ŞUBAT 1995
SAYI 6
LEZBİYEN VAROLUŞUN BAŞKALDIRISI -Bilimin Bitmeyen Eşcinsel Düşmanlığı: Genetik Mühendisliği Saldırı Hazırlığında İ.H.D.’de NELER OLUYOR? Meclisin Sağında ya da Solunda Bütünüyle Eşcinseller ve Kadınlar Otursa Bile Erkek Egemen İktidarı Ne Kaybeder?
KAOS GL
2
BAKISIK BAKIS Daha önce yazdığım gibi “bakışık”, “simetrik” sözcüğünün, aslında pek çok Türk tarafından da bilinmeyen türkçe karşılığıdır. Bu defa, “simetrik” üzerinde durmak istiyorum. Estetik, felsefenin içinde uzunca zaman düşünce ve araştırma konusu oldu. Şimdilerde egemen olan görüşe göre, bir yaratımın, durumun estetik olup olmadığı bazı kriterleri bünyesinde bulundurup bulundurmadığı ile ilintili bir sorundur. Eğer, değerlendirilen nesne, estetik öğelerine uyum gösteriyorsa estetiktir denir. Bu öğeler, içerik açısından sezgiye dayalı ifade etkinliği, biçimsel olarak da düzen, uyum, orantı ve simetridir. Görüldüğü gibi, simetri estetik kriterlerden biridir. Doğada da simetri vardır; ama bu simetri milimetrik değildir. Örneğin, bir insanın yüzünü ortadan ayırsanız, her iki taraf birbirinin tıpatıp aynı değildir ama gözlerimizden biri göz çukurunda diğeri de çene çukurumuzda değildir. Demek ki, bir simetri sözkonusudur. Tüm bunları, genelde yaratıcı ve estetik duyarlılığı gelişmiş sanatçıların eşcinsel oluş sebeplerine estetik bir bakış sunmak için kurguladım. Biraz da bakışık kelimesine derinlik kazandırmak için.. Kelimelerin kökenlerinin çoğu kez insanı daha derin ve anlamlı düşünmeye ittiğine inanırım. Geçenlerde bir kitapçı dükkanının raflarında “The lesbian Heresy” başlığına gözüm takılmıştı. “Heresy”nin anlamını bilmiyordum sordum öğrendim. “Günah, lanetlenmiş” gibiydi. Ama kelimelerle oynamak ve üzerlerinde düşünmek benim için refleks gibi birşey, yetmedi bu bana tabii; çünkü hissediyordum ki, anglo-sakson kökenli bir sözcük değildi. Kendi yöntemlerimle araştırmaya devam ettim. Heresy, Heresia'dan geliyor. Heresia da Yunanca hairein'den geliyor anlamı “s e ç m e k” demek. 1500'lerde, kilisenin insanlara para karşılığı cennette yer satmasına ve daha pek çok çılgınlığa başkaldırdığı ve 95 maddelik bir protestoyu kilise kapılarına astırdığı için, Papalık'ın aforoz ettiği, yakılarak öldürülmesini buyurduğu Luther'in inancına heresia, kendisine de hereticus denirdi. Yüzyıllar boyu engizisyon mahkemelerinde sürünen, zindanlarda çürüyen, tüyler ürpertici işkencelerden sonra, diri diri yakılan bunca insana yüklenen suç bu heresia idi işte! Bilmem kıssadan hisse oldu mu? B.U.
KAOS GL
AYLIK POLİTİK DERGİ ARALIK 1994 SAYI:4 İLETİŞİM İÇİN YALNIZCA PK:53 CEBECİ / ANKARA YAZINIZ
KAOS GL
3
LEZBİYEN VAROLUŞUN BAŞKALDIRISI Ann Menasche (SOKAK 1990-7) Çeviren Füsun Özlem 3 İnsanlar genellikle, kadın cinselliğinin doğal ve biyolojik olarak erkeklere yönelik olduğuna inanma eğilimi gösterir. Çoğu, kadınların kendi cinsleriyle yakınlaşmalarını erkeklere karşı duyulan nefrete bağlar. Oysa lezbiyen feministlerden Adrienne Rich, çok farklı ve radikal bir bakış açısına sahip. Biz, zorunlu heteroseksüelliği siyasi bir kurum olarak görüyoruz. Ve bu kurumun amacı, erkeğin kadını cinsel ve ekonomik olarak elinin altında tutmasını ve heteroseksüel çekirdek ailenin sürek-liliğini sağlamaktır. Adrienne Rich, lezbiyen varo-luşuna “marjinal”, “doğal olmayan” ya da “cinsel tercih” olarak bakılmasının, kadın kurtuluşu hareke-tine zararlı bir yaklaşım olduğuna işaret ediyor. Lezbiyen feministler, lezbiyenleri kadın dostluğu ve dayanışmasından ayıran, klinik cinsel tanımlamayı reddediyorlar. Lezbiyen var olma, hem bir tabuyu kırma, hem de zorunlu bir yaşam tarzına karşı çıkmadır. Ne heteroseksüel, ne de erkek eşcinsel deneyimine benzemeyen özgün bir kadın deneyimidir. Bu kültür, bilinçli ya da bilinçsiz, kadının patriyarkaya direnişinin eylemidir. Kadınlar, birbirleriyle, zayıflıktan değil, birbirinin gücünü fark etmekten doğan bir haz yaşarlar. Deneyimleri yalnızca cinselliğe dayandırılamaz. Kadınlar arasında yoğun bağları içerir. Lezbiyen olarak tanımlanmasalar da kadınlar arasında her yaşta, her alanda bu yoğun bağlar vardır. Yaşamları boyunca evli kalmış, ama gerçekten seçme şansı verildiğinde duygusallığı da cinselliği de kadınlarla yaşamayı tercih edecek kadın sayısı bilinmez ama çoktur. Oyun yazarı Lorraine Hansberry de bir yazısında bu sayının hiçbir zaman tahmin edilemeyeceğini, çünkü kadınların doğal kaderi gibi öğretilmiş olan verili yaşamlarından vazgeçmenin toplumsal ve ekonomik açıdan güç olduğunu anlatmıştı. Kadınları, ne kadar doyumsuz ve baskıcı da olsa, evliliğe ve erkeğe yönelik cinselliğin kaçınılmazlığına ikna eden bir dolu baskı aracı vardır; ekonomik, ideolojik, toplumsal vb. Bu baskı araçlarının, cins olarak kadınların ezilmesiyle nasıl grift bir ilişki içinde olduğunu görmemiz gerek. 16.-19. yüzyıllar, kadınlar arası romantik ilişkilerin hoşgörüyle karşılandığı bir dönem. Bu dönemde kadınların, evlilik dışında hiçbir ekonomik var olma seçeneği yoktu. Sonunda kaçınılmaz olarak evlenecekleri için, kadınlar arasındaki yakınlaşma toplum düzenine bir tehdit olarak görülmüyordu. Erkeklik ayrıcalıklarından yararlanmak isteyen kadın travestilerin şiddetle cezalandırılmaları, kadınları, aralarında duygusal ilişkiler geliştirerek biraz da olsa özgür olmaya yöneltiyordu, bu dönemde...
İLK FEMİNİST HAREKETLER 19. yüzyıl sonuyla 20. yüzyıl başlarında Amerikan kadınları ilk kez ev dışında çalışmaya başladılar. İki dünya savaşı sırasında dışarda çalışan kadın sayısı arttı. Bu dönemde ilk süfrajet (eşit oy) ve feminist hareketler de başladı. Evliliğe ve erkeğe bağımlı olmadan yaşamanın mümkün olduğunu anlayan kadınlar, ilk kez (en azından yüzyıllardır ilk kez), birbirleriyle yakınlaşarak sosyal düzene tehdit oluşturmaya başladılar. 19. yüzyıl sonlarında, zorunlu heteroseksüelliğin imdadına bilim yetişti: Lezbiyenlik hastalıktır! Seksolog Richard von Krafft-Ebbing, lezbiyenliğin, merkezi sinir sisteminin hastalıklı durumuna işaret olduğu fetvasında bulundu. Havelock Ellis, kadın hareketinde saptadığı çılgınlık ve suç öğelerinin toplumda homoseksüelliği arttıracağı öngörüsüyle, kadınların bağımsızlığının da zaten aynı yola çıktığını söyleyiverdi. Ona göre, feminizm kanalıyla lezbiyen olan kadınlar, doğuştan sapıklık mikrobu taşımıyorlarsa gerçek lezbiyenler değildi. Bu konu Freud’suz kapanmaz tabi. O da, lezbiyenlik durumunun genetik değil, fakat çocukluk travması ve tutuk gelişme sonucu oluştuğunu iddia etti. İyileşme umudundan da söz etti. Bilim ise lezbiyenlere iki seçenek sunuyordu: Onlar, ya tedavisi mümkünsüz, doğuştan freak’ler ya da iyileşebilir nevroza sahipler... Lezbiyenlik karşıtı bu ideolojilerle aynı zamanda modern lezbiyen kimliği de gelişmeye başladı. İlk kez, ekonomik bağımsızlığı ve cesareti olan kadınlar, diğer kadınlarla duygusal ve erotik beraberliği seçerek kendilerini lezbiyen diye tanımladılar. Benzer kişilerle (lezbiyen, gay) politik örgütlenmelere gittiler. İkinci Dünya Savaşı, sayısız kadına, ailesini terk edip büyük kentlere giderek bağımsız bir yaşam kurma şansı verdi. Tam bu sıralar lezbiyen bar alt-kültürü ve lezbiyen dostluk ağı oluşmaya başladı. İLK LEZBİYEN ÖRGÜT 40’lı yılların sonlarına doğru ise işler tersine döndü ve lezbiyenler yine evlilik ve heteroseksüelliğe zorlandılar. Ama artık geri dönüş yoktu; bar altkültürü devam ediyor, lezbiyenliği tema alan romanlar basılıyordu. Bu dönem, gay hakları örgütü Mattachine ile ilk lezbiyen örgütü Daughters of Bilitis’in doğduğu dönemdir. 60’lı yılların sonu ile 70’lerin başı modern “gay liberation” hareketinin yükseldiği yıllar olarak göze çarptı. Feminizmin ikinci güçlü dalgasıyla, daha çok kadın dışarıda
KAOS GL
çalışmaya başladı, lezbiyenliği keşfeden ve seçen kadın sayısı giderek arttı. Aynı zamanda lezbiyenfeminist politik hareketi, kadın ve lezbiyen sanatı, müziği, edebiyatıyla özgün kültürü tomurcuklandı. Bu, direnişin, saygınlığın ve ruhsal yenilenmenin kültürüydü. Kadınların lezbiyen olarak bu heteroseksist ve seksist kültür karşısında var olmalarını ve düzene karşı savaşmalarını sağlıyordu. 60’lı yılların sonunda, kadınlar lezbiyenliğe yeni bir tanım getirdiler. Lezbiyenlik; olumlu bir kimlik ve kadının sınırlı rolüne karşı başkaldırı olarak görüldü. Fakat son yıllarda kadınların ekonomik bağımsızlık elde etmeleri, 70’lerde sağcı hükümetlerin feministlerin kazanımları üzerine indirdikleri darbelerle zorlaşmaya başlayarak, lezbiyen feminist altkültürünü de etkiledi. Şimdilerde yalnızca tümüyle kadınların ürettiği bir kitaba rastlamak oldukça zor. Tam da bu sırada “eski lezbiyen” fenomeni çıktı ortaya. Lezbiyen olarak yaşayan kadınlar arasında, baskılar karşısında evlenme ya da erkeklere yönelme eğilimi baş gösterdi. Heteroseksüellik, kadınlar üzerine önce ekonomik yoldan dayatılıyor. Erkeklere verilen ücret, aynı işi yapan kadınsa düşürülüyor. Kadınlar daha çok alt düzey işleri yapmak zorunda bırakılıyor, işyerinde cinsel tacize uğruyorlar. Evde ve işte cinsel ayrım, ev işlerinin kadına yüklenmesi, çocukların bakımı, kadınların bağımsız olmalarını engelliyor. Çocukları olan kadınlar, erkekleri yoksa, kaçınılmaz olarak yoksulluğa itiliyorlar. Heteroseksüel eğitim sonucu kadınlar, çocukluklarından başlayarak ekonomik varlıklarının erkekleri memnun etmeye bağ-lı olduğunu öğreniyorlar. İşyerinde de cinsel bir av olarak göründüklerini biliyorlar. Kadınları heteroseksüelliğe zorlayan ideolojik baskı, ekonomik baskının bertaraf edildiği durumlarda, hatta daha da etkin biçimde çıkıyor ortaya. İlk olarak çocuklukta kız-erkek koşullandırmasıyla başlıyor. Kızlar “kız” olarak, erkekler “erkek” olarak yetiştiriliyor. Cinsiyet rolleriyle ilgili koşullandırmanın kuralları da evrensel biçimde tüm modern seksologlar tarafından benimsendiği için, bertaraf edilmesi oldukça güç. Daha sonra kadının erkek egemen topluma ve cinsel pasifliğe koşullandırılması geliyor. Erkeklerin kadınları cinsel olarak taciz etmeleri öylesine yaygın ki, bu toplum kültürü içinde “normal” sayılıyor. Cinsel roller, şiddet, eşitsizlik gibi olgular, içine yerleştirilmiş kültürel mesajlarla erotikleştiriliyor. Bu da yalnızca heteroseksüelliği körüklemekle kalmıyor, aynı zamanda bize sado-mazoşizmin popülerliğini açıklıyor. Bugünün kültüründe, duygusallıkla erotizm de birbirinden ayrılıyor. Bu da, kadınların, birbirleriyle daha derin duygusal beraberlik içinde olmayı tercih etseler bile, seks için erkeğe gereksinimleri olduğu sonucunu çıkarmaya yarıyor. Oysa, küçük kızların, kadınların en yakınlarındaki erkekler tarafından tecavüze uğramaları, her alanda cinsel tacizle karşılaşmaları, dayak yemeleri, gelişmelerinde, kimliklerinin oluşumunda ve toplumsal yaşam içinde direnç geliştirmelerinde ne denli olumsuz etkiler yarattığı düşü-
4
nülmeden, erkeksizlikleri kınanıyor. Ve bu da heteroseksüel propagandanın yaygın baskı araçları olarak kullanılıyor. Kadınların erkeklere muhtaç olduklarına ilişkin yoğun propaganda yapılıyor, tersi ise pek az... YOK SAYMA EĞİLİMİ Bir de, lezbiyenleri görmezden gelme, yok sayma eğilimi var. Popüler kültür hemen hiç söz etmez kadınların birbirlerine duydukları ilgi ve sevgiden. Lezbiyenlerden söz edildiğinde de; ancak, şeytanlık, vampirlik, erkek nefreti çerçeveleri kullanılır. 40’lı, 50’li yıllarda çokça çevrilmiş “kötü vampir kadın, zavallı masum kız ve kızı kadının elinden kurtaran beyaz atlı prens” temalı filmlerden görmeyen yoktur. Bu arada sosyalist grupların da, lezbiyen görünmezliğine katkısından söz etmek mümkün. Çünkü lezbiyenleri, sosyalist-feminist teori içine hiç katmadıkları gibi, yalnızca heteroseksüelliğin var sayıldığı bir sosyal atmosfer yarattılar sürekli. Dünyanın bir çok yerinde ve hala, salt ailelerin isteğiyle üstelik de çok genç yaşlarda evlenmeleri varsa, cinsel tercih diye bir haktan bahsetmek gülünç olur. Amerika’da bile psikoterapi, lezbiyenleri tedavi etmeye, ya da onları aslında heteroseksüel olduklarına inandırmaya çalışıyor. Adrienne Rich, evli bir lezbiyenin, uygulanan terapinin bir uzantısı olarak kocası tarafından altı ay boyunca ırzına geçildiğini anlatır. Bir çok ülkede lezbiyenlik yasal alanda suç sayılıyor. Diğerlerinde ise, örneğin lezbiyen oldukları için çocuklarından ayrı tutuluyor kadınlar. Cezalandırma yöntemlerinin en yaygını ise sosyal soyutlanma denebilir. Aileden, çevreden sürgün edilen lezbiyen sayısı az değil. Çalışma alanında uygulanan ayrımcılık da azımsanamaz. Büyük Amerikan kentlerinde yapılan kapsamlı bir araştırmanın sonucuna göre, lezbiyenlerin yüzde 31’I iş alanında cinsiyet ayrımcılığını yaşamış, yüzde 8’I işlerini yitirmişler. Bu ayrımcılığa uğramamak için lezbiyenlerin yüzde 72’si işyerlerinde lezbiyenliklerini gizliyorlar. Sosyalist bir toplum yaratmaya çalışan bizler için tüm bu gerçekler nasıl bir görünüm arz ediyor? Öncelikle, lezbiyen-gay haklarını savunmanın yeterli olmadığını bilmeliyiz. Heteroseksüelliğin dayatılmasına ve kurumsallaştırılmasına karşı da savaşmak gerek. Lezbiyen var oluşu, sosyalist-feminist teori içine alınmalı. Lezbiyen kültürünün, cinsiyetçi baskılara karşı bir direniş kültürü olduğunu benimseyip bu yaklaşımı yaygınlaştırmalıyız. Sosyalistler olarak, cinselliği, bir sosyal yapı çerçevesinde değerlendirmeli, cinsiyetlerin doğuştan belirlenmediğini daha sık vurgulamalıyız. Kendimizi ve çevremizdekileri, “normal” ve “doğal” nitelemelerinden uzaklaştırmak için eğitmek de bizim görevimiz olmalı. Lezbiyenlerin kendilerini rahat hissedecekleri, cidiye alındıkları ve değer verildikleri radikal örgütler oluşturma sorumluluğunu da unutmayalım tabii...
KAOS GL
5
VEREM, DiYANET, AIDS, LUT... Başlık çok mu karışık oldu? Olsun... Bilginin yerine cehaletin yüceltildiği medyatik süreçte zaten her şey birbirine karışıyor. Anlamlar kayıyor, bağlantılar saçmalaşıyor. Cehalet, önyargı, gizli ve açık düşmanlık yaklaşımları her şeyin içine ediyor. AIDS de bu konulardan biri oldu. Etkisi ve medyadaki popülaritesi hala sürdüğünden AIDS konusu kapanmayacak gibi görülüyor. Doğrusu kapanmasını biz de istemiyoruz. “Görmezden gelinsin” gibi aptalca bir yaklaşım değil bizimkisi. Tek istediğimiz sapla samanın bir birine karıştırılmaması. Abartmanın, çarpıtmanın ve yanlış bilgilendirmenin bir son bulmasını istiyoruz. Bütün hastalıkların toplumsal bir süreçle ilgili olduğunu düşünüyoruz ve bireylere saldırıdaki önyargı ve düşmanlıktan artık nefret ediyoruz. Hastalığı bir suçlu gibi gören zihniyetin, hastalıktan daha tehlikeli olduğunu düşünüyoruz. Bu zihniyet, ilgili insanlara ve aynı gruplardan olan hasta olmayanlara yıllardır ve hala kin ve nefret kusuyor. Sözkonusu düşmanca yaklaşma ve hedef gösterme zihniyeti bazen “bilimsel” bir kılıfa da bürünebiliyor. Bu “bilimsel” kılıflı cehalet, düşmanlık ve sahtekarlık örneklerini görmekten ve okumaktan bıktık doğrusu. Gazetelerde ilgili ilgisiz haberlerin sonu gelmiyor. Amerikan ve Fransız doktorlarının patent savaşları ve sonuçta gelen uzlaşma ve tıbbın kapitalist sahtekarlıkları ise geride kaldı. (Bitmez ya neyse. Ve Orkestra Durmadan Çalıyordu’da güzel özetlemişler.) Nerdeyse, henüz bir çaresi olmasa da AIDS’in ideolojik yönüne karşı savaşmak, tıbbi yönüne karşı savaşmaktan daha da zorlaşıyor. (KAOS GL’nin 3. sayısını hatırlayın) Şimdi, son zamanlarda basında çıkan AIDS haberlerinden özetler aktaralım: Önce, cahillere ve eşcinsel düşmanlarına ilginç gelecek bir haber. Cumhuriyet Gazetesi’nde, 23 Ocak 1995’te yer aldı. “AIDS’li-lerin yarısı kadın” başlığını taşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünyadaki AIDS hastalarının yaklaşık yarısını kadınların oluşturduğunu bildirmiş. Her gün 3.000 kadın AIDS’e yakalanıyormuş ve bu kadınların yaş ortalaması 15-25 arasında değişiyormuş. Yine Cumhuriyet’ten bir haber. WHO kaynaklı. “Verem, AIDS kadar tehlikeli” başlığını taşıyor. WHO Verem Program Yöneticisi Dr. Arata Kochi, veremin en bulaşıcı hastalıkların başında geldiğini, ancak bu “çok tehlikeli” hastalığın görmezden gelindiğini söylemiş. Korunması ve tedavisi ucuz olduğu halde, her yıl milyonlarca insan veremden ölüyormuş. WHO Raporu, dünyada has-
Eşcinseller olarak birbirimizi sevmeyi ve dayanışmayı öğrenmeliyiz. Bize hayat hakkı tanımayan heteroseksist zihniyete karşı mücadelenin ilk adımının bu olduğunu düşünüyoruz. talıklara karşı yapılan harcamaların dengeli olmadığını belirtmiş. Veremle AIDS arasında gizli bir ilişkiden söz ediliyor. 5 milyon verem hastası aynı zamanda AIDS’liymiş. Her yıl 500 bin AIDS’li vereme yakalanıyor. Sırada, Aralık’ın 6’sında hem Milliyet’te, hem Cumhuriyet’te yer alan bir haber var. “Diyanet’ten AIDS hutbesi” başlığını taşıyor. Bu haberlerde de maksadın üzüm yemek olmadığını bağcıyı dövmek olduğunu bir kez daha görüyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, eşcinsel ilişkide bulunanları uyararak, Lut kavminden ibret almaya çağırıyor. Tam bir tehdit havası esiyor ve maksadın AIDS olmadığı gizlenme gereği bile duyulmuyor. Ayrıca Diyanet, hastalığın önlenmesi için
kendine özgü bir çare de bulmuş. Cinsel ilişkilerden, meşru olmayanların bırakılması. Bunun, biz eşcinseller için ne anlama geldiği yeterince açık olmalı. Kısacası AIDS bahane, maksat eşcinsel ilişkiyi lanetlemek. Heteroseksüel male power’a karşı ne kadar kafa yorsak yeridir. Son bir haber de 20 Ocak tarihli Milliyet’ten. AIDS Savaşım Derneği’nin eğitimcilerinden Dr. Tuğrul Erbaydar’ın açıklamalarına yer vermiş gazete. Eşcinsellere saldırmayan nadir haberlerden. Erbaydar, “AIDS patlamasına hazır olun” diyor, Türkiye’deki genel durumu özetliyor. Korkmak yerine nasıl korunulabileceği üzerinde duruluyor. Erbaydar, “prezervatif kullanmayı alışkanlık haline getirmeliyiz” diyor. Ve korunma yollarını sıralıyor. Biz Türkiyeli eşcinseller olarak boşvermişlikten ve sorumsuzluktan ne zaman kurtulacağız? İlgili ilgisiz her yerden gelen tam bir taarruzla karşı karşıyayız. İdeolojik boyutlu saldırıya karşı mücadeleden kısa vadede belki de daha önemli olan korunma konusunda kaçımız sorumlu davranıyor? Bu soruya büyük çapta olumlu yanıt vermenin mümkün olmadığını maalesef hepimiz biliyoruz. AIDS’in tıbbi boyutunu es geçersek, ideolojik boyutuna karşı vereceğimiz mücadelede tam başarılı olamayacağımızı bilmeliyiz. Korunma yollarını yeniden hatırlatıyoruz: *En etkili yöntem olan prezervatif kullanılmalı. *Tek kullanımlık enjektör tercih edilmeli. *Kontrolsüz kan nakli yapılmamalı. *Tek eşli, sadakate dayalı cinsel ilişki kurulmalı. Eşcinseller olarak birbirimizi sevmeyi ve dayanışmayı öğrenmeliyiz. Bize hayat hakkı tanımayan heteroseksist zihniyete karşı mücadelenin ilk adımının bu olduğunu düşünüyoruz.
MUHİTTİN SERİNAY
KAOS GL
6
OKUMA, YAZMA, TARTIŞMA... DERYA KURAT Dergimiz hepimizin okur/yazar olarak katkılarıyla süren mücadelesinde 6. sayıya ulaştı. Bununla paralel anlatımın ve dilin ağır olduğu yolunda eleştiriler ve yorumlar hala yapılıyor. Sonuçta yazı, okunması ve anlaşılması için yazılıyorsa, buna rağmen okun-a-mıyor(!) ya da anlaşılmıyorsa ortada büyük, büyük olduğu kadar da yıpratıcı bir sorun var demektir ki bu sorunu gözardı etmek gibi bir durum hiç kimse için söz konusu değil, olamaz da! Kimimizin eleştiriye, kimimizin de savunmaya devam etmesi de hiç bir çözüm getirmeyeceğine göre çözüm ne olabilir? Ne yapılabilir ya da yapılabilirdi? Bence istenseydi eğer pek çok şey yapılabilirdi. Evet hem de pek çok şey! Kural, yol, yöntem bilmiyoruz kısacası... Daha da önemlisi okumuyoruz. Okuma özürlü bir toplumuz. Bu özür beraberinde bir çok sorunu da getiriyor görüldüğü üzere. (Bu özür asla mazeret olarak kabul edilemez bir gerçek!) Bir türlü okuma alışkanlığı edinemedik. Derginin 2. sayısında bu soruna çözüm olarak, bilinç yükseltme grupları ve toplantıları, birlikte okumalar, konuları katılanlar tarafından saptanacak seminerler, gay ve bakışık kitaplığı önerildi. Bunlara ek olarak önerebileceğim arkadaşların her şeyi karşıdan beklemekten ziyade kendi çabalarıyla bu sorunun üstesinden gelmeye çalışmalarıdır. Bu yazıları okumuş olmak için okumayın. Haydi hemen dergiyi ilk sayısından bu yana tekrar ve en baştan okumaya başlayınız. Elinizde bir kalemle bir kağıt da olsun bu arada. Okurken anlamaya, anlamlandırmaya çalışın. Anlamlarını bilmediğiniz kelimeleri de teker teker yazın. Sonra boş bir zamanınızda (boş zamanınız hiç mi yok? Öyleyse yaratmaya çalışın... yo mutlaka yaratın, başka şansınız yok) en yakın kütüphaneye gidin, boş bir sandalyeye oturun, sözlüğü açın sayfaları karıştırın ve o bilmediğiniz kelimelerin karşılığını bulup, teker teker yazın. Hatta yazmakla da kalmayın üzerinde düşünün. Zamanınız mı yetmedi? Olsun, başka bir zaman yine... yine... ve yine gidin. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz, kurtulamaz! Hem böylece bilgi dağarcığına birçok kelime kazandırmanın, hem de sorunun üstesinden kendi iradenizle gelmenin sevincini bir arada yaşamış olursunuz. B.U. isimli Ankaralı arkadaşımızın (4. sayı mektup-lar-dan sayfası) “...Dergimizden bahsetmek gerekirse, dergi güzel fakat belli bir yeri aşmış insanlara göre...” sözüne katılımıyorum. “Belli bir yeri aşmış” insanlar demekle sanırım “kültürlü insanı” tanımlamaya çalışmış ki tanımın, tanımlanan kavramı karşıladığı söylenemez. Öncelikle kültür nedir? Kültür değişik anlamlarda kullanılan ve tanımlanan bir terimdir. Sözgelimi pedagoji, kültür sözcüğünü “insanın zekasını, duygu ve davranışlarını alabildiğince uyumlu bir biçimde geliştirerek zihinsel olgunluğa erişmesi” olarak tanımlıyor ki bu istenirse herkesin yapabileceği bir şey. Biraz daha öz-disiplin, biraz daha öz-sorumluluk, biraz anlayış, çaba lütfen... İçinde yaşadığımız bunaltıcı heteroseksist toplumda, ne kadar zor koşullarda, dergiye, dolayısıyla birlikteliğe hayat verilmeye çalışıldığı ortada. Bu koşulları biraz daha zorlaştırmanın hiç bir anlamı yok. Sizleri okumak kadar yazmaya da davet ediyoruz. Halletmemiz gereken daha öyle çok sorun varki. Bunları ancak birliktelikle başarabiliriz. Başaracağız da! Gay’ler, bakışıklar ve daha bir çok farklı kimlikler adına neler yapabiliriz, neler yapmalıyız. İsterseniz bunları tartışalım. Bunlar çok daha önemli... Yıkıcı değil yapıcı eleştiriler duymak ümidiyle sözlerimi Senaca’nın bir sözüyle noktalamak istiyorum. “Kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.” Bol kitaplı günler dileğiyle...
KAOS GL
7
Psikoloji mi, Biyoloji mi...
BİRİNDEN BİRİNİ SEÇMEK ZORUNDA MIYIZ? EROL A. bozukluklarının tesbit edilebilmesi, çalışmalardan KAOS GL’nin çıkma aşamasında olduğumuz günlerdi. beklenen sonuçlardan biri. Bu gen bozukluklarının İlk sayımız için düşündüğümüz ana konulardan birini, kapsamında erkek ve kadın eşcinselliği de olabilir “Çıkma Gerekçesi”nden daha çok önemsediğimiz, pekala! Genetik araştırmaları oluşturuyordu. Güz öncesi dönemde Bilkent Üniversitesi’nde yeni bir “bilim yuvası” İsterseniz bu parağrafta biraz olumlu gelişmelere de için yükselen bir inşaatın duvarları aynı zamanda gay değinelim. Yoksa yine çok karamsar ve bilim düşmanı ve lezbiyenler için bir hapishane de olabilir diye olduğumuz düşünülecek. Bu arada bilim düşmanı düşünüyorduk. İlk sayımızda, bu inşaatın fotoğrafını olmadığımızı ama aynı zamanda bilimperest de kapağa koymayı bile düşündük. Fakat olmadı. Yalnızca olmadığımızı belirtmek istiyorum. Bilimin iktidar olma “Genetik Mühendisliği”ne dikkat çekmekle yetinmiştik. özelliğinden dolayı tarafsızlığı ve insanlık için ilerlemesi Moleküler Biyolojinin özünü gizleyen bilimsel perdeyi her zaman tartışmalı olmuştur. Örneğin eşcinselliğin parçalamadıkça, bilimsel katillerin kanser araştırmaları sonuçta bir sorun ya da araştırılması gereken bir şey hikayelerini dinlemekle oyalanabiliriz. Gelinen olarak görülmesi, kadın ve erkek eşcinsellerin aşamada, Moloküler Biyoloji ve Genetik haberlerinin gösterdiği güvensizliği anlaşılır “bilimsel” sayfalardan taşarak, kılar. Charles Murray ve Richard magazin sayfalarında yerini çoktan Herrnstein gibi soytarıların, “Eşcinsellik geni”nin alması, gay ve lezbiyenlerin kapitalist iktidarın ortadan paranoya ile barışmalarını bulunup bulunmaması kaldıramadığı toplumsal sorunlar gerektirmiyor mu? Sosyolojiden bizim için çok mu önemli? olan yoksulluk ve cehaleti zeka haberi olmayan bilimsel küstahların ile açıklaması da bilimin bir diğer Ruhsal ve bedensel eşcinselleri paranoyak olmakla yönü olabilmekte. Bütün bunlara bir bütün olarak suçlamaları her zaman komiğime rağmen aynı alandan karşı gitmiştir. Heteroseksist blok’un her kendimizi algılayışımız yanıtlar, olumlu yaklaşımlar alandan ve muazzam saldırıları ve gelebilmekte. Cavalli-Sforza, karşısında paranoyak olmak aslında Menozzi ve Piazza gibi bir insan olarak bir sağlıklılık göstergesidir. Artık genetikçiler, ırklar arasındaki paranoya, bilimsel katillerin nasıl üstünlüklerin ırkla ilgili olmadığını, heteroseksist terörüne karşı yaşamak istediğimiz deri rengi ve beden yapısı mücadelede bir ivme anlamına bile dışında insan ırklarının benzer çok daha gelebilir. olduğunu yine bilimsel olarak önemli değil mi? Bilim, “bilimci”lerden bağımsız açıklayabilmekte. Aslında bu olarak, onların kadın, erkek, kadarını ırkçılar, seksist ve eşcinsel, siyah, beyaz... olmalarının heteroseksistler de biliyor. Yani üstünde, kurumsallaşmış bir yapı söz konusu yaklaşımlara sahip olduğundan aynı zamanda bir İKTİDAR olma özelliği de olan insanlar, “ah biz yanılmışız, özür dileriz” gösterir. Bir iktidar olarak bilim ve özelde tıp, kapitalist demiyecekler. İşte bu noktada da bilimin yapabileceği iktidardan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla kapitalist bir şey yok. Evet yine karamsarlık fakat varolan durum işleyiş ve zihniyet, Bilim’e de egemendir. Bu egemenlik bu. ilişkisinden doğal olarak ezilenlere, baskı altında Şimdi “eşcinsel geninin bulunması” ve olası tutulanlara olumlu bir yaklaşımın çıkma olasılığı çok sonuçlarına bakalım. Önce kalıtsalcı cephe ile sosyal düşük. Her zaman olduğu gibi medyanın da aracılığı ile çevreci cephenin bitmez tükenmez savaşlarını genetik araştırmalarındaki gelişmelerin “Genetik hatırlayalım. Bunlar, birçok insan davranış ve Devrimi” olarak sunulması yoğun tartışmaları da özelliklerinin doğuştan mı yoksa sonradan mı olduğuna beraberinde getirdi. Akademik çevrenin efendileri ile dair tartışmalardan oluşuyor. “... bence moda ilaç pazarının efendilerinin tartışmaları bir yana bu benimsemeler vardır. Bir zamanlar herşey eğitime “devrim”in eşcinseller ve kadınlar açısından taşıdığı dayalıydı. Herşeyin eğitimden dolayı olduğu açıklanır, anlam görmezden gelinecek gibi değil. ailevi genler önemsenmezdi. Bugün genetik neredeyse Batı da bile yeni olan söz konusu süreç, tahmin yüzde yüz oldu.” Bilim cephesinde aynı zamanda biz edilebileceği gibi Türkiye’de çok daha yeni. Bilkent ve eşcinseller için düşman cephesinde yer alan Dr. Boğaziçi Üniversiteleri “yarış”a bile girmiş. Boğaziçi Haydar Dümen, kendi açısından genetik’e hoş bir Üniversitesinden bir profesör, Moleküler Biyoloji ve eleştiri getiriyor! Tabi biz kalıtsal’ı ya da sosyal çevre’yi Genetik Bölümlerinin açılmasında geç bile kalındığını birini diğerine tercih edilecek bir alan olarak belirtiyor. Zaten hep öyle olur. Doğum öncesi tanılar görmüyoruz. geliştirilerek, çocuk ana rahminde iken gen
KAOS GL “Eşcinsellik geni”nin bulunup bulunmaması bizim için çok mu önemli? Ruhsal ve bedensel bir bütün olarak kendimizi algılayışımız ve bir insan olarak nasıl yaşamak istediğimiz çok daha önemli değil mi? “Şen şakrak ama alabildiğine aykırı ihtiyar” eşcinsel doktor Mr. Pillard’ın bizim için “Kadın Başbakan”dan farklı bir anlamı olabilir mi? Bizim dile getirdiğimiz sorunlar, eşcinselliğe nasıl yaklaşıldığını da ortaya koyacaktır. Başkalarının olumsuz ya da olumlu yaklaşımları bir yana bizim için hayati bir öneme sahip olan yine kendi yaklaşımımız olacaktır. Şimdi “gen”in bulunmasıyla ortaya konan yaklaşımları görelim. “Cinsel tercih için genetik bir temelin olduğunun anlaşılması, eşcinsellerin kendilerine yönelik ayrımcı politikalara karşı daha haklı zeminlerde mücadele etmesini kolaylaştıracak.” (Herşeyden önce, bizim için eşcinsellik, bir tercih değildir.) Bir günah ya da doğaya karşı işlenmiş bir suç olmaktan çıkacakmış, eşcinsellik. Ayrıca genin bulunmasıyla birlikte ebeveynlerin de vicdanları rahat edecek. Eşcinselliğin, kalıtsal yanı doğuştan olduğunun ortaya çıkması (daha doğrusu öyle varsayılması) bir çok insan açısından bir umut dalgası getirmekle birlikte madalyonun diğer yüzünü de unutmamak gerekiyor. Kaygılar bitmiyor. “Gen bulundu diye kimse insanların eşcinseller hakkındaki düşüncelerinin hemen değişmesini beklememeli.” Eşcinsellik geninin bulunması, eşcinselliğin bir hastalık olduğu yolundaki kanıyı güçlendirebilir. Yani, doğuştan, bu benim kaderim demekle kurtulmak yok. Madem doğuştan öyleyse genetikçiler pekala icabına bakabilirler. Nasıl mı? Hastalık, yani eşcinsellik, önce bir gen bozukluğu olarak saptanır. Sonra düzeltilmeye çalışılır. Olmuyor mu? “Eğer oğlumun eşcinsel olarak doğacağını öğrenirsem gebeliğimin sonlandırılmasını tercih ederim.” Şimdi hikayenin özü anlaşıldı mı? Biyolojizmin yükseldiği bu gen dünyasında lezbiyenler kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Araştırmacılara göre (canım kim olduklarının ne önemi var?) lezbiyenliğe yol açan bir genin mevcut olduğu mutlaktı. Yani lezbiyenlik de genetik! “Lezbiyenlik modası” ve feministlerin gizli lezbiyen olduğuna dair muhabbetler ise hiç bitmez. Feministlerle ilgili cehaleti ve lezbiyenliğin bir suçlama olarak görülmesini bir yana bırakalım! Bizim açımızdan kadın eşcinselliği erkek eşcinselliği gibi bağımsız bir varoluş olduğundan, lezbiyenlik bir moda ya da salgın olamaz. Heteroseksüel erkekler tarafından bir eğlence, medya tarafından bir moda olarak görülmesi, lezbiyen gerçeğini ortadan kaldıramaz. Psikolojiden kaçarken biyolojinin tuzağına mı düşeceğiz? Birinden birini seçmek zorunda değiliz. Dayanışma ve mücadele gibi bir yol da var.
NOT:Genetik ve Cinsiyet Belirleme gelecek sayımıza kaldı.
8
TANIKLIKLAR Aşağıdaki tanıklıklar benzerlikleri ve çevrenin farklı tepkileri ile oldukça ilgi çekici. Bu sayıdaki iki tanıklık da kısacık. Ama biz dikkatle okumanızı ve satır aralarını doldurmanızı istiyoruz. Bizim sürekli vurguladığımız şeylerin hayata geçirilmiş hallerinin varlığını göreceksiniz. TANIKLIK 1:Nuray Eren, şu an 24 yaşında bir transseksüel. Bir kız formunda olup, kendini hep erkek gibi hissetmiş. Bir çok kızla ilişkisi olmuş ve sonunda sevdiği kızı kaçırmış. Kendini bakışık olarak kabul etmiyor ve bakışıklığın geçici bir heves olduğunu düşünüyor. Tedavi edilmesi mümkün olmadığından (çünkü bu bir hastalık değil) ameliyat olmak istiyor. Yaşadığı yerlerde “milli damat” diye anılıyor. Evinde bir kızla yaşıyor. Ailesi, özellikle babası Nuray’ın birlikte yaşadığı kızı gelini olarak kabul ediyor ve birlikteliklerine saygı duyuyor. TANIKLIK 2:Giresun’da yaşıyor. Bir kadın transseksüel. Erkeksi görünmek için sürekli yüzündeki sivilcelerle oynayarak bunların geçmesini ve yüzünün pürüzsüz olmasını engelliyor. Bir yakınının kızını seviyor ve sürekli ailesinden istiyor. Kendi ailesi dahil tüm çevresi bu konudan ötürü onu deli olarak görüyor. Şiir yazmakta ve resim yapmakta. Bir kaç kez resim sergisi açmış. Uzun bir süre erkek olacağını söylemiş ve bunu nasıl gerçekleştirebileceği konusunda araştırmalar yapmış. Sevdiği kızı diğer erkeklerden daha mutlu edeceğini söylüyor. Bir çok kızı “bozduğunu” belirtmekten de kaçınmıyor. Tabiki tüm bunlar onun “deli”liğini biraz daha kanıtlamaktan öteye gitmiyor. Biriktirdiği paralarla ameliyat olmanın yollarını öğrenmek için Ankara’ya gelmiş. Ancak burada, “döndükten” sonra sadece “deli” diye geçiştirilmeyeceğini ve Giresun’da yaşayamayacağını farketmiş. Başka bir yerde yeni bir hayat kurması için destek alacağı kimseler ise “döndüğü” takdirde onu asla desteklemezler. Kadın olarak yaşayıp resim yaparak ve şiir yazarak yaşamanın mı kendini daha mutlu edeceğini yoksa erkek olup (nasıl ve ne ile?) istediği formda ama tamamiyle dışlanarak yaşamanın mı kendisini mutlu edeceğini bilemiyor. Şimdiye kadar ne düşünüyorsa onu söyleyen biriydi. “Artık hiç birşey düşünmemek en iyisi” diyor.
KAOS GL
9
BİR GÜN MUTLAKA Salı gecesiydi.. Güzdüzün yorgunluğunu, stresini atmak için koltuğa uzanmış vücudumu dinlendiriyor, bir taraftan da göz ucuyla ATV haberlerini izliyordum. Her zamanki gibi bir akşam öncesinden pek de farklı olmayan, can sıkıcı, karamsar haberlerdi bunlar. Zaten “haber” kelimesi bana uzun zamandır çirkinliklerden başka şeyleri çağrıştırmaz olmuştu. Sonra o hepsinden çirkin haber geldi ekrana. Hani şu “homo” dedikleri için iki arkadaşını öldüren ünlü işadamının hikayesi. Bizler adına ne kadar kırıcı ve yıpratıcı bir olay. Düşünebiliyor musunuz? Düşünebili-yorsunuzdur tabi, hiç de yabancısı olmadığınız ve böylesi bir toplumdan bekleyebileceğiniz şeyler bunlar. Türünün ilk haberi olmasa bile öfkelenmemek mümkün değil. İzleyenlerin düşüncelerini duyar gibi oluyorum. Kimileri ölenlerin ölümü hak ettikleri, kimisi de hak etmediklerini düşündüler. Gerçi hiç kimse ölmeyi hak etmez. Hiç kimse de sebebi ne olursa olsun birilerinin azraili olma hakkını kendinde bulmamalı ama yaşananlar hiç de öyle değil, tanık olduğunuz gibi. Katili düşünüyorum... Eşcinselliği yadırgamayan bir insan olsaydı ve “homo” sözcüğü ona “sapına kadar erkek” (ne demekse) olmamayı çağrıştırmak yerine gerçek anlamını ifade etseydi, cinayet işleyecek boyutta çılgına dönmezdi kuşkusuz. Ölenleri düşünüyorum... O sözcüğü onu aşağılamak için söylemişlerdi sonuçta. Belki içkinin etkisiyle, belki bilinçli olarak, bu hiç farketmez. Hiç bir sebep onları maruz gösteremez. Söylemişlerdi... Çünkü o sözcük onlar için de aynı şeyleri ifade ediyordu. Sonra aklıma dergide yazılan mektuplardan birindeki sözler geldi. Bir arkadaşımız “lezbiyen” kelimesinin, medyanın da desteğiyle, kendi cinsine ilgi duyan kadından başka neleri çağrıştırdığına değinmişti. Kötü olan neyi çağrıştırmıyordu ki? Sapıklığı, eksikliği, anormalliği, günahı... homo kelimesi de lezbiyen kelimesiyle eş anlamlı olduğuna göre... Üstelik bu çağrışımları yaratanlar da, destekleyenler de, bu sonuçları meydana getirenler de yine kendileri.
Beni hepsinden çok düşündüren, bu tip haberleri izlemek zorunda kalan çocuklar. Kimbilir kafalarında kaç çeşit soru yarattılar ve kimbilir kaç çocuk büyüklerinden ne ilginç cevaplar aldılar. Daha şimdiden o küçük dünyalarına, önyargının ve acımasızlığın tohumları ekildi. Geleceğin katillerini yarattıklarının belki de bilincinde olmadan, verilen cevapların nelere mal olacağını, kaç yaşamı zindan edeceğini düşünmeden. Ki o çocuklara emanet edilen gelecekte yine eşcinseller olacak, yine aynı acılar yaşanacak. Tüm bunları düşünmek midemi bulandırıyor. Toplum dedikte, toplum erçekten bir batak ama dönüştürülemez değil. Onu gül bahçesine çevirme çabasında olmalı yüreklerimiz. Bu değişimi gerçekleştirecek olanlar bizleriz. Neler yapılabileceği yolunda fikirler üretmek ve bunları eyleme dönüştürmek olmalı işimiz. Aynı toplumun farklı düşünen insanları da olsak, birbirimizden bağımsız değiliz. Bizler, yanlış düşüncelerin, topla tüfekle, zorla, şiddetle değil, sabır, inanç ve azimle değiştirilebileceğinin bilincinde olduğumuza göre... Kendimizi sınırsızca hayata geçirmenin, toplumun değişmesiyle paralel olduğunu da biliyoruz. Öyleyse mücadeleyi başlatacak olanlar yine bizleriz. Ama nasıl mı? Tabi ki satrançtaki şah gibi arka planda durup, başkalarının engelleri bizler için açmasını bekleyerek değil. Şah değiliz! Piyonlar gibi hareket edebilmeliyiz. Yoksa mücadele diye birşey olmayacağı gibi “özgür yaşamlar” da hayatsız düşler olarak kalırlar hayallerimizde. Mat oluruz kısacası. Ben inançlı, kararlı, azimli insanlara inanıyorum. O insanları seviyorum da. Çünkü yarınlar onların sayesinde yaşanılır olacak. Yaşamaktan ve kendimiz olmaktan korkmadığımız, hedeflerimize ulaşmak için küçücük dünyalarımızda didindiğimiz, birlikteliklerimizi yüreklendirdiğimiz, düş kırıksız, bozgunsuz, sevgi dolu nice günlerde yaşamak ve buluşmak dileği ile yaşam içindeki en görkemli uğraşımız kendimize inanmak olsun. BİRBİRİMİZE SAHİP ÇIKALIM!
DERYA KURAT
KAOS GL
10
CEVAPSIZ BIRAKILAN MEKTUPLARLA BAKIŞIK BİR AŞK HİKAYESİ Sevgili N., hoş bir akşam sürprizi olsun istedim. Uykum kaçtı, sağa sola döndüm durdum; sonra mutfak ziyareti, biraz FM ve ılık bir duştan sonra sana yazıyorum. Bu pürüzsüz karanlıkta insanın içten olmayan hiçbir şeyi düşünemeyeceği ve yazamayacağı, yaşamı kucaklamış, her tür kaygıdan arınmış, saf bir ruh hali içindeyim. Zaman zaman dönüp baktığımda hemen hiç pişmanlık görmüyorum. Daha ziyade duygusal ve zihinsel yaşanmışlık, kendimi ve insanları hele hele yaşamı kucaklayışımı ve sadece kendimle verdiğim mücadeleyi görüyorum. Bu her türlü arayış ve tatminsizliğin dışındaki genel memnuniyet, ifadesini, kendini yaşamaklığı doğru(ca) gerçekleştirmede buluyor. “Yaşamda yaşamak vardır, yaşamalı insan, sevgiyi, umutsuzluğu, müziğin çılgın güzelliğinde delirebilmeyi, başarısızlığı, başarıyı, yüceltmeyi, yüceltilmeyi, sınırları zorlayıp, çıkmazları görüp kederlenebilmeyi” diye düşünüyorum. Kısacık zaman dilimlerinde, ruhumdan geçenleri ifade etmekte pek yetersiz kalacak biçimleri sergilemiş olmanın ezikliğini yaşıyorum. Halbuki bu kadar sıradan ifade edilemeyecek kadar nadir rastlanıyorlardı. Belki de anlaşılamam endişesiyle, en sıradan en genel ifadeyi yükleyiverdim. Bundan sonra o güzellikten geriye ne kalıyor halbuki.. Sonuçta şunu söylemek isterim ki, varlığınla, sevinç, rahatlık, kendi sınırlarını aşma duygularıyla buluşuyorum. Bir noktada seninle çay içiyor olmak, göz göze gelmek ve o elektriklenmeyi yaşamak, seninle yatıyor olmaktan veya elini tutmaktan çok daha coşkulu. Sana dokunmak arzusu, bu yaşadığım güzellikleri “paylaşma” ifadesinden başka bir şey değil. Başka bir şey değil derken “cinsellik” değil demek istemiyorum. Sadece bu kelimenin ardında bana göre ne olduğunu söylemek istiyorum. Bir çocuğun annesine bağlılığı da cinsel değil mi? Yok eğer bu küçücük dokunmalar benim anladığım ya da anlamadığım şu veya bu sebeple yasaklanıyorsa buna da saygı göstermem gerektiğini kabul ediyorum. Sevgili N., bu sessizlikten, bu sensizlikten sonra, gece mektuplarımla, çok da fazla kimseyi sıkma hakkım olmadığını kavramış olarak ama bir kez daha yazıyorum. Bu defa uykuya dalış, geçmiş mektubum üzerine uyurken verilen düşünce mücadelesi, telefonun zili, derken bir telefon daha ve saat 24.00’ü gösteriyor. Görüyorum ki, bu “cinsel”e pek takılmışsınız. Kim takılmıyor ki zaten, Freud’dan bu yana yüzyıl geçmesine rağmen. Tercümanlığım bırakmıyor beni. Tercümanlığıma ve ukalalığıma biraz tahammül lütfen. CİNSEL.CİNS. CİNSEL. CİNS! CİNS:Ayrım fark işaretlemesiyle art ve şekil ifade eder. Daha ziyade ticari hayatta, mal alış-verişinde kullanılır. Ayrım, model model farklılığını deyimler. Tıpkı kadın-erkek ayrımı gibi. Kadın-erkek farklı iki cins. CİNSEL: Türsel, cinslere mahsus (misal, misali gibi) seksüeldir; batı dillerinde seks ile cinsiyet ifade edilir. Bunlar maddesel ve biyolojik ayrımlar ve madde dünyasına aitler. Eski Yunan’dan sonra hangi düşünceyle -zira Eski Yunan’da tümüyle olmasa da bugünküne göre daha ılımlı bir bakış açısı vardı- bu kavramı insanlararası iletişime egemen kıldı bilinmez. Belki kapitalist toplumun tanrısı “tüketim” için daha fazla insan gerekiyordu, ya da kendilerini koruma güdüsüyle nüfuslarının artmasını hedeflediler de, tüm münasebetler üreme ekseni üzerine oturtuldu. Evet efendim, bizler yanlış kodlanmış ve bu yanlış kodları iptal etme yetisinden uzakta, kendimizi bize öğretilenlerin dışına çıkıp olduğumuzca yaşama cesareti gösteremeyen varlıklarız. Cinsellikle sınırlı olmamak: Cinsel ayrım temelinde olmamak. Ancak, sevgi cinseldir de. İnsan yer aldığı şu kümede diğer elemanlara göre ayrı bir cinstir. Ve insanın insanla münasebeti de (ticari münasebeti değil, insanın özüne özgü münasebeti yani sevgi ilişkisi) çok insani, insan cinsine ait ve de yani cinseldir. İnsanın üzerinde yemek yediği masayı sevmesi ise cinsel değildir; çünkü masa insan cinsine ait değildir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ben işte cinselliği bu manada alıyorum, insan cinsinin insan cinsinden olanlarla münasebeti.. Ayrımlar ve tasfiyeler ise mal dünyasına aitler. Cinsel münasebeti bu kadar ince değerlendirdiğim için de lezbiyen oluyorum. Sevgili N., tüm bunları birşeyleri affettirmek için değil, belki birşeyleri açıklamak için olabilir ve en önemlisi de anlayabileceğinizi ve değişebileceğinizi bekleyerek yazmıyorum. Her insan gibi bizlerin de kendimizi ifade etmeye, anlamaya ve anlamlandırmaya ihtiyacımız vardır. Lezbiyenlikte kalmıştım. Kadınla erkeğin koşullanmış ve sorgulanmamış çekimi ne acı. Cinsel tatmin uğruna birarada oluşları ve bununla sınırlanabilmeleri. Evet o sadece mallar dünyasına ait cinsel ayrım zihniyetinin uzantısıyla, ayrı iki cinsin biraraya gelişi. Hani tam cinsel, tam bayağı, tam yoz, tam hesap kitap işi, tam mal ilişkisi! Ben lezbiyen değilim efendim. Lezbiyenlik yoktur, lezbiyenlik vardır. Bazen de kategoriler işin içine eder. Ben lezbiyen değilim efendim. Ben kitapları gördüğünde, sevgisinden kitapçı dükkanında tıp tıp kalbi atan, ben bir notaya, bir satıra, bir bakışa, bazan bir çirkinliğe dahi takılı kalabilen, capcanlı yaşayan biriyim efendim. Ben insan münasebetlerini bu cinsler ve mallar arası bağlantıların üstünde yakalayabilme gücündeyim. Böyle bir sınıf da olmadığı için ben lezbiyenim efendim. Daha bitmedi var efendim.
KAOS GL
11
Ben insanım da. Bu entellektüel, bu duygusal yapımın yanında doğa ve madde yasalarına göre çalışan bir fizik varlığım. Yalnızlığımı paylaşmak, kendimi ifade etmek isterim. Şimdi benim kabul ettiğim etmediğim, şu benim dışımdaki dünya ile ilişki kurmaya hakkım yok mu? İşte ben bunu öğrenmeye çalışıyorum ve bazan de düşüp ağzımı burnumu kırıyorum. Yani şimdi iyi yaptıklarım benden de kötüler başkalarından mı? Yok efendim yok. Ben de insanım. işte.. Ben insanım efendim, ben benim, ben kişiyim ve de kategorisizlikte lezbiyenim. Bilmem anlatabildim mi efendim? Sevgili N., isterdim ki, mektuplarımdan ve ifade ettiklerimden başka hiçbir şey seni ilgilendirmesin. Belki yanılıyorum ama sanki değerlendirmen yazdıklarıma değil de, yazmama. Öylesine bir suskunluk ve kapalılık ki bu, nasıl aşılır, nasıl açılır bilemiyorum. Ben, BENİM Sen, SENSİN. HERKES KENDİSİDİR. Sadece “canım sıkılıyor” diyecektim de... Sevgili N., yorulana kadar düşünmek istiyorum. Sabah yedide kalktım, şimdi saat 21.30 henüz yorulmadım. Ama bu defa yorulana kadar dinlenmek yok. Yine de, nasıl anlamak ve anlaşılmak isterdim. Bu sessizliği, sakin deniz manzarasını, köprünün ışıklarını, seçeceğimiz müziği, yürüyüş yapıp yapmama kararını, evdeki adımları seninle paylaşmayı ne çok isterdim. Bütün bu isteklerin ardında üçü dördü geçmeyen, anlaşıldığının anlatılmaz anlatışının gözlerde yakalanmış olması ne garip. Ve konuşulanların, kelimelerin bunun yanında etkisiz oluşu. Bir türlü anlayamayışım, anlaşılmadığımı. Gözlerimle yakaladıklarımın, sadece bir yanılsama olduğunu, gözlerimle yakaladığımda bitecek bu istek. Ve yorulduğumda sana anlatmak. Sevgili N., o kadar çok ve çok düşünüyorum ki, neyi nasıl düşündüğümü bilemiyorum. Ben anlayamadım, keşke anlamış olup, bana bile anlatabilseydin. Bazı şeyler bazan anlaşılmaya muhtaç olmaksızın da güzel olabiliyorlar. O zaman insan, kelimelerin, renklerin, dokunmaların ötesinde olmak istiyor. Sınırlar, sınırlanmalar ne kötü.. Anlamlar ve anlatışlar ne kötü.. Belki de gerçekten sessiz kalma vaktidir, bütün sınırların bütün sınırlara. -BİTTİSon olarak, bilmem spagetti Bolognese sever miydin? Yanında da soğuk bir bira..
BAŞAK UPAR
KAOS GL
12
MEKTUP-L A R- DAN İ.S., Ankara, erkek eşcinsel ... Herşeyden umudumu kestiğim bir anda benim için büyük rastlantı sonucu derginizin varlığından haberdar oldum. Birden içimi uzun zamandır tatmadığım bir sevinç duygusu kapladı. Ertesi gün ilk işim derginizi almak için kitapçıya koşmak oldu. Beni ve bizim gibileri anlatan, bize sahip çıkan, sesimizi duyuran, yalnız olmadığımızı hatırlatan bir dostun varlığından haberdar olmak ne güzel bir şey anlatamam. ... 23 yaşında pasif bir “homoseksüel”im; daha doğrusu kendimi nasıl nitelendireceğimi tam olarak bilmeyen biriyim. ... Size yazmamın nedeni bu durumumdan ötürü diğer insanların bize bakış biçiminden dolayı eziklik yaşayan, dışlanan, hor görülen, yalnızlığa itilen ve bundan dolayı büyük bunalımları yaşayan birisi olarak sizi bir imdat vesilesi olarak görmem. Bundan üç seneye kadar çevreme kendimi belli etmemeye çalışarak, kendime büyük baskılar uygulayarak, duygularımı bastırarak, hareketlerimi kontrol ederek, kendime göre sahte, gerçeklerden kaçan bir yaşam kurmaya çalıştım. Fakat bunun böyle yürümeyeceğine karar vererek bazı atılımlarla bulundum. Bu zamana kadar, çevrem benimle açıkça olmasa bile dolaylı bir şekilde böyle olduğumu şakalarıyla olsun, direkt olsun, dalga geçme biçiminde beni ezdiler ve horladılar. Ben de buna karşılık garip bir şekilde kendimi böyle olmadığım yolunda savunmaya çalıştım. Fakat ne kadar başarılı oldum bilemiyorum. Dediğim gibi artık böyle yürümeyeceğine karar vererek, arkadaş sandığım, dost bildiğim insanlara dilim döndüğünce benim gerçeğim bu, böyle olmamın benim suçum olmadığını, “şayet bir suçsa”, bunun kötü birşey olmadığını, beni böyle kabul etmelerini, sahte İ...’la değil, gerçek İ...’la arkadaşlığınızı, dostluğunuzu sürdürür müsünüz diye adeta yalvardım. Fakat gördüm ki bir müddet sonra hepsi teker teker benden uzaklaştılar, dışladılar. İçlerinden çok sevdiğim insanlar bile benden nefret eder oldular. Bir selam vermeyi bile çok gördüler. Bizim gibilerin bir iş bulma olasılığının ne kadar az olduğunu siz bilirsiniz, üç beş kuruş aldığım iş yerinden bile dedikoducu arkadaşlarım yüzünden sırf böyle olduğum için kovuldum. Cinsel yaşamımı 20 yaşımdan sonra yani üç senedir faal olarak daha doğrusu faal gibi sürdürüyorum... Kendime eş seçme konusunda büyük zorluk yaşıyorum. Başıma gelen bir iki olay yüzünden. Ben beraber olduğum insanda dostluk, arkadaşlık, en önemlisi duygusallık isteyen birisiyim.... Beni böyle yarattığı için Allah’a lanetler okuduğum bir sonla biten ilişkim. Benden borç niyetine aldığı yüklüce bir parayı kendisinden istediğim zaman, aldığım bir cevap, “Bu paraları seninle yattığıma say” gibi insanı aşağılayan, gururunu kıran bir davranışla karşılaştım. İkinci bir olay da şu, kendimin böyle olduğunu duyan biri, beni çevreme rezil edeceğini, aileme söyleyeceğini söyleyerek tehdit ederek zorla tecavüzüne uğradım. Ve tüm bunlardan sonra anladım ki bizim gibilerin duygusal bir ilişki yaşamaya hakkı olmadığını, yalnızca cinsel açlığını giderebileceğini, saygı duyulamayacak basit ilişkiler yaşayabileceğini çok acı bir şekilde öğrendim. ... Alkolik bir baba, ezik bir annenin çocuğuyum. Babamla hiç bir şekilde bağlantı kuramıyorum. Her fırsatta beni aşağılayarak, kendine yakışan bir erkek evlat olmadığımı hatırlatmayı görev bilen bir baba, diğer yanda bana aşırı şefkat göstererek başka bir biçimde beni ezen bir anne ve onlara göre anormal hareketlerde bulunan bana sanki yabancıymışım gibi davranan kardeşlerim. Kendilerine yakıştıramadıkları için açık açık söylemeseler bile benim öyle olduğumu bilen bir ailem var. Şimdilik zorla da olsa atsan atılmaz satsan satılmaz misali yanlarında yaşamak zorunda olduğum bir ailem var. Ekonomik olarak hala onlara bağlıyım. Bütün bunlara rağmen ailemi çok seviyorum. ... Artık bir köşede diğer insanların deyimiyle alın yazıma boyun eğerek yaşamak istemiyorum, böyle olduğum için utanarak değil gurur duyarak, insanca yaşamak istiyorum.... .... , Kastamonu, erkek eşcinsel, 18 yaşında ... Kastamonu’nun kültür ve insan yapısının böyle bir seçimi kabul etmemesi ve insanları dışlayıp hor görmesi şu an beni ben olmaktan uzaklaştırıyor ve çok büyük sorunlara gebe kılıyor. Son derece güç anlar yaşıyorum... Durumumu ailem ve çevremden gizliyorum. Bu mektubu yazıp yazmama konusunda çektiğim tereddütü herhalde nedenleri ile birlikte anlarsınız. Şu an tam anlamıyla sorunumla yalnız olarak kalmış ve mücadele eder hale gelmiş durumdayım. Konuşacak, beni anlayacak insanlara ihtiyacım var. ... sorunu orta üçüncü sınıfta farkettim. Eşcinselim. Meryem, İstanbul, biseksüel ... Bence eşcinsellik kendi içinde geniş bir şiir ve kültür saklıyor. Heteroseksüel olmadığınız için cinselliğinizi sorguluyor ya da düşünüyorsunuz. Ve kendi özel değerlerinizi oluşturuyorsunuz. Heteroseksüeller ise çoğu kez nerde olduklarını dahi fark etmeden kendilerine devredilmiş şeylerle yaşıyorlar. Yani yarım kalıyorlar. Anlatımın yarım olduğu falan yazılmış. Buna katılmıyorum. Farklı cinsel seçimlere sahip olmamız tek vasfımızın bu olduğu anlamına gelmez ki bunun dışında okuyan, düşünen, araştıran, en azından bu yetileri olan insanlar da var aramızda. Bu yüzden seviyeli yazılar olması çok mantıklı.
KAOS GL
13
... Toplum geçersiz ve onursuz değerlerle yaşadığını zaten bilir, bunu açık etmekten korkar. Yavaş yavaş (ya da hızlı) çürütülmeye başlandığını anlarsa kusmaya başlar... Kusar çünkü toplum konuşacak, anlamlı cümleleri biraraya getirecek yetiden yoksundur. Hepimize uçmak yasaklandığında biz reddettik, onlarsa kanatlarını söküp attılar hemen ve şimdi de bizim kanatlarımıza göz diktiler. ... Düş kurabilen insanların kendi öz cennetlerine mutlaka ulaşacağına inanıyorum. Benim yolum onların cennetine çıkmıyor, onların yolu da benim cennetime. Ben kendi yolumu ve cennetimi seçtim. Hepsi bu. S., Ankara, erkek eşcinsel ... Çıkarmış olduğunuz KAOS isimli dergilerin üç tanesi elime geçti. ... Ben, topluma olmasa bile aileme ve aile çevreme kendimi kabul ettirmiş durumdayım. ... Dergi hakkında birkaç eleştiride bulunmak istiyorum. Kullandığınız dil biraz ağır geldi bana. Hatta bu konuda birkaç arkadaş da aynı şeyleri yazmış. Sizin bu eleştiriye dergide verdiğiniz cevap bence çok saçma. Rica etsem söyler misiniz kaç eşcinselimiz sizin gibi üniversite öğrencisi veya mezunu, kaçı ilkokul mezunu? Dergideki amaç tüm eşcinselleri bilinçlendirmek, bilgilendirmek değil mi? Siz şu yayından haberiniz yok mu, şu kitabı duymadınız mı diye soruyorsunuz. Eşcinselliğin büyük bir ayıp, büyük bir suç sayıldığı toplumumuzda çoğu arkadaşımız böyle somut şeyleri elinde bulundurmayı boş verin bir toplumda küçük de olsa eşcinselliğin savunmasını bile yapamıyor.... bu dergiyle musade edin de ben ve benim arkadaşlarım biraz olsun bilgilenelim. Bence dergide biraz da sevgi ve kardeşlikten bahsetmek hiç fena olmaz. Çünkü bizim içimizde de kopukluklar, resmen sınıf ayrımları oluyor. Peki neden bazı kendini bilmez kişiler bu sınıf ayrımlarını yapıyor. Elimizde mi ki... Nasıl bu cinsel kimliğimizi kendimiz seçmiyorsak, maalesef ailelerimizi de kendimiz seçemiyoruz. İşte bu yüzden sizin aracılığınızla arkadaşlara seslenmek istiyorum. Önemli olan üzerinde giydiğin bilmem ne marka elbisenin kalitesi değil, önemli olan içimizdeki insanlık ve sevgidir. Hele de aynı kaderi paylaşıyorsak. Biz bir araya gelip bir bütün oluşturmaya çalışırken kendi aramızda lütfen bölünmeyelim. En önemlisi de birbirimizi sevelim. Dergide aktüaliteye yer versek bence hiç fena olmaz. Gullümü severiz. Hem bu sayede biraz olsun, derginin satışı yükselir. ... Size kendimi pek fazla tanıtamadım ama kendimi anlatmam gerektiği zaman tek verdiğim cevap acısıyla tatlısıyla EŞCİNSELİM. Hepsi bu. %30, İstanbul, Bir grup punk ... İçerik olarak iyi; bir eksiği tam olmasa da dolduruyor. Fakat derginin mizampajı, düzeni hakkında bazı rahatsızlıklar duyduk. Bizce fotokopi dergi denince akla sadece derginin fotokopi yoluyla çoğaltılması gelmemelidir. Fotokopi dergiler başlıbaşına bir sanattır. Derginin içeriğine gösterilen önem ve özenin, derginin mizampajınadüzenine- boyutuna da gösterilmesi gerekir. Kaos GL’de eksik olan bu!.. Ç., Adana, erkek eşcinsel, 17 yaşında ... Yaklaşık bir yıl öncesine kadar hiç eşcinsel tanıdığım yoktu ve yine bir yıla kadar hep kendimi anormal bir insan olarak görürdüm. Daha sonra ilk cinsel deneyimlerimi yaşadım. Ama keşke yaşamasaydım çünkü hiç tanımadığım iki insanla beraber oldum. Bu da beni çok üzdü. Bir anlık insanın arzularına sahip olamaması insanı üzüyor. Kim bilir o da gerekli bir şeydir. Daha sonra ... dergisinde çıkan bir yazıyla şu anda tanıdığım insanlarla tanıştım. Artık manevi anlamda hiç bir huzursuzlık duymuyorum. Çünkü bunun yanlış bir şey olmadığını anladım. Yanlış da olsa doğru da olsa bu bir seçim. ... mektuplaştığım kişinin mektubunu küçük kardeşim açmış okumuşlar. Ailem bu olayın geçici bir şey olduğunu her insanın ergenlik döneminde bu tür sorunları olabileceğini söyledi. ... Aslında bir erkekle sevişmek onunla beraber olmak çok güzel bir duygu. Ama doğrusu yine de korkuyorum. Çünkü bana öyle geliyor ki eşcinsellerin kurduğu ilişkilerin temeli sadece cinselliğe dayanıyor. Böyle olunca da bir süre sonra kişiler birbirinden bıkıyor. Yani hiç duygusallık yokmuş gibime geliyor. Bu da beni korkutuyor. Daha doğrusu asıl korktuğum benim de ileride bu tür insanlar gibi olmam. Bilemiyorum içinde duygusallık olmayan bir ilişki ne kadar sürebilir. Bence insan sevdiği kişiyle sadece yatmaktan değil onunla konuşmaktan, onunla gezmekten, aynı masaya oturmaktan zevk alabilmeli yoksa kurulan ilişkiler çok kısa süreli olur. Elbette bütün eşcinseller böyle değil ama benim gördüğüm kadarıyla çoğu böyle. Bir de kendi kendime hadi kendime göre birini buldum diyelim peki yaşlanınca yine aynı sevgi ortamı olacak mı? Yani ömür boyu birlikte yaşamak diye bir şey olacak mı? Aslında eşcinsellerin çoğu da öyle sanıyorum ki belli bir yaştan sonra çevrelerinin de etkisiyle karşı cinsten birisiyle evlenmek zorunda kalıyorlar.
KAOS GL
14
İ.H.D.’de N E L E R O L U Y O R ? İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu Bizler bir grup eşcinsel olarak, içinde yaşadığımız koşullar, bu koşulları algılayışımız ve ona bakışımız doğrultusunda bir ilk’i gerçekleştirmek için Temmuz 1994’te İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi’ne başvurduk. Bize daha baştan ve halen olumlu yaklaşan birkaç kişiyle karşılaştık. Bizim iletişime geçtiğimiz dönemde İHD Ankara Şubesi’nde bir tek Kadın Komisyonu mevcuttu. Biz de Gay ve Lezbiyen Komisyonu adı altında fiilen toplantılara başladık. Genel Kurul öncesi, Şube Genel Kurulları yapılıyordu. İHD Ankara Şubesi Genel Kurulunda eşcinseller olarak, Gay ve Lezbiyen Komisyonu adı altında bir konuşma yaptık ve kuruluş gerekçelerimizi Genel Kurul’da açıkladık. İşte bundan sonra yeni yıla kadar tam bir ikiyüzlü süreç yaşadık. Yeni Başkan Naciye Erkol’la bir tanışma toplantısı yaptık. Abartılı bir şaşkınlıkla karşılaşıyorduk. Kimlerdik ve ne yapmaya çalışıyorduk? Başkanla yaptığımız toplantı, karşılıklı bilgilenmeye yönelik güzel ve yapıcı bir toplantı oldu. Başkan, eşcinselliğin kafalardaki önyargı ve imajlardan ibaret olmadığına ikna oldu. Bizler de kim olduğumuzu, kendimizi nasıl tanımladığımızı, komisyon gerekçemizi, İHD çatısı altında bulunma gerekçemizi, yaşadığımız sorunlara karşı mücadele ve çalışma yaklaşımının insan hakları perspektifiyle bağlantısını anlattık. Başkan ikna oldu ve teknik konularda önerilerde bulundu. Ayrıca komisyonun adının Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu olarak değiştirilmesinin daha uygun olduğunu söyledi. Biz de kabul ettik. Bu noktadan sonra teknik işleri yerine getirdik ve resmi başvurumuzu yaptık. Ne olduysa ondan sonra oldu. Her şey netleşti ve heteroseksist yaklaşım kendini daha fazla gizleyemedi. Yönetim, öyle sanıyoruz ki adının çıkmaması için hiç bir zaman fizik bir tepki göstermedi. Bizlerin nasıl olsa bir süre sonra çekip gideceğimizi düşünmüş olmalılar. Yeni yönetim kendi komisyon önerilerini belirledi ve isteyenlerin adlarını yazdırmaları için astı. Bizim komisyonun adı bile yoktu. Onca aylık fiili gerçekliğe rağmen yok sayılıyorduk. Aslında yönetimin Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonunu onaylamayacakları anlaşılmıştı. Fakat bizler toplantılarımızı yapmaya devam ediyorduk. Sonra haberler gelmeye başladı. Kesinlikle istenmiyorduk! Fakat bunu yüzümüze söylemiyorlardı. Bununla birlikte yönetim, diğer komisyonların kararını aldığı için Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu ile ilgili olumlu veya olumsuz bir karar alması gerekiyordu. Daha fazla görmezlikten gelinemeyeceği için nihayet bu aşama da geldi. Tam bir ikiyüzlülük ve çifte standart örneği gösterilerek, yönetim kurulu toplantısı öncesinde ilk kez bizim komisyon için uygulanan bir Komisyonlararası Toplantı düzenlendi. Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu ile ilgili görüşler alınacaktı. Kürt Komisyonundan bir arkadaş, yönetim kurulu üyelerine ve başkana, “sanki olumlu ya da olumsuz görüşlerimiz sizleri çok mu etkileyecek” diyerek bizi de aydınlatmış oluyordu. Komisyonlararası tolantıya önce, eşcinselleri almak istemediler. Yönetim Kurulu üyesi Avukat Bay Sait Kıran, salonu terketmemizi istiyor ve bunu Başkan aracılığı ile bize iletiyor. Hem bizim hakkımızda konuşacaklar hem bizim gitmemizi istiyorlar. Salonu terketmedik ve toplantıya başlamak zorunda kaldılar. Gay ve Lezbiyenler hakkındaki görüşler tam bir felaketti. Bizler eşcinsellik ve lezbiyenliğin birer bağımsız varoluş olduğunu söylüyoruz. Kürt arkadaşlar sapkınlık olduğunu ileri sürüyorlardı. Bize hasta ve sapkın (eskiden sapık denirdi) diyenlere, öyle olmadığımızı anlatmaya çalışıyor ve daha da acısı anlatmak zorunda kalıyorduk. Biz arkadaşlara, kendilerinin daha düne kadar kart-kurt ile Kürt arasındaki farkı anlatmak zorunda kaldıklarını hatırlattık. Bu benzetmeyi büyük bir ayıp(?) olarak karşıladılar. Bizleri sadece kadınlar destekledi. Yine bir kadın olan Başkan dışındaki kadınlar. Ayrıca birkaç heteroseksüel arkadaş daha bizi desteklediler. Ama onlar da eleştiriye uğruyormuş bizleri destekledikleri için. Ve sonuçta yönetim kurulundakiler bizleri reddettiler. Üç üye ise bizi onaylıyordu. İnsanların kendi kafalarında, bizleri ibne, sapkın olarak görmeleri gerçekte hiç sorun değil. Fakat bir yapı olarak İHD’nin anlamı nedir? İnsan hakları perspektifinden bu insanlar (kişiler değil konum sahibi olanlar) ne anlıyorlar? Bizlerin yaşadıkları sorunlarda insan hakları ihlali ve işkence ölçütü nedir? Nasıl oluyor da hiçbir rahatsızlık duymadan heteroseksist zihniyetle bu kadar rahat çakışabiliyorlar? Şayet İHD’nin “insan”dan anladığı heteroseksüeller ise bunu açıklasınlar. Bizler de yanlış kapıya gitmemiş oluruz. Bu derneğin, heteroseksüel olmadıkları için, salt eşcinsel oldukları için aşağılamaya ve baskıya maruz kalan insanlardan haberi yok mu? Heteroseksüel olmadığı anlaşıldığında ya da kimliğini ifşa ettiğinde işini kaybeden insanlardan haberi yok mu? Heteroseksizmin zindanlarında (üstelik birçoğu hücrelerde) tutsak travesti ve transseksüellerden haberi yok mu? Bu derneğin, faili meçhul eşcinsel ve travesti cinayetlerinden haberi yok mu? İHD’nin, “insan”dan ve onun haklarından anladığını yeniden açıklaması gerekmiyor mu? Biz, o insanların, bu kararları alırken hiçbir rahatsızlık duymadıklarına inanıyoruz. Bizleri kovmakla aynı zamanda bir zenginliği de reddettiler. İkamecilikten ve başkaları adına konuşmaktan bıkmadıklarını bir kez daha gösterdiler. Oysa biz, İHD’yi bir eşgüdümleme merkezi olarak algılıyorduk. Bireyler ve gruplar kendi sorunlarına sahip çıkanlar ve insan hakları doğrultusunda İHD çatısı altında yan yana gelirler; İHD de bunları eşgüdümler. Yani ortada, genel ve ortak bir sorun var. Bu sorun her kesimde farklı yansımasını buluyor. Bir Çerkez, “ben sizin sorununuzu anlamam ama sizi desteklerim” deme samimiyetini gösterirken diğer insanlara ne oluyor? Onlardan, kimse, bizim adımıza çalışma yapmalarını beklemiyor. Bu öncelikler sırasından ve hiyerarşiden artık bize tiksinti geldi. Meğer heteroseksist terör konusunda iktidarın ne çok dostu varmış.
KAOS GL
LEZBİYEN MAGAZİN Yeni Bir Taarruz! Kadınlar Kadınları Seviyor... İktidarın değişmesinden hemen sonra görünürlük kazandılar. Clinton’un, kadınlar tarafından Beyaz Saray’a seçilmesi, kadınkadına ilişkileri cesaretlendirdi. Pek çok Amerikalı kadın, kadınlarla sadece “dayanışma” halinde olmakla kalmayıp, açıkça onları sevgi sujesi olarak da kabul etmeye başladı ve artık daha fazla gizlenmek istemiyorlar. Bundandır ki, k.d, lezbiyen dergisi “Advocate”ın direkt sorusuna direkt cevap verdi. : Evet! ve Rock müzikçisi Melissa Etheridge daha seçim gecesinde zaferi lezbiyen balosunda “Balo kraliçesi” olarak kutladı ve “her zaman lezbiyen olmaktan gurur duyuyorum” dedi. Şimdiye dek bu iki kadına da içtenlikleri bir zarar vermedi; tam tersine bir kaç ay sonra Grammy’i aldı. Artık kadınların bu durumdan dolayı tenisçi Navratilova’nın reklam sözleşmesinin iptali gibi yaşadıkları kötü günler geride mi kaldı? Öyle görünüyor. Clinton bile açıkça lezbiyen olarak yaşayan, Roberta Actenberg’i (hayat arkadaşı bir kadın hakim) Beyaz Sarayda devlet sekreteri olarak görevlendirdi. Ve komedyen Lea De Laria, Tw-Show’da Hillary Clinton için: Nihayet götürebileceğim bir kadın” dedi. Beth Trimarco, 22, “AIDS homoseksüelleri medyada gündeme getirdi” bunun için çok memnunum. “Şimdi sırada biz varız!” ve rahibe Anne Northup, kendinden emin: “Seçkin olacağız ve gücümüz olacak” dedi. (Emma Dergisinden)
15
...
T.E. Heteroseksüel
Modern devlet, her ülkede farklı özellikler gösterebilse de bireylerin kimliklerini belirlemeyi görev ve hak beller. Heteroseksüel, filanca milliyetten, filanca mezhepten falan olmanız gerekir. Esrar içmemeniz, tek eşli olmanız ve ülke ekonomisine katkıda bulunmanız gerekir. Eğer tüm bu kalıplara girmek çok zor oluyorsa, başka bir ulusal “kökenli” olabilir, alkol alabilir, ya da bir fahişe bulabilirsiniz. Ama dikkatli olun! Türkiye’de bu kimlik belirleme süreci en doğrudan ve baskıcı yöntemlerle işletilir. İşçi, memur eylemleri, gençlik hareketleri en sert yöntemlerle bastırılmak istenir. Siyasi partiler kapatılır. Askere gitmek istemeyenler vatan hainidir. Travestiler saçlarından tutularak sürüklenir. Ancak, kriz durumları dengelerin bozulduğu ve yeni dengelerin oluşmasına olanak sağlayan durumlardır. Ekonomik veya siyasi krizler, sebepleri ne olursa olsun, mevcut ekonomik veya siyasi dengelerin devamını imkansız hale getirirler. AIDS krizi de cinsel kimlikleri veya yaşam biçimleri nedeniyle marjinalleştirilen insanlarla ilgili yeni yaklaşımları zorunlu kıldı. KAOS GL’nin 3. sayısında almancadan yapılan “AIDS Bildirisi” başlıklı çeviride bu çok iyi görülüyor: “Bu etkinliklerin başarıya ulaşabilmesi için ise, insanların eşcinsel yaşam biçimini seçebileceklerini ... kabullenmek gerekir. Ancak insanları olduğu gibi kabul etmekle, bu insanları hastalığın bulaşma yolları ve koruyucu önlemler konularında aydınlatmak mümkün olabilir.” İşte rasyonalizm. Bir çok tartışmada benim de kullandığım bu mantık aslında “ılımlı”ların muhafazakarları yumuşatmak için kullandığı bir mantıktır ve pratikte geçerli ve başarılıdır. Çünkü mantıklıdır. Duvardaki çatlağın başladığı nokta, işte bu nokta. Ve AIDS krizi nedeniyle, bu noktada heteroseksist blok çatlıyor. Bu noktada bir yandan dışlayıcı ya da baskıcı gelenek varlığını ve etkinliğini sürdürüyor, ama diğer yandan “ılımlı” ya da “rasyonel” yaklaşım kendini hissettirmeye ve bir meşruluk alanı doğmaya başlıyor. AIDS krizi dışında başka faktörler de bu süreci etkiliyor. İnsan hakları ve demokrasi tartışması, kadın hareketinin yarattığı etkiler, uluslararası ilişkiler vb. Sonuç olarak AIDS sorununun olası boyutlarını keşfeden her ülke, her politikacı, her bilimci ve her sağlıkçı bazı insanların eşcinsel olduklarını, bazılarının uyuşturucu kullandığını, bazılarının fahişe olduğunu, bazılarının çok eşli bazılarının evsiz olduğunu “kabullenmek” zorunda artık; aksi halde bu gruplara yönelik çalışma yapmak olanaklı değil. Çevirisinden alıntı yapmış olduğum “AIDS Bildirisi” tam bu anlayışı dile getiriyor. Böylece, süregelen ilişkiler sistemi yani gay ve lezbiyenlerin marjinalleştirilmesi ve izole edilmesi ya da en fazlası, köyün delisi misali kabul görmesi durumu geçerliliğini kaybediyor. Giderek daha fazla kendini hissettiren gay hareketi de yeni tanımlamaları, yeni anlamlandırmaları gerektiriyor. İşte bu noktada sürecin gelişimini belirleyecek başlıca iki eğilim var. Birincisi önceki paragrafta ele aldığım şekliyle meşruluk alanının genişletilmesi ve gay ve lezbiyenlerin topluma entegrasyonu; diğeri ise gay ve lezbiyen hareketin getirdiği radikal soluğun diğer toplumsal hareketleri ve toplumu etkilemesi. Terimlerle oynamak gibi olmasın ama ben birinciyi serbestliğe, ikinciyi ise özgürlüğe yönelen eğilimler olarak görüyorum. Sürecin başlıca iki belirleyenini iyi görmek gerek. Birisi sorgulanmak istemeyen ve sonuç olarak entegrasyona gerek duyan sistem, diğeri ise barındırdığı tüm çeşitlilikle birlikte gay ve lezbiyen hareket. Başka bir ifadeyle, AIDS salgını ile ortaya çıkan durum tüm dünyada gay ve lezbiyen hareket önünde bir hareket alanı açtı ve ciddi bir sıçrama olanağı sağladı. Bu olanağı iyi görerek, hem çok somut ve yakıcı günlük sorunlarla ve örneğin AIDS sorunu ile uğraşmak, hem de en ge-niş anlamda tahakkümün eleştirisini yapmak ve şu ya da bu biçimde yaşama radi-kal mudahaleyi sürdürmek bana olanaklı ve gerekli görünüyor. Böylece, çeşitli alanlarda tahakkümle başı dertte olan bireylerin de bu çeşitli alanlardaki toplumsal hareketlerin de özgürlükçü bir gay ve lezbiyen hareketinden öğrenecek çok şeyleri olduğuna, bu etkileşimin çok ciddi toplumsal etkileri olabileceğine inanıyorum. İşte KAOS GL’i görmek beni tam bu noktada sevindirdi. Gay ve lezbiyen hareketin kalıplara sığmayan canlılığı ve liberter görüşün kalıpları alt üst eden derinliği birbirine çok yakışmış doğrusu Liberter yaklaşımın “başkasının özgürlüğü benimkini çoğaltır” tezi gay ve lezbiyen hareket ile bir kez daha anlam kazanıyor.
ARKA KAPAK
Henüz eşcinsellerin kendilerine ve cinselliğe ve olaylara, k e n d i l e r I n e ö z g ü , doğru-yanlış (doğru nedir ki, zaten) ama t u t a r l ı , eşcinsellikle tutarlı -nasıl bir feminist bilim araştırma yöntemi, tarih bilinci vs. varsa, bu anlamda- kendi sistemi içinde anlamı olan bir yaklaşımları yok. Bunun yokluğunu bile farketmemiş gözüküyorlar. Sadece karşı konulan yapılanın tam zıddı bir yapı meydana çıkarmak çözüm olmadığı gibi tutarsızlık da! -bu aşamalardan geçilmesinin zorunlu olduğunu biliyorum, ben biraz fazla aceleciyim galiba- Heteroseksist tavra karşı koyulurken, homo seksist bir tavır oluşuyor, haydi bakalım, ince düşünceye yüreğiniz yetecek mi, buradaki homoseksist sözcüğünü heteroseksüeller ya da biseksüellere karşı bir tavır tanımlamak için kullanmıyorum, daha ince bir espri var altında. Bir tercihdendir bahsedilip duruyor. Ya, ne tercihi Allahaşkına, tercih ne demek düşündünüz mü hiç? Neden bu kelimeler iyice düşünülmüyor ve konuşulduğunda anlaşılmıyor, çıldıracağım ben bu ülkede vallahi. Bu insanlar hiç mi okumazlar, hiç mi bir konuyu derinlemesine düşünmezler. Hadi bu tercih meselesini bu kadar büyütmek istemiyorum ama genelde, böyle bir kaybolmuşluk var. Gelelim “tercih”e. Bakın şimdi, eşcinsel kimliğini net bir şekilde ve kesin olarak kabul eden kimseler, eşcinselliği tercih ettim diyorlarsa, hatalı olur. Ama bir homoseksüel bir heteroseksüel ilişkide bulunduysa tercih ettim ya da bir heteros. homos. ilişkide bulunduysa tercih ettim diyebilir. Hani burda bile o kadar doğru değil ama... Efendim tercih eşit nesneler ve durumlar arasında yapılabilir. Örneğin, portakal suyu veya elma suyundan birini tercih edebilirsiniz ama ayran ile cola arasında bir seçim yapabilirsiniz; çünkü bu ikisi birbirinden nitelik olarak farklıdır. Eğer bir eşcinsel tercih etmişse, kadını da erkeği de aynı şekilde arzu ettiğini ama birini diğerine tercih ettiğini söylüyor demektir. Ha... bakın şimdi hani bir yerinde de bu tercih bizim Türkiye’li eşcinsellere hiç uymuyor da değil. Şimdi gördüğüm kadarıyla, bunlar, heteroseksüel kimliğin zıddı olarak homoseksüel kimliği, taşıyorlar. Belirleyici yine heteroseksüel kimlik oluyor. O bakış açısından bağımsızlaşamıyorlar bir türlü. Yani homoseksüel mi olayım, heteroseksüel mi, eh ben homoseksüelliği tercih ettim. Biri diğerinin zıddıdır ama aynıdır. Bu şekilde mücadele verilmez! (heteroseksüel yollardan yürüyüp homoseksüelliğe varmakla birşeyleri değiştiremezsiniz. Daha nasıl anlatayım bilmem ki, tezantitez-sentez üçlemesinden, hep antitezde kalınamaz canım, bu kadar çok vakit yok. Sentezi çıkarın, sentezi hedefleyin. Yukardan bakamazsınız, hep aynı şeyi tekerler durursunuz) Türk-Kürt meselesi gibi, çeker çeker durursunuz. Bu kadar karışık kelamdan sonra bana sorarsanız, kimliklerin kısır döngüsünden çıkıp, doğalın, eşyanın yapısına bakmalı, eşcinsele özgü, ona mücadelesinde yarar getirecek ve yardım edecek, daha başka ve sağlam bir görüş oluşturulmalıdır. İnsanları, kategorilerin sert ve kabuklaşmış odalarından kurtaralım. (Cem Boyner taktikleri) Önce zemini temizleyelim. Önce, herkes bir serseme dönmeli, temelinden sarsılmalı ortalık. Ütopik düşündüğümü ve hedeflediğimi biliyorum. Tüm bunlar için, bu söylediklerimin içini dolduracak kadar donanımlı olmadığımı da biliyorum. Cevapları başkalarının bilgi ve yaratıcı gücünü kendiminkilere katarak bulmayı özlüyorum. Kategoriler, insanlar üzerinde anlamsız ayrımlar yaratırlar, ırkçılık gibi. Ayrıldıklarımızdan daha çok ayırmayalım kendimizi ve bizden onları. “Bir günah işleyip, sonda söyleyeceğimi, belki de hiç söylememem gerekeni söylüyorum: İnsanlar! Kendinizi özgürleştirin. Homoseksüel ve heteroseksüel kimliklerin baskılarından kendinizi kurtarın. Cinsellik, onunla sizin aranızda, biyolojik cinsiyetlerin, cinsel tatminlerin (kar, alış-veriş, hesap-kitap, mal ilişkilerinin) üzerindedir. Onun o, sizin siz olmanızdan kaynaklanan bireysel ve birel/biricik hissediştir. Gelin, doğallığımızı medyaya, kapitalist piyasa değerlerine (romanlarda tarif edilen ilişkilere, şarkılarda anlatılan biçimlere, -bunlar onlar satsın diye insanları öyle-böyle davranmaya güdülendiren maskaralıklardır; ve dahi eşcinsel kalıplar) terk etmeyelim. Elimizden alınanları yeniden ele geçirelim. Bizim olanı, çok düşündüğümüz (rationalise ettiğimiz/bkz. rationalisierung) için yaşıyamıyorsak bari yanlış düşünüp, kendi kendimize yeni hapis duvarları örmeyelim bunun için zahmete değmez, zaten duvarlar etrafımızı çevirmiş durumdalar!” Gelin, kimlik üzerine, kimlikler üzerine, gerekliliklerinin sorgulanmasına dair birlikte düşünelim.
BAŞAK UPAR
150.000.-TL