KaosGLD47-48

Page 1

EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU aynı zamanda HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR.

EBRU AŞK At kılı kadar sert Gül dalı kadar yumuşaktı Ağlarken çenesi titrerdi Suyu sevmezdi Yine de yasemin kokardı nefesi Her sarılışında imdat niyetine tenime Canımı alacak gibi sıkardı Ağlardı "kanıma girdin" diye Gamzesinden önce titrek ağzı İlhamlara açılırdı Çünkü kaymak çenedeki tüyler At kılı kadar sert Gül dalı kadar yumuşaktı Unutmadım dudak altı gül bahçeyi Suya resmettim bıçakucu giz geceyi Bir ebru aşk idi mah cemal-i melâike Koruk değil idi meyvesi At kılı kadar sert Gül dalı kadar yumuşaktı Memnu idi, su tutmazdı.


İçindekiler

Transseksüellik Unutulmuş Birer Birer Yine Erkekler ve Kadınlar Diyerekten Haydi Git Artık (Bir Eşcinselin Ergenlik Anılarından) Eşikteki Erkek Alien-Diriliş Eski Arap Toplumunda Eşcinsellik ve İslam Yaşamın İçinden Kartpostallar Kısa Bir Özgürlük Hikayesi Mektup-lar-dan Antakya İstasyon Soğuk Kentin Perisi Buluşma/ma Hezeyanları Eşcinsellik ve Askerlik Üzerine Söylenmedik Birşey Kalmasın GL Kitaplığı Dim'den Raporlar-3 Türkiye'deki Eşcinsel Hareketlenmelere Genel Bakış "… Genel Bakış" Üzerine Birkaç Not İtler Ağlamasın! (Şiir) Uluslararası Eşcinsellik, Çalışma Yaşamı ve Sendikalar Konferansı KAOS GL'den

KAOS GL SATIŞ NOKTALARI:

3 4 5 6 7 9 10 13 15 16 19 20 22 24 28 29 30 32 34 35 38 39

ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.), Kardelen Kitabevi KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.), İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi, ANTALYA Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı), Kelepir (Sönmez İşhanı) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak), İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak), Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto, Pandora Kitabevi, Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, Kelepir (Konur 2), Bilim&Sanat, İlhan İlhan, İmge, ve Doruk (Konur 1) Kitabevleri

Eski sayılarımızı Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de bulabilirsiniz. ANTAKYALI arkadaşlara ulaşmak için: Murat, P.K. 174, 31100, Antakya-HATAY İZMİRLİ arkadaşlara ulaşmak için: P.K. 41, Karşıyaka- İZMİR BURSALI arkadaşlara ulaşmak için: Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA LAMBDA İSTANBUL’A ulaşmak için: P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) A B O N E L İ K

İ Ç İ N

YURT İÇİ 1 YILLIK ABONE BEDELİ 5.000.000.-TL, 6 AYLIK 2.500.000.-TL YURT DIŞI 1 YILLIK ABONE BEDELİ: 75 DM YA DA 50 $ (POSTA DAHİL) T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ 4213 0544328 NO’LU HESABA YATIRILMALIDIR PLEASE, TRANSFER 75 DM OR 50 $ AS 1 YEAR SUBSCRIPTION PERIOD TO THE FOLLOWING BANK ACCOUNT: T. İŞ BANKASI MEŞRUTİYET ŞUBESİ (ANKARA) ALİ ÖZBAŞ NO:4213 0544328 DEKONT YA DA FOTOKOPİSİNİ MUTLAKA ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ/ANKARA ADRESİNE POSTALAYINIZ. TEK SAYILIK İSTEKLERDE 400.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ e-mail:

47-48. SAYI: Dizgi:

kaosgl@ilga.org kaosgl@geocities.com

internet sayfamız: http://www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050

Düzelti:

Ali Ferhat

Kapak:

Atilla Karakış

Kapaktaki Şiir:

Şarmut A.İkarus

Grafik:

A.K., Özcan

KAOS GL AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ TEMMUZ-AĞUSTOS 1998 YIL 4 SAYI 47-48

KAOS GL ilga üyesidir B u

d e r g i

K A O S

G r u b u

t a r a f ı n d a n

YAZIŞMA ADRESİMİZ

Cem Atilla Karakış

¨

y a y ı n l a n m a k t a d ı r .


BAHSİ ÜZERİNE SANEM AKAY/İZMİR kademe kademe, yeri ve zamanına göre türlü sertlikte memnuniyetsizlik, korku, nefret içeren itirazlara, yargılara ve cezalara dönüşürler ve toplumun her kesiminde, yaşamın her yerinde, insanın beynine her yönden hücum eder dururlar. Hani nerede kaldı her şeyin doku, kan ve hormonla açıklanması! Her şey tamamen beyinde düşüncede başlayıp bitmese de, bu dünyada yaşamın merkezinde beyin- düşünce - bilinç yer alıyor değil mi? Buna rağmen korkarım seksisterkek egemen zihniyet, eline geçirdiği her fırsatta bireylerin yaşantı ve kişiliklerinin yanı sıra etine , kemiğine, genine de saldırmaktan geri durmayacaktır. Müdahale öyle olmaz böyle olur dercesine.

Dünya dediğimiz şu yaşamlar yumağında her canlının yavrusu ne meşakkatle doğar, büyür ve ölür. Hele bu,bir insan yavrusu ve bir transseksüel (ts.) ise. Ts. sözcüğünü nedense çok zarif ve parlak bulurum. Türkçe karşılığını da çok sade ve natürel: Dönme. Hatta buna yakın bir kadın isminin oluşu ne hoştur: Döndü. Kadın ismini verişimden ötürü, bu dönüşümün yalnızca erkekten kadına olduğunu söylediğimi sanmayın. Kadından erkeğe olanı da var elbette. Belki, daha doğru deyişle, er'den dişi'ye dişi'den er'edir. Burada er ve dişiden kastedilen, biyolojik cinsiyet olsa gerek. Zaten bir ts. vakasında ilk başvuru yeri psikiyatri olsa da, psikiyatrinin de psikolojik testlerle birlikte gereksinim İçinde bulunduğumuz zamanın dünyasında ve duyduğu ilk incelemeler, ts kişinin genetik, gonodel, hormonel ve fenotipik özellikleri üzerinde gerçekleşiyor. ülkesinde, her ne kadar en eski gerçekler geçerliliğine Diyelim ki tıp biliminin böyle bir serviste aldığı başlangıç kavuşturulmakta ise de, en ilkel yalanlar yanlışlar da ısrarla varlığını sürdürmekte. İşin gerçeği bu hep noktası budur ve bunda bir yanlışlık yoktur ama, insan böyleydi ve böylece sürmeye de devam edecek sanırım. denen varlığın düşünsel ve duygusal, yani psikolojikİsteyen istediği tarafta yer alarak bilincini sergileyerek, ruhsal yanını hiçe sayarak ya da ikinci, üçüncü önem insanlık ya da kişisel tarihine damgasını vuracaktır. sırasında değerlendirerek ele alındığı durumlarda, biraz Kısacası ilim ve fen her ne kadar ilerleyip durmakta ise dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Her türlü sanat, de(!) birileri var olagelen bilgileri ve gerçekleri bilim ve teknolojinin ve onların kurum ve otoritelerinin, bireylerden saklamakta; bunları edinebilenlere de, insanın düşünsel ve tinsel ürünleri olduğunu edindiklerini burnundan getirmeye çalışmakta… Nasıl düşünürsek, bu kurumların işlerine gelmeyen noktaları, mı? Biraz düşününce bulunacağını umarak konuyu salt tensel açıdan açıklama ve yargılama yolunu çizmelerine ne demeli? Bu görüşlerden birkaç örnek genişletmek istemiyorum. Ama yine de desenformasyon verilecek olursa: "Tanrı insanı kadın ve erkek olarak ve kavram karmaşasını bir iki örnek olarak verebilirim. yarattı, birinden diğerine geçiş gerçek anlamda olmaz; Bu elbette ki her insan yavrusunun içine doğduğu ve olsa da görünüşte çirkin, eksik ve sağlıksız, özelde ise ömür boyu mücadele ettiği/edemediği bir durum. Bu günah dolu bir eylemin sonucunda değişmezlik vardır", durumun salt eşcinsellerin değil, ama her insanın cinsel özgürleşme sorunu olduğunu vurgulayan bir sözü, "Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir. Birleşmenin derginin (Kaos GL'nin) her kapağında, dergi adının ürünü, üçüncü bir insandır. Doğada herşey eksi ve artı altında görüyoruz. Özgürleşmek gibi çok derin bir emelin olarak var olur." Biraz daha yumuşak haliyle "İnsan gerçekleşmesi, tanrının ve doğanın Pekiyi Türkiye'de ts. olmak nasıl bir şeydir? eşcinsellerin yanı sıra, yarattığı cinsiyette Bedensel ve ruhsal sağlığını muhafaza, iç öyle olmayanların da kalmalıdır; buna edilen huzurunu tedarik ve daim ederek yaşam bilincini gerektirdiği için, müdahale günahı ve duruma bu denli geniş dejenerasyonu boyunca tatmin ve kazanç sağlayarak yaklaşan bu sözü, bir beraberinde getirir." yaşayabilmek için, ts.lik yolunu seçmiş bir eşcinsel dergisinin "Eşcinsellik doğada vardır, bilincin, ödediği bedel nedir acaba? kapağında görmek, ya transseksüellik? Asla!" okuyanları geniş bir bilinç, Buna benzer görüşler

KAOS GL 47-48 / 3


U

kültür ve dayanışma ufkuna davet eder gibi geliyor bana. Atamızın "Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir" dediği gibi, cinsel özgürlüğü ve kültürü olmayan bireylerden oluşan bir toplumun, hayat damarlarından bir diğeri daha kopmuştur demek abartı mı olur acaba? Ben burada, cinsel kimliği ts.lik olan ve bu kimlikle maddi ve manevi, bedensel ve ruhsal yaşantısını şekillendiren ve diğer hayati tecrübelerin, uğraşıların ve verilerin yanında, cinselliğiyle de özünü gerçekleştiren insan yavrusundan, onun hayatının olası evrelerinden kabaca da olsa bahsetmek istiyorum. Sık sık insan yavrusu deyip duruyorum. Yavruyu, ana-babanın omuzları üzerinde, tüm yaşanmışlıkların arkasında ve tüm yaşanacakların önünde, en taze bir beden-bilinç olarak, asla Coşkun/İstanbul küçük ve aciz değil bilâkis herşeyin üzerinde dinamik, temiz ve taze gördüğümden Yıllar önce bir Amerikan filminde olsa gerek. Değil mi ki her yorulup, yıkılıp, kirlenip, üzüldüğümüzde içimizdeki çok genç, sarışın ve çok güzel çocuğun en derinliğini arayıp, oraya sığınıyoruz. bir kızı seyretmiştim. Baba Pekiyi Türkiye'de ts. olmak nasıl bir şeydir? Bedensel ve ruhsal sağlığını muhafaza, sevgisi alamamış ve ailenin iç huzurunu tedarik ve daim ederek yaşam boyunca tatmin ve kazanç sağlayarak diğer fertleriyle çatışmalar yaşayabilmek için, ts.lik yolunu seçmiş bir bilincin, ödediği bedel nedir acaba? yaşayan bu genç kız, sanki Böylesine bir varoluş yolu ne gibi güller ve dikenlerle doludur dersiniz? Şimdi içindeki sıkıntılardan, kafanızdaki ts. imajına bir göz atınız ve hiç ts. bir arkadaşınız olup olmadığını, çatışmalardan kurtulmak olduysa onu/onları ne kadar yakından tanıma fırsatınız olduğunu düşününüz. Bu istercesine, tepkisel anlamda, üç düşünme sırasında, karşılıklı sohbet imkanınız olsaydı, kimbilir söz kaç çeşit beş günde bir, başka başka konuya değinir, söyleşimiz ne kadar zaman tutardı? Öyle ya, hepimizin en temel ve erkeklerle yatıp kalkıyor. Orta acil ihtiyaçlarından biri de sohbet değil mi? İletişim, tanışıklık? Ne sıcak sözcükler. yaşlı amca durumu farkediyor ve Muhabbet dolu sohbet en güzel ibadettir demiş Mevlana'mız. Ancak bununla beraber, insanın kendi kendisiyle ettiği sohbet, kendini tanıyışı tanımlayışı, kendini bir gün genç kızı, yine bir erkekle samanlıkta yakalıyor. Erkek sevişi de, yaşamın başından sonuna gerekli ve şarttır diye de düşünüyorum. Bu, kaçıp gidiyor. Amcası kıza, kimi zaman hapsolduğumuz bir yalnızlık, kimi zaman da koşup sığındığımız bir tek "Bunu yapmamalısın. Bu kadar başınalık olarak çıkar karşımıza. Oysa nasıl da bir çırpıda ezberlemişçesine tek sık erkek arkadaş doğulur, tek ölünür deyiveririz değil mi? Belki uzun zamandır tek kaldığımdandır, değiştirmemelisin, bu yanlış" söylenecek onca sözü özetlemede, örneklemede zorluk çekiyorum. Belki de diyor. tanışmak zordur, sevişmek gibi. Ama becerilebilen kısmı bile çok tatlı, biliyorum. Farklı bilinçlere teker teker dokunabilmek istediğimden midir, hem de dert Kız hırçın bir şekilde "Sana ne, yanarcasına kaleme aldığımdan mıdır nedir, tek yazıda sözleri dizmek pek kolay defol git! Sanki sen gençliğinde olmuyor. Amacım sadece doğru ifade yollarını tek sözde açabilmek. Biraz da, işin başka başka kadınlarla beraber teknik, kolay görülür yanlarıyla birlikte, gönüle, hisse dair yanları da aktarabilmek. olmadın mı, kaçamaklar Düşünsenize bir: dünyada yaşananların kaçta kaçını yaşayabiliyoruz; yapmadın mı?" diye soruyor. yaşadıklarımızdan kaçta kaçını tecrübe edip kendimize mal edebiliyoruz, Amca da diyor ki "yaptım yaptım edindiklerimizi ikinci bir şahsa ne ölçüde aktarıp anlatabilme imkan ve yeteneğine tabiki, Ama şimdi o kadınların sahibiz, anlatılanların anlaşılabilmesi karşımızdaki kişinin anlama yetisiyle adını bile hatırlamıyorum ve ilgiliyken… Üstelik bizim anlattıklarımız, diğer kişilere aktarılan salt hikayeler senin de birgün, adı unutulmuş olmayıp, bu bilgi, olay ve saireler onların yaşadıkları olma yolundayken… Eee, mi bir kadın olmanı istemiyorum" diyorsunuz? Sadece, benim için önemi olan bir noktayı artı parantez paylaşmak istedim. Benim yaratım olmayan hiç bir şey, durum, bilgi ya da olay bana orijinal Evet, tek eşlilik veya çok eşlilik. değildir. Tabii ki yaratanın ve yaşatanların sayesinde kendi orijinal değerlerimi Mesele bu değil. Önemli olan, bulmaktayım. İnsanın, sanırım, hayatta vaz geçemeyeceği tek şey bunlardır; insan, beraber olunmuş insanların kendini kendi yapan bu orijinalleriyle var olur ve bunlar asla yok edilemez, adlarının unutulmaması ve çalınamaz, baskılanamaz. İşte ben de transseksüellik konusunda orijinalliği kısmen onların da, sizin adınızı unutup bana ait, kısmen dışardan aldığım bilgi, olgu, duygu ve gerçekleri paylaşmak unutmamış olmaları. istedim. Umarım yaratılarınızda malzeme görevi görebilirler. Galiba, önemli olan bu. DEVAM EDECEK

KAOS GL 47-48 / 4

nutulmuş birer birer:


YİNE ERKEKLER VE KADINLAR DİYEREKTEN...

F. MERAL/İSTANBUL

Seyrettiniz mi bilmem ya da hatırlıyor musunuz 7 Kasım 1997 Cuma akşamı Star'daki haber hatlarından birinde ameliyatla erkek fiziğine bürünmüş biri vardı. Sunucunun konuğa sorduğu sorulardan biri de şuydu: Neden erkekten dönen kadınlar daha çok görülüyor da, kadından dönen erkeğe az rastlanıyor? Cümle tam olarak böyle değilse bile soruya yakın ve aynı anlamdaydı. Bu çok daha önceden benim için de bir merak konusuydu ama yine de derinlemesine düşünmemiştim. Bu nedenle, ancak iyi bir araştırma yapıldıktan sonra, bu konuda tutarlı cevaplar üretilebileceğini düşünüyorum. Böyle düşünerekten bu konuda çok kapsamlı olmayan düşüncelerimi kağıda geçiriyor ve bu konuda düşüncesi olanların düşüncelerini paylaşmalarını ve dergiye aktarmalarını umuyorum. Belki böylelikle bir tartışma konusu da yaratmış oluruz. Bilirsiniz, filmlerde, gazeteler ve televizyon programlarında "travesti" ya da "transeksüel" insanlar söz konusu olduğunda hep erkekten dönen ya da erkek bedeninde kadın ruhu taşıdığını söyleyen ya da davranışlarıyla bunu belli eden insanlara rastlarız, durumun bundan ibaret olduğunu düşünürüz. Geneli ele alırsak "dönme" deyince ilk aklımıza gelen erkekten dönmelerdir. Heteroseksüel dünyada erkelerin kadınlardan toplumsal açıdan ön planda olduğunu, hiyerarşik bir sıralamanın söz konusu olduğunu hepimiz biliyoruz. Erkek egemen dünyadan farklısını da beklemiyoruz zaten. Eşcinsellerin dünyasına bakıldığında yine gaylerin lezbiyenlerden daha görünür olduğunu farkediyoruz. Türkiye'de çıkan (Kaos GL, Cins, Spartacus) üç eşcinsel derginin de gay ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Dikkat ederseniz hâlâ bir lezbiyen dergi mevcut değil (Ya da lezbiyen ağırlıklı bir gay ve lezbiyen dergisi). Yine bu açıdan baktığımızda oluşturulan gruplara göz attığınızda aynı durumla karşılaşırsınız. Ama benim burada değinmeye çalıştığım asıl nokta söz konusu durumun travesti ve transeksüllerin dünyasında da geçerliliğini koruduğu. Bu erkekler yüzünden böyledir diyerek erkekleri günah keçisi yapmıyorum. Yalnızca, kadınlar olarak ister hetero, ister lezbiyen, ister travesti, ister transeksüel vb. her alanda ezilmişliğimizden sıyrılamıyoruz bir türlü. Belki de erkeğe bakarak daha az sosyal olmanın sonuçlarıdır bunlar. Yazımın başındaki haber programına dönmek istiyorum. Programı hatırlayanların dikkatini çekmiştir. Ameliyatla

erkek bedenine kavuşan kişi sunucuyla sohbetini sırtını kameraya dönerek gerçekleştirdi. Kendince bir korunmaydı, anlayabiliyorum ama, örneğin Savaş Ay'ın programında yüzlerini ve isimlerini gizlemeyen travesti arkadaşları düşünmeden de edemiyor insan. Bu gizlenmenin heteroseksistlerin varolan önyargılarını desteklemekten, coming-out sürecindeki eşcinselleri de varlıklarının utanç verici olduğunu düşündürmekten başka hangi amaca hizmet ediyor sizce? Programa hiç katılmaması çok daha iyi olurdu belki de. Programın sunucusu aklımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti: Artık bir erkeksiniz. Ameliyattan sonra ne yapmayı istediniz ilk olarak, ya da ne yapmayı istiyorsunuz? Cevap şöyleydi: "Dansöz oynatmak istiyorum" Bir zamanlar erkeklerin kendisine ve diğer kadınlara baktıklarını düşündüğü pencereden o da kafasını uzatmaya çalışıyor. Bunca süreçten sonra böyle bir bakış açısı! Pes doğrusu! Gerçekten pes! Helal olsun! Hiç bir ilerleme yok. Hep aynı mankafa... Siz böyle düşündükten sonra heteroseksist dünya ne düşünmez? Keşke kadın bedeninde kalsaydınız. Umuyorum bunlar değişmiş bedeninizi henüz hazmedememiş ve yanlış da olsa geç kalmış olduğunuzu düşündüğünüz ve alelacele, aç bir ruhla yaşamak istediğiniz gelenekselleşmiş geçici istek ve heyecanlardır. Öyle bile olsa hiç ama hiç hoş değildi. Bizler bu ve benzeri düşünceler yüzünden beziyoruz canımızdan ve ben ne olursa olsun, kadınlara hâlâ heteroseksist erkek gözüyle bakan kadından dönme erkekler olacağına ve onların hanesine bir sakat bilinçli daha ekleneceğine, bu düşünce içinde olabilen erkek ve kadın transeksüellerin "dönmemelerini" dilerim. En azından kimseye zarar veremez, sorunlarınızla haşır ve de neşir olursunuz. (Belki de ona böylesi gerekliydi.) Kadın bedeninden kurtulmakta biraz acele ettiğini düşünüyorum. Biraz daha hapsolsaydı ve bir kaç aç gözlü, şehvetten gözü dönmüş, ağzından salya akan azmanların önünde kadın bedeniyle raksedip kıvırsaydı (çünkü başka türlü anlayabileceğini sanmıyorum!) sunucunun sorduğu "Ne yapmak istiyorsunuz" sorusuna herhalde öyle bir cevap veremezdi. Ama belli de olmaz, kimbilir belkide geçmişte ona yaşatılanların acısını şimdi de o çıkartmak istiyordur. Söyler misiniz yollarımızı biz de kaparsak kim hangi güç açabilir onları bir daha ???!

KAOS GL 47-48 / 5


(Bir eşcinselin ergenlik anılarından) Ali Kemal YILMAZ/İstanbul Belediye hoporlörü sabahtan beri bir düğünü duyuruyordu: "Sevgili vatandaşlar, ilçemiz öğretmenlerinden Seyhan Ilıcak ile eşrafımızdan Köksal Demir'in düğün törenleri Çarşı mahallesi 14 numara'da yapılacaktır. Hepiniz davetlisiniz. "Çok kalabalık olacağı kesindi. Zenginlerin düğünlerinde izdiham olurdu. Hiç pastanesi olmayan bir ilçe olduğu için şehirden gelen yaş pasta çocukların iştahlarını kabartıyordu şimdiden. Gelinlik ise İstanbul'dan gelmişti. Duvak yerine şapka takılacağı şimdiden biliniyordu. Kenan düğün için kalın ve iri tokalı bir kemer almayı düşündü. Barış Manço'da gördüğü gibi olmalıydı modeli. Sadece iki yerde vardı. Birine gitmeye çekiniyordu. Her fırsat bulduğunda tuhafiyeci Hasan'ın oğlu hiç hoşuna gitmeyen şeyler söylüyordu. Kimseye demiyordu gene onun güya iltifatlarını. Eşcinsel hiç görmemişti. Sadece filmlerde komedyenlerin alay ettikleri insanlar olarak tanımlıyordu. Oysa kasabada saygınlığı olan bir ailesi vardı. "Hayır, eşcinsel olmamalıyım, erkeklere duyduğum ilgiden vazgeçmeliyim" diyordu her derede erkeklerin iç çamaşırlarına yapışmış cinsel organlarına gözü takıldığında. Hüzün ve suçluluk kaplıyordu her çıplak erkekten aldığı hazzı hissettiğinde. "Oysa benim sevdiğim kız var, eşcinsel olsam bir kızı sevmem" diye düşündü. Kemeri almaktan vazgeçti. Yine bahaneyle kalçama dokunacak, penisini ovalayacak, gitmemeliyim dedi. Ayakları onu kasabanın tek gezinti yeri dere kenarına götürdü. Yine kasabanın tüm gençleri oradaydı. Halbuki hepsi çocukluğunda arkadaşlarıydı. "Nedense beni erkek yerine koymuyorlar. Sanki söz birliği etmiş gibi bana olan ilgilerini hep arkadan girmek olarak gösteriyorlar" dedi. Zordu bunların yanıtı. Bir keresinde okulun arka bahçesinde üst sınıflardan Aydın'ı duvara işerken görmüş ve yanına gittiğinde onun ereksiyona gelmesinden aldığı hazzı gizleyemediği için Aydın "Bir daha yaparsan seni affetmeyeceğim. Sen istiyorsun" demiş ve sonra tüm okuldaki çocukların ona bakışı değişmişti. Birden tüm ergenlerin cinsel objesi olmuştu. Alayları çok dokunuyordu. Yoldan geçerken yine aynı laf atıldı: "Haydi bahçeye gidelim. Sana kıyak yapayım." "Neden hiç içlerinden biri bana aşık olmuyor" dedi. Halbuki o Güner'i herkesten çok seviyordu. Güner ona

karşı tamamen kayıtsızdı. Fakat ne alay ediyor, ne de onunla konuşuyordu. Kasabanın iki kilometre uzaklığında kavaklık vardı. Güner bisikletle hergün oraya giderdi. Babası kavaklığın bekçisiydi. Belki konuşuruz umuduyla ağır adımlarla yola koyuldu. Her kavaklığa çıkan yola girdiğinde rahatlardı. Belki onunla sevişiriz, umut ediyordu. Kilometrelerce uzunluğunda bu ormanda huzur doluydu. Hele rüzgarlı günlerde çıkardıkları ses, duyduğu en güzel müzikti. Gene aynı müziği duydu uzaktan. Koşar adımlarla gitmeye başladı. Birden durakladı. Topraklı yoldan tozları kaldırarak gelen Güner'i farkedince kalbi hızlandı. "Merhaba, nasılsın" dedi. Güner önüne bakarak, "iyiyim" demekle yetindi. Sormalıydı, çocukluklarında inşaatlardan çivi çalıp sattıkları arkadaşının bu kayıtsızlığını. "Neden benimle konuşmuyorsun? Sen de mi benim erkeklerle kirlendiğimi düşünüyorsun?" dedi. Kafasını kaldırmadan cevapladı Güner: "Evet... Okulun bahçesinde Aydın sana yapmış. Herkesin dilindesin. Aynı lafın bana da gelmesini istemiyorum. Hem annem de artık seninle arkadaşlık yapmamamı söyledi." Hıçkırarak ağlamaya başladı Kenan. Güner bisikletten indi, ona sarıldı. Gözyaşları onun da yüzünün tamamını kapladı. Sonra dudakları birleşti. Uzun uzun öpüştüler. Ağustos böceklerinin sesleri onların tatmin iniltilerine dönüştü. Mutluluktan kendilerini kaybetmişken birden silkindi. Güner sözleriyle tokatlamaya başladı. "Gitmelisin buralardan.. Yaşatmazlar seni buralarda.. Kaç git İstanbul'a.. Senin gibiler oralardaymış. Burası küçük bir yer, yok ederler seni. Hem baban duyarsa..." Son söyledikleri iyice korkuttu Kenan'ı. Doğruydu, gitmeliydi. Fakat nasıl? Güner kolundan altın künyeyi çıkarıp uzattı. "Al bunu, anneme düşürdüğümü söylerim. İş bulup çalışana kadar İstanbul'da yaşamana yeter. Haydi git artık..." Son söyledikleri hep Kenan'ın ilk aşkının anımsattıklarıydı. İstanbul'a geldi. Bir eşcinsel saunada vücudunu satarak yaşamaya başladı. Saunanın jakuzisinde bana bunları anlatırken gözyaşları yine akıyordu. 29 Haziran 1995

KAOS GL 47-48 / 6


Şarmut A. İKARUS/Ankara

erkek değilim ben ben erkek değilim. eve ekmek götürmek, oğlana pantolon, kıza bebek almak, karıma para yetiştirmek gibi dertlerim yok. yaş otuz beşi geçti. boyum bir yetmişin altında. standart değilim anlayacağınız. üstüne üstlük "büllük bağlamında" zenci de sayılmam hani. sevgilime göre de çevre düzenlemesini trimlemekten balta girmemiş ormanlara dündü toşpillerimin yukarısındaki mevki. "What does toşpil mean?" dediğinizi duyar gibiyim. "Toşpil" is under the "Büllük". And the büllük is... coming up! ben erkek değilim. erkek değilim ben. arabalardan, araba konuşmaktan nefret ederim. futbola tırnağımın arasındaki bok kadar bile değer vermem, fenerbahçe manchester united'ı hacamat ettiğinde sevinçten yastık kavgası başlatanlar arasında yoktum ben. ranzadan düşmemin nedeni de kafama inen bir yastık değil, yastığı tutan oğlandı. boksu da bok kadar önemsemem. Alişen'den hoşlanmam, aliterasyon severim. ulusal sporumuz güreşi çok severim ben. güreşçilerin giydiği mayolara da bayılırım. duygularımı böyle böyle ifade etmeyi severim. hatta çok sevindim mi arkadaşıma sarılmayı, onu hasretle kucaklamayı yeğlerim. bana zorla rol giydirmeye çalışan Playboy, Erkekçe, Penthouse, Yeşilçam, Malkoçoğlu Cüneyt, babam, İstanbul'u fethedip yeni çağ başlatan pek bi rahmetli Mehmet Murat Osmanlı tarihi, yada cep herkülü Naim heyecanlandırmaz beni. ne tarih ne de televizyon davranışlarıma yön veremez. öyküleri ve masalları severim ama. bu yüzden koca yusuf'un bir oturuşta koca bir koyunu tek başına yiyebilmesi yada rakibinin manda derisinden kısbetini caart diye yırtabilmesi değil yırtmasını gerektiren güreş kuralını severim. erkek değilim ben.

ben erkek değilim. bir kerecik olsun sapanımla kuş vuramadım. ama sinekleri yakıp yakıp iğneye dizmeyi severdim. bir kez de beni sevmediğine inandığım köpeği bir duvardan aşağı atmıştım. çocuktum. köpeğin topallaya topallaya gittiğini görünce çocuk kafam karar vermiş olmalı. öldürmeyeceksin. incitmeyeceksin şiddet yok, diye. kırmızı et yemem. kan görmeye dayanamam. hastane ziyaretlerinde bayılabilirim. ısrar etmeseniz iyi olur. çiçek severim. nerkisi bilhassa. hassastır ama kış günü pek de dayanıklıdır. kedime de öğreteceğim evdeki çiçeklere iyi davranmasını. ben erkek değilim. erkek değilim ben. marş söyleyemem. dağın başını duman almışsa benim sebebim başkadır. askerlikten muaf oldum. muaf olmak için de allah vergisi "gelişme yetersizliklerine" ilâveten elimde ne kadar koz varsa oynadım. savaş zamanında dört yıl çetin bir askerlik yaptığından gururla söz eden babamın benim "karışık" olmamdan kuşkulanması bu yüzden iltifat gelir. ama askerlere ve asker tıraşlılara bayılırım. walt whitman gibi yani. askerlikten ve savaştan hiç hoşlanmam. vatanperverliğin ve erkekliğin kanıtı askerlik değil de ondan. öğretilmiş davranışlardan ve Amerika'dan mülhem "Ya Sev, Ya Terket" sloganlarına büllüğümden aşşağı kassımpaşşaaa! yurdumu çok seviyorum ama bazen, hatta sıklıkla canıma tak ediyor. belki de bu yüzden terk edemiyorum. bayrağımızı değiştirsek diyorum. bir bıyık, bir minare, ucunda dumanı tüten bir sigara, yanında incebelli bir bardakta çay, dansöz ve simit olsa üzerinde, bizi daha iyi anlatır diyorum. bu yüzden de cennetim yurduma, yurdumun nadide insanlarına bazen, bazenden de sıklıkla kimi zaman, götümle gülüyorum, ossura ossura. erkek değilim ben. parmak sallayarak, ellerim belimde konuşamam. kravattan nefret ederim. ben erkek değilim. hiç kimsenin ırzına geçmedim. ermeniden rumdan kürtten, süryaniden nefret etmem.

KAOS GL 47-48 / 7


yunanı denize döktük diye nasıl kalkmadıysa büllüğüm, kel fatma gibi de kabarıp şişmedi dağdaki ekşiyanın dibine kibrit suyu dökemedik diye. çocuklarım olsaydı, gelinim ya da damadım kuşkusuz hem kürt hem de alevi olurdu. inadım inat , götüm iki kanat. ben erkek değilim. şeytandan korkardım çocukkenyoksa Allaha "inanamazmıştım" kim bilir- bir de babam satırla bizi doğrayacak diye karışırdı ödüm bokuma. şimdi şeriatçı bakkal ile kimliğime meraklı polis var. ödüm onlardan kopuyor halen. yatılı okulda müdür yardımcıları böh diye çıktılar mı karşıma da altıma edecek gibi olurdum. hepsi erkek. hepsi erkekti. iktidar delisi.. hep ellerindeydi penisleri!

hazzetmem de, anadın mı. küfretmesini de hiç mi hiç bilmem. kodu mu oturtan, ağızları hiç durmadan anasının mına goyan, anası avradı olasıca yahşi vahşileri komik efekt unsuru olarak pek hoş bulurum. sinüslerimdeki balgamı hork diye ağzıma çekip sonra da tükürmesini öğrenemedim. ama dilimi "ötekileri" iğfal etmek için kurumlaştıranları yakalarsam ne yapacağımı iyi bilirim. erkek değilim ben. genellikle barış, huzur, aşık, sevgi üstüne yorarım kafamı. otobüslerde cinsiyet ayrımı gözetmeksizin yaşlılara ve çocuklara yer veririm önce. yargılamayı bilmem, vaktim yok.

erkek değilim ben. bu gidişle prostat falan da olmam. ben erkek değilim. fanatik en sevdiğim gazete değil. kralı gelse, alem buysa kral benim gibi şarkı sözleri de bağlamıyor düşlemini. baş vermiş memelere dayanamam amma. bir de ötekinin iki kanadına. erkek değilim ben. mutlu mutsuz ağlamak geliyorsa içimden her yerde ağlarım. kendime özgü sahici kahkaham vardır bir de hiç tutamaz kendini. fırsatını buldu mu yırtar donunu. ben erkek değilim. şiir yazıyorum, şarkı bile söylüyorum. ama iki parmağımı ağzıma sokup yeri göğü inletecek ıslığı çalmayı bir türlü öğrenemedim. bu yüzden taksileri hep başkaları çağırır. ben erkek değilim. kendimi kadınlardan üstün hissetmiyorum. evlenmeyeceğim. hiç kuşku yok ki, kendini yetersiz, iktidarsız hisseden ve bu yüzden karadenizde gemileri batan bir erkekti evliliği ortaya atannn! erkek değilim ben. puro içip dolar biriktirmiyorum. tesbih şakkırdatmaktan, şakırdatanlardan hiç hazzetmedim,

KAOS GL 47-48 / 8

erkek değilim ben. kimsenin canına okumak değildir niyetim. benim en çok bıyığımı severdi son yarim. yakında onu da keserim. ben'imi göze alırım bir gün çünkü erkek değilim.


Hakan K./İzmir

HERMAFRODİT YARATIKLAR ve KLONLAMA

"Siz hiçbir kadın vücudu sevdiniz mi?/Siz hiçbir erkek vücudu sevdiniz mi? Görmüyor musunuz,/bunların tıpatıp aynı olduğunu; Bütün uluslarda, bütün çağlarda,/bütün dünyada" Walt Whitman

Yaşam, her an sürprizlere gebe... Kendinizi onun akışına serbestçe koyverip, öfkeyi ve memnuniyetsizliği bir kenara bıraktığınızda, o , sizi mutlaka ödüllendiriyor. Dostlarımla birlikte "Titanic" filmine bilet bulamayıp, "Alien-Diriliş"e girdiğimizde, hayat, ayniyle bu güzel oyunu oynadı bize: Biz üç gey arkadaş, Alien serisinin sonuncusunun tüm bilim-kurgu ve korku efektleri arasında gizil halde izleyenlerin bilinçaltına gönderilen cinsel kimliksizlik ve yer yer de homoseksüellik, mesajlarını salonda belki de en kolay algılayan ve algıladığından da en çok mutluluk duyan olmanın hazzını yaşadık.

(İlk Alien filmi, 'anne' olarak hitap edilen uzay gemisindeki fanuslarının içinde, rahimdeki bebekler gibi uyumakta olan mürettebatın uyanışı ile başlıyordu. İnsanın tümüyle yetişkin olarak ağrısız, acısız, kansız, hatta cinsel ilişkiye veya babaya bile ihtiyaç duymaksızın doğuşunu simgeliyordu bu sahne…)1

Alien-Diriliş, bir yandan ellerinde pop-cornla sinemaya giderek dışarıdaki birbirlerine benzer dünyalarını tekdüzelikten kurtarmak üzere libidolarını hareketlendirmeyi uman "Hollywood sinemaları tutsakları"nın beklentilerini doyururken; öte yandan da kontrolsüzce ve antihümanist emellere hizmet edercesine gelişen (!) bilime meydan okuyordu. İnsanların tehlikeli ihtiraslarıyla birbirini yokettiği, canavarların insanları oluk oluk kan akıtarak öldürüp yediği, mide bulandırıcı her nevi ifrazatın dört bir yana fışkırdığı enstantanelerin ardından, sağ kalanların, masmavi denizleri ve yemyeşil ormanlarıyla cenneti andıran dünyaya dönüşleri sırasında beyaz perdeden yansıtılan huzur, YENİDEN DOĞAYA DÖNÜŞ'ün gerekliliğini vurguluyordu bir anlamda. Üstelik bu dönüş sadece mekansal (uzay gemisinden dünyaya) ve teknolojik (hızlı teknolojik gelişmeden doğal yaşama) bir dönüşü içermiyor; film süresince olduğu gibi, o harika, son sahnede de Sigourney Weawer ile Winona Ryder arasındaki cinsel çekimle ve iki erkek kahramanın dünyaya varışlarını beklenmedik ve ıslak bir öpücükle kutsamasıyla da cinsel bir dönüşü, yani üreme esaslı

heteroseksüellikten 'haz' esaslı homoseksüelliğe geçişi de kapsıyordu.

(.. Lezbiyen olarak sunulan biri robot diğeri yarı yaratık iki kadın ile birbirlerini dudaklarından öperek kutlayan iki erkek anlaşılan korkularımızdan kurtulmanın yolu insanı yüceltmekten vazgeçmek ve heteroseksüelliğe veda etmek…)2

Filmin bütünü gözönüne alındığında, kendi kendine doğuran kraliçe yaratık ve hem bir erkekle (ki onu daha sonra öldürüyor), hem de bir kadına Ripley (Sigourney Weawer)'le duygusal temas kuran, kısmen insana benzetilmiş yeni yaratık aracılığıyla androjen kimliğin; yine yeni yaratığın gerçekte annesi olan Ripley'le cinsel bir dil kurması yönüyle de ensest ilişkinin, en ucube görüntüler arasında seyirciye ulaştırıldığını söylemek mümkün. (Androgynos dediğimiz üçüncü cins çoktan tarihe karışmış olup, sözünün edilmesi bile artık ayıptır. Ne var ki, bu ayrılmadan sonra bir yarının öbürüne muhtaç olması, hiç beklenmedik yeni bir sorunu gündeme getirir. İnsanoğlu yokolma tehlikesiyle karşı karşıyadır; çünkü rastgele sarılarak seviştiği öteki yarısı, kimi zaman hemcinsidir)3

Tüm bunların ardındaysa tek bir siluet yansıyor yüzüme: Kaslı, kemikli ve yapılı bedeniyle olduğu kadar hermafrodit bir çağdan arzular içeren bakışlarıyla "AlienDiriliş" in yapımcı yardımcısı ve başrol oyuncusu Sigourney Weawer… Nam-ı diğer, Alien-3'ün bitiminde ölen ancak Diriliş'te acı, kan, sperm ve overium olmaksızın muhteşem bir dönüş yapan Ripley! (.. doğrudan "asıl konuya, üremeye girilebiliyor ve "sorunsuz" üremenin adı konuluyor Klonlama)4

Klonlama, filmde bilim adına hoşgörülen tek değer. Bu ayrıcalığın nedeni de ortada Alien-Diriliş ön planda bir bilimkurgu-korku filmi olarak sunulmasının ötesinde erkek ve dişi diye ikiye bölünerek cezalandırılan insanın tanrılara karşı gelerek kendi gücüyle bilimle yani klonlamayla yeniden "HERMAFRODİT" arayışının öyküsü. Bu öyküyü "mutlu son"a ulaştıracak tek yol ise malum; klonlama.

Kaynakça: 1, 2, 4: Tuna Erdem, Radikal Cumartesi, 4.4.1998 3: Mehmet Ergüven, Pusudaki Ten, Sayfa 13

KAOS GL 47-48 / 9


ESKİ ARAP TOPLUMUNDA EŞCİNSELLİK VE İSLAM

Colin SPENCER* Çeviren: Selçuk/Ankara

Erkek merkezli, çok eşli ve kadınların aşağılandığı Arap toplumu, İslam dininden sonra da özünde aynı kaldı. Arap toplumu İslam’ı coşkuyla kabul ettikten sonra insanların davranışları ahlaki kesinlemelerle kuşatıldı; gerçekte pek fazla değişim olmasa da seks hakkında yazılanlar ve söylenenler değişti.

Muhammet’in ölümünden sonra, Arap İmparatorluğu genişledikçe İslam alimleri hadis'lerden hareketle ayrıntılı bir davranış sistemi geliştirdiler. Bu sistemde 600.000 civarında madde vardı ve bunlar doğal olarak sık sık birbirleriyle çelişiyorlardı. Hadis, İslam’da Talmud’un Yahudi toplumunda tuttuğu yeri tutar. Ancak Muhammet M.S. 570’de Mekke’de doğdu ve 632’de yine sanılabileceği gibi eşcinselliğin İslam toplumunda sahip orada öldü. Kuran’da Allah’ın insanı topraktan yarattığı olduğu yeri anlamakta pek yardımcı olmaz. Yasaların yazılıdır, fakat bunun yanında yine Kuran’da insanın döl söylediklerinin aksine toplum kendi bildiğini okumayı damlalarından ve kan pıhtısından sürdürmüştür. Bu tutarsızlık tek tek Al Tayfashi'nin yaratıldığı da yazılıdır. İbranilerin kişilerin yazılarında da görülebilir. kitabındaki öyküler, Örneğin 1111 yılında ölen gizemli Yahova’sının aksine, Allah cinsel bir teolog Gazali aşık olduğu oğlanlara varlıktır ve İslam sekse büyük değer verir. sonuç olarak şiirler yazmış, ancak aynı zamanda Üstelik ilk Hıristiyanların çileciliğinin eşcinselliğin büyük eşcinselliği şiddetle kınamıştır. Tarihçi tersine Muhammet bekarlığa karşıydı ve ölçüde onaylandığının evliliğin tüm erkeklerin yükümlülüğü ve sosyolog İbni Haldun bir hayli ya da olduğunu ve Tanrı’nın en önemli emri homoerotik şiirler yazmış, ancak olduğunu öğütlemişti. Tek eşle eşcinsel edimlere bulaşanların eşcinselliğe kayıtsız yaşayamayan erkekler için çok eşlilik taşlanması gerektiğini söylemiştir. kalındığının veya makbuldü. Ancak bir erkek kaç karısı Hadis evlilik dışı her tür heteroseksüel eşcinsellikten olursa olsun hepsine nezaketle muamele ilişkiyi günah olarak gördü (eşcinsellik iğrenildiğinin "ispatı" etmeliydi. (Nezaketin nasıl tanımlandığı zina ile eşit düzeyde bir günah olarak ise bir başka sorundu.) olarak kullanılabilir. görülüyordu), ancak hadis hem Muhammet kadınları etkileyen bazı eski çokeşliliği hem de cariye edinmeye izin Arap geleneklerinde bir takım cüzi iyileştirmeler yaptı. verdiğinden bir erkek evlilik hayatı içinde çeşit bolluğunu Kadınlar baba ocağından çeyiz götürme haklarını yaşayabilirdi. Ancak etrafta bu bolluğa yetecek sayıda kadın var mıydı? muhafaza ettiler. Anal ilişki ve oral genital temas için kadınların rızası şarttı. (Ancak kızlar oniki ya da onüç Arap dili çok zengin bir eşcinsel sözcük dağarcığına yaşındayken evlendiriliyordu.) Zina ile suçlanan kadının sahiptir, bunun içinde erkek fahişeleri anlatmak için cezası ölümse de, suçlamayı kanıtlamak için dört tanık kullanılan onlarca sözcük vardır. Cinslerin katı çizgilerle göstermek gerekiyordu. Kadınlar her zaman erkekler için ayrılmaları kesin bir kural olduğundan, erkekler sosyal zararlı olabilecek fazlasıyla erotik varlıklar olarak yaşamlarını diğer erkeklerle birlikte geçiriyorlardı. görülüyordu. Gerek erkekte gerek kadında çıplaklık Eşcinsellik bu durumda olanaklı tek cinsel ifade yolu müstehcendi, ancak bir kadının vücudunun herhangi bir olmuştur. bölümü kocası dışında birisi tarafından görülmemeliydi. Bu yüzden kadınlar dışarıda tümüyle örtülü halde Ka’i Ka’us ibn İskender’in 1082 yılında en büyük oğluna gezerlerdi. Erkek konuklar eve geldiğinde tüm kadınlar bıraktığı “Prensler İçin Ayna” adlı hayat kılavuzunda köşeye çekilip, bir perdenin ardında durmak şunlar yazar: “kadın ya da genç erkek olsun, eğilimlerini zorundaydılar. bir cinsle sınırlama....her ikisinden de zevk al.” Oğluna bir diğer tavsiyesi ise vaktini yazın erkeklerle kışın ise

KAOS GL 47-48 / 10


kadınlarla geçirmesiydi. Bu kılavuz ince düşünülmüş ve uygar bir metindir ve belki de başka hiçbir şey erkek biseksüelliğinin ne kadar sıradan ve makul görüldüğünü bize böylesine güçlü ve yalın bir dille anlatamaz. Pek çok yazar biseksüelliklerini asla saklamadılar: Onüçüncü yüzyıl Kahire’sinden bir şair Beha Ed-din Zoheir’in metresi dışarı çıkan şairin arkasından “yine ay ve yıldızlar kadar güzel, genç ve istekli bir oğlan bulmaya gitti” diye yakınıyordu.

içinde develerini süren bu oğlanlara gezgin karılar denir, kocaları yanlarında sabırla uzun yolculuğa katlanırlar. İslam'ın kadınlara verdiği önem yine İskender'in Prenslerin Aynasında özetlenmektedir. İskender kız çocukları için şöyle yazar: "Ona okuma yazma öğretme, bu büyük bir felakettir. Büyür büyümez onu evlendirmek için elinden geleni yap; bir kız için en iyisi hiç varolmamış olmaktır, ancak bir kere doğduysa ya evlendirilmeli ya da toprağa gömülmelidir."

Arap tıbbı Batı’da çok takdir edilmiş ve pek çok Avrupalı düşünür ve hekimi etkilemiştir. Ancak Hıristiyan tıbbı sonradan Müslüman olan bir Yahudi Samau’al ibn Yahya Haremlerin varlığı kadınlar arasındaki ilişkileri neredeyse (ölümü 1180)'nın yaptığı gözlemi pek beğenmiş olamaz. erkek eşcinselliği kadar yaygın hale getirmişti. Yahya seçkin erkeklerin hekimlerinin onlara kadınlarla Lezbiyenlik İslam dünyasındaki erotik yazı ve resimlerde ilişkinin damla hastalığı, basur ve erken yaşlılığa sebep önemli bir yer tutar, ancak yine de hemen hemen tabu olduğunu söylemeleri üzerine genç erkeklere sayılan bir konu olmayı sürdürmüştür. Lezbiyenlerin aynı yöneldiklerini yazıyordu. İslam zamanda cadı oldukları fikri Binbir Gece edebiyatı olgun ve zengin bir erkekle Masalları'nda yansıtılmıştır. Erkekler en onun buyruğundaki genç bir erkek Öykülerin çoğu daha büyük zevklerinde aslında tümüyle arasındaki cinsel birlikteliklerin çok lüzumsuz olabileceklerini düşünmekten sakalı çıkmamış yaygın olduğunu ve asla gizlenmediğini hoşlanmadıkları için haremlerdeki lezbiyen oğlanların peşinden ortaya serer. aşkın göstergeleri gözardı edilmiş olabilir. koşan olgun Bariz biçimde Batı yüzyıllar boyunca Bir Dominiken keşişi olan William of erkeklerle ilgilidir. haremi şehveni lezbiyen tutkunun bir Adam Müslümanların şehvete merkezi olarak gördü. Bir onaltıncı yüzyıl Ancak Al Tayfashi düşkünlüklerinden dehşete kapılmıştı. yazarı olan Pierre de Bourdeille, comte de kendileri gibi olgun William of Adam şöyle yazıyor: Chasteau-Villain'e ait bir tabloyu tasvir "Müslüman dininde hiçbir cinsel edim erkekleri arayan ederken Batı'nın bu düşüncesini ortaya yasaklanmadığı gibi, bunlara bir de izin erkeklerden de serer: "çok sayıda çıplak, balık etli kadın veriliyor ve övülüyor." Dominiken keşişi bahseder. hamamda birbirlerine dokunuyor, birbirlerini Hıristiyan oğlanlarının Mısır'da köle hissediyor, okşuyor ve sıvazlıyorlar. olarak satıldıklarını ve fahişe Ardından birbirlerine dolanıyor, birbirlerini seviyorlar ve olduklarından yakınıyordu. Mısır ve İspanya'da yaşayan tüm saklı güzelliklerini öylesine tahrik edici, zarif ve Yahudiler de oğlancılığa yönelmişlerdi. William şöyle büyük ustalıkla gösteriyorlar ki." Bu tür sahneler elbette anlatıyor: "İnsan haysiyetini unutan bu Sarasenler, ki saçmalıktır. Gerçekte gizli aşıklar fazlasıyla ihtiyatlı (Müslümanlar, ç.n.) o kadar ileriye gidiyorlarki burada davranmak zorundaydılar çünkü haremler siyasi entrika erkekler birbirleriyle, erkek ve kadınlar bizim kaynıyordu. Kadınlar birbirlerinin arkasından her biri toprağımızda nasıl beraber yaşıyorlarsa öyle yaşıyorlar." kendi oğlunun gelecekte sultan olması için dolap Yine, ilişkide pasif rolü üstlenen olgun erkek hor çeviriyorlardı. görülüyor ve bunu açıklama ihtiyacı hissediliyordu-- belki de çok fazla haşhaş tüketimi? Ya da Aristo'nun bir Ahmed ibn Yusuf al Tayfashi (ölüm 1253) Nuzhat-altakipçisinin yazmış olabileceği bazı genetik nedenler. Albab'da (Kalplerin Zevki) sefahat konusunda müstehcen bir gözlemler koleksiyonunu, şiirleri ve Kadın gibi giyinmiş ve makyajlı oğlanlar Afganistan'da öyküleri biraraya getirdi. Al Tayfashi eşcinseller ve ondokuzuncu yüzyıla kadar zengin erkeklerin oğlancılar hakkındaki öykülerle özellikle ilgiliydi. haremlerinin bir parçasıydılar. Sir Richard Burton şöyle Kitabının altıncı bölümünde eşcinsellerin ve erkek yazıyor: "Afganlar büyük ölçüde ticari gezginlerdir. Her fahişelerin ayırıcı niteliklerini betimler. Onların kitaplar ve bir kervanda neredeyse tümüyle kadın giysileri giymiş şarapla dolu, içinde kumruların ve şakıyan kuşların oğlanlar ve gençler vardır. Gözleri sürmeli, yanaklarına olduğu nefis evlerinden bahseder. Al Tayfashi eşcinselin allık sürülmüş, uzun bukleli, kınalı parmakları, görkem birine gözlerini dikip uzun uzun

KAOS GL 47-48 / 11


bakmalarından tanınabileceklerini iddia eder. Bu uzun sabit bakışların ardından çoğu zaman göz kırpma gelir. Tipik eşcinselin ince kıllı bacakları vardır ve yürürken elleri ve bacakları salınır. Öykülerin çoğu daha sakalı çıkmamış oğlanların peşinden koşan olgun erkeklerle ilgilidir. Ancak Al Tayfashi kendileri gibi olgun erkekleri arayan erkeklerden de bahseder ve bu insanların soyulma ya da öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olmalarından ötürü ömürlerinin kısa olduğuna hükmeder. Bazı öyküler hemcins insanların birbirlerini baştan çıkarmalarında övgüyle sözeder. Bunlardan birçoğu oğlanlara ve şaraba düşkün bir şair olan Abu Nuwas hakkındadır. Abu Nuwas'la dalga geçilse de suçlanmamıştır. Diğer öyküler paedophile'yi aşağılık bir insan olarak tanıtır ve biseksüeller "hem incir hem de nar yemeyi seven", kötü şöhretli adamlar olarak anlatılabilecek insanlar diye betimlenir. Güzel bir oğlanın şehvet düşkünü erkeklerin hamlelerinden uzak tutulması gerektiği teması tüm kitap boyunca karşımıza çıkar. Al Tayfashi'nin kitabındaki öyküler, sonuç olarak eşcinselliğin büyük ölçüde onaylandığının ya da eşcinselliğe kayıtsız kalındığının veya eşcinsellikten iğrenildiğinin "ispatı" olarak kullanılabilir. *Homosexuality: A History, Fourth Estate, London, 1995

MÜSLÜMAN KÖKTENDİNCİLER GAY AKTİVİSTİ ÖLÜMLE TEHDİT ETTİ. İslamofobi Konferansı Şiddet ve Kargaşa İçinde Sona Erdi. Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan liderlerin katıldığı, müslüman değerleri anlama ve toleransı teşvik etme amacıyla düzenlenmiş "Islamophobia" konulu Londra'daki konferans sırasında İslamcı köktenciler bir gayi dövmeye kalktılar ve onu ölümle tehdit ettiler. Konferans deklarasyonunda "islam, barbar, irasyonel, ilkel, cinsiyetçi, şiddet eğilimli ve saldırganmış gibi yanlış ve haksız olarak gösterilmektedir." denmektedir. Soru-cevap bölümü sırasında OutRage! grubundan aktivist ve Pakistan kökenli eski bir müslüman olan Muhammad Khan, panelistlere müslümanların gay insanlara yönelik olumsuz davranışlarının önüne nasıl geçileceği sorusunu yöneltti. Konferans bundan sonra çoğunlukla Muhammad'in üzerinden yürüdü. Muhammad, 100 kişiden fazla olan müslümanlarla çevrildi. Bu kişiler bağırarak küfürler saçıyor ve Muhammad'i ölümle tehdit ediyorlardı. Muhammad, "Bazıları beni dövmeye çalışıyordu. Onları sadece panel idarecilerinin araya girmesi durdurdu. Linç edileceğimi sandım." Müslüman, hıristiyan ya da yahudi liderlerden hiçbiri durumu yatıştırmak ya da uygulanan şiddeti ayıplamak için araya girmedi. Müslüman bir din adamı ve Runnymede Trust adlı örgütün bir üyesi olan Abdul Jalil Sajid, Muhammad'in, müslümanların eşcinseller hakkında ne düşündüklerini sormaya hakkı olmadığını bağırdı: Onun yapması gerekenin seyircilerin tepkisine bakmak olduğunu söyledi. Şiddet dolu anlar konferansın bitmesine sebep oldu. 18 Mart Çarşamba günü Londra'nın King's Collage binasında yapılan "İslamfobisiZamanımızın Yabancı Düşmanlığı" konferansını Islamic Foundation sponse etmişti. İslam Topluluğu Öğrenci Federasyonu (FOSIS) ve Londra Birliği Üniversitesi (ULU) konferansı organize etmişlerdi. Üstelik ULU'nun anti-homofobik olma gibi bir politikası vardı. ULU'nun bu politikası konferanstaki gelişmeyle açık bir şekilde ihlal edilmiş oldu. İmam Sajid'in yanısıra diğer konuşmacılar şunlardı: -Siva Ganeshanadanan, ULU Başkanı -Dr. Richard Stone, Irksal Eşitlik İçin Yahudi Konseyi üyesi ve Runnymede Trust sözcüsü -Muhammad Risaluddin, Çokinançlı Colombus Foundation'ın lideri -Rev. John Webber, Stepney Piskoposluğu Danışmanı. Konuşmacılardan hiçbiri Muhammad'in soru sorma ya da homofobik hakaretlere karşı konuşma hakkını savunmadı. "Müslümanlar kendileri için tolerans istemekteler fakat lezbiyen ve gayler için değil" diyen Muhammad Khan, "Onlar islamfobisini mahkum ediyorlar ama aynı zamanda eşcinsellere karşı nefret ve şiddeti de hararetle destekliyorlar." şeklinde konuştu. ilga bulletin-sayı:2/98'den çeviren Mustafa/Ankara

KAOS GL 47-48 / 12


YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR… Parisli Amca, Gay, İstanbul, (3. Bölüm)

Sevgili KAOS GL okurları, "Yaşamın İçinden Kartpostallar" öykülerimi okuyan arkadaşlarım hüzünlü ve melankolik bir eşcinsel aşkı çok içten ve sade lisanımla sunmamdan hoşlandıklarını, benzer durumlar yaşadıkları için duygulandıklarını belirttiler. Kaos GL kıdemli yazarı sevgili Coşkun kardeşimiz de çok hislendiğini rahmetli yazar Hüseyin Rahmi'ye benzer yazdığımı (şaka bile olsa) söyleyerek beni sevindirdi. Bir genç arkadaşımız da; Ayol Parisli Amca, yazılarının bir yerinde, bebek olur korkusu ile anüslerimize boşalmıyorduk, diye yazmışsın. Yani o kadar saftorik mi idiniz, demesin mi! Evet yavrum haklısın ama yazdıklarım doğrudur. Biz ondört yaşlarındayken televizyon, video bir yana tahta mobilyalı koca radyolar ancak varlıklı ailelerin evlerinde bulunur, yiyecek ve içeceklerimizi bahçemizdeki kuyuda soğuturduk. Şimdi buz dolabı da var, porno neşriyat da. Telefonlar ise ceplerimizde. Çocukluğumuzda cin-peri masalları, Şahmeran, Kan Kalesi, Bedir Cengi hikayeleri çok okunurdu. İstanbul'un bir kenar mahallesi Koca Mustafa Paşa'da geceleri gazyağı lambası ile aydınlanan o devrin çocukları saf derun olmasın da kimler olsun…? Anılarımı neşrederek beni mutlu eden Sevgili Kaos GL'ye sonsuz teşekkürler. Sevgiler.

Gezdiğim gördüğüm ülkelerin içinde en fazla hoşuma giden yerlerden biri Amsterdam'dır. Erkek ve kadın sarışın sevimli insanları ile bir eşcinseller cenneti. Yaşam düzeyleri yüksek. Kültür ve görgüleriyle medeniyetin, demokrasinin zirvesine tırmanmışlar. İlkel töre ve tabuları yok. Mutluluk ve refah içinde yüzen insanlar ülkesi. Şehirleri oldukça güzel ve temiz. İnsanlar medeni, güler yüzlü, nezaketli. Burası bir su kanalları ülkesi. Sular devir daim halinde olduğundan hiç kokmuyor. Sinek yok. Heryerde Endonezya lokantaları var. Bizim de lokanta ve kebapçılarımız rağbette. Dönerimiz çok meşhur, orada, şavurma diyorlar (belki çevirmeden geliyor). Seks müzesinden, işkence müzesine kadar, meşhur ressamları Van Gogh müze evinden, elmas-pırlanta yontucularından, genelevlerinin hususi vitrinlerinde çırıl çıplak, müşteri bekleyen fahişeleriyle cazip bir ülke.

Görmeye değer bir eşcinsel cenneti. Bir seks shop'a girmiş, sevişen gay resimleri ile dolu dergilere dalmıştım. Çok güzel çekilmiş net fotoğraflar vardı. Raflar her taraf boy boy suni penisler, vibratörler, vajinalar, yüzlerce çeşit seks malzemeleri ile tıklım tıklım dolu. Satın aldığım gay dergilerinin ücretini öderken similyam naşlamıştı. Bu tabir sevgili Ferdağ'dan kopya. Sex Shop'taki satıcı gence Fransızca olarak; -Çok affedersiniz, iki gündür güzel şehrinizde bulunuyorum. Gay münasebette bulunabileceğim bir yer tarif edebilir misiniz, diye soruverdim. -Evet ama, dedi. Şehri bilmediğinize göre bulmanıza imkan yok. Benim yarım saat sonra mesaim bitiyor. Beklerseniz size yardımcı olabilirim. -Oh ne iyi. Çok memnun olurum, dedim. Biraz sonra beraber dışarı çıktık. Akşam saat yedi olmuştu. Uzun boylu, zayıf, sarışın tipik bir gençti. Kendisine bir Türk restoranında yemek teklifinde bulundum. Sevinerek kabul etti. Bir Türk Kebap Hause'a girmiştik. Pala bıyıklı hemşerim bize çok nefis kebaplar sunmuştu. Tatlı sohbetlerle yemeğimizi yiyip lokantadan ayrıldık.

KAOS GL 47-48 / 13


Yemekten herikimiz de memnun kalmıştık. Yolda düzgün Fransızcası ile anlatıyordu.

köşelerde ise dudak dudağa sessizce öpüşen lezbiyen güzel kızlar, gay erkekler. Hoş bir ortam.

-Burada para karşılığı seks yapılan, erkek ve kadın randevuevleri, genelevler çok var. Ama biz gitmeyiz. Para ile seks yapmayı sevmiyoruz. Böyle yerlere turistler ve ülkemizde çalışan yabancı işçiler gider. Bizler klüplerde veya samimi arkadaşlarımızla sevişiriz. Aramızda para mevzuatı olamaz. Size de para ödeyerek seks yapmanızı tavsiye edemem. Bir klüpte size hemen bir partner bulmak zor olabilir…

Herkes kendi havasında. Partnerleri ile sakin ve kibarca eğleniyorlar, sevişiyorlar. Belli ki kültür düzeyleri yüksek. Ben de arkadaşımla kontuarda bir tabureye ilişmiş fısıltı ile sohbet ederken yanımızdaki masada oturan iki genç bayanın Türkçe konuştuklarını fark ettim. Gülümseyerek onları selamladım. Yabancı bir ülkede kendi vatandaşları ile karşılaşan insanlar çok sevinirler. Genç kızlarla konuşmam esnasında yanımıza çok kibar, yaşlı, şık giyimli bir hanımefendi gelerek oturdu. Genç kızların hatırını sordu. Bizim de elimizi sıkarak, hoş geldiniz, dedi.

-Eyvah, dedim. Müthiş bir sevişme ihtiyacındayım. -O zaman (mahçup bir tavırla) benimle olmak ister misiniz? Ben de biseksüelim. Arada sırada gay münasebetim oluyor. Benle tatmin olabileceğinizi umarım… Hem şaşırmış hem sevinmiştim. Gülümseyerek yanağına bir öpücük kondurdum. O da gülümsedi. Şansım yaver gidiyordu. Beni tanıdığı bir otele götürdü. Resepsiyon büfesinden prezervatif ve kayganlaştırıcı aldı. Odamıza çıktık. Sonrasını herkes bilir... Naş naş... Meraklı turşucular; ille de; Aman Parisli Amca, ne olur anlat, derse öbür yazımı beklerler… Bizlerin Tanrıçası olan ibnetoriçemiz bana acımış yardım ediyordu. Zira kaldığım otelin çok yakışıklı resepsiyonistiyle üç ay sürecek çok romantik bir aşk yaşayacaktım. ********* Lezbiyen kardeşlerimle de sohbet etmek isterim. Yedi sene kadar evvel maddi durumum çok iyi idi. Avrupa'nın bir çok büyük şehirlerine gezmeye gider, aylarca dolaşırdım. Yolum Amsterdam'a düşmüştü. Bir gay kulübünde tanıştığım Fransız arkadaşım bir Türk bayanın lüks gay ve lezbiyen diskoteği işlettiğini, orada Türk arkadaşlarla tanışmak, eğlenmek istediğini söyledi. Bir Cumartesi gecesi ismi Homolulu olan diskoya gittik. Kapıdaki bodyguard başımızdan ayağımıza kadar dikkatle bizi süzüp içeri buyur etti. Holden geçip oldukça büyük ve lüks olan bir salona girmiştik. İçerisi zevkli ve loş ışıklarla yarı karanlık, ortada bir dans pisti. Müziğin ritmi ile tepişen kalabalık; kızlar, genç erkekler. Salonun bir köşesinde lüks bir Amerikan bar. Uzun taburelere oturmuş içkilerini yudumlayan gençler. Loş

Bu yaşlı hanım Homolulu'nun sahibi imiş. Newyork ve California'da da diskoları varmış. İstanbul'da ilk defa lezbiyen ilişkileri canlandırmak istemiş. "Sevişmenin Rengi" kitabının yazarı Güner Kuban, bu hanımmış. Bizlere gülümseyerek; -Maalesef kendi yurdumda bazı ilkel zihniyetler dolayısı ile birçok zorluk ve sıkıntılara maruz kaldım. Yazdığım kitap ve fikirlerim ağır tenkitlere uğradı. Yılmadım. Çeşitli baskılara, haksız takibatlara rağmen mücadeleme devam ettim. Gönül isterdi ki bu yatırımlar Avrupa'ya, Amerika'ya değil, kendi yurduma yapılsın. Beni destekleyen basın ve şahıslar da çok oldu ise de fikir ve projelerimi ancak buralarda gerçekleştirebildim, mealinde sözler söylemişti. Orada tanıdığım esmer bayan da; -Bulunduğum yöredeki yıkılmaz tabu ve törelerden uzaklaşıp burada hemcinslerimle mutlu, huzurlu bir hayat sürebiliyorum. Güner Kuban ablamın da bana ve diğer lezbiyen arkadaşlarıma çok yardımı oldu. Homolulu Disko ise her Cumartesi ve Pazar günleri lezbiyen ve gaylerle dolup taşıyor, diye konuştu. Hakikaten Homolulu çok nezih ve güzel bir eşcinsel mekanı idi. Zannedersem Hollanda'da eşcinseller resmen birbirleri ile evlenebiliyorlardı. "Sevişmenin Rengi" isimli kitabı okuyamadım, içeriğini bilemiyorum. Aradan bunca da sene geçti. Lezbiyen arkadaşlar arzu ederlerse, Güner Kuban ablalarına yazabilirler. Adres: Bistro Homolulu, VictorVictoria, Miss Güner Kuban, Kerkstaat 23-1017 G.A. Amsterdam/Hollanda. Telefon: 020-246 387

KAOS GL 47-48 / 14


F. MERAL/İstanbul Yıl 1997… Mevsimlerden yaz… Günlerden Pazar… Akşam saatlerinde altı kişi İstiklâl'in ara sokaklarından birindeki bara gitmiştik. Gay partisi veriliyordu ve orada bulunan insanların ezici çoğunluğu gay, lezbiyen ve transeksüellerden oluşuyordu. Büyük ihtimalle hetero olduklarını düşündüğümüz bir grup insanın hemen yanındaki boş masaya oturduk. Sarmaş dolaş dans eden eş-cinseller bütün pisti kaplamışlardı. Onların bu denli sınırsız davranmaları hepimize haz veriyordu. O ruhsal ve tensel çekimlerin tanığı olmak bizlere olağan dışı gelmiyordu. Sanki her an her yerde böylesi güzelliklere rastlıyormuşçasına, bir taraftan da sınırsız özgürlüğü yaşamanın ve bu kadar eş-cinselle bir arada olmanın verdiği ayrıcalığı içimizde tarifsiz bir duyguyla yoğurmanın hazzıyla… (neden ayrıcalık: bir çok eş-cinsel farklı şehirlerde tüm bunlardan habersiz, tek başına varolma mücadelesi veriyor, eğlenmek veya eğlenenleri seyretmek, belirli bir grubun arasında olmak şöyle dursun, en basitinden konuşabileceği bir eşcinsele bile rastlayamayan o kadar çok eş-cinsel varki… (not:I) Sanki hepimiz gündelik hayatta da hep böyle rahat ve özgürdük. Sanki canımız her istediğinde yanımızdakinle sevişiyor ve dans ediyorduk. Büyük yalnızlıklarımızı unutmuştuk… Sınırlandırılmışlıklarımızı, esaretimizi, koşullandırılmışlıklarımızı, duvarlar arasındaki küçük dünyalarımızı, itilmişliklerimizi, heteroseksist dünyayı, mekanları, mekansızlıkları, kendimiz dışında her şeyi unutmuş gibiydik ya da öyle görünüyorduk ve hiç değilse bu gece, hiç değilse burada… Sanki her birimiz birer Tanrıydık veya Tanrılaşıyor, Tanrılaştırı-lı-yorduk ve aslında olmamız gerektiği gibiydik. Sahte dünyalar, sahte cennetler, sahte özgürlükler ya böyle oluyordu yada her birimiz kendimizi kandırıyorduk. Kafesinden başka yerde yaşayamayacağına inanmış, bu kadar özgürlüğün kendine yettiğine kanaat etmiş bir kuştan ne kadar farklı davranabiliyorduk ki? O gece orada rahat ve sınırsız olmamız oradaki çoğunluğun eş-cinsel olduğunu bilmemizden mi kaynaklanıyordu? Bizim gibilerle bir arada olmamızdan mı? Yudumladığımız içkilerden mi? Rahat davranmamızın eş-cinsellerce tepkiyle karşılanmayacağından mı? Heterolardan tepki alsak bile onların borularının burada ötmeyeceğinden mi? Yoksa

herkes, herşey pembe mi görünmeye başlamıştı bu gece, sırf gecenin rengi pembe diye… İçki... müzik... dans... makyajlı gay'ler. Lezbiyen sevgililer... tuvalette sevişen çiftler... Topu topu bir kaç saatlik eş-cinsel cennetimiz... Sonra her şey bitmeyecek miydi? Sınırlı saatlerde ne yaşasak kâr, ne yapsa helâl miydi?.. Helâldi... helâl.... Çünkü birazdan sokağa çıkıp, gerçek dünyaya döndüğümüzde başlayacak olan cehennemimizin gönüllügönülsüz zebanileriydik biz. Olup bitenleri seyrederken bir an geldi, bakışlarımız buluştu. Sanki iki yüklü bulut çarpışmıştı beklenmedik bir anda. Yanyana oturuyorduk... Elini elimin üstüne koyup gülümsediğinde karnımda kelebekler uçmuştu... Oysa ilk kez de yaşıyor değildik bunları, sevgiliydik çünkü biz ve doğal olanı yaşıyorduk kuşkusuz. Başbaşa olduğumuz yoğun anlardaki gibiydik ve ilk kez kalabalığın içinde duygularımızı bastırma, kendimizi kontrol etme ihtiyacı duymuyorduk... Sonra gözler dudaklara kaydı ve yalnız ikimiz vardık ve bizden başkası yok gibiydi... Dudaklarımız birleştiğinde masadakiler coşkuyla alkışlamışlardı da bizi ve zafer kazanmış iki komutan gibi nasıl da şımarmıştık, eh.. bu kadarcık da olsundu artık. Kutsanmıştık ilk kez ne de olsa, kolay hazmedememiş olmalıydık. Bizden cesaret alan masadakiler de başlamışlardı öpüşmeye. Çoğunluk bizdik orada ve bir kaç heteronun pis pis sırıtmaları kimin umurundaydı sanki? Kimin yargılamaya gücü yetecekti bizi orada? Kim suçlayabilir, kim utandırabilirdi bizi? Hoş yapsalar bile hangimiz gocunurduk ki? Bu bizim gecemizdi ve nasılsa yarın sokakta bu denli özgür olamayacaktık. Ve o hep anlatılan pembe üçgenin içinde hapsolup özgür olduğumuzu sanmaktan başka ne olabilirdi yaşadıklarımız ve tüm bunlarla yetinmemiz? Özgürlüklerimizi sokağa, gündelik hayata taşıyamayışımız... Yeterince rahatsızlık duymayışımız... Pembe üçgeni kırmaktan, sınırlarının dışına taşmaktan korkmamız... Niyetimiz vardı belki ama yeterince cesaretimiz mi yoktu neydi? Birileri üçgeni kırma harekâtına başlasın varsın, bize bir kaç metre kare alan, bir kaç kapalı mekan, sınırlı özgürlükler yetiyordu nasıl olsa... Hem ille de çemberi kırmaksa bütün sorun, neden bu biz olalımdı ki? Nasılsa birileri vardı, bunları yapacak, hem bize de neydi tüm bunlardan? Bilmiyor muydu bunlar "BÖYLE GELMİŞ, BÖYLE GİDER"

NOT: Sevgili Lambda sizlere şehir dışından da ulaşmak isteyenler ne verdiğiniz adrese yazarak ne de telefon ederek ulaşamıyorlar. Yol gösterir ve bir açıklama yapabilirseniz bir çok insan mutlu olacak. Ne kadar ulaşılmazsınız!

KAOS GL 47-48 / 15


MEKTUP-LAR-DAN ………/İstanbul Merhaba Kaos ve okuyucuları, Mayıs sayısında bir yazım vardı. Bu yazıdaki duygularım değişmiş değil, değişmeyecek! Fakat şimdi anlatacaklarım bana bir kez daha gerçekleri göstermiş, fikirlerimin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamış oldu. Gayler arası "UYUMSUZLUK" olgusu bu. Sonuçta, mektuplaşma çağrıma 4 mektup geldi. (Bu da tartışılır ya! Her neyse) Herşeyi o kadar açık anlatmama rağmen gelen mektuplardaki riyakarlık ve yaşadığım olaylardaki ikiyüzlülük beni bir kez daha üzdü. İki mektubu anlatacağım size. İkisi de dürüstlükten öyle uzakmış ki şu anda gözyaşlarıma (değer mi bilmiyorum) sebep oldular. Hiç yaşamadığı (!) gayliğini anlatıyor birisi. Tüm açık yüreklilikle O'nu tanışmaya davet ediyorum. Gelirim diyor, fakat sudan sebepler gösterirken gerçek yüzünü de görüyorum. Mühim değil derken yeni bir mektup geliyor. Güya 2-3 ay önce gay hayatına başladım diyen bu zat-ı muhterem birebir ilişkinin güzelliğinden, mükemmelliğinden bahsediyor. Partnerli,

konformistlikten uzak, kendisiyle barışık yaşamak, özgürlük vb. konularda ahkam kesiyor, böylesi yaşamaya duyduğu özeni belirtiyor. Birlikte oluyoruz o gündüzün gecesinde… Nedense kendini anlatmıyor, nelerden hoşlandığını bile söylemiyor. 2. buluşmanın ertesi günü bir hamama gidiyor, orada tanıştığı birisini, hem de salt seksi yaşadığı ve başka hiç bir şey yaşayamayacağını bildiği birisini tercih ederek diğer buluşmaları bahanelerle süslüyor. Tercihinin "o" olması zoruma gitmiyor, gitmez de! Fakat benim çoktan tahmin ettiğim bu gerçeği gizlemesi (sonunda benim başka birisi var mutlaka, baskımla açıklıyor) hoş değil. Ona da hak veririm, demek aradığını bulamamış bende veya ben isteklerine uymadım! Fakat neden böyle oluyor? Bunu hep yaşıyoruz. Hepimiz yaşıyoruz. Bir kez ve bin kez acı çekmeler hoş değil bence. Bir kez olan, güzel ilişki, bin kez olanı bunun devam etmeyip aynı acıyı yaşamak bence… İnsanlar genelde böyle, tecrübelerime dayanıyor ve iddia ediyorum

çektiğimiz acıları biz yaratıyoruz ve bundan zevk alıyoruz. Mazoşist gayler topluluğu hiçbir zaman bizi

özgürleştirmeyecek, heteroları da özgürleştirmeyecek! Bu düzende de ne bir örgütlenme, ne de savaşta galip gelmek, yaşanmayacak gibi görünüyor! "Her gün yeni bir sevgili" düşüncesi veya "Nasıl olsa birliktelik, süreklilik hayal" düşünceleri bile inanın hiçbir şey vermeyecek. Her zaman kaybedeceğiz. Benliklerimizi, saygımızı daha nelerimizi kaybedeceğiz… Hamamlarda ne Hepatit'ler alacağız, ne AIDS'ler yaşanacak, ama "İçimizden geliyor ne yapalım?" deyip avutacağız kendimizi.

KAOS GL 47-48 / 16

Daha doğrusu kandıracağız. Lütfen bana "partneri nasıl bulacağız?" demeyin. Bulduklarımızda ne derece dürüstüz veya samimiyiz ki! Biz aslında değişik organ delisiyiz! Oysa "hepimizde var olan organların" sayısı hayatımıza bu kadar fazla girince (!) saygı, dayanışma, sevgi ve başkaldırı da yok olacak zamanla. Yanlış düşünüyorum kimbilir, fakat bizde, Türkiye'de bu çifte standart ilişkiler devam ettikçe Avrupa'daki gay medeniyetine ulaşmak öyle zor ki! Avrupa'da organ delileri de çok. Ama en azından bunu da söylüyorlar, "Ah birebir ilişki" derken gözlerini sokaktan geçen erkeklerin önlerinden ayırmamazlık gibi komik bir şey göremiyoruz orada. Neyse bildikleri, istedikleri bunu biliyor ve yaşamını buna göre belirliyor. Bizim gibi ahkamlar keserek değil! Sonuç olarak lütfen yaşadıklarımızı (hergün farklı bir ilişki şeklinde de olsa) kendimizi tanıyarak, tanıtarak, farkında olarak, farkettirerek yaşayalım. Kendimize dürüst olduktan sonra zaten doğru yol bulunacaktır. Herkesin yaşamak istediğini yaşamak hakkıdır. Fakat dayanışma vs. gibi


havadan ahkamlar (tabii ki gerçekten savunanlara sözüm yok) birebir partner ilişkisi, mutlu beraberlik gibi ütopyalar dileyip de bunları yaşayamayacaksak en azından susalım, hayal edenlerin dünyasını yıkmayalım hiç olmazsa. Bırakın o geri kalmış hayalciler (yani benim gibi düşünenler) dünyalarını bu şekilde sürdürsünler. Yaşlı bir insan olunca çok gözyaşı dökmüş ama onuru kırılmamış biri olarak anlatsın kendini. Kendini tanıyan birisi olarak! Ben gerçek bir eşcinselim diyen birisi olarak! Nice dürüst ilişkiler diliyor, kendimize daha dürüst olmayı temenni ediyorum. İkiyüzlüler, "saçma" diyenler, lütfen yazmayın! Fakat bu ikiyüzlülük sizi aşağılamak için söylenmiyor, bu sizin seçiminiz. Yazacak olanlara, veya dünyada tek olsa da O insana sesleniyorum: O'nun yazmasını, O ütopyalı'nın satırlarını bekliyorum. Biliyorum birgün yazacak!… Zaten "O insan kendini biliyor!"… 'O' insan da bana yazmayı sabırsızlıkla bekliyor… Sevgiyle, aşkla, tekyüzle (!) açık yüreklerle kalın. Sevgilerimle… P.K. 90, Üsküdar İSTANBUL

{

………/ Lezbiyen KAOS GL'den önce dünyadaki tek eşcinselin kendim olduğumu düşünürdüm. Eşcinsellik tarihi hakkında en ufak bir fikre sahip değildim. Fikir sahibi olmam için de kendimi bilmem gerekiyordu. Ben sadece yanlış bedende dünyaya geldiğimi, ameliyatla da düzeleceğimi düşünüyordum. Bunun transeksüaliteyle bir ilgisi yok. Kadın bedenimle bir kadınla olmak bana günah ve ayıp geliyordu. Bedenim toplumun istediği kalıplarda olmalıydı hepsi bu. Siz benim önümdeki siyah ve kalın perdeyi açtınız. Aynada kendimi gördüm, tanıdım, kabullendim, sevdim. O öcü gibi korktuğum toplumun gözü önünde bir kadını dudaklarından öptüm dakikalarca ve aklıma esen her yerde dudağına öpücük kondurdum, elini tuttum. Bir yerlerde otururken bile en kalabalık kafelerde örneğin, yanına oturdum, bacağını bacağımın üstüne attırdım, bacak aralarını okşadım, göğsüme dokunmasına meydan verdim. Onun gözlerine arzuyla bakarken, görürler diye korkmadım, çekinmedim, sevgilim dedim. Kendimi yarattım, büyüdüğümü, güçlendiğimi hissettim. Yaşadığımı, mutlu olduğumu... Bunlar az şeyler mi? Ve lezbiyenler

tanıdım, insan bile olamayan, sevgiyi, saygıyı, içtenliği anlayamayan. Eşcinselliği sadece sevişmekten ibaret gören ve bana "aa, neden Kaos GL'ye yazıyorsun? Bırak başkaları yazsın. Sana ne faydası var? Senin başka işin yok mu?" diyen. Anlamadılar, anlatamadım belkide. Hep yalnız hissettim kendimi bu az gelişmiş lezbiyenlerin arasında. Ben akıllı, bilinçli lezbiyenlerle biraraya gelmenin, konuşmanın özlemini duydum hep. Hâlâ da duyarım. Bu yüzden bana gönderdiğiniz her adrese coşkuyla sarıldım, ama hep boşa çıktı. Aşklarımı istediğim gibi yaşayamadım. Hiçbir zaman seçme şansım olmadı. Oysa sevgisiz bir hayat da bir boka benzemiyor sevmek sevilmek istiyorum. Ama lezbiyen arkadaşlarım da olsun istiyorum. Seçme şansım olsun istiyorum. İhtiyaç duyduğum için değil, istediğim için birinin elini tutmak. Seni seviyorum, demek istiyorum. Yalnızlığımı unutmak için değil, gerçekten sevdiğim için. Oysa biz lezbiyenler beşon kişiyle sınırlı kalmak yerine birbirimizi bulabilseydik, gayler gibi herkes dengini bulurdu. Bu yüzden, dengimi bulamadığım için doyumsuz ve aç biriyim.

KAOS GL 47-48 / 17

Hangi kadın benimle sevgili olmayı istese hayır diyemeyecek noktadayım. Bu da beni korkutuyor. Aynı anda 3 sevgilim birden oldu. Hiç biri bana yetmedi. Dergideki Lezbiyen Sevgi... hiçbir sevgili bana böyle güzel sözler yazmadı. Bir ömür boyu benim ol demedi. Ben makyaj yaparım, oje sürerim, body giyerim, kadınlığımı hissederim. Ve hep seçilirim. Erkek gibi kadınlar tutar nasırlı, sert, erkek gibi elleriyle, erkeğimsi görüntüleriyle. Hiç yadırgamam istediğim formda olmasalar da. Yatakta, karım ol, hep pasif ol, ben aktif olmayı seviyorum derler. Sevişirken sütyenlerini bile çıkarmazlar. Memelerine dokundurmazlar. Kadın olmaktan korkarlar. Üstüme çökenin bir erkek olduğunu düşünürüm öyle anlarda. Heteroseksüelleşirim o saatler. Bu nasıl korkunç bir şeydir anlayamazsınız. Ben de makyajlı, göğüslerini saklamayan, bütün vücudunu sunabilen kadın gibi bir kadın hayal ederim hep. İstanbul'dan tanıdığım 20 kadar lezbiyen var. Çoğu transeksüel. Hiçbiri istediğim, bir ömür yanımda olmasını isteyebileceğim gibi değiller. Eksikler, yanlışlar. Ben seçilmek de istemiyorum artık. Seçmek istiyorum ama onlardan


birini değil. Ben güzel insanı arıyorum, anlıyor musunuz? Birbirimizin sevgilileriyle çıkmaktan başka bir bok yaptığımız yok. İçimde taşıdığımın bir işkembe mi yoksa bir mide mi olduğundan şüphe etmeye başladım. Macera yaşamak da istemiyorum artık. Doğru insanı bulmak istiyorum. Diğerleriyle de sadece arkadaş kalmak. Doğru insanı bulduğumda herşey yoluna girecek. Sevgililerim değil sevgilim olsun istiyorum.

1978 İzmir doğumlu Ege Üniversitesi öğrencisiyim. Üniversite sınavını kazandığımı öğrendiğim gün hayatımın gerçekten değişeceğine inanmış, büyük bir heyecanla kaydımı yaptıracağım günü beklemiştim. Ama okula başladıktan

arkadaşlarımın çoğu bunu biliyor ve ben bundan asla utanmıyorum. Onlar bile (eşcinsel olduğumu söylememden dolayı) benimle gurur duyduklarını söylüyorlar (bunu kendi egomu tatmin etmek

{ Ulaş S. /İzmir Derginizi (daha doğrusu) dergimizi yaklaşık 8 aydır takip etmeye çalışan İzmirli bir eşcinselim. Ancak bu süre içerisinde size mektup yazma cesaretini kendimde bulamadım, çünkü yazmak, anlatmak istediğim şeyler bana hep saçmaymış gibi geldi (Belki bu mektup da öyle olabilir ama artık yazmak istiyorum). Çok küçük yaşlarda eşcinsel olduğumu fark etmeme rağmen (sanırım bu 11 yaş civarı) yaşadıklarımın, hissettiklerimin adını koyamıyordum ama o dönemden beri eşcinselliğimi dolu dolu yaşamaya çalışıyorum. (Türkiye'de ne kadar özgür bir eşcinsel hayat yaşamak mümkün olabilirse!)

sonra öğrendiğim ilk şey eşcinsel olmanın üniversitede bile çok zor olduğu. İzmir'de yaşamak diğer arkadaşlar tarafından büyük bir avantaj olarak görülsede bu hiç de sanıldığı kadar büyük bir avantaj değil, bir de ailemle birlikte kalmam da işin içine girince hayat iyice çekilmez oluyor. Çünkü İzmir'de hayat tam anlamıyla gece 24'ten sonra başlıyor ve ben ailemin baskıları nedeniyle haftada bir gece dışarı çıkabiliyorum. İki yıl öncesine kadar eşcinsel olduğumu kimseye söyleyemezdim ama şu an heteroseksüel

için yazmadığımı da bilmenizi istiyorum) anlatmak istediğim; herşeye rağmen bizi anlayan heteroseksüel insanlar hâlâ var. Bence eşcinselliğini saklayan arkadaşlar da artık bunu belirtmeliler ki bizler de bu dünyada, bu ülkede varolduğumuzu insanlara gösterelim.

{ Gay arkadaşlarla tanışmak ve yazışmak istiyorum. P.K.: 1315, Cemalpaşa 01122 ADANA

{ 26 yaşında, Ankara'da oturan, yalnız yaşayan ve maddi yönden hiçbir beklentisi olmayan

KAOS GL 47-48 / 18

edilginim. Aktif bir arkadaşın yakınlığına gereksinme duyuyorum. Mektuplarınızı bekliyorum. Ahmet, P.K.: 633, Ulus/ANKARA

{ Kalabalığın arasındaki Robensonlara! Yağmurda şemsiye açmadan yürüyen, yağmur damlalarından korkmayanlardan mısınız siz de? Öyleyse merhaba! Birkaç hafta sonra İstanbul'a taşınacak, Bursalı bir lezbiyenim. Bilinçli, çağdaş, enteresan, entelektüel düzeyi yüksek, deli dolu gay ve özellikle lezbiyenlerle yazışmak, tanışmak istiyorum. Anormal olmanız tercih sebebidir. Sevgiyle… (Normal insanlara alerjim var da!) Meral Filiz, Ahmet Paşa Mah. Genç Osman Sok. Baylan Apt., No: 5/7 16050 BURSA

{ I am looking for strong relation with Turkish men and if it's possible to become good friends and may be more if we have nice feelings together. Reply can be in English or in French. Didier Drop 5, Avenue de Laon 02380 COUCY le CHATEAU - AUFFRİQUE FRANCE


ANTAKYA Çabam, şu anda yeni gelişmeler için. Arkadaşlarla sanırım birşeyi ortaya koyduk. İstersek oluşum yapabiliriz. Tabii koşullara ve kurallara uyarak. Şimdilik 3 kişiyiz. Gay özgürlüğü hareketsiz kalmamalı. Düşüncelerimiz ve düşlerimizin büyüklüğü kadar özgürüz. Sorunların görünmeyen yüzü maddesel kaynakların yokluğu, cinselliğin yaşam tarzı haline gelişi -ki bunların hepsi kendi yorumum-; cinsel hesapların getirdiği düşük seviyedeki kişilik ve kimlik oluşumlarıdır. Maalesef gay'lere gelen en büyük zarar yine gay'ler arasından. "Gay'in halinden ancak bir gay anlar" düşüncesine katılmıyorum. Sizi anlayabilecek tek kişi sizsiniz. Çözümünüz cinsel, ailevi, toplumsal kimlik arayışındadır. Bireysel farklılıklarımız çoğunlukta ama ortak yönümüz, eşcinselliğin toplumda insancıllığını yansıtmak, daha bir insanca yaşamak, kardeşçe, namusla ve sevgiyle. O yüzden; 1. Birbirimizin kuyusunu kazmaktan, kıskanmaktan vazgeçip en gerekli güven ortamlarını -düşlerini- bile sağlamak birbirimize kenetlenme, bilinçlenme ve bu duyarlılığı göstermenin zamanının geldiğine inanmalı. 2. Eşcinsellik, kişilik-vicdan hesapları arayışına girmeli. Temiz toplum, temiz kişilik ve temiz eşcinsellik anlayışına ulaşmalı. Özgürlük ve yürek dolusu sevgilerle… Toplantılarımız ilkin rahat, ılımlı ve bol terapilerle geçti. Birbirimizin sorularını cevaplamaya, hoşgörü ve belli kurallar çerçevesinde paylaşmaya yönelikti. Dışardan bizi gözlemleyen ve bize katılmayan simaların varlığına inandık. Belki öyle de hissettik. Değişik düşüncelerin varlığına ve yargılara tanık olduk. Başta heyecan, telaş doluyduk, ama biz vardık. Ordaydık. İlk toplantımız oldukça ütopikti. Başta kafedeki garsonların hareketleri hoşumuza gitmese de pembe karanfilin varlığı bir soru işareti yarattı.

3. Cinsel kimlik, roller arasında üst-alt basamaklandırmanın yanlışlığını ve her insanın eşit haklara sahip olduğunu, yaşam tercihlerinde özgür olduğunu anımsamalı. 4. Eleştiriden çok bol çözüm üretici somut düşünceler kurmalı. 5. Bilgiye, genel kültüre daha çok ağırlık veren yazılar olmalı Kaos'ta. Bireysel çatışmaların gereksiz olduğu anımsanmalı. KAOS'un Haziran sayısında Coşkun'un yazılarının beğenilmesinin, bir nedeni de yaşamın içinden, gerekli yazıların yer alması. Sağlığına dikkat eden kaç eşcinsel var acaba! "Ayıptır söylemesi", hiç ayıp değil aslında. 6. Artık eşcinselliği, ayrımcılık, hastalık, cinsellikten çok bir yaşam felsefesi haline getirmeli… İnsan haklarından ve insani değerlerden yararlanmalı. 7. Okul, kütüphane, sinema, wc duvarlarına veya başka duvarlara Kaos'u ve eşcinselliği tanıtan yazılar yazılabilir. Tepkisiz kalmamalı. 8. Tanıdık olsun olmasın (hepimiz bir aileyiz) saldırıya maruz kalan eşcinsellere destek vermeli. Gay'ler birbirini ezmesin. Duy beni ANTAKYA!

Murat

Murat, P.K. 174, 31100, ANTAKYA-HATAY

ANTAKYA KAOS GL 47-48 / 19


Coşkun/İstanbul

Bu iki insan arasında her türlü öpüşme, elleşme, sürtüşme serbest. Tek rol farkı; maço olan, efemine olanın içine boşalırken, efemine olan maço ve bıyıklı olanın üstüne boşalıyor olmasıdır. İnanışa göre maço olan erkek, efemine olan erkekle her türlü seks oyununu oynayabilir, öpüşür, karşılıklı elleşip, penisler çıplak bedenlere sürtüşebilir, bunlar normal. Poposuna sürtünerek boşalan penis, anüs deliğinden içeri girmediği sürece bu erkek “erkeklik tahtını” kaybetmiyor.

Öğrencilik yıllarımda, omzumda asılı çantamda aids broşürleri ve prezervatiflerle birlikte bir gece, Yenikapı’daki ŞATO’daydım. Sarışın yabancı kadınların işgalinden önce şato, o kadar gözde bir eşcinsel mekandı ki, ünü Anadolu’nun en ücra köylerine kadar yayılmıştı. Öyleki, İstanbul’da yaşadığı halde Şato’yu bilmeyen bir gay doktor arkadaşım, mecburi hizmetini yapmak üzere Mardin’e gitmişti de Şato’nun namını ordaki gençlerden duymuştu. O yıllarda Şato, sazlı sözlü, dumanlı ama bir o kadar da “vur patlasın, çal oynasın” türünden çok eğlenceli büyük bir birahaneydi. Bu tip mekanların her zaman olduğu gibi hedef kitlesi, doğulu erkekler ile yerli ve yabancı eşcinsellerdi. Yolda ölçülü, hesaplı, “dayı” misali ağır bir erkek görüntüsüyle yürüyen adamlar, Şato’nun kapısından girerken, sanki üzerlerindeki tüm o geleneksel tutuculuğu, ahlâki değerleri ve toplumdaki kariyerlerini,

bir palto misali, vestiyere bırakıp içeri öyle girerlerdi. Önce garsonlara dostça selam verilir, sonra hafiften kırıtarak göbekli, bıyıklı, genç yaşlı esmer adamlarla dolu masalardan birine yaklaşılır; masadakilerle tek tek yanaktan öpüşülür, “nasılsın abla”, “iyidir gacı” şeklinde hal hatırlar sorulur, alelacele anlatılan gündelik olayların peşisıra kahkahalarla, dakikalarca gülünürdü. Yahu, daha beş dakika önce yolda görsen önünden geçmeye korkacağınız bu sakallı, bıyıklı, esmer, karanlık tipteki adamlar, şimdi şu masada teyzem kadar sıcak ve sevecen, etrafa sevgi ve neşe saçıyorlar. Şarkı söylemeler, masadan masaya öpücük vermeler, el vurup çırpmalar.... Hele o ortaya çıkan bıyıklıların canlı müzik eşliğinde, bir kıvırıp karşılıklı göbek atmaları var ki, değme dansözlere taş çıkartırlar. Burada insan kendisini bir birahanede değil, sanki Doğu'da bir köyde yapılan kına gecesinin kadınlar bölümünde zannediyor. Ortalıkta dolaşan çok efemine makyajlı tipler, en çok ilgiyi toplayan gecenin gülleri. Bunlar tuvalete normal görüntüsüyle girip, 10-15 dakika sonra oradan makyajlı olarak çıkan gençlerdi. Onlar hangi masaya yönelirse, o masayı şereflendiriyorlar ve onlara ikram edilecek biralar, bıyıklı olanların masasında hep hazırdı. Bu yoğun kalabalıkta enteresan olan, herkesin birbirini tanıyor olmasıydı. Ama beni en çok şaşırtan şey, kadınsı görünenlerden birine sorduğunuzda, oradaki daha maço, erkeksi görünenlerin cinsel organlarının büyüklükleri ve yataktaki zevkleri konusunda bekâr olan, ama hepsi de gurbette bulunan bu erkeklerin en büyük zevki, haftalık kazançlarını buradaki, daha efemine olan eşcinsellerle beraber paylaşmaktı. Bu bıyıklı adamlardan bazılarının aşık oldukları efemine eşcinseller bile vardı. Yatakta altlı üstlü saatlerce sevişip kendilerinden geçerken, yorgan altındaki bu iki insan, üzerlerindeki elbiseler gibi, zihinlerindeki toplumsal kuralları ve ahlâki tutuculuğu da bir tarafa atarak, şehvetin doruklarına ulaşıyorlar.

KAOS GL 47-48 / 20


Bu iki insan arasında her türlü öpüşme, elleşme, sürtüşme serbest. Tek rol farkı; maço olan, efemine olanın içine boşalırken, efemine olan maço ve bıyıklı olanın üstüne boşalıyor olmasıdır. İnanışa göre maço olan erkek, efemine olan erkekle her türlü seks oyununu oynayabilir, öpüşür, karşılıklı elleşip, penisler çıplak bedenlere sürtüşebilir, bunlar normal. Poposuna sürtünerek boşalan penis, anüs deliğinden içeri girmediği sürece bu erkek “erkeklik tahtını” kaybetmiyor. Aslında bu sürtüşme, fırçalama oyunları tehlikeli. Çünkü kazayla da olsa, eğer penis anüs deliğine bir defa bile girse, büyü bozulacak ve o erkek artık erkeklik unvanını kaybedip, lübinya olacaktır. Bu nedenle bıyıklı, maço erkek, sert olarak fırçalanmaktan biraz endişe duyuyor ancak, anüsünün hafif parmak oyunları eşliğinde, dil ucuyla yalanlamasından büyük bir memnuniyet duyuyor. Çünkü erkeliğini kaybetmeden anüs yoluyla da tatmin oluyor. Anlaşılan, “İçine almış ve almamış” olanlardan oluşan, bütün bu kalabalık, kocaman bir aile gibi olmuştu. Ve ben haddim olmayarak içine girdiğim bu koca ailenin bireylerine prezervatif ve aids broşürü dağıtmak istiyordum. Doğrusu herkesin eli de, gözü de oynaştaydı ve gecenin o saatinde, kimsenin sağlık nutukları dinlemeye niyeti yoktu. Bu nedenle insanlarla diyalog kurmakta zorlanıyordum. Belki de haklıydılar. Çünkü, o yıllarda aids'le mücadele, insanları korkutma düşüncesi üzerine kurulmuştu. Ve korku insanda tedbir almayı değil, kaçma dürtüsü uyandırıyordu. Buraya bütün bir haftanın stresini unutmak ve deşarj olmak için gelmiş olan bu insanlar, aids korkusuyla yüzleşip sıkıntılarına bir yenisini eklemek istemiyorlardı. Yine de masalardan birinin yanından geçerken, esmer bir Fransız kalkıp bana sarılmış, elimdeki prezervatif ve broşürleri göstererek, beni yanaklarımdan öpmüştü. Sonra konuştuğum bazı insanlardan şunu öğrendim. Oradaki makyajlı olan da, bıyıklı olan da; onların deyimiyle lübinya da laço da aynı efkârı paylaşıyordu. Çoğu benzer bir arabesk atmosfer içinde yaşama olan bezginliklerinden, toplum içindeki yalnızlıklarından ve itilmişliklerinden söz ediyorlardı. Ortak payda umutsuzluktu. Ben aids deyince onlar, atın ölümü arpadan diyorlardı. Sustum.

Bu insanlara broşürden önce, umut verilmeydi ve biraz da alınmalıydı, yaşamla ve gelecekle ilgili olan kaygılarından. Bir köşeye çekildim ve onları seyrediyordum. Az önce bana karamsar duygularını anlatan bir makyajlı, şimdi bıyıklı bir adamın boynuna sarılmış, onun birasından yudumlarken, şen kahkahalarıyla masayı şenlendiriyordu. O anda garsonlardan biri yanıma geldi ve bana dedi ki, “siz, lütfen dışarı çıkar mısınız? Müdür beyin emri bu. Müşterileri rahatsız ediyorsun” Ben de “hayır, rahatsız etmiyorum. Sadece broşür veriyorum" dedim. Garson, “Müdür bey bu nedenle kızıyor, müşterileri korkutup, kaçırıyorsun” dedi. Ve beni dışarı çıkardı. Çok kızmıştım. Moralim bozulmuştu. Yolun karşı tarafına geçtim. Öfkeyle birahanenin kapısına bakarken polis otosu geldi. “Kimi bekliyorsun” dediler. “Hiç kimseyi” dedim, ama inanmadılar. “Gecenin bu saatinde burda işin ne paralı çalışıyorsun herhalde, müşteri mi bekliyorsun?” dediler. “Hayır, öğrenciyim, broşür dağıtıyorum”dedim. İnanmadılar. Beni minibüse alıp, arka sokaktaki karakola götürdüler. Genç komiser kimliklerimi ve aids broşürlerimi gördükten sonra beni serbest bıraktı. Başım dumanlanmış, karanlık cadde boyunca eve doğru yürüyordum. Gelen arabaların far ışıkları gözümü kamaştırıyordu. Polisin beni müşteri bekleyen fahişe sanmış olması aklıma geldi. Neden bilmem ama birden tahrik oldum.

Gece karanlığındaki gizem mi, beni çağıran karanlık boş sokaklar mı, yoksa polisin ithamları mı bilmem, aşk ateşim canlanmıştı. O karanlıkta hiç tanımadığım birisiyle ilişki istedi canım. Cadde boyunca yürürken

KAOS GL 47-48 / 21


adımlarım hızlandı. Nabzım yükseldi. Heyecandan ağzım kurudu. İçimden dua okumaya başladım. İnşallah bir terslik olmazdı. Çünkü mantığım sıfırlanmış duygularım bana hakim olmuştu. İnanıyordum güzel bir gece olacağına, yüreğimle inandığımda, hep güzel şeyler yaşardım. Tanrım! Evet, işte orda, o bankta biri oturuyordu, hem de yalnızdı. Şükürler olsun. Koşarak gittim yanına. Orta boylu, lokum burunlu, kalın bacaklı, 19 yaşlarında kumral bir gençti. Nefes nefesiydim. Bir sigara istedim ve izinsiz yanına oturdum. Hemen başladık konuşmaya. Sanki kırk yıllık iki dost gibiydik. Önce o akşam yaşadıklarımı anlattım ona, sonra onun anlattıklarını dinledim sigaralarımızı içerken. Teyzesinde kalıyormuş ama, üstbaşına bakılırsa sokak çocuğu gibi görünüyordu. Olsun, ne farkeder o gece, o saat onunla aynı bankta otururken dizdize ne farkım vardı ki ondan. Üstelik soğuk eli, sıcak avcumdaydı. Bal renkli gözleri vardı. Kahve rengi deri montu, eski kot pantolonu, taranmamış dalgalı saçları ve o kirli, gülümseyen yüzüyle; gözüme çikolatalı bir pasta gibi görünüyordu. Çok duygusaldı. İki saatlik sohbetten sonra “Birbirimizden hiç ayrılmayalım. Bir ev kiralarız. Ben bir iş bulur çalışırım. Senin çalışmana gerek yok. Beraber yaşayalım” dedi. Güzel bir hayaldi. Ona daha da sokuldum ve onunla yatmak istedim. Evet, onun sevgi dolu yüreğine karşı ona aşk sunmalıydım. Sevgisiz, ilgisiz kalmış, belki aşka da susamış bu gençle yatmak, tam da isabet olacaktı. Yağmurun, kurak topraklara yağması gibi. Ona “yerin var mı?” diye sordum. “Yok” dedi. Hava soğuk esiyordu. Üşümeye başladık. “İstersen tren istasyonuna gidelim, üşümeyiz” dedi. İstasyona gidip, oturduk soğuktan birbirimize sarılmıştık. Sigara dumanını birbirimizin boynuna üflüyor, ısınmaya çalışıyorduk. Derken sabahın altısı olmuştu. Uzaklardan ilk gelen trenin sesini duyduk. Bomboş bir tren geldi. Boş bir vagonda yanyana oturduk. Tren hareket edince tekrar birbirimize sarıldık. Ama bu kez amacımız ısınmak değil, rahatlamaktı. Birbirimizin her yerini ısırıp, öperken tren sallanıyor, birbirimizin kucağından kayıp düşüyorduk. Ama herşeye inat, seviştikçe sevişiyorduk. Tren son istasyon olan Halkalı’ya doğru hızlandıkça, biz de hızımızı artırıp, adeta trenin hızına ulaşmaya çalışıyor, onunla yarışıyorduk. Sonunda finale uçarcasına giden

trenin çıkardığı mekanik zafer nağralarının ritmine Ertan’la uyum sağlamış ve bitiş çizgisini birlikte göğüslemiştik.

-1-

İZMİRLİ

Büyük şehrin gürültülü, patırtılı, hızlı yaşamından böylesi uzak küçük bir kentin yaşamına hızla akıp, takılıp kaldım. Ve sadece takılıp kaldım. Sıcacık Akdeniz iklimli memleketimden yıllarca uzak, soğuk, karlı ve donuk bir kentteyim şimdi. Bir üniversitesi, bir caddesi, bolca sıkıntısı olan bir yer. Yurtta kalıyorum. Kızlar yurdunda, 8 kişinin tıkıldığı bir odada, her yer pis, en kötüsü, konuşacak bir tek insan yok. Kızlar yurdu, görülmeye değer bir yer!.. Yurttan ziyade panayır gibi, sirk gibi, rezilliğin son perdesi... Burda yaşanmaz, sadece gün doldurulur, cezaevi gibi, akşamları, koyun gibi sayılıyoruz ve kapılar üstümüze kilitleniyor. Güzel hatunlar da yok ki çekilecek bir yanı olsun buranın. Yurdun kantinine indim, aynı odada kaldığım kızların oturduğu masaya yöneldim nedense. -Merhaba- dedim konuştuk, yeşil gözlü bir kız benimle çok ilgilendi nedense, masada oturanların hepsi odalarına çıktı, sadece o ve ben kaldık, konuşuyoruz, havadan sudan. İngiliz Edebiyatından, okuldan, hayattan, kısaca ne kadar boktan konu varsa hepsinden, gözlerime baktı, ne güzel gözleri vardı, bakıştık nedense. Bu konuşmalar sonraki günler de sürdü. Aslında çok ilgimi çekti diyemem, buna rağmen, yeşil gözlü kız, ne zaman baksam yanımdaydı, nerden biliyordu benim orda olduğumu, bilmiyorum. Nasıl bilmiyorum, ama o hep benim yanımdaydı. -Nerelisin dedim, Karadenizliymiş, nişanlıymış. -Tesettürlüsün, nişanlın mı istiyor bunu? -Hayır, dedi, onun bana bu konuda hiçbir etkisi olmadı.

KAOS GL 47-48 / 22


Aynı fakültedeydik, farklı bölümlerde, aynı yurtta, birlikte gidip geliyorduk fakülteye. Kadınları seviyordum, tek bildiğim buydu, aklımda kalan tek şey bu, en güçlüsüymüş demek ki. Fakat, yüreğimi hoplatacak biri yoktu burda. Yeni bitmiş bir aşkın sızısı ile gelmiştim buraya. Biten bir aşk ve sonrası burdayım. Çok boktan görünüyordu durumum. Yeni bitmiş bir aşk, ne denli kötü olsa da yine de acı verir ve kilometrelerce öteye de gitsen hep seninle gelir. Maalesef kendinden kaçamazsın. Bizim bölümden yakışıklıca bir çocuk vardı, o da benim gibi çömez, kıçımın dibinden ayrılmıyordu hiç. Çok da güzel değildim, ne bokuma dibimden ayrılmıyordu bilmiyorum. Kalkıp da ona, ben lezbiyenim, boşuna uğraşma beni yatıramazsın diyemezdim ya. Ne de olsa yeni tanışmıştık. Belki de ben yanlış anlamış olabilirdim, bilemiyorum. Tek bir sigaramız kalmıştı. Bir nefes o, bir nefes ben çekiyorduk. Sonra yeşil gözlü Canan geldi, elimden sigarayı aldı, hırsla söndürdü. Garip ve gereksiz bir sinirle yaptı bunu. Aval aval baktık Canan'a. Ne hakla elimizden sigaramızı alıp söndürdün, dedim.

Garip bir kızdı, tesettürlüydü. Mescide gidip namaz kılacağına, Metallica dinler, evlilik kurumunun salakça olduğunu savunurdu. Hayret ederdim, az bir zaman sonunda o da evlenecekti. O salak kurumun bir üyesi olmayacak mıydı? Yeşil gözlü, narince bir kızdı, benden 5 yaş büyüktü, mutlu değildi. Nişanlısını sevmiyordu. Sanki burada değildi. Kimsenin bilmediği bir alemde kendine has bir yerlerde yaşıyordu. Belliydi, gözleri hep öyle derin ve kederli, ve tam yanımda aynı anda bilmediğim bir yerde bir çınar ağacının altında hiç tatmadığım bir serinlik içinde öylesine sakin ve yumuşak, böyleydi işte. Mutlu olmak istemiyorum, dedi. Çünkü o bir rüya peşinden koştukça senden kaçıyor. Evlenecekti, ama istemiyordu. Metallica dinleyip, tüm gün uzanıp gökyüzünü seyretmekten hoşlanırdı. Kimse bana ilişmesin, derdi hep. Ama ya nişanlısı, ya anası, birisi, bir şey mutlaka onun bu mütevazı isteğini yarıda kesiyordu.

Canan da, "neden sigara içiyorsun, içme zararlı, bok mu var" dedi ve gitti. Biz de derse girdik. Yurtta yanıma gelmedi, gelemedi bence. Çok sonra, gece, kapılar üstümüze kapanıp, koyun gibi sayıldıktan sonra Canan geldi, elime bir kağıt parçası tutuşturarak ve tek kelime etmeden kaçarcasına gitti. Uykum vardı, şöyle bir baktım kağıda. Ve anladım ki, bu kız bana aşıktı. İlk satırda bunu anladım. Halbuki aşk ile ilgili tek bir satır, tek bir cümle yoktu. Ama anladım, bana aşıktı. Sigara olayı için özür diliyordu binbir bahane uydurarak. Oysa durum açık ve netti. Cem ile aynı sigarada buluşuyordu dudaklarımız, o ise bu buluşmaya kıskançlıkla bakmıştı ve bizim dudaklarımızı buluşturan, köprü vazifesini gören o sigarayı parçalamakta buldu intikamın hazzını, hepsi bu... Yorgundum, uykunun tatlı tahriklerine dayanamadı gözlerim. Uyudum.

KAOS GL 47-48 / 23


BULUŞMA/MA HEZEYANLARI (beş-altı) ECE GÖKSENİN/…. HERHANGİ BİR BÖLÜM Ailelerin ağırlıkta olduğu bir toplantının orta yerinde birdenbire ağlamasının nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. Ne tartışılıyordu o gece? Gençlere yani kendimize bizim istediğimiz değil de ailelerin vereceği özgürlükleri tartışıyorduk. O özgürlüğün sınırlarını, çerçevesini çiziyordu aileler. Ne kadar, nereye kadar konuşabileceğimizi, düşündüklerimizin ne kadarını yapabileceğimizi tartıştığımızı sanıyorduk. Aile kurumunun özgürlük anlayışını, özgürlükten ne anladığını, ne anlamadığını konuşuyorduk. Aileler bize bağırarak anlatıyordu bunları, biz de susarak dinliyorduk. Çoğu zaman susmaktan başka bir çözüm yolu bulamıyorduk. Geleneksel bir yapısı olan ailesi hep önüne çıkıyor, aynı şeyleri söyleyip duruyordu. Bu nerdeyse ona karşı eleştirel bir şey olmaktan çok suçlayışı, aşağılayıcı bir şeye dönüşmüştü. Umutsuzdu/k. Çekip gitse! Yapamazdı, yapamadı. Belki o noktada bulmuyordu kendini. Belki kendini buna hazırlıklı görmüyordu. Yaşadığı fırtınalara yeni fırtınalar ekleyecek durumda değildi. Sussa, konuşmasa onu da istemiyordu. Ağladı! Belki de tepkisini dile getirecek bir yol bulduğunu sandı böylelikle, çocuklar gibi ağladı. Bir aileye ait olmanın, bir kurumun içinde yaşamak zorunda olmanın doğurduğu bir çığlıktı ağlaması. Sonra odasına çekildi.

sağlamak için deviniyor. Birbirinin aynı gibi görünen ama ayrıntılarda herbir şeyi saklayan hareketler bunun sonucu. Benim gövdesiyle konuşmamı, gövdesini anlamamı istiyor. Gövdesini aynı dili konuşuyor diye düşündüğü gövdemin önüne bırakıyor, gövdeme sunuyor. Onunla konuşmaya dalıyor. Beni izlerken kendini izlememi sağlıyor. Böylelikle içimizdeki cinselliği ve onun doğurduğu özgürlüğü yeniden keşfediyoruz. Onun etkisini duyumsamaktan, yaşamaktan yanayız. Oynadığımız oyundan her geçen an daha fazla tad alıyoruz ve sürdürüyoruz. Çocuksu telaşı ve aceleciliğinin sindiği gövdesi beni yanında bulduğunda ha babam konuşuyor. Yüzü, elleri, baldırları o dilin etkisinden çıkmayı hiç düşünmüyor, daha çok içine dalıyor, giriyor. Sözcükleri seviştiriyoruz biz, gövdemize sürtüyoruz. Gövdemizde dolaştırıyoruz, çukurlara, çıkıntılara, tümseklere dokunduruyoruz, kıvılcımlar çıkartıyoruz. Ayrıldığımızda ise kıvılcımlar gövdemizin her yerine dağılıyor, ateşler içinde nefes nefese bırakıyor, tere boğuyor. Sözcüklerle dudaklarımızı, dilimizi her yerlerimizde gezdiriyoruz, terimizle ıslatıyoruz. Çukurlara sokuyoruz, çıkıntıların üstünde, çevresinde dolandırıyoruz. Sonra yeni baştan...

Ne zaman bir aile toplantısının içine düşse gözlerindeki umutsuzluğu uçsuz bucaksız tepkiyi saklayamıyor. Ama çığlık içinde birikip duruyor. İçini doldurup taşıyor. Bu gün de benzer şeyler sezinledim onda. O çığlık içinde hâlâ bir yerlerde bekliyor. Çığlığın atılıp bir top gibi patlayacağı zamanın düşünü kuruyor. Kendisi dışında kimselerin o çığlığı çekip çıkaramayacağını biliyor. Belki benden bekliyor kimi şeyleri. Onları açığa çıkarmam için beni zorluyor. Bunu da beni kendisine bağlayarak yapmayı kuruyor kafasında. Yakınlığını her an bunun için duyuruyor. İkimizin ortasına bırakıyor.

Nerdeyse bir on dakika telefonun çevresinde dolandım durdum. Salonla koridor arasında gittim geldim. Sonunda da telefonun ahizesine uzanabildim. Ahizeyi kulağıma dayadım, sayıların yazılı olduğu tuşlara dokundum. Telefona o çıktı. Dışarı çıkıp çıkamayacağımızı sordum. İlk anda reddeder gibi olduysa da sonra kabul etti. Aynadaki yüzüme dikkatle bakarak ahizeyi yerine koydum. Hemen evden çıktım. yolda ağır ağır yürümeye başladım. Hem çevreme bakınıyor hem de sigara üstüne sigara yakıyordum. On dakika düşünceler içinde yürüdüm. Apartmanın önünde beklemeye başladım. Turlar attım, kendime adımlarımdan daireler çizdim. Bir kaç kez zile bastım. Bekledim.

Bunu konuştuklarından çok gövdesiyle yapıyor, gövdesini konuşturuyor. Gövdesi kendi diliyle bunu

Dayanamayıp apartmanın içine süzüldüm, asansörle üst kata çıktım. Zile bastım. Kapıyı o açtı. Saçları hafiften

KAOS GL 47-48 / 24


ıslatılmış, yüzü temizlenmiş belli belirsiz bir gülümsemeyle beni içeri çağırdı. Üstünde krem rengi boyunlu bir kazak, beyaz bir pantolon. Evi topluyordu, içeri girdim. Yattığı odayı hiç görmemiştim. Dışkapıya açılan koridorun sonundaydı oda. Kapının hemen önünde bir telefon, onun üstünde bir ayna, telefonluğa bırakılmış bir cımbız. Galiba tek tük çıkan sarı tüylerini boyuna temizliyordu, yüzünü pürüzsüz tutmak istiyordu. Bu yüzden cımbızını yanından ayırmıyordu. Odasındaydım. Herşey bir yana atılmış, kitaplar elbiseler, renk renk iç çamaşırları, parfümler. Duvarda iyice öne eğilmiş büyük bir ayna. Küçük bir kitaplık, bir elbise dolabı, bir somya üstünde rengarenk çarşaf ve bir yorgan. Duvarda bir kaç fotoğraf, resim. Balkona açılan, bir kapı ve pencere. Ortalıktakilerin hepsini bir bir topluyor yerlerine koyduğunu sanırken yeniden dağıtıyor, eğilip kalkıyor, eğilip kalkıyor. Dar kazakta pantolonu gövdesini hareket ettikçe daha da belirginleştiriyor, dışa çıkarıyor. Ben gözucuyla izliyorum. Eğilip kalkarken gövdesini giydiklerinin içinde aldığı şekillerin biçimlerin peşinden koşuyorum. Kimi zaman eğilince daralan pantolonu kalçasına iyice yapışıyor, yuvarlarını açığa çıkartıyor. Bir ara onun iyice yuvarlaşmış, biçimini kazanmış kalçasına dokunduğumu hatırlıyorum. Avuçlarım kalçasını kavradığında beni iliklerime kadar titreme heyecandan başka hiçbir şey yoktu aklımda. O sırtını bana dönmüş dolabın önünde öylece dururken uyarıldığımı düşünüyordum. O dokunma isteği de ordan çıkmıştı. Çok düzgün fiziği vardı. Ne fazlası ne eksiği düzgün bir gövde, pürüzsüz bir ten ve onları tamamlayan yuvarlaklaşmış kalçalar. Nerdeyse koltuk altları ve kasıkları dışında hiçbir yerinde tüy yoktu. Gövdesi çok uyumluydu. Gövdesinin beni daha fazla çektiğini düşünüyordum.

konuşuyoruz. Ben hangimiz konuşursa konuşsun gözlerimi ondan ayırmıyorum. Hep yüzüne bakıyorum. Yüzü pürüzsüz tertemiz, cımbızın dokunduğu yerlerde hafif nokta nokta kırmızılıklar var. Üstlerinde belli belirsiz ter toplanmış. Tüylerinin yokluğunda yüzünün tazeliği iyice ortaya çıkmış. Neredeyse iki saat caddelerde, sokaklarda dolandık durduk. Bir kafede çay içtik. Ben, onun yanındayken de onu düşünüyorum, gözlerimi bir an olsun ondan ayırmıyorum. Bunu yaptıkça ona daha fazla yakınlaştığımı düşünüyorum. Gövdesine daha fazla dokunuyorum. Zaman bizim için örüyor kozasını. Otobüsten indiğimizde ikimizde ayrı ayrı evlerimize yollandık. Gözden kayboluncaya kadar onu izledim. Dudaklarımda o öpüşmenin sıcaklığı duruyor. Galiba oyun hâlâ devam ediyor. Bizi içine hapsediyor. Bizse çıkmayı hiç düşünmüyoruz.

HERHANGİ BİR BÖLÜM Odanın ortasına serilmiş bir yer yatağında beyaz bir çarşafın üstünde yarı kıvrılmış uyuyor. Odanın karşı duvarında öne eğilmiş aynanın kenarına tutturulmuş benden habersiz aldığı fotoğrafım. Aynaya düşen yansısıyla yerde yarı kıvrılmış yatan gövdesi birbirine karışıyor. Ayna, iki ayrı insanı bir noktada birleştiriyor. İki ayrı gövdeyi bir gövde haline getiriyor. Yan yatmış gövdesi özellikle kalçasını ve bacaklarının biçimini kusursuzca belirtmeye

Davranışlarında ilgi görmeyi bekleyen bir cinsellik duruyordu. Onunla olmak için içimde dayanılmaz bir istek duymaya başladım. Davranışımdan sonra yalnızca bana gülümsedi. Sonra tekrar yaptığı işe koyuldu. Yatağa yaklaştığında ise ellerimi gövdesine doladım. Sessizce sırtüstü yatağa uzandı. Heyecanla bana bakıyordu. Eğildim dudaklarından öptüm. O da beni öpmek istermiş gibi yaptı sonra bundan vazgeçti. On dakika sonra asansörün içindeydik. Bizden önce asansöre binen bir kadının ağır kokusunu içimize çekerek kapıdan çıktık. Şimdi yolda yürüyoruz

KAOS GL 47-48 / 25


çalışıyor. Poposunun yuvarlanmış biçimi, karnı, göbek çukuru, biri açıkta duran göğsü, kapalı gözleri, dağılmış saçları sanki vücudunun tazeliğini aynaya duyurmaya çalışıyor. Ayna gövdesinin üstüne yıkılıyor. Gövdesini gözlüyor. Gövdesinin uyurkenki devinimlerini izliyor. Üstünde yalnızca külotu var. O da karnından aşağı doğru hareket ettikçe sıyrılmış. Kasık tüyleri biraz olsun görünüyor. Kasık tüylerinin üstünde kalan teni daha beyaz sanki, daha incelikli. Yavaşça gözlerini açıyor. Bilinçsizce gövdesini ve odayı tarıyor. Aynadaki gövdesinden gözlerini ayırmıyor. Uyku sersemliğini üstünden atmak istermiş gibi ellerini gövdesinde gezdiriyor. İncitmemeye çalışarak köşe bucağı geziyor. Gövdesine bakarken merakla gözlerini göz çukurlarında dolandırıyor. Anlamaya çalışıyor. Yatışını değiştirmiyor. Elinin birini bir süre kalçasının üstünde tutuyor. Külotuyla oynuyor. Kalçasını okşar gibi kaşıyor. Elini iki kalçasının arasındaki yarıkta gezdiriyor. Elinin karnından aşağı kaydırarak kasığının üstüne getiriyor. Külotunun üstünden kasıklarını okşuyor. Elini külotunun içine daldırıyor. Önce tüylerini parmaklarıyla tararmış gibi yapıyor. Külotunun biraz daha aşağı doğru sıyırıp kasık tüylerine bakıyor. Karnı ve kasığı bütün görkemiyle ortaya çıkıyor. Kasığını daha tamamıyla kaplamamış tüylerine usul usul dokunuyor. Sonra külotunu eski haline getirip elini iyice külotunun içine sokuyor. Önce yana kıvrılmış penisiyle bir süre oynuyor. Sağa sola yatırıyor. Avuçlarının içine alıyor, sıkıyor. Sıcaklığını içine çekiyor. Penisinin başına parmaklarıyla masaj yapıyor, ovalıyor. Sonra yine avuçlarının içine alıyor. İsteksizce aynadaki yansısına bakıyor. Donunu aşağı doğru sıyırıp penisini tutuşunu izliyor. Yaptığından bir haz almadığını düşünüyor. Yine de penisini avucunun içinde tutmayı sürdürüyor. Başından aşağı doğru gidip gelerek ovalıyor. Uyarıldığını sanıyor. Penisi ona dikelmeye ve sertleşmeye başladığını duyumsatıyor. Elini daha aşağılara kaydırıyor. Testislerini avuçluyor, sıvazlıyor, avucunda onlarla oyun oynuyor. Elini bırakıp kasık çizgilerinde gezdiriyor. Külotunun biraz daha aşağıya doğru sıyırıyor. Penisi testisleri ve kasık tüyleri aynayı iyice dolduruyor artık. Külotunu ayaklarıyla bir kenara atıyor. Şimdi beyaz çarşafın üstünde çırılçıplak uzanıyor. Penisi testislerle birlikte yana kayıyor, sarkıyor. Penisi aşağı doğru sallanıyor. Öylece aynaya bakıyor. Kendini izliyor. Tanımaya çalışıyor. İlk kez böyle bir durumda yakalıyor kendini, buna anlam vermeye çabalıyor.

Bu kez ellerini kasıklarına götürüyor. Penisini avuçlarının içine alıyor, Duruşunu değiştirip iyice sırtüstü yatıyor. Kendini geri geri çekip iki ayağını da yanlarına dikiyor. Penisi bu kez kasığının tam ortasında testislerin üstünden aşağıya doğru sallanıyor, testislerin üstünü örtüyor, Kasık tüylerinin testislerinden aşağı doğru genişçe bir çizgi halinde inişi anüsünün yakınında kayboluşu iyice belli oluyor. Sırtına yastığını yerleştiriyor. Yattığı yeri biraz daha yükseltiyor, Ayaklarını biraz daha yukarı çekiyor, Penisi testisleri ve anüsünün uyumlu görünümü aynayı iyice dolduruyor. Uzun uzun bakıyor. Anüsü içini titreten pembeliğiyle testislerinin altında kasık tüylerinin hemen bittiği yerde duruyor. Gözü buna takılıyor. Ayaklarını daha yukarı çekerek anüsünün daha fazla ortaya çıkmasını sağlıyor. Tekrar bakıyor. Onun pembe renginin ve bir güle benzeyen ağzının kendini heyecanlandırdığını düşünüyor. Anüsünün gizini çözmek istermiş gibi daha dikkatle bakıyor gözlerinin anüsünün kendini çeken pembeliğinden hiç ayırmıyor. Sonra duruşunu değiştirip eski haline dönüyor. Karar vermeye çalışıyor. Neyi yaşamak istediğinin, ne olmak istediğinin ayrımına varmaya uğraşıyor. Düşündükleri birbirine karışıyor, içinden çıkılmaz oluyor. Karar veremiyor. Penisini eline alıp mastürbasyon yapmayı düşünüyor. Ellerini diliyle ıslatıp penisini sıvazlamasına izin veriyor. Bir şeyler duyduğunu heyecanlandığını sanıyor. Penisi pembeleşmeye ve dikleşmeye başlıyor. Ama isteksizce yapıyor bütün bunları. Sonra yaptığından vazgeçiyor. Ellerini kasığından çekiyor. Penisi yeni yeni sertleşmişliğine rağmen testislerinin üstüne düşüyor, Ağır ağır kıvrılıyor eski durumuna dönüyor. Tekrar aynaya bakıyor. Elini yüzünde gezdiriyor. Dudaklarına sürüyor, koltuk altlarında, kollarında dolandırıyor. Göğüslerini avuçlarının arasına alıyor, sıkıyor. Heyecanlanıp titremeye başlıyor. İstediğini bulduğunu düşünüyor. Acıyla karışık duyduğundan hoşlanıyor. Bunu tekrar tekrar yapıyor. Penisi ağır ağır yeniden sertleşmeye başlıyor. Terliyor, ter içinde kalıyor. Ellerini karnında, sırtında dolaştırıyor. Parmaklarını göbek çukuruna sokuyor, içinde daireler çiziyor. Kasıklarında geziniyor, tüylerini tararcasına tüylerinin içine parmaklarını sokuyor. Baldırlarına varıyor onları da okşuyor. Ellerini kalçasında tutuyor, sonra vazgeçer gibi oluyor. Penisi iyice dikildi artık. Görkemli görünümü kazandı. Poposunun iki yanını ağır ağır okşuyor, sıkıyor, ikisinin arasındaki yarıktan aşağı anüsüne doğru iniyor. İyice terliyor.

KAOS GL 47-48 / 26


Soluk alışverişleri hızlanıyor. İniltiye benzer bir ses çıkarıyor. Yatağının üstünde boyuna deviniyor, o yana bu yana kıvrılıyor. Gövdesi aynanın dışına taşıyor artık. Davranışlarını izleyemez oluyor. Ayna hızına yetişemiyor. Bir elini tekrar kasıklarına götürüyor penisini avucunun içine alıyor. Penisinden sızan meni parmaklarına bulaşıyor. Menisini testislerine, penisine ve en sonunda anüsüne sürüyor. Sonra meni bulaşmış elini dudaklarına götürüyor, yalıyor, elini yine kasıklarına götürüyor. Penisinden ağır ağır parmaklarını kaydırarak testislerine ulaşıyor. Sonra yavaş yavaş daha aşağılara kayıyor. Testislerinin alta kalan yerlerini okşuyor. Elini parmaklarını anüsünün üstünde dolandırıyor. Ama dokunmuyor. Çekiniyor. Belki hâlâ neyi yaşamak duymak istediğine karar vermiş değil. Parmaklarıyla anüsünün çevresinde geniş dairler çiziyor. Anüsü daha da pembeleşiyor, gül gibi açılıyor, daha da açılmaya, tomurlanmaya hazır gibi duruyor, Aynada anüsünü bakıyor. Kendini çeken duruşuna dalıyor. Ona dokunmak için karşı konulmaz bir isteğe kapılıyor. Parmaklarını usuldan anüsünün üstüne koyuyor, sıcaklığını içine çekiyor. İçindeki cinselliği bulup çıkarıyor, aynadaki yansısına koyuyor. Düzenli olarak anüsüne dokunmayı, onu okşamayı sürdürüyor. Penisi iyice dikleşiyor. Pembelik kendini kırmızılığa bırakıyor. Sızan meniyi parmaklarıyla anüsüne sürüyor. Onun yumuşamasını, kayganlaşmasını sağlıyor. Elini daha da üstüne bastırıyor. İçindeki insan belki de bir kadın ya da erkek aynadan ona bakıyor. O insanı tanımaya çalışıyor. Kendini buluyor aynanın içinde, buna seviniyor. Devinmeyi hızlandırıyor. O devindikçe anüsü daha bir gül gibi açılıyor, daha da pembeleşiyor, onu içine almaya hazırlanıyor. Gözünde anüsü daha da güzelleşiyor. Parmağının birini anüsünün iyice açılan ağzından içeri sokup sokmamak konusunda ikircikleniyor. Ama daha doruklara çıkmayı istediğini düşünüyor, bunu içindeki insana duyuruyor. İçindeki insanı doyurmak istiyor. Bir anda parmağını anüsünün iyice genişleyen ağzından içeri sokuyor. Yavaş yavaş içinde dolandırıyor. Boşalan menisi testislerinden aşağıya akıyor. Kasıklarına, kalçasına bulaşıyor. Parmağını çıkarıp akan menisini anüsüne iyice sürüyor, ağzına götürüyor yalıyor. Parmağını tekrar anüsünün açılan ağzından içeri daldırıyor, daireler çizerek dolandırıyor. İniltiler çığlığa dönüşüyor. Aynada davranışlarını izleyemez oluyor. Terle meni kokusu birbirine karışıyor. Parmağını ilerletmeye çalışıyor, daha ilerileri sokuyor, rektumunu buluyor. Penisi yeniden sertleşiyor. Parmağını soktukça

sokuyor hiç çıkarmak istemiyor. Yaşadıklarının iyice tadına varıyor. İçindeki asıl insanı, kendine gizlediği insanı iyice doyurmak mutlu etmek istiyor. Penisinden ikinci kez meni boşalıyor. Bir dakika sonra tatlı yorgunlukla iyice kendini bırakıyor. Parmağını anüsünden ağır ağır dışarı çıkarıyor. Anüsünü yeniden okşuyor. Testislerini avuçluyor. Penisini avuçlarının arasına alıyor. Menisini yeni baştan yalıyor her bir yerine sürüyor. Yeniden yana kıvrılıyor. Anüsünün pembeliği hâlâ orda aynanın bir yerlerinde duruyor, Aynada anüsüne bakıyor. Pembeliğini içine alıyor. Ellerini anüsünden başlayıp yukarılara götürüyor, testislerini yokluyor, penisini avuçlarında tutup bırakıyor. Elleri sessizce kasık kıllarının üstüne düşüyor. Ayna ise bir insanın yaşadıklarını içinde tutuyor. Uykusunda ona gösteriyor, tekrar yaşatıyor. Penisi uykusunda sertleşiyor, başından meni sızmaya başlıyor. Uykusunda ellerini penisi geçip testislerinden aşağı kaydırıp öylece bırakıyor. Bunun bir düş olduğunu kendine inandırmaya çalışıyor. Uyanmayı istemiyor, uyanmaktan korkuyor. Birden uyanıyorum. Çekyatın üstünde ter içindeyim nerde olduğumu anlamaya çalışıyorum. Kitapların olduğu odadayım. Kitap okurken galiba dalmışım. Pantolonumun önü meniyle iyice batmış. Bir düşün mü içindeydim yoksa kurduğum bir gerçeğin mi kestirebilecek durumda değilim. Bir ara onun karşıda duran fotoğrafının çekyat kenarına düşmüş olduğunu farkediyorum. Ailesini baskısı nedeniyle epeydir görüşmüyoruz. Rastlantı sonucu görüşebilirsek ne ala, daha ötesi yok gibi. Nerdeyse yaşayan biri bu ayrılıktan dolayı kurgulanmış birine döndü. Bu galiba ayrılık anlamına geliyor. Birbirimizden kurtulamayacağız. İçindeki insandan ayrılabileceğime ihtimal bile vermiyorum. Ne var ki bizim oyunumuz bugünün bir sonucu olarak kesintilerle sürmek dışında hiçbir şansa sahip değil. Belki de görüşmenin de fazla bir anlamı yok. Aşk dediğimiz şey düşünüp duymaktan başka ne ki? Fotoğrafını alıp eski yerine koyuyorum. Kapıları birbiri ardına çarparak salona koşuyorum. Telefondaki o! sesini fotoğrafına koyuyorum. Gelip yanıma oturuyor. Akşamın son ışıkları pencerenin perdelerinde oyun oynuyor. Bir çocuğun ıslığı sokağı dolduruyor, balkona atlıyor. Açıp bakıyorum perdeleri; birisi kaldırımdan yere yuvarlanıyor. Dönüm bakıyorum benim. Bu da yanıtsız bir soru olsun; ben nerdeyim sahi?

(Belki Sürecek!)

KAOS GL 47-48 / 27


EŞCİNSELLİK VE ASKERLİK ÜZERİNE SÖYLENMEDİK BİRŞEY KALMASIN. Dinçer ARSLAN /İstanbul Eşcinsel bireyin sistemle ciddi olarak birebir ilk karşılaşması askerlik olgusudur. Çünkü varolan sistem (gerek Avrupa gerekse Türkiye'de) eşcinsellerin askere alınmalarına karşıdır bu durum çoğu zaman hoşumuza giden askerlikten kurtulmak için cinsel tercihimizi kullanırız sonra da alınca vay efendim devlet bizi sapık olarak görüyor da bizleri erkek olarak kabul etmiyor da hem üzümü yeriz hem de bağcıyı döveriz. Bencil bir yaklaşım örneği bir başka türlüsü askerliği cennet olarak görür. Orada yaşayacağımız Fantezi hayalleriyle askere gideriz başımıza olmadık işler açarız, başka bir bencillik örneği, veya iki üçümüz biraraya gelince vay efendim askerlik kaldırılsın da yok efendim vicdani red hakkı tanınsın da söylemleriyle mangalda kül bırakmayız. Habire sistemden devletten şikayet ederiz söyleniriz. Ama birde madalyonun öbür yüzü var biraz da onu görelim. TBMM de Milli Savunma Komisyonunda oybirliğiyle alınan kararla alenen "Eşcinsel olanlar askerlik yapamazlar" hükmü kabul edilmiştir. Bundan şunu anlamayalım ordu eşcinselleri sapık veya hasta olarak kabul etmemektedir. Bunu hiçbir yerde göremezsiniz ve verilen raporlarda "Homosexsüalite" "Transexsualite" terimleri kullanılır rahatsızlık bozukluk sapıklık terimini kullanılmaz yani ordu muayeneye gelenleri eşcinsel misin değil misin diye sorgulamaz ama, "hayır efendim ben eşcinselim rapor

istiyorum" derseniz kendi kuralları uyarınca muayenesini yapmak zorundadır. Bunu eleştirme hakkına sahip değiliz. Eşcinsel olup da askerlik yapan bir sürü insan var. Onlar kesinlikle ordu tarafından rahatsız edilmemişlerdir. "Kendilerini açıklamadıkları sürece". Hem ben askerlik yapmama hakkımı kullanıp rapor istiyorum, deyip, ama livata muayenesi istenince kabul etmemek, pişkinlikten başka birşey olamaz. Ordu içerisinde bir heteroseksüel de seks yaparken yakalanınca ceza alır, homoseksüel de ceza alır. Ordu kendi içindeki disiplini sağlamak için eşcinselliklerini açıkça beyan edenleri kabullenmez. Yoksa eşcinselleri sapık olarak gördükleri için kabul etmeme gibi bir yaklaşımı yoktur. Homoseksüel veya heteroseksüel ne olursak olalım bizim dediğimiz ülkemizde yaşarken şunu unutmamalıyız, hoşumuza gider gitmez, devlet kendini belli kurumlarıyla ve kurallarıyla korumak zorundadır. Devletin demokratik olup olmaması insan haklarına ne derece özen gösterdiği bireyler arası eşitlik ilkelerini ne derece koruyup kolladığını tartışalım, gerekirse beğenmediğimiz yönleri demokratik yöntemlerle değiştirelim. Ama ikide bir eşcinsellere özgürlük nidasıyla sistem çürümüş değiştirelim sloganları atmak karşınızdakileri aptal yerine koymak olur.

KAOS GL 47-48 / 28

Bodrumdaki barlarda eğlenip yakışıklı erkeklerle bakışırken, Taksim parkında veya Güven parkta partner ararken veya Telvede Gay partilere katılırken şunu unutmayalım, azda olsa bu özgürlüğü bize veren ve onu koruyan beğenmediğimiz sistemdir. Daha iyisi için savaşalım ama sistemi yıkmaya değil işletmeye çalışalım. Eğer istiyorsak askere gitmeyelim ama bunun gereklerine katlanırken sızlanmayalım eğer istiyorsak ordu eşcinselleri de kabul eder. Bu güzel ülkede eşcinsel yada değil askerlik yaparak veya yapmadan hep beraber ülkemiz ve kendimiz için daha iyisi için çabalayalım. Bilinçlenelim bilinçlendikçe istediğimiz herşeyi alabilmesini birilerinin ucuz söylemlerine alet olmadan özgürleşmeyi başarabiliriz. Saygılarımla. Bütün Bilinçli Eşcinselleri Seviyorum.

Dinçer Arslan'a, 14.06.1998, saat sabahın beşbuçuğu; İstanbul'dan Dinçer Arslan, "Eşcinsellik ve Askerlik Üzerine Söylenmedik Bir şey Kalmasın" başlıklı yazınızı ilk elime aldığımda uykum dağıldı, kendime geldim. Ama daha ilk cümleyi okuyunca uykum kaçtı, kendimi kaybettim. İlk cümlenizde bir "olgu" olarak sunduğunuz tespitiniz doğru olsaydı neler olurdu bilmiyorum ama Kaos GL dergisi olmazdı, bundan eminim. Sistemle "ciddi olarak birebir ilk" karşılaşmanızın askerlikte olduğunu düşününce,


eşcinsel bireyin, nasıl, ailede, okulda, işyerinde, sokakta varolmaolamama sorunu yaşadığını sizinle tartışabilmem için sizinle aynı "sistem"de yaşıyor olduğumuzdan da emin olmam gerek. Amacım "bu kadar da olmaz ki" dedirten yanılgılarınıza dikkat çekmek ve yanlış bilgilendirmenizin altını çizmek. Sırf size duyduğum tepkiyi dile getirmek için yazmıyorum. Örneğin, "ne yani lezbiyenler askere gitmediğine göre sistemle ciddi olarak birebir hiç karşılaşmıyorlar mı" demiyorum. Ne mi diyorum?… "Vicdani Red" tanınması talep edilen bir hak değildir. Vicdani Redçi taşıdığı "bilinç"le bu hakkını kullanır ve sizinkini bilmem ama bizim sistemde mangalları devirip bedelini öder. TBMM'de Milli Savunma Komisyonu diye bir komisyonun varlığından emin misiniz? Diyelim ki bu adla bir komisyon var ama neden varlığını iddia ettiğiniz bu komisyonun kararını "ordu eşcinselleri hasta ya da sapık olarak kabul etmemektedir" diyerek yanlış yorumluyorsunuz? Yoksa siz ordunun verdiği raporda, "ileri derecede psikoseksüel bozukluk: Homoseksüalite -veyaTransvestizm -veyaTransseksüalite" yazdığını bilmiyor musunuz? Kaos GL'nin iktidar hedefli bir perspektifi olmadığı için "… birilerinin ucuz söylemlerine alet olmadan özgürleşmeyi başarabiliriz." şeklinde dile getirdiğiniz uyarınızı size iade ediyorum. Umarım bu mektubunuzda altını çizdiğiniz, devletinize ve ülkenize olan sevginizi "Ya sev ya terket" söylemine alet etmezsiniz.

Ali FERHAT/Ankara

G L

KİTAPLIĞI BİZ Yevgeni Zamyatin, İngilizce'den Çeviren: Füsun Tülek, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Kasım 1988.

"G. Orwell (1984) ve A. Huxley (Cesur Yeni Dünya) gibi yazarların öncüsü ve esin kaynağı olan Zamyatin, onlardan çok daha önce yazdığı "Biz" ile totalitarizm tehlikesine işaret ederek, anti-ütopayı radikal bir eleştiri silahına dönüştürmüştür. Bütünlüklü, bitmiş bir topluma karşı olan Zamyatin "Biz"de, böylesi bir toplumun olumsuzluklarını anlatır. 26. yüzyılda geçen romanda insan doğadan ve kendi "ben"liğinden koparılmış, "Biz"leşerek teknolojiye ve bürokratik devlete teslim olmuştur. Kişisellik yoktur… İnsanların adları değil, numaraları vardır. Saydam, cam duvarların arkasında yaşayan insanların her dakikası devletçe belirlenmekte, denetlenmektedir. Erkek ve dişi numaralar yalnızca, izin belgeleriyle önceden belirlenmiş sevişme saatlerinde birbirlerini ziyaret ettikleri zaman perdeleri indirme hakkına sahiptirler. 1920'de yazdığı "Biz" SSCB'de hiçbir zaman basılmamış, yazarının sürgünde ölmesine neden olmuştur."

MÜLKSÜZLER Ursula K. Le Guin, Çeviren: Levent Mollamustafaoğlu, Metis Yayınları, Mart 1990, İstanbul "Romanım Mülksüzler, kendilerine Odocu diyen küçük bir dünya dolusu insanı anlatıyor. İsimlerini toplumlarının kurucusu olan Odo'dan alıyorlar; Odo romandaki olaylardan kuşaklarca önce yaşamış, bu yüzden olaylara katılmıyor, ya da yalnızca zımnen katılıyor, çünkü bütün olaylar aslında onunla başlamıştı. Odoculuk anarşizmdir. Sağı solu bombalamak anlamında değil: Kendine hangi saygı değer adı verirse versin bunun adı tedhişçiliktir. Aşırı sağın sosyal-Darwinist ekonomik özgürlükçülüğü de değil; düpedüz anarşizm: eski Taocu düşüncede öngörülen, Shelley ve Kropotkin'in, Goldmann ve Goodman'ın geliştirdiği biçimiyle. Anarşizmin baş hedefi, ister kapitalist isterse sosyalist olsun, otoriter devlettir; önde gelen ahlakî ve ilkesel teması ise işbirliğidir (dayanışma, karşılıklı yardım). Tüm siyasal kuramlar içinde en idealist olan anarşizmdir; bu yüzden de bana en ilginç gelen kuramdır." Ursula K. Le Guin "… Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir." Konuşmasını bitirirken, yaklaşan polis helikopterlerinin gürültüsü sesini boğmaya başladı.

KAOS GL 47-48 / 29


DİMDEN RAPORLAR 3 FERDAĞ/İstanbul Dim, hamamda yaşayan bir cindir. Bu hamamda geçen olayları ve konuşmaları nakleder. Bir gey Fethiye seyahatini anlatmaktadır. -Ya abla işte aynen böyle oldu. Garsonu içeri almadım. -Keşke alsaydın kız. -Neyse daha sonra yattım ve günlerden beri ilk defa rahat ve deliksiz bir uyku çektim. Sabah olduğunda güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra artık Fethiye'nin tadını çıkartabilirdim. -O ana kadar ne yapıyordun? -Ayol ben birini bulucam diye, hah hah diye koşuşturmaktan ne yaptığımı bilmiyordumki. -Maalesef lübinyaların hepsi böyle işte. -Ben yine tatilimi anlatmaya devam edeyim. Kahvaltı ettikten sonra kendime çok güzel bir piknik sepeti hazırladım. Sepeti koluma takarak Hill-Side'a doğru yürüdüm. Her şey çok güzeldi. Çamların altında oturdum, denize girdim, uyudum. Tekrar denize girdikten sonra yine içim gıcıklanmaya ve aklıma yeni yeni fanteziler gelmeye başladı. Çantamı toparladım. Sırtıma yerleştirdim. Sahil boyunca yürümeye ve biraz sonra bir yokuş tırmanmaya başladım. Deniz sağ tarafımda aşağıda kalmıştı. Epeyce tırmandım etrafta in cin top oynuyordu. Sağ tarafımda ağaçlarla ve makilerle kaplı bir yokuş, denizle sona eriyordu. İşte onu o anda ilk defa bir karaltı şeklinde uzaktan gördüm. Hemen kafamda fanteziler oluştu. Yaklaşabildiğim kadar yaklaştım. Üstünde yalnızca mayo

olan bir adam deniz kenarında balık tutuyordu. Ne olursa olsun onun yanına inmek ve onun vücudunu yakından görmek istiyordum. Zira yukarıdan hiç fena değildi. Tepeden aşağıya inmek için bir yol aramaya başladım. Orda çalılıkların arasında bir motorsiklet gördüm. İhtimal bu motorsiklet onundu. İlgim daha da arttı. Demek ki burdan aşağıya, inmişti buralarda bir yol olmalıydı. Kan kokusu almış bir vampir veya çiçeğin özüne ulaşmak üzere olan bir arı misali ayaklarımı yırtan dikenlere kulak asmadan yokuştan aşağıya yukardan gördüğüm adamın yanına indim. Yalnızca şunu söyleyebilirim: Hoş, hem de çok hoş. Yalnız o beni pek hoş karşılamadı. Ters ters bana baktı. -Yavaş olun balıkları kaçıracaksınız. -Özür dilerim. Ne çıkıyor burdan? -Yavaş, pek bir şey yok. Sanırım pek memnun olmamıştı belki de yalnızlıktan hoşlanıyordu. Benle hiç ilgilenmiyor göz ucu ile bile bana bakmıyordu. Üstümdeki atleti çıkardım. İncecik bir mayo ile kaldım kendimce. Kendimi yeni epilasyonlu vücudumla çok seksi buluyordum. Buna bakmamasına imkan yoktu. Ama adam hiç oralı değildi. Bir süre, ben adamın dikkatini çekmek adamsa bana bakmamak için mücadele ettik. Artık anlaşılmıştı böyle başarılı olamıyacaktım. Taktik değiştirmem

KAOS GL 47-48 / 30

gerekiyordu. Hemen aklıma anneciğimin söylediği erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer sözü geldi. Çantamda Termos içinde çayım vardı biraz da çörek kalmıştı. Hemen, çay içer misiniz diye sordum. İlk defa başını çevirdi önce çay ve çöreklere daha sonrada bana dikkatlice baktı. Başarmıştım yine, annem haklı çıkmış, biraz çörek ve çay bir erkeğin dikkatini çekmeye yetmişti. Şimdi artık amacım gönlüne hitap etmek değil yalnızca, cinsel organına ulaşmaktı. Bekle geliyorum, dedi. Misinaları taşlara bağladı. Bir tanesini de elinde tutarak kurduğum sofranın başına oturdu. Çayını içmeye başladı. Bir taraftan da konuşuyorduk. Dikkat çekmek için en kırıtık halimle cevaplar veriyor, adeta şakıyordum. -Tatile mi geldin? Nerelisin? -Ay İstanbul’dan geldim. Sen buralı mısın? -Antalyalıyım ama burda oturuyorum. Konuşurken bakıyorum da bayağı bayağı hoş bir insan. Ben de hemen en can alıcı soruyu soruyorum. -Evli misin? -Evliyim ama hanım yok burada. Bu iyiye işaretti. Evliyim diyip kesip atabilirdi ama o hemen karısını


burda olmadığını ekledi. Bu çok abaza kaldım ne olsa yaparım anlamındaydı bana göre. Bu konuda hemen hemen hiç yanılmam. Hani derler ya insan sarrafı oldun diye, hah işte ben de öyle bir sarraf olmuştum. Tabii az da olsa bir yanılma payı vardır. Adamın bu tiyosu üzerine harekete geçmeye karar verdim. Kırıtarak…

tahrik olmuştum. Her tarafımı ateş basmıştı. Elleri hep aşağılara kayıyordu. O da heyecanlanmış nefesi sıklaşmıştı. Artık her şeyi unutmuştuk. Mayomu ayağımdan çıkarmış parmakları el değmemiş bütün yerlerimde dolaşıyordu. Bir an şehvetin etkisinden kurtulur gibi oldum. Uzaktaki motorlardan balık tutanları düşünerek.

BiZE GELENLER

-Şu güneş yağını sırtıma sürer misin?

-Buradan bizi görebilirler dedim.

Park Kadınları -öyküler-

-Oltalara bakıyım sonra sürerim

-Boşver dedi, çünkü bütün dikkati kalçalarımda toplanmıştı. Biraz sonra oda olayı fark etti. -Şurda daha kuytu bir yer var istersen oraya gidelim.

sen şöyle uzan. Hemen yüzükoyun bir şekilde celladını bekleyen kurban misali çakıl taşlarının üzerine uzandım. O ise oltaları kontrol ediyor bir türlü gelmek bilmiyordu. Ben ise o geç kaldıkça mayomu biraz daha aşağıya indiriyordum zaten mayom bir ip gibiydi. Nitekim biraz sonra yanıma geldi güneş yağını eline döktü. Avucu ile sırtıma sıvazlamaya başladı. Korkunç

Kâh bir dağ keçisi gibi kayalar üzerinde hoplayarak kâh bir köpek balığı gibi yüzerek ormanın kenarına kadar geldik. Ordan da ağaçlar arasında yürüyüp sık ağaçlardan oluşan ormanın iç kısımlarına ulaştık. Burası hakikaten etraftan görülmeyecek gibi kuytu bir yerdi. Çalılar biraz sertti ama olsun sonuçta burası bizim aşk yuvamız olacaktı. Sonuç olarak bir hetero ile yatmış ve ona eşcinselliğin ne demek olduğunu göstermiştim. Böylece Fethiye’de bir eşcinsel misyonunu kendi kendime yüklemiş oldum. Bunu da alnımın akı ile başarmış olduğum kanısındayım. Tabii canım bunları sen alıştırmassan ben alıştırmassam kim alıştırıcak, elin turisti elbette.

KAOS GL 47-48 / 31

KiTAP KiTAP

UZAYDAN GELEN EROİNMAN Ali Kemal YILMAZ,

Özgür Yayınları, Genişletilmiş İkinci Basım; Mayıs 1998, İstanbul "Bu kitapta; eroin bağımlılarının, hayatı ne kadar acımasız ve katı bulduklarını, ruhsal acılara karşı ne kadar tahammülsüz olduklarını kendi ağızlarından okuyacaksınız. Kitabı okuduktan sonra bu zehir ile mücadele için içinizde derin bir istek uyanacak, bir şeyler yapmak ihtiyacı duyacaksınız. Amacı da bu olsa gerek. Yazar amacına ulaşıyor." (Önsöz'den) Arka Kapaktan: Alaylı gelenekten yetişme gazeteci olan Ali Kemal YILMAZ, gazeteciliğe Yeşil Barış dergisinde başladı. Sonra sırasıyla Yeni Gündem, Sokak, Tempo, Evrensel, Elele, 2000'e Doğru, Options, Radikal 2, Fesat, Kitap Günlüğü, Türkiye Kitap Rehberi, Kitap Gazetesi, Kaos GL gibi dergi ve gazetelerde yazıları ve haberleri yayınlandı. Bu kitap, yazarın yaşamının 20 yılı aşkın bölümünde arkadaşları olan eroin bağımlıları ile yaşadıklarını içermektedir.


TÜRKİYE’DEKİ EŞCİNSEL HAREKETLENMELERE GENEL BAKIŞ:

Sıcacık yuvalarınızın dışında her geceye kanayan yaraya son: Denilebilecek mi? HAKAN K./İZMİR “Kentleri yakmayacağım. Kentleri sularla kaplayacağım. Islak pardösülü adamlara aşık olacağım. Hâlâ sıcak bir koltukaltı dilenen fahişelere, düşlerinden vurgun homoseksüellere… Yeterince masumuz artık diyeceğim; kalmadı gözyaşımız………"1

Bu satırların yazarı Siyaset Meydanı’nın birkaç ay önceki “Bekaret” konulu bölümünde, “Aşk illa karı-koca arasında değildir. Aile duygusu değildir. Bir kadın bir kadına, bir erkek bir erkeğe de aşk duyabilir. Ben hayatımın en güzel aşklarını eşcinsel edebiyattan izledim” dediği için ulusal dinbilimcimiz Hüseyin Hatemi tarafında dosta düşmana ‘SAPIK’ olarak ilan edilmişi. Yazarımız Umay Umay’ın yanıtı ise karşıtının algılayamayacağı kadar naif ve içe dönüktü: “Olabilir. Ama unutmayın, sapıkların da kalbi vardır.” Her türlü şovenizmin gitgide daha da saldırganlaştığı Türkiye, eşcinsel erkek aşkını tanrısallaştıran, bir anlamda cazip hale getiren “Hamam” filminin gösterime sunulmasından bu yana anahaber bültenlerinden tartışma programlarına, sanat eserlerinden gazete sayfalarına kadar her yerde eşcinselleri ve eşcinsellerin heteroseksüellerle eşit statüde birer insan olarak özgürce sevmeye, sevilmeye ve tabii ki eşcinselliklerini yaşamaya haklarının olup olmadığını tartışıyor. Bir bakıyorsunuz, Türkiye’nin Hakan’ının aklı başında televizyon izleyicilerine afakanlar bastıran haber programına konuk olmuş İstanbullu ve İzmirli hamamcılar, hamamlarda eşcinsel ilişkilerin yaşanıp yaşanmadığını tartışıyorlar. Ya da açıyorsunuz bir ana haber bültenini ve sizi cıvıklığıyla ekran başında kaskatı bırakan bir soruyla karşılaşıyorsunuz: "Peki eşcinseller cenaze namazında hangi safta duracak?" Çok yetkili dinsel makamlarca verilen yanıtlarsa sorudan bile daha vıcık vıcık; üstelik türlü çeşitli: -"Erkeklerin arkasında kadınların önünde…" -"Kadınların da arkasında, en arka safta…." -"Eğer eşcinsel olduğu dışarıdan belli olmuyorsa kendi cinsiyle aynı safta, yok eğer belli oluyorsa en arkada…" Muhammed'in kulakları çınlasın!

1

Orospu Kırmızı, Umay Umay, s.15

.... Haber programlarını istila eden ve istila ettiriliş biçimiyle, içeriği boşaltılıp süngere dönüştürülen eşcinsellik bilindiği üzere magazin dünyamızın çevresinde fır döndüğü malzemelerin başında gelir, paparazzilik diye bir gazetecilik alanı(!) türedi türeyeli… Eh, haber programlar neo-liberal çağın gereklerine uyar da, magazinciler boş durur mu? Zeki Müren'le başlayıp, Bülent Ersoy'la nitelik ve cinsiyet değiştirerek devam eden; derken iki sanat harikamızın genetik türevleri Yılmaz Morgül, Fatih Ürek, Aydın vb. ile süregiden eşcinsel materyaller; yerini ……………… -öncüllerinden daha usturuplu olarak ve saman altından su yürütürcesine- yaşadıkları homoseksüel ilişkilerle ilgili dedikodulara bırakmış görünüyor. Ancak biz saf ve temiz Anadolu halkının "Kraliçe"mizin öt alışkanlıkları olan kokain ve alkol bağımlılığı ile eşcinsel ilişkileri hakkında bilgilenmemiz, 'birileri' tarafından uygun görülmemiş olsa gerek; bu flaş(!) haberler, kıyıda köşede kalmış söylenceler olmaktan ileriye gidemiyor. Bütün bu medyatik toz duman içersinde kendi kimliğini dürüstçe dışa vurarak uygarca açıklamalarda bulunanlara da rastlanabiliyor tabii ki: Örneğin; "Eşcinsellik, lezbiyenlik, gaylik diye birşey yoktur aslında… Kimin kimle, ne zaman, nerede sevişeceği belli değildir"2 diyen Umay Umay ya da çoğunluğu androjen olup da sahici erkek rollerine bürünen genç popçuların arasında "gey" olduğunu cesurca açıklayan tek örnek olma özelliğini taşıyan Yaşar… Türkiye'deki Eşcinsel Hareketler: Yalnızca daha çok kâra programlanmış mekanik kitle iletişim araçlarımızın hafızasını karıştırıp kısa devre yaptıran eşcinsellik; hayatın öteki kıyısında, yani bizzat içinde ve gerçeğinde yıllardır kendi onur mücadelesini sessiz ve derinden bir seyirle vermeye devam ediyor. Ankara'da, İstanbul'da ve Bursa'da amatör perspektifle çıkartılan dergiler çevresinde yürütülen eşcinsel hareketler, İzmir'de tiyatro, Eskişehir'de tartışma toplantıları menşeli olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. 2

Radikal Gazetesi, s.8, 11.1.1998

KAOS GL 47-48 / 32


Belli başlı pek çok il merkezinde de irili ufaklı eşcinsel oluşumlar kurma çabaları olduğu gözleniyor.

tarafından 1997 Felipe de Souza3 ödülüne layık görülmüş olması.

Sözkonusu eşcinsel hareketlenmelerin en belli başlısı Eylül 1994'te ilk sayısı çıkan KAOS GL dergisi ve eşcinsellik üzerine tartışmalar etrafında örgütlenmiş olan Ankara KAOS Grubu… Dergilerinin kırkbirinci sayısını Ocak 1998'de çıkaran grup, her Pazar Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nın Ankara Şubesinde olağan toplantılarını gerçekleştiriyor. Çalışmaları 32. Gün programıyla Radikal Gazetesi ve Aktüel Dergsi'ne de konu olan grup, A Takımı Programı'nın, milliyetçimaneviyatçı ailelerimizin şiddetine maruz kalmasına yardımcı olduğu Ülker Sokaktaki travesti ve transeksüellere verdiği destekle dikkati çekmişti. Son dönemde özellikle lezbiyenlerin ayrılmasıyla, neredeyse tamamiyle gey-aktivist bir oluşuma dönüşen Kaos; halen en organize eşcinsel hareket olma özelliğini sürdürüyor.

Türk Solu ve Eşcinsellik: Kaos Gey-Lezbiyen Ankara ve Lambda İstanbul grupları öncülüğünde 1990'ların başlarından itibaren ivme kazanan eşcinsel hareketlenme İzmir'de tiyatro etkinliklerine hazırlanan Gey-Lezbiyen bir oluşum, Bursa'da bir gey dergisi çıkaran Spartaküs, Eskişehir'de bir dönem medyada haber konusu olup, sonra sesi soluğu kesilen Bilinçli Eşcinseller Topluluğu (BET) adları altında yeni sivil örgütlenmelere sahne olurken, siyasal arenada ise henüz ÖDP dışında eşcinselliğin adını ağzına alan parti yok. Hatta ÖDP'nin bile -Türk solunun 1980 öncesinden kalan ataerkil alışkanlıklarının etkisiyle olsa gerek -eşcinsellere yaklaşımının oldukça çekimser olduğu söylenebilir. Zaten tüzüklerinde de "Her türlü cinsel ayrımcılığa karşı oldukları" anlamına gelen bir madde dışında konuya dair hiçbir görüş belirtmemişler. ÖDP imaj-makerların araya sıkıştırdıkları birkaç slogan ve de partiye üye yapılan beş-on travesti ve transeksüel sayılmazsa, Kürtlerin, Alevilerin, yoksulların, kısacası ezilen bütün kesimlerin hakkını savunmakta "hızır acil servis" vazifesi gören Türk solunun, her gece karakollarda, parklarda, hamamlarda yüreğinden yaralanan eşcinsellerin insanca yaşama hakkına karşı mesafeli duruşunu değiştirip cinsel özgürlüğe olan yaklaşımını yeniden ele alması için resmi otoritenin tanıdığı süre gitgide azalıyor. Sol düşüncenin, -bireyin sosyal ve cinsel statüsünün sırrını cinsel (anal) iktidarı yitirmesinde gören ve yandaşlarını da bu iktidara sahip olanların arasından seçmeyi tercih eden sağ ideolojiden, nam-ı diğer ataerkil ve heteroseksist yaşam tarzındankendisini derhal sıyırıp; son zamanlarda ısrarla baskılanmaya çalışılan eşcinsel mücadelelere ve yaşam biçimine destek vermesi gerekmektedir. Eşcinsel oluşumlar da "SOL"a karşı bugüne kadar biriktirdiği kırgınlığını ve içe kapanmışlığını bir yana bırakıp, zaten kendi doğasında varolan devrimciliğe de kulak vererek sol platformdaki gerçek yerini almalıdır. Tabii eğer her iki taraf da, en doğru ve tek cinsel tercihin kendisininki olduğunu düşünmüyorsa!

İkinci önemli eşcinsel hareket, ülkede en fazla eşcinselin yaşadığı şehir olan İstanbul'da çalışmalarını yürütüyor. Adını Yunan alfabesinden olup ve bütün dünyada eşcinselliğin sembolü kabul edilen Lambda (λ) harfinden alan hareket de tıpkı Kaos Grubu gibi bir dergi çıkarıyor ve her hafta Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nın İstanbul Şubesinde olağan toplantılar için bir araya geliyor. Yıllar önce sinema sanatçıları Nur Sürer ve Halil Ergün'ün de katılımıyla kurulan bir komite öncülüğünde "İstanbul Eşcinsel Film Festivali" organize etmeye çalışan Lambda İstanbul; dönemin tek siyasi otoritesi ANAP+İhtilalcilerin ve dolayısıyla güvenlik güçlerinin baskılarıyla bu girişiminden vazgeçmek zorunda kalmış. Baskılar öylesine ileri gitmiş ki, bazı komite üyeleri gözaltına alınarak işkenceden geçirilmiş. Dernek kurma çabaları da yetkili makamlarca engellenen grup, geçirdiği sayısız badireye karşın hâlâ çalışmalarını sürdürmeye ısrarla devam ediyor. Lambda İstanbul, Türkiye ölçeğinde en çok engelle karşılaşan eşcinsel yapılanma olmasının yanısıra yurtdışından özellikle maddi açıdan en çok yardım alan hareket olma özelliğine de sahip… IPOTH, ILGA vb. uluslararası kuruluşlar aracılığıyla alınan maddi yardımlar, tüzel kişilik olmadığı/olamadığı için şahıslar adına yapılmış; bu durum da yardımların şahıslar tarafından istismar edilerek eşcinsel örgütlenmenin bu destekten yararlanmasının önünün kesilmesine neden olmuş. Lambda İstanbul ile ilgili vurgulanabilecek bir başka ayrıntı da eşcinsellikle ilgili çalışmaları nedeniyle grubun aday gösterdiği transeksüel Demet Demir'in, Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları komisyonu

3 Felipe de Souza: XVI. yy.ın sonlarında Brezilya'da yaşamış olan bu kadın, kendi cinsine yönelim gösterdiği için sömürgeci Portekizlilerin kurduğu engizisyon mahkemesi tarafından yargılanarak işkenceyle öldürme cezasına çarptırılmıştır. Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu tarafından onun adına düzenlenen bir ödül, eşcinsel aktivistlerden uygun görülenlerine her yıl düzenli olarak verilmektedir.

KAOS GL 47-48 / 33


"… Genel Bakış" Üzerine Birkaç Not Hakan arkadaşın "genel bakış"ı adı üstünde bir tanıtım ve genel değerlendirme yazısı. Ben, bu genel bakışın bazı noktalarına, özel bir bakış denemesinde bulunmak istiyorum. Kısa kısa!… 1. Umay Umay'ın "yazarımız" olduğunu bilmiyordum. En azından benim "yazarım" değil. 2. "… lezbiyenlik, gaylik diye bir şey" vardır aslında! Ben bir eşcinselim, canlı ve gerçeğim; yoksa siz öyle değil misiniz? Kimliğimi, yalnızca cinsiyetsiz bir toplum yaratmak için sorgularım. Yoksa, zorunlu heteroseksüelliğe karşı ölünceye kadar direnme hakkımı kullanırım. "… Lazlık, Kürtlük… diye bir şey yoktur aslında; hepimiz Türküz." Gerçekten öyle mi? Ben bir Türküm, sevgilim ise bir Arap. Ne olacak şimdi? 3. Eşcinsel erkek aşkı, hayatta, canlı ve gerçek olarak yaşanabilse, tanrısallaştırmaya gerek kalır mı? Eğer öyleyse, somut olarak yaşanabilir mi? 4. "Hamam" filmi, heteroseksizme sanat cephesinden bir müdahale değildir/olamamıştır. Filmin yönetmeni Bay Özpetek'in pek orijinal görüşleri göstermiştir ki böyle bir amaç güdülmemiştir de. 5. Diyanet, sonradan, aslında biz hermafroditleri kastetmiştik dese de, ne münasebet, eşcinseller de nerden çıkmıştır, dememiştir/diyememiştir. Diyanet, resmi bir kurumdur; kendisinden herşey beklenir. Asıl vıcık vıcık olan Bay Özpetek'in eşcinsellikle ilgili sözleridir. Hamam işletmecileri ile "Hamam"ın yönetmeni arasındaki fark nedir? 6. Hangi ünlünün ya da hangi popçunun aslında öyle değil de böyle olduğu, bizleri neden ilgilendiriyor? Sıradan eşcinseller olarak bizler neden kendi işimize bakamıyoruz. Yoksa açılmak ve hayatımızı savunmak için, sözkonusu ünlülerin bitmez tükenmez oyunlarının sona ermesini mi bekliyoruz? Belki onlar da bizlerin çıkışını bekliyordur! 7. Evet! Aslolan, "eşcinselliğin, yıllardır kendi onur mücadelesini sessiz ve derinden bir seyirle vermeye devam ediyor" olmasıdır. 8. Batıda, maddi yardım yapan resmi ya da sivil toplum kuruluşu organizasyonlar bulunuyor. Bildiğim kadarıyla Lambda-İstanbul dahil, Türkiye'de herhangi bir eşcinsel oluşum, ilga ya da ipoth aracılığıyla maddi

yardım almamıştır. "Şaibeli Aktivistler" tartışması da göstermiştir ki bu konularda daha dikkatli olmak gereklidir. 9. ÖDP dışında, eşcinselliği ağzına almakla kalmayıp yazılı hale getiren parti ve çevreler vardır. Anarşistler vardır, hem de imaj kaygısı gütmeyen. Troçkist çevreler ve aynı çevreden bir siyasi parti olan DSİP vardır. 10. ÖDP içinde eşcinsel arkadaşlar olduğu halde, bu kişilerin kendilerini partilerinde açık edememeleri sorunun başka yönleri olduğunu da gösteriyor. 11. Türkiye'de solcular, kendi aralarında eşcinsellerin kendi kimlikleriyle ortaya çıkmalarına olanak tanımadıklarından, eşcinselliğe ve eşcinsellere yaklaşımları hep sorunlu oluyor. Bu durumda eşcinsellik ve eşcinsellerle ilgili her şeyi ya tercüme yoluyla öğreniyorlar ya da ortaya çıkan eşcinseller aracılığıyla. Daha önce eşcinsellerin "sömüren sınıfın artıkları" olduğu(!) nasıl tercüme ile öğrenildiyse artık eşcinselliğin hastalık ya da sapıklık olmadığını, eşcinsellerin de özgür olmaları gerektiğini yine bazı sol çevreler tercüme yoluyla öğreniyorlar. Tercüme yoluyla da olsa öğrenmemekte kararlı olanları gördükçe, bu durum elbette ki sevindirici. 12. Solcular, sorunu doğrudan yaşayanlara ve onlarla dayanışma içinde olanlara kötü gözle ve paranoyakça bakıyorlar. Bu paranoyakça yaklaşım önce yarı alaycı ve görmezden gelme şeklinde ortaya çıkıyor. Daha önce feministlere, çevrecilere de aynı şekilde yaklaşmışlardı. Fakat sorunu yaşayanların dile getirdiklerinin gerçek olduğunu gördüklerinde, hiç bir şey olmamış gibi yapıp hemen sürece sahip çıkıyorlar. Yani bir yüzleşme, bir sorgulama pek olmuyor. Aynı dogmatik yaklaşımla feministlerden vitrin yapılıyor ve çevreciden daha çevreci olunuyor. 13. Bu insanlar dogmatik yöntemleriyle yüzleşip, bir sorgulama sürecine girmedikçe, diğer pek çok sorun gibi eşcinsellerin sorununu da tam olarak anlayamayacaklardır. Ta ki ahlâki bir yüzleşmeye kadar. Elbette ki biz eşcinseller olarak kendi işimize bakacağız.

KAOS GL 47-48 / 34

Gay'e Efendisiz/Ankara


Tam da Tıkırtısız kapıma Dalmıştım Alışır mıyım'ları geçtik derken Ardından gelenlere takıldık FM frekansları dalgalı Boşverebilmek İçin Yine geç geldin Karışık dalgınlıklar arası Uyumsuz frekanslar Geri dönüşlere koşulsuz Bağlar bozumsuz Ve sineye çekim için Uydusuz Geç geldin Tam da Rüzgara dayamıştım sırtımı Tenceremi kolluyordum Kapağını bulabilmesi için Geç lere geldin Tıkırtısız kapıma ayarlanırken FM'siz Of Aman'a mutlu yıllar Uzat ellerini Demek geçer içimden Geç'lere geldin

Geliş'i sildin Tam da Bölüktüm Pörçük Bit kadar hatırımı yoklamaya yattım Kalktım Bit'mişti Tam da Gözlerimi ovuşturuyordum Yamalak anımsamaları Sonlayabilir miyim diye Üstüne limon sirke Geç'lerden geçtim Demiş miydim Sırtımda rüzgar varken Unuturum Deyimleri ve atalarımızın sözlerini Ve Kör gündüzün gecesini Hece Sini Uydusuz sineye çekişlerim benzersizdir Sessizdir Hadi söyleyiverelim Kimsesizdir FM gibi yani Alışır mıyım'larla bir sorunum yok -maz mıyım'lar yeni takıntım Sakıntım Kuru dudaklar Adımı söylemeye yüz tuttular mı Kopası gelir ödümün Koparmam Bağlar bozumsuz oldu mu Dallara konmak olmaz'mış Derler Tam da Bozuma girmişken Ahım Kararmalara başlar Sanrım Sanırım

KAOS GL 47-48 / 35

ÖZGÜR'E Tıkırtısızlığına takmışken kapımın Başladı alışkanlık Alışkanlığı Bağımlılığımın erken Teşhis Anı FM'lerde bok mu var Gelmeleri geciktiriyor Elleri uzatıyor Dudaklar kurutuyor Ödlere Diz çöktürüyor Geçmişliği unutmak Gecikmişliği unutmaksa Tencerem bulmakta kapağını Develeri son damlasına kadar sağmazsan Kimbilir kime hizmet eder Sen yararlanmadan Rüzgar sustu Ses de gelmiyor Tıkırtı yok Tam da Gözüm banyoda Kirişe dayalı elim Ebem kuşağı sevim Duraklarda söz Kara kuru dilim Gemilere takıntım yok benim Benim Bigudim Yok Uyumsuz frekanslarda Uydusuz Kusuru kusuruna Detursuz Karnım burnumda Susuz'um Baş yaran umulmadık taş Gelişlere de --suz'um Boşverebilmek için Hoşgelebilmeye


Gözümü artık alabilmek için Duşa girmeye Talibim Talebim Düne geçmeye Güne girmeye Eşe ermeğe Germeğe Çekilmiş kahvenin dölünü Ölümü Ölmeye Tam da kalmıştı Ki ramak Uzaklıktaki tencereme Çırılçıplaklık kapak FM'lerin dalgın Frekans sesleri Ve Vurgun soğuğa Şu hal sokak itleri Kefelerini paylaşacak Kararmalarını Yarı aygın Tercümesiz alt yazılara Sokak yırtığı panolara Kirişi olan tüm kapılara Kalındı Ki Geç Kileri olmayan evlerle dolu Bu soğuğun kaçak soluğu Üstüme ve altıma Hem iyilik Hem de Sağlık Duştan yeni alabilmişken gözümü Tam da Kurtulurken yırtık kirişten kulağım Koparken Kendi kendimden koşulsuz Neme gerek -siz konular Bağımdaşlığa son verirken taviz Geriye de olsa Dönüşlerim geçersiz Keşkelerin örtüsünde FM Dalgınlığın

Alıklığında Tepem Ödüm ayağını usulca diremekte Kuskuru dudakların Adımı Ünlemesine Uzat ellerini'ye Dürümlere Tam da kanayım mı Düşündeyken Kanıyoruma kala kalmak Diretiyor ayağımı Kedilere iyi bakın onlar sizi izliyor Haline Aldırmaz hiçbir it Üşümeye talimli olsa da Kirişte Döküldü dökülecek Susuz Kuyunun suyu Kıskıvrak kafa altında kalırken Boyu Duşun Düşü Üşü İtoğlu it Üşü Yumurtalıklarına iyi bak Onlar sizi oluyor'a İnanırlık etme itim Aniden olup bitiverir Bitim Silgini kullanacak an'ca vakit varken On'ca yetişmeler Tam da Erime paniğindeyken Niye Kimi sollamak vardı da Yanına yaldı Yarını Girişlere çomak sokmak Hendeğe deve sokmak gibi Mi dir Dermiydi acaba yaşasaydı Atalarımız Mütevaziyane Sözlerinin birinde Tam da

KAOS GL 47-48 / 36

Dipdibeyken Tencere Ve Kapağı Günah mı dersin Sövmek ana avrat Zencilere Haram mı FM'deyken kulak Çıkmak kerevetine Ardımdan esen rüzgara rağmen Dalmışlığımın Soru sormayı bırak Mak Bozmaya niyet Geç bağı'nı Tutkumun tıkırtısız Sikimin kıpırtısız Haline Dıştan içe Ayılıyorum Üç aylar öncesi İyi ki doğdun Varsın iyi ki İyi bakın'larda usum Yorum suzum Aslında Bir o kadar sayılara Geç kalışlara Tıngır Ve Mıngır Gizlenen Ebemkuşağı'ndaki aşklara Varlıkta Ve dahi Yoklukta Namusum üzerine Ne mutlu Bu nakaratı hâlâ Yineleyebilene Yiyebilene yine Sessiz siniklerin Nanesini Ayvanın körpesini Ebeciğimin mor kuşağının Ama ebesini Çiçek açmış sümbül gibiyken Kalabalığım Pulsuz dilekçelere gülümser oldu


Alabalığım Alığım Gözüm körken küt durup Duruyor Parmağım Hem darma denir Bu kör hale Hem de Dağın Geldin ki Çok gece Bu gece Takıntım Geç gelenlere Geçik gecelere Taktım Sütümsüz'ken sütümü Sağdım Bayırlara dağa Saldım buyruksuz Varlığına Armağan olsun Soğudun mu -mu marinanın deve dikeni -mu sana deneni Üçe bölümsüz Kaygılarım Yanıta gelmez Gelse gece gelmez Sanrılarım Topallarken Kriş kulağım Duşa talip Erime umudunda iseler Yumuşaklığa Bakakalıklarıma Gülüverip Geçiverseler Ah erseler Tam da Gecenin kaçına erişmişken Zaman Gereği sineye Gecelemeye Çekilmişken Med ler Cezir e Dönüşmüşken Bardaklar özenirken Tıpkı eskisi gibi Çamlara

Tünek demek Ne demek Camlara Çatalkaram Dutum kara Değmeyin Bağrıma Kulağım duşta Tam da Yalınayak yalnızlığıma Gümüşi kadınbağı adamışken Gecelerin yosmasına Ekintiler Kuyruğu kesik kedicikler Reva mı be Duş adamı Reva mı Düş dağları Reva mı Ebem kuşağı İt ağdası Aç muskası Göç tasması Ebem kuşağı Renklerin binbir i Gözlerdi siğil taşıyan Pembelerin mavisi Geçlere gelişin Solarttı resmimi Resmini Resmi Selamlara mı kalınasıydı At zamanlar Beklememek yeni Düsturum Durum Bu durum Kapalı yaraklara açık oturum Damlalıklara küs Kara kaş altı iri karalar The Best Model Of The Kiriş Eylemlerimiz devam edecek Anıt kabire yürüyeceğim Tam da Göreceğime ramak kala Kalacağım şaşıp Yine yürüyeceğim gelip kendime Diyeceğim kendime itler ağlamasın GÜRKAN/İZMİR

KAOS GL 47-48 / 37

Dergide yer alan imzalı yazılar KAOS Grubunun düşüncelerini değil, imza sahiplerinin düşüncelerini yansıtır!

ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA ∇ ÇOCUKLUĞUN VE İLKGENÇLİĞİN YAŞATTIĞI (CİNSEL) ÖZGÜRLÜK ∇ BİR HETEROSEKSÜELE AŞIK OLMAK MI? ASLA! (Alkan) ∇ DİALOG ∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE ∇ MEMLEKETİMDEN KAOS MANZARALARI ∇ KAZAKİSTAN GAY HAREKETİNİN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI ∇ AŞKSIZ NEYLEYİM HERKESTEKİ BEDENİ ∇ BERDUŞ, ŞARMUTA VE MUŞTA ∇ AYKIRI KADINLARA VURGUNUM ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR (Parisli Amca-4) ∇ DELİ AŞK'A ∇ Yağmur aralıksız devam ediyor… ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARPOSTALLAR (Salim) ∇ 13 RAKAMININ UĞURSUZLUĞUNA İNANDIR BENİ SEVGİLİ BONCUK ŞİİRLER VIZIR, ÜŞÜME, YATAY ÜNLÜLER DİKEY EYLEMDE, BÜK, LACRIMA’NIN LANETİ, BENİM DE BİR ŞARKIM VAR, AŞKTAN YA DA… ÇEVİRİ ŞİİRLER ÇİFTE POZ (Ian Young), SİCİLYALI BİR OĞLANA (Theodora Wratislaw) Eğitim ve Çalışma Hayatı Dosyalarına yazılarınızı bekliyoruz. (Kırşehir’den Serdar, Ankara’dan H.G. Eğitim dosyaları için yazılarınızı aldık. Başka yazıların da gelmesini umarak bekletiyoruz.)


1998 ULUSLARARASI EŞCİNSELLİK, ÇALIŞMA YAŞAMI VE SENDİKALAR KONFERANSI 1998 Uluslararası Eşcinsellik, Çalışma Yaşamı ve Sendikalar Konferansı, (Amsterdam, 29-31 Temmuz 1998) dünyanın her tarafından gay ve lezbiyenleri bir araya getirip şimdiye kadar yapılmış çalışmaları tartışmaya açmak ve işçi sendikaları, işverenler ve diğer yapıları eyleme geçirecek öneriler geliştirmek amacındadır. Ayrıca sendikaların, işverenlerin, uzmanların ve politikacıların temsilcilerini konferansın bir parçası olarak bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Konferansın düzenlenme sebepleri: lezbiyen ve gay sendikacıları için bir forum oluşturarak bilgi, tutum ve stratejilerin aktarımını sağlamak; katılımcıları iş yerlerindeki lezbiyen ve gay hakları için oluşturulacak kampanyalar için eğitmek ve bu konuda geliştirilen politikaların kurumsallaştığını garantilemek ve lezbiyen ve gay işçilerin ilgilerini çekmek; lezbiyen ve gaylerin işyerlerinde karşılaştıkları sorunlarla ilgili çalışmalar arasındaki koordinasyonu güçlendirmek; Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Avrupa Birliği, hükümetler ve yerel yönetimler gibi yapılara karşı ya da onlarla beraber yapılabilecek düzenlemeler için öneriler geliştirmek; dünyanın her bölgesinden lezbiyen ve gay sendika üyeleri arasında bağlantılar kurmak; sürekli bilgi aktarımının yollarını ve koordinasyon girişimleri sağlayan uluslararası bir ağ oluşturmak ve özellikle eşcinselliğin ve/veya sendikal örgütlerin baskıya uğradığı ülkelerdeki lezbiyen ve gayler için uluslararası destek ve dayanışma ortamı sağlamak. Bu konferans pek çok sayıdaki sendikalı lezbiyen ve gay gruplarının ve sınırları gittikçe büyüyen sendikal ve işçi hareketlerinde yer almış lezbiyen ve gay eylemciler arasındaki uluslararası ağın uzun yıllar süren ortak çalışmasının sonucudur. Düzenleme Komitesi, sendikalardan konferans için olabilecek en geniş katılım ve destek için çalışma yapmaktadır. Şimdiye kadar altı sendika (UNISON-İngiltere, PCO, KOV, AOb, AFMP, AbvaKabo-Hollanda, ve ÖTV-Almanya) konferansı destekleme kararı aldı ve bu sendikalardan bir çoğu konferans masraflarının bir kısmına katkıda bulunacak. En büyük iki Hollandalı sendikalar federasyonu, FNV ve CNN, konferansı düzenleme ve parasal yardımda bulunmada destek olacaktır.

Çeviren: Mustafa/Ankara Ayrıca eşcinsellik, çalışma hayatı ve sendikalarla ilgili; UNISON Sendikasından Kürşat KAHRAMANOĞLU ile yapılan söyleşiyi KAOS GL, Haziran 1997, sayı 34'te, ÖTV-Eşcinsel İş Çevresinin Çalışan Gayler ve Lezbiyenlerle ilgili broşüründen derlenen bir yazıyı da KAOS GL, Ocak 1997, sayı 29'da bulabilirsiniz.

İNGİLTERE'DE YASAL EŞCİNSEL SEKS YAŞI DÜŞTÜ İngiltere'de belirli bir yaşın altındakilerde eşcinsel seksi suç olarak kabul eden yasada değişiklik yapılarak, yasal yaş sınırı 18'den 16'ya düşürüldü. Blair ve muhalefet partilerinin liderlerinin tümü değişikliğe destek verdi ve böylece İngiltere, Avrupa Birliği ülkelerinin çoğuyla, aynı yaş sınırlamasını kabul etmiş oldu. Dört yıl önce aynı değişiklik gündeme gelmiş, ancak 21 olan yaş sınırı 16 yerine 18 olarak belirlenmişti. HETEROSEKSİST SEVGİLİLER GÜNÜ SÜSLEMESİ KALDIRILDI İngiliz Kolombiyası'nın Langara Koleji yöneticileri Sevgililer Günü süslemesini heteroseksist olduğu için indirdiler. Süslemede bulunan bir erkek ve kadının öpüşme siluetinin homofobik olduğunu söyleyen gay öğrencilerin şikayetinden sonra Dekan Valerie Dunsterville süslemeyi indirme kararı aldı ve kolejin başkanı Linda Holmes de bu kararı destekledi. Fakat Holmes 18 Şubat günü fikrini değiştirdi. "Aslında siluetleri olduğu gibi bırakıp başkalarını eklemek görüntüyü daha kapsayıcı yapması açısından daha iyi bir hareket olacaktı" dedi. Holmes, "Görüldüğü gibi öğrenmek sadece öğrenciler için geçerli değildir."

KAOS GL 47-48 / 38


KAOS GL'den Yaz ayları tatil ayları olarak bilinir. Çıktığımız ilk günden beri KAOS GL tatil yapmadı. Ne yaz tatili ne de bayram tatili her ayın 20'sinde kitapçılarda KAOS GL'nin yeni bir sayısının yer almasını engelleyemedi (bazen bir-iki gün önce ya da sonra da olsa). Bu yıl KAOS GL yine tatil yapmıyor ama, dördüncü yılını TemmuzAğustos sayısını bir arada çıkararak bitiriyor. Neden mi? Açıklayalım:

KAOS GL, EYLÜL AYINDAN İTİBAREN HER AYIN 1 ile 5'İ ARASINDA ÇIKACAK!

Evet, beşinci yıla girerken dergimizde değişiklikler yapmanın da vaktinin geldiğini düşünüyoruz. Bunların neler olduğunu yazmayalım, gelecek sayıda karşınıza sürpriz bir dergiyle çıkalım istiyoruz. Ancak derginin çıkış tarihlerinin değişikliğini belirtmemiz de şart tabii ki. Eylül 1994'te ilk sayımızı çıkarabilmeyi başardığımızda takvimler ayın 20'sini gösteriyordu. Aylık bir periyodu izleyecek bir dergi olarak da ilk sayıdan sonraki sayıları o ayın 20'sinde çıkarmaya başladık. Başkaca hiçbir anlamı olmayan bu düzenimizi bazen değiştirip, ay başlarına çekmek istedikse de bunun için yapmamız gereken tek şey pek içimize sinmiyordu: Yani dergiyi bir ay çıkarmayarak sonraki ayın başında çıkmak, ya da iki sayı birlikte çıkarıp bir ayı atlamak. İki sayıyı birlikte çıkaracak gücümüz (parasal) olmadığı için bu isteğimizi erteledik. Fakat başkaca değişiklikler de yapacağımız 5. yılın ilk sayısından önce 8 sayfalık bir fazlalıkla "iki sayı birden" çıkartmaya karar verdik. Bu aynı zamanda bize önümüzdeki yeni yılda yapmayı istediğimiz değişiklikler için de zaman kazandıracaktı. Yani yukarıda belirttiğimiz gibi, TemmuzAğustos sayısını birlikte çıkartsak da tatil yapmayacak, yeni bir KAOS GL için çalışmalar yapacağız.

YAZILARINIZI BEKLİYORUZ!

Tabii ki bu durumda sizlerden de bazı isteklerimiz olacak. Öncelikle her zaman olduğu gibi bize yazılarınızı yollamaya devam etmeniz. Son birkaç sayıdır elimizdeki yazıların çokluğu sizi göndereceğiniz yazıların zaten hemen konulamayacağı, aylarca bekleyeceği düşüncesine itmesin. İstedikçe yazın, yazdıkça yollayın. Yeni sayı için yollayacağınız yazıların mümkün olduğunca bir önceki ayın yirmisine kadar elimize geçecek şekilde yollayın. Şimdiye kadar olduğu gibi, her konuda, her şekilde yazabilirsiniz. Dergimizi düzenli takip edenlerin de farkedeceği gibi özellikle son iki yıldır; Diyarbakır'dan İstanbul'a, Ankara'dan İzmir'e bu topraklarda yaşayan eşcinsellerin sözleri ve düşünceleriyle çıkan KAOS GL, eşcinsel topluluğun rengi ve zenginliği de olmuştur. Bundan sonra da bu renk ve zenginliği koruyacaktır.

EYLÜL 1998'DE 49. SAYIDA YENİ BİR KAOS GL, YİNE AYNI KAOS GL!

İSRAİL'DE İLK KEZ PRİDE YÜRÜYÜŞÜ İsrail'de ilk kez gerçekleştirilen Gay Onur Yürüyüşüne 1.500'den fazla kadın ve erkek eşcinsel ile onların heteroseksüel destekçileri katıldılar. Tel Aviv sokaklarında gerçekleştirilen yürüyüşten önce katılımcılar Rabin Meydanı'nda Gay Pride'ın gökkuşağı renkli bayrakları ve dövizleriyle toplandılar. İşçi Partisi milletvekillerinin de katıldığı yürüyüşün ön sırasında lezbiyen ve feminist motorsikletliler tarafından caddenin enini tamamen kaplayan büyük bir gay pride bayrağı taşınıyordu. İşçi Partili Zucker'in Ha'aretz'e yaptığı açıklamaya göre yürüyüşün yapılmış olması gerçeği bile İsrail toplumunda iyi birşeyin olduğunu gösteriyordu. İsrail Medeni Haklar Örgütünden (ACRI) Attorney Dan Yakir de "Eşcinsellikle ilgili yasadaki değişiklikler sosyal değişimlerle beraber gitmezse önemsiz kalacaktır. Fakat bu yürüyüş sosyal değişimin olduğunun açık ispatıdır." dedi. Yürüyüşçüler ıslıkları ve alkışlarıyla yürüyüşü seyredenleri korteje katılmaya çağırıyorlardı. Dünyanın diğer yerlerinde düzenlenen Gay Pride Yürüyüşlerinde görülen bildik görüntülere de rastlandı. Parlak ve ilginç görüntüler yürüyüşü şenlendirdi. Erovizyon birincisi Dana International, şarkısı "Diva"yı seslendirince bir karnaval havası yaratıldı. Düzinelerce çocuk da yürüyüşçüler arasındaydı. Bunlardan biri iki kadınla yürüyor ve "benim iki annem var" yazan bir döviz taşıyordu. Yaşça daha büyük olan bir grup da "cesur çocuklarımıza-biz de açığa çıktık. Sizi seviyoruz, anne-babalarınız" dövizini taşıyorlardı. İsrail'deki gay topluluğun eski tüfek bir aktivisti olan Prof. Uzi Even."Bu yürüyüş bir düşün gerçekleşmesidir." dedi. Şair Ilan Scheinfeld ise "Nefesim kesildi, bunun olduğuna inanamıyorum" dedi. Kendisini açıklamayan mütevazi bir elbise giymiş olan genç bir kadın, lezbiyen olduğunu ve Kudüs'te koyu Ortodoks bir toplulukta yaşadığını söyledi: "Ben iki topluluğa aitim; ne yazık ki bazı katılımcılar koyu Ortadoksluğu suçlayıcı dövizler taşıyorlar." Yürüyüşçüler yaklaşık 1 saat sonra Bağımsızlık Parkı'nda pek çok sanatçı tarafından karşılandılar. Parktaki konuşmalarla İsrailli eşcinsellerin ilk pride'ı sona erdi. Ha'aretz Gazetesi (28 Haziran 1998) çeviren: Mustafa

KAOS GL 47-48 / 39


Stonewall tüm eşcinsel dünyasında duyulan bir silah sesiydi. O gün Porto Ricolu travesti ve lezbiyenleriyle ünlü bir Greenwich Village barı olan Stonewall Inn’in müdavimleri bir polis baskınına, polise bira kutuları ve şişeleri atarak cevap verdiler; çünkü özel buluşma mekanlarının polis gözetimi altında tutulmasına öfkeliydiler. İki gece süren ayaklanmada 2000 kişilik bir kalabalık 400 polisle çatıştı. Daha önceleri eşcinsellere vurulan damga ve sonucundaki ifşa olma durumu eşcinselleri hizada tutuyordu. Stonewall eşcinsellerin kurban konumlarının simgesel bir sonucuydu. Homoseksüeller polisin şiddetine boyun eğerlerdi; gay insanlar ise polisin saldırısına dövüşerek karşı çıkmışlardı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.