EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR
KASIM 1997
YIL 4
SAYI 39
KAOS GL içindekiler Alkış, Kavaklıdere ve Sonrası Hamam’daydık Parkın Çarkı Polisin Elinde Harç Parasını Ödeyemeyen Genç Kendini Astı Mektuplar GL Kitaplığı Bilinemeyen (Şiir) Britanya’da Lezbiyen ve Gay Hareketindeki Önemli Tarihler Ankaralı Dostlara Yaşıyorum Haberler Askere Gitmeyelim Eskişehir X benim… “İbne”nin Harikalar Diyarı Daim Olan Herşey Adına Acaba Eşcinsel miyim? Bedenimle Olan Savaşım İzmir Haberler
3 4 5 6 8 10 11 12 15 16 17 18 19 23 24 25 27 29 30 31
Eski sayılarımızı İstanbul ve Ankara İskenderiye Kütüphanelerinde, Ankara Kelepir (Konur 2 Sokak), İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı) bulabilirsiniz. İZMİRLİ ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: : PK 41 Karşıyaka- İzmir BURSALI ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: Barış Evren, P.K. 177, Ulucami, 16371 BURSA
KAOS GL SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Ferah Kitabevi (Saray Caddesi) BALIKESİR Çağdaş Kırtasiye ANTALYA Akdeniz Kitabevi BURSA Can Kitabevi (Heykel) Kelepir (Sönmez İşhanı) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Kardelen Kitabevi İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak), İletişim (Alsancak), Mephisto (Alsancak), Kemer (Konak) DENİZLİ İleri Kitabevi, İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, ABC, Bilim&Sanat, İlhan İlhan, İmge, Kelepir ve Doruk (Konur1) Kitabevleri
ABONELİK İÇİN YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 3.000.000.-TL, 6 AYLIK 1.500.000.-TL YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR PLEASE, TRANSFER 75 DM OR 50 $ AS 1 YEAR SUBSCRIPTION PERIOD TO THE FOLLOWING BANK ACCOUNT: T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ NO:4213 0544328 DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 250.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ
Yaşadığı mekanlara okuduğu KAOS GL’leri götüremeyip, okuduktan sonra imha etmek zorunda kalan arkadaşlar, dergiyi imha etmek yerine bir bankın üzerine bırakırlarsa, dergimiz başkaları tarafından da okunabilir
e-mail: kaosgl@ilga.org kaosgl@geocities.com internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 K A O S
G L
i l g a
ü y e s i d i r .
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ KASIM 1997
YIL 4
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
SAYI 39 YAZIŞMA ADRESİMİZ ¨ y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
MUSTAFA/ANKARA Françesko Memo’yu öptü ve işte tam o an salonda alkış koptu. Alkışı başlatanlar kendileri gibi insanların arasında olduklarını bilseler de çekindiler bir an, ama yinede alkışı patlattılar. Aslında iki insan (iki erkek) öpüşmüştü sadece. Hernekadar televizyonda ve sinemada şimdiye dek pek çok öpüşme, sevişme vs. sahnesi gördümse de aklımdan alkışlamak hiç geçmemişti. Hoşuma giden şeyler oldu tabi ve bunları çoğunlukla kendime sakladım.Bahsettiğim bu öpüşme sahnesi ‘Hamam’ filminde vardı ve Kaoscular ve onların dostları o akşam birlikte bu filme gitmişti. Kaos’dan haberi olmayanlar (çok azdılar) epey şaşırmışlardır. Ben de şaşırdım ve çocukca sevindim. Özpetek’in filmindeki bu sahneyi görmek için çok beklemiştik. Filmin bütününü, medyada ele alınış biçimini, hamamcıların tepkisini unutursak bu alkışlar benim için şu demekti: ‘Arkadaş ben de bunu istiyorum’ Alkışı başlatanlar salondaki hemen hemen herkesin de bunu istediğini biliyorlardı, tıpkı sinemanın yeni yeni toplum hayatına girdiği ve seyircilerin perdedeki olaylara anında tepki verdikleri, sinema büyüsünün dağılmadığı günlerdeki gibi. Gay’daşların arasında olmanın verdiği cesaret bu tepkiye ikinci ve asıl neden aslında. Sokaktaki yalnızlığımızı bir buçuk saatliğine unutttuk ve istediğimiz şeyi topluca söylemiş olduk. Bu da gösteriyor ki birlikte bir şeyler yapmaya ihtiyacımız varmış. Filme gitmekle ve Françesko ile Memo’nun filmde kısacık işlenen aşkına destek vermekle kendimizi de yüreklendirmiş olduk. Burada filmi eleştirme konusuna girmiyorum. Sadece şunu söyleyeyim: İstanbul için çekilmiş ‘Hamam’. İstanbul batılıları kendine aşık etmede hala başarılı diyor film. Kahramanlarımız hem şehre hem de şehirdeki bazı özel insanlara aşık oluyorlar ve böylece kendi sıkıntılı geçmişlerinden bir şekilde kaçma fırsatını yakalıyorlar. Onlar için ne mutlu diyorum. Aşkın tamamlanmamış varoluşumuzun
dolaysız farkına vardığımız ve aşkla bu eksiklik düşüncesini yenebileceğimizi zannettiğimiz kısa bir zaman aralığı olduğunu biliyorum. Yinede algılayışımızı değiştirdiği, kendine özgü bir dil yarattığı için ondan vaz geçmek düşünülebilir mi? Filmin kahramanları da vazgeçmediler ve kendilerini bu büyüye bıraktılar. Kavaklıdere sinemasının eski büyük salonundan bozma, naylon döşemeli koltuklu küçük salondaki alkışların tüm diğer seanslarda da duyulmasını isterim. Aşkın cinsiyetinin olmadığının farkına varılsın diye… Bu istek saçma gelebilir çoğu kişiye. Ama benim için hiç de öyle değil. Her fırsatta ayrıca belirtmeye gerek duymadan ‘normal’ olduklarını söyleyen çoğunluğun cinselliklerinin egemen ideoloji ile çakışmasının verdiği güvenle üzerimde yarattığı terörden belki bu şekilde biraz öc almış olurum diye düşünüyorum. Kabuslarla geçen ergenlik dönemimin boşa yaşanmadığını kendime kabul ettirebilmem için böylesine küçük zaferlere ihtiyacım var. Travesti ve transseksüel dostlarımızın neşesini kaçırmış olan seyirciler için üzülmekten başka yapacak şey yok. Neşesi diyorum çünkü sanki evlerinde ya da oturma odalarında imişler gibi davranıyorlardı. Tabiki bu genel sinema izleme adabına aykırıydı ve başkalarının filme konsantrasyonu bir süre bozulmuş olabilir. Fakat bu serbestlikte hoşuma giden bir şey olmadı diyemem. 10 dakika ara! Neyi, niçin, nerede arayacaktım gibi abes soruları düşünmeye fırsat olmadı. Ara verilir verilmez elimde bulduğum Kaos anketlerini, dağıtma telaşı sardı. Bir gün önce sorulacak sorular üzerinde nice geyikler yaptığımız o formlar ki apansız beni eski ögrenci bildirilerini dağıttığım ve kendimi dizginleyemediğim heyecanlar içinde bulduğum günlere götürdü. Bu hatırlatmada
KAOS GL 39/3
anketlerin hiç bir suçu yoktu. Suçlu beynimdi. Ve allah kahretsin ki yine heyecanlandım. ‘Anket doldurmak ister misiniz?’sorusu can sıkıcı bir soru biliyorum. Zaten ben de oldum olası anketlerden hoşlanmam. Sonuçta ulaşacağımız bilgiler kupkuru, cansız istatistiki şeyler olacaktı. Ama bu türden bir etkinliği önemsediğimizin bir göstergesi olarak düşündüm. ‘Bakın sizi önemsiyoruz ve buraya sadece filmi izlemeye gelmedik, karşılıklı etkileşimimize yeni yollar arıyoruz, bilesiniz’ demenin bir yoluydu belki. Şu kısacık arada dedikodu yapmak, rahat rahat cigara tütürmek, filmin jönlerinin belirsiz imgelerini tekrardan yakalamak vs vs. varken nereden çıktı bu anket olayı? denileceği korkusu da işin cabası. Yinede utana sıkıla bir çok kişiye ulaştırdım anket formlarını. Burun kıvıranlar, o ne o diyenler, biz zaten Kaoscuyuz, dodurmamıza gerek yok diyen daha önce hiç görmediğim kişiler, şu arkadaş söyledi benim doldurmama gerek yokmuş diyenler vs. vs. Tabi bu arada Kaos ve eşcinsellikle hiç alakası olmayan, bütün talihsizlikleri ya da talihleri o gün orada film izlemesini bilmeyen onlarca ibneyle birlikte medyatik Hamam filmini izlemek olan bir kaç ‘normal’ vatandaşı dumura uğratmış olabilirim. Neyse olacak bu kadar. Türk polisi nahh yakalar! Filmin çıkışında,Tunalı’dan Kızılay’a bazı gay’daşlarımızın kendilerini tutamayıp neşeli şarkılar söylemeleri az önce bahsettiğim coşkunun bir kanıtı. Karanfil’in Gökdelenin arkasında kalan merdivenlerinden inerken, karşıdan gelen iki herifin önde kolkola yürüyen bizden üç kişiye dönüp birbirlerini dürterekten bakmalarına aldırmadım bile.
KAOS GL 39/4
HAMAM
’daydık
Atilla KARAKIŞ/ANKARA
Geçen sayımızda bahsettiğim filmlerden birine gittik hep birlikte. Hep birlikte dediğim; 76 kişi. Gay, lezbiyen, travesti, transeksüel, biseksüel, heteroseksüel 76 kişi br KAOS GL etkinliği olarak sinemadaydık. Her ne kadar film bir eşcinsel filmi, eşcinselliği anlatan bir film olmasa da ve her ne kadar geçen yazımda yanılmak istediğim konuda haklı çıksam da birlikte izlemeye gideceğimiz başka bir film yoktu. Biz de 10 Kasım’da topluca HAMAM’daydık. Bu olay bizler için çok önemliydi. KAOS GL olarak çeşitli etkinlikler planladığımız şu sıralar (anlarsınız, gereğinden uzun bir yaz tatilinin bitişi ile yeniden dışa yönelik programların heyecanı sardı bizi) topluca bir filme gitmek fikri bizim için çok önemliydi. Önemliydi çünkü, toplumsal bir alanda hep birlikte olacaktık. Birlikte olduğumuz o mekanda kendi kimliğimizle bulunacaktık. Aslında bundan dolayı gidilecek filmin o kadar da önemi yoktu. Tabi ki gidilen filmin bir macera filmi olması da çok anlamsız kaçardı. En azından içinde barındırdığı eşcinsel sahneler dolayısıyla tercih ettiğimiz bir film oldu. O gün birlikte film izlediğimiz 76 kişiden bir çoğu filmi daha önceden izlemiş olsa da bu birlikteliğin anlamından dolayı tekrar filmi görmeye geldiler. Filmin iki erkeğin öpüşme sahnesinde kopan alkış ise (benim alkışlamadığımı itiraf etmeliyim) muhteşemdi. Diğer seanslarda büyük olasılıkla duyulacak kahkaha ya da kıkırdamalar aklıma geldikçe kopan alkış gözümde daha da önem kazanıyor. O gün sinemada olanlardan kimileri tam tersi düşünse de (ki şimdiye kadar bütün arkadaşlardan çok olumlu tepkiler geldi), kendi içimizde birbirinden farklı o kadar insanın bir arada olması harikaydı. Sinemalara gitmeyen/gidemeyen travesti ve transeksüel arkadaşlar (ki bir travesti arkadaş çocuğunu da getirmişti), kızkardeşiyle, heteroseksüel arkadaşlarıyla gelen arkadaşlar… Sonuçta herkesin dile getirdiği gibi; bu tür etkinlikleri daha sık düzenlemek gerekiyor. Şimdi gelelim HAMAM’a. Bu filmin tümü üzerinden değerlendirdiğimde ben filmi beğenmedim ve sevmedim. Kimi sahneler oldukça etkileyiciydi. Herkesin hemfikir olduğu müziğinin güzelliği ise tartışmasızdı. Ama filmde bir eksiklik, perdeden seyirciye ulaşamayan bir yönü olduğunu düşünüyorum. Kimilerine göre filmde herşeyden bir parça olması bana göreyse aslında görüntü olarak varolan bu “herşey”e rağmen filmde herhangi bir şey anlatıldığını hissedememem filmin kısa sürede aklımdan çıkmasına yol açacak olması kötüydü. Bir konu anlatmasından bahsetmiyorum, ki bunun da olduğunu söyleyemem, bir anlatım dili oluşturamamıştı. Sahneleri ayrı ayrı ele aldığınızda klip olarak değerlendirirseniz güzel anlatımlar filmi bütün olarak değerlendirdiğiniz noktada başarısızlığa uğruyor. Filmdeki hiç bir karekter hakkında doyurucuyu bilgileri alamıyorsunuz, karakterleri tanıyamıyorsunuz. Eğer bu yönetmenin bilinçli bir tercihi olsaydı sorun kalmazdı, ama öyle olmadığını düşünüyorum. Sonuçta film “kötü” kategorisine sokulamasa da iyi bir film olduğu değerlendirmelerinin hiç birine katılmıyorum. Geçen sayıdaki yazımda bahsettiğim eşcinselliğin filmi sattırması, eşcinsel karakterleri oynayanların tavırları ve düştükleri durumlar hakkında gelecek sayıda yazacağımı, bu nedenle Hamam filmiyle ilgili kopan "eşcinsellik” yaygaralarına da önümüzdeki yazımda değineceğimi belirterek yazımı noktalarken, gelecek sefere gerçek HAMAM’a, hep birlikte diyorum.
GÜRAY/İSTANBUL Oldukça kaşarlanmış, tecrübe sahibi, neyin iyi neyin kötü olabileceği konusunda karara varmış birisi olarak, parkların karanlık, sessiz ve sürekli izleniyormuş hissi veren tedirginliği beni hâlâ kolaylıkla kendine çekebiliyor. Heyecan aradığımda , doğru kişiyi arzuladığımda ya da sadece canım sıkıldığında pahalı ve albenili gay barlara sıfır, parkların çiş kokulu karanlık köşelerineyse kesinlikle yıldızlı beş veriyorum. Yine kendimi çaresiz ve kalp krizi geçirmeye hazır hissettiğim günlerin birinde havanın kararmasını bekledim. Zaman geldiğinde neredeyse artık bilinç altım beni oraya itmişti. Yer Fatih Parkı, zaman 97 yazı, saat yaklaşık 21.30. Parkın daha sakin olan alt tarafındaki kısmına gelip boş bir banka oturdum. Aynı sapık arzuları taşıdığımız diğer erkeklerin ortalıkta alenen dolaşıp aranmaları, kesişmeleri, gözlerine kestirdikleri avlarını tuzağa düşürmek için izledikleri yollar gözlemlemek ve anlamak bana büyük bir zevk veriyordu. Her ne kadar etrafta dolanan tipler trene Kumkapı’dan binip Zeytinburnu’nda inen, hayatından bezgin işçilere benzese de eşcinselliğin en sıkı gizlendiği tren hattı bu. Eğer bu hattan çıkan bir yakışıklı kendi toplumundaki tüm gizliliğe rağmen bana bulunduğu toplumu eleştirebiliyorsa, tüm maçoluğuna rağmen aslanlar gibi yatakta pasif olmak istediğini söyleyebiliyorsa (ki bazen evet) bu parkın koruma altına alınması gerekiyor.
Her neyse, o akşam bir müddet yalnız oturduktan sonra yanıma gelen ve yankesici olabileceğini tahmin ettiğim çok yakışıklı bir çocuğu üzülerek geri çevirdim. Yukarıya, daha verimli çark bölgelerine gitmek için çocuğa iyi akşamlar diyerek büyük bir heyecanla yukarıya doğru yürümeye başladım. Üst parka ulaştığımda büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaştım ve bu duygu daha sonra yerini tedirginliğe bıraktı. Park tamamen boştu, en cavcavlı zamanı olan Cumartesi akşamı, kestirme olduğu için parktan geçen bir-iki kişi dışında parkta bir kişi dahi yoktu. Hemen oradan kaçmam gerektiğini hissettim. Büyük bir ihtimalle polisler gelmiş, insanları dağıtmış ve henüz ayrılmış olmalıydılar, muhtemelen benim geldiğim alt kısımdaki parka doğru gidiyorlardı. Bir an önce parktan ayrılmak istiyor fakat yakışıklı yankesici çocuğun teklifini duyduktan sonra artan arzularım parkın yolun öbür yanında bulunan ve her zaman sakin olan, üstelik polisin de uğramadığı kısmına uğramadan ayrılmama izin vermeyecek gibi görünüyordu. Öylesine bir uğrayıp, oturmadan geçercesine bakmak üzere o tarafa doğru yöneldim. Parka ulaştığımda banklarda oturan bir kaç kişiyle birlikte dikkatimi özellikle yalnız oturan biri çekti. Ona doğru yöneldim ve o olduğunu anlayarak hemen yanına oturdum. Bu, geçen haftalarda gördüğüm fakat bir türlü tanışamadığım iri yarı, yakışıklı ve modern görünümlü bir adamdı. O da beni arzulamıştı fakat tanışamamıştık. Biraz utangaç
duruyordu. Konuşmaya çalıştım, fakat gördüm ki adam inatla konuşmak istemiyor, ben kendisinden cevap bekledikçe yüzünde tik haline gelmiş bazı mimikleri görüyordum. Çok şaşırmıştım adam sanki her an babası oradan geçecekmiş ve onu yakalayacakmış derecesinde korkuyordu. Bir kez daha doğru insanı karanlıkta seçmenin ne kadar yanlış sonuçlar verdiğini düşünerek bir an önce ordan ayrılmak ve adamı paranoyaları ile başbaşa bırakmak üzere yerimden kalktım ve yürümeye başladım. Fakat bir anda arkamdan irkiltici ve sert bir ses tonuyla “Nereye? Nereye?” diye bana bağrıldığını duydum, üstüme alınmadan devam edecektim ki ses tekrarladı: “Sen, sen! Nereye gidiyorsun?”. Döndüm, baktım; bir anda ayaklarım, kollarım ve tüm vücudum boşalır ve cansız kalır gibi oldu. İki resmi kıyafetli genç polis memuru bana bağırıyor ve sert el işaretleriyle beni yanlarına çağırıyorlardı. Her şey bir anda aydınlanır gibi oldu, demek ben onunla konuşmaya uğraşırken yanına oturduğum adam polisleri görmüş ve ne yapacağını bilemeden orada donup kalmıştı bense o haldeki bir adamı ayartmaya çalışıyordum. Polislerin yanına gittim, o sırada bizim iki bank ötemizde oturan iki sinmiş genç çocuğu sorguya çekiyorlardı. Çocuklardan birisi muhtemelen İranlıydı ve yarım yamalak bir Türkçe ile kendilerini bırakması için neredeyse polise yalvarıyordu, polisse; “Bu sefer sizi götüreceğiz” diyordu. Polislerden birisi beni ayrı bir tarafa çekip parkta ne aradığımı sordu. Ne
KAOS GL 39/5
kadar korkusuz görünürsem o derece yıldırıcı olacağını düşünerek “Herkes ne arıyorsa ben de onu arıyorum” dedim. Polis “Herkes ne arıyormuş ki” diye sordu. Ben de, bunu onların da bildiğini, herkesin buraya bir arkadaş bulmak için geldiğini söyledim. Daha sonra üstümü aramaya başladı. Cebimde bulunan iki adet prezervatif ve bir küçük paket kayganlaştırıcıyı buldu ve “Vay be, herife bak tam teşkilatlı gelmiş” dedi kendi kendine. “Bunlar ne” diye sordu. Onların prezervatif ve kayganlaştırıcı olduğunu, ilişki sırasında, kadınla veya erkekle olsun mutlaka herkesin kullanması gerektiğini söyledim. Kayganlaştırıcıyı söyleyerek “Peki bu ne”dedi. Onun da prezervatifin yırtılmasını önleyen bir çeşit krem olduğunu, prezervatifi kayganlaştırıcısız kullanmanın AIDS’e yakalanma riskini arttıracağını söyledim. O sırada diğer polis de gelmişti ve kremin yağlı mı olduğunu sordu. Cevapladım ve daha geniş açıklamalarda bulundum. Daha sonra benim fuhuş yaptığımı söyleyerek beni karakola götüreceklerini, oradan da zührevi hastalıklar hastanesine yollayacaklarını söylediler. Delilleri olmadığını, dahası fuhuş yapmadığımı söyledim. Bu arada benim aktif mi pasif mi olduğumu sordular. Bunun benim özel hayatım olduğunu, bunu sormaya hakları olmadığını, eşcinselliğin Türkiye’de suç olmadığını ve tüm bu yaptıkları ile insan haklarını çiğnediklerini vs. anlattım. Bu açıklamalarım karşısında kayganlaştırıcıdan şüphelendiklerini, bunun uyuşturucu dahi olabileceğini ve bu şüpheden dolayı beni götürmeye hakları olduğunu söylediler. Sıvı bir maddenin uyuşturucu olmayacağını söyledim, onlar da bunun ancak labaratuarlardaki inceleme sonucu anlaşılabileceğini söylediler. Parkta sadece biz kalmıştık, parktaki diğer insanları (bazılarını kimliklerine baktıktan sonra bazılarını ise biraz uğraştıktan sonra bir şekilde) bırakmışlardı. Fakat beni bir türlü bırakmıyorlardı. Aramızda geçen konuşmalar bilgi alış verişi havasında geçiyor, fakat onlar beni anlamak istemiyor ve kesinlikle karakola götüreceklerini söylüyorlardı. Bense tabi ki şu ana dek karakolun nasıl bir yer dahi olduğunu bilmeyen birisi olarak onlara insan hakları vs. gibi konulardan bahsediyor ve polisin yaptığı bu baskıların artık eşcinselleri bunalttığını söylüyordum. Onlarsa parkta insanların alenen beraber olduğunu ve o bölgenin halkının bu parkın temizlenmesini istediklerini söylüyorlardı. Uzun konuşmalardan sonra artık tam beni götürüyorlardı ki, kurtulmanın tek yolunun Türkiye’de geçerli olan şekli aklıma geldi, bu yöntemin işe yaraması beni sevindirdi ve cebimde kalan son paramla koşarcasına oradan ayrıldım ve bu sefer gerçekten evimin yolunu tuttum.
KAOS GL 39/6
HARÇ PARASINI ÖDEYEMEYEN GENÇ KENDİNİ ASTI! CENGİZ/İSTANBUL Bir saattir yatakta uyumaya çabalasam da yararı yok, gazetedeki gencin fotografı aklımdan çıkmıyor. Canım sıkılıyor ve içimdeki hüzün artıyor. “Harç parasını ödeyemeyen genç kendini astı. Fatih Trabzon Erkek Öğrenci Yurdunda kalan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü öğrencisi Kemal Uçak, kendini yurdun çatısına astı” (21 Ağustos 1997, YeniYüzyıl, Sayfa 3). Gencin karmakarışık düşüncelerle kendini eynik hissederek yurda geldiğini hayal ediyorum. Bu ruh haliyle hazırladığı ipi boynuna geçirip sandalyeyi itekliyor. Kısa çığlıklar ve çırpınmalardan sonra ölüyor. Yurtlarda öğrencilerin birbirinden habersiz oldukları ayrı dünyaları vardır ama bir arada yaşama zorunluluğu onları birbirine bağlı hale getirir. ‘Eşcinsel’ olarak yaşayabilmek olanaklı değildir bu ortamda çünkü erkek kimliğin abartılarak oynandığı ve yarışıldığı zamanlardır gençlik yılları. Siyasi ideolojileri ve geldikleri yöreleri farklı olmasına rağmen, Anadolu gençlerinin ortak noktası “erkek kimliğini ve hükmedebilme giysisini” giymiş olmalarıdır. Kendimi gizleyerek ve mesafeli arkadaşlıklar kurarak 3.5 sene yurtta barınmış bir eşcinselim. Altışar kişilik odalarımızda birbirimize alışkın olmanın verdiği bir sonuç olarak aile gibi hareket ederdik. Birbirimizi kolladığımız da olurdu, yıprattığımız da. Zorlu bir çalışma temposunun verdiği sıkıntıyı gece eğlenerek çıkartırdık. Dans ederdik, şakalaşırdık. Kadınlar sonu bitmez geyik muhabbetinin hep odak noktası olurdu. Geceleri yurt kapısı kilitlendikten sonra kantinde diğer odadakilerle beraber eğlenirdik. Kimileri kağıt ya da tavla oynar, kimileri yeni açılan özel kanallardaki erotik filmleri üç boyutlu gözlüklerle izlerdi. Televizyonlardaki yarışmaları hiç izlemesem de kantinde pek çoğunu oynardık. ‘Saklambaç’a bayılırdım. İki defa hayatımın erkeğini seçtim, iki kez de seçildim. Cinselliğe bakış açıları penis ve onun merkezinde gelişen bir hazdı. Odada kadın ve ibne taklitleri yapılırdı (Gerçeğinin çok yakınında olduğunu bilemeyerek). Oda arkadaşım Haluk’tan çekinirdim. Manisa’nın bir köyünde büyümüştü ve üniversite yaşamına dek şehir hayatını görmemişti. Ailesinin ve köyün gururu olmuştu,
üniversite sınavlarında en iyi derecelerden birini alarak. Tertemiz bir insan olduğunu bilsem bile, erkek kimliğinin belirgin özelliklerini taşıdığından ondan uzak dururdum. Zayflıktan tiksinirdi, kendini açmazdı, güçlü görünürdü yani rolünü iyi benimsemişti. Kadınlara takıntılı olan düşünceleri yüzünden cinselliği öyle abartmıştı ki… İlgi çekmemek için uğraş verirdim ve oldukça sakındım. Haluk bana takılmaktan, soru sorup cinsel yaşamımı deşmekten vazgeçmezdi. Gözü açılmamış bir bebek gibi davranmayı en uygun yol gibi görsem de, gerçek yaşantım farklıydı. Yurt ortamından ayrı tuttuğum cinsel yaşantım serüven doluydu. Şubat tatillerinde öğrenciler memleketlerine döner, yurtta çok az kişi kalırdı. Babamın terörüne dayanamadığımdan yurtta ya da arkadaşımın evinde kalırdım. Haluk beş kuruş parası olmadığından eve gitmemişti. Bunu ne kimseye söylerdi, ne de yardım isterdi. Onun bana olan sevecenliğini ancak burs paralarını aldığında görebilirdim. Kantinden sınırsız yiyecek ve içecek ısmarlardı. Ailesi ancak benim ailemin yolladığı paranın beşte birini Haluk’a yollayabilirdi. Haluk burs paralarıyla geçimini sağlardı. Ailesinin en büyük katkısı yolladıkları içi börek ve kurabiye dolu paketti. Beraberce bu paketi açar, bir kaç gün midemizi bunlarla doldururduk. Yine de bu ara tatilde onunla kalmak ürkütücüydü. Arkadaşımın evinden yurda geç vakitlerde döndüğümde onunla fazla konuşmamak için hemen yatağa girdim. Haluk’un odaya gelebilme endişesiyle uyudum. Gece yarısı banyodan gelen ağlama ve inleme sesleriyle uyandım. Haluk lavabonun önüne yığılmıştı. Elinde jiletler vardı. Onunla konuşmaya çabaladığımda ölmek istediğini söyledi bir kaç kez. İntihar etmek istemişti ama o gücü kendinde bulamamıştı. Elindeki jiletleri alıp çöp kutusuna attım. Başını, ellerini ve ayaklarını yıkadım. Ağlamaya devam ediyordu. Onu yatağa yatırmak zordu. Yatağa yattığında uyuyamadı, titreyip durdu, anlamsız kelimeler sayıklıyordu. Öğrenebildiğim kadarıyla, intihar girişiminin sebebi Yurt-Kur’un yanlışlıkla Haluk’un harç parasını okula ödememiş olmasıydı. Kayıt yaptıramamış durumda kaldığı için geçici bir süre okuldan atılmıştı. Şimdi ailesine ne diyeceğini bilemiyordu ‘Erkek adam(!)’. Mezun olunca ailesine bakabilecek ve rahatlıyacaklardı. Hayalleri yıkılmıştı ekonomik sıkıntıları ve derslerin zorluğu canını bezdirmişti. Bunlar ölme düşüncesine başlı başına yetebilir miydi? O gece onunla çok uzun bir konuşma yaptık. Hem o hem de ben konuşup rahatlıyorduk. Haluk kişiliğini o zaman dek saran yapaylığı üzerinden atmıştı. Kızlarla hiç birlikte olmadığını itiraf etti bana. Duygusal boşalması onu farklı bir insan yapmıştı o gece. İlk kez bir
heteroseksüelle bu kadar doğal ve samimi bir iletişim kurabiliyordum ben de. Aramızda güçlü bir bağ ve sevgi oluştu. Farklılığımı ona açıkça olmasa bile sözlerimle sezdirdim. Tavırları o günden sonra çok değişti. Odada benim daha huzurlu davranabileceğim bir ortam yarattı. İbne muhabbetleri artık yapılmıyordu. Haluk ‘eşcinsellere hakaret etme’ diyerek pek çok arkadaşı azarlıyordu. Onunla olan iletişimim güçlü bir dostluğa dönüştü ve 1.5 yıl aynı evde de kaldık. Özel yaşamıma karışmayacak kadar duyarlı bir insan olmuştu. Ona açılabilmemse ancak onun bana bunu sorması sonucunda gerçekleşti. Kemal Uçak’ın intiharı en iyi arkladaşımı hatırlattı bana bugün. O zamanlar Haluk’un intihar girişimi beni öylesine şaşırtmıştı ki… Ağlaması ve çaresizliği, alıştığım görüntüsüne uymuyordu. Aileye açılmak ‘erkek adam’a zor gelir. Tek başına mücadele edip, kendini kanıtlamalıdır. Sonunda o kimliğin altında ezilip kalmak, 25 milyon gibi bir para için canına kıymak da var. herşey bu ‘erkek egemen kültür’ün mucizesi değil mi? Ekonomik uçurumun inanılmaz boyutlara ulaştığı ülkemizde bu para kimi öğrenciler için günlük cep harçlığıdır. Kapitalistleşmenin en iğrenç biçimindeyiz. İnsani değerler yok edilmiş. Televizyon karşısında ilgi çekici, reytingi yüksek ‘realiti showlar’ın tümü bir gün sonra sıradanlaşıyor. Pop kültürü ve medya yaşamımızın içine yuvalanmış durumda. “Ye, iç, sıç: Sana ne be kardeşim elalemin derdinden?” anlayışıyla geçinip gidiyoruz. Televizyon karşısında edilgenleşmiş bir toplumun benliği her gün yeniden siliniyor. Globalleşme sayesinde batılılaşan Türk-İslamcı zihniyetlerimiz her şeyi ithal edip anında tüketiyor. Toplumumuz pek yakında batıdan ithal edilecek ‘sahici eşcinsellik’i kabullenecek. Eşcinsellik ülkemize para getirecek, çok iyi bir sektör olacak. Para harcayarak, doyasıya kimseye dokunmadan özgürlüğümüzü yaşayacağız. Erkeklerin de istediği biçimde düşünmekten üşenmemeliyiz. “Lezbiyen”, “travesti”, “transeksüel” ve “gay” artık erkek düşüncesinin yeni yaratıcıları olarak çıkacak piyasamıza. Ölenle ölünmez ki. Ne var bir aptal öğrencinin kendini asmasından? Bu kadar büyük sonuçlar çıkarmak yersiz değil mi? Sağ kalanlar çarkı işletmeli, bu erkek egemenliğe gönüllü kulluk yapmalıyız. Zaten biz eşcinseller, onlar tarafından yaratılmadık mı, onlara rağmen nasıl özgürleşebiliriz ki? Yaşamın acımasız koşullarını görebiliyor muyuz? Bataklıktan kafamızı kaldırabiliyor muyuz? İnsani duygularımız kaldı mı? Kemal öldü. Şimdi onun için yazılan her şey boş olsa da, iğrenç koşullarına rağmen inadına yaşamak gerekmez miydi?
KAOS GL 39/7
MEKTUP-LAR-DAN ERKEK SEVMEK İSTİYORUM Yusuf CAN Bende, başka bir ben var. Bu beden benim değil sanki. Bir şeyler özlüyorum… Birini bekliyorum. Hiç olmayan birini seviyorum. Sevdamı seviyorum. Benimle büyüdü içimdeki ben… Bakkal İsmail’e aşık olan bendim. Erkek olarak, erkek seven bendim… Ama utanırım söylemeye ki, hiç bilmedi alçak adam benim onu sevdiğimi. Erkek seviyorum erkek… Ama erkekçe erkek sevdiğimi söyleyemiyorum. Erkeğin sıcaklığı, erkeğin sarışı, erkeğin kokusu… Anlatamıyorum. Burası kırsal bir kesim. Özlemlerime gem vurmak zorunda kaldım… Ama özlemlere söz geçiremedim. Orta okul sıralarında ilk erkek kokusunu tatarken, bekaretimi ilk verirken huzurluydum… Komşumuzun, 60 yaşındaki komşumuzun ahırında güzel şeyler vardı… Konya otoparkında, Meram Ekspresinde, bir tuvaletin ücra bir köşesinde, adını bile bilmediğim o şahsın kamyonetinde, ve daha bilmem nerelerde… O
sevdayı aradım. Erkek seviyordum… Sadece erkek. Oysa sevdamı saatlik olarak düşlemememiştim. Yıllarımı verebileceğim, gerekirse ayaklarını yıkayabileceğim, onun olabileceğim, benim olabilecek, beni öpebilecek ve günlük değil, ömürlük sevecek bir erkek sevdasındaydım… Artık ben olma vakti geldi… Ben Yusuf Can. Konya’dan. Size seslenirken, ben olduğumu daha iyi anlıyorum… Derginizi takip ediyorum, bazen Ankara’dan gönderiyor arkadaşlar, bazen gidip bizzat Dost Kitabevinden aldığım oluyor. Nasıl ben, erkek seviyorum, bilemiyorum. Bu benim yaşam biçimim. Ben, beni şehirlerarası yollarda, memleketime götüren otobüs şoförüne aşık olabilen, ben, postacıya aşık olan, ben en yakın arkadaşımın benim elime dokunduğunda ki, kendisi, harika bir erkek, bayram ediyorum. Ben erkek olarak erkeğe şiir yazıyorum. Sınır tanımadım erkek sıcaklığı için. Bursa’lara borç aldım da gittim. Bursalı bize yan çizse de… Gençlik Parkındaki Muşlu sevgilimin üzerimdeki Yıl sonunda askere ağırlığını, tüylerinin gideceğimden dolayı mektuplarınızı bir an önce terden sırılsıklam olduğunu, içime itina ile bekliyorum girdiğini özledim. .İSMAİL, Nerdesin Muşlu. Ben P.K. 24, 06060 fahişe değilim. Yattığım İSKİTLER/ANKARA insanlardan bir kuruş
KAOS GL 39/8
almadım. Bu benim ihtiyacım. Ekmek gibi, su gibi… Bulunduğum ufak bir belde, yattığım bir insanın da beldesidir. Sır tutamamış olsa ki, köyde bir tuhaf hareketlere maruz kalıyorum. İçimde savaşlar oluyor. Yardım edin bana. Ben böyle ben olmak istiyorum. Alternatifi yok… Ben erkek severek yaşayacağım. Ben erkek severek öleceğim. Ne olur satırlarıma kulak verin insanlar, beni bir gün, bir saat sikmek için değil en azından bir birliktelik, bir mevsimlik, bir sevdalık sevin… Nerde olursanız olun, ses verin bana, borç bulur, harç bulur, çalar çırpar gelirim çağrınıza. Erkek sevmek istiyorum. Düşünüyorum da, onunla bie dağ evinde, aynı yatakta… Nefes alış verişini duymak… Onun sertliğini hissetmek… Onun kaslı kollarının himayesine girmek… Ben pasif bir gencim. Yaş 22’lerde…Gözüm, kaşım, boyum, kilom mühim değil. Yüreğimde bir erkek sevdası var… O erkek gelecek. Ve beni kucaklayacak… Elimden tutacak. Bağrına basacak beni o erkek, suskun, ama çılgınca beni uzaklara götürecek. O erkek benim ellerimden tutacak ve ben onun ayaklarını yıkayacağım… Kirli kilotları yıkarken kilodundaki sarılığın, sarı izlerin bir yarısının benim kilodumda
da olmasından haz duyacağım. Bir erkek seviyorum… Bir gün gelecek… Çulsuz da Yusuf Can, Selçuk Üniversitesi, Karaman Meslek Yüksek Okulu, Tar.Al. ve Mak. Böl. 2. Sınıf, 70200, KARAMAN olsa, kör, sağır da olsa, bekliyorum… Erkek seven bu erkeği sevsin yeter – Ben Yusuf Can- bir erkek seviyorum ve ben o erkeği Karaman Meslek Yüksek Okulu Tarım Alet ve Makinaları 2. Sınıf adresinde bekliyorum. İsmail, ANKARA Ben 22 yaşında bir gencim, sizin ve arkadaşlarınızın çıkarmış olduğu KAOS GL isimli dergiyi bir senedir takip ediyorum ve böyle bir derginin olmasına çok seviniyorum. Ben size bir çok defa yazmak ve rahatlamak istedim ama hep kendime engel oldum ama şimdi bütün cesaretimi toplayıp yazıyorum. Benim sizlerden bir istediğim benim gibi arkadaşlarla tanıştırmanızdır. Eğer bunu sağlarsanız size teşekkür ederim. Dergi çalışmalarınızda başarılar dilerim. …….., Biseksüel, MANİSA İsteğim üzerine iki eski sayınız ile, kısa da olsa notunuzu aldım ve çok teşekkür ediyorum.
Doğruyu söylemek üstüste gittim, gitmesine Bana gelince, dediğim gibi gerekirse, derginizi gittim de ne bir toplantı var, Ankaralıyım ve içindenim. beğendim. Özellikle, ne de vakıf yetkililerinin Yüksek tahsilimi de orada “eşcinsellerin kurtuluşu, böyle bir toplantıdan tamamladım. Yıllardır haberleri. Daha sonra, aynı zamanda, içimdeki bastırılan heteroseksüelleri de İzmir’e çağrıldım, gece duygularımı, Ankara’da özgürleştirecektir.” fikrine buluşuldu ama umduğum ortaya çıkardım. yürekten katıldığımı gibi değildi. P.K. 41 Arkasından gelen bir evlilik vurgulamak istiyorum. sorumluları, dedikoducu, ve duygular gene Sadece, çok merak ettiğim fazlasıyla ben merkezci. bastırılıyor. Küçük bir hususa değinmek Anında ayrıldım ve bir daha yalanlarla, bir Isparta’ya istiyorum, şöyle ki: da haberleşmedik, diyaloğu gidiyor ve evli, biseksüel Derginizin iki sayısını da, kopardık doğrusu. can dostlarımla, bir her kelimesine kadar İlgileneceğinizi umarım. Nevşehir’e gidiyor, gene okudum. Bun rağmen Manisa son derece evli ve biseksüel, yüksek biseksüellerle ilgili ne bir kozmopolitik bir kent. Son 3 makina mühendisi konu, ne bir düşünce ve ne dostumla, Australia Oriental gay guy. 30 years de bir açıklama bir İzmir’e old, tall, fit, slim, smooth body, own göremedim. Bunun için, gidiyor, evli small business, often came to Turkey, biseksüellere bakış açınızı bir seeks Turkish guy for Frienddhip or çok merak ediyorum. biseksüel Relatimship. Under 35, pale skin and KAOS GL olarak, çift (aile) ile hairy, slim guy welcome. Write with biseksüellere bakış açınızı herşeyden photo to: P.o. Box 446, Darlinghurst açıklayabilir misiniz? arınıyorum. zolo, Sydney, Australia. Tekrar derginize dönmek Dostluğun, yıla kadar bağnaz, tutucu, istiyorum. Ali Ferhat’ın, “Bu sıradanlığın gizeminde örümcek beyinli idi. Yüksek buluşuyoruz. danteller, güzel adama okulların açılmasıyla biraz Düşüncelerime gelince, mı?” yazısı son derece sosyalleşti, diyebilirim. ilgimi çekti. Kendisini şunları ifade edebilirim; Daha modernize hale geldi. Kendimi bağlı hisettiğim bir tanımasam da, gıyaben Küçük bir yer olduğu için kendisine çok teşekkür biçime, başkalarını biseksüel dostluklar, zorlamam, herkes gibi. ediyorum. Ayrıca, genelde İzmir ve diğer İnsanların, kendi içinde Coşkun’un “Abartıyor muyuz?” başlıklı değerlendirilmesini, Los Angeles mature man (in yazısı da bir o kadar herkes gibi olmaya good shape) wante to make güzel geldi bana. zorlanmaması friends before visiting fikrindeyim. Biseksüel İnsanların, ön yargılı Istanbul in May. I am 5’9”, olarak, biseksüelliği davranmasının ne 168#, work in television in derecede sakıncalı estetize ettim, güzeli Hollywood. Barry, Box 8021, olduğunu çok güzel yakaladım. Güzellik ise North Hollywood, paylaşımı ve mutluluğu vurgulamış. California 91618-8021, USA getirdi. Estetize ettiğim En önemlisi, derginizde en çok içinde makul hale getirdim. ilgimi bir ilan çekti. Örneğin eşcinsellik, illerden. Evli olmam da İzmirli gay ve lezbiyenler devekuşu gibi başımızı önemli bir etken, benim Toplumsal Araştırmalar sokarak kıçımızı açımdan. Biseksüel Vakfı’nda toplanıyorlar. oluşumu, çevremden tek bir kaldırmaya hiç gerek yok. P.K. 41, Karşıyaka ilanı İslam ülkelerinde de, kişi biliyor ve saygı ile kısacası. Bu adresle uzun karşılıyor. Manisa için Osmanlı döneminde de bir süre yazıştım, aynı söylenecek hiç bir şey yok eşcinsellik her zaman için açıklamayı bana da vardı. Örtbas etme aslında. yaptılar. Tam 3 hafta yanlışlığına gidilmesin.
Gerçeklerle, ancak varlığını kabul ettiğimiz zaman tartışabiliriz. Bence de böyle olmalı diye düşünüyorum. Bilmem yanılıyor muyum? Şunu bilin ki, yaşadıklarını sorgulamayan kişi, sadece düzüşür. Sorun, bir erkeğin gay ya da biseksüel olması değil, cinsel kimliği ve fantazilerini, her türlü sapma olasılığına açık tutacak denli rahat davranıp, bunu önce kendisine ititraf edecek cesareti göstermesidir. Aksi takdirde yalanlar üzerine kurmak zorundayız hayatımızı. Son olarak, ben biseksüel, sizler gay ve lezbiyenler olarak, yılların elimizden aldığı yaşama zevklerini, dişimizle, tırnağımızla savunmalıyız diyorum. Bana katılır mısınız? Ekim sayınız bir bütün olarak, ne kadar hoşuma gitse de, sayfa 3’te sevgili Mektup Dostlarıma: Birden bire mektupların kesilmesina anlam veremiyorum. PK’da mı bir işler dönüyor, yoksa biri bana.. ?…. N’olur bana bir açıklama yapınız. Sizleri seviyorum. Murat, PK. 174 Antakya Mustafa’nın “yumruğunu sık!” ile sayfa 4-7’de devam eden “politik olarak gay-lezbiyen kimliği” yazılarına hayran kaldım. Sanırım siz gençlerden çok şeyler öğreneceğiz… PK. 76 45000- MANİSA
KAOS GL 39/9
G L KİTAPLIĞI
Derin Uykunun Söylevi,
Yeni Bir Hayat,
Jean Cocteau,
Aydın Tözeren,
Sel Yayıncılık,1997
Çok yönlü bir sanatçı, yazar olan Jean Cocteau bütün yaşamı boyunca yeninin, avangardın peşinde koşmuş biridir. Şiiri, ilk başta Dada veSürrealizmin kurucularıyla birlikte olmuşsa da, bu akıma hiç karışmamıştır. Çağdaş tiyatroya mitolojik konu ve olguları uyarlamıştır. Bütün yapıtlarında geçmişe duyulan özlemin izleri vardır. Yaşamı bütünüyle deliliklerle örülü durumdadır. Onun için her zaman birayrıksılık, uçarılık var olmuştur. İçki, kadınlar, esrar, eşcinsellik... Buna karşın büyülü kalemi yaşamını kolaylaştırmamış, tam tersine uzaklaşılan çocukluk ve ergenlik ona acılar vermiştir. Sınırlarının farkına çabuk vardığı için anlaşılamamaktan, yanlış tanınmış olmaktan hiç çekinmemiştir. Cocteau, Apollinaire'in, İnsan İçinde Dünya tanımına en çok uyan çağdaş şair ve sanatçılarından biridir. 11 Ekim 1963 günü Edith Piaf'ın ölümünü telefondan öğrenir. Birkaç saat sonra o da ayrılır, gereğinden fazla uzun bulduğu yaşamdan.
KAOS GL 39/10
Çınar Yayınları, 1997
“’Yeni Bir Hayat' Amerika'da AIDS Çağı'ndaki eşcinsel yaşamın bir portresi. "HIV-pozitif olduğumu öğrendiğim an ilk hayatım sona erdi ve ikinci hayatım başladı", dedi bu kitap için görüştüğüm bir eşcinsel delikanlı. Genel anlamda tüm eşcinsel erkekler AIDS salgınıyla beraber yeni bir hayata başladılar. Bu kitabın içerdiği gerçek hikayeler, AIDSÇağı'yla genç ve eşcinsel olmanın anlamını, HIV-pozitif kişiyle negatif aşığı arasındaki elektriklenmeyi ve oğlu AIDS'den yaşamını yitirmiş bir annenin yolculuğunu dile getiriyor. Kitapta yer alan genel veriler AIDS fırtınasının karmaşık ve gizli akıntılarını ortaya koymakta. Ümit ederim, cinsel eğilimi ne olursa olsun her kişiye sevgi ve saygı gösterilen bir toplum oluşturma yolunda bu kitabın bir katkısı olsun." Aydın Tözeren 1948 yılında Ankara'da doğdu. New York Columbia Üniversitesi'nde biyomühendislik dalında doktora yaptıktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve 1970 sonlarında Öğrenci İşleri Dekanlığı görevlerinde bulundu. Halen Washington Katolik Üniversitesi'nde biyomühendislik profesörü ve bölüm başkanı olarak çalışmakta. Bu kitabın ingilizcesi 1997 yılında University Press of America tarafından yayınlandı.
BİLİN(E)MEYEN.. (HA(YA)LÜSİNASYON) Duyularımla algılayabildiğim dünyaya ait olmayan bir hayal miydin, yoksa hemen yanıbaşımda uzanıp dokunabileceğim yalınlıkta bir madde mi, bilmiyorum. Belki ikisi de değildin, kimbilir, belki de bir Orhan Pamuk kişisi kadar silik yaratılmış koyu bir gerçekliktin sen! Kirpiklerimin birbiriyle kanlı olduğu o karabasan uyku iklimlerinde yalnızca çimensi rengini anımsadığım gözlerin; içimdeki büyümmiş, kırılgan çocuğu küstahça sıkıştırdı benim olmayan duvarlarımın buluşma noktalarında… SEN; BİLMEZDİN! Yırtıcı ve masum bir aslan yavrusu gibi uyuduğun o bakışsız saatlerde gözlerimi ısırırdı gözlerin… Sanal sevişmeler yaşardık seninle; Kan revan içinde ve ölümüne… SEN, BUNU DA BİLEMEZDİN!
bir Apollon heykelini andırıyordu adeta… Sana hiç benzemeyen ‘yeni’ sen, heryerde benimleydin artık: yatağımda, salonumda, işte, sokakta,…! Bilincimdeki varlığın Siyah beyaz bir Kafka romanına uyarlamıştı yaşamımı… Ne insanları algılayabiliyordum artık, Ne yazı masamı, Ne kenti, ne de kendimi… VE SEN; BUNU DA BİLMİYORDUN! İmgen, en insan ve vazgeçilmez uzvumdan ‘düşüncemden’ ele geçirmişti yaşamımı… Oysa aşkın, ulşamayacağım kadar uzak ve belirsiz bir ülkedeydi hâlâ! VE KORKARIM, SEN BUNU HİÇ BİL(E)MEYECEKTİN!
HAKAN K., Ekim 1997, İzmir
Taa ki, uyanıp da benden geri alana kadar gözlerinin hayalini sürüp giderdi ölüşmelerimiz… yasaklanıp horlanmışlığın ortaklığıyla daha da kenetlendiğimiz her gecenin ardından, biraz daha çocuklaştığına tanık olduğum senin… ve üzerine giydiğin o ‘zavallı’ zırhın pul pul eridiğini görürdüm. Yarattığım gerçekliğin çırılçıplak kalmıştı böylece: isa kadar saydamdın şimdi yahuda kadar da günahkar! Pozitivizm gezegeninde sadece bir kez karşılaştığım bulanık silüetinden ve gözlerinden esinlenerek hücre hücre kurguladığım imgen; İskender’in uğruna dirilerek yeni fetihlere çıkmayı göze alacağı kadar tanrısal
KAOS GL 39/11
BRİTANYA’DA LEZBİYEN VE GAY HARKETİNDEKİ ÖNEMLİ TARİHLER Lisa Power tarafından derlenmiştir. (Pink Paper) Çeviren SALİM/ANKARA 1970 Londra’da Gay Özgürlük Cephesi kuruldu. Polis kuşatmasına karşın (Hıghbury Fields, Islington) İngiltere’de ilk gay gösterisi gerçekleşti.
İlk “karnaval ve yürüyüş”ü (Pride) Londra’da Hyde Park’da yapıldı.
1973 Oxford’da ilk gay yardım hattı kuruldu. İlk Ulusal Gay Hakları 1971 Konferansı Marecambe’de gayler için eşitlik Gay Özgürlük Cephesi tarafından Kensington Şehir kampanyası altında gerçekleştirildi. Sahnesinde ilk açık gay dans gösterisi 1974 gerçekleştirildi. İlk gay yürüyüşü Londra’ya Eşcinsel Hukuk Reformu Kampanyası (Kuzey yapıldı. Trafalgar İrlanda’da) Avrupa İnsan Meydanında toplananlar gayler için reşit olma yaşını Hakları Mahkemesine götürüldü. Bu durum (21) protesto ettiler. İngiltere’yi 1967 yasasını Lezbiyenler kabul görme genişletmeye zorladı. talebiyle Kadın Özgürlük İlk lezbiyen konferansı Konferansında kürsüyü işgal ettiler (Skegness). Cantenbury’de yapıldı. Gay Özgürlük Cephesinin SMG Edinburgh’da bir gay bildirisi yayınlandı. Alınan ilk merkezi kurmak için bina ulusal kararlar yayınlandı. satın aldı. (Edinburgh’da eşcinsel eylemler hala 1972 yasadışıdır.) Hukukçular uluslararası Londra Gay Telefon Hattı Time dergisinde yayınlanan günün 24 saati hizmet gay iletişim reklamlarının vermek üzere açıldı.(Daha ahlaki değerleri yıktığını sonra lezbiyen ve gay savunarak dergiyi hattına dönüştü) suçladılar. İlk Uluslararsı Gay Hakları İlk gay gazetesi, Gay News, Konferansı Edinburgh’da düzenli olarak yayına geçti. yapıldı. Cinsel Azınlıklar Grubu Güney Londra Gay İskoçya’daki eşcinsellere Topluluğu Merkezi yönelik aşağılamalara karşı Brixton’da açıldı. kampanya başlattı.
KAOS GL 39/12
1975 Lezbiyenlerin çocuklarının kendi velayetleri altında bulundurulmasının reddedildiği üç önemli davadan sonra Lezbiyen Ebeveynler Hareketi kuruldu British Home Stones gay olan Tony Whitehead ‘i işten çıkardı. Bunun üzerine ulusal protesto kampanyası gerçekleştirildi. 1976 Hristiyan Gay ve Lezbiyen Hareketi kuruldu. 1977 Lord Arran’ın gayler için reşit olma yaşını 18’e indiren kanun tasarısı Lordlar Kamarasında reddedildi. Papaz Ian Paisley İrlanda’yı eşcinsel ilişkilerden koruma kampanyası başlattı. Şarkıcı Tom Robinson “Glad to be gay” adlı parçasını piyasya sürdü; plağın kapağında şarkıcının telefon numarası da vardı. Telefonlar anında kilitlendi. İsa’yı Eşcinsel olarak yorumlayan bir şiirin yayınlanmasından sonra Gay News gazetesi Many Whitehouse tarafından tanrıya ve kutsal şeylere saygısızlık gerekçesi ile dava edildi.
1978 İngiliz Akşam Gazetesi (London’s Evening News) lezbiyenler arasına girerek gizlice lezbiyen ilişkileri yayınladı. Lezbiyenler konuşma ve cevap hakkı istediler. Parlamento meydanı, mahkeme binaları ve İngiliz Tıp Derneği protesto amacıyla sprey boyalarla boyandı. Uluslararası Gay (daha sonra lezbiyen ve ….) Derneği Coventry de bir toplantı ile faaliyete geçti. 1979 İngiliz tv’lerinde Londra haftasonu televizyonu tarafından gerçekleştirilen ilk gay dizilerinden biri olan gay hayatı yayınladı. Sunucularda biri Michael Attwell daha sonra BBC2’de Gay Time Tv’de görevine devam etti. Orada Pazar günleri saat 11.30’da yayınlanan program 350.000 seyirci reytingi ile 1981’e kadar sürdü. 1980 Robin Cook’un değiştirerek sunduğu adalet yasa tasarısıyla İskoçya’da erkek eşcinselliği suç olmaktan çıktı. Brixton Faerie diye birinin kafasına taktığı plastikten yapılmış et satırı biçimindeki şapka yüzünden
tutuklanmasının ardından Pride yürüyüşü kargaşayla bitti. Hemen orada tertiplenen yeni bir yürüyüş Bow Street Polis Karakoluna kadar sürdü. Tüm hafta açık olan ilk büyük Gay Kulübü olan Heaven (Cennet) açıldı. İlk siyah lezbiyen ve gay grupları kuruldu.
1983 Yerel liberaller ve magazin gazetelerinin yaptıkları acımasız anti-gay kampanyasından sonra Bermondsey’den aday olan Peter Tatchell İşçi Partisi’nin ara seçiminde kaybetti. Gay News iflas etti. Fanzinlerin ortaya çıkışıyla satışlar birden düştü. 1981 “Yakışıklı Polis” (Pretty Avrupa İnsan Hakları Police) tuzağıyla ilgili Mahkemesi Kuzey İrlandalı parlamentoda sorular gayleri desteklediğini soruldu. açıkladı. AIDS hakkında ilk tv Ken Livingstone (GLC’nin belgeseli BBC’de Panorama yeni lideri) gayleri programında yayınlandı. destekleme sözü verdi ve Ardından diğerleri geldi. Büyük Londra Meclisi ilk gay bağışını Londra Gay 1984 Telefon Hattına yaptı. Güney Islington milletvekili Son ulusal lezbiyen olan Chris Smith ilk olarak konferansı Londra’da gay olduğunu açıklayan kişi tartışmalarla bitti. oldu. İlk ücretsiz gay gazetesi Terrence Higgins Vakfı ilk eski Gay News’in uluslararası AIDS elemanlarıyla Capital Gay Konferansını gerçekleştirdi adıyla kuruldu. Öncelikle Galop ilk gay politika projesi Londra’da dağıtıldı (daha kuruldu. sonra Brighton). HIV’den bahseden ilk gazetedir. 1985 GLC “Dünyayı Değiştirmek” 1982 adı altında gay haklarını Erkek eşcinselliği Kuzey sunan bir döküman hazırlar. İrlanda’da suç olmaktan Londra Gay ve Lezbiyen çıkarıldı. Merkezi GLC’nin desteği ile İngiltere’de ilk kez yeni ve açılır. garip bir hastalığın (AIDS) Güney Galler Maden İşçileri, grevdeyken gaylerin duyulmasının ardından kendilerine verdikleri Londra Telefon Hattı ilk desteğe bir teşekkür olarak defa bu hastalıkla ilgili bilgilendirme toplantısı gay yürüyüşüne katıldılar. yaptı. İngiltere’de AIDS’ten Body Positive-ilk HIV ilk ölen Terrence Higgins’in yardım (kendine) grubu ardından onun adına vakıf Londra’da kuruldu. da kuruldu. Julian Meldrum Siyah Lezbiyen ve Gay Capital Gay’de ilk kez AIDS Merkezi kuruldu. hakkında düzenli olarak bir sütun yayınlamaya başladı.
1986 AIDS Avam Kamarası’nda tartışıldı. Büyük bir ulusal kampanya başlatıldı. Haringey Lezbiyen ve Gay Birliği, tüm okul yöneticilerine, öğrencilerine, eşcinselliğin olumlu bir yapı içerisinde verilmesi yönünde uyarıda bulundu. 1987 Hükümet ülkedeki her eve üzerinde Londra Lezbiyen ve Gay Telefonunun bulunduğu AIDS’le ilgili bir broşür dağıttı. Telefonlar kilitlendi. Yerel yönetimin 28. madde önerisi Avam Kamarasına sunuldu. Son Ulusal Lezbiyen ve Gay Konferansı kavgalarla bitti. Manchester polis şefi gayleri “bir lağım borusu gibi gördüğünü” söyledi. Pink Paper (Pembe Gazete) kuruldu.
Stonewall Grubu made 28’e cevap için toplandı. 1990 Batı Londra’daki gay ticaretinden sonra direkt müdahale grubu kuruldu (Outrage). 1991 Stonewall Uluslararası Lezbiyen ve Gay Derneği eşcinsellik haklarını topluma yaydıkları için ilk Avrupa Topluluğu yardımını aldılar. Lezbiyen/Gay polis birliği kuruldu. 1992 İngiliz Yaşam Boyu Bağlılık Derneği Sydney’de görevli bir rahibe olan Ethel Dreads tarafından kuruldu. THT, HIV’ın lezbiyen ilişkilerle bulaştığı uyarısını iptal etti. AIDS’le savaşan gayler örgütü kuruldu.
1993 1988 Stonewall, eşitlik için Yerel yönetimler tarafından Avrupa Mahkemesi’ne 21 eşcinselliğin isteyerek yaş altı eşcinsel erkeklerin tanıtımını önleyen 28. yaptığı başvuruyu madde, bakan Michael desteklediğini açıkladı. Howard’ın da yardımıyla Derek Jarman aziz ilan yasallaştı. Ancak hiç edildi. mahkemeye götürülmedi. Londra’da yaklaşık 10.000 1994 kişi, Mancesther’da da Reşit yaş tartışmalarından yaklaşık 15.000 kişi yasayı iki gün önce Derek Jarman öldü. protesto etti. Gay reşit yaşı 18’e düştü. Lezbiyenler, saat 6 canlı haber yayınını bastı, Norveç Parlamento çevresinde 150 Dışişleri Bakanı, İngiliz yıl sonra ilk gösteri. meslektaşına şikayette Kalabalık G.A.Y diskoya bulundu, Amsterdam ve yöneldi. Disko sahibi New York’ta protesto Jeremy Joseph ücretsiz gösterileri düzenlendi. giriş sağladı. 1989 Act Up Londra kuruldu.
KAOS GL 39/13
Stonewall ve Euan Sutherland Avrupa Mahkemesi’ne 18 yaşın altındakilerinin de başvurabilmesi için bir girişim başlattı. Lezbiyen Avengers kuruldu (Lezbiyen Cezalandırıcılar). Londra şimdiye kadar Avrupa’da toplanan en büyük lezbiyen gay topluluğunu misafir ediyor (Europride). Outrage sekiz gay papazı ifşa etti. Kilise içinde tartışmaların başlaması. 1995 Şimdiye kadarki en büyük yürüyüş yaklaşık 200.000 kişi temizlik masrafları 53.000 paund. Rank Outsiders ve Stonewall ordudaki gaylerle ilgili en büyük kampanyayı başlattı. Gaytime Tv yayında. Her hafta 1.000.000 izleyici. Capital Gay kapandı. Londra’da ilk defa freedom fm sınırlı servis lisansıyla yayında. Dyke program şefi Jacquie Lawrence Kanal 4’ün bütçesinden 3.000.000 paund’u lezbiyen ve gay programlarına ayırdı. 1996 Lezbiyen ve gay yürüyüşü ismi Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Transeksüel Yürüyüşü olarak değiştirildi. Kanal 4 (Channel 4) büyük bir belgesel drama filminin çekimini Glasgow yakınlarında yeni açılan Gay ve Lezbiyen Merkezi’nde başlattı.
KAOS GL 39/14
TARTIŞMA ANKARALI DOSTLARA!
COŞKUN/İSTANBUL ….
Ayol, sizin dilinize vurmuş. Birbirinizin başının etini yiyeceğinize, sinemalara, Güven Parka çıkın da, ateşinizi biraz da oralarda söndürün! Her şeyden önce beni böyle bir yazıyı yazmak zorunda bıraktığınız için teessüf ederim. Efendim, nedir bu yaptığınız sidik yarışı? Kendi aralarındaki hangimiz daha uzağa tükürebiliriz, menilerimizi hangimiz daha uzağa attırabiliriz gibi oyunlar erkekler arasında yapılagelmiş bilinen oyunlardandır. Ama çok rica ederim bu özel oyunlarınızı kendi özel mekanlarınızda oynayınız. KAOS GL gibi Türkiye eşcinsellerine malolmuş bir zeminde bu kişisel çekişmelerinizle Türkiye çapında diğer gaylerin canını sıkmayın. Lütfen!.. Kaybeden KAOS GL dergisi olur, yazıktır. İstanbul’dan görebildiğim kadarıyla Ankaralı gaylerin bir bölümü arasında bazı görüş ayrılıkları var. bu tartışmaya daha sonra ben de dahil olacağım, ama önce şunu görmek istiyorum. Ankara’da bir KAOS GL dergisi var ve bir de kötü bir tesadüf olarak adı KAOS grubu olan, İstanbul Lambda türünde bir tartşma, buluşma, kaynaşma, dertleşme, boşalma, rahatlama, bilinç yükseltme, terapi havasında geçen ve her Pazar gerçekleşen rutin bir toplantı zemini var. (Kötü tesadüf derken iki olayın, grup ve derginin aynı adı taşımasını kastediyorum) İnşallah yanılmıyorum. Eğer yanılıyorsam, her Pazar toplanan grup ile derginin kesinlikle birbirinden farklı birer olgu olmalarını temenni ediyorum. 89’dan bu yana İstanbul’daki gay hareketin içinde olan biri için bunu çok önemsiyorum. Eğer KAOS GL, toplantı grubunun aylık bülteni ise, o toplantı kişisel her türlü tartışma bu dergiye yansıyabilir. O zaman da bu dergi Türkiyeli eşcinsellerin değil, bir grup Ankaralı gayin dergisi olur bu durumda bu dergiye, mesela benim de yazı yazmam pek anlamlı olmaz. Eğer öyleyse, biz Ankara dışındaki gayler, sizin, dergiye yansıyan kişisel tartışma uğultularınızdan bir zaman sonra sıkılır ve çoğumuz bu dergiyi terkederiz. Haklı olarak. Umarım KAOS GL Ankaralı bir grubun bülteni değildir. Yok eğer KAOS GL, Türkiyeli eşcinsellerin dergisiyse, bir Türkiyeli gay olarak şu görüşlerimi bildiririm. 1.Grup içi kumalık tartışmalarınız bize çok yansımasın. 2. Derginin gruptan bağımsız br platformu, adresi olsun. Bu adrese Türkiye’den gelen bütün yazılar sansürsüz yayınlansın (bu halen yapılıyor). 3. Dergi içinde her yazar kendi köşesinde bir komünizm, sosyalizm, liberalizm, erotizm, pornografizm, ne istiyorsa yaratabilsin. Ancak hiç bir yazar kendi sütunu dışına çıkıp derginin tamamını ve kapağını ele geçirmeye kalkışmasın. 4. Bir ülkenin tüm eşcinselleri tek ekonomik ve siyasi kimliğe sahip olamayacağı için KAOS GL’nin fazlaca göze batan bir siyasi, ekonomik söylemi olmasın. Dergi öyle bereketli bir tarla olsun ki, kimden ne tohum düşerse, kişi o tohumun yeşerdiğini görsün.
Örneğin: KAOS GL’ye özgü “tipik bir kapak” olamaz. Tipik bir hayat görüşü de olmamalı. (“Yaklaşık” olabilir ama “tipik” olmamalı). Çünkü, Türkiye’nin hangi köşesindeki eşcinsel için tipik sorusu akla gelir. Gay hareket hiç bir kimsenin veya bir jenarasyonun tekelinde kalmaz. Bu hareket nesilden nesile ulaşırken, ilerleyen zamanla birlikte, eşcinsellerin ve dergilerin de yaşama bakışları farklılaşacaktır. Bu nedenle derginin tipik bir kapağı, sloganı, biçimi olamaz. Çünkü bunlar, her ay dergiye yazı yollayanlar ile okuyan kitleler ve gelecek nesillere göre hep farklılaşacaktır Yine de her bir kapak için, Türkiye’nin küçük bir temsili olan toplantı grubunda oylama yapılabilir. Ve her sorun böyle demokratik yolla aşılabilir. Lambda İstanbul’da en küçük, en komik bir ayrıntı için bile oylama yapılır. Her toplantı başka biri tarafından yönetilir. Lambda İstanbul’un çığ gibi büyümesini sağlayan bu grup içi demokratik gelenek, uzun yıllar önce Heribert Mürman’dan bize kalmış çok değerli bir mirastır. 5. Toplantı grubunun özellikle kendini kabullenme aşamasında eşcinsellere ve eşcinsel topluma faydası saymakla bitmez. Ama derginin bağımsız olabilmesi için, grubun farklı bir isimle
toplanmasını tavsiye ederim. Böylece toplantılardaki kişisel çatışmalar dergiye yansımamış olur. Ayrıca toplatılarda küsenler dergiye küsmemiş olurlar. 6. Derginin ilk hedefi daha çok insana ulaşmak olmalıdır. Üç-beş entelektüelin kendilerinin yazıp, kendilerinin okudukları, egolarını tatmin ettikleri bir bülten olmamalıdır. Yani al benisi artırılmalıdır. Çünkü ulaşamadığınız insanı bilinçlendirme şansınız hiç yoktur. Bir şehre 10 tane kütüphane açmak yerine 1 tane tiyatro kurmak, belki insanları eğitmek yönüde daha etkili olabilir. Hele günümüz insanı tüketmek ister, renklilik ister, gelişen teknoloji ile hızlanan yaşamı daha da hızlı yaşamak ister. Aynı filmde hem bilimi, hem kurguyu, hem seksi, hem şiddeti, hem aşkı, hem ölümü, hem sevinci binbir türlü hissi aynı saatin içinde yaşamak ister. Dünyanın geleceğini belirleyen başkan dünya kamu önüne renkli giyisileri, moda saç traşıyla çıkıyor, dünya için yazdığı fermanı gündelik espirilerle okurken milyonların önünde kahkahadan krıılıp kendinden geçiyor artık liderler takım elbiseyle değil, şortla poz veriyorlar. Kısacası KAOS GL bu değişimden uzak kalamaz. Siyah takım elbisesini çıkarmalıdır. Heteroseksüel topluma karşı herşeyden ve herkesten kan ağlayan bunalımlı hasta görüntüsünden, ya da hiç bir şeyini beğenmediği gelinini her gün yerden yere vurmaktan başka hayatta zevki kalmamış bir kaynanayı oynamaktan vazgeçmelidir. Gülerek, eğlenerek, yaşama bağlılığımızı arttırarak, daha çok yaşamak isteyerek heteroseksüelleri şaşırtalım. Onların ilkel tutumlarına karşı ağlayarak değil, gülerek onlarla eğlenerek karşı koyalım. Kahkahalarla gülmek, dolu dolu yaşamak istemek, aşık olup seks yapmak, zaman zaman sarhoş olup, kahrolası kavanoz dipli dünya diye bağırmak, bilinçsiz olmak ya da mücadeleden vazgeçmek değildir. Dergide ağır politik yazıları derde derman şurup gibi bir nefeste okuyorum ama dergide şiirler, karikatürler, ibne fıkraları, hele hele erotik fotoğraflar fazlasıyla olmalı. Dergide fotoğraf görmek istemeyen ancak omzunda çantası, burnunun ucunda gözlüğü, parktan parka, banktan banka seyyar bir sünnetçi gibi dolaşan Kaosçu çok entellektüelleri de bilirim. Burada porno değil erotik ve şık fotoğrafları savunuyorum. Örneğin KAOS’un 37. Sayısının 25. Sayfasındaki tamamen çıplak erkeğin kömürleşmiş gibi görünen penisli fotoğrafını beni eşcinselliğimden soğutmaya yönelik bir sabote olarak algılarken, aynı sayının arka sayfasındaki kot pantolunlu birbirine sarılı iki erkeğin fotoğrafı, heteroseksüel erkekleri de eşcinselliğe özendirecek derecede olağanüstü güzel ve insanı en karamsar anında hayata bağlayacak olan estetik bir şahaser olarak görüyorum. Dergini en güzel albenisi bu tip fotoğraflarıdır. Okumayı sevmeyen insanın göz sevkine hitap ederek, düzyazı sevmeyene şiir okutarak, ciddi yazıları okumaya üşenene fıkralar okutarak insanlara yavaş yavaş, onları korkutmadan ulaşmalıyız. Eğer amacımız insanlara ulaşmaksa tabi. Yaşlı bir adam camiye giderken, yolda genç bir delikanlıya rastlar. Ve onun da camiye gelmesini ister. Genç delikanlı “efendim, ayakkabılarımı çıkarmaya çok üşeniyorum” deyince, yaşlı adam “Aman oğlum, camiye ayakkabılarınla da girebilirsin” diyerek genci alır, camiye götürür. Cami kapısından içeri girerken cami imamı, genci görür ve hemen "Dur evladım, ne yapıyorsun, camiye ayakkabıyla girilir mi?” diye bağırınca, ihtiyar, derhal imamın kulağına eğilip şöyle söyler: “Aman efendim, delikanlıyı cami kapısına kadar gelmesi için ben ikna ettim. Ayakkabılarını çıkartıp, onu caminin içine almak için ikna etmek de artık senin işin.” Daha ilerici, daha renkli, daha demokratik yarınlara hep beraber efendim.
KAOS GL 39/15
Yaşıyorum … Jewel/İzmir Yaşamak herkes için bir tesadüf mü yoksa kaçınılmaz bir son mu? Yaşıyoruz bir şekilde. Belki şükretmek lazım yaşadığımıza.Yalnız biz gay ve lezbiyenler çoğumuz yaşarken sürekli sorunlar var deriz hayatımızda. Umutsuzluk ve mutsuzluk sanki ikisi de bizim en fedakar dostlarımız. Neden? Şunu anlatmak istiyorum yaşamak her ne kadar zor olsa da umutsuzluğa yer vermeyecek kadar yaşamaya değer. Peki tamam yaşıyoruz ama nasıl? Eşcinseller, bizim gibi ataerkil bir toplumda sürekli rol yapmak zorunda kalan insanlar. Geçtiğimiz hafta içinde bir doktor ile tanıştım. Tanışma olayımız da çok ilginç oldu. Resmi bir iş için rapor almam gerekiyordu hastanede tanıştık. Daha sonra ben O’nu ziyarete gittim muayenehanesine. Çok uçuk, genç ruhlu bir adam yaşına göre. İlk başta eşcinsel olduğunu anlamıştım. Eşcinselliğini ise kendini uçuk ve sınırsız biri olarak tanımlayarak örtbast etmeye çalışıyor. Evliymiş, iki de çocuğu var. Konuşmalarımızda sürekli kendinde olan çılgınlığı bende de hissettiğini söyledi belirtti. Açıkça sen de eşcinselsin biliyorum demeye getiriyordu. Açıkçası ona açılabilirdim. Ama yapmadım çünkü davranışları biraz garip gelmişti ve tacize uğrayacağımı düşündüm. Beni sürekli öven (fiziksel ve kişilik olarak) bir tavır takındı. Aşırıya kaçınca ters tepki yapıyor bu. O da rol yapıyordu. Bana iç çamaşırlarımın farklı olup olmadığını sordu. Bana iç çamaşırı kataloğu gösterdi. Çıplak erkek vücutlarını gösterip nasıllar diye
KAOS GL 39/16
sordu. Ayrılmadan önce de internetten çekip printerdan baskısını aldığı oldukça seksi çıplak erkek resimlerini gösterdi. Benim de kesinlikle vücut geliştirme ile uğraşmamı önerdi. Bunu düşünüyordum zaten. Internete söz gelmişken. Bir iki şey de cyber dünyadan anlatalım. Internet üzerinde yaklaşık bir senedir (11 Ocak 1997 de ilk gay chat odası açıldı.) Turk gaylerin konuştuğu odalar var. Bir çok kişi tanıştı, arkadaş oldu. Sevgili olanlar, sex partneri bulanlar bile var. Benimde çok sevdiğim arkadaşlarım var. Sık sık görüyorum onları. Yalnız orada tanıdığım bazı arkadaşları anlamak mümkün değil. Gay olmayı ya da eşcinsel olmayı belli bir sınıfın hakkettiğini düşünen tavır içindeler. Bazı insanları haksızca yargılayıp kendilerince belirli seviyelere oturtuyorlar. Mesela ibne demek büyük bir ayıp. Ayol lafını kullanırsan sen gay değil sokak orospusu olursun. Düzeyin hemen sıfırın altına düşer. Onlarla şu şekilde konuşmalısın. Abi bu gece barbahçeye gidiyoruz sende takıl bize. Ve ya fortiiiin de çalan şarkının şu mixini duydun mu? Saat 3:17 de çaldılar müthişti. Bu kişilere kaos ya da lambda nın yayınlarından birini eline aldınız mı diye sorsak onlar dergi mi çıkarıyorlar diye size anlamsız bir soru ile karşılık verirler. (En azından kaos ve lambda nın adını duymuşlar. Sanırım biz konuşurken duydular.). Bu insanlar “Thanx God. It’s Friday!” (Teşekkürler tanrım, bugün cuma.) diyip gay club ve barlarımızı zengin ederler. Sabahlara kadar ellerinde içki
kadehleri tepinip günlerini gün ederler. İşte size bir gayin tanımı. Gay bu demektir?? Eşcinsel hakları olsun isterler ama yerlerinden kıpırdamazlar. İki yüzlü heteroseksist toplum onları barlarında ve clublerinde kabul eder. Komplekslerini tatmin etmeye yeter bu. Zaten içki de var. Çıkışta eve belki birini de atarız kimbilir! Eğlenmeye karşı değilim ben de dans etmeyi, arkadaşlarımla çıkıp eğlenmeyi seviyorum. Ama kendimi de yadsımıyorum. İzmir’deki gay oluşum için ufakta olsa katkılarım var. Yazıyorum. Okuyorum. Ve en önemlisi kimseyi yaşam stillerine, konuşmalarına, giyimi kuşamına, maddi düzeyine göre sınıflandırmıyorum. Nedense onların fikirlerinde bazı insanlar gay olamayacak kadar yetersiz insanlar. Acaba bir gay olarak bir gayin düşünce ve duygularını anlayabilme kabiliyetine sahipler mi? Sanmam toplum onları iki yüzlülüğe itmiş. Dergilerde yazılan mektuplar yazılar onları ilgilendirmez. Bana ne katar derler. Onları tek ilgilendiren. Kaç kadeh, içip kaç erkek götürdükleridir. (Lezbiyenlerin içinde bu tarz insanlar var mı bilemiyorum.) Yine başka bir konu. Bir gay arkadaş gelip bize rotaract klubünde nasıl faydalı olaylara girdiğini anlatıyor. Kendisine eşcinsel hareket için ne yaptığını sorduğumuzda ise cevap alamıyoruz. Rotaract klubü ve benzerleri bilirsiniz yardıma muhtaç insanlara yardım ederler? Ederler mi? Yoksa kendi vicdanlarını
rahatlatmak için mi veya belli bir statüye sahip olmak için mi? Belki sadece hava atmak içindir. Gazetede yeni bir reklam “Göztepe Lions görme özürlü çocukları çizgi film izlemeye götürdü”. Bir hafta sonra “Doğu’daki aç çocuklara Lions klubu bir kamyon lolipop yolladı”. Çocuklar acaba bir lolipop ile karınlarını doyurabilecek mi? Belki bir çocuğa iki lolipop düşer.Yine bir hafta sonra gazetelerin dedikodu sütunlarına bakıyoruz. Ellerinde prezervatiflerle çok mutlu oldukları gözüken genç bay ve bayanlar. Altında da başka bir resim sokaktaki çocuklar prezervatiflerin içine su doldurmuşlar oynuyorlar. Haber de şu, “ Leo’ların Aids haftası çerçevesinde Alsancak’ta dağıttığı prezervatifler çocuklara oyuncak oldu.” Bir de son modaları var. Atatürk. Onun için yemekler düzenliyorlar. Atatürk’ün ne yaptığını bilmeyen bir çok insan O’nun hakkında atıp tutuyorlar. Son moda elbiselerinin yakalarında Atatürk rozetlerinin nasıl durduğunu tartışıyorlar. Her neyse bu burjuva klublerle sorunum yok benim. Benim derdim yine gaylerle. Bir arkadaş dediğim gibi neler yaptıklarını anlatıyor. Yukarıda kısaca özetlediklerimi söylediğimde bana oldukça bir köpürdü. Ulaşamadığım şey hakkında kötüleme yapıyormuşum. Evet ulaşamadım, çünkü ben hiç bir zaman beni aslında statüm veya param olduğu için bey yapan iki yüzlü o heteroseksist ve burjuva ortamlarda bulunmak için çaba göstermedim. Arkadaşım belki faydalı bir şeyler yapıyordur saygım var. Ama seni gay olarak kabullenemeyen topluma rol yaparak kendini küçük düşürmüş olmuyor musun. Kendine ben gayim sen sürtüksün diyerek başkalarını küçümseme hakkını nerde buluyorsun. Sen O muhteşem toplumunda kal taki seni kabullenemedikleri zamana kadar. Herneyse yaşıyorum, yazıyorum.
Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni GACI’nın 3. Sayısı çıktı. Dergi’nin bu sayısında; -Demet’in New York notları, -Fahişeler Hakkınaki Mitler: Gerçekleri Uydurmalardan Ayırmak İçin Okuyun -Seks İşçiliği Kötü Durum Değildir -Güvenli Cinsel İlişki İçin Notlar gibi yazılar bulunuyor. Dergide Belkıs’ın yazısından bir alıntı aktarıyoruz; ”Seks işçisi! Bu da ne demeyin. Belki de dünyanın en eski işini yapan bizleriz. Diğer işyerlerinde çalışan işçilerden ne farkımız var? bizim gibi çalışanların yaptığı da bir iş, o halde biz de işçiyiz. Bize yakıştırılan başka sözcükler insanların kendi kuruntuları bence. Seks işçisi olan bir kadının, sokakların çöpünü toplayan çöpçüden daha farklı bir iş mi yaptığını sanıyorssunuz? Ama bazı hastalıklı kafalar için çöpçü “emekçi”, bizler daha başka bir şeyiz. Hayır bunu kabul etmiyorum, iş iştir, bu değişmez; insanın ahlakı beynindedir, bacaklarının arasında değil!” GACI’yı İstanbul’da Mephisito, Homer, Mektup Kitabevleri ile Kadıköy ve Karaköy İskele gazete bayilerinde ve İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı’nda bulubilirsiniz. GACI’ya yazarsanız ücretsiz abone olabiliyorsunuz ve dergi adresinize kapalı zarf içinde gönderiliyor. ADRES: Yeniçarşı Caddesi, No:54, Beyoğlu, 80050, İSTANBUL
∇ 15 Kasım 1997 Cumartesi günü DSİP(Devrimci Sosyalist İşçi Partisi)’in yıllık tartışmaları kapsamında düzenlediği “Cinsiyetçiliği Nasıl Yenebiliriz?” başlıklı Panel’e KAOS GL de çağrılıydı. Panelde eşcinsellerin ve kadınların maruz kaldığı cinsiyetçilik ve kadınların ve eşcinsellerin kurtuluş mücadeleleri tartışıldı. Katılımın yoğun olması ve katılımcıların samimiyeti sevindiriciydi.
∇ 10 Kasım 1997 Pazartesi günü gay, lezbiyen, travesti, transeksüel, heteroseksel olmak üzere 76 kişi Hamam filmindeydik. Ankara, Kavaklıdere Sineması’ndaki (19.15 seansına) Hamam filmini topluca izlemeyi KAOS GL organize etti. Hamam filmi ödüllü olduğundan tam 700.000, öğrenci biletleri ise 450.000TL idi. Toplu bilet satışı dolayısıyla kişi başına 350.000 TL ödediğimiz film için 50.000TL’si KAOS GL’ye kalmak üzere 400.000 TL toplandı. Bu etkinlik sonrası KAOS GL’ye 4.000.000.-TL kaldı.
KAOS GL 39/17
A S K E R E
G İ T M E Y E L İ M ÜMİT/İSTANBUL
1994-1995 yıllarında liseden yeni mezun olduğum için yaklaşık 3 yıl askerlik tecil hakkımı kullanmak istiyordum. Bu yüzden gereken bütün işlemleri en ince ayrıntısına kadar yapmıştım. Tecilli olduğumu sanıyordum. Ki hiç beklemediğim bir gün askere çağrı kağıdım gelmişti. Şaşırdım, bir yanlışlık olmalıydı diye düşündüm. Ben tecilliydim. Çok fazla zaman kaybetmeden Askerlik Şubesine başvurdum. Aldığım cevap sinirdi. Askere gideceğim doğruymuş. Orada çalışan diktatör tavırlı memurların işlerini iyi yapmadıklarından, tecil dilekçem kendi şubeme gönderilmemiş ve benim belirtilen tarihlerde asker olmam doğruymuş (21 Mayıs 1997). (Ne de olsa, bu ülkede, her zaman bir çok hatalar yapılır. Ve bizler de her zaman boyun eğmek, kabul etmek zorundayız.) Kesinlikle hiç bir şekilde askere gitmek istemiyordum. Hayatımın en çok da bu döneminde, bu kadar çok nefret ettiğim orduya hiç bir faydamın dokunmasını istemiyordum. Koşullar ne olursa olsun askere gitmeyecektim. Kirli savaşın halen devam etmesi, binlerce insanın bu kirli savaşta öldürülmesi, onlarca insanın gözaltına alınması, her türlü işkencenin devam etmesi, bende onarılamaz yaralar açıyordu. Bu kadar çok insalık dışı yaptırımların yapıldığı bu ülkede askere gitmeyecektim. Ordunun diktatörlüğünü bir çoğumuz bildiği gibi, oldukça baskın bu koşullarda seçim
KAOS GL 39/18
hakkımız hemen hemen hiç yok. Aslında böyle bir mevzuda cinselliğimi kullanmak istemiyordum. Sanırım başka da şansım yoktu. Çünkü vicdani red kullanamayacağıma göre, nedeni ise: vicdani red, gerçek kararlılık ve sorumluluk gerektiren bir unsurdu. Açık söylemek gerekirse ben bunu yapacak kadar cesur ve bedel ödeyecek bilince sahip değildim. Normalinde askere gitmek istiyor musun? diye soru sorulmadan herkesin mecburiyetten askere gitmek zorunda olduğunu söyleyen ordu, -eğer erkeklik sözkonusuysa durum değişiyor-. O zaman isterse eşcinselim diyen erkek askere gitmeyebiliyor. Böyle bir avantaj sağlamış sevgili ordumuz bize. Ben de askere gitmek istemediğime göre böyle bir haktan yararlanabilirim ve ilk iş olarak askerlik şubesinden hastaneye sevkimi istemekle başlayabilirdim. Sonra askerlik şubesine gittim, zorluk çıkarmak istediler. Hanımefendiler evrak yazmamak için olmaz deyip benden kurtulmaya çalıştılar. İstemekte direnince kabul etmek zorunda kaldılar. Yok askere git oradan daha kolay hastaneye sevk alırsın, dediler. -Benim istediğim o soğuk görünümlü askeri kıyafeti hiç bir şekilde giymemek- neyseki zar zor aldım. Aynı gün beni Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne sevk ettiler. Orada bir psikiyatristle görüştüm. Psikiyatrist bir sürü saçma sapan sorular sordu. Örneğin: -Kendinin ne zamandan beri eşcinsel olduğunu sanıyorsun? Kadın iç çamaşırları giyiyor musun? Parayla mı seks yapıyorsun? İlerde penisini kestirecek misin? Birlikte yaşadığın sevgilin var mı? Varsa, sana para veriyor mu? vs. sorulardan sonra psikoloğa sevk etmesi gerekiyormuş. Çünkü onun da bana bir kaç test yapması lazımmış! Kendi hastanelerinde psikolog olmadığından beni GATA hastanesine göndereceklerini söylediler. Ertesi gün GATA ‘nın hastanesine gittim. Tekrar GATA’da iki psikiyatristle görüştüm. O da yaklaşık yukarıdaki psikiyatristin sorduğu soruları sordu. (Her ne kadar doktor olsalar da ordu kafalarına sahipler). Daha sonra psikoloğa sevk etti. Psikolog da elime 500 sorudan oluşan psikolojik test kitapçığını tutuşturdu. “Git bu soruları evde cevapla, yarın tekrar getirirsin” dedi. (Test sanırım geri zekalılar için, çünkü bir sürü saçma sapan sorudan oluşuyordu. Herhalde biz gayleri de sistemin sakat mantığı o sınıfa sokuyor). Ertesi gün, yani 3. gün tekrar gittim. Bu sefer de kağıtların üzerindeki şekilleri yorumlama testi yapıldı. Sonra tekrar başka psikiyatristle görüştüm. Bu psikiyatrist de benden ilişki sırasında çekilmiş resim istedi. Nedeni ise ben 10 yıl sonra gidip de ben cinsel tercihimi değiştirdim, askere gitmek istiyorum dersem bana nasıl engel olacaklarmış. Bunun için önceden tedbir almak zorundalarmış. Zavallıların mantıklarını anlamak ne kadar zormuş. Tabi ki resim veremeyeceğimi söyledim. “Sen bilirsin” dedi. “Ya resim getirirsin, ya da askere gidersin.”… Bunları duyunca korkmaya başladım. Ya gerçekten götürürlerse ne yapacağım diye. Taki sonuç kuruldan çıkıncaya kadar. 1 yıl erteleme aldığımı görünce derin bir “oh” çektim. Özellikle ordunun gerek insan hakları ihlalleri, gerekse eşcinsellere karşı oluşturdukları sistematik baskılarından dolyı askerliği protesto edelim, askere gitmeyelim. Bazı yaptırımlara her ne kadar gücümüz yetmiyorsa bile, buna gücümüzün yettiğine inanıyorum.
E S K İ Ş E H İ R ESKİŞEHİR BANA BAKAR İÇİNDEN PORSUK AKAR Sıtkı Sıyrıldı/Mucur Onbir yıl geçti aradan, yine de biraz yoğunlaşınca anımsayabiliyorum: Arif’in peşinden, yalnızca ona yakın olma adına hiç görmediğim bir şehrin yabancılığını göze alıvermiş ve Eskişehir’e gelmiştim. Hani elimde bir keman eksik, her türden duygusallıklar sarmış bedenimi. Bana Eskişehir’i tanıtıyordu: İşte Porsuk; Sümerbank’ın boyadığı kumaşlarla kimi gün yeşil, kimi gün kırmızı ama asla kendi renginde değil. İşte öğrenci kafeleri, barlar ve hatta bir orduevinin arka sokaklarında bir seks sineması… Ne çok konuşuyordu: Rehber sahte, gezgin sahte! Gözlerim dudaklarına saplanıyordu sık sık, ona aşık olmanın sınırlarıyla Eskişehir’i göremiyordum bile. Arada bir gizli kaçak takılıyordu aklıma: Benden başka top var mı bu koca şehirde? İnsanlar nasıl da benziyor geldiğim kentin insanlarına: Sır vermiyor giysileri, yüzleri… Yalnızdım (!) yine, ama Arif vardı, tüm yalnızlıkların gönüllü avutucusu. Bir hafta kaldık birlikte. Kentime döndüm. Sonraları sıklaştı Eskişehir ziyaretlerim. Her seferinde yeni insanlarla tanıştırdı Arif beni. Genelde öğrenciydi tanıştıklarım, öğrenci ve heteroseksüel… Ziyaretlerin sayısı arttıkça içli dışlı oluverdiğim –zannediyorum ameliyatla- entellektüelleştirilmiş bu çevrede daha çok tanınır olmuştum. Tanıştırıldığım her yeni yüzün bana gösterdiği hastalıklı ilginin nedenini sonraları öğrenivermiştim bir gece
alkol dumanları Arif’in zihnini dumura uğratmışken. “Ben söylüyorum onlara, bir arkadaşım var eşcinsel. Seninle de tanıştırayım.” Yumruk yemiş gibiydim, bir sirk hayvanı neler hisseder, anlıyordum. Lise sıralarını paylaştığım ve ilk hissettiğim aşk romanımın kahramanı Arif’e dehşetle bakarken, o sızıp kalıyordu. Hep alkol perdelerinin ardında yaşanmış ilişkilerin mekanı meyhaneler oluyor, ayıkken kimseler kalmıyor. Sonra Üniversiteyi kazanmıştı Arif ve Eskişehir’e gelmişti. Hep hoşlanmıştı ona olan duygularımdan ama asla “ben de” dememişti. Hayatının temellerinden biriydim, değerli olduğunu hissettiriyordum ve onsuz hayatın anlamının solduğunu… Bunların dışında sessiz ve hareketsiz kalmamı istiyordu. Şimdi de arkadaşlarına teşhir ediyordu beni. Böylece Arif’in çevresinde benimle asla duygusal ya da cinsel bir ilişki yaşamayacak herkes bu çok gerekli bilgiye de sahip oluveriyordu. Kızgınlık yerini belkibiribneçıkardaikilaflarız umuduna bırakmıştı. Geniş bir çevrem olmuştu: Ressamlar, seramikçiler, müzisyenler, hatta o tanışma (Teşhir edilme) terörü ortasında şimdilerin ünlüsü Beyaz… Hepsi hetero, hepsi entel, hepsi elit! Dayanamadım artık. Aşk yerini yalnızlığa, beklentiler sıkıntıya, umut hırçınlığa bırakmıştı ve biribnetanımakistiyorumartık diyerek bağırıverecektim!
Aradan yıllar geçti. Son olarak 4 ay önce gittim Eskişehir’e: Arif evlenmişti, Beyaz, Türkan Şoray’la film çevirmişti, Reha Muhtar’ın Harika Avcı ile adı çıkmıştı ama Eskişehir’de hiç bir şey değişmemişti. Porsuk çayı yine kaderine boynu bükük, öğrenciler kafelerde, barlarda –orduevinin atkasındaki seks sineması ne oldu bilmiyorum- ama yine bir tek ibne göremedim koca şehirde. –Biri hariç! Eskişehir sokaklarında puanlı pantolonu, kıvıcık saçları, ayağında terliği ile salına salına yürüyen bir dilberberber hariç. Arif yarı gülümser fısıltılarla “Bu da sizden” demişti. İşte böyle bıraktım 4 ay önce Eskişehir’i. Tek olmanın gururu, yalnız olmanın vahşiliği ile hatırlarken oraları, kışı fısıldayan bir ankaraakşamı Aktüel dergisi geçiverdi elime. “Eşcinsellerin Özgür Kenti” Eskişehir’i anlatan… Hayretler içinde okudum yazılanları. Ben onca zaman bir tek eşcinseli – yalnızca sohbet için bile olsatanımamışken, dergide el ele, göz göze eşcinsellerin resimleri, bana hayretten hayrete sürükleyen cümleleri ve hepsinden beteri kurulan bir topluluk, Bilinçli Eşcinseller Topluluğu… Ne söylenir, ne düşünülür, insan donup kalıyor. Aktüel’e alıştık artık. Seçtiği konulara yaklaşımına, bir şey söyleyecek gibi yapıp %50’sini resimlerle doldurduğu içi boş dosyalarına, hatta Eskişehir’deki eşcinseller istemediği halde (!) diğer ibne ve ibne meraklılarının kente akın etmelerini
KAOS GL 39/19
önlemek amacıyla yazıda adı geçenlerin isimlerini değiştirmek gibi yöntemlerine bile alıştık alışmasına da, o bilinçli eşcinsellere ne diyeceğiz şimdi? Topluluğun başkanı serkanbeyin ifade ettiği gibi, yarattıkları adaya akın ederek huzurlarını kaçırabilecek diğer eşcinsellerden duydukları kaygılar nedeni ile “Bilinçli”liklerinden mi, bir odaya kapanarak yaşadıklarını, sanki Kırşehir’in Mucur kazasında bir odaya kapanarak birlikte olan iki erkek ya da kadından farklıymış gibi algılayarak bir ada yaratabilen nev’i şahsına münhasır “Eşcinsellik”lerinden mi, nerede, nasıl varlık gösterdikleri “Topluluk”larından mı, hangisinden bahsetmek gerekir ki? Eskişehir’de gazino ve gece klüplerinin şehir dışına taşındığı zamanları anımsıyorum. Bana beyhude bir temizlenme (!) çabası olarak gelmişti hep ama eskişehirlieşcinsellerden (Artık aktüeldeki açıklamalarından sonra o topluluk üyelerini literatürel olarak ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor.) öğrendiğimize göre bu yapay temizlenme en başta onların işine yaramış. Nasıl bir ilgisi var kuramadım ama böylece “insanlar kılıklarını ya da davranışlarını değiştirerek bardan bara partner aramak zorunda kalmıyorlar”mış. Demek ki “fuhuş sektörü” kentin dışına taşınınca “kılık ve davranışlarını değiştirerek” partner arayan bir eşcinsel Eskişehirlilerce çalışmak için kütüphane arayan bir öğrenci olarak algılanabilir mesela, ama kimsenin aklına “kötü bir şeyler” gelmez. Yıllarımı, kentlerde hatta metropollerde bir çok eşcinselin yaşadığı süreçlerin neredeyse tamamına girerek geçiren ben, hep
neden bu terslikler sorusuna bir yanıt bulamamanın rahatsızlığı ile kıvranırken sağolsun serkanbeyden cevabı da alıvermiş oldum; “büyük kent eşcinselleri” fuhuşun içinde olduğundanmış toplumun tepkisi. Ben İstanbul 4. Levent’teki bir parkta arkadaşımla otururken bir sarhoşun saldırısına uğradığımda ne kılık ne de davranış değiştirmiştim ama fuhuşun göbeği sayılabilecek Taksim meydanındaki makyajlı, kıçını açarak müşteri çağıran eşcinselleri neden çoğu kişi görmez? ‘Serkanefendinin içi ne denli kendisi ile barışık’ sorusu asla beni ilgilendirmediğinden onu ve saptamalarını hiç ilgilenmeden geçivermek gerekiyor; ben de yazıyı okurken geçiyorum ama bir bataklığa benziyor BET üyelerinin açıklamaları, ilerledikçe batıyorum. Neler öğreniveriyorum: Kafaları eşcinsellikten başka bir şeye çalışmayanlar Eskişehir’i terk edip İstanbul’u tercih ediyorlarmış. Anadolu Üniversitesine kayıt yaptırdktan sonra kafamcinselliktenbaşkabirşeyebasm ıyor gerekçesi ile İstanbul’a yatay geçiş yaptırmayı istemek ya da okulu bırakmak kimler için anlamlı ve kimler tarafından yaşanmış bilmiyorum da, bu cümleyi “kedi ulaşamadığı ciğere” atasözünden ayrı düşünebilmek iki şehiri de yaşamış biri olarak benim için imkansız. Şimdi kalkıp İstanbul avukatlığı yapmak istemiyorum. Bu hem gereksiz olur, hem de İstanbul’u övelim derken diğer kentleri yerme basiretsizliği anlamına gelir. Hiç bir kentin ne avukatlığını yapmaya gerek var, ne de gizli açık düşmanlığını yapmaya, aşağılamaya. Özrü kabahatinden büyük bu cümlenin sahibine,
İstanbul’da yaşayan eşcinseller bir yana her hangi bir İstanbullu, duyacağı tepkilerden dolayı suçlanabilir mi? Zaten her aklı başında gözlemlere sahip kişi en azından şu haklı yargıyı teslim edecektir: İstanbul’da aklı cinsellikten başka şeye basmayan insanlar var olduğu gibi, Eskişehir ya da Kastamonu veya Çemişgezek’te de var olacaktır. Sayısal farklılıklar (nicel farklar) her hangi bir kenti, köyü bu dille nitelemek için yeterli veriler değildir. İnsan, “aklı cinsellikten başka şeylere de basan” kişilerin en azından bunları bilmesi gerektiğini düşünüyor. Anlaşılan o ki, insan çamura şekil vererek, tualleri ustaca renklendirerek hayatı tanıyamayabiliyor, hayata ilişkin yargıları gerçekle örtüşemeyebiliyor ve kasdını aşan cümleler aslında cehaletin boyutlarını ortaya koyuyor. Türkiye’de yaşayan eşcinseller açısından yaklaşılınca BET, “beterin beteri” deyiminin kısaltması haline geliveriyor, kaş yaparken göz çıkarıyor. Yazının tamamını okumaya can dayanmaz benim gibiler için, ‘gözlerimden geçtim, asla dönmeyecek zamanıma yazık’ deyip son paragrafa göz atınca yanılmadığımı anlıyorum:BET üyeleri adına serkanbeyin “diğer eşcinseller kente akın edecek de imajımızı bozacaklar” korkusuna karşılık şu an bile hiç de düşmanca bulmadığım şu fikirlerin kafamdan geçmesine mani olamıyorum: Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz derler serkanbey. Şu açıklamalarınız karşısında ya bizler, sizin, bizim imajımızı bozmanızdan korkarsak haksız mı sayılırız?
(02.11.1997)
KAOS GL 39/20
Y
O
R
U
M
S
U
Z
Ahmet 29 yaşında bir heteroseküel. 17 yıldır Eskişehir’de yaşıyor. Güzel Sanatlar mezunu. Yıllarca Eskişehir’in tanınan barlarında gitaristlik yapmış, şu anda da bir radyoda program yapıyor. Aktüel’deki röportaj ve BET hakkında söyleştik: Sıtkı Sıyrıldı: Aktüel’deki yazıyı okudunuz. (Kafasını sallıyor) Genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahmet : İlk önce, bence gereksiz bir yazı. Niye diye sorarsan Eskişehir’de Güzel Sanatlar Fakültesinde okumuş bir öğrenci olarak okulumuzda yapılan pek çok sanatsal faaliyetin değil de, bu tip insanları sanki başka konu yokmuş gibi, manşet edilerek öne çıkarılmasını rahatsız edici buldum. Zaten ne Eskişehir, ne de Anadolu Üniversitesi eşcinseller için bir ada değil. Sadece insanların belli hoşgörüsünü, hoşgörü ortamını kullanarak burayı bir ada olarak gösteriyorlar. İnsanlar açıkçası burada bir başkasının cinsel hayatı ile ilgilenmiyorlar. Onlar da bu rahatlığı kendilerine platform olarak kullanıyorlar. S.S.: Bu hoşgörü tavrını biraz açabilir misiniz? Dergideki yazı el ele erkeklerden, dudak dudağa kızlardan bahsediyor. Ahmet: Eskişehirliler son iki yıldır öğrencilerin hareketlerine bayağı alıştılar. Ama bu tür ortamları hala kabullenmezler. Ben görmedim ama bana anlatılan bir olay var. Eskişehir’deki bir thrash konserine gelen iki eşcinsel, biraz da aldıkları alkolden olsa gerek, ön sırada öpüşmeye başlayınca dayağı yemişler. Ayrıca o insanlar evlerinde rahat kalıyorlarsa, evsahiplerinin akıllarına bu tip ilişkiler gelmediği içindir. Şu anda, Eskişehir’de yüzlerce öğrenci evi var. Doğaldır, bu evlerde her görüşten yüzlerce insan var. Fakat bunlar bir araya gelip “burası bizim adamız” demiyorlar. Ve o öğrenci arkadaşları da Aktüel’in röportajına katılan insanlar zan altında bırakıyorlar. Mesela bizim alt katımızda üç kız öğrenci kalıyor. Ama biz onları asla lezbiyen olduklarını düşünmüyoruz. Gayet doğal. Ben de yıllarca erkek arkadaşlarla kaldım ama hiç aramızda homoseksüel bir ilişki geçmedi, yalnızca evi paylaştık. S.S.: Yani ortalığı velveleye verecek yeni bir şey yok. Ahmet: Bence şöyle. Bunlar Eskişehir’de az ve eninde sonunda bir yerde birbirlerini bulup tanışıyorlar. Bir araya geldikten sonra kitlesel bir şey oluşturma fikri gelir ya insanın aklına. Yani 30 kişi bir araya gelip kendilerince bir ülke ilan etmişler. S.S.: Yazıyı okuyana kadar Bilinçli Eşcinseller Topluluğu ile ilgili bir bilginiz var mıydı?
Ahmet: Hayır. Yalnız bir yıl önce bir barda arkadaşla oturuken yanımıza gelen bir homoseksüel Ankara ya da İstanbul’dakine benzer bir gruplaşmadan ya da onlardan birinin Eskişehirde bir kolu gibi gruplaşacaklarından bahsetmişti. Belki o BET dediğin onlardır, bilmiyorum. Bunun dışında ne bir panel, ne bir broşür, ne bir tartışma, onların varlığına ilişkin, yani bir grup olarak varlıklarına ilişkin hiç bir bilgi bana gelmedi, ne de bahsedildi. Yoksa burada da yolda yürüken kırıtan, taciz edercesine bakan ve ilk bakışta anlaşılan homoseksüeller var. Ama böyle bir topluluğu ilk kez dergide okudum. Ben ki 85 yılından beri burada yaşıyorum, barlarda çalıştım, radyoda proram yapıyorum, bir sürü insanla iletişimim oluyor, Güzel Sanatlardan mezunum, ben duymadıysam kimse duymamıştır. Açıkcası bu insanlar, kendi kendine gelin güveyi oluyorlar. Beni rahatsız eden, Güzel Sanatlar mezunu olarak, okulumuzun böyle ilişkilerin mekanı olarak gösterilmesi. Halbuki insanların çoğu eğitim ve sanatları ile uğraşıyorlar. S.S.: Yani aslında sizi rahatsız eden Eskişehir ve eski okulunuzun adının “böyle bir olaya” karıştırılması. Ahmet: Evet. Ben BET ile falan ilgilenmiyorum. Eskiden yoktu böyle şeyler. Şimdi herkes birbirine şaka yollu takılıyor. Aslında anlamadığım, Türkiye’de yalnızca eşcinseller mi horlanan, yadsınan? Budistler var, aseksüeller var, başka dine mensup insanlar var. S.S.: Eee? Ahmet: Yani, bu tür çıkışlarla bunlar ne yapmaya çalışıyorlar? S.S.: Senin yakalayamadığın neresi? Ahmet: Bu kadar özgür, bu kadar fevri ve açık, hatta bir ada oluşturacak kadar rahat yaşıyorlarsa neden kendilerini deşifre ediyorlar? Bir de utanmadan eklemişler, biz Ankara’dan, İstanbul’dan kimse gelsin istemiyoruz, diye. Ortam bozulacak diye korkuyorlarmış. Ama resmen kendileri dikkat çekmek ister gibi davranıyorlar. S.S.: Yani bu bir çeşit dikkatleri üzerine çekerek yapılan bir davet mi sizce? Ahmet: E, tabi, içim istemiyor, kıçım istiyor muhabbeti.
07.11.1997, Eskişehir
KAOS GL 39/21
Sparty/Eskişehir Sevgili Kaos GL; Yakın bir zaman önce Eskişehir hakkında yazılanları ben de sizin gibi Aktüel dergisinden okudum. Ben İstanbulluyum ve 3,5 yıldır üniversite eğitimi için Eskişehir’de bulunmaktayım. Derginin 29 Ekim sayısında Eskişehir’in eşcinseller için bir özgürlük adası olduğu ve oradaki eşcinsellerin istedikleri şekilde kendilerini ifade edebildikleri, istedikleri homoseksülle istedikleri evde yaşayabildikleri ve hatta Anadolu Üniversitesinin kampüsünde elele dolaştıkları belirtilmiş. Nedense (?) 3,5 yıldır bu şehirde ve bu kampüste var olan biri olarak benim bu saçma salak şeylerden pek haberim olmamış. Bunca laf kalabalığının arasında Eskişehir aynı diğer Anadolu kentleri kadar eşcinsellik konusunda esnektir veya tutucudur, pek farklı değildir. Dergide Eskişehir’in çok demokratik olduğu, sosyo-kültürel açıdan Tatarlar, Çerkezler gibi ırkların kardeşce, rahatlıkla yaşadıklarından bahsediliyor. Fakat Eskişehir’de bundan 30 yıl önce Tatarların Türk mahallesine girmesinden bile pek hoşlanılmazdı. Eskişehir kurulmuş olan iki üniversite sayesinde adam olmaya çalışan bir şehirdir. Eskişehir’de 40’a yakın bar, ve iki büyük gece kulübü vardır. Ama nedense bunların hiç biri gay bar haline getirilememiştir. Ve bir çok yere damsız girilememiştir. Nasıl bir çağdaşlık ve hoşgörüyle tanımlanabilir bunlar bilemiyorum. Çok hamamı olması ve abazanların bu hamamlarda oğlanları düzmesi veya kesintisiz filim gösteren sinemalarda eşcinsellerin erkeklere supet alıkması da pek çağdaş bir gelişme veya oluşum olmasa gerek. Sonuçta Eskişehir de Türkiye’dedir… Gelelim şu BET konusuna… (BET) Bilinçli Eşcinseller Topluluğu, bu topluluk bilindiği kadarı ile, 90’lı yılların başında Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan bir öğrenci tarafından kuruldu. Ben bu toplululğun kurucusu ve başkanı olan kişi ile, üç yıl önce tanıştım. Ve eşcinsellik genel çerçevesine ve gaylife’a bakış açısından dolayı son üç yıldır kendisi ile pek bir şey konuşmak istemedim. Fakat ben onların (BET’tekilerin) yaptığını yapmayacağım ve onların özel hayatının kritiğini yapmayacağım. Çünkü onların Aktüel’deki yazılarında büyük şehirlerde yaşayan eşcinsellere bir miktar bok atılmıştır. Ne demek bu ya??! Eskişehir’de ki eşcinseller çok kaliteli imiş, partner hayatı yaşar imiş, duyguları var imiş, entel imiş, ama İstanbul ve Ankara’daki eşcinseller salt cinselliğin peşindeymiş… Onların ne kadar entel, ne kadar DANTEL olduğunu anlatmayayım şimdi sayfalarca… Bakın arkadaşlar, Eskişehir her hangi bir şehirdir ve ben o şehirde yaşayan fakat asla BET’e yaklaşmayan bir gay’im. Ve bu grubun inanılmaz ve saçma sapan söylemlerine pek aldırmayın. Ben öncelikle BET grubuna üye olan arkadaşlarımızın diğer gay gruplarına karşı saygılı davranmalarını rica ediyorum ve Eskişehir hakkında atıp tutmamalarını, başka insanları yanıltmamalarını rica ediyorum. Şu da bilinmelidir ki, Aktüel’deki bu yazı yayınlandıktan sonra eşcinsellik dalga geçilen bir konu olmuş ve Eskişehir’de derginin satışı durdurulmuştur. Ben bundan sonra gaylife hakkında yazıp çizerken insanların öncelikle fakülte, okul ismi vermemelerini ve kalemlerini biraz daha yumuşak kullanmalarını KaosGL Grubunun bir üyesi olarak rica ediyorum.
ESKİŞEHİR
KAOS GL 39/22
X benim tam tersim, taban tabana zıt, hiç bir konuda hiç bir ortak nokta yakalayamadığım ama yine de tutku derecesinde bağlandığım biri. Artık tamamen yitirdiğim x. En son konuşmamızı anımsıyorum, telefonun diğer ucundan bana yönelttiği suçlamalar, benim ona sarfettiğim kızgınlıkla söylenmiş bir yığın sitem. Aramızdaki uçurum daha da büyüyor, aşılmaz dağlar gibi büyüyen bir sürü kelime. O düğün hazırlıkları yapıyor telaşlı, heyecanlı ve mutlu. Benim nasıl acı çektiğimden habersiz. Birbirimize olan kızgınlığımızın faturasını telefondan çıkartmak istercesine hızla kapıyoruz telefonlarımızı. Günler büyük bir hızla geçip gidiyor. Saatin düzenli atışı, sensiz geçen zamanın anlamsızlığını yoğun bir biçimde hissettiriyor. Gözlerime uykusuz geçen gecelerin yorgunluğu oturmuş. Her gün düzenli olarak telefonunu çaldırıyorum. Çoğu kez ALO diyen sen değilsin, başkası. Olsun ne farkeder ki? Sessiz telefonları benim açtığımı bildiğinden eminim. Senin sesini duyduğum bir gün şarkımızı dinletiyorum sana ve sen “ne anlamı var ki bu şarkıların. Biten bir şeyin başlangıcı olur mu?” diyorsun, ama yine de kapatmıyorsun telefonu, dinliyorsun, dinliyoruz sessizce. Şarkı bitiyor. Kapatıyorsun telefonu. Sonra
ne yaptın peki? Benim yaptığım gibi telefona dakikalarca bakıp “çal ne olur!” diye yalvardın mı? Elin defalarca uzandı mı telefona, aramakla aramamak arasında gidip geldin mi? Hiç sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle sağın solun tozunu almışsındır. Toz bezlerine benden daha fazla önem verdiğin konusunda defalarca tartışmıştık seninle. Bir şairin mısralarını sana uyarlamıştım bu yüzden: Bir kez daha söylüyorum, temizlik için yaratılmış Tanrıça gibisin, Sil beni ne olur, yirmi yıllık pasım gitsin… Çağrılmadığım düğününün bana göndermek zahmetine katlanmadığın davetiyesini ortak bir tanıdığımızın elinden kapıyorum. Onun için yeni bir başlangıcı simgeleyen bu davetiye benim sonum oluyor. Bir mahkeme tutanağı sanki ve ben sonsuza dek onsuzluğa mahkum ediliyorum. Onunla paylaşabileceğim hiç bir şey yok. Bana ihtiyacı da yok, kocası var artık. O evlendiği gün, mutlulukla etrafa gülücükler dağıtırken, ben kendimi sokaklara atıyorum. Saatlerce yürüyorum, nereye gittiğimin bir önemi yok. Her saniye “şimdi ne yapıyordur” diye düşünüyorum. Evlendirme memurunun sesini duyuyorum, “Bayan X, bay Y’yi kocalığa kabul ediyor musunuz?” Evet dememen için sessizce yalvarıyorum. Duymuyorsun beni, zaten ne zaman duydun, ne zaman dinledin ki? “EVET” diyorsun. Aynı anda “Bira içer misiniz?” diye soran garsona “Hayır” diye bağırıyorum, çocuk şaşırıyor: Toparlanıyorum hemen “Evet içerim tabi, mümkünse en büyük bardağınızla getirin” diyorum. Saatler ilerliyor, “Şimdi,” diyorum “evde yalnızlardır. Birbirlerine sarılıyor, dokunuyor, öpüşüyorlardır….. Ve şimdi tamamen onunsun, biliyorum. Bu düşüncelerle içiyorum durmadan. Sırtımdan vuruluyorum, etrafımdaki herkesin İHANET diye fısıldadığını duyuyorum. Seninle yaşadığım anları düşünüyorum. İlk beraber olduğumuz gece geliyor aklıma. İkimiz de korkuyorduk, öylece yan yana yatarak birbirimizin soluğunu hissederek bekliyorduk.Nefes almaktan bile korkarak, ilk önce kim cesaret edecek, kimin eli uzanacak diğerine? Kalbim göğsümü delip fırlayacak gibi atıyordu ve ben kalbimin sesini bile duymandan korkuyordum. Burunlarımız birbirine değdi önce ve yine bekledik, milim milim yaklaştı dudaklarımız birbirine. Ondan sonrası tertemiz, masmavi bir denizde yüzmek kadar güzel ve doğaldı. Nice sonra yan yana uzanıp soluklarımızın düzene girmesini beklerken göz göze geldik kısacık bir an ve gülmeye başladık. Küçük, sessiz kıkırdaşmalarımız engellenemez bir biçimde
kahkahalara dönüştü. Bir türlü susturamıyorduk birbirmizi, yorganı kafamıza çektik ve bitkin düşene kadar devam ettik gülmeye. Hiç konuşmadık, uyuyor numarası yaptık; bu sefer de konuşmaktan korkuyorduk. Sana bakıyorum, yüzünde rahatlamış bir ifade var. Sen uyuyorsun, benimse aklımda yasak düşünceler var, az önce yaşadıklarımızdan daha erotik düşünceler. İçimdeki duyguları kimseye anlatamam, biliyorum. Hem sonra birisi ile bir kerecik yattım diye bu tür şeyler düşünmem delilik. Düşüncelerim yarın sabah uyandığımızda neler olabileceğine takıldı sonra. Hiç bir şey olmamış gibi mi davranacaktık, yok öyle olmayacaksa nasıl olacaktı peki? Biz neydik şimdi? Arkadaş, sevgili?.. Kafamı ellrimin arasından kaldırıp etrafıma bakıyorum. Benden başka susan, acı çeken hiç kimse yok. Bütün masaları dolu Kibar’ın. Herkes hayatından son derece memnun, mutlulukla gülüyorlar. Gülen, dans eden konuşan bir sürü insan. O an gördüğüm tüm yüzler senin yüzün, senin sesin sesleri. Aklımı kaçırıyorum sanki, bir şeyler yapmalıyım ama ne?.. Kafamın içinde bir sürü cinayet sahnesi, seni defalarca öldürüyorum, etraf kana bulanıyor, şimdi sadece kan kırmızı her yer. Bira bardağımın içi kıpkırmızı, bir dikişte içiyorum, kan tadı, midem bulanıyor. Çıldırmak ya da çılgınca davranmak. Deliliğin uç noktasında gezinmek. Tüm dünyaya, insanlara, bütün evrene, geçmiş hayatlara, gelecek zamanlara, gündelik yaşamın arasında bir görünüp bir kaybolan, ne anlamı ne de geçerliliği olmayan düşüncelerimin bazen çocuk saflığında, bazen şeytansı benliklerimle yaşamak, yaşamaya çalışmak. Sevinçlerimi, öfkemi, tüm nefretimi bedenimin dışına taşımak. Bedenimi bir sürü paçavranın içinde saklarken ruhumu dışarı salıvermek, onu parçalara ayırmak, her bir parçasında değişik duyguları besleyip büyütmek. Çevremdeki insanların şaşkınlıktan irileşmiş gözlerine ve hayretten bir karış açılmış ağızlarına bakıp “Bok herifler” diye bağırmak. Sonra kahkahalarla gülmek, gözlerimi kanatırcasına ağlamak, ayak tabanlarım nasırlaşana kadar tepinmek, tüm konulan aptalca kurallara sövüp saymak, varolan ya da varolduklarına inanılan bütün güzelliklerin üzerine kusmak, görüp bildiğim, tanıdığım kendim de dahil olmak üzere canlı cansız herşeye nefretimi haykırmak, boğulurcasına, ölürcesine sarhoş olmak, ayılmamacasına sızıp kalmak, iyi, doğru, güzel olan ne varsa yakıp yıkmak, yoketmek ve: YOKOLMAK İSTİYORUM.
-Arayış-ANKARA
KAOS GL 39/23
Ne yani! Sadece gayler ve lezbiyenler mi bunalımdaymış Paris’te. Bu heteroların tekelinde olmadığı gibi hiç kimsenin de tekelinde değil: İğrenç bir çağ, iğrenç ilişkilerle örülü bir hayat. Hayatın başındaymışım deniyor. Hayatın neresinde olduğumu bilmiyorum. Ve bu hayatı sevmiyorum. Bir taşralıyım. Her gün bir yığın merdivenden iniyor ve bir yığın merdivenden çıkıyorum. Araba seslerine tahammül ediyorum. Perona yanaşıyor 21. yy harikası (!) aygıt. Bizi yalnızlığa mahkum eden teknoloji. Kapılarını açıyor. Adımımı atıyorum bir robot dakikliğiyle. İçerdeyim. Kimse kimseye bakmıyor. Bir benim diğerlerini gözetleyen. Ya da benim gibi olup da benim göremediğim birileri var. İn! Bin! Yoruldum, yoruldum demekten. Bu kentte yoruldum. Sıkıldım. Günün 24 saati kendimi arıyorum caddelerde. Yarıma ve çeyreğime razı değilim. “Pas du tout”. Kimseyi sevmiyorum. Yoğun bir kin. Oturuyorum. Burası bir “gay” mekanmış yeni öğreniyorum. Çoktandır buraya geliyordum oysa. Çoktandır dediğim 5 veya 6 kez. Ruhumu karalıyorum. Yalnız oturuyorum. Yalnız ve yalnız. Esmerim. Çirkin ve çekici olduğum söyleniyor. Galiba çirkinim. Komplekslerimden, bana verilen ucuz anaç tavsiyelerden bıktım. Bak! [ bakmıyorum!] Eşcinsel kimliğini reddemezsin. Onunla varolmayı bilmen gerek. Değil mi yani? Onunla birlikte var olmalıyım. Evet. Onunla birlikte varım zaten küçüklüğümden beri ben de bir bokların olduğunu biliyordum. Bir ara tanrının beni mesih olarak yollamış olabileceğine bile inandım. Fazla duyguluydum. Yoğundum ve sessiz… Büyüdüm. Ne oldu sanki? “Doğu, batı” dediler. “Alevi, sünni” diyen de oldu. Her yer çalkalanıyordu. Merak ediyordum. Öğrenmeliydim. Ne oldu da öğrendim sanki. İyi bok oldu. Birileri hetero, ötekilerse “İBNE” oldu. THE CURE ilah olamadı. Kanatlarım çıkmadı. Uçup terkedemedim dünyayı. Mektuplar, CD’ler, kitaplar… Hepsi tarih oldu. Hiç birinin önemsendiği yok artık. YAZIK!!!
KAOS GL 39/24
ÜMİT, İSTANBUL
Hemcinslerimden, karşı cinslerimden, üçüncü cinslerden nefret eder oldum. Onun bir gay oluşu, iğrenç duygularını ve iğrenç beynini değiştirmiyor. Bir hetero kadar iğrenç gözümde. Yanıma geliyor. Ben oturuyorum. İçinde ucuz bir yanlızlığı barındıran tavrıyla “oturabilir miyim?” diye soruyor. “Hayır, Defol” diyorum. Ama nasıl olurdu. Daha bir hafta evvel beni “Lambda’da görmemiş miydi?” Bu da demekti ki onunla hemen konuşmalıydım. Yanaklarına, dudaklarına yapışmalıydım. Hiç niyetim yoktu buna. Gay barlara gidiyor musun? diye soruyor ötekibiri. Beynimde defalarca yankılanıyor bu soru. Soruyu sorarken sesini kısıyor: Vurguları değişiyor cılızın. Kötü işler çeviriyor musun? der gibi. Bir erkekle skşyor musun? der gibi.Yani Benimle yat n’olur! der gibi. “Ha? Söyle bana.” diyen, emir kipi kullanan bu zayıf, çelimsiz homoseksüele “Benden ve bedenimden uzak dur!” diyemiyorum. Yapamıyorum. Maalesef. Yanımda oturmak isteyene de “Defol” diyememiştim. Gidiyorum. Ben bu kente adapte olamam. Ben hiç bir yere adapte olamam. Ben kendime de adapte olamıyorum. Büyütüyorum. Büyütüyormuşum. Saatlerce yürüyorum. Çeyreğimi arıyorum. Köşelerden hayatımızda varolan, denemediğimiz köşelerden birinde duruyorum. Burada bir büfemiz var. Gazetelere bakıyorum. “Le Monde, Liberation…” Bakın, ben Fransızca da biliyorum. Buna karizma diyorlar İstanbullular. Bu beni daha fazla mutlu veya daha az yalnız kılmıyor. Turistin biri geçiyor yanımdan, ben elimdeki “Le Monde”a bakarken… Pardon Monsieur! diyor bana. Bir şey soracak belli. Bakıyorum. “Aidez-moi SVP. Sinen Je deviendrai fou” dedi bir çırpıda. Ben burada çoktan delirmiş biri olarak ona nasıl yardım edecektim bilmiyorum. Yakışıklı ve orta yaşlı, sağ kulağında küpesi olan bu doğa harikası Fransızı evime davet ediyorum. Konuştukça rahatlıyor. Evimi ilk defa açıyorum bir erkeğe. Tabi o bunu bilmiyor. Konuştukça konuşuyor. Açtığım şarab [bir Fransız şarabıdır içilen]
yudumlarken bana bakmayı ihmal etmiyor. Ona karşı koyamıyorum. İlk defa bir erkekle yatıyorum. Sevişiyorum. Sevişiyoruz. Fenikeli Martılar gibi. Durmadan sevişen. Sevişmeyi düşünmeden CÇ Fransızcaya çeviremiyorum şiiri. Pierre diyesim geliyor adını bilmediğim bu Fransıza. Şiirden haberi bile olmuyor. Uyuyorum. Rüyamda öldüğümü görüyorum. Sonra dirildiğimi. Bir kadınla evlendiğimi, iki çocuğumun olduğunu. Ağladığımı. Onları bırakıp yalnız yaşadığımı. Aylarca sokaklarda sürttüğümü. Ve sonra vermeye başladığımı. Kaydığımı. Her şeyden. Çocukluğumdan, Anadolu’dan, annemden ve babamdan. Kaygılardan kurulu bir köprü; altında ne akar durur bilinmez. Uyanıyorum. Sabah güneşi sızmış odama ve yatağıma düşmüş. “Her şey solgun bir gül oluyor dokununca”. Behçet Necatigil mırıldanan dudaklarım. Yanımda kimsecikler yok. Pierre de mi bir rüyaydı yoksa? Kalkıyorum. Pencereye yürüyorum. Kendimi ıssız bir limana benzetiyorum. Bohem Fransız kadınlarına… Bir dudaklarımda rujum eksik. Hâlâ bakirim. Onunla yeni ayrıldık. Beni terkedip gitmesine izin vermeliydim. Böylesi daha iyi olacaktı. Sonsuz bir ayrılık… Onlardan sahtesi vakitlerden yalnızlık. Duyumsuyordu. Yapamıyordu o kadar cesur değildi. Bense bunu duymak için can atmıyordum. O yazarı takip edip buralardan kaçacaktık. Ka-ça-cak-tık. Bunu anlamayacaktı. Kimse anlamayacaktı. Bir ses… Saat kaçı vurduğunda hepimiz “kaç”mışız Ya da “Kaç”tık? Sağır saatlerin uykuları bilinmez ki sevilsin. Harikalar diyarımda gezinmek isteyeniniz? Ben İBNE!…
Yeni bir gün doğuyor. Her zaman olduğu gibi kartımı basıp evden çıkıyorum. 7.15 civarları fabrikaya yetişmek lazım. Güne yetişmek lazım. Eve dönmek lazım. Zaman kalırsa yaşamak lazım. Baştan kötü olacağını düşündüğüm gibi bugün de kötü olabilir mi acaba böyle bir sorumluluğu yüklenebilir mi? 6 gün sonrasının 29 Ekim olması haricinde gün üzerinde bi özellik barındırmıyor. Daha doğrusu özelliksiz/özelliksiz bir gün. Bütün yollar açık. Kimse üstümü aramadı. Hiç bir köşede polis yok. Sivil giyimli, her halinden polis olduğu belli kara gözlüklü adamlar kaybolmuyorlar kapıların ardından. Çiftleşen kediler, didişen çöpçüler, pencere açık uyumuş sarhoşlar ve henüz güneş yok. Herkesin saklayacak bir şeyi vardır diyor martılar yine. Gün üzerinde garip olmasını düşünmeme yeterli altyapıyı taşıyor. Hay allah demeye gerek bile kalmıyor öyle kırkbeş dakika bekleyemeden otobüs geliyor morarmaya musait yerler hariç tüm bedenimi çimdiriyorum. Galiba biraz ileri gidiyorum. Bu öndeki kızda kırkbeş derece açılı bol acılı bir tokat yememe neden oluyor. Saate bakamıyorum. Yaklaşık 8 yıldır saat takamıyorum. Alamancı halanın sünnet düğününde söz verip getirmediği siyah kalın kordonlu saatten sonra saatleri hiç sevemedim. Akrebi, yelkovanı, güneşi, atmosferi, yer hareketlerinde 10 tam puan alan bütün Romen atletleri. Birileri etrafımda dakikalarca –ki bu erkek olmalı- fanatik gazetesi okumalı. Tamam, herhangi bir gün deyip serin sular serpilmeli yüreğime. Bacaklarımı uzatıp güneşe doğru romatizması olan sıcak kumlara uzanmış kadınlar gibi deniz kenarında hayatın tadını çıkarmalıyım o an. Az sonra cinsel tacissel bir girişimin sonunda bıyıklı bir erkek –by penis- güzel bir bayan tartışmaya tutuşmalı. Cam kenarındaki gençler ya uyumalı ya da dışşarıda sanatsal bir olayı anlatmama çabasındaki entellektüel gözlere sahip gibi E-5’i seyretmeli ve eklemeli yanındaki diğer gence. Günün bu saatlerinde ne güzel oluyor E-5. Belki yıllar sonra olur. Elli yıl önce şimdilerde bizim zamanımızı anlatanların yerini alır elli yıl sonra. -Şurdan geçen dört şerit bi otoban vardı mirim görecektin. Bir tıkandı mı göbeğin çatlasa bir saat açamazdın. Ha bi de ondan sonra TEM açıldı. Ama E-5 gibi değildi canım.- Sıkıldım artık bir şeyler düz gitmeli. /Küpeli uzun saçlı, metal dinleyen bir çocuğun walkmeninden gitar ve davul sololar yükselmeli. Üst havalandırmayı açar mısınız biraz ya da şoför bey inecek vardı sözlerini duymak istiyorum./ Garip bir gündü. Henüz kimsenin tacizine uğramamıştım. Şoför kimseye paso sormuyordu, ara durakları atlayarak inanılmaz bir hızla yol alan, hedefe kilitlenmiş şiddetli bi bomba gibiydik.
KAOS GL 39/25
Ayaktaydım ama olsun. Dün saçımı kesen 16’lık çıtır şey ağlamaklı sesli patronun bacaklarındaki varisleri anlatmıştı. İdare etmek lazımdı. Bi kez uyumlu olmalıydı. Ablam öyle diyo du. Babam yaşasaydı herhalde o da söylerdi. /Omuzlarına inen uzun sarı saçlı, bal rengi gözler olan genç güzel bir kadın vardı yanında. Gözlerini kırptığında ucuz porno filmlerde oynayan hafif kadınlara benziyordu. Her halinden belli alınmış ince kaşları, mavi kötü sürülmüş rimeli, sınırın dışına taşmış kırmızı ruju, spice girls topuklarıyla otobüsteki tek normal kişi gibi görülüyordu. Sanırım her şey normale dönüyordu. Birden arkadan gür sakallı barmen bugün bütün içkiler benden dedi –sen de iç, sen de iç, kapat kapıları-. Kadının biri saklaya saklaya dört-beş yaşlarında torunu olduğunu tahmin ettiğim bir çocuğa eldiven örüyordu. Kadın da normal standartlara uyuyordu ama ördüğü eldivenin neden 4 parmaklı olduğunu anlayamadım. Spice girls topuklu, güzel kalçalı bayanın eli, nikelajlı reklam panosunun üzerinde bir penise keyif verir gibi yavaşça kayarak zevk doruklarını arıyordu. Eli elime değiyordu artık. Tüysüz, bembeyaz, uzun, manikürü yapılmış, dün gece sürülmüş koyu kırmızı ojeli parmakları vardı. Kendimi köşeye sıkışmış çaresiz bir av hayvanı gibi hissediyorum. Yaşamıma son verecek zehirim ve buna benzer içgüdüsel isteklerim yoktu. Bir kadının cinsel tacizine maruz kalıyordum. Birden patronumun söylediği “tecavüz kaçınılmaz olduğunda keyf almaya çalışmalı” sözü aklıma geldi. İki adam otobüsün körüklü kısmında karşılıklı yaslanmış, müşteri bekleyen iki orospuyu andırıyordu. Az sonra otobüs önemsiz duraklardan birinde daha durdu. Kadının bedeni bedenime giderek yaklaşıyordu. Demire tutunmuş kolumun dirsek kısmında yatayla kırkbeş derece açı yapan düz bir yüz oluşuyordu. Hissediyordum, kadının sınırları zorlayan kocaman memeleri bu düz yüzeyin üzerindeydi. Her tümsekte memeler, iyi bir fotoğrafçının yakaladığı,
KAOS GL 39/26
suyun yere düştüğünde her yöne dağılımı gibi, et, süt, yağ, sütyen hepsi her bir yöne dağılıyordu. Dişi olmanın tüm çekici unsurlarını kullanıyordu kadın. Gerçeklerin bir şamar gibi yüzüme vurmasını istemiyordum. Ama kadın kimliğimden haberdar olmalıydı. Bakın bayan konuşup anlaşabiliriz, düzüşebiliriz. Bir paket prezervatif bitirebiliriz. Bir pakette kaç tane var biliyor musunuz? /Ilımlı davranmalıyım, uyumlu olmalıyım! Bakın hanfendi yaklaşık nüfusa kayıt tarihi ve dünya yılı itibariyle 23 yaşındayım. 13 yaşımdan beri –sekiz yaşındakini saymıyorum- bi sürü kadına aşık oldum. Belki bir kısmı ileride kadın olacaktı. En sonuncusunu yaklaşık 5 ay önce yaşadım ve bitmesi için çok çaba harcadım. Siz ve hemcinsleriniz etimden, sütümden, spermlerimden ve yüreğimden faydalandınız. Biraz Türk filmi repliği olacak ama yemedim yedirdim, içmedim, içince sapıtıyorum. Ey aşklarım bir çoğunuza şiirler yazdım. Pek çok. Doğum günlerinde hediyeler, özel günlerde çiçekler ve yalnız yaşanmış kocaman yıllar. Sizler pek bir şey veremediniz bana. (İçinizden birisi hariç). Yıllar sonra farkettiğim bir cinsel kimliği üzerimde eğreti de olsa taşımaya –henüz bebek, dört aylıkbaşlamışken bırakın da tadını çıkarayım. Öyle işveli gözlerle bakmayın. Koca memelerinizi çekin kolumdan. Hem ben şimdi hiç farkına varmadığım şeyleri yaşıyorum. Bir adamı seviyorum hayatımda ilk kez. Onda sizin gibi yıllarca peşinde koştuğum memeler de yok. Nedendir bilinmez. Yüzüne baktığımda kocaman bir yürek görüyorum. Hiç aşık oldunuz mu bayan, hiç söyleyemediğiniz oldu mu? Bu adını koyamadığım şey 13 yaşında aşık olduğum, uzaktan seyrettiğim kız gibi. onunla tanışabilmek için dönemimde okul birincisi olmuştum. Ama sonra, hiç. Şimdi bi gencin liselerde yaşadığı platonik aşkı –bir erkeğe ilk olduğu için- geç de olsa yaşıyorum. Gözlerine bakamıyorum onun biliyor musunuz bayan. Dokunmak korkutuyor, dokunduğumu düşünmek utandırıyor. Anlayacağınız saf bir aşk yaratıp onu yaşıyorum. İlk gördüğümde kıvırcık saçları vardı. Bir bardaydık, canlı müzik vardı. Memeleriniz de güzelmiş bu arada. Siz ölü eşeği bile uyandırırsınız. Hı, ne diyodum? Sonra 1.5 ay görmedim. Çıkageldi bi gün toplantıya. Kısacık saçları, unutmaya yüz tuttuğum kara gözleri, cüzdanımda resmini taşıdığım aşkın zamansız gelen gönüllü yüzü. Ben misafir etmedim onu bayan. Bana öyle suçlayan gözlerle bakmayın. Yüreğimde bir boşluk vardı, doldurur musunuz diyerek buyur etmedim. Anlıyor musunuz hanfendi. En azından başınızı sallayın. Birisi bittikten sonra yeni bir kadını arayan yüreğim bu sefer bırakın da o kara gözlü çocuğun aşkını taşısın yövmiyeyle çalışan bir hamal gibi. kimin tavuğuna kışt diyorum ki böyle ben. Bırakın olmaz mı? aşkımı bilmesine de gerek yok. En azından bir süre, durulana kadar. Şimdi çekin memelerinizi, ne güzel şeylerdir bilirim. Ama ben böylesi bi aşkı yaşamak istemiyorum. O adama şiir yazmak. Karşımda tost yediğini bilip de yüzüne bakamamayı. Biri hariç hemcinslerinizle yaşayamadıklarımdan dolayı kızgın değilim. Bu yıllarca çay içen bir adamın birden kahveye ısınması gibi değil. Rock müzik dinlerken, ya abi bu Müslüm de güzel okuyor demek değil. Hayatıma verilmemiş beşinci temel renk arayışı değil. Ama şimdi tatilden dönen, adını bilmediğim kara gözlü, yüzüne bakamadığım o adamı seviyorum. Yaslanmayınız artık. Son durağa geldik. İnmem gerek. Reel ortamda belki bir gün karşılaşırız. Kadından ayrılıyorum. Trenin sesi giderek uzaklaşıyor. Kadın pezevengi olduğunu düşündüğüm yanındaki adamdan okkalı tokatlar yiyiyor. Hava kararmaya devam ediyor. Eve gitmem lazım. Düşünmem lazım. Yaşamam ŞAKİR/İSTANBUL lazım: Seni düşünmekten zaman arta kalırsa.
COŞKUN/İSTANBUL
Hatırlıyorum, 10-11 yaşlarımda 10 kişilik arkadaş grubuyla bir ırmak kenarındaydık. Güneşli bir gündü. Hepimiz enerji doluyduk. Irmağın her iki yanı yemyeşil ormandı. Büyük taşlar arasından asice akan ırmağın kulaklarımızı sağır eden gizemli uğultusu bizi sarhoş etmişti. Suyun içinde bir süre yüzüp yorulduktan sonra her birimiz taşların üzerine birer havlu gibi serilip güneşleniyorduk. Bizden başka hiç kimsenin uğramadığı bu yerde tahrik edici bir tenhalık vardı.
Gözüm bazen, taştan taşa atlayan arkadaşların, daldaki kiraz gibi özgürce salınan cinsel organlarına ilişirken, asıl beni cezbeden, heyecanlandıran taşların üzerine yüzü koyun yatanların, güneşin altında bir ayna gibi parlayan dipdiri küçük kalçalarıydı. Onların da benim kalçalarımdan heyacan duymalarından korktuğum için, aralarında don giyen bir tek ben vardım. Ötekilerin hepsi anadan doğma, dal taşaktı. Birbirine yakın taşların üzerinde sere serpe güneşlenirken bir süre seksten konuştuk ardından bir kaç tane seks fıkrası anlattık.
Donumu hiç çıkartmayıp o ana kadar, popomu
kaçamak gözlerden sakınmak için sırt üstü yatmamama rağmen, bu sefer ereksiyon olmuş penisimin görülmemesi için, ben de yüzü koyun yatmak zorunda kaldım. Penisim ateş gibi sıcak taşa
değince ereksiyonum daha da arttı. Daha sonra arkadaşlardan birinin, topluca otuzbir çekip en büyük penis yarışması yapalım teklifine, ilk atılıp evet diyen ben oldum. Hepimiz bir daire biçiminde oturup, sessizce otuzbir çekmeye başladık. Hiç birimiz konuşmuyorduk. Onlar neyi hayal ediyordu bilmiyorum ama ben, az önce gördüğüm taze popolardan ve karşımdaki çivileşmiş penislerden başka bir şey düşünmüyordum. Ben böyle düşününce, onların da aynı şeyleri düşündüklerini sanmıştım. Sonuçta içlerinden bir tanesi benim ereksiyon halindeki gösterişli penisime hayret edip, bunun babasınınkine benzediğini söyledi ve henüz yarışmanın ortasında yarışı kazananı tayin etti.
O gün kazandığım o zafer, yıllarca cinselliğimi
sorgulama anlarında sımsıkı sarılacağım ve erkeklik onurumu ayakta tutacak, bir savunma mekanizması olarak hafızamda kalacaktı.
Ortaokul yıllarında lise sondaki kızlara aşık olmuştum. Hele iki tanesini öyle sevmiştim ki gece gündüz onları düşünür, onlara şiir yazardım. Bu sevgi o kadar saf ve berraktı ki, içinde kesinlikle seks yoktu. Hayran olduğum bu kızlar, benim için birer huri, birer melek ya da pamuk prensesti. Masturbasyonlarım daima erkeklere yönelikti. Çünkü seks denilen “çirkin” oyun, ancak burnunu karıştıran, yol kenarına işeyen, yağmurlu havada, çamurlu zeminde top koşturan “kirli” erkeklerle oynanabilirdi.
Kısacası seks, erkek işiydi ve kadınlarla falan olacak şey değildi. O yıllarda erkek arkadaşlarımın da benim gibi düşündüklerini düşünür, kızlara laf atmalarını ise büyüklere duyulan bir özenti sanırdım.
Lisede önümdeki sırada oturan erkek arkadaşıma aşık olunca, ilk defa aşk ile seksin birbirine ne kadar yakın olduğunu anladım. Çünkü ilk defa aşık olduğum insanla seks yapmak istiyordum. Bütün bu duygularıma rağmen eşcinsel olabileceğim, aklıma bile gelmiyordu. Çünkü yine arkadaşlar arasında yapılan konuşmalarda eşcinsellerin penisinin olmadığı, olsa bile kalkmadığı, kalksa bile büyüklüğünün bir bamya kadar olabileceği söylenirdi. Oysaki, yıllar önce, arkadaşlarımın karşısında büyük penisim ve güçlü ereksiyonumla hepsine üstünlüğümü
KAOS GL 39/27
kabul ettirmiştim. Böylesi büyük ve tam ereksiyonlu penise sahip insanın eşcinsel olabileceğini sanmıyordum. Şimdi erkeklerden hoşlanıyordum. Ama daha büyüdüğüm zaman kadınlardan hoşlanacağımı ve her erkeğin normal gelişiminin böyle olduğunu zannederdim. Böylesi genç yaştayken, kadınlardan hoşlandığını söyleyen erkek arkadaşlarımın yalancı olduğunu düşünürdüm.
Lise sondayken üç seneden beri her hafta sonu geneleve gittiğini söyleyen iri, şişko sınıf arkadaşım beni de milli olmaya ikna etti. Tüm şehrin karlarla kaplı olduğu bir hafta sonu şişko arkadaşımla buluştum. Kadınla beraber olmayı hiç istemiyordum ama onları görünce canımın isteyeceğini sandım. Karaköy’e, geneleve gittik. Tek tek bütün evleri gezdik. Hiç bir kadını canım çekmedi. Ama bu koca genelevde elbet canımın isteyeceği bir kadın bulunur, diyerek baktığımız bütün evleri tekrar tekrar dolaşıp bakındık. Fakat benim canım hâlâ hiç birini istemiyordu. İşin tuhafı, kadınlardan daha çok erkek müşterilere ve onların erekte olmuş penisleriyle, pantolanlarının çadır hale gelmiş ön kısımlarına gözüm takılıyor ve onlara ilgi duyuyordum. Vardı bu işte bir tuhaflık sanki, ama kadının vajinasını görünce benim de canımın isteyeceğini düşündüm.
Azmış arena boğaları gibi burnundan soluyan arkadaşım taş gibi ereksiyon olmuş penisini bir eliyle saklarken, öteki eliyle kolumu çekerek beni bir evin içine soktu. “Yeter artık, kadınla evlenmeyeceksin, onu sadece sikeceksin” dedi. Karşımızda olağanüstü güzel, 30 yaşlarında bir kadın vardı. Onun zarafetine hayran oldum ama bir orospu gibi göğüslerinin üçte ikisini açmış olmasını ona yakıştıramadım. Cinsellik aklımdan bile geçmiyordu. Ama bu zarif hanımla aynı odada kalınca belki canım isteyebilirdi. Kadının söylediği, üçüncü kata çıkınca 5 adamın bir odanın, kapısının önünde tek sıra halinde dizilmiş olduklarını gördüm. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Start bekleyen yarışmacılar gibi herkes birbirini birer rakipmişcesine, kaçamak gözlerle süzüyor ama bunu birbirlerine sezdirmiyorlardı. Aynı katta iki oda daha vardı. Biz hangi kapıda bekleyeceğimizi bilmiyorduk. Zaten zangırdayan dizlerimle ayakta duramıyordum. Kenardaki iki sandalyeye oturduk.
Kaç besmele çektiğimi hatırlamadan geçen 20
dakika içerisinde avuçlarım boncuk boncuk terlemiş, çişim de gelmişti. Karşımızdaki, kadınların vajinalarını temizledikleri küçük tuvalette iğrenerek çişimi yaptım.
KAOS GL 39/28
Sonra bizim kadın gelip “kimler bana girecek” diye sorduğunda arkadaşımla ben sınıfta olduğu gibi yine beraber parmak kaldırdık. Kadın, aşağıda hanfendi gibi görünmesine karşın o anda bana, sanki elinde iğnesiyle dolaşan acımasız bir hemşire gibi göründü. Arkadaşın da iteklemesiyle kadın, odaya, ilk beni soktu. Dizlerim titreyerek anadan doğma soyundum. Hayatım boyunca penisimin hiç o kadar küçüldüğünü görmemiştim ama kadın içeri girip, yatağa yatınca sanki ilahi bir güç yardımıyla penisimin ereksiyon olacağını düşündüm.
Kadın geldi, doğruca yatağa geçip sırtüstü yattı. Göğüsleri kapalıydı ama belden aşağısı çıplaktı. Kadın “hadi gel” deyince, aklıma gelen ilk duayı okuyarak, yavaşça kadına doğru yürüdüm. Yatağın kenarına geldim. Ortasında sade bir yarık olan o kıllanmış, vajina denen bölge, sanki kestirilmiş erkek organından arda kalan açık bir yara şeklinde, karşımda duruyordu. Oldum olası açık yaralara hiç bakamam. Bu nedenle gözlerimi kapatarak kendimi kadının üzerine bıraktım. O anda vajinanın bir vakum gibi, penisimi içine çekeceğini zannettim. Annesinin kucağında uyuyan çocuk gibi, kadının üstünde üç-beş dakika kalakaldım. Kadının, kulağımın dibinde “Kucağımda uyumaya mı geldin, kalk da sik beni, bak dışarıda millet bekliyor, çabuk!” diye bağırmasıyla irkildim, kendime geldim. Ama pamuk ipliğine dönmüş penisimle ne yapabilirdim. Gözlerim kapalı, vücudumla kadını ezmeye çalışırken, zavallı, yumuşacık, hassas taşaklarım ve penisim, vajinanın diken gibi sert kıllarına sürtünüyor, canım yanıyordu. Kadın ise “Ne yapıyorsun, ezme beni, böyle bir şey olamaz” diye ikazda bulunuyordu. Sonra kadın belinin altına yastık koydu. Penisimi avucuna aldı, “Ayol nedir bu, buz parçası gibi olmuş” dedi. Önce parmağına doladığı penisimi sonra bir yama parçası gibi buruşturup parmaklarıyla araladığı vajinasının içine koydu. Vajina kapanınca penisim kapana sıkışmışçasına öyle acıdı ki, o can havliyle “ay!” diye bağırıp penisimi geri çekip çıkardım. Kadın bütün emeğinin boşa gitrmesine bozulmuş bir halde “Ben arkadaşını yandaki odaya alacağım, sen bu arada otuzbir çek, gelecem” dedi ve odadan çıktı. Onun yokluğunda sınıfta aşık olduğum erkek arkadaşımı ve izlediğim bütün porno filmleri düşündüm. Penisim boyca uzamaya başlamıştı ki, dışarıdan kadının sesini duyunca kendimi sınıf öğretmenime basılmış hissedip, penisimi bıraktım. O korkuyla penisim, salyangoz böceği misali kasıklarımın içine geri çekilip, saklandı. Kadın tekrar odaya geldikten sonra “arkadaşın işini bitirdi, senden ne haber” diye sordu. Başımı öne eğerek “bildiğiniz gibi” dedim. Neticesi de aynı olmak üzere aynı sahneleri tekrar yaşadık. Kadın “Madem böyle bir
durumun var ne diye buralara gelirsin, üzülme hadi git şimdi, evlenince becerirsin.” dedi.
Odadan çıkarken savaşı
kaybetmiş, orduları bertaraf edilmiş bir komutan misali dünyam kararmıştı. Kendimi bir boşlukta; yapayalnız hissettim. Yine de iyi kadındı. Centilmence güreşmiş, kaybetmeme rağmen beni teselli etmişti. Öyle ya, evlenince becerebilecektim.
Yolda arkadaşım “Ulan çok
şanslısın. Ben yalvardım, kadın bana ikinciye izin vermedi. Sen kaç para verdin ki kadın sana iki defa girdi” diye sorunca, “Böyle şeyler sorulmaz” dedim. Eve dönerken, itiş-kakış kalabalık otobüste, biri önümde, diğeri arkamda iki erkek atrafından öyle sıkıştırıldım ki, penisim bütün heybetiyle kalkıp pantolonumu yırtar oldu. Ve bir gün bir kadını da becerebileceğimi düşündüm. Çünkü ispatı önümdeydi.
Sonraki yıllar bir kaç kadınla
daha denemelerim, nasıl bir şanssızlıktır bilemiyorum, hep hüsranla son buldu. Buna karşılık yüzlerce erkekle beraber oldum. Allah hepsinden ayrı ayrı razı olsun, hiç birinde hüsran yaşamadım. Aksine çok heyecanlar, büyük mutluluklar yaşadım. Sonunda, erkeklere sakso çalmaktan, diş dolgularım söküldü. Şimdilerde öyle genişledim ki, arkamı gören beni kova burcundan sanıyor.
Ama yine de, zaman zaman,
“Acaba ben gerçekten eşcinsel miyim?” diye düşünür, dururum. Neden mi? Ama benimki hâlâ kalkıyor da ondan.
BEDENİMLE OLAN SAVAŞIM Bu akşam yine odama çekildim. Düşüncelerimle kendimi yiyip bitirmem gerekli. Yazmak, yaşamdan ne istediğimi çabalamamın ürünüdür anlayarak ve anlatarak. “Sorularla savaşabilmek ve havada kalan cevaplarla yetinebilmektir” sezgilerim. Sonra tüm doğayı düşünebilmek ve tensel ilişki kurabilmek yeniden bilincimi biçimlendirir. Şimdi ise iniş ve çıkışları ile sıklaşan devinimlerdir bedenimi saran. Kendi bedenimin başka bedenlerle buluşmasıyla ufkum genişler. Dış dünya ile bütünleşirim sanki dokunarak çoğalttığım hazdan. Bu sırada bugün karşılaştığın pek çok görüntü beynimden geçer. Sinirini boşaltmak için bir bahane arayan emekli, memur ya da parkta yaşamakta olan bir kadın… Erkeklerin göğüsleri, pazuları, kalçaları ya da sesini incelterek konuşan genç adamı. Bedenimin dışındaki bedenlerle etkileşim halindeyim. Yaşama uyum sağlayıp sağlamamak konusunda ikircikliğim var ve bu davranışlarıma yansıyor. Korkmadan kavga edebilmek istiyorum güçlü erkeklerle ve sonra doyasıya sevişmek… Yine de içimde sevemediğim bir ortamda barınmak zorunda kalmışlığın öfkesi var. Bedenime sahip miyim? Onu dünyaya ait olabilmek için kullanabilmek zorundayım. Aslında ne bedenim ne de ruhum benim. Bedenim alınıp satılabilir, herkes kendi çıkarlarına göre hareket ettirmemi bekler benden. Özlemim olan özgürlüğü tanımlamakta bile zorlanırken, beynimi egemen değerlerin dışına çıkarıp dönüştürebilmek isteğindeyim. Yaşama bağlanamıyorum ve diğer bedenlerle olan iletişimim bu değerlerin uzantısı olmaktan çıkaramıyor beni. Baskıcı, aşağılayıcı ve köleleştirci istekler etkileşimlerin içinde ortaya çıkıyor; diğer bedenlerin istekleri bedeni yok ediyor. Onlara birlikte ölüyor gibiyim. Üstesinden gelmeye çalışmalıyım tüm baskıların, içgüdümü kültürün pençesinden çekip almalıyım. Eylemler, beynimdeki baskılar, bedenimi yağmalıyor. Ancak bedenlerden ayrı kalabildiğimde bedenim bana ait olabiliyor. Penis istemesem de her şey onun çevresinde gelişip duruyor. Onunla varabilmek, düşlerin gerçek olabileceğini düşünmekle dayanılır bir durum. Kendime olan güvensizliğim şimdiki devinimlerle artsa da, sonraları bu etkileşim beynimdeki kalıpları biraz daha zayıflatacak. Dış dünyayı ve farklı bedenleri tanımaktan vazgeçemiyor. Onlardan ayrılmak mı zor? Şiddet, kin, sevgi, güç ve korku… Zayıf-güçlü, çirkin-güzel, yaşlı-genç, kadın-erkek… Dış dünyanın pazarında satışa çıkarılan bedenlerimiz. Kalıplar, köleci beynimin örümcek ağlarıdır. Sevişirken bedenimi sararlar. Penisi alt etmeye uğraşırken, bedenimin keşfedilmeyi bekleyen diğer güzelliklerini arıyordum. Boyun, meme, kalça, parmak, saç, ayak, alın, … Korkuyorum bedenimi ele geçirmeye çalışan tüm kurumlardan, daha güvenilir bir yere göç etmeliyim. Geliştirerek özgürleşecek beynim, oynadığı oyundan bıkmıyor. Bu oyun beynimin ve bedenimin birbirini tamamlamasına dek sürecek.
Cengiz, 23 Ağustos 1997 Üsküdar/İSTANBUL
KAOS GL 39/29
X⇒? Güzeldi. Takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş; işe yarar bir laço bulmak hülyasıyla gay bara gelmişti. Umurunda mıydı dünya? Ataerkil düzenmiş, heteroseksist faşizmmiş, yoksullukmuş, sömürüymüş; ona ne? antik çağı yaşadığı dönemlerde eşcinselliğin erdem olarak kabul edildiği topraklarda, Smyrna’da; üstelik similya bulmak oldukça da kolayken, böyle saçma sapan laflar edip ağzının tadını kaçırmanın ne alemi vardı sanki? Her şey iyi hoştu da; X’in atladığı çok önemli bir detay vardı. Üzerinde yaşadığı kent, antik çağların Smyrna’sı değildi artık; devlet içine çöreklenmiş ırkçıların ve Doğu yönünde ilerleyen bir geminin Batıya bilet almış yolcularının oluşturduğu tuhaf bir toplumsal yapının söz sahibi olduğu, 1997 Türkiye’sinin İzmir’iydi burası ve bu ülkede, herkesten önce kanun ve etik tanımayan da bizzat devletin kendisiydi! X’in, parter bulmak amacıyla sık sık uğradığı bara benzer ahır eskisinin başına gelenler de; aynıyla yukarıdaki senaryonun bilmem kaçıncı tezahüründen başka bir şey olamazdı elbette… Gözlerinden, para kazanmak için takla atmaya bile hazır olduğu rahatlıkla anlaşılan bar işletmecisinin tabiriyle bir “sivil” haber salmış ve eğer, müşteriler hemen dağıtılıp bar kapatılmazsa; polis mekanı basarak -suç unsuru olsun olmasın- bütü müşterileri alıp götürecekti! İşte bu durum bizim tüccarın boyunu
İZMİR
aşardı. Devletin polisiyle didişmek, ne haddineydi? Adam derhal harekete geçti, sesine ve hareketlerine verdiği babacan bir edayla gerekli duyuruyu yaparak, müşterileri “nazikçe” bardan dışarı aldı! Cumhuriyet tarihinin en sağcı koalisyonundan (RPDYP) daha demokratik olduğu iddia edilen yeni hükümetin uygulamalarının zincirleme bir yansıması olarak özellikle İstanbul ve İzmir’de eğlence yerleri ve gecekondu bölgelerindeki baskılarını arttıran polisin yarattığı bu üzücü durum, X’i bir anda çok yakın bir geçmişte yaşadığı bir olaya götürmüştü. Zamanın emniyet müdürü beraberindeki ekiple birlikte, hiç habersiz barı basmış ve bütün müşterileri karakola götürerek bir gece gözaltında tutmuştu. Ancak X için hava hoştu: “İnsanlar burada ne yapacaklarsa, orada da aynısını yaptılar.” dedi, merakla olanları öğrenmek isteyen toy garsona… Doğru ya, ne önemi vardı; ha nezarette sirk hayvanları gibi gözetlenerek ve her türlü tercih ve yaratıcılıktan yoksun kalarak düzüşmüşsün ha kendi arzuladığın bir yerde özgürce ve yasaksızca sevişmişsin! Özde yapılan, aynı olduktan sonra… Kim bu X? Hangi süreçlerden geçerek böylesine edilgen bir hale gelmiş olabilir? Onurlu ve insanca bir aşk, gerçekten bir penis kadar uzak mıdır ona? Yoksa, hepimiz biraz X miyiz?
İzmir’deki bütün ataerkil düzen karşıtlarını (homoseksüel, biseksüel, heteroseksüel, ….) yukarıdaki denklemi çözmek için 7 Aralık 1997’den başlayarak her Pazar günü saat 19.00’da İskenderiye Kütüphanesi’nde bekliyoruz. Sevgiyle kalın. Adres: İskenderiye Kütüphanesi Gani Bar Karşısı, Kıbrıs Şehitleri Caddesi Alsancak/İZMİR Telefon: 0.232.464 63 14 İZMİR
KAOS GL 39/30
A I D S ’ i n M O D A S I G E Ç T İ ( M İ ? ) H E P A T İ T - B A L I R M I Y D I N I Z ? Medya son haftalarda yeni bir hastalık keşfetti. Kendisi yeni olmayan bu hastalık HEPATIT B olarak adlandırılan bir tür sarılık. KAOS GL’nin çeşitli sayılarında hastalıkların tıbbi yönüyle birlikte ideolojik yönlerine de dikkat çekmeye çalıştık. Bitmez tükenmez AIDS curcunasında Hepatit B gibi, verem gibi AIDS rüzgarından dolayı unutulan başka hastalıklara da dikkat çekmeye ve hatırlatmaya çalıştık. Ne yazık ki medyanın bunu farketmesi için kendilerinden birinin Hepatit B’den ölmesi gerekiyordu, ve artık Hepatit B de medyanın gündeminde! VEREM YİNE AZDI Dünya Sağlık Örgütü (WHO) veremin dünyanın bazı bölgelerinde yeniden yayıldığını ve tedavisi mümkün olmayan bir tüberküloz türünün de insanlığı tehdit etmeye başladığını bildirdi. … (Hürriyet, 24 Ekim 1997)
HEPATİT B DEHŞETİ Dünyada Hepatit B nedeniyle 1 günde hayatını kaybedenlerin sayısının, AIDS nedeniyle 1 yılda ölenlerden fazla olduğu bildirildi. Hepatit B virüsünün AIDS’ten 100 kat daha bulaşıcı olduğu ifade edildi...(Radikal, 22 Ekim 1997)
Medya şu ya da bu hastalığın değil hastalık olgusunun toplumsal temellerine inmediği sürece ne çoktan ortadan kalktığı söylenen verem tekrar tekrar azmaktan vazgeçer, ne de dünyada her yıl iki milyon kişi Hepatit B’den sessiz sakin ölürken birden bu hastalık dehşet saçmayı bırakır. TECAVÜZE 9 TUTUKLAMA 13 yaşındaki erkek çocuğa tecavüz ettiği ve para karşılığı ilişki kurduğu gerekçesiyle 9 kişi tutuklandı. A. D.’ye tecavüz edip, sonra da başkalarına sattığı öne sürülen İbrahim Tan ve çocukla ilişkiye girdikleri iddia edilen Orhan Sivas, Kenan Duyan, Mehmet Doğan Nahırcı, Yavuz Özen, Şükrü Bayatlıer, Ahmet Develi ve Kazım Kozluoğlu gözaltına alındı. Mustafa Gül’ün başka bir suçtan tutuklu olduğu belirlenirken, Abbas Duyan ve Eyüp Gül ise aranıyor (Gaziantep, Radikal, 17.11.1997) EŞCİNSELLER ÖZÜR PEŞİNDE Eşcinseller Almanya’nın, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine yaptıkları kıyım için özür dilemesini istiyor. Eşcinsellerin Londra’da yaptığı açıklamada, Alman hükümetine bunun için başvuruda bulunulduğu bildirildi. Başvuruda, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin eşcinsellere karşı da planlı bir imha hareketi içinde oldukları hatırlatıldı. (2 Kasım 1997, Radikal) GEORGE MİCHAEL: BİR ERKEĞİ SEVMİŞTİM Müzik dünyası, George Michael’ın bomba gibi itirafını konuşuyor. “bir erkeği sevmiştim ve bu yüzden uyuşturucu kullanmıştım” diyen George Michael, hayatının aşkı Anselmo Feleppa ile 1991
yılında Rio’da tanıştığını belirtiyor. Tanıştıktan iki yıl sonra Feleppa’nın 33 yaşında AIDS’ten öldüğünü, bu yüzden yıkıldığını söyleyen Michael “üzüntüden günde 25 haşhaşlı sigara içiyordum” dedi. Michael “Older” adlı albümünü de sevgilisine ithafen yaptığını söylüyor. (Hürriyet, 14 Kasım 1997) 10 YAŞINDA TECAVÜZCÜ İngiltere’nin çocuk suçlularıyla başı dertte. Şimdi de 10 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi 12 yaşındaki bir erkek öğrenciye tecavüz suçuyla tutuklandı. İngiliz basınına göre adı gizli tutulan 10 yaşındaki erkek öğrenci, bir kalem kutusu yüzünden tartıştığı 12 yaşındaki bir erkek ortaokul öğrencisini tehdit ederek boş bir binaya götürdü. Ve burada, yine korkutarak, kendisinden iki yaş büyük çocuğa tecavüz etti. Kurbanını ‘ağzını açarsan seni gebertirim’ diye tehdit eden çocuk, kavga konusu kalem kutusunu alarak olay yerinden uzaklaştı. Olayın ortaya çıkmasından sonra, 10 yaşındaki ilkokul öğrencisinin yargılanmasına başlandı. İngiltere’de 1994 yılında yapılan yasa değişikliği ile, erkeklere yönelik tecavüz suçlarına da ceza getirildi. Edinilen bilgiye göre, ülkede ilk kez bu kadar küçük bir çocuk bir diğer erkeğe tecavüz suçuyla yargılanıyor. (Hürriyet, 22 Ekim 1997)
KAOS GL 39/31
EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR
KASIM 1997
YIL 4
SAYI 39
“İnsan yalnızca eşcinsel olduğu için devrimci olmaz. Yani, şunu demek istiyorum: Farklılıklarını ve özgünlüklerini ileri sürmek isteyen eşcinseller var; bu gereksinim de onları içinde yaşadıkları sistemin keyfiliğini ortaya çıkarmaya itiyor. Ama, göze çarpmamak ve sistemin içinde erimek, böylece sistemi güçlendirmek isteyen eşcinseller de yok değil. Eşcinselliğin, eşcinseli sistemi suçlamaya götürmesi gerektiğini söyleyelim.” Jean Genet