Heteroseksüellikten Muafım
Reform, Özgürlük, Eşitsizlik-2
Şiddete Karşı Ne Yapmalı?
In&Out
Sappho’nun Kızları
Mutlu Beraberlik
Aile mi İstiyorum (?)
Dinsel Sapıklar Cinsel Sapıklar
İstanBULUŞMA
Anne-Babanıza Açılmadan Önce
MATTHEW SHEPARD:
SADECE VE SADECE
EŞCİNSEL OLDUĞU İÇİN ÖLDÜRÜLDÜ 5. YIL, 5. YIL, 5. YIL, 5. YIL, 5. YIL, 5. YIL, 5. YIL
AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ KASIM 1998 YIL 5 SAYI 51 KAOS GL ilga üyesidir. KAOS Grubu tarafından yayınlanmaktadır. Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 I n t e r n e t A d r e s i : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e - m a i l : kaosgl@ilga.org
İÇİNDEKİLER
SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Püren Kitabevi (Arı Sineması Sk.) Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi ANTALYA Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) Kelepir (Sönmez İşhanı) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak) İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak) Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Doruk (Konur 1) Kelepir (Konur 2) Kitabevleri
Eski sayılar Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de.
Bir Eşcinsel Daha Öldürüldü .....................................................................................................................3 Eşcinsellere Yönelik Şiddete Karşı Ne Yapmalı? .....................................................................................5 Aile mi İstiyorum (?) ..................................................................................................................................6 Anne-Babanıza Açılmadan Önce… .........................................................................................................7 Dinsel Sapıklar… Cinsel Sapıklar .............................................................................................................8 Bi Fena Oldum ..........................................................................................................................................9 Artık Heteroseksüellikten Muafım ...........................................................................................................10 Yapmalı mı, Yapmamalı mı?...................................................................................................................11 Bana Anlatacağı Özel Bir Şey Yoktu ......................................................................................................14 Alışkanlık, Lacrima’nın Laneti (Şiirler).....................................................................................................15 İstanBULUŞMA.......................................................................................................................................16 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................20 Zirve(m)dekiler ........................................................................................................................................27 Mutlu Beraberlik ......................................................................................................................................29 In&Out.....................................................................................................................................................31 Tartışma..................................................................................................................................................32 Reform, Özgürlük ve Eşitsizlik-2 .............................................................................................................36 Kaos GL’den ...........................................................................................................................................38 sapphonun kızları...............................................................................................................................40-39
ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 13 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İSİNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .
TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R
Dizgi: Atilla Karakış, Cem, Selçuk, Gay’e Efendisiz, Savaş Düzelti: Gay’e Efendisiz Kapak: Özcan, Gay’e Efendisiz, Atilla Karakış
SAPPHO’NUN KIZLARI: Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) SPARTAKÜS BURSA: Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA L A M BD A İ STANBUL: P.K. 103, Gö ztep e/ İ ST AN BU L (e-mail: turkiye@qrd.org) TURK-GAY (S.V.D.): Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA
Amerika Birleşik Devletleri’nde dinci ve sağcı kesimlerin eskiden gay olup da daha sonra heteroseksüelliğe döndüğünü söyleyen kişileri de yanlarına alarak yükselttikleri gay karşıtı kampanya, eşcinsel bir üniversite öğrencisinin, sırf eşcinsel olduğu için öldürülmesini doğurdu. ABD’nin Wyoming eyaletinde, Wyoming Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi öğrencisi; 22 yaşındaki Matthew Shepard, yakılarak, bıçaklanarak, şiddetli biçimde dövülerek, işkence gördükten sonra ölüme terkedildi. Ertesi gün bir çite bağlı olarak bulundu. Shepard hastaneye kaldırıldı ancak aldığı yaralar nedeniyle yaşama veda etti. Shepard, daha önce de cinsel kimliği nedeniyle saldırıya uğramış ve çenesi kırılmıştı. Ulusal Gay ve Lezbiyen Hizmet Gücü bu şiddeti, son zamanlarda yaratılan eşcinsel karşıtı havaya
ve politik saldırılara bağladı. Gruptan Tracey Conaty, sağ görüşlü insanların son yıllardaki gay, lezbiyen, biseksüel ve transeksüellere karşı en düşmanca havayı yarattıklarını belirterek, bu insanlara duyulan nefret sonucu uygulanan şiddet dinci-sağcı söylemin, yasaların yetersizliğinin doğal bir sonucudur. Ayrıca, bu tip kampanyalar sonunda, eşcinsellere karşı şiddetin istatistiki olarak arttığı da belgelenmiştir. ABD’deki cinayete varan eşcinsel düşmanlığı göstermiştir ki aşırı dinci ve sağcı kesimlerin umut ve iyileşme söylemleri, gay ve lezbiyenlerin değişmeleri gerektiği iddiaları, hoşgörüsüzlük ortamını beslemekte ve bunun sonucu insanlar zarar görmektedir. Açıktır ki bu toplulukları değiştirmeye yönelik kampanyaların merhamet ve sevecenlikle hiç alakası yoktur. Bu kampanyalar sadece korkuyu, yanlış anlaşıl***
19 Ekim 1998 akşamı New York şehrinde Matthew Shepard için politik bir cenaze töreni düzenlendi. Kimileri bu törene ikinci bir Stonewall eylemi diyor. Beşinci Cadde üzerinde beklenenin çok üstünde bir sayıda, 5.000 kişi toplandı. New York polisi yürüyüşü engellemek için vahşete varan önlemler aldı. Bu önlemler içinde atlı polislerin atlarını göstericilerin üzerlerine sürmeleri de vardı. Üç kuşak eşcinsel aktivistleri temsil eden 120 kişi tutuklandı. Tutuklananlar arasında, 1969 Stonewall Ayaklanmasında çatışmalarda yer almış olan ünlü Latin “drag queen” Sylvia Rivera; transgender aktivist ve yazar olan Leslie Feinberg; lezbiyen şair ve ırkçılık karşıtı beyaz bir aktiivist olan Minnie Bruce Pratt; yürüyüşün organizatörleri, yasal gözlemcileri ile yürüyüş düzenini sağlayan görevliler olan genç lezbiyen ve erkek eşcinseller vardı. Eşcinsel gençliğe karşı şiddeti protesto etmek için yakalarına mor kurdele takmış olan çoğu genç
maları ve hoşgörüsüzlüğü artırmaktadır. Matthew Shepard’ın öldürülmesi ülkede büyük yankı yarattı. Başkan Clinton da dahil olmak üzere çok sayıda politikacı, gay aktivistlerin çağrılarına uyarak, Kongre’den daha sert nefret suçları yasası çıkarmasını talep ettiler. Kongre azınlık lideri Richard Gephardt saldırıyla ilgili olarak “Bu iğrenç suç, bütün Amerikalılar tarafından lanetlenmelidir” dedi. ABD’nin en büyük gay ve lezbiyen organizasyonu İnsan Hakları Kampanyası’nın sözcüsü Kim I. Millis şunları söyledi: “Şuna inanıyoruz ki, bugünkü hoşgörüsüzlük ortamının müsebbibi Aile Araştırmaları Konseyi, Focus on the Family ve Hıristiyan Koalisyonu gibi siyasi dini örgütlerdir.”
Gayler Değil Kilise Suçlu Eylül 1997’de iki kadını evlendiren United Methodist papazı Jimmy Creech, gay ve lezbiyenlerin değil, Kilisenin seks hakkında sağlıksız tutumları teşvik ederek günah işlediğini söyledi. “İnsan cinselliğinin çeşitliliğini anlamanın, kabul etmenin ve kucaklamanın zamanı gelmiştir. Artık kendimizi hapsettiğimiz bu kafeslerden kurtulmalıyız” diyen Creech, Kilisenin eşcinsel yaşam tarzlarını reddederek büyük zarara yol açtığını ve Kilisenin büyük sorumluluk taşıdığını söyledi. The Associated Press
eşcinsel aktivistler, polisin özellikle hedefi oldu. Aynı zamanda bu genç aktivistlerin militan ruhu yürüyüşçüleri coşturdu. Bu genç aktivistler, New York’un tüm ilçelerinden takviye edilmiş olan tam teçhizatlı ve zırhlı yüzlerce polisle iki saat boyunca sokaklarda çatıştılar ve yendiler. Kalabalığın en yoğun anlarında yürüyüşçülerin 8.000 kişiye ulaştığı tahmin edildi. Yürüyüş, hedeflenen Madison Square Parka vardığında bir konuşma düzenlendi. Konuşanların kimi, kalabalığa hitap etmek için ışık direklerine tırmandılar. Pek çok aktivist Mücadele Et yazılı pankartlar taşıyordu. Aktivistler konuşmalarında hem Matthew Shepard’ın öldürülmesine hem de Teksas eyaletinin Jasper şehrinde linç edilen AfroAmerikan James Byrd’e göndermede bulundular. Konuşmacıların pek çoğu, lezbiyen/gay/ biseksüel/transgender hareketini, ırkçı şiddete ve polis vahşetine karşı yürütülen diğer hareketlerle birleştirmek gerektiğini oldukça dokunaklı sözlerle anlattılar.
KAOS GL 51 / 3
Kerry Lobel NGLTF (Ulusal Gay ve Lezbiyen Hizmet Gücü) İkinci Başkanı, 14 Ekim 1998 günü U.S Capitol yakınında düzenlenen anma töreninde okuduğu beyanat.
Çeviriler: İdris DEMİRALP, Harun T., Sanem AKAY, Selçuk Ankara KAOS GL 51 / 4
Matthew Shepard cinayetinden ötürü kederle ürperiyorum. Ve de kızgınım. Kızgınım çünkü, topluluğumuzun bir üyesini daha kin ve düşmanlığa kurban verdik. Gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender insanların tam eşitliğini ve insanlığını tanımayan bir toplumda yaşıyoruz. Kızgınım ve yüreğim acı ile dolu. Fakat bu gece buraya sadece kızgın olarak değil, fakat aynı zamanda yenilenmiş bir adanmışlık ve amaç ruhuyla geldim. Bu gece Matthew ve onun ruhunu yüceltiyoruz. Olanlardan ötürü yas tutuyoruz. Wyoming ve Colorado’daki onun sayısız arkadaşlarını tanıyoruz. Ailesinin yanında yer alıyoruz.
Amerika bu vahşi cinayetle sarsılıyor. Maalesef biz, gay, lezbiyen, biseksüel ve transgenderlar olarak pek sarsılmış değiliz. Bu sıradan bir olay değil. Matthew Shepard’ın vahşice katledilmesi ilk gay karşıtı cinayetten farklı. Ve de ne üzücü ve rezalettir ki, bunun son cinayet olmayacağını da biliyoruz. Yüzlerce gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender insan sadece öyle oldukları için katledildiler. Sadece ve sadece farklı olduklarından ötürü. Keder verse de onlardan bazılarını analım. Nebraska’da, toplumsal cinsiyet sınırlarını aştığından ötürü ergenlik çağında öldürülen Brandon Teena’yı hatırlayalım. Bir kadınla seviştiğinden Apalaj Dağlarında öldürülen Rebecca Wight’ı hatırlıyoruz. Michiganlı Scot Amedure’u hatırlıyoruz. O, sitreyt bir erkeğe vurulduğunu söylediği Jenny Jones Show’da göründükten sonra öldürüldü. San Fracisco’dan Brian Wilmes’i hatırlıyoruz, o bu sene bir gay barın dışında gay karşıtı sloganlar atan bir adam tarafından dövülerek öldürüldü. Ve okullarımızda, sokaklarımızda şiddete maruz kalan nicelerini hatırlıyoruz. Birçok canı şiddete kurban verdik. Gay karşıtı şiddet Amerika’daki gay, lezbiyen, biseksüel, transgender insanların hayatının bir gerçeğidir. Gay karşıtı şiddet bir Amerikan geleneği olmuştur. Bu utanç verici bir gelenektir. Ve bir son bulması gereken bir gelenektir. Matthew Shepard’ı öldüren erkekler, aşağılık ve karanlık bir eylemde bulundular. Fakat Matthew’un ölümü sadece Laramie’ye özgü değil. Matthew Shepard’ın ölümü kovboylara da özgü değil. Matthew Shepard’ın ölümü maço erkeklerle sınırlı değil. Matthew Shepard’ın ölümüne gay, lezbiyen, biseksüel, transgender insanları aşağılık gören bir toplum sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne hükümetimizin her üç kolu tarafından ifa edilen kurumsal ayrımcılık sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne bizim suçluluğumuzu onaylayan Anayasa Mahkemesi sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne işyerlerinde cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın yasaklanmasına dair kanunu reddederek, bize karşı yapılan ayrımcılığa
göz yuman, ayrıca açık bir gay olan James Hormel’in büyük elçilik adaylığına apaçık bir ayrımcılıkla karşı koyan Kongre sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne şiddeti nefretle kınayan, ama hâlâ gay karşıtı Aileyi Koruma Yasasını imzalayan Başkan sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender insanları aile hayatına, orduya ve dini hayata tam katılımdan bilinçli ve kasten yoksun bırakan bir toplum sebep olmuştur. Matthew Shepard’ın ölümüne birbirimizi sevdiğimiz için bizi suçlu ilan eden bir toplum sebep olmuştur. İster Laramie’de yaşıyor olalım, ister Little Rock’da, ister San Francisco ya da Washington D.C.’de, hepimiz nefret ve korkuyla yaşıyoruz. Amerika’nın en küçük kasabalarında ve en büyük şehirlerinde korkunun nefesini ensemizde hissederek yaşıyoruz. Çünkü, varolma hakkımızın olup olmadığını tartışan bir toplumda yaşıyoruz. Biz eşit değiliz ve güvenlikte değiliz ve bu durum adalete olan susuzluğumuzu artırıyor. Hemen hemen Amerika’nın tümü Matthew Shepard’ın öldürülmesini rezalet olarak nitelendirmekte. Belki Amerikalılar, bizim hergün hissettiğimiz acının birazını hissediyorlar. Alâkana ve zulmüne minnettarız Amerika! Fakat soruyoruz, nerdeydin? Geçen yıl gay karşıtı cinayetlere kurban giden 18 kişi için nerdeydin Amerika! Matthew Shepard vakasında nerde yer alacaksın Amerika? Bir dahaki sefere gay, lezbiyen, biseksüel, transgender biri sırf öyle olduğu için öldürüldüğünde nerde olacaksın? Sadece olduğumuz gibi varolabilmeliyken, gay insanların değişmesi gerektiğini iddia eden tv ve gazete yayınları yapıldığında nerde olacaksın Amerika? Ne diyeceksin, gelecek sefer gay karşıtı alaylar duyduğunda? Gay, lezbiyen, biseksüel, transgender insanlar için temel eşitliğin yadsındığı ülkende seçimlerde hangi yönde oy kullanacaksın? Nerdeydin Amerika? Daha da önemlisi Amerika, nerde olacaksın? Sonuç olarak, gay, lezbiyen, biseksüel, transgender topluluklarımıza şunu söylüyorum: Bu gece yas tutarak bir araya gelmiş bulunduk. Fakat, yarın her birimiz mücadele yolunu tutmalıyız. Her birimiz yaşadığımız kasaba ve kentlerde mücadele etmeliyiz. Her birimiz, kendi eşitliğimiz için çalışmalıyız. Matthew Shepard’ı öldürenlerin daha önce de iki Latin çocuğu hedef aldıkları ve yaraladıkları söylenmektedir. Şiddet ve ayrımcılığa yönelik her türlü ifadenin karşısında sesimizi yükseltmek sorumluluğundayız. Mücadelemize odaklanırken yolumuzu daraltmamalıyız. Başkaları için de mücadele etmezsek, onların da bizim için mücadele etmesini bekleyemeyiz.
Kolay yanıtlanır bir soru olmadığını kabul etmek gerekiyor sanımızca. Kurumsallaşmış bir şiddetten, resmi yada gayri resmi heteroseksist terörden sürekli bahsediyoruz. Kısacası sorunun şakaya gelir yanı yok. Hele hele travesti ve transseksüeller açısından tam bir ölüm kalım sorunu maruz kaldıkları şiddet. Bununla birlikte bizim abarttığımızı düşünen arkadaşlar da hâlâ çıkıyor. Doğrusu, Amerika’da aynı soruna karşı bir broşürde önerilen maddeleri okurken biz gerçekten abartıyormuşuz! Şaka bir yana, öyle öneriler var ki bizim bile ağzımız açık kaldı. Bireysel olarak, şiddete karşı ne yapılabileceğine dair cevaplar zamana, mekana ve yöreye göre farklılık kazanıyor. Ama yine de bir kaç madde sıralayalım biz. Eşcinsellerin örgütlenme sürecinde hayat bulabilecek öz-savunma komiteleri ve farklı yapılanmalar üzerine ayrıca düşünülebilir ve düşünülmeli! Amerika’da eşcinsel dövmek, (erkek ve kadın eşcinseller) bir sorun olarak yükseliş kaydediyormuş. AIDS paniği, gay ve lezbiyenlerin şiddete daha fazla maruz kalmalarının nedenlerinden sadece biri olarak görülüyor. Eşcinsellerin yükselen toplumsal görünürlüğü ise bir başka neden olarak sıralanıyor. Bu ve diğer etkenler sokak serserilerinin, toplumun eşcinsellerin eylemlerini cezalandırması gerektiği konusundaki inançlarıyla güçleniyormuş. Aynı nedenler aslında Türkiye için de geçerli. Biz burda hangi nedene dayanıyorsa dayansın, bir eşcinsel olarak size yönelik şiddete karşı ne yapabileceğinize dair önerilerde bulunacağız: Bilinç en iyi öz-savunma aracınızdır.
Unutmayınki o an için de uzun vade için de en iyi yol öz-savunmadır. Kendine güven. Zaten bireysel olarak başka seçeneğin bulunmuyor. Başını eğme ve teslim olma. Hepimiz biliriz ki bir çok arkadaş, götü boklu sitreyt bir domuzcuğa bile yenilmeye hazırdır. Hayır! Yenileceğin biri olsa bile sonuna kadar diren. Sitreyt domuzların bir çok saldırı girişiminin blöf olduğunu hatırla. Güvenini dışarıya yansıt. Kolay bir hedef izlenimi verme. Bir çok sitreyt kendi yaşı ve gücü ne olursa olsun, kafasındaki toplumsal ibne imajından yola çıkarak, senin yaşın ve gücünü hiç düşünmeden rahatça saldırı girişiminde bulunabilir. Kolay lokma olmadığını göster. Eğer istersen yaparsın. Unutma senin de kolların bacakların var. Sana saldıranlara sen de karşılık verebilirsin. Neden savunma tekniklerini öğrenmeyi denemiyorsun? Sinema ve parktan senin arkandan çıkanlara dikkat et. Kendini tehdit altında hissedersen caddenin karşı tarafına geç, yönünü değiştir ya da güvenli bir yere koş. Yalnız çıkma! Eğer çarktan arkadaş buluyorsan, kesinlikle 3-4 kişinin olduğu arabaya binme. Kulaklık takma. Para ve takılarını gizle. Özellikle park ve benzeri açık alanlardan arkadaş buluyorsan üzerinde fazla para ve takı bulundurma. (Aslında herşeyden önce yine kendine güven ve direnmesini öğren. Çünkü, bir arkadaşı, sinema çıkışında arkasından gelen bir sivil polis kimliğini gösterip tehdit etmiş ve kartıyla bankadan para çektirip zorla almış. Yani önce ‘hayır’ demesini öğrenmek gerekiyor.)
Yeterince güven duymadığınız birini hemen eve götürmeyin. Taciz sık sık oluyorsa bir saldırı habercisidir. Eğer karşılık vermeye karar verirseniz bunu araya güvenli bir mesafe koyarak yapın ve koşmaya ya da dövüşmeye hazır olun. Dikkat çekmek için bağırın ya da yanınızda düdük taşıyın. (Bildiğimiz bekçi düdüğü) Büyük cadde ya da bulvarda dolaşırken ara sokakların kesiştiği noktaları tercih edin. Laki (ahlâk polisi) ya da paparon (polis) sizi almak isterse mümkünse kesinlikle hızlıca koşun ve kaçın. (Bu önerimiz otoyol ve trafiğin çok hızlı aktığı yerlerde çarka çıkan özellikle travesti arkadaşlar için geçerli değildir. Bu bölgelerdeki kaçış, ölüm koşusuna dönüşebiliyor. Paparonun ve medyanın istediği de bu zaten!!!) Sinemadan ya da özellikle parktan, sivil ya da resmi paparon sizi götüremez. Ancak zorla götürebilir. İkna etmeye çalışın ya da direnin. Bir saldırının kurbanı olursanız, bunu bildirebilirsiniz! Ama kime, saldırının resmi kaynağına mı? Eşcinsellere yönelik suçlar, eşcinsellerin polise ya da resmi kuruluşlara şikayette bulunarak haklarını istemeyeceği inancıyla desteklenmektedir. Maalesef doğru. Bildiren, birşey elde edemeyeceği gibi üstüne bir de hakaret ve aşağılanmaya maruz kalır. O zaman ne yapılabilir? Bireysel gücün varsa teşhir et. Unutma, eşcinsellik yasalara göre suç değildir. En iyisi kendi işini kendin gör. Kendini sev, kendine güven. Tek başına karşı duramıyorsan, kendin gibi olanları ara, bul. Birlikte karşı dur! Örgütlen! Örgütlen! Örgütlen!
KAOS GL KAOS GL 51 / 5
ŞAKİR İnsan psiklolojisinde kabullenişin en büyük İstanbul mücadelesi cinsel kimlik söz konusu olduğunda
yaşanıyor. Genele yayılmış bol örnekli, prototip üretimli cinsel yaşamların türevi olan yeni çocuklar dünyaya gelirken, varettiğimiz döllerimizi ’benim oğlum fener’li olucaaaak’ seslenişi ile belki de benim oğlum erkek olucak demekten geri durmuyoruz. Şu anda konunun içinde seksist yaklaşımlara girmek başından yanlış olur.
Yaşanılan dışında tüm göstergeler hatalı, baştan sona yanlış ve düzeltilmeli (zihinleri doğruları kabul mekanizmasının çok dışında). İşte insan, genelin yanlış diye tanımladığı bir cinsel kimlikle yüzleşme sürecine girdiğinde belki ömrünün en yokuşlu, en çetrefilli yollarında adım atmaya çalışıyor.
Çok neşeli, yerinde duramayan, sevilen -gizli- bir eşcinsel olabilirsiniz. Toplum elinde bulundurduğu öğretileriyle sizi acı çeken, itilmiş, karanlık bir karaktere kavuşturacak, tek ilkesi -mutluluk benden uzaktırolan zavallılar haline getirmek için sinsice çalışacaktır. KAOS GL 51 / 6
Düşünsenize, etrafınızda yüzbinler, belki milyonlar sizin bedeninizdeki farklılıkları gözardı ederek salt kendi ahlak anlayışları ve yüzbinlerce yıllık mesnetsiz öğretilerinden bel alarak mutlu bir heteroseksüel haline getirmek istiyorlar sizi. Kendinizi tanıma(tanımlayabilme) sürecinin en zor koşutu ise çevrenizdeki şahısların fiziksel ve duygusal güce dayanan yaptırımları. Erken yada geç farkına varılası bir yaşam bütünlüğünü özümsemeye çalışırken siz, adına aile yada arkadaş dediğimiz -öyle çağırdığımız- cemaat kitlesi doğa üstü çabalarınıza sekte vurma gayretindeler adeta. Sürecin ta başında, belki aylar belki yıllar sonra toplum denen kalabalığın karşısına geçip kimliğin ardında durduğumuz anki kadar güçlü olmamız gerekiyor, ve belki yaşamın her anında. Güçlü olmamız gerekiyor, herşeye herkese karşı. Tabii sorunları bir ölçüde minimize etmenin yolları olmalı ve bunlar aranmalı. Bu belki geçici bir süre kaçmak, ayaklarımızın üstünde durana kadar, hayatımızı idame ettirene kadar uzaklaşmak. Ben galiba bunu yapmaya çalıştım yıllar öncesinden, kısa süreli bir kaçış. Bugün yirmili yaşların üstündeki eşcinsellerin tümü -ben ibneyim- diklenişini yerine getirebiliyorsa eğer henüz çocuk denebilecek yaşlarda kendilerini çok zorlu bi yaşamın beklediğinin farkına varmışlardı. İyi mi kötü mü belirleyemediğim bu erken yaştaki come-out’un beyne ve bedene yükleyeceği psikolojik kısıtlamalar eğitim hayatında ve gelecekte etkilerini göstermemesi hayal olurdu. Çoğumuzun bir zamanlar dile getirdiği- -bir ZEKİ MÜREN bir ben- den yola çıkan yalnızlık sendromu kişiyi direkt toplumsal ilişkilerden soyutlayabilir, hayatın içindeki karşı cinsle dahi yaşanacak -sapık olmayan ilişkibirlikteliklerden kaçmaya yönlendirebilir. Dile gelip de söylenmeyen, gün içindeki pekçok gerçeklik yıllar sonra şahısları,
beşeri ilişkileri zayıf bireyler haline dönüştürebilir. Çok neşeli, yerinde duramayan, sevilen -gizli- bir eşcinsel olabilirsiniz. Toplum elinde bulundurduğu öğretileriyle sizi acı çeken, itilmiş, karanlık bir karaktere kavuşturacak, tek ilkesi -mutluluk benden uzaktır- olan zavallılar haline getirmek için sinsice çalışacaktır. İnsan kalabalıkları (toplum) karşısında duyumsanacak bu acizliğin sihirli ilaçlarından biri, belki etik anlayışını sorgulamaktan geri durmadığımız, kabullenilmeyi beklemek yerine kaçmayı yeğlediğimiz aile kavramı. Tam bu noktada ‘ana gibi yar olmaz’ diyerek başlayan baskıcı, sorumluluk yükleyen sözlerle yol almayı bir kenara bırakıp maddi ve manevi koşullarla bağlı olduğumuz aile kurumu ile yüzde yüz bir teslimiyetten çok hareket sınırlarını belirleyen, sağalmayı sağlayıcı an süreçlerini belirlemeli. Birkaç talihsiz, yüz çeviren aile örneklemesi dışında aile ile itkiyle sarılması gerekli güven ortamı yaratılmış birliktelikler kurmak iç huzura ulaşım için geçerli bir yöntem olabilir. Unutmamalı ki aile açıldığınız anda sizi pedofil, bedeni metalaştıran, alkol yada uyuşturucu madde bağımlısı, düzenli yaşamlar (ne demekse) olmayan insanlarla ilişki içinde olduğunuz halisünasyonuna kapılabilir, cinsel hastalıklar kapabileceğinizi düşünebilir, bunların dışında en kötüsü de içinde nefes aldığınız kalabalığın önündeki ezikliği düşünerek kurmuş olduğunuz tüm sıcak yaşam bağlantılarını koparmak isteyebilir. Kişinin geleceğe dair sezgilerini kapatıp özerk olmayan hedeflerin peşine saplanması bir anlık verilmiş bir yitirilmişlik kararı olsa gerek. İletişim için hâlâ konuşmayı yeğleyen bir aileye sahipseniz eğer önce onların bilgin olmadığını düşünüp eşcinsellik hakkında yüzeysel de olsa ön bilgi verebilir, tarzınız ve arkadaş çevrenizi tanıtabilirsiniz. Buraya kadar bahsi geçen bölüm açılma ve sonrasını kapsıyor. Giriş bölümünde bahsi geçen nerdeyse çocuk yaşa dair olaylar ise yine aile endeksli ve bu kez aile merkezli. Aşırı efemine (tam olarak neyi tanımladığını ben anlamadım) ve transvestizme yakın konumdaki 8-18 yaş arası kişilerin en büyük olumsuzluk unsuru okul hayatında karşılaşabilir namüsait durumlar. Bireyin ileriki yaşlarda ulaşacağı mutluluğu düşünerek başarı için çok çalışması ve güçlü olması gerekli. Top, tekerlek, nonoş türünden hiçiçerikli sözlere girmeden şahsın henüz okul sıralarında, sokak arasında aklınıza gelebilecek hertürlü yaşam anında meydana gelen talihsizlikler (ne kadar masum) diyerek kişinin makus talihini az da olsa betimleyelim. Aileye
düşen görevse başta çocuğu her yönüyle tanımak ve kabullenmek, meydana gelebilecek acıları ise en aza indirmek için çaba harcamak. Yaşadığımız ülkeyi tarif ederken keşmekeşin merkezi tamlamasını kullanacağımız için belki ortadüzey eğitimden bile yoksun ebeveynlerden ilk dönemde psikolojik yardım, sistemden de eşcinsel öğretmen yada konuya vâkıf eğitim danışmanı beklemek yakın gelecekte dahi fazla hülya koçyiğit inceliği taşımak olur. Aileye düşen eğer erkek babanın erkek oğlu saplantılı bir baba yoksa vahvah allah vergisi işte demeden önce çocuğun nakti geleceğinin teminatını sağlayacak eğitimi vermek az da olsa konuyu inceledikten sonra ona yardımcı olmaktır. İyi de niye okulunu bitirip para kazanan her eşcinselin ilk düşüncesi ayrı bir ev ve aileyi hayat dışında bırakmak oluyor diye soranlara 13.00 ve 18.00 saatleri arasında gay barların kapalı olduğunu hatırlatır, heteroseksüel ne demek diye ebeveynlerine sormalarını isterim. Çünkü bilmiyorlar, tanımıyorlar, fikirleri yok. Pekçoğu tanımadıkları eşcinsel yaşam üzerine yorum yaparak belki alay etme belki açığa çıkarma belki de yeni eşcinseller yaratma telaşından dolayı arkasından veciz sözler söylediği insanları yok etmeye çalışıyorlar. Kalabalık oldukları her yerde ellerine düşeni, çevrelerinde kaç insanın eşcinsel olduğunu bilmeden yok ediyorlar. Bir erkeğin bir erkeği, bir kadının bir kadını sevebileceğini göremiyorlar. Kanımca ne sosyalizm, ne kadın dernekleri, ne sivil toplum örgütleri, ne dostum diye kolayca tanımlayıp sınıflandırdığımız insanlar arkamızda. Çıkarsız arkamızda tek bir grup var. Aile. Fazla dramatik ama duygusal anlamda derin bağlar taşıdığımız, zorunlu olduğu için değil nedensiz bizi kabul etmek zorunda olan tek kalabalık. Gani oranında para kazanan heteroseksüel erkek çocuğun altmış yaş sonrası ebeveyn için canlı yaşam sigortası olduğunu da unutmamak lazım. Soyun devamı, yaşlı anneye bakacak gelin, sığınacak ev, el öpecek müslüman evlat. Eğer bunlara az değer veren bir aileniz varsa onları hemen kazanmak lazım . Hemen. (30 Temmuz 1998)
ANNE-BABANIZA AÇILMADAN ÖNCE ÜSTÜNDE DÜŞÜNMENİZ GEREKEN BAZI SORULAR 1. Cinsel yöneliminizden emin misiniz? Eğer “Emin misiniz?” sorusuna özgüven içinde yanıt veremeyeceksiniz konuyu hiç açmamanız yerinde olur. Kendi kafanızın karışmış olması anne ve babanızın kararınıza duydukları güveni azaltacaktır. 2. Gay/Lezbiyen cinselliğinizle huzurlu musunuz? Eğer hâlâ suçluluk duygusu ve bunalımlı dönemlerle boğuşuyorsanız, ailenize anlatmak için bir süre daha beklemeniz yerinde olur. 3. Ailenizden başka desteğiniz var mı? Ailenizin tepkisinin sizi yıkacak boyutta olması durumunda, çevrenizde size duygusal yönden destek olacak birilerinin bulunması gerekebilir. Değerli olduğunuz duygusunu korumanız çok önemlidir. 4. Eşcinsellik hakkında bilgili misiniz? Aileniz büyük olasılıkla yaşamları boyunca homofobik bir toplumdan edindikleri bilgiler ışığında tepkiler verecektir. Eğer önceden konu üstünde ciddi bir araştırma yaptıysanız, edindiğiniz bilgileri aktararak onlara yardımcı olabilirsiniz. 5. Evinizdeki duygusal hava nedir? Anlatacağınız zamanı seçme şansınız varsa, en doğru zamanı bulun. Ailenizin üzücü bir kayıp, ciddi bir ameliyat veya iş kaybı gibi sarsıcı sorunlarla meşgul olmadığı bir zaman seçin. 6. Sabırlı olabilecek misiniz? Ailenizin bu durumu değerlendirmeleri zaman alacaktır. Bu süreç aylar veya yıllarla ifade edilecek kadar uzayabilir. 7. O an açılma niyetinizin altındaki amaç nedir? Konuyu umarız onları sevdiğiniz ve bu konu yüzünden aranızda oluşan mesafeden rahatsız olduğunuz için gündeme getirmişsinizdir. Sakın bir kızgınlık anı veya tartışma sırasında, cinselliğinizi silah olarak kullanarak açılmayın. 8. Elinizin altında yeterli eğitici kaynak var mı? Eşcinsellik çoğu kişinin, hakkında az şey bildiği bir konudur. Ailenize bilgi verebilecek kitaplar ve KAOS GL Dergisi getirebilir ya da konu üstünde yeterli, güvenilir ve gay olmayan bir psikoloğun telefonunu verebilirsiniz. 9. Ailenize ekonomik yönden bağımlı mısınız? Eğer ailenizin sizi eğitim giderlerini ödememe veya evden kovma gibi durumlarla tehdit etme olasılığı varsa, üstünüzde bu silahı kullanamayacakları güne kadar beklemeyi seçebilirsiniz. 10. Anne ve babanızla genel ilişkileriniz nasıl? Eğer o güne kadar iyi anlaştıysanız ve karşılıklı sevgiye dayalı bir ilişki içinde olduysanız, bu konuya da eninde sonunda olumlu yaklaşacaklarından emin olabilirsiniz. 11. Ailenizin toplumsal ahlâka bakış açısı nedir? Eğer toplumsal konuları iyi/kötü veya kutsal/günahkâr gibi kesin terimlerle yargılamaya eğilim gösteriyorlarsa, cinselliğiniz konusunda ciddi sorunlarla karşılaşacağınızı tahmin edebilirsiniz. 12. Bu sizin kendi kararınız mı? Herkesin anne ve babasına açılması şart değildir. Tepkilerinin ne olacağını bilseniz bile açıldıktan sonra rahatlayacağınızdan emin değilseniz, kendinizi bu konuda baskı altında tutmayın. “Read This Before Coming Out to Your Parents” (1984, T.H. Saureman) adlı kitaptan derlenmiştir.
Doğan HÜRKAN/Ankara
KAOS GL 51 / 7
Gay’e EFENDİSİZ Güner Ümit ile Recai Kutan arasında ne gibi bir Ankara ortak yön olabilir? İlki, ‘Bay Turnike’; ikincisi, Fazilet
Partisinin lideri. Bildiğim kadarıyla politika arenasında ortak yönleri bulunmuyor. Zihniyetlerinin ortak olduğunu ise bir kez daha öğrenmiş olduk.
Güner Ümit ve Recai Kutan, bu topraklarda yaşayan insanlardan Hz. Ali’yi sevenler ile kendi cinsini sevenleri sevmiyorlar. Bu durum, zihniyet parti değiştirir gibi kolay değişmediğinden, son günlerde bir kez daha görüldü. Güner Ümit “dinsel sapık”lardan ağzı yandığından anlaşılan artık “cinsel sapık”larla ilgilenecek, Recai Kutan ise sınır ötesine geçip Suriyeli “dinsel sapık”lara yüklendi.
Çünkü herkes biliyor, eşcinsellerin, bu toplumun en sahipsiz, en güçsüz, en örgütsüz kesimi olduklarını. Güner Ümit’in yoğurdu üfleme gereği duymaması bundan, yarışmacının kendinden eminliği bundan, konukların kahkahayı basıp alkışı koparmaları bundan! KAOS GL 51 / 8
Aleviler, bu toplumun en örgütlü kesimlerinden birini oluşturuyorlar. Tarih boyunca onca zulme, katliama maruz kalsalar da artık, Alevilerle ilgili yanlış bir zihniyeti dillendirenler, ya özür dilemek zorunda kalıyorlar ya da bu densizlerin hadleri bir şekilde bildiriliyor. Yıllar önce Güner Ümit, Alevilerle ilgili saçmaladığında, hemen haddi bildirilmişti. Güner Ümit’in yeniden piyasaya çıkabilmesi için az zaman geçmedi. Dönüşünün yalnızca “muhteşem” olması için değil aynı zamanda “dönüş”ünü meşrulaştırmak için de atv stüdyoları ‘kalem’ ve ‘mevki’ sahiplerince, camianın ileri gelenlerince doldurulmuştu. Kürtler, “kıro”luktan kurtulmaya karar vereli beri mizah ve çalınıp çığrılan eğlence programlarındaki yerlerini ‘Doğu Karadenizli vatandaşlarımıza’ bıraktılar. Güner Ümit de epey bir Temel fıkrası ile programına başladı. Ümit’in ünlü yarışmacıları arasında, Karadeniz’in delikanlı türkücüsü Bay Türüt de vardı. Güner Ümit’in ‘kalça, göğüs’ diye dili sürçerek seslendiği ‘kızları’ ile ilgili muhabbet işin raconundandı. Onun için, kızlar dahil herkesin keyfi yerindeydi. Mizah ve eğlence programlarının demirbaşlarından “toplar” da nasibini aldı. “Top” muhabbeti pek ünlü olan Mehmet Ali Erbil’in programlarında yarışmacılar ve izleyiciler “meseleyi” hemencecik anlarlarken, Güner Ümit, “top” kelimesini üç dört kez tekrarlamak durumunda kaldı, yarışmaya “renk” katabilmek için. Karadeniz delikanlısı Bay Türüt, nihayet anladı ve “kızlar dururken topları n’apayım” buyurdular. Makam mevki sahibi izleyiciler durur mu, bastılar kahkahayı ve alkışı. Belki de yarışmacıların ve izleyicilerin “meseleyi” geç çakmaları, Güner Ümit’in sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yer sanmalarındandı. Sözkonusu olan “top”lar olunca emin olabiliriz, Bay Turnike de, Bay Türüt de, konuklar da (salonda bir eşcinselin olabileceğinden zaten vazgeçtik) eşcinseller tarafından da izleniyor
olabileceklerini bir kez olsun kafalarından geçirmemişlerdir. Çünkü herkes biliyor salonda bir kişinin çıkıp da, “Ya Güner, bizi eğlendirmek için böyle bir densizliğe ne gerek var; belki bu salonda kendini açık edemeyen bir eşcinsel vardır, belki senin “top”larınla alâkası olmayan ve de Bay Türüt’e kalmayan, eşcinsel tanıdığı olan eşcinsel dostları vardır, sen akıllanmadın mı?” demeyeceğini! Çünkü herkes biliyor, eşcinsellerin, bu toplumun en sahipsiz, en güçsüz, en örgütsüz kesimi olduklarını. Çünkü üflesen uçacak götü boklu bir sitreyt bebe bile biliyor, güçlü kuvvetli bir eşcinselin bile hiçbir şekilde ‘tahrik’ olamayacağını! Çünkü “Top’ları aşağılamak özel bir yetenek ve zeka gerektirmediği için sözkonusu “mizah” anlayışı her ortamda ve her şekilde karşımıza çıkabiliyor. Heteroseksizmin soytarılarının yanısıra medya teröristlerince gerçekleştirilen pek özel magazin programlarında eşcinsellik, suyunun suyu bir dedikodudan, takip edilecek, yakalanacak ve üzerine atlanacak yarı polisiye bir olay gibi gösterilebiliyor. Eşcinsellik, utanılacak, şaşırılacak; utanılmasa da gizlenecek, saklanacak bir durum olarak görüldüğünden pek özel gizli ibneler de bu durumu yeniden ürettiklerinden, farklı bir yaklaşım şaşırtıcı olurdu”*. Güner Ümit’in yoğurdu üfleme gereği duymaması bundan, yarışmacının kendinden eminliği bundan, konukların kahkahayı basıp alkışı koparmaları bundan! Recai Kutan ve diğer Fazilet Partililer, Refah Partisinin devamı olmadıklarını tekrar tekrar söylemek durumunda kalsalar da “dil sürçmesi” konusunda Refahlı Kazan’ı geride bıraktılar. Açıktır ki Kutan’ın dili biraz fazla sürçtü! Güner Ümit’in konuklarının kahkahaları ve alkışları, Fazilet Partisinin grup toplantısında yerini tedirginliğe bıraktı. Sözkonusu olan Alevilerdi ve gülünüp geçilecek gibi değildi ve partililer, Başkanlarını vakit geçirmeden uyarma gereği duydular. Recai Kutan da aynı hızla özür diledi Alevilerden. Tamam, anlaşılır bir durum, Alevilerle ilgili yanlış zihniyetin değişmesi epey zaman alacak. Fakat Kutan, yalnızca ‘gaf’ yapmadı aynı zamanda kaş yapayım derken göz çıkardı; Türkiye’nin ‘en büyük’ partisi olan Fazilet Partisi’ne ve geçmişte yine Türkiye’nin ‘en büyük’ partisi olan Refah Partisine iktidar’ı vermeyenlerin gerekçelerini haklı çıkardı. Birbirlerinden çok farklı (!) olan siyasi partiler, Suriye’ye saldırı konusunda askeri hizaya giriverince, Fazilet Partisi, Suriye’ye saldırı konusunda kendi özgün gerekçesini ortaya koydu! Mehmet Ali Erbil’in “Top”ları, Kaos GL, Sayı:22, Haziran 1996 *
Recai Kutan açıkladı: “Suriye iktidarı, Suriye nüfusunun sadece yüzde 10’unu temsil eden ve üstelik bir nevi sapık bir anlayışı temsil eden Nusayrilerden (Aleviliğin bir kolu) oluşuyordu.” Türkiyeli Aleviler tepkilerini dile getirdiler, burda tekrar etmenin gereği yok. Kutan, partili arkadaşlarının uyarısıyla yanlışını düzeltmeye kalkıştı fakat kendi partisi (ve de eski partisi!) açısından iki yanlış birden yaptı: 1-Kutan, “Bu Nusayriler Türkiye’deki Alevi kardeşlerimizle aynı olduklarını söylüyorlar. Bu yalandır. Türkiye’deki Alevi kardeşlerimiz bunlarla aynı anlayışın içinde değillerdir” dedi. Peki; bir iki özne değişikliği yaptığımızda, Kutan’ın bu sözleri/zihniyeti sizlere tanıdık gelmiyor mu? Refah Partisinden iktidarı alanlar, Fazilet Partisine iktidarı vermeyenler, “bunlar yanılıyorlar, biz İslam’a değil bunların temsil ettiklerine karşıyız, gerçek İslam öyle değildir, böyledir” demediler mi? 2- Kutan, Suriyeli Aleviler için, “Suriye nüfusunun sadece yüzde 10’unu temsil ediyorlar” diyor. Peki, Sayın Kutan, Türkiye’de, sizi fazladan %10 neden kurtarsın, iktidar mantığına göre? Aynı şekilde sizin elinizden iktidarı alanlar, %20’lik oyla, %80’lik çoğunluk üzerine hegemonya kuramazsınız demediler mi? (Gerçi onlar, sizin de, geriye kalan yüzde 80’in de üzerinde hegemonya kuruyorlar ama o ayrı konu!) Recai Kutan’ın mantığına göre Refah Partisi’nin başına gelenlerde bir “yanlış” var mı? “Dinsel sapıklar” da, “cinsel sapıklar” da, öteki ile olan ilişkisini güçler dengesiyle bir haddini bilme/bildirme gelgitinde şekillendiren tahakküm toplumunun ürünleridir. Türkiyeli eşcinseller olarak örgütlü bir güç haline gelebildiğimizde, birileri bizimle ilgili bir espri yapacağında ya da konuşacağında bilinç altını bir yana bırakıp kırk kere düşünmek zorunda kalabilir. Oysa asıl mesele, güçler dengesine rağmen öteki ile olan ilişkimizi nasıl kuracağımız olmalı.
Bi fena oldum, oluyorum, olacağım. Bu dünyada, dahası Türkiye’de yaşayıp da fena olmayanlara Duygu ZAFER şaşırıyorum. İstanbul İnsan haklarının uygulanmamasından… Gelir adaletsizliğinden… Birilerinin köşklerinde sefa sürüp gariban insanların açlıktan nefeslerinin kokmasından… Asgari ücretin komikliğinden… İnsanların sağlık ve eğitimden eşitçe pay alamamalarından… Eğitimin kalitesizliğinden… Sağlık koşullarının elverişsizliğinden… Milletvekillerine gösterilen kıyaklıktan… Başbakanların, bakanların beceriksizliğinden… Çetelerin devletle içiçe geçmesinden… Yolsuzluklardan… Hırsızlıklardan… Rüşvetten… Vergi kaçıranlardan… Cinayetlerden… Faşistlerden… Şeriatçılardan… Solcu bağnazlardan… Terörden… Kürt-Türk, Alevi-Sünni krizi yaratıp, körükleyenlerden… Savaş çığırtkanlarından… Yargısız infazlardan… Atatürk’e yapılan saygısızlıklardan… Atatürk’ün insan yanını yok sayıp; ilah gibi gösterip, insanlardan soğutmalarından… Polisin insanca davranmamasından… Gözaltındaki işkencelerden ve kayıplardan… Faili meçhul yazar, gazeteci ve aydın cinayetlerinden… Düşünce suçundan dolayı hapse atılanlardan… Kitap, dergi, gazete okumayanlardan… Araştırmayanlardan… Sorgulamayanlardan… Herşeye körükörüne inananlardan… Sanata gereken önemin verilmemesinden… Onsekiz yaşından küçük erkek çocukların büyük bir vahşetle yaptıkları tecavüz, işkence ve cinayetten… Kadın-erkek eşitsizliğinden… Kadınların koca dayağına maruz kalmalarından… Kadınların her türlü baskıya boyun eğmelerinden… Çocuklara ve gençlere söz hakkı verilmemesinden… çocukların dövülmesinden… Orman yangınlarından… Hayvan eziyetlerinden… Çevre kirliliğinden… Gürültü kirliliğinden… Trafik sıkışıklığından… Trafik canavarından… Enflasyon canavarından… Susuzluktan… Elektrik kesintilerinden… Alkolü ağzıyla değil de, başka yerleriyle içenlerden… İnsanları seks işçiliğine mecbur bırakan düzenden… Güçlünün zayıfı ezmeye çalışmasından… Zenginin fakiri horgörmesinden… Kendi düşünce, inanç ve cinsel yönelimi dışındakileri kabul etmeyenlerden… Eşcinsel, travesti ve transeksüellere gösterilen önyargılardan, baskılardan, ayrımcılıktan, ruhsal ve fiziksel şiddetten… Eşcinsel, travesti ve transeksüel cinayetlerinden… Eşcinselliklerini evlere ve bazı barlara kapatanlardan… Eşcinsel kurtuluş hareketine katılmayanlardan… Birlikte mücadele etmezsek daha çok üzülüp, mutsuz olacaklarından haberdar olmayanlardan… Her türlü duyarsızlıklardan… Sevgi ilişkilerindeki basitlikten… Birlikteliklerdeki şiddetten… Çeşitli yozlaşmalardan… Onursuzluklardan… Hoşgörüsüzlüklerden… Sevgisizliklerden… Saygısızlıklardan ve şu anda aklıma gelmeyen bir çok şeyden dolayı bi fena oldum, oluyorum, olacağım. Çünkü, ben sevgi için; Çünkü, ben saygı için; Çünkü, ben insan için; Emek vermek istiyorum.
KAOS GL 51 / 9
Gülay DERYA Başlangıçta bir bumerangdım. Hem de o İstanbul bumerangı fırlatan kol bana aitti. Ama fırlattığım bumerangın tekrar bilmiyordum.
benim
elime
döneceğini
Cinsellikle ilk tanıştığım yıllarda, belki toplumsal koşullanmışlıklar, belki erkeklerle birlikte olmam gerektiğine kendimi inandırmaya çalıştığımdan birlikteliklerim hep karşı cinsle oldu. Yani bumerang hep benim elime geri geliyordu. Oysa ben onu öylesine uzaklara fırlatıyordum ki. Her ilişkimin bitişinde bir daha bumerang da olmayacağım, fırlatan da diyordum ama oluyordu, bir türlü başaramıyordum. Çok sonraları, içimdeki ben’e doğru uzun ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Bu yolculukta çok yalnız ve çaresiz olacağımı ama başarmak zorunda olduğumu biliyordum. İşte o dönemlerde kadın kimliğimin, ancak hemcinslerimle huzur ve mutluluk bulduğunu görmüştüm. Artık neyi istediğimi biliyorum. Ama bu noktaya gelebilmem oldukça uzun zamanımı almıştı. Yaşıtım kız arkadaşlarım toplumsal onanmışlık ve güvence adına erkeklerle evlenerek ruhlarını satarken ben bekar ve yalnız yaşamayı seçmiştim. Yaşamımdaki zorluklara ve
KAOS GL 51 / 10
seçimlere bir de eşcinselliğim eklenince… Lezbiyenlik; sanki benim için dikilmiş bir elbise gibi üzerime tıpa tıp oturmuştu. Ve ben, kendime baktıkça, bana çok yakışan lezbiyenliğimle gurur duyuyordum. Evet, ben hâlâ bir bumerangım. Ama seçimimi yapmış olmanın rahatlığını ve kadınları sevmiş olmanın telaşını bir arada yaşıyorum. Çünkü ailelerin insana vicdan azabı çektiren o manevi baskısını hissediyordum. Bana o çok yakışan lezbiyenliğimi onlarla paylaşamıyordum. Çalıştığım işyerlerinde kimseye söyleyemedim. Arkadaşlarım içinde bile bir seleksiyon yaparak coming-out yaptım. Aslında bugün de değişen çok fazla bir şey yok. Ama en azından kadınları sevdiğimi farkettiğim anlardaki panikten ve suçluluk duygusundan kurtuldum. Onları sevdiğim için çok mutlu ve şanslı hissediyorum kendimi. Çünkü ben artık heteroseksüellikten muafım. Evet ben hâlâ bir bumerangım. Ama artık onu fırlatan kol bana ait değil. Ve kesinlikle biliyorum, o dönüp dolaşıp bir kadın sıcaklığına, yüreğine ve bedenine dokunacak. Çünkü ben artık heteroseksüellikten muafım.
Cinsel yönelimi ne olursa olsun bazı insanlar cinsel konuların detayları ile konuşulmasından rahatsız olurlar. Günlük yaşamda her konuşmanın bir yerinde, fıkraların çoğunda, bazı kelimelerin gizli anlamlarıyla, reklamlarda, haberlerde, televizyon ve gazetede ima edilerek değiniliyor, küfürlerde doğrudan ağıza alınıyorsa da ciddi ciddi konuşmak yanlış geliyor. Başlıca kaygıları utanmak olabilir; hadi bundan geçtiler, cinselliğin büyü, ayin gibi birşey olduğunu, konuşmaya, yazmaya, kurallar koyup, tavsiyelerde bulunmaya gelmediğini iddia ederler. Cinsellik okuyarak öğrenilmez, tamam. Yaşayarak, adım adım öğrenilir. Ama belki okumak cinselliğin ısınma hareketleri olabilir. Amerika’yı yeniden keşfetmekte neden ısrar edelim ki? Bilinen yanlışlar varsa konuşalım, doğru seçenekleri düşünelim. Gerisi de benim ve eşimin yaratıcılığına kalsın. Bu yazıda cinsellikten biraz detaylı, biraz madde madde bahsedeceğim. Cinsel ilişki biçimlerinden bazılarını tek tek ele alıp, oyunun bilinen kurallarından bahsedeceğim. Size de mantıklı gelirse lütfen uygulayın, yok eksik ya da mantıksız bulduğunuz birşey varsa yazın tartışalım. Başlamadan bir noktaya daha değinmek istiyorum: cinsel ilişki biçimlerinin hiçbiri diğerlerinden üstün kabul edilemez, hiçbiri bu olayın doruk noktası değildir. Tabi insanlar bazılarını diğerlerine tercih eder, bazılarını hiç yapmaz ama herkes için doğru olacak bir üstünlük sırası yoktur. Kendi kararınızı kendiniz verin ve hayır demek hakkınız olduğunu, eşinizle ne istediğinizi konuşabileceğinizi unutmayın. Öpüşmek: Öpüşmekten kastettiğim, nedense Fransız öpücüğü de denilen, derin öpüşme. Yani insanların dil, dudak, diş, damak temas ettiği sıcaklık biçimi. Nasıl öpüştüğünüz dışında öpüşmeyi zevkli kılacak birşey var; ondan bahsedeyim. Ağzınız kokmamalı. Peki bu nasıl sağlanır? En başta yapılması gereken iyi bir ağız bakımı, hani her zaman söylenen: günde en az iki kez dişlerinin heryerini, uzun uzun, iyice fırçalamak, belli aralıklarla kontrole gitmek. Saçlarınıza gösterdiğiniz özeni dişlerinizden esirgemeyin. Bu dişlerinizin sararmasını ve çürümesini önler. (Bu arada, diş beyazlatıcısı diye satılan ürünler diş minelerinize - yani dış tabakasına- zarar verip çürükleri arttırır. Kolaycılığa kaçmayın, dişlerinizi koruyun.) Bunlara ek olarak dişipi de kullanabilirsiniz. Bir de plaklara karşı
geliştirilmiş çözeltiler var, onların da faydası olabilir KEREM (ama bu gelişmeyi önler, gelişmiş plağın, yani Ankara sarılıkların çözümü diş doktorundadır). keramet@netscape.net Dişinizde, dişetinizde herhangi bir sorun olduğunda geç kalmadan doktora gitmekten korkmayın. Ağız kokusundan kurtulamıyorsanız, bir doktora gitmenizde fayda var, onlar bu sorunla başaçıkabilirler. Öpüşmek cinsel yolla bulaşan hastalıklar(CYBH) ve AIDS için risk taşır mı? Taşır. AIDS için riski diğer ilişki biçimlerinden çok daha azdır ve net olarak kanıtlanamamıştır, ama yok değildir. Riske yol açan diş, dişeti ve ağız içindeki küçük kanamalar ve iltihaplardır. Buna karşı ne yapılabilir? Önce diş sağlığınızı korumaya çalışırsınız. Olmadı, ağzınızda bir sorun var, o halledilinceye kadar öpüşmezsiniz. Yoksa, özellikle kendinizi, sonra da eşinizi tehlikeye atmış olursunuz. Cinsel ilişkiden hemen önce ve hemen sonra diş fırçalanmamalıdır. Bu farkedemeyeceğiniz kanamalara yol açabilir. Ağzım hoş koksun diyorsanız, ağzınızı iyice çalkalayıp şu naneli, aromalı sakızlardan ya da spreylerden kullanabilirsiniz. Dokunmak, Okşamak, Yalamak: Alınabilecek zevkin çok çeşitli olduğu, tekniğinse yaratıcılığa en çok dayandığı ilişki bu herhalde. Vücut üzerinde her nokta piyanonun tuşu misali farklı bir tat verebilir. Bunu keşfetmekse piyano öğrenmekten çok daha zevkli bir uğraştır tabi. Sağlam ciltten mikropların çoğu geçemez (ama bir cildin sağlam olmadığını söylemek için kocaman açık yaralar gerekmez, çok ufak çatlaklar yeterli). Açık yaralar (özellikle cinsel organlarda, anüste -makatta- ya da bunların çevrelerinde, ağız
KAOS GL 51 / 11
civarında ise), kabarcıklar, kabarıklıklar, akıntı cinsel yolla bulaşan hastalık belirtisi olabilir. Bunlar yoksa genellikle korkacak birşey yok. Bunlar sizde varsa hemen doktora başvurun, eşinizde varsa o başvursun. Bunlar açıklanmadan ya da tedavi edilmeden temas etmeyin. (Eşinize sevginizi ispat etmek ya da acısını dindirmek için hiç birşey yokmuş gibi davranmayın, size değer veren bir eş size bir hastalık bulaştırırsa daha fazla rahatsız olacaktır, herhalde. Ondan bucak bucak kaçmayın, destek olun, her şey yola girecektir.) Partneriniz sürekli eşiniz değilse tavsiyem şudur: yalamadan önce bak! Onu uyarmaya çalışın, bu çok uygunsuz olacaksa o bölgelere dokunmamaya çalışın, zorlarsa en iyisi arkanızı dönün ve gidin. Yalamak konusunda bir diğer önemli nokta anüsle ilgili. Anüs ve çevresini dil ile uyarmak AIDS açısından değilse de tehlikelidir. Ne kadar temiz olsanız da o bölgeyi bakterilerden temizleyemezsiniz. Orada hastalık yapmayan bu bakteriler ağza alındığında vücudunuzda başka sorunlara yol açabilirler. Kişiden kişiye bu yolla parazit geçmesi de mümkün. En iyisi bunu hiç yapmamak. Oral ilişki: Cinsel organların ağza alınması, ağızla uyarılması olarak tanımlanabilir belki. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve AIDS için risklidir. Kondom kullanılması önerilir. Bu tatsız ve anlamsız gelebilir kimimize, ama riskleri değerlendirip karar vermek gerekiyor. Kondom kullanımını daha zevkli hale getirmek için kayganlaştırıcısı olmayan kondom kullanılabilir, veya üstüne içinde yağ olmamak şartıyla bal gibi hoş tatlı maddeler sürülebilir.
KAOS GL 51 / 12
Sperm öldürücülü kondomların tadı iğrençtir. Ağzına alan kişinin ağzında, diş ve dişetinde kanama, iltihap, infeksiyon gibi bir sorun olmadığında, ağıza alınan organda akıntı, açık yara, kabarcık, kabarıklık gibi cinsel yolla bulaşan hastalık belirtileri olmadığında risk anal sekste olduğu kadar yüksek değildir (ama bu şartlara sıkı sıkı bağlı kalınırsa). İlişki öncesinde ve sonrasında diş fırçalanmamalı, ağız, bademcikler, boğazda hastalık varsa ilişkiden kaçınılmalıdır. Şüphelenildiğinde ağza hiç alınmamalıdır. Partneriniz sürekli eşiniz değilse hayır deme hakkınızı kullanın, hoşlanmadığınızı söyleyin ya da belli edin. Sürekli eşinizse doktora gitmesini sağlayın. Ağıza alındığında penisin çok derine sokulması da riski arttırır. Ağıza boşalınmasından kaçınılmalıdır. Bunu gene eşinizle tartışın, boşalacağını anladığında sizi uyarsın ve hoşunuza gidecek başka bir yere boşalsın. Ama bir şekilde birisi ağzınıza boşaldıysa, meniyi ağzınızdan mümkün olduğu kadar çabuk uzaklaştırın; ya tükürün ya da yutun. İkisi de riski azaltır. Anal ilişki: Anüs (makat) sindirim sisteminin sona erdiği uç nokta, dışkılama ile ilgili organımızdır. Anüsün ve hemen üzerindeki barsak kısmı olan rektumun yüzeyi deriden farklı bir örtü ile kaplıdır. Bu örtü, salgı yapabilen, nemli, ağız içini andıran bir yapıdır. Darbelere karşı deri kadar dirençli değildir. Anüs ve rektumun çevresi halka şeklinde kaslarla çevrilidir. Anüsün çevresindeki kaslar kapı gibi çalışırlar; istemediğimiz zaman dışkılamayız. Bu kasları isteğimizle kontrol edebiliriz. Rektum çevresindeki kaslar ise yeterince dolduğunda kasılıp, içindekileri dışarı atmaya çalışır. Bu sırada anüs çevresi de gevşekse dışkılanır. Anüsün yüzeyinin altında, biri daha aşağıda, biri daha yukarıda iki damar paketi vardır. Bu damarların genişlemesine basur ya da hemoroit denir. Anal ilişki penisin anüsten sokulması olarak anlatılabilir. Burada alınan zevkin maddi temelleri, buraya yakın olan iç üreme organlarının(başta prostat olmak üzere idrar kanalı, idrar torbası, salgı yapmaktan sorumlu bazı diğer organlar) uyarılmasıdır. Bunun yanında alınan zevklerin tarifini burada ben yapamayacağım. Ama zevkin yanında acı da hissedilebilir ki ondan birazdan bahsedeceğim. Anal ilişkiye daha önce girmemiş olanların bazı endişeleri olabilir, önce onları aydınlatmaya çalışayım. Bunların açıklaması basit olan bir tanesi askerlikle ilgilidir. Askere
gidecek her erkeğe anüs muayenesi yapılmaz; sadece askere eşcinsel olduğunuz için gitmek istemediğinizi söylerseniz, hiçbir meşru tıbbi ya da hukuki dayanağı olmadan, sadece doktorun anlayışı gereği, nadiren yapılır. Anal muayene, bunun dışında, hayatınız boyunca, doktorlarca, tıbbi sebeplerle defalarca yapılabilir. Unutulmaması gereken şey: kişinin daha önce anal ilişkiye girip girmediği anüs muayenesi ile anlaşılamaz. Çevredeki kas doku içine birşey almak için genişleyebilse de sonra tekrar kasılır. Anal ilişki ile hemoroitler arasında da hiçbir ilişki bulunamamıştır. Basur anal ilişkiye hiç girmeyen insanlarda görülebilen, nedeni tam açıklanamamış bir rahatsızlıktır. Gelişmiş veya gelişmekte olan basurun doktora gösterilmesi gerekir; uygulanacak tedavi sizi tamamen kurtarmasa da ilerde ortaya çıkabilecek daha büyük sorunlardan korur ve şikayetlerinizi hafifletir. Gelelim ağrı bahsine. Evet ağrılı olabilir. Belki ilk başta bu sizi daha çok rahatsız edecektir. Ama bu üstesinden gelinemeyecek birşey değil. Ağrının asıl sebebi, anüsü çevreleyen kas halkanın genişlemeye karşı gösterdiği dirençtir. Bunun yanında anüsün, onu çevreleyen kas ve kemik dokuların herkeste aynı olmadığını, kimilerinde daha ağrılı olabileceğini de hatırlatayım. Bir kural olarak öne sürmek ilk önce biraz garip gelse de, bence altın kural şu: ilk ilişki sizi anlayan, değer veren, sırf zevk için gözü dönmüş olmayan, dur dediğinizde duracak, mümkünse tecrübeli birisiyle olmalı. Eşiniz buna hazır değilseniz ısrarcı olmamalı, sizi buna zorlayamamalıdır. Onunla anal ilişkiye girmeye karar verdiğinizde bunu mümkünse uygun bir ortamda, iyi bir zamanda yapın. Yanınızda mutlaka kondom ve kayganlaştırıcı olsun. Eşinizi bunun ilk ilişki olduğundan haberdar edin. İlişkiye başlamadan önce anüs ve çevresini parmaklarla uyarmanın büyük faydası olur. Bu hem zevkli olur, hem de kas dokusunun gevşemesini kolaylaştırır. Parmağın çok zorlamadan, acele etmeden, adım adım anüse sokulması da ilişkiyi kolaylaştırır. Rahat olacağı düşünülen bir pozisyon alınır. Kişinin gergin olması herşeyi zorlaştırır, çocuk doğuruyor psikolojisine kapılmadan gevşemeye ve zevk almaya çalışmak gerekir. Eşiniz sertleşmiş durumdaki penisine kondomu takar. Herkes için farklı miktarda kayganlaştırıcı gerekebilir, ortak olan ilk ilişkide olabildiğince çok kullanmaktır. Kayganlaştırıcı hem penis üzerine, hem de anüs çevresine, birazcık da parmakla anüs içine, bolca sürülmelidir. Kayganlaştırıcı olarak içinde yağ olan vazelin, bebe yağı gibi şeyler kullanılmamalıdır. Türkiye’de su-bazlı (su içinde
çözülerek yapılmış) kayganlaştırıcı bulunmuyor. Bunun için eczanelerden ‘gliserin’ alınabilir. Kayganlaştırıcı olarak yapılmadığı için rahatlıkla alıp yanınızda taşıyabilirsiniz. Su-bazlı olmayan kayganlaştırıcılar kondoma zarar verip güvenilirliğini azaltır. Yeterince gevşediğinizde ve kayganlaştırıcı sürülüp, kondom takıldıktan sonra ilişkiye geçebilirsiniz. Eşiniz mümkün olduğu kadar yavaş davranmalı, organını itip, biraz bekledikten sonra daha ileri gitmelidir. Kasa gevşeme fırsatı verilmelidir. Acı duymaya başladığınızda bunu hemen eşinize söyleyin, sonra devam etmek üzere geri çekilsin. Birdenbire girmesi hem çok acı verir hem de yırtıklara yol açabilir. Girdikten sonrası malum. İlişki sona erdiğinde penis kondomla birlikte kavranarak dışarı çıkarılır. Bu sırada bir kağıt havlu filan kullanmak akıllıca olur. Etraf silindikten sonra kondom bir kağıt parçasına sarılıp atılır (tuvalete değil, tıkayabilir). İlişkiden sonra hareketten kaynaklanan bir gaz çıkışı olabilir. Bu ortama çok uymuyor gibiyse de utanılacak bir şey değildir. Daha sonraki ilşkiler daha kolay olur, ama genelde aynı prensipler geçerlidir. Mastürbasyon yaparken anüse başka şeylerde sokulmaktadır. Bu özel yapılmış şeyler olduğu gibi dik ve düz herhangi birşey de olabilir. Bunlar girinti çıkıntıları, keskinlikleri yüzünden iç yüzeye zarar verebilir. Çok tavsiye edilebilecek birşey değil. Anal ilişki en travmatik ilişki olduğu için AIDS ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından en riskli olanıdır. Mutlaka her ilişkide kondom kullanılmalıdır (sürekli eşinizle bile kullanın). Kondomun yırtılma şansı daha yüksek olduğundan mümkünse anal ilişkiye özel üretilmiş kondom kullanılmalı (galiba Türkiye’de yok). İki kondomu üst üste kullanmak yırtılma riskini arttırır.
KAOS GL 51 / 13
H. KANDOK Mevlüt, ilgimi çeken eşcinsel kişilerden birisi. Denizli Arkadaşım, Denizli’nin en ağır topu diyebiliriz. Uzun süredir onunla ilgili bir şeyler yazmayı düşünüyordum, bugün benimle konuşmak istediğini telefonla söyledi, buluştuk (Zaten zaman zaman buluşup konuşuyoruz, ben onun dert ortağı sayılırım). Bana anlatacağı özel bir şey yoktu, canı sıkıldığı için aramış, daha önceki konuştuklarımızı gözönünde bulundurarak ona geçmişiyle ilgili sorular sordum. Anlattıklarının daha öncekilerden bir farkı yoktu. Farklı bir şeyler yakalamak için ona ayrıntıları soruyordum, çekinmeden anlatıyordu. Köyde doğmuş ve orta okula kadar köyde yaşamış. Kendini bildi bileli erkekler onda merak uyandırıyormuş. Davranışları, görüntüsü ve sesi kız gibiymiş, bu kız gibilik babasını sinirlendiriyormuş. Köyde kendi koyunlarına çobanlık yapıyormuş. Sabahları koyun otlatmaya giderken, beline ekmek çıkınını bağlıyormuş. Üzerine uzun pardösü
KAOS GL 51 / 14
geçiriyormuş, başına da bir şeyler bağlıyormuş. Kendini kız gibi hissediyormuş. Özellikle pardösü ona fistan gibi geliyormuş. Örgü örmeyi de çok sevdiği için, örgü malzemelerini de pardösünün içine saklıyormuş. Çünkü babası kızıyormuş, kız işi yapıyorsun diye. Koyun otlattığı yerde kendini özgür hissediyormuş. Bağırıp çağırıyormuş, türkü söylüyormuş, oynuyormuş. Bazen tanıdıkları onu böyle yaparken gördükleri zaman ailesine şikayet ediyorlarmış. Ailesi neden böyle yapıyorsun, dedikleri zaman, kendimi rahatlatmak için böyle yapıyorum, siz karışmayın, diyormuş. Dışarıdan bir akraba köye geldiği zaman hoşgeldine gidiliyormuş. Gelen kişi merak uyandırır, ona ilgi gösterirlermiş. Birgün halasının oğlu gelmiş, Mevlüt de onu görmek için halasıgile gitmiş. Odada bir ara halasının oğluyla yalnız kalmış, halasının oğlu birden ona saldırmış. Sevip okşamaya, öpmeye başlamış. Mevlüt onun penisini merak etmiş. Mevlüt o sıralar 15 yaşındaymış. Hiç deneyimi olmadığı için ve söylediğine göre penis çok büyük olduğu için alamamış. Bu olaydan sonra penislere çok ilgi duymaya başlamış. Babasıgil onu ilçedeki imam hatip-orta okul yatılıya vermişler. Onun eşcinselliğini farkeden iki çocuk ona asılmaya başlamış (Pantolonlarını çıkarmadan sürtünüyorlarmış). Ama o, dini bir ortamda bulunduğu için erkek erkeğe beraberliğin günah olacağını düşünüyormuş. Eşcinselliğini ne kadar bastırsa da ibadet ederken dahi erkekleri ve penislerini düşünüyormuş. Ona asılanlar amaçlarına ulaşamayınca onun eşcinselliğini alaya almaya başlamışlar. Çağırırken, sarıkız, diye çağırıyorlarmış. Olayın daha fazla büyümemesi için okuldan ayrılmış. Abisi, çalıştırmak için Denizli’ye getirmiş, ilk deneyimini patronuyla yaşamış ama bunalıma girmiş, intiharı bile düşünmüş. Sonra askerlik, askerde asılanlar olmuş; askerler, hatta çok beğendiği bir teğmen. Ama hiç yanaşmamış bu tür beraberliklere. Şimdi ise pişman oluyor. Askerlikten sonra altı ay kadar daha köyde çobanlık yapmış, ama hareketlerinde daha temkinliymiş. Babası da karışmıyormuş artık (örgü örse bile). Tekrar Denizli’ye gelmiş. Eşcinsel beraberliklere bir başlamış, tutabilene aşk olsun. Yatamadığı halasının oğlundan tutun da, diğer halalarının üç oğluyla, kayınbiraderiyle… yatmış. Askerden ‘91’de gelmiş, şu anda ’98 yılındayız; haftanın her günü beraberlik yaşıyormuş. Belki haftada bir gün olmayabiliyormuş, o da erkek bulamazsa. Günde sayı 10’a kadar çıkıyormuş. Mevlüt zaman zaman
normal işlerde çalışsa da, genelde fuhuş yaparak sağlıyor geçimini. Ama beraber olduğu kişilerden zevk alarak yapıyor bu işi. Her insanın başına gelebileceği gibi onun da başına geliyor tecavüzler, şiddet olayları. Hiç aşık olmuyor musun, diye soruyorum. Oluyorum ama benimkiler bir ayağı topal aşk, bir gecelik aşk. Toplumumuzda eşcinsel beraberlik normal karşılanmıyor ki, benimle uzun süreli bir aşk yaşasınlar, diyor. Başka bir gün: Mevlüt, gece yarısı aradı, uyurken, telefonla. Beraber olduğu kişi tarafından, seviştikten sonra kovulduğunu ve dışarıda kaldığını söyledi (Mevlüt’ün sürekli kaldığı bir evi yok ve yattığı erkeklerin evinde geceliyor. Bazen de dışarıda kalıyor işte.). Bana gelmek istiyordu, kabul ettim. Bende kaldı sabaha kadar. Başka bir gün. Mevlüt, abisinin evinden telefon açtı. Abisiyle konuşmuş. (Ailesi eşcinsel olduğunu biliyor zaten). Abisi geçmişine sünger çekmek, bundan sonra da hayatına çeki-düzen vermesi şartıyla yanında çalışmasına izin vermiş. Mevlüt de bir süre fuhuş yaşamından uzak kalmak istiyordu zaten. Mevlüt çok kişiyle, çok seks yapmak isteyen bir tip. Normal işler, onun hızlı seks yaşamını engelliyordu. Bu yüzden, zaman zaman çalıştığı işleri hep bırakıp kendini tamamen sekse veriyordu. Çalışmayıp, paraya ihtiyacı olduğu için de yattığı insanlardan para talebinde bulunuyordu. Çoğu zaman para alamıyordu, aldıklarıyla karnını bile doyuramıyordu. Yatacak yeri olmuyordu. Sefil bir yaşam sürüyordu. Rezilliğe dayanamayıp, tekrar çalışmaya başlıyordu. İnanıyorum, Mevlüt’ün yaşamını sürdürecek parası olsun, çalışmayıp, parasız, insanlarla sadece zevki için hayatı boyunca seks yapardı, gece-gündüz demeden. Onun için seks bir yaşam şekli çünkü. Sonraki günler: Mevlüt, abisinin yanında çalışmaya fazla dayamadı ve kendini gene sokaklara attı ve seks işçiliğine devam etti. Hatta kendine karı-koca bir pazarlayıcı bulmuş. Onlar Mevlüt’e Denizli’nin gizli ama zengin eşcinsellerini ayarlıyorlarmış. Mevlüt bu kişilerden zevkini alıyormuş, karı-koca çift de Mevlüt’ün sırtından para kazanıyorlarmış. Mevlüt kullanıldığının farkında ama karın tokluğuna seks yapmak ve değişik insanlarla tanışmak onun için yeterli. Çünkü o bu işten zevk alıyor. Sonraki günler: Mevlüt, zaman zaman telefon açıyor bana veya karşılaşıyoruz. Bazen sokaklarda sürtüyormuş, bazen de abisinin yanında çalışıyormuş.
ALIŞKANLIK
AHMET’E
tersten esişlerinde rüzgârın inadıma gittiğini düşünürüm, hüzünden gözüme sızan damlalar altında eridiğimi; esridiğimi düşünürüm ürpertisinden ölümün… ardımda saplı kalan her bıçak kanatsa da gençliğimi duramam ki dönüp bakmadan sırtımdaki kahpeye, bakalaklığımı düşünürüm acısından alıklığımın… herşeyin oluverdiği anlarda, herzamanki yoklayışlarımda hep köşesindedir çantamın; ya olmasaydı? Da düşünürüm asalak yalnızlığım. ardımdan esişine ters rüzgârın, korkusuna ölümün, bıçağın sırtımı kanatan tadına tadlarına aşığım. düşünürüm de: asırlardır ben kan görmeye alışığım.
GÜRKAN/İzmir
LACRIMA’NIN LANETİ
hiçbir şey gelmiyor aklıma çimenlerin kokusu ırmakla yarışan günün bulutsu dokusu ıslık çalan meşedeki ormana saklı neşe aramızdaki ipincecik kelebek perde kalkıverecek gibi de olsa ah o dantel düşleri unuttum, unuttum hepsini kışa hazırlanıp çürüse de krizantem mekânımda asılı kalsa da kehribar yüzünün sureti içimden gelmez yazmak eski şarkıya yeni söz ben eksik etmem kendi gölgemi kucağımdan arka bahçede usulca ölürüm ve hiç gitmez oğlan seni artık sevmediğim aklımdan. unuttum, her şeyi unuttum Lakrima kapıyı çalan dahi içeri girmez herkes bilir çünkü seni sevmediğim ölürüm de aklımdan gitmez.
Şarmut A. İKARUS/Ankara (*Lacrima:lat. Gözyaşı)
KAOS GL 51 / 15
Sevgili Kaos GL okurları, İstanbul’da 27 Eylül Pazar günü olağan üstü bir Lambda toplantısı yapıldı. Sizlerle bu mevzuda sohbet etmek isterim. Başta Ankaralılar olmak üzere Bursa, Antakya ve diğer illerden gelen gruplarla biz İstanbullu Lambda müdavimleri, Kaos GL okurları, yurt dışından gelen bir çok hemcinslerimiz, zarif lezbiyen kardeşlerimizle hoş bir atmosferde istisnai bir gün yaşadık. Bir çok arkadaşlarımız ateşli, heyecanlı konuşmalar yaptılar. Arada bir fikir ayrılıkları, elektrikli tartışmalar oldu ise de, mutedil arkadaşlarımız söz alarak tarafları ikna ettiler. Tartışmalar hiçbir şekilde alevlenmedi. Zaman zaman lezbiyen kardeşlerimiz de söz alarak düşüncelerini samimiyetle açıkladılar, olumlu konuşmalar yaptılar. Bazı arkadaşlarımız fikir ve temennilerin hep aynı mevzuda düğümlendiğini, olumlu bir aşamaya hemen geçilemediğini, zaman kaybına uğranıldığını söylemekte belki haklıydılar. Ama yine de tesanütümüz (dayanışma) bakımından bu toplantı çok sevindirici ve olumlu idi. Gelecekte çok daha hazırlıklı, planlı programlı toplantılar yapılacağına, aktivistlerimizin çalışmalarının çok iyi sonuçlar getireceğine de eminim. Sayın Lambda ve Kaos GL gruplarının idarecilerini bizleri bir araya getirme başarısını gösterdikleri için samimiyetle kutlarım. Epeyce bir kalabalık, salonu doldurmuştu. Kendime oturacak bir sandalye bulmaya bakınırken bazı gençlerin ve bayanların: Parisli amca, Parisli amca sözleri dikkatimi çekti. Kendilerini tebessümlerimle selamladım. Doğrusu beni hemen tanımalarına sevinmiştim, hem de şaşırmıştım. Bazıları elimi sıktı, hatırımı sordu. Anılarımı okuduklarını, sevgilim Muhsin’le olan melankolik serüvenimden etkilendiklerini söylediler (Kaos GL, Sayı 45).
Çok sevinmiştim. Anılarım canlanmış, gözlerim buğulanmıştı. Etrafım pırıl pırıl kültürlü gençlerle dolu idi. Kibar ve zariftiler. Lezbiyen kardeşlerimiz de öyle. Toplantıya gelmekle davalarına sahip çıkmışlardı. Onlarla gurur duydum. Beni genç bir beyin yanındaki sandalyeye buyur ettiler. Henüz konuşmalar başlamamıştı. Kaos GL’nin Ekim sayısını toplantıya yetiştirmişler. Sevgili Coşkun kardeş bana da bir tane uzattı. Heyecanla sahifeleri çevirdim. İşte “yaşamın içinden kartpostallar”. Sevgilim Smith’in öyküsü. Yaşasın Kaos GL. Beni iyice mutlu etmişti. Yanında oturduğum gencin Ankaralı olduğunu anlamıştım. Usulca: Acaba efendim, Ankara’dan Ali Özbaş Bey de gelmişler midir?, diye sordum. Ali Özbaş benim, cevabını alınca sanki küçük dilimi yutacaktım. Heyecanla: Ben de Parisli Amca, diyebildim. Tokalaştık. Ali Bey ne kadar kibar, mütevazı, yüzü nurlu bir insanmış. Rastlantının güzelliğine bakın. Manyetik şuaları ile beni cezbetmiş, bilmeden yanına oturmuşum. Bu fedakâr kardeşimizin Kaos GL’ye ve dolayısı ile cemiyetimize olan yorucu katkıları için kendilerine teşekkür ettim. Ona yüreğim ısınmış, çok sevmiştim. Toplantı bitip, salon terk edilene kadar gözlerimi yüzünden hiç ayıramadım, tekrar tekrar sevgi ile, şefkatle ellerini sıktım. Hayırlı yolculuklar diledim. Yüzünde güvenilir insanlara has vakur bir ifade taşıyordu. Bu toplantıda Gay’e Efendisiz rumuzlu genç kardeşimizle de tanıştım. Bana iltifat ettiler. Anılarımın devamı için cesaretlendirdiler. Bu güzel toplantı çok tantanalı olmadı ise de havanda su dövülmüş değil. Tesanütümüz yönünden çok önemli, mutlu bir başlangıçtır. Her şey için, bilhassa bu toplantıyı organize eden kıymetli kardeşlerimize sonsuz teşekkürler.
COŞKU VE SEVGİ Aslında size yazmak istediğim öyle çok şey var ki; Yaşamım boyunca ilk kez erkek ve kadın eşcinsellerin topluca bulundukları mekandan çok iyi elektrikler aldım. Uzunca bir süredir kendimde hata arıyordum. Sizinle tanıştıktan sonra hatanın bende olmadığına karar vermek beni çok mutlu etti. Şimdiye kadar yüzlerce toplantıya katıldım. (Gay örgütlülük üzerine) Hiç birinde duygulara izin verilmiyordu. Sanki duyguları anlatmak birileri tarafından yasaklanıyordu. Fark ettiyseniz son toplantıda da duyguların anlatılması önerim reddedildi. Oysa biz eşcinseller duygulara önem veren insanlarız diye biliyorum. Oysa LAMBDA’nın en eleştirdiğim yanlarından biri sadece mekanik ilişkilere eğilimli gibi geliyor bana. Bence bilimsel
toplantılar yapan akademisyenlerinki gibi birliktelikler çok iyi biliyorum beni son derece rahatsız eder. Özetle Ankara KAOS’dan ve Bursa’dan gelen arkadaşlar sizler İstanbul ilişkilerinin olumsuz anlamda uzağındasınız diye düşündüm. Çok heyecan duyduğum eşcinsel olduğum için grup içinde keyif aldığım bir birliktelik için sizleri çok sevdim. GAY BİLİNÇ denilen şeyi galiba siz yakaladınız. Darısı bizim başımıza. İslami kesimde sıkça anlatılan bir örnek vardır:İslamı yaymak için müslümanlar Hindistan’a gittiklerinde onların birbirlerine bağlılıkları hintlileri çok etkiler ve ilk müslüman grubu böylece oluştururlar. Sizin birbirinize bağlılığınızdan çok etkilendim. Selam ve sevgiler. Mutlu ve özgürlük dolu günlere hep birlikte.
ENVER Köln
İstanbul’da sizlerle yaşadığımız onca hoş saatlerden sonra, Türkiye’deki gruplaşmalarla beraber çalışmaktan sevinçliyiz. Kavgasız, gürültüsüz bu toplantılardan bizler Türk-Gay olarak çok şeyler öğrendik. Sizleri (Kaos GL,
Lambda, Sappho’nun Kızları, Spartaküs vd.) daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Bizlere yabancı olan, ama sizlere özel kimi sorunlarla yüzleştik. İleride de bu tür toplantıların yapılmasını diliyoruz.
Atilla A. Ankara
Sadede Gelemiyor Sizlere mutlu bir aile-evinden (her ne demekse) sesleniyorum. Kafamda bin bir düşünce. Sonunda bir gay arkadaşımla eve çıkıyoruz. Binbir türlü zahmetli iş (kiralık bir eve yerleşmenin zorlukları) ve ekonomik sorunların bizi beklemesine rağmen mutluyuz. Bunları niçin anlattığımı merak edenler olacaktır. Yazının tamamını okumaya sabrı olanlar sabırsızlananlara anlatırlar umarım. Geçen pazar KAOS GL toplantısını (mekan sorununu giderememize rağmen) kolayca unutacağımı sanmıyorum. Uzun bir süreden sonra yeni gay aktivistleri aramızda görmek hepimizi mutlu etti. Kimilerince aktivist
sözcüğünü kullanmak için çok aceleci davranıyor olabilirim. Fakat inancım odur ki bir gay’in bizim gibi bir grubun toplantılarına katılıyor oluşu bile yeterli sayılabilir aktivist sözcüğünü kullanmak için. Toplantıda kişisel sorun olarak adlandırdığımız ve hemen hemen hepimizin ortak sorunu yaşam alanlarımızda nasıl daraltıcı ve bunaltıcı anlar geçiriyor oluşumuzdu. Sırayla söz alan grup üyeleri eşcinsel olmamız nedeniyle yapmak isteyip yapamadıklarımız, düşünmeye bile korktuklarımız, yaptığımız için suçlandığımız, pişman edildiklerimiz üzerine kendi yaşamlarından, kişisel (!) sorunlarından söz ettiler. Sonuç olarak çoğunluğun kişisel problem olarak gördüğü (yalnızlık,
Parisli Amca İstanbul
Ali Kemal YILMAZ İstanbul
KAOS GL 51 / 16
açılma (comingout) süreci, aile, okul, iş, vs. de baskılanma, vb. gibi) problemlerin hiç de kişisel olmadığı ve hatta bunları bizim sorun olarak algılamamızın seksist düzenin kurumsallaşmış yapılarda karşımıza çıkışından başkaca bir şey olmadığı kanısına varıldı. Yazıyı yazan olarak en azından ben böyle düşünüyorum bu nedenle toplantı sonucunu böyle algılamam da çok olağan. Bir türlü “sadede” gelemiyorum sordum soruşturdum henüz öyle bir gay bar yokmuş beni kandırmışlar heralde. Toplantı bol konuşmalı, bol hüzünlü, bol gullümlüydü. Toplantı sonrası büyük bir çoğunluk yemeğe gittik. Yemek ve sonrasında söyleşiler, beyin fırtınası devam edip gitti. 13:30’da başlayan toplantı serüveni saat 19:30 olmasına rağmen bitmek bilmiyordu. Hergay bir bir ayrılıyor, ayrılmak zorunda kalıyordu. Ben ve birkaç arkadaşım eve dönmek konusunda oldukça isteksizdik. Eve heteroseksüel yaşamamıza (her ne demekse .....) (yalanlara, rollere, kimlik bunalımlarına .....) dönüş. Gerçeklerle yüzleşmek dedi birimiz. Hangi gerçekler. Seksist düzenin dayatmaları bizim gerçeklerimiz olamazdı, olmamalıydı. Eve döndüm, mutlu yuvama(!), yedim, içtim kana kana içemedim. Hararetim yükselmiş ne içersem içeyim ferahlayamıyordum. Uyudum, uyandım, işe gittim, eve geldim. Az önce G. Efendisiz ile telefonlaştım. Derginin yeni sayısı için hazırlıklar tam gaz devam ediyormuş; dizgiydi çeviriydi derken uğraşıp duruyorlarmış. Ben de İstanbuluşma yazısını nasıl ve neden yazamadığımı anlattım. “neyse o, zorlama kendini” dedi. Birde size anlatayım “yazımın” başına gelenleri, (sabreden derviş ...) okunsun!... istanbul dönüşü heyecanla kaleme kâğıda sarıldım. Ve el yazısı ile iki sayfa tutan bir giriş kısmı yazdım. Daha sonra işyerimdeki bilgisayarda hem yazdığım kısmı geçirdim hem de gelişme kısmına geldim. Fakat bilgisayar kullanmaktaki acemiliğim nedeniyle tüm yazım uçup gitti. Azimliydim , başka bir gün tekrar aynı işi sıfırdan yaptım ve ne yazık ki ikinci kez dosyamı “temizle”dim. Bir üçüncü kez başladığımda ise işyerindeki problemlerimin doruğa çıkması (iş yoğunluğu, gerginlik) ve eve çıkma sevdası nedeniyle pek yol katedemedim. Bu arada hevesim de (oldukça) kaçtı. Eğitim dosyası için yeni bir yazı da cabası bari onu tamamlıyim dedim. Anacığım 20 senelik bir öğrencinin görüşleri öyle böyle bir yazıya sıkıştırmaya gelmiyor. Sonuç olarak siz hâlâ İstanbuluşmayı okumak için başladığınız bu yazı ortaya çıktı. Ne diyordum ha efendim İstanbul’a gittik. Güzeldi. Havalar çok güzeldi. Beni bu havalar mahvetti. Nihayet Sadet 26-27 eylül tarihleri Türkiye (yer belirtmek anlamında) Gay Hareketi Tarihinde yerini alacaktır. Bir kitap yazılacak ve bu tarihlerde neler olmuştu diye okullarda okutulacak değilse de. Bir gay tv. kanalında tarihte bugün köşesinde İstanbuluşma’dan sözedilecektir. Katılanlar bilirler neler oldu, neler konuşuldu. Yazım katılamayanlara biraz buluşmayı anlatmak amacında (sabreden....). Katılıp da anlamayanlar, yanlış anlayanlar, gelebilecek olup da gelmeyenler de ayrı mesele. Ülkenin ayrı şehirlerde aynı amaç için çalışan yerel grupların biraraya gelip güç birliğine gitmelerini amaçlayan buluşma Bursa IPOTH (her ne demekse, takıldım, takmakta haklıyım) aktivist grubunun hoş bir önerisiydi. Ankara’da KAOS GL toplantısında kimler gelebilir, neler yapılabilir, vs. üzerine konuşuldu. Hergayde büyük bir coşku vardı. Bu daha önce KAOS GL okurlarıyla buluşuyor toplantısı öncesinde yaşananları çağrıştırsa da zaman akıp geçmiş, edinilen tecrübeler harekete olumlu olarak nasıl aktarılabilir kaygısıyla çalışmanın asıl olduğunda hem fikir olunmuştu. Oldukça önemli sayıda katılımla İstanbul’a gidebilecektik. Bu çok sevindirici bir gelişmeydi. İstanbul’la bağlantıya geçildi, kalacak yerler ayarlandı. İstanbul’a trenle gitmeye karar verildi. Cuma akşamı Ankara Garı neşeli seslerimizi yankılıyordu. Eğlenceli olduğu kadar yorucu bir yolculuktan sonra Haydarpaşa Garında
Ankara’da da olduğu gibi topluca objektiflere poz verildi. Henüz medyaya poz vermediğimiz için kendi muhabirliğimizi kendimiz yaptık anlayacağınız. İstanbul’da Uğur arkadaşımız karşılama komitesinin yegane(ve yeterli) temsilcisi olarak bize bilgi verdi. Bizde hazır İstanbul’a gelmişken derginin dağıtımıyla ilgili işleri halletme amacında idik. Yeni dağıtım noktaları, yeni dağıtım olanakları vs. ilk buluşma Heribert’in evindeydi. Saat 16:00’ya kadar olan zamanı istediğimiz gibi değerlendirme olanağına sahiptik. Kimimiz dergi dağıtımıyla ilgili görüşmelere gitti, kimimiz kendi görüşmelerine. Ben Cuma gecesi İspanya’dan gelen sevgilimle dinlenmek (!) üzere Heribert’in evine gittim. Heribert’i daha önce KAOS GL O.B. toplantısındaki katılımından tanıyordum o kadar. Fakat evine girdiğim andan itibaren (aynı kentte yaşamadığımız için) yıllardır görüşemediğim bir dostumu görmüş gibi oldum. Sevecenliği, konukseverliği, ilgisi “Türk insanı konukseverdir” geyiğini tersten aklıma getirdi. (Uğur kıskanma önceki yazımın girişinde senden çok söz etmiştim bilgisayarıma gel bak inanmazsan) Şaka bir yana Uğur’u gördüğümüz ilk anda İstanbuluşma’nın bir fiyasko olmayacağını anlamıştık. (Seni seviyoruz Uğur) Aman aman neler yazıyorum. “Lambda’dan Uğur’a” neredeyse ilanı aşk ettiğim sanılacak. Lambda, KAOS GL grupları uzun zamandır ayrı tellerden çalıyor görünse de amaç birliği hiçbir zaman unutulmadı sanıyorum. Daha önce yaşanan kimi tatsızlıklar iyi bir iletişim ağının olmayışı ve aynı kutupların birbirini itmesinden başkaca bir şey değildi. Gruplar ayrı kentlerde olmanın dezavantajından bir türlü kurtulamadılar. Kimi iktidar heveslilerinin yönlendirmeleri; beyin takımı, öncü, ünlü olma hevesleri nedeniyle ağır aksak işleyen iletişim ne umdurdu ne öldürdü. Diğer gruplar henüz yeni olmalarına rağmen aynı iletişimsizlik, kimin ne yaptığının bilinemeyişi, sonuç olarak; yanlış anlamalar neredeyse düşman kardeşler konumuna geliyorduk. Ah efendim ne diyordum, İstanbuluşma. İstanbul. İstanbul sokakları, taşı, toprağı manti dolu. Mantı dedim de aklıma geldi, İstanbul’dan başka birde Kayseri’de varmış öyle diyorlar. Almanya’dan Türk-Gay’in aramızda oluşu da ayrı bir sevinç kaynağı oldu. Sizi seviyorum Enver, Engin, Hatice. (El salladım ama tv de değiliz değil mi?). Cumartesi-Pazar iki toplantı öngörülmüştü. Fakat ilk buluşmanın heyecanı olsa gerek biz cumartesini tanışma, kaynaşma amaçlı bir toplantı diye düşünmüşken, Cumartesi konuşup, görüş bildirme, Pazar deklare etme toplantısı olacakmış. Neyse problem etmedik. Her iki toplantıda bol bol konuşuldu. Efendim neler mi konuşuldu ; az sonra...... Cumartesi toplantısında birlikte neler yapılabilir konusunda görüşler sunuldu. Hali hazırdaki projeler nelerdir, bu projeleri nasıl hayata geçirebiliriz, projelerin faydaları neler olabilir vs. Ayrıca sorunlarımız nelerdir. Gruplar birbirlerinden ne bekliyor. Konuşunca sorunun iletişimsizlik olduğu anlaşıldı ve bunu gidermek için öneriler sunuldu. Uygulamaya konuldu.(900’lü bir hat açılacak, cinsel problemlerinizi bana anlatıcaksınız, internette bir web sayfam olacak; nü fotoğraflarım ile yatak odam adlı müstehcen filmim izlenecek) . İstanbuluşma yan yana nasıl duracağımızı, yan yana dururken özgünlüğümüzü nasıl koruyacağımızı, yan yana durmamızın gerekliliğini ve bunun çok iyi olacağını gözler önüne serdi. Herşey güzeldi çok mutluydum, adım Polyanna’ydı, Kızıl Maske yan kitaptan taciz etmeseydi ne güzel olurdu. Çatlak sesler çıkacaktır elbette, önemsiz. Önemli olan İstanbuluşma bir ilkti , herşeyin bir ilki vardır!(unutulmaz) Umudum konuşulduğu gibi “Baharda Ankara’da”, “BAHARANKARA” buluşmasının gerçekleşmesi ve planlı, programlı, sunumlu, söyleşili, gullümlü bir buluşmada, yeni projelerle gay aktivist hareketinin eşgüdümlenmesinin tam olarak sağlanmasında.
KAOS GL 51 / 17
COŞKUN İstanbul
KAOS GL 51 / 18
Bu arada adı geçen, geçmeyen İstanbul’da bizimle birlikte beyinlerini yoran, evlerini açan, sevgilerini sunan tüm arkadaşlara teşekkür yerine sevgi dolu selamlar. Arayın
boyayın. Ah efendim ne diyordum İstanbuluşma (sabreden dervişe birileri mutlaka vermiştir). Öpüldünüz.
EŞCİNSELLER GENEL TOPLANTISI 27 Eylül 1998, saat 19.00, Toplumsal Araştırmalar Vakfı, Toplantı Salonunda, Eşcinsel Gruplar Genel Toplantısı gündemsiz olarak başladı. -Evet arkadaşlar, Ankara’dan, Bursa’dan, İskenderun’dan Almanya’dan hoş geldiniz. İsterseniz toplantıya başlamadan önce herkes kendini tanıtsın. -Hayır, olmaz! Bu kalabalıkta herkes kendini tanıtmaya kalkarsa, bu iş saatler sürer. -Peki n’apalım? -Bence herkes kendini tanıtsın. -Hayır arkadaşım, bu yanlış sadece adını söylerse kim kimin adını aklında tutabilir ki. Boş yere vakit kaybederiz. -Üstelik, ya insanlar isimlerini söylemek istemiyorlarsa ne olacak. -Benim bir fikrim var. İnsanlar takma isimlerle kendini tanıtsınlar. -Yahu sen denyo musun? Madem takma isim söylenecek, bari tanışmayalım. -Ne yani? Biz şimdi tanışmadan mı birbirlerimizle tartışacaz. -Tayyipciğim sen var ya sen, sen adamı yoldan çıkarırsın. -Lütfen Coşkun kulağıma fısıldama, toplantıyı dinleyelim. -Arkadaşlar, isterseniz sadece gruplar halide tanışalım. Yani Almanya’dan gelen grup kendini tanıtsın, sonra Bursa’dan gelen grup… -Olmaz Abicim. İnsanların kendilerini koro halinde tanıttıkları nerde görülmüş. Karmaşa olur. -Tayyipçiğim, sen var ya sen. Sen istersen beni alırsın, alt kattaki tuvalete sokar, orda bana istediğini yaparsın. Vallahi sana “hayır” diyemem. -Coşkun saçmalama lütfen, şurayı dinlemek istiyorum. -Arkadaşlar, yarım saat geçti. Şu konuyu sonuca bağlayalım. Tanışalım mı-tanışmayalım mı? -Tanışmak, kaynaşmak için iyi olur ama zaman almayan bir yöntem olmalı. -Bence fazla vakit kaybetmeyelim. İsteyenler kendilerini kısaca tanıtsınlar. -Ne kadar kısa olacak? Üç dakikadan olsa sadece yirmi kişi kendini tanıtmak istese, eder 60 dakika… -Saçma bişey, ne demek “isteyenler kendini tanıtsın”. Kendini tanıtmak istemeyen buraya gelir miydi? -Tayyip, seni tanıdığım için tanrıya şükredicem. Eve gidip iki rekat namaz kılıcam, tayyibim, güzelim... -Coşkun vallahi sıkılıyorum. Bırak da toplantıyı dinleyelim. -Şimdi arkadaşlar... Arkadakiler lütfen kendi aranızda tanışmayın. Biz burda bir yöntem bulmaya çalışıyoruz. -Arkadaşlar farkında mısınız? Bir saattir tanışıp tanışmamayı tartışıyoruz. -Tayyip, öyle kıllı, öyle esmer, öyle güçlüsün ki... Sen varya, adamı anasıyla beraber ……… He vallahi ………. -Coşkun lütfen bana heteroseksüelmişim gibi davranma, rahatsız oluyorum. Arkadaşlar lütfen kendi aranızda konuşmayın. Konularımızı tartışıcaz ama önce şu tanışma faslını nasıl halledicez? -Başlasak bitecek ama, nasıl başlayacağımızı bilemiyorum. -Hay Allah. Dumandan nefes alamıyoruz. Allah için birisi ortaya çıksa da bir yöntem önerse. -Efendim bana sorarsanız önce kızlar kendilerini tanıtsın, sonra erkekler. -Saçmalama. Biz burda ayrımcılığa karşı durmak için toplandık. Sen de kalkmış kız erkek ayrımı yapıyorsun. -Tayyip, öyle heybetlisin ki, senle yatmak cesaret ister. Allah korusun insan iç kanamadan ölür vallahi. -Coşkun, bana erkekmişim gibi davranma, rahatsız oluyorum. Ben bir homoseksüelim. -Homoseksüel de olsan seni seviyorum.
-Ama Coşkun benim de duygularım var. Beni sıkıyorsun. Toplantıyı dinliycem lütfen. -Arkadaşlar, bakın saat yedi oldu. Saat altıdan beri tanışıp tanışmamayı tartışıyorsunuz. Pes yani! -Ukalalık etme, gel de sen çık işin içinden. Hangimiz daha önce bu kadar büyük bir toplantıya katıldık ki? -Bence zararın neresinden dönersek kârdır. Tanışma faslını toplantının sonunda yapalım. Daha fazla vakit kaybetmeden, önce konularımızı tartışalım, sonra tanışırız. -Olur mu kardeşim ya? Toplantıdan sonra herkes çeker gider. Kimse kalıp kendini tanıtma zahmetine katlanmaz. -Tayyip, sakıncası yoksa şu iri başparmağını yalayabilir miyim? -Coşkun böyle yapmacık davranırsan, senden hoşlanamam. -Tayyip, sana baktıkça... O geniş iri omuzların, kıllı esmer kolların, iri dudakların, her tarafın tahrik kokuyor. Tayyibim. -Coşkun, lütfen söyler misin? Sen hayatta hiç kimseyi doğal yollarla elde etmeye çalıştın mı? Tayyibim, canım, güzelim. Çok ciddiyim. Kapı gibi adamsın. Senden hoşlanmak kadar doğal başka bir şey olamaz. Sen var ya sen. Sen normal erkekleri bile öne doğru eğersin. Hiçkimse sana karşı duramaz. -Coşkun, şu an bile doğal değilsin. Sıkıldım, toplantıyı dinlemek istiyorum. -Arkadaşlar lütfen az sayıda sigara içelim ve kendi aramızda konuşmayalım. İsterseniz tanışıp-tanışmamak konusunda oylama yapalım. -Oylama yapamayız. Vakit kaybederiz. Bakın saat 7.30 oldu. Daha tanışamadık. Keşke bu konuyu toplantıdan önce düşünmüş olsaydık. -Ben bir şey söyleyebilir miyim. Bu toplantının bir tanışma krizine dönüştüğünün farkında mısınız? Deli olmayın. Herkes sırayla ayağa kalkarak, çabucak kendini tanıtsın. Ne var bunda? -Kardeşim. Bu sıkışıklıkta insanlar ayağa kalkamazlar ki. -Yahu çatlatmayın insanı. Ayağa kalkamayan oturduğu yerden tanıtsın kendini. -Coşkun, omzumu öpüp durma rahatsız oluyorum. -Tayyipçiğim, dayanamıyorum. İstersen yakında bir otele gidelim. Tanışıp geliriz. -Coşkun ben bir homoseksüelim. Benim de duygularım var. Beni anlamıyorsun. -Duygularını anlat bana Tayyibim, duygusal erkeğim. -Tamam Coşkun, bırak beni, toplantıyı dinliyorum. -Arkadaşlar saat 8 oldu. Birisi başkan olarak ortaya çıksın ve bir yöntemde karar kılsın. Yoksa bu böyle uzayıp gidecek ve toplantıya başlamadan saatimiz dolacak. -Yanılıyorsun arkadaşım. Bizler demokratik oluşumlar olarak, başkan, lider, yöneten kavramlarına karşıyız. Herkes eşit söz hakkına sahip olmalı. -Öyleyse sabaha kadar tanışalım mı-Tanışmayalım mı diye tartışıp duralım. Deliler gibi. -Ayool sen kime deli diyorsun. Çatlak. Biz tartışmayı öğreniyoruz burada. Hem hangimiz daha önce bu kadar büyük bir toplantıya katıldı ki? Şunun şurda üç-beş yıllık bir geçmişimiz var. Tabii ki tartışıcaz ve tartışmayı öğrenicez. Daha yolun başındayız. -Tayyipcim, yollarımızı, pardon sandalyelerimizi ayırma gel buraya. -Coşkun lütfen yapma. Orayı dinle. -Arkadaşlar ben bir şey söylemek istiyorum. Ben böyle bir toplantıya ilk kez katılıyorum. Hayal kırıklığına uğradım. Siz tuzu kuru olan, bireysel kurtuluşu amaçlayan, çevrenizdeki başka eşcinsellerin sorunlarına eğilmeyen, kendi kendilerini avutan insanlarsınız. Ben işimden eşcinsel olduğum için atıldım. Fahişelik yapmak zorunda kaldım. Can, mal ve sağlık güvencem yok. Kelle koltukta, oto yolda otostop yapıyorum.
Polisler bizi yakalayınca ya dövüyor, ya sövüyor, ya da paramızı alıyor. Eşcinsel olduğu için okulundan dışlanan, aşağılanan yalnız kalmış eşcinseller var. Eşcinseller olarak biraraya gelemeyen, toplantı yapmaları ve kendilerini ifade etmeleri yasak olan üniversiteliler var. Eşcinsel olduğu için öldürülen insanlar var. Eşcinsellerin dışarı atıldığı kafeteryalar, kahvehaneler var. Ailesince dışlanan, kovulan ya da özürlü muamelesi gören eşcinseller var. Eşcinsel olduğu için az parayla çalıştırılan, terfi ettirilmeyen, “dua et seni kovmuyorum, top” diyen patronlar var. Ve siz tam iki saattir “acaba tanışalım mı-yoksa tanışmayalım mı” diyerek kavga ediyorsunuz. Siz ya çıldırmışsınız ya da problemlerini konuşmaktan utanan, korkan, çözümü kaçmakta bulan ve “aç değilim, çıplak değilim, beni anlamasa da bir ailem var çok şükür” diye kendini teselli eden, pasifize olmuş, bir avuç kadercisiniz. Hepsi bu. -Tayyibim, dağ gibi güçlü sevgilim. Gitme bırakma beni ne olur. Yalnızım, çıplağım, kıllı vücudunla ört beni Tayyibim. Sensiz kalmaktan korkuyorum.
-Coşkuncuğum, ben de bir homoseksüelim. Sarışın ve iri erkeklerden hoşlanırım. Benim de kollanmaya, korunmaya, ……… ihtiyacım var. Gidiyorum. Sarışın, çok iri bir adamla randevum var. Hoşça kal. -Gitme Tayyibim. Eşcinsel olmamız birlikte olmamıza engel olmaz. Bu heterolar bizi öyle kendilerine esir etmişler ki, ağzımıza da sıçsalar aşk onlardadır sanırız. Oysa aşk sende, aşk bende. Aşk arzulayan iki gönülde. Aşk birbirini seven, birbirini kollayan, birbirini aşağılamayan, hayata aynı pencereden bakan insanların kalbinde. Gitme Tayyibim, gitme... -Arkadaşlar saat dokuz oldu, toplantı galiba bitiyor. Hâlâ tanışamadık, konularımızı tartışamadık ama hiç olmazsa şuna karar verelim. Gelecek yıl nerede toplanıcaz. (Dönüp o kalabalığa sessiz bir çığlıkla bağırdım) -Zıkkımın kökünde…
KAOS GL 51 / 19
Suat, Manisa Eylül sayınızda bir şey dikkatimi çekti. Hollanda’daki eşcinsel festivaline katılan iki Türk’ün şark kurnazlığıyla sığınma hakkı isteğini eleştiriyorsunuz. Buna ben de katılıyorum. Bunlardan biri İzmir’den Fatih Arık’dır. Hem de İzmir temsilciliği olarak aynı arkadaşın P.K. 41 Karşıyakaİzmir adresini 2. sayfanızda yayınlıyorsunuz. Bu adrese mektup yazanlar boşuna yazmış olmayacak mı? Yayın hayatınızda başarılar diler, daha fazla fotoğraf ve mektup yayınlamanızı dilerim. Biz, Manisa’da yaşayan iki arkadaşız. Manisa ve çevresinde yaşayanlarla tanışmak ve birlikte hareket etmek istiyoruz. Cinsel yöneliminiz ne olursa olsun tanışmak ve dayanışmak için bize yazın. Adres: Suat, P.K. 61, Manisa. KAOS GL’nin Eylül sayısında, Mektup-lar-dan köşesinde İzmir’den yazan Ercan arkadaşla mektuplaşmak istiyorum. Suat, P.K. 61, Manisa. ..../Adana Dergimizin Temmuz-Ağustos ve Eylül sayılarını Adana Kitapsan’dan aldım. Kitapsan, Adana’da merkezi bir semtte, uğrak yeri olan, bilinen, gezilen bir yer. Derginin Kitapsan’da bulunması, kitabevi seçimi açısından bir tesadüf müydü yoksa bilerek mi seçildi bilemiyorum ama Kaos GL’nin ve bu içerikte dergilerin merkezi, bilinen kitabevlerinde yer alması, derginin varlığından haberi olmayan eşcinseller için dergiyle iyi bir tanışma fırsatıdır diye düşünüyorum. Wayne Hunt, New York, ABD ABD’de, biz de, yıllar sonra, kazandığımız hak ve özgürlüklerimizi kaybediyoruz. Amerika’da orta çizgide yeralmak istemiştik,
KAOS GL 51 / 20
ama bir işe yaramadı. Gay olmanın “günah” olduğunu söyleyen bir Temsilciler Meclisi sözcümüz var. Şimdi seçimlerde bir malzeme olarak kullanılıyor. Eşcinsel topluluğumuz eskiden olduğu gibi birlik içinde değil. Bu, davamıza büyük zarar verdi. İlga da başından beri onunla olan bazı grupları dışlayıp, bazılarını seçerek gay topluluğun parçalanmasında payı oldu. Aşk ve özgürlük. Wayne Hunt 85A8050 Winde Correctional Facility, 3622 Wende Rd, P.O. Box 1187 ALDEN, New York, 14004-1187 USA ..../Kayseri Bu mektubu size biraz çare bulmak ümidiyle, biraz da içimde biriktirdiklerimi yazıp sizinle paylaşarak rahatlamak için yazıyorum. Belki birçoğunuz hem Kayseri’de yaşayıp hem de gay olmak ne kadar zor bilmiyorsunuz. Bu zorluğu en aza indirmek için bir takım önlemler aldım kendimce ama cinselliğimi ve kişilik onurumu muhafaza adına kendimi kısıtlayarak cezalandırdım. En kötüsü ve beni en çok acıtanı ise dopdolu olduğum sevgimi kimseyle paylaşamıyor olmak. Birini özlemek, beklemek, merak etmek, onun için endişelenmek, birini çok sevmek ve aynı ölçüde sevilmek istiyorum. Bunları yaşamadan, hissedemeden yaşlanmaktan korkuyorum. Bütün bunları neden mi yazıyorum? Çünkü bunları anlatacağım, oturup adamakıllı konuşabileceğim kimse yok. Erciyes Üniversitesinde okuyan ya da akademik kariyerini tamamlayıp özel sektörde iyi bir yer edinmiş gay arkadaşlarım var ama hepsinin aklı günlük ilişliler ve eğlence için çalışıyor. Nasıl oluyor da sadece seksi ve eğlenceyi düşünebiliyorlar anla-
mıyorum. Sanki oturup ciddi şeylerden konuşmaya, dertleşmeye hiç ihtiyaçları olmuyor. Zaman zaman kendimle çelişiyorum onlar yüzünden, eğer onlar da ben de gay isek yaptıklarımız ortak olmalı, yok eğer bir gay onlar gibi düşünüp yaşamalıysa, tek amaç bugün kendimi kaç kişiye düzdürürüm yada nasıl daha feminen olabilirimse ben neyim? Yada şöyle düşünüyorum: nasıl ki erkeklerin bazıları zampara, bazıları beyefendi, kadınlar nasıl hanımefendi veya hafifmeşrep oluyor bu da öyledir (heralde). Bunu ilk gençlik yıllarımda yapmıştım, heyecan verirdi o zaman ama şimdi gayem farklı. Bu gün 30 kasım 1997, sayım günü idi ve sokağa çıkma yasağı vardı. Bu yasak beni çok etkilemedi çünkü bu yasağı kendime uzun süredir uyguluyorum. Öyle uzun bir aradan sonra yazıyorum ki tuhaf geldi yeniden yazmak. Sadece onun için defterlerce yazı yazdım ve herşeyi bitirmek adına günün birinde yırttım onları, amacım onunla geçen bir buçuk seneyi yoketmekti, yırtmaktı. Kendimi çaresiz hissettiğim her an elime aldığım o defterde okuduklarım, her seferinde bir buçuk sene alıyordu ömrümden. Gece aleminin gülleri,barların, pavyonların, ucuz gazinoların büyük yada küçük şehirlerin varoşlarında yaşayan süslü püslü, abartılı, hep yüksek sesle gülen, ellerinden içkileri ve sigaraları eksik olmayan, mutsuz gönül bülbülleri diye adlandırıldılar da kimse merak etmedi;nasıl yaşarlar, ne yerler, ne içerler, neden gündüz onları kimse görmez. Onları yok saymak büyük yanılgı, o kadar içindeler ki hayatın, çok yakınınızdalar. Belki abiniz, kardeşiniz hatta babanız, belki de onlardan biriyle beraberde ola-
bilir! Hiç düşündünüz mü bunu? Murat, İngiltere Yaklaşık altı ay önce grubunuzun ve çıkardığınız derginin farkına vardım. Evet, belki geç olmuş ama yurtdışında olduğum için daha uzun süredir burada olan bir başka arkadaşımın aracılığı ile tanıştım. Çalışmalarınız beni kendim açısından ilgilendirdiği gibi, çok da mantıklı ve doğru çizgide görünüyor. Tümünüze tebrikler. Ben şu anda Londra’da yaşıyorum. Burada Stonewall ile bağlantı içinde çalışmalarım var. Aynı zamanda derginize ve grubunuza sadece izleyici olarak kalmayıp yazılarla da destek olmak isterim. Londra’dan destek malzeme açısından da yapabileceğim şeyler olursa seve seve elimden geleni yaparım. Haberlerinizi bekliyorum. Tezer, Ankara Ben bu yazıyı size yazarken yaşadığım olayların ve zihnimi sürekli olarak meşgul eden belirsizliklerin yorumunda deneyimli ve aynı şeyleri yaşamış olduğuna inandığım bireylerin yorumunu alma düşüncesini yaşıyorum. Çocukluğumdan itibaren gerek ailemde gördüğüm cinselliğin gerekse toplumumuzun kadına bakış açısındaki bastırılmış ve ezilmişliğin getirileriyle kadınerkek ilişkilerine soğuk baktım. Annem benim istediğim anne değilken babamla hâlâ uzayan ve uçurumlara sahip olduk ilişkimizde. Hayatımda sıkı sıkıya bağlı olduğum insanlar hep kadınlar oldu. Önceleri bunu hep aradığım anneyi bulma çabası olarak niteledim. Bir ilişkide beklediğim hep sonsuz güven ve sonsuz bir sıcaklıktı, şefkatti. Bu beklenti beni hep kadınlara itti. Cinsel ilişki (özellikle belden
aşağısı) hep uzaktı benden ve beynimden. Erkek-kadın arasındaki de midemi bulandırıyordu. Ve hep bu düşünce sürdü. Kısa süren ilişkilerim oldu erkeklerle. Ama cinsellik noktasına dayanınca bir kaçış mekanizmasına girdim. Şu anda 20 yaşındayım ve hâlâ erkekle yaşanacak bir cinsellik bana soğuk ve itici geliyor. Lisedeyken bayan bir hocamla çok iyi ve sıcak bir diyalogumuz oldu. Ona anne yüklemesi yaptığımı düşünüyorum hep. Ama 1.5 yıl önce onun bana aşık olduğunu öğrendim. Üniversitede çok samimi olduğum oda arkadaşımla aramızda bir ilişki başladı. İlk cinselliğimi onunla yaşadım. Onun da ilk ilişkisiydi bu. Bu ilişki aşktı. Ancak ikimiz de kimliğimizi bulamamanın sıkıntısına girdik. Bu sıkıntı bizi yıprattı. Bunu kaldıramayacağımızı düşünüp ilişkimizi bitirdik. Onun bana hâlâ aşık olduğunu biliyorum. Ben de onu seviyorum ama aşık olmadığımı düşünüyorum çoğu kez. Yine de bazen yoğun ve çekici şeyler hissediyorum ona karşı. Ancak bu tarz bir yaşamı kaldıramayacağımı da düşünüyorum zaman zaman. Bir erkekle birliktelik de tıkanıyor belli bir yerde. Belirsizlik içindeyim. Bazen frijit olduğumu düşünüyorum. Ama onu hâlâ öpebiliyorum. Biseksüel olduğumu da düşünüyorum. Çünkü erkek arkadaşlarım oldu. Ancak cinsellik boyutuna girmekten hep kaçtım. Psikologa gitmeyi düşünüyorum. Ama bunları hiç kimseye anlatmak istemediğimi de hissediyorum. Deneyimlerinizi ve bilgilerinizi paylaşın benimle. Kendimi elbette kendim bulacağım. Ama düşüncelerinizi de bilmek istiyorum.
Öncelikle size yayın hayatınızda başarılar dilerim. Benim dileğim aslında yazılarla değil yüzyüze gelmek, iletişim kurmak. Bu doğrultuda hareket ederek 2 hafta önceki Pazar Toplumsal Araştırma Vakfı’na gittim. Orada bana artık toplantıların yapılmadığını söylediler. Zaten dergide tatile girdiğiniz yazıyordu. Ben, birleşik dergiyi alamadım. Eylül sayısında da toplantıyla ilgili bir şey yazmıyordu. En azından Ankara’da toplantılar için. Bu arada toplantı veya gezi gibi şeyler olduğunda bunun olmadan önce haberi verilmesi bence daha iyi olur. Aksi taktirde sadece yapılan şeyleri okumakla yetiniriz. Bu da dayanışma ve
Ferid ATRAŞ, Antakya Antakya’dan yazıyorum.
KAOS GL 51 / 21
taraftar bulma yoluyla çıkan bir topluluk için ne kadar faydalı olur bunu tartışmak lazım. Bana yazmak isteyen arkadaşlar Ferid Atraş, Mustafa Kemal Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Antakya adresine yazabilirler. Ocak ayında yeni posta kutumu alacam, o zaman dergime heralde abone olurum. Çünkü bizim bu toplumumuzun bu duruma nasıl baktığı malum. Benim kendime yakın arkadaşlarıma bile sorduğumda şayet ben eşcinsel olsaydım ne yapardınız, diye; onların bazıları bırakırdık, diyorlar. Çünkü o zaman kendileri de öyle zannedilebilirmiş. Sadece bir dostum bana herşeyin aynı kalacağını söyledi. Ama yine de dolaştığımızda bundan rahatsız olabileceğini söyledi. Görüyorsunuz, insanlar nasıl maske takmak zorunda bırakılıyor. Ben de yazık ki bu rolü oynuyorum. İşin aslına bakarsanız galiba çok iyi rol yapıyorum ki herkes beni çok erkeksi bulup teklif getirmiyorlar. Ben, buna mecburum, çünkü sevdiğim insanları kaybetmek istemiyorum. Benim beraber olduğum bir homo arkadaşım bile dışarda yani gerçek hayatta sapına kadar erkek oluyor. Benim onunla ilk tanışmam zaten biraz komik oldu. Ona bende bir eşcinsel kasedi olduğunu söyledim. O ilk önce, küfretti onlara. Onların öldürülmesi gerekliğini söyledi. Ama yine izleyebileceğini söyledi. Ama sadece meraktan izleyecekmiş. Neyse, ilk izlememizde onunla beraber olduk, nasıl mı? Tabii ki sapına kadar erkek olan birisiyle nasıl olursa. Yani ben pasif, o aktif oldu. Bu olayda onun aktif olması kendisine göre onun hâlâ erkek olduğunun göstergesiymiş. Ama zamanla onun da içinde başka duyguların olduğunu anladım. Bunları ortaya çıkarmak inan ki file takla attırmaktan daha zor.
KAOS GL 51 / 22
Ama onunla sonunda bir ilişkimizde yani sapına kadar erkek olan arkadaşım pasif konumda benimle beraber oldu. Bu ilişki esnasında zevkten inliyor ve bunun dünyanın en güzel şeyi olduğunu söylüyordu. Aramıza nice insanlar var ve bu olaya örnek teşkil edecek. Ne yazık ki kimse kendini yaşayamıyor. Onun için sizin derginizin varlığı bu olayı çok kolaylaştırıyor. İçimizdeki zincirleri kırmak daha iyi daha özgür herkesin kendi olduğu bir geleceğe kavuşmak umuduyla. Ferid ATRAŞ, Mustafa Kemal Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi, Antakya / HATAY Özgür Özçelik/Ankara Bu yazıyı niçin yazdığımı bilmiyorum aslında. Çok dertliyim ve tek istediğim duygularımı bir şekilde az da olsa dışarıya boşaltabilmek. (yazıya böyle başladım fakat nasıl gelişeceğini çok merak ediyorum, hadi hayırlısı) Eğer yanımda çok sevdiğim ve kendime yakın hissettiğim bir eşcinsel arkadaşım olsaydı belki de bu yazıyı yazmama gerek kalmayacaktı. (keşke öyle olsaydı.) Fakat yok. Maalesef yok. Ankara’da yaşıyorum her ne kadar aktif olarak bir şeyler yapamasam da Kaos grubuyla bağlantı halindeyim fakat nafile. Kimseyi kendime yakın hissedemiyorum. Ancak bunun geçici olduğunu ve şu an içerisinde bulunduğum bazı psikolojik problemlerimden kaynaklandığını düşünüyorum. (umarım öyledir.) Bu kişisel olarak benim için geçici bir durum olabilir fakat geçici olmadığını düşündüğüm çok önemli bir sorunumuzun olduğunu düşünüyorum. O da “liseli eşcinsellerin” durumu. Bu konu özellikle lise dönemlerini geçmiş kendini kaşar olarak tanımlayan bazı kesimin ilgisini
çekmemiş ve hiç de önemli bir sorun gibi gelmeyebilir fakat ben liseliyim ve şu an benim için en önemli sorun bu. Heteroseksizmin en baskıcı şeklinin uygulandığı ve homofobinin en yoğun olarak bulunduğu bir lisede okuyorum (diğer birçok lise gibi) ve kelimenin tam anlamıyla acı çekiyorum. İnsan kılığına bürünmüş ayıların her allahın günü gözümün içine bakarak aptal aptal gülmelerinden, kendi aralarında biraraya gelip yüzüme bakarak kulak kulağa konuşmalarından, sınıf içerisinde yaptığım heteroseksizm aleyhtarı aykırı konuşmalarımın sınıftakiler tarafından alay konusu olmasından... bıktım usandım artık. Ama sabrımın taşacağı ve okuldaki en homofobik hocamın karşısına geçip ”Bu ülkede eşcinseller de yaşıyor.” Diyeceğim günü iple çekiyorum. Herneyse. Sizlerin bu konuda ne düşündüğünüzü çok merak ediyorum. Çünkü ben çok uzun zamandır bu konuda beynimi yiyorum ve napılması gerektiği konusunda somut bir sonuca ulaşamıyorum. Ancak bildiğim tek şey var o da liseli heteroların eşcinsellik hakkında çok az ve göreceli şeyler bildikleridir. Bu yüzden de liselerde bulunan eşcinseller bir şekilde kendilerini belli ettiklerinde hemen ondan faydalanmaya yoğun bir heteroseksist baskı uygulamaya ve onları her türlü ortamdan dışlamak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Özetle diyeceğim şudur ki: Okullarda az da olsa özgürce dolaşabilmemiz için hetero öğrencileri eşcinsellik konusunda bir şekilde bilinçlendirmemiz şarttır. Belki okullarda aktif olarak çeşitli eylemlerde bulunamayız. Bunun ne kadar zor olacağını kendim de lisede okuduğum için çok iyi biliyorum. Ancak işe benim yaptığım gibi yavaş yavaş
hetero gruplar içerisine girerek her konuşma ortamında bu ülkede eşcinsellerin de bulunduğu ve bunların hak ve özgürlüklerini savunucu sözlerle etkin olmaya çalışarak başlayabilirsiniz. Emin olun işe yarıyor. Bu arada İstanbul’da yaptığımız ortak toplantıda kalkıp da bana ”küçük arkadaşımız...” diye hitap eden Deniz’e bir şey söylemeden edemeyeceğim. “Deniz senden yaşça küçük olabilirim fakat senden daha bilgili ve bilinçli olduğuma eminim.” (oh be içimde uhde kalmıştı.) Son olarak bir sonraki sayı için aklımda bazı projeler tasarladım. Liseli heteroların eşcinselleri ne derece tanıdıklarını anlamak için bir anket çalışması yapmayı düşünüyorum. Umarım liseli heteroların bir azizliğine uğramam. Eğer bu konuda veya diğer konularda benimle iletişime geçmek isterseniz; derginin adresine yazabilirsiniz. Kerem (19), Adana Şu anda bunları yazarken bile tedirginim, acaba odama biri girer şu ya da bu şekilde bunu okumayı başarırsa diye. Artık böyle yaşamaktan bıktım. Acaba hareketlerim nasıl (acaba kız gibi mi yürüyorum), kendimi buraya kabullendirebilecek miyim diye düşünmek istemiyorum. Hareketlerimi kontrol altına almak istemiyorum. Heteroseksüel arkadaşlarımın yanında hep onlar gibi yapmaya çalışırdım. Hep lise bitince bunlar da bitecekmiş diye düşünürdüm. Ama lise bitti, gay olduğumu kimseye söyleyemedim. Halbuki hep lise bitince çok rahat olacağımı düşünürdüm. Disiplin korkusu ya da bunlar bir şekilde öğrendiklerinde karga tulumba psikoloğa götüreceklerinden korktum. Toplum yaptırımı hâlâ devam ediyor. Dar bir pencerinin arkasına
bırakılan ben, umutsuzca yoluma devam ediyorum. Günü birlik ilişkiler, daha sonra beraber olduğum adamın “ibne” diye aşağılaması tamir edilmez yaralar bırakıyor. Bir şekilde gay arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Fakat adres ya da telefon no’su bırakamıyorum. Çünkü ailem tipik bir Türk ailesi. Sonra görüşmek üzere. Enes, Eskişehir Çöllerde şayet buzullar oluşabilecek ise işte o zaman sevgi kapılarımız her şekilde kapanır sevgiye. Demek ki bu imkânsız… imkânsız olmasını zaten biz istiyoruz. Gidenlerin arkasından umutlarımız var. Çünkü gerçekten seviyorsa dönecektir. Öyle demiş birileri… Bizim sevgimiz bir ömre sığsın hatta sığmayıp taşsın. Her neredeysen sevgi hep yanında olsun ve bir ROMEO&JULIET’i yaşa. Ama sonu hep güzel bitsin. Mesafeler hiç önemli değil. Çünkü önemli olan kalpte yaşanan ve paylaşılan sevgi. Sevgi bir yerlerde… Sevgi yaşanması kadar söylenmesi gereken de bir olgu. Bağırın, söyleyin sevginizi. Bü-tün dünya duysun. Sana açılmayan tüm kapılar kapalı dursun. Beni düşün yalnız beni… Bir saniye ya da bir ömür. Çünkü senin de beni açacak tek anahtarın beni düşünmen olacak. Gözlerimi her kapatışımda farklı birisini değil, yalnız seni görmek ve yalnız seni düşünmek istiyorum. Şimdi seni bekliyorum… herşeyimle… Tüm aşklara.
Sevgilerimle…! 19 yaşında, üniversite öğrencisi, yalnız bir gayim. Enes, P.K. 116, 26311 Köprübaşı ESKİŞEHİR *** Şener, İzmir Derginizle henüz tanışabildim. Bundan sonra devamlı olarak yazmaya gayret edeceğim. Herşeyden evvel kendi hakkımda bir bilgi dökümü yapmalıyım. Bunun için, hiç hoşlanmasam da klasik bir özgeçmişi sunacağım… 1976, 22 Nisan Bayındır, İzmir doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi aynı kasabada tamamladım. Ardından daha iyi bir eğitim almak için İzmir Namık Kemal Lisesi’ne kayıt oldum. Ailemin politize yaşamımdan endişe duyması yüzünden, lisenin bahçesinde öldürülen bir arkadaşımın olayının hemen ardından yine kasabama, oradaki liseye alındım. O zamana değin çok iyi olan okul hayatımı, yapılan bu değişiklik yüzünden askıya alıp, başarısız bir öğrenci olarak protesto ettim. Ama araştırma yapmayı ve incelemeyi hiç ihmal etmedim. Lise sonrası yeniden İzmir’e döndüm ve çalışmaya başladım. Ağabeyimin bir gazetenin kurucuları arasında yer alması beni bu alana itti. Muhabirlik hayatıma, 95 senesinin başlarında Aydınlık Gazetesi’nde yazarak başladım. Çiçeği burnunda bile olmadan Türkiye genelinde yayımlanan bir gazetenin üyesiydim. İnsan ilişkilerimin iyi olması avantajını, iyi kullanıp önce Radyoaktif, ardından Radyo Tempo’da rock müzik ağırlıklı programlar yaptım. Bu sıralarda gazeteden ayrıldım. Radyodan da bir süre sonra yerel amatör Rock Gruplarının organizasyonlarını gerçekleştirdim… ardı sıra tiyatro geldi. Kendimi yetiştirmek için, profesyonel
KAOS GL 51 / 23
arkadaşlarımdan yararlandım. Önce 96 yılında İsmet İnönü gösteri salonunda, özel bir organizasyon içinde başrol oynadım. Ardı sıra yine yerel özel tiyatrolar geldi. İzmir Atatürk Lisesi’nin teknik tiyatro yönetmenliği yaptım. Oyun, Coşkun Bükel’in Theope’siydi. Sonra yine, yeni bir arayışa girdim ve tam bu sıralarda hayatımın sorgulandığı ve kendi kendime ceza olarak kabullendiğim intiharım geldi. İntihar nedenim, eşcinselliğimi kabullenmek ve böyle bir yaşamı haketmediğimi, keza, bunun Tanrı tarafından bir cezalandırma olduğunu düşünmem ile ilintiliydi. Kurtarıldım… Şu an, A.Ö.F. Kamu Yönetimi’ne kayıtlıyım. Ailemle birlikte, doğduğum ve belki de nefret ettiğim kasabada yaşıyorum. Bir süre öncesinde hayatımın merkezine yerleştireceğim kararı aldım. Ailem beni bu konuda destekliyor. Ben yazar olmalıyım... Hayatımın anlamını bulduğum bu konuda oldukça kararlıyım. Şu sıralar kısa öyküler yazmaktayım. Aynı zamanda yazdıklarımın kitap olarak basılması için gerekli girişimlerde de bulundum. İşte, bir yaşamın, yaşanmışlığın özeti ne kadar cümleye sığdırılabilirse ben de o kadar yazmaya çalıştım, özyaşam öykümü. Şimdi benim sizi, dergiyi inceleyip hakkınızda bir fikir edindiğim kadar siz de benim hakkımda fikir edinecek denli şey biliyorsunuz artık. Eşitliği sağladığıma göre, paylaşılabileceklere, yapılabileceklere geçeyim hemen…
Herşeyden önce, eşcinsellik üç açıdan ele alınmalıdır. Bunlar birey, toplum ve birey toplum ilişkisidir... İlk önce birey olarak, bağımsız, salt varlık (onto) dünyaya gelir. Sahip olduğu eşeyin ve bu eşeye (cinsel organı ile sahip tutulduğu cinsiyeti) yüklenilir anlam. Bir bebek dünyaya gelir. Kadın ya da erkek olarak... Bunun bilincinde değildir henüz. Sadece Freudyen bir tanımlamayla “Oral, Anal” dönemi yaşar. Yani vücudunda bulunan ilk ve en duyarlı bölgeleri ağızı (ki emmek yaşamını sürdürebilmek için gerekli besini alabilmek için) ve anüsüdür (dışkılamak ihtiyacı için). Emmek ve itmek... Ontolojik olarak incelendiğinde varlığın yaşamsal mücadelesi başlamıştır. Ancak yine de salt bu denli künt değildir yeni canlı. Dokunuş, yani “tene tenin teması”, onda ilk duyguları uyandıracak denli etkilidir.
KAOS GL 51 / 24
Bebeğe en yakın temas halinde olan doğal olarak annedir. Psikiyatrların daha sonra iddia edecekleri gibi annenin bebeğe az ya da gereğinden fazla (aşırı) tensel teması ve ilgisi yine bebekteki gelişimi etkileyecektir. Duygusallıkları yani sezgileri, daha sonra toplumsal öğreti ve dayatmalardan henüz uzak olduğu için bebekteki bu gelişim süreci annenin yetkinliği ya da yetisizliği dahilinde, tamamen kontrolsüz ve şansa dayalı bir süreç geçirir. (Bir eşcinseli kabullenmekte bu denli zorlanacak olan ailenin, bir eşcinsel yaratmaktaki maratonu bu noktada başlar aslında. Babaya daha sonraki dönemde gelinecek...). Bebek, ilk dönemi geçirdikten ve beş yaşlarına kadar (kişiden kişiye değişebilir bu dönem), tanımlamak istediği eşyalara dokunur, ağzına götürür. Beyin hücreleri ve vücudunun diğer hücreleri çok çok hızlı geliştiğinden dolayı ondaki gelişimi incelemek zordur. Üç açıdan gelişir bebek. Düşünsel olarak (IQ), duygusal olarak (EQ) ve bedensel olarak... Düşünsel olarak, dili, vücudunun organlarını, simgeleri, cisimleri, temel farklılıkları (soğuk, sıcak, tatlı, tatsız, acı vs), duygusal olarak sevilmeyi, ilgilenilmeyi, merakı vb, bedensel olarak ise okşanmayı, canının yanmasını, sert ya da yumuşak şeylere dokunmayı, yürüyebilmeyi vs., vs... Tüm bunlar olup biterken libido denilen farkın da ayrımına varıverir... cinselliğini... Bu konuyu daha iyi irdeleyebilmek için toplumsallığa da girmek gerek. Nitekim, Durkheim “insan sosyal bir hayvandır” diyor. Beş yaşına kadar zaten toplumsal rollerin asimilesi altına girmiştir bebek. İlk olarak “anne”, ardından da “baba” demeyi ve her iki kelimenin de farklı iki insanı tanımladığını, ki gerçekten de bu kendisine en yakın olan iki insanın sürekli beraber olmaları-
na karşın birbirine hiç de benzemediğini ayrıştırmıştır. Ama bu farkın nereden kaynaklandığıdır onun çözmesi gereken. Gözüne çarpan görsel ayrışmalardır. Babanın anne gibi memeleri yoktur örneğin. Buna karşın annenin de baba gibi sakal ya da bıyığı… Dayanamaz, merakını giderebilmek için oyun oynadığı arkadaşlarına yönelir. Mesela kız arkadaşının eteğini kaldırır ya da birine pipisini gösterir ve görmek ister... Bu konudaki çabalarını yine bilinçsiz bir önseziyle gizli yapmaya çabalar. Yakalanırsa neden olduğunu bilmeden cezalandırılacağını düşünür. Küntlük burada başlamış, baskı kafesine daha bu yaştan, neden olduğunu bilmeden alınıvermiştir. Oyunlar… Kişiliği en çok etkileyen oyunlardır çocuk gelişiminde. Genelde evcilik oynanır. Bu oyunun temelinde oyunun bir eğlence olmaktan öte ev durumlarını olduğu gibi yansıtmasına münhasır çok büyük bir ciddiyet vardır. Onlar kendi ana babalarının yerine geçmişlerdir ve onları çok ciddi bir biçimde cezalandırmaktadırlar. Ancak, temelleri çok önceleri atılan sorun burada gün ışığına çıkar. Eşcinsel yapıya yatkın olan erkek çocuk, anne olma arayışındadır. Bebeklerle oynar, yemek pişirir, annenin elbiselerine vs. özenir. Bu noktada çocuk “olması gerekeni” değil, “olmasını istediğini” oynuyordur. Bu dönem, diğer bir döneme kadar ertelenir. Ve ilk okul çağı!.. Çocukların acıması yoktur. Alaylar, isim takmalar, olayları siyah ya da beyaz gibi iki basit temel düşünceyle karşıladıklarındandırsa da bu, gruplaşmayı ve ilk defa olarak sosyal rollere bürünmeyi beraberinde getirir. Sosyal korku, dışlanma, yalnız kalma gibi sosyal bir yaraya dönüşür. Ya da oynanmaya başlanır. Gerçi eşcinsel çocuk, kendisini kabul eden ya da
kendine izin veren kızlarla oynamayı sürdürse de suçlamalardan nasibini alır. İlk okul sıralarında ilgi çekmek adına saldırgan bir tutum içine giren ve bir birlerine pek de dostça davranmayan kızlar ve erkekler ergenlik çağına kadar bu saldırgan ve ilgisiz tutumlarını sürdürürler. Gruplaşmalar kendi cinslerine yöneliktir. Derken, Eros’un sihirli değneği alt üst eder her iki cinsi de. Komiktir, eşcinseller duygusal zekaları, duyarlılıkları ve diğerlerinden daha derin olan algılamaları sayesinde aşkı çok daha önce keşfederler. Yazık ki aşkın getirdiği acıyı da… İşte bu noktada riyânın pençesine düşen de ilk onlar olur… Kendilerini aşağılayan, dalga geçen, belki çirkinlik yapan erkek çocuklar cinsel dürtülerini en kolay yoldan tatmin edebilmek için işin riyâsına yatarlar. İbne, karı kılıklı vs. birden bire ilgi odağı oluvermiştir. Gruplaşmalarda alaylar gene sürer ama yalnız kalındığında binbir rica yaltaklanmaya dönüşür herşey. Hele bir de karşılık bulabiliyorsa... Olup bitenden sonra “beceren”, becerikli (?), arkadaşlarına övünerek anlatır yaşadığı özel şeyi. Atar tutar da… Kendini en kolay yoldan topluma, etkilendiği kişilere kanıtlamak ve etkilemek bu denli basittir işte. Ben becerdim!.. (İyi, başın göğe eriyordur heralde). Sonrası ise malum. Eşcinselin kendini sorgulaması. “Neden”ler, suçluluk duyguları. Toplumun, ailenin, dinin, yalnızlığın vs. vs.’nin baskısı altında gelişen bir depresif kişilik… Bu; kişinin kendini kabullenişine kadar sürer. Bu sorgulama da yalnız olduğunu düşünmesi, kendisini kimsenin anlamayacağını, sevmeyeceğini, o güne değin sevdiklerini kaybedebileceğini sanması, kişinin aleyhine olup kişiyi intihara bile sürükleyebilir… Bir başka açıdan eşcinsellik…
Anne-baba ilişkisindeki sosyal rollerin önemi, kişinin cinsel kimliğini etkilemektedir. Erk, güç demek… Erk’ek ise güçlü. İnsanoğlunun yaşamındaki en önemli şeydir erk. Güç ve güce sahip olmak. Erkek gücü taşır, onu temsil eder. Bu yalnız bedensel değildir. Sosyal rol bütünü de buna yöneliktir. Kadın ise bu gücü taşıyana teslim eder kendini. Onun rolü de gücü kendine çekmek ve o güce katkıda bulunmaktır. Şöyle ki, erkeğin sosyal rolü ve cinsel kimliği “sahip olma”ya yöneliktir. Kadının ise “sahip olunmaya”. Bu noktadaki gelişim basamaklarından biri kendini karşılayamıyorsa o zaman karşılanma yollarına gidilir. Aile içinde “erk”i baba değil de anne karşılıyorsa çocuk için, çocuk kendini anne ile özdeşleştirir. Anne çocuk için sahip olunması gereken biri olarak değil de özdeşleşilmesi gereken biri olarak algılanır. Kendi içinde anne yaşatıl-maya başlar, daha sonra o karakter kişinin kimliğine yapı-şacak ve onun-la büyüyecek, gelişecektir. Zira, eşcinsel, erk olarak sembolize edilen penisi anüs kaslarında hissedip duyumsadığında (ya da penise sahip olduğunu, elde ettiğini duyumsadığında) libidosunu tatmin edecek ve bir kadınla özdeşleşip eksikliğini hissettiği objeyle tatmin olacaktır. Bu sanıldığından daha da karmaşık bir
psikolojik derinlik içermektedir. Ancak çok basit olarak şöyle denilebilir. İnsanları eyleme iten, ihtiyaçlarıdır. İhtiyaçlar, yoksunluklardan çıkar. Örneğin su içeriz, çünkü vücudumuzda su miktarı azalmıştır gibi… Bir başka açıdan eşcinsellik ise… İnsanın, kadın ya da erkek vücudunda hemeostazi (vücutiçi kimyasal denge) denilen bir mekanizma vardır. Bu, hormonlarımızı denetler ve kontrol eder. Kadınlık hormonu östrojen ile erkeklik hormonu testosteron, hem kadında hem de erkekte mevcuttur. Yani kadınlarda sadece kadın hormonu yoktur, erkek hormonu olan testosteron da vardır. Erkekte de östrojen mevcuttur. Yalnız bunların oranları farklıdır. Bir erkekte, erkeklik hormonu daha fazla kadınlık hormonu daha azdır. Kadınlarda ise tam tersi... Buradan da anlaşılacağı üzere, herkeste ama herkeste her iki cinsin de biyolojik olarak kanıtlanmış izleri, etkileri
KAOS GL 51 / 25
mevcuttur. Erick Fromm, “insanlar biseksüel doğar, sonradan toplumsallıkları ile cinsel kimlik kazanır” diyor. Dinen de bakılırsa çok açık görülecektir. “Hz Havva, Hz. Adem’in eye kemiğinden yaratılmıştır” yani, erkeğin içindeki kadından… Pissollini “doğanın dışında doğal olmayan hiçbirşey olamaz” diyor. Hayvanlar arasında da eşcinsel ilişkilere rastlanabiliyor. Bunlardan en çarpıcılarını araştırırsanız bulacaksınız. Bir de denizatları var sahi... Tüm bu açıklamaları, herhangi bir yerde ve zamanda “İbne, aaa, nasıl olur, iğrenç vb.” gibi yüzeysel bakan derin düşünme özürlü kişiler dolayısıyla yazdım. Yoksa ukalalık yapmak amacında değilim. Sizler zaten neyin nasıl, neden olduğunu pekala biliyorsunuz. Hani vardır ya. “Aptallar sonuçlardan söz eder, akıllılar ise nedenlerinden” diye, tüm çabam aptal olmamaya yönelik... Eşcinselliğin 4 nedeni duyuruldu. İlki kalıtımsal, ikincisi periferik etmen (çevresel), üçüncüsü hormonal, dördüncüsü ise birden fazla faktörün bir araya gelmesi… Psikologların ne dediğinin pek önemi yok aslında. Neden oldu? Şundan ya da bundan. Bildiğim tek gerçeklik ben böyleyim. Düşünmem gereken ise böyleliğimi nasıl en mutlu, huzurlu şekilde yaşayacağım. Zira ortalama 60 yıl olan insan ömründe yaşadığım an’dır önemli olan… Ben insanım. Ne’yim, Nasıl’ım, Niçin’im hep daha sonra gelmeli. Herkes kadar mutlu yaşamak en doğal hakkım. Zaten dibi çıkmış dünyanın akla hayale gelemeyecek zorluklarını taşımakla mükellefim. Bunlar yeterince zor, bir de aşkı, sevgiyi ve insanı insanca yaşatacak, dünyayı yaşanılır kılmaya katkıda bulunacak şeyleri almayın benden. Destek olmayın, tamam, ama köstek de olmayın
KAOS GL 51 / 26
yaşamıma. Çekin elinizi apışaramdan… Ben bugüne değin birine gidip “sen hetero musun?” demedim. Neden gelip bana, bize sorarlar anlamıyorum. Ben kimseye gidip ahlâk tahlili de yapmadım, aşağılamadım, yargılamadım… Neden öyleyse yargılanıyorum, yargılanıyoruz?… Çok basit. İnsanoğlu kendinden daha farklı bulduğu, gördüğü şeyi sorgulamaya girişir. Kontrol etmeye çalışmak, kontrol etmek güven hissidir onun. Ama kendinden farklı birini ya da bir şeyi görürse onu kontrol dahiline almak ister. Tehdit olarak algılıyordur onu çünkü. Yargılamak, yargıladığı şeyi kendinden ayrıştırmaktır. Böylelikle onun üzerinde ya egemenlik kuracaktır ya da onun boyunduruğuna girecektir. En ilkel tepi, savaş ya da kaç tepisidir. Yargılayarak tanı koyacak, ya savaşarak egemenlik sağlayacak ve kendini yine güvende hissedecek, ya da kaçarak, ki suçlamak da kaçmanın, yüzleşmemenin bir yoludur aslında, yine kendini güvende hissedecektir. Ben, bütün heteroseksüellerin (ki gerçekten tüm insanların özünde biseksüelliğin yattığına inanmaktayım) en çok kendilerinden kaçtıklarına ve kendileriyle yüzleşemediklerine inanıyorum. Sunulan dünyanın, öğretilerine boyun eğip, toplumsal rollerine öyle iyi adapte oluyorlar ki, daha sonra kendi kendileri bile inanıyor oynadıkları rollere. Ve yine iddia ediyorum ki, doğru zamanlama ile, doğru yerde, doğru yaklaşımla yatılamayacak heteroseksüel yoktur. Sadece içlerinde zaten varolan, doğalarındaki dişil ya da eril yanlarını ortaya çıkartmayı bilelim... İnsan psikolojisi çok basittir. Karşınızdaki kişinin zaaflarını, etkilendiği olguları bulun ve bunları doğru bir şekilde kullanın.
Kimse hayır diyemeyecektir… Çünkü, ego her kim ya da her ne olursa olsun, her şekilde tatmin edilmeye açıktır… *** Merhaba arkadaşlar, I´m a male, 39, looking for interesting contacts with Turkish friends from everywhere. I live in Germany. Here it is difficult to find a chance to find a contact place etc. I should be very happy a very thankfull, if you could help me, to find some interesting and tolerant friends in Turkey (or contacts to Turks in the world) or to give me some advices/addresses etc. My e-mail address: JOfun@aol.com Many thanks in advance! Hoşçakal! *** German Blonde Man, muscular, slim and strong body, looking for a friend. Write! Blonde deutscher Typ; muskelös, gutgebaut möchte Freund Kennenlernen. Peter Werner Muehlbauer, P.O.B. 440222D-80751 München/DEUTSCHLAND *** Ali, Antalya Akdeniz Üniversitesi’ni kazandım. Lütfen Antalya’da gaylerin takıldığı bar, bahçe, park vb. yazın... Akdeniz’de okuyan ve KAOS GL’yi takip eden arkadaşlar; Fen Edebiyat Fakültesi, Klasik Filoloji bölümündeyim. Lütfen KAOS GL’ye cevap yazın-bölümünüzü, ben de size ulaşayım. *** Türk-Gay’e ulaşmak için posta adresi: Türk-Gay, c/o SVD Postfach 10 34 14 50474 KÖLN-ALMANYA
Kaos GL okumaktan dolayı heyecan duyuyorum. Kalemi elime alıp –bu satırlar belki Kaos GL’de birbirlerini yalnızca birkaç kelime ile tanıyacak insanlar tarafından okunacak- dediğimde keyif alıyorum yazmaktan. Başlarda gönderimin basılıp basılmayacağı telaşına kapılırdım. Bazen iki şiir, bazen bir yazı, bazen film izlenimleri... Geriye dönüp baktığımda Kaos GL serüvenimde bir yıl geride kalmış. Yoğun iş hayatının getirdiği yorgunluk ve yaz rehavetine bir de sevgili Atilla Karakış’ın –artık çok gerilerde kalan- zehir zemberek sözleri de eklenince uzak kaldım kalemden. Son aylarda yazamasam da yeni bir merak başlatmıştım. Ali ile yaptığımız telefon görüşmelerinde basılacak yazıları ve yazar isimlerini öğrenir, beklemeye koyulurdum. Usanmadan sorardım bir de Yusuf Can mektup yazdı mı? Cevap hayır oldu yaz boyunca. Geçen ay bir yazıdan bahsetmişti telefonda Ali. Sevgili Kemal’in beni çok güldüren zeka dolu yazısı. Kemal, eski yazılardan hatırında kalan bölümleri kendi mizahi ironisiyle harmanlamıştı. Başta Ali söyleyince eski yazılara değinmeyi düşündüğüm için üzüldüm. Yine de Ali, kendi tarzımla farklı bir yazı çıkaracağımı söyleyince yazmaya karar verdim. Zirvedekiler, 40 ve 50. sayılar arasında yer alan yazılara dair fikirlerimi içeriyor.
40. sayıda favorim “Çamların Aşkı”. Yer yer gerçeküstücü, çoğu zaman neorealist yapıya sahip yazıda Burhan, kesinlikle hiç aksamadan kelimelerle sevişiyor. Doğrusu okuduğum en iyi romantik kısa öykü. Benim için 40. sayı, çok büyük önem taşıyor. Çünkü Kaos GL takdirle karşıladığım bir yazının slogan cümlesini kapağa taşıma şansını bu kez “Erotizm Ayıptır” adlı denememe veriyor. Aynı zamanda bu sayı içinde resimler olmaması nedeniyle otobüste rahatça okuyup, odamda rahatça bir köşeye bıraktığım son örneklerden. Slogansız (benim için kapak sözü) 41. sayı Gay’e Efendisiz’in dosya diyeceğim çok başarılı çalışması ile açılıyor. Sadece şunu söyleyebilirim: Keşke bu yazıyı daha çok insan okuyabilse. –Kurtuluş için.“Almak Vermekten Utanmaktır” diyen ve hâlâ savunduğum yazıya İstanbul ve Ankara’dan gelen tepkiler keyif verici. Şimdilerde yazılarını okumaktan keyif aldığım, başta hiç ısınamadığım kişinin (Monarşik sistem yöneticisinin eşi diyelim) hezeyanları başlıyor bir yandan. 41. sayının en etkili yazısı Samsun’dan geliyor. İmgelerle yüklü öyküde Akın, hayatın gerçeklerini özlü anlatımından şiir tadına taşıyor ne de güzel söylemiş “Annem o zamanlar en sevdiğim çizgi film olan Şeker Kız’ı seyretmeme izin vermemişti.” (Kaçan sadece filmler değil, yaşamlar). 42. sayıda yer alan “yazılarınızı küçük ve sıkışık yazmayın” notu beni biraz güldürüyor. Söylem ve slogan zenginliği taşıyan Gül’ün “Lezbiyenler Hangi Rolü Seçelim” başlıklı 3. sayfa yazısı ile başlıyoruz yeni sayıya. Yazıyı irdeleyince taşıdığı feminist izler nedeniyle acaba başlık “Kadınlar Hangi Rolü Seçelim” olabilir miydi? diye soruyorum kendime.
Sevgili Yusuf Can kendisini utanç duyulacak eseri ŞAKİR olarak görürken sosyologların çözemediği İstanbul eşcinselliğe zemin mi oluşturuyor yoksa yaşadıklarından dolayı toplumu mu sorumlu tutuyor?.. Hakan K., Ağır Roman pandomimi nedeniyle Küçük İskender’i sorguluyor (haklı olarak). Kaos GL eşcinselleri 4. sayfada kusursuz açıklayıcı bir dosyaya imzalarını atıyor, Burhan sonkez doyumsuz satırlarını gösterip çekiliyor bayramlıklarıyla. (Allahından bul! Nerdesin). 43. sayıda Metin, Uludağ’daki Ceylan’ı eleştiriyor. Bense utanıyorum Uludağ’daki Ceylan 2019 Bar’ın yeni dekorasyon projesini çiziyor olmaktan. Biraz da seviniyorum, çünkü proje gereği park yerine dört adet dükkan mevcut. Korktuğum başıma geliyor yavaş yavaş. Sayı 43 sayfa 14’te erekte bir erkek şehvetle bakarak sanki sıradaki gelsin diyor. Bu sayıdan en sevdiğimse bir mektup. Marakeşten göndermiş. 72 yaşındaki zoofil bayan. Memeleri omuzdan geriye atılmış resim harikaydı. Sayı 44 olurken İstanbul’dan Kezban nedeniyle şaibe fırtınası kopuyor. Bir yandan da sonuçsuz, kırıcı tartışmalar alevleniyor. Hüseyin Ergen benim noktalama işaretlerime takılıyor. Klup değil Kulüb yazılır diyor muzipçe gülerek; ama önemli bir tamlama yanlışını (moralize eder yerine moral verir ya da moral kazandırır. Sayı 43, Shf 21) atlıyor nedense. Ahmet Güntan, Hakan K.’nın Küçük İskender eleştirisine takılıyor, Atilla, tava sapının savunusuna adıyor kendini, bense sembolizmi tarif ederek girsem de “Verdimse Ben Verdim” yazısına, galiba bazı şeyler sembolik kalıyor. Tartışmalarda monarşik sistem yöneticisinin eşi düzey takıntılı, kurallı kuramcı ve öyle olmaya kararlı. 45. sayı bana iki favori ismi birden sunuyor. Şarmut A. İkarus ve Parisli Amca. Bir Lambda toplantısında bir bayanla konuşan bir bey beni göstererek “Şakir de güzel yazıyor” diyor. Bayan Duygu Zafer, bay Parisli Amca’mızmış, sonra tanışıyoruz bu sayı ile beğenilen sözü kapağa taşıma fikri yineleniyor. Kerem imzalı anatomi dosyası hiç kuşkusuz 46. sayının en önemli yazısı. Kafama takılan alt başlık sik (penis) mi? olmalıydı, yoksa penis (sik) mi? Şaibeliler kendilerini temize çıkarmaya çalışırken, lezbiyenler kimi yermek, kimi yanında yer almak için Duygu sayesinde su yüzüne çıkıp kalemi ellerine alıyorlar ve Duygu farklı yazısı ile 46. sayının özelleri arasına giriyor. 47-48. sayı bir dönüm noktası. Artık sayfalar daha çok, daha büyük. Yazılması gerekli daha çok şey olduğunu düşünüp, daha çok yazacak insan
Başlarda gönderimin basılıp basılmayacağı telaşına kapılırdım. Bazen iki şiir, bazen bir yazı, bazen film izlenimleri... Geriye dönüp baktığımda Kaos GL serüvenimde bir yıl geride kalmış. KAOS GL 51 / 27
diliyorum. Sezar’ın hakkı Sezar’a, bu sayıdaki favorim Buluşamama Hezeyanları Bölüm 6. Kusursuz bir fantezi anlatımı. 49. sayının starı Kaos GL’nin ikinci sayısında bir görünüp, sonra kaybolan Sanem Akay ve yazı Ts. Bahsi Üzerine. Ali ne kadar ilgisizlikten yakınsa da bulmaca bir ilk ve çok başarılı. Coşkun 46 ve 49. sayılarda aynı başlık ikileminde. Sevgili Ece, Eğitim Dosyasında yine kavram, kuram tartışmasında, Dinçer belki kızgın, yanlış başlık yanlış sloganlar peşinde. Deniz, gay kavramına çözüm sunarken – ki çok geç-, Kemal Yiğit (doktor civanım) çok uzaklardan mizahta olsun, diyebiliyor yazısında. 47-48. sayı bir son. Ters üçgenli Kaos GL logosunun yenilikçi bir arzu uğruna yokedilişinin başlangıcı (üzücü). Dinçer Arslan’ın yazısına Ali Ferhat’ın cevabı yeni Atilla vak’asını sinyallerini veriyor –ki 49. sayıda haklı çıkıyoruz-. Sevgili Ece’nin bir başlığı hatırıma geliyor “Düzey Sorunu” düzey nedir, ne işe yarar hâlâ çözemedim, ama düzey “uyarınızı size iade ediyorum” sözü olmamalı ya da kimsenin uykusu bir yazıdan dolayı kaçmamalı. Yine aynı sayıda Gay’e Efendisiz, Hakan K.’nın genel bakış yazısına cevap yazma gafletine düşüyor. Böylece Umay’ı sevmediğini anlıyoruz. 49. sayıda Dinçer kızgınlıkla Ali Ferhat’a dikleniveriyor ve sıkça yazının içindeyim –ne gerek varsa-. Ali Ferhat yer yer alaycı olmadan, saldırmadan, başka bir başlık altında yazsaydı bunlar olur muydu? Bilemiyorum. 50. sayıyı 27 Eylül toplantısında kapıdan girmemle Coşkun elime tutuşturuyor. (Daha bir dergi) Neden tartışamıyoruz yazısına takılıyorum istemeden. Daha önce “Biz Kaos GL yazarları düzeyli olmalıyız” diyerek bazı gereksiz kaygıların içine girerken insanları belki bilmeden sınırlıyor, hem de yazar unvanı ile ödüllendiriyor. Kaos GL’ye yazıyorum ama –ne acı ki- yazar değilim ve düzey kelimesi karşılığını bende bulmuyor (Varsın yaşayışım en azından bir kelimeye karşılık olmasın). Yazar! Yazısının 2. paragrafında insanların partner buldukları sürece sorunlardan uzak duracağını dile getiriyor ve genel adına konuşuyor. Her Kaos GL yazarının bir sevgilisi var mı acaba? Ardından derginin içeriği açıklanıyor: Dergi herkesin yaşadıklarını anlattığı yer değil. Bir sonraki cümle: Tabii insanlar yaşadıklarını yazsınlar. Öyle mi, böyle mi? Bir başka cümle: Tüm bunları bizim düzeyimizle, algılama yeteneğimizin zayıflığı ile açıklıyorum (yine düzey). Yazar bu cümlede bizim düzeyimiz dese de sizin düzeysizliğiniz diyor adeta. Eğitim dosyasına gelen iki yazı için yorum: Tartışmaktan
KAOS GL 51 / 28
çok, yazanın geçmişini ve yaşadıklarını eksen almış olması bir ilgiden çok ilgisizliğin altını çiziyor görülüyor ki anılar, yaşam izi taşıyan her anlatı yazar tarafından hor görülüyor. Dahası var. Tartışılmamış olmamı yadırgıyorum. Ey Kaos GL ahalisi Buluşamama Hezeyanları öykü dizisini sorgulamadığınız için suçlusunuz. Haberiniz ola!.. Bir itiraf var: Onca kaleme aldığım şeyin anlamsız bir çaba olduğunu düşünmeye başladım. Son cümle biraz kırgınlık taşıyor. Söylenecek herşey; tartışmanın, beğenilmenin ve övgüler almanın zamanı olduğu. Belki herkes bilgi küpü değil, herkes bağlam, düzlem, irkiltici türünden ağdalı bir dille kalemlerine sahip çıkamıyorlar ama yaşadıklarını sadece yüreklerinden gelen şekilde aktarmasını biliyorlar. İşte yaşamları eksen almış o yazıların sahipleri bir Coşkun, bir Parisli Amca, bir Yusuf Can çok beğeniliyorlar. -Ayrıntılara parmak basan, açılım getiren yazılar azınlıkta kalsa da dergide yer buluyor (yani bu bir lütuf mu?) Bu keyifsiz bahsi burada kapatmak istiyorum. Beni üzen bir başka yazı da 49. sayıdaki bir mektup. Zamanında bazı olguları anlatabilmek için dile getirdiğim, artık hasır altında kalmış ya da kalması gerekli tava sapı olayının; “alsın o tava sapını münasip yerine soksun” şeklinde (gayet lüzumsuz) tekrar gündeme getirilmesi. (Hem zaten sokmuş!). Bir zaman Barış Bortaçina da antimilitarist olmadığı iddiasında bulunmuştu ama bir açıklık getirmemişti şu antimilitarizm tartışmasına. Yine de birşeyleri anlatmak için kullandığım tava sapı imgesinin böyle algılanıp, dillendirilmesinden dolayı üzgünüm. Sonuçta bu mektubun amacı sevdiğim yazıları ve sebeplerini paylaşmaktı sizlerle. 50. sayıda ise bir söze vuruldum. “Ben sevişmek istiyorum”. Tam Duygu tarzı. İçten, kendiliğinden ve bir o kadar da kayıtsız. -İnsan sevmeyi öğrendim. İnsanı öğrendim. Keşke bizler de aşkı anlatan sözlerine dalıp sevmeyi öğrensek. Hoş geldin Yusuf, hoş geldin yüreğim. Sevgili Ece’ye Dün gece Coşkun evimi arayıp “Dialog” yazıma dair kendisinin ve arkadaşlarının beğenilerini aktardı. Çok fazla arkadaşım olmadığı için Coşkun’un yaptığı şey benim için çok önemliydi. Haklısın, yazılanların olumlu ya da olumsuz tepkilerini almak insana değer katıyor. Biz belki telefonlarımızı bildiğimiz için becerdik bunu Coşkun’la. Bunca şeyi boşuna mı yazdım derken nasıl bir alınganlık içindeydin. Keşke ulaştırabilseydik düşüncelerimizi bir şekilde. Keşke “Çocukluğun Getirdiği Cinsel Özgürlük” yazına dair fikirlerimi aktarabilseydim.
Yalnız, hep yenilmiş aşık bir eşcinselin, yaşamı algılayışının öyküsünü YAVAŞLIK ve HATIRLAMA olgularının izinden sürüp anlatan MUTLU BERABERLİK (HAPPY TOGETHER), “burjuva yaşayan, renkli ve eğlenceli kişiliği olan, mutlaka sanatla ilgilenen, sonunda AIDS’e yakalanan eşcinsel” karakterlerini barındıran filmlerin çok dışında, alabildiğine gerçekçi ve çarpıcı bir film. Ayrıca eşcinsel sineması için adı sıkça anılacağına inandığım önemli çağdaş yapıt. Az sonra okuyacaklarınız da bu filmden bana KALANLAR! “YAVAŞLIK HATIRLAMAKTIR” Der ki : Sana giremem. Çıkamam senden. Kendi içimde uyurum. Uyumlarda uyanırım. J. Cocteau (1)
İki adam. Biri diğerine HEP zarar veren, aklı ve ruhu HEP dışarıda, uçarı adam. Diğeri biri yüzünden acı çeken, yine de aşkına dair HEP emek veren, karşılığı alamadığında nihayet vazgeçen adam. Öykü asıl ‘diğer adam’ üzerine kurulu. Günün birinde YİNE terk edilir, LAİ. (SEVGİLİ’de belleğimize yerleşen acıyla sevişen güzel adam!) Ayakta durmaya çalışır. İş bulur. Bir barda, gelen turistleri çekmek ve kapıda durup beklemek onun görevidir. Her gece müşteriyle dolan bu barın orta yerinde bir kadınla bir erkek tango yaparlar. Hong Kong’un herhangi bir caddesinde, herhangi bir mekanında yapılan sessiz ve sakin bir danstır bu. Yavaşlığı anımsatır. Bir gece HO’yu görür, Lai. Bir gurup adamla gelmiştir. Tanımaz LAİ’yi yada önemsemez. LAİ hatırlar, ama. HO’nun kapıdan geçtiği AN donar. Bir an.. iki an.. Bu da geçer. Film HATIRLAMAYA dair. Ve YAVAŞLIK üzerine. LAİ’nin histerik bir tutkusu yoktur. Ho’ya bağlanmasındaki ve sürüklenmesindeki asıl neden LAİ’nin yavaş yaşaması ve anılarını hatırlıyor olmasıdır. Onlara duyduğu saygıdır. Ve onları yaşamına sindirebilen bir adamdır. Onun çok büyük hayalleri yoktur zaten. HO ile birlikte uzaklardaki şelaleye gitmekdir, tek isteği. Yoksul mahallelerinin birinde yaşadığı küçük, pis ama ona yeten odasında masanın üzerinde duran şelale biblosunun ışıkları hiç sönmez. İçindeki GİTMEK isteği de öyle… Ama… kendi halindeliğine bakıp onunla yada onsuz gidecektir LAİ.(Elveda Cariyem’in acıyla bekleyen ve sonunda tutkuyla ölen kadını.) Günün birinde HO, LAİ’nin denizlerine döner yine. LAİ karşı çıkar. İstemediğini söyler ona. (Sigara verdiğinde elini tutan HO’ya – görüntü yine donar, yine an’ın yaşanılması, belleğe kaydedilmesi - “seni bir daha görmek istemiyorum” dediğinde bile nasıl zorlanır aslında, YALAN SÖYLÜYORDUR!) Ta ki HO kan revan içinde LAİ’nin kapısına dayandığı o geceye kadar. Evine alır onu. HO muhtaç kalmıştır işte. LAİ ona bakar. Yatağını verir, temizler onu, yemeğini yapar, gündüzleri de ikinci bir işe, kan ter
içinde çalıştığı lokantanın mutfağına döner, UĞUR geceleri aptal turistlerin fotoğraflarını çeker, onlara Ankara arabalarının kapısını açar ve sürekli içer. Yorgundur LAİ. Para kazanmak için yaptığı iki işin dışında bir de HO ile uğraşmak yorar onu. Ama.. aslında.. kendisi de belirtir : “Onun evde elleri sarılı yattığı günler birlikteliğimizin en mutlu günleriydi.” Çünkü HO, eve ve ona bağlanıp kalmıştır. Buna muhtaçtır. Daha önce hızlı yaşadığı için algılayamadıklarını görür bu süre içinde. Ama değişmemiştir HO’nun yatakları. Birden fazla denize dökülmek ister. Bu yüzden hâlâ geridedir. HO, LAİ’nin denizlerine sokulmak ister yeniden. LAİ karşı çıkar. Vermez elini. Daha önce yaptıklarının üstünü örtmeyi hep becermiş HO’ya karşı daha güçlü durur. Ona kanmak, kapılmak ister bir yandan, ama yanlışı yaşamak istemez. Vermez elini. Bedenini. Ruhunu. Yine de her türlü fedakarlığı esirgemez. Bu arada öyküye mutfakta çalışan bir başka adamın yüzü karışır. İçtendir bu adam. LAİ’yi uzaktan sever. Onu hep izler ama açılamaz ona. Gizlenir. İş arasında LAİ’yle takım oluşturup futbol oynarlar. HO ile sorunları sınırı aşmışken son derece sinirli ve dayanılmaz olan LAİ, HO’nun son terkinden sonra bu yeni dostun samimiyetinin gücüyle dolanır ona. Aşk değildir LAİ’nin duyumsadığı ama küçük yaşamına güç verir bu. Kabul eder yeni dostunu. HO, LAİ’yi terk edecektir son bir kez. Ama bundan önce tango dersi verir ona. Dans ederler. Apartmanın mutfağında yaptıkları ilk ve son tangoları öylesine tutkuludur ki.. LAİ, bir kez daha alır HO’yu denizlerine. (Beyaz perdede gördüğüm en hüzünlü dans sahnelerinden birisiydi bu!) Sarılışlar ve dokunuşlar, çırpınıştan öncesini andırır. Derinlik sarhoşluğuna tutulmuştur LAİ, hem de kendi denizlerinde. O geceden sonra roller bir kez daha değişir. Lai, HO’nun denizlerinde yüzmeye başlar yeniden. Aslında yeni olan hiçbir şey yoktur. HO iyileşmiştir. Yüzünü yine gecelere ve yabancılara döner. Kahverengi deri ceketiyle eve dönen HO’ya “neredeydin?” diye sorar LAİ. Çırpınış anlarıdır bunlar. LAİ zavallılaşır. Yanıt alamaz. Evden çıkmamasını ister ondan. Kısıtlamaya çalışır onu. Yanlış yaptığını bile bile ona hükmetmeye çalışır. HAPPY TOGETHER Oysa HO’nun ona ihtiyacı kalmamıştır ki. (HO’nun Yön: Wong Kar-Wai bu ilişkiye bakışı ihtiyaçlarına göre biçimlenmemiş Oynayanlar: midir zaten?) LAİ’nin çırpınışları artar. Tam bu Leslie Chung, Tony Leung, dönemde HO onu terk eder YİNE… bir kez daha Chiu-Wai, Chang Chen bir başına bırakılır LAİ. Aşkı nasıl BİRBAŞINA 1997, Hong Kong yaşamışsa ayrılığı da tek başına yaşamaya başlar. LAİ acılarının doruğundadır. Babasına mektup yazar : “Her şeye yeniden başlamak istiyorum, beni
KAOS GL 51 / 29
1. 2.
3.
Cocteau, Jean. ‘Derin Uykunun Söylevi’ adlı şiirinden. Akın, Gülten. ‘Kent Bitti’ adlı şiirinden. Kundera, Milan. ‘Yavaşlık’ adlı kitabından.
KAOS GL 51 / 30
kabul et” der. Bu döneminde onu boğulmaktan kurtaran, ona can simidi olup kendi denizlerine dönmesine yardımcı olan yeni DOST vardır yanında. Günler geçtikçe daha çok inanır LAİ, ona. Yanılmaz da. Ayrılacakları gün geldiğinde (yeni DOST ‘dünyanın öbür yanı’ dediği yere, fenerin olduğu deniz kentine gidecektir) son bir kez sarılırlar birbirlerine. Bu an da yavaşlatılır. Ama bir türlü dökülmez GİZLER. LAİ merak eder “kalp atışlarımı duydu mu?” diye. Yine geç kalmıştır işte. İŞTE. YENİ DOST cebinde bir gece hatıra kalsın diye teypte kayıtlı LAİ’nin sesi, içinde dudaklarından taşmak isteyen ama bir türlü çıkamayan SIRLAR ayrılır o kentten. LAİ hepten yalnız kalmış. Amacına ulaşmak için yaşar artık. Lokantadan ayrılır- bardan kovulmuştur zaten, daha fazla kazandığı bir işe girer. Geceleri,erkeklerin ölü muhabbetleri ve kaslı vücutları ile iyice çekilmez kıldıkları bir mezbahada çalışır. Etleri yükler arabaya, geride kalan kanları temizler. Bir gece kan gölünün üzerine düşen HO’nun görüntüsüne de su döker. Temizlenir. Kopar ondan. Yapılacak tek bir şey kalmıştır. HO’dan gizlediği pasaport ve nice zamandır biriktirdiği parayla GİTMEK. UZAKLARA. Şelaleye doğru. Bu süre boyunca LAİ‘nin peşine takılıp Hong Kong caddelerindeki eşcinsel mekanlarını gezeriz. Barlara, tuvaletlere, sinemalara girer çıkarız. Geride anlamsız ama rahatlatıcı boşalmaları birakırız LAİ’yle. Yine bu tuvaletlerin birinde HO’yu görür ve kıvrılıp kalır LAİ. Onun varlığıyla karşılaşmak acılarını yeniden bindirir üzerine. Tuvaletin bir köşesinde büzülen LAİ’yi görürüz. Sonra doğrulur ve son cümlelerini de söyleyip seyirciye, çıkar o tuvaletten. Hong Kong’un görüntüleriyle karşılaştığımızda her an canlı gibi duran kentin hızlılığını algılarız. Yoğun anlarda yavaşlatılan ve daha sonra hatırlamamız için yardımcı olan görüntülerin aksine şehrin ışıklı renkli görüntüsünü hızlandırılarak izleriz. Şehir hızlılığa yenik düşmüştür, insanları gibi. Bu yüzden zor ve kirli değil midir zaten, yine insan ilişkileri gibi.
zaten? Bu yolculuktaki görüntüler de yavaş ve derin geçer belleğimize işte. Daha sonra hatırlamamız için. Yolculuğun sonunda yaşama nedenini doyurur LAİ. Şelaleye dair kurulan düşler gerçeğe dönüşür. Oradadır. Şelalenin çağıldayan suları yüzüne vururken oradaki ifade gurur yada sevinçten çok kırgınlık ve hüzündür. “Onu düşünüyorum. Yalnızca özlüyorum. O da burada olabilirdi” der sonunda. Yüzünde hissettiği bir damla tamamlar onun yalnızlığını, birbaşınalığını. Görüntü donar. HATIRLAMA! Bu sırada HO ise LAİ’nin o küçük evindedir. Her yeri toplamış, temizlemiş, son kavgalarındaki dağınıklığı yok etmiş beklemektedir. Hızlı yaşamının sonunda geç de olsa terk ettiği aşkı yaşamak için buraya gelmiştir ama LAİ evde değildir. Geriye de dönmeyecektir. Artık. Hiçbir zaman. Az önceki şelale sahnelerinin şiddetinin benzerini yaşayan deniz kentine varırız sonra. Dalgaların ve rüzgarın yıkmak için çabaladığı deniz feneriyle güçlü ve inatçı duran YENİ DOST’u izleriz. Yavaşlığın doruğundadır o da. Dünyanın öbür ucuna varmıştır ve buraya bütün duygusal sıkıntılarını döker. LAİ’ninkilerini de. Gerçi kasetten yalnızca anlamsız sözler, mırıltılar ve ağlayışlar gelmiştir ama sonuçta LAİ kırılmışlığını atar, YENİ DOST’u sayesinde. Son sahnede LAİ, bu adamın ailesinin kentine gider. Onu arar. Fotoğrafı görür ve anlarki YENİ DOST dünyanın öbür ucundadır. Artık gözlerini bambaşka açıp bakmaya başlayan LAİ, onu nerede bulacağını biliyordur. Yeterince zaman var, diye düşünür. Yine bekletir. Belki yine geç kalacaktır. FİLM BİTER. HO ise hatırlamayı öğrenir. Daha önce LAİ’nin çalıştığı barda tek başına, sarhoş kalakaldığı o gece dans etmeye çağıran adamın elinden tutar. Tango yaparlar. HO ne kadar zavallı ve yalnızdır. LAİ’yi anımsar. Onunla yaptığı ilk ve son tangoyu. Trajik bir sahnedir bu. Acı çekmeyi de öğrenir sonunda. SONUNDA!
Siyah beyaz yol görüntüleri çıkar karşımıza. Yolculuklarda yavaşlıkta önemli bir diğer olgudur. Yolculuklarda algılarız bir çok anı, insanı. Dışarıda duran yaşam geçerken önümüzden, genişliğe yayılan bir ovanın tam orta yerinde tek başına duran ağacın çıplaklığına takılıp kalmaz mıyız
Fazlasıyla sert yazılmış, okumak isteyenleri epey zorlayan bu şiiri hep HATIRLAYACAĞIM.
(Antenlerin uyduların metalik söylemiyle birleşilemiyor yabancı isimler trajik imleri alarm zilleri arasında karşılaşanlar tanışıyorlar mı? tanışamıyorlar bu bir çarpışmaya benziyor bütün gün bütün gün çarpışa çarpışa kentin ağır sularında herkes yaralı ) ( 2 )
(Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim. Bir adam sokakta yürüyor. Birden birşey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda, kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hâlâ çok yakınında olan zaman da, sanki bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır. Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.) (3)
15 Temmuz 1998
Eylül ayının son günleri idi. Ben yalnız ve sıkıntıdan patlamak üzere iken kendimi dışarı attım. Şöyle bir sinemalara baktım ve ismi ile dikkatimi çeken bir film seyretmeyi uygun gördüm. Film hakkında hiçbir bilgim yoktu. Fakat en kötü film bile can sıkıntısından iyi olurdu. Film, bir Amerikan kasabasındaki İngilizce öğretmeninin düğün hazırlıkları ile başlıyor. Evlenmeye 2-3 gün kalmış bu öğretmen(Kevin Kline) bir gece nişanlısı ile birlikte Oscar törenlerini izliyor. En iyi erkek öğrenci adaylarından birisinin de eski bir öğrencisi olduğunu öğreniyor. Sonunda bu genç oyuncu Oscarı kazanıyor. Ödül törenindeki konuşmasında rolündeki başarısının gerçek bir gay insandan, öğretmeninden etkilenerek oluştuğunu söylüyor ve öğretmenin ismini de vererek O’na tüm dünyanın huzurunda teşekkür ediyor! Başta ailesi, nişanlısı, tüm çevresi ve tabiiki basın, hemen kahramanımızın üzerine hücum ediyor. Oysa öğretmen bunun asılsız olduğunu, gay olmadığını belirtiyor ve tüm soruları şiddetle red ediyor. Öğrencileri, müdür ve birçok kişi O’na gerçekten gay olup olmadığını soruyor. (Filmin bu kısımları oldukça komik ve eğlenceli.) Birgün müdür, düğünü yapıp yapmayacağını soruyor ve eğer bu düğün gerçekleşmez ise işine son verileceğini bildiriyor. Kahramanımız kendinden o kadar eminki, son hızla düğüne hazırlanıyor. Bir televizyon kanalının haber spikeri (Tom Selleck) ise bu olayın üzerine gidiyor ve öğretmenin kendine zaman ayırmasını, bu konuda bir haber dizisi yapmak istediğini söylüyor. Kahramanımız buna şiddetle karşı çıkıyor. Bunun üzerine kahramanımız bunalımları yaşıyor. Hatta “erkeklikle” ilgili bir kaset dinlerken “gerçek erkek” kavramına pek de uymadığını keşfeder gibi oluyor(!) Kasette, gerçek erkeklerin dans etmediğini, etmemesi gerektiği, eliyle önünü karıştırması gerektiği, maço bir tarzı methediyor. (Tıpkı Türk maçolarının düşündüğü gibi) Oysa dansı çılgınca seven ve yapan, hiç de erkeklik(!) saplantıları olmayan, hatta konuşması ve romantikliği ile bazı ipuçları veren kahramanımız daha da çok bunalıma düşüyor. Kendi iç dünyasında savaşlar verirken birgün yolda haberci ile karşılaşıyor. Onunla konuşurken haberci çok doğal bir eda ile “gay” olduğunu söylüyor. Ve kahramanımıza bunu çekinmeden itiraf etmesini öğütlüyor. “Sen de bir ‘gay’sin” diyerek, bunu, Barbara Streisand dinlemesinden(!) anladığını belirtiyor. Tartışmalar sırasında tutup öğretmenin dudaklarına bir güzel yapışıyor ki bu sahne görülmeye değer ve çok hoş...
Nihayet düğün günü geliyor. Kilisede pederin AHMET önünde, yemin sırasında iç dünyasının fırtınasına İstanbul dayanamayıp birden bire; “Ben gayim” diyen P.K. 90, Üsküdar kahramanımız herkesi şaşırtıyor. Gelin kaçıyor, o özür dilemek için peşinden gidiyor. Bu arada spiker, kahramanımızı tebrik ediyor ve aslında kadına “iyilik” yaptığını söylüyor! Kahramanımız geç kalmış bir “coming-out” yapıyor. Ailesinden de, başta duruma şaşırmış olan çevresinden de pek fazla olumsuz tepki görmüyor. Fakat yine de “işinden olmak” gibi bir olayı yaşayarak bu konudaki homofobi de ortaya seriliyor. Sonuçtabiraz fantastik olsa da- gayliğini benimsetiyor. Hem de okulun mezuniyet töreninde. Çok hoş bir destekle (klasik de olsa) kabullendiriyor kendisini! Ve gay olması onu daha da yüceltiyor. Evet, iyi, hoş, tatlı, eğlenceli bir filmdi “Vücut Dili”... Vücudun konuştuğu dilin yalan olmadığını, olamayacağını anlatan, fantezilerle süslü bu film seyredilmeye değer. Fakat bazı abartılar da yok değil. Örneğin, gay olduğunu keşfeden adamın daha önce hemcinsi ile duygusal da olsa bir ilişki yaşamaması ve bu yaşına kadar kendini keşfedememesi biraz hayal gibi. Her nekadar nişanlısı ile 3 yıl boyunca hiç cinssellik yaşamamış olması ipucu verse de bu biraz gerçeklikten uzak kalmış gibi. Bu filmin mesajından imrenerek(!) herkesin coming-out’unu yapması gerektiğini savunuyorum. Bu kadar geç kalmış bir coming-out birçok kişiyi, öncelikle de kendimizi üzer. Fakat-kendim için konuşuyorum- bu pek de kolay değil. Üstelik filmden gördüğüm kadarıyla-ki bunu iyi biliyoruzAmerika’nın bile belli bir kabullenme sürecinden geçtiğini bir kez daha onayladım. Fakat ailelerin, “sen bizim evladımızsın, ne olursan ol, seni böyle de severiz” demesine daha çok zaman var ülkemizde! Veya daha fazlası; tüm çevremizin bizi % 100 desteklemesine!... Dilerim ülkemizde de insanlar son noktaya gelmeden (ben dahil) gay olduğunu açıklayacak cesareti bulsun kendisinde. Final sahnesi gibi hep birlikte dans etsin insanlar. Sitreyt, gay hep elele.. İnsanî değerlerimiz, becerilerimiz, özelliklerimizle var olalım, gayliğimizi kabullenelim. Mutlu ve özgür bir cinsellik dünyasına kavuşmak dileğiyle, hoşçakalın diyor, “vücut dilinizin” susmamasını temenni ediyorum...
KAOS GL 51 / 31
Yeşim T. BAŞARAN Ankara
Filiz MORAY İstanbul
Güneş K. GÖKER İstanbul
KAOS GL 51 / 32
Sevgili KAOS GL okur ve yazarları… Siz neler hissediyorsunuz bilmiyorum ama ben içeriğinin çok başka olduğunu düşündüğüm KAOS GL’ye son zamanlarda gelen bazı yazılardan çok rahatsız oldum. İnsanlar cinsiyetçi ve küfür dolu yazılarla birbirlerine saldırıyorlar. Bunu “harekete dair bazı şeyleri tartışmak” adına yapıyorlar. Oysa bu tamamen yanılgı. Yurtdışından Türkiye’deki lezbiyen ve gay gruplarına gelen paranın nasıl değerlendirileceği ve değerlendirildiği konusu, hayallerimizin bir gün gerçek olması adına oldukça önemli. Hiç kimse bir kaç kişinin dikkatsizliği dolayısıyla Türkiye’nin destekçi lezbiyen ve gay vakıf ve yardım kuruluşlarının kara listesine girmesini istemez. Ancak bu tartışmalar, davranışlara değil kişilere, üstelik de kişilerin cinselliklerine saldırıp yapılamaz. Ayrıca anlamadığım bir nokta da birbirlerine saldıran ve saldırılan insanlar, sırra kadem basmış değil ki, herkes İstanbul’da ve çözülemeyen bir para sorunu olması akıl almaz. Neden İstanbul’da kendine aktivist diyen insanlar, kişisel olarak kullanıldığını düşündükleri paraları geri alabilmek için Ankara’ya yazı göndermek zorunda hissediyorlar kendilerini, doğrudan ilgili kişilerle konuşmak varken neden tüm bu yazılar mizahi olacak diye insanların cinsellikleri sözkonusu oluyor, kimi “lezbiyen olmaktan vazgeçiyor”, kiminin “cinsel fantazileri” kamu malı oluyor. KAOS GL okuyan bir çok insan bu yazılara maruz kalmak için nasıl bir günah işlediklerini bilemiyorlar. Gerçekten de artık bu tarz yazılara ve bu yazım tarzına bir son demek
gerekiyor. KAOS grubu bunları yayınlamakla hem bu tarz yazıları yazan yazarlar, hem de okurları tarafından suçlanır ve eleştirilirken, grubun kendisi de içi elvererek, “aman bu ay da iyi iş çıkardık” diye sevinerek yayınlamıyor. Aksine “gelen yazılar yayınlanır” ilkesine uymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama ben artık kişisel olarak insanların anlamsızca birbirine saldırdığı, mahalle kavgasını bir dergi aracılığıyla Türkiye çapında yapmaya çalıştığı, bize hiçbir şey katmamasının yanısıra da, ilgili kişileri tanımayan okurlarda da “bu insanlar kendilerini çok mu önemli sanıyorlar da birbirlerine küfürlü yanıtlar yazıp, bizim de her ay bunları okuyabilmek için derginin çıkışını iple çektiğimizi zannediyorlar” hissi uyandıran yazıların yayınlanmamasını istiyorum. Biliyorum ki, KAOS grubu bu yazıları elese, en az yayınladığı zamanki kadar eleştiri alacak. Bu konu benim kafamı çok karıştırıyor ve de üzüyor. Ama ben yukarıda tarif ettiğim yazıları dergide görmek istemiyorum. Bu konuda küçük bir not düşmek ve değerli vaktinizi daha fazla almamak istedim. Kendimce sorun olarak gördüğüm bu konuya şöyle de bir çözüm hissediyorum: Grubun yayınlarken içinin elvermediği yazıların geniş bir tanımı yapılır (örneğin, kişisel saldırı içeren, içinde küfür olan, vb.), sonra bu tanım dergide yayınlanır, ve gelen yazılardan bu tanıma uyanların yazarlarına ulaşarak, gerekçeleriyle birlikte yazılarının yayınlanamayacağı iletilir, ve dergiye de “bu sayıda yayınlamadığımız küfürlü yazılar” diye bir not düşülür. Eğer bu uygulama uygun görülürse çok sevineceğim.
Merhaba Beyin Özürlü Arkadaşım Sanırım sana cevap vermenin zamanı geldi. Çünkü seni kendi haline bırakırsak daha komik duruma düşeceksin. Biliyorum ki bir çok insan da böyle düşünüyor. Yazını okuyan insanlar da senin adına kaygılanıyor. Ehh sen de arkadaşımızsın, böylesi boktan duruma düşmeni istemeyiz. Onun için sen bu yazılarını Kaos GL’ye değil iyi bir senariste gönder. Sıkı bir komedi filmi olur. Eğer dağarcığın bu kadar zayıfsa diğer insanlardan yardım iste. Biz de olmasak ne yazacaktın bilmiyorum. Umarım bizden sonra sana bu konuda yardımcı olacak arkadaşlar olur. Bak güzel arkadaşım senin bu yazından sonra sana tebrik telefonları geldi mi bilemiyorum ama bizim telefonumuz hiç susmadı ve herkesin söylediği bir tek söz vardı: şunun haddini bildirin saçmalamaktan vazgeçsin. Neyse ki bir sürü insan her şeyin farkında. Anlamadığım birşey var. Sen bu dar kalıplar içerisinde eşcinsel mücadeleye ne kadar katkıda bulunabilirsin. Yazdıklarını okuyup da kaygılanmamak elde değil. Bir de nedense lezbiyenleri çekemiyorsun anladığım kadarıyla. Özellikle şu mantığına diyecek yok:ayrı bir dergi çıkarmaya ne gerek var. Zaten Kaos GL kim yazı gönderirse yayınlıyor. Evet Coşkun bu konuda haklısın. Gerçekten Kaos GL gönderilen tüm yazıları doğruluk derecesini araştırmadan ve hiçbir etik kavramı süzgecinden geçirmeden yayınlıyor. Gelelim ikinci teklifine. Bize söylediklerini aynen yazıyorum: arkadaşlar siz bir bar açtınız, "PARAMI" geri verin,birkaç bira da bizim için satın. Toplantılarda ödeme konusunda zorlanıyoruz diyerek bizden sana haftadan haftaya para vermemizi istedin. Bunun üzerine biz de senin tabirinle bir takım fantezilerimizden vazgeçip birkaç birayı da senin fantezilerin için satmayı kabul ettik. Bizimle böyle bir
anlaşmadan sonra hâlâ hangi mantığa dayanarak böyle şeyler yazıyorsun. Diğer ismini gizleyip utanmadan Sappho rumuzuyla yazan (……………)1 arkadaşım bu kadar suçlamadan sonra neden adını vermekten kaçınıyorsun. Suçladığın insanlar yani bizler ortadayız. Cevabını veremeyeceğimiz birşey olsaydı böyle ortada olmaz senin gibi gizlenme gereği duyardık. Birşey daha sormak istiyorum. Sizin eşcinsel mücadelenizde sanırım lezbiyenlere yer yok. Ama Lambda'nın yurt dışından lezbiyen bir dernekten aldığı parayı sahiplenip benim param deyip burdaki lezbiyenleri dışlayabiliyorsunuz. Madem bu denli sorumluluk sahibisin birşeylerin hesabını Lambda yerine sen soruyorsun. Coşkun arkadaşım, kendi ellerinle arkadaşın Alex'e teslim ettiğin Lambda'nın parası olan 40 milyonun hesabını niye sormuyorsun. Yoksa arkadaşın senin burnuna çubuk kraker sokup sevimli bir şekilde manda taklidi mi yaptırıyor. Yoksa ikinizin de gizli fantezileri mi var bu para için. Hayal gücünü kullanıp doğruluk derecesini bile araştırmadan insanları karalamaktan vazgeçsen çok iyi olur. Böyle mahalle kadınları gibi iki laf söyleyip geri çekilme. Bir derdin ya da sorunun varsa yerimizi biliyorsun. En azından arkadaşın Alex gibi kayıp değiliz gelir konuşursun. Ama dersen ki aman kızlar size gelip konuşup bu aptallıklarıma son verirsem nasıl gündemde kalırım gibi bir kaygı duyuyorsan saçmalıklarına devam et. Çünkü seni bu satırlarım bittiğinde kaale bile almayacağım. Zaten o zaman da sen kendi kendini imha edeceksin. NOT: Zaman zaman yazımda seviyesiz kelimeler kullandığım için okurlardan özür dilerim. Ama ne yazık ki Coşkun'un anlayabileceği dil bu...
SÖZDE ŞAİBELİ AKTİVİSTTEN, ŞAİBELİ YAZILARA ŞAİBESİZ YANIT Yaklaşık dört aydır hakkımda yazılanlara içten içe gülüyor,yazan kişinin acizliğine ve zavallılığına üzülüyordum. Artık hepimiz yazıların Coşkun'a ve (………)2'a ait olduğunu biliyoruz. Ama onlar hala yüreklilik gösterip açık kimlikleriyle yazamıyorlar. Kendilerini eşcinsel mücadeleyi sanki omuzlamış ve bir cengaver yürekliliğiyle eşcinseller adına savaşıyorlarmış gibi gösteriyorlar. Oysa hala kendi kimliklerini bile
belirleyememiş olan arkadaşlarımız ya rumuzların ya da eksik isimlerin arkasına saklanıyorlar. Benim amacım onların bana yaptığı gibi onları karalamak değildi. Ama öyle doldum ki klavyeye dokunan parmaklarımı engelleyemiyorum. Bu arada Kaos GL'ye de haylice kırgın olduğumu belirtmek istiyorum. Çünkü bu tür asılsız ve kanıtsız, kişiliğe saldırıda bulunanyazıları gerçek isimler dışında yayınlamak profesyonelliğe sığmaz. Çıkarılan dergi para ile satılıyorsa duvar panosunun ötesine geçmek zorundadır.
Gelelim bana yöneltilen suçlamalara,asılsız iddialara:1)Güneş Lambdadan Çıkaracağı Dergi Için 500 $ Aldı Ve Kaçtı: Evet ben Lambdadan Sappho dergisi için 500 $ aldım ama kaçmadım. Yalnızca adres değiştirdim. Geri döndüğüm yer de annemim eviydi. Lambda üyelerinin çoğunda annemim ev telefonu vardı. Derginin bir türlü çıkamamasının nedeni de şu; dergi için Jale adlı bir arkadaşımla koşturuyor bazı arkadaşlardan da yazı alıyorduk. Ama Jale heteroseksüel olmaya karar verince ben kendimle kalıverdim. Ayrıca derginin 400 milyondan aşağı çıkmayacağını öğrendim. Dergi bir ekip işidir. Takdir edersiniz ki tek başıma bir dergi çıkarmam mümkün değil. Bu arada Sappho 15 Kasımda Istanbul ve Ankara'da Kaos'un satıldığı tüm kitabevlerinde yerini alacak. Madem bir hesap sorma ve hesap verme dönemine girildi, ben de Lambdanın kuruluşundan itibaren yurt dışından aldığı tüm paraların hesabını soruyorum. Ayrıca en son alınan 3 milyar lezbiyen bir örgütten temin edildi. Lambdanın Türkiye'de yaşayan lezbiyenlere ayırdığı para 500 $ idi. Buna rağmen Coşkun Efendi karşıma geçip ayrı bir lezbiyen dergiye ne gerek var diyebiliyor. Kardeşim sen önce kadınlarla olan bu anlaşılmaz problemini ve kompleksini ya da annenle ilgili nefretini hallet. Gaylerin ataerkiden uzak, eşcinsel duyarlılığa sahip olduklarını zannederdim. Ünlü bir eşcinsel edebiyatçımız "bunlar ibne değil götveren" derdi. Sanırım haklı. 2) Güneş Barında Eşcinselleri Sömürüyor: Barımızda bira 500 bin lira değil 350 bin lira idi. Bilumum eşcinsel mekanlarda bira bir milyondan aşağı satılmıyor. O zamanlar fıçımız olmadığından şişe bira satıyorduk. Gece sonunda hesap yaptığımızda gördük ki 60 bira alınmış hepsi tüketilmiş. Elimize geçen para yalnızca 20 bira parası yani 7
milyon Türk Lirası. Ayrıca tüm çerez ve cipsler de ikramdı. Bunu, Lambdayakarşı olmayan mahcubiyetimden değil, eşcinsellerin sömürülmesine karşı duyduğum nefret yüzünden yaptım. Birayı 500 bin liraya sattığımızı iddia eden Coşkun Efendi aramızda yoktu. Sappho rumuzuyla yazan (....) vardı. Ayrıca Sappho rumuzunu kullanarak cinsel ayrımcılık yapan ve kadın cinsini benim ve sevgilimin özeliyle aşağılayan (.....)’ı kınıyor, büyük terbiyesizliği, aşağılık kompleksi ve acizliği için onun adına üzülüyorum. Siz eşcinsel mücadele için ne yaptınız ki hesap sorma hakkını kendinizde buluyorsunuz. Hangi standda yer alıp aralıksız 7 saat insanlara eşcinselliği anlattınız ya da Ülker Sokak' ta yaşayan travestilere ne kadar destek oldunuz. Şu an barımızda Kaos GL'nin tüm sayıları -son sayı da dahilokunmak üzere duruyor. Açıklayamayacağım hiçbirşey olmadığından beni aşağılayan yazıların olduğu sayıları da bulunduruyorum. Son olarak adım lezbiyen tarihine altın harflerle yazılmayacağı gibi utançla da anılmayacağım. NOT 1: Kaos GL’Ye bu son yazışımdır. Sorusu olan e-mail adresimle bana ulaşabilir: gunes_g@hotmail.com NOT 2: Coşkun Efendiyle Lambda toplantısında karşılaştığımızda bana yazdığı abuk subuk yazılar için şunları söylemişti: ben ortaya bir laf atarım, doğruluk derecesini sorgulamam. Yalnızca ortalık hareketlensin istiyorum. Bu yolla eşcinsel mücadeleye katkıda bulunamazsın. Bu mahalle kadını ağzıyla yazdığın hareketi sekteye uğrattığını düşünüyorum. Ortaya bilimsel ya da kültürel savlar atıp tartışmaya sunmak çok daha yapıcıdır. Eğer zekan bu kadarına yetmiyorsa bari provakatörlük yapma.
Sizinle konuşmaya fırsat bulamadığım bence çok önemli bir konu da dergiye gönderilen her yazının yayınlanması ilkesine bir madde ilavesini öneriyorum. Size gazetecilik etiğinden bahsetmek küstahlığına düşmek istemiyorum. Fakat dergimizin son sayısında Güneş Göker arkadaşla ilgili yazıyı okuyunca bu kadar önemli bir konuyu nasıl atladığıma çok kızdım. Namı diğer Coşkun yine insanlara, kişiliklerine saldırıda bulunuyor. Hesap sorulması gerekir elbette. Hatta Güneş’in parayı iade etmemesi de hata olabilir. Fakat ancak beş-on kişiyi alabilecek kapasitede minnacık bir barı olan Güneş’in sattığı biranın fiatı hesap kitap bilen bir insan için sorarım size ne kazandırır. Gay barların astronomik fiatlarla kapıdan girerken aldıkları paraları ve kötü muameleyi protesto etmek gerektiğini söylediğimde bana karşı çıkanlar neden bir lezbiyen arkadaşın açtığı alternatif minnacık
mekanı desteklemek yerine üstelik fiatı abartarak binlerce insanın karşısında Güneş’i küçük düşürüyorlar. Sizlerden rica ediyorum. Lütfen ben artık bu konularda birilerine ne avukatlık yapmak ne de haksızlık yapıldığını yazmak ve okumak istemiyorum. Coşkun arkadaş her sayıya yazı verme zorunluluğunu nereden hissediyorsa suni gündemler yaratıyor. Hesap sorulması gereken insanlar Güneş’ten önce sadece bir dergi çıkarmak dışında hiç bir etkinliği (gider anlamında) olmayan Lambda’ya hesap sorsunlar. Yoksa bu dedikoduların ardı arkası minnacık bir filiz olan hareketimizi kökünden yok eder. Kaos’dan son ricam kanıt olmadan karşı tarafla konuşmadan böyle yazıları yayınlamaması. Yanıtınızı yazılı olarak zannederim tüm erkek ve kadın eşcinseller merak ediyordur.
Ali Kemal YILMAZ İstanbul
Taksim’in lubunyalarına Parisli Amca senin dizini kırıp …… gitme zamanın gelmedi mi? Yaşlı insanlara saygı duyulur ama senin gibiler her zaman ………… Yazıların insanlara bir nasihat oluyor, bir nasihat oluyor sorma!… Ne olursak olalım önce insan olalım. Nedir insan?... Birçok tarifi var. Bence insan önce onurlu, haysiyetli, seviyeli olmalı, üretmeli. Yüzün kızarmadı mı? Bir milyon doları hiç etmekten bahsederken. Yaz, yaz, maddi durumunu, KAOS GL ile ilan et. Belki şu son günlerinde ……… birkaç tane daha fazla ……. Senin gibi insanların sevgiden, aşktan bahsetmesi yok mu?.. Yusuf Can kendini kolla; onun sevgisi ………, şefkati ………tür. Senin duayenin tabii ki Coşkun olacak. İnsanlara gayin, eşcinselin; orospuluk, ibnelik, topluktan başka hiçbir şey olmadığını düşündüren sizin gibiler değil mi? Efendim kitapçıya girmiş, KAOS GL sormuş, bitmiş demişler. Bu da “toplar o kadar çok mu burda” demiş. Sen kendini bu isimle sınıflandırırsan heterolara diyecek lafımız yok. Çocuk güzel miydi? Ne bok olduğunu anlamıştır. İyi ki bu top olayını açmışsın. Seni ………. ……… lubunya, sen toplumdan saygı istiyorsun, yer istiyorsun, böyle mi saygı duyacaklar, haklarımızı alacağız? (Bu hak konusu da enteresandır hani; ……… hakkını alıyorsun işte). Askerlik şubesine gitmek, ……… orda doktorun seni parmaklama fikri tahrik etti, kendini ……… kimseyi bulamadın,
eline geçen ilk cismi ……… di mi. Okuyorum dergiyi, Coşkun’u beğeniyorlarmış. Parisli Amcayı beğeniyorlarmış. Sizin hamurunuz da aynı da ondan. Yok otobüsten inerken en az beş kişiyle kesişmemişse o günü yaşadım saymıyormuş. Yok gayliğini paylaşacak insanlara ihtiyacım var diye iki gay ile tanışmış, bunlar bunu hemen yatağa atmışlar. Ah canım benim!.. Senin niyetin kendini …… birini bulmak değildi di mi? Şu, arkadaş arıyorum ilanları verenler, sizin için bir sürü porno dergi, sayfa sayfa ilan var, bırakın yalnızlık hikayelerini, alın o dergileri, arayın ………. Bak yalnızlık, dışlanmış gaylik duyguları kalıyor mu? Deli olmak işten değil. Adam bir aşık oluyor, bir aşık oluyor, mahallesinde herkese onun ne olduğunu söylemesine aldırmadan gidiyor taaa Kütahyalara ………. Sonra ay bir pişman oluyor, bir oluyor, ne olduysa yine …… Onur her zaman diyorum, onur. İnsanlık onurun üstüne kuruldu. İmrendiğimiz ülkeler o hale onurlu insanlar sayesinde geldi. Coşkunlar, Parisli Amcalar sayesinde değil. Neymiş, çocuk bir güzelmiş, bir aşık olmuş, aman efendim aman, 100 dolar verip yattığı ile daha sonra bu aşık olduğu filan üçlü bile yapmışlar. Öyle güzel bir ilişkiymiş ki para bitince …… etmişler. Bu zavallı, bedbaht, yaşlı …… lubunya kendini İstanbullara zor atmış. Bir de ne görsün, bilmem ne hamamında kimlerin kucağında. Senin çocukluğunda böyle değil miydi? (Allah için, ilk aşkına laf etmiyorum. O güzeldi. Ama yanlış saat bile günde iki kere doğru zamanı
Serkan EGE İstanbul
1, 2: Filiz Moray ile Güneş K. Göker’in yazılarında, Sappho rumuzuyla yazan kişinin, iddia edildiği gibi gay olmayıp, bir lezbiyen olduğundan dolayı yazıda geçen isim çıkarılmış olup, başka bir değişiklik yapılmamıştır.
KAOS GL 51 / 33
gösterir.) Plajda bembeyaz bacaklar, bir de utangaç... (sonra yılların kaşarı). Kabine, yallah erkeğinin kucağına. Di mi Parisli Amca, ………. Efendim, hep gaylik, gaylik. Bir de şu kürt meselesine eğilsek. Hayret yahu. Her rafta 100 tane kürtçülük, alevilik kitapları, dergileri, adam KAOS GL’ye göz dikmiş. Kürtleri ibneler kurtaracak zaar. (İbneden kastım; Parisli ile Coşkun gibiler). Biraz daha dikkatli okusa görecek iyi yazıları, niçin kürtçülüktü, bilmem neydi bu dergide uğraşılmadığını ama o Coşkun gibiler, Parisliler yok mu?.. Biraz şu mağdur, zavallı, amaçları bir tutam sevgi olan, ezilen, yok sayılan sözüm ona eşcinsellerden bahsetmek istiyorum. Kesinlikle şunu belirteyim, onlar hiçbir zaman bir gay, eşcinsel, insan olmadılar. Onlar hep ibne, top, lubunya, orospu oldular ve acısını aklı başında gayler, eşcinsel insanlar çekti. Toplum, dünyanın her yanında gay, eşcinsel dendiğinde Coşkunları, Parislileri anladı. Toplum, ortalama insan, hiçbir konuda derine inemez; ortalama insan, hakim sınıf, gördüğünü bilir, onu doğru kabul eder. Gay sınıfa bakışı da her alanda olduğu gibi böyle oldu. Coşkunlar, Parisliler de onlara çok iyi işaret oldu. Oluyor. Bu Coşkun ile Parislinin ortak bir yanları daha vardır. Bunların ikisi de para kazanmak gibi basit insanların uğraşacağı angaryaları yoktur. Çünkü ikisi de kiralarıyla geçinebilecekleri evleri, malları, mülkleri vardır. Hiçbir ideoloji üretmeyene, yani emek ile para kazanmayana saygı duymaz, hatta ideolojiler mirasyedilere tepki olarak, çalışanın çalışmayana isyanı şeklinde ortaya çıkmıştır. KAOS GL'yi çıkaranları biliyorum. Yanlış duymadımsa iki insan, biri çalışıp kazanıyor, öteki sadece dergi ile uğraşıyormuş. Ankara Grubu siz olmasanız derginin okunacak tek bir yanı yok. Sizin yazılarınız seviyeyi yüksek tutuyor. Şu Lambda lekesini ne zaman söküp atacaksınız merak ediyorum. O derneği biliyorum, devamlılarını da biliyorum. Coşkun gibi işsiz güçsüz, gözü her an ……… peşinde onbeş-yirmi ………. Coşkun’un şu son yazısını önüme açıyorum. (Parislinin defteri zaten dürülmüş). Öbür yazıları da bunun kadar seviyesizce bunu örnek okuyup biraz madalyonun öbür yüzünü göstermek istiyorum. Ulaş S., Ekim sayısındaki yazın çok iyi. Sayfa 18 ile hiç uğraşmıyorum, birbirlerine düşmüşler, beter olsunlar, onların iyi günleri bunlar. Ahlâktan bahseden Coşkun’un yazıları buram buram ahlâk kokar. Büyük düşünür Coşkun’un sosyal patlamanın ne olduğunu, ne olması gerektiğini ve ne anladığını okuyoruz. Şimdi soruyorum, hangi ahlâklı insan otobüste, vapurda, parkta, yolda tanıştığı birisinin evine gider ve hangi ahlâklı aklı selim insan evine çağırır? İstanbul gibi bir yerde, taksicinin bile malcan korkusuyla ekmek parasını bile unutup müşteri seçtiği şehirde. Hiçbir gay; aşka inanan onurlu, seviyeli bir gay bu tür ilişkilere girmez. Bunların her gün mincosu tutuşa yarı özürlü ….. Sonraki satırlar ilmî, ulvî, felsefî kaygı ile doldurulmuş, bütün ……… gibi bunun da dili bu kadar dönüyor. İnsan hayatı ucuz değil, sizinki ucuz. Altı üstü …………… para vermeyince üstüne üstlük, tehdit edince öldürüverdi. (Altı üstü ibne gibi davranan öyledir). Bunlar, sinema deyince oturunca pantolonunuzun, saman, sperm olduğu, poponuzun yayın batmasıyla delik deşik olduğu sinemaları anlarlar, o şehvet duyguları ile (zaten hiç akıllarından çıkmaz) önlerine ilk geleni tutarlar ve dayak yerler. Normal gayler böyle yerlere gitmezler ve böyle bir şey başlarına gelirse günlerce uyuyamazlar. Bunlar ise hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ederler ve derler ki “ben böyle olaylara alışkınım”. Coşkun gibiler için, gördükleri her erkek iyi bir ……… ve laf atarlar. Tabi arasıra böyle basit, aşağılık hareketleri son derece terbiyesizce bulan insanlara rastlarlar ve dayak yerler. Travesti konusuna değinmek istiyorum. Coşkun gibiler için hayatın anlamı, manası, varoluş sebebi sadece ve sadece ……… ve gaylik, lubunyalık olduğundan zavallı; polisin bütün travestileri dövdüğünü sanır. (Halbuki Taksim Parkı’nda gullüm yaparken geçen iki polis sizin için ne şirin şeyler demişti). Polis, yolda, orda burda cinsel kimlik gözetmeden herkesi dövüyor. Bir eşcinsel Taksim Parkı’ndan iki ……… alıyor, kendini ……… sonra yemenin ruhi rahatlığı ile uykuya dalıyor. (Senin de
KAOS GL 51 / 34
başına geldi değil mi yavrum). Eşcinsele bakar mısınız; Cihangir’de oturuyor ve ne insanlar tanıyor (hırsız ve katil). Tabi hep daha önce bu tür olayları duydu ama zannediyordu ki, bana olmaz. Çünkü o, yılların …………. Benim arkadaşlarımın başına böyle şeyler geldi ama biz çocukları ertesi gün bulup polise verdik. Coşkun, sen kaç tane arkadaşının hırsızını bulup, polise verdin. Veremezsin, çünkü yarın birgün Taksim’de bulurlar, dayak yersin. Taksim’e çıkmamak hiç olmaz, sonra ne yaparsın? O genç lubunya da böyle düşündü, arkadaşlarının hırsızlarını görünce ve birgün onu da … Bu arada hiçbir gay Cihangir’de ev tutmaz ve parkta birilerini aramaz. Bunlar ibne ve orospu işidir. Kadıköy Vapuru da aynı hikaye. “Değirmenin sempatik, ortayaşlı eşcinseli”. Ne kadar duygusal, ince bir cümle; gözlerim yaşardı. Adamı tanımazsam etkileneceğim. Yanımda sevgilim, bana alıkan (bildiği halde), lubunyaların birası bitmeden önlerine yeni biraları uzatan, parayı peşin alan, üstünü şamataya getirip cebine indiren, cebinde bir bira parası olduğu için ikinciyi içemeyen lubunyaları dışarıya atan, gözleri spastikler gibi fır fır dönen sempatik eşcinsel. Coşkun, onda kendini görüyordu. Sempatikliğinin sebebi budur. Yazık, ölmeseydi ama ……… her zaman böyle bir son onları beklediğini bilirler. O, similyanın tatlı, sıcacık varlığı yok mu? Zavallı Coşkun, son paragrafında yine yaşamın sadece ……… olduğu fikriyle belanın sosyal patlamanın sadece lubunyaları hedeflediğini, onlara patladığını belirtip, o müthiş, tam bir uzman, aydın, filozof satırlarını bitiriyor. Bugün hangi gazeteyi açarsak açalım, hangi kanalı izlersek izleyelim ki bunlar sosyal patlama değil, kişisel cinnet geçirmeler, sinir krizleri, çıkışlarıdır. Çocuğunu satan analar, dayak yemiş bir hetero, polisin tartakladığı vatandaş, öğrenci, eylemci görebilirsiniz. Soyulmuş bir emekli, taksici, vatandaş. Çantasını vermek istemeyen kadının tren yoluna düşüşünü. Evinde ölü bulunmuş, bilezikleri çalınmış bir kadın, adam haberi bulabilirsiniz. Coşkun zanneder ki, bunlar sadece bize oluyor. Ne yapsın, hayatı o ve dünya Taksim’de lubunyaların etrafında dönüyor zannediyor. Coşkun, Parisli Amca; Lubunyaları zavallı, çaresiz, sevgi, aşk dolu insanlar gibi yazarken, yediğiniz haltları …… olmadan sokaklara düşmeden yaşayabileceğiniz eşcinselliği de yazın. Bunları yaparken felç ettiğiniz annenizi, babanızı da yazın. Ben ülkeden bunları istiyorum, ülkeme ne verdim sorusunun cevabını da yazın. Seks doğal bir ihtiyaç derler. Hayvanlar bile yapıyor derler (Köpekler bok yer, siz de yiyin). Sonra insanız derler. Ceylan Bar’da oğluna rastlayan babayı. Evine aldığı erkeğine domalmış kendini ……… kapıyı açıp olayı gören babanın “oğlum, sen ne yapıyorsun”daki halini 20 yıl sonra akşam kahrından içen babanın halini. Kaputsuz ilişkiye girip, hastalık bulaştırdığınız insanları. Sana aşığım deyip ayrılır ayrılmaz çarkta sizi gören sevgilinizi, bir yıllık lubunya arkadaşınızın evini nasıl soyduğunuzu, sırf kıskançlıktan ailesine telefon edip, oğlunuz ibne dediğinizi, aklında içinde hiç eşcinsellik olmayan genç çocukları kandırıp, sevecen, sıcak davranıp (yediğinizin sayısını 2033 yapmak için) kandırıp ilişkiye girdiğiniz ömür boyu kendini sorgulayan, kendinden iğrenen heteroları, ormanlarda, piknikte, okulda ara sıra kalkan similyanızla tecavüz ettiğiniz, sizi hep nefretle anan insanları. Gaylerin aşık olamayacağını, yarı özürlü görülmelerini, akılları fikirleri sadece kimin olursa olsun sik olsun diye düşünen insanlar olduklarını, topluma nasıl öğrettiğinizi yazın, bunları da yazın. Dünya üzerindeki bütün gay örgütler Coşkunların, Parisli Amcaların yarattığı bu imajı silmek için uğraştı. Sizin gibiler her zaman nefret ve bulantıyla anıldı. Son söz olarak; Türkiye’de son on yılın getirdiği genel bir ahlâk bozukluğu var. Ülke üzerinde bulunan tüm sınıflar hakim sınıf da buna dahil olmak üzere olumsuzluklarından etkileniyor. Eşcinseller ise bundan ne eksik, ne fazla olmak üzere etkileniyor. Yapacağımız şey bence şu doğruyu yanlışı işimize geldiği gibi değil, olduğu gibi görüp bulmaktır. Sakın ola ki Coşkunlar, Parisliler örnek alınmasın.
Ece Göksenin; KAOS’un varlığını bile başarı olarak görüyorum. Gay hareketinin senin gibilere ve Ankara grubuna ihtiyacı var. Radikal çıkışlar sadece insanın kendisine zarar verir. Bir hareket olacaksa bunun liderleri ve askerleri olacaktır. Herkes eylemci olamaz. Şu anda şartların olgunlaşmasını beklemeli diyorum. Gerçek anlamda gay olanların ise kaybedecekleri çok şey var. Yanlış zamanda yapılacak her sivri hareket ise KAOS GL’yi etkiler. Dergimizi kaybetmesek ise sonradan oluşacak gay hareketi gerçekleştirenler KAOS GL’yi çıkaranları minnetle anacaklar. Düşünmek bir eylem ise, yazmak daha iyisi. Her gay
bir (ben gayim diyebilen bir şekilde yaşayabilen kahretsin şu Coşkun ve Parisli bile) devrimcidir. Bir insanın iki devrim yapması ise çok zor. Tabi yapabilenler çıkacak ama onlar zaten sıradan insanlar değiller. Yazımı yayınlar mısınız, yayınlamaz mısınız bilmiyorum. Çok da önemli değil. Biraz sinirlerim gergindi. Yazdım. Düşünceler, kelimelere döküldüğünde yavanlaşıyor. İyi bir yazı olmadı. Derginizi hep alıyorum. 5 yıldır Taksim’deyim. Çok insan tanıyorum. İsmimi, dergide bir notunuzu görürsem yazarım.
Ukalalık öyle herkese nasip olmayan ve büyük uğraşlar sonucunda geliştirilen bir sanattır. Ben, Kaos GL’nin Eylül’98 sayısına bir yazısıyla iştirak eden Kemal Yiğit Bey gibi acemi bir ukala olmadığım için, eleştirinin de her önüne gelen tarafından yapılamayacak kadar ciddi bir iş olduğunu ve kendine çok fazla güvenenlerin burunlarının sürtme olasılığının her zaman bulunduğunu söyleyerek ders verecek değilim. Diyarbakır’dan yazan Kemal Bey, bir ironi/mizah/eleştiri denemesi olmaya çalışmaya öykünüyora benzeyen “Memleketimden Kaos Manzaraları” isimli pseudo-kaotik yazısında Kaos GL’nin muhtelif sayılarından cımbızla çekip bir araya getirdiği alıntıların yazarlarına (ve bu arada bolca olmak üzere kendisine) çeşitli sıfatlar yakıştırmış ve hızını alamayarak kendi dağarcığından da birkaç güzide inciyi aralarına serpiştirivermiş. Olabilir, Kemal Bey’in de böyle bir zevki vardır belki. İşin asıl komik olan yanı, Kemal Bey’in, yanlış olduğunu iddia ettiği şeyleri düzeltmeye çalışırken suratlara hoş bir tebessüm ekleten hatalar yapması. Yazısının hemen başında karşımıza çıkan “İnsana dair hiçbirşey bana yabancı değil” örneği, Sayın Kemal Yiğit’in bir cehaletini (kendisine genel anlamda cahil demek istemediğim lütfen kayıtlara geçirilsin) gözler önüne serdiği gibi, yürek hoplatan cesaretiyle de -istemeden de olsa- ne kadar komik olabileceğini gösteriyor, hatta yazının bütününün yapmaya çalıştığı komiklikten de öteye giderek. Kemal Bey, Yeşim T. Başaran’ın, Kaos GL’de yayınlanmış bir yazısından şu alıntıyı yapmış : “Kimdi söyleyen, nasıl biriydi hatırlamıyorum ama biri ‘insana dair hiçbirşey bana yabancı
değil’ demişti”, ve bu sözü de “komünist” sıfatıyla tanımladığı Karl Marx’a yakıştırmış. Latince orijinali, Homo sum: humani nil a me alienum puto (Ben insanım: insana dair hiçbirşey bana yabancı değildir) olan bu söz, MÖ 190 ile 159 yılları arasında yaşamış olan Latin şair Publius Terentius Afer’e ait ve onun Kendi Kendinin Celladı adlı komedisinden alınmış. Yeşim T. Başaran en azından sözün kime ait olduğunu hatırlamadığını itiraf etme cesaretini gösterirken, Kemal Yiğit Bey bunu bilmemekle kalmayıp kulaktan dolma bilgilerle ukalalık yapabileceğini sanmıştır ama ne yazık ki yanılmıştır. Kendisinin yazının geri kalan kısmındaki söylemine, üslubuna, saiklerini bilemediğim kendisini yerden yere vurma çabasına ve şahsım hakkında lütfedip buyurduklarına ilişkin söyleyecek birşeyim yok. Kemal Bey’den ricam, Karl Marx’ı ve Terentius’u mezarlarında ters döndürmek, insanlara -komiklik yapmak için bile olsa- bilir bilmez saldırmak yerine eleştirinin nasıl yapılabileceği hakkındaki bilgi ve kültür eksikliğini gidermeye çalışmaya yeltenmeyi düşünmeye başlamasıdır. Bunun için kendisine Tahsin Yücel’in “Eleştirinin ABC’si” adlı eserini tavsiye ederim. Not: Çok saygıdeğer kadim dostum Yeşim T. Başaran’la yaptığımız bir konuşmada, Kemal Yiğit’in kendisine yönelttiği eleştirinin doğru olmadığını, reenkarnasyon geçirdiği için Karl Marx’la değil ama Terentius’la tanıştığını, şairin bu sözü ona bizzat söylediğini fakat aradan çok uzun zaman geçtiği için kimin söylediğini unutmasının doğal olduğunu bana her zamanki hoş üslubuyla anlattığını sizlere iletmek boynumun borcudur.
Tartışma’nın ağız dalaşı, eleştiri’nin ne yapıp edip ille de kötülemek olarak algılandığı / bilindiği bir toplumun eşcinsellerinin, kendi aralarında tartışırlarken ağız dalaşından, öküzün altında buzağı aramaktan, ille de kötülemekten ve de etik ile burjuva ahlâğını birbirine karıştırmaktan uzak kalmaları beklenebilir miydi? Hele ki heteroseksist toplum tarafından, kendi bağımsız varoluşunu yaratma hakkı ve olanağı elinden alınmış, özgüveni ve onuru gaspedilmiş eşcinsellerin öncelikle ve sadece birbirlerine saldırmaları şimdilik koşuluyla anlaşılabilir bir durumdur. Sosyolojiden ve antropolojiden beslenmeyen psikolojik yaklaşımların, psikoloğundan bağımsız olarak, her koşulda kurulu düzene hizmet edeceği biliniyor. Aynı psikolojinin bilinen bir gerçeği var ki dışsallaşamayan enerji, ruha ya da bedene yönelerek kendi varlığını parçalayabiliyor. Jiletlerin çizdiği o yalanası göğüslerden akan kan, bu gerçeğin belki de en zararsız görüntülerindendir. Heteroseksizme karşı dışşsallaşamayan enerji / öfke... birbirine yöneliyor ve eşcinsellerarası kıskançlık ve düşmanlık olarak ortaya çıkıyor. Proleterlerin lümpenleri sevmemesi gibi, travestiler gayleri sevmiyor, gayler lubunyaları sevmiyor... Hiyerarşi devam eder ve balamozculara, s/m’lere... sıra bile gelmez. Oysa tüm dünyada eşcinselliğin sembollerinden biri de gökkuşağı bayrağıdır. Gökkuşağı bayrağı, eşcinsel yönelimin her tür dinsel, etnik, sosyokültürel, mesleksel ve politik gruplarda görülmesi gerçeğinden öte aynı zamanda eşcinsel topluluğunun canlılığını ve çeşitliliğini gösteren etik bir seçimdir. Umalım ki bir gün öfkemizi gerçek düşmanlarımıza yöneltme cesaretimiz olur. Umalım ki bir gün, anti-
heteroseksist mücadele sürecinde birbirimizi sevmeyi öğreniriz. ** Sokaktaki şilakiden, heteroseksist diktatörlüğe kadar sesimizi bile çıkaramazken, birbirimizi bir kaşık suda boğmaya kalkışmamızın sosyopsikolojik temelleri bir yana sözkonusu “şaibeli aktivistler” tartışmasında gaylerin ve lezbiyenlerin dillendirdikleri üslup, öyle sanıyorum ki burjuva politikacılarının bile ağızlarını bir karış açık bırakır. O ne kıvraklık, o ne demagoji… ** Götveren bir ibne olarak ben, Güneş K. Göker ile Filiz Moray’ın antiseksizm adına, Coşkun ile Sappho’dan farklı ne yazdıklarını anlayamadım. Öyle sanıyorum ki “mahalle kadınları” da anlayamamışlardır. ** Sevgili Ali Kemal, “Şaibeli Aktivistler” tartışması ile ilgili olarak KAOS GL söyleyeceklerini, 46. sayıda (Haziran 98) yazdı. Ayrıca hislerimize tercüman olan Yeşim arkadaşın yukarıdaki yazısının altında hepimizin imzasının olduğunu varsayarak okuyabilirsiniz. ** Bıkkınlıkla kaleme aldığım bu notların sonuna, KAOS GL’nin 46. sayıda yazdıklarından bir bölüm alıyorum: “Doğru ya da yanlış… Haklı ya da haksız… Miktarların “küçük” ya da “büyük” olması değil, bizi ilgilendiren eylemin kendisidir. Kesinlikle mahkum edilmesi gereken bir zihniyet olarak altı çizilmelidir; yoksa tartışma, kişisel çekişmelerden öteye gitmeyecektir.”
Barış Taner BORTAÇİNA Ankara
Gay’e EFENDİSİZ Ankara
KAOS GL 51 / 35
Colin SPENCER* Çeviren: SELÇUK Ankara
Gay Özgürlük Hareketinin getirdiği en büyük değişim aynı cins aşkın doğal ve sağlıklı olduğu inancının yerleşmesiydi. Gayin yeni tanımı cinsiyet sapması kavramını tümüyle sildi ve böylece camp ya da karşı cins gibi giyinmeye duyulan ihtiyaca da son verdi. KAOS GL 51 / 36
Eşcinsellere yapılan baskı tarihsel olarak kadınlar üzerindeki baskıyla ilintili kültürel bir aşılama olarak tanımlanmıştır. Bunun kadınları ve eşcinselleri bir araya getirmesi gerekirdi. Ancak kadınlar eşcinsel toplantılarının ezici bir şekilde erkek yönelimli ve cinsiyetçi tutumların dışarıda olduğu kadar gay hareketin içinde de hüküm sürdüğü hissettiler. 1972 yılında Gay Özgürlük Cephesindeki (GLF) kadınlar ayrılıp kendi organizasyonlarını kurdular. Ayrılığın ardında yatan fikir toplumdaki en büyük yanlışın erkeklerin değiştirilemez “erkeklikleri” ve erkek eşcinsellerin de bunun bir parçası olduğuydu. Mantıklı olan artık tüm iktidarı kadınlara bırakmaları ve eril ayrıcalıklarından vazgeçmeleriydi. Gay özgürlüğü erkeğin kültürel erkek kimliğini bırakmalarında ilk adım olabilirdi. Bazı erkekler bu düşünceyi hayata geçirdiler ve uzamış sakalın üzerine ağır makyaj yapıp kadın giysileri giyerek yürüyüşlere katıldılar. Ancak izleyicilerin bundaki siyasi amacı anladıkları oldukça kuşkuludur. Çoğu kişinin gördüğü sadece bir hilkat garibesiydi, ki bu tüm hareketin var gücüyle kurtulmaya çalıştığı imajın tam da kendisiydi. 1972 yılının Gay Gurur haftasında tüm gerilimler ve çatışmalar açığa çıktı. Sorun insanların nasıl giyinip nasıl davranacaklarıydı. Aylar geçtikçe GLF giderek küçülen gruplara parçalandı. Gay Özgürlüğü ruhu devam ediyor olsa bile, artık GLF’nin himayesi altında değildi. GLF artık eşcinselliğin yasadışı olmamasından ötürü yaşamlarını sessiz sedasız sürdürebileceklerini düşünen eşcinselleri korkutmuştu. Bunun yanında kadın kıyafetleri ve makyajla yapılan yürüyüşler, çığlık çığlığa sloganlar kötü bir zevkin yansımasıydı. Çok daha fazla sayıdaki eşcinsel ise GLF’nin aşırı Marksist ideoloji ve militanlığından ürkmüştü. Eşcinsel Eşitliği Komitesinin (CHE) genel sekreteri The Guardian’da insanların daha makul ve hareketin yandaşlarını yabancılaştırmayacak önerilerini CHE’ye yazmalarını istedi. Tüm ülkede küçük gay organizasyonları yeşermeye başladı. Homofobik tutum sergileyen kitaplar, TV programları ve filmlere karşı kampanyalar düzenliyorlardı. Üyeler için dayanışma geceleri düzenleyip, konuşmacılar çağırdılar ve bazıları danışma servisi kurdular. Onbeş günde bir yayınlanan Gay News gazetesi 1972 yılında kuruldu. Gazete popülist bir çizgi izledi, amacı tüm gay camiasına hitap etmekti. Gazete homofobi ve adaletsizlik dolu vakaları yayınlamakta hızlı davranmasına karşın, eşcinsel bilincini değiştirmek için hiçbir şey yapmadı; sadece güncel duyguları aktarmaya çalıştı. Dağıtım başlangıçta sorun oldu ve polis gazetenin içeriğini
sürekli gözetim altında tuttu. Gazetenin editörü Denis Lemon gay barlardaki polis tacizini fotoğraflarken tutuklandı. Gazetenin en büyük başarılarından birisi kişisel ilanlardı. Bu ilanlar yalnız kalmış gaylerin yerel gay gruplarına katılmalarına ve diğer gaylerle tanışmalarına imkan sağladı. Gazetenin tirajı dört yıl içinde 20,000’e çıktı. ABD’de ise gay hareketi bu sırada aktif bir şekilde çalışıyor ve yerel idareleri sodomi yasalarını kaldırmaya zorluyor ve bazı yerlerde de bunu başarıyordu. Aynı zamanda polis tacizine direniyor ve tıp fakültelerine eşcinselliği resmi psikolojik çarpıklıklar listesinden çıkarması için baskı yapıyordu. Bunun yanı sıra gay erkeklerin aile, medya ve işyerinde kabul edilmelerini teşvik ediyordu. Gay varlığına karşı yasal ve toplumsal yaptırımların azalması çeşitli dallarda çalışan gaylerin yavaş yavaş karanlıktan çıkmalarına yol açtı. TİCARİ BİR ALAN OLARAK SEKS 1960’lar boyunca seks giderek daha görünür bir hale geldi; cinsellik sinema ve edebiyatta her zamankinden daha çıplak görünür oldu. Halk daha fazla seks görmek istiyordu ve eşcinsel soft pornonun müstehcen ve cezai bir suç olarak sayıldığı zamanlarda, porno filmler tüm Amerika ve İngiltere’de vizyondaydılar. Bir porno kültü olan Deep Throat (Derin Boğaz) bir penisi bütünüyle ağzına alabilen bir kızın öyküsünü anlatıyordu. Aynı film bir erkekle çevrilmiş olsaydı, histerik bir öfkeyle yasaklanırdı. Seks toplumda sadece karanlık bir odanın mahremiyetinde gerçekleşen bir olay değil bir zevk eğlence olarak görülmeye başlanmıştı. Seks kılavuzları kolay bir tarzda yazılıyor ve sık sık en çok satan kitaplar oluyordu. 1970’lerde ve 1980’lerde egemen toplumsal etik kişisel doyum, içsel ihtiyaçların ve arzuların tatmin edilmesi, tüketimcilik ve erotik keşfin teşvikiydi. Cinsellik artık üremeyle ilişkilendirilmiyordu. Pek az sayıda insan evlendiğinde bakir ya da bakireydi. Eşlerin değiş tokuşu çok rağbet görüyordu. Boşanma oranı tırmanıyor ve insanlar birlikte yaşamayı, çağdışı buldukları evliliğe tercih ediyorlardı. Ancak birlikte yaşamak evliliğin tek alternatifi değildi. Eşcinsellik tartışması insanların, çok tedbirlice yapılsa da, eşcinsellik veya biseksüelliğin kendileri için bir seçenek olabileceğini konuşmalarına neden oldu. Seks hakkındaki yeni popüler edebiyat cinsel teknikler konusunda insanlara geniş bir repertuar sağlamıştı. Tüm bu değişimler heteroseksüel toplumu eşcinsel dünyasına daha fazla yaklaştırmış olmalıydı, ancak zayıflamış olsa da
cinsel edim ve üreme arasındaki ilinti heteroseksüel ilişkide varlığını koruyordu. Şuna inanıyorum ki heteroseksüel ilişkiyi eşcinsel ilişkiden ayıran üreyebilme yeteneği heteroseksüellerin üstünlük hissetmelerine ve sonuçta gayleri aşağılamalarına yol açmaktadır— heteroseksüel edimlerin çoğunda koruyucu kullanılsa da. 1967 yılında eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılmasının üzerinden yirmi beş yıl geçti. Bu yirmi yıl süresince straight toplum gaylere daha fazla hoşgörü ve anlayış göstermeye zorlanmış olsa da, ki bunu sadece gayler talep etti, aynı süreçten homofobi de güçlenerek ve sertleşerek çıktı. Ancak bu yirmi beş yılda ateşli bir değişim süreci yaşanmıştır. GLF’nin kuruluşundan bu yana İngiltere, gay hareketinde ABD’nin hemen arkasında yer almıştır. CLONE DÖNEMİ Gay Özgürlük Hareketi, gay erkeklerin kendilerine bakışını radikal bir biçimde değiştirdi. Hareketin getirdiği en büyük değişim aynı cins aşkın doğal ve sağlıklı olduğu inancının yerleşmesiydi. Gayin yeni tanımı cinsiyet sapması kavramını tümüyle sildi ve böylece camp ya da karşı cins gibi giyinmeye duyulan ihtiyaca da son verdi. Bir gay erkek olmak, gurur duyulan ve sağlamlık hissi veren bir şeydi. Artık eğlence olanakları gaylere açıktı. Barlarda, restoranlarda, kitapçılarda ve hamamlarda sosyal ağlar örüldü. Erkek dostlardan oluşan aileler yaratıldı ve bir gay mekandaki her kalabalık çok sayıda gruptan ve çark eden yabancılardan oluşuyordu. Gay buluşma mekanları bir dolaşım yarattı. Gayler belli restoranlarda yemek yiyor, belli bir salonda vücut çalışıyor, aynı üç ya da dört barı kullanıyor ve belli bir hamamda seks yapıyorlardı. Bu dolaşıma katılan gayler kendilerini gelişmiş vücutlu, Marlboro kovboy erkek ikonuna göre yapılandırdılar. Sert ve kaslı maço imajına ulaşmaya çalıştılar. Dar tişörtler, düğmeli Levi’s, işçi botu, kısa saç ve bıyık bu imajın değişmez unsurlarıydı. Kot pantolonlar kalçaları ve genital organları belli eder tarzdaydı. Hatta etkiyi artırmak için iç çamaşır giyilmiyordu. Tercih edilen cinsel edim ve pozisyonları anlatmak için ceplerde anahtar ya da mendil taşınıyordu. Barlar, geleneksel çark alanlarının pabucunu dama attılar. Batı imgelemini kullanan barlarda barmenler ve koruma görevlileri bot ve kovboy şapkası giyiyorlardı. Bazı barlar arka odalarda porno filmler oynatıyor ve bazıları da kendilerine erotik isimler veriyorlardı—Sik Halkası ya da Damızlık Boğa Harası vs. Clone’lar için erotik ideal aynı tip erkeklerdi. Sert, kaslı, fiziği düzgün ve ateşli. Bakışma ve bir takım işaretlerin ardından iş çabucak bitiriliyordu.
Seks sert, sınırsız ve fallus merkezliydi. Seks penisin köküne kadar ağza alınması, sert sikiş ve meme uçlarının kanatırcasına ısırılması anlamına geliyordu. Bu tür cinsel tecrübelerin acısına katlanmak için de genellikle uyuşturucu kullanılıyordu. Süpet alıkmak (oral seks) penisin diğer kişinin ağzına, penisi ağzına alanın her an kusabileceği bir tarzda, sokulmasıydı. Sikmek ise tüm penis diğer kişinin anüsüne şiddetle sokup çıkartılırken aynı anda kalçaların tokatlanması demekti. Göğüslerin sevilmesiyle sert bir şekilde ısırmak ve meme uçlarının somurulması ve çimdiklenmesini içeriyordu.
Bu dayanılması güç sado-mazoşistik seks açıktır ki kendini cezalandırmanın bir başka biçimiydi. Şovenist ve seksist erkek cinselliğinin en korkunç aşırılıkları taşıyan gay kabadayı, cinsel partnerine şiddetle ve duyarsızca yaklaşırdı. İşin daha ilginci bu muameleye maruz kalan erkeğin bu duruma tümüyle rıza göstermesiydi. Bu ilişkileri yaşayan gayler, mutlu ve huzurlu aileyi oynarken olduğundaki kadar heteroseksüel yapıya hapsolmuşlardı. Yanı sıra böylesi bir sert erkek imajı ve normal erkekliğin taklidi daha önceki makyaj yapılan, kadın gibi giyinilen dönemdeki kadar yapay bir izlenim bıraktı. Ancak ne var ki sizi olumsuzlayan bir toplumda sosyal bir alan kazanmaya çalışmak, o toplumun size birtakım karikatürler dayatmasıyla sonuçlanır.
Devam Edecek
*Homosexuality: A History, Fourth Estate, London, 1995
KAOS GL 51 / 37
Dergide yer alan imzalı yazılar KAOS Grubunun düşüncelerini değil, imza sahiplerinin düşüncelerini yansıtır!
ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA ∇ BRİTANYA BASININDA 16 YAŞ TARTIŞMASI ∇ BEDEN MASALLARI ∇ VE SÜRGÜN EDİLDİLER İLKİN... (Şener) ∇ İLK DENEMYDİ… (Mevlüt) ∇ BİR AŞK HİKAYESİ ∇ BİZDEN OROSPU OLMAZ! ∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE ∇ AŞKSIZ NEYLEYİM HERKESTEKİ BEDENİ ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR (Parisli Amca--5) ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARPOSTALLAR (Salim) ∇ 13 RAKAMININ UĞURSUZLUĞUNA İNANDIR BENİ SEVGİLİ BONCUK ŞİİRLER VIZIR, ÜŞÜME, YATAY ÜNLÜLER DİKEY EYLEMDE, BÜK, BENİM DE BİR ŞARKIM VAR, AŞKTAN YA DA…, ADIN ADIM, YÜZME, DANSIM, DÜŞ TÜ, Dİ’Lİ GEÇMİŞ, SEVGÜLÜME ŞİİR YAZDIM ÇEVİRİ ŞİİRLER ÇİFTE POZ (Ian Young), SİCİLYALI BİR OĞLANA (Theodora Wratislaw)
ESKİ SAYILAR KAOS GL’nin eski sayılarından sadece şunlar elimizde bulunmaktadır: 33 (Mayıs 1997-sadece 5 adet), 34 (Haziran 1997), 35 (Temmuz 1997), 40 (Aralık 1997), 41 (Ocak 1998) 42, 43, 44, 45, 46, 47-48. (Temmuz-Ağustos 1998), 49, 50. Sayılar. Tek sayılık isteklerde 500.000.-TL’lik posta pulu gönderilmesi gerekmektedir. İsteklerinizi; Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA adresine yazabilirsiniz.
KAOS GL 51 / 38
Bu sayımızın kapağında yakın bir süre önce Amerika’da öldürülen bir eşcinselin resmi var. Amerika ve Avrupa hayranlarını, gaylerin kurtuluşunun yurtdışına gitmekte olduğunu düşünenleri bu olay belki pek şaşırtmıştır. Ama eşcinsellerin sırf eşcinsel oldukları için öldürülmesi gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor ve bu her coğrafyada yaşanıyor. İşin diğer bir acı yanı ise Amerika’nın Wyoming eyaletindeki bu olaydan internet aracılığıyla (ki tv ve gazetelerden bazılarında da yer aldı) hemen ertesi gün haberimiz oluyorken, ülkemizde yaşanan eşcinsel ve travesti-transeksüel cinayetleri genelde haber değeri bile taşımıyor. Bu cinayetlere ve şiddet olaylarına eşcinsel, tv. ve ts.ler de aman kimse duymasın, başımız belaya girmesin türü tavırlarla gözlerini kapayınca Türkiye’de ölen öldüğüyle kalıyor. KAOS GL olarak baştan beri tekrarladığımız bir çağrımızı bu olayla birlikte yeniden tekrarlıyoruz: Biz eşcinsellerin maruz kaldığı ayrımcılık, taciz ve tecavüzler dergimizde, TANIKLIK bölümünde birebir yaşayan insanlar tarafından kaleme alınıyor. Bu bölüme işlerlik kazandırmak amacıyla, arkadaşlarımıza, yaşadıklarını bize yollamalarını ve bu konuda tembellik etmemelerini öneriyoruz. Yurttan, işten, vs. atılma, dayak, adli ayrımcılık, tecavüz vb. zulümleri tarih ve şehir ismi belirterek –kişi ismi saklı kalmak koşuluyla- gönderirseniz, birbirimizin sessizliğine ses oluruz. Bunları faksımıza, e-mail ve posta adreslerimize yollayabilirsiniz. DOLDURDUĞUNUZ ANKETLERİ BEKLİYORUZ: Geçen sayıda verdiğimiz anketi hâlâ doldurmayan arkadaşlar biraz acele etmenizde fayda var. Önümüzdeki sayıda sonuçlarını yayınlamayı düşündüğümüz anketin sonucunda yer almak, katkıda bulunmak istemiyor musunuz yoksa? HAFTALIK TOPLANTILARIMIZ DEVAM EDİYOR.: KAOS Grubu olarak her Pazar yaptığımız toplantılar devam ediyor. Ancak geçen yıllarda toplantı yaptığımız Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nda “iş yoğunluklarından” dolayı toplanamadığımızdan ve henüz bir toplantı salonu bulamadığımızdan şimdilik cafelerde toplanıyoruz. Bu nedenle Broşür’de yazdığımız “toplantılarımızın yeri dergide yer almaktadır” ibaresini gerçekleştiremiyoruz. Toplantılarımıza katılmak isteyen Ankara’daki arkadaşlar bize ulaşırlarsa haftalık toplantılarımıza katılmaları mümkün olacaktır. Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) ve H.Ü. AIDS ile Savaşım Topluluğu’nun Cinsel Eğitim Seminerleri Dizisi Prof. Dr. Serhad ÜNAL “AIDS” Yer: Beytepe Kampüsü, Yıldız Amfi, M9 Tarih: 11 Kasım 1998 Saat: 16.00-17.30 Prof. Dr. Ahmet GÖĞÜŞ “Parafililer” Yer: Beytepe Kampüsü, Yıldız Amfi, M9 Tarih: 9 Aralık 1998 Saat: 16.00-17.30
“Adacıklar” birleşerek tek bir ada oluşturdular. Bu bütünlük, kendi kimliğimize dair bütünlük hissimizi de besliyor. Bu beslenmeden “sapphonun kızları” doğdu. Birbirimizle konuşmaya, farklı feminist yaklaşımlarımızı anlamaya alışıyoruz. “Anormal, garip, ucube” olduğumuza dair hissimiz gidip geliyor hâlâ. Ama grubumuzda, toplantılarımızda penisten bahsetmiyor oluşumuz, kendimize dair şeyleri paylaşmaya yönelik yarattığımız ortamımız bizi geçmişdekinden farklı yılların beklediğinin göstergesi. Neden ayrı bir grup? Lezbiyeniz, gaylerle bir grupta olabilirdik; feministiz, etrafta onlarca kadın grubu var. Ama biz toplumda yeterince birbirinden habersiz “adacıklar” olarak yaşadığımız için, bunu muhalif gruplar içerisinde de kendimize yapmak istemiyoruz. Eşcinsel erkeklerle ve heteroseksüel kadınlarla ortak olan sorunlarımızın yanısıra, her iki gruba da dahil olmamızdan kaynaklanan ve biz anlatmadığımız sürece toplumun -bugüne kadar yapmaya alıştığı gibi- asla tahmin edemeyeceği sorunlar yaşıyoruz. Eşcinsel olduğumuz için her an bizden haberdar olmaları bizim için tehlike oluşturacak insanlarla boğuşuyor, ailelerimizden dayak yiyor, işyerinde garip bakışlara maruz kalıyor, işten, yurttan atılıyoruz, kadın olduğumuz herkesinki kadar sıradan olan cinselliğimiz en iyimser bakış açısıyla “şiirsel, estetik” bulunuyor, başkaları tarafından tanımlanıyor, henüz iki yumurtadan bebek olabileceğine dair bilimsel bir bilgi toplumun huzuruna sunulmadığı için (!) “annelik içgüdümüz” sorgulanıyor1; kimliğimiz ya lanetleniyor ya marjinal bir çeşni olarak görülüyor ya da aşağılanıyor. Heteroseksüel kadınlardan tepki: “Ne var, biz de erkek arkadaşımız dolayısıyla ailelerimizle sorunlar yaşıyoruz, erkek arkadaşımızla birlikte yaşamaya karar verdiğimizde ev bulmakta zorlanıyoruz, siz en azından kendinizi gizlediğinizde sevgilinizle yaşayabiliyorsunuz, ne ailenizden ne de komşularınızdan tepki alıyorsunuz!” Yanıt: “Biz gizlenmek istemiyoruz!” Eşcinsel erkeklerden tepki: “Siz sesinizi çıkartmadığınız sürece varlığınızdan kimsenin haberi olmuyor, insanların aklına gelebilecek en son şey lezbiyenlik. Oysa biz canavar bir erkek dünyasına uymak zorundayız.” Yanıt: “Biz gizlenmek istemiyoruz!” Bize “rahat” yaşayabilmemiz için heteroseksüel kadınların ve eşcinsel erkeklerin bazılarından gelen öneriler işte. Yani en yakınımızdaki insanlar tarafından bile yok sayılabiliyoruz. Oysa sorunlarımızın başka olması, olmadıkları anlamına gelmiyor. O nedenle bizim bağımsız durmamız gereken bir nokta olmalı. 1
Bizim anladığımız anlamda değil elbet.
Bunun anlamı feminist harekete ve eşcinsel Baştarafı Arka Kapak’ta harekete arkamızı dönmüş olmak değil, tersine tam ortadayız. Politikalarımızı geliştirirken her iki grupla da içiçeyiz, içiçe olmayı planlıyoruz. Şimdilik evlerde toplanıyoruz. Sayımız pratik olarak bunu engellemediği sürece hiç şikayetçi değiliz. Çünkü ev ortamının doğallığı gruplarda ve toplantılarda her zaman karşılaşılan sorunlara pratik çözümler üretmemizi kolaylaştırıyor2. Heralde en çok vakit ayırdığımız şey birbirimizi konuşturmak, bunun için küçük kaprisler bile yaptık. Eğer feminist hareketin yıllardır vurguladığı bu konuya gözümüzü kaparsak hiç bir şeyin değişmeyeceğini biliyoruz. Gruplarda her zaman ortak bir yazı sorun oluşturmuşken, biz bu yazıyı çok başka konular hakkında konuşurken arada küçük oyunlar oynayarak yazdık. İnanıyoruz ki bize öğretilen ve dayatılanlardan başka yollara, tarzlara doğru ilerliyoruz. Kendimiz gibi insanlarla tanışmak için pratikte ilk akla gelen gay barlar veya yaşamın içindeki sonsuz bekleyişler yerine kendi ortamımızı kendimiz yaratıyoruz. Gelelim kişisel sohbetlerde nerdeyse istisnasız aldığımız için kendimizi tanıttığımız bu satırları okuyan insanların da soracağı bir soruya: “Dergi çıkaracak mıyız?” Bu soru ve her temelsiz “hadi dergi çıkaralım” cümlesine bir çift lafımız var tabi. İnsanların zihninde “gruplar dergi çıkarmadıkları sürece, grup olamaz” gibi bir tortu kalmış olmalı. Oysa biz grup bütünlüğümüz içinde “dergi çıkarmak” gibi bir fikre kapılmadık. Tembellik değil bu, aksine bizim gelişimimizi engelleyen bir girişim olurdu. Üstelik biz KAOS GL’yi bizim olmayan bir dergi olarak görmüyoruz. Bizim zaten sesimizi duyuracağımız bir platformumuz var. Biliyoruz ki, tanımasak da bizimle aynı sorunları, hisleri paylaşan kadınlar evlerinde, okullarında, işyerlerinde yaşıyorlar. Belki sorunlarını dillendiriyorlar, belki dillendirmiyorlar. Ancak bilmeliler ki sapphonun kızları tüm bunları paylaşmak için onları bekliyor.
Mektup adresimiz: Ali Özbaş (SK), PK 53 Cebeci / Ankara e-posta adresimiz: sapphonunkizlari@hotmail.com
2
Türkiyeli lezbiyen ve gay gruplarının, İstanbul’daki toplantı sonucunda kurulan (veya güçlenen) iletişim ağı sayesinde bu tarz sorunlar hakkında da tartışma platformu oluşturmaya çağırıyoruz.
KAOS GL 51 / 39
sapphonun kızları
Biz bir kadın grubuyuz. Kadınları seven kadınlarız.
Hâlâ kadınların neden biraraya gelip saatlerini, gecelerini incir çekirdeğini doldurmayan (!) konularda konuşarak geçirdiklerini anlamayan insanlar varken, lezbiyen kadınların neden birarada olmayı seçtiklerini ifade etmek için gerekli kelimeleri bulmak oldukça zor. Neden varız?... Çünkü biz, diğer tanıdığımız veya tanımadığımız benzerlerimiz gibi kırgındık, yaralıydık, korkuyorduk, kendimizi anlar gibiydik ama dilimiz yoktu, ürkütücü bir dünyanın yalnız çocuklarıydık. Herbirimiz kadınlara ayırdığımız hayâl dünyasını keşfedişimiz ve kabul edişimizin şu veya bu aşamasında etrafımızda benzerlerimizi arar olmuştuk. Kimimiz bir gazeteye telefon açıp onların varolduğunu düşündüğü bağlantılara bel bağlarken, bir diğerimiz çaresizce “ben varsam, başkaları da vardır” diyerek günlük yaşantısında gözü açık gezinmişti. Mantığımız “anormal, garip, ucube” olmadığımızı söylerken, insanın kendine güveninin zayıf bağlarını yoketmeye hazır dünya yüzünden benzerlerimizden “anormal, garip, ucube” olmadığımızı dinlemek istiyorduk. Aslında o yıllarda bu arayışımızın gerekçelerini dillendirebilecek kelimelerimiz yoktu. Sadece hissimiz, duygumuz vardı. Birbirimizi bulsak ne konuşacağımızı bilmiyorduk. Kendimizi hem lezbiyen yerine, hem de “lezbiyen”in ne olduğuna çok emin olmadığımızdan lezbiyen’den başka bir şey yerine koyduğumuz için, yavaş yavaş birbirimizle tanışmaya başladığımız zamanlarda bu kadar çok aradığımız “birbirimizken” kolay kolay yakınlaşamadık. Birçoğumuz birbirini KAOS GL’de tanıdı. Onlarca gayin arasında “lezbiyen adacıkları”. KAOS GL’nin iki gay ve bir lezbiyenin hayâl dünyasının birleşmesinin ürünü olduğunu biliyoruz. Ama derginin ilk yılında grubun tek lezbiyeni başka bir şehirden yazı göndermek dışında katılımda bulunamazken Ankara’da bir
çok gay biraraya gelmiş ve şehirde daha önceden birbirlerinden habersiz yaşamadıkları için ortak dil oluşturmakta zorlanmamışlardı. Ne de olsa gayler lezbiyenler kadar görünmez olmadıkları ve “kamusal alan” denilen ve biz kadınlara kelimeyi kullanırken bile ürkütücü gelebilen yerde, küçük gettolarda kendi kimliklerini geliştirebildikleri için KAOS GL’de birbirleriyle konuşabiliyorlardı, katıldıkları ilk toplantıda bile. Lezbiyenlerin aynı şansa sahip olmadıklarını anlamalarına imkan yoktu. İkinci yıldan itibaren yavaş yavaş gruba katılmaya başlayan lezbiyen kadınların ise bunu anlatacak donanımları yoktu. Lezbiyenlikleri ile ilgili birbirleriyle bile konuşamazken, toplumsal hiyerarşide bir şekilde kendilerinden daha özgüvenli bir noktada duran gaylere anlatmaları mümkün değildi. KAOS GL tek tek bireyler değil de grubun kendisi olarak, aralarında bir tane bile lezbiyen olmasa da, her zaman “gayler ve lezbiyenler” telaffuzunu kullandı. Her zaman, az da olsa eline geçen lezbiyen yazılarına öncelik tanıdı. Ancak grubun hayal edilen bireyler üstü ilkeleriyle, gruptaki bütün gaylerin davranışlarının örtüşmemesi şaşırtıcı değildi. İkinci yılından itibaren KAOS GL’ye katılan tek tük lezbiyenlerin dergiye katılımı elbette vardı, var, ancak bu katılımlar ger-çekçi bir kimlik tanımı üzerinden olamıyordu. Öyle ki toplantılarda lezbiyenler kendilerini hep gayler hakkında konuşurken yakalıyorlardı. O yıllarda yavaş yavaş kurulan lezbiyen kadınlar arası iletişim, 13 Mayıs 98’de gerçek anlamda bir kadın grubu şeklini aldı. Ve haftalık ev toplantıları başladı. Devamı Sayfa 39’da
400.000.-TL