Türkiyeli Eşcinsellerin 2. Buluşması: BaharANKARA Kendine Önyargılı Lezbiyen ∇ Kadın ve Kimlik Anneme Eşcinsel Olduğumu Söyleyebilirsiniz Artık
AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ NİSAN 1999 YIL 5 SAYI 56 KAOS GL ilga üyesidir.
Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 Internet Adresi : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e-mail : kaosgl@ilga.org
İÇİNDEKİLER SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi Yaprak Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Can Kitabevi (Heykel) Ezgi (Altıparmak, Burç Pasajı) Kelepir (Sönmez İşhanı) BALIKESİR Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) Çağdaş Kırtasiye (Abdülgafur Cad.) İZMİR Kabile (Konak), İleri (Konak) İletişim (Alsancak), Mefisto (Alsancak) Kelepir (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto Pandora Kitabevi Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) AFM Müzik Kitabevi (Beyoğlu, Flaş Sinemaları Pasajı) ANKARA Dost, Bilim&Sanat, İmge İlhan İlhan, Kelepir (Konur 2) Kitabevleri
Eski sayılar Ankara ve İzmir İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı), İzmir Arkadaş Café’de. Dizgi: Atilla Karakış, Cem, Yeşim T. Başaran Düzelti: Gay’e Efendisiz Kapak: Atilla Karakış,
BaharANKARA için Önbilgi ve Çağrımız...................................................................................................3 Kendine Önyargılı Lezbiyen......................................................................................................................5 Kadın ve Kimlik .........................................................................................................................................7 Kitleselleşelim mi, Kurumsallaşalım mı?...................................................................................................8 Beden Masalları ......................................................................................................................................10 Eşcinsel İşaretler.....................................................................................................................................13 Okul Günleri… .......................................................................................................................................14 Aşk ..........................................................................................................................................................15 Degrorum Arcana Visa;… ......................................................................................................................16 Anneme Eşcinsel Olduğumu Söyleyebilirsiniz Artık................................................................................17 Tanıklık ...................................................................................................................................................18 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................19 Kutlu Olsun .............................................................................................................................................27 GL Kitaplığı .............................................................................................................................................27 Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür-V .............................................................................................28 NewYork Notları......................................................................................................................................30 Yaşamın İçinden Kartpostallar ................................................................................................................31 Haberler ..................................................................................................................................................34 KAOS GL'den..........................................................................................................................................38 Okuyun, Dinleyin, İzleyin.........................................................................................................................39
KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR. ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .
TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R
DERGİLER KAPALI ZARF İÇİNDE GÖNDERİLİR
SAPPHO’NUN KIZLARI : Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) SPARTAKÜS BURSA : Alişan Pali, P.K. 894, Ulucami, 16375 BURSA TURK-GAY (S.V.D.) : Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA TURK-GAY (RuhGeit) : Mustafa Arslan, Gerther Str. 52 44627 Herne ALMANYA LAMBDA İSTANBUL : P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) Fax: 0.212.224 37 92 LAMBDA İSTANBUL Her Pazar saat:18.00'de İstiklal Cad. Bekar Sokak, Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda (Sappho Bar'ın üst katı) toplanıyor.
24-25 Nisan 1999 tarihlerinde Ankara'da, Türkiyeli Eşcinsellerin 2. Buluşması "BaharANKARA" gerçekleştirilecektir. Buluşmayı KAOS GL Grubu organize etmektedir. Ankara dışından gelecek arkadaşların konaklama sorunu olmayacaktır. Çünkü KAOS GL ve Sappho'nun Kızları Grupları olarak ev sahipliği yapacağız. Buluşma programının tamamına katılmanızı arzu ederiz. Eğer 2 günlük programa katılma olanağınız yoksa, en azından 25 Nisan Pazar günü saat 17.30'da başlayacak olan ORTAK TOPLANTI'ya katılmanız bizleri sevindirecektir. Aşağıda verdiğimiz programın tamamına katılmak isteyen arkadaşların en geç 20 Nisan Salı gününe kadar bizimle iletişime geçmeleri gerekmektedir. Grubumuza ait bir telefon bulunmamaktadır. Bu nedenle size ulaşabileceğimiz bir telefonu (ya da e-mail adresinizi) ve sizi aramamızı istediğiniz saatleri bize faks, e-mail ya da APS ile bildirirseniz iletişime geçeriz. Programın tamamına katılmak isteyen arkadaşlar 23 Nisan Cuma akşamı da gelebilirler. Ankara dışından gelecek arkadaşların 24 Nisan Cumartesi sabah en geç 7.30'da Ankara tren garında ya da Ankara otobüs terminalinde olacak şekilde hareket etmeleri gerekmektedir. Her iki durumda da bizimle önceden iletişim kuran arkadaşlarımızı karşılayacağız. Ankara dışından gelecek arkadaşların, bulundukları şehirde bir eşcinsel oluşum varsa onlarla bağlantıya geçerek ya da iletişimde olduğu arkadaş çevresinden geleceklerle haberleşerek mümkün olduğunca birlikte gelmeleri terminal veya garda karşılama açısından bize kolaylık sağlayacaktır. 24 NİSAN 1999 CUMARTESİ: GÜNDÜZ: PİKNİK Otobüsle hareket sabah 8.30 Akşam 18.00 Ankara'ya dönüş Otobüs ücreti kişi başına gidiş-dönüş 1.000.000.-TL Havanın pikniğe uygun olmaması durumunda alternatif program düzenlenecektir. AKŞAM: İSTEYENE İSTEDİĞİ EĞLENCE; HAMAM: Piknik dönüşü (Ücreti 1.500.000.-TL) BAR: Giriş Ücreti (BaharANKARA katılımcılarına özel) 1.500.000.TL Piknik dönüşü akşam serbest olup, isteyen hamama, isteyen bara, isteyen her ikisine de gidebilir. Ayrıca misafir olacağı evde ya da herhangi bir kafede sohbeti tercih edebilir. Akşam yemeği misafir olunan evlerde yenebileceği gibi isteyen dışarıda yemeyi de tercih edebilir. 25 NİSAN 1999 PAZAR: Gün içinde kişiler kaldıkları evde kahvaltı edecekler. Toplantıya kadar da isterlerse kaldıkları kişiler eşliğinde şehir turu yapabilecekler.
KAOS GL 56 / 3
SAAT:17.30 ORTAK TOPLANTI Ortak Toplantı bir restorantta kokteyl-toplantı olarak gerçekleştirilecektir. Katılım ücreti kişi başına 1.500.000.-TL'dir. Bunun karşılığında bir ordövr tabağı ile 2 içki (cola, meyve suyu, bira, şarap, rakı vb.) verilecektir. Toplantı iki aşamalı olup; ilk bölümde çeşitli konularda tebliğler (gruplar ya da bireyler adına) sunulacaktır. İkinci bölümde bu konularda ya da serbest konularda tartışma ve fikir alış verişi gerçekleştirilecektir. Bizler KAOS Grubu olarak ilk aşamada şu konuları önermekteyiz: Çalışma Hayatı ve Eşcinsellik Memur, işçi ve yönetici arkadaşların sunumları Eğitim ve Eşcinsellik Kampüs grupları çalışmasında yer almış arkadaşlar "Üniversiteler ve Eşcinsellik" konulu bir tebliğ sunacaklar. Öğretmen arkadaşlar "Eğitim Dünyası ve Eşcinsellik" konulu bir tebliğ sunacaklar. Lise öğrencileri yine aynı konuda bir tebliğ sunacaklar. Medya ve Eşcinsellik KAOS GL Dergisi Lezbiyenlik ve Feminizm Bu konularda ya da seçilecek başka konularda tebliğ sunmak isteyen arkadaşların sunumlarının tamamını ya da özetini en geç 20 Nisan'a kadar elimizde olacak şekilde göndermeleri toplantıyı daha verimli kılacaktır. İlk bölümde bireysel olarak ya da gruplar adına söz alacak arkadaşların sunumlarının yazılı olması mecburidir. Bu metinlerin en az iki kopya olması gerekmektedir. Ayrıca toplantı sonunda katılımcıların kolayca cevaplayabileceği bir anket düzenlenecektir. YARARLI BİLGİLER: Ankara şehir içi ulaşım ücretleri: Otobüs, Ankaray, Metro : Tam : 100.000.-TL Öğrenci : 60.000.-TL Dolmuş : 150.000.-TL Kafelerde Ortalama Çay Fiyatı : 150.000.- ile 250.000.-TL arası Kafelerde Ortalama Kahve Fiyatı: 250.000.- ile 350.000.-TL arası Lokallerde Ortalama Bira Fiyatı: 400.000.-TL Döner-Köfte vb türü ekmek arası yiyecekler: 600.000.- ile 800.000.-TL arası Her türlü önerileriniz için bize ulaşabileceğiniz adresler: Mektup adresi: ALİ ÖZBAŞ, P.K. 53, Cebeci/ANKARA (Programa özel iletileriniz için APS kullanmanızı öneririz.) Faks: 0.312.363 90 41 E-Mail: kaosgl@geocities.com Bu programa katılmanızı ve önerilerinizi bekliyoruz. PROGRAMIMIZ BASINA KESİNLİKLE KAPALIDIR.
KAOS GL 56 / 4
Daha önce “lezbiyen”den anladığımın, aklına bir şekilde kadınlar düşmüş kadın, olduğunu anlatmıştım. Bir kadının erkeklerden de hoşlanıyor oluşu, kendine lezbiyen demeyişi, kadınlara ilgisini tanımlayamamış olması, bunların hiçbiri “lezbiyen” tanımımın dışında kalmıyor. Kendim gibi kadınlarla tanışıp, sohbet etmeye başlar hale geldiğim günlerde insanların bazı durumlarda birileri için “ama o biseksüel” demelerini hiç anlayamazdım. Bu cümlenin beni neden rahatsız ettiğini de anlayamazdım. Bu konu uzun süre kafamı kurcaladı. “Ama o biseksüel” olunca ne oluyordu? Kadının erkeklerden hoşlanan yanı, kadınlardan hoşlanan yanını paylaşmasına engel miydi? Erkeklerden de hoşlanan “bizden” değil miydi? Ama kadınlardan da hoşlanıyordu. Bizi “biz” yapan kadınlardan hoşlanmamız değil miydi? Kadınlara ilgisini yorumlayamamışsa ve belki de hayatı boyunca yorumlayamayacaksa “bizden” değil miydi? Bizi “biz” yapan kadınlara olan ilgimizi yorumlayamadığımız zamanlar değil miydi?
Yeşim T. BAŞARAN
benzediğini düşünebileceği örnekler görmemesi. Bir kadınla bir kadının nasıl sevgili olabileceğini Ankara tahayyül edememesi. Zaten aşk, seks birlikteliklerinde erkeklere avcı, kadınlara av olma görevi düştüğü için, lezbiyen av olması öğretilen bir dünyada nasıl lezbiyen olabileceğini bilemez, hele ki erkeklerin avcılıklarından bıkmışsa. Çünkü aşk nesnesi kadın olan bir hayalde heteroseksist toplumun izin verdiği, öğrettiği kadının avlanması gerektiğidir. Lezbiyen, kadına erkek bakışıyla, kendi bakmak istediği bakış arasında sıkışır, işin içinden çıkmak kolay değildir. Kendini henüz benimsememiş olduğu için hâlâ kendisine öteki olan lezbiyen onun için avcıdır, kendisiyle öteki olduğunu zannettiği lezbiyen arasında özdeşlik kuramadığından, lezbiyen olması gerektiği haline kendisini bir tutamadığından lezbiyenliğini kabullenemez. Zaten burdaki bakış, ötekinin kendi içinde “aynı” olduğunu zannetme hatasıdır ki, bu
“Lezbiyen”i tanımlarken, bir kadının, içini nasıl doldurursa doldursun kendine lezbiyen demesini mi bekleyeceğiz? O zaman “lezbiyenlik” üzerine politika yaparken bireysel zamanlar hakkında yanlışa düşeriz. Politika yapma biçimim, kadının lezbiyenliğini kabullenmesinin, benimsemesinin önündeki engelin heteroseksizm olduğunu da kapsıyorsa, şimdiki zamanda kendine lezbiyen demediği halde hayatı heteroseksizmden doğrudan etkilenen kadına “lezbiyen” diyorum. İnsanlar ötekiyi veya öteki zannettiği şeyi anlamaya çalışırken kafaları çok ilginç çalışıyor. Metalciler civcivleri ezen gaddar adamlardır, aleviler mum söndürme törenleri yaparlar, yahudiler zengin ve de hırsızdırlar, siyahlar aptaldır, sarışın kadınlar daha aptaldır, eşcinsel erkekler çocuk tacizcisidir, eşcinsel kadınlar kadın tacizcisidir... Ötekinin tuvalete gidebileceği, bir kafede senin çay içtiğin fincandan içmiş olabileceği, işyerinde oda arkadaşın olabileceği, bahar geldiğinde seninle aynı coşkuları hissedebileceği insanın aklına gelmez. Çünkü aklın kendin dışındaki gerçekleri anlayabilmesi için fazla çalışması gerekir. Ama etraftaki bozuk ideolojiler bu mekanizmanın çalışmasını engellerler. Bu nedenle, dünya tarihinde ötekiyle empati kurmayı başarmak, dünyanın yuvarlak olduğunun anlaşılmasından bu yana sen gündüzü yaşarken diğerlerinin uyuduğunu düşünmekle sınırlı genelde. Kendini benimsemekte zorluk çeken lezbiyenin önündeki engellerden biri, etrafında kendisine
KAOS GL 56 / 5
hata ötekine dair hep yapılır; dünyanın karanlık yüzünde sabahlayanların da olabileceği aklımıza sonradan gelir, ya da hiç gelmez. Lezbiyen, kendinde heteroseksüel olmayan yanı keşfettiği zaman, içinde öğretilenlerden ve beklentilerden farklı hislerin olduğunu farkeder, ama “eşcinsellerin de yaşama hakkı olduğunu” düşünen biri de olsa, kendini o ötekinin içinde nasıl tanımlayacağını bilemez. Aşk, seks birlikteliklerinde erkeklere seven, kadınlara da sevilen olmak öğretilir. Lezbiyen, kendi fizyolojisi içinde bir kadını sevmenin yollarının nasıl olduğunu bilemedikçe, kadına ilgisini kendine açıklayamaz. Lezbiyen cinselliği yok gibidir. Kadına kendi bedeni günahtır. Kadın bedeni üzerinde dolaşmasına izin verilen, onu menisiyle kirleten erkek elidir. Birbirini seven iki kadın düşleyebilmek, bunu erkek dünyanın atıklarından bağımsız yapabilmek yaratıcılık, özgüven, özbenimseme ister. Lezbiyen, bu dünyada yalnızdır, yol göstereni yoktur. Lezbiyen kendini benimsediği ölçüde hayallerinde özgürleşir, hayallerinde özgürleştiği ölçüde kendini benimser. Özbenimseme onun için öteki biçiminde konumlanan “lezbiyen”lerin ötekilikten çıkmasını gerektirir.
KAOS GL 56 / 6
Henüz kendini benimseyememiş lezbiyen, bir yandan lezbiyenlerle tanışmak isterken bir yandan da bundan ürker. Ne de olsa, aslında her an etrafında olduğunu bilmediği öteki ile karşılaşma anı lezbiyenin o ana kadarki hayatından kopuştur. Kafasındakileri benzerleriyle paylaşmak isterken, içten içe ötekine dair merak taşırken, bir yandan da “öteki ötekidir” işte. Öteki lezbiyendir, ama kendisi değil. Benzerleriyle tanışan lezbiyenler, genelde lezbiyenlerin öteki olduğunu zannetmekten vazgeçerler. Benzerleriyle birlikte olmak, kimseyle paylaşamadığı şeyleri başkalarından kendi hayatlarına dair dinlemek, hissettiği bir çok şeyi tek başına uydurmadığını görmek, lezbiyeni güçlü kılar. Tek başına yaşadıklarını her anlamda öznel zannettiği zamanlarda, lezbiyenin kendini dünyaya karşı savunabileceğini hissetmesi güçtür. Lezbiyenin kendine önyargısının yıkılması için, önce kendini öteki yapması, öteki ile iletişime geçmesi gerekmektedir. Kendine öğretilen dünyadan ne kadar çok uzaklaşırsa kendi benimseyebileceği dünyayı kurması o kadar olasıdır. Biz birbirimizle tanışıp arkadaş oldukça birbirimize yaptığımız budur, beraberce istediğimiz dünyanın hayalini kurmak, beklentilerimizi belirlemek ve bunun için çaba sarfetmek.
Bilgi toplumuna girerken insanların ‘bir’ olma sancılarından dolayı kendilerini bir toplulukta, bir oluşumda ‘biz’ içinde yoğurduklarını gözlüyoruz. İşte bu noktada kimlik sorunu ortaya çıkıyor. Kimlik nedir; nasıl edinilir; insan bir kimliğe neden ihtiyaç duyar ve neden o kimliğin içerisine kendini dahil eder; toplumun bireyin bu etiketi karşısında duruşu nedir?... İlkel komünal toplumlarda birey kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılayabildiği için herhangi bir topluluğun içerisine dahil olma gereği duymuyordu. İnsan ilişkileri geliştikçe ve insanların birbirlerine olan ihtiyaçları arttıkça buna paralel olarak sosyal etkileşimin yoğunlaşmasıyla birey ‘ben’ olarak toplum içindeki özerkliğini kaybetmeye ve yavaş yavaş topluma bağımlı hale gelmeye başladı. Artan işbölümü sosyal ilişkilere de yansıdı. Nüfusun hızla artışı, bilimin, teknolojinin, sanatın gelişimi insanın doğa karşısındaki çaresizliğini arttırdı. Birey hızla değişen bu ekonomik, sosyolojik ve psikolojik yapı karşısında bireysellikten kolektifliğe karşı kayma gösterdi. Aydınlanma çağıyla başlayan sosyal ve siyasal fikir akımları kolektif bütünlüklerin kutuplaşmasına neden oldu. Buna ek olarak insanlık tarihini kökten etkileyen din kavramı da ağırlığını sosyal yaşama yansıttığında birey daha doğduğu andan itibaren artık gayr-i ihtiyari bir gruba dahil oluyordu. Bu noktada yukarıdaki sorulara tekrar dönmek istiyorum. Kimlik nedir? Bireyin sahip olduğu tutumlara karşı o tutumları gözleyen insanlar bir bireysel değerlendirme sürecine girerler ve bu değerlendirmeler sonucunda algılayan birey algıladığı bireyin davranışlarına bir isim verir. Zaman içerisinde aynı tutumu gösteren diğer insanların da fikirleri birleştikçe toplumda o davranışa karşı genelgeçer bir duruş ortaya çıkar. Kimlik; bireyin sergilediği davranışları karşısında toplumun bu genel-geçer duruşudur. Buna paralel olaraktan merkezi tutumları benzer insanlar kendisine benzer bir diğer bireyin tutumuna verilmiş sosyal etiketi kabul eder hale gelir bu da o bireyin o kimliğe dahil olması anlamına gelir. Toplumda gözlenme olasılığı yüksek tutumlara (baskıyla ya da gönüllü olarak) sahip olan bireyler kendilerine verilen\verdikleri kimliğin dışında yaşam tarzına sahip bireyleri ve dolayısıyla da farklı kimlikleri (toplumsal erkin desteğiyle) yadırgayabilirler, baskı oluşturabilirler hatta yok etme çabasına bile girebilirler. Ataerkil bir yapı sergileyen toplumumuzda bugün biricik kimlik ve dolayısıyla yaşam tarzı olarak görülen ve bireylere empoze edilmeye çalışılan heteroseksizm, kendi dışında varoluş gösteren eşcinsel kimliğe yaşam alanı tanımamakta ve onu lanetlemektedir.
Kimlik, nesnel varoluşu olmayan sosyal algı gibi Tezer KANIK tamamen öznel bir değerlendirme sonucu oluşan bir Ankara etikettir. Dolayısıyla ‘ben’ olarak sevgi ve nefretlerini yaşayan birey bu etiket olsa da olmasa da birey bunu yaşamaya devam edecektir. Kimliğin siyasi bir duruş olarak oluşum göstermesi ise tamamen toplumdaki diğer bireylerin bu tutumlara olan davranışsal müdahaleleri ile bağlantılıdır. Önemli olan ‘biz’lerin bu derece içiçe girdiği kompleks bir yapı haline gelen toplumumuzda ‘ben’ olabilmeyi sürdürmektir çünkü “Kendini kuran bireyliğin devinimi gerçek dünyanın oluşumudur.”* Toplumsal kutuplaşmaların bu derece yoğun olduğu çağımızda istenmeyen bir tutuma sahip olan bir birey karşıt güçlü tehditkâr tutumlar karşısında kendisine yaşam alanı oluşturmak için kendisi gibi olan insanlara ihtiyaç duyar. Ülkemizde ve dünya ülkelerinde toplum içinde kadın cinsiyetine sahip olmak pek çok problemi beraberinde getirirken heteroseksist bir yapılanmaya karşın lezbiyen olmanın getirdiği bunalımlar kadınların daha fazla sosyal baskıyla karşılaşmasına neden olmaktadır. Kadın cinsiyetine sahipseniz çevrenizi algılamaya başladığınız andan itibaren cinsiyetçi öğretileriyle sizi biçimlendirmeye çalışan ailenize, okulda öğretmen ve arkadaşlarınıza, ileride mesleki çevrenize karşı sürekli bir kendini bulma savaşı vereceksiniz demektir. Kendi normlarıyla kadını biçimlendiren daha gerçekçi bir deyimle ‘fıtratından’ (yaradılışından) dolayı daha narin (!) olduğunu ifade eden ve bu nedenle erkeğine itaati mreden bir dolu yapılanmayla karşı karşıya kalan kadınlar kendilerine sadece cinsiyetinden dolayı belli bir değeri yüklemiş bu yapılanmada yeterince mutsuz olmaktadırlar. Kadınları seven bir kadın olmak en başta kendini kabul etme sürecini çok sancılı atlatma sıkıntısını ve ardından en güzel ve insanca duygularıyla kucakladığı aşkının lanetlenmiş olmasının mutsuzluğunu getirmektedir. Toplumumuzda heteroseksist yapıca ezilen, aşağılanan bir kimliğe sahip olan lezbiyenler tüm bu olumsuzluklar içinde birbirlerine ulaşmak, kendilerini özgürce ortaya koymak hem bireysel hem de toplumsal problemleri aşmak durumundadırlar. Ancak bu sıkıntıyı aşmak (ki bu tüm eğitim sürecinde uygulanan koşullandırmaları reddetmekten geçiyor) zaten cinsiyeti dolayısıyla ezilen bir kadın olarak, mal muamelesinin yaşanıldığı bu toplumsal yapılaşmada çok zor. Cinsel obje olarak algılanan kadınların sadece zevk verici bir araç olarak görüldüğü ataerkil yapılanmada bireysel varoluşlarını sağlayıp birbirlerine seslerini duyurabilmeleri çok önemli... *Hegel
KAOS GL 56 / 7
ŞAKİR Doğanın sınırsız gücü karşısında insanın zaman İstanbul içerisinde hissettiği acizlik ve zayıflık duygusu,
bireyi karşı konulmaz bir olağanüstülük yaratma telaşı içinde bırakır. Mimarların anıtsal yapıları, şairlerin binlerce dizelik şiirleri, hekimlerin akılalmaz araştırmaları ve ameliyatları ve ressamların tablolarındaki renk cümbüşü işte bu doğanın gücü karşısında bireyin varolma savaşının gayretkeş ürünleridir. İleri derecede nevrotizmin bize sunduğu yalnızlık eninde sonunda bizi benzerlerimizle bir arada, beraber hareket edebilme güdüsüyle karşı karşıya bırakır. Hep o doğanın gücüdür bireyi doğaya bağlayan, yerleşik hayata hazırlayan ve günümüze kadar getiren. Tüm kimlik savaşları dahilinde, bizim gibiymiş gibi duran ilk bireye sıkıca sarılırız. Benzer bir dili konuşmak, ortak beden ve yaşam dili oluşturmak adına benzerimizle ortak hareket ederiz.
Şüphesiz ki bir davranış bu şeklini ortaya koyarken birlikte hareket ediyor olmak, -doğru ve yanlışlığını hiç tartışmıyorum- sınırsız bir özgürlük ve özgür olabilme yetisi sunar bizlere. Tarihe bakacak olursak marjinal diye tanımlanan tüm yaşam şekilleri, davranış biçimleri ve aslında başta farklıymış gibi algılanan ama sonrasında kabul gören pekçok fikir oluşumu, toplumu bir yerden alıp bir yere götüren her kitle hareketi için aynı olgulardan söz etmek mümkündür. Yukarıda sözü geçen yalnızlık içerisinde karşılaştığımız benzerimizle ortak hareket eder, kendi aramızda farkında olmadan gelişen beden dilini kullanmaya başlarız. Bu birlikteliğin bireye faydası, kendi içinde olumlayamadığı yaşam şeklini, yanına aldığı yada yanında yer aldığı bireyler yardımıyla varkılmak, dünyaya (biraz abartılı oldu sanırım) özel çevresine duyurmak, içsesini tatmin etmektir. Sırf bu yüzden belki de farkında olmadan aynı şeyleri konuşuyor buluruz kendimizi. Aynı yerlere gideriz, aynı şekilde giyinmeye çaba gösteririz ve yarattığımız bu prototip ile arzulanan hayatın bir kısmını yaşarken, karanlıklar tablosunu elverdiğince pembeleştirmeye çabalarız. Birlikte yaşadığımız kişilerin sayısı zaman içerisinde artış ve azalış gösteren seyirler izleyebilir. Henüz kitle tanımlamasını almayan bu gruplaşmalar, grupçuklar, başta binbir güçlükle adlandırabildikleri genele yabancı vücut dillerinin çok dışında içgüdüsel isteklerle karşılaşabilir. tüm marjinalliğinin içerisinde birey olmak, hürriyet telaşına kapılmadan yol alabilmek, en önemlisi de kendi gibi olmayan ve düşünmeyen kitleyle - ki bu
KAOS GL 56 / 8
büyük ihtimalle çoğunluktur- eşit haklara sahip olabilmek. Yani bireyi birey yapan minimum değerlere sahip olmak, farklı da olsa en doğal hakkıdır ve zaman içerisinde bunları elde edebilmek için vargücüyle çalışacaktır. Egemen dilin her tür alt gruba, her tür azınlığa karşı geliştirdiği pekçok geçici çözüm formülü tarihin sayfalarında yerini aldı. Amerika’da zenci mahalleleri oluştu. Egemen dil hemen sonrasına zencilere, suç işledikleri, kuraldışı oldukları yaftasını büyük bir şıklıkla yapıştırmakta ve onları ikinci sınıf vatandaş konumuna itmekte geç kalmadı. Endüstri devrimi sonrasında çeliğin inşaat sektörüne girmesiyle sıhhi olmayan, küçük apartman blokları oluşturuldu. Ve bu durum Avrupa'da işçi sınıfına ait gettoları beraberinde getirdi. Modernite sonrasında ise büyük kentler sanayi bölgeleri, kültür kentleri, işçi sınıfı yaşama mekanları ve elit olmak üzere ayırımlara uğradı. Bugün de benzer ayrımcılık çabalarından hatta saydığımız örneklerin benzerlerinden söz edebilmek mümkün. Nicel bir büyüklük ama sayıca fazla olmak azınlığa böylesi sınırları önceden çizilmiş hayatları sunarken diğer bireyler şüphesiz kimliklerini ispatlayabilmek ve görünür kılmak için savaştılar. Çünkü üstün olduğunu düşünen egemen dil kendi iktidarına bir ortak gözüyle baktığı her farklı olguyu önce yok sayar, sonuna kadar ezebilmek için çabalar, haklarını gerekli ortamlar yaratılmadıkça teslim etmez. Yoksayılan birey kesintisizmiş gibi görünen haklı bir hak savaşının içerisinde bulur kendini. Çünkü; aylar önce Almanya’dan Enver arkadaşın da bizlere hatırlattığı gibi haklar verilmez alınır. Bugüne kadar yukarıdaki evrelerden geçen, egemen dilin ikiyüzlü tahakkümcü zihniyeti ile karşılaşan her oluşum benzerlerin bir arada hareket edebilme becerisine göre yol aldı, hak arama değilse de hak alabilme savaşında. Daha önceki yazılarda azınlık psikolojisinden ve bireye getiri-götürüsünden bahsetmiştik. Marjinal algıya açık bireyin kendisi gibi olmayan ve düşünmeyen çok önceden kitleselleşmiş- başka bireyler karşısında taşıdığı yalnız olmanın getirdiği acizlik ve tekillik duygusunu kişiyi benzerlerini aramaya yönelteceğini söylemiştik. Farkındaysanız şu ana kadar üstü örtülü olmak kaydıyla eşcinsellik ve getirdiklerine girmedik. Konuyu biraz da eşcinsel birey düzleminde alımlamaya çalışırsak kurgu daha hızlı işlemeye başlayacak sanırım. Etrafınızdaki insanları biraz düşünmenizi istiyorum. Benzer yerlere gidip, benzer konuları konuşuyor, benzer şeyleri giyiyor hale gelmişsiniz değil mi? Eğer
korkularınızı atlatabildiyseniz büyük şehirlerde düzenlenen hafta sonu toplantılarına katılıyorsunuz? Eğer gerçekten istek duyuyorsanız bu örgütler içerisinde çalışmaya fikir ve proje üretmeye başlıyorsunuz değil mi? Niye yapıyorsunuz bunları hiç düşündünüz mü? Bir kitle olabilmek adına, beraber hareket edebilmek adına olabilir mi dersiniz. Yalnızlık duygusundan kurtulabilmek adına olabilir mi sizce... Peki önyargıları yok edebilmek, malum sebeplerden dolayı cinsel kimliklerini yaşayamayan insanlara ve kendinize nefes almak için daha elverişli bir yaşama mekanı oluşturma çabası olabilir mi? Ne dersiniz... Peki neler yapıyoruz bunların hepsini bir arada inşa edebilmek için. Kitleselleşiyoruz. Tanımlama için yeterli ve öz. Bir kitle olabilmek adına çalışıyoruz. İsteklerimiz var. Heteroseksüel olmayan tüm cinsel azınlıklar adına söz sahibi olabilme savaşını veriyoruz bir araya geldiğimiz her yaşam anında. Bu bize ortak düşünebilme, birlikte nefes alabilme, hedef belirleyip o hedefe doğru hareket edebilmeyi sunuyor. Yazının başında bahsedilen yalnız olmanın getirdiği korkulardan arınıyoruz. Doğanın karşısındaki acizlik duygusunu varlığımızı, bizi yoksayan insanlara kabul ettirebilmek adına yol alıyoruz. Kitle oluyoruz. Köyünde buluşabilmiş iki eşcinsel, parkta bir araya gelmiş dört arkadaş, ya da hafta sonu toplantılarındaki bireyler birey olmaktan çıkıp da ortak bir amaç uğruna hareket ediyorlarsa bir grup haline getirebiliyorsa bir kitle oluşturuyorlar. Şüphesiz kitle olmak yukarı sayılan avantajların dışında büyük olanaklar sunacaktır. Eşcinselliğe, eşcinsellik olgusuna, eşcinsel yaşam şekline büyük bir pervasızlık içerisinde saldıran, alaya alan, yok sayan insanlara karşı atılacak adımlar ortak ve daha etkili olacaktır. Perinçek vakasına bakacak olursak, Ankara’dan iki, İstanbul’dan bir eşcinsel grubun imzasını taşıyan ortak tekzip yazısı aynı mekanda kendisine yayın imkanı buldu. Çoktan kabul edilmesi gereken Türkiye eşcinsel hareketinin bu üç temel bileşeninin takdire değer gayet- yerindeki tavrı karşısında aklıma takılan bu üçlü Türkiye’deki yada Türk eşcinsellerinin ne kadarını temsil ediyor. Eylül ayında İstanbul’da gerçekleştirilen
zamanlar ötesi buluşma toplantısına şehirlerinden iştirak eden bireysel katılımcılar, dönem dönem bazı şehirlerde toplanabilme çabası verip bir türlü bunu başarıyla ger-çekleştiremeyen, eşcinsel arkadaşların bu kitle oluşumunu desteklediklerini biliyorum ya da öyle ol-masını tahmin ediyorum. Tüm şehirlerdeki kitle oluşumlarını temsil eden söz sahibi bir kitle oluşabilir mi? Peki kitle olmanın gerek şartlarını tamamladığımız da, eşcinsel kitle ortak hareket edebilme başarısını gösterdiğinde, sorunları çözmüş oluyor muyuz? Tanınmak için kamusal alan içerisinde yer almak, kanunlar çerçevesinde görünür olmak için kitleselleşebilmenin dışında kurumsallaşmanın da en az kitle olabilmek kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer varılmak istenilen hedeflere bizler yaşarken ulaşmak gibi bir amacımız varsa eşcinsel düşüncenin ortak bir çatı altında bir an önce buluşması bunun ana şartlarının belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. Böylelikle geneli değil tümü kapsayacak bir kitle oluşumunu zaman içerisinde kurumsallaştıracak adımlar atılacak varolan hedeflere ulaşabilmek adına oluşumun gerçekçi çizgileri çizilecektir. Konunun izleğinde kurum olmanın getirilerinden bahsetmeyi gereksiz buluyor, bunun başka bir yazı kapsamında tartışılması gerektiğini biliyorum. Önümüzde ‘’baharankara’’ adıyla yapılacak tanımlanmış ikinci Türkiye eşcinsel hareket toplantısı var. Burada ana amaç kitle olabilmenin gereç şartlarını belirleyip, ortak adlandırılmış bir çatıda eşcinsel kitleyi dolayısı ile eşcinsel hareketi toplayıp, bu hareketin yasalar çerçevesinde kurum kimliği kazanması için neler yapılması gerektiğinin tartışılmasıdır. (19 Mart 1999)
KAOS GL 56 / 9
Şarmut A. İKARUS "Hiçbir somutluk hayalgücü kadar işkence edemez Ankara insana" Öyle eyle ki ... bu mektup vasiyet olsun. Evimin pencerelerinden içeri vurur gri-mavi ay ışığı, koltukların, yatağımın üstüne yayılır. Işığın tılsımına kapılıp evimi de gözünde büyütme. Sıradan bir ev işte. Ben ruhumu dinlendirmeye gidiyorum uzaklara. Bir süre seni görmesem iyi olacak. Bedenim bu evle özdeş, bu evle aynı söyleme ve işleyişe sahip. Sahipleneceksen ikisini de, benimle konuşurken gözünü gözlerimden kaçırmayacaksın. Evin ritmiyle bedenimin ritminin ne denli uyumlu olduğunu anlayabilirsen, sadece anlayabilirsen, yargılamaktan uzak, o zaman belki karşımda otururken ayırdığın kurbağa bacakları denli muntazam uzantılarını toparlayıp bacak bacak üstüne atarak bacak aranı kapamaktan vaz geçeceksin. Ancak o zaman, bunu yaparken samimiyetsizlikten olduğunu anladığın için işaret parmağınla yüzünün herhangi bir noktasını kaşıyormuş gibi yapmayacaksın. Neden öyle yapmadığını da bilmeyeceksin üstelik. Bak, bunlar evimin anahtarları. Dış kapının görkemine aldanma. Dışardan bakıldığında her evin kapısı gibi işte. İçeri girdin bir kez, gördün duvarlardaki badananın nasıl da dökülmekte olduğunu. Sen titiz bir insansın. Bu evi böylece sana bırakırken biliyorum göreceksin, anlayacaksın bu ev neden böyle. Neden her an yola çıkmaya hazır birisinin evi gibi. Gibi değil çünkü ... öyle. Bedenimi nasıl ihmal ediyorsam, etmişsem, evi de öyle. Sen bunları gördün de ondan kalmak istiyorsun. Onun için ben yokken evi toparlamak istiyorsun. İhtiyaç duyulmak istiyorsun. Bir cana ihtiyaç duyduğumu, benim de ihtiyaç duyulmak ihtiyacı içinde olduğumu anladın. Kendi başına da kalmak istiyorsun ama bunun için de benim evi seçtin. Anahtarları da aldın. Sen yokken girmem bu eve demiyorsun. Ben, salt kendim için, öyle istediğim için, veriyorum, öyle eyliyorum ki sende karşılığını ben istemesem de, tümüyle kendi iradenle öyle eyleyerek bu eve imzanı atmak istiyorsun. O zaman, bu evin sana sunacaklarını, seveceğin, isteyeceğin, ya da sevmeyeceğin ya da istemeyeceğin yanlarını, tüm kabuslarını, tüm şenliklerini ve bütün hayaletlerini iyice tartıp bu evde kalmak ya da bu evden çıkmak istemeye karar vermen gerekecek. Kalacaksan, bu evi, evet bu evi göze alman gerekecek. Bedelinden
KAOS GL 56 / 10
korkmadan ve ödül beklemeden. Döndüğümde evin anahtarlarını geri verip gidebilirsin. Ben bedeli, seni ve diğerlerini düşlerken ödüyorum zaten. Ödül beklemediğimi çoktan anladın. Ama, anahtarları geri vermezsen, kalmakta ısrar edersen, cinsel kimliğini de göze alarak kal. Dışarıya başka bir insanı oynayıp salt benimle paylaştığın mekanda tümüyle özgür olman bir süre sonra sadece ve sadece cinsel kimliğini, cinsel tercihini göze aldığını zannettiğin anlamına gelecek ki bu da bana bir lütuf gibi sunulmuş olacak. O zaman ben isterim evin anahtarlarını geri. Evimin ve bedenimin anahtarlarını. Evet, bu evde tıpkı benim yaptığım gibi tek başına yaşaman gerek. Sen bu evi anladıktan sonra, döndüğümde anlatacaklarımı anlayabileceksin de ondan. Bu evde yalnız kal hele bir. Beş on gün bu evde yapayalnız değilse de kendi başına, yekpare yaşa hele bir . Nasıl bir yolcu olduğumu anladığın anda karar vermek zorunda olduğunu da anlayacaksın. Bu evi benimle birlikte sahiplenecek birini bulmadıkça da hep çıkacağım yolculuğa. Sen farkına varmayacaksın ama ben her gittiğim yere bu evi de götüreceğim. Seni değil. Sen de benzer bir yolculuğa çıkarsan bir gün, anlayacaksın ne demek istediğimi. Sana bunların hiçbirini söyleyemedim. Yola çıkıyorum ve aramızda hiçbir şey başlamadı henüz. Her şey, her sözcük, her sevgi gösterisi bir imadan öte gitmedi çünkü. Bu yüzden, kendimi sende de sinemadan önce, aşkı gerçekleştirmek üzere bir kez daha umarsızca girişmeden önce evden ayrılıp seni bu yekpare ev ile başbaşa bırakmalıyım ki döndüğümde evin ruhunu kavrayabildiysen ancak, evet ancak o zaman, ben de senin bedenindeki yaraları merak edeceğim, anlatmak istersen dinleyeceğim. Belki sen de bana anlatmak istersin yüzündeki yara izi nasıl oldu. Hiçbir şey bilmiyorsun hakkımda. Bilsen bu imalardan da kaçınır mıydın, bilmiyorum. Ama sana bunları da söyleyemeyeceğim ve dönünce ancak, yineliyorum, olası bedeli ödemekten korkmadan, ödül de beklemeden anlatacağım kendimi sana. Senin de cesur olmaya karar vermek ihtiyacın işte bu noktada başlayacak. "Cesur" sözcüğünden kastım atılganlık ya da gözüpeklik, cehaletin çocuğu değil neden korkup neden korkmadığını bilmek. Sen de korktuğunun ne, korkmadığının ne olduğunu anladığın zaman cesur olmaya karar verebileceksin. Ancak o zaman somut olanı göze
alabileceksin, hayal ettiğinin, ettiklerinin işkencesi sona erecek. Ve ancak o zaman, görsel olarak cazip gelen bu eve, bu bedene mal bulmuş gibi kendini anlatmaktan vaz geçeceksin. Ancak o zaman, kendinle barıştığın zaman, kendini, bedenini, bulduğunu zannettiğin bir başka bedene peşkeş çekmeyi bırakacaksın ve ancak o zaman şehre gelen kedi seni bulacak. O kedi ben olmasam da, senin kedin seni bulacak.
yaşım kadar eski izleri silmeye kalkışma. Salonda otururken yapayalnızlığınla başbaşa ansızın açılıveren kapıdan ürkme. Kapı kulplarına parmak izlerini bırakmaktan çekinme. Şömineden sıçrayan ateş parçacıklarının halıda bıraktığı yanık izlerinden ürkme: Ve bir daha benimle şarap içerken başını önüne neden eğdiğini iyi bil. Çarşafları kirli bıraksan da olur. Gömleklerimi, hatta çoraplarımı katlamadan gitsen de olur.
Söz verdim size. Söz. "Şehre Bir Kedi Geldi" başlıklı bir öykü yazacağım diye söz verdim. Hiçbirinizin haberi yok her birinizi ne denli sevdiğimden. Her birinizi ayrı ayrı nasıl da kucaklayabileceğimden. Heteroseksüel geçiniyorsunuz her biriniz. Her biriniz benimle bir ömür düşleyebildiğiniz halde lütuf peşindeyiz ve şehrinize gelen bu kedinin her çığlığında, her tıslayışında, patileriyle teninize bir çızık atma olasılığında ininize çekiliyorsunuz. Bir bahane, bir mazeret hep bulunur. Aşk gerçekleşmeyince de bir teselli hep bulunur. Öyle eyle ki o zaman bu kediyi sahiplendiğini anlayayım.
-Ben yokken evime iyi bak, döndüğümde sana anlatacaklarım var. Kimdir Şarmuta İkarus. Hoşlanmayabilirsin anlatacaklarımdan, ama bu riyayı daha fazla sürdürmek istemiyorum.
İmaya gerek yok aşkım, en çok seninle ... evet en çok seninle ... Hiç tanımazdı tenim seni ... ah bu kokun ... bu ter kokun ... ah bu sezen aksu ... ah bu amalia rodrigues ... ah ben yolcuyum ... ah sen kalacak mısın ... ben hanginize tutulayım... birinize, bir tekinize tutulmayacağım bunu biliyorum ... Sana ve canım gibi sevdiğim ötekilerine dokunamayacağım. Dokunduğum anda puf diye yoklara karışacaksınız çünkü ... bu yüzden ben gidiyorum ... Şu anda, bu salonda, bu şömine ateşinde bütün erkekliğinizle karşıma dikilmeyi meziyet bilen her birinize ben salya sümük ilgi duyabilirim. Hele sana, sana duldam zannettiğime ... seni hayal etmekten yoruldum, düşlerimde ay ışığının gri-maviliğinde uluması duymaktan yoruldum ... sen erkime tahakküm kuran bir mecaz oldun çıktın ... işte bu dayanılmaz bir işkence. Bu yüzden gidiyorum... Yemin ediyorum, hiçbirinize ikamet etmeyeceğim. Her birinize teker teker aşık olduğumu açık açık söylemeyeceğim. Capital radio'dan sızan şarkı "It's just a little crush" diyor. Sizi, sizden biriyle ölümsüz bir aşkı düşlemek "capital punishment"*. Ben bunun için gidiyorum. "Seni suskun dilime türkü yaptım" deme. Ben söze doydum. Eyle sadece... ve öyle eyle ki... evimde fırtınalar essin... öyle eyle ki seni hangi yerinden yakalayacağımı şaşırayım. Madem istedin ve altın anahtarları, o zaman evime iyi bak. Mutfağın dağınıklığına aldırma. Banyodaki *
Sadece bu kadarını söyleyebileceğim yüksek sesle. Eve döndüğümde gözlerimden okuyacaksın bu mektubu. Döndüğümde "Anlat," dersen anlatacağım sana kendimi. Anahtarları geri vermeden buyur edersen beni kendi evime ve "Anlat" demezsen ve evimi kendi evinmiş gibi istila ettiğinin işaretlerini görürsem anlayacağım kalmak istediğini. Öyle eyle ki, karşılayabileyim kendimi ve seni. Çünkü ancak o zaman cesur olabileceğim. Ancak o zaman bu evi, bu bedeni yekpareliğimle, kendindeliğimle sahiden sahiplenebileceğim. Anlattıklarımdan sonra kalıyorum dersen gri mavi ay ışığı gene ışıtacak, bu kez ikimizi. Gitmem gerek dersen, tül perdelerimin arasındaki at sineği, sen farketmeyec eksin ama senin evine taşınacak, sana anımsatacak göze alamadığın kendini. Öyle eyle ki, öyleyse, içinde ben olayım ya da olmayayım, sahici bir evin olsun. Şehrine, evine bir kedi gelecek. Öyle eyle ki o kedi hayalgücünü kullanmasın artık.
İdam Cezası
KAOS GL 56 / 11
KAOS GL 56 / 12
Aşağıdaki metin “BEDEN DİLİ” adlı kitaptan alınmış bir parçadır. (Kitap Nisan ayı başında Kuraldışı Yayıncılık’tan çıkacak) Beden dili üzerine çalışmaları olan bir uzmana Amerika’nın çeşitli yerlerinden yazılmış mektuplar ve bunların cevaplarını içeren bu kitabın aşağıdaki kısmı çok ilgimi çekti ve KAOS GL okuyucularıyla paylaşmak istedim: "Ben Amerika’nın orta batısında yaşıyorum ve eşcinselim. Başka eşcinsel erkeklerle tanışma fırsatını ancak büyük bir şehre gittiğimde bulabiliyorum. Onların beden dili oldukça açık oluyor. Yine ben kendi küçük kasabamda da benim gibi pek çok erkek olduğunu hissediyorum. Eşcinsel erkeklerin birbirlerine beden dili aracılığı ile yolladığı bazı sinyaller nelerdir?" "Bu sinyallerden bazıları dediğiniz gibi çok açıktır ama bazıları da belli belirsizdir. Sizinki gibi küçük kasabalarda yaşayan eşcinsel erkekler cinsel konumları hakkında pek açık davranamaz. Toplum içinde hayatta kalmak için eşcinselliklerini maskelemek zorundadırlar. Bu maske onların gerçek yüzünü gizlemekte genellikle çok etkilidir. Heteroseksüel kadın ve erkeklerde olduğu gibi eşcinsellerde de göz teması standart bir sinyaldir. Her durumda “ahlaki” bir bakış süresi vardır. Sokakta birisi ile göz göze geldiğinizde bu süre bir iki saniyeyi aşmaz. Erkeklerden biri diğerinden daha uzun süre bakarsa, bunun birkaç anlamı vardır: “Seni tanıyor muyum?”, “Dost yaratılışlıyım ve seninle tanışmak istiyorum”, “Seni daha önce gördüğüme eminim” gibi. Bu mesajlar verildiğinde bir gülümseme ve baş sallama genellikle onaylayıcı anlam taşır. Gülümseme ve baş sallama yoksa ve göz teması sürdürülüyorsa anlam tümüyle değişir. Bu, “sen yabancısın” “sende bir gariplik buluyorum” ya da “sana cinsel ilgi duyuyorum” olabilir. İki eşcinsel erkek arasında aşırı uzun göz teması en yaygın olarak kullanılan sinyallerdendir. Bunu takip eden sinyal ise birbirlerini geçtikten sonra arkaya dönüp tekrar bakmaktır. Bundan sonrası ise herhangi bir heteroseksüel tanışma biçiminde gelişir. Eşcinsellerin birbirlerini tanımasına yarayan bazı başka net sinyaller de vardır. Örneğin kırmızı bir kravat yıllardır bir eşcinselin kendini tanıtma biçimi olarak kullanıldı. Kuşkusuz her kırmızı kravat takan erkek eşcinsel değildir ama yine de bir başlangıç noktası olarak işe yarar. Günümüzde aynı netlikte sinyaller var ama bunlar halkın geneli tarafından daha az biliniyor. Tek kulakta küpe, blucin kemerine takılmış anahtarlık
ve deri ceket eşcinsel dünyasındakilerin birbirlerine Uğur ALPER kendilerini tanıtma biçimlerine örnek verilebilir. İstanbul Küpe sol kulaktaysa anlamı, “ben aktifim”, sağ kulaktaysa, “pasifim” olur. Ne yazık ki kemere takılı anahtarlar her zaman eşcinsellik sinyali değildir. Pek çok heteroseksüel erkek de anahtarlıklarını bir aksesuar olarak kemerine takar. Bu yüzden gay alt kültürü pantolonun arka cebinden bir mendil sarkıtmaya başladı; sol cepte aktif, sağ cepte pasif anlamında. Peki bu mendilin renginin bir anlamı var mı? Evet. Sadistler ve mazohistler siyah, bağlanmak ve disiplin isteyenler için yeşil, cinsel organın boyutunu belirtmek için hardal rengi ve sıradan seks için sol tarafta, yani aktif-pasif şifresi. Eşcinsel otoritelerine göre bu renk sinyalleri gittikçe yaygınlaşıyor. Örneğin araba ile dolaşarak arkadaş bulmak isteyen eşcinsel erkekler için renkli çamurluk yapıştırmaları satılıyor. İş çevrelerinde arkadaş bulmak isteyen eşcinsel iş adamları içinse renkli küçük kravat iğneleri mevcut." Kültürlerimiz, yaşam şartlarımız ve çevremiz farklı olsa da, tüm eşcinsellerin birbirini tanımak için yırtındığını görüyoruz. Belki bu bağlamda bu tür semboller yaratmak işimizi kolaylaştırıyor. Bizde en yaygın olan sembol galiba sağ kulağa takılan küpe. Geçenlerde ise sağ elin baş parmağına takılan bir yüzüğün de bu anlamda olduğunu duydum. Bizim için KAOS GL dergisi de bir sembol olabilir esasında. Fakat sürekli elimizde rulo yapılmış bir KAOS’la gezmek pratiklikten uzak. Zaten karşımızdakine bakıp gülümsemek en güzel işaret bence. Ben hep öyle yapıyorum.
λ KAOS GL 56 / 13
Philip Reay Smith Çev: KEREM / Ankara Pink Paper
KAOS GL 56 / 14
… pek çoğumuzun hayatının en güzel günleri olabilir. Ama bunu eşcinsel öğrencilere söylerseniz, büyük olasılıkla sizi yalancılıkla suçlayacaklardır. Çünkü, bugün birçok eşcinsel öğrenci için okul yaşamı dalga geçilmek, morarmış gözler ve çürüklerle eşanlamlı. Gerçekten çok zorluk çekilmekte; öğretmenlerin bu kötü muameleye seyirci kalması, hele hele katılması, herşeyi cehenneme dönüştürebilmekte. Toplumun eşcinsel insanları kabul etmeye doğru gidiyor olması, birçok eşcinsel gence, daha 15-16 yaşlarında, okul bitirme sınavlarına bile girmemişken, cinsel yönelimleriyle ilgili açık olma cesaretini veriyor. Ama hâlâ İngiltere'nin orta öğretim kurumlarında çalışan pek çok öğretmen değişen topluma ayak uydurabilecek altyapıya sahip değil. Ve onlar buna sahip oluncaya kadar, bu konularda hassas gençler, birçok homofobik gerginlik yaşamış olan Darren Steele örneğinde de olduğu gibi, intiharı seçiyorlar. Darren, geçen Mart ayında kendini aşmış, 15 yaşında Staffordshire'dan bir genç. Durumu öğrendikten sonra Pink Paper "Ders Al" (Learnd the Lesson) adlı bir çağrı yaptı; önerilen, yarının erişkinleri üzerindeki baskıyı biraz olsun hafifletebilmek için okuyucuların mezun oldukları okullara yazıp, gay olduklarını bildirmeleriydi. Böylece öğretmenlere, kendileri farketmeseler de sınıflarında birçok eşcinsel öğrenci olabileceği hatırlatılacaktı. Birçok insan okullarına yazdılar; aynı zamanda Pink Paper'la da ilişkiye geçip okulda yaşadıkları olumsuz ve nadiren olumlu anılarını aktardılar. Ama Pink Paper'a hâlâ öğrenci olan okurlarından ulaşanlar öğretmenlerin kendilerinin eğitime ihtiyaçları olduğunu kanıtlıyor. James 16 yaşına girdiği gün, düzenlenmiş olan doğumgünü partisinde açıldı. Kaldığı yerin büyükçe bir salonundaki partide, sahneye çıkıp eşcinsel olduğunu açıklama cesaretini gösterdi. "Biraz içkiliydim, ama uzun zamandır planladığım birşeydi. Önce en yakın arkadaşıma söyledim, sonra çıkıp olayı bitirdim. İlk tepkiler gerçekten çok iyiydi." James, doğumgünü partisinde doğru olanı yapmış gibi görünüyordu: eşcinsel ve heteroseksüel arkadaşları çevresini sarmış, onu öpüp ona sarılıyor, cesareti için onu kutluyorlardı. Ama okulda, hemen rahatsız edilmeye başladı. Özellikle soyunma odasında uğradığı hakaretler fazla gelmeye başlamıştı. Beden eğitiminden sorumlu öğretmene durumu iletince, ona okulun diğer tarafındaki, artık kullanılmayan diğer bir soyunma odasını kullanabileceğini söyledi. İki hafta boyunca burayı kullandıktan sonra, beden eğitiminden tümden vazgeçmek zorunda kaldı. "Komik bir çözümdü. Gerçekten bayağı bir zorluk çektim, ama bu yaz, sınavlardan sonra zaten okul bitiyor."
Lincolnshire'dan Marc ise birkaç arkadaşı tarafından sevgilisini öperken görülmüş. Bundan sonra hem sınıfın içinde hem de dışarıda onunla dalga geçilmiş: "Onları görmezden gelmeye çalıştıysam da, oldukça rahatsız ediciydiler. Bir keresinde, Fransızca sözlü sınavım sırasında dosyalarımı çöp kutusuna attılar. Konuşabileceğim birkaç öğretmen vardı, ama zaten birçok durumda öğretmenlerin bazılarının olup bitenin farkında olduğunu ve ellerinden bir şey gelmediğini biliyordum." Sorunun önemli bir kısmı da öğrencilerin kişisel sorunlarını hemen yanıbaşlarındaki öğretmenlere aktarmak istememeleri. Eşcinselliği yüzünden acı çeken birçok öğrencinin çevresindeki öğretmenler, konunun cinsellikle ilgili olduğunu bile bilmiyor. Bu öğrencilerin akranlarından aldıkları tepkiler ve ailelerinin herşeyi öğrenmesinden duydukları korku göz önüne alınırsa, bu, o kadar da anlaşılmaz bir şey değil. Tom Curtis, Newquay/Cornwall'daki Tretherras Lisesi'ne girdiğinde sadece 11 yaşındaydı. Girdiği gibi de akranlarıyla sorunlar yaşamaya başladı. Ona lakaplar takıyor ve onunla kavga ediyorlardı. Öğretmenlerin çoğuyla başı beladaydı, sıklıkla dersten atılıyordu. Bir keresinde 3 aylık bir dönem için, sınıftan uzak bir köşede, birisinin gözetimi altında bitirmesi gereken ödevler verildi. "Neredeyse çenemi kırıyorlardı. Genellikle dövülüyordum ve eve gitmek zorunda kalıyordum." Tom sonunda okula gitmemeye başladı. O, ailesi ve okul yönetimi bölgedeki başka bir okula nakledilirse herşeyin daha iyi olacağına karar verdiler. Tom'un okulunun müdiresi, Delia Paveling, onun okulda çok sorun yaşadığının farkında olduğunu, ama hiçbir zaman eşcinsel olduğundan bahsedilmediğini söylüyor. "Onunla elimizden gelenin en iyisini yaptık" diyor. "Onunla ve ailesiyle, neyin yanlış olduğunu anlamak için sayısız toplantılar yaptık. Hiç cinsellikten bahsedilmemişti." İngiltere'de birçok iyi öğretmen de var. Bunların bir kısmı da eşcinsel. Öğrencilerine kişisel ve sosyal konularda kaliteli bir eğitim verebiliyor ve cinsellik gibi rahatsız edici bulunan konulardan korkmuyorlar. Homofobik aşağılamalar da dahil olmak üzere, dalga geçilmesine müdahale edip, başa çıkabiliyorlar. Örnek olarak öncülük yapmak durumu iyileştirmenin tek yolu. Böylece okul günleri daha birçok eşcinsel öğrenci için hayatlarının en güzel günleri olabilir, Darren Steele'inki gibi intiharların da önüne geçilebilir.
Bugün kapitalist felsefe herşeyi maddeleştirirken aşkı tabi ki bunun dışında tutamazdı. İlişkilerimiz gibi sadece bize mahrem olmayan tek şey de ayaklar altına alınarak çiğnenmekte ve insanın var oluşundan bu yana benzeri görülmemiş bir biçimde yozlaştırılıp "Popüler Kültür" dedikleri içi boş gündelik bir zevk aracı olarak sunulmaktadır. Bu sunuşun acısını yine heteroseksüellerden çok eşcinseller yaşıyor. Toplumda varolan önyargılar ve eşcinsellerin bilinçsizce bu yargıları doğrularcasına yaptığı bir takım fiiller "GayLezbiyen Kültürünü" cinsellikle sınırlayıp bu zengin kültürün diğer öğelerini ön plana çıkarmayarak haklı olduğumuz bu davada mesafe kaydetmemize engel oluyor. Yaşadığımız, mensubu bulunduğumuz topluma "Gay-Lezbiyen Kültürü" yeterince anlatamamışsak ve bir takım yanlış öngörüler oluşmuşsa ve bizler toplumca toplumun cüzzamlıları gibi görülüyorsak bu tezin oluşmasında bizim de payımızın olduğu unutulmamalıdır. Bizlerin yapamadığı, topluma "Gay ve Lezbiyen Kültürün" sadece cinsellik olmadığını, sosyal, kültürel, politik ve en önemlisi duygusal (aşk) boyutlarının da olduğunu anlatamamamız ve hayata geçiremememizdir. Bundan dolayı kendi özeleştirimizi ne kadar tarafsız yaparsak eşcinselliğin suç olmadığını diğer insanlara rahatlıkla anlatabilir ve kanıtlayabiliriz. Fakat mesele sadece insanlara bir takım şeyleri kanıtlamak değil, önyargıları yıkmaktır. "AŞK"ın hayatımızın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu, Gay-Lezbiyen Kültürünün" AŞK üzerine kurulduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekir. Hatta birçok heteroseksüele göre aşkı gerçek anlamda yaşayan insanlar olduğumuzu sanıyorum. Zaten aşka inanmasak yaşamın anlamını yitireceği, basit bir boyut kazanacağı inancındayım. Çünkü bizler aşkı yeterince özümsemediysek, ayrımcılıklara, baskıcı, faşist yönetimlere, doğa katliamına, savaşlara, adaletsizliğe karşı çıkamazdık. Aşk bizim için yenilesi veya içilesi değil, hissedilesi, yaşanılası ve mutlak kılınası olmalıdır. Bizler aşkın ve duyguların olmadığı bir cinselliğin sadece pişmanlık ve acıyı getireceğini kurulan bu ilişkinin ise sadece pornografik bir kimlik kazanacağını unutmamalıyız. Bu boyuttaki ilişkilerin hem heteroseksüeller hem de eşcinseller için aşılması güç problemler yaratacağı aşikardır. Düşünün ki "aşıksınız" veya aşkın hüküm sürdüğü bir beraberlik yaşıyorsunuz. Onu her gördüğünüz an sizde farklı farklı duygular oluşuyor ve kalbiniz her an onun için an ve an atıyor. Önceleri onunla
konuşmaya cesaret edemezken bir tebessüm BORA herşeyi değiştiriyor. Gözler bir an da olsa Ankara birbirlerine kavuşuyor, o an aklınızdan sadece o geçiyor, kalpleriniz birbirine akıyor, konuşuyor, sohbet ediyorsunuz ve onu tanıdıkça aşkınız sel hızında büyüyor, daha sonra size dokunuyor. Her dokunuş içinizdeki depremin şiddetini her an artırıyor ve sonra ıslak buseler size aşk sözleri fısıldıyor, bakışlarınız karşılaşıyor. Kulağınıza Maria Cary'nin "My All" parçasının nağmeleri okşarken kelimeler anlamını yitiriyor. Hissetmenin hazzıyla varolmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorsunuz. (Tabi bunlar benim fantezilerim/duygularım, siz kendi duygularınızı düşünün). Onunla dans etmek, yemek yemek, televizyon seyretmek, sinemaya gitmek, seyahate birlikte çıkmak, bazen münakaşa etmek, birbirimizi düşünmemiz, birbirimize ufak tefek kaprisler yapmamız, en önemlisi birbirimize "Seni Seviyorum" demenin binlerce yolunu bulmamız o insanın hayatımızın bir parçası olduğunun hazzını yaşamamız ve her şeyden önce kendi kimliğimizi somutlaştırarak bireyselliğin cüretkârlığını yaşamalıyız. Ve tabi aşkın ayrılık yanını da gözardı etmemeliyiz. Hayallerle gerçeklerin dozajını iyi ayarlamalıyız. Gerçekçilik bize objektif olmayı, hayaller ise mutlu olmayı öğretmeli. Bu nedenle ilişkilerimizde belirleyici etken aşk ve duygular olmalı, cinsellik üzerine kurulan (heteroseksüel veya eşcinsel farketmez) ilişkilerin sadakatten, hoşgörüden, saygıdan yoksun olduğunu ve insanları duygusal açıdan yozlaştırarak kendilerine olan saygı ve güvenlerinin ortadan kalkmasına neden olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Fakat duygusal boyutta yaşanan cinselliğin ise insanı mutlu eden, pişmanlıkları ortadan kaldıran duygularla yoğunlaşmayı sağlayan bir etken olduğu da aşikardır. Bu yüzden "Gay ve Lezbiyen Kültürünün" hayata bakış açısının ne olduğunu doğru ve kapsamlı biçimde heteroseksüellere yansıtmalıyız. Eşcinselliğin sapıklık değil heteroseksüellik kadar doğal, gerçek ve geçerli olduğunu, sevgiyi, barışı, özgürlüğü benimseyen bir kültürün temsilcileri olduğumuzu anlatmalıyız. Bu evrensel değerlerle yoğrulan bir kültür gibi "Gay ve Lezbiyen Kültürü" de kendi gerçeğini er veya geç kanıtlayıp zaferini tüm dünyaya haykıracaktır.
KAOS GL 56 / 15
(Sırları saklayacağım; gördüklerimi, işittiklerimi, düşündüklerimi kimseye söylemeyeceğim…)Latinlerden
ŞENER Başımda gençliğin kızıl-kıyamet anarşizmi. İstanbul Topluma, töreye, olagelene, alışılmışa içten içe
BEN Kİ BİR ÖLÜYÜ BEKLEMEKLE GEÇİRDİM GECEYİ BİR ÖLÜYÜ VE ÖLÜNÜN BÜTÜN İNCELİKLERİNİ! Edip Cansever
KAOS GL 56 / 16
bileylemişim bıçağımı. Yüreğim kaygan bir zemin üzerine aşklar yazmaya teşne. Bir bahar ikindisi, bir sevda çağrımı "Yasaklanan" üzerine. Yaş 20'lerde. "Bir kadını sevdiniz mi hiç? Peki ya ERKEĞİ SEVDİNİZ Mİ?! Öyleyse bilemez yüreğiniz YÜREKLİLİĞİ!.." yazıyordu duvarın kösnül beyazlığı, gecenin şehre pusu kurduğu saatlerde yürek gözüyle görebilenlere… Evlenmişsin. Bir kızı tutup kolundan, ailene, toplumuna, çevrene aldırmadan kaçırmış, bir aşk masalının maceraperest prensi havalarında varkılmışsın yokluklardaki kendini… Bravo sana! Oysa, eminim evlendiğin yürek de; tanısaydı seni, en az benim kadar, yine gelir miydi direnmeksizin sana? Sene 96. 1900'lerin sonu 2000'e 4 kala. İntiharın eşiğinden dönmüştüm kendimde bile değilken. Çevremde yeni yüzler, yeni insanlar olsun demişim, o meşum olaydan sonra. Bir yurda yerleştirmiş beni ailem. Nedenleri var kendilerince. Belki de onlar da biliyorlardı Durkheim'ı; yani "intihar sosyal bir olgudur" diyen sosyologu... beni intihara sürükleyen acının, o dayanılmaz acının derinliğini çevremdeki insanlara yüklemişler, yeni bir çevreyle varlığımı idame ettireceğimi ummuşlardı. Bilselerdi, o acımı nereye gitsem götüreceğimi, hiç yormazlardı kendilerini… Veee. Belki diyordum ben de kendi kendime. İyi olur bu. Yeni çevre, yeni yüzler, yeni insanlar uzaklaştırırlar beni benden. Ben'imin içinde yeşeren ve solan ve acı çektiren o zehirden; evet sevda zehirinden… Ne diyordu şair? "Bir çocuk sevdikçe derinleştirir uçurumlarını, ve sevmek ihanettir baştan sona yaşama!" Gidenler, gelenler için ödenen bedellerdir belki de sahiden. Ben, yeni bir sevdaya bulanıvermiştim, kaçıp kurtulma şansım varken... Aşık olmaya=(eşittir) acı çekmeye. Sezdirmeden kimseye nasıl böylesine alıştım ben? Ve ne zaman? Ve neden? Hiç bilmiyorum. Oluyordu işte. Mesela senin gece gözlerinde bir ay doğuyordu. Bir yağmur eksiliyordu gülümsemenden. Bir rüzgar okşuyordu mesela saçlarını ben ürperiyordum mesela nehir, derin sesinden… Ve bir bakıyordum aşk çırılçıplak, ulu orta çırpınarak karşımda seyrediyor. Seyir defterini hüzünler tutuyor sır'lar işliyor yasak duygularımı çalarak yüreğimden… Evlenmişsin… Kız kaçırmış, zoraki olarak kabullendiği ailenin bu evliliğine, hiç yazılmamış bir masalın deli dolu ciniymişcesine varkılmışsın tutunamadığın sevdalarının özetini tek kelimeyle… Keşke, düğününüzde bulunabilme şansım olsaydı. Sizi kutlayan dilimin, dilimden çıkan her kelimenin,
bir zamanlar sana şiircesine sevdam(ız) üzerine söylediklerini hatırlayabilseydin. Keşke. O dilim ki; senin teninin her santimetre karesinden ezbere, hücrelerine hatta mitokondrilerine değin, senin YAZGINA teşne olduğunu bir zaman önce, anımsayabilseydin… Keşke gerçekten "seni sevmeme layık" bir YÜREK taşıyabilseydin! "Seni seviyorum valla billa" diye başlardın yeminine. Ben inanırdım. Ellerimiz dünyayı avuçlayacakmış, bizim dünyamızın sevda yemini böylesine derin ve sıcakmışçasına kenetlenirdi birbirine saatlerce. Yurtta ben alt ranzada, sen üst, düşlerdik diğerleri uyuyunca yapacaklarımızı birbirimize. Kulaklarımıza fısıldayacağımız aşk imgelerini tasarlamazdık, onlar kendiliğinden kopar gelirdi zaten dilimize. Sevişirken heyecanla, canla başla, aklımızda bir bir yeryüzü, bin bir gökyüzü ve uçurtma. Masal bitiyordu oysa. Tek kurşunlu bir gümüş silaha bürüyordu aşk kendini, bana sıkılacak olan tek kurşuna. Seninle sevişmenin bedeli bu mu olacaktı? Olsun öyleyse, ben varım yoklukta da… demiştim. Halt etmişim… Evlenmişsin. Kız kaçırmışsın. Mutluluklar sana. Sanki bir yüreği mutsuz kılarak mutlu olabilecekmişsin gibi. Sanki "eşim" dediğin o hanıma benimle deli-dolu 8 ay yaşanan aşktan sözedebilecek cesareti taşıyabilecekmişsin gibi. Sanki onun üzerinde gidip gelirken, ona dokunurken, onu öperken bir zamanlar bir başkasına, aşk adına (ki şimdilerde aklına gelse gençlik macerasıydı işte, yaşandı bitti deyip geçiştirirsin bilirim…) benimle yaşadıklarına hiç çağırmayacakmış gibi anıların seni; mutluluklar sana!… Anlamıyorum ben. 1 night macera olsaydı belki, tek vuruşluk bir eğlence olsaydı belki, bir takım komik bahaneler adına yaşanmış bir şey olsaydı gene belki derdim amma, Şimdi sen nasıl yaşayacaksın eşinle evliliğini? Ona haksızlık değil mi bu? Kendine haksızlık değil mi? Yaşananlara ya da daha açıkçası aşk'a haksızlık değil mi? Anlatabilecek misin bir zamanlar bir erkeği sevdiğini? Seviştiğini? Beni terkedersen seni vururum!, diye tehdit ettiğini… Hayır mı? Suskun musun? Korkup kaçacak mısın? Peki!… Tanrım, sana şükürler olsun ki bizlerin hiçbir şeyi yoksa, taşıyabildikleri, sonuna değin hissettikleri bir YÜREKLERİ en güzeli de CESARETLERİ var. Yaşamak cesaret işi, bunu ancak bilendir yüreğinle yaşamayı öğrenmiş kişi… Evlenmişsin, kız kaçırmışsın… Hayır eğlenmişsin, hız aşırmışsın. Kendini kandırıp, haddini taşırmışsın demeli. Yine de Degrorum arcana visa, Audita, intelecta nemo eliminer!…
'98 en kapsamlı ve en önemli, eşcinselliğimi açıklama yılım oldu. Daha önceleri de eşcinselliğimi açıkladığım çevremden kişiler oluyordu, ama genellikle beraber olduğum kişiler ve sosyal iletişim içinde bulunmayacağım kişiler biliyorlardı eşcinselliğimi. Bu yıl, şu anda sosyal ilişkiler içinde bulunduğum ortamdakiler dahil, şimdi ara-sıra görüştüğüm eski tanıdıklarıma kadar eşcinselliğimi açıkladım. Benim için en önemlisi olan anneme de açıklamamdı. Annem beni olduğum gibi kabul etti, alt kültürden biri olmasına rağmen. Ben onun oğluydum ve mutlu olabileceğim şekilde yaşamamın hakkım olduğunun bilincindeydi. Hiç kızmadı, inanılmaz derecede hoşgörüyle karşıladı. Üzülmedi desem yalan olur ama belli etmemeye çalıştı. Belki de üzülmedi gerçekten. Çünkü yıllardır üzülüyordu zaten, neden evlenmediğim için. Şimdi de üzülürse benim daha çok üzüleceğimi biliyordu. Eşcinselliğimi öğrenmesi bana olan davranışlarında ve gündelik yaşamımızda hiçbir değişiklik yaratmadı. O akşam annemle eşcinsel arkadaşlarımı tanıştırdım. Onlar, annemin beni daha iyi anlamasına neden oldu. Ama şaşıran ve üzülen eşcinsel arkadaşlarımdı; nasıl bir anne oğlunun eşcinselliğini normal karşılayabilirdi, neden bizim böyle bir anne babamız yoktu. Annemin eşcinselliğimi kabul etmesinin nedenleri, onun oğlu olmam ve yapısından kaynaklanan hoşgörüsü olabilir ama bana olumsuz tepki verseydi bile ben buna izin vermezdim. Çünkü eşcinselliğimi yaşama hakkımın varolduğunun bilincindeydim. Gerçekleri kabul etmemekle de kendini aldatacaktı annem ve üzülen gene kendisi olacaktı. Annem bana değil, ben anneme doktora gidelim, dedim. "Belki benim ağzımdan eşcinselliğin doğal olduğuna inanmıyorsan, bir doktordan eşcinselliğin gerçekliğini daha inandırıcı bulursun" diye. Ama buna gerek kalmadı. Çünkü eşcinselliğimi kabul etmişti gönlü ne kadar heteroseksüel cinselliğe dönmemde olsa da. O akşam annem ilk defa öpüşen iki erkeğin fotoğrafını görüyordu KAOS GL'yi ona gösterdiğimde. Sadece oğlunun eşcinsel olmadığını da biliyordu. Utanmamam ve çok rahat olmam onu mutlu ediyordu. Ben toplumu kafaya takmıyordum, o da takmayacaktı.
Peki nasıl mı açıkladım anneme eşcinselliğimi; H. KANDOK akşam yemeğinden sonra düşünceliydi. Neden Denizli düşünüyorsun, benim için mi üzülüyorsun dedim, neden evlenmediğimi kastederek. Evet, dedi. Hiçbir zaman evlenmeyeceğimi ve beni olduğum gibi kabul etmesini söyledim. Nedenini sordu her zamanki gibi. Halimden memnun olduğumu, ama mutsuz da olduğumu ve beni anlayamayacağını söyledim. Sen hele bir anlat derdini, ben anlamaya çalışırım, demesi bana cesaret verdi. Aslında hiç aklımda yoktu bu akşam veya başka bir zaman ona eşcinselliğimi söylemek istediğim halde söylemeyi. Önce kadınlardan duygusal ve cinsel olarak hoşlanmadığımı söyledim. Evlenirsem hoşlanabileceğimi söyledi. Duygularımın değişemeyeceğini söyledim. Kimlerden hoşlandığımı neden sormuyorsun, dedim. Sordu. Erkeklerden hoşlanıyorum, dedim. Erkek sevgilim gerçeğini de kabul etti. Anneme eşcinselliğimi açıkladıktan sonra üzerimden ağır bir yük falan kalkmadı. İnsan kendisi eşcinselliğini kabul ettikten sonra olumlu veya olumsuz dış tepkilerin önemi kalmıyor. Olumsuz tepkiye hazırlıklı değil miyiz zaten. Onu açıklamadan önce açıklayacağım en önemli kişi o diye düşünüyordum. Belki de onun hoşgörüsü sıradanlaştırdı ona olan açılımımı. Hatta bu yazıyı bile yazmayacaktım. Açılımın zor olmadığını göstermek istedim herhalde. Bence siz de deneyin. Herkesin ki o kadar kolay olmayabilir ama ailem öğrenirse dışlanır mıyım baskısındankorkusundan kurtulmak için olumsuz tepkileri göze almalıyız. Çok geç kalarak pişman olmayalım bunca yıl kendimizi boş yere üzerek korkularımızdan dolayı duygularımızı bastırdığımız için.
İngiliz anneler eşcinsel evlatlarına eşitlik için gösteri yapıyorlar. Geçen sayımızda Eralp Baydar'ın "Perşembe Anneleri" başlıklı yazısını Radikal Gazetesi'nden aktarmıştık. Pink Paper elimize geç ulaştığı için aşağıdaki resmi bu sayımızda yayınlıyoruz.
KAOS GL 56 / 17
KAANGİR İstanbul
KAOS GL 56 / 18
Her aklıma geldiğinde, hâlâ tüylerim diken diken olur. 1997'nin sanıyorum Haziran ayıydı… Çok sevdiğim bir gay arkadaşımla, yani şu an annemden sonra en çok sevdiğim Kadir adında bir dostumla bir plan yaptık ve Cumartesi gecesi sabahlamaya karar verdik… O zamanlar herkesin dilinde dolaşan Telve isimli bara gittik. Her şey çok güzeldi. Gece ilerlerken onunla tanıştık. İsmi Kürşat… Hoş bir çocuktu. Sonra bilirsiniz bir köşeye çekildik, konuştuk, seviştik… Kadir "gözüm tutmadı, çorcu (hırsız) olabilir" dedi. Tabi ben çok hoşlandığım için; saçmalama alakası yok! Konuşması düzgün, gayet de kibar, dedim. Ama alakası vardı işte!… Telefonumu verdim, bir hafta kadar aradı, telefonda baya sohbet ettik. Ben çok çabuk tutulan bir insanım, hemen vuruldum. Artık telefondan haz almadığını, beni istediğini söyledi ve buluşup bize gideriz, dedi. Hemen o.k. dedim, akşam tanıştığımız barda buluşmak üzere randevu verdim. Büyük bir heyecanla Kadir'i aradım, olanları anlattım. Bana dikkatli olmam gerektiğini söyledi. Ben yine alaylı alaylı tamam canım, oluruz, dedim. Sonra Kadir'e yapacak birşeyi yoksa gelmesini istedim (yine de biraz korkum vardı aslında). Kadir'i de ikna ettim. İlk önce Kadir'le buluştuk, sonra Telve'ye gittik. Kürşat'ı da alıp çay bahçesine oturduk. Sohbet baya koyulaştı, Kürşat beni ve Kadir'i en kötü yerimizden vurdu. Tiyatro ve DJ'likten bahsetti, kendini bize çok iyi lanse etti. Sonra Kadir'in düşüncelerindeki eksileri bile artılara dönüştürmeyi başarmıştı. Saat baya ilerledi ama hâlâ eve gitmemiştik. Saati hatırlattım. Saat 24.00'e geliyordu. Hadi gidelim artık, dedim. Telefon etmesi gerektiğini, evin boş olduğuna emin olmak istediğini söyledi. O.k. dedik. Sonra biraz daha beklememiz gerektiğini, hâlâ ablasının evde olduğunu söyledi. Oysa biz ablasının evden çıkmasını değil, bize hazırlanan komplonun diğer şahıslarının yerlerini almasını bekliyorduk. Birden yüzüğü dikkatimi çekti. Parmağında uluyan bir kurt şeklinde yüzük vardı. Neden taktığını, ülkücü olup olmadığını sordum. Hayır, ülkücü değilim ama, dedi, polislerle iyi olmak için taktığını söyledi. Ben hâlâ uyanmamıştım. Neden bir insan polisle iyi olmak için savunmadığı bir politikayı alet olarak kullanıyordu? İnsan düşündükçe anlıyor. Neyse, hadi artık sıkıldım gideceksek gidelim dedim, yoksa biz Kadir'le Kadir'in işyerine gidecektik. Keşke gitseydik. Sonra bir kez daha telefon etmeye gitti. Bu sefer geldiğinde gideceğimiz anlamında başını salladı. Masadan kalktık. Demek ki herkes yerini almıştı. Fatih'te oturduğunu söyledi. Taksiye atladık evin önüne kadar taksiyle gidemeyeceğimizi söyledi, taksiden indik, yokuş aşağı yürümeye başladık. Halbuki taksiyle de inilebilirdi bu yokuş, yani anlayacağınız hâlâ uykudayız… Hâlâ yürüyorduk, bir taraftan bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur başladı. Evet, Haziran ayında bir yağmur… Hem de şakır şakır. İnançlarına az da olsa
bağlı bir insanımdır. Yağmur böyle yağdığı için ürperdim ve birşeyler olacağını hissettim. Kürşat hızlı hızlı yürüyordu. Baya ilerledi, aramızda 50 m. kadar bir açıklık vardı, hemen üzerimdeki 3-5 milyon kadar parayı Kadir'e verdim. O biraz daha cüsseliydi. Onun için ona vermek daha doğruydu. Sonra bir sokağa saptık. Sokağı döner dönmez karşı binada iki kişinin oturduğu dikkatimi çekti ama ilgilenmedim. 100 m. kadar daha yürüdük. Sonra köhne, yıkılmak üzere olan bir binaya geldik. Kürşat binanın içine girdi, gelin, dedi. Otamatlar yanmıyordu. Çakmağını yaktı ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Hadi gelin, dedi. Ben, kezban kezban kapıdan içeri girmek için adım atıyordum ki birden "girin lan içeri" diye bir ses ve bir yumrukla içeri girdim. Kadir'i içeri çekemediler. Sonra dışarıdan sesleri duyuyordum. Kadir avaz avaz bağırıyor ve ben de mideme saplanmak üzere dayanan bir sustalıyla titriyordum. Hemen kolumdan tutup saatimi çıkarttı, ceplerimi aramaya başladı. Bunları yaparken de hakaret ediyordu. "Ne işin var lan burda ibne", "Ulan osmanlı göt siktirir mi lan" diye bağırıyordu. O an anladım ki ülkücü itlerdi bunlar. Bu arada dışarda sesler çoğaldı. Kadir polis diye feryat ettikçe millet camlara dökülüyordu. Diğer it de cama çıkanlara "bunlar ibne dövüyoruz" diyordu. Birden bir polis sireni duyuldu. Bir gay ya da gay dostu ya da iyi niyetli bir insan polise telefon etmiş olmalı ki, polisin sireni yaklaştıkça yaklaşıyordu. Bu arada içerde çocuk tam cep telefonunu alacaktı ki sireni duydu ve sustalıyı panikten yere düşürdü. Ben de onu itip dışarı çıktım. Çocuklar da kaçmaya başladı. Ben ağlayıp küfür ederek çocukların arkasından koşmaya başladım. Kadir arkamdan bağırıyor, geri dön, saçmalama, gel buraya diyordu. O panikte hiçbir şey düşünmeden koşuyordum. Sanki üçünü yakalayıp haklayacak gibi. Ya onlar geri dönüp beni bıçaklasalar, dövseler, o an bunları düşünemedim. Sonra polis geldi, polisi görünce daha çok ağlamaya başladım. Ağlarken de olayı anlatmaya çabalıyordum. Ağlamamın nedeni korku değil, annemdi. Eğer ben o an ölseydim ne olurdu. O an annem geldi aklıma ve ağlamaya başladım. Polise de bir arkadaşın doğum gününden çıktık bunlar da yolumuzu kesti, dedik. Tabi yakalanmadılar. Belli ki ilk kurbanlarıydık, çünkü çok panikliydiler. Otuz saniyelik bir zevk için hayatımdan oluyordum. Arkadaşlar Türkiye şartlarında, özellikle de Taksim mekanlarında dikkatli olmak zorundayız. Her güzele, her mantiye vericez diye bir kaide yok değil mi? İlk kez tanışıp, sonra yatağa gitmek hayatınıza bile mal olabilir. Çok dikkatli olun. Ummadığınız insanlardan ummadığınız kadar zarar görebilirsiniz. Umarım benim salaklığım size ders olmuştur. 30 saniyelik bir zevk ya da hayatınız! Karar sizin…
Serkan EGE / İstanbul Son mektubumu gönderdiğimde mart sayısını almamıştım. Anladım ki çözüm olarak bazı insanların aklına intiharı getirebilir, o yüzden yayınlanmasını istemiyorum. Nihilist ama nihilist intiharlarına diyecek sözüm yok. Aşk için vb. intiharlarına ise sadece yazık diyebilirim. Çünkü; bekleyince geçecek ve zamanın acısını unutturacağı acılardır. Nicedir yazmak istediğim birkaç şey var, şu son sayıyı alınca muhakkak yazmalıyım dedim. Yazmak isteyip, sormak isteyip yapmaktan kaçınma sebebim ise; altında başka niyetler aranması idi. Küfürlü yazımda çelişkileri gösteren birçok şey vardı, küfür yüzünden güme gitti. Böyle bir akıbete uğrasın istemiyorum. Üslup ve dil hatalı değildi, o dil günlük yaşam diliydi ve hakkınızı sadece o dil ile alabilirsiniz. Neyse. Aklıma takılanlar. Doğu Perinçek sayesinde dergi çok daha güzel olmuş. Diyebilirim ki aldığımdan beri okuduğum en iyi sayı. Ne yazık ki ta baştan beri beğendiğim insanların (ne yaptığını bilen) yazılarıyla tabi. Örneğin Gay'e Efendisiz'in arka kapak yazısı, Kaos GL'nin yazdığı yazılar. Ben okuyunca böyle düşündüm. Şakir "anüsünden anlamak" muhakkak diyecek, herhalde benim gibi düşünenler de çıkacak. Her şey bir yana son derece samimi soruyorum, hata bende mi? Şakir'in "İntihar ihtimalleri ortadan kaldırmak isteğidir" yazısı. Başlık ile yazılanlar arasında ilinti bulamadım. Yazılanlar ise insanların acılarını hiçe sayan, yaşanmamışlıkla ilgili nihayet yıllardır söylene gelen, artık soluklaşmış bile diyemeyeceğim, sözüm ona tespitler. Tabuta sarılıp ağlayan insanların da, kendini yakan militanın da duygularını böyle açıklayamayız. (Sayıları önüme almıyorum, isim ve başlık belirtmemek yazıyı kısaltacak). Ütopya kurgusu. Demek derdimiz ezilen değil, ezen olmak. Düzende yerini tam olarak olmak isteyip konumunu beğenmeyenin feryadı. Düzen yoksa çok güzel. Amerika seyahati. O yazıyı okuyunca yazanın Amerika'da alık alık binalara bakıp geldiğini anlıyorum. İyi niyetli düşünürsem. Amerika'da gay örgütler büyük binalar yapmış ve içlerine şirin ihtiyarlar koymuşlar diyebilirim. Evlilik konusunda bir yazı var. İş olsun diye yazılmış. Gayleri en çok uğraştıran bir konu hakkında yazılmış ama okuyup bitirince sorunun olduğu gibi önümüzde durduğunu görüyorum. İsterdim ki yeni birşeyler bulayım. Kaldırılan bir bölüm var: "Eleştiriler vs.". Ben bu derginin gerçek gücünü dili o kadar dönenlerden aldığını düşünüyorum. O bölümü kaldırmak ile o insanlar yine susturuldu. Halbuki bir çok insan
korkmadan kaleme sarılmıştı ve içlerini boşaltıyorlardı. Ufukları genişleyecekti; önüne gelişmenin set çekildi. Yazıların birçoğunda İngilizce'ye rastlıyorum. Bunu egoyu tatmin olarak görüyorum. İnsan hangi dil ile düşünüyor ise o dil ile konuşmalı ve yazmalı. Eğer Türkçe yetmiyor diyorsanız, ben de size Türkçe'yi 100, 200 kelime ile konuşuyorsunuz, yani sizin yetersizliğiniz derim. Gay olarak yaşayan insanlar heteroseksüellerin doğduğu zaman kucağında bulduklarını elde etmek için ömürlerinin bir kısmını feda etmek zorunda kalıyorlar. Yarışı kafadan kaybetmek bu. Acaba yeni bir eksiklik de İngilizce bilmemek mi deniyor. Gay bar sahiplerine eleştiri var. Gaylerin sayesinde köşe dönüyorlarmış. İnsanlar ticaret yapıyorlar. Servet düşmanlığı ise yeni bir şey değil. Ekmek aldığım fırının sahibi zengin oldu diye ondan ekmek almamalı mıyım? Şimdi önyargı denilecek. (Örnekler öyle çok ki). Sırf denemek için bir sayıyı isimleri kapatıp okudum. Yazıları okuyup beni üstteki düşüncelere iten yazıların isimlerine baktım, gördüğüm hep aynı isimler. Adamlar hatayı sanki yaşam biçimi haline getirmişler. Çok güzel diye düşündüğüm yazılarda hep aynı isim. Mart sayısını elinize alın, o sayıya yakışmayan yazı hangisi? Coşkun karşınıza çıkıyor. Sanki adamın söylemek istediği şu; benim bahsettiğim herşey yanlış olandır. Yani bunları yapmayacaksınız diyor. Tabii o da yazmalı. Keşke KAOS GL'nin yanında ayrı bir kitapçık olarak yayınlansa. Hani promosyon gibi. Şampuan-ketçap hediyesi. Bir çok şey istemeye hakkım var diye düşünüyorum. Çünkü ben tepkilere aldırdım. Küfür etmiyorum. Başkalarının da değişmesini istiyorum. At ile deve değil. Hoş olmayandaki ısrara anlam veremiyorum. İnsanlara fırsat vermekten öteye gitmiyor ısrarcı olmak. Ben artık kimseyi eleştirmek istemiyorum. Amacım ve yüklendiğim veya istediğim misyon, gayliğini yaşayamayan insanlara neler yapabileceklerini göstermek. Taksim'de eğlenceye dalıp [benim yaşadığım acıları yaşayanlara (geçmişte) geçtiğim yerleri gösterip öneri getirmek. Takdir edilir, yayınlanırsa yardımcı olabilmenin mutluluğunu yaşıyorum.] O insanları unutmamak. Bu anlamda eleştiriye girmek istemiyorum son olarak. Bir şey daha. Niye hep cinsellik? Eşcinsel; isimlendirilmesi zaten cinsellik için konulmuş. Elinize aldığınız ekonomi dergisi değil ki. Eğer cinselliği yok farzedip yazı yazarsanız KAOS GL ortadan kaybolur. Dolayısıyla kimliğin, nedeni, sebebi, varlığını anlamlı yapan "cinsellik". Toplumda siyasi, politik, statü belirten kimliklerimiz var. Sorunumuz cinselliğimin nedeni olan kimlik iken cinselliği yok saymak beni yok saymak demek olmaz mı?
Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 56 / 19
KAOS GRUBU PAZAR TOPLANTILARI Haftalık Pazar toplantılarımız devam ediyor. Sakal Sahaf Cafe, Olgunlar Sokak 12/2 Her Pazar saat 18.30'da başlayan toplantılarımıza bekliyoruz.
Sevgili Serkan, tarafımızdan kaldırıldığını düşündüğün "Tartışma, Eleştiri vs." bölümü kaldırılmış değil. Bu bölüm de derginin bütünü gibi sizlerden, derginin okur-yazarlarından gelen yazılar-dan oluşuyordu. Bağımsız ya da herhangi bir konuda yazmanın yanı sıra dergide yayınlanan şu ya da bu yazıyla ilgili eleştiri ve katkılar kişiliğe yönelik küfürler içermediği sürece bizlerin de istediği bir durumdu. Bu tür yazılar geldiği takdirde bu bölüm kendiliğinden oluşacak ve der-gideki yerini alacaktır. ONUR / Ankara Barlar hakkında çok bilgili değilim ama sınavım bitti barlara sık takılmaya başladım. Daha öncesinde birkaç şey geldi başıma. Toplarsan hiçbir şey yok gerçekte. Gülüyorum ama bir yandan da böyle olaylarla yaşamım arasındaki bağı çözemiyorum. Haketmiyoruz bunları aslında. Neler bu komik şeyler. Örneğin bara gidip açık sözlü olmak suç. Her allahın günü gittiğimde orda bulunan hoş bir çocuğa can sıkıntısından ve arayıştan (bu sadece cinsel bir arayıştan değil sohbet ve bir yakınlık arayışı bu,
sonrasını zaman göstersin cinsten bir arayış bu) gay misin diye sordum. Obaaa o ne bakıştı öyle. Hayır dedi gözleriyle(ulan yalan söyleme demin geçen çocukların kıçına nasıl baktın diye geçirdim kafamdan) ağzımla ilginç anlamına gelen bir mimik yaptım . Bak sen allahın temiz heterosuna. Beni beğenmedi herhalde bu birinci sebep, ikincisi şeyinin başıyla düşünmek bu demek herhalde ki iki çift laf etmedi. Bırakın beni lütfen ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim ayaklarına yattı. Neyse yanlış kişiymiş erken bitti. Çıktım gittim. Öbürü internette chatte smart (İngilizce'de yakışıklı demek) ela gözlü diye not düşen biriyle olan bir muhabbet. Konuşurken barlarda onu görmüş olabileceğimi söyledi. Ben kendimi tarif edince bir gece önce beni barda gördüğünü söyledi. Ben hatırlamıyorum senin gibi birini değince de lafa başladı. Nasıl hatırlamazmışım bütün gece ona bakmışım. Kusura bakma herkese baktım dedim. Sevgilisinin sağında oturmuşum bir ara Onu hatırla sonrada sevgilisini hatırla. Zor iş çabalıyorum olmuyor. Kesti
konuşmayı benle. Ulan bakmak suç mu? Ne bu korkak, kendine güvensiz haller. Yer İstanbul biri hoşuma gitti yine baktım gözüm çıksın. Dans ederken ayağına bastım. Götünü öyle kaldırmışım ki sanki bakışıyla pis kedi çöplüğüne git der gibiydi. Gözler okunur beni paranoyak sanmayın. Öbür olayda barda arkadaşıma yapılan sayısız tekliflerden birinde aracı olarak kullanılmam uygun görülmüş bir zat tarafından. Ben de git kendin söyle deyince bütün gece dans ederken bana çarptı durdu. Boğa gibi gerilip gerilip geçiriyordu. Bela bullaşsan bir türlü bulaşmasan daha başka. Neyse sabırlı davrandım da bulaşmadım salağa. Daha neler göreceğiz bakalım. Salaklık bende şöyle götüm kalkık bakamıyorum etrafa nerde salak var onlarda iyi niyet arıyorum. Şimdilik pişman değilim yaptıklarımdan çünkü hiç suçum yok. (bakışlarım hariç) Hayır hepimiz erkeğiz haremlik selamlık olmaz ki barda. Rüyalarım dileklerim 1. Barlar akşam saatlerinde açılsa niye gece yarısından sonra full oluyor ki. 2. Ankara'da da İzmir'deki gibi bir gay cafe açılsa (arkadaş cafe). Gündüz de çıksak vampir gibi geceliyoruz. 3. Gay barlara zonta heterolar alınmasa (gerçeği de sahtesi de) 4. Biraz da rock dinleyebilsem bir gay barda. 5. Benim bir gay barım olsa 6. 3-5 katlı gay barlar olsa (gay barın girişindeki görevlilerden biri ben darlıktan şikayet edince bana şöyle demişti. 'sen sıkı sıkı olmasını istemez misin düşün şimdi kızlarla ben dip dibe olmayı isterim doğrusu demişti.) bu vesileyle 7. İstanbul belediye otobüsleri sapıkları gibi konuşanların bar girişlerinde çalışmaması. Hepinize sevgiler Ümit KADER / Erzurum
KAOS GL 56 / 20
97 yılının başlarından itibaren KAOS GL'yi takip ediyorum. Geç tanışmamıza rağmen, temin edemediğim birkaç sayının dışında, tamamını okudum diyebilirim. Seviye belirlemek gibi bir amaç gütmeksizin, zamanla daha da güzelleşecek dergimiz, buna inanıyorum. "... kıyısında bir inciyim acınmada birinciyim"1 Çocukluğum kendime acımayla geçti. Evimizin balkonunda beni acılarımdan çekip alacak beyaz atlı prensimi beklerdim. Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde, ölümsüz aşkları anlatan şarkılarda yaşayan güzel bir kadındım. Evet yanlış okumadınız bir kadın. Beni doğuran anam kadar gerçek bir kadın ama tek farkla, sınırda kalan bir kadın. Mahallenin bütün çocukları olmasa da çoğusu hastaydı. Hepsini tedavi ettim. Yudum yudum içtiler ve gittiler. İçlerinden yalnızca birini sevdim. O da beni sevdi, hem de terimde ürpertiler bırakan bir aşkla. Sonra beni unuttu. Ama ben onu unutmadım. "bütün bir yaşam içinde sevilenlerden bir tanesi öbürlerinden oldukça farklıdır."2 Yıllarımı birgün onun karşısına beni bir daha başından atamayacak kadar etkileyici birisi olarak çıkma senaryolarıyla geçirdim. Beynim ve bedenim ona aşıkken, başka bedenlerde avutmaya çalıştım kendimi. Aşkla, cinsellik her zaman bir arada olmayabilir diye tumturaklı yalanlarla avutma çabalarım uzun oyalayamadı beni elbette. Kaçtım o şehirden... "... alıştıkça bir geçmiş oluşturmaya başlayacağım bu kentte."3 Yeni bir hayat... bir gün bir kitap okudum, bütün hayatım bombok oldu. Ne yalancıdır o kitaplar, o filmler, şarkılar ve ne acımasız insanlar... ve ardımda bıraktığımı sandığım aynı şehir.... "Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma."4 Kaçmayı bıraktım yüzleştim kendimle BEN EŞCİNSELİM. Teşhirciliğe kaçmadan, başkası olmaya çalışmadan yaşamak kendimi bulmamı sağladı. "İnsanın hayran olduğu birine benzetilmesi çocukken güzeldir ama yetişkin birinin kendisi olabilmesini geciktirirse tadı kaçar."5 Üniversite eğitimi yapmak için bu şehre ilk geldi-ğim 93 senesin-de barışmıştım kendimle. Arkadaş çevremde coming-out olmaya başladım. Büyük tepkiler almadım. Yüzüme gülüp arkamdan konuşanlar oldu. Ama yenilmedim hiçbirine. Onların yarattığı kuşbeyinli bir ibne değil, aklı başında bir gay'dim. "Geçmişi şimdiki zamana yük etmek" huyunu terk edince şans yüzüme gülmüştü. Hazırlık üstü birinci sınıfta geçince İktisat'ta okuyan Efkar'la7 tanıştım. Arkadaşlığımız iki yıl sürdü ve bitti. Onu ilk tanıdığım zamanlarda ve arkadaşlık etmeye başladığımızda onu görmek beni sonsuz mutlu ediyor, sevindiriyordu. Bitti.
"Aşk, sevdiğini her gördüğünde yeniden doğmak se-vincidir."8 İşte biz bu "yeniden doğmak sevinci"ni kaybetmiştik. "Aşk nasıl da yakar insanı ... önce sevinçten, sonra da acıdan... Ne güzeldir ve ne çok acıtır."9 Ondan sonra ciddi bir beraberlik yaşamadım. Herkeste onu aradım. Okulum bittiğinde İstanbul'da beş yıldızlı bir otelde çalışmaya başladım. Orada çalışırken beni taşıyamayacak birisiyle altı ay süren bir beraberliğim oldu. Ömrüm boyunca bu dönem gibisini yaşamadım. Ulaştığımı sandığım dünyayı, paramparça etmiştir. Hep gözlerine bakardım, gözle-
KAOS GL 56 / 21
rinin ta içine ama o kaçırırdı gözlerini benden. Bana baktığı o nadir anlarda bile aslında bana değil de arkamda bir yerlere bakardı. Kimseyle buluşmadı gözleri, kimseyle gözgöze gelmedi. Ne kimseyle ne de hayatla ... Hayatı göze alamadı. "Elbet acı duyar tomurcuklar açarken Acı duyar büyürken her şey zorlanır."10 O benden daha fazla acı çekiyordu herhalde çünkü işten ayrıldı. Ben hayatımın o kısmına, "bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak"11 Dostluğumuzun sürmesini istediğim için elimden geldiğince irtibat kurmaya çalıştım. Ancak O,
benimle karşılaşmaktan özellikle kaçındı. "Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi? ..."12 Yırtılan bir sayfayı kullanabilirsiniz. Elbetteki üzerine birşeyler yazabilir, silebilir ve tekrar yazabilirsiniz. Ama hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Üç kenarı düz, bir kenarı ise her zaman şekilsizdir. Kırılan bir cam ne kadarsa yırtılan bir sayfa da o kadardır. 98 senesinin baharında işi bıraktım. Yeniden sınava girdim. İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandım. "Şimdi bütün gün üstüme yağmur yağıyor. Bütün gece kar Yalnızlığın tam ortasındayım artık Yalnızlığın tam ortasındayım artık Yalnızlık kadar"13 Şu anda hazırlık sınıfında okuyorum. Hep güçlü olmaya çalışıyorum, ama bu o kadar yorucu ki ... Yaşadıklarım hayattan zevk almamı engellemiyor ama yaşamım yaşadıklarımın bir resmi değil mi? "Oysa ben kaç yıldır Kaç acı eskittim Unuttum Kaç ölüm gördüğümü, Bir omzumun Alçaklığı ondandır; Taşıdım kaç kişinin Kanayan tabutunu"14 1)
2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) 10) 11) 12)
KAOS GL 56 / 22
Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar? F. Hepçilingirler Şairler Şehri / B. Uzuner K. Karanfil Ne Renk Solar? Aynı Kentte / Konstantinas Kavafis Kumral Ada Mavi Tuna / B. Uzuner Kumral Ada Mavi Tuna / B. Uzuner Murathan Mungan'ın "Aşkın Gözyaşları yada Rapunzel ile Avare" Adlı hikayesinden. K. A. M. T. / B. Uzuner K.A.M.T. / B. Uzuner Karin Boye İsmet Özel Virginia Woolf
13) 14)
Ümit Yaşar Oğuzcan Metin Altıok
Orhun TUNA / Ankara Gamım pirhân tutardım ben, dediler yâre kıl rûşen, Desem ey bivefâ bilmem, inanır mı inanmaz mı? Bir yandan Osmanlı İmparatorluğu saray çevresi tarafından güzelim Türkçe'nin "Türkî-i basît" (Basit Türkçe) olarak hor görülüp koskoca bir altıyüz yılın edebiyat dilinin Arapça ve Farsça ağırlıklı bir ucubeye dönüştürülmesini oldum olası hazmedemezken, bir yandan da başta Fuzûli olmak üzere bazı divân şairlerinin dizeleri karşısında "işte şiir bu" demekten de kendimi alamam. Fuzûli'nin yukarıdaki satırlarını ise salt şiirsel kalitesinden dolayı değil, ruh halime de çok iyi ışık tuttuğundan daha kara bir sevdayla severim. Mart 99 sayısı ile ilk kez düzeyli bir gay ortamıyla tanıştığımda gayrı ihtiyari olarak dökülüverdi bu gazel beyti dudaklarımdan. Günümüz Türkçesi'yle: Derdimi gizli tutardım ben Sevgiliye aç dediler Anlatsam o vefâsıza Bilmem inanır mı, inanmaz mı? Türkiye'de gay olarak sanırım durumumuz Fuzûli'nin açmazından çok farklı değil. Ama şu anda sözcükler aracılığıyla da olsa bir değil, belki bir çok sevgiliye birden açılmanın kıvancını yaşıyorum. Ortak paydayı paylaştığım tüm arkadaşlarıma, tüm gaylere sesleniyor ve rica ediyorum. Gamınızı pinhân tutmayın. TAŞIZ BİZ, DİZİLİRİZ ÖRMEK İÇİN DUVARLARINI SARAYIN Nurullah Ataç, şiiri tanımlarken sözcüklerin diziliminin önemini vurgular. "Şiir, bilinmeyen, çok süslü, kafiyeli bir takım kelimeler kullanmak değildir. Aksine herkesin bildiği, sıradan sözcüklerin nasıl dizilmesi gerektiğinin sihrini yakalamaktır" der. Fuzûli'nin bir dizesini örnek verir, son derece çarpıcı olarak.
Padişah için yazılan methiyeden alınan mısra şöyledir. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultânım. Görüldüğü gibi dize son derece basit, anlaşılır bir dizi sözcükten oluşur. Şimdi cümlenin gramer yapısını ve kullanılan kelimeleri hiç değiştirmeden sıralamayı değiştirelim: Devletli Sultanım, gözüm, canım, sevdiğim, efendim. Fuzûli'nin dizilimi bir gazel mısrası kalitesindeyken ikinci dizilim ya da yapılacak başka kombinasyonlar bir laf salatası olmaya adaydır. Eski Sovyetler Birliği'nin Dağıstanlı yazar ve şairi Resul Hamzatov, "Benim Dağıstanım" adlı kitabında, ülkesinde eski bir duvarda taş üzerine işlenmiş bir yazıyı aktarır. İmzasız ve bir taş parçasındaki iki satır şöyle der: Taşız biz, diziliriz örmek için duvarlarını sarayın Samanlığın, tapınağın, mahzenin ve zindanın. Saray duvarını da, cami kubbesini de, loş bir mahzenin de, ya da uğursuz bir zindanın koridorlarını da aynı taştan örerler. Sadece dizilim farklıdır. Tapınağa da, samanlığa da şekil verenler aynı cisimlerdir. Çevremizi saran, renkli dünyalarımızı maskelemeye, karartmaya çalışan uğursuz ve ruhsuzlar anlamıyorlar mı ki insanız hepimiz. Yalnızca dizilişimiz farklı. O, bir heteroseksist saldırganı oluşturacak şekilde dizilmiş, bense duygulu bir "gay"i. Homofobiklerin bir zindan koridorunu oluşturan dizilişlerine büyülü, renkli, efsunlu bir "gay" sarayını oluşturan dizilişimizle karşı çıkıyoruz. Bu kadar basit, bu kadar kısa, bu kadar sade. (Yazımı Karaman'daki sevgilime ithaf ediyorum.)
İLHAN / Çanakkale Daha önce yaşadığım bir olayı, bir saldırıyı yazmak istiyorum. Hafif yağmurlu bir akşamdı. Biraz gezdikten sonra bir birahaneye
iletişim
I'm a belgian gay and I like to get in touch with 30 yaşındayım. Üniversite mezunuyum. Kumralım ve turkisch men who want sex or love affairs with foreign renkli gözlüyüm. Hiç arkadaşım yok, fakat dostluğa gays. ihtiyacım var. Erkekleri arzulayan bir erkek olarak sizi Henri DELHEM: P.B.254, B-1210 BRUSSELS selamlıyorum. Yazışalım. BELGIUM P.K. 25, Yenişehir / ANKARA * * 22 yaşında, kumral, hiç arkadaşı olmayan birisiyim. Aşktan korkmayan, hayata ve kendine dürüst olmayı Yaşıtlarımla veya benden genç arkadaşlarla başaran tüm dostlardan mektup bekliyorum. mektuplaşmak, tanışmak istemekteyim. Birlikte Mektuplara sözcükler yerine yüreğinizi koyun ki karşılıklı sevgiyi paylaşmak dileğiyle. (Fotoğraf yüreğiniz yüreğim olsun. göndermenizi tercih ediyorum) Bora: P.K. 36, 06200 Demetevler / ANKARA P.K. 19, 06191, Karşıyaka, Yenimahalle/ANKARA * * Merhaba arkadaşlar. Adım Ercüment, 22 yaşındayım Ankara'daki gaylerle görüşüp tanışmak; ülkemin her ve üniversite öğrencisiyim. Sizce aşk bize bu kadar köşesinden ya da tüm dünyadan (İngilizce olarak) uzak mı? Mektup ve telefonlarınızı bekliyorum. frekanslarımı paylaşacak arkadaşlarla da yazışmak Ercüment Ege: Gazi Mah. 500 Sokak, Gültepe için mektup bekliyorum. Aprt. No:9 MERSİN İbrahim: P.K. 355, 06443 Yenişehir/ANKARA Tel: 0.532.227 70 89 * * Hakan (Öğrenci-İstanbul): 0.542.315 65 77 Bu mektubu yazdım (Mektup-lar-dan bölümüne * bakınız) beni tanımanız için. Ben de sizleri tanımak Berkant (İstanbul): 0.216.449 18 43 istiyorum. Erzurum'da bulunan arkadaşlarla da ayrıca * iletişim kurmayı isterim. İbrahim: Beni arayın lütfen, 0.542.641 08 50 Ümit Kader: P.K.192 ERZURUM * Baran (İstanbul): 0.532.542 06 41 * Ben Murat, 20 yaşında Eskişehir Anadolu Üniversitesinde okuyan bir öğrenciyim. Eskişehirli arkadaşlarla yazışmak ve tanışmak istiyorum. Eğer aşk için, eğer aşkın nimetleri için yaşıyorsan ya da yaşamayı düşünüyorsan bana ulaş. Murat: P.K.31, 26001 Merkez/ESKİŞEHİR * 21 yaşındayım. Trakya Üniversitesi'nde okuyorum. Eşcinsel arkadaşlarla yazışmak istiyorum. Özgür Aşkan: mithrandir31@hotmail.com * 26 yaşında bir gayim. Eşcinsel arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Murat Sönmez: 0.535.711 49 55-0.532.631 97 81 * 33 yaşında okumayı ve seyahati seven bir gayim. Ömür boyu kurulacak dostluk ve arkadaşlıklar için mektuplarınızı bekliyorum. Greg: Yunus Emre Cad. No:45/12 İncirli 06010 ANKARA
girdim. Birkaç bira içmek için masaya oturdum. Baktım ki ön masada üç genç var, ara sıra gördüğüm gençler, arasıra dönüp dönüp bana bakıyorlardı. İki bira içtikten sonra dışarı çıktım. Sokakta yavaş yavaş giderken onların da arkamdan geldiğini farkettim. Bir müddet sonra biri hızla gelerek kolumdan tutup bana seninle beraber olmak istiyoruz, dedi. Ben de biraz
* LAMBDA-İSTANBUL Danışma Telefonu: "Yalnız Değilsiniz!":0.212.233 49 66 (Salı, Perşembe günleri 19.00-21.00 arası; diğer zamanlarda telesekreter mevcut) * AIDS Danışmanlık Hatları: Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM):0.312.310 80 47 * Türkiye Aile Planlaması Derneği: 0.312.431 18 78431 56 98 * Sağlık Bakanlığı Ücretsiz Bilgi Hattı: 0.800.314 79 79 * AIDS Savaşım Derneği-İstanbul: 0.212.231 07 60
içkinin etkisiyle ve bana bir zarar verebileceklerini hiç düşünmeden tamam, dedim. Nereye gideceğiz gibi laflar söylerken birden suratıma, vücuduma yumruklar, tekmeler gelmeye başladı. Ben yumrukları yememle beraber düştüm. Yumruklar, tekmeler devam etti. Üç kişi birden hırpaladıktan sonra bıraktılar beni. Oradan kalkıp koşarak kaçmaya başladım. Onlar da yeniden
KAOS GL 56 / 23
arkamdan koşmaya başladılar. Beş-altı metre uzaklaştım ki birden ayağım taşa takılıp çamurlu suyun içine düştüm. Baktığımda düştüğümü görünce onlar da durmuştu. Ayağa kalkıp "bunun hesabını size soracağım" dememle yine arkamdan koşturmaya başladılar. Caddede koşarken yanımdan geçen bir araba ne oluyor deyip yanımda durdu. Ben ona aldırmadan koşuyordum. O esnada yan sokaktan bir kamyon durdu. O arada sokakların birine girip kuytu bir yere saklandım. Her tarafım titriyordu. Çok korkmuştum. Belki yardım istemeliydim ama insan hiçbir şey düşünemiyor. Daha önce böyle bir olay, yaşadığım yerde hiç başıma gelmemişti ve o akşamdan sonra yanıma jilet, ustura gibi kesici aletler de almaya başladım kendimi korumak için. Yine tedirgin oluyorum. Çünkü yumruğun, tekmenin acısı birgün geçer ama jiletle, usturayla kendime veya karşımdaki kişiye bir zarar veririm diye tedirgin oluyorum. Artık önce gittiğim yerlere gidemiyorum rahatça. Geceleyin caddelerde yürüyemiyorum. Ben ne kadar kendime hakim olmaya çalışsam da içimde bir korku, bir ürperti var, arkamdan gelen
KAOS GL 56 / 24
sesler bile beni ürpertiyor. KAOS GL'de veya başka bir dergide okudum; toplum içine karışan, barlara, bilardoya vb. yerlere giden eşcinsellerin, diğerlerine oranla daha mutlu olduğunu okumuştum. Ama insan ister istemez kendini toplumdan soyutluyor. Yani toplumdan kaçıyor. Şu an bu durumu ben kendimde görüyorum. Belki bir gün kendimde cesareti, güveni bulabilirim. Nutkum TUTULDU / Antalya 53. sayıya ithafen
Henüz 13 yaşımda orta 1'e giden, bıcır mı bıcır bir erkektim. Başımda binbir hayal, 13 sokak sonra gerçekleşecek bir birleşmenin sevinci. Evet, onun için 13 sokak aştım, 13 uzun koca sokak ve yaşım 13. Ve nihayet 13'ün sonu. Bina karşımda dimdik duruyor ve içeri giriş. Kapının çalınması, hoşgeldiniz tebessümü ve ders çalışma sözleriyle odaya kapanmalar. Güzel bir birleşme; Tanrım ölebilirim. Yaş 13, sokak 13! tam iki ay sürdü bu birleşme (İleriki aylarda biz taşındık, yine de sevgimiz sürdü). Her gelişim 11.00-12.00 arası, hiç şaşmaz, şaşmadı da. Yengemin sempatik gülüşü ve bizim ders çalışma azmimiz! Ona o günlerde
tapardım, belki bugün de olsa tapardım, ama yaşım olmuş 21, sokak sayısı?!… Adı Ergün'dü. Ben ona aşkım derdim, günüm, gecem hergünüm derdim. Hergün benimle ol ERGÜNÜM! Duvarda da Hz. Ali'nin resmi ve biz sevişirdik. Ama ben çok utanır; resmin göremeyeceği bir yerde sevişmeyi önerirdim. Hep korkardım resimlerden, bana bakan, beni izleyen iki göz. Pırıl pırıl göz. Aman Tanrım!… Sevişmeler biter, kaçar adımlarla çıkardım evinden, yengem sorarmış, neden bu kadar erken gittiğimi aşkıma, yani oğulcuğuna. Bilmiyorum neden, niye her sevişmeden sonra kaçardım. Ah! Heteroseksist dünya, içine edeyim emi! Yine birgün, 13 sokak gidiş, dönüşü yaparken yolda bir mecmua gördüm (herhalde Blue Jean'di). Şöyle bir yazı "WHITNEY HUSTON LEZBİYENMİŞ, çünkü, bir kadınla yaşıyormuş." Bu yazıyı okuduktan sonra beni bir düşünce alıverdi. "Acaba ben de mi Lezbiyenim?", çünkü ben de bir erkekle birlikte oluyorum. Demek ki arkadaşlarım bana "top, ibne" derken lezbiyenliğimi anladıkları içinmiş. Ah! Seksist cahiller! Yaş 13, 13 sokak aşmış dört duvara hapsedilmiş bir çocuk! (O Benim). Ben bugün o mecmuaya teşekkür ediyorum, çünkü onun sayesinde lezbiyenliğimi değilse de gayliğimi öğrendim. Sevinmiştim, en azından adını koymuştum ve adı bende saklıydı artık. Yaşım ilerledikçe, üyesi olduğm Alevi-Kürt feodalizmin etkisinde kalarak, Kemalist bir okur, iyi bir dindar ve bunalımlı yıllar. Tek iyi yanı bol bol kitap sığdırdım hayatıma. 15 yaşımda kadir gecesinde hani şu 1000 aydan daha hayırlı günde; ağlayarak Tanrıma yakardım; "Yarın hetero olayım" diyen ben
nerde; iyi ki gayim diyen ben nerde? Bugün 21 yaşında gay olmaktan öte, iyi bir gay aktivist olmak için çalışıyorum. Bunun için başta gay dostu, ilk coming-outum felsefe hocama ve en yakın dostum Dilek'e; daha sonra en büyük okulumuz, herşeyimiz KAOS GL'ye (yağ değil, gerçekler) ÇOK TEŞEKKÜR ediyorum. Bugün tüm gay dostu heteroları; orta okul ve lise hayatımı burnumdan getiren bazı arkadaşlarımı dahi çok seviyorum. İBNE DEĞİL GAY ve LEZBİYENİZ / NE HASTA NE SAPIK / EŞCİNSELİZ MASKELERİ ATTIK YÜZYÜZEYİZ. Mücadeleye inanıyorum ve gay ve lezbiyen özgürlüğü için her türlü yardıma hazırım. Derin sevgi ve saygılarımla.
erkek beyni ve kadın beyni diye ayırabilirim ki. Ancak erkek ve kadın zihniyeti ya da yaklaşımı olabilir. O halde sosyalizasyon süreci sonucunda kabul edilen "yaygın" kültürel kimliklerdir. Bu dayatmadan nefret, nefret, nefret ettim. Ediyorum. Kendim olduğumdan beri, asla bir kadın ve bir erkek gibi düşünmedim ve duygulanmadım da. Şöyle düşünelim; düşüncenin ya da düşünme ediminin bir cinselliği var mı? Üzerinde yoğunlaştığımız, fikir beyan ettiğimiz şeyler, çevre, dünya ve iç tepkiler bizim yoğunluk alanımızı oluşturmaz mı? Mesela kozmos hakkında düşünürken, bir taşı, bir bitkiyi veya herhangi bir şey üzerinde düşünürken, onlara cinsel anlamlar yüklememiz mi gerekiyor? "Şeyler"i kadın ve erkek diye ayırmamız mı gerekiyor? Ben düşünmeye başladığımda, aslında, düşüncenin kendisiyim. O halde düşüncenin ve duygunun hiçbir cinselliği yok. Ya da doğru bir ifadeyle "cins"i yok. Buradan yola çıkarak olan şey "yaklaşımdır". Yaklaşımlar da toplumsal ve ritüel yönetimlerle anlam kazanır. Öyleyse düşünmek ve duygulanmak (diğer biyolojik ve parapsikolojik unsurları şimdilik gözardı ediyorum) insana; kadın ve erkek "gibi" düşünmekse, kültürel kimliğe özgüdür. (Çünkü cins biyolojik, cinsellik kültüreldir). Kendimi "meşru" kılma çabam da bendendir. (Üçüncü artistik puan). "Karanlıktan korkmamak için Önce aydınlığı tanımak gerekir." Karanlıktan kimse korkmamalı, Diyordu yaşlı Keşiş Tüm çıplaklığını gizlemişse karanlığa Gerçeklik. Gömsün kendini toprağa. Ey Gerçeklik; Korkmamak için kendinden korkutmamak için sonrakileri Kırbaçlamalısın kendini Tanrının gerçekliğiyle!…
DİP / Eskişehir Eskişehir'de yaşayan bir eşcinsel olarak, bir dönem yaşadığım düz cinselliğimin ve kendimi yaratmam (yaratmanın sadece tanrıya mahsus olduğunu düşünenlere) sonucunda, girdiğim yan yollardan birinde tespit ettiğim eşcinselliğin ne yüceltilecek, ne de aşağılanacak bir şey olduğunu gördüm. 23 yıllık dişiliğimin yanında, on yıllık eşcinselim. Bu arada; arada kalan kültürel kimliğimin ifadesi kadınlığımı, sadece doğduğumda vajinamı görüp, annemin ve babamın yüzünde oluşan sevinci (erkek) ifadesine inat, kız olduğumu söyleyen hemşirenin yüzünde gördüm. (Birinci artistik puan). Herşey 13 yaşımda karşı yönden gelen kadınlığımın, saatte 120 km hızla gelen erkekliğime çarpması sonucu oldu. O günden beri, kültürel kadınlık kimliğim felç ve yatalak olarak yaşıyor. (İkinci artistik puan). Benim için önemli ve var etmem gereken şeyler beynim ve duygularım. Düşünüyorum da, beynimi ya da yüreğimi nasıl olur da ÖZLEM / Ankara
Yoksun… Belki hiç olmadın, oysa yüreğimde ayak izlerin ve belki de "uzun olur gemilerin direği"… Akşamı hiç çekilmez bu kentin, ki bilmez misin hiçbir akşamı çekilmez olur tüm yalnız kent'lerin… Ve yoksun, seni çıkmaz sokakların süslediğini sandığım taş merdivenin son basamağında bir aşk'a hasta bakıcılık yaparken kaybettim. Çocukluğunu anlatmadın hiç, merak ediyorum metropol ışıklarının gaz lambasındaki raksını. Allanis Morrisaid'li bir gece geçirip, tüm açelyaları ateşe verdim sırf sana
inat. Abaküste gün sayıyorum, vagonlar özlemiş olmalı salgıladığım heyecan adrenalini. Gerçekten, işediğimizde raylar yağmur yağdı mı sanıyor? Uzaktan o güzel kokun geliyor ve
KAOS GL 56 / 25
LAMBDA İSTANBUL HER AYIN İLK ÇARŞAMBASI DÜZENLEDİĞİ PARTİLERE DEVAM EDİYOR! 7 NİSAN 1999 ÇARŞAMBA "SEKSENLER PARTİSİ" 21:00-01:00 5 MAYIS 1999 ÇARŞAMBA "CHAT PARTİSİ" 21:00-01:00 YER: Club 14, Talimhane/ Taksim Davetiyeler daha önceden Lambda'dan temin edilirse 1.000.000.-, kapıda 2.000.000.- Yerli içkiler 1.000.000.Organizasyon: Lambda İstanbul
KAOS GL 56 / 26
koynumda hâla fotoğrafın. Gece melekler sardı etrafımı, "Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım" mendil hep benim arkama bırakılmış. O mendil senin biliyorsun, üzerine yüreğinin krokisi çizilmiş, gerçek büyüklüğünün binde biri ölçüsünde. Suç bizim değil, kim olsa aynı şeyi yapardı, genel af çıktı ve aşık olduk birbirimize. Taş merdivenin son basamağına iş merkezleri kuruldu şimdi, önündeyse bir garip yatır, gelen giden mum yakıyor. Biliyor musun… ayrıldığımız yer acayip medyatik oldu, utanmasalar sit alanı ilan edecekler. O sene doğan her çocuğa senin adın verildi, o sene doğan her çocuk beni sevdi, utanmasalar şilt verecekler. Bunaldım… ne demeye çekip gittin, reva mıydı bu koca kenti başımın belası etmek. Yoruldum… belamı bu kent başıma. Utanmasam… shit. H.G. / Ankara Artık sana söyleyemeyeceğim hiçbir şey yok. O yüzden bunları yazıyorum. Seni ilk gördüğümde küçümsemiş, kıskanmıştım. Sen daha erken çözmüştün kendini. Daha erken ve daha rahat. Ne kadar doğru bunu bilemem ama dışardan bakınca bu böyle. Sonraki adım senden geldi. Yürürken herkes ikili gruptu. Ve sen benim yanımdaydın. Ben yine çekingen ve meraksız. Gideceğimiz yere ulaştığımızda yine koptum. O gün çok sıkılacağımı, yine kendimi yalnız hissedeceğimi düşünüyordum. Sen zaten sürekli dolaşıp duruyordun. Ben çivilenmiştim yerime. Sonra sıkıldım ben de kalktım. Biriyle konuştum. Çünkü çok heyecanlıydım o gün. İlk defa hep beraber bir yere gidiyorduk. Ellerim titriyordu. Farkettiler, o yüzden konuştum. Yoksa… Orada çok eğlenmiştim. Siz konuşuyordunuz. Ben de konuşuyordum. Ve yakınlaşma o
zaman başladı. Ben biraz ürkerek de olsa sana dokundum. Ve nasıl olsa içki içti diye bir şey demeyeceğinizi düşünerek elimi omzuna koydum. Çok uzun süreden beri kimseye böyle dokunmadığımı hissedip mutlu oldum. Sonra koluna da girdim. Yazarken gülüyorum. Şimdi içeri biri girdi, dikkatim dağıldı. Devam ederim. Yine Ezginin Günlüğü'nün lafı geçti ya, neyse… Oradan ayrıldık. Sen başka masaya gittin. Ben yine yerimdeydim. Ve beni çağırdınız. Yine mutlu oldum. Sohbet yine iyiydi. Ben masadan kimin olduğunu bilmediğim bir bardak rakıyı alıp içtim. -Allah razı olsun ondanNeyse zaten o günü tüm ayrıntılarıyla hatırlamıyorum. Giderken bana sarıldı. Bak, ben yine mutlu olmuştum. -Ben de ne çok mutlu oluyorum yahu. Dokunmasın-. Geri döndüğümde bir arkadaş durumu farketmiş. Merak etti. Bilmiyorum dedim. -Bu ayrıntıya da ne gerek varsa- Neyse. Aradan bir-iki hafta geçti. Umudumu yitirmiştim sana karşı. O gün de çok kötü bir şey olmuştu zaten. Telefon çaldı. Çok şaşırdım. İçimde kıpır kıpır birşeyler oynuyordu. Sen arayınca her şey güzelleşti. Üzüntüm geçti. Telefon numaranı da verdin. Ne mutlu oldum bilemezsin. -Belki de bilirsin, ne bileyim işte-. Sonra dışarıda bir buluşma ve telefon sohbetleri. Bir gün ben seni diğerlerinden kıskandım. Valla ne diyim, kıskanmasam seni sevdiğimi söyleyemezdim. Yine de mutluydum telefonda söylerken kızardığımda bile. Senin sıran o gün değildi konuşmak için. Çaresiz bekledik. Bir toplantı günü konuşacaktık. Neyse sen konuştun. Ben umursamadım o an. O kadar da kötü değildi. Ama bir ara sen kafanı duvara vurunca benim içim parçalandı. Neden yaptığını hâlâ
bilmiyorum. Yalnız bırakmak istemedim. Benim gitme vaktim gelince çıktım. Aşağıya indim. Sonra çantamda sana aldığım gülün kalan kısmı aklıma geldi. O kısmını atmaya dayanamadım. Zaten salakça bir fikirdi gül almak, veremeyeceğimi bildiğim halde. Hemen geri dönüp kalan kısmını sana verdim. Ne büyük tesadüftür ki gül sarıymış. Ben portakal zannetmiştim. Yine de sonraki zamanlarda şu an dahil seni sevmeyi bırakamadım. Bir toplantıda -sen de bilirsin- yine ben kıskançlığımı yenemedim. Sen birisinin sigarasını yakarken geri çektim seni. Ne oldu diye sormuştun ya. İşte bu oldu. Sonracığıma, toplantıdan ayrılırken bana sarılıp öptün. Gene kıpır kıpır oldu içim. Ama bana hayır, olmaz demiştin. Kararsızlığa düştüm. Çok üzüldüm. Toplantının konusu da "aşk"tı zaten. İnsanlar konuşuyordu hüzünlü hüzünlü. Ben de dayanamadım. Herkesin ortasında ağlamak istemedim, çıktım. Bir arkadaş da benle geldi. Biraz konuşup geri döndük. Bir şeyi öğrenince mutlu oldum -sen bunu da bilirsin-. Oradan içmeye gittik falan, filan. Dün yine telefonda konuştuk. Ben yine mutluydum ama sen değil. Bir ara bana da bulaştı. Sordun ya beni hâlâ seviyor musun diye. İşte cevap: SENİ HÂLÂ ÇOOOOOK SEVİYORUM. Paylaştığımız en azından bir gökyüzü ve Ezginin Günlüğü'nün şarkıları var. Bana iyi birisin dedin. Ama sen benden çok daha iyisin. Şimdiye kadar aşk ile mutluluğu beraber bulamamıştım. Şimdi buldum. Çok teşekkür derim. Çok teşekkür derim.
Türkiye'de heteroseksüellerin duygu, düşünce ve yaşantısını yansıtan onlarca, belki yüzlerce gazete ve dergileri var. Bunlardan bazıları "seviyeli", bazıları "seviyesiz", bazıları edebi ve bazıları ise edepsiz. Biz, abuk-sabuk seks karikatürleriyle süslenen dergilerde (L-Manyak, Leman vs.), Hafta Sonu, Şamdan gibi magazinlerde ve gazetelerde, heteroseksüel insanların yaptığı edepsizlikleri yıllarca okuduk durduk. Bazen güldük, bazen şaşırdık. Bazen de midemiz bulandı. Ama "bir avuç" eşcinselin ne düşündüğü heteroseksüellerin umurunda bile değildi. "Çoğunluğun yaptığı her ne olursa doğrudur" mantığından hareketle, gönül zevkleri doğrultusunda kendi özel dünyalarını, sapkınlıklarını gözler önüne serdiler. Bazen edepli, bazen edepsiz, bazen de mide bulandırıcı olarak. Ülkemizde ilk defa, yeni yeni birkaç eşcinsel ağızlarına vurulmuş bantları söküp attı ve yüzlerce yıldır "tutsak" oldukları, yok sayıldıkları bu toplumda olanca güçleriyle haykırmaya ve "biz de varız" demeye başladılar. Ve KAOS GL doğdu. Kolay mı? 70 yıllık tutsaklığın vermiş olduğu karşı tepkiyle haykırmaya başladı eşcinseller: Konya'dan, Sivas'tan, Diyarbakır'dan, İzmir'den, İstanbul'dan… Yıllarca içlerinde bir günah gibi tuttukları aşklarını, dostluklarını, özlemlerini, cinselliklerini haykırmaya başladılar. Kimi "seviyeli", kimi "edepli", kimi "edepsiz". Tıpkı heteroseksüeller gibi. Sivas'ın bilmem ne köyünün samanlığında iki erkeğin cinsel beraberliği, bazı heteroseksüellerin midesini bulandırıyorsa; bilmelidirler ki, genelevlerde hatta beş yıldızlı otel odalarında erkekle kadının yaptığı "hayvansal seks" de benim midemi bulandırıyor. Yüzyıllardır varolan heteroseksüel basın bugün hâlâ belirli bir "seviyeyi" tutturamıyorsa bu anormal görülebilir ama; henüz üç-beş yıllık bir geçmişi olan eşcinsellerin yayın organı KAOS GL'yi kusursuz bir edebiyat eseri olmadığından ve "seviyesizliğinden" dolayı topa tutmak, eleştiri anlamına gelmez. Bu olsa olsa, yeni yeni filizlenmekte olan eşcinsel özgürlüğünün, sesini kısmak ve kafasına basarak onu ezmek isteği olabilir. Kahrolsun özgürlüğünü, eşcinsellerin tutsaklığı üzerine kurmuş olan heteroseksist zihniyet. Ama siz susmayın eşcinsel dostlarım, sakın yılmayın. İçinizden nasıl geliyorsa öyle yazın. Yazdık-
larınızı bazı heteroseksistler beğenmese de olur. COŞKUN Çünkü bizler görücüye çıkmadık. Bizler özgürlüğe İstanbul el attık. İnsan olduğunuzu haykırın, Aşklarınızı haykırın, Sevgilerinizi haykırın, Acılarınızı haykırın, Pornografinizi haykırın… Hem de heteroseksistlerin kulak zarını patlatırcasına haykırın. Gün, zincirleri kırma günüdür. Gün, özgürleşme günüdür. Evrensel bir hak olan ifade özgürlüğünü, sonuna kadar kullanan cesur eşcinsel dostlarım: Özgürlüğün kutlu olsun.
ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA ∇ BELARUSYA'DA EŞCİNSELLİK ∇ YALANCI BAHAR YAZITLARI ∇ BOCALAMANIN VERSİYONLARI ∇ THE KAFİ ∇ TRANSSEKSÜELLİK BAHSİ ÜZERİNE-4 ∇ BİSEKSÜELLİK ∇ BEN NEYMİŞİM Kİ ABİ?! ∇ TECAVÜZE UĞRAMASAYDIM EŞCİNSEL OLMAZ MIYDIM ACABA? ∇ KÜÇÜK BİR ÖYKÜ BU! (1-2) ∇ KİM HASTA ACABA? ∇ CAMILLE ∇ AŞKI ÖLDÜRDÜK ∇ GÖKKUŞAĞININ ÖTE YANI ∇ UYUŞTURUCUNUN DİĞER ADI: ÖLÜM ∇ VE SÜRGÜN EDİLDİLER İLKİN... (Şener) ∇ Çürüme Kaçınılmaz Mı? GAY İDEOLOJİSİNE REDDİYE ∇ YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR (Gülbeşeker) ∇
Önümüzdeki aylarda bir şiir eki vereceğiz. Elimizde bulunan bütün şiirlerinizi bu ekte okuyabileceksiniz.
"Olağanüstü keyif verici hikayelerin toplandığı bu kitapta, kadınlar arasındaki çok özel anlar, yetenekli bir yazarın kaleminden sunuluyor. Aramızdaki Bağlar, ülkemizde çağdaş okurun yabancısı olduğu erotik edebiyatın doruk noktalarından biri…" Aramızdaki Bağlar Carol Brown, Çev: Durmuş Akbulut Dodo Yayıncılık, Haziran 1998
KAOS GL 56 / 27
Zekeriya GÜN Şark-İslam klasiklerinin Türkçe yazılmış olanAnkara larından biri de Nâima Tarihi’dir. Bu yapıt, ünlü
Osmanlı vakanüvisi Nâima’nındır. Nâima Tarihi’nde olaylar kaydedilirken, aralarda bâzı eşcinsel olaylarla ilgili anekdotlara da rastlanır. Nâima’nın bir tarihçi olarak olayların arkaplanını aydınlatmak üzere, âdeta bir öykü üslûbuyla aktardığı bu tür anekdotlardan birini bu yazıda ele almak istiyoruz.
I. METİN “Ma’n-zâde nakleder ki, (...) zühd ü salâhla meşhur kati çok mürayîler gördüm ki; (...) verâ-i perde-i hafâda envâ’-ı menhiyyâtı irtikab edip (...) hatta mütemevvellerinden biri ki, gürûh-ı fâkiyenin namdarı idi. Bıyıklarını tıraş ve zu’munca her hâlini sünnet-i nebeviyyeye tatbîk davasında idi. Sûret-i zahirede evlâd yerine terbiye eylemiş bir nevcivan hizmetkârı var idi. Çakşırına harir kumaştan uçkurluk yaptırmış idi. Pîr-i müşarün-ileyh hîn-i visalde harir uçkurluğu görüp; “Bu haram kumaşı gider. Kâh u peygâh vücûduma dokunup bîmanî yere âsim oluruz” demiş. Ef’âl-i şenîa nazarına görünmeyip de tütün içmek, harir giymek, bıyığın kırkmak ve sûfîlerin semâına hazır olmak, yanlarında cürm addolunur. Ma’n-zâde, şahs-ı merkuma mahrem olmağla, bir gün sual edip; “Behey efendi, li-zât-ı nefsaniyeden olan kabayihi cümle gizlice irtikab edip suret-i zahirede cüz’iyyât makûlesi olan şeylerde taassub edersiz. Bunun aslı nedir?” dedikte aziz söze gelip; “Beğim sen gayet ahmak imişsin. İnsan bir haramı irtikab ettiğin zaman, zımnında ya tahsil-i mal, ya zevk-i nefsanî ve lezzet-i cismanî bulunmağa muhtaçtır. Ki günehkârlığı abes olmaya. Yoksa altun ve gümüş avanı kullanmak, harir giymek, tütün içmek ve teğannî istima etmek ve sair buna benzer şeylerde ne lezzet vardır?! Âkil odur ki, bu makûle lezzet-i cüz’iyyâtı terkedip belki suret-i zahirede inkâr ve men’i babında taassub gösterip avam-ı nâs ahmaklarını hüsn-i hâline itikad ettire. Yine mahrem-i esrâr olanlar ile vera-yı perdede dünyevî maslahat ve nefsanî lezzete derkâr olmağa mâni yok. Cahillerin su-i zannından kurtulmuş olur” deyü cevab verip beni ilzam eyledi” deyü naklederdi.”1 II. DEĞERLENDİRME 1 Nâima, Tarih-VI, s. 237-238. Osmanlıca matbu metinden yararlanılmıştır.
KAOS GL 56 / 28
Nâima, Osmanlı tarihinde Kadızadeliler ve Sivasîler tartışması olarak anılan olaylar zincirini Tarih’inde genişçe açıklar ve tahlilini de yapar. Bu olaylar zinciri, biri Osmanlı’nın önemli kurumlarından medreseyi (Kadızadeliler), diğeri tekkeyi (Sivasîler) temsil eden iki topluluk arısında uzun yıllar sürdürmüştür. Kadızadeliler son derece softa ve yobaz, dinsel dogmaların ayrıntıları hakkında sahip oldukları uzlaşmaz tutumlarıyla Nâima tarafından eleştirilmektedir.2 Sivasîler ise tasavvufî bir gruptur ve daha geniş görüşlüdürler. Aralarındaki tartışmalar; bıyıkları tıraş etmek, tütün içmek, ipek giymek, sûfîlerin sema törenlerine katılmak gibi ayrıntılardadır. Nâima bunları dinin asıl konuları arasında görmez ve “teferruat” olarak niteler. Alıntıladığımız metni özetleyerek şöyle aktarabiliriz: Söz konusu softa ve yobaz din adamı tiplerinden biri (Nâima adını vermiyor), bu gurubun “namdarı” yani isim yapmış önderlerinden olarak son derece tutucu olduğu hâlde, evindeki “nevcivan” (oğlan) hizmetkârlarından biriyle eşcinsel ilişkide bulunmaktadır. Bu delikanlıyı görünüşte “evlatlık” edinmiştir. Bu “nevcivan”, bir gün küloduna eskiden lastik olmadığı için uçkur kullanılırdı- ipek bir uçkur bağlar. İpek kumaş, dince erkeklere haram kabul edildiğinden, “hîn-i visalde” yani oğlanla eşcinsel ilişki esnasında softa, kızar ve onu; “Bu haram kumaşı gider!” diye azarlar. İpek kumaşın ilişki esnasında ikide bir vücuduna dokunmasını “sebepsiz yere günahkâr olmak” şeklinde algılamaktadır. Nâima burada araya girerek şöyle der: “Eşcinsel ilişki gözüne görünmeyip de tütün içmeyi, ipek giymeyi, bıyığı tıraş etmeyi ve sufîlerin sema töreninde bulunmayı suç sayıyor!” Yani “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” kabilinden bir durumdur söz konusu olan. Peki bu softanın işlediği fiile getirdiği açıklama ve yorum (fetva) nedir? Nâima bununla ilgili bir ayrıntıyı da zikrediyor. Softanın yakınlarından olduğu için mahrem hallerine de vakıf olan Ma’n-zâde adlı bir kimse ondan, duruma bir açıklık getirmesini isteyerek şöyle der:
2 Bu iki grup arasındaki tartışmalar hakkında ilginç değerlendirmeler için bk. Kâtip Çelebi, Mîzanü’l-Hak fî İhtiyari’l-Ahak, Çeviri: O. Şaik Gökyay, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1998.
“Behey efendi, kendi nefsiniz için olan kabahatleri sürekli gizlice işleyip, aslında teferruat kabilinden olan şeylerde bağnazlık gösteriyorsunuz; nedir bunun açıklaması?” Softanın verdiği cevap, gerçekten önemli bir pişkinlik ve zekâ örneğidir ve zekice bir mantıksal çıkarsamadır: “Beyim sen gayet ahmakmışsın! İnsan bir haramı işlediği zaman, ya mal elde etmeli, ya da nefsanî bir zevk ve bedensel bir lezzet duymalıdır. Ancak böyle olursa günahkârlığı abes olmaz. Altun-gümüş kullanmak, ipek giymek, tütün içmek, müzik dinlemek (sema) ve benzeri şeylerde ne lezzet olabilir? Akıllı kimse odur ki, böyle ayrıntılarda bağnazlık göstererek halkı iyi bir insan olduğuna inandırır. Gizlice dünyalık işlerini görmesinde ve nefsanî lezzetleri tatmasında sakınca yoktur. Böylece “cahiller”in suizannından kurtulmuş olur!” Ma’n-zâde bu cevap karşısında dut yemiş bülbüle döner ve söyleyecek bir şey bulamaz. Nâima bu tür softaların nasıl rüşvet ve mal-mülk düşkünü olduklarını da örneklerle anlatır.3 Olayın kahramanı olan softanın ortaya koyduğu mantıksal çıkarsama ise akıllara durgunluk verecek derecede zekicedir. Öyle ya, madem ki bir “günah” işlenecek, dünyadaki semeresi de yüklü ve doyurucu olmalıdır. Ha ipek elbise giymişsin, ha keten! Ha altın ve gümüş kaplar kullanmışsın, ha bakır! Ha sigara içmişsin, ha içmemişsin! Bunlar ne kadar önemsiz şeylerdir! Günah işleyeceksen, bu günah ya mal-mülk edinmeye neden olmalı veya cinsel arzularını doyurmalıdır! O dönemde insanın
cinsel arzularını kadınlarla doyurması son derece kolay (dörde kadar evlilik ve bir sürü cariye) olduğu için “zina”dan çok, eskilerin “livata” olarak adlandırdıkları eşcinsel ilişki (o dönem söz konusu olduğunda sırf oğlancılık) daha cazip olacaktır. Dolayısıyla da zinadan çok, genç ve güzel oğlanları eşcinsel arzular doğrultusunda kullanmak son derece doğal ve softanın buyurduğu (!) gibi “akıllı kimselerin işi”dir. Böylece işlenen günah gizli de kalmış olacaktır... Gizli kalıp kalmayacağı konusunda softanın yanıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü onun bu fiilleri Nâima’nın yapıtına girmiş ve artık “tarihe mal olmuş” durumdadır. III. SONUÇ Günümüzde eşcinsellik konusunda son derece önyargılı olan dindar insanların, burada söz konusu edilen türden (teferruat kabilinden) “günah”ları (müzik dinlemek/çalgı aletleriyle Tanrı’yı zikretmek, bıyık-sakal, ipek kumaş, altın yüzük gibi şeylerin haramlığı vs.) hâlâ tartıştıklarını ve Kadızadelilerden bu yana bir arpa boyu bile yol katedemediklerini görüyoruz. Günümüzdekilerin, Nâima’nın söz ettiği softalardan farkı, eşcinsellik konusuna, tamamen hoşgörüsüzce bakmalarıdır. Nâima’nın softası, hiç değilse eşcinselliği “cismanî zevk” veren, işlemeye değer bir günah kabul ediyor. Dolayısıyla da eşcinsel ilişkiye daha hoşgörülü yaklaşmış oluyor.
Kadızadelilerin sergilediği çeşitli bağnazlık örnekleri ve mal-mülk düşkünlüğü uğrunda karıştırdıkları haltlar için bk. a.g.e., s. 226-244. 3
KAOS GL 56 / 29
Demet DEMİR İstanbul
Lambda'nın yurtdışı etkinlikleri çerçevesinde daha önce KAOS GL'nin 53. sayısında (Ocak 1999) Uğur ALPER'in "NewYork Notları II" yayınlanmıştı. Demet Demir'in notları daha önce Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni GACI'nın 3. sayısı ile %100 Gay&Lezbiyen'in 4. sayısında (1997) yayınlanmıştı.
KAOS GL 56 / 30
1951 yılında Brezilya'da lezbiyen olduğu için öldürülen Felipe de Souza adına verilen ödülü bu yıl 2 kişiyle beraber ben aldım. Ödül, Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu tarafından her yıl cinsel yönelimleri yüzünden baskı görenlere veriliyor. Benim dışımda Arnavutluk'tan bir kişi ve Namibya'dan "Namibia Sisters" bu yılki ödülü aldı. Ödülü almak için New York'a gitmem gerektiği için pasaport ve vize işlemlerine başladım. Beyoğlu Kaymakamlığı'na müracaatım üzerine Emniyet Amirliğine gitmemi söylediler. Bir transeksüel arkadaşım vardı, o da pasaport almak için uğraşıyordu. Emniyet binasına girdiğimizde bütün gözler üzerimizdeydi. Masa 1'e yöneldik. Kapıdan girdiğimiz an gözler konuşmaya başladı. İçerde Bülent Ersoy'un kaseti çalıyordu. O arada bizi masa 3'e gönderdiler. Kapıdan girdiğimizde orada da Zeki Müren'in bir şarkısı çalıyordu. Odadan çıktığımızda gülmeden edemedik. Acaba bize karşılama mı yapmışlardı? Pasaportumu ancak bir buçuk ay sonra verdiler. Bunun bir nedeni de benim 1980 yılında 1 Mayıs etkinliklerine katılmamdan dolayı aldığım 8 aylık hapis cezasıydı. Ve tabi ki transeksüeldim. Geriye vize işlemleri kalmıştı. Onu hemen alacağımdan emindim çünkü ABD'ye davetli olarak gidiyordum ve senatörlerden üçü işlemlerin kolaylaştırılması için konsolosluğa mektup göndermişlerdi. Buna karşın sorun çıkardılar çünkü vize formuna eskiden fuhuş yaptığımı ve ayrıca bir süre cezaevinde yattığımı yazdım. Vize verme tarihini hep geciktirdiler. Bu yüzden uçak biletimi 2 kez değiştirmek zorunda kaldım. En sonunda 31 Mayısta New York JFK havaalanına varabildim ama şansızlıklar peşimi bırakmamıştı, havaalanında valizim kaybolmuştu. Üstelik beni karşılayacak olan rehberi de göremiyordum. Bir an başka bir uçakla Türkiye'ye geri dönmeyi bile düşündüm. Biraz daha dolaştığımda sonunda üzerinde Demet Demir yazan bir kağıdı taşıyan birini gördüm ve hemen yanına koştum. Beni karşılayanlar 3 kişiydi ve ikisi Türkiye'den çocukken göç etmiş kızlardı. Beraber valizimi aramaya başladık. Bir saatlik bir aramadan sonra bulduk ve kente doğru yola çıktık. Meşhur Brooklyn köprüsünü geçtik ve gökdelenler görünmeye başladı. Kulübe gidip, kalacağım yerin anahtarını almamız gerektiğini söylediler. Nihayet kulübe geldik ve içeri girdik, ben şaşkınca etrafıma bakınırken beni birileriyle tanıştırmaya başladılar. İngilizce'm olmadığı için çekindim ama karşımdaki insanlar Türkçe konuşmaya başladılar. Meğerse Türkiyeliymişler. Birden yabancılığı üzerimden attım. Kendimi Türkiye'de zannettim. Daha sonra kalacağım eve yerleştim ve yolculuğun yorgunluğuyla deliksiz uyudum. Ertesi gün, yani Pazar günü programım başlıyordu. Rehberim olan Özlem ile, beni davet eden kuruluş olan IGLHRC'ye gittik. Son derece modern bir kuruluştu. Oradan programımızı aldık ve ödül alan
diğer arkadaşlarla beraber Queens denen semte gittik. Orada o gün eşcinsellerin sokak şenliği vardı. Konuyla ilgili bütün örgütler standlar açmış, broşürler dağıtıyorlardı. Sokağın etrafını polisler korumaya almışlar ve bir ambulansı hazır bekletiyorlardı. Bir ara polislerle konuşup, onlarla fotoğraf çektirebilir miyim dedim. Güler yüzle kabul ettiler. Çok şaşırdım çünkü biz ülkemizde polislerden kaçan insanlarız. Bu arada şenlikte travestiler süslü püslü dekolte kıyafetlerini giymiş olarak doyasıya eğleniyorlardı. Pazartesi günü ödül töreni yapılacaktı. Önce bir kuaföre gittik, ardından ben giyindim. Tören Sanat Akademisinde yapılacaktı ve saat altıdaydı. Tahminen 300 kişi vardı. Ben sadece eşcinsellerin geleceğini düşünmüştüm ama her çevreden insan vardı. Eşcinsellerin aileleri, politikacılar, hatta Manhattan Belediye Başkanı Yardımcısı. Önce ödülün amaçlarından söz edildi, ardından müzik ve ödüllerin dağıtımı yapıldı. Törenden sonra başka bir otele gidip bizim için verilen resepsiyona katıldık. Resepsiyon etkinliklerin sponsorlarından olan Lufthansa tarafından düzenlenmişti. Salı günü görüşme yapacağımız kuruluş olan Gay Lezbiyen Öğretmenler Kuruluşu'na gittik (The Gay, Lesbian And Straight Teachers Network). Amaçları anaokulundan liseye kadar insanları homofobik olmama yönünde eğitmekmiş. Daha sonra Found Yardımlaşma Fonu'na gittik. Burada dünyadaki gay lezbiyen kuruluşlarına yardım yapıyorlar. Oradan ayrılıp kadın kuruluşlarını ziyarete gittik ve Türkiye'de kadınların yaşadığı sorunlardan konuştuk. O günün gecesi travesti ve transeksüellerin kulübü olan Splash'a gittik. Türkiye'de fuhuş sektöründe çalışan kulüplerin aynısıydı. Ertesi günlerde ziyaret ettiğimiz kuruluşlardan biri de GMHC idi (Gay Men's Health Crisis). Bir okul binası büyüklüğünde olan kuruluş göz kamaştırıyordu. Kurulduğunda 150 gönüllü ile başlayan GMHC, bugün 1500 gönüllüsü ile çok sıkı çalışan bir kuruluş. Burada 300'e yakın grup var ve hepsi kendi alanlarıyla ilgili çalışmalar yapıyorlar. Geçen yıl Christopher Street Day'de yapılan yürüyüşte 5 milyon dolar toplamışlar. Bu olanları gördükten sonra kendi ülkemde eşcinseller için bu tür çalışmalar yapmak için can atıyorum. Perşembe günü Amnesty International'ın New York bürosuna gidip bir görüşme yaptık. Artık New York'u gezebileceğim kadar az ama boş bir süre kalmıştı. Özgürlük Anıtı'nı gördüm ardından Christopher Street'e gittik. Cadde gay lezbiyen barlarla doluydu. Caddedeki her direkte gökkuşağı bayrağı asılıydı. Her polis geçtiğinde beni alıp götürecekler diye yüreğim hopluyordu, tabi psikolojik olarak. Hele bir gece sabaha karşı 4 civarıydı ve dekolte tuvaletim ile yolda yürüyordum. Ne bir polis bakıyordu, ne de yoldan geçen. Darısı ülkemizin başına. Ayrımcılığın ve ırkçılığın olmadığı bir dünya için...
Neyi nasıl yazmam gerektiği konusunda uzunca bir süre kendimle didiştim. En başta hayatımla ilgili en küçük ayrıntıyı bile yazmalıyım diye düşünüyordum, şimdi ise bunun o kadar da gerekli olmadığına karar verdim. Diğer taraftan kiminle nerde ne yaptığımdan çok yaşadıklarımın bende bıraktıklarını yazmalıydım. Kronolojik bir sıra da istemiyorum. Yaşadıklarımın ne bir öncesi ne de bir sonrası var anılar hep aynı zaman diliminde duruyorlar zaman zaman ondan alıp, düşünüp tekrar yerine koyuyorum. Kendi cinsime dair hatırladığım en eski olay 20'li yaşlardaki birinin kavga ettiği bir arkadaşına hem küfür edip bir yandan da küfre eşlik mahiyetinde aletini tutmasıydı. Bu çok hoşuma gitmişti. Etek giymeye de o sıralar başlamıştım galiba etek dediğim şey hani evlerde su küpleri olur ya onun için yapılmış bir örtüydü ha bir de uzun sarı eski bir pardesü vardı etek bir tarafa da o sarı pardesüyü orta okula kadar evin içinde giydim. İlk okulda birkaç kez sınıf arkadaşlarımla tuvalete gidip birbirimize sürtünürdük. Küçükken hep kızlarla oynardım. Mahallede hep kız arkadaşlarım vardı. Ben hayatım boyunca ne maç yaptım ne arabalarla nede tabancalarla oynadım. Teyzemin yaptığı kuklalar vardı veya annemin okuldan getirdiği daha sonra mutfakta yemek kaşığı olarak kullanılan tahta kaşık bebekler vardı. Ayrıca evcilik oynamaktan da büyük haz alırdım. Annenin kim olduğunu yazmıyorum. Bunu hem isterdim hem de istemezmiş gibi davranırdım. Herkes sırayla bir şey olmayı seçer. Sonunda anne adayı çıkmazsa ne yapalım madem anne yok ben olurum derdim ha bir de eskaza anne rolünü seçen birisi varsa da oyun sırasında onun anneliğini beğenmez habire eleştirirdim. (Annemin anneliği ve benim anneliğim). Bunlar bir tarafa, o sıralar bir de mahalledeki erkek çocuklarıyla kavga ederdim. Ne çok dayak yedim orda dayak yer eve gelir bir de annemden dayak yerdim. Niye kavga ediyorsun diye. Anne, anne, anne, ...... Bu insanlar hayatımızda böyle derin izler, acılar, yaratmayı nasıl da beceriyorlar. Annemi hastalanmamın dışında hiçbir zaman yanımda hissedemedim ha bir de üniversite sınavında. Hep karşı taraf haklıdır. Hep onların söylediği doğrudur. Tüm kız arkadaşlarım benim peşimdedir ve hepsi kötüdür erkek arkadaşlarım beni kullanmakta ve işleri bittiğinde fırlatıp atmaktadırlar ve ben salağımdır tüm bunlara izin verdiğim için galiba bilmediği bir şey var ben hayatım boyunca kimseye hayır diyemedim, demedim değil ama olmuyor. Veya kimseye yumruk da atmadım (veya atamadım hem ne farkedecekti karşı taraf her zaman haklıydı). Tanrı
veya dini inançlarım yok ama herkesin yaptığını bir SALİM yönüyle ödediğine inanıyorum herkes için bu böyle Ankara annem için de. Kızlar hâlâ en iyi arkadaşlarım. Ortaokul, lise kabus gibiydi her dönem mutlaka zayıfım gelirdi ve ben bunları nasıl bahanelerle kapatacağım diye uğraşırdım. Her zaman tembeldim hiçbir zaman, üniversite sınavı hariç, bir şey başardığımı hissetmedim. (bir de beceriksiz evde çakılacak bir çiviyi bile çakamazdım, annem bunu bilir ve çiviyi çakamayacaksın derdi ve çakamazdım) Ortaokul lise boyunca annem aralıksız iki hafta bir okula gelip öğretmenlerime derslerimi sorup durdu, orda o kadar insan içinde bir tek benim annem hayatı boyunca beni utandırmak için elinden geleni yaptı. Ortaokul bir kenara lise çok güzeldi ne hoş çocuklar vardı. Yeni yeni kendini ve vücudunu keşfetme, kötü yönler de vardı, sesim kalınlaşmıştı, sivilcelerim, kıllarım bir de şu kalın çerçeveli gözlükler. İnsanların bana yaratık gibi davrandıklarını hatırlıyorum. Liseden sonra tezgahtarlık yaptım 2 yıl. Herşey bir tarafa en kötüsü o kadar yaşanılan şey içerisinde cinselliği hep geride bir yerlere atmak hep yokmuş gibi davranmak sanki o olmadan da yaşam devam etmeli ve hiç ağza alınmamalı (hem sonra senin cinselliğin öyle bir arkadaş grubunda anlatılacak bir şey değildir ki) Artık hetero ilişki muhabbeti dinlemediğim için mutluyum, ne hakları var bu kadar dünyamıza girmelerinin her bir şeyleriyle. Sonra üniversite sınavına girip Erzurum'a gittim. Oda arkadaşıma aşık olmuştum. Sarılmaktan birlikte uyumaya (cinsellik hariç) her bir şey yaptık da bunu hiç konuşmadık. Bir insanı unutmak tam 2 yılımı aldı. Acaba unutmak da diğer yaşadıklarımız gibi bir şey mi zamanla yaşamımıza girip alışkanlık haline gelip daha mı az üzülüyoruz veya daha çabuk daha güvenli bir şekilde unutuyoruz unut onu da unut sonra onu da bir yalanı sindirmeye zorluyoruz kendimizi ben inanmıyorum hiçbir unutma hiçbir geride kaldı lafına. Lise sonrası porno sinemalara gitmeye başladım ilk gitmem sadece meraktı. Kerem diye bir sinema. Günün birinde bir adam yanıma oturup beni boşalttı. Sinemadan resmen kaçtım uzunca bir süre ne yaptım ben diye dolandığımı hatırlıyorum (Oysa eve gelip o anı düşünüp pek çok kez mastürbasyon da yaptım) Şimdi aynı şeyi gittiğim birkaç (tabi ki birkaç değil sadece 2 tane) sinemada ben yapıyorum ve insanlar aynı şekilde boşalıp kaçıyorlar (gitmiyorlar). Boşalana kadar o insanla pekçok şey yapabilirsiniz öpüşür, ısırır sizi, yalar yutar da boşaldıktan sonra size küfür bile edebilir.
KAOS GL 56 / 31
Sinemaya sık gitmem üniversite iki üç arası bir ara hemen hemen her hafta o süreçte çok tuhaf Efes'i şans eseri keşfettim. Hem gözden uzak hem de kuytu bir yerdeydi. Hem orda kendim gibileri görmek güzeldi ama o süreçte hiçbir zaman hiç birine kız gözün kör olmasın ben de sizdenim demedim. Ben daha çok hocam, abi ayaklarında her gittiğinde tanıdık biri görür de rezil olurum diye (neden rezil olacaksam) şapka takıp yakalarımı kaldırıp öyle giderdim sanki kamufle oluyorsun bok iyicene belli oluyorsun. Birileri olmadan adım atamıyorum belki o zaman tanışsaydım o insanlarla Kaos'a daha önce katılırdım (katılır mıydım bilmiyorum). Eşcinselliği kabullendikten uzunca bir süre geç kalmışlık bunalımı yaşadım ama şimdi rahatım. Zamanında göz göze gelmekten veya laf atmalarından korktuğum o insanlar. Homofobi bu işte o insanları orda istemiyorsunuz niye feminenler niye daha rahatlar niye biri bir şey dediğinde cevap verebiliyorlar, niye çünkü daha cesurlar, daha bir kendileri. Kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Oysa senin erkekliğin! Artık bunları yaşamıyorum. Oraya gelenlerin çoğu aynı boku yiyor da neden feminenler daha bir aşşalanıyor. Neymiş saçı uzunmuş. Ne küpesi var ne makyaj yapmışlar, ne kendisi erkekmiş kendi gibi istermiş. Peki ya o insanlar ha bu arada bir de senin erkekliğin. Sanki Türkiye'de her bir yapı ayrışmış ama bu feminen tipler ısrarla buralara gelmekte diretiyor. Yok ulan işte nereye gidecek bunun başka bir yönü de kendi erkeksiliğiyle topluma daha rahat yamanan tipler büyük oranda kendi hemcinslerinin böylesine rahat olmasını sindiremiyorlar yada belki de gururları zedeleniyor bilmiyorum ha son bir şey daha. Gayler vardır sinemaya gider gayler vardır bara, diskoya, hamama, parka ne bileyim bir yerlere giderler. Belirgin tipleri hem barda, hem sinemada hem de başka yerlerde görürsün muhabbetin vardır veya
KAOS GL 56 / 32
ne bileyim aynı mekanı bir yönüyle paylaşmışsındır. Başka yerde selam verir ama sinemada selam vermez hatta konuşmaz tabii bunun tam tersi barda da olabilir ama sinema kısmı daha ilginç hafta sonları sinema kalabalıktır gayleri görürsünüz feminen olanları zaten farkedersiniz ve o sıralarda oturan bir kısım gay onlarla konuşmaz onları tanıdığı halde konuşursa bir bakıma kendi gay'likleri de ortaya çıkar. Gaylerin kendi içindeki bu ayrımcılığı da anlamış değilim, bu da bir tür homofobi. Sinema da böyle bir yer, herşeye rağmen çok güzel şeyler yaşamışımdır sinemada. Bu arada hepinizi çok seviyorum Efesin kızları. Bir de Hacettepe Gay Lezbiyen toplantılarımız oldu herşeye rağmen çok cesur olduğumuzu düşünüyorum. Bu yıl gerçi toplanamadıysak da ilk iki yıl iyiydi tuhaf bir şekilde de hep 2. dönemler bu süreç işledi. Özellikle geçen sene çok iyiydi toplantılar bir tarafa 10'a yakın film gösterdik afişleri (canım ya) elimizde yazdık ama gay lezbiyen film gösterimi diye belirtmedik insanlar filmi seyretmeye hazır olunca bombayı patlatıyorduk yalnız ben hayatımda bu kadar tırsık bir öğrenci potansiyeli görmedim. Film bittikten sonra tabiki oturup insanların görüşlerini almak istiyorsunuz ne düşünüyorlar diye ama ne mümkün. En kalabalığı "Vampirle Görüşme"ydi, yaklaşık 60 kişi vardı, topu topu 13 kişi kalmıştı bizimle sohbet için ve hepsi kızdı. Tüm o film gösterimleri boyunca toplasam 5 erkek heteroyla oturup konuşamamışızdır. Bu sorun değil sadece insanların özellikle erkeklerin bu kadar göt korkuları olması. Onlarınki de homofobi her neyse tüm o afişleme stresi, ya tanıdık görürse, fotokopici niye öyle baktı, ulan (gay'i hadi neyse de lezbiyeni anlamıştır herhalde ıh, ıh ne kadar?) bir sürü bir şey. Kaos'un ve Alilerin cesaretlendirmesi ve yardımları olmasaydı hiç bir şey tam olmazdı herhalde. Oh ya üniversitede çıkıp ulan burda biz de varız üniversitede ibneler de var diyoruz ya uçuyorum. Yalnızsan çok fazla şey doldurmuyor hayatını ne okuduğun kitaplar, ne arkadaşlar, aile, gidilen mekanlar. Ne kötü bir durum neden belirli bir yaştan sonra birini isteriz. Herkes istiyor diye mi biz de birilerini istiyoruz. Üç kişiye aşık olmuşum ilki Erzurum'da oda arkadaşımdı. O zaman kendime gay bile demiyordum. Hatta flört ettiğim kızlar bile vardı. Hatta kızın biri bana çok benziyordu. Kızın da benim de saçlarım uzundu diye kantinci adam bir gün senin kardeşin de mi burda okuyor diye sormuştu. Güzel olan oda arkadaşına sarılabilmen birlikte uyuyabilmen. Cinsel hiç bir şey olmadı ama unutmak 2 yıl aldı. Hastayken, mutluyken, dişçideyken veya güzel bir mekandayken ben hep o aşık olduğum insanları da orda isterim. Onlar olsa acı
hafifleyecek mutluluk artacak veya hiç ummadık bir anda karşılaşmak da güzeldir. Oda arkadaşım kızlarla düşüp kalksa da (ne güzel çocuktur ya bazı insanlar var hiç bir şey yapmayın sarılıp yatın uyuyun ay seyretsin sizi) sonunda hep odaya gelir bunu bilirsin sana sarılır yaşadıklarını sana anlatır, sevinçlerini hüzünlerini (önemsenmek güzel). 8 yıl olmuş Erzurum'dan ayrılalı, 4 yıldır da görmüyorum her halde. Niye herkes birşeyler bırakıp gidiyor. Aşıklar, dostlar ben eskici miyim. Almıyorum zorla veriyorlar. Acı yaşamayım hep mutlu olayım gibi bir derdim de yok ama niye o mutluluklar az. Yazmak eskileri yerinden kaldırmak zor ve pek de (en azından şu aşamada) yapmak istediğim bir şey değil. Niye hep heteroseksüel ilişkilere mıhlanıp kalıyoruz diyor insanlar ulan nerde yaşıyorsun. Etrafımızda çeşni şeklinde eşcinsel ilişkiler var seç beğen al veya neden yaratamıyoruz deniliyor. Benim tanıdığım sadece iki kişi var. Hem bu haliyle olacak bir şey de değil. Galiba nasıl olacağını bilmiyoruz. İkinci ilişkiyle Hacettepe Gay lezbiyen toplantılarında tanıştık. Burayı yazmak gerçekten zor. Hâlâ görüştüğüm bir insan. Sadece yaşadıklarım benimle. Onları da bazen düşünürsün bazen lanet edersin yukarıyı niye yazdım. Artık hiçbir ilişkinin bir ömür boyu sürmeyeceğini biliyorum. En komiği de birlikte yaşarsınız, işiniz olur, sen onunsundur, o da senin, birbirinizi deliler gibi seversiniz, gözünüz hiç kimseyi görmüyordur, aşk aklınızı başınızdan almıştır ve eğer olabilse çocuk bile yaparsınız. Hayır ya Hayııııır. Her ilişkiden farklı bir tonla çıkarsınız rengi nadiren yakalarsınız ya biraz açık olmuştur ya biraz koyu ve o tonlar çok şey katar insana yere daha sağlam basarsınız. Bu sana kaçıncı bir şeyler yazışım artık hatırlamıyorum. Ama inan ne o yazdıklarımdan ne de sorgulardan eser kalmış. Bunu uzun süre sorguladım biliyorsun hem bunları senle de konuşmuşum. Çok uzun süre sebep aradım kendimi haksız buldum, seni haksız buldum, kendimi hakladım, bir süreçti yaşandı ve bitti. Bu kadar sorguyu veya bu kadar saldırıyı haketmiyordum belki de. Ama onca şeye rağmen sen mavinin en güzel tonuydun. Üniversite bitti hayat da bitti gibi, nasıl bir boşluk anlatamam. Sanki hayat buraya kadardı ve ben hiç bir şey için hazır değilim. Birkaç iş görüşmesinden fiyaskoyla döndüm. Olduğun gibi olman kimsenin umrunda değil. Ne kadar yalancı, ne kadar hırslı, ne kadar paragözsen o kadar değerlisin; oysa ben
ne para ne yükseklik ne kariyer hiçbir bok istemiyorum. Zaten ne hırsım ne de param oldu, neyse inanıyorum böyle bir iş bulacağım (hırs ve kariyer gerektirmeyen) Artık okul arkadaşlarıyla da eskisi gibi görüşemezsin. Hele biri var ki çok önemli o olmazsa o kabuğun içinde debelenip dururdum herhalde. Ne çok şey yaşadık senle, ne çok ağzıma sıçtın, söylediklerini değil de hep niye bana böyle davrandığını sorguladım; her neyse ağzıma da sıçsan, güvenmesen de, arkadaşlığımı istemesen de seni seviyorum. (ama doğru sen bunu da yapmacık bulursun). Bir ara da yaşadığım her cinsel deneyimi aşk sanıyordum iyi mi? Çok kötü. Bir arkadaşım bir gün ne istediğini bilmek gerek demişti. O da böyle cinsel olarak hoşlanabilirsiniz bunun neresi kötü, kötü olan hissetmediğiniz halde bunu duygusallığa, bir ilişkiye zorlamanız olmuyor. Ne karşınızdakine ne de kendinize dürüst oluyorsunuz. Cinselliğini yaşa ve bitir, duygusallık diye zorlama her ilişki aşk olacak diye bir kural yok. Hayatımda böyle davrandığım ve hiç konuşamadığım iki insan var; biri Bursalı İngilizce öğretmeni olacak, diğeri de Ankara'nın bir ilçesinde Fizik öğretmeni; yazın şort giymek çok yakışıyor ona; bunları hiç konuşamadım onların ikisine de özür borçluyum. Aşk ne güzel hep olumlu şeyler çağrıştırıyor. Mutluluk gibi çiçekler, yağmur sonrası toprak kokusu, dalından koparılan üzüm salkımı bir sürü bir şey. İki aydır içim kıpır kıpır. Aşığım olabildiğince serbestim geleceğe yönelik fazla birşeyler kurmuyorum ömür boyu da sürebilir iki ay da, başkalarına da bakabiliriz. Sonuçta insanın çok eşli olduğuna inanıyorum hatta o birileriyle yatabiliriz de ve bu sevdiğim insana olan sevgimi ne azaltır ne de yüceltir. Sadece kimse kimseyi boğmamış olur. Biten ilişkilerde hep yaşasın artık özgürüm istediğimle yatabilirim lafları duydum ulan yaşadığın ilişki bu kadar mı kötüydü; özgürlüğün bir başkasının sikinin altında mı, zaten beyninde başkalarını kuruyorsundur, niye ahlâk oyunu oynuyoruz veya niye aşkı yere göğe sığdıramıyoruz. Yaşadığım her ilişkide ben herkesle yatabilirim ama karşı taraf başkasıyla yatamaz diye düşündüm şimdi ben de karşı taraf da kimle isterse onunla yatabilir. Ve 27 yaşında ilk cinselliği yaşadım. Sadece nasıl bir şey diye meraktan. Canım yandı ve insanların binlerce yıldır yaptığı birşeyi yaptım artık tanık değildim ben de herkes gibiydim ama aslında herkes gibi değildim. (Mart 99 H. Arif seni seviyorum.) Aşk bahara yakın Ölüme uzak.
KAOS GL 56 / 33
Portekiz’de Sosyalist Parti’nin Gençlik Seksiyonu (YSP), politika taktikleri kitabından bir örneği daha yaşama geçirdi! 1997 yılının ortalarında, YSP, aynı cinsiyetten eşleri de kapsayan bir ‘Birliktelik Yasa Tasarısı’ (Partnership Bill) hazırladı. Bu, parlamentodaki dinci ve merkez sağ gruplarca büyük tepkiyle karşılandı. Konu, gay, lezbiyen, biseksüel ve transeksüel grupları umutlandıracak boyutlarda kamuoyunda tartışıldı. Tartışmalar sonrası, YSP farklı cinsiyetten eşlerle ilgili bir yasa tasarısı üzerinde sessizce çalışmaya başladı. Nihayet, Ocak 1999’da, eşcinsel birliktelikleri dışlayan bir yasa tasarısını kamuoyuna sunup sağcı gruplardan alkış koparabildi. Bu gelişme ise Portekiz’deki GLBT toplulukları çileden çıkarttı; YSP iki hafta içinde yasanın kapsamının, 1999 yaz aylarında,eşcinselleri de içerecek şekilde genişletilmesine niyetli olduklarını açıklamak zorunda kaldı. Associacao ILGA-Portugal üyeleri bir kaç önemli siyasiyle görüştükten sonra, yasa tasarısının ilk görüşmelerinin yapıldığı 3 Mart’ta, parlamento oturumunda, milletvekillerine ‘sırtlarını döndüler’. YSP’nin yaptığı ayrımcılığın kabul edilemez olduğunu savunan göstericiler, saygısızlıklarından ötürü binadan çıkartıldılar. Dışarıda kendilerini bekleyen protestocularla birlikte medya önünde bir süre pankart açıp slogan atan eylemciler, bir basın toplantısıyla eylemlerine son verdiler. Gidişat YSP’nin eşcinselleri de kapsayacak değişiklikleri yaz aylarında yapacağını gösteriyor. (ILGA-Portugal)
*
Portekiz’de ilk kez, sendika temsilcileriyle, GLBT organizasyonları toplan-
KAOS GL 56 / 34
tılar yaptılar. Sendikaların programlarına GLBT ile ilgili konuları da dahil etmek üzere yapılan bu toplantılardan güzel haberler alınacakmış gibi geliyor. (ILGA-Portugal)
*
PSI Uluslararası Kamu Emekçileri Sendikaları Federasyonu (PSI), kendisine üye sendikalara eşcinsel üyeleriyle ilgili çalışmalar yapacak birimler kurmaları için yardımcı olmaya hazırlanıyor. Bu amaçla aralarında ülkemizde 3 memur, 2 işçi sendikası da olan üyelerine bir araştırma formu yolladılar. PSI araştırma formuyla birlikte amaçlarını da bildirmiş. Soruşturma sonuçlarına göre sendikalara yardımcı/yol gösterici tasarı, kitapçık ve programlar hazırlanacaktır. Çalışmanın başlıca hedefleri: -
Sendikaların, gay ve lezbiyen üyelerinin örgütlenmelerine yardımcı olacak materyal üretmeleri, Gay ve lezbiyen üyelerle ilgili sendika çalışmalarını geliştirecek fikirler ortaya konulması, Sendikalarında gay ve lezbiyen birimi kurmak isteyen sendikacılar için bir kitapçık hazırlanması, Eşcinsellikle ilgili konuların çalışma yaşamında da ortaya konulması, Üye sendikalardan hâlâ gay ve lezbiyen üyelerini örgütlememiş olanları bu konuda cesaretlendirme, Eşcinsellik ve iş yaşamıyla ilgili uluslararası çabaları bütünleştirme.
Araştırma formunda üye sendikalardan istenen, eşcinsellikle ilgili bir politikaları olup olmadığı, bu konularda herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığı, bununla ilgili olarak bütçe, yayın, görevli ayrılıp ayrılmadığı, bunlar varsa nasıl ulaşılabileceği gibi bilgiler. PSI, kamu sektöründe örgütlü, 141 ülkeden toplam 525 sendikanın üye olduğu bir federasyon. Yaklaşık 20 milyon çalışanı temsil ediyor. Okurlarımızdan kamu sektöründe çalışan gay, lezbiyen, biseksüel memur ve işçilerin bizimle iletişime geçmelerini bekliyoruz. Özellikle 2 yıl önce sendikalara "bir grup eşcinsel kamu emekçisinin" yolladığı kamu çalışanlarının tebliğinden sonra haber alabildiğimiz sendikaların hepsinde "aaa, bizde öyle üye yok, acaba şu sendikada var mı", "bu polislerin sendikaları kötülemek için uydurdukları bir şey" gibi tepkileri hatırlandığında,
Türkiye'deki sendikalardan PSI'ın istediği türde çalışmalar beklemek zor. PSI'a üye sendikalar, mecbur kalıp eşcinsel üyeleriyle ilgili bir çalışma yapmaya kalkışsalar bile bu şartlar altında eşcinsel üyelerin kendilerini açık etmesinin zor olduğunu düşünürsek, bize ulaşacak bilgilerin önemi daha da artıyor.
*
Bu metin İspanya'dan "Fundación Triángulo" ve "De Par en Par" adlı iki Gay-Lezbiyen organizasyon tarafından İspanya'da 1937'den 1975'e kadar ülkeyi diktatörlük politikalarıyla yöneten Generalissimo Franco tarafından eşcinsellere yönelik baskının, şiddetin varlığının ve halen bu diktatör zamanında yapılan yasaların İspanya'da yaşayan eşcinselleri etkilemesinin ve 21. yy. eşiğindeki dünyada bu tür anti-demokratik yasaların etkisini ortadan kaldırabilmek için tüm dünya eşcinsellerinin güçlerini birleştirmelerinin ve birlikte mücadele edilmesi gerektiğinin bir kanıtı olarak kaleme alındı. İspanya'da halen tartışma konusu olan ve bizleri de yakından ilgilendiren Franko döneminde eşcinsellere uygulanan ayrımcılık ve şiddet politikasının sonucu olarak o dönemde gözaltına alınan eşcinseller hakkında tutulan polis raporlarının (ve kayıtlarının) yok edilmek istenmesi bu metni kaleme almamıza neden oldu. Bu fişleme politikası kapsamında (anti-gay yasaların yardımıyla) polislerin bu kayıtları yapmaları Franko'nun ölümüne kadar sürdü (1975). Fakat bu yasalardan bir kısmı 1995'e kadar varlığını sürdürdü. Asıl sorun bu noktada başladı, tutulan polis kayıtlarının akıbeti ne olacaktı? Bizler bu kayıtların ve dosyaların yokedilmesinin veya hasır altı edilmesinin karşısındayız. Bu dosyaların ve kayıtların, İspanya'daki eşcinsellerin yanında tüm dünya eşcinsellerinin diktatör, faşist, gerici devlet yapılarında maruz kaldıkları baskıların ve ayrımcılığın belgeleri olması sebebiyle, bizler açısından oldukça önemli olduğuna inanıyoruz. Ayrıca Franko döneminde, yani eşcinselliğin yasadışı olduğu bir devirde eşcinsellere yapılan işkenceleri olduğu gibi, aynı zamanda bu eşcinsellerin akıbetini de bu belgelerden öğrenebiliriz. Bu kayıtların ve dosyaların ortaya çıkmasında ulaşılmak istenen amaçlardan birisi insan haklarının önemini vurgulamak, cinsel ayrımcılığın ulaşabileceği boyutları göstermek, diğeri gelecek nesillere bu bilinçle yön verilmesinin gerekliliğidir. Bu yüzden bütün kayıtları ve dosyaları araştırma, açıklama noktasına gelindiğinde bizler için bu durum bir dönüm noktası olacaktır.
Eşcinsellerin yaşam hakkının tanınması için bir kısım düzenlemeler yasalarda yapıldıysa da, bu kayıt ve dosyaların yokedilmesini önlemede ve tutulan kayıtların açıklanması konusunda başarılı olamadık. İspanyol yasalarına göre bu belgeler "Merkezi Arşiv"e gönderilip, gizli etiketiyle 25 yıl saklanması gerekiyor. Bu süre içinde bu belgeler açıklanamıyor. İstisna olarak kişinin ölümünden sonra bu dosyaların açıklanabileceği hükmü getirildi. Bizler bu dosyaların açıklanmama nedenlerinden olan kişinin özel hayatına müdahale olabileceği yönüne katılıyoruz. Fakat açıklanmamasının asıl nedeni olarak yapılan baskıların, işkencelerin ortaya çıkacağı korkusu olduğunu düşünüyoruz. Diğer taraftan bu kayıtların bir kısmı saklanırken, bir kısmı emniyet kuvvetlerinin bilgisayarlarında yüklü durumdadır. Bu kişiler bu bilgilere rahatlıkla ulaşabilmektedir. Devletin "Bilgi Koruma Dairesi"nce muhafaza edilen kayıt ve dosyalara yetkililerin yazılı izni olmadıkça ulaşamazsınız. Tabi bu yazılı izni verip vermeyecekleri de garanti değil. Ne zaman eşcinsellere uygulanan çifte standartlı politikalardan vazgeçilirse İspanya'da eşcinseller gerçek anlamda özgürleşecektir. Bu durumun değişmesini beklemek aptallık olur kanısıyla harekete geçerek az ve öz olarak aşağıdaki taleplerimizin hükümetçe sağlanmasını istiyoruz. 1. Polisteki tüm kayıt ve dosyalar, Franko dönemini de kapsayacak şekilde, buralardan alınarak Merkezi Arşive gönderilmeli ve bu dosyaların 25 yıldan daha az bir süre gizli kalması sağlanıp daha sonra incelemeye açılmalıdır. Yetkili insanlar tarafından bu kayıtların yokedilmemesi garanti altına alınmalıdır. 2. Polisteki bilgisayar dosyalarında bulunan konuyla ilgili kayıtların hepsi silinmelidir. Hükümet güvence vererek, fişlenmiş eşcinsellerin kaygılarını ortadan kaldırabilmek için, devlete bağlı "Kişisel Bilgi Koruma Diresi"ndeki tüm kayıtları silmeli. Bu kayıtların açıklanması için ilgili kişinin ölümünü beklemeden kendi isteğiyle açıklanmasını isteme hakkı olmalıdır. Bu isteklerimizin olduğu gibi uygulanabilmesi ve sonuca ulaşabilmek için yaptırım gücüne ihtiyacımız var. Asıl tehlike ise bu dosyaların bir kısmının yokedilmesi ihtimali ve buna yetkililerin göz yummasıdır. Bu konunun unutulmamasını sağlamak, gündemde tutmak, bir dönemin gerçek yüzünü ortaya çıkaracak. Bu dönemde ceryan eden haksızlıkların, işkencelerin (insanlık suçlarının) tekrarlanmasını önleyerek, temiz bir geçmiş olmadan
KAOS GL 56 / 35
temiz bir geleceğin de olmayacağına olan inancımızı tüm dünyaya hakırabileceğiz. (Çev: Bora)
*
AIDS Davasında Beraat Fransa'da görülen AIDS'li kan skandalı davasında iddia makamı, eski başbakan ve bakanların suçsuz olduğuna kanaat getirdi. Savcı Jean François Burgelin, eski Başbakan Laurent Fabius ile eski sağlık ve sosyal işler bakanları Edmond Herve ve Georgina Dufoix'nın "hata işlemekle" birlikte suçlu olmadıklarını bildirdi. Savcı, 9 Şubat'tan bu yana "istemeyerek de olsa ölüme yol açmak"tan yargılanan eski bakanların tutumlarının cezai yaptırımı gerektirmediğini kaydetti. Fabius ile iki eski bakan, 1985 yılında görevde bulundukları dönemde, kan bağışlarında AIDS test merkezi kurdurmadıkları için 4 binden fazla kişiye virüs bulaşmış olmasından sorumlu tutularak yargılanıyorlardı. HIV virüsü alanlardan 1000 kişinin öldüğü belirtiliyor. Savcının yeterli kanıt bulunmadığı yolundaki bu değerlendirmesi, davanın düşmesi anlamına geliyor. (26.02.1999, Evrensel)
*
Yiğit'e AIDS Tazminatı Henüz 20 günlük bebekken Kızılay'ın verdiği kan nedeniyle AIDS'e yakalanan 2 yaşındaki Yiğit Oyal'ın ailesinin hukuk savaşı, hükmedilen 61 milyar lirayı teslim almalarıyla sona erdi. Neşe ve Nazif Oyal, "paranın tamamı çocuğumuzun tedavisinde kullanılacak" diye konuştu. Yiğit'in avukatı Mehmet Emin Keleş ise, "bu, tüm manevi tazminat davalarında emsal olarak kullanılacaktır" dedi. (30 Mart 1999, Radikal)
*
Ortodokslar Oyun Bastı Romanya'nın başkenti Bükreş'te, eşcinselleri konu alan bir tiyatro oyunu olaylara yol açtı. Tony Kushner'ın "Amerika'daki Melekler" (Angels in America) adlı oyununun sahnelendiği Nottara Tiyatrosu'na gelen Ortodoks protestocular, afiş ve posterleri yırttı. Protestocular ayrıca oyunu izlemeye gelenleri de kapıda taciz ederek girişlerini engellemeye çalıştı. Eşcinsel kültürü ve Juadizm'in anlatıldığı oyun, 1993 yılında Broadway'de sahnelenerek Pulitzer ödülü kazanmıştı. Oyunu Brüksel'de sahnelemek isteyen Popescu ise birkaç tiyatro tarafından geri çevrilmiş, sonunda Nottara Tiyatrosu'nca kabul edilmişti. (28.02.1999, Radikal)
* Hinduları Kızdırdı
KAOS GL 56 / 36
Hindular, ABD'de tv dizisi "Zeyna: Savaşçı Prenses"in, Hinduizmin kutsal tanrılarından Krişna'yı işleyen bölümünün yayımlanmamasını istedi. Bu bölümün, Krişna'yı kurgusal olarak ele aldığı ve Krişna ile Hinduizm'in kutsal kitabı Veda'dakilerin lezbiyen ilişkileri onaylar çerçevede verildiği ileri sürüldü. (26.02.1999, Radikal)
*
Hemcinsiyle Evli Siyasetçi Danimarka'nın eski Sağlık Bakanı ve Sosyal Demokrat Parti'nin önde gelen isimlerinden Torben Lund, bir hemcinsiyle evlendi. Lund, "Kalbimin sesini dinledim. İnsan bir kere doğar" dedi. Danimarka'da eşcinsel çiftler, evlatlık ve yapay döllenme dışında diğer çiftlerle aynı haklara sahip. (14.03.1999, Radikal)
* Erkekler de Doğuracak İngiltere'nin ünlü doğum uzmanlarından Lord Winston'a göre karın bölgesine embriyon yerleştirilen erkekler de doğurabilecek. Dokuz ay sonra sezaryenle doğacak bebek, karın bölgesine plasenta içinde konacak. Fetus, iç organlardan birine bağlanan plasenta sayesinde beslenecek. Yöntemin en önemli riskleri ise plasentanın kanamaya neden olması ve hormon tedavisi nedeniyle göğüslerin büyümesi. (22.03.1999, Radikal)
* Sağın Yeni Kurbanı New York'lular bugünlerde Hillary kadar Tinky Winky'yi tartışıyor. Tele Tubbies isimli İngiliz çizgi romanı, karınlarında birer televizyon ekranı, kafalarında anten olan dört garip mahlûkun maceralarını anlatıyor. Aslında üç yaşında çocuklar için düşünülmüş olan çizgi roman, dünyanın birçok yerinde çocuklar arasında inanılmaz popülarite kazandı. Fakat geçenlerde ABD'deki sağ Hıristiyan kesimden rahip Jerry Falwell, Tinky Winky isimli mor kıyafetli karakterin efemine davranışlarına ve yanında taşıdığı ufak çantaya dikkat çekerek, Tinky Winky'nin homoseksüel olduğunu ve dolayısıyla çocukların beyinlerini yıkadığını iddia ediyor. Rahip, bu karakterin kafasındaki ters üçgenin homoseksüellik sembolü olduğunu belirterek, Winky'ye açtığı savaşı amansız biçimde sürdürüyor. Homoseksüel nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde, Falwell fena kaybediyor. Tinky Winky bir anda homoseksüellerin ve liberallerin sembolü oldu. Birçok dükkan, mor karakteri vitrinine yerleştirdi. Mahalledeki gözlükçü, vitrinini gözlük takan Tinky Winky'lerle doldurmakla kalmadı, aynı zamanda kocaman harflerle "Jerry, artık saklandığın yerden çık dışarı, çık dışarı" yazarak rahip Falwell'in de
gizli bir homoseksüel olduğunu iddia etti. Şu aşamada Tinky Winky galip gelmiş gibi gözüküyor. (21.02.1999, Radikal, New York Mektubu, Aslı Aydıntaşbaş)
* TURK-GAY 3 YAŞINDA Bundan tam üç yıl önce, 9 Mart 1996`da Türkiyeli yirmi dolayında eşcinsel, Köln (Almanya)`da biraraya gelerek TURK-GAY grubunu kurdu. Geçen üç yıl içinde, her yıl Avrupa'nın en büyük Gay Pride'nın yapıldığı bu kentte araçlarıyla, Türkiyeli eşcinseller TürkGay tarafından temsil edildiler. Almanya Gayler Birliği SVD (yeni adıyla LSVD)`nin çatısı altında çalışmalarını sürdüren TürkGay, üç yılda TürkGay Köln (merkez Köln), TürkGay Ruhr (merkez Gelsenkirchen), TürkGay Nord (merkez Bremen) ve TürkGay Saar (merkez Saarbrucken) gruplarıyla Almanya çapında genişlemekte ve en ücra köyde yaşayan Türkiyeli eşcinsellerin bile ulaşabilecekleri bir özyardım grubu olmaya çalışmakta. Bunun yanısıra Almanya içinde ve dışında (Fransa, Hollanda, İngiltere, İsviçre, Türkiye) da eşcinsel harekette yeralan gruplaşma ve derneklerle de iyi ilişkiler içinde olan TürkGay, 1998`de Amsterdam Gay Games'te on kişilik bir temsilci grupla temsil edilmişti. Eylül '98'deki İSTANBuluşma'ya da (bir rastlantı sonucu) üç kişiyle katılan TürkGay, bu yılki BaharANKARA'ya da daha kalabalık bir ekiple katılmayı planlıyor.
* ALMANYA GAYLER DERNEĞİ, ALMANYA LEZBİYENLER VE GAYLER DERNEĞİ OLDU Kısa adıyla SVD olarak tanınan Almanya'nın en büyük eşcinsel organizasyonu Schwulenver-band in Deutschland (Almanya Gayler Derneği) 6 Mart'taki 1999 yıllık Genel Kurul Top-lantısı'nda aldığı bir kararla kapılarını kadın eşcinsellere de açan, değiştirilmiş yeni tüzüğü-nü mutlak çoğunlukla kabul ederek, LSVD, Lesben- und Schwulenverband in Deutschland (Almanya Lezbiyenler ve Gayler Derneği) adını aldı. Kadın üyelerin sayısının artmasıyla, lezbiyenlerin de bu dernekte söz sahibi olmaları bu değişimde etkili oldu. Bu olumlu yenilik genel olarak iyi tepkiler alıyor, ancak bu gelişmenin eski SVD'nin çalışmalarını ne derece etkileyeceği ya da
değiştireceği henüz bilinmiyor. LOLA & BILIDIKID ALMANYA`DA GÖSTERİME GİRİYOR "Lola ve Bilidikid" adli film 11 Mart`ta vizyona giriyor. Film Şubat ayındaki Berlin Film Festivali'nden eli boş döndü ama, şimdiden Almanya'daki eşcinsel medyadan olumlu tepkiler yükselmeye başladı. Filmin öyküsü şöyle: Murat 17 yaşında, hayata aç, Berlinli bir Türk gencidir. Murat`in gizli tutkusu, cıvıl cıvıl eşcinsel barlarına takılan, geceleri belli parklarda gezen erkekleredir. Bu arzularını yaşamaya başladığında ağabeyinin şiddetli baskısıyla ve ailesinin korkunç geçmişiyle yüzyüze gelir. Bu geçmişin bir parçası da Lola'dır. Bir yalanla yaşamakla, acı dolu gerçek arasındaki seçim artık Murat'ındır. Trajik olduğu kadar, Türk-Alman eşcinsel yeraltı dünyasına umut dolu bakan binbir Berlin gecesi masalı gibi, "Lola ve Bilidikid"i Köln ve çevresindekiler 10 Mart`ta, yani gösterim öncesi izleme olanağı bulabilecekler. TürkGay Köln ve Box adlı eşcinsel bir derginin ortaklığıyla gerçekleştirilecek bu gösterimden elde edilecek gelirlerin yarısı Alman AIDS Yardım Derneği'ne, diğer yarısı da TürkGay`e kalacak. "Lola ve Bilidikid" İstanbul Film Festivali`nde gösteriminde, Türkiye`den gelecek tepkileri de merakla bekliyoruz. LOLA VE BILIDIKID. Almanya, 1998. 91 Dk. Yön: Kutluğ Ataman. Oyuncular: Baki Davrak, Gandi Mukli, Erdal Yıldız.
KAOS GL 56 / 37
TEŞEKKÜR "KAOS GL Partisi"nden gelen 100.000.000.-TL için başta HAMDİ ve Uğur olmak üzere, bütün Lambda üyelerine ve partiye katılanlara teşekkürler. Eski "…Cins…" abonesi 5 kişinin Lambda-İstanbul aracılığıyla aboneliklerini KAOS GL'ye aktararak yapmış oldukları 35.000.000.-TL'lık katkı için teşekkür ederiz. Adana'dan 5.000.000.-TL'lik posta pulu katkısında bulunan Kaos GL okuru arkadaşımıza teşekkür ederiz. ETKİNLİK Sağlıklı Yaşam Fuarı 99 kapsamında (1721 Mart 1999-Ankara Atatürk Kültür Merkezi) Hacettepe Üniversitesi AIDS ile Savaşım Topluluğu Standında KAOS GL Dergisinin çeşitli sayılarını, KAOS GL Tanıtım Broşürünü ve Lambda'nın AIDS Broşürünü sergiledik ve dağıttık. RESİMLER, ÇİZİMLER, YAZILAR Dergide yayınlanan yazılar herhangi bir yayın kurulu vb. bir kurulun ya da kişinin seçimine tabi tutulmadan yayınlanıyor. Elimizdeki yazılar dergi sayfalarımızın sayısını aşmış durumda. Özellikle öykü denemeleri ve şiirler en çok bekleyen ürünler olurken güncel, tanıklık benzeri yazılar yayınlanma önceliğini kazanıyor. Ayrıca uzun zamandır yazan, bir şekilde iletişimimiz olan kişilerin yazıları "darılıp kırılmayacağı"na olan inancımızla birkaç ay bekleyebiliyor. Planlarımız arasında mevsimlik bir periyodu olan, belli konuların ağırlıklı olarak ele alınacağı ayrı bir dergi çıkarmak yer alıyor. Böylece dertlerimizi, neşelerimizi, kaygılarımızı, düşüncelerimizi, aşklarımızı, ayrılıklarımızı, öykülerimizi paylaştığımız KAOS GL'nin yanında teorik-politik bir dergi ufkumuzu oldukça açacaktır ne dersiniz? Dergide yayınlanan resimlerin bazılarını şurdan-burdan scan etsek de çoğunluğu internet sayfalarından indirilen resimler. Elimizde internetten indirilen binlerce resim olmakla birlikte bu resimlerin çoğunluğunun hayatın içinden resimler olmadığını tahmin edersiniz. Derginin görsel malzemeleri bu koşullarda şekilleniyor. Bu sayımızda yerli fotoğrafları, kendi çizimlerini, kendi yaptıkları heykellerin fotoğrafını yollayarak resim seçeneğimizi art-
KAOS GL 56 / 38
tıran arkadaşlarımız oldu. Yolladığı güzel çizimler ve yaptığı heykellerin fotoğrafından dolayı İzmir'den Mehmet'e, yine güzel çizimlerinden dolayı Ankara'dan Kemal'e teşekkür ediyor ve ellerine sağlık diyoruz. Yeteneği olan diğer okuyucularımızdan da kendi ürünlerini bekliyoruz. Kendi resimlerimiz, çizimlerimiz sizce de daha güzel durmuyor mu? Fotoğraf ya da çizim gibi ürünlerini bize gönderen arkadaşlara eğer isterlerse bu ürünlerini scan ettikten sonra geri gönderebiliriz. MUHASEBE DÖKÜMÜ Kaos Grubunun gelir-gider dökümünü sunuyoruz: Matbaa: Nisan-Eylül 1999 ayları için toplam kağıt parası olarak 155 milyon ödedik. Her ay basım masrafı olarak da 50 milyon ödeyeceğiz. Kaos GL Dergisi her ay 500 adet çoğaltılıyor. Kitapçılar ve posta ile bunun yaklaşık 450 adeti dağıtılıyor. Kitabevlerine Dağıtılan Dergi Sayısı: İstanbul 170, Ankara 82, İzmir 50, Adana+Mersin 20, Denizli 10, Eskişehir 10, Bursa 15, Antalya 10, Kayseri 5, Antakya 5, Balıkesir 10 adet. Buralardan sadece İstanbul ve Ankara'dan düzenli para geliyor. Antalya, Eskişehir, Antakya, Denizli, Balıkesir ve Adana'daki satışları (periyodik olmamakla birlikte) arkadaşlarımız takip edip, satış paralarını gönderiyorlar. Kayseri ve Bursa'dan oldukça uzun bir süredir satışla ilgili bir bilgi ve para gelmiyor. Bu arada Bursa'daki değerli arkadaşlarımız iki defa paraları topladıklarını ve göndereceklerini bildirdiler ama parayı çok az bulduklarından mıdır, acil ihtiyaçları çıktı da harcadıklarından mıdır bilinmez, ne paradan ses, ne de kendilerinden bir soluk duyuldu. İzmir'deki arkadaşımızla bir sorunumuz olmamakla birlikte iş yoğunluğundan dolayı iadeleri ve paraları toplamayı düzenli yapamamakta, bundan dolayı İzmir iadeleri aksamakta. Satışı kabul eden bir kitabevi çıktığında, 2-3 tane de satsa ya da satmayıp ama kitapçı dergiyi görünür bir yere koyuyorsa, karşılığı gelmeyecek bile olsa bütün olanaklarımızı zorlayarak düzenli dergi göndermeye çalışıyoruz. Ama özellikle
Kayseri ve Bursa bizi bıktırdı. Onun için Kayserili, Bursalı ve İzmirli okurlarımıza umutsuz bir çağrıda bulunuyoruz: Bizimle iletişime geçin, çünkü bir çözüm bulamazsak bu illere dergi göndermemeyi düşünüyoruz. Dergileri kitabevlerine kargo ile adrese teslim gönderiyoruz. İlgilenecek bir arkadaşımız çıkarsa yapılacak tek iş her ay, ya da 2-3 ayda bir kitabevinden iade ve satış paralarını alıp bize yollamak olacak. Aylık Ortalama Gelirimiz: İstanbul: 4044 milyon arası, Ankara: 16 milyon, Kaos Grubunun toplantı aidatları: 12 milyon, İstanbul'dan Coşkun arkadaşın elden sattığı dergiler: 5-7 milyon arası. Ender olarak bir-iki abone olan da çıkıyor. Aylık Ortalama Giderimiz: Matbaa 50 milyon, kargo 12.300.000.-, posta (bir adet dergi için; yurtiçi 150.000.-, Avrupa 820.000.-, ABD 940.000.-) her ay ortalama 30 adet yurtiçi, 10 adet Avrupa, 5 adet ABD'ye dergi gönderiliyor. Bazı aylar okurlarımızın gönderdiği pullardan dolayı hiç posta masrafımız olmuyor. Bazı aylar da (örneğin 50. ve son sayı gibi) bütün dergiler tükeniyor ve posta masrafı katlanıyor (kurumlara ve basına göndermemiz nedeniyle). 4-5 milyon arası zarf (sarı zarf ve diplomat mektup zarfı) masrafımız oluyor. Ayrıca fax kağıdı, A4 kağıdı, printer toneri (ki bir adeti 100$), etiket, yapıştırıcı gibi kırtasiyeler Atilla Karakış tarafından temin ediliyor. Ayrıca her ay olmasa da aydınger, poşet, dosya, taşıma gibi harcamalarımıza da 5-7 milyon arası para gidiyor. Para Durumumuz: Mart ayı itibariyle nakit olarak 127 milyon TL ve 320 $ (Lambda'nın gönderdiği parti parasına 9 milyon ekleyerek aldığımız 300 $ ile Coşkun'un elden dergi satışı gönderdiği 20 $) paramız mevcut. Nisan ortasında İstanbul satışımızdan (50-54 sayılar, dada dağıtımın geçen yıl verdiği senetten 50 milyon, TÜYAP Kitap Fuarı satışından 10.700.000 olmak üzere) 255.780.000.TL paraya kavuşacağız. Yaklaşık 1 yıldır dergiyi mevcut haliyle maddi sorun yaşamadan çıkartıyoruz. Derginin daha güzelleşmesi ve daha çok kişiye ulaşması için her türlü katkınızı bekliyoruz.
UÇ
"Etkinliğimi artırmadan ya da doğrudan doğruya canlandırıp (yaşamımı) bir şey katmadan bana yalnızca bilgi veren her şeyden nefret ediyorum." Goethe Ocak 1999 tarihli ilk sayısı çıkan UÇ adlı derginin kapağında böyle yazıyor. Yayın yönetmenliğini Mesut Kara'nın yaptığı UÇ'a hoş geldin diyoruz. İletişim için; e-mail: karamesut@hotmail.com tel-fax: 0.212.240 34 35-246 38 55 Adres: Valikonağı Caddesi, Hacıemin Efendi Sokak, No:37/1 Nişantaşı İSTANBUL
PAZARTESİ
Feminist yayınlardan "Kadınlara mahsus gazete" Pazartesi, düzenli olarak çıkmaya devam ediyor. Pazartesi'ni kitapçılarda ve gazete bayilerinde bulabilirsiniz. İletişim için; e-mail: pazartesidergi@superonline.com Adres: Abdullah Sokak, No:9, Beyoğlu İSTANBUL
efendisizler Birimiz Bile Özgür Değilse Hepimiz Tutsağız Onbeş günlük haber-yorum gazetesi efendisizler'in ilk sayısı 15 Şubat 1999'da çıktı. Gazete bayilerinde ve kitapçılarda bulabilirsiniz. Adres: Taksim Kuyu Sokak, 13/2, Beyoğlu İSTANBUL E-Mail: efendisizler@hotmail.com Tel: 0.212.243 24 93 Fax: 0.212.243 27 16
Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni GACI "GACI", İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı'nın desteğiyle "Kadın Kapısı" kapsamında yayınlanan bir eğitim/iletişim bülteni. Daha önce beleş dağıtılan bülten artık 200.000.-TL'dan satılıyor. En son 2. yılında 7. sayısı çıktı. GACI'yı bulabileceğiniz yerler: Mephisto, Mektup, Homer, Pandora, Pentimento, Hamlet ve İnsan Kaynağını geliştirme Vakfı. Adres: Yeniçarşı Caddesi, No:54, Beyoğlu 80050 İSTANBUL. Tel: 0.212.293 16 05-293 16 06 Fax: 0.212.293 10 09 e-mail: ikgv@prizma.net.tr
3 ayda bir yayınlanan sinema-kültür dergisi 25. KARE'nin 26. sayısı çıktı. Adres: P.K. 258, Yenişehir 06420 ANKARA Tel: 0.532.436 96 19 Fax: 0.312.229 49 37
GECEYARISI SİNEMASI Mevsimlik sinema dergisi GECEYARISI SİNEMASI'nın 3. sayısı çıktı. Yazışma Adresi: Çevreli Cad. 8/6 Aydınlıkevler ANKARA E-Posta: Kaya Özkaracalar: ozkaraca@bilkent.edu.tr
ARKABAHÇE ARKABAHÇE'nin yeni sayısı çıktı. Yazışma Adresi: P.K. 10 06100 Sıhhiye ANKARA E-Mail: arkabahce@ada.com.tr http://arkabahce.ada.net.tr Fransa'da yayınlanan STAR Dergisi, çıkan 4. sayısında bir sayfa ayırarak KAOS GL'yi tanıttı. Fransızca bilen okurlarımız için Star'ın adresi: c/o MAB, 37 Rue Burdeau 69001 Lyon FRANSA
ZUĞAŞİ BEREPE
Zuğaşi Berepe Lazca Rock yapan, iyi de yapan bir grup. İkinci albümü İGZAS çıktı. İlk albümü VA MİŞKUNAN'ı da hâlâ piyasada bulabilirsiniz.
İSTANBUL VE ANKARA FİLM FESTİVALLERİ Festivaller yakında başlıyor. Her yıl olduğu gibi eşcinsellerin diğer zamanlarda izleyemeyeceği "eşcinsel filmleri"ne festivallerde (üstelik sansürsüz) rastlamak mümkün. Örneğin geçen yıl İstanbul Film Festivalinde gösterilen bu yıl da Ankara Film Festivali programında yer alan "Mutlu Beraberlik"i izlemeye çalışın. Henüz program akışı açıklanmış değil. Takip edin. Ayrıca başka filmler de yakalanabilir. İzleyeceğiniz filmlerle ilgili eleştiri, yorum ve tanıtımlarınızı KAOS GL'ye bekliyoruz.
25. KARE KAOS GL 56 / 39
Kemal
Sözler: Derivative Duo, Eine Kleine Visit Müzik: Mozart, Eine Kleine Nachtmusik,
EINE KLEINE VISIT Çabuk duvardaki posterleri indir! Ve Sappho’nun büstünü holden kaldır! Tatlım! Buna inanmayacaksın Ama annem geliyor Tatile çıkmış, İstasyondaymış. Şimdi ne diyeceğim? Buraya geliyor Ve lezbiyen olduğumu bilmiyor! “Hoşgeldin sevgili anneciğim Bir yıl oldu görüşmeyeli Çok memnun olacaksın Hayatım huzur dolu, güzden beri. (Bu gece) Kate ile yatacağım, Hayır, o benim ev arkadaşım. Çok anlayışlı biridir Bu onu hiç rahatsız etmez Orada olacağım. (Sabah) salonda görüşürüz.” (Söyle bana, neden bu kadar tedirginim? İşte burada! Lezbiyen olduğumu bilmiyor! Ah, hayır bunu bilmiyor! Ve bunu açıklamaya korkuyorum! Beni herşeye rağmen sevebilir mi?) Tatlım söyle bana, seni üzen ne? Bu çaresizlik ifadesi de ne? Sadece bir ya da iki hafta kalacak Bir kaç iddiada bulunacak! Güçlüyüm ve kendime güveniyorum! (Annemin yanında uysalım) Kundakta bebeği değilim! (Ama ziyaret ettiğinde belki) Bırak iç çekmeyi, güveniyorum sana Bu bunalımı atlatmada Her zaman yaptığın gibi!
Tanrı koruyacak bizi (Ama annem şüphelenebilir bizden) Bir deniz kadar sakinim (Psikoloğumun numarası nerede?) İç çekiyorsun, ağlıyorsun! Canım, Yalan söylüyorum anneme Ve seni inkar ediyorum! Niyetim bu değildi ama Endişe ve korkuyla doldum. Üzgünüm bir tanem, bu doğru Ve daha gerçek herşeyden, Bu keşmekeşe rağmen Bizimle gurur duyuyorum. Annem gitmeden önce Cesaret edeceğim ona söylemeye Arkadaştan da öte olduğumuzu. Lütfen şu sakıncalı kitapları Ortalıktan kaldır ve sonra Yatakodasındaki resimleri Duvarlardan sökmeyi unutma. Tekrar teşekkürler Çeviren: ANIL/Ankara
400.000.-TL