KaosGLD53

Page 1

Eşcinsellere kendilerini bulma ve ifade etme konusunda hiçbir zaman fırsat verilmedi ve hassasiyet gösterilmedi. Çoğu heteroseksüel insan küçük yaşta cinselliklerini yaşayabiliyorken, bizler o güzelim yılları çelişki ve yalnızlık içerisinde geçiriyoruz.


AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ OCAK 1999 YIL 5 SAYI 53 KAOS GL ilga üyesidir. Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 I n t e r n e t A d r e s i : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e - m a i l : kaosgl@ilga.org

İÇİNDEKİLER

SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) Kelepir (Sönmez İşhanı) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak) İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak) Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Kelepir (Konur 2) Doruk (Mithatpaşa) Kitabevleri

Eski sayılar Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de.

Dizgi: Atilla Karakış, Cem Düzelti: Gay’e Efendisiz, Ali Ferhat Kapak: Atilla Karakış, Özcan

İntihar, İhtimalleri Ortadan Kaldırma İsteğidir............................................................................................3 Askerlikte Yasal Durum.............................................................................................................................4 Ankara'da Dünya AIDS Günü ...................................................................................................................5 Lezbiyenliğim Gururumdur........................................................................................................................6 Sevgiliye....................................................................................................................................................7 Post-Gay ...................................................................................................................................................8 Gitmeliydi Uzaklara… ............................................................................................................................11 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................12 Lezbiyen Kimdir? ....................................................................................................................................20 Gay Jatsby, The Muhteşem ....................................................................................................................22 Haberler ..................................................................................................................................................24 Oscar ......................................................................................................................................................25 Evlensek de mi Kurtulsak, Evlenmesek de mi Kurtulsak?! .....................................................................27 New York Notları II..................................................................................................................................28 Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Öyküler ve Eşcinsel Kültür-II.............................................................30 İlk Denemeydi… .....................................................................................................................................34 Anket Sonuçları.......................................................................................................................................35 Düş tü (Şiir) .............................................................................................................................................38 ai-Eşcinsellik Eylem Grubu .....................................................................................................................39

KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR.

ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .

TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R SAPPHO’NUN KIZLARI: Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) SPARTAKÜS BURSA: Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA TURK-GAY (S.V.D.): Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA L A M BD A İ STANBUL: P.K. 103, Gö ztep e/ İ ST AN BU L (e-mail: turkiye@qrd.org) Tel: 0.212.233 49 66, Fax: 0.212.224 37 92


Ölmek çok önemli. Ölmek hayatın içinde. Ölmek hayatın bir parçası. Farkında olmadan neredeyse mutlu ölebilmek için yaşıyoruz. Yaşamlarımızı ölümler üzerine kuruyoruz farkında olmadan. Kendi mutluluklarımızı başkalarının mutsuzlukları üzerine kuruyoruz. Öldürdükçe çoğalıyor, cesetler kadar saygın kılıyoruz varlığımızı. İyi de nereden geliyor bu sihir. Ölümün önemi öldükten sonra dünyevi hayata geri dönemeyecek olmamızda değil bir daha tekrarlanamayacak olmasında saklıdır. Düşünsenize, EN FAZLA KAÇ KERE ÖLEBİLİRSİNİZ? Wilham Burruoghs "konuşmak, yalan söylemektir" diyor. Son yapılan çalışmaların verilerine göre birgün içerisinde yaklaşık 200 kere yalan söylüyoruz. Bu rakam ise ortalama bir değer. Yalan söylediğinizi farkedemeyecek kadar usta bir yalancıysanız sayı çok daha fazla. Aynı araştırmadan bir başka veri de yalan söyleyen kişilerin söylemeyenlere oranla iş hayatlarında daha başarılı, özel hayatlarında daha mutlu, huzurlu olduğu yönünde. Öyle ya din kültürü ve ahlâk bilgisini arttıran kitaplarda bile bize hangi durumlarda yalanın pervasızca söylenebileceği öğretildi. Şimdiyse adeta psikologlar bize çoktan yalan temeller üzerine kurduğumuz hayatlarımızı yeni süslü yalanlarla donatmamızı; daha mutlu olabilmenin sihrinin handiyse nevrotizmden geçtiğini sıkıca tembihliyorlar. Sonuç itibariyle ne kadar yalan o kadar geçici mutluluk formülüne dayanıyor insan hayatı. Nihayet yurt geneline yayılan bir takım turunçgilleri ezmek, bayrak yamak, Juventus'u elemek gibi Balkanlar'dan gelen kısa süreli isteriden yavaşça kurtuluyoruz. Sanırım, büyük bir çoğunluk "Ferrari'ye bir daha asla binmiycem abi" şeklinde gösterdiği kişisel tepkisini devam ettirecek. Büyük ihtimalle Benetton bile kısa süreli siyahlar eylemine son verip en kısa zamanda gökkuşağı renkliliğine geri dönecektir. Sonunda Medeni Kanun ve Anayasası batı kaynaklı doğu kültürünü taşıyan bu ülke, tüm batı özentilerine rağmen bir kez daha batının kendisini kabul etmeyeceğini, batıda yer almadan gerçekten batılı olunamayacağını öğrenmiş olacak. Bunca hengamenin yegane kaynağı Türkiye'de yaklaşık otuz bin kişinin öldürülmesi ile suçlanan terörist örgütün elebaşının bir Avrupa ülkesinde yakalanması ve insan hakları fedaisi ülkenin sergilediği nahoş tavırdı şüphesiz. En kısa sürede yurt genelinde örgütlü ya da örgütsüz biraraya

gelen insanlar tepkilerini, içlerindeki gizledikleri, bir ŞAKİR türlü dile getiremedikleri öfkeyi eyleme İstanbul dönüştürerek uzun süre anahaber bültenlerine malzeme oldular. Nedense hemen her gece birkaç şehit haberine, birkaç köyün basılmasına ve o insanlara dair keyifsiz kanlı görüntüleri kanıksamış olduğumuz anda milyonlarca insan milliyetçi duygulara benliklerini esir edip belirsiz bir hedefe doğru aksak adımlarla yol almaya başladı. Denizin tam ortasında olduğumuzdan belki de hemen sarılacak yılan aradık. İhracatının yalnızca %2.5'ini oluşturduğumuz halde ekonomik yaptırımlar denedik. Hedefe varmak adına olmasa da gereksiz yapılası ne varsa yaptık. Hayatta kalmak için öldürmek gerekir ilkesini devam ettirmek için oluşturduğumuz yalan umutlara yeni yalanları ekledik. Savaşçı bir toplumuz biz. Atalarımızın asker ruhlu olduğu öğretildi milli tarihimizin anlatıldığı kitaplarda. Aynı kitaplardan "barbar Türk" söylemini yaratan savaşları öğrendik. Hep övündüğümüz yüzlerce yıllık tarihimiz vardı. Yeni bir isimle, yeni bir kimlikle kurulmuş cumhuriyet, saraylardan gelen köhnemiş zihniyeti ve onun mirasını reddetmişti ama bizler bilmeden o zihniyetin altıyüzyıllık tarihi ile övünmekten alamadık kendimizi. Savaşçı bir toplumduk biz. İşte şimdi bu cümleyi dili geçmiş zaman kipi ile kurmak istiyorum. Geçmişin getirdiği kültürün izleri ile kapitalist toplumların tahakkümcü kültürünün kırıntılarını uzlaştıramayan tüm ülkeler gibi Türkiye'de bu eski savaşçılığının ezikliğini taşıyor üzerinde. Bu yüzden hâlâ binlerce genç davul-zurnalarla, "en büyük asker, bizim asker" nidaları ile gönderiliyor askerocaklarına. Bu yüzden en önemsiz siyasi çıkmazlarda bile yetmişindeki Türk erkeği Karaoğlan gözükaralığını sergiliyor bize. Böylece insanın doğasındaki -belki de temeli- yok edim süreci, öldürme arzusu yalanlarla realize edilmeye çalışılıp mutluluk anahtarları sunuluyor. Sırf bu yüzden analar ölüm ihtimaline rağmen gözyaşlarını gizleyip, oğlunu gönderiyor. Kutsiyetine asla laf söyletmediğimiz vatanın bölünmezliği için bir belki birden fazla oğulu feda edebiliyoruz. Ardından -yeni yalanlarlakayıtsızca şehitlik gibi bazı mertebeleri sunarız bayrakların sarıldığı tabutların başında. İnsan yaşamının en önemli iki yılının hangi amaç uğruna kullanılacağı, hayatı ileriye götürecek hangi pozitif adımların atılacağı, çok azımızın zihninde küçük birer sessiz soru işareti olarak kalacaktır.

KAOS GL 53 / 3


bile hatırlatılacak, resmi kurumlarda, işe girişlerde yüzünüze vurulacak, bireyin sırtında taşınması gerekli bir kambur haline getirilecektir. Sizin "bir akşam nöbetteykene" diye başlayıp anlatacağınız askerlik hatıralarınız olmayacaktır, evine geç saatte gelen arkadaşınızı "bak Neriman askerlik arkadaşım Hulusi" diye tanıştırma şansınız hiç yoktur. Devletin size "istemeyeni askere almıyoruz" nezaketiyle sunduğu bu sihirli rapor kabullenişin en can alıcı anlarında belki de sınırsız bir yokedilişin temellerine hazırlayıcı olmaktan başka fonksiyon taşımayacaktır. İşte bir depremden sonra bize ulaşan devlet ananın yüreği ya da terör mücadelesinde halkını koruyan devlet babanın sıcacık kolları bireyin yokedilişini bile böyle ustaca yalanlarla sözde mutluluklara ulaştırmakta, eğrisini görmeyen deveyi ustalıkla oynamaktadır. Devlet size bir raporla geçici bir kurtuluşu A S K E R L İ K T E Y A S A L D U R U M müjdelerken vatandaşını "psikososyal COŞKUN/İstanbul bozukluk" diyerek sınıflandırmakta, kişinin en mahrem yerlerine girmeyi kendince 24/1/1986 tarihli ve 19291 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan: 8/10/1986 tarihli ve doğru kabul etmektedir. Bir de herşeyi 86/11092 sayılı Bakanlar Kurulu kararına bağlı "Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık göze alıp askerlik mecburiyetini yerine Yeteneği Yönetmeliği"nin eklerinden; getirenlerin "vallahi çok rahattım" Hastalık ve ARIZALAR LİSTESİ masalları vardır. Bu kişilerin özel -Ruh Sağlığı ve Hastalıkları gecelerde sahne alıp küçük Zeki Madde 17, Dilim B, Fıkra 3: Mürencikler olduğu, metalaştırıldığı, Psikoseksüel Bozukluklar (homoseksüalite, transvestizm ve diğerleri): Bu fıkraya aşağılandığı, şiddete maruz kaldığı ise acı gireceklerin seksüel davranış bozukluklarının belirgin olması, bu durumlarının bir gerçek. askerlik ortamında bilinerek sakıncalara yol açması ve bunun resmi belgelerle tespiti gereklidir. Sizin gitmek istememenize karşın devletin Madde 17, Dilim D, Fıkra 3: sizi zorla askere alma konusunda İleri Derecede Psikoseksüel Bozukluklar (homoseksüalite, transvestizm ve diğerleri): gösterdiği takdire değer gayret toplum Bu fıkraya gireceklerin seksüel davranış bozuklarının tüm yaşamında ileri derecede içinde yeni isteri nöbetleri halinde kendini belirgin olması, duygu, düşünce ve davranışına yansıması ve bunun askerlik göstermeye başladı. Küçük birer ilah ortamında sakıncalı bir durum yaratacağının geçerli belgelerle tespiti gereklidir. haline getirdiğimiz pop şarkıcılarını asker Bu fıkralarda gösterilen hastalık ve arızası bulunan kişiler için "Türk Silahlı edebilmek için Kıbrıs harekatı kıvamında Kuvvetlerinde görev yapamaz" kararı verilir. soytarılıklar içinde bulduk kendimizi. Evet, eşcinsellik askerlik yasalarında sadece bu iki fıkradan mevcut. Üstelik ellerine mikrofonu ilk alışlarından itibaren cinsel kimliklerini sorguladığımız, Kanundan anlaşılacağı gibi Askerlik Yasalarına göre eşcinsellik bir ruh hastalığıdır. genel ahlâk süzgecinden geçirdiğimiz bu Buna karşın sadece abartılı olan, çok belirgin yani alenen eşcinsel olanlar askerlik kişilerin yıldızlı dünyalarından çıkıp koyu yapamaz. Demek ki çok belli etmeyen eşcinsel, askerlik yapabilir. Kanundan benim tekdüze yeşillere bürünmelerini anladığım şu: Eşcinsel'e deniyor ki, kendine güveniyorsan, davranışlarında biraz bekliyorduk. Bekleniyordu. Böylece ülke dikkatli ol ve gel askerliğini yap. Yok eğer kendine güvenemiyorsan yani çok abartılı olası bir savaşta şüphesiz kurtulacaktı. bir eşcinsel görünümün varsa, askerlik ortamında seksüel problemler Askerliğini Ankara'da bir orduevinde yaratabileceksen, yani "askerlik yapamam" diyorsan, bu durumunu belgelerle (anal yapan fedakar popçular sayesinde adalet muayene, fotoğraflar, psikolojik testler vs.) bana ispatla. yerini bulacaktı. Vıy vıy da vıy vıydı. Sonuç: İstersen yap, istemezsen yapma. Otuzbin kişinin katili, kutsal vatanın Buna göre durum eşcinsel birey için çok da kötü sayılmayabilir. (Eğer fazla alıngan bütünlüğünün tek sarsıcı binbir oyun değilseniz). Bu sadece benim yorumum. sonunda yakalanıvermişti de, teslim edilmezse hadlerini bildirecektik de, devlet Daha ayrıntılı bilgi için "Alenen eşcinsel olanlar askerlik yapamaz" bakınız KAOS GL Ekim neredeydi… Neredeyse iki yıldır bir haber 1997, Sayı 38, "Gayri Tabii Mukarenet" bakınız KAOS GL Ekim 1997, Sayı 38, "En Büyük Asker Bizim Asker-II" bakınız KAOS GL Haziran 1998, Sayı 46, "Benim Askerliğim" bakınız bülteninin tanıtımında zihinlere zerk edilen KAOS GL Mart 1997, Sayı 31, "nerede bu devlet" şarlatanlığı ile çoktan "En Büyük Asker Bizim Asker-I" bakınız KAOS GL Mayıs 1998, Sayı 45. yerle bir edilen devlet anlayışı evlat acısı ile yerine yeniden oturtulmuştu ve bizler Askerlik mesuliyeti taşıyan bireye düşen görev bu konuda koşutsuz teslimiyetle herkes gibi görevi yerine getirmek, sonrasında toplumla uyumsuzluğu, heba edilmiş iki yılı, ölmeyi göze almalısınız. Eğer fiziki açıdan yetersiz iseniz, akli dengeniz yerinde değilse, siyasi yakınlıkları da gözardı ederek, eşcinsel de değilseniz "gitmek istemiyorum" cengaverliğini göstermek gibi bir şansınız yok. Eşcinselleri ise altında psikososyal bozukluk, homoseksüelite, ileri derece ts., tv., vb. ibarelerin yeraldığı askeri hastane ve heyetlerden alınan resmi raporlar askerlikten muaf kılıyor ancak. İnsan onurunu yokeden anüs muayenesi, ilişki anında çekilmiş fotoğraflar ve heyet önünde size sunulan aşağılayıcı tavrı yüreğinize sindirmeniz gerekiyor. Büyük külfetlerle alınabilen bu rapor her eşcinsel için en lüzumsuz sohbetlerde

KAOS GL 53 / 4


sırtımızı dayadığımız bu güçten alalacele isteklerde bulunuyorduk. Kıyafetleri, duruşları ve şiveleriyle oğullarının resmini taşıyıp "katili isteriz" nağraları atan tüm anneler neredeyse aynı fabrikanın vardiyalı işçileriymiş imajını yansıtırken aslında hiçbir ihtimal vermeseler de güvenlerini yitirmiş oldukları devletten birşeyler bekliyorlardı. Bizim baby face popçularımız ise işte bu toplumsal isterinin oyuncağıydı artık. Oysa onlar sadece biz askere gitmek istemiyoruz diyemeyen binlerce Türk gencinin yaldızlı suretleriydi. Kimi işlevsiz okullara yapılan kayıtlar, kimisi sahte evraklar sayesinde askerliğini yapmış olmanın gururunu taşımak yerine kaytarabilmiş olmanın kurnazlığını sergilemeleri daha yatkındı ve görev icabı uzatılan her mikrofona "kaçmıyorum, zamanı gelince yapıcam" marşını en duygulu yüz ifadesi ile söylemek işin ayrılmaz parçası haline gelmişti. İçlerinden birisi -en popçusu, en uyanığı, en yavuz hırsız olanı- "ÇÜRÜK DEĞİLİM, BIRAKIN TESLİM OLAYIM" demeyi ihmal etmedi. Bu kez yalan+ölüm denklemi farklı çalışıyordu. Acılı insanlar canlarına can isterken, adaylar yine ustalıklı yalanlar sayesinde ölüm zincirinden kurtuluyordu. Öyle ya eşcinseller gibi azınlıklar ağır bedeller ödeyerek bu mecburi kılınan -sözde- ulvi görevden ricalar ile muaf tutulacaklar, her daim hatırlatılacak çürük damgasını taşımak zorunda bırakılacaklar, "vatan, millet, sakarya" türküsünü söyleyip hiç de uyguluyormuş gibi görünmeyen generation next ise komşu bahçeden çaldığı elmaların ezikliğini taşımadan bedelsizce, belki de orduevi konforunda görevlerini huşû içerisinde yerine getireceklerdi. Sergilenen bu oyunları izleyip izlememek konusunda karar almanın zamanı geldi. Çürük damgası yemeden, tenasül organları tahlil edilmeden, "sen acemiliğini nerde yapmıştın" sorgusuna malzeme olmadan hayır diyebilmenin zamanı geldi. Kabul görebilmek için "eşcinsel dahiler" kitabında renkli bir sayfa oluşturmamızı bekleyenlerin hedefi olmadığımızı söyleyebilmenin zamanı geldi. Yalan ve ölüm güzergahında insanların hayatta kalabilmek adına hep öldürdükleri ve yalanlarla yarattıkları pembe dünyada birlikte soluk alıpvermek giderek keyifsiz bir hal alıyor. Şeker ezip, bekar gezme konusunda gösterdiğimiz samimiyetin kırıntısını bile yalanölüm üzerine kurulu dünyamıza yansıtabilseydik neler değişirdi. DÜŞÜNSENİZE, EN FAZLA KAÇKEZ GELEBİLİRSİNİZ DÜNYAYA DÜŞÜNSENİZE, EN FAZLA KAÇ KEZ ÖLDÜREBİLİRSİNİZ BENİ Ve benzerlerimi.

Tüm dünyada "Dünya AIDS Günü" olarak anılan 1 Aralık'ta Ankara'da da bu konuda az çok çalışan kuruluşların etkinlikleri oldu. Gençlerin ilgisini çekmeye yönelik bazı aktiviteler ve panellerden oluşan etkinlikler bir haftaya yayılmıştı. 1 Aralık'tan önceki hafta sonu, Saklıkent'te biri, Cumartesi, biri Pazar olmak üzere iki parti oldu. Cumartesi günü "Freddy Mercury'yi Anma Gecesi" şeklindeydi ve Türkiye Aile Planlaması Derneği'nce düzenlenmişti. Pazar günü ise Hacettepe Üniversitesi AIDS ile Savaşım Topluluğunun da organizatörlerinden biri olduğu "Athena" konseri yapıldı. Buralarda kurulan standlarda ve sahneden AIDS konusunda bilgi verildi, kondom ve broşür dağıtıldı. (Medyada da yer bulmayı uman aktivistler Star televizyonunda yıkıla kalka dans eden gençlerden başka bir yer alamadı). Salı günü, yani 1 Aralık'ta, Milli Kütüphane'nin salonunda resmi törenler yapıldı. Cumhurbaşkanının ve protokolün katılımıyla yapılan toplantı, devletin bilhassa Sağlık Bakanlığı'nın vicdanını rahatlattığı toplu bir mastürbasyon halinde geçti. Eline mikrofonu alan, ki bunlardan biri de cumhurbaşkanı, her sene söylenen beylik sözlerden bahsetti. Demirel, konuşmasını bitirene kadar salonu sıkış tepiş dolduran medya mensupları ise gerçekten işe yarayacak tiyatro ve panele kalamadılar. Öğleden sonra Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüs'te H. Ü. AIDS ile Savaşım Topluluğu, Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi işbirliği ile düzenlenen "Cinsel Eğitim" konulu panele Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu katıldı. Aynı günün akşamı Ankara Üniversitesi DTCF Farabi Salonu'nda H.Ü. Drama Topluluğu "Tünelin Ucunda Işık Var mı?" adlı, AIDS'i konu alan oyunlarını sahnelediler. Haftasonu Karum ve Real'de, 1 Aralık günü ODTÜ, Hacettepe Üniversitesi Merkez ve Beytepe Kampüsleri, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde kurulan standlarda derginin bu sayısında verilen broşürlerden 40 bine yakın dağıtıldı. KAOS'un periyodik olarak yapılan Pazar toplantılarından 13 Aralık'ta Kerem arkadaş AIDS, Hepatit B, diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve koruma yöntemleriyle ilgili dia gösterisi yaptı. Bunca söylenen söz ve harcanan emeğin özünde her cinsel ilişkide ve doğru kondom kullandırmak yatıyor. Bize düşen, AIDS'in ideolojik yanının eşcinsel harekete ve cinsel çeşitliliğe de vurulan bir darbe olduğunu akılda tutup kendimizi ve haklarımızı korumanın yollarını keşfetmek galiba. KAOS GL

KAOS GL 53 / 5


Duygu ZAFER Elazığ'daki, çoğu insana garip gelen evlilikten İstanbul sonra Özgül Karakaya ve Özlem Olgun isimli insanlar hakkında, televizyonda, gazetelerde ve halk arasında bir sürü şey söylendi. Herkes bu ilişkiye lezbiyen ilişki gözüyle baktı önce. Ama, kızımız ve diğer kızımız(!) biz eşcinsel değiliz, lezbiyen ilişkilere iyi bakmıyoruz diyerek olayı kendilerince hoş göstermeye çalıştılar. İnsanlara olumsuz gelen bir durumu, diğer olumsuz gelen şeyle âlâkaları olmadığını söyleyerek kapatmaya çalıştılar.

Ben, bu olayı, önce bir arkadaşımın bana telefon etmesiyle öğrendim. Onun da bana ilettiği iki kızın evlenmesiydi. İlk düşündüğüm şey kızlardan birinin kendini erkek gibi hissettiği ve ameliyatla erkek olmak istediğiydi. Televizyon ve gazeteden takip ettikten sonra düşüncemde yanılmadığımı gördüm. Açıkçası bu olay beni heyecanlandırmadı. Evet, kesinlikle lezbiyen ilişki değildi. Erkek olması gerektiği halde öyle doğmayan ama, bunun farkına varıp da erkek olmak isteyen bir kız(!) ile diğer kızın ilişkisine nasıl eşcinsel ilişki denilebilirdi ki? Eşcinsel ilişki için iki insanın kendilerini, iki kadın ya da iki erkek olarak görmeleri gerekir.

Eşcinsellere kendilerini bulma ve ifade etme konusunda hiçbir zaman fırsat verilmedi ve hassasiyet gösterilmedi. Çoğu heteroseksüel insan küçük yaşta cinselliklerini yaşayabiliyorken, bizler o güzelim yılları çelişki ve yalnızlık içerisinde geçiriyoruz. KAOS GL 53 / 6

Daha sonra bu olay bana, sekiz yıl evvelki bir ilişkimi hatırlattı. O zamanlar, kendi cinsime olan ilgimin farkında olmama rağmen, kendimi yeterince kabul edemeyişimden ve bir sürü saçma nedenden dolayı, mutsuz bir şekilde sadece erkeklerle birlikte oluyordum. Erkeklerle sevgiyi, aşkı yaşayamıyordum ve onlardan cinsel olarak da hoşlanmıyordum. Kadınlara, bana yasak olan insanlar olarak sadece uzaktan bakıyordum. Sekiz yıl önceki yaz tatilinde, ortaokul son sınıfı okuduğum Batı Karadeniz'in küçük iline ailemin yanına gitmiştim. Okul zamanından hatırladığım bir kız vardı. Erkek gibi giyinir, erkek gibi davranırdı. Sonradan onun kızlarla birlikte olduğunu duymuştum. Bu durum çok ilgimi çekmişti. Bir erkek arkadaşla o ilin tek diskosuna gitmiştik birgün. O da oradaydı. Dans müziği değiştiğinde biz büyük bir çekimle birbirimize yürüdük ve birbirimize sıkıca sarılarak dans etmeye başladık. Sonra bizim masaya geldi ve sohbet ederken içki içmeye başladık. Hayatımda ilk defa bu kadar çok içki içmiştim. O güne dair hem hiçbir şey hatırlamıyordum hem de çok güzel şeyler hatırlıyordum. Daha sonra kızlar tuvaletine gittik ve öpüşmeye başladık. O güne kadar bir öpüşmeden ilk defa bu kadar çok zevk almıştım. Sonra beni evine kahve içmeye davet etti. Evinde çırılçıplak

kaldığımı ve seviştiğimizi hatırlıyorum. Ama, onunla sevişmemiz iki kızın sevişmesinde olması gerekenler gibi değildi. Sanki erkekti ve öyle sevişiyordu. Ben onun göğüslerine ve vajinasına dokunamıyordum, çünkü istemiyordu. Tamam, belki biraz erkeksi olabilirdi ama, ben onu kız olduğu için istemiştim. Erkek gibi sevişmesinden hoşlanmamıştım. İlerleyen günlerde ilişkimiz ayrılıklarla birlikte devam etti. Birgün bana bedenen kız görünüşlü olduğunu ama, ruhen erkek olduğunu söyledi. Ondan hoşlandığım için böyle bir durum bana ters gelmemişti. Zaten doğuştan erkek olan insanlarla da birlikte oluyordum nasıl olsa. İstanbul'a geldiğimde, arkadaşlarıma çok yakışıklı bir erkekle beraber olduğumu ve onun küçük bir sorunu olduğunu anlatmıştım. Tabii ki hiçbir şey anlamadılar ve kabul edemediler. Sonra okulda gerçekten kız olan kızlar yine ilgimi çekmeye başlamıştı. Bir an onun ameliyattan sonraki halini düşündüm; sesi kalınlaşacak, bıyığı ve sakalı çıkacak, beden yapısı tümüyle değişecekti. Onu erkek olduktan sonra, bu kadar çok istemeyeceğimi fark ettim. Sonunda birlikteliğimizin altıncı ayında yine ayrıldık. (İki sene süren biseksüelliğim boyunca onunla defalarca birlikte olduk ve defalarca ayrıldık). O yıl içerisinde ben bütün kalıplarımı kırarak birkaç kızla birlikte oldum. Kızlara cesaretle yaklaşmam onun sayesinde olmuştu. Onunla ilişkimde gerçekten kendimi bulmuştum. Beraberliğimiz olmasaydı benim kızlarla ilişki kurma sürecim belki de çok uzun zaman alacaktı. Bundan sonraki iki yıl zoraki bir biseksüel hayatı sürdürdüm. Çünkü gerçekten eşcinsellik hakkında oldukça bilinçsizdim. Kendime bir türlü lezbiyen sıfatını yakıştıramadım. Bu zamanlarda da erkeklerle hiç isteyerek birlikte olmadım. Biseksüel gözükme çabalarım bir tür kendimi kandırıştı. Ve kadınlar her zaman benim için daha önemliydi. Son altı senedir devamlı kadınlarla birlikte oluyorum. İki seneye yakındır da kendime gururla lezbiyen diyorum. Artık korkularımdan, çelişkilerimden ve kendimi kandırışımdan tamamen sıyrılmış durumdayım. Kendi gerçeğimi buldum ve ölene kadar lezbiyen kelimesini gururla taşıyıp; lezbiyen yaşantımı sevgiyle, aşkla, cinsel zevkle ve onurla yaşayacağım. İlk gençlik yıllarında çoğu eşcinselin böyle karmaşalar yaşadığını biliyorum. Çünkü ülkemizde cinselliğimiz konusunda her zaman baskı altındayız. Kadın-erkek cinselliği de her zaman, her


yerde, her vesileyle yüceltiliyor. Eşcinsellerin küçük yaşta kendi kendilerinin farkına varması, kabul etmesi ve bunu yaşaması çok zor. Eşcinsellere kendilerini bulma ve ifade etme konusunda hiçbir zaman fırsat verilmedi ve hassasiyet gösterilmedi. Çoğu heteroseksüel insan küçük yaşta cinselliklerini yaşayabiliyorken, bizler o güzelim yılları çelişki ve yalnızlık içerisinde geçiriyoruz. Bazıları bana, Türk toplumunda heteroseksüel ilişkilerin de belli bir yaş ve belli bir sınır içinde yaşandığını söyleyecektir. Bir ölçüde doğru olabilir ama, heteroseksüel ilişkilere gösterilen baskı ile eşcinsel ilişkilere gösterilen baskı aynı mıdır? Daima kadın-erkek ilişkilerinden yana olunmuyor mu? Genel olarak lezbiyen ve gay ilişkilerin varlığı olumlu olarak ne zaman kabul edildi? Gelişmiş bir ülke kabul edilen İngiltere'de bile, tartışmalara yol açan yasalarda öngörülen, cinsel ilişki yaşı heteroseksüeller ve eşcinseller arası farklıyken; nasıl kadın-erkek cinselliğine gösterilen baskıdan söz edilebilir? Benim gibi kendi kendisiyle barışık olan, büyük şehirde doğup büyüyen ve okumayı, araştırmayı seven biri bile; onsekiz yaşına kadar erkeklerle zoraki birlikte oluyorsa, iki sene biseksüel hayatını zoraki sürdürüyorsa, son altı yılını devamlı kadınlarla yaşamasına rağmen ancak bunun son iki yılında kendine güvenle lezbiyen diyorsa; küçük şehirlerde yaşayan, kendi kendisiyle sorunları olan ve yaşantısında güçlükler olan eşcinseller ne yapsın? Şu anda yirmialtı yaşıma doğru ilerliyorum. Ne mutlu bana ki geç de olsa ÖZÜMÜ buldum. ÖMRÜMÜN SONUNA KADAR LEZBİYEN KELİMESİNİ GURURLA TAŞIYIP; LEZBİYEN YAŞANTIMI SEVGİYLE, AŞKLA, CİNSEL ZEVKLE VE ONURLA SÜRDÜRECEĞİM. Lezbiyen Filmine Hindu Tepkisi İki lezbiyenin yaşadığı romantik ilişkiyi konu alan "Fire-Ateş" Hindistan'da büyük tepki topladı. Hintli aşırı dincilerin filmin "dinlerini küçümsediği görüşünü savunarak, "Fire"ın gösterimden kalkmasını istiyorlar. Filmin halen gösterimde olduğu sinema salonlarına ise her gün saldırılar düzenleniyor. Salonları tahrip eden Hindular, filmin başrol oyuncusu Shabana Azmi'yi de protesto ediyorlar. Uluslararası yarışmalarda 14 ödül kazanarak dünya çapında büyük başarı elde eden "Fire", mutsuz evlilikler yaşayan iki kadının birbirlerine aşık oluşunu ve kocalarından ayrılıp beraber yaşamaya başlayışını konu alıyor. (7 Aralık 1998/17 Aralık 1998, Radikal)

SEVGİLİYE Yüzünü teslim etme hüzüne Gözlerine buğu düşmeyiversin Sonbahar bir deli kuştur bilirsin Çala-kanat geçip gider ömründen Yaşadığın en son andır belki damağında kalan o buruk lezzet; gör!… Seni seviyorum. Seni çıldırasıya seviyorum biliyor musun? Eski bir kanto çalıyor pikapta, savruk sevdaları anlatan güzel bir kanto… Odamda yankılanan bu hayal, duvarlarıma çarpan bu uzun aşk şiiri, sensin hissediyorum. Yanıbaşımda bir saksı afrika menekşesi. Mor bir dünya benimkisi, mosmor… Sen tek farklı rengimsin biliyor musun? Gittin… Zaman geçmek bilmiyor sen yokken! Bu sıkışmışlık, bu boyutsuzluk, bu çepçevre kuşatılmışlık boğuyor beni!… Öldüresiye!… Nefesini özledim, gülümsemeni, gülümsediğinde yanağında oluşan o minicik çukurları sonra kokunu, bahar sabahı çiğ damlası kokunu özledim!… Ben hiç bu denli ağlamaklı olmamıştım. Yanıbaşımdayken suretin, ellerin başucumdayken, sen bunca yakınken bana bu denli bendeyken sensiz kalmamıştım hiç… Sabah olmak üzere… Kanapede yokluğunla yanyana uzandım. Elim elini avuçladı. Sıcaklığını hissediyorum. Küçücük bir kız çocuğusun şimdi; pembe dantelli elbisen, bez bebeğin… Kafam dağılıyor… Geçmiş, yaşananlar, karabasanlar, rüzgar, çocukluğumun kara-gri akşamları. Ürperiyorum… ürperiyorum!… Son yansımalar vurduğunda aynama ve yatağıma güneş yeni terkediyordu Ankara’yı… Ben sen doluydum baştan ayağa. Kırmızı kurdelalı küçük kız; bir nehir akıyor yüreğime… Elini ver, seninle duvarların ardındaki o güzel dünyaya gideceğiz. Sınırsız, emirsiz, zincirsiz, kadınsız, erkeksiz bir dünyaya. İsimsiz, kimliksiz bir dünyaya!… ”…Aşktan yapılan herşey iyi ve kötünün ötesinde olup biter…”*

Tezer KANIK / Ankara *Friedrich Nietzsche (İyinin ve Kötünün Ötesinde)

KAOS GL 53 / 7


Çeviren: Gay kimlik ve kültür konusunda farklı eleştiri ve SELÇUK düşüncelere yer veren aşağıdaki iki makaleyi Ankara Batı'daki (İngiltere ve Amerika) cinsel kimlik krizi konusunda bilgilenmek ve Türkiyeli eşcinseller olarak kendi politik ve toplumsal kimliğimiz üzerindeki düşünüşümüzü zenginleştirmek niyetiyle kısaltmadan çevirdik. GAY GETTO'DAN ÇIKIŞ "OUT dergisi editörü James Collard özeleştiriye daha açık ve cinsellik tarafından daha az belirlenen bir gay kimliği çağrısında bulunuyor." Altı ay önce bir rüyam gerçekleşti. Gay ve lezbiyen dergisi OUT'un baş editörü olmak üzere Londra'dan ayrılıp New York'a geldim. Bir çok bakımdan hoş bir karşılama olduğunu söyleyebilirim. Amerika arkadaş canlısı bir ülke, ve New Yorklular da kavgacı olmakla gururlanmalarına rağmen Londralılarla kıyaslandığında daha kibarlar. Beni rüyadan sarsarak uyandıran olay 24 Haziran günü gerçekleşti. New York'un akademik, ağaçlarla kaplı ortamında New School adlı üniversitede yapılan bir sempozyumda gay toplumun gettolaşmasını ve gay siyasetin ortodoksluğunu eleştirdim ve artık özeleştirinin ihanet olarak görülmemesi çağrısında bulundum. Muhaliflerimiz öyle yapsa da artık kendimizi daha fazla sadece cinselliğimizle tanımlamamamız gerektiğini söyledim. Ardından gay insanların seslendirdikleri hoşnutsuzlukların yeni bir post-gay (gay sonrası) duyarlılığına duyulan gereksinimi ortaya koyduğunu öne sürdüm.

Post-gay basitçe gay siyaset ve gay kültürün gay insanlar tarafından gay insanlar için eleştirisidir. KAOS GL 53 / 8

Konuşmamı yağmur halinde gelen düşmanlık dolu sorular izledi-aslında biz İngilizler buna kısaca yuhalama deriz. "Bu sümüklü İngiliz kendini ne zannediyor?" "Bu adam ne biliyor ki" soruların genel tonuydu. Ardından gay basın da konuya atladı. Lesbian & Gay New York gazetesinden Duncan Osborne söylediklerimin "gay siyasetin ölümünü ilan etmekle" eşanlamlı olduğunu söyledi, ve siz okuyucular şunu merak ediyor olabilirsiniz: Gaylere yönelik saldırılar --gerek fiziksel saldırılar gerek Trent Lott gibi politikacıların güç kullanma tehditleri--süregelen bir gerçeklikken neden OUT dergisinin editörü gay toplumun kirli çamaşırlarını herkesin önünde yıkamak ister ki? Bu yüzden post-gay ile ne anlatmak istediğimi iyice açıklamak istiyorum. Post-gay ilk kez İngiliz gay gazeteci ve aktivist Paul Burston'un 1984 yılında kullandığı bir terim. Bu terimin anlamı elbette son zamanların ilan kampanyasındaki, yaşamındaki Tanrı vergisi boşluğu doldurduğunu ve

heteroseksüelliğin zevkini keşfettiğini söyleyen eş, anne ve eski lezbiyen gibi cinselliğini değiştiren kimseleri belirtmiyor. Benzer biçimde post-gay antigay anlamına da gelmez. Post-gay basitçe gay siyaset ve gay kültürün gay insanlar tarafından gay insanlar için eleştirisidir. Benim için post-gay duyarlılık, karma (mixed) barların sosyal çeşitliliğini daha türdeş gay barlara tercih ettiğimi anladığımda başladı. Önceleri kendini savunma ardından anlaşılabilir bir gurur yüzünden gayler bazı semtlerde koloniler kurdular. Los Angeles'daki West Hollywood ve New York'ta Chelsea gibi. Bana göre gay insanlar bunca yıldır elde etmeye uğraştıkları yeni Kudüs'ü (kurtuluşu) sadece gaylere ait bir getto'da değil, hepimizin özgür, eşit ve güvenli yaşamlarımızın olduğu bir dünyada bulacaklardır. Bir diğer anlaşmazlık noktası pek çok gayin güzel erkek bedeni saplantısıdır. Kanımca erkek bedeni aşırı pazarlanmakta, metalaştırılmakta ve belli bir noktadan bakıldığında kadınlar üzerindeki baskı gibi baskıcı bir hale gelmektedir. Bu saplantı uç noktalarda kas yapmak için hormon kullanımına ve yağ aldırmaya kadar varmaktadır. Bana da başka bir gaye olduğu gibi geniş ve erkeksi bir göğüs çekici geliyor, ama bana göre aşırı kaslı Barbie, tam da olmaya çalıştığı şey, estetik yönünden başarısız. O gece sözlerimle yarattığım kızgınlık söylediğim herhangi bir şeyin çok daha ötesinde bir şeylere işaret ediyor. Bizim toplumumuzda (gay toplum) öfke, homofobiye ve ayrımcılığa karşı direnmek için, gaylerin yığınlar halinde AIDS'ten öldükleri ve hükümetlerin yardım için hiçbir şey ya da neredeyse hiçbir şey yapmadıkları o korkunç geçmiş günlerde kullanışlı bir araçtı. O zamanlarda öfke ya da keder geçerli tek meşru tepkiydi ve bu hissi yaşamayan herkes düşman demekti. Ancak öfke artık daha fazla bizi birleştirecek güce sahip değil. Gay hakları hareketinin dolaptan çıkıp (gizlilikten sıyrılıp) 1969 Stonewall ayaklanmasıyla birlikte sokağa indiği zamandan bu yana geçen kısa sürede çok şey başarıldı. Hareket 80'lerin muhafazakar tepkisine direndi, AIDS felaketiyle savaşmaları için gayleri örgütledi, eşitlik ve kabullenilmek için yapılan çok sayıda savaşı kazandı. Bunların sonucunda artık pek çok gay insan ekonomik durumları, nerede çalıştıkları ve yaşadıklarına bağlı olarak hayatlarını özgürce ve saklanmadan yaşayabileceklerini hissetmektedirler. Ancak başka pek çoğu da böyle hissedememektedir. Bunların yanı sıra farklı bir ortamda büyümüş yeni bir genç gay kuşak


gelmektedir. Bu farklı grupların önceki savaşlardan kalan öfkeli gazilerin ortodoks taktikleri altında birleşmeleri mümkün değildir. ost-gay "mücadele bitti hadi alışverişe" anlamına gelmez. Ne mücadele bitti ne de sağlık krizi. Ancak gay özgürlük hareketi içinde benzeştirmeye yönelik bir baskı vardır, ki bu eğilim sonuçta kendi yaşamlarını artık sadece mücadeleden ibaret görmeyen çok sayıda gay insanı dışlayarak kendi savaşım gücünü azaltmaktadır. Kişinin kendini karma, gay dostu bir topluma adaması, gay toplumun dışında bazı insanlar hâlâ bizden nefret ederlerken zordur. Ancak eğer ereğimiz buysa, bu ereği canlı tutmamız ve bize has, bir çeşit köktencilikle tepki göstermememiz gerekir. Kanımca eğer Güney Afrika'nın ANC (Afrika Ulusal Kongresi) üyeleri hapsedilir, sürgüne gönderilir, işkence görür ve suikasta uğrarlarken, nasıl bir gelecek için savaş verdiklerini tartışacak yüreğe sahiplerse, burada (Amerika'da) ve dünyanın başka yerlerindeki gayler de bunun aynısını yapabilirler. (Newsweek, 17 Ağustos 1998) POST-GAY ÇAĞ BAŞLADI MI? İngiltere'de yapılan tartışmalar gay ve beraberinde diğer cinsel azınlık ve egemen heteroseksüel kimliklerinin yaşadığı bunalımı anlatıyor. Birkaç hafta önce Pink Paper her iki cinsten insanlarla da birlikte olan ancak kendilerini biseksüel olarak tanımlamayan insanlar üzerinde bir araştırma yaptı. Bu kişilerin yaptığı tüm etiketleri reddetmekti. The Independent bu konuyu ele aldı ve söz konusu olguyu "flexisex" (esnekcinsel ya da oynarcinsel) diye tanımladı. Ancak sadece az sayıda yazar -Mark Simpson, Paul Burston ve en son olarak Alan Sinfield "Gay ve Sonrası" adlı kitabında- bu etiketlerin bıkkınlık getirmiş ve tıka basa etiketle doldurulmuş bir toplumda gay kimliğinin geleceği üzerinde duruyorlar. Aynı-cins ilişkiler yayılıp kabullenildikten sonra geleneksel gay kimliği ve bu kimlikten doğan gay topluma ne olacak? Dünya artık çok değişti. Örneğin Londra'da yayınlanan Time Out dergisi, geçen yıl fantezileri konusunda okurlarıyla anket yaptığında ortaya çok dikkat çekici sonuçlar çıktı. Sitreyt (heteroseksüel) erkeklerin yüzde 17'si aktör George Clooney'i ve yüzde 14'ü Ewan McGregor'u düşlediklerini söylemişler. Sussex Üniversitesi'nden Profesör Alan Sinfield, Gay ve Sonrası'nın yazarı diyor ki: "Cinsel çeşitliliğin büyük oranda kapitalizmin ürünü olması ironiktir. Thatcher hükümeti bizden kaybolmamızı istedi. Bu strateji

ailenin parçalanmasına önemli ölçüde katkıda bulundu ve bu da sonuçta eşcinselliğin süregelen meşrulaşmasına neden oldu." Ancak Sinfield gay kültürün önemli bölümünün bir mitolojiye dayandığını söylemektedir. Ve bu mitolojinin günümüzde yapı çözümü yapılmaktadır. Ancak bu da geriye kalan boşluğu neyin dolduracağı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Sinfield'a göre cinsel çeşitlilik ya da son zamanlarda esnekcinsel denen şeyin yeni bir kavram olduğu kesinlikle doğru değildir. Bu çeşitlilik her zaman varolmuş ve hatta bazı toplumlarda kurumsallaşmıştır. Daha önemli olan konu gay ve sitreyt terimlerinin cinselliği fazla basitleştirmesi ve hayatı yeterince açıklayamamasıdır. Ancak Sinfield, gay kimliği algılayışlarının mitoloji ve aldanma sınırını aştığına inanmaktadır. "Örneğin Soho'nun bizlerin kendimiz için yarattığı, kendiliğinden oluşan bir gay getto olduğu fikri kadar gerçek dışı bir şey olamaz. Gerçek durum şudur ki kentli iş adamları pazar araştırması yapmış ve Londra'nın merkezinde gaylere ait bir semte yönelik artan talebi görmüşlerdir." Sinfield yalnızca küçümseyici bir pazarlamanın nesnesi haline geldiğimize inanmıyor aynı zamanda Pembe Pound (bol para harcayan gayler) düşüncesini de gülünççe hatalı buluyor. "Pek çok lezbiyen ve gay sefalet içinde yaşıyor ve daha da çoğu güvensizlik içinde." Çok sayıda insan için gayliklerini son moda ürünlerle ifade etme daveti (mali) güçlerinin yetmeyeceği bir ayartı. Ancak genç gay erkek ordularının

KAOS GL 53 / 9


tüketimciliğin tuzağına düşmeleri gerçekte çok tehlikeli. "Bu sömürünün inceltilmiş bir biçiminden başka bir şey değil." Peki gelecekte ne olacak? "Bunu söy-lemek çok zor. Ancak "gay"i kimliğimiz ol-maktan çıkaramayız. Sahip olduklarımızı siyasal bir düzeyde geliştirmeli ve onun üzerine bir şeyler inşa etmeliyiz." Ancak bu düşünce yazar ve Anti-Gay'in editörü Mark Simpson tarafından eleştiriliyor. Simpson gay kültür ve kimliği hakkındaki bir dizi geleneğe meydan okuyor. "İnsanların pek çoğu gay kültür diye yutturulan uyuşturuculardan fazlasıyla aldılar. Gayler artık gay olmanın insan olmaktan daha iyi ve daha yüce olmadığını kavradılar. İnsan olmak tüm duygu ve duygulanımları içerir ve eşcinsellik de bunlardan birisidir." Simpson Pride'ın (Gay gurur yürüyüş ve şenlikleri) geleceği konusundaki kavgalı tartışmayı gay kimliğinin parçalanışının işareti olarak görüyor. "Gay kimliği krizdedir. Pride bunun güçlü bir örneğidir. Çünkü Pride'ın ne olduğu ve neyi başarmaya çalıştığı konusunda bir uzlaşma yoktur. 'Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Transgender Pride'ı başlığı bile kendi başına herkese her şey olmanın nasıl başarısız bir girişim olduğunu gösteriyor." Ancak Sinfield gibi Mark Simpson da gelecek hakkında bir öngörüde bulunamıyor. "Bunu söylemek mümkün değil. Ancak cesaret verici olan heteroseksüelliğin de krizde olmasıdır. Erkeklerin kovalayıp kadının naz yaptığı heteroseksüel ilişki tarzı artık yürümemektedir. Tüm kurallar ve roller kırılmış ve bunların yerine neyin alacağı da henüz kesinleşmemiştir." İki seçkin yazar kendi aralarında tartışa dursunlar sıradan gay ve lezbiyenler bu tartışmadan ne çıkarabilirler? Paul Burston bir süredir İngiltere'yi dolaşarak, sokaktaki eşcinsel halkla konuşup kitabı Queens' Country'yi (Kraliçeler Ülkesi) hazırlamakta. Burston'a göre: "Londra ve Manchester gibi büyük kentlerden ayrılır ayrılmaz cinselliklerini büyük bir mesele olarak görmeyen lezbiyen ve gaylerin var olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, Somerset'te küçük bir bar işleten bir gay çiftle tanıştım. Bu barı işletmeye başladıklarında yerel bir gazete bu çiftin gay olduklarını açıklamış. Bu haber çiftin yaşamına düşünülebileceği gibi herhangi bir zarar vermemiş Hatta barın müşterileri ve komşular gelerek gay çifti onları herhangi bir saldırı ve homofobiye karşı koruyacakları sözünü vermişler." Burston gezisi sırasında Güney Galler'deki eski orta okulunu ziyaret eder. "15 yaşında bir lezbiyen öğrencinin okul müdürüne giderek homofobiden yakındığını duyduğumda şaşkınlığa uğradım. 15 yıl

KAOS GL 53 / 10

önce ben bu okulda öğrenciyken böyle bir şey asla gerçekleşemezdi." Ancak Burston'da paranın gay kimliğini canlı tutmadaki rolü konusunda aynı ölçüde eleştirel. "Üzerinden sağlanacak bir kar olduğu sürece her zaman bir gay kimliği varolacaktır. Nihai amacımız gay kimliğinin ortadan kalkmasıdır." Ancak başka bazı insanlar soruna daha basit şekilde bakıyor. Eski tüfek aktivist Lisa Power'a göre: "Kimliğimizin sınırları zamanla değişiyor. Kanımca lezbiyen ve gayler diğer insanların yatakta ne yaptıkları konusuna artık daha hoşgörüyle yaklaşıyorlar--tıpkı diğer insanların da bizim yatakta ne yaptığımız hakkında daha hoşgörülü olmaları gibi. HIV konusu cinsel kimliğe yönelik tavırların değişmesinde önemli rol oynamıştır, çünkü virüs bizi seks hakkında çok daha dürüst olmaya zorlamıştır--çünkü sorun olan ne söylediğiniz değil ne yaptığınızdır." Peki gelecekte ne olacak? Toplum ve eşcinsellik arasındaki ilişkinin son bir turnusol testi olarak , Pink Paper kuzey Londra'dan bir grup öğrenciyle konuştu: 15 yaşındaki Damian "Bir insanın gay olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Okulda bazı gay oğlanlar tanıyorum ve eğer birileri sataşacak olursa yardım etmeye çalışıyorum. Çok sayıda genç insanın ara sıra gay ilişkiyi denediğini sanıyorum. Kuzenim bir lezbiyen ve onunla aramız gerçekten çok iyi. Gayler AIDS'e yakalanmamaya özen göstermeli ve kondom kullanmalılar." 14 yaşındaki Mark daha etkileyici bir gözlemde bulunuyor. "Yalnızca başka bir oğlanla gay seks yaşamış olmanız gay olduğunuz anlamına gelmez değil mi?" Çeşitliliğe saygı duymak bakımından gelecek kuşaklardan umutlu olmak için bir hayli sebep varmış gibi görünüyor. (Pink Paper, 24 Nisan 1998) Araştırmalar Gaylerin Varlıklı Olduğuna Dair Miti Boş Çıkardı (NGLTF) ABD'de yeni yayınlanmış bir araştırma, yaygın bir şekilde kabul görmüş olan gay, lezbiyen ve biseksüellerin varlıklı insanlar olduğu fikrinin gerçek olmadığını ortaya koydu. Gay, lezbiyen ve biseksüeller heteroseksüellerden çok kazanmak bir yana, daha az bile kazanıyorlar. Birçok bilimsel çalışmanın gösterdiğine göre gay, lezbiyen ve biseksüeller tek tek de, çiftler halinde de heteroseksüellerden fazla kazanmıyorlar. Bazıları fakir, bazıları zengin, çoğu heteroseksüellerde de olduğu gibi orta sınıftan. Eşcinsellerin varlıklılığı bir çok sağ görüşlü organizasyon ve kişi tarafından eşcinselliğe yapılan saldırılarda temel alınan bir görüştü.


UZAKLARA, TANIDIKLARININ GÖREMEYECEĞİ EŞCİNSELLİĞİNİ BİLE YANINDA GÖTÜRMESİNE İZİN VERMEYEREK Gürler aradı telefonla, hoşçakal demek için, İzmir'e gidiyormuş. Nedenini sordum, dün akşam bizden ayrıldıktan sonra evde ailesi gözündeki kalemi farketmiş, homoseksüel olduğunu söyleyip diretince de abisi sen homoseksüel olamazsın, bizim gibi erkeksin diyerek vücudunda morluklar olacak şekilde dövmüş, Gürler de, tamam homoseksüel değilim, diyerek erkekliği kabul etmek zorunda kalmış. Dayağın ertesi günü İzmir'e, halasının yanına göndermeye karar vermişler. Gitmemek için neden diretmedin, dedim. Ailesi soylu bir sülaleden geldiği için adlarına leke getiremezmiş, ayrıca bir kız bulup evlendireceklermiş. Evlilik sana mutsuzluk getirmez mi diyorum. Değişeceğini söylüyor, kendini kandırma diyorum. Göreceksin, çocuğum bile olacak diyor. Kendini bu kadar kandırana ne diyebilirdim ki? Psikoloğa gideceklermiş, eşcinsel kimliğinden sıyırmak için, eğer ailen bir psikoloğa görünmezse senin psikolojini daha da bozacaklar diyorum (zaten bozuktu).

bulunmamalıydı Gürler. Gözüne sürdüğü boya ise H. KANDOK bardağı taşıran son damlaydı. Eşcinsel bir çocuğun Denizli ailesi olamazdı onlar, elalem ne derdi sonra, gitmeliydi Gürler. Tanıdıklarının göremeyecekleri uzaklara, hem de eşcinselliğini yanında götürmesine bile izin vermeyerek, yine doktorlar tutulacak, bir kız bulunup evlendirilecek ve eşcinselliğinden kurtarılacak, çünkü eşcinsellik çocuklarına bir başkasından bulaşmış hastalık gibi onlar için, gerekirse çocuklarını eşcinselliğe yönlendiren kişileri bulup hadlerini bildireceklermiş. Gürler bir daha eşcinsel arkadaşlarıyla görüşemeyecek, görüşmek de istemiyor, çünkü değişmek istiyor ama değişemeyeceğini bilmiyor. Günler sonra… Gürler öğrenci… İzmir'de dini bir yurtta kaldığını öğrendim arkadaşlardan. Günler sonra… Bir gece yarısı Gürler aradı beni telefonla. Şu anda Denizli'deymiş. Ailesinin olmadığını fırsat bilerek aramış beni, çünkü ne telefon açtırıyorlarmış, ne de gelen telefonlara cevap verdiriyorlarmış. Cumhuriyet Bayramı nedeniyle gelmiş Denizli'ye, İzmir'de yurtta bunalıyormuş. Sabah 5'te kalk, namaz kıl, ders çalış, okula servisle git, servisle dön, saat 10'da yat... giderken bana değişeceğini, eşcinselliğini unutacağını söylemişti. Değişemeyeceğini anlamış, yurttaki kurallar değil de cinselliğini yaşayamamak kahrediyormuş onu…

Daha önceden Gürler'in söylediğine göre ailesi onun eşcinselliğini kabul etmişti ve dışlamamıştı. Ama kabul etmeden önce de psikoloğa, hormon tahlili için labaratuvara, hatta anal ilişkiye girip girmediğini öğrenmek için de anal muayeneye bile götürmüşler. Gürler'in de birkaç intihar teşebbüsü olmuş, aile içi eşcinsel huzursuzluğu yüzünden. Ailesi belki de kabul etmek zorunda kalmıştı çocuklarının eşcinselliğini, doktorlar bile değiştiremediği için. Ama cinsel ilişki yaşamamalıydı ve efemine davranışlarda

KAOS GL 53 / 11


Mesut / Sivas Adresinizi Efes'te (Sinema) bir arkadaştan aldım. Bu mektubu Sivas'ın KANGAL ilçesinin ücra bir köşesinden yazıyorum. Buranın insanları çok tutucu ve ben bir Eşcinsel olarak burada dünyaya geldim. 28 yaşındayım, çocukken hep kız çocuklarıyla oynardım ve bebeklerim vardı. Kişiliğimden habersiz büyümeye çalışıyor bir yandan da ailemin maddi durumu iyi olmadığı için şık giyinen çocuklara hep imreniyor, onların karşısında hep ezildiğimi hissediyordum. Bu şekilde zannediyorum 12 yaşına falan gelmiştim. Ve bir gün yine oynamak için kız arkadaşlarıma gittim, evlerine vardığımda arkadaşlarım ve bir de Abileri evdeydi. Oynamaya başladık, bir süre sonra Abileri onları evden gönderdi, beni göndermedi yanıma geldi beni okşamaya başladı (benden on yaş büyüktü) sonra penisini çıkardı, benim arkama sürmeye başladı bir ara başı girdi, her halde canım çok yandı ağlamaya başladım, çekti ve bacaklarımın arasına sürerek boşaldı. O günden sonra beni hergün rahatsız etmeye başladı, ben gitmek istemediğim zaman beni tehdit ediyordu, seni herkese söylerim diyordu, ben de korkuyor tıpış tıpış gidiyordum, benim orama penisini sürerek boşalıyordu, bu durum sanırım bir yıl böyle sürdü.

Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 53 / 12

Bir gün yine aynı şekilde yaparken ben yavaş yavaş yit dedim o da söylediklerimi yaptı ve yine canım çok yandı ama canım önceki gibi yanmadı, tekrar çektirdim biraz bekledim acı geçtikten sonra tekrar yaptırdım ve bu sefer canım yanmadı o çekip yittikçe ben mütiş zevk almaya başladım. O bana o şekilde devam ederken ben de kendi penisimle uğraşıyor ve o şekilde boşalıyordum mütiş zevk alıyordum, artık o çağırmadan kendim

gidiyordum. O zamanlar eşcinselliği hiç bilmiyordum, zannediyordum böyle bir şeyi tek ben yapıyorum ileride bırakırım diye düşünüyordum. Bu şekilde aylar yıllar sürüp gittikçe ben de kendimi iyice değişik hissetmeye başlamıştım ve bir gün kendimi, cinsiyetimi tanımak için aynanın karşısına geçtim, kendimi incelemeye başladım, ben inceledikçe gerçekler ortaya çıkıyordu, beynim farklı fiziğim farklı bir kişiliğe aitti. Fiziğim erkek beynim ise genç kız beyni idi, karşı cinse ilgi duymuyor hem cinslerime ilgi duyuyordum ve ben bu durumu kabullenemiyordum, hep ben niye böyleyim diye gizli gizli ağlıyordum, bırakmayı deniyor her seferinde başladığım yere geri dönüyordum. Yıllarca kendimle savaştım ve yenik düştüm artık yoruldum ve kendimi kabul ettim ve bu şekilde mutlu olmaya çalışıyorum. Asıl en önemlisi bundan sonraki yaşadıklarım ve bu gerici insanlarla verdiğim mücadele, bir takım yanlış kişilerle yaptığım hatalar hepsini yazmaya kalksam tam bir kitap olur, keşke imkan olsa da dergiye yazı dizisi yapılsa çok iyi olurdu, çünkü böyle şeylerin kırsal kesimde olamayacağını düşünen insanlara her şeyi anlatabilseydim. Ben yazları Ankara'da kışları ise burada yaşıyorum. Bu yazıyı dergide yayınlarsanız sevinirim. Ben Mesut. Bu ücra köşede 25 kişi ile defalarca seks yaptım. Çetin / Kayseri 13 Kasım Pazar günü tam 11 kişi ile ilk toplantıyı (bir heteroseksüel bayanla birlikte 11 kişi) yaptık. Konuşulanlar; Toplantıya gelenlerin toplantıya gelme amaçları soruldu. (Yeni yüzler görmek için mi? Yoksa toplantıya düşüncesiyle bir şeyler vermek için mi?)

Ailelerine açılanların karşılaştıkları olumlu olumsuz tepkiler. Planlananlar arasında, gidebilecek insanların toplanıp bir Pazar günü Kaos toplantısına katılmak da var. İnsanlarla daha yeni tanıştığımız için ilk toplantıda ciddi konulara değinmek istemedik. Çok çok hoş bir ortamdı. Gerçekten hoş bir toplantı oldu. Sizden ricam var; lütfen KAOS GL, dergide yazılan yazılar konusunda kendi bünyesinde bir dikkat kurulu şeklinde bir şey oluşturun. Kültür-edebiyata da yer vermelisiniz. Daha bilimsel anlamda çalışmalı. Bir Yusuf Can'ın kurşun bakışlı Muşlu'su ve yatak hikayeleri kimseye bir şey vermez. Bu açıdan değişmediğiniz takdirde daha çok düşman kazanmış olacağız ve de Kaos GL'nin piyasada satılan porno dergilerden ve Bulvar, Tan gibi gazetelerden hiçbir farkı olmayacak. Geçen gün Kelepir (Ozan)'da kitapları kontrol ediyordum. Gençten bir arkadaş geldi. Kültür-edebiyat dergilerini araştırırken alt rafta duran KAOS GL'leri eline aldı, evirdi, çevirdi, iç sayfalarına baktı ve sonra koydu. Ne biçim dergi bu ya?, dedi ve oranın sahibi kasiyer kıza; siz bunlar için ne düşünüyorsunuz? Kayseri'de bu dergiyi okuyanlar da var mı?, sorularını sordu. Heteroseksüellerin bile rahatlıkla alıp okuyacağı bir dergi olsun. Ne olur bu 5 yıla yazık etmeyin. 5 yıl boyunca harcamış olduğunuz maddi-manevi EMEĞE yazık etmeyin ne olur. Başarılı çalışmalar dileyerek… Aşkla kalın. 5 yıllık süreçte (2 ay hariç) maddi-manevi emeğini vermiş biri olarak dizgici Atilla Karakış'ın notu: Sevgili Çetin, yazdıklarına dair bir-iki kişisel notumu düşmek istedim. Öncelikle


gelen her türlü yazıları yayınlama prensibimiz ne yazık ki en açık örneğini tartışmalarda gördüğümüz, insanların birbirine hakaret etmesine, tartışmanın dalaşmaya dönüşmesine yol açan yazıların "nasıl olsa yayınlarlar" mantığıyla yollanmasına yol açtı. İnsanların birbirini eleştirmek ile birbirini aşağılamak arasındaki farkı zamanla göreceğini ve "birilerinin" engellemesiyle değil de neyin nasıl olması gerektiğini görüp anlayarak her türlü eleştirinin yol gösterici, yanlış düzeltici, ufuk açıcı şekilde olana dönüşeceğine inanıyorum. Tartışma dışındaki yazılarda ise 40 sayfalık bir dergide herkesin her yazıyı beğenmesinin zaten mümkün olmayacağını, kimi yazıların kimimiz için çok ters gelebileceğini unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bana-sana hiçbir şey ifade etmeyen bir yazı kimi arkadaşlarımız için dergiyi almasının tek sebebi olabiliyor. Ayrıca kişiler fikirlerini, duygularını, paylaşmak istediklerini yazarlar. Bunların kime ne vereceğini hangi kıstasa göre belirleyecek, değerlendirecek ve insanlara ne kadarının sunulacağına karar vereceğiz? Toplumsal yaşamın her alanında bizlerin neyi okuyacağımız, neyi izleyeceğimiz vb. konusunda bizim adımıza karar veren yeterince kurum varken "iyi yazı-kötü yazı" şeklinde dahi olsa bir değerlendirme kurulunun bunlardan farkını nasıl savunabiliriz. Eşcinsellere yönelik, yine eşcinseller tarafından ortaya çıkartılan tek bir dergi varken iyi-kötüyü birkaç insanın belirlemesi ne derece ufuk açıcı olabilir ki? Birbirimizin yazılarını engelleyerek değil, birbirimizi yazılarımızla dönüştürmeliyiz. Heteroseksüellerin beğenmemesi, dergiyi küçümsemesi, edepsiz bulması gibi konulara gelince; piyasada bulunan binlerce dergi varken bırakalım da bizim dergimizi okumasınlar. Gerçekten samimi olan heteroseksüeller ise dergideki resimlerden de yazılardan da rahatsızlık duymuyorlar (beğenmeme ayrı bir konu). Kendilerini ilgilendirmeyen kısmı okumamakla yetiniyor, fikir, haber türü yazıları ise değerlendirerek okuyorlar. Bu dergiyi heteroseksüellerin de okuduğunu bilen ve okumalarından memnun biri olarak altını çizerek yine belirtmek istiyorum ki "rahatsız" oluyorlarsa bırakalım okumasınlar. Ve de sevgili Çetin, "kültür edebiyat dergileri okuyan heteroseksüeller" maalesef homofobiden, heteroseksizmden muaf değiller. Sormak gerekir, acaba bu insanlar yazıdan, fotoğraftan mı, yoksa eşcinsellerin varlığından mı "rahatsız" oluyorlar? Metropolünden köyüne, Kayseri'sinden Kangal'ına bu topraklarda bizim de günümüz gelecek. O zaman alnımız açık, başımız dik, "o dergiyi okuyanlardan biri de benim, n'olmuş" diyebileceğiz.

KAOS GL'yi 47-48'inci birleşik sayıdan itibaren devamlı takip etmekteyim. KAOS GL'ye bir süredir yazmak istiyor; her nedense kendimde bu cesareti bulamıyordum. Bunun nedeni ise evli ve bir çocuk babası olmamdan kaynaklanıyor olabilir. 50'nci sayıdaki Adana'dan Mahmut arkadaşın yazdığı gibi kimi insanlar da eşcinselliğini erken farketseler de kabullenmeleri uzun bir süreyi kapsayabiliyor. Ben biraz geç kabullenmiş insanlardanım. Yine de bazı zamanlarda aralıklı olsa da dönem dönem eşcinselliğimi biraz yaşadım. KAOS GL dergisini tesadüfen Mersin Kitapsan'da gördüm. Eşcinselliğimi gizlememin sebebi genel olarak düşünüldüğünde Türkiye Cumhuriyetindeki ailelerin tutucu ve baskı kıskacında olmalarından dolayıdır. Anadolu'daki bir ailenin çocuğu anne ve ba-basına ben eşcinse-lim, dediği zaman han-gi aile kabul e-der; hiçbir aile, çünkü etrafımızda duyuyo-ruz ve görüyoruz. Bu gibi şeyleri yenmemiz için kültür seviyesi yüksek olmalı ki hoş karşılansın. Fakat halkımızın kültür seviyesi düşük, yoz bir toplumda yaşıyoruz. Ben, bir evli de olsam gayim ve gay arkadaşlarla tanışıp yazışmak istiyorum.

Harun / Trabzon Size bu ilk mektubumu Trabzon'dan yazıyorum. 21 yaşındayım. İzmitli'yim ve 3 yıldır bu yoz şehirde üniversite okumak ile hayat mücadelesi veriyorum. Ekonomi okuyorum. Ve şu anda siyasi bir partinin bir siyasetçisi ile beraberim. İnsanlar ekonomide olduğu gibi herşeyi madde ve ticaret ilişkisi üzerine kurmuşlar. Gerçi böyle düşünmeyenler galiba psikolojik sorunlara sürükleniyor ve yaşantılarını zehir ediyorlar. 5 yaşından beri eşcinselim. Neden 5 yaşından bu yana diyorum, çünkü ilk hatırladığım cinsel deneyimim ve çocukluğuma baktığımda ilk hatırladığım bu idi. Bilirsiniz doktorculuk masalı. Şu ana kadar 100'lerce kişi ile beraber oldum ve 2 yıldır tam birleşmeye başladım. Daha önceleri kendimi ve psikolojimi hazır hissetmediğimden dolayı böyle bir olaya kalkışmadım. O kadar çok maceram geçti ki, bu

32 yaşında, 1,75 boyunda, 70 kg. Hikmet, P.K. 341, 33000 MERSİN

Hikmet / Mersin

KAOS GL 53 / 13


konularda bilimsel çıkarımlar ve psikolojik çözümlemeler yapabileceğimi; ama bunun her horoz kendi çöplüğünde öter misali çıkarımlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü sizin gibi böyle candan bir dergi çıkaran kişiler olamayacağıma, zaten de böyle bir çaba içerisinde olmadığımı derginizi 2 ay önce elime geçirdiğimde farkettim. Antakyalı bir gay arkadaşım, bana, Trabzon'a gelirken hediye olarak yine bir başka dergiyi ve sizin kültürel dergilerinizi getirdi. Kocaeli'nde oturmam ve İstanbullu bir sosyal yaşantıya sahip olduğum halde, (2-3 yıl öncesinden) ne bu tür bir Türkçe yayına, ne de Değirmen adlı bir restoran haricinde gay çağrışımım yok idi. Kendim insanları tanıyarak kendimi buldum. Çünkü her zaman bilinçli ben idim. Hep insanları cinsellikte yönlendiren bir Harun abiye olmuştum. Çöpçatan vs... Her insan bir dünya olduğu için, benim dünyam da engin ve eşsiz bir 21 yıla bağlı ve hepsini bir kalemde anlatmak arzusunda ama yetersiz olduğuna kanaat getirdiğimden dolayı kısa yazıyorum. Daha önceleri gay ve lezbiyen türü bilgileri araştırma ihtiyacı duymadım. Ama şimdi istiyorum. Trabzon kapalı bir aile ve toplum yapısına sahip olmasına rağmen gay sayısı oldukça fazla. Yalnız psikolojileri açık değil. Genelde orta yaş ve üstü (30 ve üstü) çoğunlukta ve laço kıvamında. Beni İstanbullu ve kibar olduğumu düşünerek pek yargılamıyorlar. Genç gayler de burada çok ama onlara psikoloji yönünden ulaşmak zor. Tam hatırlayamıyorum ama ya KAOS GL'de ya da başka bir dergide gaylerin gitmek istediği yerler (ve gay kataloğu için ) mekanlar istenmişti. Trabzon için biraz yazacağım. Burası Pontus zamanında gay turizm merkezlerinden bir yer imiş. Ama şu

KAOS GL 53 / 14

anda bu Güney'e kaymış duyduklarıma göre. Hamamları çok olan Trabzon'da 8 direkli bir tarihi hamam var. Bu hamama çok gelen varmış. Ben bu hamama gittiğim zaman 2 tane yakışıklı masörü var. Ve onlardan masaj alırken sordum. Ve çok gelen olduğunu söylediler. Zaten kendileri de laço. Ama Trabzon'da genelde jigolo diye tabir edilen kişiler çok fazla. Burası 156.000 kişilik bir şehir olduğundan aşağı yukarı belli başlı kişiler birbirlerini tanıyorlar ve aralarında konuşuyorlar ve alemler yapılıyor. Ben böyle şeyleri sevmiyorum ama benim manevi babam İzmir'den 25 yıl önce buraya yerleştiğinde bu işte olduğu için (kaba bir tabir kullandım, kendisi de gay olduğu için) herşeyi ve herkesi öğrendim. Ama seviyeli, saygılı, ağır, kibar, nezih, sağlıklı Trabzon ortamı yok. Herşey kaçamak (Birkaç kişi hariç). Bu yüzden burada 5 yıldızlı bir otelde görev yapan bir laço ve bir ilçenin belediye başkanı olan bir unisex (biseksüel) arkadaşım var. Bu iki kişi bana manevi yönden yetiyorlar. Bu yüzden pisliğe dönüşen, kokuşan, seviyesiz ortamları sevmiyorum ve istemiyorum. (Maddi yönden tatmin olamadım ve bu ortamlar hep maddi ortamlar). Ve derginize ileride hangi konu olursa olsun yazılarımın yayınlanması arzusundayım. Trabzon sadece turizm açısından güzel bir şehir. Psikolojisi düzgün insanlarla tanışmak isterim. (Çünkü kendimi tanımam gerektiğine ve ancak beni anlayabilecek ve engin tecrübelere sahip kişilerle beraber olursam gaylik konusunda bilinçli ve özellikle ruhen ve bedenen sağlıklı bir birey olarak bu toplumda varım diyebilmek için). Benim eşcinsel tavırlarımı farkeden insanlar genelde bana "size veya sana saygı duyuyorum" cümlesini iletiyorlar. Öncelikle ben saygı duyulmak istemiyorum, sevgi duyulmak da

istemiyorum, dediğimde ve beni şu anda yargılıyorsunuz cevabını verdiğimde, hayır, yargılamıyoruz, diyorlar. Ama bizler veya diğer insanlar hiçbir bayana ben sizin kadınlığınıza saygı duyuyoruz ve bir erkeğe biz sizin erkekliğinize daha doğrusu biz sizin heteroseksüelliğinize saygı duyuyoruz, seviyoruz diyor muyuz? İşte bu yüzden adem tarihi kadar eski olan bu konu normalliğini bozuyor. Ve bazı gaylere bu sözcük yöneltilince, çok teşekkür ederim, ne kadar çağdaş birisin, diyorlar. Hayır işte, çağdaşlık orada bitiyor ve üstüne üstlük sözcüğün altında yatan hicivle seni yargılıyorlar. Yorum yapmayan veya eşcinsellere karşıyım diyen insandan daha çok kırıyor beni bunlar. Kerem (19) /Adana Bu yazıyı yazarken çok zorlanıyorum. Nereden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Halbuki yazmak istediğim çok şey var. Bazen ben niye bu ülkede doğdum, neden böyleyim diye düşündüğüm olur. Halbuki bunların hiçbirine ben karar vermedim. Bugüne kadar hep gay olduğumdan utandım. Heteroseksüeller bizi aşağılarken sessiz kalıyordum. İçten içe bir şeyler söylemek istiyordum ama tepki almak istemiyordum. Onlar sürekli bizim ölmemizi, öldürülmemizi, hatta şeriat kanunlarıyla başımızın uçurulmasını istiyorlardı. Çünkü biz Allah'ın lanetlediği yaratıklarmışız. Bizim burada yaşamaya hakkımız yokmuş. Ama şimdi kısmen de olsa kendilerini ne zannettiklerini sorabiliyorum. (Tabii çok tepki vermeyenlere) Artık cesaretimi toplayarak arkadaşlarıma gay olduğumu söylüyorum. Ben büyük tepki alacağımı zannettim hatta benimle konuşmamalarını bile göze aldım ama tepkileri büyük olmadı. Hatta tepki vermediler bile diyebilirim.


Geçmişte (2 yıl önce) yaptığım hatalardan oldukça pişmanlık duyuyorum. Hatta bunlar bugün karşıma daha büyük sorunlar olarak ortaya çıkıyor. Hiç tanımadığım adamlarla beraber oldum, aşağılandım ama o zamanlar bunun bu kadar bilincinde değildim ve buralarda önemli değildi. Zaten eve girme çıkma saatimde sorun olmadığı için gece bir erkek bulmak daha kolay oluyordu. Ama bunlar benim için o zamanlar eğlenceydi. O günlerime artık lanet ediyorum. Şimdi tek istediğim şey var Adana'dan kurtulmak belki de ailemden ayrılıp tek yaşamak. Bunun tek çaresi üniversiteyi Adana dışında kazanmak. Bunun yanında bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Bizler gelecekte ne olabiliriz ki bankacı olamayız, doktor, mühendis, avukat olmamız çok zor. Öğretmen olma gibi bir ihtimal hiç yok gibi. O zaman tek kurtuluşumuz iletişimci olmak ya da ona yakın bir meslekle uğraşmak oluyor diye düşünüyorum.

Bu durum elbette ki çok sevindirici. Fakat bazı sorunlar kafada çözülmedikçe, gideceğin yer Ankara ya da İstanbul da olsa bir şey değişmeyecek, aynı sorunlar seninle birlikte gelecektir. Dergide çıkan Adana merkezli adreslere yazabilirsin. Bir posta kutusu kiralamak çok basit ve de ucuz. Mesleklerin anlamlarını burada sorgulayacak değiliz ama eğer istersen bankacı, doktor, mühendis, avukat olabilirsin. Hatta öğretmen de olabilirsin eğer açık bir eşcinsel olarak çalışmayı kastediyorsan hangi "iletişimci" açık? Pek çok şey zor ama imkansız değil. Gerçekten istediğin bir bölümü kazanman dileğiyle…

Mehmet / İzmir Yeni okumaya başladığım Kaos'u bir yandan okurken bir yandan da birşeyler de ben yazayım diyordum. Başından geçenleri anlatan iki okurun anlattıkları için, neler oluyor diye düşünürken, benim başımın belada olduğunu, bunları yazacağımı nereden bileyim… Biriyle tanıştım. Çok iyi anlaşamasam da, ne varsa onla idare et, dedim kendi kendime. Azla yetinenin haline acımak gerek. Herşey iyi de, ben isteyince, daha sonra yaparsın,

diye ertelemesine ses çıkarmadım. Bir sürü kasedimi iç edip, birine verdim geri alamıyorum, adamı da bulamıyorum, demesinden şüphelenmedim. Kasetleri ödünç aldığım arkadaşıma parasını cebimden ödemek de ders olmadı. Anlattığımda böyle terslikler olur, demesine kızmadım. Daha ne arıyorum bilmem, sonunda biraz ısrarlı isteyince şiddetle reddedip kovdu. Bu da iyi… Garajın tuvaletine telefonumu ve adımı yazmış. İnkar etti ama, tek olasılık onun yapması. Başıma gelecekler geldi, biri numarayı almış. Aramaya başladı. Baştan temiz konuşmasına aldanıp böyle bir şey olmadığını falan söylemeye çalıştım. Peşi kesilmeyen telefonlar ardarda geldi. Mektuba başlamadan az önce yine aradı. Israrlı, ya vereceksin, ya da başka bir ibne bulup onu yollayacaksın, diyor. Evde bulunanların nasılsa telefonu açacağını, onlara aklıma gelmeyecek şeyler yapacağını söylüyor. Konu daha kapanmadığı için nasıl

Ayrıca ailem de birkaç yıl öncesine kadar gay ve lezbiyenlere karşıydılar. Şu anda o kadar katı değiller. (Belki de en büyük sebebi televizyon programları ve bunların ailemi bilinçlendirmesi ama biraz daha zamanları var bilinçlenmeye diyorum) Dışardaki gay'i suçlamıyorlar, ya da çok doğal ve normal karşılıyorlar. Ama iş bana gelince akan sular duruyor. Hatta mesela diye sorduğumda bile çok büyük tepki aldım. Ablam hariç diğerleri benimle görüşmeme kararı bile alabileceklerini söylediler böyle bir durumda. Zaten babam görüşmese de olur. Umurumda bile değil Sevgili Kerem, geçmişe lanet, geleceğe umutsuzluk ne sana ne eşcinsel harekete bir şey kazandırır. Şu an içinde bulunduğun kaygı ve belirsizlik ortamına rağmen, mektubundan, özgüven ve bilincin sende birlikte geliştiği anlaşılıyor.

KAOS GL 53 / 15


sonuçlanacağını öfkeli, şaşkın bilmiyorum. Sinirli bir halde yazarken en azından başkalarını uyarsam iyi olur dedim. Züğürt tesellisi işte... Çıkarılacak dersler: -İlk tanıştığım adam ısrarla telefonunu vermemişti. Kişisel ayrıntılara girmekten, işinden, evinden hiç konu açmamıştı… Karşındaki adam senden birşeyleri gizliyorsa sen onun neyine güvenirsin. -Adam sana evinin telefonunu şuyunu, buyunu söylemiyorsa, senin neyin kıymetsiz de, al telefonumu, diyorsun. -Son ders, bu işin altından nasıl kalkacağım. Hiçbir konuda özel yaşama balıklama atlanmasına izin vermemek gerektiğini öğrenmek gerekir. Böyle bir mektuba da en uygun imza şöyle olmalı; Sersem… Hepiniz esenlikle kalın. Mehmet, P.K. 164, Konak İZMİR Barış EVREN / Bursa Bundan birkaç ay önce bir arkadaşımın vasıtasıyla ……… …… adında eşcinsel mücadeleye katılmak isteyen bir eşcinselle tanıştım. Kendisinin çalışmalarımıza çok şey katacağını düşünürken yanıldığımı farkettim. Eşcinsellere karşı yaklaşımı bir heteroseksüelin eşcinsellere yaklaşımından daha heteroseksistçeydi, şaşırdım, inanamadım. İlkönce birkaç arkadaşımdan, ayrım yaparak bazı eşcinsel arkadaşları işletmecilik yaptığı LA GAZETTA Bar'dan kovduğunu öğrendim. Üstelik insanları rahatsız edecek herhangi bir tavırları olmadığı halde. KOMİK... Bir gün daha önce müşterisi olan bir arkadaşımı işlettiği yeni komedi mekanı KEDİ Bardan kovduğunu

KAOS GL 53 / 16

öğrendim. Gidip kendine nedenini sorduğumda müşterilerinin eşcinsellerin ve travestilerin işlettiği yere alınmasını istemediğini söyledi KOMİK.. Şimdi biz eşcinseller Kedi Bar'a heteroseksüellerin alınmasını istemesek almayacak mı? Bir eşcinsel olarak ayrımcılıkla karşı karşıyken ayrımcılığa karşı çıkmıyorsa o insan bize ne verebilir? Kendi civciv sarısı saçlarıyla benden daha travesti daha eşcinselse peki o nasıl Kedi Barda? Çoğu insan gibi herhalde o da henüz travestiyle eşcinseli ayıramayacak kadar cahil ya da fazla akıllı. Aslında bana ilginç gelen onun bir eşcinsel olarak yaklaşımı. Eh herhalde Kedi Bar'ın piyasasının diğer eşcinsellere kaptırmamak için Şugar eşcinselleri mekanına almamayı tercih ediyor. Ama bir işletmeci olarak eşcinsellerin heteroseksüel müşterilerinden daha cömert olduğunu öğrenmesi gerekli. Aslında bu tür yaklaşımlar sadece ……'de yok, bunu onun gibi kendinle barışık olmayan bir çok eşcinselde görebiliriz. Onlar hep MASKELERİYLE gezerler insanları aldatarak. Çünkü onlar ne yazık ki kendilerine bile karşı dürüst değillerdir, olamayacaklar da. Zaten bütün eşcinseller haklarını arasaydı birbirimize destek olabilseydik şu anda yaşamamız böyle mi olurdu. Son söz fazlasına gerek yok Albert Einstein'ın da dediği gibi; Ne Hazin Bir Çağda Yaşıyoruz Bir Önyargıyı Parçalamak Bile Atomu Parçalamaktan Daha Zor. (Anlayan anlar artık) Salih / Antakya Bu size yazdığım ilk mektup olsa da, bir yıldır dergimizin hastası ve sabırsız bir okuyucusuyum. Ve gerçekten dergimizin yayınlanmasında emeği geçen tüm dostlara içten sevgilerimi, başarı dileklerimle gönderiyorum.

Öncelikle dergimizin bir atışma ve kişisel savaşlar merkezi olmamasına özen gösterilmesini rica edeceğim. Fakat lütfen küstahlık ettiysem (yani ilk mektubuma, ilk giriş olarak eleştirmiş olduğum için belki küstahlık etmiş olabilirim ya!) bağışlayın. Esas yazış nedenim, İstanbul'da başımdan geçen bir anıyı (bana şu an bile hafif bir korku veren anı) anlatmak. Fakat öncelikle de birkaç duygumu paylaşmak. Ben tüm gay ve lezbiyen, tüm travesti ve transeksüel bütün kardeşleri barışın elçileri olmaya davet ediyorum. Davet ediyorum çünkü, gerçekten etrafıma baktığımda, birçok gay arkadaşın birbirini çekemediğini, birbirinin kuyusunu kazmaya çalıştığını, atışıp tartıştığını görüyorum. Eğer birbirimize destek olup, kaynaşırsak, birlik olursak kuvvetlenir ve heterolara farklılığımızı, duyarlılığımızı, sevecenliğimizi, dostluğumuzun farklılığını hissettirebiliriz. Belki çok klasik şeylere değiniyorum ama bunların gerçek olduğuna inanıyorum. Ben tüm eşcinsellerin kalbinin farklılığına, güzelliğine inanıyorum. Özde bu böyledir. Ama tabii ki toplum ve çevre birçok arkadaşımızın içindeki güzel duyguları köreltiyor. Dolayısıyla birçok insan dejenere oluyor. Birey olarak her eşcinsel kişinin yapabileceği şeyler olduğuna inanıyorum. Birazdan size kendi çapımda yaptığım çok hoş şeylerden bahsedeceğim. Ama şu da var ki önce kendini sevmek ve içimizdeki benliğimizle barışmış olmak lazım. Bende bunlar tamam belki, ama kısmen bir coming-out yapmış bulunmaktayım. Sevdiğim ve güvendiğim yakın arkadaş ve akrabalarımla herşeyimi paylaşmış ve rahatlamış bulunmaktayım. Üzerimden yüzde otuzluk bir yük kalkmış durumda sanırım. Eh bu da hiç yoktan iyidir. İnanın son bir yılda Kaos'un bana birçok


konuda yardımcı olduğu bir gerçek. Size gerçekten şükran borçluyum. Haa!, gelelim kendi çapımda yaptıklarıma! Öncelikle her fırsatta eşcinsellik konularını beni bilmeyen arkadaşların yanında açar ve tartışırım. Gerçekten insanlar bazen, gerizekalı gibi geliyor bana. Herkeste öyle garip önyargılar var ki konuşunca belki düzeliyorlar. Mesela yerel radyolarda hemen hemen hergün bir erkekten erkeğe, kızdan kıza (bu işi bir hetero kız arkadaşım yardımcı oluyor ve mesaj gönderiyor radyoya) şarkı istekleri yaptırıyorum. Hem de biricik aşkıma mesajıyla. Yani en azından evlerinde ve işyerlerinde oturan insanlara varlığımızı hissettirmiş oluyorum. Hep farklı isimlerde ve en çok dinlenen radyolarımızda yapıyorum bu işi. DJ'ler ilk başta ciddi misiniz, bunun ne olduğunun farkında mısınız, oyun mu yapıyorsunuz gibi sorular soruyorlardı ama artık ciddiyetimin farkındalar. İnanın bunu yaparken ben çok heyecanlanıyor ve coşuyorum. Bir de İstanbul'da 27 Eylül 1998 Pazar günkü toplantımızda sevgili dostum (her ne kadar tanışamadıysam da dostum olarak addediyorum onu) Ali Şan kardeşimizin bize dağıttığı manifestoyu çoğaltıp, birçok işyerleri ve evlere kapı altından dağıttım ve devam edeceğim. Tabii ki geceleyin yaptım bu işleri. Bu da, herkesin yapabileceği bir şey. Ayrıca Kaos'u tanımayan gay arkadaşlarıma da sürekli reklamını yapıyorum. Gelelim İstanbul anıma. İlk gidişimdi bu. Hiç iyi bir zaman değildi bu benim için ama şartlarımı zorladım ve kendimi şartlandırmıştım gitmeye. Önce yanımda bir arkadaşla gitmek istedim İstanbul'a ama kimi okulundan, kimi para sorunundan dolayı gelemedi benimle. Bense tek başıma gitmeye korkuyordum doğrusu. Ama hem 27 Eylül'ün

doğum günüm olması, hem de toplantının o güne denk gelmesi nedeniyle kendime bir hediye olarak gittim İstanbul'a. Aslında biraz hayal kırıklığına da uğradım İstanbul'da; ben birçok gay, lezbiyen, transeksüel ve travestiyle tanışırım ve dostluklar kurarım diye düşünmüştüm ama gördüm ki orada böyle bir şey mümkün değilmiş. Hep sınıflara ayrılmışlar sanki. Ya da bana öyle geldi bilmiyorum. Gittiğim bir barın kapısından geri döndüm evinde kaldığım arkadaşımla. Yani sanki gidin der gibiydi tavırları kapıdakilerin. Bir başka barda ise hiçkimseyle tanışamadım. Gerçi yanımda gelen İstanbul'da yaşayan canım arkadaşım (kendisi sevgilisiyle yaşıyor orada) benim hiçkimseye bakmamı bile istemiyordu. Kimseyle konuşma, bakma, etme, yapma demekten başımı şişirmişti. Kaynanam olsa bu kadar karışmazdı. Yine de ona bana eşlik ettiği için minnettarım. Taksim, Beyoğlu, insanlar, kuşlar hepsi bana coşku vermişti. Asla unutmayacağım. O günlerde Tanrı da beni duymuştu herhalde ki hiç yağmur yoktu. Günlük güneşlikti geçirdiğim üç gün İstanbul. Pazar akşamı toplantı salonuna girdi-ğimde kalbim güm güm atıyordu ve nefesim daralıyordu. Fakat iler-leyen saatlerde hemen ısınıp a-dapte olmuştum. Gerçi hiç konuş-ma fırsatı bulama-mıştım orada ve de kimseyle şah-sen tanışama-

mıştım ama yine de orada olmaktan son derece mutluydum. Aynı gece Antakya'ya dönmeyecek olsay-dım toplantının sonuna kadar kalıp adını sonradan bir başkasından öğrendiğim değerli insan Lambda'dan sanırım Öner ile de bilhassa tanışmak isterdim. Ama ne yazık ki tanışma fırsatı verilmedi kimseye. Bir de toplantıdan birkaç gün önce İstiklal Caddesinde tanıştığım Demet hanıma da sevgilerimi buradan iletiyorum. Onunla tanıştığıma da çok memnun oldum. Buruk bir sevinç vardı içimde toplantıdan ayrılırken. Hemen eve dönüp valizimi topladım ve terminale gittim. Otobüse bindim ve yola koyulduk. Ben şoförün hemen arkasında ikinci koltukta oturuyordum. Otobüs terminalden çıktı ve ben pencereden son olarak İstanbul'un yakışıklı laçolarına alıkıyordum. Birden yanımızda bizi sollayan bir arabanın arka koltuğundan bana bakan birkaç erkeğin güldüğünü farkettim. Ve ben de

KAOS GL 53 / 17


içimden gelerek sevgiyle, hiçbir kötü niyet olmaksızın bir labuş yolladım arkadaki o hoş erkeğe. Ve biz hâlâ yoldayız. Avrupa yakasındayız. Birden tekrar aynı arabayı bizi sollarken ve bizimle aynı hızda yanımızda görüverdim. Ama bu sefer önde oturan şoför ve yanındaki adamın bana orta parmaklarını gösterdiklerini ve karşıyı işaret ettiklerini gördüm. Bu sefer ne olduğunu anlamadım. Ve aynı şey tekrar oldu. Esenler'den Harem'e geçene kadar otobüsle yarış yaparcasına bir solluyor, bir yanımızda ilerliyor, böylece gidiyorduk ve kalbim öyle bir korku içindeydi ki, anlatamam. Şimdi olayı anlamıştım. Arka koltuğunda oturan genç askere gidiyormuş ve aşağıda bizimle gelen arabadakiler de onun arkadaşlarıymış. Ve hep karşı tarafı işaret edip görürsün işareti yapıyorlardı. Ben de hiç akıl edememiştim Harem'den de yolcu alacağını ve orada mola vereceğimizi. Hiç aşağıya bakamıyor ama yan gözümle hissediyordum ki arkamdaki adama işaretler yapıyorlardı ve bir süre sonra otobüsü solluyorlardı. Hep dualar ederek Harem'e vardık. Allah yüzüme baktı da orada şoför hemen

onlara kızıp bağırdı, çünkü yolda çok rahatsız etmişlerdi ve tehlikeli durumlar yaratmışlardı. Onlar tartışa durdular ve hemen yolcu alıp yola devam ettik ve ben de rahat bir nefes aldım. Ve bu bana komik bir ders oldu. Arkadaşlar vallahi kötü bir niyetle yollamadım o öpücüğü. Sevinçten coşmuştum o an ama burnumdan geliyordu az daha. Neyse, bir İstanbul maceram böyle noktalandı. Antakya'ya döndüğümde çok sıkıntı çektim ilk günler ama şimdi anılarımla yetinmek zorundayım. İnşallah seneye yazın tekrar bir İstanbul buluşmada buluşmak üzere. Şimdi sırada Kaos'u Ankara'da ziyaret etmek istiyorum. Bunun için de iyi bir fırsat bekliyorum. Hem de bir taşla iki kuş vurmuş olurum bu vesile ile. Kardeşim şu an Ankara Mamak'ta askerliğini yapıyor. Yeni gitti. Şu acemi birliği bitmeden hem onu hem de sizi ziyaret ederim umarım. Tüm Kaos, Spartaküs, Sappho'nun Kızları ve Lambda elemanlarına yaşam boyu başarılar diliyorum. Sevgi ve saygılarımı gönderiyorum ve tüm eşcinselleri tekrar barışın elçileri olmaya davet ediyorum. Hepinizi seviyoruuuuuuum.

Kemal YİĞİT / Diyarbakır PROMETHEUS & İSTİRİDYE ve ŞEYLERİN ÇAĞRIŞIMI (Ya da: Bizi birbirimizin başına bela eden talihimize çok şüküüür, ya rab!.. çok şükür… ya da. Polyanna'nın küpeleri… ya da: Termodinamiğin 2. yasası… ya da: Eşşeğin götü…) 1. EPİGRAPH: "Cımbızla çekip bir araya getirdiği bir ironi/mizah/eleştiri denemesi olmaya çalışmaya öykünüyora benzeyen bilgi ve kültür eksikliğini gidermeye çalışmaya yeltenmeyi düşünmeye başlamasıdır. Ukalalık yapmak için bile olsa bilir bilmez herkese saldırmak boynumun borcudur (harcıdır, hırcıdır, hurcudur)" Tahsin Yücel (Eleştirinin ABC'si) 2. PERİGRAPH: "Kimdi söyleyen nasıl biriydi hatırlamıyorum ama biri: 'Kemal'cığım, eşcinsellere güven olmuyor' demişti." K. Yiğit "Kimdi söyleyen, nasıl biriydi (tüh!) yine hatırlamıyorum ama aynı biri: 'Yani, inan, gerçekten güven olmuyor ya'u' diye de eklemişti" K. Yiğit. 3. İNTRAGRAPH:

KAOS GL 53 / 18

Murat YAZICI / Mersin KAOS GL'yi 2 yıldan beri takip ediyorum. Şu anda öğrenci olarak Mersin'de yaşıyorum. Öncelikle KAOS GL'yi buralara ulaştırdığınız için tüm çalışanlara çok çok teşekkür etmek istiyorum. İstanbul'dayken elimden geldiği kadar Lambda grubunun toplantılarına katılıyordum. Mersin'e gelince büyük bir yalnızlığın içine düştüm. 20 yaşındayım ve gayim. Başta Mersin ve çevresi olmak üzere heryerden mektup bekliyorum. Sevgi, barış ve özgürlük için. Murat Yazıcı, Akdeniz Mah. Barbaros Sitesi, A. Blok D.908 Mezitli MERSİN Ankara'da yaşayan gay ve lezbiyenlerle tanışmak istiyorum. Göçsel, P.K. 674, 06445, Yenişehir ANKARA Şarmut A. İKARUS'un yeni posta kutusu adresi: (Lütfen zarfın üzerine Şarmut A. İkarus yazmayın) P.K. 43, Ahmetler, 06600 ANKARA

(Sabahın bilmem kaçıydı. Kendisini çok sevdiğim bir dostum, telefonla aradı.) -Aloooo?? -Haaaa!! Şey, yani: Efenim biyrııın!!... -Kemal abi, abicim, böyle sabahın 5'inde uykundan ediyorum, rahatsız ediyorum, geliyorum, arıyorum, dönüşüyorum, konuşuyorum; lakin çok önemli bir mevzu için aramıştım taramıştım sararmıştım. -Lafı mı olur Barışçığım, beni, istediğin zaman arayabilirsin, biliyorsun seni çok severim fakat sesin çok buruk geliyor, sanırım kötü bir şey oldu… -Sorma abi ya'u, tepemi attırıyorlar, sattırıyorlar, battırıyorlar Yeşim T. Başaran'a şaşırana taşırana taşerona sataşıyorlar, onu eleştiriyorlar iliştiriyorlar üleştiriyorlar halbuki ben Yeşim'e çok saygı duyuyorum, kaygı duyuyorum görüyorum dokunuyorum hissediyorum bütün duygularım sağlam ama Yeşim'i eleştiriyorlar ya'u olacak iş mi, emek mi çiş mi??… -Yahu Barışçığım, sâkin ol… şimdi, sanırım K. Yiğit'in KAOS'daki yazısına gocunmuşsun ama sanırım yanlış anlamışsın, o yazıyı ben de okudum ve bence orda Yeşim'i eleştirmiyor K. Yiğit; sadece Yeşim'e bir latife yapmış ve sanırım anlatmak istediği şeyler de çok derin şeylerdi. Bortaçina da senin gibi kaygılanmış lakin boş yere


kaygılanmış. Zira, K. Yiğit'i yakînen tanırım, Yeşim'e de en az senin kadar saygı duyar. Sen boşuna kaygılanmış, duygulanmış, çatlamış, patlamış, ayaklanıp telefona atlamışsın… -Yok abi, yani mesele o değil şimdi Yeşim için kaygı duyduğum falan yok filan da yok çok tok Yeşim bir araçgereç tornavida benim asıl meselem ukalalarla lalarlarla… -Sevgili Barışçığım artık asıl mevzuya girsen??… Zaten çok kalabalık konuşuyorsun… -Mevzu şu âbi: Hani bazı insanlar vardır böyle herşeyi bildiklerini sanırlar ıslanırlar tanırlar utanırlar ama aslında hiçbir şeyi de bilmezler yine de herşeyi bilmedikleri halde "biliyorum biliyorum" derler. Bu bana resmen ve de cismen koyuyor abi. Hatta bu ukalalarla ilgili silgili tilkili Hz. İsa'nın bir asası kasası masası hissesi kıssası var… -Hangi masası kıssası Barışçığım?… -Hani Hz. İsa bir gün koyunlarını otlatırken Akdeniz'in kıyısına geliyor ve elindeki kılıcı denize vurup ikiye ayırdıktan sonra koyunlarını karşı kıyıya geçiriyor ya??… -Iıııııhhh… şşşeyyy… ben??… yaani… hıııhhh… Ne desem bilmem ki??… Moralin de çok bozuk… şimdi… Yani, evet o kıssayı biliyorum biliyorum da ukalalıkla alakasını kuramadım… -Ukalalıkla alakası şuydu, Diyarbakır'dan telefon konuşmama iştirak eden Sayın Kemal Yiğit Bey Bay Boy: İsa demiştim; "Musaydı". Elindeki; "Asaydı". Ak değildi; "Kızıldı". Koyun bildiklerin; "insandı". (dedi ve telefonu "trick" suratıma kapattı. Ulan, ne acayip adamlar var şu memlekette, bu memlekette, o memlekette demeye kalmadan içgüdülerimle: "Hımq bu neydi lewo??…" deyivermiştim, bu arada ahizeyi bırakmış olmalıydım ki, telefon bir daha zırladı…) -Efenim, Biyrııın??… -Ya'u Kemal âbi bazı insanlar çok pistir biliyor musun âbi... öyle pis insanlar var ki âbi bu dünyada vallahi billahi gözlerine bakmak bile istemiyorsun ya'u abi ya'u… Âbicim, Hz. Musa da demiş ki… bir gün bir denizin kıyısına gitmiş… demiş… -Şey, Tahsinciğim, pardon sözünü kestim kusura bakma lakin sabahın köründe üstelik uyku sersemiyim mevzuya da öyle bir atlayış atladın ki heyecanından olsa gerek hiçbir şey anlamadım. Bu arada, sanırım, "Hz.İsa" demek istedin sen, yanılıyor muyum?… -Iııııı (??) Hı hı!... Doğru abi doğru, İsa olacaktı, pardon… -"Bir deniz" yerine de "Akdeniz" diyecektin herhalde??… -Avet abi??… -Yanılmıyorsam karşıya da "koyun" değil; "insan" geçirecek bu hazretimiz öyle mi?… -Nerden bildin abi ya'u?!... -Peki Tahsinciğim, sanırım, anlatmak istediğini anladım. Söylemek istediğin başka bir şey var mı? -Yok abi tamam… ama… sanki bir şey eksik kaldı âbi… Neydi ya'u… aklıma gelmiyor… bir şey eksik kaldı ama… Ufffff!!.. hatırlayamıyorum abi… neydi ne??… Hah!!.. KILIÇ!!… Ya kılıç abi?… KILIÇ??… -"Âsa" da sana girsin Tahsin, Tamam???… -Tamam abi şimdi oldu… KISSADAN HİSSE: Hoşgörülü olun, ama ille de taşı gediğine oturtacağım diyen mükemmelliyetçiler çıkıp ısrar ederlerse hiç tereddüt etmeyin "âsa"yı dürtün… Yok yani bir şeyden değil; sabahın bilmem kaçından kâbus gibi ya kılıç?.. Ya kılıç?… -Diyarbakır'dan konuşan sayın Kemal Yiğit Bey lütfen telefonu kapatmayın efendim, bir saniyenizi daha rica edecektim. Şimdi efendim, olmadı… Âsanın bana girmemiş olması gerekiyordu, bilakis, beni sizin suratınıza telefonu kapatmam lazımdı; lâkin şimdi şu anda şimdi telefonu suratınıza kapatırsam "ben" pis olurum… Böyle değildi sayın Diyarbakır'dan konuşan Kemal Yiğit Bey… Karıştı… olmadı… Kemal abi, abicim Hz. Musa da demiş ki… bir gün bir denizin kıyısına gitmiş… demiş…

-Neyse Tahsinciğim, bence şansını zorlama. -Peki abicim… rahatsız ettim… belki bilmezsin diye aramıştım… biliyormuşsun abicim… kusura bakma abi… -Estağfurullah… CUK!!!! 4. PORNOGRAPH: NOT: Bu yazıda bahsedilen olaylar tamamen gerçek hayatta yaşanmış olaylara dayanmakta olup; masum kişileri korumak maksadıyla yazıda bahsi geçen kişi adları bilerek değiştirilmişlerdir yani. Barış'ın, Barış Manço ile olan isim benzerliği tamamen bir tesadüften ibarettir. Ayrıca yarın öbür gün birileri (veya sırf meraklıları) çıkıp yok efendim ille de "Tahsin benim" veya "Ben, Tahsin'im" ve "asayı bana dürttü" derlerse beni ilgilendirmez… bilgilendirmez… (lütfen, kayıtlara geçirilsin…) SUGAR BRIDGE Alkan (KAOS GL: 50/14) "Çok sevinçliydim. Uzun bir aradan sonra onu görecektim ve onu görmem için iyi bir fırsattı bu. Bir hafta sonu Kütahya'ya gittim." (DEKLARAN) Serkan EGE (KAOS GL: 51/33) "Deli olmak işten değil. Adam bir aşık oluyor bir aşık oluyor, mahallesinde herkesin onun ne olduğunu söylemesine aldırmadan gidiyor taaa Kütahyalara…" (KONTR!) Alkan (KAOS GL: 52/28) "Şu Düzce, orada ne vardı, sık sık niye gidiyordu anlamıyordum. Sanki Düzce kafamdaki tüm soru işaretlerini çözecekmiş gibi geliyordu bana. Evet, kararımı vermiştim. Düzce'ye gidecektim…" (SÜRKONTR!) NOT: Anlaşılan o ki; herkes bildiğini okuyor… Neyse, 52. sayıyı taze okudum. Yukarıdaki espriyi paylaşmak istedim. Son sayı güzel olmuş, ama, Manisa'dan Serdar'ın yazdıkları canımı sıktı. Adam dalga geçiyor gibi… "Taban tabana zıt" dediği şey de zannımca "faşizm" ile "Resmi ideoloji"… peh!… Tabi "resmi ideolojinin" "faşizm"le bağlamından dem vuracak değilim. Zaten herkes yine bildiğini okur. (Kemal Yiğit).

KAOS GL 53 / 19


Yeşim T. BAŞARAN Lezbiyenliğin ne olduğunu, lezbiyenin kim olduğunu Ankara anlamak için daha tanımlı, daha görünür kimliklerle

benzerlik kurmaya çalışıyorum. Tüm didinmelerim en fazla, ne olmadığını anlamama yarıyor. Lezbiyenlik, o kadar yok ki etrafta, bazan kendimi kendim uyduruyormuşum gibi hissediyorum. “Kimlik” hakkında herhangi bir kuramcıdan tek bir satır okumadan kimlik hakkında yazmak asılsız mı? Başlamadan vaz mı geçsem? Ama o zaman başkalarına yaptığım baskı ne olacak? Eline kadın eli değmeden, lezbiyenlik hakkında hiç okumadan da lezbiyenlik hakkında yazabileceklerini, bunu yapmadıkları, gökten bilginin ineceği o kutsal günü bekledikleri sürece KAOS’un gay dergisi olmaktan kurtulamayacağını, dahası kendi yapmadıkları yazı yazma edimi yüzünden KAOS’a yüklenmelerinin ne denli ikiyüzlüce olduğunu kafalarına ibadet eder gibi sistematik vurduğum arkadaşlarım bir daha benim yüzüme bakmazlarsa onlara söyleyecek sözüm olmaz, sonra neyle sıkıştırabilirim onları… Eline kadın eli değmiş olma, uzun süreli bir sevgililik ilişkisi içinde olma hiyerarşisini, mürekkep yalamış olma hiyerarşisini böyle şımarıklıklar, verili, herkesçe beklenen yaşamsal şeyleri ti’ye alarak kendin olma inadından müteşekkil bir özgüvenle yazarak yıkmak gerek. Herzamanki gibi yaptığımın doğru olduğuna kendimi inandırma çabalarıyla geçti ilk paragraf; her satır ve yaşam böyle geçip giderse, mezarda da aynı kabus devam edecek: “Yanlış mı yapmıştım acaba?” Meleklere de inancı olmayınca insanın, kim verecek bu yanıtı? Şımarık, inatçı ve geveze bir özgüven elbette. Saklanma ve kaçma tepilerini içinde fazlasıyla taşıyan bu özgüven bana şu soruyu sordurtuyor: “Lezbiyen kimdir?” Sırayla tahtaya diğer kimliklerden yazalım ve bakalım: Kadın: Her kelime gibi söyleyenine, ortamına göre kılıktan kılığa giren bu ke-lime, özünde biyolojik cinsi-yeti “insan dişisi” olan canlı-ları kasdediyor ve “bu şekil” doğmuş olma hali ister iste-mez “bu şekil” biçimlenmiş bir yaşamda, şöyle ya da böyle herkesçe gözlenebi-len anlamlara tekamül edi-yor. Kadın, kadınlığından kaçamaz. En fazla bu ka-çamama çaresizliği içerisin-de kendine uygun bir köşe bulmaya çalışır. Bu avuntu hali, zaman zaman “çocuklarına sıkıca bağlanmak”, zaman zaman “feminist ka-

KAOS GL 53 / 20

dın arkadaşlara sıkıca bağlanmak” ve başka herhangi herşey çabasıyla ortaya çıkabilir. Ama kadın, kadın olmaktan kaynaklı fiziksel ve ruhsal sorunlardan kolay kolay kaçamaz. Bunlar taa başka bir kadından doğduğu ilk günden bellidir. Kadın, kadın olmaktan dolayı yaşadığı sorunlardan kurtulmak için, başkalarını veya kendini kadın olmadığına inandırma davranışını asla uygulayamaz. Kadın çoğu öğretilmiş, bazısı keşfedilmiş kadınlık durumları içinde gider gelir. Bu öyle bir şeydir ki, dünyanın kabaca yarısını etkileyen bir şeydir, başlıbaşına bir muhaliflik gerekçesidir. Etnik Kimlik: Şimdi gevezelik yapacağım ama itiraf edeyim cehaletim midemde bir sızı. Dürüstlüğün yataklık ettiği patavatsızlığımdan sakınmanız gerekirse çekinmeyin. Kendime patavatsızlık hakkı verirken, bencilliğimi biryerlere sığdıramadığım için size de bana “patavatsız” deme hakkı tanıyorum. Çünkü “etnik kimlik” yaşamımda birebir kendimden öğrendiğim bir şey olmadığı için, ne yazsam yalan, boş olabilir. Ne de olsa içinde yaşadığımız ülkenin siyasi koşulları farklı olsa Rum olduğunu yirmili yaşlarda öğrenmeyecek, şimdilerde etnik kimliği bu şekilde yaşamış ve asimilasyonun ortaya çıkardığının ne olduğunu bilebilecek biriyim. Ama etnik kimlikde ele almak istediğim başarılı bir asimilasyonun sonucunda olanlar değil. Etnik kimlik doğal olarak aileden gelir ve birey doğduğu günden itibaren, yaşadığı topraklarda içinde etnik ilişkiler sonucu azınlık olarak görülse de, ailesi ve akraba camiası içinde korunaklıdır. Bu kimlik zaten onlardan aldığı birşeydir ve bunun zorluklarına katlanmak istemeyip kaçmak istediğinde bulabileceği yollar bir kadınınkinden daha gerçekçidir. Etnik kimlik tamamen başkalarından öğrenilir, tam da bu noktada birey kendini savunma yollarını da bilir, çünkü bunları da öğrenir. İşte bu da kadından ayrıldığı noktalardan biri, çünkü kadın “kadın” olduğunun bilincinde büyümez. Bu daha sonra kendi meraklı yaradılışı dolayısıyla olacak olandır, veya olmayacak olan. Ancak etnik kimlikte bilinç, başından beri varolur, tabii etnik kimliği yokeden asimilasyon yoksa. Dini Kimlik: Aslında etnik kimlikten pek farklı değil, muhtemelen de onun içinde büyür. Dini kimlik asimilasyonunu da kendi içinde gerçekleştirmiş biri olarak ne diyebilirim bilmiyorum ama bu noktadaki bencilliğimi itiraf edeyim; etnik kimliğin bilinçli terkinin ne denli olumsuz olduğunu düşünüyorsam, dini kimliği terketmenin de o denli olumlu olduğunu düşünüyorum. Burda da dilerseniz kızma hakkına sahipsiniz. Sonuç olarak dini kimlik de genellikle aile ve akraba çevresinden öğrenilir ve onlar tarafından korunur.


Siyasi Kimlik: Siyasi kimlik şimdiye kadar ele aldıklarımdan bazı yönleriyle ayrılıyor. Aileden öğrenildiği gibi kişinin başka camialardan veya tamamen kendi girişimleriyle edinebilme olasılığı olan bir kimliktir. Aileden alındığı zaman dini ve etnik kimlikle benzeşir. Bir arkadaşım küçükken sağcılığın suç olduğunu sanırmış. Ancak daha sonra ediniliyorsa kendini destekleyecek insan arayışı başarıyla da sonuçlanabilir, başarısızlıkla da. Ama siyasi kimlik “kadın” olmanın aksine doğuştan olmayan bir edinilme sahip olduğu için insanın kendisi gibi insanları bulma olasılığı, zaten muhtemelen kimliğini başkaları sayesinde geliştirdiği için, pek muhtemeldir. Siyasi kimlik sanırım, çok kolay terkedilir. Terkedenlere de “dönek” denir. Yani siyasi kimliği dolayısıyla sorunlar yaşayan birey arzu ederse “dönebilir”. Bir bencillik itirafı daha, “siyasi kimliğini” kendime yakın bulduğum insanların dönekliği, tahmin edersiniz ki, beni rahatsız eder. Mesleki Kimlik: Şimdi “bu da nerden çıktı?” demeyin. Ben de bilmiyorum, sadece insanlarda mesleklerine dair bir kimlik tanımı olabileceğini seziyorum. Kimlik kuramcılarının ne dediğini bilmediğim için, onlarla kendimi savunamayacağım ama nasıl insan etnik ya da dini kimliği dolayısıyla ezilebiliyorsa (evet, şimdi farkettim, “kimlik” deyince, “ezilen kimlikleri” anlıyormuş; siz yazıdaki bütün “kimlik” kelimelerini “bul, değiştir” yapın da “ezilen kimlik”le, yalan söylüyor olmayayım) mesleki kimliğinden dolayı da ezilebilir. Örneğin, daha gerçekçi (!) bir mesleki kimliğe sahip olmadıkları için öğrenciler, bu anlamdaki kimliklerinden dolayı ezilirler. Herkesin onlardan beklediği okumaları iken, geleceklerine yatırım yapma çabaları “yarım meslek” olarak bile algılanmaz. Oysa düpedüz onlarınki de meslektir. Mesleklerin saygı duyulmayanlarını yapanlar gibi, meslek sahibi oldukları kabul bile edilmeyen öğrenciler, mesleki kimliklerinden dolayı sorun yaşarlar. Mesleki kimlik, kadın kimliği gibidir, atsan atılmaz satsan satılmazlığı yüzünden. Yaşantımızın ilk yıllarında yoktur ama sonrası yaşayabilmek için kaçınılmazdır. Mesleki kimliğinden dolayı sorun yaşayanlar “döneklik” yapamazlar. Çünkü öyle iddia edildiği gibi bir “fırsat eşitliği” dünyasında yaşamıyoruz. Bu noktada da etnik kimlik ve diğerleriyle benzeşir. Çünkü mesleki kimlik, içinde doğulan ailenin şartlarına oldukça bağlıdır. Peki “lezbiyen kimlik” nedir, lezbiyen kimdir? Lezbiyen, kadın gibi doğuştan olunmaz, öyle mesleki kimlik gibi bir zorunluluk da değildir, etnik veya dini kimlik gibi lezbiyeni destekleyeceklerin bol olduğu bir toplumsal çevreden yoksundur, siyasi kimlik gibi benzerleriyle birlikte edinilebilme olasılığı olan bir şey de değildir. Bunlar “değildir”ler. Peki kimdir lezbiyen? Kendine lezbiyen diyen mi?

Kelimeye gıcık olup ya da kendine lezbiyen demeye cesaret edemeyip, yine de lezbiyen gibi, hiç olmadı en azından hayal dünyasında lezbiyen gibi yaşayan kadın da lezbiyen değil midir? Lezbiyen olmak için eline kadın eli değmesi gerekir mi, veya yeter mi? Lezbiyen olmak için bas bas “ben lezbiyenim.. hadi lezbiyen feminist politikalar üretelim..” diye bağırmak mı gerekir? Lezbiyenlik, bütün yukarıda saydığım kimliklerin aksine, kişinin kendi içinden kendi çabalarıyla bulup çıkardığı bir şey. Kendi kendine, kendine ve çevresine rağmen sahiplendiği bir şey, veya sahiplenemediği. Gerçekten de buradaki “sahiplenemediği” vurgusu oldukça önemli. Çünkü sahiplenememek varolan bir şeyin sahiplenilememesi, hatta bu sahiplenememe hali yüzünden yaşanılanları içerir. Kadın, feminist bilinci olmasa da biyolojik cinsiyeti dolayısıyla yaşamak zorunda kaldıklarıyla “kadın”dır. O nedenle lezbiyenliğini sahiplenemeyen kadın da, kendisi kabul etmek istemese de lezbiyendir. Bu yazmaya çalıştıklarımla ilgili olarak sapphonun kızları’ndaki arkadaşlarımla konuştuğumda, kimlik kelimesinin “birşeyin politik kimliği” olarak algılandığını farkettim. Yani “x ve de politik kimlik”, yani kadın olamnın politik kimliği, etniğin politik kimliği, vs. Oysa benim demek istediğim, bireyin herhangi bir kimliğinin dışarıdan tanımlanmış olması hali. Eğer biyolojik cinsiyetin kadınsa, kadın olmak için kadın bilincine sahip olman gerekmez. Sözkonusu olan baskının, her nereden gelirse gelsin, bireyi tanımlıyor olmasıdır. İşte buradan yola çıkarak "lezbiyen”i, her ne şekilde olursa olsun aklına hemcinsleri düşmüş olan kadın, şeklinde tanımlayabileceğimi seziyorum. Kendilerini “izm”lere, tanımlara sığdırmak istemeyen insanların karşı çıktığını duyar gibiyim. Bunun tahayyül gücümle veya müneccimliğimle bir ilgisi yok. Kimlik konusu tartışılınca bakış açılarından biri de bu. Yukarda bahsettiğim kimlikler zaten karışık olarak ve de çok yönlü şekillerde insanlarda mevcut. Ve bu kimlikler dolayısıyla başkalarında daha “sorunlu” yaşamak zorunda kalması insanın kimliğini belirleyen. Sen tanımlanmaya karşı çıktığın için kendine lezbiyen demesen de, lezbiyenliğinle ilgili sorunlarla karşılaşma olasılığı içerisinde yaşayacaksın (sırf kendin gibi insanları bulamamak bile lezbiyenlerin en büyük toplumsal sorunlarından biridir). Neyse, her şekilde yazacak çok şey var ama bir yerde bitirmek gerekiyor. Lezbiyen kimlikle ilgili daha az kafası karışık ve daha çok şeyden bahseden bir yazı yazmayı inşallahlamaktayım. (Yine her zamanki gibi lafları süründürerek başladım ve dann diye bitirdim, kızmayın!)

KAOS GL 53 / 21


Şarmut A. İKARUS Daha genç ve kırılmaya daha çok müsait olduğum Ankara yıllarda babam bana bir öğüt verdiydi, kulağımda

çınlar durur: "Oğlum birilerini hor görmeden önce, senin çantada keklik bildiğin olanaklara sahip olmamış olabileceklerini aklından çıkarma sakın! Ha bir de; aşkta seni göze alamayacak denli yüreği dar olanlarla vakit yitirme!"

Çok mu vaki yitirmişti babam da ondan böyle bir öğüdü vermekle bana zaman kazandırmak istiyordu, bunu şimdi bilmiyorum ya da şimdi anlamaya çalışıyorum. Aynı babam, anneme bir gün, "Yahu hanım, bizim oğlan niye evlenmiyor? "Karışık" olmasın sakın?" diye yakınıp hayıflanmış, anam da yememiş içmemiş bana yetiştirmişti babamın endişesini, hani ben "karışık" olmadığımı kanıtlamak için bir an önce bana yakıştığını zannettikleri adaylarda biriyle evlenmeyi kabul edivereyim diye. Ben bunun için öldürmedim babamı. Babam, hakkımdaki endişesi yüzünden değil de, verdiği değerli öğüde karşın, kendisi iyi bir baba olamadı diye, onun için yaptığım hiçbir şeyin değerini bilmedi diye ve beni bir gün olsun "oğlum" diyerek gururla sevmedi diye gözümden düşmüştü. Oysa dört kız ardında olmuştum ve "erkek adamın erkek çocuğu olur" diye onu aşağılamaya yeltenene arkadaşlarına karşı babamın gururla söz edeceği bir "erkek" evlattım işte. Sahiplenmedi beni. Bunun için de öldürmedim babamı. Çocukken "erkek" gibiydim belki. Öyle ya bacaklarımın arasında babamınkinden vardı ve büllüğüm gururla evimize gelen her konuğa gösterilmeliydi. Babam, farkında değildi ama ben bacak arasındaki yaratığın sadece bende ve babamda olduğunu düşünmüş, sonra da madem bu denli hayran olunası bir şey, o zaman ben de aynı büllükten olanlara aşık olurum fikrini o günlerde geliştirmiştim. Ama ben babamdan bunun için de nefret etmedim. O "baba" olmayı becerememişti. Daha sonra yatılı okul arkadaşlarımın bana edebiyat dersinde okuduğumuz romanın kahramanının adını değiştirip "Gay Jatsby" adını takmalarından hiç gocunmadım. Gay Jatsby de olsam, bir babaya gereksinmem vardı. Bu yüzden, cismi var kendi yok babamdan nefret etmekle ve kadınların çoğunlukta olduğu dünyamda toplumun istediği bir erkek kimliğini edinmeyi reddettikçe kavileşen kendi cinsime duyduğum ilgi, daha sonra babama

KAOS GL 53 / 22

aldırmamaya , daha sonra babamı hoş görmeye, daha sonra da babama acımaya kadar getirdi beni. Ölüm döşeğindeydi babam, benim ona zaman ayıramayışımdan yakınan herhangi bir zavallı ihtiyardı sadece ve zaten ölecekti üstelik. Öyle işte. Değil işte. Ama onu benim öldürmem gerekiyordu. Bir geceyi, o geceyi hiç mi hiç unutamıyorum. Zavallı ihtiyar, ölmekte, ama bir an önce ölmeli. Hadi ben ranza demirleri arasında kafamı başucumdaki ranzadaki sınıf arkadaşımın özel alanına, aura'sına, onun başını koyduğu yastığına doğru uzattım, hadi benim kocakafam o daracık ranza demirleri arasından canımı yaka yaka geçti ve Cengiz'in yastığının üstünde aldı soluğu… o Cengiz, niye yapıştırdı dudaklarını dudaklarıma peki? Cengiz'in dudakları deus ex machina'ydı, yani karar vermemde ilk noktaydı, yani cinsel kimliğim konusunda ilkti ve en güzel ve en unutulmayası taddı. Ve dolayısıyla, Allah kahretsin ki, ilkörneksel bir bellek yarattı, allahın cezası ki onun kokusuna, onun after şeyvine benzer her şeye ve herkese meyleder oldum; O halde Şarmuta'nın tarihinde kendini Cengiz'e hazırlamakla geçen bir çocukluk ve o meş'um öpücükten sonra şekillenen ve kesinleşen bir tercih söz konusuydu. Artık, Şarmuta kendi cinsine ilgi duyduğunu dudağına yapışan o canım cengiz dudaklarla tescilleşmişti. Karar alınmıştı. Bundan sonrası o dudak tadını aramakla geçecekti. Çünkü Cengiz, dudaklarını ağzıma yapıştırıp sonra da çekmişti. Lütuf muydu o dudaklar? Nereden çıktı böyle bir soru demeyin. Lütuf muydu o dudaklar ki Cengiz, ablamın Almanya'dan gönderdiği ve 1970 yılındaki Türkiye'nin hiçbir yerinde, hele hele bir yatılı okulun yatakhanesinde hiç mi hiç bulunmayan bir after shave'i kullanabilmek için benim ve gay yüreğime ümit üstüne ümit sıkıştırıp dursun, ha? Yoksa niye ha? Hayır onu ben öldürmedim.

öldürmedim.

Cengiz'i

ben

Şimdi, zap zap da zap, sanal TV dünyaları içinde sörf yapıyorsam tek sorumlusu Cengiz mi? Evet. Hayır. Babam mı? Evet. Hayır. Lütfen, lütfen, kurmaca ile gerçeği karıştırmayalım. Ben onu niye öldüreyim ki? En çok ve ilk kez onu sevmişken, değil mi ama?


Hem ne zaman damladı ki kıpkırmızı şarap pür-ü pak tenime? Ne zaman ha? Kim mesul? Cengiz mi? Babam mı? Maraşlıların dediği gibi, "ziktirsin gitsin ikisi de!" Ne babam, ne de Cengiz'dir mesulu. Benim irademdi beni GAY yapan. Onlar sadece, evet sadece araç oldular, evet sadece kendimi olumlayabilmem için birer kal'a gibi dikilip tezimi kanıtlamamda araç oldular. O kadar. O kadar. SHIT. THEY BOTH CAN GO TO HELL. Hayır, niye seslerini çıkarmadılar? Niye gık demediler? Yani, Cengiz diyorum, tuvalette ben ona doğru uzandığımda neden beni yüzükoyun döndürüp de arkama, iki kenetimin arasına girmeye çalıştı ha? Madem öyle işte, niye böyle oldu? Ya babam? Neden, ben daha 11 yaşında, yatılı okuldan ilk yaz tatilim için döndüğümde Ankara'ya ve ev kalabalık olduğu için aynı pirinç karyolayı paylaşmak zorunda kaldığımızda bacak arasının sıcaklığını benden esirgemedi ha? Neden? Neden ben onun bacak arasına iki kenetimi sıkıştırmaya çalıştıkça, o beni itmedi. Biliyorum, çok iyi de anımsıyorum, o gece babam alkollü değildi, sarhoş değildi yani, ben iki kenetimi onun bacak arasına yerleştirmeye çalışırken o, evet o çocukluğumu zindan eden babam, neden bacak arasının sıcaklığını benden esirgemedi? Babamı öldürmemin sebebi bu değil ama. Cengiz'i yatılı okuldaki ilk aşkımı unutamıyorum bir türlü. Yatılı okulda mezun olalı on yıl olmuş. Ne çabuk geçti bunca yıl diye düşünürken, bir sınıf arkadaşım telefon etti. "Şarmuta, bu Pazar İstanbul'da buluşacağız. Onuncu mezuniyet yılımızı kutlayacağız. Bütün sınıfın katılmasını sağlamaya çalışıyorum." İçim kıpır kıpır Cengiz'i göreceğim diye. Tabii gelirim, dedim. Cengiz, evlenmiş barklanmış, iki çocuk ve büyük bir şirketin sahibi. İrelmiş, kalınlaşmış, göbek bağlamış. Saçı başı dökülmüş. Beni görmezden gelemedi ama hasretle de sarılmadı doğrusu nasılım, neyim merak etmedi. Yemekli toplantının yapıldığı lokalde, toplantıyı düzenleyen arkadaşım yemek bitmek üzereyken ayağa kalkıp "Şarmuta'nın sesini çok özledik değil mi arkadaşlar. Hadi Şarmuta, bize eski günlerde olduğu gibi bir şarkı söyle, kendi şarkılarından," dedi. Söyledim şarkımı. Her zaman olduğu gibi alkışımı da aldım. Cengiz alkışlamadı. Ben şarkı söylerken başını kaldırıp da yüzüme bile bakmadı. Şarkım ve alkışlar biter bitmez vurma sırası bana gelmişti. Vuracaktım. Vurmalıydım. Her şey zannedildiği gibi değildi çünkü. Her şey zannedildiği gibi

zannedilmemeli çünkü. Canıma tak etmiş. Canım, ya da canı birilerinin yanmalı. "Sevgili arkadaşlar. Bunca yıl sonra biraraya gelebilmek ne güzel. Ama bu gece, kendimi olumlamak adına size bir itirafta bulunacağım. Ben Gay'im. İbneyim anlayacağınız. Bu okula gelmeden önce bilmiyordum ama Cengiz'le yaşadığım ilk cinsel ilişkiden sonra emin oldum. Kendisine huzurlarınızda teşekkür ederim." Bilemezdim. Cengiz'in o toplantıdan önce iki kez kalp krizi geçirdiğini bilemezdim. Onu ben öldürmedim. Babama ise öğüdü için ve bacak aramdakinin kıymetini bana öğrettiği için minnettar olmam gerektiğini düşünebilirsiniz ama bana verdiği öğüde kendisinin uymadığını yatılı okuldan döndüğüm ilk tatilde anladım. Babam, anneme zul'mediyordu. Yoksul bir aileden gelme dünyalar güzeli annemi hep ezmiş ve başına kakmıştı onu sahiplenip yoksulluktan nasıl da çekip çıkardığını. Yatılı okuldan tatil için döndüğüm o unutamadığım gece eve çok geç geldi babam. Benim uyuduğumu sanıyordu ya da kapımın aralık olduğunun farkına varamayacak denli sarhoştu yine. Tuhaf sesler geliyordu annemle babamın yatak odasından. Yavaşça süzülüp çıktım yatağımdan ve kapı aralığından gördüm babamın annemin üzerine çullandığını. Annem: "Yapma herif, çocuklar uyanacak," dedi usulca. Babam bir elinde içki şişesi, öteki eli burnunda annemin kadife teni üzerinde gidip geliyordu. Annemin başı yan tarafa düştü. Ağladığını gördüm. Ağladığını gördüğümü gördü. Ses etmedi. Ses etmedim. Usulca yatağıma gömüldüm gözyaşları içinde. Babamın öğüdü kulaklarımda çınlıyordu ama şimdi anlıyorum, asıl babam annemi göze alamamıştı. Kendine ihanet etmişti babam. Yine de onu ben öldürdüm diyemem. Hastanede ölümle pençeleşiyordu babam, daha doğrusu hayatla pençeleşiyordu. Ziyaretine gittim. Ablam, doktorun yanına gittiğinde yakaladım fırsatı. Kolunda serum ölüm kalım savaşı veren babamın kulağına eğildim. Onu öpeceğim ya da kulağına sevgi sözcükleri fısıldayacağım sandı. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Kararlıydım. Ölecekse de bir şeyleri bilmeliydi. "Baba, sen annemi hiç, ama hiç hak etmedin. Onun ırzına geçtiğin gecelerden birine tanık oldum ben, aralık kapıdan bakıyordum baba, hatırladın mı,

KAOS GL 53 / 23


hatırla lütfen, hani anneme gidip geliyordun da bir taraftan da burnunu karıştırıyordun. Anneme burnundaki pislik kadar önem vermiyordun sen, bok herif… Ayrıca babacığım, ben karışık değilim. İbneyim. Duydun mu? İbneyim… Hı? Bu gerçeğin seni ne denli sarstığını farkındayım canım babacığım, erkim benim, yapıntı erkek seni." "Duydun mu baba, ben ibneyim, senin bildiğin anlamında değil ama. İbneyim ve gururluyum. Benim anladığım anlamda ise asıl ibne sensin, duydun mu domuz herif, duydunsa elimi sık, anladıysan beni, elimi birazcık olsa da sık lütfen. Öyle kaskatı durma lütfen sık elimi, konuşamıyorsan bile sık elimi, gururluyum diyorum sana, ben ibneyim, ben ibne olduğum için bayılan çok bana. Lütfen Şarmuta, bir çocuğun olmalı senin dölünden türeyen ya da senin bedeninden türeyen diye ısrar eden bile ırzıma geçti baba. Ayıp olur onlara böyle dersem. Ne demek ırzıma geçti, pardon babacığım? Hayır, bal gibi ben de istedim ki onlarla ben bir olayım. Ama neden böyle kötü davrandılar bunu yaparken. Neden ibne olduklarını anladıklarında bu denli zalim oldular? Bu yüzden daha fazla ısrar etme ve bir tepi var ibne herif, puşt ibne!" Birkaç kez titredi, sarsıldı ve sonra da faltaşı gibi gözlerini ve üstü benek benek olmuş jelatin gibi bir deriyle kaplı ve kemik yığınından başka bir şeye benzemeyen elini uzatıp hareketsiz kalakaldı zavallı ihtiyar. Ondan intikamımı almıştım. Galiba. Allah rızası için, daha ne kadar sürecek bu riya. Sevdiğim, beni herkesten gizlice beceren oğlum, evet oğlum, oğlum ne aman dikilecek karşıma da haykıracak beni ne denli sevdiğini. Allah kahretsin ve afedersiniz, biz bilmiyordum erkek erkeğe ensestin bu denli ayıp olduğunu. Afedersiniz. Lütfen affedin. Nereye kaçtı? Hangi derede temizledi kendini? Cengiz'i, babamı ben öldürmedim, bunu biliyorum. Ama öğüdü hâlâ kulaklarımda. Yine de o öğüt sayesinde daha iyi bir insanım ben şimdi. Beni göze alamayanlardan sevgili tutmuyorum. Sevgililerimi, onları biraz ürkütsem de, göze alıyorum ve gay olsun olmasın, hayatta benim kadar şanslı olamamış insanları hor görmüyorum. Bu yüzden, aynada gördüğümle barışığım ve eskiden olduğu denli kırılgan değilim. Ben kimseyi öldürmedim. Ben oğlumu özledim. * Amerikalı yazar F.S. Scott Fitzgerald'ın ünlü "Muhteşem Gatsby" (1925) adlı romanının baş karakteri Jay Gatsby'den mülhem.

KAOS GL 53 / 24

Hırvatistan (IGLHRC) Eşcinselliği yüzünden 1998 Temmuz'unda ordudan atılmış olan bir gay, şimdi hayatını tehdit altında hissediyor. Ordudaki ayrımcı politikalara karşı hukuki yollara başvurmuş olan gay, görevinin geriye kalanını yerine getirmek üzere orduya çağrılıyor. Şu anda, en büyük korkusu ise, askeriyenin eline geri döndüğünde sadece eşcinsel olmasından değil, orduyu mahkemeye vermiş olmasından kaynaklanan yaşamını tehdit eden misillemelere maruz kalmak. Eşcinselliği ve yasal başvurusu medyada geniş yer bulmuştu zaten. Meksika Yeni kurulmuş olan Homofobik Nefret Suçlarına Karşı Yurttaşlar Komisyonu Nisan 1995-Mayıs 1998 arasında 125 eşcinsel cinayetini belgeledi. Komisyona göre cinayetlerin çoğu polis tarafından ihtiras cinayeti olarak değerlendirilip, dosyaları rafa kaldırılıyor. Kolombiya Anayasa Mahkemesi özel dini okulların gay öğrencileri reddemeyeceklerini ve açık gay olan öğretmenlerin işten atılmasının anayasaya aykırı olduğunu açıkladı. Güney Kore Düzenlenmesi için onca çaba harcanmış, tüm dünyadan 85 filmi bir araya getiren Birinci Seul Eşcinsel Film ve Video Festivali açılış gününde hükümetçe yasadışı ilan edildi ve engellendi. Açıklama ise filmlerin Kore halkının duygusal yaşantısını yansıtmadığı şeklindeydi. Malezya Malezya'da yolsuzluk ve eşcinsellikle suçlanan eski Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Enver İbrahim'in yargılanma sürecinde nihayet şoförü de konuştu. Enver İbrahim ile ilişkisinin tüm ayrıntılarını mahkemede anlatan aile şoförü, 1989-1992 yılları arasında eski patronunun seks kölesi olduğunu söyledi. Malezya'da eşcinsellik yasalarca suç olarak tanımlanıyor. Bu arada Hürriyet Gazetesi'nde aynı haber 3 Aralık 1998 ve 5 Aralık 1998'de iki kere çıktı. Haber Hürriyet Gazetesi'nde 3 Aralık'ta "… yolsuzluk ve sapık seks ilişkiler…" diye başlarken, 5 Aralık'ta "Yolsuzluk ve seks skandalı…" diye başlıyordu. Travesti Tazminatı ABD'de, bir trafik kazası sonrası travesti olduğu için ölüme terkedilen Tyra Hunter adına Washington kenti 2 milyon 900 bin dolar tazminat ödemeye mahkum edildi. Yaralı Hunter'ın kadın kılığında bir erkek olduğunun anlaşılması üzerine itfaiye ve hastanede ilkyardım yapılmamış, travesti ölmüştü. (13 Aralık 1998, Radikal)


Oscar Wilde karşımda oturuyordu. Okumakta olduğum kitabın ön

sayfasındaki resmine poz verdiği yaşta ve aynı resimdeki zeki, sorgulayıcı bakışlarla… gecenin bilmemkaçıncı zamanına demir atmış düşünüyorum. Hava soğuktu ve ben yoksulluğun zorunlu kıldığı ısınma işlemi de gören yatağımda kat kat battaniyelere bürünmüş, tek odalı evimde bu yabancı-tanıdığın karşısında sus pus kesilmiş, O'nun nereden ve nasıl gelebildiğine şaşkın duralıyordum. Bazen olurdu düşünürken dalıp gittiğim ve bu yoğun, derin süreçte dış dünyayla tüm bağımı kestiğim… Sanırım yine koptuğum ve kendi dünyama yöneldiğim bir anda farketmeden ben, gelivermiş, yerleşmişti karşımdaki tek sandalyeye. O olduğundan hiç şüphem yoktu ama yine de sordum. "Sen de kimsin?" Zaten bildiğim adını yapıştırdı suratıma. Aptalmışım gibi bakmayı ihmal etmeyerek. "Peki burada ne arıyorsun?" "Bak bu iyi soru" dedi. Çevresini saran ince ışıl ışıl bir enerji yoğunluğu muydu parlayan yoksa tüm ünlü dehalardan öylesine bir parlaklık, büyülü bir ışık yayılır mıydı? "Çünkü yardıma ihtiyacın var. Cinsel kimliğinin, kişisel farklılığının, azınlıkta olmanın, dince, toplumca, ailece yani seni anlamayan ve daha da kötüsü anlamayacak olan bir yığın gereksiz baskının orta yerinde sıkışmış, kendi kendine işkence ediyorsun. Düşünerek, içinden çıkmaya çabaladığın bir yöntem bulabileceğini sanıyorsun." Durdu, derin bir nefes aldı ve "Bak küçük dostum, biz eşcinseller çok ağır bir sorunun altına girmiş, sıkıştırılmış hatta belki kötü bir benzetme olacak ama, çevresi ateşten bir çember haline getirilen bir akrep gibi çok zor durumlarda varlık mücadelesi vermekteyiz. Diğerlerinin bizden istediği o çemberdeki akrep gibi kendi kendimizi sokmamız, kendimizi imha etmemiz. Sanki bizler diğerleri gibi yaşamayı hak etmiyormuşuz gibi… Sanki bizleri onlardan ayıran çok önemli çok büyük farklar hakikaten varmış gibi… Sanki bizi yaratan Tanrı kendileriymiş de, bir anlık dalgınlıkla bizi var etmişler, şimdi de bunun sorumluluğunu bize yükleyip "E hadi, biz doğruyuz siz ise yanlış, giderin bakiim yanlışınızı. Ya düzelin ya da yok edin kendinizi" demeye cidden hakları varmış gibi…" diye devam etti konuşmasına. Aklıma okuduğum kitabından bir pasaj geldi. "Toplum bireyleri ağır cezalara uğratma hakkını kendine alan ve aynı zamanda sığlık gibi bir kusura sahip olan ve kusurların en büyüğü olan sığlığıyla

ne yapmış olduğunu algılayamayan bir çoğunluktur ŞENER yalnızca"(1) Bir yerinde de; İzmir "Ahlâk bana yardım edemez. Ben, yaradılışımla ahlâk karşıtıyım. Ben yasalara değil, ayrıcalıklara uygun insanlardanım. Akıl da bana yardım edemez. Akıl, bana hüküm giydirmiş olan yasaların yanlış, adaletsiz yasalar olduğunu ve bana acı çektiren sistemin yanlı, adaletsiz olduğunu söyler. Ama ben, bunların ikisini de kendime doğru ve haklı kılmalıyım"(2) diyordu… O'nu dinlemeye devam ettim. "Bu çirkin aşamalardan kurtulmanın çok kolay yolları var. Kendi kendini kabullenmen ilk olarak yapacağın şey. Unutma ki bu dünyadaki tek hazinen kendindir. Bunun için öncelikle "ben neden onlar gibi değilim" diye başlayan sorgulamaları kesmelisin. Ardından kendini şartsız kabullenip, sevmeyi öğrenmelisin. Sen kendini sevip kabullenmez isen başkalarından, diğerlerinden bunu nasıl bekleyebilirsin ki?" Kendi kendini "Sen ne anlarsın. Benim gibi acı çektin mi?" diye kabullenmen ilk sordum sesim titreyerek. Damarıma basmıştı ve olarak yapacağın ağlamak üzereydim. Acı acı gülümsedi bana. "Sana biraz kendimden sözetmeliyim. Gerçi şey. Unutma ki yaşadığım dönemde beni yargılayan, aşağılayan bu dünyadaki tek insanlık şimdi çağın en ünlü yazarlarından biri hazinen olarak kabul ediyor beni. Ama o dönemlerde sadece cinsel kimliğimden dolayı yargılamakla kendindir. Bunun kalmayıp, oradan oraya sürüldüm, hapis ve kürek için öncelikle cezalarına çarptırıldım, hayatımın son "ben neden onlar zamanlarında, ekonomik olarak güçlü iken topluma ve yasalara açtığım savaşta yitirdiğim servetim gibi değilim" diye dolayısıyla, çok zor anlar yaşadım… Ortaçağ ahlâk başlayan anlayışı hâlâ sürdürüyordu etkisini o dönemde. Ne sorgulamaları yaparsan yap ama kimse bilmesin zihniyeti… Oysa kesmelisin. ben, ben olarak kabullenmek istiyordum. Hiç saklamadım cinselliğimi. Yazınımda, Ardından kendini mektuplarımda, arkadaş ve dost çevremde… Hatta şartsız asillerin arasında bile gururla açık açık varkıldım kabullenip, kendimi. Yanlış bir toplumun sınırlandırılmış sevmeyi köhneliğiyle alay edercesine. Cezaevine girişimin ilk zamanlarında, bazıları bana öğrenmelisin. kim olduğumu unutmamı söylediler. Yıkıcı bir Sen kendini öneriydi bu. Kim olduğumu bilmeliyim ki kendime sevip bir avuntu bulabileyim(3)…" kabullenmez isen O da daldı, bir yerlere gitti yüreği. "Peki, sence kendimi ne derece paylaşmalıyım? Hep insan başkalarından, yüzünden acı çekiyorum işin kötü yanı da ben de diğerlerinden insanım. Kendi etini yiyen yamyam gibi…" bunu nasıl Gülümsedi. bekleyebilirsin "Güzel benzetme. Kendi payıma ben neden acı çektiğimin farkındaysam, toplum da bana ne ki? yaptığının farkında olsun diyorum, her iki tarafta da ne dargınlık ne de nefret olsun."(4) Yani insanlara

KAOS GL 53 / 25


Yalnız kalmaktan korktuğun için heteroseksüel gibi davranıyorsun. Onlarla olduğunda onlardan biriymişsin gibi yapıyorsun. Düşün; gerçekten dost ya da arkadaşım diyebileceğin, seni sen olduğun gibi kabul edebilecek kaç kişi var?… Yok mu? Peki, bu durumu değiştirmek için ne yaptın?

KAOS GL 53 / 26

bilmeleri gerektiği kadar seni bilmelerine izin ver. Fazlasına veya daha azına değil!… Gerçekten de haklıydı. Herkesin bilmesine gerek olmasa da, tanıdığım, tanıyıp güvendiğim tüm insanlara kendimi olduğum gibi sunmalıydım. Bunu; kendime en yakın hissettiğim insanlardan başlamak üzere derece derece anlatarak yapacaktım. Doğruyu açıklayıp, söyleyemeyecek olduklarıma en azından yalan söyleyip, maskelerle çıkmayacaktım karşılarına. "Sen nereden geldin?" Gülümsedi yine ışıl ışıl. "Cennetten gönderildim. Tanrı tarafından. Çünkü iyi bir insandım ben. Başkalarının doğrularını değil kendi doğrularımı yaşamaya çalıştım. Diğerlerinin doğrularına saygı duyarak ama... Onların da bana, benim doğrularıma saygı duymalarına çalıştım. Yanılmaktan, yanlış anlaşılmaktan, horlanmaktan, dışlanmaktan korkmadım hiç. Sen, bunu yapıyorsun. Yalnız kalmaktan korktuğun için heteroseksüel gibi davranıyorsun. Onlarla olduğunda onlardan biriymişsin gibi yapıyorsun. Böylece çevrende bir takım insanlar oluyor. Ama onlar da senin gibi hep yapay, hep sahte, hep kurukalabalık siluetler gibi "gerçek" paylaşımlara yol alamıyor. Ya sen onların dünyalarının kapı aralığında kalıyorsun, ya da onlar senin dünyanın kapı aralığında kalıyor. Tutunamıyorsunuz, kayıp düşüyor sonra da karşılık olarak birbirlerinizi incitiyor suçluyorsunuz. Düşün; gerçekten dost ya da arkadaşım diyebileceğin, seni sen olduğun gibi kabul edebilecek kaç kişi var?… Yok mu? Peki, bu durumu değiştirmek için ne yaptın? Hayır, hayır, onlara onlar gibi davranıp arkadaşlık kurduğunu söyleme, bu yalancı bir arkadaşlık çünkü. Ya gerçeği söylemeyi düşündün mü hiç?…" "Evet" dedim. "Çok, hem de pek çok kez. Ama, onları kaybederim diye düşünüp vazgeçtim sonradan. En çok yakın dostum Mehmet'e söylemek isterdim. Bir heteroseksüel o. Gerçi hiç bu tür konularda konuşmadık ayan-beyan ama söylemek isterdim. O'na… Ama anlamaz beni sanırım. O'nu kaybetmek de üzer beni, incitir…" "Denemeden bilemezsin, küçük" dedi bana. "Zamanım azalıyor, kısa bir zaman için geldim. Sonra yeniden gelirim. Belki daha uzun kalabilirim de o zaman. Son olarak, Mehmet eğer seni gerçekten seviyor ise seni cinsel kimliğinle kabul edip sevecektir. Olduğun gibi yani. O'nun senin

kişiliğini, duygularını, düşüncelerini önemsediğini yani seni "sen" olduğun için sevmesi gerektiğini düşün. Bu şartlarda cinsel kimliğin çok ufak bir ayrıntı bence. Hoşçakal…" "Sen de aşkçakal" dedim. "Tanrıya senin için dua edeceğim. Teşekkürler"… Zilin sesi, Natre Damme'ın Kamburu Zangoç'un sağırlığına rağmen duyabilecek bir iğrençlikte zıplattı beni yatağımdan. Düştü bu, evet. Hiç bilmesini istemediğim bir düş. Ama, saatin bu sinir bozucu sesi bile uyandığım düşün etkisinin güzelliğini gölgelemedi. Güzel bir kahvaltı yaptım. Ardından da telefon etmek için bir kulübeye koştum. Öğrenci evinde, istisnalar hariç telefon son derece lüks bir ihtiyaçtı. Oysa benim öncelikle bir sobaya ihtiyacım vardı beni sıcak tutacak. Havanın yalım yalım yüzüme çarpması beni biraz daha kendime getirirken otobüs duraklarında işlerine gitmeyi, okullarına yetişmeyi uykunun büyülü atmosferinden tamamen sıyrılmamış olarak bekleyen insanlara gülümseyerek baka baka telefon kulübesine vardım. Telefonun çalma sesi bir-iki-üç-beş yankılandı kulağımda. Tam almacı kapatacakken açıldı. Uykulu ses "Ne var?" diyordu. "Ben eşcinselim" dedim coşkuyla. Ardımda, hemen benden sonra telefon edecek çocuk düşürdü elinden yakmaya çalıştığı sigarayı. Şaşkın bakışlarını yüzüme dikmişti… "Biliyorum… Bunun için mi aradın beni sabahın köründe" dedi Mehmet. Şaşırma sırası bendeydi. "Biliyor musun? Ama nasıl?" "Eski bir sevgilin benim okul arkadaşımdı liseden. Hem anlamamak için ahmak olmak gerekirdi, bilirsin ben asla ahmak değilim." "Kızmadın mı bana, hâlâ dostum musun yani" dedim. "Sen dün gece bir deliyle mi yattın? Sana ne diye kızayım, tabiyki dostuz. Hem bana ne senin apışarandan. Ben uyuyacağım azıcık daha. On gibi uyandırsana beni, akşama sinemaya gideceğiz Gül'le. Sen de gelirsin eğer istersen". Çatt kapattı telefonu. Gül sevgilisiydi, severdik birbirimizi. O'nun gibi bir dostum olduğu için gurur duydum kendimden. Biliyor olmasına rağmen hiç bu konuyu bana açmamış, saygı duymuş, benim anlatmamı beklemiş. Bu arada şaşkınlıktan sigarayı elinden düşüren yakışıklının adı da Toprak. Beraberiz o'nunla. Telefon kulübesinde ben telefonu kapadıktan sonra tanıştık. Orada birşeyler içmek üzere bir kafeye gittik. Akşama da dördümüz; ben, sevgilim Toprak, en iyi dostum Mehmet ve sevgilisi Gül sinemaya gittik. Film, Kuş Kafesi'ydi… Dipnotlar: Oscar Wilde'ın kendi sözleridir. De Profundis (mektup)tan. [Mektup, Oscar Wilde: çeviren: Yaşar Gönenç, Yaba Yayınları, 1996] Okumakta olduğum kitap (hikayede alıntılar yaptığım) Reading Zindanı Baladı, Oscar Wilde, Özdemir Asaf çevirisi, Broy Yayınevi


Sıkıldım! Bari yeni bir konu atayım ortaya. Internet'te, www.eshcinsel.net adresinde gördüğüm Newsweek ve Hürriyet haberlerinden yola çıkarak evlilik geyiği yapalım biraz. Newsweek'in 23 Kasım tarihli sayısında dört sayfalık bir yazı vardı. Bu yazı, Avrupa'da halkın artık politikacıların cinsel kimlikleriyle ilgilenmediğini örneklerle anlatan bir yazıydı. Ayrıca Avrupa'daki eşcinsel haklarından söz ediyordu. 24 Kasım 1998 Salı, Hürriyet:"Eşcinsel evliliği ABD'yi karıştırdı" ABD'nin Şikago Kenti'nde iki eşcinselin kilisede evlenmesi ortalığı karıştırdı. İki erkeğin, geçtiğimiz Eylül ayında Methodist Kilisesi'nde yapılan bir törenle ‘Tanrı huzurunda’ evlenmesini protesto edenler, dün kilisenin önünde büyük bir gösteri düzenledi. Ancak isin ilginç yani, kilisenin önünde bu gösteri yapılırken, yolun diğer yannda da eşcinsel evliliğine karşı olanlara karşı bir gösteri daha yapıldı. İnsan hakları derneklerinin, lezbiyen ve gay kulüplerinin temsilcilerinin katıldığı bu ikinci gösteri birincisinden daha kalabalıktı.

Bence konuya iki açıdan bakılabilir. Birincisi, Batı'daki gelişmeler genelde olumlu olarak görülebilir. Bir yandan bazı insanlar kilisede hemcinsleriyle evleniyorlar, kıyamet kopuyor (niyeyse?), ki benim çok sıcak baktığım birşey değil bu tarz eylemler, bir yandan da Avrupa ülkeleri, karşı cins ve aynı cinsten çiftlere yönelik partnerlik (concubinage) yasaları çıkartıyor. Böylece evli kişilerin yararlandıkları bazı haklardan yararlanabiliyorlar. İkinci bir bakış açısına göre, tipik bir azınlık asimilasyon hareketiyle karşı karşıya olduğu düşünülebilir, Batı'daki eşcinsel kardeşlerimizin. Yani bazılarının, klasik hetero değerleri ustaca pazarlamaları ve eşcinselleri özendirerek, bakın size de aynı hakların kapıları aralanıyor diyerek, çizdikleri yoldan eşcinsellerin ilerlemesini sağlamak, eşcinsellerin de, mücadeleleri sonucu bu "nokta"ya geldiklerine inanıp, aralık kapıdan içeri süzülmeleri, biraz da bunca çektiklerinden sonra, evlilik denen o büyülü kurumun (bööööh!) rahatlığına kendilerini bırakmaları. Evet, doğru bildiniz, her ne kadar ben de iki görüş arasında zaman zaman gelip gitsem de, ruhumun derinliklerinde ikinci görüşe daha yatkınım.

büyük bir mücadelemiz yok! Var olan küçük Özgür HÜRCAN çabalarımıza yön vermede, en önemlisi de kendi İstanbul düşünce biçimimizi, eşcinsellik konusundan hareketle hayattaki duruşumuzu kurmada, batılı eşcinsel kardeşlerimizin deneyimlerinden yararlanıp, onların yanlışlarına düşmemeyi deneyebiliriz. Gene deminki konuya dönersem, klasik hetero kalıplarını almak ve onları birazcık esnetip bunu bir başarı saymak biraz yanılsama gibi geliyor bazen. O zaman gökkuşağına n'ooldu? Eğer hepsini griye boyayacaktıysak, bunu bir ton açık griye çevirmek için bütün bu çabaya değer mi? Gelip gelinecek nokta, onlar gibi kilisede evlenmeyi başarmak(!) ya da birlikte yaşama belgesi alıp trenlere yüzde bilmemkaç indirimli binmekten mi ibaret olmalı? Peki gelecekteki hedef ne? Yüzde otuz yerine yüzde otuzbeş indirim mi? Ben diyorum ki, biraz özümüze dönelim ve gökkuşağının üstünde bir yerler hayal edelim. Onların düşünce biçimlerine hapsolup da, ya bu ya da bunun tam karşıtı gibi ikilemlere sıkışıp kalmayalım. Örneğin, önce şu kutsal evlilik masallarını bir aşalım. Geçenlerde bir arkadaşımın düğününde yine aynısını düşündüm. Evet, güzel olmasına çok güzel bir düğündü ama, bu kadar kutsamak iyi mi? Bir ilişki işte, neresinden baksanız. Biz de onlar gibi ilişkilerimizi kutsadığımızda, ilişkilerimiz terfi edecek mi? Gerçekten daha iyi ilişkilerimiz olacak mı? Yoksa binlerce yıllık hetero evlilik deneyimleri bize hâlâ ders olmadı mı? İnsanlar birbirlerini imzalarla, resmi belgelerle ya da artık maddi manevi ne bulurlarsa onlarla zincirlemek yerine rahat olsalar, birbirlerini sevseler ve bu yetse daha iyi değil mi? Bittiği yerde bitse, insanlar yine ayakta durmayı öğrenseler, böylece haksız eziyetin ve Eşcinsel göstericiler… mutsuzlukların önüne geçilse?

Bu noktada, Türkiye'de yaşıyor olmamızı en azından bireysel olarak bir şans, farklı bir olasılık şansı olarak görebiliriz belki. Ne de olsa henüz çok

KAOS GL 53 / 27


Tamam, toptan reddedelim batıdaki eşcinsel hareketin deneyimlerini demiyorum. Sonuçta coğrafya olarak ayrı olsak da onlar bizim kardeşlerimiz. Tabii ki gerçekten olumlu bulduğum pek çok şey de yapıyorlar, örneğin benim çok önem verdiğim "görünürlük" konusunda. Evet, İngiliz kabinesinde dört açık eşcinsel bakanın olması ve insanların bunu umursamayacak düzeye gelmiş olmaları tabii ki çok önemli ve imrenilecek bir durum. Bunda, bence, toplumdaki genel seks tabusunun büyük ölçüde aşılmış olmasının büyük payı var. Bu da doğaldır ki yalnızca eşcinsel hareketle olmamıştır. Daha çok, eşcinsel hareket, bu sayede olabilmiştir. Bu da cinsiyetçi politikalarla ve tabularla savaşmada cinsiyetçilik karşıtı grupların dayanışma içinde olması gerektiği düşüncemi güçlendiriyor. İngiltere'de lezbiyen ve feminist hareketlerin nasıl birbirinden beslendiği, daha doğrusu lezbiyenlerin feminist akımlara nasıl daha geniş bir perspektif kazandırdığı ve beslediği hakkında Kaos'ta okuduğum bir yazı geliyor aklıma. Öte yandan, yine Kaos'ta lezbiyen bir arkadaşın bir yazısında Necla Arat'tan yaptığı alıntıyı anımsayıp umutsuzluğa kapılmadan da yapamıyorum. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi; "Dincilerin yurtlarında çocuklarımız kötü yola itilmekte, sapık eşcinsel ilişkilere sürüklenmektedir." gibi birşeylerdi. Şimdi gel de dayanış bakalım bu sözde feministle. Yazıyı yazan arkadaş, Necla Arat'a hoş ve esprili bir ceza vermişti, bilmemkaç bin kere "Eşcinsellik sapıklık değildir." yazması yönünde! İşte toplumun genelinin aydın gözüyle baktığı insanların durumu. Bu da bizim, şöhretlere bel bağlamamamız gerektiğini gösteren bir örnek. Hâlâ Tarkan açılcak, Türkiye kurtulcak diye düşünenlere duyurulur. İngiltere'de bakanlar açıldı diye halk bir günde değişmedi, halk yüzyıllar sonunda değiştiği için bakanlar açılabildi. Yoksa bugün türk parlamentosunda falanca açılsa, tek değişiklik, o kişinin politik yaşamında olur. Neyse, konuyu dağıtmadan, ben yine de Türkiye'deki gerçek feministleri bulup çıkaralım derim. En azından öğrenmeye hevesli feministlere eşcinselliği anlatalım, onlar da bize feminizmi anlatsınlar, aramızda bir bağ olsun. Bu benim şu anda Türkiye koşullarında en çok önemsediğim şeylerden biri. Tabii ki eşcinsellerin kendi içindeki dayanışmayı daha da önemsiyorum. Sonuçta benim şu önümüzdeki on - yirmi yıldaki türk eşcinsel hareketinden beklentim, toplumdaki cinsel tabularla uğraşmak. Evlenmeden de durabilirim yani! Ama cinsel tabularla uğraşırken, yazının en başında sözünü ettiğim hayallerimizi yitirmeden!

KAOS GL 53 / 28

Uğur ALPER/İstanbul Bu yazı Mart ayı başında yaptığım New York seyahatinden hemen sonra yazmıştım ama kısmet bugüne ve KAOS GL'de yayınlamakmış. Yazının başlığını II diye numaralandırdım, çünkü aylar önce Demet Demir`in New York Notları isimli bir yazısı yayınlanmıştı Lambda İstanbul`un dergisi "...cins..."de. O zaman adı %100 GL idi. Bu seferki notların sahibi ise benim. Uzatmadan hemen Lambda`nın ikinci New York macerasına geçelim. Uluslarası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu (IGLHRC), San Francisco merkezli, uluslararası çalışan, Amerikalı bir insan hakları kuruluşudur. Habitat II`den bu yana IGLHRC ve Lambda İstanbul arasında sıkı bağlar vardır. IGLHRC Mart ayının başında eşcinsel hakları konusunda pek ileri sayılamayacak ülkelerden eşcinsel aktivistler için bir eğitim semineri düzenledi. Seminere katılacak gruplar şimdiye kadar yaptıkları çalışmalara göre değerlendirildi ve Lambda İstanbul da en yoğun çalışan gruplar arasında görüldüğü için davet edildi. Bu 10 günlük seminere bizden başka Hong Kong, Arjantin, Nikaragua, Güney Afrika, Zimbabwe ve Macaristan`daki eşcinsel örgütlerden temsilciler katıldı. Filipinler`den gelmesi beklenen temsilci ise vize alamadığı için ne yazık ki katılamadı. Benim ise vizeyle ilgili sorunum olmadı. Daha önce Demet Demir ile ilgili birçok sorun yaşandığı için IGLHRC Amerikan Konsolosluğu ile görüşmüştü. Artık Lambda için Amerika yolları açılmıştı. Toplantıların 1 Mart`ta New York`ta başlayacak olmasına karşın, üç gün önce bir süredir temasta bulunduğumuz "Philadelphia Gay News" gazetesinin yayıncısıyla buluşmak üzere Philadelphia`ya gittim. Uzun yıllardır yayın yapan bu gazete son derece profesyonel bir şekilde yayın hayatına devam ediyor. Ve tüm gay örgütlerle iletişim içinde. Beş katlı büyük bir "community center"a, yani eşcinsel kültür merkezine sahipler ve bunun için para doğrudan Başkan Clinton`dan alınmış. Ben merkezi gezerken, bu söylenenleri masal gibi dinliyordum. Ama New York`ta karşılaşacaklarımı bilsem içimden "Bunlar da ne ki" diye geçirirdim.


New York`ta toplantılar Columbia Üniversitesi`nde yapılacaktı ve tüm katılımcılar okulun otelinde kalıyorduk. On gün boyunca sabah 9`dan akşam 5`e bazen 6`ya kadar toplantılar devam etti. Günde 3 ya da 4 uzman bizi ziyaret ediyordu ve tartışmayla karışık ders görüyorduk. Çoğu zaman da konuşmalar tecrübe paylaşımı şeklinde gelişiyordu. Hepimiz dünyanın farklı köşelerinden geldiğimiz halde ne kadar ortak sorunlarımız olduğunu gördük. Hatta Zimbabwe`nin en büyük sorunu aynen bizde olduğu gibi kanunlarda eşcinsellikten hiçbir şekilde bahsedilmemesi ama üzerlerinde büyük bir sosyal ve kurumsal baskı olması. Ya da Arjantin`deki travesti ve transeksüellerin durumu... Ha Ülker Sokak, ha Buenos Aires`teki travesti ve transeksüeller. Grubumuz da oldukça neşeliydi ve en sıkıcı konuları bile eğlenceli bir şekilde tartışıyorduk. Birleşmiş Milletler`in yapısı, öteki yerel sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmak, kanun ve polis, avukat ve savcılarla çalışmak, kampanya düzenlemek, tanıtım yapmak, insan hakları, Uluslararası Af Örgütü, Medyayı kullanmak, İnternetten faydalanmak, uluslararası ilişkiler, fon bulma, şiddete karşı önlemler, din ve eşcinsellik, sağlık, AIDS bilinçlendirme çalışmaları, açılma sorunu, aile ve çevre, psikolojik yardım gibi günlerce sürse de bitirilemeyecek konularda ufak çapta eğitim aldık. Bazı zamanlar gelen uzmanlar farklı ülkelerdeki kanun ve kültüre yabancı oldukları için bize yardımcı olamıyordu ve biz kendimiz fikirler üretiyorduk. Toplantıların en büyük eksiği ise bu öğrendiğimiz bilgileri gruplarımızın öteki üyelerine nasıl aktarmamız konusunda bir yöntem bilgisinin verilmemesiydi. Ama bu seminerin birkaç saate sığdırılmış bir özetini Lambda çekirdek grupla paylaştım. Önemli olan zaten bu bilgileri projelerle hayata geçirebilmek ve bunun için de tüm Lambda çekirdek grup üyeleri çalışıyor. New York`ta tüm vaktimi toplantılarla geçirmedim tabii. Bir yarım ve de bir tam gün çeşitli organizasyonları ziyarete ayrılmıştı. Bunlardan iki tanesi en ilginç olanıydı. New York Community Center, Philadelphia`da gördüğümün çok daha gelişmişiydi. 7 katlı tarihi bir binanın içinde arılar gibi çalışan yüzlerce insan. Büyük bir tiyatro salonu, irili ufaklı ofisler, kafeterya, sohbet mekanları... Girişteki büyük salonda yaşlı eşcinsellerin toplantısı vardı. Dedem yaşında adamlar sarmaş dolaş oturmuş sohbet ediyorlardı. Tekerlekli sandalyelerde oturanlar, kulaklarında işitme cihazları olanlar ve de kucağından radyosunu ayırmayan o tatlı ihtiyar. Buranın halkla ilişkiler müdürü bize bütün binayı gezdirdikten sonra her yıl düzenledikleri sokak partisinden

bahsetti. Büyük bir organizasyonla parti sırasında yardım toplanıyor. Aynı zamanda da eğleniliyor. Hemen akla bu kadar yapılan şeyin parasının nerden olduğu geliyor. Sadece bağışlarla! Evet, sadece eşcinsellerin yaptığı bağışlarla bu merkez ayakta duruyor ve yıllık bütçesi 4 milyon dolar. Dahası bina eski olduğu için düzenlenen bir kampanyayla binanın onarımında kullanılmak üzere 10 milyon dolar toplanmış. Yani iki buçuk trilyon lira. Ben bunu hesaplamaya çalışırken bizi gezdiren adam, "Bu da birşey mi, Los Angeles`daki merkezin yıllık bütçesi 32 milyon dolar" demez mi! Bunu da hesaplamayalım artık isterseniz. İkinci en ilginç yer ise Hetrick Martin Institute adında bir kurumdu. HMI 13-22 yaş arasındaki gay ve lezbiyenlere kapısı açık olan ve onlara her türlü yardımı yapan bir kuruluş. Psikolojik danışmanlıktan tutun da giyecek yardımına kadar herşeyi yapıyorlar. Örneğin herhangi bir sorunla oraya gelen genç bir eşcinseli kapıda bir görevli değil de kendisi gibi başka bir genç eşcinsel karşılıyor ve iletişim kurmaya çalışıyor. Ondan sonra derdi öğrenilip yardımcı olmaya çalışılıyor. Burdaki çocuklar için sanat atölyeleri, televizyon ve bilgisayar odaları mevcut. Etrafta çocukların çektiği fotoğraflar ve yaptıkları resimleri görüyoruz. Yemek düzenleri çocukların isteği üzerine, yemekhane tarzında değil de kafeterya gibi düzenlenmiş. Giyecek dolabından ise isteyen istediğini alıp giyebiliyor. Sonuçta çocuklar oraya kimsesiz ve parasız oldukları ya da aileleri tarafından dışlandıkları için geliyorlar. HMI`nin içinde bir de ortaokul-lise var. Adı Harvey Milk School. Burda sıradan okullarda ayrımcılığa uğradıkları için barınamayan eşcinsel gençler veya ebeveyni eşcinsel olan çocuklar ayrımcılıktan uzak bir ortamda eğitim almak için geliyorlar. HMI 1970'li yıllarda kurulmuş ve hala modern bir binada faaliyetlerine devam ediyor. Etrafıma bakınca kendimi başka bir gezegende hissettim. Tıpkı bir bilim kurgu filmi dedim kendi kendime. Görevliye burası Türkiye`den 40 yıl ileride deyince, Amerika`nın geri kalanınından da 20 yıl ileride cevabını aldım. Sonuçta New York bir dünya başkentiydi ve ileri olmak zorundaydı. New York anıları burada yazılan kısa bir yazıyla tabii ki sınırlı değil. Gay-lezbiyen sirki, gay barlar, gay dergiler ve gazeteler, Serpil Barlas deyimiyle kızılderililer, zenciler.... Bunlar anlatmakla bitmez. Ama bizim için önemli olan Lambda`nın orada çok iyi temsil edilmesiydi ve sanırım başarılı olduk. Artık uluslararası platformlarda daha saygın bir yerimiz var.

Girişteki büyük salonda yaşlı eşcinsellerin toplantısı vardı. Dedem yaşında adamlar sarmaş dolaş oturmuş sohbet ediyorlardı. Tekerlekli sandalyelerde oturanlar, kulaklarında işitme cihazları olanlar… KAOS GL 53 / 29


Zekeriya GÜN ÖYKÜLER Ankara a) "Oğlan" Tasvirleri

1. Hıristiyan Çocuğu Öyküsü "Zengin bir Hıristiyan tacir vardı. Bir ülkede ticaretle meşguldü. Tacirin pek güzel bir oğlu vardı. O Hıristiyan çocuğu, adeta dünyanın ışığıydı. Menekşe, miskler saçan zülfünü, onun yüzünden elde etmiş, nazik gül, gülümseyen dudağa onun sayesinde sahip olmuştu. Yüzünden nikabını (örtüsünü) kaldırdı mı, adeta dünya geceyken gündüz olurdu. Mis gibi saçlarını ördü mü, bütün aşıklar, zünnar bağlanırlardı. Saçları öyle bukleliydi ki, bir tek kılında bile doğruluk niyeti yoktu. Kirpikleri savaş için ellerine harbe (süngü) aldılar mı, iki vuruşta iki alemi de yıkar, yere sererdi. Kaşları, yaylarını kurdu mu alem, can korkusuna düşerdi. Dudağından, şekerler saçmak, o güzelin yolu yordamıydı. Tatlılık saltanatının merkezi dudaklarıydı. Gülen lâlleri yüzünden aşıkların kucakları, inci dişleriyle adeta bir denize dönmüştü. (1) * Bu öykünün devamında çocuk ölür, babası da "Tanrının oğlu olamayacağı"nı kabul ederek müslüman olur.

2- Ney Çalan Delikanlı Öyküsü: "Gönülleri ney gibi ateşe yakan şeker dudaklı bir delikanlı ney öğreniyordu. Babası kaç kere bağırıp çağırdı, neyi ateşe attı. Fakat bir gece oğlunun çalışına kulak verdi. Dinlerken perişan olup aklı başından gitti. Yüzü hararetten kanter içinde, "Bu sefer de, dedi ney beni yaktı!" (2) * Oğlan tasvirleri, alıntılayacağımız hemen tüm öykülerde geçtiğinden burada, sadece tasvire yer veren ama içinde herhangi bir eşcinsel olay anlatılmayan iki öyküyle yetiniyoruz. b) Eşcinsel Sevgi (Aşk) Güzel Bir Oğlanla Perişan Bir Hale Düşen Aşık Öyküsü: "Gönüller alan güzel bir çocuk vardı. Yüzünü gören gül bahçesi, hasedinden terlere batmıştı. Vakit bahardı. Sahraya çıkmış, bir çadır altında yalnızca oturmadaydı. Onun yüzünden çadır, kadri yüce bir gök kesilmişti. Çünkü çadırın altında da bir başka güneş vardı.

KAOS GL 53 / 30

Bir gencin ansızın ona gözü ilişti. Aşkından gönlü yerlere döşendi. Öyle bir aşık oldu, öyle bir tutuldu, ona öyle bir bağlandı ki, kimsenin öğüdü tesir etmiyordu. Yüzünü görmeden bir an bile karar edemiyordu. Fakat onunla bulaşmaya da hiçbir ümidi yoktu. Talih, dertlilere yardım etti. Bir gün yağmur yağmaya başlamıştı. Bütün ovadakiler koşup çadırlara sığındılar. Tesadüf bu ya, aşıkla o dilber sevgili de o çadırın altında buluştular. Yağmur hadden aşınca herkes çullar, kilimler altına girdi. Çadır altında o iki müştak (kavuşma arzusuyla yanan) da o sırada aynı kilimin altına girmişti. Gözleriyle birbirlerinden can kapmada, dudaklarıyla birbirlerinin canına can katmadaydılar. Her canı yanan, Yarabbi, bir zaman için olsun, azalt bu yağmuru, diye dua ediyordu. Aşıksa, Yarabbi azaltma! Dilediğin kadar çoğalt, demedeydi. Şu anda bulutlardan tufan gibi yağmur yağmada. Gemi yüzdürürsem, tam zamanı. Dertlilerin çektikleri kıtlık pek şiddetli. Şu anda yağmurdan bir nem bile yok adeta! Şu yağmur, mahşer gününe kadar yağsa, kıyametin, neşeyle kopması müyesser olur. Yarabbi, o saadeti nasip et. Yağmur her an ziyadeleşsin, diye yalvarıyordu." (3) 2- Bir Çavuşun Şehzadeye Aşık Oluşu Öyküsü: "Ay parçası gibi bir şehzade vardı. Güneş bile onu kıskanmış, avaresi olmuştu. (...) Fitne, nergis gözlerini gece renginde, simsiyah görünce, onların içine dalıp avlanmaya, biniciliğe kalkışırdı. Ne de hoş bir av elde etmişti ya! Dudakları hem baldı, hem şeker. Biri öbüründen, o da bundan daha hoştu, daha tatlıydı. Arılar balına üşüşmüşlerdi de o yüzden şeker kamışı gizli kalmıştı. Dudakları öyle güzeldi ki adeta mercana, akideye benzerdi; inci gibi otuz dişi de bunların arasında parıl parıl parlardı. (...) Yüzünü gören herkes, canı varsa hemen ona peşkeş çekerdi. Bir çavuş, o ay yüzlü güzele aşık oldu. Gönlü şaşkın bir hale geldi, aklı, yolunu kaybetti. Öylesine bir derde düştü ki dermanı yoktu. Çünkü çavuşta, sevgiliye layık bir can yoktu. O dertle bir hayli becelleşti, altüst oldu. Kimsecikler onun halini bilmiyordu."


Öykü çok uzun olduğu için bundan sonraki bölümlerini özetliyoruz: Çavuş, aşkıyla yanıp kavrulurken, komşu ülkelerden birinin padişahı, o ülkeye savaş açar. Bu savaşa komuta etme görevi şehzadenindir. Çavuş ise olaya çok sevinir ve hemen şehzadenin maiyetinde savaşa katılır. Şehzadeye daha yakındır. Sürekli yüzüne hırsızlama bakmakta, onun yakınında olmanın sevincini yaşamaktadır. Şiddetli bir savaş olur. Şehzadenin ordusu yenilir, herkes kaçar. Ortalıkta bir tek şehzade ile çavuş kalmıştır. İkisi de yakalanır ve zindana atılırlar. Şehzade, çavuşa kendisini tanımadığını söyler ve hangi bölükten olduğunu sorar. Çavuş da onun askeri olduğunu, kendisini çok sevdiğini, savaşta iyice döğüşüp komutanına yararlı olmak istediğini söyler. Şehzade memnun olur. Ve ona iltifatlarda bulunur: "Yüce şehzade, ona bir hayli iltifatlarda bulundu. Zaten gönlü yanmadaydı çavuşun, bu iltifatlar yüzünden büsbütün tutuştu. Çavuşun gönlü, neşeyle öyle bir hale geldi ki sanki yüzlerce alemin saltanatına nail olmuştu. Gerçi zindandaydı zavallı, ama hiç şikayetçi değildi. Gece gündüz o çocuğun hizmetinde bulunuyor, her an hizmette biraz daha ileri gidiyordu. Bütün gece sabaha dek ayaklarını ovuyor, bütün gün, gönlünü hoş edecek sözler bulup söylüyürdu. O yasemin kokulu dilberle öyle senli benli olmuştu ki bu, sözle tarif edilemez. O gönlü hasta aşık, her gün; Yarabbi, bu murada erişmemeyi, bu aşkı, bu yanışı, sen ziyadeleştir de tek ayrılık olmasın. Sen bu zindandan kurtarma bizi. Bu zindan bana bir cennet ki bir kerpicini bile yüzlerce cennete değişmem, diye dua etmekteydi." Bu arada, Padişah savaşın sonucunu öğrenir, şehzadesinin esir düştüğünü haber alır. Çok üzülür ve diğer padişaha elçi göndererek onunla uzlaşır. Şehzade iade edilir. Ayrıca Padişah kızını da şehzadeye verir. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Fakat bu durum çavuşun hiç hoşuna gitmemiştir. O sıralarda yeni evli olan şehzade de ortalıklarda görünmemekte, çavuş kıskançlık ateşiyle yanmaktadır. Sonunda şehzade tekrar günlük hayata döner ve çavuşu hatırlar. Huzuruna çağırtır: "Çavuşu huzuruna çağırdı. Çavuş içeri girip selam verince derhal yere yıkıldı, aklı başında gitti. (...) Ta can evinden öyle bir nara attı ki! O yerlere serilen aşıkın aklı başına gelince o tertemiz şehzade sordu: A çavuş, dedi, bu ne hal? İşin feryadü figan. Vücudun kamış kalemin içindeki kıla dönmüş, öyle

bir hale gelmişsin ki, hasta mıydın, yoksa bensiz ciğerlerini mi dağlıyordun? Çavuş, ağzını açıp; padişahım, dedi, o zindanda senden haberim bile yoktu benim. Fakat şimdi tam kırk gündür ayrılığını çekiyorum. Kırk gün sonra seni ancak görebildim işte. Gördüm de ne fayda. Binbir tantana içindesin. (...) Ayrılığa düşmemiştim. Vuslatına bir alışmıştım ki, seninleydim hep, hasretine takatim yok! Tekrar zindandaki elbiseleri giyer, bana görünürsen sana talip olabilirim. Fakat şu büründüğün elbisede kalır, saltanat ve hükümdarlık eder durursan, bu koşup köpüren can nasıl kudret bulur da bu saltanatla seni koçabilir, buna imkan var mı? Bu sözü söyleyip ölüm haline geldi. Yüzlerce feryat-figanlarla tertemiz ruhunu teslim etti." (4) 3- Güzel Bir Oğlu Bulunan Vezir Öyküsü: "Bir vezirin gayet güzel bir oğlu vardı. Ay bile onun sevgisinden perişan bir hale gelmişti. Cemali, güzelliği hatmetmiş, dudakları kevser ırmağının arı duru suyunu tatmıştı. (...) Sofinin biri de, onun aşkıyla kudretsiz bir hale düşmüş, anlatılamayacak bir hale gelmişti. Hiçbir suretle tahammül imkanı kalmamıştı. Nihayet gizli aşkını meydana vurdu. Aşkıyla öyle bir yanıp tutuşuyordu ki... Baştan ayağa kadar alev alev yanıyordu adeta. (...) Sırrını gönlünde gizlerken, nihayet aşkı üstün oldu, sırrını gizlemeye kudreti kalmadı. Gözleri yağmur gibi kanlı yaşlar dökmeye başladı. Böyle böyle gözlerine perde indi, görmez oldu. Kör olunca da derdi birken iki olmuştu adeta. Sonunda sırrı tamamen meydana çıktı. Bütün alem onu seyre koyuldu. Gözleri kör olmuş, yüzü sararmıştı. Halkın çoğu, onun bu haline acıklanmakta, derdiyle dertlenmekteydi. Büyüklerle beylerin hepsi, onun görmeye rağbet ettiler. Vezirle Padişah da, bir yerden dönerlerken vezirin oğlu da yanlarındaydı. Dervişin bulunduğu yere vardılar. (...) Oğlu, babasının gözlerinin nuruydu ama, o aşkın hali de başka bir haldi. Onun yüzünden gözden olmuştu. Babası nereden bu hale gelecek, gözlerinden olacaktı? Buna imkan var mı? İyi huylu vezir, kızmayıp buna razı olmuş, dervişin gözlerinin iyileşmesini istemişti. aciz köre dedi ki: Senin gözlerin işte bu ay yüzlü yüzünden gitti. O çocuk, şimdicek, senin huzurunda oturmada. Ey gözlerinden olan, daha ne istiyorsun?

Çadır altında o iki müştak da o sırada aynı kilimin altına girmişti. Gözleriyle birbirlerinden can kapmada, dudaklarıyla birbirlerinin canına can katmadaydılar.

KAOS GL 53 / 31


Aşık, bu sözü duyunca yerinden sıçradı. Bir nara atıp yıkıldı, kendinden geçti. Öyle gözyaşları döktü ki, bulut bile bunca gözü varken öyle ağlayamaz. Vezir ona dedi ki: A gafil! Çocuk yanında, seninle. Neye böyle ağlayıp inliyorsun? Gönlü daralmış kör dedi ki. Gönlümün derdini duysa, taş bile kan ağlar! Bu çocuk, bir an olsun yanıma gelsin diye bütün ömrümce dileklerde bulundum, yalvarıp yakardım, bunun için yaşadım. Şimdi o aşıkların ay yüzlü dilberi yanıma gelmiş. Fakat bana alemde iki göz gerek ki onu göreyim. Bundan önce onu arıyordum şimdiyse gözlerimi aramadayım. Gözlerim yerine gelse, canımı verir de cemalini satın alırdım. Fakat bende göz olmadıktan sonra o eşsiz güzeli ne yapayım ki?" (5)

"Bir vezirin gayet güzel bir oğlu vardı. Ay bile onun sevgisinden perişan bir hale gelmişti. Cemali, güzelliği hatmetmiş, dudakları kevser ırmağının arı duru suyunu tatmıştı. Sofinin biri de, onun aşkıyla kudretsiz bir hale düşmüş, anlatılamayacak bir hale gelmişti. KAOS GL 53 / 32

4- Fukara Çocuğu ile Şehzade Öyküsü: "Vaktiyle bir yoksul çocuğun bir şehzadade gözü vardı. Hep şehzadenin bulunduğu yerlere gider, olmayacak heveslere düşerdi. Beynine bir hülyadır saplanmıştı. Hedef taşı gibi şehzadenin meydanından eksik olmaz, fil gibi onun atından ayrılmazdı. Nihayet bu yüzden yüreğine kan oturmuş, ağlaya ağlaya ayağı balçığa batmıştı. Bununla beraber sırrını kimseye açmamıştı. Fakat günün birinde rakipleri derdini öğrendiler ve; "Bir daha buralarda dolaşma!" dediler. Delikanlı bir müddet oraya uğramadıysa da sevgilisinin yüzü aklına gelince tekrar onun bulunduğu yere yerleşti. Kölenin biri geldi; delikanlının kafasını, elini ayağını yara bere içinde bıraktı: "Sana buraya gelme demedik mi?" dedi. Aşık gene gitti, gene sabrı ve kararı kalmadı. Sevdiğinin yüzünden uzak kalmaya dayanamıyordu. Şekerden sinek kovar gibi, eziyetlerle kovuyorlar, oysa hemen geri geliyordu. Adamın bir sordu: "A deli kılıklı arsız, dedi, senin taşa, değneğe karşı garip bir tahammülün var." Çocuk şöyle cevap verdi: "Bu cevaplar bana sevgilimden geliyor; şu var ki ondan şikayet etmem, sevgiye uymaz. O beni ister dost bilsin, ister düşman bilsin, gene ben sevgimde sebatlıyım. O olmayınca bende sabır arama. Çünkü onunla beraberken bile karar bulmama imkan yok. Ne sabra mecalim var, ne uğraşmaya halim... Evet, burada kalmama imkan yok... Ama kaçacak ayak da nerede? Tek benim başımı çadırının ipine kazık yapsınlarda, bu otağın kapısından gitmemi teklif etmesinler. Pervane

sevdiğinin ayağında can vermez mi? Fakat düştüğü yerde, o karanlık köşede gene diri değil midir?" O adamla aşık konuştular. Adam sordu: "Peki onun çevganiyle yaralanırsan?" "Top gibi ayağına düşerim" "Ya kılıçla kafanı uçurursa?" "Bu kadarcık şey ondan bir esirgenmez ki.. Esasen başımın üstünde taç mı var, balta mı? Bunları fark edecek kadar kendimden haberli değilim. Sen, ona sabredemediğim için bana darılma. Çünkü sevgide sabır tahammül edilmez. Yakup gibi, gözlerim ağlasa dahi ben Yusuf"un güzelliğini görmekten ümidimi kesmem. İnsanın başı birinin aşkıyla bir hoş oldu mu, artık onun ufacak şeyleri için incinmez" (6) 5. Ay Yüzlü Çocukla Nazar Sahibi Derviş Öyküsü: "Ay yüzlü güzel bir çocuk vardı. Misk, onun saçlarının bir teliydi ancak. Başındaki zülfü, bir daldı ki ancak şerre delalet ederdi. Aynaya baktı mı adeta yüzüne ay görünür, dudaklarıyla lâli alt eder, değersiz bir hale getirirdi. Daima kaşlarıyla gönülleri avlar, kendisine bağlardı da bu yüzden kaşları çatıktı. Ağzı, zencefre kelimesinin bir tek harfiydi adeta. (...) O ağız, öyle küçüktü ki bir harf bile sığmazdı. (...) Bir derviş, onun aşkıyla zebun olmuştu. Elinde yalnız bir gönlü kalmıştı, o da kan kesilmişti. Hararetli aşk, onu ateşlere atınca bütün mafsalları, bütün vücudu ateşlere yandı, tutuştu. Nihayet takati kalmadı, o dünya güzelinin tapısına gelip dedi ki; derdime derman yok. Sensiz yaşamam mümkün değil. Bir an bile sensiz yaşamayı istemiyorum. Bir tek canım var ancak. Artık sen bilirsin. Bir an bile sensiz yaşamayı istemiyorum. Bir tek canım var ancak. Artık sen bilirsin. Beni bağışlarsan lütfedersin. Zaten düşkünüm ben. Öldürürsen yine hoş, durup bekliyorum. Sensiz ne sabrım kaldı, ne takatim. Ne yapacaksan hadi, yap, durma! Oğlan, bu sözleri duyup aşıkın sırırını anlayınca dedi ki; canınla oynuyorsan pekala. Seni bir sınayayım da canının bana karşı kadrini, kıymetini bir göreyim. Derviş bu sözü duyunca ateş gibi hareketlendi, duman gibi kalktı. Çocuk derhal atına binip yalnızca bir ovaya gitti. Orada dervişin boynuna bir ip attı, sonra atını sürdü. At koşmaya başladı. Derviş de boynunda ip, arkasından seğirtiyordu. Çocuk, atı bir hayli koşturdu, her yana sürdü. Derviş bir hayli zahmetlere katlandı.


Bir hayli at sürdükten sonra onu dikenlerle dolu bir çöle yürüttü. O başsız, göğüssüz aşığı yüz yerde kırdı geçirdi. Gül dalı gibi ayağına binlerce diken battı. Sevgili, onun sırırını bilip aşıkın hakikaten kendisine tutkun olduğunu, Doğru bir aşık tutup hiç şehveti bulunmadığını, aşıklığa layık olduğunu anlayınca alemleri bezeyen güzel, atından indi, şefkat ve muhabbetle aşıkının ayağının kucağına aldı. Gönüllere sancılmış olan o dikenleri bütün gün kendi eliyle bir bir çıkarmağa koyuldu. Aşık derviş, kendi kendine, ah diyordu, ne olurdu her diken yüz diken olsaydı. Bedenimdeki yara daha fazla bulunsaydı... Gönlüm daha ziyade huzura ererdi. Şu sözü, gönlünden gizlice geçirmede, onca ayağındaki dikenlerden güller açılmadaydı. Diyordu ki: Bu dikenler ayağımda olmasaydı bu çocuğun kucağına yerleşemezdim." (7)

Yüzünün aksiyle sanki hamamın duvarı raksa başlamıştı; kapısı, damı oynamadaydı. Padişah, onun güzelliğini baştan ayağa kadar gördü. Canını bir bir her tarafına vakfetti. Gönlü bir balık gibi tavaya düştü adeta. O ateşle hamama girmiş, yanıyordu sanki. Ayaz, Padişahın ayaklarına kapanıp; padişahım, dedi, bugün sana ne oldu böyle? Aklın, kamildi senin. Öyle bir akıl, alelade bir akılmış gibi kayboldu gitti. Padişah dedi ki: Yalnız yüzünü görüyordum, başka taraflarından haberim bile yoktu. Şimdiyse her tarafını gördüm, her yanına ayrı ayrı iştiyak çekmede, yanıp yakılmadayım. Yüzünün aşkıyla canım yanıyordu. Şimdi yüzlerce ateş daha parladı, alevlendi. Bir bir her tarafın gönlümü okşamada. Hangi sevgiyle oyalanayım, nereni seveyim senin? Ey Gönül! Sevgiliyi canının içine al. İnciler saçan gözlerinden ona saçılar saç." (9)

c) Mahmut ile Ayaz Öyküleri 1. Ayaz'la Gazneli Mahmut: "Gümüş bedenli Ayaz, güzel güzel uyumada, gönlü de gözü gibi bir müddetçik dinlenmedeydi. Gazi Sultan Mahmut, baş ucuna geldi. Öyle bir yüce padişah, onun ayak ucuna oturdu. Ayaz, güzelim uykusundan uyanmadı. Padişah, Ayaz'ın yanacıklarını binlerce defa öptü. Öpmeyi bırakınca seher çağına dek ayaklarını oğdu. Nihayet Ayaz, tatlı uykusundan uyanınca Padişahı gördü, utancından ateş gibi fırladı. Padişah, o hali görünce dedi ki: Ey güzelliği günden güne artan güzel! Madem ki sen geldin, ben gidiyorum. Kendinde olmadığın zaman, nasıl anlatayım, ne çeşit öğeyim, anlatayım, ondan da üstündün. Cana canlar katan güzelim! Seni gördüm ki kendinde değilsin, tuttum, senin yerine ben geçtim. Fakat kendine gelince Sevgili kayboldu. Sen talip oldun, matlup (istenen) ortadan sır oldu." (8)

GENEL DEĞERLENDİRME Şark-İslam klasiklerinde yer alan eşcinsel öyküleri, bu bölümde sergilemiş bulunuyoruz. Öykülerin değerlendirmesini yaparken öncelikle vurgulanması gereken husus, anlatımdaki içtenlik ve çekinmezliktir. Bu öykülerde yakışıklı "oğlan"ların yüzü, saçları, dudak, göz, kirpik ve kaşları son derece homoerotik bir biçimde anlatılmaktadır. Özellikle ilk alıntıladığımız öykü, son derece yakışıklı bir delikanlının tasvirine ayrılmıştır. Diğer öykülerde ise birbirlerine aşık olan delikanlılara, komutanına aşık olan askerlere ve yine genç delikanlılara aşık olan dervişlere rastlanır. "Nefis"leriyle savaşmayı, dünyadan el-etek çekmeyi amaçlayan sufiler bile eşcinsel aşk ile kendilerinden geçerler. Yazımıza alıntılamadığımız öykülerden birinde Bağdatlı ünlü sufi Şiblî (861-945) gibi bir kişilik bile çölde rastladığı "güzelliğiyle etrafının aydınlatan" bir genci görünce dayanamaz ve sevgiyle yanına yaklaşır; onunla konuşmaya can atar. (10) Oğlan tasvirlerine, içinde homoerotik olayların anlatılmadığı öykülerde de sıkça rastlanır. Eşcinsel aşk, bu öykülerde yüceltilir; daha doğrusu, tasavvufçu bakış açısıyla aşk (ama her türlü aşk) zaten yücelticidir ve insanı olgunlaştırır. (11) Birbirine aşık olan erkekler "vuslat"a erişirler. (Bk. Güzel Bir Oğlanla Perişan Bir Hale Düşen Aşık Öyküsü). Bu aşkın tek taraflı olduğu öykülerde ise yine tek taraflı da olsa vuslat yaşanır. Buna "kısmî vuslat" diyebiliriz. (Bk. Bir Çavuşun Şehzadeye Aşık Oluşu Öyküsü). Bir erkeğe aşık olan diğer bir erkek, aşkını bir müddet gizlese de sonunda gizleyemez hale gelir ve bu, artık herkes tarafından bilinen bir olay olur. Fakat, insanlar bu aşkı

2. Mahmut'la Ayaz Hamamda: "Günlerden bir gün gümüş bedenli ayaz, canlar yakarak tek başına hamama gitmişti. Bir yoldaşı Mahmut'a dedi ki: Sevgilin bugün hamama gitti. Padişah bu sözü duyunca gönlü, bir deniz gibi coştu, köpürdü. Derhal yalnız başına alelade bir adam gibi kalkıp hamama gitti. Hasılı o peri gibi güzel Ayaz'ın yüzünü gördü. Yüzünün aksiyle hamamın duvarı ateşler içinde kalmıştı adeta.

Bu öykülerde yakışıklı "oğlan"ların yüzü, saçları, dudak, göz, kirpik ve kaşları son derece homoerotik bir biçimde anlatılmaktadır. Özellikle ilk alıntıladığımız öykü, son derece yakışıklı bir delikanlının tasvirine ayrılmıştır. Diğer öykülerde ise birbirlerine aşık olan delikanlılara, komutanına aşık olan askerlere ve yine genç delikanlılara aşık olan dervişlere rastlanır. KAOS GL 53 / 33


reddetmezler ve ilgiyle, anlayışla karşılarlar. Hatta alıntıladığımız öykülerden birinde, sevgilisine asla kavuşma imkanı olmayan ve bu dertle gözleri kör olan, bu durumu da herkes tarafından bilinen bir aşık, sevgilisi ve onun babasınca ziyaret edilir. Sevgisinin yüceliği karşısında eğilinir. (Bk. Güzel Bir Oğlu Olan Vezir Öyküsü). Bazı öykülerde de sevgili oldukça zalimdir. Aşığa zulmeder, fakat sonunda ona şefkat ve yakınlık gösterir. (Bk. Fukara Çocuğu ile Şehzade Öyküsü, Ay Yüzlü Çocukla Nazar Sahibi Derviş Öyküsü). Şark-İslam klasiklerinde en çok yer verilen öykülerden biri de Gazneli Mahmut ile onun sevgili nedimi Ayaz'dır. Ayaz, son derece yakışıklı bir oğlandır. Gazneli Mahmut, onu bir savaşta yağma için girdikleri bir evde görmüş ve görür görmez de aşık olmuştur. Dönerken yanında Ayaz'ı da götürmüş ve onu bütün yakınlarından daha üstün tutmuştur. Bolca anlatılan Mahmut ile Ayaz öykülerinden yalnızca ikisini alıntılamış bulunuyoruz. Fakat bu öykülere hemen tüm Şarkİslam klasiklerinde rastlanılabilir. Burada, öykülerin sadece homoerotik bir tat taşıyan bölümlerini alıntıladığımızı belirtmeliyiz. Ama her öykünün sonunda mutlaka tasavvufi bir "kıssadan hisse" de yer almaktadır. Bunlar, konumuz dışında olduğu için alıntılanmadı.

İlk denemeydi. İlk’se gerisi gelirdi belki. Onunla oturduğumuz mekanların uzağından geçtim yine de, dönüp tabelalarına dahi bakamadım. Onunla hiç yemek yemediğimiz bir yerde oturdum, hiç film izlemediğimiz bir salonda bir şiir izledim. (Onunla iken dingin bir şiirdi yaşadığım. Şimdiyse her yer bir hüzün şiiri. Heryerde bir şiir var. Kent nedense fazla kalabalık geliyor, her nedense bir kaos şiiri yazılıyor ansızın.) İnsanların gözlerine bakamıyorum. (aynada kendi gözlerime… Bazen kazayla suretimin bir yansımasını görüyorum davetsiz aynalarda. İlk defa yaşlı görüyorum kendimi.) Bakamıyorum çünkü o yorgun, o yardım çığlıkları atan ifademin başka hiçbir zalimin iştahını kabartmasını istemiyorum. Hüznüme bir mahremiyet erdemi yaftalıyorum. Şimdi hiçkimse’yim. Yeniden bir ‘ben’ oluştururken o hüzün mayam olacak belki. Yağmalatamam kimseye. Sarı'yla yüzleştim, gözlerimin yakmasına meydan vermeden bakamadım halen Sarı’ya. Bir yerden sevdiği melodi fışkırıyor ansızın. Devam edin, diye haykırıyorum içimden göğsümü siper ederek, hatta yapabiliyorsanız tüm şarkıları aynı anda çalın, bir anda delin deşin gövdemi, zihnimi, bugün çağrışımlara meydan okumak için buradayım, cenk meydanındayım. (sevgililer günü için müzikli kartlar, dokunduğu kitaplar, satın aldığı nesneler)

_________ 1- Attar, İlahiname, Çeviri: Abdülbaki Gölpınarlı, MEB. Yayınları 2. Baskı, İstanbul, 1992 s. 82-83 2. Sadi, Bostan, Çevri: Hikmet İlaydın, MEB Yayınları. 2. Baskı, İst., 1992, s. 169. 3. Attar, a.g.e, s. 18-184. 4. Attar, a.g.e.,. s. 107-113. 5. Attar, a.g.e., s. 104-106. 6. Sadi, a.g.e., s. 145-146. 7. Attar, a.g. e., s. 149-151. 8. Attar, a.g.e., s. 270-271. 9. Attar, a.g.e., s. 243-244 Diğer Mahmut ile Ayaz öyküleri için bk a.g.e., s. 173, 182. 10. Attar, a.g. e., s. 261. 11. Bu hususla ilgili değerlendirmeler için yazımızın ilk bölümüne bakılmalıdır.

KAOS GL 53 / 34

Şimdi, şimdi, şimdi, zihnimi onsuz imgeler, onsuz melodiler, onsuz şiirlerle doldurmaya çalışıyorum. Ona dair, onunla paylaşılmış olanlara baskın çıkıp beni sağaltsınlar diye. Yokluğunun onu daha çok hatırlattığını yadsıyarak. Bu acıyla içimdeki sevebilen çocuğunu büyüdüğünü hissediyorum. Yetişkinlerin daha zor sevdiğini bilen bir çocuk olarak korkuyorum. Belki de çoktan büyümüştüm ben. O yüzden onu böylesine sevmiştim. O yüzden çocuğunu kaybetmiş ebeveynin çöküntüsüydü çekip gitmen.

Mevlüt KEREM/İstanbul

bir


50. sayımızla birlikte verdiğimiz anket formlarının değerlendirmesini nihayet sunuyoruz. Belirtmemiz gereken önemli bir nokta var ki, bu anket sadece KAOS GL dergisi okurlarının niteliklerini ve görüşlerini yansıtmaktadır. Biz başlangıçta geri dönecek en az 150 anketin ortalama bir değerlendirmeyi yansıtacağını düşünüyorduk. Bununla birlikte elimize 93 adet anket ulaştı. İlgi ve zamanını esirgemeyen bu arkadaşlara teşekkür ediyoruz. Bu anket 5. yıla girerken hem KAOS GL okurlarını tanımak için, hem de ticari ve profesyonel olmayan KAOS GL dergisini birlikte kotarmanın mümkün olup olmadığını görmek içindi. Pek çok arkadaş dosyalarla ilgili soruda, "ben sadece okurum, yazmayı sevmiyorum" şıkkını işaretlemiş olsa da okur-yazar ayrımı her geçen ay çoğalan yazılarla fiilen ortadan kalkmakta. Bu durum KAOS GL'nin Türkiyeli eşcinsellerin dergisi olması anlamında bizleri sevindirmektedir. Yazı yazmaktan maddi yardıma kadar katkıda bulunabileceğini söyleyen arkadaşların bizimle iletişime geçmelerini bekliyoruz. Ankete katılanların yaş dağılımı: 17 yaşından 69 yaşına kadar uzanıyor. Açılım şöyle (parantez içindeki rakamlar kişi sayısıdır): 17 (2), 18 (5), 19 (10), 20 (5), 21 (6), 22 (5), 23 (6), 24 (5), 25 (6), 26 (4), 27 (3), 28 (5), 29 (8), 30 (4), 31 (3), 32 (2), 33 (4), 34 (1), 36 (2), 37 (1), 40 (2), 44 (1), 47 (1), 51 (1), 69 (1) Cinsiyet dağılımı 9 kadın, 84 erkek şeklinde. Cinsel yöneliminizi nasıl tanımlıyorsunuz?, sorusunu 66 kişi Eşcinsel/Gay, 3 kişi Eşcinsel/Lezbiyen, 16 kişi biseksüel, 4 kişi transeksüel, 4 kişi heteroseksüel şeklinde yanıtlamış. 1 kişi mezrada, 2 kişi köyde, 1 kişi kasabada, 4 kişi ilçede, 1 kişi yurtdışında, 82 kişi ise ilde yaşıyor. Kişilerin yaşadıkları yerde bulunma nedenine verdikleri cevaplar: Buralıyım/Ailemden dolayı diyenler 51 kişi; Öğrenciyim 16, Okuldan sonra burada kaldım diyenler 3; İşimden dolayı diyenler 19; Eşcinsel olduğum için bu şehre gelmek zorunda kaldım diyenlerse 2 kişi. Şu an ne yapıyorsunuz?, sorusunun cevap dağılımı; 7 kişi lise öğrencisi, 31 kişi üniversite öğrencisi, 5 kişi master/doktora öğrencisi; 30 kişi özel sektörde işçi, 1 kişi kamu işçisi, 14 kişi memur, 9 kişi işsiz, 2 kişi emekli, 4 kişi serbest meslek. 25 kişi yalnız, 52 kişi ailesiyle, 6 kişi sevgilisiyle, 8 kişi arkadaşlarıyla yaşıyor. 86 kişi evde yaşarken, 4 kişi yurtta, 1 kişi otelde yaşıyor. Eşcinsel, fakat karşı cinsle evli olanlardan 3 kişi ailesinden ve çevresinden dolayı evlenmek zorunda kalmış, 6 kişi ise isteyerek evlenmiş. Bunlardan 6'sının çocuğu var, 3'ünün çocuğu yok. 31 kişinin ailesinden bir kişi ya da birkaç kişi eşcinsel olduğunu bilirken, 10 kişinin ailesinin tümü biliyor. 50 kişinin en yakın heteroseksüel arkadaşları, 11 kişinin bütün arkadaşları, 9 kişinin eşcinsel arkadaşları, 11 kişinin ise iş arkadaşları biliyor. 7'şer kişi ise öğretmen ve patronları tarafından biliniyor.

19 kişi eşcinselliğini ailesine kendisi açıklarken, 3 kişinin ailesi başkalarından öğrenmiş. 14 kişi ise ailelerince keşfedilmiş. Çocukların eşcinsel olduğunu öğrenen ailelerden 17'si hiçbir sorun yaratmazken, 15'i çok üzülmüş ama dışlamamış. 5'i doktora sürüklemiş, 3'ü şiddet göstermiş, 1 aile evden kovarken, 1 aile evlenmesi için baskı yapmış, 1 aile konuşmayarak cezalandırmış, 1 aile ise kısıtlama getirmiş. 43 kişi KAOS GL dergisini arkadaşlarından öğrenmiş. 26 kişi kitapçıda görürken, 3 kişi gazete veya dergiden öğrenmiş. 17 kişi ise başka kanallardan haberdar olmuş. KAOS GL'yi 7 kişi 5 yıldır, 7 kişi 4 yıldır, 5 kişi 3 yıldır, 21 kişi 2 yıldır, 14 kişi 1 yıldır takip ediyor. Anketlerin cevaplandırıldığı tarih itibariyle; 2 kişi 8 aydır, 8 kişi 6 aydır, 1 kişi 5 aydır, 4 kişi 4 aydır, 4 kişi 3 aydır, 4 kişi 2 aydır, 6 kişi 1 aydır takip ediyormuş. KAOS GL dergisini 66 kişi kitapçıdan alıyor. 8 kişi abone iken 6 kişi arkadaşının aldığı dergiyi okuyor. 4 kişi elden dağıtanlardan alıyor. 1 kişi internetten, 1 kişi de ücretsiz bırakılan yerden takip ediyor. Anketi dolduranlardan 30 kişi KAOS GL'ye bir şekilde yazarken 52 kişi hiç yazmamış. Anketi dolduranlar arasında 18'i Radikal, 16'sı Cumhuriyet gazetesi okurken Le Monde'dan Özgür Gündem'e kadar pek çok gazete okuyanlar da bulunuyor. Dergiler ise daha fazla çeşitlilik gösteriyor. Paramatik'ten Newsweek'e, Apolitika'dan Partizan'a, Bilim ve Ütapya'dan Cosmopolitan'a, Sinema'dan Atlas'a, Aktüel'den Öküz'e kadar… Anketi yanıtlayanlardan çoğunluğu ATV ve Kanal D'yi izliyor. Bununla birlikte NTV'den TGRT'ye her kanalın izleyicisi var. Ana Haberlerden sonra en çok izlenen program Huysuz Show. Belirtilen diğer programlar arasında; filmlerden sonra A Takımı, Siyaset Meydanı, Gelin-Kaynana, Arena, Atilla İlhan'la öne çıkıyor. Ankete katılanlardan 54 kişi KAOS GL’ye yazı yazabileceğini, 23 kişi ise çeviri yapabileceğini belirtmiş. 16 kişi yaşadığı bölgeden haber ve röportaj

KAOS GL 53 / 35


gönderebileceğini, 11 kişi bulunduğu yerde dağıtımı üstlenebileceğini, 5 kişi ise elden satabileceğini belirtmiş. 14 kişi ise parasal katkıda bulunabileceğini belirtmiş. Derginin fiyatını 71 kişi normal bulurken, 10 kişi ucuz, 5 kişi ise pahalı buluyor. Az bulanlar 1.000.000'a kadar fiyat önerirken, çok bulanlar 200.000'e kadar düşüyor. KAOS GL’nin yeni sayfa düzenini ve formatını 70 kişi beğenirken, 1 kişi kötü buluyor , 4 kişi ise eski halini özlüyor. 42 kişi yazılardan bağımsız tam sayfa resim isterken, 13 kişi resim istemiyor. 31 kişi için tam sayfa resim olup olmaması farketmiyor. 62 kişi Yaşamın İçinden Kartpostallar'ın, 50 kişi Tanıklıklar'ın, 53 kişi Röportajların, 50 kişi Haberler'in, 45 kişi GL Kitaplığı'nın, 40 kişi Makale'lerin, 38 kişi Şiir/Öyküler'in, 37 kişi Çeviri'lerin KAOS GL dergisinde sürekli olmasını istiyor. Sürekli Bulmaca isteyenlerin sayısı ise 9 kişi. Ayrıca Anatomi, Tıp, Psikoloji, Film Eleştirileri, İnceleme-Araştırma, Mekan ve Yabancı Adresler ile Fantastik Öyküler isteyenler de var. Dergide mektuplar sayfasından bağımsız bir iletişim sayfası olmasını isteyenlerin sayısı 62 iken 23 kişi mektuplar bölümündeki halini yeterli buluyor. 7 kişi cinsel kimliğini belirleyememe sorunu yaşarken, 58 kişi partner ve dostluk eksikliğinden, 42 kişi yalnızlık ile duygusal ve ruhsal problemlerden, 18 kişi ise içinden çıkılmaz aile içi huzursuzluktan yakınıyor. Taciz, iletişim eksikliği, toplumun bakışı, hakarete uğrama, yaşam kavgası, toplumsal baskı, saklanmak zorunda kalma, kısa süreli ilişkiler, askerlik, eksik tanınma, aile, sağlık, düzensiz yaşam, kimliği yaşayamamak, ezilen cins olmak, dışlanma korkusu, bilinçli eşcinsellerin azlığı yakınılan diğer sorunlar. 4 kişinin ise sorunu yok. 45 kişi cinsel yöneliminden dolayı aile, okul, iş gibi hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalmaktan kaygı duyduğunu belirtiyor. 34 kişi sosyal güvencesizlik, 28 kişi can ve mal güvenliğinin olmamasından dolayı kaygılı. 2 kişi ekonomik kaygılar taşırken 3 kişinin herhangi bir kaygısı bulunmuyor. Ayrıca ayrımcılığa maruz kalma, asimile olma, dostsuz kalma, gizli yaşama, itibarsızlık, uzun beraberliği yakalayamama gibi kaygılar da belirtilenler arasında. Dosya olarak ele alınması önerilen konular: Toplumun Bakış Açısı, Eşcinsellerin Eğitimi, Eşcinselliğin Toplumumuzdaki Yeri, Eşcinsellerin Sorunları, Eşcinselliğin Meclise Taşınabilmesi İçin Ne Yapmalı, Eşcinsellerin Ruhsal Dünyası, Eşcinseller Neden Eşcinsel; Genetiksel mi, Çevresel mi?, Anadolu'daki Eşcinsellerin Durumu, Eşcinseller Nasıl Birleşebilir?, Eşcinsellerin Bilinçlenmesi İçin Neler Yapılmalı?, Türkiye'deki Cinsiyet Değiştirme Operasyonları, Eşcinsel Gençler ve Aileleri, Eşcinsel Gençler ve Toplum, Eşcinsellik ve Sanat, İl İl İlçe İlçe Eşcinsel Mekanları, İstihdam ve Eşcinsellik, Eşcinseller ve Sigorta,

KAOS GL 53 / 36

Reklamlarda Erkekler/Gayler, Sokak Çocukları, Ülkemizde Yaşayan Halkların Tarihleri, Eşcinsellik ve Yalnızlık, Travestiler ve Transeksüeller Sağlık Sorunlarını Nerede ve Nasıl Çözümlüyorlar?, Yurtdışına Kaçmaya Çalışmak!, Sağlık Sorunları, Bir Vakıf Kurulması-Kurumlaşma, Avrupa Gay Hareketi ile Düzenli Dayanışma, Gaylerin Biseksüellere Bakış Açıları, Eşcinseller Niye Hep Kendilerini Salak Enayi Yerine Koyuyorlar?, Niye Hep Birbirlerinin Kuyularını Kazıyorlar?, Türkiye'den Hollanda'ya İltica Eden Eşcinsel ve Travestiler, Gayler Arası Geçimsizlik Nedenleri, Heteroseksist Kitlenin Ekmeğine Yağ Süren Bilinçsiz Gayler, Emniyet Teşkilatı ve Eşcinsellik, Cumhuriyet Öncesi ve Cumhuriyet Dönemi Eşcinsel Yaşam, Hukuk ve Eşcinseller, Çalışma Hayatı ve Eşcinseller, Aşk, Eşcinsel Hareket, Lisede Eşcinsellerin Durumu ve Psikolojisi, Eşcinsellik ve İntihar, Eşcinsellik ve Ülkeler, İletişim Eksikliği, AIDS, Türkiye Genelinde Nüfusumuz ve Nerelerde, Gay Seks, Anatomi-Cinsel Hastalıklar, Edebiyatta Eşcinsel Söylem, Edebiyatta/Sinemada/Medyada Heteroseksist Söylem, Ötekileştirilmek ve İktidar, Gelecekte Gay Dünyada Neler Olacak ve KAOS GL'nin Yeri, Bülent Ersoy, Eşcinsellik ve Din, Yurtdışında Eşcinsellik, Örgütlenme, Transeksüellik, Erotizm, Yurtdışında Lezbiyenlik, İletişimSanat-Politika (Örgütlenme Sorunları), Coming-Out Sürecinde Gayler ve Lezbiyenler, Türkiye'de Eşcinselliğin Uzak ve Yakın Tarihi, Gay Kiracılar ve Ev sahiplerinin Tutumu, Heteroseksizm, Evrensel Gay Kültürü, Eğitim, Heteroseksist Şiddet-Nasıl Yaşıyoruz?, Beden, Penis, Gay Sanat, Eşcinsel Hareketin Sınıf Temeli, Popüler Kültür Çerçevesinde Eşcinsel Kültür, Diğer Toplumsal Hareketlerle Dayanışma, Lanetli Ozanlar. Ankete katılanların son not olarak belirttikleri düşünceleri: "Ben amatör bir yazarım, ilginç hikayeler yazabilirim", "Sizi cesaretinizden dolayı kutlarım ve size her konuda destek vermek için söz veriyorum", "Toplumun eşcinselliği kabul etmesini ve eşcinsellere daha fazla özgürlük istiyorum", "Eşitlik istiyorum", "Eşcinseller toplumdan dışlanmasıydı keşke", "Keşke eşcinsel mekanlar çok olsaydı. Eşcinsellik konusunda bilgi alabileceğim kaynaklar olsaydı. Ne yazık ki KAOS GL'den yeni haberim oldu", "Bulunduğum şehirde özgür ve rahat bir eşcinsellik yaşıyorum. Hayatımdan memnunum", "Eşcinseller dışlanmasın", "Eşcinsellere daha fazla özgürlük istiyorum", "Gelecekte eşcinselliğimin ortaya çıkıp dışlanmaktan korkuyorum", "Önce eşcinseller bilinçlensin, toplum kabul etmek zorunda kalacak o zaman", "Rahatça girip çıkabileceğimiz eşcinsel mekan eksikliği çekiyorum", Eşcinselliğimi hep gizli yaşamak zorunda kaldım. Artık ikiyüzlü eşcinsel olmak istemiyorum. Toplum kabul etsin artık eşcinselliği", "Daha fazla eşcinsel özgürlük istiyorum", "Eşcinselliğimden dolayı dışlanmak beni üzüyor", "Eşcinseller bilinçlenip bir bütün olmazlarsa


topluma kendilerini kabul ettiremezler, tek çıkar yol eşcinsellerin örgütlenip seslerini yükseltmesidir", "Eşcinselliğimizden dolayı hangi ülkeler bizleri vatandaşlığa kabul ediyor ve bunu yapmış olanların yaşamları hakkında bilgi verirseniz iyi olur", "TBMM'nin yasa çıkarıp eşcinsellere haklarını vermesini istiyorum", "Caddelerde eşcinsellerle gözgöze gelmek istiyorum. KAOS GL bu konuda birşeyler yapın, üçgen kolyeler takabiliriz", "KAOS GL'nin daha önce yayınlandığını bilmiyordum. Tesadüf olarak kitapçıda görüp, dergi kapağı ilgimi çekti ve bu şekilde tanıştım. Gayle ilgili bir dergi yayıncılığını düşünemiyordum. Sadece yurtdışında bu tür yayınların olduğunu biliyordum. Fakat sizleri tebrik eder, yayın ve gaylik hayatında başarılar dilerim", "Eskiden olduğu gibi sınıf bakış açısına sahip bölümler ve yazılar görmek istiyorum", "Gelecekte hepimiz istediğimiz özgürlüğe kavuşacağız ve o gün çok yakın", "Dergide yayınlayacağınız seri ilanlarla hem gelir elde eder, hem de birbirlerini arayanlara (iş/eş) yardımcı olmuş olursunuz", "Ekim 98 sayısının 17. sayfasındaki başlığın 4. kelimesi gibi açık ve itici sözcükler hoşuma gitmiyor. Dergiyi bir heteroya okuturken derginin eleştirilmesi hoşuma gitmiyor, üzülüyorum.", "Sevdiğim insanla kısıtlama olmaksızın, istediğim yerde istediğim şekilde açık açık yaşayamamak.", "Türkiye toplumu bu kadar gerideyken bizler maalesef saklanmak zorundayız. Ben kendi adıma şanslı bir ortamdayım. Sevgilim ve dostlarımla herşeyi paylaşabiliyorum", "Toplumda hoşgörü isteyebilmek için önce gay hareketi içinde hoşgörü. Dergide dar grupçu anlayışların olmaması veya etkili olmaması", "Derginiz harika, aslında dergimiz demeliydim. Beni de aranıza alırsanız sevinirim", "Hiçbir şey olmasa bile bu halinizi korumaya devam edin", "Basından ve medyadan gereği kadar sesimizi duyuramamamız en çok üzüldüğüm nokta bu", "Keşke herşey herkesin yazdığı kadar kolay ve güzel olsa. Ama herşey lafta kalıyor. Atıp tutmak, idealist olmak çözüm getirmiyor. Derginiz bazı insanlar için, özellikle küçük yerlerdekiler için çok önemli. Onların tek dostu sizsiniz", "Bu anketle yardımcı olabiliyorsam ne mutlu. Dergide tartışma konulu yazılara daha ağırlık lütfen", "Dosya hazırlarken gelen okuyucu anıları ve kişisel hikayelerin yanısıra dosyada ağırlıklı olarak profesyonel bilgi (konu ile ilgili kaynaklardan kurumlardan röportajlar olmalı. Yani dosyalar tamamen okuyuculara bırakılmamalı", "Yaşasın eşcinsellik, yaşasın Kaos", "Yaşasın KAOS", "Artık kitapçıdan KAOS GL almak istemiyorum, çünkü abone olacağım. Çok güzel bir çalışma. Kutlarım", "Son sayıda denildiği gibi bize ait bir işareti yansıtan kolye ya da herhangi bir eşya aracılığıyla toplum içinde birbirimizi tanıyabilmek isterdim. Kolye ya da yüzük çıkartabilirsiniz", "Askere gitmek istemiyorum ama ailem buna kesinlikle karşı çıkacak. Ne yapabilirim", "Cinsel kimliğim belirlenirse soyutlanmaktan, aforoz edilmekten korkarım. Zengin homolar itibarlıdır, onlara ilişilmez. Bu ikiyüzlülük hep devam eder. Fakir gayler hep ibne,

zenginler kulamparadır", "Kapalı mekan dışı etkinlikler düzenleyin", "Derginin politik tartışma platformu olmasını istemiyorum. Dergi aracılığıyla arkadaş edinmek istiyorum. Derginin günlük sorunlara ağırlık vermesi gerekir.", "Hayat sadece barda, sinemada, evde, hamamda yani dört duvar arasında yaşanan gizlilik değildir. Böyle düşünenler yalnızca kendilerini kandırırlar. Sonuç bunalımdır. Herkes birşeyler yapmalı, kendisi ve diğer eşcinseller için.", "Kime güvenebileceğimi bilmiyorum ama erkekleri seviyorum.", "Dergi çok güzel, daha çok okunmalı, tanıtıma lütfen ağırlık verelim.", "Dergiyi çok beğenmeme karşın hukuk, tıp, psikoloji, sosyoloji ve sanat ile gay ve lezbiyen ilişkilerinin irdelenmediği (yeterince) ve bu konudaki yetkin insanların fikirlerini belirtecek yazılar yazması gerektiğini düşünüyorum.", "Herkes elinden geleni yapıyor.", "Eşcinsel mekanları tanıtıcı yazılar anayasadaki kanunları değiştirici girişimler, dayanışmayı arttırıcı geceler, geziler, sanat etkinlikleri konularında çalışmalar yapılabilir.", "Diğer illerle daha rahat temas nasıl kurabiliriz? P.K. ile haberleşmek zaman alıyor. Telefon numarası olamaz mı?", "Antalya'da bilinçli gaylerin toplanmasını istiyorum. Ve hep bizimle KAOS GL, birtane.", "KAOS GL gay ve lezbiyen bir dergi olmasına rağmen cinsel kimliği farklı kişilerin de yer alması güzel bir olay. Yaşasın anarşizm, aşk ve özgürlük. Tüm gay ve lezbiyenler, biseksüeller, travesti ve transeksüeller, sadomazoşistlerin kurtuluşu için birlik olalım.", "Dergiye nasıl katkıda bulunabileceğimizi soruyorsunuz ama isim, adres vs sormuyorsunuz!", "Yaşasın KAOS", "Sadece teşekkürler, ama başka dergiler olsaydı bu dergiyi almaya devam eder miydim, bilmiyorum, bilemiyorum.", "Ben bir eşcinsel değilim ama eşcinsel hareketi ve eşcinsel haklarını savunmak istiyorum. Hepimiz insanız, hepimiz özgürüz, hepimiz eşitiz.", "Uzun zamandır Kaos grubunda olmama rağmen kendimi ifade etmekte çok zorluk çekiyorum. Sanırım hâlâ geçmişimle sıkı bir hesaplaşmaya giremedim. Bu konuda acilen yardıma ihtiyacım olduğunu düşünüyorum.", "Dergideki fotoğrafların çoğu, deyim yerindeyse bayağı. Sanatsal, düşünsel, belgesel değeri daha yüksek nitelikli fotoğraflar aramalısınız. Mevcut fotoğraflar son derece ilkel bir erotizm içeriyor. İleride rastladıkça daha iyiden ne anladığımı toparladığım örnekleri göndererek göstermeyi umuyorum. Unutmaz, üşenmezsem.", "Pornografik tonu yüksek resimlerin yazıyla genellikle ilgisiz bir biçimde sıklıkla kullanılması beni rahatsız ediyor. Ben pornografik ürün kullanırım. Bundan da herhangi bir rahatsızlık duymuyorum. Ancak Kaos'un pornografik öğeler içermesi bence yersiz.", "Bence henüz bazı risklere girecek kadar cesaretimiz yok. İşimizi kaybetmeyi göze almak yerine kendimizi gizliyoruz. Böylece bu kaygılardan muaf olduğumuzu sanıyoruz. Belki henüz ortak sorunlarımıza sahip çıkacak bilinç ve duyarlılığa erişmedik. Bu anlamda Kaos'un varlığını çok önemsiyorum."

KAOS GL 53 / 37


DÜŞ TÜ…

ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA

Merdivenlerden İnerken Tartımlı adımlarla, Gözucundan gitiremediği O elmaya Son kez bakmaktayken Onu sevdiğini Hissetti. Oysa Geçti Geç ti artık yeni karmalara Sarmalamalara Geç -ti ki An ladı Adımlarının tartımı, Bozuldu, Denge sustu. İnerken merdivenlerden Bakılı simalara Düştü… UYANDI.

GÜRKAN / İzmir

3.12.1998, Hürriyet

∇ KARANLIK BİR YOLCULUK ∇ BEN NEYMİŞİM Kİ ABİ?! ∇ ALAYLI GAZETECİNİN EŞCİNSELLİK KİTABI ∇ KALANLAR ∇ TECAVÜZE UĞRAMASAYDIM EŞCİNSEL OLMAZ MIYDIM ACABA? ∇ TANIKLIK (H. KANDOK) ∇ KÜÇÜK BİR ÖYKÜ BU! ∇ KİM HASTA ACABA? ∇ EL DEĞİŞTİRMİŞ AŞKLARDAN ∇ ŞARK-İSLAM KLASİKLERİNDE EŞCİNSEL ÖYKÜLER VE EŞCİNSEL KÜLTÜR 3 ∇ BUDAPEŞTE-VİYANA GAY KUŞATMA ALTINDA-1 ∇ CAMILLE ∇ ÜTOPİSTAN ∇ AŞKI ÖLDÜRDÜK ∇ GÖKKUŞAĞININ ÖTE YANI ∇ UYUŞTURUCUNUN DİĞER ADI: ÖLÜM ∇ VE SÜRGÜN EDİLDİLER İLKİN... (Şener) ∇ BİZDEN OROSPU OLMAZ! ∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARPOSTALLAR (Salim) ∇ 13 RAKAMININ UĞURSUZLUĞUNA İNANDIR BENİ SEVGİLİ BONCUK ŞİİRLER AŞK DİYE BİR ŞEY, GİDENE İNTİZAR, KAÇAMAĞI, İHANETİN BANA BAKAN TARAFI…, O İSE ÇOĞU ZAMAN…, MÜSRİF BEKLENTİLER FERİŞTAHI, ŞİMDİ BURASI BÖYLE, VIZIR, ÜŞÜME, YATAY ÜNLÜLER DİKEY EYLEMDE, BÜK, BENİM DE BİR ŞARKIM VAR, DANSIM, DÜŞ TÜ, Dİ’Lİ GEÇMİŞ, SEVGÜLÜME ŞİİR YAZDIM ÇEVİRİ ŞİİRLER ÇİFTE POZ (Ian Young),

DNA'yla Fişleme New York'ta tutuklanan herkesin DNA örneklerinin kayda geçirilmesi önerildi. Bu yolla İngiltere'de beş yılda 17 önemli olayın açığa kavuştuğunu söyleyen adli tıp uzmanları, DNA'nın parmak izi kadar güvenilir olduğunu belirtiyor, ancak sivil toplum örgütleri uygulamaya karşı çıkıyor. (17 Aralık 1998, Radikal)

KAOS GL 53 / 38


"Yaşam, özgürlük ve kişisel güvenlik her insanın hakkıdır." İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Madde 3. Af Örgütü (ai-Amnesty International), 1991 yılında çalışmalarını, eşcinselliklerinden ötürü haksızlığa maruz kalan insanları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. ai, böylelikle eşcinselliklerinden ve yetişkinlerin kendi aralarında gerçekleşen eşcinsel ilişkilerinden dolayı hüküm giyen insanların durumlarını kaydetmeye başlamıştır. Ayrıca ai, gay ve lezbiyenlerin hakları için etkin ve şiddete başvurmadan çalışıp tutuklanan insanlara destek olmaya çalışır. ai şu güne kadar halen dünyanın her yerinden insan hakları ihlaline uğrayan gay ve lezbiyenlere rastlamaktadır. Af Örgütü Eşcinsellik Eylem Grubu'nun Kurulması Lezbiyen ve gaylerin maruz kaldıkları insan hakları ihlalleriyle bilinçli olarak savaşmak üzere Berlin'de bir Eşcinsellik Eylem Grubu'nun kurulmasına öncülük edilmiş ve ai tarafından da tanınmıştır. İsteğimiz, • Şiddete başvurmamış ve şiddet yanlısı olmayan, eşcinsel oluşundan ötürü tutuklu politik suçluların serbest bırakılmaları için çalışmak, • Geldikleri ülkelerde kendilerini eşcinsel kimliklerinden ötürü ölüm cezası, işkence, tutuklama gibi cezaların beklediği lezbiyen ve gaylerin güvence içinde oldukları ülkelerden sınırdışı edilmelerini önleyici yasa düzenlemeleri için uğraş vermek, • Barışçıl yollardan eşcinsellerin hakları için savaşanlara destek vermek, • HIV pozitif ve AIDS'li insanların maruz kaldıkları insan hakları ihlallerine dikkatleri çekmektir. Talebimiz, • Eşcinsellerin cinsel kimliklerinden ötürü, özgürlüklerini kısıtlayan yasaların kaldırılması, • İnsan haklarının eşcinseller ile HIV ve AIDS'li insanlar için de geçerli olmasıdır. Bunlara… • Bilgilendirici broşürlerle, • Konuya yönelik toplantı ve eylemlerle, • Mektupla protesto yoluyla, • Grup ve lobi çalışmalarıyla, • Basın ve diğer yayınların analizleriyle ulaşmak istiyoruz. Uluslararası Platformda ai-gruplarının İşbirliği Eşcinsellik Eylem Grubu, aynı zamanda uluslararası "amnesty international members for lesbian & gay concern" -kısa adıyla AIMLGC- üyesidir ve 1990'da

lezbiyenler, gayler, biseksüeller ve diğer ilgili kişilerce Almanca'dan çeviren: ai'nin çalışmalarına eşcinselliklerinden ötürü tutuklanan ENVER ve yargılanan insanları da eklemek üzere kurulmuştur. AIMLGC gruplarının yoğun lobi çalışmaları sonucu Köln 1991 Eylül'ünde ai, eşcinselliklerinden ötürü tutuklananları "prisoners of conscience" -politik tutukluolarak tanımıştır. Böylece bu insanlar, inanç, ırk, cinsiyet, dil ya da diğer etnik kökenlerinden dolayı tutuklananlara eş tutulmuştur. Suskunluğu kırmak 1994 yılında cinsel eğilimi konu alan gelmiş geçmiş en büyük ai kampanyası başlatılmıştır: "Breaking the silence". ai'nin ABD'deki temsilcileri bu konuda sayısız belgeyi çeşitli dillerde yayınlamaya başladı. 250'den fazla yerel grup ve organizasyon bu kampanyaya katılmış ve binlerce mektup ve şikayeti ilgili makamlara iletmiştir. Kampanya, özellikle medyada geniş çapta yapılan programlarla büyük başarıya ulaştı. AIMLGC ağı şu anda 12 ülkede 15 ai grubunu içermektedir. Af Örgütü • 30 yıldan fazladır insan haklarının tüm dünyada sağlanması için savaşıyor. • Politik ve dinsel görüşlerden bağımsız olarak çalışıyor. • Dünyanın her tarafına 150'den fazla ülkede 1 milyon 100 bin üyesi ve destekçisi var. • 1991'de Yokohama'da yapılan 20. Uluslararası Kongre'de şiddete başvurmadan eşcinsellerin hakları için savaşan ve tutuklanan insanların "Prisoner of conscience" olarak görülmelerini kararlaştırmıştır. AIMLGC- amnesty international members for lesbian&gay concern • Özellikle eşcinsel kimliklerinden dolayı takibata uğrayan ve tutuklanan eşcinseller için savaşır. • 1994'te "breaking silence"la cinsel yönelimlerinden ötürü uygulanan insan hakları ihlaline karşı düzenlenen gelmiş geçmiş en geniş çaplı kampanyayı başlatmıştır. • Halen ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Costa Rica, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İsviçre, İtalya, Kanada, Puerto Rico ve Venezüella'da çalışan eylem grupları vardır. • Tüm bu gruplar dünya çapında AIMLGC-Network adı altında çalışırlar.

KAOS GL 53 / 39


Soru: Uluslararası Hukuk nedir? Cevap: Her Devlet kendi gücü oranında konuşur. Gerisi hikayedir! Soru: Diplomasi nedir? Cevap: "Gözünün içine baka baka yalan söylemek"tir. Soru: Uygarlık nedir? Cevap: "Alçak saldırganlar, 8 yıl önceki gibi birkaç hedefi bombaladılar. Yaptıkları cesur bir iş değil. Teknolojiye yaslanıp, göğüs göğüse savaşmaya yanaşmıyorlar." !!! Soru: Peki, ne olacak bu Irak halklarının hali? Cevap: Ne Saddam'ın diktası, ne Clinton'ın Demokrasisi diyerek, ÖZGÜRLÜK için ayağa kalkmadıkları sürece bir bok olmayacak.

400.000.-TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.