KaosGLD52

Page 1

aşksız neyleyim herkesteki bedeni eşcinseller ve tıbbî etik

britanya'da 16 yaş tartışması ve medya beden masalları

lezbiyen cenneti: yukardakiler ve aşağıdakiler şark-islam klasiklerinde eşcinsel öyküler ve eşcinsel kültür


AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ ARALIK 1998 YIL 5 SAYI 52 KAOS GL ilga üyesidir. KAOS Grubu tarafından yayınlanmaktadır. Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 I n t e r n e t A d r e s i : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e - m a i l : kaosgl@ilga.org

İÇİNDEKİLER

SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi ANTALYA Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) Kelepir (Sönmez İşhanı) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak) İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak) Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Kelepir (Konur 2) Doruk (Mithatpaşa) Kitabevleri

Eski sayılar Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de.

KAOS GL'den............................................................................................................................................3 Britanya'da 16 Yaş Tartışması..................................................................................................................4 Resimli Hayat Ansiklopedisi......................................................................................................................7 Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Öyküler ve Eşcinsel Kültür-1...............................................................8 Aşksız Neyleyim Herkesteki Bedeni .........................................................................................................9 Yaşamın İçinden Kartpostallar ................................................................................................................11 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................14 Yeni Yaşamlardan Yeni Biçimlerden.......................................................................................................20 Adın Adım, Yüzme (Şiirler) .....................................................................................................................21 Beden Masalları- Kalite Kontrolü Yapılmıştır! .........................................................................................22 Bir Aşk Hikayesi ......................................................................................................................................25 Tıbben Madilik.........................................................................................................................................30 Tıbbî Etik: Tavırda Değişiklik ..................................................................................................................32 Tartışma, Değinme, v.s...........................................................................................................................33 Sicilyalı Bir Oğlana, Vay Canına… (Şiirler).............................................................................................37 Bir Lezbiyen Cenneti...............................................................................................................................38 Bize Gelenler (Kitap, Broşür) ..................................................................................................................39 Haberler ..................................................................................................................................................40

ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 5.000.000.-TL, 6 AYLIK 2.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .

TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R

Dizgi: Atilla Karakış, Cem Düzelti: Gay’e Efendisiz Kapak: Atilla Karakış

SAPPHO’NUN KIZLARI: Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) SPARTAKÜS BURSA: Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA L A M BD A İ STANBUL: P.K. 103, Gö ztep e/ İ ST AN BU L (e-mail: turkiye@qrd.org) TURK-GAY (S.V.D.): Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA


'den Merhaba, 1998 yılının bu son ayında yeni bir sayıyla birlikteyiz. Lambda İstanbul'un hazırlamış olduğu AIDS Broşürü bu sayıyla birlikte. ANKETLER Aslında anketleri bu sayıda değerlendirerek sonuçlarını yayınlamayı düşünüyorduk. Ancak hâlâ posta kutumuzdan anket çıkıyor. Bu durumda önümüzdeki ay elimize geçen anketler üzerinden yapacağımız değerlendirmeyi sizlere sunacağız. Bu değerlendirmede yer almak istiyorsanız ve anketi henüz yollamadıysanız en geç Aralık ayının 15'inde elimizde olacak şekilde göndermelisiniz. ASTRAEA'DAN ALDIĞIMIZ YARDIM: Biliyorsunuz, Amerikalı lezbiyen kardeşlerimiz Astraea'dan sunduğumuz proje karşılığı para almış ve bunun dökümünü sizlerle paylaşmıştık. En son aldığımız ses kayıt cihazı ile bu yardımı değerlendirmiş olduk. TOPLANTILARIMIZ: KAOS Pazar toplantıları devam ediyor. Ancak geçen sayımızda da bahsettiğimiz gibi sağlıklı bir mekan hâlâ bulamadık. Buna rağmen bir cafede her Pazar saat altıda gerçekleşen toplantılarımız katılımcı sayısı artarak ve zevkle geçiyor. Toplantılara katılmak isteyen arkadaşlar bizimle iletişime geçebilirler. Maalesef, Vakıf'tan çıktıktan sonra pek çok yerle konuştuğumuz halde -buna demokratik kitle örgütleri ve feminist uçan süpürge grubu dahilhiçbir yerden olumlu cevap alamadık. Ama günahlarını almayalım, kötü bir niyetten değil, hepsinin o kadar -Pazar dahil- yoğun toplantıları, etkinlikleri var ki, başlarını kaldırıp bize iki saatliğine salonlarını veremiyorlar. Bu arada bize kapılarının her zaman açık olduğunu söyleyen Devrimci Sosyalist İşçi Partisi'ne buradan açık teşekkür etmek istiyoruz. (Pazar toplantılarının özelliğinden ve katılımın kapsayıcılığı ön planda tutulduğundan dolayı herhangi bir parti merkezinde toplanmayı düşünmemekteyiz.) MEKTUPLAR, YAZILAR Önümüzdeki sayılar bölümündeki yazıların çokluğu hiçbirimizi tembelliğe itmesin. Her türlü ürününüzü ayın en geç 20'sine kadar elimizde olacak şekilde bekliyoruz. Bu arada Adana'dan Kerem, Bursa'dan Barış Evren, Sivas'tan Mesut, Karaman'dan Yusuf Can; mektuplarınızı aldık. Önümüzdeki sayıda yayınlanacak olan mektuplarınız bu sayı için elimize geç ulaştı. Mektuplarınız, yazılarınız ve şiirleriniz dışında karikatür, resim, fotoğraf çalışmalarınızı da bekliyoruz. İlgili ve yetenekli arkadaşların dikkatine.

TANIKLIK, HABER… Dünyanın dörtbir köşesinden eşcinsellerle ilgili haber almakta zorluk çekmezken kendi yaşadığımız topraklarda eşcinsellerin, travestilerin yaşadıklarından bihaberiz. Örneğin en son Kırıkkale'den 2 eşcinselin öldürülmesi, Ankara'dan bir travestinin müşterisi tarafından bıçaklanması ve yine bir travestinin dostu tarafından öldürülmesi haberleri kulağımıza gelse de bunları her yönüyle araştırma ve gerçekleri ortaya çıkarma olanağı bulamadık. Duymadım, görmedim yaklaşımından dolayı kendi gerçeklerimize gözlerimizi kapadığımız sürece ölen öldüğü yerde kalacak. TEŞEKKÜR: Manisa'dan Serdar arkadaşa 30 milyonluk posta pulu katkısından dolayı teşekkür ederiz. LAMBDA İSTANBUL'UN DERGİSİ "CİNS" ARA VERİYOR: Lambda İstanbul'dan Uğur arkadaşın bu konudaki notu ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA aşağıdadır: "Lambda İstanbul 2 yıldır çıkan ve son ∇ EL DEĞİŞTİRMİŞ AŞKLARDAN sayıda adı ∇ ŞARK-İSLAM KLASİKLERİNDE EŞCİNSEL "...cins..." olan ÖYKÜLER VE EŞCİNSEL KÜLTÜR 2-3 dergisinin yayı∇ GİTMELİYDİ UZAKLARA… mını işgücü ∇ GAY JATSBY, THE MUHTEŞEM yeter-sizliği ∇ BUDAPEŞTE-VİYANA GAY KUŞATMA ALTINDA-1 nedeniyle süresiz ∇ CAMILLE erteliyor. Ayrıca ∇ NEW YORK NOTLARI Lambda olarak ∇ ÜTOPİSTAN hepimizin dergisi ∇ AŞKI ÖLDÜRDÜK olarak ∇ GÖKKUŞAĞININ ÖTE YANI gördüğümüz ∇ UYUŞTURUCUNUN DİĞER ADI: ÖLÜM KAOS GL`de ∇ VE SÜRGÜN EDİLDİLER İLKİN... (Şener) gücümüzü, duy∇ İLK DENEMEYDİ… (Mevlüt) gularımızı ve ya∇ BİZDEN OROSPU OLMAZ! zılarımızı birleş∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? tirmenin gerekli GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE olduğunu düşü∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARPOSTALLAR (Salim) nüyoruz. Çünkü ∇ 13 RAKAMININ UĞURSUZLUĞUNA İNANDIR KAOS GL'yi BENİ SEVGİLİ BONCUK içinde çeşitliliği ŞİİRLER barındıran ortak MÜSRİF BEKLENTİLER FERİŞTAHI, ŞİMDİ BURASI sesimiz olarak BÖYLE, VIZIR, ÜŞÜME, YATAY ÜNLÜLER DİKEY görüyoruz." EYLEMDE, BÜK, Türkiyeli BENİM DE BİR ŞARKIM VAR, eşcinsellerin DANSIM, DÜŞ TÜ, Dİ’Lİ GEÇMİŞ, SEVGÜLÜME ŞİİR iletişim ve YAZDIM etkileşim zemini ÇEVİRİ ŞİİRLER olan KAOS GL'ye ÇİFTE POZ (Ian Young), herkesin katkısını bekliyoruz.

KAOS GL 52 / 3


Terry Sanderson İngiltere'de erkekler arasındaki yasal cinsel ilişki Çev: Harun T. yaşının 16'ya düşürülmesi için verilen mücadele, ilk

önce Avam kamarasında başarılı olduysa da, seçilmemiş Lordlar bu kararı veto etmişti. Avam kamarasında elde edilen zaferin, eğer kamuoyu yoklamaları gözönüne alınırsa, ülkenin geneline yayılmadığı görüldü.

Bu ülkede geçen yıl yapılmış olan bir kamuoyu yoklamasına göre, halkın yüzde 37'si eşcinsellerle heteroseksüellerin arasındaki bu eşitsizliğin (kadınerkek ilişkisi için asgari yaş 16'dır) giderilmesini destekliyorken, geri kalan yüzde 53'ü var olan durumun korunması inancındaydı. Geçen Temmuz ayında yapılan bir başka telefon anketinden de benzeri sonuçlar alınmış. Bu tür kamuoyu yoklamalarının ve genel toplumsal görüşlerin milletvekillerini yönlendirmesi ne kadar doğru olabilir, bilinemez. Eğer önemli toplumsal meselelerin sonuçlandırılmasına yönelik yasal düzenlemeler salt halkoylamalarına dayandırılsaydı, İngiltere'de eşcinsellik adına hemen hiçbir şey yapılmamış olurdu. Zira, daha 1967 yılına kadar eşcinsel olmak bir suçtu. İşte bu yüzden, milletvekillerinin görevi, kararlarını halkın "çoğunluğu"nun önyargılı fikirlerine dayandırmak değil; konuların özünde yatan gerçekleri araştırmak, yapılan tartışmaların taraflarını cankulağıyla dinlemek ve bunlardan bilgilenmiş olarak dengeli kararlar almaktır. Bu tutum, işte bu 16 yaş konusunda Avam kamarasınca sergilenmişse de, Lordlar bildiklerini yapmış ve sayısal çoğunluğun "parmak demokrasi"sine yenik düşmüşlerdir.

GAY TIMES Ağustos 1998 Sayı:239

KAOS GL 52 / 4

Adı geçen önemli yasal değişikliğin oylaması sırasında basının tutumu kaydedilmeye değerdi. İngiliz basınının ünlü ünsüz, konuyla ilgili ilgisiz pek çok ismi görülmeye değer bir söz düellosuna tutuştu. En çok sesi çıkanlar da, tabii ki bilgisizlikleri ve önyargıları en derinde olanlardı. Mesela, The Scottish Sun'da köşe yazarlığı yapan Jim Sillars, şunları yazdı: "Eşcinsellerin bu çirkin yasa değişimi önergesi tamamıyla yanlıştır. Eşcinsel ilişkiler, ileride kendileri de eşcinsel olacak çocuklar üretemez. Yani, genç eşcinsel erkeklerden oluşan devamlı bir stok yok. Çözümse, eşcinselliği meşrulaştırıp cinsel ilişki yaşını olabildiğince aşağıya çekerek, cinsel partner mevcudunu artırmak." Eh, ne diyelim, eşcinsel arz-talep dengesini böyle şak diye hem de en baba materyaliste taş çıkartacak biçimde çözümlemek başarısından dolayı Sillars'ı kutlamak gerek. Tabii,

bu arada olan, eşcinselliğini erken yaştan beri bilen ve bundan ötürü dışlanma korkusuyla yaşayan eşcinsel gençliğe oluyor. Cinsel kimliği üstüne yağan saldırılar yetmezmiş gibi onaltı yaşındaki eşcinsele, "sen daha yeterince olgunlaşmadın, diğerleri gibi değilsin, onlar ne olduklarını biliyor, sense bekleyeceksin" deniyor. Ha, bu arada sanki hiç değişmeyen, yaşlanmayan bir hilkat garibesi eşcinsel nüfusu varmışçasına davranıyor Sillars. Sanki bu "gençlik düşmanı canavarlar" bir köşede oturup avlanacak yavruları gözlüyorlar. Yani eşcinsel bireyler asla yaşıtlarıyla birlikte olmazlar; geleneksel "oğlancı-oğlan" ilişkisidir aslolan!! Bir başka gazeteci, Richard Littlejohn ise The Sun'da: "Bu eşcinsel ilişki yaşını düşürme hareketinin arkasındaki itici güç, cinsel partnerlerinin olabildiğince küçük yaşta olmasından hoşlanan sübyancı yetişkin eşcinsellerden geliyor. Yaş sınırının 14'e düşürülmesini isteyen kampanyalar da gelecektir bunun arkasından..."" İşte aynı mantık (!!) yine iş başında. The Daily Telegraph'ın başyazısında da şöyle denmiş. "Önümüzdeki oylamanın esasta ne olduğunu görmek mümkün: çocukların sömürülmesi için verilecek bir izin, ülkedeki her ebeveyne karşı bir saldırı ve sözde 'aile yanlısı' olan Hükümetimizin gerçekleştirdiği iğrenç bir ikiyüzlülük. Eşcinselliğe karşı varolan önyargının haklı çıkarılabilecek yanı, erkek ya da kadın eşcinsellerin kötü olmaları değil, ama eşcinsellik olgusunun kendisinin genelde mutsuz bir yaşam getirmesidir. (TRT'den Ertürk Yöndem'in Perde Arkası'nı hatırlayın. Dizgicinin notu) Hiçbir anababa bunu çocuğu için istemez... Hükümet ve bir sürü milletvekili, ufak oğlanların maytap almasına karşı yaygara koparıyor; ama düzülmelerine (sodomize edilmek) izin veren bir yasayı onaylamaktan ta geri durmuyor." Peh doğrusu!! Öncelikle, bu satırların yazarı sanki yaşamı boyunca üşenmemiş ve eşcinsellerden oluşan bir grubun yaşamını yakından gözlemlemiş gibi konuşuyor. Konuşuyor demek tam da yerine uydu, çünkü söylediklerini destekleyen hiçbir veriyi, örneği yazılı olarak aktaramıyor. Üstelik dediklerini yalan çıkaracak pek çok kişisel tanıklıkların ve bilimsel araştırmaların adını bile anmıyor. Bu cahillik olamaz, "bilmiyordum" diyemez sözkonusu gazeteci; çünkü sözü edilen kaynaklar, özellikle İngiltere gibi bir ülkede, her mahalle kütüphanesinde ve tüm kitapçılarda özel bölümlerde herkesin kullanımına sunulmakta. Üstelik o bile gerekmez, sorsa bir sürü kişi


anlatacaktır merak ettiklerini. Yani burada açıkça bir kötü niyet görülüyor. Benzeri bir kötü niyet ve çamur atma tutumu Scotland on Sunday'ın yazarı Gerald Warner tarafından bir daha tekrarlanmakta: "Pedofillerin yasa önergesi, 16 yaşındakilerin sodomize edilmesini yasallaştırmayı tasarlayarak, Britanya'daki her ebeveynin yüzüne bir tokat gibi indi. Yasa koyucularımızın sorması gereken soru şu olmalıydı: 16'ıncı yaşgünüyle 18'ine basması arasında sodomize edilmedi diye yaşamı mahvolacak delikanlılar var mı? Avam kamarasının bu eğri davranışını eğer Lordlar düzeltmezse, iş bir sonraki Hükümete kalacak." Warner öylesine emin ki söylediklerinden, er geç herkesin kendi doğru bildiğine boyun eğeceğini düşünüyor. Olası değişikliğin hiçbir hükümetçe kabul edilmeyecek bir zırvalama olarak karşılandığına inanmış bir kere. İyi de, hiç sormuyor mu kendine: eşcinsel olmayanların 16 ile 18 yaşları arasında cinsel ilişkiye girme ayrıcalıkları nereden geliyor. Ayrıca eğer iş bu kadar yaşam ölüm meselesi haline getirilecekse, onlar niye iki yıl daha beklemiyorlar? Tabii ki, gerçekten de 18'inden önce başka bir erkekle birlikte olan bazı eşcinsel gençlerin başına gelenlerden haberdar değil Warner. Oğullarının eşcinselliğini kabul etmeyen ana babaları tarafından göz ve ev hapsine alınan, zorla gereksiz ve aşağılayıcı tıbbi/psikiyatrik "tedavi"ye maruz kalan, daha kötüsü de evden atılan pek çok eşcinsel genç var dünyanın heryerinde. Bu arada, dinsel kurumların baskıcı "şeytan kovma" ayinlerine zorla götürülen ve sonunda ya evden kaçıp suça itilen, ya da intihar ederek yaşamına son veren gençler de az değil. Daha az travmatik görünen ama çok daha yaygın olan bir olgu da, eşcinsel bireylerin cinsel kimliklerini aramak ve benimsemek için uygun ortamları buluncaya dek, çok uzun süre "gizlenerek" beklemesinden doğan özgüven eksikliğidir. Bu yarayı hergün içinde derinden yaşayanlarımız, nasıl bir cehenneme hapsedildiğimizi bilir. Bu adam kim oluyor da, "bilsen de iki yıl daha dişini sık efendim, yaşama cinselliğini" diyebiliyor öyleyse? Eşcinsel haklarına saldırmakta kıdemli sağ kanat gazetecilerinden Lynette Burrows yine kendinden bekleneni yaptı ve The Sunday Telegrahp'ta çıkan yazısına şu başlığı seçti: "(Çocuklar) Pedofillerin ellerine teslim edildiler." Alıntı yaptığı bir araştırmaya göre, erkek eşcinsellerin yüzde 92'si anal sekste, Burrows'un deyimiyle "götçülük"te bulunuyor. Bu istatistik bilgileriyle bizi aydınlatan yazar, konuyu eşcinsel grup seks alemlerine getiriveriyor. Her nasılsa,

grup seks yapanlarla sinsi pedofiller arasında bizim göremediğimiz bir bağlantıyı ortaya çıkarıyor (!) Dediğine göre, Hollanda'daki yasaların vaktiyle esnekleştirilmesinin bedelini, porno sektörüne yığınlar halinde pazarlanan ufak oğlan çocukları ödemiş. "Pedofili seks endüstrisi Hollanda'da çok kârlı bir iştir ve tüm dünyadaki grup seks meraklısı erkekleri mıknatıs misali kendine çeker." Hoppala! Bir kere neden her seks partisi pedofillere yönelik olsun? Ayrıca, kız çocuklarının aynı biçimde sömürülmesine karşı tek laf bile edilmemiş? (Bu arada, 16 yaşındaki iki delikanlı birbiriyle ilişkiye girerse otomatik olarak pedofil midirler?) Burrows'un bu ikisini nasıl bağlantıladığını bilemiyorum ama "uzman" o olduğuna göre, doğru olsa gerek derim. Uzmanımız bir noktayı (!) çarpıtmış iyice: sözünü ettiği raporda, eşcinsel erkekler arasındaki yüzde 92'lik anal seks oranı, (bu bilgiyi verenlerin) "yaşamlarının bir döneminde" ifadesiyle birlikte verilmektedir-ki bu her zaman anlamına gelmez. Üstelik, aynı rapora göre, "anal ilişki, cinsel repertuvarın sıklıkla uygulanan bir kısmını oluşturmamaktadır. Bu durum halen anal ilişkiye giren erkekler için bile geçerlidir." Yani eşcinsellik= anal ilişki denklemi çok da doğru değil. Eşcinsel ilişkiye girmeyi düşünen her gencin de hop diye üstüne atlamadığı bir seçenek olsa gerek... Sonuç olarak, gazeteler kendilerinden beklenen doğrultuda hareket etmiş oldular. The Telegraph, Mail ve Sun, yapılmak istenin değişime korkutucu bir kararlılıkla karşı çıktılar. The Telegrahp daha da ileri giderek, ünlü aktivist Peter Tatchell'in The Guardian gazetesine yolladığı bir mektubu -güyaortaya çıkarttı. Mektupta yaşsınırının 14'e indirilmesi gerektiğini savunan Tatchell'in sözleri olabildiğince çarpıtıldı ve ön sayfaya şöyle geçti: "Aktivistler gay seksi 14'e çekmeye çalışıyor." Bu ayak oyunlarını karşıt görüşlülerden görmeye alıştık artık. Bunun dışında, sözü edilen harekete karşı yapılan saldırıların diğer başını da Kilise çekti. The Telegraph'ın haberinde, "piskoposlar seks yaşının indirilmesine karşı savaş açıyor" dendi. Başlarındaki cüpheli ve "takkeli" George Carey'in ardından giden papazcıklar bir açıklamada bulundular: "olur olmaz her yaşam tarzı, aralarındaki değer ve nitelik farkı gözetilmeden meşrulaştırılmak isteniyor." Piskoposlar, değişimin "genç insanlara ve toplumun tümüne yanlış mesajlar göndereceği"

The Sunday Telegraph

KAOS GL 52 / 5


konusunda endişeleri söylemişler!

The Sun

olduğunu

İşte tam bu noktada eşcinselleri destekleyen gazeteler işe giriştiler. The Independent on Sunday'den Joan Smith pek çoğumuz adına konuşmuş oldu: "Piskoposlardan artık gına geldi. Onların cinsellik hakkındaki görüşlerini duymaktan bıktım; Kilise'dekilerin benim ya da başka hiç kimsenin yatakta ne yapması gerektiğiyle ilgili düşüncelerini bilmek istemiyorum. İncil'in eşcinsellik, evlilik dışı cinsellik, ya da mastürbasyon konusunda ne dediği (de) beni hiç ilgilendirmiyor. Hele, 'ibadetini yerine ge-tiren bir Hıristiyanım' lafını duymak bile şu an beni kusturmaya yeterli." The Independent'in yazarı David Aaronovitch, yaş sınırı indirilmesiyle birlikte genç erkeklerin birden bire heteroseksüelliği terkedeceği fikrinin gülünçlüğünü gösterdi: "Şimdi, şu mu denmek isteniyor: heteroseksüellik o kadar bıktırıcı bir şey ki, günümüzün en "bitirim" delikanlıları ilk fırsatta kendilerini derilere bürünmüş kaslı heriflerin arkasında kırbaç şaklatırken bulacaklar. Sağcı basın yorumcuları herhalde herkesin bastırılmış birer eşcinsel olduğunu sanıyor. Kendi adlarına konuşsunlar!" Beklenmeyen olumlu yorumlar ise, The Express ve The Times'dan geldi. İlk gazetenin yeni editörü Rosie Boycott, (onun) normaldeki saldırgan sağcı söylemine alışkın olan okuyucularını şaşırtarak, oldukça sol bir eğilim gösterdi. The Times da, Eşcinsel Gurur (Gay Pride) gününde, eşcinsel politikanın güncel konumunu değerlendiren bir başyazı yayınladı. Yazıda, eşcinsel toplumun, Amerika'daki zenci toplumunun düştüğü iç bölünmeyi yaşamaması umuluyor. Her iki toplumda da entegrasyon isteyenlerle, bunun karşısında, ayrı bir kültüre sahip olmak isteyenlerin olduğu gerçeğine dikkat çekilmiş; Amerikalı zencilerin böyle bir seçim yapmak

KAOS GL 52 / 6

zorunda kalmaları, İslam Ulusu (Nation of Islam) gibi militan ayrılıkçı grupların oluşmasına yol açmıştı. Gazetenin yorumuna göre, bu gelişme belki zencilerin gururunu arttırmış olabilir, ancak aynı zamanda onların genel başarısına mal oldu. "Eşcinsel politikası" da yakında benzeri bir yol ayrımına gelecek" denmekte. Dinsel basında ise hiç bu türden derinlikli düşünceler yer almadı. The Catholic Herald, yaş konusunda eşitlikten yana oy veren ve "dini bütün" olarak bilinen bütün milletvekillerinin adlarını ifşa ederek onları "utandırma"ya kalkıştı. Bir başyazıda, hem Katolik ve Anglikan mezheplerinden milletvekillerini, hem de Başbakan'ı, "halkın güvenine ihanet etmek" ve dini liderlere "küstahça meydan okumak"la suçladılar. Oylamanın, "ülkenin ahlaki yozluğa doğru kaymasına bir delil oluşturduğu" yazıldı. The Church Times'da eşcinsel bir Hıristiyan olan Ken Batty, "Neden sadece bu günahın üstünde duruyorsunuz?" adlı makalesinde okuyuculara meydan okudu: "Eşcinsel arkadaşlarıma Hıristiyan olduğumu söylediğimde, bana Nazi olduğunu açıklamış bir Yahudi'nin dostlarıymış gibi tepki verdiler. "Düşmanları" olarak gördükleri bir kurumla neden işbirliği yaptığımı anlayamamışlardı. Kilisemdeki insanlara eşcinsel olduğumu söylediğimde ise, bana Yahudi olduğunu açıklamış bir Nazi'nin arkadaşları gibi davrandılar. Başlangıçta beni farklılığım yüzünden dışladılar. Giderek tamamen soyutlandım ve bu yüzden de artık kiliseye gitmiyorum." Sayısal çoğunluğun düşüncelerini eleştiren bir başka görüş de, Cambridge Üniversitesi'nde felsefe profesörlüğü yapan Ralph Wedgwood'un The Times'a yazdığı mektupta dile geliyor: "Her ne kadar yaş sınırını indirmek toplumun çoğunluğunca kabul edilmese de, bu yasal düzenleme, tüm dünyaca tanınmış olan insan haklarının en temel prensiplerinden biriyle doğrudan ilintili. Sözünü ettiğim bu prensip, hükümetlerin, tartışmasız kesinlikte ve inandırıcılıkta nedenler olmadan, sınıflar arasında ayırım yapamayacağıdır. İngiliz Kilisesi'nin eşcinselliğin bir günah olduğunu savunan geleneksel görüşü, yalnızca sekteryan bir dinsel tavırdır. Üstelik bu görüş Anglikan piskoposların tümünden kabul görmemektedir. Bu arada (Quaker'ler, Üniteryanlar ve Budistler gibi) diğer dinsel grupların da kabul etmediği bir görüştür bu. Sekteryan bir dinsel görüş evrensel insan hakları prensipleriyle çeliştiğinde, hangisinin galip gelmesi gerektiği açıkça ortadadır."


Hülya Koçyiğit filmlerinde karakterler temelde belliydi. Genelde ya fakir ve hastalıklı bir babası olurdu ya da Hülya Koçyiğit hasta olurdu da küçük zeki çocuğu ona bakardı. Sonra fakir ama huzurlu hayatlarına tekgöz evlerinde devam ederlerdi. Konu gereği; yaşlı baba hastadır ve ölmek üzeredir. Son diyalogda sihirli sözler dökülüverir. "Biz fakiriz ama namusluyuz yavrum, bunu hiç unutma." Ve sahip olunması, unutulmaması gerekli erdemli bir kavramdır namus. Yine de hemen her bir filmde beynimize nakşedilen erdemin ne işe yaradığını bilmeyiz. Kız alırken, ev kiralarken, taksitli satışlarda sizin ne kadar namuslu ya da ne kadar namussuz olduğunuz önem kazanır. Bu kavramın neye göre çalıştığı neye, kime göre namuslu ya da namussuz olduğumuzsa derin bir karmaşadır. Ne zaman, nasıl yitirildiği ise ayrı bir muamma. Son dönemde yaşanan Dallas türevi, çete endeksli olaylar ve açıklamalar tartışılırken aklımıza ister istemez ne kadar namusluyuz sorusunu getiriyor… İşte en beklenmedik zamanlarda iniveren, toplumun elinde bulundurduğu Demokles'in kılıcı yine yerine indi ve iki genç infaz edildi. Aslında herşey istenilen gibi gerçekleşmiş, kız gibi bir genç ile erkek gibi bir genç birbirlerini sevdiklerini açıklamış, bununla da yetinmeyip birlikteliği genelin kutsal gözüyle baktığı evlilik aktine dönüştürmeye çalışmışlardı. Bir genç kız ile bir eril organla sonunda- içindeki erkeği ortaya çıkarmak isteyen bir genç bayan arasında imzalanan mizansen görünümlü sözde akit ilgiyle karşılandı. Devlet kendi önemli işleriyle boğuşurken medya her zamanki ahlakçı yaklaşımıyla olayı ele almış tukakalı zihniyetinin ürünü olan gösterilerine bir yenisini daha eklemişti. İyi de yanlış neredeydi. Görevi gereği kadın olmayı kabullenmiş bir genç kadın -ki kadın olmanın en büyük erdemi beyaz gelinlikler içinde, mesut görüntüler sergiliyoryıllardır yaşadığı karmaşa nedeniyle içindeki saklı kimliği ortalığa sunarak bir oh diyen erkek imajlı bir kadın birleşmek istiyorlardı. Medyanın anında süsleyip önümüze attığı bu insanların hiç de "bahçeden elma çalmış" ezikliğini sergilememeleri tabii ki Reha Muhtar Bey'in yeni bir show'una engel oldu. Adı konmadan irdelenen bu yüzeyde eşcinsel ilişkinin farkında olan iki sevdalı toplumsal baskılar sonrasında homoseksüelliklerini bile heteroseksüelleştirmeye çalışıyor, "Eh biz yaptık oldu" pandomimini başarıyla sergiliyorlardı. Üstelik programa davetli konunun uzmanı doktorun, psikiyatrik ve tıbbi sürecin sonunda eril

organla -sapına kadar- erkek olabileceğini ŞAKİR söylemesi gözlerde bir sevinç silsilesi yarattı. İstanbul Oysa alıştığımız medya yaşam bağlantıları kesilip, yasaklı dönemler atlatan sevgili Bülent Ablamızın sübyancılıkla- suçlanan evliliğine gösterdiği ahlâkçı tutumu bu -sözde- evliliğe sunmadı. İşemek için bile ele gerek duyan, işlevsiz, aciz, biçare et parçasıyla erkek olmak isteyen genç bayan manşetlerde "dönme" olarak anılmadı. Kaldı ki eşlerden birinin evlilik öncesi cinsiyetini değiştirmesi dışında iki aile örneği de temelde benzerlikler taşıyordu. Tekelci medyanın sergilediği bu tavrın sebebi transeksüelliğinin toplumda özenti yaratacağından korkulan Bülent Abla faktörüydü şüphesiz. Bülent Ersoy'un adının önüne dönme sıfatı eklenirken, diğer genç bayan "vah vah yazık" tavrıyla karşılanıp uzman doktorlara teslim edildi. Öyle ya lezbiyenlik modaydı ve iki kadın birbirini sevemezdi. Medyanın tavrı değişmiş gibi görünse de, her iki çiftte toplumla uzlaşmak adına -cinsiyet değiştirmeyi göze alarak evlenmeyi kararlaştırmışlar- pekçok benzeri gibi namuslu birer Türk ailesi olmak istemişlerdi. Sonuçta farklı mekanlardan medya tarafından kolajlanan bu kişilikler, eşcinselliklerini -henüz- yaşayamayan insanlara yine medya tarafından -sakın ola düşünmeyin- alt metni derinden verilerek sunuldu. Anlaşılan o ki tahakkümcü zihniyet değil eşcinsel birlikteliklere (evlilik), kutsal evlilik bağı ile birbirine ağdalı anlarda geçici yeminler veren, eşcinselliklerini heteroseksüelleştiren kişilerin birlikteliklerini bile kabul edemiyor. Adına uzlaşma demeden zamanla bir dengeye dönüştürmeye çalıştığımız -kısırdöngü içinde, görevimiz tüm namussuzluklara rağmen bazılarının vefalı erkek evlat, bazılarının gelin adaylığını namuslu namuslu sürdürmek.

Elazığ'da Özgül Karakaya ve Özlem Olgun adlı iki genç kadın evlendiklerini açıkladılar. Özgül Karakaya, lezbiyen olmadığını, hatta lezbiyenliğe karşı olduğunu, kendini erkek gibi hissettiği için ameliyatla erkekliğe kavuşmak istediğini söylüyor. Fakat lezbiyenliğe karşı olduklarını söyleyen bu iki genç kadının evliliği, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın'ı ikna etmeye yetmiyor. Işılay Saygın, "Böylesi uçuk ilişkiler, bizim Türk halkıyla asla bağdaşmaz. Eminim Elazığlı vatandaşlarımız da çok üzülmüştür." buyurdular.

KAOS GL 52 / 7


Zekeriya GÜN GİRİŞ Ankara Şark-İslam klasiklerinde eşcinsellik konusuna

değinen yerli ve yabancı literatür, azımsanmayacak kadar çoktur.1 Bu literatürün, divan edebiyatı söz konusu olduğunda en vazgeçilmez adı Nedim, içinde eşcinsellikle ilgili öğütlerin yeraldığı metni ise Keykavus'un Kabusname'sidir. Bu yapıtın üç eski çevirisinden en önemlisi, Mercimek Ahmet adlı bir çevirmen tarafından II. Murat döneminde Osmanlı Türkçesine yapılan bir çeviridir. En çok atıf yapılan kaynaklardan biri bu olmakla birlikte, konuyla ilgili bazı modern araştırmalarda, yeterince tanınmayan kaynaklardan da söz edildiğini görebiliriz.2

Üç bölümlük bu yazı dizisinde, Şark-İslam klasiklerinden günümüz Türkçesine çevrilmiş Fars edebiyatı ürünlerinden derlenen eşcinsel öykülerle, Gelibolulu Âlî'nin3 XVI. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda gelenek-görenek ve sosyal hayatı oldukça kapsamlı yansıtan Mevaidü'n-Nefais adlı eserinin ilgili bölümleri değerlendirilecektir. Konumuzla ilgili modern araştırmalarda Âlî'nin yapıtına değinilmekle birlikte kapsamlı bir değerlendirmesinin yapılmadığını görüyoruz. Ayrıca Fars edebiyatı ürünlerinden alıntılayacağımız malzeme/öyküler de söz konusu araştırmalarda değerlendirilmemiştir. Bu bakımdan araştırmamızın konuyla ilgili çalışmalara katkı olacağını sanıyoruz. Kaynaklar: Öyküleri alıntıladığımız kaynaklar Ferideddin-i Attar (Ö.1199)'ın İlahiname'si ile ünlü İran klasiği Sadi'nin Bostan'ıdır. Attar, ünlü bir sufidir. Yapıtları sufilerin en çok ilgi gösterdiği tasavvuf klasiklerindendir. Burada alıntılayacağımız öykülerinde de görüleceği üzere o, eşcinselliği insani bir edim veya bir duygulanım olarak kabul etmekte ve eşcinsel aşkı herhangi bir çekingenlik göstermeden yansıtmaktadır. Öykülerinde kadın ve erkek arasındaki aşk kadar eşcinsel aşka da yer verir. Bu öykülerde en çok "oğlan tasviri" yer bulmaktadır. Bu tür tasvirler, eşcinsel aşktan bahsedilmeyen öykülerde bile görülür; eşcinsel aşk ise gayet normal ve yaşamın bir gerçeği olarak anlatılır. Yalnız unutulmamalıdır ki, Attar, bütün sufiler gibi gerek kadın-erkek, gerekse erkek-erkek arasındaki aşkı "mecazî aşk" kapsamında değerlendiren anlayışın temsilcilerindendir. Yani bir sufinin önündeki aşılması gereken basamaklardır

KAOS GL 52 / 8

bu tür aşklar. Sonunda ulaşılması gereken ilahî aşktır. Fakat mecazî aşkı tatmadan da gerçek anlamda ilahî aşka ulaşılamamaktadır. Bakış açısı olarak bu anlayış, eşcinsel aşkla heteroseksüel aşk arasında bir fark görmez. Öyleyse, sonunda aşılacak olduktan sonra sakıncası yoktur; tersine sufiyi olgunlaştırır. Attar'ın bu bakış açısı, tasavvufun genel anlamda aşk anlayışı olmakla birlikte, onun öykülerinde insani bir sıcaklık bulabiliriz. Aşılması gerektiğini düşünse bile eşcinsel aşkı dışlamaz. Öykülerindeki oğlan tasvirleri de oldukça canlıdır; dönemin eşcinsel tercihlerini ve estetik anlayışını yansıtır. * Sadi, Bostan ve Gülistan adlı iki yapıtıyla ünlüdür. O, Attar gibi bir Sufi değildir, yalnız tasavvufa da aşina bir şairdir. Bostan adlı yapıtından alıntılayacağımız bir öyküsünde Attar'ın öykülerine benzer bir şekilde işler konuyu. Yalnız burada tasavvufî bir duyarlık yoktur; eşcinsel aşkın yüceltildiği sezilir. * Gelibolulu Âlî, XVI. yüzyılın gelenek ve göreneklerini olduğu gibi yansıttığı yapıtında, dönemin eşcinsellikle ilgili tutumunu da gözler önüne serer, yaşadığı toplum hakkında sosyolojik gözlemler yapar. Âlî'nin en önemli gözlemini şu cümleleri yansıtır: "Günümüzde namertlerin tüysüz-türüzsüz, bıyığı ve sakalı çıkmamış ve güzelliği meydanda olan iyi huylu gılman (Oğlan-delikanlı)'a rağbeti, güzel ve cazibeli kadınlara gösterilenden daha çoktur."4 Bunun nedenini de o dönemde kadınlarla serbestçe arkadaşlık yapılamamasına, bu tür dostlukların dikkat ve tepki çekmesine bağlar. Şaşırtıcı olan, Âlî'nin, bu tür eğilimleri olanları "namertler" diye anmasına rağmen, hemen peşinden, çeşitli yörelerin eşcinsel arkadaşlığa uygun olan veya olmayan delikanlılarından bahsetmeye girişmesi ve ilgilenenlere gerekli tavsiyelerde bulunmasıdır. Âlî'nin bu konuda engin deneyimleri olan bir gözlemci olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı eyaletlerinin hemen hemen tümünün "oğlan"ları hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Onun bu konudaki gözlemlerini ve konuyla ilgili tavsiyelerini yazımızın üçüncü bölümüne bırakıyoruz.


Şunları da belirtmeliyiz ki, Mevaidü'n Nefais'te eşcinseller sürekli kötülenir. Onlardan bugün bile yazılı bir metinde kullanılması yakışık almaz görünen sözcük ve sıfatlarla bahsedilir. İncelediğimiz bölümlerin başlıkları ise açıkça eşcinsel çağrışımlar yüklüdür. (Örn. 8. bölüm başlığı: "Bıyığı terlememiş ve sakalı çıkmamış oğlanlar takımını anlatır") Bu yapıtta eşcinsel gereksinimlerini doyurmak isteyenler için uygun özelliklere sahip "oğlan"lar, bütün ayrıntılarıyla betimlenir. Hatta Âlî, bu konuları anlattığı bölümlerde kendini tutamayıp şiirler (dörtlük ve beyitler) döktürür; betimlemelerini şiirlerle süsler/destekler. Bu yapıtta, dönemin istenilen/rağbet edilen erkek tipinin özellikleriyle ilgili ayrıntılar tüm açıklığıyla yer alır. Âlî'nin yapıtı, dönemin eşcinsel argosu bakımından da zengin bir malzeme kaynağıdır. Bu kaynaklardan bazıları: Murat Bardakçı, Osmanlı'da Seks/Sarayda Gece Dersleri, Gür Yay., 6. Baskı, İst., 1993; R. Ahmet Sevengil, Eski İstanbul Nasıl Eğleniyordu, İletişim Yayınları, İst. 1993; Arno Schmidt-Jehoeda Safer, Müslüman Toplumlarda Erkekler Arası Cinsellik ve Erotizm, Çeviri: Dilek Canet, Kavram Yay., 1. basım, İst., 1995; Ali Kemal Yılmaz, Erkek ve Kadında Eşcinsellik, Özgür Yay., İst., 1998; Fethi Işık, "Tarihimizden Sayfalar", Kaos GL, Şubat 1998, Yıl:4, Sayı:42, s.26; Aynı yazar, "Ünlülerimiz-Şair Nedim (16811738)", Kaos GL, Mart 1998, Yıl:4, Sayı:43, s.27; Colin Spencer, "Eski Arap Toplumunda Eşcinsellik ve İslâm", Çeviri: Selçuk, Kaos GL, Temmuz-Ağustos 1998, Sayı:47-48, s.10-12. Ayrıca cinsellikle ilgili ansiklopedilerin eşcinsellik konusuna ayrılan bölümlerine de bakılabilir. Eşcinsel literatüre Şark-İslam klâsiklerinden örnek olarak şunları gösterebiliriz: Kaykavus, Kabusnâme, Çeviri: Mercimek Ahmed, Hzl. O. Şaik Gökyay, MEB yayınları, 3. basılış, İst., 1974. (Bu yapıtın bir başka çevirisi de A. Özkırımlı tarafından yapılmış, fakat bu çeviride eşcinsellikle ilgili tavsiye cümleleri çıkartılmıştır.); Gelibolulu Mustafa Âlî, Mevâidü'n-Nefâisfi Kavâidi'l-Mecâlis/Görgü ve Toplum Kuralları Üzerine Ziyafet Sofraları I, II, Hzl. O. Şaik Gökyay, Tercüman 1001 Temel Eser Yay., İst., 1978. (Bu yapıtın bir çevirisi de Cemil Yener tarafından yapılmıştır. Hünkar K.evi yay., İst., 1975). Gökyay'ın çevirisi, aynen yeni harflere aktarım olduğu ve günümüzde kullanılmayan terim ve deyimlerin son derece isabetli açıklamalarıyla zenginleştirildiği için daha güvenilirdir. Yener'in çevirisi bir sadeleştirmedir ve birçok sadeleştirmelerde olduğu gibi metin yer yer tahrif edilmiştir. 2 Bir örnek için, C. Spencer'ın yukarıda andığımız KAOS GL'de yayımlanan yazısına bakılabilir. Bu çeviri-alıntıda farklı olarak Gazalî ve İbn-i Haldun'un homoerotik şiirlerinden ve Tifâşî'nin Nüzhetül-Elbab adlı eşcinsel öyküler de içeren yapıtından sözedilmektedir. Tifaşî'den alıntılar için ayrıca bkz. Charles Pellet, "Liwat", Müslüman Toplumlarda Erkekler Arası Cinsellik ve Erotizm, s.165-180. 3 Âlî'nin geniş bir biyografisi için bkz. Cornell H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âlî/Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı, Çeviri: Ayla Orta, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İst., 1996 4 Âlî, a.g.e., s.59 1

Sana kendimi anlatamıyorum güzel insan. Oturup bunları yazmayı istedim. Düşünüyorum çok mu kolaydı, daha mı zor olmalıydı ne bileyim bir hafta filan, bir ay oturup seni SALİM seyretmeli, sana gülümsemeli o kaçamak bakışlarla Ankara uzunca bir dönemin sonunda mı gelip sana senden hoşlandım demeliydim. İstemedim. Sana gelip yüreğimi açmak istedim, içimdeki beni. Hiç sorgusuz öylesine sıradan ve masum. Bu bile benim için zordu. Gülümsemesen belki yanına gelip bunu bile söyleyemezdim. Yapmamışım hayatımda kimseye gidip pat diye senden hoşlanıyorum diyememişim. Senle ben gürültünün patırtının ortasında sükunetle dolaşıyoruz, oturulan o birkaç saatle nelere gidip geliyoruz. Biliyorum, çünkü seni izliyorum. Hani o sağa sola gülmen dışında başını iki elinin arasına alıp dalıyorsun veya sıkılıp üfleyip püflerken yaşamayacağımız onlarca şey geliyor aklıma. Belki de o sessizliğin içinde huzur buluyoruz ki o sessizlikte bazen yok oluyorum. Senleyken suskunum. Sevinçlerimi, üzüntülerimi; heyecanlarımı hep içimde yaşadığım için belki de az konuşuyorum. Herkesi sevdiğini söylüyorsun. Ben herkesi sevmiyorum. Güzel insan herkesi sevmem gerekmiyor. Herkesi sevmem yapıma aykırı, Gündelik hayatta selam verip o özgür, serbest dediğimiz özgürlüğe inanıyorum-mekanlarda sırf bir takım kişisel egolarını tatmin edip selam verme veya giyim kuşamını öne çıkarın burnu havalarda insanlar kendini burjuva zanneden veya davranan insanları sevmiyorum, hoş burjuvaları da sevmiyorum, açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmuyorum. Ama seni seviyorum. Bunu söylemenin güzelliğini yaşıyorum sende, gülüşünde, bakışında, gözlerinde. Belki kötü olan birine teslim olmaktı. Arkadaşım kimseye hazır sevgi sunma demişti. Ben artık kendimi kasmaktan bıktım. Artık hissettiklerimi söylemenin güzelliğini yaşıyorum, değişiyorum. Sana bakarken düşündüğüm cinsellik değildi veya gülümserken. Hani çocukken yeni biriyle tanışırsın birşeyleri, ne bileyim oyuncaklarını paylaşırsın onun gibi ben o gülümsemede bunları yaşadım. İçimdeki çocuk belki önayak oldu yanına gelmeme.

KAOS GL 52 / 9


İnsanları bağışlayıp, unutmayı hâlâ beceremiyorum. Bağışlama her neyse de, insanları unutamıyorum güzel insan yaşananlar nasıl unutulur. Gözler, duruş, tavırlar. Artık içtenim böylesi daha güzel. Aşkı bulamasam bile içtenim güzel insan bunu öğrenmek için bir yerlere toslamak gerekiyormuş ilkinde bunu yaşadım şimdi daha bir benim. Sen benim için bir yerlerde yapmak istediğim ama bir türlü gerçekleştiremediğim planlara belki de bir adımdın. Hani diyor ya “Aşksız neyleyim herkesteki bedeni” İşte öyle ne anlamı var ki sevgi yoksa planların da yaşananın da. Korkuyorsun. Tam da o yaşadığımız toplum gibi. Korkuyorsun bir erkeği sevmekten korkuyorsun. İnanmıyorsun belki de yaşam böyle daha sıradan daha acısız. Ben sana baktığımda o korkuyu okuyorum. Sevgililer niye bara gelir diyorsun. Heterolar kendini teşhir eder mi diyorsun. Bence gelenler de oraya neden geldiklerini bilmiyorlar. Kim iyi yaşıyor gösterebilir misin bana Heterolar mı? Arkadaşım bizler kendimizi eşcinsel zanneden heterolarız diyor. Doğru çünkü yaşayamıyoruz ne duygularımızı ne de cinselliği ne de başka şeyleri. Bunu ibne yaşamına bağlamanı

KAOS GL 52 / 10

anlamıyorum. Belki de senin için başka bir sığınma biçimi evlilik gibi. Hayattaki desteğin işin ama kendini yaşamadıktan sonra sen evlensen de erkeklerden hoşlanıyorsun. Bence yaşam gizlilikle değil ne kadar açıksa o kadar güzel. Bu ülkenin her katmanında her tabakasında varız. Benim için yaşam biraz da onlar. Hani senin basit bulduğun. Dünyada herkesin bir öyküsü vardır dinlemeye değer. Açık seçik, maskesiz ben böyleyim dediğinde hayat yaşanılırdır. Şu an için bunu sınırlı bir seviyede de olsa yapıyorum ama inanıyorum ki ölmeden eşcinseller sokaklara da inecek, caddeleri de dolduracak bu ülkede -Bazen insanları fazla yargılıyoruz. Belki bu yüzden sevemiyoruz. Yaşanılan hiçbir şeyin reçetesi yok yok işte yaşanılarak öğreniliyor. Aşka burun kıvırmak kötüdür güzel insan. Onu küçümsemekte eğer böyleyse yaşamın ne anlamı var. Sevgi kışın açan güneş gibidir. Hani o soğukta insanın içini ısıtan veya yalnızlığında içtiğin dumanını rüzgara savurduğun sigara gibi. Bazen onlarca yüreğim olsa da dağıtsam diyorum Yılların geçmesine üzülmüyorum veya öleceğim için de. Yaşam şimdiye kadar güzeldi, iyisiyle kötüsüyle, istediğim yaşlandığımda “ah keşke şunu da yapsaymışım” dememek. Bana kendini anlattın ben sormadan. Bunu sevdim. Bunu dışındaki şeyleri de yaşadıkların, gördüklerin. Seviyorum konuşkan insanları. Ama yaşamaktan korkuyorsun pek de bir anlamı yok. Bazen düşünüyorum. Cinselliği yaşayamıyorum. Bunu da duygusallık katıp hallediyorum diye ama değil. İnan böyle değil sonuçta sinemaya da gidip çok rahat cinselliğimi yaşayabiliyorum. Ben sende güne yeni başlayan insanın günaydın derken yaşadığı mutluluğu veya sabah kalktığında dışarda yüzüne vuran sonradan hapşurtan mutluluğu yaşadım. Tutkularım için gülümsüyorum yalnız kaldığımda. Kötü olan herkesi birilerini sevip, sevilmemesi bu kadar zor olmaması bazen yapamayacaklarım yapacaklarımı engelliyor. Kaygılarımı, isyanlarımı, çelişkilerimi yaşarken bile kendimle barışık olmaya çalışıyorum. Bu ne kadar zor bilemezsin. Başka bir çağda veya başka bir ülkede seninle özgürce yanyana yaşamak isterdim yaşayamadıklarımı. Bunların senin için anlamı var mı bilmiyorum, bunlar senin için önemli mi bunu da bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa artık gözlerine bakamıyorum. “Yalnızlığım benim pasaklı kontesim. Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”


Sevgili Okurlar Hayatımı kaybetmekle sonuçlanabilecek kadar vahim bir olayı anlatarak sizleri uyarmak isterim. Taksim'de gaylerin, travestilerin, transeksüellerin gittiği bir mekanda tanıştığım otuz yaşlarında bir gençle arkadaşlık kurmuştum. Çok kısa bir zamanda samimiyetimiz ilerlemişti. Cihangir'deki dairemde her Cumartesi öğlenleri bu sevgilimle buluşur, yemekler pişirir, yer içer, videodan gay porno kasetleri seyrederek sevişir, akşama kadar hoş zevkli saatler geçirirdik. Partnerim şık giyimli, benle sadece aktif olarak sevişen bir maço idi. Cumartesi günlerini sanki iple çeker, sevgilimin adaleli kollarına kendimi teslim eder, bulutların üzerinde bir rüya alemine dalar, tüylü göğsüne başımı dayayarak dakikalarca ona kenetlenirdim. Hassas ve romantiktim. Paris'teki gay yaşamımın İstanbul’da aynen devam etmesi en kutsal arzumdu. Ne gezer... Sevgili partnerim biraz hoyrat ve maddî gözüküyordu. Benden başka iki pasif gay sevgilisi daha olduğunu, onlarla her buluşmalarında ellişer dolar verdiklerini ima ederek vizite ücretini belirlemişti. Ben de her Cumartesi sevişmelerimizde elli dolar öder, ayakkabı, kravat, pantolon gibi hediyelerle memnun etmeye çalışırdım. O zamanlar halim vaktim oldukça yerinde idi. Tabir caizse bir elim yağda, bir elim balda. Hovarda ve cömerttim. Çok hoşlandığım partnerlerime kesenin ağzını açar, mültefit davranır, hiçbir şeyi esirgemezdim. Ah.. nerede o eski bereketli zamanlar. Şimdi o günleri mumla arıyorum. Can kurtaran mucize fotoğraf Bir Cumartesi, çok sevdiğim eski bir gay arkadaşım ziyaretime gelmişti. Omuzunda pahalı bir fotoğraf makinesi taşıyordu. Sohbet ederken kapı çalındı. Sevgili partnerim gelmişti. Misafirimle tanıştırdım. Biraz sonra sofraya kurulduk. Tatlı muhabbetlerle yemeğimizi yedik. Arkadaşım, partnerimle olan durumu bildiğinden ziyaretini fazla uzatmak istemedi. Yemeğe teşekkür ederek; Bir hatıra resmini çekip gideyim, dedi. Sevinerek poz verdim. Partnerimle de bir resim çekmesini rica ederek hemen yanında durdum. Fakat sevgilim şiddetle itiraz etti. Resim çektirmekten hiç hoşlanmadığını, çekmemesini isterken birden flaş patladı. Sevgilimin yüzü bir tuhaf olmuş, öfkelenmişti. Ben de arkadaşım da şaşırmış, bir anlam verememiştik. Giyinik normal bir resim çekimi için bu derece

kızmanın ne alemi vardı ki.. Arkadaşım; çektiğim resimlerin çoğu bozuk çıkar, ayarlamadan çekmişim, çıkacağını zannetmem filan, dedi. Birkaç dakika sonrada vedalaşıp gitti. Sevgilimle başbaşa kalmıştık. Durumu bir tuhaf olmuştu. O gün sevgilimle beraberliğimizin tam altıncı haftası idi. Benle sevişmekten hoşlandığını hep söylerdi. Ama bu resim çekiminin onu çok rahatsız ettiği belli idi. Soyunarak ılık duşun altına girdik... Aradan iki gün geçmişti. Telefon çaldı. Arayan eski gay arkadaşımdı. Heyecanlı bir sesle yalnız olup olmadığımı sordu. Kimse yok, yalnızım deyince sen kimle dans ettiğinin farkında mısın? -Ne olmuş ki, -Çektiğim resimler iyi çıktı. Gösterdiğim bir eski arkadaş partnerini hemen tanıdı. Hapisten yeni çıkmış, sabıkalı biri imiş. Kurbanlarını ilaçla uyutur, soyar, soğana çevirirmiş!!! Nerden buldun bu kelepiri? Seni uyarıyorum. Benden söylemesi, dedi. Bu sözlere şaşırmış, aklım başımdan gitmişti. Arkadaşım ciddi akıllı, beni seven biri idi. Üzülmüş, yıkılmış, allak bullak olmuştum. Bu ciddi bir durumdu. Bu işin şakası olamazdı. Şöyle bir düşündüm. Hapis yatmış sabıkalı bir kişiyi polis tanır. Kaydı olurdu. Bir araştırayım, bakalım altından ne çıkacak, dedim. Hemen telefonla üst düzeyde bir emniyet mensubu olan arkadaşımı aradım. Ona çok güvenirdim. Gay olduğumu biliyordu. Eskiden beni bir haraççının elinden de kurtarmıştı. Durumu anlattım. Geleyim de yakından konuşalım dedi. Biraz sonra kahvelerimizi içerken, olanı biteni, resim meselesini, her şeyi söyledim. -Bunlar evvela samimiyet kurar, itimadını, sevgini kazanır, evini her şeyini iyice tetkik ederler sonra da sinsi bir planla soyarlar. Bunlara Çornacı, derler. Yani gayleri soyan hırsız, şansın varmış, uyarılmışsın. Bak bakalım eksik bir şeyin var mı, dedi. O ana kadar böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti. Salonda altı adet, altın yaldızlı, çok kıymetli antika duvar tabakları vardı, Bir baktım biri eksik. Daha evvel hiç farkına varmamıştım. Büfede gümüş işlemeli, Venedik işi on iki adet antika şarap kadehi olması lazımdı. Biri eksilmiş. Bir fil dişi küçük biblo da yerinde yok. Heyecanla hemen göremediğim, hatırlayamadığım başka şeyler de yürütülmüş olabilirdi.

Parisli Amca Gay, İstanbul 5. Bölüm

KAOS GL 52 / 11


Sizden menfaat beklemeden sevişmek isteyen partneriniz çok yakışıklı olmasa da en hoş olanıdır, şehvetli sevişir, mutlu eder.

KAOS GL 52 / 12

-Vaziyet anlaşıldı, dedi. Birer adet kıymet ekspertizi için götürmüş, bilahare tümünü götürecek. Aval aval; şimdi ne olacak? dedim Şapşallamıştım. Bu arada telefonla arkadaşıma acele resimleri getirmesini rica ettim. Avukatımı da çağırmıştım. Kısa zamanda geldiler. Arkadaşım da bildiklerini, duyduklarını anlattı. Resimleri de verdi. Avukatımla emniyet mensubu bey savcılığa hitaben daktilomla olayı bir güzel yazdılar, çalınan eşyalarımın listesini, çekilen resmi de alarak savcılığa gittiler. Ben arkadaşımla evde kalmıştım. Kötü kötü düşünüyordum. Durumun bu derece ciddiyet kesbedeceğini hiç tahmin edememiştim. Şikâyetçi olduğum için biraz da pişmanlık duyuyordum. Her şey tersine dönmüştü. Çok sevdiğim partnerimi kaybedecek, bir de düşman kazanacaktım. Ruhumda belirsiz duygular birbiri ile çatışıyordu. Afallamıştım. Başım zonkluyor sanki çıldıracaktım. Öf aman ne zordu Türkiye’de gay olmak... Vaziyet korkunç Kapı çalındı. Avukat Bey ve Emniyetçi arkadaşım gelmişlerdi. Bir çırpıda anlatılanları heyecanla dinledim. Savcılıkta çok sevgili(!) partnerimi hemen tanımışlar. Zira resim net çıkmıştı. Salondaki eşyalar da gayet iyi gözüküyordu. Bu resim inkar edilmez bir delil mahiyetinde idi. Bana söylediği ismi de değişik çıkmış. Sabıkalı, müthiş bir gay avcısı. Çornacı. Hakkında işleme konmuş bir çok dosya, hapis mahkûmiyetleri var. Marifetlerine yeni usuller uygulayarak devam ediyor. Ayrıca da faili meçhul bir gay cinayetinin şüphelerinin üzerinde toplanmakta olduğunu, yarın da mahalli polis karakoluna savcılıktan evrakım havale edileceğini, ifademin alınacağını söylediler. Vaziyet aşikar korkunçtu. Ok yaydan çıkmış, artık geriye dönüş olamaz. Salak başımı iki ellerim arasına alarak düşünmeğe başladım. Bir buçuk ay evveli bir sinema filmi seyreder gibi gözlerimin önüne gelmişti. Tanıştığımız diskoda birbirimizin gözlerine gülümseyerek zevkle içkilerimizi yudumlarken ne kadar mutlu idim. İçim ısınmış, hoşlanmış, aşık olmuştum. Müthiş bir maço tipi vardı. Çok sevimliydi. Biraz hoyrat, toplumsal terbiyesi eksikti ama pasif bir gay’i son derece mutlu edecek meziyetlere de sahipti. Kalbime, ruhuma hakim olmuştu.

Böyle bir insan bu derece korkunç numaraları nasıl çevirebilirdi. İnanamıyordum. Ne talihsiz bir gay idim. Sukût-u hayale (düş kırıklığına) uğramıştım. Artık göz yaşlarıma hakim olamıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum... Uyarıyorlar kerizi ama o koduğumuz yerde otluyor. Diskonun barında sık sık bizi gören evvelce beraber seviştiğimiz, sonra aramıza bir kırgınlık girerek ayrıldığımız aktif bir gay partnerim bir gün imalı gülümseyerek; -Sen de papazı bulacaksın, dürüst arkadaşlığımın kıymetini bilemedin, demişti. Ben bu sözleri hiç umursamamış, kıskançlığına atfedip üzerinde durmamıştım. Şimdi bazı olayları daha berrak tahlil edebiliyordum. Mesela; partnerim soyunduğunda vücudunun bazı yerlerindeki izlere; -Geçirdiğim ameliyattan kaldı, demişti. Ama bıçak darbelerinin yara izlerine de benziyordu. Bir Cumartesi de yüzünde morluklar, çürüklerle gelmişti. Duvarda asılı yağlı boya tabloların arkalarına baktığını hareketlerinden sezinlemiştim. Her halde gizli bir kasam olup olmadığını araştırıyordu. Elimde gördüğü anahtar demetine bakarak; şu kasa anahtarı mı?, diye de sormuştu. Dairemin her köşesini tetkik ettiğini de düşünüyordum. Besbelli hiçbir iş yerinde çalışmıyordu. Ailesinin çok zengin olduğundan, babasının bilmem kaç bin dönüm arazisinden söz etmişti. Kötü bir alışkanlığı da esrarlı sigara içmesiydi. Yatakta sevişirken yağlı kalın dumanını bazen yüzüme üfler; -Hadi çek bir nefes, keyiften, daha şehvetli olursun, derdi. Alkollü içkileri severdim ama hiç sigaraya alışmamıştım. Dumanından çok rahatsız olurdum. Tüm konuşmaları gizlice banda kaydeden Panasonic telefonumla sık sık konuşurdu. Her gece kendi konuşmalarım dahil, tüm arayanlarımın seslerini dinler sonra bandı başa alırdım. Bir gece ses bandından partnerimin biri ile konuşmasını dinledim. Çok nazik, kibarca konuşurken, muhatabı çok kaba, anlamını bilmediğim argo sözlerle onu yanıtlıyordu. Bant’ın bir yerinde; -Fazla ırgalandın! Keriz uyanmadan malı kaldır, hadi eyvallah, demişti.


Bütün bu belirtilere rağmen Parisli Amcanız hâlâ uyanmıyor, koduğunuz yerde otluyordu. Ertesi gün avukatımla yakınımızdaki polis karakoluna gittik, ifademi aldılar. Partnerimin bulunabileceği yerleri sordular. Karakoldan ayrıldık. Cuma gecesi telefon çaldı. Arayan sevgili partnerimdi. Daha sesini duyar duymaz müthiş heyecanlanmış, nutkum tutulmuştu. Konuşmalarını kekeleyerek ve titrek bir sesle yanıtlıyordum. Durumumun normal olmadığının farkına varmıştı. Bir ara; Neyin var, diye sordu. Ağrıyan dişimi çektirdiğimi söyledim. Cumartesi öğlende değil, akşam saat dokuza doğru geleceğini, Pazar öğlene kadar da benle olabileceğini söyledi. Çok iyi olur, deyince; -Hadi öptüm, diyerek telefonu kapattı. Beni bir çarpıntı tutmuş, tüm bedenim titriyordu. Avukatımın evine durumu bildirdim. O gece sabaha kadar beni uyku tutmamıştı. Bir sağa, bir sola dönüyor, soğuk terler döküyordum. Bu iş nasıl sona erer, kestiremiyordum. Feci şeyler de olabilirdi. Öğlene doğru avukatım telefonla gereken her şeyin yapıldığını, partnerimi tanıyan polislerin beklemede olduklarını, başka suçlardan da aradıklarını söyledi. Saat gece dokuza yaklaşmıştı. Oturduğum binanın önüne yanaşan bir pikap otoda iki hempası ile gelen partnerimi hemen enselediler. Belinde silah, elindeki naylon torbada ise bayıltıcı spreyle, boğma teli çıkmıştı. Elleri kelepçeli polis merkezine suç ortakları ile götürülürlerken bağırıyordu; -İspiyoncu ibne!... Ben de seni yaşatırsam...! Okuduğunuz bu olay ve benzerleri bilhassa zengin gaylerin her zaman başlarına gelebilir. Hiç unutamayacakları korkunç psikolojik izler bırakır. Bazı olaylar ölümle sonuçlanır. Failleri meçhul kalabilir. Yakalananlar ise ekseriyetle az bir ceza ile kurtulurlar. Hukukçu olmadığım için bilemem, amma, böyle planlı, tasarlayarak ölümle sonuçlanan soygun ve cinayetlerin kurbanı hetero olursa katiller daha fazla ceza alıyorlar. Gazetelerde bu iğrenç olayları sık sık okurum. Dört gay arkadaşım böyle pis cinayetlere kurban gitti. O güzelim, kültürlü nazik insanları hatırladıkça ürperir, gözlerim buğulanır. Bu olaylar derin kapsamlıdır. Fanatik hetero yorumları, sofu bağnaz kesimin felsefesi, medeni bir toplumun hiçbir zaman tasvip edemeyeceği derecede korkunçtur. Gay olduğumu bilmeyen bir tanıdığımın şu sözlerine muhatap olmuştum.

Okuduğu gazeteden başını kaldırarak; -Bu ibne milletinin hepsini gebertmeli, memleket bunlardan temizlemeli, demişti. Bu homofobik, duygusuz, gazetede okuduğu hadise, telle boğazlanan misafir bir Fransız öğretmenin feci ölümü idi.... Sadistçe zevklenmişti. Çok kızmış ama bir şey söyleyememiştim bu adi herife. Nedense bu hırsız soyguncu katiller, vatan kurtaran kahramanlar gibi algılanıyorlar, iğrenç fiillerine taraftar bulabiliyorlardı. İnsanın tüylerini ürperten ne korkunç zihniyetti, bu...! Temenni edelim. Asrımızın insanına yakışmayan bu ilkel davranışlar Avrupa’da olduğu gibi her halde zamanla yumuşar, hetero toplum gaylere biraz daha hoş görülü olabilirler. Eşcinsel savunucuları aktivistlerimizin gayretli çalışmaları sayesinde, eskiye bakarak, lehimize epeyce yol alındığına inanıyorum. Tavsiyelerime gelince, ücret karşılığı sevişen erkek fahişelerin her türlüsüne uzak durmalı, hiç biri eve alınmamalı, bu gibilerden sakınılmalıdır. Sizden menfaat beklemeden sevişmek isteyen partneriniz çok yakışıklı olmasa da en hoş olanıdır, şehvetli sevişir, mutlu eder. Unutulmasın, seçiciliğin dozunu ayarlayamayanlar partnersiz kalabilirler. Tercihlerinin gerçekleşmesi çok zaman alabilir. Ayol Parisli Amca, senin durum vaziyetleri nasıl oluyor, diye sorarsanız, şöyle derim -Otuzbeş senedir, otuz beşten yukarı çıkmam (68) dinç ve ihtiraslıyım, partnerlerim performansımın iyi olduğunu söylerler. Hayatımda hiç sigara içmedim. Her gece bir bardak kavaklıdere şarabı içer, sırf taze meyva ile beslenmeğe çalışırım. Gözümün içine bakarak asıl öğrenmek istediğiniz mevzuya gelince; loş bir saunası olan tarihi hamamın kurnaları önünde, göbek taşında, hiç tanışmadan, konuşmadan, sadece bir el hareketiyle (olumlu veya olumsuz) tabii olumlu ise hemen kolileşilir. Karanlık saunada da durum aynıdır. Ah.. lar, oh.. larla anal, oral çiftler heyecanla, zevkle sevişir, partnerlerini değiştirir, tekrar tekrar devam ederler. Kural böyledir. Müdavimler arasında epeyce Avrupalı gay turistler de bulunuyor. Hetero müşteri ve yıkayıcı ustalar (dellâklar) olmadığından samimi ve serbestçe hareket edilir. Romantizmi az ise de ancak burada mutlu olabiliyorum. Sevgilerle hoşçakalın.

Unutulmasın, seçiciliğin dozunu ayarlayamayanlar partnersiz kalabilirler. Tercihlerinin gerçekleşmesi çok zaman alabilir.

KAOS GL 52 / 13


......../Cezaevi, Ermenek "... Seni sevmek balığı Urfa'da avlamaktır gülüm Balıklı Göl'de, yasak olduğu için güzeldir..." Merhaba Dostlar, Tüm insani ve soylu edinimlerin pragmatizmin ayarsız terazisinde ölçüye vurulduğu, sevginin-paylaşımın-anlamın yaşamın binbir tuzağına, kirine pasına, modaya, gelgeç olana ve zamanın amansız yıpratıcılığına yenik düştüğü, teknolojinin hükümranlığındaki günümüzde, yalnızlığını mütevazice ve şairane yaşayan bir tutsağın o en yalın sıcaklığıyla sizleri selamlıyorum. Kaos GL'yi tesadüfen bir arkadaşta görüp, okudum. Yalnızca üç dört sayısı vardı. İlgimi çekti ve merakla inceledim. Çünkü belli bir süredir dikkatimi çeken bir olguydu ve ben bu hususta fazla bir bilgiye sahip değilim. Kimliğinize saygı duyuyorum ve bunu ifade hakkınızı da içtenlikle savunuyorum. İnsanlığın çok renkli ve çok sesli bir geleceğini arzuluyorum. Tüm güdü ve istemlerin emek temelinde gelişmesi ancak dingin bir barışı getirebilir. Tahakküm, şiddet ve hiyerarşi sizin kimliklerinizle örtüşmediği için nesnel olarak sizlerde bu misyonu yükleniyorsunuzdur sanırım.

Mektuplarınız için adresimiz: ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 52 / 14

Dergi sayılarında tanıttığınız kitapları mümkünse şayet, göndermenizi rica ediyorum. Özellikle roman ve şiir. Beat Kuşağının hiçbir yapıtı bende mevcut değil, ilgilenirseniz (özellikle Allen Ginsberg) sevinirim. Diyalogumuz devam etsin isterim. Zaman zaman yazı da gönderebilirim. Hepinizi yeniden selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum. (Tutsak arkadaşın istediği kitapları sağlayabilecek okurlarımız bizimle iletişim kursunlar. KAOS GL)

Doğan(19)/Adana Merhaba KAOS GL. Sizlerle olmam ve böyle bir derginin varlığını görmek beni sevindiriyor. Bir şeyleri kabullenmek gerektiğini ve toplum yaptırımının ortadan kalkması vb. her şeyin olumsuzlukların ortadan kalkmasında ilk gelişmeden biri olan KAOS GL'ye teşekkür ederim. Ben şu anda üniversiteye hazırlanıyorum ve birçok karmaşık duygu içerisinde boğuluyordum ki Kitapsan'da gördüğüm KAOS GL'yle su yüzüne çıkmaya başladım. Ben bir eşcinsel olduğumdan kendimi dört duvar içerisinde sıkışmış bir gaz olarak görüyorum ve benim gibi birçok kişi de yalnız şunu da söylemeliyim ki bir müddete kadar herşey, her gaz gibi bir gün biz de patlayabiliriz ve her şey ortaya çıkabilir ki şu anda yapılan tüm gelişmelerin yetersiz olduğunu gözlemleyebiliyoruz. 2000 yılında her şeyin değişmesi umuduyla bekleyiş içerisindeyiz. Düşünüyorum da bazen bu kadar abartmamalı mı? Şöyle bir söz var, "Dünyada bu kadar güzel renkler varken niye karayı seçeriz?" Her zaman özgür davranmak ve düşünmek istemişimdir. Ama ne yazık ki her zaman toplum yaptırımı bunu engellemiştir. Örneğin yoldan geçen bir erkeğe laf atmak, ona gidip de özgürce, korkusuzca seninle olmak istiyorum veya seninle seks yapmak istiyorum demek bu kadar zor mu ki, zor değil ama karşılığında seni ibne gibi görmesi, belki üstüne yürümesi veya rezil etmesi gibi şeylere maruz kalma korkusu var. Biz insan değil miyiz? Bir lezbiyen, bir gay insan değil mi? Bu ayrımcılık neden? Bir çok sorular ve yanıtsız, haksız cevaplar var. Bu soruları da soran biz, cevaplayan da biz olacağız…!

Son olarak mektubumu bir sözle bitiriyorum: Kaybedilen namus bir şey değildir…/Kaybedilen para bir şey değildir…/Kaybedilen CESARET herşeydir…! Burak/Adana Aslında çok önceden kaleme almalıydım bu yaşadıklarımı diye düşünüyorum, ancak o zaman gerçek anlamda hissettirebilirdim duygularımı ama yine de mümkün olduğunca bir şeyleri atlamamaya çalışacağım. Hikayem bundan yaklaşık dört yıl öncesinde Adana'da başlıyor. Fakat ben kısa bir özetten sonra yaşam savaşı verdiğim son iki yıl üzerinde yoğunlaşacağım. Evet tam dört yıl önce yani liseyi yeni bitirmiş olduğum yılda, diğer gaylerden haberdar olmadığım dönemler, bir şekilde bir grup gayle tanıştım (ya da tanıştırıldım desem daha doğru olur). Önceleri bu insanlarla tanışmış olmaktan mutluydum çünkü sosyal yaşamlarını benimkilerle benzer engelleri aşacak sürdürmeye çalışan dostlar bulduğumu zannediyordum. Fakat yanıldığımı anlamam kısa olmasa bile çok uzun sürmedi. Bu, o zamanlar yaptığım ilk hataydı sonraki en büyük hatam bu insanların etkileri ve teşvikleri sayesinde, belki dünyanın en boktan insanı diye nitelendirebileceğim, benden yaşça oldukça büyük ve heteroseksist bir gayle (nasıl olur demeyin, oluyor işte) çok da istekli olmadığım halde aşağı yukarı sekiz ay süren bir ilişkiye girdim. Belki böyle bir hatayı yaşımın küçük olmasının yanı sıra bir ilki de yaşıyor olmanın verdiği bir heyecanla yapmış olabilirim. O güne kadarki ilişkilerim hep heteroseksüellerle olmuştu. Yalnız her şey bir yana hayatı boyunca karşı cinsle ciddi boyutta hiçbir ilişkiye girememiş bu insanın üzerindeki aşağılık


kompleksini kendi cinsini (gayleri) aşağılayarak bastırmaya çalışmasına hâlâ bir anlam verebilmiş değilim. Belki cümlelerim kopuk ancak yazdıkça sindiremediğim bir şeyler çıkıyor meydana. Her neyse ilk altı ay bir melek gibi olan bu insan son iki ay içerisinde ve sonrasında (hâlâ) şeytan gibi gözükmeye başladı gözüme, o mu maskesini düşürdü yoksa ben mi çok bilinçlendim bilemiyorum. Günden güne uzaklaşıyordum bu insandan. Bunu ona hissettirdiğim günden itibaren, önce sevdiğim dostlarıma zarar vermekle sonra gay olduğumu aileme söylemekle tehdit etmeye başladı beni. Bu tehditlerde bir ilkti benim için, anarşist bir ruha sahibim boyun eğmedim ama hiç korkmadım dersem çok büyük bir yalan söylemiş olurum. Hem de çok korktum öyle korktum ki gece uyuyamaz, ders çalışamaz, yemek yiyemez olmuştum. Eve gelen telefonlar hiç kesilmedi. Bilmem kaçınız telefonda hiç tanımadığı birisi tarafından küfür yedi ya da ölümle tehdit edildi ama yaşamadığınız bir olaysa neler hissedeceğinizi hiçbir şekilde size tarif edemem. Geceleri sokağa çıkamaz olmuştum, arkamda hissettiğim her far ışığı beynimde bir soru işaretini aydınlatıyordu. Üzerime araba sürüldü, sopalı bir saldırıya uğradım, yakın dostlarım ki bazıları nedenini bile bilmezken tehdit edilmeye başlandı. Kimseye konuyu açamıyor yardım isteyemiyorduk. Annem zaten bunalıma girmemden ve gelen telefonlardan dolayı yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu seziyor fakat anlamlandıramıyordu. Artık çok sıkıştığım bir gün ona olan biteni (gayliğim dahil herşeyi) bir hata olarak anlattım ve yardım etmesini istedim. Zavallı kadın şoka girdi ama etkileyici bir annelik içgüdüsüyle de sahiplendi. Şimdi çaresizliğime annemi de ortak etmiş oldum. Kimden

yardım istesek hassas bir konudur diyerek uzak duruyordu. Olayın en trajik yanı en büyük darbelerimi çok sevgili eşcinsel dostlarımdan (!) yedim. Olay bir buçuk yıl sonunda bir karakolda (ki aileden diğer bazı büyüklerin de haberdar olmasıyla) son buldu. Belki her an alevlenebilir, bunu asla istemem ama artık o kadar da çaresiz değilim. Evet hikayem bu, şu sıralar yine heteroseksüel bir ilişki yaşamaktayım-sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş diyebilirsiniz, fakat biraz huzura ihtiyacım olduğunu düşünmek de hakkım... Bu sözlerim tepki çektiğini tahmin edebiliyordum ama gerçek şu ki, en azından bu şehir için konuşmalıyım, tanıdığım gaylerin bir çoğu korkak ve yine bir çoğu dejenerasyona uğramış. Son olarak, önce insan olalım sonra varlığımızın savaşını verelim diyorum.

diyemedim. Limanlarda dışarı çıktığımda yanımda gemiden iş arkadaşlarım olurdu ve kendimi (en nefret ettiğim şey) hep bir heteroseksüel olarak göstermek zorunda kaldım. Sanırım bu sahneye çoğunuz yabancı değildir. Bizim yaşamımız 7 renkli çiçeği andırır. Karadaki yabancı insan pek az şey bilir yaşamımız hakkında. Zaten genelde bildikleri de hoş gözüken yanlarıdır. O da şu "her limanda sevgili" konusudur. Aslında bunlar sevgili değillerdir; bunlar içindeki ırmakları kabarıp coşan, her an patlayacak bir bombaya benzeyen, doymak bilmez seks makinesi denizcilerin yemek sonrası yedikleri sütlaçlarıdırlar. Ve çoğu zaman ben de sütlaç yemek zorunda kalıyordum. Ama benim sütlaçlarımın hep sekeri az oluyordu. Ben tadını alabileceğim ve sevdiğim bir tatlı yemek istiyordum; ben sütlaç değil muhallebi yemek

Kaptan/Ankara YENİ BİR GÜNEŞİN DOĞUŞU Şu an vücudumu paylaştığım, tek ve biricik dostum yatağıma oturmuş, uzunca bir zamandır yazma fırsatını bulamadığım yazıma başlayabilmiş bulunmaktayım. Aslında klasik olan tanıtma yolunu seçmek istemiyorum ama yazdıklarımın anlaşılması için en azından kaç yaşında olduğum ve ne iş yaptığımı yazmak zorundayım. Evet, ben 22 yaşında bir denizciyim ve 4 yıldır denizlerin üzerinde o ülke senin, bu ülke benim dolaşıp durdum. Ve üzülerek söylüyorum ki bu 4 sene içinde cinsel hayatımı istediğim gibi yaşayamadım. Her ne kadar demir attığım limanlarda eşcinsellere rastladıysam da hep kendimi sınırladım, sınırlamak zorunda kaldım. Hep ya duyarlarsa, ya öğrenirlerse korkusuyla gidip de bana asılan bir erkeğe evet

KAOS GL 52 / 15


istiyordum. Ama ne yazık ki yeri geliyor, önüme konulanı yemekten başka çarem kalmıyordu. Nasıl yediğimi ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Yaptığım tek şey vardı o da burnumu tıkayıp, gözlerimi yumar, bir annenin çocuğuna zorla sevmediği yemeği yedirmesine maruz kalan zavallı çocuğun çektiği işkenceye benzer bir şekilde yerdim sütlacımı. Hatta bazen de aldanıp "Acaba sütlaç yer ve devam edersem belki sevebilirim ve belki de muhallebi istemem" bile diyordum. Ama sevemedim. Ve ben muhallebiyi istemekten de bir türlü vazgeçemedim ve vazgeçemeyeceğim de... Yalnız şunu söylemeliyim ki bu sütlaçların bir yararı oldu bana. O da kendime "sen eşcinselsin; arttık bunu kabul et, kendini kandırmaya ve değiştirmeye çalışma çünkü sen erkeklerden hoşlanıyorsun ve bunu yaşamalısın" dememe, gereksiz "belki değişebilirim" mantığına kapılmayı bırakmama yardımcı oldular. Artık zevksiz zevkleri yaşamak istemiyordum çünkü 21 yaşıma gelmiştim ve henüz bir erkekle beraber olmamıştım bile. 31 çekerek avutmak istemiyordum kendimi. Fazlasını istemeye ve bunu da hakettiğime inanmaya başlamıştım arttık. Çünkü önceleri bunu yapmaya hakkım yokmuş, eğer yaparsam kötü bir şey yapmaya adım atmış olacağıma inanıyordum. Dediğim gibi 21 yaşındaydım arttık ve bazı duvarları yıkmak gerekiyordu. O kahrolası çekingenliğimi ve utangaçlığımı bir yana bırakmak, bazı prensiplerimden de ödün vermek ve riske atılmam gerekiyordu. Ve bundan sonraya da sinirlerimi yavaş yavaş aşabilmeye başlamıştım. Ve ilk tecrübemi (bir erkekle tabii ki) Venedik'de bir Fransız'la yaşadım. Bunu ardından İspanya'dayken tanıştığım bir eşcinsel takip etti.

KAOS GL 52 / 16

Kaos'la tanışalı henüz 2 ay oldu. Zaten bu da denizi nispeten bırakmam sayesinde oldu. Bu yüzden sadece yazları denizlere "Merhaba!" diyeceğim. Şimdi ise Ankara'dayım; eski yaşamıma dönmemek için hayatıma yeni bir yol çizdim, Kaosla beraberim ve mutluyum. Bu yazıyı yazmamı gerektiren sebep ise, hâlâ yalnızlık çeken ve karamsarlık içinde olan gay arkadaşlara seslenmekti bu vesileyle. Çünkü ben de yıllarca yalnızlık çektim ve hep kendimi avutarak yıllarımı geçirdim. Ama içimde hep bir ümit vardı ki, o da aradığım erkeğe eninde sonunda rastlayacağım ve konuşup dertleşebileceğim gay arkadaşlarımın olmasıydı. Ve bu nispeten gerçekleşti sayılır, her ne kadar gayliğimi gizli yaşayan biriysem de. Ve şunu anladım ki, bunu herkese itiraf etmeden de aradığını bulabiliyormuş insan. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum ki, zamanla herşey oluyor. Eğer hâlâ yalnızsanız, yılmayın ve birgün aradığınız kişiye rastlayacağınızı ümit etmekten hiç ama hiç vazgeçmeyin. Yaşamış biri olarak, zamanın her derdin ilacı olduğunu söyleyebilirim. Buna inanın gerçekten! Hani atalarımız ne demiş "Sabreden derviş, Murad'ına ermiş." Sabırlı olun ve yılmayın. Umarım hepiniz sevebileceğiniz birisine rastlarsınız diyorum ve yazıma son veriyorum. Sadece seksin değil, beraberinde sevginin ve aşkın da olduğu beraberliklere... Deniz/Mersin KAOS GL derginizle henüz 2 aydır tanışıyorum. Derginizin Kasım sayısında Ankara'dan Tezer arkadaşın yazısını okuyunca ben de bir ara aynı belirsizlik ve bocalama döneminden geçtiğimi ve yaşadığım sıkıntıları hatırladım. Benim de birkaç kez

karşı cinsle arkadaşlığım oldu ama, arkadaşlıklarım elele tutuşmanın ötesine geçemedi. Hiçbir şey hissetmediğim ve hatta tiksindiğim karşı cins arkadaşlıklarımda kendimi daha fazla zorlamanın gereksiz olduğunu düşündüğüm için kendi cinsel tercihimi kabullendim. Zaten yapacak başka bir şey yok. Toplumun koyduğu gereksiz ve boş kurallarla kendimi sıkıntılı ve mutsuz arkadaşlıklara, evliliklere bırakamazdım. Bundan sonraki hayatımı da cinsel tercihim yönünde sürdüreceğim. Sonuçta şu an cinsel tercihimden memnunum. Birbirinden çekici bayanlarla oldukça seviyeli birliktelikler yaşadım. Çevremdeki bir çok arkadaşlıklara, evliliklere göre daha insanca, daha sevgi dolu ve herkesten daha çok aşık olarak duygusal, cinsel paylaşımım oldu. İki insanın birbirlerini sevmeleri, aşık olmaları için ille de karşı cinsten olmaları gerekmiyor. Aşk ve cinsellik o kadar sınırsız ki, onu alıp da katı kuralların, dar sınırların içine koyamıyorsunuz. Aşkı, sevgiyi sadece erkek ve kadın ilişkisi olarak kendi kafaları gibi dar bir alanda sınırlayan, önemli olanın bedeni cinsiyet değil, ruhsal cinsiyet olduğunu göremeyen, hoşgörüsüz insanlara karşı ben ve benim gibi marjinal insanların da kendi kişilik ve yaşam hakkımıza sahip çıkmamız gerekir. Arkadaşlarla yazışmak istiyorum. 1974 doğumlu, 1.67 boyunda, 55 kilo'da çekici ressamım. Benimle iletişim kurmak isteyen bayanlar dergiden adresimi temin edebilirler. Enes/ Eskişehir Az önce Kadir İnanır'ın -en sevdiğim aktör- bir filmini izledim. Aslında bu üçüncü izleyişim. Filmde Kadir İnanır çok sert, Anadolu erkeği bir avukat. Ölüm orucu tutan bir mahkumu kurtarmaya çalışıyor. "Bir insanın hayatı sözkonusu olduğunda prensiplerinden


vazgeçebileceğini" söylüyor mahkûma.

tepki kendileriyle yüzleşmeleri miydi yoksa?

Oğlunu evinde bir erkekle ilişkiye girerken yakaladığında, Anadolu erkeğimiz çocuğu ölesiye dövüyor ve hakaretler yağdırıp evden kovuyor. Sonra mahkumu kurtarmak için prensiplerinden vazgeçebileceğini söyleyen İnanır, aynı ideolojiyle oğlunu zor da olsa affediyor. Beni etkileyen bir film. Kadir İnanır ve filmin konusu iki etki noktası benim için. Acaba benim ailem bir gay olduğumu öğrense ne yapardı. Bu geldi aklıma birden. Beni hakikaten çok sevip bunu da her fırsatta dile getiren, hiçbir ailesel sorun yaşatmayan müthiş ailem ne yapardı? Bunu esasen düşünmek bile istemiyorum. Beni anlarlar mı onu da bilmiyorum. Onları kırmak istemem, asla!.. Öte yandan ben böyle mutluyum ve huzur duyuyorum. Erkek sevmek hoşuma gidiyor. Bunu üçüncü cinslik olarak asla kabul etmiyorum. Sokakta yürürken bakıştığım erkeğin oracıkta bana gelip sevişmek istediğini söylemesi ve ara sokakta delilerce sevişmek gibi çılgın bir isteğim var. Ama böyle mutluyum. Bugün George Michael'ın üstlendiği müthiş bir sorumluluk var. Klibinde, şarkılarında bunları dile getirmekten çekinmiyor. Bülent Ersoy her ne kadar bu konulara girmese de belli bir kitleyi temsil eden bir insan. İkisini de kimse yargılayamıyor. Çünkü işlerinde bir numaralar. Hepimiz işimizde, yaşamımızda en iyisi olup göze batmazsak umarım sorunlar azalır.

Onları ve yaptıklarını hatta yaşadıklarını seviyorum. Çünkü başkaları istiyor diye başkaları gibi değil, kendileri istedikleri için kendileri gibi yaşıyorlar ve ben bu yüzden saygı duyuyorum onlara. İnsanın dünyaya kendisi gibi bakan insanlarla, aynı kimliği taşıyan insanlarla birarada olması kadar güzel bir şey olamaz diye düşünüyorum. Heteroseksüel bir toplumda yaşıyor olmamızdan dolayı olsa gerek o kadar küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmişiz ki farkında olmadan iç dünyamızın çok renkli olması karşısında yaşamımızda birkaç renk mevcut ancak. Kendimizi hep heteroseksüellerden ayrı tuttuk; onlar daha rahat, biz değiliz, onlar dilediklerini diledikleri saatte yapabiliyor biz yapamıyoruz, onlar bizi aşağılayan, onlar bizi dışlayan vs. ama aslında değil! Bizi aşağıladıkları ölçüde biz de onları aşağılıyoruz. Onların bizi dışladığı anlamda biz de onları dışlıyoruz. Hem de biz alâsını

yapıyoruz. Düşünsenize biz öyle birbirine kenetlenmiş bir grubuz ki gücümüzü düşünebiliyor musunuz? Aslında biz onlardan güçlü, biz onlardan büyük ve biz onlardan güzel insanlarız. İç dünyası bizim kadar renkli, sanatın her dalında bizden daha başarılı bir topluluk daha var mı? İşte biz bu yüzden büyük ve güçlüyüz, bir düşünün sahip olduklarınızla neler yapamazsınız ki? O zaman hadi şimdi hayatı biraz daha ciddiye alma zamanı, caddelerde, sokaklarda büyük mağazalarda, moda evlerinde inanın bizim için de yer var. Biraz daha cesaretli olun, başınızı dik tutun ve "ben de varım ben de sizin gibi hayatın ta kendisiyim! Deyin ve kafa tutun herşeye ve herkese çünkü kimseden daha güçsüz ve kimseden daha korkak değiliz, hele de onlarda olmayan ve bizim sahip olduğumuz bir şeye sahipken, KOCAMAN YÜREKLERE. Bu derginin bize ulaşana kadar geçirdiği evrelerde görev alan ve emekleri olan herkese yürek dolusu sevgilerimi sunmak istiyorum. SİZİ SEVİYORUM.

Eftal/Kayseri GAY" olmanın onurunu yaşayabilenler"e MERHABA. Geçen ayki sayımızda çıkan yazımdan sonra sanırım arkadaşlarım bana biraz kırıldılar. Kendi yazdıklarımı onlarla beraber defalarca okuduk, acaba dedim haksız bir eleştiri miydi yazdıklarım? Gösterdikleri tatlı-sert

KAOS GL 52 / 17


Erdal/İzmir Hiç başınıza geldi mi bilmem. Sizin paranızla size ulu orta yerde bak şu top diyen birisi ile karşılaştınız mı? Ben karşılaştım. Hem de çok acı bir şekilde. Yıl 98, Ağustos ayı. Yer İzmir. Her zamanki gibi yine sinemaya gitmek için evden çıkmıştım. İzmir'in en ünlü seks sinemalarından Büyük Sinema'dayım. Gayler ve para karşılığı ilişkiye girmeye hazır olan sözüm ona heteroların merkezi. Sözüm ona diyorum. Çünkü kendilerini gay kabul etmeyen bu dengesiz mahlukların altımıza yatıp, parayı aldıktan, sizin paranızla birgün karşınıza çıkıp bak bu top diyebilirler. Aklınızda bulunsun. Adı Tolga. Gerçekten çok yakışıklı bir çocuktu. Sinemada herkes yanında olmak için çekişti birden bire. Ne olduğunu anlamadım. Ancak kimseye yüz vermemişti. Ben sokuldum ve para teklif ettim. Git dedi, gittim. Diğer seansta yanıma geldi ne kadar verecen dedi. Ne istiyorsun dedim. 20 milyon dedi, 10'a anlaştık. Eve gittik. Her neyse yattık. Ayrıldı. Ben de deniz kenarına bir kahve içmeye gittim. Kordon'da Cafe'de oturdum. Bir de ne göreyim, bizim Tolga çok güzel bayan arkadaşla geliyor. O bayan arkadaş da benim üniversiteden arkadaşım. Geçerken Tolga beni gördü ve el işaretiyle top manasına gelecek bir işaret yaptı. Ve de daha sonra tam arkadaki masaya oturdular. Ben oturdum, bayağı zaman geçti. 15-20 dakika sonra arkadan beni konuştuklarını farkettim. Arkadaşım Tülin kalkıp yanıma geldi ve beni masasına davet etti. Ben de salaklık edip gittim. Tolga değişmişti. Sohbet ettik. Tülin ile daha sonra Tolga laf

KAOS GL 52 / 18

sokmaya başladı. Yoldan geçen bir arkadaşı gördü. Zengin bir çocuktu. Arkadaşına ve bana bakıp, bu ibne diye hitap etti. Başka biri geçti, ona da aynısını dedi. Tülin sinirlendi, nereden biliyorsun dedi. Ben de herhalde arkadaşın o ortamlara gidiyor, dedim. Sinirlendi. Sen de bir topsun dedi. Sinirlendim. Sen nesin, dedim. Ben gay olabilirim ama sen benim altıma yattın dedim. Tülin'i unutmuştum. Tülin sakinleştirdi ortamı. Ben kendimi mantıklı bir şekilde anlattım; Tolga da dinliyordu. Tülin, Tolga sende mi gaysin?, dedi. Hayır. O halde nesin?, dedi. Ben atıldım lafa. O para karşılığında yatar. Fakat kendini kabul etmez gay olarak. Kız arkadaşım beni öptükten sonra Tolga'ya bakmadan kalktı gitti. Tolga, arkadaşımın arkasından koştu. Ben sinirli bir vaziyette bir kahve daha içerken Tolga geri geldi. Ödüm koptu kavga çıkacak diye. Ancak tam tersi oldu. Geldi, özür dileri. İstersem ücret almadan birlikte olabileceğimizi söyledi. Yer mi Anadolu çocuğu. Her şeyin bittiğini söyledim. Ayrıldım oradan. Bir daha mı, asla para karşılığı kimse ile birlikte olmamaya yemin ettim. Hiç değilse benim paramla bana küfür edilmesini önlediğim kanaatindeyim. Siz siz olun, para yedirmeyin. Sonra benim konumumda olursunuz. Şu an Ankara'dayım. Tülin beni sık sık arıyor ve yanımda olduğunu söylüyor. Dostluğumuz benim dürüstlüğüm sayesinde güzel bir arkadaşlığa dönüştü. Tolga ise arkadaşlarımdan aldığım habere göre fiyatını 1 milyona indirmiş ve de kim ne derse oraya gidiyor. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste.

Mahmut/Adana Daha önce göndermiş olduğum yazıya derginin Ekim 98 sayısında mektuplar köşesinde yayınladınız, teşekkür ediyorum. Mektubuma çok hoş yanıtlar aldım. Kimi mektup sahipleriyle yüzyüze tanışma olanağım oldu. Her türlü, kendini bilen, hoş insanlarla tanışıp, sohbet etmek çok güzel. Birbirimize mektup göndermede çekinmemeliyiz. Aynı düşünceleri paylaşıyorsak bunu yazıyla veya sözle de neden paylaşmayalım? Mektupla başlayıp çok güzel arkadaşlıklar elde edebiliriz diye düşünüyorum. Aynı şehirde yaşayan insanlar, tanıdık birileriyle mi karşılaşırız diye düşünüyorlar, bilemiyorum. Nihayetinde bu yazıyı yazan ve ona yanıt yazacak kişinin de cinsel tercihleri aynı olacaktır. Bunun ne gibi negatif yanı olabilir? Yaşadığımız toplum, kişileri insan olarak değerlendirmek yerine onları cinsiyetlerine, ırklarına, dinlerine vs. göre değerlendirmeyi yeğliyor. Ben, evet bir eşcinselim ama herşeyden önce insanım. Bu toplum içinde yaşayan diğer insanlardan farkım yok. Ben de çalışıyorum, üretiyorum, düşünüyorum vs. Dolayısıyla hayat sadece seksten ibaret değil. Yaşanılan seks ise iki insan tarafından gerçekleştirilen bir paylaşım. Bu her iki insan da erkek olabilir, kadın olabilir, erkek ve kadın olabilir. Karşılıklı kabul görüp bu şekilde mutlu olunuyorsa iki insanın hoşlandıkları şeyleri yapmalarında hiçbir sakınca yoktur. Toplumun kültür düzeyi yükseldikçe eşcinsellere, eşcinsellerin de birbirine bakış açısı değişecektir. Düzeyli, kültürlü, nerde nasıl davranacağını, konuşacağını bilen insanlar olarak kendimizi yetiştirelim. Burada her insan belirli kalıplar içerisinde olsun demiyorum. Zaten böyle bir şeyi de asla isteyemem. Çünkü,


her insan farklı bir kişiliktir, renktir, coşkudur.

ceğim insanlar arıyorum. Onlar var biliyorum.

Toplum okumuyorsa, bizler okuyalım, kendini aynı zamanda çevresindeki insanları düşünen kültürlü insanlar olalım. Böyle insanların da toplum tarafından dışlanmayacağına, aksi kucaklanacağına inanıyorum. Dolayısıyla toplumun bizleri kabullenmesi de kolaylaşacaktır.

Bana yazın. Beyninizden, gözünüzden, elinizden neler dökülüp saçılıyorsa farketmez. Ve biraz daha CESARET! İmkansızı isteyin.

Mutlu yarınlara Mahmut, P.K. 1315, Cemalpaşa, 01122-ADANA Selçuk Heybet/Adana 25 yaşında, biseksüel, üniversite öğrencisiyim. KAOS GL'yi neredeyse başından beri takip ediyorum. Birçok dergi, gazete ve yayını düzenli olarak takip etmeme rağmen, içlerinde yalnızca KAOS GL'yi dört gözle bekliyorum. Derginin yayına hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca Adana'daki bu potansiyel arkadaşınızdan da faydalanmanızı şiddetle öneriyorum. Adanalı bir arkadaşı olmasını isteyen herkesin mektubunu bekliyorum. NOT: Bundan birikaç yıl önce Leman Dergisi'nde KAOS GL için küçük bir ilan görmüştüm. Benim bu sayede haberim oldu. Acaba dergi ve gazetelerle yeniden kontak kurup küçük ilanlar verilemez mi? Eminim Türkiye'de KAOS GL'den haberi olmayan yüzlerce insan vardır.

Selçuk HEYBET, Mahfesığmaz Mah., 94 Sokak, 8/11, 01170ADANA Mavi Umut/Ankara Kaos merhaba, okuyucu, insan, merhaba! Yaşımın önemi yok. Boyumun, kilomun, cinsiyetsizliğimin hiç mi hiç önemi yok. Önemli olan düşünceler! Benimle yazılarını, şiirlerini, düşüncelerini paylaşabile-

Mavi Umut, Akkonak Yapı Koop. Üç Şehitler Cad. No:27, D Blok, D:6, Eryaman-ANKARA

Türkgay Ruhgeit/Almanya Merhaba KAOS GL,

Kuzey/Ankara Merhaba KAOS Dostları, Bizlerin, yani "gökkuşağının altından geçenler"in birbirimize söyleyecek çok sözü ve anlatacak çok hikayesi vardır. Ya da en azından olmalı. Eğer bu yazıyı okurken sen de birşeyler anlatmak, birşeyler paylaşmak istediğini hissedersen ve artık birinin hayatında yeri olmalı diye düşünürsen, ben tüm bunlara cevap vermek için satırlardaki yazılan sesini bekliyor olacağım. Her şey sevgiyle güzel. Kuzey, P.K. 577, Yenişehir, ANKARA

(Sevgili Ryan, sana gönderdiğimiz dergi, geri geldi. Adresinde bir sorun var galiba. Umarız kuzenin bu notu görür ve seni de bizi de bilgilendirir. Eğer adresini bize yeniden iletirsen hem biz iletişim kurmuş oluruz, hem de önümüzdeki sayıda mesajınla birlikte yayınlarız. KAOS GL)

06444

Ryan Mctavish/Almanya Merhaba KAOS GL, Bu yıl Türkiye'ye gelişimde kuzenim bana büyük bir sürpriz yaptı ve beni derginizle tanıştırdı. Ben Kanadalıyım ama annemin Türk olmasından dolayı Türkiye'deki gay ortamını merak ediyordum. Derginiz sayesinde fikir sahibi oldum. Şimdiye kadar tanıdığım dergilerden geri kalmıyor. Çok güzel! Ben 23 yaşındayım. 1.83 boyunda ve 70 kiloyum. Açık kumralım. Babamın işinden dolayı Almanya-Frankfurt'ta yaşıyorum. Şimdiye kadar maalesef Türk gaylerle tanışmadım. Onun için sizden isteğim Türkiye'de yaşayan gaylerle iletişim kurmak. Mektubumu yayınlarsanız çok sevineceğim. Mektubu okuyanlar resimli cevap gönderirlerse memnun olurum.

Ben Mustafa Arslan, 25 yaşında 1 senedir Almanya'dayım. Bulunduğum şehirde bir eşcinsel grubu oluşturduk. 10. ayda 30 kişi geldi, hâlâ gazetelere ilan veriyoruz. Köln'de yine bir Türk gay grubu bulunuyor. Ortak çalışmalarımız oluyor, aramızda partiler organize ediyoruz. Sizinle de beraber çalışmak istiyoruz. Adres: Mustafa ARSLAN, Gerther Str., 52, 46627-Herne ALMANYA www.geocities.com/westhollywood/village /6358/Turkgay.htm.turkgay

fax:02323 963 007 *

Bundan böyle herkesi her ayın ilk çarşambası 21.00-24.00 arası İstanbul Club 14'de düzenlediğimiz partilere davet ediyoruz. SAFE PARTY-Dünya AIDS Günü dolayısıyla, 02.12.1998, Çarşamba Club 14, Talimhane/ Taksim Davetiyeler daha önceden Lambda'dan temin edilirse 1.000.000.-, kapıda 1.500.000.- (içkiler hariç) Yerli içkiler 1.000.000.Organizasyon: Lambda İstanbul

KAOS GL 52 / 19


Ece GÖKSENİN Dergide yayımlanan yazı ve mektupların büyük ...... çoğunluğunun eksenine cinselliğin oturmuş olması

tartışılması zorunlu bir olgu olarak önümüzde duruyor. Kimilerinin dergide daha çok görsel malzeme kullanılmasını öncelikli bir talep olarak öne sürmesi de kuşkusuz bu olguyla doğrudan ilişkilidir. Bütün bunların yanısıra yazılıp söylenenlerin daha çok cinsellik bağlamında ele alınıyor olması bugüne bakmak açısından bana önemli geliyor. İşin burasında dergiden ne anladığımızı da somutlaştırmış oluyoruz. Söylemek gerekiyor: bu haliyle dergi bizim için bir arzu nesnesi olmak gibi bir konum kazanıyor. Derginin bir arzu nesnesi olarak algılanması ise orada bir şekilde yer alanları -bu ister bir yazı olsun isterse bir fotoğraf- özne olmaktan çıkarıp nesneleştiriyor. Bunun sonucunda herkes partnerini bir nesne gibi algılamak gibi bir yanılsamaya düşüyor, partnerini yalnız yaşamak istediği cinselliğinin içinde tutmak istiyor. Partner diye aldığımızın önünde sonunda bir insan olduğu, onun da duygu ve düşünceleriniN olduğu unutuluyor. Böylelikle insanın kendine dokunmada, kendini okşamada gösterdiği özen ve sevgi partnerinde yerini şiddete ve iğrençliğe bırakıyor. Dergide yer alan fotoğrafların erotizmle pornografi arasında gidip gelmesinin altında da bu anlayış yatıyor. Erotizm sevgiye dayalı içinde estetiği barındıran bir olgu pornografi ise erotizmin tersine şiddeti ve iğrençliği, erkeklik organı fetişizmini içeriyor. Genel tuvaletlere kargacık burgacık yazılmış, "metin"leri okuyan çoktur. Özellikle eski Ankara Terminalinin alt katındaki genel tuvaletlere yazılan "metin"leri çoğu insan bilir. Herkesin bir şekilde de azbuçuk okumuşluğu vardır. Oraya yazılıp bırakılan "metin"lerin sevgi ve erotizmi içerdiğini kim söyleyebilir? Şimdiyse benzer şeyler dergi ve mektuplaşmalarda yaşanıyor. Herkesin neredeyse tek bir meramı var: o da biriyle yatmak! Bunun yalnızca eşcinsellere, lezbiyenlere özgü bir durum olduğunu söylemiyorum. Günümüz insanı hangi süreçlerden geçiyorsa, nelere ilgi duyuyorsa farklı biçimlerde yaşayan insanlar da benzer bir sürecin içinden geçiyor. Bunu oldukça tehlikeli bulduğumu özellikle ifade etmek isterim. Yaşanan sürece eklenenlerin, yedeğine takılanların sorun edebilecekleri, tartışacakları bir şeyleri olmadığı gibi bugünün parçasıdırlar. Bugünün insanı için özel yaşamın bir ilgi olduğunu biliyoruz. Kişisel ve özel bulunan herşey bugünün insanının ilgisini çekiyor, arzularını kamçılıyor, bir şekilde onu uyarıyor. Bugün en çok satan kitaplar

KAOS GL 52 / 20

listesinde bu tür kitaplar yer alıyor. Televizyon dizilerinde hatta haberlerde aynı durum sözkonusu. Özel yaşamın içindeyse en fazla yeri cinsellik ve cinsel yaşam kaplıyor. Bu da insanları taleplerini cinsel olanla sınırlamak gibi bir noktaya vardırıyor. Kaldı ki sorun ve talepler yalnızca cinsel olanla sınırlandığında yaşamak istediğimizi belli oranda bir soyutlukla yaşamış oluyoruz. İşin ilginç yanı cinselliğin zevke teşne olması. Agacinski'ye göre "çağımızın belirgin özelliklerinden biri cinsel yaşamı gitgide zevkin tanımlamasıdır." Burada şöyle bir soru ortaya çıkıyor: tek derdimiz bu zevki yalnızca bu zevki yaşamak mı olmalı? Doğrusu bu soruya hayır diyeceklerin kaç kişi olabileceğini tahmin bile etmek istemiyorum! Üstünde duruyor göründüğümüz tamamıyla cinselliğin temellendirdiği bir yaşam biçimi olduğuna göre daha fazla zevk gibisinden bir yanıt verdiğimiz anda tartışabileceğimiz hiçbir şey olmayacaktır. Ortaya bıraktığımız sorunun böyle basitçene yanıtlanabileceğini sanmıyorum. Bu sorunun böylesine basit bir yanıtı olabileceğini aklımın ucundan bile geçirmiyorum! Ama nasıl ve ne şekilde oluyorsa sürekli belirtmeye çalıştığım noktada debelenip duruyoruz! Bu da egemenlik yaklaşımlara, cinsiyetçi ideolojilere karşı yürütülmesi zorunlu mücadelenin içini boşaltıyor, toplumsal yanını ortadan kaldırıyor. Toplumsal olan yeni bir biçim yeni bir yaşam talebini cinsellikle sınırlandırıyor. Düşünülen buysa bunun için öyle uzun ve erimli bir mücadele gerekmiyor. Herşey olduğu gibi kalabilir! Cinsel anlamda aç ve kapalı bir toplumda sonuçlarını düşünmediğiniz takdirde bunu doyasıya yaşayabilirsiniz. Kaldı ki çoğusu bunu yaşıyor. Düşünsenize kadınla erkeğin bir eşitlik içinde var olmasının bile mümkün olmadığı bir süreçte erkek ve kadının dışında kalan yeni bir biçimin, yeni bir yaşamın sözünü ediyoruz. Egemen erkek ve kadın bakışının dışında kalan yeni bir biçimin varlığını dillendiriyoruz, duyuruyoruz. Böyle de bir biçim var diye ele güne ilan ediyoruz! İlk anda genel olanın istisna olanı kabul edebileceğini düşünebiliriz. Ama bu bize aynı cinse karşı özel ilginin rastlantısal bir olay olduğunu unutturmaz. Çünkü sonuçta sözkonusu edilmesi mümkün olan "nesne seçimi ve arzunun yapılanması sorunudur" Kaldı ki toplumların "zevkin farklı biçimleri, arzu ve 'nesne'leriyle" fazlaca ilgilendiğini de biliyoruz. Ama bütün bunlar egemen olanı ortadan kaldırmaya yetmiyor, verili olanı


değiştirmiyor. Genel olanın ihlali sözkonusu, eşcinselliğin, lezbiyenliğin temelinde de bu var. Artık aşk dendiğinde yalnızca kadınla erkeğin arasında vuku bulan bir biçimden de sözedilemiyor. Aşk farklı biçimlerde de yaşanıyor. Aşk günümüzde yalnızca doğurganlığı tanımlamıyor. Hatta neredeyse aşkla cinselliğin arasındaki bağ ortadan kalkıyor. Günümüzde çoğu insan aşkı daha çok düşünsel bir şey olarak algılıyor. Aşkı düşüncesinde yaşıyor, zihninde varediyor. Dahası insan aşkı ancak kişisel bir ilişkinin içinde yaşayabilir. Kendini cinsellikle sınırlayan birininse ne kişisel ilişki kurma olanağı olabilir ne de dostluklar, arkadaşlıklar kurma şansı. Bu demektir ki herkes toplumsal olanın parçasıdır. Parçayı bütünden soyutlayarak, yok sayarak bir yere varamayız. Öncelikle parçayı gördüğümüz kadar bütünü de görmek zorundayız. Kaldı ki parça bütüne ait olduğuna göre hedef olarak yada karşımıza alacağımız bütündür. Cinsel anlamda yeni bir biçimin kabulü doğrudan toplumsaldır. Ama hiçbir şey cinsel olanla sınırlı değildir. Çünkü cinsel anlamdaki farklı bir biçimle birlikte yeni bir yaşam biçimini tartışıyoruz. Bunları bir yana bırakalım yaşanan cinselliğin insanların yalnızlığını ortadan kaldırabileceğini düşünmüyorum. Cinselliğin korkuları yokedebileceğini sanmıyorum. İnsanların gereksindiği farklılıklara rağmen ilişkiler kurabilmesidir. Herkes gibi eşcinsellerin, lezbiyenlerin de ilişkileri, dostluklara, arkadaşlıklara, aşka gereksinimi var. Cinsellik yaşanacaksa bunların içinde yaşanacak, bunların içinde yaşanırsa bir anlamı olacak. Bunun için de sevişmekten çok konuşmak, tartışmak, anlatmak gerekiyor. Bunun yeriyse ne tuvaletler, ne posta kutuları, ne ücra parklar ne de izbe bekar odaları; yaşamın tam ortası! Zeldin'in belirttiği gibi "İnsanların eşit olmaya başlamaları ancak konuşmayı öğrenmeleriyle mümkün olacaktır." Yine Zeldin'e göre "konuşmayı ilham eden şey aramızdaki farklılıklardır." Sevişmek isteyenin partneriyle konuşacak neyi olabilir ki? Hiçbir şeyi olmaz! Sevişirken konuşulabileceğini de sanmıyorum. İnsanların öncesinde sonrasında konuşmaya gereksinimi var. Niye konuşmaya gereksinimi var: çünkü, herkes kendi gizli bahçesinde yapayalnız! Konuşmalıyız ki birbirimizi anlama şansımız olsun, Peki o zaman, niye insanların büyük çoğunluğu sevişebileceği bir partner arıyor? Konuşmayı, dost arkadaş olmayı düşünenin saç rengi, boyu, ölçüleri kimi ilgilendirir? Galiba şu anlanamıyor: kimse bu toplumda yeni bir biçimi, yeni bir yaşamı temsil ettiğinin farkında değil! Bunun bilincine varmalıyız ki insanlar yeni bir biçimi kabullenebilsin. Dergiyi asıl okurlarının dışında kim okumaya, evine götürmeye cesaret edebilir? Hiçbir kimse! Bana önemli görünen yeni biçimlerin yeni yaşamların insanlara anlatılması, bunun mücadelesinin verilmesi. Bunun için de pornografik fotoğraflar gerekmiyor. İnsanlar her hangi bir yayını alır gibi dergiyi satın alıp evine götürebilmeli ve her hangi bir dergi gibi okuyabilmeli. Egemen biçimler dışında kalan farklı biçim ve yaşamların onaylanması kabul etsek de etmesek de bunlardan geçiyor!

ADIN ADIM Varacaksam bir sonrana Adında adımı ezberledim Sezdim. Ademoğlu dertli Havva’ya Ki Havva sorgusuz fukara. Her yol aynı olsa da Bunca kol ayrı yolda Şeytan kıskaç, Kıskanmaya müzmin aç! Hadi söyle, söyle bir fark bana -Ki tek fark ilk adımda Senin adında. Sınırlıysa şeytana rağmen İstekler olanaklarla, Olası isteklerim hep gözardında. Çırılçıplaklık suskunluktaysa; Tek günah incir yaprağında.

YÜZME Fışkırana dek kopa geldi mi Yüreğin ödünden, Destur’a yenik düşüp İzlemek lazım kopuk kenarı Kızıl toprağı. Yağmuru bilmeden ıslanmaya koşmalar boğulma korkusundan olsa gerek. Rüzgâr şişirse de gömleğini serinliğiyle kızıl toprağın seyirtiğini görürsün dizlerine… O denli direnir ki damarların kana Ve Şah-ı damarının direnir yuvalanmış Ar’ına. Ardından kopup gelen yürek sillesi, Ensende öd putluğu sarı irin, Beyninde toprak kızılı… Kıskan id’im kıskan Yarına varmadan Ve Açmadan güneş Kıskan kıskana bildiğin kadar Boğulmaksa korkun Oğul Çek besmele BOĞUL!..

GÜRKAN/İzmir

KAOS GL 52 / 21


Şarmut A. İKARUS Hamam kabinlerinin kapıları, ahşap ya da beton ya Ankara da kargir duvarları hep don markalarıyla süslüdür.

Farketmez misiniz? Hamama giren terler ama terlemeden önce neden don markalarını kabinlerin orasına burasına yapıştırır? Hadi yapıştırır hamamızadeler de hamamcılar (hepsine birden böyle demek daha doğru olur... “fırıncı” gibi yani...) neden o etiketleri söküp atmazlar bilmem. Belki de bilinir de ondan söküp atmazlar o simgeleri?

İlk aşkım, elma ağaçlarının gölgelerine sığınıp karşılıklı mastürbasyon yaptığımız ve o elma ağaçlarının bulunduğu bağa giderken motorsikletine bindiğimde arkasına sımsıkı yapıştığım ve onun öne doğru eğilerek motoru kullanan bedeninin geride bana sunduğu iki kanadının arasına daha yeni yeni uyanan erkekliğimin nasıl da güzelce uyum sağlayarak yekleştiğini ve dikleştiğini duyumsatan ve ona da duyumsattığım kuzenim (o şimdi üniformasının “hakkını veren” bir binbaşıdır), karısını ve iki çocuğunu “yazlığa” tatile gönderince beni anımsamış Ağustos ortalarında. “Nasılsın Şarmuta? Bir arayayım dedim,” dedi telefonda gecenin on birinde. Bir kere, evinden hamama gelen hamamızade, markası üstünde buram buram tüten taze bir don neden giysin ki? Demek ki hamama gelirken, çoğu hamamızade (onlar ki başka illerden don tedarikli gelmezler ve hamam kaçamakları için yepyeni taze don satın alır da öyle gelirler hamama) birazdan tertemiz olacak götüne, hamamda olup bitenden iz bırakmayacak envai türden ve çeşidine ve ebadına bereket donlarla... Abzürd... kapı ve duvarlardaki görüntü öyle ... absurd... yani saçma, yani tuhaf... yani komik... yani avant garde... yani çekici... bu don markalarını niye oraya buraya yapıştırırlar ki götlerini sevdiğim hamamızadeler? ... Amman! Şimdi düştü jeton. Jeton est tombbe! (Yani jöton düştü!) anıştırma yapmak istiyorlar. Bak biz donumuzu çıkardık, içeri girdik. Senin de bu donun içine yaraşır, uyar, denk düşer bir büllüğün vardır herhalde. O zaman salına salına gel aşşağa da bakak bi, kim kime , ne neye denk, ha. Karpuz mevsimi geçmeden, karpuzu yarak da yiyek, he mi?

Sesinden biraz da olsa içmiş olduğu belliydi. “Gelsene,” dedim. Kırıttı biraz. Oraya gelmem bir saat sürer. Sabah da erkenden yolcuyum vb. “Burada kalırsın aşkım,” dedim. “Seni çok özledim,” dedim. Elbette bir saat sürmedi gelmesi. O gelene

KAOS GL 52 / 22

dek ben don mu giydim ki altıma. Laf. Kaç numara olduğuna mı baktım. SEHERYILDIZI 4..........522 08 92......donunuzun telefon numarası olmaz demeyin, işte var... bundan bööle var.

O bütün hasreti ve utangaçlığıyla zili çaldığında benim kapıyı çırılçıplak açacağımı bilemezdi. Çırılçıplak, dudaklarına yapışacağımı da. Ama, öylece teslim oluverdik birbirimize. Yekvücut olmuştuk, ben çırılçıplak, o giyinik, üstelik kravatlı. Salondaki kanepe üstüne sürükledik birbirimizi. O oturdu, ben onun üstüne oturdum. Yerimiz dardı da ondan. Bu kadar özlemden sonra yerimiz tabii ki dar olacaktı. Laf. Usulca sıyırdım pantolonunu, donuyla birlikte aşağıya doğru. Donun markasına mı bakacaktım, numarasına mı? cihan YILDIZ çamaşırları 6. (off göte bak, 6 numara, voww!!) Yahu, allahınızı severseniz kimin yüreği dayanır bu don markalarına? Kim heyecanla ayakkabılarını ya da çoraplarını çıkarmadan peştamalı sarınır da hamamcı zebanilerden birinin uyarısına mazhar olmaz ha. (abi ya, çorabınan mı giriyon içeri? Ayahların içeride üşümez yimin olsun ki. Kıkırdamalar, gevrek gevrek gülüşmeler...) SALAK... çıkar şu çorapları, deseler daha iyi, de mi ama. Yozgatlı(yozigotlu) bu tellaklar da pek bir istihzalı oluyollar hani.

Dikleşmiş büllüğü, o elma ağaçlarının gölgesine sığındığında daha da masum görünen o ilk kez içinde çimdiğim ırmak denli serin, elimi yapıştırdığım soba denli kavurucu büllüğü bütün haşmetiyle ağzımı doldurdu; soluk almak için kaldırdığımda başımı, “Aşkım,” dedim, “Sen benim ilk aşkımsın, bunu biliyor muydun?” dedim usulca. Binbaşım, iktidarın büllük kimin ağzındaysa onda olduğunu bilmez, belki de bu yüzden ağzına almayı kibarca reddeder. Ağlamaya başladı. Bunca zaman niye aramadın, deyip de hesap da sormamıştım oysa. Büllüğü dikleşmeyi sürdürüyordu. Ağlıyordu hasretle ve ağzımda büyüdükçe büyüyordu ilk aşkım. Gözyaşlarını parmaklarımla usulca silip kucağına oturdum ve ağzına yapıştırdım ağzımı. Ağızdan ağıza temastan çekiniyordu. Karısına ihanet ettiğini düşünüyor olmalı diye yordum içimden. O hıçkırıklarını dizginlemeye çalışırken, “Yağ gibi bir şey sürsen, canın yanabilir,” diye de fısıldamayı ihmal etmedi. Canımı yakmak istemeyişi onu bir kez daha sara sarmalaya gözyaşlarından öpmemi


gerektirdi. Sevgiliniz ağlarken onu öpmek gibisi var mı? YETERLER çamaşırları 4... telefon numaraları zor okunuyor, kim okuyacak şimdi, hayat kısa, hamam beni bekliyor, amaaaan!

“Canın yanacak,” diye yineledi. Beni hâlâ seviyor, diye mi düşünsem, bilemiyorum ama ilk aşkımı, geçmişimi, oluşumumu içime almaktan başka bir tasam yok. Bu kendimi olumlamakla eş anlamlı. DoReMi ..4...Gene dört numara. İdeal, ya da ortalama göt, dört. Ya da ideal gört, döt.

“Yağa gerek olmayabilir,” dedim. Emin değildim ama olmayabilirdi gerçekten. Olmadı da. Yağ gibi kaydı içime. Yüzyüzeyiz. İçime tümüyle girdiğinde, hayretle gözlerimin içine baktı. Göbeğinin üstüne düşen büllüğümle oynamaya başladı ve ilk kez, evet ilk kez karısına ayırdığı dudaklarını uzattı bana. Bunca yıldır özlediğim, gölgelerden belleğime kazıdığım dudakları ve büllüğü beklentilerimin çok altındaydı. Meğer büllüğü rütbesi denli haşmetlenmemiş, hâlâ er kalmıştı; benimki onunkinin yanında general sayılabilirdi. Ama, “Aşkım,” diye yineledim ağzını tümüyle ağzımın içinde yuvarlarken. O nasıl bıyığımın onun burun deliklerini gıdıklayışına aldırmadıysa, ben de onun boyutlarıyla ilgilenmiyordum. Ağzımdan ve dört numaramdan içeri giren, kim ne derse desin, çocukluğumdu, ilk heyecanımdı, ilk kıpırdanışlarımdı, benim tarihimdi şu anda kucağında oturduğum. 4 MEVSİM GİYİLİR...Böyle yazıyor bir etikette. Elbette dört mevsim giyilir. Önemli olan kaç mevsim giydiğin değil, nasıl giydiğin ve tabii ki nasıl çıkardığın. Don deyip geçmeyin, çok önemli don çook, öyle demeyin. Deus ex machina olacak birazdan.

“Aşkım,” dedim. “Hoşgeldin.” Titizlenmiş görmeyeli. “İçine gelmesem,” dedi. “Peki,” dedim. Kondomu binbaşı büllüğüne geçirirken dilimi toşpillerinin üstünde dolaştırdım ki dikkati dağılmasın. Saçlarımı okşuyordu usulca. Ellerim, kadife kanepeyle onun büyümüş ama yusyuvarlaklığını yitirmemiş dörtü arasına girmişti çoktan. Kondomu tümüyle büllüğüne geçirdiğimde iki elimle iki kanadını kavramış toşpillerinden birini emmeye başlamıştım. GÜRYILDIZ ÇAMAŞIRLARI...haydaa! anacım nedir gür olan. Toşpiller mi, taraklar mı, her ikisini de mevsim salatası gibi donatan o coşkun ormanlık alan mı... (yahu, bazen kessen şunları diyorum, ağzım doldu yahu, tu, tu, tu!) (tamam, karıcım, keserim ama o zaman da tarak canibi tavuk götüne benzemiş diye mızıldanıyorsun, sana da tarak beğendiremiyoruz, yani, ağzına şu ufak tefek elektrikli süpürgelerden mi tutsak nedir? Tu, tu diye suratıma tükürmessin oramın kıllarını belki de. Aşkım, usul ol biraz. Bir yere

kaçtığım yok. Usulünü bil yeter, tu tu tuymuş. Yahu kes şunu allahaşkına. Ya adam gibi yala ve vıdı vıdıyı kes, ya da gelme bu hamama bi daa yaa!)

İki bacağını ayırmış, kasılmış ve kafasını geriye atmıştı. Kalktım ve ait olduğum yere bir kez daha oturdum. Daha içime girer girmez geldi sarsıla sarsıla. “Geldin mi?” diye sormadım. Birleşme noktamızdaki kas hareketleri kıs kıs bunu söylüyordu zaten. “Özür dilerim,” dedi. “Biraz uzun sürsün isterdim.” “Hasrettendir,”dedim. Gülümsedi. Bir kez daha yapıştım dudaklarına o içimdeyken. YÜKSEK... 6... Çamaşırları 511 12 60-İst. (Bu da çamaşırı İstanbul’dan almış ya da İstanbul mamulü bir çamaşırı Ankara’dan almış ve Ulus’un bu sadece adı tarihi hemmamında götüne geçirivermiş, bah hele, 6 numero. allah sahibine bağışlasın, ne diiim. Hem ayrıca, hatta yaygın kötü türkçeyle ARTI, bu YÜKSEK ne demek? Don markası yüksek olunca n’oluyo? Sınıfsal bir gönderme heralde. Reklam verseler ki, EROS’tan sonra don reklamı çıkmaz oldu TV ekranlarına, şöyle derlerdi mutlaka: YÜKSEK donları giyin. YÜKSEK yüksek tepelere çadır kurun, çadırınıza gelecekler olacaktır, onları yüksek yüksek ağırlayın, onlara yüksek zevkler tattırın, onları yüksek diyarlara göttürün, onları şad eyleyin, yüreğinizi ferah tutun, yüksek olana herkes şeyttirir icabında. YÜREĞİNİZİ YÜKSEK TUTUN! tuttuğunuzu bırakmayın!

“Gideyim,” dedi. “Sen bilirsin, ama bir duş alsan önce,” dedim. Duşa girerken farkettim. Kalınlaşmıştı bedeni, yanakları da tombullaşmıştı. Oysa ilk aşkım, zayıf, kemikli bir delikanlıydı. Çocukken oynadığımız minicik toplar gibiydi götü. Küçük ama yusyuvarlak. Şimdi de top gibilerdi ama toplar yetişkindi artık. Hiçbir sakıncası yoktu elbette. Tarihimizdi şu anda yaşadığımız ve hiçbir şeyin sorgulanması gerekmiyordu. Küvete ben de girdim. Ellerimi onun da dört numaralı kanatları üzerinde ve ter içinde kalmış bedeninin her yanında gezdirmeye başladım. CENNETOĞLU.. 5... Çamaşırları 100% cotton (ha bak bu sağluklu, kotonsa teri emer, adamın çükü, götü, erojeni neyin rahat eder. Ha valla ööle naylon, penye, slipleri neyin bi tarafa itin, ananenizin singerde diktiği patiska donları neyin giyivirin. götünüz toşpilleriniz bolluk içinde serin serin rahat eder. Gurtlanmış gibi gezinip durmazsınız.

“Ah şu ellerin,” dedi. “Onları nasıl da özlemişim. Bedenimi bu eller olmadıkça tanıyamaz oldum. Karım hiç... Bilsen ellerin...” Ağzına yapıştım yeniden ve çocukluğumun binbaşısını, üstümüze şimdi ben bu hamam kabininde oturmuş etiketlere bakarken dışarda sokaklara inen güz yağmurları gibi yağan duş suları

KAOS GL 52 / 23


altında ters çevirdim ve dilimle dört numarasının arasını yalamaya başladım. FAAL... 2... tekstil. (ay inanmıyorum, ay buna inanamam. iki numara bir gört gelmiş bu hamama da ben ıska geçmişim. ulan bu iki numara geldiyse ve etiketin yıpranmışlığına bakılacak olursa da çok olmuştur geleli. Acaba hâlâ iki numara mıdır?… it. sus işte. ikidir, değildir. türkün götü iki de olsa birdir, 4 de olsa birdir, 6 da olsa birdir, 7 de olsa birdir. türke durmak yaramaz. türkün götü cenab-ül mevlam tarafından herkese şan olsun deyu “çeşit ve türlü” yaratılmıştır o dörtün büyüklüğünden yurdumuzun tüm azınlık ve ikinci sınıf ulusları eyice yararlansın deyu. Hatta bir tekerleme de uydurmuştur türük böyyükleri ki bu en bi gerçeği zarttadanak ortaya dökmektedir. İnanmazsanız siz de söyleyin en sevgili kürdilihicazkar makamında: DÖRT, DÖN DE GÖTÜNÜ ÖRT!

“Yapma,” diyerek irkilip dineldi. “Peki,” deyip sarıldım. Şaşırdım ama eğildi yeniden. “Canın yanacak,” demedim. Dört numaralısına dört numaralım sığdı. Düş gibiydi duş. İtham, yaptırım, demek ki’ler, yoksa’lar, ama, öyleyse, yani… bunların hiçbiri söylenmedi de ondan. Sözü bir kenara ittik de ondan. Sözle an’ı belirlemedik de ondan düş gibiydi duş. Onca yılın özlemiyle sarmaş dolaş ve karabasansız uyuduk sabaha değin; serin yaz gecesi... onun üstü açıldığında ben örttüm, benim üstüm açıldığında onun benim üstümü örttüğünü farkettiğimi hissettirmedim. NEHİRİN… (böyle bir don markası olur mu yaa. Numarası belli değil, haklılar; önemli olan görtün numarası değil, kalitesidir. Aynen, usta psikologlarımızın dediği gibi değil mi, çocuğa ayrılan sürenin uzunluğu değil, kalitesi önemlidir.) NEHİRİN... abi, var mı böyle bi şii ya! (Bu da son zamanlarda türedi bir hayret nidası... var mı böyle bi şii yaa!!) Ama, bu donun da kalite kontrolü yapılmış ve %100 PENYE imiş. Penye iyi bi şii görtün sıhhati için heralde, çoğu penye olduğuna göre.

Sabah ezan sesleriyle uyandığımda gördüm ki baş parmağımı ağzına almış emiyordu. Gülümsedim. Ses etmedim. CENNETOĞLU... 4... donun numarası değişince işaret tabelasının rengi de ince bir oval olup rengi de koyu mavi, ya da laciverte dönüştü iyi mi. Şimdi bundan ne çıkarım yapıciiiz? Götü 5 numara olanlar renk körü müdür de onların etiketi sadece beyazdır da götü dört olanlara fenerin lacileri yakıştırılmıştır? Ha kim bilebilir ki, di mi ama, kim bilebilir ki don tasarımcılarımızın göt numaralarını neye göre numaralayıp neye göre renklendirdiklerini. Ayrıca görtle ilgilenenler hemmam kapı ve duvarlarına yapıştırılan bu numara ve renklerle mi ilgilenir veyahut da hemmaam içinde o cenab-ı mevlamın takdiri ilahisine kalmış gört numaralarının kaç olduğuna mı

KAOS GL 52 / 24

bakacaktır allahın abaza kulu? Tarrak numaraları ve renklerine göre de etiketleri ne zaman göreceğizdir hemmamlarımızın o temizlikten geçilmez duvar ve tellak gözleri içeri akan aralıklarından, hı, eh, ha?

Hepsi gibi o da uyandı kısa bir süre sonra. Apar topar giyinip “Görüşürüz,” dedi ve gitti. Ardından baktım tabii ki. El bile salladım. Arkadaşlar nasıl el sallarsa öyle. Binbaşım arabasına bindiği gibi yazlığına, karısına ve çocuklarına gitti natürelman. Yatak odama döndüğümde kapının arkasına yapıştırılmış şu don etiketlerini gördüm: YILDIZ çamaşırları… 4… KALİTE KONTROLU YAPILMIŞTIR. Erdem… (Şimdi, ne demek bu? Kalite kontrolü nasıl yapılır? Bir. İkincisi; hadi donun kalitesi bir şekilde kontrol edilir, edenin adı mıdır ERDEM, yoksa bir donun kalitesini kontrol eden kişi erdemli bir kişi mi oluyor?) ... Olsun, ille de, kırmızı kalp içinde 4 numaraları YILDIZ donu giyecek görtlü aramak üzere gireyim ben hemmama. Malumunuz, bendeniz, HEMMAMIZADE ŞARMUTA (kimi zaman da hemmamıZEDE ŞARMUTA. Benim donum da %100 Saf Pamuk, Birinci Kalite Penye İpliğinden İmal Edilmiştir. Kalite Kontrolü Yapılmıştır.)

Hamam kabin kapılarına, duvarlarına yapıştırılan don marka etiketleri bana hep ilk aşkımı anımsatır, onun ve benim donsuzluğumu. Çırılçıplak sessizliğimizi. İlk olan, ebedileşmemesi durumunda, ezeli ve ebedi bir yara, iç geçirmeler kaynağı, imgelem sunağı, hep orada olması gereken, bir türlü ve hatta hiçbir zaman ebedi zaten olmaması gereken, ırmağın, caddenin öteki yakasındaki ışık, ev gibi… hep merak edilesi olarak kalmalı… çırılçıplak sessizlik, hele kalite kontrolü yapıldıysa, bozulmamalı. O ilişki özenle tutulmalı, sırça biblolar gibi gözetilmeli. Sahiplenilmemeli. Evlere, evlenmelere, kağıtlara, sözlere, imzalara, yeminlere tutsak edilmemeli. Kendiliği ve kendiliğindenliği olmalı. Kendiliğinden olmalı kalitesi. İyi de, bana gelirken yepyeni bir don getirmiş olmalı yanında. Bir hamam alışkanlığını neden benim yatak odamda da sürdürdü irticalen? Rasyonalize ediyorum olan biteni. Olan biten, don etiketleri üzerine bu hamam kabinindeki don markalarına bakıp geliştirdiğim espriler denli "kaliteli” olmayabilir ama çırılçıplak sessizliğimiz sahiciydi. Hayatta herkesin bir yeri vardır. Belki ben binbaşım için sadece bir şarmutayım. O zaman niye ağladı?… Kes artık… kes! Gir şu hamama. Düşünme. Ansızın oluvermeli her şey… beklenmedik olmalı. Beklenmedik ve usulca.


Şimdiye kadar aşk tattığımı söyleyemem. Ama aşk adı altında yaşadığım acı bir beraberliğim oldu. Bu beraberliğimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yaşadığım beraberlik tamamen abartısızdır ve hiçbir şekilde katkım yoktur. Bu olayda benim suçum ise sevdiğim insana her zaman inanmak ve güvenmek olmuştur. Geçen sene Temmuz ortalarıydı. Lambda toplantılarına katılalı henüz 2 ay olmuştu. Toplantılara her Pazar gitmeye çalışıyordum. Toplantılara gitmek beni oldukça rahatlatıyordu. O yüzden hemen hemen her hafta gitmek hoşuma gidiyordu. Özel yaşamımda duygusal bir beraberliğim yoktu. Olsa da fena olmazdı diye düşünüyordum. Yine bir Pazar toplantısında bana sürekli bakan birini farkettim. Hoş bir genç adamdı. Ben de ondan hoşlanmaya başlamıştım. Artık her Pazar onu görüyordum. Ama yanıma yaklaşmıyor, sadece uzaktan beni seyredip gülümsüyordu. Arada göz kırptığı oluyordu. Bu da benim hoşuma gitmeye başlamıştı. Derken bir Pazar ben, kendim yanına gittim ve tanıştık. Utangaç bir yapısı olduğunu, yanıma gelmeye cesareti olmadığını söyledi. Birbirimizden hoşlanmıştık. Gün kararlaştırıp buluşmaya karar verdik. Ve bir Cumartesi akşamı buluştuk. Buluştuğumuz akşamı ilk çıktığımız gün olarak 2 Ağustos günü olarak kutladık. 2 Ağustos artık benim için çok önemliydi. İlk çıkmamız ve ilk sıcaklığımızdı. O gece çılgınlar gibi eğlendik. Sabaha karşı hüzünlü, buruk bir şekilde evlerimize gitmek üzere ayrıldık. Ertesi gün, Pazar toplantısında bana bir şiir verdi. Şiiri kendi yazmış ve şiirinin adını 2 Ağustos koymuştu. Şiirinde bana çok değer veriyor, bana aşık olduğunu yazıyordu. Bana yoğun duygular beslemişti. Ben de onu seviyordum. Ama ona aşık değildim. Çok mutluydum, bana değer veren, aşık olan birisi vardı. Ve ömrümde ilk kez duygusal bir beraberlik yaşıyor, bitmesin istiyordum. İkimiz de mutluluktan uçuyorduk. Ama ufak bir sorun çıktı, senelik izni gelmişti ve onun memlekete gitmesi gerekiyordu. 20 gün ayrı kalacaktık. Bana, eğer istersen gitmem, dedi. Ama gitmesi gerekiyordu. Çünkü annesi, kardeşleri oradaydılar. Ben de, ben seninle her zaman buradayım. Ama aileni her zaman göremiyorsun, gitmen gerek, dedim. Daha tanışalı 1 hafta olmamıştı. O yüzden bu ayrılık bana zor gelmişti. Hem beni aramıyordu.

Aradan 20 gün geçtiği halde hiç aramamıştı. Hem ALKAN merak ediyor, hem de içimden üzülüyordum. İstanbul Giderken kendisinden telefon numarası istediğimde, veremem, demişti. Bir bildiği vardır diye diretmemiştim. Ben seni ararım, deyip, beni rahatlatmıştı. Ama 20 gün boyunca hiç aramamıştı. Sonunda geldi ve görüştük. Görüştüğümüzde, beni niye aramadığını sorduğum zaman, doğrusu aramak aklıma gelmedi, cevabını verdi. Ama beni hep düşündüğünü, aklından hiç çıkmadığımı söylüyordu. Şaşırmıştım. Önceleri kafa buluyor ve dalga geçiyor sandım. Ama baktım ki ciddi ciddi konuşuyordu. Olayın üzerinde durmadım ve ilk hatamı işte o zaman yaptım. Artık birbirimizin olmak için can atıyorduk. Tanışalı birkaç hafta olmuştu ve daha beraber olma fırsatı henüz gerçekleşmemişti. Aslında nedense ona tam güvenemiyordum. Ve bir süre daha ilişkiye girmek istemiyordum. Onun günü birlikçi ve maceracı olmasından korkuyordum. Çünkü yakın bir arkadaşım onu görür görmez, bu kesinlikle günübirlikçi insanlara benziyor, dikkat et, demişti. Ama onun diretmelerine daha fazla karşı koyamadım. Ve yalnız yaşadığı eve gittik. Evinde saatlerce başbaşa kaldık ve beraber olduk. Ve mutlu bir şekilde Pazar toplantısına gittik. Aradan 1 hafta geçti, hafta sonu buluştuğumuzda arkadaşlarla bara gittik. İkimiz de kafayı çabuk bulmuştuk. Oradan çıkıp diskoya gittik. Fazla zaman geçmemişti, baktım, sevdiğim insan tanımadığım erkeklerle öpüşüyordu. Bir an ne yapacağımı şaşırmıştım. Dünya başıma yıkıldı sandım. Arkadaşlarımın bana seslenmelerini umursamadan diskodan çıktım. Bir sigara yaktım. Ne yapacağımı düşünüyordum. Sağolsun arkadaşlarım, beni teselli etmeye çalıştılar ama neye yarar ki, gözlerimle görmüştüm. Diskoya tekrar döndüğümde onu niye bıraktığımı sordu. Hayli sarhoştu, o gece onunla hiçbir şekilde konuşmak istemiyordum. Beni çok sevdiğini söylüyor, adeta haykırıyordu. Sabaha karşı çorbacıya gittiğimde onunla konuşmaya karar verdim, artık ayılmıştı. Doğruca arkadaşlarla bir arkadaşın evine gittik. Pişman olduğunu, artık böyle şeyler yapmayacağını söyledi ve kendisini affetmemi istedi. Onu çok seviyordum. Söylediklerine dayanamadım. Benden kendisini yıkamamı istedi. Onu yıkadım. İnanır mısınız, ilk defa birisini yıkamıştım. Onu da ilk defa birisi yıkamıştı. İkimiz de bu durumdan çok etkilenmiştik. Yıkandıktan sonra bana, benimle beraber olmak istediğini söyledi. O gece onunla beraber olmak

KAOS GL 52 / 25


istemiyordum. Ama onun isteğiyle onu yıkadım ve onun isteğiyle onunla beraber oldum. Ve yine büyük bir hata yaptım. Ertesi sabah uyandığımızda ise hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Bu olay beni çok etkilemişti. Uzun bir zaman onu aramadım. Sağ olsun, o da beni hiç aramadı. Bir gün aradı ve benimle mutlaka buluşması gerektiğini söyledi. Buluştuğumuzda bana İstanbul’dan gitmesi gerektiğini, ailesinin yanına Düzce’ye gitmesi gerektiğini söyledi. Gelmeyebilirim, kan davalılarım var, belki beni öldürebilirler, dedi. Çok üzülmüştüm, belki hiç görüşemeyecektik, tuhaflaşmıştım, ne diyeceğimi bilmiyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak, ona, eğer istersen ömrümün sonuna kadar seni beklerim, ama geleceğine dair bir garanti vermelisin, yoksa beklemem nereye kadar ki, dedim. Eğer istersen ayrılalım, dedim. Ayrılmak istemediğini belirtti. Ama gelmesine dair bir garanti de vermedi. Hatta annesinin onun burda çalışmasına kızdığını söyleyerek, annem burda çalışmama karşı çıkıyor, dedi. Yıkılmıştım, ama nedense onda bir üzülme göremiyordum. Ona bunu sorduğumda ben üzüldüğümü belli etmem, diye karşılık verdi. Sabaha kadar dolaştık. İstiklal caddesi benim üzüntülerime sahne olmuştu. Acı çekiyordum. Ayrılmak mı, beklemek mi bilemiyordum. Ve en acısı sevdiğim kişiden beni teselli edecek bir söz, bir kelime duyamıyordum. Kendisinden Düzce’deki evinin telefon numarasını istedim, vermedi. Çok istememe rağmen numarayı vermedi. Neden, diye sorduğumda ise, nedeni yok, nedensiz, diye cevap verdi. Aslında mutlaka bir neden vardı ama ben bilmiyordum. Diskoya gitmek istediğini söyledi. Oysa ben onunla başbaşa kalıp konuşmak, sanki bir şeyler çözmek istiyordum. Beraber diskoya gittik. Diskoda ben eğlenemiyordum ama o çılgınlar gibi

KAOS GL 52 / 26

dans edip eğleniyordu. Sanki İstanbul’dan gideceğine seviniyordu. Onu bir türlü anlayamıyordum. Bense bazen onunla dans ediyor, bazen bir köşede onu seyrediyordum. Çok üzgün ve çaresizdim, ne yapacağımı bilemiyordum. O gittiğinde kendimi nasıl avutacağımı bilmiyordum. Gecenin sonlarına doğru slow parçalar çalmaya başlamıştı, birlikte dans etmeye başladık. Artık kendimi bırakmıştım, ağlıyordum. Bana gerçek değeri veriyor muydu kararsızdım ama ben ona fazlasıyla değer veriyor ve onu kaybetmekten korkuyordum. Çünkü onu hâlâ seviyordum. Sabaha karşı diskodan çıktık, dediğim gibi sabaha kadar dolaştık çünkü en azından sabaha kadar dolaşalım diye kararlaştırmıştık. Beraber otele gidelim, dedi. Niyeti belliydi. Benimle yatmak istiyordu. Kabul etmedim, edemezdim, adam giderken bile tatmin olup, öyle gitmek istiyordu. Sinirleniyordum ama ne yapabilirdim bu ortamda bir şey diyemezdim. Yürürken bir ara bana dönerek yıllar sonra beni karımla ve 2 çocuğumla görürsen ne yaparsın, bana merhaba der misin, diye sordu. Şimdi nerden çıktı bu, dedim. Öylesine sordum, diye cevap verdi. Ben de üstünde fazla durmadım. Sabah olduğunda vedalaştık. Birbirimize sarıldık, "belki ona son sarılışımdı," belki onu son görüşümdü. Otobüse binerken, artık gözyaşlarıma engel olamıyordum. Otobüs gözden uzaklaşıncaya kadar birbirimize el salladık. Ben de doğruca eve gittim. O gün, günlerden pazardı. Doğru dürüst uyuyamadım bile. İçim sıkılarak ve istemeyerek toplantıya gittim. Belki gelir, gitmemiştir diye içimde bir ümit vardı. Ama gelmedi. Aradan 3 gün geçti. Bir telefon geldi, gitmediğini, sonra gideceğini söylüyordu. Bense onu gitti sanıyordum. Hâlâ gitmediyse beni niye aramamıştı. Bu ne genişlikti böyle, anlayamıyordum. Telefonda, gittikten sonra gelme ihtimali olduğunu, orda işlerin tatlıya bağlandığını söylüyordu. Aradan günler geçmişti artık aramıyordu. Merak etmeye başlamıştım. Gitti mi? Gitmedi mi? Emin değildim. Uzun zaman geçmiş, hâlâ aramamıştı. Çok merak ediyordum. Bu arada ne işime adapte olabiliyordum, ne sevdiğim insanlarla ilgileniyordum. Belirli sorumluluklarım vardı. Bense hiçbir şeyle ilgilenecek durumda değildim. Dayanamayıp çalıştığı işyerini aradım ve şaşırdım. Telefona kendisi çıkmıştı, beni niye aramadın, diye sorduğumda, yeni geldiğini ve fırsat bulamadığını söyledi. Kırılmıştım, o aramadan onu aramak niyetinde değildim. Nihayet birgün aradı ve benimle buluşmak istediğini söyledi. Hemen o akşam buluştuk. Bir tuhaftı, yorgun ve kederli bir hali vardı, belli ki bir


şeyler onu yıpratıyordu. Ama ben de oldukça yıpranmıştım. Kendimi salmıştım. Onu gördüğümde onu ne kadar sevdiğimi ve onu özlediğimi anladım. Birbirimize hasretle sarıldık. Bana, çok hatalı olduğunu, beni çok ihmal ettiğini, artık beni üzmeyeceğini ve bana aşık olduğunu söyledi, oysa ben ondan ayrılmak istiyordum. Çünkü daha fazla üzülmek istemiyordum. Bana, bir ara beni sevip sevmemek konusunda oldukça kararsız olduğunu, hatta bir ara beni unutmak istediğini ve beni unutmak için bir kadınla beraber olduğunu söyledi. O zaman ayrılalım, dedim. Sen ve ben acı çekmeyiz, dedim. İlişkimize bir şans daha vermemi, beni çok sevdiğini, bensiz bir hayat düşünmediğini, benim de onu çok sevdiğimi söyledi, evet belki seviyordum. Ama üzülüyordum da. Bazı şartlarımı kabul ederse tekrar başlayabileceğimi belirttim. Şartlarım şuydu; fazla vurdumduymaz olmayacaktı, ilgisini benden kesmeyecekti ve beni unutmak isterse, ayrılmak isterse, gelip yüzüme söyleyecekti. Tamam, dedi, bütün şartları kabul etmişti. Tekrar konuştum, beni çok üzdün, bütün sorunlar senden çıktı, ben şimdiye dek bir sorun yaratmadım, benim yerimde sen olsaydın ne yapardın, diye sordum. Çok haklısın, seni fazlasıyla üzdüm, senin gibi insanı üzdüğüm için aptalın biriyim, dedi. Bana bakarak, sana aşığım, artık kötü günler bitti güzel günler bizi bekliyor, dedi. Bunları derken gözlerimin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Bu arada ben çoktan kanmıştım ve ona bir daha inanmıştım. Ona tekrar inanmakla ve o an o beraberliği bitirmemekle en büyük hatayı yapmıştım. Tavırlarına hayret etmemek mümkün değildi, bana aşık olduğunu söylüyor ama beni günlerce aramıyor, bu adam deli miydi? Yoksa dengesiz miydi? Bilemiyordum. Bildiğim tek şey acı çekmeme rağmen, beni üzmesine rağmen ona karşı içimde hâlâ bir sevgi vardı. Belki de alışkanlıktı ama hâlâ yüreğimde birşeyler vardı. Artık aramızda soğuk rüzgârlar dağılmıştı, beraberliğimize bir şans daha verecektik ve beni üzmeyecekti. O akşam çok mutluyduk, tam ayrılacakken yeniden beraberdik. Eve giderken bana, hadi bize gidelim, seni arzuluyorum, dedi. Hayır, cevabını verdim. Her lafın arasında ikide bir bunu söylemesine bozluyordum. Bırakda benim de içimden gelsin, diye cevap verdim. Kendime saygım olmalıydı, o istediği zamanlar beraber olunca kendime kızıyordum. Benim de içimden gelmesi lazımdı. Açıkçası, onunla seks yapmak o sıralar içimden gelmiyordu. Onu her ne kadar sevsem de içimden bir ses ona güvenmemem gerektiğini söylüyordu. Onu sevmem, ona güveniyor olmam demek değildi. Korkuyordum, sanki beraber olduktan sonra benden bıkacağından korkuyordum. O yüzden

beraber olmaktan çekiniyordum. O haftaya oldukça güzel başlamıştık. Her gün telefonla konuşuyorduk. İlişkimizin hep böyle güzel gideceğini sanmıştım. Ama yanılmışım. Hafta sonu görüşmek üzere sözleştik. Ama olmadı, aksilik çıktı. Bana tekrar Düzce’ye gideceğini söylüyordu. Yine sinirlenmiştim ama belli etmemeye çalıştım. Kendisinin arayacağını söyledi. Aradan 4 gün geçti, aramadı. Ömrüm onun telefonlarını beklemekle mi geçecekti böyle?!… Dayanamayıp tekrar işyerini aradım, gene telefondaki ses onundu. Kızdım, hiç konuşmadan telefonu kapattım. Ve çalıştığı işyerinin bayan müdürüyle konuştum. Kendisinin Düzce’ye gitmek için izin alıp almadığını sordum. Hayır, hiç izin almamıştı. Yani Düzce’ye gitmemişti. Adam bana karşı resmen yalan söylüyordu. Bu sefer Düzce’ye gerçekten gitmemişti. Bir gün beni aradı ve yeni geldiğini, tüm işlerini hallettiğini, artık kesinlikle Düzce’ye gitmesine gerek olmadığını söylüyordu. Bundan böyle tamamen seninleyim, diyordu. Çok sevdiğim bayan dostum vardı, onunla herşeyimi paylaşıyordum. İçimi ona döküyordum. Benim gay olduğumu biliyordu. Ve sevdiğim kişiyi tanıyor, ilişkimi, en küçük ayrıntılara kadar herşeyimi biliyor ve bu ilişkiye tanık oluyordu. Bu ilişkiye karşı çıkıyordu, bana bu ilişkiyi bitir ve bu dosyayı kapa diyordu. Benim iyiliğimi istiyordu ama onunla olan ilişkimi bitirmek oldukça zordu. Bu dostumun tüm tavsiyelerini dinlerdim ama bu son söylediği “bu ilişkiyi bitir” sözleri bana oldukça koyuyordu. Hatta, dostum bana sevdiğim kişinin evli olabileceğini söylemişti. Dostuma inanmak zordu, sevdiğim insan evli olmazdı, olamazdı. Evli olsaydı bana mutlaka söylerdi. Hem zaten defalarca kendisine “sen evli misin” diye sormuştum ve hayır cevabını almıştım. Bu çok sevdiğim dostum “artık bu ilişkiyi bitirmenin zamanı çoktan geldi” diyerek uzatmamam gerektiğini açıkladı. Dostumu kırmamak için o an ona zamanı geldiğinde bitireceğimi söyledim. Keşke o zaman canım arkadaşımı dinleseymişim. Her zamanki gibi yine onu dinleseydim, ama dinlemedim ve pişman oldum. Artık tatil iznim yaklaşıyordu ve bir an önce tatile gitmek istiyordum. Ama sevdiğim kişinin yüzünden tatile gidemiyor, sürekli erteliyordum. Durumu ona açıkladım. Tatile gideceğim, beraber gider miyiz, diye sordum. Çok sevindi, hemen kabul etti. Zaten onun da 1 haftalık izini vardı ve nasıl değerlendireceğini düşünüyordu. Tatile çıkmamıza 2 gün vardı, buluştuk, ne zaman çıkacağımızı kararlaştırdık. Pazar toplantısından sonra başbaşa tatile çıkacaktık, çok sevinçliydim. Artık kötü günler

KAOS GL 52 / 27


geride kalmıştı. O an onunla şakalaşırken yanlışlıkla nüfus cüzdanı bende kalmıştı. Ayrıldığımızda bunu farkettim. Neyse, önemli değildi, nasılsa 2 gün sonra görüşecektik, o zaman verirdim. Ertesi gün neşeyle çantamı hazırlıyordum. İlk defa sevdiğimle tatile çıkacaktım. Pazar günü geldi çattı, Pazar toplantısına benden yarım saat sonra geldi, hali bir tuhaftı, bir şeyler olduğunu sezinlemiştim. Konuşmak için alt kata indik. Bana, tatile gitmiyoruz, sen tek başına gidiyorsun, benim işim çıktı Düzce’ye gidiyorum, dedi. İçim sıkılmıştı yine kahrolası Düzce gelip beni buluyordu. Sözlerine devam etti, zaten kimliğimi almak için gelmiştim, dedi. Öyle ya, kimlik kadar değerim yoktu. Tokalaşmak için elini uzattı, ben uzatmayınca bağırdı. Bir daha ne İstanbul’a, ne toplantıya, ne diskolara geleceğim, artık beni göremeyeceksin, diye haykırarak çekip gitti. Birden merdivenlere çöktüm, ayakta duracak halim kalmamıştı. Nasıl biri olduğunu anlayamadığım insanın sanki oyuncağı olmuştum. Herşeyi o yönetiyordu adeta. Olayları onun istekleri doğrultusunda gerçekleşiyordu. O akşam arkadaşlarımın teselli edici sözleri pek işe yaramamıştı. Hevesle hazırladığım çantamla öylece kalakalmıştım. O akşam arkadaşımın evinde kaldım, ertesi gün eve geldiğimde annem bile şaşırmıştı. Bu kadar çabuk beklemiyordu. Eşyalarımı tekrar yerlerine yerleştirirken herşeye lanet ediyordum. Kimseyle görüşmek istemiyordum, bir an önce bir karara varmalıydım. Şu Düzce, orada ne vardı, sık sık niye gidiyordu anlamıyordum. Sanki Düzce kafamdaki tüm soru işaretlerini çözecekmiş gibi geliyordu bana. Evet, kararımı vermiştim. Düzce’ye gidecektim. Hemen hazırlanıp evden çıktım. Otogara gidip bilet alırken doğru mu, yoksa yanlış mı yaptım diye düşünüyordum. Ama ne olursa olsun vazgeçmek niyetinde değildim. Anketime yazdığı adrese göre onu bulacaktım. Düzce’ye 15 km. kala inip oturduğu kasabaya

KAOS GL 52 / 28

giden minibüse bindim. Kasabaya var-dığımda öğlen olmuştu. Kasaba oldukça küçüktü. Yazdığı adrese göre kendisi köyde oturuyordu ve köye gitmek hayli zordu. Kasabayla köyün arası yaklaşık 20 km vardı. Sadece akşamları minibüs oluyordu köye. Taksiciler de dünyanın parasını istiyorlardı. Köye gitmek için akşamı bekleyemezdim. Ne yapacağımı düşünürken aklıma güzel bir fikir geldi. Köydeki evinin numarasını postahaneden alabilirdim. Telefon onu üstüne kayıtlı olmasa bile soyadından bulabilirdim. Adını soyadını verdim, tesadüf onun üstüne kayıtlı numara vardı. Binbir yalvarmayla istediğim numara sonunda elime geçmişti. Bu numarayı almak için bir zamanlar adeta çırpınıyordum. Heyecanla numaraları çevirdim. Beni görmek ister miydi acaba? Sesimi duyunca ne yapacaktı, merak ediyordum. Telefonu bir bayan açtı. Sanırım annesidir diye tahmin ettim. Onu istedim, yok diyordu karşıdaki ses, kendisini nasıl bulabilirim diye sordum, işi olduğunu, akşama geleceğini söyledi. İstanbul’dan geldiğimi mutlaka görüşmek istediğimi belirtim. Tekrar arayacağımı söyledim. Bu arada, ben kiminle görüşüyorum, dedim. Eşiyim, diye cevap verdi karşımdaki ses. Bir an nefes alamadım, sanki boğazım düğümlenmişti, ama hemen kendimi toparladım. Bir şey hissettirmeye izin vermiyordum. Çocuklarınız nasıllar diye oyun oynadım, maksadım çocuklarının olup olmadığını öğrenmekti. İki çocuğum da iyi, dedi. Sonra gene ararım diye kapadım telefonu. Evliymiş ve iki çocuğu varmış vay, vay. Ne kadar aptalmışım, nasıl kanmışım. Bir an tepki veremedim, şok olmuştum sanki. O an İstanbul’a gelip gelmemek arasında kararsızdım. Sonunda karar verip onu beklemek, herşeyi ondan öğrenmek istedim. Aradan saatler geçti. Tekrar aradım, telefona kendisi çıktı. Sesimi duyunca çok sevindi. Şaşırmayla sevinci karıştırarak benimle konuşuyordu. Nerede olduğumu belirttim ve gelmesini istedim. Hiçbir yere ayrılma, hemen geliyorum, dedi. Yaklaşık 1 saat sonra karşımdaydı. Bir an sadece bakıştık, hiç konuşmadık. Onun anlatmasını bekledim, ama hiçbir şey anlatmıyordu. Sadece havadan sudan konuşuyordu. Epey sakal bırakmıştı. Peki karısının yanında mutlu muydu bilmiyordum. Niye evli olduğunu söylemedin, diyerek konuyu ben açtım. Tekrar gözlerimin içine bakarak gülümsedi ve ekledi; eğer evli olduğumu söyleseydim, beni bırakırdın, hep beni bırakmandan korktum, dedi. Sözlerini şöyle sürdürdü; aslında senin buraya geleceğini tahmin ediyordum, dedi. Bana ne istiyorsan söyleyebilirsin, diye devam etti. Ona çok


şeyler söylemek istedim, yüzüne tükürmek istedim, haykırmak istedim ama nedense hiçbir şey yapamadım. Sevgimden değil, sadece bunları yapmanın yararsız olacağını biliyordum. Artık neye yarardı ki. Hâlâ bana, akşam Düzce’ye gidelim, orada gezelim ve sonra otele gidelim, diyordu. İstanbul’a gitmek istediğimi söyledim. Bana bakarak, nasılsa artık evli olduğumu biliyorsun, dedi, haydi köye gidelim, dedi. Bana neler söylüyordu. Bana karısından memnun olmadığını, zorla evlendirildiğini ve mutlu olmadığını söylüyordu. Artık gözümde küçülmeye başlamıştı. Otobüse binerken bana bir ara evli olduğumu hiç kimseye söyleme, dedi. Kardeşi de gelmişti yanına, otobüsten ona bakarken o gülerek kardeşiyle traktöre binmiş, gidiyordu. İstanbul’a gelirken onun gibi birini nasıl sevdiğimi düşünüyordum. Kendime lanet ediyordum. İstanbul’a sabaha karşı geldiğimde hayli bitkin ve üzgündüm. Kendimi bir sahil kenarına atıp saatlerce hıçkıra hıçkıra ağladım. Kendime ağladım. Çaresizliğime ağladım. O dostumu niye dinlemedim, aptallığıma ağladım. Ve biraz olsun kendime geldim. Veda ederken bana, beni bırakacak mısın?, ayrılacak mıyız diye sormuştu. Ama ne teselli edici bir söz, ne şefkat göstermişti. Artık silkinip kendime gelmeliydim. Beni üzmesine izin vermemeliydim. Ve bir an önce toparlanmalıydım. Aradan zaman geçmişti, işime dönmüştüm ve onunla yaşadığım herşeyi rafa kaldırmak istiyordum. O yüzden, onu hatırlatan her şeyden uzak kalmaya kararlıydım. Uzun süre Pazar toplantılarına katılmadım. Onunla gittiğimiz barlara ve diskolara gitmedim. Bir süre kimseyle görüşmeyip yalnız kalmak istiyordum. Birgün tesadüfen onun çok yakın arkadaşına rastladım. Bana, onun gibi bir insanı nasıl sevdiğimi sordu, ardından senin sevgine asla layık biri değildi, dedi. Neden böyle konuştuğunu sordum. Meğerse benimkisi benden başka genç bir çocukla berabermiş. O çocuk 18 yaşlarındaymış ve hemen hemen her akşam benimkinin yanına uğruyor, beraber oluyorlarmış. Ben de onu zaman zaman ihmal ettiğimi düşünüyordum. Ama yanlış düşünmüşüm, zaten boş durmuyormuş. Ve arkadaşlarına hava atıyormuş, kimin hem karısı, hem duygusal birlikteliği, hem her akşam seks yaptığı sevgilisi var, diye herkese söylüyormuş. Arkadaşı konuşmasına devam etti. Bu adamın hayatı yalanlar üzerine kurulu, kendinden başka kimseyi düşünmez, yaşamını paylaştığı insanları sadece acıya ve felakete sürükler, dedi. Bu adamda ne buluyorsun, dedi. Kendine iyi bak, dedikten sonra tokalaşıp ayrıldık. Acaba arkadaşı

yalan mı söylüyordu diye düşündüm. Ama niye yalan söylesin ki, ne çıkarı olabilir dedim kendi kendime... Aradan 15 gün geçti, bu 15 gün içinde beni aramış ama bulamamıştı. Ama ben onu aramanın gereksiz olduğunu düşünüyordum. Acıyıp da ne olacaktı. Birgün telefon geldi, arayan kendisiydi. Ayrılıp ayrılmadığımızı merak ediyordu. Yakında İstanbul’a geleceğini söylüyordu. Ona ne ayrılırız dedim, ne ayrılmayız dedim, sadece bu konuları telefonda konuşamayacağımızı belirttim. Bir gün Pazar toplantısına gittim, o gelmişti. Bana sarılmak istedi, bense sadece tokalaştım. Alt kata indik. Ona benden başka sevgilisinin olup olmadığını sordum, inkar etti her zamanki gibi. Ayrılmak istediğimi söyledim, beklemiyordu. Şaşırmıştı, hiçbir şey söylemedi, ne bir soru sordu, ne tek kelime konuştu. Sonra da masadan kalktı gitti. Bu ilişkiyi bitirmemek için sevgi uğruna neler yapmıştım ama bu kadar kolay bitiyormuş dedim kendimce. 2 Ağustos’ta başlayan bu beraberlik 2 Kasım günü bitmişti. Bitirmenin çok zor olacağını düşünmüştüm ama ağızdan çıkan 2 kelime yetiyormuş ayrılmamıza. Uğruna acı çektiğim bu acı dolu beraberlik, yıkmamaya çalıştığım bu beraberlik umduğumdan kolay bitti ne acı. 3 ay sürmüştü ilişkimiz ama 2 ayı acıydı. Sevgi sandığım bu acı beraberliğimi keşke hiç yaşamasaydım diyorum ama yaşadım işte. Çok yıprandığımı anladım uzun süre kendime gelemedim ve onun bana yaptıklarını içime sindiremedim. Bir ara onu arayıp, dost kalmak istediğimi belirttim ve tüm bu olanlara hâlâ alışamadığımı söyledim, o da bana yaşamak için öldürmem lazım diyordu. Herhalde yaşamak için acımamam lazım demek istedi. Ve onun yaşamını karartmaya hakkım olmadığını söyledi. Nedeni ise bu birisiyle çıkıyormuş ve çıktığı benim arkadaşımın arkadaşıymış, tabi tesadüfen evli olduğunu öğrenmiş, bunu bırakmış. Bu yüzden bana kızgınmış. Yaşamak için başkalarına acımayan bu adama ben acıyorum aslında. Kimliğini bulamamış ya da kendini bulamamış bu insancık zaman zaman beni arıyor ama onunla konuşacak bir şey bulamıyorum, daha doğrusu onu önemsemiyorum. Hiçbir zaman ne yapmak istediğini anlayamadım, anlamak da istemiyorum. Karısına ve iki çocuğuna acıyorum çünkü yaşamları boyunca bu adamla uğraşacaklar. Bu ilişkiden anladığım tek şey şu: Sevgilerin tek taraflı yaşamadığını anlıyorum. Bana acı veren sevgi istemiyordum. Sevgi neydi, sevgi emekti, sevgi fedakârlıktı, bütün bunlar olmayınca kupkuru bir sevgi işe yarar mıydı. Ben şu anda çok mutluyum, geleceğe ümitle bakıyorum ve 2 Ağustos gününü hüzünle anımsıyorum.

KAOS GL 52 / 29


COŞKUN '90 yazı, çok sıcak bir Ağustos günüydü. Henüz İstanbul kaşarlanmamış, gencecik bir eşcinsel olarak güne

Sabah altıda kalkıp Haseki Ürolojiye gittim. Zayıf, esmer, bıyıklı doktor gözlerini ovalarken bana "Ne şikayetin var?" diye sordu. Ben de "Eşcinselim, bir erkekle oral ve anal ilişkim oldu, belsoğukluğu kapmış olmamdan şüphem var" dedim. KAOS GL 52 / 30

sevinçle başlamış ve kendimi Sultanahmet Parkı'na atmıştım. Kelebek misali, bir ağacın altından öteki ağacın altına, bir banktan ötekine sıçrayıp dururken, karşı yolda orta boylu, genç irisi, esmer, ondokuzunda bir gencin yürümekte olduğunu farkettim. Hemen yerimden kalkıp, elim ayağım titrer bir halde peşinden gittim. Ona yaklaştım. Bir süre beraber yürüdük. Heyecandan konuşacak bir şey bulamıyordum. Birden 70'li yılların Hülya Koçyiğit'i misali, çok hassas utangaç bir köylü kızı saflığıyla Sultanahmet Cami'sini göstererek "Affedersiniz, bu caminin kaç minaresi var acaba?" diye sordum. O, birkaç dakika duraksadıktan sonra "merak ediyorsan say, saymayı bilmiyor musun?" dedi. Fakat yüzündeki hafif gülümseme ve ses tonu beni daha da cesaretlendirdi ve ona "sayıyorum ama minarelerden iki tanesi camiden çok uzakta dikilmiş, ben bu semtte oturmadığım için onların da bu camiye mi ait olduklarını bilmiyorum" dedim. Çocuk şaşkınlıkla "Bu bir kamera şakası mı yoksa?" deyince, ben hemen, "Kusura bakmayın, çok sıkılıyorum, sadece sizinle konuşmak istedim. Beraber birer sigara içebilir miyiz?" diye sordum. O, "Tabi, istersen karşıdaki çay bahçesinde oturalım" dedi. Ama benim artık halim kalmamıştı ve "Boşver, şöyle oturalım" diyerek, yol kenarında tretuvar taşının üstüne oturdum ve derin bir soluk aldım. O da yanıma oturdu, bana bir sigara verdi, konuştuk. Konuştuklarımızdan onun benden daha kaşar olduğunu anladım. Ertesi gün öğlen Bakırköy sahilde buluşmak üzere ayrıldık.

O akşam çok az yemek yiyebildim. Heyecandan uyuyamıyordum. Mastürbasyon yaptım, uyudum. Sabah uyandım, az bir kahvaltıdan sonra yine müthiş bir heyecan… Ama, evden kaçacak genç kızlar gibi heyecanımı evdekilerden saklayarak, müthiş randevu için hazırlıklarımı gizlice yaptım. Lavajımı, banyomu yaptım, kötü tişörtlerimin arasından en güzelini seçip giydim ve sessizce evden çıkıp, otobüse bindim. Kalbim öyle çarpıyordu ki, ya müthiş bir aşk yaşayacak ya da enfarktüs geçirecektim. Buluşma yerinde beni güleryüzle karşıladı, yanağımdan öptü ve "hoş geldin" dedi. Heyecandan karşılık veremedim. Sadece "biz… nereye?" diyebildim. "Hamama gidiyoruz, gel" dedi. Yazın bu cehennem sıcağında hamama gitmek, haydi hayırlısı… Hamamdan içeriye girerken görevliye "hangi kabine giricez" diye sorduk. Görevli "Her taraf

bomboş, istediğinize girin" dedi. İçeriye girdik, sahi kimseler yok. O an "Tanrı bizi seviyor" diye düşünüp, "Biz de seni seviyoruz" diye bağırmak istedim. İkimiz de aynı kabine girdik. Jet hızıyla soyunup birbirimize sarıldık. Günlerdir susuz kalmış iki insan gibi birbirimizin iri, ıslak dudaklarını emmeye başladık. Uzun süren bu labuş (öpüşme) seansından sonra nice süpetler (oral seks) ve nice koliler (anal seks)… Nefes nefese geçen dört saatten sonra, pantolonumu giymek o kadar zor bir işti ki, yorgunluktan. Hamamdan çıktık, tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Otobüste boş bir çuval gibi koltuğa yığılıp kaldığımda birşeyi anımsadım. Ben birkaç kez boşalmama rağmen, Ercan önce bir kez boşalmış, sonra çok kaliteli ereksiyonuna rağmen tekrar boşalamamıştı. Penisinin ucunda yanma ve acı vardı. Eve gelince kendimi odama attım ve aynada dudaklarımın şişmiş ve morarmış olduğunu gördüm. Mincom (anüsüm) ise acı ve sızıdan uyuşmuştu. Sanki lokal anestezi yapılmışçasına onu hissedemiyordum artık. Oturamıyordum. Sırtüstü yatağa uzandım, koli rehavetiyle (anal seks yorgunluğuyla) uyumuşum. Birkaç gün sonra boğazımda müthiş bir yanma ve acı başladı. Nefes alamıyor, tükrüğümü yutamıyordum. Aynada boğazımın ve bademciklerimin bembeyaz, peynir gibi olduğunu gördüm. Panik içerisinde Fatih Kızılay Polikliniği'ne koştum. 45 yaşlarında şişman doktor ağzımın içine bakıp, sakince "çok soğuk bira mı içtin?" diye sordu. Ben de hakimden ve hekimden sır saklanmaz diyerek, "Hayır efendim, birkaç gün önce bir erkeğe oral seks yaptım" dedim. Birden şok olan doktor ayağa kalktı ve kapıyı kapattı. "Boğazın iki iğneyle geçer, sen asıl git bir aids testi yaptır" dedi ve beni hemen odadan çıkarttı. Reçetemi alıp klinikten çıkarken çok korkmuştum. Eve geldiğimde, yıllanmış şarap misali benim için çok değerli olan, yaşlı bir arkeolog eşcinsel dostumu arayıp, hikayemi anlattım. But (çok) kaşar ablam telefonda bana, "Kezban lubunyam korkmana gerek yok. Laçon (erkek arkadaşın) sana belsoğukluğu bulaştırmış, geçmiş olsun" dedi. Ertesi sabah altıda kalkıp Haseki Ürolojiye gittim. İlk numarayı aldım. Sabahın köründe iki saat bekledikten sonra, doktorun yanına ilk hasta olarak girdim. Zayıf, esmer, bıyıklı doktor gözlerini ovalarken bana "Ne şikayetin var?" diye sordu. Ben de "Eşcinselim, bir erkekle oral ve anal ilişkim oldu,


belsoğukluğu kapmış olmamdan şüphem var" dedim. Birden uykusu kaçan adamın yüzrengi de değişti. Sert bir ifadeyle "peniste akıntın var mı?" diye sordu. "Hayır" dedim. Doktor da bana "çık dışarı, tamam çık dışarı" diye bağırarak adeta beni kovarken, ben ısrarla "bir şey sorabilir miyim?" diyordum. O ise "tamam, tamam dışarı çık lütfen… Ahmet Efendi ikinci hastamızı içeri alır mısın" diye bağırdı. Eve dönerken tıp ahlâkından yoksun, deontolojik özürlü bu herife onlarca defa küfrettim. Ama en sonunda onun da gizli bir "ibne" olabileceğini ve beni kıskanmış olduğunu düşünerek, kendimi teselli ettim. Ettim ama, anüsümdeki iltihapsal akıntının ve içime mısır koçanı sokmak isteyecek kadar dayanılmaz olan kaşıntıların çaresini henüz bulamamıştım. Bir sonraki sabah erkenden Çapa Tıp Fakültesi Dahiliye Bölümüne gittim. Odada bir bayan doktor ve gencecik iki kız stajyer öğrenci olduğu halde, hikayemi değil, sadece anüsümle ilgili şikayetlerimi anlattım. Utanarak, yalvaran bir ses tonuyla… Kadın doktor gülümsedi ve "son zamanlarda, sence riskli olabilecek cinsel ilişkin oldu mu?" diye sordu. "Evet" dedim. "Cerrahi muayeneden sonra bana gel" dedi. Ertesi sabah, Çapa Tıp Fakültesi Cerrahi'deydim. Cerrah orta boylu, çok yakışıklı ama acımasız bir doktor. Onun yanında beş adet kız stajyer var. Nedense anüsümle ilgili özel şikayetlerimi bu adama anlatırken daha az sıkıldım. Belki de gizli bir haz duydum. Doktor "perdenin arkasına geçip, pantolonumu aşağı sıyırmamı" istedi. Perdenin arkasında hazırlandıktan sonra, doktoru beklerken, hamam olayından beri ilk defa böyle heyecanlandığımı hissettim. Doktor geldi ve "poponu açıp, lütfen secde pozisyonuna geçer misin?" dedi. Tam secde pozisyonuna geçmiştim ki, birden perdenin açılıp, beş adet kız stajyerin kafasını görünce, müthiş bir çığlıkla havaya sıçradım ve popomun üstüne oturdum. O anda odayı bir sessizlik doldurdu, herkes şaşkındı. Doktor bana "ne var, ne oldu?" diye sordu. Ben de namuslu ve utangaç bir eşcinsel edasıyla "lütfen bu kızları dışarı çıkarır mısınız?" dedim. Doktor "hayır, onlar da doktor, onlar da bakacaklar" dedi. "Ne olur, onlar başkasınınkine baksınlar, ben sadece size gösterebilirim, çok utanıyorum, anlayın beni lütfen" dedim. Ama doktor bir dağ keçisi, "olmaz" diyor. Gözlerim yaşlı, başladım yalvarmaya "Lütfen doktor bey, çok acılar çekiyorum, muayeneyi siz yapın onlara anlatırsınız" dedim. 15 dakikalık tartışma sonucunda doktor, "hasta klinik muayeneyi kabul etmemiştir" raporu vererek, beni odadan çıkardı.

Dahiliyeye döndüm. Bayan doktor, "Klinik muayene zordur, sen iyisi mi özele git. Orada stajyer yoktur" dedi. Teşekkür ettim ve ertesi gün Akasya Polikliniğine gittim. Cerrah uzun boylu, şişman, 60 yaşlarında, çok sevimli bir beyefendi. Balamozcu değilim ama bu adamı çok sevdim. Odada stajyer yok, ikimiziz, bu iyi. Ben dini bütün insanlar gibi yine secde pozisyonundayım. Fakat, sütten yanmış olduğumdan, yoğurdu üfleyerek misali teşhis için çok önemli olmasına rağmen hikayemi bu doktora da anlatmaya korktum. Doktor eldivenlerini giydi ve ışığı popomun dibine kadar yaklaştırdı. Parmaklarıyla anüsümün etrafındaki şişkin kasları yoklarken ben, utancımdan popomu sağa sola kıvırıp kaçmaya çalışıyordum. Bu fiziki muayeneden sonra adam, nerden bulduysa birkaç milimetre kalınlığında ve belki bir metre uzunluğunda, kabloya benzer ama çok esnek ve saydam plastik çubuğu boydan boya vazelinleyip, yavaş yavaş içime sokmaya başladı. Aman Allahım! Böyle bir acı olmaz. Bir yandan yastığı ısırıyor, bir yandan da ellerimle yatağın kenarını sıkıyorum. Ama ne çare. Ben bağırdıkça, adam içime sürmeye devam ediyor. Sanki doktor değil elektrik tamircisi, adam içime resmen kablo döşüyor. Benim gözlerimden ateş çıkıyor, adam sokmaya devam ediyor. Yer misin, yemez misin. İçimden "Ay balamoz (moruk) yeter artık, gözün kör olmasın" diyorum. Adam tınlamıyor. Beni muayene değil sanki uyuşturmadan kürtaj yapıyor. Neyse, yalvarışıma mı acıdı, yoksa kolu mu yoruldu bilmiyorum. Kablonun bir bölümü hâlâ dışarıda olduğu halde sokmayı bırakıp, birkaç dakika dinlendikten sonra, kabloyu evirip çevirerek çekmeye başladı. İşte o an ciğerim yandı, bağırsağıma bıçaklar saplandı. Yastık gözyaşlarımdan ıslanırken, çarşaf yırtıldı. Operasyon bitmişti. Doğum sonrası acı çeken anne misali yatakta yatarak bir süre dinlendim, ama ortada ne bebek vardı, ne de onun çığlığı. Doktor bağırsaklarımda kılcal boyutta çatlak yada çiziklerin olabileceği tanısıyla bana bir reçete yazdı. Kapıdan çıkarken ürkek bir sesle "sebep ne olabilir?" diye sordum. "Kabızlıktan olabilir" dedi. Oysa o dönemde hiç kabız olmamıştım ki. Olay mikrobik miydi yoksa büyük penisle defalarca yapılan sert anal seksin fiziki hasarı mıydı, bilemiyordum. Klinikten ayrılırken yüreğimin cızladığını hatırlıyorum. Hastaydım, korkularım tarifsizdi. Ama çektiğim bütün acılara ve eziyete rağmen ne ben derdimi anlatabilmiştim ne de doktor tam bir teşhis koyabilmişti. Çünkü eşcinseldim ve ahlâken yasaklıydım. Vaktiyle

Birden uykusu kaçan doktorun yüzrengi de değişti. Sert bir ifadeyle "peniste akıntın var mı?" diye sordu. "Hayır" dedim. Doktor da bana "çık dışarı, tamam çık dışarı" diye bağırarak adeta beni kovarken, ben ısrarla "bir şey sorabilir miyim?" diyordum. O ise "tamam, tamam dışarı çık lütfen…" diye bağırdı. KAOS GL 52 / 31


Hipokrat "Hekimin görevi acıyı dindirmektir" demişti ama hastaya suçlu muamelesi yapan, cinsel yöneliminden dolayı onu horgören ve hastayla kontak kurmaktan aciz doktorların bunu nasıl yapabileceklerine dair bir reçete yazmamıştı. KAOS GL 52 / 32

Hipokrat "Hekimin görevi acıyı dindirmektir" demişti ama hastaya suçlu muamelesi yapan, cinsel yöneliminden dolayı onu horgören ve hastayla kontak kurmaktan aciz doktorların bunu nasıl yapabileceklerine dair bir reçete yazmamıştı. İlaçlarımı aldım ve eve geldim. Tedavi gereği sabah akşam leğene koyduğum ilaçlı sıcak suyun içine 15 dakika oturmak zorundaydım. Bir keresinde annem durumu farketti ve "Ne o loğusa mısın oğlum, sıcak sularla ne yapıyorsun öyle?" dedi. Utandım, cevap veremedim. Tedavi amaçlı kullandığım fitiller anüsüme tarifi imkansız hazlar veriyorlardı ve sekiz aylık cinsel perhizimde bana büyük destek olmuşlardı. Bu süre içinde anüsüm dinlendi, tazelendi. 8 ay sonra normal ilişkilerime tekrar başladım ama kullandığım o fitillerin yan etkileri yüzünden aylarca gastrit ve yüksek tansiyon şikayetlerim oldu.

TIBBÎ ETİK: TAVIRDA DEĞİŞİKLİK

Çev: COŞKUN İstanbul

Kaynak: Metro Source, Bahar 1998, The Spring Fashion Issue (Sayfa:95)

"Nesin sen-İbne mi?" Bob'un doktoru böyle sormuştu, Bob Aids tedavi kliniğine tedavi olmak için gittiğinde. Sarah, lezbiyen olduğunu defalarca tekrar ettikten ve sadece kadınlarla uyuduğunu söyledikten sonra, Sarah'ın namuslu jinekoloğu Sarah'a, "Doğum kontrolü uygulamalısın" dedi. Şaşırtıcı olan bu doktor tavırları sadece küçük kasabalarda değil, büyük kentlerde ve bütün Amerika'da yaygındır. San Francisco'daki Gey ve Lezbiyen Sağlık Birliği'nin gözlemlerine göre, muayene eden doktorların %52'si hastanın cinsel yöneliminden dolayı hastaya daha az ilgi gösteriyorlar veya ilgilerini bu hastalardan esirgiyorlar. Fakat son zamanlardaki çalışmaların sonuçları göstermiştir ki, gey veya lezbiyen yani eşcinsel bir kişiyi tanımış olan tıp öğrencileri, gey ve lezbiyen hastalara karşı daha iyi bir tavır içindeler. Ohio'daki Wright State Üniversitesi'nde, "insanın cinselliğini seçmesi" konulu kurslara kayıtlı 127 tıp öğrencisi üzerinde yapılan bir araştırmanın bulgularının rapor edildiği bu yeni çalışma, "Gey ve Lezbiyen Sağlık Birliği"nin (GLMA) gazetesinde Mart 1997'de yayınlandı. Bu çalışmada, kursa kayıtlı tıp öğrencilerine homoseksüalite bilgisiyle ilgili bir test yapıldı ve gey ve lezbiyen arkadaşı olan 109 öğrenciden %79'u testi başarıyla tamamlarken, eşcinsel arkadaşı olmayanların sadece %50'si bu soruları doğru düzgün cevaplayabildi. Wright State Üniversitesi'nde profesör olan ve bu çalışmayla ilgilenen Dr. Cynthia G. Olsen diyor ki; "Eşcinsel arkadaşları olan öğrenciler, eşcinsellik konusunda ve onların sorunları hakkında daha çok bilgiye sahip oluyorlar ve bu onların tavırlarında pozitif bir etki yapıyor. Bu çalışma göstermiştir ki; tıp öğrencileri gey ve lezbiyenler hakkında ne kadar çok bilgiye sahip olurlarsa, homoseksüaliteye karşı o kadar pozitif bir tavra sahip olacaklardır." Test esnasında öğrencilere sorulan sorulardan bazıları şunlardı:

Yemenimde hare var Mincomdan kaşıntım var Ne vurdurdum kurtuldum Ne bu derde çare var.

-Homoseksüel hasta veya ailelere bakmak için gönüllü olur muydunuz? -Gey ve lezbiyenlerin özel tıbbi ve sosyal problemlerle yüzleşmekte olduklarını, doktorların anlayabilmesi sizce önemli midir? -Heteroseksüeller ile homoseksüellerin aynı kalitede tıbbi hizmete layık olduklarına inanıyor musunuz?

Hiçbir kurum ya da kişiye karşı önyargı oluşturmayı amaçlamayan bu hikâyem, hafızamda benim açımdan kezbanlık, tıbben ise madilik (kabus) olarak yer almıştır.

"Coming-out" tıp camiasında etki edecek tek unsur değildir diyen Olsen ve Dr. Barbara L. Mann; homoseksüalite hakkında yanlış bilgiler, önyargılar ve negatif tavırlarından dolayı eğitim müfredatını eleştiriyor ve tıp okullarının bu konuda bazı sorumluluklarının olduğunu hatırlatıyor. Dr. Olsen ve Dr. Barbara Mann ayrıca, tıp öğrencilerinin; gey ve lezbiyen öğrenci ve öğretmenlerce desteklenen "insan cinselliği" kurslarına katılmalarının gerekliliğini, öğrencilerin GLMA gibi profesyonel tıbbi organizasyonların varlığından haberdar olmalarını ve cinsel yönelimi baz alan ayrımcılığa karşı politikaları benimsemeleri gerektiğini belirtiyorlar.


SIKILDIM, ÇOOOOK SIKILDIM Şimdiye kadar kendimizi ifade edebildiğimiz yegane alan olan elinizdeki sayfaların daha gerekli ve işlevsel yazılarla değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümden, çok önemli şeyler dışında KAOS`a yazı yazmadım. Ama gelin görün ki bizler zaten hiçbir amaca hizmet etmeyen yazılarla KAOS`u işgal etmeye başladık. Dahası bu yazılar sona ereceğine, her sayıda artıyor ve KAOS bunları ancak yazı karakterini küçülterek sığdırabiliyor. Pes diyorum başka birşey diyemiyorum. Durum öyle bir hale gelmiş ki, sevgili KAOSçular "Tartışma" başlıklı ayrı bir bölüm ayırmışlar. Tabii bu adı koyabilmek için de kendileri de birkaç yazı eklemek zorunda kalmış, yoksa sırf gelen yazılarla bu bölüm "Dalaşma" başlığını daha çok haketmiş bence. Okudukça içim daralıyor, daraldıkça sıkılıyorum. Keşke KAOS şu politikasını biraz değiştirse de öyle her yazıyı yayınlamasa, başta dalaşma yazıları. Esasında farkındayım, bu olanlar hakkında yazmakla ben de o başlığın altına girebilecek birşeyler yazıyorum. Ama bunu cidden istemiyordum. Bu yer değerliliği meselesine gerçekten inandığım için "İstanbuluşma" için bile birşeyler karalamadım, nasıl olsa birileri yazar dedim. Bir kere katılan tüm gruplara, herkesin birbirine gösterdiği yakınlık ve hoşgörüye binlerce teşekkürler. Bir dahaki çok daha iyi olacak arkadaşlar. "Baharankara" için şimdiden heyecanlanıyoruz. Neyse, şu dalaşma meselesine dönersek, sevgili Coşkun her ne kadar bunları herkesin gözünü açmak için yazdığını söylese de çoğu zaman sonuç kendinin merkezde olduğu suni gündemlere dönüşüyor. Coşkuncuğum, bence bundan sonraki iddialarını biraz daha araştırmadan ortaya dökme ki koşulsuz her yazıyı yayınlayan KAOS da sürekli vebal altında kalmaktan kurtulsun. Sen Lambda toplantılarında anlattığın maceralarınla zaten yeterince ilgi odağı oluyorsun. Güneş de esasında kısmen Coşkun gibi eksik ve yanlış bilgilendirme ve dolduruşla bu yazıyı yazmış bence ama ertesinde adı yazıdan çıkartılan arkadaşımızı deşifre etmekle tehdit etmesi de akıl alır gibi değil. Ve bir soru daha Güneş`e, hoş, gördüğüm en kısa zamanda kendim de soracağım ama, Lambda toplantısına gelip para konusunda kendisini kandırdığını söylediği sevgilisi Filiz ile (Güneş Mayıs ayı civarında Lambda`dan acil olarak 500 dolar

talep etmişti çünkü dergiyi hemen çıkartacaklardı ve şu anda derginin Kasım`da çıkacağı söyleniyor) iş hayatında ortaklığını nasıl devam ettirebilmiştir? Benim kafama takılan tek soru bu Güneş, onun dışında Sappho`ya başarılar diliyorum, gerçekten de bir lezbiyen dergisini okumak bana da büyük zevk verecek. Bir kere başladım, durmayacağım. Geçen sayıda Coşkun`un yazılarını, Parisli Amca`nın anılarını acımasızca, hatta küfrederek eleştiren arkadaşımın o yazıyı çok sinirli bir anında yazmış olabileceğini düşünüyorum çünkü gay olan birinin bence içinde güzellikler de olan yazılara bu kadar saldırgan bir şekilde yaklaşması anlaşılamaz. Şikayet noktası ise heteroseksüellerin eşcinselleri Coşkun ve Parisli Amca tarzındaki stereotiplerle tanıyıp tüm gaylere aynı yakıştırmayı yapmasıydı. Tamam da bu heteroseksüellerin sorunu, biz gaylerin değil. Ayrıca bizim içimizde binlerce insan var bu tür bir yaşam tarzını benimsemiş, onları inkar mı edeceğiz? Hayır kardeşim, bu dergi tüm eşcinsellerin dergisi, sadece uzun süreli ilişkiler yaşayan, eşcinselliğini seviyeli (ne demekse) yaşayan "düzgün" eşcinsellerin değil. Aynı zamanda her gece çarka çıkan, tek düşüncesi oral seks yapacak bir penis bulmak olan, efemine olan ve eşcinsellikten bunu anlayan eşcinselin de dergisi KAOS. Coşkun`u da okumak isteyen var, Gay`e Efendisiz`i de. Birinin yazısından birşey anlamayıp dergiyi sırf öteki için alan var. Coşkun`un yazılarından rahatsız olan otursun ne kadar duygusal ve uzun soluklu ilişkiler yaşadığını anlatsın, aşk hikayeleri yazsın. Onlar da yayınlanacaktır KAOS`da. Üç yıldır Lambda`da çalışıyorum ve Lambda`nın bana öğrettiği en büyük şey önyargılı olmamak ve insanları yargılamamak. Ben Coşkun`un yaşam tarzını onaylıyor muyum? Hayır, hiç bana göre değil. Benim bu konuda tek yapacağım, onun gibi yaşamamaktır. Hepsi bu. Ama benim bunu sevmemem bu yaşam tarzının yanlış benimkinin doğru olduğunu göstermez. Belki heteroseksüellerin sosyal kuralları gereğince yanlış ama gaylerin bu kurallara uymaları kadar komik birşey var mı acaba? Bırakın herkes istediği gibi yaşasın. Size zarar vermediği sürece, kendi mutlu olduğu sürece sizi hiç ilgilendirmez. Heterolara gözüken imaj mı? Amaaaan, boşverin, biz gayler arasında da heteroların çok kötü bir imajı var zaten, onlar takıyor mu?

Uğur ALPER İstanbul

Derginiz ile ilk kez İzmir'de gaylerin sürekli takıldığı Arkadaş Cafe'de çalışan bir lezbiyen arkadaşım sayesinde tanıştım. Daha önce bazı sayılarınızı yüzeysel olarak okumuştum. Fakat 49. ve 51. sayılarınızı tamamen okuduktan sonra şunu gördüm. Sizler sürekli olarak birbirinizle tartışıyorsunuz. Bu tartışmalar yararlı olabilir ancak bu tartışmaları seviyeli ve gerekli kılsanız? Unutmayalım ki bu yazıları bazı heterolar da okuyor. Ve bu insanlar bu yazıları okuduklarında toplumun sahip olduğu imaj dışında ne görebilecekler HİÇ! Çünkü onların bizler gibi düşünmesi beklenemez. Bunu yazmamın gerekçesi şu: Geçenlerde derginizin bazı sayılarını birkaç hetero arkadaşıma ilettim. Bu insanlarla (3 kız, 4 oğlan) uzun süreli bir dostluğum var ve onlar bize sempati duyuyorlar. Fakat onlardan şu ana kadar hiç görmediğim bir tepki aldım. (Bu arkadaşlarımın şu ana dek hiçbir şekilde bir gayle veya lezbiyenle ilişkileri yok. Ben onlara toplumdan gayliğin uzun süredir var olduğunu bunun bir sapıklık veya farklılık olmadığını göstermeye çalışıyorum. Bunda da başarılı olduğumu sanıyorum. Bir insan+Bir insan=Bir toplum.) Aslında tepkilerinde haksız da sayılmazlar. Benim onlara bir süredir gayliğin salt seks ve fuhuş olmadığını, bunun sevgi ve saygı olduğunu anlatırken, bu girişimimim sevgili(!) Parisli Lubunyanın, hani şu sürekli birileriyle düşüp kalkan, çalışmak yerine sürekli seksi ve bu yolla parayı düşünen Mevlüt'ün ve en önemlisi toplantılarda bile bir yere varılmadığını ima edip bu

toplantılar boşuna, biz seks yapalım diyen s(.pık)evgili Coşkun'un büyük yazıları ve fantezileri yüzünden baltalandı. Ve arkadaşlarımdan biri bana "Bu mu senin eğitimli ve elit gaylerin" dedi. Burdan kendilerine gayliği topluma yayma çabalarıma destek verdikleri için çok teşekkür. Şimdi İstanbul'dan Serkan Ege arkadaşımıza bir soru yöneltmek istiyorum (Tabi onun gibi düşünen arkadaşlara da). Sevgili Serkan, sanırım bu satırlar sana ait (Sayı 51); "Biraz şu mağdur, zavallı, amaçları bir tutam sevgi olan, ezilen, yok sayılan sözüm ona eşcinsellerden bahsetmek istiyorum. Kesinlikle şunu belirteyim ki onlar hiçbir zaman bir gay, eşcinsel, insan olmadılar (altı çizili sözcük hariç katılıyorum). Onlar hep ibne, top, lubunya, orospu oldular ve acısını da aklı başında gayler, eşcinsel insanlar çekti. (%100 haklısın). Toplum, dünyanın her yerinde gay, eşcinsel dendiğinde Coşkunları, Parislileri andı (Evet, buraya kadar özellikle son tümcede tamamen hemfikiriz). Toplum, ortalama insan, hiçbir konuda derine inmez, hakim sınıf gördüğünü bilir, onu doğru kabul eder. Gay sınıfa bakışta her alanda olduğu gibi böyle oldu. (s(.pık)evgili) Coşkun'lar, Parisliler de onlara çok iyi işaret oldu, oluyor." Evet, bu paragraflarına ve yazının büyük bir bölümüne katılıyorum. Ancak sorum şu; hepimiz yukarıda tanımını yaptığın bu ortalama insan grubundan geliyoruz. Ve dünya üzerinde biz ve Zeki Müren'den başka insanlar olduğunu anladığımız zaman ne mi yapıyoruz? O insanlara sımsıkı yapışıyoruz. Peki ilk

GÖKSEL İzmir

KAOS GL 52 / 33


zamanlar nasıl insanları tanıyoruz sanıyorsun? Tabii ki Coşkun ve Parisli gibilerini tanıyoruz. Onların kurdukları gemiyi görüyor, beğeniyor ve bizim de olsun istiyoruz. Sonra daha sandal yapmayı bile bilmeden kendimize bir gemi yapıyoruz ve hayata açıyoruz yelkenlerimizi. Sonra mı? Söyleyeyim, bunlar azalan veya yetersiz paralar, şuh kahkahalar, beldeli koliler ve en ağırlarından biri olan tecavüzler. epimizin gemisi battığı için fuhuşa bir can simidi gibi sarılan, hayatını seks üzerine kuran, günü birlik, sağlıksız ilişki ve zevklerle ayakta durmaya çalışan bir ya da iki arkadaşı vardır. Siz de biliyorsunuz ki, hepimiz onların anlattığı hikayelere güleriz. Onlar yaşadıklarını bir stand upçı edasıyla anlatırlar bize. Tecavüze uğradıklarında bunu bize anlatırken "Ay dün, beni dağa kaldırdılar, üzerimden tam 4 kişi geçti, ay similyalar da çok buttu. Ayol bi de kıçıma şişe soktular" derler ve gülerler (ACABA?). Şimdi bana şunu söyleyebilirsiniz; nasıl oluyor da sen Serkan'ın yazısının büyük bölümüne katılıyor ve sonra da bu insanları böyle zavallı, ihtiyaçcı, muhtaç çiziyorsun. Yoksa sen dönek bir yalaka mısın? Ya da daha ne yazdığını bilmeyen bir hıyar mısın? HAYIR, ben 17 yaşında lubunya toplumunu öğrenip onlara katılan, onlardan çarkı, fuhuşu, yollarda insanların aşağılamalarını öğrenen birisiyim. Asıl ben bir gayim, ancak başta bu insanları gördüm, bana bunlar öğretildi. Bana gösterilen doğrular bunlardı. Aşağılık sitreyt bir manti bana zorla

tecavüz ettiği zaman yapacağım hiçbir şey yoktu. (Bilmiyordum). Ve sonuçta ben de onlar gibi davrandım, güldüm ve alaya aldım. Yoksa o tiksintiyi, o kendinden ve dünyadan nefreti, o zavallılık ve zayıflık hissini nasıl yenebilirdim? Güldüm, oldu bitti dedim. Kıçım sağolsun dedim ve bu olayı unuttum. (Bu olaya -gülüp geçmeye- laf edenlere duyurulur, objektif olun). Bu yaptıklarımın hoş olmadığını ben de biliyorum. Ancak insanlar bir şey yaparken çevresindeki örnekleri alır. Peki ne oldu da gayliğimi buldum ve kişiliğim olduğunu anımsadım. Başta ailemden kopmadım ve yeni arkadaşlarım bana doğruları yeniden öğrettiler, öğretiyorlar. Fakat bunu, beni aşağılayarak veya dışlayarak yapmıyorlar. Bunu bana dostluklarıyla, sevgileriyle, anlayışlarıyla, gerektiğinde dozunda uyarılarıyla ve en önemlisi aşklarıyla veriyorlar. İnanın sevgi ve dostluk her insanı değiştirir. Eğer sizler de toplumun bizleri kabullenmesini istiyorsanız bu kötü örnekleri beni eğittikleri gibi eğitmelisiniz (Ancak bu iyilikle olmalı). Dergimiz bu amaçta en büyük destek, ancak kendi aramızdaki kavgalar onu zedeliyor. Lütfen! Bizlerin amacı topluma gayliği kabul ettirmek, mahalle karıları gibi kavga edebileceğimizi göstermek değil. Bu arada Yeşim arkadaşımıza her ne kadar onu tanımasam da teşekkür ediyorum ve yazısının altına benim imzamın da atılmasını istiyorum. Sevgili Yeşim, yerden göğe kadar haklısın. Sevgilerimle.

COŞKUN'DAN SAVUNMA COŞKUN "ŞAİBELİ" Öncelikle, İstanbul'daki eşcinsel hareketle ilgili herşey Ankaralı İstanbul geyleri tabi ki ilgilendirir. Çünkü Ankara'daki herşey de (eşcinsel

"Şaibeli Aktivistler" yazısı Türkiye'deki gruplar için bir tecrübe oluşturduğundan faydalı bir yazıdır. Yurt dışından bakılınca, Türkiye için olumlu bir mesaj vermeyebilir ama hiç kimse benden eşcinsel hareket uğruna "hırsızları" gizlememi istemesin çünkü eşcinsel hareketten daha önemli olan, birey haklarıdır. Savunmasız eşcinsel bireylerin haklarının (parasının) çalındığı bir zeminde yeşerecek eşcinsel hareketin kime, ne faydası olur. Yazılarımda "üslup" olarak bazen çizgiyi aşmış olabilirim ama paraları çalanları kınamadan önce sadece "üslubumdan" dolayı beni topa tutanlara sorarım: "Peki hırsızların hiç mi suçu yok!" Ne yazdıysam "doğruluk" adına, eşcinsel hareketin "billurlaşması" adına yazdım; "Şaibeli" diye adlandırdığım insanların hiçbiriyle kişisel bir sıkıntım yoktur. Eşcinsel okurlara sevgilerimle beyan ederim.

hareketle ilgili) İstanbul'u ilgilendirir. Çünkü, bir ülkede tek bir eşcinsel hareket olur. Farklı şehirler sadece aynı hareketin farklı ayaklarıdır. Eşcinsel hareket adına gelen paranın "akıbeti", bir haberdir ve bunu bilmek her eşcinselin hakkıdır. Çünkü bu para kişiye değil, hareket adına gelen paradır. Lambda yerine sadece benim hesap sormuş olmam, benim bir hatam değil, hakkını sormayan Lambda grubunun acizliğidir. Kaldı ki ben de Lambda'nın kurucularından biriyim. Güneş K. Göker, 500 $ aldığını itiraf ettiğine ve yaklaşık iki senedir dergi çıkarmadığına göre, beni hangi konuda iftiracı olarak adlandırıyor, anlayamadım.

ALİMURAT İstanbul

KAOS GL 52 / 34

Her ne kadar bazıları hoşlanmasa da, böyle bir tartışmanın başlaması iyi oldu. En azından daha yolun başındayken ak'la kara ortaya çıkar. Ali Kemal Yılmaz'ın da belirttiği gibi minnacık bir filiz olan hareketimizi, merak etmeyin kesinlikle kökünden filan yok etmez, aksine aradaki yabani otlar temizlenirse (vaktinde!) filiz daha kolay kök salar. Gelelim esas meseleye: Niye kadın denildiği zaman hemen aklımıza orospu, fahişe vb. gelmiyor, gelse de kadınların hepsini bu şekilde genellemiyoruz: Neden erkek denildiğinde aklımıza hemen pezevenk, puşt gelmiyor da, eşcinsel ya da "gay" denildiğinde insanların aklına götveren, ibne, top, tekerlek, orospu gibi şeyler geliyor: Yoksa gay'lerin hepsi böyle mi: Hayır, kocaman bir HAYIR. Peki neden bu böyle? Gay'lerin arasında hiç mi düzgün, aklı fikri erkekten başta bir şey düşünmekte olmayan insan yok? İşte bu noktada İstanbul'dan sevgili Serkan Ege'yle yollarımız birleşiyor. Onun geçen sayıda çıkan yazısına tümüyle katılıyorum ve altına ben de imzamı atarım. Serkan, sinirlerinin gergin olduğu bir zamanda bunları düşündüğünü ve yazdığını belirtmiş. Oysa ben bunları sadece kızgın, sinirliyken değil, her zaman bu şekilde olduğunu düşünüyorum. Bu Coşkun'lar ve Paris'liler yüzünden bu hallere geldik. Bu ……, ……, penis için gözleri dönmüş ve bu uğurda herşeyi yapabilecek insanlar yüzünden herkes tüm gay'leri onlar gibi sanmaya başladı, onların yaptıklarıyla özdeşleştirdi. Ve "herkese hakedildiği şekilde davranılır" diye düşünerek bütün heterolar bizi onlar gibi sanıp dalga geçmeye, kızdırmaya, sinirlerimizi acayip bozmaya başladılar. Toplum dünyanın her yerinde gay, eşcinsel deyince Coşkun gibileri,

Parisli gibileri anladı. Eşcinsel örgütler niye kuruldu zannediyorsunuz? İşte bu tip insanların yarattığı yanlış imajı silmek için kuruldu. Ancak "adın çıkacağına canın çıksın! Lafında olduğu gibi bunlar eşcinsellerin adını orospuya çıkarttılar ve özellikle bu memlekette gay olarak yaşamaktansa canım çıksın der hale geldik. Hepsi o tip insanlar yüzünden. Onların yaptıklarının faturasında düzgün, insan gibi yaşamaya çalışan eşcinsel insanlar ödedi. Özellikle Coşkun'un yaptıklarına bakın. Her sayıda birine sataşıyor, ortaya araştırmadan, soruşturmadan bir laf atıyor, milleti ti'ye alıyor. Acaba onu ne yapsınlar? Onun yüzünden insanlar eşcinsel hareketten uzaklaşıyor, soğuyor. Bakın son sayıda: Sevgili Güneş, artık Coşkun'un kendi uydurduğu aslı astarı olmayan şeyler yüzünden bu Kaos GL'ye son yazışımdır diyor. Hadi gözün aydın Coşkun Yazar rakiplerinden biri daha senin bıkkınlık verici dedikoduların yüzünden çekildi de senin yazacağın sayfa sayısı arttı. Buradan Güneş'e sesleniyorum: Sakın bunun gibiler yüzünden Kaos'tan ve eşcinsel hareketten vazgeçme. Onun hedefi de zaten buydu. Milleti bezdirdi, bıktırdı, meydan ona kaldı zannediyor. Yok öyle yağma! Coşkun herkese çamur at, izi kalsın mantığıyla herkese hesap sormaya kalktı. Biraz da biz hesap soralım. Güneş ve Ali Kemal arkadaşlarımızın yaptığı gibi ben de Lambda'ya yaptıkları işlerin hesabını soralım derim. Kesinlikle bir şey yapmadılar demiyorum. Aksine Kaos GL'nin 2 ay önce bir kitapçık'la açıkladığı yaptıklarının dökümünün benzeri birşeyi Lambda yapsın. Sakın şimdi "gelsinler Pazar toplantılarına orda açıklayalım" demesinler. Herkesin gelmesinin


imkansız olduğunu biliyorlar. Onlara yaptıklarını bir sayfa SERDAR halinde Kaos GL'de yayınlamaya çağırıyorum. Siz hem Lezbiyen örgütlerden dünyanınManisa parasını alacaksınız, sonrada Güneş, Filiz gibi lezbiyenleri küçük düşürüp onları hareketten uzaklaştıracaksınız. Sanki bu iş sadece gay'lere aitmiş gibi, Ben bir gay olarak Güneş'ten özür diliyorum. Ayrıca Güneş ve Ali Kemal gibi, en son bir lezbiyen örgütten alınan 3 milyar TL'nin hangi işlerde kullanıldığını, Lambda'nın hangi etkinlikleri olduğunu açıklamasını bekliyoruz. Herşey ortaya çıksın, gün hesap günüdür. Herşey ortaya çıksın derken, herkesin kendisini ve çevresini sorgulamasını da istiyorum. Güneş'in 350 bin liralık biralarının hesabını soracağımıza, diğer gay barlara kazıklanarak, yolunarak niye girdiğimizi düşünelim ve tavır

koyalım. Niye bazı yerlere girerken 6 (hatta 7,5 olmuş) milyon liraya kazıklanmaya başkaldırmıyoruz, üstüne üstlük daha kötü muamele görüyorsunuz. Tam paramızla rezil olma durumu! Gelin bu şekilde bir hareket başlatalım, ortak tavır koyalım. Bu tartışmaların olmasından da hiçbir arkadaş sıkılmasın, üzülmesin, hatta isteyen katılıp fikrini söylesin. Esas sıkılmamız, kaçınmamız gereken şeyler ise başkalarına gerçekdışı şeyler uydurarak iftira etmek, onları küçük düşürmek, hareketten soğutmak. Bazıları ise ne halleri varsa görsünler diye düşünmekte ama bu çok yanlış. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı gün olur sizi vurur. O zaman size destek olacak insan aradığınızda da siz bulamazsınız. Konu hepimizin konusu, uzak kalmayıp duyarlı olmalıyız. Hepiniz sevgiyle kalın.

Eylül 27 itibariyle İstanbul'da gerçekleştirilen toplantıya dair birşeyler yazmamaya kararlıydım aslında. Ama görülüyor ki 51. sayı itibari ile birkaç siz söylemek zorunluluk haline geldi… 27 Eylül, günlerden Pazar İstanbul'da ibnelerin merkezi gözüyle bakılan Taksim'in tam da göbeğinde, Türkiye'nin dört bir köşesinden gelecek, farklı cinsel kimlikleri nedeniyle savaşan insanlar buluşup, tanışacak ve söyleşecekler. Sonrasında hangi yaratıcı arkadaşımın fikri ise bu toplantı İSTANBULUŞMA adını alacak. Bense aylardır telefon sohbetini bir dostluğa çevirdiğim Gay'e Efendisiz ve beraberinde pekçok eşcinsel arkadaşımla tanışacak olmanın heyecanı ile Bursa'nın yüce dağlarında zamana hız kazandırıyorum kendimce. İşim gereği Pazar izni sözkonusu edilemeyeceğinden bu önemli Pazar günü çalışıyor olmamsa çok üzücü. 13.30 civarı toplantının yapılacağına dair onay almak için Coşkun'u aradığımda fırçayı yiyorum. "Hemen gel, herkes seni soruyor. Nerden bileyim seni, daha yatmadık bile." Otobüs, feribot derken 19.00'da toplantı salonundayım. Bir yandan Coşkun'un elime tutuşturduğu 50. sayıyı inceliyorum, bir yandan da gündemi yakalamaya çalışıyorum. Yaklaşık altı aydır göremediğim Lambda dostlarıyla sohbet ve selamlaşmalar başlıyor sonra. Bir de Ali Özbaş kim, Gay'e Efendisiz nerde, Yeşim hangisi türünden robot şahıs tahlillerine başlıyoruz. Ali ve Gay'e Efendisiz'i sesinden çıkarıyorum da Yeşim'in arayışı biraz uzun sürüyor. Gerçi Coşkun vantuzlarını Tayyip'in boynundan çekebilseydi bu tür soruların muhatabı kesin o olurdu. (Tayyip de Tayyip'ti hani!) Ki Lambdacılar bilir katıldığı toplantılarda Coşkun yeni gelen birini yakalarsa siyah çantasından son sayıyı çıkarır, başlar tanıtıma. Çekindikleri için kitapçılara gidemeyenleri dergiye abone yapması bile -fikirleri ve yazdıklarını tartışma gereği bile duymuyorum- Coşkun'un KAOS

için gerekli olduğunun göstergesi ve kanıtıdır. Sanırım 15.00 civarında başlayan dost sohbetlerinin üst katta zaman zaman alevlendiği, bazen de konuların çıkmaza girdiği görülüyordu. Sıkılanlar ise kasvetli havadan uzaklaşıp içkilerini yudumlamayı tercih ettiler. Sevgili Parisli Amcamın havanda su dövmedik savunusu ise ister istemez bazı insanların toplantıyı bu şekilde değerlendirdiği kaygısına düşmemize neden oluyor. Bu yorum kişilerin o gün toplantıdan ne bekledikleri ile fazlaca bağlantılıdır. Kaldı ki bir arkadaşımız toplantı sonunda ilk kez gelmiş olmasının ve son dönem yaşadıklarının baskıları nedeniyle tavrını "özür dilerim bana bir şey vermediniz" diyerek ortaya koymuştu. İşe en olumsuz yönden bakmak yerine belki de tek olumlu noktayı yakalamak doğrudur diye düşünüyorum. Kabul: Belki gruplar eşcinsel hareket adına radikal ortak kararlar alamadılar -ki toplantının böyle bir amacı yoktu- belki grup temsilcileri dışındaki insanlar barda sohbeti tercih ettiler, belki de birilerinin düşündüğü gibi saatlerce havanlarda ılık sular dövüldü. Ben bu toplantıda daha farklı şeyler yakalayabildim. Gördüklerim finalde birbirleriyle tanışıp, konuşan insanlardı, maskesini çıkarmış Deniz, Ankara KAOS, Sappho'nun Kızları, İstanbul Lambda,Bursa Spartaküs, Türk Gay, İstanbul, Diyarbakır, Adapazarı ve Antakya'dan bireysel katılımcıları ile renkli bir yelpaze, geleceğe dair atılmış sağlam temellerdi. Görünen o ki alaylı gazeteci mekanik Lambda toplantısından, sevgili Coşkun da Tayyip'in kollarından kurtulamadıklarından toplantıyı yeterince olumlayamadılar. Sadede Enver yardımıyla gelmek lazım. "Bu tür toplantıların yapılmasını diliyorum." (Sayı 51, shf 16). Tabii BAHARANKARA gibi popüler kimlik kaygılarına kapılmadan… Sevgiyle.

Eşcinsellere Yönelik Şiddete Karşı Ne Yapmalı? Örgütlenmeli! Biz gaylerin ortak ekonomik-sosyo kültürel hak ve çıkarlarını elde eden, varolanları koruyan ve geliştiren özgürce kurulmuş, serbestçe ve demokratik ilkelere uygun çalışan bağımsız bir örgüt ile bu işi halledebiliriz. Öte yandan gaylerin çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi mücadelesinin yapıldığı anda biz gaylerin yanında olacak bir baskı grubu oluşturmalıyız. Örgütsel çoğunluk (daha doğrusu azınlık) tek başına yaşam ve çalışma koşullarını iyileştiremez. Hak mücadelesinde başarılı olamaz. Böyle bir örgüt birliğin, güçlülüğün, özgürlüğün ve demokrasinin ayrılmaz parçasıdır. Zor günümüzde yardımımıza koşacak, bizi kollayacak ve koruyacak bir örgüt kurmalıyız. Gösterdiği faaliyet nedeni ile üyeleriyle her koşulda bütünleşmek ve iletişim kurmak bu örgütümüz için çok önem taşımalıdır. Bütünlüğü sağlayabilmek ve üyelerine en iyi hizmeti verebilmek için Türkiye'nin dört yanına, yedi bölgesine dağılmalıdır. Anılan örgüt barışın ve dialoğun yararlarına inanan, üyelerini ve toplumumuzdaki tüm fertleri sevgi ve dayanışmaya davet eden, sağlıklı, dengeli bir toplum, sosyal güvenlik ve dayanışmanın geliştirilmesi için çalışan, tüm üyelerine fırsat eşitliği sağlayan bir örgüt olmak zorundadır.

Tüm örgütlerde olduğu gibi bu gay örgütünün de gücü üyelerinden kaynaklanacaktır. Bu açıdan gerek üye sayısı gerekse üyelerin nitelikleri, yani örgüt bilinci, gay örgütünün üyelerinin bağlılıkları ve katılımlarıyla önem kazanacaktır. Bu amaçla geceler, geziler, toplantılar düzenlenerek, gay örgütü ile üyeler arası temas canlı tutulacaktır… Gibi şeyler azmak ister, bu örgütün kurulabilmesi için çabalar göstermek isterdim. Ama Türkiye böyle bir örgüt için daha hazır değil diye düşünüyorum. Gece veya geziler düzenleyeceksin, medyayı uzakta tutacaksın; davetiye, bilgilendirme veya kart basmak için sana gerekli isim listelerini ellerine geçirmeye çalışacak bir sürü insan ortaya çıkacaktır. Buna çalışanlardan birine para teklif ederek, en kötüsü kendini bu örgüte aldırarak kimlerin dahil olduğunu bulmaya çalışacaktır. Bir de belli bir büro ve bina sahibi olunacağından kötü niyetli hareketlerin önüne nasıl geçeceksin. Polis vb. zaten sık sık denetleyeceklerdir. Bir avuç gay yapsa yapsa fuhuş yapar gibi bir mantıkla. Belki en doğrusu (şimdilik) gay olduğumuzu birbirimize söylemek, yoksa çirkefe taş atıp üstümüze sıçratmanın bir anlamı yok.

Dergime ve konulara gelince, son derece üzgünüm. 22 yaşındaki Matthew Shepard'ın öldürülüşü ve öldürülüş biçimi!?

Neden bu öfke? Bunca hınç niye? Gay olmak, bunları mı hakettiriyor? Okuduğumda, son yıllarda sağcı-faşist insanların

ŞAKİR İstanbul

SUAT İstanbul

KAOS GL 52 / 35


DARREN İzmir

ŞAKİR İstanbul

KAOS GL 52 / 36

agresifliği son derece doğru. Lâkin bu kesimde eşcinsel yok mu? Kesinlikle var ve düşünsel olarak taban tabana zıt olduğum halde birbirimizi seviyoruz ve sevişiyoruz. Nevşehir'deki gay sevgilim, bana zıt düşüncede olsa bile, bu asla sorun olmuyor. Zira, sevgilim tercihi ile siyasi yapısını karıştırmıyor. Güzel olanı da bence bu. Ne istediğimizi biliyoruz kısacası. Sevgi adına paylaşabiliyoruz. Bu tür şiddet olaylarına maruz kalmamak için ne yapmalı? yazınız son derece yerinde. Kenetlenmeli ve elele vermeli diyorum. Diyorum da, tanımıyorum ama, İstanbul'dan Serkan Ege'nin yazdıklarını esefle okudum. Neden bu saldırganlık? Yok Parisli Amca, yok Coşkun, yok Yusuf Can! Gay olduğu için insanlar öldürülürken, elele vermek varken, doğrusu bu saldırganlığı pek anlayamadım. (Umarım yanlış anlamamışımdır). Bir diğer yazı; Cinsel Sapıklar-Dinsel Sapıklar. Bayağı etkilendim. Hem çağrışım da yaptı bana. Bir şovmenin yaptığı terbiyesizlik hortladı ve bir parti lideri vasıtasıyla gene gündeme geldi. Aleviler ve Sapıklık. Alevileri bilemem ama, bugün

itibariyle kapalı toplum oluşumlarından Kur'an Kurslarında bile sapıklık varken, insanlar bunlara şahit olurken, bu insanların kafaları hiç mi basmaz? Örneğin Manisa. Dincilerin bir yurdunda, dinci bir müdür yardımcısı olan kişi, gene dinci bilinen 11 öğrenciye tecavüz etmedi mi? Olay ortaya çıktığında Manisa çalkalandı. (Mesleğimden utanç duymuştum o anda). İşin en trajik yanı, bu dinci bilinen müdür yardımcısı öğretmeni, aklamak için, müdahil avukat olarak kim savundu, biliyor musunuz? Zamanında Deniz Gezmiş'in avukatlığına soyunan Burhan Apaydın. Bu avukat, meslektaşımı akladı ve sikilen sikildiğiyle kaldı. Olay da böylece örtbas edildi. Bu insanlar hakkında, varın yorumu siz yapın artık. Mektuplardan bölümündeki "Enes-Eskişehir" başlıklı yazı, doğrusu, beni etkiledi diyebilirim. Gözlerini kapattığında, kimi görmek ister acaba? Sonra, İstanbul'dan sevgili Ahmet'in yazısı çok hoş. Evet, "vücut dilinin susmamasını diliyorum" dileğine katılıyor ve kendisini sevgiyle öpüyorum. Serdar, P.K. 76, 45000-MANİSA

ELİMELİMÜSTÜNDEKİMİNELİVAR.

……'un yakın arkadaşının sevgilisine duyduğu aşkı ve şiirleri, ……'in cep telefonu ve Levis'ten aldığı pantolon, ……'ın Atakent sahilinde, Bornova'nın ıssız koruluklarında yediği mantiler, ……'un bitmeyen dedikoduları konuşuldu durdu. Milletin ağzına sakız olduğumuzla kaldık. Komikliğimiz de cabası. Gayiz ama önce insanız, gayler ayrıcalıklıdır diyoruz; kibar, estetik, mantıklı, yiyici ay bonkör.!!? Mütevaziliğimizden bu özelliklerimizi gösteremiyoruz. Kıskanıyor, sevgili çalıyor, uluslararası dedikodular yapıyoruz. İnsanların hayatlarını dedikodularla mahvediyoruz. Mahalle karıları. Koskoca İzmir'de ne gurup ne tartışma ortamı var. Gay barları doldurmak daha eğlenceli. Sonra da KAOS GL'den eşcinsel kurtuluş hareketini okuyup hüzünlenmek, tam bize göre. Bencil olmayalım ve yapılan toplantı duyurularına kulak verelim. Aman otuzluklar siz şişlerinizi alıp evinizde oturun, örgünüzü örün. Ayağa köstek, ruha ağırlık olmaktan başka bir işe yaramıyorsunuz. Gözümüzü açalım. Konsutruksuyonu oturtamıyorsak Ankara, İstanbul ya da yurt dışındaki organizasyonlardan yardım isteyin. Antakyalı Murat'a bol şans diliyorum. Görüş ve fikirlerine katılıyorum. Rabbim kuvvet versin.

İzmir, Ege'nin incisi Gaylerin gür sesi. Hangi gür sesi acaba. İzmir, gay potansiyeline rağmen zavallılık konumundan hiç bir zaman kurtulamadı. Ne bir hareket ne de bir oluşum kavramından söz edilemez. Bir ara gayler toplandı konuştu, çırpındılar; bir şeyler yapmak için . Sonrasında yine kendi kaoslarında boğuldular. Bence bu oluşum çabasındaki problemler eşcinsellikle alâkalı değil, insanların kişisel psikolojileriyle ilgiliydi. Kendi problemlerini çözmeden insanlar eşcinselliği tartışmamalılar. Jewel'in yoğun çabaları sonucunda başlayan toplantılarda bitiveren otuzluk gayler ise hemen el attılar. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirerek, kendilerini mudur, mudurcuk, vıcık vıcık şeyler olarak ilan ettiler. Ana başlık altında kurucu sıfatını aldılar. Buraya kadar herşey güzeldi. Fakat yaşadıklarını ve deneyimlerini bir iş başarmak için değil, taze gayleri tavlamak yada birbirlerinin sevgililerini ele geçirmek için kullandılar. Hiç yüzünü görmediğimiz insanlar BİZGL'nin kurucularıyız diye tanıştırdılar kendilerini. Aslında problem bu değil. Hiç bir şey yapmamış insanların etiket merakı. Olan biten ortada, kadınların altın gününden farkı olmayan toplantılarda; ATIN KULAĞINDAKİ SİYAH KELEBEKLER Taksim Lubunyası şehvetle Kadıköy Vapurundan bildiriyor… ANLAYAMADIM DA 51. sayıda dikkatimi çeken ortak nokta yazıların içindeki derin anlam ve anlatım bozuklukları. Acaba ahkâm kesiyor muyum? kaygısını da yanıma alarak izin verirseniz tanıdığım için sevgili Duygu Zafer'in yazısından örnekler vermek istiyorum. "Gelir adaletsizliği" deyimi kullanılarak bir hata yapılmış. Adaletsiz gelir söz konusu değildir, adaletsiz gelir dağılımı vardır diyebiliriz. Bir başka deyim yanlışı. "Eğitimin kalitesizliğinden". Eğitim bahis konusu ise kalite kelimesinin kullanımının çok doğru olduğunu sanmıyorum. Eğitim sistemindeki çarpıklık daha doğru bir ifade olurdu. Bir de kalite, uyandırdığı zayıf (belirsiz) anlamlar nedeniyle büyük elemelerden sonra kullanılmalıdır. "İnsanların sağlık ve eğitimden eşitçe pay alamamalarından" cümlesinden sağlık ve eğitimin eşitçe pay edilebileceği gibi bir anlam çıkarılabiliyor. Sağlık primlerinin bölgelere göre dağılımındaki düzensizlik cümlesi asıl anlatılmak istenilene daha yakın olsa gerek. "Milletvekillerine gösterilen kıyaklıktan" cümlesinde hem yanlış kelime kullanımı hem de anlam bozukluğu mevcut. Milletvekillerine sunulan büyük ayrıcalıklar desek? Canımız illa argo kullanmak istiyorsa, kıyak milletvekilliğinden diyerek sorunu çözebiliriz. "Gözaltındaki işkencelerden"... gözler önünde siz hiç işkence yapıldığını gördünüz mü? "Çocukların büyük bir vahşetle yaptıkları tecavüz" Vahşi olmayan tecavüzler de var sanırım! "Hayvan eziyetlerinden"... Bir terslik var ama çözemedim.

"Trafik sıkışıklığından"... Trafik araçlarının yoğun olduğu durumu tanımlamak için kullanılır. Bir de trafiği sıkıştırmak "GAP Projesi" gibi bir şey oluyor. "Eşcinselliklerini evlere ve bazı barlara kapatanlardan"… Önce eşcinselliğimizi evlere kapatanları, yani bizi kaçmak zorunda bırakanları suçlasak, bizim gibi olanları değil. İsteyerek kapananları bilemem… "Türkiye'de yaşayıp da fena olmayanlara şaşıyorum"… 80'lerin siyasi belirsizliğinden kaynaklanan kaosu saymazsak son dönemde en büyük toplumsal ve bireysel çıkışlar görülüyor. Yani, Türkiye fena halde fena oluyor… Bir hata da kızlarımızdan. "Kırgındık, yaralıydık, korkuyorduk". Edilgen çatılı fiillerin bu şekilde kullanımı anlam kayması yaratır. Tek başımıza kırılamayacağımıza göre kırılmıştık, yaralanmıştık, korkutulmuştuk olmalı… Son veciz hata da Ali Kemal Yılmaz'a ait. "Gay örgütlülük üzerine" şimdi ben ne diyeyim… AY NE KADAR ALINGANSINIZ: 27 Eylül toplantısının ilk alınganı Özgür Özçelik. Yazısında bahsi geçen Deniz (ki bir diğer alıngan da o idi) sağımda otururken, Özgür sol yanımdaydı ve aramızda bir kişi vardı. Bu yüzden kendisini "küçük arkadaş" hitabı sonrasında yakından görebildim. Özgür, yazdıklarına ve duyarlılığına bakılırsa en az yüzü kadar güzel bir de yüreğe sahip. Genç yaşında görülebilen


bilgi ve bilince sahip olman güzel de niye bu gereksiz alınganlık… YANLIŞ MI GÖRDÜM ACABA? Coşkun'un yazısından bir alıntı yapacağım. "Coşkun bana erkekmişim gibi davranma, rahatsız oluyorum. Ben bir homoseksüelim". "Erkekmişim" gibiden kastedilen düz erkek (sitreyt) ise durum vahim, yok eğer aktif eşcinsel erkek tanımlanıyorsa durum daha da vahim… "Tayyibim… Sen normal erkekleri bile öne doğru eğersin". Normali nedense aynı "norm"dan gelen şeklinde düşünmek istiyorum. Bunun adına homofobi derler, heteroseksüeller bunu çok severler… Bir de öne eğmek erdem mi? Sevgili Parisli Amcama duyduğum saygıdan dolayı eleştirmek bana düşmez. Yazısında tesanüt (dayanışma) kelimesi kullanılmış. Eğer kelimenin bilinen anlamı da yazılacaksa eski kullanımına ne gerek var? Yada gerekli açıklama yazı sonunda verilse olmaz mı acaba…(Parantez içindeki dayanışmayı biz yazdık. Yazı sonunda not olarak yazılmalıydı. Bu arada Parisli Amca 70'ini geçmiş bir gay. Bugün kullanılmayan kelimeleri kullanması doğaldır.) "Mütedil arkadaşlarımız"… Hüseyin Rahmi okuyormuşum gibi geliyor. Gay ve eşcinsel kelimelerinin şu anki kadar yaygın kullanıma sahip olmadığı zamanlarda nonoş, abla ya da homoseksüelin kısaltılmasından gelen homo kelimeleri kullanılırdı. Homo, literatürdeki bir cinsel kimliği tanımlamaktan çok hakaret amacını taşırdı. Heteroseksüellerden bahsederken amaç zaman kazanmak değilse en azından yazım dilinde kısaltmasak olmaz mı? TARTIŞMA: (Taksim'in lubunyası Cihangir'den bildiriyor). Şaibe tartışması şaibelilerin katılımı ile başından beri seviye kaybediyor. Olayı ortaya atan Coşkun -pardon Kezban diyecektim-, şaibeliler tarafından yıpratılıyor. Deniliyor ki "Sen önce lezbiyenlerle olan sorununu çözümle". Hafızam beni yanıltmıyorsa ilk şaibeliler Alex, Bülent Ateş ve Kemal Beyler idi. Öyleyse Kezban'ın lezbiyenlere karşı bir tavrı yok. Deniliyor ki Lambda'nın parasının hesabını niye sen soruyorsun. Yani, sana mı kaldı. Coşkun 93 yılından beri Lambda'nın, dolayısı ile eşcinsel hareketin içinde yer alan bir kimliktir. Eğer Lambda'nın kuruyemiş ekibi paranın hesabını soramıyorsa, hesabı sormak Coşkun'un görevidir. Kaldı ki Coşkun daha çok eşcinsel grupların yurtdışındaki saygınlığının peşindedir. Deniliyor ki "Lezbiyen örgütten alınan paradan bize ayrılan miktar 500 $. Adaletiniz bu mu? Para lezbiyen bir örgütten Uğur'un (Lambda yöneticisi) hazırlamış olduğu ciddi proje sonrasında geri dönüşü beyan edilmek şartıyla alınabilmiş, ciddiyetsiz insanlara teslim suretiyle de heba edilmiştir. Altı aylık toplantı periyodunda yalnızca iki kez görebildiğim (toplantı salonunun altındaki bardaydı sanırım) Güneş'in "bu para az bile" diklenmesi boşunadır. Ayrıca ortada para olmadığına ve bir yıllık geri dönüş süresi dolduğuna göre Lambda'nın yapacağı zorunlu bildirim merak konusudur. HABER Herkesi yazar yapmaya niyetliler için sevindirici bir haberim var. KAOS yazar kadrosu -sıkı- bir yazar kazanıyor. İzmir'den sevgili Şener. Yazısını ve yaşam öyküsünü keyifle okudum. Yazısının sonunda şöyle bir cümle var: "Sizler zaten neyin ne olduğunu biliyorsunuz". Ne yani şimdi bildiklerimi mi okudum ben. Ah keşke o cümle olmasaydı. HOMOFOBİ Filiz Moray'ın kullandığı "Mahalle kadını", Güneş'in zihninden yazıya dönüşen "mahalle kadını ağzı" sözleri -adı geçen kişiler gibi- Türkiye'deki feminist düşünce birikimi için kocaman birer talihsizliktir. DUYURU (Ben de alınganım) 15 Kasım'da Sappho çıkıyormuş. Güneş 97 yılının Ağustosunda Açık Radyo'daki %100 GL programına katılmıştı ve yakında diyerek dergi çıkış tarihini vermişti. 15 ay sonra Sappho nihayet duvar gazetesi gözüyle bakılan KAOS'un satıldığı her yerde satışa çıkıyor. BU KIZ NE DİYOR YAHU Götveren münasebetsizliği sonrasında sevgili Gay'e Efendisiz'in tavrını çok yerinde bulduğum için değinmiyorum. Homolarının bu kadar homofobik olduğu bir ülkede orospuya orospu diyemezken ibneye götveren demek fazlaca cahil cesareti olsa gerek. TEBRİKLER Yorumu haketmeyen bir yazı var ki Serkan Ege rumuzunu taşıyor. Kendisinin de dediği gibi sinirle yazılmış. Ne Coşkun'un çalışmak gibi bir angaryası olduğunu hatırlatmaya gerek var ne de Parisli Amcanın tek derdinin nadir sertleşen similyasıyla birilerine tecavüz etmek olmadığının. 50. sayıdaki Dialog yazımda yer alan "görmek" sözü okuyanın bilinç altında kesişme haline gelivermiştir. Dialog yazısındaki bahsi geçen cümlede anlatım amacı coming-out sonrası cinsel kimlik hesaplaşması yaşayan kişinin gündelik hayatta hemcinslerine rastlamasının kişiye vereceği rahatlıktır. Yaşananları ve yazılanları anüsünden anlamak, yorumlamak konusunda gösterdiği dirayet sonrasında Serkan Ege büyük tebriği hakediyor.

SİCİLYALI BİR OĞLANA Aşkım, şekline şemâline hayranım ben, Tapılası enfes göğüslerine ve kollarına; Göksel gırtlağından çıkan mucizevî nağmeler Rüyalarımda bile göremeyeceğim ateşleri saçar: Seni deniz köpüklerinin kıyı burnunu sevişi gibi, Ya da denizin aklını başından alan sahil gibi seviyorum: Ağzında yeşeren şekerleme gibi çiçekler En narininden şeftali ve mor üzüm taneciklerinden alâdır. Seni seviyorum tatlım! Öp beni, gene öp! Öpücüklerin beni yağmurun yorgun toprağa yağışı gibi dinlendirir; Mutluluğumu kolların arasında bulurum; Ah, kutsi oğlan, bırak da her şeye karşın Keyfini süreyim koynunda Geçmişin karanlığının ve bir kadının Tatsız tuzsuz öpücüğünün verdiği rahatsızlığın! Theodore Wratislaw(1871-1933) Çeviren:Şarmut A. İkarus/Ankara

THE PENGUIN BOOK OF HOMOSEXUAL VERSE. Ed.stephen coote. Harmondsworth:Penguin Books, 1983. S.372.

VAY CANINA GECE OLDU YİNE ÇAKTIRMADAN AŞKTAN YA DA... Sana meylim diil tevazudan Büllüğünü yiyiim Büllüğünü yiyiim Diyorsun ya Utanmadan Ondan Şarmut A. İKARUS/Ankara

KAOS GL 52 / 37


Ayşe Z. Bugün ilk defa bir lezbiyen cennetinde olduğumu ………… düşündüm. Havanın güzelliğinden olsa gerek, A-

Nerede olursak olalım, koşullar ne olursa olsun, hepimiz bir savaşın içindeyiz. Görülmeye, desteklenmeye ihtiyacımız var. Sesimizi daha iyi duyurabilmek için birbirimize kulak vermeliyiz öncelikle. Sonra, çok yakında, herşey daha iyi olacak. KAOS GL 52 / 38

merika'nın "out" eşcinsel topluluğunun en yüksek düzeye ulaştığı bu atılımcı üniversitede çimenlerde el ele, sarmaş dolaş kadın sevgililer, kampüs civarındaki cafe ve restoranları elit lezbiyen topluluğuna özgü moda "lesbian chic" stilini benimsemiş kısa saçlı, marka fakat alternatif giyimli, bakımlı, çoğunlukla anglosakson, üst tabakadan paralı ailelerden gelen, seçimlerinde özgür bırakılmış, gelecekleri cinsel yönelimlerinden bağımsız önlerinde parlayan, özgüvenli yeni sevici nesil. Okulun desteği ve açıklık politikası sadece öğrenci seçiminde kalmıyor. Dedikodulara göre edebiyat bölümünde heteroseksüel, hele hele evli akademisyen ve asistanlar gay/lezbiyen çoğunluğa karşı "coming out" sorunları yaşıyorlarmış. Henüz resmi bir gay/ lezbiyen çalışmaları bölümünün olmamasına rağmen her dönem film/edebiyat/tarih/tiyatro gibi bölümlerde gay/lezbiyen temalı en az 10 derse rastlamak mümkün. Lisans ve lisans üstü öğrencilere ait 2 ayrı eşcinsel öğrenci organizasyonu var okul bünyesinde. Gay/lezbiyen temalı tezlere ve araştırmalara özel parasal destek sağlanıyor. (Ev arkadaşım "Savaş Öncesi Almanya'sında Görsel Sanatlarda Lezbiyenlik" konulu tezi için geçen dönemi okulun parasıyla Avrupa'da geçirdi, gelecek sene yine gidiyor). Akademinin bize sunduğu pembe gözlüklerle bakıldığında herşey harika görünüyor. Hiçbir problem yok sanki; çağlar atlanmış, cinsel seçimler ve kimlikler bir problem olmaktan çoktan çıkmış. Bu perspektiften Amerika'da adeta bir eşcinsel altın çağı yaşanıyor. Maalesef işin gerçek yüzü göründüğü kadar parlak değil. Her ne kadar bu kampüs eşcinseller, özellikle lezbiyenler için bir çeşit "Illyria" olsa da, hâlâ birçok alanda gizlilik söz konusu. Gay/Lezbiyen temalı derslerin bir çoğu transkriptlerde kod adlarla geçiyorlar. (Örneğin geçen dönem aldığım "Unnatural Acts: Gay/Lesbian literary studies" adlı ders eve yollanan raporlarda sadece "Unnatural Acts" gibi her yöne çekilebilir bir isimle geçti.) Eşcinsel öğrencilerden ailelerine "out" olanlarla olmayanların sayısı neredeyse eşit. Akademik ortamlar eşcinsel kimliği benimsemede ve bu konuda araştırma yapmada güvenli bir alan sağlıyor ama bu güvenli, kabullenici aileden ayrılma zamanı geldiğinde, iş aranırken örneğin, özgeçmişlerinde gay/ lezbiyen organizasyonlarını üye oldukları kulüpler arasında anmaya çekiniyor öğrenciler, okuldan sonra yaşanacak şehirler cinsel yönelimlere göre belirleniyor. San Francisco, New York, Los Angeles gibi eşcinsel vahaları büyük rağbet görürken, buldukları işler nedeniyle daha az toleranslı küçük şe-

hirlere gidenleri okulda yaşanılan rahatlığa ister istemez gelecek bazı kısıtlamalar, dolayısıyla dolaba bir çeşit geri dönüş bekliyor. Evet, burası bir lezbiyen cenneti. Ama elit bir cennet. Şehrin tek lezbiyen barına gittiğimde okuldan hiçkimseyle karşılaşmıyorum. Yukarıdakiler/Aşağıdakiler dizisini canlı olarak yaşıyormuşum gibi geliyor. (Okul bir tepenin üstünde ve bar aşağıda, şehrin merkezinde bulunuyor). O bar alt sınıf lezbiyenlerin mekanı. Giyimleri ve tarzları, saç şekilleri ile hemen kendilerini belli ediyor ve tepenin üstündeki elit kızkardeşlerinden ister istemez ayrılıyorlar. İki gurup hiçbir şekilde kaynaşma arzusunda değil. Aşağıdakiler edebiyat başyapıtlarını ve klasik filmleri "queer reading"lere tabi tutan akademisyenleri de pek ilgilendirmiyorlar. Her alanda olduğu gibi, bu dominant düzen tarafından marjinalize edilmiş komünde bile sınıf farklılığı insanlar arasında en ayrımcı etken olarak kendini belli ediyor. Lezbiyenler kategoriler içinde boğulup ayrımcı stratejiler geliştiriyor ve zaten az olan görünebilirliklerini kendi elleriyle siliyorlar. Son 20 yılda Amerika'da eşcinseller çok önemli yollar katettiler. Birçok savaş verildi, birçok zafer kazanıldı. Gay erkekler bir bakıma bizden çok daha yüksek bedeller ödediler davaları adına. AIDS ve çoğunlukla gay erkekleri hedef alan homofobi onlar daha çok birbirlerine bağladı. Oysa lezbiyenler hem kadın eşcinselliğine heteroseksüel erkek fantezileri sebebiyle daha bir toleransla bakılmasından hem de heteroseksüel olarak "pass" edebilme şanslarının görünebilirlikleriyle ters orantılı olarak daha yüksek olmasından yararlandılar, bu konformizm de bir yerde ayrımcılığa ve lezbiyenler arasında kopukluklara yolaçtı. Yine de iyimser olmaya devam ediyorum. Çimenlerde kolkola yatan, gelecekte çok önemli yerlere geleceklerini bildiğim bu "chic" lezbiyenleri gördükçe bizim neslimiz ve sonrakiler için tam özgürlüğün çok uzakta olmadığını hissediyorum. Bizden öncekilerin büyük çabalarıyla 20 yılda alınan mesafenin daha fazlasını çok daha kısa zamanda aşmak mümkün. Bir yol açıldı önümüzde, engebeler çok, ama yeşil ışık çok da uzak olmayan bir yerlerde yanıyor. Kendimizi kritize etmemiz yapıcı sonuçlara ulaşmamız için çok önemli. İleride birgün, akademideki lezbiyenlerin aşağıdaki kız kardeşlerine daha çok el uzatacaklarını biliyorum. Ve sadece Amerika'da değil, dünyanın her yerinde çeşitli sorunlarla boğuşan lezbiyenlere. Çünkü nerede olursak olalım, koşullar ne olursa olsun, hepimiz bir savaşın içindeyiz. Görülmeye, desteklenmeye ihtiyacımız var. Sesimizi daha iyi duyurabilmek için birbirimize kulak vermeliyiz öncelikle. Sonra, çok yakında, herşey daha iyi olacak.


BİZE GELENLER ERKEK VE KADINDA EŞCİNSELLİK Ali Kemal YILMAZ Özgür Yayınları Birinci Basım: Ekim 1998

YEPYENİ BİR ÜRÜN YEPYENİ BİR ÇÖZÜM RAHAT BİR CİNSEL İLİŞKİ için

GLEITGELEN®

BAKUNİN Hayatı, Mücadelesi, Düşünceleri Derleyen; Sam DOLGOFF İngilizce'den Çeviren; Cemal ATİLA Kaos Yayınları Birinci Baskı: Kasım 1998, İstanbul

Su bazlı kayganlaştırıcı

BEN'DEN ÖNCE TUFAN Sylvia Plath ve Şiiri Yusuf ERADAM İmge Kitabevi Yay. Birinci Baskı: Mayıs 1997

• Su bazlı olması dolayısıyla prezervatifle kullanım kolaylığı sağlar. • Yeterince kayganlık prezervatif kullanımını güvenli kılar, yırtılmayı önler. • PH 5,5 olup mukoza ve penis üzerinde zararlı bir etkisi yoktur. • Her biri tek kullanımlık tüpler şeklindedir . SATILDIĞI ECZANELER İSTANBUL: Taksim: Rebul, Taksim, Itır Ağacami, Filibeli Bağdat Cad.: Tanyer Kızıltoprak Altın, Tolga Nişantaşı Fulya, Selay

BROŞÜR FUNDAMENTALISM, NATIONALISM, and MILITARISM in TURKEY FEMINISM in TURKEY London, September, 1998 İsteme Adresi: The Fifth of May Group, P.O. Box. 2474, London, N8 OHW, England Fax: 0181-374-5027

İZMİR

Alsancak: Çağdaş, Köseoğlu Güzelyalı: Canses Karşıyaka Ataşen

ANKARA Tunalı Hilmi Cad: Lünet, Fırat KAOS GL 52 / 39


HABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERL Eşcinsellik ve Çalışma Hayatı İlk kez yapılan "Sendikalar, Eşcinsellik ve Çalışma Hayatı" konulu uluslararası konferans Temmuz'un sonunda Hol-landa'nın Amsterdam şehrinde 200 ka-dar delegenin katılımıyla gerçekleş-tirildi. Konferansın başlıca odak noktası gay ve lezbiyenlerin işyerinde ayrımcılığa maruz kaldığı, bu yüzden cinsel yönelimin de sendikaları ilgilendiren bir konu olduğuydu. Tacize uğruyor, sözel ve fiziksel olarak aşağılanıyor, işten atılıyor ya da terfi ettirilmiyorlar. Diğer çalışanların eşlerinden kaynaklanan avantajlar onlara sağlanmıyor. Üç gün boyunca gay ve lezbiyen sendika aktivistleri bir dakikayı bile boşa geçirmeyen bilgi, tecrübe ve fikir alışverişinde bulundular. Gerçekleştiğinde yıkıcı olan birçok olay, ortak bakış açısının yarattığı atmosfer içinde coşkulu bir hava yaratıyordu. PSI (Uluslararası Kamu Emekçileri Sendikaları Federasyonu) yetkilisi Ros Harvey, sendikal hareketin bu konferansın sosyal adalet için yapılan savaşıma sağlayabileceklerinin, değerlendirilmemesinin büyük bir kayıp olacağını vurgulayıp, cinselliğini nasıl yaşamayı seçtiğine aldırmadan her çalışanın eşit olma hakkının savunulmasının getirdiği enerji ve hırsa dikkat çekti. Ros Harvey konferansta "kamu sektörü" konulu bir workshop düzenlemişti. Hollanda'dan katılan AbvaKaba, Dünya'da eşcinsellikle ilgili en özgürlükçü yasal düzenlemelere sahip olduğu düşünülen Hollanda'daki lezbiyen ve gay çalışanların işyerlerinde heteroseksüel meslektaşlarına göre daha çok olumsuz tecrübeleri olduğunu gösteren çalışmasını sundu. Bu, daha baskıcı yasalara ve toplumsal eğilimlere sahip olan toplumlarda durumun çok daha kötü olmasının beklenebileceğini düşündürtüyor. Birçok katılımcı lezbiyen ve gay sorunlarını gündeme getirme konusunda çaba gösterdiyse de, genelde konular gelişmiş ülkeler çerçevesinde görüşüldü. Uluslararası Kamu Emekçileri Sendikaları Federasyonunun politikası sendikaların çalışma hayatında ayrımcılığa -ama her türlüsüne- karşı mücadele vermesi gerektiği yönünde. Ve PSI konferansta görüşülenlerin ger-

çekliğe dönüşmesini istiyor. (FOCUS, on Etmesin!", "BBC, Özel Yaşama Müdahale Ettiği İçin 'Özür' Diledi" Brezilya'da Polisler Travestilerin İngiliz İşçi Partisi hükümetinin Galler Canına Kastetti. Bakanı olan Ron Davies istifa etti. İsGrupo Gay da Bahia'dan 4 Ağustos'ta tifasının ardından bir basın toplantısı bildirdiğine göre Salvador şehrinde 4 düzenleyen Davies, gazetecilerin niçin askeri polis, 2 travesti seks işçisini a- istifa ettiği sorularını yanıtlamak isteşağılayıp, işkence yaptıktan sonra de- memesi üzerine "eşcinsellik" tanımnize atlamak zorunda bıraktılar. Tra- lamasıyla karşılaşmıştı. Tony Blair'in vestilerden biri, Luana boğuldu, cesedi hükümetinde açık eşcinsel milletvekili üç gün sonra çürümek üzereyken bu- ve bakanlar olduğu halde Ron Dalundu. Olayın tanığı olmuş diğer bir vies'in kendini gizlemek için karitravesti, Joyce ve Salvador Travestiler yerinden bile vazgeçerken, İngiliz Birliği başkanı Lena Oxxa yaşam- medyası onu rahat bırakmıyor. İngiliz larından kaygı duyuyorlar; bu yüzden resmi yayın kuruluşu BBC'de yayınlainsan hakları organizasyonlarının ko- nan bir program sırasında katılımruması altındalar şu anda. cılardan birisinin Galler Bakanın cinsel Grupo Gay da Bahia ve Salvador Tra- yönelimini suçlama gerekçesi yapmavestiler Birliği'nin askeri polis kışlası sı, medyanın özel yaşamlara müdaönünde yaptıkları yürüyüş, katil zanlısı hale edebilme hakkını yeniden tardört polisin meslekten uzaklaştırılıp tu- tışma gündemine getirdi. Farklı cinsel tuklanmasına yol açtı. Dava görülene yönelimi olan kişileri teşhir ederek, kadar polisler hapiste kalacak. Kara- onları "aşağılama" furyası sonrasında kolun sorumlusu olan teğmen ise hâlâ BBC yönetimi çalışanlarını bir genelserbest. geyle uyardı ve ayrıca yine aynı teGrupo Gay da Bahia 1980'den 1998'e levizyonda eşcinsel olarak tanımlanan kadar 1600 eşcinselin öldürüldüğünü, Ticaret Bakanı Peter Mandelson'dan, bunların sadece %5'inin dava konusu özel yaşamına müdahale edildiği geolduğunu bildiriyor. (IGLHRC) rekçesiyle özür dilendi. * Almanya'nın Quellendorf kasabası İngiliz The Guardian Gazetesi özel yaBelediye Başkanı Horbert Lindner, cin- şamların medyaya malzeme olmasının siyet değiştiriyor. Mühendis olan Lind- halk tarafından nasıl karşılandığına ner'in, 18 ve 24 yaşlarında 2 kızı var. dair bir araştırma yaptırdı. Araştırmaya Hormon tedavisi gören Lindner ame- yanıt verenlerin %56'sı eşcinselliğin liyatla fiziken de tamamen kadın ola- yaşamın doğal bir parçası olduğunu cak. Partisi PDS (Demokratik Sosya- belirtirken yakın bir oran olan %52si lizm Partisi) ve halk da onu des- de eşcinsel yönelimleri olan bir kişinin tekliyor. Ancak Başkan Yardımcısı, hükümette bakan olarak görev almaLindner'in azlini istiyor. Seçmenler 26 sının abes olmadığını, tam tersine koKasım'da başkanın azledilip azledil- numuyla uyumlu olabileceğini belirtti. meyeceğine karar verecek. Transek- Medyanın karşısına çıkan İngiltere süel başkan görevden alınırsa, partisi Başbakanı Blair, eşcinsellikleri eleşPDS'nin üyeleri, cinsiyet ayrımcılığı tirilen 3 kabine arkadaşını sahipleyapıldığı gerekçesiyle üst mahkemeye nerek "cinsel yönelimleri ne olursa olsun, özel yaşamlarının ayrıntılarını başvuracak. gizlemeleri koşuluyla bulundukları Bir Transeksüel Belediye Başkanı koltukta kalabilecekleri ve görevlerini da Yeni Zelanda'dan. sürdürebileceklerini" söyledi. Yeni Zelandalı transeksüel belediye * başkanı Georgina Beyer, gelecek yıl başbakan adayı olacağını açıkladı. URUGUAY Sabah Gazetesi, Yeni Zelanda'da Be- Bir Latin Amerika ülkesi olan Uruguyer'e "Bay mı yoksa Bayan Başbakan ay'da, "Cooperativa Bancaria" çalışanmı" deneceğinin tartışıldığını iddia edi- ları, tarihi bir karara yol açarak, toplu yor. Ama biz bu homofobiyi de, trans- sözleşme pazarlığında sağlık ve diğer açılardan evli çiftlere tanınan avanfobiyi de gayet iyi biliyoruz! "Eşcinsel Bakan İngiltere'yi Sarsı- tajların eşcinsel çiftleri kapsayacak şeyor", "Basın Özel Yaşama Müdahale kilde, evli olmayan çiftere de sağlanmasını kabul ettiler. (IGLHRC) the Public services 3/98)

HABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERLERHABERL 400.000.-TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.