DAHA NE KADAR ÜZÜLECEKSİN? DAHA NE KADAR DÜŞÜNECEKSİN?
∇DEPREM ya da buyurun devletin şefkatli kollarına ∇MEDYA'da Eşcinsellik Tartışmaları
AYLIK POLİTİK GAY VE LEZBİYEN DERGİSİ EYLÜL 1999 YIL 6 SAYI 61 KAOS GL ilga üyesidir.
Yazışma Adresi : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Faks : +90 312 3639041 Internet Adresi : www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 e-mail : kaosgl@ilga.org
İÇİNDEKİLER
SATIŞ NOKTALARI: ANTAKYA Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.) İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ Kelepir/İleri Kitabevi Yaprak Kitabevi ANTALYA Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) Akdeniz Kitabevi (Belediye İşhanı) BALIKESİR Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) İZMİR Kabile (Konak) İletişim (Alsancak) Kemer (Konak) İSTANBUL Taksim Mefisto (İstiklal Cad.) Pandora Kitabevi (İstiklal Cad. Büyükparmakkapı Sok.) Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) AFM Müzik Kitabevi (Beyoğlu, Fitaş Sinemaları Pasajı) İletişim Kitabevi (Avcılar) ANKARA Dost, Bilim&Sanat İlhan İlhan (Karanfil 2 Sokak) Kelepir (Konur 2) Kitabevleri
Eski sayılar Ankara ve İstanbul İskenderiye Kütüphanelerinde, İstanbul Pentimento’da (Beyoğlu Sineması Pasajı)
Dizgi: Atilla Karakış, Cem, Tezer Düzelti: Gay’e Efendisiz, Ali Ferhat Kapak: A. Karakış, Gay'e Efedisiz
Helal Olsun Emekçiye...............................................................................................................................3 Attila İlhan Fenomeni ................................................................................................................................5 GL Kitaplığı ...............................................................................................................................................8 Singl'Orgy (Şiir).......................................................................................................................................12 İletişim Tartışmaları.................................................................................................................................13 Mektup-lar-dan........................................................................................................................................16 İletişim.....................................................................................................................................................19 Medya .....................................................................................................................................................20 Medya'da Eşcinsellik Tartışmaları...........................................................................................................22 Buyrun Tedaviye .....................................................................................................................................31 Cinsel Yönelim ve Eşcinsellik ile İlgili Sorularınıza Yanıtlar....................................................................32 Boyun Eğme Doktrini ..............................................................................................................................34 Tartışma, Değinme, vs............................................................................................................................36 Medya, Haber, Yorum.............................................................................................................................38 İran..........................................................................................................................................................40 Terkedilmiş Bugünün Zamansızlığı.........................................................................................................41 Deprem ...................................................................................................................................................42 KAOS GL'den..........................................................................................................................................43
ABONELİK İÇİN Y U RT İ Çİ 1 YI LLI K AB ONE B EDEL İ 7.000.000.-TL, 6 AYLIK 3.500.000.-TL Y U RT DI ŞI 1 Y ILL I K A BO N E B EDEL İ: 7 5 DM Y A D A 5 0 $ (POSTA DAH İL ) P L E A S E, T RA N S FE R 7 5 D M O R 5 0 $ A S 1 Y E A R S U B SC RI P T I O N PER I O D TO TH E FOLLOWI N G BANK ACCOUNT: T . İ Ş B AN K AS I MEŞ R U TİY E T ŞUB ES İ ( AN K A RA ) ALİ Ö Z BA Ş NO: 42 1 3 054 432 8 D E K O N T Y A D A F O T O KO P İS İNİ MU TL A KA A Lİ ÖZBA Ş P . K . 5 3 C E B EC İ/ANKARA ADRESİ NE POST AL AYI NI Z .
TEK SAYILIK İSTEKLERDE 500.000.-TL’ lık POSTA PULU GÖNDERİNİZ. T UT S A KL A RA ÜCR E T Sİ Z GÖNDERİL İ R
DERGİLER KAPALI ZARF İÇİNDE GÖNDERİLİR
KAOS GL DERGİSİ TÜRKİYELİ EŞCİNSELLERİN İLETİŞİM VE ETKİLEŞİM ZEMİNİ OLUP SÖZÜ OLAN HERKESE AÇIKTIR.
SAPPHONUN KIZLARI : Ali Özbaş (S.K.), P.K. 53, Cebeci/ANKARA (e-mail: sapphonunkizlari@hotmail.com) İnternet adresi: http://www.geocities.com/WestHollywood/Chelsea/9070/ İstanbullu lezbiyenlere ulaşmak için : Duygu Zafer PK 470 80221 Şişli / İstanbul (e-mail: duyguz@yahoo.com) TURK-GAY (S.V.D.) : Postfach 10 34 14, 50474 Köln, ALMANYA LAMBDA İSTANBUL : P.K. 103, Göztepe/İSTANBUL (e-mail: turkiye@qrd.org) Fax: 0.212.224 37 92 LAMBDA İSTANBUL Her Pazar saat:18.00'de İstiklal Cad. Bekar Sokak, Toplumsal Araştırmalar Vakfı'nda (Sappho Bar'ın üst katı) toplanıyor.
HAYDAAA!! NE İŞİ VAR ŞİMDİ DERGİDE BÖYLE BİR YAZININ??? Öncelikle böyle bir sorusu olabilecekleri cevaplayayım da öyle başlayayım yazıma istedim. Efendim, biz eşcinseller bilirsiniz seks dışında da şeyler yapabilme yeteneğine sahibizdir. Onun dışında yaşamımızı sürdürmek için "çalışma" denilen şeyi de yapmamız gerekir ki, bir çoğumuzun iple çektiği "ekonomik özgürlük"ü kazanmanın da bir yoludur çalışma. Elbette eşcinseller sanatçı ruhludur, yaratıcıdır ama o kadar da sanatçıyı piyasa kaldıramayacağından olsa gerek bütün eşcinseller sanatçı, modacı, stilist felan da olmazlar. Memuru vardır, işçisi vardır, kasabı vardır, mobilyacısı, aşçısı, tornacısı, esnafı vs. vs.si vardır eşcinselin. Tabii magazin dergicilerinin gündüz "bay" gece "gay" dedikleri sanayicisi, yuppisi, politikacısı da olur da onlar konumuz dışında. Durum böyleyken, Türkiye'de var olan eşcinsel gruplarda öğrenci sayısı kadar çalışan sayısı da varken, hele de öğrencilerin geleceğin çalışanı olacağı gerçeği varken depremden önce gündemin bir numaralı konusu olan çalışanlarla ilgili düzenlemeler ve buna karşı çalışanların birliklerinin mücadelesinden bahsetmemek olmazdı. Tüm bunların üstüne çalışanların başdüşmanı kesilen Yaşar Okuyan'ı aşağılamak için attıkları sloganlardan birinin "Hop hop Yaşar, top Yaşar" olması bu yazıyı kaçınılmaz kıldı. İYİ DE DERTLERİ NEYDİ BU SICAKLARDA EMEKÇİLERİN? Yıllardır süregelen bir durum vardır; devlet harcamalarını yaparken çalışanına "gönlünden kopan"ı bir türlü veremez de "imkanları sonuna kadar zorlayarak, bütçeye ek yükler getirerek" verebildiği en "yüksek" miktarı verir. (Ha, bu çalışanını bir türlü memnun etmez, bu onların ayıbı!!!). Rantiye kesimi denilen, bir şekilde edindiği servetinin geliriyle geçinenlere ise bütün imkanları sunar. (Aslında bu durumda hiç garip bir yan yoktur. Devlet bu. Devlet kim için vardır, ne işe yarar sorusunun en güzel ve en doğru cevabıdır. Ama bu, devletin ne olduğunun politik bir yanıtı olacağından burada girmiyorum.) Çalışanın devlet tarafından da özel sektör tarafından da sömürüldüğünü çalışan herkes bilir. Kimi esnek çalışma yanılsamasıyla, kimi iyi patronun varlığıyla mutlu bir çalışma hayatı sürdürse de Türkiye'nin ekonomisi ücretli kesimin bir türlü beklediği "ekonomik özgürlük"ü yakalamasına izin vermez. Aldığı para kiraya mı, faturalara mı, yol masrafına mı vb. diye bölünür de bölünür ve "ay sonu parasızlığı" kronikleşir.
İşçi çalıştıranlar çoğunlukla göstermelik olarak bir-iki Ali ÖZBAŞ işçisini sigortalar, gerisinin sosyal bir güvencesi Ankara yoktur. Yani hastalık halinde, kaza halinde ortada kalacaktır. Emekli olma hakkını hiçbir zaman edinemeyecektir. (Neyse sonunda herkesin emekli olma hakkını elinden alarak devletimiz bu haksızlığı ortadan kaldırmıştır.) Sosyal Güvenlik kurumlarının gelirlerini yukarıda bahsettiğim rantçılar kullanır, dolayısıyla bu kurumlar iflasın eşiğine getirilir, ama bu durumdan da sorumlu çalışan kesim gösterilir, bedeli bu kesime ödettirilir. Zamanında "memur sendikaları Anayasaya aykırı, vallahi biz de kurmalarını isteriz, ama olmuyor anacım, Anayasa izin vermiyor" diye kendilerini savunarak memuruna ve sendikalarına saldıran "devlet" büyük bir azim ve başarı göstererek "uluslararası tahkim" için Anayasa değişikliğini müthiş bir hızla gerçekleştirdi. (Burada uluslararası tahkimi de tartışmayacağız ama Anayasanın değişebilmesi /değişmezliği konusunda soru işareti varsa diye bu örnek verilmiştir.) Son zamanda çalışma azmiyle yanan hükümet ve milletvekilleri yığınla yasa taslağını önüne koyup bunları bir bir çıkartmak için aralıksız çalışmaya başladı. Ne var ki bu yasalardan her biri ayrı bir rezillikti. Kimi "vatan, millet, sakarya" söylemiyle oy toplayanların vatanı sattığının göstergesiydi, kimi vatandaşının hakkını gaspetme girişiminin göstergesiydi. Sosyal Güvenlik Yasasını kendi istediği biçimde çıkartmak için kulaklarını halkına kapatan, haklılığına inanan (haklı değilsem de güç bende diyen) "devlet"in sahibi "hükümet" ve milletin pek değerli vekillerini (şaka değil, bu vekiller bir şekilde seçildiler) deprem bile durduramadı ve istedikleri her yasayı meclisten geçirip gönül rahatlığıyla bir tatile girdiler. Yaklaşık bir ay aralıksız süren eylemler ise deprem sonrası kesildi. Ne önceki eylemler, ne de deprem olmasa idi yapılacak eylemler bu yasaların çıkmasına engel olamazsa da emekçilerden meclistekilere bir yanıt niteliğini taşıyordu ve bu yanıt verilmeliydi de. (Bu arada bu eylemlerin her halükarda sonuçsuz kalacağı tespiti normal bir ülkede, normal şartlarda gerçekleşecek bir durum olmayıp Türkiye hükümetlerinin vurdumduymaz, dediğim dedikçi tavırlarından kaynaklanan bir durumu betimlemektedir.) Bir yaz dönemi için şaşırtacak bir enerjiyle ve sayıyla emekçiler bir araya geldiler ve uzun bir süre seslerini yükselttiler, alanları doldurdular. Bu tepkileri ile kimi
KAOS GL 61 / 3
Aynı eylemde meydanlarda yanyanayken "Dava" arkadaşının küfürlerine maruz kalan, birbirinden kopuk, bir araya gelemeyen eşcinsel emekçilerin kendi içinde sorunlarını tartışıp formüle ederek, çözüm arayışlarında bulunabilmesi için bir eşcinsel işçi ağı oluşturulmalıdır.
kendi geleceğini kurtarmaya çalışıyordu, kimiyse çocuğunun da geleceğini düşünerek daha çok istekte bulunuyordu. Eylemlerden en kitlesel olanı ise 24 Temmuz Ankara mitingiydi. Kimilerine göre 400 bin, kimilerine göre 200 bin, kimilerine göre 100 bin kişi Ankara'nın göbeğine toplanmıştı. (Hoş daha kimi emekçiler alana girmeye çalışırken miting de sona erdirildi ya…) Sayılardan birinin diğerine göre göz kamaştırıcı bir yanı yok. Önemli olan bir kesimin tepkisiydi ve bunu ortaya koymasıydı. İşte bu alanda insanlar sloganlar haykırdı. "Mezarda emekliliğe hayır", "Sadaka değil toplu sözleşme", "Özelleştirmeye hayır". Vs. vs. VE BİR TÜRLÜ KENDİLERİNİ DİNLEMEYEN YAŞAR OKUYAN'DAN İNTİKAM ZAMANI! Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan ise baştan beri hükümetinin haklılığını savunuyordu. (Zaten biz haksızız, yanlış yaptık dese, her şey bitecek). Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısının ise yılmaz bekçisiydi. Siper edip gövdesini her eleştiriye göğüs geriyor, emekçileri, onların birliklerini dinlemiyor, gerektiğinde verip veriştiriyordu. Yoğun sıcaklara rağmen vargücüyle sokaklara dökülen emekçilerin de dayanma sınırı gelip çatmıştı. Artık ağızlarını da bozdular ve Yaşar Okuyan'a nefretlerini kustular: "Hop hop Yaşar, top Yaşar!" Burada top kelimesi ne Yaşar'ın yuvarlak hatlarını kastediyordu, ne de kimi oyunlarda kullanılan lastik, kauçuk veya meşin nesneyi. İnsanların en sık başvurduğu şeylerden biridir, karşındakine kızdığında onu aşağılamak. Bunun için de "orospu, ibne, top" gibi kelimeler en sık başvurulanlardır. En demokratik insanlar bile böyle zamanlarda kendini kaybeder ve ırkçı, cinsiyetçi lafları kullanıverirler. Sonrasında, yani sıcak "çatışma" bitip de kritik yapmaya sıra geldiğinde kullanılan kelimelerin özeleştirisi yapılırsa da aynı hataya tekrar tekrar düşüldüğü çok görülür. Çünkü yıllarca içselleştirilmiş "orospuya, çingeneye, ibneye" nefret duygusu "onların da insan" olduğu, kendileriyle eşit olduğu gerçeğini öğrenmeyle, "kabul etmeyle" bir anda giderilemez. Yıllarca aşağıladığı kesim, her an dilinin ucundaki küfür bir anda ortadan kalkmaz. Ki zaten birçoğu için eşcinsellerin, eşcinselliğin bu şekilde küfür konusu yapılması dışında hayatlarında bir yeri yoktur. Karşısında özür dileyeceği, hesap vereceği bir "ibne" de yoktur. Ne sıra arkadaşı, ne iş arkadaşı, ne de dava arkadaşının "ibne" olma ihtimali yoktur(!). PEKİ AMA YA YANINDAKİ DE "TOP"SA??? Yıllar önce televizyonda bir komedi dizisinde iki polis bir binadan karşı binayı gözetliyordu. Uzun bekleyiş esnasında bir birlerine fıkra anlatarak vakit geçiriyorlardı. İkisi de yaşını başını almış, göbekli, kel tiplerdi. Bunlardan biri sürekli "ibne" fıkrası anlatıyor
KAOS GL 61 / 4
ve kahkahayı patlatıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam bunları anlatan yahudiydi. Bir süre sonra diğeri yahudileri aşağılayan bir fıkra anlatmaya başladı. Ardından bir ikincisini. Ne olduğunu anlamayan ve bozulmuş bir şekilde donakalan yahudi, arkadaşının bu tavrına bir anlam veremiyordu. Sonunda diğeri gerçeği söylüyordu: "Ben eşcinselim!" Yaşlıca, kel, göbekli ve en önemlisi yıllardır arkadaşı… ve eşcinsel??? Evet, birçok insan bir şekilde arkadaşının eşcinselliğini öğrendiğinde aynı şaşkınlığı yaşıyordur. Yanındaki birinin, üstelik arkadaşı olan birinin eşcinsel olması… Ama, nasıl, ama neden? Ayrıca gayet de "normal" biri, arkadaşı? ARAŞTIRMACILAR YÜZDE DÖRT DEDİĞİNE GÖRE… Araştırmacıların dediğinden yola çıkarsak ve 24 temmuz günü ortalama 200 bin emekçinin alanda olduğundan hesaplayacak olursak, o gün, o alanda en azından 8 bin eşcinsel erkek ve kadın vardı. Bütün istatistiki bilgileri, araştırmaları, düz mantığı bir kenara bıraksak bile, en azından onlarca eşcinsel o gün, o alandaydı. "Alandadırlar"dan, "var olma ihtimalleri"nden bahsetmiyorum. Kaos grubundan arkadaşların varlığından bahsediyorum. Sendikaların üyesi olan, tanıdığım eşcinsellerden bahsediyorum. Aynı gerekçelerle alana gelenlerden, tepkisini dile getirenlerden bahsediyorum. Kaldı ki alanda hiç eşcinsel olmasa bile eleştirilecek bir söylem var ortada. Bu sloganı atanların kendilerinin de özeleştiri vermesi gereken bir durum var. Yıllar önce memur sendikalarına memur arkadaşların yazıları yollandığında, sendikalarına "eşcinsellik" konulu söyleşilerin afişleri asıldığında böyle şeyler bizden uzaktır, bize tuzaktır diyenlerin böyle bir söylem içinde bulunması beni şaşırtmadı. Bırakın eşcinselliğiyle ilgili çalışma hayatında sorun yaşamayı, eşcinselliğini, eşcinselliğinin varlığını sendikasına kabul ettiremeyen bir eşcinsel emekçinin, "dava" arkadaşının küfürlerine maruz kalan bir eşcinsel emekçinin yurtdışındaki sendikalarda varolan eşcinsel seksiyonlarına bakıp bakıp iç geçirmesi beni şaşırtmıyor. Beni şaşırtan, eşcinsel emekçilerin hâlâ birbirinden kopuk olması, bir araya gelmeyişi, bir eşcinsel işçi ağı kurmaması. Bunu vahiy gibi başkalarından beklemesi. Eşcinsel grupların varlığı, Kaos GL dergisinin varlığı zamanla insanların eşcinsellikle yüzleşmesini getirecektir. Sendikalar zamanla bu gerçeği kabullenecekler, eşcinsel emekçilerin varlığını kendilerini bir karalama iddiası olmadığını anlayacaklardır. Ama bundan önce eşcinsel emekçilerin bir ağ oluşturması, kendi içinde sorunlarını tartışıp formüle etmesi, çözüm arayışlarında bulunması bir zorunluluktur. Unutulmaması gereken "Hak verilmez, alınır".
GİRİŞ Bir edebiyat eserini anlamak için doğrudan yazarından mı hareket edilmeli? Yazarın politik tercihi, yaşam biçimi vs. eserlerini değerlendirmek için birincil öneme haiz kalkış noktası olabilir mi? Ya da olmalı mı? Bu ve benzeri sorular bir dönem fazlasıyla sorulmuş yanıtları da epeyce kabarık bir literatür oluşturmuş durumdadır. En bilinen örneklerine Marx ve Engels'in edebiyat ve sanata ilişkin yazılarında rastlanır. Honore de Balzac'ı örnek vererek bu yazarın hayli tutucu birisi olmasına rağmen eserlerinde dönemin verili değer yargılarının çürümüşlüğünü, çöküşünü başarılı bir biçimde sergilemiş olduğunu söylerler. Buradan romanın yazarının görüşlerinin birebir yansıması olmadığı sonucunu mu çıkaracağız? Öte yandan Stendal'ın "Roman sokaklarda gezdirilen bir aynadır" sözünü dikkate alarak yazarın aradan çekilmiş olduğu sonucuna mı ulaşacağız? Peki ama yazarın aynasını o sokakta değil de bu sokakta gezdirilmiş olmasını nasıl değerlendireceğiz? Böylesi bir tartışma sonunda "sanat toplumsal gerçekliği yansıtır" gibi bir sonuca ulaşır. Fakat bu da bir sonuç değil bir başlangıçtır ve yeni sorunlar doğurur. "Toplumsal gerçeklik" ve "yansıtma" nedir? Toplum homojen bir bütün olmadığına göre "kimin gerçekliği" sorusu ile yazarın seçtiği tipler ve olaylar bir kurgulama değil mi soruları hiç de yabana atılacak sorular değildir. Kaldı ki toplumsal gerçeklik mi, eleştirel gerçeklik mi ayrımı farklı argümanlara yönelmeyi gerekli kılar. Konuyu farklı boyutlara taşır. Yazarın tutumunu yeniden gündeme getirir. Yazar gerçekliği sunmakla mı yetinir, bir çıkış yolu gösterip okuyucuya kılavuzluk mu eder? Etmeli mi? Etmeli ise bunu nasıl yapar? Bu kısacık değinmeden de anlaşılacağı gibi sadece yazara yönelik eleştiri kuramlarının problematiği olan birkaç soruya değindik. Eseri merkeze alan, okuyucuyu merkeze alan diğer kuramlar meseleyi bambaşka boyutlarıyla ele almaya çalışacağız. Çok farklı alanlarda eserler vermiş; vermeye de devam eden A. İlhan'ı ele alıp benimsediği politik görüşlerinin yansımalarını edebi eserlerinde ve diğer yazılarında görmeye çalışacağız.
Şair ve senarist A. İlhan'ı incelemeyi başka bir A. GALİP yazıya bırakalım. Fena halde politik romancılık Ankara yönünü ele alalım. Komitacılıktan Devlet Sanatçılığına Şiir kitaplarına eklediği meraklısı için notlar bölümünde çoğu şiirinin militan mesajlar içerdiğini bunu dönemin baskısı gereği kapalı ifade etmek zorunda kaldığını yazar. Sık sık komitacılık serüveninden söz eder. Fikret Adil'in kurduğu TSP'nin üyesi olduğunu ve giriştiği faaliyetlerini anar. Henüz bir lise öğrencisi iken gözaltına alınır, hücreye atılır. Serbest bırakılır fakat bu kez de eğitim hakkı elinden alınır. Kaymakam olan babasının girişimleri ile İstanbul'da bir liseye kabul edilir. Sanat çevresi ile yoğun teşvik-i mesaisi de bu dönemde başlar. Yönetmen Metin Erksan, aktör Fikret Hakan, Sadri Alışık; A. İlhan'ın ve Çolpan İlhan'ın samimi arkadaş grubudur. Lise bittikten sonra bir yıl İstanbul Hukuk Fakültesine devam eder. Sonra da birinci Paris yolculuğu başlar. Fena halde komitacı A. İlhan'ın politik kavrayışındaki "zenginlik" Paris'teki ilişkilerinin ürünüdür. Bunu romanlarından ve makalelerinden rahatlıkla izleyebiliriz. Attila İlhan'ın romanları üç grupta toplanır. 1-
İlk eserleri: Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez
2-
Aynanın İçindekiler Serisi: Kurtlar Sofrası, Sırtlan Payı, Bıçağın Ucu, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadette Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz
3-
İzmir Üçlemesi: Haco Hanım Vay, Fena Halde Leman ve henüz yayınlamadığı diğeri.
Hangi Attila İlhan? Attila İlhan'ın şiir, roman, senaryo (sinema ve özellikle tv dizileri) ve deneme, eleştiri, fıkra gibi alanlara kendine has bir üslubu, imge dünyası, yaratcı kurgulaması ile yepyeni bir soluk kazandırdığı inkardan gelinecek bir şey değildir. O çok eleştirdiği "İnönü Atatürkçülüğü" döneminde, yanılmıyorsam 1946 yılında, CHP'nin açtığı bir şiir yarışmasında Cahit Sıtkı Tarancı ve Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi bilinen şairlerin arasında ikinciliği kazandığı henüz bir lise öğrencisi olduğu yaşlardan bu yana yazdığı şiirler (toplam on bir şiir kitabı) yepyeni imge dünyası ve yepyeni söyleyiş biçimleri içerdiğinden bir çok şair için esin kaynağı olmaya devam etmektedir. Rahatlıkla romanları için de aynı şeyi söylemek mümkün. Ahmet Yurdakul, Mehmet Eroğlu, Ülkü Karaosmanoğlu gibi romancılar A. İlhan çizgisinin başarılı sürdürücüleridir. Tv. dizilerinde ise bugün A. İlhan taklitçilerinden geçilmiyor.
Her bir roman için söylenecek çok şey var. Önümüzdeki sayılarda bunu yapabileceğimi umuyorum. Bu giriş yazısında romanlarını genel olarak ele aldığımdan ayrıntıya girmeyeceğim. Birinci gruptaki eserlerinin genel kabul gördüğü gibi görsel zenginliğine bir diyeceğim yok. Sokaktaki Adam bu görsel zenginliği nedeniyle Biket İlhan (ki zevcesidir) tarafından sinemaya da aktarıldı. Zenciler Birbirine Benzemez bir üçüncü dünya ülkesi vatandaşının (Mehmet Ali) Paris'teki yaşamını konu alan ilk roman olduğundan sanırım bir doktora tezine konu edildi. İzmir Üçlemesini oluşturan romanlarda İzmir civarında çiftlik sahibi eşraftan bir ailenin Osmanlı İmparatorluğunda ve Türkiye'de kapitalizmin
KAOS GL 61 / 5
gelişmesine paralel olarak ulusal ve uluslararası ticari ilişkilere atılıp burjuvalaşmaları anlatır. Bir dönem çok tartışılmış "milli burjuvazi" kavramı etrafında emperyalist çok uluslu şirketlerle kurulan kaçınılmaz ilişkiler işlenir. Bu romanda ele alınan aile Şam'da Osmanlı paşalığı yapmış, İzmir'de çiftliği olan torunları milletvekilliğine yükselmiş (1950'li yılların DP'si) geniş bir sülaleden müteşekkildir. Milli değerler, ulusal bağımsızlık, büyük bir imparatorluğun varisi olmak, çok uluslu şirketler, ülke içerisinde kapitalizmin "çarpık" gelişimi, burjuva politikasının demagojik boyutu gibi konular bu romanların olay örgüsünü oluşturur.
Eserlerinde gerek erkek, gerekse kadın (nedense daha çok kadın) eşcinselliğini bütün boyutlarıyla ve ilk defa açık bir biçimde kendisinin irdelediğini söyler. Bu kadarıyla doğrudur. Ancak hep yeni şeyler söylemeye meraklı İlhan, bu konuda erkek egemen zihniyetini yeniden üretmekten öteye geçemez. Lezbiyenleri, kılıkkıyafetlerinden, hal ve tavırlarına kadar erkeksi tiplemeler; eşcinselleri ise kadınsı tiplemeler olarak çizer. KAOS GL 61 / 6
Bir fenomen olarak A. İlhan'ı ele veren romanları ise özellikle Aynanın İçindekiler serisidir. Çünkü bu romanlardaki farklı mesleklerdeki kişiler (gazeteci, asker, aktör vb.) A. İlhan'ın bütün bir kavrayışının ete kemiğe bürünmüş tipleridir. Bu tiplere geçmeden önce A. İlhan'ın komitacılığına ve politik kavrayışındaki zenginliğine açıklık getirecek bir parantez açalım. Sanırım Hangi Sol adlı kitabında anlatılıyordu. İlk Paris gezisinde A. İlhan'ın meşhur Margot'su bu komitacı genci şok eden veciz açıklamasını yapar. Yer Margot'un atölyesidir. Bayan Margot ağzında purosunu tüttürürken bir yandan da çıplak modellik yapan sevgilisi genç kadının beyaz tenini tuvale geçirmeye çalışır. Gözlerini kısa kısa yahu sizin ulusal önderiniz vardı, galiba Atatürk, onun hiç kitabı yok mu manasında bir soru yöneltir. İşte bu soru A. İlhan'ı çarpar. O güne kadar Atatürk'ü layıkıyla okumamıştır. Sosyalizm ve devrim teorilerine aşikardır da ulusal kahramanını hiç bilmemektedir. Derhal ülkesinden Nutuk'u sipariş eder. Değil mi ki SSCB'ndeki 20. Kongre çoktan yapılmış, Stalinist bürokrasinin işlediği cinayetler gözler önüne serilmiş, Macaristan'daki özgürlük hareketleri bastırılmış, İmre Nagy katledilmiş, Fransa'daki aydınlar kitlesel olarak KP'den ayrılmışlardır. Bu yüzden Attila İlhan'ın yeni arayışlara girmesi kaçınılmaz olacaktır. Ulaşacağı kaynak ise hemen elinin altındadır. Margot doğru yerde doğru soruyu sormuştur. Genç komitacının artık Marksizmin teori ve pratiğini kavramak için tarihin karanlık mahzenlerinde dolaşmaya hiç niyeti yoktur. Bir ulusal kurtuluş kahramanı bilinen M. Kemal'in görüşlerini bir -izm haline getirmeye çalışan Kadro'cular öteden beri yazıp çizmektedirler. A. İlhan'ın kafasında halkçılık, devletçilik, devrimcilik gibi öteden beri tartışageldiği kavramlar kendiliğinden Kemalizmin asli unsurları hanesine yerleşir. Kemalizm ile sosyalizmi bağdaştırmakta da A. İlhan artık pek fazla zorlanmayacaktır. Sosyalizm zaten yıllardır Stalin'in elinde bir milli komünizm kimliğine indirgenmiştir. Herkesten daha fazla millici olan Atatürk dururken onun bunun milli
komünizmine ihtiyaç kalmamıştır artık. Bundan böyle A. İlhan'ın yapacağı tek iş herkesi eleştirmek ve bir eklektik Atatürkçülük oluşturmaya çalışmak olacaktır. Hangi Atatürk kitabı tamamiyle bu konuya hasredilmiştir. Yedi düvele meydan okuyan bir kalpaklı süvari imgesi herkesten daha fazla elbetteki şairi cezbedecektir. Kurtlar Sofrası'ndaki gazeteci Mahmut Kemalizmde ilericiliği, uygarlığı, bağımsızlığı, sosyalizmi ve bilumum değerleri bulan kahramandır. Tam bir Uğur Mumcu'dur yani. Zaten sonu da benzer bir biçimde olur. (Uğur Mumcu bir Attila İlhan hayranıydı. Seksenli yılların başında Cumhuriyet gazetesi için A. İlhan ile yaptığı uzun bir dizi söyleşide hayranlığını görmek mümkün) gazeteci Mahmut'u çıkarlarına çomak soktuğu için işadamları öldürtür. Bu kez görevini sevgilisi Ümit devralır. Kurguya dikkat buyurun, sonunda sevgilisinin ölüm emrini verenin işadamı olan babası olduğunu anlayacaktır. O Karanlıkta Biz adlı romanında hiçbir zaman komünist olamamış, SBKP'nin uyduluğunu üstlenmiş TKP'yi anlatır. Aynı serideki diğer romanlarında ittihatçı askerler ile 27 Mayısçı demokrasinin zinde güçleri olan genç subayları ve darbeyi anlatır. Bu kadarıyla kalınmaz. Sinema ve eğlence sektörü, ticaret burjuvazisi ve politikacılarla bunların birbirleri arasındaki kirli bağlantılar ele alınır. A. İlhan'ın hakkını vermek için şunu da ekleyelim; kahramanlar cinsellikleri, duyguları ve alışkanlıklarıyla bunların yarattıkları gerilimler içerisinde ele alınıp ince ince işlenir. Yanlış Kadınlar İlhan ilk defa cinselliği de teferruatıyla irdeleyen bir yazarımızdır. Üstelik herkesin anmaya çekindiği marjinal boyutlarıyla ele alır. Eserlerinde gerek erkek, gerekse kadın (nedense daha çok kadın) eşcinselliğini bütün boyutlarıyla ve ilk defa açık bir biçimde kendisinin irdelediğini söyler. Bu kadarıyla doğrudur. Ancak hep yeni şeyler söylemeye meraklı İlhan, bu konuda erkek egemen zihniyetini yeniden üretmekten öteye geçemez. Lezbiyenleri, kılık-kıyafetlerinden, hal ve tavırlarına kadar erkeksi tiplemeler; eşcinselleri ise kadınsı tiplemeler olarak çizer. Bütün eserlerinde bu kurala harfiyen uyar. Gerçek hayatta karşılaşmış olup ancak yakından tanıma olanağını bulamadığı birinden esinlendiğini söyleyerek "Aynanın İçindekiler" serisinin çeşitli romanlarında canlandırdığı Hayrunisa tiplemesi tam bir "erkek"tir. O artık takım elbise giyen, sigara içen, bağıra çağıra konuşan, araba kullanan, karıkız muhabbetine bayılan bir travestidir. Eşcinselliğinin farkına çoluk çocuk sahibi olduktan sonra varmıştır. Hayrunisa'nın kızı da iç
eğilimlerine kulak vermeye başladığında makyaj başta olmak üzere, kadınsı bulduğu alışkanlıklarını bir bir terkeder. "Haco Hanım Vay!" adlı romanın kahramanı Haco Hanım da çocukluğundan beri erkeksi tavırlar içerisindedir. Ne ki erkeksi tavırlarla yetiştiği için lezbiyendir dense daha doğru olacaktır. İzmir'de çiftlik hayatı içerisinde yetişmiş olması nedeniyle ata binen, elde kamçı, ayakta çizme kahya Haco Hanımdır. Şam'da ise harem dairesinde ud ve kanun eşliğinde yılan gibi kıvrılan Arap dilberlerini beceren Haco Hanımdır. Peki Leman farklı mı? Türkiye'de tam bir kadın, "Fena Halde Leman". Paris'te tebdil-i kıyafettedir. Kendisi bile şaşırır kendi travestiliğine. İlhan'ın romanlarında erkek eşcinsellere pek rastlanılmaz. Sadece Bacaksız Abdi'nin Paris'teki maceralarında erkek eşcinsellerden şöyle bir sözedilir. Abdi Bey'in Roza Mizrahi'den kaptığı Fransız dilberini erkek kıyafetleriyle yanında dolaştırması da gene lezbiyenlerin erkeksi olduğu genel yargısının bir ürünüdür. Gerçi bu durum Abdi Bey açısından kural dışıdır ama üzerinde durmaz. İlhan, başka kitaplarında (Hangi Seks?, Yanlış Kadınlar, Yanlış Erkekler) eşcinselliği enine boyuna tartışmaya çalışmasına rağmen romanlarındaki tipler, geleneksel bakış açısının damgasını taşır. Eşcinseller klişe bir biçimde canlandırılır: Kadınsı erkekler, erkeksi kadınlar. * Sonuç Bu yazımızın sonuç bölümüne gelmiş bulunuyoruz. Bu bölüm aynı zamanda devlet sanatçımız hakkındaki tespit ve iddialarımızı da içermek durumundadır. İddialar tezler halinde şöyle sıralanabilir. A. A.İlhan hiçbir zaman sosyalist olmadı. Politik kavrayışı bazı Marksist deyimlerin yüzeysel anolojilerinden öteye geçip kavramsal derinliğe ulaşamadı. B. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinin tarihsel ve uluslararası boyutunu bir kenara iterek sosyalizan milliyetçi bir tutum benimsedi. Bu yüzden enternasyonalizme yabancı kaldı. Bir süre Paris'te yaşamasına rağmen ufkunu milliyetçilikle sınırladı. O ülkenin ilerici güçleri ile gerekli ve zorunlu temasa girişmedi. (Acaba bu şairlere has bir özellik mi? Zira Ataol Behramoğlu da politik sürgününü tamamlayıp döndüğünde benzer tutumu takındı.) C. Oluşturduğu imajına sıkı sıkı sarılarak buna layıkıyla anlaşılmamış bir doktrinerlik ve muazzam bir estetik boyut katmaya çalıştı. Sıradan bir milliyetçiliğe battığını gizlemeye çalışarak artistik maniplasyonlara yöneldi.**
D. Özellikle romanları sıkı sıkıya ördüğü milliyetçi söylemin best-seller kurgusuyla işlenmiş ideolojik tipler yığınından öteye geçememiştir. E. Günlük yazılarını derlediği Batının Deli Gömleği, Faşizmin Ayak Sesleri, Ulusallık Mücadelesi, Hangi Sol, Hangi Sağ, Hangi Batı, Hangi Sex, Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler gibi çarpıcı isimlerden oluşan yirmiyi aşkın kitaplarında ileri sürdüğü görüşler her zaman doğruyu söyleyen, hiçbir zaman yanılmayan, olaylara farklı bakan (farklılık bir erdemmiş gibi) sosyalist bir A. İlhan portresini dayatmasına rağmen bugünkü MHP ve DSP'nin demagojik, popülist anlayışlarının bir eklektizminden öte herhangi bir mana ve ehemmiyet taşımamaktadır. Mösyö İlhan zekadan çatlamadan daha nice eserler vermeniz dileğiyle, ömrünüz bol olsun. *
Bu bölümün daha geniş bir halini Kaos GL'nin 4. sayısında (Aralık 1994) Sermet Güngör müstear adıyla yayınlamıştık. ** Yıldırım Türker de yerinde bir tespitle Zeki Müren'i de kendi imajına sıkı sıkıya sarılanlar kesimine dahil ediyor.
BİZE GELENLER
"Kanımda HIV virüsü taşıyorum… Bulaşıcı, öldürücü bir hastalığın virüsü. Korkuyor musunuz benden? Yatakta bedenim kıpırdıyor. Başım hafifçe sağa doğru kayıyor. Hepsi bu. Bana öyle bakmayın. Bana bir ölüye bakar gibi bakmayın." Romantik Salgın, İbrahim Altun, Telos Yayınları, Mayıs 1999, Roman. "Bu yasaların hepsi zeki insanlar tarafından yapılmış ama yine de bir sürü dava, yasadan şüphe edilerek sonuçlanmıştır. Gerçi bu davaların çoğunda hakimlerin önyargılarının da etkisi vardır ama yine de bazı yasalar her zaman için korkutucu olmaktan çok komik olmuşlardır. Gelin, dünyada tarih boyunca bir gezintiye çıkalım ve ne var, ne yok görelim." Dünya'nın En Garip Seks Yasaları, Robert Wayne, Çeviri: Kutsi Akıllı, Parantez Yayınları, Mart 1999 NİSYAN Dergisinin Yaz 99, 3. sayısı "Faşizm" konulu dosyasıyla çıktı. Nisyan'ın ilk iki sayısının dosya konuları ise "anti militarizm" ve "öz yönetim" başlıklarını taşıyordu. NİSYAN'ın son sayısının bazı konu başlıkları: "90'ların Türkiyesi: Büyük Stadyum", "Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik ve Hayatımız", "Bir Tutunamayan: Edgar A. Poe", "Sanatçı! Kendini Yok Et! Fluxus", "Kosova'da Savaş Durdu Mu?" http://www.savaskarsitlari.org/nisyan e-mail: nisyan@savaskarsitlari.org
KAOS GL 61 / 7
Ümit KADER İstanbul
Roman, genç bir eşcinselin ilk aşkını, ilk cinsel ilişkisini ve yaşantısının onu çıkaracağı o hesap gününe kadar geçen, yaşantılarımızın hiç de yabancı olmadığı bir dolu kabullenememe, kendini bir yere koyamama, tanımlayamama ve hepsinden de önemlisi ömrümüz boyunca o ilk aşkın masumiyetini, sıcaklığını arayışımızı hatırda tutarak, Jim'in ilk ve tek aşkının bütün bir yaşamını nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. KAOS GL 61 / 8
"Eşcinsellik kadın olmaya özenmek değil, erkek olmanın görkemiyle kendi evrenine yönelmektir."1
Romanın, hikâyenin, filmin ve sanatın diğer dallarının yeterince göremediği bir zenginliktir eşcinsellik. Görenler olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Ancak günümüze kadar bu konuda yapılmış olanlar çok da pozitif şeyler değil. Genel olarak bir şeyler söyleyecek olursak %99,9 eşcinsellik kötü olmak olarak algılanıp öyle de sunulmuştur insanlara. Halbuki, eğrisiyledoğrusuyla, herhangi bir art niyet taşımayan bir yazar, bir sinemacı için bir çok zenginlik barındırır. Murathan Mungan'ın deyişiyle, "İyi ve ehil kullanıldığında turnusol etkisi yaratarak doğru okumalar sağlar. Yapıtlarında, eşcinsel malzeme işleyen büyük yazarların ya da sinemacıların önemi, diğerleri için yabancı olan bir dünyayı gözler önüne sermekten çok, bu malzemeyi dolayımlayarak, bütün bir hayatın çeşitli düzlemlerinde, yeni okumalara yol açmalarında, yeni görme biçimleri yaratmalarında yatar."2
KENT ve TUZ Bir kitabın adı. Yazar Gore Vidal. Daha önce Ayrıntı Yayınları'nca dilimize kazandırılmış "Myra" adlı kitabı okuyanlara ya da başka dillerden okuma imkanı bulabilenlere yabancı gelmeyecek bir ad. Kitap neyi anlatıyor? Jim adlı bir gencin, cinsel kimliğini büyütüşü romanın konusu. Ancak kitaba tam olarak geçmeden, kitabın adının bende uyandırdığı izlenimleri ve düşündürdüklerini de paylaşmak isterim. Kent kelimesi bende ilk olarak karmaşa ve kaos kelimelerini çağrıştırdı; tuz ise bu karmaşada olması gerekeni, lezzeti düşündürdü. Buna temel lezzet de diyebiliriz. Neden temel lezzet? Kitabın orijinal adı "The City and The Pillar". Pillar bir isim ve kelime anlamı; direk, destek, kolon, paye, oldukça yükseğe çıkan ve silindire benzeyen şey, en önemli kişi demek. Ayrıca "pillar of society" kullanımı var ki anlamı topluma dayanak olan kimse demek. Bence yazar bu adı koyarken şöyle düşünmüş olabilir; toplum bir çok unsurdan meydana geliyor. Her unsur bir sütun olsa, eşcinsellik de bu sütunlardan biri olacaktır. Bir büyük yapı düşünün, bu yapının adı "Kent" olsun. Bu yapının tavanını taşımak için birçok sütun gereklidir veya herhangi biri olmazsa olmaz. İçine girdiğimiz bu yapının herhangi bir sütununun veya
olmazsa olmaz'ının varlığını isteyip istememe hakkımız var mıdır? Eğer o unsur orada varsa mutlaka bir amaca yönelik olarak vardır. Negatif yaklaşımlarımızı o unsuru ortadan kaldırmaya veya onun işlevini olumsuz olarak etkileyecek şeyler yapmaya vardıracak olursak "Kent" tepemize çöker. Bence Kent bir konsantre; Tuz ise bu konsantrenin olmazsa olmazı, lezzeti, farklı bir rengi vb.dir. Tabi bunlar benim düşüncem. Yani çok farklı bir düşünüşle de konmuş olabilir bu ad. Daha önce de değindiğim gibi roman, genç bir eşcinselin ilk aşkını, ilk cinsel ilişkisini ve yaşantısının onu çıkaracağı o hesap gününe kadar geçen, yaşantılarımızın hiç de yabancı olmadığı bir dolu kabullenememe, kendini bir yere koyamama, tanımlayamama ve hepsinden de önemlisi ömrümüz boyunca o ilk aşkın masumiyetini, sıcaklığını arayışımızı hatırda tutarak, Jim'in ilk ve tek aşkının bütün bir yaşamını nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. "O suskun, sevecen çocuk kasabanın iğrenç izbelerinin arasından geçip gitti. Ağır adımlarla uzaklaştı. İçimden arkasından koşmak geldi, ama her nedense utandım. Ömrüm boyunca o çocuğu aradım."3
Kitap Jim'in, yıllar sonra Bob'la karşılaşıp, bir otel odasında tecavüz ettikten ve onu orada öylece bırakıp gittiği bir barda başlar. Ancak biz bunu romanı bitirince anlarız. Jim'in gerçek hikayesi ikinci bölümde başlar. Bob'la o kulübeye gideceklerdir. Okumaya başlar başlamaz, eşcinseller ve onların yaşantısı konusunda üretilen bir çok şeyle karşılaşmaya başlarsınız. Nelerdir bunlar; erkek evlat ve baba ilişkisi; -"Babası ev savaşlarının sancağını ağır ağır dalgalandırarak saldırıya geçti. Jim kendisini savunmaya kalkışmadı, yalnızca kendi kendine, günün birinde birlikte yaşamak zorunda kaldığı bu huysuz ihtiyara bir tabak fırlatacağına söz verdi."4 -"Bana göre hava hoş", dedi Bay Willard. "Ben sadece senin, oğlunun bu çeşit insanlarla görüşmesine karşı çıkacağını sanmıştım. Ama bir itirazın yoksa, daha başka söyleyecek sözüm yok."5 -Jim, babasının Bob'un babası gibi olmasını diledi içinden, sarhoş ve umursamaz.6
"-Şey, aslında onu umursadığım yok. Hayatta onu bir daha görmesem bir şey yazmaz hatta." Şaşırtıcı bir rahatlıkla, babasını silip attı."7
Yukarıdaki alıntıların hepsi "Kent ve Tuz"dan. Bu kitabı okuduğum dönem elime Atalay Yörükoğlu'nun "Gençlik Çağı" adlı kitabı geçmişti. Aşağıdaki alıntılar da o kitaptan; … Babalar ise oğullarına karşı ilgisiz, ya da düşmanca tutum takınan kimselerdir ve oğullarınca sevilmemektedirler. Babalarınca istenmedikleri, benimsenmedikleri duygusu eşcinsel erkeklerde çok belirgindir.8 … Babasıyla özdeşim olanağı bulabilseydi erkek çocuk, cinsel kimliğinden vazgeçmeden başka cinsel nesnelere yönelebilirdi.9
unutmayalım, onlar da annelerine düşman ya) çok mükemmel ilişkileri olurdu. Bu örneklere koşut yaklaşımlar çoğaltılabilir. Merak ediyorum bilimin söylediği doğruyu insanlara iletmeyerek ne yapmak istiyor bu insanlar? Sanırım istedikleri sapığı başka türlü yaratamamak, onlarca yıldır süren bu oyunu oynamalarının tek sebebi değildir. Her neyse biz romanımıza dönelim. Romanın ilerleyen sayfalarında yer yer normal ve anormal kavramlarına değinilir. "Otto Schilling, Jim'i
otelde çalışan çocuklar konusunda uyardı. Onların normal genç erkekler olmadıklarını, kendisini ayartmaya çalışacaklarını söyledi."13, "… herkesin aynı zevkleri paylaştığını sanan normal insanlarla birlikteyken içinde onlara karşı garip bir üstünlük hissediyordu."14 Bir çok şey yaşamasına ve Bob'a
… Karı-koca arasında çıkan tartışmalarda Sevinç annesine sarılıp ağlarmış. Yalnız kaldıklarında "Büyüyünce seni babamdan kurtaracağım" dermiş…10
delice aşık olmasına ve o haftasonunu unutamamasına rağmen halen daha kendini bir yere koymuş değildir.
… Görüşme esnasında Sevinç, açıkça babasından nefret ettiğini, annesine ise acıdığını söyledi… Onun için baba, korkulacak, uzak durulacak bir kişidir; ayrıca sevgili annesine kötü davranan, eve dönüşünde onları birbirinden ayıran insandır.11
Her karşısına çıkanı Bob'la karşılaştırıyordu. Ancak hiçbirisinin Bob'un karşısında bir şansı olmadığını biliyordu, "Oysa Jim, Bob'un vücuduna bakarken sanki
Çok ayrı zamanlarda yazılmış iki kitap ve bu kadar benzerlik. Nasıl açıklanabilir bu durum. Sizleri bilmem ama ben şöyle açıklıyorum: Kent ve Tuz 1948'de yayınlanmış. Gençlik Çağı ise tam emin değilim ama önsözünde 1985 Uluslararası Gençlik Yılı'ndan bahsolunduğuna göre ilk olarak bu yıl yayınlanmış olabilir. Yani diğer kitaptan 37 yıl sonra. Peki merakımız mazur görülürse bu 37 yılda hiçbir şey değişmedi mi? Değişmedimiden kastım yani eski söylemlerin üzerine hiçbir şey koyulmadı mı? Yoksa koyuldu da bu körlük bilinçli mi? Ben bilinçli körlük olduğunu düşünüyorum. Yoksa, "eşcinsellik tedavi edilecek bir hastalık olmadığı gibi psikososyal bir bozukluk da değildir. Psikoloji ve psikiyatri kurumu çeyrek yüzyıldır eşcinselliği bir hastalık olarak değerlendirmemektedir."12 söyleyişine rağmen Gençlik
Çağı'nın ruh sağlığı ve ruhsal sorunların anlatıldığı bir kitapta eşcinselliğe neden yer verilsin. Sayın Yörükoğlu da, değerli fikirlerini (!) dinlemeye doyamadığımız Nejat Bey gibi düşünüyorlar, eşcinsellik konusunda. (HBB'de yayınlanan ve konuk olarak Muhteşem Nejat ile Ceyhan Fırat'ın katıldığı Yüksek Tansiyon programı hiç aklımdan çıkmıyor.)
Kitaplardan yaptığım alıntılar için birkaç şey söylemek istiyorum; Eğer ilgisiz ve umursamazlık bir etken olsaydı Bob'un da su katılmamış süt olması gerekirdi. Ya da Jim'in kardeşlerinin de eşcinsel olması. Eğer babayı sevmemek veya onun tarafından sevilmemek ya da karşılıklı negatif duygulara sahip olmak bir neden olsaydı heteroseksüellerin babalarıyla veya anneleriyle (lezbiyenleri
kusursuz bir kardeşe, ikizine bakıyormuş gibi hissederdi, bu onu mutlu ederdi."15 Burada bahsedilen ve romanda sık sık
değinilen "ikiz" kelimesine bir anlam kazandırması açısından aşağıdaki alıntı her halde dikkate değer. "Homoseksüelliğin kökeninin ne olduğu üzerine hâlâ görüş 1. farklılıkları bulunmaktadır. Eflatun bir açıklama aramış ve eski 2. bir mitte bulmuştur. Bunu (Aristofanes'in ağzıyla) Şölen'de anlatır. İnsanların üç grupta yaratıldığı söylenmektedir bu kitapta; erkekler, kadınlar ve hermafroditler (tek vücutta iki cinsin olması.) İlk varlıkların cennete gitme çabalarına karşı büyük bir kızgınlıkla harekete geçen Zeus, herbirini ortadan ikiye ayırıp, dağıtarak cezalandırır. O günden itibaren, her yarım kendi ilk özgün (tamamlayıcı) yarısını aramayı sürdürmektedir. Bu, yalnızca erkeğin kadına olan aşkını açıklamaz, aynı zamanda bazı erkeklerin niye diğer erkekleri aradığını da açıklar. Onların isteği, bu yüzden bir sapkınlık veya kötü huy değil, başlangıçtan itibaren birbirine ait olanların yeniden bir araya gelmeleri için doğal bir dilektir.16"
3. 4. 5. 6. 7. 8.
Jim çevresinden pozitif yaklaşımlar almaya başladıktan sonra, "gerçekten de erkekleri seven birçok
9. erkek olduğunu keşfetmesinin ardından çeşitli aşamalardan 10. 11. geçti. İlk tepkisi tiksinti ve panikti.17" tarzındaki latent 12.
gaylerde çok baskın olan tepkilerden sıyrılmaya başlar. "Gizli eşcinseller bilinçli olarak eşcinsellikten nefret ederler.18" söyleşinin bir olumlamasıdır Jim'in ilk etapta verdiği tepkiler.
Sonra belki "temiz halk çocuğu19" kategorisine sokabileceğimiz Schilling şöyle der Jim'e, "Ronald
13. 14. 15. 16.
Shaw gibi biriyle görünmekte kötü bir yan yok, öyle olmakta da kötü bir yan yok, ama birinin kapatması olmak, işte o kötü.20"
Bütün bu yaşanmışlıklara ve kadın vücuduna karşı duyulan o kesif nefrete, "Bu kadından ve onun vücudundan nefret ediyordu.21", rağmen Jim yine cinsel kimliğini tanımlayamaz. Belki de adını koymazsam her şey zamanla farklı bir hal alır diye düşünür.
17. 18. 19. 20. 21.
666, s.80, k. iskender Murathan'95, s.435-436, "Muhterem Nur ya da Neriman Köksal" başlıklı yazıdan, Murathan Mungan Oscar Wilde'ın son vasiyeti, Peter Ackroyd Kent ve Tuz, s.30, Gore Vidal a.g.e. s.30 a.g.e. s.30 a.g.e. s.40 Gençlik Çağı- Ruh sağlığı ve ruhsal sorunlar, s.282-3, Atalay Yörükoğlu. Gençlik Çağı, s.283-4 Gençlik Çağı, s.286 Gençlik Çağı, s.287 Türk Psikologlar Derneği, Kaos GL, s.39, Sayı:5960 a.g.e. s.76 a.g.e. s.137 a.g.e. s.37 Varlık Edebiyat Dergisi, Sayı:1051, Nisan 1995, s.7 "Sodomi'den Homoseksüelliğe", R. Brasch, Çeviren: Ece Algan a.g.e. s.76 Gençlik Çağı, s.284 Murathan'95, s.434 a.g.e. s.87 a.g.e. s.68
KAOS GL 61 / 9
Hem karşılaştığı insanlar hem de beraber oldukları söyledikleriyle onu etkilerler, "Ayrıca seni becerebileceğimi de sanmazdım. O tip değilmiş gibi duruyorsun." Jim bunu duyduğuna memnun oldu, erkekliğe olan inancı bir anlığına olsa da okşanmıştı.22" ve dolayısıyla
onun adının konmasını geciktirirler.
Beraber olduğu insanlara aşık olmuyordu ve bu durum onun kimi düşüncelerini güçlendiriyordu. Belki Bob'a karşı hissettiklerinin bir adı olsun istemiyordu. Eğer illa olacaksa, "Bir kere, bir erkeğe aşık olma fikri gülünçtü, doğal değildi; olsa olsa, bir erkek ikizini bulabilirdi, Bob gibi, ama bu da ender olurdu ve apayrı bir seydi.23" Bu günümüzde de bazıları için geçerliliğini
koruyan bir şey. Onlar için de eşcinsel aşk yoktur, olamaz, kabul edilemez böyle bir şey. (Tam bu satırları yazarken TRT 3'te "Batı Yakasında Vals" adlı bir film vardı. Orada kadın, eşcinsellik için şu sözleri söyledi: "Eşcinsellik, aşkın konuşulmayan tarafı.") Çünkü eğer "aşk var" denecek olursa eşcinselliğin sadece yataktan ibaret olmadığı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalınacak. Ama olmaz, olamaz. Bazıları o kadar emindirler ki eşcinsel aşkın olmadığına "Aşk heteroseksüeldir24" diye tumturaklı yazılar döşenecek, ruhlarına sinmiş efendi köle ilişkisinin, bence bilerek ve isteyerek, olumlamasını, masumiyetini, temiz kalpliliğin yeni bir şey söylemez halini üzerimize boca edecekler. Neden? Çünkü verdikleri mücadeleye inanmış insanlar değiller. Hani bir şeyler yapalım ne kadar olursa, diye düşünenlerden. 02.04.97 tarihinde Murathan Mungan'ın Foks'ta söyleşisi vardı. Orada tam bu kelimelerle olmasa da şunu söylüyordu Mungan: "Türkiye'de kimi solcular, zengin olmadıkları için parayla, onun gücüyle insanların karşısına çıkamadıkları için okuyup bilgileriyle onların karşısına çıktılar. Bilgileriyle ezmek istediler, paraları olmadığı ve onun gücüyle ezemedikleri için..." Çok doğru bir tespit bence. Eşcinsel aşkı yok sayanlar da, aşkı heteroseksüel bloğa hapsedenlerden farklı mı? Kim bilir onlar neden feminist olurlar ya da erkeklerle, erkek egemen sistemle ne demeye çatışırlar da sonra neden bilmem kimi yerlerde hiç zorlanmadan aynı potada erirler.
22. 23. 24.
25. 26. 27. 28. 29. 30.
a.g.e. s.89 a.g.e. s.193 Pazartesi Gazetesi, Sayı: 52, Temmuz 1999, "Aşk Heteroseksüeldir" s.14, Ayşe Düzkan Murathan'95, s.435 a.g.e. s.108 a.g.e. s.88 a.g.e. s.117 a.g.e. s.133 a.g.e. s.140
KAOS GL 61 / 10
"Bu tür erkeklerle, o tür kadınlar sınıfsal ve kültürel konumları ve kendi aralarındaki çelişkileri ne olursa olsun, birdenbire böyle bir "eşcinsellik düşmanlığı" çizgisinde kolayca buluşup, kenetleniverirler. Bu kadar açık "düşünmezler" belki, duygularını böyle adlandırmazlar ama, tam da böyle yaşarlar. Bu anlamda bir yanıyla eşcinsellik, başlı başına bir "ideoloji ölçüm aygıtı"dır.25"
Jim yeni ilişkiler tanıyıp, yeni çevrelere girmeye başladıkça yeni şeyler öğrenir. Herkesin eşcinseller için söyleyecek sözü vardır. İnsanlar mitolojiler yaratırlar ve yarattıkları bu mitolojilerin, büyük olasılıkla, kısır sularında dolaşırlar. Biliriz ki,
"Eşcinsel duyguları ne zaman hissetin?" sorusunun cevabı "çocukluğumda"dır. Devamında şöyle olur, "bende diğerlerinde olmayan bir şey vardı; farklıydım yani." Aslında yaşamlarımızın o yıllarına göz atınca bu söyleşilerin ne kadar haklı olduğunu görebiliriz. Belki de, "... herkesin geçtiğinden farklı yollardan geçilmiyordur.26"
Jim'in karşısına çıkan erkeklerin bir tip takıntısı var. Onlara göre Jim hiç de öyleymiş gibi durmaz ve o, kendine uygun bir kadın bulabilir, bir erkek değil. Anlaşılan veriler o zaman da çok önemliymiş. Her eşcinselden bakınca sırrını ele vermesi beklenirmiş. Kimi çaba harcamaz ama fark edilmez, kimi de ne kadar çabalarsa çabalasın "kurşet" olamaz. "Bir çok homoseksüel gibi Shaw da maskesinin nasıl olup da işe yaramadığına şaşardı.27"
Bu arada Jim'in yaşamına Sullivan adlı bir yazar girmiştir. Onunla, Shaw'la Hollywood'tayken tanışmıştır. Paul'un gençliği "bu doğaya aykırı cini içinden kovmaya" çalışmakla geçmiş, başaramamıştır. Beraber olduğu kişi tarafından terk edildiğinde artık kararını vermiştir; "ayağını yorganına göre uzatacak"tır. Bir kadınla evlenir, ama kadın bedeninden tiksindiği için beraber olamaz. Bu, "kadınlar ve gayler iyi dost olur ama yatamazlar." düşüncesini anlatmanın başka bir yolu olsa gerek. Beraber yaşamaya ve oradan oraya savrulmaya başlarlar, "Akşamları ibne barlarına gidiyorlar, masum turist rolüne yatıyorlardı fakat kimse yutmuyordu.28" Bar bar dolaştıkları bir gece Paul'un eski arkadaşlarından Maria ile karşılaşırlar ve onunla yolculuk etmeye karar verirler. Paul'un Jim hakkındaki düşünceleri yine gündemdedir. Onun Maria ile beraber olmasını ister. Çünkü o, Jim'in günün birinde kendine uygun bir kadın bulabileceğini , bir erkekle olamayacağını düşünmektedir. Onu kendine ayna arayan biri olarak görmez. Maria, "Hayal gücü sayesinde en sıradan erkekleri rüyalardan fırlama aşıklara çevirirdi....29" Bu Mungan'ın Kapan Metni'nde değindiği "kadınların bir ilişkideki rollerin hepsini kendilerinin yazmaları ve daha sonra hayal kırıklığına uğrayınca, bu durumun onların kendi senaryolarının boşa çıkmasından başka bir şey" olmadığı söyleyişiyle benzer
bir söyleyiştir.
Paul'ün istediği anlamda beraber olamadı Maria ile Jim; tek bir öpücük ve yarıda kalmış bir ilişki. "Jim
kadın vücudunun yumuşaklığına ve pürüzsüzlüğüne tahammül edemiyordu. Maria şaşkındı. Jim hem erkekti, hem de ondan hoşlanıyordu, bu yüzden başarısızlığı Maria'ya daha da anlaşılmaz geliyordu. Hiçbir zaman birbirlerine dokunmamış iki aşık olarak, olanı sürdürmekten başka yapacakları bir şey yoktu.30"
Sullivan için durum çok farklıydı. O "görünürdeki ilişkiyi
gerçek bir ilişki olarak kabul etti ve bunun ona verdiği azap tadına doyulmaz bir şey oldu.31"
Üçlü sonunda yollarını ayırır. Sullivan, Jim'in Maria'ya aşık olduğunu ve bu aşkın ikisinin arasındaki ilişkiyi öldürdüğünü düşünür. Jim, utandığı için Maria ile olan ilişkisinin boyutunu anlatmaz. Bu yüzden Paul söyledikleri inandırıcı olmasa da, "bunun senin için iyi olacağını düşündüm" der. "O harika bir kadın. Seni bu dünyadan çekip çıkarabilir."32
Roman boyunca Jim ilk defa ne olduğunu itiraf eder -örtülü de olsa- "Bu dünyadan neden çıkmam gerekiyor ki?33" sözünü söyler. Yaşadığı onca şeyden sonra Jim büyük ölçüde değişmiştir. Belki kimliğini açıkça söylemiyordu ama herkesmiş gibi davranmıyordu da. "İnsanın
kendisi gibi kalabilmesi önemliydi. O, kendisi, ne olduğunu açıkça söylemiyorsa da, herkes gibiymiş gibi davranmayı reddediyordu.34"
Orduya katılmıştı. Erkeklerin toplu olarak yaşadıkları yerlerde olan şeyler oluyordu etrafında. Kadınlardan konuşuluyordu, "kimileri balıketi kadınlardan
hoşlanıyordu; bazıları ufak tefek kadınlardan hoşlanıyordu; kimileri sarışınlardan, kimisi esmerlerden, birkaçı da kızıl saçlılardan. Ama hepsi kadınlardan hoşlandıklarında hemfikirdiler ve konuşurken karılarını, sevgililerini, rüyalarını hatırladıkça gözleri parlıyordu; bütün bu adamların kadınlar konusunda gerçekten başarıları var mıydı?35" Kadınlardan
sonra elbette söz dönüp dolaşıp, onların deyişiyle, ibnelere gelir ve orada kalır. Çünkü bu konuda hepsi pek dertlidir.(!) Öğrenci yurtlarında kalmış olanlarınız varsa - ve askere gidenleriniz- çoğu zaman kadınların ibnelerin yanında solda sıfır kaldığına şahit olmuşsunuzdur. Ne düşünürler onlarla ilgili. İnanın eğer bir grup içinde konuşuluyorsa aynen şöyle, "Geçen gün ibnenin biri şehirde sinema salonunun kenefinde yanıma geldi, beraber gidelim mi dedi. Benimle! Hakkında ne düşündüğümü suratına söyledim orospu çocuğunun. Hemen toz ol, yoksa boynunu kırarım dedim; nasıl tüydü, göreceksiniz!" Ötekiler bu hikaye üzerine ciddi ciddi başlarını sallayarak benzer hikayeler anlattılar…36" öterler. Ancak gerçekte durumun tam
tersi olur, hepimiz biliriz. Tabi biz kibar insanlarız öyle yalandan da olsa kimsenin boynunu kırmayız. Yukarıdaki satırları okuyunca aklıma şu söz geldi, sanırım Montesque'nun bir sözüydü, "Tek başına birer namussuz olan insanlar bir araya gelince namus timsali kesilirler."
Jim'in aklı hep Bob'taydı. Gerçi kimse onun nerede olduğunu, ne yaptığını bilmiyordu ama Jim onun birgün ortaya çıkacağını, "O gün nehir kıyısında başlayan şeyi devam ettireceklerinden emindi.37"
Bu arada Jim'in bir annesi olduğunu hatırlamakta fayda var. O bu romanın gizli kahramanı. Neden? Yörükoğlu ve diğerlerinin atıp-tutamadığına göre gayleri gay yapan analarıdır. Analar bu haltı işlerken babalar da öyle uzaktan bakarlar, herkes
ağın örülmesine kendince katkıda bulunur. Romanın bu kısmı da Yörükoğlu'nun kitabıyla paralel gider; "Bayan Willard, evliliklerinin ilk gününden beri
kocasından sessiz sedasız nefret etmişti…38" "Bayan Willard, elinde mektup, dimdik oturmuş, hayatının muhasebesini yapıyordu. Çok geçmeden yalnız kalacaktı, hayatının son yıllarında nefret edeceği bir kocası bile olmayacaktı.39"
Jim'in yaşamı Bob'la karşılaşacağı o güne doğru hızla yol alıyordu. Yaşadığı onca şey ona şaşırmamayı öğretmişti. "Jim konuşmaları dinledi, artık hiç
ummadığı kişiler hakkında ifşa edilen sırlara şaşmamayı öğrenmişti. Önceleri ilke olarak, bütün bunlara inanmama yanlısıydı ama dedikodular çoğunlukla doğru çıkıyordu. Anlaşılan dünya göründüğü gibi değildi. Herkes her şey olabiliyordu.40"
Ve sonunda o büyük gün gelir: "İşte olmuştu. Bob geri dönmüştü. Ama evliydi. Bob'un nehrin kıyısında geçirdikleri o günkünden farklı olabileceği Jim'in bir an bile aklına gelmemişti. Demek ki değişmişti. Sally ile evlenmişti. Jim birden panikledi. Yıllar yılı, sadece kadınlardan hoşlanan bir erkeğe kavuşmak için beklemiş olabilir miydi? Hayır. Bu düşünceyi silip attı aklından. Bob belli ki biseksüeldi. Yoksa hiçkimse o günkü kadar güzel sevişip sonra tamamen değişemezdi. Jim kendi kendini yatıştırdı ve hiçbir şeyin değişmediğine inanmak istediği için de hiçbir şey değişmedi, zihninde…41" Jim bütün bunları unutur. O bütün
kalanlar gibidir. Herşeyin değişebileceğini düşünür ama yaşadığı o güzel günlerin ve hepsinden önemlisi gidenin değişeceğine inanmak istemez. Onu, köşeden yitip gittiği o andaki gibi, ona sarıldığı ve gözlerini kaçırmamışsa ona baktığı o anda olduğu gibi duruyor sanır. Oysa bilmez ki giden unutur. Belki başlangıçta bilinçli olarak seçilmemiş olan bu yöntemin yaşantısını ne denli kolaylaştırdığını farkedince, bile-isteye unutur.
Kalan için durum farklıdır. Unutuşun mayası kolay tutmaz. Küçük bir andan büyük aşklar yaratır. Gidenin belleğinde yaşanan o an geçen zamanla kocaman bir boşluğa dönüşür. "Mektubu avucunda
buruştururken bir şey Bob'u rahatsız etti. Kaşlarını çattı, ne olduğunu hatırlamaya çalıştı. Ama belleği bomboştu.42" Bu hatırlamama olayı bir de şu şekilde kendini gösterir, "En sevdiği tipler de ertesi sabah, "aman yahu, dün gece ne kadar da çok içmişim!" diye uyanıp sabah olup bitenleri hatırlamıyormuş gibi yapan saflardı.43"
*** "Jim, geri dönüşünün Bob'un evliliğinin sonu anlamına geleceği fikriyle kendini kandırmıyordu. İlkgençliklerinde paylaştıkları birlikte denizlere açılma rüyası artık geride kalmıştı.44"
Benim kitap hakkında söyleyeceklerim elbette bu kadar değil ve kitap böyle bitmiyor. Ama istedim ki, Gökkuşağı'nın renkleriyle bezenmiş bu kitap için, onun beni kızdıran, sevindiren, yuh dedirten yönleriyle ilgili bir şeyler söyleyeyim. Mutlaka okuyun ve okutun. Alem aya giderken, nasıl yaya kalmışız, görmek isteyenlere, eminim bir şeyler anlatacak. İyi okumalar.
31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44.
a.g.e. s.140 a.g.e. s.143 a.g.e. s.143 a.g.e. s.151 a.g.e. s.158 a.g.e. s.158-9 a.g.e. s.166 a.g.e. s.179 a.g.e. s.179 a.g.e. s.215 a.g.e. s.220 a.g.e. s.186 a.g.e. s.223 a.g.e. s.234
KAOS GL 61 / 11
Selçuk'a, "ecce et carpe diem'
şarmut a. ikarus 1. ay, dolunay ve gece beykoz gene fıstıkçamı, derya ve ışık ve bulut kuğu ve mercan ve dağ dikeni sendeki doğayla seviştim bu gece 2. uyandığı masallarda kendini bulan keloğlanla übülük oynayan plastik pabuçlarıyla rengârenk bilyaların şahını vuran sendeki çocukla seviştim bu gece 3. kan dökme heveslisi camokanla kılıç kalkan ekibinle dimdik şahınla ve usul mu usul hesaplı kemiklerim kırılasıya sendeki katille seviştim bu gece 4. gölgene sığındım erken bahar karında yittim pekmeze kardığım bedenim olmuş sudan bir sebep değilmiş iliğime çektiğim acı tadını sarıp sarmalanıp sendeki şarmutayla seviştim bu gece 5. kenevire sarıp sarmalayıp nikotini geceyi sahici kılan yalanına dolandım ne yakındım ne de uzak sözü bitirdim de sendeki yabancıyla seviştim bu gece 6. ramak kala som sözü tüketmemize estergon kal'ası gibi karşıma dikildiğinde usunu yitirmiş bir düşman gibi abuk beni yazma diye yalvarmadın da sendeki yazarla seviştim bu gece 7. deli dali'nin kaytan bıyığına soyut bıçak yaralarına aldırmadım da gün devramber olup açardı fırçan ucunda sendeki ressamla seviştim bu gece 8. susmam su gibi gelirdi bedenin bir derya tezek hamiline yazılı da olsa duvar bendim ekilip biçilecek toprağı sen daha iyi bilirdin sendeki bahçeyle, bahçevanla seviştim bu gece
9. düşlerimin manivelası donsuz büllüğün sakinin bardağıma doldurduğu günlüğün içtim kana kana da seni düşlemime sığdıramadım sendeki kol gibi haramiyle seviştim bu gece 10. kurtcuk sokulunca soldurmak için gonca güle dalga aynı kuytuyu can mekanı diye sahiplenince gözlerindeki çocuk çaresiz soluğumu can belleyince ve güneş mor ahkâmını buyurmadan az önce sendeki azraille seviştim bu gece, ince, latince... (8-9 Mart 1999, Ankara)
İBRAHİM / Ankara BİR KAFKAS ÖYKÜSÜ Temmuz-Ağustos 99 birleşik sa-yısında Atilla A. ve Murat Yal-çınkaya iletişim köşemizi mercek altına almışlar. Çapraz ateşe al-mışlar demek isterdim ama her iki yazar da aynı cihet-i askeriyeden hücuma geçmişler. Öncelikle teslim etmek gerekiyor ki yazıların üslupları son derece kaliteli, düzeyleri yüksek, üstün teknolojiye sahip silahlarla ekranlarda gerçekleştirilen sanal uzay savaşları mertebesinde çarpıcı, ışıltılı, bir o kadar yok edici, saldırgan, insafsız. Benim yazımdaki Kafkas vadilerinin öyküsü yazarlarımızın internet ortamıyla birleştiğinde uzay gemileriyle taş devri silahlarının birlikte kullanıldığı Mad-Max filmlerini izliyormuş gibi olacağız belki de. Ama ne yaparsınız ki Murat'ın printırının mükemmel satırları da benim dinozorlaşmış mektup anlayışımın kargacık-burgacık yazı karakterleri de aynı ortak paydayı paylaşıyor ve aynı derginin aynı sayfalarında aynı puntolarla çıkacak. Biliyorum biraz haksızlık bu. Üzgünüm. Ama arkadaşlarımızın bu savunmasız sayfamıza yönelttikleri eleştirel düzeyde de biraz haksızlık kokusu alıyorum. Evet, biz bu ülkede azınlığız. Yani çoğunluktan farklıyız. Ama hangi kriterlerde azınlığız? Duygulanım, cinsel yönelim biçimi, aşkı, sevgiyi, sevdayı algılayış ve yaşama tarzı, erkek ve kadın kimlikleri ve ilişkileri bazında azınlığız. Yoksa sofraya otururken, yemeğin tadına bakmadan tuzluğu elimize alıp sallarken azınlık değiliz. Museviler Türkiye'de azınlıktır, ama dinsel açıdan. Lazlar azınlıktır ama dilsel açıdan. Aleviler azınlıktır, onların azınlık olma kriteri de mezhepseldir. Aile başına ikiden fazla cep telefonunun düşmeye başladığı bir ülkede iletişim sayfasına yazan geylerin posta güvercini kullanacaklarını beklemiyorduk herhalde. Yani eleştirilmesi gereken fakat çoğunluğa ait ve çoğunluk'la ortak paylaştığımız unsurların tenkit ortamının bu dergi olduğunu sanmıyorum. Pek çok gey için, yetersiz ve eksik de olsa bir hava alma deliği, az ve soluk da olsa bir ışığın süzüldüğü puslu bir pencere anlamındaki bu sayfamız da dürülmek istenince çok uzaklardan, ta Kafkas dağlarından acıklı bir öykü düştü aklıma. Avrupa ile Asya'yı ayıran Kafkas dağlarının en yüce doruklarında, bir anlamda Avrupa'nın da en yüksek noktasını oluşturan "Elbruz" dağının
eteklerinde ve derin-ulaşılmaz, masalsı vadilerinde bilinen yüzyıllardan veri bir avuç halk yaşar. "Karaçaylardır" bu halk. Tolstoy'un anlatımıyla "Mingi Tav'ın eteklerinde, kimseye zarar vermeden, kendi emeğiyle yaşayan bir halktır Karaçay." "Mingi Tav", Elbruz dağının Karaçay Türkçe'sindeki adıdır. Etnik kökenleri kesin olarak bilinmeyen Karaçaylar Kuzey (Kıpçak) Türkçe'sine giren günümüz Türkiye Türkçe'siyle hayli farklılıklar gösterir, neredeyse Orhun Abideleri'ndeki dilin özelliklerini koruyan bir lehçeyle konuşurlar. Sert sessizler egemendir, d harfi, t olarak söylenir. Kelime başındaki y'ler c'dir. Osmanlı döneminde bölge şeklen imparatorluğa bağlı olsa da tüm Kuzey Kafkasya halkları gibi Karaçaylar da bağımsızlığa yakın çok geniş bir özerklik içinde kendi başlarına yaşamışlardır. 1700'lü yıllardan itibaren yavaş, sabırlı ve inatçı bir canavar her geçen yıl nefesini daha da hissettirerek sokulmaya başlar bölgeye. Rusya, Kafkasya'yı ele geçirmeyi aklına koymuştur. Hiç kimseye zararı olmayan Karaçay halkını da artık onulmaz acılar beklemektedir. Direniş yıllarca sürer, ama sonunda 1828 Hasavka Savaşıyla General Emanvel tarafından bölge ele geçirilir. 1917'ye kadar sürer Çarlık yönetimi. Bolşevik ihtilalinden sonra Beyazlarla Kızıllar arasındaki savaş yine kana bular vadileri. 1930'lu yıllardaki Stalin dönemi kolektifleştirmeleri ve insan katliamları dağların da vadilerin de tadını-tuzunu kaçırır. 1942'de İkinci Dünya Savaşı'nda Hitler'in güçleri ta buralara uzanır, bu kez de Alman işgali yaşanır. Almanlar çekilince de Stalin ve Beria'nın kararıyla düşmanla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle bir gece içinde, 2 Kasım 1943'te Mingi Tav'ın bu güzel halkı toptan insafsız bir sürgüne tabi tutulur. Hayvan taşıyan yük vagonlarına doldurulup 15 gün süren bir ölüm yolculuğundan sonra Kazakistan'ın, Kırgızistan'ın ıssız köşelerine, bozkırın yüzüne serpiştirilirler. Tam 150.000 kişi bir gecede yüzyıllardır oturdukları Mingi Tav'larından sökülüp atılırlar. Halbuki bir dağ halkıdır Karaçay. Dillerinde "bozkır" sözcüğü bile yoktur ve "bozkır" kelimesini "kula tüz" (sarı düzlük) olarak karşılarlar. İnançlarına göre: Tav allında bir halk bolur Kün allında talk bolur Günümüz Türkçe'sindeki ifadeyle "Dağ altında bir halk olur, Güneş altında yol olur". Tam 14 yıl sürer bu insanlık dışı sürgün. 1957'de Kruşçev tarafından itibarları iade edilerek yurtlarına dönmelerine izin verilir. Ama fırtınadan çıkmış bir gemiden beter olarak, yıldırım çarpmış bir ağaçtan daha acınası halde
dönebilirler Elbruz'a. 14 yıl içinde nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdir. Halen Rusya Federasyonu'na bağlı olarak Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti'nde yaşarlar. 200 yılı aşan bu çileli serüven boyunca bir kısmı da Türkiye'ye göç eder. Hiç kimsenin farkında olmadığı bu azınlık halktan kültür, dil ve kimliğini muhafaza eden 15.000 kadarı yaşar ülkemizde. Tabii ki bu kimlik daha çok köylerde muhafaza edilebilmiştir. En büyük yerleşim birimi Konya'nın Sarayönü ilçesine bağlı Başhüyük beldesidir. Bunun dışında Afyon-İşcehisar'ın Doğlat ve Gökçeyayla köyleri, Tokat-Reşadiye'nin Çilehane köyü, Yalova'da Çiftlikköy, Eskişehir-Sivrihisar'ın Ertuğrul köyü de diğer Karaçay yerleşimleri arasında yer alır. Peki, bu kadar eziyet, çile, sıkıntı, acı ve işkencenin karşılığı nasıl verilmiştir. Tabii ki sözle. Sözcüklerin gücüyle. Dizelerin ölümsüzlüğüyle. 1828'deki Hasavka Savaşı geçip gitmiştir ama söylenen ağıtlar, yaratılan destanlar unutulmamıştır. İki mısra ile öyle bir ifade edilir ki yıllar, on yıllar, yüz yıllar geçer de Kafkas vadilerinden yankılanan acılı ifadeler printırların, internetlerin ortamına, silikon vadilerine ulaşır. Patçahlıkdı etibizden toymagan Tar özende caşarga da koymayan Önce günümüz Türkçe sesletimiyle söylersek: Padişahktır etimizden doymayan Dar özende yaşamaya da koymayan. Biraz daha açarsak, şöyle ifade edebiliriz. (Padişahıktan kastedilen Rus Çarlığı'dır). "Çarlıktır etimizden doymayan, dar vadilerimizde de yaşamamıza izin vermeyen." Sevgili Murat ve Atilla A., bu dar sayfamızda bari yaşamamıza izin verin. Telefonun iki ucundaki mahçup bir çift biraz tutuk, biraz absürd, biraz heyecanlı ama az da olsa paylaşım adına bir şeyler söylemeye çalışıyorlarsa çok görmeyin. Telefonumun tuşlarına basarken en azından aynı perdeden ritim tutturacağımın heyecanıyla parmaklarımı gezdiriyorsam gerçekten "ne var bunda?". İletişmek istiyorsak bırakın ileteşelim. Tarz size pek banal geliyorsa bunu da daha açık ifade edebilirsiniz. Barda soyunmak da bir tarzdır, parkta pusuya yatmak da. İnternette chatleşmek de bir tarzdır, mektup ya da telefonla irtibat kurmak da. Payımız da paydamız da aynı olmak zorunda değil. Kaos ortak paydamız ise şayet, "pay"ı oluşturan kesimler; mektuplar, kartpostallar, politik yazılar, şiirler,
KAOS GL 61 / 13
iletişim sayfası da farklı rakamsal değerler taşıyabilirler. Zaten zaman içerisinde her yazarın, her bölümün, her sayfanın, hatta her köşenin farklı bir tarzı oluşuyor ve oturuyor Sevgili Murat, iletişim köşesinden bir telefon numarasını çevirdiğinde ilk cümlem "Benim istediğim sadece yatma özgürlüğü. Ya senin ki?" şeklinde mi olacak diye soruyor. Hayır, sevgili Murat, ben açtığım hiçbir telefonda böyle başlamadım. Ha, senin aklına gelen buysa bir şey demek düşmez tabii. Bu tarzda davrananlar da olacaktır. Benzer şekilde sevgili Atilla A. da iletişim köşesinin derginin amacına hizmet etmediği savında. O zaman "amaç nedir?", bunu biraz daha açabiliriz. Kaldı ki niye herkes amaca hizmet etmek zorunda olsun. Anlattığım Kafkas öyküsünün kahramanları olan küçücük Karaçay halkı da önce Çarlık Rusya'sının ulvi politikalarına, sonra Sovyetler Birliği'nin yüce amaçlarına hizmet etmeye zorlandılar. Ama görüyoruz ki keşke amaca hizmete zorlanmaktan çok dar vadilerinde yaşamalarına bırakılsalardı. Amaca hizmet bu halkı bu derece yaralamamış olsaydı kanayıp duran kan damarlarına benzer bu dizeler hayat bulmazdı. Patçahlıkdı etibizden toymagan Tar özende caşarga da koymayan (Çarlıktır etimizden doymayan/ Dar vadilerimizde de yaşamaya koymayan.)
***
COŞKUN / İstanbul HERKES HAKLI! ÇÜNKÜ, HERKESİN MUTLULUK RESMİ FARKLI… Hayatta esas olan mutlu olmaktır. Mutluluğa giden yolda kendine ve çevrene zarar vermiyorsan ve kendini iyi hissediyorsan, doğru yoldasın… Kaos GL'nin Temmuz-Ağustos'99 birleşik sayısının olağanüstü güzel kapak ve etli butlu halini görünce çok mutlu oldum çok. Elinize sağlık beyler. Fakat ilk iki "iletişim tartışmaları" yazılarını okuyunca hem şaşırdım hem de kızdım. Bu insanlar başkalarının özel'ine saldırmasalardı, bana uymasa da düşüncelerine saygı gösterirdim. Ama hiçkimse başkalarını kendisi gibi düşünüp, yaşamadığı için aşağılayamaz. Herkes nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşar. İsteyen rahibe gibi, isteyen entelektüel bir akademisyen gibi, isteyen de porno yıldızı gibi yaşar. Yok öyle, altkültür diyerek insanlara tek tip elbise giydirmek!
KAOS GL 61 / 14
Ben telefon konuşmalarımın içeriği hakkında hiçbir "entelektüel!" eşcinsele hesap vermem. Mevcut sisteme karşıyız diyenler, ondan daha baskıcı, daha bağnaz ve anti demokratik olduklarının farkında değiller. Size ne kardeşim kimin kiminle telefonlaşıp, kurdukları fantezilerden! Heteroseksüellerin tahakkümünden kaçanlar, Kaos okuyucuları üzerinde tahakküm kurmasınlar. Neymiş, birileri aşk hikayelerini yazıyormuş… Sen de politik, sanatsal şeyler yaz. Gel, farklı yaşamlarımız ve farklı yazılarımızla aynı dergide yanyana duralım. Neden birimiz varsa, ötekimizin yok olması gerekiyor, senin demokrasi anlayışın bu mu? Nerde çok seslilik, nerde gökkuşağının bütün renklerini kucaklamak? Lola ve Bilidikid filminin yönetmeni, Lambda grubuyla yaptığı söyleşide (Nisan'99) kendisine şunu sordum: "Batı'da gay-magazinler çok satarken, Türkiye'nin tek gay-magazini Kaos GL neden az satıyor?" Gülerek şu cevabı vermişti: "Az satıyorsa, insanların istediklerini onlara veremiyor demektir" demişti,* haklıymış. Bu görüş ışığında Kaos'un ilk iki makalesini okuyorum. Yazıların anafikri şu: "Eşcinseller telefon numaralarını açıklamamalı, birbirleriyle telefonda iletişim kurmamalılar. Hele hele telefonda aşk ve seksten asla sözetmemelidirler…" Pes yani. İnsanların artık internet aracılığıyla evlendikleri, caddelerde aşk geçidi festivalleri düzenledikleri bir çağda, siz büyükbabamın devrindeki ahlaki kuralları savunan iki yazıyı başmakale yaparsanız, bu derginin 500 adet satması dahi bir mucizedir, derim. Böylesi başkalarının şevklerine ve özel yaşam tarzlarına, iletişim kuranlara saygısızca saldırıda bulunan, muhafazakâr, "irtica" düşünceleri barındıran yazıları en önden yayınlamak, anlaşılan küskünlerle barışmada ödenen diyet borcu olsa gerek.** Hemen hatırlatayım. Bu küskünler, Kaos GL dergisini ilk üç sene resmi gazete kriterlerine göre yayınlatan, halkı "koyun sürüsü=öğrenmeye muhtaç" olarak görüp, kendilerini "akademik çoban=öğreten" olarak addeden kişilerdir. Dergi adına kayıp sayılacak bu yıllarda bir avuç insanın dergisi olan Kaos GL, özellikle Lambda'nın da renkli kimliğinin kısmi yansımalarıyla açıldı, saçıldı, yaşayan ve yaşanan eşcinselliğin dergisi olmaya başladı. Bu esnada dergide resim yayınlanmaya başlayınca bu küskünler, "destur, erkek resmi var!" naralarıyla dergiyi terkettiler. Sonra bunlar "Güzel erkek resmine bakmak caiz değildir. Olacaksa bari çirkin erkeklerin resimleri olsun" diyerek, resim konusunda kısmi geri adım attılar. Ama artık Türkiyeli eşcinsellerin dergisi haline gelen Kaos GL bu biriki garip muhalefeti kırmış,
resimlerle, fotoğraflarla, şiirler ve renkli yaşamlarla şahlanıp bugünlere gelmiştir. Üç yıl aradan sonra fotoğraflara bağışıklık kazanan küskünler yine sahneye çıkıyor ve bu sefer de "neden iletişim kuruyorsunuz, niçin birbirlerinize telefonla ulaşıyorsunuz, üstelik telefonlaştıktan sonra birbirlerinizle yatıyormuşsunuz, siz ne ahlâksız insanlarsınız. Hadi namusunuzdan vazgeçtiyseniz, dişsağlığınızı da düşünmüyor musunuz, neden oralseks yapıyorsunuz. Oralseks yapacağınıza, neden evinizde oturup paketlerce sigara içmiyorsunuz, ya da kedinizle oynamıyorsunuz?" diyerek iletişim köşesini kullananları topa tutuyorlar. Sanki iletişimciler oral yapınca bunların dişleri sızlıyor. Birileri analseks yapınca bunların anüsü ağrıyor. Şaşılacak bir durum. Diyorlar ki, biz akademik insanlarız. Farklı bir altkültür oluşturmak istiyoruz. Nasıl mı? "Güzel erkeklerin fotoğraflarına bakmamak, evde oturmak, paketlere sigara içmek, kediyle oyalanmak, bunalıma girip söz ustalığıyla çevredekilere saldırmak ve iletişim kurulan kişilerle asla aşk üzerine konuşmamak ve cinsel ilişkiden uzak durmak. Hele telefonda aşk yapanların ağzına kesinlikle kırmızı biber sürmek." [Halbuki Batı'da "telefonda seks" yapmanın aids'ten uzak kalmak için önerilen seks yöntemlerinden birisi olduğundan bu küskünlerin haberi yok herhalde.] Efendim sizin yukarda sözü edilen depresif özel yaşam tarzınıza saygı duyarım ama herkesin sizin gibi olmasını beklemenizi ve sizin gibi olmayanları da aşağılamanıza itiraz ediyorum. Üstelik bunu yaparken de, bunun bir akademik bakış açısıymış gibi, sokaktaki insanların kafasına vurulmasını esefle kınıyorum. Ben liseyi ikincilikle bitirdim. Tıp Fakültesi'nde bir yıl okudum. Sonra İTÜ İnşaat Fakültesi'nde 7 yıl daha okuyarak "yüksek mühendis" oldum. Ama yemin ederim ki her hafta aşk istiyorum. Telefonda yapılan erotik muhabbetlere ise bayılıyorum. Öyle gün geliyor ki, bir elimle kapının kolunu okşarken, diğer elimle statik hesaplar yaptığım kalemimi ağzıma sokup yalıyorum. Hatta mahallemdeki Elazığlı iri-esmer Efe'nin (boyacıdır haa!) konsol kirişine oturup, eğilme ve basınç testleri yapmak istiyorum. Bu durumda ben "akademik" olmuyor muyum? Benim ne alt, ne de üst kültürüm yok mu? Yoksa ben eşcinsel de değil miyim? Yoksa şeytanın esiri mi olmuşum? Ar damarım da patlamış mı? Taşlanmalı mıyım yoksa? Belediyece zehirlenmesi gereken bir haşere miyim? Yoksa yaşamak benim de hakkım değil mi? Öyle ise vurun beni, öldürün sayın akademik demokratlar! Mezar taşıma da şöyle yazın: "Lubunyaydı. İletişim kurardı."
* Sevgili Coşkun, yazınla, eleştirilerinle ilgili herhangi bir şey yazıyor değilim, sakın ola ki anında cevap ya da susturulma gibi algılama. Zaten yazının kimi bölümlerine canı yürekten katılıyorum. Tarzın ve dile getiriş şeklin, ya da diğerlerinin tarzı ve dile getiriş şekilleri hakkında eleştirimi de saklı tutuyorum. Ama bir iki nokta var ki yazında geçen inan sessiz kalamadım. Affına sığınarak hele ki iletişimle ilgili bire bir şeyler değilken- anında cevap yazmak istiyorum. Birincisi Kaos GL'nin az satmasının nedenini Türkiye dışında yaşayan -ki dolayısıyla Türkiye'nin koşullarını, Türkiyeli eşcinsellerin düşünce, kişilik, yaşam tarzını-şartlarını bilmeyen, bilmesine imkan olmayan- birine sormanı anlamsız buldum. (Bu arada elbette gönül milyonlar satmasını ister ve belki bu günleri de göreceğiz, ama Türkiye'de binlerce derginin çıktığını ve bunlar içinde Kaos GL'nin bir çoğuna göre oldukça önemli bir satış grafiği çizdiğini unutmamak lazım). Ve ardından Kutluğ Ataman'ın cevabı "az satıyorsa, insanların istediklerini onlara veremiyor demektir" geliyor. Sakın ola ki, alınmış, alınganlıkla cevap veriyor demeyesin ama Kutluğ Ataman'ın yazında adı geçen filmi de Türkiye'de kısa süre gösterimde kaldı, Ankara'da sadece 2 hafta -ki filme gidenlerin çoğunluğunu Kaoslular oluşturuyordu-. Şimdi Kutluğ Ataman'ın mantığıyla düşünecek olursak "Lola Bilidikid insanlara istediklerini veremedi" mi diyeceğiz, yani böylece insanların böyle bir filmi izlemeye gittiğinde biri tarafından görülüp de eşcinselliğinin ortaya çıkacağı endişesini taşımaları, açıkça eşcinselliğin yer aldığı bir eserle yüzleşmekten korktukları vs. vs. gerçeğini göz ardı mı edeceğiz? ** Ve sevgili Coşkun, Kaos GL'nin hiç ama hiç kimseye diyet borcu yoktur. Olayı böylesine sığlaştırmamanı tercih ederdim. Hele alt paragrafta Kaos GL'nin ilk yıllarındaki kendince bütün olumsuzlukları bu iki arkadaşa yüklemen inan senin de bu yazıyı bir kızgınlıkla yazdığın sonucunu çıkartıyor. Öyle ki her türlü olumsuzluğu yüklediklerinden Atilla A.'nın ilk beş yıl içinde topu topu 6 adet yazısı varken ve belki sadece 6 yazı yazıp küskünlükten bahsetmesini eleştirebilecekken onlara aynı şekilde belden aşağı vurmaya kalkışıyorsun, umarım farkında olmadan. Ve unutmadan, Kaos GL günahı ve sevabıyla eski hali, yeni hali, ya da bundan sonraki hali dolayısıyla birilerinin eseri değil, hepimizin eseridir, hepimizin eseri olacaktır. Böyle olması için katkıda bulunmak bütün inancımla söylüyorum her eşcinselin görevidir. Ali Özbaş
TAHA / Ankara Lisedeyken kendimi çok yalnız hissediyordum. Çok fazla arkadaşım olmasına rağmen onlarla fazla birşey paylaşmıyordum. Paylaşamazdım da. Bu yalnızlık beni iyice bunaltmaya başlamıştı. Lise sonda okul danışmanının öğrencilerin okul ve yaşamla ilgili düşüncelerini almak için hazırladığı soruları ben de cevaplamıştım. Bir hafta sonra okul danışmanı benimle görüşmek istediğini söylediğinde biraz sevinmiştim. Danışmanla görüşmelerimiz dört ay sürdü. Eşcinsel olduğumu ancak üçüncü ayda söyleyebilmiştim. Çünkü korkuyordum. Korkmamın birçok nedeni vardı. Danışmanım kötü biri olup beni okuldan attırabilirdi düşüncesi, aileme söyler düşüncesi vb. nedenler. Herşeyi göze alarak yazılı bir şekilde eşcinsel olduğumu danışmanıma açıkladım. Danışmanım olumsuz bir tavır sergilemedi. Eşcinselliğin bir hastalık olmadığını açıkladı ama istersem değişebileceğimden bahsetti. Ben eşcinselliğin hastalık olmadığını biliyordum. Kafamı kurcalayan değişebilirsindi. En sonunda çabaları ile beni ikna etmiştiki ben artık değişebileceğime inanıyordum. Bir ay sonunda kendi kendime sorular sormaya başladım. "Acaba ben değiştim mi?" diye. Evet bende bir değişme olmuştu. Erkekleri düşünmüyordum. Bir tanesi hariç. Danışmanıma aşık olduğumu anladım. O da anlamıştı. Bana eşcinsellerin ancak büyük şehirlerde rahat yaşayabileceğinden bahsetmişti. Peki iletişim kurabileceğim eşcinseller var mı? diye defalarca sormuştum. Cevabı hep hayır olmuştu. Ben yalnız olmadığımı düşünsem de görünürde kimsecikler yoktu (Zeki Müren'le Bülent Ersoy'dan başka) Lise bitmişti. Danışmanla görüşemeyecektim. Kendimi büsbütün yalnız hissediyordum. Yaz tatili için İzmir'de okuyan halamın oğlu Kars'a gelmişti. Onunla iyi bir iletişim kurmuştum. Bana üniversite ortamından, kitaplardan bahsederdi. Yine böyle bir konuşma esnasında bir yazardan bahsetti. Yazarın ismi Murathan Mungan'dı. Çok sevdiğini okumam gerektiğini söyledi. Ha bir de "eşcinsel" dedi. O an çok sevinmiştim. Türkiye'de eşcinsel bir yazarın var olduğunu duymak biraz da şaşırtmıştı. Halamın oğlundan M. Mungan'ın kitaplarını istediğimde "yanımda getirmedim" dediği zaman üzülmüştüm. Biran önce üniversiteyi kazanmam gerekliydi. Yalnızlığımı ancak büyük bir şehre gelerek giderebilirim düşüncesiyle üniversite sınavlarına hazırlanmaya karar verdim. Çalıştım ve kazandım. Artık Ankara'daydım. Üniversiteye kayıtlarımı yaptırarak eşcinselleri aramaya koyuldum. Hiçbir yerde karşıma çıkmıyorlardı. Artık iyice bunalmaya başlamıştım. Psikologa gitmeye karar verdim. Gittim. Eşcinsel olduğumu ve çevreden kaynaklı sorunlar yaşadığımı,
kendimi hep gizlediğimi, kendim gibileri bulamadığımı söyledim. "İletişim kurabileceğim eşcinsel gruplar veya eşcinseller var mı?" diye defalarca sormama rağmen cevap her zamanki gibiydi. Haayır, hayır, hayırdı. Psikolog da eşcinselliğin bir hastalık olmadığından bahsetmişti. Hemen eklemişti: İsteyen eşcinselleri hocaları değiştiriyormuş. Ben bunu duyduğumda çok sinirlendim. Değişmek istemediğimi söyledim. Sorunumun eşcinsel olmamdan dolayı olmadığını; yaşadığım toplumdan kaynaklı olduğunu belirtim. Bana cevabı iyi o zaman görüşmeyi sürdürmenin bir anlamı olmadığından bahsetti. Kendimi kötü hissetmiştim. Arayışlarım yılmadan yine devam ediyordu. Kurban Bayramı dolayısıyla halamlara gitmiştim. Halamın kızlarıyla da iyi anlaşıyordum. Onlar da üniversitede okuyorlardı. Herşeyi konuşabiliyordum. Evirip çevirip konuşmaları eşcinselliğe getiriyordum. Yine Murathan Mungan'dan bahsederken onu çok sevdiklerini, eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra dışlandığında kitaplarını alarak destek olduklarını söylediklerinde çok sevinmiştim. Ha bu arada "eşcinseller dergi çıkarıyor biliyor muydun" dedikleri an heyecandan tüylerim diken diken olmuştu. "Hayır" dedim. Açık vermemek için hemen sormadım sormaya can attığım soruları. Bir süre sustuk. Başka bir konuya geçmeden hemen sormam gerektiğini düşünerek derginin ismini ve nerede satıldığını sordum. Ve destek olmak isterim diye bir açıklama yaptım. Onlar da söylediler. Biran önce dergiyi almak istiyordum. Yerimde artık duramıyordum. Halamlara kalkmam gerektiğini söyleyerek oradan ayrıldım. Koşarak Dost kitapevine gittiğimde kapalıydı. Tatil nedeni ile saat iki ile dört arasında açık olacağı yazıyordu. Bir gün sonra dergiyi korkmadan aldım. Hemen iletişim kuracağım adresleri gözüm aradı. Posta kutusunun adresini alarak yazdım. Yurtta kaldığım için yurt adresimi ve telefonumu verdim. Bir hafta sonra telefonla görüşerek kendim gibi olanlarla iletişim kurdum. Artık yalnız değildim. Heteroseksist düzenin bizleri yalnızlığa mahkumiyetini birbirimizle kuracağımız iletişimlerle ortadan kaldıracağız. İletişim bizim için çok çok önemli. Kaos GL iletişim köşesi seks, dostluk, arkadaşlık, aktivitelere katılmak amaçlı olsun hepsi bizim için önemli. Çünkü bizlerle bizden başka iletişim kurmak isteyen yok. İLETİŞİMLEŞİN *** Muzaffer ÖZERTAN / İstanbul Atilla A., iletişim köşesi hakkındaki yazını okudum. Haddim olmayarak tepkinin fazla olduğunu söylemek istedim. Çölde vaha oluşturmaya çalışan dergimizin emek verenleri tarafından oluşturulacak bazı kurallarla bunun önüne geçilebileceğini düşünüyorum. Sevgilerle.
KAOS GL 61 / 15
Mektuplarınız için adresimiz: Ali ÖZBAŞ P.K. 53 Cebeci ANKARA KAOS GL 61 / 16
Zamir Karaağaç /E Tipi Kapalı Cezaevi, 46060, Kahramanmaraş Kaygılarla oluşturulmuş bir dünyanın yaşamadığımız-doygunluğa kavuşamadığımız ortamlarda sürekli bir tatminsizliğin atmosferinde bocalıyoruz. İşte burada sizler ortaya çıkıyor ve birbirini anlamanın, güzelliklerin tecrübelerle armonileştirildiği sözcüklerle sanal bir çevreye adımımı atıyorum. İletişim köşesinde yer almak istiyorum. Engellerin olabileceği ve nasıl karşılanacağı, sonuçlarının eksiltili bir cesaretin bütün yükümü kaldırabileceği noktasında tereddütler yaşıyorum. Hizmet ettiği işlevselliğin, kapalı bir mekanda olan, erişilmeyecek uzaklıkta yer alan birisine ulaşmanın çekici olmayan görünümünde şansımız pek olmayacağını düşünüyorum. Yanılıyor muyum? Pesimizme gömülen kelimelerde bir umudun çekingen fısıltısını mektupla düğümlendirdiğime göre sizlerden şunları isteyebilirim: a) Analiz edilmesinde mantıki karar alma sürecinin dumura uğratıldığı göz önünde tutulacak olursa, verdiğim (köşede yer almak isteyişimi) kararın ikinci bir edimselleşen baskıyı getirip getirmeyeceği konusunda yaşadığım kararsızlığı doğru değerlendiriyor muyum? b) Bütüne katılmada istekliliğimi gizleyen yönde, tam bir kısacık metnin içeriğinde: "konverjansa uygun, pasifize edilmiş duygularla haz alan (symbol), gözlerle ve sözcüklerle sevişebilen (şimdilik) arkadaşlıkları önemseyen kişilerle buluşmak" şeklinde yer verebilirsiniz. c) Ölüm ilanı gibi (otokontrol yöntemini benimsediğimden) cellata teslim edilen adı ve adresi yazmanızda bir sakınca görmüyorum. Sedat / Çorum Adresinizi Karanfil Sokak'taki bir kitapçıda gördüğüm bir kitaptan aldım. 1979 doğumluyum ve Ankara'da okuyorum. Sizinle yazışmaya, görüşmeye ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Gerek konuşma tarzım, gerek ses tonum, uzun saçım ve küpemle kendimi bu yaşıma kadar baskı altında hissetim. Aslında insanları çok da takmıyorum. Yaşım ilerledikçe insanların (ben onları yoz, çağdışı olarak nitelendiriyorum) alayları beni ilgilendirmemeye başladı. Ancak çocukluğumdan beri gerek okul hayatımda, gerekse akraba ve sosyal hayatımda benimle alay edenler oldu. Ailem bu yıla kadar artık nedendir bilmiyorum (öyle görmek istemediklerinden midir) benim cinsel tercihim vb. hiç konuşulmamıştı. Ailem demokrat, çağdaş bir aile. İnsanlar ne kadar okumuş yazmış olsalar da, üniversite görseler de kendi kanlarından, canlarından oğullarının bir gay olmasını bir türlü sindiremiyorlar. Ablam son 5-6 aydır benim normal olmadığımı, cinsel sapıklıklarım olduğunu vb. laflarla an-
nemlerin, babamların yanında beni iğnelemeye başladı. Bizimkiler de artık şimdi daha dikkatli inceliyorlar beni. Ben normalim. Gay olmaktan hiç utanç duymuyorum. Ancak yine de korkuyorum. Gelecek beni korkutuyor açıkçası bu ülkede. Yani askerlik durumu, toplumun bakış açısı beni korkutuyor. Hayat felsefem her zaman iyiliğe karşı iyilik olduğu gibi kötülüğe karşı da iyiliktir. 68'lerin hippileri gibi sevgi doluyum. İnsanların dil, din, cinsel tercih, yaşam biçimi ve değerlerine göre ayrılmasına karşıyım. Başkalarına zarar vermediğimiz sürece her insanın özgür olduğunu düşünüyorum. Ama gel gör ki bu ülkede bu laflar boşuna. Hikmet / Mersin Heteroseksüel Kıskacında Gay Türkiye'de ve dünyada heteroseksüellerin acımasızca, çirkef bir şekilde saldırılarına maruz kalıyoruz. Kendi düşünce sistemleri içerisinde biz gayleri eritip un ufak etmek, gayliği "ahlak" ve "onur" meselesi yaparak her fırsatta aşağılamak ve terslemek onlar için onur verici bir durum olsa gerek. Gaylere yönelik gizliden gizliye kin ve soğuk savaş güden heteroseksüellere karşı yapılabilecek tek bir şey kalıyor: Onları kendi silahları ile vurmak ve bilgileri ile devirmek. Burada Kaos GL sayfalarından tüm gay arkadaşları birlik ve beraberliğe çağırıyorum. Toplu bir şekilde atılacak bir adımın bizlere neler kazandıracağını gözler önüne serebildiğimizde ilerde kimseye hesap vermeden daha özgürce bir yaşam için bunların gerektiğini daha bir net şekilde göreceğiz. Gerekli olan herşeyden önce kendimizle barışık olmaktır. Bunun için her işi oluruna bırakmamak gerekiyor. Burada halkın kültürel yapısını gözardı etmemeliyiz. Halkın gay ve lezbiyenliği benimsemesi kolay bir iş olmayıp, gay ve lezbiyenliği benimsetmek yine bizlere düşüyor. Bizlerin de dikkat etmesi gereken kulaktan dolma bilgileri bir tarafa atıp yeterince ve devamlı kitaplar ve dergiler okuyarak kendimize daha bilimsel bir yol çizmemiz gerektiğidir. Karşımızdakini ürkütmeden ve korkutmadan açıklamalar yaparak kendimize doğru çekmeliyiz. Bilinçli ve düşünceli bir sistemle daha ileri dönük sağlam adımlarla yol alabilmek için nerede nasıl davranacağımızı bilebilirsek içimizdeki ve çevremizdeki düşmanı akıllıca ortadan kaldırabiliriz. Biz gayler kendimize ve diğer arkadaşlara açık sözlü olmadıkça çevremizdeki heteroseksüellerin saldırısına maruz kalmaktan kurtulamayız. Gelin bu kapitalist sömürü dünyasında kendimizce birşeyleri değiştirip daha özgürce yaşanası bir gay dünya kuralım. Heteroseksüeller onurlu ise biz gayler onlardan daha az onurlu
değiliz. Gay olmak bir suç olmadığı gibi bir günah asla değildir. Oğuz / Ankara Ben bir heteroseksüelim. Ve özürlüyüm. Ellerini ve ayaklarını kullanamayan bir özürlü. Yani, yaşamını ikinci bir şahsın yardımı olmaksızın sürdüremeyen biriyim. Yani farklıyım. Toplumda kabul görmek için, yer edinebilmek için, yadırganmamak ve dışlanmamak için; mücadele ediyorum. Yani sizler, eşcinselliğinizle farklı olup mücadele ederken, ben özürlü oluşumdan dolayı farklılığım için mücadele ediyorum. Sonuçta yaptığımız iş aynı, farklılığımızdan ötürü savaşıyoruz. Ellerimi ve ayaklarımı kullanamamam yüksek okul mezunu olmamı engelleyemedi. Daha geniş bir ifadeyle; özürlü oluşum yaşamamı engelleyemedi (Teşekkürler Anne). Dışlanmaya mahkum olduğum bu ülkede, dışlanmayan bir hayat sürdürmeye çalışıyorum. Aynı sizin gibi. Eşcinsel bir arkadaşım var. Ne cinsellik, ne de sevgililik yaşıyoruz onunla; herkesin imreneceği bir dostluk yaşıyoruz. 27 senedir hiçbir cinsel ilişkim olmamasına rağmen asla kullanmayı geçirmedim aklımdan. "Sen heteroseksüel olduğunu söylüyorsun, tabii böyle bir şey istemezsin" dediğinizi hissediyorum. Ama benim telekız olarak anılan arkadaşım da oldu. Yıllarca birbirini görmemiş iki arkadaşın kucaklaşması gibi, penisimi onun vajinasıyla kavuşturabilirdim, yapmadım. Onun, halk deyimiyle orospuluğundan yararlanmadım. Çünkü onu aşağılayan, basit gören, değersiz bulanlar; daha adiydi. Ondaki ruh ve düşünce güzelliğinden mahrum kaldıkları için acıyorum onlara. Bu güzelliklerden dolayı aşıktım ona. Bu iki kişiyle olan ilişkim uzunca bir süre yadırgandı. Beni aracı yapıp kullanmak isteyenler bile oldu. Mücadele, mücadele, mücadele. Ve kazandığımı sanıyorum. Çünkü, artık bu iki insan için benim yanımda ya da bana karşı olumsuz bir şey söylemeyi kendilerine hak görmüyorlar. Tüm bunları, özürlü bir heteroseksüelin, sizi ne kadar insan gördüğünü anlatabilmek için yazdım. Emrah / Ankara Aynaya bakmaktan korkmuyorum artık. Her seferinde başka bir suretle karşılaşmaktan ya da her karşılaşmada küçük bir çocuk edasıyla oyun hamurları gibi kişiliğime şekil vermekten. Özünde herşey aynı, oluşturduğum karakterler. Eni topu aynı malzemeden yapılmış. Sadece görünüşleri farklı, insanlar uyandırdıkları çağrışımlar.
Dediğim gibi artık aynaya bakmaktan korkmuyorum. Çünkü aynadan yansıyan görüntü kendim (Her ne kadar gerçek bir görüntü olmasa da, onu ben yaratıyorum). Hayatım, sevdiklerim ve de nefret ettiklerim ya da ikisinin ortasındaki herşey. Artık aynaya bakmaktan korkmuyorum. İtiraflar, itiraflar ve yine itiraflar... Bir kuş kadar hafifim artık, özgürce yaşayabiliyorum. Utanmadan, sıkılmadan ve daha birçok duyguyu tadarak. Artık aynaya bakmaktan korkmuyorum. Kendimle yüzleşmekten, aslımı bulmaktan ve mutlu olmaktan korkmuyorum. Hayatı yaşamaya başlıyorum her aynayla buluşmamızda. Artık denileni daha iyi anlıyorum. BÜTÜN PİSLİĞİNE VE YOZLAŞMASINA RAĞMEN HAYAT YİNE DE YAŞAMAĞA DEĞER! Artık aynaya bakmaktan korkmuyorum. Yalan söylemekten, saklanmaktan ve daha ne varsa... Artık aynaya bakmaktan korkmuyorum. ÇÜNKÜ BEN KENDİMLE KENDİMCE MUTLUYUM. Yusuf / Ankara Önce saygı ve sevgilerimi sunuyorum. KAOS GL ile dün akşam tanıştım. Yıllardır hep böyle bir organizasyonun hayaliyle yaşardım. Böyle bir çalışmada bulunan bütün arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Yakın zamanda Kaos GL'nin çalışmalarını görmek için mutlaka geleceğim, elimden gelecek bir yardım var ise en iyisini yapmaya hazırım. Ben bir eşcinsel olarak bu yaşıma (21) kadar çok ama çok acı çektim. Artık yürüyen bir ruh halindeyim. Ama gitgide bende değişiklikler oluyor. Eskisi gibi acı çekmiyorum. Sevgisiz, aşksız yaşamaya alışıyor gibiyim. Yıllardır kendime bir sevgili aradım ama hep yontuldum, alay konusu oldum. Benimle bir hayvanmışım gibi oynanıldı. Ama artık bunlara son vermenin çoktan zamanı geldi. İnsanlar bizi tanıyacak, anlayacak ve bize mutlaka hak verecek. Ben gedik.net gay odalarında sohbet ediyorum. Örneğin dün akşam bir vakıf kurmaktan bahsettim, hiç vakfımız yok, dedim. Bana Kaos'tan bahsettiler. Aralarında Kaos'la ilgili en çok bilgiye sahip olan sadece, bir örgüt, diyor. Biz gayler çok korkağız. Bunun sebebi ise Türkiye'de yaşamamız. Türkiye bir demokrasi devleti ise eşitlik ve adalet var ise bizi mutlaka kabul etmek zorunda. Hergün demokrasi, demokrasi diye yırtınan insanlar bizi kabul etmez iseler, biz de onlara demokrasinin ne demek olduğunu, haklarımızı savunarak ve kazanarak öğretiriz. Gay, lezbiyen ve diğer arkadaşlar gay gibi davranmak, yaşamak yeterli değil. Zaten hepimiz hapisteki mahkumlar gibi yaşamıyor muyuz? Çekiniyoruz, korkuyoruz, cesaret edemiyoruz. Hanginiz özgürce yaşamak istemez? Sevdiğiniz insanla rahat rahat sokaklarda elele dolaşabilmek, onunla
öpüşmek… onunla omuz omuza verip sahilde güneşin batışını seyretmek. Hanginiz istemez soruyorum. Bu dünyada zaten hapisiz, firar etsek ne olmuş. Belki kurtulabilme şansımız var. Bizim mücadelemiz diğer ülkelerdekine göre daha zor olabilir ama bence güzeli zoru başarabilmektir. En büyük mutluluk budur, zafer mutluluğu. Arkadaşlar belki bu konuda size göre hayalperest gibi konuşuyor olabilirim ama hiçbir şey hayal değildir. Asıl hayal yoktan varedebilmektir. Bu da imkansız olduğuna göre, bunun dışında hiçbir şey hayal değildir. Hepinizi bir araya gelerek tek bir ağaç dalı yerine, bir ağaç gövdesi olmaya davet ediyorum. Böyle saklanarak, gizlenerek hiçbir yere varamayız. Hepiniz dünyanın en nadide çiçeklerindensiniz. Savaş Karşıtları Halkı askerlikten soğutmak diye yasalarla belirlenmiş bir suç tanımı olan bir ülkede yaşıyoruz. Demek ki sorgusuz sualsiz itaat etmekten, istemediği halde nasıl silah kullanacağını öğrenmekten, şiddetten, sebebi ne olursa olsun insan öldürmekten kolayca soğuyabilecek bir çok kişi olduğunun farkında devlet… Bu yüzden ordunun varlığını akılcılaştıracak her kavramı yükseltiyor, yüceltiyor. Ama bizim kişiliğimizi, vicdanımızı yokediyor. Düşünmemeye, koşulsuz itaate zorluyor. Birey olmamızı engelleyip, köle olmamızı istiyor. Kendinin ve savaştan katrilyonlar kazananların çıkarları uğruna bizleri zorla askere alıyor ve günü geldiğinde gözümüzü kırpmadan ölmemizi, öldürmemizi bekliyor! Bu konudaki zıt fikirleri susturuyor, hele bu fikirler açıklanıp yayılmaya çalışılırsa en ağır baskılar fikirlerin sahiplerini buluyor: Kitaplar toplatılıyor, fikir ve eylem sahipleri gözdağı verircesine tutuklanıyor, hapsediliyor! Şiddetten arınmış bir dünyada yaşayabilmek, özgürleşebilmek, yokedilmeye çalışılan kimliğimize sahip çıkabilmek için; sizleri de askerlikten soğumaya davet ediyoruz! http://www.savaskarsitlari.org e-mail: bilgi@savaskarsitlari.org Irene / graswurzel revolution / Almanya Sevgili Kaos GL'ler, Biz bir sol lezbiyen-redaksiyonuz. Şu anda Graswurzelrevolution gazetemiz içinde bir özel dört sayfalı lezbiyen gazete hazırlıyoruz. Almanya'daki eğlence eşcinsel hareketi ve Medeni Kanuna göre evlenmek isteyen burjuva eşcinsel hareketini eleştiriyoruz ve red ediyoruz. Türkiye'deki durumu çok başka ki biliyoruz. İstanbul'da bir kadın sevgilim var. Her ülkede yabancıyla eşcinsel olarak yaşamak çok zor, ilişki zayıf, heteroseksüel hayattan baskı büyük, her şey tesadüfe göre gidiyor. Destek yok.
Almanya'daki durum iki milletli eşler için de zor. Yabancı eşcinseller için oturma izni problemi büyük. Kağıtlar için evlenmek lazım. Ama kiminle? Gittikçe bir karıkoca beraber oturmak zorunda, yoksa yabancı polis bu nikahı reddedecek. Ne kadar bir hayat? Biz böyle bir durumu kabul etmek daha istemiyoruz. Hak danışması daha yetmez. Hak aslında yok. Millet sınırları iptal edelim. Biz "wissenschaftlich-humanitäres komitee" (bilimsel insancıl konsey) destek veriyoruz. Savaşa karşı, millet nüfus politikasına karşı, her seksüel hayat koşulları için, sosyal hayat koşulları için, ırkçılık karşıyız. Geçen Haziran'da İzmir ve İstanbul'da arkadaşlarımla bulundum. İzmir'deki Savaş Karşıtları Derneği'yle konuşup İstanbul'daki antimilitarizm inisiyatifle (Nisyan) ve ROZA dergisiyle görüştüm. Adı Ot-kökü-devrim anlamına gelen gazetemiz (Graswurzel-revolution-GWR) aylık olarak çıkar.
KAOS GL 61 / 17
DERIVATIVE DUO Rachmaninoff Romance Aşkım yıllar geçmesine rağmen Seni daha fazla sevemezdim Deneseydim bile. Bugün Cumartesi Haydi biraz eğlenelim. Mutluluk dolu birkaç saat geçirelim . Haydi bir öpücükle başlayalım. Bilirim, gece geç vakitlerde Zevkten bir dakika çalarız. Haydi rahatlayalım ışıkta, Romantik olmaya çalışalım. Bırak şu kitabı bir kenara ! Küveti hazırlayacağım ve sonra Köpüklü banyo yapacağız. Çek telefonun fişini Evde değilmişiz gibi davran. Yatakta yemek , özel muameleler... Hatta çarşafları bile değiştireceğiz, Köpekleri bahçeye salacağız; Bırak yesin çimleri sümüklüböcekler. Tatlım , stresimizi atalım , Kendimiz olalım, sıkıntılarımızı geride bırakalım. Zihnimi kapayabilirim , bu sefer Buradayım , bedenim ve ruhumla seninleyim . Şu faksları gönderdin mi ? Ya gerginliğim asla gevşemezse ? Hapse gireceğim , çünkü Vergilerimi geciktirdim , haciz gelecek ! Çitleri onarmalıyım , çünkü Köpekler komşuları ziyaret etmeye Ve bahçelerini kazmaya başladılar , Papatyaları yoldular ; Komşulardan özür dilemeliyim . Yaşantım bir hayvanat bahçesi gibi ! Geç kalıyorum , bu benim kaderim ! Hep koşturdum, şimdi öyle yorgunum ki ! Çok telaşlıyım , gerçekten efkarlıyım şimdi . Tatilim ne zaman ? Annem artık yaşlanıyor Sanırım söylemenin zamanı geldi: Kansas’a geri dönmeyeceğim. Tanrım , umarım anlar bunu! Şimdi aramalıyım onu .
Her gün zaman uçup gidiyor . Her zaman yapacak çok iş var: Jimnastiğe , tik tak tik tak ! Alışverişe , tik tak tik tak ! Arabayı yıka , tik tak tik tak ! Yerleri cilala , tik tak tik tak ! Asla anlayamadım Nasıl katlanıyor kaprislerime ? Ya sevgilim bir gün , “Yeter artık , gidiyorum !” derse ? Bu ses de ne ? “Tatlım dur , üzülme , bunu hallederiz ” Diyor sevgilim tatlı sesiyle . Aşkım , gel kollarıma ! Senin güzelliğinden nasıl etkilenmem ? Uzandığın zaman yatağa , Düşüncelerim fırıl fırıl döner aklımda . Sıkıntılarımı ve listelerime rağmen Karşı koyamam . Bedenini seviyorum,sevgilim Hem de ne çok , sevgilim İçtenlikle ,öyleyse sevgilim Affet beni !Üzgünüm ! Seninim ! Mutlu bir son bu hikayeye , Köpeklerin perdeleri tırmalamalarına ve Salyangozların çimleri hatır hutur yemelerine rağmen Ne tatlı , ne romantik bir sahne ! Hırgürlere karşın aşk yendi Ve bu aşkın şiddetini rihter ölçeği bile ölçemezdi Güldüler ! Ağladılar ! Seviştiler ! Uyudular ! (Çeviren: Anıl / Ankara
Gelecek zamanda Graswurzelrevolution'de bir ağırlık merkezi (içerideki dört sayfa) Türkçe, Kürtçe ve Almanca makalelerle yapacağız. Severek zaman zaman sizden bir şey alabiliriz ve Almanya'da yayınlayabiliriz. Size güzel yaz günleri dilerim. GWR-München, Irene Kober, Frauenlesben-redaktion, Gravelottestr. 6 81667 München Tel:0 89/48 95 43 02 Fax:0 89/48 95 43 03 E-Mail:GWR-Muenchen@link-m.de http://www.comlink.de/graswurzel/ Dennis / İsveç Benim Adım Dennis. Türkiye'de de İsveç'teki haklara sahip olabilmenizi umarım. İsveç'te kağıt üzerinde bir çok hakka sahibiz, ama gene de burada, özellikle Gotenburg'da hâlâ eşcinsel katilleri var. 1990'da bir kulüpteydim ve üyelerimizden biri çıkışta neo-nazilerce öldürüldü. Bundan sonra İsveç'de gazetelerde büyük tartışmalar yaşandı. O zamandan beri 5 gay aynı şekilde yaşamını kaybetti. Benzeri sorunların Türkiye'de de yaşandığını sanıyorum. Yardım etmek isterim, ne yapabilirim? Bu konularda ilerlemeler olduğunu biliyorum (biliyorum, çünkü yarı Türk'üm), ama daha yapılması gereken çok şey var. İsveç'den bazı partilerden, özellikle Yeşiller'den, bu konuyla ilgili Türkiye'yi ziyaret edenler olduğunu biliyorum (tabi genel insan hakları ihlâlleri ile de ilgileniyorlar). (cesur@swipnet.se) Ahmet ÖZTÜRK / İsviçre Yaşam çocuk genç yaşlı akar gider Annemiz aptal, oğlumuz kurnaz gelir. Gün gelir oğlumuz çekip gitmek ister, engelleriz. Yaşamın kaynağı, sonucu, amacı yanıltsatmaktır. Ah edip ağlamalarımız ölülerimize değil, çokyüzlülüğümüzün farkedilmesine Küfür ve sloganlarımız başkalarının bizden daha çıkarcı olmasına. Yaşam çocuk, genç, yönetici akar gider, gericileşiriz. akar, akar, akar,
KAOS GL 61 / 18
İletişim İletişim köşesinde ücretsiz yayınlanmak üzere kısa mesajlarınızı adreslerimize iletebilirsiniz: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA / Fax: 0.312.363 90 41 / e-mail:kaosgl@geocities.com (Bundan böyle mesajlarınız aksini belirtmediğiniz takdirde 3 ay boyunca yayınlanacaktır.)
Australia of Chinese descendant. 30s, slim, tall, smooth, goodlooking. Own small business. Seek a Turkish boyfriend. You, 30 under, slim, white skin, goodlooking, you may need to migrate Australia. Write with photos to: Ian Lee, P.O. Box 446, Darlinghurst 1300, Sydney, Australia I am living in Brussels. About me, I am a 25yo 173cm 52kg Japanese student, slim but with strong will. In fact I am looking for nice looking friends, because of any moments nice to see and company with.I would like to exchange pics, and if you don`t have it on net , I will tell you my mail box address. Afterall what I am looking for is, nice to sharing every possibilities with friends, I think this is only possible between gays. Anyway I am looking forward to hearing from you soon. Hidde, kimico@hotmail.com Sevgiye, sadakate, aşka herşeyden çok önem veriyorsanız, sevginiz paylaşılabilecek kadar güçlüyse ve de gençseniz beni akşamları 18:00'dan sonra arayın. Ataman: 0.542.245 33 05 Ben 19 yaşında bir lezbiyenim. Ailemden kimse bilmediği için sizlere bir adres ya da telefon bırakamıyorum. Ama sizler bırakırsanız tanışabiliriz. Gülşah, Adana. 26 yaşında, 1.75 boyunda, 65 kilo yakışıklı bir gencim. Eğer kendinle barışıksan, bana yazarsan emin ol, pişman olmazsın. Resimli mektuplarınızı bekliyorum. Deniz Konya: Valeriusstraat 2-D 7604 CN Almelo Hollanda Tel:00-31-546-812889 İstanbul'dan bir gayim. Eşcinsel duygularımı paylaşacağım, erkek tenine özlem duyan, beni benim kadar sevecek sevgiye önem veren gaylerin mesajlarını bekliyorum. Ahmet, P.K. 1058, 34437 Sirkeci İSTANBUL Merhaba, 24 yaşında, 1.76 boyunda, ela gözlüyüm. Arayacağınız numara herhangi bir numara değil, konuşun benimle. İstanbul, Ümit, 0.535.726 69 10 31 yaşında, kumral, yakışıklı bir geyim. Uzun süreli ilişki arayan, kendisini kişisel
çıkarlardan arındırabilmiş, dürüst ve samimi bir arkadaş arıyorum. Bahattin, P.K. 54, Bakırköy, İstanbul 33 yaş, 1,73 cm, 69 kg. Açık kumral biriyim. Seviyeli gay arkadaşlığı kurmak istiyorum. Hikmet, P.K. 341, 33000 MERSİN İçinde biseksüellik ve gaylik fırtınası kopanlar, ama bir türlü yaşamak istediklerini yaşayamayan arkadaşlar bekliyorum. Yazışalım, tanışalım. Ayrıca bu Tokat'ın biseksüel, lezbiyen, gay insanları ayda mı yaşıyor? yavuz_hakan@hotmail.com. 25 yaşında esmer, ressamım. Kalıcı bir ilişki yakalayabileceğim, sevgiye inanan kadınlarla tanışmak istiyorum. Sema: 0.532.713 70 31 35 yaş, 1.74 cm, 72 kg, açık kumral, kariyer sahibi bir erkeğim. İzmir ve çevresinden güven, sevgi ve saygı üçlüsüne önem veren kariyer sahibi kişilerle seviyeli arkadaşlıklar kurmak istiyorum.10:00-18:00 saatleri arası arayın. Ahmet:0.535.717 46 44 Kendinle barışıksan, içtensen, doğalsan, açık sözlüysen, mücadeleyi seviyorsan. Sence kalmaya devam et ve bana yaz veya ara. Barış Evren:P.K.177, Ulucami 16371 BURSA BarisEvren@hotmail.com 0.542.734 79 90 0.532.557 70 51 Erenköy ve çevresi başta olmak üzere tüm gay arkadaşlardan telefon bekliyorum. Suat:0.542.724 28 41 23 yaşında üniversite öğrencisiyim. Ankara’daki gaylerle tanışıp görüşmek ve diğer illerdeki gaylerle mektuplaşmak istiyorum. Sinan: P.K. 153, 06592, Cebeci/ANKARA 26 yaşında, üniversite mezunu bir gayim. 20 yaş ve üzeri gay arkadaşlarla yazışmak ve tanışmak istiyorum. Hakan: P.K. 1233, 01122 Cemalpaşa ADANA Üniversite ikinci sınıftayım. 22 yaşında, kendine güvenen ve seven biriyim. Beni benim kadar sevecek, 28-35 yaş arası gaylerle tanışmak istiyorum. Berk Güven (Muğla): 0.532.362 84 19
İstanbul'dan bir gayim. Mesajlarınızı bekliyorum. Ayhan: Ayhan24@hotmail.com Bana yazar mısınız? Mustafa Karakuş:P.K. 431 Antalya Ben Fatih. Hollanda'da yaşıyorum, Türkiyeli gaylerden mesaj bekliyorum. e-mail:etic@XS4all.nl posta:Fatih Özden, Tak Van Poortvlietstraat 3A 3038NV Rotterdam-HOLLANDA Cumartesi-Pazar 12:00-18:00 arası telefonlarınızı bekliyorum. Lütfen hafta içi aramayın. Kaangir (İstanbul):0.542.241 41 06 Mersin'de oturan bir gayim. Beni arayın, arkadaş olalım. Murat:0.532.633 85 29 26 yaşında, Almanya'da oturan, arada İstanbul'a gelen biriyim. Eşcinsel arkadaşlarla yazışmak, tanışmak isterim. Cem Oğuz. Postfach 1812 88008 FVE, Bonn-ALMANYA LAMBDA-İSTANBUL Danışma Telefonu: "Yalnız Değilsiniz!":0.212.233 49 66 (Salı, Perşembe günleri 19.0021.00 arası; diğer zamanlarda telesekreter mevcut) ILGA (International Lesbian and Gay Association) e-mail: ilga@ilga.org internet adresi: www.ilga.org IGLHRC (Uluslararası Gay Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu) e-mail: iglhrc@iglhrc.org fax: +415-255-8662 Amnesty International (Af Örgütü) e-mail: amnestyis@amnesty.org internet adresi: www.amnesty.rog The Advocate (The National Gay & Lesbian Newsmagazine-USA) internet adresi: www.advocate.com İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Genel Merkez Tel&Fax: 0.312.425 95 47 Ankara Şube Tel:433 74 81 Fax:435 76 15 İstanbul Şube Tel:0.212.244 44 23 Fax:0.212.251 41 55 Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı
http://www.archimac maarun.edu.tr-organizationkek GACI (Kadın Kapısı Haberleşme Bülteni) Tel:0.212.293 16 05 0.212.293 16 06 Fax:0.212.293 10 09 e-mail:ikgv@prizma.net.tr Transeksüellik (Türkçe) http://www.geocities.com/ wellesley/3116/ts.html Eşcinsellik ve İslam gaymuslims@yahoo.com Cinsel Hastalıklar Tedavi Merkezi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Aile Planlaması, İnfertilite Araştırma Merkezi (Üroloji Polikliniği içinde) 34303 Cerrahpaşa İSTANBUL AIDS Danışmanlık Hatları Hacettepe AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi (HATAM) 0.312.310 80 47 Türkiye Aile Planlaması Derneği 0.312.431 18 78-431 56 98 Sağlık Bakanlığı Ücretsiz Bilgi Hattı 0.800.314 79 79 AIDS Savaşım Derneğiİstanbul 0.212.231 07 60 Positive Nation (Britanya'nın HIV Magazini) e-mail: editor@positivenation.co.uk internet adresi: www.positivenation.co.uk eşcinsel arkadaş! Eşcinsellik tedavi edilecek bir hastalık olmadığı gibi psikososyal bir bozukluk da değildir. Psikoloji ve psikiyatri kurumu çeyrek yüzyıldır eşcinselliği bir hastalık olarak değerlendirmemektedir. Kendi isteğinizle yada başkalarının zoru ya da yönlendirmesiyle bir psikologa başvurmuş olabilirsiniz. Daha önce ve ya bundan sonra özel ya da resmi (hastane, mediko gibi...) herhangi bir kurumda başvurduğunuz psikologun eşcinselliğinize karşı yaklaşımında bir sorun olduğunu düşünüyorsanız bir dilekçeyle (ilgili kurumu, psikologu, yaklaşımını...) aşağıdaki adrese bildirebilirsiniz. Dilekçenin
bir örneğini de Kaos GL'ye gönderirseniz seviniriz. TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ İnkilap Sk. 31/6 Kızılay 06650 Ankara Tel:(0312) 425 67 65 Tel/fax:(0312)417 40 59 e-mail: TPD@service.raksnet.com.tr Yazışma adresi:P.K.117 Küçükesat/Ankara Unutmayalım! Güvenli seks sadece AIDS’ten değil, birçok cinsel hastalıktan korunmanın yoludur.
POSTA KUTUSU NASIL KİRALANIR? Bir çok kişi postanelerin ucuz bir hizmeti olan ve mektubunun evden/apartmanından başka biri tarafından okunma, alınma, kaybedilme riskini ortadan kaldıran Posta Kutusu kiralama işleminin çok meşakkatli olduğunu düşünür. Oysa postanelerin ekonomik bir hizmeti olan P.K.'lar 18 yaşından büyük herkes tarafından kolayca kiralanabilir. Bunun için, kayıtlı olduğunuz muhtarlıktan bir ikametgah ilmuhaberi ve nüfus cüzdanı örneği alarak istediğiniz bir postaneye başvuruyorsunuz. Genelde boş Posta Kutusu her zaman bulunuyor. Altı aylık ya da yıllık, oldukça düşük bir abonelik ücreti ve bir defaya mahsus olmak üzere anahtar ücreti ödüyorsunuz. (1999 yılı P.K. bir yıllık aboneliği 3.000.000.-TL idi.) Pek çok postanede gerçek adınız dışında bir rumuz sorun olmasa da, sadece gerçek adın kullanıldığı mektupları kabul eden postaneler de bulunuyor. Garip rumuzlar yerine en azından ön adınızın yazılması size gelen mektubu güvenli bir şekilde Posta Kutunuzda bulmanızı sağlayacaktır.
"Eşcinsel Aşkın Ötesi" Radikal, 1 Ağustos 1999
Burada yer alan metinler, Mine G. Kırıkkanat'ın yukarıda alıntıladığımız yazısı yayınlandıktan sonra kendisine email ile gönderilmiştir. Ancak ne özel ne de köşesinden herhangi bir yanıt alınamamıştır. KAOS GL 61 / 20
"… Onlara da eşcinsel diyorlar. Eşcinseller, eski Yunan kültüründe yüceltilen davranış biçimlerinin, orta, yeni ve yakın çağda yerin dibine batırıldığını, eşcinselliğe ilişkin olumsuz tepkilerin tabulaşmasını yaşamak zorunda kaldılar. Günümüzde ise, her etkinin sonunda tepki doğurduğu gibi, 'eşcinselliği yadsımak' bir tabu haline getiriliyor. Özellikle Amerika ve Kuzey Avrupa ülkelerinde, eskiden 'eşcinsellik iyidir' demek için yürek isterken, şimdi 'eşcinsellik kötüdür' demek, ayıpların en büyüğü, yüz kızartıcı bir 'hoşgörüsüzlük'. Bazı ABD eyaletleri, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler eşcinsel evliliklere icazet çıkardı. Fransa, eşcinsellere nikâh olmasa bile ülkede çiftlere tanınan sosyal hakların tümünü, bir de birlikte yaşadıklarına ilişkin belge verdi. Ancak... Eşcinsellerin, cinsel seçimlerini bayrak yapıp dolaştırdıkları ve topluma kabul ettirmek yolunda verdikleri mücadelede çok tartışılan son bir aşama var: çocuk sahibi olmak hakkı. İstedikleri çocuk, aslında doğa kurallarını tersine çeviremedikleri için, başkalarının çocukları. Bir çocuk düşünün ki, okula gidiyor ve kendisine: "Senin annenin adı ne?" diye soran arkadaşına, "Benim annem yok, iki tane babam var," diyor. Ya da tersi. O çocuğun karşılaşacağı anlayışsızlığı, alayları, zorlukları, varın düşünün. Ayrıca, iki erkeğin ya da iki kadının, cinsel ilişkide bulundukları bir mekânda yetişen erkek çocuğun kadınlara dönük, ya da kız çocuğun erkeklere dönük bir cinsel seçim hakkı olabileceğini hayal etmek herhalde olanaksız. Ama Batı uygarlığı buraya gidiyor. Belki yakında 'bize' de gelir. Gerekliyi bırakıp gereksizi benimsemekte, üstümüze yoktur, bilirsiniz."
Sayın Mine G. Kırıkkanat, İster inanın ister inanmayın, sonucuna katılmadığım yazılarınızı bile diliniz ve üslubunuzdan dolayı beğenerek okuyorum. 1 Ağustos 1999, Pazar günkü "Eşcinsel Aşkın Ötesi" başlıklı yazınızı da okudum. Başlıkla içerik arasında bir bağlantı yakalayamasam da asıl yazma gerekçem "Ancak …"dan sonra yazdıklarınız. Türkiyeli eşcinseller olarak çıkarmakta olduğumuz aylık Kaos GL Dergisinde aklımızın erdiğince her konuyu tar-
tışmaya çalışıyoruz. Batı'daki eşcinsel kardeşlerimizin tartışmakta oldukları pek çok konu bizler için henüz erken olsa da ulaşabildiğimiz kadarıyla takip etmeye çalışıyoruz. Örneğin son sayımızda Le Monde'dan Pascale Krémer imzalı bir yazıyı "Eşcinsel Ebeveynler de Çocuk Bakabilir" başlığıyla çevirdik ve yayınladık. 15 Mart 1999 tarihli bu yazının üstünden çok zaman geçti ama merak ettik acaba ordan mı hareket ettiniz yoksa bilmediğimiz başka bir gelişme mi oldu? Bu arada Eski Yunan konusu, bana göre biraz da Avrupamerkezci yaklaşımların bir sonucu gibi geliyor. Üstelik Sokrates döneminde söz konusu durum doğru olmakla birlikte Aristoteles'le başlayan dönemde tam tersi bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Eğer biraz Eski Yunan'dan gözümüzü alabilirsek Eski Çin'de, Japonya'da, Avustralya yerlilerinde ve Kızıl-derililerde de benzer bir realiteyle karşılaşabilmekteyiz. Ayrıca konumuz değil ama Eski Yunan'da yaşanılan eşcinsellik bizim tasvip ettiğimiz bir durum olmadığı gibi yaşanılanın adı, bugün bizim anladığımız anlamda eşcinsellik olmayıp pedagojik kılıflı bile olsa bildiğimiz oğlancılıktır. Ayrıca eşcinsel kimlik'i bir yana bıraksak bile aynı zaman diliminde farklı toplumlarda ve aynı toplumlarda farklı zamanlarda eşcinsel edimin yaşanılışı ve anlamlandırılışı farklılıklar gösterebilmektedir. Bu durum, diğer tüm insani ve kurumsal ilişkiler için de geçerlidir. Bu durumu bilmiyor olabileceğinizi düşünemediğimden geriye galiba şu iflah olmaz homofobi kalıyor!… Antropolojik araştırmaların bulguları bir yana içinde yaşadığımız toplumun 70 yıllık tarihi, o toz kondurulmayan "kutsal" aile kurumunun heteroseksüel haliyle bile ne kadar değiştiğini göstermektedir. Ayrıca bundan daha doğal ne olabilir? Hiçbir kurum ezeli ve ebedi olamayacağına göre yeni insan ilişkilerine göre şu ya da bu şekilde değişecek, dönüşecektir. Sayın Kırıkkanat, yazdıklarında samimi olduklarına inandığım sınırlı köşe yazarlarından birisiniz. Fakat açıkça belirtmek isterim ki gerçek meselenin
"çocuk sorunu" olduğuna pek ikna olmadım. Çocuğun cinsel yönelimi ve okulda yaşayacakları konusunda sizinle aynı "duyarlılığı" gösteren ve 03.06.1996 tarihinde Milliyet'te, Gani Müjde'nin yazdıklarını hatırladım. Evlendikten sonra cinsiyet değiştirenler üzerine aklı sıra mizahi bir yazı yazan ve pedagogluğa soyunan Gani Müjde, "Sonra çocuğun dünyası ne olur? Okulda arkadaşları çocuğa neler söyler, kimsenin umurunda değil." demekten kendini alamıyordu. Ama, okuldaki arkadaşlarının çocuğa neler söylediği ve NEDEN söylediği üzerine düşünme gereği duymuyordu. O bildik "sorumsuz anne" suçlamasının arkasına gizlenen Gani Müjde, "babayken teyze" olan insanların da kendisi kadar kaygılanabileceğini ve sorumluluk sahibi olabileceğini aklına bile getirmiyordu. Sayın Kırıkkanat, "o çocuğun" okulda karşılaşacağı anlayışsızlığı, alayları, zorlukları, aynı cinsten olan ilgili ebeveynler de, çocuk sahibi olmayı düşünmeyen eşcinseller de sizin kadar düşünebilirler. "Ancak…"dan sonra altını çizdiğiniz ikinci nokta ise maddi karşılığı olmayan gerçekten bir "kaygı"dan ibaret. Ayrıca artık eskide kalmış bir kaygı da denebilir. Eşcinselliğin nedenleri konusunda yapılan araştırmaların ilk döneminden kalma "çevresel etki" yaklaşımının "eşcinsel aile" modeline uyarlanmış hali olsa gerek söz konusu kaygı. Süreç içinde gelinen noktada eşcinselliği, "çevresel etki" ile açıklayamayan ve yana yakıla bizleri düşünen uzmanlar genetik ve beyin araştırmalarına yelken açtılar. Üstelik çevresel etki tek başına cinsel yönelimin belirleyeni olsaydı her şeyden önce bugün bu tartışmaya yol açan eşcinsel ebeveynler olmazdı! Böylece hepimiz sitreyt veletler olarak okullarımızda, erkekliğimizi ispatlamak için hor göreceğimiz, dışlayacağımız ve hatta taciz edeceğimiz "aykırı" çocuklardan yoksun kalmanın can sıkıntısından geberirdik herhalde! (Heteroseksüel ebeveynlerden -istemeseler de- yeterince eşcinsel evlat dünyaya geldiği için, eşcinsel ebeveynlerin evlatlarını ille de eşcinsel olarak yetiştirecekleri yersiz bir korku olsa gerek!) Amerikan Psikoloji Birliği "Eşcinsel ve karşı cinsel ebeveynlerce yetiştirilen çocukların karşılaştırıldığı çalışmalar sonucunda iki guruptaki çocuklar arasında zeka, psikolojik uyum, sosyal uyum, arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurma, toplumsal cinsiyet rol kimliklerin gelişimi ya da cinsel yönelimin gelişimi bakımından hiçbir fark bulunmamıştır."
diyor. Fakat kendini homofobiden kurtaramayanlar her zaman "ancak" diyecek bir nokta bulurlar. Bunun Türkçe'si en hafifinden "Ama bu kadarı fazla canım"dır! Bu durumu anlamak için homofobiyi milliyetçiliğe, heteroseksizmi ise ırkçılığa benzetebiliriz. Pek çok heteroseksüel, tamam, heteroseksizme karşıdır; eşcinsellerin ortadan kaldırılmalarını savunmazlar, çünkü söz konusu realite yadsınamaz bir hale gelmiştir. Fakat aynı kişiler gizli de olsa, öyle düşünmediklerine de inansalar homofobiden kendilerini kurtaramazlar. "Tamam, kabul ettik ama insan yerini ve sınırını bilmeli, canım"! Ben, bu duruma, entelektüellerin homofobisi diyorum. Çünkü heteroseksist/faşisti zaten geçtik, sokaktaki adam öyle konuyu uzatmıyor, kırk dereden su getirmiyor ya hoş bir tebessümle yoluna devam ediyor ya da günümüzü gösteriyor. Entelektüel homofobik kişiler ise biz eşcinsellerin bile aklına gelmeyen, nerden çıktı bu diye şaşırtan noktaları bulurlar. Örneğin Mina Urgan'ın Sait Faik'le ya da eşcinsellikle bir sorunu yoktur ama, bazı eşcinseller o 18 yaşından küçüklere yönelmiyor mu, ah, işte o kadarını kabul edemez Urgan'ın hoşgörüsü! İşte entelektüel homofobi tam da budur. Sana açıkça ve doğrudan seslenmez, bu kaba olur, çünkü ya köprünün altından çok sular akmıştır ya da ilgili kişinin yadsınamaz olumlu/kabul edilebilir bir özelliği ve kişiliği vardır. Onun için, "hoppala…" dedirtecek bir "ancak" bulunur ve önüne konur. Daha az mürekkep yalamış biri ise "ya sana bir sözüm yok, sen temiz bir eşcinselsin, ama abi geçen sokakta birini gördüm…" şeklinde dolayımlar homofobisini. Sayın Kırıkkanat, eşcinsel ebeveyne sahip çocukların yaşayabilecekleri sorunlara dikkat çekerken farkında mısınız bilemiyorum ama madalyonun diğer yüzüne yani heteroseksüel ebeveyne sahip eşcinsel gençlerin yaşadıkları mevcut koşullara da ışık tutmuş oluyorsunuz! Batı uygarlığından ne geleceğini şimdilik bir yana bırakalım. Bugün, içinde yaşadığımız koşullarda daha gerçek konular ve sorunlar var. Sayın Kırıkkanat, biz eşcinseliz, gerçeğiz ve Türkiye'de yaşıyoruz. Biz eşcinsellerin, çocukluğumuzda ve ilkgençliğimizde yaşadığı anlayışsızlığı, alayları, zorlukları düşünmek daha gerçekçi ve daha kolay olacaktır. Okullarda eğitim adı altında zorla dayatılan heteroseksüelliğe karşı eşcinsel gençlerin neler yaşadığı, çoğu zaman tek
başlarına nasıl ayakta kalabildikleri üstüne de düşünülebilir. Gelin birlikte düşünelim. Ali Erol *** Merhaba 1 Ağustos 1999 Pazar günü Radikal gazetesinde basılmış olan yazınızdan yola çıkarak birşeyler yazmak istiyorum. Yazınızda yanlış olan ve beni rahatsız eden noktalara değinmek istiyorum. Sayın MGK 1. Eşcinsellik, heteroseksüellik vs. bir tercih değildir. İnsanlar cinsel eğilimlerini pazardan elma yerine armudu tercih eder gibi seçmezler. Sayın MGK 2. y.y.'lardır eşcinseller, sizin de yaptığınız gibi çocuklara karşı tacizde bulunmakla, onlara kötü örnek olmakla suçlanıyor. Eşcinsel ebeveynlerin çocukları eşcinsel olmadıkları halde onları taklit ederek eşcinsel olur gibi saçma sapan düşüncelerle insanların beyinlerini zehirlemeyin. Ben bir eşcinselim. Lanet heteroseksist bir toplumda yaşıyorum. Heteroseksist bir eğitim alıyorum, ailem arkadaşlarım heteroseksüel. Şimdi size soruyorum sayın MGK neden biz heteroseksüel olmadık? Bu kadar hetero bombardımana karşın. Sayın MGK 3. Çocuklar hakkında bu kadar ince! düşünceli olmanız neden hayatın diğer alanlarında yok oluyor. Şimdi sizin mantığınıza göre düşünelim; kürtler, zenciler, aleviler, çingeneler, özürlüler, fakirler vs. gibi toplumlar ülkemizde dışlanıyor, aşağılanıyor. Size göre onlar çocuk yapmamalılar veya çocukları olmuyorsa eğer kesinlikle evlatlık edinmemeliler. Sonra çocukların psikolojisi ne olur yani. Sayın MGK Bize saldırılar hayatın her alanından geliyor. Bizler yine de herşeye rağmen direniyoruz. Dimdik bir şekilde mücadelemize devam ediyoruz. Siz isteseniz de istemeseniz de bizler haklarımızı ABD ve Avrupa'daki kardeşlerimiz gibi SÖKE SÖKE ALACAĞIZ... BİLİYORUM VARLIĞIMIZ SİZLERİ SİNİR EDİYOR BÖYLE OLMASINI İSTEMEZDİK BYE MGK Taha *** Kırıkkanat, Eşcinsel aşkın ötesi başlıklı (1 Ağustos 1999) köşe yazınızı
okuyunca aklıma gelen atasözü şu oldu: Kırıldı ağalar paşalar kimlere kaldı köşeler. Bu köşede yazmayı hak etmeyen bir insansınız. Öğrenim durumunuz, dünya görüşünüz ve yaşamınız hakkında pek bir şey bilmiyorum fakat konu kıtlığı çektiğiniz derinliksiz, ön araştırmasız ve çoğu zaman da kendi içinde dahi tutarsız olan köşe yazılarınızdan anlaşılıyor. Adı geçen köşe yazınız hakkındaki görüş ve yorumlarımı (belki bir faydası olur diye) iletiyorum. 1. "Bazı A.B.D. eyaletleri, Hollanda, Danimarka gibi ülkeler eşcinsellere evlilik için icazet çıkardı." YANLIŞ!!! ABD eyaletlerinin hiç birinde evlilik için böyle bir 'icazet' çıkmadı. Lütfen vakit ayırın da yazmadan önce araştırın. 2. "İstedikleri çocuk, aslında doğa kurallarını tersine çeviremedikleri için başkalarının çocukları." EKSİK!!! İstedikleri çocuklar sizin gibi sağlıklı heteroseksüel (?) ebeveynlerin sorumsuzca peydahlayıp sokağa attıkları, geceleri uyuyacağı yatağı olmayan, sizin gibi sağlıklı heteroseksüeller (?) lüks cafelerde entel geyik muhabbeti yaparken yazık diye iç geçirip, değerli köşe başlarına konu yetiştiremeyip Fransız dergileri karıştırıp örnekte görüldüğü gibi saçma sapan yazılar yazıp, ahlâk ahkâmı keserken, fuhuşa, uyuşturucuya ve tinere itilen çocuklar. Anlayabiliyor musun? 3. Dedim ya kendi içinde dahi tutarsız köşe yazıların. Bir de kanıt göstereyim. O fevkaladenin fevkindeki tarih bilginle eşcinsellerin tarih boyunca yaşadıklarını anlatırken önce yüceltilme sonra da aşağılanma durumunda kaldıklarını yazıyorsun. Sonra da yine o tutarlı (?) akıl yürütmenle (?) eşcinsel ebeveynlerden eşcinsel çocuklar çıkar diyorsun. Peki Kırıkkanat bu yazdığını okuyan demez mi senin de belirttiğin gibi yüzlerce binlerce yıldır var olagelmiş eşcinsellerin hangi biri eşcinsel ebeveynlerden çıkmıştır. Cevap vermeni bekliyorum. Veremeyeceğini bile bile... İki dileğim var biri Radikal yönetiminden biri de senden. Radikalden köşe yazarı dahi olsa habercilerine dikkat etmesi. Boş, kısır ve araştırma yeteneğinden yoksun insanlara prim vermemesini istiyorum. Senden de Radikal gazetesini bırakmanı. Ucuz ve sosyetik yazıların sinirlerimi bozarak yazdığın köşenin sayfasını dahi atlamama sebep olmaya başladı. Pompei, Paris, Eşcinseller, Şaraplar, Şampanyalar vs. neyse de biraz da beyin lütfen. Can Atak
KAOS GL 61 / 21
7 Temmuz 1999 Çarşamba günkü Milliyet Gazetesi'nde Jülide Sevim'in "İnsana Dair" adlı köşesinde "Homoseksüel Olmanın Yaşattıkları" başlıklı bir yazısı yayınladı. Sözkonusu yazıyı ve bu yazı ile ilgili tartışmaları aşağıda okuyabilirsiniz.
Homoseksüel Olmanın Yaşattıkları Jülide SEVİM Milliyet 7 Temmuz 1999
Bu yazı, gay bir hastamın isteği üzerine kaleme alınmıştır. Kızgın ve çaresiz bir ifadeyle söylenen "Anlatın bizi, tanısınlar ve rahat bıraksınlar" cümlesinin, düşündürdükleri ve yorumlanışı üzerinedir. Eşcinsel kimliğe yönelik bilimsel açıklamalara baktığımızda, temelde altı faktör üzerinde durulduğu görülür: 1) Seks hormonları ve / veya kromozomlardaki bozukluk. 2) Çocukluk çağında, cinsel kimlikle uygun olmayan bir biçimde yetiştirilme ve beklenti içine girme. (Erkek çocuğun kız çocuk gibi yetiştirilmesi vb.) 3) Kendi cinsinden ebeveyn ile özdeşleşim kurabilecek olanaklardan yoksun olma. (Annenin kendi kadınlığını hor gören tutumları, babanın kızını sevmemesi yüzünden kız çocuğun erkekliğe yönelmesi gibi) 4) Aile içinde ve toplumda cinselliğe yönelik aşırı tutumlar. (Günah, suçluluk duyguları, cinsel güçsüzlük korkuları ve bilgisizliğin konuşarak giderilmemesi) 5) Küçük yaşlarda aynı cinsten, kendisinden büyük birisiyle birden fazla kez cinsel ilişkiye girme. 6) (Kabul görmeyen bir yaklaşım olsa da) ruhsal doygunluğun getirdiği, yok edilmesi gereken sapkın, hastalıklı bir durum. Eşcinselliğin nedeni, ister yukarıdaki faktörlerin tümüyle, ister ilişkilendirilerek birkaçıyla açıklansın, şimdilerde dünyadaki hakim bakış açısı, "bir sağlık problemi olarak" görülmemesi yönündedir. Kişi tercihlerinden dolayı bir çatışma yaşamıyor, aksine mutluluk duyuyorsa, bir problem yok demektir. Artık eşcinsellik değil, eşcinsellerin toplumsal yargılar ve yasaklar nedeniyle yaşadıkları sorunlar çözümlenmeye çalışılmaktadır. Toplum, aslan gibi bir adamın, (nedense aslanlık hep erkeklere yönelik kullanılır, bir gay ya da kadın için kullanılmaz) bir kadınla beraber olmak varken, nasıl olup da bir erkekle beraber olduğunu
anlamaz. Anlamak zorunda olmadığı doğrudur da, onay vermesi gereken bir konu olmadığını da kabul etmez. Ahlaksızlık olarak değerlendirir. Ya üstüne yürür, ya en aşağılayıcı küfürlerden biri olarak kullanır ya da "dalga" geçer. Lezbiyenlerde durum biraz daha farklıdır. İki kadının aşk dolu yakınlığı, daha az "iğrenç", hatta ilgi çekici bile gelebilir kimi insanlara. Toplumun bir kesimi homoseksüelliği böyle değerlendirirken, bir kısmı da (hastamın yalancısıyım, onun gözlemlerine göre), sayısı birkaç tane olan homoseksüel barlara doluşup, etrafı seyredip, kıkırdaşarak, eşcinselliğe yönelik tepkiler sergiliyormuş. Homoseksüelliği bir yaşam biçimi olarak kabul edip, olağan karşılayıp, saygı duyanların sayısının çok az olduğuysa, herkes tarafından bilinen bir gerçek. Çocukluk ya da ilk gençlik yaşlarında, etki altında kalma, tecavüzler, ebeveynle sağlıklı ilişkiler kuramama ya da başka nedenlerden dolayı, kendi cinsinden birine yönlenebilir bir insan. Bu yaşlarda homoseksüel eğilimin incelenmesi gerektiği de doğrudur. Ama bu bile, toplum ya da aile tarafından değil, bir uzmanın yol göstericiliğinde yapılmalı ve asla yönlendirmeye gidilmemelidir. Kaldı ki, kocaman olmuş erkeklerin ya da kadınların cinsel tercihlerini sorgulamaya, eleştirmeye kimsenin hakkı yoktur. Bir gay'e "erkeklerde" ya da bir lezbiyene "kadınlarda" ne bulduğunu, ne zevk aldığını sormak, "neden bu yemeği seviyorsun / rengi tercih ediyorsun?" diye sormak kadar anlamsız bir sorudur. Zaten kimi toplumlarda, eşcinsellerin yasal olarak da evlenmelerine izin verilmesinin arkasındaki mantık da budur. Bırakalım artık birbirimizin cinsel tercihleriyle veya var oluş halleriyle uğraşmayı. Kim, kiminle, nasıl beraber olmak istiyorsa ve mutlu olacaksa, öyle yaşamalı.
Sayın Jülide Sevim,
TOLGA Milliyet’te yer alan, homoseksüel konulu bugünkü
yazınızı okudum. Söylemek istediğim bir takım şeyler olacak. Öncelikle söyleyeyim, ben de bir
KAOS GL 61 / 20
gayim. Gazetede yazınızı görünce büyük bir heyecanla bir çırpıda okuyuverdim. Yazınızda destekleyici bir tutum sergileme çabanız eşliğinde,
altta yatan çelişkileri, özensizliği, bilgisizliği görünce, öfkeyle bu yazıyı yazma gereği duydum. Pekçok toplum gibi, bizim toplumumuz da, eşcinselliği bir bozukluk olarak değerlendiriyor ve doğal olarak da tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu konusuna inanıyor. Bunun pekçok nedeni var, buna değinmeyeceğim. Benim söylemek istediğim bu görüşün yerleşmesini ve gelişmesini sağlayanlardan biri de siz psikologlar ya da psikiyatristlersiniz. Halbuki sizin elinizde halkı aydınlatma konusunda büyük bir güç var, toplumun sizin gibilerin görüşlerine ne kadar saygı duyacağını biliyorum. Ama sanırım, psikologların ve psikiyatristlerin de iç dünyalarının bu konuda karışıklıklarla dolu olduğu gerçeğini atlıyorum. Çok da kabul edemedikleri ve inanmadıkları halde sırf, iyi ve kabul edici psikolog ya da pskiyatrist densin diye ve muhtemelen bir takım kaygılarla da, böyle bir tutum sergilediklerini düşünüyorum. Yargılamıyorum, sadece burada da başka ihtiyaçların söz konusu olduğuna işaret etmek istiyorum. Sizin yazınızı okurken de benzer düşünceler aklımdan geçti. Evet, yazınıza önyargıyla başladım. Ama okurken umudum bu yargılarımın kırılması idi, çünkü bu, benim toplum içinde huzurumu ve mutluluğumu etkileyecek faktörlerden birisi. Benim hayatımın bir parçası, sizin olsa olsa işinizin bir parçası olabilir. Gay ortamı sömürüye çok açık, bu gaylerin hep sömürüldüğü anlamına gelmez. Ama bilinen bir şey vardır, toplumda bir kesim henüz varolma özgürlüğünü alamamışsa mutlaka onları sömürecekler çıkacaktır. Burada doğrudan sizi suçlamak istemiyorum, çünkü sizin nasıl bir ihtiyaçtan böyle bir yazı yazdığınızı bilmiyorum. HASTA’nızı mutlu etmek düşüncesi tek başına bana inandırıcı gelmiyor. Yazınızın ilk sütununda eşcinsel kimliğe ilişkin bilimsel açıklamalar adı altında şu noktalara değinmişsiniz: Hormon bozukluğu; çocukluk
çağında anne-baba tarafından cinsel kimliğe uygun olmayan bir şekilde yetiştirilme; özdeşim nesnesi eksikliği; aile içinde cinselliğe ilişkin tutumların, tabu, günah görülmesi; küçük yaşlarda aynı cinsten, kendinden büyük birisiyle ilişkiye girme yani cinsel taciz; doğuştan gelen sapkın, hastalıklı bir durum. Bu son maddeye şöyle bir not da eklemişsiniz “kabul görmeyen bir yaklaşım olsa da” diye, buradan da diğer yaklaşımların kabul gördüğünü anlıyoruz. Yani tüm açıklamalarda bir “eksiklik, bozukluk, ailede bir problem” söz konusu. Bir sonraki paragrafta ise şöyle bir cümleniz var: “dünyadaki hakim bakış eşcinselliğin bir sağlık problemi olarak görülmemesi yönündedir”. Bu arada da size gelen gay de bir “hasta” oluyor, yani tedavi edilmesi gereken konumunda (yazınıza “gay bir hastamın isteği” diye başlıyorsunuz). Söyler misiniz sayın Sevim, bu nasıl bir çelişki, hem bu kadar patolojik açıklamalar sayacaksınız, sonra kalkıp “bu bir problem değildir” diyeceksiniz. Son paragrafta ise eşcinselliğe bir varoluş hali diyorsunuz ama bir önceki paragrafın ilk cümlesinde problemi tanımlıyorsunuz. Üstelik saydığınız açıklamalar, eşcinselliğin psikoterapide ilk tartışıldığı ve çoğunluğun psikanalitik yaklaşımın etkisi altında olduğu dönemlere ait. O zamandan beri bu konuda sürekli boylamsal çalışmalar yapılmıştır. İlk madde hariç (hormonal bozukluk dediğiniz, üstelik bunun bozukluk olduğuna neye göre karar veriyorsunuz), diğerlerinin hiç birisi araştırmalarla desteklenmemiştir, dolayısıyla spekülasyondan öteye gidememiştir. Günümüz literatürünün hiçbirinde bu saydığınız maddeler artık “bilimsel açıklamalar” adı altında sunulmamaktadır. Milliyet gibi büyük bir gazetede yazarken, geniş kitlelere ulaşacağını düşünerek biraz daha araştırmanız ve özen göstermeniz gerekmez mi?! Saygılarımla…
Sayın Jülide Sevim, Şimdiye kadar köşenizde "İnsana Dair" neler yazdınız bilmiyorum ama "homoseksüelliğe dair" yazdıklarınız (7 Temmuz 1999, Milliyet) bir erkek eşcinsel olarak benim için bıktıran bir nakarat gibiydi. Gözde bir marka gibi "gay"i artık herkes tanıyor olabilir ama sizden bir uzman olarak, bu terimin 30 yıllık tarihini de bilmeniz beklenirdi. Bu durum, bir profesyonel olan sizin açınızdan bir ilgi, merak, lütuf değil, "gay hastalarınızı" anlamak için bir sorumluluk ve de zorunluluk olsa gerektir. Çünkü "homoseksüel"in yerini alan gay terimi tam da sizin gibi uzmanlara ve söz konusu uzmanların
kendinden menkul bilimsel açıklamalarına karşı Ali ÖZBAŞ verilen toplumsal mücadelelerle ortaya çıktı. Eşcinselliğimi ve "homoseksüel olmanın yaşattığı" olumlu ve olumsuz şeyleri tek başına keşfeden bir gay olarak ilk gençliğimi sizin gibi uzmanlardan mahrum yaşamış olmamı bir şans olarak görüyorum. Yanlış anlaşılmak istemem: Uzmanlarla ve onların bilimsel yaklaşımlarıyla bir alıp veremediğim bulunmuyor. Nesnellik adına ne şiş yansın ne kebap yaklaşmayanlardan, ahlâksal ve sözde bilimsel ikiyüzlülüklere pirim vermeyen uzman ve psikologlardan çok şey öğrendim. Eğer
KAOS GL 61 / 21
siz herhangi bir "Güzin Abla" olsaydınız belki de yazma gereği duymazdım. Eğer bir profesyonel örneğin, bir psikologsanız öznel yaklaşımınızdan öte işin içine bir kurum olarak psikoloji biliminin yaklaşımının ve bundan hareketle meslek etiğinin girdiğini bilmiyor olabileceğiniz, sıradan bir eşcinsel olarak aklıma bile gelmez. Bu durumda "eşcinsel kimliğe yönelik bilimsel açıklamalar" başlığı altında "altı temel faktör" saçmalığı ne demek oluyor? Bir süre önce bir başka uzman Sayın Haydar Dümen de (başka bir gazetede) "bu hassas ve ince konu" hakkında bayan okurlarını ve ebeveynleri bilgilendirirken aynı bilimsel açıklamaları getiriyordu. Uzmanlığın püf noktası bu olsa gerek: Önce hormonal, çevresel, biyolojik, genetik diye kafaları karıştırın, sonra çözümün kendinizde olduğunu düşündürün ("Ama bu bile, toplum ya da aile tarafından değil, bir uzmanın yol göstericiliğinde yapılmalı ve asla yönlendirmeye gidilmemelidir.") ve nihayetinde psikologlara gelsin yeni para kaynakları. Ne de olsa "bu hassas ve ince konu"yu ne kadar anlaşılmaz kılarsanız o kadar işinize gelir! Sayın Jülide Sevim, ortalama zihniyete hitap eden bir köşe yazısında özensizlik farz mıdır? Eşcinsel yönelim ile eşcinsel kimlik arasındaki farkı peki, geçelim! İnsaf için Sayın Sevim, nuh nebiden kalma "altı temel faktör" dediğiniz "bilimsel" açıklamaları sıraladıktan sonra hangi anne baba dinler "bırakalım artık birbirimizin cinsel tercihleriyle veya varoluş halleriyle uğraşmayı" sözünüzü. Bugün artık ergen psikolojisi ve psikiyatri, transeksüellik tanısı için bile seks hormonları ölçüsünü kriter olarak almazken, "seks hormonlarında bozukluk" eşcinsel yönelim için ne anlama geliyor? "Şimdilerde dünyadaki hakim bakış açısı" söz konusu "bozukluk"u neden "bir
sağlık problemi" olarak görmüyor? Ellili ve altmışlı yıllarda söz konusu "bozukluk"u düzeltmek için "hormon tedavisi"nden elektro şoka kadar denemediğiniz yol kalmadığı halde bir sonuç alamadığınız için mi? Sayın Sevim, o kadar çok bilimsel neden sayıyorsunuz ki genetik ve beyin araştırmalarında eşcinsellikle ilgili gelinen nokta bir yana söz konusu nedenler ana babaların kafalarını karıştırıp size sığınmalarından başka yol bırakmıyor olsa gerek. Psikoloji ile sosyoloji arasına aşılmaz bir duvar örüp realiteyi ondan sonra anlamaya çalışırsanız biz eşcinselleri suçluluk duygusundan kurtardığınızda bu kez de ebeveynlerimizi suçluluk duygusuna sürüklersiniz. Tabii ebeveynler evlatlarını suçlamaktan kendilerine sıra bulabilirlerse! Amerikan Psikiyatri Birliği'nin, sizin saydığınız temel faktörlere takılıp kalmayarak yapılan araştırmaların yanısıra gelişen eşcinsel toplumsal hareketinin de bir sonucu olarak "eşcinsellik" terimini, tüm zihinsel ve ruhsal hastalıkları içeren resmi el kitabından çıkaralı çeyrek yüzyıl oluyor. Siz hâlâ ruhsal doygunluğun getirdiği sapmadan, tecavüzden, kız çocuğu gibi yetiştirilmekten bilimsel açıklamalar diye söz ederseniz elbette ki birileri sizin anlayış ve hoşgörü çağrınızı dinlemeyecektir. "Kocaman olmuş erkek ya da kadınlarla uğraşmak sonucu değiştirmez, onları hoşgörün ama ilk gençlikteki homoseksüel eğilim incelenmeli", öyle mi? Cinsel kimlik karmaşası bilimsel kisvesiyle ağacı yaşken eğeceksiniz öyle mi? Bilimsellik maskesi arkasında gerçekleştirdiğiniz onca zulüm ve işkencenin sonucunda bir acz olan hoşgörünüz eksik olsun! Saygılarımla.
Sayın Jülide Sevim Hanım,
Sıtkı SIYRILDI "Homoseksüel
olmanın yaşattıkları" başlıklı yazınızı tamamen bir tesadüf sonucu arkadaşlarımın evinde okumuş bulunmaktayım. Bir gay oluşum nedeni ile ilgimi çeken yazınızı bitirdiğimde hem bir gay olarak hem de bir psikolog olarak bu yazıyı yazma gereği hissettim. Bir gay olarak, okurlarınıza ve yazının ulaştığı yerlere verdiğiniz mesajı olumlu bulurken hedefinize ne kadar ulaştığınız sorusu inanın aklıma takıldı kaldı. Bu samimi duygularınız, gay ve lezbiyenlere yönelik kabulünüz ve bu kabul tavrını yayma gayretiniz için yazıda kullandığınız yöntemin doğruluğuna ilişkin ciddi sorular doluştu kafamda. İlkin kafamı karıştıran; gerçekten bu duygularınızda samimi iseniz neden bir gay hastanızın böyle bir
KAOS GL 61 / 22
isteği üzerine bu yazınızı kaleme aldığınız... Çünkü; terapi ortamında her ne kadar 'eşitlik ve yönlendirmeden kabule' dair tüm mesleki ve etik ilkelerimize rağmen karşımızdaki kişilerin bizleri birer otorite olarak görmesine engel olamadığımızın bilincindeyim. Yine de birer otorite olarak kabulümüz anlamına gelecek tüm arzu ve mesajlar karşısında belirleyeceğimiz yöntemin bu patolojik bakışı söndürmeye hizmet edecek tavırlar olması gerektiğini zannederim siz de takdir ediyorsunuzdur. En azından bu noktada aynı bakış açısına sahip olduğumuzu düşünerek böyle bir arzu ile gelen 'hastanın' bu isteği karşısında oturup böyle bir yazıyı yazmak mesleki ve etik olarak ne kadar amacımıza yöneliktir diye sormadan
edemiyorum. Bazen terapi ortamında bir yere gelip tıkandığımızı hissederim. Roller belirlidir. Ben bilen ve elindeki sihirli değnekle sorunları çözen kişiyimdir. Karşımdaki kişi benim ne denli mükemmel olduğumu, onu ne içtenlikle kabul ettiğimi düşünmektedir. Arzusu keşke ben onun terapisti değil de annesi, babası, sevgilisi olsam yada tüm toplum benim gibi düşünse ne rahat olacağı yönündedir. Benden sorunun kaynağı olarak gördüğü kişi ve olaylara direk müdahalemi gerektiren yardımlar beklemektedir. Bu yardım gerekli kişilerle konuşup biraz daha anlayış, biraz daha yardımcı olmaları yönünde olabilir. Bu yardım, onun kiminle hangi dili kullanacağı üzerine olabilir. Bu yardım bir gazetede (kabul edin artık, hoşgörün artık vs. vs.) gibi benzer anlamları taşıyan bir yazı olabilir. Bu yardım her hangi bir şey olabilir ama bu yardımın fonksiyonu belki dışarıdan bakıldığında en azından insani içerikler taşısa bile bir terapi ortamında hastayı öldürmekten farklı mıdır? Ben bir terapist olarak balık tutup önlerine koyarak kendime bağlı kılıyorsam ya da gerçekçilikten uzak, ulaşılması münhal, imkansız hedeflere ilişkin inançlarını pekiştirerek yeni bir yanılsamanın içine itiyorsam bunlar onu bir şekilde öldürmek değil midir? Psikologlar olarak amacımız hakikaten bu mudur? Bir gazetede yazı yazarak, artacak toplumsal kabulün sorunları çözeceğine, her şeyin güllük gülistanlık olacağına dair inancın pekiştirilmesi mi gerekir yoksa üzerinde bile durmayarak nedenlerinin tartışılması mı? Bu arzunun dile geldiği oturumda 'hasta'nızı, hangi gerekçelerle böyle bir şeyi sizden istediği, bu arzunun nasıl kendini reddettiği anlamına geldiği ve kendini kabulün sağlıklı bir toplumsal tanınmışlığın da temeli olduğunu tartışmaya davet edip etmediğinizi bilmiyorum. Fakat, bu yazının gazetede yayınlandığı ve 'hasta'nız tarafından okunduğu andan itibaren, hatta böyle bir yazıyı kaleme almaya taahhüt ettiğiniz andan itibaren, böyle bir davetiniz olsa bile bu davetin mesleki ve etik işlevlerinin tamamen yok olacağı açıkken neden böyle bir kısır döngüyü tercih ettiniz? Kaldı ki, eğer ille de gaylere yönelik önyargı için bir gazete köşesinden mücadele edecekseniz böyle bir yazının zamanı ve ilk cümlesi; 'hasta'nızın istediği zaman ve 'gay hastamın istediği' mi olmalıdır? Bildiğinizi varsayıyor ama yine de hatırlatmadan edemiyorum; bu yazının böyle bir gerekçe ile kaleme alınması mesleki bir gaftır ve 'hasta'nız ile olan ilişkinizin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Böyle bir duygusallık bir terapist için amaçtan uzaklaştırıcı ve zaman kaybettirici olmanın ötesinde 'hasta'yı da bağlı kılıcıdır. Ve zannederim ki zaten bağımlılık ve güvensizlik içinde kıvranan bir kişi için yeni bir
bağın tedaviye yönelik tarafı da yoktur. Sizin konumunuzda olamasa bile, bir gazetede onlarca kişiye hitap etmese bile bir psikologun meslek bilgilerini tam ve doğru olarak, açık ve en güncel bilgilerle vermesi gerekir. 1960'lı yılların araştırmaları değil, milattan önce'den bile kalsa bir bilgi doğruluğu ve kanıtlanmışlığı ile bilgi olma özelliğine sahiptir ve aktarılabilir. Yazınızda sıraladığınız o 6 maddenin bilimsel geçerliliği çok mu kesindir de siz bunları bilgi olarak aktarıyorsunuz? Gayleri nereye koyacağını bilmeyen ve bir hayvan gibi deneylerinde kullanarak tedavi adı altında onların en temel yaşam alanlarını, cinselliklerini dönüştürmeyi hedefleyen bu araştırmalar yıllar önce bırakılmışken neden sizin yazınızda hâlâ maddeler halinde sıralanmaktadır? Bakın ben neler biliyorum, ne bilimselim, konuya ne hakimim mi demeye çalışıyorsunuz inanın bu anlaşılmamaktadır. Çünkü kafa karıştırmanın dışında bilimsel hiçbir değer taşımayan bu maddelerin yazınızdaki Jülide Sevim'i temsil etmediği ortadadır. Yani hem insanlara bunun bir önyargı, bir toplumsal değer olduğunu söyleyin ve onları bu konu ile uğraşmaktan vazgeçmeye çağırın hem de bu maddeleri sıralayın... Bu anlaşılmaz bir karmaşadır ve eğer niyetiniz modern, bilimsel, özgürlük değerlerine sahip biri olarak görünüp alttan alta hâlâ geçerli önyargıları pekiştirmek değilse, ciddi bir kastınız ve eşcinsel düşmanlığınız yoksa (ki benim gözlemim olmadığı yönündedir) o zaman bu maddelerin sıralanması da ciddi bir gaftır. Yazınızda belirttiğiniz gibi dünya bu maddeleri terk etmişken bir de bunları yazmanın anlamı nedir? Bu yazıyı okuyan hangi falancayı nasıl olumsuz duygular ve kafa karmaşasına ittiğinizi hiç düşünmüyor musunuz? Ayrıca bir terapistin eğer gerekiyorsa, empati düzeyinde hedeflenen bir artış için olsa dahi hastasının ortamını kendisinin gözlemesi kullandığımız ve önerdiğimiz bir teknik değil midir ki siz hastanızın 'yalancısı olarak' ve 'onun söylediğine göre' toplumun bir kesimini ve gayleri değerlendirmeye devam ediyorsunuz. Bu hem de böyle bir yazı yazarken anlaşılmaz bir baştan savmacılık değil midir? 'Hasta'nızın, barlara giden gaylere yönelik bu gözlemleri, bir terapi ortamının en önemli tartışma konusu olması gerekirken neden böyle bir yazıda geçiyor. Eğer bu 'barlara doluşup, etrafı seyredip, kıkırdaşarak' nitelemeleri hastanıza aitse sizin hastanızdaki o topluma ait olma-olamama çatışmaları ile ilgilenmeniz ve bir alt kültürün sosyal alanlarından biri olan barları da ilgililerine bırakmanız en azından yanıltmamanız daha doğru değil mi? Bu denli eksik, bu denli şahsi bir gözlemin böyle bir yazıda satır doldurmak ve
Yazınızda sıraladığınız o 6 maddenin bilimsel geçerliliği çok mu kesindir de siz bunları bilgi olarak aktarıyorsunuz? Gayleri nereye koyacağını bilmeyen ve bir hayvan gibi deneylerinde kullanarak tedavi adı altında onların en temel yaşam alanlarını, cinselliklerini dönüştürmeyi hedefleyen bu araştırmalar yıllar önce bırakılmışken neden sizin yazınızda hâlâ maddeler halinde sıralanmaktadır? KAOS GL 61 / 23
'aaaaa ibnelerin barı da varmış. Başımıza taş yağacak' dedirtmekten öte işlevi nedir? Yazınızdaki "Homoseksüelliği bir yaşam biçimi olarak kabul edip, olağan karşılayıp, saygı duyanların sayısının çok az olduğuysa, herkes tarafından bilinen bir gerçek" tespitinize (!) katılmamak imkansız. Fakat hemen bu cümlenin ardından gelen ve neredeyse toplumda eşcinselliğe neden olmayacak hiç kimse ve hiçbir ortam bırakmayan ve ille de "eşcinsellik yönelimleri incelenmelidir" diyen cümleleriniz bizleri katılmadan edemediğimiz tespitinizin kimler tarafından dahi kuşaktan kuşağa aktarıldığı konusunda aydınlatıyor. Madem bu işin bilimsel eğitimini aldık empati becerilerimizin de en azından bu eğitimi almayanlardan yüksek olması beklenir değil mi? Öyleyse kendinizi, çocukluk ya da ilk ergenlik çağında kimbilir kim tarafından eşcinsellik yönelimi taşıyan davranışları olduğu iddiasıyla inceleme altına alınmış biri yerine koyun lütfen. Basit bir rolden gerçekten eşcinsellik yönelimine varana kadar tüm davranış biçimlerinden herhangi birini yapmış olun. Oyun bile olsa, ne anlama bile geldiğini bilmediğiniz bir cümle ya da davranış bile olsa inceleme altına alındığınızı düşünün. O çok bayıla bayıla telaffuz ettiğimiz ama bir türlü hangi şartlarda nasıl ortaya çıkacağını bilemediğimiz 'sağlıklı gelişim', kendini gerçekleştirme gibi, bizlerin bu çelişkili ve kendini yalanlayan tutumları ile neredeyse muğlak hedefler haline gelmiş terimlerimizden ne kadar nasibiniz olabilir? Kritikliğini en konuya ilgisiz kişinin bile kabul ettiği çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde ortaya çıkan böyle bir müdahalenin izleri nasıl silinecektir? Bu mantığınız ve önerinizin ilk menstrüasyon deneyiminde "hasta" olduğu kulağına fısıldandığı için kadınlığından ve bedeninden utanan bir kız çocuğuna yapılandan farkı nedir? Ya da erkekliğini yönlendirmeler nedeniyle bir iktidar, bir baskı, bir güç odağı olarak algılamaya başlamış, penisi ile ırza geçmeden başka hiçbir şeyi cinsellik olarak tanımayan bir erkek çocuğa yapılandan farkı nedir? Amacımız birbiri ile barış içinde yaşayan insanların
oluşturduğu bir toplum mudur yoksa her davranış ve yönelimi devlet, doktorlar, uzmanlar, ebeveynler, öğretmenler tarafından bir şekilde yorumlanıp belli bir yere itilmeye çalışıldığı için kim olduğu ve olmak istediği bir yana böyle bir soruya ilgi ya da merak bile göstermeyen ve bir iletişim terörü yaratan bireyler oluşturmak mıdır? Bu yaşlarda böyle bir eğilimi inceleyen bir uzman olması gerektiğini söylüyorsunuz ama önemli olan, doğayı ve doğalı bozan genelde de hep böyle bir uzmanın, yönlendirme amacı taşımasa bile, bilimsel erdem ve etiklere sahip bile olsa inceleme arzu ve gereğidir. Önce bir hastalık bir farklılık olarak inceleyip tüm gelişime bir saatli bomba koyacağız sonra da pişkin pişkin sırıtıp amacımız yönlendirme değil mastürbasyonu ile doğal gelişimine ve kendi oluş sürecine devam bekleyeceğiz. İşte tam da bu noktada o birkaç gay barı doldurup kırıtan sırıtan ama toplumda da erkekliğinden taviz vermeyen tipin üretilmesinde biz uzmanların payı uzman olmayanlardan hiç de az olmayacaktır. Bir paragrafın ilk cümlesinde sıraladığınız olumsuzluklar ve tedaviye ihtiyaç var anlamındaki cümlelerinizden sonra istediğiniz kadar karışmaya hakkınız yok deyin. Sizi dinleyen olmayacağı açıktır. Son olarak da ne bir gay ne de bir psikolog olmadan, sıradan bir gazete köşe yazısı okuru olarak şunu sormak istiyorum: Allah aşkına bu yazının başlığı ile içeriği arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Bu yazılanların neresi homoseksüel olmanın yaşattıklarıdır. Bilmem kaç santime kaç santimlik bir sütunun tek günlük konusu içine hem sizce hâlâ zikredilecek kadar geçerli nedenler, hem yeni bakış açıları, hem onları rahat bırakın mesajı nasıl sığacak? Bari hastanızın arzusu yerine geldi mi; gayler tanındı ve rahat bırakıldı mı bu yazıdan sonra? Sayın Jülide Sevim Hanım, bir gazete okuru olarak, bir gay olarak, bir psikolog olarak böyle bir gafın nedenleri üzerinde sizi düşünmeye çağırarak çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Sayın Jülide Sevim,
ÖNER 7 Temmuz 1999 tarihli Milliyet gazetesindeki
"Homoseksüel olmanın yaşattıkları" başlıklı yazınızı okuma şansını buldum. Öncelikle eşcinseller hakkında genel anlamda olumlu olan bu yazınızdan dolayı sizi içtenlikle kutlarım. Gerçekten de bu konu, özellikle ülkemizde yazılmaya, çizilmeye ve üzerinde konuşulmaya muhtaç, çünkü bu konu, en büyük tabuların başında geliyor ve bu konuda konuşulmaktan kaçınılıyor, konuşulduğu
KAOS GL 61 / 24
zaman da haliyle konuşmalara bilgisizlik ve daha da kötüsü yanlış bilgiler ve önyargılar egemen oluyor. Sizin de belirttiğiniz gibi, batı ülkelerindeki eşcinseller, evlilik de dahil olmak üzere (ki bence bu görece daha az önemli bir konudur), pek çok "insan hakları" sayılan haklarını yeni yeni kazanıyorlar. Tabii ki en önemli hak, ayrımcılığa uğramamak. Bugün pek çok arkadaşımız, yalnızca eşcinsel olduğunu dile getirdiği için, muayene
oldukları doktor tarafından sorgusuz sualsiz kovulmaktadır. Bu, hipokrat yemini, tıp etiği ve insan hakları açısından kabul edilemez bir durumdur. Tüm bu nedenlerden, yazınızın toplumsal anlamda önemi ve katkısı büyüktür, bu nedenle sizi tekrar kutlarım. Öte yandan, yazınızda sıraladığınız, "eşcinselliğin nedenleri"yle ilgili maddelerin, gerçekten uzak olduğu kadar, günümüz tıp bilimiyle de çeliştiğini belirtmeden geçemedim. Saydığınız hormonal, psikolojik, vs. nedenler tıp tarafından çoktan çürütülmüş ve geçersiz nedenlerdir. Aslında basit bir mantıkla bunların neden geçersiz olduğunu anlayabiliriz. Bunun için öncelikle soruyu doğru sormamız gerekir. "Eşcinselliğin nedenleri nelerdir?" sorusu, yanlış bir sorudur, çünkü sorunun kendisi, bir ayrımcılık içermektedir. Soru, yalnızca eşcinsellerin neden eşcinsel olduklarıyla ilgilenmekte, karşıcinsellerin (heteroseksüellerin) neden karşıcinsel olduklarıyla ilgilenmemektedir. Bunun altında yatan neden, karşıcinsellerin "normal" ve "doğal" olduğu, eşcinsellerin "anormal" ve "tuhaf" oldukları kabulüdür. Bu da başlı başına ayrımcılıktır. Doğru soru şöyle olmalıdır: "Cinsel yönelimin kaynağı nedir?" ya da "Kişilerin cinsel yönelimlerini belirleyen etkenler nelerdir?". İşte bu noktada, sizin sıraladığınız etkenlerin geçersizliği açıkça görülmektedir, çünkü bu nedenler geçerli olsaydı, karşıcinselliği de benzer bir biçimde açıklayabilmemiz gerekirdi. Bu durumda, karşıcinsellerin hormonlarının farklı olduğu (bakın bozuk demiyorum, farklı diyorum), karşıcinsel bir
kadının, küçüklüğünde kendisinden yaşça büyük bir erkekle birden çok kez cinsel ilişkiye girmiş olması gerektiği gibi açıklamalarda bulunacaktık. Sanırım bu kadarı, bu tür önyargıların geçersizliğini açıklamaya yeter. Aslında sizin altı maddede saydığınız gerekçeler, toplumun genelinin bilinçaltında yatan önyargılara tercüman olmaktadır yalnızca. Bu türden önyargılara biz kısaca "homofobi" diyoruz. İşte toplumlarda eşcinsellerin maruz kaldığı haksızlıklar (hastanızın da ifade ettiği), ayrımcılık, hakaret ve şiddet, bu "homofobi" illetinden beslenmektedir. Eşcinsellik değil ama homofobi, gerçekten psikolojik bir rahatsızlıktır. Tüm bu konularda, http://www.apa.org adresindeki Amerikan Psikoloji Derneği'nin web sitesinde "homosexuality" ya da "homophobia" anahtar sözcükleriyle arama yaparak daha geniş kapsamlı bilgiye erişebilirsiniz. Konuya eğildiğiniz, duyarlı bir tutum izlediğiniz için sizi kutluyorum. Sizin gibi duyarlı insanlar sayesinde bu konuda toplum olarak aşama kaydedeceğiz ve umarız, genç eşcinsel kardeşlerimizin hayatları, toplumsal baskı ve şiddet yoluyla kararmayacak. Konuyla ilgili, Türkiye kökenli kaynaklar için internet adresleri: Lambda Istanbul: http://www.qrd.org/www/world/europe/turkey Kaos GL / Ankara: http://www.geocities.com/WestHollywood/Heights/3050 Sapphonun Kızları / Ankara: http://www.geocities.com/WestHollywood/Chelsea/9070 http://www.eshcinsel.net
Saygı ve sevgilerimle.
Tolga'nın, Ali Özbaş'ın, Sıtkı Sıyrıldı'nın ve Öner'in yazılarından sonra Sayın Jülide Sevim'in cevaplarını ve karşı yazışmaları aşağıda sunuyoruz. Jülide Sevim'in Tolga'ya cevabı… Sayın Tolga, Yine o "hasta"mın anlattığı bir anıyla başlamak istiyorum. Türkçe'ye "Kuş Kafesi" diye çevrilen, iki homoseksüelin yaşadıklarını anlatan bir film vardı. Hastam o filmi seyretmeye gittiğinde, başka insanların gülüşünden rahatsızlık duyduğunu söylemişti. (Tıpkı obsesif bir hastanın, konuyla ilgili bir filmde rahatsızlık duyması gibi.) Sanırım biraz alınganlık ettiniz. O "hastam"; gayliğe yönelik değil, başka sorunlara yönelik gelmişti. Kaldı ki, bana başvuran herkes (İngilizce çevirisi "müşteri", çok çirkin olduğu için) "hasta" olarak tanımlanır. Homoseksüaliteye yönelik genel
nedenleri sayarken, tıp çevrelerinde en çok tartışılanları aktardım. Hepsini yazmaya köşem yetmezdi. "İyi" olmak adına değil; "gay"liği ya da "lezbiyenliği" bir yaşam biçimi olarak algıladığım için, doğal davranıyorum. Bence bu farklılık, ama "anormallik" anlamına gelmiyor. Ben de çoğu insandan farklıyım, ama anormal değilim. Farklılıklar sorun yaratır. Bence homoseksüellerin yaşadıkları da bu. Spekülasyon dediklerinizin hepsi, (her homoseksüelde ve tümü birden olmasa bile) meslektaşlarım ve benim tarafımdan gözlenmiş saptamalardır. Üstelik "Milliyet" gibi bir gazetede yazı yazmanın ötesinde, hiç bir konuda araştırma
yapmadan, bilgi sahibi olmadan beyan veremem. Kaldı ki; sizin dışınızda da gaylerden mail aldım. Ve inanın bana sizin dışınızda hiç kimse, tavrımı olumsuz bulmadı. Yaşam biçimlerine gösterdiğim saygı ve toplumu buna davet ediş anlaşıldı ve onaylandı. Ne olur, siz de bu açıdan bakmayı dener misiniz? Saygılarımla Jülide Sevim Sayın Jülide Sevim, Çok yerinde bir "teşhis"te bulunmuşsunuz, ben alınganım! Bunu, sanki bir problemmiş gibi kullanıyorsunuz. Sanki alınganlık etmek kötü birşeymiş gibi. Elbette
Aslında sizin altı maddede saydığınız gerekçeler, toplumun genelinin bilinçaltında yatan önyargılara tercüman olmaktadır yalnızca. Bu türden önyargılara biz kısaca "homofobi" diyoruz. İşte toplumlarda eşcinsellerin maruz kaldığı haksızlıklar (hastanızın da ifade ettiği), ayrımcılık, hakaret ve şiddet, bu "homofobi" illetinden beslenmektedir. Eşcinsellik değil ama homofobi, gerçekten psikolojik bir rahatsızlıktır. KAOS GL 61 / 25
Mesleğinizde kendinizi tartışılmaz görüyorsunuz ve tartışmanın siz olmadan sürdürülemeyeceğ ini sanıyorsunuz. Siz "sırça köşkünüzün" keyfini çıkarın sayın Sevim. Bu arada reytinginizin nasıl arttığı ile uğraşın. Ama bizler hem tartışacağız hem de mücadele edeceğiz, çünkü bizim başka alternatifimiz yok! Bu bir varolma savaşı... KAOS GL 61 / 26
önce incinecem ve alınacağım ki, bir sorun olduğunu farkedeyim ve tepki göstereyim. Şu an size yaptığım gibi... Bu arada, beni "hasta"lık konusunda nazikçe eğitmeye çalışmanıza da içerledim. Belirtmemişsiniz ama "müşteri" diye çevirdiğiniz kelime sanırım "client". Fakat client'ın İngilizce'deki anlamı "para karşılığında yardım, bilgi veya tavsiye alan kişi" demektir. Türkçe'deki müşterinin anlamıyla elbette uymuyor. Ama uymuyor diye, İngilizce'deki "patient"ın karşılığı olan "hasta" kelimesini kullanmak da gerekmez. Şu ifadeler pekala kullanılabilir: "bana terapi için başvuran", "benden danışma almak isteyen". Tüm bunları size ders vermek amacıyla söylemiyorum. Yazılı ya da görsel basında, psikolojik hizmetleri bu şekilde etiketlemenin nasıl itici olabileceğini biliyorum. Ben de terapiye gittim ve bana hasta muamelesi yapılmasının ne kadar gurur kırıcı birşey olduğunu çok iyi biliyorum. Bu durumda ben hasta oluyorum, o ise beni düzeltmeye çalışan bilge kişi oluyor. Bunu elbette terapiye ilk başlarken farketmedim, kendimi ben de bir hasta olarak görüyordum. Ama süreç sonunda, bunun bir hastadoktor ilişkisi değil, insan-insana ilişki olduğunu farkettim. Tek fark, birisi diğerine göre kendisinin daha çok farkında ve kendisini daha çok, olduğu gibi kabul ediyor. Ve eğer bana başta hasta muamelesi yapılsaydı o zaman için değil ama şu an için ne kadar çok öfkelenebileceğimi biliyorum. Size gelen tüm mailler, benimki hariç, takdir dolu olduğunu söylüyorsunuz. Farkında olarak ya da olmayarak bana "tuhaflık sende" mesajını veriyorsunuz. Amacınız bu mesajı mı vermek, bilmiyorum. Eğer öyleyse, buradan da benim farklılığıma çok da tahammül edemediğiniz sonucunu çıkarıyorum. "Spekülasyon dediklerinizin hepsi, meslektaşlarım ve benim tarafımdan gözlenmiş saptamalardır" di-
yorsunuz. Yani sizler en doğru şeyleri gözlersiniz ve saptarsınız. Gözlerken sizin insani eğilimleriniz, algılarınız karıştırıcı bir faktör olamaz, çünkü siz bunları manipüle edersiniz. O yüzden de sizin gözlemleriniz asla spekülasyon olmaz, mutlak gerçeklerdir. Daha önceki mailimde de söz etmiştim, "bu sizin işiniz ama benim hayatım" diye... O yüzden bu konudaki bilimsel literatürü çok iyi takip ettiğimi söyleyebilirim. Bu nedenlerle sizin, bulunduğunuz noktayı ısrarla savunmanızı şaşkınlıkla izliyorum. Üstelik tıp çevreleri bunun nedenlerini tartışmayı bıraktı, çünkü sonuca ulaşamadı, bilimsel olarak geçerliliği kanıtlanmış nedenler bulamadılar. Ama anlıyorum ki, referans aldığımız tıp çevrelerine ilişkin, sizinle aramızda önemli farklar var. Son satırınızda, sizin baktığınız açılardan bakmamı öneriyorsunuz. Bu benim için çok zor, sanıyorum sizin için de zor olacak. Saygılarımla... Tolga Jülide Sevim'in Tolga'ya cevabı… Konuya bakış açılarımız o kadar farklı ki. Tolga Bey; uzlaşmayı bir yana bırakın, tartışma zemini yaratabileceğinizi sanmıyorum. Bu yüzden izninizi rica ediyorum. Jülide Sevim (P.S. Demeden geçemedim; "Saygılarımla", saygı duyulası insanlara gönderilen bir hitaptır. Beni bu denli eleştirir, bilgimi bu denli yerden yere vururken, bana saygı duyabileceğinizi sanmıyorum.) Tolga'nın Jülide Sevim'e cevabı… Sayın Jülide Sevim, İsteseniz de istemeseniz de, bir tartışma zemini yaratıyorum. Sadece siz "burnunuzdan kıl aldırmamak" adına, bu zemini de küçümseyerek çekiliyorsunuz, o kadar. Bir uzman da zaten, uzmanlığını tartışmayarak korur, en kestirme yol bu! Bu tarzınız maa-
lesef Türkiye'de çok alışık olduğumuz birşey. Ama komik ki, şöyle bir yanılgı içindesiniz: Mesleğinizde kendinizi tartışılmaz görüyorsunuz ve tartışmanın siz olmadan sürdürülemeyeceğini sanıyorsunuz. Siz "sırça köşkünüzün" keyfini çıkarın sayın Sevim. Bu arada reytinginizin nasıl arttığı ile uğraşın. Ama bizler hem tartışacağız hem de mücadele edeceğiz, çünkü bizim başka alternatifimiz yok! Bu bir varolma savaşı... Size saygı duymuyorum, doğru! Ama benim tepkim sadece, mesleğinizi kötüye kullanmanıza, herşeyi bildiğinizi sanmanıza, uzmanlık anlayışınıza, bizleri küçümsemenize, bu lafıma hemen itiraz edebilirsiniz, "ben küçümsemiyorum, psikologlar küçümsemez, iyilik yaptım ama anlaşılmadı, bu insanlar nankör!" diyebilirsiniz, çok da şık durur yani, ama biliyoruz ki en tehlikeli tutum, altta yatan cehaleti, yetersizliği ve öfkeyi "sevgi, anlayış, şirinlik, güleryüz" ile sunmaktır. Sizin sevgili Freud'unuz buna ne diyordu? Tamam, hatırladım "reaksiyon formasyon" yani "karşıt tepki oluşturma", insan altta yatan olumsuz duyguları kabul edemediğinde tam tersi bir tutum geliştirir, bu sayede kendini korumuş olur. "Sizi eleştiriyorum ve bilginizi yerden yere vuruyorum". Bu lafı isterseniz şöyle düzeltelim: "sizin sadece homoseksüellik konusunda bilgilerinizi yerden yere vuruyorum, cehaletinizi savunmanızı da eleştiriyorum". Çünkü diğer konularda söylediklerinizi eleştirecek kadar akademik bilgim yok. Zaten eleştirmiyorum da, üstelik bazılarından öğrendiklerim de oldu. Sayın Sevim, size "artık" saygı duymuyorum, ama sizi küçümsemiyorum da... Size sadece çok yoğun bir öfke duyuyorum. Tolga J.Sevim'in A. Özbaş'a cevabı… Sayın Özbaş,
Ne daha önce neler yazdığımı, ne hastalarımla kurduğum insanca ilişkiyi bilmeden; "paragöz-bilgisizyetersiz" diye özetlenebileceğim tanımlamalara ulaşmanızın, bir önyargı, bir yanılsama olduğuna inanıyorum. Gaylere ya da lezbiyenlere yönelik bir hoşgörüm yoktur. Çünkü ortada hoşgörülecek bir taraf yoktur. Doğalın hoşgörüsü mü olur? Ama yazdıklarınızı (kimliğinizden bağımsız olarak) hoşgörüyorum. Jülide Sevim Jülide Sevim'in Öner'e cevabı… Sayın Öner, Bir çok meslektaşım ya da kardeş meslekdaşların yaptığı hatanın ben de farkındayım ve bunun üzüntüsünü de taşımaktayım. Saydığım savların geçersiz olduğu düşüncenize gelince; tüm dünyada tanı koyma, varsa sorunu tespit etme adına kullanılan ve bizim çevremizde "kutsal kitap" muamelesi gören, (evrensel) bir kitaptan alınmıştır o maddeler. Bahsettiğiniz web siteleri, henüz araştırma halinde olan ve kabul görmemiş düşüncelere yöneliktir. Sonuçta; nazik bilgilendirmeniz için teşekkür etmekle birlikte, ileri sürdüğüm nedenler konusunda ısrarcı olacağım. Asla "homofobik" değilim, anladığınız gibi genelden "farklı" olan, anormal değildir bence. Ve tıpkı yazdığım gibi farklılıklarının güzelliğini ve özelliğini yaşama hakkına da sahiptirler. Amacım, sadece buna dikkat çekmek ve önyargıların yıkılmasına yardımcı olmaktı. Paylaşımınız ve övgü dolu sözleriniz için teşekkür ederim. Saygılarımla. Jülide Sevim Öner'in Jülide Sevim'e cevabı… Sayın Jülide Sevim, Öncelikle mektubumu yanıtladığınız için teşekkür ederim. "...Amacım, sadece buna dikkat çekmek ve önyargıların yıkılmasına yardımcı olmaktı." diye yaz-
mışsınız. Tabii ki temelde önemli olan nokta bu, ve bu davranışınız elbette takdire değer. Ancak ben gene de homofobi konusunda birkaç şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Günümüzde dünya üzerinde hiçbir toplumdan (henüz) homofobi silinmiş değildir. Yüzyıllarca en katı tabulardan biri olmuş bir konunun birdenbire anlaşılması tabii ki çok zor. Dolayısıyla, dereceleri değişmekle birlikte, her toplumda, az ya da çok, homofobi vardır. Türkiye toplumunda, batılı ülkelere göre bu oran çok daha fazladır, çünkü genel olarak cinsellik bir tabudur ve bu konuda tartışmak, ayıp sayılmaktadır. Elbette belli insanlar, bu konudaki bakışlarını genişletmektedir ama bu zaman alacak bir süreçtir. Özetle, eşcinsellerin bizatihi kendileri de dahil olmak üzere hiç kimse, homofobiden muaf değildir bence. Homofobinin de türleri vardır. Bazıları açıktan eşcinselleri reddeder, onları iğrenç bulur. Bu kişiler, farklılıklara tahammül edemeyenlerdir. Bu gibiler, her toplumda vardır. Ancak bazıları, eşcinsellere "hoşgörü"yle yaklaşır ki, bizler için bu da oldukça onur kırıcıdır. Düşünün, bir karşıcinsel, ne zaman "kabullenilmek" için hoşgörü talep eder? Hiçbir zaman! Çünkü buna gerek yoktur. Karşıcinseller, zaten baskın gruptur. Kendilerini merkeze oturtmayı ve "diğerleri"ni "diğerleri" olarak görmeyi, bu yolla onları yabancılaştırmayı kanıksamışlardır. İşte, "Eşcinselliğin nedenleri nelerdir?" sorusunun altında yatan zihniyet de budur. Kimsenin aklına, "karşıcinselliğin nedenleri"ni araştırmak gelmez, çünkü orada bir "problem" yoktur, dolayısıyla nedenini bilmemize de gerek yoktur. Aslında toplumun büyük bir yüzdesi, "karşıcinsel" sözünü, hatta "heteroseksüel" sözünü hayatlarında duymamıştır, bilmezler. Oysa herkes "eşcinsel" ve "homoseksüel" sözcüklerini bilir. (Türkiye'de gerçi bu sözcükler, otomatik olarak, daha "görünür"
olan travesti ve transseksüelleri çağrıştırır.) Mektubunuzda sözünü ettiğiniz "kutsal kitap"ın adını belirtmemişsiniz. Eğer bunu bana yazarsanız sevinirim. Ancak bildiğim kadarıyla APA (Amerikan Psikoloji Derneği), uluslararası saygınlığı olan, kabul görmüş bir kuruluştur ve 1974 yılında, eşcinselliğin "hastalık" olduğu yönündeki batıl inancı literatürden çıkarmıştır. Öğrendiğim kadarıyla Türkiye'de tıp fakültelerinde okutulan kitaplardan da aynı şekilde çıkarılmıştır. Psikoloji, diğer bazı bilimlere kıyasla çok yeni bir bilim dalıdır ve elbette pek çok bilimsel bilgi, zaman içinde değişime uğrar, çünkü yanılma olasılığı her zaman vardır. Bilim de toplumun koşullarından bağımsız değildir. Dolayısıyla, "kutsal kitap"ları da daima bilimsel kuşkuyu içimizde taşıyarak, mantık süzgecinden geçirerek, tartışarak okumalıyız, yoksa bilim ilerlemez. Benim psikolojiye olan ilgim tamamen amatörce, ancak uzun bir süreçten geçerek cinsel yönelimimle barışmış bir birey olarak, eşcinsellik konusunda çok şey düşünüp yaşadığımı takdir edersiniz. Bence en önemli sorun, Türkiye'de eşcinselliğin hâlâ gizli kapaklı yaşanması. Bu konuda yazıp çizmenin, tartışmanın önemi yadsınamaz, ancak şu da bir gerçek ki, insanlar, "gerçek hayattan" "kanlı-canlı" eşcinsellerle tanışmadıkça, gerçek sosyal ilişkiler kurmadıkça, eşcinselliğe yönelik bu yabancılaşmadan kurtulamayacaklar. Sevgi ve saygılarımla, Öner Not: İlgilenirseniz, APA'nın cinsel yönelim ve nedenleri ile ilgili bilgiler içeren sayfasının adresi: http://helping.apa.org/daily/answe rs.html Öner'in Jülide Sevim'e cevabı… Sayın Jülide Sevim, Sizden, "kutsal kitabınız"ın adını bahşetmenizi rica etmiştim. An-
Bu konuda yazıp çizmenin, tartışmanın önemi yadsınamaz, ancak şu da bir gerçek ki, insanlar, "gerçek hayattan" "kanlıcanlı" eşcinsellerle tanışmadıkça, gerçek sosyal ilişkiler kurmadıkça, eşcinselliğe yönelik bu yabancılaşmadan kurtulamayacaklar. KAOS GL 61 / 27
Sizin verdiğiniz yanlış bilgilerle aileler, zaten varolan homofobileri daha da artmış bir biçimde çocuklarını eşcinsel olmaktan "kurtarmaya" falan kalkarlar, bu da üzerinde zaten baskılar bulunan eşcinsel çocukları daha da bunaltmaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca böyle yaparak yalnızca eşcinsel çocukların değil, anne babaların da suçluluk duygularını boş yere körüklemiş oluyorsunuz. Tüm bunları bir günlük gazetede yapıyorsunuz. KAOS GL 61 / 28
laşılan, "homoseksüellik" üzerine yazdığınız yazıdan sonra geylerden yağmur gibi yağan tepki yazılarından dolayı vakit bulup yanıtlayamadınız. (Umarım öyledir). Ancak ben yanıtımı, sizden daha bilgili olduğu kuşku götürmeyen gey kardeşlerimden aldım. Zahmet edip http://www.eshcinel.net sayfasının forum köşesine girerseniz, bu yanıtı ve yazınıza gelen olumsuz tepkileri okuyabilirsiniz. İşte bu yazılardan yalnızca biri: "Jülide Sevim'in sana yazdığı cevapta, söz ettiği kutsal kitap "DSM IV" denilen tanı kitabı. Bu kitapta tüm psikiyatrik bozuklukların tanı kriterleri var, mesleğe özellikle yeni başlayanlar, hastalarına doğru teşhis koymak, problemi tanımlamak için bu kitaba başvuruyorlar. Hepsi bu kitabı "mutlak hakim" gibi görüyorlar. İçinde şizofreni, depresyon, psikosomatik bozukluklar vb. tüm psikolojik bozuklukların tanı kriterleri var. Bu tanı kitabının içinde cinsel bozukluklar diye bir bölüm var. Bu bölümde, fetişizm, teşhircilik, pedofililer (çocuklara ilgi duyan), sadizm vb. var. Fakat eşcinsellik diye bir hastalık yer almıyor içinde (daha önceki DSM I ve II'de vardı fakat III'ten itibaren çıkarıldı, yani yaklaşık 15-20 yıl önce). Bunun anlamı şu, eşcinsellik, bir psikolojik problem olarak görülmüyor. DSM IV, sadece "kişinin cinsel yönelimi hakkında sürekli ve belirgin bir sıkıntı duyması" halinde eşcinsellikle ilgileniyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Jülide Sevim gibi kendini uzman görenlerin aslında bildikleri birşey yok. Birşey bilmemelerinin tek başına bir önemi yok elbette. Ama "uzmanım" diye ortalara çıkıp da, zaten kafası karışık olan bazı insanları daha karıştırmaları affedilecek gibi değil. Bu gibilerle, toplu olarak sürekli mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyorum." Evet, acaba yazdığınız yazının sorumluluğunu artık duyuyor musunuz? Yoksa hâlâ "ben uz-
manım, bildiğimi okurum, tüm tıp dünyasını karşıma almak ve insanları yanlış bilgilendirmek pahasına da olsa" mı diyorsunuz? Köşe yazarlığı, gerçekten de sorumluluk isteyen bir iştir. Öyle arkadaş sohbetinde yaptığınız gibi her aklınıza eseni mutlak doğruymuş gibi, sözümona bilimsel kisve ardına gizlenerek yazamazsınız. Yazarsanız, toplumun size ve daha da önemlisi mesleğinize, meslektaşlarınıza güveni sarsılır. Sizin verdiğiniz yanlış bilgilerle aileler, zaten varolan homofobileri daha da artmış bir biçimde çocuklarını eşcinsel olmaktan "kurtarmaya" falan kalkarlar, bu da üzerinde zaten baskılar bulunan eşcinsel çocukları daha da bunaltmaktan başka bir işe yaramaz. Ayrıca böyle yaparak yalnızca eşcinsel çocukların değil, anne babaların da suçluluk duygularını boş yere körüklemiş oluyorsunuz. Tüm bunları bir günlük gazetede yapıyorsunuz. Merak ediyorum, bundan sonra zahmet edip dünya psikoloji literatürünü takip edecek misiniz? Örneğin geçtiğimiz haftalarda Fransa'da psikanalizin eşcinselliğe bakışındaki son yeniliklerden haberiniz var mı? Hadi Fransa'dan vazgeçtim, Türkiye'de yakın geçmişte kurulan "Cinsel Eğitim Derneği"nden haberiniz var mı? Bu dernek, psikologları cinsel konularda eğitmek, hastalarına önyargılı ve homofobik davranmalarını önlemek için kuruldu. Lütfen homofobik olmadığınızı iddia etmeye kalkmayın, yazdıklarınızdan sonra size kimse inanmaz. Eğer homofobiniz anlaşılmasın istiyorsanız, bari bu konuda yazmayın. Bilim, sürekli bir bilimsel kuşku gerektirir. Ancak sürekli kendinden kuşku duyan, sürekli kendini yenileyen, okuduklarını "kutsal doğru" olarak kabul etmek yerine sorgulayan insanlar, ancak biliminsanı sıfatını kazanabilir. Sizin gibi "kutsal kitap"tan bölümlerle mesleğini icra edenler,
ancak vasıfsız devlet memuru olabilir. Size homofobiden uzak günler diliyorum. Öner
Yan sayfalardaki yazılardan Buyrun "Tedavi"ye! başlıklı yazı daha önce Kaos GL Dergisi'nin 32. sayısında (Nisan 1997) yayınlandı. Londra'dan arkadaşımız Nedim, bu yazıyı Pink Paper’ın o dönemki Mart ayında, psikiyatri servisi ve eşcinsellik konusunda yayınlanan bir makaleden hareketle, bir psikoterapi öğrencisi ve cinsel sağlık danışmanı olarak kendi iş tecrübelerinden çıkardığı sonuçların bir karışımı olarak hazırlamıştı. Bu çalışmayı, psikiyatr, psikolog ya da bir psikoterapistten sağlık hizmeti alacak ya da herhangi bir konuda danışacak okurlarımız için faydalı olacağını düşündüğümüzden yeniden yayınlama gereği duyduk. Bu yazının ardından gelen "Cinsel Yönelim ve Eşcinsellik İle İlgili Sorularınıza Yanıtlar" başlıklı yazı, Amerikan Psikoloji Birliği tarafından hazırlanmış "Psikoloji ve Siz" adlı broşürden arkadaşımız Erinç Kalaycı tarafından çevrilmiş olup, daha önce Kaos GL Dergisinin 31. sayısında (Mart 1997) yayınlanmıştı. Aynı gerekçeyle bu çeviriyi de tekrar yayınlama gereği duyduk.
Çok ilginçtir ki psikiyatri servisini kullanan bir çok gay ve lezbiyen “tedavi” bittikten sonra kendilerini psikolojik olarak daha da kötü hissetmektedir. Cinsel yönelimleri yüzünden değil başka nedenlerden dolayı yardım istediklerini söylemelerine rağmen psikiyatr ve diğer zihinsel sağlık çalışanlarının lezbiyenlerin ve gaylerin cinselliklerini bir patoloji, hastalık olarak görmeleri duyulmamış bir olay değil. Zihinsel sağlık alanında çalışan lezbiyenlerin ve gaylerin çeşitli nedenlerle hala “out” olmaması ve lezbiyenlik ve gaylik üzerine aynı alanda varolan kaçamak sessizlik önemli bir sorun oluşturuyor. Psikiyatri alanının eskileri bile zihinsel sağlık sisteminin bürokrasi tekerleri arasında sıkışıp kalmış lezbiyenlerin ve gaylerin deneyimleri konusunda çok az şey bilindiğini itiraf ediyor. Önyargısız Sağlık Bakanlığından aldığı yardım ile zihinsel sağlık örgütü Mind bu alandaki hizmetleri kullanan lezbiyenlerin ve gaylerin deneyimlerini inceleyen bir araştırma yapmış. “Önyargısız” adı verilen araştırma sırasında ülke çapında 50 lezbiyen ve gay ile görüşülmüş. Araştırmacıların görüştüğü kişilerin yüzde 78’inin bir zihinsel sağlık örgütünde “out” olmaktan çekindikleri belirlenmiş. Yüzde 73’ünün hem sözlü hem de fiziksel olarak taciz edildiği düşünülürse bu çekincelerinde ne kadar haklı olduklarını anlamak zor değil. Lezbiyensen hastasın Projenin sorumlusu Jackie Golding, “araştırmanın sonuçları lezbiyenlerin ve gaylerin güvenli bir terapi ortamında bulunmaları gerekirken, aslında sorunlarının daha da kötüleştiğini gösteriyor” diyor. Araştırmaya katılanların yarısından fazlası cinsel yönelimlerinin, sorunlarının nedenlerinin açıklanmasında uygunsuz bir şekilde kullanıldığından şikayet etmiş. Hastane kayıtlarını inceleyen bir lezbiyen, psikiyatrın, zihinsel sorununun cinselliği etrafındaki çözümlenmemiş çelişkilerden kaynaklandığını yazdığını keşfetmiş. Bir diğerine ise lezbiyen olmasının nedeni olarak geçmişte tecavüze uğradığı gösterilmiş. Yine araştırmaya katılanların yarısından fazlasına cinsel yönelimlerini değiştirirlerse çok daha az sorun ile karşılaşacakları söylenmiş. Lezbiyenlerin, gaylerin ve biseksüellerin herkes gibi farklı farklı nedenlerle psikolojik sorunları olabileceğini söyleyen Golding, ancak bir çoğuna cinselliklerinin sorunlarının ardındaki neden olarak gösterildiğini belirtiyor. Golding ekliyor: “Sorun cinsellikleri- kendi hatalarıymış gibi gösteriliyor ve böylece sağlık sisteminin içinde hapsediliyorlar. Şikayet ederlerse hiçbir haklarının olmadığını
görüyorlar. Bu yüzden de bir çok lezbiyen ve gayin Nedim B. sağlık kurumlarında “out” olmamalarına şaşmamak Londra gerekiyor.” Mind, araştırmanın sonuçlarını zihinsel sağlık alanında çalışanlara yönelik düzenlenecek bir dizi eğitim çalışmasında kullanmayı planlıyor. Ne yapmalı Bir çok lezbiyen ve gay çeşitli nedenlerle hayatının bir döneminde kendini bir psikiyatr, psikolog ya da psikoterapistin kapısının önünde bulabilir. Bu nedenlerin arasında kişinin cinselliği ile bağlantılı sorunların yanında bambaşka bir sorun da bulunabilir. Kendinize sormanız gereken ilk soru bu konuda neden yardıma ihtiyacınız olduğu. Siz kendiniz mi karar verdiniz yoksa örneğin aileniz ya da başka biri mi sizi zorladı. Eğer kendi rızanız dışında bu yola başvurduysanız en azından bu konuyu o uzman ile konuşup belki de sizi zorlayanlar ile aranızdaki iletişimsizlik konusunda yardım isteyebilirsin. Eğer kendi rızanız ile o uzman kişiye gittiyseniz aşağıdaki soruları mutlaka sorun. Unutmayın Bir çok lezbiyen ve günün sonunda belli bir hizmeti kullanıyorsunuz ve gay çeşitli size sunulanın ne olduğunu bilmek ve o hizmeti alıp almamadaki karar size aittir. “Uzman” kişiler nedenlerle hayatının genelde kendi profesyonel yaklaşımı konusunda bir bir döneminde fikir sahibi olmanız gerekmektedir. Eğer bunu kendi kendini bir psikiyatr, başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız en azından ilk randevunuza yakın bir arkadaşınızı psikolog ya da yanınızda götürün ve aşağıdaki noktaları onunla psikoterapistin önceden tartışın. kapısının önünde 1. Görüştüğünüz kişinin uzmanlık alanı ne? Psikiyatr mı yoksa psikoterapist ya da psikolog bulabilir. Bu mu? Aralarındaki farktan emin değilseniz bu nedenlerin arasında konuda küçük bir araştırma yapın. Unutmayın üçü kişinin cinselliği ile de zihinsel sağlık alanında çalışır, ancak sorunlara bağlantılı sorunların yaklaşımı ve çalışma biçimleri oldukça farklıdır. 2. Eşcinselliğe yaklaşımı ne? Eğer eşcinselliği yanında bambaşka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak bir sorun da görüyorsa önerim hemen oradan ayrılın. Sizi hasta bulunabilir. olarak gören bir kişinin sizi anlaması mümkün Kendinize sormanız değildir. 3. Eşcinsellik konusunda kişisel ve profesyonel gereken ilk soru bu deneyimi ne? Kişisel deneyimi ya kendisinin aynı konuda neden cinsten biriyle yaşadığı bir ilişki olabilir ya da çevresinden tanıdığı eşcinseller aracılığıyla yardıma ihtiyacınız olduğu. edinmiş olabilir. Eğer ben bu soruları sorarak o “uzmanı” … utandırırım diye düşünüyorsanız o zaman o uzman Eğer kendi rızanız sizin yaşadıklarınızı rahatça nasıl dinleyebilir. Siz kendi dünyanızı hiç tanımadığınız birine ile o uzman kişiye açacaksınız bu yüzden de o kişi ile ilgili biraz bilgi gittiyseniz yandaki sahibi olmak hakkınız. Bu soruyu cevaplamakta soruları mutlaka rahatsız ise büyük bir olasılıkla sizi dinlerken de aynı şeyleri hissedecek ve kendi içinde sorun.
KAOS GL 61 / 31
Uzmanın görevi size kendi doğrularını vermek değil, kendi hayatınıza bakmanızda ve kendiniz için gerçekçi sonuçlar çıkarmanızda yardımcı olmaktır. KAOS GL 61 / 32
yaşadıklarına bakmaktansa sizi hasta olarak görüp sorumluluğu size yıkacaktır. Profesyonel deneyimi bu konuda, özellikle cinsellik alanında aldığı eğitim ya da daha önce işi nedeniyle gördüğü eşcinseller aracılığıyla kazanılmış olabilir. Eğer daha önce eşcinseller ile çalışmış ise ne kadar süre ile nasıl çalıştığını ve sonuçlarının ne olduğunu sorun. 4. Sizi dinliyor mu? Siz konuşurken dinliyor mu yoksa sürekli olarak sözünüzü kesip yorum mu yapıyor? Unutmayın bu sizin hayatınız ve yaşadıklarınız size ait. Sizin dünyanıza girip sizi anlamaya çalışmıyorsa çıkaracağı sonuçlar kendisine ait olacak ve büyük bir olasılık ile sizin hayatınızda bir işe yaramayacaktır. Uzmanın görevi size kendi doğrularını vermek değil, kendi hayatınıza bakmanızda ve kendiniz için gerçekçi sonuçlar çıkarmanızda yardımcı olmaktır. 5. Gizlilik kuralı var mı? Sizin terapi sırasında anlattıklarınız ne dereceye kadar o uzman ile sizin aranızda kalacak. Verdiğiniz bilgileri kimler ile paylaşacak. Türkiye’de hastane ortamında bunları yapmak zor olabilir ancak özel görüştüğünüz bir uzman ise mutlaka gizlilik konusunda sözlü ya da yazılı kontrat isteyin. Bu konuda düşünülmesi gereken en önemli nokta sizin rızanız olmadan kimseye sizin hakkınızda bilgi vermemesi olacaktır. 6. Sizin ile nasıl çalışacak? Eğer aldığınız yanıtlardan hoşnutsanız sizi ne kadar süre ile göreceğini ve nasıl bir şekilde çalışacağını sorun. Yukarıdaki sorulara kendiniz de eklemeler yapabilirsiniz. Uzman kişiye getirdiğiniz sorun ne olursa olsun bu soruları mutlaka sorun. Cinselliğiniz hayatınızın vazgeçilmez bir parçası. Bunu paylaşamazsanız o kişiden alacağınız yardım yarım olacaktır.
Cinsel Yönelim Nedir ? Cinsel yönelim, cinselliği oluşturan dört unsurdan biridir. Diğer üçünden belli bir cinsiyetteki (gender) bireye karşı süregelen duygusal, romantik ve cinsel çekimle ayrılır. Cinsellikle ilgili diğer üç unsur da biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet (gender) kimliği (erkek ya da kadın olmaya ilişkin psikolojik duyum) ve sosyal cinsiyet rolü (eril ya da kadınsı davranışları belirleyen kültürel normlara uyum). Tanınmış üç cinsel yönelime göre; kişinin kendi cinsiyetinden birine yönelmesi eşcinsellik, kişinin karşı cinsiyetten birine yönelmesi karşıcinsellik, kişinin her iki cinsiyete de yönelmesi biseksüelliktir. Eşcinsel yönelimli bireyler kimi zaman “gay” (hem kadın hem erkekler için kullanılır) ya da “lezbiyen” (sadece kadınlar için) olarak adlandırılırlar. Cinsel yönelim, duyguları ve kendilik kavramını (self-concept) içerdiği için cinsel davranıştan farklıdır. Bireyler davranışlarıyla cinsel yönelimlerini ifade edebilecekleri gibi etmeyebilirler de. Bireyin Cinsel Yöneliminin Nedenleri Nelerdir ? Bilim insanları tarafından, bir bireyin cinsel yöneliminin nasıl geliştiği henüz anlaşılmamıştır. Farklı teoriler cinsel yönelimin nedenleri için farklı kaynaklar önermiştir; genetik ya da doğuştan gelen hormonal etkenler ve erken çocukluk döneminde yaşanılanlar gibi ... ( Buna karşın birçok biliminsanı, cinsel yönelimin erken yaşlarda biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenlerin etkileşimiyle şekillendiği düşüncesini paylaşırlar. ) Cinsel Yönelim Bir Seçim midir ? Hayır. Çoğu insan için cinsel yönelim ergenlik döneminde (adolescence) hiçbir cinsel deneyim olmadan ortaya çıkmaktadır. Buna ek olarak, kimi bireyler cinsel yönelimlerini eşcinsellikten karşı cinselliğe çevirmek için yıllar boyunca hiçbir başarı elde edemeden uğraştıklarını ifade ederler. Bu nedenlerden dolayı psikologlar, cinsel yönelimi isteğe bağlı olarak değiştirilebilen bilinçli bir seçim olabileceğini düşünmezler. Eşcinsellik bir Zihinsel Hastalık mıdır ya da Duygusal bir Problem midir ? Hayır. Psikologlar, psikiyatristler ve diğer sağlık uzmanları, eşcinselliğin hastalık, zihinsel bozukluk ya da duygusal bir problem olmadığında hemfikirdirler. 35 yıldan beri yapılan yansız araştırmalar eşcinsel yönelimle duygusal ya da sosyal problemler arasında herhangi bir bağın olmadığını göstermiştir. Geçmişte eşcinsellik hakkında bilgi, terapi görmekte olan lezbiyen ve gaylerden elde edildiği için toplum ve zihinsel hastalık uzmanları eşcinsellik ile ilgili taraflı ve gerçekdışı düşünceleri savundular. Ne zaman ki araştırmacılar terapi görmeyen lezbiyen ve gaylerden gelen bilgileri değerlendirdiler, eşcinselliğin zihinsel bir hastalık olduğu görüşünün yanlış olduğunu anladılar. Amerikan Psikiyatri Birliği 1973 yılında yeni araştırmaların önemini tüm zihinsel ve ruhsal hastalıkları içeren resmi el kitabından “eşcinsellik” terimini çıkartarak onayladı. 1975 yılında ise Amerikan Psikoloji Birliği bu değişikliği destekleyen bir karar çıkarttı. Kimi insanlar eşcinsel yönelim ile zihinsel hastalıklar arasında bir bağ kurarak onları hasta olarak damgalamaktadırlar. Bu iki birlik ise, tüm
zihinsel ve ruhsal hastalıkları uzmanlarını, bunun gerçekdışı olduğunu ifade etmeleri konusunda zorlamaktadır. Eşcinselliğin bir zihinsel bozukluk olarak sınıflandırılmamasından bu yana, yapılan yeni araştırmaların bulgularıyla iki birlik tarafından bu düşünce güçlendirilmiştir. Lezbiyen ve Gayler iyi Ebeveyn Olabilirler mi ? Evet. Eşcinsel ve karşı cinsel ebeveynlerce yetiştirilen çocukların karşılaştırıldığı çalışmalar sonucunda iki guruptaki çocuklar arasında zeka, psikolojik uyum, sosyal uyum, arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurma, toplumsal cinsiyet rol kimliklerin gelişimi ya da cinsel yönelimin gelişimi bakımından hiçbir fark bulunmamıştır. Eşcinsellikle ilgili bir diğer stereo tip de eşcinsel erkeklerin çocuklara cinsel taciz etme eğilimlerinin karşı cinsel erkeklerden daha fazla olduğu düşüncesidir. Eşcinsellerin, karşı cinsellerden daha çok, çocuklara cinsel tacizde bulundukları hakkında hiçbir kanıt yoktur. Neden kimi lezbiyen ve gayler cinsel yönelimlerini başkalarına açıklıyorlar? Çünkü bu yönlerini diğerleriyle paylaşmak, zihinsel sağlıkları için önemlidir. Lezbiyen ve gayler için açılma olarak tanımlanan kimlik gelişimi sürecinin psikolojik uyumla (adjustment) sıkı bir bağlantısı vardır. Gay ve lezbiyen kimliği ne kadar olumlu olursa, kişinin zihinsel sağlığı ve kendine güveni de o kadar iyi olacaktır. Kimi gay ve lezbiyenler için açılma (coming- out) süreci neden zordur ? Yanlış stereotipler ve önyargılar lezbiyen ve gayler için açılma sürecini duygusal problemlerin yaşanabildiği zorlu bir süreç haline getiriyor. Lezbiyen ve gayler, kendi cinslerinin çekiciliğinin farkına varmaya başladıklarında kendilerini farklı ve yalnız hissederler. Ayrıca aile, arkadaşlar, çalışma arkadaşları ve dinsel kurumlar tarafından reddedilme olasılığı da korkutucudur. Bunlara ek olarak, eşcinseller ayrımcılığın ve şiddetin de daima hedefi olmuşlardır. Şiddetin ve ayrımcılığın tehdidi de gay ve lezbiyenlerin gelişiminin önünde önemli bir engeldir. 1989’ da yapılan bir ulusal araştırmada gaylerin %5’ inin, lezbiyenlerin ise %10’ unun gay ve lezbiyen olmalarıyla ilişkili olarak fiziksel saldırıya ve tecavüze uğradığı, %47’ sinin ise yaşamları sürecinde ayrımcılığa maruz kaldıkları saptandı. (Diğer araştırmalar da buna benzer yüksek oranda ayrımcılığı ve şiddeti saptamışlardır.) Lezbiyen ve gaylere karşılaştıkları önyargılar ve ayrımcılıkla mücadelelerinde yardım etmek için ne yapılabilir? Lezbiyen ve gaylere karşı olumlu bir tavrı benimseyenlerin çoğu bir ya da daha çok gay ve lezbiyen tanıdıklarını söylerler. Bu yüzden,
psikologlar bir grup olarak gay ve lezbiyenlere karşı olumsuz tavrın onlarla birebir yaşanılanlardan değil stereo tiplerden ve önyargılardan kaynaklandığını düşünürler. Bununla birlikte, diğer azınlık gruplarında olduğu gibi ayrımcılığa ve şiddete karşı korunma çok önemlidir. Bazı eyaletler kişinin cinsel yönelimini temel alan şiddeti farklı olana karşı duyulan nefretin doğurduğu suçlar olarak görürler ve sekiz Amerikan eyaletinde cinsel ayrımcılığa karşı yasalar uygulanmaktadır. Terapi ile cinsel yönelim değiştirilebilir mi ? Hayır. Her ne kadar eşcinsel eğilim zihinsel bir hastalık olmasa ve lezbiyen ve gaylerin karşı cinselliğe dönüştürme çabasında herhangi bir bilimsel bulgu bulunmasa da, bazı bireyler kendi cinsel yönelimlerini ya da başka bireylerinkini (çocukları için terapi talepleri olan aileler gibi) değiştirmek isteyebilirler. Bu çeşit terapiyi üstlenen kimi terapistler danışanlarının cinsel yönelimlerini (eşcinsellikten karşı cinselliğe) değiştirdiklerini rapor etmişlerdir. Bu raporlarda yapılan inceleme sonucunda şüphe uyandıran faktörler bulunmuştur: Bu iddiaların birçoğu zihinsel sağlık araştırmacılarından değil, cinsel yönelime ideolojik açıdan bakan organizasyonlardan gelmiştir. Ayrıca tedavi süreci ve sonuçlarının da belgelendirilmesi yetersizdir. Bunun yanında danışanın tedavi sonrası durumunun gözlem süresi de çok kısadır. 1990 yılında Amerikan Psikoloji Birliği dönüşüm terapilerinin sonuç vermediğini tam aksine yarardan çok zarar verdiğini bilimsel kanıtlarla bildirmiştir. Bireyin cinsel eğiliminin değiştirilmesi, cinsel davranışlarının değiştirilmesinden ibaret değildir. Çünkü, bu tür bir terapi kişinin duygusal ve cinsel dünyasını, duygularını değiştirmeyi, kişinin kendilik kavramını ve sosyal kimliğinin tekrar yapılandırılmasını gerektirecektir. Bazı zihinsel sağlık uzmanlarının cinsel yönelimi dönüştürme çabasında olmalarına karşın; diğerleri, hastalık olmayan ve kişinin kimliği için çok önemli olan bu kişisel özelliği değiştirme çabasının etiğini sorgulamaktadırlar. Terapi talebinde bulunan her gay ve lezbiyen cinsel yönelimlerini değiştirmek istememektedir. Gay ve lezbiyenler açılmak ve önyargılar, ayrımcılık ve şiddetle baş etmek için psikolojik yardım talebinde bulunuyorlar. Toplum için eşcinsellik hakkında daha çok eğitim görmek neden önemlidir? İnsanların cinsel yönelimler ve eşcinsellik hakkında eğitilmesi eşcinsellik karşıtı önyargıların azalmasını sağlayacaktır. Eşcinsellik hakkında doğru bilgiler özellikle kendi cinsel kimlikleriyle çatışma içinde bulunan genç insanlar için önemlidir. Bu bilgilere ulaşmakla kişinin cinsel yöneliminin etkilenmesi gibi bir endişe ya da korku geçersizdir.
AMERİKAN PSİKOLOJİ BİRLİĞİ “PSİKOLOJİ VE SİZ” Çeviren: ERİNÇ KALAYCI
KAOS GL 61 / 33
Şarmut A. İKARUS Londra
Özgürlük de özgürlük! Amma üsteledin be Şarmuta. Bu kadar mı umarsızsın. Bunca zaman ille de özgürlük diye ima ettin ya da bir lütufmuş gibi, sevdiğin insanlardan seni ayrı, başka hatta üstün kılan bir özellikmiş gibi bağıra bağıra söyledin özgürlük düşkünlüğünü. Nedir ki hem özgürlük? Çektin gittin bütün sevdiklerinden uzaklara, seni seven herkesten uzaklara. Hani o eziyet etmeye bayıldığın sevgililerini kastediyorum: "Bak seni de terkederim haa!" demesen de ima ettiğin, hayatına her an başkası girebilirmiş gibi davranarak yitirdiğin sevgililerinin sayısı az mı? Sonra da gidenden zaten ayrılmak istediğin için böyle davranmış gibi yapıyorsun. Bayılıyorsun yalana. Hiç kimse ses etmedi. İyi dediler, irade ille de sende olsun istiyorsun madem, git öyleyse, biz seni bekleriz dediler, bunu demek istediler sanıyorsun ama hayır onların da işleri güçleri ve tercihleri var ve dünya tercihlerle dolu Şarmuta! Sana güle güle partisi verdiklerinde, sana hep telefonla ya da haberli habersiz kapını çalıp "yapabileceğimiz bir şey var mı, ne zaman gidiyorsun, ne zaman döneceksin, kendine iyi bak, bu son öykün değildi dimi, sanki bir daha yazmayacakmışsın gibi bitirmişsin son sayıdaki öyküyü, merak etme küpe çiçeklerin çok narin biliyoruz, biz ara sıra uğrar sularız, postanla, faturanla ilgileniriz, sen asıl gavur ellerinde dikkat et kendine, düzenli ve sağlıklı beslen, sigara ve içkiyi tamamen çıkar artık hayatından, dişlerini ve gözlerini oradaki doktorlara da göster," derken, evet seni ne kadar sevdiklerini ve ne kadar önemsediklerini söylemek istediler. Ama vazgeçilmez olduğunu, hayatın sensiz devam edemeyeceğini sanma sakin. Hiç kimse yeri doldurulamaz değildir. Sen de değilsin. Vazgeçilmez olsan gelirdi biri diye de düşünme. Bu onları sürekli olarak sınava sokmak demek, senin istediğin tepkiyi göstermedi diye elinden oyuncağı alınmış veletler gibi savunma mekanizması geliştiriyorsun. Vazgeçilmez aşkların oldu senin, ne yaptın? Vazgeçtin. İyi valla. Vazgeçen sen olunca bu hakkın olsun, başkası vazgeçince haksızlık! Seni ayakta alkışlıyorum Şarmuta! Bravo! Arsızlığın bu kadarına bravoooo! Hepsi gitmene göz yumdu Şarmuta. Bir düşün şimdiye kadar sadece bir kişi dedi "gitme, gidersen bitecek," diye. Bu cesareti bir kişi gösterdi. Ona bile boyun eğmedin. "Sen benimle gel," dedin bütün küstahlığını takınıp. O gelemezdi, ama sen kalabilirdin. Ne o geldi, ne de sen kaldın. İkinizin de inadı inat götünüz iki kanattı diye yalan söyledin kendine. Bütün yol boyunca ağladın ve anlattın herkese nasıl ağladığını uçağın penceresine dayayıp da burnunu. Dört saat boyunca ağladığın doğru, ama bu aşkından mıydı, yoksa o sevdikleriyle kalmayı yeğlediği için, sana ilk kez 2.lik ödülünü ya da bu şansı verdiği için mi? Deli divane peşine takılıp nereye istediysen gelenleri pek mi sevdin sanki? Onlar daha mı kıymetli oldular sanki. Eeee? Aşkta boyun eğmeyi de bilmek gerek Şarmuta! Kabak tadı vermeden yalanların, artık bir çekidüzen ver kendine. Yalnızlığımı da, sevgililerini de
KAOS GL 61 / 34
kucakla sahiden. Kendine acımadan. Bunun acısını başka bedenlerden ya da canlardan çıkarmadan. Onlar hadi gelmedi seninle, seni göze alamadılar dedin durdun kendine, bunu yazdın durdun. Sen ne yaptın peki? Bekleyin beni anacım deyip gittin yeni serüvenlere. Oysa serüvenin alası gitmekte mi kalmakta mı bulunur, buna kim karar verebilir? Ya giden, ya da kalan. Hem hangi serüvenden söz ediyoruz ki? Hayat başlıbaşına bir serüvenken sen sanal, yapay serüvenler uyduruyorsun. Her ilişkini bir serüvenmiş gibi başlatıyorsun ve biteceğinden eminmiş gibi sürdürüyorsun. Bok herif! Şu anda İngiltere pop listelerini sarsan şarkının sözleri kadar boktan ve sanal ve popüler imgelerle kirlenmiş kafan senin: "Why does it always rain on me?" Bu şarkı çalınca burnun sızlıyor, sevgililerini düşünüp ağlayasın geliyor ha? Bullshit! Bu ne egosantriklik ve ne kendini beğenmişlik kardeşim! İnanılır gibi değilsin yani. Büllüğünü yediğin sevgililerindi en sahici oldukların, ama sen ne yaptın? Kendi sanallığın içinde boğdun durdun onların sahiciliklerini. Bok yedin, bok! Çok mu özgürsün şimdi Londra metrosunda göz göze geleceğin bir çift göz ararken, çok mu özgürsün o iki göz sana emek verilmiş ve bir mazisi olan istediğin sıcaklığı değil de bir kaçamak devingenliğini, yürek güppürtüsünü sunup sonra da inmesi gereken istasyonda iniverince? Neden onun indiği istasyonda inip peşine düşemedin? Ya da o neden senin ineceğin istasyonu beklemedi ki bir başlangıç yaşayasınız? Özgürlük istiyorsun, sonra da güven istiyorsun. Bok yemenin dik alası bu! Yarrağı buldun da kıllısını istiyorsun! Ağzımı da bozdurttun sonunda. Güvenli bir özgürlük ha. Kıçımın Şarmutası! Senin asıl özgürlük diye bir şeyin olmadığından haberin yok. Yanılsama. Alıp başını gitmek isteyen, bunu arzulayan, özgürlük olmazsa olmaz diyen, öyle sanan başka -ne diyeyim? Can mı? Ruh mu? Ben mi?- O sanal özgürlük duygusunu taşıyan beden ise başka. Arif olan boşuna mı demiş "can bedenden çıkmayınca…" diye. Her şeyden önce, arzu içine tıkıldığı, hadi tıkılmadı diyelim, daha insaflı bir sözcük bulalım da "tıkılmakla" okuyanların ağzına laf veriyormuş gibi olmayalım, ahkamlarımızı hadis gibi sunuyor olmayalım, di mi? Ne diyelim o zaman? Bu bedene "istihdam edilen" mi? "Konuşlandırılan" nasıl? Bu bedene "tayin edilen" can… desem daha mı iyi? Hepsinde başka bir irade söz konusu. Bir üst erk egemen dile. Bedenle can arasındaki bu iktidar kavgasının zorunluluğunu kim nasıl başlatmış onu bilmiyorum, ama bütün bedenler (kurumlar da dahil) bu iktidara gereksinim duyma gereksinimi denen virüsten kurtulduğu anda beden ile can uyuşması kendiliğinden gelir, doğada bu kendiliğindelik vardır çünkü, belki var olmak için ötekinin canını yakmak doğada olduğu gibi, hayvanlar aleminde olduğu gibi insanlar alemi içinde kaçınılmaz bir doğru. Belki yanlış lan bunu değiştirmeye çalışmak. Belki can yakacaksın, belki canın da yanacak, ama bu bedene "hapsolmuş" olduğunu sandıkça, kendini hiçbir zaman özgür hissedemeyeceksin çünkü kendinden hoşnut değilsin. Oysa başka çaren yok! Boyun eğ, bu
beden senin! Daha doğrusu seninki bu beden! Kim dağıttıysa dağıtmış bu bedenleri. Sana dar geliyor diye bağırıp durma artık. Sığamıyormuşsun kalıbına. Siktir. Ey yalancıların en pinokyosu, maymun iştahlı Şarmuta, siktir git lan. Al kendi kurallarını da yaylan kendi yapay ve sanal dünyana. Bunu bir de benden duymak hiç de hoşuna gitmeyecek biliyorum ama Kamer belki de haklıydı. Adam gibi sevmeyi öğren kendini ve seni seveni ya da elma gibi çürü, büzül, kok durduğun yerde. Dümbük! Boyun eğme doktrini benim dediğim. Bu öyküleri almaya başladığın anda beni tanımaya da karar verdin. Merak ettin çünkü. Hadi ilk zarfı açtın, sonrakileri neden çöpe atmadın, hepsini açtın, okudun, yayınlandığını da gördün, onları da defalarca okudun? Neden ha? Özgürlüğüne bu kadar düşkünsen, bedenle canı ayırma cesaretini göstersene! O büzükten sizde bulunmaz mı ahkam kumkuması! Boyun eğ! Bu bedenle yaşayacaksın ölüm seni de bulana dek. Kim ya da ne karar vermiş bütün bu olanların böyle olmasına, işin bu kısmına aklın ermiyor madem kafanı yorup da anksiyete ya da panik atak hallerinde saçlarının hızla döküldüğünü görüp de bir kat fazla kaygı halini rüyalarına taşıyıp da allahın Londra'larında tamamen kel olduğunu görerek gecenin bir kara noktasında uykundan hortlayıp da TV zaplamak da neyin nesi ha? Bu bedenle ilgili kafa yordukça, bu beden sana kendini daha çok belli edecek. Hayatın o beden odaklı olacak. Oysa o beden sadece bir araç. Seni Şarmuta, seni bu hayatta taşıyan bir bisiklet, bir at arabası o beden. O araçla yekvücut olman gerek. Araç da sensin, sürücüsü de. Boyun eğ o zaman bu mutlak gerçekliğe. Boyun eğmeyeceksen de "özgürlüğümü isterim, yoksa ortalığa pislerim!" diye seni sevenlerin hayatını zehir edip durma. Hem onların da seninkine benzer sorunları olabilir bedenleriyle, bir de sevdiklerini, önemsediklerini anladıklarında üzerlerine bu kendi yarattığın yükü de attığını gör artık. Çok mu özgürsün Londra'da şimdi bu yağmurda sahibi olmadığın bir eve tıkılı halde. Tıkılı kalmak diye buna denir. Paran suyunu çekmiş, şemsiyen kırık, yarın gece yolcusun, misafiri olduğun bir eve tutsaksın. Yarın kapıya taksi gelip seni yeni bir yolculuğa götürmeden önce bu eve tutsaksın işte. Her gün güllük gülistanlık olmuyor işte. Evdeki hesap çarşıya uymuyor her zaman işte. Son gününü bu eve tutsak geçiriyorsun. Bunu hiç planlamamıştın. Arkadaşların evi sana bırakıp tatile gittiler. Her gün Londra'da göt atacak, gezecek tozacaktın. Misafiri olduğun bu eve nasıl özen gösterdiysen bana da öyle özen göster. Dalgınlıkla mikrodalga fırında sarmısaklı ekmek unutup yakmış olabilirsin. Nasıl da telaşlandın ama dimi? Kokusu hâlâ gitmedi ve ev sahibi arkadaşların döndüklerinde bu kokuyu alacaklar diye korktuğun için onlara bir not bırakıp özür dileyeceksin. Dışarı çıkarken bütün kapılar kapalı mı diye bakıyorsun. Havagazını, muslukları kontrol ediyorsun. Aynı özeni bana da göster. Ama giderken evi sana bırakıldığı gibi bırakacaksın. Banyoda yere dökülen kıllarını temizleyeceksin, yatak çarşaflarını, yastık kılıfını, nevresimi çıkaracak hiç olmazsa makineye atma işini kendin yapacaksın.
Ama dün gece tiyatro dönüşünde sigara yaktın ve bana verdiğin ziyanı değil de misafir bulunduğun bu evde sigaranın bırakacağı kokuyu düşünüp nefsini birkaç nefeste doyurdun ve söndürüverdin nalet sigarayı. Bir gün olsun benim için bir şey yap, sadece benim için. Yürümeyi seviyorsun ama rahat bir çift ayakkabı bile almıyorsun ki! Kendine önem vermedikçe bağladığın şu göbekten kurtulmak yerine, o göbeği örtbas edecek bol gömlekler giydiğini, fotoğraf çektirirken o göbeği içine çektiğini görmüyorlar mı sanki ha? Onlar görmese sen bilmiyor musun ha? Sonra da sevgili gece sana niye sarılmadı diye intikam şiirleri ya da öyküleri yazıyorsun. Sen herkesi olduğu gibi severken kendini olduğun gibi sevememekten, evet bunu bir türlü öğrenemediğinden başkalaştığını fark etmiyorsun. Genetik değil senin göbeğin, psikolojik. Yaşını başını almakta olduğunu kabul edemiyorsun, bir treni kaçırdığını düşünüyor ve adam gibi bir sevgili bulamayacağından korkuyorsun, bu korkuya sahip olan Kamer gibi birinin de yüzüne yüzüne bunu açıkça söylüyorsun kalem elinde olduğu için iktidar sende sanıp. Bok herif! Sana bu yetkiyi kim verdi ha? Kendi zaaf ve ön yargılarına dayamışsın sırtını, kes babam ahkamını. Siktir git hakkaten o zaman. Gittiğin yerde de mümkünse kal lütfen ve bu böyle sürecekse mümkünse artık yazma lütfen! Bir an önce dön ait olduğun yere ve evine çeki düzen ver. Evin ve bedenin birbirlerinin aynası çünkü. Kafanın içi nasılsa evine ve de bedenine yansıtıyorsun bunu. Yapay imgelere tutsak olamayacağım derken zorunluluklar yüzünden ihmal ediyorsun evini de beni de. Beni sev artık Şarmuta. Ben, senin bedenin. Lütfen aynaya her bakışında bende bir şeylerin kötü, yanlış, çirkin, sıradan, ortalama olduğunu düşünmekten vazgeç. Vazgeç ki bu saptamalara mazeret ve bahane aramaktan da vazgeç. Yalan söylüyorsun çünkü. Hep yalan söylüyorsun kendine. Gözünü seveyim bundan vazgeç önce. Seni anan kadar kayıtsız ve şartsız sevecek hiç kimse çıkmayacak çünkü. Sen bir tek bedenden türedin ve o gitti. Bunu kabul et ve onun yerini doldurmaya ve bu sevgi çuvalını bir beden haline getirip her sevgiline mapushane haline getirme aşkı. Şimdi, bu yağmurda, kırık şemsiyeyi açıp da bu öyküyü postaya kim mi verecek Şarmuta? Bu mu derdin? Akide şekerim benim. Aferin! Oralarda benimle tek başına özgür müsün Şarmuta?
KAOS GL 61 / 35
Serkan EGE-İstanbul SÖYLİYECEKLERİM VAR! ... Eşcinsellere bırakın özgürlük, yaşama şansı veren sistem hangisidir? Ülkücülerden ve Hitlerin pembe üçgeninden bu sistem kesinlikle faşizm olamaz diyoruz. Dinler ne kadar izin verir sorusuna da çok kesin olmamakla (Benim için kesin fakat hâlâ islamın mesela hoşgörülü davrandığını söyleyenler var.) birlikte yaşadığımız ülke müslüman ülkemizdeki dejenere olmuş müslümanlığa rağmen yaşatmadığını gördüğümüzden izin vermez diyebiliriz. (Bildiğim kadarıyla bizim ahlak dediğimiz şey islam kaynaklı, islam ise arap geleneği göreneğinin bir eseri). Geriye bir tek ideoloji kalıyor ki o da Marksist söylem. En tartışılan da bu. Ancak marksist teoremi tartışmak istemiyorum. Doğrusu beni çok da ilgilendirmiyor. Çok basit bir yöntemim var. İnsanlar dünyanın neresinde olursa olsun (birbirlerinden habersiz) benzer olaylar karşısında benzer tepkiler verirler. İnsanlar aynı söylemlerden hareket ettiklerinde (çok az bir sapma olsa da) aynı noktaya gelirler vb. Örneğin çok basit de olsa hâlâ Hıristiyanların hepsinin her Pazar kiliseye gittiğini (pazarları sokakları insan dolu yabancı film izledikleri halde) iddia edenler var. Bunun doğruluğunu ülkemdeki insanların (yada müslümanların) her Cuma camiye gidip gitmediğine bakarak ("Yanlış" diyebilirim) test edebilirim. Yine bu mantık ile Marksist söylemden hareketle yani sosyalizm ile yönetilmiş ülkelerdeki eşcinsellere bakarak sosyalizmin eşcinsellere ne kadar yaşama hakkı tanıdığını anlayabilirim. Gerek S.S.C.B'de gerekse Çin'de (Çin'i özellikle alıyorum çünkü diğer sosyalist ülkelerin Rus güdümlü olduğunu S.S.C.B'de ise herşeyin stalinden sonra Rus faşizmine döndüğünü yani sistemi değil Stalin'i suçluyorlar bu da mazeret değil aslında çok sağlam bir sistem olsaydı kişi isimleri sivrilemezdi. Yine de Çin'i de söylüyorum) okuduklarımdan (ne onlar derler) ve KAOS GL'deki çevirilerden biliyorum en az Hitler kadar acımasız davranmış marksizm. (Ha biz Dünyada hiç olmadığı kadar marksist teori'yi aynen uygulayacağız derseniz bilemem olur ya sizin olağan üstü özellikleriniz vardır. Yada hiçbir ırkta bulunmayan "asil bir kanınız" vardır.) Bu noktadan sonra. M. Yalçınkaya, Atilla A., Tezer Kanık, Yesim. T. Başaran'ın ve benzer çabalardaki yazılara katılıyorum. Ve onların dediği gibi nedir Alternatif ilişkiler yada yaşam şekilleri denirse yada bilmem ne (Atilla A'nın dediği gibi tahmin ediyorum. "KAOS GL, Lambda vs. birlikte arıyorlar dünyanın diğer ülkelerinde de durum pek farklı değil") Valla bilmiyorum pek kimse de bilmiyor derim. Kapalı toplumları da yaratan "İnsan gördüğünü ister, görmediğini bilmeyeceğinden istemez" sözünü de biliyorum. Ve diyorumki beklerken yapmamız gereken yapabileceğimiz öyle çok iş varki. Açıkçası bunları yapmazsak bizden sonra gelenler dahil Türkiye'deki ulaşmamız
KAOS GL 61 / 36
gereken insanlar dahil (vicdan azabından uyuyamamamız gerekir.) bizi yemiş, içmiş, yatmışlarla suçlayacaklar. Nazım'ın en çok rastladığım dizelerinden biri "sen yanmasan ben yanmasam karanlıklar nasıl çıkar aydınlığa" (Nazım'ın bir şiiri daha var hani "dilim varmıyor ama biraz da suç senin" biri de şu şiiri yazsa da dişimi kırsam) durum hiç de öyle vahim değil. Unutulmasınki o dizelerden hareket edenler "Efsaneler ve ölü kahramanlar yaratırlar". Birlikte hareket edenler ise "özgür ve medeni toplumlar" yaratırlar. Coşkun'un "Nasıl ulaşırız" sorusuna cevap aramak zorundayız. Atilla A'nın "kimi arkadaşlar, yazı yazmanın dışındaki alanlarda ne kadar belirleyici olduklarını sorguluyorlar mı acaba" sorusuna cevap bulmak zorundayız. "Daha da aktif olacağımı zaman içinde göreceklerdir" diyememenin ezikliğini duymak zorundayız. Bütün bu yazdıklarımın dışında asıl beni rahatsız eden iki kişi var ki açıkçası bu iki insanın art niyetli olduklarını düşünüyorum. M. Yalçınkaya ve onu referans alan Olga. S. Bu insanların kimseyi bilgilendirmek, faydalı olmak derdinde olmadıklarını düşünüyorum (Anlatmak istediklerimi tam olarak ifade edemesem de (az sonra) oğlan hissi diyebilirsiniz bu böyle) Müebbet hapis cezası yada idam giymiş ama aflardan yararlanarak çıkan devrimciler yıllar sonra özeleştirilerini yaptıklarında şunu söylüyorlar. Biz Devrimi içselleştiremedik. Yani insanlara devrimi, yapması gerekenleri düşünmesi gerekenleri söylerken biz Devrimi yaşamıyorduk. Biz aynı kaldık. Bugün Türkiye'de iktidarın tam karşısında iseniz yada ilintisizseniz, parti kurup seçimlere katılmayı bırakın, çay ocağı açamazsınız. Bir parti düşünün mensupları gran tuvalet. Devlet töreni (ayin gibi) ciddiyetinde Atatürk anıtına çelenk koyuyor. (Ziya Gökalp-Turan Ey türk gençliği-damarlarınızdaki asil kanAtatürk-Türk milliyetçiliği-Faşizm) Bu parti legal yollardan meclise girip devrim yapacak! Ve ben bunu şaklabanlık bulmayacağım. ÖDP'yi kuranlar çeşitli örgüt kökenli insanlar Bunların hepsi sosyalistler (Marksistler yani). Niye bu kadar çok şaşırtmasın. Ayrımcılık onların kökeninde vardır. Leninciler, Maocular, Titocular, Stalinciler. Günümüz sol partilerine bakarsanız niye bu kadar çok anlayabilirsiniz. O, bunun tavrını beğenmez bir sol parti kurar, biri birinin bir olaya bakışını beğenmez, bir parti kurar, biri birini sert bulur, biri birinin yumuşak olduğunu söyler bir parti kurar, biri küçük olsun benim olsun bir parti kurar aynen o örgütlerin ortaya çıkışı, akımların oluşumu böyledir. Sadece Amaç tektir: Halkı kurtarmak! Yalnız halkın bundan haberi yoktur. Birleşmek ayrılmak onların hamurunda var. (Politik gerekçelerle, M. Yalçınkaya aynı sebepler Olga S.) Halkım bu arada sürünür sürünür. CHP, barajı geçemez vb. Birden
akıllarına Eski TİP gelir. Hahh işte bu; ÖDP (Çetin Altan geldi aklıma nefis bir adamdır. Bir dönem bu kıçıkırık sosyalistler ona döndü dediler sebep de Özal ile görüşmesi. Çetin Altan gülerek şöyle diyor; "Niye benim döndüğümü düşünüyorlar, belki Özal dönmüştür.") Vitrinlik bir travesti arkadaşı aday gibi gösterdiler diye eşcinseller ÖDP'ye oy vermeli. (Programlarında eşcinseller için ne var. Aman boşver) İçselleştirememek, ayrımcılık, mücadeleci olmayan pasif edilgen yapı. M. Yalçınkaya-Olga S. İnsanların dilini, hikayelerini, acılarını, ifade şekillerini kah iktidar ile ilintili bulup, kah mistik ağlak diyerek ("Günden güne odamın şeklini alabilir" Rus ironisinden kesit) aşağılayarak sanki söyleyeceği bir şey varmış gibi davranan iki tip. M. Yalçınkaya Olga S. (İroniden, nihilizm'den kime ne fayda geldiyse) Hareket noktamın biri "Biz narsist miyiz" Diğeri "Bir namus lekesi gibi". Bir namus lekesinden benim ne anlamam gerekiyor? Namus lekesini kavramam için Erkek egemen toplumun en tutucu en sert kesiminin değer yargılarını olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. (Malum sürdürebilmek için ret etmem gerek. Yada bu cümle Olga S.'ye ne çağrıştırıyor. Bir şey çağrıştırmasa kullanmazdı. Yada ÖDP'ye oy vermeyen biri olarak işbirlikçi! Ben ne anlamalıydım da anlayamadım. Yada Olga S. Devrimci kafasıyla şüphesiz herşeyi içselleştirmiştir) bir anlatıverse. "Biz narsist miyiz"? Soru iki cevaba izin veriyor. Evet yada Hayır. Soru biz derken eşcinselleri içeriyor. Evet derseniz eşcinseller narsist'tir çıkacak. Hayır derseniz kimler narsist'tir sorusuna cevap veremezsiniz. Tezer Kanık, Yeşim Başaran'ın ve KAOS GL'nin dediği özetle şu; Bütün insanlar biraz nevrotik, biraz narsist, biraz monogamik, biraz poligamik, biraz sadist biraz mazoşist vb tir. Biz eşcinsellerin hissettikleri Heteroseksüellerden farklı değildir. Biz eşcinseller siz heteroseksüeller gibi, askerlik yapabiliyoruz, doktor, mühendis olabiliyoruz, duvar kırabiliyoruz, bilgisayar kullanabiliyoruz vb. Bizim duygularımız ve yapabildiklerimiz hiç de sizden az yada fazla değilken siz, biz eşcinselleri aşağılıyor, hor görüyor, işyerlerimizde rahat bırakmıyor, bizi gizlenmeye saklanmaya mecbur ediyor. Çocuk olduğumuzdan itibaren bizim özgüvenimizi çalıyor. Özgürlüğümüzü çalıyor. Bizim tüm haklarımızı gasp ediyorsunuz. Biz narsist miyiz sorusuyla M. Yalçınkaya eşcinselleri bölerek ayrımcılığa sebep oluyor Heteroseksüelleri bu sorunun içine almayarak yüceltiyor. Bir kesim hedef alınarak o kesime olumluluk yada olumsuzluk yükleyerek sorular sormak ayrımcılığı körüklemekten de öte faşizme de gider. Soruların sonu gelmez kim daha üstün, kim daha akıllı kim daha güçlü vb Üst insan Ari ırk. KAOS GL'nin ve nicelerimizin
çabalarını boşa çıkarır ki sorunun cevabı (uç'lar her zaman ihmal edilebilinir) Herkes biraz narsist'tir olacaktır. İnanmıyorsanız Mayıs 98 sayısındaki Sıtkı Sıyrıldı'nın "Nevrotik miyim" yazısını okuyun. Hem belki de insanları bilgilendirmenin yolunu da öğrenmiş olursunuz!... Böyle hataları yapabilen kafaların (konuşurken olabilir ama yazarken yapıyorsanız ki düzeltme şansınız vardır.) Her iki yazıda da yapay, içtensiz, ciddiyetsiz, yanlış bir sürü şey bulabilirsiniz. ÖDP'yi adres göstermek, ÖDP'li eşcinseller, düzenci eşcinseller, devrimci eşcinseller, gibi sonuçlar doğurur. Politik sebeplerle KAOS GL'den ayrılıp gitmek, sonra başlangıçtaki nedenlerden daha kötü bir durumda (onlar diyor) geri dönmek, şimdilik diyebilmek, artık gına getiren, kurtlu kuşlu hikayeler yazmak. KAOS GL'nin onlar yokken özünü, politikasını kaybettiğini söylemeye getirmek, örneğin; tersinden okumayı okuyanlara bırakmak (parantezin içindeki ikazı okudum. Tersten okuyunca da serseri olmaktan öteye gidemeyen bitli hippiler çıktı) Yaaa çok yer tutacak. İlla marksist sistem diyenler eğer Doğu Perinçek'in dediklerini, sosyalizm ile yönetilmiş ülkelerdeki olup bilenleri ÖDP'nin kurucularını da yazdım Doğu ile aynıdırlar onlar, ısrar ediyorlarsa ben ne yapayım. Atilla A'nın yazdıklarını okuyun, onun ikazlarını yanlış dediklerinin doğrularını yazışını okuyun. Bitiriş sözlerine bakın. Eğer hâlâ benim öbür iki tipe söylediklerime katılmıyorsanız (küfür etmeyin valla basmayız) ne diyeyim? Daha neler yapabileceğimizi yazacaktım. Ne istediklerimi. "Bu işler böyle başlar" diyorum KAOS GL için. (gidiyim de çikita muz yiyeyim) "Küfür etmeyin valla basmayız". "Ey okur ben buradayım siz neredesiniz". Napıyorsunuz? "Sıkılıyoruz". (Ne komik zavallı yaratıklar var yaaa.) Kimilerin hayatı (çoğunluk bunlar aslında ulaşmamız gerekenler); eşcinselliği ömür boyu hatırlayacağı bir otobüs yolculuğundaki rastlantı, kimileri de keyifleri gıcır, dert yok, tasa yok, yaşamda tatmadığı şey kalmamış. Deliler gibi sayıklıyor... Kendine faydan yok başkalarına nasıl olsun!... (Oğuz Atay manyağı). Siz asıl onun hocasını okuyun: Yusuf Atılgan-Aylak Adam. Tabi bunların babası Dostoyevski ya neyse. Taklitler asıllarını yüceltirmiş. Size noktalamasız cümle kurayım mı? Şöyle sayfalarca. Niye mi? Deliye sual olmaz!... Son birşeyler yazmak istiyorum. Bakın abiler, ablalar, arkadaşlar, vs. Benim için çok önemli biri var ve kesinlikle bu benim şahsi meselem. Bu yazılar için çok zaman harcıyorum, açığımı kapatmak için yine de direk beni ilgilendiren şeyler yazmadım. Bu son kesinlikle beni ilgilendiriyor. Bir yazar var. O benim allahım onun önünde secde ederim ona taparım. Murathan Mungan (son zamanlarında üretememesini tekrara düşmesini ki kendi de farkında ufuk ayarından anlıyorum görmezden gelirim) O olmasaydı ben on yıl önce intihar etmiştim. "Hâlâ partisi var mı bilmediğim siyaset
adamı" şeklinde Doğu'ya cevap verdiğini zanneden (çoğunluğun azınlığa baskısını onaylayan bundan daha basit, daha avam bir kafa olamaz) Biri son yazısında ona dil uzatmış. M. Mungan heryerde eşcinsel olduğunu söylemiş, maddi manevi tüm egosunu tatmin etmiş biridir. Kimseden çekinmez. Kendisi biz Taksim'e takılanlar tarafından tanınır. Eşşek bile olsanız, hıyar gibi soru sorsanız insanla oturur konuşur. Ona sorulmuş bir soru da "niçin sadece eşcinsellikle uğraşmıyorsunuz" sorusu. Ben herkese her kesime hitap etmek zorundayım benzeri cevap verir. Mungan, evrenseldir, aydındır. Yazarın ötesinde. Boru değil 3 yıl önce sadece on dakika sohbet ettim (düşünün benim gibi kaç kişi vardır) ne zaman görse nasılsın diye hatır sorar. Müthiş bir hafıza. Çevresinden bir kaç insan daha tanıyorum kendisinden, şu anda ne yazdığından bahsediyorlar bana. Yani adam hakikaten hatırlıyor beni. Müthiş mütevazıdır. Kalkıp böyle birine laf etmeden önce insan olan gider bir sorar. KAOS GL'de her sayı yazım çıkıyor diye kendini bir bok zannedip (aslında biliyor yazılarında yanlışlarını ve asla "iyi" olamayacağını) M. Mungan ile yazar gibi konuşmak isteyip gücünün de yetmeyeceğini de bilirsin, sıradan biri olarak da konuşmayı guruna yediremezsin. *** Gülay DERYA - İstanbul POLİGAM OLSAK MI, OLMASAK MI? Acaba monogaminin heteroseksüel ilişkilerden örnek alındığını söylemek doğru bir söylem mi? Cinsel yönelimlerimiz onlardan farklı olduğu için, monogam ilişki biçimini reddetmek zorunda mıyız? Aslında heteroseksüel ilişkilerin de monogam olduğunu düşünmüyorum. Ben eşcinsel olduğumu bilmeden ya da kabul etmeden önce, gözüme görünen tüm ilişkiler, heteroseksüel ilişkilerdi. Ve bu ilişkileri ne monogam, ne de poligam olarak kategorize etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü çevremdeki pek çok insanın (evli bile olsalar) gizil bir ilişki arayışı, isteği ve yaşamı olduğunu gördüm. Bu yüzden monogam ilişki biçimi heteroseksüellere özgü değil, poligam ilişki biçimi de eşcinsellere özgü değil. Bence her ikisi de insana özgü. Hangisinin yaşanacağı kişilerin yaşamı algılayışları, psikolojileri ve yaşamın o döneminde nelere teğet geçtikleriyle ilintili. Ben kendi adıma monogamiye inanan ve yaşayan bir insanım. Eşcinselliğimin farkına varmadan önce, karşı cinsle ilişkilerimde monogam olmadım. Ama aşk varsa, adını koymaya ya da birşeyleri konuşmaya gerek kalmıyor. O zaten sizi, başkasını gözünüz görmeyecek denli kör ediyor. Aşkın tazeliğini, güncelliğini koruması kişilerin becerisine kalmış bir şey. Gerçi kokuşmuş toplumun, kokuşmuş değer yargılarının herhangi bir ilişkiyi etkilemeyeceğini düşünemiyorum. Ama aşk ilişkilerinin büyüsü olduğunu ve
kolay kolay bu büyünün bozulamayacağını düşünüyor ya da öyle olmasını diliyorum. Bu toplumun genelinin yaşadığı ve dayattığı ilişki modelini (heteroseksüelliği) reddeden eşcinsellerin, onların monogami veya poligami yaşayıp yaşamamalarını önemseyeceklerini ve öyküneceklerini sanmıyorum. Monogam veya poligam yaşamanın kişinin süper ego (üst benlik)'suyla ilintili olduğunu ve bunun kişi için faydalı veya zararlı olduğu inancındayım. Kişiler kendilerini nasıl mutlu ve üretken hissediyorlarsa ve her iki taraf da yaşanan ilişki biçiminden hoşnutsa, zaten sorun yok demektir. Ben, eğer aşıksam poligami yaşayabilecek bir insan değilim. Sevdiğim kadının da yaşamasını istemem. Bunun demokratik bir istem olmadığını biliyorum ama; aşk, tutku dolu ilişkilerde kişiler ikame edilemez. O güzellikleri yaşadığım insanı, nasıl bir başka insanın teniyle, sıcaklığıyla değişebilirim? Şimdi bana kişinin tüm arayış ve beklentilerinin bir insanda odaklanamayacağını, değişik insanlarda, değişik tatlar olduğunu söylediğinizi duyar gibi oluyorum. Doğru. Bir insanda aradığınız herşeyi bulamazsınız. Ama aşık olduğunuz insanla ortak paydalarınızı ötelemek ve ona sürekli aşık olmak sizin elinizde. Öbür türlüsü biraz işin kolayına kaçmak gibi geliyor bana. Her bedenin ayrı bir kokusu ve tadı vardır ve bu her insana cazip gelir. Ama bu hedonist yaklaşımın aslında insanı son derece yıprattığını, içsel dinginlik şansını yok ettiğini ve uzun vadede insanı sevgisiz kıldığını düşünüyorum. Bu yazdıklarım tamamen şahsi düşüncem. Kişilere özel değil ve asla bilimsel bir yanı yok. Ayrıca bugün böyle düşündüğüm gibi, yarın farklı düşünmeyeceğimin garantisini veremem. Ama hislerim, (ki aşk, duygusal bir fenomendir) bana sevdiğim kadınla daha kalıcı ve tutkulu bir ilişki yaşamamın, monogamiyle mümkün olduğunu söylüyor. 3-5 parçaya bölünmüş bir yürek; (yine 3-5 parçaya bölünmüş sevgi, seks Genel tartışma metinlerinizi yaşamı, tutku vs) 21. yy.a girerken (dergideki herhangi bir insan zamanın çok yazıdan hareketle ya da değerli olduğu bu dönemde, bence istediğiniz konuda) çok kısa bir süre aşağıdaki adreslerimize sonra yorgun düşecek ve bekliyoruz. paramparça Ali Özbaş, P.K. 53 Cebeci / olacaktır. Yine de böyle yaşayanlara saygı duyuyor ve onlara geniş bir yürek ve enerjik bir vücut diliyorum.
ANKARA Fax: 0.312.363 90 41 E-Mail: ali.ozbas@isbank.net.tr KAOS GL 61 / 37
Basından derlediğimiz haber ve bunlarla ilgili değerlendirmelerimizi aktardığımız "Medya Haber Yorum" bölümümüzde bu kez yer sorunumuz nedeniyle derlediklerimizi yorumsuz aktarıyoruz.
DEPREM İZLENİMLERİ "… Deprem korkusu, normal hayatta pek karşılaşmayan 'başka dünyalar'ın insanlarını da bir araya getirmiş, hatta yan yana yatırmış. Rockçılarla oto tamircisi 'varoş' gençleri, yan yana. Değişik diyaloglar oluşuyor; -Hocam saçların niye uzun? Seninki niye kısaysa ondan. Başka bir yorum da yaşlı bir teyzeden geliyor: "Baksana kadın erkek yatıyorlar. Evli de değiller." Kimsenin konuşmadığı, yaşlı teyzenin "vah vah" dediği travestiler de var. Kendilerini yadırgayan insanların arasında deprem maceralarını anlatıyor. O saatte çalıştıkları için maceraları daha ilginç ve 'muzır'. " (T. Soykan, A.K. Erdem, 21 Ağustos 1999, Radikal) "Kendimden utanıyorum. Hepsinden gidip özür dilemek istiyorum. Çünkü bugüne kadar uzun saçlı, kulağı küpeli erkeklerden nefret ederdim. Meğer ne kadar iyi insanlarmış. Dünden beri hiç uyumadan çalıştılar. Bana da 'sen acılısın, kenarda bekle' dediler." (C. Başlangıç, 22 Ağustos 1999, Radikal) "Depremin üçüncü günü elimizden bir şeyler gelir umuduyla eşimle beraber Değirmendere'ye gittik. Eşim ve ben İngilizce öğretmeniyiz. Yıkıntılardan ve devletin sorumsuzluğundan başka bizi çok şaşırtan bir şey daha vardı. Ne kadar marjinal genç varsa (yırtık kotlu, küpeli, civciv sarısı saçlı, piercingli, dövmeli…) oradaydı. Yani normal yaşam koşullarında oraya gitseler, yöre halkı tarafından homo/dinsiz/namussuz/hippi diye adlandırılacak hatta belki tacize uğrayacak gençlerimiz. Her biri bir enkazın başında, altında canla başla didiniyordu." (T. Alkan, 27 Ağustos 1999, Radikal, bir okuru) "Devlet meleklerinden MHP Çorum Milletvekili Bayan Dr. Melek Denli Karaca'nın ifadesi bunun somut örneklerinden. Devletin kıymetli meleği ve arkadaşları, Marmara Bölgesini sarsan deprem üzerine hemen istişarede bulunmuş, durumu anında tespit etmişler. "Arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre o bölgede fazla dönme varmış, ahlâk ayaklar altına alınmış." buyurmaktadır bayan milletvekili. Görüldüğü üzere devlet meleği ve arkadaşları sorunu da, sorumluları da saptamış bulunuyor. Deprem oldu. Başta çocuklar, yaşlılar, mütevekkil kadınlar, erkekler… binlerce, binlerce insan öldü. MHP'li milletvekili Bayan Dr. Melek Denli Karaca'ya göre "ahlâki çöküntü bu sonucu doğurdu." Canı gönülden, tüm benliğimle katılıyorum. Eğer bu sözlerle, bu zihniyetle apaçık ortaya konan 'ahlâki
KAOS GL 61 / 38
çöküntü'yü görmüyor, duymuyorsak, hiçbir şey bilmiyoruz, anlamıyoruz demektir." (Z. Coşkun, 27 Ağustos 1999, Radikal) ORDULAR GÜNEY KIBRIS "Kıbrıs Rus Kesimi'nde askeri makamlardan kötü muamele gördüğü gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne dava açan eşcinsel bir Rum, Güney Kıbrıs hükümetini köşeye sıkıştırdı. 32 yaşındaki Stavros Marangos, Rum hükümetini 2.134 Kıbrıs Lirası ödemeye mahkum öderken Rum Milli Muhafız Ordusu'nun meşruiyetini de tartışmaya açtı. Karar, Rum eşcinseller arasında büyük coşku yarattı. Rum yönetiminin Mayıs 1998'de eşcinselliği suç sayan yasayı kaldırmasından bir süre önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giden Marangos'un zaferle sonuçlanan ve büyük tartışmalara yol açan hukuk savaşının öyküsü şöyle: Marangos, uzun yıllar yaşadığı Yunanistan'dan Ada'ya döndükten sonra askerliğini yapması için Rum Milli Muhafız Ordusu'ndan çağrı aldı. Ancak eşcinsel olduğunun ortaya çıkması üzerine Marangos askerlikten muaf tutuldu. Stavros Marangos, karara sevinirken, Sunday Mail gazetesinde yayınlanan bir haberle sarsıldı. Haberde, Savunma Bakanlığı'nın Başsavcılığa gönderdiği bir belgeye yer verilerek Stavros'un 'cinsel sapıklığı' nedeniyle askerlik yapamayacağı belirtildi. Bu belgenin basına yansıması üzerine Savunma Bakanlığı geri adım attı ve Marangos'u askerliğe çağırdı. Belgedeki ifadelere gocunan Marangos, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giderek Rum Ordusu'na savaş açtı. Her altı ayda bir yapılan yoklama çağrılarına cevap vermeyen eşcinsel Rum, sonunda evine gelen polislere askeri makamlara teslim etmeleri için 'Rum Milli Muhafız Ordusu 1960 Anayasası'na göre yasal bir kurum olmadığı için askerlik yapmayacağım' yazılı bir kağıt verdi. Stavros Marangos, Anayasa'da Kıbrıs Ordusu'nun %60 Rum, %40 da Türk'lerden oluşacağına ilişkin maddesine gönderme yaparak askeri makamlara meydan okudu. Rum Milli Muhafız Ordusu'nun yasallığının gündeme gelmesinden korkan Rum Yönetimi Marangos'a dava açmadı. Strasbourg'daki dava sürerken, kilisenin direnmesine rağmen, Rum Yönetimi, Avrupa Konseyi'nin ültimatomu üzerine eşcinselliği suç sayan yasayı kaldırdı. Stavros Marangos, eşcinselliğin suç sayılmamasını sağlayan eşcinsel mimar Alekos Modinos'tan sonra Rum Hükümeti'ne karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde dava kazanan ikinci Rum oldu.
Avrupa Konseyi'nin Rum Savunma Bakanlığı'na gönderdiği yazıya göre Rum Hükümeti Marangos'un tazminatını üç ay içinde ödeyecek." (H.Alkan, Lefkoşa, Hürriyet, 7 Temmuz 1999) ABD Amerikan Ordusu'nda, insan haklarını geliştirme programı çerçevesinde, eşcinselliklerini gizli tutanları koruyan ve yeni haklar tanıyan bir yönetmelik, Savunma Bakanı William Cohen'in talimatıyla yürürlüğe girdi. Çıkarılan yönetmelikle, eşcinselliğin hâlâ suç olduğu ve ordudan ihraç için yeterli gerekçe olduğu ABD'de, cinsel tercihlerini açıklamayan gizli homoseksüellerin tacizden korunması amaçlanıyor. Bu çerçevede, askerler arasında meydana gelen taciz ve tehdit konularının araştırılmasında komutanlar ve adli subaylar, hadiselerde mağdur durumda bulunanların cinsel eğilimlerini sorgulayamayacak. ABD Başkanı Bill Clinton, 1992'de iktidara geldiğinde orduda eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması yönünde çaba göstermiş, ancak gelen tepkiler üzerine söz konusu değişiklik yapılamamıştı Clinton'ın bunun yerine getirdiği uygulamayla, orduda "sorma-söyleme" politikasına geçilmiş, bu çerçevede eşcinsel olduğunu açıklamayan asker ve subayların cinsel tercihlerinin sorgulanmamasına karar verilmişti. Ancak bu uygulamada aksaklıklar ortaya çıkmış, tacize uğrayan gizli eşcinseller üstlerine şikayette bulununca, açılan soruşturmalarda cinsel tercihlerini açıklamak durumunda bırakılmışlardı. Yeni başlatılan uygulamayla, bu tür sorgulamalara da son verilmiş oldu. Amerikan ordusundan her yıl, kendiliğinden eşcinsel olduğunu açıklayan veya eşcinselliği eylemleriyle kanıtlanan yaklaşık bin kişi atılıyor. (15 Ağustos 1999, Hürriyet) CİNSEL HAKLAR BEYANNAMESİ Dünya Seksoloji Birliği'nin (WAS) yıllık konferansında 'Cinsel Haklar Beyannamesi' kabul edildi. Bireylere istediği kişiyle evlenme ve istediği kadar çocuk yapma ve doğum kontrol hakkı tanınmasını öngören bildirinin tüm hükümetler tarafından kabul edilmesi istendi. Hong Kong'da yapılan konferansa cinsel sorunlar uzmanı yaklaşık 600 akademisyen ve doktor katıldı. Bireylerin karşılaştığı cinsel sorunlar ele alındı ve bu problemlerin aşılması için öneriler getirildi. WAS Başkanı Dr. Eli Coleman, "İnsan Hakları Beyannamesi'nin 50. yılını kutladık ancak cinsellik tabu olduğu için tüm dünyada cinsellik konusunda pek çok ihlâl yaşanıyor." dedi." (28 Ağustos 1999, Hürriyet)
BASINDAN BAZI GL HABER VE YAZI BAŞLIKLARI "Erotik Demokrasi" (11 Temmuz 1999, Cumhuriyet Dergi, Halil Turhanlı) "Memleketimden AIDS Manzaraları" (27 Haziran 1999, Radikal, Esen Çamurdan) "Anne Ben Lezbiyenim- Cher'in kızı" (1 Temmuz 1999, Radikal) "Önyargılar Ülkesi-ODTÜ'de yapılan bir çalışma eğitim ve aile yapısı ne olursa olsun eşcinsellere karşı genel tavrın olumsuz yönde olduğunu gösteriyor." (8 Ağustos 1999, Radikal İki, Ozansel Uğurlu) "Eşcinsel Aşkın Özrü Yok" (8 Ağustos 1999, Radikal İki, Yıldırım Türker) "Otobanın 'namusu' kurtuldu-Flaş flaş travesti rezaleti, flaş flaş travesti öldü." (18 Temmuz 1999, Radikal İki, Hacer Yıldırım) "Demet ve diğerleri-Toplumsal şiddetin eli travestileri de yaralıyor. Bir kaza geçirseler hastaneler kabul etmiyor, doktorlar hipokrat yeminini unutuyor. İş desen kimse vermiyor. Geriye fuhuş ve tehlike kalıyor. Demet Demir neler yaşadıklarını anlatıyor." (22 Ağustos 1999, Cumhuriyet Dergi, Esra Güler) "New York, Cinsellik ve Ötesi" (9 Temmuz 1999, Radikal, Hasan Bülent Kahraman) "Robin Hood eşcinselmiş" (12 Temmuz 1999, Hürriyet, Ayşegül Ekinci) "Prezervatif yerine yağ geliştirildi" (8 Temmuz 1999, Hürriyet) "Aykırı Kadınların Gemisi İstanbul'da" (1 Ağustos 1999, Hürriyet) "100 bin gay yürüdü-Fransa" (28 Haziran 1999, Radikal) "Sahalar renklenecek - İngiltere - Gay ve biseksüellerden oluşan takım" (30 Haziran 1999, Radikal) "Değişiklik isteyenlere…-Tayland, Cinsiyet değiştirme operasyonu" (4 Ağustos 1999, Radikal) "Eşcinsel İsa Avrupa'da-İsa ve havarilerini eşcinsel karakterler olarak sahneye taşıyan oyun -Edinburgh Festivali" (21 Temmuz 1999, Radikal) "Lezbiyen kadına babalık hakkı-ABD'de sevgilisinden ayrılan lezbiyen bir kadına ilk kez babalık hakkı verildi."(2 Temmuz 1999, Radikal) "Rövanş Evliliği-Britanya'nın resmi olarak evlenen ilk transeksüel çifti" (12 Temmuz 1999, Radikal)
"AHLÂK"INIZ BATSIN!
İSTEYİN, ADRESİNİZE ÜCRETSİZ POSTALAYALIM. Aşağıdaki broşürleri daha önce edinmediyseniz bize yazın, adresinize ücretsiz postalayalım. "KAOS GL Tanıtım Broşürü"nü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 50. sayısıyla birlikte vermiştik. Ekim 1998'de 1.000 adet bastırdığımız bu broşür şu an tükenmiş bulunmaktadır. Daha önce edinmeyenlere bilgisayar çıktısını gönderiyoruz. Sapphonun Kızları'nın hazırlamış olduğu "lezbiyenler hakkında…" başlıklı broşürü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 57. sayısıyla birlikte vermiştik. Lambda-İstanbul'un hazırlamış olduğu "AIDS Hakkında Bilmek İstemediğiniz Herşey" başlıklı broşürü daha önce KAOS GL Dergisi'nin 52. sayısıyla birlikte vermiştik. İsteme Adresi: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA
KAOS GL 61 / 39
Bu yazı onlarca İranlıyla yapılan söyleşilerden derlenmiştir.
COŞKUN İstanbul
İRAN, yanıbaşımızda olmasına rağmen hakkında çok şey bilmediğimiz, dört mevsimin aynı anda yaşandığı, yeşil mi yeşil, güzel mi güzel doğudaki kocaman bir komşumuz.
kentlerinde çarşaflı kadınlar, örtünmüş kızlar ve kot pantolon, tişört giymiş gençler beraber yürüyüşler yapıyorlar, gençler arasında seks yok ama flört, arkadaşlık çok yaygın. (2)
REJİM, İran'da belki Türkiye'ninkine eşdeğer laik ve liberal rejim (şah yönetimi) 1978 yılında devrilince, Humeyni'nin İslam rejimi uygulanmaya başlandı. 8 sene süren İran-Irak savaşı sonrası gelen ekonomik zorluklarla beraber Humeyni'nin İslam rejimi en sıkı ve baskıcı yıllarını seksenli yılların sonlarında yaşadı. 90'lı yıllarla beraber tüm dünyada esen liberal rüzgarlar, batının siyasi baskısı ve İran'ın özellikle yeni kuşak genç nüfusunun (Gençler nüfusun büyük bir bölümünü oluşturuyor) artan özgürlük talepleri sonucu, özellikle son başkan Hatemi(1) ile beraber İslam rejimi esneklik sürecine girdi. Hatemi bir yandan Batı ile ilişkileri geliştirip, genç nüfusun özgürlük taleplerine kulak veriyor; öte yandan, İslami rejimin koruyucusu, taviz vermez muhafazakârların oklarını üzerine çevirmiş olmalarından da korkuyor. Ama ne olursa olsun İran'ın genç ve dinamik nüfusu 2000'li yıllarda dini ile beraber daha liberal bir İran düşlemekten de uzak durmuyor.
Kadınlar örtülü olmasına rağmen, makyaj ve modaya düşkünler. Resmi olmasa da gizliden gizliye fahişelik yapan kadınlar ve bir tür randevu evleri de mevcut.
ASKERLİK, İran'da erkekler 21 ay askerlik yapıyor. Askerlik yapmayanlar pasaport alamıyor, resmi işlemlerde bulunamıyor. Askerlik esnasında çok uzun izinler kullanılıyor. Askerlerin %70'i kendi şehrinde askerlik yapıyor ve akşamları evine gidiyor. Askerler büyük şehirlerde belediye, hastane içinde, veya şehiriçinde çöplerin toplanmasında, belediye otobüslerinde şoför veya öğretmen olarak kullanılıyor. Yani devlet askere harcayacağı parayı silah, sanayi ve yatırıma kaydırıyor. EKONOMİ, Şah döneminde refah düzeyi çok yüksek olan İran ekonomisi sekiz yıl süren savaş (İran-Irak) sonrası bir hayli bozulmuş. Yine de İran, petrol ve doğalgaz yönünden dünyanın sayılı ülkeleri arasında olduğundan elektrik, su, doğalgaz tüm kentlerde ve köylerde bedava denecek kadar ucuz. Yaşam genel anlamda çok ucuz ama maaşlar da o oranda düşük. İran, başta pirinç olmak üzere her türlü tarım ürünlerini bolca üretirken, aynı zamanda sanayileşmiş bir ülke. Kadın örtülü olmak şartıyla (manto + eşarp) her türlü meslekte çalışabiliyor. "Molla" diye bildiğimiz İran, aile planlaması açısından bizim refah (fazilet) partisinden daha çağdaş olarak halka bakabilecekleri kadar çocuk yapmalarını yani aile planlaması öneriyor. EYALETLER, 70 milyonluk İran'da 25 eyalet var. Kürdi eyaletlerde (kürdistan, kırmanşah, kahkilüye) yaklaşık on milyon kürt var. Türki eyaletlerinde (Kuzey Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Erdebil) yaklaşık 15 milyon Azeri Türkü yaşıyor. Eyaletlerde yerel kültür yaşatılabiliyor. Devlete ait 5 adet TV kanalı var. Özel TV yok. Bu kanallardan 4'ü Farsça yayın yaparken, bir tanesi eyaletlere göre, Kürtçe, Arapça veya Türkçe (Azeri) haber yayını yapıyor. TV kanalları, eğitim, sağlık, bankalar, ağır sanayi (silah, otomotiv, büyük fabrikalar) devlete ait. Merkezi yönetim eyaletlerde yerel dilin kullanılmasına, yerel kültürlerin yaşatılmasına izin veriyor ama yine de gerek duyarsa eyaletlere ekonomik ambargo uygulayabiliyor (elektrik, su ve doğal gazın kesilmesi gibi). İran'da sağlık ve eğitime çok önem veriliyor. Özellikle eczacılık ve sağlık hizmetleri çok ucuz. İran'da ilköğretim ve lisede kızlar ve erkekler ayrı okullarda eğitim görürken, üniversitede kız erkek karışık eğitim yapıyor. SOSYAL YAŞAM, Özellikle eğlence, disco, bar gibi kültürün olmayışından erkekler yoğun olarak sporla ilgileniyorlar. Özellikle güreş, bady, dövüş sporları çok revaçta. Özellikle sahil
KAOS GL 61 / 36
Bekar gençler zina yaparlarsa birbirleriyle evlenmek zorunda kalıyorlar. Evlilerin zinası ise yakın geçmişe kadar taşlanarak ölüm cezasıyla sonuçlanırken, son dönemde evlilerin zinasında idam kalkmış. Para, hapis, kırbaç cezaları var. (3) İran'da laiklik propagandası olmasın diye Türk TV kanallarının izlenmesi yasak. Mesela, binaların çatılarına çanak anten koymak yasak. Fakat pek çok aile anteni gizlemek suretiyle Türk tv kanallarını seyrediyor ve beğeniyorlar. Gizliden gizliye evlerde porno kaset seyredilebiliyor, içki de içebiliyorlar. Ciddi bir şikayet, ihbar olmadığı takdirde evlerde arama yapılmıyor. Bu tip suçların cezaları, kırbaç, para veya hapis olabiliyor ama içki, porno kaset, uyuşturucu satışı ise çok daha ağır cezalar getiriyor. Bütün TV kanallarında genel yayın akışı esnasında ezan vakti yayın kesiliyor ve (sabah, öğle, akşam, üç kez) ezan naklen veriliyor. İran, şii olduğundan ikindi ve yatsı ezanları okunmaz. Bu namazlar bir önceki namazla beraber veya keyfi bir saatte kılınabilirler. İran'da HOMOSEKSÜALİTE; İran'da cinselliğin baskı altında ve sadece evlilik dahilinde yaşanabilmesi özellikle gençler arasında büyük bir cinsel açlık yaratıyor. Yasaklara karşı bir tepki olarak içki ve sekse büyük bir düşkünlük var. Bu nedenle pek çok İranlı genç birkaç haftalığına da olsa Türkiye'ye (özellikle İstanbul'a) gelip aşka içkiye sekse doyup ülkelerine dönüyorlar. Konuştuğum İranlı gençlerden bazıları evleninceye kadar eline kadın eli değmediğinden, bazıları ise basit kız erkek arkadaşlığı kurmuş olduğundan sözediyor. İran'da erkek erkeğe yapılan homoseksüel ilişkilerin yaygınlığından söz ediliyor. Ancak İran toplumu homoseksüelliği "oğlancılık kültürü" dahilinde algılıyor. Özellikle fakir semtlerde taze genç erkek çocukların kandırılıp, yetişkinlerce homoseksüel ilişki için zorlandıkları söyleniyor. İran erkekleri eşcinselleri "verici, ibne" olarak tanımlarken onlarla cinsel açlıklarını gidermeye bayılıyorlar. İran'da homoseksüellik resmi anlamda yasak, ilişki anında yakalananlara, kırbaç, hapis cezaları veriliyor, suçun tekrar halinde ise ceza çok daha ağırlaştırılıyor. Ancak bütün bu yasaklar İranlı erkeklerin kalbinde kopan aşk fırtınalarını dindirmiyor ve yolda, parkta, şurda, burda bakışan, telefonlaşan erkekler, pilav partileri düzenliyorlar ve evlere şenlik eğlenceler ve aşklar yaşıyorlar. Özellikle uzun bayram tatillerinde anne babaların evden gitmesiyle gençler birbirlerinin evlerinde buluşuyor ve gençlik ateşlerini söndürüyorlar. Başkent Tahran'da öğrenci Parkı eşcinsellerin takıldığı park olarak ünlenmiş. Gizlilik esas. İki insanın konuşup gizlice yaşadığı ilişkide devletin veya islamın değil, aşkın kuralları hüküm sürüyor, tüm dünyada olduğu gibi. İran, esmerlerden hoşlananlar için bir cennet. Gençlerin çoğu sporla ilgilendiğinden yatakta enerjileri bitmiyor. Siyah uzun kirpikleri, güzel badem gözleri ise tanrının onlara bir lütfu. İranlı erkeklerin yataktaki tek dezavantajları ise, iklimden mi, yoksa beslenme kültürlerinde baharatın önemli bir yer tutmasının etkisiyle mi bilinmez, taşıdıkları ağır bir ten kokusu. E, o kadar kusur kadı kızında da olur. Kaldı ki bu koku, bazı insanlar için uyarıcı bir unsur da olabilir.
İran'da zengin bir fıkra kültürü var. Öyle ki, Türkiye'nin meşhur Temel fıkraları "Temel bir gün..." yerine "Türkün biri birgün" şeklinde başlıyor. Yani Fars ırkını yücelten, Azeri Türk'ün zekasıyla alay eden fıkralardır. İran'ın oğlancılık kültürü de Türkiye'ye benziyor. Türkiye'de "Urfa'lılar yorgansız yatar, oğlansız yatmaz" derler. İran'da ise benzer bir söyleyiş "Gazvin" şehri için geçerli. Öyle ki, Gazvin'li erkeklerin eşcinsellere olan düşkünlüğü fıkralara konu olmuş. Örneğin; hiçbir erkeğin Gazvin sokaklarında yere düşürdüğü parayı eğilip almaya cesaret edemediği çünkü, eğildiği anda "poposunu kaybedeceği" söylenir. Hatta Gazvin'de kuşların bile tek kanatla uçtukları, çünkü diğer kanatlarıyla popolarını tuttukları söylenir.
“ay ışığı gölgeleri büyüttü son kuşlar da vuruldular dağlarda yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık... ay ışığı gölgeleri büyüttü ayrılıklar eskidi... biz eskidik aşk bize küstü!...” (Yılmaz ODABAŞI)
TAHRAN: "Veliesr Dörtyol Kavşağı"
Zamanın ötesinde açtırılan bir sardunyaya tutundular usulca... Tezer KANIK Gökyüzünün grisinin inadına sarı-sıcak güneşlerdi doğan Ankara gözlerinin kıvrımında... Unutulmuş baharlardan kalma bir düştü bugünü sarmalayan ve hüznü koynundan tutup yüreklerine asan...
"Parke Danişcu = öğrenci parkı" "Azadî meydanı, Parke Elmehdi" "Veliesr caddesi, Parke sai" "Tupğane, Parke Şehr" İSFAHAN: "Zayenderud, Poleğacu" (Nehirkenarında, poleğacu Parkı)
Cama vuran yağmur damlacıklarının sevda tadındaydı avuçlarının içi. Bağıra-çağıra okunan bir şiirin unutulmuş, yadsınmış, lanetlenmiş dizelerine dayanmış gözlerinden şimdilerde akan hüzün tüm oluşumları kanırtırcasına ve dünyanın ağzını kanlar içinde bırakırcasına bağırıyor !...
FARSÇA TERİMLER: Eşcinsel = Hemcinsbaz sevişelim mi = halkonim Penis = kir / öpmek = busiden Çok teşekkürler = heylimemnun / öpücük = buse Popo, Anüs = Kun / Oral seks = Sak İbne = Kuni, Obne / anal seks = kunkerden vajina = Kos / Zina = zena Beni yapar mısın = menu mikoni / suç = corm / Yasak = memnue
Kankırmızısından sardunyanın çocuk yüreğinden fışkıran ince bir türkü denizin masmaviliğini ormanların yemyeşilliğine ulaştırmıştı...
Halk arasında potansiyel eşcinsel mekan olarak bilinen yerler şunlardır:
Not "İran'da ileri derecede efemine yada bitür travesti olan kişilere devlet tarafından fişlenerek "sarıkart" verildiği, bu kart sayesinde bu kişilerin askere alınmadığı, karakola düşmeleri halinde ağır ceza almadıkları, sadece doktor muayenesine tabi tutuldukları söylendi". Ancak bu bilginin doğruluğu ve ayrıntıları güvenilir kaynaklarca teyit edilmedi... (1) Hatemi'nin Türkiye'de 12 Eylül darbesini yapan generallerden biri gibi olduğu unutulmamalı. Tahsin Şahinkaya ile Evren'in bambaşka kimseler olduğunu kim iddia edebilir? Hatemi kimseyi yanıltmasın.
Orta ve üst sınıfa ait kimselerin özellikle Tahran civarında ama kentin dışına doğru olan bölgelerde yüksek bahçe duvarları olan evleri var. Ve bu evlerde sözgelimi bir İstanbul gecesini aratmayacak partiler veriliyor. Kadınlar da bu partilere dekolte kıyafetler ve makyajlarla katılıyor. Bu türden partiler partner ya da sevgili bulmak konusunda en çok etkisi olan pratikler oluyor. (2)
Bir kez evlenip boşanmış çiftlere tanınmış bir ayrıcalık var: "SİĞA". Bu, kısa süreli evlilik (sözgelimi 1 hafta) anlamına geliyor. 'Yasal' 'zina'! (Notları bir okur ekledi.) (3)
Oysa mavi deniz tüm okyanusları kıskandırırcasına ve küstürürcesine deliydi... Med-cezirinden sular altında kalan evren onu koynundan koparıp atarken ormanın yeşili kırmızı gözyaşlarını bile silmeye vakit bulamadı... Vakit bulamadı aşk!... Vakit bulamadı bugün!... Zaman, zamansızlığı içinde bugünün üstünü çizerken, gece tüm karanlığıyla çöküyordu şehrin üstüne!... Batan güneşin ateş sarılığına doğru kaçan bulutlar bu kara dumandan ölesiye korkarken denizin maviliği griye dönüyordu usulca... Usulcacık açılan tüm kapılar kulakları sağır eden bir ağıtla kapanıyordu!... Bir tiyatro sahnesinden inen oyuncular alkışlanır mı?... Alkışlıyordu tüm dünya, alkışlıyordu tüm halklar onları sessiz bir gülüşün acımasızlığında!... Oysa İyonya’da tüm ölü şairler ölüm yıldönümlerinde bir kadeh şarap kaldırdılar onlar için!... Onlar için yazıldı tüm yazgılar, onlar için kuruldu tüm düzenler... Oysa onlar güneşi yakalamanın telaşında ellerini toprağa gömerken toprak tüm hırçınlığıyla kapadı kendini... Dışarıdaysa gri bir ayazın içinde saçakların altına çekilmişti tüm güvercinler... Yeşil, mavi ve kırmızı buluşursa ne renk çıkardı ki ortaya?... Hiçbir ressam bunu bulamadı tuvalinde!... Ve alkol ertesi bir gecenin sabahında normal hayatlarını avuçladılar usulca... Şimdiyse ellerinde çizikler ve yara-bere içinde gözlerinin tüm kıvrımları!....
KAOS GL 61 / 37
Gay'e EFENDİSİZ 17 Ağustos gece yarısı 45 saniyelik deprem, Doğu herhangi bir şehrinde değil de Ankara Anadolu'nun Marmara Bölgesinde gerçekleşince yalnızca binaları değil öyle görünüyor ki tüm toplumu sarstı. Yazılmadık, söylenmedik ne kaldı bilmiyorum ama örneğin aynı toplumda yaşayan eşcinseller olarak, deprem bölgesinde kaç eşcinselin öldüğünü ve yaralandığını bırakalım yüksek sesle sormayı, birbirimize içimiz ezilerek bakarken fısıldayamayacağız bile. Ve asla öğrenemeyeceğiz.
"Kâtil müteahhit", tam da Özalizm ile doruğuna çıkmış bir sürecin ürünüdür. "İşini bilen memur"la birbirine göbekten bağlı olup düzen tarafından beslenmiş ve aynı düzeni beslemiştir. Bataklık kurutulmadıkça veli göçer ali gelir. KAOS GL 61 / 42
Deprem, "kâtil müteahhit"lerin yaptıkları binaları alt üst etmekle kalmadı, kurtulanların duygularını, düşüncelerini de alt üst etti. 45 saniye süren depremin ardından 45 gün sonra geriye ne kalır bilemesek de, depremle birlikte görünen duvarların yanısıra insanlar arasındaki görünmez duvarlar da yıkılır gibi oldu. Yalnızlık ve çaresizlik içinde kıvranan insanlar, ilerleyen saatlerde hatta günlerde bile beklediği devleti yanında bulamazken, hiç tanımadığı insanların yardım için çırpındıklarını gördüler. Bir genç, uzun saçlı ve küpeli erkeklerden özür diliyor, çünkü yardımına koşan daha önce nefret ettiği bu insanlar oluyor. Dışsallaşamadığı için biriken nefret, kaybedecek bir şeyleri kalmamış insanların ağzından devlete yöneliyor. Ne acı ki devlete yönelik yazılanlara ve söylenenlere fazladan bir iki sıfat ve üç-beş kelime eklediği için şimdiye kadar bu ülkede ne çok insan aynı devletin zulmüne uğradı ve zindanlarında çürüdü ve çürümeye devam ediyor. Bu kez işin şakaya gelir yanı olmadığından, belki de kendisi de şoka girdiğinden, devlet hem suçlu hem güçlü pozisyonuna girmekte gecikince herkes kendince boşalma imkanı buldu. Suçlu ya da kurban aramalar, günah çıkarmalar, şark kurnazlığı… hepsi deprem ortamında harmanlandı. Depremzedeler ağız birliği etmişçesine, devlete yönelik tepkilerinde o kadar ileriye gittiler ki meğer bölgede anarşi için maddi-manevi her türlü potansiyel mevcutmuş da haberimiz yokmuş! Oysa yıkım için depremi beklemek gerekmiyor… "Kâtil müteahhit", tam da Özalizm ile doruğuna çıkmış bir sürecin ürünüdür. "İşini bilen memur"la birbirine göbekten bağlı olup düzen tarafından beslenmiş ve aynı düzeni beslemiştir. Bataklık kurutulmadıkça veli göçer ali gelir.
Devlete yönelik tepki kurban istedi: Sağlık Bakanının bunun için yeterince "yanlış" yaptığı düşünüldü. Çaresizlikten, mhp değişti diye kendini kandıranların günah çıkartarak vicdanlarını rahatlatabilmeleri için de Bakan, en uygun kurban adayıydı. Türkçü olduğu halde orta sınıf beyaz Türk'e benzemiyor, lümpen bir görüntü sergiliyordu. Örneğin Bahçeli'de sırıtmayan takım elbise ve kravat, Bakan'da zorunlu olduğu için giyilmiş havası veriyor. Dillendirilmese bile kafalardan geçen ise yara ya da yanık izli Orta Anadolu'da kavrulmuş bir surat olsa gerek! Hiçbir şekilde vitrine uymuyor ama gerçek bu. Unutulan diğer gerçek ise devletin ve devlet partilerinin geleneğinde hele ki halk için kurban vermenin olmamasıdır. Kol kırılır yen içinde kalır veya "sur"da delik açtırılmaz! Her iki Devlet de kendilerinden o kadar eminler ki yoğun tepkileri massetme gereği bile duymuyorlar. Medya, deprem sonrası ortama çok çabuk uyum gösterdi. Öyle ki sol basını bile solladığı oldu. Çürümüş dedikleri sistemden beslendiklerini unutup günah çıkarma yarışına girdiler. Bodrum'da eğlenenleri 'insan müsveddesi' diye niteleyip 'asıl enkaz' olarak teşhir ettiler. Herşeye rağmen hayatın devam edecek olmasından vazgeçtik, deprem gecesine kadar 'ana haber' denilen programların yarısını söz konusu 'asıl enkaz'la dolduranlar hangi medyaydı? Şimdilik ara verdikleri ve ortalık durulduktan sonra yeniden çıkaracakları hafta sonu paçavralarını bugün 'müsvedde' dedikleri aynı insanlarla doldurmayacaklar mı? Depremin tozu toprağı gerçeğin üzerini örtmeye yetmeyecektir; enkazdan beslenen ve enkazı üreten aynı medyadır. El atılmadık yeri kalmadığı halde hâlâ devletin şefkatli kollarını arayan halkımız gibi kapitalist devleti sorumsuzlukla suçlayarak politika yaptığını sanan sosyalist partiler de depreme hazırlıklı değilmiş. Endüstriyalizm ile yüzleşmeden kuracakları sosyalist Türkiye'de, TÜPRAŞ'ın başına sosyalist müdür getirerek depreme karşı önlem alacak olmalılar. Mhp'yi ve ortağı olduğu mevcut hükümeti halka teşhir etmek için gerçekte "milliyetçi" ve "vatansever" olmamakla itham eden sosyalist partileri ve KESK'i acaba parantez içine koydukları ünlem işareti, içinde debelendikleri milliyetçilik batağından kurtarabilecek mi?
Daha önce de depremler yaşandı, binlerce insan hayatı kaybedildi. Ama hiç biri bu kadar yakın değildi, bu kadar çok insan tarafından hissedilmedi galiba. Medyanın da yardımıyla 24 saat göçükler ve insan feryatlarıyla içiçeydik. Milyonlarca insan ölümü daha bir yakın hissetti bu sefer. İnsanların zor durumlarında yanında göreceğini düşündüğü "devlet" belki her zaman beceriksizdi ama bu defa beceriksiz ve küstahtı da. İnsanlarla açıkça alay ettiler. Depremi ilahi ve de ruhani nedenlerle açıklamalarına alıştık da acizliklerini aymazlık içinde savunmaları "devlet" düşmanlarını bile çileden çıkartacak düzeydeydi. Böyle bir zamanda altıncı yıla girmemizin coşkusunu fazlaca duyumsayamadık haliyle. Resim sayımızı hayli az tuttuk bu ay. Ama yine bolca ve zengin bir yazı yelpazesi var. Ve de bu sayıya özel 44 sayfa çıkmamıza rağmen koymayı isteyip de yayınlayamadığımız bir o kadar yazı kaldı önümüzdeki sayılara. 42'den devam Depremden yaklaşık bir ay önce (21 Temmuz 1999, Radikal Gazetesi) üçü özel, üçü de devlet olmak üzere toplam altı ilköğretim okulunda yapılan bir çalışmanın sonuçları yayınlanmıştı. Deprem sonrasında çaresizliğin yükselttiği öfke "Devlet nerede?" sorusuyla kendini ortaya koyarken, depremden bir ay önce 500 ilköğretim öğrencisi bu soruyu "Devlet arandığı zaman çok geçtir. Devlet nerede dediğiniz zaman bu çok geçtir." şeklinde açık ve net olarak cevaplıyordu. 'Devlet dendiğinde aklınıza ne geliyor?' sorusunu öğrenciler şöyle yanıtlıyor: "Baba gelir. O en üstün otoriteymiş. Maalesef ona irade vermişiz.", "hiçbir şey yapamayan; fakir insanları koruyamayan, içi düşmanlarla dolu bir siyasi teşkilat gelir.", "rüşvet olayları, yolsuzluklar ve yöneticilerin acımasızlığı.", "üç kağıtçılar, sömürgeler", "sadece devletin işe yaramazlığı", "sömürü, eziklik, yeni bir ihtilal, milliyetçilik ve faşizm.", "hırsız milletvekilleri." Gerçekte bu ülkede "devlet"in ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmeyen kaldı mı? "Devlet nerede?" sorusu "dışardan" soruluyor ve "devlet"i "halk"a teşhir amacı güdüyorsa, bu gayret bunca yaşanandan sonra, depremzedelerin sorusundan farklı olmayıp çaresizce ve trajiktir… Devletin şefkatli kollarını arayan depremzedeler, çaresiz olabilirler ama devletten daha masum değildirler. Devletin şefkatli kolları, korumak ve kollamak için değil, soymak ve sömürmek içindir. Deprem bölgesinde ölen ve açıkta kalan binlerce işçi, "katil
Son zamanlarda travestilere fiziki saldırıların yoğunlaşması gibi gazetelerde bir "köşe" bulanların da eşcinsellikle ilgili saldırıları had safhada. Üstelik bunu anlayış, hoşgörü, kabullenme maskesi ile yapıyorlar. Bunlardan ikisinden dolayı gelişen tartışmalar bu sayımızın ağırlığını oluşturuyor.
ÖNÜMÜZDEKİ SAYILARDA ∇ HAYVANLARDA HOMOSEKSÜELLİK VE DOĞAL ÇEŞİTLİLİK ∇ YENİYETMELİK VE KİMLİK OLUŞUMU ∇ ORTAÖĞRETİMDE CİNSEL ZORBALIK ∇ YOLLAR, HAYATLAR VE ŞİDDET ∇ MURATHAN MUNGAN NEREYE KOŞUYOR? ∇ GAY KÜRESELDİR ∇ HIFZISSIHHA'DA MADİLİK VAR ∇ TOZ ∇ VE SERHAT YUSUF'U ÖLDÜRDÜ ∇ TOPLUM, AHLÂK, İNANÇ, BİREY… ∇ NE MONOGAM, NE HETEROSEKSÜEL ∇ BEN BİR ALTERNATİF MİYİM?
Ekim sayısında buluşmak üzere… müteahhit" tarafından soyulmuş, patronlar tarafından sömürülmüş ve onların devleti tarafından yardıma muhtaç hale getirilmiştir. Sorulması gereken "Devlet nerede?" sorusu olmamalıdır. Devlet; "kanunları, zenginleri zengin etmek için tuzaktır. Yoksulların ise kelepçesidir. İzleyen, gizlice dinleyen, denetleyendir. Mantıksız ve erdemsiz insanların sansür kuruludur. Kaydeden ve damgalayandır. Ceza ve ruhsat veren, vergi koyandır. Ölçen, kınayan, ıslah etmeye kalkan, hayal kırıklığına uğratandır. Kamu yararı bahanesiyle sömürendir. Tekeline alan, kazıklayan ve soyandır. Sonra da en küçük itiraz yahut şikayette, itip kakan, sopalayan ve aşağılayandır. Silahını elinden alan, seni KAOS GRUBU PAZAR çiğneyen ve ezendir. Yargılayan, mahkum eden, TOPLANTILARI DEVAM hapise atandır. Seni vuran ve asandır. Sürgüne EDİYOR yollayan, satan ve sana ihanet edendir. Seni üç kağıda getiren, kızdıran ve onurunu kırandır. Haftalık Pazar Budur işte devlet. Budur onun adaleti, budur onun ahlâkı." Budur onun şefkatli kolları… toplantılarımız devam Sen beklediğin sürece hiç merak etme o seni eninde sonunda bulacaktır. Sorulması gereken soru neden onsuz yapamadığındır. Sorulması gereken soru hiç düşünmeden ve karşılık beklemeden yardıma koşan insanlarla neden daha önce buluşamadığındır. Ve bunu gerçekten isteyip istemediğindir. Ya her alanda kurulacak dayanışma ağları ya da buyurun devletin şefkatli kollarına!…
ediyor. Sakal Sahaf Cafe, Olgunlar Sokak 12/2 Bakanlıklar / ANKARA Her Pazar saat 20.00'de başlayan toplantılarımıza bekliyoruz. KAOS GL 61/ 43
İKİ ŞEYDEN EMİN OLMAMIZ GEREKİYOR: BİRİNCİSİ, MÜCADELE YOKSA ÖZGÜRLÜK DE YOK! İKİNCİSİ, EŞCİNSELLERİN KURTULUŞU HETEROSEKSÜELLERİ DE ÖZGÜRLEŞTİRECEK! "… Bizler yalnızca yatak odasında değil her yerde ve her zaman gayiz. Toplumsal latentliği reddediyoruz. Nicel anlamda heteroseksüeller karşısında azınlık olabiliriz ama nitel anlamda azınlık olmayı reddediyoruz. Salt heteroseksüellerle bir sorunumuz yok; asıl düşmanımız bizlere yaşam hakkı tanımayan heteroseksistlerdir. Aşağı ya da üstün olmayı reddediyoruz. Biliyoruz ki iktidar, egemenliği dışında herşeyden vazgeçebilir. İçinde yaşadığımız toplumun egemeni burjuvazi, demokrasi adı altında, aynı şekilde kendi iktidarı dışında her şeyden vazgeçebilir. Belki "demokrasi" o kadar gelişir, o kadar gelişir ki (!) gayler de özgür olabilirler! Ama bizler özgürlüğü bütünsel bir var olma olarak algıladığımızdan heteroseksist diktatörlüğün politik ve toplumsal olarak bütünüyle naşlamasını hedefliyoruz. Bunun için çıkıyoruz…" (EYLÜL 1994, Sayı:1) "… KAOS GL gerek tiraj olarak, gerek de ulaştığı şehirler açısından farkedilmese de bayilerdeki bir çok dergiden daha geniş çevreye ulaşıyor. Ticari anlamda bir tiraj kaygımız olmadı, olmayacak da. Ancak ulaşılan insan sayısı her zaman bizi ilgilendiriyor. Ve hiçbir zaman bu sayı bizim için yeterli olmuyor, olmayacak. Çünkü biliyoruz ki milyonlarca gay, lezbiyen, anti-heteroseksist var. Ve biliyoruz ki birbirimizin sesini duymaya, seslerimizi duyurmaya ihtiyacımız var. 3 yıl öncesinden de gelen düşünceler, birikimler vb. ile yokluğu hissedilen “eşcinsel dergisi”ni başkalarından beklemek yerine neden biz çıkarmıyoruz diyerek hazırlıklara başladık. Gerçekten sayıca çok azdık ve maddi imkanlarımız ancak günlük ihtiyaçlarımızı karşılayacak düzeydeydi. Ama artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bir yerlerden başlanması gerekiyordu. Maddi imkansızlıklar içinde matbaa baskısı bir derginin çıkması mümkün değildi. En az iki aylık dergi basım masrafının hazır olması gerekiyordu. Ayrıca olabilecek herhangi bir aksaklık, başarısızlık gibi durumların, uzunca bir dönem eşcinsel hareketin olumsuz etkilenmesine neden olacağının bilincindeydik. Amacımız sesimizi duyurmaksa eğer, bir kıvılcımla başlamak, zamanla bu kıvılcımın büyük bir şenlik ateşine dönüşmesine katkı koymak demekti. Önceden Express dergisinde KAOS GL imzalı bir yazımız çıkmıştı. Sıra KAOS GL’nin kendisindeydi. Söyleyecek sözümüz çoktu, yazı sıkıntısı çekmezdik. Ama herkesin sesimizi duymasını istiyorduk. “Ne yazarım”, “nasıl yazarım” kaygısı taşımadan tüm eşcinsellerin ve anti-heteroseksist heteroseksüellerin yazmasını istedik. Bizler hakkında bilir bilmez, sözde bizlere anlayış gösteren yazılardan, sözümona araştırmalardan gına gelmişti. …" (EYLÜL 1996, Yıl:3, Sayı:25) " … Eşcinsel bireyler, çok sınırlı sayıda mekan ve ortamlarda yan yana, yüz yüze gelebilmekteler. Bunları artık eşcinsel
olsun olmasın, bilmeyen kimse kalmadı. Hamam, park, sinema, bar, çark alanları... Buralarda biraz deşarj olmak gullüm- daha çok da partner bulmak için buluşuluyor. Hiç kimse böyle ortamlarda sorunlardan, heteroseksizme karşı mücadeleden konuşulmasını beklemesin. Zaten kimsenin sıkıcı(!) konularla kaybedecek zamanı da yoktur. Stonewall, belki de bıçağın kemiğe dayanmasıyla, Amerikalı kardeşlerimizin ‘yetti ulan!’ diyerek kendiliğinden yarattıkları bir direnişti. Türkiye’de bir Stonewall olmayacak, bu kesin! (Bunun nedeni ayrı bir tartışma konusu olabilir). Ankara’da eşcinsellerin Z Pub’tan aşağılanarak kovulmaları, benzer bir tepkiye yol açmadı ama içinden KAOS GL’nin de çıkacağı bir sürece ivme kazandırdı. Geniş katılımlı bir-iki ev toplantısının ardından tartışmalar İHD Ankara Şubesi’ne taşındı. Yani sıkıcı konular ve sorunlar yaşanılan ortamlarda değil salonlarda tartışılmaya başlandı. Aslında Ankaralı eşcinseller daha önce de pek çok kez pek çok yerden kovulmuşlardı. Öğrendiğimiz kadarıyla yıllar önce Jazz Time’dan kovulunca Hitit’e, Hitit’ten kovulunca bilmem nereye gidenler yeni dönemde “neler oluyor” merakı ile bir kaç kez kenardan seyrettiler ama daha sonra, her seferinde bir yer bulabileceklerinden, katılmaktan vazgeçtik, kenardan bile seyretmez oldular. Bu dönemde, tahmin edilebileceği gibi her kafadan bir ses çıkıyordu. (Bu arada sidik yarışına, benmerkezciliğe düşülmedikçe, her kafadan bir sesin çıkmasının neresi kötüdür hâlâ anlamamışımdır). 19-20 yaşına gelmiş, derdini ve de kendini hiçbir yerde anlatamamış bir insan konuşma olanağı bulduğunda, ya ağzını hiç açmaz ya da onu hiç kimse susturamaz. Sözün uçup yazının kaldığını biliyorduk ve biz yazı’yı seçtik! …" (EYLÜL 1997, Yıl:4, Sayı:37) "… KAOS GL Türkiyeli eşcinsellerin sesi olma kaygısı dışında bir kaygı taşımıyor. Gelen yazılardan kaynaklı olarak kimi zaman duygusal ve cinsel anlatımların yoğunluk kazandığı, kimi zaman politik söylemlerin fazla olduğu sayılarla karşınıza çıkıyoruz. Ama belirttiğimiz gibi, bir sayı varolan yazılardan oluştuğu için “öykü ağırlıklı”, “cinsellik ağırlıklı”, “politika ağırlıklı” bir sayı olsun diye yola çıkılmıyor o sayı hazırlanırken. Eşcinseller olarak daha yolun başında olduğumuzu düşünüyoruz. Söyleyecek çok sözümüz, alacak çok yolumuz var. Her zamanki gibi birlikte hareket etmeye, bu yolda birlikte yürümeye çağırıyoruz herkesi. Eşcinseller olarak bizlerle ilgili kararları ancak bizler, birlikte vereceğiz. Gelin, sizler de sözünüzü söyleyin. Gelin birlikte söyleyelim sözümüzü. …" (EYLÜL 1998, Yıl:5, Sayı:49)
500.000.-TL