E Ş Cİ N S E L L E R İ N K U R T U L U Ş U a y n ı z a m a n d a H E T E R O S E KS Ü E L L E R İ D E Ö Z G Ü R L E Ş T İ R E C E K T İ R
NİSAN 1997 GAY
SEKS
Gay seks sadece sekstir. Lezbiyen ve gay özgürleşme hareketinin iddialarından biri de bu düşüncenin kabul edilmesini sağlamaktır. Araştırmalar eşcinsel düşmanı önyargının eşcinsellerle kişisel bağlantıyla ters orantılı olduğunu gösteriyor. Bu yüzden zaman geçtikçe ve daha çok heteroseksüel okulda,
YIL 3
SAYI 32
NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? Bir arpa boyu yol almadık kimilerine göre. Kimileri içinse tahakküm sözcüğünün anlamı bilinmezken, öğrenilen (!) sonra da “tahakküm ediyorsunuz” diye karşı çıkılan bir hareket. KAOS GL oluşumu ve izlediği yol, yöntem hemen bütün katılımcılar tarafından sorgulanırken kendi iç hesaplaşmalarını tamamlayamamış, kimlik probleminin ne olduğundan bihaber olanlar eleştiri oklarını bizlere yöneltirken iğneyi kendilerine birazcık olsun batırmayı öğrenebilseler nasıl olur diye düşünüyorum. İyi olurdu elbette, hem de çok iyi...
Aşağıda iki arkadaşın konuşm asının mantığından dolayı kim olduğumuz şöyle dursun, ikimizin hangi cins, hangi cinsel tercihimizi söz konusu olduğunu ilan etmemekte fayda gördük. Onun için bu kadar söylemekle yetineyim: Ben “A”yım, arkadaşım da “B”.
“HETEROSEKSÜELLİK NORMAL DEĞİL,
İbne olmak iyi de, ne zaman kendinizden sözetseniz, herkes sessizliğe gömülüyor ve bu konuyu kapatmanızı bekliyor. Bu kitapta seksten bu kadar çok bahsedilmesinin nedeni de bu. Bizim için seks hakkında konuşmak, bizim hakkımızda hiç konuşmamış ve hatta bizim kendi hakkımızda konuşmamıza izin vermemiş bir dünyada kendimizi tanı(mla)mak çok önemli. Eğer insanlar bunu anla(ya)mıyorsalar, çok aptallar.
. B I .R Y A Z A R , B I .R A S. .I K V E BIR KITAP
MARGUERITE DURAS VE YANN
Ona göre tutku anti-sosyal bir duyguydu. Ölmeden önce geride bıraktığı son tutkusu da kendisinden 38 yaş küçük olan Yann Andrea olan bir eşcinseldi. Her şey 1980 yılında başlamıştı. Yann o zamanlar 27
BiR ÜLKER SOKAK VARDI Birinin kızı bankada çalışıyor ama her gece eve başka bir erkeğin arabasıyla geliyor, annesi gece yarısına dek onu bekliyor, haftanın belirli günlerinde değişik erkekler evde kalıyor. Hele bir tanesi, düne kadar sokakta 70 travesti varsa bunu 50’siyle yatmıştır. Ayrıca kızlara sürekli müşteri getirmekte ve her müşteriyi, bir akrabası olarak tanıştırmaktadır. Bu zatın ne çok akrabası var. İş bununla da bitmiyor ve kaçak içki satıyor evinde. Yaşlı bir karı-koca ise evlerinde kumar oynatır. Diğer bir komşumuz, dört kız kardeşti ve hepsi
M E R H A B A
KAOS GL SATIŞ NOKTALARI:
Yepyeni bir sayıyla yine sizlerleyiz... Son günlerde eğitimin 5 mi yoksa 8 yıl mı olmasına dair yapılan tartışmalardan hareketle, bir grup lezbiyen ve gay öğrencinin hemen herkesin en bunalımlı yılları olan eğitim çağına ilişkin yazdıklarını bulacaksınız üçüncü sayfada. Artık seks işçisi kadınların ve transeksüellerin bir dergisi var: GACI. GACI’yı edinmenin yollarını, derginin ilk sayısından yaptığımız bir alıntıyla birlikte iç sayfalarımızda bulacaksınız. Geçen sayı duyurduk, haftalık KAOS toplantılarını bir dizi seminere ayırmıştık. Seminerler takvimine uygun devam ederlerken, arkadaşlarımızdan birinin eşcinsel mekan bağlamında aktardığı “sinema” sunuşunu sizlerle de paylaştık. Geçen sayıdaki “Aversion therapy”e dair yazısını okumuş olduğunuz Londra muhabirimiz Nedim B.’nin zihin sağlığı konusunda sağlıkçılardan yardım istemeyi planlayan lezbiyenlere ve gaylere pratik önerileri var. “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışması devam ediyor. Biliyoruz, hepimizin bu konuda söyleyecek çok sözümüz var. Yazılarınızı bekliyoruz. Bizi ve kendinizi ihmal etmeyin. Lezbiyenlerin ve gaylerin sevişmeleri, heteroseksüellerinkinden farklı mıdır? Lezbiyen feminist Margaret Cruikshank’ın yazısını Selçuk çevirdi. Derek Jarman’ın lezbiyen ve gay özgürleşme hareketine olan bakış açısından kendimize çıkaracak çok payımız var herhalde. Çeviri Devrim’in. Jarman’ın filmlerinden Edward II, ODTÜ’lü lezbiyen ve gay arkadaşlarımız tarafından daha önce gösterilmişti. ODTÜ’den sonra Hacettepeli lezbiyenler ve gayler de toplanmaya başladılar. Bayram sonrası toplantı takvimi için iç sayfalarımızı karıştırın. Bu arada Ankaralı arkadaşlarımız, neden hala, sadece KAOS GL okuru olarak kalıyorsunuz da haftalık toplantılarımıza gelerek KAOS grubuna ve dergisine etkin bir şekilde katılmaya başlamıyorsunuz? Bize yazın, tanışalım.
Yaşadığı mekanlara okuduğu KAOS GL’leri götüremeyip, okuduktan sonra imha etmek zorunda kalan arkadaşlar, dergiyi imha etmek yerine bir bankın üzerine bırakırlarsa, dergimiz başkaları tarafından da okunabilir.
ANTAKYA Ferah Kitabevi (Saray Cad.) BALIKESİR Çağdaş Kırtasiye ANTALYA Akdeniz Kitabevi BURSA Can Kitabevi (Heykel) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Ada Kitabevi (SİEM Dersanesi Karşısı), Kardelen Kitabevi MERSİN Dilan Kitabevi, İZMİR Kabile Kitabevi (Konak), Ayrıntı Kitabevi (Alsancak), Ayrıntı Kitabevi (Karşıyaka) DENİZLİ İleri Kitabevi, İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Zihni (Kadıköy), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı. Bu kitabevinde eski sayılarımızı da bulabilirsiniz) ANKARA Dost, ABC, Bilim&Sanat, İlhan İlhan ve İmge Kitabevleri ESKİŞEHİR Turkuaz Kitabevi.
İstanbullu KAOS GL okurlarıyla iletişim kurmak isteyen arkadaşlar, PK: 1017 Sirkeci-İstanbul adresine yazabilirler.
e-mail: kaosgl@ilga.org internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/2884/kaos.htm K A O S
G L
i l g a
ü y e s i d i r .
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ NİSAN 1997
YIL 3
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
SAYI 32 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨ y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
NE 5 NE 8... EŞCİNSEL ÖĞRENCİLER İÇİN HEPSİ ZULÜMDÜR! Her Eylül’ün tipik tartışması olan eğitim sorunu, bu kez dönem ortasında bir “kriz” olarak gündeme geliyor. Refahyol koalisyonu sürecinde, en sıradan bir konunun bile krize dönüşmesi ve bu kriz bolluğunda, zorunlu eğitimin beş ya da sekiz yıl olması yönündeki tartışmanın, diğer krizlerden bir adım öne çıkması, sorunun salt rakamlardan ibaret olmadığını da göstermekte. Gerçekler açıkça ortaya konmayarak, 70 yıldır tartışılan eğitim konusu bir kez daha kargaşaya getiriliyor. Laik kesim beşe üç yıl ekleyerek halledilebileceğini sandığı sorunla ilgili olarak yaşları ne olursa olsun öğrenci denilen insanlara, yetmiş yıldır yaptığını tekrarlıyor ve hiçbir şey sormuyor. Karşı taraf ise öğrenci denilen insanlara aynı devletçi zihniyetle yaklaşarak laik kesimden geri kalmayacağını çoktan ispatladı. Mevcut eğitim sisteminin sorunları yalnızca küçük öğrencilerin ağlamalarından ve sızlanmalarından ibaret değil. Öyle ki eğitilenlerden eğitenlere, velilerden devlete herkes yakınıyor ama hiç kimse de bu sürecin dışında kalamıyor. Eğitim kurumu ve onun ana uygulama alanı olan okullar, hiçkimseyi memnun etmediği halde sözkonusu süreç aynı şekilde devam edebiliyor. Devlet tarafından, dönemsel hükümet makyajları ise sözkonusu kargaşayı daha da arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sürecin içinde yer alan herkes (eğiten, eğitilen, veli, devlet ....) işleyişi kendi açısından eleştirir ama bir kurum olarak eğitim’e sıra asla gelmez ve bir kurum olarak Eğitim sözkonusu olduğunda bütün taraflar kolkola girerler. Şimdi bu sürece bizim açımızdan yani eşcinseller açısından yaklaşalım. Terminolojik Belirleme Eğitim: Latince “Educare”dan gelen beslemek, yetiştirmek anlamına geldiği halde bugünkü ifadesi ile eğitim; bir eğitim sistemini, bir eylemin sürecini ve sonucunu anlatır. Eğitim, yetişkin neslin yetişmekte olanları toplum kurallarına hazırlamak için onların üzerinde tatbik ettiği eylemlerin tümüdür. Sosyalizasyon: Toplumsallaşma, topluma hazırlama: Bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşme süreci. Asimilasyon: Bir birey, grup ya da kültürün, egemen sınıf ve egemen kültür tarafından zorla ya da ideolojik araçlarla (eğitim gibi) sömürülmesi, yutulması. Egemen kültür içinde eritilerek kişiliğinin ve özgüllüğünün ortadan kaldırılması. Devletin ideolojik aygıtlarından biri olan eğitim kurumu, görece özerk olsa da, iktidarın belirleyiciliğinde olup onun denetim alanı dışında düşünülemez. Süreç, çocuğun
okuma yazma öğrenip, bir meslek sahibi olmasından ibaretmiş gibi sunulsa da eğitim, sadece bundan ibaret değildir. Özel okullar, devlet okulları ya da bir başka kanal aynı hedefte buluşurlar: Tahakküm ilişkilerinin devamı ve kendini yeniden üretmesi. Hükümetlerden kaynaklanan dönemsel renk değişiklikleri olmakla birlikte aslolan tahakküm ilişkileridir. İşte bu eğitim kurumu pratik karşılığını örgün (okullu) olsun ya da olmasın sosyalizasyon denilen süreçte bulur. Yukarda verdiğimiz tanımdan da anlaşılacağı gibi sosyalizasyon bir başka deyişle toplumsallaş(tır)ma “okul”la sınırlı kalmaz. Okul, bu süreçte yalnızca bir aşamadır ama çok önemli bir aşamadır. Kişi, doğumla birlikte bu sürece girer. Aile, okul gibi toplumsallaş(tır)ma alanları çocuğu/kişiyi topluma hazırlar. İşte bütün sorun bu noktada ortaya çıkıyor. Nasıl, neye göre, ne için bir toplumsallaşma? Pekala buna özerk bireylerin kendileri karar verebilirler. Ama buna izin verilmez. Çocuğun davranışsal ve zihinsel özgür gelişimi, egemen ideolojinin organize kurumlarınca (aile, okul.....) engellenir, belirlenir ve denetlenir. Bu süreçte, her zaman karşımıza dikilen bir fizik zor yoktur. Zaten buna gerek de kalmamıştır. Aile’de ana-baba, okul’da öğretmen ve diğer ‘büyükler’in kendileri de aynı süreçten geçerek bulundukları yere gelmişlerdir. Örneğin bir öğretmen için amaç salt para kazanmak, bir meslek bile olsa bu durum kurumsal işleyişi engellemez. Kendisi de bir üst kurum tarafından belirlense de o artık bir denetleyen ve belirleyendir. Bir çocuğun dünyaya gelmesiyle başlanan süreci, dünyayı tanıma ve bir insan olarak kendini bulması olarak kabul etmek mümkün değil. Aslında, kendini gerçekleştirebil mesi ve iç barışını yakalayabilmesi için öyle olması gerekir. Bununla birlikte hepimiz biliriz ki yaşanılan hiç de öyle değildir. Eğer öyle sunuluyorsa, bu
KAOS GL 32/3
Çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, sokulacağı kalıplar, verilecek şekiller hazırdır. Dini hazırdır, toplumsal cinsiyeti hazırdır. Böyle bir kuşatma altında çocuğun özgür gelişiminin mümkün olduğunu düşünmek için mevcut süreçten başarı (!) ile geçip ideolojik bir esir olmak lazım.
durum, ideolojik gölgeleme aracılığıyla yaratılan bir yalandır. Çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, sokulacağı kalıplar, verilecek şekiller hazırdır. Dini hazırdır, toplumsal cinsiyeti hazırdır. Böyle bir kuşatma altında çocuğun özgür gelişiminin mümkün olduğunu düşünmek için mevcut süreçten başarı (!) ile geçip ideolojik bir esir olmak lazım. Süreç o kadar keskin ve o kadar doğal algılanır ki bir başka kanal düşünülmez bile. Çocuğun biyolojik cinsiyetinden hareketle, sosyalizasyon sürecinde karşısına iki toplumsal kategori dayatılır. Kız çocukları “kadınlık” toplumsal kategorisine, oğlan çocukları “erkeklik” toplumsal kategorisine göre yetiştirilir. Yetiştirme sürecinde davranışları ile birlikte, ideolojik olarak da belirlenirler. Kendilerini “kadın” ve “ erkek” olarak algılamaları sağlanır ve bu başarılır da. Artık kendileri de birer anne, baba, öğretmen .... olabilirler. Heteroseksüeller için bile bir cendere, bir kuşatma anlamına gelen bu süreç eşcinseller için ve eşcinselliği seçecekler için ayrıca gerçek bir asimilasyon anlamına da gelmektedir. Çünkü mevcut sosyalizasyon, heteroseksist sömürgeci güçlerin belirleyiciliğinde, heteroseksüel bir öz taşır. Sözkonusu heteroseksüel toplumsallaştırma, heteroseksüelliğin dışındaki durumları kabul etmez, yok sayar. Bütün asimilasyon politikalarına ve uygulamalarına rağmen ‘hayır’ diyebilenler çıkarsa, heteroseksist sömürgeci güçlerin diğer kurumları hiç zaman kaybetmeden heteroseksüel toplumsallaştırmanın imdadına koşar. Çoğunluğa uymayan “norm”al değildir ve polis ya da psikolog gerekeni yapar. Bu durum, bizim fizik zor ile ideolojik zor’un madalyonun iki yüzü olduğunu görmemizi sağlar. Okul, ekonomik üretim sürecine teknik eleman ve egemen ideolojiyi yeniden üretmek için ideolojik esir yetiştirmeye yaramakla birlikte çok önemli başka işlevlere de sahiptir. Türkiye’de süreci tamamlayabilen insanların en az 25 yılı çok büyük olasılıkla yaklaşık 30 yılı okul’da geçer. Ömrümüzün yarısını “öğrencilik” yaparak harcarız. Mevcut eğitim sistemini eleştirmekten vazgeçsek bile, teknik olarak bu sürecin gerekli olduğunu aklı başında hiç kimse iddia edemez. İktidar için aslolan tahakküm ilişkilerinin devamı olduğuna göre Milyonlarca insanın insanların okullara hayatlarının okulda kapatılmasının, eve ya da hapishanede pek de (çocuklar, kadınlar, geçmesi önemli olmuyor. yaşlılar), fabrika ve Milyonlarca insanın bürolara (işçiler, okullara kapatılmasının, eve memurlar) ve (çocuklar, kadınlar, yaşlılar), fabrika ve hapishaneye bürolara (işçiler, (suçlular?) memurlar) ve hapishaneye kapatılmalarından (suçlular?) ne farkı var? kapatılmalarından ne farkı var? Elbette böyle bir soru başlangıçta saçma geliyor. Çünkü
okullarda sadece okuma-yazma ve meslek öğrenilmez. Aile kurumundan sonra beyinlere ve bedenlere son darbe indirilir. Aile kurumunda olduğu gibi okulda da öğrenciye bir birey olarak yaklaşılmaz. O, bir öğrenci olarak, eğitilen, denetlenen ve belirlenendir. Yediğine, içtiğine, giydiğine herşeye ama herşeye karışılır. Özellikle ortaokul ve lise dönemi eşcinsel öğrenciler için tam bir kabustur. Bu aşamada heteroseksüel toplumsallaştırma meyvelerini toplar. Bütün baskı ve yönlendirmelere rağmen, kendi ayrımına vararak, heteroseksüel kalıplara uymayan eşcinsel öğrenciler için yeni sorunlar başlar. Daha önceleri alayla yetinen heteroseksüel öğrenciler, kendilerine benzemeyen eşcinsel öğrencilere, artık kendilerini ispatlama dönemi de geldiği için fizik saldırıda bulunurlar. Alay ve dışlamaya, büyük bir cesaretle hırpalama ve dayak da eklenir. Yönetim ve rehber öğretmen için çok doğal olarak suçlu eşcinsel öğrencidir. Durum, siyahla beyaz arasındaki fark kadar açıktır ama ısrarla siyah öğrenciyi beyaza boyamaya çalışırlar. Eğer boya tutmazsa, iş, okuldan atmaya kadar varır. Bu koşullarda eşcinsel öğrencilerin çoğunluğu kendi özgüllüğünü kendi bilincine bile çıkaramadan bütünüyle bastırma sürecine girer. Çoğunluğa uyar ve heteroseksüelmiş gibi davranır. Artık yıllarca sürebilecek bir cehennem sözkonusudur. Eşcinsel öğrenci, kendi durumunu, bir yanlış, bir hastalık olarak algıladığında, heteroseksüel sosyalizasyon başarılı olmuş demektir. Fakat bu başarı çok büyük olasılıkla hayali bir başarı olacaktır. Bir Kürt çocuğuna, Türkçe öğreterek, onu ne kadar Türk yapabilirseniz, bir eşcinsel öğrenci de o kadar hetero olur. Asimilasyon politikaları, heteroseksüel ilişkiyi, biricik ve tek doğal ilişki olarak sunar ve mutlaklaştırır. Okul’da kitaplar yalnızca bu tür ilişkileri tanımlar. Eğitenler bu tür ilişkilerin propagandasını yaparlar. Eşcinsel öğrencinin gözünün içine baka baka, durumu, bir hastalık ya da psişik bir sorun olarak anlatır. Eşcinsel öğrenci susar ve onaylar. İşte bu durum tek kelimeyle sömürgeciliktir. Eşcinsel öğrencinin bedenine ve ruhuna yönelik bir işgaldir. Bununla birlikte, maruz kaldığımız heteroseksüel toplumsallaştırma, heteroseksist sömürgeci güçlerce, eğitim adı altında bize bir hak olarak sunulur! (İlkellere uygarlık götürme lütfunu hatırlayın) Şayet biz bunu bir ‘hak’ olarak talep ediyorsak, o zaman heteroseksüel erkek egemen ideolojinin başarısı ortaya çıkar: Kişiliğimizden, onurumuzdan ve ruhumuzdan vazgeçme hakkı! Özgüvenimizi yitirme ve kendimizden nefret etme hakkı! Kabul edilsin ya da edilmesin mevcut eğitim sistemi, heteroseksist sömürgeci güçler açısından bile bitmiştir. Kendi devletinin eğitim kurumuna güvenmeyen burjuvazi, kendi çocuklarını eğitmek ve ihtiyaç duyduğu elemanları sağlamak için çoktan kendi okullarını açmaya başladı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptırdığı bir araştırma sonunda ‘okul’un öğrencinin hayatından çıkmış’ olduğu ortaya çıkıyor. “Okuldan ne bekliyorsunuz?” sorusuna öğrencilerin yüzde 45’i cevap bile vermiyor.
KAOS GL 32/4
İnsanları daha bebeklikten, kadınlık ve erkeklik toplumsal kategorilerine göre yetiştirmek “ahlaki” ve “normal” oluyor da bazı ‘çocuk’ların ve “öğrenci”lerin eşcinsel olabilecekleri neden ahlaki ve normal olmasın? “Kız” ve “erkek” öğrencilerden başka öğrencilerin de olabileceği kabul edilsin. Eşcinsel öğrencilerin kendilerini tanımlama ve ortaya çıkma hakları tanınsın ve bunun maddi olanakları yaratılsın. Eşcinsel öğrencilerin, öğretmen seçme ve reddetme hakkı tanınsın. Sınıflarda eşcinsellikle ilgili hakaret ve alaylara son verilsin. Sözlü ya da fiziki saldırılara karşı özsavunma hakkını kullanan eşcinsel öğrenciler cezalandırılmasın. Eşcinsel suçlamasıyla görevlerine son verilen, sürgüne gönderilen, açığa alınan öğretmenlerle okuldan uzaklaştırılan öğrencilerden özür dilensin, tazminat ödensin ve geri çağrılsın. Her okulda bir eşcinsel, bir heteroseksüel olmak üzere iki rehber öğretmen görevlendirilsin. Eşcinsellik konusunda bilgisiz olan heteroseksüel öğretmenler, eşcinsel rehber öğretmen ve eşcinsel öğrencilerce eğitilsin. Başta hayatbilgisi ve sosyal kitaplar olmak üzere, bütün ders kitapları eşcinselliği ve eşcinsel öğrencileri yoksaymayacak ve kötülemeyecek bir şekilde yeniden yazılsın. Sosyal konuların işlenmesinde eşcinsel öğrencilere öneri ve söz hakkı tanınsın. Kadınlığın ve eşcinselliğin aşağılandığı ve insanların yarıştırıldığı Milli Güvenlik ve Beden Eğitimi derslerine girmek istemeyen eşcinsel öğrencilere bu hak tanınsın. Eşcinsel öğrencilere özgürlük! Heteroseksüel toplumsallaştırmaya lanet! BİR GRUP LEZBİYEN VE GAY ÖĞRENCİ
BUYRUN “TEDAVİ”YE Aşağıdaki yazı Pink Paper’da, Mart ayında, psikiyatri servisi ve eşcinsellik konusunda yayınlanan bir makale ile bir psikoterapi öğrencisi ve cinsel sağlık danışmanı olarak kendi iş tecrübelerimden çıkardığım sonuçların bir karışımıdır.
Nedim B./Londra Çok ilginçtir ki psikiyatri servisini kullanan bir çok gay ve lezbiyen “tedavi” bittikten sonra kendilerini psikolojik olarak daha da kötü hissetmektedir. Cinsel yönelimleri yüzünden değil başka nedenlerden dolayı yardım istediklerini söylemelerine rağmen psikiyatr ve diğer zihinsel sağlık çalışanlarının lezbiyenlerin ve gaylerin cinselliklerini bir patoloji, hastalık olarak görmeleri duyulmamış bir olay değil. Zihinsel sağlık alanında çalışan lezbiyenlerin ve gaylerin çeşitli nedenlerle hala “out” olmaması ve lezbiyenlik ve gaylik üzerine aynı alanda varolan kaçamak sessizlik önemli bir sorun oluşturuyor. Psikiyatri alanının eskileri bile zihinsel sağlık sisteminin bürokrasi tekerleri arasında sıkışıp kalmış lezbiyenlerin ve gaylerin deneyimleri konusunda çok az şey bilindiğini itiraf ediyor. Önyargısız Sağlık Bakanlığından aldığı yardım ile zihinsel sağlık örgütü Mind bu alandaki hizmetleri kullanan lezbiyenlerin ve gaylerin deneyimlerini inceleyen bir araştırma yapmış. “Önyargısız” adı verilen araştırma sırasında ülke çapında 50 lezbiyen ve gay ile görüşülmüş. Araştırmacıların görüştüğü kişilerin yüzde 78’inin bir zihinsel sağlık örgütünde “out” olmaktan çekindikleri belirlenmiş. Yüzde 73’ünün hem sözlü hem de fiziksel olarak taciz edildiği düşünülürse bu çekincelerinde ne kadar haklı olduklarını anlamak zor değil. Lezbiyensen hastasın Projenin sorumlusu Jackie Golding, “araştırmanın sonuçları lezbiyenlerin ve gaylerin güvenli bir terapi ortamında bulunmaları gerekirken, aslında sorunlarının daha da kötüleştiğini gösteriyor” diyor. Araştırmaya katılanların yarısından fazlası cinsel yönelimlerinin, sorunlarının
KAOS GL 32/5
nedenlerinin açıklanmasında uygunsuz bir şekilde kullanıldığından şikayet etmiş. Hastane kayıtlarını inceleyen bir lezbiyen psikiyatrın zihinsel sorununun cinselliği etrafındaki çözümlenmemiş çelişkilerden kaynaklandığını yazdığını keşfetmiş. Bir diğerine ise lezbiyen olmasının nedeni olarak geçmişte tecavüze uğradığı gösterilmiş. Yine araştırmaya katılanların yarısından fazlasına cinsel yönelimlerini değiştirirlerse çok daha az sorun ile karşılaşacakları söylenmiş. Lezbiyenlerin, gaylerin ve biseksüellerin herkes gibi farklı farklı nedenlerle psikolojik sorunları olabileceğini söyleyen Golding, ancak bir çoğuna cinselliklerinin sorunlarının ardındaki neden olarak gösterildiğini belirtiyor. Golding ekliyor: “Sorun -cinselliklerikendi hatalarıymış gibi gösteriliyor ve böylece sağlık sisteminin içinde hapsediliyorlar. Şikayet ederlerse hiçbir haklarının olmadığını görüyorlar. Bu yüzden de bir çok lezbiyen ve gayin sağlık kurumlarında “out” olmamalarına şaşmamak gerekiyor.” Mind, araştırmanın sonuçlarını zihinsel sağlık alanında çalışanlara yönelik düzenlenecek bir dizi eğitim çalışmasında kullanmayı planlıyor.
hizmeti alıp almamadaki karar size aittir. “Uzman” kişiler genelde kendi profesyonel yaklaşımı konusunda bir fikir sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer bunu kendi başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız en azından ilk randevunuza yakın bir arkadaşınızı yanınızda götürün ve aşağıdaki noktaları onunla önceden tartışın. 1. Görüştüğünüz kişinin uzmanlık alanı ne? Psikiyatr mı yoksa psikoterapist ya da psikolog mu? Aralarındaki farktan emin değilseniz bu konuda küçük bir araştırma yapın. Unutmayın üçü de zihinsel sağlık alanında çalışır, ancak sorunlara yaklaşımı ve çalışma biçimleri oldukça farklıdır. 2. Eşcinselliğe yaklaşımı ne? Eğer eşcinselliği tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görüyorsa önerim hemen oradan ayrılın. Sizi hasta olarak gören bir kişinin sizi anlaması mümkün değildir. 3. Eşcinsellik konusunda kişisel ve profesyonel deneyimi ne? Kişisel deneyimi ya kendisinin aynı cinsten biriyle yaşadığı bir ilişki olabilir ya da çevresinden tanıdığı eşcinseller aracılığıyla edinmiş olabilir. Eğer ben bu soruları sorarak o “uzmanı” utandırırım diye düşünüyorsanız o zaman o uzman sizin yaşadıklarınızı rahatça nasıl dinleyebilir. Siz kendi dünyanızı hiç tanımadığınız birine açacaksınız bu yüzden de o kişi ile ilgili biraz bilgi sahibi olmak hakkınız. Bu soruyu cevaplamakta rahatsız ise büyük bir olasılıkla sizi dinlerken de aynı şeyleri hissedecek ve kendi içinde yaşadıklarına bakmaktansa sizi hasta olarak görüp sorumluluğu size yıkacaktır. Profesyonel deneyimi bu konuda, özellikle cinsellik alanında aldığı eğitim ya da daha önce işi nedeniyle gördüğü eşcinseller aracılığıyla kazanılmış olabilir. Eğer daha önce eşcinseller ile çalışmış ise ne kadar süre ile nasıl çalıştığını ve sonuçlarının ne olduğunu sorun.
Ne yapmalı Bir çok lezbiyen ve gay çeşitli nedenlerle hayatının bir döneminde kendini bir psikiyatr, psikolog ya da psikoterapistin kapısının önünde bulabilir. Bu nedenlerin arasında kişinin cinselliği ile bağlantılı sorunların yanında bambaşka bir sorun da bulunabilir. Kendinize sormanız gereken ilk soru bu konuda neden yardıma ihtiyacınız olduğu. Siz kendiniz mi karar verdiniz yoksa örneğin aileniz ya da başka biri mi sizi zorladı. Eğer kendi rızanız dışında bu yola başvurduysanız en azından bu konuyu o uzman ile konuşup belki de sizi zorlayanlar ile aranızdaki iletişimsizlik konusunda yardım isteyebilirsin. Eğer kendi rızanız ile o uzman kişiye gittiyseniz aşağıdaki soruları mutlaka sorun. Unutmayın günün sonunda belli bir hizmeti kullanıyorsunuz ve size sunulanın ne olduğunu bilmek ve o
4. Sizi dinliyor mu? Siz konuşurken dinliyor mu yoksa sürekli olarak sözünüzü kesip yorum mu yapıyor? Unutmayın bu sizin hayatınız ve yaşadıklarınız size ait. Sizin dünyanıza girip sizi anlamaya çalışmıyorsa çıkaracağı sonuçlar kendisine ait olacak ve büyük bir olasılık ile sizin hayatınızda bir işe yaramayacaktır. Uzmanın görevi size kendi doğrularını vermek değil, kendi hayatınıza bakmanızda ve kendiniz için gerçekçi sonuçlar çıkarmanızda yardımcı olmaktır. 5. Gizlilik kuralı var mı? Sizin terapi sırasında anlattıklarınız ne dereceye kadar o uzman ile sizin aranızda kalacak. Verdiğiniz bilgileri kimler ile paylaşacak. Türkiye’de hastane ortamında bunları yapmak zor olabilir ancak özel görüştüğünüz bir uzman ise mutlaka gizlilik konusunda sözlü ya da yazılı kontrat isteyin. Bu konuda düşünülmesi gereken en önemli nokta sizin rızanız olmadan kimseye sizin hakkınızda bilgi vermemesi olacaktır. 6. Sizin ile nasıl çalışacak? Eğer aldığınız yanıtlardan hoşnutsanız sizi ne kadar süre ile göreceğini ve nasıl bir şekilde çalışacağını sorun. Yukarıdaki sorulara kendiniz de eklemeler yapabilirsiniz. Uzman kişiye getirdiğiniz sorun ne olursa olsun bu soruları mutlaka sorun. Cinselliğiniz hayatınızın vazgeçilmez bir parçası. Bunu paylaşamazsanız o kişiden alacağınız yardım yarım olacaktır.
KAOS GL 32/6
İlk Eşler Kulübü YÖNETMEN :Hugh WİLSON OYUNCULAR :Bette MIDLER, Goldie HAWN, Diane KEATON, Jennifer DUNDAS YAPIM :1996, ABD Yeşim T. BAŞARAN “İlk Eşler Kulübü”. 15-20 yıllık eşlerini daha genç kadınlara kaptırdıkları için bunalıma giren 3 kadının öyküsü. Komedi filmi. Olivia Goldsmith’in aynı isimli romanından uyarlama. “Now and Then/Bağlılık Yemini” ve benzeri filmlerdeki gibi bir açılış, çok klişe. Bir okul, bir kaç genç kız birbirleriyle çok iyi anlaşırlar. Hepsinin filmin ilk birkaç dakikasında anlaşılan, ön plana çıkan özellikleri filmin ileriki dakikalarında izleyeceğimiz şeylere dair fikirler oluşturur kafamızda. Kızlar hayatları boyunca birbirlerinden ayrılmayacaklarına and içerler, muhtemelen birliklerinin sembolü bir takı vardır her birinde. And’tan sonraki sekansta artık orta yaş gelmiştir, kızların evlerini gezer kamera, and takıları herbirinin evinde en önemli köşeyi tutmuştur. “İlk Eşler Kulübü” de öyle başlıyor. ******* Fragman boyunca her birinin evini dolaşıp, ilk dakikalarda kadınlara atfetmiş olduğumuz özelliklerle, evlerdeki eşyaları birleştirip kadınların şimdiki toplumsal konumunu tahmin etmeye çalışıyoruz. Dördüncü evde duruyoruz. Kadın, zengin bir adamla evlenmiş. Muhteşem bir ev. Kadın çok mutsuz diğer üç arkadaşının hayatlarının harika olduğunu, kendisinin ise hiç bir işe yaramayan, başarısız bir hayat sürdüğünü düşünüyor. Bunun nedeni ise, kocasının daha genç biri için kendisini boşuyor olması. Burada iki nokta ortaya çıkıyor. Mutlak Mutsuzluk Bu kadın kendini mutsuz, yalnız ( hatta dünyadaki en mutsuz ve en yalnız) bulurken, diğer arkadaşlarının yaşamlarına gıpta ediyor. O yaşamları yüzeysel bir şekilde algılıyor. Meslekleri, ekonomik durumları, kocalarının toplumsal konumları, çocuklarının gittikleri okul, saçlarının daha fazla parlıyor olması, vb. farklı bağlamlarda farklı nedenler. Gıpta ettiği kadınların da ona gıpta ettiklerinin farkına varmadan. Bu mutsuzluk anlayışı beni
çıldırtıyor. Herkes mutlak anlamda mutsuz, mutlak anlamda yalnız. Herkesin bu anlamda neler hissettiğini kapsayıcı bir şekilde farketsek, iletişimde olduğumuz herkesin mutlak mutsuzluğu ve mutlak yalnızlığı bizim için anlaşılır olsa, mutlak mutluluğa (!) olabildiğince yaklaşırdık herhalde. Diğer arkadaşlarının kendisini artık sevmediğini, artık görmek istemeyeceğini a priori düşünüp, onların da aslında aynı hislerle kendilerini mutlak yalnızlıklarına kapattıklarını görmüyor, bu kadın. Çıldırmamak işten değil. Hepsi mutsuz ve birbirlerine ihtiyaç duyuyorlar, ama bunu dürüstçe birbirlerine itiraf edemiyorlar. Koca Sorunu Kadın mutsuz dedim, bunalımda. Sebep kocası. Kocası daha genç biri için kendini terkedince, yaşamı birden “başarısız”laşıyor. Çünkü yaşam “kocayla” anlam kazanıyor. Bir yaşamın nasıl olup da başarılı ya da başarısız diye tanımlandığını hiç anlamam ya. Bir de bu başarısızlığın gerekçesi kocayı elden kaçırmak olunca, felsefi anlamda iyice çöküyor bu yaşam anlayışı. Yani kadın kocasını kaybetmemek için bedenini kocasının istediği gibi şekillendirse, kocasının istediği gibi gülüp, kocasının istediği ses tonuyla konuşsa, kocasının istediği şeyleri söylese, yani ne bileyim, kocası ne istiyorsa onu yapsa, hayatı daha başarılı olacak. Kadınlar çıldırmış olmalı! Vee... Kadın bu nedenlerle intihar ediyor... ******* Annie (Diane Keaton), söylememe gerek yok, filmin teması, kocasıyla sorunlar yaşıyor. O nedenle psikoterapiye gidiyor; o da bunalımda, bunalımda. Her neyse evine geliyor. Kızı Chris’le (Jennifer Dundas) sorunları hakkında konuşurken
KAOS GL 32/7
kızının da mutsuz olduğunu farkediyor. Bütün kadınların sorunu erkekleri olabilir ya (!), “yoksa erkek arkadaşın...” diyor. Kız “anne, ben lezbiyenim” diyor. Annie şaşkınlığını üstünden atmamışken “Ama babama ben söylemek istiyorum. Noelde ya da doğum gününde...” diyor Chris. Çünkü babasını sevmiyor, mutlu bir gününde onu mutsuz etmek istiyor. Lezbiyen politikasından baktığımızda, müthiş bir kendine güven. “Ben kendimi, kendi algılarımı biliyorum, tanıyorum, toplumsal ahlak anlayışına ters düşse bile. Ve sevmediğim babamı bu gerçeği öğrenmesi durumunda düşeceği mutsuzluk, ah, tam da benim istediğim. Toplumsal ahlakla mücadele yöntemim bu benim.” Chris’in bu özgüveni, filmde komedi unsuru olarak kullanılıyor, toplumsal ahlakla dalga geçen bir komedi. Ama en azından bizim gittiğimiz (4 lezbiyen, 2 gay gittik filmi izlemeye) seanstaki izleyici bunu farkedemedi. Film boyunca Chris’li sahnelerde, salonda sadece altı kişi filmi algılıyor ve gülüyordu. Salondaki izleyici tabiki bunları anlayamazdı, çünkü lezbiyenlik ve özgüven kavramları kafalarında çakışmıyordu. Her neyse, filme dönelim. Brenda’nın (Bette Midler), aynı şekilde kocası kendisini daha genç bir kadın için terkediyor. Söyleyecek çok söz yok geçelim. Elise (Goldie Hawn) filmi yıldızı, onun da kocası... Biliyorsunuz güzelliği onun için çok önemli. Elise’i filmin başındaki okul sahnesinden sonra (ki aynanın başından ayrılmamıştı, “filmin başında görülen tabanca patlar” esprisi)
estetikçisiyle yaptığı bir konuşmada karşımıza çıkıyor. Dudaklarına silikon istiyor, ısrarla. Doktoru böyle bir ameliyattan sonra, gözleri yerine dudaklarını kırpacağını söylüyor, ama nafile. Elise’nin silikon dudakları filmin komedi öğeleri içinde yerini alıyor hemen, ağızdan düşen sigaralar, vb. “Kadınlar, erkekler uğruna kendilerini ne hallere sokuyor”la dalga geçiyor film. “Dead Becomes Her/Ölüm Kadına Yakışır”da olduğu gibi. Yolun yarısını geçmiş olan Goldie Hawn’ın her iki filmde benzer rolü oynaması bir rastlantı mı, acaba? Bilmem. Arkadaşlarının intiharı Brenda, Elise ve Annie’yi cenazede bir araya getiriyor, yıllar sonra. Ardından akşam yemeği. Önce, üçü de hayatlarından ne kadar memnun olduklarını ballandıra ballandıra anlatırlarken, arkadaşlarının intiharı onların çektikleri acılarla yüzleşmelerini sağlıyor ve itiraf dönemi başlıyor. Bu elbette kolay olmuyor, ama sonuçta oluyor ya. Kadınların akşam yemeğinde birbirlerine açılması süreci, filmde en beğendiğim yerlerden biri (Chris’li sahneler dışında). Çünkü klasik “kadın rekabeti” konusu, bilirsiniz. Erkekler yüzünden kadınlar birbirlerine zıt kutuplara ayrılmışlardır, her kutupta sadece tek bir kadın. Hayatta başarılı (!) olmak çok önemlidir, başarı erkeğe bağlıdır, erkekle bir sorunu varsa bu diğer kadınlardan dikkatlice saklanmalıdır. Çünkü bu durumda, diğer kadınlar karşısında küçük düşülür. Ama arkadaşlarının intiharı konusunda konuşmaya başladıktan sonra, süreç onları ister istemez itirafa götürüyor.
KAOS GL 32/8
Ve bu üç kadın birdenbire erkeklerin kendilerini ne hale getirdiğini farkediyorlar. KAOS GL’nin 28. sayısında “Dördüncüden Haber Yok” isimli yazısında, Coşkun’un Taksim Parkı’nda karşılaştığı arkadaşıyla eşcinsel hareket üzerine yaptığı geç kalmış sohbette olduğu gibi.
bir kere işlemeye başladı. İtildikleri yalnızlıklarından birbirlerini ancak kendilerinin çekebileceği gerçeğini gördüler bir kere. O nedenle, kısa bir dinlenme ve düşünme devresinden sonra yeniden bir araya geliyorlar. Ve bir yığın komik olayın ardından, kocalarının işlerini ellerine geçiriyorlar.
Filmin bu noktasından itibaren bu üç kadın yeni bir antlaşma yapıp “İlk Eşler Kulübü”nü kuruyorlar, bir içki bardağının Ne oluyorsa bundan sonra oluyor, işte. Kocalarının işlerini içine nikah yüzüklerini atarak. Erkeklere karşı kurdukları bu ve paralarını ellerine geçiriyorlar da, ellerine aslında hiç bir birlik, önceleri erkeklerden öç alma perspektifinde ilerliyor. şey geçmiyor. İntikam mantığının pek de bir işe Yani amaçları, erkeklerin ellerinde ne var, ne yoksa ele yaramadığını, asıl sorunun çözülmediğini görüyorlar. Çünkü geçirmek. “Erkek küfrediyorsa, ben de küfrederim” mantığı. sorun kocalarının onları daha genç kadınlar için terk edip Amaçlarına giden yol, bu zengin, iyi iş sahibi üç erkeğin mutsuzluğa sürüklemeleri değil, onların “kocalarını” işlerini yürütmedeki açıklarını bulmak. Bunu yapabilmek hayatlarının merkezlerine koyup yaşamaları. Bunun çözümü için çeşitli kişilerden yardım istemeye karar veriyorlar. de kocalarından intikam almak değil, yaşamlarını kendilerine göre tanımlamaları, zenginleştirmeleri. “Koca merkezli” Bunlardan biri de Annie’nin kızı Chris. Babasına karşı, düşünüş şeklinden zaten kurtulmuş olduklarını farkediyorlar. annesi ile birlikte çalışmak, zaten Chris’in dünden razı O zaman ne yapmalı? Başka kadınların da hayatlarının olacağı bir şey. Akşamın bir saati, bu üç kadın Chris’i merkezinden “koca”larını çıkarmalı bunun için de, işlerini bulmak için lezbiyen bar yollarına düşüyorlar. “Kızıma kocalarına geri veriyorlar, kendilerine gerekli miktarda para yaşam tarzını desteklediğimi göstermeliyim” diyor, Annie. alıp intihar eden arkadaşlarının adına adadıkları bir “Kadın Ve o kapıdan içeri giriyorlar. İçeride hiç erkek yok. Ellise, film yıldızı olduğu için hemen Merkezi” açıyorlar. Kadınların tanınıyor. Kadınlardan biri önüne birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, atılıyor Ellise’in. “Biliyordum, senin gerektiğinde sosyal yardım alacakları bir Filmin tüm lezbiyen olduğunu biliyordum. Benimle mekan. Mutlu Son! kahramanları üst dans eder misin?” diye. Üç kafadar çok memnun. Ortamı gayet kadınca Mutlu Son’da beni ezen bir şey var. sınıftan, daha doğrusu Bu buluyorlar, “burada herkes kadın”. Sınıf çelişkisi. Filmin tüm kahramanları Feminizmle lezbiyenlik kesişiyor. erkek kahramanları. üst sınıftan, daha doğrusu erkek Brenda bara oturuyor, yanında ağlayan kahramanları. Kadınlar da eş Kadınlar da eş bir kadın. Soruyor. 18 yıllık sevgilisi durumundan üst sınıfta. Aslında onu daha genç biri için terketmiş kendilerine ait beş paraları yok. Ama durumundan üst kocalarınınkini ellerine geçirip, kendi (kadın-erkek sorunları burada da sınıfta... kurtuluşları için gerekli yolda tükenmemiş??). “Benimki de!” diyor, kullanıyorlar. Peki eş durumundan bile Brenda. Resmini gösteriyor kocasının. üst, hatta orta sınıf bile olamayan “Hey! Çok erkeksi!” Sinema salonunda yine altı kişi gülüyor yalnızca. Annie ise ...Peki eş durumundan kadınların kurtuluşu? Filme “Amerikan kızını buluyor. “Anne, ama, ne işin var bile üst, hatta orta sınıf komedisi” deyip geçebilir miyiz? Bilmem. burada!” Annie, orada bir işi bile olamayan olabileceğinden emin, planını anlatıyor Chris’e. Dedim ya Chris dünden razı. kadınların kurtuluşu? Filmi anlatırken aralara sıkıştıramadığım, ama anlatmadan da geçemeyeceğim bir Oyunculukları mükemmel bu üç kadın, konu var. Psikiyatri. Toplumsal ahlakla lezbiyen bardan çıkıyorlar. Gay dalga geçildiği gibi, psikiyatriyle de dalga geçiliyor filmde. mekanlara sıkışmış biz Türkiyeli lezbiyenler ise, ağzımız Örneğin Kadın Merkezi’nin açılışında, Brenda oğlunu dansa açık izliyoruz bu lezbiyen barı. “Ama, ama, neden bizim de kaldırmaya çalışıyor, çocuk oldukça gönülsüz. “Hadii! mekanımız yok!” Gayler, gay mekanların gayleri sistem Psikiyatrına bu hafta anlatacağın bir konu olur!” Hele hele içinde erittiğine dair sohbetler yaparlarken, bu konu biz Annie’nin psikiyatri maceraları... Kendi mutlak mutsuzluğu lezbiyenlere lüks geliyor. Biz lezbiyenler, Türkiye’de ve mutlak yalnızlığı dolayısıyla çareyi psikiyatride arıyor yokmuşuz gibi yaşıyoruz. Annie. Ancak kocası onu psikiyatrıyla aldatıyor(!) Psikiyatr ise, Amerikan filmlerinde rastladığımız tiplerden. Hastasının Tatbikat başlıyor. Kadınlar amaçlarına doğru ilerliyorlar, zayıf yönlerini bilen ve bunu kullanan. Ama mutlak arasıra tökezleyerek. Tökezleme nedenleri, insanın yalnızlığın çözümü psikiyatride değil, yazı boyunca kendisiyle yüzleşme ve itiraf süreçlerinin hiç de öyle kolay söylediğim gibi yüzleşme ve itirafta. Kendin gibi insanlara olmamasından kaynaklanıyor. Aralarında, birbirlerini itiraf edip, onların itiraflarını koşulsuzca kabul etmede. tokatlamaya varan bir kavga geçiyor. “Ben şöyleyim işte, Kendine ve karşındakilere karşı dürüst olmada. Bu ise, allah kahretsin, kendimden nefret ediyorum” diyemiyorlar birbirlerine. Her biri kendi köşesine çekiliyor. Ancak süreç biliyorum çok zor. Ben mi? Bilmem, yapabildiğimi sanıyorum, ama kimbilir?
KAOS GL 32/9
GAY SEKS
*
Margaret Cruikshank Çeviren: Selçuk Gay seks sadece sekstir. Lezbiyen ve gay özgürleşme hareketinin iddialarından biri de bu düşüncenin kabul edilmesini sağlamaktır. Araştırmalar eşcinsel düşmanı önyargının eşcinsellerle kişisel bağlantıyla ters orantılı olduğunu gösteriyor. Bu yüzden zaman geçtikçe ve daha çok heteroseksüel okulda, iş yerinde veya komşuları olarak lezbiyenler ve gaylerle tanışma fırsatını buldukça gay seksin kötü veya gayri tabi olduğu düşüncesi yavaş yavaş kaybolabilir. Öte yandan farklılığa duyulan köklü korkuya seks korkusu da eklenince, sonuçta kişinin kendi farklılığını bastırması veya inkar etmesi ve bunu başkalarında görünce saldırması yönünde güçlü bir etki doğmaktadır. Eğer AIDS felaketi gay özgürleşme hareketinin ikinci on yılında ortaya çıkmamış olsaydı, lezbiyen ve gay seksin sadece seks olduğu düşüncesi şimdiye kadar çoktan kabul edilmiş olurdu. AIDS ve HIV gay seksin yalnızca kötü değil aynı zamanda ölümle eş anlamlı olduğu sonucuna vardıran, medyanın bu hastalığa bakışıyla şiddetlenen bir korku yarattı. AIDS’li insanlar uçkuru düşük diye klişeleştirilip cüzzamlı muamelesi gördüler. Gay seksin ölümcül bir hastalıkla bağlantılandırılması bir cinsel özgürlük hareketi olarak gay özgürleşmesine yıkıcı bir darbe vurdu. 1970’lerde gay seksine yönelik çok açık, özgür, coşkun ve yüceltici tutumlar, 1980’lerde eşcinsel erkeklerin, özellikle büyük kentlerdekilerin, kendilerindeki cinselliğe dönük olumsuz tutumlara ve çoğunlukla düşmanca yaklaşan heteroseksüel dünyaya karşı ayakta kalma çabalarıyla değişti. Çevreleri ölmekte olan dost ve sevgililerle doluyken gaylerin, cinsel yaşamlarının değerini ve saygınlığını tasdik etmeleri büyük cesaret istiyordu. Bu AIDS’in medyanın gözardı ettiği bir yönüydü. Bir on yıl boyunca, yaşamlarının ortasında, hastalıkla savaşıp ölümle yüzleştikten sonra gayler federal, eyalet ve yerel hükümetlerinin AIDS’e yeterli bir tepki vermelerinin kaybedilen yaşamları kurtarabileceğini öğrendiler. Örümcek kafalı sağcıların ve bazı doktorların eşcinsellik nefreti sonucu AIDS’li oldukları sanılan gaylerin seksten ellerini çekmeleri, tanrının cezasına uğramaları şeklinde algılandı. Reagan’ın eylemsizliği de gay seksinde yanlış bir şeyler olduğu şeklindeki halk inancını artırdı. Eğer bu inanış için herhangi bir rasyonel veya bilimsel bir temel olsaydı, ikinci dünya savaşı sırasında ordu ve donanma psikiyatrları farklı geçmişleri olan binlerce eşcinsel üzerinde çalışma fırsatına sahipken bu kolaylıkla kanıtlanabilirdi.
AIDS ve HIV gay seks hakkında olumsuz görüşleri teşvik etse de hastalıkla savaşmak için yapılan eğitim çalışmaları yetersiz olmalarına karşın gay seks üzerindeki esrar perdesini kaldırdı. Sonuç olarak şu anda AIDS’in 1981’de ilk görülüşünden öncesine göre kamuoyu eşcinselliğin daha çok farkında. Bir çok Amerikan yazar tarafından dikkat çekilen kalıplardan biri de Amerikan tarihindeki temizlik seferlerinin [purity campaigns] çok sayıda kötülüğü seksle ilişkilendirmesidir. “Seks gücü kontrolden çıktığında toplumsal kaos doğuracak, denetlenemez bir güç olarak görülüyordu” (D’Emilio ve Freedman 1988:284). Bu yüzden eşcinselliği bastırma çabalarının arkasında yatan itkilerden biri herhangi bir önü kesilmemiş cinsel ifade biçimine duyulan korkudur. Eşcinsellik eskiden özellikle tehlikeliydi, çünkü gizliydi. Çocukları taciz eden eşcinsel şablonunun kökeninde “masum aile ve çılgın, esrik ve riskli seksten çok basit, idare edilebilir ve işlevsel seks anlayışını korumaya duyulan toplumsal ihtiyaç yatıyor”. (Mohr 1983:127) Üstelik Eşcinseller çekirdek eşcinsellerin ailenin parçalanmasından bazıları sekse sorumlu tutulabilecek daha fazla önem uygun günah verebilir. Çünkü keçileridir. Yaşamlarının ayırıcı yaşamlarının uzun özelliği mutlaka bir dönemi çılgın ve esrik seks olmasa da lezbiyenler boyunca cinsel ve gayler yalnızca doyum hakları varolarak cinsel ellerinden alınmış özgürlüğü simgelemektedirler. veya heteroseksüel Bazı heteroseksüeller evliliklerde eşcinsellere gayin sekse eşit olduğu cinselliklerini şeklinde öylesine yaşayamamışlardır abartılı bir cinsel . yaşam yansıtarak kendi cinsel huzursuzluklarından kurtulmayı ummaktadırlar. Bu süreç siyah erkeklerin bir
*
Yazar, “gay” kelimesini hem kısalığından hem de bir zamanlarki geniş kullanımından dolayı bazı yerlerde hem kadın hem erkek eşcinselleri işaret etmek için, bazı yerlerdeyse sadece erkek eşcinselleri işaret etmek için kullanmış. Başlıkta kastedilen ise lezbiyen ve gay seks.
KAOS GL 32/10
zamanlar çok seks düşkünü olarak mitleştirildikleri sürece oldukça benzerdi. Korkulan bir kategoriye ait insanlar seks sembolleri haline getirildiklerinde insanlıklarını, berraklıklarını yitirmektedirler. Yaşamlarının diğer yönleri ilgi uyandırmamaktadır. Aklını seksle bozmuş ibne [faggot] veya ablacı [dyke] miti, heteroseksüelleri farklı diye algıladıkları insanlardan keskince ayırmakta ve aynı zamanda azınlıktaki insanların kimliğini bulandırmaktadır. Bu süreç siyahlar ve eşcinsellerde olduğu gibi yaşlılar ve kadınlarda da yaşanmıştır. Cinsel haz arayışı artmış bir cinsel ihtiyaç duygusu, heteroseksüellere göre lezbiyenler ve gaylerin daha fazla ayırıcı bir niteliği olabilir. Çünkü gay seks yasaktır ve bu yüzden yasak elma cazibesine sahip olabilir; bunun sebebi çok sayıda gayin aile sorumluluğu taşımamasıdır; aynı zamanda gay yaşamının koşulları bir carpe dien (gününü yaşa, hayatın zevkini anında tat) felsefesini teşvik etmiş olabilir. Ancak bu felsefe muhtemelen genel olarak tüm kent insanlarının ayırıcı özelliğidir. Üstelik eşcinsellerin bazıları sekse daha fazla önem verebilir. Çünkü yaşamlarının uzun bir dönemi boyunca cinsel doyum hakları ellerinden alınmış veya heteroseksüel evliliklerde cinselliklerini yaşayamamışlardır. Kadınlar ve erkekler farklı biçimlerde toplumsallaştıklarından veya cinsiyet farklılıkları kim olduğumuz duygusunda çok temel bir yer kapladığından kadın ve erkek eşcinseller, çok fazla ortak yönleri olduğu açık olmasına karşın, iki ayrı tip olarak görülmelidirler. Gay erkek cinsel yaşamı daha görünür ve aleni olma eğilimindedir. Örneğin 1950’lerde Boston’da iki düzine gay bara karşı yalnızca tek bir lezbiyen barı vardı (D’Emilio ve Freedman 1988:291). Daha yakın zamanlarda ise diskotekler eşcinsellerin erotik duygularını ifade edebildikleri bir mekan haline geldi. Tanımadıkları insanlarla rasgele seks yapmak AIDS’e kadar gayler arasında oldukça yaygındı; gay olma özgürlüğü çok sayıda cinsel partner edinme özgürlüğüyle doğrudan ilintilendiriliyordu. AIDS’den önce Eşcinseller gayler hakkında çekirdek ailenin yazan Denis Altman gaylerin parçalanmasından tanımadıkları sorumlu kimselerle seks t u t u l a b i l e c e k u y g u n yapma isteklerini “örneğin gay günah keçileridir. hamamlarında” Yaşamlarının dışarıdaki dünyanın “rütbe, hiyerarşi ve ayırıcı özelliği yarışma gibi erkek mutlaka çılgın ve bağlarından çok esrik seks olmasa uzakta bir çeşit kardeşlik” deneyimi da lezbiyenler ve kazanma isteği gayler yalnızca olarak yorumlamaktadır. varolarak cinsel Ancak Altman özgürlüğü hamamların da s i m g e l e m e k t e d i r l e r . kendi hiyerarşileri olduğunu, genç ve güzel olanların
özellikle ödüllendirildiğini kabul etmektedir (1983:79-80). Lezbiyenler genelde birbirlerini seks nesneleri olarak görmezler, ki bu seks için partner arayışında bir koşuldur. Az sayıda lezbiyen, kadın barlarında seks için partner aramaktan hoşlanmaktadır. Seks için tanımadıkları insanları ayarlama sanatı genellikle yaşamlarının bir parçası değildir. Gaylerden daha uzun süreli birliktelikler kurma eğiliminde olsalar veya cinselliklerini aleni olarak daha az ifade etseler de, Celeste West’in Lezbiyen Aşk Danışmanı’nın popülerliğinin gösterdiği gibi lezbiyenler seksle çok ilgilenmektedirler. Ancak seks gaylerin kimliklerinde ve kendilerini ifade etmelerinde çok daha merkezi bir yerde gibi görünmektedir. Sessiz Ateş ve Yaşlı Gaylerin Anıları kitaplarında görüşülen kişilerin çoğu cinsel fetihlerini ve deneyimlerini hatırlatmaktan büyük zevk almaktadırlar. Yaşlı lezbiyenler hakkında bir kitap olan Uzun Zaman Önce’de görüşülen kadınlar ise seksten çok daha az bahsetmektedirler. Pepper Shwarz ve Philip Blumstein’ın yaptığı amerikan çiftleri araştırması gay çiftlerin cinsel yönden en fazla, lezbiyenlerin ise en az aktif olduklarını bulmuştur. Geniş davranış kalıpları bir bireyin cinsel davranışları hakkında pek az şey anlatır. Sonuçta heteroseksüeller gibi eşcinseller de cinsel zevkleri ve alışkanlıkları birbirlerinden çok farklı olan insanlardır. Gayler ve lezbiyenler arasındaki önemli bir fark da orta yaşlı ve yaşlı lezbiyenler kendilerini cinsel yönden çekici ve arzu edilir olarak görüp, diğer lezbiyenlerce de böyle göründüklerini düşünürlerken gayler genç ve güzel bedenlere değer vermektedirler. Bazı gayler diğer erkekleri nesneleştirme eğilimindedirler. Örneğin penis boyutuna veya kaslı vücutlara değer vermektedirler. Elli hatta kırk yaşın üzerindeki gaylerin yüzüne yaşlı diye bakılmayabilmektedir. Yaşçı tutumlar lezbiyenler arasında da görünmektedir, ancak lezbiyen camiasında yaşlıların konumu çok daha yüksektir. Seks partneri olarak gençleri tercih eden yaşlı gayler [chickenhawk-piliç şahini diye adlandırılırlar] gençler için öğretmen veya baba işlevi görürler. Ancak bu geleneksel gay seks rol kalıpları değişiyor gibi görünmektedir. Artık artan sayıda genç gay kendi yaşıtları arasından cinsel partner bulabilmektedir. Lezbiyenler aynı zamanda gaylerin yaptığı gibi cinsel partner için sınıf çizgilerini bir kenara atmıyor gibi görünmektedirler. Auden, Isherwood ve Spender 1930’larda macera ve seks için Berline’e gittiklerinde işçi sınıfından genç erkeklere tutulmuşlardı. E. M. Forster işçi sınıfından İngiliz erkeklerine aşık olurdu. Natalie Barney ile Romaiene Brooks, Alice B. Toklas ile Gertrude Stein ve Una Troubridge ile Radclyffe Hall gibi tanınmış lezbiyen çiftler ise aynı sınıftan gelmeydiler. AIDS’in trajik yayılışı lezbiyen seksini gay seksinden iyice uzaklaştırdı. Bazı lezbiyenlere kan nakli yoluyla HIV bulaşmışsa da Hastalık Denetim Merkezi cinsel yoldan HIV kapan lezbiyen vakasına rastlamamıştır. Lezbiyenlerin seks konusunda daha deneyimli ve açık hale geldikleri bir zamanda, gayler tedbirli davranmak zorundadırlar. Ancak sonuçta lezbiyenler de HIV’e karşı önlem almalıdırlar. Çoğu lezbiyen, dostlarını AIDS’e kurban vermişti ve bu yüzden gaylerle benzer duyguları paylaşıyorlardı. Geçmişte bazı lezbiyenler gaylerle evliydiler ve bugün AIDS’ten ölmekte olan eski kocalarının
KAOS GL 32/11
bakımlarına yardım etmeleri sıradışı bir durum değil. Lezbiyenlerle gayler arasındaki ana bir tarihsel ayrım, heteroseksüel normdan sapan erkeklerin toplumsal düzen için çok daha tehdit edici oldukları ve bu yüzden de daha vahşice cezalandırıldıklarıdır. Bu durumda erkeklerin kadınlara göre daha yüksek bir konumda olmaları erkek eşcinseller için bir dezavantajdı. Bireyler olarak kadınları seven kadınlar sapık diye mahkum edildiler ve zaman zaman idam edildiler, ama genelde gözardı edildiler. Örneğin Viktorya İngiltere’sinde eşcinsellik karşıtı yasalar lezbiyenleri kapsamıyordu. 1921 yılında Parlamento üyeleri lezbiyenliğe karşı bir yasa çıkarmak istediklerinde eski bir Devlet Başsavcısı şunları söyleyerek yasaya karşı çıkmıştı: “Tüm dünyaya böyle bir suçun varolduğunu söyleyeceksiniz, böyle bir şeyi asla duymamış, asla düşünmemiş, asla düşlememiş kadınların dikkatini bu konuya çekeceksiniz.” Benzer biçimde eşcinselliğe karşı çıkarılan Nazi yasaları yalnızca erkekler içindi. Florida Üniversitesi tarihçisi Geoffrey Giles’e göre bunun nedeni Nazilerin eşcinselliğin erkekler arasında daha yaygın olduğunu bu yüzden de daha yoz bir örnek teşkil ettiğini düşünmeleriydi. Lezbiyenlerin tanınmaları, kadınların serbestçe birbirlerine olan sevgi duygularını herkesin önünde gösterebilmelerinden ötürü daha zordu. Üstelik lezbiyenler tehlikeli değillerdi, çünkü hükümette bir rol oynamıyorlardı. Lezbiyenlik gerçekten erkek eşcinselliğine göre daha az mı yaygındı, yoksa yalnızca daha mı az dikkat çekiyordu? Giles Nazilerin lezbiyenleri fahişelik yapmaları için toplama kamplarına göndererek cezalandırdıklarını belgeleyen veriler buldu. Aleni seks [public sex] polis tacizinden ve tuzaklarından ötürü gayler için bir sorundur. Seks için partner aranılan mekanlarda [gay cruising areas] veya restroomlarda (tuvalet) tutuklanan bazı erkekler sonradan yerel gazetede isimlerini görmektedirler. Aleni sekse yönelik tutumlar gay camiasında farklılık göstermektedir. Çok sayıda gay için aleni seks her zaman gay yaşamının önemli ve kabul edilir bir parçası olmuştur; çok sayıda lezbiyen feminist içinse kabul edilemezdir. Bazı gayler ilk açığa çıktıkları
zamanlarda aleni seks aramakta ancak sonradan bunu bırakmaktadırlar. Diğerleriyse bunu seyrek olarak seçmektedirler. Serüven hissi, cinsel fethin verdiği heyecan veya sadece cinsel rahatlama arzusu erkekleri tanımadıkları kimselerle seks yapmaya güdülemektedir. Edmund White’ın romanı Güzel Oda Boş’ta bir üniversite kampüsünde anonim banyo seksi çok olumlu olarak betimlenmektedir. AIDS tehdidi gayleri anonim seks konusunda daha tedbirli hale getirdi ve erkeklerin rahat bir ortamda biraraya geldikleri mastürbasyon kulüplerinin popülerliğini artırdı. Roman yazarı Bo Huston gay özgürleşme hareketinin ilk zamanlarında anonim seksin ona “kimliğini saklamanın mirası, sırların saklandığı bir yer, seçeneklerin olmadığı bir yer” olarak göründüğünü hatırlıyor. Ancak sonradan aleni seksin kimliklerini saklamayan gaylerce de seçildiğini görür. Lezbiyenlerin gaylerle kıyaslanabilir bir aleni seks gelenekleri yoktur. Çünkü erkeklere göre daha az saldırganca seks aramak için büyütülmüşlerdir ve çoğunlukla daha az hareketlidirler. Bunlara rağmen bazı lezbiyenler muhtemelen genel yerlerde örneğin hamamlardaki kadın gecelerinde anonim cinsel bağlantılar kurmaktadır. Gay camia içinde gaylerin lezbiyenlere göre daha çok cinsel ilişki kurdukları yaygın bir kanı. Gaylerin uzun süreli ilişkilerini lezbiyenlere göre daha “açık” yani poligamik olmasının daha muhtemel olduğu, lezbiyenlerin daha çok duygusal olarak yakın bir ilişki bağlamında cinsellik yaşadıkları da yaygın görüşler arasında. Açık olan bu genellemelerin yalnızca binlerce lezbiyen ve gay üzerinde araştırma yapılarak -tek bir görüşme veya ankete dayalı incelemelerden daha geniş çaplı- kanıtlanabilir. Bir diğer yaygın kanı ise HIV’in gaylerin rasgele seksten çok, uzun süreli ilişkilere yoğunlaşmasına neden olduğu, ancak HIV’in ortaya çıkışından uzun zaman önce çok sayıda eşcinsel erkek bu seçimi yapmış ve bazı lezbiyenler de her zaman macera yaşamayı ve birden çok cinsel partneri uzun süreli birlikteliklere tercih etmişlerdir. Belki de gayler toplumsal koşulların onları öyle gösterdiği kadar cinsel yönden lezbiyenlerden farklı değillerdir.
Kaynak: The Gay And Lesbian Liberation Movement Bebekliğimizden itibaren, oynamayı öğrendiğimiz normal cinsiyet rolleri, bir travestinin kaba komedisinden daha doğal değildir. Germaine Greer
KAOS GL 32/12
Aşağıda iki arkadaşın konuşmasının mantığından dolayı kim olduğumuz şöyle dursun, ikimizin hangi cins, hangi cinsel tercihimizi söz konusu olduğunu ilan etmemekte fayda gördük. Onun için bu kadar söylemekle yetineyim: Ben “A”yım, arkadaşım da “B”. A- Bildiğim ve sezinlediğim gerçekleri pratik yaşamımda ne ölçüde uygulayabiliyorum? Çelişkilerimle yaşıyorum ve bu bana acı veriyor. B- Türkiye’de bu çelişki kuşkusuz daha yoğun bir şekilde yaşanıyor. Mesela Batı’nın nispeten daha özgür ve rahat bir “eşcinsellik” peşindeyken Batı’ya özenmek belki kendi bilincinizle sizi çelişkiye düşürüyor. Bu neyi içeriyor? Moda gibi. Moda hegemonik hissedilebilir bir tarz. Modaya uyarak bir kişilik kazandığın sayılıyor ya da ümit ediliyor, Batı’nın eşcinsellik modası örneğin. Bu basit görüntü aşamasında Batı’da erkek manken ve dolayısıyla genel geçer güzellik standart bedeni uzun boylu, sarışın, tüysüz. Birileri, bu görüntüye uymak için çaba sarf ederken de öbür yandan kanımca sizdeki erkek bedeni standartsızlık güzellik alanı açık bırakıyor. Kadınlar beden standartların ezici kuralları altında yeterince kıvranıyorlar; İsa gibi insanoğlunun güzellik özentileriyle ilgili günahlarını onlar ödesinler. Geç değil Türkiye için; eşcinsellik bir sektör olmadan bu psikolojik hegemonyasını bilinçli olarak bastırmayı becerebilirseniz kadınların bedenlerinin özgürlüğüne de bir katkınız olup da ölünce doğrudan Cennete gitmemenizi sağlarsınız. A- Ben tüylü erkekleri beğeniyorum. B- Ben de kel ve azıcık göbekli. Neyse Batı’ya özentilik ile ilgili bir başka konu var, o da bu “in the closet” (“dolabında kalan”, yani heteroseksüellerden hiç farklılık göstermeyenler) ve “out” sorunu. Out insanlar, kadın olsun erkek olsun, kendi cinselliğini daha dışa vuranlar. Memleketimde bu kutuplaşma bir çok kişiye acı veriyor; mesela bazı out’lar, in’leri aşağılıyorlar, bazen tehdit ediyorlar, alttan alta bir savaş meydanı oluşuyor. Anlaşılıyor ki, eşcinsellerin şöyle ya da böyle bu sorunu çözmeleri istenmesi, dayanışma ahlakına ve hareketine inanma gereğinden kaynaklanıyor. Meğer bu kutuplaşma hangi gerçeği yansıtıyor? Kimin out tanımı, kimin in tanımı geçerli acaba. Bana yakın olan bir kaç kişi, sadece ve sadece eşcinsel olarak yaşamak zor olmuyormuş gibi bu soruna da bir yanıt vermek zorunda kalıyor. Burada da Batılılar, bu sorunu nasıl şekillendirirlerse, sizin de bunu dışarıdan değerlendirme imkanınız var.
A- In ve out olmak, insanları belirli alanlarda kalmaya zorlamıyor mu? Ben daha çok in sayılabilirim. Bir tarafım da out da. Özgüllüğümü (benliğimi) sınırlayan alanları kırmak için savaşım veriyorum. Dışarıda bağırıp çağırmak değil, kendi içimde özgürleşmemle ilgili bunlar. Örneğin, Lambda’nın toplantılarına katılmam, özgürleşmemde büyük bir ivme sağladı. B- Bence in ve out sonuçta düşünmenin kolayına kaçan kategorilerdir, yani, basmakalıp kavramlar. Bir kişinin hayatın içinde cinsel tercih veya biçimleri değişebilir. Amerika’da mesela bazı bölgelerde “cinselliğini keşfetme” denilen süreci lisede başlar ve kaçınılmaz bir olgunlaşmanın parçası olarak konuşulur ve kabul edilir. Sanki o yaşta yapılan denemeler yoluyla asıl cinsellik tespit ediliyor. Ama bence bu süreç hayat boyunca sürüyor. A- Kültür, insanı belli tarzlara sığdırmaya çalışıyor. Belli gruplara ait olma isteği duyuyor insan. O grup sayesinde güçleniyorsun ve yaşadıklarını anlıyorsun. B- İnsan, toplumda konumu yüzünden özellikle kendini zayıf hissettiğinde kendisine benzediğini düşündüğü veya hayal ettiği başka kişilere yakın olmakla güçlenir. Lambda ve KAOS GL de bazı ortak noktalar paylaşıldığı varsayılan bir topluluktur. Fakat Türk toplumu içinde ne kadar muhalif bir rol oynuyorsa oynasın, katılan insanların aradıkları yakınlık ve gücü, ortak noktalar paylaştığı zaman duyuyorlar. Kısaca bir “konsensus” veya fikir birliği söz konusu. Bu işlev olduğu gibi yargılanamaz, her grubun yapısal tabiatından kaynaklanıyor. Yine de bunu her zaman kavramsal veya pratiksel olarak eleştirilecek bir şey. A- Yani kendi içinde benzeşme mi oluyor? Heteroseksistler herkesin heteroseksüel kültürde olduğunu farzediyor. Eşcinseller de herkes bu tarzda bir eşcinsel olmalıdır derse, yine farklılık aynılık sorusuna getiriyor bizi herşey. Heteroseksistlerin yaptığını biz de kendi içimizde yapıyoruz. B- Yani dediğimiz gibi, heteroseksüellerden farklı olmak, eşcinsel aynılığa düşürebilir topluluğu.
KAOS GL 32/13
In ve out meselesi hâlâ kafamı kurcalıyor. Bu ikili kutuplaşma, insanın nasıl davranacağını zorlamasıdır. Batı’ya özenmek, orasının yaşadığı sorunları sizin de benimsemenize neden olur. Çok şükür, arasında bir mesafe var. Bu mesafe, rahatça, dışarıdaki tarzları eleştirmek, buraya ait ve uygun bir tarzı oluşturmak mümkün kılar. A- Cinsiyetleri ve onların toplumdaki biçimlerini anlamak, eşcinselliğin ne olduğunu anlamakla birmiş gibi geliyor bana. Erkek eşcinsel, erkek iktidar tarzını kabul etmiyor. Bir lezbiyense, erkek öznenin cinsel obje olarak algıladığı kadına ortak oluyor. B- Senin dediğinle bağlanacak mı bilmiyorum, biraz kavram tarihine değinmek isterim burada. 80’lere kadar kadın hareketi, kendi kategorisi pek sorgulanmayarak, siyasal ve sosyal haklarını öne çıkardı. Bugünlerdeyse “kadın” kavramı biraz teorik alana geçmeye başladı. Kadın, kadını kadın yapan nedir, diye sorgulanmaya başlandı. “Kadınlık”, becerikli ve inandırıcı bir şekilde kadın rolünü oynamaktan başka nedir acaba? Bu fikir, özellikle Bülent Ersoy’un tutumunu mükemmel bir şekilde ispatlıyor. “Kadın” olmak için, hem de son derece becerikli bir kadın, kadın olmak şart değildir. Kadınlığın (ve özellikle Türk kadınlığının) bütün püf noktaları ustaca sergiliyor, Türkiye’de bütün “kadın”lara en yetkin kadın hafif meşrep biri. Şimdi hepimiz bu taşıdığımız cinsellik, az çok bir performans olduğunu biliyoruz. Aramızdaki farklılığı kılan şey ne derece bilincindeyiz? Mesela bu bir performanssa, istediğimiz zaman, uygun bir başkasıyla değiştirebiliyoruz onu. Önemli olan bence, oyundur. Oynamak ne hoş, çocukluğumuzdan özlüyoruz, ama büyükken oynamak için fırsat kollamak lazım, büyükler için. Çocuk bahçelerini seyretmek işte işte cinsellik böyle bir fırsat. Türkçe’de “oynamak” kelimesinin iki anlamı işime geliyor burada, yani hem maske takıp da bir rolü oynamak, hem de onunla eğlenmek, gülmek. Rol neden ibarettir, ne kadar önemli bilmem, değişir; onu nasıl oynuyorsun? Yaratıcılık giriyor burada, Bülent Ersoy’un kadınlık yaratıcılığı müthiştir mesela. Tabi ki içgüdüsel bir yanı var seçtiğin rollerin içinde. Onu önemsiz çıkarmak istemiyorum.
A- O rollerin bana uygunluğu değil de, içgüdüsel biçimde hangisine kaydığımı merak ediyorum. Seçim değil bence bu roller. Her iki role karşı isteğim var. Ortak noktaları olabilir. Mesela, yatakta sıcak ve sevimli bir erkek beni cezbediyor. Bunu hem erkek, hem kadın isteyebilir. Eşcinselliğimi ilk kabul ettiğim yıllarda toplumsal kadınlığa gidecekmişim gibi geliyor ya da bu empoze ediliyor. Eşcinsel olarak, bir yerde ve bir sınırda olmamız gerekliymiş gibi. Benim bedenimin sınırları erkek olmamla bağlantılı. B- Bu roller bir paranın iki tarafı gibi. Yazı tarafı, oyun. Abartılı da olunabilir. Öbür tarafı, empoze edilen hegemonik davranış biçimini sezinleyendir. Bu roller, hem oyun olarak kavranabilir, hem de bir takım önceden belirlenmiş kurallar sezinlenebilir. İkinciden kurtulmayı isteyebilirsin. A- Benimsetilmiş durumlardan kurtulmak... Yatakta ve dışarıda davranış biçimlerin kaçı benim isteğim? Bu soruyu kendime hep sordum. Yatak serüvenim, toplumun istedikleriyle hep paralelmiş gibi geliyor bana. B- Demek bu rolleri olumsuz olarak algılıyorsun daha çok. Ama hatırlarsın, çocuklukta evcilik oyunu ne kadar çekici olduğunu. A- Bunun ezikliğini duydum, sevmedim bunları. B- Ama ikisi bir potansiyel olarak duruyor. İster kullan, ister kullanma. Bazı günler mesela çok kadınsı hissediyorum kendimi. Bunu dışarıya vurmaya hevesleniyorum. Başka günlerde ise, kadınlık iğrenç geliyor, ona karşı isyancı bir tavrım var. Bu hisler tabi ki kadının ve travestinin, transeksüellerin paylaştığı bir noktayı oluşturabilir. A- Eşcinseller gibi, senin de toplumla uyumsuzluğun var. Ortak noktamız çok.
pek
çok
B- Doğru da, yine de hangi eşcinseller? Bazıları bu yaftalara çok bağlı gibime geliyor.
Hazırlayan : SOPHIA KAOS GL’nin Notu: Bu yazının akışında karşınıza çıkabilecek kopukluklar hazırlayan arkadaşımızın Türkçe’yi sonradan öğrenmesinden kaynaklıdır. Biz içeriğe müdahale etmemek için düzeltme gereği duymadık.
HACETTEPELİ LEZBİYENLER VE GAYLER TOPLANIYOR 2 MAYIS’TAN İTİBAREN HER CUMA SAAT: 17:30, MERKEZ KAMPÜS, TIP FAKÜLTESİ BİNASI, ZBD-1
KAOS GL 32/14
Lezbiyen olduğunu senin şarkılarından anlamıştık. Sadece kimseyi ikna edemiyorduk. Amaan, siz de hep böyle abartırsınız işte. Her şeye rağmen abartmaya devam ettik. Abartıyorsak da, abartıyorduk işte, kime ne. Konserden haberimiz olunca, her birimiz kendi çapında gitmenin yollarını aradık. Onca kadının evden çıkması biraz güç oldu tabi. Şimdi çıkacağız, şimdi çıkacağız derken, nihayet evden çıkıp konser salonuna gelebildik. Ama o kadar geç kalmıştık ki, konserin başlamasına yarım saat vardı ve tüm salon tıklım tıklım doluydu. Bizi hiçbir şey durduramazdı. Bir anda birbirimizi kaybettik, on dakika sonra ise hepimiz en öndeydik. Sahnenin sağ tarafında biraraya geldik. Yanımızda başka kadınlar da vardı, acaba onlar da lezbiyen miydi? Konserin başlamasını beklerken bir yandan da biralarımızı yudumluyorduk, zaten konsere gelmeden önce de içmiştik. O nedenle kendi aramızda kıkırdaşıp duruyorduk. Bazılarımız senin lezbiyen olduğunu bağırdık, binlerce kişi seni sahneye davet ederken. Sesimizi sadece kendimizin duyduğunu zannederken, sen çıkageldin ve ilk şarkını söyledin, ardından aramızdan bazı kızların tezahüratlarından bahsederek bize “Çok hainsiniz” dedin. “Hain”, “ihanet”ten geliyordu, ya da tersi. İhanet ettiğimizi düşünmen ise, senin lezbiyen olduğunu doğruluyordu. Çıkarımlar, çıkarımlar. Lezbiyenliğin gizli saklı yaşandığı bir toplumda çıkarımdan başka bir şansımız var mıydı, birbirimizi tanımak için? Biz de öyle yaptık işte. Şarkılarını söylerken hep bizim yanımıza geldin, ellerimizi tuttun. Bir şarkını yanıbaşımızda oturarak söyledin. Salondaki radikal kızlardan bahsettin. Hep kadınların söylediği şarkıları söylediğinden bahsettin. Aramızdan biri, bir fırsatını bulup, kulağına eğildi ve sana lezbiyen olduğunu söyledi. Ve sen yanımızdan hiç ayrılmadın. Tek tek gözlerimize bakarak bize gülümsedin. Küçücük odanda yazdığın şarkılardı -bu kadar fazla sayıda insanla paylaşabileceğini hiç düşünmedin-, söylediklerin. Bu söylediğinde dürüst olduğunu düşündüm, zihnimin bir yanını rutin sorgulama işlemine bırakarak. Image-maker’ların yarattığı, bir süre sonra sönecek ilahlardan biri miydin, yoksa aramızdan biri mi? Aramızdan biri o sahnede olabilir miydi? Aramızdan birinin o sahnede olması, o kişiyi hala aramızdan biri yapar mıydı? Sevdiğim şarkılarını dinlerken bir yandan da bunları düşündüm. Hepimizi sevdiğini söyledin. Hepimizi sevmen mümkün müydü? Hepimizi değil de sevebileceklerini sevsen, hala o sahnede olabilir miydin, falan filan? Bir yandan da kafamın içinde sana mektup yazıp durdum, hangi adrese göndereceğimi bilemeden, bakışlarımla anlatmaya çalıştım sana yazdıklarımı. Bilmem anladın mı, anlaman mümkün müydü? Neden sonra aklıma geldi, sana mektup yazıp yollasam, çıkarımlarımız doğru olsa sen “Evet, kızlar! Ben de lezbiyenim. Şarkılarımı kadınlara yazmıştım. Birilerinin bunları anlamış olması muhteşem! Beni çok sevindirdiniz!” diye cevap yazar mıydın? Çoook zor. Lezbiyenliğini açıklayacak olsan, zaten açıklarsın herhalde. Bunu hayranlarından gizlerken, niye kendini anlaşılmış olmanın duygusallığına kaptırıp bize açıklayasın ki? Yoksa sana haksızlık mı ediyorum? Ama starlığı, ilahlığı gözönünde bulundurunca, aklım almıyor hiçbir şeyi; yanıt bulamıyorum. Lezbiyen olduğunu açıklasan ve ilahlığın devam etse, ne olacak, ne değişecek? Bilmiyorum. k. d. lang’i, Indigo Girls’ü, Melissa Etheridge’i düşünüyorum da, ne oluyor diyorum? Bilmiyorum, bilmiyorum. Tek bildiğim sahnedesin, şarkı söylüyorsun ve bu benim hoşuma gidiyor. Şarkı aralarında söylediklerini beynime kazımıştım, çıkardığım bütün anlamlarla. Ama şimdi sanki hepsi uçup gitmiş. Yaşadıklarımız gerçek değildi sanki, rüyaydı, sabah uyanınca bir renk, bir his olarak devam eden, ama bir türlü hatırlanmayan. Peki sen hatırlıyor musun bizleri? Konserdeki sevincin sadece konser veriyor olmanla mı ilgiliydi, yoksa kendin gibi insanların orada olmasının da etkisi var mıydı? Çünkü söyledin, konserin sonunda söyledin. Bu konser diğerlerinden farklıydı senin için, bu konserde birilerinin olduğunu söyledin. Üzerimize alındık, haklıydık. Şarkılarını bize yazmıştın, nihayet o gece şarkılarını bize söyledin. Nihayet o gece anlattık sana, seni anladığımızı. Şarkında söylediğin gibi, korkma, böyle kal. Biz uyandık yüzyıllık uykumuzdan, yalnızlığımızdan. Sen de uyan. Uzaklığın gitsin, yakın kal. Bizim gibi...
Yesim T. Basaran . .
. “HETEROSEKSÜELLIK -. NORMAL DEGIL, SADECE YAYGIN” 1 DEREK JARMAN derleyen ve çeviren: devrim İbne olmak iyi de, ne zaman kendinizden sözetseniz, herkes sessizliğe gömülüyor ve bu konuyu kapatmanızı bekliyor. Bu kitapta seksten bu kadar çok bahsedilmesinin nedeni de bu. Bizim için seks hakkında konuşmak, bizim hakkımızda hiç konuşmamış ve hatta bizim kendi hakkımızda konuşmamıza izin vermemiş bir dünyada kendimizi tanı(mla)mak çok önemli. Eğer insanlar bunu anla(ya)mıyorsalar, çok aptallar. Straightler, bizden, çocukları baştan çıkardığımız ve ahlaklarını bozduğumuz için korkuyorlarmış. Biz hep böyle olduk onların gözünde; çocuklara doğru olanın her zaman bize doğru olarak belletilen olmadığını anlatmak istedik çünkü. Çocukların ahlaklarını bozma işinde ben de yer aldım: Sebastian filmini de bunun için yaptım; genç erkeklerin önünde farklı bir seçenek olabilsin diye. Başka bir dünyaya açılan kapılar olabileceğini göstermek istedim. "Beni" yaratmak çok önemlidir. Geçmişte yaşamış ünlü kişilere bakıp, "acaba gayler miydi?" diye düşünmek… Onların benzer cinsel tercihleri olmuş olabilir ama gay kavramı 20. Yüzyıl sonlarına doğru ortaya çıkmış bir kavramdır. Açıkçası, bu kavrama kendimi yakın hissetmedim hiç; bana, hep, yanlış bir iyimserlik sunuyormuş gibi geldi. Gay, ibne, homoseksüel (eşcinsel) bütün bu adlar sınırlayan etiketler. Bunlardan kurtulabilmeyi isterdim. Elbette biz karar vermeliyiz hangi isimleri, nasıl ve nerede kullanacağımıza. "Aynı cinsiyet ilişkileri" nasıl? Belki de bu en iyisi. Eğer hetero toplumun ötesine geçmek istiyorsanız, cinselliği yeniden yaratmak durumundasınız. Kendimi straight arkadaşlarımın hayal bile edemeyeceği bir şekilde yaratmalıyım. Birbirleriyle yıllardır konuşmayan insanların evliliklerini sürdürdüklerini gördüm. Konuşmadan birlikte yaşayabiliyorlar. Aynı cinsiyetten insanların birlikte oldukları dünyada, eğer artık konuşmuyorsanız, her şey
bitmiş demektir. Birbiriyle hiç konuşmayan iki erkeğin birlikte yaşamalarının hiçbir anlamı yoktur, tabi eğer mülkiyet ilişkilerinin tuzağına düşmemişlerse. Evet, aslında bütün erkekler eşcinseldir. Bazıları sonradan straight olur. Straight bir erkek olmak çok tuhaf olmalı, çünkü o durumda cinselliğiniz kaçınılmaz olarak ve umutsuzca savunmaya dönüktür. Irksal bir temizlik ideali gibi kof ve anlamsız. Kendimi düzdürene kadar, dengeli bir erkekliğe kavuşamadım. Korkularınızı aşabildiğinizde, gender'ın (toplumsal cinsiyet) bir hapishane olduğunun farkına varırsınız. Heteroseksüel erkeklerle karşılaştığımda biliyorum ki, eksik kalmış bir aşkı yaşıyorlar. Bir araştırmada çıkan Daha sonraları, sonuç, erkeklerin %50'sinin hayatlarının Stonewall adı çalındı bir döneminde eşcinsel ve bizim deneyimleri olduğunu ayaklanmamız açıkça gösteriyor. Fakat birçok erkek, kendi bazılarının çay arzularının çok geç partilerine dönüştü. farkına varabiliyor ve artık her şey için çok Oysa Stonewall, New geç olabiliyor: Çoğu York'ta Christopher evliliğe saplanıyor ve Street'te, aynı adı çoluk çocuğa karışmış oluyor. Böyle bir taşıyan bir barın yaşama son vermek önünde 1969'un kolay olmadığından, kendi "erkek" yazında yaşanan bir kulüplerine gidiyor, isyandı. Tarihte ilk futbol oynuyor ve tümüyle erkek bir kez, ibneler, taşlar ve çevrenin içinde sosyal şişelerle kavga hayatlarını yaşıyorlar. Hetero toplumu istemeye istemeye kabul etmeye zorlanıyoruz ve
1
çıkarıp arabaları yakmışlardı.
Bu derleme Derek Jarman'ın "At Your Own Risk" adlı kitabından yapılmıştır. (Derek Jarman. At Your Own Risk: A Saint's Testament, (London: Vintage, 1992).
KAOS GL 32/16
bu, bizim için büyük bir talihsizlik. Sessizlik, gençlerin korku içinde yaşamaları anlamına geliyor. Belki de, heteroseksüellerin gerçekten protesto edecekleri bir şey yok; ne de olsa varoluşları yirmi dört saat aşağılama ve tecavüze uğramıyor. Bırakalım onları kendi aile yaşamlarının aksayan yanlarını saklamaya ve savunmaya devam etsinler; fakat bizim ilişkilerimizin tanınmadığı ve aşağılandığı gerçeğini ki bu bir insan hakları ihlalidir- artık kabul etsinler Sonunda straight erkeklerin aşklarının boş ve anlamsız olduğunu farkettim, fakat gay barlardaki genç erkekler de değildi benim hoşlandıklarım. Aslında aradığım tek şey gözlerde bir kıvılcımdı. Cinsel organlarla sınırlanmış bir cinsellik bana göre değildi ve cinsellikte çekici olabilecek tek şeyin kamışlar olabileceği gibi bir şeyi düşünmek bile beni dehşete düşürüyordu. Hiç porno magazinleri almadım, onlara bakmaktan hoşlanmış olsam da, benim için asla gerçek olanın yerini tutan şeyler olmadılar. Değişik insanlarla tanıştım, onlarla düşüncelerimi paylaştım. Herhangi bir insanın yerleşik bir ilişkiyi arzulayabileceği düşüncesi bana garip geliyordu. Tabi, uzun süreli ilişkileri olan arkadaşlarım da olmuştu; ama bu, bir avantaj olarak mı görülmeliydi? Bu tip ilişkiler yaşamımda çok sonraları olmaya başladı. Gene de, o zamanlar aşık olmadığım için asla pişmanlık duymadım. Biraz macera meraklısıydım. Tanıdığım herkes, Hetero toplum, Hetero toplum, birbirini tanırdı, Hetero toplum, yaptığımız yaptığımız tek tek şeyin, şeyin, birlikte olduğum yaptığımız tek şeyin, birbirimizin herkes birlikte birbirimizin ağzına ağzına birbirimizin ağzına olmuştu. Hep birlikte kamışlarımızı sokmak kamışlarımızı sokmak yaşayan bir kuşak kamışlarımızı sokmak olduğunu olduğunu sanıyordu. sanıyordu. gibiydik, bir aile gibi olduğunu sanıyordu. değil. Bu işin heyecan Oysa o kamışları Oysa o kamışları verici yanı, farklı Oysa o kamışları ağzımıza ağzımıza almadan almadan görüşleri ve ağzımıza almadan önce, deneyimleri olan yeni önce, önce, insanlarla tanışıyor düşüncelerimizi/deneyi düşüncelerimizi/deneyi olmamdı. Hetero düşüncelerimizi/deneyi mlerimizi mlerimizi toplum, yaptığımız tek mlerimizi paylaşıyorduk. paylaşıyorduk. Hetero Hetero şeyin, birbirimizin paylaşıyorduk. Hetero ağzına kamışlarımızı toplumun toplumun bizim bizim sokmak olduğunu toplumun bizim varlığımızdan varlığımızdan korkuya korkuya sanıyordu. Oysa o varlığımızdan korkuya kamışları ağzımıza kapılması kapılması da da almadan önce, kapılması da bundandı, bundandı, bizim bizim düşüncelerimizi/deney bundandı, bizim bedenlerimiz bedenlerimiz yaşayan yaşayan imlerimizi bedenlerimiz yaşayan paylaşıyorduk. Hetero bedenlerdi. bedenlerdi. Bizi Bizi bizim bedenlerdi. Bizi bizden toplumun reddetmeleri reddetmeleri ve ve bizden varlığımızdan korkuya reddetmeleri ve bizden kapılması da nefret nefret etmeleri, etmeleri, bizim bizim bundandı, bizim nefret etmeleri, bizim yaşam yaşam bedenlerimiz yaşayan yaşam biçimlerimizden bedenlerdi. Bizi biçimlerimizden biçimlerimizden reddetmeleri ve bizden korkmalarından korkmalarından nefret etmeleri, bizim korkmalarından kaynaklanıyordu. yaşam kaynaklanıyordu. kaynaklanıyordu. biçimlerimizden
korkmalarından kaynaklanıyordu. Hiç şüphe yok ki, isyan eden bir kuşak, toplumun baskılarına bir panzehir olarak, grup seksleri ve alemleri de beraberinde getiriyordu. Hetero toplum, medyayı da denetim altında tuttuğundan, kendi ahlakına ve tek eşliliğe övgüler yağdırıyor ve bunu bize karşı kullanıyordu. Polisin "çürümüş" saunaları basması ve medyada bütün bunların duyurulması, memnuniyetle karşılanıyordu, ama saunaların varlığı da toplumsal baskıların bir sonucuydu. 60'ların ibneleri, ve sonrakiler, daha sonraları saygınlık kazanabilmek ve onaylanabilmek için kendilerini cilalayarak baskılara göz yummaya, ılımlı olmaya başladılar. Oysa ibne olmak, asla saygınlık getirmez, şık elbiseler içinde olsanız da. İyi ahlaklı şehir kraliçeleri, parlak ve son moda elbiseleriyle kendilerini onaylatabilme telaşı içinde herhangi bir şeyi değiştirmekten acizdiler. Tutucu ve geleneksel oldukça, sakladıkları yaşamları daha ümitsiz bir hal aldı. Buna karşı çıkmak için sesini biraz yükselten biri çıktığında, kendi topluluğumuzun "tek sesliliğini" bozmaya çalışmakla suçlandı. Daha sonraları, Stonewall adı çalındı ve bizim ayaklanmamız bazılarının çay partilerine dönüştü. Oysa Stonewall, New York'ta Christopher Street'te, aynı adı taşıyan bir barın önünde 1969'un yazında yaşanan bir isyandı. Tarihte ilk kez, ibneler, taşlar ve şişelerle kavga çıkarıp arabaları yakmışlardı. Şimdiyse, aslında kapalı bir oda, bir centilmenler kulübü olan ve her türlü kararın, kendi iğdiş edilişinden zevk duyan cahil bir toplum için demokratik olmayan yollarla alındığı İngiliz hetero siyasetine kötü bir biçimde eklemlenmiş durumdayız. Kendi politikalarına göre başarının tek ölçütü tek sesli bir gay topluluğu oluşturabilmekti. Fakat bizim yaşamlarımız çoğuldur. Her zaman da öyle olmuştur: Cinsellik çeşitliliktir. Her orgazm kendi özgürlüğünü beraberinde getirir. Kişisel ol(a)madığı sürece cinsel özgürleşmenin olamayacağını hissediyorum hala. Kendinizin kim olduğunu keşfedebilmek için mücadele etmeniz gerekir. Yalnızca bir gruba katılmanın, ne olmak istediğiniz konusunda konuşmalar yapmanın bir anlamı yoktur. AIDS'in ironik yanlarından biri de cinsellik hakkında konuşulmasına neden olması, ama dürüst olarak değil. Medyada hala dezavantajlı bir konumdayız. Virüs ortaya çıkalı on yıl kadar oldu ve HIV Vietnam'dakinden daha fazla insanın ölümüne sebep oldu. HIV pozitif olduğum 22 Aralık 1986 günü belli oldu. Kendimden korktum, diğer insanlar için potansiyel bir ölüm sebebiydim artık. Test sonuçlarını gizli tutmam istendi ve ben daha ilk gün bu durumu kamuya açıkladım. Hayatın akıp gidişini izliyorum şimdi, insanlar aşık oluyor ve ben artık bunun bir parçası olamıyorum: Başka bir dünyada yaşıyorum, kimseye ait olmayan bir dünyada. Toplama kampları bizim kafamızın içinde, gerçek olmalarına gerek yok. Ve biz, HIV pozitif olanlar da başka türlü bir toplama kampında
KAOS GL 32/17
yaşatılıyoruz. Ölümden korkmuyorum, ama ölüyor olmaktan korkuyorum. Acı morfinle azaltılabilir, fakat toplum tarafından dışlanmanın getirdiği acı kolayca yok edilemez. Yalnızlıkta bir teselli buldum. Hastane düşüncesi ve ölümümün toplumsallaşması beni mutsuz ediyor; tüm bu yeni insanlarla tanışmak zorunda olmak ve şen şakrak bir eğlenceye maruz bırakılmak beni dehşete düşürüyor. Barlardan da nefret etmişimdir hep. Oralara yalnızca genç erkekler için gittim, başka bir şey için değil. Hep bir münzevi gibi yaşadım. Sebastian filmini çekerken, İtalyan kostüm tasarımcısı Umberto Tirelli, bir akşam yemeği sırasında el falıma bakıp bana: "Sen bir yabancısın Derek, vahşice öleceksin" demişti. En kötüsü hastalık değil, ölümümün kurumsallaşması. Virüs 80'ler boyunca yaşamlarımızın merkezine doğru bir yol açmaya başladı kendine, tıpkı yeni sağın Britanya yaşamına bulaşması gibi. İlk söylentileri 80'lerin hemen başında duyduk; Berkeley'deki arkadaşım Ron Wright'la 1983'ün Ağustos'unda ilk ciddi tartışmayı yaptığımı anımsıyorum virüs hakkında. Ron, San Francisco'da sorunun çok ciddi olduğunu söylemiş ve hamamlardan uzak durmamı önermişti. Sonra 1984'te arkadaşlarımdan biri zatürreden öldü. Hiç kimse, doktorlar bile, virüsün kurbanı olduğunu düşünmemişti. Aynı ayın bir öğleden sonrası Howard'la karşılaştım. On yıl önce Danimarka'da yaşamak için Londra'dan ayrılmıştı. Sağlıklılığın bir resmi gibiydi, bronzlaşmıştı ve gülümsüyordu. "Nasılsın? Harika görünüyorsun!" dedim. O zaman, insanlarla karşılaştığımda bu tip sorular sormamam gerektiğini öğrendim. Gülümsedi. Çok hoş bir gülümsemesi vardı. "AIDS'im, Derek" dedi. Hiç şaşkınlık belirtisi göstermemeye çalıştım Ne yapabileceğimi bilmiyordum Yürürken gömleğini kaldırdı ve bana Kaposi'sini gösterdi; bu hastalığın semptomlarını ilk görüşümdü. İyi tavsiyelere uyarak, birbirimizi arzu ettiğimiz gibi sevmekten vazgeçtik. Seksi, güvenli, daha sonra daha da güvenli ve en sonunda hiç yapmamaya başladık. Bütün düşüncelerim çok kökten bir değişikliğe uğruyordu. Hetero toplumun donuk ve kayıtsız olduğunu hep düşünmüştüm ve şimdi ne kadar da haklı olduğumu görüyordum. İsteyerek ya da kayıtsız kalarak hepimizi öldürdüler. King's Cross metro istasyonunda insanların öldüğünü izledik haberlerde. Hiç hesapta olmayan bir ölüm şok eder insanı. Fakat böyle ölmek, bir bakıma, kolaydır da. Birkaç saniyede yanarak çok çabuk ölebilirsiniz. Ama HIV çok farklı. İntiharı düşünebilirdim. Hiç üzerinde düşünmemiş olmama karşın, gerçekleştirmenin zor olduğunu sanmıyorum. Ölüme yaklaştıkça, zamanı takmamayı öğrendim. İnsanlar acele ederek kazandıkları 30 dakikayla ne yapıyorlar ki? Öldüğünüzde zaman kaybolur.
KAOS SEMİNERLERİNDEN EŞCİNSEL MEKANLARI SİNEMALAR Ankara’da eşcinsel mekanları deyince genellikle ilk akla sinemalar gelmektedir. Bunların ilki Yeni Sinemasıdır. Hem sinemacı arkadaşların hem de bizden biraz daha eski eşcinsel arkadaşların yoğun anlatmalarına göre KAOS GL’de anlatılan İstanbul’un Güneş Sineması kadar rahatmış burası. Birkaç yıl önce yıkıldı. Yıkıldıktan sonra da oranın yerini Efes Sineması almıştır. Belki Efes Sineması partner bulmakta Güneş ve Yeni Sineması’na ulaşamamış olsa da Yeni Sineması’ndan sonra eşcinseller hem bir araya gelmek için hem de rahat güllüm atabilmek için Efes Sineması çok önemliydi. Cep Sineması partner yönünden Efes’ten daha avantajlı olmasına rağmen güllümü Efes’e göre çok kısıtlı. Bundan dolayıdır ki eşcinsel arkadaşlar genellikle Efes’i tercih etmektedir. Bu da eşcinsellerin partnere verdiği değer kadar birbirleriyle rahat sohbet etmeye ve güllüm atmaya da verilen önemi göstermektedir. Bunun yanı sıra Melek gibi sinemalarda da gizli ağırlıklı çok sayıda eşcinselin varlığı bilinmektedir. 1995 yılının ortalarında Kilim Bar’ın açılmasıyla birlikte özellikle genç eşcinseller sinemaları eskiden olduğu gibi tercih etmemektedir. Çünkü partner yönünden pek emin olmasa bile güllüm yönünde gay barların sinemaları aştığını düşünmek mümkün. Sinemalarda eşcinseller kendilerini nasıl tanımlıyorlar: Bir kısmı laço tabi laço denen eşcinsellerin kendileri, heteroseksüel kimlik altında laço kimliğini kullanmaktadırlar. Laçolar genellikle lubunya kimliğindeki eşcinselleri tercih etmektedirler. Tabi laçoların arasında eşcinsel olmayanlar da var. Az da olsa bunlar da heteroseksüel bildikleri laço arkadaşlarıyla gelip onlara ayak uydurabiliyorlar. Çünkü toplumda aktif ilişkide bulunanlara eşcinsel kulpu takılmadığı için erkekliklerinden bir şey kaybetmiyorlar. Eşcinsellerin de bir kadınla birlikte olduğu zaman eşcinselliğinden bir şey kaybetmediği gibi. Sinemalarda kendilerini gay tanıtan insanlar... Gayler kendilerini biraz eşcinsellikten soyutlayarak biraz kendilerini
KAOS GL 32/18
heteroseksüel topluma daha yakın göstermeye çalışmaktadırlar. Bunları uzun zamandır bizzat kendim inceledim. Heteroseksüellerin kendilerini eşcinsellikten uzak tutmak istemelerine benzer gayler kendilerini lubunya olarak tanıtan veya tanımlayan eşcinsellerden kendilerini soyutlamaya özen gösteriyorlar. Bunun örnekleri lubunya grupların içine girmekle kalmayıp bu kesime biraz da olsa içlerinden bakıp imreniyor olsalar da görüntü olarak küçümseme gayretindeler. Ve oradaki heteroseksüel kesime “bak biz gayler size daha yakınız” der gibiler. Oysa gayler de yalnız kaldıkları zaman belki lubunyaların eleştirdikleri davranışlarını kendileri de yapıyor. Örneğin bir gay arkadaş yalnız ve gizli bir şekilde köfte yapıyor. Buna “ayarladığın manti hoşmuş” dediğimde onun cevabı “evet çok güzel, parmakladım”. Bir diğeri aynı şeyi yapıyor ve ben soru sormuyorum. O açıklama yapma gereği duyuyor: “Sakın köfte yaptığımı düşünme, parmak atıyordum” bir kaç yıldır gay takılan bir arkadaş da süpet yaparken gördüm diye, bana sanki suç işlemiş gibi bakması işte, sadece ben kendi düşüncem olarak bu arkadaşların kendilerini kabul ettiklerinden şüphedeyim. Hem eşcinsel özgürlük diyeceksiniz, güllümü, rahat davranışı içinize sindiremeyeceksiniz hem eşcinsel özgürlük diyeceksiniz eşcinselliğe bir kalıp bulmaya çalışacaksınız. Efemine tiplerin eşcinsel davranışını sapma olarak göreceksiniz veya eşcinselliğin dışında tutacaksınız, sikten hoşlandığınızı açıkça söylemeyeceksiniz. Bunu bir gurur meselesi yapanlarımız sinemalara takılanlara seviyesiz lubunya, barlara takılanlara seviyeli gay diyeceksiniz. Eşitlik diyeceksiniz, örneğin bir başka örnekte ben daha önceden sinemalara takılan bir gay arkadaşıma neden artık sinemaya gelmediğini sorduğumda aldığım cevap artık kalite takılacağını, yani barlara takılacağını söylemekte, yani bu gaylerin sınıflandırmasına giriyor. Ben de barlara gidiyorum, ama aradaki kalite farkını bir eşcinsel olarak göremiyorum. Örneğin gay barlarda ben daha güzelim, ben daha şık giyimliyim yarışması mı kalite olarak adlandırılıyor? Yoksa, Z Pub’da 80 defa aşağılayıcı bir şekilde kovuluyoruz. Tekrar bunları unutup yüzsüzlük yapıp Z’ye tekrar takılmalarındaki kaliteyi merak ediyorum. Yani sonuç nereye gitsen eşcinselim de, gayim de desen, lubunyayım da desen halkın gözünde, devletin gözünde hepimiz birer basit top veya ibneyiz. Ben de sinemalarda birbirimizi dışlamak yerine beraberliği kurmanın önemine dikkat çekmek istiyorum. Eğer eşcinselliği heteroseksüel kimliğe benzer bir kalıba sokup bunu da kalite olarak adlandırıyorsan bence boşa çaba harcıyorsun. Sinemalardaki lubunya kimliği nasıl? Sinemalarda, lubunyalar genellikle kendini belli eden tercihinin pasif olduğunu yansıtan eşcinsellerdir ve
karşısındaki kişinin de aktif olmasını tercih ederler. Lubunyalar, gayler deyince akıllarına ne geliyor? Düşünceleri, eşcinsellikten kendilerini biraz soyutlamış, yani bir eşcinsel imajı yani bunun da yapay olduğu doğallığın dışına çıkılmış, pasif yönlerini ısrarla gizleyen eşcinseller olarak algılanıyor. Bu sadece lubunyalar için geçerli değil. Bar, park, hamamdaki eşcinsel lubunyaların düşünceleri. Burada da ben bir ayrımcılık görüyorum. Sinemalarda eşcinsellerin başlarına hangi olaylar geliyor? Öncelikle sinemalarda eşcinselleri sivil paparonlar rahatsız ediyor. Herkesi yüzyüze olmasa da psikolojik yönde tehdit etmektedir. Bu sivil paparonların amaçlarının ne olduğunu anlamak mümkün değil. Hakikaten merkeze götürmek de olabilir. Ama büyük çoğunluğu eşcinselleri korkutup ceplerindeki bütün paralarını alabiliyor. Eğer maddi durumu iyi olan eşcinselse bunun da iş ve ev adresini almayı başarırsa, bunu sürekli haraca da bağlayabiliyor. Veya kendilerine kız bulmaya zorlayabiliyorlar. Dayak atabiliyorlar. Örnek verirsek, bir arkadaşı sinemada müdüriyete çıkartıp, orada dövüyor ve adresini alıp bu arkadaşın hiç bir maddi yönü olmadığı için üç ay boyunca “bana kız bul” diye tehdit edebiliyor. Bir diğer örnek ise, bir arkadaşı çıkarıp içeride kimliğini alaraktan kendisini dışarıda beklemesini söylüyor. Adresini, telefonunu istiyor. Israrla vermeyince cebindeki paraları alıyor ve “bunu sana ders olsun diye yapıyorum. Bu parayı senin adına Mehmetçik Vakfına yatıracağım” diyebiliyor. Tabi, bunları merkeze götürüp fişletme tehdidinden sonra yapıyor. Bunun gibi bir çok örnek de sıralanabilir. Ve diğer saldırı ise heteroseksistlerden çok homofobik insanlardan geliyor. Bunlar da sinema içerisinde paparonlarda olduğu gibi gizli ve yalnız eşcinselleri hedef alıyorlar. Hem canlı bir şekilde hakaret hem de rahat saldırıda bulunabiliyorlar. Bunlar grup içinde gördüğü ve sinema ortamında rahat hareket eden eşcinselleri hedef alamıyorlar. Ve bu gibi durumlarda her zaman eşcinsel arkadaş haklı da olsa, eşcinsel olduğu için her zaman suçlu konumuna giriyor. Burada da eşcinsel birlikteliğin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Ben de diyorum ki eşcinsel arkadaşlara; uzaklaşma, uzaklaştıkça sıra sana gelecek. Nerede olursan ol laço, lubunya, gay, travesti hepimiz sonuçta eşcinseliz. Birliktelikten kaçmayalım. Unutmayın, faşist kesimlerin bizleri bu lubunya, bu gay, bu çirkin, bu sinemaya, bu bara gidiyor diye ayrım yapmadıklarını, onların, hepimizi yaşamaya hakkı olmayan birer lanetli yaratıklar olarak gördüklerini.
Ben de diyorum ki eşcinsel arkadaşlara; uzaklaşma, uzaklaştıkça sıra sana gelecek. Nerede olursan ol laço, lubunya, gay, travesti hepimiz sonuçta eşcinseliz. Birliktelikten kaçmayalım. Unutmayın, faşist kesimlerin bizleri bu lubunya, bu gay, bu çirkin, bu sinemaya, bu bara gidiyor diye ayrım yapmadıklarını, onların, hepimizi yaşamaya hakkı olmayan birer lanetli yaratıklar olarak gördüklerini.
KAOS GL 32/19
MEKTUP-LAR-DAN Siz hiç bir kadın vücudu sevdiniz mi? Siz hiç bir erkek vücudu sevdiniz mi? Görmüyor musunuz bunların tıpatıp aynı olduğunu, bütün uluslarda, bütün çağlarda, bütün dünyada? Kutsallık varsa, en başta insan vücudu kutsaldır. Sizlere “Merhaba” demek bana anlatılmaz bir mutluluk ve heyecan veriyor. Size, çok sevdiğim Amerikalı şair Walt Whitman’in sözleriyle düşüncelerimi ulaştırmayı deniyorum. Yani benim nasıl düşündüğüm yukarıda çok açık ‘verili’. Aslında anlatacak çok şeyim var. Nereden başlanabilir ki?! Madem sevgi ile başlamış oldum, devam etmeye çalışayım. Canım neye sıkılıyor biliyor musunuz? Sevginin önemini kavramış ya da -kavramış gibi yapan- insanlar -ki bu insanlar her fırsatta orada burada sevgi vaazları verip durur, çoğu zaman sevgiyi sınırlandırıyorlar. Demek istediğim bilerek mi yapıyorlar yoksa farkında değiller mi bu sınırlamanın. Hepiniz aslında burada yazmaya çalıştığım düşünceleri çok yakından biliyorsunuz. Bence ‘sevgi’yi en iyi anlayan sizler, bizler, şüphesiz ki bu sınırlılığın acısını çekiyorsunuz, çekiyoruz. Nasıl bir sınırlılıktan mı bahsediyorum: En genel tanımlama ile bu sınırlılık şöyle ortaya konabilir sanıyorum; erkek kadını sevebilir kadın erkeği. Elbette bir kadın ya da erkek kediyi, çocuğu sevebilir. Benim burada ele almaya çalıştığım sevgi, içinde cinselliği barındıran, diğer bir deyişle aşk’ı barındıran bir sevgi. Bu arada bir ayrımdan söz etmek istiyorum. Buna ne derece katılırsınız bilemiyorum ama ben uzun süreden beri böyle düşünüyorum. İkisi arasında, yani ‘sevgi’ ve ‘aşk’ arasında en temel olarak cinsellik ayrımı var. Kanımca sevgi, cinsellik yaşanmadan ya da yaşanamadan da varlığını sürdürebilir. Sevgi cinselliği dışlar mı? Elbette hayır. Sevgi için tensel dokunuşlar yetebilir örneğin. Ya da zamana ve mekana bağlı değildir sevgi. Bu yüzden ben birisini, bu erkek de olabilir kadın da, çok uzaklarda olsa bile bu insan, sevebilir. Ve bu beni ayakta tutmaya yetebilir. Aşk ise öncelikle cinselliğe yer açar kendi içinde. Aşık bir insan sevişmelidir. Sevişemiyorsa aşk,uzun süreli olmaz. Ben gecelik ilişkileri ‘aşk’ sınıfına sokuyorum. İngilizce’de ‘love’ hem sevgi, hem de aşk olarak kullanılırken, Türkçe’de ‘sevgi’ ve ‘aşk’ diye iki güzel kavram vardır. Buna rağmen ben sevgilime kısaca ‘seni seviyorum’ ya da ‘sana aşığım’ diyebiliyorum Ama çoğunlukla bu iki kavramı yerli yerinde kullanmıyoruz. Bir saat içinde tanıştığımız bir insana ‘sana aşık oldum, oluyorum’ yerine, pat diye ‘seni seviyorum’ diyoruz. Sevgi’ye haksızlık etmiyor muyuz? Sevgi cinselliği dışlamaz dedim ya, eğer cinsellik olur, dolaysıyla da daha kalıcı ve güvenilir. Bu konuyu biraz daha deşmek isterdim ama yazımın çıkış noktası bu değildi. Sevgi’ye getirilen sınırlamadan bahsediyordu. Bugün içinde bulunduğumuz durum, öğretilmişliğin bir sonucu olarak sapıklık, sapkınlık, iğrençlik olarak değerlendirildi eğer açıklasaydım herkese. Neyi açıklayamıyorum? Ben bir erkeği sevebilirim, ona aşık olabilirim, tıpkı bir kadına olduğum gibi. Öğretilmişlik diyorum. Çünkü, her pipisi olan erkektir. Ya da tam tersi her kutusu (sevgili Müjdat Gezen’in dediği gibi) olan kadındır. Bunun ötesi yok. Toplumun genel isteği ile oluşan normlar, kurallar bir önceki dönemlerde olmuş olanları bir anda silip atabiliyor ve yerine yenilerini koyabiliyor. ‘Genel istek’ dedim ya, azınlığı oluşturanlar hep vardır ama arada kaynayıp giderler ve zaman zaman bizler gibi toplum zararlı, yakılması gereken sapıklar (!) olarak ortaya çıkabilir. Düşünebiliyor musunuz, (ilkel) toplumlarda hala cinsellik farkı gözönüne alınmıyor da, kendilerini modern diye niteleyen insanlar bizim gibi düşünenleri halı altı etmeye çalışıyor. Kim ilkel, kim modern? Neye göre belirleniyor bu? “Toplum böyle istemiş, sesini çıkarma!” şeklindeki yaptırımlar umurumda değil. Ben de toplumun bir parçasıyım. Benim isteklerim niye dışarıda tutuluyor? Ben mutsuzsam, kuralları hiçe sayarım. Kolay olmaz ama gizli de olsa yaparım bunu. Kim koyuyor ki bu ahlak kurallarını? Hiç değişmeyecek şeyler değil ki. Arada bir azınlığın sözü ile koyulmalı kuralları. Ayrıca eminim ki, bu kadar sıkı denetim altında ezilmiş ama kendini ortaya koyamamış, çoğunluk içinde eriyip gitmiş yüzlerce azınlık ‘ezik’ler var. Pek de öyle azınlık sayılmayız aslında. Hepiniz duymuşsunuzdur. Bir erkek aslında bir başka erkeği seviyordur ‘deliler gibi’, onunla bir şeyler de yaşamıştır ama toplumun acımasız ön yargılı kuralları tarafından birer ‘korkak’, ‘zavallı’ durumuna gelmiş ve bir ‘kız’ ile evlenmiştir. Sonra bir ömür bacı-kardeş ilişkisine benzer bir evlilik... Sağlıklı, sapık olmayan, toplum bireyleri geliştireceğiz ya, mutsuzsun, değilsin, kimin umurunda!
KAOS GL 32/20
Şu da çok garip, tamam işte burada da ben suçluyorum toplumu ama ‘sınırlılığa’ kadın-erkek cinsi arasındaki keskin ayrımcılığa karşı çıkanlar bile bir çok zaman kendilerini sınırlandırıyorlar. Nasıl mı? Çok kaba olarak, yatakta hemen roller daraltılıyorlar, maskeler takılıyor. Kadın(mış), erkek(miş) gibi yapılıyor!? Nasıl bir zihniyet bu? Hani bizler bu ayrımcılığın karşısında duruyorduk? En gizli, en özel, hatta en kirli diye nitelendirilse bile egemen çevrelerce, aslında en masum ve temiz yer olan yatak odasında neden hala bu güvensizlik ya da ne bileyim, öğretilmişlik? Bunların üzerinde durmak gerekli sanırım. Maskeler toplumun içinde, işyerinde zaten takılıyor. Güvendiğin, seçtiğin, aşık olduğun ya da sevdiğin birisiyle birlikteysen tüm maskeler eşikte bırakılsın... Benimle iletişim kurmanızı isterdim. KAOS GL’nin ikinci sayfasındaki İstanbul adresine isterseniz görüşlerinizi yollayabilirsiniz. Belki de ben sınırlı düşünüyorum, eksik düşünüyorum. Böyle düşünüyorsanız lütfen hiç olmazsa dergiye yanıt niteliğinde birşeyler yazın. Sinir bozucu kurallar altında en az dileğim. Hoşçakalın. GÖNÇ
Sevgili KAOS GL, Ben Asiye. Burada, bu ortamda kendimi hücre hapsine çarptırılmış biri gibi çok yalnız hissediyorum. Bir buçuk senedir kendimi lezbiyen olarak kabul ediyorum. Altı, yedi ay öncesinde ilk coming-out’umu yaptım. Aslında, çok sonraları bir rastlantı sonucu Açık Radyo (İst.)’da yayınlanan Gay&Lezbiyen programını bu olaydan önce dinlemiş olsaydım, anne-babama kendim hakkındaki bu gerçeği açıklamak belki biraz daha kolay olabilirdi. Neyse, acemiliğimden kaynaklanan bir hatayla -lezbiyenlik konusunda hiç bir araştırma yapmadan, onları yatıştırabilecek bilgiden yoksun olarak- onlarla bu konuda yüzleştim. Biraz dolaylı bir yoldan oldu bu. Babam günlüğümü -ki ortada bırakmıştım- okudu ve öğrendi. Bir suçlamalar ve red etmeler fırtınasıyla yüzyüze kaldım. Bana her türlü tehdidi savurdular. Evden kovulmaya kadar vardı bu. Tabi tüm bunların altında onların kendi korkuları yatıyordu. Üç-dört aylık bir zaman dilimi içinde sistematik olarak bu tehditleri sürdürmeye devam ettiler ve hâlâ da ediyorlar. Bu süreç içerisinde intihar fikri kafamın içinde dönüp duruyordu. Birilerinin bana ulaşmasını istiyordum ama ASİYE, İSTANBUL
durumumu anlatabilecek pek kimse yoktu. Ta canıma kıyacak kadar daralmıştı ki -denize düşen yılana sarılır misali- hiç güvenmediğim halde kuzenlerime açıldım. Ve biraz olsun rahatladım. Bu rahatlık en azından biriyle paylaşabilmektendi. Onların tepkileri ise şaşkınlık -inanma çabası-inanmazlık-inanmaya çalışma kısır döngüsü içinde gidip geliyordu. Şimdi de pek farklı değil. Sonradan düşününce, intihar düşüncesi sadece çaresizlik ve öç almak için bir çıkış yolu gibiydi. Şu ana kadar izlediğim politika -tehlikelerinin farkındayım ve bunları benden uzak tutmaya çalışacağımeşcinselliğimden onlara göre “sapıklığımdan” vazgeçmiş “görünmek” ama bir şekilde de kendim gibi, sorunlarım ve sıcaklıklarını paylaşarak kişilerle tanışmak, arkadaşlık kurak. Çünkü çevremdeki insanların, özellikle ailemin benim değişebileceğime ait saplantı boyutunda istekleri var. Daha doğrusu korkunun neden olduğu bir istek. Ne yazık ki 24 yaşında ve çalışmama karşın hâlâ babamın eline bakıyorum. (onun arkadaşının şirketinde çalışıyorum) Bu yüzden de evden kovulmayı göze alacak cesaretim yok.
Sizlerle (derginizle) tanışalı 4 ay oldu ve böyle bir dergi çıkartarak bizlere kendimizi yalnız hissettirmediğiniz için teşekkürler. Sizle paylaşmak istediğim bir çok şey var ama bu mektubumda özellikle öğrenmek istediğim konuya öncelik vereceğim. Kendimi bildim bileli erkek olmayı istedim. Artık bunun için bir şeyler yapmak istiyorum. Kısacası ameliyat olup cinsiyetimi değiştirmek benim için dünyada en önemli iş oldu. Sizden ricam Türkiye’de ameliyatla erkek olanlar hakkında bilgi, hangi hastaneler bu ameliyatı yapıyor, hormon ilaçları ameliyattan ne kadar önce alınıyor ve tüm bunların fiyatı nedir? Sorularıma detaylı yanıtlar vermeniz. Ayrıca ameliyatla erkek olmuş tanıdığınız varsa onlarla tanışıp konuşmayı çok isterim. ANKARA
KAOS GL 32/21
KENDİ RUHUMUZU ARARKEN İçimdeki sızıntıyı fark ettiğimde, çevremdekilerin beni nasıl ve ne şekilde görmeyi arzu ettiklerine göre değil de, artık kendi isteklerim doğrultusunda kendimi gerçekleştirmem gerektiğini düşünmüş ve bu sonsuz süreci de başlatmış olmuştum. Bu süreçte düşünsel açıdan özellikle eskiye oranla değişim her şeyden öce kendime özgü duyarlığa ve iyiye yönelik bir özbene sahip olmama bağlıyorum. Ama düşüncelerimin imbiklerinden geçmek ve kendimi gerçekleştirmeye çalışmak kolay olmuyor. Aynı süreçte olanlar bilirler. Yaşam sürekli öğrenmekten ibaret. Bunu öğrendikçe hiç bir şey bilmediğini anlıyor. Bunu bildikçe de daha çok öğrenmeye, anlamaya, çözmeye çalışıyor. Yaşamı, olup-bitenleri, kendini... En önemlisi belki “kendini” arayış. “Kendi ruhunu” arayış. Ben hoşnutum kendimden. Gücümün ve zayıf yönlerimin farkında olarak hoşnutum. Kendimi koyun sürüsünden kendi iradesi ve isteğiyle ayrılmış gibi hissediyorum. Ne arkamda bıraktığım sürüyle bir işim var, ne önüme çıkabilecek kurt sürüsünden bir korkum. Tutarlı olmaya da çalışmıyorum. Zaten bunu hiç denemedim. Toplumu, insanları, çevresel koşulları, zıt düşünceleri... olduğu gibi kabul ettiğim için eksik ve hatalardan “aşırı” düzeyde rahatsız da değilim. Bu kabul etmişlik yanlış anlamalara sebep olmasın. Edilgen, tepkisiz, umursamaz davranıyor değilim. Ama örneğin her kadın hareketinin arkasında bulunuyor, destekliyor da değilim. Feminist geçinen bir çok hak savunucu -olduğunu zanneden- kadın biliyorum ki örneğin bir akşam yemeğinde yanında bulunan erkek partnerinin onun sandalyesini tutmasını, kapısını açmasını, BELEN KARADAĞLI, İSTANBUL,
hesabı ödemesini bekliyor. Çeşmedeki elektrik sigortasındaki ya da ne bileyim kapıdaki, zildeki her hangi basit bir arızada erkek yardımına ihtiyaç duyuyorlar. Feministim deyip, bir ampul takmak için kocasından, oğlundan, sevgilisinden, komşunun eşinden yardım isteyen feminist bayanlar var. Ondan sonra senede bir gün meydana çıkıp “Bugün kadınlar günüdür. Hakkımızı istiyoruz, eşitiz, haklıyız...” diye saçmalayıp halay çekiyorlar. Hak, bu kafayla, bu tarz aranmaz. Aranır aranmasına ama sonuç vermez. Gülünç olursunuz. Aynı kısır döngü içinde döner durursunuz. Aslında erkekliğe, kadınlığa bu kadar takmasanız epey yol alacaksınız ya... Her düşündüğünüzde, “Bu erkek rolüdür, işidir -bu kadın, bu topluma uygundurbu değil... “ sonucuna varmasanız erkeklik ya da kadınlık değil, insanlık diye bir şey ortaya çıkacak. O zaman gitmemiz, devam etmemiz gereken yolda olduğunuzu kavrayacaksınız. Yoksa örneğin yemek pişirmeyle, çay demlemeyle salt kadın olunamayacağı gibi, çeşme tamir etmeyle de erkek olunamaz. Erkek-kadın işi diye bir şey de yok aslında. Tüm bu saydıklarımın yapılabilmesi için de tanrısal bir yetenek gerekmiyor. Erkek ya da kadın değil insan olmak yeterli, insan olmak, kalıpsız düşünmek, kendi gerçeğini ortaya koyabilmek... Bunu yapabiliyor musunuz? Farklı olabiliyor musunuz? Bir kerede bir çok şeyi söylemeye çalıştığım için düşündüklerimin yarısını bile yazamadığımı fark ediyorum. Ama önemli değil. Önemli olan sizin bu okuduklarınızdan sonra ne düşünüyor olduğunuz. Düşünmek... düşünmek ve yine düşünmek. Bu önemlidir. Bol düşünceler.
O’na - Son Önce rüzgardan taşan bir tohum gibi düşerdin aklıma. Caddeler susar, otolar susar, insanlar susardı. Yalnız hasretin susmazdı. Kara gözlerinde buğulaşan, yalnızlığıma haz veren hasretin. Yalnız hasretin hükmederdi bana, bana ve sessiz kalan dünyama. Sevişirdim. Simsiyah bakışlarının erkeksi güzelliğiyle, hasretinle sevişirdim. Hasretindeki senle. Bıkmadan, usanmadan, orgazmsız ve doyumsuz bir aşkla sevişirdim. Sonra, sonra gizlice girerdin düşlerime. Usuldan. Tuhaf bir melek gibi. Sadece hükmeden, sevmeyen - sevişen. Aşksız bir melek. Uyanmaktan korkardım, giderken düşlerimi de götürürdün. Uyandığımda sadece düşü ve seni anımsardım. Beklerdim. Yağmurlarda, boş sokaklardan ve açık pencereden gelesin diye. Beklerdim. Sadece düşlerime gelirdin, hep sen olan düşlerime. Çaresiz kalırdım böyle gecelerde. Çaresiz, umarsız - Beklerdim. Karanlığı, yağmuru ve seni severdim. Ve hep geceleri yaşardım. Hep yağmur yağardı o gecelerde. Gece bitmez, güneş doğmazdı. Gece, sen ve yağmurla yaşardım. Ve bir gün uyandım! Pencereden sızan güneş ışığını gördüm! Uzandım, güneşi gördüm. Sokaktan çocuk sesleri geliyordu. Rüzgar saçlarımı okşayıp, yanağımdan öptü. Bahçede çiçekler hafiften salınıyordu. Kardeşim, “günaydın abi” dedi. Annem “kahvaltı hazır” diye seslendi. Hayret! Hayat devam ediyordu. Aynaya baktım, saçlarım dağınık sakalım tıraşsızdı. Ama güzeldim, kendim için. Aynadaki bendim ve yaşıyordum. Evet yeni bir dünya ve yeni bir aşk için. Bu gün geceye yaşıyorum deyip gündüze de aynı şeyi söylemeyi düşündüm ama başaramadım. Çünkü önce kendime sordum yaşamak ne demek? HALİL SEYHAN
MEKTUP-LAR-DAN KAOS GL 32/22
B Î R Y A Z A R , B Î R A S. I K V E BÎR KÎTAP MARGUERITE DURAS VE YANN ANDREA Ona göre tutku anti-sosyal bir duyguydu. Ölmeden önce geride bıraktığı son tutkusu da kendisinden 38 yaş küçük olan Yann Andrea olan bir eşcinseldi. Her şey 1980 yılında başlamıştı. Yann o zamanlar 27 yaşındaydı ve 65 yaşında olan Marguerite Duras’ya, sözcüklerine karşı özel bir hayranlık duyuyordu. Beş yıl boyunca ona sürekli mektup yazmış, ama yanıt alamamıştı. 1980 yılında, bir sabah kapısı çalındı Duras’nın. “Yapılı, şık giyimli bir adam... Sırtında kocaman yağmurluğu, elinde bavul niyetine siyah bir torba, karşımda duruyordu.” Yanıtsız bıraktığı mektupların sahibi Yann Andrea’ydı bu adam. Bu zamansız aşığı kabul etmek, kolay değildi ünlü yazar için. Oysa genç adam tek isteğinin onu tanımak olduğunu, buna izin vermezse kendini öldüreceğini söylüyordu. Her şey o gün başlar. Her şey. Bu ani ve beklenmedik ilişki herkesi şaşırtır. Duras’nın dostları bu adamın kişiliğini hiç bir zaman onaylamazlar. Bu durum Duras’nın umurunda bile değildir. 65 yaşındadır ve “aşk yeniden” deyip, yeni bir yaşama başlamıştır Duras. Tuhaf bir adamdır Yann. “Tapınağın bekçisi”, “Yanlış Aşık”, yaşlı kadını can sıkıntısından kurtaran ancak onu dostlarından uzaklaştıran yeni hayat arkadaşı hakkında pek çok söylenti yayılırdı. Trouville’de, evin aşağısındaki barlarda tanıştığı genç oğlanlarla ilişkiye girdiği anlatılırdı. Duras bütün bunlara da aldırmazdı. Önemli olan, ihtiyacı olduğu zaman Yann’ın yanında olmasıydı.
Şoförlüğünü yapan, yazılarını gözden geçiren Yann, Marguerite’nin eli ayağı gibiydi. “Tanıdğım bütün erkekler yazdıklarımı kıskandı. Yann hariç. O, ben yazarken çok sakin oluyor ve beni rahat bırakıyor” diyordu. Yann’ın yanında kahkahalarına tekrar kavuşmuştu. “Esasında yumuşak bir insan değilimdir, ama Yann’ın yanında çok yumuşak başlı oluyorum.” diyor ve ilişkisini şöyle anlatıyordu: “En beklenmedik, en önemli olay... Acı’da olduğu gibi. Tek farkı erkeğim hep yanımda, onu aramıyorum. Beni ölüme karşı koruyor. Ve ikimiz de biliyoruz ki birimiz öldüğü vakit ötekimiz yaşayamaz, çünkü birbirimizi çok seviyoruz.” Duras’nın alkol bağımlılığında, siroz hastalığı sırasında çektiği acılarda Yann hep yanındaydı. Son zamanlarda Marguerite’nin sağlığı iyice bozulmuştu. Yann onu bir an bile yalnız bırakmıyor, onu sakinleştiriyor, giydiriyor, yediriyordu. Ama son zamanlarda Marguerite’e söz geçirmek zor olmuştu. Gittikçe aksileşiyor, her şeyi sorun ediyordu. Yann, yakınlarına Marguerite’nin bu davranışlarından yakınmaya başlamıştı: “Eğer edebiyat olmasaydı bu yaşam zor çekilirdi. Fakat onsuz nasıl yapacağım, bilemiyorum. Beni tek teselli eden onun hayatında önemli bir rol oynamam.” Ve Marguerite Duras geçen yılın Mart’ında gitti. Yann’a da en güzel romanını bıraktı: “Yann Andrea, Sevgilim.” Yann’ın eşcinsel olması ve Duras’ın bunu biliyor olması aşkı engellemedi. Edebiyat ve aşktı onları birlikte tutan. “Herkes ardında bir şey bırakır ölürken. Benim en çok oğluma ve Yann’a para bırakabilmek hoşuma gidiyor. Gerisi beni ilgilendirmiyor.” Herşey bitti.
İMKANSIZ AŞK, ACITAN TUTKU MAVİ GÖZLER, SİYAH SAÇLAR “Odaya zaman zaman korku dolar, ama bu gece daha da fazladır, ölüm korkusu değil, incitilme korkusu, sanki bir hayvan tarafından tırmalanmak, tanınmayacak şekle sokulma korkusu.” Gerçek aşık, gerçek sevgili, ilk sevgilisi Çinli değildi artık, mavi gözlü, saçları siyah, aşıkların beyaz tenine sahip olan bir adamdı. Ve eşcinseldi. “Kadın uzandığında, şöyle diyecektir ona: Gözlerinizi öptüm.”
Marguerite Duras’nın daha önce sıkça ama öylesine kullandığı “eşcinsel” sözcüğü, son aşkıyla birlikte bu uzun hikayesine bilinçli bir kimlikle girmiş oldu. “Sözcükler yok ortada, yerleştirilebileceği cümle.”
ne
de
sözcüklerin
Mavi Gözler, Siyah Saçlar uzun bir öykü. Teatral tatta yazılmış kitabın çekirdeğini, ölümcül bir dekor, bir tiyatro sahnesi, aşkın yaşanamadığı bir oda oluşturuyor
KAOS GL 32/23
oyuncular: Kadın ve erkek. Bir de gizli özne, yani ikisinin de aşık olduğu, kaybettikleri ve kayboluşuna ağladıkları yabancı delikanlı.
kendilerine verilmiş bir buyruk olduğunu hiç sezemeyen antilop ve lemminglerin hayvan beyinselliklerindeki biçimiyle ölüm. Buradaki buyruk olumsuzdur. Bahanelerden, buyurgan tiksintiden geçer.
Ağlayışlar bir tek o yabancı sevgili için değil, aynı zamanda kadın erkeğe duyduğu arzuya, erkekse kadını arzulamayışına ağlıyor.
Soru: Kitabınız insanlığın dar bir kesimini ilgilendirmiyor mu sizce?
“Sevişen kadın olmuştu. Erkeği kendisi sokmuştu içine. Bu arada erkek, onun altında, ondan ayrılmanın acısıyla ölüyordu.”
Yanıt: Hayır. Herkesi ilgilendiriyor. Bütün kadınları, bütün erkekleri. Genel olarak cinselliğe girmenin tek yolu olduğunu düşünüyorum; o da eşcinsellik, eşcinsel suçluluk.
“Mavi Gözler, Siyah Saçlar” gerçekte acıtan bir öykü. Tiksintinin içinde yeşeren bir tutkunun, karakterleri yok eden, gün ve gün eksilten, intihara, yok oluşa doğru sürükleyen tutkunun öyküsü. Marguerite Duras bugüne kadar yazdığım en büyük, en korkunç aşk öyküsü bu, diyordu. Haklı. Hiroşima Sevgilim’e ne mi oldu? O da çok büyük bir aşk öyküsüydü elbet, onda da acıtan bir tutku vardı, ama korkunçluğu aşktan değil, insanın zavallılığından geliyordu.
Soru: Eskiden, eşcinselliğe bugünkü gibi bakmadan önce bu konuda ne düşünürdünüz?
“Kadın sanki bir kitapta birlikte tutuklu olduklarını, kitabın sonunda yeniden ayrılıp kentin buğulandırılmışlığına geri verileceklerini söyler.” Mavi Gözler, Siyah Saçlar sözcüklerin şiir tadında kurulduğu, mekanın soğukluğu ve yabancılığıyla aranıza mesafe koyduğu, oyuncuların tutkulu ve gizemli arayışlarıyla aşka dair yeni tatlar sunduğu özel bir öykü. Değişmek ve büyülenmek isteyenlere... “Bu yüzden kayıpsınız siz. (...) Deniz kıyısındaki bu evde, soyu olmayan bir kavim gibi kayıpsınız (...) Hayatımın bir noktasında -gençliğimin ortasında- bu kayıp kavim sanki benim de kavmimmiş gibi sizin yanınızda kaldım.”
MAVİ GÖZLER, SİYAH SAÇLAR yayınlandığı gün Le Matin Gazetesi’nde çıkan MARGUERİTE DURAS ile konuşma. Soru: Yeni kitabınız “Mavi Gözler, Siyah Saçlar”da hiç kullanmadığınız bir sözcük varsa, o da “eşcinsel”. Oysa erkek kahramanı düşününce akla ilk gelen bu nokta. Yanıt: Doğru, bu sözcüğü artık hemen hiç kullanmıyorum. Bu kitaptan önce sık sık kullanırdım. Şimdi sözcüğü belli bir gizli amaçla kullanıyorum. Kitapla birlikte, bu sözcük sahte, moda bir sözcük oldu. Sözcük, anlamını iyi ifade etmiyor. Ayrıca bu anlamın varlığına, henüz üç yıl önce inandığım gibi inanmıyorum da. Eşcinsellik yalnızca cinsel değil, çok daha geniş, derin bir şeydir. Çok daha önce başlar, çok daha korkunçtur. Cehennemidir.
Yanıt: Ya inanmazdım, ya da yalan söylerdim. Onlar da herkesten farksız, herkes gibi derdim, aptalca, bir şey bilmeden ne söylenirse söylerdim. Ağırlardım onları. Onlardan başka kimse olmazdı çevremde. Soru: Peki şimdi eşcinseller sizi anlayacak mı? Yanıt: O (Yann Andrea) anlayacak, önemli olan da onun anlaması. Bu tür sorunlar kadar kolay çözümlenen, yani çözümlenemeyen bir şey yoktur. Bu konuda ileri geri konuşuluyor aslında, eşcinselliğin mekanına girmeden. Oysa ben altı yıl boyunca bunu yaptım. Tam anlamıyla korkunç bir mekan bu, ancak artık biliyorum ki aşk oraya yaşanamaz bir karışıklılıkta, ama öteki aşklardan daha güçlü bir biçimde girebilir, ne var ki, öldürücü bir aşktır bu. Eşcinsel erkeğe yaklaşılamaz, yalnızdır. Bir kadın bir eşcinselle yaşadığında, yalnız bir erkekle, yolundan dönemeyen, çiğneyip geçemediği türünün fiziksel vahşetine indirgenmiş bir erkekle yaşamaktadır. Ve kadın da aynı biçimde yalnızlaşır. Soru: Peki bir erkek başka bir erkekle yaşarken yalnız değil midir? Yanıt: Öyledir. İkisi de yalnızdırlar. Her şey yolunda gitse de, bir ev, para, gerek duydukları her şey, hoşlandıkları birer meslek olsa da, hepsi, her yerde bütün hayatları boyunca hep eşcinsellerle bir arada bulurlar kendilerini. Bir tek onun, ölünceye kadar seveceğim erkeğin dışında. Soru: Böyle bir kitabı yazabilmek için cehennemde yaşamış olmak gerek. Yanıt: Evet, cehennem yaşanıyor. Kendinizi öldürmek istiyorsunuz. Hayatınızda yaşadığınız başka cehennemler olmuştur, felaketlere yol açmışlardır. Ama bu öyle değil.
Ayrıca şunu da söylüyorum: Ölüm eşcinselliğin içinde vardır; çünkü eşcinseller genellikle kendilerini çocuklarıyla devam ettirmezler; çocukları yoktur. Sanki ölümü hızlandırmak ister gibi. Birlikte ölmeye giden, ama bunu
KAOS GL 32/24
Derleyen: UĞUR YÜKSEL
T A R T I Ş M A NASIL BİR EŞCİNSEL HAREKET? Atilla A. Bir arpa boyu yol almadık kimilerine göre. Kimileri içinse tahakküm sözcüğünün anlamı bilinmezken, öğrenilen (!) sonra da “tahakküm ediyorsunuz” diye karşı çıkılan bir hareket. KAOS GL oluşumu ve izlediği yol, yöntem hemen bütün katılımcılar tarafından sorgulanırken kendi iç hesaplaşmalarını tamamlayamamış, kimlik probleminin ne olduğundan bihaber olanlar eleştiri oklarını bizlere yöneltirken iğneyi kendilerine birazcık olsun batırmayı öğrenebilseler nasıl olur diye düşünüyorum. İyi olurdu elbette, hem de çok iyi... Yapılması gereken o kadar çok iş varken, sorumluluk almaktan kaçınanların kendi sorumluluğunu taşıyamayanlar olduğu gün gibi ortadayken, çok genç ve yeni bir oluşuma neler katabileceklerini düşünmeleri gerekirken “bu bana göre değil”, “ben böyle düşünmüyorum”, “yanlış yapıyorsunuz” deyip doğrunun ne olduğu konusunda tutarlı ve hareketin ileriye gitmesini sağlayabilecek herhangi bir kuram geliştiremeyen kimi zavallıların egolarını tatmin için giriştikleri olumsuz yaklaşımların gözardı edilmemesi gerekliliği büyük önem arzediyor. Daha önce anti-otoriter, bireyselliği önemseyen, her türlü katılıma açık, ideolojilere ve kişisel özelliklerine göre insanları kategorilere ayırmayan (ayrımcı olmayan) vs. bir grupta yer almamış olmaları (zaten arasalar da başka bir alternatifi var mı?) yeni katılımcıları hayli şaşırtıyor olan KAOS GL özgürlükçü yaklaşımı ile birçok hareketin örnek olması gereken bir grup olanak vardı, var, var olacak! Elmalar ve armutlar birbirine karıştırılıyor gibi geliyor bana. Erki elinde bulunduranların yönetimi altında bulunmak durumu söz konusu edilirken, erk (iktidar ise), bir şeyleri yapabilme gücü ve kabiliyetinde olanların (üstelik bunları amaç için motive etmişlerken) erki temsil ediyor görünmeleri yanılsamadan başkaca nedir. Yanılsama her katmanda farklı biçimlerde kendini gösterebilir. Önemli olan bunu farkında olmak ve sorgulama sürecinin içinde yer almak gerekliliğidir. Hoş tahakkümden söz açanların iktidarı temsil edenlere karşı çıkışları böyle bir rahatsızlıktan da kaynaklanmıyor ya bana göre. Onları rahatsız eden belirli bir statüde olması. Diğer yandan ilgilenenlerin, önemseyenlerin sayıca çokluğu iktidarı temsil ediyor gibi görünebilmesidir. Düşünce ortaklığı ya da en azından düşman ortaklığı ile biraraya gelmiş olmanın dışında grubun birincil grup olma özelliği de önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Paylaşımların çokluğu ortak bir dil yaratılması ve bir çok konuda hemfikir olunmasına olanak sağlıyor. Bu da kısmi bir iktidar olarak anlaşılıyor herhalde. Olanın tahakküm olduğu kabul edilse bile (ki edilemez) maddi bir karşılığı yoktur. Bu da ne demek oluyor diyenler olacaktır. Kim, niçin tahakküm etmek istediğinde ve amacında olabilir? Bu soruya mantıklı ve tutarlı bir yanıt verilebileceğini pek sanmıyorum. Eğer söyleyecek sözü olanlar varsa toplantılarımıza katılarak ya da dergiye yazı yollayarak bunu yerine getirebilirler. Unutulmaması gereken KAOS GL oluşumu ilk çıkış anından itibaren anti-otoriter olma amacını gerek söylemi gerekse yaptıklarıyla kanıtlamıştır. Eğer amaç tahakküm etmek ve birilerini yöneterek yönlendirmek olsaydı, bu oluşum bir lider, bir başkan çıkarmakta, yönetim kurulu gibi bir organı oluşturmakta çok da zorlanmayacaktı. Bütün kurumlara, kurumsallaşmalara karşı olunması, birlikte hareket etme şeklinin işbirliği, gönüllü paylaşma, karşılıklı sevgi ve saygı olması gerekliliği değişik zamanlarda katılımcılara, okuyuculara hep aktarılmaya çalışılmıştır. *** Şimdi KAOS GL neler yapıyor, biraz da bunlara değinmek istiyorum. Dergide de listesi yayınlanan seminerler son hızla devam ediyor. Sunumları gerçekleştirilen konular, kimlik probleminden tutun da hareketin amaçlarına kadar bir çok konuda değişik bakış açılarıyla yapılan tartışmalara dönüşüyor. Ne istiyoruz, nasıl yaparız, ne yapmalıyız sorularına hep birlikte cevaplar aranıyor. Sunumlar Türkiye’deki gay alt kültürünü ve sistemi sorgulayan bir bakış açısı kazandığında daha verimli olacağı inancındayım. Eleştiriler, katkılar, tartışmalar derken ne kadar da iyi bir düzlemde yol aldığımızı görmek sevindirici oluyor. Radyo programı Arkadaş Radyo’nun teknik problemleri nedeniyle kesintili olarak devam ediyor. Bu arada sivil toplum örgütlerinde ve üniversitelerde yapılan paneller, sunumlar ile Türkiye’deki eşcinsel hareket yadsınamaz bir gerçek olarak KAOS GL oluşumu düzleminde aktarılmaya çalışılıyor. Başka bir faaliyet ise “KAOS GL okuma grubu “ adı altında yapılıyor. Bu grupta eşcinsel yazar ve şairlerin yapıtları, konusu itibariyle
KAOS GL 32/25
eşcinsellikle ilgili yapıtlar okunup, incelenerek birlikte çıkarımlarda bulunuluyor. Şu anda aklıma gelen faaliyetler bunlar. Bu yapılanlar dergide ve başka yollarla duyuruluyor olmasına rağmen neden yazımda yer aldığı konusunda cevap bekleyenlere KAOS GL oluşumunun sadece laf üretmeyip eşcinsel yaşam alanını genişletmek için elinde bulunan her türlü olanağı değerlendiren , birlikte dönüşümü amaçlayan bir grup olduğu düşüncesini başka bir şekilde aktarmak olduğunu belirteyim. Sonuç olarak KAOS GL oluşumu ister beğenilsin ister beğenilmesin yoluna devam edecek ve aldığı yolun ne kadar büyük olduğunu görüp de (böbürlenmekten) katetmesi gereken yolun ne kadar uzun ve aşılması güç engellerle dolu olduğunu görecek kadar durduğu yeri görebilen bir grup olma özelliğini koruyarak. Biliyorum ki sizlerin de söyleyecek çok sözünüz, gerçekleşmesini istediğiniz bir çok düşünüz var. Söylemek istediklerinizi söyleyebileceğiniz, düşlerinizin gerçekleşmesi için birlikte hareket edebileceğiniz insanlar varken neden hala orada (heteroseksist sistemin sıkıştırdığı o dar alanda) olduğunuzu anlamaya çalışıyor anlamıyorum. Gelin, anlatın, yazın, okuyalım. KAOS’ça kalın, KAOS yaratın.
EŞCİNSEL KİMLİK Cengiz KAOS GL’nin “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışmasında Devrim arkadaşımız “Eşcinselliğin, kendine özgü nitelikleri olan bir doğası yoktur. Bu tam da kendini heteroseksüel olarak tanımlayan ahlak anlayışının baskıcı kodlamalarıyla oluşmuş uyduruk bir kategoridir.”(1) biçiminde düşüncesini ortaya koymuş. Ona göre, baskıcı kodlamaların tarihi ve kültürel gelişimi var. Eşcinselliğin özel bir alana hapsedilmesini destekleyen bir çerçevedir bu kategoriler. Eşcinsellik, baskı altına alınma ile oluşturulmuş bir yapıysa, kendimizi erkek veya kadın görme biçimlerimizde nasıl bir çözümleme olabilir? Toplumsal olarak üretilmiş erkeklikte veya kadınlıkta kendini tanımlayan birey, değişik ifade yollarını nasıl bulacaktır? Heteroseksist kimlik sınırlamasının önüne geçmek, onun karşıt bir olumlu seçeneğini yaratmaktan mı ibarettir? Yoksa tüm yaşam cinsiyetsiz (kadın ve erkek tanımlamasının yapılmadığı) bir toplumsal düzende mi olmalı? Kanımca, insan kendisini algıladığı beden ve onun sınırlarında geliştirdiği kültürel şekillenme ile vareder. Erkeklik, batıda burjuva sınıfının ve ulusal düzenin devamlılığını sağlayan, maddi ve manevi gücünü içinde bulunduran bir simgedir. Yaşamın her alanında erkeklik, hem “biyolojik” cinsiyetteki, hem de “toplumsal” cinsiyetteki işbölümüyle ve kadının kendini pasifleştirmesi yoluyla kendini kurdu. Eşcinsellik, tıbbi ve hukuki kurumlaşmanın sonucunda, “normal” tanımlanan cinsel doğanın dışındaki bir unsurdur. Bu kimlik saptaması, batının tarihinden gelen bir düzenle kendine yabancı olan unsurları aynılaştırmak için kullanıldı. “Eşcinsel hareket varolan egemen ahlak anlayışının doğal ve evrensel olmadığını ve tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığını gösterebilmeli, zorunlulukları ve verili yaşam tarzlarını reddedebilme cesaretini kendinde bulabilmelidir.”(2) diyerek yazısını sonuçlandırıyor Devrim. Yaşamımızı sınırlayan ahlaki normların dışında kalmak, kurgulanmış şimdiki düzenin dışına itilme anlamına geliyor. Her eylemimiz bir durum içinde gerçekleşiyorsa ve yaşam biçimimiz toplumsal düzenimize, dilimize ve tarihimize dayanıyorsa, biz yaratan kültürden başkalaşmak nasıl gerçekleşir? Eşcinsel kategorisini (kimliğini) kabul etmek, üzerinde devamlı vurgulanan erkek normlarının tamamlayıcısı durumuna düşürecektir bizi. Bu onay, bize oynamamız için verilmiş (tahammül edilmiş) alanda kalmamızı sağlar. Eşcinsellerin erkeklerin alanında başarılı olabileceğini devamlı vurgulamakla da, kendimizi erkek değerlerini başarı ölçütüne göre yargılamak durumuna düşürüyor. “Eşcinsel”in hep egemen erkek özneye ölçüt veya karşıt biçimde kendini geliştirmesi, yaşamın tek etkeni olan erkek değerlerinin daha da hükmetmesini sağlamıştır. Salt cinsel ilişki türünden doğan ve buna dayanan yaşam biçimleri -tanımlamalar (heteroseksüel, eşcinsel...)varolabilir mi? Erkek öznenin düşünce biçiminden doğan tanımlamaları irdelemeliyiz. Bu yapılanmayı yıkmak, yeni bir toplum yaratmanın yolunu bulmaktan geçer. Bilmeliyiz, eleştirmeliyiz, çözümlemeliyiz ve bunun sonucunda -kendi içimizdeki çelişkileri ve bizi sokmaya çalıştıkları kalıpları da aşarak- başkalaşabiliriz. (1-2) KAOS GL, Sayı 24, Yıl 2, Sayfa 11, “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket”, Devrim
KAOS GL 32/26
Yasemin Özalp “Nasıl Bir Eşcinsel Hareket” tartışmasında dergide çıkan yazıları, hangi sosyo-ekonomik statüde, hangi düşünüş yapısında olursa olsun her eşcinselin bu konuda söyleyecek bir şeyleri olduğunu ve/veya olması gerektiğini düşündüğüm için ilgiyle takip ettim. Çünkü önerilerimiz farklı da olsa, böyle bir hareketin gerekliliği noktasında uzlaşmamız, kendi adıma en önemli noktaydı. İçinizden bazılarının hatırlayacağı üzere, tartışma sürecinde daha önce benim de düşüncelerim yayınlanmıştı. Ancak süreç içerisinde gelişen bir takım olaylar ve etkenler (daha doğru bir söylemle, hep var olan ancak beni bu noktada daha fazla rahatsız eden bir takım etkenler) beni yeniden düşüncelerimi ifade etmeye itti. Yazı boyunca bir takım tanımlar yapacak , sorular soracak, çözümlemelere gidecek ve nihayetinde kendi çözüm önerilerimi ortaya koyacağım. Bu vesileyle çözüm önermeyen yazıları okumayı reddeden arkadaşlarıma katıldığımı da söylemek istiyorum. Tartışmadığımız sürece uzlaşamayacağımızı baştan söyleyip, düşüncelerimin tartışılabilir şeyler olduğunu bir kenara atmadan. Eşcinsel edim ile eşcinsel birey arasındaki ayrımı algılayıp, bu noktadan hareketle “eşcinsel bireyin” ne olduğu sorusunun yanıtını aramak eşcinsel hareketin atması gerektiği ilk adım olduğunu düşünüyorum. Eşcinsel edim, yani bireyin kendi cinsinden bir başka bireyle cinsel ilişkiye girmesi, bütün zamanlarda ve bütün toplumlarda gözlemlenebilir bir şeydir. Ancak “eşcinsel birey/kimlik” sorunu, sanayi devrimi sonrası oluşan modern (kapitalist/sosyalist) toplumlarda cinsel kategorilerin (eşcinsel/heteroseksüel/biseksüel vs.) birbirinden ayrı ve belirlenmiş bir şekilde ortaya çıkmasıyla yaşamımıza girmiştir. Modern toplumlarda eşcinsellik, belirli bir davranış şeklini (kendi cinsinden bireylerle cinsel ilişki) ifade etmekten çıkıp, belirli bir tip bireyi ifade etmeye başlamıştır. Bu da “eşcinsel kimlik” ve “eşcinsel kültürün” oluşumuna yol açmıştır. Böylece eşcinsellik bireyselleşmiş ve bireysel bir duruş haline gelmesiyle beraberinde verili olan ahlakı reddediş potansiyelini de içine almıştır. Zira, modern toplumlar cinselliği kategorilere ayırmakla kalmayıp cinsel kategoriler arasında “heteroseksüellik” lehine bir hiyerarşi yaratmış, toplumsal organizasyon ve ahlakı bunun üzerine şekillendirmiş ve eşcinseller üzerinde her kanaldan baskı kurmuşlardır. Bu durum, doğal olarak, eşcinsellerin bu maddi/manevi baskıya karşı çıkmalarına yol açmış ve eşcinselleri politize etmiştir. Eşcinsel kategorisindeki bireyler ile verili sistem arasındaki çatışma, eşcinsel kimliğin oluşmasındaki ana noktadır. Feministlerin sürekli olarak vurguladığı üzere, “Bireysel olan politiktir”. “Eşcinsel birey olmak” da beraberinde politikliği, baskıya karşı direnmeyi ve verili yaşam koşullarına karşı çıkışı getirir. Burada parantez açıp bir konuya değinmek istiyorum. Sürekli olarak KAOS GL dergisine ve KAOS grubuna politik olduğumuz ve/veya belirli bir ideolojik söyleme sahip olduğumuz gerekçesiyle saldırılmakta ya da bu gibi gerekçelerle eleştiriler almaktayız. Burada bu söylenenlere bir atıfta bulunma gereksinimi duyuyorum. “Politikaya bulaşmayalım, politik olmayalım” demek de, farklı bir düşünüş noktasından hareket edilmekle birlikte (maalesef!) politik bir söylemdir. Kavramları doğru kullanmamamızın sebebi herhalde kavramları yaşamımıza doğru yerleştirmememizden kaynaklanıyor. KAOS GL politik bir dergidir, çünkü yukarıda saydığım gerekçelerle eşcinsel birey olmak beraberinde politik olmayı getirir. Bu, eşyanın doğası gereğidir. Ancak biz politik olduğumuzun farkında olmayabiliriz. KAOS GL politik bir dergidir ancak hiçbir siyasal ideolojinin sözcülüğünü yapmamaktadır. Bizi buluşturan ortak noktamız özgürlüğe olan inancımız ve “özgürlükçü perspektifimizdir”. Özgürlük kavramı da hiçbir siyasal ideolojinin tekelinde değildir. “Politik olmayalım” diyen arkadaşlara da, kendilerini de liberalizmden yana tavır aldıklarını ve liberalizmin de kökeni feodalitenin yıkılması dönemine dayanan ekonomik-politik bir ideoloji olduğunu hatırlatmak isterim! Hatta eşcinsel işçinin eşcinsel patronuna, “Ulan, ikimiz de ibneyiz işte” diyememesinin gerekçelerini bir kenara atmadan, “burjuva eşcinseller de eziliyor” derim. Ben yine politik bir eşcinsel birey olarak kaldığım yerden devam ediyorum. Eşcinsellerin önünde önemli bir sorun olarak “bilincin özgürleşmesi” sürecini görüyorum. Ancak bilinçlerimiz tek tek özgürleştikten sonra bunların bileşkesinin eşcinsel hareketi yaratacağına inanıyorum. Burada şunu söylemek istiyorum. Benim eşcinsel hareketten kastım sokağa dökülüp eşcinsel olduğumuzu haykırmak veya bir takım taleplerle devletin karşısına çıkmak değil. Benim için eşcinsel hareket toplumsal baskıcı ahlakı dönüştürme mücadelesi demek. Bunun için gerekirse sokağa da dökülebiliriz. Ama önce kendimizi dönüştürmemiz ve bilincimizi özgürleştirmemiz gerekiyor. Bunu da, evde yalnız olduğumuz zamanlarda bile, kendimize şu soruları sorup cevaplarını arayarak dahi yapabiliriz: * Ben bir eşcinsel olarak, kendi eşcinselliğimle barışık mıyım? Kendimi seviyor muyum? * Kendimi lanetlenmiş, hastalıklı olarak görüyor muyum? * Eşcinsel olmak beni rahatsız ediyor mu? * Kendimi gerçekten kabul etmiş ve içsel dengelerimi kurmuş bir insan mıyım? * Eğer ben bir eşcinsel olarak mutluysam, toplumun beni mutsuz etmesine neden izin veriyorum? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Asıl olan ise kendiyle barışık eşcinsel bireyler haline gelebilmemiz. Bu noktadan sonra soluk almamıza izin verilen dünyacıklarımızdan çıkıp dünyayı keşfetme isteğimizi serbest bırakabiliriz. O zaman bizi neden bu “dünyacıklara” kapattıklarını, bundan kimin ne çıkarı olduğunu sorgular ve bu işleyişten duyduğumuz rahatsızlığı o zaman ortaya koyabiliriz. O zaman sokakta “eşcinsel” olarak yürüme, işyerinde, okulda, evde “eşcinsel” olarak davranma hakkını bize vermeyen bir sistemin, neden “gay barın” açılmasına izin verdiği sorusunun cevabını daha kolay buluruz. Bir gay mekana
KAOS GL 32/27
girmeden önceki ben ile o kapıdan girdikten sonraki ben arasında onca fark olmasının o kapıyla değil ve fakat yaşamın kendisiyle ilgili olduğunu ancak o zaman kavrayabiliriz. Devletin içinde çeteler olduğunu değil ancak devletin bir çete olduğunu, parkta/sinemada vs. polis tarafından tehdit edilen, dövülen, soyulan bir eşcinselin anlaması için bir kamyona ihtiyacı yoktur. (Burada kastedilen devlet de tek başına T.C. devleti olmayıp, devlet olgusunun kendisidir.) Düşüncesinde devlet olgusunu yıkamayan bir bireyin T.C.’yi yıkamayacağı (yıksa da özgürleşemeyeceği) gibi, düşüncesinde “hastalık” olgusunu ve “azınlık psikolojisini” yıkamayan bir eşcinsel de özgürleşemez. Burada defalarca kurumların sorgulanmasının gerekliliğinden bahsettik. Bu yüzden bu konuya girmeyeceğim ancak bu sorgulamanın nasıl/hangi yöntemle yapılacağı konusunda bir örnek vermek istiyorum. Örneğin aile kurumunun sorgulanması demek bireysel olarak sizin ailenizle ilişkilerinizin sorgulanması demek değildir. En azından yalnızca bu demek değildir. Aile olgusunun ne zaman ve hangi gerekçeyle ortaya çıktığı, onun işlevleri ve yapısının sorgulanması demektir. Bu yüzden, “Ben ailemi seviyorum, onlar çok iyi insanlardır” gibi bir tepki geliştirmek ve aile kurumuna yöneltilen her eleştiriyi kendi annebabanıza yapılmış bir haksızlıkmış gibi algılayıp savunmaya geçmek abesle iştigaldir. Baskıcı toplumsal ahlak sorgulanırken aileyle birlikte elbet diğer kurumlar da sorgulanacak ve içlerindeki baskı unsurları reddedilecektir. Bu arada şunu da söylemek isterim ki, aynı sistem tarafından baskı gören grupların birbiriyle tamamen örtüşeceği yanılsamasını yaşamamalıyız. Aralarında sayısız bağlantı olmasını kabul etmekle birlikte, işçi hareketinin eşcinsel hareketi kapsamayacağı gibi, eşcinsel hareketin de işçi hareketini kapsamayacağını ancak ortak zeminlerde karşılıklı etkileşim içinde bulunabileceğini düşünüyorum. “Ben eşcinselim, kendimi seviyorum” dediğimiz gün, Kanal D’yi Show TV’den, Cumhuriyet gazetesini Zaman gazetesinden, laik devleti şeriat devletinden, DYP’yi CHP’den, polisi öğretmenden vs. ayıran ve taraf olmaya, seçmeye zorlayan düşüncedeki uçurumlarımızın daralacağını ve baskıyı oluşturanın bütün bunların bileşkesi olduğunu daha rahat kavrayıp baskı nereden, ne şekilde gelirse gelsin ona direneceğimize inanıyorum. Bize gereken yalnızca bilincimizdeki engelleri aşabilmek.
KAOS GL 32/28
Transeksüellerin ve seks işçilerinin artık bir dergisi var:
GACI
“...Dergimizin adı “GACI”. Gacı’nın kelime anlamı “kadın”ı ifade ediyor. Evet arkadaşlar konumuz kadınlar, fakat dergimizin bir ayrıcalığı var ki o da iki gruba ayrılan fakat bir noktada birleşen kadınlar. Birinci grup, cinsel yönelimini ve kimliğini kadın olarak seçmiş, aynı zamanda meslek olarak seks işçiliği yapan kadınlar, yani transeksüel arkadaşlarımız, ikinci grup kadınlarımız ise kadın olan, anne olan aynı zamanda da seks işçisi olan kadınlarımız...” GACI kitapçılarda satılmıyor ve ücretli de değil. Dergiye ulaşabilmek için iletişim adresine adınızı, soyadınızı (ya da rumuzunuzu) ve derginin gönderilebileceği adresi yollamanız yeterli. Hiçbir ücret talep etmiyorlar. Ayrıca abonelik kaydınız kesinlikle gizli kalacak... Adres: Yeni Çarşı Caddesi No: 54 Beyoğlu 80050 İstanbul Tel: (0212) 293 1605 - 293 1606 Fax: (0212) 293 1009 e-mail: ikgv@prizma.net.tr Yan sütunda GACI’dan seçtiğimiz bir yazı var...
“..Demet Demir, Uluslararası Gay ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’nun, her yıl cinsel kimliği yüzünden baskı gören ve bunun için mücadele edenlere verdiği Felipa de Souza ödülünün sahibi oldu. “Ahlaksız, sapık, asılacak” transeksüel Demet Demir’le birlikte Arnavutluk’tan bir gay grubu başkanı ve bir de Namibya’dan bir lezbiyen grubun layık görüldüğü Felipa de Souza, adını 1592’de Brezilya’da lezbiyen olduğu için işkence edilerek öldürülen Felipa de Souza’dan alıyor... ...Cinsel yönelimi nedeniyle başına olmadık şeyler gelen Demet’i biz burada göremesek de, görmezden gelsek de taa Amerika’dan gördüler. Onun hayatı bu ülkenin gizli kalmış bir başka tarihi. Ve bu tarih bu hayat Felipe de Souza ödülüne layık görüldü. Demet ödülünü 2 Haziran’da New York’ta alacak. Tabi pasaport verirlerse...”
...Demet’in tepindiği köşe’den BİR ÜLKER SOKAK VARDI Travesti ve transeksüller, 20 yıla yakın bir zamandır Ülker Sokak’ta oturmaktadırlar. Bu sokağın daha önceki tarihinde de marjinallere rastlanmaktadır. Pavyon ve genelev çalışanları, Ermeniler, Rumlar. Fuhuş sektöründe 20 yıl önce telefonla çalışan evler ve bu evleri çalıştıran kadınlar vardı. Zamanla travestilerin çoğalması, bu sokakta “camdan çalışma” şeklinin oluşmasına zemin hazırladı. Sokakta herkes birbirini tanır ve evlere çay içmeye, sohbet etmeye gidilirdi. Kısacası, sokak sakinleri arasındaki ilişkiler gayet iyiydi. Daha sonraki yıllarda travestilerin iyi para kazanmaya başlaması, çevre sakinlerini telaşlandırdı. Birbuçuk yıl önce sokağa gelen Güngör :Hanım’ın tavırlarıyla herkes gerçek kimliğini ortaya serdi. “Bunlar bu kadar parayı nereden buldular, kıçlarıyla evler, arabalar alıyorlar, bunlara gelen herifler sapık mı, biz kadınlığımızla bu parayı bulamıyoruz bu işin sırrı ne” gibi söylentiler yükselmeye başladı. Sokakta herkes birden “namus bekçisi” kesildi ve bizim yıllardır yaptığımız fuhşa karşı çıktılar. Karşı çıkanların yaşantılarını biraz açığa vurmak gerektiğini düşünüyorum. Travestilere yüksek kiraya ev veriliyor diyen Güngör Hanım, şu an 11 dairesini kısa dönemler için 50-60 milyona kiralamaktadır. Birinin kızı bankada çalışıyor ama her gece eve başka bir erkeğin arabasıyla geliyor, annesi gece yarısına dek onu bekliyor, haftanın belirli günlerinde değişik erkekler evde kalıyor. Hele bir tanesi, düne kadar sokakta 70 travesti varsa bunu 50’siyle yatmıştır. Ayrıca kızlara sürekli müşteri getirmekte ve her müşteriyi, bir akrabası olarak tanıştırmaktadır. Bu zatın ne çok akrabası var. İş bununla da bitmiyor ve kaçak içki satıyor evinde. Yaşlı bir karı-koca ise evlerinde kumar oynatır. Diğer bir komşumuz, dört kız kardeşti ve hepsi hayat kadınıydı. Evine çay içmeye giderdik hatta birlikte yaşadığı erkeği bir travestiye kaptırdı. O da değişti, önceleri bizden iyisi yoktu sonra hepimiz “oğlan” olduk, “sakallı” olduk. Bir de lezbiyen bir arkadaşımız vardı. O da bizlere tavır aldı, “ibneler” demeye başladı. Her şey gün gibi ortaya çıktı, rant kavgası yaratıldı. Emlakçılar harıl harıl çalışmaya başladı. Polisin, sokakta sürekli kapıları kırıp, gözdağı vermesiyle travestilerin çoğu sokaktan gitmek zorunda kaldı. Oturduğumuz evlerin çoğu tapulu mülklerimiz olmasına rağmen. Ülker Sokak marjinallerin rahatça oturabileceği olağanüstü bir sokaktır. Oysa çeşitli neden ve çıkarlar nedeniyle kısa bir süre önce burada bir “aile kurumunu kutsallığı” işletilmeye başlandı. Oysa ailelerin İstanbul’da oturabileceği binlerce sokak var. Bizim sadece bir sokağımız var bu da bize çok görüldü. Oysa bizler kaçak fuhuş yapmamıza rağmen prezervatif kullanmaktayız ve sağlık kontrollerimizi yaptırmaktayız.
Demet Demir
Radikal, 23 Mart 1997
KAOS GL 32/31
SÜRESİZ KAMPANYA Hani hepimiz biliyoruz ya, insanın varolduğu her yerde eşcinsel kadın ve erkekler de var. Bu ne demek oluyor? Fabrikalarda da, okullarda da, kocaman plazalarda da, kapısı sıkıca kapalı evlerde de eşcinsel kadın ve erkekler var. Her toplumsal statüde, her meslek grubunda, her ekonomik katmanda, vb. eşcinseller var. Ee, bu durumda hem zenginlerimiz, hem fakirlerimiz var. O zaman neden türkiye lezbiyen ve gay özgürleşme hareketinde ekonomik durumu iyi eşcinseller oldukça az sayıdalar? Neden KAOS GL dergisi üç yıldır, bir avuç insanın yaşam koşullarını zorlamalarıyla çıkabiliyor? Türkiye’de herhangi bir derginin öngördüğü periyoda uygun çıkması parmakla sayılabilecek bir durumken, neden kimse KAOS GL dergisinin Eylül 1994’ten beri her ayın 20’sinde, aksamadan kitapçılardaki yerini aldığını farketmiyor? Aslında herkes bunun farkında. Ama sanki bu zaten olan bir şey olduğu için, hala olageldiği için aksi hiç düşünülemezmiş gibi. Ee, bu dergi yayın hayatına hala devam edebiliyorsa demek ki koşulları uygun, şeklinde bir inanış var. Tezatmış gibi gelecek ama bu inanış, aslında inançsızlıktan kaynaklanıyor: İnsanın kendi yaşam koşulları içerisinde bir şey üretemeyeceğine dair inançsızlıktan. Birileri yapabiliyorsa, zaten yapabileceklerdir de, o yüzden yapabiliyorlardır. Oysa bu bakış açısı kişinin kendini yadsıması anlamına geliyor, bir nevi savunma mekanizması. Kişi birşeyler yapabileceğini görse, nasıl ikna edecek kendini, kendi bir şey yapmazlığı konusunda. Zaten halk arasında da bir deyiş vardır, “meyve veren ağacı taşlarlar” diye. Bu halet-i ruhiye nereden kaynaklanır, sizce? Tam da kişinin kendi eylemsizliğini savunacak başka bir yol olmamasından. Bu her yerde böyledir. Okulda iyi notlar alan, aslında inektir; ve bu bakış yaşamın her aşamasında devam eder gider. Şimdi diyeceksiniz ki nereden çıktı bu laflar. Nereden olacak tam da kendi yaşadıklarımızdan. Artık herşey öyle aleni ki, gazetelerin kuponlu/kuponsuz ayrımından sonra asıl paraların insanların taksitle alabilecekleri mallara gittiğini herkes gördü, daha önce inanmak istemeyenler bile. Bu kocaman gazeteler binbir takla atarlarken insanları soymak için, KAOS grubu kendi cebinden, kendi emeğiyle çıkarmaya devam ediyor KAOS GL’yi. Ama yetmiyor, hiçbir zaman da yetmedi. Hayallerimizde türkiye’de bir eşcinsel yayınevini, kütüphanesini, lokalini hatta radyosunu, vs. kurarken üç yıldır çıkarageldiğimiz dergimizi bile binbir zorluk ve zahmetle çıkarıyoruz. “Dergi Meram” köşeleri aslında bir nevi gelenektendir ama biz bugüne kadar anlatmadık meramımızı; yapmak istediklerimiz ve koşullarımız olsa yapabileceklerimizin yanında, dergimizin ufacık bir posta masrafını bile kafamıza taktık her seferinde. “Artık şuralara ve buralara dergi göndermeyelim!” en popüler cümlelerimizden. Akıllarına dergimize abone olmak bile gelmeyen hali vakti yerinde eşcinsel yazar/çizerler dergiyi posta kutularında görmeyince şaşırdılar. Bir kasıt aradılar. Tek kastımız parasızlıktı. Başka hiçbir şey değil, ama bu nedense (veya yukarıda saydığımız gerekçelerden dolayı) hiçbirinin aklına gelmedi. Ama bu süresiz ekonomik zorluklar bizim aklımıza bir şey getirdi: Süresiz bir kampanya. Evet, süresiz kampanyamıza isteyen herkes katılabilir. Katılmak isterseniz yapacağınız iş çok basit: aşağıdaki banka hesabımıza içinizden gelen bir miktarı göndermek, süre kısıtlaması yok, her istediğinizde gönderebilirsiniz. Hiç kimse bize lezbiyenlerin, gaylerin, biseksüellerin, travestilerin ve transeksüellerin kurtuluşunu bağışlamıyor. Her şey kendi ellerimizde, kendi katkılarımızda. O nedenle sizlerden de katkılarınızı bekliyoruz. Dedik ya, bu kampanyada hiçbir sınırlama yok, süresiz bir kampanya bu, sizleri kampanyamıza bekliyoruz...
T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET (ANKARA) ŞUBESİ, ALİ ÖZBAŞ, HESAP NO: 4213 0544328
150.000.-TL