ARALIK1994
SAYI 4
"BENİM İÇİN ÖNEMLİ OLAN TOPLUMUN DEĞİŞMESİ DEĞİL. ONDAN BİR TALEBİM YOK. TOPLUM BİR BATAKTIR VE KURTARILAMAZ. YAŞAMIMIN HER DÖNEMİNDE BENİM DIŞIMDA KALDI; BENİ DIŞLAYAMAZ BU YÜZDEN.” M, İstanbul, Bir okurumuz
SÖZLER -1Ancak, marjinaller o toplumun değerini temsil eder. -2Sevmek için yaşarız. Hiç bir kural sevmeye engel olmamalıdır. Sevgi hiç kimseye zarar vermez, veremez. Dolayısıyla tüm kurallar ancak sevme ölçütüne göre geçerlilik taşıyabilir. -3Bütün yaşamlar kitapların birer tarifesidir. Herkes de kendi kendisinin yazarı. Yani ne yaşarsan onu yazarsın. Tabi dağarında ne varsa o yapılır. Ama yöntem dağarda bulunmaz. O senin işin. -4İnsan kuralcı bir varlıktır. Kurallarla yaşar. Ama, bireyleri bu kurallara uymaya zorlamaktan ne denli uzak kalınabilirse, o toplum, o denli insancı toplumdur. -5Öfke birleştiriyor. Baldan öte tadı oradan geliyor. Öfke anında yüreğin parçalanırcasına oluşu, bizi öfkeye boğan yakın çevremizden koparıp, ta ötelerde, kimileyin mekansal, kimileyin zamansal birileriyle bizi birleştirmesinden. -6Bütün güçsüz haklıların başında, güç nasıl bir demoklesin kılıcı gibiyse, bütün haksız güçlülerin başında da hak, benzer bir kılıçtır. Güç, içinde bulunulan koşulları, nice meşrulaştırırsa meşrulaştırsın (justification), tarih boyutundan yoksundur. Oysa o boyut, hakkın değişmez sağdıcıdır. -7Bana doğruyu söyle. -8Dedi ki, benim yaratmaya çalıştığım sevgi bu değildi. Çünkü, bu sevgi değil. -9Çıkarsadım -10Sen -11Yaşamak gerekir. -12-
Tanrı varsa özgürlük yoktur. D. K.
KAOS GL AYLIK POLİTİK DERGİ ARALIK 1994 SAYI:4 İLETİŞİM İÇİN YALNIZCA PK:53 KAOS GL
CEBECİ / ANKARA YAZINIZ 2
EŞCİNSELLİK Mİ? ERKEKSİ/KADINSI PROTESTO MU? SERMET GÜNGÖR l. BÖLÜM: 20.yy.'ın ilk çeyreğinde, yoğun tartışmalara neden olan düşünce dil bağlantısı, birbirinden çok farklı felsefi konumlara ulaştı. Dilin düşünce karşısında pasif bir konumu olduğunu, onu aktarma aracı olmaktan başka bir işlev taşımadığını savunan filozofların yanı sıra, dilin, düşünceyi belirleyici bir etkinlikte olduğunu öne sürenler de vardır. L. Wittgenstein, Tractatus adlı eserinde bu ikinci görüşü dile getirir: "Düşünce, anlamlı tümcedir. Tümcelerin toplamı dildir"(1). Bu ve benzeri felsefi tartışmaları bütün çekiciliğine rağmen bir kenara bırakacak olursak, bizi bu yazıda ilgilendirdiği kadarıyla dil felsefesinin şu asgari müşterekleriyle yetinebiliriz: Dil, sözcük denilen anlamlı ses birimleriyle anlaşmayı sağlar. Bir anlam taşıma aracı olarak dil, sözcüklereterimlere yüklenilen kavramları-anlamları iletir. Terimler tarihsellik içerisinde sosyo-kültürel farklılaşmalara bağlı olarak çeşitli anlam yükleriyle dolup, boşalırlar. İbne sözcüğünün, kendi toplumumuzda eşcinsel ilişkiye kazandırdığı(!) bakışı, Antik Yunan toplumundaki anlayışla karşılaştırdığımızda bir önceki cümlenin ifadesi netleşecektir(2). Sözcüklerin kavramsal içeriğini doğrudan çağın egemen zihniyeti belirliyor. Eşcinsel sözcüğünün kitle bilincinde çağrıştırdığı ibne karşılığı, onun toplum tarafından yasaklanmış bir ilişki oluşundan kaynaklanıyor. Eşcinsellik hukuksal düzenlemerle yasaklanmış olmasının yanı sıra ve daha şiddetli olarak toplumsal düzeyde kesin bir reddiyeye hedef oluyor. Ancak bu reddediş eşcinselliğin bir gerçeklik olmasının önüne de geçemiyor. Çeşitli duygu ve düşüncelerin yoğun ve kodlanmış bir dilsel ifadesi olan küfür literatürünün tamamına yakın bir kısmını oluşturan emir veya dilekistek kipindeki eşcinsel temasları hedefleyen terimler sanki yasaklanmış olanı onaylanır kılmanın kapılarını zorluyor. Cinsel ilişkide, karşı cinsin yerinde hemcinsini görme isteği küfürün oluşturucu öğelerine tekabül etmeyecek farklılıklar gösteriyor. Erkek zihniyetin bu denli şiddetli bir biçimde, günlük hayatın hemen hemen her alanında yeniden üretildiği toplumumuzda erkek eşcinselliğinin küfür düzeyinde de olsa bolca işlenmiş olması, kuşkuya kapılmamız için yeterli nedeni teşkil ediyor. Küfürler hakkındaki kuşkularımızı daha fazla ileriye götürmeden şöyle bir neden de ileri sürebiliriz: Cins ayrımına dayalı anlayışın, kadın cinsini aşağılayıcı tavrının (seksizm) etkisini de görebiliriz(3). Bir erkek, hemcinsine yönelttiği bütün küfürlerle onu kadın cinsine "sokuyor" ve aşağılıyor. Gerisini rahatlıkla tahmin edebiliyoruz. Eşcinsellik bir dizi anolojiye dayalı olarak kurgulanıyor.
KAOS GL
Eserlerinde gerek erkek, gerekse kadın (nedense daha çok kadın) eşcinselliğini bütün boyutlarıyla ve ilk defa açıkça irdelediğini söyleyen Attila İlhan başta olmak üzere, birçok romancı ve sinemacı aynı erkek egemen zihniyeti yeniden üretiyorlar. Lezbiyenleri, kılık-kıyafetlerinden, hal ve tavırlarına kadar erkeksi tiplemeler; eşcinselleri ise kadınsı tiplemeler olarak çizerler. Örneğin Attila İlhan'ın bütün romanlarında karşımıza çıkan tüm lezbiyenler, büyük bir titizlikle bu kurala uydurulmuşlardır. Gerçek hayatta karşılaşmış olup ancak yakından tanıma olanağı bulamadığı, yaşayan birinden esinlendiğini söyleyerek "Aynanın İçindekiler" serisinin çeşitli romanlarında canlandırdığı Hayrunisa tiplemesi, istisnasız bu kurala uyar. O artık takım elbise giyen, sigara içen, bağıra çağıra konuşan, araba kullanan, karı-kız muhabbetine bayılan bir travestidir. Hayrunisa'nın kızı da iç eğilimlerine kulak vermeye başladığında makyaj başta olmak üzere, kadınsı bulduğu alışkanlıklarını bir bir terkediyor. "Haco Hanım Vay!" adlı romanın kahramanı Haco Hanım da çocukluğundan beri erkeksi tavırlar içerisindedir. Ne ki erkeksi tavırlarla yetiştiği için lezbiyendir dense daha doğru olacak. İzmir'de çiftlik hayatı içerisinde yetişmiş olması, ata binen, elde kamçı, ayakta çizme kahya Haco Hanım, Şam'da Harem dairesinde ud ve kanun eşliğinde yılan gibi kıvrılan Arap dilberlerini idare eden Haco Hanım. Peki Leman farklı mı? Türkiye'de tam bir kadın, "Fena Halde Leman". Paris'te tedbili kıyafettedir. Kendisi bile şaşırır kendi travestiliğine. Attila İlhan'ın romanlarında erkek eşcinsellere pek rastlanılmaz. Sadece Bacaksız Abdi'nin Paris'teki maceralarında erkek eşcinsellerden şöyle bir sözedilir. Abdi Bey'in Roza Mizrahi'den kaptığı Fransız dilberini erkek kıyafetleriyle yanında dolaştırması da gene lezbiyenlerin erkeksi olduğu genel yargısının bir ürünüdür. Attila İlhan, başka kitaplarında (Hangi Seks?, Yanlış Kadınlar, Yanlış Erkekler) eşcinselliği enine boyuna tartışmaya çalışmasına rağmen romanlarındaki tipler, geleneksel bakış açısının damgasını taşıyor. Kadınsı erkekler, erkeksi kadınlar. Eşcinselliğin klişe bir biçimde canlandırıldığı diğer bir alan da Türk sinemasıdır. Kendileri de eşcinsel olmalarına rağmen birçok aktör büyük bir hevesle eşcinselleri "homolar", "yumuşaklar" olarak canlandırıyorlar. Abartılı biçimlerde el-kol, baş yüz hareketlerinden ibaret kadınsı tiplerden geçilmiyor.
3
Eşcinseller kendilerini kendi gerçeklikleri içerisinde ortaya koyamadıkları sürece onları ifade eden dil de kurgusal olacaktır(4). İbne sözcüğü de lezbiyen sözcüğü de geleneksel anlayışın ifadesi olacaktır. Eşcinselliğin, tercih edilmiş üçüncü bir cinsel kimlik olduğunun kabul edileceği bir zihniyet geliştirilip, yaygınlaştırılmadıktan sonra bütün dilsel ifadeler bir yönüyle ilgili kesimleri yansıtmayacak ve onları rahatsız edecek çağrışım yükleriyle dolu olacaktır. Homoseksüel denince kadınsı, lezbiyen denince erkeksi tiplerin akla gelmesinin nedenleri tam da bu geleneksel düşüncede yatmaktadır. Hoşa gitmeyen sözcükler dilden atıldığı takdirde onlara yanlış anlamlar yükleyen geleneksel zihniyetten kurtulmak olası mı? Amerika'daki eşcinsel gruplardan bazıları, bizdeki ibne kelimesine karşılık düşen queer'i kullanarak egemen zihniyete karşı bir yaklaşım geliştirebiliyorlar. Ancak bunu Türkiye'deki eşcinseller için de önermek mümkün görünmüyor. Zira bu süreçte etkin bir tavır alabilecek bilinçli ve güçlü eşcinsel toplulukları yok. Bununla birlikte reddedilen kelimeyi ters çevirmeye karşılık dilden atmak da verili duruma bir çözüm olmuyor. Gelecek yazımızda eşcinsellerin egemen zihniyet karşısında verebilecekleri farklı mücadele perspektiflerini irdelemeye çalışacağız. DİPNOTLAR: (1).Ludwig Wittgenstein, Tractatus, Logico-Philosaphicus, Çev: Oruç Aruoba, İstanbul, 1983, s.45. (2).KAOS GL'nin 2. sayısındaki "Adem Cinselliğinde Mahrem Alan" başlıklı yazımızı okuyanların hemen anımsayacağı gibi Antik Yunan'da toplumsal olarak onaylanan eşcinselliğin günümüzde "ibne"leşmesi anlam yönündeki bu ters-yüz oluşu ortaya koyuyor. (3).Erkek eşcinselliğine dayalı küfürlerin geniş bir çözümlemesini yapmak son derece ilginç sonuçlara ulaştıracaktır bizi. Küfür literatürünün en zengin külliyatını oluşturan bu kısım "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" sözündeki gerçekliği hatırlatıyor. En erkek erkeklerin birbirlerine son derece sıradan bir biçimde gündelik hitaplar olarak sarfettikleri ve hiçbir tepkiye neden olmayan küfürleri hatırlayın. (4).Eşcinsellerin kendi gerçekliklerini ortaya koymaları bakımından geliştirecekleri aktivitelere yönelik yazılar diğer sayılarımızda yer alacak. 2. sayıdaki Utku A. Feza'nın "Cümlenin Dışında" başlıklı yazısı bu konudaki alan araştırmaları bakımından dikkatle okunması gereken ilk örneği teşkil ediyor.
ll. BÖLÜM: Birinci bölümde de ima edilmeye çalışıldığı gibi bu satırların yazarı, eşcinselliğin nedenlerini açıklayan kavramlardan birini tercih etmeye yönelmiyor. Genellikle bilimsellik iddialarını yüksek perdeden tınlatan düzünelerce kuram var ki her biri eşcinselliğin nedenlerini, kuşkuya yer bırakmıyacak denli ayrıntılarıyla belirtiyor. Neredeyse ayrıntılardaki
KAOS GL
zenginlikler bu kuramlardan birini tercih etme gerekçesi oluyor. Son dönemlerde ortaya atılan daha iddialı bir kuram ise bütün bu gerekçeleri etkisiz kılarak eşcinselliğin genini bulduğunu müjdeliyor. Bu kuramlardan tercih edilebilecek her biri eşcinsellik gerçekliğine bakışı belirleyecektir. Doğuştan geldiğini söyleyen bir kuramla, eşcinselliğin sonradan kazanılan bir cinsel davranış olduğunu söyleyen kuram arasında bir dizi bilimsel yöntem, ölçüt ve açıklayıcılık farklılığı dışında nesnesine yüklediği bir değer farklılığı da vardır. Bizce anlamlı nokta da burasıdır. Eşcinselliğin doğuştan geldiğini söyleyen kuramların nasıl ki eşcinselleri, "istemedikleri bir illetin pençesinden kurtulamayan zavallılar" olarak değerlendirmesi kabul edilemeyecekse, doğum sonrası etkilerle (yetişme koşulları, eğitim çevresi, kişisel tercihler vb.) kazanıldığını söyleyen kuramların "sapıklar sürüsü" türünden değerlendirmeleri de kabul edilemez. Bundan dolayıdır ki eşcinselliğin nedenleri ne olursa olsun, nasıl açıklanırsa açıklansın onların haklarını çiğneyerek, özgürlüklerini kısıtlayarak her türlü görüş peşinen reddedilmelidir. Tersi en ufak biçimde ima dahi ediliyorsa bir kuram olarak savunulma hakkını taşımıyordur. Eşcinselliği açıklayan kuramlar elbetteki zaman ve koşullardan bağımsız olarak saf ve yalın biçimlerde değillerdir. Tarihsel dönem, toplumsal yapı, bilimsel çevrenin zihniyeti ve diğer bir dizi etkenler kuramları belirleme gücü taşırlar. Zaten eşcinsellik hakkındaki kavramların da ard arda değişmesi, birbirlerine zıt görüşler içermesi, yukarda saydığımız etkenlerin hızla değişiyor, dönüşüyor olmasındandır. Ülkemizde ise bilim adamları genellikle bilimsel pratiğe, yabancı literatürün aynen aktarımı olmaktan öte bir anlam veremediklerinden dolayı ilgi ve yönelişlerini belirleyen bir dizi koşulun değişimi sonucu şu veya bu kuramı ısrarla savunmaya girişirler. Kısa bir dönem sonra bambaşka bir kurama yönelebiliyorlar. Saf, yalın ve bağımsız kuramlar olamayacağına göre, eşcinsellik gerçekliğini görmezlikten gelen, normalden uzaklaşma olarak değerlendiren dolayısıyla baskıyı, zoru ve tabiki tedaviyi önerenlerin dışındakiler açıklayıcıdır, tercih edilebilir. İlk adım olarak gerekli olan reddetmek değil anlamak; yadsımak değil kabul etmektir. Karşılıklı iletişim ancak bu noktadan sonra kurulabilir. Başlıkta ortaya koyduğumuz soruyu ancak şu biçimde cevaplayabiliriz: Evet, eşcinsellik. Nedenlerini merak ediyorum, öğrenmek istiyorum. Eşcinselliği açıklayan her türlü kuramı merakla karşılıyorum. Ancak tanıdığım, bildiğim ve tarihten okuduğum kadarıyla eşcinselliğin üçüncü bir cinsel kimlik olduğunu düşünüyorum. Eşcinsellerin de toplumda hiçbir baskıya hedef olmadan yaşamalarını; onları hor gören, aşağılayan her türlü zihniyetin kırılmasını, kurumların yıkılmasını istiyorum. Zaten problemin karmaşıklığı da burada başlıyor. İçinde yaşadığımız toplumu bir bütün olarak ele aldığımızda kurumlar, kuruluşlar ve kişiler arası ilişkilerin temel
4
belirleyicisinin, ekonomik hayatın yeniden üretimi süreci olduğunu görüyoruz. İşte bu süreçtir ki bir dizi eşitsiz ve sömürgeye dayalı ilişkiyi türetiyor. Toplumsal hayatın her düzeyindeki çelişkiyi derece derece bu sürece indirgemek mümkün. Bir karmaşaya düşmeksizin yalın bir biçimde ifade edecek olursak, bu süreç emek ve sermayenin karşı karşıya geldiği, emek gücünün bir meta olarak satıldığı bir ilişkiler bütünüdür. Sermayenin egemenliği, emek gücü piyasasına kendi yasalarını dayatmaktadır. Bu noktadan sonra toplumda insani olan değerler, sermayenin mantığından süzülerek anlamlar ediniyor. Emek gücüne sahip olan proleterya karşısında egemen statüye sahip olan burjuvazi, aynı zamanda topluma kendi anlayışını da dayatır. Varlık koşulunu her düzeyde yeniden üreten ideolojik mistifikasyon, toplumun tümünü saran kurum ve kuruluşlarıyla maddilik kazanan bir yanılsama ağı olarak ayakta duruyor. Bunun devrilmesi asli olarak maddi hayatın üretim sürecinin parçalanmasıyla, burjuvazinin egemenlik aygıtı olan (salt bundan ibaret olmamak kaydıyla) devletin dönüştürülmesiyle mümkündür. Ancak burada şu kaydı koymak gerekir. Bu mümkünlükler toplumsal çelişkilerin çözümüne yönelik sadece bir başlangıçtır(1). Bundan daha fazla bir anlam taşımayacaktır. Karmaşık bir bütün olan toplum elbetteki burjuvazi-proleterya ilişkisinden ibaret değildir. Bir çok toplumsal grubun, ulusal, etnik, cinsiyetler arası, dinsel vb. grupların birbirleriyle ilişki ve çelişki içinde yaşadıkları bir bütündür. Bu bütünü egemen sınıfın lehine dayalı olarak devlet, bir dizi baskı ve ezmeezilme ilişkisiyle bir arada tutar. O halde sömürü ilişkisini bu toplumsal grup ve katmanların sınıfsal kökenlerinden ve ekonomik ilişkilerinden farklı olarak meslek alanlarında, kişisel düzeylerde, hukuksal haklarda, ulusal, cinsel kimliklerde ve aileye ilişkin olarak geleneksel zihniyetlerde de aramak gerekiyor. Bundan dolayı da ilgili kesimlerin nihai kurtuluşları ancak burjuva sınıfının çıkar dolayımına dayalı devlet egemenliğini yıkarak temel öğe olan proleteryanın kendi diktatörlüğünü kurma sürecinde bir olanaklılık haline gelecektir. Ancak sırf bu sürece dayandırılacak bir mücadele de değildir. Zira tam bir kurtuluşun sözkonusu olması için geleneksel anlayışların topyekün parçalanması gerekiyor. Öyleki ilgili kesimlerin özgürlük mücadelelerini aktif bir biçimde ve derhal yükseltmeleri zorunluluk oluyor. Zira proleteryanın öncülüğü her türlü özgürlük mücadelesinin garantisi olmadığı gibi ne yazıkki tarih tam aksini de gösteriyor. Sosyalist denilen bütün ülkeler bu durumu örnekliyor.
Türkiye'de bugüne kadar eşcinsellerin etkili mücadele pratikleri geliştirmedikleri söylenemez. Özellikle İstanbul'da birçok eleştiriyi hak etmekle birlikte, bir araya gelme, toparlanma, dernekleşme, bir çevre oluşturma çabası olarak yarı yolda da kalsa, önemli girişimler yapıldı. Ne yazıkki içyüzünü bilmemekle beraber, girişimi gerçekleştiren kişilerin bir kısmının affedilmez hataları ve zaafları, büyük mesafeler katetmeyi engelledi. Toparlanmalarıyla dağılmaları bir oldu. Kamuoyu oluşturma, dikkatleri üzerlerine çekme verili bakışı tazeleme olarak gelişen diğer bir etkinlik ise Ankara ve İzmir sokaklarında yaşanan polis ve travestilerin gece çatışmalarıdır. Yaşam alanları daraltılan travestiler için fahişelik tek seçenek oluyor. Ancak kamu vicdanı, ahlak bekçilerinin sesine karşı daha hassas davranıyor. Başta polisler olmak üzere, kendilerine ahlak bekçiliği görevi verenler tarafından bin türlü işkenceye maruz kalan travestiler seslerini duyuracakları düzeyi elden kaçırmış oluyorlar. Ne tarafa dönseler etraflarında duvar gibi toplum ahlakı dikiliyor. Eşcinsellerin kendilerini topluma sevimli gösterebilecekleri aktiviteler geliştirmelerinden sözetmediğimiz açık. 12 Eylül sürecinde maruz kaldıkları gayrı resmi tecrit ve tehcir olaylarını da hatırladığımızda, bugün içerisinde bulundukları neredeyse karşılıklı düşmanlıklara varan ilgisizliklerin sonucu, sonbahar yaprakları gibi savrulduklarını görüyoruz. Bu atomizasyon sürecinden çıkmanın ilk adımı, birbirlerine duydukları kıskançlık ve düşmanlıkları yenerek, birbirlerini sevip dayanışarak atılabilir. Aynı baskı süreçlerini yeniden yeniden yaşadıkları müddetçe eşcinsellerin, travestilerin... ayrı dünyaların insanları olmadıklarını kabul edip, bir örgütlü pratiğe girmelidirler. DİPNOTLAR: (1)Kaos GL'nin 1. sayısındaki Gay'e Efendisiz'in "Eşcinsellik, Sosyalizm, Anarşizm" başlıklı yazısıyla farklı perspektifi savunuyor olmanın yanı sıra sosyalizmin aktüel yönüne getirilen eleştirinin mantığına da katılmam mümkün değil.
Eşcinsellik, geleneksel anlayışların, egemen zihniyetin basıncından kurtulduğu oranda kendi meşruluğunu kazanacaktır. Toplumun aşağıladığı, yadsıdığı kişiler olmaktan kurtulabilmeleri için eşcinsellerin hak arayış mücadelesinde yerlerini almaları gerekiyor. Bu toplumsal cendereden, mücadele etmekten başka çıkış yolları yok.
KAOS GL
5
TANIKLIKLAR ... Çünkü hetero insanlardan nefret ediyorum. Sizin ikinize de güvenerek hayat hikayemi anlatıyorum. 1976 yazında doğmuşum. 13 yaşına kadar çok şımarık bir erkek çocuk olarak büyüdüm. Sonra babaannemin yanında kalmaya başladım. Ona çok alıştım. Çok seviyordum. Ve onun yanında kalmadığım bir gün felç oldu. Hep kendimi suçladım. 20 gün hastanede başında bekledim. Sabahlara kadar onun başını bekledim. 21. gün doktorlar bir sürü ilaçla evine yolladı. Tabii ki bitkisel hayatta. Bir gece evinde bekledim. Ertesi gün öğleden sonra bahçeye çiçek (beyaz papatya) toplamaya çıktım. Ve yanına geldim. Bir şeyler söylüyordu. Ve gözümün önünde vefat etti. Ben o anda bayılmışım zaten... Bu olaya çok üzüldüm. Psikoloğa gittim. O sıralar bir arkadaşım evime ödevlerimi getiriyordu. Ve bir gün akşam birden dokunmaya başladı. Ve ben de karşılık verdim. Ve artık hep beraber olmaya başladık. 1,5 yıl bu böyle sürdü. Sonra ben bitirmeye karar verdim. Benden yararlanmaya başladı. Hep para istiyordu. O yüzden bir sürü param gitti. Ama her zaman para istemeye devam etti. En sonunda çok yakın olduğum iki kız arkadaşıma bu konuyu açtım. Ve en son çare intihar etmeyi düşündüm. Ama o iki kız arkadaşımdan biri ailesine benim intihar edeceğimi söylemiş. Ve ailesi okulumun müdürünü aramış. Müdür odasına çağırdı. Neden intihar edeceğimi sordu. Ben açıklayamam dedim. O üstüme geldi. Sonunda o kız arkadaşıma herşeyi anlatmasını söyledim. Ve o herşeyi müdüre açıkladı. O çocuğu çağırdı ve bir güzel dövdü.
KAOS GL
Beni de sınıfa geri yolladı. O çocuğu sonra okuldan attılar. Ben öğlen çıkışta eve gittim. Annem çamaşır yıkıyordu. Ben selam verip odama çıktım. Sonra odamın darma dağın olduğunu gördüm şok oldum. Annem bir şey demedi ve gelip sadece bir tokat attı. O an kendimi yerin dibine geçmiş gibi hissettim. Sonra benle konuştu. O iki kız arkadaşımı çağırdı. Ve konuştu. Babama hiç birşey söylemedi. Olay öyle kapandı. Tabii ben bir kızla çıktım. Hep kızlarla konuştum. Evden akşam çıkmam yasaklandı. Ama belli bir süre sonra bu olayı unuttular. Ben okuluma devam ettim. Ama hep çalıştım. Sonra ... den ... e taşınmaya karar verdik. (Bu olaylar ... ... ... lisesinde oldu.) Ve ... e geldik. Burda ... ... lisesine yazıldım. Geçen yıl çok iyi dostluklar kurdum. 2. dönem oldu. A. diye biri ile tanıştım. Bize geldi, ben onlara gittim. Sonunda cesaretimi toplayıp bir mektup yazdım. Keşke yazmasaydım. Gerçekten şaka olsun diye yazmıştım. Ama A. geri zekalısı, mektubu gerçek sandı ve çevresine bunu anlattı. Ve benim çevrem de duydu. Ve ben dışlanmaya başladım. En yakın dostum (B. -hetero) beni dışladı. Dövmeye çalıştı. Yani adım çıktı beşe düşmedi üçe. Kendimi hiç savunmadım. Çünkü insanlar artık kararlarını ve hükümlerini vermişti. Yani ben ortalarında yırtınana kadar bağırsam artık hiç çare yoktu. Ama ben başım dik gezdim. Tabii moralim bozuktu. Gene de inanmayan oldu. Benimle konuştular. Elimden birşey gelmiyordu. Hep üzüldüm ve insanlara güvenimi yitirdim. Onlar, özellikle heterolar benim gözümde SIFIR. Tek korkum ailemin kulağına gelmesi. Tam üstünden sekiz ay geçmesine rağmen. Yine de okulda 7. döneme kalan kendini bulamayan C. ve D. olayları yeniden açmak için uğraşıyor. Ve üstüne bin katıp analtıyorlar. Sevgili arkadaşlar korktuğum tek şey ... de adımın çıkması. Burdan kaçıp kurtulmak istiyorum. Keşke Ankara'da olsam. Arkadaşlar bu olaylara karşı nasıl savaş vermem lazım? Halen kulağıma laflar geliyor. Bütüm çevremi alt üst ettiler. Lütfen düşünüp taşınıp bana yol gösterin. Lütfen. Hep düşünceliyim. Ama bunu dışarıya belli etmem. Hep yüzüm güler. İnsanlar beni hep gamsız tasasız zanneder. Ama içim hiç de öyle değil. Gelecek planlarım ... ... okumak. Benle şu anda dalga geçen, yüzüme gülüp arkamdan konuşan pis sapık hetero insanlardan öç almak. Hepsini yavaş yavaş yok edeceğim.
3
BİR BAKIŞIK HİKAYE Ve o gün geldi. O, o gün geldi. Sabahın sessizliğinde heyecanla yatağımı terkettim. İki senedir hiç aksatmadığımız yazışmalardan sonra nihayet birbirimize değebilecektik. O her zamanki telaş ve abartılmış sorumluluk duygumla saat altıda geleceği öngörülen otobüsü karşılamak üzere 5.30'da soluğu Harem garında almıştım bile.. Yol bu.. Artık sabrımın sınırlarını zorluyorum. Nihayet sekizde otobüs göründü. Heyecanla ama heyecanımı gizlemeye de çalışan bir ifadeyle aracın sağında solunda durmakla devinmek arası saniyeleri sayıyorum. Bir küçük el çantasıyla, tam Almana benzemeyen ama Türke de hiç benzemeyen, gözlüklerinden tanıyarak, "işte o" dediğim gençkız, adımını İstanbul'a atmıştı bile. Her ikimizde de gizlemeye çalıştığımız o garip heyecan. Bizi biraraya getiren "neden", aklımızdan hiç çıkmıyor, sessizce paylaşıyoruz o sırrı. Eve doğru yola koyuluyoruz. İşte İstanbul! diyorum. Boğazın bir yakasından diğer yakasını işaretliyerek. Gülümsüyor. Evin kapısını açıyorum. İkimiz de konuşmuyoruz. Ne konuşacağımızı bilmiyoruz. Dinlenmeyi teklif ediyorum; yorgun olmadığını söylüyor. Bense yorgunum, sanki oniki saat süren yolculuğu ben yapmışım gibi. Onun dışından kimselerden aldığım mektuplarla dolu dosyayı gösteriyorum. Bir çoğunda da ona garip gelen erotik ifadeler. Şaşırarak bunları ona neden gösterdiğimi soruyor. Bilmiyorum. Öncelikle ne yapılabilir, tabii ki sevişilmez. Şimdi klasik bir İstanbul programı zamanıdır. Ayasofya, Kapalıçarşı, Topkapı... inanılmaz bir hızla dolaşıyoruz hepsini. Bu sıcak havada en iyi köşe "sarnıç" olmalı diyorum. Sarnıcın o büyülü havası, Pavorotti çalıyor. Serin, loş.. İkimiz de hoşlanıyoruz. Bu güzellikleri birlikte yaşadığımız için coşuyoruz. Gözlerimizdeki pırıltı birbiriyle buluşuyor. Bir kıvılcım. Sarılıyoruz. Ama ürkek; altında ben her gördüğümle yatmam yatamam, kolay kolay ele geçmem ona göre ha.. diyen bir ifade. Olsun onca uzaklıkta birbirimizi bulmuşuz, onca dil uzaklığında birbirimizi anlıyoruz ya. Bu şehir, şimdi bambaşka görünüyor bana. Çok sıcak, rüya dolu, eli çok açık; şimdi beni yaşıyorsun, işte o çok özel yüzüm diyor. Eve döndüğümüzde, dolu dolu geçen bir günün sevinci ve yorgunluğu yayılıyor bedenlerimizden. Hazırlanan yemekler var daha sırada. Şimdi onları ısıtmalı, masayı hazırlamalıyım. Bir yabancıyla ilk kez benim evimde, hazırladığım yemeklerin yenmesi hep bir imtihan heyecanı yaşatmıştır bana. Bu heyecan belki biraz rakıyla dağıtılabilirdi işte şu anda. Şeftalileri soyuyorum, buz gibi rakılar hazırlıyorum. Herşey çok kolaymış gibi bir ifade takınıyorum yüzüme. Birbirimizin devinimlerini belli etmemeye çalışarak takip etmeye çelışıyoruz oysa. Bu takibin baskısı altında deviniyoruz. Serin bir anason tadı kesiyor tüm kareleri. Rahatlıyoruz, gözlerimizde yine o parıltı. Yalnızız. Biz bizeyiz. Yalnız biziz. Biz burada .. Acaba yemekler ne oldu. Isıtayım derken.. Böyle anlarda bile bile yakarım yemekleri. Ocağı kapatayım bari diyorum. Başıyla onaylıyor. Dönüyorum. Kendine güvenen bir ifadeyle karşılıyor beni. Gözlerinde beni dünyasına özgür ve kendi iradesiyle sokmanın kıvancı var. Gözlerindeki o uzaklık ifadesi bir anlığına da olsa perdeleniyor artık. Burda rahat mısın? diye soruyorum. "Pek rahat değilim aslında" diyor. Yatağa gidelim mi? diye soruyor. "Bu kadar çabuk mu" diyorum. "Zorunlu değil tabi" diyor. Ama gidiyoruz. Bir ara kalkıyorum sabahlığımı giyiyorum. Ama o kadar kolay değil yanından ayrılmak. Gözlerine bakıyorum soluklanmak için. Bittiğini düşünüyor, kaskatı kıpkırmızı oluyor. Soran bakışları asılı kalıyor odada. "Ne oldu" diyor devamını getiremiyor; ama ben anlıyorum. Sadece pencereyi kapatacaktım da diyorum. Ach ja diyor gevşeyerek. Pencere kapanıyor. Pencereyi kapatıyorum, pencere kapanıyor. Yanına uzanıyorum. Sevişiyoruz. "Yıkanmayacak mısın" diyorum. Hayır diyor şaşırarak, kirlendik mi diye soruyor, kokunu üzerimde taşımak istiyorum. Belki de erkeklerle sevişmelerini anımsayarak seviştikten sonra banyoya koşan sevgililerimi düşünüyorum. Ne güzel, banyo telaşı yok, birşeyleri yıkayıp atmıyoruz zihnimizden diyorum. Sınırlar aşılmış gibi şimdi. Henüz aşılmamış sınırlar var diyor. Sabah kalktığında sınırlarına sarılmış, varlığını savunuyor. Biz iki insanız diyor sanki bana. İki ayrı insan. Sakın karıştırma. Yalnızlıklarımızı birleştirdik o kadar. Ama yalnızlığımız peşimizde ve ondan asla ayrılamayız. Sadece bir oyundu dün akşam oynadığımız. Yalnızlıklarımıza karşı vereceğimiz mücadelenin en iyisi, bunu böylece kabullenip değiştirmeye çalışmayarak, oynadığımız oyunların oyun olduğunu unutmamaktır diyor. Öğrenmiştim ama kısacık bir süre için de olsa unutmaya hakkımız yok mu diyerek bakıyorum yüzüne. O ise küçümseyerek -sen bilirsin küçüğüm- diyor. Ama bu iş şakaya gelmez, unutur gibi yaparken ya bir de gerçekten unutursan.. Anımsadığında olanlardan ben sorumlu değilim. İkimiz de bir diğerinin kararına saygılı, sarılıyoruz birbirimize. Başlangıçlardan ayrılıklara yapılan yolculuklar ne çılgıncadır. Her saniye farkedilir olmuştur artık. Ve o saatin geleceği ama mutlaka geleceği bilinir de, yine de başka birşeyler vardır yüreğimizde. Bizi oradan çok uzaklara itmeye çalışan birşeyler. Yapabileceğim herşeyi yapmaya çalışıyorum. Götürsün diye sarmısak alıyorum; şeftalileri çok sevmişti diyorum; şeftali alıyorum. Nasılsa uçakla gidecek incir neden olmasın. Hem orda pek yoktur da.. Geride kalmanın ayrı bir hüznü vardır, o yokluyor yutkunuşlarımı. O henüz burda, gitmedi daha. Ama sanki gitmiş gibi yapıyor. Ben sana
KAOS GL
7
demedim mi küçüğüm demek için bana. İyiyim, endişelenecek birşey yok demeye çalışıyorum. Etraftakilere hiç aldırmadan yalnızlıkla bezenmiş öpücükler konduruyor dudaklarıma. Az sonra aramızdaki sınırlar gerçek sınırlarla da sınırlanacak. O, sınırların ve sınırlarının gerisinde belki de ben sana dememiş miydim küçüğüm diyecek. Son kez bakıyoruz birbirimize birlikte geçen günlerin gölgesinde. Ne yapacağımı bilmiyorum. Büroya mı gitmeli. Bir arkadaşa uğrasam. Ama kime.. Herkes kendi yalnızlığında. Yalnızlıklarımızı bırakamayız demişti bana, bırakamıyorum işte. Verdiğimiz mücadelenin en hüzünlüsü bu belki de...
"Benim temel derdim, olmak ve kimlik. Çünkü sonuçta hemen hemen bir çok kitabımda hep etrafında döndüğüm; devrimci olmak, eşcinsel olmak, aydın olmak, sanatçı olmak." "12 Eylül'le çok değişenlerden biri değilim. Zaten saatim kurulmuştu, hiç durmadan çalışıyor, evriliyorum, gelişiyorum. Sosyalizmin erkek karekterine de, içinde yaşanılan çok feodal, çok ataerkil kurumlaşmaya da itiraz ediyordum. Kariyerist insanların egolarını yaymak adına yerleştirdikleri siyasi kimliklerinden de rahatsızlık duyuyordum. Sosyalizm kendi dışındaki birçok hareketi gözardı ettiği için çok tıkandı söz üretmekte. Düşünsene, sanayileşmenin dünyaya verebileceği olumsuz zarar üstüne sosyalizmin tek bir sözü yok! Sanayileşme, endüstrileşme tek nesnesiydi ilerlemenin sosyalizm için. Ancak ekolojist tanımlamaların bize getirdiği bakış açısıyla, çevrecilerin bize kattığı şeylerle şimdi dönüp sanayileşme ve endüstrileşme konusunda başka bir bakış açısına sahibiz. Aynı şekilde feminist hareketin yükselmesiyle, cinsel politikacılarla yeni bir toplumsal örgütlenme içinde siyasal, cinsel, cinsiyet rollerinin tanımı yapıldı. Oysa bunu sosyalizmin kendi disiplini içerisinde üretmesi gerekirdi." "12 Eylül'den bu yana en büyük gelişmeyi sosyalizmden anarşizme daha çok kayarak yaşadım. Bütün anarko hareketlere yakın hissediyorum kendimi; iktidar kavramının sorgulanması açısından olsun, bakışım olsun. O dönemin bir aurası vardı; bireysel anlamda çok rahatsız da olsam bunu kendi yanlışım, hatta belki kendi burjuva alışkanlığım diye düşündüğüm bir sürü şey vardı. Beni daha özgürleştiren şey anarşizmle tanışmam oldu. Dolayısıyla hak yemekten geçtim, ben siyasal olarak oraya daha çok yakınım." "Murathan Mungan adı hiçbir zaman patlamadı, moda olmak için çok patlamak lazım. Ama hiç unutulmadım, kendime tam seçtiğim ve başardığım şey bence bu. Ben hiçbir zaman moda olmak istemiyorum. Hep kıyıda yaşadım, yabancı yaşadım. Hiçbir zaman yerlisi olmadım ki ben. Dairenin dışında bırakılmışlık insanın görme biçimi, bakışını geliştiriyor. Her anlamda azınlığım. İnsanların sürçtükleri, tökezledikleri, kendilerine dayatılan yerler var. Pahalı yaşanmış bir hayattan geliyorum; bedel ödetildi, ödetiliyor, ödetilecek. Dünyanın beni kirletmemesine, içime sızmamasına, düşmanlarıma benzememeye çalışıyorum. Yanılıyorsak da bırakın rüyada ölelim diyorum kitapta da. Bizim bu rüyayı görmeye hakkımız var. Tamamıyla tüm toplumsal tasavvurlarımda yanılıyor olabilirim ama ben bunu bir hak olarak düşünüyorum. Bir rüyada ölmek istiyorum." Murathan Mungan, Express, 26 Kasım 1994 Sayı 44, Yelda'nın sorularına cevaplardan.
St. German bulvarındaki gösteri üzerine tartışmamızın sonlarında, arkadaşlarıma daha da can sıkıcı şeyler söylüyorum. (Biraz domuzluğuna yapıyorum tabii!) İşçilerin o yürüyüşteki talep olmayan "talep"lerini. Yugoslavya'daki her ulustan ve her yaştan erkeklerin ırza geçme arzularına benzetiyorum. "Irza geçme de diyorum bir ihtiyaç. Şu akıl dışı toplumun dayattığı cinsel açlığın, erkek egemenliği şartlarında giderilme yollarından bir tanesi." Gerçekten on yıllardır radikal feministler derlerdi de inanmazdık. Onlara göre "her erkek potansiyel bir ırz düşmanı"ydı. Böyle şeyler işittiğimizde, "tam histerik bu radikal feministler derdik, neler de uyduruyorlar". Oysa geçenlerde bir araştırmacı kadının yazısını okudum. Yugoslavya'da bu işe kalkışan erkeklerin "normal insanlar" olduğunu söylüyor ve büyük şaşkınlığını ifade ediyordu. Dediğine göre aralarında öğretmenler, doktorlar, mühendisler, subaylar, diş hekimleri falan hiç de az değilmiş. Ve sık sık "komşular" oluyormuş bu saldırının kurbanları! Belli ki araştırmacıya göre, sadece işsiz-güçsüz, toplumun marjlarında kalmış, annesiyle babası boşanmış insanlar böyle bir işe kalkışabilirdi. Ama ya okumuş-diplomalı insanlar? Ya psikolojik yönden "sağlam" olan insanlar? Hem de kitle halinde? Şaşırılmaz mı? Oysa, sözkonusu olan tam bir "erkek ihtiyacı"ydı. Hem de ne korkunç baskıların, yasakların ve yabancılaşmaların içinden fışkırmış bir ihtiyaç! O ihtiyaçlarını gidermek için fırsatların olgunlaştığını gördüklerinde, kitle halinde harekete geçiyordu erkekler. Sosyal statü, sınıf, yaş, kültür vb. farklılıkları dikkate alınmayacak bir tarzda. Bir psikiyatrist tarafından "anlaşılabilirlerdi". Ama saygı duyulabilir miydi bu "ihtiyaç"larına? Bir iyi niyetli feministi düşünün. Yugoslavya'daki ırz düşmanlarına güzellikle ders vermeye kalkan. Mazallah başına ummadığı felaketler gelebilirdi. Ergun Aydınoğlu, Söylenmese de Olurdu. Sosyalizmin Sorunları, Eylül 1994, Sayfa 118-119
KAOS GL
8
MEKAN SORUNU Egemen olan ve oun zihniyeti, her türlü çevre ve mekanın düzenlenmesinde belirleyici rol oynar ve mekanda yansımasını bulur. Kentlerin oluşumu, gelişimi ve yeniden düzenlenmesi, erkek egemenliği ve üretiminin ihtiyaçları doğrultusunda yol almıştır ve almaya devam ediyor. Kaldırımların düzenlenmesinden yollara, parklardan alanlara ve sokaklara, dairelerden apartmanlara, sivil mekanlar ile askeri ve bürokratik mekanlara kadar aynı çizgi kendini gösterir. Hayat içinde böyle 'ayrıntıları' ya göremediğimizden ya da düşünecek zamanımızın olmadığından mekana karşı bir uyum sorunuyla karşılaştığımızda ya kızar, küfrederiz, çarparız ya da değiştirmeye çalışırız. Elbette ki bu değiştirme girişimi hoş olurdu ancak gerçekten 'hoş bir düş' olması nedeniyle, sonuçta katılan ve belirleyen olamadığımız mekanlara kafamızı vurmakla kalıyoruz. Heteroseksüel erkek egemenliğinin belirleyiciliği ve yansımaları toplumdaki her ilişkide görüldüğü gibi mekanla insan ilişkilerinde de açık ya da içkin bir şekilde yaşanıyor. Doğrudan kadınların yaşadığı ya da yaşamak zorunda kaldığı mekanlar bile heteroseksüel male power tarafından belirleniyor. (Kadın mimarlar falan sonucu değiştirmiyor.) Ev işlerini ve ev içi emek konularını ayrıca ele alabiliriz ancak verili olanı ele aldığımızda tam bir felaketle karşılaşabiliriz. Bir çok mutfak ve banyo kadınlar için tam bir işkencehane şeklinde düzenlenmiştir. Büyük salonlar onlara bir ferahlık kazandırmaz; tam tersi yeni işler yaratır. Bir kişi çocuk arabasıyla herhangi bir kaldırımda sağa sola çarpmadan, kaymadan, düşmeden yüz metre bile gidemez. Sokakta tek başına dolaşmaya çıkan bir çocuk, büyük olasılıkla kaybolur. Aynı şekilde kaldırımlar ve yollar bir sakat için dayanılmaz iç çekişlere yol açar. Eşcinseller açısından mekan sorunu, hem hayati hem de hayat boyu kendini gösteren bir öneme sahip. Bir bütün olarak hayat, bir kaç bara ya da başka bir kaç alana sığdırılamayacağından sorunun hayatiliği ve sürekliliği çok kolay anlaşılabilir. Heteroseksüel male power'ın düzenlediği mekanlarda -açık olsun, kapalı olsun- eşcinseller 'hayır' diyemiyorlarsa tam bir kişilik bölünmesi gösterirler. Ya sürekli streyt gibi davranacaklar ya da mekan dışına atılacaklar; en trajikomiğinden sokağın soytarıları olacaklardır. Eşcinsellerden bir çoğunun çok sevdiği bir yazar "ana yurdum gece" derken, aslında, çok çok iyimser davranmış. Çünkü, ben, bu topraklarda gecenin de işgal altında olduğunu düşünüyorum. Paparon ve laki'nin gece daha yoğun çalıştığını eşcinseller ve gacıvariler çok iyi bilirler. Hem geceyi hem gündüzü işgalden kurtarabilmek için öncelikle verili düzenlenmiş mekanı parçalamayı, heteroseksüel male power'ın iğrenç gölgesini mekandan kazımayı gerektirir. Hepimizin bildiği gibi aileden sokağa, okuldan işyerine heteroseksist kuşatmaya karşı eşcinsel
KAOS GL
mekanları diye bilinen yerler olabilmekte. Park, hamam, bar en bildik yerlerdir. Aslında böyle yerler kazanılmış ve dönüştürülmüş yerler değildir. En bildik Pürtelaş'ın ve başka yerlerin direnilmeden terkedilmesi, heteroseksist işgale karşı kazanma ve dönüştürme ruhunu baştan öldürüyor. Yıkma ve yeniden kurma ise şimdilik hoş bir düş haliyle. Bu durumda heteroseksüel male power'ın iğrenç gölgesi her mekanda bizleri bir misafir haline getiriyor. İçimizle dışımızla bir mekana yayılabilmek, o mekana sahip çıkmayı gerektirir. (Bunun mülkiyetle ilgisinin olmadığını belirtmem gerek.) Bu da müdahale ve mücadeleyi kaçınılmaz kılar. İtalya'da, Londra'da (doğaldır ki başka yerlerde de) eşcinsellerin topluca sürüldükleri mahalleler olduğunu duyuyor ve okuyoruz. Aslında buraları getto gibi görmeyip özgür komünler haline getirilebileceği düşünülebilir ancak metropolün her sokağına müdahale etmeden, buralar ne derece özgür olabilir? Türkiye'deki koşullardan yola çıkarak baktığımızda, sözkonusu mekanlar verili haliyle bile bizleri ferahlatabilir. Fakat tecrit tehlikesini de her zaman akılda tutmak gerekmiyor mu? Ankaralı eşcinseller, mekan sorununu, ne yazık ki kendilerini gizlemeden gidebilecekleri bir bardan ibaret görüyorlar. Kafası çalışan biri bu kentte bir gay bar açsa, Ankaralı eşcinsellerin, sanırsınızki bütün sorunları sona erecek. Aslında sürekli bir yerlerden sırf gay oldukları için kovulmaları ve bunun getirdiği yorgunluk ve ruhsal yıkım bu durumu anlaşılır kılabilir. Bununla birlikte, herkese uygun bir 'mekan'ın olduğu İstanbul'da eşcinsellerin ve gacıvarilerin sorunlarının bitmediğini görmenin, Ankara'da da sorunun sadece bir 'gay bar'dan ibaret olmadığını görmenize yardımcı olacağını düşünüyorum. Kabul etmek gerekir ki bir yerden, salt eşcinsel olduğu için kovulmak, başlıbaşına bir felaket. (İnsan Hakları Derneği'ne bile kolay kolay kabul edilmeyen İstanbul'da, evet, kovulan- eşcinsellerin, streyt mekanlardan kovulmaları maalesef çok doğaldır. Kovula kovula kaçmamayı öğrenebiliriz belki de!) Ama, niçin bu kovulmalar bitmiyor? Tamam, Ankara'da bir 'gay bar' yok ve patronlar heteroseksist. Peki ne zaman bir dayanışma ve direnme gösterildi? Her seferinde "nasıl yaparım da en son kovulan ben olurum" derdinde insanlar. Bu durumda bir sorun olmadığında bile patronlar rahatça servisi kesebiliyorlar. Ne yapmalı? Zengin bir eşcinselin ya da tüccar bir streyt'in bir 'gay bar' açmasını mı bekleyelim? Ben, heteroseksizme karşı mücadeleye başlamanın, beklemekten ve rol yapmaktan daha kolay, anlamlı ve olanaklı olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
EROL A. 10
PORNOGRAFİ2 İki sayılık gecikmeyle konumuza devam edebileceğiz "kötü"dürler. Bir eser beklentilere yanıt vermekle nihayet. Doğrusu uzun süren ayrılıktan dolayı kalmamalı, beklenmedik-beklenilemeyen şeyler de okuyucularını özleyen bir yazar olmadığımı, sizlerin de sunmalıdır. Belirtmek istediğim bir nokta daha var; yazımı sabırsızlıkla beklemediğinizi çok iyi biliyorum. Türkiye'deki porno film oynatan sinemalar, Ama kararlıyım; sizlere (en azından bir kaçınıza) gösterdikleri filmlerin bazen özel bir kesime, sırf 'porno'yu sevdireceğim. Pornoyu sevdiğiniz için "meraklısına" hitap ettiğinin farkına varmadan, uç izlediğinizi söyleyebilmenize neden olacağım. Ama noktalara hitap eden filmlerle seyircisini şaşkınlığa öncelikle ilk yazıma gelen (tabiki direk bana değil, uğratıyor (Zoofilik filmler, dışkı yeme vb. gibi). Benim kulaktan kulağa dolaşarak gelen) eleştirilere yukarıda kastettiğim beklenilmeyen şeyler, bu tür değinmek istiyorum. şeyler değil. Birincisi şu ki, ben bu yazıyı o dergiden, şu Son 5-6 yıldır, gösterilen filmlerin Türkçe dublajlı makaleden, bu kitaptan aşırarak yazmadım. Bu yazı olmaması (alt yazılı da değil elbette) genelde Almanca tamamiyle kişisel görüşlerimden oluştu. O halde ve İtalyanca afiş ve jenerikleri dolayısıyla bahsedeceğim filmlerin adını veremiyorum. Bu arada benden akademik bir yazı beklemek saçmalık. Ya da yeri gelmişken, kötü filmlerin bir çoğunun afişinde yer durup durup erotizm ve porno farkını açıklamamı alan oyuncu isimleri, Holywood beklemek aptallık. ismini çağrıştırmakta ve A be okuyucu, 'porno'dan bu korku, bu Benim "kötü"lerim artistlerinin bu beni güldürmekte. Bu filmlere tiksinme niyedir? Israrla pornonun gidenlerin oyuncu isimlerinden yaptıklarını daha namuslu olarak başka birçok porno film etkilenip sinemaya girmeyeceğini tür eserlerin de yapabileceğini savunmak izleyicisinin düşündüğümden olay bana komik niyedir? Ben pornonun yaptığını kimse yapamaz demiyorum. Pornonun yaptığını beklentilerine yeterli geliyor. Bu isim benzerliklerinin yapımcıların bir uyanıklığı mı yoksa aynı dürüstlük ve açıklıkla kimse yapamaz yanıtı vermektedir. oyuncuların kendi kulvarlarında diyorum. 'Sik'ten, 'am'dan ve 'göt'ten birer Meryl Streep vb. olduklarını korkunuz, tiksinmeniz nereden Ve bu noktadan kaynaklanıyor? Sizde bu organlardan var düşünmelerinin sonucu mu olduğu olanı sırf 'porno'da gösterilenin dışında mı ayrı bir yazı konusu. dolayı bence kullanılıyor? Yoksa siz herşeyin gizli Artık reçete filmlerden "kötü"dürler. kapaklısını sevenlerden, yatak odası bahsedebilirim. dışında seks yapmayanlardan mısınız? İlk bahsedeceğim reçete kızlar Bunları geçelim, "porno film oynatan okulunda geçen filmlere ait. sinemalarda yaşananlara da değineceğim"i duyan Lolitacılığın yaygın olmasından mıdır nedir, en çok kullanılan mekanlardan birisidir "Kızlar Okulu". Fakat köfteci zatlar, bundan rahatsız olmuşlar. Mekanlarımız işin komiği bu "okul"daki "kızlar"da Lolitacılık hal deşifre edilecek gibi abuk sabuk şeyler söylemişler. A kalmamış olması. Film boyunca seksin yapıldığı benim saf gay'im, Tempo'sundan, Aktüel'ine senin erkekler de haliyle okulun hocaları ve yakın çevredeki mekanlarını deşifre etmeyen mi kaldı? Üstelik seni ve "Erkekler Okulu"nun, yatakhaneye gizlice giren yaptıklarını aşağılayarak yaptılar bunu. Bunlara ses öğrencileri. Tabiki kızların birbirleriyle sevişmelerini çıkarmandan vazgeçtik bu yazıların yer aldığı dergileri ayrıca belirtmeye gerek yok. Bu arada, okulun aşçısı, almadın mı? Medya soytarıları yazdı mı tatlı oluyor bahçıvanı gibi çalışanı olan çirkin ve yarı aptal anlaşılan. Afiyet olsun! erkekleri de kızlar tarafından baştan çıkarılacak, ama Tabiki bu filmleri oynatan birçok sinemanın seyircisine bunlara 'gösterilip verilmeyecek'tir. Film boyunca bakış açısı, onlara olan saygısı(!), bu filmlerin birçok kızların çılgınlıkları seksi kötü gören/gösteren müdüre sinemada katledilmesine, dolayısıyla izleyenin hanımı çıldırtırken (müdüre hanım da için için yanıp 'porno'dan anladığı tek şeyin "parça" olmasına yol kavrulmaktadır haliyle) bu çılgınlıkların sıkıcılıktan açtığını da gözardı etmemek gerekiyor. Bu nedenle öteye gitmediğini belirtmeliyim. Ne varki sinemadaki affedildiniz. Siz kafanızdaki yargıları, size dayatılanları seyirciden yükselen kahkahaları, beğeni ölçülerinin bir kenara itin; benim yazdıklarıma göz gezdirin ve farklılığından mı yoksa seyircinin sıkıntıdan mı attığını "porno" hakkında bir kez daha düşünün. henüz çözebilmiş değilim. Bu filmlerin hemen hemen İlk yazımda heteroseksüel porno filmlerden kaliteli hepsinde henüz bakire bir kız vardır ve filmin sonuna olan ikisinden bahsetmiş ve örneklere devam edeceğimi yazmıştım. Örneklerime devam ediyorum doğru büyük bir abartıyla bakireliğinden kurtulur. ama bu sayıdaki örneklerim kalitesiz, reçete porno Kızlar, sınavların sorularını çalabilmek için, zayıf filmler olacak. Tam da sizlere pornoyu sevdireceğimi notlarını yükseltebilmek için vb. hocalarıyla yatarlar. söylerken bu kötü örnekleri vermem bir çoğunuza Arada bir de öğrenci-öğretmen aşkı yaşanır. Ama garip gelebilir. Ancak belirtmeliyim ki, iyi-kötü vb. aslında bunların hiçbirinin önemi yoktur. Yeterki kriterler görecelidir. Benim "kötü"lerim bir çok porno yapılacak seks için ortam yaratılsın. film izleyicisinin beklentilerine yeterli yanıtı vermektedir. Ve bu noktadan dolayı bence
KAOS GL
11
İşte bu tür filmleri izlemiş olan okuyucularım ise porno filmlerin iyisi-kötüsü biçiminde belirtmem ve biraz filmi seks için ortam yaratmaya çalışan, seks bahsetmem dışında genişçe, ayrıntılarıyla sahnelerinden ibaret bir film olarak görüyor. Sadece inceleyememiş olmam. Bu durum bir çoğunuzun ihtiyaçlarını gidermek için arada bir sinemalara gidiyor kafasında yanıtlanmamış sorular bırakacaktır. sonra da günah çıkarırcasına porno filmleri Bahsetmek istediğim diğer pornografik eserlerden de kötülüyorlar. Yukarıda bahsettiğim film vb. de bu bahsettikten sonra analize girişmemin daha doyurucu kişilerin yargılarını kuvvetlendiriyor ne yazıkki... olduğunu düşündüğümden kafanızda oluşan soruları İkinci reçetemiz ise büyük bir evde/konakta geçen, ileride yanıtlamaya çalışacağım. zengin ve kalabalık bir aile etrafında seks oyunlarının Heteroseksüel porno filmleri bir kenara bırakarak gay anlatıldığı filmler. Evin en yaşlısından en küçüğüne porno filmlerden bahsetmeye başlamak niyetindeyim. kadar herkes seks yapar durur bu filmlerde. Aslında Ancak bu sayıda bana verilerek boşa harcanan iki burjuva ailenin iki yüzlü ahlak anlayışı ve içine sayfanın sonuna gelmekteyim. Gay porno filmleri düştüğü komik durumları göstermesi açısından üçüncü yazımda (artık Kaos GL'ciler bana ne zaman oldukça hoş filmler ortaya çıkabilecekken, yönetmenin sayfa ayırırlarsa) anlatacağım. Böylece gay porno film beceriksizliği ya da reçeteye bağlılığı izleyememiş okuyucularım da sonucu sıkıcı filmler ortaya çıkıyor. neler kaybettiklerini anlarlar. Porno filmler sadece Seks sahneleri bile insana beklediğini Sevgili Kaos GL okuyucuları, veremez hale geliyor bir süre sonra. benim porno sevdamı bazılarınız "ihtiyaçlar"ın Orada burada yatağa giren aile anlamamış olabilir. Benim giderilmesi için gidilip pornoyu sizlere sevdireceğim bireyleri arada bir partner kapmaca oynuyor, partnerlerini diğerine tutturmam anlamsız gelebilir. izlenilen filmler olarak diye kaptırdıkları için birbirlerine giriyor, bu Ancak şunun altını çizmek kavgalarda bile buram buram seks kalmamalı. Porno filmin istiyorum. Bir çok yoz beğeniler kokuyor. Arada bir düğün ya da tacı edilirken gerçekten ilgiyi içinde yer alan herkesin baş cenaze gibi ailelerin zoraki birliğini hak eden bu türün böylesine sağlıyan toplumsal olaylar filmin tuzu aşağılanması beni üzüyor. Üstelik porno filmin biberi (yalnız aşırıya kaçmış tuz ve aşağılama öylesine ön yargılarla olanaklarını görmesini, yapılıyor ki... Hayatı boyunca biber bunlar) oluyor. Üçüncü reçetemiz ise en içler acısı bir kaç kötü pornoyu baz zorlamasını istiyorum. izlediği reçete bence. Bu reçete de yer alan alan, filmleri izlediği kötü tek şey bir seks filminde ne tür ortamdan etkilenerek film sahnelerin yer alması gerektiği ve hakkında yargısını veren bunların hangi sırayı izlemesi gerektiğidir. Bu insanların birazcık düşünmesini, benim göstermeye sahneler yerleştirildikten sonra yapılacak tek şey çalıştığım açıdan bakarak düşünmesini istiyorum. araya serpiştirilecek konular bulunması. Konu Tüm çabam bu. Yoksa hiç bir porno film dedimse, öyle ciddi ciddi konular beklemeyin. Hani yapımcısından ya da porno film oynatan sinemadan konu demek için de bin şahit ister dedikleri cinsten prim alıyor değilim. Ben pornoyu seviyorum! dolgu maddeleri bunlar. Kimi filmler bu konu olayını Yeni bir yıla doğru hızla yaklaşıyoruz. 1995 yılında da direk es geçerek ard arda gelen seks sahneleri ile işi Kaos'lu günlerin devam edeceğine olan umudumla çözümlemekteler ve bence bunlar konulu film diye sizlerin yeni yılını kutlamak istiyorum son olarak. Yeni kendini zorlayan yönetmenlerden çok daha akıllı yıla nasıl girilirse yıl öyle devam edermiş. Aklınızın bir davranmaktadırlar. Zorlama, serpiştirilmiş konular köşesinde bulunsun istedim(?) birbirinden öylesine bağımsız oluyor ki bazen insanın bağlantı kurmak için kafayı yememesi işten değil. Kim, ATİLLA KARAKIŞ niye bağlantı kurmaya çalışsın ki diye sorabilirsiniz. Bu soruyu soruyorsanız, siz hala benim derdimi anlamamışsınız demektir. Porno filmler sadece "ihtiyaç"ların giderilmesi için gidilip izlenilen filmler olarak kalmamalı. Porno film yönetmenleri, nasıl olur da zaman doldurabilirim dememeli. Porno film oyuncuları kameraya bakarak göz süzüp, dudaklarını yalamakla kalmamalı. Porno filmin içinde yer alan (oyuncusundan izleyicisine) herkesin porno filmin olanaklarını görmesini, zorlamasını istiyorum. Pornografi başlığı altında yazacaklarımın porno filmlerden magazin dergilerine kadar geniş bir yelpazeyi inceleyeceğini, sinemalardan da bahsedeceğimi ilk yazımda belirtmiştim. İkinci yazımda henüz heteroseksüel porno filmlerin içinden çıkabilmiş değilim. İşin kötü yanı heteroseksüel porno
KAOS GL
12
MEKTUP-LAR-DAN Z.H., İstanbul, Bir feminist: Derginiz elime geçtiğinde çok sevindim. İçimde yeni umutlar ve yaşama dair yeni dayanaklar oluştu diyebilirim. Evet bunu diyebiliyorum, zira yaşamı ayrıntılandırdıkça zenginliğinin ayırdına varabiliyorum; hesaplaşmalarım yoğunlaşıyor ve bunun sonu gelmiyor, gelsin istemiyorum zaten... Bu bakımdan tam da benim gündemimde süreğen bir biçimde devam eden bir tartışmanın ortasına düştünüz; Heteroseksist dayatmayla ilgili. Bir feminist olarak, kendi bedenime, varlığıma dair düşünmek, benim için neredeyse olmazsa olmaz bir koşul. İnsanın (kadının veya erkeğin) kendi bedenine yabancılaşması veya bedeniyle barışık olması durumlarının sonuçlarını en az benim kadar siz de biliyorsunuzdur. "Özel olan politiktir" espirisinin burada, evet tam da insanın kendisiyle hesaplaşmalarında çok önemli bir yeri var bana göre. Sistemi, sistem-birey, toplum-birey veya bireyin özgürlüğü sorunlarını biraz daha iyi anlamamda açıkçası feminizm ve onu bence en iyi tarifleyen ve özetleyen bu slogan, kafamı hayli açan noktalar oldular. Eskiden bir boşlukta yaşıyormuşum gibime geliyor biliyor musunuz, bunları yazarken ve fakat bilincinde olmadığım zamanlarda kör, sağır ve dilsizmişim. Şunu söylemem gerekiyor sanıyorum, sizi, tıpkı benim gibi aşağılanan, hor görülen, laf atılan sizleri kendime çok yakın hissetiğimi ve benimsediğimi... Açıkçası feministler, gayler ve lezbiyenler birbirimize muhtaçız ve bu muhtaçlık benim çok hoşuma gidiyor. Bu türden bir zorunluluğa can kurban. Dayanışma, destek, yardım hepsi, hepsi olmalı, bunlar benim yaşamsal ve düşünsel dinamiklerim. %30, İstanbul, Bir grup punk: Bizler (bir kaç kişiyiz) İstanbul'dan bir kaç anti-homofobik, antiseksist, temiz @-punk'larız. Bir kaç tane fötököpi dergi çıkartıyoruz. (%30, İnanma, Yavşak, Eblek Hardcore...) Kaos GL diye bir neşriyatınız olduğunu öğrendik. Fakat daha okuma şerefine erişemedik. Eğer bize çıkan sayılarınızı gönderirseniz, seviniriz, tabii ki karşılıksız kalmaz. Biz de ürünlerimizden otlatırız... M.Ç., Mersin, Bir gay: ... Her neyse ben de cinsellik konusunda sizler gibiyim. Zaten herhalde eşcinsel olmasaydım size mektup yazmazdım. Aslında sizin derginizi ne gördüm ne de okudum. Fakat yine de insan hemfikir olduğu kişilere mektup yazmaktan hoşlanıyor. Türkiye'de insanlar eşcinselliği oldukça tepkiyle karşılıyorlar. Buna karşın bence eşcinsel kişi sayısı da oldukça fazla. Ayrıca bizler arasında bir iletişim eksikliği var. Sizin gibi fedakarlık gösterebilecek insanlar oldukça, zamanla bu iletişim eksikliği de giderilecektir. (...) Karşınızdaki kişinin eşcinsel birisi olduğunu bilsen bile gidip onunla konuşamıyorsun. Bunlar da insanı üzüyor. Yine benim iyi kötü eşcinsel bir çevrem var. Ama bir de bu konuyu kimseye açamayan ve büyük yalnızlık çeken insanlar var. Belki onlar da bu dergiyi görürler de kendilerine bir çevre edinebilirler. Çünkü gerçekten de insanın kendisini anlayan dostlarının olması çok güzel bir olay. (...) İ. Ö., Manisa, Biseksüel, erkek: (...) Türkiye'de bir gay-lezbiyen dergisini çıkarttığınızdan dolayı sizi tebrik eder, başarılarınızın devamını dilerim. (...) M., İstanbul, Kadın, biseksüel: (...) Ben bütün insanların bisexuel yaratıldığına inanıyorum. Doğduğumuzda biyolojik bir cinsel kimliğimiz olabilir (kadın-erkek) ancak cinsel ilgimizi hem karşıt hem kendi cinsimizi kapsayan sınırsız bir alandan çıkarak oluşturuyoruz. Yani zaman içinde özgür benliğimizin yardımıyla cinsel yan kazanıyoruz. Toplum, yani normal görülen heterosexuel denilen insan yığını eşcinselliklerini bastırmak zorunda kalmış kimliklerden ibaret. Doğada kadın yalnız erkekle, erkek kadınla ilgilidir gibi bir norm yok. Bunu insanlar kendi kafalarında yaratmışlar. Nasıl insana özgü tavırlar, huylar, vs varsa; her insanın kendine özgü de cinsel tavrı var... Potansiyel olarak cinsel açıdan her şey (cins bile değil) bizi etkileyebilir ancak bizim doğamız gereği kendimize özgü bir eğilimimiz vardır (hemcins/karşıtcins/ikisi gibi...) O yüzden insanın cinsel kimliğini keyfince yaşaması bir özgürlük sorunu değil gayet doğaya uygun bir şey (ki bilimsel olarak da kanıtlanmaya başlandı bu). Bir de kendini kadın ya da erkek (hatta hiçbiri ya da her ikisi) gibi hissetme durumu var. Ben kadın olarak yaratıldığımı duyumsuyorum -ki bu yalnız erkek ırkıyla ilgilenme anlamına gelmiyor- ancak kadın olmanın ötesinde de kocaman bir evren var. Ve ben korkusuzca oraya da dalabiliyorum... Nasıl hissediyorsam benim gerçeğim odur... Doğal olan bana uymayan ancak içinde bulunduğum bedene boyun eğmek değil kendime ait olanı yaşamaktır. Bunları neden yazdım... Bunları yazdım çünkü hala eşcinsellik hastalık olarak görülüyor. Ben yaşantım boyunca ruhumun bütün açılımlarını kendi yaşamımın özgün sonuçları olarak gördüm...
KAOS GL
13
Onların birilerine göre farklı oluşunu çeşitlilik gibi yaşadım, bir hastalık rahatsızlık gibi değil ben olma hali gibi... Hatta sonsuzluk cesareti gibi. Ben hesaplı kitaplı duyguları anlamıyorum. Yani illa şuna aşık olucam diyerek birine aşık olabilir misin? Hayır. Dolayısıyla illa şu şekilde cinsel hayatımı yaşayacağım diye de bir şey olamaz... Ama her şeyi yaşadığımda gördüğüm bir şekli olabilir davranışlarımın, zorla oluşturulmamış, kendiliğinden ola gelen... (...) Ben kendimi tek bir cümlenin kısır öznesi olarak göremiyorum. Benim için önemli olan toplumun değişmesi değil, ondan bir talebim yok. Toplum bir bataktır ve kurtarılamaz. Yaşamımın her döneminde benim dışımda kaldı, beni dışlayamaz bu yüzden. Ancak cinsel tercihleri yüzünden incinen insanlar var ki toplumun kendi eksikleri yüzünden bu insanları horlamasına asla izin vermem. B. U., Ankara, Bir gay: Aranıza yeni katılan bir gay olarak ilk önce söylemek istediğim, böyle bir dergiyi tasarlayıp buna bir hayat vermeniz gerçekten kutlanacak bir şey. (...) Uzun zamandır büyük bir umutsuzluk, memnunsuzluk içindeydim. Çünkü bana benzer veya benim gibi olan hiç kimseyi tanımıyordum. Bu da benim kendime bakış açımı kötüleştiriyordu. Çünkü kendimi yalnız hissediyordum. Fakat artık belli bir kabullenişle şu anda rahatım. Bu olanlardan sonra yavaş yavaş çevremde benim gibi insanlarla tanıştım. Fakat kötü örnekler olmuş olmalılar ki, kendim ve benim gibi olanlara nefretim belirdi. Sonra Kaos GL ile tanıştım. Dergimizden bahsetmek gerekirse dergi güzel fakat belli bir yeri aşmış insanlara göre. Çünkü anlatım ağır -ki bunun açıklamasını ya da savunmasını yapmışsınız. Fakat yine de anlatım ve konular ağır. Ve Gay ve Lezbiyenlerin ilk önce daha farklı şeyleri okuma gereksinimleri yok gibi ve sanki Gay ve Lezbiyen dergileri uzunca bir süredir yayın hayatlarını sürdürüyorlar ve artık çoğu şeyi aşmışlar ve artık bunun sosyo-politiğine ve edebiyatına yönelmişler gibi öte yazılara yer vermişsiniz. Bu da şu an için dergimizi cazip hale getirmiyor. Şu an yaşadığımız ülke şartları ve diğer arkadaşlar -bence- henüz hazır değiller. Gullüm sayfası ayrıca pek gerekli değil fakat olması yine de bir renktir. Bence dergimiz ilk etapta GL nedir? Birlik için neler gereklidir, sorunlar nelerdir, nasıl çözümlenebilir? Bu tür insanlar nereye gider ne yapar vb. Ayrıca durumunu yeni keşfetmiş veya kabullenmiş insanlara gl dilini yayınlamak, tanıtmak, küçük doneler bildirmek ilginç olabilir. Çünkü işe üzülerek de olsa en basitten başlanılmalı. Mesela bir tanışma sütunu veya buna benzer şeylere yer verilmeli. (...)
DOSTLUK VE DAYANIŞMAYI YÜKSELT! EŞCİNSELLERARASI KISKANÇLIK VE DÜŞMANLIĞA SON! ANTİ-HETEROSEKSİST MÜCADELE SÜRECİNDE BİRBİRİMİZİ SEVMEYİ ÖĞRENMELİYİZ.
KAOS GL
14
HABERLER HABERLER HABERLER Kaos GL, dördüncü sayıya ulaştı. Bilerek ve isteyerek KAOS'u tercih edenlerle birlikte yoluna devam ediyor. Kaos GL'nin medya'ya karşı topyekün mücadeleci tavrını tartışmak abesle iştigal. Bununla birlikte Ankara Kentinde yerel bir radyonun program davetini kabul ettik. Canlı programı dinleme olanağı bulabilenler ile kaydı dinleyecek olanlar bu durumun bir çelişki yaratmadığını göreceklerdir. Canlı yayında görüşlerimiz çarpıtılmadığı gibi en küçük bir engellemeyle de karşılaşmadık. Programda dinleyicilerle iletişim (telefon bağlantısı) kurma olanağı yakaladık. Bu arada iki dinleyiciden küfür yedik. Fahrenheit 451 adlı program Salı ve Perşembe 22.00 ile 24.00 arası Serdar Dikkatli tarafından Çağdaş Radyo (F.M. 100.8)da yapılmakta. Programa dergi adına, Kaos GL Ankara çalışanlarından Ali ve Özgür konuşmacı olarak katıldı; 1 Aralık Perşembe günü. Romeo ile Juliet'in katıldığı "Chakafukidza Dzimba Matenga" programı kadar güzel ve heyecan vericiydi. Program kaydını çözerek ileri sayılarda yayınlayacağız. Kasetin kopyasını edinmek isteyen arkadaşlar bize yazabilir.
Aralarında Kaos GL Ankara çalışanlarının da bulunduğu, İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu'ndan Ediz ve Ali, bir söyleşiye katıldı. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü Psikoloji Bölümü Topluluğu'nun düzenlediği "Eşcinsellik ve Toplum" konulu söyleşi 7 Aralık Çarşamba günü Beytepe'de yapıldı. Söyleşiye 400 civarında bir öğrenci kütlesi katıldı. İki saati aşan süre boyunca, öğrencilerin ilgisi ve samimiyeti gerçekten şaşırtıcıydı. Hem bilimlerdeki hem de sokaktaki heteroseksizm, en çok üzerinde durulan ve tekrar tekrar sorulan konu oldu. Katılım ve konu açısından, 80 sonrası üniversite sürecinde kayda değer bir söyleşiydi.
İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu'nun "Çığlık" adlı bülteninin 2. sayısı çıktı.
Feminist Dergi "eksik etek"in ekim 1994 tarihli sayısı çıktı. Edinmek isteyenler (ki biz özellikle Gülnur Savran'ın Eşcinsellik Semineri'nde yaptığı konuşma metni için Kaos GL okurlarına öneriyoruz) Şükran'a yazabilir. Şükran Çavdar. Bilar. İstiklal Caddesi Zambak Sokak 4/7 Beyoğlu, İstanbul.
EXPRESS, bütün zorluklara rağmen yol alıyor. Her Cumartesi gazete bayilerinde görebilirsiniz. Önerimiz, görmekle kalmayın, alın!
KAOS GL
15
U Z L A Ş M A Birkaç gün önce bir gazetenin köşe yazısında bir kelime dikkatimi çekti. "Uzlaşma" kelimesiydi bu. "Tartışmayın, uzlaşın!" diyordu. Evet... düşünüyorumda... bugün yalnızca Türkiye'de değil; sağın solla, solun sağla, gericinin ilericiyle, ilericinin gericiyle, doğunun batıyla, batının doğuyla, güneylinin kuzeyliyle, kadının kocasıyla, kocanın karısıyla, çocukların ebeveynleriyle, ebeveynlerin çocuklarıyla, milletin vekilleriyle, vekillerin milletle vb...nin uzlaşması dünyanın birçok yerinde gözlemlenmektedir. Uzlaşma sözlük anlamıyla İngilizcede -reconcile reconciliation, -come to an agreement or unterstandig, öbür dillerden Türkçeye barıştırmak, aralarını bulmak, barışmak, uzlaşmak, halletmek, bağdaştırmak, telif etmek, razı etmek, -e alışmak, -e razı olmak anlamlarında çevrilir. Tüm bunlar bir yana, eşcinseller ve diğerleri adına, evrensel ya da ulusal anlamda ufukta bir uzlaşma görmüyorum. Görmekte istemiyorum doğrusu. Hatta kendi adıma, bu uzlaşma hastalığına yakalanmamak için sık sık aşılanıyorum. Bir düşünceye, bir davranışa ya da bir kurala alışmak, razı olmak mistizmden gelir. Mistizm tüm gerici anlayışlara kapılarını açmaya başladı mı, alıp başını gider. Dünyayı görmüyor muyuz, alıp başını nerelere gidiyor. Durumuna razı olan, alışan, nasıl dönüşüme uğrayabilir, nasıl değişir, nasıl özgürleşir, böylesi "özverilerle" nasıl insanı geleceğin insanını yapılandırabilir? "Uzlaşma ılımlılıktır." Ne demektir ılımlı olmak? Düşüncenin, davranışın sonuna kadar gitmekten kaçınmak demek değil midir? "Şu iyidir, şu şöyle olmalıdır, şu yol tutulmalıdır, bu doğrudur" diye düşüneceksiniz, yine de o yolun sonuna gitmeyeceksiniz... yarıda duracaksınız... eskiyi büsbütün yıkmayacak, yeniyi büsbütün kurmayacaksınız. Ne mi oluyor bunun sonu? Siz istediğinizin, doğru bulduğunuzun, iyi bulduğunuzun bir parçasını yapıyorsunuz. Büsbütün bir şey yapıyorsunuz değil, ama o yaptığınız bitmediği için, yarım kaldığı için, ortada olanı değiştiremiyor, ona karışıyor, yanlış anlaşılıyor, öyle ki yapmak istediğinizin tam tersini yapmış oluyorsunuz. Tüm başarılar aşırılıktan doğar. "TÜM BAŞARISIZLIKLAR ILIMLILARIN YÜZÜNDENDİR." Tüm insan ilişkileri, karşılıklı olumlamaktan değil, aksine olumsuzlanmakla, istenen, özlemle beklenen düzeye tartışarak, uzlaşmayarak, razı olmayarak, varolana alışmayarak, eski halinden dönüşerek yeni halini alacaktır. Lütfen arkadaşlar; tertemiz duygu ve düşüncelerinizi gölgelemeyin. Gölgelenmesine de izin vermeyin. Tartışın, ılımlılığa karşı aşılanın (zira bulaşıcıdır). Bizim geleceğimiz bizim ellerimizde. Eleştirel bilinçle, duygu dolu yürekle ve birliktelikle yaratacağız istediğimiz geleceği. Bir alacakaranlıkta yaşıyoruz şu dönemde. Bu alacakaranlıkta birbirimizi aradık ve KAOS GL'de buluştuk. Her ne kadar bazı arkadaşlar için derginin karamsar bir imajı da olsa, ben KAOS GL'de alacakaranlıkta ayşafağını görüyorum. Toplumda hakettiğimiz saygınlığı bulmak adına, toplumun bütünüyle olan ilişkilerimizi güzel eylemek adına, kendi çapında bir kilometre taşıdır o. Toplumsal kurallar ile kendi özgürlüğü çatıştığında (ki çatışıyor) bilinçsizce kaybolmayacak kadar cesur... saygın ve çığ gibi büyüyen bir dergi. Bizler buluştuk... haksızlıklara, anlaşılmazlıklara karşı yalnız olmadığımız gerçeğiyle. Birken iki, ikiyken beş... on... bin... olacağız. Güzel bir dünya kuracağız. Orda insana ilişkin bütün herşey güzel olacak. Yaşanası olacak o dünya. Bizler olacağız orada. Anlamımızı bulunca, anlaşılınca, ayakdibi olmayacak. Yerle bir edilmeyecek bizler... "Özgürüm artık!" diyebilecek kadar aşamalardan, tutsaklıklardan, işkencelerden geçirilmiş ve arındırılmış olacak olan bizler... Bu bir ütopya değil. "Olmaz" diye birşey olmaz. Yeter ki uzlaşmayın... tartışın... Ama tüm bunlar zor geliyorsa "ben yapamam" deyin, bir kenara çekilin, olsun bitsin. Karar sizin...
DERYA KURAT 150.000.-TL