EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR
“Gerçek şudur ki, doğaya karşı olduğunu söylediğiniz bu içgüdü, tüm doğal istekler gibi, hemen hemen aynı güçle, her çağda, her zaman ve her yerde var olup durmuştur.”
NİSAN 1998 YIL 4 SAYI
KAOS GL SATIŞ NOKTALARI:
İçindekiler Yoksa Ben Nevrotik miyim Annem Tartışma, Eleştiri, Vs. Tatlısu Anti-Militarizmi… En Büyük Asker Bizim Asker Mektup-lar-dan Güzel Adama Son Mektup Şaibeli Aktivistler Tartışması Brainstorming Colage (Şiir) Yaşamın İçinden Kartpostallar Buluşma/ma Hezeyanları (dört/2) GL Kitaplığı Film Festivalinin Ardından Bize Gelenler Profeminizm KAOS GL’den
ANTAKYA Ferah Kitabevi (Hürriyet Caddesi)
3 6 10 11 12 14 16 19 20 24 26 27 29 30 31
BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı), Kelepir (Sönmez İşhanı) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Kardelen Kitabevi İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak), İletişim (Alsancak), Mephisto (Alsancak), Kemer (Konak) DENİZLİ İleri Kitabevi,
Eski sayılarımızı İstanbul, Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de bulabilirsiniz.
İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı)
İZMİRLİ ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: : PK 41 Karşıyaka- İzmir BURSALI ARKADAŞLARA ULAŞMAK İÇİN: Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA LAMBDA İSTANBUL’A ULAŞMAK İÇİN: P.K. 103 Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org)
A B O N E L İ K
ANKARA Dost, Kelepir (Konur 2), Bilim&Sanat, İlhan İlhan, İmge, ve Doruk (Konur 1) Kitabevleri
İ Ç İ N
YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 4.000.000.-TL, 6 AYLIK 2.000.000.-TL YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR PLEASE, TRANSFER 75 DM OR 50 $ AS 1 YEAR SUBSCRIPTION PERIOD TO THE FOLLOWING BANK ACCOUNT: T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ NO:4213 0544328 DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 300.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ
e-mail:
44. SAYI: Dizgi:
kaosgl@ilga.org kaosgl@geocities.com
Düzelti:
Ali Ferhat
Kapak Tasarım:
Özcan
Grafik:
Özcan
internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050
KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ MAYIS 1998
YIL 4
SAYI 45
HER AYIN 20’SİNDE ÇIKAR. KAOS GL ilga üyesidir B u
d e r g i
K A O S
G r u b u
t a r a f ı n d a n
YAZIŞMA ADRESİMİZ
Salim Sıtkı Sıyrıldı Atilla Karakış
¨
y a y ı n l a n m a k t a d ı r .
HELÂL Mi? HELÂL! Medyanın “bilgi” vermediği, tam tersine kitlesel cehaleti yeniden ürettiği bizatihi medya tarafından itiraf olundu. Halk dalkavukluğu her zaman kazandırdığından, desenformasyon işlemeye devam etti ve ortalama zihniyet dillendirildi. Bülent Ersoy’un resmen nikahlanmasıyla, ak göt, kara göt belli oldu. Eşcinsellik, bir kez daha ‘turnusol kağıdı’ işlevi gördü. Sabah Gazetesi, önce, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kadın sanatçı olarak Bülent Ersoy’un da görüşlerini duyurdu, halkımıza. Kadın Bülent Ersoy, aradan 1 ay geçmeden dönme Bülent Ersoy oluverdi aynı Sabah Gazetesi’nde ve aynı halkımızın önüne atılıverdi. Bülent Ersoy, ne yapmıştı da bunca öfke toplamıştı? Neden haddi bildirilmek isteniyordu? Bu kez, ortada bir danışıklı döğüş olmadığı çok açık. Anlaşılan öfke o kadar büyük ki Kenan Evren’e görüş soruluyor. Le Pen faşistine göçmenler hakkında,Ku Klux Klan’cılara zenciler hakkında ne düşündüklerini sormak ne zamandır gazetecilik oluyor acaba? Sabah Gazetesi kafaya koymuş, “haber” masa başında yazıldığından, mikrofonu kime tutacağını iyi biliyor. Eşcinselliği, travestiliği, transeksüelliği bile bile birbirine karıştırıyor ve bunda bir sakınca görmüyor. Aslında medya konusunda KAOS GL’de yazılmadık bir şey kaldı mı, bilmiyorum. Sabah Gazetesi, Savaş “Abi”, bir iki çocukça soru dışında bu kez konuyu faza deşelemeyen Reha Muhtar vd., hiçbirisi bizleri artık şaşırtmıyor. Bülent Ersoy’a cephe alan Sabah Grubu olmasaydı, acaba Reha Muhtar, Savaş “Abi”den farklı davranır mıydı? Artık bu sorular da anlamsız. Bu işler böyle oluyor ve her şey karşılıklı denge sorunu. Sondan başlayalım: Resmen kadın olan Bülent Ersoy, Türkiye’de resmi açıdan yapması gerekeni yaptı ve evlilik için resmi nikah kıydırdı. Zaten devlet de resmi olmayan nikahları kabul etmediği gibi aynı zamanda suç olarak da değerlendiriyor. Yani Bülent Ersoy, resmi olmayan ya da yasadışı bir iş yapmadı. Açıktır ki Bülent Ersoy, belediye düğün salonunda evlenecek bir mahalle kızı olmadığından, tarzında da bir yanlışlık bulunmuyor. Hatta denilebilir ki Bülent Ersoy, sosyo-ekonomik açıdan kendisinden beklenir olanın tam tersine çok sade bir mekanda, çok sade bir nikah töreni ile yetinmiştir. Cümlenin sonunda boşuna “ünlem” aramayın. Espiri yapmıyorum. Belki de “Bülent Ersoy’dan beklenir” abartıyı düğününe saklamıştır.
Bülent Ersoy,çoğu transseksüel gibi hep abarttı. Fakat Bülent Hanım,gereğinden fazla abarttı. Eşcinselleri sevip sevmemesi hiç önemli değil. Ne de olsa kendisi bir eşcinsel değildi. Ama o,neredeyse transseksüel olduğunu da yadsıdı. Eğer bilmesek,bir transseksüel değil de “kadın” olduğuna inanabilirdik. Bülent Ersoy,yalnızca denyoluk yapma gereği duyduğunda, bir transseksüel olduğunu hatırladı. O zaman da iş işten geçtiğinden iki arada bir derede kaldı. Arkasında eşcinseller ya da transseksüeller olamazdı. O zaten buna hiç ihtiyaç duymadı. “Halkımız” ise ikiyüzlü olduğu gibi sinsidir de. Gerektiğinde “gerçeği” insanın suratına vuruverir. Her boktan anlayanlar,her şeyi bilenler,Bülent Ersoy’un ameliyattan önce bile gerçekte “erkek” olmadığını bilmezler. Ruh hekimleri bile ahlak zabıtalığına soyunursa, halkımıza neyi, nasıl anlatabiliriz. Peki Bülent Ersoy’un Zeki Müren’den farkı neydi? Zeki Müren “eşcinsel” değilmiş gibi yaptı, bütün hayatı boyunca. Her boku yedi ama adını asla koymadı. Ahlakına toz kondurmayan halkımızla anlaştı ve ölene kadar bu dengeyi korudu.Hep haddini bilen bir “PAŞA” oldu. İkiyüzlülük karşılıklı bir anlaşma ile meşru kılındığından,vicdanlar rahattı. Bülent Ersoy istese de kendini gizleyemezdi. Çünkü o maalesef bir transseksüeldi! Bülent Ersoy kadınların özgürlüğü için sorgulanan, reddedilen kadınlık davranış ve rollerini mevcut halleriyle benimsemekte bir sakınca görmedi. “Oldu olacak tam olsun” dedi. Farkında olmadan ve öyle sanıyorum ki hiç de istemeden attığı her adımla heteroseksüel toplumun maskelerini salladı ve ikiyüzlülüğü belgeledi. Attığı her adım aslında “toplumsal kadınlığı” yüceltmek için atıldığından elbette ki eşcinseller ve feministler açısından ortada savunulacak bir durum bırakmıyor. Fakat sorun değil: Bu ülkede,”kendimi aşmaya çalışıyorum,neden ben kadınların aşmak istedikleri katı kuralları kabulleneyim.” (Demet ve Ece, Kaos GL,sayı 27,Kasım 1996) diyen transseksüeller de var. Eşcinseller olarak,bizim dayanışmamız gereken “dönme”ler onlar olmalı. Eşcinseller olarak homofobiye karşı olduğu gibi transfobiye karşı da mücadele edebilirsek Bülent Ersoy’u,Bülent Ersoy’a rağmen savunmamıza gerek kalmayacaktır.
KAOS GL 44 / 3
GAY’E EFENDİSİZ/ANKARA
TARTIŞMA, ELEŞTİRİ, VS. Sayın Atilla KARAKIŞ, Derginin 40, 41 ve 42’nci sayılarının “bütünü, resimleri, yazıları hakkında değerlendirmelerim”i sunuyorum: Kapak berbat. İlk defa bir dergi kapağına bu kadar çok şey yazılabildiğini gördüm. Bu, dergi kapağının etkin kullanılmadığının bir göstergesi olabilir. “Eşcinseller seksten başka bir şey düşünmezler!”. O halde neden sürekli sevişen ya da sevişme hazırlığındaki erkek resimleriyle süslü bir kapak? “Eşcinsellerin kurtuluşu aynı zamanda heteroseksüelleri (neden karşıcinsel değil) de özgürleştirecektir”. Bu bence karşıcinsellerin sloganı olmalı. Böyle bir slogan seçmenin iki temel nedeni olabilir: Birincisi, eşcinsellerin varlığını ve kendilerini ifade özgürlüklerini masumlaştırma isteği. İkincisi, toplumda cinsel özgürlüğün sağlanması izleğinden geçen bir devrim özlemi. Yani; dünya tarihi boyunca toplumsal gelişmelerde başat katkısı olmuş (ama ne yazık ki kadri bilinmemiş) eşcinseller bir kez daha dünyayı bataktan kurtaracaklar. Ancak kendi kurtuluşları için de karşıcinsellere muhtaçlar. Ne kadar sentimental! Resimler fena değil. Bence eşcinsellerdeki duygusallığa hitap eden içerikleri var. Ancak, baskının kalitesi en çok resimleri etkiliyor. Bazıları sanki faksta çıkmış gibi. İki üç resimle yetinme yaklaşımınızı haklı buluyorum. Tabi, o kadar heterojen bir okur kitlesine sahipsiniz ki, politik bilinç üzerinde
bastıranlarla, pornografik içerik bekleyenlerin arasında adeta bir savaşım veriyorsunuz. Allah kolaylık versin. Eğer “politika”dan anladıklarımız farklı değilse, salt politik bir dergi çıkarmıyorsunuz. Araya serpiştirilmiş politik yazılarla birlikte bilimsel (veya olmaya çalışan), yazınsal, aktüel, iletişim amaçlı yazılar… İnsanların politik görüşleri olduğu kadar eşcinsellerin de olur. Eşcinsellerin ortak bir politik görüş çatısı altında toplanabileceği savı ise eşcinsellerin toplumun değişik sosyal, ekonomik ve kültürel kesimleri arasında normal dağılım gösterdiği savıyla çelişir gibidir. Toplumun genel görünümü ile toplumdaki eşcinsellerin genel görünümü koşutluk gösterir. Yani, en az toplumda bulunan kadar değişik algılar, yaklaşımlar, zevkler, tercihler, öncelikler, zaaflar, vs. eşcinselleri de birbirinden ayırır. Ortak bir politik bilince sahip olmaları olası görülmediği gibi, kanımca gerekli de değildir. İnsanlar kendilerini toplumdan soyutlamasınlar, kendilerini topluma karşı görmesinler yeter. Toplum bize karşı olsa bile biz olamayız. ‘Topluma rağmen’ kurtuluş olabilir mi? Acaba eşcinsellerin ortak yönleri, sigara içenlerin ortak yönlerinden çok mu fazladır? Kanımca eşcinsel mücadelesi veya eşcinsel hakları diye birşey olmaz. İnsan hakları mücadelesi kapsamında yaklaşmak daha doğru gibi görünüyor. Zaten sanıyorum insanlar da politik bilinç edinmek
KAOS GL 44 / 4
için değil, yalnızlıklarını paylaşmak için Dergiyi alıyorlar. Bu nedenle, Derginin çok renkli ve çok yönlü içeriği amaca hizmet ediyor kanısındayım. Çoğunluğun sahip olduklarından farklı özellikleri olan insanlar, diğer insanların hepsini birbirinin aynı sanırlar. İki işitme engellinin yolda birbirleriyle karşılaştıklarında nasıl sevindiklerini düşünüyorum. Ya da Londra’ya yeni gitmiş yalnız bir Türk’ün çarşıda bir başka Türk’le karşılaştığında gözlerinin ışıldamasını… Kendinden başka kimse eşcinsel değil sanan bir gencin derginizi okuduğundaki sevinci de beni duygulandırıyor. İyi ki varsınız diyorum. Kaos eşcinselleri adına yazılmış eğitim sistemini mi eğitimin kendisini mi eleştirdiği belli olmayan, birçok yazım hatası, bilimsel hata ve çelişki ile dolu bildiriniz ise ancak alnımı kırıştırmama neden oldu. Birkaçından bahsedeyim: (1) Eğitim sözcüğünün kökeni Latince “educare” veya İngilizce “education” değildir, “eğmek” yani şekil vermekten gelir. Ancak eğitim, salt etimoloji bilgisi ile açıklanacak olsa bile, sadece etken anlam taşımaz. İnsanlar, kendi kendilerine de şekil verebilirler. (2) Eğitim “yetişkin neslin” değil toplumsal sistemin bir gereksinimi ve aracıdır. Sistemler, hangisi olursa olsun, kendi varlığını sürdürmek için, kendi tanımladığı bireyleri oluşturmak ister. Bu tanım içine yaşça büyük olanlar da dahildir. Ayrıca böyle bir tanım, bireyin eğitim dediğimiz sürece
kendisinin belirleyici katkısını görmezden gelmektedir. (Eğer bizim eğitim sistemimiz faşist yetiştiriyorsa, siz nerden çıktınız?). Böyle bir tanım olamaz; bu ancak var olan sistemin yanlı bir tespitidir, bütüncül değildir. (3) Bireyi yok sayan ve eleştirdiği toplumsal baskı ve biçimlendirme sürecini bir başkasıyla değiştirmeye çalışan bir görüşün “aile kurumunda olduğu gibi okulda da öğrenciye birey olarak yaklaşılmaz” oluşundan yakınması, pragmatik zekayla mı açıklanacaktır? “Yaklaşılmaz” sözü çok kolay söylenmiş, iddialı bir söz gibi geliyor bana. Eğer okulun ve ailenin doğaları gereği böyle olmak zorunda oldukları ifade edilmek istenmiyorsa, cümle yanlış kurulmuş demektir. Ancak yazının tamamında bir dışlama olduğunun da farkındayım. Ancak tepkisel buluyorum: o halde bana göre bilimsel niteliği yoktur. (4) Okulları üretim sürecine teknik eleman yetiştiren birer kurum olarak görmenin ekonomistlik hastalığıyla bir ilgisi olsa gerek. Bir insanın 30 yılının nasıl okulda geçtiğini de anlayabilmiş değilim. İstatistikler Türkiye’de nüfusun ortalama eğitimlilik yılının 1990’da 4,22 yıl olduğunu gösteriyor. 37 yaşında diploma alan kişiden çok 37 yaşında emekli olan insanlar gördüm bu ülkede. Keşke öyle olsaydı. Çünkü okullar, özellikle üniversiteler bugün ülkemizde fikirlerin en serbestçe dolaşabildiği ve yayılma olanağını bulabildiği zeminlerdir. Hatta okulların gereksizliğini savunan görüşler bile ancak okullardan çıkabilir ancak kimi insanlar özgürlüğü sadece serbestçe ajitasyon yapabilmek için isteyebilirler. Feminist hareketin çarptığı duvar eşcinseller için de bir ipucu olabilir: Herşeyi reddederseniz üzerine bina
kuracağınız bir temeliniz, zemininiz hatta tarihiniz kalmaz. Dostoyevski zamanının nihilizmini yeniden mi keşfediyoruz? Yoksa amaçsızca saldırmaktan bir şeyler mi umuyoruz? (5) Kürt sorunları ile eşcinsel sorunlarının zeminleri farklıdır. Karşıcinsellik ile karşıcinsel baskı farklı kavramlardır; “hetero” gibi düzeysiz bir sözcük seçilmiş olması bir talihsizliktir. Sonuç: Kusura bakmayın, yazıda sunduğunuz açı “sizin” açınız olabilir, “eşcinsellerin” açısı olamaz. Eşcinsellerin, eğitim sorunuyla ilgili olarak, diğer insanlardan farklı amaçları olması olası mıdır? Cinsel özgürlük herkesin sorunudur. Eğitim sorunu da öyle. Dergide, eşcinsellik için zaman zaman kullanılan cinsel “tercih” sözü beni rahatsız ediyor. Sanki tercih sözcüğüyle, insanların önüne seçenekler konulmuş da birini tercih etmişler gibi bir sayıltı yapılıyor. Oysa böyle bir tercih ne eşcinseller ne de karşıcinseller için geçerlidir. Bence doğru sözcük “yönelim (orientation)” olmalı. Yine de siz bilirsiniz. Ben fazla sert bir erkek olmadığım için herşeye itiraz edemiyorum. Düzeltmen arkadaşınızı tebrik ederim. Birçok dergi ve kitapta artık görmeye alıştığımız yazım ve yazılım hatalarıyla nadiren karşılaşıyorum. Ancak bütün yazılarda düzeyli bir Türkçe kullanıldığını da iddia etmiyorum. Örnek (42/31): (1) “Eşcinselliğe önyargısız yaklaşımlarıyla tanınan İtalyanlardan birisinin…” cümlesinde bir mantık hatası vardır. Sözkonusu İtalyan eşcinselliğe önyargısız yaklaşımıyla tanınmış birisi değildir, hatta tanınmış değildir. Ancak, İtalyan olduğu ve
KAOS GL 44 / 5
eşcinselliğe önyargısız yaklaştığı doğrudur. Ayrıca, insanlardan “İtalyanlardan birisi” şeklinde değil, “bir İtalyan” şeklinde sözederiz. (İnsanlar niyetlerinizi değil yazdıklarınızı okurlar. Onun için dilin doğru kullanılması önemlidir.) (2) Aynı yazıda “öğe” yerine “öge” yazılmalıydı. (3) Yine aynı yazıyla ilgili olarak: Hamam filmi “En iyi Yabancı Film Oscar”ına aday olarak değil aday adayı olarak gösterilmiştir (4) Yine, cinsiyet ayrımcılarından bahsetmek için “heteroseksist” yerine “seksist” demek yeterlidir. Heteroseksist sözcüğünün pratik ya da kuramsal olarak bir anlamı olduğunu sanmıyorum. Böyle bir sözcük de yoktur zaten. (5) Yine, “gurur duyacak kadar mağrur” olmak bir totolojiyi ifade ediyor. (6) Son olarak, “Biraz da dönüp Hamam filminin içeriğine bakalım isterseniz.” dendikten sonra filmin sahneleri ve çekim teknikleri ile yönetmenin haleti ruhiyesi anlatılıyor. Filmin içeriğinden ise bir önceki paragrafta sözedilmişti. Herhalde önceki paragrafa dönülmesi istendi de ben yine anlayamadım. Öte yandan, yazılardaki “isterseniz” türünden sözcükleri de anlayamıyorum. Çünkü, sözkonusu olan okuyanın değil yazanın isteğidir. Örnek (40/18): “Gariptir! televizyon seyrederken birden aklıma, yıllar önce yazdığım bir şiirin son dizeleri geldi. Belki de ben yıllar önce olmasını istiyordum.” paragrafındaki hataları bulalım. (1) Televizyon izlerken akla şiir gelmesindeki gariplik anlaşılmıyor. (2) Gariptir sözcüğünden sonra ünlem işaretine ne gerek vardır? Noktalama işaretlerini gerekli gereksiz kullanmamak gerekir. (3) Aklıma sözcüğünden sonra virgül
kullanılmamalıdır. (4) Televizyon sözcüğü, eğer ünlem kullanılacaksa, büyü harfle başlamalı. (6) Yıllar önce olması istenilen şey şiirin akla gelmesi değil de yazılmış olmasıysa, “yıllar önce yazmış olmayı istiyordum” gibi bir ifade kullanılmalıydı. Aynı yazının son paragrafındaki “beyler” sözcüğü gibi sözcüklerle başka yazılarda da karşılaştım. Bu tür sözcüklerin seksist anlamlar içerdiğini unutmamak gerekir, yazınızı sadece erkekler okuyacak olsaydı bile.
okumaya başlamıştır. Aslında “hatasız kul olmaz” diye düşünmüştüm; sonra vazgeçtim. Kült yönetmenimiz sayesinde yazının içeriğini tahmin edip okumazdınız o zaman. Şahsına pek münhasır Mustafa Efendi. Ne gariptir ki kendince hata olarak gördüğü eşcinsellik iki filminde de fena halde ön planda. Kaldı ki ilk filmi “İstanbul Kanatlarımın Altında”nın gişe yapmasını padişahın cinsel kimliği üzerine çıkan tartışmalar sonrasına bağlayabiliriz.
Örnek (42/16): “Klüb” değil “kulüp”; “sexuel” değil “sexual”, özgürlük arttırılmaz, genişletilir; serbestlik ve özgürlük sözcükleri birbirinin ikamesi değildir; ironik sözcüğü karamizah anlamına gelmez; vs.
Sembolik başlığımıza geri dönelim. Hani olur ya bazı zamanlarda inanılmaz anlamlı bir başlığa rastlarsınız. Ve çekiverir sizi o yazıyı ya da kitabı, her neyse kelime atlamadan yüksek bir inançla okursunuz. Birşeyler ararsınız o başlığa dair. Bazı kitaplar da böyledir aslında. O çekici iki üç sihirli kelimeye aldanıp kapılıp gideriz ve aradıklarımızı bulamayız. Leon Uris-Topaz’da, Zeynep Oral –Bir Ses’de, Pınar Kür –Asılacak Kadın’da bunları yaşadım. Bazı kitaplarsa adıyla eleverir kendini. Hüseyin Rahmi – Can Pazarı, Pierre Duchesne – Ölesiye Sevmek, Halide Edip – Kerim Usta’nın Oğlu. Ama ne okursanız okuyun bir amaca dair yazılmış olduğunu bilirsiniz. Hedefleri, hayalleri, yaşanmışlıkları olan insanların hayatlarından kesitler sunar size. Buket Uzuner’in dediği gibi “ne okursanız okuyun bir gün çizginizi mutlaka yaratırsınız”. Bunca satır başlıktan yola çıkarak niye yazıldı diyenler merak etmeyin geliyorum. BURAYA KADAR NASIL OLMUŞ. GEYİK OLSUN DİYE SORMUYORUM. 42. sayıdaki Birkaç Not başlıklı –hâlâ içerik kaygısındaki- Atilla Karakış
Benim fazla pimpirikli olduğumu düşünebilirsiniz. Merak ediyormuşsunuz, onun için değerlendirmelerimin bir kısmını yazdım (geyik malzemesi olsun diye). Daha önce de belirttiğim gibi her kafadan başka bir ses çıkıyor olabilir. Ancak, bundan yakınacak durumda değiliz. Yaptığınız işin zorluğunun benden daha çok farkında olduğunuzu görüyorum. Her zor işte olduğu gibi özenlilik, bu zor işte olduğu gibi kapsayıcılık temel ilkelerden olsa gerektir. Eşcinsel olmak, keskin sirke misali insanlığın değerlerini dışlamayı değil onlara sahip çıkmayı da gerektirmeli. “Sevgiyle dolu olmak.” Ne garip bir söz! Saygılarımla. Hüseyin ERGEN/ANKARA ---------------------------------------VERDİMSE BEN VERDİM Şimdi kimbilir kaç kişi bu başlığın çekiciliğine kapılarak yazıyı
KAOS GL 44 / 6
yazısına istinaden birşeyler söylemek istedim. Derginin olumlu olan yönlerine hiç değinmek istemiyorum. Keza Atilla, körler sağırlar birbirini ağırlar misali dergiyi çok güzel övmüş. Doğru mu? doğru. Eksik, AZ BİLE! Ben bir arkadaşımın dediği gibi dört aylık ibneyim derginin geçmişle kıyaslamalarında sağlıklı yorumlar getiremem. Ama yine de 4 yazı ve 4 şiiri (4’üncüsü 2 ay gecikmeyle 43. sayıda yer aldı) basılmış sadık bir KAOS takipçisi olarak eleştiri hakkını kendimde görüyorum. İlk Ağustos sayısı var elimde. Şubat sayısına kadar özde olmasa da gözle görülür pekçok değişiklik var. Kırkıncı sayıyla sona eren şu malum klasik KAOS kapakları artık içler acısı. Dahası resimler; evlere şenlik. Şişme bedenler, taze etler, saf güzelliğin –sözde- göstergeleri. Böylesi resimlere, dolayısıyla bu resimli kapaklara bi anlam veremiyorum. Ben hiç yaşamadım ama dergiyi, öne eğerek alanlara, kötü, içeriksiz resimleri –en azından- kapakta kullanmayarak yardımcı olabilirsiniz. Biraz dürüst olmak gerekirse kaç kişi böylesi seyire layık bedenlere sahip? (Evet diyenler bana yazsın). Dergi 42. sayıda GÜL imzalı bir yazıyla başlıyor. KAOS çizgisine yakışır kara bir söylem. Pek sahiplenemediğim, “titre sapık sistem, geliyoruz” nidalarına eşlik ediyor. Katıksız bir ezilmişlik, itilmişlik senaryosu. Kendine acımanın farklı bir biçimde anlatımı. Bıktım artık zavallı eşcinsel kisvesini üzerinde eğreti de olsa taşımak zorunda hisseden insanları görmekten. Dahası tanımaktan. Acaba bu insanlar sistemi kendilerinden bile korkarak ve utanarak mı titretecekler. Yazık
ben de böyleyim işte kabullenişiyle mi haklarınızı kazanmak amacındasınız. Ataerkille başlayıp toplumsal düzenin yaptırımlarıyla biten ahkam keser imzalı cümleler ne verebilir libidosu yüksek gayretlerinize. Dayatılan cinsellik mi?.. Kim neyi dayatıyor kuzum size. Nasıl bir yanılgı bu. Hiç cinsel kimliğimin özensiz rolünü üstlenmedim. Aksine, pek çok arkadaşıma futbol sapıklığı olmadan, tükürmeden, yoldan geçene laf atmadan, nasıl tespihsiz erkek olunacağını anlattım. Laf olsun diye genelev muhabbetlerine katılma ihtiyacı duymadım, göz boyamak için taş gibi kız arkadaşları sepet misali gezdirmedim yanımda. Ama erkek gibi ibne değil erkektim. Yusuf Can, JeWel, Omayra yazı mı, posta yoluyla eski sevgiliye ulaştırılacak mektup mu? Çıkaramadım. TAHA, “İnadına Varız” belki diğerlerine göre daha oturaklı ama koyu kalın harflerle sayfanın yaklaşık üçte birini kaplayan başlık ve sayfa düzeni ile sanki okumayın çağrısında. Keşke Burhan (Bayramlık) gibi okuduğumda keyif veren yazılar çoğalsa. Hakan K. imzalı sinema yazısı eksik ama gerekli ve başarılı. “Buluşma/ma Hezeyanları”nı ise Gaye Efendisiz’in az da olsa içine düştüğü sayfa doldurma çarpıntısına veriyorum. Aynı şeyi önceki bir kaç sayıda X 1, 2, 3 Arayış yazılarında görmek mümkün. Ama en kötüsü çizgisindeki yanılgıdan dolayı beni üzen Coşkun. Böylesi bir gidişin iç aksını bir türlü kestiremiyorum. Coşkun kim? Laleli sokaklarında sallamak isteyen travesti özentilerini bastırmış bir eşcinsel mi? Acaba eşcinsel miyim derken
(Kasım-Kaos) kendine güçlü erekte aktif erkek yaftasını yükleyen biri mi? Yoksa tava sapıyla rapor alan, pasif olmaktan korkmayan ve bunu sıkça dile getiren bir eşcinsel mi? Hangisi? Dahası geldiği bir Lambda toplantısında KAOS reklamcısı mı, yoksa kulaktan dolma bilgiler ve sokak ağzıyla gözlüklü parktan parka gezen entelektüeli eleştirerek, aslında istemediği KAOS içindeki kopmalara belki de yenisini ekleyen birisi mi? 89’dan beri eşcinsel hareketin bir rumuzun ardında da olsa takibinde bulunmakla sanırım cinsel kimlik sınırlarının net tespiti yapılamıyor. Kendisine ecnebisiz Laleli sokaklarında –sonu gayet bellisert penisli gerçek erkekleriyle muhabbetler temenni ederim. Umarım elindeki nostalji buhranıyla yazılmış stok altı yazıyı beklemeden gönderir de bizler de ibne güruhun geçmişi üzerine bilgi edinir “müslüman toplumlarda erkekler arası cinsellik ve erotizmArno Schmitt” gibi kitapları okumak zorunda kalmayız. Bitiyor. Bayram (Ramazan) günü ücretsiz olmanın çekiciliği ile dolu otobüste yaşadıklarım geliyor aklıma son yazdıklarım üstüne. Feminenliğin, belki de tacizin doruğundaki iki kişi. Yanında birinin olmasıyla alınan güç, atılan şuh kahkahalar. En acısı da aradaki kısa bir dialog. “Sus kız, bak bu otobüsten de atılıcaz şimdi, ha ha…” Az sonra indiler ve Laleli sokaklarında değil ama sallayarak yok oldular yoktular. Belki birgün onları da Kaos’ta okuruz ezilmişlik edebiyatları, heteroseksist toplumu titreten naraları, yalnızlık depresyonları ve haddi olmadan Pazar toplantısının adı KAOS
KAOS GL 44 / 7
olmasın söylemiyle… olur mu? olur. EK:Yanılgılar tragedyasının kanıtları elimde. Sayı 43. Affet Bizi Keysi. Naftalinli stok yazılardan biri olduğu belli. Okudum. Dili, kurgusu yerinde. Bir de Ayşecikle, ağlak Doğuş olsa klasik bir Yeşilçam senaryosuna ulaşabilirsiniz. Keysi’yi affettiniz mi? Ben edemedim. Sadece kendisine zor anlar yaşatan biriyle birlikte olduğu için değil, sadece hayatına böyle birini aldığı için değil, sadece Laleli türevi Aksaray ve Kumkapı’da esmer erkek seyrine daldığı için değil. Cinsel kimliğini saklayabilecek kadar alçalan birini yatağına alarak ezilmişlik edebiyatına konu olduğu için. 93 yılında yaşanmış, dahası toprak olmuş; hataları reel gözden hemen görülebilen; başarılı bir melodramın kime ne faydası var? Sevgiyi haketmeyen biriyle seks yapmak mı, asla! Bu herşeyin özeti bir söz. Mastürbasyon yapmayın, seks sevdiğiniz insanla yaşanır (Annie Hall). Geçmişin hatalarını taşımadan, 5 yıllık melodramlarla popülist olma buhranlarına kapılmadan, gerçeği düşünebilen insanları görmek ümidiyle. ŞAKİR/İSTANBUL ALİ’YE NOT: Bunu ben değil de yazımı okuyanlar soruyor. Sayı 42’deki “kimse beni öpmüyor” – kurgu öykü- neden mektup olarak basıldı. Mesele değil, insanlara ulaştı ya yeter. Ama bi sebebi varsa özlediğim “Orada Kimse Var mı” köşende yaz da herhangi bir yazımın altında iki satır cevap yazarsan sevinirim. Bir de iki ay önce gönderdiğim bir şiiri atmayıp basman ne yalan söyleyeyim hoşuma gitti. Helâl. --------------------------------------------
DİNLE ŞAKİR! Ve gerçekten dinle. Dinle ve düşün ki kurgu-öyküler dışında yazı yazmak istediğinde aklı başında şeyler yazabilesin. Sadece ve sadece 42. sayıdaki yazının özel bir sayfada değil de mektuplarda yayınlanmasından dolayı ağzından köpükler saçarak “saldırmadığım kimse kaldı mı” kaygısını da bir kenara bırakarak birşeyler yazabilesin. Yazabilesin ki bizlerin severek okuduğu kurgu-öyküler dışında da yazılarını okuyabilelim. Sen KAOS GL’yi bir edebiyat dergisi olarak görmek isteyebilirsin. KAOS GL kesinlikle böyle bir dergi değil, bu bir. Senin yaptığın da kesinlikle bir eleştiri yazısı değil, bu iki. Neden bir eleştiri yazısı değil? Eleştiri karşı çıkılan noktalar belirtilerek, yanlışların altını çizerek yapılır. Kendini övüp, diğer insanların yazılarını değil de kişiliklerini hedef alarak yapılan şey eleştiri diye nitelendirilemez. İnsanların tava sapıyla rapor almasını eleştirebilirsin, otobüsteki tavırlarını eleştirebilirsin, ama bunlardan yola çıkarak onları aşağılayamazsın. Buna hakkın olmadığını da bilmelisin. Toplumun “ah canım, sen de insansın” diyen sıcak kollarında sorunsuz yaşıyor olabilirsin. Sana nice sorunsuz seneler dilerim, ama bırak da sorunu olan insanlar sorunlarını dile getirsin, isyanını etsin, karşı duruşunu gerçekleştirsin. Toplumla eşcinsellerin karşı karşıya geldiği noktada sen yine de toplumun saflarında yerini alırsın. Senin beğenmediğin yazıların senin gibi beğenmeyenleri de var, bayıldım diyenleri de. Yer doldurma kaygısıyla konulduğunu iddia ettiğin Buluşma/ma
Hezeyanları için tekrara düştüğünü söyleyenler de var, “enfes bir yazı” diyenler de. Senin yazılarına hayran olanlar da var, “ne zırvalıyor” diyenler de. Ama doğrusu hiç kimse senin gibi, beğenmediği yazılar için Gaye Efendisiz’in yer doldurma kaygısıyla konulduğu gibi gülünç bir iddiada bulunmuyor. İddia gülünç; çünkü bu ve/veya diğer yazıların Gay’e Efendisiz tarafından konulduğu yargısını nereden çıkarıyorsun? Ne Gay’e, ne de bir başkası “şu yazı konulacak, bu konulmayacak” demiyor. Ali’ye not’da sözünü ettiğin şiirinin “atılmayıp da konulması” gelir gelmez dergide yer almayan ürünlerin atıldığı gibi dayanağı olmayan, gerçekle ilgisi olmayan bir düşüncenin sonucu. Bu düşünceyi nereden edindiğini de zahmet edip yazsaydın çok sevinirdik. Defalarca sözünü ettiğimiz, ama senin gibilerce “körler sağırlar birbirini ağırlar” olarak nitelendirilen durumu bir kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum: KAOS GL’ye gönderilen hiçbir yazı atılmıyor. Özellikle posta yoluyla gelen yazılar mümkün olduğunca sıralamada öne alınıyor. Senin beğenip beğenmediğini, okuyup okumadığını bilmediğimiz bizlerin yazıları ilk etapta dergiden çıkarılan yazılar oluyor. “Güncel” sayfası yapmak istiyoruz, insanların yazılarını bekletmeyelim diyerek her ay bundan vazgeçiyoruz. Senin iki ay gecikmeyle yayınlanan şiirine gelince; başta da belirttiğim gibi KAOS GL bir edebiyat dergisi değil. Bir edebiyat dergisinde nasıl ki onlarca şiirin yer alması kaçınılmazsa, KAOS GL’de de
KAOS GL 44 / 8
fazla şiirin yer almaması kaçınılmazdır. KAOS GL sayfa sayısını artırabilse, okuyucu/yazarlarının dışında da, kimi basılı şiirleri yayınlamaktan zevk alırız. Ama bir sayıda birden çok şiirr yayınlayamayız. Yazıları fazla bekletmemeye çalışıyoruz, ama şiirler gerekirse aylarca bekleyebilir diye düşünüyoruz. Daha doğrusu düşünüyorduk, çünkü bazılarının bekleyemediğini, hemen yayınlanmamasından alındığını, şiirinin atılmış olduğunu düşündüğünü görmüş olduk.. Peki ben neden bu senin eleştiri dediğin, benimse eleştiri böyle olmaz dediğim yazının sadece “kimse beni öpmüyor” kurguöykünün mektuplar köşesinde yayınlanmasından dolayı kaleme alındığını iddia ediyorum? Önceki yazılarını yolladığın mektuplarda dergiye yönelik övgülerinin birden bu olaydan sonra böylesine düzeysiz bir yazıya dönüşmesi birinci neden. Yazının mektuplarda yer almasından dolayı “sinirle” kaleme aldığını düşündüğüm yazının böyle olmadığı, gayet sakinken, ciddi bir eleştiri yazısı amacıyla kaleme alınmış olması halinde bu kadar saldırgan olmasının mümkün olmayacağını düşündüğüm için, bu ikinci neden. Yazındaki her noktaya değinmek, sırf polemik kaygısıyla böyle bir yazı yazdığımı düşündürecek olduğundan burada kesiyorum. Bu yazıyı gözleriyle değil de başka yerleriyle okuyanların, “eleştiriye katlanamayanların karalaması” olarak algılayacağına karşı ise “Ankara’dan Hüseyin Ergen’in yazısını dikkatle okumalarını, bu yazının da övgü içermediğini dikkate almalarını ve neden ona da böyle bir yanıt verilmediğini kendilerine sormalarını istiyorum. Atilla KARAKIŞ
DÜZEY SORUNU Artık önümüzde 42 sayı çıkmış bir dergi var. 42 sayıda birikenler, biriktirilenler bir şekilde değerlendirilmeyi, olabilirse sorgulanmayı bekliyor. Böylesi bir yaklaşım şimdiyle birlikte gelecek için gerekiyor. Eksiklikleri, zaafları, gözden kaçırdıklarımızı ortadan kaldırmak için önce bulmalıyız. Kuşkusuz bunu yapacak olanlar da KAOS GL’de yazanlardır. Bu bir yanıyla iç bir muhasebe de olacaktır. Bugünün insanı şu anki entelektüel düzeyiyle dışarıdan bu tartışmaya girecek gibi görünmüyor. Onları bir yana bırakalım bizler hayatımızın oluşturduğu düşünsel paydayı daha tam anlamıyla anlıyor, algılıyor değiliz. Kendimizi, hayat biçimimizi, cinsel tercihlerimizi açıklayabilecek konuma ulaşmamıza biraz daha zaman gerekiyor. Galiba öncelikli olarak hem kendimizi anlamamız hem de kendimizi anlatmamız için KAOS GL yazanları olarak kendi aramızdaki tartışmaları, sorguları geliştirmek, daha üst düzeylere taşımak zorundayız. Bu kendimizi anlatmaktan çok anlamak olacaktır. Çünkü biz bütün tercihlerimizle başkalarının çizdiği, belirlediği bir hayatı değil de kendi hayatımızı özgürce yaşamak istiyoruz. KAOS GL bu özgürleşme isteği için yayımlanıyor, biz de o özgürleşme düşüncesinin yaygınlaşması ve bizi de içine alması için KAOS GL’de yazıyoruz. Bizler hâlâ kendimizi ortalama insanın sığ düşünsel kavrayışının dışına çıkarabilmiş sayılmayız. Kendi kendimizi yorumlamakta, anlamakta hâlâ karşı karşıya olduğumuz zorluklarımız var. Kendimizi ifade etmede çaresiz kalıyoruz. Kullandığımız dil
tartıştığımızı ya da tartıştıklarımızı açımlamaya yetmiyor. Kendimiz gibi değil de bir başkasıymış gibi yazıp çiziyoruz. Kendine yabancı birisi gibi konuşuyoruz. Başkalarının kurguladığı ama hiç istemediğimiz bir konumdayız. Kendimizi başkaları gibi anlıyor/görüyor, yine başkaları gibi kendimizi dışlayarak yorumluyoruz. Konuştuğumuz, yazdığımız bizim ya da bize ait olan bir dil değil. Bizim olmadığı için de bizi anlamakta, içimize girmekte olabildiğince çekingen ve yabancı. Bu da düşündüklerimizi ve hayatımızı özgünleştirme isteğimizin önüne çıkıyor. Önünü kesiyor. İnsan, düşünür, duyar ve yaşar. Yaşadıktan sonra yeni düşünmelere, duymalara açar zihnini. Bir önceki düşündüğünü aşan düşüncelere zihninde yer verir. Ama insanın yazdıkları doğrudan yaşadıkları değildir. Yaşadıklarının ya da yaşayacak olduklarının öncesinde ve sonrasında düşünüp duyduklarıdır. Orda gerçek sandığımız şey yeni bir düşünceyle, yeni bir düşüncenin içinde varolur. O düşüncenin çemberinde yaşadıklarımız çok farklı anlamlar yüklenir. Yaşadıklarımıza ya bizi bağlar ya da temelli ayırır. Kısacası insanın yazdıkları ya da yalnızca düşünmeyle, aklından geçirmeyle yetindikleri yaşadıklarından çıkardığı, ürettiği şeylerdir ve biçim olarak hayattan apayrıdır. Hayat ve yaşanılanlar yalnızca o düşüncenin oluşmasına katkıda bulunan şeylerdir. Yaşamış olalım ya da olmayalım zihnimizde kurguladığımız bu yeni şey bizim asıl istediğimizdir. Zihnimizdekini yaşama olanağını bulunca da yeni düşünceler, duygular sarar bizi,
KAOS GL 44 / 9
daha ilerilere götürür ve daha fazlasını istememizi tembihler. Yazı, kaynağı ne olursa olsun zihinsel bir üretimdir. Herbir şeyin olduğu gibi aktarılmasıyla ilişkisi yoktur. Hatta “gerçek” zihinsel üretimin içinde yiter, bulunmaz olur. Belki de bile isteye biz yitiririz onu. Yeni hayatlar, yeni düşünceler için “kaybedilmesine” rıza gösteririz. Zihinsel üretim sayesinde gündelik olan dönüşür ve kendi dilini oluşturur, kendi özgünlüğüne kavuşur. Gerçek diye aldığımız o başta bildiğimiz, yaşadığımızı hatta haz aldığımızı sandığımız şey değildir. İster mektup olsun isterse bir olayı anlattığımız bir yazı olsun sonuç olarak yazınsal bir metindir. İnsan yaşarken düşünecek değildir. Düşündüğü birşey varsa o anı doya doya yaşamak istediğidir. Önemli olan yaşadığından aldığı hazlar, tadlardır. Kimse girdiği ilişkinin, sevişmenin içinde yaşadığını yorumlayacak değildir. Böyle birşeyi düşünen de yoktur. Yaşadığımız bir dakika sonra ya da geçmiş olduğunu anladığımızda zihnimize girer, düşündüklerimize karışır, düşünce halini alır. Burada ötede yaşadıklarımızı zihnimizde yeniden üretiriz, yeniden yaşarız. Bu da düşünme ve duymayla gerçekleşir. Zaten önemli olan yaşananın ne düşündürüp ne duydurduğudur. Yaşadığımı yazıyorum dediklerimiz artık onun peşinden düşünüp duyduklarımızdır. Yaşadıklarımızı derinliksiz ve ortalama insan gibi anlamaya çalışırsak, öyle yaklaşırsak onu hiç düşünmemiş, hiç istememiş, hiç yaşamamışız demektir. Düşünemediğimize göre yaşadığımız hiçbir şey de yoktur. Kişisel ilişkilerimizin ya da ateşli bir
sevişmemizin bize verdiği hazzın ve tattırdıklarının ayrımına bile varamamışızdır. Çünkü sevişmemiz zihnimizde yer alamamıştır, düşüncemize girememiştir. Düşüncemiz ve düşünüp duyduklarımız yitmiştir. Bu da insanal birşey olmaktan uzaktır. İnsanın doyasıya yaşadığı cinselliği duyurduğundan ayrı tutulamaz, ayrı düşünülemez. Herşey cinsel ilişkiyle sınırlanarak açıklanamaz. Böyle olduğunda hayatımızı da, cinsel yaşantımızı da sıradanlaştırmış, basite indirgemiş oluruz. La Folette’ye göre cinsel ilişki dokunmayla ilgilidir. Dokunma en önde gelen ve en temel samimiyet biçimidir. İnsanlar biyolojik olarak sevdikleriyle cinsel ilişkiye girmeyi tercih etme eğilimi gösterdiklerinden cinsellik özel, simgesel bir işleve sahiptir. Böyle düşünürsek aşkın ya da kişisel ilişkinin daha çok düşündürdüğü, duyurduğu yanıyla önemli olduğu kanısına varırız. Bu demektir ki cinsellik düşündürdüğü kadar önemli ve gereklidir. Biz de o ilişkinin, cinselliğin yaşadığımız yanından çok bizde bıraktığı, ortaya çıkardığı düşünceleri yazdığımıza göre, yaşadığımızın derinliğini ve ayrıksılığını, kolay ulaşılmazlığını yazdıklarımızda duyumsamamız ve duyumsatmamız gerekir. Bu da KAOS GL’de yayımlanan ürünlerin düzey sorunu olduğu düşüncesini ortaya çıkarır. Benim belirtmeye çalıştığımın özü bu. Yaşadıklarımızın ve düşündüklerimizin basitleştirilmesine, basite indirgenmesine karşı duruyorum. Çünkü yaşadıklarımızın ve düşündüklerimizin kolay yaşanılır
ve kolay düşünülür şeyler olduğunu sanmıyorum. Bir erkeğin bir erkekle, bir kadının bir kadınla, bir kadının bir erkekle sevişmesinin, cinsel ilişkiye girmesinin ve bütün bunların düşündürttüklerinin kolay açıklanır ve yorumlanır şeyler olduğunu kabul edemiyorum. Hiçbir şey basit ve yüzeysel, klişe yaklaşımlarla açıklanamaz. KAOS GL yazarlarının büyük çoğunluğunun derinlikli ve düşündüklerini daha yoğunlukla anlatabileceğine inanıyorum. Önümüzdeki süreç galiba bunu başarmanın, en azından istemenin yoğun olarak yaşanacağı dönem olacak diye düşünüyorum. KAOS GL yazarları ya da farklı hayat biçimleri, cinsel tercihleri olduğuna inananlar ortalama anlayış düzeyinin üstüne çıkarak, yaşanan aşkların, ilişkilerin derinliğini yazdıklarında ifade etmeliler. Son birkaç sayıdaki niteliksel sıçrama bunun herkesi içine alan bir eğilim haline geldiğini şimdiden gösteriyor. Aşkın ve sevginin daha çok düşünüp duymayla şekillendiğini düşünürsek, aşkı düşünüp duymanın geliştirdiğini benimsersek bunun da böyle olması gerektiğinin ayrımına varabiliriz. Dilimizi bizi kuşatan aşkların içinden çıkarmanın, o aşkın dilini bulmanın tam zamanı; kendimize gecikmeyelim: haydi! ECE GÖKSENİN "HAMAM'DAN AĞIR ROMAN'A EŞCİNSELLİK" Ahmet Güntan. 42. sayınızdaki "Hamam'dan Ağır Roman'a Eşcinsellik" başlıklı
KAOS GL 44 / 10
yazıda Hakan K.'nın Küçük İskender'e çok büyük haksızlık yaptığını düşünüyorum. Küçük İskender'in canlandırdığı karakter, eşcinsel bir okuyucu için kitabın en duygusal karakteri. Ağır Roman'ın bir yerinde aşağı yukarı şöyle deniyor: eğer mahalleliler nazik bir dille istemesini bilseydi, o herkese verecekti. Şimdi, hem bir yandan Hamam filmindeki "göz göze bakışılan" eşcinsel ilişkiyi "derinliğin yaşandığı bir sevgi" olarak yücelt, hem de Küçük İskender'in canlandırdığı duygusal karakteri "mahallenizin ibnesi" olarak küçümse, bu çok saçma. Küçük İskender, bu karakteri sinemada canlandırarak "özgürlük mücadelemize" nasıl ters düşüyor, ben anlamadım. İsteyen, istediği biçimde yaşar: iyi kötü,herkesin kendi götü, işte esas özgürlük mücadelesi bu! Peruk takıp, yüzüne ağır makyaj yapıp, üzerinde kadın kıyafetiyle dolaşanların "göz göze bakışılan", "derinliğin yaşandığı bir sevgi" yaşama damarları tıkalı mı zannediyor, Hakan K.? Eşcinsel olduğunu deklare ettikten hemen sonra Türk eşcinsellerinin neden birden kıyafeti, düşüncesi, yemesi içmesiyle kozmopolitleştiğini çok merak ediyorum. Nasıl oluyor da Francesco cazip, mahallenin ibnesi cazip değil? Eşcinsel elitizm bundan sonraki onyılın mücadele edilmesi gereken konularından biri olacak galiba, bütün dünyada. Hakan K.'ya özgürlük mücadelesinde başarılar dilerim, ben (filmi değil ama) Küçük İskender'i çok seviyorum.
AB ART TIĞIMIN FARK INDA YIM… Diyetle başladı herşey Her an gibi Bende kokan Sende-n kopan Bana dair Göz göz Önce adını unutmak istedim İlk unutacağım benim adın olacaktı Sonraki zamanlarda (belki) tadın -Damağımda, emdikçe anımsadığımDiyete başladı Teminat gösterdim yaşadıklarımı Göğsüm açık değil bu kez -sandımHer yeni eskiyi daha bir eskitirmiş Gözüm kapalı inandım Eskitmeni, eskit-beni- istedim… Hayır, hayır emin değilim -daha önce hiç olmadığım kadar emin-sizimKör olmak içtendi Ertesi güne, günlere Asılı kalmak, tepetaklak Bir diyetti -değildi aslındaDeğildi bakan bana Senin gözlerin değildi Değildi sevim Aşka aldattım cesurca Atladım aşka… Düştükçe ayıldım, ayıldıkça düş -görüyorum sandımSadece ellerin mi sanki; Teninin tuzu damarlarımın kaç bin kilometresini Tıkayan Çok kabardım, çok abardım. Ermekti; Uyumadan tan’lara uykusuz ermekti niyetim. Diyetime yenildi erim. Burnum soludu açlığı, İçten bile değildim, gerildim. Sevgili-M Gerildi beden beden İzledim yaşamı; Her taş altı korku anımsayışı… Bastığın yerleri taradım Sendin ya vareden beni, seninleydi ya alışım nefesi Sendendi ya felaketim… Ardımdan yayılan yanmayla Pişti yüreğim. Buğusu olur muydu yüreğin, Çıkar mıydı sendeleyen kokusu?..
ÖZGÜR’E Önce kalışlarım niyetti diyete. Hep beklerdim, vardı elbet beklentim, İlk adımda yenilmek vardı da Ben kendime yediremedim. Eridim; Penbe bir mum eriyiğinde gördüm yansımamı. Bağrıma kalsındı günahların -ahlarınBoğazım düğüm, sevim yitik, Öksüz elim, dilim yetim. Kerelerce söyledim; -söylerim kiYetmedim… Kendime haklı bekledim, Koyduğum gibi izledim gizi, Sendeydi. -tenini koklamam, terine hayranlığımdanUykusuzluğum derin uykudan ve mutsuzluğum -sevgilim benimUmutlandığımdan… Oturup dizinin dibinde hayıflanmak, Saçlarına sarılıp içe akmak, Ters dönüşlerimde (!) aç kalmak Umutlandığımdan… Sevi sağır, sevi felç, sevi ölüm… -Ölürsem şu tez zamanda beni senin üstüne gömsün şaşkın hafızaBir diyetti ilk adım; Sonrasına kandım, kandıkça kanadım, Kanadıkça susadım, susadıkça aradım, Aradıkça doymadım -sanaDoyamadım… Arsız nöbetlerimde Tek seni Aradım varsın Bana ve Var hâlâ… G -derinimsin sen değersiz boğulmayaÜ İlklerde soluyor ilkelerim, R Karşı koyamıyor belleğim. Kalmadı sana kalan bana, K Körüme göz göz mecalsin bana, Sevgilim A Erim Erkeğim N Sevim benim İyi ki varsın. İZMİR’97 -sağlığına-…
KAOS GL 44 / 11
MEKTUP-LAR-DAN Karşı 8 Martlara Doğru Heilbronn/Almanya Yalnızca yılın bir gününde mi hatırlanacağız. Bu günü acele bir haliyle bitmesini bekleyen, erkeklik imparatorluğunun müritleriyle ahım, şahım kutlayacağız… 8 Martlarda erkekler hücrelerimize dönmemizi söylemeseler bile, 9 Martlarda haydi haydi bizlere hatırlatacaklar. Kutsanacağız 8 Martlarda. Yılın diğer günlerinde aşağılanacağımız için. Bizler toplum tarafından bize biçilen, dayattırılan kadın kimliklerini, cinsel üniformaları- red etmediğimiz sürece, kölelerin günü 8 Martları, erkek egemen sistemin bahşiş verir gibi bir günü (8 Mart) adeta bir dilenme günü misali yaşamaktan kurtulamayacağız. Evet, erkek egemen ideolojilerin bahşiş verir misali bir gündür 8 Martlar. Bizler ise bu bahşiş gün için paneller düzenler, toplantılar tertipler, erkekler tarafından yazılmış duyurular, pembe kağıda basılmış bildiriler dağıtırız. Bu arada renklere de birer cinsel kimlik veririz ki, tam da mavi erkeklerin ideolojilerine birer figür olup çıkarız merkez Komitesi tamamı mavi erkeklerden oluşan
partilerin, ideolojilerinin paralelinden Bilimsel Kurtuluş söylevleri tutturup, 8 Martlarda ideolojilerin birer propagandist figüre, onları iktidara taşıyan hilkat garibelerine dönüşürüz. 8 Martlar erkeğin tepesinde sırıttığı hiyerarşileri besler, onlara o gün günah çıkartır, kan verir. En kötüsü 8 Martın birgün resmi tatil ilan edilmesi. Şimdiden bazı erkek devletler 8 Martı resmi tatil günü ilan etme yolunda. Ve böylece sistemle sivil uzlaşmamızı sağlarız. Penisleşmiş devlet otoritesine karşı, kahrolsun erkeklik… kahrolsun kadınlık… yaşasın birey, yaşasın özgürlük… Yaşasın Devrim. Cumartesi Çocukları Otonom Grubu/ Ankara’dan Bir Okuyucu Merhaba KAOS GL, Derginizle 40. sayısında tanıştım. Dört sayıdır bütün cesaretimi toplayarak satın alıyorum. Tutucu bir çevrede büyüdüm. Eşcinsel eğilimlerim konusunda kimseye birşey açmadım. Bu tür eğilimlerimden sadece kendim haberdarım. Bazen şüphe uyandırıyor olabilirim ama, kimse buna ihtimal vermiyor.
Çok kısa bir süredir dilimle itiraf edebiliyorum: Ben eşcinselim. Tabii sadece kendime söyleyebiliyorum bunu. Aslında Ocak sayınızda size yazan Cüneyt’le tanışmak isterdim. Çünkü ben de Ankara’dayım. Hemen söyleyeyim; cesaretinden ötürü tebrik ederim onu. Adresini ve adını çekinmeden vermiş. Duygularımız onunla tamamen örtüşüyor. Ne var ki, o 20 yaşında olduğunu ve kendinden küçüklerle arkadaş olmak istediğini özellikle belirtmiş. Ben ondan 7-8 yaş daha büyüğüm. Sizce yaş, bu kadar belirleyici midir? Onunla veya yaşıtım veya yaşı önemli değil, sevebileceğim bir arkadaşla candan bir yakınlık kurabilsem, hiçbir şeyi önemsemezdim. Yalnız, arkadaşım dış görünüşü, giyimi ve konuşma tarzıyla tam bir erkek olmalı. Ben, erkeklerden hoşlandığım için kendimi eşcinsel olarak tanımlıyorum. Eğer tam kadın görünümlü ve Bülent Ersoy gibi biriyle sevişecek olsaydım, bir kadınla sevişirdim. Bu benim tercihim ve ben iki erkeğin sevişmesini çekici buluyorum. İlk defa 40. sayınızı aldığım için, o sayıda yer alan “Poppers by Mills” üst
KAOS GL 44 / 12
başlıklı çizgi-anlatımın her sayınızda farklı bir bölümüyle yer alacağını sanmıştım. Ama daha sonraki sayılarınızda göremedim. Dergide en çok hoşuma giden bölüm bu olmuştu. Çünkü ben iki erkeği yan yana ve bütün açıklığıyla sevişmek amacıyla birlikte hiç görmedim ve bunu yaşamadım. Kadın-erkek sevişmesini gösteren porno filmleri çok izledim ama eşcinsel ilişkileri gösteren bir filmi hiç izlemedim. Bu nedenle bu bölümün ve eşcinsel birliktelikleri gösteren resimlerin sürekli yer almasını arzu ediyorum. Bu konuda 4. sayıda mektubu yayımlanan Coşkun gibi düşünüyorum. Bütün bunları size anlatmak bile benim için büyük bir olay ve ben çok cesaretsizim. Adres ve ad vermeyi ne kadar isterdim. Böylece kendimi daha özgür hissederdim. Ama bunları yapabilecek cesareti kendimde bulamıyorum. Sanırım ben bu ürkeklikle kimseye açılamayacak ve bu duygularımla yaşlanıp gideceğim. Şu anda daha rahatım. Sizinle dertleşmiş oldum. Bu dergiyi çıkarmakla en çok benim gibi cesaretsizlere iyilik
ediyorsunuz. Çok teşekkürler. Parisli Amca/İstanbul Sayın Bay Ali Özbaş, Camiamıza verdiğiniz kutsal hizmet takdire şayandır. Üç dört ay kadar evvel bir gazetede Gacı’dan ve Kaos GL’den bahseden bir yazı okumuş, hemen Mephisto’ya gidip dergimize kavuşmuştum. Çok sevinçliydim. KAOS GL’den çok aydınlanmış, Lambda toplantılarını öğrenmiş, Pentimento kitabevinden de eski sayıları almış, heyecanla okumuştum. Sizlere ne kadar teşekkür etsem azdır. Sayenizde artık bizim de bir dergimiz, sesimiz var. Ben de diğer arkadaşlara, biricik Duygu Zafer’e özenerek bir şeyler karalamaya çalışayım. Sevgili Cokun’un yazılarının tiryakisiyim. Derginizde evvela onu arar, tekrar tekrar okurum. Yusuf Can’ın mektubu var mı diye bakarım. Coşkun gibi, Ferdağ gibi diğer kıymetli yazar arkadaşların kalitesine ulaşmam imkansız. Cehlimin farkındayım. Gençliğim Paris’te geçti. İstanbul’da Galata Kulesi’nin yakınındaki bir Fransız Koleji’nde okudum. Fransızca’m da Türkçe’m de yarım kaldı. Hiçbir şeyin sonunu getiremedim. Fransızca felsefi, politik fikir ve bilim kitapları hariç ancak
polisiye ve mizahi romanları Türkçe’ye çevirebilirim. Sizden samimi ricam şudur; Günlük konuşma lisanı ile kaleme aldığım çok sade yazılarımı lütfen okuma zahmetine katlanınız. Aşırı pornoya kaçan kısımları ister kısaltın, ister karalayın, isterseniz değiştirin. Hiç size darılmam. Yeter ki beğendikleriniz Parisli Amca rumuzu ile neşredilsin. Çok sevinir, cesaretlenir, belki de bundan sonra daha kaliteli yazabilirim. Tavsiye mahiyetinde bazı ricalarım da var. Dergiye konan bazı resimler çok hoş, güzel. Bazıları ise maalesef hiç uygun değil. Mart’ta neşredilen kapak resmi gibi. daha zarif, iç açıcı bir resim seçilebilirdi, mecbur kalındı ise iç sahifelere konulabilirdi. Senelerce Avrupa ve İstanbul’da bu tip işlerle uğraştım. CİNS dergimizin ilk sayısındaki karikatürler de çirkin ve iğrençti. Resimleri örterek dergiyi okumuştum. İkinci ricam; Kapak resmi çirkin ve kaba olan dergimizi Mephisto’da görünmez yere koymuşlardı. Haklı olarak. Bazı arkadaşlarımız raflarda kolay bulamazlarsa utanır isteyemezler, satın alamazlar. Bilhassa lezbiyen arkadaşlarımız. Üçüncü ricam: Dergimize gerekli zammın
yapılmasıdır. Ayda bir çıkan KAOS GL’ye herkes seve seve biraz fazla ödeyebilir. Ayrıca bizleri ilgilendiren Taksim’de 1001 gibi gece kulübü mekanlara KAOS GL’yi tanıtıcı yazılar, numuneler gönderilirse bir miktar satış artabilir sanırım. İstanbul’da böyle çok mekanlar var ve bu yerlerin yüzlerce müdavimi var. Artık KAOS GL matbaa baskılı be daha kalitelidir. Îlmi yazıları güzel ve hoş, bizleri bunalımlardan arındırıyor. Dört sene yokluk ve imkansızlıklarla mücadele ederek bu günkü duruma ulaşan, sesimiz, kulağımız, gözümüz olan sevgili KAOS GL artık kendi kanatları ile uçabilsin. Hoşça kalın. Hepinizi, tüm KAOS GL okurları ve yazarlarını sevgi ve şefkatle kucaklarım. Sayın Hamam CİN’i DİM’e Mektup: Sevgili DİM İyi kalpli bir cin olduğuna inanmıştım ama beni düş kırıklığına uğrattın; sebebi izah edeyim. Anlattığına göre, Karaköy civarındaki kimsenin gitmek istemediği Çeşme Hamamı’na sürgünle cezalanmışsın. Hamamdaki olanı biteni KAOS GL’de okuyunca çok ilgilendim. İlk işim hamamı aramak oldu. Bir çok dar sokakları arşınladıktan sonra nihayet yerini bulabildim.
KAOS GL 44 / 13
Hamam sahibinin dediği gibi, aramakla bile zor bulunan bir yerde. Çok yorulmuştum ama zahmetime değmişti. Heyecandan titreyen ellerimle kapısını iterek içeri girdim. Dik merdivenleri bir nefeste çıkarak ayakkabıların alındığı, soyunma-giyinme kabinlerinin ve kasanın bulunduğu kısma girmiştim. Oradaki hamam personeli beni içeri buyur ederek nezaketle karşıladılar. Ayakkabılarımı teslim alarak numara verdiler. Sonra da soyunacağım kabini gösterdiler. Oh! Oh… ne alâ. O lala quel bonheur. Galiba rüyalarım, hayallerim gerçekleşmek üzereydi. Acele soyundum. Verdikleri peştemalı kuşanarak mermer merdivenlerden aşağı inerken soğukluk denen yerde ki yaşlı adam ayrıca Perşembe pazarı hırdavatçı hammallarına benzeyen, bıyıklı, göğüsleri simsiyah kıllarla kaplı, kuşkusuz doğulu oldukları belli kişiler dikkatimi çekti. Daracık bir yerde, üzerine peştemaller asılı iki de küçükkabin vardı. Rahatsız bir yer. Anlaşılan iş tutuluyordu. Dışarda bekleyenlerse, odaların boşalmasını, sıranın kendilerine gelmesi için sabırsız hareketlerde bulunuyorlardı. Her neyse. Heyecanla göbek taşının
ve kurnaların bulunduğu kısma yöneldim. Sıcak, buğulu, dumanlı, kubbeli boş bir yer. Sıvaları dökük, eski ve bakımsız. Göbek taşına uzanmış yatan kişilerden bazıları ise donuk ifadesiz bakışları ile ilkel yaratıklardan. Hele bir tanesi örtündüğü peştamalını kasten yere düşürdü, çırçıplak, ithal muzu andıran azman aletini bana doğru yönlendirerek bir güzel sıvazladı. Yani şahane malını bana vitrinledi. Eşekten dün mü almıştı, nedir? Ağzım sulandı ise de hiç renk vermedim. Görmezlikten gelerek başımı çevirdim, ilgilenmedim. Şimdi bana kızar gibi olduğunuzu hissediyorum. Belki haklısınız. Ama adamın suratındaki kirpi gibi dikenli sakallarını ne yapalım? Kendimizi güçlü kollarına teslim gafletinde bulunsak içimizi dışımıza çevirebileceği gibi diken gibi sakalları ile vücudumuzu haşat edebilir. O mon dieu heureur!.. Şimdi söyle bakalım sevgili Dim, beni kandırmaya ne hakkın var? Bu hamamda NATIR’ın turistleri keselediğini söylüyorsun. Hem de ta dört defa NATIR diyerek. Ben de sana inanıyor, -Ben burda olmayalı her şey değişmiş, artık kadınlar bizi keseliyormuş
diyerek hetero damarım kabarıyo… bamyam DİMdik oluyo… Sevgili Ferdağ’dan hamamın adresini alıyo, hamama da varınca NATIR yerine DELLÂK’ların haşmetli maslahatları ile karşılaşıyorum Mon cher Dim. Dimdik oldum. Borcunu öde. Parisli Amcan Kurşun Gibiydi Gözleri Yusuf Can/Karaman Kurşun gibiydi gözleri.. Bakamadığım gözleri… Sevdalandığım gözleri… Sıcaktı… Yakardı… Kavururdu… Vazgeçemediğim gözleri kurşun gibiydi. Ne ela, ne mavi, ne siyah, sadece kurşun gibiydi. İlk kez Ankara’da vurdu beni gözleriyle… Ve ik kez Ankara’da vurdu… Gözlerimi her kapatışımda gözleri geliyor aklıma… Herşeyini unuttum, dudaklarının tadını, dokunuşunu, sıcaklığını, öpüşünü unuttum, ama gözlerini unutmadım. Unutamayacağım. O gözler biliyorum ki, önce gözlerle karşı karşıya. O gözler, gözlerimi unuttu belki… maksat benim onu unutmamaya, maksat maksadına erdi… Ey benim kurşun gözlüm. Gecelerdeyim, saatlerin iki buçuk olduğu ve senin kurşun gözlerinin bana uykuyu haram kıldığı gecelerdeyim. Rahat uyuyor musun kurşun bakışlım?
Süphan dağı kadar sevdiğini söylediğin ben, Süphan kadar yalan söylediğine inanmaktayım. Sen yalan söyleyecek kadar, yalan mı olacaktın gözümde? Kurşun bakışlım, nerde olursan ol, seninleyim. Yemek yerken seninle… Gece seninle… Gülümserken seninle… Ağlarken seninle kurşun gözlüm… Ben unutmadım ilk içkimi seninle içtiğimi, ilk orucumu seninle harcadığımı. Sonra Ulus’un arka sokaklarında köhne bir otel odasının 104 numaralı odasını… Suskundun arkadaş, titriyordun, zira seni seviyordum………. Sanki Karadenizin tüm tuzu dudaklarındaydı. Sanki Akdenizin güneşi tenindeydi kurşun gözlüm… Unutmadım seni… Canım benim. İstemiştim ki, şu fani dünyada kapında kul olayım, yoldaşın olayım. Sevdalın olayım. İstedim ki yârin yârenin olayım, çok gördün Serhatım… Parmağında yüzük yoktu ama parmağında bulamadığım yüzük, bilmem hangi cebindeydi. Evladın da vardır senin bilirim. Seni paylaşmak zor, hatta ölüm kadar acı… Ama mecburum kurşun gözlüm. Elinin altında yok mu telefon sen özlemez misin, yüreğin yok mu elinin altında… Postane yok mu
KAOS GL 44 / 14
güzel insan, senden nefret ederken seni çok seviyorum… Gözlerin kurşun gibiydi. Çabuk gel can, şöyle çabuktan da çabuk… söyle de ben geleyim sana… İstiyorum, su gibi, ekmek gibi istiyorum seni. Ne kahpe kurşunlardan, ne yağlı mermilerden korkuyorum. Sadece kurşun gibi gözlerinden korkuyorum… Ya bir daha göremezsem…….. -----------------Ya bir daha göremezsem------------“Sevgililer Günü Niyetine” Serdar, Kırşehir Tarih 14 Şubat günüydü. Tüm dünyaca kabul edilen Sevgililer Günü’ydü yani. Kimbilir, belki de sevgilisi olanlar için en anlamlı günlerden biriydi bugün. Ya sevgilisi olmayanlar için? Anlamsız, sıkıcı ve iğrenç bir tarihti belki de. Tıpkı güne isteksiz başlayan Umut gibi. Umut, çok duygusal bir kişiliğe sahipti ve hissettiklerini açığa vurmaktan kaçınırdı. Bu güne kadar bir sevgilisi bile olmamıştı. Fakat kalbi, tıpkı adı gibi umut doluydu. O gün içinden bir dilek tutmuştu. Sevgililer Günü niyetine bir sevgilisi olsun diye. Buna kendisi de inanmıştı. O sevgi dolu yüreğini de mutluluk rüzgârları sarmıştı. Umut, her hafta sonu yaptığı gibi yine Telve Disko’nun yolunu tutmuştu. Elinde içki kadehi demleniyordu karanlık bir köşede.
Saatler hızla geçip gittiğinde hemcinsleri üşüşmüştü Telve’ye. Derken onu alıkan bir göz hissetmişti üzerinde. Belki de dileği tutmuş, o da kendine bir kısmet bulmuştu. Uzun bir bakışmadan sonra, tanışmak hiç de zor olmamıştı. Aydın’dı adı, ay yüzlü ve yan bakışlı. Gece ilerledikçe daha yakınlaşmışlardı birbirlerine. Tahrik kokan duygular eşliğinde salınıvermişti gece. Ama eğlence, yeni başlıyordu bence. Umut ilk defa kadınlığını(?) vermişti birine. Aydın’sa tatmadığı duygularla doymuştu gecede. Alevler sarmıştı bedenleri, aşk kokan duygular kaplamıştı yürekleri. Umut her geçen gün ona bağlandığını düşünüyor
bir yandan da uzak diyarlarda olduğu için, ayrılmak korkusuyla kahroluyordu. Derken Umut’un dönüş günü yaklaşmıştı. O pembe boyalı yüreği karalara bulanmıştı. Şehvetli öpücükler eşliğinde birbirlerine en çok sevdikleri eşyalarını vererek ayrılmışlar. Umut, okuluna döndüğü ilk gün mektup yazmıştı ona, telefon kartları aşındırmıştı Aydın’ın uğruna. Ama Aydın, her geçen gün soğuk davranıyordu Umut’a, istemediği belliydi her konuşmasında. Yıkılmıştı Umut, ağlıyordu katran karasına boyadığı odasında. Şiirler yazmıştı destan olmasını istediği aşkına… Sevgililer günü niyetine Bir dilek tutmuştum kendimce
Aşkı tadar yaşarım diye Dualar etmiştim Pembe kanatlı aşk meleğine Eğitimsizliğin Sonu, Coşkun/İstanbul Birkaç sene önce İstanbul Fatih’te, yeşil elbiseli, sarıklı, uzun beyaz sakallı ve şalvarlı bir hoca efendi davet üzerine bir eve kadınları okumaya gider. Hoca salonda oturur, gözlerini kapatır ve okumaya başlar. Birkaç dakika sonra gözlerini açar ve “Melekler bu eve girmiyor, galiba bu evde para ve altın var. Kalkın yerinizden, o para ve altınları getirin önce onları okumam lazım” der. Gelin, görümce, kaynana hemen odalarına giderler, cüzdanlardan paraları ve birkaç bileziği getirip hocanın önüne koyarlar. Hoca gözünü kapar,
okumaya başlar. Tekrar gözünü açar. “olmuyor, melekler gelmiyor, başka altınlar olmalı, onları da getirin” der. Kaynana çaresiz gider, sandığa gizlediği çok miktarda bilezikleri altın zincirleri, kolyeleri getirir, hocanın önüne bırakır. Hoca gözlerini kapatır, tekrar okumaya başlar ve gözünü açar. “Bakın kadınlar, melekler yaklaşamıyor. Ben bu altınları, paraları okurken, siz hepiniz, gidin banyoya abdest tazeleyin. Okumamı bitirip, sizi çağırmadan gelmeyin” der. Kadınlar banyoya gider. Hoca efendi, çok miktarda altınları, kolyeler, bilezikleri ve paraları torbasına doldurur, kaçar, gider…
Siyaset Meydanı’na çıkar mısınız? Hayır bu bir şaka değil. ATV’de yayımlanan Siyaset Meydanı programı önümüzdeki birkaç aylık bir periyot içerisinde “eşcinsellik” konusunu işleyecek Geçmişteki bazı örneklerinde olduğu gibi bu programında eşcinselliğin topluma yanlış tanıtıldığı bir şova dönüşmesini istemiyor, dahası yaşadığımız haksızlıkların ve baskıların özgürce dile getirilebildiği, eşcinsel karşıtı görüşlerin bilinçli ve düzeyli bir şekilde bertaraf edildiği yapıcı bir platform görmek istiyoruz. Bu amaçla programa katılarak fikirlerini açıkça ortaya koyabilecek, eşcinsel olmasından dolayı yaşadığı baskı, haksızlık ve kötü muameleleri açıklayabilecek eşcinsel ya da eşcinsel dostu arkadaşlara çağrıda bulunmak istiyoruz. Türkiye’nin neresinde olursa olsun çağrımıza kulak veren tüm dostların en kısa süre içerisinde bize ulaşmalarını bekliyoruz. Lambda İstanbul Gay ve Lezbiyen Grubu Posta: PK 103 Göztepe/İSTANBUL E-Mail: turkiye@qrd.org Şahsen; (Her Pazar 19.00/21.00 arası) Toplumsal Araştırmalar Vakfı, Başağa Çeşmesi Sokak, No:17 Kat:4 Galatasaray/Beyoğlu (Galatasaray Hamamı yakını)
KAOS GL 44 / 15
ŞAİBELİ AKTİVİSTLER
The Kezban / İSTANBUL
1980'li yıllardan bu yana İstanbul'da eşcinsel hareket değişik mekanlarda, değişik isimler altında ve değişik aktivistlerin öncülüğünde, kesintilerle süregelmiştir. Enteresan olan bu kesintilerin sebebi heteroların veya polisin baskısıyla değil paranın cazibesiyle olmasıdır. Parasız dönemlerde şevkle çalışan, mangalda kül bırakmayan, masum eşcinsellere "Düşün peşime, haydi özgürlüğe!" diyerek lider durumuna gelen aktivistler, gruba herhangi bir yerden toplu para gelince, kendilerinden geçiyorlar. Diniimanı olmayan para her kul gibi, bu aktivistleri de yoldan çıkarıp onlara eşcinsel hareketi ve özgürlüklerini unutturuyor ve şarap gibi onların başlarını döndürüyor. Sonuçta öndekiler, liderler, aktivistler, birer aktif hırsız olup parayı alıp kaçıyorlar. Her seferinde para giderken, hareket de kesintiye uğrayıp, grup çözülme noktasına geliyor. Yani İstanbul'daki eşcinsel hareketi ortadan kaldırmanın en kolay yöntemi, ona yüklü bir para yardımı yapmaktır. Çünkü gelen bu para grupta bomba etkisi yaratmaktadır. Aşağıda adı geçen şahıslar, İstanbul'da eşcinsel hareketin kesinti dönemlerinde şüphe altında kalmış aktivistlerdir. Ben şahsen hiçbirini, paraları çalarken, götürürken ve afiyetle
yerken görmedim. Ben sadece tarihe geçmiş söylentileri buraya aktaracağım. Eğer bu insanlar bu dergi aracılığıyla veya Lambda'nın toplantılarına katılarak suçsuzluklarını ispatlamazlar ise adlarını "şüpheli aktivistler" olarak eşcinsel tarihinden asla sildiremeyeceklerdir. İbrahim Eren: İlk büyük aktivist. 1980'li yıllarda eşcinsellerin lideri durumuna geldi. Avrupa'da ün saldı. İstanbul'daki modern eşcinsel hareketin zeminini hazırlayıp, eşcinsellere ve eşcinsel harekete büyük hizmeti oldu (Yıl: ~1989-90) Daha çok şey yapacaktı ama ah o para! Gözü kör olası o para yok mu, hani. Almanya'dan gelen birkaç bin mark. İşte o para. Bütün suç o parada. İbrahim'i yoldan çıkardı. Tutuklu olan travesti Demet Demir'in avukatına verilecek olan o para rivayete göre İbrahim'in cebine girdi. Ve İbrahim Eren gözden düştü, unutuldu. Hareket kesintiye uğradı. Örümcek Kemal: İbrahim'i terkeden eşcinsellere kendi evini açtı. "Lambda" adı ilk defa bu evde gündeme geldi. Birkaç ay toplantılar Kemal'in evinde yapıldı (Yıl ~1991-92). Sonra Taksim'deki eşcinsel mekanlar ve barlar dolaşılarak, tek tek eşcinsellerden para toplanıldı. Bu paralarla ilk eşcinsel dergi çıkarılacaktı ama olmadı. Paranın büyüsü Kemal'i de yoldan çıkardı. Kemal paralarla (yaklaşık 1000 mark) ortadan kaybolurken, eşcinseller yine yurtsuz, mekansız kaldı. Sarışın Aylin: Kemal'in evinden sonra eşcinseller 1993'te Heribert'in evinde toplanmaya başladılar. Christopher Str. Day projemiz bu evde şekillendi. Heribert'in evinden sonra "Prive Bar"da toplandık. Aylarca süren toplantılar çok kalabalık ve verimli geçti. Ancak, gündüzleri toplanıp kirlettiğimiz barın sahibi "ne maddi çıkarım var ki" diye düşünüp bardaki toplantıları bitirdi. Prive'den kovulan gay ve lezbiyenler Toplumsal Araştırmalar Vakfı'yla anlaşmaya vardılar. İşte bu esnada çok zeki, çok güzel bir sarışın lezbiyen Aylin devreye girdi. Lezbiyenleri gaylerden ayırıp "Venüs'ün Kız Kardeşleri" diye saf lezbiyen bir grup kurdu. Çok aktif ve verimli çalışmalarda bulunup, yurtdışında Türk lezbiyenleri temsil ettiler. Dergi dahi çıkaracaklardı ama Allah belasını versin o gavur paralarının. Avrupa''an gelen 4000 dolar kızlarımızın kanına girdi. Bu parayla beraber hem Aylin, hem de Venüs'lü lezbiyenler ortadan kayboldu. Eğer o parayla kendilerini tedavi ettirip kocaya kaçmadılarsa, kendilerine bir uzay gemisi yaptırıp, Venüs'e de kaçmış olabilirler. (1995). Alex: Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda toplantılarımız şevkle başladı. Toplantı salonu kirası ve diğer giderler için Telve Bar'da düzenlenen renkli bir gecede Lambda'yı Alex tek başına temsil etti. Telve'den Lambda adına
KAOS GL 44 / 16
aldığı söylenen 35 milyon TL.'yi uçurduğu dedikoduları çıktı. Alex çok içten, çok samimi, çok neşeli ve dürüst bir çocuktu. Ona o parayı verenlerin elleri kırılsın. Yoksa o çocuğun aklından hiç öyle şeyler geçmezdi. O artık ortalarda görünmüyor. Bülent Ateş: 1997'nin başlarında Lambda'ya katıldı."SHP'de, CHP'de ve ÖDP'de görev almış bir solcuyum. Devrimciyim, adamı deviririm. Bir devrim yapılacaksa, onu ancak ben ederim. Cumartesi annelerinin evladıyım. Polisi taşlarım. Hepinizin gözlerinden öperim." dedi ve muhasebeyi ele geçirdi. Haftalık toplantılara katılanlardan toplanan paralardan oluşan bu muhasebe için kendisinden aylık izahat talep edildi. "Ben devrimciyim, siz bana güvenmiyor musunuz?" dedi ve Lambda'nın devrim yapamadığını bahane ederek, muhasebeden yaklaşık 50 milyon TL'yi yanına alarak, başka yerlerde yeni devrimler yapmak üzere Lambda'yı terketti ve bir seneden fazladır Bülent Lambda'ya gelmiyor, ama biliyoruz ki o, hepimizi gözlerimizden öpüyor. Sanatçı annenin lezbiyen kızı Güneş: Lambda'yı terketmiş bir lezbiyendir güzel kız Güneş. "Annem sanatçıdır" derdi hep. O nedenle güzel söyler, güzel yazarım, derdi. Güzel de yazardı. Hepimiz onu çok severdik. Yanına yaklaşınca güneşe çıkmış kadar ısınırdık sıcaklığından. "Delikanlı" kızdı. Harbiydi. Ta ki şeytanın biri Güneş'in kulağına "Lambda'nın çok parası var " diye fısıldayıncaya kadar. Çağın vebası paranın büyüsü Güneş'te patlamalara yol açtı. "Gay dergileri benim için namahremdir. Özel yazılarımı çıkaracağım lezbiyen dergisinde yazacağım" dedi. Lambda'dan 90 milyon TL'yi aldı. Güneş artık görünmüyor. Sanırım sanatçı annesiyle beraber evde, matbaayı yeniden keşfetmekle meşguller. Anlayacağınız sanatçı Güneş, Sanal Güneş oldu artık. Not 1: Eşcinsel harekette yazılı kayıtlar olmadığından yazıdaki tarihler, yaklaşık tarihlerdir. Not 2: KAOS GL demokratik bir zemindir. Herkesin yazılı görüş ve savunma hakkı saklıdır. Not 3: Susmayın, SİZ DE SÖZ HAKKINIZI KULLANIN!.
DÜNYADAN HABERLER Derleyen ve Çeviren: İdris DEMİRALP/ANKARA Bir Savaş Kazanıldı Arjantin’de Bounes Aires'te faaliyet gösteren ALIT (Travesti Kimliği İçin Mücadele Birliği)'den iki aktivist, kendi seçtikleri cinsiyet kimliği ile okula devam etme ve diğer öğrenci ve öğretmenlerden gelebilecek ayrımcı davranışlara karşı korunma hakkı elde ettiler. Yeni öğretim döneminde sözkonusu iki kişiden biri, Sahne Sanatları Okulu'na, diğeri de Yüksek Okul derecesi elde etmek isteyen erişkinler için düzenlenmiş bir programa katılacak. Bu kişiler, okula kabul edilmeleri için, okul yönetimine, yaklaşık 2 yıldır yürürlükte olan "ayrımcılığa karşı yasa" maddesini gerekçe gösterdiler. "Bu karar, bundan sonrası için çok önemli bir örnek teşkil edecek. Çünkü okuldan sistematik olarak uzaklaştırılmak, karşılaştığımız en kötü ayrımcılık örneklerinden biri. Bu gibi durumlar yüzünden hayatımızı kazanmak için fahişelikten başka seçim hakkımız kalmıyor. Seçim hakkımız olsun istiyoruz. Bu konuda bir şeyler yapmaya başladık." HOLLANDA 5. Gay Oyunları, bu yıl 1-8 Ağustos tarihleri arasında, Amsterdam'da gerçekleştirilecek. Bu yılın teması "dostluk". Gay Oyunları, lezbiyen kadın ve eşcinsel erkeklerin, dünya çapında özgürleşmelerini desteklemek amacını güden ve her 4 yılda bir yapılan uluslararası spor ve kültür etkinlikleridir. Bu amaca, yarışmaya yönelik olmaya, kültürel ve spor aktiviteleri ile ulaşılmaya çalışılmaktadır. Etkinlikler, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken ve dinsel seçime bakılmaksızın herkese açıktır. 1982'de ilki gerçekleştirilen Gay Oyunları'nın fikir babası Doktor Tom Waddell'dir. Gay Oyunlarından beklenen amaç, lezbiyen ve gay topluluklarının, uluslararası alanda görünür ve etkileme gücüne sahip olmasıyla, topluluklararasında bütünleşme ve özgürleşmenin hızlanacağı beklentisidir.
KAOS GL 44 / 17
HOLLANDA Danimarka, Grönland, İzlanda, Norveç ve İsveç'le birlikte eşcinsel çiftlere daha önce yasal olarak partnerlik hakkı tanıyan Hollanda, son olarak eşcinsel çiftlere çocuk edinme hakkı da tanıdı. Partnerlik yasası, teorik olarak eşcinsel çiftlerin evlendikleri anlamına gelmiyor. Hollandalı aktivistler, evlenmek isteyen eşcinsel çiftlerin de, heteroseksüel çiftlerin evliliğini düzenleyen evlenme yasası kapsamına girmeleri için mücadele ediyorlar. Macaristan'da ise eşcinseller, heteroseksüel çiftler için geçerli olan evlilik yasasının kendilerine de uygulanmasını kabul ettirdiler. Ancak Macaristan'da evli eşcinsel çiftler, evlat edinemiyorlar. FRANSA (Fierté Lesbienne 1998) 3. Geleneksel Fransız "Lezbiyen Onuru" etkinlikleri, Paris'te, 1998'in en büyük kültürel ve eğlenceye yönelik organizasyonu olacak. 30 bin kadın, Haziran'ın üçüncü haftasında bu etkinliklere katılacak. Programı oldukça yüklü olacak bu etkinliklerin en yoğun günü, Paris sokaklarında lezbiyenlerin ve destekçilerinin varlıklarını ifade edecekleri bir yürüyüşün yapılacağı 20 Haziran günü olacak. Hafta kapsamında, modern lezbiyen hayat biçiminin gözönüne serileceği, yüzün üzerinde Fransız ve uluslararası lezbiyen organizasyonlarının katılacağı büyük bir toplantı düzenlenecek. (Lesbia Magazine) BREZİLYA Brezilya'da geçen yıl cinsel yönelimlerinden dolayı 82 erkek eşcinsel, 6 lezbiyen ve 2 travestinin öldürüldüğü açıklandı. Araştırma raporunu yayınlayan Bahia Gay Grubu, eşcinsellerin Brezilya'da, diğer tüm sosyal azınlıklardan daha fazla kötü muameleye maruz kaldığını ve eşcinsellere karşı daha büyük bir önyargının bulunduğunu belirtti. Eşcinseller evlerinden atılıyor, polis tarafından dövülüyor, kilise ve orduya kabul edilmiyorlar.
yerlerde "Burada eşcinsellere karşı düşmanca tavırlara yer yok. Gay ve lezbiyen vatandaşların tamamen özgürce hareket etmelerini destekliyoruz" şeklinde ilanlar asılıyor. Kampanya şehrin belediye başkanının fikri. Başkan eşcinsel varlığını daha görünür kılmayı amaçlıyor; kampanya halk tarafından olumlu karşılanmış. İTALYA Papa, 15 Ocak'ta, Roma'ya, bu yılki ilk resmi ziyaretinde eşcinsellerin protestosuyla karşılaştı. Ulusal bir grup olan Arcigay üyeleri, "Utan, Utan!" diye bağırıp bir pankart açmaya çalışırken, polis tarafından engellendiler. 5 kişi, huzursuzluk yarattıkları ve dine hakaret ettikleri iddiasıyla tutuklandı. Gösteride dağıtılan bildiride katolik değerlerin, eşcinselleri öldürdüğü söyleniyordu. KIRGIZİSTAN Uluslararası Af Örgütü, Kırgızistan'ın eşcinselliği yasallaştıran 9. eski Sovyet cumhuriyeti olduğunu bildirdi. ÇİN Çinli Tongzhi (gayler, lezbiyenler, biseksüeller ve transeksüeller)'ler, Şubat'ta, 2. yıllık konferanslarını Hong Kong'da düzenlediler. Konferansa Güney Doğu Asya ülkeleri ile birlikte Asya dışından ülkelerden de temsilciler katıldı.
ILGA BULLETIN 1998 KAOS Haftalık Toplantıları HER PAZAR SAAT:19.00’da Toplumsal Araştırmalar Vakfı Ankara Şubesi’nde. Gelin birlikte sohbet edelim. Adres: Ziya Gökalp Caddesi, 16/11 (6. Kat) Kızılay/ ANKARA (Fransız Kültür Merkezi’nin Karşısı)
İSPANYA Bir Bask şehri olan Vitoria'da, eşcinsel ayrımcılığına karşı ilginç bir kampanya yürütülüyor. Halka açık
KAOS GL 44 / 18
BULUŞMA/MA HEZEYANLARI (dört/1) ECE GÖKSENİN/…. HERHANGİ BİR BÖLÜM Ürkek ve telaşlı, kırık dökük sözcükler dökülüyor ağzından; dura düşüne konuşuyor, söyleyeceklerini toparlamakta zorlanıyor, eksik ya da yarım bırakıyor, tamamlamıyor, tamamlamak istemiyor. Kendini açığa vermenin telaşıdır bu olsa olsa, heyecanıdır. Yerinde duramıyor. Küçük bir çocuğun heyecanını içinde taşıyor, zihninde tutuyor. Kalbi küçük bir çocuğun kalbi, gözleri küçük bir çocuğun gözleri. Birbiriyle uyumlu davranışlar bunlar. Hatırında kalan bir dansın figürlerini prova ediyor. Dans kursuna gitmek istemesinin anlamı da bu kıpır kıpırlığında yatıyor. Ama bunu kimseye anlatamıyor, kimseyi ikna edemiyor. Kendinden çok benim konuşmamı istiyor. Sözü hep karşısındakine bırakıyor. Sanki ürkeklik değil de bir çekingenlik hakim yaptıklarına. Hiç saklamıyor, saklamıyor ama; saklandıkça bulunmasını kolaylaştırıyor. Gözlerini bir noktada tutmuyor, sürekli kaçırıyor, gözgöze gelmekten kaçınıyor, gözgöze gelmekten korkuyor, kaçıyor. Kaçarken de arkasında izler bırakıyor, arkasından gelmemi sağlıyor. Birbirimizin izini sürüyoruz, birbirimizi arıyoruz. Birbirimizi bıraktığımız izlerle buluyoruz. Bakıyorum bana anlatacağı çok şey var, anlatmaya başlasa hiç bitiremeyecek, hiç bitmeyecek. Unutmayı istediği için düşündüklerinden, düşünmeyi duymayı, yaşamayı istediklerinden korktuğu için anlatmıyor. Ama unutmayı düşündükçe içinde biriktiriyor, içinde birikiyor, içine doluyor. Dışarı çıkacağı, çıkaracağı günü heyecanla bekliyor. Oluşturduğu girdabının içinde kendine de, bana da, başkalarına da güvenmiyor. Düşündüklerinin açığa çıkmasından, anlaşılmaktan, anlaşılmasından korkuyor.
Gizliliği bundan seviyor, gizlediklerine sığınıyor. Ömrüne kalkan ediyor. İçindeki karanlığa bağlanıyor. O karanlığa koşup duruyor. Kendini o karanlığın bir parçası sayıyor, kendi kabul ediyor, kendi sanıyor. Hayatının, ömrünün gizli yanlarını o karanlık sayesinde kendine saklamayı beceriyor, kendine bırakıyor. O bıraktığıyla yetiniyor. Kendine aitliğinin bulup çıkarılmasına böylelikle izin vermiyor. Neyi düşündüğünü, neyi yaşamak istediğini tam anlamıyla bildiğine, farkında olduğuna inanmıyor, inanmamaya çalışıyor. Kuşkulu, hatta onu arayıp aramaması gerektiği konusunda bir karara varmaya bile yanaşmıyor. Ama istediklerinin çok ve imkansız şeyler olduğunu biliyor. Bunların imkansız ve yaşanmaz şeyler olduğuna kendini inandırmaya çalışıyor. Bütün bunlar için bir şeylere karşı çıkması, karşı koyması gerektiğinin farkında, ama karşı koyuşa hazırlıklı olup olmadığını bilmiyor, bunu düşünmek bile istemiyor. Göze almaktan uzak duruyor. Bunlara hazırlıklı mı belki de onu bulmaya çalışıyor. Kendini bir karar vermeye zorluyor, bilmediği bir yol ayrımına gidiyor. Çoğu zaman yanımda otururken boş gözlerle odasını tarayışının, göz gezdirişinin nedeni de bu. Çoğu zaman sanki saklanmaya, kaçmaya hazırlanıyor, kendini böyle bir şeye hazır tutuyor. Dolanıp duruyor, susuyor ve bekliyor. Bu davranışlarıyla beni de telaşlandırıyor, korkutuyor. Cesareti yok, cesaretsiz, belki de, yola çıktığında kendini nelerin beklediğini, nelerin karşılayacağını, nelerle karşılaşacağını, neler yaşayıp duyacağını bilmekten uzak duruyor, bilmek istemiyor. Hayatın üstüne üstüne gelişini, saldırışını, kendini zorlayışını bundan anlamamaya direniyor, anlamaktan kaçınıyor. Hayatını görmezden geliyor, odasında kendine hayatlar buluyor, hayatlar kuruyor, o hayatlarla hayatla yaşıyor,
KAOS GL 44 / 19
yaşadığını sanıyor. O hayatın, hayatların kendini içine almasına seviniyor. Kurmaca da olsa bir fantazinin, oyunun gitme şansı olmasa da içinde kalmayı, orda olmayı sürekli duymaya çalışıyor. Bir anda büyüdüğüne inanmak istemiyor, şaşırıyor. Genç miyim sorusunu yanıtlamaya yanaşmıyor. Gençliğin, genç olmanın baştan çıkarıcılığını, asiliğini anladığını sanmıyor. Belki de onun anlamamayı istediği, akıl erdiremediği bu gençlik duygusu, genç olmanın insanı baştan çıkaran yanı. Ama bir yanıyla gençliğinin farkında. Gençliğinin ve içinde yaşadığını sandığı dünyanın ne anlama geldiğini, kendine neler yapacağını, neler yaptıracağını biliyor. Yaşadığı evden, içinde bulunduğu ilişkilerden, basitlikten, sıradanlıktan bundan rahatsız. Kendini çok huzursuz buluyor, hiç bir şeyi hakettiğine inanmıyor. Hayatı ve ömrünü acımasız buluyor. İnsanları sevdiğine ve onların da kendini sevdiğine inanmıyor. Çevresinden uzakta durmak, kalmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Bu sığındığı, saklandığı odada olmasa, kapısını kapamasa, pencerelerini kalın perdelerle örtmese, dalıp gitmese belki her şey daha kötü ve daha içinden çıkılmaz olacak. Odası bırakın insanları, kendinden bile saklandığı, kaçtığı ini. Sık sık ondan kapıyı kontrol ediyor, gece yarıları uyanıp kapıya koşuyor, pencereleri yokluyor. Orda düşünürken, bir şeyler okurken, gözlerini kapatmış kendini ve yaşayacaklarını beklerken kapı açılır mı kaygısıyla tetikte duruyor. Kapıya vurulsa, zil çalsa, telefon zırlasa fırlıyor, köşe bucağı düzeltiyor. Bir şeyler odanın ortasına saçılmış (da) onları topluyor. Oysa her şey yerli yerinde. Ortalığa dağılan düşüncelerinden başka bir şey yok odada. Kahve ikram ederken kendinden saklandığını düşünüyor bir kez daha, kendini oyalıyor, kendinden uzaklaşıyor. Odada gezinirken anlıyorsunuz (ki) kendine ve gençliğine güvenmiyor. Kendini tanıyıp tanımadığını bırakın başkasını kendine bile sormuyor. Kendini tanımaktan, tanıtmaktan korkuyor. Ben buyum, ben buymuşum demekten alıkoyuyor. Sanki ben buyum dese daha bir gelecekler üstüne, daha bir saldıracaklar. Bunları kaldıramayacağını düşünüyor, hayatla didişmek için (daha) erken sanıyor. Hiçbir şeyi deneme cesareti ve kararlılığı yok. Kendini hazır hissetmiyor. Bu soruya tahammül bile yok. Yanıtını da bilmeyi hiç istemiyor. Unutmaya çalışıyor, kendini buna zorluyor.
Bana ya da bir başkasına, televizyona bakarken uzaklarda yarattığı düş ülkesinde, (oyun) odasında gözleri dalıp gidiyor. Ruhu çekip gidiyor, gövdesi benimle kalıyor, onu bırakıyor, put gibi duruyor, gözlerini diktiği noktadan ayırmıyor. Böyle zamanlar kılı bile kıpırdamıyor, kirpiklerini bile oynatmıyor, kalbi atmıyor, soluğu duyulmuyor. O dalgınlığının içinde yakalamanıza, düşündüğünü bulup çıkarmanıza, onu oyundan almanıza izin vermiyor. Gözlerime bakmamaya, gözgöze gelmemeye çalışıyor, gözlerini kaçırıyor. Hemencecik ya duvarlara ya da yere dikiyor gözünü, kahveyi tazeliyor, şekeri getiriyor, bardağıma atıyor. Oturuşunu düzeltiyor. Ayaklarını topluyor, ayaklarını bırakıyor. Çoğu zaman ellerini yüzünde tutuyor. Avuçlarının arasında sıkıyor, onu duymaya çalışıyor. Yüzüne dokunmayı seviyor, yeni yeni çıkan sivilceleriyle oynuyor, yoluyor bir bir kopartıyor. Gençliğinin izlerini silmeye, yok etmeye çalışıyor. Bilmediği bir nedenden yüzünü tüylerinden temizliyor, sarı yumuşak ayva tüylerini yoluyor. Ama yüzünü temizlediğini belli etmiyor. Temizlediği gün sürekli yüzünü saklıyor, değişikliği bildirmemeye çabalıyor. Yüzünü tanımaya çalışıyor, aşkla okşuyor. Kıvrımlarını çıkıntılarını buluyor uzun uzun yokluyor, yüzünün yumuşaklığına, sıcaklığına bakıyor, o sıcaklığı içlerine taşıyor, gövdesinde dolandırıyor. Terliyor, ter içinde kalıyor. Kimi zaman da ellerini fazlalık gibi görüyor. Onlardan kurtulmayı düşünüyor. Yorulmuş gibi gövdesinin iki yanına bırakıyor. Onları iki yanında umutsuzca bekletiyor, gövdesine yabancı ediyor, kendinden uzak tutuyor. Elleri bir süre sonra yeniden devinmeye başlıyor, hareketleri sıklaşıyor. Gövdesinde dolanıyor, dokunuyor, geziyor. Sırtını yokluyor, kulaklarını elliyor, ensesini belli belirsiz okşuyor. Ellerini daha aşağıya kaydırıyor, gövdesini buluyor, karış karış dolaşıyor, ellerini karnına götürüyor. Orda tutuyor bir süre, dokunuyor tanımaya çalışıyor. Gövdesini sevdiğini ve beğendiğini düşünüyor, bundan bilmediği gizli bir tad alıyor, hoşlanıyor. Ellerini yeniden boynunda gezdiriyor, göğüslerine götürüyor, uçlarına dokunuyor, avuçlarının içinde tutuyor, bir süre öylece bekliyor. Onlarla oynuyor. Göğüslerinin sıcaklığını içine çekiyor, dudaklarına değdiriyor.
KAOS GL 44 / 20
İkide bir yeniden göğüslerini buluyor, uçlarını yakalıyor, çekiştiriyor, acıyla karışık bir şey buluyor yaptığında, bırakmıyor. Bir süre ellerini kaçırırcasına göğüslerinden uzaklaştırıyor. Aslında en çok göğüslerini tanımak istiyor, karnını merak ediyor. Onlara dokundukça, onları okşadıkça, çekiştirdikçe bir şeyler duyduğuna, yaşadığına, çokça da kendine verdiği acıyla heyecanlandığını sanıyor. Kimi zaman yeni baştan üstünü başını düzeltiyor. Nasıl oturması, ne yapması, ne yapmaması gerektiğini düşünüyor. Eşofmanının altını ta karnının üstüne kadar çekiyor. Oturuşunu yeniden değiştiriyor. Ellerini bulundukları yerden çekip çıkarıyor. Eşofmanının üstünün yakalarını düzeltiyor. Yine de kendine bir türlü engel olamıyor. Ellerinin yaşattıklarından, duyurduklarından vazgeçmiyor. Elleri yine yavaşça üst eşofmanının altından dalıyor, içeriye, yukarılara uzanıyor, göğüslerini buluyor. Karnı açığa çıkıyor, göbeği beliriyor. Göbeği küçücük tomurcuk bir gül gibi karnının ortasından fışkırıyor. Parmağını o küçük oyuğa sokuyor, belli belirsiz içinde gezdiriyor. Sonra yine yukarılara göğüslerine, göğüslerini buluyor elleri, bırakmıyor, uçlarını çekiştirmeyi sürdürüyor. Bundan hoşlandığına iyice inanıyor. Tatlı bir ürpermenin her yanını dolaştığını duyumsuyor. Alt eşofmanı ağır ağır aşağılara kayıyor. Karnının bir bölümü iyice açığa çıkıyor. Beyaz külotunun ucu görünüyor. Kasık çizgileri külotunun üstünde beliriyor. Bundan rahatsız olmuyor, belki de farkına varmıyor. Güneşten uzakta duran, onu etkilemeyi başaran teninin beyazlığı orda öylece duruyor. Bundan hoşlanıyor. Sakladığı beyazlığı seviyor. Bir zaman öylece duruyor. Elleri yine göğüslerinde, karnı açık, külotu, pürüzsüz kıvrımların ve çıkıntıların saklayamadığı beyaz teni kendini çekiyor ya da çektiğini düşünüyor. Gövdesinden de, teninden de etkilendiğini sezinliyor. Gizli bir cinselliği bilmeden yaşadığını duyumsuyor. Yeni yeni cinselliğini keşfettiğini anlıyor, tadını çıkarmaya bakıyor, inanmasa da böyle bir düşünce beliriyor zihninde. Cinselliğini bulmayı ve doya doya yaşamayı düşünüp düşünmediğini kestiremiyor. Arada ellerini eşofmanın üstünden baldırında gezdiriyor, bacaklarına götürüyor, ayaklarını tutuyor. Başka yerlerine kendini çeken noktalara varmıyor, dokunmayı isteyip istemediğini bilmiyor, üstünde durmuyor. Bu arayışı, oyunu sürdürüp sürdürmeyeceğini düşünse de
düşündüklerinin içinden çıkamıyor, çıkmıyor. Çoğu zaman düşündüklerinden vazgeçiyor, uzak duruyor, unutmaya çalışıyor. Belki de etkilenmeyeceğini, etkilemeyeceğini düşünüyor, yetinmesi gerektiğini kendine tembihliyor. Kimi zaman kendi gözlerinde kendini soyup, çıplakken gözlerini başka yerlere kaydırıyor. Göğüslerine dönüyor, uçlarını buluyor, avuçluyor, sıkıyor. Gövdesini kucaklıyor, sarılıyor. Bir anda elini beyaz külotunun içine sokuyor. Külotu biraz daha sıyrılıyor, kalçalarının üstüne iniyor. Karnının altında kasığı biraz daha belirginleşiyor. Kasığındaki sertleşmemiş tüyleri bulup okşuyor, ellerini kasığının kıvrımlarında, çıkıntılarında dolandırıyor. Yeniden karnına dönüyor. Tüylerinin yumuşaklığı ve etkileyiciliği hâlâ ellerinde avuçlarında duruyor. Aldığı haz zihninde tortop oluyor. Onu zorluyor, geri çağırıyor, duyduklarını geri istiyor, yeniden yaşamayı arzuluyor. Hormonları beynine saldırıyor. Bocalıyor, tekrar toparlanıyor, üstünü başını düzeltiyor. Külotunun görünen kısımlarını eşofmanının içine sokuyor, karnının altına kadar çekiyor, parmakları istemeden yine tüylerine değiyor, dokunuyor, heyecanlanıp titriyor. Bütün bunları yaşarken, yaparken, bana sezdirmediğini, bana duyurmadığını sanıyor. Rahatmış gibi davranmaya, öyle görünmeye çalışıyor. Kalkıyor kahveyi tazeliyor, uzaktan kumanda ile televizyondaki kanalı değiştiriyor, ama bunu televizyona bakmadan isteksizce yapıyor. Kahveyi doldururken bile bir boşluğa bakıyor, kahve bir boşluktan dökülüp fincanı dolduruyor. Saate hiç bakmıyor, zamanla ilgilenmiyor. Hatırlatmama üzülüyor, alınıyor. Yalnızlığını sevdiğini düşünse de ban bir şey demiyor. Birlikte olmamıza ses çıkarmıyor. Gizli gizli bunu istiyor. Benim yanımda da yalnız olduğunu düşünüyor. Ama, bu yalnızlığı seviyor. Beni de yalnız buluyor. Yalnızlığını paylaşıyor, belki de daha da çoğaltıyor. Benim yalnızlığıma ortak çıkıyor, birleştiriyor. Gitmeme izin vermiyor. Biraz daha, diyor, biraz daha kal. Gözlerinden, davranışlarından anlıyorum, cesaretlenip söylüyor da. Orda yatmamı istiyor. Belki de biriyle yatmanın gizini merak ediyor. Belki de birisinin yanında uyumayı özlüyor. Hep kal, diyor. Benim kal, benimle uyu, benimle ol. Kendinden çok beni konuşturuyor, konuşmaya zorluyor, anlattırıyor. Çoğu zaman benim anlattıklarım onun anlatmak istedikleri oluyor, düşündükleri oluyor.
KAOS GL 44 / 21
DİMDEN RAPORLAR 2 FERDAĞ/İstanbul Evet… Merhabalar ben yine daktilomun başındayım. Size ikinci raporumu yazmaya hazırlanıyorum. Nerde kalmıştık diye sorarak eski meddahlar misali söze başlayalım. Burası öyle bir büyülü dünya ki cinlerin dünyasından pek farkı yok. Aman şey sakın yanlış anlamayın cinlerin dünyası eşcinsel bir dünya demek istemiyorum. Bilemiyorum belki eşcinsel cinler vardır. Zaten şimdi bu cümleyi yazarken bir şeye dikkat ettim. Eşcinsel kelimesini beraberce hecelersek görürüz ki EŞCİN-SEL şeklinde bir açılım sözkonusudur. Yani demek istiyorum ki eşcinseller cinlere en yakın insanlardır. Tabi ki bu yalnızca benim yaklaşımım. Neyse şimdi konuya girelim. Şişko Deniz hamamın içinde ordan oraya dolaşıyor bir taraftan da onların tâbiri ile etrafa alıkıyordu. Bu arada gençten bir çocuk Denizin yanına yaklaştı. -Merhaba Deniz abla nasılsın? Deniz: -İyiyim kız sen nasılsın? Genç Çocuk: -Nasıl olayım abla? Kadın kadına oturuyoruz işte bir erkek bile yok. Deniz: -Farkındayım ayol. Herkezin gözü kapıda bir erkek gelse paralıyacağız valla. Genç Çocuk: -Ben de senin yanına biraz laflamak için geldim. Sana son Fethiye seyahatimi anlatayım. Genç Lubunyanın Fethiye Seyhati: -Abla bir hafta tatilim vardı. Nereye gideyim diye düşündüm. Eskiden kocalarımın biri ile Fethiye’den geçmiştik pek beğenmiştik. Onun için gitmeye karar verdim ama bu sefer yalnızdım. Nedense yalnız başıma gittiğim yerlerde birisini bulamazsam
tatilden hiç bir şey anlamadığım gibi aynı zamanda tatili de kendime zehir ederim. Bu yüzden de daha otobüsten itibaren birilerini aramaya başladım. Ama acı tesadüftür ki yanımda oturan adamın karısı ile iki adet çocuğu arka koltukta oturuyorlardı. Ama zaten adam da tipim değildi. Yan koltukta oturan iki heriften biri ile arada bir gözgöze gelmemize rağmen iki karı benden önce davranıp elimden kaptılar. Sevgili arkadaşım Coşkun bunu duysa kız ne kezbansın derdi, neyse. Ben bu halimle Fethiye’de indiğimde kendime pansiyon arayacağıma bir partner aramaya başladım. Bunun için de en paspal otellerin ve pansiyonların genç kâtiplerine göz atıyor bir taraftan da iç geçiriyordum. Sonunda normlarıma az çok uyan bir kâtip ve bir oteli bulabildim. Otelin lobisine girdiğimde kâtibin yanında birden onun benzeri bir garson çocuk belirdi. Kör ister bir göz Allah vermiş iki göz diye düşündüm. Hemen arkasından da kör yakaladığını yapar diye bir atasözü aklıma geldi. Her ne demekse? Kulağımda küpelerim, hafif kırıtışımla resepsiyona yaklaştım. Kâtip: -Hello welcome to Fethiye. Bu olay daha sonra hep başıma gelecekti. Bana hep İngilizce seslendiler Fethiyeli güzel satıcı çocuklar. Neyse kâtip çocuğa Türkçe cevap verdim. -Bir oda rica edecektim. Kâtip: -A Türk müsünüz? Sanki hayal kırıklığına uğramış bir hali vardı -Bence bir mahsuru mu var yoksa benzetemedin mi Kâtip: -Küpe takmışınız da…
KAOS GL 44 / 22
-Takamaz mıyım canım. Boş odanız var mı , diye sorumu yineledim. Kâtip: -Tabii abi. Önden mi istersin,arkadan mı? Duraksadım ama kendimi hemen toparladım ve cevabımı yapıştırdım. -Eh olacaksa arkadan olsun bari. Kâtip: -Görecek misin? -Neyi? Kâtip: -Odayı tabi ki. Böylece ilk denemeyi başarmıştım. Çocuk ne olduğuma karar verememiş bir soru işareti olarak kafasında belirmiştim. Çocuk önde ben arkada odalara bakmaya başladık. Daha doğrusunu söylemek gerekiyorsa çocuk bana odaları gösteriyordu da ben odalara değil çocuğa kitlenmiştim. Odalara filan baktığım yoktu. Bu hengame arasında ben odaya yerleşmiş oldum. Çok yorgundum. Hemen uyumam lazımdı. Bütün gece etrafımdakileri yalnızlığımın vermiş olduğu içgüdüsel bir davranışla sabaha kadar izlemiş. Gözüme uyku girmemişti. Ayrıca otobüs yolculuğunun stresi de buna eklenince nasıl yorgun olduğumu anlarsın abla. Deniz: -Ayol anlamaz mıyım? Ben de genç bir öğrenciyken yalnız başıma tatile çıkar, oralarda birilerini bulucam diye helak olurdum. Ama artık buna gerek kalmıyor. Gençlerden birisine bastırıyorum parayı, yanımda götürüyorum. Tepe tepe kullanıyorum Allaha şükürler olsun. G. Çocuk: -Öylesi çok kolay değil mi. Önemli olan beni gerçekten isteyen birileri ile beraber olabilmek. Yoksa parayı bastırıp birisini satın almayı herkes
yapar. Mamafih şimdilik verecek param yok. Ama olsaydı bile vermezdim. Bence bir gey’in gururu olmalı. Deniz: -Gurur ne işe yarar lubin? O kadar acıyı stresi yaşamaya değer mi hiç? Hem ben hötöröseksüel bir insan olsaydım kadınları kızları tavlamak için onları yemeğe götürmeyecek miydim? Seyahatlere götürmek için on misli daha fazla para sarf etmeyecek miydim? Gurur bunun neresinde. G. Çocuk: -Öyle deme abla kör değilim, topal değilim. Her istediğimi elde edebilirim. Neyse bu önemli bir konu. Bırak da şimdi hikâyemi bitireyim. -Şunu hemen sana söylemeliyim ki ben aslında öyle pek ortalara dökülme cesaretini gösteremem. Hep teklifin karşı taraftan gelmesini beklerim. Bu yüzden de hep avucumu yalarım. Bu sefer bu tabumu yıkacak ilk yaklaşımı ben yapacaktım. Ama nerde, maalesef evdeki pazar çarşıya uymuyor. O kadar yorgun olmama rağmen içgüdülerime uydum. Hemen bir duş aldım. Çantamı hazırladım, Ölü Denize doğru yola koyuldum. Oteldeki çocuklar nasıl olsa çantada keklikti, öyle sanıyordum. Ölü Deniz harika bir yer ama her turizm bölgesinde olduğu gibi buranın da ırzına çoktan geçmişiz. Oysa yıllar önce buralara geldiğimde her yer o kadar sakindi ki, sessizdi ki. Şimdi ise iğne atsan yere düşmez. Tabi ki turistin gelmesi gerekiyor ama çok iyi tesislere. Etraf, dağ taş pansiyon olmuş. Ama çoğu eften püften yetersiz yerler. Tabi bu arada çok güzel tesisler de var ama bunların da altyapısı yetersiz. Her şeye rağmen bu güzel doğada bulunmaktan çok mutluydum. Hatta içgüdüsel bütün dürtülerimi unutmuştum. Ta ki o iki İtalyan gey’i görene kadar. Onları ilk gördüğümde arabalarında denize girmek üzere üstlerini değiştiriyorlardı. Yanlarından geçerken yaşlı ve şişman olanı
yiyecekmiş gibi bana bakarken partneri ise kıskançça bir bakış fırlattı ki kaçar gibi uzaklaşıverdim. Biraz sonra şezlonga uzanmış bir şekilde onları düşünüyordum. İtiraf etmeliyim ki kıskanıyordum, ne kadar rahattılar, eleleydiler biz niye böyle olamıyorduk bir türlü anlayamıyordum. Hatırlıyorum da İstiklal Caddesinde gey arkadaşımla yürürken bana Amsterdam yürüyelim diye teklifte bulunmuştu (İki kişinin ellerini birbirlerinin beline dolayarak kıç ceplerini tutarak yürümeleri). Çığlıklar atarak reddetmiştim. Bundan sonra üç gün boyunca Ölü Deniz’den Kelebekler Vadisine – Kleopatra Koyu'ndan Saklı Kent'e kadar her tarafta dolaştım. Denize girdim. Güzel mantilere kaçamak bakışlar attım. Ama kimse bana mısın demedi. Üçüncü gün sonunda iyice bunalmış iyice umudumu yitirmiştim. Oteldeki çocuklar ise umduğumdan kezban çıkmışlardı. Fethiye’nin ufacık bir parkı vardı, her akşam oraya çıkıyor deyim yerindeyse orda avlanıyordum. Umudumu iyice yitirdiğim bir geceydi, otele yatmaya gitmek için ayağa kalkmıştım ki … Bankta oturan çok hoş bir manti gözüme çarptı artık iyice gözüm kararmıştı, yanına yaklaştım. -Oturabilir miyim? Manti: -Buyur. Ordan burdan konuşmaya başladık. Biraz sonra otele çay içmeye çağırdım.’Geleyim , şurda motorsikletim var bindik mi uçar gibi gideriz.’ Evet gerçekten uçarak otele geldik. Onun arkasında o incecik beline ellerimi dolayarak ve onun sıcaklığını iliklerime kadar duyarak hiç bitmesini istemediğim bir şekilde otele geldik. Tabi ki o saatte çay yoktu ben de onu odama nescafe içmeye çağırdım. Biz, oteldeki mantilerin şaşkın bakışları arasında odama çıktık. İşin zor kısmı şimdi başlıyordu. Çünkü hiç bir şey konuşulmamıştı. Nasıl alıkacaktım. Tepkisi ne olacaktı?Kafamdaki bu soru işaretleri
KAOS GL 44 / 23
ile bir süre lafladıktan sonra ilk atağımı yaptım. -Şu kremi sırtıma sürer misin çok yandım. -Ver süreyim. İstersen üstünü çıkar daha rahat olur. -Hepsini mi? -Sen bilirsin. -O zaman banyoya geçelim prezervatif kullanırsın değil mi? Olay bitmişti, ikimiz de rahatlamıştık. Şimdi ise deminki aceleci telaşımın yerini bir korku almıştı. Şimdi bu çocuğun davranışı ne olacaktı artık o da rahatlamıştı, şimdi gerçek tavrını ortaya koyabilir ya da bıçağını çıkartıp zorbalıkla bunu yapabilirdi. Bu yüzden de bir an önce odadan dışarı çıkmak istiyordum. Onun için de: -Sana bir bira ısmarlayabilir miyim? Diye sordum. -Hayır teşekkür ederim derken sigarasını yakıyordu. Rahatlamıştım çünkü hiç de art niyetli gibi görünmüyordu. Gözlerimin içine baktı ve: -Borcum ne kadar, diye sordu. Şaşkınlıkla kekeledim. Ne borcu allaasen birbirimizden hoşlandık ve beraber olduk, bunda borç morç yok. -Anlamıyorum sen zevk aldın mı? -Elbette. -İyi o zaman, ne zaman ihtiyacın olursa beni bu telefondan ara. -Teşekkür ederim diyebildim. Dudaklarıma çok ateşli bir öpücük kondurdu. Ve allahaısmarladık. On dakika sonra ben odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıyor insanların birbirlerini nasıl da yanlış anladıklarını düşünüyordum. Kapı çaldı yine odur diyerek kapıyı açtım. Karşımda resepsiyondaki alıktığım manti vardı. İçeri girebilir miyim, senle beraber olmak istiyorum. -Bana bak dört gündür sana baktıkça arkamdan gülüyordun. Şimdi similyan naşladı. Hadi NAŞ NAŞ NAŞ.
(Sürecek)
DİN VE EŞCİNSELLİK
COŞKUN/İSTANBUL
Suni, yapmacık mutluluklar elbette ki geçicidir. Kalıcı olabilmesi için mutluluğun, sağlam temellere oturtulması gerekir. Bunun eşcinsel bireyin öncelikle kendisiyle , çevresiyle(aile ve toplum)ve de tanrısıyla barışık olması gerekir. Bunlar aynı zamanda pozitif bilme göre, ruh sağlığının da temel taşlarını oluşturur. Özellikle her mahallesinde, her gün beş vakit ezan seslerinin yükseldiği, böylesi dini bir atmosfere sahip ülkemizde bireyin dini ile barışık olmasının önemi büyüktür. Ama bu barışıklık eşcinsel birey için hiç de kolay değildir. Eşcinsel birey çocukluğunda, ailesinden, çevresinden ve okuldan diğer çocuklar gibi dini , cenneti ve cehennemi öğrenerek yetişiyor. Sonra bu birey ergenlik dönemini yaşarken, eşcinsel olduğunu keşfediyor ve vaktiyle bu insanı dini bilgilerle donatmış olan toplum, şimdi ayağa kalkıp ona diyor ki "Sen eşcinselsin, o halde sen lanetlisin, cehennemliksin, senin bu dinde yerin yok!" Zaten eşcinselliğini farketmesiyle ahlaki ızdıraplar içerisinde boğulmakta olan , alnından lekelenmiş, ailesinin şerefini beş paralık etmiş, kendini kirlenmiş bir yaratık olarak gören genç eşcinsel;bir de dinin dışına atılmakla, dinsiz bırakılmakla, cehenneme havale edilmekle
toplumdan en son ve en ağır darbeyi de almış oluyor. Peki siz kimsiniz, hangi hakla bir insanı kafir ilan edebiliyor, onu dinin dışına itebiliyor ve hangi özelliğinizle kendinizi tanrının vekili yerine koyabiliyorsunuz? Her türlü zinayı işleyen, hayvanlarla dahi aşk hayatı yaşayan, kadınları köleleştiren, rüşvet ve yolsuzluk batağında boğulan, cinayetler işleyen, her türlü haramı yiyen ve içen, vergi kaçıran, dinin hemen hiçbir vecibesini uygulamayan, ikiyüzlülüğü karakter edinmiş heteroseksüel insanlar dinin dışına atılmıyor, dinsiz bırakılmıyor da;daha onbeş yaşında sütten çıkmış bir kaşık kadar ak ve günahsız olan bir eşcinsel birey, neden ve hangi hakla ateşlere atılıyor, dinin dışına itiliyor. Nedir bu kin, nedir bu nefret ve de nedir bu kara zihniyet? Bence tanrı sevgisiyle şiddeti bağdaştırabilenler, Anadolu'daki bir üniversitede oruç tutmayan gencecik, masum bir öğrenciyi bıçaklayabilenler, Fadimelerin ırzına geçenler, ve İstanbul Cihangir'de "vurun ibne'ye, kafirlere"diyerek eşcinselleri dövenler, aynı zihniyetten olan insanlardır. Bunlar bulundukları ortamda kişisel, politik çıkarları için, iktidar ve güç sahibi olabilmek uğruna cinsiyet ayrımcılığı, etnik ayrımcılığı ve nihayet en kutsal değerler olan Tanrıyı ve dini istismar edebilecek kadar gözü dönmüş canavarlardan başkası değildirler. İnsanlığı ve insani değerleri kemirmekte olan bu virüsler eğitimsizliğin, cahilliğin, yoz tabuların kol gezdiği ülkemiz için çok elverişli bir ortam oluşturur. Oysa islam dini, “Ne olursan ol, gene gel"diyecek kadar, özünde insan sevgisi olan , mantığı ve bilimi esas almış ve insanın mutluluğunu amaç edinmiş bir dindir. Şimdilerde akademik eğitimden geçmiş din adamlarının yaptığı dini yorumlarla , kadınların hapsolduğu odalardan çıkıp, toplumun hemen her kademesinde olduğu gibi, cemaatle namazda da erkeklerle aynı platforma gelebilmeleri yine aynı karanlık zihinlerin tepkisini çekmiştir. Tam bu tartışmaların yaşandığı bir sırada M. Nuri Yılmaz, bir soru üzerine camide cemaatle namaz kılma esnasında erkeklerin, çiftcinsiyetlilerin, çocukların ve kadınların peşpeşe sıralanmaları gerektiğini söyledi. Burada M. Nuri Yılmaz çiftcinsiyetliler derken belliki Hünsa'ları , yani cinsiyetleri itibarıyla hem kadını ve hem de erkeği çağrıştıran insanları kastediyordu. Ama o, neyi kastederse etsin beni şaşırtan şey, çok üst düzey ve resmi bir din görevlisi tarafından, ilk defa bilinen kadın ve erkek cinsiyetlerinin dışında başka bir cinsiyetten(yani cinsel çeşitlilikten) söz etmesiydi.
KAOS GL 44 / 24
Fiziksel anlamda eşcinseller tam bir erkek ve lezbiyenler de tam bir kadın vücuduna sahip olsalar dahi, psikolojik yapıları, ve cinsel kimlikleri itibarıyla bilinen klasik hetero erkek ve hetero kadın kimliklerinden ayrılırlar. O halde yüzlerce yıl önce biyoloji ve psikoloji bilimlerinin olmadığı bir dönemde, sadece görsel ve fiziksel unsurlardan hareketle dar bir tanımlamayla ifade edilmiş olan Hünsa tabiri, belki de günümüz bilimsel gerçekleri ışığında tanımlanmış olsaydı eşcinselleri de kapsayabilecekti. Dinin çift cinsiyetlileri resmen tanımış olması şüphesiz ki, o kişilerin, cinsel kimliklerinin oluşmasında müdahale etme şanslarının olmaması yani çift cinsiyetliliğinin doğuştan olmasıydı. Peki eşcinsellik yapay bir olgu mu? Hayır. Hiçbirimiz eşcinsel kimliğimizi pazardan satın almadık. Eşcinsellik bizim kimliğimizdir, varoluşumuzdur. Bu nedenle eşcinsellik değil, eşcinselliğin nasıl yaşandığı sorgulanabilir, ve hiç bir eşcinsele "sen neden eşcinselsin"diye soramayacağımız gibi, iki eşcinsel bireye de " siz neden birbirinizi seviyorsunuz"diye de hesap soramazsınız. Ama, "Ben tam bir heteroseksüel erkeğim, rakı masamdan mezeyi, yatak odamdan ibneyi eksik etmem"diyen kimlik bunalımına düşmüş veya ikiyüzlülüğü karakter edinmiş insanın davranışını sorgularsınız. Vaginasını açıkta bırakıp yolda yürüyen kadına, "Neden vaginan var?” suçlaması yapamazsınız ama "neden vaginanı açıkta bırakıyorsun?” suçlaması yapabilirsiniz. Ya da mahallesinde bir çocuğa tecavüz eden bir adamı, penise sahip olduğu için değil, tecavüz eylemini yaptığı için suçlarsınız. Yani siz, eğer ille de bireyleri sorgulamak isterseniz , cinsel kimlikleri değil , olsa olsa cinsel davranışları, yani cinselliğin nasıl yaşandığını sorgulayabilirsiniz. Eşcinsel kimlik, biyolojik ve psikolojik oluşumumuzla gelişen kolumuz, bacağımız, göz rengimiz kadar doğal ve gerçektir. Bu oluşum sürecinde cinsel kimliğinize müdahale şansınız hiç yoktur. Böyle bir gayret ise, gerçek kimliğini bilinç altına itmek suretiyle, kendini inkar etmek ve ikiyüzlü davranmak anlamına gelir. Oysa biz, iki şeye çok inanıyoruz. Birincisi dürüst olmak, ikincisi ise insanı sevmek. Eğer bu iki inancımızdan dolayı mükafatımız cehennem ise, ona da razı oluruz ama, sayın heteroseksüeller, lütfen tanrı ile aramıza girmeyin. Çünkü o yücenin insanları yargılamada, sizin gibi cücelere ihtiyacı yoktur.
BİZE GELENLER PUSUDAKİ TEN MEHMET ERGÜVEN SEL YAYINCILIK, Birinci Baskı 1998, Deneme Erotik fantezileriye yüz göz olmayı göze alanlara adanan bu kitap, her ne pahasına olursa olsun yazılmak zorundaydıyazıldı.(ÖN/SON SÖZ) Hiçbir yük, kendimize itiraf etmekte zorlandığımız cinsel fanteziler denli ağır değildir. Gerçi bu fantezilerin uluorta telaffuz edilmesiyle kimse düzlüğe çıkmaz; ama suskunluğun saplantıya dönüştüğü noktada, sürekli yutkunmak bir çözüm değil, kaçırılmış fırsatların telafisine yönelik sayrılı bir bekleyiştir sadece. Herkes, biraz da kendisiye sevişir yatakta; çünkü aldığımızdan çok verdiğimiz zevkle doyuma ulaşırız. Tahrik ettiğine inanmadan tahrik olmak, animal symbolicum’a yabancıdır; en azından cinsel edim sözkonusu olduğunda insan ile hayvan arasındaki temel ayrım bir sınır çizgisinde yatar. Ayaktan sidiğe, kıldan dışkıya kadar hemen herşeyin fetişe dönüşmek için fırsat kolladığı bu karanlık dünyada, düpedüz pusuya yatmıştır ten. Pusudaki Ten, böylesine tekinsiz bir bölgenin loş dehlizlerinde dolaşmakla yetiniyor yalnızca; çünkü ondan ötesi aydınlandığı ölçüde kararmaya yazgılı. ---------------------Pusudaki Ten, kapak tasarımı, renk seçimi ve iç baskısı özenle yapılmış bir kitap. Keşke aynı özen kitabın cildine de gösterilmiş olsaydı. Sel Yayıncılık, düzenli kitap okurlarıyla yetinmeyerek iyi bir tanıtım yaparsa Pusudaki Ten ikinci baskıya aday bir kitap.
BİZE GELENLER
KAOS GL 44 / 25
YAŞAMIMI TÜMÜYLE DEĞİŞTİREN COMING-OUT ÖYKÜM. Ali Kemal Yılmaz/İSTANBUL 16 yaşındaydım. Bakirdim. Kendi cinsime duyduğum ilgiyi aileme anlattığımın ertesi günü Çapa Psikiyatri Kliniği'nde buldum kendimi. "Cinsel Kimlik Bozukluğu"tanısıyla hastaneye yatırıldım. Aileme düzelebileceğim umudu vaad ediliyordu. Beni de hasta olduğuma inandırmışlardı. Klinikte tanıştığım ve ilk cinselliği orada yaşadığım, yaşamımın en büyük aşkını orada tanımış, hastaneden kaçmış ve onunla yaşamaya başlamıştım. Size film gibi gelse bile hiç bir katkı yok anlattıklarımda. Sizinle paylaşmak istedim. Ayrıcalıklı bir ailem olduğunu anlattığımda hep sıkıntı duyarım. Fakat insanın değiştiremediği tek şey galiba ailesi. Ortodoks bir marksistti babam; Stalinistti aynı zamanda. Onunla her şeyimi konuşabilmek çok güzeldi. Madalyonun bir yanı ise heteroseksist ahlakın keskin bir savunucusuydu. Onunla tek ters düştüğüm nokta cinselliğimdi. O bana bir keresinde "Beni aşmak için eşcinsel olduğunu söylüyorsun. Çocukken beni kızdırmak için kuran kurslarına gider başına takke takardın. İnanmıyorum"demişti. Gerçek payı olduğuna inanmıyorum. Hastaneye yatırılışımda en büyük rol anneme aitti. Babamın tam tersi kemalist düzenci bir eğitimciydi. Pedagojik açıdan değerlendiriyordu beni. Ve o da benim kendi cinsime olan ilgimi 'dikkat çekmek 'olarak nitelendirmişti. Çapa Psikiyatri Kliniği'ne Erkekler Koğuşu' girer girmez direğe bağlanmış üzerinde 'deli gömleği' giydirilmiş biriyle karşılaştım. Kıvırcık uzun saçlı, uzunca boylu bir adamdı; kalın dudakları çorak topraklar gibi çatlamıştı. Müstahdem beni odama götürdü. Eşofmanlarımı giyip sivilleri verdikten sonra doğruca onun yanına gittim. Neden bağlandığını sordum. Meşrubat arabasını devirip çok sayıda kolayı kırdığı için ceza vermişler. "Beni çözer misin?"dedi. Hiç tereddüt etmeden çözdüm. 10 dakika sonra hemşire adamla beni çağırıp odasına aldıktan sonra çok sert biçimde azarlayarak "Bir daha böyle şeyler yaparsan seni de bağlarız" tehdidinde bulundu. O ise yeniden bağlanmıştı. Adının Turgut olduğunu öğrendim. İlk gecemdi hastanede onun çatlamış dudakları aklımdan çıkmıyordu. Öpmeliydim. Koridora
geçip onun yanına gittim. hafif uykuya dalar gibiydi. Saçlarını okşadım. Gözlerini araladı. Dudaklarımız birleşti. Uzunca bir süre öpüştük. O bana "seni melekler yollamış olmalı" dedi. Yüksek dozda ilaç verildiği için sanırım, sadece masum öpücükler olarak sabaha kadar aralıklarla devam etti. Çok mutluydum. Aradığım buydu. Emindim artık. Bir erkekle öpüşmek beni çok mutlu edebiliyordu. Oysa orada tamamen beni yalanlayan nedenlerden dolayı vardım. Suçluluk içindeydim. Sabahleyin annemin yaptığı kurabiyeleri yerken onları kandırdığım için acı çekiyordum. Turgut belirdi yanımda. "Merhaba. Seninle çok güzel bir delilik anı yaşadım. Sen neden buradasın? Depresyonda mısın?"dedi. Ona gerekçemi anlatınca hastaneye yatıranlara lanetler okudu. İlk kez ondan duymuştum farklı cinsel yaşamların tedavi edilebilecek bir şey olmadığını. "Onlar önce kendilerini muayene etsinler kimbilir ne sapıklıkları vardır. Az gelişmiş ülkenin gelişmemiş profesörleri"dedi. Sonra bana Amerikan Psikiyatri Birliği'nin ve Dünya Sağlık Teşkilatı'nın eşcinselliği çoktandır Perverasyon(sapıklık) olmaktan çıkardığını anlattı. Ve tembihledi:"Hocalar yarin vizite geldiğinde bunları tekrarla ve derhal taburcu olmanı iste"dedi. Aynı gün onun yaşam öyküsünü dinledim. Harp Okulundan atılmaydı. Eroin bağımlılığı tedavisinden sonra psikolojik bağımlılık için oradaydı. 27 yaşındaydı. Bir şairin dediği gibi yüreğim bir yıldız gibi ona bağlanmıştı. Deliler gibi aşık olmuştum. Gözüm hiç bir şey görmüyordu. Koca klinikte bir o, bir de ben vardım sanki. Birlikte kliniğin genel duş yerinde seviştik. Kapıyı arkadan sürgülemiştik. Buz gibiydi içeri. Titremelerim heyecan mıydı, soğuk muydu? anlayamadım. Mutluluğum hiç kimsenin gözünden kaçmıyordu. Aradığımı bulmuştum. O yakın bir tarihte taburcu olacaktı. Kaçmalıydım ben de. Planlar yaptık. resim atölyesine indirildiğimde bir yolunu bulacaktım. Bir şans eseri başardım. Doğruca onun evine gittik. Sabaha kadar birbirimize sarılarak yattık. Kolu hiç ağrımamıştı başımı taşımaktan. Aileme telefon açıp durumu izah ettim. Bir hafta sonra eve döndüm. Onlara yalan söylemiştim. Erkeklerle birlikte olmanın yanlış olduğunu anladığımı belirtmiştim. İnanmadılar. Çünkü yalan söylerken hala yüzüm kızarır, beceremem. O bir hafta bana yıllar gibi uzun gelmişti.
KAOS GL 44 / 26
Ona kavuşmak için Cihangir'in meşhur yokuşu bitmez tükenmez gelmişti. Gidiş o gidiş ben onunla aynı evde bir yılı aşkın yaşamımın bir daha olamayacağı, yaşanılmayacağına kesin gözüyle baktığım bir aşkı tüm acılarıyla birlikte yaşadım. Neden acılar derseniz:Eroine yeniden başlamıştı. Ölüme kesin gözüyle bakıyordu. Beraberliğimize 1975 sinema güzeli Melek Ayberk'de katılmıştı. Melek'den sonra o artık benim sevgilim değil, babam olmuştu. Melek de anneliği üstlenmişti. Cinsel yaşamımız eroinin yan etkisi impotans(iktidarsızlık)nede niyle yok olmuştu. Önemsemiyorum. Fakat onun ölümü kabus gibi geliyordu. O yeryüzüne tüm insani değerleri taşıyarak isyan ediyordu. Aylarca evden çıkmadan yaşıyorduk. Yıllarca da yaşasam bıkmazdım. Fakat çok yaşayamadık. Onunla en son gözlerine bakarak konuştuğumda son sözleri şuydu:"Yaşamın boyunca aşkın varlığını hiç unutma . Bir gün yine seveceksin. İnsanı yaşama bağlayan şey sevgidir, aşktır"demişti. Aradan yıllar geçti. Ben Başka bir aşk bulamadım. Çünkü hiç kimse Psikiyatri kliniğinde direklere bağlı, dudakları çatlak sevgilim değildi.
ANATOMİ: BEDENİMİZİ TANIYALIM Kadın Bedeni Erkek Bedeni Ortak organlar Beden ve Seks Bedenlerimizi Algılama Biçimleri HASTALIKLARI TANIYALIM Bulaşıcı Hastalıklar Ruhsal Rahatsızlıklar Diğer Hastalıklar BULAŞICI HASTALIKLAR AIDS Hepatitler Bel Soğukluğu Frengi Mantar Bit ve Uyuz Klamidya Herpes Vajinit RUHSAL RAHATSIZLIKLAR Eşcinsellik ve Psikiyatri Depresyon Paranoya (Coming-Out) Anksiyete Eşcinsel miyim, Transeksüel miyim? S/M Yaşlılar Fetişizm Madde Bağımlılığı Cinsel İşlev Bozuklukları DİĞER HASTALIKLAR Hemoroidler, Fissür ve Fistüller Dışkı Tutamama Menapoz ve Andropoz Rahatsız Edici Kokular ve Akıntılar Ağız Kokusu Ayak Kokusu Aşırı Terleme Akıntılar Genel Temizlik Hormonlar İleriki sayılarda başlayacak olan bu yazı dizisi katkılarınıza, önerilerinize ve sorularınıza açıktır. Yukarıdaki başlık ve altbaşlıklar genel literatüre göre yapılmıştır. Biz kendi gerçekliğimizden hareketle içini dolduracağız.
KAOS GL 44 / 27
BURHAN/Amasya Siyah çarşaflı bir kadın apartman boşluğundaydı …Akdeniz iklimini özleyenlerin dudaklarının yanı uçukluyordu soğuktan… Göç etmiş kırlangıçların, yaprakları dökülmüş ağaçlarda çamur ve topraktan yapıp serçelerden ve kargalardan ve insanlardan ve kenar mahalle çocuklarından korudukları yuvaları belli oluyordu… Güvercinlerin kanatları donuyordu ve imgelere sığınıyorlardı… İmgelerse yanlış evlerin, yersiz ve kimsesiz ve kimliksiz ve tanımsız tutkulara şiir yapılıyordu… Kırmızı trenler geçiyordu gecenin içinden, gecenin içi dolunaya kanıyordu, dolunay pıhtılaşıyordu ve günler ve anlar ve aşklar ve tutkular… Bir aşka kan gerekiyordu ve dolunay buz tutmuş olduğundan o aşka kan vermiyordu… Aşkın kanı şiirdi şiir dolunay… Dünya buz tutarken aşklar çözülüyordu… İntikam alıyordu kentler veya diyet istiyor… Diyeti yoktu… Ölüm pıhtılaşamayacak kadar ölümdü ve de soğuk… Ama varoşların, bir afişin, bir sinemanın, bir gazetenin önünde resmi çiziliyordu… Resmin içinde pamuk toplamaktan kararmış elleriyle çocuklar trenlerin vagonlarına biniyor ve doktor ve öğretmen ve mimar ve mühendis ve hemşire olacaklarını söylüyorlardı, resmî dille yazılmış ders kitaplarının diliyle… O çocuklar o trenlere bindiler o trenlerden indiler ve ölümü gördüler… Ölüm pamuk kadar netti, rengi kırmızıydı … Pencerenin gerisinde pamuk uykusundaydı gelecek… Ve o gelecek rüyasında ölümü görüyordu, ölüm lacivert, mavi,yeşil ceketleriyle o çocukları topluyordu bir pamuk gibi... Hadi ağla çocukluğum… Sen kiremitten su deposuna atlarken terasta düşen bacaksın… Asmada yuvasında yavrusunu kedi kapan kumrusun… Sen kurtların sardığı dut ağacısın… Sen bir asmasın kesilirken dallarından yaş çıkan… Hadi ağla çocukluğum… Kaçırılmış bir elma şekerisin… Ağla … Sen düşen bir bisikletsin… Hadi ağla… Sana ağla sana yas tut… Sana karalar bağla… Sen büyüyüp de genç yaşına geldiğinde idam edilmeyeceksin… Sen orospu olacaksın … Baban olmayacak … Ve baban olmadığı için kimse vurmayacak seni… Anlıyor musun kurtulmayacaksın…
ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA GÜZEL ADAMA SON MEKTUP
•
KAZAKİSTAN GAY HAREKETİNİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI
•
PROFEMİNİZM NEDİR?
•
BULUŞMA/MA HEZEYANLARI (dört/2), (Beş), (Altı)
•
İTLER AĞLAMASIN! (Şiir)
•
ÇOCUKLUĞUN VE İLKGENÇLİĞİN YAŞATTIĞI (CİNSEL) ÖZGÜRLÜK
•
TÜRKİYE’DEKİ EŞCİNSEL HAREKETLENMELERE GENEL BAKIŞ
•
EN BÜYÜK ASKER BİZİM ASKER (Askerlik, Militarizm, Eşcinsellik, Fanteziler ve Gerçekler)
•
Bir çocuk bahçesinde bekle beni… Sarı bir Pinokyo Bisiklet’le geleceğim… TATLISU ANTİ-MİLİTARİZMİ YA DA Aylardan kış mevsimlerden hiç olacak… Maviye boyalı demir salıncaklarda "İBNELER" NEDEN ASKERE sallanacağım… Tek başına… Sonra o çocuklar gelecek… Sarı bisikletimi GİTMEZLER vuracaklar yere… Beni salıncaktan düşürüp dövecekler… Birden üşüdüğümü • ayrımsayacağım… Üstelik başım da ağrıyacak… Yıllardan pazar olacak… DUYGU ZAFER’E AÇIK MEKTUP Saatler çocukluğumun gongunda olacak… Gelişen bisikletimi vereceğim sana… • Çilekli dondurma da alırım… Götür beni çok kalbim kırık, kimseyi dövme benim YAŞAMIN İÇİNDEN için boş ver babam yoktu ki hiç benim… Hadi gidelim benim ağzımdan kan KARTPOSTALLAR (Parisli Amca) senin ağzının kıyısından şiir akıyor…İkisinin birleşeceği bir yere gidelim hadi… • Kanasın aşk… Aksın şiir… Öp beni… Çilek cennetlerine gitmeli dilimin kırmızı Eğitim ve Çalışma Hayatı noktaları… Dosyalarına yazılarınızı bekliyoruz.
KAOS GL 44 / 28
HABERLER Eşcinseller Festivalinden ‘Hamam’a 2 Ödül Ferzan Özpetek’in yönettiği ‘Hamam’ ilk kez düzenlenen İtalyan Eşcinsel, Transeksüel Temalı Filmer Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Film Müziği ödüllerini kazandı. Özpetek’le filmin müziklerini yazan bestecilerden Tivio Roma’daki ödül töreninde hazır bulundu. Özpetek ve Tivio aynı dallarda Antalya’da da ödül kazanmıştı. AIDS hâlâ eşcinsel hastalığı sanılıyor. Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy, Türkiye’de hâlâ AIDS’in eşcinsel hastalığı olduğuna ilişkin bir yanlış olduğunu kaydetti. Bakan Özsoy şöyle konuştu: “Hastalık büyük oranda korunmasız cinsel ilişki yoluyla geçiyor Türkiye’de bu hastalık böyle tanındığı için özellikle yurtdışından gelen Romen ve Rus kadınlarla ve yurtdışına çıkıldığında yabancı kadınlarla korunmasız ilişkiye girilerek bu hastalığa yakalanılıyor. Bu hastalık yüzde 58 oranında korunmasız ilişki ile geçiyor.” Gay Papaza Kilise İnfazı ABD’nin Ames kentinde bulunan Lutheran Kilisesi’nin eşcinsel papazı için, kilise tarafından özel
mahkeme kurulduğu açıklandı. Kilise Mahkemesi tarafından yargılanacak papazın istifa etmesi için çaba sarfedileceği bildirildi. Papaz ise İncil’de kendisini dışlayan bir madde olmadığını söyledi. Türk AIDS’lilere İndirim Yok İngiliz ilaç firması Glaxo Wellcome, AIDS tedavisinde kullanılan AZT adlı ilacın fiyatında yoksul ülkelerde yüzde 75 indirime giderken, Türkiye’de böyle bir indirimin sözkonusu olmadığını açıkladı. Retrovir olarak da bilinen AZT’nin fiyatının indirilmesi konusunda yetkili makamın Sağlık Bakanlığı olduğunu söyleyen Glaxo Wellcome Ruhsatlandırma Yönetmeni Eda Ersoy, “Bakanlıktan bize bu konuda bir talep gelmedi” dedi. Şurup, tablet ve iğne olarak alınan AZT ilacının özellikle SSK, devlet ve üniversite hastaneleri tarafından tercih edildiğini belirten AZT Ürün Müdürü Deniz Durmaz, “İlaç kesin olmamakla birlikte kandaki HIV virüsü miktarını azaltıyor. Bu ilacı kullananların yaşam süresi önceki tedavilere de bağlı olarak yüzde 54 oranında uzuyor” dedi. İlaç özellikle hamile kadınlar tarafından kullanıldığında bebeklere AIDS geçmesi
önleniyor. AIDS’e karşı sonuç alabilmek için Retrovir’in yine epivir ile birlikte alınması gerekiyor. İki ilacın bir aylık tedavide birlikte kullanılmasının faturası 166 milyon liraya ulaşıyor. Öğretmen Pele’nin Sır(!) Ölümü Özel bir lisede öğretmenlik yapan Fransız Rolandeugene Pele, Cihangir’deki evinde telle boğularak öldürüldü. Başkurt Sokak’taki Palas Apartmanı 7 numaralı dairesinden çığlık seslerinin geldiği ihbarı üzerine daireye giren polis, 34 yaşındaki Pele’nin cesedini yatak odasında buldu. Evden ziynet eşyasının alındığı belirlenirken, evde Pele’nin değişik erkeklerle birlikte olduğunu gösteren video kasetleri bulunduğu öğrenildi. Kuşların renkli cinsel yaşamı Hollanda Groningen Üniversitesinden Dik Heg ve Rob van Treuren adlı bilim adamları tekeşli sanılan İstiridye Avcısı kuşların arasında da çok eşlilik ve lezbiyen ilişkilere rastladılar. Hem insanlarda hem hayvanlarda cinselliğin yalnızca üreme aracı olmaktan öte sosyal bir boyutunun da olduğu kabul ediliyor artık.
HABERLER KAOS GL 44 / 29
G L KİTAPLIĞI Erkek Aşkının Ötesinde Rönesanstan günümüze kadınlar arasında romantik dostluk ve aşk Lillian Faderman, Çeviren: Zülal Kılıç, Göçebe Yayınları, İstanbul, 1997. Kadınların tutkulu dostluklarının tarihçesi… Lillian Faderman romanları, dava tutanakları, aşk mektupları ve pornografi yazını gibi çok çeşitli kaynaklara dayanarak, yüzyıllar boyunca kadınların konumunda ve kadınlar arası aşkta meydana gelen değişimleri çarpıcı biçimde sergilemektedir. Faderman kadınların aynıcins aşkı ile kadın cinselliği konusunda sürekli değişen kurumlar arasındaki o parmak basılması güç ilişkiyi araştırıyor. Ayrıca, yeni gelişmeye başlayan feminist değerlerin, kadınların birbirine tutkularında ve erkeklerin bunlara gösterdiği küçümsemeden hayranlığa ve sonra tiksintiye uzanantepkilerinde her zaman önemli bir rol oynadıklarını gösteriyor. Erkek Aşkının Ötesinde gürültüsüz bir devrim yapmış ilk baskısından bu yana bu konudaki bütün çalışmalara temel oluşturmuştur. Kitap, tarihin unutulmuş ve gözardı
edilmiş parçacıklarından parlak bir bütün örmektedir. Kadın ya da erkek bu çalışmayı okuyan kimse, kitabın duyarlıklarının etkisinden kaçamayacaktır. "Beklenen ve gerek duyulan bir tarihçe… herşeyden önemlisi, kadınların başka kadınları sevmeyi seçmelerinde söz konusu olan bu öğeleri kavramamızı sağlıyor." Cardy Heilbrun, The New York Times Book Reviev "Metinlerde keşfettiği şeyler ve toplumlarımızda artık bulamadığımız duyguları incelemesi açısından olağanüstü." Michel Foucault "Kadınların doğal müttefikleri olduğunun hep bilincinde olan kadınlar için iyi belgelendirilmiş, büyüleyici ve tartışmalara yol açacak kaynak belge." San Francisco Chronicle
Corydon (Sapık Sevgi) André Gide, Çeviren: Fikret Kolverdi, Varlık Yayınları, Üçüncü Basım, 1995. CORYDON, André Gide’in yapıtları arasında en çok tartışılmış, üzerinde en çok söz edilmiş olanıdır. Gide, burada kurulu ahlak düzeninin dışına çıkarak “sapık” denilen sevgileri bilimsel olarak ele alıyor ve insan özgürlüğü açısından tartışıyor. Ahlak yönünden en tutucu kişileri bile düşündürecek kanıtlar bulup ileri sürüyor. Bu kitabıyla Gide, akıl ve mantık yürütmedeki ustalığının yanısıra üslup yeteneğini de kanıtlıyor. “Kendime olan güvenimi yeniden kazanmak, kendimden iğrenmekten kurtulmak için durumumun korkunç olmadığını, bu alanda tek olmadığımı anlamaktan başka yapacak birşey kalmıyordu.” “Töre ve yasalarımızda herşey bir cinsi öbürüne doğru iter. Daha arzu duymaya başlamadan önce küçücük bir çocuğu, tüm zevklerin kadınla tatıldığına, onun dışında zevk mevk olmadığına inandırmak için, gizli olsun, açık olsun, amma da entrika çevriliyor. Erkeğin sistemli olarak silinmesi, çirkinleştirilmesi, gülünçleştirilmesine karşılık “güzel cins”in çekicilikleri konusunda saçmalığa kaçan nice abartmalar yapılıyor.”
KAOS GL 44 / 30
ANTAKYA KAOS GL’ye… Eşcinsellik, başlı başına büyük sorun Antakya’da. Aile, din, ahlak, toplum kuralları içinde yaşayan, ezilen eşcinsellik. Kendi cinsiyetinden partner bulmayı/eşcinsel edimi, eşcinsel kimlikle birbirine eşit gören, özgürleşmeyi ekonomik rahatlıkla açıklayan, daracık sınırlara itiraz etmeyen bazen bunun bile farkına varmayan, acı çeken ama acının kaynağını hep yanlış yerde arayan; dünya ile tek derdi, eşcinselliği rahatça yaşamak olan itilmiş, sıkıştırılmış, bir tutam nefesi yaşamak sananlardan oluşuyor. Bizlerin benliklerinin yutulması, kişiliğimizi kazıyarak beyinlerimizin ele geçirilmesi, işkence, homofobik şiddete maruz kalmamız, yapay mutluluğumuza bile yapılmış büyük bir kazıktır. Ve bizler gönül rızasıyla bu zaferi onlara veriyoruz. Antakya Kaosçuları olarak, olabildiğince çok kişinin kendi benliklerini yaratabilmesi, yaşama tam da durdukları noktadan bakabilmeleri için yol katetmek, kendisiyle barışmamış, hâlâ saklanan ve farklı duygularından haberdar olan eşcinsellere ulaşmak amacındayız. Her kişi kendi benliği üzerinde düşünerek fikirler üretebilir, kollektif bir çabayla bunları birleştirebilir. Antakya Kaosçuları olarak belirli gün ve mekanlarda toplantılar düzenlemek amacındayız. Konuşulacak, karşılıklı öğrenilecek çok şeyler var. Bu alışveriş ortamını daha da sıcak tutabilmek için yeni Kaos Okuyucularına da ihtiyacımız var. Zaman ilerledikçe eşcinsel sayımızın artacağına, tek yürek olacağımıza inanıyoruz. İnsanların korku ve önyargılarını aşmak için varız… Dostluk, kardeşlik çerçevesinde eşcinsellerin sorunlarına, hoşgörüyle yaklaşarak çözüm bulmak, kendi kendisiyle barışık olmayan –coming out yapmamışeşcinsellerin yanında bilinçli eşcinsellere de ulaşma çabası içindeyiz. Antakya’da bize destek çıkabilecek dernek, vakıf ya da siyasi partinin varlığından habersiziz; duyan, bilen varsa bizi bilgilendirsin. Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer illerdeki oluşum gruplarının ziyaretlerini bekliyoruz. Antakya içinde beraber organizasyon kurup, faaliyet, toplantı ya da parti yapmayı düşünüyoruz. Cevaplarınızı bekliyoruz. Kaos’a dair: Oldukça geniş kültüre sahip, dört yıllık bir geçmişi olmasına rağmen birikimi seviyesinin üzerinde başarılı bir dergi… Öyle ki amacımıza bir adım daha yaklaşmaktayız. Okuyucu kitlesi genişlemekte, yalnız eşcinsellerin değil heteroların da bilinçlenmesi önemli olan… Önerilerimize gelince.. Büyük kesimi orta-lise düzeyindeki öğrenciler olan okuyucuların okuyabileceği sade bir dille basite indirgenmiş yazılar da yer almalı. Sayfa sayısı çoğaltılarak, eşcinselliğin mizahi yönüne, espiritüel karikatüre, daha çok şiire, okuyuculardan gelecek yazılara yer verilmeli. Cinsel ve sağlık sorunlarını paylaşmakta güçlük çeken aydınlanması mümkün olamayan okuyucuları da düşünerek doktor bilgisi ışığında ya da başka kaynaklardan elde edilecek bilgiler ışığında eşcinseller aydınlatılabilir. Yaş, cinsiyet önemli değil; Antakyalı tüm gay/lezbiyenleri toplantılarımıza bekliyoruz… YER: Her Pazar günü saat 14.00 ile 17.00 arası SELİNA CAFÉ İnönü Caddesi, Özel Ata Lisesi Arkası bitişiği Antakya… Toplanıyoruz… Toplantılarımızda korkulacak hiçbir şey yok… İçinizdeki tüm zincirleri kırıp gelin. Amacımız her yaştan, toplumun her kesiminden olan gay arkadaşlarımızı kucaklamak, baskılara karşı kenetlenmek… ve lütfen bu sesimize kulak verin. Hepinizi bekliyoruz. Bizi tanımanız açısından masamızda pembe bir karanfil bulunduracağız. DAHA GÜÇLÜ, ÖZGÜR, AYDINLIK YARINLAR İÇİN; HEP BİRLİKTE ELELE
ANTAKYA KAOS GL 44 / 31
EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR
Toplumsal erkekliğin karşısında, toplumsal kadınlığın dışına çıkamayan kadınlar (lezbiyen ya da hetero olsun) o korkunç baskılanma ve ezilme altında hiçbir zaman gerçek bedensel ve ruhsal bütünlüklerini ortaya koyamazlar. Daha en baştan güçsüz ve aciz olduklarına inandırılan kadınlar potansiyel fizik güçlerini bile dışsallaştıramazlar. Zincirine bir halka da kozmetik sanayiince eklenen kadın, ayakları olup yürüyemeyen, kanatları olup uçamayan bir yaratığa dönüştürülmüştür.
NİSAN 1998
YIL 4
SAYI