EŞCİNSEL SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNDEN DOĞU PERİNÇEK'E YANIT KİM KİMİ TACİZ EDİYOR? beden masalları- KOPMA KIRIĞI 1980'LERDE İNGİLİZ TOPLUMUNDA EŞCİNSELLİK ŞARK İSLAM KLASİKLERİNDE EŞCİNSEL KÜLTÜR-4 ENTELEKTÜEL MASKELERİN ÖRTTÜĞÜ ÇİRKEF: HETEROSEKSİST SALDIRGANLIK
AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ MART 1999 YIL 5 SAYI 55 KAOS GL ilga üyesidir.
Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 Internet Adresi : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e-mail : kaosgl@ilga.org
İÇİNDEKİLER SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi Yaprak Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) Kelepir (Sönmez İşhanı) BALIKESİR Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) Çağdaş Kırtasiye (Abdülgafur Cad.) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak) İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak) Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) AFM Müzik Kitabevi (Beyoğlu, Flaş Sinemaları Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Kelepir (Konur 2) Kitabevleri
Eski sayılar Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de. Dizgi: Atilla Karakış, Cem, Düzelti: Gay’e Efendisiz, Ali Ferhat Kapak: Atilla Karakış,
Doğu Perinçek'e Yanıt ..............................................................................................................................3 Karanlık Doğu'dan Yükseldi......................................................................................................................8 GL Kitaplığı ...............................................................................................................................................9 aktüel .....................................................................................................................................................10 Virgülüne Dokunmadan ..........................................................................................................................11 Kim Kimi Taciz Ediyor .............................................................................................................................12 Zeki'nin Kendi Ağzından Hayat Hikayesi ................................................................................................14 Karanlık Bir Yolculuk...............................................................................................................................16 Beden Masalları-Kopma Kırığı................................................................................................................17 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................20 Kalanlar...................................................................................................................................................23 Reform, Özgürlük ve Eşitsizlik-3 .............................................................................................................26 Bizden Orospu Olmaz.............................................................................................................................28 Gel Yiğidim Gel .......................................................................................................................................30 Budapeşte-Viyana Gay Kuşatma Altında-I .............................................................................................31 Cinselliğimiz Ve Gül Ve Ay Ve Derya .....................................................................................................33 Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür-IV ............................................................................................35 KAOS GL'den..........................................................................................................................................38 Haberler ..................................................................................................................................................39 Heteroseksist Saldırganlık ......................................................................................................................40
KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR. ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .
TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R
DERGİLER KAPALI ZARF İÇİNDE GÖNDERİLİR
SAPPHO’NUN KIZLARI : Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) SPARTAKÜS BURSA : Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA TURK-GAY (S.V.D.) : Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA TURK-GAY (RuhGeit) : Mustafa Arslan, Gerther Str. 52 44627 Herne ALMANYA LAMBDA İSTANBUL : P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) Tel: 0.212.233 49 66, Fax: 0.212.224 37 92 LAMBDA İSTANBUL Her Pazar saat:18.00'de İstiklal Cad. Bekar Sokak, Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda (Sappho Bar'ın üst katı) toplanıyor.
Bu metin, Cumhuriyet Gazetesi'nde 3-4-5-6 Şubat 1999 tarihlerinde yayınlanan Doğu Perinçek'in "Eşcinsellik" başlıklı yazı dizisine karşılık olarak Ankara ve İstanbul eşcinsel toplulukları tarafından hazırlanmış, Cumhuriyet Gazetesi'nin 9-10-11 Şubat 1999 tarihli sayılarında "Eşcinsel Sivil Toplum Örgütlerinden Doğu Perinçek'e Yanıt" başlığıyla yayınlanmıştır. Eşcinselliğin, çürüyen kapitalizmle, toplumsal çöküşle ilişkilendirilip mutsuzluk kaynağı olarak adlandırıldığını görünce, bu topraklarda yaşayan kadın ve erkek eşcinseller olarak öfke duysak da acıyla gülümsemekten kendimizi alamadık. Doğu Perinçek'in "orijinal" tezlerinin, biz eşcinseller için ne yazık ki hiç de yeni olmadıklarını belirtmek durumundayız. Modern psikiyatriye rağmen geleneksel ahlâkçı yaklaşımları bilimsellik kılıfıyla süsleyen psikologları ve bilgisi, önyargılarından ibaret gazetecilerin ve televizyoncuların yaptıkları programları hatırladık! Üç büyük din, birbiriyle çatışan ideolojiler, nazizm ile stalinizm, sağ ile sol, eşcinsellik sözkonusu olduğunda hemen kolkola girerler ve heteroseksüel erkek egemen ideolojinin şekillendirdiği aynı heteroseksist yaklaşımı dillendirirler. Elbette ki bu durum farklı zaman ve toplumlarda değişiklik gösterebilmektedir. Sayın Doğu Perinçek'in yazısından anlaşılıyor ki yadsıma yerini yargılama ve saldırıya bırakıyor. Bize asıl kaygı veren sayın Perinçek'in "tez"lerinin kişisel görüşleri olarak kalmayıp lideri olduğu İşçi Partisi'nin de eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik politikası olacağıdır. Sayın Perinçek, eşcinsellikle ilgili yazmadan önce, seçim dönemlerinde İşçi Partisi'nin yayınladığı listelerde adları yer alan aydın ve bilim adamlarına danışabilirdi. Doğu Perinçek'in yaklaşımı, bizim açımızdan, beyaz antropologların, modern toplumlara benzemeyen ve onun dışında kalan toplum ve topluluklara yaklaşımlarına benzemektedir. Doğu Perinçek'in eşcinselliğe yönelik tezlerinin hareket noktasını maalesef görünen bile değil, görmek istedikleri teşkil ediyor. Anlaşılan o ki sayın Doğu Perinçek'in yanlışlarını düzeltmek için eşcinsel davranış ile eşcinsel kimliğin farklı şeyler olduğunu, kendinle barışık olma/olmama durumunu açıklamak; örneğin Orhan Öztürk, Oğuz Arkonaç, İsmail Çifter gibi doktorların kitaplarını, Şahika Yüksel'in araştırmalarını hatırlatmak beyhude çaba olacak. Psikoloji, psikiyatri ve Dünya Sağlık Örgütü'nün eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardığını, Af Örgütü'nün eşcinsel tutsakları politik tutuklu olarak gördüğünü hatırlatmak da aynı şekilde. Doğu Perinçek, "eşcinsellik hâkim sınıflar içinde ortaya çıkar ve yaygınlaşır" diyor. Siz bunu, 'zenginlerin zevk-ü sefası, yozlaşmış burjuva ahlâkı' olarak okuyabilirsiniz! Eğer eski Yunan'ın, Roma'nın ve Osmanlı'nın tarihini sarayların tarihinden ibaret
görüyorsanız, çıkardığınız sonuç elbette ki kimseyi şaşırtmaz. Yalnız eski Yunan'da yaşanılan eşcinselliğin oğlancılık olduğunu söyleyen bir tez, orijinal olmadığı gibi böyle bir tespit marifet de değildir. Eylül 1994'ten bu yana çıkan Aylık Politik Gay ve Lezbiyen Dergisi KAOS GL'de onlarca kez yazıldı bunlar. Ayrıca eşcinsellik Kaliforniya ve Arizona'da yaşayan Mojave Kızılderililerinde de, Orta Avustralya'da yaşayan Arandalar arasında da, kısacası insanın olduğu her ortamda şu ya da bu şekilde görülmektedir. Eşcinsel yönelim her tür dinsel, etnik, sosyo-kültürel,mesleksel ve politik grupta birbirine yakın oranda görülür. Homofobinin ve heteroseksizmin egemen olduğu bir ortamda ortaya çıkamamamız, oralarda olmadığımız anlamına gelmez. İşçi sınıfının "erkekliğinden" kadın işçiler yeterince çektiler; biz eşcinsel ve biseksüel işçilere sıra mı gelir? Pek çoğumuz yoksul halk çocukları olduğumuz halde İnsan Hakları Derneği'nden bile kovulurken, sendikalarda, partilerde nasıl ortaya çıkabiliriz? Sayın Perinçek, Almanya'da ÖTV, İngiltere'de UNISON sendikalarında gay ve lezbiyen emekçiler, heteroseksüel işçi kardeşleriyle birlikte mücadele ediyorlar. Türkiyeli eşcinsel işçi ve memurlar da ömür boyu sessiz kalmayacaklar elbette. Sayın Doğu Perinçek, eşcinsellikle ilgili kararınızı baştan verdiğiniz için, sizden beklenmeyecek yöntem ve mantık hataları yapıyorsunuz. Eşcinsellik tek başına kimseye 'özgürlük' getirmez. Heteroseksüelliğin insanlara zorla dayatıldığı bir ortamda, cinselliğini bile yaşayamayan bir eşcinsel, özgürlükten vazgeçtik, elbette ki bunalımdan kurtulamayacaktır. Nasıl ki işçi sınıfı gün geliyor faşizmin de kitle temeli olabiliyor, gençlik her zaman ilericilik anlamına gelmiyorsa, eşcinsellik de çok kanallı olabilir. Sayın Perinçek, biz kadın ve erkek eşcinseller, eşcinsel olduğumuz için özgürlük istiyoruz; yoksa eşcinsellik, heteroseksüellikten daha iyi, daha özgürlükçü olduğu için eşcinselliğe yönelmiyoruz. Kadınların köleleştirilmeleriyle ortaya çıkan ve insanlık tarihinde farklı toplum ve kültürlerde farklı şekillenen toplumsal cinsiyetin (gender) yani toplumsal kadınlık ve toplumsal erkekliğin sorgulanmadan birebir uyarlanmasıyla yaşanan eşcinsellik, elbette ki oğlancılıktan/sevicilikten öteye gitmeyecektir. Feminizm ve eşcinsel kurtuluş hareketi bu sorunları on yıllardır tartışıyor; bizler ortada iflah olmaz bir dogmatizmden başka yeni bir şey göremiyoruz.
KAOS GL 55 / 3
ŞU LANETLİ 80'Lİ YILLAR…
80’li yıllarda, Türkiye’nin daha önce hiç duymadığı ya da alışık olmadığı sesler, toplumsal mücadele alanında yükselmeye başladığında çok farklı kesimlerden benzer tepkiler gelmişti. Eşcinseller, feministler, yeşiller... Bunlar da nerden çıkmışlardı? Hatırlanacağı gibi 80’li yıllar hem Türkiye’de hem de Dünya’da özgürlükçü hareketlerin yenilgi dönemi olmuştu. 68’in Dünya’yı kasıp
kavuran rüzgarı kesilmişti. Kuzey Amerika’da Reagan, Batı Avrupa’da Demir Leydi ile birlikte yükselen yeni sağ, neo-liberalizm bayrağı altında, kurumsallaşmış aileyi yeniden kutsayarak kadınlardan eşcinsellere pek çok toplumsal kesimin kazanılmış haklarının gaspından yok saymaya kadar her alanda 60’ların özgürlük çığlıklarını tamamen boğmaya kalkıştılar. Aynı yenilgi dönemi Türkiye’de de çok ağır yaşandı. Ama toplumsal yaşam her şeye rağmen durulmuyor ve bileşik kaplar benzeri bir şekilde, dalgalanmasa bile kıpırdamaya çalışıyordu. İşte böyle bir dönemde ortaya çıkan yeni sesler, bir şekilde 60’lı yılların yeni toplumsal hareketlerine benziyordu. 60’lı yıllar geride kaldığı için ya da Türkiye için daha doğrusu bu yeni seslerin dillendirdikleri gerçekliklerle daha önce yüzleşilmediği için sistem karşıtı güçlerin eleştirileri bile egemen ideolojiden besleniyordu. Eşcinseller bir yana kendi içlerinden çıkan feminist kadınlara bile başlangıçta alışamadılar. Kökünün nerede olduğunu araştırdılar. Oysa kabul edilmese de ortada bir gerçek var. Feministlerin de biz eşcinsellerin de kökleri yaşadığımız bu topraklardadır. Biz eşcinseller uzaydan gelmedik; henüz Avrupa Birliği’ne giremediğimize göre Batı’dan da gelmedik. Hep bu topraklardaydık. 12 Eylül’ün zulmüne travestiler, transeksüeller, kadınsı erkek eşcinseller de uğradılar. Görmezden gelindi; her koyun kendi bacağından asıldı. Biraz ses çıkardığımızda ise sesimiz o bitmez tükenmez hiyerarşiler arasında boğuldu. Şimdi sırası değildi; daha acil görevler dururken! Toplumsal mücadeleler tarihinin o gerçeği biz eşcinseller için de geçerli olduğunu bir kez daha gösterdi. Sorunların gerçek sahipleri kendi sorunlarına kendileri sahip çıkmadıkça bir şey değişmiyor.
BİR TOPLUMSAL HAREKET OLARAK EŞCİNSELLİK
Eşcinsellik, erkek veya kadın, bireyin kendi cinsinden insanlara cinsel, erotik ve duygusal yönden yönelimidir. Eşcinselliğin yaşanılışı ve adlandırılışı, toplumdan topluma, farklı zamanlarda farklı şekiller almıştır. Tarihsel belgeler, edebi eserler aracılığıyla aktarılan bilgiler göstermektedir ki eşcinsellik olgusu bütün insan topluluklarında görülmektedir. Bununla birlikte pek çok toplumda anılmayan ve yok sayılan bu gerçeklik, herşeye rağmen varolagelmiştir. Toplumsal kurumların bu gerçekliği ele alma ve denetleme ihtiyacı, din ve hukuk kurumlarının yanısıra, tıp ve psikiyatrinin de eşcinselliği, kendi yaklaşımları çerçevesinde, bir takım sınıflandırmalar altında ele almalarına yolaçmıştır. Bu kurumlar, kendi alanlarından hareketle, eşcinselliği suç ve psikoseksüel bir bozukluk/sapma olarak değerlendirmelerine karşılık, eşcinsel bireyler, sanayileşme ile ortaya çıkan toplumsal değişmeler sürecinde, büyük şehirlerde birbirlerini bulmaya başlamışlardı. Bunun sonucu olarak, eşcinsel bireylerden toplumsal kuşatmaya karşı ilk kitlesel tepki 27 Haziran 1969’da geldi. New York eyaletinde Stonewall Inn adlı bara bir polis baskını akabinde,
KAOS GL 55 / 4
eşcinsellerin karşı koyarak üç gün süren bir ayaklanma yaratmaları modern eşcinsel hareketin miladı oldu. Bu kıvılcımın peşisıra gelişen gay ve lezbiyen özgürlük hareketi, daha önce eşcinselliği bağımsız bir varoluş olarak yadsıyan psikiyatriden hukuka, kurumların kuşatmasını kırmaya başladı. Örneğin gay ve lezbiyen hareketi, 1974’de eşcinselliğin Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) akıl hastalıkları listesinden silinmesini sağladı. (Türkiye'de de psikoloji ve psikiyatri kurumları DSM olarak bilinen bu listeyi kullanmaktadır. Yalnız askeri psikiyatri ordu kurumu içinde, eşcinselliğin psikoseksüel bir bozukluk olarak görüldüğü önceki liste olan DSM-II'yi kullanmaktadır.) Açıktır ki bu önemli bir gelişmedir. Çünkü bu karar, eşcinselliğin, bireysel ve psikiyatrik bir olaydan öte sosyal bir gerçeklik olarak kabulü anlamına gelmektedir. Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin ortaya çıktığı 60’lı yıllar aynı zamanda başka yeni toplumsal hareketlerin de ortaya çıkıp geliştiği dönemdi. Bu hareketlerin ortaya çıkması, artık geride kalmış olsa da, bir "dünya devrimi” olarak yaşanan “68” sürecinin ürünü olmuştur. Bugün, geçtikleri süreç ve mevcut durumları bir yana, Yeni Toplumsal Hareketler dendiğinde, eşcinsel hareketle birlikte genellikle feminizm, barış hareketi, çevre hareketi, yeşil hareket, anti-nükleer hareket, ırkçılık karşıtı hareket, etnik azınlık hareketi, vb… anılmakta. Yeni Toplumsal Hareketler kapsamında, sözkonusu hareketler anılmakla birlikte, “yeni toplumsal hareketler” kategorik nitelemesi herkes tarafından kabul görmemekte ve bir terminoloji farkı ortaya çıkmaktadır. XIX. yüzyıla doğru ortaya çıkan örgütlü ve kalıcı sosyal hareketlerden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketleri anlamaya çalışan çeşitli yaklaşımlar, hareket noktalarının farklılığı doğrultusunda, değişik sonuçlara varıyorlar. XIX. yüzyılda ortaya çıkmış geleneksel hareketlerden yeni toplumsal hareketlere kadar, son iki yüzyılda pek çok “hareket” ortaya çıkmıştır. Geleneksel hareketler (işçi hareketleri, ulusal kurtuluş hareketleri gibi…) ve yeni toplumsal hareketler birlikte ele alınarak ve bir bütün olarak, sistem-karşıtı hareketler olarak da adlandırılmıştır. Söz konusu hareketlerin temel istemleri daha demokratik, daha eşit bir dünya idealine dönük olmuştur. Bu özlemleri gerçekleştirmek için farklı araçlarla bilinçli bir mücadele yürütülmüştür. Tarihte ve günümüzde pek çok örnek bulunabileceği gibi, söz konusu istemlere karşıt yönde ilerlemiş başka hareketler de olabilmektedir. Yeni toplumsal hareketler, sisteme karşı muhalefet anlamında, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerin devamı olarak görülebilse de, ortaya çıkış ve yaklaşım açısından, geleneksel sistemkarşıtı hareketlerden bir kopuş hali yaratmışlardır. Eski sol sistemkarşıtı hareketlerin reddedilmesi, Batı’da sosyal-demokratlara karşı, Doğu’da komünistlere karşı, Üçüncü Dünya’da ise ulusal kurtuluşçulara karşı gelişen mücadelelerle şekillendi. Yeni toplumsal hareketlerin reddettikleri eski sol sistem-karşıtı hareketler, kendi bölgelerinde, farklı yollarla da olsa iktidara gelmişlerdi. Fethedilmiş iktidar altında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler parti örgütlenmesini ve politik iktidarı ele geçirme perspektifini bilinçli olarak reddettiler. Yeni toplumsal hareketlerin varlığı, fiili olarak, politik politikanın reddi anlamına geliyordu. İktidarı bilinçli olarak reddeden bu hareketler, bir “sosyal hareket” olarak ortaya çıktılar. Yeşil Hareket’in, özellikle Almanya örneğinde olduğu gibi sonra partileşip, seçimle parlamentoya girmesi, bu hareketi yalnız politik olarak değil, aynı zamanda fiili olarak da bir “sosyal hareket” olmaktan uzaklaştırdı. XIX. yüzyılda ortaya çıkmış olan hareketler, devlet iktidarının fethini, ilk hedef olarak önlerine koyarlarken, yeni toplumsal hareketler, toplumsal iktidarı ve özerkliği ilk hedef olarak benimsiyorlar. Yeni toplumsal hareketler, işçi hareketlerini ve sosyal-demokrat hareketleri, artık yeterince sistem-karşıtı olmamakla suçluyorlardı. XIX. yüzyılın toplumsal hareketleri, emek-sermaye çelişkisinden hareket ederlerken, yeni toplumsal hareketler, geleneksel toplumsal hareketlerin önemsemedikleri ya da yok saydıkları, doğrudan doğruya emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmayan çelişkilerden hareket ettiler. Söz konusu çelişkiler, yeni toplumsal hareketlerin
açısından gerçek çelişkilerdi ve şiddeti açısından emek-sermaye çelişkisinden geri kalmazlardı. Bu çelişkiler, toplumsal cinsiyet,kuşak, etnik kimlik, ırk, cinsellik talepleriyle içeriklendirilmiş statü gruplarını doğurdu ve hakim statü gruplarına karşı, sınıfsal kimlikleri geri planda bırakarak, sözkonusu taleplerin şekillendirdiği özgül kimlikleri öne çıkardı. Eski toplumsal hareketler, iktidarı almış oldukları halde, eski sistemden kopuş anlamında, bu taleplere cevap verememişlerdi. 68’li yıllarda gençlerin, kadınların ve eşcinsellerin başkaldırısının, hakim statü gruplarını (erkekler, daha yaşlı kuşaklar, çoğunluk…) tam bir yenilgiye uğratamasa da gerilemeye yol açtığı aşikardır. Yeni toplumsal hareketler politika yapma anlamında da eski toplumsal hareketlerin pratiklerinden farklı kanallar yarattılar. Bu, aynı zamanda, parti örgütlenmesine, bürokrasiye ve hiyerarşiye bir başkaldırı olarak gelişti. Bu başkaldırı, yalnızca, bilinen doğu ülkelerindeki bürokratik yapıya karşı olmayıp aynı zamanda sosyaldemokrat hareketlerin bürokratik ve hiyerarşik örgütlenmelerine de karşıydı. Yeni toplumsal hareketler, bu sürede özerk, katılımcı ve doğrudan eyleme dayalı yapılanmalar olarak kendilerini ortaya koydular. 60’lı yıllarda, başta Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da ortaya çıkan bu, yeni toplumsal hareketler -doğal olarak Eşcinsel Kurtuluş Hareketi de- zamanla diğer kıta ve ülkelere de yayıldılar. 68’in ürünü olarak bilinen ve “yeni” olarak adlandırılan toplumsal hareketler, hiç de yeni sayılmazlar. Gerçekte “yeni” olan, sözkonusu toplumsal hareketlerin, 1960’lı yıllarda bir dalga olarak yeniden yükselmeleridir. 60’lı yıllara kadar hakim olan geleneksel hareketlerin ilk ortaya çıktıkları dönemde, yeni toplumsal hareketlerden pek çoğu mücadele halindeydi. Feminist, barışçı toplumsal hareketler gibi… Yine aynı dönemde anarşistler, cinsel özgürlük çerçevesinde eşcinselleri savunmuşlardır. Geleneksel hareketlerin hegemonyasıyla birlikte, bugün yeni toplumsal hareketler olarak adlandırdığımız hareketler, ya tamamen küçülmüşler ya da gölgede bırakılmışlardır. Ta ki, 68 kalkışmasına kadar… 68 kalkışması ve onun ürünü olan Yeni Toplumsal Hareketler, Türkiye’de asıl yansımasını 80’lı yıllarda bularak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Özellikle feminizm başta olmak üzere yeşil hareket ve eşcinsel hareket, ’80 darbesiyle birlikte bütün toplumsal hareketlerin bastırıldığı bir dönemde, hem hayatın içinde hem de akademik ve düşünsel alanda büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. 12 Eylül askeri rejimi, travesti ve transeksüellerle birlikte efemine erkek eşcinsellere yönelik yoğun ve şiddetli baskılar uygulamış ve heteroseksüel olmayanları zorla metropol dışına sürmüştür. Aynı dönemde geleneksel toplumsal hareketlerin yaşadığı yenilgi de daha önceleri bu hareketlerin gölgesinde ya da denetiminde kalmış diğer toplumsal hareketlerin paradoksal bir şekilde önünün açılmasını sağlamıştır. Kadınlar, bağımsız olarak kendilerini ifade etmeye başlamışlardır. Eşcinseller, sırf eşcinsel oldukları için baskı ve dışlanmaya maruz kaldıklarını görmüşlerdir. Özellikle ‘80 öncesinden gelen, gençlerin başkaldırısı, bu dönemde yenilmiş de olsa, tabi grupların başkaldırısının mümkün olduğunu göstermiştir. ‘80’li yıllar, yalnızca Türkiye’de değil, bütün Dünyada mevcut dengelerin ve egemen düşüncelerin sarsılmasına yol açmıştır. ‘80’li yıllar, Batı’da yeni toplumsal hareketler açısından genel olarak bir yenilgi ve “sosyal hareket” olarak bir küçülme görülmüştür. Türkiye’de ise aynı dönem geleneksel hareketlerin bastırılmasının bir sonucu olarak hakim statüleri sarsıntıya uğratmış ve tabi statülerin kendilerini bağımsız olarak ifade etme olanakları yakalamalarına yol açmıştır. Fakat 68’le birlikte diğer bölgelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin küçülmesi ya da kurumsallaşmasının bir sonucu olarak, Türkiye’de ortaya çıkan benzeri yeni toplumsal hareketler bir talihsizlik
yaşamaktalar. Batı’da ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler, özerkliğe, katılıma ve doğrudan eyleme dayalı olarak gelişmişti. Bu hareketlerden bazılarının-yeşil hareketpartileşmesi, bir sosyal hareket olarak sonları olmuşken, Türkiye’de bu son, ortaya çıkmaya başlayan yeni toplumsal hareketlerin bazılarının ilk adımı oldu. Yeşil hareketin olmadığı bir ortamda “Yeşil Parti” kuruldu! Buna rağmen, tam da yeni toplumsal hareketin tipik özellikleri olarak, yeşil hareketin, “çevre” hareketinden "ekoloji” hareketine kadar tam da sorunu yaşayanlar tarafından, köylerde ve metropollerde ortaya çıktığı görüldü. Türkiye’de eşcinsel hareket tartışmaları, 80’lerin ikinci yarısında başlamakla beraber bir hareket olarak, 90’larla ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Başta İstanbul ve Ankara metropollerinde eşcinseller, kendiliğinden biraraya gelerek, gruplar oluşturmuşlardır. Bu gruplar, kadın hareketinde de görülmüş olduğu gibi, birincil grup ile bir sosyal hareketin ilk nüveleri olarak ortaya çıkmışlardır. Yeni toplumsal hareketlerin tipik özelliği olan doğrudan katılım ve doğrudan etkinliğin bu grupların da özellikleri olduğu görülmüştür. Yeni toplumsal hareketlerin, dünyanın diğer bölgelerindeki mevcut durumu her ne olursa olsun, Türkiye’ye yansımaları farklı olmaktadır. Bu durum eşcinsel hareketi için de geçerli görülmektedir. İçinde yaşadığımız toplumda, barışçı, vicdani reformcu, feminist ve heteroseksüel olmayan yaklaşımlar doğrudan ve açıkça, iktidarın yumruğunu karşılarında bulmaktadır. Açıktır ki, az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin işi hiç de kolay olmamaktadır.
EŞCİNSELLİĞİN BİR BURJUVA SAPKINLIĞI OLDUĞU HİPOTEZİ NEREDEN GELİYOR?
Türkiyeli solcular, kendi aralarında eşcinsellerin kendi kimlikleriyle ortaya çıkmalarına olanak tanımadıklarından, eşcinselliğe ve eşcinsellere hep sorunlu yaklaşıyorlar. Türkiyeli solcular kendi aralarında kırk parçaya bölünseler de eşcinsellik konusunda aynı kaynaktan beslenirler. Son yıllardaki gelişmeleri şimdilik paranteze alırsak, daha düne kadar neredeyse hepsi, eşcinsellerin "sömüren sınıfın artıkları" olduğu konusunda hemfikirdiler. Bu yaklaşım Sovyetler Birliği'nde ortaya atıldı, oradan Mao'nun Çin'ine geçti. Şimdi, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in "orijinal" tezleri olarak karşımıza çıkıyor! 1920'lerdeki Sovyet Rejimi, 19. yüzyıl kanunlarının tersine, eşcinselliği tedavi edilecek bir hastalık olarak gördü. Sovyet hükümeti, 17 Aralık 1933'te ilan edilen ve 7 Mart 1934'te bütün SSCB'de zorunlu hale getirilen bir kanun (Sovyet Ceza Kanunu'nun yeni yasası Madde 154/a-sonradan 121'e çevrildi) ile erkekler arasındaki cinsel ilişkileri yasakladı ve gönül rızasıyla yapılan davranışlar için 5 yıllık ağır çalışma cezası getirdi. Madde 121, eşcinselliği yalnızca halk ahlâkına karşı bir suç olarak görmekle kalmıyor, eşcinselliği artık devlete karşı işlenen bir suç olarak da görüyordu.
KAOS GL 55 / 5
1930'lardan sonra eşcinselliğin Sovyet sistemine karşı olmak anlamına geldiğine dair düşünce, Sovyet bürokratlarının zihninde iyice sarsılmaz bir hale geldi. 1936'da Adalet Komiseri Nikolai Krylenko, 20 yıllık sosyalizmin ardından hiçbir insanın eşcinsel olması için bir sebep kalmadığını ve eşcinsel olmakta ısrar edenlerin 'sömüren sınıfların kalıntıları' olduğunu ve böylece 5 yıllık ağır çalışma cezasını hakettiklerini söylemişti. Ancak Stalinist dönem boyunca eşcinsel erkeklerin Sovyetler tarafından cezalandırılması süreklilik göstermediği gibi bütünlükçü de değildi. Eisenstein, popüler tenor Sergei Lemeshew, piyanist Sviatoslav Richter ve birçok erkek balerin gibi ünlü kişiler sözkonusu olunca otoriteler, erkek evli oldukça ve eşcinselliğini halkın gözünden uzak tuttukça başlarını çeviriyordu. 1993'te, Rusya'da 121. Maddenin 1. Bölümü yürürlülükten kaldırıldı. Bugün Rusya'da cinsel ilişki için izin verilen alt sınır yaşı eşcinseller ve heteroseksüeller için 16'da eşitlenmiş durumda. Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden örneğin, Beyaz Rusya eşcinselliği yasallaştırırken, Çeçenistan barışın faturasını eşcinsellere ödetiyor. Çin'e gelince… Komünistlerin 1949'da iktidara gelmeleriyle eşcinsellik, Batı kaynaklı bir bela olarak tanımlandı. 1990'lardan önce hükümet, resmi olarak Çin'de eşcinsel olduğunu kabul etmiyordu. Eşcinselliğin yozlaşmış ve dejenere Batı toplumsal olgularından biri olduğunu söylüyordu. (Murat Belge'nin aktardığına göre Çinli yetkililer, "Devrimden bu yana bizde böyle bir şey kalmadı" diyorlarmış, zamanında.). Çin'de eşcinsel olmak hâlâ beraberinde zorluk ve acı getirse de artık hükümet Çin'de eşcinsellerin varlığını kabul ediyor. Antik Çin'den modern Çin'e eşcinselliğe yaklaşım gelgitlerle doludur. Antik Çin'de eşcinsellik çok yaygındı ve eşcinsellere baskı yapılmıyordu; ancak Batı kültürünün 19. yüzyılla birlikte Çin toplumuna sızmasıyla, eşcinsellik modern Çin'de hor görülmeye başlandı. Aynı Çin 1980'lerle birlikte dünyaya açılma siyasetini benimsemesiyle eşcinselliğe yönelik tutumlar da değişmeye, daha hoşgörülü olmaya başladı. Yüksek Halk Mahkemesi yetişkin erkekler arasındaki eski anal seks yasağını kaldırdığı için Çin'de eşcinsel karşıtı yasalar bulunmuyor. Kamu Güvenliği Bakanlığı aynı cinsten çiftlerin yaşama haklarını kamuoyu önünde tanısa da ailelerden ve polisten gelen baskılar doğal olarak görülebiliyor. Bu arada Çin Toplumsal Bilimler Akademisinin önde gelen filozoflarından Qiu Renzong, tek çocuk siyasetiyle, bir ailenin erkek varislerini temin etmek için olabildiğince çok erkek çocuk edinme şeklindeki Konfüçyus idealinin kaybolmasından beri seksin üremeye dayandırılmasının bir anlamının kalmadığını belirtiyor. Eşcinsel kadın ve erkeklerin, toplam nüfusun yüzde 1 ile 5 arasında bir bölümünü oluşturduğu hesabından hareketle, Çin'de, Türkiye nüfusu kadar eşcinselin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
121. MADDENİN KABULÜNÜN TARİHÇESİ
1993’de, Başkan Yeltsin’in 121. Maddenin 1. Bölümünün (yetişkin iki erkek arasındaki cinsel birlikteliğin illegal olduğunu söyleyen yasa) yürürlülükten kaldırılması hakkındaki kararnameyi imzalamasından hemen sonra, Başkanlık Arşiv Bülteni Istochnik, eşcinsellik karşıtı kanun maddesinin Rus ceza yasasına nasıl ve neden girdiğine dair dökümanlar yayınlandı. Stalin’e yazılmış bir mektup hariç, Istochnik’deki bütün dökümanları Rus eşcinsel kardeşlerimiz yeniden yayınladı. Lidere, Sovyetler Birliği’nde eşcinselliğin yasak olmasının nedenlerini soran bu mektup 27 yaşında, Garry White adında komünist bir İngiliz tarafından
KAOS GL 55 / 6
yazılmış. Genç gazeteci, eşcinseller ve baskı altındaki diğer azınlıkların sosyal durumları arasındaki benzerliklere değinmiş; bilimin eşcinselliğin varlığını ispatladığını, ama bilimadamlarının onların cinsel doğalarını nasıl değiştireceklerini bilmediklerini eklemiş. Yoldaş Stalin, bu mektubu yanıtlamamış ama “bir budala ve dejenere” diye not düşüp arşive yollamış. 15 Eylül 1933’de, OGPU’nun (Birleşmiş Politik Kurul) Kurul Başkanı G. Yagoda (KGB’nin önde gelen isimlerinden biri), Stalin’e OGPU’nun Moskova ve Leningrad’da “sodomite1” bir oluşumu ortaya çıkardığını ve bu oluşumun 130 katılımcısının tutuklandığını söyledi. Bu tutuklular, “sonrasında casusluk hücrelerine dönüştürmek üzere, sodomy’ler için salon, batakhane, merkez ve benzeri organizasyonlar açmakla” suçlandılar. Yagoda, “Bu sodomite eylemciler, doğrudan karşı devrimci amaçlar için, toplumdan kopuk, münzevi hayatı süren sodomite kastını, politik olarak çökmüş çeşitli sosyal sınıflardan gençleri, özellikle genç işçileri kullandılar, ordu ve donanmaya girmeye çalıştılar.” diye yazdı. Stalin’in çözüm önerisi ise şöyleydi: “Yoldaş Kaganovich’e. Bu alçakları, ibret olsun diye cezalandırmalı ve konuya ilişkin yönergeleri yasamaya eklemeliyiz. J. St.” Ardından, diğerlerinin onayı geldi: “Elbette, kesinlikle gerekli. Molotov” ve “Çok doğru! L. Kaganovich”. Liderlerin emirlerini alan OGPU, sosyalist anavatanı korumak için gerekli çalışmaları yapmaya başladı. 7 Mart 1934’de yasanın kabulüyle sonuçlanan dökümanlar şöyle: G. Yagoda’dan J.Stalin’e Memorandum No. 50911 3 Aralık 1933 VKP(b)’nin2 Merkez Komite Sekreteri J. Stalin’e Moskova ve Leningrad’daki bir sodomy birliğinin geçenlerdeki tasfiyesine dair OGPU’nun bulguları: 1. Orgie’lerin gerçekleştirildiği salonlar ve batakhaneler. 2. Sodomy’ler, sağlıklı bir gençliğin, Kızıl Ordu ve donanma erlerinin ve bazı öğrencilerin ahlâklarını bozmuşlardır. Bu insanlara ceza verebileceğimiz herhangi bir yasa yok. Sodomy’nin cezalandırılmasına ilişkin bir yasanın kabulünü gerekli görmekteyim. Yasa tasarısı ilişiktedir. OGPU Kurul Başkanı G. Yagoda Yasa Tasarısı 1.Sodomy’nin, yâni iki erkek arasındaki cinsel birleşmenin karşılıklı rıza ile olduğu durumlarda ceza uygulamak. 2.Sodomy, 5 yıla varan hapis cezası gerektirmektedir. Aynı fiil, karşılıklı rıza olmadan, kurbanın yardıma muhtaç konumunun kullanımıyla gerçekleşmişse, hapis cezası 8 yıla kadar çıkarılır. 3. Bu kararname, Sovyetler Birliği’nin ceza yasasına eklenmesi için sunulmuştur. VKP(b) Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun Kararnamesi Sodomy’nin cezalandırılmasına ilişkin p 15/55 16 Aralık 1933 Çok Gizli Sodomy’nin cezasına ilişkin yasanın kabulü VKP(b) Merkez Komitesi Sekreteri
ŞU NAZİK KONU: ÇOCUK MESELESİ…
Eşcinsellik sözkonusu olur da çocuklara dikkat çekilmeden konu kapanır mı hiç! Doğu Perinçek de aynını yapıyor. Sokak Ingilizce metinde ‘eşcinsellik’ deyimi yerine sodomy, ‘eşcinsel kişi’ deyimi yerine de sodomite kullanılmış. Metinde ‘homosexuality’ ve ‘homosexual’ kelimeleri yerine, bunlar tercih edildiği için çeviri boyunca ‘sodomy’ ve ‘sodomite’ kullanılmıştır. (Ç.N.) 2Bolşeviklerin komünist partisi 1
çocuklarının yaşadığı tecavüz ve cinsel istismarı "cinsel tercih özgürlüğü" olarak gören alçakların olduğunu bilmiyorduk. Sayın Perinçek sayesinde öğrenmiş olduk. Heteroseksüel toplumun popüler önyargılarından biridir: Özellikle erkek eşcinseller, çocukları ayartırlar ve cinsel istismarda bulunurlar!!! Başta aile, okul ve medya olmak üzere bir bütün olarak heteroseksüel toplumun kurumlarınca kuşatma altında tutulan çocuk, gerçekten de cinsel istismara ve sömürüye maruz kalmaktadır. Ama ister kabul edilsin, ister edilmesin bu istismar ve sömürü eşcinsellerin işi değildir. Önyargılardan ve ideolojik gölgelemelerden kendimizi kurtarabilirsek şayet gerçeklere gözümüzü açtığımızda tam tersini göreceğiz. “Önce çocuklar ve kadınlar” kapitalizmin en büyük yalanı olarak günümüze kadar gelmiştir. İnsanın hayatını bölen, parçalayan Kapitalist toplum (modern toplum), “bütün çocuklar” genel yalanıyla, çocukların parçalanmışlığını da gölgeler. Toplumdan yalıtılmış burjuva çocuklarının dışında kalan çoğunluğun üzerine, “önce çocuklar” yalan perdesinin gölgesi bile vurmaz. En geri kalmışından en gelişmişine kadar kapitalist toplumlarda çocuklar alınır satılırlar, hastalıkta ve savaşta önce onlar ölür, çalışmak ve fuhuş yapmak zorunda bırakılırlar. Çocuklara karşı fiili bir savaş olduğunu söylemek aslında hiç de abartı sayılmaz. Heteroseksüel ve otoriter kurumsallaşma, çocuğa, bedensel ve ruhsal yöneliminde asla seçim hakkı tanımadığı gibi bütün bunlardan vazgeçtik kapitalist toplumda çocuk, bir canlı olarak ölüm kalım sorunuyla karşı karşıyadır. Böyle bir cehennemde sıranın eşcinsellere gelebilmesi için ya katıksız bir eşcinsel düşmanı olmak lazım ya da eşcinseller hakkında hiçbir şey bilmeyen kör bir cahil olmak lazım. (Bu arada kültürel ikiyüzlülüklere girmeyelim. 12-14 yaşlarındaki çocukları evlendirebilen bir kültür aynı yaştaki bir çocuğun kendi cinsinden biriyle bir ilişki geliştirmesini ise sapıklık olarak görebiliyor. Ya da İngiltere’deki yaş mücadelesini hatırlayın. Heteroseksüeller için 16 yaş cinsel paylaşım için yasalken, heteroseksist egemenler, eşcinseller için ancak 18’e kadar izin veriyor. Biz bu ikiyüzlülüğü ve çifte standartı lanetliyoruz ve yaşının ne olduğuna bakılmaksızın, kendi cinselliğini araştırmak ve geliştirmek her bireyin hakkıdır diye düşünüyoruz.) Bütün dünyaya egemen olan kapitalizm ve yükselen yeni liberal dalga, büyüklerin bile haklarını elinden alırken, çocukları kim düşünür? Çocuklar için dökülen timsah gözyaşları ve koparılan şaşaalı gürültünün gerisinde yatan tam bir ikiyüzlülük ve alçaklıktır. Dünyanın bütün eşcinselleri bir araya gelseler bile, kapitalizm kadar ve devletler kadar “sapık” olamazlar. Çocukları istismar eden ve onların gelişmesini engelleyerek kötü örnek olan kapitalist dünya düzenidir. Çocukları istismar eden ve onların biyolojik cinsiyetlerinin üstüne, toplumsal cinsiyet denilen laneti yükleyen ve kuşatan toplumdur.
KAOS EŞCİNSEL GRUBU LAMBDA İSTANBUL SAPPHO'NUN KIZLARI
Lezbiyen Varoluşun Başkaldırısı, KAOS GL, Şubat 1995, Sayı:6 Psikoloji mi, Biyoloji mi… Birinden Birini Seçmek Zorunda mıyız?, KAOS GL, Şubat 1995, Sayı:6 Eşcinsel ve İşçi Olmak…, KAOS GL, Mayıs 1995, Sayı:9 Türkiye'de Eşcinselliğe Psikiyatristlerin Bakışı Nasıl?… KAOS GL, Haziran 1995, Sayı:10 Avustralya, KAOS GL, Temmuz 1995, Sayı:11 Homofobik Önyargı, Eşcinsel Bireyler ve Terapistleri, KAOS GL, Ekim 1995, Sayı:14 Kapitalizm ve Gay Kimliği, KAOS GL, Kasım 1995, Sayı:15 Kapitalizmin Çarkı Dönüyor, KAOS GL, Aralık 1995, Sayı:16 Rusya'da Gay Kültürü ve Edebiyatı, KAOS GL, Aralık 1995, Sayı:16 Bilim Masum Değildir, KAOS GL, Ocak 1996, Sayı:17 Bir Baskı Aracı Olan Psikiyatri, KAOS GL, Ocak 1996, Sayı:17 Erkekler ve Estetik, KAOS GL, Şubat 1996, Sayı:18 Cinsel Kimlik Üzerine Birkaç Düşünce, KAOS GL, Nisan 1996, Sayı:20 Homofobi, KAOS GL, Mayıs 1996, Sayı:21 Gay ve Lezbiyen Özgürlük Hareketi, KAOS GL, Temmuz 1996, Sayı:23 Erkeklik ve Eşcinsellik, KAOS GL, Ekim 1996, Sayı:26 Küba-Homoseksüellik, Homofobi ve Devrim, KAOS GL, Aralık 1996, Sayı:28 Nazizm ve Eşcinsellik, KAOS GL, Aralık 1996, Sayı:28 Çin Deyince, KAOS GL, Ocak 1997, Sayı:29 Gay Seks, KAOS GL, Nisan 1997, Sayı:32 Sosyalizm, Stereotip ve Eşcinsellik, KAOS GL, Mayıs 1997, Sayı:33 Gay ve Lezbiyen Özgürlük Hareketinin Tarihi, KAOS GL, Temmuz 1997, Sayı:35 Eski Yunan'da Törensel Eşcinsellik, KAOS GL, Ağustos 1997, Sayı:36 Politik Olarak Gay ve Lezbiyen Kimliği, KAOS GL, Ekim 1997, Sayı:38 Eski Arap Toplumunda Eşcinsellik ve İslam, KAOS GL, TemmuzAğustos 1998, Sayı:47-48 Reform, Özgürlük ve Eşitsizlik, KAOS GL, Eylül 1998, Sayı:49 Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Öyküler ve Eşcinsel Kültür, KAOS GL, Aralık 1998, Sayı:52
İ ş çi Pa rtisi lideri Do ğu Pe r in ç ek ' in u zma nlık a lan la r ı a ra sında e şc in s e l l iğ in de o lduğu nu öğ re nd ik! Doğu P erinçek 'in bu hetero seks ist sald ır ıs ına Kao s Eş cins el Grubu , Lambda İ sta nbu l ve Sapp ho 'nun K ız la r ı ortak bir m et i n le k a rş ılık v er d i le r . Tü rk iy el i eş c in s e ll er i n bu birlik ve daya n ış ma sın ın i l e r id e b ir f edera syona ev rilm esin i umuyoruz. E şc i n s e l Ha rek et in ön ünü Tü rk iy eli e ş cinsellerin birlikte m üca de le s i a çaca kt ır .
KAYNAKÇA: Ademin Cinselliğinde Mahrem Alan, KAOS GL, Ekim 1994, Sayı:2 Eşcinselliğin Tarihine Özgürlükçü Yaklaşım, KAOS GL, Ekim 1994, Sayı:2 Eşcinsellik mi? Erkeksi/Kadınsı Protesto mu?, KAOS GL, Aralık 1994, Sayı:4 Haz, Yaratıcılık ve Politika, KAOS GL, Ocak 1995, Sayı:5
KAOS GL 55 / 7
Burhan MURAT Dünya dönüyor, dönüyor dünya… Işık hep Balıkesir doğudan yükselirdi oysa… Ama doğu'da dönüyor…
Dünya dönüyor, doğu da dönüyor… Şimdi soğuk doğu, şimdi karanlık, karanlık artık doğu… Ne ışık beklemeli ondan artık ne de söz… Aydınlığın içinde bir karanlık artık doğu. Ayrı olmak ve ayrımsanmaksa tutkusu şayet yine ayrı artık karanlığıyla farklı... Şeriat tosuncukları ile aynı çağda yaşıyor… Zaten başka türlü nasıl savaşır ki onlarla, aynı çağda, aynı karanlıkta yaşayacak ki savaşabilsin… Yirmibirinci yüzyıldan uzun ve parlak düşünleri yok ki onun o karanlık zebanileriyle dövüşebilsin… Doğu da karardı artık… Mavi gözlü dev adamın yüreği atamaz onda, atmıyormuş, atmayacak da… O mutsuzluk ve önyargı mühendisi… O artık ak-kara ülkesinin tek mutlakiyetçisi… Ak-kara ülkesinin padişahı o… Kimler var bu ülkede ve nasıl var? Gümrüklerde doğu var ve ancak onun vizesi olmalı ülkeye girişte… Hem ya beyaz ya siyah olacaksınız başka renk yok… Liberal olamazsınız. Kapitalist olamazsınız. Komünist olamazsınız. Birdenbire ve seksenlerden sonra sevmeye başladığı mavi gözlü dev adamı bile ancak onun kriterleriyle sevebilirsiniz. Ama Tanrıya şükür minik bir derebeylik bu. Doğu'dan başka kimsenin tanımadığı, bu çağda değil ortaçağda kalan ve şeriatçı tosuncuk beyliklerle sınır savaşı yapan… Evet sınır savaşı yapan, fikir değil aydınlık değil… Kuvayi Milliye ateşini yeniden yakmayı iddia eden bu minik derebeyi o ateşin küllerini bari sürseydi eline gözüne böyle hoyrat ve böyle uzak kalmazdı bu çağa. Yobazlığın sağı solu olmuyormuş meğer. Sınır savaşı bu. Düşmanın yeni sınırlar koyuyor sen de öyle. Düşmanın aydın insan katliamı yapıyor, sen fikir ve özgürlük katliamı. Hani senin farkın nerede? Yaşatmak ve yaşamak adına bir mücadele değil sizlerin yaptığı mücadele yok etmek, sınırlar koymak adına… Tanrıya şükür bu çağda değilsiniz ve hâlâ her ikiniz de minicik bir derebeyliğisiniz ortaçağda sınır savaşı yapan, bu çağda adına irtica dediğimiz… Koyduğunuz sınırlar bizi içine almak yerine sizi daha da uzaklaştırıyor bizlerden… İşte bu minik derebeylikte son yayımlanan komedizi genelgesiyle eşcinselliğin yaşam hakkı elinden alındı. Siz eşcinselseniz tüü size, püüh… Bir
KAOS GL 55 / 8
çöpsünüz siz, kapitalizmin. Kanınız emilip, içiniz boşaltılmıştır ve siz mutsuzsunuzdur da. Mutsuzluk saçarsınız dört bir yana. Ey efendisi liberal olan GAY dur ve sakın kimliğini gösterme, arkanı dön ve git. Sen böyle bu şeklinle, bu içinle yaşayamazsın. Erkek ol gel veya maskeni tak gel, dürüst olma ki yaşayasın, aldatasın… Doğu abin bir sabah kazara devrim yaparsa üzülme bu sefer sen kaynanaları yarıştırmazsın, kimliğini unutursan eğer belki bir belgesel sundurur Doğu abin sana… Türkiye'de devrim tarihi belgeselin adı. Şimdinin sunucuları gibi sen de "türk ananelerine göre" yerine "devrim kanunlarının Doğu maddesine göre imal edilmiş, sapına kadar bir devrim askeriyim" dersin. Devrim kanunları uygulansın ve sen unut kimliğini… Doğu abin sana verecek. Bir eşcinselim ben ama mutluyum da. En önce insanım çünkü. Eşcinselim ama yüreğim var, hem de mangal gibi Doğu abi. Coşkuyla kutlanan Cumhuriyet bayramlarıyla coşar yüreğim benim de. Cumhuriyet çocuklarının gözlerindeki aydınlık suyu olur benim tanımında. Evet canım da yanar yeşil tesbihli deccaller diri diri yaktıklarında türkü gibi insanlarımı yanar canım da gencecik evlatlar, beyinler, yürekler hapishanelerde yirmi yaşında tutanaklarda kalp yetmezliğinden ölürken yanar canım benim de. Bir eşcinselim ben ama mutsuzluk değil hayatım, umut dolu türkülerim var, eşcinselliğim o minik bir parça cebimde ve onu oraya kim koydu bilmiyorum hep vardı ve olacak, çünkü benim o. Kendimi inkâr ederek varolamam. Ama tüm dünyayı koca bir yaşamı unutup da hep onunla da yaşayamam. Eşcinselim ve mutluyum Doğu abi dediğin ülkede de… Çünkü siz aynı zamanda benim ülkemin bir partisinin genel başkanısınız ve doğal olarak değiştirme iddialısınız… İşte bu noktada başlıyor en büyük talihsizlik. Eşcinsellik adına bilimsellikten uzak muhteşem fikirleriniz İ.P. tabelalı binalarda da geçerliliğini sürdürecek ve demek ki ben, demek ki bizler o binalara, o yazı dizisine kadar aydınlık noktaları olarak gördüğüm yerlere giremeyeceğiz. Eşcinsellik adına komik ama insan hakları için vahim olan fikirlerinizden dolayı sizi kınıyorum. Aydınlık doğudan yükselecek yine inancım sizlere rağmen hâlâ var çünkü artık biliyorum ve isteseniz de Doğu olamazsınız… (8 Şubat 1999)
Sevgi ve Politika Radikal Feminist ve Lezbiyen Teoriler Carol-Anne Douglas Kavram Yayınları 1990
Douglas, son 20 yılın radikal ve lezbiyen feminizminin tanımlarını, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkların kişilik özelliklerini belirleyip belirlemediğini, erkek egemenliğinin kaynaklarını, çağdaş feminist harekette ırk ve sınıf tartışmasını, anarşist düşüncenin radikal feminizm üzerindeki etkilerini, Marksizm’den alınan kavramları diri ve tutarlı bir toplu bakışla sunuyor. Sevgi ve Politika
kitabını feminist kuramın strateji ve eyleme getirdiği bakış açısı ve gücü anlamak isteyen tüm eylemciler ve akademisyenler okumalı. Carol-Anne Douglas 1973’de feminist gazete off our backs kadrosuna katıldı. 17 yıldan fazla bir süre bu gazete için çalıştı. Makale ve eleştirilerinde feminist kuram ve uluslararası kadın haberleri üzerinde durdu. George Washington ve American üniversitelerinde kadın araştırmaları dersi verdi. Ayrıca Washington-DC Bölgesi kadınlar topluluğuna feminist kuram dersleri de verdi.
KAOS GL 55 / 9
Gay'e EFENDİSİZ Daha önce "YANKI" vardı ama yanılmıyorsam her şey "Nokta" ile başladı. Nokta'nın seksenlerdeki Ankara işlevini artık uzun zamandır "aktüel" (Tempo …) yerine getiriyor… Nokta'yı satın almayı bırakalı yıllar oluyor; aktüel'i ise şimdiye kadar para vererek toplam 5 ya da 10 adet almışımdır. "İslamcı gay'ler" kapaklı, 395 sayılı aktüel'i Hatay'dan gelen bir arkadaş getirdi. Çikolata için (!) aldığını söylese de Nokta'nın ilk döneminden kalma "kapak"lar hâlâ etkili ve bile bile lades dedirtiyor anlaşılan! Eşcinsellik, homofobi, aids, transeksüellik ile ilgili haberleri Yankı'dan da hatırlıyorum. Nokta ise nerdeyse birkaç haftaya bir, bu konuları "kapak"tan patlatırdı. O zamanlar KAOS GL yoktu! Ve ben küçücük, eline erkek eli değmemiş (ne acı ki 21 yaşıma kadar da değmedi!) yalnız bir eşcinseldim. Ortaokulu ve liseyi Mersin'de yalnızlık içinde bitirmiştim; KAOS GL'yi çıkarmaya başladığımızda Mersin'den liseli bir genç gayin postaladığı mektup, "Mersin is a gay city" diye başlıyordu!!! Almasam meraktan çatlayacağımı sandığım o, "kapak"tan vuran Nokta'ların hiçbirini kaçırmazdım. Fakat yalnızlığıma ve kezbanlığıma rağmen "kapak" esprisini çok çabuk çözmüştüm: Meraktan kudurtan bir "kapak", hemen satın alıyorsun, bir süre sonra içinde bir bok olmadığını görüyorsun. Bunu anladığım halde yine alır, yine alırdım. Meraktan kudurma yerini, sinirden kudurmaya bırakmıştı. Bir zaman gelmişti ve kararımı vermiştim: Ne kaçırırsam kaçırayım artık satın almayacaktım. Nokta, Yeni Gündem, Panorama, Tempo, aktüel… Demek ki hepsinin bir zamanı oluyormuş. Onun için aktüel'in "İslamcı gay'ler" kapağı, bomboş 5 sayfa beni hiç şaşırtmadı. Böyle bir gazetecilik anlayışı var ve anlaşılan bu işler böyle oluyor! Gazeteci Baki Koşar bahsetmişti, "İstanbul'da islamcı gayler bile var!" diyerek. Tuncay Opçin'e nasip olmuş, çok önemli ve "ilk kez aktüel'e anlatılan" bu haber! Tuncay Opçin, 10 milyonluk İstanbul'da iki zibidi bulmuş, 'yaşamlarını, açmazlarını, özlemlerini' "konuşmuş"!.. Aslında "aktüel"i eleştirmek ne derece anlamlı bilemiyorum. Yanılmıyorsam "aktüel" kendini hiçbir zaman 'haftalık haber-yorum dergisi' olarak sunmadı; adı üstünde "aktüel", gelir-geçer… Ayrıca "aktüel" pek doğal olarak işi de biliyor; nasıl olsa eşcinsel dünya bir derya ve 'kapak' sıkıntısına bire bir. Bu ülkenin ünlü olmak hastalığından muzdarip kasaba oğlanları ile gecekondu kızları tükenmeyeceğine göre, ortalık malı olmaktan henüz kurtulamamış "gay"in başına ya da kıçına bir sıfat, al sana yeni bir "kapak"!.. İddia ediyorum ki ilerde onlarca benzer kapakla karşılaşacağız: Belirtmek bile gereksiz elbette ki "ilk kez"… Alan
KAOS GL 55 / 10
razı, satan razı olsa da, birazcık sorumlu gazetecilik yapmak bu kadar zor mu, insan merak ediyor. Eşcinsel düşmanı bile olsa birazcık aklı olan herkes aslında bilir: Her tür dinsel, mesleksel, etnik, sosyokültürel ve sosyo-ekonomik çevrede eşcinsellerin olduğunu. Ama önyargılar hep "öteki" üzerine kurulur. "Öteki", "biz"den uzaktır ve bize benzemez. Acaba, başında sarığı, elinde kalemi ile aynanın karşısına geçen Tahsin "kardeşimiz" aktüel'e poz vermeden önce Tuncay Opçin/aktüel, %99'u müslüman olduğu söylenen bu ülkenin eşcinsellerinin dinsiz ve de ruhsuz taş parçaları olduğunu mu düşünüyordu? Bu ülkede, bu toplumda yaşayan bir insan, heteroseksüel bile olsa, eğer toplumsal hayata ve kültüre yabancılaşmadıysa, eşcinsel bireylerin eşcinsellikleri ile barışma sürecinde dinsel, toplumsal, suçluluk duygusu yaşatan pek çok konu ile hesaplaşmak zorunda kaldıklarını bilir. (Ya da ben öyle sanıyorum!) Eşcinsel birey, dinsel atmosferi ağır bir sosyo-kültürel ortamdan geliyorsa, suçluluk duygusuna bir de günah kıskacı eklenir ve ondan sonra gelsin bunalımlar, gel-gitler. Elbette ki her zaman böyle olmaz ve aynı ortamdan bile farklı bireyler farklı şekillerde etkilenirler. Kimisi için en önemli konu dindir, kimisi için ailesidir, kimisi için işini kaybetme korkusudur... Radyoda program yaptığımız dönemde, üç tek tanrılı dinin eşcinselliğe yaklaşımını ele almıştık (Radyo Kaos-Gay ve Lezbiyen Kültür Programı, ayrıca bakınız Kaos GL, Ağustos 1996, sayı:24). Üç büyük kutsal kitap, eşcinsellere ateş püskürse de, eşcinselliğin günah olmadığını, pek çok yorumcu ya da eşcinsel, kutsal kitapların farklı yorumundan hareketle iddia edebilmekte. (Bakınız Kaos GL, sayı:54, "Eşcinsel Müslümanlar…") Böyle düşünenler, bunu iki nedenle yapabilirler: Heteroseksüel toplumda meşruiyet kazanmak için ("Heteroseksüellerin yaptığı herşeyi biz de yapabiliriz" zihniyeti) ya da ilgili eşcinsel bireyler de pekâlâ samimi olarak inanıyorlardır ve bunu kimsenin ölçmeye hakkı olamaz. İnandığı ya da içine doğduğu din, eşcinseli yadsıyorsa farklı bireyler buna farklı yaklaşım geliştirirler. Bazılarının hayatında din ya da en azından ritüeller belirleyici değildir. (Aynı durum heteroseksüeller için de geçerlidir.) Bazıları dinsizliği seçer, bazıları dini kendine göre yorumlar ve iç barışını ve dengesini bir şekilde kurar. Bazıları da Tahsin kardeşimizin durumundadır! aktüel'in "islamcı gay'ler" diye tanıttığı Tahsin ve Yaşar'a, eğer anlattıkları samimi düşünceleriyse, "islamcı gay" yerine müslüman eşcinsel demek
daha doğru olur. Elbette ki Tahsin ve Yaşar, celladını arayan kurban misali, gerçekte "islamcı" da olabilirler. Kendileri bilir! Yine de müslüman olmak ile "islamcı" olmak arasındaki politik farkın bilindiğini varsayarsak, "islamcı gay olmak"ın reel karşılığı, bir yahudinin Nazi, bir zencinin Ku Klux Klan'cı olması kadardır. Tahsin "kardeşimiz" sarığı ve cüppesi ile gece, Beyoğlu'nun neon ışıkları altında, gündüz yine aynı sarık ve ve cüppe ile Eminönü'nde güvercinlere yem verirken aktüel'e poz veriyor. aktüel okuru üst orta sınıftan heterolar için yeni bir çerez, ay ne büyük bir çılgınlık! Tahsin için "gay olmak", markası farklı değişik bir "cüppe" olsa gerek; ya da tersi! Gay mi, yoksa transeksüel mi karar verememiş, kimlik karmaşası içinde gelgitler yaşayan bu kardeşlerimizin hayatlarının ne kadarı fantezi, ne kadarı gerçek? Eşcinsel hareketin geliştiği ülkelerde, bağımsız yapılanmaların yanı sıra, nerdeyse her mezhebin bir de gay kilisesinin ortaya çıkmış olduğu görülüyor. Batı'da olan her şeyin bizde de olması gerekmiyor ama bu ülkedeki eşcinsellerin hepsinin dinsiz olması mümkün olmadığına/gerekmediğine göre inançlı eşcinseller kendi islam yorumlarını eşcinselliğin toplumsallaşmasıyla birlikte ortaya koyacaklardır. (Yoksa bireysel bazda zaten herkes herşeyi bildiği ve inandığı gibi yaşıyor.) "Geceleri gay kimliği ile dolaşan ama gündüzleri politik olarak kendini ifade etmekten çekinmeyen" (breh! breh!) "islamcı gay" kardeşlerimiz, "Bu işten kurtulmak için evlendim, karımı çok seviyorum.", "Bir gün mutlaka kurtulacağım.", "Günahlarımdan kurtulmak için cinsiyet değiştirmeyi bile düşünüyorum.", "Ama böyle olmayı biz istemedik.", "İşin içinden çıkamıyoruz, bizim sonumuz ne olacak?" diyorlarmış! Klişeleri, fantezileri, artık herkes biliyor! "Gay kimliği", gece barlara gitmekten ibaret birine, ne hakla yakınıyorsun, hangi gaylikten ve kimlikten bahsediyorsun, demek anlamsız olduğu gibi, ne acı ki doğru ya da yanlış neyin ne olduğuna karar vermiş birileri de yok karşımızda. Zavallılıkla zibidilik arasında gelip giden bu "kardeşlerimize" bir de biz vurmayalım. Bu gibiler, Taksim'i ve İstiklâl'i karış karış bilirler ama İstiklâl'deki Kaos GL'nin satıldığı kitabevlerini bilmezler, Lambda'nın İstiklâl'de toplantı yaptığı vakfı bilmezler! Ne diyelim, Allah yardımcıları olsun, akıl fikir versin! Gay kimliği, geceleri bara gitmeye indirgeyenler, din dahil heteroseksist kurumların kıskacından kurtulamazlar! Birilerinden "fetva" beklemek yerine kendi bağımsız eşcinsel varoluşumuzu yaratmak için mücadele etmek, bunalımlarımızın panzehiri, özgürleşmemizin tek yoludur. Güneş, sokaklar ve meydanlar bizim de hakkımızdır.
Virgülüne dokunmadan! Aşağıda okuyacağınız e-mail mesajlarının virgülüne dahi dokunmuyoruz. Geçen ayki derginin arka kapağında da değindiğimiz L-Manyak yazarlarından Kemal Kenan Ergen'in "Eşcinsellik, Domalma Sanatı" başlıklı yazısına tepkisini dile getiren kişiye attığı e-mail'in konu bölümüne yazdığı "ananı sikerim" ile seviyesini, kalitesini ve yaratıcılığını bir kez daha göstermiş olması da takdire değer doğrusu. Subject: sanatci Lmanyak'in ocak sayisinda cikan yaziniz icin sizi tebrik ederim. ne de guzel yazmissiniz. bir insan bilmedigi bir konuda ancak sizin duyarliliginiza sahipse dogruyu yakalayabiliyor demek ki. evet yaziniz cok guzeldi. bir sanatci olarak hic nitelendirilmemistim. bununla gurur duymam mi gerekiyor. ama ben gurur dumuyorum. ve lakin sizin yazinizi okuyacak olan ve zaten heteroseksuel teror dunyasinda kendi kapali dolaplarinda yasayan baska sanatcilari dusundugum icin yaziyorum bu mail'i. onlarin kararmis dunyalarini bir kat daha karartmak icin mi yazdiniz bu yaziyi yoksa espiri uretememenin kabizlik durumu muydu bu. yazik. gercekten yazik. bu yaziyi yazma cesaretini nereden aldiginizi cok iyi biliyorum. iste o gucu yikma cesareti ve kararliligimla yaziyorum. bir daha sakin olaki bizimle alay etmeyin. soyleyin bana sizin baska bir isiniz yok mu? bence edinseniz iyi olur. ozgurluk isteginin gucu kafanizi parcalayacak. SIkIlI yumruklarimiz dusmanlarimizin tepesine inecek. yazin yazin. yazin ki dusmanlarimizi gorelim. Date: Wed, 10 Feb 1999 07:10:04 PST From: Kemal Kenan Ergen <hoylulu@hotmail.com> Subject: ananı sikerim bir daha bana mail atma aptal oğlu aptal Date: Thu, 18 Feb 1999 15:55:16 +0200 (WET) To: Kemal Kenan Ergen <hoylulu@hotmail.com> Subject: Re: ananı sikerim On Wed, 10 Feb 1999, Kemal Kenan Ergen wrote: > bir daha bana mail atma aptal oğlu aptal> okurlarina saygisi bu kadarmis Lmanyak yazarinin. kufrederken, asagilarken en ufak nezaket kurallarini dahi hice sayiyor. İstanbul supruntulerinden de bu beklenir. peki o zaman ne diye mail adresini veriyorsun be adam. degerli mizah yazarimizi degerli okurlariyla basbasa birakiyorum. ta ki yuvalarini dagitacagimiz ana kadar. cinselliklerin hor gorulmedigi bir dunya istiyoruz bunun icin savasacagiz. straight domuzlar mezbahaya, yasasin ozgurluk savasimiz.
KAOS GL 55 / 11
ŞAKİR Annesinin cesedini bulan genç bir erkek, sınırsız İstanbul yaşayan bir bar şarkıcısı, saplantılı bir aşık, ensest
bir katil Winterbottom sinemasında eşine az rastlanır bir kimya sunuyor bizlere. Pek tanıdıkmış hissi veren ve neredeyse klişe yaftası yapıştırılan filmin tedirgin edici finali yönetmeninin başarısını birkez daha vurguluyor. Honda, annesinin intihar etmesiyle konuşmamayı seçip kendi dünyasına çekilen bir çocuktur. Ama dinleme cihazları ile herkesin dünyasına izinsiz girmektedir. Ablası Smoki, bedenini erkeklerin ilgisini çekmek için cesurca kullanan, erkekleri pervasızca taciz eden genç bir bayan. Helen, Martin’in saplantılı çocukluk aşkı, Martin ise Helen’in babasının sözde katilidir. Bu canlı dört yalın karakter bize temelde bir taciz filmini sunuyor. Daha ötesi film açıkça bize şu soruyu soruyor: Kim kimi taciz ediyor? Honda , Helen’in evini dinlemekte, Helen Honda’ya sıcak davranarak aşkına cevap vermekte, Smoki her gece dolu bir yatak için bedenini öne sürmekte, Helen sevgilileri ile herşeyi yaşasa da son ana gelince "dur" diyebilmektedir. Martin ise ‘katili biliyorum’ alt metnini saklı tutarak Helen’e salt bir meta olarak yaklaşmaktadır. "İYİ DE KİM KİMİ TACİZ EDİYOR" Vizyonda aynı izleği taşıyan bir diğer film ise ’enemy of the state’. Hollywood’un son şımarığı Will Smith’in başrolünü oynadığı filmde teknolojik imkanlarla devlet herkesi izleyebilmekte, neredeyse kul addedilen her vatandaşın hayatına direkt müdahale edebilme hakkını kendisinde pervasızca bulmaktadır. ‘Taciz nedir’ sorusuna geri dönecek olursak lisede öğretilen kocaman safsata hatırıma geliyor. ’Kişisel özgürlük, diğer insanların özgürlüklerinin başladığı yerde biter’. Bunun akabinde, o diğer insanların özgürlüğü nerde başlamalıdır ki özgürlük, adı gibi yerini bulsun, yerini doldursun. Konuya biraz kişisel yaklaşalım isterseniz .’’ beni ne kadar seviyorsun’’ diye kaç kez sordunuz partnerinize. Dahası soru partnerinizi ne kadar taciz eder, köşeye sıkıştırır ve yaşam alanını yani özgürlüğünü sınırlar. Peki çocukken güzel şekerlerle arkadaşlarımızı kıskandırmamız neydi? Ya da -çıtayı biraz indirelim - "kuş ötüyor mu abi?" soruları NE İŞE YARAR.... Konuşmadan ( taciz etmeden) önce otur ve düşün. Yaşamın ister kıyısında yer alalım, ister tam ortasında. En acı sözleri saklayalım çoğu zaman ya da kesintisiz bir suskunluğu seçelim. İşte kemiği olmayan dil, en hafif meşrep zamanda
KAOS GL 55 / 12
İlk bakışta onlar da sizin benim gibi insanlardır. S.ZWEİG dillendirdiğimiz penisten daha tacizci, daha riyakâr, daha korkak olabiliyor. Karşımızda ki bireyin de bir özeli olduğunu unutabiliyor, popülist kaygıların ekseninde yargılama yetisini elimizde buluyor ve başlıyoruz konuşmaya... Farkında olmadığımız dil, başkalarının özelinde biten özgürlük sınırlarını tanımaz. Baştan hiçe sayar. Kitle kültürünün, kültür endüstrisinin ve tüketimciliğin yeni biçimlerinin anti-modern eleştirisini geliştirebilmek için eleştirel teori geçmişe üstü örtük bir nostaljik başvuruda bulunur. Örneğin, Problems’in onüçüncü bölümünde Aristotales tüm dahilerin melankolik olduğunu öne sürer. İnsanlar ölüm ve tarihin köklü bir şekilde ayırdında oldukları için melankolik olurlar. Adem ve Havva’nın ilk günahları nostaljinin koşullarını yaratmıştır. Nostaljik paradigmanın dört temel ilkesinden biri şudur: Özerk bireyin modern bir devletin tahakkümü altında bürokratik düzenlemeler dünyasında kapana kısılması nedeniyle birey ve bireysel özerklik yitip gidecektir. Yalınlığın, sahiciliğin ve kendiliğindenliğin yitirildiği duygusundan söz edilebilir. Bireyin bürokratik ve yönetime bağlı bir dünyada düzenlemelere maruz kalması sahici duygulanımları evcilleştirilmesini gerektirir. Günümüzde düşünüm üzerine yapılan vurgu bireysel özneden çok metne odaklandığından, eleştirel bir duruş olmaktan öteye geçmez. Bu nedenle insan öznesi, geleneksel anlamda varoluşun, yeri, ahlak, seçme ve istenç gibi felsefe düşüncelerin odak noktası aşamalı olarak terk edilmiştir. Bireysel kimliklerin oluşum sürecinde dilin her zaman ön bir etkileyici olduğunu söylemiş , taşıdığı fütursuzluk nedeniyle az da olsa suçlamıştık. Peki zayıflıkların ardına saklanmadan yokedim sürecinde kişilerin o meşhur özgürlüklerini düşünmediğimizde neler olur. Aslında her söylenen o fütursa söz ile bireyin yaşamı üzerine neler eklemiş oluruz? Meşhur özgürlük çoktan bitmiş olabilir mi? Nietzsche asla dilin sınırlarından kaçamayacağımızı, çünkü dilden başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını, her zaman dilin içinde kalarak iş görmek zorunda olduğumuza inanır. Nietzsche kişinin kendi bakış açısıyla sınırlı olduğunun tam anlamıyla farkındadır. Bu durağan hayatla, içerisindeki önyargılarına yenilen, ahlâk anlayışlarına ezilen bireylerin kendi
özelini meşrulaştırma gayreti şüphesiz yadsınamaz. Çoğu zaman dilden dökülen sözler kendi özellerinin savusundan ve fikir belirtme arzusundan çok kimlikleri alaşağı etme yanılgısına dönüştüğünde farkında olmadan birey kendi varoluş yanılgısı içerisine düşmüş demektir. Sıradanlıktan kurtulmak adına edilen her mesnetsiz söz adeta savaşılıyormuş, ya da yok sayılıyormuş izlenimi uyandırılan farklı yaşam şekillerinin gerçekte ne kadar var olduğunun güçlü gösterisi haline dönüşebilir. Her bireyin tüm bu göstergeler ışığında kendisine sorması gerekli bazı sorular mevcut: Bu dünyada hemcinsini seven kimse, dünyada yalnızca kendisini seven kimseden ne daha çok, ne de daha az hata yapmaktadır. Sadece geriye bir soru kalıyor ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir. (Kafka) İzin verirseniz bu soruyu sorması gerekli insanları bir inceleyelim: *** Bir edebiyat dergisi geçtiğimiz ay salt konu yaratma, popüler olabilme telaşı ile eşcinsellik özel sayısı sundu okuyucularına. Bu sayfalarda eşcinsel olmayan, konu hakkında ufacık bir fikir kırıntısını taşımayan insanlar beylik sözler söylemekten alakoyamadılar kendilerini. Hemen her filmi aynı şekilde anlayıp, yorumlayan tunca arslan ivme kaybetmeye devam ediyor. *** aynı zaman diliminde ‘’deneysel oluşum’’ isimli bir çalışma (kusura bakılmasın dergi demiyorum) konu olarak kendisine ‘’üçüncü tür duygular’’ başlığını seçmişti. İlk ikisini çıkaramasam da kastedilen üçüncü tür duygunun ‘’eşcinsellik‘’ olduğunu anlıyorum. Ne acı ki dergi, gizli olmayı tercih eden bir erkek eşcinsel gazeteci tarafından hazırlanmasına rağmen, kocaman kocaman hatalarla dolu. %90 erkek eşcinselliğinden dem vuran yazara sanırım birileri lezbiyenlerden bahsediyor ki, evrendeki tek bilinen lezbiyen Güneş k. Göker’in bir yazısı çalışmaya ekleniyor. Dergiyi göndersem 250 bin liramı geri verirler mi? ***sık olmasa da yazılarına -tek bilinçli eşcinsel yayın ortamı- kaos gl’de rastladığımız ali kemal yılmaz bey kitabını yayınladılar. hoşş... ***pek muhterem ahlâklı aile kadını ve zehra adında bir bebek annesi hülya avşar programında konuk ettiği fatih ürek‘i işaret ederek, maçoizm’in son savunucusu azer bülbülses bey’e sordular ’biraz feminen gibi, sanki kadınsı ama erkek aslında’’ dediler. kikirdemeyi de unutmadılar, hemen her cümlesinin sonuna iliştirilmiş bir sevimlilik simgesidir o. nahoş... ***gelinleri ve kaynanaları bir araya getirip toplumsal bir sorunu ortadan kaldıran aydın binsekizyüz altmış beşinci kez şöyle dedi: ayol, kız
beni yanına getirtme, yolarım senin o saçını‘’. annem pek seviyo aydın’ı... ***radikal gazetesi köşe yazarı zeki coşkun dalgalar halinde yayılan müzikli arabesk şiir için bir tanımlama getirdiler ve bizi bir dertten kurtardılar. "Travesti şiir".... ***hâlâ bir partisi var mı bilmediğim siyaset adamı, eşcinselliğin mucidi, sigarayı bırak diyenlere içime çekmiyom ki diyerek savunu boyutlarında çığır açan özel kişi doğu perinçek. İlik açar, düğme diker her genç kızın rüyası. 5 şubat 99 cumhuriyet gazetesinde buyuruyor ki ’’eşcinsellik, toplumsal ve ekonomik iflasın acı bir meyvesidir’’. ’’cinsel aşkın kökeninde ve temelinde insanın kendi türünü üretmesi vardır’’. ***televizyonda bir tenis karşılaşmasını izliyorum. dünya sıralamasında bir numaralı tenisçi davenport adlı bayan, mauresmo adlı fransız tenisçi ile oynuyor. mauresmo, boyu, pazuları ile ilgi çekiyor. ertesi gün radikal gazetesi cihannüma adlı köşesinde dil devrimcisi hakkı devrim konuyu işliyor. hatırımda kalanlar:erkek gibi bir kız, yüz ifadesi , pazuları ile bir kızdan çok erkeğe benziyor. bir ertesi gün posta gazetesinde dış kaynaklı bir haberde 19 yaşındaki mauresmo lezbiyen olduğuna dair bir açıklama yer alıyor. aklı milletin donundaki gazeteci her kimse bilinen diğer lezbiyen tenisçilerin isimlerini ekliyor haberin sonuna. meskun mahallere kınalık bir olay... ***yaklaşık bir yıl sonra birileri mustafa sandal’ın çok içerikli şarkısı ‘ aramızda bir top var’ için yorum yaptı. top ne demek diye bir dellendiler bir bey, a takımı adlı sohbet içerikli programda. geçen sene bir eşcinselliğin kulağını çekerek kurtaran mahallenin savaş abisi ’eşcinsel erkek‘ diyerek konuya açıklık getirdi. ***mehmet ali erbil yaklaşık 2568. kez yumuşak g (ğ) denmesi üzerine kameramanı gösterdi. ***zagacı okan bayülgen yılın yüzsüzü serdar ortaç’a homoseksüel misin diye sordu. hayli yerinde bir soruydu kanımca. izleyiciler patlayıncaya kadar güldüler, iki dakika sonra herşey unutuldu... yaşıyoruz, birey olarak, korkuları yanıma alıp grup olarak ya da bilinen tüm yalanlardan kaçıyoruz hayattan ve insanlardan. çünkü hâlâ eşcinselliği penis-anüs ikileminde algılayan insanlarla yaşıyoruz. görevimizse akla uygun bireyleri sonuçta kaybetme riskini de göze alarak kazanmaya çalışmak. çünkü adına özgürlük dediğimiz kof olgunun yerinde yeller esiyor. çünkü birçok insan cihat telaşıyla bir yaşam biçimini, o yaşam şeklinin bilinen figürlerini işlemeye başlıyor mizahi olma kaygısına kapılmadan. heteroseksüel olanlar veya heteroseksüelmiş gibiler söylemlerinde kullandıkları sihirli olabilecek sözcükleri titiz
KAOS GL 55 / 13
bir eleştiri süzgecinden geçirme ihtiyacını görmüyorlar. mantıksal ve olgusal gerekçelerin çok uzağında hareket etmeye devam edip taciz yo-
lunun dikenli yol-larında "yok ede-bildiğin kadar yaşarsın" söylemine destek oluyorlar. Gazeteci: içinde yaşadığımız siste-me uyum sağlamak, onu değiştirmeye çalışmak, reform ya da hatta devrime açılan dar kapının yolunu gözlemek zo-rundayız. bunu yaparken yardım bekliyoruz çok do-laylı da olsa... heidegger: ben H. KANDOK / Denizli si-ze yardım edemem. Perihan Mağden’in yaklaşımı Adım Zeki. 1978 yılında Denizli'nin bir köyünde doğdum. Babam işi gereği şehir dışında olduğu için i-le "bunlar annem, iki ablam ve iki küçük kız kardeşimle erkeksiz bir ortamda büyüdüm. münferit olaylar’’. Karşı-mızdaymış Kendimde bir farklılık olduğunu ilkokul çağımda anladım ve erkek olan öğretmenime aşık oldum. gibi duran İlkokuldan sonra okumadım, istemediğim için. insanlar birer kayıp değil, Kadınların bulunduğu ortamlarda bulunmak ve kadınların yaptığı işleri yapmak hoşuma giderdi. Evde sadece kazanılkimse olmadığı zaman ablalarımın kıyafetlerini giyer ve saatlerce aynanın karşısında kendimi ması şu an için seyrederdim. bi-raz daha zor bi-reyler. İlk ilişkimi 14 yaşında köyde aşık olduğum bir çocukla yaşadım. Onun bir kızla evlenmesinin verdiği Kazanmak için, üzüntüyle Denizli'ye teyzemin yanına geldim. Eniştemin çalıştığı bir benzin istasyonunda işe başladım. eğer müca-dele Patronun küçük oğluyla aramızda 1 yıl süren bir aşk başladı. Onun askere gitmesiyle beraberliğimiz de ediyorsak birkaç adım sonra ne bitti. yapacağımıza Daha sonra eniştemlerden ayrıldım ve kuzenimle yaşamaya başladım. Artık daha özgürdüm ve dikkat şimdiden karar çekmek için görüntüm ve davranışlarımla daha bir efemineydim. Deneyimli bir aktif eşcinsel tarafından vermemiz gereavlanmam fazla uzun sürmedi, hem de para karşılığı, onunla bir-iki beraberlikten sonra askere gittim kiyor. Düşünülmesi zaten babam yaşımı büyük yazdırdığı için askere 16 yaşında gittim. Askerde çocuk muamelesi ge-reken görüyordum. Çok istediğim halde nöbete bile göndermiyorlardı. Eşcinselliğimi farkeden erlerden biri büyüklüğü nöbet arkadaşının çarşıdan dönmediğini söyleyerek nöbet tutmayı çok istediğimi bildiği için beni nöbete götürdü. Bira içmediğim halde gizlice aldığı biralardan bir tanesini bana içirdi. Yanında getirdiği porno bugün bizim için dergiyi gösterdi. Cinsel özgürlükten bahsederek bana yaklaşmaya çalıştı. Birden dudaklarını o kadar büyük dudaklarıma yapıştırdı. Hiç itiraz etmedim. Benimle beraber olmak istediğini söyledi. Bilmiyorum, ki, ancak eşiğe yolda diyerek biraz naz yaptım. Nöbet dönüşü kimsenin göremeyeceği ağaçlık bir yerde beraber olduk. Bu uzanan askerdeki ilk beraberliğimdi ama arkası geldi. İki-üç derken altı kişiyle beraber oluyordum. Askerlerden dar, çok fazla ubir tanesiyle duygusal bir yakınlaşma oldu aramızda. Sevgili olduk, büyük bir aşk yaşadık askerliğimiz zağa gitmeyen boyunca. Bana olan aşkı yüzünden nişanlısından ayrılmak için izine gitti. Onun yokluğunda ben başka köprücükler kuaskerlerle beraber oluyordum. Geldiğinde beraber olduklarımdan birisi benimle beraber olduğunu ona rarak mücadele söylemiş, o da beni tokatladı. Ona olan aşkım bitmişti, o devam etmek istese de… Bu arada askerliğim edebiliriz. de bitti…
Zeki'nin kendi ağzından hayat hikayesinin kısaltılmış şeklidir.
Askerden sonra eşcinsel beraberliklerim bütün hızıyla devam etti. Eşcinsel arkadaş çevremi de genişlettim. Duygusal beraberlik yaşadığım çocuklardan birinin evlenmesi sonucu gene yıkıma uğradım. Kuzenlerimden bir tanesi partner bulmamda bana aracı oluyordu. Ailemin baskısıyla nişanlanmak zorunda kaldım. Onları kırmak istemiyordum, çünkü bu arada eşcinsel beraberliklerim devam ediyordu.
KAOS GL 55 / 14
KAOS GL / 1
AHMET İstanbul
Yakın tarihte, iş seyahatlerimin büyük parçası olan uzun bir otobüs yolculuğuydu. Gece ilerlemiş, ışıklar sönmüştü. Onca uyuyan insanın içinde herhalde yalnız ben uyumuyordum! Bir de çaprazımdakiler (miş)!, sonradan farkettim... Kulağımdaki volkmenin kasetini değiştirmek için yerimden doğrulduğumda, ve gözlerim o çapraz koltuklara iliştiğinde gördüğüm manzara beni dehşete düşürdü. Ceketleri dizlerine örtülmüş, çok masum bir üşümeyi veya samimi iki arkadaşı andıran dört adet pantolonlu bacak hiçbirşey ifade etmezken, birbirine dönmüş iki yüz ve birleşmiş dudaklar gözümün orada sabitlenmesine sebep olmuştu. Maço olanının (!) diğerinin başını hızlıca aşağı çekmesi ve sonrasındaki oral seks beni deliye döndürdü. Bu çıldırış, arzu, istek manasında değil, sadece cesaret ve ortak bir çift bulmanın tuhaf sevinciydi! Onlara uyurmuş gibi kısık bakarak değil, gözüm açık olarak bakıyordum ki, beni farkettiler. Çok öfkeli bakıp hemen toparlandılar ve hiçbirşey olmamış gibi zıt yönlere döndüler. Hemen yönümü değiştirdim ve rahatlarını bozdum diye kendime kızdım. Çok değil, yarım saat sonra mola verildi, indim. Temiz hava iyi gelir diye düşünerek kalabalık yerden uzaklaştığımda yanımda görünen birisi ile ikinci şoku yaşadım. Eli önünde gezinen; "Sen de ister misin?" demez mi?! "Haydi, ya çalılıklara ya da tuvalete gidelim" dediğinde gereken cevabı aldı. Kendilerini saygı ile karşıladığımı, fakat cesaretlerinin tehlikeye ve rezilliğe dönüşebileceğinin söyledim dostça. Adam öyle sinirlenmiştiki; "Ulan top, senin ağzına vermedim de canın mı çekti i.. herif (!)" diye iğrenç bir cümle sarfetti. Sesimi çıkarmayarak hemen uzaklaştım. Mola bitiminde içeriye, otobüse girdim. İçeride gördüğüm beni daha da şaşırttı. Adam arkamdaki boş olan koltuğa oturmuştu. Önce bir mana veremedim, ama huzursuzdum. Uyuyamadım. Adamcağız eliyle erekte olmuş organının okşuyor ve abuk sabuk hareketlerle bana ebat gösterisinde bulunuyordu. Öbürü, yanda duruyor ve izlemede kalıyordu! Yatık durumdaki koltuğumu düzelttim ve arkaya bakarak rahat durmasını ima ettim. İki dakika sonra "tık-tık" sesleri duydum ve arkama baktığımda "sustalısı" ile oynadığını gördüm! Beni korkutmaya çalışıyordu. Aklımdan kolunu büküp rezil etmek geçti, fakat bu, yeminli birine, aldığı savunma eğitimine ihanet olduğu için yakışmıyordu. Gülümsedim ve başımı sallayıp herşeyi anlattım sanıyorum! Bıçağını yerine koydu. Alışmış beyzadem, top'lar korkak olur ya! Hemen arkadaki boş koltukların birine sıvıştı!...
KAOS GL 55 / 16
Otobüsten indikten sonra bir daha göremedim O'nu, Fakat öbürü kızararak, sıkılarak ve gözlerime bakamayarak (!) uzaklaştı. "Kaderimiz bu" der gibi ağlamaklı idi. Benim zavallı, çaresiz kardeşim! Bir anlık zevkin uğruna paçavra gibi bırakılmış, hem bana, belki de başkalarına rezil olmuştur. Oysa O'nu kınamıyordum. Benim de öylesi zayıf ve istekli bir anım olabilir, ve o hayvani organın büyüsüne (!) belki ben de kapılabilirdim. Fakat bunlar yaşanmamalı, bu şekilde olmamalı! Ramazan ayında tutulan oruçlar gibi, tanımadığımız insanlara karşı da nefislerimizi kapalı tutmayı bilelim! Barlarda tek gecelik ilişkiler değil, dostluklar kurabilelim. Belki aylardır açım, oruçluyum, fakat böylesi heriflere de, gaylere de karnım tok! Ben heterolardan şefkat, duygu, aşk bulamadığım gibi, seks bile bulabileceğimize inanmıyorum, Her ne kadar gay'lerin de heterolaşmış ruhları var artık, ve gay gibi görünen bedenleriyle onları farketmek hiç de zor değil. O kişi, otobüste manasız bir kıskançlık ve mahalle kadını edası ile bana öyle nefretle baktı ki, inanın O'nu daha da sevdim. Sevgisizliğini, bilinçsizliğinin sevdim (!) Bizler hem paylaşmadan (patner deyiş-tokuşu) yapamayız, hem de bundan pişman olan bir duygu karmaşasındayız. Buna neden olan temel sebep ise partnersizlik! Daha doğrusu o mutlu aşkı, sevgiyi en azından mutlu birlikteliği bulamamak, tek eşli olmamak. Bulduğumuzla yetinmemek, Her zaman yeniler (!) peşinde koşmamız, sadık olmamamız, galiba en önemlisi de bunu istememek bizi bu durumlara sürüklüyor. Aylar öncesi çağrıladığım o Ütopya'lı halen bulunmadı diyerek sitem etmiyorum artık! Sabırla ve ısrarla yolumdan da dönmüyorum. Çünkü inanıyorum ki tanıdığım, bildiğim tüm gay insanlar aslında Ütopya'lı sanki. Avrupa ülkesi olmadıkları için, memleketlerini açıklamaktan utanıyorlar! Her insanın gönlünde o güzel ve birebir ilişki umudu var. Gerçekleştirmek istemiyorlar şimdilik! Sorun burada. Oysa karanlık yolculuklar değil, aydınlık bir hayat yolu istenmeli aslında... Sustalı bıçak seslerini duymak istemiyorsak, kıskanç bakışların yerine kardeş dayanışması olsun diyorsak aslımızı inkar etmeyelim. Olmamız gerektiği gibi yaşamayıp, olduğumuz gibi var olalım. Orucu düşmanlarımıza kirlenip bozmayalım diyor, bunun "vicdan katında"ki sevabından nasip alın diye tavsiye ediyorum! Unutmayalım ki vicdanımız da "günahsevap" yazarak kendi iç dünyamızda muhasebesini mutlaka yapacaktır. Yeni yıl geliyor, bu yıl hesaplar temiz, gönüller mutlu, kalpler huzurlu olsun. İkiyüzler tekyüze, yüzler mutluluğa kavuşsun. Sevgilerimle.. Hoşçakalın...
Bedelinin ödenmesi zorunluluğu bulunmayan güçlü istek yoktur. İsteğin en yüksek bedeli ise gerçekleşmesidir. Elias Canetti* "Varlığının ihtişamıyla beni heyecanlandıran güzel insana. Sevgilerle…" diye imzalamış Cezmi Canetti'nin kitabını. Yıllardır hep karşı karşıya olmamıza karşın başbaşa hiç görüşmemiştik. Okulda vasat bir öğrenciydi. İngilizce'si vasattı. Giyimi kuşamı vasattı. Kırk yılda bir ağzını açarsa, ben zorlarsam, sınıfta söyledikleri vasattı. Bu yüzden sınıfta pek konuşmazdı. İnsanın aklını başından alan yakışıklı, yapılı bir erkek de değildi. Kara kuruydu ama ateştendi bakışları. Sahiciydi. Gözleri. O ilk çember. Dünyaya, gerçeklere, güzelliğe, acıya, sevince yüreğimizi açmamızı sağlayan ve bizi hop diye ele veren o ilk daire, o ne imgelere, anlamlara sayesinde yelken açabildiğimiz gözler. Cezmi'nin gözleri. Bir yıl da fazladan okudu. Beş yıl o gözler bana baktı sınıfta. Seni seviyorum, diyordu hep. Ben yüksek sesle ders anlatıyorum aklımı başımda tutmakta zorlanarak, o gözlerin sahibi ise sus pus olmuş oturuyor pencere kenarında; ama o gözler, o devingen gözler ise gümbür gümbür "Sana tapıyorum ve öylesine de mutluyum ki bunu söylerken," diyor. Duymamak olanaksız… Hiç kimsenin sevemeyeceği kadar seviyorum seni. De ki o zaman: Kal. Benim amacım bir şekilde hayatında kalmak. Kal, de lütfen. Beş yıl dayandım. Dayanmam gerek. Sınıfın ortasında "Al beni, al beni" diye bağıramam ya. Ne gam kalırdı, ne de keder öyle yapabilseydik ama gel gör ki cenabet kurallar, toplum denen var ama yok soyut zorba, hayatımı sürdürmemi sağlayan mesleğimi yitirme korkusu, tabular, değmen yağlı boya, sevda tü kaka! Kasavet, başka bir şey değil idame ettirdiğim. Ama ben onun çığlıklarına gene devingen gözlerimle yanıt verebiliyordum. Son mektubuna dek masamın üzerine gizlice bıraktığı bütün mektup ve notlar çok silikti, şeridi kullanıla kullanıla harfleri silik basan bir daktiloyla yazılmıştı. Bu yüzden yazılılara ya da ödevlere bakıp öğrencilerin el yazılarını tarasam da bu meçhul aşığımın kim olduğunu bulsam… boşuna çaba. Yüreğim ağzımda beş yıl. Onun bulunduğu sınıfa girerken hem çok seviniyorum, sen benim ilahımsın diyen bakışlarını gene göreceğim diye mutlanıyor, *
heyecanlanıyorum, hem de çok korkuyorum; Şarmut A. İKARUS dayanamam, ele veririm kendimi, ya da aşıksa Ankara gerçekten herkesin içinde belli ediverir diye, ya da ben de ona aşık oluveririm diye. Onun gözlerinde görüverdiğim kendime kaçınılmaz olarak sarılıveririm de o gözlerin tutsağı oluveririm diye. Beni böylesine tutkuyla seven saplantımı sevmeye başlıyorum, ama korkuyorum da belalımdan, hatta nefret ediyorum hayatımı allak bullak ettiği için. Anais Nin de yaşamış bunu, Carson McCullers da… De ki o zaman: Aşktan korkmam sen de bana aşıksan. De ki o zaman: Aramızdaki yaş farkı hiç önemli değil. Beni izlediği açıkça ortada. Derslerimi hiç kaçırmıyor. Bıraktığı her mektup ya da not o gün derste anlattıklarıma bire bir denk düşüyor. Okulda kıymetimin anlaşılamadığını sandığım ve bölüm başkanıyla kavga ettiğim bir gün beni teselli eden bir not buluyorum masamın üstünde: De ki o kendini tanrı zannediyor. De ki biz biliyoruz onun sadece ve sadece kifayetsiz bir muhteris olduğunu. Günlük telaş içinde gelen bütün öfkem, kederim onun bu notlarıyla alıp başını gidiyor. Sular serpiyor içime sözleri. Üstüne su serpilmiş saç ekmeği gibiyim. Yumuşuyorum. Dürüm yapın yeyin şimdi beni, öyle lezzetliyim. İstanbul'da bir konferansa gitmem gerek. Üç gün okuldan, Ankara'dan, Cezmi'nin aşk dolu bakışlarından uzak kalacağım. Masamda bulduğum notta telefon numarası var. Beni İstanbul'a götürecek otobüsün Bolu'da vereceği mola sırasında kendisini aramamı istiyor ve gene "De ki…" diye başlayan ahkâmı: De ki fethedeceksin bir çok kalbi daha. De ki hiçbiri sevemez benim kadar seni. De ki yolunu gözleyeceğim, bana dönmeni. De ki hasretle kucaklayacağımız gün yakındır birbirimizi. Otobüs gelemedi Bolu'ya bir türlü. Meğer ne uzunmuş yol. Meğer kar nasıl da kapatırmış yolları. Meğer ateşin düştüğü yerdeymişim.
İNSANIN SILASI: Notlar. Çev. Ahmet Cemal. İstanbul: iyi Şeyler, 1996, s.55.
KAOS GL 55 / 17
Bolu'ya geldiğimizde herkesten önce fırlamışım yerimden. Kapının dibinde bekliyorum otobüsün durmasını. Otobüs önce mola vereceği tesisin önünde duracakmış gibi yanaşıyor, bu arada acı acı ter kokan host delikanlı ansızın açılan kapıdan dışarı atlıyor, ben otobüs durdu sanıyorum ve otobüsten atlamak konusunda mahir delikanlının arkasından ben de atlıyorum dışarı. Ne bilirim ben otobüsün geri geri gideceğini park etmek üzere. Ben ne bilirim arabanın geriye park etmeden önce yerini açmak için ters istikamette duracakmış gibi yapacağını. Ben otomobil sevmem. Ben otomobil bilmem. Ben erkek değilim ya. Benim aklım Cezmi'de. Atmışım kendimi dışarı bir kez. Sol bacağımın üzerine bütün ağırlığımla yere iniyorum, yüzükoyun yere kapaklanmamak için biraz sola, biraz da ileri doğru hamle yapıyorum. Sol dizimden hafif bir "Kırrrt" sesi duyuyorum, bedenimin içinden. Ağrıyor dizim. Telefon kulübesi tesisin girişinde. Koşturmak istiyorum. Sol dizimdeki sancı izin vermiyor. Ağır ağır yürüyorum. Silkeliyorum sol bacağımı. Geçer birazdan. Azıcık zorladı dizim, diyorum. Meşgul. Birkaç kez daha çeviriyorum Cezmi'nin numarasını. Hep meşgul. İçeri giriyorum. Sıcak bir çorba içerken ağrıyan dizimi oğuşturuyorum. Çorbam bitince çıkıyorum dışarı. Çeviriyorum numarayı defalarca. Meşgul. Üç gün boyunca şişiyor dizim. Su topluyor belli. Neredeyse pantolonuma sığmayacak denli büyüyor dizim ve artık seni taşıyamayacağım diye haykırıyor. Cezmi'nin de tahmin ettiği gibi fethediyorum birçok dinleyiciyi konuşmamla, dizimdeki sancıya, kendi ağırlığımı bile taşıyamaz durumda oluşuma ve telefonda onun sesini duyamayışımın verdiği kırıklığa karşın. Ankara'ya dönüyorum sol bacağımı cenabet bir
KAOS GL 55 / 18
emanet gibi sürüyerek. Masamda notunu buluyorum. Umarsızım. Sana olan aşkımı, evet sadece aşkımı belli etmeye çalışmaktan bitkin düştüm artık. Bunu haykırmak istiyorum. De ki korkuyorum. Sesini, bana özel tonlamanı esirgersen benden, ölürüm. Derler ki gidendir terkedilen. Hayır, duruma bağlı. Ben kalandım. Terkedildiğime inanmak istemiyorum. De ki her şey başlayacak yeniden. De ki ben bu sevdayı kaldırabilirim. Başlasın tabii ama nasıl? Umarsızım diyor. Beni de umarsızlaştırıyor bu not. Telefon ettim ben. Bu yüzden umutsuzluğa düşmüş olamaz. Umarsız hiç olmamalı. Çünkü dizginler onda. Ben onun kadar rahat olamam ki. O mezun olur ya da ayrılır okuldan, çeker gider ama benim için öyle kolay mı her şey… Okulda bu konuyu yüz yüze konuşamam. Tılsım bozulacak diye de ödüm kopuyor. Ama ümit ediyorum sürsün bu sevda. Belki de, umutsuz ve de umarsız olan benim aslında. Dizim ağrıyor. Dayanılacak gibi değil, ama dayanmalıyım. Yarın giderim hastaneye. Film çektiririm. Anlarız neymiş derdi dizimin. "Kopma kırığı" diyor doktor dizime kocaman bir şırıngayı saplarken. "Dizinizdeki kıkırdak yerinden dışarı fırlamış. Bunca zaman nasıl dayandınız bu acıya?" Ben acının tanımı konusunda kararsızım. Bedene ve bedenin acılarına yabancılaştığımı daha sonra anlayacağım ama doktor da görevini yapmak zorunda. Dizimde birikmiş sıvıyı şırıngayla çekip çıkarıyor. "İsterseniz küçük bir operasyonla kıkırdağı yerine oturturuz. Yok istemem derseniz, o zaman fizik tedavi gerekli." Bıçak değdirmem bedenime. Günlerce fizik tedaviye gidiyorum. Derslerime de giriyorum. Cezmi hâlâ aşkla bakıyor bana. Demek ki bana olan aşkı yazgıya teslim olmayacak denli güçlü. Evet, her şey yeniden başlayabilir. Seviniyorum. De ki acılarınız dinecek. De ki ne zaman ayrı gayrı biter, o zaman işte aşkla saracağım yaralarınızı. Koridorda yolumu kesiyor final sınavlarının sonuçları açıklandığı gün. "Hocam, ben mezun oldum. Size çok şey borçluyum. Ama doyamadım size, sözünüze. Bir akşam evinizde ziyaret etmek isterim sizi." Ziyaret mi? Türbe miyim ben ki ziyaret edeceksin a zalim? Yüreğim ağzımda görmüyor musun? Beş yıldır o saldırgan,
devingen gözlerini, "De ki…'li sözünü üstümden eksik etmeyen bu delikanlı beni ziyarete geliyor. Elim ayağım birbirine dolaşmış. Üstelik sol dizim hep orada. Bunu da belli etmemem gerek. Bu çocuk bana aşık. İşte yıllardır yolunu gözlediğim aşk. Zehir zemberek bir şarkı yazabilirim senin için Cezmi, "Samanyolu" gibi "ömür boyu süreceeeek". Şarkı söylüyorum bir yandan, evi derleyip toparlıyorum, toz alıyorum, birkaç kez balkona çıkıp içeri giriyorum, dışardan eve girince evin içi kötü kokuyor mu diye kontrol ediyorum, hayır ama gene de sandalağacı bir tütsü yakıyorum, kadehleri hazırlıyorum, şarap soğumuş mu, şarabın yanında kuruyemiş çeşitleri yeterli mi, şömineye odun var mı? İçim kıpır kıpır, nasıl da umut doluyum. Sevinçliyim. Kıpkırmızı tek bir gül var elinde. O gül evimden içeri girerken istila ediyor mekânı, havayı; cismim hafifliyor, uçucu gazlar gibiyim. Deniz olsa önümde üstünde yürür giderim. Öyle durulaşmışım, azizler gibiyim. İçkinin de yardımıyla aşktan, sevdadan söz etmeye başlıyoruz. A, az kalsın unutuyormuş, bana bir de kitap getirmiş. Alıyorum kitabı. Somun gibi. İthaf yazısı bedenden tümden çıkmama yetiyor. "Varlığının ihtişamıyla beni heyecanlandıran güzel insana." Boğazımı kesse bir damla kan akmaz. Bütün kanım çekiliyor. Elimi uzatmışım. Sımsıkı kavrıyor elimi. Siz, diyor, bitanesiniz. Nasıl oldunuz böyle? Bırakmak istemiyor elimi. Beş yıl boyunca az mı direndik. İkimiz de tüm ayrıntılardan sıyrılıp sadece tutkuyla birbirimizi düşünmedik mi, yanmadık mı? Ben istiyor muyum onun ellerini bırakmak sanki? Kuğu gibi süzülüyorum ağzına doğru. Yapıştırıyorum dudaklarımı dudaklarına şöminenin çıtırtıları arasında. Elimi ve dudaklarımı aynı anda bırakıyor. Şaşkın. Hatta düş kırıklığına uğramış gibi bakıyor gözlerime. "De ki" demiyor. Sözü tükettiğimizi geç anlıyorum. Varlığım Cezmi'yi heyecanlandırıyordu, bu kesin. Güzel insandım. Doğru. Gökten yere inmemle bitiverdi oyun. Bir öpücükle topuğundan öldürüvermiştim Aşil'i. Kısa süren sessizlik boyunca şöminede ateş de sönmüştü, közlerle idare edemezdik. O da, ben de yüklü deveyi ürkütmenin bedelini ödemek zorundaydık. -Tanrılara yaraşır bir aşk bu öyle mi? Kendindeliği ve kendiliğindeliği olan ulvi bir aşk, ha? Bunun için mi temas yasak, cinsellik olmaz. Masama bıraktığın imzasız mektuplarda, notlarda sözünü ettiğin aşk hayranlıkla, saygıyla karışık platonik bir aşk mıydı? -Ne mektupları hocam? Hangi notlar? Ben size hiç imzasız mektup falan yazmadım ki. Siz herşeyi yanlış anlamışsınız.
… Gitmem gerek dediyse gitmeli. Kendindeliği olan aşk özgürlüğüne düşkündür en çok. Alıp başını gitmek ister hep. Önemli olan da bu, istiyorsa gitmeli. Efendi-köle ilişkisine dayalı aşklar da var bilirim ama ben ikisi de olamıyorum. Cezmi de belki bana benziyordur. Ardından, bana getirdiği kitabı, rastgele açıyorum. Canetti acımasızca özetliyor Cezmi'yle yaşadıklarımı: Kendini daraltmak, yani sınırlarını titizlikle koruyan biriyle fazla birlikte olmak, düşünülebilecek en dayanılmaz şeydir. (s.90) Ben, varlığımın ihtişamıyla başbaşa kalıyorum. Cezmi'nin ödediği bedel ne peki? Benim ödediğim bedelin aynısı olabilir. Ya öteki? O mektupları yazan, onu tanıyabilmem için kim bilir ne ipuçları vermiştir de ben Cezmi'ye odaklanmış göz hizamdan bu Cyrano'yu görmemişimdir de o meçhul ve belki de meczup aşığım şimdi bir yerlerde nasıl da umarsız yanıyordur. Belki öğrencim bile değildir, belki de okuldaki herhangi bir görevlidir, belki yaş farkından söz ettiği için ben onu öğrenci sanmışımdır da o aslında yaşlı bir profesördür, belki erkek değildir bile. Umarsızca bekliyor olabilir muammasını çözmemi, onu keşfetmemi, onu bulup elini tutmamı, bir şeylere karşın değil, salt o olduğu için ve öyle olduğu için sevmemi. Belki onu zaten onun istediği kadar ve onun istediği gibi seviyorumdur. Hep benimle olan, canım ciğerim dostlarımdan biridir de ifşa ederse tılsımın bozulacağından endişe ettiği için Cyrano gibi gizlendiği kuytudan imdadıma yetişiyordur hep. Belki telefonu bile bile meşgul etmiştir, konuşmaktan son anda vazgeçip. Belki de biz şu anda nesneleri, tarafları olduğumuz bir aşkı paylaşıyoruz bilmeden. Belki de aşk işte o zaman rüzgârdaki bir an gibi kolaylıkla akıp gitmez avuçlarımızdan. Cyrano'nun kim olduğunu aramaktan, öğrenmeye çalışmaktan vazgeçeceğim. O mektuplarını kesse de, benden vazgeçmeyecektir. Hep benimle olduğunu biliyorum. Kim, hangi yakın "dostum" önemli değil. Faturaların günü geçmiş. Uzun uzun kuyruklarda bekleyip cezalı yatıracağım hepsini. Sonra da pazara giderim. Belki evi badana ettirir, saçımı bile kestiririm. Dışarı çıkmalıyım. Şimdi ne zaman ağır yük taşısam ağrıyor sol dizim. Aşkta beklentilerin ne denli yanlış olduğunu söylüyor bana ve aslında kendiliğindeliğin sahiciliğini. Bir de yitirdiklerimizin, kazanılamayan sevgi ilişkilerinin izlerinin elde edilenden, kalandan daha kalıcı olduğunu. Sol dizim diyor ki bir de, "Canetti haklı." De ki: Kırığız biraz.
KAOS GL 55 / 19
Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA
KAOS GL 55 / 20
..../ Cezaevi / Kahramanmaraş "İnsanlar yanımıza gelince onları tanıyamayız; durumlarının ne olduğunu öğrenebilmek için bizim onlara gitmemiz gerekir." (Goethe) İlişkilerde (bileşenlerin karmaşıklığı içerisinde merkezi yöne doğru bireysel başvurular olduğunda) mikro iletişimde tasarlanılan davranışın özel şartlarında ve yalıtık düşüncenin kültürel ortamında bulunan bizler sizlere ulaşmak istiyoruz. Nasıl karşılanacağımızı bilmiyoruz. Buna rağmen (yaşadığımız dünyaya ait sorunlarla birlikte) yayınlanan dergilerle sürekli bir iletişimin alt oluşumunu bulmaya çalışıyoruz. İlişkileri öznelleştiriyor ve gerekli olan diyaloğu bu yolla edinmeye çabalıyoruz. Sizleri ikna edebilmede sözcüklere asıl anlamını veren kuvvetin "yoksunluk" olduğunu belirtmeme izin veriniz. Sizlere ilk başvurumuzun ardından derginizi ulaştırmakla düşünsel çevrenize bizleri de dahil etmiş olacaksınız. Kabul edersiniz ki faaliyetlerdeki kutupluluk daha yoğun üretkenliğin yaşandığı bölgelere oranla taşra ka-
labilmektedir. İrili ufaklı her çabanın okunabileceği, aydınlatabileceği ve genişletebileceği olgusu; çeşitliliğin, farklılığın olduğu bir yelpazeyi okumayı ilgi çekici hale getirmektedir. Men edildiğimiz "kültürel tad"dan sizler aracılığıyla faydalanmak istiyoruz. Hikmet / Mersin Devrimci, aydın insanlara birkaç söz: İçimizden bazı kişiler aydın olduğunu belirtip de fakat o sorumluluğu taşıyamayan veya o bilince erişmemiş örümcek beyinli aydın kişilikli insanlar çevremizde, bazen yanıbaşımızda bitiveriyor. Sadece birkaç tane kitap (Lenin, Marx vs.) okuyup da kendisini aydın veya devrimciyim diye tanıtan insanlar kendilerini geliştirmekten aciz ve yoksun olarak diğer insanların hak ve kişiliklerine rahatça ve utanmadan, pervasızca saldırıp, kendilerini haklı göstermeleri bizler için çok acı ve utanç verici bir olgu. Ve sözde, bizlerde insan ayrımı ve yayın ayrımı yok deyip gay ve lezbiyen yayınlarını ayırt etmeleri çok utanç verici. Gay olanlar gay yayınlarını takip ederler veya izler diye söylenmesi çok ayıp. Gayler, gay yayınların dışında kendilerini geliştirmek ve her konuda az çok bilgi sahibi olmak için devamlı okuyup bir adım daha ileride neler yapabileceğimizi konuşup tartışıyorlar. Aydınım diyen bir kişinin gay veya lezbiyen dergisi okuması şarttır. Her konuda bilgi sahibi olmak istiyorlarsa, en azından okumayı bir denesinler bu yayınlardan. Kendilerine herhangi bir şey bulaşmaz. Bundan emin olsunlar. Aynı kafada devam ederlerse ellerine hiçbir şey geçmez. Sadece kazanacakları çevrelerindeki insanları kaybederler o kadar. Ben gay veya lezbiyenim, bu hiçbir aydın insanı ilgilendirmez. Çünkü gaylik benim
cinsel yönelimimdir. İnsanların gayliğini yargılamadan önce kendi düşünce sistemlerini ve kendilerini yargılasınlar ve insanları sen gaysin veya lezbiyensin diye ayırt etmesinler. Önce kendi örümcek beyinlerini aydınlatsınlar. Tüm insanlar düşüncede ve cinsellikte özgürdür. Kerem / Adana Bu ay yaşadığım olaylar herhalde ömrümün birkaç yılını götürdü. Beni hayatımdan bezdirdi diyebilirim. Herşey, Kaos GL'nin çantamda bulunmasıyla başladı. Ardından ben en büyük salaklığı yaptım, mektuplarımı iyi saklayamadım ve onlar da bulundu. Ve hepsini de okumuşlar. Buraya kadar annemin hiçbir şeyden haberi yoktu ben de hepsini inkâr ediyordum. Çünkü mutlu olmak zorundaydım ve bu mutluluğumu bozacak hiçbir şey diyemezdim. Her şeyi tam yerine oturtmuştum ki en yakın arkadaşım da mektuplarını yakalattı. Üstüne üstlük posta kutum olduğu anlaşıldı ve baskılar arttı. Bu arada hayatımın en laçka günlerini yaşadım. Ne ders çalışabiliyordum ne de başka bir şey yapıyordum. En sonunda 6.2.1999'da ablam Kaos GL'nin Şubat sayısını aldı ve orada mektubumu okudu. Ve birkaç şey daha... Artık bir çıkış noktası bulamadım ve herşeyi itiraf ettim. Aslında ne kadar saçma itiraf ettim demek. Çünkü kötü bir şey yapmıyordum ki. Beni psikiyatriye gitmem için ikna ettiler. Bakalım ne kadar faydalı olacak. Eve saat 24 suları gelmiştim. Herşeyi anlatmak zorunda kaldım ve arkasından annem bir sinir krizi geçirdi. O an öleceğinden çok korktum ve ne yapabilirim ki diye düşündüm. Annemi biraz rahatlattım ve en başından itibaren herşeyi anlattım. Bunları
anlatmam oldukça zor oldu. Ama üstümden de büyük bir yük kalktı. Ama yine de istemediğim şeyleri yapmakta zorluyorlar. Çünkü kalpten psikiyatriye gitmek istemiyorum. Sırf onlar mutlu olsun diye... ve bana o kadar etki edeceğini sanmıyorum. Artık beynimin içinde karıncalar dolaştığını düşünüyorum. Hele büyük ablamın Adana dışını yazmayacaksın demesi evde kıyameti kopardı. Allaha şükür bu konuda ben kazandım. Çünkü annem benim tamamen onlardan kopacağımı düşündü kendi kararlarımı vermezsem. Kerem'in Notu: Adana'dan Utku arkadaşın mektubu elime geç ulaştığı için kendisiyle iletişime geçemedim. Tekrar mektup yazarsa sevinirim. Mehmet / İzmir Kaos GL gibi bir derginin olabileceğini bile akıl edememişken oldukça da düzeyli bir yayınla karşılaşmak beni hem sevindirdi hem bir kez daha "uğraşanlar yapıyor" dedirtti. Ben heykel ve resim yapıyorum. Eğer isterseniz dergiye katkıda bulunmak isterim. Grafik çalışmaları, desenler ya da resimler çizebilirim. Hatta resimli romana kadar. Ya da sizin istekleriniz doğrultusunda, çizilecek herşey için elimden geleni yapmak isterim. Selçuk Heybet / Adana Adana'da insanların bir araya gelmesinin çok zor olacağını düşünüyorum. Çünkü bazı insanlar örgütlü mücadeleye inanmıyorlar. Bazıları ise bu tür toplantılara katılan kişilerin asıl amaçlarının yeni bir arkadaş bulmak olduğunu söylüyorlar. Üstüne üstlük bunu söyleyenlerin bir kısmı da eğitilmiş. Yine de baharda Ankara'da yapılacak olan toplantıya katılmak konusunda istekliler. Ben ve bir arkadaşım Kaos GL'nin Şubat sayısını alıp
okulumuzun kantinine bırakmayı düşünüyoruz. Bütün gün takip edeceğiz. İnsanların birazını daha kazanmaya çalışacağız. Ayrıca kampüsün her tarafına (panolara, duvarlara) Kaos GL'yi tanıtan ve nerede satıldığını belirten küçük notlar asmayı düşünüyoruz. Mahmut / Adana Mektup-lar-dan köşesine kişilerin başından geçen kötü veya güzel olayları yazması çok güzel. Pırıl pırıl kendini yeni keşfetmiş genç insanların da aynı duruma düşmesini engellemiş oluyor. Tabi okuyan, kendini yetiştiren insan için geçerli. Erkekleri görünce aklına seksten başka bir şey gelmeyen insanlardan bahsetmiyorum. Adana'daki arkadaşların bir araya gelmesini sağlayacak bir kişinin olması gerekir. O da ben değilim. Olumlu bir şeyler yapmak adına bir araya gelirlerse ben de katılabilirim. ........./Antalya Nutkum Tutuldu Antalya'dan Bildiriyor! Ah dostlarım! Yağmurlu bir Antalya günü Ankara'ya doğru yola koyuldum. Kaos GL Dostluk ve Dayanışma Yemeği'ne… Yemek de yemek, organize de organize. Ahmet San halt etmiş Allah canımı alsın. Yemek saat 4'te başladı, içim içime sığmıyor. Önce çekingen ifadelerle bakışlarla etrafımızı süzdük. Sonra gelsin muhabbet. 5-10 dakikada muhabbeti gullümü yakaladık. Ben 2-3 biracıkla zılgıt çeken biri… Kimse yerinde durmuyor, herkeste bir neşe, bir şakırdama, Tanrım ölecem sandım. Benim geçirmiş olduğum en güzel yemekti. İstenince ne de güzel organize olunuyormuş, eğleniliyormuş… Kendin gibi insanlarla coşmak insanı hayata daha da bağlıyor, inanın!
Lütfen kendiyle barışık olmayan arkadaşlar varsa; vaktiniz, olanağınız olduğunda Kaos GL'yi okuyun... Uğur / ......... NE DE OLSA GAY BAR Sentetik bir dünya bu, ödünç alınmış, çalınmış mutlu yüzler her hafta sonu karşımda. Bilinmeyen bir kaos, ne istediğini bilmeyen...! Bilmiyorum ben de ne kadar parçasıyım bu ödünç maskeli zamanların... Bu naylon vücutlara mı çaldırdım içimdeki çocuğu yoksa bir one night standda mı yitirdim onu. Kimbilir hangi yatakta uyuyor şimdi, hangi bozgunumda terketti beni Cuma'ya iki gün var şimdi. Hayallerimi, benliğimi, beklentilerimi bir dureks condoma yükleyip korumaya almalı. Hafta sonları transparanlarımızı giyip vücudumuzu cesurca sergilemeli ama beynimize ve yüregimize tesettürü giydirmeyi sakın unutmamalı. Ne de olsa hafta sonu one night stand olayı. Bu kadehi bizi kendi isteğimizle sömüren ve sadece kendilerini palazlayan tüm gay bar sahiplerine kaldırıyorum. Bu kadehi de sentetik 40 m2'yi aşmayan sadece biz burjuvalığını gizlemiş güleryüzlü sosyalistlerin gidebildiği özgürlük ülkemize kaldırı-
KAOS GL 55 / 21
yorum. ŞEREFİMİZE Acaba artık boy aynasına bir baksak mı? Jester / Sapanca Derginizin posta kutuma gelmesiyle bende çok şey değişti. Ben, tamamen aktif bir erkeğim diyebiliyordum. Fakat derginize göz atınca ben bir gayim diyorum. Pek çok hemcinsim ile ilişkim oldu ve ben hep aktif, onlar hep pasif oldular. Ama onların duygularını ve cinsel zevklerini ben anlayamamışım bu dergiyi
iletişim
I'm looking for gay, bisexual or transexual penfriends in Turkey. I'm 35/178/70, living in Bilbao (Basque country) and I like Türkiye. Please write in french, spanish or english. Xabier AROTZ, Loteria, 2, 6, ERD. 48005 BİLBAO İSPANYA * 29 yaşında üniversite mezunu bir gayim. Adana ve çevresinde yaşayan gay arkadaşlarla yazışmak ve tanışmak istiyorum. Mahmut, P.K. 1315, Cemalpaşa 01122 ADANA * Akdeniz Üniversitesinde Klasik Filoloji okuyorum. Antalya ve çevresindeki arkadaşlardan mektup bekliyorum. Ali, P.K. 647, 07003 ANTALYA * 22 yaşındayım, Adana'daki arkadaşların mesajlarını bekliyorum. Hakan: dress81@hotmail.com * Gay arkadaşlarla iletişim kurmak istiyorum. İzmit, Sakarya, İstanbul, Bursa'daki gayler bana yazar mısınız? Sizinle gayliği daha iyi öğrenmek istiyorum. Jester, P.K. 36, 54600 Sapanca/SAKARYA * 23 yaşında, kumral, uzun boylu, üniversite öğrencisi bir gencim. Benim gibi aşkı ve dostluğu cinselliğe tercih eden Ankaralı arkadaşlarla görüşmek isterim. Emir, P.K. 423 06443 Yenişehir ANKARA * 25 yaşındayım. Gerçek sevgiyi bulabileceğim bayan arkadaşlarla yazışmak istiyorum. Sema Sever, Gimen Sit. 3651 Sokak Apt. No:13, Daire:4 Çağdaşkent MERSİN * Antalya ve çevresinden gay ve biseksüel arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Ben insana saygı duyan, seksi hayatın en güzel zevklerinden biri olarak gören, çağdaş düşünceli biriyim. Orhan Kılınç, P.K. 466, 07003 ANTALYA * Coşkun: 0.532.432 80 95 * Yusuf CAN:0.542.596 50 39
KAOS GL 55 / 22
okuyana kadar. Cinsel tercihim erkeklerden yana yüzde 70, bayanlardan yana yüzde 30 kullanıyorum. Ama daha hiç anal ilişkiye girmedim. Girmeyi ileride düşünüyorum. Çünkü onun da inanılmaz bir zevki olduğuna inanıyor ve de olması gereken olarak görüyorum. Diğer gayler ile iletişim sağlamak ve gay kültürü edinmek için çok iyi bir dergi olarak görüyorum. Let The Sunshine In! Hava iyiden iyiye soğumuştu. Bu saatlerde hep böyle olur, sabaha karşı, buz gibi. Üstelik yalnızlık hep bu saatlerde acı verir. İçimden buradan ayrılmadan önce son bir kez bir şeyler yazmak geldi. Neler hâyâl etmiştim, ne umutlarla gelmiştim bu şehre. Artık üniversiteliydim, hayatım değişecek, bir sürü İNSANLA tanışacaktım. Belki onlarla sanat, politika konuşacak, gülecektim. Belki aşık olacaktım. Olmadı! Acaba çok mu şey istemiştim? Sanmıyorum! Çok olsa bile artık hiçbir önemi yok. Önce ailem hayallerimin şehri İstanbul'da yaşamama izin vermedi. Martılar şehrim, saatlerce sokaklarında yürümekten, denizi izlemekten bıkmadığım şehrim elveda. Olsun dedim! An-kara da güzeldir. Hep bir şeyler ümit ederek geçti hayatım. Hep aslında insanlar ve hayat değişecek diye bekledim. Ama hiçbir zaman hiçbir şey değişmedi. Yoruldum artık! Yoruldum, beni anlıyor musunuz? O kadar yoruldum ki artık hayatın, insanlığın, cinselliğin hatta İstanbul'un bile değeri yok gözümde. Sürekli rol yapmaktan bıktım. İstediğim sadece insanca bir yaşam ve biraz özgürlüktü! Ne garip, hâlâ insanlar benim ne kadar eğlenceli, hayat dolu olduğumu söylüyorlar. Hâlâ kızlar, erkekler benim ne kadar yakışıklı olduğumu söylüyor. Bense her aynaya baktığımda ağlamak istiyorum.
İçkiyi hiç sevmezdim ama artık neredeyse alkolik oldum. Üniversiteyi bitirmek için içimde hiçbir istek yok. Artık yaşamaya dayanamıyorum. Tek düşüncem arkamda bırakacağım ailem. Herhalde ben intihar edince ne kadar üzülüp, şaşıracaklar. Ne kadar hayat doluydu, belki kız meselesi diyecekler. Lanet olsun öldükten sonra bile arkamda koca bir yalan bırakacağım. Yaşamak bazıları için bir tavuğun kanat çırpması gibi iğretidir derdi bir arkadaşım. Birkaç saat sonra herşey bitmiş olacak. Son kez müzik dinleyip, içki içip hayatımı noktalayacağım. Yine de siz hayatı, insanları sevin. Ben bunu başaramadım. Yaşamak hatadır. Affedin!
'Bırak güneş içeri girsin' diyorsun ama heteroseksist düzen bütün pencereleri üzerine kapadığında aklına ilk gelen intihar oluyor. Umarız yaşıyorsundur! Eşcinsel ya da heteroseksüel her insan hayatının şu ya da bu döneminde pek çok kez hafif ya da ağır depresyon geçirir. Gepgenç insanları "yoruldum!" çığlıkları ile boğan bu düzene lanet olsun! Ama arkadaş sen de en kolay yolu seçiyorsun. Yani kaçıyorsun. Biz bu dergiyi genç eşcinsellerin intihar mektuplarını yayınlamak için çıkarmıyoruz. Bu mektubu yazmaya ayırdığın zamanda Pazar toplantılarına gelseydin (bekliyoruz!) eşcinsel kardeşlerinle tanışabilir, yaşadığın sorunların sadece sana özgü olmadığını görürdün. Heteroseksist düzen genç-yaşlı eşcinseller için tek çıkış yolunun senin seçtiğin yol olduğunu dayatsa da birlik ve dayanışmayla bu ülkenin eşcinselleri kendi hayat ve özgürlük yollarını yaratacaktır. Birlikte yaratmak için bekliyoruz.
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla günlerin dökümünü yap. benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? M. Mungan Yalnız Bir Opera I. günlerin dökümünü yapıyorum işte. benden alınanlar, gidenler ne çok bugün ve bana kalanlar daha çok. (1 ocak- nazilli) II. korkularım büyüyor. ürkeğim. her hareketim ölçülü, çekingen artık. konuşmalarım da. erkeklerden uzağım. belleğimden uzak tutuyorum onları. çünkü zararlı ve çirkin onlar. kendilerini erkek öğretisiyle doğrulayıp -ama doğrulmadan zarar veriyorlar. şu anda yığınlar maçtan çıkıyorlar korkularım artıyor. otobüsün etrafı ve içi erkek sesleri ve sohbetleriyle dolu. birisi yüzüme doğru küfrediyor. tuttuğu takım yenilmiş. bana birşeyler anlatıyor-anlamıyorum. dediklerini ANLAMIYORUM! koyulaşıyor görüntüler. sessiz kalmak istiyorum. (1 şubat- ist.) III. gece böcekleri öterken ve arkamdaki cama yağmur damlaları değerken, sanatının hayallerinin üstüne binip odaya dolan Jean COCTEAU'nun giderken bıraktığı filmi ORPHE-US'UN VASİYETNAMESİ'ni izledim. zor bir yolculuktu. (…) evet, çok güzeldi; Jean GENET gibi. onu da çok sevdim. tüm ölü imgelerim gibi. (5 şubat- ist.) IV. cam gözlü çocukla tanışma: aşka inancım öyle sağlamlaştırmış ki yerini -UMUTSUZLUKLA BİRonun ilk bakışları, beni dansa davet edişi, sonsuz öpüşü geçici anlardan- belki de hevestir, birisidir diye düşündüm. onu da kaybedeceğimi biliyor olmanın hüznünü gizleyip güçlü görünüyordum. belki de rol yapıyordum. ama hayır! nice sonra gizlerimi verdiğim ilk ve tek çocuksun sen. (21 şubat-ist.) V. nereden, neden çıktı karşıma bu adam. her an, her yerde onu taşımak, düşünmek, biçimlendirmek, ona umutlanmak hızlandırıyor kalp atışlarımı, sıkışıyorum bir köşede, çırpınıyor, çırpınıyor, çıkamıyorum dışarılara. öldürüyorsun beni. (23 şubat-ank.) VI. her şeyden önce kendimi sevebilmeliyim. seni sevebilmem için. (27 şubat-ank.) VII. "… ben bir tehdidim onlar için çünkü bir varlığım, cinssiz bir bebek, rolünü bulamamış, iyi ezberleyememiş bir hayvan, her yöne savrulabilir, dağılabilir bir atom. bu atomik kuvvetten korkuyorlar, enerjisinden, çekirdek enerjiden…" diyor 'kış uykusundaki melek', sevgili nilgün marmara.
VIII. seni taşıyorum gittiğim her yerde, bindiğim her Uğur YÜKSEL otobüste, yollara bakarken uzun ıssız -hiçbir şey Ankara yokmuş gibi yayılan bozkır görüntüsünün tam orta yerinde dallarını göğe açmış, kendi kendine konuşan yalnız ağaca bakarken, onun gibi yalnızlığımın gücünü ve ıssızlığını duyumsarken, yorgunluğuma inat güneşi görmeye çalışırken seni taşıyorum. gözlerini, sesini, duruşunu, dokunuşunu, açlığını, açıklığını, mantıklı hallerini, her hareketime yanıt bekleyen bakışlarını, birdenbire kendine dönüşlerini, kokunu, esmer tenini taşıyorum. ve çocuk, seni seviyorum. (3 mart- ank.) IX. her şey beklemeğe alındı. geceler, yaşam, ölüm, sevgi-sevgisizlik, doyum-doyumsuzluk, ölü yazarlarım, acılarım… hepsi. çünkü aşkın zamanıdır şimdi. yitirmeden onu yaşamak zorundayım. bugün. hemen. şimdi. (13 mart-ank.) X. cam gözlü çocuk'un terki: birkaç dakika içinde belki de saniyelerle sınırlıydı- gördüğüm rüya sonunda sarıldım onun sarı bedenine. o ne şiddet, o ne reddediş öyle. kalktı yataktan sarı tebessümlü çocuk. o an öldü ayak ucumdaki çiçekler. yollarım dondu kaldı. bakar mısın: dışarıda kar yağıyor! ve inatla açan bahardallarının üzerine kar düşüyor. hâlâ anlayamadım: bitti mi? (17 mart-izmit) XI. gözüm yine arkada kaldı. YİNE. Aşk uzak dursun benden! (21 mart-ank.) XII. aşkın yeniden icat edilmesi gerekir, diyor Jean COCTEAU. XIII. three coleurs: Bleu çalıyor. odamdayım. elimde beyaz paketinde gizlenen bir jilet. ölmek değil istediğim. yalnızca merak ediyorum. canım sıkılıyor. arayabilecek kimse yok. aşklar ise suçluyor beni. bundan nefret ediyorum. yapılacak hiçbir şey yok. yaşamda yaşanılacak ne kaldı? (…) hayır, öl(e)medim. bunu da beceremedim işte. (4 nisan- nazilli) XIV. bu ülkenin insanlarının korkunç ve ürkütücü gözleri üzerimdeydi yine. ve sesleri… seslerin ardındaki korkak sözcükler. biliyorum: onları rahatsız ediyorum. korkutuyorum ve bu yüzden saldırıyorlar bana. insanın oğullarının ve kızlarının bakışları ve sözleri yoruyor beni. dayanamıyorum buna. öylesine ağırlar ki. öldürüyorlar beni. olmayan sırlarını saklamaya çalışıyorlar. ve bunun için de beni kurban ediyorlar. bunu daha ne kadar
KAOS GL 55 / 23
taşıyacağımı bilmiyorum. evet, Tezer ÖZLÜ'nün de dediği gibi: Bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin. (11 nisan- nazilli) XV. Karşı çıktığım bir dünyayla sınırlıyım, ondan kopuğum, bu nedenle beni yaralayan ve bana şekil veren köşeler ne kadar sivri, girinti çıkıntılarım ne kadar acımasızsa ben de o kadar güzel ve ışıl ışıl olacağım, diyor Jean GENET. XVI. Onu anlayamıyorum. bundan 12 sene önce yazdıklarıyla, geçmişten gelen kitaplarıyla, nihayet "eteğindeki taşları dökmeye başladığı" şiirlerini karşılaştırdığımda murathan mungan'ın nerede olduğunu anlayamıyorum. ve olması gerektiği yeri. sözcükleri büyülüyor beni. ve ona öykücü olarak inanıyorum. eşcinsel kimliğini böylesine biçimlendirmesi ve sözcüklerle kuşanması hayranlık verici. ama tüketmeğe doğru gittiği bugün, ona inanmak zor geliyor artık. (12 nisannaz.) XVII. aşk ne kadar uzak, UMUTSUZ. KIESLOWSKI'nin "Aşk Üzerine Kısa Bir Film" şiirinde çocuk öyle korkak tutuyordu ki kadının ellerini. saftı. işte bu saflık ağlattı, titretti, içime soktu beni. (11 mayıs- ank.) XVIII. algılarım öyle güçlü ki şu an. bu yolculukta. böyle bir boşalmaya ihtiyacım vardı, biliyordum. gitmek istiyordum. hoş, nazilli gitmek için ne kadar doğru? hangi kent doğru ki. her kente yine kendimi taşımayacak mıyım, götürmeyecek miyim acılarımı, yalnızlığımı, eşcinselliğimin derin -hüzünlü- zor görüntüsünü, kendimi. (23 mayıs- nazilli'ye doğru otobüste.) XIX. kimlikler üzerine öylesine dıştan duran ve farklı iki film izledim: ORLANDO ve ANTONIA'NIN YAZGISI. her gün yüzleştiğim ve incindiğim, umutsuzluğa bulandığım kimliğimle kendimin de dışarıda durduğumu anımsadım. dışarıda olmak çok güç ama insanca olan. doğal olan. olması gereken. değişecek mi?! BİLMİYORUM. (8 haziranank.) XX. erkek bedenlerinde algılamaya çalıştığım bedenimi -yanılgımı sonradan anlayarak, anlamalarım hep sonradandı- oyun oynarken özgür kıldığımda, doğanın kımıldanışını görüp kaybolmayı düşünüp inançlarımı güçlendirdiğimde, -bu inançlar hiçbir zaman öğretilenler değildi, yaşamın gerçekliğine kendi saydam düşlerimi örtüştürerek yarattığım inançlardı. bağımsız, sessiz, kendi kendine var
KAOS GL 55 / 24
olabilen coşkulanımlarımdı yalnızcaduyumsadım aslında. aslında, yaşam iyiydi, insanlar kötü, doğanın dengesini ve benim dengemi bozan insanlar. XXI. üç ay önce neleri geride bırakmıştım. bir aşkı ve kısa süren, bu aşkın ilişkiye dönüşmüş acı halini. bu yolculuğumda ise hiç de umutlar yüklenmedim. ne garip. oysa bu kent düşlerimin kentiydi, hep büyülenirdim. ama bugün, heyecanlandırmıyor bu kent de. (27 haziran- ist.) XXII. gözlerinde uzun yollar gördüğüm çocuk'a: kırmızı sırlar eteğimden döküldüğünden beri sevda sanrısı hiç dinmiyor. bitmiyor. istanbul'dayım. ve bu gece bir çocuğun hüzünlü, durgun gözlerine sevdalandı bu yürek. (…) ona açılıyorum. bu yol ne kadar sürecek bilmiyorum. adlandırmak da istemiyorum. "adlandırmak öldürmektir." (11 temmuz- ist. XXIII. sevda sanrısı yakıyor canımı. aramıyor, istemiyor ve ben bekletiliyorum. daha doğrusu, bekliyorum. yine kendim yarattım ve yine bunlarla boğuşuyorum. hiç bitmeyecekmiş gibi sıkılıyor içim. atmak istiyorum bu sanrıyı. görmeye devam ediyorum sonra. olmuyor. (15 temmuz-ist.) XXIV. "Kutsal Fahişe'den Sakın!" adlı oyunun taslağı yazıldı nihayet. çocuk, metin sıkıntısı çeke dursun; bu gece birdenbire kendi yaşamını yazarken buldu, kör ışığın altında. oyun hazırdı işte. metin oturtulmuştu sahne taslağına. cesur olmalıydı bunu oynayacak olan. dışarıda bir oyun çünkü. öyle olacak. ama olacak. yine gecelerimi ve uykumu aldın ey esin perisi. hep bu geceyi beklememiş miydim? (20 temmuz- ist.) XXV. dün gece yine, yeni bir yüz. yeni bir beden. arzulamama ama anı olsun diye yaşamak isteme. oysa onun teni uzun kış gecelerim gibi güzeldi. ve o bunu bilmiyordu. hiç bilmeyecek! (23 temmuzist.) XXVI. bir reddedişin, kabullenemeyişin kitabıydı Narziss ve Goldmund. Herman HESSE ne kadar açık vermese de Narziss'in Goldmund'a dair duyduğu sevda ortadaydı. Narziss'in ona söylediği bu sözcükler her şeyi anlatmıyor mu: Senin dostun olabilirim, ama sana gönül kaptıramam (…) Hayır, hayır, bırak saçlarımı okşamayı! Yapma, hayır, istemiyorum! (25 ağustos- ank.) XXVII. sevda bir sanrı. rüya! bugün ama. şimdilik. bekliyorum, sevdanın beni yerle bir etmesini, süründürmesini, rezil etmesini bekliyorum. (4 eylülank.) XXVIII. travestilerin dünyasındaydım. 1 saat bile yetti onlarla paylaşmama, olguları, an'ı, acıları. boşlukta, çürümüş ve hiçbir zaman
kurtarılamayacak o kitlelere -ne gariptir, dışarıda erkek şiddetini boğazımıza dizen kalabalığa ait kişiler bunlar- hoş (!) vakit geçirtebilmek için genelde bir parçadan oluşan 'seksi' giysiler içinde, makyajlara boğarak, yok etmeye çalışarak asıl yüzlerini ve topuklu ayakkabılar üzerinde masa masa dolaşıyorlardı. ne kadar da yakındılar bana, bu kadınlar. içlerinde yerleşiveren ve hiç gitmeyecek yanılgılar, ezilmeler, dışlanmalar ve itilmeler onları nasıl da büyütmüş. yaşamın farkındalar ve bu dünyada, cam pabuçlarını evlerinde bırakıp acı içinde yaşayıp gidiyorlar. yaşayamıyorlar aslında. her gün lanetler okuyarak uyanıyorlar; topluma, tanrılarına, yaşama. (25 eylül- ank.) XXIX. bütün ruh üşümelerimi ve yolculuklarda uğradığım tecavüzleri anımsıyorum. geride ayak izlerimden başka hiçbir şey kalmadı. o izler de ne duruyor sanki; sanki geri döneceğim. (27 eylülank.) XXX. kardeş kokulu saçlı adam'a: ne zaman sonra yine ne güzeldiniz. uçsuz bucaksızdınız. yanaklarınızdaki sakallarınızı kesmişsiniz, bir tek çenenizde güneşe doğru duran sarı tüyleriniz kalmıştı. bugün daha yakındım size. otobüsün nefes almamı güçsüz kılan -bir gün tıkanıp kalmış ve ölmüştüm!- kalabalığı zorla sizin yanınıza atmıştı beni. saçlarım dağınık ve telaşlıydı. size ne kadar yakın duruyorsam da uçurumda bir o kadar derindi. başımı sarkıttım yukarıdan, seslendim size, duymadınız, gelmediniz. (…) ve elleriniz -uzun, kalın parmaklarınız vardı. hep kadife ceket giyerdiniz. kahverengi. kül rengi tüylerinize nasıl da uyardı giysileriniz. size kahverengili adam derlerdi. gözleriniz de kahverengi. KAHVERENGİ: sürekli bekleyişin ve sonuçsuz bekleyişin tortulu rengi. umutsuz. öylesine. (7 ekim- ank.) XXXI. ne zaman sonra, bir kez daha KAOS'taydım. ama bugünkü ziyaret, başlangıç çok daha anlamlı ve güçlüydü varoluşum da öyle anılar canlı değildi. (Anılar zaten ölüdür. öldürür, önce yaşlandırıp.) ilk aşka dair ya da kabul edişimden önceki duruşumla ilgili anlar yani. rahatsız etmiyordu bu başlangıç. bir de yapmak istediklerimi biliyor olmam ve KAOS'a dair yargılarımı, bir zamanlar kurduğum küçük tepe krallığımı yıkıp yok etmem: ARTIK! bugünkü halimi güçlü kılmamda etkendi ELBETTE. (11 ekim- ank.) XXXII. yahuda'ya: bugüne dek düştüğüm acıların dökümünü yaparsak varoluşumun ardında gözbebeklerimi büyüten bir diğer acı da senin aşkın oldu, olacak. "sen o'sun" dediğin gün(ler)de gülmüştüm sana -bilirsin kendimi alçaltmayı pek severim, övülmeyi de ama.
ama hep utanırım"ben o değilim" diye. sen ise inanmadın bana. şaşırdın, inkar ettin. bugün de ben bunu kabul edip eğiliyorum yüce aşkımın önünde: al beni ve kederlerinde yoğurup sevinçlerimde dağıt sevecenliğimi. bugün aşka umudun hâlâ var -ki hep olacak- ama burada, bu yaşamda yaşanılmıyor aşk. hep tek başına yaşamda; karşılıklı yalnızca filmlerde ve romanlarda. bunu anlayamadık işte. bu arada: evet, ben o'yum. (13 ekim- ank.) XXXIII. insanın oğulları ve (maalesef) kızları (da) bana sirk hayvanıymışım gibi bakıyorlar. dalga geçiyorlar, karşıma geçip gizliden gülüyorlar. aralarındaki fısıltılar beynimin içinde uğulduyor. sızlıyor her yanım. karıncalar basıyor tüm bedenimi. insanlar, üzücü yaratıklar, çok ağırlar bugün. herkes ama. öyle yorgunum ki. (5 kasımank.) XXXIV. nihayet boşalma gerçekleşti. nasıl bir kopuştu bu. 4.5 saat, ardarda, 100 kişiye yakın izleyicinin karşısında Kutsal Fahişe'yi oynadım. korkularım ve ölümlerim şimdilik sona erdi. doğumla birlikte öldürdüm canavarı. çürüme durduruldu. yeniden canlıyım. (21 kasım-ank.) XXXV. sardunya'ya: anımsadığım yüz öyle güzel, sıradan, hafif ve kendine ait. onu tanıyorum. zor değil bu. gözleri kapanmakta, ağırlaşıyor, öyle alışmış ki buna öyle kalmış gözkapakları. ağlamaya hazırlanan çocuk dudakları duruyor hemen altında. öyle incitilmiş ve çaresiz ki. ağlayacak neredeyse. ağlarken yanında kimse olmayacak, farkında bunun. saçları eksilmiş -telaştan farkında değil geciktirdiklerinin, bu azalmışlığın da-. yalnızca kaybolmuşluğunu biliyor bu adam. öyle yalnız. öyle hazır. BANA. yalnızca bana. (1 aralık- ank.) XXXVI. sardunya'ya: siz her su veren ele açan üzücü çiçek. köklerinizden söküp öldürüyorum sizi de. (6 aralık- ank.) XXXVII. bir ölüyüm bugün. sıradan bir ölü. hiç kimseyi aldatmadım ben, hep aldatıldım. kapıları iyice kapıyorum soğuk girmesin içeriye DİYE. şiddet öyküleri kurguluyorum bugün. terklerin sonundayım. artık ben terk edeceğim. (yapamazsın ki. yapamazsın ki. hehe... he.). azar azar öleceğim. gitgide. (8 aralık- ank.) XXXVIII. benim söylemek için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz, diyor Özdemir ASAF. XXXIX. hiçbir şey anlamadınız. öldüm. noktayı koyuyorum. bunların hepsi bir anı şimdi. hepsi ölü. ben de bir anıyım. ben de ölüyüm. (29 aralık- ank.) XL. İŞTE!
KAOS GL 55 / 25
Colin SPENCER* AIDS'in 1980'lerin başında ortaya çıkışı gay Çeviren: SELÇUK kültüründe dramatik değişimler yarattı. Clone Ankara kültürü inişe geçerken uzun süreli birlikteliklere
Eşcinsellere saldırı için AIDS yeni bir bahane oldu. AIDS'li bir eşcinsel avukatın işten atılması ve hakkını arama çevresinde insanların eşcinselliğe bakışını da sorgulayan Janothan Demme imzalı "Philedelphia" filminden bir sahne…
KAOS GL 55 / 26
duyulan özlem tek gecelik ilişkileri, tüketimciliği ve uyuşturucu kullanımını gözden düşürdü. Çok sayıda eşcinsel erkek eski yaşam tarzlarını bırakıp sadakat, arkadaşlık ve ağırbaşlılık gibi değerleri benimsedilerse de, bazıları için artık çok geçti. AIDS nedenli ilk ölümler New York'ta clone'lar arasında görüldü. Pek çok gay grubundakilerin yarıdan çoğu AIDS'ten öldü. AIDS'in ortaya çıkışı gay barlara büyük darbe vurdu. Birçoğu kapandı ya da müşteri gruplarını değiştirdiler. Hamamlar ve seks klüpleri sağlık memurlarınca kapatıldı. Gerek Amerika'da gerek İngiltere'de hükümetlerin AIDS'e yavaş ve yetersiz tepkileri gay erkekleri tekrar politize etti. Erkek eşcinseller önemsenmediklerini çünkü hâlâ baskı altında bir grup olduklarını gördüler. Daha fazlası heteroseksüel toplumdaki yaygın kanı AIDS'in ilahi bir ceza olduğuydu. Hatta heteroseksüel toplumun bir bölümü gay erkeklerin yavaşça ve işkence benzeri acılarla ölmesinden büyük keyif aldı. Eşcinsel erkekler kendilerine şu soruyu sormaya başladılar: "Bunca yıldan sonra değişen ne var?" AIDS Los Angeles'i New York kadar erken bir tarihte vurdu. İlk beş vaka 1981'de görüldü. 1990'a gelindiğinde Los Angeles, tüm Amerika'da New York'tan sonra en fazla AIDS vakasının görüldüğü kentti. Vakaların yüzde 95'inden fazlası gay ve biseksüel erkekler arasında görüldü. Yerel hükümet hastalığın ne kadar tehlikeli olduğunu eşcinseller ve uyuşturucu kullananlar gibi azınlıkların sorunlarına ilgisiz olduğu için göremedi. Hükümetin bu gevşekliği gayleri örgütlenmeye zorladı. Acı da olsa gay toplum bu korkunç krizle yüzleşmek zorunda kaldı. Artık seks rastgele ve özensiz yaşanamazdı. Dikkatli ve planlı olunmak zorundaydı. 1980'lerin sonuna doğru cinsel yollardan bulaşan hastalıklar ve hepatit B gayler ve
biseksüel erkekler arasında düşüşe geçti. Telefonda seks gibi daha güvenli cinsel pratikler yaygınlık kazandı. HIV felaketi gay toplumu dostları ve sevgilileri zamanından çok önce kaybetmenin acısıyla başbaşa bıraktı. Ölümün uzun ve acılı süreci ve ölümün kendisiyle başedilmek zorundaydı. 1988 yılında Los Angeles'in gay semtlerinde yapılan bir anket, konuşulan 300 gay ve biseksüel erkeğin ortalama 18 HIV bulaşmış tanıdığı olduğunu ortaya çıkardı. O günlerin bir tanığı şöyle diyordu: "Annebabalarımızdan daha fazla bizim ölen arkadaşlarımız vardı. Onlara artık cenazeler konusunda tavsiye verebilecek kadar deneyimliydik." Ancak bu felaketin bir de olumlu tarafı vardı. Gay topluma bir dayanışma duygusunu, kahramanlık ve fedakarlığı, kayıtsız bir heteroseksüel otoriteye karşı ayakta kalmasını öğretti. İngiltere'de ise 1983'ün ortasına gelindiğinde bilinen yirmi vaka vardı. Bu vakalar ertesi yıllarda sürecek bir paniğe yol açtı. Boyalı basın "eşcinsel vebası"ndan bahsediyordu. Hastane çalışanları histeriye kapılmış, ambulans şoförleri araçlarını dezenfekte etmiş, polisler kazalarda yaralanan gaylere hayat öpücüğü vermeyi reddetmiş, gay barlara yaptıkları baskınlarda koruyucu kıyafetler ve eldivenler giymişler, virüs kapan çocuklar okuldan atılmış, tiyatrolarda personel eşcinsel aktörlerle çalışmayı reddetmişti. 1986 yılında Manchester Komiser şefi AIDS'in yayılmasının nedeninin "dejenere ilişkiler" olduğunu söylüyor ve AIDS'e yakalananların kendi kabahatlerinin kurbanları olduğunu ilan ediyordu. Farklı baskı grupları tarafından barbarca önlemler teklif edildi. Risk altındaki tüm bilinen grupların testten geçirilmelerini ve hasta ya da ölmekte olanların tümüyle tecrit edilmeleri talep edildi. Bunun yanısıra ülkeye giriş yapan insanlara da test yapılması istendi. Tüm bunlara karşı mücadele etmek için ilk gay özyardım grupları oluşmaya başladı. AIDS'ten ölen ilk İngiliz'in anısına 1982 yılında The Terrence Higgins Trust kuruldu. Bu organizasyon AIDS konusundaki ilk ulusal çaplı konferansı 1984 yılında düzenlendi. Bir yıl sonra da devletten finansal yardım geldi. 1980'lerin sonuna gelindiğinde ABD'de AIDS'e yakalanan 100.000 kişi vardı ve bunların yarısı öldü. Ancak artık AIDS bir eşcinsel hastalığı olmaktan çıkmıştı. Artan sayıda nüfusun en yoksul ve siyah kesimlerinden insan AIDS'e yakalanıyordu. Doğu Afrika'da bir milyon kişinin
virüs taşıdığı tahmin edilmektedir. Toplum hâlâ AIDS'in nüfusun tümünü tehdit eden bir hastalık olduğunu ve tedavisi bulunmadığını kabul etmekte zorlanmaktadır. Ancak herkesin risk altında olduğu gerçeği homofobik tepkiyi dizginlemedi. Gaylar hâlâ toplumun geri kalan bölümüne felaket getirmekle suçlanmaktadır. Son ikibin yıldır olduğu gibi eşcinseller yine felaket dönemlerinin vazgeçilmez günah keçileri olmuşlardı.
1980’lerde İngiliz Toplumu 1980'li yıllarda İngiliz toplumu daha fazla homofobikleşti. Yapılan anketler eşcinsel karşıtı duyguların sürekli arttığını ortaya koydu. 1967 yılında yapılan yasa değişikliği mahrem alanda yapılan eşcinsel edimleri yasallaştırmıştı ancak eşcinsel yurttaşlara hiçbir şekilde heteroseksüellerle eşit haklar tanımamıştı. Bu reform onları iş yerinde ayrımcılıktan, hoşgörüsüzlükten ve şiddetten korumuyordu. İnsanlar aynı yasanın heteroseksüeller ve eşcinsellere farklı uygulanışından zarar görmekteydiler. Bu adaletsizliğin en göze çarpanı cinsel ilişki için reşit olma yaşının heteroseksüeller için 16, eşcinseller içinse 21 olmasıydı. Bir diğeriyse şahısların ya da dergilerin, gazetelerin ya da organizasyonların eşcinselliğin reklamını yapma ve toplum ahlâkını bozma suçlamasıyla dava edilebilmeleriydi. Eşcinsellik orduda hâlâ yasaktır ve eğer bir lezbiyen ya da gay, gay bara girerken görülürse veya eşcinselliğini ele veren mektupları bulunursa ordudan atılmaktadırlar. Halbuki 1970'lerde ve 1980'lerin başında eşcinseller haklı olarak eşitlikçi bir toplumda yaşadıklarını düşünmüşlerdi. İşçi Partisi kontrolündeki belediyeler lezbiyen ve gayler için eşit fırsat politikalarını benimsiyor, gay merkezleri kuruyor ve bu merkezleri finanse ediyorlardı ve pozitif bir eşcinsellik imajı yayılıyordu. Bu durum 1984'den başlayarak değişti. Tehlikeli bir belanın yayılmakta olduğunu düşünen otoriteler işe gay kitaplarını toplatmakla başladılar. Bunu gay ve lezbiyen haklarına sempati beslediği bilinen İşçi Partisi adaylarının boyalı basın ve muhafazakârlarca saldırıya uğraması izledi. Muhafazakâr Parti ve medyanın büyük bölümü bu histeriyi kışkırttılar. 1987 seçimlerinden önce Capital gay dergisinde şunlar yazılıyordu: "Muhafazakârlara oy veren bir gay paskalya yemeğine oy veren bir hindiye benziyor." Otoritenin eşcinsellere karşı harekete geçmesi yönünde güçlü bir beklenti vardı ve 1980'lerde katıksız bir otoriter iş başındaydı -Margaret Thatcher. Üçüncü seçim zaferinden sonra 1987 yılında yapılan parti kongresinde Thatcher şöyle
diyordu: "Geleneksel ahlâk değerlerine saygı duymayı öğrenmeleri gerekirken, çocuklara eşcinsel olmanın vazgeçilmez bir hak olduğu anlatılıyor." Bu eşcinsellere karşı harekete geçmek için yeşil ışığı yaktı. Sadece iki ay aradan sonra yeni bir yasa çıkarıldı. Bu yasa tüm lezbiyen ve gay organizasyonlarını dehşete düşürdü. Eşcinseller ve destekçileri protesto için yollara döküldüler. Ülkenin 280 seçkin ismi yasaya karşı The Independent'a protestolarını belirten bir ilân verdiler. Yasa eşcinselliğin yerel otoriteler tarafından 'teşvikini' engellemeyi amaçlıyordu. Gerçek amacıysa daha fazla eşitsizlik ve İşçi Partisini utandırmaktı. Yasaya göre yerel bir otorite A) bilinçli olarak eşcinselliği teşvik etmemeli ya da eşcinselliği teşvik amaçlı materyal basmamalı, B) herhangi bir okulda bir aile ilişkisinin taklidi olarak kabul edilebilir olduğu öğretisi teşvik edilmemeliydi. Bu tam da beklentileri karşılayan bir yasaydı. Yasa teklifini veren muhafazakâr milletvekili David Wilshire şunları söylüyordu: "Eşcinsellik halkın ödediği vergilerle reklam edilmekte ve bildiğimiz geleneksel aile saldırıya uğramaktadır." Toplum aile değerlerinin tehdit altında olduğunu hissediyordu ve Thatcher ve onun hükümeti bu değerlerin yılmaz savunucularıydılar. 1988 yılında yapılan bir ankette konuşulan kişilerden yüzde 60'ı eşcinselliğin bir yaşam tarzı olarak kabul edilemez olduğunu söylerken yüzde 34 tersini söylüyordu. Gazetelerde bir eşcinsel komplosunun varlığından bahsediliyordu. Gayler Nazi Almanya'sında yaşayan Yahudiler gibi hissetmeye başlamışlardı. Bu saldırılar yeni bir gay hakları organizasyonun doğuşunu hazırladı. Stonewall lobi grubunun amacı gay haklarını ve eşcinsel eşitliğini yeniden siyaset gündemine sokmaktı. Stonewall'un 1994 yılındaki araştırmasına göre 1986 yılından bu yana İngiltere'de 155 eşcinsel erkek öldürülmüştü. 1991 yılında yapılan bir araştırma lezbiyenlerin yüzde 44'ünün fiziksel saldırıyla tehdit edildiklerini yüzde 72'sinin ise sözlü tacize uğradıklarını ortaya çıkardı. 1992 yılında Lewisham'da yapılan bir ankette gay erkeklerin cinselliklerinden ötürü yüzde 81'inin sözlü yüzde 45'inin de fiziksel saldırıya uğradıklarını ortaya çıkardı. 1991 ve 1994 arasında 260 eşcinsel ordudan atıldı. Guardian, 5 Ağustos 1994 günkü sayısında şunları yazıyordu. "Kendisini korumakla görevli olduğu toplumun toplumsal ve ahlâki değerlerinden koparan bir ordu kendi temellerini çürütür." Ancak ordunun kendisini toplumdan kopardığı ve Guardian'ın mı yoksa ordunun mu toplumun çoğunluğunun duygu ve düşüncelerini yansıttığı bir soru işareti olarak durmaktadır.
*Homosexuality: A History, Fourth Estate, London, 1995
KAOS GL 55 / 27
Yıllardır en samimi olduğum arkadaşım Bahattin ile
COŞKUN evlerimiz çok yakındır. Yakınımızda başka bir İstanbul eşcinsel olmadığından onunla yıllardır zoraki arkadaşız. Bahattin'in adı, iriyarı vücuduyla uyumludur ama, bir kadın kadar ince olan ruhuyla asla. Bu nedenle ben Bahattin'e Neriman derim.
Neriman ile benim tek hayat bağlarımız erkeklerle yaptığımız sekstir. Bize göre yaşamak erkeklerle oynaşmaktır. Bunun dışında ne bir sosyal yaşam, ne bir spor, ne de başka bir eğlencemiz yoktur. Varsa yoksa erkekler. Neriman ile iki kızkardeş gibi birbirimizi severiz de erkekler sözkonusu olunca iki elti, iki kuma gibi hırlaşır dururuz. Hiç tanımadığımız bir erkeği, bir gecelik ilişki için paylaşamaz, Neriman'la bir anda kanlı bıçaklı oluruz. Ertesi gün erkek gitmiştir. Bizimse ellerimiz yine koynumuzda. Çaresiz barışırız. Yine her akşam onun evinde oturur, kendilerini toplumdan soyutlamış iki eşcinsel olarak, birbirimizin yalnızlığını paylaşırız. Karşılıklı sevgimiz ve samimiyetimiz yeni bir erkekle karşılaşıncaya kadar devam eder. Sonra yine kavga ve ardından zoraki gelen barış. Neriman beni çok kıskanır. Haftada ben bir kişiyle yatsam, o üç kişiyle yatar. Ben üç kişiyle yatsam, o mutlaka beş kişiyle yatacaktır. Neriman, evi olduğu için benden daha rahattır. Hiçbir akşam eve eli boş gitmez. İş çıkışında, tramvaydan kör topal ne bulursa evine götürür, yer; sonra hemen bana telefon açıp "ay şekerim artık içime üç parmağım birden giriyor, çok genişledim, na'pıcam?" diye söylenerek güya bana dert yanar ama, gerçekte amacı kıskançlıktan beni çatlatmaktır. Bu karşılıklı nispet sonucunda ben son üç yılda yüze yakın erkekle yattım. Neriman'ın yattıklarını tespit etmek için ise ya sayım memuru olmak gerekir ya da anüsüne koli-metre takılmalıdır. Ama allah biliyor, ne yaptıysak erkekleri sevdiğimizden yaptık. Bugüne kadar hiçbir erkeğin kör kuruşunu dahi aldıysak namerdiz. Bir akşam yine Neriman'la oturmuş, son haftanın bilançosunu tartışıyorduk. Gerek Neriman'ın ve gerekse benim, ilişkilerimizde ciddi bir azalma olmuştu. "Endişeye gerek yok, zaman zaman piyasa durgunlaşabilir, moralimizi bozmayalım" dedim. Neriman ise geçen gün bir travesti arkadaşımızı görmüş, altında bir tempra. Travesti sekse doymuş, parasız parmağını oynatmıyormuş.
KAOS GL 55 / 28
Biz bedava veriyoruz ya, işte o nedenle kıymetimiz bilinmiyormuş. Biz de orospuluk yapsak yani dolgun bir ücret istesek erkekler bizim de peşimizden koşarlarmış. "Sahi koşarlar mı Neriman'cığım" dedim. "Tabi koşarlar ayol, bizde bu kaş, bu göz, bu muamele varken, ne eksiğimiz var, orospuluk yapan travestilerden" dedi. Derin bir iç çekişten sonra "Desene yıllardır bedavaya gitmişiz Nerimancığım" dedim. "Yattığımız her kişiden hiç olmazsa bir paket sigara almış olsaydık, şimdi bir tekel bayii açmış olurduk." Ardından ben Neriman'a, Neriman bana iltifatlar yağdırarak iyice havaya girdik ve bir daha parasız ilişki yapmamak üzere birbirimize söz verdik. Birkaç gün sonra, bir akşamüzeri evdeyken içim daraldı. Hemen banyoda traş oldum, deri montumu ve çantamı alıp Taksim'e gittim. Parkta bir bankta otururken, hava kararmaya başlamıştı. Biraz ötede başka bir bankta ise esmer, iri bir inşaat işçisi oturuyordu. O sırada, önümüzden yüzü gözü boyalı, şen şakrak iki adet travesti geçerken, inşaat işçisinin gözlerinin faltaşı gibi açıldığını farkettim. Derken inşaat işçisi önce eliyle pantolonunun içindeki penisini bir iki kez avuçladı. Sonra da kalkıp travestilerin peşine takılınca, ben de kalkıp inşaat işçisinin peşine takıldım. Düşünün şimdi. En önde yüksek sesle konuşurken, ceviz büyüklüğündeki memelerini elleriyle hoplatıp duran iki travesti. Arkalarında ıslık çalarak yürüyen ve eliyle pantolonunun önünü avuçlayan inşaat işçisi. Onun da arkasında ise eliyle poposunu kaşıyan ve "ay, ay, ay çok yoruldum ayol!" diye inleyerek dikkat çekmeye çalışan ben. Bu sırayı hiç bozmadan parkın etrafında birkaç tur attık. Ama benim ne "ay!" demem işe yaradı, ne de "oy!" demem; inşaat işçisi hedefe kilitlenmiş roket gibi travestilere kilitlenmiş, gözü hiç beni farketmiyordu. Egosu tatmin olan travestiler caddeye çıkıp, kalabalığa karışınca, sevinçle koşarak inşaat işçisinin önüne geçtim. Artık hem travestiler gibi kırıtıyor, hem popomu kaşıyor ve hem de "ay, oy, ayol!" gibi iniltilerle şansımı sonuna kadar kullanmak istiyordum. Travestiler gözden kaybolunca, inşaat işçisi hedef değiştirdi ve bana yöneldi. Heyecandan perişan olmuştum. İnşaat işçisi yanıma geldi, eliyle önünü kaşırken bana "bu akşam boş musun?" dedi.
"Boşum" dedim. İnşaat işçisi "Kaç para istiyorsun?" diye sorunca, sevinçten uçacak gibi oldum. Düşünsenize, iri bir inşaat işçisiyle yatıcam ve üste para alıcam. Bunu duyunca Neriman'ın nasıl da çatlayacağını düşünüp, zevkten dört köşe oldum ve bu ilk profesyonel müşterimi kaçırmamak için "sen kaç para verirsen, razıyım" dedim. Çok az parası olduğunu söyledi. "Miktar önemli değil canım, siftah olsun" dedim. Otele gittik. Odaya girip de kapıyı kapayınca ben, derhal diz çöküp, Mustafa'nın fermuarına saldırdım. Onun kemerini çözmesini beklemeden, penisini fermuardan dışarı aldım ve annesinin memesini emen, aç kalmış bir yavru misali Mustafa'nın penisini emmeye başladım. Bu açlığım karşısında şaşkına dönen Mustafa "çok ateşliymişsin" dedi. Ardından, üstünüze afiyet, bana arkadan iki posta gittikten sonra, yorgunluktan sırtüstü yatağa düşüverdi. Ben de yatağın kenarına oturup, sırtüstü yatan Mustafa'nın boşalmış, yumuşamış, penisini yalancı emzik gibi ağzıma aldım. Mustafa nazik bir ses tonuyla "bırak bir saat uyuyayım, sonra devam ederiz" dedi. Çaresiz "peki" dedim. O tam uykuya dalacakken penisini tekrar usulca ağzıma aldım. Mustafa uyandı. Ben özür diledim. Saatimi elime aldım, onbeş dakika zar zor bekledikten sonra tekrar sessizce penisini yalamaya başladım. Sonunda, Mustafa oflayıp puflamaya başladı. Ama mümkün değil penisi ağzımdan bırakmıyor "cuk, cuk, cuk" emip duruyorum. İyice bunalan Mustafa, yataktan çıkıp, montunun cebinden sigarasını almaya gidince ben de annesinin peşinden koşan bir kedi yavrusu gibi, dizlerimin üzerinde dört ayak, peşinden koşturuyorum. O ayakta montunun ceplerini ararken ben dizlerimin üzerine kalkıp, penisini ağzıma almaya çalışıyorum. O ayağını sallıyor, git bırak beni diyor ama benden kurtulamıyor. İyice kızan Mustafa "yeter artık, hiç mi penis görmedin, ne biçim orospusun?" dedi. "Gördüm, ama böyle ballısını görmedim. Sen bu ballı penisinle adamın kralını düzer, üste de para alırsın" dedim.
Sigaram bittikten sonra, "hadi son postayı yapalım, ne olur gel" diye yalvarmaya başladım. Mustafa "hayır, çok geç kaldım, merak ederler, gitmeliyim" dedi. "Gitme, lütfen bir daha yapalım" diye yalvarınca "Öyleyse taksi paramı verirsin" dedi. "Veririm, vallahi veririm" diyerek cüzdanımdaki bütün parayı ona verdim ve odanın ortasında, çocuğun dizlerinin dibinde öne doğru eğildim. Nasıl yaptıysa yaptı, Mustafa son kez yorgun, şişmiş penisini içime soktu. O artık boşalamıyordu ama ben el yordamıyla iliklerime kadar boşaldım. Sonra giyindik. Büyük bir aceleyle Mustafa oteli terk etti. On kuruş kazanıcam diye geldiğim otelden meteliksiz olarak ayrıldım. Koştum, Neriman'ın evine gittim. Kapısının zilini amansızca çalarken "Bizden orospu olmaz, bizden orospu olmaz" diye bağırıyordum. Neriman telaşla kapıyı açtı. "Sus ayol, orospumorospu deme kapının önünde, duyan konukomşu bizi orospu sanacak" dedi. "Yok şekerim, yok, kim ne sanarsa sansın, bizden orospu olmaz" dedim ve başımdan geçenleri bir bir Neriman'a anlattım. Sonra fahişelik yapan travesti arkadaşımızı telefonla arayıp, önce olanları anlattık ve sonra ona akıl danıştık. Travesti arkadaşımız da "Yahu, orospu dediğin, biraz ağır başlı olur. Kendini naza çeker. Kendini ağırdan satar. Siz öyle değilsiniz ki şekerim. Gördüğünüz penise kıtlıktan çıkmış gibi saldırıyorsunuz. Daha doğrusu siz, erkek delisi olmuşsunuz. Üzgünüm çocuklar ama, maalesef sizden orospu olmaz!"
Demez olaydım. Önce "sigaram kalmamış" dedi. "Önemli değil, al bu parayı sigara alırsın" dedim. Bu esnada ben penisini emmeye devam ediyorum. "Karnım acıktı, bırak beni" dedi. "Önemli değil, al bu parayı, karnını doyurursun" dedim. Yatağa geçtik. Bir yandan ona iltifatlar yağdırırken, öte yandan yorulmuş, sünger gibi olmuş penisini buruşturup anüsüme sokmaya çalışıyordum. "Yahu dört defa boşaldım yeter artık" dedi Mustafa. Bu uyarıyı dikkate alıp, sigara paketindeki son sigarayı yaktım. Mustafa'ya havadan sudan, en çok da onun ne kadar yakışıklı olduğundan bahsettim.
KAOS GL 55 / 29
Yusuf CAN Aynı okulda okurduk. Hatta aynı sırada otururduk. şeyler yaşadık dostluğa dair. Severdi beni… Benim Karaman Sevmezdi beni. Konuşmazdı benimle. Sevmezdim için, sağlığım için kızardı bana. Sen taşıyamazsın dibelki o yıllarda onu. Adından başka bir tek bildiğim şeyi yoktu. Yanyanaydık. Ama uzaktık… Üç yıl, koskoca üç yıl yanında, oturduğumuz sırada geçse de, sevmedik birbirimizi. Onun dost bildikleri vardı… Benim yalnızlığım, onun sevgilisi vardı o zamanlar, benimse komplekslerim. Çok istediğim halde yazılı sınavlarda göstermezdi bana yazdıklarını. Şimdi sınavlarda bana yazdıklarını göstermeyen dost, çıkarmış yüreğini ve çıkarmış nokta noktasını bana göstermekte… Ne vakit oldu gurbete gönderdiler onu, okuyacaktı. Adam olacaktı. Gitti de… Giderken ağlamadım ardından ve giderken uğurlamadım bile onu. Gittiğini duymadım bile… Ne zaman mektubu geldi, o vakit anladım gittiğini… Yaz, diyordu mektubunda. Sevmezdim onu… Pek de yürekten yazmamıştım. Almış mektubumu. Yaz, diyordu yine. Yazdım. Yazdı, ben yine yazdım. Sevmediğim bu şahsın ne de güzel yüreği, ne de ılımlı havası vardı. Yürekti bu... Her dem soğuk kalamazdı ya sevgiye. İlk kez yürekten yazdım. Ve ilk kez yürekten yazdığına inandım. Ve yüreğimin kapılarını araladım. İlk kez izine geldi memleketime… İlk kez karşıladım onu… Memleketimde ilk kez sohbetin hazzına onunla vardım. Gözleri derindi… Resim isterdim, vermezdi… Söz verirdi gelirim diye ama gelmezdi. Tüylüydü vücudu. Yakasından taşardı dışarı… Utanmazdı. Sıkılmazdı. Dokundurmazdı. Aramızda bir mesafe vardı. Dosttuk. Ama yakınlaştırmazdı. Günler ona sevgiye gebe kaldırdı beni. Gebeydim aşka, muhabbete. Yıllarca dostluğunu yaşadım. Yazdık, yaşadık. Yaşadıkça dost kaldık. Dostluğun kutsallığına inandık. O Ankara'daydı, ben Karaman ilinde. Gidişlerinde ardından yanar olmuştum... Duyuramamıştım yangınlarımı ona. O hep hemşire kızın sevdasındaydı. Kıskanmıştım, yalan değil. O hep okulunun sevdasındaydı. O hep müslümanlığın sevdasındaydı. Namaz kıl diyordu. Kıldırıyordu. Ne ayıp ki ben Allah rızası için değil, onun hatırı için kılıyordum. O hep çiçeklerin, fidanların sevdasındaydı. Bense onunla olmanın. O hep selam verirdi eşe dosta, ve ben selam verdiği bu insanlara nefretle bakardım. Kıskanırdım insanlardan, dışarı çıkmak, onunla dışarı çıkmak istemezdim. Sevmediğim bu şahsı, böylesi seveceğimi asla bilemezdim. Ve yolum Ankara'ya düştü… Onun bulunduğu şehre… Gün gün görüştüm. Bilet parası bulamadığım oldu da, bulunduğu okula yayan yapıldak yürüdüm hep. Islandım, üşüdüm, aç kaldım. Ve beni sevdiğine inandım. Uğruna çekilen bu acıları kutsal saydım. Aynı şehirde iki yıl… Çok
KAOS GL 55 / 30
ye su taşıtmazdı bana. Hastalandığım demde başımda beklerdi. Gitmek zorundaydı. Bağlıydı okuluna. Bir gecesini verememişti bana Ankara'da. Üniformalarını çıkarır, benim elbiselerimi giyerdi bulunduğum pansiyonda. O gittikten sonra koklardım çıkardığı elbiseleri. Kuvvetliydi. Kaslıydı kolları. O kollar hiç sarılmazdı bana Ankara'da, hiç bedenimi sarmazdı. Kıllı vücudu, yeni çıkan tüylerime değmedi hiç… Ve yokluğu ile vurdu bana. Ama gelip vurmadı hiç... Ayrıldım Ankara'dan. Bütün umutlarım, okulum, gençliğim, geleceğim orada kalarak. Dostumu da bırakarak ayrıldım Ankara'dan. Otogar meydanında ilk kez sarılmıştım ona. İlk kez sarılmıştı bana. Ağlamıştı evet… Ağlamıştım yol boyu. Aşk mıydı bu? Bilemezdim. Bilmek istemedim. Ve dostum adam oldu da döndü Ankara'dan. Cadde boylarında konuştuk. Aynı sofradan yedik. Güldük. Ağladığını gördüm, ağladık. Ve beni, ben Yusuf'u yusuf eyledi. Şu son duvarı da kır be Yusuf dedi. Tanıyordu beni. Gülüşüm, umudum, dokunuşum, ona bakışım, yüreğimdeki onu ve bedenimdeki beni anlatmıştı ona. Ağzımdan duymak istedi. Duyamadı. Ben erkeğim, erkek seviyorum diyemedim. Ama duydu. Ama bildi erkeğim, benim yüreğimi. Aşkımı. Ve dedi ki, bizim bu birlikteliğimizde aşk var, muhabbet var, sevgi var, kardeşlik var. Bir yıl olmadı daha sıcaklığını tadalı. Kalbinin atışını hissetmiştim. Şaka yapıyor zannetmiştim. Yüreğine dokundum yüz yapıyordu. Yüreğim aynı. İstiyordu… İstiyordum… Belki pişmandı doruğa ulaştığında… Suskundu… Gözlerime bakmıyordu. Bense gözlerinden başka hiçbir yere bakmıyordum. Meğer ne güzelmiş dostum senin olmak, seninle olmak, senin sıcaklığına varmak… Şimdi uzaklarda dost bildiğim insan. Malatya'larda… Gitmeden evvel yandı, yandırdı beni. Hem vurdu bana, hem vurdu beni. Meğerse ne güzelmiş dostum seni öpmek, ne güzelmiş aynı yatağı paylaşmak, senin gömleğini çözmek, vücuduna yüz sürmek… Meğerse dostum ne güzelmiş ardından ağlamak, gelişini beklemek. Bir daha aynı yatağa girebilmenin umudunu taşımak. Bana dokunurken konuşmazdı, yüreği atardı. Bana dokunurken nefes nefese kalırdı. Ona dokunurken ölürdüm ben. "Duyuyor musun beni Parisli Amcam… Yüreğimin yangınını hissedebiliyor musun? İnsanı sevmek, insanı beklemek... Gidenin ardından ağlamak, ona şiirler yazmak. Seni de severler inşallah parislim, benim onu sevdiğim kadar, seni de beklerler amcam, benim onu beklediğim kadar… Seni seviyorum"
Şimdi hasretini çekerim sevdiğim insanın. Muşlu dostum duyarsa utanırım belki ama, sevmek sınırsız bu sınırlı yürekte. Gel civanım, gel yiğidim. Gel gülüm. Yatağımda tel saçın, yüreğimde acın. Gel yiğidim… Sana muhtacım.
Nihayet uzun zamandır merak ettiğim Budapeşte'yi görmek için bir fırsat elde etmiştim. Çok istemesem de Budapeşte'den otobüsle üç buçuk saat uzaklıktaki Viyana'yı da programıma aldım. Budapeşte 10 milyonluk Macaristan'ın Tuna nehrinin iki yanına yayılmış olan iki milyon nüfuslu en büyük ve en güzel şehri. Şehir Buda ve Peşt olarak ikiye ayrılıyor. Ben tabi ki gay mekanlarının daha fazla olduğu, hem de daha merkezi olan Peşt kısmında kalıyorum. Şehir geçmiş yüzyıllardan kalmış çok güzel binalarla dolu fakat birçoğu bakımsız kalmış. Tuna üzerindeki beş köprü iki yakayı birbirine bağlıyor, nehir üzerindeki Margitsziget Adası ise tam bir doğa ve spor cenneti; üstelik oldukça büyük bir ada. İnsanlar genelde temiz, düzgün kıyafetli ve saygılı. Gençleri çağı yakalamış ve havalı, bir çoğunu cep telefonu ile konuşurken görüyorsunuz. Sokaklar temiz, düzenli, şehir içi ulaşım metro ve tramvaylar sayesinde rahat. İnsanlara şöyle sosyolojik açıdan bir bakmayı denerseniz heteroseksüellerin oldukça rahat olduğunu görüyorsunuz; öpüşen çiftler, peep showlar, escort firmaları vs. İnsanlar özellikle gençler rahat davranıyorlar ve birbirlerine ilgisiz görünüyorlar. Örneğin mini eteği açılıp külodu tamamen ortaya çıkan bisikletçi genç kız olana müdahale etmeye gerek görmeyebiliyor. Fakat aynı özgür ve rahat ortamı eşcinsellerin de paylaştığını söyleyemem. Dört gün süresince eşcinsel olduğunu kafamdan geçirdiğim hiç kimseyle ya da çiftle karşılaşmadım, gay barlar dışında tabii. Macaristan hâlâ kapitalizme geçiş süreci içerisinde. Bu konuda Türkiye'den henüz oldukça gerideler, fakat sokaklarda birçok evsiz ve dilenciyle karşılaşmanız da zor değil. Buna rağmen Macaristan demokrasi, kültür ve sanat alanında bizden ileri. Örneğin iki milyonluk Budapeşte'de yüz kadar tiyatro var. Fakat bunca kültüre rağmen Macaristan'ın Avrupa'nın en ırkçı toplumlardan birini barındırdığını, yabancılara karşı çok da sıcak olmadıklarını orada yaşamakta olan iki ayrı yabancıdan duydum. Nazi döneminde iki milyon Yahudi'yi katledilmek üzere Almanya'ya yolladıklarını da duyunca şüphelerim arttı. Ama ben kulaktan dolma bilgilerle bir milleti karalamanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Nitekim çok sıcak ve ilgili Macarlar'la da tanıştım. Macaristan tatil yapmak için hâlâ Avrupa'nın en ucuz ülkelerinden birisi. Yiyecek, içecek, şehir içi
ulaşım gece hayatı bizde olduğunun kabaca yarı YUSUF fiyatlarında, hatta bazen daha bile ucuz. 1 Forint İstanbul (Macar parası) 900 TL civarında. Kahve (turistik yerler dışında) 100 Forint, gay barlarda bira 200 Forint, Big Mc menu 450 Forint, üç istasyonluk metro bileti ise 70 Forint. Konaklama olanakları arasında oteller dışında, ev pansiyonculuğu çok gelişmiş, evlerde oda fiyatları 3.000 - 7.000 Forint arası. Bir gay pansiyon da var fakat oda fiyatı 40 - 50 $ gibi. Sınırdan girerken vizemiz olmasına rağmen kalacak yer rezervasyonu soruluyor, önceden rezervasyon yapılmasını tavsiye ederim. Bu arada ortalama bir Macar 40.000 Forint maaş alıyor ve enflasyon yıllık bazda %10 gibi. Macarlar genellikle kumral ve sarışın tenliler, fakat kumrallar daha çok gibi. Arada sıkça esmerlere, çingenelere ve orada yaşayan Çinliler'e de rastlıyorsunuz. Yollarda eritici cinsten Macar çocukları ve ünü dünyaya yayılmış güzel Macar kızları yanınızdan umursamazca geçerken geri dönme ihtiyacı duyabilirsiniz. Gençlerin spora düşkünlüğünü de hesaba katarsanız hayalinizde çeşit çeşit idoller canlandırmanız daha kolay olabilir. Fazla sağa sola sapmadan gelelim Budapeşte'deki gay hayata.... Macar eşcinselleri özellikle son yıllarda bayağı organize olmuşlar. Budapeşte'de dört-beş adet aktivist grup var, bu grupların uğraşları sonucu Macar hükümeti eşcinsellere sınırlı da olsa bazı haklar veren "kayıtlı birliktelik" (yasal olmayan bir çeşit evlilik) hakkı tanımış. Gördüğüm kadarı ile eşcinseller birçok ülkede olduğu gibi burada da çoğunlukla barlarda ve saunalarda (daha doğrusu termal hamamlarda) biraraya geliyorlar. Henüz çoğunlukla lezbiyenlerin gittiği bir mekan yok. Açıkçasını söylemek gerekirse gay hayatını tahmin ettiğimden daha sönük buldum. Birkaç bar-kulüp, iki gay termal banyo, iki adet dergi ve bir gay-switchboard (telefon hattı)ları var. Action ve Darling bar dark roomları olan ve nerdeyse porno-videoya endesklenmiş en popüler iki yer. Darling'e giriş ücreti yok, bira 200 Forint. Action'da da giriş ücreti ve içki alma zorunluluğu yok fakat eğer bir içki alacaksanız en az 500 Forintlik (iki bira+bir kahve gibi) tüketim yapmanız zorunlu. Bu fiyatlar ve bu giriş koşulları biz Türk eşcinselleri için hayâl ötesi gibi birşey. Aslında birçok Avrupa şehri de bundan pek farklı değil....Neyse, barlardaki tipler çeşitli, bizde olduğu kadar feminen gayler yok gibi,
KAOS GL 55 / 31
barlarda sık sık rent boylara rastlıyorsunuz, pek büyük yerler olmadığından, herkesi bir anda görebiliyorsunuz. Bu mekanların dışında Budapeş'tede bir de gay genelevi var, hatta ilanlarına hetero dergilerde bile rastlayabiliyorsunuz. Barlarda ve termal hamamlarda insanlar arası diyalog minimum düzeyde, sanki herkes porno seyretmeye gelmiş, birbirlerine karşı pek ilgisiz duruyorlar, fakat birisi sizi beğenmişse gözlerini filmden alıyor ve size çevirip öyle kalıyor, eğer kazara siz de ona bakmışsanız bıkıp yorulmadan peşinizde dolaşıyor; tabii bunlar benim izlenimlerim. Bu arada Budapeşte gay barlarında yaşadığım üç ilginç rastlantıyı da sizlerle paylaşmak isterim : 1) Darling barda otururken yanıma gelip oturan uzun boylu sarışın çocuğun elinde bir ÇARŞI mağazası poşeti vardı. Hollandalı'ymış, İstanbul'u çok severmiş, sık sık gelirmiş ve Çarşı'dan alışveriş yaparmış. 2) Bu rastlantıdan sonra Action Bar'a gitmek üzere dışarı çıkarken, biraz önce video-room'da bana bakıp similyalarını tutan iki yaşlı gay "Türkçe olarak" bana nereli olduğumu sormasınlar mı ?! Şoktan kurtulmaya çalışırken adamın Türkoloji mezunu olduğunu öğrendim. Hem de benim de mezun olduğum İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nden, adam Macar'dı. 3) Durun daha bitmedi. Action Bar'a gidip oturduğumda barmen Alex nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu öğrenince bir İstanbul ve Türk erkekleri hastası olduğunu söyledi, sonra soğuk
KAOS GL 55 / 32
tavırları ile gidip videodaki klibi değiştirip yerine "EKO TV"den çekilmiş Türk "VALE" grubunun video kasetini koydu. Çocuk, Bülent Ersoy, İbrahim Erkal ve bilimum ismini bilmediğim şarkıcıların ve oynak Türk müziğinin müptelasıymış. Hatta bir ay falan sonra "Capella" adlı gay barda Bülent Ersoy taklidi ile Maazallah şarkısını Türkçe olarak söylemeye çalışacakmış, yani şov yapacakmış. Ne diyorsunuz? Topu topu beş yüz Türk'ün yaşadığı bir ülkede bu kadar rastlantı şaşırtıcı değil mi ? Her neyse, bunca bar tecrübesinden sonra bir de şu ünü ülke sınırlarını aşan termal hamamlarına gidip olayı gözlemlemek istedim. Uzun arayışlardan sonra hamamı yanlış köprünün dibinde aradığımı farkettim ve bu yüzden ancak kapanmasına yarım saat kala RACZ hamamına girebildim. Hamamda değişik sıcaklıklara sahip (32 C - 38 C arası) farklı büyüklüklerde dört havuz bulunuyor ve bu havuzların suları yeraltından gelen sıcak sularla sürekli yenileniyor. Herhalde temizdir diye düşündüm ve kendimi daire şeklindeki en büyük havuza bırakıverdim. Bu arada üzerinizde sadece önünüzü kapatan bir bez var, arkanız tamamen açık, bazıları tamamen çıplak ortalıkta geziniyor. Su çok güzel, sıcacık. Havuzun içi sırtını kenarlara yaslamış birbirini süzen erkeklerle dolu, bazıları yüzer gibi hareketler dahi yapabiliyor. Neyse benim suya girmemle havuzda bir canlanma başlıyor, su timsahları hareketlenmeye ve yanıma kadar gelmeye ve hatta bazıları dokunmaya başladılar mı kendimi 38 C'lik sıcak havuza zor atıyorum. O havuzda da benzer şeyler olunca o havuz senin bu havuz benim dolaşmaktan başka çare bulamadım. Bu arada bir tanesi sünnetli olduğumu görünce çabucak uzaklaştı. Orada birini beğenmiştim ama saunada bozulmasından korktuğum lenslerim yüzünden onunla birlikte saunaya giremedim. Ertesi gün Viyana'ya otobüsüm kalkacağı için çok da fazla üzülmedim, nasıl olsa acısını orada çıkarırım diye düşündüm. Devamı daha sonra…
BUDAPEŞTE GUIDE
*Internet Gay Enformasyon sayfası ; http://ourworld.compuserve.com/homepages/budapest/eguide.h tm * Gay Switchboard Budapest ; +36.30.323334 ( 16.00-20.00 ) E-mail: budapest@compuserve.com * Action Bar ; V. Magyar Utca 42 ( Tel : 266 91 48 ) * Darling Bar ; V. Szép Utca 1 ( Tel : 267 75 64 ) * Kiraly Bath ; II, Fo Utca 82-86 ( Tel : 202 36 88 ) * Racz Bath ; I, Hadnagy Utca 8-10 ( Tel: 156 13 22 )
Bakireliğim zamansızlıkta kaldı. Parmaklarım arsızca gezindi durdu çünkü. Tenin tenime değdi. Piyanonun tuşlarında gezinir gibi gövdemdeki her hareketin bir notaydı. Çığlıklarım ise söz. Düşlerimizi bölen belki de tarla kuşuydu. Mezarlarımızın üzerinde gezinen benekli ineklerdi. Dişleye dişleye dudaklarımızı, tükürüklerimizi ikram ede ede birbirimize saatlerce öpüşürdük önceleri. Bir volkan kızgın lavlarını püskürtürdü sonraları. Elim vajinanda ahenkle dans ederdi. Dilim ustaca gezinirdi klitorisinde. Her inleyişin bana yol olurdu, diğer inleyişlere açılan. Ölü kargaları toplardık o mor çimenlerden. Göbek ve bel çukurundaki gezinti uzar, büyür, dağ olurdu. Ah o ellerin. Emek veren, seven ellerin. Parmaklarını teker teker emmek, bir daha bir daha. Gözlerinin, içindeki yüreğinin eli bana gel işareti yaparken ağzım ağzına yapışırdı. Nefessizlikten ölene kadar devam ederdik. Beyaz şarabımız hazırdı. Buz gibi. Gülüm, balıklar tavada. Ne etsem tutturamıyordum salatanın limonunu. Uzaklarda bir bebek ağlardı. Sen zannederdim. Bebeğim ağlıyor der ve ben de ağlardım. Ağlama bebeğim sana meme vereceğim. İstediğin kadar em memelerimi, aşkın ve zevkin kekremsi tadını hisset. İki bulut çarpışırdı ve vajinalarımızdan yağmur yağardı. İçerdik o yağmuru. Yağmur gibi aziz ol kadınım. Akıllı kazla aptal kaz kavga ederdi. Galip gelen kurnaz tilki olurdu her zaman. Sırtını boyardım çikolatalı dondurmayla, yalardım. İki lezzeti aynı anda tadardım. En çok da vücudunun gül kokusunu severdim. Tenin pürüzsüz, tenin esmer, tenin çıldırtıcı. Bir kedi beni beklerdi nankörlük etmek için. Tanımadığım kişilerin mezarlarına giderdim. Her gün kendi ölüm ilanımı aradım gazetelerde. Şükür bugün de ölmemişim derdim. Bugün de kadınımın vajinasını ısırabileceğim derdim. Onların sevdasının sökülmüş tırnakları vardı. Bizden başka herkes, benim için de bir tırnak sökün derdi. Belki de onların kalplerine kazık çakmaktan zevk duyacaklardı. Ağzın benim, ağzın herşeyim. Dilini emmek zevklerin en büyüğü, defalarca. Islak öpüşler. Ağzımızda gül bahçesi açardı. Dikensiz rüya mavisi güller. Vücudun ne güzel kız senin. Sporla seviştin mi hiç. Sevgilim dilinle karate yap bana. Vücudum büyük bir şehvetle eğilsin ağzının önünde. Bir daha orgazm,
bir daha orgazm. Dayanamıyorum artık gel, yine Duygu ZAFER gel sev beni, okşa beni, öp beni. İstanbul Tren sesleri uyandırsın bizi. Yük vagonuna binelim. Orada da sevişelim, kendimizden geçelim. Güzel popona dokunayım saatlerce. Sen de bana gel sınırsızca, her tarafıma gel. Bilirsin en çok nerelerimden etkilendiğimi. Evet evet bebeğim. Etim de senin kemiğim de senin. Bu can sana kurban, bu yürek sana deli. Düşünme başka bedenlere yapılan işgalleri. Bu anın tadını çıkar. Hem bizim bedenlerimiz özgür. Belki de birbirimize tutsak. Ben sana sadık, sen bana sadık. Üzülürüm yabancı eller dokunursa, yabancı gözler bakarsa. Kıymetini bilelim mutlu tutsaklığımızın. Boşver alkışı. Gün gelir uyanırlar uykularından. Bir mavi böcek dolaşır kırmızı bulutlarda. Ellerim simsiyah olur ve sapsarı kan tükürürüm yollara. Öpüştür bulutları, vajinalarından yağmur yağsın. İç gülüm. Zevkin suyu bu. Küçülürüm, bedenine girerim, içine, muhteşem cinselliğine, daha içine. Bir dantel gibi işlerim seni. İpliklerinden beni örerim. Varlığını kimse bilmesin. Bir dağ evine mi kitlesem seni! O kadar bencil ve ilkel miyim acaba! Belki de deliyim. Sen de bu kadın güzelliği varken deli olmaya mecburum. "Ben sana mecburum." Vajinandan akan ılık tatlı sıvıya mecburum. Vajinanın ipeksi tüylerine mecburum. Sen benimsin ve helalimsin. Başkaları sana da bana da haram olsun. Aşkından bu yürek elinde asa, ayağında çarık dağlara mı vursun kendini? Soyun karanlığım gitsin. Soyun açlığım bitsin. Soyun susuzluğum dinsin. Bedeninin her lokmasının, her yudumunun tadını, keyfini çıkarayım. Dışarıda tozlu çimenler var. Yalınayak toprakta dolaş gel. Elektriğini boşalt. Kısa devre yapmasın bedenin. Öpeyim defalarca emekçi ellerinin içini, boynunu. Mesajla acısını dindireyim bacağının. Menisküsüne küs artık. Sarıl beyaz kadınına. İpekböceğin hediye etsin canını saçının tek teline. Nerede o eski İstanbul. Ben de eskilerde kaldım. Büyüdüm büyümesine ama, hâlâ küçüğüm saf duygularımla. Kalplerimiz aynı anda dursa ne güzel bir ölüm olurdu. Sen çıplak ben çıplak ve bedenlerimiz birbirine örtü olmuş. Siyah gecelerin, siyah enerjilerin, siyah sanatların kara kadını. Kara kadınım, kara şiirim. Dokunalım vücutlarımızın her yerine, öpelim, ısıralım, emelim, yalayalım.
KAOS GL 55 / 33
Dokundur vajinanı vajinama, sularımız buluşsun. Tuzlu sularımızda yıkanalım, o sularda ölelim, o sularda yaşayalım. Yüreğime işledin, vücudunda çıldırdım. Siyahla beyazın farkını gördüm. Düşümde ip atlardım, ip yılana dönüşürdü. Çıplak bedenimde dolaşırdı o muhteşem renkleri ve desenleri ile. Sonra yılan sen olurdu. En seksi yılan olurdun. Penceremi açar bütün güneşi alırdım eve. Sen güneşte bir başka güzeldin, karanlıkta bir başka güzel. Sen çiçekte de güzeldin çiğ tanelerinde de. Sen kendinde de güzeldin. Yıllar geçmiş ak düşmüş saçlarına ve karakteristik burnun karakterin olmuş. Dilim memelerinin çevresinde gezinir, hiç bıkmaz o nefis tattan. Bilir miydin bir zamanlar, telefonlar soğuğa ağlayacak ve kadınlar kadınları sevecek. İlişkileri nokta ile değil üç nokta ile sürecek. Kulak memelerini ısırmamdan çok zevk alırdın. Sen benim herşeyimden zevk alırdın. VAJİNA KOKUSU O kokuyu duyduğum an Bir an Bulutlanıveririm Uçuveririm O kokuyu duyduğum an Her an Duygu ZAFER
Sen İstanbul kadardın, İstanbul sen kokardı. Ben ikiniz kokardım. Kadehlere kanlarımızı doldururduk, şerefe der içerdik. Kan kokardık, kan biz kokardı. Kan cinsellik kokardı. Güzel kadın cinselliğinin güzel kadınlarıydık. Cinselliğimizi A'da başlatırdık Z'de bitiremezdik. Milyarlarca harf üretirdik. Ayak parmaklarımdan zevk almayı senden öğrendim. Yemek üzerine sigara içmeyi ve istekle yaşamayı öğrendim. Ben de sana hayatta kalman gerektiğini öğrettim. Bedenlerimizde tutkuyla zevkten erirdik. Ipıslak kaldık. Hep benim kal ölümsüz olayım. Mavi ile sarının birleşince yeşile döndüğünü göreyim. Bebeklerin saf kokusunu içime çekeyim. Alkolün keskin tadını boğazımda hissedeyim. Ama alkolün esiri olmayalım. Dağıtmayalım, çirkinleşmeyelim,
kusmayalım, sızmayalım. Yani ağzımızla içelim, dozunda bırakalım. Upuzun bir yolculukta ağzım. Kollarında; el bileklerinde, dirseklerinde, parmaklarında, omuzlarında, koltuk altlarında. Ağzım bacaklarında; ayak bileklerinde, diz kapaklarında, parmaklarında, kalçalarında. Dudaklarımı hisset. Ağzım alevlerde, kolların alevlerde. Ağzım alevlerde, bacakların alevlerde. Bütün vücudum yangınlarda, vücudun yangınlarda. Bedenindeki yolculuğumun son molası ebedi huzurum olsun. Dilim vajinanın ağzında dolaşsın. Yavaş yavaş içine gireyim. Başım dönsün güzel kadın kokundan. Ayrılmasın ağzım tatlı kadın organından. Kilometrelerce uzunlukta vücudun. Artık yolcusu değil hancısı olayım bu güzelliğin. Batıda bödül bir tırtıl rengârenk çoraplar giyerek erotik intiharlara sürüklenirdi. Doğuda seksi siyahi kızlar buz gibi egzotik morgda eski güzel kadınların cesedi ile sevişirdi. Bu arada güneyde bir oduncu, akşamüzeri bulduğu odunun en mahrem yerlerinin fotoğrafını çekerdi. Bizse sevgimizin kuzeyinin en derininde, bir lokma ekmeği, bir yudum suyu, bir nefeslik havayı paylaşırdık. Tavşan için havuç neyse biz de birbirimiz için oyduk. Sonsuza kadar büyük bir arzu ile seviştik ve yine seviştik. Arada sırada et krizimiz tuttu. Bu açlığı bedenlerimizi koklayarak, öperek, ısırarak, emerek ve yalayarak giderdik. Yatağımızda iki vajina ve dört meme vardı. Ne mutlu bize ki biz kadındık ve kadınları seviyorduk. Etrafta çöpe atılacak o kadar çok insan vardı ki bunlar hâlâ elekle su taşıyorlardı. Ne kadar günah çıkarsalar da; sevdasız gönülleri, şehvetsiz bedenleri ve tutucu beyinleri aforoza uğruyordu. Bense bu hayatın akbaba-leş ilişkisine tiksinerek bakar ve birbirimizi sevmemizin bütün huzuruyla güzel memelerimizin arasına yüzümü sokup tatlı bir uykuya dalardım. Rüyamda bana enerji veren vajinanın tatlı sıvısını içerdim. Uykudan uyanırdım ve … Oh evet bebeğim böyle çok güzel, devam et lütfen devam et… Ve sonsuza kadar büyük bir zaferle; alnımız ak, gece ay'ın gündüz bulut'ların dostluğunda uçsuz bucaksız sevgi deryalarında birbirimiz için yüzeriz. Bedenlerimizde gül, gönüllerimizde duygu ile. Bana verdiğin mutluluk için teşekkür ederim. Candan can yaratmak diye buna denir. Güzel gözlerinden defalarca defalarca öpüyorum.
KAOS GL 55 / 34
-Öykü TahliliÖYKÜ METNİ1 Bilgi erenlerinden biri anlatır ki; bir zamanlar nasihat meclisi kurar, dinleyenlerin gönüllerine irfan tohumlarını saçardım. Meclisime bir ihtiyar devam ediyordu. Bu vazifeden bir an bile geri durmaz, fakat daima ah çeker, yaş dökerdi. Bir dakika bile ahları gözyaşlarından ayrılmazdı. Birgün onu halvete çağırttım. Ağlayıp sızlamasının sebebini sordum. Bana şöyle anlattı: Ben genç köle ve cariye alıp satmakla uğraşan ve o yüzden geçinen bir adamdım. Bir gün üç yüz dinara küçük bir oğlan çocuğu aldım. Sanki dudakları şeker, yanakları parlak bir aydı; Annesi henüz ağzının sütünü yıkamamış, ağzı süt kokan bir yavruydu. Onu büyütüp yetiştirmek için yıllarca emek çektim. Güzellik ve dilberlik icabı olan naz ve edayı öğrendi; yüzünde şuhluk izleri alevlendi. Onu Yusuf peygamber gibi esir pazarına götürdüm. Müşterilerime onun huylarını, meziyetlerini sayıp döktüm. O sırada kılığından iyi bir adam olduğu anlaşılan yakışıklı bir süvari geldi. Atının eğeri üzerinde nazlı bir heykeli andırıyordu. Göz ucuyla çocuğa baktı, hemen yanına geldi. Ondan sordu: “Adın ne? Nerelisin? Ne gibi hünerler biliyorsun?” Sonra yüzünü bana döndü, kölenin fiyatını sordu. Ona dedim ki; “Her ne kadar güzellikte, yakışıkta bir altınsa da pahası tam ayarlı bir altındır.” Hiçbir şey söylemedi. Orada bulunanlardan gizleyerek elini çocuğun eline götürdü, avucuna bir şey sıkıştırdı. Gittikten sonra tartıya vurdum. Yüz dinar geldi. İkinci ve üçüncü günlerde de böyle yaptı. Üç yüz dinarı bulunca kendi kendime, kölenin sermayesini tamam verdi, dedim. Öyle görünüyor ki, genç adamın bu çocuğa gönlü düşmüş, fakat istediğim parayı vermeye kudreti yetmiyor. O pazardan ayrıldıktan sonra ben de durmadan arkasından koştum. Evini öğrendim, gece olunca kalktım. Çocuğu nefîs elbiselerle süsledim, hoş kokular sürdüm ve doğruca evine götürdüm, kapısını çaldım. Dışarı çıktı, bizi görünce şaşkın bir halde “Allahtanız ve ona döneceğiz” dedi. Sonra sordu: “Sizi hangi rüzgâr attı? Benim evimi size kim gösterdi?” Ben dedim ki; “Bazı şehzadeler çocuğa müşteri çıktılar. Aramızda uyuşamadık. Bu gece başına bir
felâket getireceklerinden korktum. Onu sana Zekeriya GÜN emanet edeceğim. Bu gece senin himayende Ankara rahatça uyusun.” Bana; “Sen de beraber gel, yanında bulun” dedi. Ben, çok ehemmiyetli bir işim olduğundan, orada kalamıyacağımdan bahisle çocuğu ona bırakarak ayrıldım. Evime döndüm. Kapımı kapadım. Şimdi başımı yastığa koymuş, bu gece iki sevdalı arasında geçecek macerayı düşünüyordum. eşcinsellik Bir kapı sesi geldi. Bu sesin arkasından köle konusunda titriyerek, ağlayarak içeri girdi. Hemen sordum: “Ne oldu sana? O delikanlı ile olan yoldaşlığınızın dinsel sonunda ne gibi bir hadise yüz gösterdi ki bu halde dogmalardan geri döndün? Çocuk anlattı: kaynaklanan “O babayiğit öldü, canını sevgilisine yolladı.” “Allah Allah, dedim, bu nasıl oldu?” Çocuk devam tutumun olumsuz olduğu etti: “Sen ayrıldıktan sonra beni içeriye götürdü, bana bir gerçektir. yemek hazırladı. Karnımı doyurdum. Ellerimi yıkadım. Benim için yatak serdi. Üzerime misk ve Yine dinsel gül suyu kokuları serpti ve beni uyuttu. Ondan sınıflardan olan sonra yanıma geldi, parmağını yanağımın üzerine sufîlerin bu koyarak; Yarabbi bu ne güzel, ne sevimli çocuk, konuda daha dedi ve ilâve etti: “Bunun sevgisiyle nefsimi ayaklandıran duygular ne insanî bir tutum kadar çirkindir. Fakat yüce Tanrı’nın azap ve sergilemeleri cezası her şeyden daha şiddetlidir. Bu geçici ise dikkat heveslere tutunanlar herkesten daha kara talihlidir.” Sonra “Allahtanız ve ona döneceğiz” diyerek tekrar çekicidir. Sufî diyalektiğin bir parmağını yanağıma koydu: “Biliyorum ki, bu son derece güzel bir delikanlıdır sonucudur bu ve arzuları uyandırmakta en son mertebeye varmıştır. Fakat lekesiz ve temiz bir ahlâk ondan durum; evrenin daha güzel ve bu faziletler için Tanrı’nın vâdettiği özünün “sevgi” sevap herşeyden üstündür.” olduğunu Bu sözleri mırıldandıktan sonra hemen yere düştü. vurgulayan Kendisini kımıldattım. Ölmüş, ebedî hayata sufîler için kavuşmuştu.” İhtiyar, bu vakayı hikâye ettikten sonra dedi ki; İşte bunun eşcinsel bütün bu gözyaşlarım o delikanlının hâtırasını veya andığım içindir. Çünkü onun namusu, temizliği, ruhunun inceliği asla hatırımdan çıkmıyor. Onun heteroseksüel güzel vasıfları, hoş tavırları, gözümün önünden karakteri, takılıp gitmiyor. Ben de ömrüm oldukça bu yolda yürümek kalınacak bir ve bu halde ölmek istiyorum.2”
nokta değildir.
TAHLİL
KAOS GL 55 / 35
ÖYKÜ KİŞİLERİ Anlatıcı: Öyküde “bilgi erenlerinden biri” olarak tanıtılan anlatıcının etrafında öğrencileri bulunan ve ders/sohbet halkaları kuran bir sufî olduğu anlaşılıyor. Molla Camî3’nin kendisi olduğunu düşünebiliriz. Köle Tüccarı: Öykünün asıl anlatıcısı. Önceleri köle tüccarıyken, öyküde anlatılan olaydan sonra bu işten vazgeçip Anlatıcı’nın derslerine katılan ve yaptığı işten pişmanlık duyan yaşlı bir kimse. Köle-oğlan: Öyküye konu olan anahtar kişi. Yazımızın başlığında belirtilen “Şeker dudaklı, ay yanaklı” çocuk. Yakışıklı Delikanlı: Oğlan’dan sonra öykünün ikinci anahtar kişisi. Eşcinsel eğilimleri olmasına rağmen, tanrısal aşka çok önem vermesi nedeniyle, eşcinselliğini şiddetle bastıran bir kişi. METİN İRDELEMESİ
Burada itici olan, kölelik kurumunun sorgulanmamasıdır. Fakat bu kurum, öykünün yazıldığı dönemin bir gerçeğidir ve öyküde yer alması, o toplumun sosyal yapısına ayna tutması açısından gerçekçidir. KAOS GL 55 / 36
a) Metnin Özellikleri: Öykü metnini irdelemeye başlamadan önce öykünün yer aldığı kitabın özelliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Baharistan, sufî bir yazarın kaleminden çıktığı için tamamen tasavvufî bir karakter taşır. Anlatılan öyküler, genellikle tasavvufî bir kıssadan hisse ile bitirilir. Tahlilini yaptığımız öykü de böyle bir kıssadan hisse ile bitmektedir. Bu yapıt, Sadî’nin Gülistan’ına nazire olarak yazılmıştır. Düzyazı şeklinde ve Farsça olarak kaleme alınmış olan yapıta yer yer şiirler de serpiştirilmiştir. Genellikle tanrısal aşk konusunu işleyen öykülerden oluşan bir yapıttır. Yazar bu konuyu işlerken, “mecazî aşk” örneklerinden yola çıkar. b) Tasavvufta Aşk Anlayışı: Burada tasavvufun aşk anlayışından söz etmek, öyküyü daha iyi anlamada bize yardımcı olacaktır. Sufîlerin anlayışında bir insanın diğer bir insana duyduğu her türlü aşk “mecazî”dir; semboliktir. Asıl aşk, tanrısal aşktır ve mecazî aşklar insanı tanrısal aşka götürür. İşte bu noktada mecazî aşkın eşcinsel bir karakter taşıması, bir sufî için sorun teşkil eder mi, sorusu akla gelecektir. Bu soruyu cevaplamaya çalışalım: Sufîlerin kaleme aldığı klasik yapıtlara baktığımızda eşcinsel aşkı anlatan çok sayıda öyküye rastlamaktayız.4 Bu öykülerde tanrısal aşkın öncülü olarak eşcinsel aşkın anlatılmasına sıkça rastlanır. Anlaşılan odur ki, sufîler tanrısal aşka ulaşmayı amaçlamışlardır, bu nedenle de onlar için aşkın eşcinsel veya heteroseksüel bir karakter taşıması önemsizdir. Tanrısal aşka ulaştırıcı bir araç olarak her türlü mecazî aşk da kutsanmaya değer.
Bu yaklaşımı insanî bir yaklaşım olarak görmek gerekir. Çünkü eşcinsellik konusunda dinsel dogmalardan kaynaklanan tutumun olumsuz olduğu bir gerçektir. Yine dinsel sınıflardan olan sufîlerin bu konuda daha insanî bir tutum sergilemeleri ise dikkat çekicidir. Sufî diyalektiğin bir sonucudur bu durum; evrenin özünün “sevgi” olduğunu vurgulayan sufîler için bunun eşcinsel veya heteroseksüel karakteri, takılıp kalınacak bir nokta değildir. c) Eşcinsel Tasvir: “Şeker dudaklı, ay yanaklı oğlan” öyküsü yakışıklı bir delikanlının son derece güzel bir oğlana duyduğu güçlü bir aşkı anlatır. Yazar, öyküsünde bir oğlanı, son derece homoerotik bir şiirle tasvir eder. Düzyazı bir metinde oğlan tasvirine sıra geldiğinde yazarın bunu şiirle gerçekleştirmesi dikkat çekicidir. Tasvirde eski edebiyatta güzellik unsuru olarak kabul edilen öğeler kullanılmıştır. Dudakları şekere, yanakları parlak bir aya benzetilmiş, daha ergenlik çağına yeni ayak bastığını vurgulayan cümleler kullanılmıştır. Bu noktanın önemi, eski edebiyatta eşcinsel arzuları kabartacak bir partnerin mutlaka küçük yaşta olması gerektiği yönündeki bir tür saplantıyı açığa çıkartmasından kaynaklanır. Söz konusu saplantıya, edebî metinlerin dışında eşcinsellikle ilgili eski metinlerin tümünde rastlanır.5 Ayrıca benzetme unsuru olarak Yusuf peygamber de kullanılmıştır. Çünkü bu peygamber yakışıklılığıyla ünlüdür ve eski edebiyatta daha çok erkek sevgililer için bir benzetme unsuru olarak kullanılır. Bu öyküde sadece Köle-oğlan değil, onun “alıcı”sı da tasvir edilir: Atının üzerinde nazlı bir heykel gibi duran yakışıklı bir süvaridir bu. d) Eşcinsel Sevginin İfadesi: Öyküde eşcinsel sevginin açığa vuruluş şekli mümkün olduğunca dolaysızdır. Köle olarak satılan bir oğlanı gören alıcı, önce ona duyduğu sevgiyi herkesin hissedebileceği bir şekilde göstermekten çekinmez. Yanına yaklaşır ve ona adını, memleketini ve “hünerlerini”, daha sonra da köle tüccarına “fiyatını” sorar. Herşey son derece doğal bir ortamda gerçekleşir. Burada itici olan, kölelik kurumunun sorgulanmamasıdır. Fakat bu kurum, öykünün yazıldığı dönemin bir gerçeğidir ve öyküde yer alması, o toplumun sosyal yapısına ayna tutması açısından gerçekçidir. e) Eşcinsel Sevgiye Yaklaşım: Eşcinsel aşka son derece olumlu yaklaşan cümleler yanında tanrısal aşkın dışındaki aşkların yol açabileceği “günah”lara da söz arasında değinen cümleler yer alır bu öyküde. Açıklamak
gerekirse, Yakışıklı Delikanlı’nın Köle-oğlan’a aşk derecesinde tutulduğunu anlayan Köle Tüccarı, üç defa satın almak için gelip de istediği parayı bir türlü çıkartamayan Delikanlı’ya bir “kıyak” yapar ve üçüncü gün Oğlan’ı Delikanlı’nın evine bizzat elleriyle götürür. Oğlan’a alıcı çıkan bazı şehzadelerle anlaşamadıklarını, bu yüzden ona bir kötülük yapmalarından korktuğunu söyleyerek onu Yakışıklı Delikanlı’ya “emanet” eder. Amacı, bir gecelik de olsa, ikisinin eşcinsel düzlemde yakınlığını sağlayabilmektir. Bunu ifade eden cümleleri ilginç ve içtendir; eve döndüğünde başını yastığa koyduğunu ve “iki sevdalı arasında geçecek macera”yı düşünerek bir tür haz aldığını belirtir. Buraya kadar, eşcinsel aşka son derece insanî bir edim olarak yaklaşıldığını görüyoruz. Fakat yazar bir sufîdir ve tasavvufun aşk anlayışına sahiptir. Ona göre, bu iki delikanlı arasındaki aşk da sonuçta mecazî bir aşktır ve mecazî aşkta kalındığı, tanrısal aşka ulaşılamadığı sürece insan “nefsini ayaklandıran duygular ve geçici hevesler”in etkisiyle “Tanrı’nın azap ve cezasını” hakettirecek fiiller işleyebilir. İşin bu yönünü son derece trajik bir şekilde anlatan Camî, Oğlan’a aşık olan Delikanlı’nın bir yandan da tanrısal aşka çok değer vermesinden dolayı içinde düştüğü sıkıntıyı önemle vurgular. Yazarın asıl vurgulamak istediği nokta da buradadır. Yakışıklı Delikanlı çocuğu evine alır, karnını doyurarak ve üzerine güzel kokular serperek ona sevgi gösterir. En önemlisi Köleoğlan’a parmak ucuyla da olsa dokunur. Köleoğlan’ı “son derece güzel ve arzuları kuvvetle uyandıran” bir partner olarak görmektedir. Bir yandan onunla ilişkiye girmek istemekte, bir yandan da Tanrı’dan korkmaktadır. Oğlan’a olan aşkı da şiddetlidir, Tanrı’dan korkusu (belki de Tanrı’ya duyduğu sevgi) de şiddetlidir. Sonuçta bu iki şiddetli duyguyu yoğun bir biçimde yaşayan ve eşcinsel duygularını/eğilimlerini şiddetle bastıran Yakışıklı Delikanlı “ölür”! Burada hemen dikkat çekmek istediğimiz bir nokta da, Camî’nin böyle bir durumu heteroseksüel ilişkiler için de aynı derecede geçerli görmesidir. Bunu hem metinden, hem de heteroseksüel aşkı anlatarak aynı sonuca vardığı diğer öykülerinden anlıyoruz. Ona göre bir eşcinsel de tanrısal aşka ulaşmak isteyebilir ve bu uğurda ele geçirdiği çok güzel fırsatları tepebilecek kadar güçlü bir irade sergileyebilir. Yoksa yazar, eşcinsel ilişkileri heteroseksüel ilişkilerden (=zina) daha kötü veya daha üstün görmemektedir. Vurgusu sırf tanrısal aşkın üstünlüğünedir. Diyalektiği tanrısal aşkla anlam kazanan bir sufî için de bundan başkası zaten düşünülemezdi.
Öykünün tasavvufî kıssadan hissesi işte burada ortaya çıkar. Yani asıl ulaşılması gereken tanrısal aşktır. Buna ulaşmak için gerekirse ölmelidir. Köle Tüccarı’nın dünyadan elini-eteğini çekmesi anlatılarak da vurgulanmak istenen husus, “nefis terbiyesi”nin gerekliliğidir. Artık yaşını başını almış bir insanın bu tavrı bir ölçüde anlaşılabilirse de gencecik bir delikanlının niçin ölmesi gerektiği noktası, sanırım, bizim asla anlayamayacağımız/kabul edemeyeceğimiz bir noktadır. Çünkü Tanrı’ya inananlar için o cezalandırıcı olduğu kadar bağışlayıcıdır da... Hatta bu özelliği cezalandırıcılığının önünde kabul edilir. Tanrı bir eşcinseli en iyi anlayabilecek varlıktır ve bunun için gerekli donanımlara da sahiptir aslında. SONUÇ Öyküde, eski edebiyatın sanat anlayışı son derece belirgindir. Bu tür metinlerde öne çıkan hususlar, Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan öyküsünde de öne çıkmıştır. Oğlan tasvirleri, çeşitli benzetmeler ve üç aşağı-beş yukarı öykü kişileri aynı gibidir. Asıl, bu öykünün eşcinsel aşka yaklaşımı önemlidir. Yazar, eşcinsel aşkla heteroseksüel aşk arasında bir fark gözetmemekte, tanrısal aşka ulaştırıcı olduğu ölçüde hepsini onaylamakta fakat tanrısal aşkı esas almaktadır. Onun için asıl hedef, ölüm pahasına da olsa tanrısal aşktır. Sonuçta aşkın kutsandığı bir metin olarak, bu öyküyü sevimli bulduğumuzu söyleyebiliriz. 1
Öykü aynen alıntılanmış, fakat, çevirisinde eksiklik görülen birkaç yere gerekli müdahaleler yapılmıştır. Ayrıca paragraf düzeni de yeniden ayarlanmıştır. 2 Molla Camî, Baharistan, Çeviri: M. Nuri Gencosman, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 385, Şark-İslam Klasikleri: 21, 2. Baskı, İstanbul, 1990, s. 131-135. 3 Horasanlı ünlü sufî. 1414-1442 yılları arasında yaşamıştır. Ünlü şair Ali-şir Nevâî onun talebelerindendir. Düzyazı yapıtları tefsirden tasavvufa ve müziğe kadar uzanan bir çeşitlilik gösterir. Vahdet-i vücut anlayışını savunan sufilerdendir. Yapıtlarını Farsça yazmıştır. (AnaBritannica-V, 278). 4 Özellikle yine Horasanlı bir sufî olan Ferideddin-i Attar (1142-1220)’ın İlâhiname’si, içinde çok sayıda homoerotik öykü barındırır. Bu öykülerden bir kısmını derlediğimiz bir yazı için bk. “Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Öyküler ve Eşcinsel Kültür II”, Kaos GL, Sayı: 53, Ocak, 1999, s. 30-34. 5 Murat Bardakçı’nın yayımladığı Dellaknâme-i Dilküşâ metni bu savımızı örneklendirebilecek en güzel metinlerden biridir. Bk. Bardakçı, Osmanlı’da Seks/Sarayda Gece Hayatı, Gür Yayıncılık, 6. Baskı, İstanbul, 1996, s. 95-100. Ayrıca bk. Gelibolulu Âlî, Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis, Çeviri: O. Şaik Gökyay, Tercüman Binbir Temel Eser Yayınları, İstanbul, 198., s. 59-60, 141-152, 161, 203-205.
bu iki şiddetli duyguyu yoğun bir biçimde yaşayan ve eşcinsel duygularını/eğilimlerini şiddetle bastıran Yakışıklı Delikanlı “ölür”! gencecik bir delikanlının niçin ölmesi gerektiği noktası, sanırım, bizim asla anlayamayacağımız/kabul edemeyeceğimiz bir noktadır. Çünkü Tanrı’ya inananlar için o cezalandırıcı olduğu kadar bağışlayıcıdır da... Hatta bu özelliği cezalandırıcılığının önünde kabul edilir. Tanrı bir eşcinseli en iyi anlayabilecek varlıktır ve bunun için gerekli donanımlara da sahiptir aslında.
KAOS GL 55 / 37
ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA
TEŞEKKÜR Lambda-İstanbul 6 kişi ve kurumun 6 ay ∇ AŞK ∇ TRANSSEKSÜELLİK BAHSİ ÜZERİNE-4 süreyle KAOS GL ∇ BİSEKSÜELLİK ∇ ANNEME EŞCİNSEL Dergisine aboneliği OLDUĞUMU SÖYLEYEBİLİRSİNİZ ARTIK ∇ BEN için 20.000.000.-TL NEYMİŞİM Kİ ABİ?! ∇ TECAVÜZE UĞRAMASAYDIM göndermiştir. EŞCİNSEL OLMAZ MIYDIM ACABA? ∇ KÜÇÜK BİR Adana'dan ÖYKÜ BU! (1-2) ∇ KİM HASTA ACABA? ∇ CAMILLE 5.000.000.-TL'lik ∇ AŞKI ÖLDÜRDÜK ∇ GÖKKUŞAĞININ ÖTE YANI posta pulu katkısında ∇ UYUŞTURUCUNUN DİĞER ADI: ÖLÜM ∇ VE bulunan Kaos GL SÜRGÜN EDİLDİLER İLKİN... (Şener) ∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? okuru arkadaşımıza GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN teşekkür ederiz. KARTPOSTALLAR (Salim), (Gülbeşeker) ∇ YEMEK 31 Ocak 1999 Pazar günü saat 16:00ŞİİRLER 20:30 arası "KAOS GİDİYORDUNUZ, AŞK DİYE BİR ŞEY, GİDENE GL Dostluk ve İNTİZAR, DÜŞ KAÇAMAĞI, İHANETİN BANA BAKAN Dayanışma Yemeği" TARAFI…, O İSE ÇOĞU ZAMAN…, MÜSRİF düzenledik. 73 BEKLENTİLER FERİŞTAHI, ŞİMDİ BURASI BÖYLE, kişinin katıldığı bu VIZIR, ÜŞÜME, YATAY ÜNLÜLER DİKEY EYLEMDE, yemek sonunda BÜK, hemen hemen BENİM DE BİR ŞARKIM VAR, herkes müthiş DANSIM, Dİ’Lİ GEÇMİŞ, SEVGÜLÜME ŞİİR YAZDIM eğlenmiş ve yeni yemek ne zaman sorusunu soruyordu. Yemeğin yapılacağı mekanı araştırırken aslında bizi hiç de şaşırtmayan LAMBDA İSTANBUL zorluklarla karşılaştık. HER AYIN İLK ÇARŞAMBASI TMMOB Mimarlar Odası DÜZENLEDİĞİ PARTİLERE Lokali yemek için bize, DEVAM EDİYOR! normalde gidip yiyip içeceğimizde ödeyeceğimiz 3 MART 1999 ÇARŞAMBA miktarın 2 katı bir fiyat "KAOS PARTİ" vererek "yemeğimizi orada 21:00-24:00 yapabileceğimizi!" söyledi. Daha sonra 7 NİSAN 1999 ÇARŞAMBA başvurduğumuz Hatay"SEKSENLER PARTİSİ" Der'in Lokali önce bizi 21:00-24:00 kabul etti ve üç değişik menü seçeneği bile sundu. YER: Görüşmemizin üzerinden Club 14, Talimhane/ Taksim henüz yarım saat geçmişti Davetiyeler daha önceden Lambda'dan ki telefonla "yemeğin temin edilirse 1.000.000.-, kapıda yapılamayacağını, Hatay2.000.000.- (Partiye Kaos GL dergisi ile Der yöneticilerinin adlarının gelenler için giriş yine 1.000.000.-içkiler çıkmasından çekindiklerini" hariç) Yerli içkiler 1.000.000.söyleyerek yemeği orada Organizasyon: Lambda İstanbul yapamayacağımızı belirttiler. Bizleri şaşırtmayan bu olaylar yılmamıza neden
KAOS GL 55 / 38
olmadı ve araştırmalarımız sonucu Gökyüzü Restoran ile anlaştık. Kişi başına 2.500.000.-TL'ye menü verdiler. 500.000.- TL KAOS GL'ye kalması için biletleri 3.000.000.-TL'den sattık ama yemek yaptığımız yer ile 100 kişi üzerinden konuşulduğu için (ki insaflı çıktılar ve 73 kişi geldiği için 80 kişi üzerinden para aldılar) 200.000.000.-TL restorana ödedik. Şef garsona 12 milyon, şarkıcıya 10 milyon ödememiz sonucu yemek sonrası dergiye kala kala 13.000.000.-TL kalmıştı. Yemek dolayısıyla İstanbul'dan bir arkadaşımız 20 milyon, Ankara'dan bir arkadaşımız 3 milyon, yine Ankara'dan bir arkadaşımız da 1 milyon lira katkıda bulundu. Yemeğe Adana, Antalya, Denizli ve Manisa'dan arkadaşlar da katıldı. Bu arada yemek tarihinin okulların yarıyıl tatiline denk gelmesi dolayısıyla pek çok arkadaşımız memleketlerinde olduklarından katılamadılar. Bunların yanısıra Ankara'da olduğu halde "çeşitli kaygılar" taşıyıp yemeğe gelmeyenler de oldu. Eminiz yemek sonrası bu arkadaşlar kaygılarının yersiz olduğunu anlamış ve yeni bir yemeği merakla bekliyorlardır. Kısacası, eşcinsel ve heteroseksüeller olarak birlikte, lafta değil, gerçek anlamda bir "dostluk ve dayanışma" içerisinde bir "ilk" yemeği gerçekleştirdik. DOĞU PERİNÇEK'in EŞCİNSELLİK TEZLERİ Doğu Perinçek'in eşcinsellik ile ilgili tezleri Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmaya başlamadan önceki gün gazetede çıkan ilanı gördük. Eşcinsel gruplar olarak hemen birbirimize ulaşarak yazıyı haber verdik. Doğrusu hepimiz de nasıl bir yazı dizisi olacağını az çok kestiriyorduk. Yazı dizisi başladığında hiç yanılmadığımızı gördük. Peki görmezden gelip sessiz mi kalacaktık? Lambda İstanbul'dan arkadaşların Cumhuriyet Gazetesi ile görüşmeleri sonucu göndereceğimiz cevabi bir yazının yayınlanacağı haberini aldık. Derginin 3. sayfasından başlayan yazıyı hazırladık ve gazeteye yolladık. Gerek Doğu Perinçek'in yazı dizisini protesto eden, gerekse bizlerin hazırladığı metnin yayınlanmasını talep eden faks ve e-mailleri de gazeteye gönderdik. Hazırladığımız metin, Cumhuriyet Gazetesi'nde yine bir yazı dizisi olarak 9-10-11 Şubat 1999 tarihlerinde yayınlandı. TOPLANTI YERİMİZ Bir kafede toplanmamız nedeniyle uzun süredir toplantı adresimizi dergide yayınlayamıyorduk. Her ne kadar yeni toplantı yerimiz başka bir kafe olsa da buranın adresini duyurabiliyoruz: Sakal Sahaf Cafe, Olgunlar Sokak 12/2 Her Pazar saat 18.30'da başlayan toplantılarımıza bekliyoruz.
PERŞEMBE ANNELERİ Otuz küsur anneydiler. Otuzu da tek makyajı gülücükleri olan tertemiz yüzlü, otuzu da orta yaşın detayı sorulmayacak kadar üstü. Ve ana yürekleriyle, otuzu da ayrımcılık yapmakla suçladıkları sistemin oğullarına, kızlarına reva gördüğü haksızlık karşısında üzülmekle yetinmeyecek kadar güçlü. Britanya'nın dört bir yanından gelerek sessizce Westminster Sarayı'nın Aziz Stephen kapısı önünde toplandılar, soğuk bir Perşembe öğleye doğru. Taşınacak pankartları bölüştüler, atılacak sloganları seçtiler, çevrelerini saran gazetecilere dertlerini tüm ülkeye duyurmaları konusunda verecekleri destek için peşin teşekkürlerini sunmayı da ihmal etmediler. Derken, dekoru ansızın polisler tamamladı. Allahtan, hiçbiri anaların tepelerinde Azrail kesilmeye, ak düşmüş saçlarını coplara dolayıp onları yerlerde sürüklemeye programlanmamıştı. Hem zati topu topu iki, hadi sivilleri de katalım, bilemediniz beş taneydiler ve protestocuları boy göstermesi muhtemel karşı protestoculardan korumakla görevliydiler. Eşitlik, özgürlük ve sevgi çağrılarıyla yüklü pankartlar kalkmaya başlarken, arkalardan bir erkek sesi duyuldu; "Çocuklarınızın hepsi cehenneme! Çocuklarınızın hepsi şeytan!" diye bağıran. Polislerden teki yaşlı sesin eli İncil tutan, her boka maydanoz tipli, yarı bunak sahibini bulur bulmaz, anaları kızdırmaktan ziyade güldürmeyi başaran adama provokatörlük yapmamasını, aksi halde derhal tutuklanacağını söyledi. Nihayetinde karşı protestocu sesini kesti, esas protestocular seslerini yükseltti. Biri "Yasada ayrımcılık varsa, bu ülkede adalet yok" diye haykırdı. Bir başkası, "Bırakın evlatlarımız sevgiden mahrum kalmasın!" diye. Açık sözlü bir diğeri ise "Sırf eşcinsel olduğu için oğlumu cezalandıramaz, cinsel hayatını iki yıl geç başlatamazsınız!" diye. Uzun lafın kısası, Perşembe annelerinin derdi, eşcinsel ilişki kurma yaşının 18'den 16'ya indirilmemesi, yıllardır bir türlü heteroseksüel ilişki kurma yaşına eşitlenmemesiydi. Annelerin evlat sevgisi her ülkede aynı, ama Britanya'dakilerle Türkiye'dekilerin hem dertleri, hem günleri, hem de polisten gördükleri ilgi epey bir farklı. Ne dersiniz, Perşembe ile Cumartesi arasındaki uçurumun böylesine derin olmasına şaşılmaz mı? (Radikal Gazetesi, Eralp Baydar, 19 Şubat 1999)
Eşcinsel politikacı evleniyor. Danimarka'da sosyal demokratların lideri Torben Lund'un erkek arkadaşıyla evlenmeye hazırlandığı öne sürüldü. Bir gazete haberine göre eski Sağlık Bakanı Torben Lund, 13 Mart tarihinde üniversite öğrencisi sevgilisiyle nikah masasına oturmaya hazırlanıyor. Lund'un önceki evliliklerinden iki kızı var. Danimarka'da eşcinsel evlilikleri 1989'dan bu yana yasal. (Hürriyet Gazetesi, 4 Şubat 1999) Fransa'da Tarihi AIDS Davası
Fransa'nın üç önde gelen politikacısı (halen millet meclisi başkanı, 1985 yılında da başbakan olan, Fransız Sosyalist Parti üyesi Laurent Fabius, aynı dönem hükümetinin Sosyal İşler Bakanı Georgina Dufoix ve kendisine bağlı bakan yetkisinde Sağlıktan sorumlu Devlet Sekreteri Edmond Herve) kan yo-luyla binlerce kişinin AIDS virüsü kapmasına yol açarak kasıtsız a-dam öldürmek, kişinin fiziksel bütün-lüğüne istemeden tecavüz ve en ö-nemlisi ihmalkârlık suçlamalarıyla 1942 yılından bu yana ilk kez kurulan Cumhuriyet (Yüce) Adalet Di-vanı'nda yargılanıyorlar. (10 Şubat 1999, Cumhuriyet) Kızılay'ın Ödeyeceği Tazminat Yargıtay, İzmirli Neşe ve Nazif Oyal çiftinin 2.5 yaşındaki çocuğu Yiğit'e AIDS'li kan verildiği gerekçesiyle Kızılay'ın 75 milyar lira tazminat cezasına çarptırılmasını onaylamasını caydırıcılık gerekçesine dayandırdı. Yargıtay'ın yayımladığı gerekçeli kararda Kızılay'ın olayda kullanılan kanı, mevcut teknolojinin öngördüğü teste tabi tutmadığına işaret edilerek, manevi tazminat miktarının belirlenmesinde zarar görenin tatmin duygusunun karşılanması ve bu tür olayların tekrarlanmaması için caydırıcı olunması gereğine dikkat çekildi. Kızılay'ın, tazminat miktarının fazla olduğuna ilişkin temyiz istemlerinin de yanıtlandığı gerekçeli kararda, olayda çocuğun, annesinin ve babasının yaşamlarının çekilmez hale geldiğine işaret edildi.
Transeksüel Demet Demir, Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nden Beyoğlu Belediyesi Meclis Aday Adayı Gösterildi.
"Sırf eşcinsel olduğu için oğlumu cezalandıramaz, cinsel hayatını iki yıl geç başlatamazsınız!"
(13 Şubat 1999, Radikal, Cumhuriyet)
AIDS'li Kan Davası Kızılay Kan Merkezi'nden verilen AIDS'li kanın sezaryenle doğum sırasında kullanılmasıyla 2 bireyi AIDS'e yakalanan Siverekli Işıkgöz ailesinin 110 milyar liralık tazminat davasına devam edildi. Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesindeki duruşmaya Işıkgöz ailesi ile davalı Kızılay ve Sağlık Bakanlığı vekilleri katılmadı. Duruşmada, "kusur oranının saptanması amacıyla bilirkişi olarak atanan Ankara Üniversitesi'ne gönderilen dosyanın incelemesinin tamamlanmadığı" bildirildi. Mahkeme hakimi, dosyanın beklenmesi için duruşmayı erteledi. (10 Şubat 1999, Cumhuriyet)
KAOS GL 55 / 39
Tunca Arslan (Papirüs), Kemal Kenan Ergen (L-Manyak) ve Doğu Perinçek'in ardından eşcinsellere küfredenler kervanına Leman yazarı Nihat Genç de katıldı. Heteroseksist çirkefi örtmekte zorlanan entelektüel maskeler bir bir düşerken, daha kimlerle karşılaşacağımızı önümüzdeki süreçte birlikte göreceğiz. Nihat Genç, Eylül 1994'ten bu yana çıkan ve "Engürü"ye iki adımlık mesafedeki Dost Kitabevinde ilk sayısından bu yana satılan Kaos GL Dergisini nihayet 53. sayısında keşfediyor. Genç eşcinsellerin mâruz kaldığı heteroseksüel toplumsallaştırma ile ilgili ön kapağı, Irak'ın bombalanmasıyla ilgili arka kapağı, değişik konulardaki 17 yazıyı geçiyor ve aradığını Mektup-lar-dan bölümünde buluyor: Leman Dergisindeki homofobik ve cinsiyetçi karikatürler az gelmiş olmalıki Kangal'dan gelen bir mektuptan yaptığı iki cümlelik bir alıntıyla biz eşcinsellerin aslında ne kadar "ibne" olduğumuzu şıp diye yakalıyor ve eşcinsellerin bütün pisliklerini ortaya seriyor. Ortaya seriyor ki vatanını seven milletimizin gözünden kaçmasın! Sayın Nihat Genç, gay'i tırnak içine alıyor. Kaos GL'yi geçelim, tırnak içine aldığı sadece bir terim değil, biz eşcinsellerin hayatı, varlığıdır. Nihat Genç bunu bilmez mi? Onca kurumu eleştirdiği halde aynı heteroseksist düzenden beslenen Nihat Genç anlaşılan bunda bir sakınca görmüyor. Yıllar önce Alman milliyetçileri de, Alman eşcinsel kardeşlerimizi aynı zihniyetle tırnak içine almışlar ve toplama kamplarına yollamışlardı. Vatanını seven Nihat Genç'in kürtler konusunda ne kadar samimi olduğunu insan, gerçekten merak ediyor. Onca zulme, işkenceye, katliama rağmen ayakta kalmasalardı onları da mı tırnak içine alacaktı? Bir entelektüelin yaklaşımını ne zamandır güç dengeleri belirliyor? Sayın Nihat Genç, Kangal'dan yazan Mesut'un da, bizlerin de saklısı gizlisi bulunmuyor. Neyi deşifre ediyorsunuz? Beş yıldır bu dergiyi, her şeyi ama her şeyi tartışmak, bağımsız eşcinsel varoluşumuzu yaratmak için çıkarıyoruz. Yaşadığımız cinselliğimiz mideni mi bulandırıyor? (Bu ülkenin eşcinselleri keşke sandığınız gibi cinselliklerini yaşayabilseler!) Peki sizin gibilerin midesinin bulanmaması için cinselliğimizi nasıl yaşayacağımızı da öğretmeyi düşünüyor musunuz?
"Pislik Tutucular (Dokunulmazlar)" başlıklı yazınızda pek çok kuruma çok haklı eleştiriler getirmişsiniz. Bir paragrafla eşcinselliği de aradan çıkarma becerinize hayran kaldım! Sayın Genç, mesele "ibnelik" ise eşcinseller arasındaki ibnelerin sayısı, heteroseksüellerin arasındaki ibnelerin sayısından bir kişi fazla değildir. Aynı şekilde eşcinsel dünyadaki pislik, sizin de dahil olduğunuz heteroseksüel dünyadaki pislikten bir gram daha fazla değildir. Sayın Nihat Genç, bu ülkenin eşcinselleri "pislik tutucu" olmadıkları gibi dokunulmaz da değildirler. Bunu size anlatmanın bir anlamının olmadığının farkındayım. Oysa biraz insaf, biraz dürüstlük bunu anlamanıza yeterdi. Bu ülkenin eşcinselleri sizin de rantını yediğiniz heteroseksizmin gasp ettiği özgüven ve onurlarını geri almak için mücadele ediyorlar. Sayın Nihat Genç, yanılıyorsunuz, yalan söylüyorsunuz, şark kurnazlığı yapıyorsunuz, sol gösterip sağ vuruyorsunuz… Yazmaktan bıktığınızı yazıyorsunuz, biz eşcinseller de inan senin gibilerden bıktık… Leman çevresinin yıllardır sonu gelmeyen karı-kız-ibne muhabbetinden de bıktık… Sayın Nihat Genç, küfrünüze gerekçe hazırlamak için eşcinselliği "dokunulmazlar" listenize alıyorsunuz ama vatanını seven milletinizden, entelektüel maskeli sahtekârlara kadar insaf için söyleyin, eşcinsellere dokunmayan bir kurum mu var bu ülkede? Eşcinsel olduğu halde heteroseksist düzenden beslenenlerden hareketle homofobinize kılıf hazırlamayın. O kadar işbirlikçi her kesimden çıkar ve bunu siz de bilirsiniz. 12 Eylül zulmüyle yaşanan toplumsal deformasyon sürecinde at izinin it izine karışması beraberinde sahte geçişimleri getirmişti. Safların yeniden netleşmesi kaçınılmazdır ve er geç yaşanacaktır. Pisliği üretenler, gerektiğinde kurumları eleştirip, gerektiğinde o kurumların yeniden ürettiği egemen ideolojiden beslenmekte sakınca görmeyenlerdir. Eşcinsel kurtuluş mücadelemiz yükseldiğinde, bizim içimizdeki pislikler zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır; ya sizler suratlarınızdan akan çirkefi, entelektüel maskelerinizle daha ne zamana kadar gizleyebilirsiniz?
Gay'e EFENDİSİZ / Ankara
400.000.-TL