KaosGLD42

Page 1

S

EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR

EŞCİNSELLER SAPIKTIR. EŞCİNSEL AŞK YOKTUR, EŞCİNSEL SEKS VARDIR. EŞCİNSELLER YALNIZLIĞA MAHKUMDUR. YALNIZLIK ADASININ ERKEKLERİ. LEZBİYEN İLİŞKİ DAHA AZ SAPIKÇADIR. LEZBİYENLİK MODADIR. TRANSEKSÜELLER BUNALIMDAN ÇIKAMAZ. DÖNMELİĞİN SONU FAHİŞELİKTİR. EŞCİNSELLER APOLİTİKTİR. EŞCİNSEL İLİŞKİ SAPIK İLİŞKİDİR. EŞCİNSELLİK KAPİTALİZMİN ARTIĞIDIR. ERKEK EŞCİNSELLER ÇOCUKLARI İSTİSMAR EDER. ERKEK EŞCİNSELLER KADIN MİNYATÜRÜ, KADIN EŞCİNSELLER ERKEK MİNYATÜRÜDÜR. EŞCİNSELLER HEP SANATÇI OLUR. BİZİM SENDİKAMIZDA EŞCİNSEL MEMUR YA DA İŞÇİ YOKTUR. EŞCİNSELLİK ÖZENTİDİR. EŞCİNSELLİK BATIDAN GELİR. ESKİDEN EŞCİNSELLİK Mİ VARDI, AHLAK BOZULDU EŞCİNSELLİK ARTTI. TBMM’DE EŞCİNSEL MİLLETVEKİLİ YOKTUR. TÜM POPÇULARIMIZ SAPINA KADAR ERKEKTİR! LEZBİYENLER, ERKEK BULAMAYAN KADINLARDIR. ERKEK EŞCİNSELLER ÇOCUKLUKLARINDA TECAVÜZE UĞRADIKLARI İÇİN EŞCİNSEL OLURLAR. EŞCİNSELDEN DEVRİMCİ OLMAZ. EŞCİNSELLER HETEROLARA DÜŞMANDIR. TÜRK HAMAMLARINDA EŞCİNSEL İLİŞKİ YOKTUR. EŞCİNSELLERLE TRANSEKSÜELLER BİRBİRLERİNİ SEVMEZLER. ERKEK EŞCİNSELLER KADIN DÜŞMANIDIRLAR. KADIN EŞCİNSELLER ERKEK DÜŞMANIDIRLAR. EŞCİNSELLER SEKS DÜŞKÜNÜDÜRLER. AIDS EŞCİNSEL HASTALIĞIDIR. EŞCİNSELLİK GENETİKTİR. EŞCİNSELLİK SONRADAN EDİNİLİR. EŞCİNSELLERİN SONU İNTİHARDIR. EŞCİNSELLİK TRANSEKSÜELLİĞİN İLK AŞAMASIDIR. EŞCİNSELLİĞİN İNSAN HAKLARIYLA NE ALAKASI VARDIR..AY ABLA, ŞİMDİ BÜTÜN BUNLARLA KİM UĞRAŞACAK!

ŞUBAT 1998

YIL 4

SAYI


KAOS GL SATIŞ NOKTALARI:

İçindekiler Lezbiyenler, Hangi Rolü Seçelim Eğitim-Sen’li Öğretmenlere İnadına İnadına Varız Karaman’ın Koyunu… Son Dans Rahmi’ye İzmir Dim’den Raporlar GL Kitaplığı Sex Panic! Laleli Mektuplar Bayram-lıkTarihimizden Sayfalar Buluşma/ma Hezeyanları Kaos’a Doğru (Şiir) Hamam’dan Ağır Roman’a Eşcinsellik

ANTAKYA Ferah Kitabevi (Saray Caddesi) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Kardelen Kitabevi İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak), İletişim (Alsancak), Mephisto (Alsancak), Kemer (Konak) DENİZLİ İleri Kitabevi, İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İlhan İlhan, İmge, ve Doruk (Konur1) Kitabevleri

3 4 7 8 10 11 12 13 15 16 17 19 25 26 27 30 31

Eski sayılarımızı İstanbul ve Ankara İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı) bulabilirsiniz.

ve

İZMİRLİ ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: : PK 41 Karşıyaka- İzmir BURSALI ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: Barış Evren, P.K. 177, Ulucami, 16371 BURSA

A B O N E L İ K

Tüm KELEPİR Kitabevleri

İ Ç İ N

YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 4.000.000.-TL, 6 AYLIK 2.000.000.-TL YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR PLEASE, TRANSFER 75 DM OR 50 $ AS 1 YEAR SUBSCRIPTION PERIOD TO THE FOLLOWING BANK ACCOUNT: T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ NO:4213 0544328 DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 300.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ

e-mail:

42. SAYI: Dizgi:

kaosgl@ilga.org kaosgl@geocities.com

Düzelti:

Ali Ferhat

Kapak Tasarım:

Atilla Karakış Özcan Gay’e Efendisiz Ali Ferhat

internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050

KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ ŞUBAT 1998

YIL 4

SAYI 42

HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. KAOS GL ilga üyesidir B u

d e r g i

K A O S

G r u b u

t a r a f ı n d a n

YAZIŞMA ADRESİMİZ

Mustafa Salim Savaş Atilla Karakış

¨

y a y ı n l a n m a k t a d ı r .


L E Z B İ Y E N L E R , HANGİ ROLÜ SEÇELİM?

GÜL/İSTANBUL Yıllar önce bir gazetede iki kadının aşk öyküsünü okumuştum. Bu kadınlar birbirlerini seviyorlar, evlenmeye karar veriyorlar!? Kadın rolündeki kahramanımız ailesine “Beni istemeye gelecekler” diyor. Tabi isteyenin kim olduğunu söyleyemiyor. “Erkek” rolündeki o büyük gün geldiğinde elinde çiçek ve çikolatayla kızı istemeye gidiyor. Aile dumura uğruyor. Sonrası demeyin, çünkü hatırlamıyorum. Bu aklımda kalanlar beni her zaman güldürüp, düşündürtmüştür. Belki bu kadınlar çok cesaretli insanlardı, yaptıkları az şey değildi. Ancak yöntemleri bana hiç doğru gelmedi. Eşcinsellik ve özelde lezbiyenlik çoğunluğun yaptığının doğal sayıldığı bir ortamda kişinin kendine, yönelimlerine sahip çıkmasıdır. Köhnemiş kurumlara, davranışlara, çeşitliliği zenginlik yerine çatlak ses olarak gören anlayışa karşı bir duruştur. Eşcinsellik bulunduğu yer itibariyle ilerici bir unsurdur. Bu açıdan bakarsak toplumun red ettiği bir ilişki biçimini, yine toplumun yarattığı kurumlarla yeniden üretmeye çalışırsan herhalde örnekteki gibi magazin basınına düşmekten başka bir yol kalmaz. Birbirini seven iki insanın beraber aynı evi paylaşmaları kişilerin kendi tercihidir, bence doğaldır. Doğal olmayan bunu heteroseksüel bir evlilik gib algılamak ve kız istemeye gitmek. Toplumda bu ilişki biçiminin kabul görmediği bir ortamda bi de gidip kız istemek gibi bir şey. Paran varsa satıcı, malını müşterisine ‘verir’. Bir alış veriş olayı. Şu evlilik meselesine gelince –alternatif evlilik, ilişki yaratanları dışarda tutarsak- aklıma heteroların yaşadığı erkek egemen-cinsiyetçi işbölümü, yaşam tarzı geliyor. Kadının evde olsun, dışarda olsun çalıştığı, mesainin hiç de bitmediği, erkeğin 9-5 mesaisinin bitmesiyle istirahata çekildiği, kadının evin içinde hergün bıktırıcı, tekrarlayıcı işlerle uğraştığı, kadnın cinsel yaşamında bile hep altta kaldığı ilişki biçimi. Bunlar daha da açılabilir. Bunu lezbiyenler de bu kurumu yeniden üretmek için rollerini seçiyorlar, farklı bir ilişki biçimini yine toplumun istediği, hep yaşanılan tarzda hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Oysa lezbiyenliğin kendine has bir dili ve ilişki biçimi olmalıdır. Eğer toplumdaki anlayışları kadınlar olarak aynen ilişkilerimize yansıtırsak, özü itibariyle ileri dediğimiz yönelimlerimizi pratikte geri bir noktaya çekmiş oluruz. Sistem her türlü ilişki biçiminde zaten bize alternatiflerin olmadığı yanılsamasını yaşatıyor. Eşcinsellikte bile kadın-erkek toplumsal cinsiyetçi bir ilişkiyi dayatıyor. Bunu en önce çevremizdeki yaşam tarzlarıyla, diliyle, kültürüyle ve bazen tek tük yapılan lezbiyen filmleriyle alternatifsiz ilişki biçimini gösteriyor. Mesela Düş Gezginleri’ndeki lezbiyen çiftin birlikte yaşamasıyla beraber biri dışarıda çalıştığı için erkek rolünü benimsiyor. Bu ona ayakkabılarını ulu orta bırakma, gelir gelmez yemeğe bakma, her çapkın erkek gibi eşinden hariç başkasıyla beraber olma, kıskanma vs. haklar veriyor. Kadın rolündeki biraz da alt kültürden gelmenin verdiği eziklikle evde çalışıyor, dantel yapıyor, arabesk dinliyor, eşine sadık vs. Bunlar ne kadar da annemize, babamıza veya çevremizdekilerin yaşam biçimine benziyor di mi? Hayır, başka bir yaşam tarzı var. Bunu yaratabilmek mümkün. Kendimizi eğer kadın gibi görüyorsak ve böyle seviyorsak egemenlik ilişkilerini yırtabilmemiz gerekir. Bu ilişki biçimi nispeten özgür bir ilişki, kendini ataerkil düşünce tarzından ayrılmaya çalışan bir birlikteliktir. Ama bu kısmi ilişki içi özgürlük iki lezbiyenin gecenin bir vaktinde sokakta rahat yürümesini sağlayamaz. Bu ayrı bir yazının konusu olabilir. Bize dayatılan cinselliği red edebildiğimiz gibi bize dayatılan ilişki biçimlerini de sorgulayıp, reddedebilmeliyiz. Eğer bir kadın kendini psikolojik olarak erkek gibi görüyorsa tv programlarında bunu ispatlamak için “evişlerini hiç yapmazdım, çok çapkınım” vs. toplumsal duruşunu belirleyen sözler sarfetmemeli. Ben de evişlerini sevmememe karşın kendimi erkek gibi hissetmiyorum. Çünkü bu benim psikolojik sürecimi açıklayan bir durum değil. Bu noktada kendimizi, rollerimizi iyi sorgulamalıyız. Özellikle kendini kadın kimliğiyle ifade eden lezbiyenler durumlarını yeniden gözden geçirip, kimliğini, yaşamını yeniden üretmelidir. Gerçek ilişkilerde rollere gerek yoktur.

KAOS GL 42 / 3


EĞİTİM-SEN’Lİ ÖĞRETMENLERE Bizler KAOS Eşcinselleri olarak siz öğretmenlerle iletişime geçmek, görüşmek ve sohbet etmek istiyoruz. Çünkü mesleğiniz gereği bizlerin eşcinselliğimizi keşfettiğimiz dönemi olan öğrencilik sürecimizde en çok sizlerle yüz yüze olduk ve oluyoruz. Toplumsal bir gerçeklik olarak eşcinsel bireylerin ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde sizlerle iletişim kurmanın yararlı ve gerekli olduğuna inanıyoruz. Okulunuzda, sınıfınızda karşınıza çıkan ve mesleğinizden dolayı karşı karşıya geldiğiniz eşcinsel öğrencilere çürümekte olan bir sistemin ve onun kurumlarının zihniyeti ile yaklaşmaktan artık vazgeçin. Eşcinseller hasta ya da sapık insanlar değildir. Mevcut eğitim sistemi eşcinselleri yok saydığından, eşcinsel öğrencilerin sorunlu ya da bunalımlı olmaları sizleri yanlış yönlendirmesin. Bu ülkenin en büyük memur sendikalarından biri olan Eğitim-Sen’li öğretmenler olarak, ekonomik talepleri anlamlı kılma yolunda, en başta sizlerin özgül alanı olan eğitim kurumunun bütünüyle sorgulanması için, hiç sesleri çıkmayan eşcinsel öğrencilerin ve öğretmenlerin ne düşündüklerini bilmek gerekmez mi? Biz KAOS Eşcinselleri ile iletişime geçmenizi bekliyoruz.

NE 5 NE 8... EŞCİNSEL ÖĞRENCİLER İÇİN HEPSİ ZULÜMDÜR! Her Eylül’ün tipik tartışması olan eğitim sorunu, son olarak büyük bir “kriz” olarak gündeme gelmişti. Refahyol koalisyonu sürecinde, en sıradan bir konunun bile krize dönüşmesi ve bu kriz bolluğunda, zorunlu eğitimin beş ya da sekiz yıl olması yönündeki tartışmanın, diğer krizlerden bir adım öne çıkması, sorunun salt rakamlardan ibaret olmadığını da göstermekte. 70 yıldır tartışılan eğitim konusu bir kez daha kargaşaya getiriliyor. Devlet, beşe üç yıl ekleyerek halledilebileceğini sandığı sorunla ilgili olarak “öğrenci” denilen insanlara, yetmiş yıldır yaptığı gibi hiçbir şey sormuyor. Devletin laik dayatmasının karşısında olanlarsa; öğrenci denilen insanlara yine devletçi zihniyetle yaklaşarak laik kesimden geri kalmayacağını çoktan ispatladı. Mevcut eğitim sisteminin sorunları yalnızca küçük öğrencilerin ağlamalarından ve sızlanmalarından ibaret değil. Öyle ki eğitilenlerden eğitenlere, velilerden devlete herkes yakınıyor ama hiç kimse de bu sürecin dışında kalamıyor. Eğitim kurumu ve onun ana uygulama alanı olan okullar, hiçkimseyi memnun etmediği halde sözkonusu süreç aynı şekilde devam edebiliyor. Devlet tarafından, dönemsel hükümet makyajları ise sözkonusu kargaşayı daha da arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sürecin içinde yer alan herkes (eğiten, eğitilen, veli, devlet ....) işleyişi kendi açısından eleştirir ama bir

kurum olarak eğitim’e sıra asla gelmez ve bir kurum olarak Eğitim sözkonusu olduğunda bütün taraflar kolkola girerler. Şimdi bu sürece bizim açımızdan yani eşcinseller açısından yaklaşalım. Terminolojik Belirleme Eğitim: Latince “Educare”dan gelen beslemek, yetiştirmek anlamına geldiği halde bugünkü ifadesi ile eğitim; bir eğitim sistemini, bir eylemin sürecini ve sonucunu anlatır. Eğitim, yetişkin neslin yetişmekte olanları toplum kurallarına hazırlamak için onların üzerinde tatbik ettiği eylemlerin tümüdür. Sosyalizasyon: Toplumsallaşma, topluma hazırlama: Bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşme süreci. Asimilasyon: Bir birey, grup ya da kültürün, egemen sınıf ve egemen kültür tarafından zorla ya da ideolojik araçlarla (eğitim gibi) sömürülmesi, yutulması. Egemen kültür içinde eritilerek kişiliğinin ve özgüllüğünün ortadan kaldırılması. Devletin ideolojik aygıtlarından biri olan eğitim kurumu, görece özerk olsa da, iktidarın belirleyiciliğinde olup onun denetim alanı dışında düşünülemez. Süreç, çocuğun okuma yazma öğrenip, bir meslek sahibi

KAOS GL 42 / 4


olmasından ibaretmiş gibi sunulsa da, eğitim sadece bundan ibaret değildir. Özel okullar, devlet okulları ya da bir başka kanal aynı hedefte buluşurlar. Bu hedef tahakküm ilişkilerinin devamı ve kendini yeniden üretmesidir. Hükümetlerden kaynaklanan dönemsel renk değişiklikleri olmakla birlikte aslolan tahakküm ilişkileridir. İşte bu eğitim kurumu pratik karşılığını örgün (okullu) olsun ya da olmasın sosyalizasyon denilen süreçte bulur. Yukarda verdiğimiz tanımdan da anlaşılacağı gibi sosyalizasyon bir başka deyişle toplumsallaş(tır)ma “okul”la sınırlı kalmaz. Okul, bu süreçte yalnızca bir aşamadır ama çok önemli bir aşamadır. Kişi, doğumla birlikte bu sürece girer. Aile, okul gibi toplumsallaş(tır)ma alanları çocuğu/kişiyi topluma hazırlar. İşte bütün sorun bu noktada ortaya çıkıyor. Nasıl, neye göre, ne için bir toplumsallaşma? Pekala buna özerk bireylerin kendileri karar verebilirler. Ama buna izin verilmez. Çocuğun davranışsal ve zihinsel özgür gelişimi, egemen ideolojinin organize kurumlarınca (aile, okul.....) engellenir, belirlenir ve denetlenir. Bu süreçte, her zaman karşımıza dikilen bir fizik zor yoktur. Zaten buna gerek de kalmamıştır. Aile’de ana-baba, okul’da öğretmen ve diğer ‘büyükler’in kendileri de aynı süreçten geçerek bulundukları yere gelmişlerdir. Kendisi de bir üst kurum tarafından belirlenen öğretmen artık bir denetleyen ve belirleyendir. Bir çocuğun dünyaya gelmesiyle başlanan mevcut süreci, dünyayı tanıma ve bir insan olarak kendini bulması olarak görmek mümkün değil. Oysa, çocuğun kendini bir birey olarak gerçekleştirebilmesi ve kişilik dengelerini yakalayabilmesi için öyle olması gerekir. Buna rağmen, mevcut egitim sürecinde çocuğun dünyayı tanıdığı ve bir insan olarak kendini bulduğu söyleniyorsa; bu durum, ideolojik gölgeleme aracılığıyla yaratılan bir yalandır. Çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte, sokulacağı kalıplar, verilecek şekiller hazırdır. Dini hazırdır, toplumsal cinsiyeti hazırdır. Böyle bir kuşatma altında çocuğun özgür gelişiminin mümkün olduğunu düşünmek için mevcut süreçten başarı (!) ile geçip ideolojik bir esir olmak lazım. Süreç o kadar keskin ve o kadar doğal algılanır ki bir başka kanal düşünülmez bile. Çocuğun biyolojik cinsiyetinden hareketle, sosyalizasyon sürecinde karşısına iki toplumsal kategori dayatılır. Kız çocukları “kadınlık” toplumsal kategorisine, oğlan çocukları “erkeklik” toplumsal kategorisine göre yetiştirilir. Yetiştirme sürecinde davranışları ile birlikte, ideolojik olarak da

belirlenirler. Kendilerini “kadın” ve “erkek” olarak algılamaları sağlanır ve bu başarılır da. Artık kendileri de birer anne, baba, öğretmen .... olabilirler. Heteroseksüeller için bile bir cendere, bir kuşatma anlamına gelen bu süreç eşcinseller için ve eşcinselliği seçecekler için ayrıca gerçek bir asimilasyon anlamına da gelmektedir. Çünkü mevcut sosyalizasyon, heteroseksist sömürgeci güçlerin belirleyiciliğinde, heteroseksüel bir öz taşır. Sözkonusu heteroseksüel toplumsallaştırma, heteroseksüelliğin dışındaki durumları kabul etmez, yok sayar. Bütün asimilasyon politikalarına ve uygulamalarına rağmen ‘hayır’ diyebilenler çıkarsa, heteroseksist sömürgeci güçlerin diğer kurumları hiç zaman kaybetmeden heteroseksüel toplumsallaştırmanın imdadına koşar. Çoğunluğa uymayan “norm”al değildir ve polis ya da psikolog gerekeni yapar. Bu durum, bizim fizik zor ile ideolojik zor’un madalyonun iki yüzü olduğunu görmemizi sağlar. Okul, ekonomik üretim sürecine teknik eleman ve egemen ideolojiyi yeniden üretmek için ideolojik esir yetiştirmeye yaramakla birlikte çok önemli başka işlevlere de sahiptir. Türkiye’de süreci tamamlayabilen insanların en az 25 yılı çok büyük olasılıkla yaklaşık 30 yılı okul’da geçer. Ömrümüzün yarısını “öğrencilik” yaparak harcarız. Mevcut eğitim sistemini eleştirmekten vazgeçsek bile, teknik olarak bu sürecin gerekli olduğunu aklı başında hiç kimse iddia edemez. İktidar için aslolan tahakküm ilişkilerinin devamı olduğuna göre insanların hayatlarının okulda ya da hapishanede geçmesi pek de önemli olmuyor. Milyonlarca insanın okullara kapatılmasının, eve (çocuklar, kadınlar, yaşlılar), fabrika ve bürolara (işçiler, memurlar) ve hapishaneye (suçlular?) kapatılmalarından ne farkı var? Elbette böyle bir soru başlangıçta saçma geliyor. Çünkü okullarda sadece okuma-yazma ve meslek öğrenilmez. Aile kurumundan sonra beyinlere ve bedenlere son darbe indirilir. Aile kurumunda olduğu gibi okulda da öğrenciye bir birey olarak yaklaşılmaz. O, bir öğrenci olarak, eğitilen, denetlenen ve belirlenendir. Yediğine, içtiğine, giydiğine herşeye ama herşeye karışılır. Özellikle ortaokul ve lise dönemi eşcinsel öğrenciler için tam bir kabustur. Bu aşamada heteroseksüel toplumsallaştırma meyvelerini toplar. Bütün baskı ve yönlendirmelere rağmen, kendi ayrımına vararak, heteroseksüel kalıplara uymayan eşcinsel öğrenciler için yeni sorunlar başlar. Daha önceleri alayla yetinen heteroseksüel öğrenciler, kendilerine benzemeyen eşcinsel öğrencilere, artık

KAOS GL 42 / 5


kendilerini ispatlama dönemi de geldiği için fizik saldırıda bulunurlar. Alay ve dışlamaya, büyük bir cesaretle hırpalama ve dayak da eklenir. Yönetim ve rehber öğretmen için çok doğal olarak suçlu, eşcinsel öğrencidir. Durum, siyahla beyaz arasındaki fark kadar açıktır ama ısrarla siyah öğrenciyi beyaza boyamaya çalışırlar. Eğer boya tutmazsa, iş okuldan atmaya kadar varır. Bu koşullarda eşcinsel öğrencilerin çoğunluğu kendi özgüllüğünü kendi bilincine bile çıkaramadan bütünüyle bastırma sürecine girer. Çoğunluğa uyar ve heteroseksüelmiş gibi davranır. Artık yıllarca sürebilecek bir cehennem sözkonusudur. Eşcinsel öğrenci, kendi durumunu, bir yanlış, bir hastalık olarak algıladığında, heteroseksüel sosyalizasyon başarılı olmuş demektir. Fakat bu başarı çok büyük olasılıkla hayali bir başarı olacaktır. Bir Kürt çocuğuna, Türkçe öğreterek, onu ne kadar Türk yapabilirseniz, bir eşcinsel öğrenci de o kadar hetero olur. Asimilasyon politikaları, heteroseksüel ilişkiyi, biricik ve tek doğal ilişki olarak sunar ve mutlaklaştırır. Okul’da kitaplar yalnızca bu tür ilişkileri tanımlar. Eğitenler bu tür ilişkilerin propagandasını yaparlar. Eşcinsel öğrencinin gözünün içine baka baka, durumu, bir hastalık ya da ruhsal bir sorun olarak anlatır. Eşcinsel öğrenci susar ve onaylar. İşte bu durum tek kelimeyle sömürgeciliktir. Eşcinsel öğrencinin bedenine ve ruhuna yönelik bir işgaldir. Bununla birlikte, maruz kaldığımız heteroseksüel toplumsallaştırma, heteroseksist sömürgeci güçlerce, eğitim adı altında bize bir hak olarak sunulur! (İlkellere uygarlık götürme lütfunu hatırlayın) Şayet biz bunu bir ‘hak’ olarak talep ediyorsak, o zaman heteroseksüel erkek egemen ideolojinin başarısı ortaya çıkar: Kişiliğimizden, onurumuzdan ve ruhumuzdan vazgeçme hakkı! Özgüvenimizi yitirme ve kendimizden nefret etme hakkı! Kabul edilsin ya da edilmesin mevcut eğitim sistemi, heteroseksist sömürgeci güçler açısından bile bitmiştir. Kendi devletinin eğitim kurumuna güvenmeyen burjuvazi, kendi çocuklarını eğitmek ve ihtiyaç duyduğu elemanları sağlamak için çoktan kendi okullarını açmaya

başladı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptırdığı bir araştırma sonunda ‘okul’un öğrencinin hayatından çıkmış olduğu görülüyor. “Okuldan ne bekliyorsunuz?” sorusuna öğrencilerin yüzde 45’i cevap bile vermiyor. İnsanları daha bebeklikten, kadınlık ve erkeklik toplumsal kategorilerine göre yetiştirmek “ahlaki” ve “normal” oluyor da bazı ‘çocuk’ların ve “öğrenci”lerin eşcinsel olabilecekleri neden ahlaki ve normal olmasın? “Kız” ve “erkek” öğrencilerden başka öğrencilerin de olabileceği kabul edilsin. Eşcinsel öğrencilerin kendilerini tanımlama ve ortaya çıkma hakları tanınsın ve bunun maddi olanakları yaratılsın. Eşcinsel öğrencilerin, öğretmen seçme ve reddetme hakkı tanınsın. Sınıflarda eşcinsellikle ilgili hakaret ve alaylara son verilsin. Sözlü ya da fiziki saldırılara karşı özsavunma hakkını kullanan eşcinsel öğrenciler cezalandırılmasın. Eşcinsel suçlamasıyla görevlerine son verilen, sürgüne gönderilen, açığa alınan öğretmenlerle okuldan uzaklaştırılan öğrencilerden özür dilensin, tazminat ödensin ve geri çağrılsın. Her okulda bir eşcinsel, bir heteroseksüel olmak üzere iki rehber öğretmen görevlendirilsin. Eşcinsellik konusunda bilgisiz olan heteroseksüel öğretmenler, eşcinsel rehber öğretmenlerce bilgilendirilsin. Başta hayatbilgisi ve sosyal kitaplar olmak üzere, bütün ders kitapları eşcinselliği ve eşcinsel öğrencileri yoksaymayacak ve kötülemeyecek bir şekilde yeniden yazılsın. Sosyal konuların işlenmesinde eşcinsel öğrencilere öneri ve söz hakkı tanınsın. Kadınlığın ve eşcinselliğin aşağılandığı ve insanların yarıştırıldığı Milli Güvenlik ve Beden Eğitimi derslerine girmek istemeyen eşcinsel öğrencilere bu hak tanınsın.

Eşcinsel öğrencilere özgürlük! Heteroseksüel toplumsallaştırmaya lanet! KAOS EŞCİNSELLERİ

BU METNİ EĞİTİM-SEN’İN 2-6 ŞUBAT TARİHLERİNDE ANKARA’DA DÜZENLEDİĞİ DEMOKRATİK EĞİTİM KURULTAYI’NA KATILAN ÖĞRETMENLERE DAĞITTIK.

KAOS GL 42 / 6


TAHA/ANKARA Eşcinsel bir birey olarak var olan ve var olmaya devam eden ben, eğitim sistemindeki yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. İlk başladığımda insanlardan uzak, bunalımlı, insanlarla iletişim kuramayan biriydim. Kendimi hep TEK olarak düşünüyordum. Bunun öyle olmadığını KAOS’u tanıyınca anladım. Kendimi TEK hissetmemin nedeni verilen eğitimle ve var olan yaşantılar veya yaşadıklarımla ilgili olduğunu düşünüyorum. Nedeni ise verilen eğitim içerisinde yokum, yokuz, yok sayıyorlar. Heteroseksüel dünyayı, yaşantıyı beynimize kazıyorlar. Yani asimilasyona uğruyoruz. Var olan heteroseksist asimilasyona. Bu asimilasyon karşısında doğal olarak okulda, sınıfta, dışarda kendimizi heteroseksüel bir birey gibi düşünüyoruz veya düşünmeye zorlanıyoruz. Bu sorunları yaşarken derslere gitme, ödev yapma, sınıf arkadaşlarımla iletişim kurma, okulda başarılı olma isteklerim tükeniyor. Derslere girdiğimde geriliyor, bunalıyor, çıldırma aşamasına geliyorum. Derslerde sadece kadın ve erkek anlatılıyor. Ya ben, ya biz, ya bizler? Bu soruları hocalarıma soruyorum, “istatiksel bir sayı yok elimizde. Cinsel sapma, sapıklık, doğal olmayan insan davranışı, patalojik” diye cevap veriliyor. Olmaz diyorum. Bilim böyle kabul etmiyor diyorum. Artık bu bilgiler geçerli değil diyorum. Onlar ise ABD ve Avrupa’da bunlar geçerli olabilir, bizim gibi manevi değerlerine önem veren, kutsal aile kurumunu önemseyen toplumlarda hasta olarak nitelendirilir. Yani, diyorum, ben o zaman hastayım. Sırıtıyorlar. Geri zekalılar. Sınavlarda ise sorular bana saldırı niteliğinde. Soru, 21-22 yaşına gelmiş bir bireyin karşı cinse ilgi duymaması davranış bozukluğu mudur? Cevap –Evet, oluyor tabi ki, cevaplamıyorum. Ya danışmanlara ne demeli? Bir gün transcriptimi almaya gittiğimde danışmanın “neden bu kadar zayıfın var” sorusuna “sorunlarım var” diye cevap vermiştim.

-Ne gibi sorunlar? -Toplumsal sorunlar. -Nerelisin?-Doğuluyum. -İstersen sana bir psikolojik danışman ayarlayabilirim. Tabii ki kabul ettim, ihtiyacım vardı. Bir hafta sonra yanına gittiğimde psikolojik danışmanı ayarladığını ve benimle görüşebileceğini söyledi. Ne konuştunuz sorusuna, doğudan geldiğimi ve uyum sorunu çektiğimi ona ilettiğini söyledi. Bense bunun böyle bir sorun olmadığını, eşcinselliğimden dolayı yaşadığım toplumsal sorunlar olduğunu, hocalarımın bana karşı olumsuz tutumlarının sorun yarattığını söylediğimde gözleri faltaşı gibi açıldı. Eski iyi niyetinden tabii ki eser kalmamıştı. Sonuçta görüşemedim, görüştürülmedim. Psikolog “aslında sen değişebilirsin” mesajını üstü kapalı olarak verdi. Psikiyatrist; “ne zaman kestireceksin çocuğum?” Tabii ki adamın suratına bakıp kahkahalarla odadan çıktım. Heteroseksüel güzel arkadaşlarım ise beni öğrendiklerinde, ya onları becereceğimden korkup kaçtılar veya ilginç bulup bir süre takılıp uzaklaştılar. Var olan eğitim sisteminde yok sayılıyoruz ama alay edilen, eğlenmek için kullanılan en iyi kaynağızdır… Bu nasıl bir çelişki… Hayatın tüm alanlarında yok sayılıyoruz. Ama ben böyle düşünmüyorum. Hayatın her alanında varız (inadına inadına varız) ve var olmaya devam edeceğiz. Heteroseksist asimilasyona maruz kalsak da hiç bir zaman heteroseksüel olmayacağız. Bunu iğrenç kafaları anlasın artık. BUNLARI ANLATALIM. UMUTLA.

KAOS GL 42 / 7


KARAMANIN KOYUNU, SONRA ÇIKAR HOMO’SU YUSUF CAN/KARAMAN Karaman, Karaman olalı, ne böyle bir Yusuf Can gördü, ne de Yusuf Can, Karamanda başka bir Yusuf Can gördü. Oysa Yusuf Can, Karaman’da Yusuf Can’lara hasretti. Olmayınca o, hayat olmuyor. Yusuf Can sonsuzluğun ne anlama geldiğini iyi bilir. Dün de düşünde görmüştü onu… Sarılıyordu, öpüyordu ve sımsıcaktı… Yusuf Can biliyor ki onu bugün de görecek düşünde… Burası Karaman, ne mal olduğumu bilseydi Karamanlı, İran’da taşa tutulur gibi mahvederlerdi beni… Ama artık baş kaldırma vakti… Artık Karamanlı’nın gerçekten oyunu çıkacak… Korkmuyorum kimselerden… Sadece annemin ve babamın umutlarına gölge düşmesin istiyorum ve Yusuf Can’ı o yüzden gizliyorum. Şu aralar oldukça susadım ona… Gizlemiyorum, bulamıyorum, sevdiremiyorum… O yanıbaşımda… Beni çarşıya götüren şoförün yanıbaşına oturuyorum. Kollarındaki tüyler öldürüyor beni… Bana gülümsüyor ve bayram ediyorum. Adam benden habersiz, adam ne mal olduğumdan habersiz… Bir bilse, bir bilse… Manyak oldum, inanın hasret kaldığım sevgi, ve bu sevgiye erişememek, beni deli ediyor… Hoca’ma aşığım, adam ders anlatıyor, bir mol oksijenle iki mol hidrojen tepkimeye giriyor diye… Bana ne be adam hidrojenden, oksijenden… Ben seninle tepkimeye girmek istiyorum, yüksek ısıda, yüksek basınçta ve sonuçta yine tepkimeye girmek, yine tepkimeye girmek istiyorum. Yusuf Can, Ege’nin minik bir şehrinde, görmediği bir adama, yazısına, yaşına, yüreğine vurulduğu bir adama da aşık.. Sıcaklığı gelir

Egelerden. Duy beni aşık olduğum adam, DUY… Yusuf Can iki parça, bir yanını Muşlu aldı götürdü, Muşlu aramıyor, Muşlu sormuyor… Olmuyor Muşlum, olmuyor… Bu sana yakışmıyor… Sen adına şiirler yazdığım Muşlum, sen ağladığım, sen unutamadığım Muşlum… Muşlu’nun beni yaktığı gibi, yakarlar inşallah seni… yakarlar… Bazen olur ki, Konya’ya gidesim gelir bilir misiniz Konya’yı… Bağnazlar şehri… Ama bana en yakın çark şehri… Bizim Alaaddin Tepemiz vardır orada… Nelere şahit olur, nelere gebe kalır o tepe… Yolu Konya’ya düşenler, siyah montlu Yusuf Can’ı, pembe düşlerle bir bankta, umarsız bakışlarla etrafına bakan biri olarak görmediler mi? Aslında yazdıksıra batıyorum, sevgi bir kişiye özeldir. Aşk bir kişiye. Oysa ben, daldan dala atlamışım. Her bir dal biryerlerime birşey sokmuş ve o dalı bir daha bulamamışım tutunmak için… Lanet olsun… Ve yazık ediyorum beni sevdiğini söyleyen kıza… Ona layık değilim… Kocası olacak Yusuf Can’ın, bir kocası olduğunu bilseydi sever miydi beni… Aslında rolümü o kadar da iyi beceremiyorum… Burası Karaman, okulda öldürüyorlar beni… Mahallemde, insanlar içinde… Tanrım, niye bu kadar batıyor Yusuf Can, Yusuf Can olmayanlara… Karaman’da bir Yusuf Can gezer. Gömleğinin altında KAOS… gömleğinin altında yasak aşkın mektupları… Belediye kütüphanesindeki Olcay Beye de aşık Yusuf Can… O da bihaber… Ne Hamama gidebildim, ne Ağır Romana… Ancak Konya’da adamın birisi ile gittim, saunalı bir hamama…

KAOS GL 42 / 8

Birgün gelecek o… Biliyorum. Sakalları ile, sevdası ile, yüreği ile… Tüm ağırlığı ile… Ve ben bekliyorum… Ankara’yı arıyorum. Kıymet bilmediğim Ankara’m. Gençlik Parkı’nda, Güven’de, Yusuf Can kimliğimi niye kullanamadım… Niye mal gibi bakındım durdum etrafıma. Dilim vardı… Gözüm vardı, götüm de vardı… Beni okuyan Can’lar, beni sapıtmış, azmış olarak görmeyin ne olur. Ben sevgi aradım, dokunuş aradım. Öğüt aradım, sıcaklık aradım… bulamadım da, böylesine onun bunun oyuncağı oldum, ve olacağa benzer… Şimdi bir umudum Muş dağlarında, bir umudum Egeli civanımda… Beni bana bırakmayın… Bırakmayın… Ve KAOS… Sizi seviyorum, evvel dergi reyonunda, Dost Kitabevinde, utanarak elime aldığım bu dergiyi, utana sıkıla alırdım, ücretini ödeyip. Şimdi aynı yerden, gururla ve dik başla alıyor ve gömleğimin içine saklamadan elimde taşıyorum… Güven Park’tayım… okuyorum… ve KAOS’lar gidiyor Karaman’a… Yakın bir zamanda, bu dergileri belediye kütüphanesine bırakmak geliyor aklıma… Ama kıyamıyorum. Bir nevi yüreğim saklı içinde bunların. Ve Karaman. Ben Yunus gibi, ben Karamanoğlu Mehmet Bey gibi, ben Karaman Kalesi gibi gururluyum ben inadına yaşayan bir küçük Yusuf Can’ım… Karamanlının oyunu sonra çıkmaz… Karamanlı Yusuf Can ise… Son olarak Ben utanılacak bir insan değilim Utanç duyulacak toplumun eseriyim. Sevgiyle kalın.


KAOS GL 42 / 9


bir kaç not:

Başım ağrıyor, gözlerim kırmızı, midem allak bullak. Nedeni belli değil. Sorulan sorular: O’nu tanır mıydın? Hayır tanımıyordum. Bir iki kez gördüm sadece. O’nun nasıl yaşadığını biliyor 42. sayı da elinizde, sizce nasıl bir muydun? Hayır doğru ve yanlış olması önemli değil. Bir insan dergi olmuş? Bunu geyik olsun diye olması, benden bir insan olması önemli. Verilen cevaplar sadece sormuyorum. Dergiyle ilgili her türlü hafızama kısa süre içinde yerleşmiş bir siluete hitaben. Karanlık kıyafetler giyen ve güzel danslar yapan bir genç adam. Siluet eleştiri ve önerilerinizi bize yazmanız için sorulmuş bir soru bu. Derginin diyorum. Çünkü O’nun adını dahi O’nun yokluğunda öğrendim. bütünü, resimleri, yazıları hakkında Acı değil mi? değerlendirmelerinizi, yazılardan Gazete önümde ufak bir yer ayrılmış. Evinde ölü bulundu… herhangi biri ile ilgili kendi fikrinizi Öldürülmüş… Çırılçıplak… Hırsızlık (hırsızlık mı acaba?) yazmanızı istiyorum. İstiyorum, nedeniyle… Onbeş bıçak darbesi… Bankacı…Yaşamdan kopuş çünkü imzası bulunan ve anları gözümün önüne geliyor. Tüyler ürpertici. Neden, neden ve bulunmayan bir çok insanın neden sorularının sonu gelmiyor. İstediğin bir iki saatlik zevk miydi? Neden bu doyumsuzluk? Bunun için mi hakettin o bıçak meydana getirdiği bu dergi hakkında o kadar çok şey duyuyorum ki… darbelerini? Hayır seni yargılamaya hiçbirimizin hakkı yok. Sen Fakat ne yazık ki duyduklarımın istediğin gibi yaşadın. Ama biraz daha dikkatli olamaz mıydın çoğu üçüncü ağızdan. Dört yıldır sitemi bizimkisi. çıkan bir dergi hakkında edilen Kağıtlar ıslak, gözler yanmakta hâlâ. Bir kaç kişi gördüklerim, sözler beni ilgilendiriyor. onlarda üzüntü içindeler. Dansçı öldürülmüş diye konuşuyorlar. İlgilendiriyor, çünkü –mütevaziliğin Evine götürdüğü iki hayvan tarafından. Dans etmeyecek orada. Ukalâ bakışlarını severdim. Göremeyeceğim onları da. Ben ise bir gereği yok- Türkiye için çok çok zor bir şeyi gerçekleştirdi bu dergi. en çok giydiği siyah bodyleri diyor bir başkası. Ah üzerindeki Sadece kendi alanında değil, pantolonu nereden aldığını bile soramadık. Otobüste görmüştük Türkiye’deki dergicilik alanında da O’nu bir kız ile. Utanmasın diye yüzüne bile bakmamıştık. bir zoru başarmış, dört yıldır Gülmek için bahaneler ama nafile…Yok artık O, tanımadığımız aksamadan çıkmış bir dergi KAOS bir kişi. Orada oturup onun için üzülen, ağlayan insanlar. Marjinal GL. Eşcinsel mücadele adına bir olmamayı tercih edip, sıradan kişiler gibi bir insan öldüğü için sözü olanın da bu dergiye kayıtsız gözyaşı döküyoruz. kalmasının mümkün olmadığını Bir ölü ardından söylenecek ne olur. İyi bir insandı derler iddia ediyorum. Aksinin kişilerin genelde. Hakkınızı helâl eder misiniz diye ekler hoca. Ben onun katkı koymadığı bir şeye çamur için hiç bir şey söyleyemiyorum. Şunu biliyorum O’nu tanımayı atmaktan başka bir şey olmadığını isterdim. Başkalarına göre üzülmek için haklı bir sebebim olurdu da bu iddiama ekliyorum. belki. Yine de bir insan öldürüldü. Nedeni eşcinsel olması. Onun Beğenilmeyen, eksik olduğu iddia yaşam tarzı, özel ilişkileri dışında bir kurban O. İçimizden daha edilen şeyler, iddia sahiplerince önce de verdiğimiz kurbanlar gibi. Anlatamıyorum. değiştirilmeye, tamamlanmaya açık Yazamıyorum. her zaman. Ne gibi şartlarla bu Bu yazıyı yazarken arkadaşım bir başlık önermişti: Ölüyoruz. derginin çıktığını oldukça sık tekrar Dansçı’yı düşündüm ve O, o gece son dansını gerçekleştirmişti etmiştik. Bu şartları bilerek, elinde en azından bizler arasında. Son dansını yaparken de her zamanki gibi şık ve imkanı olanların değişmesine katkı biraz da küstahtı; siyahlar içinde kıvrak danslar eden genç adam. koymasıyla KAOS GL’nin yoluna Dansçı, yaşadıkların ve yaşayamadıklarınla bizlerin içinde önemli bir yerin devam edeceği açıktır. Açık olan bir olacak. Eminim gittiğin yerde de sonsuza dek dans edeceksin. Bir gün, şimdi şey daha; hiç bir zaman herkesin * olduğun yerde, skandalda yapamadığımız dansları yapmak dileğiyle hoşçakal. hemfikir olacağı bir dergi olamaz. Ama herkesin kendinden bir şeyler JeWeL kattığı, bir şeyler bulduğu bir dergiyi hep birlikte yaratırız. 8 Şubat 1998

S o n

D a n s

*

Skandal, İzmir’deki ünlü gay barın eşcinseller arasındaki takma adıdır.

KAOS GL 42 / 10

ATİLLA KARAKIŞ/ANKARA


RAHMİ’ye Geceleyin hayatı bağlandı. Kader melekleri gene soğuk bir şehr-i hüzün gecesinde kesiverdiler eğirdikleri kısa hayatının ipini. Bir metal yığınında kanını tanıdı ve binlerce insan şahit yazıldı kanının son pıhtılaşmasına. Belki de kanı son kez akıyor ve ayaklar altında kalıyordu. Ertesi gün insanları ve onların yalnızlıklarını taşıyan belediye otobüsleri ezip geçecekti kararan kanını. “İlk kez seni arkanda kocaman bir orman olan fotoğrafında sevdim. Gözlerini kapanmıştın, bir dilek diliyordun bana kalırsa. Güneş yüzünü aydınlatıyordu. Saçlarını uzatmıştın. [Evin, odamı aydınlatan sokak lambasını görebilecek kadar yakın da olsa saçlarını uzattığını fotoğraflardan öğreniyordum] yakışmıştı.” Şimdilerde bizler ucuz bir fimi izler gibi bakınıyoruz bu kente, ben fotoğrafına, kent boş, fotoğraf dolu. Herkesin elleri boş, gözleri dolu. Ben ağlayamadım. Yapamadım çünkü hâlâ varsın, bir gece çıkıp gittiğim salak, yuvarlak masalı, kısa metrajlı aşkların yaşandığı o barda seni göreceğimi sanıyorum. Hâlâ bir şişe beyaz şarap için yaptığımız kavgayı hatırlıyorum, gene kavga bekliyorum; çekip gitmemi, arkamdan gitmemi istemediğini söylemeni ve hâlâ likörden vazgeçmemeni. Her şeye o deriden yapılmış at heykelciğiyle evinizden hiç eksik olmayan güneş şahit biliyor musun? Ama yokluğunu bana kabul ettiren de o parlak güneş oldu yine. Bedenini soğuk ülkelere yolladığımızda (daha doğrusu bizden çalındığında) dönüp duran bir bıçağın dört kişiye sırayla karınlarına, beyinlerine, kalplerine sokulup çevrilmesine tanık oldum. Nefesi kesiliyordu herkesin, sesini gözünün yaşı yapıyor, yutkunuyor ve sırası gelen bıçağı kendi eliyle tek kelime etmeden sokuyordu içine. Tüm gece, son sigaraya kadar, son gecenin ışıklarını söndürene kadar, şehr-i hüznü ayaklarının altına seren o evde, nedensiz bir sessizlik, nedensiz bir bekleyiş. Bu sessizliği ve bekleyişi inadına tek bozan kapanmayan kapı. Hâlâ benim aptalca inançsızlığım, ölüme inançsızlığım. Bu bir oyun ve oyunu bitenler evlerine gidip uyuyacaklar, tıpkı kentte senin hâlâ evin birinde uyuduğunu sananlar gibi. O evden çıktığımda birden alışamadığım, daha önce tanıştırılmadığım bir sokakta buldum kendimi. Herkes, herşey ve her yer yabancıydı. Tüm arabalar duruyordu. Yokuş çıkıyordum. Ve güneş yoktu o sabah, yani ertesi gün, yani sensiz ilk şehr-i hüzün sabahı. Korkunç bir rüzgar yüzüme çarpıyor. O yok o yok artık diye ayıltmaya çalışıyordu beni. Ama çevremdekiler hâlâ aynı, herşey yaşıyor hâlâ. Bu küçük bir kovalamaca. Acı günlerin provası. Bıçak niye sana saplandı? Niye aynı bıçakla bizi dağladılar? İnanmamakta haksız mıyım, haksız mıyız? Bizler yeteri kadar günahkar yazılmışız bu şehre. Günah eğer aşık olmaksa, aşkı aramaksa, aşk yapmaksa, uslanmaz bir günahkarım öyleyse. Dudaklarının günahını hayatıyla ödedi diyorlar. Boşver. Ben günden güne günaha daha çok yazılıyorum. Kedisiz evim, artık üzerine sinen erkek kokularını taşıyamayan yastığım, boş bileklerim. Bırak biz seni Karadeniz’in bir kentinde yaşıyor bilelim ya da sen yazılarını yaz gönder, jeneriklerde ismini arayalım. Ama bir daha rüzgârlar gönderme bu kente. Günahlarına gelince, tanrı umarım bu sefer beni dinler.

OMAYRA/ANKARA

KAOS GL 42 / 11

KAOS Haftalık Toplantıları HER PAZAR SAAT:19.00’da Toplumsal Araştırmalar Vakfı Ankara Şubesi’nde. Adres: Ziya Gökalp Caddesi, 16/11 (6. Kat) Kızılay/ ANKARA (Fransız Kültür Merkezi’nin Karşısı) ∇ Yazı yollayan ve yollamak isteyen arkadaşlara dizgicilerin notu: Arkadaşlar, yazılarınız için elinize sağlık, ama lütfen bizi de düşünün. El yazılarınızı küçük ve sıkışık yazmamanız sizin için de bizim için de iyi olur. Küçük ve sıkışık yazılarınızı dizerken, yazılarınızda yanlış anlamlar doğmasına neden olacak hatalar yapmamız kaçınılmaz olabiliyor.


İZMİR

ASİYE' yi KURTARDIK SIRA BİZ'DE

BURNUNU PANTOLONUMDAN ÇIKAR

Kızgın kumlardan serin sulara atlamak o kadar zor oldu ki çırılçıplak ayaklarımız yana yana koştuğumuz kumsalda havlularının üzerinde yatmış insanlar bizi öyle rahat, alaycı ve keyifle izliyorlardı ki kıyıya ulaşıp floşş diye denize dalmamızla üzerlerine sıçrayan damlacıklardan bir hayli rahatsız olmuşlardı. Oluşum tüm hızıyla ilerlerken kumdan kaleyi insafsızca yalayan rüzgâr kuruyan taneleri çoktan alıp götürüvermişti. Ortada kalan şekilsiz görüntü; birbirine inançla, inatla yapışmış kum tepesi direniyordu. Acaba üzerimizde yeşerecek çiçeği görüp geri gelen kumlar kendilerine yer bulabilecekler mi bilemiyorum. Bir şeyleri oluşturmak bakmak büyütmek ortaya çıkarmak emek ister. Armut piş de ağzıma düşene kadar havada ya birileri onu yerse...? Ağzını açmış bekleyenler aç kalabilirler. Tehdit mi? Hiç sanmıyorum. Beni doktorlar, ne mühendisler istedi de üzerimde ne işiniz var. Buralara gelene kadar hep birileri üzerime bastı zaten. Ya siz yoldaşlar sizde mi orama burama basarak ham meyveyi koparacaksınız dalından.

Günlerle geçen zamanın arkasından koşa koşa yorulmuşken bir solukluk dinlenmede aşık bile oluvermiştim. Tıpkı hayalimde kurduğum kurabiye evler gibi tüm açlığımı bastırabilecek biri. Kendimden biri, onu yutmak isteğim Freud'a göre çok ayıp bir anlama gelse de geçmişten bana kalan hatıraların içine katmamak için onu yüreğimde hissettiğim kadar midemde de varlığını duyumsamaktı amacım. Oluşum, gelişim, topluk, topluluk derken öyle yoğunlaştık kaynaştık ki birbirimize birimiz diğerimize eş bulduk eşleştik hatta çiftleştik. Sonra da karşısına geçip yorum yaptık, eleştirdik, rapor tuttuk. Bazılarımız Manukyan'dı başımıza buldu buluşturdu; yaptı yapıştırdı maşallah. Kimimizde paparazzi. Kim kimin organı ile muhatap uçan kuşlar yine geç kalınan trenler. Sonra kalanlarda dedikodu sütunlarını doldurdu dikenli dilleriyle. Özel hayatlara sanal vücutlarıyla girdiler. Her akıllı gibi kullandılar salak kuklaları. Burnunuzu pantolonlarımızdan çıkarın da Oluşum, gelişim, topluk, topluluk diye çırpınan insanlara bir omuz verin. Omuz, omuz.

Telli telli telli şu telli turna, nazlı nazlı salınırken rüzgâra direniyordu. Biz de insanlara , laflara, bakışlara direniyoruz. Ey insanlar bizi kabul etmek zorunda değilsiniz. Her hâlükârda rahat yaşıyoruz da sado mazoşist bir ruhla sanat adına üstümüze yürümeyin. Cennet anaların ayakları altındadır. Bizi de ana doğurdu.

PİNGA İZMİR

KAOS GL 42 / 12


Ferdağ/İSTANBUL Bu akşam ilk defa daktilo başına oturdum. Ne yazacağımı henüz bilmiyorum. Ama yazacağım o kadar çok şey varki. Daktilomun başına da otururken bunu daha iyi anlıyorum. Bu gecenin şerefine bir hikâye yazmaya karar verdim ve başlıyorum. Bu hikâye beni anlayanlar için. Önce size kendimi tanıtayım. Ben uzun boylu mazi saçlı kırmızı gözlü yok yok yanlış yazmıyorum. Hayır hayır renk körlüğüm de yok Allah’a şükürler olsun. Şaşırdınız değil mi hiç bir anlam veremiyorsunuz herhalde. O halde sizi daha fazla şaşırtmayayım. Ben bir cinim. Ne o korktunuz mu? korkmayın canım korkacak bir şey yok. Benim de sizler gibi bir ailem, bir hayatım var. Korkularım, düşlerim, amaçlarım var. Sizden tek farkım beni görememeniz. Evet siz beni göremezsiniz ama ben sizi görüp duyabilirim. Sizce bu bir avantaj mı? Belki, bazen. Biraz hayatımdan daha doğrusu cinlerin hayatından bahsetmek istiyorum. Bizler kendimize çeşitli yaşam alanları seçeriz ama bizler için önemli olan başlıca alanlar hamamlar, çatı katları, bodrum katları ve ormanlardır. Her ortamın bir cini vardır. İki cin asla bir ortamı paylaşmaz, paylaşamaz. Bu alanlar ulu cin tarafından cinlerin asaletine göre pay edilir. En asil ortamlar hamamlardır ve ben bir hamam ciniyim. GAYLERİN HAMAMI VEYA CİN FIÇISI Saat çaldığında altı otuzüçü gösteriyordu. Oysa ben saati altı buçuk için kurmuştum. Biz cinler için saat çok önemlidir. Hele hele büyük şefle randevum varken. Hemen yataktan fırladım. Tıraş kremini çağırdım. Hay Allah gelen diş macunu oldu. Yapacak bir şey yoktu vakit kaybedemezdim. Ben de dişlerimi, önce fırçaladım. Tıraş olmak için çok az vaktim vardı. Her zamanki gibi her tarafımı doğradım. Bu gün benim için önemliydi çünkü büyük şef ayda bir toplantı yapar ve emrindeki cinlerin başarısına göre

onları yeni yerlere atardı. Atandıkları yerlere göre cinlerin statüsünde değişiklikler olur. Büyük şefin konağına konduğumda içerden cin marşının sesleri geliyordu. Bizler tanrının en iyi cinleriyiz Duman is ve ateşten yapıldık Mutlu olmak için hayata atıldık Yapacak bir şey yoktu geç kalmıştım. Bu da bu ay en kötü bir hamama atanacağımın resmidir. Her şeyi göze alarak gizli bacadan yani daha doğrusunu söylemek gerekirse kapıdan içeri kaydım. Çok gürültülü bir şekilde odanın tam ortasına kondum, açıkçası tepe üstü düştüm. Büyük şef bunu hiç kaçırmadı. -Evet küçük Dim nihayet gelebildin. -Efendim … şey çok özür dilerim. Lütfen kabul buyurun. -Dim bu bize kurallarımızı asla unutturmaz. Unutturmamalı, şimdi bir kenara çekil ve bekle. İster istemez kenara çekilirken bir fısıltı ile, sağ olun çok teşekkürler efendimiz gücünüz daim olsun, diyebildim. Daha doğrusu dediğimi sandım ama söyleyebildiklerim, gücünüz benim olsun, diyebilmekten öteye geçememişti ki bu da şef cine meydan okumaktan başka bir şey değildi elbette. Önce bir sessizlik oldu. Sonra bir uğultu başladı. İnanamıyorum, Allah’ım bunlar bir rüya olmalıydı. Büyük şefin sesi bütün ihtişamıyla yeri göğü inletti. -Dim! Bana meydan okumak ha, buna pişman edeceğim seni . -Özür dilerim efendim bilerek olmadı lütfen, lütfen affedin, -Bunu herkesin içinde yapmayacaktın. Yüce cin meclisi toplansın ve sen küçük cin Dim bekle ve kararı saygıyla karşıla. Sessizce bir tabureye oturdum. Hakkımda verilecek kararı heyecanla beklemeye başladım. Şaşırmıştım.

KAOS GL 42 / 13


Korkmuştum. Bir kenara büzülüp beklemekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Bütün cinlerdeen nefret ediyordum. İçeriki odada toplanan yüce meclisin kararı ne olacaktı? Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Biraz sonra mı desem yoksa kırk sene sonra mı desem bir süre sonra küçük Dim diye bağırıldığını duydum. Aceleyle ayağa fırladım. Geliyorum efendim, diye bağırdım. Odadan içeriye girdiğimde, yerden yaklaşık bir metre yüksekte odayı çevreleyen masalarda oturan yüce meclis üyelerinin tam ortasında büyük şef bulunmaktaydı. Bir tek yer boştu, bütün masaların ortasında kalan diğer masalardan bir metre kadar aşağıda bulunan ön kısmı bir setle çevrili bir bank üzerine çöktüm. Çökmemle birlikte büyük şefin sesi gürledi. -Küçük cin Dim lütfen ayağa kalkınız. Bugün toplantıya geç gelmeniz ve affedilmesi çok zor olan ve yüce meclise hakaret telakki edilen aynı zamanda herkes tarafından bilinen söylemesi hatta düşünülmesi bile yasaklanmış olan sözleri isteyerek veya istemeyerek kullandığınızdan ötürü suçlu bulundunuz. Burada büyük şef büyük bir nefes almak üzereydi ki bu onun ne kadar yaşlandığının belirtisidir. Nefes alması bittikten sonra devam etti. Şimdi sana bu suçunun cezasını açıklıyorum. Temyiz hakkınız yoktur. Oy birliği ile verilen karara göre bir lambanın veya bir şişenin içine yerleştirilerek bir insan tarafından bulunmanızı bekleyeceksiniz. Ancak yaşınızın küçüklüğü ve suç teşkil eden sözlerinizin istenmeyerek yanlışlıkla söylendiği düşünülerek yukarıda açıklanan şişeye veya lambaya kapatılma cezası yerine kimsenin gitmek istemediği İstanbul Karaköy’de Çeşme adıyla bilinen sürgün hamamına bir ay süreyle gönderileceksiniz. ÇEŞME HAMAMI İşte Çeşme Hamamı ile tanışmam böyle oldu. İlk gün merdivenleri çıkıp kapıyı geçtikten sonra soyunma odalarının bulunduğu yerde bir tartışma ile karşılaştım. Adam peştamala sarılı olduğu hâlde bas bas bağırıyordu. -Bu ne biçim hamam, aşağıda neler olduğunu biliyor musun? Daha sonra hamamın sahibi olduğunu öğrendiğim adam cevap verdi.

-Beyim ben burayı satın aldıktan sonra köye adam almaya gittim. Döndükten sonra burayı bulmak için bir hafta aradım durdum. Boşu boşuna bağırmayın burası ancak aranırsa bulunabilir. Bu cevaptan hiç bir şey anlamamıştım ama anlamak için henüz zaman vardı. Önce kendime yerleşecek bir yer bulmam gerekiyordu. Bu yüzden hemen kazan dairesine inip bir köşe düzenledim. Burası o kadar sıcaktı ki hemen üstümdeki her şeyi çıkardım. Hiç bir şey fark etmedi. Nasıl olsa beni hiç bir insan göremiyordu. Yalnızca cinler tarafından görülebilirdim. Bu şekilde hamama girdim artık hamam sakinlerinin maceralarını, hikayelerini dinleyip kişiler hakkında raporlarımı hazırlamaya başlayabilirdim. Evet evet başlıyor başlıyor tekmili birden kırk parça gaylerin hikayeleri burada bu hamamda duyduk duymadık demeyin ve iyi kalpli cininiz Dim’i dinleyin. Başlıyor başlıyor….. ANKARALI ŞİŞKO DENİZ Bu hamamda herkes birbirini tanıyordu. Her gelen diğer insanlarla hemen konuşmaya başlıyordu. Buharlar arasında, natır, bir turisti (turist olduğu her halinden belli) keseliyordu. Yabancının kılsız ve kadınsı vücudunu neredeyse ağzı sulanarak yoğuruyordu. Diğer insanlarsa aralarında konuşarak yıkanmalarını sürdürüyorlardı. Buraya kadar her şey normal görünüyordu. -Ağbi iyi keseliyom demi. -Ah ah no no Işıklar iki kere yanıp söndü. Natır peştamallarını toplayarak koşmaya başladı. Bu bir parola idi, natır bunu görünce hemen yukarı koşuyor daha önce kese yaptığı müşterisinden bahşişini alıyordu. Natır hamamdan çıkar çıkmaz ortalık karıştı. Artık insanlar hareketlenmişler bir kurnaların bulunduğu kısma bir soğukluğa girip çıkıyorlardı, şaşırmıştım. Aman tanrım neler oluyordu buralarda. Büyük cin düğünlerinde bile böyle hareketliliğe rastlamanız mümkün değildi. Enikonu korkmaya başlamıştım. Ben neredeydim ve kimlerle dans ediyordum? Her şeye rağmen görevimi sürdürmeliydim. Görev aşkı ağır basmış, ben korkumu yenerek kendimi insanların sıra beklediği kabinlerin önüne atmıştım. Bir çift kabinin kapısından çıkarken diğer çift elele tutuşmuş bir şekilde içeri giriyordu. İçeriye onlarla birlikte süzüldüm. İçeri girer girmez iki erkek üzerlerinde bulunan ve tek örtü

KAOS GL 42 / 14


olan peştemalleri çıkartıp kapının üzerine attılar. Bu aynı zamanda bu kabinin dolu olduğunu gösterir bir hareketti ki bunu daha sonraları öğrendim. Aksi taktirde kabindeki çiftler hamamcı tarafından basılma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirlerdi. Amma velakin peştemaller kapının üstünde görülürse ne hamamcı ne de diğer insanlar tarafından basılma tehlikeleri yoktu. Sayın şefim, dikkat ederseniz basılmaktan bahsediyorum. Rahatsız edilmeme korkusu yok demiyorum. Çünkü insanlar biraz da sevişenleri seyretmek için burada, bu hamamda bulunuyolar. Bu kişilerin başında da Ankaralı şişko Deniz geliyor. Evet işte kabine girdiğim o ilk gün Deniz ile tanıştım. O iki insan peştemallerini çıkardıktan sonra garip sesler çıkararak birbirlerinin dudaklarını emmeye başladılar. Daha sonra da boyunlarını yalayarak birbirlerinin göğüslerini emerek işlerini sürdürdüler. Ben şaşırmıştım çünkü insanoğullarının bu ihtiyaçlarını karşılarken yanlarında hiç bulunmamıştım. İşte tam bu sırada yan duvardan kocaman şişman bir başın adamları seyrettiğini farketim. Şişman adam şarkısı: Penceryi aç perdeyi arala Gireceğim rüyalarına Sevişeceğiz sabahlara kadar Sırf inat senin cici babana. Sevişen adamların birdenbire vücutlarının alt kısmında oluşan yirmi cm’lik çıkıntıları birbilerine sığdırmaya çalışırken, diğer taraftan da sinek kovar gibi ellerini sallayarak şişman kafayı kovmaya çalışıyorlardı. Ama o aldırmıyor ve şarkısına devam ediyordu. Şişman adam seyir bittikten sonra göbek taşına oturdu ve bir jilet çıkartarak göğüs kıllarını kesmeye başladı. Bir taraftan da yanına gelen insanlara laf yetiştiriyordu. -Ablaaa ne zaman geldin Ankara’dan? -Sabah uçağı ile geldim ama dün akşam Paris’teydim. Karımla sudan sebepten kavga edip uçağa atladım, her Cumartesi olduğu gibi hamama geldim. Feyz aldıktan sonra tekrar akşam uçağı ile dönmem gerekiyor. Pencereyi aç perdeyi arala Gireceğim rüyalarına…. Yanına gelen yaşlı bir adam şişman Deniz’in otuzar kiloluk göğüslerini ellemeye başladı, daha sonra da elele tutuşarak kabinlere doğru ilerlediler. Artık zaman durmuş, buğular arasında dolaşmakta olan insan vücutları dokunacak yeni tenler aramaktadır. Yalnızca sevginin dili hakimdir; pervasızca, dostça… Burası buğu ve dumanla oluşan insanların içinde kaybolduğu büyülü bir dünyadır.

G L KİTAPLIĞI

ATLANTİK ÖTESİ WITOLD GOMBROWICZ AYRINTI YAYINLARI, 1995 Fransızca’dan Çeviren Yaşar AVUNÇ Milliyetçiliğin, tutuculuğun, savaş çığırtkanlığının gemi azıya aldığı bir dönemde, edebiyatın diliyle şovenistfaşist eğilimlere karşı çıkışın adı. Atlantik Ötesi. Çağımız edebiyatının en gözüpek yazarlarından Witold Gombrowicz, 1939 yılında bir gezi için Arjantin’de bulunduğu sırada savaşa giren ülkesi Polonya’ya dönmeyi reddederek Güney Amerika’da uzun yıllar sürecek bu sürgünlüğü yeğlemişti. 1953’te yayımlanan Atlantik Ötesi bu olayın hikayesidir. Arjantin’de parasız pulsuz kalan yazar, Polonya kolonisinin üçkağıtçı zenginleri ve Arjantinli bir eşcinsel arasında gelişen olaylar eşliğinde milliyetçiliği ve ona bağlı olan yiğitlik, savaşçılık, soyluluk, inanç, güç vb. Tutucu ve şoven kavramları acımasızca alaya alır. Çöken dünyayı olduğu kadar, geleceği simgeleyen genç kuşakları da hiçliğin ve boşluğun çıkışsız labirentlerine hapseden Gombrowicz, Atlantik Ötesi’yle, çoğu kez groteskin de sınırlarını zorlayan bir ironi şahaseri yaratır. Milliyetçiliği yerin dibine batırdıkça alayın zirvelerine çıkan Gombrowicz “saçma”ya ve “soyut”a ulaşan özgün mizahı, “anarşist” ya da “karanlık” diye nitelenebilecek radikal yıkıcılığı ile dünya edebiyatında öncü bir yere sahiptir. Atlantik Ötesi, dil ve anlatım özgünlükleri, hızlı ritim ve temposuyla zevkle okunacak bir edebiyat metni…

KAOS GL 42 / 15


SEX PANIC! Çeviren; Selçuk/Ankara

The Advocate, 16 Eylül 1997 Sex Panic! adlı yeni bir grup, bazı gay aktivistlerin, aşırı sağa malzeme sağladıklarını iddia ediyor. Todd Simmons Sex Panic! adlı yeni bir grup gay yaşamı için bir tehdit oluşturduğunu düşündüklerine karşı harekete geçti. Tehdidin kaynağı ise Amerika’nın en ünlü gay yazarları. Sex Panic! aktivistleri Larry Kremer, Gabriel Rotello, Bruce Bewer, Michelangelo Signorile, Chandler Burr ve Anndrew Sullivan gibi yazarların cinsel aşırılığa bir son verilmesini isteyerek ve seks klüpleriyle hamamların hükümet tarafından kapatılmasını onaylayarak gay topluma sırt çevirdiklerini iddia ediyorlar. Sex Panic! her hafta New York kentinin Gay ve Lezbiyen Toplum Merkezinde bu yazarların yayıncılarına gönderilmek üzere mektup kampanyaları düzenlemek ve cinsel özgürlüğü artıracak yolları tartışmak için toplanıyor. Yazar, uzun zamandır bir AIDS aktivisti ve Sex Panic! grubunun entelektüel liderlerinden Jim Eigo, bu yazarların cinsel serbestliğe karşı olumsuz tavırlarından bıktıklarını söylüyor ve bu insanları köktendinci olarak adlandırıyor. Sebep olarak da bu yazarların

AIDS’in doğanın gay erkeklerden intikam alması olduğu köktendinci savını sahiplenmelerini gösteriyor. Bazı üyeler toplantıların on yıl önceki ACT UP’dan bu yana New York’taki en heyecan verici gelişme olduğunu, toplantılara 45/50 kadar düzenli olmak üzere 350 kişinin katıldığını söylüyorlar. İronik olan, yazarların ve Sex Panic! üyelerinin çoğunun 1980’lerin New York’unda AIDS’e karşı birlikte çalışmış olmaları. Bu da yakın zamanda iki grup arasında ortaya çıkan söz düellosunu her iki taraf için de daha acı hale getiriyor.

kendilerinin ne söylediğini anlamamakla suçluyor ve buna sebep olarak da kitaplarının doğru dürüst okunmamasını gösteriyorlar. Rotello son kitabı Sexuel Ecology’de yazdıklarının çarpıtılmasından duyduğu üzüntüyü dile getirip bazı aktivistlerin kendisinin AIDS için gay erkekleri suçlamakla suçlamalarının kitabında söylediklerinin çarpıtılması sonucu doğduğunu söylüyorlar.

Chicago’daki Ulusal Lezbiyen ve Gay Gazeteciler Birliğinin toplantısında yazar Rotello ile tartışmaya katılacak olan Eigo, üzüntüyle bir zamanlar AIDS’e karşı birlikte çalıştıkları bu yazarların kendisinde yarattığı düş kırıklığını anlatıyor ve yazarların savlarını çok gerici bulduğunu belirtiyor. Bir diğer Sex Panic! üyesi ise yazarların kafasında çoğu gay ve lezbiyenin arzuladığından çok farklı bir gay ve lezbiyen dünyası olduğunu söylüyor ve bu gay yazarlar arasında dehşetli otoriter bir eğilimin varlığından söz ediyor.

Yazarlar yeni yayınladıkları kitaplarından ötürü tüm Amerika’da büyük ilgi görmüş olsalar da, söyledikleri yeni değil. Yazarlardan her birinin gay kültüre bakışı farklı olsa da, ortak görüşleri cinsel aşırılık, eğlence amaçlı yaygın uyuşturucu kullanımı ve bedensel güzellik saplantısından kurtulunması çağrısında bulunmaları. Yazarlar tekeşlilik ve ölçülü bir yaşamı benimsemiş bir gay toplumu teşvik ediyorlar. Böylelikle yazarlar bir açıdan hükümetin seks klüplerini, hamamları, çay odalarını ve aleni seksin yağpıldığı başka mekanları gözetim altında tutmasını ya da kapatmasını onaylamış oluyorlar.

Rotello ve diğer yazarlar Sex Panic!in iddialarına çok kızıyorlar. Sex Panic! grubunu “kirli bir kampanya” yürütmekle ve

Bu tür düşünceler daha önce de gay toplumun sağ kanat eleştiricileri tarafından da öne sürülmüş ve AIDS’in ortaya çıktığı yıllarda pek

KAOS GL 42 / 16


çok gay lider tarafından da benimsenmişti. Şimdiki tartışmanın kökleri 80’lerin ortasındaki hamam tartışmasına uzanıyor. O zaman da bazıları hamamların AIDS’in yayılmasını önlemek için kapatılmalarını istemiş, bir başka grupsa hamamlar gay cinsel özgürlüğünün cennetleridir diyerek bunu reddetmişlerdi. Sonuçta tüm ülkede çok sayıda hamam kapatılmıştı. Bu da Sex Panic! üyelerini endişelendiren bir örnek. Sex Panic!, yazarların seks mekanlarının denetlenmesini isteyerek daha katı yasal yaptırımlara yol açtıklarını söylüyorlar. Örnek olarak 1995 yılında HIV’in yayılmasını durdurmak için daha fazla devlet çabası isteyen, Rotello ve Signorile’nin desteklediği bir grubun belediye başkanlığıyla görüşmesinin ardından New York kentinde bir dizi gay seks klübünün kapatıldığına işaret ediyorlar. Sex Panic! üyeleri New York’taki kapatma olaylarının tüm ülkede polisin saldırganlaşmasına yol açtığını söyüyorlar. The Village Voice’in 1 Temmuz tarihli “Çarkta Çatlak” adlı haberi Michigan, Ohio, California, New Jersey, Georgia, New York ve Washington D.C.’de polisin tuzak kurma ve benzeri saldırgan yollara başvurduğunu bildiriyor New York’taki seks klüplerinin kapatılmasının ardından bazı aktivistler eşcinsel New York’a sessiz sedasız kilit vurulduğunu söylüyorlar. Dobbs, AIDS’e karşı mücadele etme ile seks polisi istemenin ve klüp kapatmalarını onaylamanın bağdaştırılamaz olduğunu söylüyor. Eigo daha sorumluca yaşanan cinselliğin HIV ve cinsel yollarla bulaşan hastalıkların yayılmasını azalttığını tartışmıyor. Ancak daha çok HIV testinin ve eğitimin gereğini vurguluyor ve seks konusunda en sorumlu davrananların HIV-pozitif olduklarını bilen insanlar olduğunu belirtiyor. Eleştirilerin hedefi Rotello ise kitabında yazdıklarının tartışılmasından, sert eleştirilere maruz kalsa da memnun ve bunun çok büyük önem taşıdığını söylüyor. Şimdi de yazarların kitaplarından bir kaç alıntı: -Her zaman için doğa cinsel aşırılık için bir bedel ister.

Larry Kremer

-Pek çok gay erkek polis yok olur olmaz erkeklerin yüzyıllardır yaptığını yapıp, diledikleri kadar maceraperest ve bencil olup, kendileri ya da başkaları için herhangi bir sorumluluk almayı reddettiler. Michelengelo Signorile -AIDS hayaleti gay erkeklerin zevk konusunda başkalarına öğretecek çok şeyleri olduğu fikrine çok zarar verdi. Çünkü bizler dünyayı hakkında eğitmek istediğimiz zevkin tam da kendisi yüzünden ölüyorduk. Gabriel Rotello -Aynı cins evliliğin ve başka pek çok şeyin yasallaşmasından sonra bir parti verip gay hakları hareketini bitirsek iyi olur. Andrew Sullivan

KAOS GL 42 / 17

LALELi COŞKUN/İSTANBUL Uzun yıllar önceydi. Bıyıklı, tespihli, maço bir gay olarak sadece bir kaç tane eşcinsel arkadaşım vardı. Zamanın eşcinsel kültürü icabı onlar da, önünde 15 cm’lik kritoris taşıyan birer kadından farksızlardı. Benim bu maço, tespihli halimle onların yanında eşcinselim demem ise, eşcinselliği eline yüzüne bulaştırmış, ibne olmayı dahi beceremeyen bir kezban olduğumu gösteriyordu. Neyse efendim, uzatmayalım otostopçu fakat kaliteli bir fahişe kadın kılığına girebilmekle eşcinselliğin en yüksek mertebesine ulaştığına, tanrıya olan inancı kadar inanmış olan arkadaşım Hüsnü, ben ve başka bir arkadaşımla beraber Aksaray’dan, henüz Rus ve Romen kadınların işgaline uğramamış Laleli yokuşunu tırmanıyorduk. Yağışsız, soğuk ve rüzgârlı bir kış günüydü. Hüsnü ayağına kadın ayakkabısı, ince uzun bacaklarını sıkıca saran siyah bir streç, ona göre kaşıkçı elması kadar değerli olan iri birer ceviz büyüklüğündeki memelerini belli eden incecik, pembe bir bluz, önü açık yerlere kadar uzun bir pardösü giymişti. Sivri, uzun ve parlak yüzündeki kıl köklerini beyaz boyalarla önce badana etmiş, sonra yanaklarını pembeye boyamış, kaş göz rimellenmiş, rüzgârla uçuşan uzun siyah saçlarını bir omzundan öteki omzuna atarak, bir dişi bir afet önümüzden kırıtarak ibneliğini kurtaran diğer arkadaşımla ben, Hüsnü’nün arkasından yanyana yürüyor, onun adımlarına yetişemiyorduk.


Hüsnü’yü gören genç yaşlı bütün esnaf dükkânlarından dışarı fırlıyor, alt kattakiler üst kattakilere haber veriyor, üst kattakiler pencerelerden sarkıyordu. Pahalı markaların yarısı su ile doldurulmuş parfümlerini satan seyyar satıcılarla beraber, bütün Laleli Esnafı alkışlar, iltifatlar, ıslıklarla Hüsnü’ye öyle tezahürat yapıyorlardıki görmeyin. Hüsnü’de sanki halk arasında gezintiye çıkmış bir porno yıldızı edasıyla onları seksi öpücükleriyle selamlıyor, bazen de heyecanını bastıramayıp, eliyle pardösüsünün önünü açıp kapatırken, burnunu kısarak olabildiğince incelttiği kadın sesiyle “Ada vapuru yandan çarklı, ayol!” diye haykırıyor, esnaf da aynı heyecanla “Gel de çarkın olayım, yavrum!” diye cevap veriyordu. Yanımdaki arkadaşımla ben, bu olay karşısında, kirli sakallı yüzlerimizi iri parmaklı ellerimizle kapatmaya çalışıyor, bu ilgi karşısında erkek görünümümüzden utanıyorduk. Yine de teneke kıçlarımızla, biz de bir iki kırıtarak durumu idare ediyor, onlara sanki “biz de buradayız” diyerek Hüsnü’nün heyecanına ortak oluyorduk.

Haftalık bu Laleli gezintilerimiz rutindi. Biz bu gezintilerde dişiliğimizin derecesini test ederken, genç çıraklar ise, beleşten boşalmanın hazzını yaşarlardı. Ne de olsa beleş sirke baldan tatlı gelirdi. Çıraklarına doyurucu haftalık ve izin veremeyen dükkan sahipleri de, onların bu bir anlık nefeslenmelerine göz yumarlardı. Gençlikte, onların zamanında da böyle şeyler olurdu. Evet, zararsız gençlik oyunlarıydı bunlar ortayaşlı dükkân sahiplerinin gözünde. Kısacası alan memnundu, veren memnundu bu alışverişte. Darısı dostlar başına. Sonra birşeyler olmuştu Laleli’de. Köşebaşlarını kalçalı, göğüslü, rengarenk boyalı sarışın kadınlar tutmuştu. Ortalıkta erkekten çok sarışın kadın vardı artık. Doğudan gelmiş çıraklar Türkçe’den önce Romence öğreniyor, herkes Romence, Rusça konuşuyordu. Köşebaşından bir kadın almak, büfeden bir paket sigara almak kadar kolay olmuştu ve bütün esnaf sekse doymuştu.

hem de

Gençlerin lisanlarıyla beraber, dünya görüşleri de farklılaştı. Model model kestirilmiş saçlar, kıça girmiş dar kot pantolonlarla hem güzelleşmiş, hem de züppeleşmişti onlar. Artık bu gençler, ayaküstü sigara sohbetleriyle dostluk kurulabilecek insanlar değillerdi.

Hüsnü, esnafın bu ilgisinin büyüsüne züppeleşmişti onlar. kendini öyle kaptırmıştıki, Artık bu gençler, yanından geçip de dönüp ayaküstü sigara kendisine bakmayan bir adam olursa, hemen bize dönerek sohbetleriyle dostluk “Ayol, diginoştu… o yüzden kurulabilecek dönüp bakmadı” diyerek, insanlar değillerdi. kendisinin dişiliğine ilgi göstermeyenleri gizli eşcinsel olmakla Geçen gün Laleli’de dolaşıyordum. itham ediyordu. Öyleydi Hüsnü, bizi de Önümde yarı çıplak, sarışın bir kadın bazen küçümserdi. Ne de olsa, o birinci sınıf yürüyordu. Ama benden başka hiç bir esnaf bir eşcinseldi, biz ise eşcinselin prematüre hali. ona dönüp bakmıyordu. Dükkânlarda hem çalışanlar yabancıydı artık, hem de müşteriler. Herkes Bir başkaydı Laleli o yıllarda. Erkekleri erkekti. Laleli’ye bir avuç dolar peşinde koştururken, eski dostluklardan, sohbetlerden eser kalmamıştı. Ve artık eşcinsel uğrayan dişi bir sineğin kıymeti bile bilinirdi. Bize gösterilen o yüksek ilgi, erkekliklerinin en güzel yaklaşımların karşıtı da, şüphesiz ki şiddetti. göstergesiydi. Dükkânların içine davet edilirdik. Çay ve kahvelerimiz biz istemeden gelirdi. Ortayaş ve üzerinde Belki davul dengi dengine çalmalı, hetero bir erkek, olanlar “bizden geçti artık” diyerek, genç çırakları öne hetero kadınla olmalıydı ama o derin iltifatların ve o sürerlerdi. Hüsnü, “yenilerde iş yok, tecrübe sizde… ne dostça muhabbetlerin hepside mi yalandı. de olsa eski topraksınız” sözleriyle onların gönlünü alırdı ama gözleri de 18’lik çırağa kayardı. Sonuçta Yoktu Romen kadınlar gibi pembe bir vajinamız ve iri dükkanın arka tarafındaki, üst veya alt katlardaki özel göğüslerimiz, ama içtiğimiz acı bir kahvenin de, hiç mi bölümleri hep çıraklar bize gezdirirdi. Bikeresinde hatırı yoktu. çıraklardan birisi, Hüsnü’yü önden yapmak istemişti de Hüsnü, “Hayatım, aybaşıyım. Arkadan yapmalıyız” diyerek durumu kurtarmıştı.

KAOS GL 42 / 18


MEKTUP-LAR-DAN

Duygu Zafer, İstanbul, KAOS’lu ve LAMBDA’lı Günlerim Bilinçsizliğimi gidermeyen, eşcinsellikle ilgili beni hiç de tatmin etmeyen birkaç dergi yazısı ve birkaç kitap dışında birşey okuyamamanın; kendi özüm gibi insanlarla tanışamamanın sıkıntısını yıllar boyunca çektim. Dört-beş senedir duygusal ve cinsel anlamda birlikte olduğum kendi cinsimden insanlar oldu. Ama, onlar için lezbiyen olan bendim. Kendileri sadece beni beğenen ve benden başka hiç bir kızla ilişkiye girmeyeceklerini söyleyen kişilerdi. Bense böylesi ilişkilerin dışında kendini lezbiyen ve gay olarak tanımlayan insanlar arıyordum. Kendi içsel sıkıntılarım ve çevresel sıkıntılarım içine gömülüp çıkamamaktan mıdır nedir ya da sadece tembelliğimden midir bunca sene bekledim. Ve sonunda Mayıs 97’de Beyoğlu’nda kitapçıları gezerken o güzel anı yaşadım. KAOS GL ve 100’de 100 GL başlıklarını gördüm. Hayatımın en mutlu anıydı. Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. İki dergiyi de o gece okudum. Yaşadığımı hissettim.

Ertesi gün bulabildiğim tüm eski sayları aldım. Kitapçıdaki bayan –öğrenci misiniz, bir araştırma mı yapıyorsunuz” dedi. Hafifçe kızarmama engel olamadım ama, mutlu bir şekilde –hayır, bu dergileri yeni buldum, sadece kendim için alıyorumdedim. Bu sözleri söylerken gurur ve güven içinde olduğumu hissediyordum. O günden sonra dergilerin bir dahaki sayılarını iple çekmeye başladım. Artık bana güven veren, yalnız olmadığımı hissettiren, düşünmemi sağlayan ve beni çok mutlu eden dergiler okuyorum. Daha sonra, aktif bir şeyler yapabilecek seviyeye gelene kadar Lambda’nın sadece toplantılarına katılmaya karar verdim. Bunu gerçekleştirmek karar verdikten çok çok sonraları oldu. Bir türlü cesaretimi ele geçiremedim. Beni mutsuz eden, yalnız hissettiren heteroseksüel bir dünyadan sıyrılmak kolay değildi. Çünkü çok çok kötü günler geçirsem de alıştığım bir ortamdı. Hayatımızda bizi çoğunlukla alışkanlıklarımız yönlendirmiyor mu zaten. Sonunda dört hafta önce

ilk defa toplantıya katıldım. Biraz korku, biraz heyecan vardı. Bir süre sonra çok rahatladığımı hissettim. Kendi özüm gibi insanlarla birlikte olmak çok sevindiriciydi. O günden sonra toplantılara hep gittim. Eminim bundan sonra da gitmek beni hep mutlu edecektir. Kişisel sıkıntılarımı biraz hafifletsem aktif birşeyler de yapmak istiyorum. Her eşcinselin yapması gerekir. Toplantılarda bir çok arkadaşla tanıştım. Tabii ki lezbiyen arkadaşların çok az olması işin sıkıntılı tarafı. Evet. İnsanım, kadınım, lezbiyenim, mutluyum ve bir kat daha insanım. Son olarak; tatlı kız A… yüreğim sende kaldı. Lütfen beni ara. Bütün insan dostları sevgiyle kucaklıyorum. Serdar, Kırşehir, “Benim ki Büyük Ha!” Soğuk usul usul sarmakta etrafı. Ya rüzgâr, o zaten olacaklara çoktan hazır. Birşeyler haykırmak istercesine, tüm gücüyle harekete geçmiş bile. Günlerden Salı ve saat yedi suları. Tam da iş çıkış zamanı. Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde şöyle bir gezindikten sonra, ne zamandır gidemediğim,

KAOS GL 42 / 19

görmek isteyip de göremediğim Taksim Parkı’na doğru yol alıyorum. Her zamanki gibi tur atıyorum önce. Etraf ne de kalabalık öyle. Derken bir banka oturuveriyorum. Yanımdan geçenlerin sayısı da bitmek bilmiyor. Tabi her geçişte bir göz süzüş mutlaka olacak. Ben de adeti bozmamak için gözlerimiz esirgemiyorum hani. Biri bana göz koymuş olacak ki karşımda tur atmaktan yorulmuyor bir türlü bu sefer similyasını karıştırarak turunu tamamlıyor ve gelip yanıbaşıma oturuyor. Merhaba diyerek tanışmak için teklifte bulunuyor. Her nedense, kolileşmek istediği ne de çabuk belli oluyor. İçimdeki ses gullümü yapmamı istiyor. Kulak vererek o sese yürüyüp gidiyorum, o kendini bilmez serseri ile. Adeta bir orospu muamelesi yapar gibi yer soruyor. Ben de anlamamış gibi görünerek ne yeri diyorum. O iğrenç tavrıyla; -Hani şey yapıcaz ya! Diyor. -Araba var oraya gidelim. -Ya da sen bir yer söyle. gibi sözler ederken yanından hemen ayrılıyorum.


Adam kafaya koymuş olacak ki ayrılmıyor peşimden. Bir de dayanamayıp; -Aktifim aktif, bak kalktı, hem de benim ki büyüktür ha! Diyerek sesleniyor. Bu söz karşısında hem kızıyorum bir yandan da komiğime gidiyor, dayanamayıp gülüyorum. Birden ona doğru dönerek; -Ulan ben senin işine yaramam, en iyisi sen similyanı ferahlatacak bir orospu bul diyerek koşa koşa ayrılıyorum yanından. Gülmeden de yapamıyorum kim ne derse desin. -BENİM Kİ BÜYÜK HA’BİR ANDA AYDINLIK Yağmurla başladık güne Ne de güzel yağıyor öyle İnce ince Usul usul Narince Bir damlası ile Sevgiler açsın evrende Hüzünler yok olsun yüreklerde Yıldızlar parıldasın gökyüzü ışıldasın Çaresiz yürekler Bir anda aydınlansın

Serdar, Manisa, Her ne kadar, Samsun’dan içeriğiniz ile ilgili olumsuz bir gidişat ve daha az bireye indirgenmiş bir KAOS GL diye eleştiri alsanız da arkadaşlarıma saygı duyuyorum ama katılmıyorum. Bana göre, her sayıda güzelleşen her sayıda daha çok okurla özdeşleşebilen bir KAOS GL’yi eleştirmek, dışarıdan kolay ama, daha az bireye indirgenen bir KAOS GL’yi arzulamalarını doğrusu anlayamadım. Oysa; Ellen Bass’ın Julie ile konuşmalar, X Benim başlıklı Arayış Ankara yazısı, Amasya’dan Burhan’ın Çamların Aşkı ve en güzellerinden biri, A. Kemal Yılmaz’ın “Dilencinin Getirdiği Dostluk” yazısına, konulara, içeriğine bayıldım doğrusu. Pembe Üçgen’i okurken de insanlığımdan utandım. Kamplara götürülen ve Pembe Üçgen takılanlara yapılanlar, eğitilmiş köpekler ve nasıl eğitildiklerini okuduğumda

Italian, 30 y. old, 177 cm, 74 kg, muscular body (not much), blue-grey eyes wants to correspond with boys age up to 40 y. old. Write to: CARLO CERSOSİMO Pz. MİNCİO, 2 00198-Roma ITALIA

ister inanın, ister inanmayın benim sorunum değil, (inanıp inanmamanız) gözlerim dolu dolu oldu. 1969’a kadar uygulanan bu kanunu uygulamaya koyanlar, yürürlükte kalmasını sürdürenler ve uygulayanlar en az o kamplardaki köpekler kadar köpeklerdir, soysuzlar… Fakat, bir o kadar da, tam aksi güzellikte bir öykü de Ali Ferhat’tan gelmiş. “Güzel adama 5. mektup” ve “Yaktığından daha büyük ateşlerde yandım” diyebilirim ki, yeni doğmuş bir bebeğin 40’ı çıkar gibi çıkan 40. Sayınızın en muhteşemi, Ali Ferhat ve güzel adama 5. mektup. Teşekkürler, sağolasın Ali Ferhat. Nice nice, yeni öykülerine, yürekten Merhabalar demeyi arzuluyorum. Derginiz ve sizle tanıştıktan sonraki gelişmelere gelince; O kadar gönderi aldım ki, arzulanan dostluklar, sevgiler, herşey o kadar güzellikte yaşandı ve paylaşıldı ki, onların adına da teşekkür ediyorum. Kendileri de, istemişlerdi teşekkür etmemi. I. Gelişme: İzmir’den bir gönderi aldım, KAOS GL’deki yayınladığınız yazımı okumuş. Tanışmak, konuşmak ve tartışmak istiyordu. Kültürlü bir dost, sırdaş bir can olarak buldum kendisini. Tartışmalarımızın, üçüncü Cumartesi gecesi karşılıklı

KAOS GL 42 / 20

olarak sıcaklığı hissettiğimizden, birlikte olduk ve her Cumartesi de birlikteliğimiz sürüyor. Çok üzüldüğüm, bir o kadar gerginleştiğim ve nefret ettiğim olaya gelince; Yine İzmir’den bir gönderi almıştım. İsmi sizde saklı kalsın istiyorum. ……………… diye birisinden. KAOS GL’deki yazımı okumuş, çok beğenmiş falan filan. Bir süre yazıştık. Her şey çok iyi gidiyordu ve bir hafta sonu Manisa’ya gelerek, benimle tanışmayı arzuladığını yazıyordu. Geldi de. Tanışmasına tanıştık da, lümpen tipli, fazla benmerkezci, biseksüelliğin ne olduğunu dahi bilmeyen, amacı sadece ve sadece göt sikmek olan bir pespaye. Bir ara konuşurken KAOS GL ile ne zamandır ilgilendiğini sorduğumda, aslında KAOS GL dergisini bilmediğini, dergiyi ………..’den aldığını açıkladığında, beynimden vurulmuşa döndüm adeta. KAOS GL dergisi ve içeriğini, egosu yönünde kullanıyordu sanki. Çıldıracaktım ama seslenmedim. Bir an önce konuşmamızın bitmesini istiyordum. Nedeniyse, ………… ile daha önce yazıştığımdan ve her seferinde değişik ve sahte isimler kullandığını, sırdaş arkadaş olarak bir vesileyle elde ettiği resimleri, adresleriyle birlikte pazarlayarak, insanları


sömüren bir tip olduğunu, son derece tehlikeli olduğunu biliyorum çünkü. Bu nedenle, ………………….. denen şahıs, bana doğrudan yazamazdı artık. Ama …………………. gibi tipleri kullanmaya başlamıştı. Adımı ve adresimi almak için ……………………..’ye ne kadar ödediğini sorarak, kıpkırmızı olmasını sağladım. Utanmıştı ama hâlâ tebessüm ediyordu anında toparlanarak yolcu ettim kendisini. Arkasından telefonla herşeyin silindiğini ve kendisini tanımadığımı ifade ederek telefonu kapattım. Bunları içimden geldiği için karaladığım gibi, …………………. KAOS GL’ye abone mi bilmiyorum ama, dikkat ederseniz ………………… bilmenizi istedim. Ha ……………., ha ………….., farketmez iki isim de aynı şahsa çıkıyor zira. Bunun yanısıra Karaman’dan, derginizde benle aynı sahifede yayınlanan bir mektubun sahibi ile, ayrıca Malatya’dan ………. İle çok çok güzel dostluklarımız başladı diyebilirim. Bu, tüm güzel dostlukların başlangıcındaki rolünüz için size ne kadar teşekkür etsem azdır. Biseksüel sevginin, dostluğun ve paylaşımın, arzuladığım tüm güzelliklerini, tüm detaylarıyla gördüm.

Burak/Sivas Yoldaşlarım, O kadar hareketli bir hayattan sonra durgunlaşmak, delice akan bir ırmak iken göl olmak… İşte benim hayatım bu. Ankaralıyım. Yıllarca kendimle barışık olamamanın acısıyla yaşarken üniversite ikinci sınıfta tanıştığım bir arkadaş sayesinde open oldum. Kendimi kabul ettim. Yaşadığım onca çılgınlıktan sonra geçen yıl durgunlaştım, durgunlaşmak zorunda kaldım. Toplu seksler, diskodan sonra (Kilim) yapılan fantazi otostoplar, Nüans’ta, Z bar’da magandaların beni süzüp arzulamaları, para teklif etmeleri, kaçırmakla tehdit etmeleri… Şu an Sivas’da İngilizce öğretmenliği yapıyorum. Sivas’da! Evimizi üç kişi paylaşıyoruz. Biri beni bilen çok kültürlü ateist bir öğretmen, diğeri de bir türlü açılamadığım, açılmak istemediğim anarşist kendi halinde bir diğer öğretmen. Öğretmenliğimin ilk sekiz ayında devlet memuru olmanın korkusuyla Sivas’da partner bulmak için bir çaba göstermedim. İhtiyaçlarımı fırsat buldukça Ankara’ya gelerek giderdim. Ama sonunda ilkbaharda Ankara’dan tanıdığım bir gay arkadaşla Café Lavilla’da karşılaştım. İkimiz de fazla belli etmediğimizden

yanımızdaki arkadaşlarımıza rağmen sarılıp bir köşede konuştuk. O da bana Sivas’daki gay ortamını anlattı. Sivas’da gayler pek az olmakla birlikte Güven Sinemasına; balamoz ve sado-mazo görünüşlü bakımsız, kendini kabul edememiş gündüz maganda gece kadın gay’ler de Çifte Minare Parkına takılıyorlar. O parkdaki tuvaletin kapı arkalarını okumanız size bir ihtimal bir partner bulabilir. Genç ve açık gayler ise daha çok Cumhuriyet Üniversitesi’nde okuyan dışardan gelmiş gayler. Kendilerini hiç belli etmiyorlar ve haftasonları Üniversite Café ve Café Lavilla’ya gidiyorlar. Ben de bu sayede beden eğitimi bölümünde okuyan Niğdeli biseksüel birisiyle tanıştım. Yaklaşık üç aydır beraberiz. Tüm gay arkadaşlara haddim olmamakla birlikte şu tavsiyede bulunuyorum. Zorluklara göğüs gerin ve kendiniz gibi olun. Bilinmeyen/İstanbul Dergimizi bulduğumda, sanki bu dünyanın en mutlu insanı ben olmuşcasına çok sevindim. Çünkü bu dayanışmasız dünyada ve bizim gibi insanların birbirinden habersiz ve duyarsız bir şekilde yalnız olduğumuzdan dolayı birçok problemli bir hayat sürmekteyiz. Dergiyi

KAOS GL 42 / 21

sürekli okuyorum. Derginin devamlılığı için ufak da olsa bir katkı yapmak ve çok daha iyi yazılar olmasını temenni ediyorum. Evet arkadaşlar ben de bir lezbiyen olarak bir kaç ilişkim oldu. Tabiki bunların içinde uzun süren sevgilimle birbirimizi delice seven bir aşk yaşadım. Onu tanıdığımda ben 16 o ise 15 yaşında idi. Kumral yeşil gözlü sempatik bir kişi idi. Henüz adını koyamadığım bu ilişki ikimiz için çok zor idi. Çünkü ikimiz de başka şehirlerde yaşıyorduk. Sürekli ailelerden izin alarak bir araya geliyorduk. Her beraber olmamız bizi müthiş mutlu ediyor fakat ayrılıklarımız korkunç acı veriyordu. Tekrar özlem çekmeler, ağlamalar bu böyle uzun yıllar devam ederken, son ben onun görmek için gizli kaçtığım bir haftada olanlar oldu. Beni karşılamak için gelmişti. Terminalde beni karşısında görünce boynuma sarıldı her zamanki hasretiyle evin yolunu tutmuştuk, beraber eve gittik. Ben yol yorgunu olduğum için dinlenmek için yatmak istedim, aradan birkaç dakika sonra sonra yanımda buldum. Sonrası malum özlemle deliler gibi sevişmeye başladım. Havada uçuyoruz ikimiz. İki gün sonra bana acı haberi ağlayarak anlatmaya başladı. Yani ayrılık sebebi aile zoru ile ve bana yakın olmak için “evlenmek”


istediğini, artık ailesine laf anlatmak çok zor olduğunu bana anlattı. Benim dünyam yıkıldığını, o anımı inanın sayfalar yetmez burada anlatmaya, sonra ona haklı olduğun noktalar var demeye başladım. Uzun süren mutsuzluklarım çok oldu. Evli iken devam eden ilişkilerimiz oldu, tabi biz birbirimizden kopamıyorduk. Ben aşırı stresli bir yaşam sürüyordum, o da çok kötü oluyordu. Sonra iki medeni insan gibi konuştuk ve artık hiç haber alamıyorum. Şimdi tabi eskisi gibi değil daha az özlüyorum. Bu arada başka kadınlarla birlikte oldum ama çok üzüyorlar, onun gibi dürüst sevecen birini bulmak çok zor. Umarım onun gibisini benim de onu onun gibi seveceğim insanları buluruz. Derginin Ocak’98, 41. Sayısında iki arkadaşın yazıları beni çok etkiledi (X benim…-3- ile Belen Karadağlı’nın mektubu). Arkadaşlarımıza ulaşmak ve tanışmak istiyorum sizin aracılığınızla. Radyo programları neden devam etmiyor bilgi verirseniz sevinirim. Sevgilerimle Kaos GL’nin Notu:Sevgili Bilinmeyen eğer İstanbul’daki Lambdacı arkadaşların yaptığı radyo programın soruyorsan artık yapmıyorlar çünkü Açık Radyo yayın programından çıkarmış. Ankara’da bizim

gerçekleştirdiğimiz radyo programı ise Arkadaş Radyo kapandığı için sona erdi. Her türlü katkını elbetteki bekleriz (Mektuplaşmak isteyen lezbiyen arkadaşlara adresini ileteceğiz). KİMSE BENİ GÖZÜMDEN ÖPMEDİ Şakir/İstanbul Balıkesir’deki Aşka Hayatımın en güzel bayramını ibne olduğumu farkettikten sonra bir ibneyle yaşadım. “Yüce rabbim sen nelere kadirsin” dedirtecek neler yaşıyor hergün insan ve yüce rabbim duy sesimi senin de bayramın kutlu olsun… Kaos’la tanış olalı henüz bir kaç ay geçmiş. Bi mutluyum bi mutluyum sormayın gitsin. Az önceki birkaçın tanımlaması için üçten fazla sayı kullanımı ne yazıkki çok zor. Bir yandan da Lambda toplantılarına yeni yetmelik merakıyla iştirak ediyorum. (Dört aylık eşcinsel) Yazılarını takip ettiğim Coşkun’la tanışıyoruz. Seninle ne zaman büro açıcaz mimar diye takılıyor. Feyz alınması zorunlu ak sakallı bir bilge gözüyle bakıyorum adama. Böyle bir misyonu var; yürüyen nöbetçi terapist konumunda. Kasım sayısında sanırım bir yıl içindeki kapak ve konular gözden geçiriliyor ve elimdeki iki dergi ile anlam veremediğim sürekli tekrar

eden klasik Kaos kapağı teranesinin ortasına dalıyorum. Daha çok içeriğe ve eski sayılardaki konu başlıklarına odaklıyorum ilgilerimi. Mart sayısındaki Coşkun, Güneş Sineması başlığı gözüme yaklaşmak için çaba harcıyor. Güneş Sineması adı daha öncesinden kulağıma ilişen pek ehemmiyet arzeden gidilmesi görülmesi zaruri, ulvi bir mekan gibi geliyor. Fakat konuşlandığı mevkii itibariyle bilmediğim bir coğrafyaya sahip… Film sağlam, kalem yerinde, insan nefes alıyor yalnız, bi devinim ki süregeliyor Ertesi gün iş çıkışı Pentimento’dan bu eski Kaos sayısını alıp vapurda, minibüsde bir görev edasıyla kelime sekmeden çocuksu bir heyecanın vechi ile hatmediyorum her yazıyı. Güneş Sineması bilinçsiz bir içgüdüyle tekrar okunuyor. Köfte, koli gibi dilbilgisi ve fonetik açıdan yorum getiremediğim kelimeler peydah oluyor yazı dilime. Nerden gelmiştir bunlar, nasıl öğrenilir, her köşe başında şakır şakır garantisi veren kulaklık kursları var mıdır; hiç bilemiyorum. Sonra bu kelimeleri yalnızca ibneler biliyorsa diye, fantazi bi körfez savaşında olur a ibne bir gazetecinin sözlerinin a’lar ve I’larla çeviren star ekranındaki şişman, kötü permalı kadını düşünüp, CNN

KAOS GL 42 / 22

geyiğine yatıyorum. Helal olsun Coşkun’a yazı güzel, misyon yerini bulmuş. İlerleyen satırlarda “kendimi gülmek için zor tutuyorum” ortamı çok gerilerde kalıyor. Fena halde gülüyorum. İnanılmaz güzel bir mizahi ironiyle kaleme alınmış bu yazı; Güneş Sinemasına duyduğum merakın kat açısından artmasına sebep oluyor. Her genç erkeğin başına böyle şeyler durumları söz konusu… Film koptu, kalem yerinde, insanoğlu kırmızı elma, heyhat bu yara kanıyor Yaşanmamışlıklarımı biriktirip olmayan ilişikteki, olmayan ilişkilerimi kronolojik sıraya diziyorum. Çok zaman alıyor; itirafı zor. İlişki, köşedeki marketin yanında gibi bir adres tarifinin mizahi gücü gibi gereksiz bir anlam taşıyor. Dizginlenmesi imkan dahilinde bulunmayan yaraları kanatıp tekrar güçlü kalın tomralar tutmasını bekliyorum. Bir türlü uzanamayan kolum sızısı içinde dolanıp duran. Yüreğine erişmekten pek keyif aldığım ilk gay arkadaşımın o yorucu sözüyle hesaplaşıyorum hergün. “Hayatının en güzel günlerini boşa geçiriyorsun.” Şiirin, aşkın, tenime berdel olmayacağını bilerek izi belirsiz bi güzergahta yürümeye inat ediyorum belki. Az merhamet, az cesaret, az sevgi benimkisi. Tek kişilik bi


oyunum caddelerin ortasında. Yağ ve bal satıyorum; saklanıyorum, elma diyorum kimse çıkmıyor. Aşk için anlatılası ne varsa yaşadığımı hissediyorum; geriye bir şey kalmadı. Benden de. Ve kimse elimden tutmuyor. Bir oyun bu. Sen başını öne eğerken ben ardına bile mendil bırakıyorum. Pişmanım diyebiliyorum şiir üstüne, pişmanım diyecek bi şey yapmadığım için… Film koptu, tık kalem kırıldı, hoca sordu nasıl bilirdiniz, urna turna bir iki üç Klasik Kaos sayfalarını sorguluyorum ama çoktandır klasik pantolon, klasik müzik ve klasik yaşamımın ayırdındayım. Namaz, mezar ziyareti, bayramlaşmanın ardından tüketiyorum bir günde tadılması gereken ne varsa. Taze ibne bir oğul ağlayamıyor bu kez baba mezarında. Kaçıyorum; gelecek misafirlerden, yaşanmış eski bayramlardan, etiketli kıyafetlerini giymiş şabalaklardan, el öpmekten, aslında hiç oturmadığımız evin en güzel eşyalarının bulunduğu salondan ablamın aldığı pahalı çukulatalardan, vıcık vıcık “e sizinkiler nasıl “ muhabbetinden. Çok geçmeden Aksaray’dayım. Elimle koymadığım çok kesin, bir yerin definesel arayışındayım. Aradığım yer bir türbe ya da her

köşe başındaki kız kuran kursu olmadığı için sorulası pezevenk kılıklı adamlar arıyorum etrafta. Kara suyun ayaklarıma tezahür etmeye başladığı anda, pek mübarek yere şu pek mübarek günde ulaşıyorum ki şükür. Korkularımı evde bırakmış olmama seviniyorum. Merdivenlerden iniyorum. Fuaye demeye dokuzyüz civarında şahit isteyecek bir mekan mevcut. Bir sakızın alabileceği en büyük form yarışındaki erkekler yürürken seksenlerin ikinci yarısında türeyen şanzımanlı mübarek şakalarını hatırlatıyor bana. Nostalji denen salakça şey bu olsa gerek. Son basamaktan inip fuayemsiye adımımı attığımda önce bi etrafa bakıyorum. Kendime güvenim var evelallah. Erkek ibne masalı. İç sesim aşifte misali aralıksız olarak, sürekli geliyormuş gibi davran diyor. Kurt kuzu hikayesi. Şöyle bir gözlerimi döndürüyorum ama kim durdurabilir bu dizlerin ivme kazanan hareketini. Karanlığa dalıp, daha önce bir sirkte çalıştığını tahmin ettiğim yer göstericinin komutlarına harfiyen uyuyorum. Perdenin beyaz olduğunu söylemek pek mümkün değil. Sosyal içeriksiz, ten renginde gayet edepsiz bir film gösteriliyor. Bi çoğu alt yazı olmadığı için çeviride zorlanmamak amacıyla kıpırdamadan seyir

halindeler. Bütün – bi çoğu ise filmi hiç iplemiyor. İki kişilik oyunların tercihindeler. Yalnız bunlar pek çocukluktaki oyunlara benzemiyor. Merak ettiğim, bu sesleri nasıl çıkarabiliyorlar. Sonra Türk erkeğinin gerçekten entelektüel bir birikime sahip olduğu kararına varıyorum. Buradaki hemen her kes Almanca oh oh bitte demesini biliyor mesela. İlk filmi izleyerek 3 ve 5 sayılarıyla sınırlayacağım porno filmografime birini daha ekleyerek ve filmi iplemeyenlere imrenerek geçiriyorum. Yer göstericinin yer gösterme konusunda başarılı olduğunu sanmıyorum aksi halde bir kütüğün yanında oturuyor olmazdım. Buraya kadar yaşadıklarımın Coşkun’un yazısıyla örtüşmüyor olmasına fena halde üzülüyorum. Henüz kimseyle bayramlaşmamış olmak benim gibi gelenekçi biri için kolay kanıksanacak bi durum değil. Bunun bir an evvel telafisi gayretindeyim. Bu kısa yazım içinde hasbelkader Halide Edip ve Hüseyin Rahmi’den öğrendiğim kelimeleri sıkça kullanıyorum, kızmayınız. Son dönem hakça pek bilinmeyen kelimelerle edebiyat yapmak moda oldu. Özellikle bir hanım kızımız var ki habasetini döküyor yazılarına, keza aynı gazetenin bir başka muharriri böylesi bir üslup dahilinde aktarıyor tv

KAOS GL 42 / 23

yorumlarını. Yazılarını sözlük yardımıyla okuduğum Perihan hanıma gönderme yapmak istedim. Mesajı da böyle korum işte… Film koptu, tık kalem kırıldı, iyiydi tüm muhteremler, gamzedeyim deva bulmam İkinci film, karanlık salon, halen üstümde eğreti duran ben hep gelirim imajı ve süre gelen yalnızlık seramonisi ve damakta kalacak bir belirsizliğin iç güveyi beklentisi. Belirsizliğin tam ortasında iştahın çekiciliği ile uzlaşan gözler ve işte yanımda biri oturuyor. Nasıl biri, baksam mı acaba, bana ne yapar gibi geçmişimden gelen mongol kalıntıları unutup bir daha pişmanım sözü geçmeyecek şiirler yazmağa karar veriyorum. Sonra Coşkun’un köfte dediği Tekirdağ’ın ünlü bir yemeğinin az baharatlı seri üretimine başlıyoruz. Yanımdaki arkadaş da az ibne değil, eli bu işlere pek yatkın. Bense hocam son konuyu tekrar edebilir misin acaba tipolojisine giren, gözlüklü, ön sırada oturan, etinden sütünden götünden faydalanılası öğrenci edasındayım; henüz. Bir yandan sezdirmeden, bıyık altından gülümsüyorum bir yandan da 23 yıllık bakirlik safsatasına ve aile eşrafına veciz sözler sarfediyorum. Film arasında aynı fuayemsinin en müstesna köşesinde anlaşılmaz özenlikte çok


öğeli karmaşık cümleler kuruyoruz; köfte üreticisiyle. Kaos, Lambda, Tuna Erdem, eşcinsel hareket ve duruş üzerine ayak üstü derinliği kum çıkarma seviyesinde tartışmaların tan ortasında buluyoruz kendimizi. Sen de benim gibi bir adamsın demek bir memnuniyet belirtisi mi olur yoksa hayıflanma mı çözemiyorum. Anlaşılan gerçekten boşalırken entelektüel olunamıyor. Kıssadan hisse… Film koptu, tık kalem kırıldı, tohuma saldı kadın kendini; unutma unutulan vb. Ulan Yılların sonrasında sahne heyecanını atamayan az boyalı, boncuk seven, ince ruhlu assolistlerimiz gibi yüreğim; heyecan dolu. Pır pır; böylesi haleti ruhiyenin betimlenmesinde çok uzuvdan eksik bir beden gibi kalıyor. Son film. Karanlık. Seçmeden, seçilmeden, kesmece olmadan, göt ölçülerimde spermsiz bir koltuğa konuşlanıyorum. Bi tedirginlik bi tedirginlik ki diz boyu. Az önce eşcinsel hareket üzerine tartıştığım arkadaştan öğrendiklerimi unutmadan müsvedde defterine hemen aktarıp uygulama amacındayım. Kişi başına düşen ülke çapındaki köfte miktarına katkıda bulunuyorum. Yeni müşerref olduğum bu arkadaşın ellerinin armut toplamıyor olması hem köfte gayri safisi hem de edele fentezim açısından

memnuniyet verici. İşin bu safhasına gelmemiz için Türk gencine bir dil bir insan kazandıran dışeriksiz filmin yarım saatlik kısmını 8.15 edasıyla izlememiz gerekiyor. Gidebileceği yere kadar gitmesi konusunda kararlıyım. Yanımdaki gence bir büyüğü olarak bayram şekerini dudaklarımla veriyorum. Allahın tüm uzuvlarını özene bezene yarattığı bu kulun dudakları da öpülmeye elverişli. Hava şartları yerinde, seyirci güzel, takımlar sahada, sevişmek için herşey mevcut. Karşılıklı en uzun süre soluksuz kalabilme deneylerine girişiyoruz. Allaha beni böylesine asimetrik yarattığı için kızgınım ama hünerlerini, benimle paylaşabilecek birisini de gösterdiği için affedebilirim. Böylesi bir şeyi daha önce neden yaşamadım diye kızıyorum kendime. Tadı çukulata gibi mi desem, yaz meyvaları gibi belki, yok, bilemiyorum ama güzel olduğu kesin. Kızgın kumlarla serin sular arası bir yerde belki. Salondaki dörtyündoksansekiz kişinin ilgi alanı dahilinde olmamamız azmi arttırıyor. Anneme kızıyorum bu gece geç geleceğim. Size sevgilimle, kızınca “gel buraya küçük piç” diyeceğiniz sevimli bir torun yapmamaya çalışacağız deyip iç hesaplaşmamın isteklerini karşılıyorum. Eşcinsel’in Türkcell gibi bir telefon

kartı olduğunu düşünüyorum çok zamandır. Gay’in e hali gaye ise boliç geçmişinde eşcinsel bir deneyim yaşamış olmalı. Tırnaklarına manikür yaptıran patronuma bakıp kalemimi iştahla yalıyorum. Sırlarımı veriyorum insanlara. Sana bilmediğin bir şey söyleyebilirim. Her cümlenin sonunda bir üç nokta vardır aslında ve bu aşkın sonuna üç nokta ne güzel de yakıştı. Film koptu, kalem kırıldı tık, anayasa kararı çocuk önce anne der, leylim ley Aylardır beklenen vitrindeki erişilmez hediyeye kavuşmamın hüznüyle sarılıyorum dokunuyorum her yerine. Seks güzel midir diye arkadaşıma sorduğum zaman işlediğim sekizinci günahın ayırdına varıyorum. Meğer ne keyifliymiş dokunuşun iç tesirleri. Tenimin her noktasının ayrı ayrı acıyla uyuştuğunu hissediyorum. Garip! Hayatımda ilk kez kaçmak istemiyorum. Yalnızlığa yüklediğim erdemler üzerine yeniden düşünmek için karar alıyorum kendimle baş başa verip. Yaşadığım bu güzellik neyse arsız bedenimin özleyecek olmasından korkuyorum. Bağlanma fikri utandırıyor bireyciliğimi. Her şeyin merkezinde hadi çıkalım sözüyle sinemanın dışında buluyoruz kendimizi. Birkaç dakika sonra sahilde karanlıkların ve kayalıkların üzerindeyiz.

KAOS GL 42 / 24

Sıfırın altında olduğunu çokça kulaklarıma ve burnuma vurgulayan bir sıcaklıkta ya da soğuklukta sarılıyoruz birbirimize.. Sevgiyle sarıldığında bedenin salt et değil yürek olduğu teorilerimi düşünüp yüreklerimin tüm kapılarını açıyorum korkusuzca, sonuna kadar. Yıldızlara bakıyoruz. Öyle özelliksiz küçük benzer zayıf ışık kümeleriydi benim için yıllarca. Sonra ilkokulda okumaya başladığım mizah dergilerinde mehtap seyrindeki malum mesut heteroseksüel çiftlerle yüzleşiyorum. Gökyüzü, gece, yıldızlar bir anlamda anlam kazanabiliyor kollarında sana kendini bir çocuk masumiyetiyle teslim eden biri varsa. Sıkça gözlerine bakıyorum. Siyah , koyu, derin bir siyahlık. Saçlarında ellerimi gezdirdiğimde yavaşça yumuyor gözlerini. Şimdi anlıyorum bebeklerin uyurken kazandıkları, bi gün kaybedecekleri mutlak, tebessümün nedenini. Gözlerinden öpüyorum, defalarca, dakikalarca. Erişilmez bir hüzün formatındayız. Sarıldığım henüz yirmisinde hakkı yenmeye pek müsait tüyü yeni bitme gayretinde yağız anadolu delikanlısı. Taşıdığı saf bir temizlik ama yine de güçlü. Belki de olmak zorunda. İbneyim diyor. Nerden duyduğu bilinmez eşcinsel sözü doğu şivesi ile doyumsuz bir tada


dokunuyor derinlerimde. Gözleri dudaklarımda hâlâ. Bense yavaşça kapatıp gözlerinden öpüyorum tekrar tekrar. Az konuşuyor. Güzelsin diyor, hoşuma gittin, kimse bana böyle dokunmadı diyor. Ardımızda kırıntılar bıraktığımız yolun geniş aksında bir ayrılığa hazırlanarak montun cebinde elele tutuşmuş yürüyoruz. Korkuların çok uzağında bir geceyi yaşıyorum tüm benliğimle. Dakikada yaklaşık yüz aracın geçtiği bir otoyolun kenarındayız. Düşünmeden hadi öpüşelim diyorum. Dakikalardır öpüşüyoruz oralarda. Kaç kırmızı kaç yeşil ışık yanıyor umrumda değil. Kayboluyoruz birden gecenin karanlığında. Yıllarca her çeşidini her an yaşadığım hüznü böylesi bir geceye bulaştırdığım için gurur duymuyorum. Elim kendi montumun cebinde. Yalnız içimde adını bilmediğim kocaman acı bırakıyor gece. Cebimde telefonu ve dudağımda ağız kokusu… Eve gelene kadar ve daha sonra şu sözünü düşünüyorum. “Kimse beni gözümden öpmemişti.” Sebebi bilinmez bu gecenin sonuna üç nokta koyamıyorum. Hey Allahım sen nelere kâdirsin… Hayatımın en güzel bayramını ibne olduğumu anladıktan sonraki ilk bayramımda bir ibneyle kutluyorum. Doğu batı kardeşliğinin canlı tanıklarıyız. Bayramın olsun dadaşım. Film koptu; tık kalp kırıldı, kâtibin üzerinde kan, vermek almak ve ötesi Çocukluğumdan bir bayram diyaloğu: ufaklık yarım kilo şeker, iki limon alır mısın. Bayram temizliği mi teyze. Yardım lazım mı? Terbiyesiz. Bacaksıza bak neler biliyor…

MEKTUP-LAR-DAN

BAYRAM-LIKBURHAN/AMASYA ayakkabılarıyla uyuyan bir çocuğu düşün… uyuyamayan ya da.. yorgun düşmüş anne babaları, para kazanamamış seyyar satıcıları, ayağı sakatlanmış sokak kedilerini, zehirlenmiş sokak köpeklerini… düşün… onların yüzlerinin en düşsüz yerinde kalakaldım… bir bıçakla, rüzgâr sokarım içime… sonra iyileşeceğimi söylerim DİLSİZİM… babam da yok benim… bayramlık ayakkabılarım yok… uykum da yok… bayramım da… benim sadece sokak kedilerim var… topal ayaklı, yarı aç yarı tok ama yaşama inatlı… yüreğime bir bayramlık alamadım… bulamadım… gözlerinin renginden bir gömlek saçının yumuşaklığında bir kumaş… sesindeki şefkatli dokunuşu bulamadım… yüreğim çıplak, aylardan kış, mevsimlerden Ocak. cehennemlerden Balıkesir.. Nerdesin… yarın beni arar mısın. bayramlık alır mısın kulaklarıma… baban bir masal anlatsın sana.. içinde sevdiklerin içinde İstanbul olsun… hep şarkılar gerçek olmak zorunda mı… işte ordasın… masal şehrimde… ama babam yok benim… masallarım, kabusa dönüşürse uyandıracak bir nefes yok yanımda… bana birşeyler anlat… hadi… çok üşüyorum… bacaklarım ağrıyor… kedim eve gelmiyor sarılacak bir nefesim bile yok alacak nefesim olmadığı gibi… boğuluyorum… sokak lambaları sönüyor bir bir… ve horozlar sirenini öttürüyor bayramın… yeni ayakkabılar yarın çiğneyecek sokakları… ayakkabım yok. bayramım yok, uykum yok. sen yoksun.. sen… çilek bayramıydı gözlerin… ve benim bir bayramlıktı gözlerine… ama gittin… bir çocukluğu bayramlıklarıyla bırakarak… düştüm sen yokken… pantolonumun dizleri uykularımın düşleri yırtıldı… nerdesin… tamam biliyorsun ama seni çok özledim… kutlu olmalıydı bayramın…

ZAK-ZORUNLU ASKERLİĞE KARŞI KAMPANYA’nın FİRARİ adlı Bülteninin 15 Ocak 1998 tarihli 5. Sayısı çıktı. Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanan bülteni edinmek isteyenler şu adrese yazabilirler: c/o PO Box 2474, London N8, İNGİLTERE e-mail: hcalba@essex.ac.uk

KAOS GL 42 / 25


TARİHİMİZDEN SAYFALAR FETHİ IŞIK/ANKARA Yok saymak, görmemezlikten gelmek var olanı ve gerçekleri ne kadar çarpıtabilir? Bir gerçek ki yalancıların mumu yatsıya kadar yanıyor. Gün ışığı içinde mumların ışıkları gözükmüyor bile. Onun için insanların aydınlanmasını istemiyorlar. Kendi sistemlerinin devam etmesi, kurulu düzenin sürmesi için insanlardan çoğu bilginin saklanması gerekiyor. Herşeyi çarpıttıkları gibi tarihi de çarpıtıyorlar. Yalanlar üzerine kurulmuş doğrularla insanlar birbirini aşağılıyor, küçümsüyor ve savaşıyor. Bu yazı bizi yok sayanlara inat yazıldı belki de. Her onurlu mücadelede olduğu gibi geçmişi bilmeden gelecek için hiçbir şey yapılamayacağı inancıyla Osmanlı dönemindeki eşcinsel yaşantıyı araştırmak istedim. Gelin bu renkli cümbüşe beraber bir göz atalım. ŞEHZVİ RAKS-KÖÇEKLER VE TAVŞAN OĞLANLAR: Raks Doğu’nun en eski eğlencelerinden biridir. Neşe ve sevinç zamanlarına göre her türlü vücut hareketleriyle oynanan, oynayanları ve seyredenleri eğlendiren bir olgudur raks. Bu gibi ulusal ve yöresel rakslar dışında bir de sevinci şehvete, neşeyi tahrike dönüştüren bir ala turka raks vardır ki, eski İstanbul eğlenceleri arasında en önemli bölümlerden birini oluşturur. Köçek oynatmaktan söz ediyoruz. Tarihsel bir gerçek olarak ortadadır ki eski renkli anlayış güzellik ve gençlik kadında da olsa, erkekte de olsa aynı derecede çekici ve yakıcı sayılıyordu. “Eşcinseller arasındaki aşklar” yüzyıllardır Doğu’da yaşanmıştır. Tarihimizin hiç bir sayfası yoktur ki bu renkli yaşantıya rastlanmasın. Ayrıca bu renkli yaşantı her zaman çok doğal görülmüş günümüzde olduğu gibi kimse kimseyi aşağılamamış ve küçümsememiştir. Bu noktayı belirttikten sonra şunları söyleyebiliriz; Padişahlar saraylarında genç ve güzel cariyelerle birlikte her zaman için zevklerine hizmete hazır yakışıklı erkekler bulundurulur, vezirler, zenginler, hatta şu kocaman kavuklu sırma cennet satıcıları hocalar da aynı yolu izlerlerdi. Kırmızı şallar, al mintanlar giyen, başlarına leventler gibi sarık saran esnaf çırakları “müşteri aldatan çıraklar” diye anılıyordu. Böyle zevkli ve renkli bir anlayışın geçerli olduğu sırada raksı özel meslek sayan genç erkeklerin neler neler yaptığını söylemeye sanırım gerek yok.

Rakkaslar güzel erkek çocuklar arasından seçilir bunlar, özel suretle meşkhanelerde müzik eğitimi yaptırılır, makamlara ve ezgilere yakınlıkları sağlanır, kendilerine ayrıca raksın tüm incelik ve kuralları öğretilirdi. Rakkaslar iki kısma ayrılırdı; köçekler ve tavşan oğlanlar. Raks, vücudu her biçime sokan, tahrik edici hareketlerle, kıvırmalar, göbek atmalar ile dolu idi. Rakkaslar, bazen hızlı, bazen ağır adımlarla alanı dolaşırlar, gamzeleri, cilveleri, naz ve edalarıyla rakslarına eşlik ederlerdi. Köçeklerin bazen istek uyandıran kadın giysileri giydikleri de olurdu. Raks seyircileri çıldırtan bir oyundu. Müzikle gerilen sinirler güzel yüzlü, kadın giysili, kadın davranışlı yosma oğlanların tahrik edici oyunlarıyla dayanıksız bir hale gelirdi. Evliya Çelebi rakkaslardan sözederken “âffitâb misâl” “kesim biçim yerinde”, “nergis gözlü”, “nice canları esir etmiş” gibi sıfatları kullandıktan sonra seyircilerin dayanıklığını kıran bu raks sahnelerinden birini şöyle tanımlıyor: “İrem bağındaki tavus kuşu gibi gezinip yürüdüklerinde adamın soluğu kesilir, o an tutulur. Gören aşıklar, şaşkın ve hayran kalarak her köşeden (yükselen) ‘Hu’ sesleriyle yer sevinç ve neşeyle dolar”. Bu heyecanlı, ateşli, titrek raks sırasında ne kadehlerin kırıldığını, ne saldırıların olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. Rakkasların her biri şimdiki sinema starları gibi arkalarında bir sürü vurgun sürüklerlerdi. Güzellikleriyle ün kazanırlar, görüp tutulanlar tutkunluklarını vuslat derecesin getirmek isterler, bu yüzden para harcarlardı. Tam anlamıyla vamp kadınlara tutulup da servetini bu uğurda tüketen adamlar gibi, eskiden de bütün varlığını rakkaslara yediren sevgilisinin yarım bir iltifatını kazanmak için en değerli mallarını veren aşıkların görüldüğü tarih sayfalarında yazılıdır. Bu özellik ve davranışlarından dolayıdır ki rakkasların bir çoğu ya kendi adları büsbütün unutulup Zalım Şah, Fitne Şah, Nazlı Şah gibi adlarla ün yapmışlar ya da Saçlı Ramazan Şah, Can Şah, Küpeli Ayvaz Şah gibi takma adlarla anılmışlardır. Gelecek ay: Eski İstanbul’da Lezbiyen Yaşantı. Kaynakça: Eski İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, Refik Ahmet Sevengil, İletişim Yayınları, İstanbul, 4. Baskı Ekim 1993

KAOS GL 42 / 26


BULUŞMA/MA HEZEYANLARI (iki) ECE GÖKSENİN/…. HERHANGİ BİR BÖLÜM Beni ilk kez çay içmeye çağırışının, konuşmak görüşmek isteyişinin anlamını bilebilecek durumda değildim. Nelerin içindeysem onun bu isteğinin beni ilgilendirdiği de yoktu. Yine de içinden çıkmayı düşünmediğim bir merakın etkisindeydim. Belli etmesem de vazgeçmeyi istemediğim bu sevincin tadını duyumsuyor gibiydim. Merakın, tanıma anlama düşüncesinin doğurduğu bir şeydi bu; beni müthiş heyecanlandırıyordu. Zaten hep böyle olurum. Birini tanıma ve anlama daha ileride dostluk kurma isteği ve düşüncesi hep o heyecanı doğurmuştur. Her şey bir sona varıncaya değin ya da bir film bir yerinden kopup sahne kararıncaya kadar o heyecanla birlikte olurum. Ondan ayrılamam, vazgeçemem. Yaşatacaklarını dört gözle beklerim. Birini tanırken, anlarken kendimi (de) anlayacağımı, tanıyacağımı bilirim. Kendime biraz daha yaklaşacağımı duyarım. İlişkilerin beni çeken, etkileyen yanı da budur. Kendimde çıktığım yolculuk başkalarının da yolculuğu olur. Onun yolculuğu olur, ikimize yollanırız. İkimize varırız. Varamazsak dönüp geldiğimiz yer de içimizdeki boşluk olacaktır. Boşluğumuzu daha fazla sahipleniriz. Gidip gelen ve kopamadığım görüşme düşüncesiyle geçen zaman nedense beni yoğunca etkiliyordu. Karışık düşünceler içinde bırakıyordu. Onu daha çok istiyordum. Aramak bulmak beni sarsıyordu. Zamanımın çoğunu bunu düşünmekle geçiriyordum. Onu daha çok istiyor oluyordum. Zamanımın çoğunu bu düşünceye ayırıyordum. Düşündükçe de o ilişkiyi bir ucundan yaşamaya başladığımı duyumsuyordum. Yolda, sokakta onu tepeden tırnağa süzdüm o duyumsamadan kaynaklanıyordu. Onun benimle kendine ulaşma, bulma düşüncesi benim düşündüklerim, istediklerim oluyordu. Düşündükleri ile kendi düşündüklerimi ifade ediyordum. İsteyerek alet oluyordum. Bana biçtiği role razılık gösteriyordum. Onu görme, onunla olma isteği bir ur gibi kalbimi sarıyordu, zihnimi dolduruyordu. Bir türlü bu

düşüncelerin içinden vazgeçemiyordum.

sıyrılıp

çıkamıyordum,

Onun içtenliği, saflığı, gençliği, çocuksuluğu, giyimi, davranışları… Ömrü boyuna beni içine çekmeyi sürdürüyordu. Ömrünün içinden çıkamıyordum. Çıkmak istediğimden de kuşkuluydum. Kendimi inandırıcı bulmuyordum. Görüşme anını kafamda canlandırıyor, kuruyordum. Yüzünden, gövdesine, gövdesinin hatlarına, girintilerine çıkıntılarına zihnimde dokunuyordum. İçimi titreten kaygılar yaşıyordum. Uzun zamandır yaşamadıklarımı yaşıyor, duymadıklarımı duyuyordum. Konuştuklarım, sözcüklerim ona dokunsun, herbir yerini duysun istiyordum. Sözcüklerimle önü alınmaz bir cinselliği ve onun verdiği doyumu yaşıyordum. Bunlar ona ait onun sözcükleri olmalıydı. Dokunmayı ve onun verdiği hazzı duyurmalıydı. Her yerinde gezinmeyi, her yerine dokunmayı başarmalıydılar. Onun olmalıydılar. Cinselliğini ve gençliğini duyumsatan küçücük gibi görünen ayrıntılar o sözcüklerle kendini ifade edebilirdi. Ellerini tutabilir, ona sarılabilir, onunla olabilirdi. Kendi gövdem kadar bir başkasının gövdesi de serüvenlere çağırır beni. İnsan ne yaşarsa kendi gövdesinde, gövdesiyle yaşar. Bu onun bir başkasıyla bütünleşmesinden başka bir şey değildir, tamamlayıcısıdır. Onun kendini etkileyen noktalarını hayatı boyunca arar bulur. Başkasının gövdesine ilgisi bunu doğurur. Kendi gövdesini başkasının gövdesiyle keşfeder. Kendi gövdesini bulur. Onun kendinde gövdesini aramasına bundan karşı çıkmaz. Etkileyici bulur, tadlar alır. Aynalar, yalnızlandığı odalar bunu sağlar. Dokundukça, duydukça heyecanlanır. Benim dokunma isteğim, onunla birlikte olma düşüncem de bununla açıklanabilir. Kendine dokunma, sarılma, öpme zihniyle gövdesini

KAOS GL 42 / 27


buluşturma düşünceci insanın bütün duyularını ayaklandırır. Bir başkasının yüzü, dudakları, göğüsleri, göğüs uçları, karnı, göbek çukuru, kalçası, vulvası, penisi, anüsü, baldırı, bacakları, elleri, ayakları, gözü, kulağı o etkilenmenin ilk anda hatırlanan noktalarıdır. Ona dönüyorum… birileriyle birlikte de olsak yanımda daha çok da karşımda oturuyor. Kendini göstermek için her şeyi yapıyor, her yola başvuruyor. Gözlerini benden ayırmadan yerinde duramayan, her şeyiyle canlı bir çocuğu oynuyor. Bacaklarını açıyor, kasıklarını gösteriyor, belirginleştiriyor. Kasıklarının çizgilerini, kıvrımlarını bulmama uğraşıyor. Kollarıyla oynuyor tişörtünün içinde gizlenen gövdesini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Onları kendinden çok benim için, benim gibi okşuyor. Koltuk altlarına dokunuyor,elini ağzına götürüyor, kokluyor, diline sürüyor, yalıyor. Tişörtünün düğmelerinin hepsini açıyor, atletinin kuşaklarından birini açığa çıkarıyor bu onu daha da çekici kılıyor. Ayaklarını koltuğun üstünde topluyor, kalça ve baldırlarını önde tutuyor, düzgün fiziğini kalçasının yuvarlaşan hatlarını ve gövdesini sunmak istermiş gibi duruyor. Öne eğiliyor gözlerimi içine sokuyor. Çocuklar gibi dudaklarını büzüyor, diliyle ıslatıyor. Dilini dudaklarında gezdiriyor. Belki bir oyunu oynuyoruz onunla. Dokunma ve duyma oyunu bu. Baştan beridir yaptıklarımız da aynı oyunun parçası. Birbirini bulup keşfetme oyunu. Bunu sürdürdükçe daha fazla etkiliyor beni. Daha fazla dokunma ve duyma isteğimi çoğaltıyor. Her kapıya çalışımda ellerimi tutuyor, bir süre bırakmıyor. Gözlerimi gözlerinin içine sokuyor, gözlerinde sabitliyor. Yeni oyunlara çağırıyor.

(ÜÇ) HERHANGİ BİR BÖLÜM İnsan kendini sever, kendisini sevdiği için gövdesini de sever. Onu görmekten, devinimlerine tanık olmaktan tad alır, hoşlanır. İnsanın kendisini beğenmesi başkalarında aradığı şeyler konusunda da bir temel oluşturur. Kendine duyduğu sevgiyle diğer sevgiler, aşklar bütünleşir. Bir bütün oluşturur. Daha küçüklüğünde gelişmeye başlayan kendine ve gövdesine merakı büyüdükçe kendini daha fazla içine alır, daha fazla etkili olur.

Küçüklüğündeki gizli gizli göğüslerine bakmalar, arada bir donunu sıyırıp penisinin, vulvasının ne olduğunu anlamaya çalışmalar, aynanın karşısında poposunu, anüsünü görmeye uğraşması o kendine merakın sonucudur. Bu merakla başkalarının göğüslerini merak eder, oyun oynarken başkalarının külotunu sıyırır penisine, vulvasına bakmalar, göğüslerine dokunmalar, poposunu gözlemeler, anüsünü görmeye çalışmalar hatta çaktırmadan dokunmalar da aynı merakın sonucudur. İnsan çocukken bile zaman içinde kendine ve başkalarına bakmaktan haz alır. Annesine, babasına, kardeşlerine, arkadaşlarına aynı mantıkla yaklaşır. Korkuyla ve utanmaya birlikte heyecanlanır, ürperir, için iççin titrer gizli bir haz alır. Şaşırsa da bunu yaşamayı sürdürür, ister. Gövdesinin kimi bölgelerindeki değişimler, dönüşümler, büyümeler bilmemenin korkusuyla dikkatle izlemeyi doğurur. Başkalarını izlemekten, onlara dokunmaktan hoşlanır olur. Birinin penisine dokunduğunda, vulvasına el sürdüğünde, göğüslerini okşadığında aynı duygu ve düşünceler içindedir. Göğüslerinin büyümeye başlaması, asıl görünümüne kavuşmaya başlaması, vulvasının dudaklarının büyümesi, klitorisi, penisinin uzaması, heyecanlandığında penisinin sertleşmeye başlaması, dikleşmesi, hafif hafif meni sızması, koltuk altlarının, karın bölgesinin tüylenmeye başlaması, o tüylerin vulvasına ya da penisine testislerine kazandırdığı görünüm merakını daha da çoğaltır. Gizli gizli penisini sıvazlar olur, vulvasıyla oynamaya başlar. Yüzündeki sivilceler ya da tüyler de benzer etkiler bırakır. İçinden gelen ama bilmediği bir nedenle göğüsleriyle oynar, uçlarını çekiştirir, elini vulvasında dolandırır, vulvasının içine korka korka parmaklarını sokar, klitorisiyle oynar, anüsünü tanımaya çalışır parmaklarını üstünde gezdirir, içine sokmaya uğraşır. Aynı şeyleri başkalarına da yapar. Duyarlı noktalarını bilmeden keşfeder. Bu cinselliğin duyulmaya başlanmasıdır artık. Dokunmalar, değmeler, sürtmeler, parmaklamalar anlamını bulur. Duyduğu belli belirsiz acılarla birlikte haz aldığını düşünerek bunları yapmayı sürdürür. Saatlerce penisiyle, testisleriyle oynar, penisinin dikilmesini hayranlıkla izler. Elini çoğu zaman külotunun içinden çıkarmaz. Vulvasından ya da

KAOS GL 42 / 28


penisinden aşağı doğru süzülen sıvının, anüsüne bulaşan akıntının ne olduğunu merak eder. Tad aldığını düşündükçe oyunlarını daha da sıklaştırır. Daha fazlasını ister. Vulvasıyla, penisiyle, anüsüyle oynaya oynaya uyarılmayı ve o uyarılmadan tad almayı öğrenir. İlk mastürbasyonlardır bunlar. Bir günde doyumu bulup boşalırlar, orgazm olurlar. Erkek çocuklar penisiyle oynarken bile anüsünden vazgeçmez oyununa onu da dahil eder. Hatta ona dokunduğunda penisinin uyarılmasını, dikleşmesini başından meni sızmasını tadla izler, sevinir. Erkekliğini bulduğunu sanan birisi diğer noktalardan vazgeçmez, anüsünden ayrılmaz. Cinsellik iki yanıyla gelişir insanda. İnsanın hem dişil hem de eril yanını içiçe geçirir. İkisinin birlikteliğine izin verir. Erkeklere de kadınlara da o cinselliğin oluşturduğu düşüncelerle yaklaşır. Penis ya da vulva, erkeklik ya da kadınlık hormonları onun kadınlaşmasına ya da erkekleşmesine yetmez. Bir şeyleri eksik bırakır. Onu da kadın ya da erkeğin tinselliği tamamlar. Kadınlık ya da erkeklik penis ve vulvayla açıklanacak kadar basit değildir. İnsanın kendini nasıl gördüğü, nasıl duyduğu yol açıcıdır. Bir erkekteki kadın ruhunun, bir kadının erkekliğinin içerdiği budur. Kaldıki cinsellik dediğimiz şey penisin vulvaya sokulmasından ibaret değildir.İnsan hangi gövdeye sahip olursa olsun duyduğu ve düşündüğüdür. Onun ilgisinin doğrultusunu da bu yanı çizer. Davranışlarının, düşündüklerinin, konuştuklarının, yaptıklarının bir yerlerinden gizlediği cinselliği kimi zaman açıktan kimi zaman da gizliden asıl kimliğini açığa verir.Öte taraftan insan keşfettiği bütün oyunları oynamak, aldığı hazları tadmak, yaşamak ister. Bastırdığı ya da ortaya çıkardığı cinselliği asıl kendini ve kim olduğunu bulmasını sağlar. Dinlerin kadınla erkek arasına, erkekle erkek, kadınla kadın arasına koyduğu, ördüğü setler bunun içindir. Kadınlar bundan örtünür, erkekler bundan süslenmez kendine bakmaz. Böylelikle sapkınlık denilen şey bir şekilde ortadan kaldırılır. Ortadan kaldırıldığı sanılır. Büyütüldüğü bilinmez. Erkeklerin süslenmesi, kendine bakması, güzel görünmeye çalışması, giydikleri ile gövdesini belirginleştirmesi, kadının da aynı şeylerde diretmesi erkek davranışlarına ilgisi, giyime merakı bundan güç alır.

Yasalar insanı kendi gövdesine ve düşünüp duyduklarına bırakmaz yönlendirir, yapacaklarını belirler. Günümüzde bu büyük ölçüde aşılmış görünüyor özellikle erkeklerin açığa çıkarttıkları, yaşamayı istedikleri dişil yanlarını göstermeyi biliyor. İnsan gövdesi bulduğu hazların hepsini duymak, yaşamak ister. Bunu kimi zaman açıktan kimi zaman da gizliden yaşar, duyar. Gövdesi her gün kendini etkileyen noktalar bulacağı bir haritadır. Elini hep o aradığı noktalarda gezdirir, üstünde tutar. Her gün yeni adacıklar keşfeder.Bir erkeğin anal ilişkisinin ya da erkeklerle yatmasının erkekliğini ortadan kaldırdığı yoktur. Kendini düzdürürken de kendi düzerken de bunun ayrımındadır. Kadın da bir kadınla sevişirken de, kendisiyle sevişirken de bunun farkındadır yaşamak istediğini yaşıyordur. Kendini doyurmak istiyordur. Myra’nın bir erkeği düzerken yaşadığı doyum, doruklarında gezindiği duygu nedir yoksa? Aynalar ne içindir? Kendi gövdemiz içindir. Kendini görmen içindir. Belki de birinin tanıklığına ihtiyaç vardır. İnsan gövdesini yaşamak, duymak istedikleri için izler, tanığı olur. Bastırdığı cinselliğini böylelikle yaşar, sürdürür. Bir erkeğin saatlerce penisiyle oynaması, bir kadının saatlerce vulvasıyla oynaması nedir? Göğüsler, anüs, dudaklar ama hepsi nedir? Dediğimden başkası değildir. Genç oğlanlar eşcinsel oldukları için mi birbirlerini düzüyorlardır? Genç kızlar birbirleriyle sevişiyorlardır? Sanmıyorum. Gençler için bu olaylar çoktur. Bugün kendisini düzdüren yarın bir başkasını düzüyordur öbürüsü gün de bir kızla yatıyordur. Bulduğu her nokta onu başka yerlere götürür başka başka şeyler yaşatır. Gövdesine, kendisine sıkıca bağlar. Onu yaşamak istedikleri için kullanmasını öğütler. İnsan gövdesine sahip çıkar, onu sahiplenir, onu kendisine bağımlı hale getirir. Bir erkek bir erkeği düzüyorsa kendine merakındandır. Düzdüğünün yaşadıklarını, duyduklarını kendisi de duyuyordur, duymaya çalışıyordur. Düzen birisinin menisi onun rektumuna dolarken düzülenin de menisinin boşalması bu doyumu gösterir. Birisinin onun penisini yalaması, emmesi, sorması onun yapmak istediğidir. Sevişirken o da onun penisini niye öpmesin, ona mastürbasyon yaptırmasın? Kadınlar birbirlerinin klitorisiyle oynarken, vulvasını yalarken, öperken, emerken diğeri ona aynısını yapınca her şey eşit bir şekilde yaşanıyordur. İnsan gövdesinin gösterdiği yolda olmalıdır. Bütün istediklerini yaşamalıdır. Düşünüp duyduğu olmalıdır. Bizim öykümüzde benim bu dediklerimin bir yerlerinden

KAOS GL 42 / 29


başlıyordur. Kendi gövdemizi ararken ikimizin gövdesini buluyoruzdur.

(Sürecek) Buluşma/ma Hezeyanları’nı yayımlamaya karar verişinize ve ilk bölümün derginin Ocak sayısında yayımlanmasına sevindim. Bundan sonrası ne zaman yazılır, yazabilir miyim bilmiyorum. Ben, yine de düşünüp duyduklarımı, yaşadıklarımı yazmayı sürdürmek istiyorum. Burda bir beklentim de var; farklı cinsel tercihleri olan insanların bu tür çalışmalarla toplumca anlanmasının kolaylaşacağını düşünüyorum Anlatıyı sürdürmek isteyişimin temel nedeni de bu! Bugünün insanı iki yüzlü. Galiba onun maskesini çıkarmak için ne yapılabilirse yapmak gerekiyor. Benim nerde yaşadığımın ya da kim olduğumun bu bağlamda fazla bir önemi olduğunu sanmıyorum. Bir gün olur görüşürüz, tanışma fırsatı buluruz. Bunun için de öncelikle düşünüp duyduklarımı sizlere anlatmam gerekiyor. Hatta dergiye gelecek olumlu olumsuz tepkileri şimdiden merak etmeye başladım. Çünkü, benim yazdıklarım da neredeyse farklı bir yorumlama, farklı bir bakış açısı ortaya çıkıyor. Hatta yazdıklarımı biraz da ciddi buluyorum. Kendimi yüksek bir yerde tuttuğum sanılmasın tersine mütevazi olmak için ne gerekiyorsa yapıyorum. Ben, yalnızca bu kapsamlı anlatının ya da öykünün içerdiklerinin tartışılmasından yanayım. Hatta böyle bir tartışma dergi sayfalarına yansırsa daha iyi olur çünkü, ben kendinin ne olduğunu kestiremeyenlerin ve bunu sorun etmeyenlerin istediklerini düşünüp duyabileceklerini ve yaşayabileceklerini sanmıyorum. Cinsel tercih basitlikle sınırlanmış bir şey olmasa gerektir. Benim asıl sorun ettiğim de bu. Ben bütün bunların içinden çıkacak bir düşünüp duymadan ve tabii ki hayattan yanayım. Öte taraftan süreç içinde dergi için daha farklı çalışmalar da yapabileceğimi düşünüyorum. Bir gün görüşebilmek umuduyla, dostlukla, aşkla kalın. Hoşçakalın.

ardında bırak kelimeleri kurumuş selvi ağaçlarının gölgesizliği gibi kendi ülkesizliğini seç önce seni doğuran kadını terket eşcinsel bir aşk ara terkedilmiş çöllerin serabında terket artık sarı insanların doğduğu kentleri sonra eşcinsel bir ayinde cenneti vaad et doğurmayan ve yalnızca haz alan aynadaki yüzlere

Can Uğur/NAZİLLİ Sevgili Kaos’cular Yıllardır yalnız yaşadığım köyümde ve şu anda bulunduğum odamda size yazmaktan mutluyum. Herşeyin ayrıştığı, buharlaştığı, renk değiştirdiği bu ortamda belki de ciddiye aldığım tek cemaat sizlersiniz. Ben kayıp bir filozofum, kayıp bir yürek. Yıllardır cinselliğini bile yaşayamayan bir insan. Ama bu nefret ettiğim dünya hayatına girmediğim için de onurluyum.

(Can Uğur)

30 Ocak 1998, Cuma Ece GÖKSENİN

KAOS GL 42 / 30


HAMAM’dan AĞIR ROMAN’a

E Ş C İ N S E L L İ K HAKAN K./İZMİR Eşcinselliğe önyargısız yaklaşımlarıyla tanınan İtalyanlardan birisinin hemcinsiyle sevişmenin hazzını tamamiyle erkek egemen bir kültürün geçerli olduğu Türkiye’de keşfettiği bir Marco Polo masalını, “Hamam”ı izleyip tartışmaktayız yaklaşık üç aydır… Resmi kültür politikamızı belirleyenlerin, arabesk öğelerle tatlandırılmış otantik bir ‘action’ taklidinden başka birşey olmayan “Eşkıya”nın gerisinde bir yapıt olarak kabul etmelerinden dolayı ‘En İyi Yabancı Film Oscar’ına aday gösterilmeyen Hamam, sinema izleyicilerinden de alternatifi gibi olağanüstü bir ilgi görmedi. Filmin Türkiye ölçeğinde milli halefi Eşkiya’nın gerisinde kalmasının nedeni ortadaydı zaten: Hamam, mide buandırıcı bir ‘homo’ filmiydi! Bir başka medyatik yönetmen Mustafa Altıoklar’ın “Ağır Roman”ında Küçük İskender’in pek marjinal(?) katkılarıyla ayaklar altına alınan eşcinsellik onurunu yerden kaldırmak bir yana iyiden iyiye kutsayan Hamam, bu yönüyle izleyen bütün heteroseksistleri rahatsız etti. Çünük filmin kendine güvenli ve yakışıklı Francesco’su; bir tartışma sırasında karısının kendisini bir erkekle aldattığını söylemesi üzerine tebessüm ederek “Mesele oysa, ben de öyle…” diye yanıt verebilecek ve bir erkeği sevmekten ötürü gurur duyabilecek kadar mağrurdu. Öte yandan film, iki erkek arasındaki bildik etsel eşcinsel ilişki biçimlerini dışlayarak, göz göze bakışmalardan hamamdaki sevişmeye kadar hücre hücre aşkın ve derinliğin yaşandığı bir sevgiyi öne çıkarıyor ve böylece eşcinsel aşkını kutsuyordu. İşte bu misiyondu; iktidarı kaybetmedikçe hemcinsiyle seks yapmakta hiçbir sakınca bulmadığı halde, homofobik unsurlarla donanmış davranış biçimlerini göstermekten de geri kalmayan toplumu Şok Eden!… Ve uğradığı şokun etkisiyle hamamları basıp eşcinselleri ayıklamaya, yer yer güvenlik güçlerince gözaltına almaya iten! Biraz da dönüp Hamam filminin içeriğine bakalım istersiniz. Yönetmen Ferzan Özpetek uzun zamandır uzak kaldığı Türkiye’nin yeni çehresini ancak filmin

çekimlerinin sonlarına doğru kavrayabilmiş olmalı ki, bugünün şiddet yüklü Türkiye’si, Francesco’yu öldüren kiralık katilin kişiliğinde ve eyleminde filmin son on dakikasında çıkıyor karşımıza… Öncesinde büyülü ve mistik bir İstanbul anlatısı, bir keşfetsek biz bütün Türkiyeliyi peşinden sürükleyecek kadar zengin ruhlu bir aile yaşamı ve biliinçli kesimlerinin bile hemen yanıbaşlarındaki insanların kaybedilip hapsedilmelerine, hatta öldürülmelerine karşın ancak çok uzun ve de yorucu bir süreçten sonra biraraya gelip örgütlenebildiği bir ülkede, yoksul mahallelinin camdan cama bağıran ev kadınalrının birer sözüyle harekete geçip, evlerini yıkarak yerlerine iş merkezleri dikmek isteyen güce ve paraya isyan ettiği bambaşka bir Türkiye portresi çiziyor Özpetek… Francesco’nun öldürülüşüne kadar filmin açıktan açığa görüenen iki kötüsü ‘Üçkağıtçı Zozo’ ile ‘Çekici ve Zalim İşkadını Zerrin Arbaş’ yerli üçkağıtçı ve zalimlerden çok bir HollyWood polisiyesinden Hamam’ın İstanbul’una ışınlanmış Yeni Dünyalı iki karakteri andırıyorlar. Bu ayrıksılık da, filmin genelinde oldukça şablonik kılıyor kötüleri… Ve Ağır Roman! Türk işi “Çingeneler Zamanı”nın sienemasal yanı için Okan Bayülgen’in oyun(suzluğ)undan ve yönetmenin yalnızca perdede görünebilmekl için araya sıkıştırdığı garabet manzumelerinden başka söylenecek pek bir söz yok. Ancak filmle ilgili önemli bir uyarım olacak size. Sakın ola ki, Ağır Roman’ı izlemiş olan bir yakınınıza eşcinsel olduğunuzu söylemeyin! Yoksa tıpkı Küçük İskender gibi şahsınızca sükut-u hayale uğratılan yakınınız tarafından poponuzdan bıçaklanabilir, ilerleyen zamanlarda ise başınızda peruğunuz, yüzünüzde ağır makyajınız ve üzerinizde kadın kıyafetlerinizle “Mahallenizin İbnesi” statüsünde yaşamanızı sürdürmeye katlanmak zorunda kalabilirsiniz! ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİZE KATKILARIN TEŞEKKÜRLER KÜÇÜK(!) İSKENDER!

KAOS GL 42 / 31

İÇİN


EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR

.

.

ŞUBAT 1998

YIL 4

SAYI 42


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.