öküz altında buzağı arayanlar anlamak istemiyor ama söylenebilecek ilk gerçeklik şu: bizim (suyun öteki tarafına geçmeden sevdalanmanın yalnızlığını yaşayanların) “bozuk düzende sağlam çark” olmak gibi bir niyetimiz yok, hiç olmadı da. Sartre dönüşümün yorumunu nasıl yapmıştır bilmiyorum ama, asiyi devrimciye dönüştürmenin yine devrimcinin görevi olduğundan eminim. Kar erimeye başladı, gün dönüyor güzel adam. Günün adı: “Tebliğ Günü”. Önümüzdeki bu takvim için, paneller, söyleşiler belki de bir bahane oldu. Kimilerini şaşırtan, beni çok sevindiren sayfaları var bu takvimin. Sol omzunda kalaşnikof, sağ omzunda heteroseksizmi taşıyan insanların karşısına çıkıp, sağ omuzlarındaki silahı atmalarını önermek, bu öneriye nasıl cevap verileceği bir yana, sırf bu duruşu gerçekleştirmek beni çocuk gibi sevindiriyor. Kaos GL’nin (27) Kasım 1996 sayısında, Ülker Sokak Sakinleri ve Travestiler başlıklı, Yeşim’in röportajını hatırlatmak istiyorum şimdi de. Yeşim’in yazısı “Nereye kadar bu korku, bu kaçış?” sorusuyla bitiyordu. Korkutan ve kaçırtanlar, karanlıkla beslendiklerinden, güzel olan herşeye olduğu gibi gökkuşağına da düşmandılar. Karanlığın cellatları, ülkülerini iktidar yapmak uğruna hep kan döktüler ve ellerini temizlemek için bayrağı kullandılar hep. “Eşcinsel olmayan bayrak assın” kampanyasını başlatmışlardı. Bu faşizanlığa, faşizme karşı olanların tepki göstermemesi beni üzmüştü asıl. Bir gün bütün bunlar değişir mi? Varoşlardan, bulvarın kıyafet değiştirdiği yere kadar, heteroseksüellerle “her şeyde, hep beraber” olabilecek miyiz? “Daha güzel bir yaşamın sınırları, ölen arkadaşlarımızın yaşadığı kadar” değil de, gerçekten ama gerçekten “daha güzel bir yaşam” diye bir yaşam var mı? Seni sevmek güzel adam, işte bu soruları sormak demek biraz da. Seni sevmek adil olmayan bu düzeni, adil olduğuna inandığın düzenle değiştirmeyi, yaşamı değiştirip dönüştürmeyi istemek, savaşmak demek.
Dördüncü kuvvet medyaya göre bütün hayatımız değişmiş artık. Günlerden bir gün, bir kamyon bir mersedese çarptı ve “bayrak, ezan, çakıltaşı” gibi basit bir söylemle, üstelik bu söylemi histerik çığlıklarla ifade ederek ayakta kalabilen bir sistem “sallandı”. Yüzyıllardır bilinçlere yerleştirilen “kutsal devlet” anlayışıydı asıl sallanan. Bu devlet kutsaldı çünkü, yüzyıllarca devleti temsil eden aynı zamanda Tanrının yeryüzündeki halifesiydi. Bu devlet kutsaldı çünkü, yetmişbeş yıldır, her ne kadar Rahmanın kullarıyla Cumhuriyetin kulları karşı karşıya getirilse de, devlet “baba” olmuştu, “ana” olmuştu. Kavramlar zorla birbirine karıştırılırken, örneğin “şerefli olanla” “şerefsizin” ayrımını yapmak çok kolaydı. Aynı kolaylıkla da “dinin siyasete alet edilmemesi ve laikliğin siyasallaştırılmaması” gerektiği söylenebiliyordu. Kolayca söylenen bu lafları anlamak zor gelirken, medya, ortaya çıkardığını iddia ettiği depremi durdurdu ve yeni bir dönem başlattı. Medyanın sus(t)ur(u)l(d)uk dediği olayı iflas eden paradigmanın gösterimdeki son filmi olarak görüyorum. Filmin adı “Küçük Amerika Oluyoruz”. Başlayan bu yeni dönemde artık sistem, kendi kendisini sorguluyor(!). Hem de ne sorgulama, devletin güvenliği için canla başla çalışan polis şefleri, özel timciler, devletin güvenlik mahkemelerini ve cezaevlerini içerden gördüler. DGM’lerin şimdilik dokunamadığı milletvekillerine, eski bakanlara, yine milletin vekillerinin oluşturduğu komisyonlar dokundu. Tofaş, Tedaş, Malvarlığı dosyalarındaki aklamalar, yine sistem içindeki bazı duyarlı(!) insanların bile canını sıksa da, film heyecanını hiç kaybetmedi. Sistem kendi alternatifinin yine kendisi olduğunu söylüyor sonuçta. Yani, çark eskisinden daha iyi çalışıyor, dişliler dönüyor. Dişlilerin arasında ezilmek istemiyorum güzel adam. Kendi alternatifim için savaşmak, biliyorum, senin adını künyemde adımın yanına yazmak için savaşmak demek. “Eşcinseller cinselliği, cinsiyetin belirleyiciliğinden kurtardı belki ama cinsel kültürün tekelinden kurtaramadı” diyor Gülay Göktürk, Kuş Kafesi adlı filmle ilişki kurduğu yazısında. İnsanın kendisini anlatmasından daha radikal ne olabilir ki? Gün, Tebliğ Günü’ne dönerken varsın Gülay Hanım gibiler bize “marjinal” desin “radikal” desin ne farkeder. Daha önce söylemiştim isyan haberi tarih olur, kültür olur... Yazacak çok şey varken, Gülay hanıma cevap vermek hiç niyetim değil, hem de bunun için çok geç. Arşivimizin kara sayfaları arasına koyduğumuz bu yazıya şöyle bir göz atıyorum tekrar. “Radikal” kelimesinin ne çok kullanıldığını farkettim, üşenmeyip saydım, 13 kez. Sevgili arkadaşımız Selçuk’a da “yazanın kötü niyetinden değilse cahilliğinden” yorumunu yaptıracak böyle bir yazıda, on üç kez “radikal” demenin hikmeti, Radikal adlı gazetenin yayına başladığı günlerde Gülay Göktürk’ün oraya transfer olamayışının
KAOS GL 31/27
yarattığı sıkıntı mıdır, değilse nedir, sorularına cevap aramak sanırım Cenk Koray’ın ilgi alanına girer. Ben şimdi belgelerle uğraşıyorum. Herkesin bir yerlerden bulup belge açıklaması, seni de rahatsız ediyor mu? Şimdi ben de bir belge çıkartıyorum, şaşırma, bu onlardan değil. Ali Ferhat’ın günlüğünden, 9 Mart 1997’de yazdığı sayfayı, seninle paylaşmamaya dayanamazdım: 9 Mart 1997 Pazar Sevgili Günlük, bugün hem çok mutluyum hem kafam biraz karışık. Olayların bu kadar hızlı gelişmesi beni yoruyor. Bugün olanlara geçmeden önce biraz eskiye gidip bir tv haberini hatırlatmak istiyorum. Aradaki bağı kurgulayınca insan gülmeden edemiyor. Tevfik Ağansoy öldürüldükten sonra eşi her gün tv’lara çıkıp ya herkesin bilmesini istediği açıklamalar yapıyor ya da birilerine gözdağı veriyordu. Bayan Ağansoy bir konuşmasında Alaattin Çakıcı’ya ithafen “eğer homoseksüel değilse ortaya çıksın” diyordu. Çakıcı kendisine yapılan bu büyük hakarete(!) rağmen ortaya çıkmadı. Bugün homoseksüeller, sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eyleminin son gecesinde, Güven Park’a yürüyen kitlenin içindeydiler. Slogan attılar, düdük çaldılar, alkışladılar. 8 Mart 1996’da, Kadınlar Günü’ndeki Mitingde ilk kez duyulan slogana kadar her şey “normal”di, “ibne değil eşcinsel, gay lezbiyen burdayız”.
“Faşizme karşı omuz omuza” diyen bir insanın, “ibne değil eşcinsel, gay lezbiyen burdayız” dediği anda farklılaştığı için, farkedilmediği bir mitingde görüyorum seni. Gülümsüyorsun güzel adam. Sol mememin altında karartmadan tuttuğum cevahir yeri de inletiyor göğü de. O gün, o mitingde sesini duyuyorum ilk kez. Merhaba, diyorsun. Selamın rüzgar olup Toroslar’a kadar gidiyor. Torosları bilmez misin aldığı sesin yankısını en cömert bir Toroslar verir bir de senin gönlün. Sesinin yankısı bütün kafesleri darmadağın ediyor. Günlüğe o gün yazılanlar güzel bir düşle bitiyor. Ama sen... Sen düş değilsinki güzel adam. Bunu daha ilk mektubumda söylemiştim. Sen güzel adamsın, adın dilimde tespih oldu. Sen benim en güzel öykümsün, isyan haberimsin. Ay üstümüze doğarken rengarenk gölgenle turna semahı döndüğümüzü kimse görmedi. Bu yıl da Newroz ateşinin üstünden atlarken seni dileyeceğim. Hava, toprak ve su, cemrelerine kavuştu. Dokunuşların anlam değiştirdiği ama sarılmanın tadını doyasıya alamadığım, birlikte sinemaya gidemediğim, sokağa çıkamadığım yani, ama kokusunu iki gün ayrı kalınca özlediğim yeni bir ilişkide de göremedim seni. Yanlış anlama (bundan hep korkarım) ben seni hiç aramıyorum ki güzel adam, aşka düşen son cemresin sen. Kuşlar Devrime Uçar. Diyeceğim şu ki güzel adam; “... Ah vatanım”. “... Ah vatanım”. “... Ah vatanım”...
ali ferhat
KONU 1. Amerikan Gay Lezbiyen Tiyatrosu 2. Mitoloji ve Eski Uygarlıklarda Eşcinsellik 3. Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar 4. Eşcinsellik ve Heteroseksüellik Dışındaki Cinsellikler 5. Lezbiyenlik 6. Mekan (Bar, Sinema) 7. Dünyada Seks Turizmi 8. Psikanaliz 9. Türkiye’de Eşcinsellik 10. Kimlik 11. Politik Yaklaşımların Eşcinselliğe Yaklaşımı 12. Eşcinsel Özgürleşme Hareketinin Tarihi 13. Genetik ve Beyin Araştırmaları 14. Ortadoğu’da Eşcinsellik Nasıl Yaşanıyor 15. Sinema 16. Hukuk 17. Cinsellik
KAOS SEMİNER DİZİSİ KAOS Topluluğunun Pazar günleri yaptığı haftalık toplantılarda dönem dönem gerçekleştirdiğimiz seminerleri daha formel bir hale getirdik. Katılımcılar tarafından önerilen ve üstlenilen seminer konuları yanda sıralı. Bunlar, haftalık KAOS toplantılarında gerçekleştirilecek. Bu seminerler sunuldukça dergimizden de aktaracağız. Ankara dışındaki KAOS GL okurlarını bu konulara önerileri, düşünceleri ve ürünleriyle katılmaya çağırıyoruz. Ayrıca burada anılmayan herhangi bir konuyu da ele alabilirler.
KAOS GL 31/28
KAOS KAOS GL grubu, aşağıdaki soruları yanıtlıyorlar. Bu konular bizim haftalık toplantılarımızda da sıkça yer aldı, hala da konuşmayı bitiremedik. İstedik ki, bu tartışmalar, sohbetler grubumuzla sınırlı kalmasın, KAOS GL okurlarına da ulaşsın. Geçen sayıda başladığımız diziye önümüzdeki sayılarda başka arkadaşların yanıtlarıyla devam etmek istiyoruz. Eğer siz de bu soruları yanıtlamak istiyorsanız memnuniyetle adresimize bekliyoruz. Sorular: 1. Eşcinsellik sizce nedir? 2. Bir eşcinsel olarak siz kendinizi nasıl tanımlıyor ve algılıyorsunuz? 3. Neden böyle bir gruba katılma gereği duydunuz? 4. Grubun temel amaçları ve işlevi nedir veya ne olmalıdır?
Yaş: 21 Cinsiyet: Kadın 1. ... ben de bu toplumda Aslında büyüdüm, eşcinsellik tanımı, normalde böyle ben de kendimi bir tanım keşfettiğimde kendimden gereksizken, heteroseksist bir korktum Gruba katılmadan önce, toplumda dayatılıyor diye tanıdığım tek eşcinsel düşünüyorum. Sonuçta aşk, kendimdim. cinsellik, paylaşım, yakınlık (intimacy) gibi şeylerin hangi cinsler arasında olduğunun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Ama işte heteroseksüelliğin norm, eşcinselliğin ise hastalık olduğunu düşünen insanlar arasında yaşıyoruz. Bize önyargıyla, garipseyerek, kendileri dışında bir şeymişiz gibi, toplumun marjinal kesimlerindeymişiz gibi baktıkları için, doğal olarak eşcinsel tanımı var. Oysa kişinin hangi cinsle aşk birlikteliğini paylaşmak istemesinin hiçbir şekilde bir isme ihtiyacı yoktur. 2. Bir önceki soruda, eşcinselliğin benim için ne demek olduğu sorulmuştu. Evet, benim için bir tanım gereksiz ama tam da biraz önce söylediğim nedenlerden dolayı, eşcinsellik tanımı benim için, şu an içinde bulunduğumuz yaşam formu ve toplumda dört elle sarılınması gereken bir şey. Yani ‘Ben eşcinselim’ diye bağırmak gerektiğine inanıyorum. Çünkü tanımlanan biziz ama biz, ‘eşcinsel’ kelimesini kullanan her insanın kafasındaki gibi insanlar değiliz. Peki nasılız, daha doğrusu ben nasılım, anladığım kadarıyla sorulan bu. Ya, aslında şu ana kadar söylediklerimden bu biraz çıkıyor. Yani, eşcinselim, evet, bu benim doğallığım, içimden gelen. Yaşamımın diğer görünümlerinde ise eşcinsel olsam da olmasam da, nasıl bir insan olacaksam o var. Tabi
heteroseksist bir toplumda eşcinsel olmak zor olduğu için, hatta ben de bu toplumda büyüdüm, ben de kendimi keşfettiğimde kendimden korktum, işte bu yüzden zor, beni yaralayıcı, güvenimi sarsıcı şeyler yaşadım, ama çevremde destek olabilen kişiler vardı, beni anlamaya çalışan, o nedenle eşcinselliğimi, yani doğallığımı çok fazla da sancılı kabullenmedim. 3. Gruba katılmadan önce, tanıdığım tek eşcinsel kendimdim. Ve çıkardıkları dergiyi okuyordum. Eşcinselliğe bakışları, belki de daha önemlisi yaşama olan politik bakışları bende onları arama ihtiyacı doğurdu. O günlerde kendi eşcinselliğimi kabullenme sürecimi başarıyla atlatmış, çevremdeki birkaç insanla bunu paylaşmıştım. Artık kendim gibi insanlar bulmalı, heteroseksist topluma karşı bir mücadele içinde olmalıydım. Bunun için ulaşabileceğim tek grup KAOS GL’ydi elbette, dergileri aracılığıyla yani. Ama başka gruplar da olsa seçeceğim yine KAOS GL olurdu. 4. Genelde eşcinsel gruplar, destek ve dayanışma amaçlı kuruluyorlar. KAOS’un bu özelliği var elbette. Ama bunun dışında, daha önce de söylediğim gibi yaşama politik bir bakışı var, mücadeleci. Heteroseksizmle mücadele etmeyi amaçlıyor, ama karşı olduğu tek şey bu değil, heteroseksizmin köklerinin farkında olduğu için KAOS’taki insanlar; yaşamı kavrayıcı bir politik bakışları var, ekonomik ve ideolojik anlamda. Tabi bu KAOS’taki herkes için geçerli değil ama haftalık toplantılarımızda ve hafta içi grup olarak değil de, kişikişi birbirimizi gördüğümüzde, görüştüğümüzde sürekli tartışıyoruz. Ayrıca mücadele şeklimizin eğitici bir yanı da var, grup olarak radyo programlarına, söyleşilere katılıyoruz, ya da başka eylemliliklerimiz var, bu kişinin kendisine güvenini kazandırıcı, birey olma yolunda emin adımlarla yürümesini sağlayan bir şey. Pek çok konuda birbirimize destek oluyoruz, insanın zayıf yönlerini kabul ettiği ve bunları gizleme gerekliliği duymadığı, çok insanca bir ortam. Ben grubun biraz yavaş da olsa bahsettiğim amaçlarına uygun bir yapıda olduğunu düşünüyorum. Aslında pek amaçlarını söylemedim galiba, yaptıklarından ve yapısından bahsettim, ve işte bunlar benim böyle bir gruba katılma amacımla çakışmaktadır.
KAOS GL 31/29
Yaşı: 25 Cinsiyeti: Erkek 1. Eşcinsellik çağrıştırdığı ve heteroseksist ahlakın ona yüklediği anlam(sızlık)lardan dolayı bana biraz itici ve dar, yüzeysel bir tanımlama gibi geliyor. İnsanların birlikte mutlu (ya da mutsuz!) olmayı seçtikleri kişilerin cinsiyetlerinden hareketle kategorize edilmeleri, bana Batı uygarlığının benzer nitelikler taşıyan üç dininin (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) yaydığı, insanların özgürce yaşamalarını engelleyici ahlak anlayışlarının bir ürünüymüş gibi geliyor. Böyle bir kategoriye sokulmayı kabul etmiyorum. Bu anlamda, “gay” olmayı bir takım klişelere göre tanımlanmış eşcinselliğin karşısına koyuyorum. Cinsel seçimlerim dolayısıyla hayatın her alanında yerleşik (kültürel, sosyal ve politik) kalıplara sıkışıp kalmayan bir varoluş biçimi yaratabilmek olarak görüyorum “gay” olmayı. Bu da ancak ben ve benim gibi hisseden insanların ortak çabaları ve deneyimleriyle ortaya çıkan bakış açılarıyla ve anlamlandırma süreçleriyle oluşabilir. Yerleşik değerleri, kimlikleri ve rasyonaliteleri yansıtan, seksist bir tanımlamayı (eşcinselliği) reddediyorum. 2. İnsanın kendi cinsiyetinden biriyle kurduğu sınırsız bir dostluk; eğer gerçekten bir oyunsa, oyun arkadaşlığıdır. Aynı cinsiyetten insanların iletişimlerini hep “bir yere kadar” onaylayan totaliter ve birey üzerinde baskı kuran ahlak anlayışlarına karşı durarak geliştirmeye çalışan (ya da yaratılan) bireysel bir varoluş biçimi. Cinsellikteki “olması gereken” klişesinden başlayarak yaşamın her alanındaki her türlü “olması gereken”in sorgulanması ve giderek terk edilmesi. “Aynı” olmayı, “sürüden” biri olmayı reddederek farklı bir algılayış ve yaşam biçimi kurma çabası gay olmak bence. Her türlü “normalliğin” içine dahil olmaya karşı durmak ve toplumun baskıcı dar kalıplarına boyun eğmemeyi göze almak.
Bence gay olmak... Cinsellikteki “olması gereken” klişesinden başlayarak yaşamın her alanındaki her türlü “olması gereken”in sorgulanması ve giderek terk edilmesi. 3. Gizlenmeye, kendimi özgürce ifade edememeye, korkaklığa ve pasifize edilmeye karşı öteden beri hoş bakmadım. Her ortamda ya beni (gay olarak beni) yok sayan anlayışa karşı (açıkça olmasa da) sessiz kalmamaya özen gösterdim ya da durum çok umutsuz olduğunda kendi kabuğuma çekilip yaşamayı seçtim.
Böyle bir gruba, beni saran bu korkular, önyargılar ve katı kurallarla örülü duvarlara, benim gibi karşı durmayı ve sarsmayı amaçlamış insanlarla bir araya gelmeyi ve dayanışma içinde olmayı umduğum için -ya da umarak!- geldim. 4. Birinci soruda da buna değinmiştim. Orada söylediklerime ek olarak: Hiyerarşik yapılanmalardan; yapılacak her şeyin bir öncelik sırasına konduğu geleneksel katı planlama ve programlama anlayışlarından; kültürel, toplumsal ve ahlaki konularda popülist davranmak gibi bir bayağılıktan; verimlilik prensibine göre işleyen iktisadi aklın egemen olduğu rasyonaliteden; özellikle örtük olarak işleyen iktidar ilişkilerinin grup içinde kurulmasından kaçınılmalı. Neler yapılmalı sorusu yanlış. Neler yapılabilir daha yerinde ve uçları açık bir soru. Bu da; zamanla çeşitli durumlarla karşılaşıldıkça, grup üyelerinin birlikte ve ayrı ayrı edindikleri deneyimler sonucunda ortaya çıkacaktır. Onun için “temel” amaçlar, programlar vb. olmamalı. Ama herkesin (!) alınan kararlara ve yapılanlara katılımlarının farklı düzeylerde de olsa sağlandığı, çok merkezli, üretken bir oluşum yaratılmalı. Yaşı: 19 Cinsiyeti: Erkek 1. Bence eşcinsellik duygusal ve cinsel bir yönelimin dışında politik bir duruşu da beraberinde getiriyor. Gerek erkek gerekse kadın eşcinsel olsun varolan toplumsal iktidar ilişkilerini reddetmek kişiyi denenmemiş, gelenek oluşturulmamış, yani, hiçbir şekilde bir zorunluluk içermeyen, her şeyin yeni baştan kurgulandığı ve herkes için değişen ilişki tarzlarına yönlendiriyor. Kimi zamansa eşcinsel ilişkilerin kişilere kendilerini özgürleştirmelerinde oldukça önemli süreçleri, daha kısa zaman dilimlerinde olmalarını sağladığına inanıyorum. 2. Kendimi kimi zaman, ahenk ve uyumla çok iyi işlediği sanılan ve bilinen adıyla sistem denen birçok disiplin döndüğü bu mekanizmada, dişlilerin arasına giren ve dönmelerini engelleyen bir tahta parçası olarak hissetmek hoşuma gidiyor. Nereye gittiği baştan belli olan (felakete) ve önüne gelen her şeyi kendine katıp sömüren ve bu mekanizmanın parçalarını uyarmak, bilinçlendirmek ve silkelemek istiyorum. Eşcinselliğin toplumdaki her dem sağlamlaştırmaya çalışılan ilişkileri sorgulamasından dolayı seviniyorum. Ve kendi adıma eşcinselliğin toplumun çoğunluğuna oranla bir bilinçli olma durumu ve beraberinde sorgulama getirdiğine inanıyorum. 3. Yakın arkadaşımın eşcinsel olmasına ve diğer yakın arkadaşlarıma coming out’umu (eşcinsel olduğunu açıklamak, ifade etmek) gerçekleştirmeme rağmen kendilerini eşcinsel ya da biseksüel olarak adlandıran insanlarla bir arada bulunma isteği ve merakı vardı. Bundan öncesinde kafamda belirli bir eşcinsel-gay ayrımı bulunmuyordu. Gruba katılmama yakın böyle bir toplulukta neler yapabileceğim ve yapabileceğiz fikriyle birlikte gay olma ayrımını farkettim. Bu da zamanla ortak bir hareket içinde sesimi duyurma isteği oldu. 4. Bence grup farklı görüşlerden olan anti heteroseksistleri bir araya getirip ortak bir hareket oluşturmaya devam etmeli.
KAOS GL 31/30
Seksenli yılların ortaları; siyah-beyaz ekranda birkaç saniyelik öpüşmenin ertesi gün büyük bir hadiseymiş gibi konuşulduğu, pornografinin yasak olduğu, bir kaç bilinen derginin siyah poşetlerde karaborsa satıldığı, toplumdaki abazanlığın had safhada olduğu yıllar. Ve o siyah-beyaz dönemde sımsıcak, renkli ve radikal porno filmleriyle, her türlü yasaklamalara karşı, yıkılmaz bir kale misali direnen, halk arasında pornografinin ve erkek-erkeğe cinselliğin sembolü haline gelen Aksaray’ın kenar mahallesindeki Güneş Sineması. Yaşlısı, genci, okumuşu-cahili, doktoru, avukatı, oto tamircisi, pazarcısı, overlokçusu, liselisi ve dahi üniversitelisi... Hepsi resmi ve dini bayramlarda ve her hafta sonlarında akın akın giderlerdi bu sinemaya. Çok büyük ve iki katlı bu sinemada, ayakta bile yer olmazdı. İnsanlar izdiham yaşardı. Her saat başı sinema, altlı-üstlü dolar boşalırdı. O yıllar güneş’in altın çağlarıydı. Güneş’e olan bu talebin başlıca iki sebebi vardı. 1. O dönemde film arasına hard-porno parça koyan tek sinemaydı. 2. Sinemada seyirciler tam anlamıyla özgürdü. Yani insanlar bu karanlık mekanda cinsel arzularını hem görsel, hem de bedensel anlamda giderebiliyorlardı. Sinema personeli Hollanda’nın “darkroom”larında eğitim görmüş kadar nazik ve anlayışlıydı. Öyleki, parça başlayınca ışıkçılar “Hayırlı işler beyler...” diye bağırıp, salondan çıkar ve kapıları sıkıca kapatırlardı. Boş koltuk kalmayınca sinema salonuna sel gibi akan insanlar duvar kenarları boyunca, birbirine yapışır, etten bir vücut oluştururlardı. Kalabalık öyle sıkıştırırdı ki insan, önündeki ve arkasındakinin vücut sıcaklığını hissederdi. Karanlıkta nefes nefese, birbirinin ensesinde soluyan bu insanların, filmin ortasında her an başlayabilecek olan porno parçasının beklentisinin müthiş heyecanıyla (Doktorların “umut yok” dediği kişilerin dahi) similyaları naşlardı. Bu beklentiyle çelik misali naşlamış olan similyalar parçanın başlamasıyla birlikte, açılan fermuarlardan birer ok gibi dışarı fırlardı. Sıkışıklığın ve itişikliğin nimetiyle herkes öndekine sürtünür, hatta koli kesenlerle beraber bu yetişkin erkekler topluluğu sanki trencilik oynarlardı. Koltukta oturan insanların açıktaki dikleşmiş similyaları ise, ekrandan yansıyan loş ışıkla beraber, parlayan birer kırmızı mum misali, Salonda seyrine doyulmaz bir dekor oluştururdu. Burada sınıf, meslek ayrımcılığı yoktu. Tüm similyalar eşitti, hepsi özgürdü ve her biri patlamaya hazır birer şampanya gibiydi. İlerleyen dakikalarda derin derin alınan nefesler sessizliği bozardı ve koro halinde yapılan mastürbasyonlardan salonu dolduran “şıkı-şıkı-şıkı” sesleri, karanlıkta kusursuz ve çok uyumlu bir orkestrayı çağrıştırırdı. Eli hızlı olanlar kendi işlerini erken bitirirlerdi ama boş durmazlardı. Hemen yanında oturanın mastürbasyonuna yardım ederlerdi. Bu yardım köfte veya süpet şeklinde olabilirdi. Aynı anda sağ yanındakine süpet alıkırken, sol yanında oturanın da köftesini yapacak kadar marifetli ve yardımsever insanlar da vardı. Arka koltuklarda
ise o zifiri karanlıkta kimin eli kimin nesinde olduğunu tespit etmek imkansızdı. Kimse kimseyle konuşmazdı. Film esnasında insanlar birbirlerine rahatlıkla dokunurdu. Birbirini tanımayan bu insanlar bir kaç dakikada birbirine dolanır ve bir yumak haline gelirlerdi. İkinci katta ise duvar kenarlarında boşluk olmadığından ayakta kalanlar, filmin ortasında koltukta oturanların kucağına otururlardı. Bir genç, yaşlı bir adamın kucağına oturabileceği gibi; bazen bıyıklı, göbekli, yaşlı olanlar da genç delikanlıların kucağına oturabilirlerdi. Kucağa oturanların ortak özellikleri davranışlarıydı. Bunlar, popolarına birer yay takmışçasına kucakta hoplayıp dururlarken, görenler onların bitmeyen enerjilerine şaşar kalırlardı. O yıllarda Aids filan bilinmediğinden tek tüketim maddesi selpak ve sigaraydı. Film boyunca tüketilen ve yerlere atılan yüzlerce selpak mendil, filmden sonra bembeyaz olan salonu sanki pamuk tarlasına dönüştürürdü. Aralarda herkes aşk rehavetiyle birer sigara yakar dumandan göz gözü görmezdi. Burada “gay olan-olmayan” ayrımı yoktu. Karanlıkta herkes birbirini “kucaklarken” olay eşcinsellikten çok daha öte sonsuz bir hümanizm ve gündelik ihtiraslardan soyutlanmış salt insan sevgisiyle açıklanabilirdi. Nihayet limon gibi sıkılmış, ilikleri boşalmış insanlar bütün bir haftanın stresini atmış, bir kuş kadar hafiflemiş ve üzerlerine sinen o ağır, meni kokusuyla sinemadan çıkarlardı. Sonra memleket liberalleşti. Erotizm özel tv’lerden evlerimize boşaldı. Her semtte porno sinemalar açıldı. Daha önceleri Çarşamba pazarında lahana, domates ve salatalık satan seyyar satıcılar şimdilerde, Aksaray’da yol kenarlarında Avrupa’nın seks-shoplarında bulunabilen malzemeleri satıyorlar. Sayısız porno dergiler yollarda, ayaklar altında. Neticede, Güneş Sineması’nın 2. katı üç yıldır kilitli. Çünkü gelen bir avuç seyirci alt salondaki yorgun koltuklarda uyukluyor. Ağız tadıyla bir mastürbasyon yapmak isteyenler ışıkçılarca taciz ediliyor. Güneş gün ve gün sönüyor ve artık insanları eskisi gibi ısıtmıyor. “Altı üstü bir bilet parası Haydi koş gel bir darkroom burası Naşlamış herkesin similyası Karşımda similyanın gölgesi Ensemde laçoların nefesi Gay cennetisin Güneş Sineması” similya; penis, süpet; oral seks, koli; anal seks, köfte yapmak; penisi avuçlamak, mastürbasyon yapmak, similyanın naşlaması; penisin erekte olması, laço; yetişkin, aktif eşcinsel erkek.
KAOS GL 31/31
coşkun
G L KİTAPLIĞI
YUKİO MİŞİMA “Bir Maskenin İtirafları” AFA Yayınları
MICHEL DEL CASTILLO “Şairin Ölümü” AYRINTI Yayınları, Kara Ayrıntı, Eylül 1992
LYNNE SEGAL “Ağır Çekim- Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler” AYRINTI Yayınları, Mayıs 1992
“Otobiyografik izler taşıyan bu romanda Mişima, eşcinsel yönelimlere karşı sürekli mücadele eden bir roman kahramanı çiziyor... Bu yönelimlerini başkalarından,
hatta kendinden bile gizlemeye çalışan, arkadaşının kız kardeşine duyduğu aşkı anlatırken bizleri de kendisiyle birlikte çocukluk ve yeniyetmelik yıllarında dolaştırıp umutsuzluğa götüren bir roman kahramanı...”
“Hikayemiz, Orta Avrupa’daki totaliter reel-sosyalist ülkelerden birinde geçiyor... Başlıca kahramanlarının Güneş Önder, Yenilmez Mareşal, İnsanlığım Babası, Dahi Strateji Uzmanı, Ebedi Başkan, Büyük Mimar... gibi ünvanları olan bir devlet başkanı. Ve vasatın egemen olduğu, yaratıcılığın bastırıldığı,
fikre değil güce dayalı “ölü” bir toplum. Bir de Şair: Bin yıllık bir dili ustalıkla kullanarak insanlara yaşadıklarını hissettiren, şiire ve ihanete sığınan bir eşcinsel. Bir gün Şair ölür... Devrim Daimi Konseyi göreve çağrılır... Entrika çözülmeye... “
“Freud, kadınlığın ‘karanlık bir kıta’ olduğunu söylemişti... Oysa yüzyıllardır hakkında kitaplar yazılan, tanımlanmaya, denetlenmeye çalışılan kadınlar oldu. Erkek ‘karanlıkta’ kaldı... Bu kez ünlü feministlerden Lynne Segal erkekler dünyasına girmeyi deniyor... Erkeklerden umudu kesen yaygın feminist karamsarlığa kapılmadan erkeklerin değişebileceğini iddia ediyor. İktidar olma ya da intikam alma gibi duygular beslemeden her iki cinse de dayatılan egemen cinsel kimlik tanımlarından kurtulmanın ve özgürce ilişki kurmanın yollarını araştırıyor. ‘Bu toplumda erkek olmak kendinden olabildiğince az vermek anlamını taşıyor’ diyen
Dustin Hoffman gibi erkekleri örnek göstererek tek bir ‘erkeklik’ tipinin olmadığına dikkat çekiyor. Erkeklerin de kendi aralarında farklılaştığını göstererek şu tip soruların cevaplarını arıyor: ‘Davaya ihanet eden’ eşcinsel, feminist, siyah erkekler egemen erkek anlayışını nasıl tehdit ediyor, bedelini nasıl ödüyor? Erkekliğin psişik temeli ne ölçüde değişmez; erkek kimliğini biyoloji mi tayin ediyor kurumsal ideolojiler mi? Erkekler neden şiddet uygular, şiddet sadece erkeklere mi özgüdür? Seksenli yıllarda erkeklerde görülen ‘İyi baba’ olma gayretinin anlamı ve sınırları neler?”