KaosGLD59-60

Page 1

∇şiirler ∇geyikler lanetler ∇monogami-poligami ∇nasıl bir eşcinsel hareket ∇aids testi nasıl yaptırılır


AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ TEMMUZ-AĞUSTOS 1999 YIL 5 SAYI 59 - 60 KAOS GL ilga üyesidir.

Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 Internet Adresi : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e-mail : kaosgl@ilga.org

İÇİNDEKİLER SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) Kitapsan (Çakmak Plaza, Çakmak Cad.) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi Yaprak Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BURSA Kelepir (Sönmez İşhanı) BALIKESİR Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) İZMİR Kabile (Konak) İletişim (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto (İstiklal Cad.) Pandora Kitabevi (İstiklal Cad. Büyükparmakkapı Sok.) Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) AFM Müzik Kitabevi (Beyoğlu, Fitaş Sinemaları Pasajı) İletişim Kitabevi (Avcılar) ANKARA Dost, Bilim&Sanat İlhan İlhan (Karanfil 2 Sokak) Kelepir (Konur 2) Kitabevleri

Eski sayılar Ankara ve İstanbul İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı) Dizgi: Atilla Karakış, Cem, Yeşim, Uğur Alper, Tezer, Murat, Olga, Selçuk, Uğur Yüksel, Salim, Atilla A., Barış, Şarmut A. İkarus, Hülya, Bora, Deniz, Kerem, Sanem Düzelti: Gay’e Efendisiz, Ali Ferhat Kapak: Özcan

KAOS GL'den............................................................................................................................................3 İletişim Tartışmaları...................................................................................................................................4 Bizi Gidi Bizi ..............................................................................................................................................7 Bana Bu Aşkı da Lütfeder misiniz? ...........................................................................................................8 Eşcinsel Ebeveynler de Çocuk Bakabilir.................................................................................................10 Homofobi.................................................................................................................................................11 Nasıl Bir Eşcinsel Hareket Tartışması ....................................................................................................13 AIDS Testi Nasıl Yaptırılır .......................................................................................................................14 Kaşınıyorsan Vardır Bir Sebebi...............................................................................................................16 Muhammed ve Erkek Eşcinselliği ...........................................................................................................17 Beyazrusya'da Eşcinsellik.......................................................................................................................20 Tahammül Etmek Üzerine ......................................................................................................................22 Kapitalizmin Kaypaklığı...........................................................................................................................23 Haberler ..................................................................................................................................................25 Başka Bir Anneye Açılma Hikayesi.........................................................................................................27 Şiirsel Metinler ........................................................................................................................................29 GL Kitaplığı .............................................................................................................................................30 Mekanlar ve Eşcinsellik...........................................................................................................................32 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................33 İletişim.....................................................................................................................................................39 Geyikler Lanetler.....................................................................................................................................40 Gökkuşağının Öte Yanı...........................................................................................................................44 Erkekten Kadına Cinsiyet Değişimi Ameliyatı .........................................................................................45 Yaşamın İçinden Kartpostallar ................................................................................................................48 Ben Neymişim Ki Abi ..............................................................................................................................50 The Kafi...................................................................................................................................................51 Küçük Bir Öykü Bu..................................................................................................................................52 Bir Hikaye Gecesi ...................................................................................................................................54 Kim Hasta Acaba? ..................................................................................................................................55 Eski Bahçe Eski Sevgi ............................................................................................................................56 Beden Masalları - Rosy Blues for Semenina ..........................................................................................59 Camille ....................................................................................................................................................63 Şiirler.......................................................................................................................................................65 Tanıklıklar ...............................................................................................................................................75 Biz Ayrılıkçı Lezbiyenleriz, Çünkü… .......................................................................................................78 Malatesta- Bir Kitap.................................................................................................................................79

KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR. SAPPHONUN KIZLARI : Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) İnternet adresi: http://www.geocities.com/WestHollywood/Chelsea/9070/ İstanbullu lezbiyenlere ulaşmak için : Duygu Zafer PK 470 80221 Şişli / İstanbul TURK-GAY (S.V.D.) : Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA LAMBDA İSTANBUL : P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) Fax: 0.212.224 37 92 LAMBDA İSTANBUL Her Pazar saat:18.00'de İstiklal Cad. Bekar Sokak, Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda (Sappho Bar'ın üst katı) toplanıyor.


Geçen seneki gibi bu yıl da TemmuzAğustos sayılarını birlikte çıkarıyoruz. Geçen ay duyurmuştuk; KAOS GL'nin bu sayısı 80 sayfa ve fiyatı 1.000.000.-TL. Bu fiyat gözünüzü korkutmasın, bu sayıya özel. Bu sayıda, 80 sayfa olmasından dolayı hikayeden, söyleşiye, tartışma yazılarından çevirilere, sağlıktan eşcinsel harekete her konuda yazı bulabileceksiniz. Ayrıca önceden ayrı bir ek olarak vermeyi duyurduğumuz "şiir"leri ayrı bir ek olarak değil ama dergi içinde, geniş bir bölüm olarak bulacaksınız. "İLETİŞİM" MESELESİ Daha önce mektuplar bölümünde isteyen ya da okurlarımızın mesajlarını mektuplaşmak için adreslerini yayınlıyorduk. 5. yıl dolayısıyla verdiğimiz anket formundan çıkan istekler doğrultusunda bir "iletişim" sayfası düzenlendi. Özellikle İstanbul'dan Coşkun arkadaşın "sayesinde" son birkaç aydır "iletişim" sayfası patlama yaptı! İletişim sayfasının anlamı ve içeriği ayrı bir konu ama bu patlama, fazlasıyla olumsuzluk içeriyordu. "İletişim" sayfasında yer alan mesaj sahiplerinin dikkate alınmasını gerektirecek bir kısmı bize dergide adlarına yayınlanan mesajdan haberleri olmadığını belirtip bir an önce dergiden çıkartılmasını rica ettiler. Kısacası pek çok "tekzip" aldık. Biz Coşkun arkadaşın iyi niyetine güvenmekle birlikte ya birileri birilerine hiç de hoş olmayan bir şekilde eşek şakası yaptı ya da birileri yalan söylüyordu. Belki mesajını bile isteye yayınlatan kişi sonradan vazgeçti, korktu, çekindi vs. vs. bütün bunlar üzerinde ayrıca düşünülmesi gereken şeyler. Ancak biz öncelikle "iletişim" sayfasındaki mesajları arayan okurlarımıza bazı noktaları belirtmek istiyoruz. Her mesaj yayınlandığı ay içinde geçerlidir. Yani önceki sayılarda yer almış bir mesajı aramayı denemeyin. İkincisi, aradığınız kişi ses tonunuzu sevmemiş olabilir, aradığını bulmuş olabilir, vs. ve bunları açıkça söylemeyip size "benden habersiz yayınlamışlar" gibi masum (!) yalanlar söyleyebilir. İyisi mi siz ısrar etmeyin. Daha arayacağınız ne kadar çok mesaj var. Ayrıca örneğin, "18:00'den sonra arayın" diyen bir mesajı gecenin 3'ünde aramak (aranan açısından) pek hoş olmasa gerek.

Bu sayımızda mesaj sahiplerinin kendisi artık yayınlanmasını istemediği için ya da "tekzip" dolayısıyla İstanbul'dan gelen mesajların yaklaşık tamamını çıkardık. Çıkartılan mesajlar arasında yayınlanmaya devam edilmesini isteyen mesaj sahipleri de olabilir. Tekzip sahiplerinin doğru söylediğine inanıyoruz. Kişinin haberi ya da kendi isteği olmadan kamuya açık bir yerde telefonu ve açık adresinin yayınlanmasının kabul edilemez ve hiç de hoş bir durum olmadığı ortada. "Okur"larımızdan rica ediyoruz; böyle nazik bir konuda eşek şakası yapmayın. Ve kişinin bilgisi dahi olsa başkası adına mesaj göndermeyin. Biz, özellikle ev ya da işyeri adresini/telefonunu yazan mesaj sahiplerine "bundan emin" olup olmadıklarını sorma şansımız olduğunda soruyoruz ama herkes için bu uygulamayı yapmamız hem ekonomik hem de zaman açısından mümkün olmayabiliyor. Örneğin yayınlamadığımız mesajlardan birisinde okurumuz ailesi ile kaldığını, akşam aranmasını ama dikkatli aranmasını istiyordu. Biz bu mesajı yayınlamadık. Çünkü ikinci bir mektubunda pekâlâ "ay istemediğim halde ailem eşcinsel olduğumu öğrendi, şöyle oldu, böyle oldu" türü bir şeyler okuyabilirdik! Kendi isteğiyle bile olsa mesaj gönderenler bu gibi konulara dikkat etsinler. Ayrıca bundan sonra telefonla alınan ya da birilerinin toplayıp gönderdiği mesajları kesinlikle yayınlamayacağız. Ve sadece isim ve telefondan ibaret mesajları da yayınlamayacağız. Lütfen, isim, telefon ya da adreslerinizle birlikte en azından yaşadığınız şehri ve cinsiyetinizi de belirtiniz. TARTIŞMALAR Okurlarımızı, yazarlarımızı, okuryazmazlarımızı, yazar-okumazlarımızı, herkesi tartışmaya çağırıyoruz. İstediğiniz konuda, istediğiniz bölüm için tartışmalara katılabilirsiniz. Bu sayıda başlayan iletişim tartışmalarına, yeniden başlayan nasıl bir eşcinsel hareket tartışmalarına sizin de bir sözünüz vardır mutlaka. Hatta olmalı. Ayrıca, dönem dönem mektuplar bölümünde yer alan (ki aslında en çok ve ilk okunan bölüm mektuplardır), geçen sayının yazılarından hareketle de tartışma metinleri gönderebilirsiniz. Bu beğendiğiniz-beğenmediğiniz bir yazı; ka-

tıldığınız-katılmadığınız bir görüş ya da katkı yapıp eleştiri getireceğiniz bir yazı olabilir. Bunları anladığınız dilde, bildiğiniz üslupta (sakın ha küfür olmasın, yayınlamayız valla.) yazın gönderin, iletişim ve etkileşim gerçek olsun. İSVİÇRE'de KAOS İsviçre'de Türkçe yayınlanan "at sineği" adlı bir radyo programında KAOS GL dergisinden bazı bölümler okunarak İsviçre'deki Türkçe bilenlerin de haberdar olması sağlandı. İSTEYİN, ADRESİNİZE ÜCRETSİZ POSTALAYALIM. Aşağıdaki broşürleri daha önce edinmediyseniz bize yazın, adresinize ücretsiz postalayalım. "KAOS GL Tanıtım Broşürü"nü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 50. sayısıyla birlikte vermiştik. Ekim 1998'de 1.000 adet bastırdığımız bu broşür şu an tükenmiş bulunmaktadır. Daha önce edinmeyenlere bilgisayar çıktısını gönderiyoruz. Sapphonun Kızları'nın hazırlamış olduğu "lezbiyenler hakkında…" başlıklı broşürü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 57. sayısıyla birlikte vermiştik. Lambda-İstanbul'un hazırlamış olduğu "AIDS Hakkında Bilmek İstemediğiniz Herşey" başlıklı broşürü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 52. sayısıyla birlikte vermiştik. İsteme Adresi: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA

ESKİ SAYILAR Eylül 1994'ten bu yana her ay düzenli olarak çıkan KAOS GL Dergisi'nin 35. sayıya kadar olan bölümü tamamen tükenmiş bulunmaktadır. Eski sayılardan elimizde olanlar ise 35., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 51., 52., 53., 54., 56. sayılardır. (İskenderiye Kütüphanesi'nin Ankara Şubesinde bütün sayılar ciltli olarak mevcuttur.) KAOS GL Dergisinin elimizde olan eski sayılarından istediğiniz her sayı için 500.000.-TL'lik posta pulu göndermeniz gerekmektedir. İstediğiniz sayı kapalı zarf içinde belirttiğiniz adrese postalanacaktır.

LAMBDA İSTANBUL HER AYIN İLK ÇARŞAMBASI DÜZENLEDİĞİ PARTİLERE DEVAM EDİYOR! YER: Club 14, Talimhane/ Taksim-İSTANBUL SAAT 21:00-01:00 Davetiyeler daha önceden Lambda'dan temin edilirse indirimli. Organizasyon: Lambda İstanbul

KAOS GL 59-60 / 3


Atilla A. Eşcinsel bireyin varoluşunu belirleyen cinsel kimliği Ankara ise de bu belirlenim sadece seksüel paylaşımı

işaret etmiyor sanırım. Zaten bu çok yeni bir düşünce de değil. Foucault; "Kişinin, kendi cinsiyetini taşıyan başka birisiyle yatması onu eşcinsel yapmaya yetmez", "Eşcinsellik sorusunu ben kimim, arzumun gizini oluşturan nedir sorularına indirgeyen eğilimden de kuşku duyulması gerek. Belki de sorulması gereken şu soru: Eşcinsellik sayesinde nasıl ilişkiler kurulabilir, tasarlanabilir, geliştirilebilir ve bu ilişkilere duruma göre nasıl farklı biçimler kazandırılabilir?" der. Nasıl bir etkileşim platformunda bir araya gelmeliyiz ki eşcinsel alt kültürün boş kümeleri olmaktan kurtulalım? Bu sorunun yanıtını KAOS GL, LAMBDA (diğer oluşumlar) vs. birlikte arıyorlar; dünyanın diğer ülkelerinde de durum pek farklı değil.

Bu ülkede gay kimliğinin politik-apolitik oluşu tartışıla dururken seksist düzenin tuzaklarına düşmeden imkanları zorlayarak çıkan KAOS GL dergisinin, iletişim köşesi (sayfası) gibi amacına hizmet etmeyen bir bölümünün olmasını oldukça yersiz buluyorum. Bir eşcinsel derginin, Türkiye gibi cinsel ayrımcılığın doruğunda olan bir ülkede çıkıyor oluşu toplumsal bir hareket için zemin arayışı ve bireylerin yanyana gelişi için ortak platform olması kaçınılmaz iken aynı derginin iletişim şekli yazı dili (yazının kendisi)dir. Yazıya dökülenler yaşananların, duygulanımların kendisi olması nedeniyle bu gücü taşır. Politik bir dergi çıkarmak bir misyonu üstlenmeyi beraberinde getirirken, izleyicilerinin düşünce ve temennileriyle dergi politikasını belirlemek alt kültüre bilgi, politik söylem, düşünce geçişimini Kaos GL dergisinin engelleyecektir. Gerek grup çalışmaları amacı eşcinsellerin gerek dergi çalışmaları katılımcılarının biraraya gelerek unutmaması gereken yapılanların getireceği fayda hesaplamaları bilinçlenmesi, yanlış alt olmamalıdır. Hak arayışı belirli bir politik kültürün değiştirilmesi, duruşu kendiliğinden getirebilir fakat gay politiğin belirlenmesi hedefler saptanamadıkça yapılanların için birlikte düşünce havaya gitmesi işten bile değildir. Bu bağlamda bazı şeylerin ne niyetle üretmek, birlikte evrilmek yapıldığının bir önemi kalmıyor, nitekim değil de “kişisel” dergide yer alan iletişim köşesi bir tatminleri sağlamak oldu çoğunun karşı çıktığı (benim de) barlarda oluşan ve yayılan, belirleyici da ben mi haberdar olmaya çalışan yeni gay imajını olamadım? Ayrımcılığın destekleyen bir pozisyona giriyor. Yalnız her türlüsüne karşıyız bir eşcinselin arkadaş edinmesi, tanışması, seksüel şiarına ne oldu? benzerleriyle paylaşımlarda bulunması amacını

KAOS GL 59-60 / 4

taşıyan bu köşenin oluşumunu destekleyen arkadaşlar “ne var canım bunda” diyerek yukarıdaki açıklamaları yapıyorlar. Oysa işin rengi hiç de öyle değil. Sayfaya göz attığınızda çoğu cep telefonlarından oluşan iletişim şekli neyi işaret ediyor acaba? Ya gelen (yayınlanmayandüzeltilerek yayınlanan) ilanların içindeki aktif, pasif, yaşlı, genç, gizliliğe önem veren, kendini belli etmeyen gibi sıfatlar neyi imliyor acaba! Bu arada ilan vermediğim halde telefonumu bulup beni arayan, dergide ilan sayfasından başkaca bir şeyle ilgilenmeyenlere (ki bunların fotokopi yoluyla iletişim sayfasını ele geçirenlerini de duydum) ne demeli! Kaos GL dergisinin amacı eşcinsellerin biraraya gelerek bilinçlenmesi, yanlış alt kültürün değiştirilmesi, gay politiğin belirlenmesi için birlikte düşünce üretmek, birlikte evrilmek değil de “kişisel” tatminleri sağlamak oldu da ben mi haberdar olamadım? Ayrımcılığın her türlüsüne karşıyız şiarına ne oldu? “Ucuz dergilerde” yer alan bu tip köşelerin öncelikli amacı dergi satışını arttırmaktır. Zaten bu tip dergilerin belirli bir okuyucu kitlesi yoktur. Daha doğrusu belirli kitle, düzenli dergi alma alışkanlığı olmayan, sıkıntıdan ne bok yapacağını bilemeyenlerden oluşur. Dergi yönetimi kârı hedeflerken alttan alta seksist sistemin işleyişine hizmet eder. Aynı sınıftan aynı zevklere sahip insanların tanışarak biraraya gelmesi tektipleşmenin kaçınılmaz yörüngesinde kişisel tatminlerini sağlayan (!) mutlu insanlar oluşturur. Hal böyleyken, sınırlı sayfa sayısına sahip dergimizde daha çok düşünce yazısı, kişisel paylaşım, haber vs. yazıları görmek isteğinde olan birisi olarak bu yazıyı yazmak durumundaydım. Bu noktada daha uzun gerekçeler yazmak, akademik bir dil kullanmak, yazıya iletişim nedir sorusunu yanıtlayarak başlamak hakkımı saklı tutuyorum. Uzun zamandır yazılarıma ara verişim nedeniyle beni suçlayan kimi arkadaşlar, yazı yazmanın dışında ki diğer alanlarda ne kadar belirleyici olduklarını sorguluyorlar mı acaba? Kaos GL oluşumunun hemen hemen başından beri içinde yeralan birisi olarak nasıl sessiz kalabildiğime şaşırmıyor değilim. Fakat susmak kimi zaman kabullenmek anlamına gelmiyor. Merak edenler varsa bundan sonra daha da aktif olacağımı zaman içinde göreceklerdir. Benim davam, bu derginin nasıl olur da perspektifini genişletirken özünü kaybetme noktasına geldiğidir. Umarım bu yazı, bir tartışma çıkarır ve neler düşünüldüğünü öğreniriz hep birlikte. Sağlıcakla kalın.


Bir karşılaşma: Ayna ve Ben Günlerce evden çıkmayabilirim. Odamda, balkonda, salonda kahve içip, sigara tüttürerek kitaplara dalabilir, “günden güne odamın şeklini alabilir”, kimi zaman Üzüm’ün mırıltılarını dinleyip, onunla evin içinde saklambaç oynayabilir, kimi zaman da anıların kirletmediği kasetlerimi teybe koyar müzik dinlerim. Birkaç dostum gelir, onlarla da çay içer, televizyon seyreder, gördüğümüz her şeyle dalga geçeriz. Zamanı gelir; dışarı çıkmam gerekir. İşlerim ya da okula gitmem dışında dışarı çıkma isteği, sosyal alanın sürprizlerine, karşılaşmalarına, olasılıklarına en açık olduğum anlarda ortaya çıkar. Üzüm’ün burnuna bir öpücük kondurup, aynanın karşısına son bir kez geçtiğimde aynada yansıyan “ben”, risk almaya hazır olduğumu hatırlatır bana. İlk karşılaşma hep kendimledir. Bir diğer karşılaşma: O ve Ben Çekingen bir merhaba önce. Ya da fütursuz bir “selam” çakış: İsimlerin değiş tokuş edilmesi, hayatı kazanmak için yapılanların öğrenilmesi… Sonra boşluk doldurduğuna emin olunan kalıp cümlelerle yakınlaşma çabaları, fırlatılıp atılan renksiz kahkahalar… Ardından karşılaşmanın mekanına göre suskunluk ya da kalacak bir yer bulmaya çalışma. Bir toplantı sonrasındaysa karşılaşma ya da sinema çıkışında, olmadı otobüs kuyruğunda, karşılıklı karar verememe sürecinden sonra zorunlu olarak oturulan bir kafede kahkahaların ardından gelir suskunluk. İsimlerin değiş tokuş edilmesi, böylesi karşılaşmalarda, zamanı geldiğinde hikayelerin de değiş tokuş edilebileceğinin taahhüdüdür. Çoğunlukla bedenlerin üstünden varılır ya hikayelere, ben tutucuyumdur, önce hikayeyi dinlerim. Bir insana yaklaşmak onun hikayesinin diline yaklaşmak değil midir zaten? Bu karşılaşma, kendi hikayenin dilini aşka tercüme etme isteğini çoğaltır. Aşk, aynalı odalarda/evlerde değil, orda, dışarıdadır… Bir soru: Sizi ararsam ne konuşacağız? Kaos GL dergisinin iletişim sayfasıyla ilk karşılaştığımda duyduğum şaşkınlık, beklediğim üzere, kişisel ilanları okuduktan sonra yerini öfkeye bıraktı. İlk bakışta kamusal alanda kendimizi ifade edeceğimiz yerlerin azlığı ve buralara sıkışıp kalmışlığımız düşünüldüğünde, hep anonim kalmak zorundaymış gibi olan okuyucuların dergi aracılığıyla kendi aralarında iletişim kurmak istemeleri hiç yadırgatıcı gelmiyor. Kişisel anlatılarımız düşünüldüğünde ise, kendimizden başka tek bir eşcinselle karşı karşıya gelmeden, iki

çift laf edemeden yaşanan sancılı yalnızlık Murat YALÇINKAYA günlerinde bu tür sayfaların, kendini yeni ifade Ankara etmeye başlamış eşcinseller için öneminin de myalcink@yahoo.com farkındayım. Ama, kişisel ilanların dili, beş yıldan beri bu dergide öyle ya da böyle, eksik ya da çok naif bir biçimde de olsa sürdürülegelen eşcinsel kimliğe ilişkin tartışmalara set çekiyor, kapılmayalım diye elimizden gelen herşeyi yaptığımız iktidarın tuzaklarının her birine kapılıp kalıyordu. İletişim kurmanız için, Deli Dumrul’u bile hayrete düşürecek şartları yerine getirmeniz gerekiyor öncelikle. Yakışıklı, kaslı, esprili, çılgın olmanız gerekiyor: Tıpkı gay barlarda üstünüzü çıkartıp, rahat rahat dans edebilmeniz için, kelebek göğüslere ve kaslı kollara ihtiyacınız olduğu gibi…Ya da kendinizi aktif ya da pasif olarak konumlandırmalısınız ki, mesajın sahibine telefon açtığınızda size yöneltilecek olan “aktif misin pasif mi?” sorusuna tereddüt etmeden cevap verebilesiniz. Güvenilir olmak, sır saklamak da bir diğer kriter sizinle iletişim kurulabilmesi için, öyle tanıştığınız birinin eşcinsel olduğunu orda burada ağzından kaçıracak kadar düşüncesiz biriyseniz, oturun oturduğunuz yerde: Biz eşcinselliğimizi diğer eşcinsellerden saklamaktan gurur duyarız. Bu özellikleri taşımıyor ve üstüne üstlük fotoğrafınızı da göndermemek gibi bir terbiyesizlik yapıyorsanız, artık “yalnızlık” sadece size ve “allaha mahsus” olacaktır: Kaderinize boyun eğiniz lütfen. İletişim dediğiniz de nedir ki zaten, yatak odanızda duran fotoğraf albümlerine bir fotoğraf daha ekleyip, eşe dosta geçmişinizin ne çok yatak kabarıklığıyla dolu olduğunu göstermenin aracısıdır. İletişim, hep birbirine teğet geçmenin, ama bir türlü yüzyüze gelememenin tarihidir aslında. Gerisi de boş laftan ibaret. İyi de tüm bu özellikleri taşımayan biri olarak ben, evimdeki aynayla karşılaşmadan önce, elim telefona uzansa, ve oradaki telefon numaralarından birini çevirsem ilk cümlem şu mu olacak: “Benim istediğim sadece yatma özgürlüğü. Ya senin ki?” Bir diğer soru: Kuzum biz narsist miyiz? Narkisos bir su birikintisi üzerine eğildiğinde suya yansıyan görüntüsünün güzelliği ile kendinden geçer. O’na dikkatli olmasını söylerler, ama O hiç kimseye ve hiçbir şeye aldırış etmez. Bir gün kendi imgesini okşamak için iyice eğilir ve düşüp boğulur. Bu mit, hep kendini sevmenin ne kadar da kötü olabileceğini anlatmak için bir örnek olarak

KAOS GL 59-60 / 5


kullanılır. Ama, Richard Sennett’ın1 da değindiği gibi, narkisos miti daha başka anlamları da içinde taşımaktadır: “Bu, dünyanın gerçekliğinin benliğe ilişkin imgeler yoluyla kavranabilirmiş gibi tasarlanması ve buna göre dünyaya bir tepki gösterilmesi tehlikesidir”. Narkisos mitinin iki yanlı bir anlamı vardır: Kendine dönüklüğü kendinin ne olduğuna ve ne olmadığına ilişkin bilgi edinmesini engellemektedir, bu kendine dönüklük, kendine dönen kişiyi de yok etmektedir. Sudaki yansımasını gören Narkisos suyun “öteki” olduğunu ve kendinin dışında olduğunu unutur, onun tehlikelerini göremez. “Güçlü bir benlik sevgisinin” tam zıddı bir noktada durur narsism. Birey kendine kapandıkça, doyumsuz kalır, zarara uğrar. Benlik ile öteki arasındaki sınır silinir ve kişi gerçekliği sadece ötekinin yansıttığı aynaların sınırları içinde algılar. İlişkiler kadar, sınırlar, limitler ve zaman biçimleri de silinir. “Narsist kişi deneyimlere aç değildir, deneyime açtır. O deneyimde hep kendi kendisinin bir ifadesinin peşinden koşar, her bir özel ilişkiyi ya da anı değerden düşürür, çünkü kendisinin kim olduğu sorusuna asla yeterli yanıtı alamayacaktır.”2 Sennett’e göre narkisos miti tam olarak şunu yakalar: Kişi benliğinde boğulur. Dünyadaki her türlü sorunun sebebine eğilmek istenildiğinde karşımıza çıkan şu “iletişim” denilen problemi bir de bu narsism yakasından görmek belki de zihnimizi açacaktır. Kendimizi sürekli olarak, ezilmiş, Dünyayla ve ötekiyle olan kendimizden güçsüz, yapacak bir şeyi olmayan ilişkilerimizi, doğru kurduğumuzda, birileri olarak hissetmek yerine, aslında hem kendimizi hem düşlediğimiz dünyanın de dünyayı ve ötekini gerçekliğine ulaşabilmek için daha tanıma fırsatını sağlayan ilişki, güdükleşiyor, elimizi bugünden itibaren her alanda kolumuzu bağlayıp, bizi alternatif ilişkileri ve oluşumları doyumsuz bırakıyor. “Ben sorusunu hayata geçirmek çabasında kimim?” sormakla başladığımız olmalıyız. Kendimizi böyle bir yolculuk, varolan gerçekliği yerde konumladığımızda, sadece kendi yansımamız algılayışımız kendimizi ve mutluluğu olarak yüzünden kısa sürede kasıklarımızın arasında umutsuzca kesilip, kendi çevremizde aramaktan vazgeçebilir, ağlak dönme halini alıyor. şarkı sözleriyle aktif ve mistik Ötekiyle karşılaşılan her eşcinsellere çağrı çıkartmanın an, kendimizin ne kadar güzel, ne kadar yetenekli dışında da iletişim kurmanın ne kadar duygusal olup kanallarını açabiliriz. olmadığımızı kaydettiğimiz 1

Senett, R. (1997), Kamusal İnsanın Çöküşü; Ayrıntı Yayınları

2

KAOS GL 59-60 / 6

a.g.e.

bir hesap defteriymiş gibi yaşandığında, hem kendimizi sevmekten hem de ötekinin dünyasından uzaklaşıyoruz. İlişkilerimizde “mübadele temelli mahremiyet” olduğu için can sıkıntısından kurtulamıyoruz. Çünkü, ötekiyle karşılaştığımızda eteğimizde ne var ne yoksa karşılıklı olarak döküyor, ondan sonra da boşluğun sesini duyarak birbirimizden bıkıp, etekleri taşla dolu başka birilerini arıyoruz. Halbuki, gerçek mahremiyet ilişkisinde benliği çevreleyen sınırlar yalıtıcı olmayıp tersine, onu başkalarıyla iletişim kurmaya teşvik edebilir. Sözgelimi, bu dergide bir araya gelişimizi anlamlı kılacak eylemin, karşılıklı olarak boşluklarımızın/duygulanımlarımızın ifadesinden çok; birbirimizi tanımak, birbirimizi dönüştürmek, yeni bir yaşam tarzı, kültürü oluşturmak için çaba sarfetmek olduğunu düşünüyorum. Birlikte hareket etmemiz için hangi kanalları açabileceğimiz konusunda net bir yanıtım olmasa da, işe kullandığımız dili ve kurduğumuz ilişkileri dönüştürerek başlamanın, bize epeyce mesafe kat ettireceğini düşünüyorum. Kendimizi sürekli olarak, ezilmiş, güçsüz, yapacak bir şeyi olmayan birileri olarak hissetmek yerine, düşlediğimiz dünyanın gerçekliğine ulaşabilmek için daha bugünden itibaren her alanda alternatif ilişkileri ve oluşumları hayata geçirmek çabasında olmalıyız. Kendimizi böyle bir yerde konumladığımızda, kendimizi ve mutluluğu kasıklarımızın arasında umutsuzca aramaktan vazgeçebilir, ağlak şarkı sözleriyle aktif ve mistik eşcinsellere çağrı çıkartmanın dışında da iletişim kurmanın kanallarını açabiliriz. Bir istek: Konuşmak istiyorum Evden çıkmadığım günlerin birinde, bir paket sigara ve bol bol yiyecek tüketerek yazdım bu yazıyı. Üzüm’ün camdan odaya giren kelebeğe karşı düzenlediği taarruzlar, çalan telefonlar kesintiye uğrattı çalışmamı. İlişkiler, iletişim üstüne yazı yazarken insan ister istemez kendi geçmişini de temize çekmeye yelteniyor. Ama zor bir iş bu. Başka bir şey yapamamanın çaresizliğinde hiç bir zaman kopmayacağı düşünülen dostluk bağlarının koparılması, kırılan kalpler, bir o kadar özlenen insanlar, anlar… Şimdiye kadar tanıdığım, ayrıldığım ve bundan sonra karşılaşıp, tanışacağım insanlarda kendimi değil, onları görmek istediğimi biliyorum yalnızca. Konuşmamış olmakla neler kaçırıyor olduğumuza hayıflanıyorum bir de… Sizlerle iletişim kurmak değil, sizlerle konuşmak istiyorum.


Herşeye bir anlam yükleme çabasında olduğumuz karmaşık yaşamımızda, yüklediğimiz bu anlamların yüceliğine ve değişmez doğruluğuna öylesine inanıyoruz ki başka düşünüş ve yaşayışlar hiç anlayabilme ihtiyacı içine sokulmaksızın en baştan yok’lanıyor ya da lanetleniyor. Bir eşcinsel olarak en baştan lanetlendiğimiz ve yok sayıldığımız bu ataerkil yapılanmada mücadelemizin asıl amacı hoşgörünün sağlanıp tüm insanlara tüm alanlarda bireysel özgürlük şansının sağlanıp sürdürülmesiyse ve işte tam da bunun sağlanamamasından dolayı sıkıntılar içindeysek; bu konuda yeterince ağzı yanmış insanlar olarak hâlâ hoşgörüsüzlüğümüzde inat ediyorsak en büyük çelişkiyi yaşıyoruz demektir. Toplantılarda ve arkadaş sohbetlerinde en çok tartışılan hassas bir konudur ‘tekeşlilik ve çokeşlilik’ meselesi. Özgürlük ve anlayış çığlıkları attığımız dünyamızda bizden farklı düşünüp farklı yaşıyor diye karşımızdaki insanı karalayıp hayatımızda bir tehlike sinyali olarak görme çabasına girdiğimiz bir sonuca ulaşır çokça. İnsanın egemenliğini oluşturabileceği tek yaşam alanı kendisinin yaşamıdır. Hiç kimse zorlamayla bir başkasına kendi doğrularını kabul ettirme çabasında olmadığı sürece bir başkasını salt bizden farklı inançları olduğu için karalamak; karşısında olduğumuz ataerkiyle aynı saflarda bulunmaktan başka bir sonuç doğurmuyor bana göre. Çünkü; “Ne kendimi ne de başkalarını belli bir yaşama şekline zorlayamam.”* anlayışına sahip olmanın gerekli olduğu inancındayım. Çok karmaşık olan insan ilişkilerini anlamlandırma süreci her insanda farklı bir içerik kazandığı için ve her insan kendi doğruları doğrultusunda yaşarsa mutlu olacağı için bu tür sert değerlendirmeler ve karalamalar ancak kendi kalıplarımızın ne kadar korkunç bir kapalılıkta olduğunu gösterir. İnsan duygulanımlarının en güzel boyutlarından biri olan aşk, her insanda ayrı güzellikte ayrı coşkunlukta kendini var ediyor. Aşk hiçbir kalıba sokulamayan bir duygulanım. Onu ne cinsiyet kalıbına sokabiliriz ne de estetik kalıbına. Kaldı ki içinde bulunduğumuz toplumca bize yüklenilmiş ‘ahlak’ denilen oysa hiç de bize ait olmayan bir takım kurallar içine hiç hapsedemiyoruz. Kurumlaşmış ilişkilerin o insanı boğucu dar duvarlarına karşı çıktığımızı söylediğimiz dünyamızda ilişkilerimizi evlilik ilişkileri biçimine hapsedip kendimizi ve sevgilimizi bu ilişkiyi sürdürme zorunda bırakmak ve buna ‘yüce aşk ki sürüyor’ değerlendirmesini

uydurmak sadece kendimizi kandırmaktır bana Tezer KANIK göre. Ankara Aşkın zamanı yok. İnsanın başka bir insana karşı nasıl bir duygulanım içine gireceği zamana ve o kontekste bağlı olarak oluşmuyor. Planlanarak yaşanamayan bir oluşum aşk. Bir insana duyduğumuz coşkunun, sevginin, aşkın ne zaman başlayıp ne zaman biteceği hakkında bir önbilgimiz yok!... Aynı zaman içinde birden fazla kişiye duygulanım içine girmek (ki bunun adına poligami diyoruz ) tamamen o insanın duygulanım sürecine bağlı bir şey. Kendi adıma aynı zaman süreci içinde birden fazla kişiye aşık olma durumunu hiç yaşamamış bir insan olarak ve tamamen içsel bir süreç olarak monogam bir insan olduğum halde bunun tersi duygulanımları yaşayan insanları anlama çabasının doğru olduğu inancındayım. Anlamanın ötesinde saygı duymanın gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insan ilişkileri öylesine hassas, öylesine özel, öylesine güzel oluşumlar ki bunları karalayıp kötüleme davranışının insan olma çabasının dışında kaldığı kanaatindeyim. Öncelikle poligami ve monogami dendiğinde ne anladığımı açmak istiyorum. Monogami bir insana duygusal yoğunluk içinde olmaksa poligami de aynı zaman içinde birden fazla insana duygulanım içinde olma anlamı taşıyor bende. Cinsel paylaşımları bunun içine çok fazla dahil etmiyorum. Salt fizyolojik güdülerin tatmini için oluşan günlük cinsel paylaşımları poligamiye dahil etmenin doğru olmadığı düşüncesine katılıyorum. Yani cinsellik ötesi bir içerik taşıyan anlama geliyor bende poligami ve monogami. Öncelikle duygusal yönelimi ifade ediyor. Bu noktada dürüstlük konusuna geliyoruz. İnsan önce kendisine dürüst olup duygulanımlarını yüksek sesle söyleyebilme gücüne sahip olabildiği ölçüde mutlu olabiliyor. Yine o zaman içinde yaşamının güzelliklerini paylaştığı insan/insanlara dürüst olabildiği ölçüde insan olabiliyor. Monogami yoz, tabularla dolu, tutucu bir yaşam şekli olmadığı gibi poligami de yoz, dejenere bir yaşam şekli değildir. “İnsana özgü olan hiçbir şey bana yabancı değildir.” anlayışını yaşamımıza katabilirsek kendi adımıza da başkaları adına da hoşgörüden, özgürlükten ve insanca yaşamaktan bahsedebiliriz. Kendimizi yaşayabilmek için başkalarına da yaşama şansı tanımak durumundayız. Unutulmamalıdır ki, “Özgürlük mücadelesi şu veya *Schopenhauer ** Yıldırım Türker bu kesim için verilmez. Özgürlük bir bütündür.”**

KAOS GL 59-60 / 7


Yeşim T. BAŞARAN Tarih boyunca insanlar cinselliklerini günümüzde Ankara olduğu gibi yaşamadılar. Her şey gibi o da

değişiyor. Özellikle feminizm ve eşcinsel özgürleşme hareketlerinin şekil değiştiren cinsellik algısına katkıları azımsanmayacak denli çok. Cinsellik yavaş yavaş ailenin cenderesinden, erkeğin kontrolünden çıkıyor. Aşk da tüm bu olanlara seyirci kalmıyor elbet. Zaten aşk ve cinselliğin sınırlarını, kesiştikleri yerleri kesin çizgilerle belirlemek olanaksız. Hangisi hangisinden türer, bu da belirsiz. Dolayısıyla aşk da, cinsellikle beraber yaşanma şeklini değiştiriyor. Aşk ve cinsellik için partner seçme kıstaslarımız, partner bulma şekillerimiz, yaşadıklarımıza yüklediğimiz anlamlar… Tüm bunlar insanlık tarihinde ataerkinin aldığı darbelerle çeşitleniyor, şekilleniyor. Erkeğin en minik egemenlik alanı aile, cinselliği eskisi kadar denetleyemiyor. Kendi coğrafyamızda cinsellik, erkeğin seçtiği kadının ailelerin anlaşması sonucu o erkeğe verilmesi çirkefliğinden uzaklaşıyor gün be gün. Şimdilerde, nasıl olup da bir zamanlar o şekilde yaşandığını anlamak çok güç. Demek ki bizi heyecan dolu, tahmin edemediğimiz yıllar bekliyor. Kim bilir daha neler değişecek, hayat daha neleri yaşantımıza sızdıracak ve biz bunlar her zaman varmış, her zaman doğalmış gibi yaşayacağız. Eşcinsel aşkın kamusal ifadesinin kabulü böyle bir değişimin sonucunda olası hale gelmekte. Eşcinsel aşkın varlığı ise insanların kendi ürettikleri ve yaşattıkları bir şey. Toplumun kuruluş biçiminin ve kabul değerlerinin dışında bir şey eşcinsellik. Buna rağmen insanın kendi içinden gelen, toplumun oluşuş biçimini bozabiliyor. 200 yıl öncesine kadar kadınların birbirlerine aşık olabilecekleri, bedenleriyle birbirlerine haz verebilecekleri kimsenin aklına gelmezken, kadınlar kendi aralarında onlara öğretilmeyen yaşam biçimleri oluşturabileceklerini gösterdiler. Eşcinsellik, topluma daha başka nasıl yaşanabileceğini gösteriyor. Bir çok insan yaşama biçimini kendi çabalarıyla kurmaya çalışıyorlar.

Aile içerisinde izin verilen heteroseksüel cinsellik, çoğu tarafından gizli kapaklı aile dışı da yaşansa da, her heteroseksüel kendisi dışında kalanlar için toplumu oluşturup, herkesin aile içi cinsellik yaşamasını bekliyorlar. Kimsenin kendi kaçamağına bir lafı yok; başkalarının yaptıkları ise cezalandırılmalı. Heteroseksüel cinsellik, "kaçamak" ya da "aldatma" isteğini formüle edemiyor, kendi kaçamaklarını anlama ve yaşamını buna göre kurma yolunu seçmiyor. Çünkü heteroseksüel cinselliğin, cinselliğini anlama,

KAOS GL 59-60 / 8

anlamlandırma yönünde bir pratiği yok. Heteroseksüellik zaten verili olan. Kimin ne yaşayacağı önceden belirlenmiş, öyle ki aldatmaların bile klişeleri var… Gömleğinin kenarındaki ruj lekesi de neyin nesi? Ama eşcinsellere nasıl yaşayacaklarını söyleyen yok. Eşcinselliğin ülkemizden daha görünür olduğu yerlerde "rol model" mekanizmasının işlediğini görebiliyorum, ama bu insanların yaşamlarını ne kadar belirliyor, tahmin edemiyorum. Fakat bizim ülkemizde eşcinsel rol modeli pek olmadığı için, herkes kendi başına kalmış durumda. Aşk nasıl yaşanır, kendimiz bulmak zorundayız. Bize yol gösterebilecek heteroseksüel ilişkilerin ne kadar sorunlu olduğunu biliyoruz. Heteroseksüel ilişkilerin en birincil sorunu, cinsiyet rollerinden kurtulmaya pek olanak tanımamaları. Kimin ne yapacağı belli, insanlar sınırlarını pek zorlamıyorlar. Eşcinsellerin yapabileceği (bazılarının da yaptığı) en büyük aptallık, ilişkilerini heteroseksüel çiftlerinki gibi yaşamak. Çünkü, heteroseksüel çiftlerin bile içinde kendilerini bu ilişki tarzından kurtarmaya çalışanları varken, bizim hiçbir sınırımız olmadığı halde, gidip sorunlu bir modeli kendimize örnek almamız, pek akıl karı değil. Hazır elimizde işlenmemiş bakir topraklar varken, ilişkilerimizi nasıl yaşamak isteyeceğimizi, nasıl yaşayabileceğimizi kendimiz belirleyelim. Aşk ve cinsellik ancak iki kişi tarafından paylaşılabilirmiş gibi algılanıyor, başka türlüsünün olabileceği pek azımızın aklına geliyor. Oysa "aldatma-affetme" zinciri gibi bir gerçek, insanların iki kişili ilişkilerden daha fazlasını yaşayabileceklerini gösteriyor. İnsan içinden geleni dinlemeli. İçinden sevgilin dışında birileriyle olma isteği geçiyorsa, bu istek sorgulanmalı. Ben bu isteklerin nedeninin insanın poligamik bir yapıya da sahip olmasına bağlıyorum. Elbette herkesin poligamik olduğunu iddia edemeyeceğim. Ama "aldatma-affetme" zincirinin de uygun bir yaşam biçimi olduğunu kabul edemem. Her seferinde ilişkiler kirleniyor, insanların birbirlerine güvenleri sarsılıyor, sırf içlerinden gelen bu "başkalarıyla da birlikte olma isteğini" kabul edemedikleri, yaşamlarında bunu yaşama şeklini daha etik bir hale getiremedikleri için. O zaman ne oluyor, "beni nasıl aldatırsın"lar, kırgınlıklar, gelecekte yeniden malzeme olarak kullanılacak güçlü kavga birikimleri. Her aldatan aldattığı sırada, bu davranışının yasak olmasına akıl sır erdiremezken, roller değiştiğinde önceki durumun kurbanı, birden partnerine neler için kızdığını unutup, o da partnerinden duyacağı lafların ne kadar anlamsız


olacağını düşünüyor. Ama bu ilişki bir türlü sorgulanmıyor ve "aldatma-affetme" zinciri sürüp gidiyor.

yeter ki bunları tartışılabilir hale getirelim, heteroseksüel aile kurumunun zihnimizdeki mirasından kurtulalım.

İçimizdeki poligami isteğini her seferinde başka yalanlarla aklama çabası yersiz, gereksiz enerji kaybı. Poligamiyi başlangıçta aklayıp, ilişkileri buna göre kurmak varken, sürekli heteroseksüel çiftler gibi birbirimizi yememiz bana çok anlamsız geliyor. Çünkü eşcinsellere nasıl yaşamaları gerektiğini söyleyen yokken, eşcinsellik cinselliğin sınırlarını belirleyen aileden zaten çoktan kopmuşken, nasıl olur da heteroseksüel çiftlerin ilişkilerini yaşama şekillerini kendimize örnek alırız. Bizim önümüzde başka yaşam olanakları da var ve bunları istediğimiz gibi kullanabiliriz.

Aşk, cinsellik bize öğretildiği gibi değil. Neden sevişmek istiyoruz, nasıl seviyoruz, sevgilimizle neler yaşamak istiyoruz… Tüm bunları sorgulamamız gerekiyor ki kendimizi, ihtiyaçlarımızı, yaşamdan beklentilerimizi anlayalım. Aşk ve cinsellik birbirini tamamlayan iki şey gibi görünürken, bir yandan da birbirinden tamamen bağımsız, biri yüceltilen diğeri de kabullenemeyen iki şey olarak görünüyor. Aşk her zaman kutsal, cinsellik ise aşk varsa kutsal. İşte heteroseksüel aileden kalan çirkef miraslardan biri. Aynı anda birden fazla kişiye cinsel ilgi duyuyorsan, bunlardan birini sevgili olarak onaylayabiliriz, ama diğeri ile yaşayacakların kirletilmiş bir cinsellik olacaktır. Çünkü toplum ikiden fazlasına izin vermiyor. İyi de toplum eşcinselliğe de izin vermiyor. Bu durumda onun diğer sakat içeriklerini devralmaya ne gerek var ki? Aşk, cinsellik… Aslında birbirlerinden daha fazla ya da az kutsal olmayı hak etmeyen kelimeler. Aşk ne kadar kutsalsa, cinsellik de o kadar kutsal olabilir, cinsellik ne kadar bayağı ise aşk da o kadar bayağıdır. Aşkı, cinselliği ne denli kutsal ve de bayağı yaşayacağımız bize kalmış. Yeter ki, içimizden gelenleri kabul etmenin yollarını bulabilelim, tıpkı eşcinselliğimizi kabul ettiğimiz o yıllardaki gibi.

Aşkı ve cinselliği heteroseksüel aile kurumunun geleneğini sürdürüp, sadece iki kişi arasında yaşanacak şekilde dayatmak, gözümüzü yeni hayat biçimlerine kapatır. Heteroseksüeller doğaları gereği üç kişilik bir aşk yaşayamazlar örneğin. Ama lezbiyenler veya gayler, üç kişiden oluşan bir sevgililik ilişkisi kurabilirler. Bu kuralları olan bir yaşam şekli olmadığı için, nasıl yaşanabilir bir hale gelebileceği, insanların kendi çabaları ile belirlenecektir. Poligami, bir çok farklı şekilde yaşanabilir. İnsanlar, birden fazla insanla duygusal ve/veya cinsel ilişki sürdürebilirler. Toplumun şu anki bozuk yapısında bunu istiyor gibi davranıyor pek çok kişi. Sadece her şey gizli kapaklı yürütülüyor. Bunun yerine, kendimizi kabul ettiğimiz bir yaşam biçimi daha üretken ve yaşamaya değer olacaktır. Poligami nasıl yaşanabilir? Bunun herhangi bir sınırı yok. Dediğim gibi ikiden fazla insandan oluşan sevgililik ilişkisi gibi de olabilir, insanlar birbirlerinden bağımsız birden fazla sevgiliye de sahip olabilirler, veya insanlarla paylaşımlarını sevgililik ilişkisi içine sınırlamayabilirler. Yaşayabileceğimiz o kadar çok şey var ki,

KAOS GL 59-60 / 9


Pascale Krémer Gittikçe artan sayıda kadın ve erkek eşcinsel,

genellikle gizli bir şekilde, çocuk yetiştiren ebeveynler haline geliyor. Bu eşcinsel çiftlerin Deniz KARESİ büyük çoğunluğu çocuklarını daha önceki İstanbul karşıcinsel ilişkilerinden devralmış oluyorlar. Fakat geri kalanlar, evlat edinme, yapay döllenme, taşıyıcı annelik yöntemlerine başvuruyorlar. Kadın ve erkek eşcinseller arasında bir takım ‘özel düzenlemeler’ de uygulama alanı buluyor.

Le Monde, 15 Mart 1999 Derleyerek çeviren:

“Havai, sorumluluk almaktan aciz, tuhaf hatta çocuklar için tehlikeli mahluklar olarak görülürdük. Eğer bugün eşcinseller tamamen normal insanlar olarak görülüyorsa neden her insan gibi onların da çocuk sahibi olmayı düşünmeleri şaşırtıcı bulunsun? Neden buna layık olmasınlar?” KAOS GL 59-60 / 10

Psikolog ve psikiyatrlar, bu gelişmenin anlamı ve sonuçları konusunda tam bir fikir ayrılığı içerisindeler. Toplumbilimciler; eşcinsel ebeveynliği, cinsellikle, döllenme kavramları arasındaki genel ayrıma ve çocuğun toplum içindeki artan rolüne bağlıyorlar. Ayrıca, aile biçimlerindeki evrimin (yeniden oluşmuş aileler, tek ebeveynlilik vb.) aynı cinsiyetten ebeveynlerin oluşturduğu ailelerin varlığının tanınmasını sorgulamaya açtığını vurguluyorlar. Fransa’da, yasal ya da gizli, çeşitli yollarla çocuk sahibi olan eşcinsel çiftlerin sayısı otuz bin olarak tahmin ediliyor. Yapay döllenmenin daha serbest bir yasal düzenlemeye tabi olduğu Hollanda’da yaklaşık yirmi bin çocuğun eşcinsel çiftler tarafından yetiştirildiği düşünülüyor. Ancak bu rakamlar yoruma son derece açık. Birleşik Devletler’de 1994 yılında yayınlanan bir bilimsel çalışmada bir ile beş milyon arasında lezbiyen anne ve bir ile üç milyon arasında gay babanın varlığı tahmin olarak ileri sürüldü. Fransa’da 1986’da kurulan Bugünün ve Geleceğin Gay ve Lezbiyen Ebeveynleri Birliği’nin (APGL-Association des parents et futurs parents gays et lesbiens) üye sayısı iki yıl önce yetmiş iken, bugün sekiz yüzün biraz üzerinde. Eşcinsel aile kavramı iki yıl önce eşcinsel ebeveynliğinin militanlarınca ortaya atılmıştı. Aile toplumbilimcisi François de Singly, bu kavramda, "‘aile’ sözcüğünün çoğulculuğunu arttırmayı hedefleyen normatif terimlerle ifade edilebilecek bir meydan okuma” görüyor. Tek ebeveynli aileler için bunun yararlı bir strateji olduğunu da hatırlatıyor. “Bir anne ve çocuğun bir aile oluşturduğu görüldü.” Eşcinsellik Mekezi’nin (Le Centre gay et lesbien) bildirdiğine göre, Paris’te yaklaşık iki yıldan beri, boşanma durumunda çocuğun velayetini almak için hukuksal danışmanlık talebinde bulunan eşcinsellerin sayısı gittikçe arttı. Têtu/BSP’nin iki yılda 1.040 eşcinsel üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre lezbiyenlerin %11’i çocuk sahibi, %45’i de çocuk sahibi olmak istiyor. Gayler için bu oranlar sırasıyla %7 ve %36. Eşcinsel ebeveynliği çok yönlü bir evrim. Sivil Dayanışma Paktı (PACS-Pacte de Solidarité Sociale) üzerindeki güncel tartışmalar da bu evrimin bir parçası. Sosyalistlerin evlilik dışı birlikteliklerin yasal olarak tanınmasına ilişkin yasa tasarıları, çocuk sahibi olma konusunu ele almaktan titizlikle kaçınıyor. PACS muhalifleri, gaylerin evlat edinme hakkını elde etmesi tehlikesini sürekli öne sürerek sonunda istemeden de olsa eşcinsel ebeveynliğini kamusal düzeye tartışmaya açtılar.

Eşcinsellik düşmanı duyguların görece gerilemiş olması ve bunun yanında eşcinselliğin artan görünürlüğü sayesinde, eşcinsel çiftler çocuk sahibi olma konusunda eskisi kadar kolay pes etmiyorlar. APGL’den Eric Garnier, “kendimize anne baba olmayı yasaklamıştık çünkü bize atfedilen olumsuz imgeyi içselleştirmiştik” diyor ve şöyle devam ediyor: “Havai, sorumluluk almaktan aciz, tuhaf hatta çocuklar için tehlikeli mahluklar olarak görülürdük. Eğer bugün eşcinseller tamamen normal insanlar olarak görülüyorsa neden her insan gibi onların da çocuk sahibi olmayı düşünmeleri şaşırtıcı bulunsun? Neden buna layık olmasınlar?” Yirmi yıl önce belki de aile içinde yaşayan, buna koşut ayrı bir hayat süren kişiler bugün boşanıp eşcinsel çiftler olarak yaşama ve çocuklarının velayetini isteme cesaretini gösterebiliyorlar. Eşcinsellerin de kendilerine bakışı değişti. Artık, çocuk sahibi olmak isteyen hemcinslerine kitle içinde erimek isteyen karşı cinsel taklitçileri oldukları kuşkusuyla yaklaşmıyorlar. Öte yandan, ailenin kendisi de evrildi. Aile biçimleri çeşitlendi. Bu çeşitlilik, bugün aynı cinsiyetten ana-babanın oluşturduğu ailelerin de tanınıp tanınmayacağı sorusunu gündeme getirir oldu. Özellikle François de Singly şunu vurguluyor: “Eşcinseller 80’li yıllardan beri icat edilmiş yeni bir aile modeline daha yatkındırlar: Kişiler arası ilişkiler aracılığıyla kendini gerçekleştirme biçimi olarak aile. Eşcinseller cinsiyet ve yaş çerçevesinde tanımlanmamış belirli bir aile tipine yöneliyorlar. Aile artık toplumsal statü ve kurumsal ilişkiler yerine gittikçe artan ölçüde seçimlik bağlılıklarla tanımlanıyor. Aile yakınlar arası duygusal ilişki haline gelmiştir.” Bilimsel gelişme kadar toplumsal evrim de cinsellikle döllenme arasındaki bağın gevşemesine katkıda bulundu. Kısır çiftler bile çocuksuz kalmaya razı olmuyorlar. Etnolog Anne Cadoret günümüzde çocuksuz aile sayısının yüzyılın başına göre çok daha düşük olduğunu hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Çocuk, aile içerisinde eskiden evlilik bağının işgal ettiği merkezi konumu ele geçirdi. Birey oluşumunun tamamlanmasının yolu yine çocuktan geçiyor; ancak mülkiyetin miras bırakılması değil, bir kimliğin devam ettirilmesi düşüncesi çerçevesinde.” Eğer yükselişini sürdürürse, eşcinsel ebeveynlik üzerindeki tartışma son derece ateşli tepkiler doğurmaya devam edecektir. ‘Toplum hazır değil’ sloganı bir nakarat gibi tekrar beliriyor bile. CNRS (Cente National des Recherches Scientifiques) araştırma görevlilerinden Marcela Iacub’un teşhisine göre “eşcinsel çiftlerden söz edilebilir, fakat çocuk sahibi olma konusuna gelince insanlar da düşüncenin son sınırına ulaşıyorlar.” Iacub şöyle devam ediyor: “Eşcinsel ebeveynliği, içinde yaşadığımız döllenmeye dayalı üreme düzeni açısından son derece sarsıcı bir gelişme. Çocuğun ana-babası onu dünyaya getirenlerdir. Her türlü çocuk edinme edimi doğanın taklit edilmesi anlayışına dayanır. Bu yüzdendir ki, evlat edinilen çocukların kökenleri saklanır; yardımla döllenme durumunda ise sperm vericisine ait her türlü kimlik bilgisi ortadan kaldırılır. Biyolojik ve hukuki ebeveynin varsayımsal özdeşliğini tehlikeye düşürmektense bir aldatmaca oyununa girmek tercih edilir.”


HOMOFOB her nerede yaşanıyor ya da yaşatılıyorsa İ;

...

Hiç anlaşılamamak, yanlış anlaşılmaktan daha iyidir. ‘’Homofobi, eşcinsellere yönelik önyargı ve nefreti tanımlar.’’ Kaos tarafından hazırlanmış broşürde homofobinin tanımı yukarıdaki gibi yapılmış. Belki gereksiz ama bu tanımlamayı bir türdeş kelimeyle genişletebilmek mümkün. "Eşcinsellere ve eşcinselliğe yönelik önyargı ve nefret." Aslına bakarsanız anlam çok da değişmedi; yukarıdaki birinci tanımlamadan benim aklıma gelen ilk olgu düzcinsellerin, eşcinselliğe dair önyargılar taşıyabileceğidir. Tanım ikinci halinde benzer sorun daha genişliyor; yada genişlemeli. Tanımın bu halinden ben yalnızca homofobi karşıtcinsellerin eşcinsellere değil aynı zamanda eşcinsellerin de eşcinsellere yönelik önyargı ve nefretlerini kapsadığını hissediyorum. Yukarıdaki "genişlemeli"’ kelimesiyle hedeflenen de bu aslında. Tanım salt söyledikleri ile değil içeriği ile de bize bahsi geçen ayrıksı sunumları getirmeli. Kaldı ki her haliyle homofobi asla iki cinsel kimlik arasındaki anlaşmazlık noktası, genelin azınlığa taşıdığı önyargılar silsilesi olmamıştır, bu şekilde algılanması bizi derin yanlışın içerisinde bırakır. Yine bu aşamada bizim nedense gözardı ettiğimiz nokta, bir eşcinselin de yaşamının getirilerinden dolayı benzerlerine, eşcinsellik olgusuna dair meydana gelecek önyargılardan uzaklaşamayacak olduğudur. Öyle ki egemen dil sizi kendinize yabancılaştırma üzerine şekillendirdiği dünyasına dahil edebilmek uğruna, sizin benzerlerinize korunaklı yaklaşmanıza neden olabilir. Zaman içerisinde zar zor yaşanır kıldığımız kimliğimizden, -büyük bölümü- hayallere sıkışmış cinselliğimizden, bir türlü dillendiremediğimiz kendi benimizden dolayı belki de yaptığımız hataların bedellerini öderken buluruz kendimizi. Bir apartman girişinde üç-beş serserinin küfür ve saldırısına maruz bırakırız önbenimizi. Belki evinizi soymaya gelen pazardaki süper lahanalar kadar süper bir rentboy’la seviştiniz dün gece. Eğer doğruysa anlatılanlar taksim’in içi dışı, arkası önü karanlık. Belki de siz sadakati simgeleyen bir kedisiniz, evinize yerleşip de bir türlü yerleşmeyen sevgilinizin kollarında. Neyi, kim olarak ve kiminle yaşadığınız değil önemli olan. İzlediğimiz pek sürükleyici olmayan bu filmin, yaşadığımız toprakların kültüründe farklı yerlerde, farklı insanlar tarafından da izlendiğini bilmek, bu gösteriyi neredeyse zorla izlemek mecburiyetinde bırakıldığımız gerçeğini anlamak asıl önemlisi. Bu noktada kendini bir birey gibi yorumlayıp cinselliğini, eşcinselliğini kendi harmanladığı dünyasında varkılmaya çalışması, benzerlerinden uzaklaştırması, eşcinsel kimlik üzerine en sade cümleyi inşa edemeyecek olması ne büyük bir yanılgıdır. Kaçarken aslında ne kadar kovalandığının farkında olmayan bu birey ne sınırsız bir açmazın, nasıl bir yeknesaklığın içerisindedir. Daha başından çizilmiş aymazlık duvarları vardır onun. En ufak bir çağrışımdan uzak, o sihirli beden dili korkularla dolu, eylemler ve uygulamalar ise

olabildiğince biteviyelik taşır. Nedense her yaşama anında eşcinsellik konu düzleminde yüzkızartan sohbetlerden biridir hâlâ. Aynı konu birey için de benzerlerinin ihtimalini düşünmek yerine aynı düzlemde algılanabilinir. Belki de homofobi şimdi asli görevini yerine getirmiş, heteroseksüellerin eşcinsellere değil eşcinsellerinde de eşcinsellere ve kendi benine yabancılaşmasına önayak olmuştur.

ŞAKİR İstanbul

Boyalı basının, özellikle radyoların elinde cilveli-pek oynak bir malzeme olduğunu biliriz eşcinselliğin. Nasılsa katılacak insanlar mutlu heteroseksüeller olacaktır, nasıl olsa saçma heteroseksist devrik cümlelerini kurup, radyo heyecanına yoracaklardır ve biz eşcinseller radyonun ucundan bu saçmalıkları büyük bir korku büyük bir eziklik silsilesi içerisinde izlemek durumunda bırakıcağız kendimizi. Yine konunun eşcinsellik olduğu bir radyo programında bir bey kendinden son derece emin bir şekilde eşcinsellerden bahsetmeye başladı. Merter’de arabasının önüne atlamaları, aşırı makiyajları ile ne olduğu belirsizliklerinden bahsetti bir süre. Teker çalar hanımın sabrı taşana kadar sürdü bu şarlatanlık gösterisi. En nazik dille merter’dekilerin travesti ya da transeksüel olduklarını ve onların kimsenin arabasına atlamadığını belirtti. Beyefendi siz bir amaçla onlara yaklaşmışsınız dedikten sonra inanın gözlerimden iki masum damla süzüldü yanaklarıma. Tam ‘’ay ne kadar aklı başında bir sunucu ‘’ diyecektim ki üç saatlik programda canlı yayına katılan tek eşcinsele katılımını ve cesaretini öven sözler söyleyince gözlerimdeki o duruş tüm azametini yitirdi. Öyle ya eşcinseller, kendilerinden utanmalıydılar. Basit bir radyo programına -sahte bile olsa- bir isimle katılıp iki dirhem söz söyleyecek cesaretleri olmayan, cümle kurma yetisinden uzakta yüreksizlerdi aslında onlar. Bu kanımca my best friend wedding filminden sonra eşcinselliği aleniyet taşıyan rupert everet’e sorulan -sürekli eşcinsel roller gelmesinden korkmuyor musunuz- sorusu kadar homofobik, densiz ve gereksiz bir tavırdı. Öyleya Almanya’da gayclup’larda basılan(basılmak sözü bile homofobik aslında) ince ruhlu bir(?) sanat müziği icracımız nasılda erkek olduğunu anlatmıştı kameralar önünde. Kısa zaman sonra evlenceğini, mutlu, erdemli bir heteroseksüel olduğunu yada evlenince nasıl olacağını, bunu dünya aleme ispatlayacağını söylemişti. (biz ailecek hâlâ bekleriz evlenmesini.) Ünlü bir baletimiz ise nedense bir ropörtajına kafadan homoseksüel değilim cümlesiyle başlamıştır; ya da bu ropörtajı yapan muhabirin cengaverliğidir. Peki ya nerdeyse yazarlığını, hikayelerini eşcinselliği üzerine kuran malum yazarımızın, son kitabı üzerine yaratılan ‘’ bakın o eşcinsel ama heteroseksüellerle ne kadar mutlu’’ iğretilemesi nedir. Ya söyleşilerinde ‘’beni sadece eşcinseller okumuyor" cümlesini kurduran sebep nedir. İş

KAOS GL 59-60 / 11


nasıl o noktaya gelmiş ve insanlar bunları söylemek zorunda bırakılmıştır. Yahu ben bilmiyorum siz söyleyin bana. Nerde başlar bu homofobi dedikleri; nerde başlar nerde biter. Şimdi homofobi; her nerde yaşanıyor ve yaşatılıyorsa cümlesini kurabilir miyiz tüm bilgeliğimizle. Ve bu bilge heteroseksüller tüm cehaletlerine rağmen bizim içimize mide bulandıran yaftalarını salmaya devam edebilirler mi? Heteroseksüel zihniyetin, formel anlamda kendi gibi olmayanları kabul etmemek dışında, özellikle homofobi söz konusu olduğunda yaptıklarına, söylediklerine suç bulamıyorum. Yaptıkları tekşey kulaktan dolma bilgileri her fırsatta dile getirmek, bu söylencelerin yayılmasına bilinçsizce vesile olmak, yine bilinçsizce gerçekleşen bu eylemler sonrasında eşcinsellerle ilgili bilgilerin aralarındaki yada yakınlarındaki eşcinsellere ulaşmasını sağlamak, yaptıkları sadece. (fiziksel şiddet konu kapsamının dışındadır.) Homofobiyi varolanın dışında algılayan, dallanıp budaklanmasına nedense homoseksüellermiş gibi, kesinlikle fiziksel saldırıya dayanmayan her türlü saldırıyı yine eşcinsellerin birbirlerine yaptıklarını söylemek fazla ‘’muhterem nur‘’ zerafeti olmaz sanırım. Eşcinseller kadın olmaya öykünürler, eşcinsellerin ahlâk anlayışları yoktur, eşcinseller çocuk tacizcisidir, eşcinseller ruh hastalarıdır, vs., vs... Bunları söyleyenler tabii ki mazbut ve bir o kadar ketum, kayıp yanlızlıklarına kendilerini hapseden heteroseksüeller. Peki bu önyargılara cevap vermeye yeltenipte kesin bir başarıya ulaşamayan, sırf bu önyargılardan dolayı kendi cinsinden toplumsal önyargılardan korkup kaçanlar, hatta eşcinsellere sözlü saldırıyı fiile döken eşcinsellerin varlığını kim inkâr edebilir; peki kim yadsıyabilir bu insanların "o katıksız’’ heteroseksüllere nazaran daha homofobik olmadığını? Bahsedilen salt kendisine yaşam şekli olarak kaçmayı seçenler için geçerli değil. Kimliğini sınıflandırıp, varlığını ya evet-ya hayır denkleminde yorumlayan dolabın dışındaki bireyler için de benzer önyargılardan bahsetmek olası. Bu önyargılardan en bilineni kendi yaşamadıklarımızdan dolayı başkalarını suçlamak. Çünkü başkaları aykırı, başkaları kötü ve biz sonuna kadar ninemizin ahlâk kurallarıyla bayramlarda ikinci şekeri almamaya yeminliyiz. Biz sonuna kadar bize öğretilenleri katıksız doğrular olarak kabul edip yaşamımıza yeni kulvarlar kazandırmamak adına afilli sözler verdik çoktan. Biz başkaları olamayız, başkaları kadar cesur değiliz öncelikle. Başkaları koymadıkları sınırlar sayesinde yaşayabildikleri cinselliklerini, dahası yaşama şekillerini deklare edebilme onuru ve bu onurun sonuna kadar ardında durabilme bilinçleriyle dudak ısırtan bir güce sahipler zaten. İşte bizi yada homofobik eşcinselleri rahatsız eden bu ‘’tarih kadar eski" yaşam şeklinin, içimizdeki adının yeni tanımlamasını asla taşımıyor olması. Oysa biz ne hevesliyiz o ustaca tanımla da, neler de bekliyoruz. Kendi beceriksizliğimizle uygulayamadığımız cinsel kimliğimizi "yeni" diye adlandırıp, bildik bir yaşam şeklini yenileyip, süslerken ve yeni diye önümüze sunarken. Eşcinsel yaşamın, kendilerini eşcinsel olarak hissettikleri anda değil daha önce, çok daha öncesinde de var olduğunu anlayabildikleri ve diğer tüm fikirlerini bu temel üzerine

KAOS GL 59-60 / 12

kurdukları anda birçok kişinin kimliklerini yaşanabilir kılınacağına inanıyorum. Biz bu cinsel kimliği yeni yaşıyoruz diye yeni olmuyor ve bu asla bize diğer insanların sözü edilen yeni biçimden anladıklarını yorumlama ve sorgulama yetisini sunmuyor. Görevimizse çok eski bir biçimin yeni soluk alan halinin sınırlarında, genel kimlik üzerinde tahakküm kurmaya çalışmadan oynamak. İyinin, daha iyinin, belki de en iyinin sorgusuna doğru yol alabilmektir görev. Durum böyle olunca sorgusuna düştüğümüz, hani o ninemizin ahlâk kurallarına pek yüz vermeyi sevmiyoruz, sevemiyoruz. Üzeri kapalı isimleri ile aslında kişilikleri ile birebir örtüşen uygulamaları sayesinde bizim de derinde saklı korkularımız su yüzüne çıkıveriyor. (belki de) Yaşadıklarımızın ezikliği ile ezebilme telaşına kapıldığımız kişileri sorguluyoruz, "kaos resimleriyle bir arzu nesnesi değildir" diyerek. İnsanız biz ve bu yüklü nahifliğimiz ile uzaklaşmakta asli çabamız. Yaşamak, yaşarken biriktirmek, öğrenmek, öğretilenleri değil kendi başımıza öğrendiklerimizi uygulamak en işimize gelmeyen tarafı hayatın. Tek suçumuz aslında bu adlandırılmamış, anlamlandırılmamış homofobinin farkına varmadan içimizde yol almasına izin vermek. Kendimizle yüzleştiğimizde ise kovalarken, en az kaçarken ki kadar suçlu olduğumuzu hissedeceğiz. Bilmemiz gereken eşcinsel birlikteliğin, heteroseksüel birliktelik dizgesinden çok farklı olduğudur. Kimse kimseyi annesinden istemek zorunda olmadığının, tarafların iki farklı cinsel kimlik taşımadığının ve siz asla diğer tarafa baskın olduğunuzu yada diğer tarafın idaresinde olduğunuzu düşünmek-hissetmek zorunda olmadığınızın farkına varmak zorundasınız. Aslında bu noktada heteroseksizmi savunanları kutlamak gerekli. Kendi fikirlerini içimize böylesi bir ustalıkla, sezdirmeden salabildikleri ve eşcinsellerin de hemcinslerinden nefret etmesini, belki de kendisine bile bir ayna karşısında korkuyla bakmasını sağladıkları için. Her sözleri her davranışları ile yaşantımıza sızdıkları, benliğimizi ele geçirdikleri, yolda yürürken korku dolu gözlerle birbirimize bakmamızı sağladıkları için teşekkür etmeliyiz. Homoseksüelin ne olduğunu bilmeden, homoseksüelliği tanımlama cengaverliğine girdikleri için cahil cesaretlerini tebrik ediyorum onların. Ve dahası biz eşcinselleri bu öğretilerle ezilip, ‘’o tür eşcinsellerle görülmek istemiyorum’’ asrın en büyük homofobik cümlesini kurdukları için teşekkür ediyorum. Onlar zor olanı başarıp içimize sürekli büyüyen, bizi eriten bir virüs saldılar. Bizim yapmamız gereken bu homofobi virüsünü herşeye rağmen ortadan kaldırmak, en azından o virüsün benliğimize olumsuz etkilerinin farkına varmaktır. Yanlış yerde durduğumuzun farkına varmak bile en azından doğru adımları atmak adına bizi taze bir heyecanın içerisinde bırakacaktır. Tüm karamsarlığıma, bütün ‘’hadi canım sende’’ciliğimize rağmen, içimdeki kallavi homofobi savaşının öncelikle kendi aramızda başlaması gerektiğini düşünüyorum ve yine de içimizdeki homofobinin sona ermesini istiyorum’’. Bana göre homofobi cinselliğin iki vajina ve iki penis arasında, iki erkek ve iki kadın yüreği arasında da yaşanabileceğini, hemcinslerimizi sevebileceğimizi anladığımız ve daha da önemlisi bunu başkalarına anlatabildiğimiz zaman sona erecektir.


Bu sayıda bu başlık altında yazıyı tekrar başlatarak, bu konuda fikir ve düşüncesi olan herkesin bir şeyler yazmasının eşcinsel harekete büyük katkısı olacağı inancıyla yazıma başlıyorum. Ne yazık ki bir sömürü dünyasında yaşıyoruz. Tüm veriler dünyadaki yaşamın öyle olduğunu gösteriyor. En azından ekonomik verilere baktığımız zaman dünya gelirinin %80'ini %20 gibi bir mutlu azınlık paylaşırken, geri kalan %20'lik kısmı %80 gibi büyük bir çoğunluk paylaşmak zorunda kalıyor. Bu sömürü sistemi ise ömrünü uzatmak için her türlü gayreti gösteriyor. Öncelikle bu düzenin varlığı, sistemi bölmekten geçtiği için (böl-yönet) şiddetle ırk, cinsiyet, etnik grup vb. ayrımları körüklüyor. Bu ayrım altında insanlar birbirini yerken yukardakiler kadeh tokuşturuyor. Arkasından insanlar uyutulmaya çalışılıyor, uyuşturucu ticareti körükleniyor, dinlerle uyuşturuluyor, reklamlarla, tv ile uyuşturuluyor. Bunlar da etkili olmadığı zaman insanlar hapse atılıyor, asılıyor, otellerde yakılıyor, darbeler yapılıyor. Sindirilmiş, uyutulmuş, susturulmuş, artık hiçbir şey düşünemez hale gelmiş insan yığınları için herşey çok doğal görünüyor. Yolsuzluk çok doğal, hırsızlık çok doğal, çete-mafya-Susurluk çok doğal, ırzına geçilmesi çok doğal, dayak-sopa-kafalarda copların patlaması-işkence-açlık-adaletsizlik-sefalet hepsi çok doğal. Sömürü sistemi bu umutsuzluk içinde insanlara hayal aşılamaktan geri kalmıyor. En kenar köşeden birisini çıkartıp meşhur ederek, milyarlara boğarak örnekler veriyor. "Bakın bu adam meşhur oldu, milyarder oldu, siz niye olamayasınız? Bu sistem herkesi her yere getirir" uyutmasıyla çarkını döndürmeye devam ediyor. Şimdi herkes futbolcu ya da süperstar olma peşinde. Her nedense bu sevda peşinde koşanların çoğunun hangi batakhanede sermaye oldukları ya da başarısızlıkları hiç gösterilmiyor. Bu hayal dünyasında piyangolar, lotolar, ganyanlar alabildiğince oynanıyor. Bu sistemin kurtuluş olarak önerdiği tek şey olan tek başına kurtuluş örnekleri alabildiğine körükleniyor. Ne yazık ki tüm bunlar tıkanıklığı aşamıyor. Bu tıkanıklık öyle bir artıyor ki insanlar arada bir dırdırlanmaya ve söylenmeye başlıyorlar. İşin ucu farklı yönlere gitmesin diye sistem tarafından bilinçli olarak çıkartılan patlayacak olan fıçıda sibop görevi

gören sözde halktan yana olan kimi sarı parti ve Fethi IŞIK sarı sendikalar halka destek veriyor. Ve bu Ankara tıkanıklık sırasında zaten tümü halkın olan bal küpünden sistem insanların ağzına bir parmak bal sürmekten geri kalmıyor. O zaman insanlar çok büyük bir zafer kazandıkları için seviniyorlar, herşeyi çekilen tüm acıları, baskıları unutuveriyorlar o an. Sırtına vurulmuş olan semeri, mahvedilmiş yaşamını ve geleceğini görmeyip büyük bir hevesle kendilerini eşek yerine koyan efendilerine hizmete devam ediyorlar. İşkence mi yapılıyor canım bunlar çok doğal, insanları mı asmışlar, bir otelde mi yakmışlar, hapislerde mi çürütmüşler, aman boş geç canım sen de, kim bilir hangi mihrakın adamı bunlar. Ah zavallılar, ah insan sürüleri siz daha çok otlarsınız. Şu bir gerçek ki ister işçi, ister öğrenci, ister kadın, ister çevreci, ister eşcinsel hareket olsun asıl mücadele sistem içinde belli birkaç hak alma değil, gerçek kurtuluş mücadelesi olmalıdır. Sömürüye, toplumsal eşitsizliğe, baskılara son veren KURTULUŞ. -Emeğin sömürüsüne dayanan çalışanlara nereye kadar hak verilir?

sistemde

-Sırf kâr için ağaçların kesildiği, yakıldığı, hayvanların öldürüldüğü, doğanın katledildiği sistemde çevreciliğin değeri nedir? -Irk ve cinsiyet ayrımcılığının sistemli olarak körüklendiği sistemde feminizm ve eşcinsel hareket ne kadar yol alır? Benim sormak istediğim sömürü sistemiyle beraber miyiz, değil miyiz? Yani sömürüye evet mi, Nasıl Bir Eşcinsel Hareket Tartışması hayır mı? Patlayacak olan fıçıda sibop görevi mi yapacağız? Eğer evet diyorsak bir zamanların feminist papatyalarından ve netekim Marmaris'teki çevreci meşhur ressamdan ne farkımız kalır? Kuşkusuz, feministçevreci ve eşcinsel hareket sömürü sistemine hizmet etme niyetinde değil. Ama bu hareketler de devrimden kaçışın ve dönekliğin yeri haline gelmemeli.

Mayıs 1996'da 21. sayımızda başlamıştı. Bir süre devam etti. Bitmiş ya da bir sonuca bağlanmış olmadığı halde uzun zamandır doğrudan bu konuyu ele alan yazılar kaleme alınmaz oldu. Bu konuda sözü olan ve katkıda bulunabilecek arkadaşları yazmaya çağırıyoruz. Adres: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci-ANKARA e-mail: kaosgl@geocities.com fax: 0.312.363 90 41

KAOS GL 59-60 / 13


KEREM Ankara

KAOS GL 59-60 / 14

Önce: Neden yaptırılır? AIDS testi yaptırmak kimseyi AIDS'ten korumaz. Bunu düzenli olarak yaptırmak, kişinin daha erken tanı alıp tedavi programına bir an evvel alınmasından başka bir işe yaramaz. Düzenli test olmak yerine parayı kondoma (yani prezervatife) yatırmak daha akıllıca olur. Ama şüpheli bir cinsel ilişkiden sonra, yani korunulmamış her ilişkiden sonra, test olmak iyi olur. Kondom kullanmaya üşenip de testi korunma olarak kullanmak yanlıştır. Testte neye bakılır? ELİSA diye bilinen test sırasında, kanda, hastalığa sebep olan mikroba karşı gelişmiş olan antikorlara bakılır. Antikor vücudun, kendisine yabancı maddelere karşı ürettiği savunma aracı. Yani HIV(+) ya da HIV Pozitif kişi kanında bu antikor bulunan kişi demek oluyor; bu da o kişinin virüsle karşılaştığı anlamına geliyor. ELİSA aslında bu ilkeyle yapılan tüm testlerin adıdır, sadece HIV için kullanılmaz. Sonuç nasıl yorumlanır? HIV bulaşmasından sonra insan vücudunun savunma sistemine yerleşir ve onu içten yıkmaya çalışır. Bağışıklık sistemi denen bu savunma sistemi insanın hastalık yapan mikrop ve maddelerden korunması için gereklidir. Bu sistem sayesinde her mikrop her zaman hastalığa yol açmaz, birçok hastalıkta oldukça hafif geçer. Zaman zaman hepimizde oluşan kanser hücreleri bu sistem tarafından ortadan kaldırılarak etkisiz hale getirilirler. Virüs vücuda ilk girdiğinde hiç belirti vermeyebilir ya da grip benzeri şikayetler olur (ki hiç de AIDS'e özgü bir durum değil). Sonra virüsle bağışıklık sistemi arasındaki bu mücadele ortalama 10 yıl devam eder (bu süre birçok faktöre bağlı olarak değişebilir, kimi 6 ay, kimi 15 yılda sona erer). Sonunda kazanan, maalesef, hemen her zaman HIV olur. Bağışıklık sistemi ortadan kalkar. Çok nadir görülen birçok bulaşıcı hastalık ortaya çıkar, bunlar sağlıklı kişilerdekilerden daha ağır seyrederler ve tedavileri de daha zordur. Alışılmadık kanserler görülmeye başlanır. Sonunda hasta bu hastalıklarla kaybedilir. Yani HIV öldürmez, öldürtmez. İşte bu sonuncu evreye, birçok hastalığın görüldüğü son döneme kadar, hastalığın dışardan görülen hiçbir belirtisi yoktur. Doktor muayenesi ile bile anlaşılamaz. Sadece kan testi ile anlaşılabilir. Ama kan testinin bir zaafı vardır, o da virüs vücuda girdikten 3 ay sonrasına kadar virüsü gösterememesidir. Bu döneme "pencere dönemi" denir. Şüpheli bir ilişki ile doktora başvurulduğunda, test (-) çıksa da kesin konuşmak için bu dönemden sonra yapılacak test beklenir. Uzun lafın kısası: Test (-) çıkarsa: (yani temizse) ya virüs yok ya da pencere dönemi. Emin olmak için üçüncü ayın sonunda test edilmeli. Yani bir Elisa testi sonucu yanınızda gezdirilip, gerektiğinde gösterilecek bir 'iyi hal kağıdı' değildir. Test yapıldığından üç ay önceki durumunuzu gösteren bir belgedir sadece. Ya test (+) çıkarsa: test kanınızda virüs olduğunu iddia ediyor demektir. Tamam korkmaya, şaşırıp sinirlenmeye

hakkınız var, ama henüz hasta olduğunuza dair bir kanıt yok. Bir kez daha elisa testi yaptırıyorsunuz. (-) çıktıysa rahat bir nefes alıp, kondomunuzu yanınızdan ayırmadan yaşama devam ediyorsunuz. Diyelim ki ikinci test (+) çıktı, durun, hâlâ ağıt yakmak için erken. İki kere pozitif çıkan testten sonra bir de başka bir yöntemle yapılan doğrulama testi yapılır. (Bu sadece belli merkezlerde yapılabilir, mesela Ankara'da Hıfzısıhha'da.) Yani virüsü kapmak kolay, hastayım demek zor. (İki paragrafta anlatılabilen bu test serüveninin aslında kaç uykusuz geceye, bunaltılı güne denk düştüğünü, başkalarıyla -belki en yakınlarınızla bile- böyle bir serüveni paylaşmanın ne kadar zor olduğunu burada şöyle bir göz önünde canlandırmak gerekiyor.) Test nerede yaptırılabilir? Aslında her yataklı devlet hastanesinde, birçok özel hastanede ve poliklinikte, birçok laboratuvarda test yaptırılabilir. Bunlarla birlikte danışmanlık hizmeti veren bazı merkezler var. Bir de eczanelerden alınıp evde kendi kendine yapılan testler var. Şimdi biraz bunlardan bahsedip, Ankara'dan örnekler vereceğim. Bir kere testin her zaman bir defada kesin sonuç vermediğini biliyoruz. Sonra test (-) çıkınca tapu gibi kalıcı bir belge zannedilmesi, (+) çıkınca da ölüm fermanı şeklinde algılanması çok rastlanmayan durumlar değil. Peki evde test yaptırıp da pozitif çıkan kişinin yanında kim olacak, sağlıklı bilgiyi kim verecek, biraz olsun kim derdini paylaşacak? Bu gibi durumlarda, insanlar intihara, ya da topluma yönelik güçlü bir nefret duygusuna çok yakın oluyorlar. Tüm bu sebeplerden dolayı, evde test yapılmasını tavsiye etmiyoruz. (Zaten bu uygulamayı da Türkiye dışında uygulamaya koymaya cesaret eden ülke yok.) Danışmanlık ne işe yarar? Hem testi olmadan testin ne anlama geldiğini anlatır, hem de sonuç geldiğinde yorumlayabilir. Hem bilgi hem de destek sağlar. Hasta olduğunuz ortaya çıkarsa, tedavi alabileceğiniz merkezlere yönlendirir, sizi haklarınız konusunda bilgilendirir, sizi bekleyen zorluklardan haberdar eder, nasıl başa çıkabileceğinizi anlatır. Yani hiç de lüks değildir, danışmanlık hizmeti verilen yerlerde test olmak tavsiye edilir. Danışmanlık, AIDS ile Savaşım Dermeklerinde, AIDS ile Mücadele Derneklerinde verilmekte. Ankara'da AIDS ile Savaşım Derneğinin böyle bir çalışması yok. Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezinde ve Türkiye Aile Planlaması Derneğinde de bu hizmet verilmekte. (Bu hizmetlerin haftanın yedi günü yirmidört saat verilmemek bir yana mesai saatleri içinde bile hep ulaşılabilir olmadıklarını maalesef hatırlatmak zorundayım, özellikle bazıları için sabırlı olmayı öneriyorum.) Bu merkezlere telefonla başvurup, gidip yüz yüze konuşabilirsiniz. Onlarda sizi test yapılan bir yere yollarlar. Bunların olmadığı, ulaşamadığınız ya da ulaşmayı tercih etmediğiniz durumlarda, hastanelerin infeksiyon (enfeksiyon- bulaşıcı hastalıklar- intaniye; hepsi aynı


anlamda kullanılıyor) ya da klinik mikrobiyoloji bölümlerine başvurabilirsiniz. Test olmak için isim vermek gerekir mi? Bir isim vermek gerekir, ama bu sizin isminiz olmak zorunda değil. Tabi test masraflarını sigortaya ödettiriyorsanız kendi isminizi kullanmalısınız. Çok masraflı mı yani? Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde yaklaşık 4 milyon, Ankara'da özel bir iki laboratuvara sordum 10 milyon kadar. Diğer şehirlerde fiyatlar değişik olabilir. (Burada verdiğim fiyatları size duyurmadan değiştirme hakkını da saklı tutuyorlar tabi.) Pozitif çıkarsa herkes duyar mı? AIDS, Sağlık Bakanlığı'na bildirilmesi zorunlu bir hastalık. Bu, istatistikler yapmak, durumu ve gidişi belirlemek için gerekli. Ama bu bildirim isimle yapılmıyor. İsminizin baş harfleri ve doğum yılınız kullanılarak kodlanıyor. Bunun dışında tedavinizden sorumlu doktor ve ekibi dışında kimseye söylenmemesi gerekiyor. Tüm tedavi masrafları her sigorta kuruluşu tarafından karşılanıyor. Sigortası olmayıp, maddi gücü de yeterli olmayan (ki yılda 12000 dolar kadar güç pek azımızda var) yeşil karttan yararlanabilir. Ama yeşil kart için her harcamanın, kaymakam başkanlığındaki yerel bir kuruldan geçmesi gerekiyor ki bu da ortada mahremiyet filan bırakmıyor. Ama bunlar da ideal olanlar, ülkemizde tanı koyduktan sonra basın toplantısı yapan il sağlık müdürleri, başhekimler var. Özel laboratuvar ve hastaneler gizlilik konusunda hiç de daha hassas veya güvenilir değiller. Bence danışmanlık merkezlerinin bir işlevi de bu gizliliğin sağlanması için arkanızda durmak. Çünkü medyanın eline düşmek bir AIDS hastasının bile başına gelebilecek en kötü şey. Kitaplarda yazılı olmayanlar Danışmanlık almaya başlamakla tedavi olmak arasındaki her basamakta bir sürü tatsız olay yaşayabilirsiniz. AIDS konusunda toplum çok bilgisiz, nasıl bulaştığını bilmedikleri için en yakınlarınız bile, sadece şüphelendikleri andan itibaren sizden uzak durmaya, aynı odada bile bulunmamaya çalışabilirler. Onlara bulaştırmaya çalışmakla, sorumsuzlukla, sapıklıkla suçlanmanız sizi çok şaşırtmamalı. Çok anlayışlı gördüğünüz insanları çocuklarını sizden uzak tutmaya çalışırken yakalayabilirsiniz. Nasıl bulaştığını bilenlerde, cinsel yolla bulaştığını bildikleri için artık size başka bir gözle bakacaktırlar. Burada eşcinsel olmanız birçok kişinin aklından geçecek, öyle olduğunuzu bilenler "sırf keyfin uğruna bak başına neler geldi" diye dersler vermeye başlayacaklar. Hadi bunlar bilmiyor. Bilenler… Danışmanlık verenler, bakalım eşcinsel bir ilişkiyi nasıl karşılayacaklar ilk anlattığınızda. Maalesef beklenenin aksine, AIDS ile ilgilen uzmanlarda bile homofobi yeterince derin olabiliyor (tabi bunlar çoğunlukta demek istemiyorum). Danışmanlığın ilkeleri gereği sizi yargılamadan, içinde bulunduğunuz ya da bulunmayı seçtiğiniz koşullarda size yardımcı olması gerekiyor. Test olmaya gittiğinizde, sizden kan alacak kişinin, belki hemşire belki doktor, hiç kimse için kullanmadığı halde, sizden kan alırken eldiven taktığını göreceksiniz. (Potansiyel AIDS hastasısınız ya, kendini korumaya

çalışıyor. Aslında sağlık kuralı her zaman eldiven kullanılmasıdır.) AIDS hastası iseniz uğrayabileceğiniz tıbbi ayrımcılıkla ilgili bir kitap yazılabilir. Sadece bir fikir vereyim. Acil servise sokulmayabilirsiniz, hamileyseniz doğumu neredeyse kendiniz yapmak zorunda kalabilirsiniz, hastaneden yattığınız süre içinde ayrı özel bir odada yalıtılmış olarak kalırsınız, tüm personel ya taburcu olmanız ya da ölüp gitmeniz için duacıdırlar, tüm laboratuvar testlerinizin üstünde HIV(+) yazıyordur (teknisyeni korumak için gizlilik kurban edilir)…. "Bilmemeyi tercih ederim" mi dediniz? Tüm bu anlattıklarımla oldukça zor bir süreç olduğu anlaşılmıştır herhalde. Ama unutulmaması gereken birşey var: AIDS'le ölünmez, AIDS'le yaşanır. Hastalığın bir tedavisi var, zor olsa da, kesin olarak kurtarmasa da. Tedavinin güzel yanı çok daha uzun süre kişiyi sağlıklı tutması. Öleceksem sonunda biraz daha uzun yaşamanın ne anlamı var diyorsanız; o kadar umutsuz değiliz. Tıp tarihinde sebebi, nasıl bulaşıp, nasıl geliştiği, nasıl korunulabileceği, nasıl durdurulacağı en hızlı bulunan hastalık AIDS. Tedavisinin de siz yaşarken bulunma şansı çok yüksek. Ayrıca düzenli bir tedaviyle on yıllar boyunca yaşayabilirsiniz (ki hiç de küçümsenecek bir şey değil). Bunu bilmiyor olunca da hiçbir şeyden kurtulmadığınızı hatırlatayım. Son nokta Piyasada en pahalısı olan Durex kondomun onikilik paketi 2-2.5 milyon arasında. Tanesi yaklaşık 200.000 lira. Taşıması çok kolay, takması maksimum 20-30 saniye. Hâlâ üşeniyor musunuz? Şehrinizdeki AIDS ile Savaşım, AIDS ile Mücadele Derneklerine, hastanelerdeki infeksiyon ve klinik mikrobiyoloji bölümlerine başvurabilirsiniz. (Özellikle İzmir'de Ege Üniversitesi Klinik Mikrobiyoloji Bölümünü tavsiye edebilirim. Ayrıca Bakınız "iletişim" sayfası)

KAOS GL 59-60 / 15


Gerçekten kaşıntı ciddiye alınması gereken bir belirti olabilir, üstelik bir değil onlarca sebebi olabilir. Burada bahsedeceğim kaşıntı ise hiç de öyle gözle görülür bir sebebi olmayan, ama insanda ne huzur ne uyku bırakan cinsten. Uyuz ve bitten bahsedeceğim. Hiç de öyle, bu konunun bizle ne alakası var der gibi, bakmayın, BaharAnkara sırasında yapılan ankete göre aramızda en sık görülen hastalıkların başında geliyorlar. Bunda alınacak, gücenecek bir şey yok; çünkü hiç de pek çoğumuzun sandığı gibi sadece pis ve bakımsız insanlarda görülen hastalıklar değiller. Bizde de sık görülmesinin en önemli sebebi cinsel yolla bulaşabilen hastalıklardan olmaları. (Demek istediğim o ki, bahsedilen şeyler hiç de öyle size masal gibi gelmesin, pek yakında yatağınızda…) KEREM Uyuz ve bit birbirine hem belirtileri hem de Ankara tedavileri ile benzeyen iki hastalık. Sebepleri gözle

görülmez dedim ama eğer çok kasarsanız görebilirsiniz de (yarım ya da bir milimetre kadar parazitler ikisi de). Bitin üç tipi var: saç, gövde ve kasık olmak üzere.

Bitin kendisi kıl köklerinde yaşar, yumurtalarını kılın üzerine bırakır. İşte halkın sirke dediği, kıl kökünden 1 cm kadar uzaklıkta, kıla sıkıca yapışık, oval, gri renkli olan bu yumurtalardır. Bitin kendisinden çok bunlar gözle görülebilir. Bunu kepekten ayırmak da kolay; kepeğin aksine bunları kıldan ayıramazsınız. Tabii, bunun yanında şiddetli kaşıntı var ki, bu kasıklara sınırlı olabileceği gibi, kılın bulunduğu, gövde, koltuk altı, bacak, saç ve kaşta da olabilir. Şiddetli kaşıntı bitin kan emmesine bağlıdır. Kasıklarda mavi-mor küçük lekeler de olabilir. Uyuz ise derinin yüzeysel tabakalarında tüneller kazarak ilerleyen dişi parazit yüzünden kaşıntı yapar. Bu tüneller bazen gözle de ince çizgiler şeklinde görülebilir. Parazit tünellerde özellikle geceleri ve sıcakta harekete geçtiği için yatağa yattıktan sonra ortaya çıkan kaşıntı uyuz için tipiktir. Kaşıntı zamanla tüm vücuda yayılır. Erkeklerde en sık penis derisi ve başında, kadınlarda ise meme başları ve çevresinde yaralar görülebilir. Bunların yanında tipik olarak sık görüldükleri yerler: parmak araları, el bilekleri, dirsek iç yüzleri ve dirsek üzeri, koltuk altları, göbek çevresi, kasıklar, kalça, diz ve bacaklar. Bunlara benzer şikayetleriniz olduğunda, yaşlı ve tecrübelilere sorup vakit kaybedeceğinize bir deri hastalıkları uzmanına (dermatolog) gitseniz daha iyi olur. Sağolsun halkımız herşeye olduğu gibi bunlara da kendince çareler bulmuşsa da ben tıbbi tedaviyi tavsiye ederim.

KAOS GL 59-60 / 16

Nasıl kaptım ben bunu diye düşünüyorsanız, hiç de öyle zor değil. İkisi de insanlarla yakın, bilhassa cinsel, ilişki ve aynı yatak, elbise, havlu, çarşaf kullanmakla geçebilirler. (Dediğim gibi bunları size bulaştıran kişinin pislikten kokuyor olması gerekmez.) Ama abartmanın da gereği yok, el sıkışmakla, öpüşmek, sarılmak vs. ile bulaşmazlar. Gene de bu kadar kaşınan ve bazı yerlerinde yaralar olan birisiyle yatmamak daha akıllıca olur. Tedavisi filan varsa da, çekenler bilir, tam bir beladır. Bunların tedavisi için doktorun size tarif edeceği tören gibi bir şeyler yapmak gerekiyor. Önce sıkıca bir keselenmeniz gerekiyor, malum parazitler deride yaşıyor. Kasık bitinde bölgeyi traş etmek de önemlidir. Sonra hastalığınıza göre doktorunuzun önereceği Kwell, Bit-en, Ektopar gibi şampuanlar, özellikle kıllı bölgelere olmak üzere, tüm vücuda sürülür. Uyuz için 10 saat, bit için 12-24 saat bekletildikten sonra yıkanılır. (İsmini verdiğim ilaçların kullanılışları içlerinde anlatılıyordur, farklılıklar olabilir.) Parazitler vücut dışında da bir süre daha yaşayabildikleri için yatak takımları, havlu ve giysiler, kaynatılıp kızgın ütü ile ütülenmeden kullanılmamalıdır. Bu eşyaları temizleme imkanı yoksa, uyuz için 10 gün, bit içinse 30 gün bir plastik torba içinde kapalı tuttuktan sonra kullanmalıdır. Tabii gene her ilaç ve tedavide olduğu gibi şikayetleriniz geçmemiş olabilir. Bu durumda bir hafta sonra tedaviyi tekrar etmek gerekebilir, çünkü tam tedavi olmamış olabilirsiniz. Bazen de vücudun parazite gösterdiği alerjik tepki, tüm parazitler temizlendikten sonra da devam eder, o zaman da doktorunuz size geçici bir ilaç verir. Ya da teşhis yanlıştır, siz gene de doktora gidin.


İslam'ın yasası şeriat, Kuran'a ve hadislere dayanır. İslam'ın eşcinselliğe yönelik yaklaşımlarının kendilerinden türediği bu metinlerin yorumlanmasından ortaya çıkan genel sonuç, aynı cinsten insanlar arasında cinsel ilişkilerin suçlandığıdır. İslamiyet'in egemen din olduğu ülkelerde gay ve lezbiyenler için eşit hakların elde edilmesi, İslam kültürünün kutsal metinlerini göz ardı eden dindışı argümanlarla olanaklı olabilir gibi görünmemektedir. Bu türden bir yaklaşım daha çok eski sömürgeci güçlerin değerlerini dayatma çabası olarak algılanarak geri tepecektir. Eşcinselliği bir insan hakları sorunu olarak ele alan az sayıdaki Müslüman bilim adamlarından biri olan Halit Duran Müslüman ülkelerde yaşayan gay ve lezbiyenler için en iyi seçeneğin yedinci yüzyıl Arabistan'ın toplumsal ikliminden görece kopmuş yeni bir şeriatın geliştirilmesine dayanan ve Peygamber Muhammed'in Mekke'de ilan ettiği özgürlük ve adaletin etik ilkelerine vurgu yapan bir tür "teolojik bağdaştırma" formu bulmak olduğuna inanıyor. Bu yazıda böylesi bir "teolojik bağdaştırma" doğrultusunda deneme niteliğinde bir adım olarak İslam'ın temel metinleri tartışılıyor. Burada iki amaç var. Birincisinde bu metinlerin genellikle düşünüldüğü kadar, eşcinselliği yasaklamalarında katı ve acımasız olup olmadıklarını inceliyorum. İkincisi, bu metinlere dayanan erkek-erkeğe davranışın sembolik örgütlenişi üzerinde duruluyor ve bunun tüm oğlan çocuklarının erkekliğe geçiş süreçlerinin eşcinsel pratikler içerdiği kültürlerle çarpıcı benzerlikler taşıdığını gösteriyor. Tartışmamızın bu ikinci kısmındaki amacım İslam'ı taşlamak değil, aksine İslam'ın erkek kültürünün eşcinsel imgeleme böylesi bir yer vererek kendi içinde derin çelişkiler taşıdığına işaret etmek, Müslüman araştırmacılar için bu çelişkiler üzerinde düşünmek Duran'ın bahsettiği "yeni şeriatın" gelişiminde önemli bir adım olabilir. EŞCİNSELLİK VE İSLAM'IN TEMEL METİNLERİ Jehoeda Sofer'in Müslüman devletlerde sodomi'ye (oğlancılık ya da livata) ilişkin yasalar üzerine yaptığı araştırma (1992) erkekler arası sekse ilişkin birörnek bir yasal duruşun olmadığını göstermiştir. Bu şeriata dayalı ceza kanunları olan devletler için de geçerlidir. Ancak genel olarak şeriatla yönetilen ülkelerde sodomi yasadışıdır. Kuran' da Lut ve Lut kavminden yani erkek eşcinsellerden yedi yerde bahsedilmektedir. Lut kavminin helak olmasının onların cinsel pratikleriyle ilişkili olduğu

düşünülmektedir. "Alemlerin içinde erkeklere mi gidiyorsunuz? Ve rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz? Siz aşırı giden bir kavimsiniz...Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, o uyarılanların yağmuru gerçekten çok kötü oldu!" Ancak Kuran'da peygamber ümmetinden erkekler arasında cinsel ilişkilere yönelik özel bir yasal duruş emri olarak yorumlanabilecek yalnızca tek bir pasaj vardır: "Ve bu nedenden dolayı suçlu olanlardan her ikisini de cezalandırın. Eğer pişman olur ve hatalarını düzeltirlerse bırakın. Allah affedici ve merhametlidir." Ben Nahum'un bu ayetin ilk pasajını çevirisi geleneksel yorumlanıştaki manayı yakalıyor: "eğer iki erkek birbirleriyle bir iffetsizliğe bulaşırsa, her ikisini de cezalandırın." Bu pasajın yumuşaklığı diğer günahlar için feci cezaların emredildiği Kuran ayetleriyle bariz bir çelişki içindedir. (Örneğin zina için yüz kırbaç atılması emredilir). Bu yumuşaklık peygamberin erkekler arası sekse yönelik müsamahakâr bir tavır takındığı düşüncesine dayanak oluşturmuştur. Örneğin Ben Nahum şöyle demektedir: "Peygamberin söz konusu ahlâksızlığı felsefi bir kayıtsızlıkla karşıladığı kesindir. Sadece herhangi bir ceza salık verilmemekle kalınmaz -muhtemelen biraz nasihat etmek veya çok kaba olmayan bir tarzda hakaret etmek- sadece pişmanlık göstermek cezadan kurtulmaya yeter." Hadisler ve peygamberin yaşamından menkıbeler onun konu üzerine varsayılan düşüncelerine dair daha çok ayrıntı sağlar. Ancak bunlar tutarsızdır ve doğruluklarından emin olmak da zordur. Bu yüzden farklı yazarlar peygamberin duruşunu oldukça farklı şekillerde yorumlamışlardır. Örneğin al-Tifashi evriklerin peygamberin kabilesi Kureyş'de yaygın bir halde varolduklarını ve peygamberin Hayth adlı bir evriğin (invert) nüktelerinden çok keyif aldığını söyler. Aynı zamanda peygamberin evriklerin karılarıyla, karıları peçe takmazken aynı odada oturmalarına izin verdiği söylenmiştir. Ancak Hanbeli mezhebinden İbni el-Cevzi'ye göre, peygamber sodomitleri (oğlancı ya da genel anlamda erkek eşcinsel) çok sayıda hadiste lanetlemiştir. Örneğin "Ne zamanki bir erkek başka bir erkeğin üzerine çıkar, Allah'ın tahtı sarsılır; melekler nefretle bakar ve şöyle derler: Rabbimiz neden yeryüzüne onları cezalandırmasını ve gök kubbeye onların üzerine taş yağdırmasını emretmiyorsun?"

JIM WAFER* Çev: SELÇUK Ankara

* "ISLAMIC HOMOSEXUALITIES"

KAOS GL 59-60 / 17


İslam'ın eşcinselliğe yönelik tutumlarının derin çelişkilerle dolu doğasından ötürü çağdaş Müslüman kültürler konu hakkında bir suskunluk komplosu sürdürmektedir. KAOS GL 59-60 / 18

Sodomi'ye karışan hem aktif hem de pasifin taşlanmasını isteyen başka bir hadis de vardır, ancak bunun pratikteki etkisi önemsiz olmuştur. Bellamy kendi incelediği bütün hadis ve menkıbelerin sodomi için ölüm cezasında ısrarcı olduğunu iddia etmektedir. Ancak peygamberin konu üzerindeki düşünceleri hakkında çok çeşitli görüşler vardır. Çünkü erkekler arası sekse değişik hukuk okullarınca, farklılık gösteren geleneksel literatür temelinde, farklı şekillerde yaklaşılmıştır. Tüm hukuk okulları erkekler arasındaki seksi yasadışı bulur, ancak cezaların şiddeti konusunda ayrılırlar. Hanefi okulu bunu herhangi bir fiziksel ceza gerektirmediğini çünkü hadislerin "Müslüman kanının sadece zina, dinden dönme ve cinayet" durumunda dökülebileceğini söylediğini belirtir. Hanbeliler ise erkekler arasındaki seksin daha şiddetle cezalandırılması gerektiğine inanırlar. Kaynak olarak da Kuran'daki Lut kavminin taş yağmuruyla yok edilmesini gösterirler. Peygamberin ardılı ve kayınbabası Ebu Bekir'in bir lutı'yi (sodomit'in Arapça karşılığı) canlı canlı yaktırarak öldürttüğü anlatılır. İbni Abbas ise sodomit'in kentteki en yüksek binadan atılarak taşlanması gerektiğini söylemiştir. Erkekler arasındaki seksten erkekler arasındaki aşk ya da çekime döndüğümüzde karşımıza farklı bir tablo çıkıyor. Peygamberin diğer erkeklerin cazibesine ilgisiz olmadığına dair bir dizi belirti vardır. Kuran'da cennet yalnızca kadın cinsiyetinden hurilerle dolu değildir, aynı zamanda müminlere şarap taşıyan ölümsüz gençlerden de söz edilir. Peygambere ait şöyle bir hadisten bahsedilir: "Rabbimi zarafet tahtında otururken, altından giysiler içinde, saçlarında altından bir taç ve ayaklarında sandalla gür saçlı ve muhteşem güzellikte bir oğlan şeklinde gördüm." Peygamber başka bazı hadislerde de müminlere oğlanlara gözlerini dikerek bakmamalarını çünkü onların çok çekici olduklarını söyler. Bu hadislerden birisi Binbir Gece Masallarında geçer "daha sakalı çıkmamış oğlanlara uzunca bakmayınız çünkü onların hurilerden bile daha baştan çıkarıcı gözleri vardır." Bell benzer bir hadisten söz eder: "Anas'a göre, peygamber şöyle demiştir: 'Kralların oğullarıyla arkadaşlık etmeyiniz. Doğrusu, insanın ruhu onları azat edilmiş köle kızları arzulamadığı kadar arzular.'" Şurası açıktır ki, peygamberin genç oğlanların çekiciliklerine hassasiyeti ne olursa olsun, bu çekime teslim olmayı onaylamamıştır. Ancak bu çekimin kendi doğasına yabancı olduğunu söylediğine dair hiçbir bulgu yoktur. Hatta sonraki dönem yazarlarından, örneğin İbni el-Ferit, peygamberin bir başka erkeğe, dostlarından Mu'adh ibni Jabal'a, aşık olduğunu söyler. Peygamberin

şöyle söylediği anlatılır, "Ah Mu'adh, seni hakikaten seviyorum." İbni el-Ferit bu ilişkiyi erkekler arasındaki temiz sevginin bir örneği olarak anlatır. İSLAM'DA ERKEKLER ARASI İLİŞKİLERİN SEMBOLİK ÖRGÜTLENMESİ Erkekler arasındaki romantik sevginin, temiz kalmak koşuluyla, İslam kültürlerinde Musevilik veya Hıristiyanlıkta pek ender görüldüğü bir tarzda kabul gören bir yeri vardır. Daha sonra "aşk teorisi" olarak tanınacak konu üzerinde çalışan İbni Davut ve İbni Hazm gibi Arap yazarları kadınlararası ve erkeklerarası aşkı aynı teorik çerçeve içinde incelemişlerdir. Aynı cins aşkı tehlikeli bir ayartı kaynağı olarak gören muhafazakâr aşk kuramcıları bile erkekler arasındaki çekime doğal gözüyle bakmışlardır. Arap kültürlerinin erkeklerarası seks konusunu ele alırken bu kadar zorlanmalarının nedeni cinsel ilişkide pasif rolü üstlenenin erkekliğinin tehlikeye girmesidir; ve bir Arap erkeği için erkekliğinden şüphe edilmesi olabilecek en büyük hakarettir, Cebel'e göre. Madalyonun diğer yüzü ise aktif partnerin imgesinin "geleneksel toplumlarda eşcinsel aşağılama rolünün donmuş şeref kodlarıyla" boyanmasıdır (Duran 1993:187). Çünkü bazı Müslüman erkekler diğer erkeklerin içine cinsel tatminden çok düşmanlarını aşağılamak amacıyla girerler, eşcinsel ilişkilerde aktif rol yaygın bir biçimde gaddarca bir saldırganlıkla ilişkilendirilir. Bu anlatılanlar peygamberin eşcinsel ilişkilere yönelik varsayılan yasağının anlaşılmasını kolaylaştırır. Aynı zamanda bunlar İslam'ın ergenliğe geçiş simgeciliğinin geliştiği kültürel arkaplana dair ufkumuzu da genişletir. Ortaya çıktığı zamanda İslam bir savaş diniydi ve İslam'ı kabul etmek onun askeri örgütüne girmeyi de gerektiriyordu. Bu giriş bir çok yönden dünyanın başka bir çok yerinde gerçekleşen erkekliğe dahil edilme töreniyle benzerlikler taşır. Buralarda kültürel iletim zinciri simgesel olarak daha yaşlı bir erkekle, ki bu erkek aynı süreçten daha önce geçmiştir, genç bir erkek arasında, ki bu erkek cinsel ilişkide alıcı konumunda yer alandır, varolan ilişkiyle bağlantılandırılır. Bu kültürel iletimin cinsel simgeciliği bazı Malenezya kültürlerinde en açık biçimini alır. İslam'ın kelime anlamı "itaat etme"dir ve Müslüman olmak Allah'ın iradesine, ümmetin yasalarına ve kabul edilmiş olanların kolektif otoritesine itaat etmek demektir. Erkekliğe dahil edilme sürecinin olduğu kültürlerde dahil edilenin itaat ettiği kolektif otoritenin merkezi simgesi penistir. Ancak bu simge İslam'da kılıçtır. Kutsal savaş (cihat) İslam kozmogonisinde merkezi bir nosyon haline gelmiştir. Sherly Burkhalter Kuran'daki kozmogoni'nin kasten


eksik bırakıldığını çünkü insanın görevinin kozmik düzeni tamamlamak olduğunu söyler. Cihad bu ilahi adaletin yerleşmesinin aracıdır. Bunun anlamı bir adam İslam'a dahil edildikten sonra, onun görevinin cihat yoluyla diğer insanlara boyun eğdirmek olduğudur. Cinsel bir erkekliğe dahil olma sürecinin varolduğu kültürlerdeki gibi aynı pasif rolden aktif role dönüşüm durumunu gözlemliyoruz. Erkekliğe giriş sürecinde itaat ettirilen erkek bu sefer kendisi başkalarını itaat ettiren olur. Bunların yanısıra, İslam toplumunun erkek mensupları arasında cinsel ilişkilerin yasak olduğu gerçeği diğer kültürlerdeki erkekliğe dahil edilme ilkesiyle çelişmez çünkü bu kültürlerde erkekliğe dahil edilme sürecini yaşamış olanlardan birbirleriyle cinsel ilişkiye girmemeleri beklenir. Ortodoks İslam doğal olarak bunun Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında cinsel ilişkiyi meşru kıldığını söylemez. Ancak büyük Arap şairi Ebu Nuvas Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüşti oğlanlarla yattığını çünkü bunu her Müslüman'ın görevi olarak gördüğünü söyler. Başka Müslüman şairler arasında da Müslüman olmayan oğlanlara yönelik bir eğilim görülür. Ebu Nuvas neden bunu bir görev olarak gördüğünü açıklamaz ancak bunun sebebinin Müslüman olmayan oğlanları bir Müslüman'a itaat ettirmek olduğu açıktır. Cihat'ın İslam'da bir de ruhani bir anlamı vardır. Peygamber'in bir seferden dönüşünde söylediği aktarılan ünlü bir hadisi vardır: "Küçük cihadı bitirdik, şimdi sıra büyüğünde". Guenon tarafından özetlenen geleneksel yorumlarına göre bu hadis cihadın "insanın kendi içinde taşıdığı tüm düşmanlara, yani düzen ve bütünlüğe karşı içindeki tüm unsurlara, karşı vermesi gerektiği mücadeleyi simgeler. Bir başka deyişle ruh dahil edilmişlerin, yani Müslümanların ve düşmanların, yani Müslüman olmayanların, yer aldığı bir toplumsal dünya olarak kavramsallaştırılır. Dahil edilmenin sembolizmi bu şekilde İslam tinsel yönteminin bir parçası olur. Tinin bu toplumsal dünyasında en büyük düşman kişisel çıkar, ego, insanın aşağı tabaka ya da hayvani özü olarak çevrilen nefistir. İlginç olan bazı tinsel İslam yazılarında nefsin "efemine" olarak algılanarak ibne ile özdeşleştirilmesidir. Tinin İslami unsurlarının görevi nefsin Tanrının iradesine itaat etmesini sağlamaktır. Nefsin bazı yönlerden cinsel olarak edilgen erkeğe benzetilmesi yine cihadın sembolizminde örtük bir erotik unsurun olduğunu gösterir. İslam'da kişinin kendi cinsinden olanlara duyduğu cinsel arzuya karşı savaşmasının nefse karşı sürdürülen büyük cihada paradigmatik olduğunu

söylemek abartı olmaz. Çünkü livata ya da sodomi'nin, "tüm cinsel ve cinselötesi sapkınlık formlarını" içeren genişletilmiş bir anlamı vardır. Kişi herhangi bir yasak cinsel arzuya karşı savaşırken erkekler arasındaki seksin modelini oluşturduğu bir şeye karşı mücadele etmektedir. "İslam'da erkek eşcinselliği ahlaksızlıkların en ahlaksızı olarak tüm sapkınlıkları ve oluşumları temsil eder." Nefsin tüm asi arzuları ki cihad bunlara karşı yürütülür, livata ya da sodomi'nin ayartısında özetlenir. Burada açıkça görülen derin bir ironi vardır. Eğer İslam'ın dahil etme sembolizmini en basit ögelerine indirgersek, Müslüman olmayanların veya tinin İslami olmayan ögelerinin ibne muamelesi görmeleri ve onların eşcinsel saldırı yoluyla fethedilmeleri gerektiğini çıkarırız. Bir başka deyişle, sodominin hakkından sodomiyle gelinmelidir. Bu çelişkinin Müslüman kültürünün her seviyesinde, rutin erkekler arası etkileşimden uluslar arası ilişkilere dek, derin anlamları vardır. Batı dünyası Müslümanlar tarafından yalnızca eşcinselliği giderek daha fazla kabul etmesinden ötürü değil, aynı zamanda, İslam'ın dahil etme sembolizmine göre, efemine olarak görülmek zorunda olduğu için "dekadan" olarak nitelendirilir. Şu olasıdır ki İslam'ın eşcinselliğe yönelik tutumlarının derin çelişkilerle dolu doğasından ötürü çağdaş Müslüman kültürler konu hakkında bir suskunluk komplosu sürdürmektedir. Bu tutum en katı formunda değişmez bir kutsal norm olarak yedinci ve sekizinci yüzyılların durgun şeriatına dayanır. Bu suskunluğun Batı'dan gelen eleştirilerle kırılması pek mümkün değildir. Gay ve lezbiyen Müslümanlar ve onların heteroseksüel müttefikleri için tek değişim ümidi İslam kültürleri içerisinde yerel bir tartışma başlatmaktır. Bu sözü edilen kültürlerin daha açık ve anlayışlı olmasını sağlayacaktır. Bu bir ölçüde, özellikle yurtdışında yaşayan Müslümanlar arasında gerçekleşmektedir. Bu Müslüman araştırmacıları eşcinselliğe yönelik varolan İslami politikaların içindeki çelişkileri çözümlemeye ve peygamberin özgürlük ve adalet konusundaki düşüncelerini daha dikkatle düşünmeye zorlayabilir.

KAOS GL 59-60 / 19


Çeviren: Sanem AKAY Ankara

Gey ve lezbiyenlerin özgürlüğü için Belarus Lambda League'inin kurucu toplantısı geçen Temmuz'da Minsk'de yapıldı. BLL, siyasi olmayan, bağımsız bir sivil toplum örgütü olup, Uluslararası Medeni Haklar Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne bağlı olarak etkinlik gösterir. BLL, üç esas amaç güderek kurulmuştur: Öğretici Amaç- Medeni bir toplum yaratmanın temel şartlarından biri olarak, geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler, transseksüeller (GLBT) hakkında bilgi yaymak için. Koruyucu Amaç- HIV/AIDS' in bulaştığı insanların yanısıra, toplum tarafından cinsel azınlık olarak görülen sosyal gurupların ve kişilerin menfaatlerini ve medeni haklarını korumak için. Hayırseverlik Amacı- GLBT'lerin yanısıra HIV/AIDS'in bulaştığı kişilere yardım etmeye yönelik örgütlenmek için. BLL, amaçlarını şöyle gerçekleştirecektir: •

• • •

Beyazrusya'da insan haklarının sistematik olarak gözetlenmesi için örgütlenerek ve GLBT'leri ve HIV/AIDS'in bulaştığı kişileri ilgilendiren insan haklarının genel durumunu ortaya koyacak bilgi bankası kurarak Toplumca dayatılan cinselliğin dışında cinsel yönelimlere sahip olanların yanısıra HIV/AIDS'in bulaştığı kişiler ve toplumdaki yerleri hakkında oluşturulan raporları, araştırmaları, makaleleri ve diğer bilgilendirici malzemeleri hazırlayarak ve yaygınlaştırarak GLBT ve HIV/AIDS'li kişilere yardım etmeye, haklarını korumaya ve tanıtıma yönelik yasaksız eylemler, kongreler, konferanslar, seminerler, dersler düzenleyerek ve yürüterek GLBT ve HIV/AIDS'li kişilerin manevî ve fiziksel gelişimi için koşullar yaratarak HIV/AIDS hakkında bilgilendirici olarak Ülke içinde ve dışındaki benzer organizasyonlarla birlikte çalışarak

Şu âna kadar BLL eylemcileri hiçbir destek almadan birkaç proje üzerinde çalışmaktadır: Minsk'de ve Beyazrusya'nın diğer şehirlerinde tartışma toplantıları yapmaktadır. Geyler ve lezbiyenler için ve ayrıca üniversite ve okul öğretmenleri için seminerler düzenlemektedir. Gey ve lezbiyenlere psikolojik ve hukûki yardımda bulunmaktadır. Gey ve lezbiyenlerin ihlâl edilen haklarının kontrolünü yürütmektedir. Sağlıklı yaşam biçimi ve güvenli seks için dersler vererek, broşür vs. dağıtarak, AIDS ve zührevî hastalıklara karşı cankurtaran görevini üstlenmektedir.

Bu yazı BLL'nin diğer organizasyonlar için hazırladığı tanıtım metninden alınmıştır. KAOS GL 59-60 / 20

Şu aşamada en önemli proje, ''FORUM'' bülteninin yayınlanmasıdır. Projenin amaçları şöyle sıralanabilir: Geyler ve lezbiyenler hakkındaki uluslararası bilgi ve gerçekler ile eşcinselliğin bilimsel, toplumsal ve kültürel niteliğine ilişkin malzemelerin Beyazrusya'da yayılması; gey ve lezbiyenleri, hak ve menfaatlerini savunma yönünde örgütlemek; sağlıklı yaşam biçimi ve güvenli seksin propagandasını yapmak. Bu, Beyazrusya'nın ilk

bilimsel, toplumsal ve kültürel gey ve lezbiyen yayını olacaktır. Serbest demokratik toplum olma ve serbest pazara geçme yolundaki Beyazrusya'da koşulların ne olduğunu uluslararası topluma belirtmeye gerek yoktur ama, ülkemizde açıkçası çok ciddî insan hakları sorunu var. En büyük ulusal gazeteler, televizyon ve radyo, devletin tekeli altındadır. Komünist ideoloji sahibi milletvekilleri ve yöneticiler güçlü mevkilerine geri döndüler. Birkaç bağımsız yayın kuruluşu ise büyük baskı altındadır. Özellikle bu koşullar altında gey ve lezbiyenler için doğru bilgi alış verişi yapabilmek oldukça güç. Eşcinselliğin bilimsel, toplumsal ve kültürel niteliğini konu alan makaleleri yayınlamayı, bağımsız yayın kuruluşlarının bile reddettiği oluyor. Bir yandan bu oluyor, çünkü onlar suçlanmaya yol açacak yeni sebepler yaratmaktan çekiniyorlar. Diğer yandan Beyazrusya'da demokratik insanlar ve nüfusun büyük çoğunluğu tektipleştiriliyor. Öyle ki bir insanın eşcinselliği veya biseksüelliği, hastalık ve cinsel sapıklık olarak görülmektedir. Novak Bağımsız Laboratuvarı'nın yaptığı bir araştırmaya göre, Beyazrusların %38'i eşcinsellerin katledilmesi gerektiğine inanıyorlar. Eşcinsellerin sorunlarıyla ilgili çalışma yapan öğrenciler ve genç bilim adamları inanılmaz zorluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar. En başta bu alanda elde edilen bilgilere ulaşma zorluğuna sahipler. Minsk'de bulunan Beyazrusya Ulusal Kütüphanesi'nde, eşcinsellikle ilgili sadece sekiz kitap bulunmaktadır. Onlar da eşcinsel ilişkilerin kovuşturulduğu dönemde yazılmış olanlar. Büyük Beyazrusya Ansiklopedisi'nin 1997'deki son baskısında şöyle denir: ''Bu tür cinselliklerin ortaya çıkmasının sebebi, çocuklukta edinilen yanlış cinsel terbiyedir.'' Gey ve lezbiyenler, modern toplumda yerlerini bulmaya ve var olmaya, haklarına sahip çıkmaya dâir şimdiki zamanın gerektirdiği tartışma ortamından yoksunlar. Çoğu eşcinsel, eşcinsel haklarını savunmak gerektiğinin, birbirleriyle yardımlaşmak, toplumun olumsuz tavrını değiştirmek gerektiğinin farkında değiller. Bunun yanısıra Beyazrusya, diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde AIDS'in en yaygın olduğu yer. 1998 Kasım'ında BLL tarafından eşcinsellerle yapılan sosyolojik bir anket gösteriyor ki, korunma ve önlem çok düşük seviyededir. Katılımcıların %55'i oral ve anal ilişkide asla kondom kullanmadıklarını, %38'i ise ara sıra kullandıklarını belirtmiştir. Uyuşturucu kullanan ve fahişelik yapan kadın ve erkeklerin sayısındaki artış, HIV'in bulaşıcılığı meselesini daha tehlikeli kılmaktadır. BEYAZRUSYA'DAKİ CİNSEL AZINLIKLAR GEÇMİŞ Sovyetler Birliği'nin bir parçası iken, Beyazrusya'da da tüm Sovyet Cumhuriyetlerinde geçerli olan kanunlar yürürlükteydi. Eşcinsellik, kanun dışı addedilirdi. Erkekler arası cinsel ilişki her zaman soruşturulurken, kadınlar arası cinsel ilişkide durum tam tersiydi. Homoseksüellik gibi kelimelere veya gey diye bir kelimeye, eski Sovyet yasalarının hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir.


Sovyet yargı sistemi, ''sodomculuk'' terimini kullanmıştır. Beyazrusya'nın önceki Suç Yasasının 119-1 no'lu maddesi açıkça belirtirdi ki, iradeli olarak cinsel temasta bulunan erkekler, beş yıla varan hapis cezasına çarptırılabilirlerdi. 1989'da yaklaşık 50 Beyazrus vatandaşı cinsel eğilimlerinden ötürü silahlı saldırıya uğradı. Eşcinsellerle mücadele etmek üzere KGB'de özel bir birim oluşturuldu. Bunun yanısıra, gizli servisler gey çevresinden bilgi edinmek için şantajı kullandılar. Böylece, her hangi bir gey oluşumu için ya da özellikle cinsel azınlıklara yönelik bir basılı yayın için hiçbir imkân kalmamıştı. Geyler sokaklarda, tuvaletlerde, demiryolu istasyonlarında buluştular ya da kendilerine ait evlerde toplandılar. 1 Mart 1994'de bağımsız Beyazrusya Parlamentosu, eski Suç Yasasının 119-1 no'lu maddesini yürürlükten kaldırdı. Böylece eşcinsellik yasallaştı. 1992 yılında SEX-ANTIAIDS-PLUS adında bir gazete kuruldu. Bu kuruluşa, STOP-AIDS-BELARUS adında bir sivil toplum örgütü yardım sağladı. Gazetenin ikinci baskısında, yayını devlet tarafından durduruldu ve gazeteye karşı dava açıldı. Gazete gey ve lezbiyenleri iletişime çağırıyordu. Dava bu çağrıları kötülüğe teşvik olarak gördü. 1994 yılında bu gazeteye karşı açılan dava düşürüldü. Buna rağmen, gazetenin kurucusu ve baş editörü Ruslan Geniush, olası sorunlardan çekinerek yayıncılık çabasına son verdi. 1992 yılında Randez-vous adında bir dergi gündeme geldi ve çıkmaya başladı. Dergi öncelikle kişisel iletişimlere odaklandı. Böylece psikologlar ve seksologların makalelerine yer verildi. Ayrıca derginin ''Blue Salon'' adlı özel bir köşesinde, cinsel azınlığa mensup okuyucuların mektupları ve ilânları yayınlandı. 1996 yılında Randez-vous adında bir gey diskoteği Minsk'de açıldı ve hâlen de varlığını sürdürmektedir Saldırı tehditleri altında kalan diskoteğin binası dört defa değiştirildi. 1996 yılında Minsk'de bir randevu kulübü kurulduğu bildirildi. Kulüp AIDS'in önlenmesiyle ilgilenen gey ve lezbiyenler tarafından kuruldu. Kurucular hiçbir zaman resmî tanınma talebinde bulunmadılar. Kulüp eylemcileri eylemlerini çok dar bir eşcinsel çevrede bedava kondom dağıtarak sınırlandırdılar. ŞİMDİKİ DURUM Beyazrusya’da eşcinselliğin yasallaşmasından sonraki son dört yıldır, cinsel azınlıkların durumu önemsiz değişimlere uğradı. Başkan Lukashenka ile insan haklarının durumu tümden kötüye gidince, gelişim ve ilerleme ümitleri de zayıfladı. Farklı tahminlere göre 10 milyonu aşkın nüfusa sahip Beyazrusya’da heteroseksüel olmayan 500.000 insan olduğu söylenebilir. Bu konu üzerinde kamuoyu araştırması yapılmadıkça, kesin bir rakam vermek mümkün değil. YASALAR Beyazrusya’da kadınlar arası cinsel ilişkinin yasal görülmesi için gereken yaş sınırı 14 ile 18 arasında değişiyor. Yasal olup olmadığı ise mahkeme bilirkişisinin bir kızın cinsel olgunluk seviyesine göre belirlenir. Erkekler için yasal eşcinsellik yaş sınırı 18 ve üzeridir.

Yasa, eşcinselliğe kesin olarak işaret etmiyor. Ancak Beyazrusya Suç Yasasının 119-1'i horlayarak yada şiddet kullanarak bir erkekle cinsel ilişkiye girmek ve ayrıca reşit olmayan yani 18 yaşın altındaki erkekleri iğfal etmeğe ilişkin durum en az 8 yıl hapis cezasını şart koşuyor. TOPLUM Geçmişte olduğu gibi, toplum içinde homofobi ve hoşgörüsüzlük hâlâ devam ediyor. Cinsel azınlık temsilcileri Beyazrusya’da faaliyet gösteren insan hakları guruplarından korunma talep etmeğe çekiniyorlar. Cinsel eğilimlerinden ötürü suçlanan ve ayrımcılığa uğrayan insanların olduğu bir gerçektir. Son zamanlarda, eskiden Minsk’de yaşayan 19 yaşındaki Roman, A.B.D.’den siyasi sığınma talebinde bulundu. Çünkü Roman’ın anne babası, onu şok terapisiyle tedavi ettirmeye çalışmışlardı. 1998 Mayıs’ında Minsk’de ikamet eden bir devlet memuru önceki eşinin kendisini çalıştığı kurumun yönetimine ‘’o, eşcinseldir’’ diye ihbarda bulunmasıyla mevkisinden olmuştu. 1998 Temmuz’unda da Beyazrusya Devlet Ulusal Televizyon ve Radyo Kurumu yöneticileri, ‘’King’s Hunt’’ ve ‘’It’s All Right, Mamma’’ adlı popüler Tv programlarının yazarlarına yasak getirdi. Bunun nedeni ise yazarların önceden çekilmiş ‘’the Singing Queens’’ adlı şov programıyla paylaşım içinde olmalarıydı. O şov programının karakterleri, gey olduklarını açıklamış kişilerdi. EMNİYET BİRİMLERİ, ORDU, HAPİSHANELER, EĞİTİM Polis ve savcılıklar geylerin şiddet ve hırsızlık karşıtı protestolarına genelde aldırış etmiyorlar. Yeter ki suçlunun cinsel azınlığa mensup biri olduğunu bilsinler! Askerlik için celp dönemi geldiğinde şüpheli erkekler tıbbi tahliller için bir psikiyatra sevk edilmektedir. Orduda erkek erkeğe alışık olunmayan ilişki ve arkadaşlıklar askeri icaplara ve yasalara karşıt olarak görülüyor ve şiddetle cezalandırılıyor. Hapishanelerde ya da ıslah evlerinde eşcinsellik spekülasyon, şantaj ve zorlamaya maruz kalmaktır. Hapis boyunca gey ve lezbiyenler tam anlamıyla korunmasız kalıyorlar. Gardiyanlar sıklıkla eşcinsellere kötü muamele etmeleri için diğer mahkumları cesaretlendiriyorlar; aynı koğuşu paylaştıkları kişiler tarafından eşcinsellerin zorla ırzına geçiliyor. Geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler ve transseksüeller arasında intihar oldukça yüksek bir yüzde ile gerçekleşiyor. Bu insanlar nitelikli psikolojik yardımdan mahrum edilmekteler. Beyazrusya'nın başkenti Minsk'de, sadece üç üniversite müfredatında, Beyaz Rusya Devlet Üniversitesi, Beyaz Rusya Pedagoji Üniversitesi, Avrupa Beşeriyeti Üniversitesi- tam teşekküllü psikoloji çalışmaları yapılmaktadır. Bu psikolojik çalışmalar, cinsel azınlık sorunlarını belirlemekten bile geridir. Ne var ki Beyazrusya Pedagoji Üniversitesi Psikiyatri öğrencileri, mesela, zihinsel sorunlu çocukların psikolojisi üzerine 70 saatlik ders dinleyebiliyorlar. Avrupa Beşeriyeti Üniversitesinde toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan özel bir laboratuar, homofobi ya da cinsel azınlıklar konusunda hiçbir araştırma yürütmemektedir. Tıp öğrencileri cinsel azınlıkları sadece "psikiyatrik açıdan" öğreniyorlar.

KAOS GL 59-60 / 21


*

“Bir varmış, bir yokmuş. Pireler berber, develer tellal iken çok uzaklarda bir ülke varmış. Bir sabah bu ülkenin halkı kurtların ulumalarıyla uyanıp,“silkinip kendine gelirken” % 18’i hariç yine de pek de şaşkınmış. Evdeki hesabı çarşıya uyduramayan“bir kısım” medya aslında ONLAR çok değişti diskuruyla daha önce pislediğini bir de sıvamaya kalkmış. “Tabandan gelen talep ve baskılarını” sürekli bir tehdit olarak gündeme getiren ONLAR aynı nedenle statükonun paylaşılması için de bir tehlike arz etmekteymiş. Aynı sabah “devrim ve aşk” diyerek uyananların hayal kırıklığı herkesden çokmuş. Bir yandan “bu kadar az mıydık?” sorusunun cevabı yalnızlık ve kırgınlıkla daha da iç yakarken, diğer taraftan saygınlaşmış (!), eğitilmiş (!), incelmiş (!) ONLAR’ın yükselişi en çok da onlar için moral bozucuymuş. Sanki bir akşam boz renkli bir kurt herkesin rüyasına girip bugüne kadar olup biten herşeyi unut demiş gibi 18 Nisan ve onu izleyen günlerde bu ülkenin insanları ayranlarıyla meşhur şehirlerine yakın gerçekleşen kamyon kazasını, iç içe girmiş malum üçgenleri, kapısına çarpı işareti konup kimliği hoşa gitmediği için öldürülen insanları, başkentinin bahçesi kana bulanan evlerinde politik görüşleri yüzünden öldürülen yedi genci hemen unutmuşlar. “Armudun sapı, üzümün çöpü” demeden iktidarı en çabuğundan bölüştürmeye koyulmuşlar. Hikayenin burasında hiçbir şeyi unutmayan bir ONLAR, bir de kendilerini herzamankinden daha yalnız ve “az” hisseden onlarmış. Tahmin etmedikleri bu yükselişle şımaran ONLAR, dürüstlük (!) dersi vermeyi de ihmal etmemiş, şanlı(!) geçmişlerini gözlere sokmaktan da hiç geri durmamışlar. Yaprakların yavaş yavaş dökülmeye başladığı bir Eylül gününde yaşamı üçüncü defa köklerinden sallanan bu ülkede ONLAR için gerekli ve yeterli zemin zaten 19 senedir varmış. Son üç yıldır kendi içine dönen ve militan kitlesini yetiştiren ONLAR (-ki ilk kez oy kullanan seçmenlerin %40 ının oylarını da almışlar), kendi sınırlı kitlesini ve parasını kazanıp özerkliğini ilan eden reislerini tek bir “bahçede” toplamışlar. Hemen arkasından kitlelerini çeşitli nedenlerle mağdur duruma düşürenlerin boşalttığı merkeze oturuvermişler. Bir yandan da imaj herşeydir düsturunu ellerinden bırakmayan ONLAR, Siyaset Okullarında okutulan “Beşeri Münasebetler” kitabında da belirtildiği gibi “kolye, rozet ve aksesuarlarda aşırıya kaçmamaya, beyaz ve açık renk çorap giymemeye, tespih ve anahtarlık sallamamaya, soğan ve sarmısak yememeye, toplum içinde kulak, burun ve ağız karıştırmamaya” and içmişler.” …

Olga S. Ankara

Bu yazının amacı Murat Yalçınkaya’nın KAOS GL’nin Haziran sayısında yayınlanan “Kaybolmaya Tahayyülle Direniş” adlı yazısıyla başlattığı tartışmaya eklemlenerek bu tartışmayı farklı zeminlerde sürdürmeye çalışmaktır

KAOS GL 59-60 / 22

Belki de hiçbir zaman yeterince iyi günler yaşamadık ama içinde olduğumuz bu zaman dilimi sanki birçoklarından daha kötü ve zalim görünüyor gözüme. Senelerdir yaşamımızın her anında hissettiğimiz gündelik faşizmle artık daha örgütlü olarak bir kez daha karşı karşıyayız. Kendinden olmayandan nefret eden onu ötekileştirerek yaptıklarını -ya da yapacaklarınımeşrulaştıran faşizm gittikçe “derinleşen” devlet projesiyle yaşamlarımızı tekrar tekrar tehdit ediyor. Palazlanan faşizm iddia ettiği gibi yumuşayıp şekil değiştirmiyor, “ya sev ya terket” sloganı gün geçtikçe “ya sev ya da ben sana yapacağımı bilirim” e dönüşüyor. Makbul kimlik prototiplerinin dışında kalan herkes yani kendini en kaba haliyle kendi varoluşunu “türk-müslüman-heteroseksüel” olmaktan doğru kurmayan herkes bu tehdidin birebir muhatabıdır. Ne olduğu çokça da belli olmayan bir bölünmezliği koruma altına almak için kendini bu üçgenle tanımlamayan ya da bu üçgene çeşitli kenarları yüzünden ait olmayan bir çok kişi çok daha acımasız bir bölünmeyle karşı karşıyadır bu gün. Bugünkü politik iklimde yapılabilecekler bana çok çeşitliymiş gibi gelmiyor. Birinci olasılık “hafıza-i beşer nisyan ile malüldür”diyerek önce yıllar, sonra aylar, haftalar ve en sonunda dakikalar öncesini unutarak iktidarla bir tür symbiosis ilişkisine girişmek. Yani, ben senin istediğinmişim gibi yapacağım ama sen de benim ufak kaçamaklarımı hoşgör deyip kendi yaşamını sözde güvenceye alarak iktidarın haklılığını, yüceliğini ve meşruluğunu senin üzerinden kurmasına izin vermek. Ülker Sokağı, tecavüze uğrayan, dayak yiyen, saçları kazınıp şehir dışına atılan travestileri, cinsel yönelimi yüzünden tartaklanan, tacize ve tecavüze uğrayan lezbiyen ve gayleri, alevi, kürt ya da sosyalist oldukları için dayak yiyen, öldürülenleri, hatta kız arkadaşıyla el ele gezdiği için ahali tarafından linç edilmeye kalkılan genç erkeği…unutmak. İkinci olasılık tüm bu olup bitenlerin farkında olup, kendi “tahayyül ve tahammül” sınırlarımızı

belirlemek. Jean Genet’nin söylediklerini düşünüyorum: “İnsan yalnızca eşcinsel olduğu için devrimci olmaz. Yani, şunu söylemek istiyorum: Farklılıklarını ve özgünlüklerini ileri sürmek isteyen eşcinseller var; bu gereksinim de onları içinde yaşadıkları sistemin keyfiliğini ortaya çıkarmaya itiyor. Ama, göze çarpmamak ve sistemin içinde erimek, böylece sistemi güçlendirmek isteyen eşcinseller de yok değil. Eşcinselliğin, eşcinseli sistemi suçlamaya götürmesi gerektiğini söyleyelim.” Tahayyül ve tahammül sınırlarımızın ne olduğunu belirleyen bu farklılıktır, yani durduğumuz ve tüm bir yaşamı kurguladığımız yer. Eğer “çatlak sesler” çıkarmayı göze alıyorsak genel ve dayatılan ahlağın, kimliğin ve olasılıkların dışına çıkmaya başlamışızdır. Bunu yapmak bize iktidarla kurduğumuz ilişkileri de gözden geçirme fırsatı verecek. Murat Yalçınkaya’nın da bahsettiği üzre cinsel kimliklerimizle ilintili olarak oluşturacağımız yaşam tarzı1 bir tarafıyla sisteme eklemlenmek isteyenlerin yolunda ciddi bir handikap oluştururken, diğer –ve asıl önemli olan- yanıyla da bizlere “tahayyül” gücümüzle inşa edebileceğimiz yeni bir yaşamın ilk tuğlalarını örüyor. Sanırım bahsettiğim yaşam tarzının nereden giyinildiği, neler dinlendiği, nerelerde eğlenildiği gibi Cosmopolitan ve Esquire kılıklı bir sınıflandırma olmadığı malum. Yaşam tarzının kişinin ideolojisiyle yarattığı, kurduğu şekillendirdiği, politik ve ahlaki olarak benimseyip karşı durduklarının tümü, kısacası bir günlük yaşam politikası olduğunu belirtmeliyim önce. Eşcinselliğin barındırdığı özgürleştirici güç, ilişkileri bugüne kadar tanımlanan çerçevelerin dışında kurabilme ve kendilerini kurumsal yapının dışında yeniden örgütleyebilme olasılığıdır. İster istemez kafamızın bir 1 M.Yalçınkaya, eşcinselliğin sunduğu olanakların Foucoult’dan doğru bir okumayla “kurumsallaşmamış” bir ilişkinin kurucu öğesi olabileceğine dikkat çekerken buradan itibaren söylenecek her sözün bir direnme odağı olabileceğini söylüyor. (KAOS GL, Haziran 1999)


köşesinde duran kadınlık ve erkeklik rolleri heteroseksüel ilişkiler için kaçınılması daha zor ama apaçık tuzaklarken, eşcinsel ilişkiler için tersinden okumayla bir yeniden yapılanma şansıdır. (Olası bir yanlış anlamayı önlemek için bu parantezi gerekli görüyorum. Toplumsal cinsiyet rolleri ve heteroseksist yaşam biçimleri, ki içinde aileyi, evliliği, mülkiyet ilişkilerini ve daha bir çok iktidarla olan ilintiyi düzenleyecek değişkeni barındırır, heteroseksüeller için de bir zorunluluk değil. Fakat bir çok zaman dışında kalındığı sanılırken göz göre göre içine düşülen bir durum olduğu için daha tehlikeli) Bu yazı için neden KAOS GL’yi seçtiğimi düşününce yine M. Yalçınkaya’nın yazısını referans olarak alacağım. Çok benzer nedenlerle okumaktan bile vazgeçtiğim dergiye bu yazıyı göndermemin nedenleri aslında okumaktan vazgeçmemle neredeyse aynı. Günden güne iktidarla simbiotik bir ilişkiye girdiğini düşündüğüm kimi eşcinsellerin bir süredir derginin kimi köşelerinde pervasızca at koşturması. Elbetteki 60’lardan bu güne toplumsal hareketlerin bir çoğunun temelinde yer alan “kişisel olan politiktir” sloganını biliyorum. Ama yaşantılanan deneyimin toplumsal olanla gerçekçi bağlar kurmadığı sürece, en azından şu üzerinde konuştuğumuz bağlamda, anlamını çok da koruyabileceğini düşünmüyorum. İster istemez eski dergileri karıştırıyorum, farklı okur mektuplarını: “…eşcinsellikle siyasetin karıştırılmasına tamamen karşıyım…pasif bir eşcinselim…kazma sapı gibi olmuş…search of active Turkish friends…eskiden kocalarımın biri…genç lubunya…aktif erkekler arıyorum…ithal muzu andıran azman aletini…haşmetli maslahatlar…” Liste uzayıp gidiyor. Gözüm klavyenin tuşlarına basan sağ elimin işaret parmağına takılıyor. Üç aydır çıkmayan bir namus lekesi gibi parmağıma sürülen boyaya baktıkça biraz daha yalnız ve yenik hissediyorum kendimi. Ama birileri hala penislerden, göğüslerden, kalçalardan dem vuruyor. Aşk tek başına özgürleştirici olabilir mi diye düşünüyorum. Hayır. Yaşamlarımız birilerinin “politik” inançlarıyla çeliştiği için tehdit altındayken, tek başına “aşki hezeyanlar” nekadar yetersiz kendi sözümüzü söylemeye. Şu günlerde bize düşen en önemli şeyin bir hesaplaşma olduğunu düşünüyorum. Bu güne kadar kendimizle, diğerleriyle, yaşamla, direk ya da tali iktidarı simgeleyen, yaşatan, dayatan herşeyle olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmek. Kendimizi kayırmadan ama haksızlık da yapmadan. Ancak bundan sonra söylediğimiz sözün bizim sözümüz olduğundan emin olabiliriz. Ama tüm bu yüzleşmeden kaçınacaksak, birbirimize söyleyeceğimiz söz ateşli tatil maceraları, partnerin penis boyu, iri yarı inşaat işçileriyle yaşanan ateşli gecelerin hezeyanlı anıları, birbirimize gösterebileceğimiz tek şey çıplak kadın ve erkek fotoğrafları, dahası en ucuzundan pornografiyse yapabileceğimiz tek şey ilk olasılığa dönüp unutmak. Yeniden yeniden. “Ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar” (mı?)

Bu yazıda hayatı kirletmeyi başarabilen tüm insanlara sesleniyorum. Kapitalist üretim ilişkilerinin "iş hiyerarşisi" adı altında işveren lehine yarattığı yaptırımlar; işvereni kişinin 24 saatini satın almış gibi görmesine, onun hayatına ambargo koymasına neden olmaktadır. Bireylerin hem bedenini, hem de beynini tıpkı kan emen vampirler ya da aç kurtlar gibi hiç durmadan ve doymadan sömürüyorlar. Yine aynı kapitalist üretim ilişkileri "toplumsal etik" kandırmacası adı altında, kişilere cinsel tacizde, sömürüde bulunabiliyor. Türkiye'de kadına tecavüz etmenin suçu, o kadının hayat kadını olduğunu ispatlayınca (Madde 438) azaltılabiliyor. Televizyon kanallarında gösterilen her film veya dizide (yerli, yabancı) ya da reklamlarda aile kurumunun yüceliği, kutsallığı gözler önüne seriliyor. Biz ise uzaydan gelmiş yaratıklar, ucubeler olarak gösteriliyoruz topluma, medyanın gözlüğünden. Hani bilmesek aile kurumunun iğrenç ve çıkara dayalı yozlaşmış değerlerini, belki yutturacaklar. İnsanların pek çoğu ortak edinilmiş mülkler, çocuklar ve yaşlılık günlerinde yalnız kalmamak adına evliliklerini sürdürürlerken, aile kurumunu yüceltmek bence komikten de öte, ikiyüzlülük oluyor. Aslında kapitalizm, yaşamın her alanında kıçımıza parmak attığı için çoğu şeyi sorgulamadan yaşamaya kendimizi alıştırıyoruz belki de. Evelyn Reed'in "Kadının Evrimi I ve II" kitaplarında vurgulandığı gibi (Marxist terminolojideki hemen her kitapta olduğu gibi) kapitalizmin ayakta kalışını "aile" kurumuna borçlu olduğu için her yerden üzerimize bu değerler geliyor, pompalanıyor. Varoluşunun en büyük temelini aile kurumundan alan kapitalizmin, eşcinsel ilişkilere prim vermesi elbette beklenemez. Ve kendini Marxolog sanan bazı kesimlerin, eşcinselleri "kapitalizmin artığı" olarak görmesi beni hem şaşırtıyor, hem de üzüyor. Bu çelişkiyi göremiyor olmaları bence, Marxist terminolojiyi iyi özümseyememiş olmaları ve yüzeysel değerlendirmelerle işin kolayına kaçma istekleriyle doğru orantılı. Hepimiz Nisan ayındaki BaharANKARA anket sonuçlarını anımsıyoruzdur umarım. Eşcinselliğimizi açıklama konusundaki çekincelerimiz hepimizin önemle üzerinde durduğu bir soruydu. Coming-out yapmadığımız sürece, düzenle yaşadığımız sorunlar diğer insanlardan farklı değil. Yani kendimizi anlatmazsak, herkes kadar kıçımıza parmak atılıyor. Ama bir de kendimizi anlatırsak, kıçımıza giren parmakların sayısında inanılmaz bir artış oluyor. Herkes (kendisine düzen tarafından parmak atılanlar) sanki bu düzeni biz besliyormuşuz gibi hıncını bizim kıçımıza parmak atarak çıkarmaya çalışıyor, bir bakıma mastürbasyon yapıyor. Eşcinselliğin düzenle uzlaşmayan yanını ve politik bir duruş olduğunu acaba insanlar ne zaman anlayacaklar? İnsanlar kıçlarındaki parmaklara ne zaman dur diyecekler? Egemen güçlere karşı direnmenin tek yolunun, kitle örgütlerinde birlikte mücadele etmek olduğunu ne zaman öğrenecekler? Özellikle Marxist olduğunu iddia edenlere bir çift sözüm var. Yaşam biçimlerimizde, yaşamı algılayışımızda renk-ton farklılıkları olabilir. Ama nihai hedefiniz insan gibi yaşamaksa, yelpazenizi lütfen genişletin ve artık bizim olduğumuzu görün. Bizi görmezden gelerek ya da ithamlarda bulunarak yaşamaya, mücadeleye devam edemezsiniz. Çünkü biz her geçen gün biraz daha büyüyor, güçleniyor ve kendimizi insani değerlerle donatarak güzelleşiyoruz. Çünkü biz sizden farklı olarak eşcinsel insan olmanın zorluklarını yaşıyoruz. Ama bu bizim farklı olmak adına değil, gurur duyarak yaşadığımız bir gerçeklik. Yazımın başında hayatı kirletmeyi başarabilen insanlara seslenmiştim. Bitirirken de diyorum ki, biz eşcinselliğimizle mutluyuz ve bizim kıçımıza parmak batırmaktan artık vazgeçin.

Gülay DERYA / İstanbul

(buyucu9@yahoo.com)

KAOS GL 59-60 / 23



ABD, İLK EŞCİNSEL ELÇİSİNİ ATADI ABD Başkanı Bill Clinton, Kongredeki muhafazakârların adaylığını iki kez bloke ettiği eşcinsel James Hormel'i Lüksemburg Büyükelçiliği'ne atadı. Böylece ilk kez eşcinselliği kamuya malolan bir kişi ABD büyükelçisi oldu. Clinton, atamayı Kongrenin tatilde olduğu bir sırada yaparak Hormel'in Senatoda bir kez daha veto edilmesini engelledi. 'Tatil ataması', ABD başkanlarının nadiren ve yüksek düzeyli atamalar için kullandığı bir yetki. Amerikalı muhafazakâr ve dindar çevreler, bir eşcinselin büyükelçi olması kadar, Clinton'ın atama şeklini de eleştirerek, Başkan'ın özel yetkisini bazı seçmen gruplarını etkilemek için kullandığı iddiasında. (Radikal, 6 Haziran 1999 - Advocate, 4 Haziran 1999) CUMHURİYET Cumhuriyet Gazetesi'nde, 27 Haziran 1999'da "En Önemli Cinsel Organ, Beyin" başlıklı bir çeviri haber yer aldı. Bu haberde "ünlü Fransız beyin uzmanı ve seksolog Serge Stoleru, beyinin insanın en önemi cinsel organı olduğunu belirtiyor." deniliyor. Haberin ara başlıkları ise; "Seks Bağımlılığı", "İktidarsızlık Sorunu", "Oral Seks Üçüncü Sırada", "Erotik Film Seyretmek Testosteronu Arttırıyor" şeklinde. Bu haberden bildik iki paragraf aktarıyoruz: "Seksologlar eşcinselliğin genetik mi, psikolojik mi olduğu konusunda tartışmalarını sürdürüyorlar. Xq28 adı verilen bir eşcinsellik geni keşfedilmiş olmasına rağmen bulguların bilimsel olmadığı iddia ediliyor. Yapılan araştırmalar sonucunda erkeklerin yüzde 4'ü, kadınların ise yüzde 2'sinin eşcinsel olduğu ortaya konuluyor. Ancak uzmanlar gizli eşcinseller ve biseksüellerle birlikte bu oranların yüzde 5 ile 10 arasında seyrettiğine inanıyorlar." "Eşcinselliğe İslam'da yer var" New York'ta geçen hafta gerçekleşen kapalı bir toplantıyla, belki de dünyada ilk kez alternatif kimlik arayışları, İslami örgütlenme çabasıyla birleşti. Eşcinsel kadın ve erkek müslümanlar, islamda eşcinselliğin yerini tartışarak, kendilerine ve kendileri gibi olanlara destek olabilecek bir örgüt kurmaya karar verdi. ABD'de hristiyan ve yahudi eşcinsel grupların varlığına karşın, 'El-Fatiha' isimli bu yeni grup ilk kez İslam ve eşcinsellik ilişkisini irdeliyor. Kendini 'müslüman' olarak tanımlayan ve

dini günlük yaşamda uygulayan 60'a yakın kadın ve erkek, uzun süre internet üzerinden yazıştıktan sonra New York'ta buluştu. Toplantıya konuşmacı olarak katılan Gazala Anwar isimli Colgate Üniversitesinden bir araştırmacı İslamiyet ve eşcinselliğin bağdaştırılabileceğini belirterek, Kur'an'dan ayetlerle bu tezi savundu. Toplantılara katılanların verdiği bilgiye göre, El-Fatiha üyeleri arasında İslamın eşcinsel davranışları teşvik etmediği ve kınadığı fakat bazı insanların eşcinsel duygular içinde olabileceğini ve toplumun diğer bireylerinden farklı yapıda olabileceğini kabul ettiği yolunda bir fikir birliği oluştu. Tartışma gruplarında da, müslüman olup eşcinsel duygular beslemenin zorluğu ve eşcinsellerin müslüman cemaatlerde kimliğini nasıl koruyabileceği tartışıldı. (Aslı Aydıntaşbaş, Radikal, 8 Haziran 1999 - Advocate, 4 Haziran 1999) El-Fatiha ile ilgili bir haberi daha önce KAOS GL'nin 54. sayısında aktarmıştık. Ayrıca bu grubun e-mail adresini iletişim sayfamızda bulabilirsiniz. AIDS'li aile Yargıtay'da. Şanlıurfa Kızılay Kan Merkezi'nden 3 yıl önce verilen AIDS'li kanın sezaryenle doğum sırasında kullanılması sonucu iki ferdi AIDS'e yakalanan Siverekli Işıkgöz ailesi Yargıtay'a başvurdu. Işıkgözlerin avukatı Şehmuz İnal, Şanlıurfa 2. Asliye Ceza ve Asliye Hukuk Mahkemelerinin, Kan Merkezi görevlileri hakkında verdiği beraat kararı ile tazminat davası kararlarını bozmak amacıyla temyiz yoluna gideceklerini söyledi. Avukat İnal, dosyayı Yüksek Sağlık Şurası ile Gülhane Tıp Akademisinin incelediği ve olayla ilgili kişileri ve kurumları yüzde 100 kusurlu bulduğunu hatırlattı. (Radikal, 2 Haziran 1999) Güler Kazmacı ve Eşcinsel Müslümanlar Posta Gazetesi köşe yazarlarından Güler Kazmacı 12 Haziran 1999 tarihli köşesini Radikal'de yer alan Aslı Aydıntaşbaş'ın "Eşcinselliğe İslam'da Yer Var" başlıklı haberinden hareketle "Eşcinsel Müslümanlar" başlıklı bir yazıya ayırmış. Türkiye-Amerika karşılaştırmasından hareketle aslında eşcinsellik açısından olumsuz bir şey yazmayan Güler Kazmacı'nın yazısı yine de laf ola beri gele türünden bir yazıdan öteye gitmiyor. Her şeye rağmen olumlu olan bu yazının sonunda Güler Kazmacı kendisini medyatik ve magazinel zihniyetten kurtaramayarak "… güzel memleketimizde, bir gün birileri çıkıp 'hem

KAOS GL 59-60 / 25


eşcinselim hem de şeriatçı' diyebilir mi sizce" gibi bir soruyla bitiriyor. Konuyu anlamak için sorulabilecek en son soru! Arda Uskan Arda Uskan'ın, 7 Haziran 1999 tarihli Radikal'deki "Özlemin Eskitadı Yok" adlı köşesinden "Çöple Saman" başlıklı bir değinmesinden bir bölümü aktarıyoruz: "Mudanya'daki basın mensupları kendi aralarında geyik muhabbeti yapıyorlarmış. Habere göre en önemli 'fantezileri' ise şu: Apo'nun artık 'gay' olduğunu açıklaması bekleniyormuş. Üstelik cinsiyet değiştirip adını da 'İrina Öcalanova' yapacakmış. Pes doğrusu! Dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu böylesine önemli bir olayın belden aşağı esprilere bağlamak hiç de hoş değil. Basın mensupları kendi aralarında bu 'geyiği' yapmış olabilirler. Ama bunun gazete sayfalarına yansımamsı en azından 'gay'lere ayıp." Ayılana Gazoz, Bayılana Limon! Düşman cephesinde yer alan ve heteroseksizme hizmet eden Haydar Dümen, Sabah Gazetesinin "bayan" okurlarını çok orijinal bilgilere gark ediyor. Aslında Haydar Dümen, tipik bir eşcinsel düşmanlığı yapmıyor ve insaf için eşcinsellik realitesini yadsımıyor. Ama yapacak bir şey yok demeye getiriyor. Oysa Sabah Gazetesinin Bayan Sabah ekini okuyan ebeveynleri dosdoğru, ahlâksal ve bilimsel ikiyüzlülüklere prim vermeden bilgilendirebilirdi. Ve gerçekten eşcinsel çocuğu olan ama bu konuda yeterli bilgisi olmayan annebabalara biraz yardımcı olurdu. Anlaşılan psikolojik, çevresel, biyolojik, genetik derken Haydar Dümen'in de kafası karışmış olmalı. Peki bu durumda "Bayan Sabah" okurlarının kafaları nasıl netleşecek? Önce kafaları karıştırın, sonra çözümün kendinizde olduğunu düşündürün ve nihayetinde psikologlara gelsin yeni para KAOS GRUBU PAZAR kaynakları. Ne de olsa "bu hassas ve ince TOPLANTILARI TATİLE konu"yu ne kadar anlaşılmaz kılarsanız o GİRMİYOR VE YAZIN DA kadar işinize gelir!

DEVAM EDİYOR Haftalık Pazar toplantılarımız devam ediyor. Sakal Sahaf Cafe, Olgunlar Sokak 12/2 Bakanlıklar / ANKARA Her Pazar saat 20.00'de başlayan toplantılarımıza bekliyoruz. KAOS GL 59-60 / 26

YEREL MEDYADAN Çanakkale'den İlhan arkadaş, Çanakkale'de yayınlanan 25 Mayıs 1999 tarihli Çanakkale Haber adlı günlük gazeteden bir kupür iletti. Yazıdan alıntı ile birlikte İlhan arkadaşın yorumunu aktarıyoruz: Çanakkale Haber yazarının Güncel-Politik adlı köşesindeki yazısı "Liderlik ve Kadınlık" başlığını taşıyor ve yazıyı Huysuz Virjin'in bir resmi süslüyor. "ABD Boston Filarmoni Orkestrası Şefi Benjamin Zander, akılları

karıştıracak bir açıklamada bulunmuş. 21. yy.da geleneksel ERKEK özellikleri gösteren liderin değil, daha çok KADIN özellikleri gösteren liderlerin önde olacağını söylemiş. … Ne günler yaşıyoruz. Amerika şaşırtıyor bizi. Kıyamet günleri yaklaşıyor galiba? Tövbe, tövbe. … ABD'li şefin açıklamasını okurken aklıma büyük kentlerde yaşam savaşı veren travestiler geldi. Kimbilir onların arasında bizi yönetecek, çekip çevirecek ne liderler vardı da kıymetini bilemedik. Onları yerlerde sürünürlerken ve polisten kaçarlarken gördüğümde ne yalan söyleyeyim içim parçalanıyordu. Arada kalmış, biraz şaşkın ve neşeli insanlardı onlar. Analara babalara bir tavsiyem var: Sakın ABD'li şefin sözlerine kanıp, erkek çocuklarınıza kız elbisesi falan giydirmeye, ellerindeki tabancaları alıp, bebek tutuşturmaya kalkışmayın. Aman ha! Zaman kötü, kollayın erkeği!" "Size Çanakkale'de çıkan yerel bir gazetede yazılan bu yazıyı aktarmak istedim. Gazetecilik yapıyorum sanan, masa başı yazılarıyla bir şeyler yazdığını sanan, kafasını kuma değil çekmeceye sokmuş, dünyadaki araştırmalardan bihaber bir zat. Bu yazıyı yazan gazeteci herhalde televizyonda seyrettiği travesti-polis koşturmasından başka eşcinsellerden haberi yok. Erkek çocuğun kız çocuğu gibi saçını uzatsan da, kulağına küpe taksan da, etek giydirsen de ruhunda yoksa o eşcinsel olmaz. Bir kız çocuğuna erkek tıraşı yapsan, pantolon giydirsen, ayağına erkek ayakkabısı giydirsen de ruhunda yoksa lezbiyen olmaz. Hâlâ eşcinselliği giyimde kuşamda sanan cahillerle dolu etrafımız." Eşcinsel Katiline Ömür Boyu Hapis Cezası ABD'nin Kaliforniya eyaletinde, AIDS hastalığının yayılmasına engel olmak için 5 eşcinseli öldüren Juan Chavez adlı katil, 5 kez ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Chavez'in (35), birlikte olmak vaadiyle barlarda tanışarak evlerine gittiği eşcinselleri boğarak öldürdükten sonra, kurbanlarının paralarını çaldığı belirtildi. Chavez, savunmasında "Bu sapık adamları, başkalarına AIDS bulaştırmasınlar diye öldürüyordum" dedi. (Gözcü, 23.06.1999) Bu "haber"e aynı günün diğer gazetelerinde (Hürriyet, Radikal, Asabi, Posta, Star, Milliyet…) rastlamadık. Haberde adı geçen katil Juan Chavez ve gerekçesi size de çok tanıdık gelmedi mi? Katilin adı, AIDS, cinayet gibi noktalardan hareketle "haber"i farklı okumak mümkün. Ama biz, bu haber gerçekse eğer, katilin heteroseksüel toplumun riyakârlığına sığınarak "iş"ini gördüğünü ve sonuçta verilen cezaya epeyce şaşırdığını sanıyoruz.


Anneme ilk açıldığımda aşk sarhoşuydum. Bir alt komşumuzun oğlu ile neredeyse aleni bir ilişki yaşıyordum. Adam evliydi. Biz çok mutluyduk. Ailemiz şaşkın bir görmezden gelme ile bizim dostluğumuzu kutsuyordu. Ayaklarım yere basmıyordu. Kolay oldu. Açıkladığımda ağlamayı denediğini hatırlıyorum. Bense izin vermedim. Karşınızdakinin tepkisini yönlendirme şansınız genelde vardır. Bir iki dakika sonra anlattıklarımı dinlemeye başladı. Fırsat versem bir yerine inme inecekti; ama ben ondan özür dilemiyordum; kızarak günah da çıkartmıyordum. Sadece oturup bunu bilsen iyi olur dedim. Arkadaşlarımı seninle tanıştırmak, akşam nerede olduğum konusunda yalan söylememek, evlilik hayalleriyle boşa heveslenmeniz yerine ne umabileceğinizi anlamanız için bu konuda dürüst olmam gerekir diye düşündüğümü söyledim. Amacım sadece dürüst ve olması gerektiği gibi bir aile ilişkisiydi. Çok fazla Christopher Isherwood okuyorsun dedi ve konuyu kapattı. Beş yıl boyunca bu konu neredeyse hiç konuşulmadı. Görmezden gelindi. Sessiz bir olgunlaşma süreci geçirdiği umuduyla üzerine gitmeden hafta sonları arkadaşlarımla hep beraber yemekler yedik. Yürüyüşler yaptık. Konu hiç açılmıyordu. İçten içe acaba hangisi ile yattığımı merak ettiğini biliyordum; ama bu hep onun sorunuydu benim için. Bir gün aklından geçen olası tüm rezillik yada her neyse bana yakıştırmasının doğru olmadığını söylemek zorunda kaldım öfkeyle. Bu onun yada genel toplumun düşüncesiydi. Disipline edilmesi gerekenler bunlardı. Cevap veremedi. Bir çeşit düşman gibi onun karşısında sürekli lehime zaferler kazanmak hoşuma mı gidiyordu? Mecburdum. Sanki yanlış yolda olan oydu ve bu sefer onun tedavi edilmesi gerekiyordu. Ellisine yaklaşan herkes gibi dine yaklaştığını görebiliyordum ve ilahi adalette ibneler için hükümler ağırdı. Bir gün Lut kavminin başına gelenlerden bahsetmek istediğinde orada şuursuzca yapılan seksin iki erkeğin iki kadının ya da kadın erkeğin bir birine duyduğu aşkın karşılığı olmadığını söylediğimde bu açıdan şimdiye kadar hiç düşünmediğini fark edip yine sustu. Her lafına verecek kitap gibi sözlerim vardı ona göre. Tavşanlar gibi çiftleşen heteroseksüellerin dahi sonunda aynı türden manevi boşluğa düşmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledim. Bu Lut'lu eşcinseller için geçerli bir genel kural olamazdı. Doğadaki örneklerden bahsettim. Hayvanlardan dehşet korkmasına rağmen benim zoolog olma

hayallerim içinde yıllardır ister istemez bilgime güvenmek zorunda kaldığı hayvanlar arasında İlker ÜNLÜ eşcinsel davranışların üzerinden biraz geçtik. İstanbul Madem doğanın kendisinde vardı yoksa tanrı hata mı yapmıştı? Cinselliğin yemek ve içmek gibi değiştirilemez bir iç güdü olduğundan yola çıkarsak ahlaksızlık bunun sadece uygulanışı ile ilgili bir bakış açısı olabilirdi. Yine aynı şeyi yapıyordu. Tanrı ve onun kuralları ile açıkladıkları bir yığın olgunun gerçek yüzü inançlarının temellerini sarsıyordu. Kendi kalelerine kendilerini hapsetmişlerdi. Kurtarmak, kaderin cilvesi işte, ibne oğluna mı düşecekti? Benim istediğim "ailede bir çürük domates çıktı ama ne yapalım o yine canımız" ya da "kol kırılır yen içinde kalır" yaklaşımını değiştirmekti. Ben de aşık oluyorum; ben de sokaklarda dayak yeme korkusuyla dolaşıyorum. Herkes bana karşıyken ben hâlâ yüksek sesle kim olduğumu söylemek isterken yokmuşum yada başka biriymişim gibi davranılmasına dayanamıyorum. Bu insanlar kendilerini ne sanmayı öğrenmişlerdi? Asıl düşündükleri "eşcinsel bir evladın ebeveyni olma sıfatını taşıyabilir miyim?" korkusu olmadığı zaman gerçekten neyin peşindeydiler acaba? Neden artık biraz da onlar hesap vermiyor? Dürüstüm. Korkmuyorum. Belki asla sokakta "oğlumla gurur duyuyorum" pankartı ile bana destek vermeyecek; ama belki şekerinin çıkmasına neden olanın ben değil başkalarının eşcinsel oğluna homofobik yaklaşımları olabileceği günler de gelecek. Hâlâ konu açılmıyor. Fatih Ürek hâlâ korkunç onun için (kimin için değil ki?) daha önce örneklerini yaşadığımız gibi sadece beni ve arkadaşlarımı tolere edebiliyor. Evrensel bir söylem beklemek ise ellisinden sonra o güne dek aşağılayıcı bir şey olarak öğretilen böyle bir kavramla tanışan herkes için olduğu gibi çok güç. Herkesin kendisinin en iyisi olmasını beklemekten başka ne çaremiz var?

KAOS GL 59-60 / 27



Ben çok üzgünüm gerçekten, sana uzun zamandır kucak açamadığım için. Ama duygularım bir şekilde sana doğru aktı, bunu biliyorum. Istırapların içinden boynumu kaldırıp bir kaleme merhaba demek gerçekten zordu benim için. Ama şimdi seni unutmadığımı kanıtlıyorum. Bizler, evet biz sevgi mahkumları aşka tutsak, aşkın mapusundan güne merhaba diyerek uyanıyoruz her feleği belli günde. Ama yaşıyoruz her şeye rağmen. Donuk resimlerde buluyoruz kendimizi; kimi zaman hayallerde, kimi zaman da kağıt parçalarında. Hasret ağıtları ile demliyoruz aşkı, aşkın acısını. Dağlara doğru söylediğimiz sevda türküleri besliyor dağlardan akan nehirleri. O sepserin sularda bin sevdalının kör sesiyle yanan derinliği var. Baharla göğü süsleyen kuş seslerinin zincirli, saçaklı gönüllerde verdiği acı nehirlere akıttığımız aşkın gözyaşlarıydı. O vakit gökten yağardı üstümüze sanki al, kurumuş pınarlarına can ver dercesine. Çünkü bilinir ki acı bitmez bizde acı ki ebediyendir kulaklarımıza her dakika, her saniye fısıldanan. Kanatlarımda buldum seni yeniden tam kaybederken. Hep bildiğim bir hediyesin sen. Ama hiç açamadığımsın. Soluğunu çalıyorum senin. Sen duymadan bakışlarını kaçırıyorum kuytularıma. Sen bilmiyorsun, beni anlamıyorsun, yüreğimle sarıyorum benliğini. Yaşayabildiğim kadar yaşıyorum seni, yetmese de, acıların iyisidir bu, iyilerin acısı. Sensizlikten iyidir. Başkalarındansa, benimlesin. Gün gelip paylaşacağım o zamana dek benimsin, benim olduğun kadar... Bahar yapraklarına gözlerin deymiş yarim. Bir kuş misali yalnız uçarken gördüğüm benim. Ah, soğuk nehirlerin yüzü var sende. İkide bir değişen ateşler var sende. Ellerinden sıcak sıcak sevgim akar, yüzüne karışır gider. Kör kalbimden utanmaz benliğim savaşır sana doğru delice. Yakışmazdı kana kana ayrılıklara boğulmak senle. Kirpiklerin yaramı dağlayan korlu oklardı. Baharın yedi renginde artık gözlerin yok. O ılık meltemlerle beni seven özün yok. Cehennem çöllerinde büyüttüğüm aşkın can suyu yok. Var olan her şey aramıza dağlar girmedendi. Gömülmedendi ben o yokluğa, her şey, hayat o zaman vardı bende. Yeni ayrılıklara karışalı, bir kırmızı gül kök saldı damarlarıma. Gönlümden gözlerime, gözlerimden toprağa ateşler parladı. Senin hayatındaki çiçeklerin varlığı hatıraları sızlattı. Benden tükenen aşkı pençe pençe kopardı. Dağıldık artık gökyüzünün, dağların, ovaların ardına dağıldık.

Kalmadı artık ne o yeşil gözlerinde bir damla, ne de Cupido CARNA aşkınla yeşermeler. Ankara Hüznün dudaklarını bir bir öptüm bu gece. Gözyaşlarım ıslattı onun yanan gözlerini. Binbir ışık yakardım bilseydim karanlığı boğmayı. Günsüz gecelerin tutsağı olmuşuz, bir yaşam kadar kısa, bir an kadar uzun o rüyadan uyanmadık. Hüznün dudaklarını bir bir öptüm bu gece. Yaşanmamışlar için yaşamayı göze aldım. Buruk bir özlem bizimkisi. Şimdi dağlar bir ateş misali titrek. Gönülse tarumar. Savaşmayı öğrendim bu gece, dalgalarla boğuşmayı. Hüznün dudaklarını bir bir öptüm bu gece. Bir mum yanıyor içimde mutluluğa doğru. Duvar oldum ihanete karşı Aşılmıyor bu kadar yol. Koca kayalar bir ateş misali titrek, nefretin karşısında. Bu beden aşk yorgunu. Yanmayan alevlere küskünüm, yağmayan karlara da. Kırmızıydı, beyazdı bir gün olan...Tükenince görmek karanlığı, deli bir siyah sanıp yıkamak, geriye kalan hiçlik için konuşmaya kalkmak ne kadar acı olsa da yürümeye devam etmek yine de acımasızca ağlamak çünkü yalnızlıktan korkmak, yaşamak için savaşmak, bilinmezlere göğüs germek, hayat kırıntılarıyla hayata tutunmak... Ağaçlara kadar asi olabilmek... Tükenmeden kelimeler, son kelimeyi söyleyebilmek... İşte bu... Kar yangınları hayal oldu Gönlüm bir garip hüzün buldu Aşktan incinmekten korktum Kana kana sevilmemekten En tatlı rüyalarımın kabusu Kar yangınları hayal oldu Yaşayamadan çocukluğumu Kaçaraktan gençliğimden Bulamadım mutluluğumu Hep hüzün kolladı canımı Kar yangınları hayal oldu. Haikularınla geldin çöktün içime Kimse bilmedi sol yanımı Yedi pencere açtın bana Orada yıldızlar ışıksız kaldı. Birinde kırmızıyı gördüm Gözler biraz sisli Birinde mavi Gönül sessiz İlk önce sadece gözler vardı hatırladığım Yollar düğümlü Sonra sözler Orası hep ışıksız kaldı Ve şimdi uyumam lazım Hep hüzün kolladı canımı Daha beni iyi edemedin sevgilim En tatlı rüyalarımın kabusu Daha zaman gelmedi. Kar yangınları hayal oldu.

KAOS GL 59-60 / 29


SELÇUK "Bir erkeğin bir erkeğe duyduğu aşk, suçtur. Ankara Bir erkeğin bir erkeğe tecavüz etmesi daha büyük

Kent ve Tuz Gore Vidal Türkçesi: Fatih Özgüven 1. Baskı: Aralık 1998 Roman Altıkırkbeş Yayın

KAOS GL 59-60 / 30

bir suçtur." Şeklinde provakatif bir cümle koymuş Altıkırkbeş şu anda bahsettiğim kitabın arka kapağına. İlk okuduğumda önce hoşuma gitti sonrasındaysa bunun önce göründüğü gibi pek de "pro-gay" olmadığını düşündüm. Romanı tanıtıp, düşündüklerimi anlatmaya çalışmaya başlamadan önce bu yazının yalnızca kitap tanıtımıyla yetinmeyip, kitaptan hareketle eşcinselliğin algılanışına dair ufkumuzu genişletecek sorular sordurtmasını diliyorum. Aslında uzun zamandır dergiye çeviri veren birisi olarak, doğrudan konuşmaya başlamaktan biraz çekindiğim için, kitap anlatımı bana iyi bir seçenek gibi göründü. Altıkırkbeş nasıl bir yayınevidir, kimler vardır, editörleri nasıl insanlardır bilmeyen birisi olarak, yukarıdaki cümlelerin aslında yazarının ya da bu cümleleri alıp oraya koyanın da, yazılanların anlamına çok vakıf olduğunu sanmıyorum. İki erkek arasındaki aşkla bir erkeğin bir erkeğe tecavüzünü nasıl olsa her ikisi de toplumdışı bir noktada yer alıyorlar diye düşünerek, sanki aralarında sadece bir derece farkı varmış gibi yansıtmanın heteroseksüellerin eşcinsellere bakışındaki baştan sakat bir anlayışın bir örneği olduğu kanısındayım. Farklı olanı ötekileştirip, karikatürize etmek ve keskin çizgilerle sınırlanmış kişiliklere, biçimlenişlere hapsetmek tahakkümcü toplumun en bariz bir niteliğidir. Bunun ayırdına varmak bir eşcinsel için çok daha olanaklıdır. Çünkü başka pek az tahakküm ilişkisi heteroseksist yapının eşcinseller üzerinde kurduğundaki gibi zengin olanaklara sahiptir. Bir eşcinsel erkeğin kişiliği, biçimlenme sürecinde o kadar fazla stereotipe, kalıba ve baskıcı geleneğe çarpar ki, kendine gelip özgün yani kişinin "kendi" olabileceği bir yol tutturması olağanüstü çaba gerektirir. Eşcinsel olduğunuzu söylediğiniz ya da açık ettiğinizde kendinizi kurulu kalıplara hapsolmuş hissedersiniz ve hem heteroseksüeller hem de eşcinsel alt kültürünün tecrübeli ablaları sizden klişeleşmiş eşcinsel davranışları sergilemenizi beklerler. Siz farklı bir eşcinsel olarak karşılarına çıktığınızda kafaları karışır. Beyinleriyle araları pek iyi olmayanlar sırtlarını dönüp bildiklerini okumaya devam ederler çünkü sizdeki devrimci potansiyel onları rahatsız etmekte ve kurulu bir şeylere tehdit hissetmektedirler. Kurulu olana ise ondan kopamayacak kadar adapte

olmuşlardır ve kimsenin keyiflerini kaçırmasını hoş görmezler. Bu durumu bir erkek eşcinselden beklendiği gibi kadınsı tavırlar sergilemeyen gayler daha iyi bilirler. Kaos toplantılarının birinde sohbet ettiğim yeni gelmiş bir gay bana yatakta sadece aktif olabildiğini söylemiş ve insanların ona "sen eşcinsel değilsin" dediklerini anlatıp bana ben eşcinsel değil miyim diye sormuştu. Eşcinselliği göt vermek ve kadınlara öykünmekle özdeşleştiren bir anlayış bu arkadaşın ben eşcinselim demesine inanamaz ve bu iğrenç yanılsamayı en çokta aslında heteroseksist düşünceyle nasıl da kesiştiğinin farkında ya da umrunda olmayan değişime kapalı, kabuk bağlamış eşcinsel alt kültürü besler. Neyse bu girişi çok uzatmadan ve de sizi sıkmadan kitaptan bahsetmeye başlayayım. Roman genç, taşralı bir gay'in cinselliğini keşfedişinin öyküsünü anlatıyor. Bana bazı bakımlardan ve belkide aynı dönemde geçtiği için Salinger'in Gönülçelen'ini anımsattı. Bir hayli akıcı yazılmış ve kasmadan rahat okunan bir yapısı var. Zaman ikinci dünya savaşı ve yer de ABD'nin bir güney eyaleti. Kahramanımız ise uzun boylu, atletik vücutlu, sarışın, mavi gözlü ve "straight-acting" (hetero görünümlü) bir Amerikalı bebe. Yani Filipinlerden Peru'ya, Litvanya'dan Zimbabve'ye arzu dolu gay'lerin hayalini kurdukları (porno dergi ve filmleri sayesinde) bir tip. Çok yakışıklı olduğu, kadınsı davranmadığı ve en önemlisi hetero olduğunu iddia ettiği için has erkeğe aç gay gece aleminde el üstünde tutulan bu delikanlı oturduğu kasabada en yakın arkadaşı olan başka bir çocuğa sırılsıklam aşıktır. Kendisiyle bu en yakın arkadaşı arasında geçen sıcak sıcağa bir hafta sonunun ardından, liseden mezun olup denizlere açılan sevdiğinin ardından o da denizlere oradan da gay gecelere dalacak ve orada gördüğü insanlarla kendisi ve büyük aşkı Bob arasında bir benzerlik göremeyecek ve bu yüzden gay duygularını kabul etmesi çok uzun sürecek. Nasıl bir ikiyüzlülüktür ki bir türlü anlamam, yattığı herifler bile bu oğlana "yavrum bana bak boşuna benden saklama, benden kaçmaz sen gay'sin" demez. Hatta birlikte olduğu sinema yıldızı bir gizli gay "Aa, hiç tahmin etmezdim seni becerebileceğimi, halbuki ne kadar da erkek görünüyorsun" benzeri bir laf eder. Allahım bu aşağılık ruh hali dünyanın her yerinde mi böyle egemendir diye düşünürken, aslında bir şeylerin yavaş yavaş değişmekte olduğunu görüp az da olsa rahat nefes aldım. Yani hepten karamsar olup vazgeçmeye de gerek yok. 1940'ların Amerika'sı


bize savaşa gitmek üzere ailelerinden ayrılan genç erkeklerin büyük kentlerde konaklayıp, şehrin özgürleştirici havasını teneffüs ettikleri ve "aykırı"cinselliklerini paylaşabilecekleri kendileri gibi olan erkeklerle tanıştıkları bir zamandır. Her şeyden önemlisi ne kadar kırıtırsam o kadar manti bulurum diyen ablalar yavaş da olsa sahneyi birbirine benzeyen "bu muhabbetin keyfi altlı üstlü çıkar" diyen genç bahriyelilere, karacılara ve havacılara bırakmaktadır. Partilerde köşe bucakta da olsa gay akademisyenler buluşup fikir teatisinde bulunmaktadırlar. İşin çivisi o kadar çıkmıştır ki, heterolar her tarafın ibne kaynamasından şikayet etmekte ve daha da kötüsü bu ibnelerin erkeğe bu kadar benzemelerinden alınmakta ve kendi normallik kalelerinde o kadar rahat hissetmemektedirler artık. Parolaları "zaman kötü kolla götü" olmuştur. Kıssadan hisse bir gün iş yerinde bilgisayar önünde çalışırken o anda elinde iş olmayan hetero kadın bir mesai arkadaşım gelip ani bir hareket yapıp beni "hii..." diyerekten zıplattı ve sonrada gülerek aynı hareketi yanımda çalışan hetero bir oğlana yaptı ve oğlanda bana yapılanı gördüğü ya da fazla tepki göstermeyen birisi olduğu için öyle hii filan demedi. Ve ardından bu "gay-dostu" mesai arkadaşım etrafındakilere bakınıp "aradaki farkı görüyor musunuz? Nasıl da belli değil mi?" diyerek benim çürüklüğümü yanımdaki hetero oğlanın da normalliğini test edip onaylamış oldu. Sinirimden deliye dönüp intikam planları kurarken, dünyada ne kadar hetero var hepsinin; eşcinsellerin zayıf, yumuşak ve bozuk erkekler olduğu ideolojisini var güçleriyle vatan hizmeti yaparcasına yayan ibnelerin ve en çok da beni sıkıştıran bu kapana direnemediğim için kendimin ağzına sıçmak istedim. Bu erkeklik ve eşcinsellik meselesi kafamı o kadar kurcalıyorki kitap hakkında mutlaka okuyun ve okutturun demenin dışında bir şey söyleyemeyeceğim. Yazımı romandan bir alıntıyla bitirip gelecek ay bir başka gay kitapta buluşmak üzere hoşçakalın diyorum. "Ama artık emin değilim. Tabii her zaman aslında homoseksüel olup da nadiren cinsel ilişkide bulunan normal görünüşlü erkekler olmuştur. Öte yandan ötekiler (Tötonik dediklerin) çok görünür değillerdi, onların ne olduğunu pek bilmezdik, çoğunlukla vücutlarını sattıklarını sanırdık, örnekse aslında düzülmekten hoşlanan ama gerçekte ilgilendiği şeyin kadınlar ve para olduğunu öne süren kamyon şoförü gibi. Ama bence savaş büyük bir değişikliğe yol açtı. Öz kısıtlamalar aşıldı. Türlü türlü genç erkekler türlü türlü şeyler deniyorlar, evlerinden ve tanıdık tabulardan uzakta oldukları için."

Latifeli Yazılar - Aşk Bir Şiddet Eylemidir Yusuf Eradam 1. Basım Mayıs 1999 anı-günlükdeneme e yayınları "Yusuf… Eline sağlık. Tarafsız ve içten yaklaşımın çok hoş. Galiba gerçek aşk da bu… Hem tutkun, hem uzakta, hem çok yakında…" Buket Uzuner

"onların arasında kal ama onlardan olma." İki aylık dergi UÇ'un 3. sayısı çıktı. Tel & Fax: 0.212.246 38 55 e-mail: karamesut@hotmail.com Valikonağı Caddesi, Hacıemin Efendi Sokak, No:37/1 Nişantaşı İSTANBUL

15 günlük haber-yorum gazetesi efendisizler'in, 1 Haziran tarihli 8. sayısı "uyuşturucuya hayır, isyana evet" kapak-dosyasıyla çıktı. Bu sayıdan bazı yazılar "Madde Bağımlılığına Karşı İnisiyatif", "Bağımlılık Yapıcı Maddeler", "Kenevir Değil, Devletler Suçlu!", "Eroin'den Hayata Yolculuk-Serkan Özkan ile Söyleşi", "Anadolu'da Tarihten Bugüne Uyuşturucu Altkültürü", "Bar-Birahane Değil, Meyhane!" başlıklarını taşıyor.

Kitapçılarda ve bayilerde bulabileceğiniz efendisizler gazetesinin özellikle bu sayısını bütün okurlarımızın edinmelerini öneriyoruz. Taksim Kuyu Sokak, No:13/2 Beyoğlu İSTANBUL Tel: 0.212.243 24 93 Fax: 0.212.243 27 16 e-mail: efendisizler@yahoo.com

KAOS GL 59-60 / 31


ŞENER İstanbul

"Büyürken örtündüğümüz, örtmek zorunda kaldığımız çocukluğun, çocuksuluğun saf izlerini taşır içinde, hayal ile gerçek arasında salındığımız mekanlarımız!"(1)

İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarından birinin, barınma ihtiyacının, vazgeçilmez kıldığı olgulardan en önemlisidir mekanlar. Evsiz, okulsuz, hastahanesiz kısacası binasız bir hayat düşünülemez. 2000 yılına çeyrek kala mekanların gelişimi hakkında, ilkçağlardan günümüze değin bir süreçte inceleme yapılması hemen hemen imkansız gibidir. O kadar hayatımızdan bir parçadaki ki mekanlar, psikolojimizi, kişiliğimizi, cinselliğimizi kısacası bizi biz yapan hemen herşeyi etkilemiş, kanıksamayacak denli derinliği, ağırlığı kazıtmıştır kişisel tarihimize Belki de ruhumuzun da mekanı bedenimizdir. Zira, Onu da tıpkı yaşadığımız mekanı süsler gibi, dekore eder gibi giydiriyor değişiklikler yapıyor, temizliyor, bakımını yapıyoruz. Gerçi O, kimi zamanlarda ihanet edebiliyor bize beklenmeyen konuklar ağırlayarak (mikroplar, hastalıklar). Ama konumuz bu değil... Eşcinsellerin mekan kavramı, mekan anlayışı... Bu denemeyi Cogita adlı derginin kent ve kültürü isimli 96-8. sayısıyla karşılaştığım için yazıyorum. Küçük İskender'in de bir yazısı var dergide ve eşcinsellik ve mekanları üzerine kaleme almış kendine ayrılan bölümde. Eşcinselliğin tam anlamıyla medya popart, postmodern anlayış itibariyle popülerlik kazanmaya başlaması, sektörün tükettiği tüm konularının dışında kalmayı başarabilmiş olması, yeri keşfedilen bir olgu olarak MALZEME olarak görülmesi ve bundan bir şekilde rant! sağlanabilir olması gibi konular dahilinde tam bir sömürü saldırısına uğramaya başlaması beni bu konularla birlikte düşünmeye itti. Ve düşündüklerimi paylaşmak istedim... "Eşcinsellik ve kenti kullanım mekanizması, aslında eşcinselin kimliği, bu kimliğin dışavurumu ile doğrudan bağlantılı."(2)

1. 2. 3.

Enis Batur, Kediler Krallara Bakabilir Küçük İskender, Cogito 1996 Kent ve Kültür Nazım Hikmet Ran, Bir şiirinden...

KAOS GL 59-60 / 32

Kuşkusuz, metropoliten şehirlerde birbirinden bağımsız kitleleri biraraya toplayıp ortak bir mekanda elbet bu birliktelikten "ticari" bir rant sağlamayı akıl edebilmiş kişiler bar sahipleri. Bu, sadece eşcinsellere özgü değil elbet. Bir çok sorun yaşanan ülkemizde ki insanların akdenizli kanının eğlenceye düşkünlüğü bar, meyhane, disco vs gibi alanların en temel beslenme kaynakları olmasıyla muteber. Yine de biraz biraz farklılık gösteriyor gay barlar. Örneğin aynı kalitede olan diğer barlardan daha pahalıdır içkileri. Sıkışık, alabildiğine kalabalık olan duman altı olmuş dar mekan, müşterilerine gereken ilgi ve özeni gösterme konusunda pek dikkatli değildir. Gidilecek pek fazla alternatifleri yoktur eşcinseller, malum, toplumca dışlanmış, tecrid edilmişlerdir ya... Peki hepsi böyle mi? Elbette ki, hayır! Tanrıya şükürler olsun ki! Peki, hangi mekanlar, hangi amaçla tıka basa doluyor? Bu cevaplaması hiçte zor olmayan

sorulardan biri.. Elbette ki eğlenmek, deşarj olmak, yaşanılagelinen stresten sıyrılmak ve partner bulmak için. Cinselliğini heteroseksist egemen bir toplumda yaşayabilmenin zorluğunu bilen eşcinseller, kimliklerinin aleni olarak açık olduğu bu tür mekanlarda daha rahat iletişim kurabiliyor daha rahat cinselliklerini paylaşacakları eşler edinebiliyorlar. Ancak, cinsel açlık bazen had safhalara dayandığı için bundan, bu doğal ihtiyaçtan rant sağlamak isteyenlere de gün doğmuyor değil. Örneğin güvendiği organıyla, kendini bulunmaz hint kumaşı zanneden aygır edasıyla tur atan mantiler, jigololuk adı altında orospuluk yapıyorlar. İşin kötü yanı gaylerin cinsel tatminsizliğinden, onların zengin olduklarından, sadece amaçlanan büyük iri penisten başkaca hiçbir arayışları olmadığından o kadar eminler ki, iki kişi arasında belki de en özel olması gereken seks olgusunu iyice ucuzlatıp, saygısızlık raddesine bile götürebiliyorlar olayı. Açık açık pazarlık yapanları, küfür edenleri, aşağılayanları vs. vs. çıkabiliyor. Ve elbet, hiç istenmeyen olayları doğuruyor böyleleriyle yaşanılan birliktelikler. Gasp, soygun, şiddet ve belki de cinayet. Beni bu noktada en çok üzen şey ise gaylerin bu hayvanlarla "herşeye rağmen" deyip birlikte olabilmeleri. 1 gecelik bile olsa partneriyle en azından konuşup onu tanımalı ve salt seksi cazibesi ile değil biraz da kişiliğiyle ilgilenmeleri gerektiğine inanıyordum. Hamamlar sonra... Daha az tehlikeli. Soygun, şiddet için fırsat verilmeyen mekanlardır hamamlar. Yalnız değildir çünkü eşcinsel. Ve sinemalar tabi orada da bu tür sorunlarla karşılaşılması olası değildir pek... Ancak, özellikle cadde, sokak, parklar vs gibi alanlar tehlikeyi içlerinde barındırırlar. Partner, kendisini haklı çıkaracak bir toplumu ardına almış olduğunun güvenini taşıyabilir. Ne yaparsa yapsın, bir eşcinsele, bir sapığa yapıyordur ve toplum bu tür sapıkları cezalandırmaya her an hazırdır ona göre. Aman dikkat!... Yine de Her AŞK KENDİNE AİT BİR MEKAN İSTER! Biliyorum bunu. Bu açıdan herkese öncelikle gidecekleri mekanlar konusunda biraz bilgi edinmeleri gerektiğini, her önlerine çıkan kişiyi en azından birazcıkta tanımaya çalışmalarını, çok çabuk güvenmemelerini, barlarda, caddelerde vs. birine yapılan haksızlığa, bir gün kendi başına da gelebileceğini düşünerek tepki göstermesini, belli haksızlıkları arkadaşlarına ve çevrelerine anlatıp onları uyarmalarını, önlem olabileceği ve kötü olaylarla karşılaşma yoğunluğunu en azından bir parça azaltabileceğini düşünerek tavsiye ediyorum. Bizler birbirimize destek olmayacaksak, nasıl sona erer acılar?... Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?(3)


SPARTAKÜS ÖLÜYOR BURSALI ARKADAŞLAR!... Evet uzun çabalar sonucu çıkan ama hep çeşitli engellerle karşılaştığımız mücadelemizde sesimiz yavaş yavaş kısılıyor. Çünkü hep olduğu gibi ne yazık ki insanlar çok konuşup bir şeyler üretmiyorlar. Nitekim kısıtlı imkanlarla 2-3 arkadaşın çabalarıyla uğraştığımız daha doğrusu ürettiğimiz dergimiz uzun zamandır sekteye uğruyor. Aslında hiç zamanında çıkmadı o ayrı. Ama insan içinde olmadıkça sorunları anlayamıyor. Emeklemeye çalışıyoruz ama hep önümüze engeller konuluyor. Bunu diğer örgütlenmeye çalışan arkadaşlarda yaşadı mutlaka. Genelde insanlar olumsuzlukları pek anlatmazlar ama tecrübeler paylaşılmalı diye düşünüyorum. Dergi için çok fazla çaba gösteren arkadaşım Ali Şan da zannedersem yoruldu. Sonuçta onun yaşamında yapması gereken başka işlerde var her insan gibi. Bursa'da aslında çoğu insanın düşündüğü kadar olmasa da yığınla İBNE var. Dikkat ederseniz özellikle bu terimi kullandım. Çünkü bu arkadaşlar sadece yiyip içip sikişip... başka bir bok yapmayan insancıklar. Artık insanlarla uğraşmaktan yıldım. Üniversitede okuyan doğru düzgün bir işte çalışan sözde kültürlü eşcinsel arkadaşlar nerde diye düşünürüm hep. NE yazık ki hiç olarak kalmayı sindirilmeyi seçmişler onlar. Onlara birşeyler anlatamamak yanında görememek ne kadar iğrenç anlayamıyorum. Neden bu kadar boşuz. Cafelerde, parklarda, sinemalarda, barlarda... geçireceğimiz birkaç saatten birazını haklarımızı aramak için ayırmıyoruz. Neden bu kadar pasifiz anlayamıyorum, herhalde yataklardan geçen bir alışkanlık olsa gerek. Dolunay / Ankara Nasılda boynu bükük duruyorsun, geceyi bölen sokaklar başının altında. Çektiğin acının hepsi boynuma asılıyor, diğer ağırlıkların yanına. Yıllardır beklediğim an, zamansızca çıkmış olabilir miydi karşımıza? Olanların arkasından ne söylene bilir ki? Yavaşça fısıldadığım doğrularıma kırılıyorsun yalancı hayatta... Yüzünün hüznünü saydamlaştıran parlak damlalar süzülürken, ağlayan göğün doldurduğu sokaklara, bin defa parçalanıyorum.

Bahar şenliği oldu ama SPARTAKÜS'ten kimse yoktu orda (bende kişisel bir nedenle orda olamadım çok istememe rağmen) bildiğim kadarıyla. Oysa bundan haberi olan en az 10 arkadaş vardı. Ama KAOS GL deki arkadaşlar bir yerlere geldiyse mücadelelerinin sonucunda bunu başardılar. Onlar alkışı hakediyorlar fazlasıyla. Ama sadece alkışlamak yetmiyor yapılan mücadelede yer almayı öğrenmek gerekiyor. Umarım bunu eşcinsel olan arkadaşlarımız başarabilirler. Hoş Bursa'dan kaç arkadaş bu dergiyi okuyor bilmiyorum ama 1 2 arkadaşta olsa okuyordur eminim. Onlardan istediğim tek şey birlik olalım SPARTAKÜS'ü yaşatalım. Eşcinseller olarak hak ve özgürlüklerimizi arayalım. Kimse bize özgürlüğümüzü oturduğumuz yerden vermeyecek. polis korkusuyla yaşayıp, kimlikleriniz delinsin, takıldığınız yerler her gece ahlâk polisince basılsın istiyorsanız, ailenizden ayrı orda burda onun bunun koynunda 5-10 milyona vücutlarınız satıp otel köşelerinde sürtmek, ya da ailem öğrenmesin diye kendinizi esir gibi yaşatmak istiyorsanız, saldırılara maruz kalmak istiyorsanız o başka. Yan gelip yatmaya devam edin o zaman BURSA'daki arkadaşlar eğer birşeyler yapmak istiyorsanız benle iletişime geçin istiyorum. Birbirimiz için var olmayı öğrenmeliyiz farklı zevk, düşünce, yaşam tarzlarına sahip olsak da bir noktada buluşabiliriz. Kendinizce kalın ama ısırmayı da öğrenin artık... BARIŞ EVREN 0.542.734 79 90 - 0.532.557 70 51 BarisEvren@hotmail.com

Uzatamadığım ellerim biliyor, reddedilme korkularının gerçek beni nasıl engellediğini, sen bilemiyorsun. Söylenmişliğine inanmasan da, kızın seni seviyor Anne! ve sırf başkasının kızına aşık diye yıkılmana kırılıyor. Kendine hesap soran o gözlerinin karşısında kelimeler boğazıma sıkışırken ve doğrularını aramanın nafileliğinde bölündüğüm her parçayı hissettim yüreğimde. Sana ne diyebilirim Anne? İçindeki sevgi endişeleriyle harcadığın masum çabaların sana doğrularımı getirdi.

Ben hissettiklerimin gerçekliğindeyim, sense acılarında... Bir adımlık hayatımın uzun zamanından beri farkında olduklarıma endişeleniyorsun. Ve gelip geçici diyorsun duygularıma. Kim bana kimi seveceğimi öğretebilir ki? İnanmak istediklerini bir kenara bırak Anne! Ne olur bak gözlerime? Zannettiğin gibi seçilecek en kolay yol değil bu. Dikenlerin çevirdiği, kaçışı olmayan uzun bir yol. Patikalara kaçsam da geri dönemem. Çünkü yürüyen ben gerçek bana varmaya çabalıyor.

Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 59-60 / 33


Çevremizi kuşatanlara neden bu kadar yakınsın Anne? Neden bana değil de onlara? Hiçbir şeyini söndürüp almam senden... Kalbimden dilime varan tek dilek Ne'olur yanımda kal. Kızın yalnızlığa dayanabilir ama Annesinin uzak gözlerine asla... Sessizce, kaldırıp başını olanları hak etmek için ne yaptığını soruyorsun Tanrıya. Gerçeklerini kendi bulmuş bir kıza sahip olmak bir bedel değil Anne! Şimdi farkında olmadığın ve belki de uzunca bir süre olamayacağın güzellikleri barındırıyor benim sevgim. Ne senin kalbini ne de inandıklarımı savuşturmayı istiyorum. Sevgilerimin altında ezeceksin kalbini... Burnumun dikine giderken -sen hep öyle dersin- arkama bakmadığımı sanma. Korkularımla kaçtığım tek kucak seninkiydi ve kaçamak bakışlarla izlediğim. Geldim, gördüm ve yendim hayatı. Ne olur paylaşın benimle zaferimin sarhoş eden tadını?...

İzmir

KAOS GL 59-60 / 34

Yanımda ol! Veremeyeceğim hesabım yok. İnanarak yaşadım çünkü her şeyi. Ağırlıklarını kaldıramadıklarına tercih ediyorsun ölmüş olmayı. Bu günü yaşamamalıydım derken, öldürüyorsun beni. Sancılarla açtığım geçmiş günlere döndürme beni. "Acaba?..."lar çoktan silindi beynimin içinden. Hiçte korkusuzca bakamıyorum dünyaya. Beni bekleyenleri toz pembelikten uzak az çok görebiliyorum. Ama yaşananlardan da hep bir şeyler öğreniyorum. Üzerine yürüdüğüm korkular bir gün benden korkacak, inandığım savaşımın karşılıkları o zaman geçecek elime O güne kadar karşıma çıkacak zorluklara senin yokluğunda eklenmesin Anne! Kandan kandan başka şeyler bağlıyor olsun seni bana. Becerilerim ve eksikliklerimle nasıl "kızım" dediysen bana şimdi de aynı sevgiyle bak gözlerime. Çünkü değiştirmiyor beni hemcins aşkım. Kadınlara aşkımla da senin kızınım, çıkarsız çocuksu oyunlarımlada. Bir yandan büyürken bir yandan çocuk kaldım. Küçüklüğümün korumasızlığında beni kötüden koruyan ellerin, şimdi nerelerde anne? Neden bir anda siyahlara büründü her güzel? Yalanlarımı mı tercih ederdin, doğrularımın yerine? Dürüstlüğü öğütledin ve hesap sordun. Söyleyiverince yıkıldın kaldın altında. İstediğin doğru, istemediğin yalan yer değiştiriverdi birden. Ortadakilerde yarattıklarının çelişkisinde kaldın. Suçlu aramamalı Anne! Çünkü ne ben ne sen ortak değiliz hiçbir suça.

Olanlar günahlarımıza bedel değil. Ne olur bak bana Anne! Ellerine al. Her ne kadar yalnızlıklara ve hayata karşı koyacak kadar güçlü olsam da, gözlerinin uzaklığı ağır gelir ruhuma! Paşa / Bursa EŞCİNSEL DENEYİMİN VARLIĞI VE ANLAMI Dünyayı zenginleştirme yetisi doğal olarak olağan dışıdır. Eşcinsellikte doğal olarak bir olağandışılıktır. Bu iki özelliğin bazı kadın ve erkeklerin hayatında buluşması şaşırtıcı değildir. Cesaret de, belki insanların bir çoğu için cesaret gerektiren durumların nadir olmasından dolayı, aynı şekilde olağan dışı bir karakter çizgisidir. Buna rağmen bir çok kadın ve erkek eşcinsel için ve daha kesin olarak hayatları bu yapıtın konusunu oluşturan 40 insan için cesaret, günlük bir alışkanlık değilse bile, en azından sıklıkla baş vurulan bir meziyettir. Geçip giderken dünyaya kendi çizgisini bırakmak güç ve kendine güven gerektirir. Kişi bu güç ve güveni ancak kendi eşcinsel kimliğiyle yüzleştiğinde ve toplumun reddetmek için gösterdiği tüm çabalara rağmen eşcinselliğin değerini kabul ettiğinde kendinde bulabilir. Modern zamanlarda, bir eşcinsel erkek ya da bir lezbiyen olarak büyümek aynı zamanda bir marjinal olarak büyümek anlamına gelmektedir. Eşcinsel çocuk kendini ilk başta heteroseksüel (karşı cinsel) bulunur. Öteki cinsten birine aşık olmak, onunla çıkmak, evlenmek ve çocuk yetiştirmekten oluşan toplumsal ritüellere bu eril yada dişil tür tarafından belirlenmiş klasik rollere eşit güçteki bir düşünceler ve arzular yığını ile karşı çıkılır. Kendisiyle aynı cinsten birine aşık olmak, onunla çıkmak, birlikte yaşamak ve hayatı paylaşmak. Kendilerinden çok fazla emin olmayan ergenlik


çağındaki eşcinseller hakim kültürün sunduğu yaşam türleri ve değerlerinin çözümlenmesi, düşünme ve arayış devreleri geçirirler, ve kendilerine bunları hangi noktaya kadar kabul edebileceklerini sorarlar. Kendilerini bu kalıba girmeye zorlayabilip zorlayamayacaklarını sorarlar. Genç eşcinseller çifte bir meydan okuma ile karşı karşıya kalırlar. Bir yandan kendilerine sunulmuş seçenekleri değerlendirmelidirler. Görüş açıları bu seçeneklerden bir çoğunu da kabul edilemez kılar ama aynı zamanda kabul edilebilir alternatifler aramalılardır. Tek bir eşcinsel bile yakından incelemediği bir hayatı yaşayamaz. Eşcinseller kendilerini eşcinsel olmayan hemcinslerinden daha bilinçli bir şekilde oluşturmak zorundadır. Toplum tarafından sunulan değerleri gözden geçirmek ve eşcinsel kimliklerine uyanları seçmek durumunda kalırlar. Tek başlarına gerçekleştirdikleri bu yürüyüşte genellikle yardım ve destek alamazlar ama yinede bu yürüyüşü gerçekleştirirler. Bir kimliği kendinden çıkararak geliştirmek ve kendi değer ihtiyaçları ile toplum içinde taviz vermeden yaşamak olağan dışı cesaret ve yaratıcılık ister. Son olarak eşcinsel arkadaşlara önerim fuhuş gibi toplumsal ve yasal yaşama ters düşen yaşam biçimlerini aşarak her eşcinsel bireyin kendi eşcinsel kimliğini destekleyecek bir meslek ve yaşam biçimini bulabilmesi dileğiyle. İbrahim / Ankara ENE BİHABBİKE ALİ FERHAT Andersen masallarında uçuk sarı saçlı sevimli bir İskandinav çocuk anne babasının dışarıda olduğu saati kollayarak, salondaki sallanır koltukta uyuyakalan anneannesini uyandırmamak için ayaklarının ucuna basarak, ormanda

ilerleyen bir kızılderili savaşçı sessizliğinde tahta döşemeyi ayak parmaklarının ucunda dikkatlice geçerek çatı katına tırmanır. Loş karanlığa alışmak için bir süre bekledikten sonra sevimli bir kedi yumuşaklığında meraklı gözlerle tarar tavan arasını. İşte köşede o eski sandık. Hafifçe tozlanmış kapağı incitmeden açarak dalar o gizemli dünyaya. Kaç dünya sığmıştır kim bilir o minik sandığa. Gerçekler, hayaller, eski kitaplar, korsanlarla dolu define adasının hazineleri, solgun hatıra defterleri, kurutulmuş güller, bembeyaz ve sesiz uykularını sürdüren ütüsü bile bozulmamış danteller. İskandinavya'da bir çocuk dalıp giderken anneannesinin sandığının gizemine, dalıp giderken ütüsü bozulmamış dantellerin motiflerine, dönüşürken motifler kişilik testlerindeki mürekkep lekesi figürlerine, Ankara'da yalnızlıkla yalıtılmış bir odada heyecanlı ve acemi parmakların çevirdiği eski Kaos GL sayılarının sayfaları arasında tekrar belirmeye başladı güzelim dantel motifleri. Ali Ferhat'ın annesinin elinden çıkmış danteller... Çapa marka mıydı iplikleri? Kaç gramlık yumaklardı? Beyaz mı tercih edilmişti daha çok krem mi? Saflığı ve temizliği "beyaz" tekeline aldığına göre o kutsal kadının gönlü de başka renge sarı olmamıştır eminim. Ali Ferhat'ın kurutulmuş gülleri çok üzmüş müydü motiflere hayat veren narin parmakları? Aceleyle dantelin zincirini örerken tığ eline batmış ve kıpkırmızı bir damla kan acımasızlığında mı düşmüştü dantellere? Kan akıyor, kırmızı arsızca örtüyordu beyazın safiyetini. Kara saçlı, kara kaşlı güzel çocuk... Sıcak bir Ekim gününün armağanı... Dünyanın en güzel, en ince, en zarif, en nazlı selvisi. Aslında selvi bile tam

tanımlayamaz senin o narin boyunu. Ar'ar demek lazım belki... Dağ selvisi yani... Kanuni Sultan Süleyman kendisine verilen "muhteşem" lakabını hak etmiş midir bilemem ama muhteşemse şayet, ihtişamını 46 yıllık saltanatından çok Ali Ferhat'ın boyunu tanımlarken yazdığı iki dizeye borçludur bana kalırsa Kadd-i yare kimi ar'ar dedi kimi elif Cümlenin maksudu bir, amma rivayet muhtelif. Sevgilinin boyunu tanımlarken kimi dağ selvisi dedi, kimi elif. Herkesin amacı bir, fakat rivayet muhtelif. Nasıl anlatmalı senin boyunun güzel çocuk? Nasıl tasvir etmeli o endamı Güneyli güzel? O zarafetin hakkını hangi teşbih verebilir sevgili Ali Ferhat? Öyle yaman bir soru ki bu, yanıtı için sanıyorum yalvarılacak tek merci yine sensin. Dağ selvileri ve beyaz danteller... Akdenizin kumu ve kurutulmuş güller... Gece kalınan arkadaşlar ve sırdaş defterler... Ak köpükler ve sahile yazılan Ali'ler... Kızgın güneş ve gece yolculuğu yapan otobüsler... Anneler günü ve bir erkekle geçen geceler... Beyaz çarşaflar ve çıplak ince bir vücut... Çarşaf kıvrımlarında oynaşan kara saçlı, kara kaşlı güzel çocuk... "O güzel adam" da paylaşsa aynı çarşafı kıskanmadım diyemem esmer çocuk. Güzel adamı kıskanmak da bir şey mi, o çarşafı düşündükçe çıldırıyorum ben asıl. Beyaz çarşafla esmer teninin oluşturduğu dayanılmaz birlikteliği renkler yaratılalıberi "beyaz"la "siyah" acaba hiç yaşayabilmişler mi? Kaşarlanmıştım halbuki. Ağlamayacaktım artık. Ali Ferhat varsın yazsındı fi tarihinde bir derginin sayfalarına hüznü. Varsın serpiştirsindi gözyaşı tohumlarını satırlarının arasına.

KAOS GL 59-60 / 35


istediği kadar güller kurutsundu gam defterinde. Nereden bulacaktı beni Ali Ferhat'ın kirpik diplerinde boncuklanan damlalar. İnanamıyorum. Yıllarca beklemiş beni 34. sayının sayfalarında. Nasılsa gelip takılacak ağzıma diyen sabır abidesi örümceğin inadıyla. Gözyaşlarımı nasıl kıskanırdım halbuki benden izinsiz akmayacaklarına inandırmıştım kendimi. Olmadı, olamadı, güzel çocuk ağladım doyasıya. Tamam, kabul ediyorum gözyaşının izin makamı senmişsin. Al, kaynağı da senin olsun. Gül kuruttuğun gam defterinde acılı bir nota, sızılı bir sözcüğüm artık. O gam defteri bitti mi? Biter mi hiç? O gam defterinin tamamı yok mu? Söyle bana sıkıntılı anların Hızır'ı, gam defterinin tamamı yok mu? Örtüyü kaldır

üzerinden, sırrını haykır, gam defterini tamamı yok mu? Şeyh Galip'in "Tardiyye" siyle yalvarıyorum sana yanık tenli güzel, o defterin tamamı yok mu? Ey Hızr-ı fütâdegen söyle Bu sırrı edip ıyân söyle Ol sen bana terceman söyle Ketm etme yegân yegân söyle Gam defterinin tamamı yok mu Sarhoşum hüznünle ekim güzeli... Aşığım boyuna sevdalı çiçek... Sabah gözünü açamayan nergisin mahmurluğundayım... Sen gece gülistanda şarap içmişsin... Tüm gülşen sarhoş güzelliğine... Ben de mahmur nergisinim... Bildin mi, anladın mı şimdi güzel çocuk niye mahmur olurmuş nergisler.... Nergis, kendini öldürecek derecede güzelliğine hayranmış derler. İnanma, senin güzelliğinin verdiği sarhoşluktan ne yaptığını biliyor muydu ki? Ben, Ali Ferhat'ın 34. sayıdaki dantellerini ve kurutulmuş güllerini okudum. Başımı döndürdün yanık buğday tenli çocuk. Ne yazdığımı biliyor muyum ki? Coşkun / İstanbul Murat Yalçınkaya'nın "Kaybolmaya Tahayyülle Direnmek" başlıklı yazısını içeriği itibariyle beğendim ama bu tip bir yazının, derginin diğer yazanlarını eleştirmeden yazılması gerekiyordu. Çünkü Kaos GL'ye yazanlar profesyonel yazar değiller. Bu kişiler politika üretmekten çok kendi özellerini ifade etmektedirler. Bu tip

KAOS GL 59-60 / 36

eleştiri yazıları dergiye yazı yazan kişileri rencide edebilir. Yazanları veya yazacak olanları (ki bunlar profesyonel olmadıkları için zaten oldukça ürkekler) ürkütebilir ve yazmaktan vazgeçirtebilir. Tıpkı Serkan Ege'nin eleştiri yazılarından sonra bazı insanların (örneğin değerli bir cevher Parisli Amcanın) artık yazmaması gibi. İnsanların yeni yeni filizlenen kalemlerini eleştirip kırmaktansa, onları cesaretlendirmeli ve gey toplumunu öncelikle çok sesli bir koroymuş gibi konuşturmaya başlatmalı… Eşcinsel toplumdaki bu konuşma özgüveni yerleştikten sonra kalemlerin birbirlerini eleştirmesi yani profesyonel düşünce tartışmaları başlamalıdır. Şu an yapılması gereken, herkes tabii ki istediği türden yazı yazmalı ama birbirlerini rencide etmeden, kendi düşüncelerini savunabilmelerini sağlamaktır. Özgürleşmenin temel ve vazgeçilmez ilk şartı kişinin kendisiyle barışıp, coming-out yapabilmesidir. Bunun ise en güzel ifadesi Kaos GL'ye yazı yazabilme cesaretidir. Lütfen amatör insanları profesyonel olmamakla suçlamayalım. Konuyla ilgili daha geniş düşüncelerimi Kaos GL'nin Nisan 99 sayısındaki "Kutlu Olsun" yazımda ifade etmiştim. Eftal / Kayseri Beni çok yıpratan ve üzen hatta hayatla ve insanlarla tüm bağlarımı kopma derecesine getiren ve 2,5 yıl süren bir ilişkiden çıkalı epey zaman oldu. Onsuz yaşayamam, nefes alamam diye düşünürdüm ama ölünmüyormuş. Belki de iki heteroseksüelin bile yaşayamayacağı kadar yoğun bir birliktelikti. Duygusaldık, kıskançtık, tartışırdık, ağlardık ve hiç bitmeyecekmiş gibi, beraber yaşlanacakmışız gibi gelirdi ama bitti, evet sorgusuz, hesapsız, nedensiz, niçinsiz bitti ve ben


hâlâ yaşıyorum hem de yaptıklarımın ve yaşadıklarımın her anından keyif alarak yaşıyorum. Ve iyi ki yaşıyorum. Bir daha öyle sevemeyeceğimden korkarak, içimdeki sevgi deposunun hep boş kalacağını düşünerek yaşamaya devam ederken… Beni sevmeye hazır yüreklere arkamı dönerek, görmezden gelerek onları. Eksik yaşamayı göze alarak hüzünlü yürekleri ile dolaşmaları için hayata salarken onları ve ben artık sevemeyeceğinden korktuğum yüreğimle yaşamaya devam ederken… Hiç ummadığım bir zamanda çok da hazırlıksızken aniden yeniden düştüm aşka. Tarih 3 Haziran 1999-Perşembe. Yer: İstanbul. Evet, işte yeniden aşık olmuştum hem de hiç beklemediğim bir zamanda ve yerde kadınca yüreğim erkekçe sevdalanmıştı yeniden. Kariyerli olduğu için değil, çok yakışıklı olduğu için de değil İNSAN ve GAY olduğu için seçmişti yüreğim. "Sakın bana aşık olma, acı çekersin, bu da beni üzer" dediği zaman umursamamdım bile. Nice felaketlerden sonra yeniden sevdalanmıştı yüreğim. İçimdeki sevgi depom çağlar olmuştu yeniden ya, kim durdurabilirdi ki, kimin gücü yeterdi, yüreğimin en diplerine inip söküp almayı ordan bu sevgiliyi. Sonra "aşka bir süre kapattım gönlümü" diye devam etmişti konuşmaya ama bu da yaralamaya yetmedi beni. Sırtımdaki ayak izlerine bakarsanız anlayabilirsiniz ancak sevdalarımın bende bıraktıkları izleri. Sırtımda koca bir kambur gibi taşıdım onları hep onurla, benim sevdalarımdı onlar. "Aşk üzerine tartışma benimle" diyordu. Aşk bu, aşk üzerine tartışamayacak, söyleyecek sözü olmayan biri varsa bir adım öne çıksın…

İstanbul İstanbul olalı hiç bu kadar güzel kokmamıştı. Martılar heyecanla çırpmamıştı kanatlarını, vapurlar bile bir başka çalmıştı sirenini, hayır ben gidiyorum diye değil, o İstanbul'da yaşıyor diyeydi tüm bunlar. Vapur beni uzaklaştırırken karşı yakaya, dalgalara avazım çıktığı kadar fısıldamıştım seviyorum diye. Taşıdığım cinsel kimliğimin onurunu en yukarılarda hissederek yaşadım hep ve bir daha seninle arttı duyduğum bu onur. Bana iyi geceler derken ve iyi yolculuklar dilerken dakikalarca sarıldın ya sımsıcak, unutabilir miyim sanıyorsun? Hayır! Peki sen "yüreğimi artık aşka kapattım" dedin diye sevmekten vazgeçeceğimi mi düşünüyorsun? ASLA. Seni dinleyip vazgeçersem aşkından; erkekçe sevdalanan kadınca yüreğime ihanet etmiş olmaz mıyım? Bu yürek atar mı sanıyorsun yeniden umutla, titrer mi heyecanıyla? Yazık etmiş olmaz mıyım, haksızlık etmiş olmaz mıyım sence? Seni sevmeye, aralıksız, soluksuz sevmeye devam edeceğim sevgili. Senden karşılık beklemeden, seni üzmeden, yorgun yüreğini tüketmeden seni sevmenin tadına varmaya devam edeceğim. Bu yürek öyle güçlü ki, öyle büyük ki bu sevda ikimize de yeter inan. … Yaşadığım şehirde herkes çok tanıdık ama, hiç kimse sana benzemiyor. Sen kokmuyor hiçbiri. İçten içe yabancıyım insanlara ve bu kente. Sana sesleniyorum sevgili; YA KALK GEL YA DA KALKIP BEN GELEYİM. Şunu bilmesini istiyorum herkesin, duymalısınız hepiniz, paylaşmak istiyorum bu yazıyı okuyan herkesle; SEVİYORUM ONU.

……/ Ermenek Cezaevi Görünümde ne varsa sessiz, kör ve sağır. Ölü bir sessizlik içinde dost dünyasının yolculuğuna çıkıp, yeni yeni dostlar bulma düşünden uyanıp sizlerle dost olmanın ilk adımını bu satırlarımı yazarak adım atmaya çalışıyorum. Merhaba, bu merhaba içten, bu merhaba sevecen, bu merhaba dostça. Sizlere bu satırlarımı yazarken insan diyorum. Genel anlamda insan denilen varlığın canavar gerçekliğini düşünmeden edemiyorum. Tüketen, hep isteyen, egemen olma hırsının, gözü kara olma çabası, korkunç varlık görünümüne büründürmekte.

KAOS GL 59-60 / 37


Her şeyin kendi düşüncesinin doğrultusunda gelişmesini ister. Her şey onun anlayışının çerçevesinde gelişmeyi diler ve dayatır. Aksi o'na düşman ve korkunç bir saldırganlığa bürünür. Böyle bir girişle dostluğa adım atmanın girişini istemedim. Belki ruhunuzu karartan bir mektup olacaktır. İnsanı okudum, her şeyi öğretici kılan yaşamın olduğuna inandım. Ve sonuç olarak yalnızlığı seçtim. Yalnızlığı seçerken şunu dedim. Mutlu musunuz, sahte dostluklarla, bencil duygularla, sahte ve aldatmacalarla mutlu musunuz? Mutlu musunuz sahte mutluluk ve sevinçlerle? Çirkin aşklarla mutlu musunuz? Hep benim, hep ben duygudüşünceleriyle yaşamakla mutlu musunuz? Al sizin olsun yalanlar, sahtekârlıklar, aldatmacalar deyip uzun yıllar yalnız yaşamaktayım. Yalnız olsam da insana sevgimi, yaşama sevincimi kaybetmedim,

KAOS GL 59-60 / 38

aksi sımsıkı bağlıyım. Sevgi dinim, dostluksa yaşam şeklimdir. Bu mektubu dostluğun ilk adımı olarak yazmaktayım. İnsanı insan eden paylaşım olduğuna inandığım için, dostluğu yaşam şekli olarak görüp sizlerle de birçok şeyi paylaşacağıma inanıyorum. Mehmet / Kayseri Doğumla birlikte ilk doğum günü hediyemiz olarak en büyük hediyemiz, inanılmaz bir dünyada yaşamak üzere yaşam bize verilmiş. Çoğu kez aşağılamamıza ve değerini bilmememize rağmen, bu hediye bizim gerçek ve değerli şeylerimizden biri. Böyleyken bile Amerikalı yazar Henry Thoreau'nun dediği gibi, hiç yaşamadan bizi ölüm noktasına götürecekmiş gibi çoğumuz yaşama pek az saygı duyarız. Ben, yaşam dolu bir ortamda büyütüldüm. Kuşkusuz benim için de yaşam her zaman kolay değildi. Müzik ve kahkahaların yanısıra gözyaşları ve üzüntüler de vardı. Evimizin balkonunda babamın diktiği salkım çiçekleri, annemin lezzetli yemekleri ve turtalarına karşın ara sıra moralimizi bozacak olaylarla karşı karşıya kalırdım. Gene de bu yaşama başlangıç iyiydi ve beni önümde uzanan yola güçlü ve takviyeli bir biçimde hazırladı. Sevmeyi öğrendim. Tutkuyla duyumsamayı ve utanç duymadan ifade etmeyi öğrendim. Görmeyi ve işitmeyi öğrendim. Her günü yeni bir serüven haline getirmeyi öğrendim. Ailemin ve benim özel bir yaşam biçimlerimiz

olduğu hiçbir zaman aklıma gelmedi. Yalnızca benzersiz insanlar olarak yaşamı olabildiğince dolu geçirmeliydik. Büyüdükçe seçme, özel istekler ve kendimi sezinleme hakkında hiçbir fikrim olmuyordu. Çevremdekiler gibi ben de kendime, yaşamı kucaklamak üzere izin vermiştim. Kalanı doğal bir biçimde oluşuyordu. O günlerden beri öğrenim ve çalışma yaşamımda, günlük yaşantımda sert gerçeklerle yüz yüze gelip dalmış olduğum bu tür uykudan uyandırıldım. Çoğu insan yaşamında mutlu değildir ve mutlu olmayı beklemez. Yaşamımın bu döneminde böyle olaylar artık beni şoke etmeseler bile gene de şaşkınlığa düşürüyorlar. Kendilerine neşe ya da hüznü seçmeleri önerildiğinde insanların neden bu denli sıklıkla hüznü yeğlediklerini anlayamıyorum. Günlük deneyimlerim beni tümüyle uzak, korkutucu derecede duygusuz ve olaylara kayıtsız görünen bireylerle karşı karşıya getiriyor. Bunların en rahatsız edici yönleri de, kendi kişiliklerine tümüyle saygı duymamaları oluyor. Böyle kişilerden çoğu kendi kendilerinden ve nerede olduklarından hoşlanmıyor, mümkün olabilse başka bir yerde ve başka bir kişinin yerinde olmayı yeğliyorlar. Diğer kişilere kuşku beslerken hemen orada var olduklarını acı çekerek duyumsasalar bile kendi kendilerini gizleyerek saklı tutmaya çalışıyorlar. Rizikolardan çekiniyorlar. İnançları kalmadığı gibi umuda da romantik bir saçmalık gibi bakıyorlar. Sürekli endişe, korku ve pişmanlık içindeler. Ben ne saygısız ne de ayrıcalıklıyım, belki bir uzman ya da çok iyi olamam ama sonuçta ben benim. Sizleri seviyorum. Neysen onu değil, ne olabileceğini sev.


İletişim İletişim köşesinde ücretsiz yayınlanmak üzere kısa mesajlarınızı adreslerimize iletebilirsiniz: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA / Fax: 0.312.363 90 41 / e-mail:kaosgl@geocities.com (Bundan böyle mesajlarınız aksini belirtmediğiniz takdirde 3 ay boyunca yayınlanacaktır.) 25 yaşında esmer, ressamım. Kalıcı bir ilişki yakalayabileceğim, sevgiye inanan kadınlarla tanışmak istiyorum. Sema: 0.532.713 70 31 35 yaş, 1.74 cm, 72 kg, açık kumral, kariyer sahibi bir erkeğim. İzmir ve çevresinden güven, sevgi ve saygı üçlüsüne önem veren kariyer sahibi kişilerle seviyeli arkadaşlıklar kurmak istiyorum.10:00-18:00 saatleri arası arayın. Ahmet:0.535.717 46 44 Kendinle barışıksan, içtensen, doğalsan, açık sözlüysen, mücadeleyi seviyorsan. Sence kalmaya devam et ve bana yaz veya ara. Barış Evren:P.K.177, Ulucami 16371 BURSA BarisEvren@hotmail.com 0.542.734 79 90 0.532.557 70 51 Erenköy ve çevresi başta olmak üzere tüm gay arkadaşlardan telefon bekliyorum. Suat:0.542.724 28 41 26 yaşında, üniversite mezunu bir gayim. 20 yaş ve üzeri gay arkadaşlarla yazışmak ve tanışmak istiyorum. Hakan: P.K. 1233, 01122 Cemalpaşa ADANA Üniversite ikinci sınıftayım. 22 yaşında, kendine güvenen ve seven biriyim. Beni benim kadar sevecek, 28-35 yaş arası gaylerle tanışmak istiyorum. Berk Güven (Muğla): 0.532.362 84 19 İstanbul'dan bir gayim. Mesajlarınızı bekliyorum. Ayhan: Ayhan24@hotmail.com Bana yazar mısınız? Mustafa Karakuş:P.K. 431 Antalya Ben Fatih. Hollanda'da yaşıyorum, Türkiyeli gaylerden mesaj bekliyorum. e-mail:etic@XS4all.nl posta:Fatih Özden, Tak Van Poortvlietstraat 3A 3038NV Rotterdam-HOLLANDA Cumartesi-Pazar 12:00-18:00 arası telefonlarınızı bekliyorum. Lütfen hafta içi aramayın. Kaangir (İstanbul):0.542.241 41 06 Mersin'de oturan bir gayim. Beni arayın, arkadaş olalım. Murat:0.532.633 85 29 Hallo! My Name is GABRIEL and I’m 31 years old. I’m 74 weight and 174 cm high, blond hair and brown eyes. I live in Mantova a small, but

beautiful town in the North of Italy. I work in a hospital, like doctor and in my private surgery. I’d like to find a boy or a man that can make me happy. A man to build something for the future. Gabriel Anzaldi: Via pavese 92, 46047 Portomantovano (Mantova) ITALY Bazı sevinçlerin düşlerini kurarız. Çoğunlukla da altında eziliriz bu düşlerin. Gerçekleşebilecek sevinçleri yaşayabileceğim, içinde güzellik ve içtenlik taşıyan gay, lezbiyen, biseksüel tüm dostların mektuplarını bekliyorum. Hakan: P.K. 1129, Ulus ANKARA Ben Aşkın, 28 yaşında, kumral, kahverengi gözlü, çok hoş bir gayim. Saygıya, sadakate, dürüstlüğe çok önem veririm. Aşık olmak, sevmek istiyorum. Henüz vakit varken o insanı bulmak istiyorum. Ararsanız sevinir, hepinize cevap veririm. Aşkın: 0.532.356 34 70 Güneşten kurulan köprüyle merhaba. Erkek tenini seven, samimi bir insanım. Seviyeli, temiz, aşk arayan gizlilik içinde bir ilişki istiyorum. Ankara’dayım. Mecnur: 0.532.547 09 99 Gençler ve kendini genç hissedenler, beni arayın. Dilaver (İstanbul):0.532.631 89 75 26 yaşında, kumral, 1.85 cm. boyunda, ela gözlü bir eşcinselim. Parapsikolog, okültist (medyum)um. Mistik karakterde biriyle birşeyler paylaşmak ister misiniz? Fotoğraf göndermenizi özellikle istiyorum. Mehmet Nizamoğlu: Anafartalar Mah. Yaprak Sitesi, Sancak Apt. No:29, Belsin KAYSERİ. Tel:0.352.326 06 74 (Akşam 19’dan sonra) German Blonde Man, muscular, slim and strong body, looking for a friend. Write! Blonde deutscher Typ; muskelös, gutgebaut möchte Freund Kennenlernen. Peter Werner Muehlbauer, P.O.B. 440222- D-80751 München/ DEUTSCHLAND Ben Serkan. 23 yaşında üniversite mezunu yakışıklı bir gencim. 30 yaşını aşmamış Mersin ve Adana çevresinden gay arkadaşlar lütfen bana

yazınız. e-mail: e075125@hotmail.com Gökhan Ekmekçioğlu: Sivas Cad. No:59/31 KAYSERİ Tel: 0.532.497 67 28 26 yaşında, Almanya'da oturan, arada İstanbul'a gelen biriyim. Eşcinsel arkadaşlarla yazışmak, tanışmak isterim. Cem Oğuz. Postfach 1812 88008 FVE, Bonn-ALMANYA 23 yaşında üniversite öğrencisiyim. Ankara’daki gaylerle tanışıp görüşmek ve diğer illerdeki gaylerle mektuplaşmak istiyorum. Sinan: P.K. 153, 06592, Cebeci/ANKARA 31 yaşındayım. Erkeksi çekicilik, kadınsı tavırlar içinde olmamak ve mutlak bir güvenilirlik sizin için de önemliyse görüşelim. İzmir’den Atila: 0.532.244 12 95 20 yaşında üniversite öğrencisiyim. Adana ve Mersin civarından ya da mesafeyi engel saymayan gay arkadaşlar arıyorum. Özellikle uzun süreli duygusal düşünen, efemine olmayan, temizliğe önem veren arkadaşların telefonunu bekliyorum. Emre: Mersin: 0.532.493 60 39 Berkant (İstanbul): 0.216.449 18 43 Aşık olmadan asla! Yüksel: 0.532.567 02 84 Önce yürekler bir olmalı, sonra bedenler. Sizi bekliyorum erkek olup da erkek sevenler. Yusuf CAN:0.542.596 50 39 I'm a belgian gay and I like to get in touch with turkisch men who want sex or love affairs with foreign gays. Henri DELHEM: P.B.254, B1210 BRUSSELS BELGIUM Symp. Deutsch-Inder, 45y. in MUENCHEN/D, sucht grosse, stark gebaute, u. sehr stark behaarten TUERKISCHEN Freund zu besuchen u. Mehr. Du solltest, sehr aktiv u. Humorvoll sowie sehr maskuliner Typ sein. GERMAN-INDIAN, 45y. in Munich, in search of active Turkish friend for visits. You must be v. active top, tall and v. hairy if possible. I do not smoke, am srt. Acting and handsome with good sense of humour. Can host and expect from you the same. E-mail: rguha@eso.org

Tel.fax (++4989)96201227 evenings. REBONTO GUHA in MUNICH. I'm looking for gay, bisexual or transexual penfriends in Turkey. I'm 35/178/70, living in Bilbao (Basque country) and I like Türkiye. Please write in french, spanish or english. Xabier AROTZ, Loteria, 2, 6, ERD. 48005 BİLBAO İSPANYA LAMBDA-İSTANBUL Danışma Telefonu: "Yalnız Değilsiniz!":0.212.233 49 66 (Salı, Perşembe günleri 19.0021.00 arası; diğer zamanlarda telesekreter mevcut) ILGA (International Lesbian and Gay Association) e-mail: ilga@ilga.org internet adresi: www.ilga.org IGLHRC (Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu) e-mail: iglhrc@iglhrc.org fax: +415-255-8662 Amnesty International (Af Örgütü) e-mail: amnestyis@amnesty.org internet adresi: www.amnesty.rog The Advocate (The National Gay & Lesbian Newsmagazine-USA) internet adresi: www.advocate.com İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Genel Merkez Tel&Fax: 0.312.425 95 47 Ankara Şube Tel:433 74 81 Fax:435 76 15 İstanbul Şube Tel:0.212.244 44 23 Fax:0.212.251 41 55 Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı http://www.archimac maarun.edu.tr-organizationkek GACI (Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni) Tel:0.212.293 16 05 0.212.293 16 06 Fax:0.212.293 10 09 e-mail:ikgv@prizma.net.tr Transeksüellik (Türkçe) http://www.geocities.com/ wellesley/3116/ts.html Eşcinsellik ve İslam gaymuslims@yahoo.com

Cinsel Hastalıklar Tedavi Merkezi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Aile Planlaması, İnfertilite Araştırma Merkezi (Üroloji Polikliniği içinde) 34303 Cerrahpaşa İSTANBUL AIDS Danışmanlık Hatları Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) 0.312.310 80 47 Türkiye Aile Planlaması Derneği 0.312.431 18 78-431 56 98 Sağlık Bakanlığı Ücretsiz Bilgi Hattı 0.800.314 79 79 AIDS Savaşım Derneğiİstanbul 0.212.231 07 60 Positive Nation (Britanya'nın HIV Magazini) e-mail: editor@positivenation.co.uk internet adresi: www.positivenation.co.uk eşcinsel arkadaş! Eşcinsellik tedavi edilecek bir hastalık olmadığı gibi psikososyal bir bozukluk da değildir. Psikoloji ve psikiyatri kurumu çeyrek yüzyıldır eşcinselliği bir hastalık olarak değerlendirmemektedir. Kendi isteğinizle yada başkalarının zoru ya da yönlendirmesiyle bir psikologa başvurmuş olabilirsiniz. Daha önce ve ya bundan sonra özel ya da resmi (hastane, mediko gibi...) herhangi bir kurumda başvurduğunuz psikologun eşcinselliğinize karşı yaklaşımında bir sorun olduğunu düşünüyorsanız bir dilekçeyle (ilgili kurumu, psikologu, yaklaşımını...) aşağıdaki adrese bildirebilirsiniz. Dilekçenin bir örneğini de Kaos GL'ye gönderirseniz seviniriz. TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ İnkilap Sk. 31/6 Kızılay 06650 Ankara Tel:(0312) 425 67 65 Tel/fax:(0312)417 40 59 e-mail: TPD@service.raksnet.com.tr Yazışma adresi:P.K.117 Küçükesat/Ankara Unutmayalım! Güvenli seks sadece AIDS’ten değil, birçok cinsel hastalıktan korunmanın yoludur.


Şarmut A. İKARUS Oyunun adı "Geyikler Lanetler" dendi. Sadece Ankara adını ve yazarının Murathan Mungan olduğunu bilerek, Mungan'dan kötü bir yapıt çıkmayacağını bilmenin rahatlığıyla ve başlığın ima ettiğine inanmak istediğim, Mungan'ın TAZİYE'den de bildiğimiz köklü bir kültürel geçmişin tılsımlı çağrışımları arasında dolanacağını ve bize nice yeni kapılar, pencereler açmasından neredeyse emin ama gene de ümit ederek gittim tiyatroya, çünkü metin değil bu sadece; oyun, bir piyes ve sahnelenecek. O zaman, yazarından başka birçok sanatçı daha tuz atıyor çorbaya.

İrfan Şahinbaş sahnesinin kent merkezine uzak olması da olmasa anfiteyatr benzeri yapısı da heyecan verici. Hem oyunu izliyorsunuz, hem karşı tribündeki izleyenleri. Oyuncular da öyle; kutu sahnede sadece önden görülebildiklerinde daha rahat olduklarını bilen oyuncular, bu kez hem iki yandan izleyicilerin bakışları altındalar oyuncu kimlik ve bilinçleri açısından, ama aynı zamanda da bir karakter, oyunun yapısı ve kurgusu gereği birçok başka karakterin baskısı, bakışları, laneti vb. altındalar, bunu sezinlemiştim ama yanılmadığımı "piyesi" oyunu izledikten ve oyunu okuduktan sonra daha iyi anladım. Başlıkla başladım izlemeye ve beklenti geliştirmeye: "Geyikler Lanetler": Geniş zamanda bir "düşünce" örneği, tıpkı "Hayat Güzeldir" gibi. "Ler"lerden ilki çoğul belirtir, ikincisi geniş zamanı belirler. O halde, daha başlıktan söylenmektedir oyunun ana fikri: Geyiğin laneti geniş zamana hükmeder, kalıcıdır, yazgıdır ve bu hepimiz için geçerlidir. Dolayısıyla, bu mutlak bir gerçeklik ya da kaçınılmaz, yazgısal bir doğru gibi dile getirildiğine göre de bir uyarı içermektedir. Lanetlemek geyiklerin doğasında vardır, da demektedir başlık. Geyikler durup dururken lanetlemeyeceğine, nalet belleğimde lanetleyene birilerinin bir kötülük yapmış olması yattığına göre, bu geyiklere (ki geyik neyin simgesidir ayrıca diye sorarım kendime) ne gibi bir haksızlık ya da kötülük yapılmıştır ki lanetlemişlerdir kötüyü. Demem o ki, daha oyunun başlığından dile, mitoslara doğru bir yolculuk başlıyor. Belleğimizin oluşumunda en önemli yeri tutan simgeler, göstergeler, masallar, efsaneler, mitler de bunu doğrular. "Suyun toprağa değdiği yerde başlar bu efsane, kimi der: Bin yıl önce; kimi der: Efsunlu zamanlarda, kimi der: Geçenleyin, kimi der: Düşümde. Sözün kısası: İşte size seyirlik bir hikaye. Öyle bir hikaye ki, geyikleri ve lanetleri anlatır; kaldırın geyikleri, kaldırın lanetleri, geriye hayatımız kalır. Hayatımız dedikleri nedir ki zaten? Tarih

KAOS GL 59-60 / 40

nedir? Zaman nedir? Bir tek zaman vardır Asya'da: Geniş zaman. Geçmiş de, gelecek de, şimdi de geniş zamandır. Burada, bir kavmin dört kuşaklık bir hikayesi resmedilmiştir. Her oyun bir yazgıdır. Herkes oyununda kendi yazgısını oynar, ya da oyunu yazgısı olur diyelim." (s.11-12)

Murathan, oyunun yaşandığı, yazıldığı, oynandığı değişik zaman dilimlerine dikkat çekiyor ve oyun derken de yazgı ile birlikte hayat dediğimizi, ve de GEYİKLER LANETLER diye okuduğumuz metnin bu kadroyla yorumunun 15 Nisan 1999'da İrfan Şahinbaş'ta karşımıza gelen halini kastediyor. İzlediğimiz oyun, dolayısıyla, bir insan, bir geyik, bir canlının olduğu gibi bir yazgıya sahip. Kureyşa'nın dediği gibi hiçbirimiz yabancı değiliz anlatılanlara, yaşananlara. Özdeşleşmek hiç de zor değil. Yanlış olan öldürmek, kurulmuş, inşa edilmiş bir sevdayı öldürmek ise, müdahale etmekse, tüm evrensel dizge sallanır, toprağın suya değdiği yerde bir daha bereket fışkırmaz, hayat zehir zemberek ve bir kuşaktan diğerine geçen iktidar gibi sızar. İktidarın, iktidar yolunda kullandığı şiddet, zorbalığın bedelini öder yedi düvel. (Shelley'nin "Ozymandias" şiirinde de yüksekçe yerlere kasrlar kurup heybetinden geçilmeyen 2. Ramses'in korku salmak için diktirdiği heykelinin yerle yeksan olması ve kumlar arasında dikiliş amacının tersine, zamana ve kuma karşı hiçleştiği anlatılır. Bu yüzdendir ki oyun sonunda (metinde) bomboş sahnede (izlediğimiz yorumda öyle olduğunu varsaymak zorundaydık, yani herkes sahnedeyken), evet boş sahne ve derin yokluk. Bu derin yokluğun, bu ıssızlığın rengi külrengidir. Başlangıcın sırrındadırlar Sidar ile Anlatıcı. Hayat, oyunla; oyun, ölümle yer değiştirdiği için kum zamanından gitmek gerekmektedir. Yaşananları yaşandığı yerde bırakıp o çorak ülkeyi ibret olsun diye öyle bırakmak gerekmektedir. Olanlar olmuştur, buna inansak da, kumların altından (belleğimizden) bu yaşananların yeniden ve yeniden, insan oldukça yenileneceğini bilmemize karşın, şimdi biz buradayız ve gideriz buralardan. Geniş zaman(da)dır lanet, nereye gidersek gidelim, bizi izleyecektir ama bir piyes söz konusu olduğunda Mungan'ın kastını metinde son tümceden anlarız. Acımasızdır Mungan; anlatıcı ve Sidar terkederlerken oraları, "Sidar durur, dönecekmiş gibi omuzunun üzerinden bir bakar, sonra yeniden yürümeye başlar, gözden kaybolurlar, ıssız külrengi bir boşlukta kalırız, bundan sonra artık istediğimiz zaman yerimizden kalkabiliriz". (s.178) Mungan, empati kurup oyun içine

iyice çekilelim diye böyle yapmıştır, evet ama bu aracı kullanırken de rahatlamamızı engelleyerek, yani vebali üstümüze yıkarak, her izleyicinin kendi


içindeki sevdalıyı ve caniyi uyandırarak, bir taş yapıştırmıştır alnımızın orta yerine. Bunu da bildiğinden, yerimizden hemen kalkamayacağımızı da bilir. Edepsizce de izin verir, istediğiniz zaman kalkabilirsiniz diye. Bir şeyi yapmak istemek, irade gösterir. Oysa lanette edilgeniz. İzleyici olmak gibidir geyiklerin lanetlediğini bilmek. Masumiyeti, doğal olanı katletmenin cezasız kalmayacağını bilmek, bu "batıl gerçekliğin" gölgesi altında yaşamak bitmek tükenmek bilmez bir araftır, o diyarlar bu yüzden terkedilesidir. Oyun da böylesine canımızı yakıyorsa, bir süre düşünür, o külrengi ıssızlığı terkederiz, bilmeden kendi külrengi ıssızlığımızı hep taşıdığımızı içimizde. "Çocukken bir geyiğe tutulmuşum," diyor Murathan Mungan. Oğlu, daha üç dört yaşlarında bir geyiğe vurulursa, babaya da bir geyik yakalatıp düze, Mardin'e indirmek düşer. PARANIN CİNLERİ'nde Mungan anlatır ki Mardin kalesine yakın evlerinin avlusunda kemerli bir boşluk içine yerleştirilen geyik ilk sevdası olmuştur, o geyiğin sahici olmadığını anlamamıştır çocuk aklıyla. Bunu da aşkın gözünün kör olduğuna bağlar. Oyunun yazılışı da sanki yazarının üzerinde bir lanet var dedirtecek denli çetrefilli. Çocukluğundan 1992'ye değin, özellikle 1991 Ekim'inde oyunun artık beni yaz, diye onu köşeye kıstırdığını söyler oyunu izlemeden elimize geçen kitapcıkta yer alan güncesinde (Murathan '95). 5 Mart 1999'da sormuş Murathan: "Ya siz şimdi oyunun hangi sahnesindesiniz?" Bu soru beni sonra gerdi. Allah'tan oyunun başında okumamıştım, yoksa oyun boyunca hangi sahnesinde olsam acaba? Hangi sahnesinde olmamı bekler ki yazar? Yoksa, sadece oyunun bir sahnesinde kalmamızın olasılığını ima ederken, oyunun beni yazmadıkça kurtulamayacaksın benden diyerek yazarı kıstırması gibi, izleyeni de, okuyanı da bir şekilde cenderesine alsın ve bu lanet yazardan oyuncuya geçsin mi istemektedir Mungan? Yazarın böyle düşünmesi doğaldır. Yapıtının evrensellik taşıdığını, herkesin kendini bu yapıtın bir yerinde göreceğini düşünür, iyi bir yazarsa üstelik, kesinlikle bilir böyle olacağını da ondan bu denli "kendinden emin" sorar soruyu. (Mungan olmasaydı, yazara "narsist" yaftasını rahatlıkla yakıştırırdım). Murathan, evinde 1992'de yayımlanana değin bir hayalet gibi onu rahatsız eden sayısız projeden en önde gelen hayaletten böylece, onu yazarak kurtulmuş.

biliyordu ki metindeki yönlendirmelerin hepsine uymamış. Ama Öndeyiş'te, oyun alanının önüne gerilmiş dev bir bez perdeden söz edilir. Bu bez perde "oyunun ilk ve son cümlesi gibi durmaktadır" (s.11) der Mungan. Dip notunda da, bu perdenin taşbaskısı halk resimlerine benzemesini istemiş, çadır tiyatrolarının izleyici çekmek için resimleyip boyadıkları reklam panolarına benzesin istemiş. Biz ise, salona girer girmez altı tekerlerle oynak zeminlerle ve de oyundaki bütün karakterlerin topyekun sahneye girmeleri ve bir daha da çıkmamalarıyla aynı etkiyi farklı bir şekilde yaşadık. Ya üzerinde bütün karakterlerin bulunduğu beze bakacaktık, ya da oyuncuların (şimdi karakterler de diyebilirim) hepsini görecektik. Bez üzerinde resimleri olsaydı elbette çağrışımlar farklı olacaktı, ama karakterlerin sahneyi hiç terketmemeleri ve gerek anlatıcının bu "efsaneyi" anlatıyor olması, gerekse oyuncu-karakterlerin öylece oturup sıralarını beklemeleri, oyunun başlığında gizli önerme düşünceyi doğruluyordu. Bu yazgı yaşanacak. Bir elinde uzun bir çubukla içeri giren bilici benzeri anlatıcı, efsunlu hikâye'yi anlatır. Birinin öyküyü anlatmaya başlaması oyunun sıkıcı

Metni okuyunca anlıyorum ki oyun kutu sahneye göre yazılmış. Öndeyişte yer alan yazar direktiflerine pek uyulmamış. Yönetmen Mustafa Avkıran -ki bu yorumuyla yürekten alkışlarımızı hak etti- oyunu İrfan Şahinbaş'ta sahneleyeceğini

KAOS GL 59-60 / 41


olabileceğini getirir aklıma, ustalıkla sahnelenmediyse. Bu olasılık geldiği gibi gitti. Çünkü yönetim, oyunculuk, müzik, ışık ve her şeyden önemlisi de devinim ve oyunun daire simgesinde (hatta küre gibiydi de diyebilirim) de iyice belirginleşen bütünselliği, yekpare etkisi hedeflenmiş olması sevindiriciydi. O etki kaldı çünkü. Aklımda, sivrilen bir oyuncu, bir sahne yok. Bütün olarak yerini aldı belleğimde Geyikler Lanetler. Bir kavmin dört kuşaklık öyküsüyse bu o zaman işte bellek, hatta kolektif bellek konusuna gelmek isterim ki oyunun yazılma nedeni ve güdüsü ve yazarın bize yüklediği soru (hangi sahnesindesiniz?) hep bu konuya götürdü beni. Nasıl bir lanettir ki bu bitmiyor? Gaylerin üstündeki laneti düşündüğümüzde, oyunun bu yan anlamında olduğumuzu hemen düşünebiliriz, ama biz gaylerin insan tarihi kadar eski lanetlenmemiz kadar zordur Murathan'ın meselesi. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki yerin yedi kat dibinde bir kasrın zindanında ikamet etmekteyiz ve Kasım'ın anası istediği kadar uyarsın, "İnsan ümidiyle hayatını birbirine karıştırmamalı" desin, biz gene de kulak asmayız bilenlerin bilgece sözlerine de inadımız inattır, kıçımız iki kanat. Nasıl bozulacak bu lanet? Büyünün bozulması için yüz değmemiş ayna, kör kuyuların ipi, tepeden tırnağa şehvet, tepeden tırnağa şiddet gerektir. Bu laneti kırmaya, bu büyüyü bozmaya biz de çalışırız, ama nafile olduğunu düşünmek istemiyorum. Oyun gerçek olacak, der Mungan oyunda, olur. Büyü hayat olacak, der olur. Geyik kadın olacak, der olur. Tanrısal bir yetkeyi elinde tutan yazarın imasını severiz: Aslında biz, aslımıza sevdalanırız, kendimizden olana. Simgelerle, imgelerle besler Mungan belleğimizi. Hem besler, tazeler, hem de belleğimi eşeler durur; bu eşelemeden ortaya ne çıkarabilirsek o kadarını anlayabiliriz de ondan. Her dilin içinde ikinci bir dilin daha bulunduğunu hatırlatması bundandır. Alt metni okumaktan keyif aldığımız kadar da yoruluruz. Oyundaki simgeler ve simgelerin süslediği mitosların başını tabii ki geyik çeker. Cerenler Mezopotamya'dan Türk Halk Edebiyatına yerini alan geyik, Anadolu ve insanoğlu belleğinde önemli bir yer tutar. Tanrısal katta değerli bir yaratıktır geyik. Şamanizmde ya da dinler öncesi inanışlarda kutsal, tılsımlı ve "güzel" bir hayvandır, bir çeşit tapılası totemdir. Geyik büyüler, insanı gerçeklerden koparır ve ulaşılmazdır. Alageyik, özellikle dişisi, yerin simgesidir. Göktürklerin inançlarında denizin ruhunu da simgelediği yazılmış oyunun kitapçığında. Dede Korkut

KAOS GL 59-60 / 42

masallarından Basmı Beyrek'te de oğlan bir geyik görür ve izler onu. Geyik cezbeder, geyik yol gösterir oğlana, aşık olacağı kıza götürür onu. Geyiğin kıza dönüşmesi miti, insanoğlunun dönüşüm özlemini de yansıtır bana göre. Tanrısal iradeyle yaratıldığımız şu halden, başka bir hale transformasyon. Alaimissemanın altından geçmek gibidir geyikle evlenmek. Hayvanları simge olarak kullanmakla insan, Jung'a inanacak olursak, insandışı psikemizi, insan görünüşümüz altındaki içgüdülerimizi ve de psike dediğimiz can yapımızın bilinçdışından anlamlar taşır. Hayvan ne denli ilkel olursa, benliğimizin derinliklerine o denli çok dalarız. Hayvanların birçok yayınevinin logosunda yer alması da rastlantı değildir. Hayvanın bir çeşit taşıt, taşıma aracı olması (13. yüzyıldan itibaren bu mistik ve simgesel anlamı kazanmış), ya da kurban edilen bir yaratık olması, ve son olarak da insanınkinden daha aşağı bir yaşam biçiminden geliyor olması. Kendini bir hayvanla özdeşleştirmek, yaşam sularına yeniden dalıp kendini tazelemek denli önemlidir. Hıristiyanlık öncesinde hayvan, zıtlık, karşı çıkmak ve diğer aşağılık anlamları dışında bir anlam taşıyordu: coşku, huşu, vecd aracıydı hayvan. Sıklıkla geçen öteki simge AYNA da geyik mitosunu destekler şekilde kullanılmıştır. Ayna, düşgücünün ya da bilinçliliğin simgesidir. Görünenler dünyasının somut, biçimsel gerçekliklerini yansıtır. Evrenin yansıtılmasını söze, dile dökmek adına ayna düşünceyi de simgeler. Bunu suyla bağdaştırdığımızda ortaya Narkisus miti çıkar ki bu durumda tüm kozmos koca bir ŞİMDİ gibi görünür; dünya ise değişim ve yer değiştirme kurallarından etkilenerek bir süreksizlik durumudur ve aynada bir görünüp bir kaybolan görüntüleri bize ileten aracı ajan gibidir. Ayna imge üretir, ama aynı zamanda onları içinde tutar ya da yutar da. Ayna kimi zaman da, ruhun, canın kendini tümüyle özgür kılabilmek üzere öteki yana geçmesini sağlayan bir kapıdır. Alice Harikalar Diyarında'da bu anlamında kullanılmıştır. Ayna, ses yankılanması gibidir, tez ve antiteze işaret eder. Daire (ya da çember) ise, döngüsel olanın, zamanın, güneşin simgesidir. Çokparçalılıktan birliğe, yekpareliğe dönüşü (on rakamıyla da ilintisi kurulunca özellikle) de gösterir. Cennet ve kusursuzluğu da simgeler çember. Beyaz çember enerji olabilir, kara çember görünenler dünyasının ötesindeki güçleri söyler. Çin simgeleri arasında başı çeken Yin-Yang'da ortada beyaz ve siyah daireler bulunur. İç içe olmaları bu ikiliğin, dualitenin doğada olduğuna işaret eder ki aynı zamanda eril olanın dişili, dişil olanın erili içinde


barındırdığına da dikkatimizi çeker ki geyikken insan olmak da bunu kanıtlar. Geyik benzeri yaratıkları ciddiye almak gerekir. Gorgonlar, ya da pegasuslar gibi canavarlaşabilirler onları değerlerinden aşağı görüp küçümserseniz. Sokrat, böylesi öykülere burun kıvırıyor ama kendisini de Typhon'a benzetmekten alamıyor, doğasında bir kutsilik, yüce bir öz taşıyan yalın bir hayvan olmak istediğinden söz ediyor (Phaedrus). Hayvanların olduğu kadar, karakterlerin adları da çok şey söyler. Burada uzun uzun incelemeyeceğiz ama biline ki bir varlığın, bir canlının adının özüyle yakından ilintisi vardır. Ad, öz hakkında bir şeyler ima etmez, o özün ta kendisidir. O yaratığın içkin özellikleri adında gizlidir. Bu inanış da mit yaratma işinin başında bilinmesi gereken temel kurallardandır. İmaj yapımcıları ünlenmesini istediklerinin adlarını bu yüzden değiştirirler. Oyundaki karakter isimleri üzerine düşünmek de okuyucularıma benim verdiğim bir ödev olsun: Cudana, Mustafa, Süveyda, Kasım, Hazer Bey, Kureyşa, Nasır, Bakır, Sidar ve evrenin diğer canlıları: efsuncular, berber, hayalet baba, ve ille de intikam cinleri (ki aynı zamanda geyiktiler). Ad önemlidir, analar babalar bu yüzden doğacak çocuklarına isim koymakta zorluk çekerler. Çünkü çocuk bütün hayatı boyunca o adla, o adın geçmişiyle, o adın belleklerimizdeki tarihini de sırtlanarak hep geniş zaman yaşayacaktır. O adın ceremesini çekecek, o adın lanetini taşıyacaktır. Nüfus memurlarının yaptığı hatalara bu yüzden kızarız. İrademiz dışında değiştirilemez bir hatayı ömür boyu taşımak zorunda kalışımızın verdiği bir sıkıntı. Adımız, nereye ne zaman doğacağımızı bilemediğimiz gibi, tercih kullanamadığımız bir alan. Ancak, yetişkin olunca, yasal olarak değiştirme hakkımızın bulunduğu yafta. Ama oyun öyle demiyor. Oyun adımız, şimdiki zamanda gördüğümüz, yaşadığımız yazgıdır, kumlar denli kalıcıdır, diyor. Dil, imge, simge ve mitoslarla insanoğlu muammasını mitleştiriyor. Son bir örneklemeyi de aşka bağlayayım ve bitireyim artık: Geyik öldürmek, hele hele bebe bekleyen bir maralı öldürmek, büyük günah. Oyun bu yüzden doğada bulunan bir kurala da işaret ediyor. Symbiosis: Yani, ötekiyle birarada yaşamak zorunda olması tüm yaratıkların. Genellikle de çıkar ilişkileri üzerine kurulu, ya da hayatta kalmaya içgüdülü. Hayatta kalmak için öldürmek gerek. Ötekini öldüreceksin. Oysa, tüm dinlerin belki de tek ortak yanı, ve dolayısıyla ilk emri şudur: Öldürmeyeceksin. Oysa symbiosis'in özünde ötekini, Pavese'nin deyişiyle cehennem olan ötekini öldürmek yatar. Fromm,

aşkı iki temel türe ayırır. Symbiotik aşk ve olgun aşk. Symbiotik aşk, köle-efendi ilişkisine dayanır: taraflardan biri mazoşist, diğeri sadisttir. Biri pasif, diğeri aktiftir. Olgun aşkta ise, taraflardan her biri de birer bireydir, kendilerini yetkinleştirmiş, kendileriyle barışmışlardır, kendindenlikleri vardır, aynı zamanda da "öteki" ile de yekpare bir bütünlük sergilerler. İşte paradoks da burada yatar ve olanaksızın peşinde koşmak da. Çünkü, ayrı ayrı birer birey ve varlık olmak üzere kendindenliği olan bir oluşta ısrar etmek (Hemingway'in balığı ile yaşlı adamı gibi), yekpare bir bütünselliği oluşturmaya çalışırken taraflardan birinin yok olmasını gerektirir. Dolayısıyla aşk, önünde sonunda, symbiosisle noktalanır, onu kanıtlar. Önünde sonundaya değin ise oynanan oyuna aşk denir. Yazgının tecelli etmesine değin olan bitendir aşk ya da sevda. Oyun, oyuncuların, oyunu oynayacak olanların meydana gelmeleriyle başlar, tek tek aşiret üyelerinin kuşak sırasıyla tanıtılmasına geçilir, arada oynanan sadece lanet vardır, sonunda oyuncular "Biz gidiyoruz," derler ve giderler. "Ve biz gidiyoruz, kuma inanıyoruz, kumun zamanına, kumun saatine inanıyoruz. Kumlara gömülenlere de, bir rüzgarla kumların altından yeniden görünenlere de inanıyoruz. Ve o zaman şimdi olduğu gibi gidiyoruz. Size bu rüzgarı ve kumları bırakıyoruz. Biz gidiyoruz." "Dünyanın Başlangıcına Yolculuk" filminde çardağı omzunda taşıyan heykel gibi. Çardağın çökmemesini sağlayan keresteyi, hezeni atıverse bu yükten kurtulmak için çardağın altında kalacak adam ve ölecek. O halde, kendi ağırlığımızı taşıyabilmek zorundayız, Sisyphus gibi sonsuza dek olmasa da, biz ölümlüyüz, bunu biliyoruz, o halde acı çekmekten korkmayıp kendi ağırlığımızı taşıyabilmemiz gerek, çünkü ölümle bitecek her acı; yani acı, acıların en büyüğüyle bitecek, dinecek. Ötesini bilmiyoruz, ama buradan öyle görünüyor. Ben oyunun neresinde mi kaldım Murathan? Ağzıma tükürdüğün yerde. Yeniden doğuş için ağzımıza tükürdüğün yerde. Tükürüğün bol olsun sevgili kalem. KAYNAKÇA: Cassirer, Ernst. LANGUAGE AND MYTH. (1946) trans. Susanne K. Langer. New York: Dover Publications Inc., 19.. Mungan, Murathan. GEYİKLER LANETLER. İstanbul: Metis Yayınları, 1992. Mungan, Murathan. PARANIN CİNLERİ. İstanbul:Metis Yayınları, 1999 GEYİKLER LANETLER, Ankara Devlet Tiyatrosu, Oyun tanıtım broşürü, Haz. Sündüz Haşar, Esra Özmener, Sayı:98-99/ 11.

KAOS GL 59-60 / 43


Uğur ALPER Nezih ailelerin çocuklarının yakınından bile İstanbul geçmesine izin verilmeyen dar ve karanlık

sokaklar... Zamanında bu kentin asillerine, en zenginlerine ev sahipliği yapmış bugünün izbeleri. Ve karanlıkta belli belirsiz seçilen, hızlı adımlarla bir yerlere yetişmeye çalıştığı belli olan bir kadın. Kabarık saçları, abartılı makyajı, ucuz sahne kıyafetlerini andıran parlak elbisesi ve ancak boy kompleksli küçük kadınların giydiği türden yüksek topuklu ayakkabılarıyla, çevresindeki soluk ve yıkık binalardan çok uzakmış gibi gözüküyor. Ama hemen ötede, kapısı açıldığında içerden kalitesiz bir müzik duyulan pavyona dalıveriyor ve o da karanlık sokağın bir parçası haline geliyor. Hemen arkasından birkaç kadın çıkıyor aynı kapıdan ve onların ve hatta biraz öncekinin gerçek kadınlar olmadığını anlıyorum.

KAOS GL 59-60 / 44

ama o sahte kadınlar bu tür kaçışları hemen hemen her gece yaşıyorlar diye düşündüm içimden. Bir an yakalandığımı düşündüm ve polis aracındaki görüntümü zevkle yayınlayan televizyon kanalı ve benimle ilgili haberi ağzı kulaklarına kadar varıp neredeyse kahkahalarla sunan spikeri canlandırdım gözümde. "Toplum huzurunu bozan, hastalık saçan bir travesti daha güvenlik güçlerince yakalandı sevgili izleyiciler". Travesti? Ben? Birdenbire üzerime baktığımda nezih aile çocuğu kıyafetlerim yerine biraz önce takip ettiğim travestinin kıyafetlerini buldum. Kafka`yı bile kıskandıracak bir değişimdi bu... Artık güvenlik güçleri tarafından ezilmeyi bekleyen bir böcektim.

İçimi bir huzursuzluk kaplıyor, kafamdaki soru işaretleri birbiri ardına büyümeye başlıyor. Kadın neydi, erkek neydi? Cinsiyet ne menem bir şeydi ve insanların neresinde bulunurdu? Bacak aralarında mı, beyin kıvrımlarında mı? Bir erkek kadın, bir kadın da erkek olabilir miydi? Neler söylüyordum ben kendi kendime, tabii ki erkek erkek, kadın da kadındı. Ama herşeyin sahtesinin yapıldığı bu devirde kadının da sahtesinin olması kaçınılmazdı. Gerçek kadınlardan daha güzel olan bu sahte kadınların yaşamı birden ilgimi çekmeye başladı. O kapının ardında nasıl bir dünya vardı ve o dünyada biz "sıradan" insanlara yer var mıydı? Onlar mutlu muydu, bu hayattan memnun muydu?

Topuklu ayakkabılarımı çıkarıp dar sokaklardan birine daldım ve sonunda Cihangir`in bilinmezlerinde izimi kaybettirdim. Heyecanım geçtikten sonra durumun ciddiyetini anca kavradım. Kadın halimin dönüşü yokmuş gibi geldi bana ve öyle nasıl yaşayabileceğimin çarelerini aramaya başladım. Eve gitsem annem babam beni alır mıydı? Tabii ki hayır. Herşeyin taklidini, sahtesini kullanmamıza rağmen sahte kadınlara kesinlikle tahammül edemezlerdi. Sahte sevgileri yeterince ağır bir yüktü onlar için zaten. Durumumu öyle kabullenmiştim ki yaşamımın geri kalanını planlamaya başladım. Üniversite eğitimimin bana bu durumda yararı olur muydu? Galiba olmazdı. Kimse bana iş vermezdi. Benim bir işyerim olsa herhalde ben de vermezdim, tabii travesti olmadan önce. Bu ihtimali fazla düşünmedim. Düşünmek de istemiyordum. Kafamda ne yapacağımı üzerimdekileri ilk farkettiğimde kurmuştum.

Yanımdan hızla koşuşturup geçen bir kaç kişinin bağırtılarıyla kendime geldim. Nasıl oldu bilmiyorum ben de onlarla koşmaya başladım ve arkamda "dur polis" diye bir ses duydum. Birşey yapmamıştım belki ama yine de kendimi bir suç işlemiş gibi hissettim ve hızımı arttırdım. Sanki arkamızdakilerle aramızdaki mesafe ölümle aramda olan mesafeye denkti ve onlar o arayı kapattıkça ben ölüme yaklaşacaktım. Benim gibi bir nezih aile çocuğu için çok tuhaf bir deneyimdi

Biraz önce koşarak geçtiğim o dar ve karanlık sokaklar şimdi bana ana caddeler kadar geniş ve bir alışveriş merkezi kadar aydınlık geliyordu. Bu sefer koşmuyordum hem, salına salına, rahat rahat yürüyordum. Nerden geldiğini bilmediğim çantama elimi attım ve orda olduğunu sanki bildiğim sigaralardan çıkardım bir tane. Kendimden beklemeyeceğim kadar zarif hareketlerle sigaraya uzunca bir ağızlık taktım ve üzerinde adımın baş harfleri yazılı gümüş çakmağımla yaktım. Hiç öyle bir çakmağım olmamıştı, ama ordaydı işte. Hatta ben sigara da içmezdim. İçinden kalitesiz müzik duyulan pavyonun önüne geldim. Kapıdaki görevli ancak prenseslere gösterilecek bir saygıyla kapıyı sonuna kadar açıp "hoşgeldiniz" dedi. Bana yakıştırılan bu prenseslik ibaresini memnuniyetle kabul ettim ve tüm zarifliğimle içeri adımımı attım. Artık ben de o hep merak ettiğim dünyanın parçasıydım ve birgün yine mucizevi bir şekilde eski halime dönene kadar öyle kalacaktım.


Cinsiyet Değişimi Ameliyatının İngilizce'si Sex Change Operation. Kelime oyunu yapacak olursak Ex-change, yani değiş-tokuş etmek, yani lira verip yerine dolar almak gibi. Sizin için geçer akçe ne ise, tıpkı onu almak gibi. Geçersiz organı verip gerekli organı edinmek diyebiliriz. Pekiyi bu mümkün mü, mümkünse ne kadar kazançlı olunabilir bu değişimden? Bu tabii ki işin şakası. Şimdi sizlere erkekten kadına cinsiyet değişiminin olası bir örneğini anlatmak istiyorum. Anlatacaklarım kendimden yola çıkarak olacak elbette. Önceki yazımda anlattıklarımı yerine getiren biri olarak, psikiyatrinin bana ameliyat izni vermesinden tam iki yıl sonra ameliyat gerçekleşebildi. Öncelikle maddi koşullarımın el vermemesinden ötürüydü bu gecikme. O iki yıl tam bir kâbus idi. Sonunda sıra gelmişti kestirip, biçtirmeye, ekletip diktirmeye. Cinsiyet değişimi denince çoğu kişinin aklına nedense sadece altın makas gelir. Cinsiyet değişimi olayı başka, cinsiyet değişimi ameliyatı başka şeylerdir oysa. Ne traji-komik bir yanılgı ve eksik bir kanı. Sanki don diktiriyorsunuz terziye. Sağlıklı, bilinçli bir hazırlık yapmamış kişileri ameliyat masasına yatırabilen cerrahları şiddetle kınıyorum, yatanlara da teessüf ediyorum. Ben kendim pek pimpirikli biri olduğum halde, pek hazırlıklı olduğumu zannettiğim halde, narkozdan ayıldığım zaman çok şeyin farklı olduğunu gördüğümü söylemek istiyorum. Tamam öz be öz transeksüelim, psikolojim de yolunda gitmiş, hormonlar da çok şeker sonunda cerrah denen o anlatılmaz kişiden de teknik bilgileri almışım, korkunç güzel bir sükûnetle ve tebessümle de ameliyathaneye girdim. O ana kadar her olan biteni üç aşağı beş yukarı kavrayabiliyordum. Ameliyat sonrası neler olacağını da tahmin ediyordum. Lâkin tahminlerimin yine de yetersiz ve sığ kaldığını ameliyattan çıktıktan sonra anladım. Şimdi anlattıklarım çok kişiseldir, belirtmek isterim. Önceden hiç genel anesteziye girmemişim, hayatta hiç kırığım çıkığım olmamış, hiç baygınlık bile geçirmemişim, en önemlisi kanımı, iliğimi, kalbimi ve beynimi, cinselliğimi ve duygusallığımı, ruhsal ve mental yapımı ilgilendiren bir cinsiyet değişimi ameliyatını önceden yaşamamışım. Bu gerçeklerle giriliyor ameliyata. Ameliyat sonrası bir muamma. Psikiyatr ve cerrah maksimum halde kendilerinden emin. Bir gün önceden hastaneye kaydoldum, akşamına gereken

kan tahlilleri yapıldı, röntgen filmleri çekildi, sindirim Sanem AKAY sistemim temizlendi, verilen sakinleştiricilerle bir Ankara güzel uyku çektim. Sabahın köründe şıp diye kalktım, güzelce soyunup yeşil gömleği giydim, sedyeye bindim, ameliyathaneye indirildim. Sevgili cerrahımla ve ekiptekilerle selamlaştım. Masaya yatar yatmaz tıp diye uyumuşum. O sabah, ne geçmişimi ne de geleceğimi düşünebildim. Ameliyat edilme isteği ve heyecanım da yoktu. O ne dinginlik, o ne kendini kendiliğinden teslim ediş. 28 yaşındayım ve son 6 yıllık mücadele sonunda vuslata eren aşık gibi bedenimi cerrahıma canımı Allah'ıma teslim ettim. Çıt yok. Narkozda iken nasıl olduğunu anlatamayanlara artık hak veriyorum. Bir an ne desem, karanlık mı desem, tık yok mu desem bilemiyorum. Kısacası hiçbir kavram ve sıfatın olmadığı hal. Kim keşfetmiş şu narkozu yahu. Hayret bir şey. Saatler sonra kendime geldiğimde odamdaydım. Sabah 8'de uyutulmuşum, uyandığımda saat akşam 5'e geliyordu. Üstümde çarşaf, yanımda doktorumu ve hemşireleri gördüm. İleride anneciğimi. Ona bir göz kırpıp gülümsedim. Sonra akıl edip çarşafı kaldırdım ki ne göreyim: apış aram ve göğsüm sargılı. (Vajen yapımıyla beraber memelerime silikon protez de koyulmuştu). İçimden "ben ameliyat edilmişim!" dedim. Yine içimden güldüm, güldüm; içime bedenime ışık dolmuş gibi Cinsiyet değişimi hissettim. Nasıl mutlandım. Sonra dostlarım, olayı başka, arkadaşlarım tarafından da kutlandım. Sarhoş gibiydim. Acı yoktu HENÜZ; bedenim yorgun ve cinsiyet değişimi hissiz idi. Bakalım neler olacaktı. Artık tıbben kadın ameliyatı başka olduğum söylenebilirdi. Yeni organımla ilgili orijinal şeylerdir oysa. Ne tecrübeler sıradaydı. Yalnız benim duyabileceğim, yalnız bana ait olacak şeyler. Bir ben bir de Allah traji-komik bir bilir türünden şeyler. Ateş düştüğü yeri yakarmış, yanılgı ve eksik bir belki de ondan. kanı. Sanki don Çok geçmeden yine pimpirikliğimi takındım. Pür diktiriyorsunuz dikkat kendimi, bedenimi, kalbimi ve düşüncelerimi terziye. Sağlıklı, düşünmeye başladım. Ne olduysa ondan sonra bilinçli bir hazırlık oldu. Bu ameliyatın yapılacağı yerin tam teşekküllü bir yapmamış kişileri hastane olması şart. Benimki de öyleydi. Fevkalade ameliyat masasına iyi bakıldım. Ameliyatta kan kaybım olmuş, önlemi yatırabilen alındı. Normalde düşük tansiyonlu biriyim; tansiyonum iyice düşünce, verilen üç çeşit ağrı cerrahları şiddetle kesicinin tansiyon düşürücü özelliği de olunca çok kınıyorum, titiz bir takip gerekti. Tansiyon sorununu yatanlara da ciddileştirmeden ağrıyı kesme işi becerildi. Bünyem de nazik çıktı. Daha doğrusu vücut denen o teessüf ediyorum.

KAOS GL 59-60 / 45


muazzam makinenin neye nasıl tepki vereceğini kestirmek çok güçmüş, onu anladım. Asla ve asla hafife alınacak bir iş değil. Sanırım tıpta ihtiyat denen kavram çok önde gidiyor. Zaten gördüm ki doktorlar iyilikler konusunda minimum seviyeyi, kötülükler konusunda ise maksimum seviyeyi göz önünde tutarak hareket ediyorlar. Bilgi, tecrübe ve tekniği insan psikolojisine dahil etme becerisi, o hastaneyi ve ekibi nitelikli kılıyor. Ameliyat bana beklediğimden çok zor geldi. Çok acı çektim, rahatsızlık hissettim. Sabırsızlandım, endişelendim, bıkkın ve yorgun düştüm. Bir hafta hastanede bir hafta da evde yattım. Çok iyi ve hatta şefkatli bir refakatçi şart diyorum (benimki annemdi). Bu arada uyku düzenim alt üst oldu. Yaklaşık 15 gün sonda takılı kaldı idrar yolumda. 10 gün diet yemek yedim, 10 gün büyük tuvalete çıkmadım. Vajenimi tıka basa dolduran bir tamponu iki hafta içimde tuttum. Türlü vesveselere kapıldım ister istemez. Örneğin, pırıl pırıl penisimi yani idrar yolumu ve en erojen dokularımdan olmuştum. Bu arada üreme yeteneğimi yitirdim, hiç dert etmem diyorum, etmedim, etmiyorum. Onu geçebiliriz. Çünkü rahimle analık, tohumla babalık yapılmadığını biliyorum. Herkesin en büyük sorusu ORGAZM olayı. Ne olacaktı Allah bilir, ben bilmezdim. Orgazma sıra gelmeden önce başka sorularım, sorunlarım oldu. Örneğin, tuvalete çıkmayı çok dert ettim kendime. Doktorum rahat ol diyorken ben ona inanamıyordum. Ta ki onu çıkarana kadar. İnanın dışkılamanın muazzam mekanizması olduğunu o tecrübemle anladım. İnsan ilk kez yaşadığı için, başıma talihsizlikler gelir mi (gelir) diye kara kara düşünebiliyor günlerce. İki hafta sırtım yataktan kalkmadı. Tampon ve sondadan kurtulunca ilk çişimi kaygılı bir heyecanla yaptım. Ben oturdum yaptım, annem de beni seyretti. Aaa, çok güzel yaptım. Ne yapamama, ne de tutamama derdim oldu. Kaygılarım çok mu anormaldi acaba? Kendimi titizliğim konusunda hem pek haklı hem de biraz aptal hissettim. Tabii işlerin yolunda gittiğini gördüğüm ana kadar. Kolay değil kardeşim, dışkılama vs. deyip geçme, düşünsene bir terslik olduğunu: Onarmak için ikinci bir ameliyat gerekebilir, onarılamazsa kaderine razı olacaksın. Can bu işte, an geliyor doktoruna olan itimadını bile zayıflatabiliyorsun. Ne olur affetsinler beni. Neyse, tampon çıktı yerine dildo (yapay penis) geldi. Günde dört kere 20'şer dakikalık masajlar şart oldu. Sabah akşam da dezenfeksiyon. Dikiş içindeki vajene o kahrolası jel dildoyu yerleştirmek bir kâbus gibi geldi bana. Ama fonksiyonel bir vajen için bu olmazsa olmazdı. Bu kalıcı olacak kâbusu düşünüp geçici kâbusa tahammül etmekten başka yol yoktu tabii. Nitekim iyileştikçe iş kolaylaştı ama hiç zevk vermedi.

KAOS GL 59-60 / 46

Derken masaj günde üçe, ikiye ve bire düştü. Bu her gün altı ay boyunca devam edecekmiş. Vajenin iyileşmesi 2 ay, oturması 6 ay alırmış. Nitekim öyle oldu. Şimdi kakayı makayı bırakıyorum, şu ilginç konuya gelmek istiyorum. Yani vajenin cinsellik özelliğine. İlk iki hafta penis ve testisin yerinde yeller esmiyor. Tek görünen sargı bezleri, hissettiğim ise sadece acı. O sıra orgazmı düşünen kim? Çoğu kimse kesip atılan dokularımı saklayıp saklamadığımı sordu. İnanın aklıma bile gelmedi. Ben bu ameliyatı, erkekliğimi kavanoz içinde göreyim diye olmadım ki. Hiç önemi yoktu benim için. Tampon çıkarılınca da acı, keçeleşme, uyuşma, kaşınma devam etti. En kötüsü ilk kez dikiz aynasıyla gördüm ve bana çok içler acısı gelen görüntü karşısında gözyaşı ve ağlayışı engelleyemedim. Eski boy-friendim ziyaretime geldiğinde de aynı oldu. Dakikalarca kahkahalarla güldüm ardından uzun uzun hüngür hüngür ağladım. Sanırım bu, duygusal bir boşalma idi. Yıllarca süren transeksüel çilenin, yorgunluğun ve kederin, yeni kavuştuğum kadınlığın neşe ve ferahlığıyla patlayan feryat ve sevincin gözyaşlarıydı sanırım. Artık ölsem de gözüm arkada kalmayacaktı. Ama yine de tam açıklayabildiğimi sanmıyorum. Elbette kadınlığın da zorlukları, yorgunlukları olacaktı. O sıra sevinçten uçuyordum da diyemem. İçimde hoşnutsuzluk da vardı. Hoşnut olmadığım erkekliğim, ameliyat masasında ölmüştü. Erkekliğin olumsuz etkilerinden bir günde kurtulmak mümkün müydü? Bir yandan da yeni kadınlığımı hissedememekten değil, bir an evvel hissetmek arzusuyla yanıp tutuşmaktan hoşnutsuzdum. Kadınlığın olumlu etkilerini bir günde hissetmek de pek mümkün değildi, biliyordum. İşte bu gibi karman çorman şeyler geldi geçti zihnimden… Bedenimi dinledim günlerce saat saat. Bandaj, tampon ve sonda gidince, zamanla şişlik inmeye başladı. Dildoyla masaj derken dayanamadım ve iki ay boyunca cinsel ilişkiye girmemem gerekirken, ben üçüncü haftada çok sevdiğim bir arkadaşımı yatağıma davet ettim. Çünkü ben yataktan zorla çıkıyordum. Ha dildo, ha canlı penis ne farkeder diye partnerimle öpüşüp koklaşırken üstüne çıktım. Arkadaşım şoke oldu. İçimdeydi artık. Şoku atlatsın diye sırt üstü yatağa uzandım. Makas gibi, kucak kucağa, göğüs göğüse, dudak dudağa, göz göze geldik. Bir yerden sonra bedenler nedir ki, onu ruhuma gömdüm. Üç haftalık vajenim derindi derin olmasına ve çok yakışmıştı üç onyıllık derin kadınlık benliğime. Eşim bedensel tatmine de ulaştı. Ben ise ruhun aslında kaldım, sûrete vakit vardı. Cerrahımın ellerine sağlık vajen ve memelerimin de katılımıyla, erkek eşime sunabildiğim dişil bedenimden emin oldum. Belki


de insan, tatmin edebildiği oranda tatmin oluyor. Çok geçmedi, insanız ya, ben de tam bir zevk ve tatmine ulaşmanın derdine düşüverdim. İlk zamanlar hep penisim varmış gibi hissettim. Bu normalmiş, kolu kesilen birinin bir süre daha kolunu varmış gibi hissetmesi gibi. Sonraları dışarıda hissettiğim penisimi içimde hissetmeye başladım. Sanki penisim tam sertleşmiş olarak içime yapışırcasına tümüyle saplanmış gibi. Ayol çok fena hissettim kendimi. Bu ne biçim iştir diye kulak verip durdum günlerce orama. Yolda yürürken sık sık kasıklarımla sıktım yeni organımı. Nasıl sevindirik oluyordum anlatamam. Yolda karşılaştığım tüm kadınları, yandaşım hissettim aptalca. Sonra bu hisler giderek törpülendi, yerine oturdu. Ardından vajinal kaslarımı kullanmaya başlayınca işte o zaman yeni organıma sahip çıkmaya başladım. Penis hislerim giderek tükendi, yeni uyarıları yeniden anlamlandırdım. Dikişlerim de eriyince o artık benim biricik vajenimdi. Çok duyarlıydı. Kafamı orgazma takmıştım artık. Bu kadar olumlu şeyler olur da orgazm olmadan olur mu? Canım iyiden iyiye sıkılıyordu artık. Kendi kendime tatmin olmaya çalışıyordum. Oldum oluyorum derken olamıyordum. Yakın arkadaşlarım kendilerince ne düşünüyorlardı ise alaylı alaylı sataşıyorlardı bana. Ve 44. günde tesadüfen 3 travesti arkadaşımın tanıklığında orgazma ulaştım. (görmeden inanırlar mıydı acaba?). Vajenim sırılsıklam olmuştu. Tatlı ateşler içinde kahkahalarla güldüm. Allahıma şükür, doktoruma dua ettim. O bile inanamadı. Çok erken dedi. Dış ve iç dudakların yanısıra, penisin ucundaki en duyarlı sinirden uyarladığı klitorisimin henüz işlevsel olamayacağını, bunun 1 yıla kadar vakit alabileceğini, ama her nasıl bu tatmini becerdiysem tebrik ettiğini söyledi. İki üç gün sonra yeniden orgazma ulaştım. Erkenden beceren ben olmayacaktım da kim olacaktı ya, işte altyapı buna deniyor olsa gerek. Derken cinsel ilişki serbest oldu. Mastürbasyonla tatmin olabilirken, biriyle ilişki esnasında, yok kaydırıcı tükendi, yok kondom mu patladı, yok efendim travmatik bir pozisyon mudur derken epeyi de acı hissettiğimden orgazm olamıyordum. Sabretmeye değer diyordum. Çünkü ufukta görüyordum. Nihayet 74. günde bunu da başardım. İşte bedensel ve ruhsal uyumun zirvesinde erişilen birleşme buydu. Hâlâ orgazm olup olmadığımı soranlar var ve hep olacak. Partnerlerim hariç tabii. İspat etmemi bekleyenler de oluyor da nasıl edeyim? Buraya kadar anlattıklarımda hiç yalan havası var mı? Zaten bir noktadan sonra, bu sorular ve şüpheler benim değil onlara sahip olanların sorunudur diyorum.

Bu ameliyatı yurtdışında çok pahalıya ya da oldukça ucuza da yaptırabilirsiniz. Yabancı bir ülkede ve tıbbi ekiple bu işi yaptırmanın ekstra sorunları olabilir. Yurt içinde bu ameliyatı Amerikan Hospital gibi çok masraflı biçimde yüksek sağlık hizmeti (!) gerekçesiyle yaptırabileceğiniz gibi bazı üniversite hastanelerinde de yaptırmak da mümkün. Ben bu ameliyata Ankara'da Başkent Üniversitesi Hastanesinde girdim. Psikoterapiyi Ankara Üniversitesi Psikiyatri Ana Bilim Dalından almaktayım. Sonuç olarak ne diyebilirim: Dilerim tüm transeksüel kişilerin gönülleri, zihinleri feraha kavuşur. Erkekten kadına olduğu kadar kadından erkeğe cinsiyet düzeltimi yaptıranları da unutmamalı. İnsan bence de göründüğü gibi olmalı ya da olduğu gibi görünmeli. Dürüstlük, açıklık, samimiyet ve safiyet ne güzel kavramlar. Böcekliği seçenlere ve insanı böcekliğe itenlere yazıklar olsun diyorum. Cinselliğe çok ilgili olan toplumumuz maalesef ilgili olduğu oranda bilgili değil. Nedir bu rezaletin sebebi? Bunları ve çarelerini düşünelim ve gereğini yapmakta çaba sarfedelim. Cinselliği, bir arının her çiçekten aldığı özleri kendinde özleştirip kustuğu bala benzetiyorum ben. Yani cinsellik herşeye damgasını vurduğu kadar, her şeyden etkilenerek edinilen ve icra edilen bir kavramdır. Öyle insanlara rastlamak mümkün ki bal yerine afedersiniz bok kusuyorlar gibi. Dilerim ballarımızın niteliği giderek yükselir. Pekiyi nasıl? Bilinçleri yükselterek. İşte bu nedenle toplum bilincine, en azından ilgi gösterenlere ışık tutmak için bu yazıyı yazdım. Bunlar artsın! Cinsel azınlık diye görülen transeksüellerin kendi içinde sağlıklı transların azınlıkta kaldığı şu ortamda elden ne gelir acaba? Yazımla ilgili olarak birkaç maddeyi sıralayarak son vermek istiyorum: Öncelikle cinsel kimliğinize sahip çıkınız. Gerekirse bunun için psikiyatrik yardım alınız. Eğer cinsel kimliğiniz transeksüellik ise psikoterapik yardım ve destek rutin olarak alınmalı. Size uygun psikoterapik sürecin içeriğini burada anmak pek mümkün olmadığından, bu alanda uzmanlaşmış bir psikologla objektif olarak yaşam alanlarınızı ve koşullarınızı belirleyiniz. Psikiyatri tarafından cinsiyet değişiminiz rapor edildiği takdirde, hormon tedavisini de endokrinoloji gözetiminde psikoterapi eşliğinde alınız. Sıra cerrahi operasyonlara gelince mümkünse bu alanda ihtisas yapmış tek bir plastik-estetik merkezinde tedavi olunuz. Hatta mümkünse Psikiyatrik, Endokrinolojik ve Plastik Estetik birimlerinin ortaklaşa çalıştığı bir hastanede tedavi olunuz. Birkaç hastanede birden tedavi oluyorsanız, ortak hareket yönünde kişisel çaba gösteriniz. Tam teşekküllü hastanelerde ameliyata giriniz. Ameliyat sonrasında da psikoterapiye devam etmelisiniz. Tecrübelerinizi uygun platformlarda insanlarla paylaşınız.

KAOS GL 59-60 / 47


Yaşamın İçinden Kartpostallar köşesine yeterli katılım sağlanmadığı için röportaj şeklinde düzenlenen kartpostalları bundan sonraki sayılarda da hazırlamaya çalışacağım. Katkı ve önerilerinizi bekliyorum. ATİLLA A.

Çocukluk yıllarından bahseder misin? Çocukluğum genelde kızlarla birlikte geçti; onlarla birlikte ip atlar, yakar top ve dombik oynardık. Doğru dürüst erkek arkadaşım olmadı. İlkokula giderken bende farklılıklar olduğunu anlamaya başlamıştım. Zoraki bazen erkeklerle oynamaya çalışırdım. Sonradan erkeklerle oyunlarım hoşuma gitmeye başladı. Çünkü doktorculuk oynamaya başlamıştık ve kömürlüklerde çükümüzle birbirimize iğne yapıyorduk. Tam bir ilişki olmazdı tabiki. Daha sonra sadece bu oyunu Ramazan adında bir arkadaşımla oynamaya devam ettik. Ramazan'la elbiselerimizi çıkarıp öpüşür ve sevişirdik. Peki Ramazan'la olan ilişkinde bir şeyler hissedebiliyor muydun? Ramazan'la olan ilişkim ilkokul yıllarında idi, duygu anlamında birşeyler hissettiğimi sanmıyorum. Ama onunla böyle şeyler yapmak hoşuma gidiyordu ve bulduğumuz her fırsatta kömürlüğe gidip sevişiyorduk. Ramazan'ın babasının tayinin çıkması ile birbirimizden ayrıldık; bu beni çok üzdü. Sonraları mahallede benden 15 yaş büyük Cemal abi daha önce hiç hissetmediğim duygular uyandırdı içimde. Onun beni yanına çağırmasını, benimle ilgilenmesini, beni öpmesini istiyordum. Peki Cemal abine bu hisleri beslediğinde kaç yaşlarındaydınız? Sanırım ilkokul 5'e gidiyordum. Onu o kadar çok seviyordum ki onun için ağlıyordum bile. Futbol oynamasını hiç sevmediğim halde karşı takımda oyuna girer topu onun ayağından almaya çalışıyor bahanesiyle ona sürtünür müthiş zevk alırdım. Cemal abi de adam yaralamaktan içeri girince yine çok üzülmüştüm. Ortaokul yıllarında neler oldu? Cemal abinin üvey kardeşi Ahmet'le güreşmeye başladık. Ahmet her seferinde boşalıyordu, ben henüz ergenleşmediğimden boşalamıyordum. Bu lise 3'e kadar devam etti, artık ben de boşalıyordum. Bu arada işi ilerletmiştik, çırılçıplak soyunup deliler gibi sevişiyorduk. Ahmet benim oral seks yaptığım ve bana sen eşcinselsin diyen ilk insandır. Lise yıllarına girmeden çocukluğunuzda ailenizle ilişkileriniz nasıldı? Lise dönemine kadar pek bir problem yaşamadım. Evin en küçüğü olduğum için olsa gerek çok sevilir çok dayak yerdim. Abime araba, bana bebek alınırdı. Annem bana kız elbiseleri giydirip ne güzel oldun keşke kız olsaydın der, hem güler hem severdi. Hiçbir zaman tek başına bir yere gitmeme izin verilmezdi, liseye kadar oturduğum mahalleden başkaca bir yer bilmezdim. Liseye başladığınızda ben eşcinselim diyebiliyor muydunuz? Tabi ki Ahmet'in bana sen eşcinselsin demesi, ona bunun anlamını sorma fırsatı verdi. O da toplumsal ibne imajını tarif etti. Garip olmuş, anlayamamıştım. Bu kadar kötü olmamalıydı. Daha sonra bunun doğru olmadığını öğrenecektim. Lise'deyken neler oldu? Lise 2'de Metin adında bir arkadaşım vardı. İkimiz Almanca dersinde en arka sıraya geçer, fermuarlarımızı indirip karşılıklı köfte yapardık. Onlarca insanın arasında eşcinsellik lafını anmadan iki yıl boyunca buna devam ettik. İşimiz bitince hiçbirşey olmamış gibi bu konuda

KAOS GL 59-60 / 48

konuşmaz diğer arkadaşlarla sohbet ederdik. Bu arada Ahmet'le olan ilişkim devam ediyordu ve ben onu istemez hale gelmiştim. Ahmet bunu anladığında aileme söylemekle tehdit ederek ilişkimizi devam ettirmeye çalıştı. Birgün Güven Park'a gidip birisiyle birlikte olunca Ahmet'in tehditlerine aldırmadan onunla ilişkimi bitirdim. Güven Parkı nasıl öğrendin peki? Lisede erkek arkadaşlar biraraya geldiğimizde her zamanki karı kız muhabbeti sırasında bir arkadaş G. parka orospuların ve kendini yaptırmak isteyen erkeklerin gittiğini ve onlara top dendiğini söyledi. Bundan sonra hep oraya gitmem gerektiğini düşündüm. Çünkü erkeklerden hoşlanıyordum ve cinsel birşeyler yaşamak istiyordum. Bir gün tüm cesaretimi toplayıp parka gittim. Orada neler oldu? Banklardan birisinde otururken yanıma 40 yaşlarında birisi geldi. Önce havadan sudan şeylerden söz ettik sonra parka daha önce gelip gelmediğimi sordu. Ben de ilk defa geldiğimi söyledim. Hava kararmıştı, bana burada fazla oturmamamı gece kötü insanlarla karşılaşabileceğimi söyledi ve birlikte parktan çıktık. Sonraları sık sık parka gitmeye başladım. O adamla karşılaşıyor sohbet ediyorduk, ona güvenmeye başlamıştım. Bir gün beni evine davet etti davetini reddetmedim. Evde seviştik anal ilişkiye girmek istedi canım yandı ve bunu yapamadım. Daha sonra ki buluşmalarımızda ısrarlı olunca görüşmeme kararı aldım. Üzülmüştüm çünkü çok efendi birisiydi. Bir akşam 25 yaşlarında oldukça hoş birisi gelip yanıma oturdu. Parka gide gele korkularımdan kurtulmuştum. Sohbet etmeye başladık konu erkeklerle yatıp yatmadığıma geldi ben de başımdan geçenleri olduğu gibi anlattım. Bir ara eğilip dudaklarımdan öptü, çok hoşuma gitti ben de karşılık verdim. Birden bir polis düdük çalarak yanımıza geldi ve birisinin bizi öpüşürken görüp şikayet ettiğini söyledi. İnkâr ettik ama yinede bizi Parktaki Polis Noktasına götürdü. İçerideki muhtemelen rütbeli polis, bana burada ne yaptığımı kim olduğumu, yaşımı, niye böyle şeyler yaptığımı, sordu. Hepsine yalan cevap verdim ama pek yutmuşa benzemiyorlardı. Diğer çocuğa utanmıyor musun bu çocuğa böyle şeyler yapmaya dediler. O da inkar etti, çok fazla üstelemeye başlamışlardı ki ne be ben de sizdenim deyip kimliğini masanın üzerine fırlattı, hepsi şaşırıp kalmıştı. O an düşüp bayılacaktım, her şey bitti mahvoldum dedim içimden. Tam o sırada benimki kolumdan tutup beni dışarı çıkarttı ve ev -iş telefonlarının olduğu bir kart verdi. Ağlamayı kes ve beni dinle dedi. Kimliğimi açıklasaydım benimle konuşmazdın, şimdi eve git ve beni mutlaka ara dedi. Bir süre sonra korkmama rağmen onu aradım ve 3,5 ay süren bir ilişkimiz oldu. İlk kez tam ilişkiye girdim ama aktif olarak. Bir gün beni Jazz Time adlı bir bara götürdü ve bak bunlar da sevgili diye bir çok çifti işaret ederek gösterdi. Sonunda bu kadar çok eşcinseli bir arada gördüğüm için çok mutlu olmuş ve bir ben miyim sorusundan tamamen kurtulmuştum. Daha sonra tek başına bara gittim ve gittiğim ilk gün şu an 10 senelik arkadaşım olan Serçe'yi tanıdım. Gün geçtikçe daha çok gey tanımaya, onlarla birlikte eğlenmeye, üzülmeye başladım. Artık daha bir mutluydum sanki yıllar önce kaybettiğim ailemi bulmuştum. Böylece sinema, park ve barları öğrenmiş oldum. Daha sonra neler değişti hayatında?


Bir bar akşamında benim için çok özel olan İlker ile tanıştırıldım. Uzun süreli bir ilişki düşündüğünü söyledi, bu oldukça hoş bir fikirdi benim için. Bir hafta sevişmelerin ötesine gidemedik onun özel birisi olduğuna karar verdim ve ilk kez pasif oldum. Çok canım acıdı ama artık tam bir eşcinsel oldum diyerek kendimle dalga geçerdim. Onunla hâlâ görüşüyor musun? Küs değiliz ama görüşmüyoruz. Kezban olduğum için öğreneceğim çok şey vardı. Bunlardan birini de İlker ile yaşadım. En yakın arkadaşımla beni aldatmışlardı. Kurnazca bir oyun oynayıp bunu ortaya çıkarttım ve ilişkimi bitirdim. Çalışmaya ne zaman başladın ve iş hayatın nasıl? Lisedeyken yaz tatillerinde Ulus'ta bir kumaş mağazasında çalışıyordum, okul bitince de bu işe devam ettim. İş yerindekilerin takılmaları pek rahatsız etmiyordu, abartılı bir şey de yoktu. Fakat çevredekiler rahat vermiyordu. Eşcinselliğimi elimden geldiği kadar saklıyor ve işimi çok iyi yapıyordum, bu nedenle eşcinselliğimle ilgili bir problem yaşamadım dersem yalan olmaz. Tabi saç şeklim, konuşma şeklim, davranışlarım dalga konusu oluyordu. Zaten onlar sürekli birbirlerine aynı şeyi yapıyorlardı. Önemli olan benim ne istediğim, onların ne düşündüğünden bana ne demeyi öğrendim. İş hayatımdaki en kötü anım işten ayrılmama neden olan olaydır. Ne oldu anlatmak ister misin? Şu an birlikte olduğum sevgilimden hoşlanan bir başka eşcinsel işyerimi öğrendi ve telefonla arayarak patronuma eşcinsel olduğumu, başka bir sürü iğrenç şey anlatarak işten ayrılmama neden oldu. O insanı görebilseydim o an öldürebilirdim. Aileme de telefon açıp aynı şeyi yapmaya çalıştı telefon numarasını değiştirip bunu atlattım. Eşcinsel olmakla ilgili birşeymiş gibi düşünmüyorum bunu. Kötü insanlar her kesimde var. Zavallı insanlar olarak görüyorum o kadar. Karşı cinsle ilişkin oldu mu hiç? Lise 3'te Serap adında bir kızla birlikte oldum, bir de nişanlılık devresi geçirdim. Nişanlandınız mı? Çocukluk yıllarında güzel anılarım olan Gül ile 18-19 yaşlarında bir ilişki kurduk. Aile, anne, baba, çocuk kavramları çok hoşuma gidiyordu. Bu nedenle eşcinsellikle evliliği birlikte yürütebilirmişim gibi geliyordu. Aslında beni buna iten nedenler vardı. Bir eşcinsel olarak bir sürü ilişki yaşamış istediğim uzun süreli birlikteliği kuramamıştım. Her gün bir başkası, peki gelecekte ne olacak derken kendimi Gül ile nişanlı buldum. Peki eşcinselim diyorsunuz karşı cinsle problem yaşamadınız mı? Hayır onu seviyordum. Cinsel sorunumuz da olmadı. Şu anki sevgilimle tanıştığımda her ikisini de yürütebilirim sanmıştım, bir tercih yapmam gerekti, ben de yaptım. Peki neden tercih meselesi yaptın? Eğer eşcinselim diyorsam böyle bir şey yapmamalıydım. Kadın mı erkek mi sorusuna erkek tabi ki cevabını vermem yeterli olması gerekirken hayallerimi süsleyen erkeği bulana kadar kendimle çelişen şeyler yaşadım. Sevgilime Gül'den ayrılmak istediğimi yanımda olup olmadığını sordum ve nişanı attım. Sevgilim olmasaydı benden önce bu hatayı yapanlar gibi evlenerek bunalımlı günler hatta yıllar yaşayacaktım. Askerliğinizi yaptınız, biraz bahseder misiniz?

Acemiliğim çok rahattı (herkesin aksine). Çünkü orada askerliğin ne olduğunu öğrendiğiniz için acemilik normalde çok zordur. İstanbullu bir çavuş beni yanına aldı ve onun yanından hiç ayrılmazdım. Çok güzel bir çocuktu, onunla çok güzel günlerim oldu. Ona birgün pat diye eşcinsel olduğumu anlattım (Tabii o güveni aldıktan sonra). Gayet normal karşıladı ve beni her zaman askerliğin o zor kısımlarından çekip aldı. Onunla sarhoş olduğumuz birgün seviştik. Sonra bir daha olmadı. Ve acemiliğim bittiğinde ağlayarak ayrıldım ondan. Usta birliğine torpille gelmiştim. Görevim acayip güzeldi. Torpilim de çok büyüktü. O yüzden çok rahattım. Usta birliğinde erlerden beş askerle birlikte oldum. Ama içlerinden birisiyle 1 sene sevgili hayatı yaşadım. Askerliğimiz bittiğinde ben onu Ankara'da bir hafta misafir ettim. O da beni kendi memleketine götürdü, 10 gün misafir oldum. Oradan Ankara'ya gelmek benim için ölümdü. Ona çok alışmıştım. Düşünün askerdesiniz ve her saniyeniz yan yana onunla, ilişkim hep sürsün isterdim. Ama o kız kaçırdı, evlendi ve şu an çoluk çocuk sahibi. Mutlu olsun. Bir ilişkin var, nasıl bir süreç yaşadın? Tavsiyelerin var mı? Her zaman olduğu gibi tanıştırıldık. Başlangıçta nereye gideceği belli olmadığı için normal, sıradan bir ilişkiydi, diye düşünürken böyle olmadığını anladık. Ve anladığımızda bir sürü problemler çıktı. Düşüncelerde çatışmalar, zevk anlayışlarımızda farklılıklar, derken zaten seneler geçti. Kıskançlık, kavga, tartışma… Tabii arada aşk da var, sevgi de. Onlar olmasa zaten bunların hiçbirisine dayanamazdık. Zaman her şeyin ilacı derler ya, bizde de öyle oldu. Biraz ben, biraz o ödün verince birbirimizi dinlemeyi öğrendiğimizde, birbirimizi anlamaya çalıştığımızda, kısacası aynı dalgada olduğumuzda her şeyin rayına oturduğunu gördük. Küçük ayrılıklar, kavgalar yaşamadık mı? Yaşadık ama, şimdi daha iyi anlıyorum ki bunları iyi ki yaşadık. Çünkü temel sağlam oturdu. Herşeyde olduğu gibi biraz anlayış herşeyi çözüyor. Hataları biraz kapatıcı olmak lazım. Şu an böyle bir ilişkim olduğundan çok mutluyum. İyiki de eşcinselim. Gelecekte ne yapmayı düşünüyorsun? Korkuların var mı? Şu an işsizim. İlk önce sürekli çalışabileceğim bir işe girmek istiyorum ve bunun için girişimlere başladım. İlişkimin aynı güzellikte devam etmesi için üzerime düşen her şeyi yapacağım sanırım. Sevgilimle daha güzel günler geçirmek için bazı planlarım var. Korkularıma gelince, tek bir korkum var: Yaşlanınca yalnız kalmak. Bunun olmasını hiç istemiyorum. Bir eşcinsel nasıl olmalı? Herkes benim gibi düşünemez. Bu da en doğal şey. Ama bence hepimiz bir dayanışma içinde olmalı birlik olmalıyız. Birbirimizi çok sudan şeyler yüzünden kırmamalı ve yaptığımız her şeyde bizleri dışlayan insanlara kendimizi kanıtlamamız gerekiyor. Onların bizi yanlış tanıdığı yönlerimizin onların bildiği gibi olmadığını göstermemiz gerekiyor. Herhalde anlatmak istediğime kendim bile gülüyorum. Türkiye'de eşcinsel olmak nasıl bir şey? Neler değişmeli? Türkiye'de eşcinsel olmak kolay demek herhalde mümkün değil. Aslında hepimiz zorlukların neler olduğunu ve nelerin değişmesi gerektiğini biliyoruz. Ama bunların da zaman alacağını ve zor olduğunu da biliyoruz sanırım.

KAOS GL 59-60 / 49


AHMET ... Bu iş olmuyor. Olmayan bir şey var. Ya benim İstanbul dünyam, ya onlarınki farklı. Ben uzaylı değilim,

ama galiba dünyadan da gelmedim! Duygularım isteklerim, hatta fantezilerim bile farklı! Farklı bir insan ayrıntılarında gizlidir. Ayrıntılar bizi farklı kılan temel unsurlar ise bunun kime, neye, niçin zararı var? Çünkü ne geldiyse başıma, detaylara önem verdiğim için geldi.

Nakış nakış işlediğim şu iç dünyamda artık mutlu olmak istiyorum. Fakat onu bulamıyor, acaba bulan var mıdır diyerek O'nu tanımak istiyorum. Aslında karamsar değilim, fakat içimde huzurlu değil. Yolunda gitmeyen bir şeyler var. Umutla, sabırla işlediğim nakışın tam ortasında birileri gelip sözüm ona "kazara" üzerine boyalı bir su döküyor ve sanki herşeyi berbat ediyor! Oysa uyumsuz da değilim. Kaslarım yok, uzun boylu hiç değilim. Hele hele vücut güzeli asla seçilemem! Fakat gerçek bir eşcinselin olması gerektiği gibi olduğuma ve kendimin "O insan" olduğuna inanıyorum. Duygularım, hayallerim, hele isteklerim yıldızlarda değil! Sadece sevdiğim erkekle mum ışığında dans etmek istiyorum. Salacak yolunda elleri temas ettirerek (mümkün olsa da elele olsa!) yürümek çok da zor veya imkansız değil! Karlı bir dağda sıcak bir kulübede sevdiğimle Fransız müziğinde sevişmek istiyorum saatlerce... (Başka bir şey istiyorsam (N) EY'İM!) Oysa birisi geliyor "Ayy, sıkıntı bastı, içim karardı" deyip atıyor boyayı nakışın üstüne! Birisi mektup yazıyor, yeni umutlar yaşıyorum belki bu "O" diyorum. "Kesiştiğimiz çok şey var. Yolumuz aynı " deyip olası dostluğumuzdan sözediyor ama daha birkaç saat sonra neredeyse fenalık geçiriyor, yüzünü yüreğini allar basıyor! Pişman oluyor! Eski sevgililer geliyor akıllara... Kendimde suç buluyorum. "Ben nerde yanlış yaptım!" Kimisi kopamadığı bayanları, boyları, hatta eski hanımlarını düşünüp onlara dönüyorlar! Yahu bunları hep ben mi hatırlatıyorum onlara? Kimine de öyle uğurlu geliyorum ki bahtını açıyorum! Adam 30 yıl süren gay'liğini 1 haftada bertaraf edip evliliğe karar veriyor. Başından atmanın yollarını ararken, çıktığı kızı, alışkanlık, rol gereği uğruna derken baştacı ediyor. Ne diyeyim Allah mesut bahtiyar etsin. Mutluluklar Hatta bazıları "Yahu sana kız bulalım da belki değişirsin" deyip beni kız arkadaşları ile tanıştırmaya kalkıyor. "Bak nasıl da sıyrılacaksın bu beladan" diyerek yeni bir "keşif"te bulunuyor. (Zaten reenkarnasyona göre Kristof Colomb zamanında yaşayan ve aslında Amerika'yı O'na keşfettiren tayfalardan birisi idim ben!) Bir de şu

KAOS GL 59-60 / 50

mutluluğu keşfedebilsem!... Kimi yıllardır ayrı kaldığı sevgilisine dönüyor. Uzaklara gidip artık bu işleri (bir zamanlar benim denediğim gibi) bırakmayı düşündüğünü söylüyor. Oysa bilmiyor ki karşısındaki insan kısa bir geçmişi de olsa, bu hayatın, bu tercihin asla silinmeyeceğini çoktan fark etmiş. Öyle farkındaki, sadece Kaos GL satırları ile buluştuğu, yaşayamadığı şu 3 - 5 olayı görmüş ve gerçeği ondan önce benimsemiş! Bazılarının uzaktaki sevgilisi ona çiçekler yollayıp geri dön diyor. İşte bunların olması için çok değil, benim yanımda sadece üç beş saat kalması kâfi! Başka "tık" yok, inanın bana! Hani bir şarkı varya "sevdim sevilmedim..." onun gibi vallahaaa! Yakında bir "Mutluluk Dağıtım Merkezi" açacağım. Kocasızlar, kadınsızlar, eşcinseller, kısacası tüm bahsıztlar size bahtsız, şansız Ahmet'in eli gerek! İnanın 24 saat içinde herşey istediğiniz gibi olacak! Zaten bir süre sonra bunu ticari duruma dönüştürüp "ücrete mukabil" mutluluk satacağım! Duyurulur!!! Bu kadarı zevzeklik, gırgır, veya yakınma, belki de duygu sömürüsü diyebilirsiniz, artık fazla değil mi? Lâkin benim gibi insanlar da var mı acaba diyerek yazdım. Çünkü inanın özeleştirimi çok yapıyorum. Kendimden kaynaklanan hatalar var mı diye kendimi defalarca imtihanladım. İnanın hep geçtim sınavlarımı. Tipik bir şansızlık vakası benimkisi.. Bilmem belki de bir süreç, yaşanması gereken... Bu satırları başlamadan biten bir hikâye sonrası yazdığım için traji komik oldumsa özürler olsun. Bu mektubun burada bitmeyeceğini de biliyorum üstelik. Bu mektup burada bitmez. Bitmesi belki de işimize gelmez. Hergün yeni bir umut, her umut bir nakış diyerek, o evimde, kendi köşemde, her nekadar bazılarının inandıramasam da (!) o amatör ruhum ve dünyamla hanım hanımcık kergâhımı dokuyorum! Buyrun gelin efendim, modellerimiz güzeldir, hoştur! Kendim ise boştur! ... Her türlü soruna rağmen yine de gay'im diyorum. Belki herkese değil, kendime söylüyorum. "Fazla iyi" mi daha da zenginleştirmek için, nakışlarımı, emeklerimi, tekyüzümü hep ak tutmak için halen umutluyum. Aslında nedir biliyor musunuz, galiba bu acıları bizler yaratıyor ve çekmekten de zevk alıyoruz. Oysa başımıza iş almayıp hazırlopçu olsak şüphelerimizle gerçek insanları yıkmanın dayanılmaz hafifliğini hissetsek (!) ne acısız bir hayat yaşarız (!) Ama olmaaaz. Zahmet zevk veriyor bana! Nakışımı işlerken hem üfleyip püflediğim, hem de desenler ortaya çıktıkça "ne hoş oluyor" dediğim gibi! Bir de şu sentetik boyacılar olmasa!...


Pek sevgili bir dostum ön masalara oturmamamı söylemişti kurtlardan korkabileceğimi düşünerek. Kurtlarla önceden deneyimim vardı. Hem annem bile dokuz yaşımdayken tek başıma okul bahçesinde oynamaya gönderirken kurtları düşünmemişken pek sevgili dostuma da ne oluyordu ki? A, evet, okul bahçesinde iki kurtla karşılaşmıştım da zor kurtulmuştum ellerinden. Evdeki koca kurtu saymazsak ilk deneyim sayılabilirdi. Ama ben size şimdi bunu anlatmayayım. Belki psikoloji falan okumuşsunuzdur da mazallah içtiğiniz o bira bardağını bırakıp ansızın Freud kesilerek ibneliğimi kurtlarla yaşadığım maceralara falan yorarsınız. (elleriniz yaşınıza göre biraz ödünç gibi dursa da güzel, unutmadan söyleyeyim de sonra diğer methiyelerin arasında ihmal edilmesinler) Siz konuşmayın, ben konuşurum. Artık vitrin camındaki yansımamı seyretmekten vazgeçip şöyle doğru dürüst bir baksanız, bir bakışsak diyorum. İnsanlar beni şaşı sanacak. Hadi sizin gözleriniz zaten şehla bir şey olmaz da ben salak gibi görünüyor olabilirim. Arada bir bana yakışıklısın derler, hatta libidosu yüzünden sarhoş olmuş biri çok güzelsin de demişti ama kesinlikle sevimli değilimdir. Böyle camdaki yansımamızdan birbirimizi seyretmeye devam ederek gözlerimin aldığı şehla ifadenin bana –sizinki gibi- sevimlilik kazandırdığına inanıyorsanız fena halde ciğerimi yiyorsunuz. Ah, demek bakmaya karar verdiniz sonunda. Hhhhhh….yok yok kahve dilimi yakmadı. Gözünüz gözüme değince biraz canım yandı da. Öpün geçsin diyeceğim ama siz şimdi bu ‘küçüklerin gözlerinden öperim' adlı büyük amca şefkatini kompleks falan ediniverirsiniz. Yaş farkımızı buradaki insanların ve birbirimizin kafasına vurmaya gerek yok değil mi? Hem ne demişler aşk yaşta değil baştadır, başımızın tacıdır…Bakın ben rahat biriyimdir ama canımın acısı geçsin diye kahveyi bir lokmada yutuverdim. Bilirsiniz kafein acıyı sağaltır. Gözyaşı kadar olmasa da iyi becerir bu işi. Şimdi ben kahvemi tazeletmeye kalktığımda umarım buradan ayrılmazsınız. Aman isterseniz kalkıp gidin canım, bana ne. Bu şehirde gözlerdeki hüzünle avlanan, gözlerine hüzün takınıp avlarının ağzını sulandıran bir avcı her daim bulunur. İstanbul Uyurken diye bir şarkı var, duymuşsunuzdur. Yalan söylüyorlar, İstanbul uyumaz, bir yerlerde hüznün peşine düşmüş bir avcı hep bulunabilir. Bakın ne güzel hitap ediyoruz birbirimize. Biz çok iyi anlaşacağız galiba. Ortalığı kan gölüne çevirecek yaralar bile açacağız belki de.

Mercidabık savaşına katılmış olanlar, bok yoluna Mevlüt KEREM giden Romeo bile imrenecek yaralarımıza. Aman İstanbul ne güzel, ne güzel. Yüreğim epeydir bir meydan muharebesine girmiyordu. Hani neredeyse erkekliğinden şüphe edecek hergele. Hah, gözünüze kirpik kaçmışken gidip kahvemi tazeleyeyim. Yok, ne kadar istesem de dönüp arkama bakmayacağım. Daha bir araya gelememişken ne o öyle ayrılıyormuş gibi dönüp arkaya bakmalar falan? Hem hele biz şöyle bir aşk meşk yaşayalım sonra ben çook bakacağım arkama. Hayır, öyle değil. (Hınzır gülümsemeniz pek yakıştı o çocuk yüzünüze. Sahi ilk çocukluğunuzu ne zaman bitirdiniz siz?) Evet tam üstüne bastınız ve ikinci kez canımı yakıyorsunuz. Arkama bakan hep ben oldum şimdiye kadar. Önüne bak düşüceksin diyen annem de son onbeş yıldır bunu söylemediğinden hep kapaklandım yerlere. (sahi ilk çocukluğunuz hangi çağa rastlıyor halen söylemediniz) Üstümün başımın temiz olduğuna bakmayın, yerlere kapaklansam da o yerlerden geçenler ‘kadir bilmezlik’ süpürgesiyle öyle bir temizliyor ki ortalığı üst başı kirletecek bir şey kalmıyor. A, demek gidiyorsunuz. Ne çabuk? Daha üstünüze bile düşmemişken? Daha ağdalı şiirler yazıp canınızı da sıkmadım. Dans etmeye gidelim dediğinizde reddetmiş falan da değilim. Libidolarımızı tokuşturamadık daha. (eminim sizin libidonuz benimkini döver) Yok, bu kadar erken bırakamam sizi. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve bilumum vakitlerde arayıp ‘seni seviyorum' deme fırsatı bile yaratmamışken bana nereye böyle? Benimkinden daha hareketli bir cenk meydanı nerede bulacaksınız allasen? Kimde var aktıkça bitmeyen kan bu kadar? Gittiniz bile. Bari dönüp baksaydınız. Kaçak dövüşüyorsunuz. Baştan anlamalıydım gözlerimi kaydırmaya beni zorlamanızdan. Şu kahvemi bitireyim ben de kalkıyorum. Yok yok, peşinizden gelmeyeceğim. Söyledim ya, bu şehirde hüznün peşinde koşan bir zalim her daim bulunur.

KAOS GL 59-60 / 51


……… Ankara

Saat: 9:15 (Akşam) ... O kocaman! O çok güzel! O çok çirkin! O çok çekici! O çok ürkütücü şehir. Duraktayım. Bir arkadaşımla gittiğim sinema sonrası, her daim az olan otobüslerden birini bekliyorum. Filmi pek beğenmedim galiba! Normalde sonraki yarım saat filmin etkisiyle geçer. Bu kez öyle olmadı (şu an hatırlayamıyorum bile). Duraklar çok kalabalık... en kalabalık yerlerinden biri. İnsanların ürkütücü bakışları, akşam ve koşuşturma. Sabırsızlanıyor bekledikçe insanlar. Genç bir kız yanındaki arkadaşına, küçük çocuk annesinin eline daha bir sıkı sarılıyor. Ve mızmızlanıyor: ne zaman gelecek?... Taksiler gelip duruyor tam önümüzde. Ya aptallar yada yüzsüz. Paramız olsa ne diye onca dakikayı akşamın bu vakti durakta bekleyerek geçirelim!... Yada onlarınki de bir umut! Lüks araçlar geçiyor sık sık. Çok doğal çünkü burası... adına yaraşır şekilde yaşanıyordu. Bizler burda, onlar orda! Bekledikçe kızıyor, sabırsızlanıyorum. Gözüm gelen otobüslerin yarım yamalak aydınlanan levhalarında. Kahretsin o da değil bekleyip? Bekleyenlerden biri gözüme çarptı birden! Şirin.... diye geçirdim içimden: kim? Hangi otobüsü bekliyor acaba?... gibi sorular art arda geçiyor kafamdan ve yeniden tüm dikkatimi gelen otobüslerin levhalarında topluyorum. A! Ah nihayet geldi. Hızlı adımlarla yanaşan otobüse doğru ilerliyorum. Önümdeki birkaç kişiden sonra biletimi atıyorum. Gariptir ki bu akşam kalabalık değil! Boş bile sayılır. Bu semti bir türlü sevememiştim. Gelmeyen, geldiğinde tıkıp tıkış otobüsler! Oh bu akşam keyif. Arka beşli bomboş! Ya, bir kişi var en solda. Kalan dörde koltuk boş. Gidip kurulurum şimdi bende en sağa. Ne! Olamaz. En solda oturan biraz önce aşağıda birkaç saniye gördüğüm o şirin adam. Gerçekten hoş giyinmiş. Bu otobüse çok fazla. En solda oturuyor. Gidip hemen yanına oturamam ki, diğer dört koltuk bomboş. Oturuyorum en sağa. İster istemez gözümü çeviriyorum o yana! İki şirin göz. Göz göze geliyoruz birden. Kısa bir an içinde kaçamak birkaç göz göze geliş daha. 2-3 durak geçtik, binenlerden kimse gelip aramızdaki koltuklardan birine oturmadılar, bize kıyak geçiyor bu akşam galiba! Ancak her zamanki gibi, heyecanlı ve cesaretsiz kalbim bir türlü beynimle iletişime geçemiyor. Bakıyor, bekliyor ve kaçıyorum. 5. durağa yanaştı otobüs. Ben aramıza birinin oturma ihtimali endişesiyle kalp atışlarımın hızlandığını ve korkuyu hissediyorum. Evet biri geliyor kahretsin. Aradaki koltuklardan birini gözüne kestirdi. “Yeter artık be! Korkaklar n’olacak” der gibi yavaş yavaş yaklaşıyor. Ve bendeki ümitler her adımın altında ezilerek gittikçe yok oluyor. Birden sağımdaki hareketlilik kalbimi, beynimi ve tüm vücudumu ateşe basıyor. Çeviriyorum başımı yavaşça o şirin varlık, yavaşça doğruluyor ve tüm

KAOS GL 59-60 / 52

sevimliliği, gizlemeye çalıştığı utangaçlığı, yerdeki bakışlarıyla üç koltuk kayarak, yanı başıma oturuveriyor. Bu beni bütünüyle alevlendiriyor. Kontrol edemiyorum kendimi. O an beni izleyen herhangi biri, tüm renkleri görebilirdi herhalde. Sakinleşemiyor, büsbütün heyecanlanmış, titriyordum. Yanıbaşımdaydı! Kimdi? Ve neden buraya kadar gelebilmişti? Bu mesafeyi katetmek çok ama çok zordu. Acaba bakışlarımdan mı rahatsız olmuştu! Ya polisse! Yok canım kötü bir şey olsa, neden dönüp o da baksındı ki? Hele hele yanıma gelecek kadar cesaret! Neden olmasındı ki! Hayır. Dikkatli ol! Asla yanlış bir şey yapma. Kalbindeki o saf ve sıcacık hisler, yanlış bir sözü mümkün değil, kaldıramaz. Otur ve dönüp bakma bile. Bu kadarına cesareti olan konuşabilir de. Bırak ilk o denesin. Hay aptal! Adamcağız daha ne yapacak. Kalkıp yanına kadar geldi. Sen bunu dünyada yapamazdın! Bunu ne, bir insana yaptırabilir? Hem de bu kadar hoş bir insana. Savaş sürüyordu. Kendimle savaşım. Onun da aynı savaşı verdiğinden emindim. Heyecan! Titreme! Otobüs amma da sıcaktı. Oysa serin bir bahar akşamıydı. Ya da ben mi çok ısınmıştım? Allahım ne olacaksa olsun artık. Dayanabilir miyim bilmiyorum. Duraklar bir bir geçiyordu. İneceğim durağa yaklaşıyorum. “Umarım benden önce veya sonra inmez” diye geçiyor içimden. Ya inerse? Olamaz, buraya kadar gelmişken! Olmamalı. Birlikte inmeliyiz! Geçmek için izin istemem gerek? ... 1 durak sonra ineceğim. Otobüs son yokuşu tırmanıyor. Virajı dönecek ve benim düğmeye basmam gerek! Durak göründü. Nasıl bir ses tonuyla izin istedim hatırlayamıyorum. Kalktım, kalbim hep bir atış önde gidiyor. Bir an önce inmeliyim! Ya benimle inmezse? Bu çok kötü olur! Oh ... ! Kimlere neler yaşatıyorsun! Düğmeye bastım. Otobüs durağa yanaştı. İneceğim. İnerken heyecandan ayağım bir yere takılmasa bari. Rezil olurum millete. Evet! O da kalktı. Heyecan biraz daha. Allahım şansım dönüyor galiba. Peki inince ne olacak? Ne yapacağım, inip onu bekleyemem! Gidip yanına konuşmak! Asla! Gecenin bu vakti ne diyeceğim ki? Tamam en iyisi inip yürümek. İstiyorsa konuşmayı, peşimden gelecektir. Bırak o yapsın! Nihayet inebildik otobüsten! O da indi. Hiç arkama bakmadan yürüyorum. Acaba kaç adım sonra dönüp baksam? Arkamdan geliyor mu? Gelmedi artık. Buraya kadar herşey iyi idi. Bundan sonra neden olmasın? Tamam şimdi döneceğim. Bir adım sonra! Ya tam arkamda ise ne diyeceğim? ”Merhaba!” Oh, hiç söyleyemeyeceğimi zannetmiştim. Tamam bir


sonraki adım. Yavaşça dönmeliyim. Sakin ol! Durdum ve yavaşça arkama döndüm!!!!! ... İlginç iki son düşündüm bu öykü için. Ancak ikisi de gerçek olduğu için seçimi size bırakıyorum. I. … YOKTU! II. ... YOKTU! Ama nasıl olur, biraz önce bir heyecan sağanağı sonunda otobüsten birlikte inmiştik. Arkamdan geleceğini beklemekle hata mı etmiştim? Biraz da benim çaba göstermem gerekmez miydi? Gelmemişti! O başlangıca bu son! Yoksa bu da, bu şehrin (güzel çirkin çekici ürkütücü ümit hayal kırıklığı) bir oyunu muydu?... Dur! Hemen ümitsizliğe kapılma. Duraktan yaklaşık 100 m. kadar uzaklaşmıştım. Ya orda beklemişse! Hızlı adımlarla, gerisin geriye yürüdüm. Karanlıktı ve kimse görünmüyordu. Biraz önce büyük heyecanla indiğim mekanda, karanlık ve gelip geçen araçların kısa aydınlık farları vardı. Karanlık, otobüs durağı ve ben! Kala kaldım orada. Ne kadar hızlı yaşanmıştı şu son 1 saat. Aman güzel şeyler hep kısa sürmez miydi. Bana eve dönmek kalıyordu, biraz hüzün ve tatlı bir hayalle birlikte. Mutlu olacak bir yan da yok değildi, bu kısa anıda! Kaç kız yaşıyordu ki, insanı bu kadar heyecanlandıran, herşeyi bir anda sunan. Kısa ama güzel bu yaşamın en cazip yanı da bu değil miydi! Az ama derinden! Sonraki birkaç gün, bu durum üzerine düşünceler ve hayallerle geçti. - Kimdi? - İndiğimizde arkamdan gelmiş olsa neler olurdu: - Nasıl göstermişti, o müthiş cesaret örneğini? - Neler düşünüyordu acaba şu an? Ve neler düşündürdüğünü tahmin edebiliyor muydu? - Bir daha karşılaşabilecek miydim? Neden olmasın ki. Bazen dünya inanılmaz küçülebiliyordu. Bu şehir bu kıyağı bana geçer miydi! Günlük yaşam devam ediyordu. Bir akşam yakın bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Sohbet, muhabbet... Hoş geçen birkaç saatten sonra eve gitmek üzere ayrıldım Ondan. Otobüs durağına gittim ve geç gelen otobüslerden birini daha beklemeye koyuldum. Ama aklımda hep o akşam vardı. Yanılmıyorsam bu saatlerdi, belki biraz erken. Otobüs geldi, bir süre sonra. O akşamkinden değildi. Eski ve uzundu. Kısa bir ümitsizlik geçti kafamdan. Biletimi atıp arkaya doğru ilerledim. Çok kalabalık değildi ancak oturacak yerlerin hepsi dolu idi. En iyisi arkalarda bir yerden tutunmaktı. Bir yandan ilerlerken, bir yandan da tutunacağım yeri seçmeye çalışıyordum. Şoför çoktan harekete geçmiş oldukça da hızlı idi. Yarıyı geçtim. Sağda tekli koltuklarda oturanlar! Oh ne rahat. Sonraki koltuktan 2 göz benden yana bakıyor. Umarım kalkacaktır. Ayakta durmaktan kurtulmuş

olurum. Gözler halen beni izliyor! O da ne! İnanamıyorum. Bakışlar! Evet aynı sıcak ve şirin. O! Ta kendisi insan bir şeyi çok isterse olurmuş derler ya. Buna şimdi daha çok inanıyorum. Geçirdiğim kısa tereddütten sonra, tam önünde ayakta durup, bir yere tutunmanın en iyi fikir olacağına karar verdim. Bir elimle yukarı demirden tutarken, diğer elimle O’nun önündeki koltuğun yaslanacak bölümünden tutundum. Ne şanstı, inanamıyordum. Ne yapmalıydım? Şoför ise bizim aleyhimize düşünüyormuş gibi hızla geçiyordu durakları. Küçük göz temasları yaşanıyor, bu durum büsbütün heyecana sürüklüyordu beni. Elini kaldırdı yavaşça ve tutunduğum yerin yanından tuttu. Otobüs hızlıydı, Ani dönüşlerle yolcular sarsılıyordu. Birkaç saniye sonra eli daha da yaklaştı elime! Ve küçük parmağı , küçük parmağıma dokundu birden. Bu gözlerimizi kilitledi. Herşey silinmiş ve o küçücük dokunuş bizi bambaşka yerlere götürmüştü. Gözlerinde kalbini görüyordum sanki. Sıcak, samimi ve insanca idi. Ve masum gülümseyiverdi. Paylaşmak, bu ifade edilemezdi, yaşanırdı. İki insan için bundan daha güzel bir durum düşünemiyordum. O kısa saniyelere ne çok şey sığmıştı. Binlerce güzel his. İneceğimiz durak geldi yine Önce ben yaklaştım kapıya. O da kalktı ve indik. Birlikte indiğimiz insanlar dağıldılar aynı yönlere. Tanıştık! Konuştuğumuz ilk şey o akşamdı. O göz göze gelişten etkilendiğini kendini aksine çok zorlamasına karşın içinde bambaşka bir yerden gelen sesi dinleyerek, kalkıp yanıma geldiğini, sonrasını bana bıraktığını, tepkisizliğimin de çok hoşuna gittiğini, çünkü mesajı zaten bakışlarımdan aldığını, o heyecanı ve otobüsten inişte hisleriyle mücadele ederek arkamdan gelmediğini anlattı. Heyecanım dinmemişti. O ise sakinleşmesini sağlamaya çalışıyordu. En azından tekrar karşılaşmış ve tanışabilmiştik. Bundan duyduğu mutluluğu anlatıyordu. Ben tek kelime edemiyordum ama o anlıyorum hissettiklerimi. Evliydi. Böyle bir yaşama uzak olduğunu, yaşanılan bu heyecanın bile onun için yeterli olduğunu, sonrası için hiçbir şey düşünemediğini, kötü bir deneyimi olduğunu ve pişmanlıklar yaşadığını, daha ilerisi için kendinden emin olmadığını söyledi. Onu her şeyiyle çok iyi anlıyordum. Ve nasıl istiyorsa öyle davranmasını, benim için o heyecan ve o küçük dokunuşun böyle bir durumda yaşanabilecek en güzel anlar olduğunu, bunun da yeterli olduğunu, söyledim. Yaşadığı güzel anlar için O da mutluydu. Her akşam 9:15’te (akşam) işten çıkıp otobüsle eve döndüğünü, bundan sonraki her 9:15'in ona bu anları hatırlatarak, sevgiyle gülümseyeceğini söyleyerek, kimbilir belki bir gün, bir akşam 9:15’te dedi. Hoşçakal, dedim. Hoşçakal, dedi.

KAOS GL 59-60 / 53


SİBEL İstanbul

Gece sessizdi ve en küçük bir aydınlık bile sızmıyordu açık pencereden. Garip yorgunluk vardı üzerimde. Sanki vücudun derin bir uykudaydı. Sadece, durup dinlenmeden düşünüyordum. Kafamın içinden birtakım anılar geçerken, artılar ve eksiler beynimi savaş alanına çevirmişlerdi. Ne yanda dursam yeni bir problem çıkıyordu karşıma. En iyisi düşünmemek diye geçirdim içimden. Piyanonun başına dönüp, lambayı söndürdüm. Yağmur tüm çekiciliğiyle sürüyor, cama vuran damlaların ahenkli sesiyle gözkapaklarım giderek ağırlaşıyordu. Bir sarsıntıyla yerimden fırladım. Kapı şiddetle çalınıyordu. Koşarak kapıya yöneldim. Açtım "Sen!" "Evet, niye şaşırdın?" Saçlarından yağmur suları süzülüyor, öksürürken elleri ile ağzını kapatıyordu. Üşümüş olmalıydı. "Ne işin var senin bu yağmurda sokaklarda, hasta olacaksın. Hem bu heyecanın niye?" "Evet" "Bitirdim. Gelip görmeni çok istiyorum. Ne olur toparlan bize gidelim." "Nee! Ciddi olamazsın nereden vakit buldun da bitirdin onu? "Sadece senin kadar uykuyu sevmiyorum. Hadi çabuk ol." "Biraz bekle üzerimi değiştirip geliyorum. Bu arada git saçının kurut, üzerindeki ıslak şeyi de çıkart hasta olacaksın." Kazağını çıkartıp banyoya girmiş, Aynanın önünde bir kağıt mendille yüzündeki makyajı siliyordu. Biraz solgun ama çok güzel bir yüzü vardı. Çıkık elmacık kemikleri, dolgun dudaklar, iri ela gözler... "Al bakalım, bunu giyebilirsin." "Aaa evet, sağol." Utanarak gömleğe uzanmıştı. Bana döndüğünde elimde olmadan vücuduna baktım. Pürüzsüz esmer bir ten, oldukça diri göğüsler... Ve işte o an gözgöze geldik Çoğu zaman olduğu gibi ayıramadık gözlerimizi birbirimizden. Saniyeler, dakikalar, saatler geçmişti sanki. Kalbim çıkacakmış gibi atıyordu. Zorlukla ayırabildim gözlerimi. Onu kapıda beklediğimi söyleyerek uzaklaştım banyodan. Lezbiyen olduğu söylentilerini duymuştum arkadaş çevremizden ve yaklaşık dokuz aylık arkadaşlığımız boyunca ne o bana bu konuda bir şey açıklamıştı ne de ben. Onunla yaptığımız küçük gezintiler, akşam yemekleri, ürkek dokunuşlar, herşey ama herşey aslında bazı şeyleri açıklıyordu. Fakat yeni bir hayal kırıklığına da hazır değildim. Ayak seslerini duyduğumda arabanın anahtarını alıp kapıya yöneldim. O da mantosunu alıp dışarı çıkmıştı. Bakışmanın verdiği utanç ve heyecandan olacak ki konuşacak bir şey bulamıyordum. Yavaşça ona döndüm. Sokak lambalarının donuk ışığında ince, uzun yüzünü bana çevirerek; "Biliyor musun o tabloyu senin için yaptım. Umarım beğenirsin." Dedi. Çok şaşırmıştım. Şu ana dek aldığım en anlamlı hediye olacaktı benim için. Onun yaptığı resimleri ne kadar hayranlıkla izlediğimi biliyordu. Yanağından öpüp teşekkür ettikten sonra gazpedalına biraz daha yüklendim. Evlerimiz öyle yakındı ki beş dakikada varmıştık bile.

KAOS GL 59-60 / 54

Gece zifiri karanlıktı ve yağmur tüm şiddeti ile devam ediyordu. Koşarak eve girdik. Tablo, tüm ihtişamı ile salonun ortasında duruyordu. Merakla yanına gittim. "Tanrım ... Bu muhteşem." Resim çok etkileyiciydi. Eşsiz bir sahil ve kumlar üzerinde iki kadın. Her fırça darbesinde farklı bir güzellik katılmıştı resme. İki kadın, biri diğer kadının yüzünü şefkatle avucu içine almış, buğulu gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Tablo muhteşemdi. Ama Selen için tablonun ne anlam ifade ettiğini bilmek istiyordum. Arkamı döndüğümde, koltuğa oturmuş beni izliyordu. Yüzünde o güzel ifade vardı yine. Tabloyu izlemeye devam ettim. Birden yavaşça bana yaklaştığını hissetmemle, vücudunu bana dayaması bir oldu. Sıcaklığı tüm bedenimi sarmış, öylece donakalmıştım. Güçlükle ona döndüm. Ellerini, tanımaya çalışırcasına saçlarımda, dudaklarımda, boynumda gezdiriyordu. Ve birden hızla kendine doğru çekti beni. Dudaklarını dudaklarıma dayayıp, gövdesini gövdeme bastırmıştı. Beynimdeki tüm kuşkuların yok olduğunu hissettim ve şaşkınlığım yerini arzuya bırakmış gibiydi. Uzun bir öpüşmeden sonra "aylardır bunun hayaliyle yaşıyordum" diye fısıldadı kulağıma. Ellerim saçlarında, yanık teninde geziniyorken elleriyle bileklerimi kavrayıp dudaklarındaki o sıcak gülümseme ile onu izlememi istedi. Ahşap, cila kokan bir merdiven, karanlık... Basamakları çıkarken uzun siyah saçları ve gözlerimi ayıramadığım o yuvarlak, diri kalçaları ile önümde salınıp duruyordu. Merdivenin bitimindeki küçük, şirin konsol birkaç hafta önceki günümüzü hatırlattı bana. Onu bir eskiciden almış eve gelince de beğenmeyip, hazırladığımız boyalarla onu daha şirin bir hale getirmiştik. Sadece konsolu boyamakla kalmayıp üstümüzü başımızı da batırmıştık. Tanrım! Odasına yaklaşırken heyecanımı bastırmak için düşündüklerim galiba boşunaydı. Odanın kapısını açtığında arkasından belini kavradım ve gövdesine sarıldım tutkuyla. O da ellerini kalçalarımda gezdiriyordu. Yavaşça bana döndü. Birbirimizi soymaya başladık. İşte o diri göğüsler artık göğüslerime değiyordu, ve müthiş bir duyguydu bu. Mutluluktan ve zevkten olacaktı ki başım dönüyordu. Belimden kavrayıp beni yatağa çektiğinde dudakları boynumda, elleri ise göğüslerimde geziniyordu. Tarifi imkansız duygularla sevişmeye başlamıştık. Ve saatler birbirini kovalıyordu. Sabahın ilk ışıkları kepenklerden içeri süzülmeye başlamıştı bile, ikimizde mutluluktan ve hazdan sarhoş gibiydik. Odanın loşluğunda derin solumalar birbirine karışmış, gizlenmiş bir aşkın, hapsedilmiş bir iç fırtınanın gittikçe artan iniltilerini büyük bir arzuyla dinliyordum. Başımı bacaklarının arasından kaldırıp yanına uzandım. Dinmiş bir fırtınanın ardından hızla bana sarılarak, ağlamaklı bir ses tonuyla defalarca beni sevdiğini söyledi. Ve yavaşça sıyrılıp pencereye koştu. Ardından yetişip beline sarıldım ve kendime çevirdim. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. " Neden ağlıyorsun, yanlış bir şey mi yaptım?" diye sordum. "Mutluluktan, sevinçten ağlıyorum." dedi ve boynuma sarıldı. Onu hiç bırakmamamı, beni çok sevdiğini söylerken dudaklarını dudaklarıma kenetlemişti bile.


Tarih 15 Kasım 1988. Yatmaya hazırlanıyorum... Telefonum çalıyor.. Açıyorum bir ses var Alo diyen.. Bu ses yüreğime nakşediyor. Aman allahım.. İlk sevdiğim ilk erkeğim değil mi bu.. Niçin aradı bunca yıldan sonra beni.. Ne yüzle aradı. Acep yüzü kızarmadı mı beni ararken.. Tanrım, ellerim titriyordu, üşüyordum. Ben unutmadım konuşmayı. Muzafferin, muzafferimin sesiydi bu...? Gel diyordu. Geleceğim diyordu. Ama gelmiyordu, bekleyeceği yerde beklemiyordu. Seviyordu ama hiç sevmiyordu. Beni arama diyemiyordum, haykıramıyordum kendisine.. Çok istediğim halde defol git benden diyemiyordum... Tarih 1995… Gazetede bulmuş adımı. Çok beğenmişmiş... Yazmışmış. Yazdım. Sıcak yazıyordu. İnanıyordum. Güveniyordum. O bana yavrum diyordu, ben seviniyordum… Yazıyordum, resmini elimde, avucumun ortasında taşıyordum, gülümsüyordu bana... Gel diyordu bana.. Gidecektim.. Beni kaç kez düzmeye çalışan fırıncıdan aldım birkaç kuruş, okulu astım, harçlığımı yolluk yaptım, yolların kapandığı bir kış günüydü.. Kar kapamıştı Eskişehir- Ankara yolunun bilmem kaçıncı kilometresini.. Ben uyumamıştım yol boyu.. O bekleyecekti beni. Onun olacaktım.. Açtım inanın açtım. Önce sevdaya önce seven erkeğe.. Sonra ekmeğe.. Ama mutluydum giderken Beyazdı Bursa o gün, karlıydı. Bekleyen yoktu beni.. Bekleyeceğim diyen can, beklenilen yerde yoktu. İnsanların gözlerine bakıyordum, ama insanlar bakmıyordu insanların gözlerine… Gelmedi Alçak. Yüz kızartarak gidiyorum işyerine.. Kuru bir hoş geldin. Ama öpmeliydi beni. Sarılmalıydı. Kırarcasına belimi. Eli değmemişti elime.. Bir kuru çay tutuşturdu elime. Sonra bekleyişler. Bir çıkıyor, pir çıkıyor.. İşçinin birisi gelip yanıma, muzafferimin amcasının kaza yaptığını, gelemeyeceğini, dilersem Karamana geri döneceğimi söylüyor. Bu bir kovuştu, bir defediş. Tanrım, o ne ızdıraptı. Yabana atılış mı, fiziğe verilen önem mi, aradığımı bulamamak mı? Akar gözlerle dönmüşüm Karamana. Anam sorarda derdin ne diye, yok ana derim, birşeyim yok. Bilir miydi anam, adamın birisine koyuca sevdalanışımı. Bilse basar mıydı bağrına. 1995'lerde yine çalıyor telefonum. Gel diyordu. Özlemiştim. Özlemişmiş beni. Bu kez mutlak olacakmış. Ben deli, deli divane yine kanıyorum Bursalı'ya, param beni ancak Bozüyük tren istasyonuna atıyordu. Ve o da gelecekti. Bir otel odasında bir kış ayında yanacaktık. Gelecekti

istasyona. Ancak trenler tehir yapar bilirdim. Posta Yusuf CAN treni 4 saat tehirliydi o gün ama geldi. Alçağın birisi Karaman asla, ama asla gelmedi. Duydum ki, eniştesi ölmüş. Tam da ölecek günü buldu puşt. Öldüyse tabi. Aynı şeyi ayrı umut, aynı terkediliş, aynı bekleyiş, aynı istasyonda bir kez daha oldu.. Söz veriyor gel diyor, bekleyeceğim diyordu. Ama beklemiyor, ama gelmiyordu. Ben ağlıyorum yalvarıyordum tanrıma, alçak Bursalı bilmiyordu. Biliyordum ki, bu yine olacaktı. Tam yedi kez gelecekti Karamana. Yedi kez bekledim memleketimde. Bekletildim. Sikilmeden sikildim. Doğrusu bu ya ekildim. Hasta mıydı ne… Bekletmek hoşuna mı gidiyordu. Bir kulun kendisine yalvarması, bir kulun kendisi için ağlaması… Adına şiirler yazmıştım, istemiştim, sevmiştim. Evet sevdim. Enayice belki, ama sevdim. Ses ver Parisli amcam, ses ver. Kim hasta amca, her defasında gel deyip getiren, ama bekleyen mi, yoksa beklenmediğimi bile bile giden ben mi? Şefkatin sevgin lazım ola, hasta yüreğime şefkatin sevgin eksik olmaya, tüm yüreklere… Şimdi gel diyor benim Bursalım. Gelmezsem o gelecekmiş. Bilirim sevdaydı, ona haykıramamak, sesinde erimek, titremek. Ve bilirim sevdaydı, yine Bursa'ya sefer etmek. Beni öpecekmişmiş. Saracakmış. Ulan rüyalarımda bile esirgedin bedenini benden sen hasta ben senden hasta. Ben yine geleceğim sana. Bilirim hataydı seni sevmek Bilirim zordu. Ama güzeldi. Sesinin sıcaklığında, soluğun altında, bir gün bulmayı ümit ettiğim insanlığının altında sevmiştim seni. Kahretsin. Bursa beni bekliyor. Acep bulur muyum umudu, acep gelir mi umudu? Yoksa, yoksa sevda bu muydu… Söyleyin kim hasta?

KAOS GL 59-60 / 55


delilik biriktiriyordu. hanidir delilik biriktiriyordu. m. mungan suret masalı

Uğur YÜKSEL Ankara

I. ama bugün çocuk iyimser cümleler kurmak istiyor. oyuncaklarının kırılmasının üzerinden yıl geçti. yalnızca inanmıyor çocuk. inanmak istiyor yalnızca. terklerin devam edeceği korkusundan çıkamıyor yola. ama siz aksini söyleyip yardım ederseniz ona, her şey düzelecek sanki. çocuk bu sene daha yeni doğuyor. çığlıklarını duymuyor musunuz? KENDİMİ YENİDEN DOĞURMALIYIM. ( 99 başı.ank.) II. Söyle bana nerede yetişir Sevda* Gönülde mi, hayalde mi? Nasıl doğar, neyle beslenir? Koro: Söyle, söyle. Gözlerde başlar önce Sevda, Bakışlarla beslenir ve bir anda Ölür kalır kendi beşiğinde Hadi çan çalalım ardından Hep birlikte: dan, dan, dan dan! diyor, shakespeare, "venedik taciri" oyununda. *sevda: aşktan farklı, derin duygulara dayanmayan, daha geçici sevgi. III. göçmüş sevgili'yle ilk kez... tepkilerini anlayamıyorum. anlamlandıramıyorum. onu bekledim bugün. merak ettim. heyecanlandım. onun ağzından çıkacak her sözcüğü sahiplendim, kafama iyice yerleştirdim. iki hafta önce yaşamıma sözcükleriyle giren bu adam bugün de böylesine allak bullak etti beni. ona dair ördüğüm ağlar nasıl da güzel ve sağlam görünüyor. dans ettim onunla. yıllardır birbirini arayıp sonunda kavuşan iki insandık sanki. ona mecburdum sanki. o gitse ben de gidecektim. acıyla sarılıyordum. işte. (3 ocak.ank.) IV. ona açıldım işte. giz döküldü...ki bu giz ondan başka kimseye ait olamazdı zaten. o bilmeliydi. geciktirmek istemiyordum o kadar. ne var ki söylesem,içimde kalmasa. bir kez de ben aşkımla başlatıyorum, onların aşkıyla değil. (4 ocak.ank.) V. sevda bu. kalıcıdır. iyi hissedersin kendini. rollere bürünmek zorunda kalmadığın ve rahat olduğum için iyiyim. huzurluyum. ( 8 ocak.ank.) VI. ben kara adamıyım/ denizi ilk gördüğümdeki şaşkınlığım bundan/ yine de denizi/ ebediyen görebileceğim/ kasabada kalabilirim/ orada HEP yaşayabilirim/ GÖÇ geldiği vakit de/ bırakabilirim. (11 ocak. ank.) VII. "bırak deniz kendi yatağında kalsın/ ben de kendiminkinde...." ihanetin gölgesi düşünce yorgun ve yaşlı yatağın hiç bozulmamış tarafına, gökte yanıp duran sahte yıldızlardır. o kadar . göç tamamlanmıştır. düş

KAOS GL 59-60 / 56

yarım kalmıştır. yeni duraklara çıkar yolcular. mola yerlerinde durup telefon açarlar uzaklara, ihtiyaçlarını giderirler.. vs..vs.. kaçırırlar anı oysa. yeniden yola koyuldukları anda anlarlar bunu. BELKİ uzun süreli konaklamalarım olmayacak benim. hiç kimse tam olmayacak çünkü. gözümüz yine arkada kaldı. işte.(13 ocak.ank.) VII. göçmüş sevgili'ye son mektup .... "şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar.." demişsin şu anda önümde paramparça duran kağıtlarda. bana ilk ve son mektubun ve öykünün giriş cümlesi bu. kısa yazılanlar. kısa ve sonuçsuz. "yanlış bir öyküdeydim..." demişsin gelişme bölümünde, yanlış olmadığına inandığın üzgün yaşamımın 'sevda kalıcıdır.' diye fısıldadığım anlarına haksızlık ederek. sen doğruydun. Ben de doğruydum. yalnızca sen yanlış yaptın. "beni yeniden yazamadın..." demişsin bitiş bölümünde..ki bu imkansız değildi. boştun ve seni doldurmaya en uygun insan bendim. sen bana muhtaçtın. ama anlayamadın. (anladığında yine çok geç olacak.) fark ettim ya da anımsadım: ben fazlayım. ben ağırım ve onlar beni taşıyamadılar. (14 ocak.ank.) IX. yolculuğa öylesine hazır ve netim ki ...tam ,uygun bir gölge takabilirim artık. rahatça soluyabileceğim ve taşıyabileceğim bir gölgeden sakınmam. sakınmıyorum. yolculuğun bu durgunluğunu seviyorum. (17 ocak.ank.) X. acının veya var oluşun durgunluğunu kentler algılayamıyor! ama sana yardımcı olabiliyorlar. bunu da ankara başarıyor asıl. ıstanbul'da da senin algılaman önem kazanıyor. kendini yitirmediğin sürece o kentten alınıp saklanacak çok şey var. (18 ocak nazilliye doğru otobüste) XI. insanlar bu kenti anlayamadı. çünkü hiç biri kendisini anlayamadı. BULDUM: BU KENT İNSANLARI ONLARDAN ÇOK ÖNCE TERK ETMİŞTİ . geride kalan virane görüntü zavallıca ve çaresiz. hiçbir avuntu yok. YOK. yıkılan evler, yerlerine dikilen birbirinin aynısı yeni binalar, toprak ya da arnavut kaldırımlı sokakların, yolların yerine yapılan ıssız asfalt yollar ... bu kente dair kendimi suçlu duymuyorum. daha fazla yara almadan kaçıp gitmesi iyi olmuş. evet, ben bu kenti seviyorum aslında. aslında bu kent de iyi yaşam gibi. insanlar kötü yalnızca! (19 ocak naz.) XII. evet, "mutlu aşk yoktur." çünkü mutluluk yoktur. "kimse inanmaz mutluluğa." hep bundan değil mi sıkışıp durması kalbimin, gecelerde yaşayışım, kendime kitaplardan ve filmlerden krallıklar kuruşum.(30 ocak. naz. ) XIII. kitaplar, korkularını, kuşkularını gideremiyor. Tersine yalnızlığını koyultuyor her okuduğu. (...) her yeni kitap, bir intihar lezzeti bırakıyor insanın ağzında; çünkü bir süre


sonra bu yalnızlık, intiharın bir lezzeti olduğunu düşündürmeğe başlıyor insana, diyor murathan mungan, 'suret masalı'nda. XIV. sevişmelerimi anlayamıyorum. tenlerdeki yabancılığım ve ait ol(a)mayışım hep sürecek biliyorum. hep bir şeyler eksik kalacak. mükemmeli arıyor ve istiyor olmanın çaresizliği. bir körleşme mi? bilmiyorum.(31 ocak. naz.) XV. insanlar her an terk etmeye hazırlar. bunu nasıl başarıyorlar, bilmiyorum. ben de yapmak istiyorum:kötü davranmak,kutsallaştırmak, kendimi tek bir şeye bağlamak ya da hiç bağlanmamak, ve hep ilk terk eden ben olmak istiyorum. yapamam ki. ben bunu yapamam. çürümektir bu. ve çürütmek. YAŞAMI ZORLAŞTIRAN KİMSEYİ İSTEMİYORUM YAŞAMIMDA! (6 şubat ank. ) XVI. sanki hiç gitmemişim hep böyleymişim. durgunluğun sıkıcı an'ı. anları. bedenimdeki bu doymayan yorgunluk niye? ruhumdaki yaralara oksijenli su döküp dağlanırken, bedenimdeki yaralanmaları nasıl karşılayacağım. her şeyin sonu sanki. herkesin. her yerin. hangi uykunun hangi noktasında kendimi bütünüyle hiç eksiksiz dinlenmiş bulacağım? böyle bir uyku var mı? (28 şubat. ank.) XVII. içimdeki ıssızlığı dolduracak adamı bekliyorum. beklemek istemiyorum şiir okumalıyım, bahar olmalı, güneş çıkmalı ve hep durmalı, gece olunca sevişmeliyim, tanımadığım adamların bedenlerinde kendimi kutsamalıyım, kutsal suyun göbeğime her dökülüşünde vaftiz olmalıyım, sızarken dudaklarımdan kaynağından gelen su gülümsemeliyim, ve hiçbir şey olmamalı odada, evde, sokakta, kentte, dünyada, ben uyumalıyım, yine sarılabilecek bir erkek bedeni yokken yanımda, gülümsemeliyim. (4 mart. ank.) XVIII. 1- kimse, hiç kimse benim ahlâk belirleyicim olamaz. (buradaki ahlâk, hem öğretilen hem de kişinin kendi öğrendiği, fark etmiyor her ikisi de benim dışımda, beni ilgilendirmiyor.) 2- aşk bitti çoktan. 3- yıldırım türker'e inanıyorum. 4- benim şarkım: sarılsam üşür müsünüz? yalnızca vedat sakman söylemeli. (7 mart. ank.) XIX. ihtiyarlık bulaşıcı bir hastalık sanki ihtiyarlar çevrelerindeki gençlerin gençliğini emiyorlar bitiriyorlar onların gençliğini sömürüyorlar sadece gençlikle besleniyorlar yaşlılardan uzak durun onların kanınıza girmesine izin vermeyin, diyor selim ışık, 'tutunamayanlar'da. XX. 1- yaşamımın noktalandığı ya da "İSA"nın ülkesine gidip yeni baştan başladığım ana dek, hiçbir zaman, çıktığım tren yolculuklarında biletim "yaşlı indirimi" ile alınmış bilet olmayacaktır. 2- gösterdiğim acelecilik, ölümden korktuğumdan değil; ona karşı yaşamı tamamlayabilmek için. eksik kalacağını biliyor olmak da bunu 'kendini kaybediş, pisboğazlık ve tıkanıp kalmak' gibi sonuçlara vardırıyor.

3- "tutunamayanlar"ı bitirdim. içimde yine yolculuklara çıkmak ve kalabalık ya da bomboş istasyonlara arzusu canlanıverdi. 4- bekleme salonuna giremiyorum. hastanelerin umutsuz ve ölümü sıradan algılayışın kokusu var orada. duramam. 5- yoksulluğun kokusunu yalnızca çocuklardan duyuyorum. yetişkinlerin yaşadıkları ve beni çevreleyip aşağıladıkları yoksulluktan daha içten ve gerçek onlarınki ve ben yalnızca çocuklardan çekiniyorum. saçımın kırmızılığı, onların yoksulluğu yanında 'zengin, gösterişli, burjuva' sayılan görüntüm ve eşcinselliğim, bir tek onların karşısında zavallılaştırıyor beni. oysa onlara dokunabilecek gücüm olduğunu bilmiyorlar. hayır, onlara kızmıyorum. (17 mart. aydın, tren garı) XXI. "ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! bana gelin, ben size huzur veririm. ben yumuşak huylu ve alçak gönüllüyüm. boyunduruğuma girin ve benden öğrenin, böylece canlarınız huzur bulur. boyunduruğum kolay taşınır, vereceğim yük de hafiftir." (Luk. 10:21-22) nasıl yani? böyle bir sınırlılığı nasıl kabul ederim.. ki kendi sınırlarımı bile aşmaya çalışırken ben! (21 mart. ankara'ya doğru otobüste) XXII. "yavaşlık, hatırlamaktır" yaşamak da… evet her ikisi de zor da yaşarken hatırlananlar daha acı! (21 mart. ankara'ya 1,5 saat kala) XXIII. saçları hep dağınık adam'a… bu adamı sözcüklerin kurduğu büyülü krallıkların birinde tanıdım. ona yaklaştım o da yakınlaştı hep hüznün olduğu ve yakıştığı bir ağacın gölgesinde oturduk. onu orada sevdim. hep sevdim. (24 mart. ank.) XXIV. yetmiyor. hiçbir an. hiç kimse. her şey öyle keyifsiz, doyumsuz. insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. herkes uzaklaşmakta sanki. en kötüsü gidecek hiçbir yer, kent yok. (…) sevişmelerin beyaz yüzü siliniyor sanki. bu yüzden ölmeden eski beklentilerimi ve kararlılığımı yeniden- geri getirebilmeliyim. arzularıma söz dinletmeliyim. aşkı bekleyebilmeliyim. ölmeden aşkı tanımalıyım. kendimi kaybetmeliyim. (...) ruhum zarar almaya başladı. özlemek de yetmiyor. KENDİMİ KURTARAMIYORUM! (29 mart. ank.) XXV. gecelere yalnızca alkolle dayanabiliyorum. yoksa sıkışıp kalıyorum bu köşede. alkolle uykular daha çekilebilir ve ardından sıcak duş. her şey çok daha güzel. o kadar. (30 mart. ank.) XXVI. isa'yla yahuda'nın aşkına kilitlendim. isa yahuda'nın ihanet edeceğini bile bile yanına aldı onu. sevdalandı ona. aşık da oldu. son yemekte isa kederin sonundayken gözünü hep kaçırdı ondan bakamadı. içinizden birisi beni ele verecek, dediğinde, 12 öğrenciden bir tek yahuda "beni mi kastediyorsun?" diye sorar. nasıl diyorsan öyledir, diyebilir isa yalnızca. ve o gün yahuda onu öperek ele verir. ÖPEREK ELE VERİR. isa karşı koymaz. aşkı karşı koyamayışıdır bu aslında. yakalanıp götürüldüğü tutuk evinde askerler ona hakaret edip, tanrı'nın oğluysan kurtarsana kendini, dediklerinde o susar yalnızca. aşkın yeniğidir çünkü o. yenilmiştir. var

KAOS GL 59-60 / 57


oluşunda savunabileceği hiçbir şey kalmamıştır artık. aşk bitti, işte. yahuda geç kalır itiraz eder o din öğreticilerine, isa'yı oyuna getiren adamları. yahuda kukla olduğunu sonradan anlar. geç kalmıştır ve öldürür kendini. ölürken sessizdir, susuyordur. yüreğinin, içinin nasıl acıdığını bir tek isa bilir. isa onu çoktan affetmiştir zaten. aşık olduğu gün hem de. belki tanrı aşkın bu başkaldırıcı ve saplantılı halinden ders alıp muhammed'i yolladı. bir hetero olarak hem de. aşk yoktu onda. birden çok eşi vardı. hiç birine aşık değildi ama. tanrı, aşkın varlığının tehlikeli olacağını sezip de yollar muhammed'i. ta o günden bu güne aşk çarmıha gerili durmakta. sessiz. suskun. aşk isa'yla birlikte dirilecek ama biliyorum! ne zaman? (2 nisan. ank.) XXVII. bugün yüzüme iyice çarptı ve içimi acıttı: her şey daha kötüye gidiyor. siyaset, iletişim, kentler, cinsellik, aşk, ilişkiler, bu ülke… her şey. savunacak şeyler kalmayacak yakında. onları savunabilecek alanlar bitmek üzereyken hem de. korkunç şeyler olacak biliyorum. (21 nisan. ank.) XXVIII. kimsenin hikayesini, geçmişini dinlemek istemiyorum artık. bugünkü yüzünde gördüklerim, duyumsadığım beni kurtarabilecek mi o önemli. hiçbir yüzün hatırası benim yolumu göstermiyor. hiç kimsenin takvimi de bana uymuyor. yine geç kaldılar. benim takvimlerime yetişemediler. oysa ben hep onların zamanlarında yaşamayı başarabilirdim. yine geç kaldılar. ertelediler, beklettiler, aldattılar, unuttular hatta. bugün: takvimlerim bana ait. bekleyemem. (23 nisan. ank.) XXIX. karşımda copla dikili duran adam ıssız bir yoldayız. karanlık. bağırsam kimse duymaz ve asıl en korkuncu ve yıkıcı hali gecenin, bir başıma bırakıldım oracıkta yapayalnız kaldım. ihanete uğradım. benimle kalmadılar.. kalmadılar… gittiler. yine. (6 mayıs. ank.) XXX. "kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. ne yapabilirim. kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: büsbütün İMKANSIZ bu.", diyor, selim ışık, tutunamayanlar'da. XXXI. bir boşalma daha yaşandı ve bitti. canavarı bir kez daha yendim. ölmedi elbette. benimle bir ölecek o, biliyorum. ama savaş hep sürmeli. hep. iki oyun üst üste. kutsal fahişe'den bir kez daha sakınma. yine donup kalan seyirci. ama gözler donuk değildi. çoğunluk -bunlar da çoğunluk kadındı- içten ve herkes şaşkındı. tatmin oldum, evet. yapmak istediğim tiyatro bu, bugün. (14 mayıs. ank.) XXXII. olmuyor. kimse yarattığım sınırsızlığa uymuyor. KİMSE! herkes kendi sınırlarıyla beni belirlemeye çalışıyor. her yaşam kendi yaşamım, her ölüm kendi ölümüm oysa. bilmiyorlar bilmeyecekler. (…) ancak alkolle dayanabildiğim uzun geceler, arabanın kapısını açıp baktığım uzaklar, bana gülümseyen ve beni isteyen yabancı adamlar, onların teni hep uzak sevişmeler. kendimi tahrip ediyorum işte. bunu topluma, düzene, bu ülkenin geriye dönüşüne, ilişkilerin güvensiz hallerine,

KAOS GL 59-60 / 58

sıkıcı, durgun, yakıcı, küçük yaşamlara karşı olan acılarımla başarıyorum. kimse yok çaresizliğime. ıssızlığımı dolduracak kimse kalmadı. hep doyumsuz. daha ne kadar taşıyabileceğim kendimi bilmiyor-um. (18 mayıs. ank.) XXXIII. saçları hep dağınık adam'ın ilk sarılışı... uzak kentlere varan uzun sohbetlerin sonunda beni kurtaracağını biliyorum. elini uzatıyordun bana, susuyordum, çığlığa dönüşüyordu sessizlik, söze döküp ihanet etmek istemiyordum düşüncelerime, duygularıma, ölümlerime. korkuyordum sana dokunmaktan. (hep mi korkmuştum bilmiyorum). imkansızı yazıyordum içimde. öldürmeye çalıştıkça büyüyordu ama onlar… yaşamak için büyüyorlardı. gözlerinde boğulup gitmelerim bundan: söyleyemediklerimden. gözleri gökyüzünde kuşları arayan, bekleyen çocuğun abisiydin sen. ve ben kaldırım kenarında ölüsüne yas tutulan kuşadamdım. sen beni görmedin. duymadın. (umurumda değil, ben seni böyle sevdim.) sana aşık olmaktan korktuğum için öldürdü çocuklar beni. oyunlarında yaşayamadım onların, ben. … öldüm. ve aşık oldum işte. nice sonra. sana. senin göğünde uçamam ki ben! tek dileğim var: uçan kuşlar konsun senin göğüne. (31 mayıs. ank.) XXXIV. ... şu kalp, bildim bileli nice sevilmiş de olmamıştır tutsak ama bir şey yakar derinliklerini çok tuhaf, çok huzursuz, çok mutlak ,diyor matthew arnold, 'veda' şiirinde... XXXV. bir saat daha geçti. ve ben bir yaşıma daha girdim. hiçbir anlamı yoktu elbette. yaşlanma korkusu ya da telaşı ya da kâbusu yoktu. sonuçta her gün ağırlığınca yaşadığım bir duygu bu. yetersizlik ve doyumsuzluk haliyle yetiştirememe, yetişememe korkusu. (…) gitmeli evet. öylesine kuruyup kaldım çünkü. hiçbir an ve hiç kimse yetmiyor bana. ve aşk gerekli bana! aşk!!! (11 haziran. ank.) XXXVI. elizabeth devrinde de dillerde dolaşan bir efsaneye göre, sessiz bir kuş olan KUĞU, ömründe yalnızca bir kez, ölümünden hemen önce öter, tatlı ve hüzünlü bir ezgi söylermiş. çirkin ördek yavrusu, masalın sonunda kuğuya dönüşür. masal bitti mi sanırsınız? oysa çirkin ördek yavrusu, görüntüsünden öte varoluşuyla acı çekmektedir. ve intihar eder. o ezgiyi mırıldanarak. (haziran sonu. ank.) usul usul biriktirilmiş bir delilikti. (...) günün birinde delirmişti. m. mungan. suret masalı'nın sonu. masumiyetimi emanet ettiğim çocuğum hakan'a...


"Bir kez düşmanın ağzına girince, kurbanın hiçbir umudu kalmaz çünkü manevra yapmak için ne zamanı ne de yeri vardır. Bu iki bakımdan hapishane ağzın bir uzantısı gibidir... tutsa(ğın) kapatıldığı hücrenin bulunduğu hapishanenin bütün mekanizması onun yok edilişine ayarlanmış gibidir ve bu mekanizma fiilen işlemekte değilken bile tutsak bunun her zaman bilincindedir." E.Canetti, KİTLE VE İKTİDAR (s.280)

Bir şey, bir nesne örneğin; bir bitki, bir çiçek örneğin; yada bir insan, bir erkek eşcinsel örneğin; hepsi evet hepsi kendilerinde doğuştan, yaradılışlarında bulunan bir özellikten yada içkin ve de hatta onu güzelleştiren, onu herkese sevdiren,salt bu yüzden üstüne şiirler, öyküler destanlar yazılan özelliğinden, onu belirleyen özelliğinden hazırlanır yıkımına. Bu belirleyici özelliği ÖZELİK diye tanımlardı sanat tarihi hocam da ben çocuktum o zaman, anlamazdım, tek L'li özellik ne demek. Kendindeliği vardır umutsuzluğun. Çürümenin. Yok oluşun."Uçurumun varoluşuna özrü kendisidir," dediği gibi Emily Dickinson'un. Somuttur, taş gibi, duvar gibi. Yazın kavurucu sıcağı gibi. Ölüme benzer yüzü. Su bunun için gereklidir. Bedeni yıkamak gerekir. Gül ile ona dadanan kurdunun aşkı dillere destandır. Önce inanmadım William Blake'in bir şiirinde vurguladığı bu ölümcül ama tersi de olanaksız aşk hakkında söylediklerine. Aldım bir gül, diktim saksıma. Sevdi penceremden güneşe bakmayı da açtı gül, pembe çiçekler açacak tomurcuğunu verdi. O tomurcuğun dik durmasını, ışığa doğru uzanıp ısındıkça, güneşle seviştikçe açılacak goncasını tutan sapında, tam da çiçeğin boğazında işte aynı yeşilden bit gibi bit gibi yaratıklar peydahlandı, çiçek açmasını engellemek için tomurcuğun. Sıyırdım o yeşilleri. Yeşil hem güzel dedim, doğal dedim,hayat dedim; ama yeşil kötücül de dedim, zehir rengi de üstelik,ölümcül işte. Hepsi ne için? Başrollerini saksı, toprak, su, gün ışığı, kökleri ve gövdesi ve dalları ve yaprakları ile gül denen bitkinin oynadığı bu oyunun tek amacı güzellikle, kusursuzlukla,aşkla bağdaşdırılan, kokuların en sarhoş ve tahrik edicisini hücrelerimize salan bir çiçek açması için. Beyaz, sarı, pembe, kırmızı açar. Yeşil açmaz gül. Mavi de açmaz. Olanaksız. Siyah hiç açmaz. Gövdesi, yaprakları, dallarına bakacak olursanız çirkin bile denebilecek bu bitki, dikenleriyle koruduğu, ya da koruduğunu sandığı çiçeğini açacaktır sadece. Varoluş amacı budur, tastamam olmak için açar, kusursuzluğunu kanıtlamak için açar gül. Yüreğin mistik merkezini simgeleyerek belleğimize yerleşen bu narin çiçek Eros'un bahçesinden Dante'nin cennetine, salt saçımın

uzunluğundan ve evlenmeyi unutmuş olmamdan Şarmut A. İKARUS beni ibne "sanan" ve bu yüzden zorunda Ankara kalmadıkça bana dokunmadan yaşayabilen eniştemin bostanından benim pencereme kadar birçok yerde boy gösterir. Biz gülün çiçeğinin bizim için açtığını sanmayı severiz. Oysa gül, salt varoluşunu tamamlamak için açar çiçeğini. Kendisindeki bu tastamamlıktır onu güzel yapan. Ve gülün, böylesi tastamam bir döngüyü nihayetlendirmesine bizim "güzel" deyişimizden haberi bile yoktur. "Güzel" onu algılayanı ilgilendirir, onu algılamak üzere yola koyulanın meselesidir güzel. Gül, onu her gün sulayana ödül olsun diye açmaz çiçeğini. Sulayan, öyle sanmayı sever sadece. Ama bilir de üstelik, o çiçeğin açar açmaz yapraklarını dökeceğini ve geriye kelaynak başı denli çirkin bir baş kalacağını. Kokusu, rengi ve şekliyle son aşamasını da kaydeden gül bitkisi, bir başka çiçek daha açacağını ima ederek döker, söz gelimi pembe yapraklarını. Bu imadır ertesi gün onu tekrar sulamamızı gerektiren. Masmavi bir gülü tutuyormuş gibi evirip çeviriyordu elinde kocaman olmuş büllüğümü Lili. Tutsaklığımızın duvarlarını öreceğiz birazdan. O beni ağzına alacak. Bir yarağa vererek sırtımızı, bulduğumuzu sanacağız aşkı. Birbirimize aşık olmuş değil de, aşık olsak bari demiş iki yaralı hayvan gibiyiz. İçinde gül sözcüğünün sıkça geçtiği hüzünlü şarkılar söyleyen, aynı uçurumun karşılıklı iki yakasında açmış iki gül gibiyiz. Erkekliğimi yağlayıp cop sıvazlar gibi avuçlarının içinde kaydırması bundandır belki. Güç hangimizde, iktidar kimde? Hapishanemi seviyorum. Anahtarları çıkarıyorum çantamın sağ ön cebinden, sokuyorum üst kilide önce... trak trak üç kez... sonra alt kilide.. .çıtırk çıtırk iki kez... kapısı açılıveriyor damımın. Her seferinde şaşırıyorum. Bu kapı, bu iki anahtarla çıt diye açılıveriyor bana. İnsanın kendi evinin kapısını açması gibisi var mı yaa! Ne kadar güvenli ve ne kadar da aynı. Sürpriz yok. Hay ağzına sıçayım böyle mitleri öğretenlerin. Ne safsata. Ne yalan. Kim ister ulan, kim ister kendi müreffeh mapushanesinin kapısını açıp, mücessem yalnızlığını çelikle örtmeyi ha, kim ister, üstüne kapanacak kapıyı açmayı?

KAOS GL 59-60 / 59


en bu kapıyı herkese açmıyorum. Bu sabah örneğin, uykumdan uyandırdı beni kapının zili. Önemlidir sandım. Kapıyı açmadan önce sorarım genellikle: "Kim oooo?" diye, giderek yükselen ses tonumla ve de "yok yaaa" edamla. Gene öyle yaptım. "Kim oooo?" Dipdiri ve her tınısından sağlık fışkıran bir erkek sesi: "Benim... abi şu cuma gününde Allah rızası için..." "Cumana da başlatma bok herif! Beniim demez mi bir de, ulan nerden tanışıyoruz da, kim ooo deyince "benim" diye karşılık veriyorsun kaltak, siktir git, polis çağırmayayım şimdi!" Öfkem dilenciye değil. Bunu ben biliyorum. Öfkem, kapımı o hiç de beklemediğim bir saatte "Ben geldim, uçurumlarımızı birlikte sırtlanalım bundan böyle," diyerek çalmayana. Sürpriz yapmaktan korkana. Tıs yok "benim" diyenden. "Çattık," demiştir. Bu kapı rahatsız edilecek, zili çalınca kimse açmazsa, kilit zorlanacak ve içerde pahada ağır kiloda hafif ne varsa götürülecekler listesine almamıştır benim mapushanemi. Suratını da görmedim, belki de içeri buyur edilesi biriydi. Sadece dilenci diye böyle davrandım ona. Ama hangimiz değiliz ki? Hangimiz, birinin ziyafetlerinde karnımızı doyurup canını yakarken, bir başkasının tayınına bile kurban olmadık. Bir gün dilencileri de alacağım içeri. Sevişeceğim onlarla. Bu bedene ve içine hapsolmuş cana istediklerini yapmalarına aldırmayacağım gün, bu öyküleri yazmanın bile anlamını yitirdiği gün, gerçek dilencileri de alacağım içeri, mapushaneden kurtuluş ancak öyle... Bu umutla arkamı dönüyorum çelik kapıma. Tam karşımdaki duvarın sıvası pörtlemiş. Bunu bilse vazgeçer telefonda bana şarkı dinleterek hâlâ evrenimde olduğunu sanan aşığım. O da kapıma gelmişti uçurumunu kabul ediyorum, demişti. Sonra kendi uçurumundan korktu. Ona kendi uçurumunu gösterdiğim için korktu benden ve bir süre eziyet etti bana. Kendi uçurumunu taşımak yerine delete etti kafasından, öyle sanıyor. Evlenelim yurtdışında, tanınmadığımız yerlerde yaşayalım birlikte derdi. Yüreği dar herkes gibi, temennilerini, dileklerini, güçlü arzularını "ibne" zannedileceğim diye ve biseksüelim ben bahanesiyle terketti. "Ya Şarmuta ya, şu duvarın bir fotoğrafını çek de bana bi ver allahaşkına, bu eve girer girmez beni sarsan ilk görüntü bu oldu." Cinsel kimliğini saptamak üzere bana gelen oğlanlardan biri böyle demişti. "Ayy, ne kadar kasvetli bu salon." O da böyle demişti, Lili yani. Beni hükmüne geçirdiğini sanan, ya da bu azimle inime giren herkes gibi evime,

KAOS GL 59-60 / 60

mapushaneme bir yafta uydurmaya yeltenen ve başka hiçbir şey için olmasa, salt bu yüzden, salt müsrif beklentileri yüzünden gidecekler listesine aday adaylığını koyanlardan o da... Herkes kendi mapushanesinde çürüsün, herkes kendi kozasında döksün yapraklarını o zaman. Ben böyle olsun istemiyorum, öyle olacak da ondan böyle diyorum. Öyle olduğu zaman anlar herkes mapushanesini sahiplenmek ne demektir, kaplumbağa sırtındaki kabuğu niye her gittiği yere taşır, o zaman anlar. Su şart. Su olmazsa olmaz. Kaplumbağa emindir, kimse durduk yerde "yahu şu kaplumbağaya bir su versem," diye düşünmez. Herkesin sulanmaya gereksinmesi vardır da ondan. Herkes kendine su dökecek birini ararken, kaplumbağa bunu bilir ve kendi suyunu sırtına bu yüzden depolar. İrmik helvasına benziyordu avucumun içindeki mai. Oysa telefondaki ses "beni ararsanız sevinirim," diyordu susuz kaldığı bir gece bıraktığı mesajda. Ararım tabii, sen de sevin tabii ki, ben bokunu bile yerim dediğim sevgilimin ağzıma doldurduğu semenini gurk diye yuttuğumda, gene onun hayretler içindeki gözlerine bakarak, bokunu da sonra yerim dedikten sonra anladım benim için önemini çoktan yitirdiğini. Ben, "senin bokunu bile yerim," diyorum; Kamer, "o senin problemin," diyor. Haklı. Etme bulma dünyası. Seni bir şiirimde "yağız yalnızlığım benim," diye anlattım dediğimde, elimi sıkmak, dudaklarıma sahici bir öpücük kondurmak yerine, "Ne yapayım yani?" diye karşılık veriyor ve ben böyle anlıyorum gül olduğumu. Sulamıyordu Kamer artık beni. Ona çiçek açmayı sürdürmek tastamamlanmak yolunda yanlış yaptığımı söylüyordu. Bu yüzden ses etmeden ayrıldım yanından. İkimiz de anladık bittiğini. O Kamer ki, "Şarmuta senden başkasını sevemiyorum," diyerek yeniden denemeyi önermişti telefonda. Topuklarım kıçıma vura vura gitmiştim Adana'ya. Onu hâlâ severim. Ama ben kuşları da severim, kedileri de, sardunya çiçeğimi de severim, küpe çiçeğimi de. Ben manav Osman'ı da severim, postacı Nazmi'yi de, beş numaradaki Mahinur teyzeyi de, dokuz numaradaki Latif amcayı da. Ben nefret etmem. Ama o kibri yok mu Kamer'in, o kibri; hani Kutluğ Ataman'ın "Lola + Bilidikid" adlı filminde İskender'in sevgilisi Freidrich'in annesi alıntı yapar ya kendi babasından; hani "avamdan olanların gururlarına dokunma yeter ki, her şeylerini rahatça alırsın ellerinden," der ya, işte o kibri yüzünden salt kendisi için varolamadı sevgilim. Bu kadar. Sitem yok. Ağzıma ayran budalası gibi bakanları sevmezdim. "Sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem ki," diyenleri - ben biliyorum ya doğrusu bal gibi bilebilir, hayat öğretir - yadırgar, inandırıcı bulmazdım. Şimdi kendini seven ve beni de bu sıcağa karşın yapış yapış kucaklayabilecek birini isterim. Ben onu


rahatsız etmemek için yerde yatınca ne yaptı Kamer peki? "yanıma gel," demeyi bırak, "kalk, sen yatağa geç, ben yatarım yerde," bile demedi. Kanepenin minik kare yastıklarından birini başımın altına usulca sokuşturdu. Tam da ondan beklenecek bir davranıştı. O anda değilse de ertesi sabah anladığım, Kamer için tırnağındaki pislik kadar değerim olmadığıydı, onun için artık özel değildim. O da benim için değildi. Ona baktığımda o muhteşem, güzel erkeği görmüyordum. Öyle değildi çünkü. Beklediğim gibi davranıyordu. İnsan, bekleneni değil, beklenmeyeni yapana aşık olur. Kamer, beni idolleştirerek aşık olmuştur bana. Tanrısıyla iktidar kavgasını da kendi başlattı, istemediğim halde aramızda güç onda, iktidar bendeydi. Beni bir türlü öldüremiyordu. Bir siktir git, diyebilseydi, nasıl rahatlayacaktı. Bunu farkettiğim anda, sanat gereklidir, gereksizdir konulu tartışmanın seyrini değiştirdim. "Sanat gereksizdir, diyorum işte o kadar," diyordu. Ben ise, fikirlerimi birçok kanıta, mesnete dayandırarak ve hep de onun kendisiyle çeliştiğini göstererek ve egosunu da hep doyurup aslında onun sanatı ne denli çok sevdiğini ve salt yanlış tercihler yaparak sanatla ilgisi olmayan sığ insanlar arasında kendisini güzel görmeyi daha güvenli bulduğu için bana tahammül edemediğini söyledim. Ayağa fırladı. Ellerini beline koydu. "Hep böyle yapıyorsun, ben ne zaman bir şey söylesem, karşı çıkıyor, ahkâmlarınla benim dediklerimi çürütüyorsun." Dellenmek üzereydi. Ah bir kafamı kırabilseydi. "Sinirlenmekle, ellerini beline koymakla, gereksiz bulduğun sanatçıların yaptığını yapıyorsun. Senin de onlar kadar ihtiyacın var duygularını, düşüncelerini ifade etmeye. Onlar öyle, sen böyle ifade ediyorsun. Şurada tartışıyoruz sadece, aynı fikirde olmamız gerekmez, ama benim senin gibi düşünmeyişime katlanamıyorsan ve istiyorsan, siktir git diyebilirsin." "Siktir git, o zaman!" diye bağırdı. Farkında değildi. Siktir git diyebilen o değildi. Demeyi istediği halde, diyememişti. Böyle demesini önerirken, izin de vermiştim. İktidar hâlâ bendeydi. Bütün sükunetimle: "Böyle olmaz ki, ben söyledikten sonra siktir git demişsin ne fayda," dedim. Sarılıverseydi, arkadaşlarımızın yanında geçen bu tartışmanın ardından bana, benim önerim ve iznimle de olsa, siktir git demiş olduğu için özür dileseydi, orada kalırdım sonsuza dek. Durdum, toparladım kendimi, sonra bıraktım Kamer'i yokuş aşağı. "Bu sakin sakin konuşman yok mu..." Burnundan soluyordu. Boynumu koparsa ancak rahatlardı. İktidar merakı duruyordu yerinde, aşkım ise onun için verileceği nasılsa belli bir hediye gibiydi.

Vermeye değmezdi o zaman. O tanrısını siktir etti. Ben, bu bedeni canıma mapushaneye çeviren bir piranhadan daha vazgeçtim. Söz bende olduğuna göre, iktidar hâlâ bende ve ben onu piranhaya benzetmeyi yeğliyorum. Lola + Bilidikid'de İskender, Lola'nın cenazesinden sonra, ölüm gerçekliğinin karşısında, bu dünyada sadece ve sadece aşkı ayakta tutmak gerektiğini anladığından öylesine hoyrat davrandığı sevgilisi Friedrich'e telefon edip "Ich liebe dich" deyiverme cesaretini göstermişti. O anda kendisiydi çünkü, sahiciydi. Kamer de öyle bir telefonla çağırmıştı beni. Aynı utangaç harami tavrıyla. Gel gör ki, Kamer'in öfkesi de sahiciydi ama öfkenin ardından bana sarılamayacak denli korkaktı. Beni tehdit görüyordu, güvenli kozasını yırtacak sinsi bir kediymişim gibi kolluyordu beni. Farem olmaktan korkuyordu. İskender, zaman varken söyle-yeyim onu sevdiğimi dedi. Bunu en iyi cenazeler hissettirir. Kamer ise çok zamanı olduğunu dü-şünüyordur ve biz kendi cenazemizi kaldırıyorduk son uzatmalarda. Gri gözlerimdeki eski kendini göremeyince üzerime giydirdiği bütün ışıltılı, pırıltılı anlamlar döküldü saçıldı salonun orta yerine, Adana'nın yapış yapış sıcağında. Simsiz kalakaldım. "Gözlerinin yeşili gitmiş, gride kendimi göremiyorum. Hem şişmişsin sen. Bak ben onbeş kilo verdim görüşmediğimiz iki yıl boyunca." Oysa, hiç değişmemişti. Bundandı öfkesi. Kendi mekanında canımı yakarak, benim mekanımda defalarca yanan canının yangınını söndürmek istedi. Biraz rahatladı küfrederek, ama iktidar uktesi kaldı. Yangını söndürmek değil çünkü, yangını çıkarabilmektir iktidar kapısını açan. Hal böyle olunca da beni asla yeterince aşağılamayacağını anladı. Benimle uzlaşmak yerine didişdikçe aşağılandığını fark etti. Arada giderilmesi olanaksız bir ukte büyüdükçe büyürken bu beraberlik ikimize de hakaretti. İkimize de yazık. O kendini "güzel" ve sevilesi bulmazken, benim onu sevmem ağırına gitti. Bu yüzden işte gitmek sırası bana gelmişti. Oraya ait değildim. Daha fazla kalamazdım. Kamer de haklı dolayısıyla, başkasının gözlerinde sen güzelsin, sen sevilesi birisin, sen büyüksün ışıltılarını görmek istemekle. Biz gül değiliz ki çiçeğimizi salt kendimiz için açalım. O şimdi şefinin karısının gözlerindeki kendi imgesine sarılmış, ama asıl istediği şefine sarılmak. Şefine sarıldığında, şefinin de sarılabileceği bir beden olduğunu anladığında, mavi gül olmadığını anladığında, başka gözler arayacak kendini kendisine güzel gösteren. Kamer, gül değil ki ona bakan gözlere aldırmasın. Kamer de, ben de unuttuk hiçbir gülün aynı olmadığını. Mandala gibi. Hiçbir mandala, başka bir mandalanın aynısı değildir. Aynısını aramak nafile çabadır. Farklı dairesel tasarımlarda binbir anlamda

KAOS GL 59-60 / 61


kullanılan mandalayı dışardan bir kare çerçeveler. Mandalada da vardır kendi içinde, kendine mahkum, kendinden sonsuz ve ölümsüzce kusursuz ve ölümcül olma anlamları. Aynı gülü kokladığımızı sanmayı severiz, o kadar. İlk aşktan sonra, hep aynı nehre girmeye çalışmamız da bu yüzdendir. Bir öğrensek, her insan, her sevgili, her ten ayrıdır. Tastamam olma yolculuğuna çıkmış ayrı, kendi içinde yeganeliği olan yaratıklarız her birimiz, o zaman daha sahici sarılırız yatağımızdaki yekliğine öteki bedenin. Avcumda irmik helvası mai şimdi, bakar dururum aynadaki suretime. Mai lavaboyu tıkar mı ki? Yok canım, hem bir sürü kimyasal çıktı, cıırt diye açıveriyor laabayı. "Governess" filminden sonra koydu yeni sevgilim bana bu adı: "Semenina," yada "İrmikli herif" olsun istedi adım. Son sevişmemizin son noktasında ağzına doldurduğum, onun yokluğunda şimdi avucumu ısıtan bu krem rengi, mavi ışıltılı pelte yüzünden. Bu peltenin kokusunu seviyorum. Kaplumbağanın sırtındaki kabuğun üst kısmında develerin hörgüçlerinde biriktirdiği gibi, dikenleri yüzünden ulaşılmaz sandığımız kaktüslerin içinde biriktirdiği gibi tıpkı - susuz kaldığında kullanmak üzere su biriktirdiğini bilir miydiniz ibne canlarım, çöl piyadelerim benim? Bilir miydiniz? Kendi çölümüzü sırtımızda sürüklediğimizi bilir miydiniz? Tastamam olmadığımızı sandığımızdandır bu, ya da gerçekten yekpare olmadığımızdan. Bu ya gerçekten öyledir, ya da bize bu öğretilir. Salt erdişil kimliğimize özgü de değildir bu. Karşı cinsi sevenler için de böyledir. Gül değiliz biz. Kaplumbağa değiliz. Kendimizi doğuştan tamamlamış değiliz. Tamamlanmışlık, içkin bir özelliğimiz değildir. Nadir de olsa, "tamamlamış kendini" tanısını koyduğumuz birine, erdişil olsun olmasın, aşık oluverişimiz, gülün açan çiçeğine belleğimizden onay alarak içgüdüsel bir yönlendirmeyle burnumuzu uzatmamız bundandır. Burnunu güle uzatan, ya da gülü burnuna doğru çekenin kendisi de tastamam değilse, işte o zaman batar diken. Ödül bekleyen işte bu yüzden bedel ödediğini sanır da küser güle. Herkesin açmak istediği mavi gül kendi gözleri içindir. Bir de hiç düşündünüz mü neden bir mekana girer girmez türümüzden olanları hemen tanırız? Neden, hiç mi merak etmediniz? Hemen kırıştırmaya meylimizden bunu düşünmeyiz hiç. Cinsini siktiğim cinsine çeker de ondan. Bizim cinsimizin bakışı, yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, kolay "merıbaaa" deyişi hep aynıdır. Hangi alt türden olursak olalım, hep aynı yalnızlık çığlıklarını yollarız sessizce ve umarsızca ve aynı tükürük tangosunu yapmaya başlar damak altlarındaki bezler. Çünkü ve bu yüzden bir tek kendi türümüze ihanet edemeyiz. Biz hem sebep, hem de sonuç ilişkisiyle yaşarız

KAOS GL 59-60 / 62

kendimizle. Yekpare ve tek tek basaraktan, bade süzerekten yaşamayı öğreniriz önünde sonunda. Bu yüzden ya yürek hoplatan bir tangoyla çekiliriz hemcinsimize, ya da birbirimizi tanıyıp anladığımızı bile bile görmezden geliriz kendimiz "gibi" olanı. Kendimizi göze alamadığımızdandır bu. Tastamam olmadığımızın da kanıtıdır aynı zamanda. Suyumuzu sırtımızda taşımak yerine, başkalarının elinden dökülsün üstümüze su diye beklediğimizdendir. Ben öldüm Kamer. Ben öldüm sen bana domaldığın gecenin sabahı bir günaydın öpücüğü yerine nefsini benden önce düşünüp de karnını doyurmaya mutfağa koştuğun için. Ben öldüm yarın. Ben öldüm Marlon. Ben öldüm sen başkasıyla akşamdan kalıp da sabah benden medet ummaya kapıma geldiğinde en aciz gözlerinle. Ben öldüm Serdar. Ben öldüm sen hatır için sana sarılmama izin verdikçe ve ben kendi bedenimi hissetmek için senin ellerine ihtiyaç duydukça ve sen ne benle ne de bensiz varolmayı beceremedikçe. Ben öldüm Berduş, dudaklarımı sadece alkole meze yaptığında. Ben öldüm Lili, hayat gailenin ve mavi gözlü bir sevgili hayalinin, Amerika hayranlığının hep benim önüme geçtiğinde ve sürpriz yapmayı düşünmeyişinde. Ben öldüm asker kuzenim, beni sadece karın uzaktayken stepne gibi kullandığında. Ben öldüm hepinizle. Bu yüzden yola çıkmak zamanı gelmiştir gene. Başınız sağ olsun. Götünüzden kına eksik olmasın. Böyle dediğim için gücenmeyin. Ben mavi gülümü açtım. Güneşe doğru cama yapışmam bundandır. Beni var eden ve beni yok edeceğini bildiğim eril ışığa doğru uzanışım bundandır. Biriyle seviştikten sonra onun, özellikle bacak arasının kokusu bıyıklarımda ve bacak aramda kalıp donuma siniyordu eskiden. Bir süre bıyığımı kokluyordum, donumu kokluyordum sevgili uzaktaysa. Yeni keşfettim, benim kokum kimseye sinmiyor. Parfümüm değil. Bacak aramın, semenimin, terimin, boklu götümün kokusu. Bu yüzden yeni bir şarkı dilimde: "Rosy Blues for Semenina". Koklaya koklaya bitirdiler kokumu. Herkes kendi gözlerine açmak ister mavi gülünü. Bir tek mavi gülün ömrü az olmaz çünkü. Uçurumumuzun özrünü ancak böyle taşıyabiliriz de ondan. Benim sonum da kendi uçurumum. Sağ olsun başınız ve lütfen çiçek göndermeyin. Ben Şarmut. A. İkarus. Kendi uçurumunda açmış mavi gül. Kendime kokuyorum sadece ve sadece kendim kokuyorum. Sular kesilecekmiş bir hafta. Haberlerde söylediler. Sardunyam tomurcuklanmış, pembe çiçeklerini açacak gene. Su ister bu sıcakta. İzninizle, bir koşu gideyim de kap kacak ne varsa suyla doldurayım. Susuz kalmamalı sardunya.


Takip ettiklerin genelde seni bir yere götürmez. Takip ettiklerin; düşünceler, hayaller, kadınlar. Bir çıkmaz sokaklar labirenti; içinde nefessiz kalıp kaybolduğun. Bir Camille vardı. Mavi gözlerinden binlerce renkli ışık saçılan utangaç çocuk/kadın. Bir gece camın önünden geçişini gördün. Ayazda paltosunun kalkık yakaları arasında saklanmış endişeli bir surat. Camille, gizemli küçük fransız. Gözlerinin içiyle gülerdi, söyleyemediklerini hep o ışıltının arkasında saklayarak. Söylenmeyenler bir sigaranın dumanında uçup gitmeden bir bakışta, bir bilgisayar ekranında yakalandılar bazen. Çünkü o, ulaşılması imkansız bir uzaklıktaydı, ancak düşüncelerin dağınıklığıyla dokunabilecek bir mesafede. Hiç yaklaşmadı. Hep kitap dizili rafların arasında, hep gizemlerle örtülü; başında beresi, yüzünü sakladığını sanarak, oysa gözleri öylece, masmavi. Derslerde tam karşımda oturmaya başladı. O kadar gözünü dikip bakmasa farkedeceğim yoktu doğrusu. Ama başardı. Mavi derinliklerin ardından gözleri üzerimde, sonra ben bakarken her başını eğişinde anlatmak istediği, ama söyleyemediği bir çok şey. Hiç konuşmamıştık daha, bir gece rüyama girdi. Türkiye'deydik, evimde kalıyordu. Bir sabah uyandığımda, onun tarafını boş buldum. Buzdolabına yapıştırılmış bir not: "Beni araOttawa/Canada". Hiç buluşamadan birbirimizden ayrılacağımızı öğrendim o gece. Sabah uyandığımda, ilk işim okul rehberine bakmak oldu. Adres doğruydu... Çıldıracaktım neredeyse, başıma bu gelenler, bu rüya bir işaret, nasıl ulaşmalıydım ona? Üstelik ayrılacağımızı bilerek. Ertesi gün bir e-mail yolladım. "Bu rüyanın ne anlama geldiğini biliyorum ve seninle buluşmak istiyorum". Hemen anlamıştı kim olduğumu. Profesörümüzün partisi vardı iki akşam sonra, dönem bitmek üzereydi, final haftası, herkes sıkışık, son projeler yetiştirilmeye çalışılıyor. "David'in partisine beraber gidelim mi?" diye yazdı. Tabii, neden olmasın? Karnımda kelebekler... Bütün gün süren bir hazırlanış ve kar yağmaya başladı aniden, hiçbir neden yokken. Saçımda billur taneler, kütüphanenin önünde bekledim. Beş dakika geç geldi. Karları temizlemiş arabasından. Gidilecek yol uzun. Vitesli araba kullanıyor, görüş çerçevemde deri eldivenleri. Hep soru soruyor, iki şişe şarap aldık David'e ve eve varana kadar bütün

hayatımı öğrendi. Hep gülümsüyor, kendini hiç Ayşe Z. anlatmıyor. ........ Partide çok yalnız hissettim, neredeyse hiç ilgilenmedi benimle. Ve ben şarap üstüne şarap götürdüm, önemsiz diyaloglar içinde, gözlerim hep onu izleyerek. Sallanarak, hafif bir gülümseyişle, dizlerimiz birbirine değdi bir süre halıda oturup müzik dinlerken. Bütün temas o kadar. Uzaktaydı, ve anlayamadığım bir sebepten orada kalmak istiyordu. Annesi babası diplomattılar Kanada'da. Kendisi yarı Fransız, yari Meksikalı. Üstelik benden dört yaş küçük. Diplomatlardan duygularını asla belli etmemeyi öğrenmiş. Birkaç gün sonra "kahve içelim mi?" diye bir mesaj yolladım. Cevap gelmedi. Önce çok meşgul olduğunu düşündüm, sonra benden hoşlanmadığını, sonra lezbiyen olmadığını, sonra bir sevgilisi olduğunu. Gözden yiten bir Camille bir süre için. Ortadan kaybolmayı seviyor. Ama rastlantılar, her beklentiyi sarsan rastlantılar. İmkansız bir kez denendikten sonra herşey daha kolay geliyor. Karanlığı biraz (zorlayarak) aralayıp daha derin bir karanlık görmek. Aylar sonra, bir gece, onunla ders dışı ilk kez karşılaşıp merabalaştığımız bara geldi, yanında aynı bana benzeyen bir kızla. O an anlamıştım işin iç yüzünü, ama bozuntuya vermedim. Beni görmezlikten geldi önce, sonra görüş mesafemden en uzak masaya yerleştiler. Ben barda oturuyordum, karşımda koca bir ayna, aynada Camille. Bütün gülüşlerini, içkisinden aldığı her yudumu izledim. Acıyla, sigara üstüne sigara yakarak. Sonunda yanıma gelmek zorunda kaldı. Havadan sudan konuştuk. İki yabancı gibi. O benim tüm hayatımı bilirken, sanki yeni tanışmış gibi. Sonra kadınlar tuvaletinde arkadaşıyla normalden uzun bir zaman geçirdiler. O kapının arkasında olanları düşünmek istemiyorum. Bunalımlarımdan kurtulamayıp ona bütün aşkımı anlatan bir e-mail yolladım. Cevap çabuk geldi. Yine diplomatik ve sevecendi tabii. Duygularımdan çok etkilenmiş, çok tatlıymışım, ama benimle dürüst olması gerekiyormuş, o kız sevgilisiymiş, ilişkileri çok iyi gidiyormuş, umarım yakında görüşürmüşüz, vs. vs. O anda noktayı koydum, ya da öyle inandırdım kendimi. Sonra hafif çıtır, hafif güneşli, öylesine bir sabahta, elinde bir dilim kek, merdivenlerdesin. Uzaklara bakarak, sakin, beklentisiz, ben yine uzaklardan,

KAOS GL 59-60 / 63


sen görmeden gizlice tırmandım merdivenleri, kahvemi aldım, yine gizlice geri döndüm. Hayatına karışmak istemiyorum. Şimdi kasvetli bir pazar öğleden sonrası, korkunç maskeler beni süzerlerken, arada bir pencereden dışarıya, seni görme umuduyla kaçamak bir bakış. Ama yoksun, ve belki de böylesi daha iyi. Küçük, herkesin unuttuğu bir Avrupa kasabasında düşlüyorum ikimizi. Tahta masalar, tahta çanaklar, kırmızı şarap. Kimsenin yaklaşamayacağı bir uzaklıkta, kimsenin sorgulayamayacağı bir boyutta; bütün dünyadan uzak bir süre için. Yaşam her an değişebilir. Hiçbir şey kalıcı değil. Her an birileri girip birileri çıkabilir yüreğinin kapısından, düşlerinde karşılaştıklarına benzeyenler, ya da başkaları. Kapıları açık tut yeter. Birden ikileştiler. Onun bir benzeri çıktı ortaya; sağda solda karşılaştığın, aynı yeşil/gri/mavi gözler, aynı hafif gülümseyiş, aynı derinliklere merak, aynı soru işaretleri. Çoğalmaya başladılar sanki, ayırdedemez oldun Camille'i benzerlerinden, orijinali kopyalarından. Sanrılar içinde kayboldun. Bir Camille buhranına dönüşmeye başladı günler, geceler, sokaklarda onun bir benzerini görmeden yürümek imkansızlaştı. Sonra.... Hiçlik... Sanrıların kurbanı olduğunu kabul edişin, görüntülere tutukluluğunu. Bir akşamüstüydü, bir saatlik boş vakit amaçsız dolaşarak

KAOS GL 59-60 / 64

geçirebileceğin. Ve birden bire, kız arkadaşı karşında, daha doğrusu önünde, gözlük takmış, ama yine de tanımakta güçlük çekmiyorsun, işin tuhaf tarafı, başka bir kızla kolkola. İyice birbirlerine yaklaşmış, karşıdan karşıya geçmek için bekliyorlar. Yanılsamalara alıştın, gözlerinin sana söylemeye çalıştıklarını dinlemeden reddetmek istiyorsun. Belki herşey bitmiş, bir aşk tükenmiş, herkes kendi yoluna. Koca bir sis bulutu. Kendi ilizyonlarına inanıp öyle yerlere ulaştın ki düşüncelerinde, gerçeğin nerede bitip hayalin nerede başladığını ayırt etmen mümkün değil. Yoruldun henüz yaşanmayanları hayal olarak tüketmekten... Birkaç gözyaşı eşliğinde, vazgeçiyorsun. O gece rüyamda, mavi yaldızlı dalgalı saçları bütün bedenini örten, yıldız sarısı küçük bir taç takmış küçücük bir peri ziyaretime geldi. Işıklar saçıyordu. "Yalnızlığından kalabalıklar yarat... Çiçek bahçeleri, sonsuz ormanlar. Seni çok seviyor. Ama korkuyor. Henüz ufak, gözleri okyanusların dibini andırsa da." Sonra yağmurlar yağdı düşümden gerçeğe. Binlerce minik yıldızla bezenmiş, ıslak, ürpertici, dinmek bilmez yağmurlar. Uykudan uyanıklığa geçişteki o belirsiz zaman diliminde takılıp kaldım bir süre; titrek bir yavru kedi gibi, çırılçıplak, öylece... Uyandığımda yağmurlar yarı açık penceremden üzerime, rüzgâr perdeleri uçuruyor, sırılsıklam titriyorum. Daha önce de aldatıldım hayallerle. Periye bir saniye için bile inanmıyorum. Benim takıntılarımın, bilinçaltı saplantılarımın ürünü küçük cadı. Hâlâ gözlerim onu arıyor. Sokaklarda, cafelerde, kütüphanedeyken anlamsız saatlerde, tren istasyonunda, ya da bir gece bir barda, önümde onun da çok sevdiği koyu bir kadeh Merlot, kulağımda Lakme operasından o iki kadının umutsuz düeti, arkamda bakışlarını hissediyorum aniden, ya da serin soluğunu ensemde, yumuşak sesi, delici bakışları üzerimde, bitmesin istiyorum, bir süre dönmüyorum arkama, bekliyorum, şimdi gelecek karşıma oturacak yüzünde o çekingen gülümseme, göğüsleri sırtıma dokunacak sonra öyle belli belirsiz (Teni bir hayaletinki kadar saydamdı) ve uçup gidecek birden, daha hiçbir şey konuşmadan ve dönüyorum kaçırmamak için, gitme, ne olur gitme daha söylenecek çok şey var, çok şey var yaşanacak, yarım kalmış, dönüyorum beklentiyle, yok.... Bir rüyayla girdi hayatıma, hayallerime, beynimin kıvrımlarında yaşamaya devam ediyor, edecek.. Camille, gizemli küçük fransız; derin mavi gözlü çocuk/kadın.


eşikteki erkek -2 Yepyeni bir çağın eşiğindeyiz diyor içimden bir ses bir kalkabilsek şu eşikten de insan insana baksak utanmadan sarılsak sarmaş dolaş olsak yapıntı da olsa yepyeni bir görüş atsa biri ortaya millet de takılsa peşine çünkü diye de açıklasa biri öğrendim dese işte senin fikrinle dünyaya niçin geldiğimi ve ben böyle kendimle barışık kimliğimde böylesine yerleşik olduğum için tüm dünyayı kardeş biliyorum onlarla el ele olmaya can atıyorum çocuklarımın yaptığı gibi renk dil din cinsiyet kültür gelenek ayrımı gözetmeksizin dese ve buna benzer daha neler dese ve meydan öğünse Ama benim ona çok istesem de ah aslında ne önemli insanın kendini kendinde yerleşik kılması diyemediğimi çünkü e o zaman ne arıyorsun eşikte diyeceğinden korktuğumu bilmese

BENİM DE BİR ŞARKIM VAR Walt Whitman'a saygıyla Ne serüvendi

dört kızın ardından muştulu oluşu babasının hışmından nihayet kurtulmuştu annesi Ne serüvendi tozlu bağ yollarında türkü çığırışı üstüne başına üşüşmüşken biti piresi Ne serüvendi domates gibi komşu kızı "benimki" oluşu da kızın abisinin altında şevkle kalıverince bedeni Ne serüvendi İstanbul'a merhaba deyişi kuzeninin geniş omuzlarına sarılmış denize girişi Ne serüvendi kuzenler, ranzalar, trabzanlar, eller, kuytular gide gele yolları bitirdi İstanbul, yüreğinin ferini Ne serüvendi Ankara'ya dönüşü ve asker postallarından önce öğretmen oluşu sözü tanıdıkça anladı anlattı cenneti, cehennemi Ne serüvendi bağnazlığa, ikiyüzlülüğe, iktidara tutsak olmayışı Tuzu kuru değildi, silahıydı kalemi, dalyandı kalbi Ne serüvendi yazmak, sildikçe varoluşu, yazdıkça yok oluşu kimse bilmez gece nereye demir atmıştır hayalet gemisi Ne ki son serüvenidir bu.

Şarmut A. İKARUS / Ankara

Gelecek bu bilmem kaçıncı yüzyılda eski çağlar gibi gelene değin yeni bu çağda yepyeni bir insan ister derim ben öyle çatışmaya diyalektiğe miyalektiğe dayanmayan bir şey capcanlı tastamam pir-ü-pak olsun bedeni ruhu şuuru duyguları o temsilcisi olduğu bütünü öyle bir temsil etsin ki ona bakınca temsil ettiği bütüne aşık olayım kaşına, gözlerine, saçına, sözlerine, edasına nazına değil sadece böyle istiyorum meydan öğünsün istiyorum çünkü bizi yeni çağda ne bekliyor bilmiyorum önceki yeni çağlar gelmeden önce de bilmiyordu eşikteki erkek bilmediğinden de yetke kimdeyse onu tastamam ve yekpare sanıyor ve o pir-ü-pak canlının kıçına yapıştırıp ağzını atlıyordu çağını tarih hep böyle oldu diye öğrendik tarih hep böyle olmalıymış gibi başka tarih olmazmış gibi bu yüzden karamsarım daha çok belki de eşiğe çakılışım bu yüzden bir sonraki yeni çağ gelmeden önce de herkes yapması gerekeni yapmış gibi yazacak tarih böyle diyor diyecek Ben en iyisi mi bu eşikte kuluçkaya yatayım bari cici mi cici yumurtalarım olsun geleceğe ya bir gün geceyi gündüz izlemezse ya bahar gelince ağaçlar çiçeğe durmazsa öylesine ilk ve ilkel bir gösteri sunmalıyım ki kalanlara işte demeliler bu o bu her şeyi içreleştirmiş ve içinden doğduğumuz küre

bir dolu sıfatlarım ünvanlarım oldu hiçbiri eşiğe yerleşmeme engel olamadı dünyanın gerek duyduğu da ünvanlar değil zaten bu yüzden bekliyorum eşikte yumurtalarımı bırakacağım geriye bunu salt ben yapacağım sanmayın bu doğanın başıdönmez döngüsü zaten yaprak hep yaptı ardıç kuşu hep yaptı su hep yaptı olsun öyleyse öyle olsun eşikteki erkeğe eşikte oluşu önemlidir eşikte yumurtlamaya hazır olup olmadığını anlar insan çünkü o yumurtalardan yepyeni hayatların arada birkaçının yolunun da eşiğe düşeceğini bildiği gepegenç canların çıkacağını bilirse ancak tutuklar kendini eşiğe dövünür kök boya gibidir işte kalır erkek erkeğe kalır da övünürse meydan övünür daha güzel dünyalar için kanat takmış uçarı İkarus eşik yalnız çekilmiyor ihanete de bu yüzden susarız böyle buyurdu eşikteki erkek cücüklüsündendi hem de bakalım yeni çağda cücüğünü kim yiyecek meydan her halükarda övünecek (8-25 Aralık 1997)

Şarmut A. İKARUS/ / Ankara

KAOS GL 59-60 / 65


Müzik: Tchaikovsky, Nutcracker Suite, Dance of the Reeds Söz: Derivative Duo Çeviren: Anıl / Ankara

Christmas Quandary (Noel İkilemi) Rezervasyon yaptırdın mı? Bak sen, eve geliyor babasının kızı. Kuzenler de geliyor ve de bebekleri. Erkek arkadaşını getirebilirsin tatlım, Biriyle tanıştın mı? Noel arifesi kiliseye gideceğiz, Sonra kardeşin Steve ile hediyeleri açacağız. Annen çok heyecanlı, Büyükbaban çok memnun Ve alem yapmak isteyecek arkadaşların Sen buradan ayrılmadan önce. (Babam bu yıkımı atlatabilir mi? Hep aynı tonda hayatı. Tekrar babamın küçük kızı olmayacağım. Her yıl büyüdüğümden beri Hep evde geçirdim tatillerimi. Gelenek bana çok şey ifade eder: Benim sevgili kasabam, ailem. Şu günlerde tatiller Endişelerimi artırıyor, Çünkü lezbiyen olduğumu anladığımdan beri Düşünüyorum "yuva" ne anlama geliyor? Lezbiyen olduğumu anladığımdan beri Düşünüyorum aile kim oluyor?) Sevgilim, ne kadar da romantik olacak Sabahleyin noel ağacının yanında çoraplar, Bir sürü süsler, hepsini biz tasarladık. Aşık olduğumuzdan bu yana, sevgilim Sen benim ailemsin! Gece koro gösterisine gideceğiz Ve biliyorsun korodaki herkes eşcinsel Koronun ilahileri… Şöminenin yanında hediyeler… Her şey öyle romantik ki tatlım Ah, keşke kar da yağsa Tanrım!

TEKİM BEN Sana dair yaşama saldığım tüm kollarım sana dair uzun metrajlı pembe rüyalar kalmamışken umudum yeni doğan günden ölümüne demekten vazgeçmişken sevgi sözcüklerinde tekliğin çözümünü arıyorum eğer varsa… Ben savaşırken onca teklere karşı hergün daha çok yoruluyorum Herşey farklı mı bu gece ne tenimdeki ay ısıtmıyor beni küçük yıldızlar kayıp yol göstermiyor aydınlık değil tüm yolların sonu yüzlerini göremiyorum insanların bu maskeli balo mu herşey ne kadar beklemeli süslü arabaların kabak olmasını uzun yeleli atların birer fare Çalışırken insan kalmaya birtek ayakkabımı bırakarak kaybetmeden insanlığımdan bir şey kaçırmadan biten günü nispet yaparcasına sığdırmak dağ delen sevdaları tek yüreğe Bir inanca şehir vermek tensel günahları Belki tuzu olmadan tatmak Budur erdem Kaçılmaz boyu büyük aşklardan Varım diyebilmelisin Sen de hiç utanmadan benzerini Sevebilmelisin.

Şakir / İstanbul

(Nasıl bölündüğümü anlayabilir mi? Tabii ki aşkımız gerçek Ama değişiklikler daima Benimsenmek için zaman ister Babacığım bu yıl eve gelmiyorum. Noeli arkadaşlarımla burada geçireceğim. Belki sizinle olamayacağım, Ama yakında ziyarete geleceğim Ve bol bol sohbet edeceğiz. Tatlım planladığın herşeyi yapacağız. Ama eğer gözlerim sulanırsa, anlarsın umarım. Kendimize izin verelim Kendi geleneğimizi başlatmak için. Ve bizim bir yuvamız olacak, tam burada.)

İLAHİ AŞK Bir kadın seviyorum Saçları bileklerinde Yaz yağmurlarıyla Islanır bilekleri Bir kadın seviyorum O'na benzediğim için Bana benzediği için On iki ay her gece Beni bana verdiği için

DOLUNAY / Ankara

KAOS GL 59-60 / 66


Gidiyordunuz, Sahilde yürüdüğüm gece ayın gözlerinde buluştu, özlemi sonsuz esir sevgilerim. Oysa dalgaların yaladığı kumsalda, ayak izlerim çoktan silinmişti. Silik bir görüntüydü yaşamım, mavi gözlerinizde şekillendirdiğiniz kadardım. Gidiyordunuz, Her bahar aynı kokuyu vermiyordu ama aynı korkuları çok daha iyi süsülüyordu. Acısı yalnızlığın, şekil almazken ne şekillere soktu yarılmış yarınlarımı. Hoşçakal derken kalkan ellerim, hissedebildiğim sizleri hissedemediğiniz benlere savuruyordu. Gidiyordunuz, Telefonun tuşlarına dokunan parmaklarım daha bir hissediyordu soğukluğunu, uzaklaşan sesiniz. Sesiniz bir ikilem şimdi. Küçülüyorum. Bedenlerinizi de özledim ama sesiniz başka bir KAOS. Gidiyordunuz, Bir intikam mıydı, içgüdüsel bir kaçış mı Bilmiyordunuz Büyük değil dünya o kadar Ne kadar eksiksem o kadar uzağa kaçarsınız. Gidiyordunuz, Bir zaman nehir kıyısında ağlarken, geceye savurduğumuz küfürler yapıştı şimdi yakamıza. Gücüme gidiyor ama kalıyorum gururlu dansıma tek devam ediyorum. Gidiyordunuz, Bir ihanetin yarım kalmış gülümsemesi bütünleşemiyor güneş yaşamımla. İntikamı kelimelerden almak yetmez. Gidiyordunuz, Kırık bir sokak lambası evimin önünde, karanlık sokaklarıma girmesin bir yabancı. Lanet olsun! Gidiyorsunuz, Hem de gitmekle kalmak arasında bocalamadan.

ÖZKAN / Adana

Siz beni aslında hiç sevmezsiniz! Sadece zürafaların sokağında Bir köşede orospu yanaklarımla Vajinamsı ağzımla Her şeyi ama hepsini, hem de sonuna kadar yutmayı Hazır ve nazır biçimde beklerken Beş paraya on kuruşa muhtaç halde O köşede, şu yatakta sürünürken İşte siz beni orda, hem de, çok seversiniz.

CAESAR / Ankara

ŞİMDİ BURASI BÖYLE

meslis'e

küsemem küsmeyeceğim uzaktaki sus pus dalgalara inadına coşkuyla akıp duran gürbüz ırmağa çimen kokusunu yeniden genzime yaydığı için rengârenk sonbahara anısı bile fel fecir tabu kentin uyku kaçıran kış gecelerine adalara küsmeyeceğim yazın bensiz de yüzseler karşı sularda ama ağladım ağlayacağım kanepenin konuk bekleyen sessizliğine telefonun hınzır kimsesizliğine ağladım ağlayacağım ikarus'un katmer katmer eriyen kanatlarına sisyphos'un eğildikçe yücelen sırtına promete'nin usul zincirlerine ve türkan şoray'ın çocuk belleğime imge aşıran gözlerine ben kim miyim? gül ağacı değilem ki her gelene eğilem meşeyim, köknarım, söğüdüm, kavağım ben girdabım ben mardin'in kulağıma arapça sokaklarında öylesine tehlikeliyim sözün tenin ıssızlığında meraklısını dikine bir zirveye döndürürüm kim miyim ben? kızılderiliyim broadway'in kim kime dum duma kalabalığında kendi boşluğuna yürüyen yolcuyum beyoğlu'nun adıyla müsemma kof iktidarında teslimiyete kapanırken kendinden sürmeli gözlerim güneşi özleyen bir fidanın çelik kuytusunda soluklanırım reddediyorum dünyanın tüm yapıntı kaygılarını inkâr ediyorum kendine kıyık öncül bütün aşkları aşka inanıyorum ve alnım gibi ak çarşafların sarıp sarmaladığı geçmişimin kanatlarına zincirli geleceğimi sırtımda taşıyor güneşe uçuyorum çünkü gerçek aşk var biliyorum o hep olmuş, hep var, hep olacak çünkü ve uçurumum da olsa bu ırmak serüvenim ilkörneğime, kendime akmak istiyorum küsemem küsmeyeceğim hiçbirinize seviyorum ben hayatı, ben dünyayı, ben kendimi göze aldım hem-tarihime karıştığı zaman şu ele avuca sığmaz bedenim bıraktığım boşlukta sıfır rakamı kadar çok anlamlı bir ay piramidi yükselecek biliyorum. (5-8 Kasım 1998, Ankara)

Şarmut A. İKARUS / Ankara

ZEKER Arsız, apansız dilimi yaksan da görsen bak gözüm gece lamban olur da şükür nasıl ışıldatıverir iki gözünü zükur zeker söz hani yaralardı (21 Ekim 1997)

Şarmut A. İKARUS / Ankara

KAOS GL 59-60 / 67


Ağladığımda intihar edeceğini söylemiştin. Yok olmanı kabullenemezdim. Ağlamadım hiç. Ay doğduğunda dirilmenden anlamıştım. Diyeti sevmiyordun. İnsan yiyerek beslenmeyi senden öğrendim...! Gözlerime gömmediğin dudaklarını Ve seni Ve gözlerini özlediğim ADAM Ben... sana... geldim... Sen aktın bedenime Doruklardan aktım ben, Rüzgar biriktirdim bedenine. Çirkinliğimden sıyrılıp Çarpıştım caddelerle Kaybettim belki Ama ne farkeder? Dönmeni beklemek sevgimin diğer adı olsa da Ve varlığımız hakkında Bir açıklama yapmamaktan Yana olsa da tanrı Varlığını bana dayatmana Sinirleniyor hâlâ birileri. LANET OLSUN! Ben de biliyorum Gözlerim kadar masum olmadığını Ve Bilmeni istiyorum ki Masum değil gözlerim. Çaresiz de değil. Saçlarımın kıvrımları Beni Ele veriyor. Ve artık tanıyor saçımın her bir teli Ellerini. Şehrin caddelerindeki ışıkların altında Yüzüme o ifadeyi Nasıl yerleştirebilirdim ki Yoksa ben? Kötü geçen bir gün sonrasında Feryat feryat açıldığım şehrin kolları nefesimi kesiyor. Kıskacına dolandığın şehrin havası Hep beni hasta ediyor. Öp beni. Çaresizim. Ve Yüreğimin Altında Sevmekten Vazgeç, Usandım. Anımsa: Hep dar zamanlarda Seviştik senle. Hiç vakit kaybetmeden Kendimize kentler kurmamız gerekiyordu. Ben, senin için Şehri bir ucundan tutuşturdum. Ama senin de yandığını bilseydim

Sana sarılmaz mıydım HİÇ. Kentin yanıp kül olmasını izleyecek Vaktim yoktu Yalnız. İhaneti, Bir mum ışığının Çevresinde Çıplak Bir delikanlı Gibi Dans ederken Gördüm Senden uzaklaştığımda! Bir ara arala etten kepenklerini gözlerinin, Ve gör orda Can çekişen öfkeli kıskançlıklarımı. Her solukta duy bunu Ben de duyuyorum. Ama anlatma kimseye! Şehrin bu cepheden görüntüsünü ezberledim. Kirlenmişliğini mistik bir alfabeyle Kendi üzerine, ışıklarıyla yazan Bu şehrin saçlarına iz düşmüş. O saçları tarama! Hiç düş kırıntılarını HAYAL kırıklıklarına dolayıp Sonra Beden kırgınlıklarını Ayıkladın mı? Sana bunu yapmanı söylemiştim. Bilmiyordun, Hep yık olmazdı. Dinlemedin. Bu yüzden varsayımların Hep eksik çıktı. Ben, senin toplamından Elde ettiğim Eldeleri Biriktiriyorum Haberin Olsun. Şimdi bir yol bul diplerine. Tanrının hata yaptığını düşünen sen, Benim nasıl büyüdüğümü Nasıl değiştiğimi Nasıl istersen öyle kabul et! Nice kilometre taşını devirirken hayatta Yollara dökülen özlemleri Hangi düşe sığdırabilir ki YAR? Hafızanda ki kayıtları silmen için Çaba gösterdim. Hırpalanmıştın. Hatta seni bir gün kolundan tutup Şehrin caddelerinde dolaştırıp Her bir ayrıntısına manzaraların Öldürdüğün sevgililerin için Güller Bırakmayı da düşündüm. Yapamadım. Param yoktu HİÇ.

KAOS GL 59-60 / 68

Ama sen anlatma bana. Ben de sana anlatmayacağım. İmkansızlığın büyüttüğü duygular Seni bağlayan kökleri kopartır Bulunduğu yerden Sonra sen, O kökleri Başka Ama başkalarını gösterdiği boşluğa dolarsın. Köklerinin kopartılırken Duyduğun acıyı anımsamaman için bana HİÇBİR Şey Anlatma! İhanetin bana bakan tarafının Susuşumla ilgili olduğunu anladım. Sen de susuşumdaki imgenin Sen olduğunu duyabilirsen Ve hatta algılayabilirsen Önce tedirgin Sonra acı bir titreyişle Yalnız KAL! Susuşum ihanetin vitrini Bu vitrinde yer almanın bedeli ağır. Ve anında ışıklarının sönmesi, Sonra yanması. Sonra tekrar renk değiştirip Aynı yerden Asıl olan renginden başka Bir renk vermesi Olası bir ihtimal! Buna alışman gerek. Yaşanan en güzel geceler Bir dönüşüm sonrası Tekrar dirilecek benim belleğimde! Sen bir ŞARKI SÖYLE. Belleğim ki her duvarında Senin mimiklerinle bütünleşen Dinlediğimiz şarkı sözleri. Sonra, bana çamaşırların kirlendiği hatırlat. Bir film başlasın televizyonda, tekrar. Uzan, onu izle. Her şey bulunduğu yerde yerini alsın. Kremi yerine koymayı unutma. Eşyalar güçlerini gün ışığıyla kaybetsin. Misafirlerin o eve girip çıksın. Beni konuş, bazılarıyla Her şey aynı rutinlikte ve anlamsızlıkta, Cansız dekor olsun olduğu yerde Otur ders çalış, yemek ye, Arasıra sinemaya git. Gözlerini özledim de arada bir... Artık bir yolunu bulup bu yazıdan çıkmalıyım. Bana bakan suratlardan eksik kalan yazılarımın Arasına girmeyi bekleyen kelimeleri toplamalıyım.

Göçsel / Ankara


VIZIR Vızır vızır gece Vızır vızır adımlar gölge Vızır vızır duvar Vızır vızır ıslak saçlar Vızır vızır yıldız da hangi cezve Vızır vızır uzak Uzak farlar gözüme süzek Gece hain düşman Balkonlar apartmanlar yalnız İnanmıyorum sokaklar benim İnanamıyorum lambalar sesim Ama neden vızır vızır ağaç Vızır gece kaypak Ekim sabahı iki buçuk Dalda sarı yaprak Balkonda bir delikanlı Geceyi benimle paylaşır Paylaşmaz mı Geçer giderim önümden Başı niye önündeki dizlerine gömülü Beni, benim gecemi farketmemiş olabilir Geri dönerim öyleyse Ona bakarım O bana der ki "Ne var, ne bakıyorsun?" Ben de hemen "Şey, sohbet edebiliriz, edemez miyiz?" "Yalnız kalmak istiyorum" der delikanlı, "İyi ya, ben de yalnızım, in aşağı da paylaşalım yalnızlığımızı!" "Yalnızım, demedim, yalnız kalmak istiyorum, dedim" Afedersin, afedersin… Farlar vızır vızır. Vızır vızır gece Vızır vızır aklım Vızır vızır delikanlı Dallara takılı kalmış yarım ay Hatta bir o kadar da büyükayı Gece sokakta güzeldi Sonu geliverdi evden içeri Girdiğimde bedenim aklım o balkonda kaldı Bir ucum o gece yandı. Vızır vızır şarap Vızır vızır su Vızır vızır hayat Geçer gider gerçek Geçer kalır düş Geçer geçer gece Ve o çocuk orda kalır Geceyi balkon geçe.

Şarmut A. İKARUS / Ankara

YİĞİDİM

Yiğidim: Rahat mısın oralarda. Sen Serhat şehirlerinde Ve hâlâ Serhat mısın orada Yiğidim, Allah aşkına var mısın sen orada Kimin gönlüne sıra geldi yiğidim Hangi filizi eline aldın. Hangi dalı kopardın yine Yine ağladım. Gözyaşımda sen vardın yine Yiğidim ellerin sıcak mı hâlâ Sakla ellerini koklatma. Ellerini yiğidim çatlatma. Yiğidim her şeyimi unut. Yiğit deyişimdeki yiğitliği unutma Dörtdağın ardında mısın yiğit Yoksa sevdiğinin koynunda mı Yiğidim, uğruna ölmek yiğitliktir Desem de umurunda mı Yiğidim yollardayım. Kulların gözünde seni/özünde seni Aşığın sazında, Şubat ayazında, seni aradım bulamadım Yiğidim, ekmeksiz oldum, yurtsuz oldum. Ama sensiz olamadım. Yiğidim bir selam yolla! Sevenden değil sevmeyenden kork. Kadir bilmeyenden kork. Eline su dökmeye, yoluna yoldaşlığa. Aç kalmaya seninle, Yanmaya, insan olmaya geldim yiğidim Seni sevmeye geldim yiğidim....Korkma Gözlerimi kapatıp seni seyretmeye geldim...Korkma Sana geldim yiğidim, İnsanın eli sıcakmış dediler. İnsanın yuvası, Dostun açtığı bağırmış dediler Yiğidim gün göstermediler Sana geldim. Yiğidim sen korkaksın. Mermiden korkmadın sevdadan korktun, Azrailden değil insandan korktun. Yiğidim sen korkaksın. Yüreğimden korktun. Korkaksın sen, Gözyaşımdan. Haykırışımdan, Sana, etin kemiğe Şeytanın günaha bağlanışı gibi bağlanışımdan korktun Yiğitsin sevdalım Ama korktun

Yusuf CAN / Karaman

KAOS GL 59-60 / 69

Biranın Tadında Sen Varsın -Muş'tan Serhat'a ithafen-

İçemediğim, Sen rica edersin de, Vazgeçemediğim Şimdi seninle içemediğim, Biranın tadında sen varsın. Biranın tadında sen varsın. Yüzünün ekşimesinde Köpürmesinde, Her zerresinde, Her yutkunuşumda, Yok oluşumda, İçip utanışımda, Biranın tadında sen varsın. Biranın tadında sen varsın. Bir gölün başında Akdamar adasında Şubatın ortasında Bu belada, bu yangında Biranın tadında sen varsın. İçemediğim, Şimdi vazgeçemediğim, Hiç sevmediğim Beğenmediğim Boğazımda düğüm düğüm KÖRDÜĞÜM Her yudumunda seni gördüğüm Biranın tadında sen varsın. İçerken gözlerine bakardım. Şimdi içerken boş duvarlara,öylesine Hiç ayrılmamak şerefineydi. Şimdi seni görebilmeye,bir keresine. Biranın tadında sen vardın. Sen içerken ben içmezdim dost Bardak değerdi dudağıma Şimdi seninle zehir içerim inan Ve Azrail'i alırım kucağıma. Ben annemin körpe çocuğu Bira bilmezdim Sigara içmezdim. Ben annemin körpe çocuğu Annemden gayrısını hiç sevmezdim Ben su içerdim Mevlitlerde şerbet Annemin körpe kuzusuyum Param olursa gazoz Biranın tadında sen varsın

Yusuf CAN / Karaman


İTİRAF Vücudumu kaşırken Acıyor etim Tırnaklarımda zehir var sanki Elimden gelse intihar edeceğim Aynalara bakmak istemiyorum artık Kendimi kötü hissettikten sonra Yüzümü de görmek istemiyorum Ama bu gece traş olmak zorundayım Kendimle barışık olmadığım sürece İnsanlara da küsüm Dost da istemiyorum Düşmanım oluyor ama istemesem de Melek gibi göründüm hep Oysa yüzsüzün tekiyim Maskeli baloyu bitirdiler Kabuğuma çekilmeliyim

Şiirler yazsam dizeler boyu Aldırmadan hayata Rakı içsem, sarhoş olsam, son perdede oynadığın oyunu Masum yüzündeki gülümseyişlerde kaybolurken gözlerin Utanmadan başım dik çıksam sana uzanan merdivenleri Takılıp düştüğümde yakalasan beni sorgulamadan sevgimin gerçekliğini Alsan götürsen beni uzaklara, sarsan, sevsen incitmeden yüreğimi İnceden bir rüzgâr dağıtsa saçlarını Kar beyaz kumlara bıraksan ayak izlerini Ay düşse gözlerine son kez buluştuğumuz yerde Rahat bıraksa insanlar seni Uzunca bir müddet dalabilsek rüyalara, uyanmadan bir yarına daha Sonu yokmuşçasına sen, ben ve bir de aşkımız temiz kalsa bu sayfalarda.

Arif / İzmir

Dışlamalarını hazmedemiyorum Sanki çok iyiymişim gibi Şiddete de başvuruyorlar Hakediyor muyum ki Daha düne kadar kendimi çok seviyordum Çıkmış göbeğimi bile görmezlikten geliyordum Ruhumun güzelliğine mi güveniyordum ki O da elden gittikten sonra, gülemem Açıkça itiraf ediyorum Eşcinselim, h……, d……, Oh be! Diyebilseydim keşke Bütün olanların olması gerektiğine inanıyorum Ne kadar olmasaydı desem de Hayat en güzel dersi veriyor insana Öyle bir patlatıyor ki suratına Hiçbir zaman unutamıyorsun Çeki düzen veriyorsun kendine Çok utanıyorum, çok! Keşke Roxette diye bir grup şarkı söylemeseydi Marketteki kişiler beni konuşuyor mudur acaba Sinemadaki eşcinsel düşmanı Başkalarına da sen top musun diyerek Şiddete başvurup para istiyor mudur zorla Bugün suçlu hissediyorum kendimi Ceza çekmek istiyor canım Ama suçun hepsi benim mi Başkalarının hiç suçu yok mu Duş alsam rahatlar mıyım ……… rahatladım mı ki Zamana ihtiyacım var Gelecekte gülmek için bu yaşadıklarıma

H. KANDOK / Denizli

“Öylesine sıkılır ya insan kimileyin. İçini yakan derdini diyemez ya kimseye. Bir of çekse hani şu karşıki dağlar yıkılır ya. İşte öyle zamanlarda, dostuna sarılmak gerek…”

Ellerinizi yüreğinizin üzerine koyun Ve parmaklarınızın ucuyla dinleyin Yüreğinizin atıp atmadığını… Attığına eminseniz eğer, Yaşıyorsanız yani, Gözlerinizi kapayın bu sefer. Kulak verin arkadaşınızın yüreğinin de atıp atmadığına. Açın gözlerinizi Ve deyin ki: Ben onun yüreğinin attığını zaten biliyordum, Kendi yüreğimin attığını anladığımdan beri Deyin ki: Sözüm ona bir birliktelik değil, bu bizimkisi Deyin ki: Farklı bedenlerde, aynı yüreği attırabiliriz biz. Ulaş / Ankara

NAFTALİN Bahar geldi güve kardeş Sevgilim de gelicek Anlayacağın sıcaklar bastırıcek Yüreğime de kor ateşler düşücek Özür dilerim ama pek yakında Özrüm kabahatimden büyük olucek. (26 Nisan 1997, Ankara)

Şarmut A. İKARUS / Ankara

KAOS GL 59-60 / 70


HÜZÜN TADINDA

GÜNAH ÇIKARIYORUM

Dostum, bilirsin ya nasıldır sonbaharın o okşayan yeli Eserken vakur bulutların arasından yeryüzünün Savunmasız ve çıplak yüzüne, Senin yüzüne. Bir hüzündür ruhunu saran ya da ufak bir Dokunuşudur ay ışığının tenine Hani bir ruh göçüp gider,cami minaresinin arkasında Kızıllaşmış güneş, boğulurken geceye, Ya da sem kokan dirimin kutsuz raksı akarken Tinindeki en abis dehlizlere.

meğer gözlerin kadar soğukmuş yalancı iç çekişlerin meğer değerim buhar olmaya çabalayan tenim içinmiş oysa ben karıncaların yemlerini toplar gibi topladım seni usul usul, üçer beşer, sessizce senin olmak içindi tüm çabam araban, evin, kanepen gibi olmak istiyordum eskiyince atasın ya da satasın istiyordum -seviyorum acılarıyoo öyle olmadı eski prensten tacını törenle alıp, verdiğim büyülü, iştah açıcı, aldatanım! sen beni sevmedin, bırak bir kere düşünmek, aklında zerre kadar yer kaplamadığımı bilmek istemiyorum! umutluydum, her yeni aşk için olur ya yine soğuk duşlar yine eski acılara eklenen yeni acılar evet orospular kadar üzgünüm! kendim için, senin karşına çıkacak diğer aşk perisi (umut dolu mahluk, meçhul) için şimdi verdiğin plakları -taş kalbinle nasıl becerdiysen?umutsuzlukla, mumlarımla, şarabımla, kendimle, iç çamaşırımla, (senin hiç beğenmediğin mavi, dantelli olan) ağlayarak dinliyorum, yeni bir aşk umuyorum! uslanmayacağımı bilmezdim(!) (Ocağın biri 98)

Sonbahar; Şimdi olduğundan daha mat, daha donuk, Yapraklar her zaman olduğundan daha bir sarı. Daha bir koyu yaşanır oldu hüzün ve güz. Ya da daha bir serin esiyor rüzgar,ağıt yakan tüm notalarıyla. Gökyüzü artık kopkoyu bir mavi Ya da ben daha bir özler oldum uzağı, Sakın sormaya kalkma neden diye Çünkü, bir bilebilseydim bu bitimsiz ve mağşuş itkiyi, Ah! Bir bilseydim neden ruhum bu denli hevesli aryalara. Sonbahar; Artık eskisi gibi değil, Ruhumun kıyacısı oldu, Kaldırıma dökülen yaprakların altında Hain bir soluk, Sinsi bir melodi olup çıktı sonbahar Artık güz yaşanmaz oldu bu silik memlekette, Ne bir damla yağmur, ne de en ufak bir gri, Ya da ne bir pitoresk, ansıtan geçmişin tazeliğini. Yalnızca koyu bir mavi sema; dişlerini sıkıp sırıtan.

Yunus KARAKUŞ / Samsun

BİR HAYAL KENT, ALBİDOS Okyanusların derinliklerindeyiz ikimiz Balıklarla konuşuyoruz,yosunları okşuyoruz Gözlerimizle, Binlerce yıl kıpırdamamış kayaları Kaldırıyoruz ellerimizle Ve gözlerimizle konuşuyoruz Yüreklerimizle duyuyoruz Derinliklerin gizemini Varsın denizin üstünde yaşasın insanlar Güneş yok burada, yıldızlar yok, ay yok Ama güneş biziz yıldızlar biz, ay biz Varsın denizin üstünde yaşasın insanlar Savaşsınlar, bombalasınlar, yok etsinler Denizlerin üstünü Biz denizlerin derinliklerinde kalacağız hep Barışla, çiçekle, sevgiyle yaşayacağız ikimiz Yaşatacağız derinliklerde İnsanlığı, dostluğu, kardeşliği, sevgiyi

HALE / Ankara

barış / Ankara

GİDENE İNKİZAR Çok iyi bir ağaç oldun dedi cismi canını henüz elleyemediğim ağaç oldun dedi ittirdi gitti toşpillerimin sol kırtışı yakıştı mı yüzüne ağacın gölgesi beni yenine gizledin de bir bok mu oldu kol kırıldı da toşpillerin içinde mi kaldı? (4 Ocak 1998, Sabah 2:00)

Şarrmut A. İKARUS / Ankara

KAOS GL 59-60 / 71


Yusuf Can’ın yarattığı aşk imgeleri üstüne

Dİ’Lİ GEÇMİŞ ZAMAN

(HATIRATIMDAYDIN) ölmüştün bir vedanın içli şiirini yazıyordum ardından bi kapı aralandı bir kuş yara izleriyle doğdu gökyüzünde uzak bi diyarda sahile vurdu şiirin bedeni saçların kara gözlerin hüzündü öyleki anlatılması zor fıkralar gibiydi yüzün leblebi tozuyla şarkı söylemek gibi birden öldün öylece ; aniden belki cevap yazıyordun gecenin çağrısına saçları kara gözleri hüzündü bunca şiiri ölüme yazsam ölüm değer kazanabilirdi nasıl tutabilirdi ellerim öfkemi gizlemekten yeni ördüğüm gür bi duvarın ardında bir oyundu gidişim, senin bildiğin benim sevdiğim elma dersem barışacaktı ten ile ateş saçların kara gözlerin hüzündü görmüşlüğüm vardı seni bir yerden kendimi bildim bileli tek başına yaşardı kurşun askerler ve zaman anlamına bürünüp güçlü kollarıyla sarardı geceyi bir çocuk bildiği tüm duaları okurdu ardından yalan , yanlış ölmüştün ne saçların kara , gözleri hüzündü artık ama açık bekliyordu telefon hatları ya sen ihtimaline karşı mektuplar kapalı zarflarda kapalı adreslere doğru gidiyordu çok zamandır gülmüştün az da olsa hatırlaması zor görmüşlüğüm var idi seni bir yerden ten yapımı duvarlarımdan elma sesleri yükseliyordu gelecektin, öylece aniden ve ben kurşun asker olucaktım yanlız bilmediğim dualar okunacaktı ardından bi yerlerden savaş boruları ulaşıyordu kente goncayla gül arasındaydı tüm çiçekler kadınlar saçlarını gizliyordu çok zamandır erkeklerden çok zamandır bi kara kedi beliriyordu evimin önünde sesler sözler karışıyordu tenime biri ölür, diğerleri gömüyordu diğerlerinden biri ölünce, yenileri gömüyordu ölüm neyin bedeli bilinmiyordu bir melodi olmuyordu cenaze marşının melodileri kurşun askerler savaşmıyordu artık ölmüştün öylece, aniden ardından bir şiir yazıyordum kelimeler anlamından arınıp pusu kuruyordu inandığın tüm sevda türkülerine ne kolaydı kalabalık resimlerde aranmak ayrışması zor zamanlar gibi ne kolay geliyor sarılmak sevmeden canım diye

gülmüştün az da olsa oysa bi çocuğa hediyeler sunuyordu gülüşün çoktandır bayramları unutmuş olsak da herkes ne güzel iyi niyetler sunuyordu, öylece, aniden hiç tanımadığı bi adam son nefesine teneffüs ediyordu bi orospunun ki bilmiyordu o ancak kendi nefesiyle sarılırdı hayata öldün dili geçmiş zamandın ardından hiç sonu olmayan bir şiir yazıyordum bi telefon çaldı, haber ulaştı bi ölen vardı sabah olmadan ki tüm ölüm ve doğumlar sabah olmadan gelirdi öylece aniden saçların kara gözlerin hüzündü yüzünde bir cadının sihirleri saklıydı- ölümcülanı, zamansız gelen bir misafirdi geceme sonra şiirden resimlerini yaptım boş kağıtlara sözlerle adını yazdım görmüşlüğüm var idi seni bir yerden tanıdık geliyordun hatıratıma ölmüştün bir hebanın gizli şehrinde geziniyordum bir beden kapıyordu tüm kapılarını ölümün zıttı kimse bilmiyordu çocuklar bigün gülerek gelicekti dünyaya yasak türkülerle nakarata doyuyordu militan duygularım saçların kara gözlerin hüzündü çocuklar aklı başında şarkılar söylüyordu sokak aralarında herşey mevsim normallerindeydi ölmek bile gelmiyordu içimden kimse elma demiyordu artık kimse aşka inanmıyordu ben bile ölmen gerekiyordu öylece, aniden yoksa içimdeki kin dinmeyebilirdi ölmen için bildiğin ateist tüm duaları okuyabilirdim ölmen için verirdim bedenimi bi başkasına ölmen için ölebilirdim canımı vermem gerekse bu uğurda canımı sana verebilirsim öylece , aniden ( 8- 9 OCAK 98)

Şakir / İstanbul Yanık bir ozanın sesiyle uyandı bu sabah ANKARAM Güneşin gülüşüyle ufukta aydınlandı gerçekler Su yüzeyine çıktı balıklar bir nefes için Uzaklarda bir yerde yankılandı bu ses Fidan boylu, ela gözlü yardan Dudaklarından dökülen nağmeler engel tanımıyor Rahat bir nefes alıyor bu sabah yine ANKARAM Her çalışında sazını anıları canlanıyor Dertleri siliniyor her notasında kemanın Ayrılık olacak elbet bir gün Mağlup olacağız aşk için biz ANKARAM

Arif / İzmir

KAOS GL 59-60 / 72


BİR BASİT DONDURMA FANTAZİSİ -Ağzıma aldım ilk defa Hem de hepsini Fütursuzca, Saygısızca, Ahlaksızca. -Yoksa, hayat nasıl geçerdi sonra; Hayat nasıl geçirdim sana, Oh canıma da değsin işte. -Ve utanmadım Hayret! O anda kendim olmaktan bile korkmadım. Hayatımda ilk kez Sen değil O değil Bu değil Şu ise hiç değil Tam anlamıyla ben oldum -Kalk son durağa geldik Diyenlere Daha tam anlamıyla hepsini yalamadım ki; Hemen ki gitsin iltihaplar Hallolsun sorunlar Hayat bitsin Devran dönsün Hiç kimsenin Hatta benim bile tanımadığım 'ben' çıksın sahneye Kazıklarıyla beraber Oturtsun önüne geleni Her başa iki beyzbol sopası Bir 'lüzumsuz işler müdürlüğü'... Diyemedim. Artık limit kalmadı bende, Artık plan da kalmadı, Artık oğlun da kalmadı, Anne. Artık benden taraf; Dua yok ,inanç yok, gelecek ise hiç yok. Sadece altı üstü; ASILMAK, ASALAK, YALAMAK Yutmak, yutmak, yutmak... Ölmek, ölmek, ölmek... Sonsuz kere sevilmek, Ama bir kez sevmek. Aaa bu da Walt Disney'miş demek, Amma ve lakin her şeyin çoktan tehe ent olmuş olduğunun farkına varmak.

CAESAR / Ankara (4/11/1997)

ÜŞÜME

hiç istemem üşüme beddua edemem üşüme buz kesmesin yüreğin soğuktan başka anımsayacak bir şeylerin olsun dilerim kayıtsız kayıtsız olmasın uzam olur sarılırım çığlığın üşümesin dilerim. Şarmut A. İKARUS / Ankara

yalanlar üzerine kuruluydu aşkımız çok güzel oynuyorduk rollerimizi sen; saf, el değmemiş delikanlı ben esrarkeş bir ibne

AŞK DİYE BİR ŞEY Ö.Ö'e

ihanetler üzerine kurulmuştu aşkımız meğer ne kadar aptalmışım herkes gibi ya sen: tam bir erkek gözün benden sürgünde imiş bencilim, kıskancım biliyorum… biliyorum! ve ayna kırıldı suretini gördüm rüyalar üzerine kurmuştum aşkımızı ama sen -beni yumuşacık yatağımda, en sevdiğim şarkıda aldattın

egemenliğin üstüne kurulmuş aşkımız bitirdim!

Şakir / İstanbul

(nisanın sekizi 98)

barış / nazilli

MÜSRİF BEKLENTİLER FERİŞTAHI

DANSIM

Kara günde uzak durdun Gülü mevsiminde vurdun Gençlik elinden gitti diye Kıyasıya riya buyurdun Sen yalnız Ben yalnız Ölüm hoyrat gelme Sen yalnız Ben yalnız Tenim toprak n'olur değme Elim erkek tenim erkek Düşüm erkek gelme Sözün yalan özün yalan Yürek de yalansa gelme Sen yalnız, ben yalnız İki yalnız ölüm eder gelme Aşksız ve yapayalnız gelme Kefenin bende, göze al da gel Geleceksen çırılçıplak gel Değilse düşlerin gül Değil tenim hiç değme. Gelme.

Gerime baktığımda üç adımda bir Geleceğin planlarını görmek Ve kuruduğun canlı kızıl güllerin Ürkütmekteyken beni, Adını değiştirdim özlemin. Sevinin tadına bakmaktayken usulca, Kırmaktayken kapısını sinikliğin. Sararmaya yüz tuttu Bıraktığın izlerin. Yağmura karşı dualarla direndim Ne korkularla direndim ardından Üç adımla geri dönüşlerle sürecekse Bitiversin bu reverans Ama Sürdüğü yere kadar sürsün Kavalyesiz bu dans!

Gürkan / İzmir

BÜLLÜK TÜRKÜSÜ

Büllük büllük büllük Alamadım şimdik Ceviziçi badem de vay fellik

Yine de emekçi görürüm kendimi Aşkın emek isteyen bir yanı var Seveceksin, düşüneceksin Beklemeyi bileceksin Emekçiliğim bu yüzden Nerden baksan aşk işte Yüreğimin işçisiyim Aşkın emekçisi Yani proleterliğim Bu yüzden

aldatmalar bitmedi, bitiremedin

Karanfilim kepaze Sevişmemiz gitti gücüme Gelirse yarim gelsin Kimseyi almam üstüme

Babam memurdu Proleter nedir? Bilemem bu yüzden İşçiyse hiç değilim, hiç Bir mayıs yalnızca Bahar bayramıdır bende…

Şarmut A. İKARUS / Ankara

Karanfilim plastik, budama! Sefa geldin kağıttan odama Gelirse son yarim gelsin Ölçüsüz uyaksız yıkanalım birlikte Büllük büllük büllük Atamadım çimdik Karabasan adem de vay sürtük! (26 Nisan 1996, Ankara)

Şarmut A. İKARUS / Ankara

KAOS GL 59-60 / 73



Neyin ertesi bu yaşadıklarımız İnsanlar uzak çekim hayaller aşklar ve umutlar gibi Gittiğimiz bütün yollar bildik ama hiç gitmedik eminiz herşeye rağmen yaşamanın -yaşamanın güzelliğinden emin olduğumuz kadar Yalanlara mecburuz yaşamak için aldatmak için -sizi ve kendimizi mecburuz belki de katlanabilmek için her şeye Bir soluk bile değerlidir bizce sevgilinin tüylerini diken diken eden bir üfleyişe dönüştürebilirse eğer bir soluk bile değerlidir. bizce toplayan kalp sevgi için Atıyorsa şayet

Yarım kalan bir askerlik macerasını anlatacağım sizlere; ne zaman tamamlanacağı ise meçhul. Uzun bir yolculuğun sonunda ulaştığım yer; en masum aşklarımı yaşadığım, doğduğum ve terkedilmeyi bir yaşam biçimi olarak görmeye başladığım çocukluğum şehri… Birbiri ardınca yuvarlanan adımlarla geçiyorum; tanıdık sokaklardan, doğduğum evin önünden ve sevgililerimle oynaştığım tenhalardan. Saat 08:30, şube henüz açılmamış… Bahçe duvarına ilişiyorum. Kayıt için gerekli kağıtları gözden geçiriyorum. Meraklı gözler beni izliyor; farkındayım. Koyu bir sohbetin içinde buluyoruz kendimizi bahçedeki jandarma komandoyla. Benim konuştuğum yok aslında o anlatıyor durmadan; İstanbul'u nasıl özlediğini, s.... nasıl hasret kaldığını. Bu arada mesai başlıyor. Ben anlatamıyorum; ya da o bir şey anlamamak için özel çaba harcıyor. İki yıllık okulu bitirmişim, 96 yılında ve tecil hakkımı kullanmışım. Sınava girmiş, dört yıllık bir okul kazanmışım ve askerlik durumumu gösteren bir belge istiyorum, hepsi bu. Bilgisayar kayıtlarına göre kaçak görünüyormuşum, hem de bir yıldır. İş yokuşa sürülmeli ya. Şube başkanına intikal ediyor iş. Defalarca süren yinelemelerle durumu anlatıyorum. Ne mi anlatıyorum? Okuldan mezun olduktan sonra, yeni bir okula girmeyi düşündüğüm için askerliğimi tecil ettirmek için şubeye başvurdum. Dilekçe yazıldı, telefon

tutanağı tutuldu; yerli şubeden bilgi alındı-verildi. Ümit KADER Herşey birgün sürdü ve günün sonuna doğru işin Erzurum tamam olduğu söylendi. 98 Aralık ayına kadar tecillisin denildi. Elime de iki tane kıytırık telefon tutanağı tutuşturuldu. (Anlamalıydım o beceriksiz memurun bu işi başaramayacağını). İki yıl sonra o kağıtların bir işe yaramadığını, o memurun da bir bok yapmadığını öğrendim. Sayın başkan, lütfen müsaade ediyordu bana, sivil yaşantıdaki işlerimi halletmem için, sonra ver elini askerlik… Paşa paşa askerliğini yaparsın, okul işini düşünme biz gereken yazışmaları özenle yaparız, askerlik biter, kaldığın yerden devam edersin. (Başkası için konuşmak kolay). Oysa düşünülmüyor yanlışlık benden mi kaynaklanıyor, onlardan mı? Bir memurun beceriksizliğinin bedelini neden ben ödeyeyim? Ve çoğaltılacak engellemelere koşut, çoğaltabileceğim onca soru. Bakıyorum, iş yokuşun yolunu tutmuş. Askeri hastaneye sevk istiyorum. Sayın başkan, böyle münasebetsiz bir istekte bulunan, benim gibi sağlıklı bir delikanlıya, bana boş boş bakıyor. "Tabii" diyor, "neden olmasın. Bir dilekçe, oniki adet fotoğraf (önünde duran dosyamda, değişik kerelerde istekleri üzerine sunulmuş üç adet birbirinden farklı, yaklaşık 36 adet, vesikalık resimlerim mevcut). Olur, diyorum. Dilekçe yazmak için dışarı çıkıyorum. Askerlik şubesinde her zaman tanıdık birilerine rastlayabilirsiniz. Evet, o sırada içeriye giren çocukları tanıyorum; zamanında benimle az mı dalga geçmişlerdi. Belki benden bile önce kulağımdaki küpeyi farkediyorlar. Tanıyorlar beni. Benim için önemli olan beni tanımalarından çok; yıllarca önce kendilerini görünce kaçacak delik arayan (alaylarından elbette) o küçük çocuğun şimdi onları s....ne bile takmadığını farkedip-etmedikleri. Yanlarında bir de dördüncü taşıyan bu üç silahşörler, dördüncüyü beklerken tavuk gibi banklara tünüyorlar. Dördüncü var ya dördüncü o da bizim taburdan, ama saklambaç aynen devam. Onlar eskiden de beraber dolaşırlardı ve tencereye, dördüncüye neden bilmem tencere derlerdi, düdük takarlardı. Kirli ruhlarını yıkamak içinse beni kullanırlar, akılları sıra gizli-kapaklı yaşadıkları şeylerin acısını da benimle alay ederek çıkarırlardı. Şimdi bakıyorum da ben eski ben değilim, onlarsa bıraktığım yerde otluyorlar. Sen herkes değilsin Olsaydın sevmezdim zaten biliyorsun Uyuyorken orada öyle

KAOS GL 59-60 / 75


masumca Onlardan biri olduğunu biliyorum Sen herkes değilsin Seni seveni sevmeyeceksin muhakkak Ardından gözyaşı dökeceğin bir aşkın olsun isteyeceksin ve gözlerinde dökecek yaş kalmayacak

üç vakte kadar Memureye nasıl bir dilekçe yazmam gerektiğini soruyorum. Nasıl bir sorununuz var? diye soruyla cevap veriyor. Uygun bir dille sorunumun sadece doktoru ilgilendirdiğini anlatıyorum. Anlıyor. (Hayret). Çala kalem yazdığım dilekçeyi ve askerlik dosyam için ayrı bir hava katacağına inandığım resimleri alıyor elimden. On dakika sayın başkanın odasında kalıyor ve çıkarken resimlerimi iade ediyor, yazdığım dilekçeyi çöpe yolluyor. Benden kaynaklanmayan yanlışı düzelteceklerini söylüyor ve ben şaşkın şaşkın izlerken, hemen tecil belgemi düzenleyip elime tutuşturuyor. Şaşkınım,

COŞKUN Güneşli bir bahar günüydü. Elimde bir kilo İstanbul domates, yarım kilo salatalık ve bir kutu bezelye ile

parktan geçiyordum. Bir eşcinselle karşılaştım. “Na’ber abla?”dedi, boynuma sarıldı. Sarışın, zayıf, minyon olan bu çocuğu uzun zamandır görmemiştim ve adını da hatırlayamadım. Ama adet olduğu üzere, ben de ona aynı sıcaklıkta sarılarak “İyidir gacı, deyince, “Ay inanmıyorum, ay ay ay aay!” diye bir çığlık attım ve “yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat bakalım” dedim. Meğer o da, öyle doluymuş, öyle konuşmaya, boşalmaya ihtiyaç varmış ki, küçük bir ağacın altındaki bankta oturup anlatmaya başladı: “Efendim, biliyorsun ben üç senedir orta yaşlı bir adamla beraber yaşıyorum. Adam beni, kendine ait olan bir eve yerleştirdi. Karısı başka bir evde oturuyor, arasıra karısına uğruyor ama çoğunlukla bende kalıyor. Porno kaset satıcılığı yapan kocam, çok kıskançtır. Öyle uzun boylu çıkıp da barlara parklara gidemem. Zamanımın çoğunu ev işleri ve yemek yaparak geçirir, arada sırada hava almaya bu parka gelirim ama kocamı hiç aldatmam” (Eh şekerim, buna da şükür, benim büyükannem evden dışarı adım atamazmış. Evde ekmek yoksa, dışarı çıkıp alamaz, dizini kırar, pencere kenarına oturur ve akşam kocasının eve dönüşünü beklermiş! Dedim) O, anlatmaya devam etti: “Geçenlerde her erkek gibi beni de askere çağırdılar. Önce korktum, sonra ailemin eşcinsel olduğumu öğrenmemesi için; hem de monoton

KAOS GL 59-60 / 76

mutluyum. Vazgeçerler diye hemen çıkıveriyorum, yarım ağız teşekkür ettikten sonra. Kurtulmam mümkün mü? Elbette hayır. Jandarmanın radarına yakalanıyoruz. Ertesi gün izni varmış da (hafta içi ne izniyse) eğer istersem buluşurmuşuz, o hemen her çarşı izninde ……… Oteli'ne gidermiş, yıkanırmış da. Kibarca reddediyorum. Bozuluyor. "Bir ay sonra İstanbul'dayım, bu telefon numaram, ararsan memnun olurum" diyor. Köşeyi dönünce atıyorum verdiği kağıdı. Benim için yaşadığım güzel günler kadar varolan bu yerden bir an için uzaklaşabilmek için, benim gözümde konsolosluklarla aynı anlama sahip olan, otogara kırıyorum dümeni. Sen herkes değilsin Kimsenin arkasından ağlamadım yada uzaklara bakmadım delice, gizlice

geçen yaşantımda bir renk, bir macera olur diyerek kalktım, askere gittim. Gördüğün gibi ruhumun kadın olmasına rağmen, pek belli etmeyen düzgün bir görüntüm var. Üstelik mantiler (gençler) benim tipim değil, ben orta yaşlıları severim. O nedenle acemilikte eşcinselliğim belli olmadı ve cinsel bir tacize uğramadım. Ama yine de ruhum ince ve duygu yüklüydü ve bana yüklenen sert, maço, erkek, asker rolü oynamak zamanla beni yorgun düşürdü. Yeşil ağır elbiseler, soğuk ağır silahlar, sürünmeler, ağır sporlar, erlerin içinde kaba bir ses tonuyla künye okumalar, bağırmalar, hükmetmeler... Bütün bunlar benim gibi ince ruhlu bir insan için, daha fazla sürdürülemeyecek kadar ağır geliyordu. Kocam sık sık beni ziyarete geliyordu. Onu, halamın oğlu diye tanıtıyordum etrafımdakilere. Kocam bazen, benim için komutanlarla konuşuyordu. Sonra kocama da danışarak, komutanımın yanına gittim. Eşcinselim, daha fazla dayanamayacağım dedim. Komutanım şaşırdı ama, iyi bir insandı. GATA’ya sevk edildim. GATA’da yapılan muayenemde, doktor bana ilişki anında fotoğrafların olsaydı tamam ama, madem elinde resim yok, sana çürük veremem. Belkide askerlik zor gelince kaçmak istiyorsun diyerek, beni birliğime geri yolladı. Komutanımdan Allah razı olsun, üzülme, korkma, burada gözümün önünde olacaksın, kimse seni taciz edemez dedi. Askerler meraklıdır. Neden


GATA’ya gittiğimi soranlara, midemden şikayetim olduğunu söyledim. Nihayet hiçbir problem çıkmadan acemiliğimi tamamladım ve dağıtım olduk. Benim kuram Kıbrıs’a çıkmıştı. Dağıtım izninde İstanbul’a geldiğimde kocamla eve, bir eşcinsel arkadaşımızı çağırdık. Yüzü görülmeyecek şekilde, kocamla ilişki anında fotoğraflar çektirdim. İznim dolunca, bu fotoğrafları çantamın dibindeki kartonun altına gizleyip, Kıbrıs’a gittim. Girişte fotoğraflarımı görmediler. Birkaç gün sonra üs araması yapılacaktı. Bu, daha ayrıntılı ve titiz bir aramadır. Ama burda kalmaya hiç niyetim yoktu. Hemen önce komutana ve sonra doktora gidip, fotoğrafları gösterdim. Bazı sorular ve işlemlerden sonra kurula girdim. Kurul’da sadece adımı sordular ve eşcinsel olduğumu kendi elyazım ile dosyaya yazıp, parmak basmamı istediler. Dediklerini yaptım ve salondan (Kurul’dan) çıktım. Kantinde birkaç saat takıldıktan sonra, tekrar doktorun yanına gittim. Doktor bana artık askerlik

yapmayacaksın dedi. Çok sevinmiştim. Derhal gerçek kimliğime, gerçek rolüme dönüvermiştim. O ana kadar hiç renk vermeyen ben, artık kırım kırım kırıtarak, sağa sola alıktırarak birliğimi terk ederken, bazı erlerin arkamdan ıslık çaldığını hâlâ hatırlıyorum. İstanbul’a geldim. Kocam beni çok özlemişti. Aileme ise bir yalan uydurdum. Şimdilerde kocamı sıkıştırıyorum. Ya ortak bir büfe açalım yada oturduğumuz evi üstüme tapula diyorum. Ee, zaman geçiyor. Bendeki bu güzellik solmadan geleceğimi garanti altına almak istiyorum. Başka çarem yok, kadın olmak zor zanaat” dedi ve sigarasından derin bir nefes çekti. Umarım istediğin olur dedim. Onu dinlerken yorulmuştum. Bezelyemi pişirmek üzere kalktım, yürüdüm. Tam parktan çıkıyorken, aniden döndüm ve ona “Ama sen kadın değilsin ki!" diye seslendim. O, bunu duymadı. Bana gülerek el sallıyordu. Ben de ona öpücük yolladım.

Kötü bir gündü. Hava soğuk ve karanlıktı. Kafamı meşgul eden aşk, hüzün ve bana özel problemler yüzünden oldukça mutsuz bir günün başlangıcıydı. Sanki yaşayacağım olayları hisseder gibiydim. Ama yaşayacaklarım bu kadar şiddetli olabileceğini tahmin edemezdim. Neyse ki bu kötü günde Hasan'la buluşacağım için kendimi tatmin ediyordum. Bir dostla görüşmeye çok ihtiyacım vardı ve kendimi mutsuz hissettiğim böyle günlerde bir dost yüzü görmek kadar muhteşem bir şey olamazdı. Toplantıları yaptığımız kafede buluştuk Hasan'la. Uzun uzun konuştuk, hemen hemen her şeyden bahsettik; ümitlerimizden, aşklarımızdan, yaşamak istediklerimizden... İkimiz için de iyi olmuştu bu konuşma. Üzüntülerimizden kurtulup biraz rahatlamak amacıyla bir şarap alıp Hasan'larda içmeye karar verdik. Bu ikimize de iyi gelecekti. Bahçelievler istasyonunda inip bir market aramaya başladık. Gözümüze çarpan ilk markete doğru giderken, gözlerine çarptığımız 20-21 yaşlarında iki tipin kaba bir sesle bize bağırmalarıyla irkildik. Bu aptalları önemsemeyip kafamızı bile kaldırmadan planlarımızla birlikte markete girdik. Çünkü bu tür aptallardan daha önemli işlerimiz vardı. Ancak bu iki tip, marketten çıktığımızda bizi dışarıda bekliyorlardı. Şarabımızı alıp istifimizi bozmadan yolumuza devam ettik. Bizi takip etmeye başladılar. "Hışşş, durun" diye tehditkâr bir ses tonuyla bağırıyorlardı. Adımlarımızı hızlandırdık. İyice paniklemiştik. Durumu kavramaya fırsat bile bulamadan ayaklarını kıçlarımızda hissettik. Önce Hasan'ı yere yatırdılar. Kafasını kollarını ve bütün vücudunu tekmeliyorlardı. Bu sırada Hasan kapanmış bağırıyordu. Daha sonra bana doğru geldiler ve ikisi bir-

den beni tekmelemeye ve yumruklamaya başla- ÖZGÜR dılar. Hasan'ın yaptığı gibi bağırıp bir an önce işle- Ankara rini bitirip gitmelerini bekledim. Çünkü yapacak hiçbir şey yoktu. (ibne ibne diye bağırmaları hâlâ kulaklarımda çınlıyor.) Bu arada benim gözlüğüm ve şarap şişesi kırılmış, kemiklerim ezilmiş durumdaydı. Hasanın ise dizleri ve kolları yaralanmış alnı çizilmişti. Psikolojik yaralarımız ise uzun süre kapanacak gibi değildi. Bu bizim yaşadığımız ilk saldırıydı. Hem de sırf eşcinselliğimiz yüzünden. Bu saldırı Hasanların evinin önünde saat 18:00'de olmuştu. Eve geldiğimizde panik içinde birbirimizin yüzüne baktık ve bu saldırının neden bize olduğunu düşünmeye başladık. Sorun neydi? Çok mu dikkat çekiyorduk? Giysilerimiz mi abartılıydı acaba? (Halbuki o gün giydiğimiz giysiler son derece sıradandı. Üzerimizde sadece siyah birer T-shirt ve pantolon vardı. Küpe bile takmamıştık. Ancak bir şekilde bizim eşcinsel olduğumuzu anlamışlardı.) Yoksa toplumun sözlüğünde yer alan eşcinsel tanımına göre hareket eden ki bu tanım iyi olmasa gerek yani aldıkları emirleri yerine getiren iki köpeğin dişlerini bilemek için bir fırsat mıydı? Bu olaydan sonra kağıt kaleme sarılıp bu kötü gönümü sizlerle paylaşmak istedim. Bundan sonra bu tip sataşmalardan sonra yapacağım ilk şey hemen bir taksiye binip gitmek yada kalabalık bir caddeye çıkmak olacak. Bu tür olaylar hiç beklemediğimiz bir anda sizin de başınıza gelebilir (Hem de evinizin önünde). O anda panikten ve acemilikten bir şey düşünemiyorsunuz. Siz siz olun bu tür bir saldırıya uğramadan önce ne yapabileceğinize şimdiden karar verin.

KAOS GL 59-60 / 77


Çev: MEL ÇÜNKÜ lezbiyenler evlerinde, İstanbul okullarında, sokaklarda hâlâ uğramaktadırlar.

ÇÜNKÜ lezbiyen birliktelikler tarafından tanınmamaktadır.

işyerlerinde, ayrımcılığa

hâlâ

kanunlar

ÇÜNKÜ lezbofobi o kadar benimsenmiştir ki, birçok lezbiyen hâlâ başkalarına açılmaktan korkmaktadır. ÇÜNKÜ kendimiz ve tüm lezbiyenlerin gereksinimlerini ifade etmeyi seçtiğimizde ilk başta bencil olduğumuz söylenmektedir, sanki bu kötü birşeymiş gibi… ÇÜNKÜ lezbiyen-kimlikli bir hayat kurmaya kalkışsak bizden korkulmakta ve reddedilmekteyiz. ÇÜNKÜ kendimize ait bir lezbiyen mekanımız yok. ÇÜNKÜ sadece lezbiyenlere özel bir mekan yaratmaya çalıştığımızda biseksüel kadınlar ile erkekler de dahil olmak istemektedirler. ÇÜNKÜ tüm enerjimizi erkeklere ve onların ataerkil düzenlerine vermemiz gerektiği söylenmektedir. ÇÜNKÜ ataerkil düzeni reddettiğimizde saldırıya uğramakta, hakaret edilmekte ve toplum dışına itilmekteyiz. ÇÜNKÜ erkekler bize hâlâ tecavüz etmekte ve bizi öldürmekte ancak sorumlu tutulmamaktadırlar. ÇÜNKÜ bu erkek şiddetini ve kadın düşmanı baskıya karşı duyduğumuz öfkeyi dile getirdiğimizde bize kaba, saldırgan olduğumuz söylenmektedir. ÇÜNKÜ erkeklere bize dokunmamalarını ya da bizle konuşmamalarını söylediğimizde tutucu olduğumuz ve seksizmi saptırdığımız söylenmektedir. ÇÜNKÜ kendimizi sadece kadınlarla çevrelemeyi seçtiğimizi açıkladığımızda, toy diye nitelenerek

hakarete uğramaktayız ve sonra insan ırkının yarısından kendimizi kopardığımıza dair, lütfeden nutuklara maruz kalmaktayız. ÇÜNKÜ ihanet eden lezbiyenler bize gülmekte ve “ben de erkeklerden nefret ediyordum ama bunu aştım, sen de aşacaksın” demektedirler. ÇÜNKÜ kendi toplumumuz içinde bile lezbiyenlerden korkulmakta ve erkek gibi olmakla suçlanmaktadırlar. ÇÜNKÜ liberal “istediğini yap” politikası şiddet ve tacizin cinsel yönde uygulanmasını cesaretlendirmiştir. ÇÜNKÜ lezbiyen birlikteliklerde eşe kötü davranma susturulmakta ya da karşılıklı olduğu varsayılmaktadır. ÇÜNKÜ ırkçılığı, antisemitizmi, etnik ayrımcılığını, sınıf ayrımcılığını, emperyalizmi, sağlıkçılığı, şişmanlığa zulümü, görünüşçülüğü ve yaşçılığı sorgulamamız, reddetmemiz, öğretilenin aksini öğrenme çabalarımız geciktikçe topluluklarımız bölünmeye devam edecektir. ÇÜNKÜ kadın hareketi ve heretoseksüel feministler, tecavüz kriz merkezleri ve sığınma evleri kurmak için o kadar çok çalışmamızdan sonra hâlâ bizim çenemizi kapatmamızı ve saklanmamızı istemektedirler. ÇÜNKÜ kendi haklarımızı savunmayı ve bunun için savaşmayı denediğimiz zamanda bile heteroseksüelleri susturduğumuz ve çok yer kapladığımız söylenmektedir. ÇÜNKÜ bütün nedenleri sıralayacak yeterli yer yok. ÇÜNKÜ ayrılıkçı lezbiyenler toplumumuzda bütün problemler için günah keçisidirler ve ÇÜNKÜ riskleri birlikte göze alma ve tercihler yapma gücüne ve cesaretine sahibiz.

ABONELİK Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .

TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R

DERGİLER KAPALI ZARF İÇİNDE GÖNDERİLİR

KAOS GL 59-60 / 78

ÇÜNKÜ İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ KADIN DÜŞMANI DÜNYA BİZİ SESSİZ VE ÖLÜ GÖRMEK İSTEMEKTEDİR. ÇÜNKÜ SESSİZLİĞİMİZ BİZİ KORUYAMAYACAKTIR. BİZLER AYRILIKÇI LEZBİYEN HAREKETİNDEKİ AÇIK VE BUNDAN GURUR DUYAN KIZKARDEŞLERİZ.


Ünlü bir düşünce ve eylem adamı olan Errico Malatesta, 1872'de henüz 19 yaşında iken Bakunin'le tanıştı ve silah arkadaşı oldu. Malatesta, yalnızca İtalya anarşist hareketinin değil, tıpkı Bakunin gibi uluslararası anarşist hareketin renkli bir siması, ateşli bir militanıdır. Avrupa ve Amerika'da gitmediği yer, toplantı, konferans, miting ve eylem yapmadığı ülke hemen hemen yoktur. Aynı devrimci amaçlarla Mısır, Suriye ve İstanbul'da da bulunmuş olan Malatesta, sayısız dergi ve gazetenin de yayımcılığını yapmıştır. Bu kitap, Malatesta'nın yaşamıyla birlikte, anarşist devrim, bilim, şiddet, araç ve amaç, suç ve ceza, çoğunluk ve azınlık, toprak, para ve bankalar gibi birçok temel konudaki düşüncelerini ele alıyor. Bu usta ajitatör, en karmaşık felsefi konularda bile düşüncesini son derece berrak ve etkileyici bir dille ortaya koyuyor. BÜTÜN KİTAPÇILARDA KAOS Yayınları: 0.212.518 25 62 Piyerloti Caddesi, Dostlukyurdu Sokak, No:8 Çemberlitaş - İSTANBUL

1. Hiç kimsenin hayatını başkalarının emeğini sömürerek kazanmaması, herkese yaşama ve üretimde bulunma imkânlarının sağlanması ve herkesin gerçek anlamda bağımsız olarak ortak bir amaç etrafında ve kişisel ilgilerine göre özgürce birleşebilecek durumda olması için; üretim araçları, hammadde ve toprak üzerinde özel mülkiyetin kaldırılması. 2. Kanunlar koyan ve bu kanunları başkalarına dayatmaya çalışan hükümetin ve tüm diğer güçlerin ortadan kaldırılması: Yani, monarşilerin, cumhuriyetlerin, parlamentoların, orduların, polis gücünün, yargı organlarının ve zorlayıcı güce dayanan tüm kurumların kaldırılması. 3. Bilim ve deneyimin kılavuzluk ettiği, doğal ihtiyaçlardan kaynaklanmayan tüm dayatmalardan uzak, herkesin gerekli bir ihtiyaç duygusuyla gönüllü olarak kabul ettiği, üyelerinin istekleri doğrultusunda oluşturulan ve değiştirilen, üretici ve tüketicilerin bağımsız kurum ve federasyonları vasıtasıyla sosyal yaşamın örgütlenmesi.

4. Çocukların ve kendi geçimini sağlayamayanların, mutluluk ve gelişimi için gerekli tüm yaşamsal olanakların güvence altına alınması. 5. Bilim kisvesine bürünmüş dahi olsa tüm dini inanç ve yalanlarla savaş. Herkese ileri düzeyde bilimsel eğitim. 6. Düşmanlıklarla ve yurtseverlik önyargılarıyla savaş. Sınırların ortadan kalkması; tüm insanlar arasında kardeşlik. 7. Ailenin tüm yasal bağlardan, ekonomik ve fiziksel baskılardan ve tüm dinsel önyargılardan uzak, aşka dayanarak yeniden yapılanması. Bu nedenle bizim istediğimiz, insanın insan üzerinde kurduğu sömürü ve tahakkümün tamamen yıkılmasıdır; biz insanların, bilinçli ve istekli dayanışmayla kardeşçe birleşmesini, herkesin mutluluğu için gönüllü birliktelikler kurulmasını istiyoruz; biz, tüm insanların en yüksek mutluluk düzeyine, mümkün olan en üst düzeyde ahlâki ve tinsel gelişime ulaşması için gerekli olanakların herkese sağlanması amacı çerçevesinde toplumun kurulmasını istiyoruz.

KAOS GL 59-60 / 79


Kolaj: Kemal

1.000.000.-TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.