KaosGLD67

Page 1

ÇOCUKLARDAN HABERİNİZ VAR MI? SİNİR SİSTEMİ OLMAKSIZIN DA YAŞANIYOR AÇIK VE KAPALI AİLELER ERKEKLER AĞLAMAZ

BİRLİK VE BULUŞMA

DİLDE HETEROSEKSİZM

patikalar nereye götürür?


Aynı cinsten kişilere libidinal bağlanmalar öbür cinse olan benzer bağlanmalara göre ne normal ruhsal yaşamın faktörleri olarak daha az ne de ruhsal hastalıkların itici bir gücü olarak daha büyük bir rol oynarlar. S. Freud (1915)

Uygarlık standardının herkesten aynı bir cinsel yaşam tarzını bekleyişi en bariz toplumsal haksızlıklardan biridir. Sigmund Freud

[Eşcinsellik] bir patoloji veya dejenerasyon olarak görülemez ve bireyin toplumun bir üyesi olarak değerini düşürebilecek bir durum değildir… [Alman Ceza Kanunu'nda] eşcinselliğin bir suç oluşu sadece faydasız ve insanlık dışı değil, aynı zamanda doğrudan zararlıdır. C. G. Jung

Eşcinsellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gey erkeklerin ve lezbiyenlerin ruhsal olarak sağlıklı oluşu bir çok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında, hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce, atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri "onarma" girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımızın temel unsurları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlâksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dahil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insan bağlılığının en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla boğan bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, eşcinseller nedeniyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskılama gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri "onarma"ya kalkışmazlar. Bugün toplumun karşısındaki esas mesele neden insanların birbirini belli bir şekilde sevdikleri veya bu sevgiyi aradıkları değil, nasıl olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur. Amerikan Psikoloji Birliği 26 Şubat 1990 tarihli deklarasyonundan.

Eşcinsellerin Kurtuluşu aynı zamanda Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir. KAOS GL


AĞUSTOS-EYLÜL 2000 SAYI:5 ISSN 1302-5015 SAHİBİ: ALİ EROL SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: ABDURRAHMAN BAHŞİŞOĞLU DİZGİ VE BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK: KAOS GL BASKI: ARMONİ MATBAACILIK ADRES: Elgün Sokak 3/12 Sıhhiye ANKARA YAZIŞMA ADRESİ : Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci/ANKARA /TEL:+90 312 229 52 70 FAKS : +90 312 3639041 E-MAİL: kaosgl@ilga.org Internet Adresi : www.geocities.com/kaosgl YAYINLANMASI İSTEĞİYLE GÖNDERİLECEK ÜRÜNLER İÇİN ADRES: ALİ ÖZBAŞ P.K. 53 CEBECİ / ANKARA ali.ozbas@isbank.net.tr KAOS GL'Yİ BULABİLECEĞİNİZ KİTAPEVLERİ: DİYARBAKIR:Avesta Kitabevi (Ofis) , ERZURUM: Kültür Sarayı (Cumhuriyet Cad. No:36) ANTAKYA: Kelepir Kitabevi (Hürriyet Cad.) ADANA: Kitapsan (Gazipaşa Bulvarı) MERSİN: Kitapsan (Silifke Cad.) KAYSERİ: Kelepir/Ozan Kitabevi (Selanik Cad.) ESKİŞEHİR: Kelepir Kitabevi (Cengiz Topel Cad.), İnsancıl Sahaf Kitabevi (Yeşiltepe Sokak) DENİZLİ: Kelepir/İleri Kitabevi, Yaprak Kitabevi ANTALYA: Kelepir Kitabevi (Cumhuriyet Cad.) BALIKESİR : Kelepir Kitabevi (Şan Sinemasının Karşısı) İSTANBUL: Taksim Mefisto (İstiklal Cad.), Pandora Kitabevi (İstiklal Cad. Büyükparmakkapı Sok.), Pentimento (Beyoğlu Sineması Pasajı) ANKARA: Dost, Bilim&Sanat

ABONELİK İÇİN Yurt içi 1 yıllık (6 sayı) abone bedeli 10.000.000.-TL/ 3 sayı 5.000.000.-TL. Yurt dışı 1 yıllık abone bedeli: 75 DM ya da 50 $ (posta dahil). Please, transfer 75 DM or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. İş Bankası Meşrutiyet Şubesi (ANKARA) Ali Özbaş no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbaş P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayınız. Tek sayılık isteklerde 1.250.000.-TL’lık posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir. Dergiler kapalı zarf içinde gönderilir

içindekiler

KAOS GL'den ................................................................................ 2 Bu Çocuklardan Haberiniz Var mı? ............................................... 3 Kurul Beni Değil Yazımın Kaynağını Eleştiriyor-Zekeriya Gün ... 5 Sinir Sistemi Olmaksızın da Yaşanıyor-Ufuk Kuzey...................... 6 Açık ve Kapalı Aileler-Colin Ward................................................ 8 Sâdâbâd Viyadüğü-İbrahim ......................................................... 10 Cennet-Şiir-Yaşar......................................................................... 11 Erkekler Ağlamaz-Alevhan .......................................................... 12 Ölünesi Sevdalar-Ümit Kader ...................................................... 14 Umutsuz Aşk-Şiir-Can Uğur........................................................ 16 Penis ve Ben-Oyun-Daniel Rudma .............................................. 17 Şark İslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür-9-Zekeriya Gün .......... 23 Yenilik Arzusu-Sedef Dicle Yaşatılan.......................................... 25 Kızıl Akbaba Sonesi-Şiir-Şarmut A. İkarus ................................. 29 Birlik ve Buluşma-Kerem Güven ................................................. 30 Kaos'ta Yeni Ne Var?-Murat Yalçınkaya ..................................... 32 Haberler........................................................................................ 34 Eşcinsel Bireylerle Psikoterapi-2-Sinan Düzyürek....................... 35 Uçurum-Şiir-Ali Bülent Savaşır ................................................... 46 Issız Adanın Güncesi-Issız Ada.................................................... 47 Ve Serhat Yusuf'u Öldürdü-Yusuf Can ........................................ 48 Otobiyografobi-Şiir-Ezgi.............................................................. 49 Senin İçin Bir Hayat-Ümit Kader................................................. 50 Soğuk Sensizliğe Sıcak Birşeyler Yazdım Sevgilim-Ebru........... 52 Atilla A.'ya Cevap-Koray............................................................. 53 Yatay Ünlüler Dikey Eylemde-Şiir-Şarmut A. İkarus.................. 53 Mektuplardan ............................................................................... 54 Öteki Ben Dergi Projesi ............................................................... 57 Sevgili Gözüm Abla .................................................................... 58 İletişim ......................................................................................... 59 Dört Kişinin Sözleri ..................................................................... 60 Bize Gelenler................................................................................ 60 Laf Ola Beri Gele ......................................................................... 61 Sandık Odasından......................................................................... 62 Yaşam Kılavuzu-Armistead Maupin ............................................ 64

KAOS GL 5 / 1


Bu yaz her zamankinden daha sıcak ve rutubetli geçiyor. Sıcakların hepimizi nasıl da bunalttığını atlanamayacak haber sıkıntısının bolca çekildiği bu ülkede her gazetenin her sayfasında görünce(!) bizim de bilgisayar başına oturmamız gecikti. Ne de olsa rutubet bu! İnsanı uyuşturuyor, parmağını kaldırmak body salonlarında güzellik uğuruna ağırlıkların altında soluksuz ezilmeye benziyor. İnsan E-5'teki katliam haberlerine, hapishanelerdeki zulüm haberlerine, Hortumlarıyla nam salan ama aslında Ahmet Vardar'a göre "yiğit bir vatan evladı" olan Süleyman Ulusoy'un sorgulamalarına, F tipi tartışmalarına, uzcinsel mi hötöröf mü çarpışmalarına ancak "Türkiye'nin yeni girdiği sıcak hava dalgası" üzerine yapılan rutubetli haberler arasında rastlayabiliyor. Roma'daki pride yürüyüşünün şenlikli havası ve papanın düşen gölgesi bile yeterince serinletmiyor sıcak hava dalgasına kapılmış şu zaif bedenlerimizi(!). Hal böyle olunca da dergi, kitapçı raflarındaki haşmetli yerini biraz geç alıyor tabiatiylen. Halbuki alıştığımızı sanıyorduk Türkiye'nin bu bitmek bilmez "cehhenemi mevsimine", katliamlarına, onurların alaşağı edilmesine. Demek hâlâ umut var. Rutubetin uyuşturamadığı, bu cangılın ortasında sözümüzü söylemeye bizi iten, tepki verebilen yerlerimiz de var. Bir Yeni Rakı şişesinin içine kısa notumuzu yazdığımız kağıdı koyup, şişeyi denize atabiliriz: Hâlâ yaşıyoruz... *** Dergimizin bu sayısında sıcak havalara ilişkin okuyacağınız yukardaki girişten daha başka şey yok, ama görülmek istenmeyenlere değinmeler, yakıcı dokundurmalar, teorik kenar çıkmalar, düşler ve eşcinsel aşk var. Eşcinselliğe pornografi muamelesi yapanların dergimizi okuma olasılıklarını poşetle engellemeye çalıştıkları çok sevdikleri çocukların bazılarının kısa hikayeleri var ilk sayfalarda. Ufuk Kuzey'in sanırız sıcak hava haberleri arasında seyrettiği ve hepimizin kanını donduran E-5 seri cinayetleri hakkındaki yazısı var.

Viyadükten aşağı atlarken gözlerini kendi kapatmak zorunda kalan Naime'nin hikayesi var. "Erkekler Ağlamaz" filmiyle birlikte yaşananların beyaz perdedeki izdüşümü üzerine bir değinme var. Ayrıca bu sayıda ilk bölümünü geçen sayıda yayınladığımız Sinan Düzyürek'in ehhemiyet arz ettiğine inandığımız makalesinin ikinci bölümü var. Tüm bu cehennemi mevsimin dokunuşlarının yanısıra, içimizi ışıtan, "yeni patikalar açma çabaları" da var elbette. Murat Yalçınkaya'nın patikaların izini sürdüğü yazısı, Kaos GL dergisinin ekim ayından itibaren kazanacağı yeni çehresi hakkında sizi bilgilendirecek. Ayrıca Lambda İstanbul'daki arkadaşlarımızın eşcinsellere yönelik ayrımcılığa karşı İnsan Hakları Derneği'nde yaptıkları basın açıklamasının haberi var. Bir diğer heyecan verici gelişme de bir grup lezbiyenfeminist kadının "ÖTE"-ki Ben adını taşıyacak aylık bir dergi projesini anlatan ve çağrıda bulunan yazısı. Tüm bunların dışında her zamanki gibi sizlerden gelen öyküler, şiirler, resimler ve mektuplar da derginin sayfalarında okuyucularını bekliyor. Geç oldu, güç olmadı galiba(!) *** Bu sıcaklarda hepimizin ihtiyaç duyduğu serinliğe bu yazılar da bir nefes verir umarız. Ama derginin de havaya ihtiyacı var. Kitapçılarda zarfının içinde duran dergilerin halini düşünürek, onları arada bir havalandırın deriz aldıktan sonra. Parka götürün, bankın üstüne koyun, bara götürün müzik dinlesin, sokakta elinizde dolaştırın insan yüzü görsün(!) Hepimizin havaya ihtiyacı var. Poşetler bir gün yırtılır nasıl olsa. Gelecek sayımızda buluşmak üzere... Çok sıcak buralar çok...... m.y.

KAOS GL

LAMBDA İSTANBUL

SAPPHO'NUN KIZLARI

ALİ ÖZBAŞ, P.K. 53 CEBECİ / ANKARA

MBE 222, 80080 TAKSİM / İSTANBUL

ALİ ÖZBAŞ (S.K.), P.K. 53, CEBECİ / ANKARA

FAKS:0.312.363 90 41 TEL:0.312.229 52 70 E-MAİL: kaosgl@geocities.com ali.ozbas@isbank.net.tr

FAKS: 0.212.22437 92 TEL:0.212.233 49 66 E-MAİL: lambda@lambdaistanbul.or g http://www.lambdaistanbul.org

http://www.geocities.com/kaosgl

KAOS GL 5 / 2

E-MAİL: sapphonunkizlari@hotmail.co m http://www.geocities.com/ WestHollywood/Chelsea/9070/

GAYANKARA

E-MAİL: gayankara@yahoo.com www.gayankara.cjb.net


"28. sahifede; "Gerçek çocuk sahte çocukluk" başlıklı yazıda, Aile kurumunun ve okulun heteroseksüel anlayışın ve kapitalist sistemin ürünü oldukları çocukların ailede ve okulda istismar edilip sömürüldüğü ve kuşatıldığı bu tür kurumların çocuklar için hapishaneden farksız olduğu ana fikrinin işlendiği gözlemlenmektedir." Muzır Kurulu'nun 2000/2 No'lu Kararı

Eeeeee??? Eşcinsellerin duygu ve düşüncelerini "poşet"e sokunca yukarıdaki gerçekler ortadan mı kalkıyor? 18 YAŞINDAN KÜÇÜK: KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA ZORLA ÇALIŞTIRILABİLİR. Türkiye’de binlerce çocuk çalışmak zorundadır. Gerçi yasalar, yasaklar ve düzenlemeler bizim ülkemizde de vardır. Fakat gerçek durum kapitalizmin fiili yasalarıdır. Kapitalizmin fiili yasaları, kapitalizmin sözcüleri tarafından hazırlanmış göstermelik ve ikiyüzlü yasalarını dinlemez. Daha ilkokuldayken tatillerde başlar ve ilkokul biter bitmez ya da ilkokul bile bitmeden bütünüyle çalışma hayatına giren çocuklar abartısız tam bir köle olarak çalışırlar. İşyerinde patron, usta ya da kalfanın kölesi, uyumak için gittiği evde anne ve babanın kölesi. Oto boya ve kaporta ile lokanta ve benzeri işlerde çalışan çocuklar kesinlikle 14-15 saat çalışırlar ve çok komik ücretler alırlar. Bu ücrete de büyük olasılıkla anne-baba el koyar. Özelikle usta ve kalfa canı istediğinde çocuğu dövebilir ve her türlü istismarda bulunabilir. Fizik güçten yoksun olması ve işini kaybetme korkusu, çocuk işçiyi tümüyle savunmasız kılmaktadır. Bu durumda bir tek gerçek vardır: Çocuk işçi ya çalışır ya da siktirolur gider. Çok büyük olasılıkla son günlüğünü/haftalığını/aylığını bile alamadan.

İBRAHİM ÇINGI: 18 YAŞINDAN KÜÇÜK. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA İNTİHARA SÜRÜKLENEBİLİR. Adana Turgut Özal Lisesi 2. sınıf öğrencisi İbrahim Çıngı babasının otomobilini babasından izin almadan kullandığı için babasından dayak yedi. Babasının attığı tokadı gururuna yediremeyen lise öğrencisi, evde kimsenin olmadığı bir sırada merdiven boşluğuna iple kendisini asarak İNTİHAR etti.

NAİME SALMAN: 15 YAŞINDA. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA AİLESİ TARAFINDAN, TÖRE GEREĞİ ÖLDÜRÜLEBİLİR. 15 yaşındaki Naime Salman hakkında evden kaçtığı için aile meclisinden ölüm kararı çıktı. 3 erkek kardeş töreler yüzünden kızkardeşlerini Sâdâbâd Viyadüğü'nden aşağı atarak el birliğiyle öldürdü.

C.K.: 15 YAŞINDA. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA İŞKENCE GÖREBİLİR.

C.K. bir sokak çocuğu. Çocuk Hakları Konseyi öncesi İstanbul Valiliğini ziyarete gelenlerden 15 yaşındaki C.K. "Hiç suçum yokken beni göz altına aldılar. Elektrik verdiler. Korktum kimseye söylemedim…" dedi.

KAOS GL 5 / 3


GÜLHAN SARIKAYA: 15 YAŞINDA. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA KÖLE GİBİ SATILARAK ZORLA EVLENDİRİLEBİLİR VE İNTİHARA SÜRÜKLENEBİLİR.

15 yaşındaki Gülhan, başlık parası karşılığı, 45 yaşındaki 11 çocuklu bir adamla zorla evlendirildiği için av tüfeğiyle intihar etti. Gülhan Sarıkaya'nın 2 aylık hamile olduğu anlaşıldı.

KADRİYE: 13 YAŞINDA. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA BERDEL OLARAK ZORLA EVLENDİRİLİP ÖLDÜRÜLEBİLİR. Erzurum'da 70 yaşındaki Süleyman Erdemir'e berdel olarak verilen Kadriye'nin tecavüz edildikten sonra öldürüldüğü ortaya çıktı. 13 yaşındaki Kadriye, hem töre hem cinayet kurbanı oldu.

MAHMUT YILDIZ: 16 YAŞINDA. KAOS GL OKUMASI YASAK! AMA İŞKENCEYLE ÖLDÜRÜLEBİLİR.

Mahmut Yıldız, Siirt'te 1997'de göz altına alındı ve İl Jandarma Alay Komutanlığı'ndaki sorgusu sırasında 16 yaşındayken işkenceyle öldürüldü.

VE DİĞERLERİ… MANEVİYATI ÜZERİNDE YAPABİLECEĞİNDEN (!) KAOS GL OKUMALARI YASAK!!!

OLUMSUZ

ETKİ

AMA KAOS GL'Yİ POŞETE SOKAN ZİHNİYET VE O ZİHNİYETİN EGEMEN OLDUĞU KİŞİ VE KURUMLAR TARAFINDAN; ÖLDÜRÜLMELERİNE, SATILMALARINA, ZORLA ÇALIŞTIRILMALARINA, TECAVÜZE UĞRAMALARINA, ÇOCUK YAŞTA DOĞURMALARINA, DAYAK YEMELERİNE, İŞKENCEYE UĞRAMALARINA, HAPSE ATILMALARINA… … GÖZ YUMULABİLİR. Devlet Bakanı Hasan Gemici, 18 yaşın altındaki evli kız çocuğu sayısının 470 bine ulaştığını belirtti, "Evliliklerin %20'si ise nikahsız. 12-14 yaş grubunda evli 10 bin kız çocuğu bulunuyor. Bunların da 1400'e yakın çocuğu var. 14-17 yaş grubundaki evli kızların sayısı ise 460 bin" dedi. Ankara Barosu Çocuk Hakları Komisyonu Temsilcisi Türkay Asma, çocukların sorgusunun CMUK'a aykırı biçimde polis tarafından yapıldığını, çocukların işkence ve kötü muamele gördüğünü belirtip savcılıkların uyarılmasını istedi. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun 'Türkiye'de Çocuk Eğitimi' konulu, 61 ili kapsayan araştırması, annelerin dayağı bir eğitim yöntemi olarak gördüğünü ortaya koydu. Ailelerin %75'i "dayağı bir eğitim yöntemi olarak görüyor musunuz?" sorusuna "Evet" yanıtını verdi. Çocuklara uygulanan cezalar şöyle: Tokatlamak, şiddetle azarlamak, ağzına biber sürmek, yüzde 30; sevdiği arkadaşından, oyundan ve geziden yoksun bırakmak, yüzde 18; oda, kömürlük gibi yerlere hapsetmek, yüzde 15; kötü sözler söylemek, bağırmak, yüzde 13; babaya şikayetle tehdit, yüzde 8; ağır bir iş yaptırmak, yüzde 8; defterini yırtan çocuğa defter almamak gibi cezalar, yüzde 5; darılmışlık izlenimi verip bir süre konuşmamak yüzde 3. 9 Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'nin 100 kız öğrencinin anketör olarak katıldığı ve 8.619 evli kadınla yüzyüze yaptığı araştırma sonuçları kadının halinin 'harap' olduğunu gösterdi. Kız öğrencilerden oluşan 100 kişilik kamuoyu araştırma ekibi, aile içinde cinsel taciz gibi 'tabu' teşkil eden bir konuda başarılı çalışmalar yaparak, evli kadınlardan yanıt almayı başardı. "Aile içinde cinsel tacize uğradınız mı?" şeklindeki soruya, 'Evet, babamdan' diyenlerin oranı binde 8, 'erkek kardeşimden' diyenlerin oranı binde 7; 'akrabalardan' diyenlerin oranı ise yüzde 2 oldu. Evlilik içinde 'ırza geçme' suçunun kanuna alınmasını isteyenlerin oranı erkeklerde yüzde 79.27 kalırken; kadınlarda yüzde 90,05'e çıktı. Evli kadınların yüzde 90,94'ü sığınabilecekleri bir sosyal kurumun bulunmasını istedi. "Türkiye'de kadın hakları gerçekten yaşanabiliyor mu?" sorusuna "Evet, tam olarak" diyenlerin oranı yüzde 1,93'te kaldı.

KAOS GL 5 / 4


Muzır Kurulu’nun 2. inceleme Rapor’unda KAOS GL’nin 2. sayısında yayınlanan Şarkİslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür üstbaşlıklı araştırmalarımın VI. bölümü de söz konusu edilmiş. Doğrusu buradaki ‘itham’lara cevap vermem gerekiyor. Kısaca hatırlatmak gerekirse, yazımda birkaç hadis (Peygamber sözü)’ten yola çıkarak bazı alıntılar yapmış ve kendi yorum ve değerlendirmelerimi de kısaca eklemiştim. Benim yaptığım şey asla, Kurul Rapor’unda iddia edildiği gibi; “İslam dininin temel esaslarını çarpıtmak” değildir. Rapor’u hazırlayanların ‘çarpıtma’ kavramından ne anladığını doğrusu çok merak ediyorum. Benim yararlandığım kaynaktan yaptığım alıntılarda harhangi bir değiştirme/tahrif var mıdır? Her insaf sahibi kişinin teslim edeceği üzere yoktur. Hiç değiştirmeden alıntı yapmaya özen göstermiştim. Bu alıntılarda yer alan ‘Çocukları üzümcüklerinden öpme’ hakkındaki hadisleri ben uydurmadım ya! Benim yaptığım; ilgi çekici bulduğum bu hadisleri alıntılayarak kendi değerlendirmelerimi de sunmaktır. Ne zamandır bir yazarın değerlendirme içerikli görüşleri ‘çarpıtma’ sayılıyor? Ben yorumumu ortaya koyuyorum; okuyucu ister hak verir, ister vermez. Hiçbir okuyucu hiçbir yoruma peşinen katılmak zorunda değildir elbette; buna yazımı okuyan Muzır Kurulu üyeleri de dahildir. Fakat Rapor’un, yazımı “İslam dininin esaslarını çarpıtma” suçuyla itham etmesini doğrusu insafsızca ve yersiz buluyorum. Böyle bir niyetle yazılmamış bir yazı olduğunu her iyiniyetli okuyucu kolayca anlayabilir aslında. Bana yöneltilen bir itham da; din esaslarını çarpıtma yoluyla ‘eşcinsel kültüre zemin hazırlamak’tır. Bunu bilemiyorum; yazım gerçekten bunu başarabiliyor mu, emin değilim. Merak ediyorum; acaba hangi ‘temel din esası’nı çarpıtmışım? Bu çarpıtma açıkça belirtilmemiş Rapor’da. Bildiğim kadarıyla İslâm dininin ‘temel esasları’ inanç esasları ve ibadetleridir. Yazımda dile getirilen konu ise ne bir inanç esası, ne de bir ibadet konusudur.

Daha önce benim yazımı okuyan herkes; aslında raportörlerin bu iddialarının ne kadar yersiz olduğunu göreceklerdir. Fakat hayretler içindeyim; ben bu çarpıtma(!)’yı; “Sahih olmadığı açık rivayeti doğru bir zincire dayanmayan beyanlara yer vererek” yapmışım. Raportörlerin “beyan” dediği şey, benim yazımda alıntıladığım “hadis”lerdir. Demek istiyorlar ki, ‘Senin alıntıladığın bu hadisler sahih (doğru) değildir; güvenilir hadis kitaplarında yer almamaktadır.’ Bunu ben bilemem ve benim ilgi alanıma da girmez. Onu, yararlandığım kaynağı hazırlayan Doç. Dr. İ. Canan’a sormalıydılar. Bu Doçent’in sahasında birçok yapıt vermiş ve hadis alanında derinleşmiş bir bilim adamı olduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Gerçi bunu ortaya koymak bana düşmez. Kurul, dipnotlarda belirttiğim kitabın yazarı olan Doçent’i kolayca bulabilir ve o hadisin yer aldığı hadis kaynaklarının ‘sahihlik’ derecesini öğrenebilirdi. Ben söz konusu hadis kaynaklarının Rapor’da iddia edildiği gibi “Sahih olmadığı açık” kaynaklar olduğunu hiç sanmıyorum. Dolayısıyla Rapor’da yazıma yöneltilen eleştirilerin isabetli olmadığını, son derece üstünkörü değerlendirmeler olduğunu düşünüyorum. Raportörlerin ‘çarpıtma’yla ‘yorum’u birbirine karıştırdığını da sanırım her okuyucu anlayabilir. Kurul aslında beni değil, alıntı yaptığım kaynağı itham etmektedir. Bu ise benim sorunum olamaz. Çünkü kullandığım kaynak, daha çok dindar Müslümanların yararlanması için hazırlanmış Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye adlı bir kitaptır. Eğer bu kitabın o bölümleri hatalı ve ‘muzır’sa, yayınlanalı yıllar geçen bu kitap hakkında ‘muzırdır’ diye bir rapor hazırlanmış mıdır? Hiç sanmıyorum. Fakat böyle konuların bir gey ve lezbiyen araştırmaları dergisinde söz konusu edilmesi ve görünür kılınması, asıl rahatsızlık nedeni olmuş görünüyor. Rapor’da yer alan ifadelerin zamiri budur kanaatimce...

Zekeriya GÜN KAOS GL 5 / 5


Ufuk KUZEY

Bir süre önce sanırım yemek esnasında CNN Türk'te bir haber ilişti gözüme. Yemekte bir arkadaşım vardı. Sözünü keserek dikkatle izledim haberi. Ancak arkadaşım söze yeniden başlamakta, dinletene kadar her yolu denemekte, ısrarla dinlemiyorsanız tehdit etmekte, bunu da geçerseniz güzelliğinden fazlasıyla emin olduğu vücudunu sergileyerek dikkatinizi ona yöneltmeyi sağlamakta ustadır. Gösterdiğim büyük çabaya karşın, ancak atlamalı olarak izleyebildim haberi. Bu nedenle habere konu olan kişinin ismini anımsamıyorum. Haber özeti kısaca şöyleydi: E5 otoyolunda, özel otomobiliyle aşırı hız yapan bir sürücü, kontrolünü kaybederek yol kenarında işe çıkan bir travestiye çarpmış ve kaza sonucu yara alan travesti olay yerinde hayatını kaybetmişti. Bunun üzerine kısacık bir zamanda oraya toparlanan arkadaşları bir yandan yaşadıkları acı, bir yandan uğradıkları şok, bir yandan olası "yarın"larına ilişkin bu fotoğrafın tetiklediği dehşetle feryat ederek dertlerini anlatmaya, yardım istemeye, sorumluları bulmaya çalışıyorlardı. Atlamalarla montajlanan VTR görüntüleri bizi olayı tırmandıran nedenleri tam olarak anlamaktan alıkoyuyordu. Ancak arkadaşlarının geçirdiği kaza üzerine oraya toplanan travestilerde tansiyon giderek yükseliyor ve bir çeşit isyan halini alıyordu. Bu isyan sisteme, kadere, yaşamak üzere doğulan yüzyılın ahlakınaydı besbelli. Ancak bununla kalmayacaktı. Çünkü birazdan arkadaşlarının cesedi başında şuursuzca ne yapmaları, nasıl yapmaları gerektiğini düşünen bir grup insanın üzerine kendini bilmezin

biri, metalik gri otomobilini sürecek, bu beklenmedik ataktan anlık reflekslerle kurtulan travestiler bir insanlık suçuna tanık olarak bir kez daha isyanın eşiğine sürükleneceklerdi. Evrimin garip bir oyunuyla sinir sisteminden arındırılmış şekilde sosyalleşen bir canlının kullandığı bu otomobil, henüz yerde uzanmakta olan cesedin üzerine doğru hızla sürülecek, ceset lastiklerin altına girmek üzereyken hafif bir manevra ile yönünü değiştirecek, ancak etraftaki birkaç lobutla birlikte yandan çarptığı cesedi birkaç metre savuracak ve hızla oradan uzaklaşacaktı. Geride çığlıklar, donakalma, öfke ve elbette ki isyan kalacaktı. Ertesi gün onlarca otomobile, partilerin seçim dönemlerinde mitinge giden partililer gibi doluşmuş onlarca travesti ve (sanırım transeksüel) ellerinde pankartlarla bir önceki gece olayın gerçekleştiği noktaya gelerek trafiği kesecek ve sloganlar atacaklardı. Trafiğin yoğun olduğu böylesi bir saatte, eylem daha da büyük görünecek ve kısa bir süre sonra polis olay yerine gelecekti. Gösteriyi önlemeye çalışan polisle eylemciler arasındaki diyalog çabası kısa sürede gergin bir ipe dönüşecek ve kısa süre sonra topluluğu zorla dağıtmaya çalışan polisle göstericiler arasında küçük çaplı bir izdiham yaşanacaktı. Fakat bu izdiham, gerek öğrenci dernekleri, gerek Cumartesi anneleri gibi politik mücadele veren diğer gruplar ya da işçi sendikaları eylemlerinde olduğundan birazcık daha farklı yansıyacaktı ekranlara. Burada gözünü karartan direnişçileri, polisten daha önce saldırıya geçmiş halde görecektik. Tekme tokat polislere giren bazı eylemciler polisler tarafından bile belli bir şaşkınlıkla izlenecekti. Öfke gerçekti, istenen hak konusunda tartışmaya açık değillerdi: İnsanca yaşama hakkı istiyorlardı. Bir haber kuşağında akşamın bir vaktinde kazara gözüme ilişen bu haber beni bu topraklardaki pek çok duruma ilişkin bir yığın gerçekle yeniden karşılaştırdı. Her şeyden önce orada televizyon karşısında otururken, içimde birileri ayağa kalkıp yüksek perdeden avuçları patlayıncaya kadar bu cesur insanları alkışladı. Onların hayatın bu denli içinden gelen acıları, hayatın bu kadar içinden gelen ve bu nedenle de güçlü eylemleri karşısında heyecan ve hayranlıktan kanım dondu. Verdikleri mücadele ekmek parası kazanmak gibi, soluk alıp vermek gibi

KAOS GL 5 / 6


yaşamsal bir noktadan kaynaklandığından örgütlenme biçimlerinde de daha çok bir kader birliği, bir yol arkadaşlığı durumu kendini sezdiriyordu. "Ama bizim de haklarımız var" "Projelerimiz var" "İsrail'de lezbiyenler evleniyor" "Gay hareketimiz, çiçekli elbiselerimiz" "Partimiz afişimiz mücadelemiz" türünde sakil, neye karşı , kiminle ve neyi hedefleyerek yapıldığı bile aşikar olmayan, manifestosunu oluşturamamış bir gay mücadeleyi düşündüm ardından. Subay kızlarının çay partilerini andıran örgütlenme biçimlerini ve dinamiklerini. Milletvekili eşlerinin engelli ya da lösemili çocuklar için örgütlenmeleri gibi... Kermeste kimin sesi daha çok çıkacak, kimin saçı daha fazla kabartılmış, kim daha zayıf görünüyor gibi kaygılarla arzı endam edecekler, üzerine de hayırlı bir iş yapmış olmanın rehavetiyle evlerine dönecekler. Alt grupları, üst grupları yan balkonları ve sık "ağrıyan yanları"yla kendi kendilerini ve biraz da yakın çevredeki başka insanları eğlendirecekler. Gay kelimesi "neşeli" demekse eğer bu durum konseptle de direkt örtüşecek, ne şiş ve ne de kebap yanmamış olacak. Bunun karşısına elbette ki kişileri birer militan olarak kodlayacak türde bir hareketi koymuyorum. Bu durum ülke koşullarında sosyal bir intihar olurdu. Ancak ortada keskin bir durum yaşanmaktaysa, canımızın yandığı yerlerde keskin çığlıklar atmayı, gerektiğinde kelimelerimizin sivri ve keskin kenarlarını kullanmamız gerektiğini ifade ediyorum. Sistem sırtını sıvazlayarak haklarını isteyen yalaka ibnelere vereceği kadar onuru çoktan vermiş durumda, isteyen bir Fatih Ürek ya da Bülent Ersoy olabilir. Bahsedilen onurun ütopyası bunlarla sınırlıdır. Daha fazlası için sizi iten birini itecek kadar güçlü olmanıza karşın anlaşmaktan yana olduğunuzu göstermelisiniz.

alsa Zeki Müren'in aldığı kadar alabilir ki pek çoğu için ne yazık ki "onur" kelimesinden anlaşılan şey bununla sınırlıdır. Sizin kadar uyumlu, sizden daha zeki, sizden daha yakışıklı, sizden daha zarif, sizden daha hissiyatlı, sizden daha sofistike, sizden daha zengin, sizden daha elit ve belki en önemlisi sizin kadar saygın biri olarak haklarımı sizden talep ediyorum!!! Yanıt: 1) E tamam o zaman al senin olsun (Alt metin, nah alırsın) 2) Bir düşünelim belki veririz (Alt metin, nah alırsın) 3) Sen de çok şey istiyorsun ama napalım artık (Alt metin, nah alırsın) Metalik gri otomobilinin direksiyonunda psikolojik ve/veya bedensel iktidarsızlığının ya da içindeki ötekine karşı duyduğu tahammülsüzlüğün motivasyonuyla otomobilini bir ceset üzerine sürecek, bunu yaparken "kahraman"laştığını hissedecek varlıklar üreten bir toplumda yasamak... Onun ayağını debriyajdan kaldırıp gazı köklerkenki o kısacık zaman dilimindeki kesik soluğunu duymak... Bu solukla birlikte onu oluşturan bütün bir geçmişin, bütün bir ülke panaromasının temsilini görmek... Kendinden görmediği bir canlının yaşam hakkı bir yana cansız bedenine bile saygı duymamak... Bir aksam yemeği sırasında gözüme ilişti bu haber. Birisi trafikte hayatini yitirmişti. Cesedin üzerine otomobil sürülmüş ve ceset yolda sürüklenmişti. Başka bir televizyon kanalı bu haberi, travestilerin eylemlerini aşırı bularak "kentte terör" gibi bir başlık altında duyuruyordu. Birkaç gün geçmiş olmasına rağmen bu olanlar aklımdan bir türlü çıkmıyordu.

Ortada inanç, baskı ve sıkıntı yoksa sistemin izin vereceği ölçülerde bir başkaldırı simülasyonu yaşanabilir ve yaşanmaktadır. Heteroseksüel sisteme yamanmaya çalışan bir eşcinsel hareket, onurunu, heteroseksüelleri n elinden alsa

KAOS GL 5 / 7


Colin WARD Çev: H. Deniz GÜNERİ *Eylemde Anarşi, Kaos Yayınları Nisan 2000

Erkek eşcinselliği, sadece yasama konusu olduğu için bir "sorun" oldu. Kadın eşcinselliği sorun değil, çünkü varlığı (erkek) yasamacılar tarafından görmezlikten gelindi. Yasal anormallikler bazen bayağı şenlikli oluyor. "Anal ilişkinin İskoçya'da kadın ile erkek arasında yasal olup erkek ile erkek arasında yasadışı olmasının nedenini kim açıklayabilir? Neden İngiltere'de anal ilişki erkek ile kadın arasında yasaktır da, her ikisi 21 yaşını doldurmuş olan erkekler arasında uygundur?"

KAOS GL 5 / 8

Bir partner ararken, hem çocuklukta tadına varmış olduğumuz ilişkileri muhafaza etmeye hem de bizden esirgenen fantezilerimizi geri almaya çalışırız. Buna uygun olarak da, eş seçimi çoğu insan için, kendi fantezi yapımında rol dağıtımı çalışması haline gelir; iki tarafta da aynı niyet, fakat pek seyrek olarak aynı fanteziler olduğundan, sonuç rakip yapımcıların düellosu haline gelebilir. Stanley Spener'ın kendisi için dediği gibi, birbirini tamamlayan iki eşe ihtiyaç duyan erkekler ve birbirini tamamlayan iki kocaya ya da en az iki aşk nesnesine ihtiyaç duyan kadınlar vardır. Eğer, bunun ahlâksızca ve "sadakatsizce" olduğunda, ya da bu olsa bile, her aşk nesnesinin özel haklar talep etmesi gerektiğinde ısrar edecek olursak, kendi haline bırakıldığında hiçbir güçlük çıkarmayacak ya da en azından daha az güçlük çıkaracak olan bir soruna gereksiz zorluklar ekleyebiliriz. Alex Comfort, Sex in Society

Cinsel devrim, günümüzde büyük oranda ilerleme kaydetmiş olan, özünde anarşist bir devrimdir. Kesinlikle anarşisttir, çünkü devlet ve çeşitli dini kurumların bireyin etkinlikleri konusunda koymuş olduğu kuralların otoritesine karşı çıkmayı içermektedir. Ve bizce bu devrimin devam etmesinin nedeni, ahlâkçıların (oldukça hatalı bir biçimde) çevrelerinde gördükleri, ailevi çöküş değil; Batı toplumunda gittikçe daha fazla insanın cinsel yaşamını en iyi gördüğü biçimde devam ettirmeye karar vermesidir. Gençler tarafından savunulan daha fazla cinsel özgürlüğün korkunç sonuçları -istenmeyen bebekler, zührevi hastalıklar vs- hakkında felaket tellallığı yapanlar, genelde, felaket tellallıklarını haklı çıkarmak için, gençlere gebelik önleyicilerin ücretsiz olarak sağlanmasına ve zührevi hastalıkları çevreleyen namus lekesi ile mistifikasyonun yok edilmesine karşı çıkarlar. Cinsel konulardaki resmi yaklaşım, devlete Hıristiyan kilisesinden miras kalmıştır ve üzerine kurulduğu inançlar zayıfladıkça, savunması gittikçe daha zor bir hale gelmiştir. Emma Goldman'dan Alex Comfort'a dek anarşistler politik baskı ile cinsel baskı arasındaki ilişkiyi görmüşlerdir ve cinsel kurtuluşun ille de politik ve ekonomik kurtuluşa yol açacağını düşünenlerin fazla iyimser olma olasılığı varsa da, cinsel kurtuluş insanları kesinlikle daha mutlu kılmaktadır. Cinsel kodlar için sabit bir temelin bulunmadığını, farklı ülkelerde farklı zamanlarda cinsel konularda kabul gören davranışların geniş bir yelpazede olmasından ve yasalardan da görebiliriz. Erkek eşcinselliği, sadece yasama konusu olduğu için bir "sorun" oldu. Kadın eşcinselliği sorun değil, çünkü varlığı (erkek) yasamacılar tarafından görmezlikten gelindi. Yasal anormallikler bazen bayağı şenlikli oluyor. "Anal ilişkinin İskoçya'da kadın ile erkek arasında yasal olup erkek ile erkek arasında yasadışı olmasının nedenini kim açıklayabilir? Neden İngiltere'de anal ilişki erkek ile kadın arasında yasaktır da, her ikisi 21 yaşını doldurmuş olan erkekler arasında uygundur?"

Daha mantıklı yapma çabasıyla yasalarla oynadıkça, daha fazla saçmalık ortaya çıkıyor. Bu cinsel davranışta mantıklı hiçbir kod olmadığı anlamına mı geliyor? Elbette hayır. Mantıklı olanlar mantıksızlıkların içinde kaybolup gidiyor veya ilgisiz yasaklarla çağrışım yaptıklarından değerleri azalıyor. Seksi, "en sağlıklı ve önemli insani spor" olarak gören Alex Comfort, "kültürler arasında, cinsel davranışın gerçek içeriği, muhtemelen kişinin kendisini suçlu hissetmeden zevk alma kapasitesinden daha az değişiyor" iddiasında bulunur. Comfort, cinsel davranış konusunda iki ahlâki emir ileri sürmüştür: "Başka bir kişinin duygularını istismar etmeyeceksin" ve "Hiçbir koşulda istenmeyen bir çocuğun doğumuna neden olmayacaksın". Onun "emre" başvurması, Profesör Maurice Carstairs'ın bir anarşist olarak Comfort'un neden emirler dikte ettiğini sormasına neden oldu. Comfort, buna, bir özgürlük felsefesinin, otoriteye inanç yerine kişisel sorumluluklarda daha yüksek standartlar gerektirdiği cevabını verdi. Ona göre, günümüzde gençlerde gözlemlenen tedbirsizlik ve incelikten yoksunluk, "makul her genç tarafından hemen anlaşılabilecek ve kabul edilecek olan" ilkeler yerine hiçbir anlam ifade etmeyen bir iffet yasası dayatmanın sonucuydu. Çağdaş çekirdek ailenin, yuva kurma ve çocuk yetiştirme yolundaki fonksiyonel ihtiyaçlar için deli gömleği niteliğinde bir çözüm olduğunu ve içinde tıkılı kalan herkesi dayanılmaz yükler altına soktuğunu görmek için anarşist olmanız gerekmiyor elbette. Edmund Leach, "aile, iyi bir toplumun temeli olmak bir yana, dar mahremiyeti ve bayağı gizleriyle tüm mutsuzluklarımızın kaynağıdır." yorumunu yapıyordu. David Cooper, aileyi "toplumumuzun nihai ve en ölümcül gaz odası" olarak nitelendiriyor; Jacquetta Hawkes ise, aile için "içine düşen insanlardan en korkunç şeyleri istemenin, yalnızlık, aşırı talepler, zorlanma ve başarısızlık ile iyice ağırlaştırılmış bir biçimi" diyordu. Açıktır ki aile, bazılarımız için en uygun düzenleme, ancak toplumumuzun geri kalanlar için hiçbir şey sağlamıyor; geri kalanların sayısını ise kendimize "Kaç tane mutlu aile tanıyorum?" diye sorarak tahmin edebilirsiniz. Vatandaş John'un durumunu düşünelim. Diskotekte geçirilen birkaç mutlu geceye güvenerek, John ve Mary devletle ve/veya dini bir kuruluşla ömür boyu birlikte yaşamak üzere sözleşme imzalarlar ve bir çiftleşme ruhsatı alırlar. Yaşanacak bir yer bulma ve bir aile kurma sorunlarını aştıklarını varsayarsak, onlara birkaç yıl bakalım. Her gün işten eve kendini zor atan John, kendisini tuzağa düşmüş gibi hissetmektedir. Lavaboya ve çocuk bezlerine gömülmüş olan, tek başına evin bütün işini yapan yalnız ev kadını da aynı şeyi hissetmektedir. Ve çocuklar da, yıllar geçtikçe daha


da fazla kendilerini tuzağa düşmüş hissetmektedirler. Neden anne ve babamız bizi rahat bırakmıyor? Bu sagaya devam etmenin gereği yok, çünkü hepiniz onu geçmişinizden biliyorsunuz. İlgili bireylerin mutluluğu ve tatmini açısından, çağdaş aile, on dokuzuncu yüzyıldaki atasının veya otorite yanlısı ütopyacılar tarafından hayal edilen çeşitli kurumsal alternatiflerin temeli üzerinde gelişmiştir; ve insanların istediği gibi yaşamalarını engelleyen hiçbir şeyin olmadığını iddia etsek de, aslında, televizyondaki reklamlardan miras hukukuna dek toplumumuzdaki her şey, çekirdek ailenin oluşturduğu sıkı ve küçük tüketici birimine yönelik varsayımlara dayanmaktadır. İskân buna açık bir örnektir: belediyenin evleri standart dışı birimler sağlamamakta; özel sektörde komünler için kredi veya ipotek bulunmamaktadır. Zenginler bu tuzaktan, evlerini çekip çevirmesi ve çocuklarını yetiştirmesi için başkalarına para ödeyerek basitçe kurtulabilirler. Ancak sıradan bir aile için sistem, pek çok insanın karşılayamayacağı taleplerde bulunuyor. Bunu kabul ediyoruz, çünkü bu evrensel. Aslında Dr. Leach'in verdiği, çocukların "annelerinin mutfağı yerine topluluk merkezli, daha büyük, daha rahat domestik gruplar içinde büyüdüğü" yegane örnekler İsrail kibbutz'u veya Çin komünüdür; bu model artık her yerde bulunur hale gelmiştir. Ancak değişikler yolda: kadın kurtuluş hareketi, çekirdek ailenin bedelinin kadının boyun eğmesi olduğu yolunda bir hatırlatmadır. Bazı gençlerin kurduğu komünler veya ortak evler, şişirilmiş kiraları paylaşma ihtiyacını şüphesiz bir parça yansıtır; ancak, daha çok, bu gençlerin küçük aile biriminin çürütücü buldukları katı doğasına karşı tepkileridir. Biyolojik ailenin esrarı, bazı çiftlerin kısırlıkları nedeniyle ümitsiz bir mutsuzluk içinde yaşamalarıyla sonuçlanırken diğerlerinin istenmeyen ve umursanmayan çocuklara sahip olmalarına neden oluyor. Aynı zamanda, çocuklar umutsuzca onların mülkiyetçi sevgisinden kaçmaya çalışırken, kendilerindeki duygusal sermayenin büyük bir bölümünü batırmış olan ailelerin, çocuklarına var gücüyle asılmasına yol açıyor. "Güvenli bir yuva" diye yazıyor John Hartwell, "sık sık insan ilişkilerinin bir parodiye dönüştüğü ve yaratıcılık işaretlerinin sapkınlık delilleri olarak bastırıldığı boğucu bir atmosfer anlamına gelir." Çocukların bağlanmak istedikleri yerel anne baba figürleri seçebileceği türden bir topluluktan çok uzaktayız; ancak çok ilginç öneriler var ve bunların hepsi de hem aile hem de çocuk yararına aile bağlarını gevşetmeyi hedefliyor. Paul ve John Ritter'ın, 25-40 aileye hizmet verecek olan bir semt "çocuk evi" fikirleri var; Paul Goodman'ın, bazı "ilkel" kültürlerdeki kurumun benzeri olarak Gençlik Evi görüşü ve Teddy Gold'un önerdiği Çoklu Aile İskân Birimleri var. Bu fikirler gençlere karşı sahip olduğumuz sorumlulukların reddinden kaynaklanmıyor; bu sorumluluğun tüm topluluk

tarafından paylaşılması ve Kropotkin'in de dediği gibi, tüm çocukların bizim çocuklarımız olduğu ilkesini kabul etmeyi içeriyor. Aynı zamanda da çocuklara yalnız kendi sorumluluklarını değil, topluluğun da sorumluluklarını vermeyi kapsıyor ki, aile yapımız bunu başaramıyor. Kişisel ihtiyaç ve özlemler öylesine büyük oranda değişiyor ki, stereotip alternatifler önermek de mevcut modele evrensel uyumu tavsiye etmek kadar akılsızca. Terazinin bir kefesinde, ya yetersizlik ve beceriksizlik sendromunun ailede sürmesi ya da sahiplenmecilik nedeniyle çocuğun karakterinin ailesi tarafından çarpıtılması var. Diğer kefesinde de, kurumsal çocuk bakımındaki kişisel bağlılık eksikliği nedeniyle çocuğun duygusal küntleşmesi var. Ufak tefek ev işleri ve sorumlulukların paylaşıldığı, atmosferinde samimi bir sevgi olan geleneksel evleri hepimiz biliyoruz; öte yandan, kadınların zor ve tatsız işleri ayrı ayrı değil de kolektif olarak yaptığı ve cazip ya da iddialı olmayan çocukların bir an bile rahat bırakılmadığı komünal bir ev ortamını da hepimiz hayal edebiliyoruz. Ailenin yapısından çok, içinde rol alacak kişilerin beklentileri önemlidir. Viktorya çağının ev despotunun ev halkı üzerinde tiranlık uygulayabilmesinin nedeni, diğerlerinin buna katlanmaya hazır olmalarıydı. İlerici eğitimciler arasında eski bir slogan vardır: Have'em, Love'em and Leave'm Alone. (Sahip Çıkın, Sevin ve Rahat Bırakın). Bu da bir ihmal değil, ergenlik çağındakilerin (büyüdüklerinde de yetişkinlerin) kişisel mutsuzluk ve hayal kırıklıklarının yarısının, insanların uygun gördüklerini yapması yolunda bireye yapılan sinsi baskılardan kaynaklandığını gerçekten de vurguluyor. Aynı zamanda resmi eğitim sürecinin sürekli olarak uzatılması, gençlere gerçek sorumlulukların verilmesini de geciktiriyor. Herhangi bir lise öğretmeni size, çalışan ve yarım gün mesleki kurslara gelen on altı yaşındaki bir çocuk ile aynı yaşta olup da hâlâ tam günlük eğitim gören bir çocuk arasındaki farkı anlatacaktır. Küçük çocukların çalışmasına hâlâ izin veren o karanlık ülkelerde sadece sömürü faktörünü değil, aynı zamanda gerçek dünyada işlevsel sorumluluklar almanın getirdiği olgunluğu da görüyorsunuz. Gençler hassas bir tuzaktalar: Bir yandan -resmi reşit olma yaşının düşürülmesine rağmen- yetişkinler dünyasına kabul edilme zamanı gittikçe ertelenirken, diğer yandan da ergenlik yaşı ve (toplumumuz henüz deneysel alternatiflere kolay kolay izin vermediğinden) evlenme yaşı düşüyor. Bir çok yetişkinin olgunlaşmama kalıbında takılı kalmasına şaşmamalı. Aile yaşamımızda hâlâ gerçekten her şeye açık bir toplumu geliştiremedik; onun yerine içinde büyümesi zor bir toplum geliştirmeyi başardık. Öte yandan, genç bir azınlık için -gittikçe artan bir azınlıkyüzyıllar boyunca büyüklüklerini ezen ve kısıtlayan cinsel davranış ve cinsel rol stereotiplerinin önemsiz hale gelmiş olduğu gerçeği, şüphesiz, gelecekte çağımızın pozitif kazanımlarından biri olarak görülecektir.

Çağdaş çekirdek ailenin, yuva kurma ve çocuk yetiştirme yolundaki fonksiyonel ihtiyaçlar için deli gömleği niteliğinde bir çözüm olduğunu ve içinde tıkılı kalan herkesi dayanılmaz yükler altına soktuğunu görmek için anarşist olmanız gerekmiyor elbette. KAOS GL 5 / 9


İBRAHİM

Üçüncü sayfaları ne sıklıkla okursunuz bilmem. Hani şu gazetelerin asmalı-kesmeli, bol kanlı cinayet sayfalarını. Okumasanız da üçüncü sayfa çoğu kez kan saçarak takılır gözlerinize. Biraz da haberin veriliş biçimine, başlığına bağlıdır dikkat çekiciliği. Söz konusu insan hayatı, hunharca katledilen beden ve ruhlar olduğu halde polisiye haberlerin kanıksanmış sıkıcılığından okuyucunun gözlerinin ağ tabakasına sinyal ulaştırmak o kadar da kolay değildir. Dokuz Haziran tarihli gazetelerin üçüncü sayfalarında öne çıktı haber. Bir gün öncesinde de yüksek reytingli kanalların ana haber bültenlerinde yer aldığı için üzerinde üç-beş kelime de konuşuldu. İstanbul Kâğıthane'de Sâdâbâd Viyadüğü'nün altında 15 yaşında bir kız ölü olarak bulunur. Televizyonda akşam haberlerini seyretme alışkanlığı olan ortalama bir Türk izleyicisi için gerisini tahmin etmek pek zor değildir. … Kaan, öğrenci evinde 35 yaşındaki sevgilisi, bir özel bankanın müşteri temsilcisi Talât Bey'in yemek sonrası neskafesini getirirken izler haberi. Talât, yaslandığı koltuğunda son Çin seyahatinden Kaan'a getirdiği porselen takımdan çıkarılmış ejder desenli fincandan ilk yudumunu aldıktan sonra yavaş ve sinirli bir tonla mırıldandı: "Yine bir töre cinayeti. Ya Urfa'dandır, ya Ağrı'dan ya da Bingöl'den". Kaan, zarif parmağını atletik bankacının dudaklarında hafifçe gezdirdi. -Çok dar açıdan ve bölgeci yaklaşmıyor musun olaya Taloş?"

Orta Asya'da TürkMoğol devlet geleneğinde hangi anlamda kullanılmış olursa olsun artık bir takım feodal ve ilkel dürtülerin motivasyonuyla rahatsız olmadan kan dökmenin, cana kıymanın adıdır töre.

… Ertesi gün gazete ayrıntıyı vermektedir… "Aydın'da oturan Ağrılı bir ailenin kızı olan genç kızın, 1 yıl önce 35 yaşlarındaki Mehmet Coşkun ile imam nikahıyla evlendirildiği, ancak evden kaçtığı… Polis tarafından Antalya'da bulunan genç kızın önce ağabeyi Ahmet Salman'a teslim edildiği…" … "Kızkardeşimiz kocasından kaçarak töremize yanlış yaptı. O'nu öldürmek için üç kardeş oturup karar aldık. … Sapanca'ya götürdük önce, orada uygun bir yer bulamadık. … Kağıthane'deki Sâdâbâd Viyadüğü'nden atmaya karar verdik." "Ağabey, atmadan önce gözlerimi kapayın" dedi. Aradık ama bağlayacak bir şey bulamadık. Bunun üzerine elleriyle gözünü kapadı…" … Kahvaltı masasında üçüncü sayfayı okuyan Talât, sol omzunun üzerinden talihsiz kızın resmine bakan genç sevgilisinin gözlerini kapattı. Sonra da

KAOS GL 5 / 10

gazeteyi katlayıp lavabonun altındaki çöp sepetine attı. - Kaan, bebeğim, ağlama lütfen! … "Ellerine sağlık, kahvaltı nefisti." Kaan, bal köpüğü gözlerini hafifçe kaçırdı. Kızararak: "Gece de sen nefistin. Gülsüm teyze yine çıkışacak bana. Bu kadar gürültüyü nasıl yapıyorsun diye." - Kapıyı arkadan sürgülemeyi unutma. Dikkat et. Cebim sürekli açık. Bir şey olursa ara. Sınıfınızda gözümün tutmadığı bir sürü tip var. Haa, finalde başarılar. Çalışkan çocuksun. İhtiyacın olacağını sanmıyorum ama Hoca'nın kulağını çınlattım, yeğenimdir diye. Takıldığın soru olursa yardımcı olacak. … … Sahi, nedir Töre? Orta Asya'da Türk-Moğol devlet geleneğinde hangi anlamda kullanılmış olursa olsun artık bir takım feodal ve ilkel dürtülerin motivasyonuyla rahatsız olmadan kan dökmenin, cana kıymanın adıdır töre. Dil, artık bu sözcüğün anlamını değiştirmiştir. Ya da anlamını biz kaydırdık. Tıpkı "türban" kelimesinin gerçek mânâsının unutulup irticanın ve örgütlü belirli bir siyasal kesimin provakasyon simgesi olan başörtüsü anlamına el koyduğu gibi. Kaşık Düşmanı'nın Kaos GL 4. sayı 58. sayfada yayımlanan "Kenan İmirzalıoğlu&Yılmaz Güney" başlıklı yazısında saygı duyduğunu belirttiği silâh ve kaba güçtür töre. "İkisi de ölümden korkmayan insanlar. Gözlerini kırpmadan her türlü tehlikeyi göze alabiliyorlar. Cesaret örnekleri" diyerek yazısına şiir gibi devam ediyor Kaşık Düşmanı. Kaşık Düşmanı'nı sarhoş eden bu şiirin anlamıdır töre. Ölümden korkmamanın cesaret ve kahramanlık sayılıp bir erdem kabul edilmesi Doğu toplumlarına özgüdür. Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'nde haşhaşladığı fedaileri de ölümden korkmuyorlardı. İngilizce'deki "assassinate" fiili kökenini "haşhaşin" denen bu tarikattan alır. Sözcüğün ne anlama gelip nerelerde kullanıldığını İngilizce'si yeterli bir arkadaşınıza sorabilirsiniz. Enver Paşa'nın Sarıkamış-Allahüekber dağlarında telef ettiği doksan bin gence de ölümden korkmamaları, Moskof gavuruna, Urus kafirine karşı imanlı göğüslerini siper etmeleri örgütlenmişti. Çünkü kahramanlık böyle olurdu. Böyle öğrenmişlerdi. Öyle anlaşılıyor ki kahramanlık anlayışımızda 2000 yılında da fazla bir değişiklik yok.

… `"İkisi de köy kökenli. Eğer lümpenlik köylü olmaksa ikisi de köylü." (Kaşık Düşmanı, adı geçen yazı). Hayır efendim, lümpenlik köylülük değil.


Lümpenlik baldırı çıplaklık, işe yaramazlık demek. Ayak takımı yani. Öte yandan köylülük sosyolojik açıdan tarımsal üretimin hakim olduğu katman anlamında çok da matah bir şey değil. Ülkeler geliştikçe, refah düzeyi arttıkça köylü sayısı ve köylülük azalıyor. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Küba, karnını resmi ideolojisindeki köylülük edebiyatı ile değil, Castro'nun her imkanı seferber ederek ülkeye çektiği cebi dolu turistlerle doyuruyor. Köylü kitlelerini kültür devrimi söylemiyle dinamitleyen Mao Ze Dung'un Çin'i açlık sınırına doğru giderken, dünyanın sayılı güçlerinden biri olma yolundaki günümüz Çin'i Şanghay'da ikinci bir New York yaratıyor. Kim İl Sung'un geri kalmışlığı kutsallaştıran diktası da Kuzey Kore'yi acınası hallere düşmekten kurtaramadı. Kendi kendimizi aldatmayalım. Yılmaz Güney'in afili

bakışı, "Anadolu çocuğu" kıvamındaki tavır ve davranışları, "haksız"a karşı yürüttüğü silahlı mücadelesi Aydın'da oturan Ağrılı ailenin oğullarına töre cinayeti ile erkekliklerini ispat etme şeklinde yansımaktadır. Kenan İmirzalıoğlu'nu ekranda izleyen Kaşık Düşmanı ile Ağrılı ailenin kızkardeşini Sâdâbâd Viyadüğü'nün dibine atan oğlunun beyinleri farklı çalışmakta, aynı süreçten farklı sonuçlar çıkarmaktadır. Geniş sosyo kültürel tabakalara şiddet aşılayan tutumlara aydın ve okumuş-yazmış kesim entel kaygılarla da olsa methiye düzmemelidir. Kültürel düzeyi Kalahari Çölündeki kabilelere yakın, büyük kısmı feodal kurallarla yönetilen Türkiye gibi geri kalmış bir ülkede bunun sorumluluğu büyüktür. 15 yaşındaki Naime Salman'ı Sâdâbâd Viyadüğü'nden atan ağabeylerinin de iyi birer Kenan İmirzalıoğlu izleyicisi olduklarına eminim. Kenan ve Yılmaz abilerine öykünerek yanlış(!) yapmış kardeşlerine ufak çaplı müdahalede bulundular ve ezilmiş ailelerinin gururunu kurtardılar. Nedim'in şarkılarını ezbere bilen sevgili Sâdâbâd! Kusura bakma, 2000 yılı Türkiye'sinden sana da töre cinayeti infaz mahalli olmak düştü. Şarkılarını unut artık.

C e n n e t Kovuldum Has bahçesinden sevgilinin Yüzyıllarca yaşadıktan sonra dizdize Mistik kuyularına atıldım çöllerin Kumlarla örtündüm Hamurumda vardı şeytanlık da Onun içindir kırmızıyı sevmişliğim bir zaman Biz sonsuz ateşe inanırken Yollar bomboştu üşüdüm yalnızlıktan Çıplaktım Yaprakları örttü beni yağmur ağaçlarının güneşle kavgalı kuytu ormanlarında sevişirdik Tek bedende çarpan iki şeytansı yürek Hayvanlar bile hayrandı El ele tutuşmamıza O ve ben İki kovulmuş Birbirimizi bulmuştuk Issızlığında kayalıkların Önümüzde deryalar dalgalanırdı da Dönüp bakmazdık bile Dudaklarımızı ayırıp birbirinden İki tunçtan vücut Umurumuzda değildi cennet sevgilinin has bahçesi Öldürmeyi öğrendik ölmeyi tattık Ve isyanı asice sevmeyi toprağı Başakların masallarını dinlerken ağlamayı Kayıp çocuklarını yetiştirdik Denizlere dağılmış adaların Her biri savaşçısı oldular fırtınaların Gün geldi ayrıldık biz sonbaharların en acımasızında Küskün dallarında uyudum beşik gibi çınarların Soğuk toprak açtı koynunu Barıştım cennetle Yaban otları sümbüller biryerlerde uyuyan gelincikler ve gülleri baharın artık tohuma kaçmış Gülümsediler bana Bir bebek gibi uyudum Rüyalı bir cennette Savaştan sonra barıştığım

Yaşar KAOS GL 5 / 11


ALEVHAN

Brandon ismini kullanan Teena 20 yaşında güzel bir kadındır. Saçlarını kestirir, kıyafetini değiştirir ve yakışıklı bir delikanlı görüntüsüyle -kadınlığı bilmenin avantajını da kullanarak- barlarda gezip kız tavlamaya başlar. Çıktığı kızların da en iyi sevgilisi olur. Onları gece evlerine bırakırken: "-Sen içeri girip güvende oluncaya kadar bekleyeceğim" der. Fakat bazen de namus düşkünü ağabeyler: "-Kızkardeşimi nasıl becerdin, pis lezbiyen, çık dışarı" diye kapısına dayanırlar. Küçük bir grupla Falls City'ye gittiği bir gece barda şarkı söyleyen Lana ile tanışır ve ona aşık olur. Lana alkolik bir annenin kızı ve hapishaneden yeni çıkmış John'un sevgilisidir. Brandon içer, eğlenir, tehlikeli oyunlara katılıp yerlerde sürüklenir. Lana sıyrıklarına bakarken, "-Neden kendini John'a böyle sürüklettin?" diye sorar. Brandon;

"-Ameliyattan önce mi, sonra mı evleneceksin?" diye güler kuzeni. Brandon parası olmadığından istediği halde ameliyat olamamaktadır. "Falls City'de eşcinselleri asıyorlar bilmiyor musun? Nasıl yaşayacaksın orada?" Aşık Brandon aldırmaz: "-Her şey yolunda gidiyor, dostlarım var. Lana ile beraber bar açacağız." Falls City'ye döner. Sevgilisi ile mutlu oldukları birkaç günün ardından bir kimlik kontrolünde kadın olduğu ortaya çıkar. Lana için önemli değildir, annesi; "-Seni evime aldım ve bulaştırdın!" diye bağırır.

hastalığını

kızıma

John ve hapishane arkadaşı Tom, Lana'nın bütün engelleme çabalarına karşın Brandon'u döverek çırılçıplak soyarlar, cinsel organını evdekilere ve direnen Lana'ya zorla gösterirler. Sonra da evden çıkıp dışarda beklemeye başlarlar.

"-Burada erkeklerin bunu yaptığını düşündüm sadece" der ve ona marketten çaldığı yüzüğü hediye eder.

Elbiselerini giyip evden çıkan Brandon az önceki erkekler tarafından kaçırılıp tecavüz edilir. Dayaktan ve acıdan bayılan Brandon'u kendi evlerine getirip hapsederler. Brandon banyonun camından kaçar ve polise gider.

Lana da Brandon'a aşık olmuştur ve onunla hayal ettiği büyük yolculuğa çıkmaya karar verir.

Polis şikayetin gereğini yapmak yerine Brandon'u sorgulamaya başlar:

Brandon Lincon'a gittiğinde evlenmek istediğini söyler.

"-Madem kızsın neden erkeklerle -erkek gibitakılıyorsun?

gey

kuzenine

-Nerenden tecavüz ettiler? -Anlamadım, bir daha söyle? Yüksek sesle bir daha..." Şoktaki Brandon'a "Seksüel kimlik krizim var" dedirtinceye kadar uğraşıp, bunu tekrar tekrar söyletir. Brandon Falls City'den ayrılmadan önce Lana'ya bir mektup yazmaya başlar. Şikayet ettiğini öğrenen John ve Ton o sırada gelirler. Defalarca bıçaklayarak ve tabancayla ateş ederek Brandon'u vahşice öldürürler. Önce filmin isminden başlayalım. Orijinal ismi: Boys Don't Cry. Malumaliniz üzere boy oğul, oğlan, delikanlı diye tercüme edilir. Ancak Türkçe'de yeni akım "erkek" kelimesini pek sevdiğinden "oğlan" kelimesine eşcinsel anlam yükleyerek silmeye çalışmaktadır. Böylece kız, kadın, dişi, bayan kelimelerine karşılık tek bir kelime doğurmayan insan cinsi için yeterli olmaktadır. Erkek. Erkek köpek, erkek bebek, erkek çocuk, erkek evlat, genç erkek, erkek… Boys

KAOS GL 5 / 12


Don't Cry da oğlanlar veya delikanlılar ağlamaz değil erkekler ağlamaz oluyor. (Man, Male: erkek) Bu film, festivalin tanıtım kitapçığında Türkçe fihristte olduğu halde İngilizce'sinde yer almama özelliğinin dışında "Kendi kendimin kadınıyım" ve "Neurosia" filmleri gibi sapkın-cinsel sapkın" olarak tanıtılmayışı da enteresandır. Brandon, kızlarla beraberliğini farkeden annesi tarafından odasına kilitlenerek cezalandırılınca evden kaçıp Lincoln'daki gey kuzeninin yanına gitti ve hem tipini hem davranışlarını tıpatıp bir delikanlıya benzetti. Hatta göğüslerini bandajladı, kilotunun içine uygun şekilde silikonlar koydu. Sevişirken asla soyunmadı, kendisine dokundurmadı. Kısacası elinden düşürmediği birası ve sigarasıyla, katıldığı güç gösterileriyle, çapkınlığıyla, koruyuculuğuyla delikanlılığın bütün raconunu yerine getirdi. Hatta kadınları becerirken de… Kendisini bir kadın, bir lezbiyen olarak görmedi. Parası olunca erkek olacaktı. Bir lezbiyen olarak, başkalarını yargılamanın yanlışlığının bilincinde olmamam mümkün değil. Ancak feminist yanım, erkek egemen kültürlerin zorla empoze ettiği "Toplumsal-cinsel kimliğin" erkekler tarafına düşen güç, şiddet, kendini üstün ve koruyucu görme vb. şeklinde tezahür eden davranış biçimlerinin bir kadın tarafından da içselleştirilip diğer kadınlara yansıtılmasından hoşlanmıyor. Düşünüyorum da, eğer Brandon yaşadığı aşklar için odaya kilitlenmeseydi, çevresindeki ve partnerindeki heteroseksist ve anti feminist önyargılardan saklanmak zorunda kalmadan tüm içtenliği ve açıklığıyla yaşayabilseydi gene de erkek -gibi- olmayı seçer miydi? Sanmıyorum. Çünkü; filmin bir yerinde kadın olduğu ortaya çıkınca Lana kendisine "Benim yaşadıklarımı senin de yaşamanı istiyorum. Bana dokunduğun gibi ben de sana dokunmak istiyorum" dediğinde "Şimdi değil" diye geçiştirse bile sonraki bir sahnede Lana onu öperek soymaya başladığında itiraz etmez ve hatta acemiliğinden utanarak "Becerebi-lir miyim, bilmiyorum" diyen sevgiliyi "Eminim yolunu bulursun" diye teşvik eder Brandon ve kendini onun kollarına bırakır. Brandon ölmeseydi biri ameliyatla erkek olmuş heteroseksüellerin değil iki genç kadının lezbiyen aşkına tanık olabilirdik. Ancak böyle bitseydi, bu film festivalden sonra da ülkemizin sinemalarında -haftalarca!gösterilmezdi. Haklarının ve birey olmanın bilincindeki iki kadın arasındaki aşk egemen güçler tarafından "tehlike" sayıldığından duyulması, görülmesi, bilinmesi yasaktır. Ama biri erkek rolünde iki kadın bulunduğunda ise etekleri zil çalan televizyon kanalları canlı yayına çıkarmak için yarışırlar. Medya maymunu yaptıkları kadınlara "Ben lezbiyen değilim. Lezbiyenliği iğrenç buluyorum. Ben ruhen erkeğim ve bedenen

de erkek olmak istiyorum" dedirtirler ve izleyici erkeklerin rahatlayarak kendilerini iyi hissetmelerini sağlarlar. Cumhuriyet tarihinde yalnızca iki filmde kadınlar arası aşk anlatılır. Senaryosunu birinde dört erkeğin, diğerinde iki erkeğin yazdığı ve erkeklerin yönettiği bu filmlerden ilki "Düş Gezginleri"dir. Bir sahil kasabasında erkeksiz(!) kalmış bir doktor kadın ile erkeklerden bıkmış bir fahişenin uygun erkek bulunca biten aşkları anlatılır. İkinci film ise "İki Kadın"dır. Bakan olan bir erkeğin kendisine küsen karısı ile tecavüz ettiği -gene!- bir fahişenin tanışıp arkadaş ve üstü kapalı aşık oldukları, birkaç güzel günün ardından bakan karısının kocasına dönmesiyle biten ilişki. Seks shop, vibratör, şişme kadın ilanlarının her türlü gazete ve dergide yayınlanabildiği 1990 yılları başında çekilen bu filmlerde kıssadan iki hisse vardı: Avrupa'ya "Sizde öyle filmler varsa bizde de var" demek, içeriye "Erkeksiz kalanlar, kocasına küsenler ve fahişeler dışında hiçbir kadının düşünemeyeceği kadar anormal bir yoldur bunlar" dersini vermek. (Bu filmlerde rol alan kadınların gazeteci erkekler tarafından "Neden oynamayı kabul ettiniz, öpüşürken iğrenmediniz mi, yoksa siz de…?" gibi sorulara ne kadar çok maruz kaldığını da unutmayın). Tekrar yazı konumuz olan filme dönersek, Delikanlılığın bütün raconunu yerine getirdiğini düşünen Brandon aklına getirmediği erkekliğin gerçek yüzünü, erkekliğin kitabını yazmış John vasıtasıyla acı bir şekilde öğrenmiş oldu: korkutmak, şiddet, öfke, kıskançlık, tecavüz, öldürmek… (Yüzyıllar öncesinde hayli revaçta olan, lezbiyen hastalığını tedavi için tecavüz uygulaması günümüzde de yer yer devam etmekteymiş, haberiniz olsun!) Erkekler Ağlamaz filminde en etkili bölüm kuşkusuz, cinsel organına bakmak için Brandon'un dövülerek çırılçıplak bırakıldığı anda birden bire gelen tam ses-sizlik ve ağır çekim; şiddetin başka başka boyutlarını düşünmesi için seyircinin özellikle tek başına bırakıldığ ı sahneydi. Tecavüz sahnesi de öyle.

Ama biri erkek rolünde iki kadın bulunduğunda ise etekleri zil çalan televizyon kanalları canlı yayına çıkarmak için yarışırlar. Medya maymunu yaptıkları kadınlara "Ben lezbiyen değilim. Lezbiyenliği iğrenç buluyorum. Ben ruhen erkeğim ve bedenen de erkek olmak istiyorum" dedirtirler ve izleyici erkeklerin rahatlayarak kendilerini iyi hissetmelerini sağlarlar.

KAOS GL 5 / 13


Ümit KADER

Geçenlerde, sürekli gittiğim, benim için gündelik bir alışkanlık halini alan bir kafenin duvarında aşkla ilgili bir yazı vardı. Aşkın beklenti yumağına dönüştürüldüğü günümüz ilişkilerinden farklı, gerçekten seven bir insanın haykırışıydı ve yer yer bir isyanın izlerini taşıyordu bu yazı; "Senin de bir insanı günün 24 saati düşündüğün oldu mu? Durup dururken gündelik yorgunluklar içerisinde, kendi kendinleyken... Kim iddia edebilir ki onu düşünmenin ona olan aşkını yaşamaya yetmediğini! Tıpkı o yanındaymış gibi, ona ait en mahrem görüntüleri bile tek başına yaşayabilirsin. Ama işte... Mutlaka ona kavuşmalı, ona dokunmalısın. O zaman da ona kavuşa anını kendi kendine yaşarsın. Evet, aşkı bulmak ve onu yaşatmak… Aşkımı nasıl rüya görürken bile yanımda taşıyorsam, nasıl düşlüyorsam ona kavuşma anını, nasıl inancım sonsuzsa ona, biliyorum; onu düşünmeyi sürdürdüğüm sürece aşkım yaşayacak. Çünkü tıpkı onunla yaşadığım gibi, onun uğruna ölüyorum da…"1 Son derece içten ve sade bir dille yazmış gözükara arkadaşım. Tıpkı Sait Faik'in "Her şey bir insanı sevmekle başlayacak." sözüyle bizlere hissettirdiği sevginin yüceliği ve hayat vericiliği gibi. Sanırım tek farkları da arkadaşın aşkı uğruna ölmekte olduğunu dile getirmesi. Buna çok şaşırmamalı, zira Bekir Yıldız "Reşo Ağa"2 adlı hikâyesinin başında "Doğunun insanı sevdiği için ölür..." der. Eskiden, küçük bir çocukken, insanların sevgi kelimesinin içindeki hayat kıvrımlarından çıkara çıkara ölümün soğukluğunu ve karanlığını çıkarmasını garipserdim. Yirmili yaşları yaşadığım yılların birinde küçük iskender'in "Cangüncem" adlı kitabını okuduğumda karşılaştığım bir madde çocukluk günlerimi hatırlamamı sağlamıştı: "Şiirin içindeki su sözcüğü şiirin içindeki ateş sözcüğünü söndürebilir."3 İşte ben isterdim ki, sevgi kelimesinin içindeki hayat kıvılcımları da ölümün karanlığını yoketsin. Ama bunun boşuna bir bekleyiş olduğunu öğrenmiştim. Çünkü, sevgi ve ölüm çağlar boyunca birbirini beslemek durumunda kalmış, en büyük sevdaların sonu ölüm olmuş. Geriye de sevdiği uğruna ölme gözükaralığı kalmış. Bu da yerini, bir insanı ne kadar sevdiğini anlatmanın ölçüsü olan ölüme bırakmış, ölüm bütün toprakları kurtarmış. Peki sevgi gerçekten bu kadar vazgeçilmez mi? Daha doğrusu sevgi süreklilik arz eder mi?

1

Ertuğrul Reşo Ağa, Bekir Yıldız 3 404. Madde/Sy. 138/ Cangüncem, k. İskender/YKY 2

KAOS GL 5 / 14

Okulda "Edebiyat kavramları" dersinin hocasının tavsiyesi üzerine Edward Morgan Forster'ın "Roman Sanatı"4 adlı kitabını okumuştum. Kitabın "Kişiler-1" başlıklı üçüncü bölümünde yazar romanlarda "sevgi"nin roman kişileriyle ilişkilendirilişine ve sevginin insanlarda yer alışına değinir; insanoğlunun asırlara yayılan bir yanılgısının altını çizer. Sevgi ile ilgili bu satırları şöyledir: "... sevgi konusundaki yanlış inançlarımızdan biri de sevginin hiç bitmeyeceğidir. Bitmediği değil, bitmeyeceği. Oysa hem tarih, hem kendi deneyimlerimiz bize göstermektedir ki, insanlar arasındaki ilişkilerden hiçbiri sürekli değildir, insanların kendileri gibi ilişkileri de değişkendir; bu ilişkilerin sürekli olabilmeleri için ustaca bir dengede tutulmaları gerekir; süreklilik kazandıkları zaman ise, insanlararası ilişki olmaktan çıkarak, birer toplumsal alışkanlık durumuna girerler, çünkü ağırlık artık sevgiden evliliğe geçmiştir." Yukarıdaki satırların, kendi deneyimlerimizi kullanarak, sağlamasını yapmamız mümkündür; yazarın da belirttiği gibi. Evet, maalesef sevgi süreklilik arz etmez. Çünkü, ne kadar yoğun yaşansa da, ne kadar uzun bir zamana yayılsa da, zamanla o ilk anlardaki yoğunluğunu kaybeder ve sıradanlaşarak bir alışkanlığa dönüşür. Çoğunlukla bunu göremediğimiz için monotonlaşan ilişkilerimizi "masaları yumruklayarak"5 yürütme "çaba"sına gireriz. (Ben bunu, herşeye rağmen sahneleri bırakmayan bir ses sanatçısının inadına benzetiyorum). Sevgili Perihan Mağden'in bir yazısında değindiği "aşkta taraflardan birisinin daha ziyade sevmesiyle"6, Murathan Mungan'ın "Metinler Kitabı" adlı kitabının Kapan Metni başlıklı uzun öyküsündeki, "Kadınlar, kendilerini o kadar önemserler ki, karşı tarafın bütün duygularına kendilerini yazarlar. Çoğunun ilişkide uğradıkları hayal kırıklığı, kendi senaryolarının boşa çıkmasıdır yalnızca."7 satırları yukarıda değindiğim "çaba" açısından paralellik taşır. Metinler Kitabı'ndan aldığım bu satırları genelleştirirsek, yani ilişkide yapılmaması gereken bu hatayı taraflardan herhangi birisinin yaptığını varsayacak olursak ki, bu genelde böyledir, Perihan Mağden'in yazısında "daha ziyade seven taraf" tanımlamasıyla belirsiz bıraktığı sevenlerden herhangi birinin örtüştüğünü görürüz. O zaman bütün bunları şöyle sıralamamız da mümkün; bir ilişkide daha ziyade 4

Roman Sanatı, E. M. Forster/Sy. 95/ Adam Yayınları, Çev. Ünal Aytür 5 Murathan Mungan'la Röportaj, Hülya Bankoğlu Ekşigil, "Sanat söz konusu olunca, zalimim" Vizyon Dergisi, Ocak'96/Sayfa 41 6 I'll Survive'nın Sırrı, Perihan Mağden, Radikal, 3 Nisan 2000 7 "Kapan Metni" Metinler Kitabı, Murathan Mungan, Metis Yayınları, Sayfa 119


seven taraf aynı zamanda karşı tarafın duygularını da yazandır. Böyle olunca da aşk bir gün, o ilk anlardaki yoğunluğunu kaybedip, sıradanlaştığında "daha ziyade seven" masaları yumruklamaya başlar. Bunun boş bir çaba olduğu açıktır. Ama her seferinde de farklı şekillerde yaşanılması kaçınılmaz gibidir. İşte size birkaç farklı şekil; a) İlişkide terkedilmeyi bir çeşit yenilgi sayıyorsanız ve gururunuz "çok"un da ötesinde kırılmışsa Özer Bal'ın şiiri tam size göre; "Sana yüklediğim anlamlar senmişsin gibi düşünme aldanırsın Sen o anlamlarla sadece bende varsın." b) Terkedilmenize rağmen, illa terkeden olduğunuz yalanıyla kendinizi kandıracaksanız Ben Deniz sizin için söylüyor; "Yoluma çok aşk çıkar benim daha Bir defa aklıma koyduktan sonra Bana ne sen kendi derdine yan Acaba bulur musun bir ben daha?" c) Her şeye rağmen onu unutamıyor ve acınızı katlamak istiyorsanız Sezen Aksu'nun "Keskin Bıçak"ı sizin acınızı cilalamak için yaptığına inanabilirsiniz: "…

Nerde bende o yürek Yardan cayacak …"

d) Çok yüce gönüllüyseniz, size bir tokat atana diğer yanağınızı çevirecek kadar ilerlettiyseniz işi, Puşkin'in "Seviyordum Sizi"8 şiiri tam size göre; "Seviyordum sizi ve bu aşk belki İçimde sönmedi bütünüyle; Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi; İstemem üzülmenizi hiçbir şeye. Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi, Kâh ürkeklik, kâh kıskançlıkla üzgün: Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki, Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin." e) Tabi bütün bunlar sizi kesmemiş, içinizdeki volkanı söndürememiş ve durum böyleyken kızgın lavlar bacaklarınızdan süzülüyor ve kimin kimi terkettiğine karar verebilecek durumda değilseniz Devran Çağlar için için sizin için söyleyecek; "Ayrıldık sevgilimle ayrıldık birtanemle …" f) Ondan sonra onbiri bularak yaşamınıza devam edeceğinizi haykırmak istiyorsanız, Cher "Strong Enough"ı sizin için icra ediyor;

"I'm strong enough to live without you."

Bütün bu şıkların ışığında gerekli değerlendirme yapmayı size bırakıyorum. Kendinize uygun gördüğünüz bir şıkkı seçebilir ya da yeni bir tane oluşturabilirsiniz. Ancak bu arada aşağıda yazıyla ilgili ya da ilgisiz sorular hakkında düşünmeye en dersiniz? İşte 100 puanlık uzmanlık soruları: - Eğer aşk "onu düşünerek" yaşanabiliyorsa, ona "kavuşmanın" ve "dokunmanın" anlamı nedir? Bu istek Forster'ın değindiği "değişkenlik"in bir sonucu mudur? - Eğer aşkın yaşanabilmesi için bir nesne gerekiyorsa ve aşk kutsal ise, neden kimi insanların aşklarını yöneltiş biçimleri sapıklık olarak adlandırılıyor? - Değişken olan insanlar mıdır, yoksa durumlar mıdır? Hangisi hangisinden çıkar? - Aşk her şeye rağmen yaşanabilir mi? - Aşkı ölümsüz kılan ona kavuşamama ve dokunamama mıdır? Leyla ile Kays kavuşabilseydi "Mecnun"la müşerref olamayacak mıydık? - Neden Leyla ile Şirin, Ferhat ile Mecnun yok? Aşkın sınırlarını belirleyen kim? Kuralları kim icat etti? Kurallar yaşayamamanın ürünü mü? Bir yerlerde saklanan Ferhat ile Mecnun var mı? - Köroğlu Ayvaz'ı gönül yoldaşı eylediğinde kimse telaşlanmadı da, şimdi kimin derdi kimi geriyor, ne maksatla? Yoksa eskiden önemli olan sevmeyi başarmak mıydı? - Her şeyi mümkün kılan sevgi homofobiyi neden yenemiyor? Yoksa homofobi bir çeşit trafik canavarı mı? - Aşkın özrü var mı? Aşk içimizin yansımasıdır diyebilir miyiz? En çok aşık olduklarımız bizim kaçta kaçımızdır? Aşk benzerini aramak mıdır? - Bir insan, sevgi için methiyeler düzecek denli önemsiyorsa onu, neden bir başka sevgiyi saçma bulur? - Bir arkadaşım hayatın amacını "sevgiye ulaşmak" olarak açıklamıştı. Eğer gerçekten amaç buysa neden kimileri derin sularda istediğince kulaç atarken, bizler sadece yaşayabilmemize yetecek sevgiye bile hasret bırakılırız?

8

Seviyordum Sizi, Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, Çev: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet "Kültür" Sayfası, 6 Mayıs '99, Sayfa:13

KAOS GL 5 / 15


UMUTSUZ AŞK karşısındayız derin bir kuyunun zamanı unutmuşuz bulutlara dağılmış gülümsemelerimiz neden karanlık der gibi sanki yüreğimize akan su biz ki orda öylece bekleyeceğiz çıldırışı gibi nietzsche'nin kendimize uzak bir gecede sonsuz bozkırlardan getirdiğimiz gülleri derlerken, koyacağız kendimizi hileli bir oyuna sonra sabah olacak şehirler yanacak gökten inen alevlerle faili meçhul bir cinayeti konuşurken insanlar gözlerimizde kadim kervanlardan kalma bir korku maktulü olacağız düşlerimizin karşısındayız derin bir kuyunun kuyuda bak söyleniyor türküleri mahşerin biz ki ezelinin günahkâr mumyaları bak tenlerimiz vahşi çan seslerinin büyüsünde donmuş dağ gölleri gibi ölgün ve sessiz biz ki bu dünya masalında umutları venüs'e bırakılmış iki sevgili sen ve ben daha hiç yaşanmamış günlerin yapayalnız silueti Can Uğur KARANLIK BİR GÖKTE YALNIZLIK ölümdü güzel olan ve korku köşküne en yakın ve yalnızlık okyanusunda ilk devinim sizdiniz (kilit vurdu kader usun kalın duvarlarına gidiyordu bulutlar ağır aksak göçmen kuşlar diyarına) onlardı altın saraylarında son otağ onların bilinçleriydi son şarabını içmiş atomların korkunç bir çığlıkla ağını yırtan örümcek sizdiniz sırrına ermek adına evrenin son görüntüleriydiniz sessiz (nice aşıklar vardı mahcup ve son deminde uykunun oysa sular hep gidiyordu avuçlarına doğru uçurumların) onlardı sarı bir sis içinde son koşan son söz içinde o büyük yalnızlık ve sır onlar ve siz belki aynı yoldan geldiniz ama ne siz ne onlar yoktunuz sonsuz fırtınalı günlerinde tanrı'nın Can Uğur

KAOS GL 5 / 16


İktidarın her türüne olduğu gibi, erkek egemenliğine ve onun yaratmış olduğu kültüre karşı bir başkaldırının dile getirildiği bu oyunda; erkek egemen kültürünün yanısıra, toplumsal rollerin kodladığı cinsel kimlik ve davranış sorgulanıyor...

Daniel RUDMAN penis: ilk yakınlaşmamızı hatırlıyor musun? ben: daha henüz çok saftım... oldukça saf... sinemadaydım... sertleştiğini hissetmiştim ve pantolonumun cebinden sıkıca sarılmıştım sana. ve sonra sen hırçın bir at gibi ileri doğru oynamaya başladın. ödüm patlamıştı, ne olup bitmişti hiç anlamadım. penis: parmaklarının pantolondan verdikleri duyguyu hala çok iyi hatırlıyorum. ben: ve sonra her akşam, annem beni yatağa yatırıp ışığı söndürdükten sonra ve ben küçük kardeşimin uyuduğuna emin olduktan sonra sana dokunup seninle oynuyordum. hep o anı bekliyordum. penis: ben de... dört gözle geceyi bekliyordum. ben: tanrım, ne kadar şahane bir oyuncaktın sen... gizli, sihirli bir oyuncak. sadece benim. ve seni okşadıkça sen büyüyüp sertleşiyordun. ve ateş basıyordu seni... penis: ayrıca sihirli parmakların vardı senin... ben: ...büyüyüp sertleştikten sonra ve ateşin de yükselince dans etmeye başlıyordun, vahşi bir dans. ve kriz gelmişçesine tükürüyordun... tamamen çıldırmış bir deli gibi. bense gülerken ağlıyordum... çılgınca bir şey penis: ben de çılgınca buluyordum... her defasında... ve sonra tekrar bana sarılman hoşuma gidiyordu... bütün gece bana sarılıyordun - sabaha kadar... hatırlıyor musun? ben: evet... evet... hatırlıyorum. ama ne var ki bu durum uzun sürmedi... uzun sürmedi... (bugüne yönelerek). penis: biliyorum.. ben: uzun sürmedi.

penis: aniden her şey değişti. artık eskisi gibi seyretmemeye başladın beni. ben: (düşünerek ve konuşmaya hazır) evet, hatırlıyorum. sanıyorum her şey, sen kızlara ilgi duymaya başladıktan sonra değişti. penis: hayır... daha önce; senin kızlara ilgi duymaya başlamandan çok önce; sen de suçluluk duygusu belirmeye başlamıştı... benimle oynamanın kötü bir şey olduğunu hissetmeye başlamıştın... hatırlıyor musun? ben: hımm... penis: o korkunç fantezilerini hatırlıyor musun? benimle beş gece oynayacak olursan kalp krizi geçirecekmişsin... on defa oynarsan kanser olacakmışsın. yüz defa oynayacak olursan, sapan gibi çatlamış bir penisle uyanacakmışsın uykudan ve sonra yaşamının sonuna kadar sakat kalacakmışsın... hatırlıyor musun bu düşüncelerini? ben: evet... evet... (kızmaktan kendini alamayarak) evet... penis: o zamandan bu yana benimle hiç eskisi gibi ilgilenmedin. ben: evet... hatırlıyorum tabi. ancak bunun günümüzle hiçbir ilişkisi yok... onlar artık geçmişte kaldı. penis: ne var ki, geçmişte kalanlar beni ilgilendiriyor! ben: hayır, benim bugün kadınlara ilgi duymam daha önemli... kadınlara diyorum kamış, sana değil. penis: bir zamanlar seni tahrik ediyorsam, şimdi de edebilirim. ben: asla penis: nasıl böyle emin olabilirsin? ben: çünkü o zamanlar bir çocuktum, şimdiyse bir erkeğim ve bir kamışı hiç duyumsamıyorum.

Karl Heinz Rudi'nin düşünsene bir kez; sen küçük, ince, kırışık-buruşuksun ve çoğu Almanca çevirisinden zaman sadece bir tarafa doğru eğik Türkçe’ye aktaran: duruyorsun, bir ur gibi H. İbrahim Türkdoğan sallanmaktasın, eğri büğrü. bunun nesi çekici? penis: beni tahrik etmeyi denemiyorsun ki artık. ben: haklısın. ama allah kahretsin! sen kadın değilsin ki. senin baldırın, göğsün, vajinan yok ki... beni bu tür şeyler tahrik ediyor! anlayabiliyor musun? hıı? penis: ama senin parmaklarının görüntüsü bir başka ve bir laleden daha farklı bir duygu veriyor, işte bu beni tahrik ediyor. ben: (yorgun olduğunu hatırlayarak - iğneleyici bir tarzda) ama bir kaç dakika önce hiç de böyle değildi... penis: tabi, çünkü... ben: çünkü sen hala kızıyorsun, çünkü seni biraz önce çekiştirdim. bu nedenle boş yere tartışıyoruz. penis: boş yereymiş! ben: sana söyledim üzgün olduğumu... birkaç kez söyledim...ne istiyorsun hala? bu konuyu artık unutabilir miyiz... ne dersin kamış? dinlenmeye ihtiyacım var. susabilir miyiz? seni düşündüğümü biliyorsun kamış. penis: böyle bir şey söyleyemezsin... bu kadar şey konuştuktan sonra böyle bir şeyi hala söyleyebiliyor musun? ben: ne demek istiyorsun? penis: beni düşündüğünü öylesine söylüyorsun, değil mi? bana dokunurken beni seyretmiyorsun, çünkü beni seyretmen kahrolası kadınlarla olan fantezilerini rahatsız ediyor. ve sana bütün bu kullanılmışlıktan bıktığımı söylediğimde de, sanıyorsun ki, bana bağırdığın için bunları söylüyorum...sen söylediklerimi dinlememişsin, hiç bi bok dinlememişsin... beni

KAOS GL 5 / 17


düşünüyormuş! ha, ha... ben: kamış... kamış... penis: (histerikleşiyor) beni düşünüyormuş! ha, evet çok doğru tabi ki düşünüyorsun. bir kez olsun bana eğilip bakmadan mı beni düşünüyorsun... köpekler işesin böyle işe. buna ben nefret derim, nefret, evet nefret, nefret... nefret... ben: sinirlenme moruk... ne dediğini bilmiyorsun sen. penis: o halde neden gözlerini yumuyorsun, madem ki o boktan fantezin sona eriyor. o kahrolası gerginliğini giderip naylon bir bezin içine boşalan ben değil miyim? öyleyse, neden benden ellerini uzaklaştırıyorsun? ve daha sonra da benliğimi bir parça tuvalet kağıdıyla siliyorsun, neden? ben zehirli miyim? ve ben boşaldıktan sonra neden cesareti kırılmış ve iğrenç hissediyorsun kendini?...neden, eğer bu nefret değilse? açıklasana! ben: dinle kamış! penis: açıkla bunu bana...evet ben de senden nefret ediyorum...nefret ediyorum senden...nefret ve tanrıya yemin ederim ki, artık bana dokunmana izin vermeyeceğim. yemin ediyorum, allah kahretsin, yemin ediyorum! (içini çekerek, hıçkıra hıçkıra) ben: kamış... kamış penis: (hüngür hüngür ağlıyor) ben: kamış penis: (hala iç çekiyor) ben: (çok üzgün, ilk kez penisle arasında bağlantı kurmaya çalışıyor) büyük bir olasılıkla haklısın... belki sana garezim var... belki... penis: sus! hiçbir şey duymak istemiyorum. ben: ama kamış, ben... penis: SUS! ben: ama ben, kendimi nasıl hissettiğimi anlatmaya çalışıyorum sana... seninle konuşmaya çalışıyorum, neden dinlemek istemiyorsun? penis: (susuyor) ben: seni dinliyordum! (sinirleniyor) seni dinledim, değil mi? en azından sen

KAOS GL 5 / 18

beni dinliyorsun... kamış... kamış penis: (susuyor) ben: (penise eliyle dokunuyor)... lanet olası, istesen de istemesen de, beni dinlemelisin, anlıyor musun? anlıyor musun beni kamış? senin böyle suskun suskun, çekilip büzülmeni istemiyorum... istemiyorum... penis: auv! auv! dur! sıkma beni... yapma... acıtma canımı... ben: durmıycam. hayır, hayır, ne söylediğimi dinlemediğin sürece durmayacağım. penis: BIRAKSANA! LANET OLSUN! canımı acıtıyorsun...BIRAK...BIRAK! seni despot seni, seni otoriter sikici. benden büyük ve güçlü olduğun için, sanıyorsun ki... ben: allah kahretsin. dinlesene beni! penis: DUR YAPMA! DUR! ben: (penisten elini çekiyor) şimdi n'apıcam, ne yapabilirim ki, bana böyle çamur atarsan? despotlukmuş, senin suskunluğun despotluktur...bana bağırıp çağırıyorsun ve sana yakınlaşmaya çalıştığımda da...allah kahretsin... yelkenleri indiriyorsun...yapabileceğim tek şey seni tutmak. penis: bırak beni... ben: ama haksızlık yapıyorsun... penis: haksızlıkmış. bu kelimenin içeriği sana yabancı. senin algıladığın ve düşündüğün tek şey kendin. ben: ama şimdi, ne hissettiğimi sana gerçekten anlatmaya çalışıyorum. penis: beni ilgilendirmez... anlıyor musun? hiç mi hiç ilgilendirmiyor. ben... bak... bak... beni uyandıran sen değil misin? uyuyamayan da yine sensin... bu nedenle beni uyandırıyorsun. beni uyandırdıktan sonra da, iki kez isteklerini yerine getirdim, yalan mı? beni kullanmana göz yumdum ama üçüncü kez hayır, o zaman göz yummadım ve buna seviniyorum. konuştuk ve mesele kapandı: ben söylemek istediğim her şeyi söyledim, sen de söyledin. şimdiyse kendimi iyi hissetmiyorum ve senin yarattığın atmosfer de beni yordu, parmakların midemi

bulandırıyor, senden bıktım, bıktım... senden nefret ediyorum, seni SİKTİĞİMİN BENCİLİ! ben: (kızarak) iyi, ben de senden nefret ediyorum, kamış! tam yeri...tam zamanı, şimdi söyledim işte, senden nefret ediyorum, seni tanrının lanetlediği ince, eğri büğrü, sivri kafalı kemik... senden her zaman nefret ettim... her zaman... dünyada en çok senden nefret ediyorum. penis: (yine şimdiki zamana dönerek...kısa bir gülücükle) oh... ben de sanmıştım ki, benimle ilgilendiğini söyleyeceksin. ben: yalan söyledim! ne hissettiğimi tam olarak bilmiyordum. senden nasıl nefret etmeyeyim, beni yıllarca zor durumda bıraktın... kadınlarla ilişkilerimde hiçbir işe yaramadın, üstelik beklentilerimi de yerine getirmedin. uyumam için yaptığın yardımını bununla karşılaştırırsam, pek bir değeri kalmıyor. kadınlarla her beraber oluşumda zor durumda bıraktın beni, sürekli erken boşalıyordun. iki hafta önce sheile ile beraberken yine aynı şey oldu. bu boktan sorunlar neden uyumamı engelliyor, biliyor musun? düşündün mü hiç? kendimi bok gibi hissetmem hoşuma mı gidiyor sanıyorsun? penis: bunu bilmediğimi mi sanıyorsun? ben: bilsen ne olur, ne değişir?... beni sürekli zor durumda bırakıyorsun, o halde nasıl nefret etmeyeceğim ki senden? ah evet, başlangıçta iyimserdim: vajinalar onun için yeni bir şey diye düşünmüştüm, sabırlı ol dedim kendi kendime. belki bir dahaki sefer içerde uzun kalabilir, belki gelecek sefer kendine daha iyi hakim olur sanmıştım. ama tatmin edici bir gelecek görmedim... asla... asla... ve ben buna dayanmalıyım, dayanmalıyım... penis: kendimi nasıl hissettiğimi sanıyorsun ki? ben: (çılgınca bir öfkeyle) hiç mi hiç bilmiyorum. bildiğim şey, yıllardır hep ama hep aynı şey oluyor ve son bir kaç aydır öylesine yıkılıyorum ki, seni yaşamımdan çıkarıp atmak istiyorum, seni satırla parçalamak ve bir tuğlayla ezerek kan püresi


yapmak istiyorum, lanet olası kan püresi! (sessizlik başlıyor ve ikisi de bu diyalog sonrasında birazcık etkilenmiş durumdalar) penis: (sakin ve yavaşça) anlattıklarınla beni suçlu çıkarmaya çalışıyorsun. ben: değil misin? suçlu değil misin? penis: yoo. ben: sen saçmalıyorsun be. başka kamışlar sürekli başarılı. başkaları gerginliklerini giderebiliyor ve uzun uzadıya kalabiliyorlar, aceleci filan da değiller... peki, sen? sen neden onlar gibi değilsin? penis: ve bir zamanlar da sevişmeden önce bira ve şarap içiyordun, hem de güğümlerle... ya da ot içerdin ya da hepsini birden. tüm bunların seni gevşeteceğini sanırdın. bir defasında da meskalin almıştın hatırlıyor musun? charlotte ile grüneburg parkındaydık bir gün, aklına geliyor mu hiç? bırak sikişi, hiç bi bok olmamıştı, sen fermuarını daha çözmeden ben boşalmıştım. hatırlıyor musun? ben: evet hatırlıyorum. penis: ve sonra bununla da başarılı olmayınca, başka şeyler denemeye başladın: sevişmeden on ya da on beş dakika önce banyoya girip, bana, sen çok heyecanlısın deyip ovmaya başlıyordun beni, ta ki ben boşalana kadar. ve sonra beni temizleyip o kahrolası kadına yeniden dönüp beni içeri itiyordun. ve ben, her zaman olduğu gibi, o kez de erken geldim. ben: bu boktan şeyleri bana anlatmanın hiçbir anlamı yok... ben zaten biliyorum. penis: ama benim söyleyeceklerim daha bitmedi. bir şey daha var... bir şey daha. senin son fikrin: sıkma tekniği (sen bunun adına ne dersen de). hatta bazı meşhur psikologların söylediğine göre bu yöntem yüzde doksan beş başarıyla sonuçlanırmış. bir keresinde kadınla yatakta biraz seviştikten sonra benim heyecanlanmamı sezdin... üstelik ben öyle bir heyecanlanırım ki, her an boşalabilirim... sonra sırtını dönüp kalktın ve işemek zorunda olduğunu gerekçe göstererek hemen banyoya gittin. orada beni sıkıp içimdeki pisliği dışarı

atarken, boynumu öylesine sıkışmıştın ki, öleceğimi sanmıştım. sonra pörsükleştim, neredeyse bayılıyordum. neticede yatağa dönüp sil baştan yaptın. ve ben, her zamanki gibi, yine erken geldim. bu da başarılı bir sonuç vermedi, ben, değil mi? ben: (bu konuşma esnasında kendini hafifçe sırıtmaktan alıkoyamıyor) hayır... o benim hatamdı. yani benim seni sıkmamla olmaz, bu işi bir kadının yapması gerekiyordu. penis: aha, bir kadın yapmalıymış? senin beni boğman yetmiyormuş gibi, bir de yabancı kadınların benimle uğraşmalarına izin vereceğim. onlar ki, içimdeki pisliği beni boğarak dışarı çıkarıyorlar... allah kahretsin! bu da başarılı olmaz. hiçbir şey olmuyor ve olmayacak da. sen de, neden erken boşalıyorsun diye sormaktan başka bir şey düşünemiyorsun. sanki erken boşalmak çok kolay değiştirilen bir şeymiş de. ben: doğru... haklısın... zor işte. sen uzmansın... hadi artık anlat bana. penis: her şeyden önce bilmen gerekir ki, ben her zaman erken boşalmıyorum. sadece ilk sikişte erken oluyor, ikincisinde değil... bunu itiraf etmelisin. ben: bu yaptığın konuyu saptırmak. bende ikinci kez diye bir şey yok. bunu bilmen gerekir. birincisinden sonra kendimi o kadar yıkılmış, yıpranmış ve stresli hissediyorum ki, ikinci bir kez denemek bile istemiyorum. penis: biliyorum. ben: ben epeyce yıprandım... ama sen... sen en azından tatmin oluyorsun... en azından gerginliğini gideriyorsun. uyumak için yeterlidir bu. beni rahatsız eden de uyuyamamak... erken gelmeyeyim diye ben ezbere iş görüyorum. ama sen buna rağmen erken boşaldığında, ben kendimi kelimenin tam anlamıyla bok gibi hissediyorum. ve aahh... ya sen! tüm bunların nedeni olan sen, rahat rahat uyuyorsun. penis: cennette yaşıyormuşum gibi anlatıyorsun. ben: ne demek, öyle değil mi yani? ne bileyim, en azından tadını

çıkarıyorsun. penis: hayır, tadını filan çıkardığım yok! ben: söylesene... ne zaman kendini aldatılmış hissediyorsun? penis: tabi ki uyurum. uyanık kalıp o lanet olası kadınların yanında benimle ilgili teranelerini duymaktansa, uyurum daha iyi. ben: söyle söyle, çekinme. ben dayanıklıyımdır. bir takım şeyleri geçiştirmeye çalışma. penis: bir şeyleri geçiştirdiğim filan yok. ben: inanmıyorum! penis: inanmak istemiyorsun. ve sadece kendine acımaktasın. ama gerçeği duymak istiyorsan: mesele yüzde doksan dokuz BOKTAN! ben: benim içinse YÜZDE YUZ BOKTAN! penis: evet, evet. sen daha çok acı çekiyorsun... tamam ama bu, bir laleden çıkıp ötekine girmenin bende uyandırdığı duyguları anladığın anlamına gelmez. ben: öyle deme... onun adı vajina. penis: ama ben öyle söylemek istiyorum. ben: biliyorsun ki, bunun benim için önemi var. bana kanayan bir yarayı hatırlatıyor... cıyak cıyak bağırarak odadan çırılçıplak kaçan annemi gördüğümden bu yana her zaman. penis: ama bunda benim bir suçum yok ki. ben: asla böyle bir şey iddia etmedim zaten... ama neden vajina diyemiyorsun ki? penis: çünkü o benim için bir laledir, bu nedenle... sen bana neden penis demiyorsun? ben: ben... ben... penis: evet? ben: sanırım alışık olduğum için... ben hep sanırdım ki... penis: kamış olduğumu düşünürdün, di mi? ben: sanırım... penis: tamam... sen bana kamış demezsen, ben de lale demem. ve ben laleyi lale olarak hissettiğim sürece öyle diyeceğim. Kaldı ki, oraya girmek zorunda olan sen değil, benim. sen, zamanını laleleri hayal etmekle ve gir-çık oyunları üzerine fanteziler kurmakla

KAOS GL 5 / 19


geçiriyorsun. gerçek şu ki: ...zorunda olan benim ve ben çoğunlukla isteksizim. ben: neee? penis: oh, evet. bazı istisnalar hariç. ama kendimi çoğunlukla gergin ve ürkek hissediyorum... ve çok huzursuz... ben: huzursuz mu?... hahahahahahahahahah...huzursuz.. . penis: istediğin kadar gül. ben: hahahahahahahahahah... olamaz böyle şey! penis: gülmen gerçeği değiştirmez ya... aslında ben laleleri hiç tanımam. sen sikerken ben neden huzursuzluk duymayacağım ki? benim isteyip istemediğimi hiçbir zaman sordun mu? ben: (gülmüyor artık...hiddetlenerek) bu senin görevin, sen bir kamış değil misin? yeryüzündeki bütün kamışlar bu işi yapıyor, senin onlardan farkın ne... ne biçim konuşuyorsun. penis: (sesini hafif yükselterek) başka penislerin varoluş nedenleri beni ilgilendirmiyor, bunu söylemiştim sana... sen sikerken ben oldukça isteksizim, hiç de girmek istemiyorum oraya, bunu da söylemiştim sana. içerisi karanlık, cıvık cıvık ve kıvrım kıvrım mağara gibi ve hiçbir şey göremediğim bu kaygan duvarlar boyunca lappadak kayıyorum... kabus görmüşçesine... ve biraz daha uzun kalırsam, bir daha hiç dışarı çıkamayacağım duygusuna kapılıyorum... ben: çok dramatiksin. penis: yeterince dramatik değilim... artık neredeyse senin yüzünden bütün kadınlardan ve lalelerden nefret edeceğim. ancak her şeye rağmen prensip olarak onlardan nefret etmiyorum... ne var ki herhangi bir kadınla herhangi bir yerde, partide, kitapçıda, galeride ya da sokakta karşılaştığında, örneğin birkaç gün önce görüştüğün şu lisa, kısa bir beraberlikten sonra beni hemen kadının lalesine sokmak istiyorsun ve benim açımdan hiçbir sorun olmadığını sanıyorsun. peki, bu durumda bende nasıl nefret uyanmasın ki? ben: yani, şey... ben bir kadına ilgi

KAOS GL 5 / 20

duyunca, sen de elbette onun vajinasını arzularsın, diye düşünüyorum. penis: ne var ki, hakkımda yanlış düşünüyorsun! ben: ama diğer penisler... penis: ben başka penisleri takmıyorum. ben seninle benim üzerime konuşuyorum...BENİM üzerime! ben: aha, öyleyse sende bir şeyler eksik! penis: bende mi? ben: diğer kamışlar gibi görev yapamayan bir kamışta bir şeyler eksiktir. penis: senin isteğini yerine getirmiyorsa, demek istiyorsun. ben: ben ve herkes böyle düşünüyor. allah kahretsin. itiraf et kamış, itiraf et artık! sen hastasın, halin fena, normal değilsin. bunu en baştan beri biliyordum ancak söyleyecek cesaretim yoktu... eğer bir kamış her defasında on saniyede ya da daha kısa bir sürede boşalıyorsa, o kamışta ciddi eksiklikler var demektir. penis: sana biraz önce de söylemiştim: o lalelere giremem ben, kalamam oralarda, dayanamıyorum. ben: bu basit bir açıklama. penis: hayır! ben: kabaran ve sertleşen sensin... kendini bu kadar ürkek ve huzursuz hissediyorsan, peki neden bu kadar tahrik oluyorsun? penis: bilmiyorum... tahrik olurum elbette. hem gerginlikten hem de heyecandan sertleşip büyüyorum... her an bir laleye sokulacağımı bildiğim için... gerginlikten... ben: allah kahretsin, ne boktan şey! şehvetli olmasan, pörsüyüp uyumaya giderdin her zamanki gibi. üstelik sen istekli olmasan, ben asla sevişecek durumda olamam. anlıyor musun? ve bundan daha çok sen yararlanmaktasın. penis: (daha sakin, daha yavaş) hayır... hayır, yanılıyorsun. sanırım böyle bir şey yapmam. ve beni okşarken benim için bir şey hissetmediğine de inanmıyorum. istesem pörsük bir şekilde kalabilirim ama seni güç durumda bırakmak istemiyorum... sanırım benden nefret etmeni istemediğim

için, hiçbir şey olmamaktansa bir an önce girip çıkayım diye düşünüyorum. ben: buna rağmen senden nefret ediyorum. penis: ironi diye işte buna denir. hem benden nefret ediyorsun hem de benim çöktüğümü sanıyorsun ve ayrıca yıkıcı fantezilerin de var. bense tüm bunların gerçekleşmesini önlemeye çalışıyorum... yeter artık, bıktım. ben: (biraz telaşlı) bu da ne demek? penis: tam da söylediğim gibi... ben: yani hiç bir daha bir kadına bakmayacak mıyım? penis: böyle bir şey söylemedim. ben: oh, yani kadınlara değil de, vajinalara karşısın... hahahahaahhahahah... peki, ya erkeklerle ne dersin, göt sikmek... bu daha çok mu hoşuna gidiyor, söylesene? penis: belki ben: büyük bir olasılıkla! penis: hoşuma gidip gitmeyeceğini bilemem. ama kesinlikle erken gelmezdim... belki de hiç. ben: sandığımdan daha da kötü durumdasın. vajinalar kafanı o kadar karıştırmış olmalı ki, ne konuştuğunu bile bilmiyorsun artık. penis: ben ne söylediğimi çok iyi biliyorum. ben: peki, erkek götleriyle yaptığın o komik saçmalıklar ne? penis: hiç de komik saçmalıklar değil... sen kendini ne sanıyorsun be. sen kim oluyorsun da benim çöktüğümü söylüyorsun, hıı? lanet olası terapiciler gibi konuşuyorsun, kaldı ki benim gibi sen de lalelerden korkmaktasın... hayır, hayır, hatta bana oranla sen daha çok korkuyorsun! ben: sen delisin be, ben seni vajinalara isteyerek sokuyorum. penis: inanmıyorum... bunu isteyerek yaptığına inanmıyorum. meselenin ironik yanı da bu, çünkü tükendiğimi iddia ediyorsun. sen, o deliklerden daha çok korkuyorsun, benim fazla korktuğum söylenemez. bu nedenle de lale sözcüğüne dayanamıyorsun. kendin söyledin o sözcüğün sana


kanayan bir yarayı hatırlattığını, değil mi? ben: ama ben... penis: ve büyük bir olasılıkla bu nedenle beni zorla içeri sokuyorsun. sikmek için karışlaştığın her kadına karşı tavrın kahrolası bir nemfoman gibi... ne var ki korktuğunu itiraf edeceğine, her şeyi bana yüklüyorsun... ben: (kızarak) sen ÇILGINSIN! ÇILGIN! penis, biraz önce benin penise yönelik saldırısına dikkat çekiyor. ben ise o kadına gerçekten aşık olduğunu dile getirmeye çalışıyor. penis: örneğin o kadın dans pistine çıkarken, sen çok sıkılmıştın. ben: saçmalıyorsun. penis: evet, sen “high” olduğunda kendini aldatabiliyorsun, ama beni aldatamazsın. ben: neler saçmalıyorsun, bilemiyorum. penis: daha kadın içeri girmeden, sen yaklaşık yirmi dakika kendi kendine dans ettin, değil mi? ben: evet. penis: sen hoparlörün olduğu köşede tamamen dalmış kendinle dans ettin ve müzik de bir kasırga gibi sarmıştı seni, değil mi? ben: kendimi çok iyi hissediyordum: güçlü, rahat ve özgür... penis: biliyorum. ben de kendimi öyle hissetmiştim... sen dans etmeye başlarken, ben ne olup bitiyordu anlamamıştım, inanamıyordum... tek başına dans ediyordun! kendimi sana çok yakın hissetmiştim, sanki yıllarca böyle bir duygu hiç yaşamamıştım. sadece biz ve müzik...stones'in ateşli ve çılgınca haykıran beatinde kaybolan biz, sadece biz. hep böyle sürmesini arzu etmiştim. ancak daha lisa, gülümseyerek ve oynak kalçalarıyla dansa başlar başlamaz o çılgınca sihir geride kalmıştı artık. senin yüreğin parçalanmış, miden sarsılıyordu ve onunla dans etmeye can atıyordun. ben: onunla dans etmek mecburiyetinde değildim... hayran kalmıştım ona. bu nedenle onunla dans etmeyi arzulamıştım. penis: ama neden? kendini çok iyi hissettiğini sen de söyledin. ikimiz de kendimizi iyi hissediyorduk.

ben: ne var bunda? bütün gece sadece seninle dans edecek değildim ya. penis: neden olmasın? zevk almasaydın, ben farkına varırdım. sen demiştin ki... ben: lanet olsun. ne söylediğimi biliyorum. ona hayran kaldığımı da söyledim. onun dansı beni tahrik ediyordu, bu nedenle ona gittim. penis: onun sana gelmesini neden bekleyemedin? ben: çünkü... penis: çünkü sen, onun sana gelmeyeceğini biliyordun ve bu nedenle heyecandan elin ayağın birbirine karıştı ve bu nedenle de miden bulanmaya başlamıştı... ilk adımı senin atman gerektiğini biliyordun. ben: hiçbir şey yapmak zorunda olmadığımı söyledim sana... ben onunla dans etmek istiyordum, bu nedenle dans ettim ve her dakikanın tadını çıkardım. penis: aynen kendi başına dans ettiğin gibi mi? ben: evet, allah kahretsin. penis: mademki sinirlerin gergindi, o halde nasıl dans edebildin? ben: ettim işte! penis: tabi.. ve şimdiyse, danstan sonra onunla konuşmuş olmanın hoşuna gittiğini söyleyeceksin bana, değil mi? ben: (çaresizlik içinde) yere oturduğumuzda demek istiyorsun? penis: evet. ben: ben onunla konuşmak istememiştim... hayır... ama yine de ilginç oldu. aynı şehirde büyümüşüz ve liseye birlikte gittiğim birkaç kişiyi tanıyormuş, ayrıca frankfurt'ta yaşamanın ne kadar budalaca bir şey olduğu üzerine konuştuk. penis: konuşurken yaptığı o seksi yüzünü beğendin mi: cilveyle buruşturduğu o burun ve ağzını... ben: pek beğendiğimi söyleyemem. penis: bunu kendisine söylemedin. ben: hayır. penis: peki, ya sana öyle sokulmasını, omzuna dokunuşunu ve daha sonra bebekler gibi konuşmasını...

ben: yoo, bu hareketlerini iyi bulmadım ama... penis: ya da, senin ciddi sözlerini onun bomboş laflarla yanıtlaması. ben: allah kahretsin, ne boktan şey! biliyorum! buna rağmen bayılmıştım o kadına. peki, sen nasıl hissettin kendini... senin büyümeye başladığını sezmiştim... ben: gerginlik ve heyecandan kabarmıştım! ben: evet, onu arzulamıştım... böyle olmasaydı birlikte gezme teklifinde bulunmazdım. penis: gezmeye gitmek! aklına daha iyi bir şey gelmedi, değil mi! onunla zevzeklik etmek istemiyordun, çünkü söylediklerini anlamıyordu. dans etmek içinse yorgundun. başka ne yapılabilirdi? gezmeye gitmek ya da iyi geceler demek? iyi geceler demeni o kadar ümit etmiştim ki... ben: ah, bana şeyi sordu... şeyi... şey... evinde çay veya kahve içmeye gider miyim, diye sordu... penis: aha! şu işe bak! mademki uzun gezintiler hoşuna gidiyor, bunu kendisine söyleyebilirdin. ben: bunu söylemek o kadar kolay değil... penis: neden söylemedin. ya da en azından geç saatlerde asla çay kahve içmediğini, içersen uyuyamayacağını neden söylemedin... öyle değil mi? ben: evet ama... penis: ama sen bunu söyleyemedin...hayır, söyleyemezdin, çünkü senin onunla gitmeni senden beklediğini düşünüyordun ya da onun seni acilen istediğini sanıyordun... değil mi? ben: kısmen... kısmen. ancak olay bu kadar basit değil. ben... ben gezmesini severim... severim... ancak onu da çok beğenmiştim... söylüyorum ya! ve beni evine davet etmesi birbirimize yakınlaşmamız açısından iyi bir fırsattı. penis: yakınlaşmak mı? ben: evet. çok büyük bir ranzası olduğunu söylemişti. ben de o anda o yatakta ona sarılmak, koynuna girmek ve müzik dinlemeyi aklımdan geçirdim.

KAOS GL 5 / 21


penis: ve sonra da onu sikmek. çünkü onun istekli olduğunu sanıyordun... ben: hayır, sikmeyi hiç düşünmedim, hayır. sadece kucağımda tutmak istemiştim onu! penis: gerçekten düşünmedin mi? ben: hayır... hayır, o anda düşünmedim. penis: nihayet itiraf ediyorsun...sürekli söylediğim şeyleri nihayet itiraf ediyorsun... itiraf et sikmek istemediğini! ben: o anda, o anda onu sikmek istememiştim! penis: peki, ne zaman niyetini değiştirdin, ben? ben: ben... daha sonra... (penisin haklı olduğunu biliyor). penis: daha sonra?... ne zaman, ben?... sen mumu yakıp onunla kucak kucağa yatağa uzandıktan ve james brown tangırdamaya başladıktan sonra, değil mi? ben: oh tanrım, şu kız şu plağı çalmasaydı, n'olurdu yani. penis: ama sen, o müziği dinlemek istemediğini, o kadınla konuşamadığını ve eve gitmek istediğini itiraf ediyorsun. ben: biliyorum. penis: buna rağmen onu öptün... öptün! ve bu yeterli olmadı - onu öpmek yetmedi - bir de onu soyundurman gerekiyordu. ben: aniden başladık... penis: onu soyundurdun: ceketini, bluzunu, eteğini, sütyenini ve külodunu çıkardın... neden? onun seni soyundurmasını neden bekleyemedin? üstelik bütün bir süre arka planda da james brown çalıyordu. ben: aniden başladık ve ben, sonuna kadar dayanmalıyım... onu sikmeliyim duygusuna kapıldım. penis: peki ya o? kendimi nasıl hissettiğimi biliyor musun, ben? bütün bu olanlardan sonra laleye girmek istediğime inanıyor musun? neden, hayır hayır seni sikmek istemiyorum, diyemiyorsun... diyemedin, hayır... hayır. ve sonra da üzerine çıkmak zorundaydın! neden sırtüstü

KAOS GL 5 / 22

uzanıp onun seni becermesini bekleyemedin, madem seni istiyorsa bunu yapabilirdi, neden bekleyemedin, ben? (hüngür hüngür ağlamaya başlıyor) neden...neden? neden orada uzanıp beklemedin... neden beklemedin! ya da mademki o kadar istekliydi, beni öpmesini sorsaydın. bence bu hiç de kötü olmazdı, belki de çok hoşuma giderdi. neden bunu yapmadın, ben? beni öpmesini, emmesini, yemesini söyleyemedin, ben, neden?... senin yaptıkların dışında her şey daha iyi olurdu... ben: haklısın kamış... haklısın... üzgünüm. ben asla... penis: bir şey daha var! mademki seni delice becermek istiyordu, en azından onun senin üzerine çıkmasını isteyebilirdin... en azından... ama yoo... sen böyle bir şey yapmazsın, ben... sen değil. sen onun üzerine çıkmak ve beni lalesine sokmak zorundaydın.... dünyada en son gireceğim yer orası ve eğer orada kalacağımı düşündüysen, delisin, ben, delisin. bütün bir süre heyecandan titrersen, üstelik bir de şu boktan james brown var ya... en son arzulayabileceğim yer orası. ben: üzgünüm kamış... üzgünüm... üzgünüm (ağlamaya başlıyor) penis: ve en kötüsü de şu: benim hakkımda ona saçma şeyler anlatman. kadına beklediğini veremedim, o ise bitmiş tükenmişti. benim erken boşalmam, senin üzgün olman, çoğunlukla erken boşalmam ve senin bunu anlayamaman...bunları anlatman dayanılacak gibi değildi... ben: bunun hiçbir önemi yok kamış, kamış... ben tükenmiştim... tükenmiştim... ne yapacağımı bilemedim... bir şeyler söylemek zorunda olduğumu sanmıştım... penis: ne var ki onu kucaklayıp öptün ve benim hakkımda saçma şeyler söyledin. sarılıp öpmen gereken benim, o değil, benim... erken boşalmamdan rahatsız olan bir kadına neden bir şeyler söylemek zorundasın ki? bırak kalsın, beni seviyorsan bırak. saçmalayacağına. bu durumda kendimi nasıl hissettiğimi biliyor musun...? seni yirmi beş yıldır tanıyorum..., bu, lisayla birlikte

geçirdiğin o dört veya beş saatten daha uzun bir süre. ve hala onun ve başka lanet olası kadınların gereksinimlerini düşünüyorsun, BENİM GEREKSİNİMİMİ düşüneceğine... BENİM GEREKSİNİMLERİMİ düşünüyor musun hiç, düşünüyor musun, ben (aralıksız ağlıyor). ben: üzgünüm kamış... özür dilerim... ben kendime kızıyorum... seni hiç düşündüğüm yok... sen... sen... (hala ağlamakta olan penisi eliyle kaldırmaya çalışıyor)... sana sarılmalıydım... sana sarıl... penis: dokunma bana! ben: ben... sana acı vermek istemiyorum kamış. sana sadece sarılmak istiyorum. penis: çek elini ben: ama ben sadece... penis: acımı paylaşmana ihtiyacım yok... ben: ama ben sadece sana sarılmak istiyorum kamış... (penisi diğer eliyle - sol eliyle okşuyor)... baksana, diğer elimi kullanıyorum... diğer elimi... penis: (susuyor) ben: diğer elim, sol... penis: (susuyor - ama onaylayarak izin veriyor) ben: sadece sana sarılmak... sana sarılmak... sana sarılmak...

sarıl bana sabaha kadar sıkıca sarıl ve ısıt beni uykuda çılgınca rüyalar da görsen, kabuslarında bağırıyor da olsan ve gözlerin bütün gece açık da kalsa yeter ki sarıl bana sabaha kadar sarıl bana... sarıl bana ne yaptığın önemli değil, çünkü sen benim bir parçamsın sevgilim ve ben de senin bir parçanım senin


“Şark-İslam Klasikleri” deyince oldukça geniş bir alanı kucaklamış oluyoruz. Öncelikle Şark-İslâm’ın üç önemli dili Arapça, Farsça ve Türkçe ile yazılmış hemen tüm yapıtlar bu alanın içinde yer alıyor. Edebî tür açısından da geniş bir yelpazesi var alanımızın. İster düzyazı ister şiir olsun, ister dinî-tasavvufî konulu olsun, ister döneminin sosyal yapısını ortaya koyan türden olsun, isterse sırf edebiyat alanına girsin, tümüyle “Şark-İslam Klasikleri” başlığı altında toplanabilir. Sonuçta kutsal kitaplar, hadis koleksiyonları, tasavvuf metinleri, siyasetname türü yapıtlar ve divanlar, ilgi alanımıza giriyor demektir. Bu sayıda Türk edebiyatının eşcinsellik denince ilk akla gelen adlarından biri olan Nedim’in Divan’ından çokça tartışılan bir şiir (Şarkı) üzerinde durmak istiyoruz. Önce Nedim’in Şarkısını alıntılayalım: Bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e İşte üç çifte kayık iskelede amade Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e. Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan Mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan Görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e. Geh varıp havz kenarında hirâman olalım Geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım Gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e. İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden Bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden Dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e. Bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda İznin olursa eğer bir de Nedim-i şeyda Gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda Gidelim serv-i revanım yürü Sadabâd’e. Bu şiir, liselerde okutulan edebiyat ders kitaplarına girmiş bir şiirdir. Fakat dördüncü dörtlüğü çıkartılarak yer almıştır yıllardır ders kitaplarında. Halbuki şiirin zamiri asıl bu kıtada ortaya çıkmaktadır; dolayısıyla çıkarılan dörtlük olmadan şiir, tam bir içerik kaybına uğramaktadır. Dördüncü dörtlük olmadan Nedim’in bu Şarkısı sanki heteroseksüel arzuların dile getirildiği bir şiir olup çıkmaktadır ya da bu hale dönüşmektedir. Edebiyat öğretmenlerinin de yıllardır bu şiirdeki “Serv-i Revan”ın bir kadın olduğunu vurguladıklarından kuşkunuz olmasın.

Halbuki bu şiirde Nedim, eşcinsel aşkı dile getirmiştir. Söz ettiği “Serv-i Revan” (salınarak yürüyen selvi) kesinlikle bir kadın değil, genç bir delikanlıdır. Bu tabir, delikanlının selvi ağacı gibi ince-uzun bir yeniyetme olduğunu gösterir.

Zekeriya GÜN

Oldukça şakrak ve rahat bir dile sahip bir şiir olmasına rağmen dili yer yer eskimiştir. Bu nedenle eskimiş sözcükleri açıklamadan şiirde yoğun bir biçimde sergilenen eşcinsel arzuyu yansıtabilmek olanaksızdır. İlk dörtlükte Nedim “Serv-i Revanım” diye seslendiği delikanlıya; bir sevinç kıpırtısına muhtaç durumdaki gönüllerini ferahlatmak gerektiğini söyleyerek, o günün gözde eğlence mekanlarından olan Sadabâd’da bir kaçamak yapmayı öneriyor. Peki ne yapılabilir Sadabad’da? Nedim’in basitçe söylediği gibi gülünür, oynaşılır ve dünyadan kâm alınır. Bugün de kullandığımız ‘dünyadan kâm almak’ deyimiyle Şarkıda cinsel arzuları doyurmak kastedilmektedir; gayet açıktır bu... İkinci dörtlükte söz konusu edilen bu durumların yanı sıra kullanılan özellikli sözcükler de vardır ki tamamen cinsellik çağrışımlıdır: “Mâ-i tesnim” bengisu demektir, efsanevî bir sudur; içen güya ölümsüzlüğe erişir. Tabii zordur bu suya ulaşmak. Fakat şiirde mâ-i tesnim, penisten fışkıran meniyi sembolize etmektedir. Yani mâ-i tesnim içmekle kastedilen şey, eşcinsel argodaki tabiriyle “süpet alıkmak”tır; daha açıkçası iki erkeğin, meni gelinceye değin penislerini yalayıp emmesidir. Şiirde bunun karşılıklı yapılacağına dair işaretler vardır. Şarkıdaki iki erkekten biri Nedim’dir ve yetişkindir; diğeri ise “Serv-i Revan” delikanlıdır. Bu bakımdan dörtlükte kullanılan “çeşme-i nev peyda” (Yeni ortaya çıkmış çeşme) ve “ejderha” sözcükleri de bilinçli seçilmiştir. İlk sözcük grubu yeniyetme bir delikanlının daha yeni yeni ereksiyon olmaya başlamış penisini ifade eder. İkinci sözcük (ejderha) ise ilk bakışta eskiden ejderha biçiminde ağzı yapılan çeşme ağızlarını anlatırsa da Şarkıda yetişkin bir erkeğin, belki biraz da büyük boyutlu ve ereksiyona geçmiş penisini anlatmak için

İ.Ö. 500-475, vazo resmi (Brygos)

KAOS GL 5 / 23


kullanılmıştır. Şiirde aynı anlama gelen mâ-i tesnim ve âb-ı hayat sözcüklerinin bir arada kullanılmış olması bir şiir zaafı gibi görülebilirse de aslında eşcinsel arzunun yoğunluğunu gösterir: Sonuçta birbirlerinin penislerini yalayıp emerek boşalacaklar ve âdeta bir bengisu (mâ-i tesnim/âb-ı hayat) olan menilerini yutarak doyuma erişeceklerdir. İkinci dörtlükteki gülüp oynama safhasında âdeta öpüşmeyle başlayan ve birbirinin penisini yalmakla ivme kazanan bir sevişme sahnesi çizilmektedir. Fakat bu kadarla yetinilmeyecektir elbette. Üçüncü dörtlükte sevişme mekanı olarak havuz çıkar karşımıza. Havuzda sevişme de; "havuz kenarında sarılıp dolaşmak” biçiminde açıklanır. Fakat bunu anlatmak için kullanılan sözcük olan “hırâman” sözcüğü sadece salınarak dolaşmak anlamını içermez. Aynı zamanda “haram kılınmış şeyler yapmak” anlamı da vardır. (1) Nedim bir söz sanatı yaparak sözcüğün iki anlamına da vurgu yapar. Burada kastedilen “haram kılınmış şey” ise açıktır ki eşcinsel ilişkidir. Bu dörtlükte sevişmenin rengi, Sadabad’daki göz alıcı sarayları seyretmek, kâh şarkı, kâh gazel okumak suretiyle yoğunlaştırılmaktadır.

İ.Ö. VI. yy., Kırmızı figürlü vazo resmi (Dikaios)

Dördüncü dörtlük lise ders kitaplarına alınmayan dörtlüğüdür Şarkının. Bu dörtlüğe gelinceye değin betimlenen sevişmenin, şairin hayalinde gerçekleştiğini ve aslında bunca kelâmı, genç bir oğlanı sevişmeye ikna etmek için ettiğini anlıyoruz. Böyle güzel tasvirlerle yeniyetme Şarkı kahramanımız (Serv-i Revan) ikna edilecektir edimesine de, o yaştaki bir çocuğun Sadabad gibi –ne de olsa- şaibeli bir aşk mekanına gönderilmesine ailesi razı olacak mıdır bakalım? Belki de çocuk ikna olmuştur, fakat annesinin izin vermeyeceğini söylemiştir şaire... Nedim’in bu sorunu çözmek için bulduğu yol, oldukça zekicedir diyebiliriz: Bir Cuma günü oğlanın annesinden Cuma namazına gitmek için izin alınacak fakat gizli yollardan Sadabâd’a gidilecek ve felekten bir gün çalınacaktır. İşte burada Nedim’in sevgilisi “Serv-i Revan”ın

KAOS GL 5 / 24

bir oğlan/yeniyetme bir delikanlı olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Cuma namazını sadece erkeklerin kılması gelenek olduğuna göre, ikna edilip Sadabâd’a götürülmeye çalışılan kişi bir erkektir; hem de annesinden izin alması gerekecek kadar küçük yaşta bir oğlandır. Yaşı konusunda en iyimser bir tahminle, penisine yeni yeni su yürümeye başlamış çağlarda olduğu söylenebilir belki. Dolayısıyla bu dörtlüğün niçin ders kitaplarına alınmadığı ortaya çıkar. Son dörtlük ise ilginç söz oyunlarıyla süslüdür. Genel kabule göre burada söz edilen “Sen”, “Ben”, “mutrib-i pakize-eda” ve “Nedim-i şeyda”, dört ayrı kişi değil, sadece iki kişidir, yani şairle sevgilisidir. “Mutrib-i pakize-eda” şairin “sen” diye seslendiği sevgilisinin sıfatı, “Nedim-i şeyda” ise şairin “ben” diye söz ettiği kendi sıfatıdır. Dolayısıyla şair kendisinden hem “ben”, hem de “Nedim-i şeyda” diye söz eder. “Şeyda” sözcüğünün “sırılsıklam âşık” anlamında olduğunu bildiğimize göre Nedim’in bu delikanlıya olan aşkının gücünü de daha iyi anlayabiliriz. Sevgilisi için ise ilk dört dörtlükte “Serv-i Revan” nitelemesinin dışında bir niteleme kullanmazken, son dörtlükte “mutrib-i pakize-eda” (Saf bir edayla çalgı çalan/şarkı okuyan) (2) ve “şuh” nitelemelerini kullanmıştır. Buradan da delikanlının güzel sesli ve güzel şarkı okuyabilen yakışıklı bir genç olduğu anlaşılır. Nedim kafaya koymuştur; o gün diğer arkadaşlar ve dostlar “feda edilecek” (ekilecek) ve şair, delikanlı sevgilisiyle yalnız kalacaktır; tabii böyle bir ilişki için gerekli önlemleri aldıktan sonra. *** Nedim bu şiirinde dile getirdiği arzusunu gerçekleştirebilmiş midir? Şiirde açıkça belirtilmiyor bu durum; zaten belirtilmesi de gerekmez. Çünkü şiir kurgusuna ters düşer böyle bir tutum. Yalnız şiirde sadece Sadabâd’a gidip sevişmek arzusu vurgulanıyor; dizelerdeki coşkuya bakarak Nedim’in bu arzusunu gerçekleştirmeden önce bu Şarkıyı yazdığını düşünebiliriz. Çünkü tamamen sevişme arzusuyla yanıp tutuşan bir şairin kaleminden çıkmış görünmektedir. Sanırım şair “vuslat” yorgunluğu ve doymuşluğuyla böyle bir şiir yazamazdı... _______ 1)

Bk. Ali Günvar, “Alegoriden Sembolizme... Nedimi Şeyda”, Birikimler/Est δNon, Mart-Nisan 2000, Sayı: 3, s. 45. Günvar’ın bu yazısında sergilediği tutarlı tavrı güya eleştiren fakat sonunda ondan farklı bir şey de söyleyemeyen bir makale için bk. M. Fatih Andı, “Gidelim Serv-i Revânım Yürü...” Ama Nereye?”, Kaşgar/Edebiyat Seçkisi, Mayıs, 2000, Sayı: 15, s. 19-25. Nedim Divanı üzerinde eşcinsellikle ilgili bütünlüklü bir araştırma için bk. Kemal Sılay, "The Lifting of Mystical Veils: Reflections of Homosexuality in the Divan-ı Nedim", Nedim and the Poetics of the Ottoman Court: Medieval Inheritance and the Need for Change.

2)

Ferit Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’inde ‘mutrıb’ sözcüğünün hem ‘çalgı çalan’ hem de ‘şarkı okuyan’ anlamlarını veriyor.


" Karanlıkta ve aynı zamanda kendin hakkında cehalet içinde olursan, ihtimaldir ki, yapacağın iş de kötülük olur." Sokrates / Eflatun, Alkibiades-1

- "Yeni" sevgilinin özlemiyle...(Henüz tanımadığım) size!"Burası da amma sıcakmış!" dedi Irmak, siyah gömleğinin üstten iki düğmesini -sana acımaksızınçözerken...Salondaki çift kişilik kanapeye kurulmuş, kesik kesik soluyordu: "Hadi şu camları aç!" - Geleceğini neden haber vermedin ki?! Ev çok dağınık, sular da akmıyor... Sütyeninin o kocaman memeleri sıktığını açığa vuran bir beden diliyle sustu bir kaç saniye... Gözlerini aynadan ayıramıyordun. Ellerini arkadan kopçalarına götürüp, gömleğin altından onları da çözmeye koyuldu. Neden sonra -aynadan izlendiğini sezmişti belki de- vazgeçip ayağa kalktı. Siyah gömlek, siyah file çoraplar ve siyah mini eteğini içindeki kırmızı sütyen tamamlıyordu. Irmak: "Evin güzelmiş!.. Ne hoş döşemişsin böyle! Hele şu aynalara bayıldım doğrusu... Şu resimlere... Şu şamdanlara... Her köşede anlığın karanlıklarına gömülmüş bir tarih saklı sanki...Karakterinin damgasını vurmuşsun buraya! Yağmur'dan bile hoşlandım ki, söylemiştim, ben aslında korkarım köpeklerden... Ama Yağmur senin dostun, dert ortağınken... (Yansıyan güzelliğinin ayırdına varabilseydin keşke Yağmur. Koyu kahverengi kocaman gözlerin, sarı kirpiklerin, beyaz ve ince yüzün, sevimli ıslak burnun nasıl olur da hiçbir anlam iletmez sana! Kurulup aynanın karşısına boş boş kendini inceleseydin, bu denli kopuk yaşamazdın yine de, düşünceden... Kendinden hoşnut olmak ya da olmamak!.. Bu iki duyguya eşit uzaklıkta durabilmen büsbütün yabancı bana. Bir kez yara almayagörsün benlik, hiçbir ayna yansıtmaz onu olduğunca... Bir büyür, bir küçülür imgen. Ortası yoktur henüz... Kendimden biliyorum Yağmur. Kendimi bilmeyince hafifliyorum. Öyle ki , ne denli havalanırsam o denli alçalıyorum. İnsanlıkla aramdaki şu bağ... Algıları körelir, kavramları azalırsa acıları da hafifliyor insanın. Bellek zayıflar, imgelem güçten düşer, anlık yavaşlarsa, daha kolay oluyor atlatmak... Bunalımları kendimi?..

bu

biçimde

atlatsam

da,

Atlatmak: Aldatmak: Alçalmak... Hazan'a derdim ki; 'Bak şu aynaya, bir bak!

Nasıl olur da büyülenmezsin görüntünden!' O'nda ne bulduğumu merak ederdi, şaşkın... Aşktı bu, açık ve anlaşılmaz... Gizini dile vermez bir çekimdi. Bundan daha (...) ve daha (...) olamazdı bir kadın. Abartıyor muydum?

Sedef Dicle YAŞATILAN

Gördüklerini dile dökemiyorsun Yağmur. sedefdicle1@hotmail.com Ben de öyle. En umulmadık, en olmadık ortak yanımız bu bizim. Dilden kopuk duygular yaşıyor içimde.) "Ortamın huzur verici, gerçekten güzel burası!" diye yineledi Irmak, gömleğinin bir düğmesini daha açarak..."Ama huzursuz görünüyorsun?.." Kasıklarında bir zonklama duydun. Irmak: "Merakımı bağışla ama, sevgilin gelmiyor mu artık? (Renk renk çiçekler saçılırdı çevreye, Hazan kahkaha atarken... Benimse dalından kopartılmış manolyaydı neşem. Bir çıkrık sesi gelirdi karşıdan. Vadinin tâ öbür ucuna makaralarla geçip giderdi. Çıldır çıldır bakardı bana, "gülsene!". Ağırlığımı ipin ortasına dek taşır, havada asılı kalırdım,,, öylece,,, uçurumun üstünde. 'Paslıyım ben' derdim Hazan'a. 'Çocukluğumda pek az koyverdim makaraları.' Anlar mıydı?.. Kahkaha niyetine çıkardığım gıcırtılardan O da acı duyar mıydı?..) Irmak: "Susarsan daha çok 'susarım' ona göre!" Ya 95, ya 100 olmalıydı(!); yavaş ve zarif hareketlerle askılarını omuzlarından çekip sütyeni tamamen çıkardı. O anda yakıcı bir ürperti duydun içinde. Afalladın, utandın ve ıslandın: - Anlayacak mısın?.. Anlatsam... Anlatmalı mıyım? Irmak: "Bazan yeni tanıştığın biri, eskilerden daha fazla kulak verebilir sana. Daha iyi anlayabilir anlatamadıklarını... - Sezgiyle mi ?.. Irmak: "Neden olmasın!" Sütyeni elinde çekiştirip duruyordu konuşurken. Aynadan izliyordun O'nu... İçin kıpır kıpırdı. Birden, kırmızı saten kumaşı burnuna götürüp, kokusunu -parfüm ya da duş jeli miydi?- uzun uzun içine çekti... Süt beyazı, sıcak ve yumuşak teniyle karşındaydı ve sen Irmak'a bakamıyordun bile! Ya yanlış anlıyorsan, ya seni reddederse, iterse, ya istediği sen değilsen, seni beğenmezse... Üstelik duş da almamıştın o gün!.. Göze alamadığın bir çekinceydi işte gidip Irmak'ı soymak...

KAOS GL 5 / 25


- Ben ömrümce gerçeği yanılsamalardan ve her türlü kurmacadan ayıklamaya çalıştım. Sense bunları karıştırmaktan yanasın demek? Irmak: "Ayıkladıklarının yanılsama olduğunu nasıl biliyorsun?.. Duyguların ve sezgin hiç mi karışmıyor aklının işine! Yaşamdaki kurmacalardan kolayca sıyrılabiliyor musun?!" (Ayıklasam da atamıyorum kafamdan. Atsam da bir kuşku kalıyor geride. Bilmek değil belki, inanmak benimki... Bir kaç kez kendimi psikiyatrda buluşum bu yüzden değil miydi? İnanç ve kuşkulardan arınıp açıklıkla görebilmeyi beceremiyorum. Hazan'a ve kendime dışardan bakabilmeyi... Acı duymadan... Biraz kabulleniş, biraz boyun eğişle... Neyi değiştirebildim, neyi değiştirebilirim sorusunun batağına saplanmadan... Oysa unutmak değil midir yeniden başlayabilmenin yolu? Ve yeni yaşantı olanaklarını yüzümüze gözümüze bulaştırmamız, unuttuklarımız yüzünden değil midir?) "Sevgilin güzel kadınmış", dedi Irmak, duvardaki resmi göstererek. "Yanıma gelsene!" Meme uçları sipsivri belli oluyordu gömleğinin altından... Yavaş bir el devinimiyle kolayca ortaya çıkacak gibi görünüyordu teni... Çözülmemiş düğme sayısı ikiye inmişti. Yine de kışkırtıcı biçimde yarı kapalı tutuyordu önünü. - O gördüğün, Hazan'ın gençlik fotoğrafı... Hazan gençken senin daha çocuk olduğunu çıkarsayan bir bilmişlikle sordu Irmak: " Sahi, sen kaç yaşındasın?" (-Öfkeliyim doktor, bunun için geldim size!) "Daha 'çıtyok yaşı'ndasın sanırım!" deyip kahkahalara gömüldü. Memelerinin sallandığını görüyordun aynadan. Kasıklarındaki zonklama neredeyse dışardan duyulacak denli şiddetlenmişti. (-Bu öfkenin nedenlerini asıl Hazan'a açmam gerekirdi. Ama yapamadım, yapamam. Püsküren lavla dost kalınabilir mi! ) Irmak:

"Ortayaş bunalımına katlanamam ben! Buram buram dram kokar andropoz ve menapozlular! " (-Ötekiler gibi yıkıma uğratmak istemiyorum O'nu doktor! İnsanlara ve kendine olan güvenini onarmak istiyorum! ) Irmak: "Çok mu üstüne geliyorum?"

KAOS GL 5 / 26

(-Ama korkarım bazan gidiyorum Hazan'ın!)

çok

üstüne

"Epey yakın mıydınız? O'nunla yani?" diyen sesindeki o davetkâr ton, içinde bir anda Irmak'a saldırıp O'nu çırçıplak soyma isteği doğurduysa da... tuttun kendini. - Nedir yakınlık sence? Nasıl ölçersin bunu? Nerden bilirsin, nasıl bilirsin birine çok yakın olduğunu?.. Irmak: "Tamam canım, sinirlenme hemen! İstemiyorsan söz açmam bir daha eski sevgilinden. Zaten geldiğimden beri ya Yağmur'a, ya duvarlara bakıyorsun. Kendimi fazlalık gibi hissetmeye başlayacağım yakında!" ( - Yanımda kendini fazlalık gibi hissettiğini söylemesi çileden çıkarıyor beni doktor! Öyle çok düğüm oluştu ki aramızda! Neden beni durmadan yanlış anlıyor?! Neden kendisindeki sorunların kaynağına inmek yerine sürekli savunmada kalıyor?.. ) - Kendine kendinle ilgili soru sormaktan kaçtığın için mi burdasın? ("O da, Hazan da öfkeleniyor mu?" diye soruyor doktor, "nasıldır O'nun öfkesi?" - Benimkinden beterdir, korkunçtur O'nun öfke patlamaları. En olmadık konuları sorun eder, attıkça atar içine. Şuna alın, şuna gücen, bundan kork, buna kırıl derken... balon bummm! "Seninki lav, Hazan'ınki balon öyle mi?!" Şüpheyle gözlerimin içine bakıyor doktor. - Ben genelde düşünerek konuşurum. Öfkemi inceler, kaynağına iner, ondan sonra püsküreceksem püskürürüm. Düştüğü yeri yakar bu öfke. Düşüncenin ateşidir bendeki. Boşalıp rahatlamak için değil değiştirmek, düzeltmek için yönlendiririm öfkemi. "Değiştirip düzelten lavlar?!" - Sorun da bu ya! Öfkem içimde biriktikçe birikiyor doktor! ) Irmak: "Niye gururumla oynuyorsun; beni sen çağırdın, unuttun mu!.." (-Gururumla oynama diyor bana sık sık, doktor. Anlayamıyorum! Önceden kestiremediğim tepkileri öyle çok ki... Yoruluyorum! "Senin hangi davranışlarına, hangi sözlerine kırılıp güceneceğini kestiremiyor musun?" diyor gözlerime dikkatle bakarak. Sıradan bir dikkat değil doktorunki... - Sorun da bu ya! Darılıp gücendiği, sinirlendiği şeyler karşısında neye uğradığımı şaşırıyorum! O'nun gözleriyle göremiyorum kendimi. Yapıp etmelerimi, sözlerimi nasıl alımlayacağını öngöremiyorum. Şöyle etkide bulunursam


şu tepkiyi alabilirim biçiminde bir düşünme alışkanlığım da yok ki... Bu bir eksiklik midir doktor? ) Irmak: "Onurumla oynatmam ona göre!" - Nevrotik gurur ile onur arasındaki ayırıma varamamışsan, yaşantı yoluyla açık değilse bu sana, kavram kargaşası içinde yaşadığını da göremiyorsan, nasıl sağlıklı bir iletişim kurabiliriz ki Irmak? (- Çocukluğumdan beri insanlar arasında sezdiğim o diplomatik dilden kaçıyorum, doktor. Üstü kapalı sözlerden... Yapay nezaketin ardında gizlenenlerden... Tartmadan diyemem, ama doğrudan konuşuyorum Hazan'la. Doğrudanlık bazan saldırı ya da suçlama gibi alımlansa bile... Çarpıtmıyorum söyleyeceklerimi. İçimde çakan şimşekleri, kopan fırtınaları, erozyona uğrayan duyguları Hazan da apaydınlık görebilsin istiyorum. Ben aydınlatabiliyorsam kendimle ilgili gerçekleri, O neden karanlıkta kalsın ki? Bana bakarken kendini de görebilme olanağını neden esirgeyeyim Hazan'dan ya da sevdiklerimden?!) Irmak: "Bana sağlıklı iletişimden söz açmadan önce, sesli düşünmeyi denesen diyorum!.. Neden kendini bu denli kapatıyorsun?.. Niye böyle içedönüksün? Benim gibi açık olsana! Rahat olsana biraz! " (-Ne içe, ne dışa; ışığa dönük olmaktır bu, öyle değil mi doktor?.. Doktor?.. Neden susuyorsunuz?!. Neden kapatıyorsunuz kendinizi? Benim gibi açık olsanıza doktor!.. Niye kasıyorsunuz kendinizi?) Irmak ilkgençlik yıllarını anımsatıyor sana. Yeni biriyle tanıştığında, hoşlanmışsan hemen salardın atlarını üstüne. Merakın tökezlemezdi de, karşındaki tökezlerdi sık sık. Ama hoşlanmışsa senden, kasılıp kalmazdı... Sense şimdi... Ahhh! - Neyin peşindesin sen? Irmak: "Yeni nin!.." - Aslında birbirimize benziyoruz Irmak. Anılardan kaçarken bulduğun ilk limana dalıyorsun sen de! Ama benden daha hızlı yüzüyorsun. Nefes nefese kalmıyorsun üstelik, tıkanmadan gidebiliyorsun. Çarpıntısız, kaygısız, rahat... Rahatlığın ne kadar da çekici kılıyor seni... Bunu sana daha önce kimse söylemiş miydi? "Neden zaman yitirelim ki?!." deyip ayağa kalktı Irmak. Banyoya doğru yöneldi. Dolgun ve biçimli kalçaları, fışkırdı fışkıracak memeleriyle zihnini ele geçirmeye çalışır gibiydi ama sen nedense hâlâ direniyor, beyninin odacıklarını O'na kapalı tutuyordun. (-Aşkın taşkın suları zamanla buharlaşınca, olduğu gibi görünüverdi kusurlar. Atlayıp geçmem gerekmiyordu eskiden, üzerinde

yüzüyordum tüm çukurların. Ama sular çekildiğinde, ben kuruduğumda...) Irmak: " İnsan kendini yeni ilişkilere kapatmamalı ! " (- Bastığım yer vıcık vıcık balçık şimdi, doktor! "Balçığa basmadan yaşayanımız var mı ki, artık doktor deme bana!") Saçları ve boynu ıslak geri döndü Irmak. Aynadan izlediğin yanakları al aldı. Vücudu dayanılmaz bir çekim yaratıyordu sende. Yine de tutuyordun kendini. İçmeden sevişemeyeceğine inandığından, kasıldıkça kasılıyordun. Gerginliğini ayrımsayıp konuşmaya başladı. O çok sevdiğin olgun, görmüş geçirmiş, ne dediğini, ne yaptığını bilen kadınlardan biri olduğunu sezmekte nedense gecikmiştin bu kez...Ama işte, serinkanlı, kendine güvenli bir ses tonuyla konuşuyordu Irmak; bedensel çekiciliği iki kat daha arttı gözünde. Irmak: "Sözümona "yeni" bir ilişkiye adım attığımızda çoğumuz, önceden yazılmış bir senaryonun ortasında buluruz kendimizi. Oysa yeni bir ilişki, kişinin kendini yenilemesiyle olası ancak... Yaşam boyu neler neler birikir bir insanın bilinçdışında, bunu sezip de afalladığın oldu mu hiç?! Kendindeki ulaşılmazlığı ayrımsadığın anlarda neler hissettin?.. İlişkilerini çoğunlukla, bilincinin değil bilinçdışının belirlediğini belki aklından bile geçirmedin. Çözülmemiş çatışmalarını, acı veren deneyimlerini, unuttuğunu sandığın anıları kurcaladın mı? Eşeledin mi içini?.. Eşelemeden anlayamazsın, bu da bazı kör tekrarlara sürükleyebilir seni, eskidikçe yinelenen senaryolara... Yalpalamalarına yol açan sorunlar çözülmeden kalır; her yeni ilişkiye bulaşır ve bozguna uğratır bazan kişiyi... O halde, kendini, geçmişini tüm ağırlığınca kaldırıp taşıyabilmen gerekir ışığa doğru... Eskiyi taşıyamıyorsan, yeniyi ümit etmen boş bir hayal olur. -Her şeyi anımsama cesareti ve yetisi insanüstü bir çaba gerektirmez mi?.. Geçmişini bütün ağırlığıyla taşıyabilen kaç insan vardır yeryüzünde! Sözgelimi ben... Hiç öyle bir derdim olmadı. Tersine, geçmişimden, geçmişteki kendimden kurtulmak istiyorum ben! Irmak: "Geçmişten kurtuluş yoktur. Geçmişin kurtarılmasıdır sözkonusu olan: Yeni bir açıyla!.. Bilgi ve inançla!" - Sen kurtarabildin mi peki? Pişmanlık duyduğun hiçbir davranışın yok mu?.. Geçmişte verdiğin bütün kararları, attığın bütün adımları savunabiliyor musun?.. Kendinden kurtulma isteğini hiç mi duymadın? Unutmak istediğin anların olmadı mı senin? (-Neden, mişim?..

neden

"doktor"

demeyecek-

KAOS GL 5 / 27


"Senin karşında 'doktor' ve 'hasta' tanımlarından şüpheye düşüyorum çünkü. Ne zaman karşılaşsak, bilgilerimi ve normlarımı bir kez daha gözden geçirmem gerekiyor.")

- Denedim. Kurtarma kompleksinden kendimi bildim bileli kurtulamadım zaten!.. Ahh! Onlara demeliyimdim ki, 'Ne yaptınız bunca yıl birbirinize hırlayıp diş göstermekten, diş bilemekten, diş geçirmekten başka, ey sefil evliler!

Yanına gelip birdenbire arkandan sarıldı Irmak. İri ve diri memelerini sırtına bastırıyor, elleriyle kasıklarını okşayıp uyarıyordu. Daha fazla dayanamazdın. Artık Irmak'ın yanında soyunmanın zamanı gelmişti! Parantezlerini açıp kendini Irmak'a bıraktın:

"Bazan öfkeye kapıldın, hadi bazan da serinkanlı ve olgun bir üslupla anlatmaya çalıştın diyelim", dedi Irmak ısırıklarına ara verip;

- Hazan'a demeliydim ki; ' Bak şu aynaya, bir bak! O görkemli gurur tuvaletinin altındakine bak! Asıl onurlu davranacağın yerde fahişeleşmişsin sen! Çoktan bitirmen gereken bir evliliği sürdürdükçe ne adınaysa artık, bunu anlamam olası değil- sahte bir gururla örtmüşsün utanç verici benliğini! Irmak: "Yasal fahişelikle evliliği birbirinden ayıramadıysa, senin O'nu aydınlatman gerekmez miydi? Niye bu kadar yükleniyorsun Hazan'a? - Hazan onurlu olsaydı boşanır, bir işe girer, yaşama biçimini değiştirirdi! Irmak: "Nedir 'onurlu olmak' sence?" - Onurlu olmak önce, kişinin kendi sorumluluğunu üstlenmesidir. Kendine beslediğin saygı ve sorumluluk, seni sen yapan değerler, kişiliğini güzelleştirip yüceltme duygusudur onur. Irmak: "Çelişkilerinin ayırımında mısın?.. Sanmıyorum. Hangimiz dışardan görebiliyoruz ki barındırdığımız yığınla çelişkiyi...Yalnızca şu kadarını söyleyeyim sana: Hazan'ı karalamak yerine silmeyi denesene..." Bir yandan çözümlemeler yapıp, bir yandan da birbirinizin ne kadar kopçası, düğmesi, fermuarı varsa hepsine asılıp kopardınız... Neredeyse tamamen çıplak kalmıştınız ki, Irmak parmaklarını içine sokup tatlı-sert fısıldadı: Irmak: "Aklın hep eski sevgilinde! Oysa şimdi ve burada ben varım, hadi!.." Canın yanmıştı. Koluna asılıp ayağa kaldırdın Irmak'ı. Sonra arkasına geçip o dolgun vücudunu ellerinin tüm gücüyle sıkmaya başladın. Daha önce kimseyle böyle korkusuz sevişmemiş, 'canı yanar mı' endişesinden ilk kez sıyrılabilmiştin... Şehvetin bu derecesini yaşayıp aynı anda konuşmayı sürdürebilmeniz de inanılır gibi değildi. - Kendi kendine yalan söylemiş hep. O'nu tanıdıkça ayırdına vardım; bile bile ya da bilinçsizce aldatmış kendini! Irmak bu kez susmuştu. Yeniden uzandınız halıya. Soluk soluğaydınız. - Gerçekmiş gibi yaşadığı yalanları, düştüğü bataklığı hiç göremedi! "Madem aşıktın, neden çekip çıkarmadın Hazan'ı o bataklıktan" dedi Irmak, tüm vücudunu ıpıslak öpüp dişlerken..

KAOS GL 5 / 28

"Hazan değişmedi mi?" (Düşünceden kopuk sözcüklerle seviliyorsan, günün birinde duygudan kopuk alışkanlıklara dönüşüveriyor ilişki... Bir kez yozlaş-mayagörsün, böylelikle, yitiriyor değiştirme gizilgücünü.) Irmak: "Heeeey! Kapandın yine!" (Yadsımaları, yansıtmaları, kaçışları... Zorlandıkça her keresinde gerileme eğilimi...) - Hazan hâlâ evli! - Ahahhahhahhahhahhaa! Neler oluyor diyerek sıçrayıvermişim çift kişilik kanapeden… "Doktor" başımda, sarsıla sarsıla gülüyor. Ne yani, hepsi benim gündüz düşlemim miydi?.. Öyleyse neden çıplağım?.. Neden canım yanıyor? Tenimdeki bu izler de ne?.. Irmak nerde?.. Nerde Yağmur?.. Ben nerdeyim? Doktor?!.. Kimin aracı, kimin malzemesi, kimin nesiyim... bilmiyorum. Tek bildiğim, uyanır uyanmaz zihnimde berraklaşan şu düşüncenin temellendirilebilirliği: Yeni ve eski yanyana, aynı çatı altında... Ne demişti Irmak: "Yeni eskinin uzantısı olacaksa, yerle bir etmeli o çatıyı!" Ama Irmak imgelemimden çıkıp gelmedi mi? Ya Hazan?.. Gerçekte sevdiğim herkes gibi, O da nispeten bir kurmaca kişilik değil miydi?.. Ben, bilemediğim kendimin çarpıtılmış imgesi, anlatısı değil miyim? Yaşadığım kurmacaların, düşlerin, düşlemlerin, yanılsamaların içindeki giz, o herşeyi örten anılar perdesinin ardındaki karanlık iz... Başkalarının senaryolarındaki rolü çoktan belirlenmiş, verili rollerle çatışıp çatışmama arasında gidip gelen, kendi yaşam senaryosunun da bir türlü içine sığamamış, aslına bakılırsa rollerinin hiçbirini oturtamamış biri... Kendimin -anlatı yollarını değiştirsem de, an'lardan oluşan dağınık, kopuk kopuk anlatısını değiştiremediğim- tekrarı, yaşamdaki sürgit kısırdöngülerin hem sorumlusu, hem tutsağı; hem öznesi, hem nesnesi... Gerçeğimle ne kadar örtüştüğünü bilemediğim, gün be gün değişen yapıntısı imgelemimin... İçimdeki binbir düğümü çözemeden -sanki yeni bir şey yokmuş gibi- debelendiğim zamanların içinde, nasıl kurtulabilirim ki eskinin yeniyi boğan çekiminden?.. Unutarak mı? - Ahahhahhahhahhahhaa! (Beşiktaş,Temmuz '99-Temmuz 2000)



Kerem GÜVEN

Eşcinsel hareketi var etmeye çalıştığımız ülkemizde birlik ve beraberlik söylemi hepimizi kusturacak kadar sık tekrar edilir zaten. Eşcinsel hareket içinde benzeri bir şeyi tekrar etmek gerekli mi? Aslında güçlü bir hareket istiyorsak evet. Şu anda Ankara’da ve İstanbul’da gay ve lezbiyen birkaç grup ve Türkiye’nin her yanında bu gruplara ve de harekete değişen uzaklıklarda bireyler var. Grupların herbirinin kendince bir biraraya gelme sebebi, tavrı, politikası ve üye profili var. Ama benim bildiğim kadarıyla hiçbir grupta bunlar homojen değil. Çoğu grupta birbirinden çok farklı sosyal konuma, farklı söylemlere, sorunlara ve hedeflere sahip insanları birarada görmek mümkün. Gene de her grubun kendince bir baskın rengi var, daha çok çalışan ya da sesi daha çok çıkan üyelerince ortaya konan. Ama bu bile sabit değil, zamanla bu kişiler de değişiyor çünkü. Peki birden çok grup olması güçlü bir eşcinsel harekete, hareket içinde birliğe engel olur mu? Bence hayır. Ya da olmaması mümkün. Başlangıç için herhalde tüm gruplarının diğerlerini benzer kaygılarla mücadeleye atılmış farklı olabilecek oluşumlar olarak kabul etmesi, her grubun kendine ait bir yapı, kimlik ve işLeyişi olabileceğini anlaması, kendisine daha yüksek bir konum addederek müdahale etmeye girişmemesi, kendini eşcinsel hareketin asıl temsilcisi, yegane nihai ortak örgüt olarak görmekten vazgeçmesi gerekiyor. Gruplar birbirinden ideolojik farklılıklar taşıyor olabilirler, politikaları her zaman çakışmıyor olabilir. Ama gerektiğinde birlikte bağırıp, birlikte hareket edebilirlerse güçlü olmak mümkün. Bir şekilde kendini farklı yerlerde tanımlayan bu grup ve kişilerin gerektiğinde, ellerinden geldiğince birlik içinde hareket edebilmeleri, birbirlerine destek olabilmeleri herkesin aynı grup içinde olup da tavır ya da yöntem açısından çatışmalar yaşanmasından daha çok ‘birlik’ sağlar bence. Eleştiri, yapılanları daha iyi olmaya yönelttiğinde gerçekten herkesin işine yarayacak bir araç. Salt yıpratma amacı ile yapıldığındaysa boş bir çaba. Özellikle bizimki gibi eşcinsel hareket geçmişi olmayan bir coğrafyada mücadele veren ve bir çok adımını deneme yanılma yoluyla elinden geldiğince yavaş ve temkinli atmaya çalışan gay ve lezbiyen grupların, her yaptıklarının tartılıp değerlendirilmesi ona göre diğer adımın atılması gerekiyor. Denediklerimizi tekrar deneyerek ya da hatalarımızda ısrar ederek zaman kaybetme lüksümüz pek yok. Hem grupların kendi içinde hem de gruplar arasında eleştiri yapacak kişinin kişisel sorunları üzerinden hareket ederek eleştiri yapması ise sadece insanların arasındaki ilişkiyi yıpratıyor.

KAOS GL 5 / 30

Hiçbir grup homojen olmadığı ve öylesine belirgin bir işbölümüne (grup sözcüsü gibi bir görevlendirme örneğin) genellikle gidilmediği için de her kişisel eleştiriyi eleştirilenlerin grup tavrı olarak algılayıp silahları kuşanması da kimseye bir fayda sağlamıyor. Tek bir kişinin tavrı ya da söyledikleri hiçbir grup için bağlayıcı değildir. Güçlü bir eşcinsel hareket için diğer eşcinsellerle birlikte çalışabileceği umudunu taşıyan kişilerin kişisel sorunlarını hareketle ilgili ilişkilerine karıştırmamaları, kişisel, saldırgan ve gruplar arası ilişkileri zedeleyecek tavır ve sözlere karşı çıkmaları, kendilerine yönelik bir kişisel saldırı olduğunda da bunu grup tavrı olarak algılamaktan vazgeçmeleri gerekiyor. Tek tip eşcinsel ve tek tip eşcinsellik artık kimsenin hayalini kurmadığı birşey olduğuna göre kişilerin diğer bir grubun bir araya gelişiyle ilgili alabildiğine saldırgan ifadelerle yönelttiği eleştirilerin amacını ben anlamıyorum. Nereye varılabilir burdan? Siz diğer bir gruba onun varlığını gereksiz, yersiz gördüğünüzü söylediğinizde ne olmasını bekliyorsunuz, darmadağın olmalarını mı? Bu şekilde ‘dostane’ bir acı eleştiri ile daha sonrası için birlikte çalışma olanakları ve motivasyonu tüketilmiş olmaz mı? Böylesine saldırgan bir uslupla yola çıkıldığında olumlu bir gelişme beklemek herhalde saflık olur. Peki bu çaktırmadan “suya sabuna dokunmadan eleştiri yap”, “eşcinsel kardeşini kırmamak, üzmemek, gücendirmemek için elinden geleni yap” mı demek oluyor? Hayır. Ama eleştirilen şeyin politika ya da ideoloji olduğu unutulmamalı ve karşıdaki kişilerde kişisel yaralar açmaya çalışılmamalı. Tabi eğer amacınız bunu işte ben böyle söyledim demek değilse sadece. İki yıldır yapılan ve ilkinden sonra altı ayda bir yapılmasına karar verilen ‘Türkiye Eşcinseller Buluşması’ gruplara birlikte çalışma ve hareket etme imkanı yaratmak ve fikir alışverişinde bulunmalarını sağlamak üzere düzenleniyor. Bu buluşmaların sonuncusu olan Baharankara düzenlenmeden önce Ankara’da bir duraksama oldu. Bu buluşmalar gerçekten bu işlevi yerine getiriyor mu? Gerçekten iletişim kurulup bir şeyler harekete geçebiliyor mu? En önemlisi bir sonraki buluşmaya bir öncekinden ne kadar farklı gidiliyor, ne katıyor bu buluşmalar harekete? Yoksa bu buluşmalar sadece bir büyükşehirdeki gay ve lezbiyenlerin diğer büyük şehire yılda bir kez topluca gidip, alabildiğine eğlenmek, mutlaka bir gece de gay bara gitmek üzere, ahbaplıkların tazelenmesine mi hizmet ediyor? Buluşmalar saman alevi gibi bir heyecan yaratıp herkes evine döndüğünde ortada iz bırakmadan anılar arasına mı karışıyor? Böyle bir organizasyonun (ki en az


seksen kişi kadar oluyor katılımcılar) devamlı olarak düzenlenebilmesi ve bunun ‘gelenekselleşmesi’ tek başına devam etmesi için yeterli mi? Yoksa buna harcanacak emek para ve zaman daha verimli bir şekilde değerlendirilebilir mi? Ya da bu buluşmalar nasıl daha verimli hale getirilebilir? Sadece gelenekselleşme uğruna böyle bir etkinliğin devamında ısrar etmek pek romantik olsa da gerçekçi değil. Ama ben denemeye devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Her buluşmadan sonra bunun bir değerlendirmesini yapıp bundan sonrası için ne bıraktığına bakılmalı, hatalar gözden geçirilmeli ve bir dahakinde daha iyisi yapılmalı. Bunu yapmayı öğrenmek için ‘gelenekselleşmesi’ gerekiyor. Çünkü birçok şeyi yaptığımız gibi bunu da deneme yanılma ile öğreniyoruz. Olmuyor deyip bıraktığımız da günün birinde bunun yöntemi bize zembille inmeyeceğine göre bu yöntemi bizim yaratmamız gerekiyor. Bundan önce yapılan buluşmaların ciddi bir şekilde eleştirilip nasıl gerçekten biraraya gelmemizi ve bunun devamını sağlayabilecek şekilde buluşabiliriz üzerine kafa yormamız gerekiyor. İhtiyacımız olan objektif eleştiri, ağız dalaşı değil. Hem bu buluşmalara, hem de hemen her gay ve lezbiyen grubunun temel aktivitesi olan haftalık toplantılara en sık getirilen eleştiri bu kadar konuşulup ne olduğudur. Tartışma net bir sonuca ulaşmıyor, tartışılanlar bir yerde birikmiyor, somut birşeylere, hatta projelere dönüşmüyorsa neden tartışılıyor? Birincisi insanların bir gün ya da bir haftada Türkiye’de eşcinsellerin kaderini değiştirmek gibi bir işlevi bu toplantılara yüklemekten vazgeçmesi gerekiyor. Bir ya da birkaç toplantıya böyle bir misyon yüklerseniz tabi hayal kırıklığına uğrarsınız. İkincisi her tartışma somut projelerle sonuçlanmak durumunda değil. Projeler bu kadar kolay ortaya çıkan şeyler değil belki de. Onlara bir teorik zemin inşa etmeden (ki bu da konuşmadan, bol, uzun ve kimilerince sıkıcı olan, o konuyla ilgili bilgiyi ve katılımcıların fikirlerini ortaya koyan konuşmalar, yazışmalar olmadan) olmuyor. Geçen Baharankara’dan örnek vereyim: AIDS ile ilgili toplantının sonunda somut hale gelebilecek birşeyler vardı, toplantı bunun için yapıldı; kimlik tartışması ise harekete nasıl yön verileceğine dair işaretler vermekle birlikte hiç de somut bir proje eksikliği çekmedi. Somut sonuçlara ulaşmıyor diye kimlik, açılma ve benzeri kavramları tartışmayalım mı, bu vakit kaybı mı? Ben sanmıyorum. Tartışılanların kaydedilmesi, sunumların yazılı olarak hazırlanması ortaya konanları ileriye aktarmak için herkesin aklına gelebilecek öneriler ve bunlar yapılmaya çalışıldı da.

söz söylemeleri, buluşmaya gelirken de maç seyretmeye gider gibi değil bu konuyla ilgili hazırlık yaparak gelmeleri daha iyi olmaz mı? Birlikte birşeyler yapmaya buluşmada yapılanları birlikte hazırlayarak başlayamaz mıyız? İnsanlar bu buluşmalara kemikleşmiş cemaatlerinin dışında sevgili bulmaya geliyor olmasınlar? E olsunlar. Tüm etkinlik buna yönelik yapılmıyorsa bundan kime ne? Zaten buna engel olmak için ne yapılabilir ki, hoşgeldin yemeği yapıp şap mı koyacağız yemeklere. Bizim yapmamız gereken programı bizim ihtiyaçlarımıza göre ve bizi tatmin edecek şekilde düzenlemek olacak . Gerisi ister gelsin ister gelmesin, işleyişi aksatmasına izin verilmedikten sonra insanlar ellerinden geleni yapsınlar. Bu buluşmalarla birlikte yapılan sosyal etkinlikler toplantı boyutunu birkaç beden aşarsa bu gerçekten sorun olmaya başlar. Bizim yapmak istediğimiz şaşaalı, gürültülü, görünüşü kurtarmaya yönelik birşeyler yapmak olmadığına göre sosyal etkinlikleri ikinci planda tutmak daha uygun olur gibi görünüyor. Ama tamamen karşı olunacak birşey olarak görmüyorum onları. Buluşmaları bundan sonra düzenleyecek olanların yapması gereken öncelikle daha önceki buluşmalarda eksik olanları önlerine koyup daha iyisi nasıl yapılabiliri konuşmak. (Artık öğrendik ve biliyoruz ki bu kadar insanı haberdar etmek, karşılamak, ağırlamak, parti düzenlemek ve topluca bir yerlere götürmek hepimizin altından kalkabileceği işler. Bunu tekrar tekrar kendimize ispat etmemiz gerekmiyor.) Hiç sorgulamadan aynı şeyleri tekrar etmeye gitmek bizi bir yere götürmüyor.

Bence önemli bir eksiklik de buluşmalardaki etkinliklerin ve buluşma programının evsahiplerince belirlenip hazırlaması. Bu tabi ki daha kolay oluyor; ama en azından hangi konular hakkında konuşulacağı üzerine katılımcıların da

KAOS GL 5 / 31


Samuel Beckett, Watt romanında derin sükûnetini koruyarak, yaralayıcı olduğu kadar kışkırtıcı bir laf eder, okurunu da sükûnetine doğru çekerek geçici bir sağırlaşmaya neden olur (modern dünyada geçici olmayan ne vardır zaten?): “Ama anlama duyulan bu ilgisizlik içinde bu anlam arayışı da ne oluyordu? Ve bunun anlamı neydi?” Kaos GL’nin 6 yıllık tarihine bakıldığında, ucundan kıyısından bir özel tarih oluşturma çabasıyla bir okuma yapıldığında düzlemimizi anlamsızlıklar silsilesi içinde bir anlam arayışı, bir üslup oluşturma olarak da belirleyebilir miyiz acaba? Türkiyeli eşcinsellerin sözlerini söyleyebildikleri bir alan oluşturma niyetiyle yoluna soluksuz biçimde çıkmış olan Kaos GL dergisi muhalif bir üslup oluşturmanın odaklarından biri de değil midir? Sözü edilen umutsuzlukların ve anlamsızlığın ortasında inat ederek eşcinsellerin maruz bırakıldıkları yaşam tarzlarının dışında tahayyül sınırlarına patikalar açmak değil midir zaten birincil amaç? Tüm bu niyetler, istekler, alt okumalardan derginin yüzeyine doğru, satırların arasındaki boşluklara, yazıların başlıklarına ve yazarların imzalarına yansıyor mu peki? Zor bir soru. Bitmeyen ve hiç bitmeyecek bir çaba var ama. Dedik ya, anlama karşı duyulan bu ilgisizlik içinde ve dahası anlamsızlık içinde belki de anlam aramanın, bir üslup oluşturmanın, topyekûn özgürleşmenin hayalini kuruyoruz ve yetersizliklerimiz şaşkınlıklarımız, yolumuzu bazen bilemeyişimiz var. Kendi çevremizde küskün küskün dönmektense patikalar açma çabası var. Çünkü gökkuşağı orada (dır herhalde!). Kısa devre yapan cümlelerimiz bir gün ışıl ışıl olacak, zaten olmuyor mu? Bu süreç içinde bir çok arkadaşla çalıştık, ama biliyorum ki içimizdeki en inatçı adam Gay’e Efendisiz’dir. Efendisiz olmaya çabaladığı gibi, mutfaktan her kahve getirişinde ya da bulaşık eldivenli ellerini beline dayayarak salona seslendiğinde bir patika daha açma umuduyla çıkar, hararetle anlatır. Heyecanlanırız. Son iki ay içinde ise yeni patikalar için taşları temizliyoruz onunla. Bildiğiniz gibi kapağımız renklendiğinden ve birilerinin dediği gibi belki de fanzin görünümümüzü yitirdiğimizden beri (ne yanılgı! Fanzin bir ruh değil midir aramızda dolaşıp hepimizi şaşırtan?) maddi zorluklar ve çalışma tempomuzun yoğunluğu nedeniyle iki aylık çıkarttığımız Kaos GL dergisi “bölünüyor” (!) yıllardan beri düşlediğimiz bir şeyi gerçekleştiriyor, hizipten daha hayırlı olduğunu düşündüğümüz bölünmeyle iki dergi olarak Ekimden itibaren kitapçıların kapılarından içeriye sızıyoruz. Hâlâ adını koyamadığımız (adını siz koymak ister misiniz?) ama içeriği ve biçimiyle ilgili olarak olgunlaşma yüz tutmuş fikirlerimizle aylık bir dergi çıkaracağız öncelikle. Bu aylık dergi, günceli takip etmek amacını güdecek aslen. Eşcinsel temelli ya da değil (ne fark eder, sözümüz her şeyi kapsadığında daha güçlü olmuyor mu zaten?) haberlerin ve yorumların başta geleceği, yaşamın ta içinden yazılan kartpostalların, değinmelerin, şiirlerin, öykülerin, ilanların toplanacağı bir dergi olacak. Şimdiye kadar pek becerikli olduğumuzu iddia edemeyeceğimiz röportajlara da daha sık yer vermek, eli kayıt cihazı tutan ve soracak soruları, kurcalayacak ilgileri olan tüm arkadaşlarımızı da göreve çağırmak niyetindeyiz. Anlı şanlı medyatiklerden ziyade eşcinsel bireylerin gündelik pratiklerine kayıt cihazı tutan söyleşilerin, oluşturmaya çabaladığımız çoğulcu üsluba (ne demekse), duruşa zenginlik katacağını düşünüyoruz.

KAOS GL 5 / 32


İkinci olarak ise “Kaos GL” adını devam ettirecek ve üç aylık periyotla çıkacak bir dergimiz olacak Ekim ayından itibaren. Aylık dergide değinilen ya da üstünde az durulmuş olan mevzuları daha derin, daha kapsamlı olarak inceleyen yazılara açık olacak bu dergi de. Eşcinsel literatürün önemli makalelerinin çevirilerinin de yer alacağı bu dergide, sebatla ilerlemek isteyen, tartışmaya açık, aynadaki imgenin altında yatanları kurcalamaya yatkın, lezbiyen gay özgürleşme hareketine düşünsel olarak katkıda bulunacak yazıları biraraya toparlama, gündelik hayatın hay huyu içinde gözümüzden kaçanları burnumuza sokma (!) işlevini yerine getirmesini istiyoruz bu derginin. Tartışacak, konuşacak çok şeyimiz var ve bu gürültü içinde birbirimizi duyabilmek için yeni bir yürüyüşe çıkmak ve yollarımızı patikalarda çakıştırarak hayatlarımıza müdahale etme yollarını arayıp bulmak ihtiyacındayız sanırım. Bu iki dergi bu amaçlara hizmet ederse en büyük işi başarmış olacaktır galiba. Sözünü ettiğim iki derginin ilk çıktıları bilgisayar ekranından elimize aktığında bu niyetlerimizle sonucun ne kadar çakıştığını göreceğiz. Ama önemli olan dedik ya, çaba, inat, direnmek. En önemlisi de tahayyül etmek... Bu iki yeni patikayı açma çabamız içinde şimdiye kadar yazılarıyla, toplantılara katılımlarıyla, her ay kitapçıdan “Kaos GL” isteyen okurlarla etkileşim içinde olmayı, eleştirilmeyi, yıldızlardan yön bulmayı her zamankinden daha fazla arzuluyoruz. Bu tür çağrıları bir çok kez yapıp herhangi bir tepki alamamış olmanın kırıklığını yaşıyor olsak da, bu kez adettendir diye vicdanımızı yatıştırsın diye değil, samimi bir istek olarak bu çağrıda bulunuyoruz. Sizin de bu patikaları açarken yerden alacağınız bir taş, düzleştireceğiniz ve dolaşacağınız bir alan vardır mutlaka. Bizimle iletişim kurabileceğiniz diğer adreslerden ve telefon numaralarından ayrı olarak bir mailing listesi de oluşturalım dedik. Uzun süreden beri derginin hazırlanma sürecinde çalışanların iletişimlerini kolaylaştırmak için kullandığımız (ne kadar kolaylaştırdığını ben çok iyi biliyorum!!) mailing listesini tüm okurlarımıza ve yazarlarımıza açmak istiyoruz. Böylelikle dergiyle ilgili önerileri, yazılar üstünden gelişebilecek olası tartışmaları online (!)yapar, saadete ereriz. İlgilenenler doğrudan bana mail atabilecekleri gibi; kaosgl-dergi-subscribe@egroups.com adresine de mail atabilirler. Bu patikalar bizi nereye götürür? Gökkuşağına mı? Şimdi arada bir içine sokulduğumuz poşet içinde soluksuz kalabiliyoruz, ama kelli felli ahlak bekçilerimizin ve yardakçılarının yaptıkları aslında hayatlarımızı bir poşet içinde yaşıyor oluşumuzu somuta indirgeyerek söylediğimiz sözü pornografi sayarak bize bir kez daha neyle mücadele ettiğimizi ve neyi istemediğimizi her dergiye bakışımızda da -tıpkı aynaya bakışlarımızda olduğu gibihatırlatmıyor mu? Oray Eğin bir yazısının sonunda "Bu ülkede bir gün gökkuşağı doğacak. Kimse de bir şey diyemeyecek" diyor ve heyecandan tüylerimi ürpertiyordu. Açtığımız bu iki yeni patikayla da gitmek istediğimiz yer belli. Anlama duyulan bu ilgisizlik içinde anlam arayışına gerek duymayacağımız bir yerlere gidelim diyorum ben. Siz başka bir şey söylerseniz size de yol arkadaşı olurum. Patikaları seviyorum. Ekim’deki yürüyüşte buluşmak üzere...

murat yalçınkaya myalcink@ixir.com

KAOS GL 5 / 33


ve olayı görüntülemeye çalışan basın mensuplarına saldırdılar. Çevik Kuvvet ekiplerinin gelmesi sonucu kontrol altına alınabilen travestiler, arkadaşlarının cesedi başında ağlayarak beklemeye başladı. Gruptakiler daha sonra, ölen arkadaşlarını bir cenaze arabasına koyarak, polis eşliğinde İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne götürdüler. Cesedin hastane morguna kaldırılmasından sonra gruptakiler araçlarına binerek ayrıldılar. Polis tarafından yapılan açıklamada kazanın ardından otomobil sürücüsü Öner Çelebi'nin yakalandığı ve soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi. (16 Temmuz 2000, 2000'de Yeni Gündem) Sansürcü anlayışa karşı poşetli tepki

Eşcinsellerden siyah protesto Lambda İstanbul Gurubunda bir araya gelen travesti, transeksüel, lezbiyen ve geylerden bir grup, eşcinsellere yönelik ayrımcılığın had safhaya ulaştığını belirterek İnsan hakları Derneği İstanbul Şubesi'nde basın toplantısı yaptılar. Yüzlerini boyayarak katılan grup, bununla E-5 Karayolu'nda geçtiğimiz günlerde trafik kazası sonucu ölen travesti Çağla Ünlü'nün yasını tuttuklarını bildirdiler. Basın açıklamasını okuyan Deniz Yıldız, eşcinsellere yönelik ayrımcılığın had safhaya ulaştığını ve temel insan haklarını ayaklar altına alıp adeta bir terör hareketine dönüştüğünü belirterek "E-5'deki cinayetlere sessiz kalmayacağız. Mevcut durum İnsan Hakları Bildirgesi ile çelişmektedir" dedi. Arkadaşları ölünce otoyolu kapattılar Cevizlibağ'da bir otomobilin çarpması sonucu arkadaşlarının öldüğünü duyan travestiler yaklaşık 1.5 saat E-5 karayolunu trafiğe kapattılar. Edirne yönüne giden Öner Çelebi yönetimindeki 34 NB 386 plakalı otomobil, saat 02.00 sıralarında E-5 karayolunun Topkapı-Cevizlibağ mevkiinde yol kenarında duran "Çağla" takma adlı travestiye çarptı. Bu kişi olay yerinde hayatını kaybederken, yaklaşık 30 travesti olayı duyarak kısa sürede kaza yerine geldi. Arkadaşlarının cesedini gören travestiler çılgına dönerek, yoldan geçen araçlara

KAOS GL 5 / 34

İletişim Yayınları, bir sanat eserini 'toplatılmak' ya da 'damgalanmak' seçenekleri karşısında bırakan sansürcü anlayışı kınamak için Will Self'in 'Dal ve Budak' kitabını 'küçüklere sakıncalıdır' diye damgalayıp poşet içinde yayımladı. Pornografik olmadığı gibi, erotik bile olmayan, cinsel temalı fantastik mizah türündeki 'Dal ve Budak'ta cinsel kimliklerin yer değiştirmesi üzerine kurulmuş iki fars ya da kâbus öyküsü anlatılıyor. Doris Lessing, Will Self'i keşke bunları yaşamasaydık deyip, yaşadıklarımızı absürd biçimde anlatan gerçek bir mizah yazarı olarak değerlendiriyor. (Radikal, 23 Temmuz 2000)


Terapi İçin Önemi Olan Gelişimsel Özellikler Psikoterapide gelişimsel bir perspektife sahip olmak bir çok bakımdan önemlidir. 1) Kişinin gelişimsel yaşantılarını, başarılarını ve güçlüklerini iyi anlamak şimdili adaptasyon ve işlevselliğini değerlendirerek sorunların çözümüne yönelik bir tedavi planının kurulmasına yol gösterir; 2) Hasta terapide çocukluk yaşantılarına ilişkin anılarını dile getirdiğinde terapistin bunları nasıl dinleyeceğine, nelere özellikle dikkat edeceğine ve bunları nasıl yorumlayıp işe yarar bir tarzda kullanacağına yardımcı olur. Hastaların (ve yakınlarının) gelişimsel anıları yeniden-kurulmuş, bir çok savunucu çarpıtmaya ve atlamaya (omisyon) uğratılmış öznel anlatılardır ve bu özneleriyle bireyin duygu, düşünce ve davranışlarını etkilemektedirler; 3) Aynıcinsel yönelim çizgisinde gelişmekte olan çocuk ve ergenlere doğru ve duyarlı bir yardım ve rehberlik yapma şansını verecektir. Bu çocukların bir çoğunun yaşadığı çatışma, korku, açık veya örtük baskı, reddediliş ve hatta istismarları duyarlılıkla anlamadan ve bunlara karşı geliştirdikleri adaptif ve maladaptif savunma ve stratejileri kavramadan eşcinsel ergen ve yetişkinler olarak yaşayabilecekleri sorunlara yönelik koruyucu ve önleyici yardım fırsatları da kaçırılmış olur. Farklı cinsel yönelimlerle bağlantılı erken çocukluk yaşantılarına ilişkin verisel bilgi, gözlem ve kuramlarımız bölük-pörçüktür ve bir çok zaman çelişkiler ve tutarsızlıklarla yüklüdür. Bunun altında yöntemsel güçlükler ve çeşitli gözlemci ve kuramcı yanlılıklarının yanı sıra, olasılıkla bireyi belli bir cinsel yönelime götüren tek bir değil birden çok (konjenital ve yaşantısal öğeler içeren) gelişim çizgisinin oluşu yatar. Bireysel psikoterapi hastanın gelişimsel biricikliği üzerine kurulmalıdır. Burada sadece aynıcinsel yönelimli erkekler arasında belli bir sıklıkla görülen birkaç gelişimsel olguya değinilecektir. Bunların tüm eşcinsel bireylere uygulanabilecek stereotipler olarak görülmesinin büyük bir hata olacağını unutmamak önemlidir. Ayrıca, anımsanmalıdır ki herhangi iki olgu arasında belli bir korelasyonun görülmesinden kalkarak bunlar arasında belli bir yönde nedensel ilişki bulunduğu sonucuna varmak hatalı olabilir. Örneğin, bugün alandaki genel görüşe göre (eski bazı analitik varsayımlardan farklı olarak) ağır bir içselleşmiş homofobiyle terapiye gelen eşcinsel erkeklerde sıkça rastlanan uzak veya reddedici baba tutumları (ve bunu ödünleyici aşırı-bağlayıcı anne tutumları) oğullardaki aynıcinselliğin bir nedeni olmaktan ziyade, bu çocuklarda ilerideki aynıcinsel yönelimin öncülü olan ve öbür cinsel benzer ya da kendi cinsinden beklenen standardı karşılamayan davranışlara karşı bazı (ana-) babalarda görülen

savunucu tepkilerdir ve bu tepkiler oğulları duygusal olarak örseleyerek ileride kendinireddedici tutumlara ve özyıkıcı davranışlara, ayrıca erkeklerle yakın ilişkilerde güçlüklere yolaçabilmektedir.

Sinan DÜZYÜREK

M.D. The George Washington University School of Medicine, Modern psikanalitik anlayışın vurguladığı üzere Department of Psychiatry cinsel yöneliminin hangi yönde olduğuna ABD

bakmaksızın kadın ve erkek tüm bireyler değişik ölçü ve boyutlarda her iki ana-baba figürüyle de (başka deyişle hem eril hem de dişil) özdeşim yapmıştır. Aynıcinsel, ikilicinsel (veya Bugün alandaki genel karmacinsel) ve öbürcinsel* olan bireyler arasında, özellikle çocuklukta, bu noktada belirgin görüşe göre (eski bazı istatistiksel grup farklılıkları gözlenir. Örneğin, analitik Bell ve arkadaşları eşcinsel erkeklerin %46'sının, varsayımlardan farklı öbürcinsel erkeklerin ise sadece %11'inin olarak) ağır bir çocuklukta stereotipik kız çocuk etkinliklerinden hoşlandığını, futbol oynamak gibi stereotipik erkek içselleşmiş çocuk etkinliklerinden hoşlanma oranının ise homofobiyle terapiye eşcinsel erkeklerde sadece %11 iken, gelen eşcinsel öbürcinsellerde %70 olduğunu bildirmiştir. Saghir ve Robins eşcinsel erkeklerin %67'sinde erkeklerde sıkça çocukluklarında en azından belli bir dönemde "kız rastlanan uzak veya gibi" görülmelerine neden olan karşı cinse benzer reddedici baba davranışların varlığını ve/veya stereotipik erkek tutumları (ve bunu çocuk özelliklerinin azlığını gözlemiştir. Eşcinsel erkeklerin çoğunda rastlanan bu özellikler, yeterli ödünleyici aşırıbir özenle değerlendirilirse, büyük çoğunlukla bağlayıcı anne çocukluk cinsiyet kimliği bozukluğu tanı ölçütlerini tutumları) oğullardaki karşılamaz ve sadece kısmi bir öbür cinsle özdeşim durumudur; bunun cinsiyet kimliği bozukluğundan aynıcinselliğin bir en somut farkı aynı zamanda güçlü bir çekirdek eril nedeni olmaktan kimliği ve bu temeldeki eril özdeşimi yansıtan ziyade, bu çocuklarda şekilde çocuğun cinsel organlarına değer verişi ve ilerideki aynıcinsel bunlara sahip olarak yaşamayı arzulayışıdır. Eşcinsel erkeklerin çocukluklarında görülebilen yönelimin öncülü olan farklılık büyük çoğunlukla cinsiyet kimliğinde ve öbür cinsel benzer değil, cinsiyet rolü davranışlarındadır. Eşcinsel ya da kendi cinsinden erkeklerin bir çoğunda ödipal dinamikleri en kısa beklenen standardı şekilde şöyle özetlemek mümkündür: Aynıcinsel yönelim çizgisinde gelişmekte olan erkek çocuk karşılamayan ödipal evrede bilinçdışında hem baba gibi olmak, davranışlara karşı hem de babayı erotik olarak elde etmek veya bazı (ana-) babalarda kazanmak ister. Ödipal döneme babaya libidinal ilgiyle giren bu birey ikinci (babadan libidinal görülen savunucu doyum almaya yönelik) arzuyu doyurmak için, tepkilerdir ve bu özellikle babadan yeterli ve gerilimsiz bir yakınlık tepkiler oğulları yerine homofob bir rahatsızlık ve uzaklaşma duygusal olarak görürse, anneyle de önemli bir özdeşim yapma stratejisini dener (babayı bu yolla kazanabilmek örseleyerek ileride umuduyla). Dolayısıyla bir çok eşcinsel erkekteki kendini-reddedici feminen özdeşim özellikleri (preödipal dönemde tutumlara ve özyıkıcı oluşan) cinsiyet kimliğindeki çaprazlaşmışlığın bir sonucu değil, değişik (bu arada biyolojik) etkilerle davranışlara, ayrıca *

Yazar, eşcinsel yerine aynıcinsel, biseksüel yerine ikilicinsel, heteroseksüel yerine öbürcinsel terimlerini kullanmaktadır.

erkeklerle yakın ilişkilerde güçlüklere yolaçabilmektedir.

KAOS GL 5 / 35


şekillenmiş birincil ve başat bir aynıcinsel libidinal arzulayışa ve bunun bazı babalarca yeterince doyurulmayışına ikincildir. Yani (homofobinin, heteroseksizmin ve seksizmin belirgin olduğu toplumlar ve toplum kesimlerinde sık rastlandığı üzere) kendisinden libidinal ilgi bekleyen erkek çocuğa uzak veya reddedici davranan babaların bu tutumu aynıcinsel yönelimin ortaya çıkmasında değil, aynıcinsel olarak gelişmekte olan çocuktaki feminen özdeşimin derecesini etkilemede rol oynar. Eşcinsel bireylerde öbür cinsi andırır belirgin özellikler, eğer varsa, latans, özellikle de ergenlik ve genç erişkinlikte (özellikle yukarıda değinilen ödipal travmanın etkileri sosyalleşme ve artan kendini kabul ile zayıfladıkça) giderek azalır ve (Amerikan toplumunda) yetişkinlikte %25 düzeyine iner. Öte yandan, ayrı bir fenomen olarak, çocukluğunda hakiki bir cinsiyet kimliği bozukluğu gösteren bireylerin büyük bir bölümü de yetişkinlikte cinsgeçim (transeksüalite) geliştirmez; bunun yerine belirgin bir kadınsılık ve bazı cinsgeçim davranışları veya kısmi bir cinsiyet disforisi içeren özel bir tür aynıcinsel yönelimle uyum yaparlar. Bu bireyler eşcinsel erkekler arasında çok küçük (ama en kolayca görünür ve tanınır) bir azınlığı oluşturur. Çoğu eşcinsel birey erken çocukluğunda anabasından yeterli bir destek görüp temel duygusal besini alarak ve ağır reddediliş, ihmal veya örselenmeye uğramadan büyümüştür. Böyle bir birey (büyük ölçüde daha sonraki ve süregiden sosyal etkilere bağlı olarak) kendine yönelik homofobik tutumlar geliştirmiş olsa dahi terapiye temel bir özgüven, özsaygı ve korunmuş bir sevme ve çalışma kapasitesiyle gelir ve terapi sürecinde kendilik bütünleşmesi yönündeki ilerleyişi erken çocukluğunda daha belirgin bir örseleniş yaşamış olan bireylere göre daha kolay olur. Böyle bir bireyle başarılı bir terapinin ödülleri arasında bireyde bir kimlik kohezyonu ve bütünlüğü duygusunun, eşcinsel oluşuna ve bunu kimliğine bütünleştirme ödevini başarışına ilişkin bir kıvanç duygusunun kazanılması, özyıkıcı davranış örüntülerinin aşılması, sevme kapasitesinin kendi sevisel yönelimi yönündeki özgürleşmesi ve bir çok zaman da eşcinsel altkültüre hem kendini sosyal olarak doyuracak hem de diğer bireylere de destek olacak şekilde katılımı ve giderek bir çok öbürcinsel bireye açılarak toplumsal kimlik bütünleşmesini ilerletme riskini göze alabilişi yer alır. Öte yandan, toplumsal ozmozla içselleşen homofobiye ek olarak birey çocukluğunda daha öte bir reddediliş, ayrımcılık ve daha ağır bir duygusal (hatta fiziksel ya da cinsel) istismar ve örselenişe uğramış ise kendilik ve kişilik gelişimi ciddi bir darbe almış olabilir. Sıklıkla böyle bireylerde bu tür olumsuz erken yaşam örüntülerini ergenlik ve erişkinlikte de (bu arada terapide de) mazokistik bir tarzda yineleyişe tanık oluruz. Bu bireyler olumsuz yansıtmalı özdeşimler yoluyla etkileştikleri kişilerde sıklıkla öfkeli, reddedici, istismar edici ya da incitici tepkiler uyandırırlar. Bu bireyler esasen

KAOS GL 5 / 36

eşcinsel oluşlarıyla bağlantılı olmayan çatışma ve güçlüklerinin de tümünü cinsel yönelimlerine atfetme ve kronik bir hostil/mazokistik depresyon yaşama eğilimi gösterir ve homofob olmayan bir terapistle terapide sıklıkla şu tutumu sergilerler: "Bana karşı pek anlayışlı ve iyisiniz ve sizin hastanız olduğuma şükranım. Fakat bendeki bu temel eksiklik ve kusur sizin bile yardımcı olamayacağınız bir durum ve ben bu anlayışı hakkeden biri değilim". Nitekim, bir çok zaman böyle bireyler (açık veya gizli) homofob terapistlere karşı özel bir arayış ve eğilim gösterir ve "transferans şifaları" ve terapisti hayal kırıklığına uğratma halleri arasında gidip gelerek bir sadomazokistik örüntü kurarlar. Bazıları ilkel (örneğin sınır) karakter patolojileri de sergileyen bu tür bireylerle terapi sağlam bir eğitim ve deneyim, ayrıca sabır gerektiren zorlayıcı, fakat uzun vadede potansiyel olarak doyurucu bir çabadır. Yaftalanmışlıkla Başa Çıkma Stratejileri Sosyal psikoloji, politik antropoloji ve politik psikoloji açısından bir çoğunluk grubu azınlık normları grupların sapıyor göründüğü kurumsallaştırma gücüne sahip olduğunda bu gruplar arasındaki farklılıklar kurumsallaştırılmış demektir. Böyle olduğunda azınlıkta tanımlanan farklılığa olumsuz değer yüklenir ve bu farklılık bir bozukluk veya eksiklik olarak algılanır. Bu farklılığın kurumsallaştırılması düşünsel ve duygusal stereotipler yaratarak azınlıktaki bireyi tüm yönleriyle dolu bir insandan bir veya birkaç sapmış özelliğe indirger. Buna yaftala(n)ma (stigmatizasyon) denilir. Yaftalanan özellik (burada aynıcinsel yönelim) "durumlarüstü bir kimliği" (transsituational identity) belirleyen bir "esas statü" (master status) halini alır; öyle ki yaftalanan özellik veya kimlik konu dışı veya durumla ilintisiz olduğunda bile öne çıkarılır. Örneğin; günlük konuşmalarda ya da gazetelerde öbürcinsel öğretmen, aktör, futbolcu, yazar, polis memuru vb. denilmeyen durumlarda eşcinsel olduğu bilinen bireyler söz konusu olduğunda (konu dışı bile olsa) sıklıkla kişinin bu azınlık özelliği diğer özelliklerinin önüne geçirilerek belirtilir (ya da bunu belirtmekten bir nedenle kaçınılıyorsa dolaylı göndermeler yapılır). Sosyal yaftalama etkilerini kültürel, politik ve hukuksal araçlarla denetim altına alamamış toplumlarda yaşayan eşcinsel bireyler için bu yaftalanmış hali tüm varoluşlarını çevreleyen veya çerçeveleyen bir sosyal veri olarak bireysel kaynaklardan ve mümkünse yarattıkları veya katıldıkları bir azınlık (eşcinsel) camiasının sağlayabildiği olanaklardan yararlanarak idare etmek ya da başa çıkmak zorunda oldukları bir durumdur. Stereotiplenmiş ve yaftalanmış bir azınlığa dahil bir birey olarak büyümek ve yaşamak çoğu zaman önemli sosyal sınırlanmışlıklara, tehditlere, ruhsal örselenmeye (ve bunları azaltmaya ya da nötralize etmeye yönelik bazıları maladaptif olabilen psişik manevralara), özyıkıcı


tepkiler ve davranış örüntülerine, kararlı çift ilişkileri kurabilme gibi değerli bir çok potansiyeli gerçekleştiremeyişe ve önemli bir ruhsal güçsüzleşmeye (ya da bazen de bunu gizleyen ve sınırlayan yüzeysel ve ikincil bir narsizme) yolaçabilmektedir. Diğer azınlıklarla çalışan psikoterapistler gibi eşcinsel bireylerle çalışanların da bu tür fenomenleri ve bunların hem hastaları, hem onların yakınları ve soyal çevreleri ve hem de kendi tutumları üzerindeki etkilerini iyi kavramış olmaları şarttır. Bu nedenle aşağıda eşcinsel bireylerin gelişim süreçleri boyunca yaftalanmışlıkla başa çıkmada ne türden stratejiler tuttuklarına kısaca değinilecektir. Bunlar, Cass, de Monnteflores ve Troiden'in tanım ve görüşlerinden yararlanarak genel anlamda (1) alt düzey (engelleyici stratejiler, (2) ara-düzey (yarıcı) stratejiler ve (3) üst-düzey (kendini kabullenici) stratejiler diye sınıflandırılarak incelenecektir. (1) Alt düzey stratejiler, çocukluktaki farklı oluşun ve farklı olarak görülüşün duyumsandığı "duyarlılaşma" evresinin ardından ergenlikte (bazen de gecikmiş olarak daha ileri yaşlarda) yaşanan belli bir "cinsel kimlik bocalaması" evresinde başvurulan ve yaftalanan bir kimliğin gelişmesini engellemeye yönelik savunmalardır. Bunlar arasında aynıcinsel arzu ve ilgilerin represyonu ve yadsınması homofobiden payını almış bir çok eşcinsel bireyin gelişim sürecinin intrapsişik savunma başlarında kullandığı mekanizmalarıdır. Aynıcinsel iç yaşantıları bu mekanizmaları aşacak kuvvete, sıklığa ve olgunluğa ulaştığında ise böyle bir birey bunlardan kaçınma ve süpresyon stratejilerine başvurur. Örneğin, kendi cinsinden yaşıtlarından uzak durabilir ve hatta aşırı öbürcinsel ilgi ve davranışlara yönelebilir. Eşcinsellikle ilgili tüm bilgi ve uyaranlara kendini kapatır. Bazen de eşcinsel karşıtlığı yapabilir. Bir çok birey için bütün bunlar aynıcinsel kimliğe doğru otantik (kimliğinin biyopsikososyal kökleriyle uzlaşık) bir gelişimi askıya alındığı ve bu yöndeki deneylemelere geçme gücünü geliştirmeden önce yaftalanmayan ve kendinden beklenilen diğer alternatife ilişkin deneylemeler yaptığı bir moratoryumdur. Bazı bireyler de bu stratejinin klinik olarak daha riskli bir varyantına başvurarak alkol ve madde kullanımıyla eşcinsel arzu ve ilgilerinden kaçınırlar. Bir diğer alt-düzey strateji de bireyin aynıcinsel iç yaşantılarının ve davranışlarının anlamını ve önemini yadsıyarak yaftalanan ve kendisinin de yaftaladığı bir kimliğin ve "kötü" olarak kabul ettiği bir "esas statünün" gelişmesini engellemeye çalışmasıdır. Bu stratejiye yadsıyıcı yeniden tanımlama denilir. Örneğin, kişi şöyle usavurular yapar: "Eşcinsel değilim, sadece girici (=kadın da becerebilen/becerebilecek=hâlâ tam bir= öbürcinsel erkek) olarak kendimi tatmin ettim veya ediyorum (hatta bir erkeği becerdiğim için daha bir "erkek" sayılırım)", "cinsel olarak çok açtım ve sarhoştum, hepsi bu", "bunlar sadece öbürcinsel bir erkeğin yaptığı denemelerdi" veya

"bu sadece geçici bir evre, bundan başka bir önemi yok", "her erkek gibi bende de bir miktar biseksüalite var tabii, üstelik çocuk da iyi biri ve onu kırmak istemedim", hatta "okumak için paraya gereksinmem var ve bu işi sırf para için yapıyorum", vb. Bir diğer alt-düzey strateji de tövbe etme diye özetleyebileceğimiz kendinden özür dileme ve kendine (bazen de bir başkasına, örneğin bir terapiste günah çıkartmayı da içeren bir şekilde) "bir daha olmayacağına dair sözler verme"dir. Açıkça homofob terapistler de bireylere her koşulda veya öncelikli olarak (karşı-aktarımsal kaygılarla) bu tür alt-düzey stratejileri pekiştirici ya da uyandırıcı mesajlar verişleriyle karakterizedirler. (2) Ara-düzey stratejiler, çoğu kez, iç dünyasındaki aynıcinsel yaşantıların anlamını ve Stereotiplenmiş ve önemini kabullenmiş, ancak henüz yaftalanmış bir çözümleyemediği içselleşmiş homofobiye bağlı azınlığa dahil bir olarak ciddi bir şekilde intrapsişik çatışma yaşamaya devam eden bireylerde görülür. Ancak, birey olarak unutulmamalıdır ki bu stratejilerin bazıları büyümek ve homofobiden özgürleşmiş eşcinsel bireylerin bile, yaşadıkları toplumsal çevreye bağlı olarak, yaşamak çoğu kullanmak zorunda oldukları ve yaşamsal değeri zaman önemli olan (adaptif) taktikler olarak işlev görebilirler. sosyal Bunları şöyle özetleyebiliriz:

sınırlanmışlıklara,

(i) Dönüşmeye çabalama toplumsal homofobinin azaldığı ve ruh sağlığı profesyonellerinin tehditlere, ruhsal eşcinselliği bozukluk olarak görmeyi terk ettiği örselenmeye (ve toplumlarda bugün az görülse de bazı bireylerce bunları azaltmaya tutulabilen önemli ara-düzey stratejilerindendir. Bu, ırkçı Güney Afrika'da Hintlilerin deri renklerini ya da nötralize tıbbi olarak açtırmaları ve Nazi Almanya'sında bazı etmeye yönelik yahudilerin köklerine ilişkin her tür kanıtı silerek bazıları maladaptif hristiyanlığa geçişlerine benzer. Örneğin, bazı eşcinsel bireyler geçmişte öbürcinsel erkeklerden olabilen psişik testis transplantasyonları yaptırmış, acı veren manevralara), davranışçı terapilere girmiş veya dönüştürme iddialı psikanalistlerle onyıllar boyu işbirliği özyıkıcı tepkiler ve yapmışlardır. Bu strateji hemen her zaman istenen davranış sonucu vermediğinden bu bireylerin çoğu yafta örüntülerine, denetimi ve olumlu bir eşcinsel yönelim kimliği oluşturma ödevine diğer stratejilere başvurarak geri kararlı çift ilişkileri dönmüşlerdir. kurabilme gibi (ii) "Görülmez kalma", "saklanma", değerli bir çok "maskelenme" ya da metaforik olarak potansiyeli eşcinselliğini dolapta saklama diye niteleyebileceğimiz kişinin yaşamını biri gerçekleştiremeyişe diğerinden yalıtılmış iki kompartmana bölüşü ve önemli bir ruhsal sosyal homofobinin şiddetli olduğu toplumlar ve toplum kesimlerinde yaygın olarak kullanılan bir güçsüzleşmeye (ya stratejidir. Bir tür kamuflaj olarak bu, esas olarak da bazen de bunu bir varkalım stratejisidir. Başka deyişle, kişinin gizleyen ve gerçek özüne ve varoluşuna yönelik toplumsal çevresinden gelen düşmanlığa karşı özgürlüğünü ve sınırlayan yüzeysel potansiyellerinin serpilmesi için gereken sosyal ve ikincil bir besini, desteği ve koşulları korumak için oynadığı bir dramadır. Nadir olmayarak, bu strateji bireyin narsizme) varlığı ve bütünlüğüne yönelik somut tehlikelere yolaçabilmektedir.

KAOS GL 5 / 37


"Bir terapistin eşcinsel bireyleri etkili bir şekilde tedavi edebilmesi için bilinçli ve bilinçdışı homofobik önyargıdan arınmış olması gerektiğine kuşku olamaz. Bu şekilde önyargılı psikanalistler ve diğer terapistlerle etkileşimin eşcinsel hastalara nasıl yıkıcı etkiler yaptığı defalarca belgelenmiştir. Yazar gibi bu tür terapilere maruz kalmış eşcinsel hastalarla çalışan herkes büyük bir para ve zaman kaybının yanı sıra, bu girişimlere bağlı olarak yaşadıkları psikososyal kayıplara ve ızdıraba tanık olmuştur… Hastanın homofob önyargılarını paylaşan terapistler sadece hastanın kendini reddedici duygularını pekiştirmiş olurlar." Judd MARMOR M.D. Eski Amerikan Psikanalist Akademisi ve Amerikan Psikiyatri Birliği Başkanı

KAOS GL 5 / 38

karşı kullanmak zorunda olduğu bir taktik olarak yaşamsal işleve sahiptir. Bu drama bireyin gayet iyi bir aktör olarak aksi halde kendini yaftalayacak ve ağır yitimlere uğramasına yolaçacak önyargılı çoğunluktan bireylerle bir arada iken sürekli bir şekilde sözlerine, giyimine, duygu ifadelerine, kısaca onların gösterdiği personaya dikkat etmeyi gerektirir. Yani, eşcinselliğini dolapta tutan bir erkek, aynıcinsel sevgilisini içeren bir durumdan bahsederken "bir arkadaş" veya "kızarkadaş" diyecek; eve öbürcinsel konuklar geleceği zaman cinsel yönelimini belli edebilecek her tür şeyi (örneğin, bazı kitapları) saklayacak veya ani baskınları da düşünerek evini gayet steril tutacak; partneriyle görüldüğü taktirde onu "bir arkadaş" veya "ev arkadaşı" olarak tanıtacak ve toplum içinde onunla fazla yakın görünmemeye dikkat edecek; parti ve toplantılara ya tek başına ya da gösterme bir öbürcinsten partnerle gidecek; öbürcinsel arkadaş ve meslektaşlarının kadınlara dair söyleşilerine aynı ateşlilikle katılmaya gayret edecek; akrabaların kız arkadaşlara veya evliliğe ilişkin (bazen kuşkucu olabilen) sondajlarıyla başa çıkmak için etkili (bazen de oldukça yaratıcı) yollar bulacak; (örneğin fiktif öbürcinsel sevgililer yaratacak; ya da ikilicinsel ise öbürcinsel sevgililer doğal olarak bu işlevi görecektir) ya da cinsel yöneliminde yeterli bir öbürcinsel bileşen varsa evlenecektir. Benzer şekilde aynıcinsel bireylerle beraber iken de kişi çoğu zaman sosyal ve profesyonel kimliğine ilişkin kilit bilgileri kompartmanlar arası yalıtılmışlığı korumak için saklı tutmaya ya da değiştirmeye özen gösterecektir ya da diğer eşcinsel bireylerden bu gizliliğin korunacağına dair garantiler bekleyecektir. Böyle bireyler çoğu zaman toplumsal açılmayı tamamlamış eşcinsellerden uzak durarak kendisi gibi dolaptakilerle ilişkileri yeğler. Kişinin gelişimsel çizgisinde daha sonraki aşamalar için gerekli içsel ve sosyal hazırlığı güvenlik içinde yürütmesine fırsat sağlamak (bu arada bazen de terapiye girmek) ve tüm yaşamı boyunca zaman zaman belli durumlar ve sosyal çevrelerde gerekebilecek bir korunma taktiği olmak gibi işlevlerin ötesinde bu stratejinin giderek organize olan uzun süreli bir varoluş tarzına dönüşmesinin bir çok bireysel ve sosyal olumsuz sonucu vardır. Bu strateji hem bireyin kendi ruhsal sağlığı ve bütünlüğünü, kurmayı arzuladığı sevi ilişkilerini, hem de olgun ve destekleyici bir eşcinsel camia bulmasını (ve bu camianın oluşmasını, ayrıca bütün toplum genelinde insani farklılıklara değer veren demokratik gelişimin ilerlemesini) olumsuz etkiler. Maskenin kendine ait ayrı bir yaşam edinmesiyle kişilerarası platformda iki ayrı kompartmana yarılmışlık giderek bireyin kendiliğinde derin bir rahatsızlık ve tamamlanmamışlık yaşatır. Bu durumda kişi sürekli bir sahtelik, açığa çıkma paranoyası, boşluk ve yabancılaşma yaşayarak yarık kendiliğinin onaramayacağı bir özsaygı yıkımı yaşar. Bu stratejiyi koyu bir şekilde yaşam tarzı haline getirmiş bireylerin önemli bir bölümü

depresyon, anksiyete bozukluğu, alkol veya madde bağımlılığı, yüzeysel, kısıtlı ve hınçlı kişiler arası ilişkiler, akademik ve profesyonel inhibisyonlar ve hatta bazen de intihar eğilimleri ve sanrısal bozukluk gibi psikososyal güçlüklere ve klinik durumlara açıktırlar. Zira, kendilik psikolojisinin gösterdiği gibi iç tutarlılık ve entegre olmuş bir otantik kendiliğin kazanılması ruh sağlığının temel koşullarındandır. (iii) Bir diğer ara-düzey yafta denetimi stratejisi de kapitülasyondur. Burada çözümlenmemiş içsel homofobiyle kendinden nefret eden birey "kendisi gibi olanlardan oluşan bir gruba" ait olmayı reddederek yaftalayıcılarla (saldırganla) özdeşim yapar. Yani hem homofilik etkinlik ve ilişkilerden uzak durur (ya da bunları sıkıca gizler) hem de eşcinselliğe karşı savaş açanların saflarına katılarak eşcinselleri (kendi eşcinselliğini) cezalandırır. Belli bir öbürcinsel potansiyele de sahip yani ikilicinsel olan homofoblarda daha sık rastlandığından (ayrıca sıklıkla yukarıda tanımlanan kompartmantalizas-yonu da en derin şekliyle yaşayan) bu bireylere Money kötücül (malignant) biseksüeller demiştir. (iv) Bir başka ara-düzey strateji de "sazı eline alma" diye Türkçeleştirebileceğimiz minstrelizasyondur. Bunu yapan birey korku-karşıtı (kontrfobik) ve utanış-karşıtı bir tarzda yaftayı boynuna asarak ortaya çıkar ve aynı zamanda da yaftanın tanımladığı stereotiplerle (çoğu kez gayet karikatürize bir şekilde) özdeşim yapar. Bu strateji bireye uzun vadede daha adaptif bir varoluş için gereksindiği yürekliliği veren bir ilk atılım olarak yarayabilirse de hem öbürcinsel çoğunluğu hem de diğer eşcinsel bireylerin büyük bir bölümünü kendine yabancılaştırma riskini taşır. (v) Gruba kapanma diyebileceğimiz bir başka strateji de diğer ara-düzey stratejilerinde olduğu gibi bir tür yarılmışlık içerir. Burada kişi eşcinsel camiasını tümden idealize, öbürcinsel camiayı da tümden devalüe eder ve öbürcinsel birey ve gruplarla etkileşimini minimize ederek kendini (bir) eşcinsel gruba kapatır. Tüm öbürcinsel bireyleri değişmez bir şekilde "kötü" olarak gördüğünden kaçınılmaz olarak bunların tümünden gelen bir dışlanma algılar ve bunu içselleştirerek kendini öbürcinsel grup ve kurumlardan dışlar. Çocuklukta ağır örselenmeler yaşamış olanlar dışındaki bireylerin gelişiminde bu tür tepkisel "sınırda" davranışlar, eğer varsa, çoğu kez sadece kısmidir veya kısa sürelidir. (vi) Üst-düzey stratejilere geçişten önce terapiye gelen bireylerde görülebilen bir ara-düzey strateji olarak özelleşme bireyin kendine bazı özel (ve bir şekilde üstün) nitelikler atfederek yaftalanmışlığın özdeğerleştirici etkilerini nötralize edişine yöneliktir. Değişik özelleşme biçimleri arasında ekzotikleşme ve marjinalleşme, özel yetenekler üstlenme, kurban oluş (victimization), seçilmişlik veya süper-azınlık oluş ve sürgün edilmişlik yer


alır. Stereotipik özelleşme kaçınılmaz bir şekilde sınırlanmışlık ve otantik-kendilikten kopmuşluk içeren ve çoğu kez özyıkıcı etkiler yapan bir strateji olarak psikanalitik anlamda yüzeysel (ikincil) bir narsizm ve daha derinde de mazokizm içerir. (3) Daha üst-düzey stratejiler (sosyal koşullara da bağlı olarak) adaptiflikleri arasındaki farklılıklara rağmen görece daha olgunlaşmış bir kendini-kabul, kendilik-bütünlüğü ve tutarlığı ve daha yüksek ve olgun bir özsaygı ile karakterizedir. Eşcinsel bireylerin büyük bir bölümü yaftalanma, sosyal homofobi ve heteroseksizmle bu düzeydeki stratejilerle başa çıkmalarını sağlayan bir gelişimsel çizgide (bir çok zaman herhangi bir önemli profesyonel yardım görmeksizin) ilerlemeyi başarabilirler. Ayrıca, bugün demokrat toplumlardaki gelişmeler bireylerin bu süreçteki Fakat, ilerlemesini kolaylaştırmıştır. anımsanmalıdır ki bu sosyal gelişmeler de herşeye rağmen bu süreci kendi kaynaklarıyla tamamlayabilmiş birey ve grupların yaptığı öncülükler sayesinde gerçekleşmiştir. Bir çok araştırmanın net bir şekilde gösterdiğine göre yaftalanma ve önyargıyla başa çıkmayı gerektiren bu açılma süreci ilk evrelerde ruh sağlığı açısından çeşitli riskler (ör. ergenlikte intihar riski) taşısa da giderek üst düzey stratejilerin ağırlıklı olarak kullanıldığı daha sonraki evrelerde bireyleri (aslında şaşırtıcı olmayan bir şekilde) diğerlerinden (öbürcinsel çoğunluktan) daha dirençli ve psikososyal olarak daha uyumlu kılmaktadır. Yaftalanmayı denetlemede ve sosyal homofobiyle başa çıkmada kullanılan belli başlı daha üst-düzey stratejileri şöyle özetleyebiliriz: (i) Ara-düzeydekilere benzer yanları olsa da işlevsel olarak daha ileri bir kendini-kabul içeren örtme stratejisini tutan birey eşcinselliğini açıkça yadsımadığı ve kimseden aktif bir şekilde saklamadığı (ayrıca kontr-fobik olarak reklam da etmediği) halde bunu özel hayatıyla sınırlar ve öbürcinsel çoğunluğun değer yargılarını alıntılayıp tutucu bir tarzda onların yaşam tarzlarına öykünerek "eşcinsel ama diğer tüm yönleriyle standart bir öbürcinsel bireyden farkı olmayan", başka deyişle kendi eşcinselliğini bu koşulla kabul edecek olan öbürcinsel bireylerin gözünde, yani yaftalayıcı (norm-koyucu) çoğunluğun ölçütlerine göre "normal" bir "model" ya da "maskot" eşcinsel olur. Yani, "eşcinsel ama aksi halde çok iyi ve normal" bir persona kurar. Buna benzer diğer bir strateji de harmanlamadır. Burada kişi eşcinselliğini özellikle eşcinsel olmayan kişi ve gruplar söz konusu olduğunda ne açıkça bildirir ne de yalanlar. Kamusal personası profesyonel olarak yaşamsal ya da maddi önem taşıyan ünlüler arasında bu stratejiye sık rastlanır. Diğer bazı eşcinsellerle gizlilikle söyleşirken cinsel yönelimini saklamayan fakat öbür arenalarda eşcinsel görünmemeye dikkat eden bu bireyler kuşkucu veya sondajcı sorularla karşılaştıklarında kaçamak, geçiştirici ya da müphem yanıtlar

verirler. (ii) Kendini-olumlayıcı konfrontasyon, yaftalanmışlıkla başa çıkmada yukarıda betimlenen stratejilerin bir çoğunun kullanıldığı psikososyal olarak hazırlayıcı bazı önevrelerden geçmiş olmayı gerektiren gerçek anlamdaki bir üst-düzey stratejidir ve cinsel yönelim kimliği gelişimde psikososyal açılmanın (coming-out) önemli olarak gerçekleştirildiği aşamaya karşılık gelir. Burada birey önce kendisine, daha sonra da giderek daha geniş bir sosyal çevreye olduğu gibi görünme cesaretini göstermekte ve yaftalayıcı tutumları konfrente etmektedir. Bu stratejiyi tutan birey, ilerigeri gidişli ve dolambaçlı bir çizgide hem (maddi ve sosyal güvenlik koşulları ve kişinin varolan sosyal destek ağlarının özellikleri gibi) çevresel koşullardan etkilenir, hem de alloplastik özellikler içeren bir adaptasyon yapar. Amerika Birleşik Devletleri gibi birkaç onyıl öncesine kadar ağır bir homofobinin kurumsallaşmış bir şekilde egemen olduğu toplumlarda bu yaftayla başa çıkma stratejisi sosyal düzlemde kent merkezlerindeki kısmi gettolaşma olgusuyla paralellik göstermiştir. Bu stratejiyi tutan bazı bireyler (minstrelizasyondan farklı olarak) özyıkıcı ve maladaptif aşırı tepkiler içermeyen sosyal bir öncülük, hatta aktivizm sergileyebilirler. Diğerleri de, en azından, aynı azınlıktan diğer bireylerden oluşan bir sosyal gruba (camiaya) etkin olarak katılır; yalıtılmışlık veya yeraltındalık halinden çıkarak gruba kapanma, harmanlanma ve örtme gibi kamuflatif tutumlar içermeyen bir grup kimliği duygusu yaşarlar. Bu sayede özel dünyalarıyla kamusal dünyalarını aynı çizgide buluşturarak kendilik bütünlüğü yönünde ilerlerler. Uyumsamaya çabalayışlara bağlı geliştirdiği takmaca halleri bırakıp otantik kendiliğin gelişimi ödevine dönüş içeren bu transformasyon sürecinde birey bir çok güçlü ve karışık, fakat sonuçta potansiyel olarak özgürleştirici ve büyütücü duygular yaşar. Daha önceleri yadsıdığı, reddettiği veya kendine yasakladığı otantik yönlerini, potansiyellerini ve kişiler-arası (sosyal) varoluş olanaklarını ve o zamana kadar yitirmiş oluşu ve bunun önyargılı başkalarının yaftalayıcı tutumlarından kaynaklanışına bağlı bir yas tepkisi ve hınca sıklıkla rastlanır. Nitekim, böylesi duyguların irdelenmesi ve geçerlilenmesi bu evredeki bireylerle terapide önemli odaklardan biridir. Öte yandan, kendini-olumlayıcı konfrontasyon ve psikososyal açılma sürecindeki bireyde çoğu zaman bu yas ve öfkeyi dengeleyen bir çok olumlu duygu da görülür. Örneğin, daha önceki evrelerde görülebilen tepkisel narsistik tutumlardan farklı olarak kısıtlayıcı, katılaştırıcı ve saldırgan değil özgürleştirici, daha gerilimsiz ve sevecen bir kendini seviş ve kıskanış duygusu yaşar. Bu ödülleyici durum, bireyin, bir çok riskler içermiş, zorlayıcı ve bocalamacı olmuş, çoğu kez de fazla uzun sürmüş bir sürecin sonunda Otto Rank'ın psikoterapinin hedefi olarak tanımladığı şu noktaya ulaşabilmiş veya yaklaşabilmiş oluşunun

KAOS GL 5 / 39


bir meyvesidir: "Gerçek psikoterapi öncelikli olarak herhangi bir gerçekliğe adaptasyonla değil hastanın kendisine adaptasyonuyla, yani, kendi bireyselliğini ya da kişiliğinin daha önceleri yadsımış olduğu kısımlarını kabullenişiyle ilgilenir." (iii) Barışma ve Kimlik Sentezi ideal bir evreyi ve bu evrede kullanılan stratejileri temsil eder. Burada birey cinsel yönelimini önemli ama sadece diğer bir çok boyuttan biri olarak kimliğine bütünleştirmiş ve bu boyut günlük yaşamında (ve terapide) artık başat bir uğraş odağı olmaktan çıkmıştır. Bu evrede birey, gereğinde psikoterapötik yardım alarak, geçmişindeki ve şimdiki yaftalayıcı birey ve gruplara karşı belli bir anlayış ve affediş tutumu geliştirebilmiştir ve hem kendini hem eşcinsel camiayı, hem de öbürcinsel çoğunluğu iyisiyle, kötüsüyle çeşitlilik ve karmaşıklık içeren birer mozaik olarak algılamaktadır. Özel kimliğiyle kamusal kimliği arasındaki perde ve bölmeleri tümüyle eritebilmiş, kendilik psikolojisi terimleriyle otantik, kohezif ve entegre bir kendilik ve olgun (ideal) kendilik nesnesi ilişkileri yaşamaktadır. Bu ödevin başarılabilmesi çoğu zaman bireyin içgörüsel bir terapinin yardımıyla anne-babası ve/veya onların içsel reprezantasyonlarıyla barışmış olmasını gerektirir. Bu evrenin sosyal eşdeğeri eşcinsel azınlığın (bugün bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde görüldüğü ve ABD'de yavaşça ilerlediği gibi) kısmi gettolaşma yerine, yapay bir uyumsayıcılık gerektirmeden ve temel alt-kültürel özelliklerini koruyarak, önemli ölçüde toplumun geri kalanıyla kaynaşıp toplumsal entegrasyona erişmesidir. Sosyal antropolojik anlamda (ve cinsel politika açısından) eşcinsel bireylerin çoğunluğunun alt -ve ara-düzey yafta idaresi stratejilerine başvurmakta olduğu ve öbürcinsel çoğunluğun eşcinsel azınlığa karşı etkili bir asimilatif baskı uygulayarak toplumsal güç dinamiklerini gündem dışı tuttuğu toplumlar (veya toplum kesimleri) pre-politik veya örtülü politik; bu azınlığın önemli bir bölümünün kendini-olumlayıcı konfrontasyon evresine ulaştığı ve toplumsal baskıların etkin politik mücadele ve uyanıklık gerektiren bir şekilde sınırlandığı toplumlar (açık) politik; ve barışma ve kimlik sentezi evresine çoğu eşcinsel bireyin ulaşabildiği toplumlar ise (ideal bir) post-politik dönemdedir diyebiliriz. Bireyin içinde yaşadığı toplumun ve ait olduğu grubun bu dönemlerden hangisinde olduğu terapi açısından önemlidir; zira bu özellik terapide odak noktası olacak güçlük, süreç ve davranışları etkiler. Yaftalananlar ve Utanç Hicap, küçük düş(ürül)müşlük, rezil olma ve yüz karası olma gibi yaşantıları da içeren bir spektruma yayılan utanç duygusu, bunaltı ve suçluluk gibi gelişimsel ve klinik önemi olan temel nahoş duygulanım kuramcılarına kadar büyük ölçüde ihmale uğramış ve iyi anlaşılmamış bir olguydu. Bu

KAOS GL 5 / 40

içsel yaşantının köken ve etkilerini anlamak özellikle yaftalanan azınlıklarla terapide merkezi bir önem taşır. Zira utanç uyandırma (utandırma) yaftalamaya, kendinden utanma da bir yaftayı konfronte edemeden taşıyışa eşlik eden olgulardır. Utanç duygusu bireyin bir başkasının (veya başkalarının ya da onların içsel reprezantasyonlarının) gözünde tümden kötü, eksik, bozuk veya bir hiç gibi görüldüğü algısına dayalı acı verici bir duygulanımdır. Bunu diğer duygulanımlardan ayıran özellik gizli tutmaya çalıştığı bir yönünün açığa çıkması (görülmesi) nedeniyle bütün bir kendiliğinden birden yanlış ve değersiz olarak algılanmasıdır. Bu tümden gözden düşmüşlük duygusuna ilişkin yapabileceği hiçbir şey yoktur; yani bilişsel olarak belli edimlerle bağlantılanan suçlulukta olduğundan farklı bir şekilde bağışlanma dileyerek, tövbe ederek ya da ceza çekerek onarabileceği ya da ödünleyebileceği bir durum değildir. Dolayısıyla umutsuz ve güçsüz bir değersizleşme ve eksiklenme yaşatır ve kişide kızarma, terleme, donup kalma, saklanma, bakışlarını kaçırma ve "mümkün olsa yer yarılıp yerin dibine girme" gibi tepkilerle kendini belli eder. Başka deyişle, suçlama kişinin yaptığı (veya yapmadığı) bir şeye ilişkin yaşadığı bir duygu iken, utanma olduğu (veya olmadığı) bir şeyle ilgilidir. Gelişimi boyunca bu tür yaftalayıcı ve utanç uyandırıcı kişiler-arası etkileşimler ve bu inciltici duygulanımı ve onun yıkıcı etkilerini önlemek veya bir sinyal duygulanım olarak kendini göstermeye başladığında onu denetlemek uğruna tutmak zorunda kaldığı savunma stratejileri ve bunların bedelleri yaftalanan azınlıktan bir bireyle psikoterapide temel odaklardır. Eşcinsel bireyler (diğer azınlıklardan farklı olarak) çoğu zaman kendi aileleri içinde de örtük veya açık bir şekilde baskılanan ya da yabancılanan (utanılan ve utandırılan) azınlıklar olduğundan bu hususların ele alınması terapinin başarısı için bir zorunluluktur. Suçluluk duygusunun antidotu hatalı (olarak algılanan) özgül davranış(lar)a ilişkin bağış dileme ve/veya bağışlanma iken, utan(dırıl)ma duygusunun antidotu kişinin saklanması beklenilmiş ve sakladığı yönlerini gösterdiği halde (tutarlılık ve içtenlikle) kabul edilmesi ve empati görmesidir. Bir terapist samimi bir şekilde bunu yapabilir ve bu kabul ve empatiyle bireyin yaşamındaki diğer önemli figürlerden saklamış ve saklamakta olduğu yönü (burada eşcinselliğini) yaftalayıcı ve yargılayıcı tepkiler göstermeden dinleyebilir ve bununla ilgili yaşam öyküsünü anlamaya sıcak bir ilgi gösterir ve bu öyküyü daha ayrıntılı ve dolu bir şekilde anlatışını yüreklendirirse bu tutum kendi başına terapötik bir değer taşır. Zira utancın merkez olduğu insan hallerinde terapötik olan herhangi bir özgül yöntemden çok terapötik tavır alışın ve ilişkinin kendisidir. Utanç yaşam çevriminin herhangi bir noktasında doğabilir ve içselleşebilir. Örneğin, sevginin geri çekilmesi ya da duygusal terkediliş proverbal


çocukta gelişimsel olarak gerekenin ötesine geçen bir kendinden utanış duygusu yaratarak utançtemelli bir kimliğin embriyosunu yaratır. Çocuğun herhangi bir yaş döneminde anne babadan biri için ağır bir düş kırıklığı yarattığına ilişkin açık veya örtük mesajlar alıyor oluşu giderek içselleşen kendinden utanışın bir diğer kaynağıdır. Ergenlikte buna yaşıtlar ve daha geniş bir sosyal çevreden gelen (sağlıklı kendilik-nesnesi gereksinimlerine karşılık vermeyen) utanç aşılayıcı tepkiler etkilenir. Ergenlik utanca ve onun yaralayıcı etkilerine karşı duyarlılığın ve bununla bağlantılı olarak suisidal tepki gösterme riskinin arttığı kritik bir dönemdir. Buna karşı ergenlerin başvurduğu tipik savunmalar arasında kendini yalıtma ve birkaç koruyucu etkinliğe gömmeyi sayabiliriz. Utanç kişiler-arası (kendilik-nesnesi ilişkileri) boyutunun yanı sıra giderek bir içsel boyut da kazanır. Dışsal ya da nesne kutbu da denilen ilkinde kişi belli bir nesnenin (ya da nesnelerin) önünde utan(dırıl)ma yaşarken, içsel ya da özne kutbunda içselleşmiş nesne reprezantasyonlarının ve kendisinin utandırıcılarla özdeşleşen yönlerinin gözünde kendinden utanır. İşte, "içselleşmiş homofobi" derken kastedilen durum kısmen bu içselleşmiş kendinden utanç yaşantısıdır. Utanca karşı bireyler bir çok savunma stratejileri kullanırlar. Bunlar arasında öfke, suçluluk ve nefret gibi örtücü duygulanımların öne çıkarılışı, başkalarını horgörme tepkisi, başkasını utandırma, güç elde etmeye yönelme, mükemmeliyetçilik, kabahati (eksikliği) dışarı gönderme ve içe kapanma sayılabilir. İçselleşmiş utanç yeterince bağlanıp idare edilemezse kendilik bütünlüğü bozulur ve birey kendiliğinin utandığı ve reddettiği kısmıyla ondan utanan kısmı arasında bir yarılma hali yaşar. Bu utanılan ve reddedilen kısma yönelik kendiliğin geri kalanı horgörme ve yargılama, korkutma, daha öte utandırma, acı çektirme ve hatta linç etmeye kalkışma ve kovuşturma gibi muameleler uygulayarak onu sıkıştırmaya, küçültmeye, ezmeye ve denetlemeye çalışır. İçselleşmiş homofobisiyle başa çıkmayı henüz becerememiş eşcinsel ergen ve genç erişkinlerde bildirilen artmış intihar girişimleri fenomenolojik olarak bu reddedilen kısmın linç edilmesi girişimidir. Öte yandan kendiliğin diğer bölümü ise savunucu bir şekilde şişirilmiş olabilir. Burada söz konusu olan Kernbergian anlamda bir birincil narsizm değil, ikincil (tepkisel) bir narsistik görünümdür. Bu durum her bireyde aynı şiddetle görülmez; çocukluğunda temel kendilik-nesnesi besinlerini yeterince almış olanlar, bu besin çoğunlukla utanılan özelliğin saklı kalması koşuluna bağlı bile olsa kendini besleme ve olumlama kapasitesinin gelişmesi sayesinde ağır ve keskin bir kendilik bölünmüşlüğü yaşamazlar. Kendiliğinde içselleşmiş utanca bağlı bölünmüşlük yaşayanlarla terapide terapistin hastayla gerçek,

dürüst ve empatik bir ilişki kurması şarttır. Bunun sağladığı destek ve güven ortamı bireyin terapide temel ödev olan kendini araştırma, yani içsel çatışmalarıyla yüzleşme, bunları iyice tanıma ve giderek bunlar üzerindeki seçim ve eylem gücünü artırma işini buna eşlik eden anksiyete ve acıya rağmen başarmasına yardımcı olur. Terapist, ve bireyin farklılaşması, bağımsızlaşması büyümesini yüreklendirirken bağımlılaşma, özdeşim ve regresyona denetimli bir şekilde izin verebilecek güveni ve serinkanlılığı kendinden geliştirebilmelidir. Utanç yaşantılarına ve içselleşen utanca ve bunların özyıkıcılığına ilişkin olarak terapistin etkin bir tavır alması gereklidir. Utanç dinamiklerinin gözardı edilmesi veya önemsenmeyişi temel empatik ilişkiyi bozar ve utanç-pekiştirici etkiler yapar. Terapinin başlarında içselleşmiş utanç bilinç düzeyinde kolayca görülmeyecek bir şekilde diğer manifestasyonların altında kalmış olabilir; bunlar arasında kendini yetersiz, eksik, bozuk veya sapkın olarak görme ve herkesten dışlanma ve reddediliş bekleme hali ve bunlarla ilgili bunaltı ve öfke sayılabilir. Ayrıca tepkisel (yüzeysel) narsistik savunmalar da oldukça etkili bir perdeleme yapabilir. Terapistle yaşadığı onarıcı ilişkide bireyin önce utanç yaşantılarını gösterdiği zaman (bu gösterme ve görülme yüzünden) tekrar utandırılmayacağını anlaması önemlidir. Tersine terapist bu yaşantılara yönelik etkin ve ilgili bir dinleyicidir ve bu duyguları geçerlemektedir. Terapistin bu tutumunun sürekli ve tutarlı olması gerekir; aksi halde (bir çok empatik kopuşla karşılaşırsa) birey terkedilme ve yeniden utandırılma yaşar veya utanç yaşantılarını ifade edişini terapistin katlanamayacağı ölçüde tehdit edici bulduğu yargısına varır. Terapi sürecinde empatik hatalar ve kopuşlar bir ölçüde kaçınılmaz olduğundan böyle bir durum olduğunda terapistin bunu duyarlılıkla farkedebilmesi ve dürüst bir şekilde bundaki rolünü itiraf edebilmesi önemlidir. Bozulmuş olan kişiler arası (empatik) köprü bu şekilde onarılırsa eşlik eden utanç içselleşmez ve konuşulması daha kolay ve yararlı bir yaşantıya dönüşmüş olur. Temel olarak duyarlı ve empatik bir terapistin arada bir yaptığı empatik lapsuslar hastanın terapistin daha önceki empatik yakınlığına ilişkin imgelerinden yararlanarak kendini rahatlatma yetisinin, yani kendilikdeğerinin ayarlayıcı içsel kapasitesinin gelişmesine katkıda bulunur. Terapi sürecinde bireyin özgeçmişinin, erken çocukluktan başlayarak, içselleşmiş utancın kökenleri açısından araştırılması bir çok bakımdan yararlıdır. Bu çaba kişinin bugünkü çatışma ve savunmalarını daha net bir şekilde tanımlama ve anlamlandırmasına katkıda bulunur. Kişinin geçmişini incelemesi bugününü kavraması ve geleceğe yönelik olanaklarını daha iyi belirlemesi için önemlidir. Ayrıca, geçmişin tekrar yaşanamayacağını ve geçmişten gelen bazı temel çatışma ve yoksunlukların varoluşunun kabullenmesi gereken yönlerini oluşunu görmesi ve geçmişteki kendilik-

Terapist, gey alt kültürü hakkında iyi ve ayrıntılı bir bilgi dağarına sahip olmalıdır. Özel yaşamında yüzyüze ilişki kurduğu, hastası olmayan ve eşcinselliğini dolapta tutmayan sağlıklı eşcinsel bireyler (dostlar, meslektaşlar, hocalar, öğrenciler, komşular, vb.) olmalıdır.

KAOS GL 5 / 41


nesneleriyle (ana-baba figürleriyle) onların şimdiki reprezantasyonlarını yeniden şekillendirerek barışması, bugünkü ana-babasıyla eşit ve yetişkinler-arası yeni bir ilişki başlatma yürekliliğini veya bu mümkün değilse bu durumu iç huzuruyla kabul etme başarısını sağlayabilir. Bunların başarılması bireyin terapistle ilişkide kendini-besleme ve olumlama kapasitesinin genişlemesi ve dışarıdan gelen utandırıcı etkilerle bunları içselleştirmeden ve kendilik bölünmüşlüğüne uğramadan başedebilme gücünü ilerletmesiyle koşut gider. Birey giderek daha önce reddettiği ve kendiliğinin geri kalanından koparak kuşku ve korkuyla yaklaştığı ya da küçük gördüğü, hatta kovuşturduğu yönüne daha ayrıntılı ve sağlam bir tanımlamasını yaparak sahip çıkar. Bu noktada birey dışarıdan gelen yaftalayıcı ve utançuyandırmayı hedefleyen etkilerle başa çıkmada hangi stratejiyi ne zaman, ne ölçüde kullanacağı ya da kullanmayacağına ilişkin artmış bir seçim özgürlüğü yaşar. Bazı Temel İlkeler Yöntemsel olarak etkili ve etik olarak doğru bir psikoterapinin genel ilkeleri, teknikleri ve bunların kuramsal tartışması bu yazının kapsamı dışındadır. Burada amaçlanan, sadece, eşcinsel bireylerle psikoterapötik ilişki ve çalışmaya özgül olarak bilinmesi ve dikkate alınması gereken bazı hususlara değinerek terapistlere ve terapi öğrencilerine yol gösterici ve anımsatıcı bazı önerilerde bulunmaktadır. Bu öneriler genel anlamda psikanalitik temelli ve hem destekleyici hem de açımlayıcı (içgörü artırıcı) öğeler içeren, ego psikolojisi, kişiler-arası psikoloji, nesneilişkileri kuramları, kendilik psikolojisi, insancı ve varoluşçu psikoloji gibi yaklaşımlardan yararlanabilen eklektik bir terapi uygulaması akılda bulundurularak derlenmişse de bunlar hemen her tür terapide yeri olan temel hususlardır. 1. Bu özel popülasyon ve ona ilişkin biyolojik, gelişimsel, sosyokültürel özellikleri bütün çeşitliliği ve boyutlarıyla öğrenmiş olmak terapide işe yarar bir dinleyiş ve empatik bir ilişkinin kurulabilmesi için gerekli bir koşuldur. Aksi halde terapist o zamana kadar sosyal bir ozmozla kendisine ulaşmış olan aşırı şematize ve kategorize edilmiş, stereotipik, büyük eksiklikler ve çarpıtmalar içeren bilişlerle işlem görmekten ve kendi öbürcinselci norm ve beklentilerini eşcinsel hastalarına uygulamaktan kurtulamaz. Bu bağlamda, özel hayatında eşit terimlerle yüzyüze kurduğu ve hastası olmayan (ve sıkı sıkı saklanma gereği duymayacak gelişimsel olgunluğa ulaşmış) en az birkaç eşcinsel birey yoksa veya olmamışsa terapist sağlıklı öbürcinsel bireylere ilişkin geliştirmiş olduğu kişisel imgenin bir benzerine eşcinsel bireyler söz konusu olduğunda sahip olamaz. Eşcinsel birey imgesi sadece klinik betimlemelerin yapıldığı kitap sayfalarından, ağır krizlere bağlı olarak kendine gelmiş bazı hastalardan ya da medyada karikatürize edilenlerden kaynaklanan bir

KAOS GL 5 / 42

öbürcinsel terapist için bu durum ağır bir yaşantısal dezavantaj olacaktır. 2. Terapist, aynıcinsel yönelim ve eşcinsel bireylere ilişkin olarak o zamana kadar geliştirmiş olduğu değer-yargıları ve tutumlar ve bunların kökenleri, anlamları ve etkileriyle açıkça ve dürüstçe yüzleşmek durumundadır. Bu ödevin üstesinden gelmede önyargılara karşı kararlı bir duyarlılık geliştirmek, kendini-eğitim, içebakış, süpervizyon ve konsültasyon ve belki de bunların en değerlisi olarak konuyla ilgili kişisel dinamiklerine ilişkin içgörüsünü artıran bir bireysel psikoterapi deneyiminden yararlanılabilir. Eşcinsel bireylerle çalışacak her terapistin veya terapist adayının yanıtını kendisine dürüst ve net bir şekilde vermesi gereken bir çok soru vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: (i) Eşcinsel bireylerle yüz yüze çalışırken ne tür duygusal tepkiler gösteriyorum? Geriliyor, kızıyor, gülmemek için kendimi zorluyor, içten içe tiksinti duyuyor, öfkeleniyor, bir an önce bundan kurtulmalarına yönelik bir telaş yaşıyor, acıma tepkileri geliştiriyor, vb. olabilir miyim? Bu konuya ilişkin soruları sorar ve görüşmeler yürütürken öbürcinsellik söz konusu olduğu durumlar kadar doğal, rahat, yansız ve inhibisyonsuz olabiliyor muyum? Aynıcinsel yönelim ve ilişkilere ilişkin algı, duygu ve davranışlarımı etkileyen değeryargıları nelerdir? Aynıcinsellik bence bir ruhsal bozukluk mudur? Bunun profesyonel kurumlar ve alandaki önde gelen uzmanlarca bir ruhsal bozukluk kabul edilmeyişi talihsiz bir hata mıdır, yoksa kavramsal bir gelişme ve aydınlanmayı mı temsil eder? Eşcinsellik bir ruhsal bozukluk değilse bile yine de en önemli bir eksikliği temsil eden subnormal veya sadece bazı özel kişiler için, özel koşullara bağlı (marjinal) olarak normal sayılabilecek bir durum mudur? Yoksa öbürcinsellikle aynı düzeyde, onunla paralel bir şekilde kavradığım bir farklılık mıdır? Bazı eşcinsellerin yaşadığı ruhsal güçlükler ne kadar kişinin ailesi ve sosyal çevresinden gelmiş ve gelen örseleyici, değersizleştirici, utandırıcı ve baskılayıcı tutumlarla ilgilidir? Bunların bir rolü varsa, özel yaşamında ve profesyonel yaşamında benim bunda herhangi bir katkım ya da sorumluluğum var mıdır? Varsa, buna ilişkin kendimde herhangi bir değişim yapmaya çabalamamın benim için bir önemi var mıdır? Eşcinselliğin (ve bu arada öbürcinselliğin) kökenine (veya etiyolojisine) ilişkin inanış ve kanılarım nelerdir? Bu inanışımı destekleyen (ve desteklemeyen) gözlem ve veriler nelerdir? Kökene ilişkin bu inanış eşcinsel hastalarıma yaklaşımımı etkiliyor mu? Etkiliyorsa, nasıl? (ii) Eşcinsel bireylerin kendi aralarında yaptığı şeylere ilişkin bilişsel ve duygusal tutumlarım nelerdir? Sevgilisinin kamışını ağzına alan bir erkek, sevgilisinin vulva ve klitorisini yalayan bir kadın veya tutkulu bir şekilde anal ilişkide bulunan iki erkek imgesi bende nasıl tepkiler uyandırıyor?


Bu tepkiler öbürcinsel sevgilisinin memesini emen bir erkek, peno-vajinal seks ya da öbürcinsel felasyonun uyandırdığından farklı mıdır? Nasıl? Neden? Bireyler-arası cinsel davranışlar ve bu arada penetratif ilişkilerin amacı, anlamı ve işlevine ilişkin görüşlerim nedir? Sadece öbürcinsel seks mi haklı çıkarılabilir teleolojik veya teleonomik (veya başka türden) bir amaca veya işleve sahiptir? Anal seks iğrenç midir? Pis midir? Doğal olmayan bir durum mudur? Bir sapkınlık mıdır? Erkek-erkeğe seksin bir ölçüde kabul edilebilir olması için anal penetrasyonun olmaması mı gerekir? Anal sekste alttaki üsttekinden daha mı kötüdür? "Eşcinsel eğilimleri olan, ama henüz bir aktı olmayan" (kendini düzdürmemiş) bir erkek ("anüsüne çoktan iki parmak duhul etmekte olanlar"a göre) psikiyatrik yardım bakımından daha mı umut vericidir? Eşcinsel seks ilişkilerini grafik olarak anlatan bir hasta bende nasıl duygular uyandırır? Yoğun bir tiksinme, kızma, onun adına utanma, korkma, acıma, anksiyete, koruma ve düzeltme hevesi, olağanın dışında bir merak ya da kıskanma? (iii) Benim için tek-eşlilik ve çok-eşlilik ne anlam taşır? Tek kabul edilebilir ve adaptif sevisel ilişki tarzı tek-eşlilik midir? Tek-eşlilik olmadıkça kişi derin çatışmalar, bozuk karakter yapısı ve sorumsuzluk mu sergiliyor demektir? Tek-eşli olmamak, bir çok kısa süreli ilişki yaşamak veya ana partnerin yanı sıra başka kısa süreli ilişkilere de izin veren bir ilişki tarzıyla "promisközite" arasında bir fark var mıdır? Çapkın bir bekar öbürcinsel erkekle (veya genelev müdavimi evli veya bekar bir öbürcinsel erkekle) çok sayıda partnerle ilişki kuran bir eşcinsel erkek arasında temel bağlanma kapasitesi veya içkin bir nesne ilişkileri bozukluğu açısından bir fark var mıdır? Yoksa her ikisi de kötü müdür? Ya da hiç biri otomatik olan karakter bozukluğuna işaret etmeyen çok etmenli insan davranışları mıdır? Eşcinsel erkeklerin hem öbürcinsel kadın ve erkeklerden hem de aynıcinsel kadınlardan daha çok-partnerli, rekreasyonel sekse yönelik ve hatta bazen de açıkça "promisköz" oluşunu nasıl değerlendiriyorum? Bunda ne gibi homofobiyle ilgili maladaptif tepkiler ve/veya erkek (eş)cinselliğine özgü (kadın cinsel davranış örüntülerinden ayrılan) biyolojik ve sosyal etmenlerden kaynaklanan ve bireysel patolojiyle karelasyon göstermeyen etkiler görüyorum? Buna ve böyle özellikler gösteren bir hastaya ilişkin tutumlarım ve yaşadığım duygular nelerdir? Bu hususun tartışması eşcinsel bireylerle terapi açısından çok önemli, fakat bu yazıya sığmayacak kadar da geniş ve çok boyutludur. Özetle belirtmek gerekirse Isay'in de vurguladığı gibi çok sayıda partnerle kısa süreli veya anonim hatta gelişigüzel cinsel temaslar eşcinsel erkeklerde süreklilik gösteren intim bağlanmalar yapma kapasitesinin yokluğunu göstermez. Öyle ki uzun süreli çift ilişkisi kuran eşcinsel erkeklerin önemli bir bölümü partneriyle anonim bir şekilde başlayan veya doğrudan sekse odaklanmış bir ilişki sonucu tanışmıştır. Bu davranış özelliğinde erkek cinsel

psikobiyolojisinden ve eşcinsel erkeklerin altkültürel örüntülerinden kaynaklanan etmenlerin yanı sıra eşcinseller arasında kur yapma ve çift oluşturmaya ilişkin gelenek, model ve kurumların ağır toplumsal baskılar nedeniyle gelişmemiş oluşu da yer alır. Ayrıca, sadece cinsel davranışla tanımlanmış ve yaftalanan bir esas statü olarak eşcinsel kimliğin oluşması ve sahiplenilmesi bir çok bireyin uzun bir süre (ve oldukça "kontr-fobik" olarak) bir çok cinsel yaşantıyla kendini "süreçlemesini" gerektirir. Bu süreç, bireyin sonuçta kendi cinsel yönelimine ilişkin olgunlaşmış bir anlayışa erişmesine ve bu arada bir çok diğer eşcinsel bireyle sosyalleşerek kimliğinin kültürel ve sosyal boyutunu geliştirmesine yarar. Ne yazık ki homofobinin ağır olduğu toplumlar ve toplum kesimlerindeki pek çok birey için porno film oynatan sinemalar, bazı parklar, hamamlar, vb. bu süreçte gereken deneyim, ilişki ve sosyalleşmelerin mümkün olduğu biricik mekanlardır ve bunlar, ironik olarak (özellikle saklı kalma gereğini duyan bir çok eşcinsel birey için) okul kafeteryasından, bir kafe, çay bahçesi, hatta bar veya diskodan daha güvenlidir. Dolayısıyla çok sayıda partnerle kısa süreli, rekreasyonel veya anonim ilişkiler hususunda bu tür etmenleri dikkate almadan bireyde varsayılan bir karakter patolojisine odaklaşmak terapinin yararlılığını inciten bir yanlılık olacaktır. Öte yandan, doğal olarak, bazı bireylerde kimlik gelişimi ve yaftayla başa çıkma sürecinde uzun süreli bir takılmışlıkla giden, ağır duygusal distrese yolaçan ve açıkça özyıkıcı (mazokistik) ya da genel bir kararlı nesne ilişkileri kuramayışla karakterize bir örüntü söz konusuysa bunun altında yatan ağır örselenmişliği, kendinden utanışı ve nefret edişi araştırmak ve onarmak gerekecektir. Ancak, yine vurgulamak gerekir ki yüzeysel bazı görünümlerden kalkarak homodistonik bir aileden gelip böyle bir toplumsal çevrede yaşayan bir eşcinsel bireyin açılma sürecinde sergilediği güçlük veya bocalamaları "sınırda" veya narsisistik gibi karakterolojik tanılarla açıklamakta aceleci davranmak ciddi bir hata olacaktır. Nitekim, yakın zamanda yapılan bir araştırmada yüksek HIV kapma riski gösteren HIV (-) ve halen HIV (+) olan eşcinsel erkeklerden oluşan bir örneklem seçilmiş olmasına rağmen bu popülasyonda herhangi bir kişilik bozukluğu görülme oranı sadece %20 olarak bulunmuştur. (Diğer HIV (+) veya yüksek HIV riski taşıyan popülasyonlarda aynı oran %15-36 olarak bildirilmiştir). Bu araştırmada hiçbir sınırda kişilik bozukluğu olgusuna rastlanmamış ve narsisistik kişilik bozukluğu oranı da sadece %1,8 olarak bulunmuştur. (iv) HIV enfeksiyonu ve AIDS ile eşcinsel oluş arasındaki ilinti ve korelasyona ilişkin biliş ve duygularım nedir? Eşcinsel bir erkek AIDS'e mahkum mudur? HIV kapmaktan kaçınmanın (tek) yolu monogami midir? Risk faktörleri ve korunma yolları konusunu tartışmak bende anksiyete ve güvensizlik yarattığından çoğu kez kaçındığım bir

Ne yazık ki homofobinin ağır olduğu toplumlar ve toplum kesimlerindeki pek çok birey için porno film oynatan sinemalar, bazı parklar, hamamlar, vb. bu süreçte gereken deneyim, ilişki ve sosyalleşmelerin mümkün olduğu biricik mekanlardır ve bunlar, ironik olarak (özellikle saklı kalma gereğini duyan bir çok eşcinsel birey için) okul kafeteryasından, bir kafe, çay bahçesi, hatta bar veya diskodan daha güvenlidir. Dolayısıyla çok sayıda partnerle kısa süreli, rekreasyonel veya anonim ilişkiler hususunda bu tür etmenleri dikkate almadan bireyde varsayılan bir karakter patolojisine odaklaşmak terapinin yararlılığını inciten bir yanlılık olacaktır. KAOS GL 5 / 43


şey midir? AIDS, kişinin bile bile "başına getirttiği" ve bu sorumluluk nedeniyle bir bakıma hakkettiği bir durum mudur? İtiraf etmek kolay olmasa da bazen böyle mi hissediyorum? AIDS'li bir hasta bende kızgınlık, suçlama, korku ve kaçınma ve hatta incitme tepkileri mi uyandırıyor?

Homofob bir toplumda kime, ne zaman, ne kadar, ne şekilde, ne kadar risk göze alarak açılacağı eşcinsel bir birey için yaşamı boyunca yapmak zorunda olduğu varoluşsal seçimlerdir. İçsel homofobiyi ve kendinden utandırılmışlığı aşmak bireyi bu seçimleri yaparken zorunlu olarak belli bir yönde kısıtlanmış olmaktan kurtarır. KAOS GL 5 / 44

3. Aynıcinsel yönelime ilişkin güçlükler yaşayan bireylere yardım tek yaklaşım geleneksel bir bireysel terapi olduğunda sınırlı kalacaktır. Eşcinsel yönelim kimliği gelişimi ve yaftayla başa çıkma süreçlerinde farklı aşamalarda bulunan diğer eşcinsel bireylerle etkileşimde bulunması bireyin kendini anlaması ve araştırmasını kolaylaştıracaktır. Bu nedenle terapiye bir grup terapi deneyimi eklemek ya da en azından bireyin diğer eşcinsel bireylerle etkileşimini kişilerarası psikoterapi yöntemleriyle irdelemek ve uygun kitap ve diğer yayınlar ve sosyal grup veya örgütlenmeler aracılığıyla yalıtılmışlığından çıkarak eşcinsel yönelimine ilişkin varolan bilgiler ve kaynaklarla tanışmasını önermek yararlı olacaktır. Grup terapi söz konusu olduğunda kimlik oluşumu sürecinin başlarındaki bireyler için homojen gruplar daha etkili olurken, açılma sürecinde ilerlemiş olanlar öbürcinsel üyeleri de içeren karma gruplardan daha çok yararlanırlar (ayrıca, öbürcinsel bireylerin kendi aynıcinsel yanlarını anlama ve kabullenmelerine ve homofobilerine bağlı olarak yaşadıkları nörotik da yardımcı manifestasyonları aşmalarına olabilirler). Ayrıca, mümkünse ve varsa kişinin şimdiki eşcinsel partnerini ya da eşcinsel bir arkadaşını bazı terapi oturumlarına dahil etmek de yararlı olabilir. 4. Hastanın içselleşmiş homofobi ve utanca bağlı olarak yaşadığı kendilik yarılmışlığın tuzaklarına karşı uyanık olmak önemlidir. Bu duruma bağlı olarak (özellikle erken yaşam kendilik-nesnesi ilişkileri fazlasıyla yoksunlayıcı veya örseleyici olmuş) bazı bireylerin terapiyi sadece sabote edici bir şekilde transferans kürleri sergilemek, terapisti değersizleştirmek, terapistte kendisine karşı reddedici, utanç uyandırıcı ya da acıtıcı tepkiler doğurmak gibi bazı bilinçdışı manevralar yapabileceği akılda bulundurulmalıdır. Bu gibi şiddetli aktarım, karşı-aktarım ve "olumsuz terapötik tepki" manifestasyonlarının doğru idaresi iyi bir süpervizyonlu psikoterapi eğitimi almış olmanın yanı sıra gereğinde bir başka terapiste gönderilmesini gerektirebilir. Öte yandan hastaların çoğuyla bu tür yoğun güçlükler yaşanmaz. Hastanın güçlüklerini ve duygusal sıkıntılarını azımsamayan ve dalıcı olmayan içten bir kabul edici ve empatik tutum bir çok bireyin terapi sürecinde kazanımlar elde ederek ilerlemesini sağlayan ortamı yaratacaktır. Bazı terapistlerin karşı-aktarımsal (kendilerini rahatlatıcı) bir şekilde hastaya eşcinselliğin bir sorun olmadığına dair verdiği aceleci, olgunlaşmamış ve yapay güvenlendirici mesajlar ise yararlı değildir ve kişinin içselleşmiş utanç yaşantılarını, kendinden

kuşkularını ve güvensizliklerini açıklıkla dile getirmesi ödevini budayarak kendini-reddedici ve değersizleştirici bir çıkmazda sıkışıp kalmışlığını pekiştirir. Terapistin belli bir andaki ödevi hastayı herhangi bir ideal veya kuramsal gelişim çizgisinde ilerlemeye itmek değil kendisi ve başkalarıyla ilişkide varolduğu noktayı ve o noktaya nasıl geldiğini, bunu davranışlarına olan etkilerini ve tutabileceği alternatif stratejileri hastayla beraber yargılayıcı olmayan bir tutum, olgun bir sabır ve empatik bir ilgiyle araştırmaktır. Böylelikle terapist, bireyin açılma ve kendiliğini bütünleştirme sürecini kişisel özellikleri ve koşullarına bağlı olarak kendi tarzı ve hızıyla yürütmesi için gereksindiği desteği ve kendilik-nesnesi ilişkisini sağlamış olur. Terapistin ödevi bireyin bu gelişimsel süreci (varsa, içerdiği komplikasyonların üstesinden gelerek) olgunlaştırabilmesi için gereken içsel araştırmayı ve hazırlığı, ayrıca gerekiyorsa sosyal ve mali olarak bağımsızlaşma gibi hazırlıkları yürütmesine destek olmaktır. Ayrıca, kişinin hazırlıksız, aceleci ve hatta kışkırtıcı ve özyıkıcı bir tarzda kalkışabileceği açılmaların (en azından çevresindeki bazı kişiler söz konusu olduğunda) yol açabileceği intrapsişik ya da gerçek sosyal yıkım ve riskleri anlamasına da yardımcı olmalıdır. Öte yandan, kişi buna hazır olduğunda çeşitli sosyal açılmalar (örneğin ana babasına açılması) için gereksindiği desteği de verebilmelidir. Aynı zamanda, bu açılmaların ardından bazı (örneğin, ana-babanın çoğu kez sonradan değişen ya da yumuşayan olumsuz ilk tepkileri gibi) güçlük ve gerilemeler yaşandığında da empatik bir araştırıcı ve destek rolünü oynayabilmelidir. Homofob bir toplumda kime, ne zaman, ne kadar, ne şekilde, ne kadar risk göze alarak açılacağı eşcinsel bir birey için yaşamı boyunca yapmak zorunda olduğu varoluşsal seçimlerdir. İçsel homofobiyi ve kendinden utandırılmışlığı aşmak bireyi bu seçimleri yaparken zorunlu olarak belli bir yönde kısıtlanmış olmaktan kurtarır. Eşcinsel birey için yaşamındaki önemli kişilere açılmaya başladığı dönem azımsanmaması gereken gerçek tehlikeler içeren ama aynı zamanda da eşsiz bir büyüme fırsatı sağlayan varoluşsal bir kriz dönemidir. Öyle ki bunun psikososyal manifestasyonlarının yangılı bir hal alabildiği bazı olgularda yapılması gerekli öncelikli yaklaşım esas itibariyle bir "krize müdahale" olacaktır. 5. Hastaya empatik ve kabullenici yaklaşım sadece cinselliğine ilişkin herhangi bir tanımı kabul etmeyi değil kişinin bireysel biricikliğine yönelik bir ilgi göstermeyi ve basmakalıp varsayımlar yapmadan kişinin kendine özgü öyküsünü, koşullarını, yaşam tarzını ve cinsel davranışlarını dinlemeyi, konuşmayı, anlamayı ve irdelemeyi de gerektirir. Dolayısıyla, cinsel yönelimin stereotipik bir odak olmaması ve bireyin daha geniş çerçeveli psikososyal bağlamının gözden kaçmaması önemlidir. Yani, kişiyi terapiye cinsel yönelimle ilgili güçlüklerin getirmiş olması bu güçlüklere doğrudan katkı yapabilecek diğer psikososyal


özelliklerin ihmal edilmesine yol açmamalıdır. 6. Ana-babaya (ve kardeşlere) açılma bir çok birey için kendilik bütünlüğünü ve bireyselleşmesini tamamlayan ve yerine getirmeyi düşlediği zor bir kişisel ödevdir. Burada çok özetle belirtmek gerekirse, bazı bireyler bunu yapabilir, bazıları yapamaz; bazıları için önemli bir gereklilik iken diğerlerinin buna kalkışmaması daha akıllıcadır. Bazılarının bunu yap(a)mayışı önemli bir psikososyal boşluk oluştururken; diğerleri için fazla bir önem taşımayabilir. Başka bir deyişle bu açılmanın gerekliliği, uygunluğu, şekli, derecesi ve zamanlaması bireyin özel koşulları ve gereksinimleri dikkate alınarak değerlendirilmeli; hasta asla belli bir yönde zorlanmamalı veya bu açılma onun adına veya yerine yapılmaya kalkışılmamalıdır. Bir çok zaman böyle bir açılmadan önce belli bir "subliminal farkındalık" yaşayan ana-babalar bu haberi ağır bir kayıp ya da kayıp tehdidi gibi algılayarak yazarın deneyimlerine göre genellikle (diğer bir çok kriz hallerinde olduğu gibi Kübler-Ross'un evrelerini andırır bir şekilde) önce çocuğun tedaviyle dönüşmesi gerektiğine ve dönüşeceğine inanışı da içeren yadsıma ve yalıtım, ardından öfke, sonra bir tür pazarlık, daha sonra kendini suçlamayla karakterize bir depresyon evresinden geçerek (ve bu evrelerde ileri-geri gidişler yaparak) sonuçta belli bir kabullenme ve barışmaya erişebilmektedir. Ancak görülebilen tepkiler herhangi bir modele sığdırılamayacak kadar çeşitlilik gösterdiğinden her olgunun kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi ve planlanan ya da kendiliğinden (beklenmedik bir şekilde) olabilecek bir açılmanın gerektirdiği hazırlanışta bireye destek olunması önemlidir. Kişi bu açılmayı hiç bir şekilde planlamadığı ya da uygun bulmadığı zaman bile bunun terapide konuşulması değerlidir. 7. Hastayla dürüst olunmalıdır. Isay, Stein ve Cabaj'ın vurguladığı gibi eşcinsel (ya da ikilicinsel) bir terapistin, öbürcinsel olduğu izlenimi vermemesi ve hasta bunu zaten bilmiyorsa, zamanı ve yeri gelince (ama çok gecikmeden) eşcinselliğini hastaya olgusal olarak (karşı-aktarımsal gereksinimlere bağlı olmadan) bildirmesi önemlidir. Kendi açılması içselleşmiş homofobisini aşarak tamamlayamamış ya da cinsel yönelimine ilişkin bocalama yaşayan bir terapist bu ödevi tamamlayıncaya kadar eşcinsel hastalarla çalışmaktan kaçınmalıdır. (Homofob terapistler de eşcinsel hastalarla çalışacaklarsa dürüst olarak en azından (1) eşcinselliğin çağdaş psikiyatride tedavi gerektiren bir bozukluk olarak kabul edilmediğini ve ayrıca herhangi bir terapiyle cinsel yönelimde kalıcı ve önemli bir değişiklik oluşturmanın gerçekçi bir beklenti olmadığını; (2) eşcinselliğe ilişkin kendi kanı ve duygularını ve kendisinden farklı düşünen bir çok başka terapistin varolduğunu; ve (3) öbürcinsele dönüştürme girişimlerinin eşcinsel bireylere zarar verebileceğini bu girişimlere kalkışmadan önce tüm hastalarına açıkça bildirmelidir. Nitekim, sonuç verdiğini gösteren hiçbir bilimsel kanıt olmayan fakat zararlı olma potansiyeli taşıdığı bilinen bu tür dönüştürme girişimlerini onaylamayan Amerikan Psikoloji Birliği Ağustos 1997'de, son zamanlarda aşırı-sağ bazı hristiyan örgütlerle bağlantılı olarak bu girişimleri reklam eden kimi terapistlere ilişkin uyarıda bulunmuş ve böyle bir ayrıntılı

"bilgilendirilmiş onam" olmadan uygulanacak dönüştürme terapilerinin tümüyle gayri-etik olduğuna ilişkin bir bildirge yayınlanmıştır. Belirgin bir şekilde homofob olmayan öbürcinsel terapistler de eşcinsel hastaların yaşantılarına ilişkin, varsa, empati güçlüklerini ve bilgi yetersizliklerini azımsamaya veya ört-bas etmeye çalışmadan bunun gerektirdiği fazladan çabayı göstermelidirler. Yaşamı boyunca eşcinselliğini dolapta tutmak zorunda kalmış Hans Christian Andersen Çirkin Ördek Yavrusu'nda günün birinde karşılaştığı diğer kuğuların ve bazı çocukların kendisine "sen bir kuğusun" deyişine kadar ördekler arasında yaşadığı duygusal baskıyı, kendinden utandırılmayı ve horgörülmeyi ve bunu kendi doğasını tanıyabilenlerle etkileşimi sonucu aşmasıyla yaşadığı yaslı sevinci genç kuğuya şöyle söyletir: En sonunda tüylerini hışırdattı, ince boynunu büktü ve yüreğinin en derinlerinden gelen bir sevinçle ağladı, "çirkin bir ördek yavrusuyken böyle bir mutluluğu asla düşünemezdim bile". Bir çok "çirkin ördek yavrusu" yanlış bir ördek oluştan çıkıp kuğuluğunu benimseyebilmek ve yaşayabilmek için bunun kendisine başkalarınca (kendisi için önemli olan bazı kendilik-nesnelerince) olumlanarak geribildirilmesine gereksinme duyar. Eğer içinde yaşadıkları gölde bir ördek çoğunluğu kuğuları ve "tuhaf ördek yavrularını" reddediyor ve aşağılıyorsa genç kuğuların fenomenolojik olarak bu çirkin ördeklikten güzel kuğuluğa geçişleri terapötik yardım da gerektirebilir.

Açılmanın gerekliliği, uygunluğu, şekli, derecesi ve zamanlaması bireyin özel koşulları ve gereksinimleri dikkate alınarak değerlendirilmeli; hasta asla belli bir yönde zorlanmamalı veya bu açılma onun adına veya yerine yapılmaya kalkışılmamalıdır. Bir çok zaman böyle bir açılmadan önce belli bir "subliminal farkındalık" yaşayan ana-babalar bu haberi ağır bir kayıp ya da kayıp tehdidi gibi algılayarak yazarın deneyimlerine göre genellikle önce çocuğun tedaviyle dönüşmesi gerektiğine ve dönüşeceğine inanışı da içeren yadsıma ve yalıtım, ardından öfke, sonra bir tür pazarlık, daha sonra kendini suçlamayla karakterize bir depresyon evresinden geçerek (ve bu evrelerde ileri-geri gidişler yaparak) sonuçta belli bir kabullenme ve barışmaya erişebilmektedir. Ancak görülebilen tepkiler herhangi bir modele sığdırılamayacak kadar çeşitlilik gösterdiğinden her olgunun kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi ve planlanan ya da kendiliğinden (beklenmedik bir şekilde) olabilecek bir açılmanın gerektirdiği hazırlanışta bireye destek olunması önemlidir. KAOS GL 5 / 45


UÇURUM Ebedi uyku günleri dolaylarındayım Bir uçurumun kıyısındayım Bir adım ötesi lanetler dehlizi Bir adım gerisi kutsanmış yaşam, ihanetler döngüsü Ebedi uyku günleri dolaylarındayım, Bir uçurumun kıyısındayım, Ağzımda paslı bir demir tadıyla. Bir kadın çağırıyor beni derinden İpek sesiyle gel diye. Üstünde tüm yalanlar, Çıldırtan renklere bürünmüş, Bir uçurumun kıyısındayım. Ağzımda paslı bir demir tadıyla, Bir deli küfrediyor bana katlanılmaz asla, Elimde yasak elmaların, Küfürle yoğrulmuş karşı konulmaz tadıyla, Bir uçurumun kıyısındayım. İnce bir çizgi üstündeyim Bıçak ağzı kalın bir duvar Kılıçlar, bıçaklar altında Öbek, öbek ceset yığınları Ötelerde büyürken Paslı bir demir tadıyla ağzımdaki.

Ali Bülent SAVAŞIR


haziranantalyasınd@ğrısı@şktııssız@danın 03:15 Neden içimdeki bu sıkıntı bir türlü geçmek bilmiyor, adı ne bu derin boşluğun... Sevinmeli miyim yoksa feryat figan ağla_malı mı? Şimdi neden durup dururken terk edilen aşıkların kitaplarını okumaktayım, şiirlerini, yazılarını ve resimler neden bu kadar ürkütüyor beni ____________ “ıssız kapa usunu !!! DÜŞ_ünme” Ben senin için düş_tüm düş_ten öte gidemeyen, düşüp kırılmıştım.... AĞLAMAK istiyorum ya da SUS _ mak. SUSamıyorum ne yazık ! Kanadı kırık bir martıydım, elinden kalemi alınmış bir sokak orospusu ve yapayalnız acılarımın ortasında “KANADIM” kimse görmedi bir mavi bir de mezarına gizlice papatyalar bıraktığım kalbim hariç. Şimdi ağız dolusu küfür savurmak istiyorum bu iğne deliği yaşamın kıyısında. A m a N a S ı L küfredilirdi u n u t t u m gitti UNUTTUM GİTTİ ! Sevişmek istiyorum, şöyle şehvetli ve arzulu bir kadınla ama mutlaka saçları uzun olmalı, çünkü kalbimdeki yaralara kadın saçı değdirmek istiyorum ve uzun saçlı bir kadını öpmek. “ay ışığı gölgeleri büyüttü / aşk eskidi (biz eskidik) /AŞK BİZE KÜSTÜ USTAAAA !!! / aşk bize küstü....” ( Y. Odabaşı ) Ne yapmalıyım oyalanmak için, elim sürekli kalem ve kağıtta “ eyyy yüce aşk” intikam alevinin içine sürükleme beni, ben onları intikam alamayacak kadar yani ada_m gibi sevmiştim.... EY YÜCE AŞK !!! SENİ KÖR KADIN, PENÇELERİNİ ÇEK YARALARIMDAN ÇEEEKKK!!! Acı mı çekiyorum ? AsLA gördüğüm sadece kırmızı bir düş_şşşttt! konuşma ardından gelen gölge sana ait değil. Yaşamak istiyorum ben, çöp tenekelerinin kenarlarında, tinerci barakalarında, sahilde büzüşüp uyumak istiyorum. Seni bu gece daha az (çok) özlüyorum, sevişmek eski bir tarih kalıntısı bedenimde .... uzun saçlı bir kadınla uyumak istiyorum. Seni rüyamda gördüm iki gün önce, ağlıyordun(k), ağlama diyemedim(n) _____ gözyaşlarına dokunduğumda, kanıyordu ......... dokunamadım ! Uyu_kum yok ama uyu___malıyım .... tek başıma! Haziranantalyasınd@uyumayanyazılarım 03:33 İçi boşaltılmış değerlerimin, cenaze_KİNdisinde sana ulaşmaya çalışan ancak dar bir taksim meydanında mutlaka kaybolan zavallı bir kalp kırıklığıydım ... Sen_i tanıdıktan sonra daha çok İSTanBUL hikayeleri yazan serseri bir acembuselik makamı ... sonradan mutlak kürd_i Hicazkar olan ... Ay (sa) çoktan kendine sığınacak ıssız bir AdA bulduğundan, ben ay(sa)sızlığımın yasını tutmaktaydım aferist bir ahuDuDu’yla ... beni hiç anlamadın! Haziranantalyasınd@takiplerim 02:59 Bir kadın var, sürekli benim yazdıklarıma baskınlar düzenleyip, onları düz(enle)mek isteyen. Yazdığım her kelimenin sahibini bulup, telif hakkını ödeyen oysa ben daha yeni tanıdım Tezer Özlü’yü... “Acımın derinliğinde, benim için arta kalan hiçbir şey yok Yalnızlığımı algılamamın gururu bile.” (T. Özlü; Yaşamın Ucuna Yolculuk, sf.14)

haziranantalyasınd@ölüdefteryapraklarım ISSIZADA 01:21 Madem ki göğüslerimi kesecektin neden çocuğumu öldür_dün...şimdi hem göğüslerim yok hem de çocuğum... Çocuğumun isminde mutlaka mavi olacaktı! Beni rahat bırak seninle bu gece sevişmeyeceğim... haziranantalyasınd@tekbaşımadergiokumaktayım 23:12 “mademki gideceksin beni terkettiğin için terkediyorum seni / senden hemen sonra ...” (Mehtap Kayhan) haziranantalyasınd@ilkkendimsizsevişmesonram 05:50 Gelme, gel_me üzerime, korkuyorum. Lütfen kalbime böyle ağır yüklenme canım yanıyor dayanamıyorum... katil değilim ... katil değilim ... katil değilim(z) haziranantalyasınd@monologbirdiyalog 24:39 “sen en çok yaşama yakışıyorsun” dedi. (yaşamak acaba , yaşamın neresindeydi?) “ kalk ayağa, aşkı böylesine yitiren bir tek sen değilsin, daha iyisi için biraz yorulup terlemelisin” (sen hiç sensiz kalmadan, nasıl bilirdin bu boşluk hissini İlhan’ın da dediği gibi) “Uykun varsa yat uyu dinlen, ama asla uykulu gezme ... biraz güçlenmelisin” ( güçsüzlüğümü yaşadığımı biliyorsun madem neden hâlâ yalan söylüyorsun, yalan güçlülere söylenirdi hani?) “ben seni seviyorum” ( öyle güç_lüyüm ki .... / öyle güç.......! neyim ben ? UNUTTUM) haziranantalyasınd@sorularvecevapsızlıklar 01:30 “seninle nelerimiz aynıydı?” Her biten aşk hikayesinde, iyi kalpli Jön’ü terk eden ve yıllar sonra dönen sevgiliye sorulan soru hep aynı. “seninle nelerimiz aynıydı ?“ - Kadir Dayıııı n’oldu ? - Film koptu evlat, film koptuu.... “iyi halt oldu” Sana uzak bir iklimim şimdi ve en çok can_ım ihtiyarı özledim. “Gülerrr, şarabı getir! Şu sürekli haltlar karıştıran ıssız için bir şiir yazmalıyım, ancak şarap iyi gider bu hayırsıza” Can_ım sen portakal-cin içmez miydin ? - ıssızadaaa - Efendim - Telefonda bir adam adı “can _mı ne” sana mesajı varmışı - Ne (!!!) - İYİ HALT ETMİŞSİN ISSIZ İYİ HALT ETMİŞSİN!!! Hehehe ipek kozasında debelen dur “heyhayat” benim işim var gecikeceğim A_V_A_R_A’da SonDİPNotlar: Ağrısı aşk olan anlar yalnız geçen uzun gecelerin aslında her biten geçmişin yasını tuttuğunu. Ve hayat her zaman kendini sonsuz bir güçle yeniliyorken, bende payıma düşen bir “yenilemeyi” yüreğime katık yapıp penceremin pervazında açan Hanımeli “çiçeğini” yaşatmaktayım ... O kadar kalabalık ki dışarıları içeride daha güvende yaşamaktayım. Ve kimseye kızgın olamam çünkü yaşadıklarımdan tek ben sorumluyum ... Ve yaşam sonsuz bir yolculuksa bi gün mutlaka ....

KAOS GL 5 / 47


YUSUF CAN

Ona gidiyorum... Hasretime, aşkıma, canıma canıma. Ona gidiyorum, şubat ayazına aldırmadan... Ona gidiyorum, ölümün sıcak nefesini, bir o kadar da soğukluğunu yaşama ihtimalini duya duya. Ona gidiyorum, ağlaya ağlaya ama can ata ata gidiyorum işte.... Seneler oldu bağrından kopalı. Yüzü duman duman sevdiğim. Senden son ayrıldığımda sevdiğim, kan oturmuştu gözlerime. Doyamamıştım ağlamaya şimdi çıkmış karşıma gel diyor. Duramadım öz vatanımda, anamı babamı, evimi, odamı, kuşlarımı bırakıp ona gidiyorum, bir günlük de olsa. Sanki dünyanın en mutlu insanı benim bugün. Sanki dünyanın tek gülümseyeni benim bugün... Ben bugün yolları yara yara, ben bugün saniyelerin saat oluşunu duya duya ona gidiyorum... Belki de yaramadan yolları, yolları bitiremeden ben biteceğim... Belki de boynumdaki "S" harfi kanımla kızıla dönecek, belki de yol üstünde, üstüne gazete kağıdı serili cesetlerden biri olacağım. Korkmuyorum. Uğruna çekilen çileyi kutsal saydım. Korkmuyorum sevdalım... Korktuğum tek şey, kurşun gibi gözlerini bir daha ama bir daha görememekti... Ben kurşun gözlerine sevdalıydım en çok, en çok burnumdan öpüşüne... En çok da sana, sana geliyorum kurşun gözlüm. Yollar uzun... Yolları yokuş olan yerlerdesin. Gidenin dönmediği yerlerdesin. Muş ovasındasın. Uzaklardasın... Ama ben sana geliyorum... Bu gece hiç sabah olmadı inan... Saatler durdu... Gece hükmetti umutlarıma sanki bayram günüydü sabah. Akşamdan hazırlanan ütülü elbisem, giymeye hiç kıyamadığım kazağım.... Bugün bayram evet... Sana geliyorum. 8 ekimdi... Buram buram sigara tüttürüyordun. Akşamdı... Masumdun... İnsandın.. Ve gözlerime bakıyordun... Bakıyordun, beni acılara beni sensizliğe ve beni aşka çağırıyordun... ve ben sana geldim... Senin için. Gözlerin için, dost varlığın, insanlığın için. 8 ekimdi. İnsanlığımı anladığım insanı sevdiğim ve senin için ilk ağladığım gün... "DUYUYOR MUSUN PARİSLİM BUGÜN KURŞUN GÖZLÜMÜN YANINDAYIM"... Şimdi ayrılıyorum Karaman otogarından. Sana geliyorum. Bekle beni Karaman... Sana aşkımın kokusunu, sana aşkımın sevdasını getireceğim. Bekle beni Karaman sana ağlayarak döneceğim... Ağlayarak çıktığım gibi senden... Karaman bekle beni... Dudaklarımda acı bir tatla, ama inatla beni bekle. Elveda Karaman, elveda annem, elveda evim... Elveda bu şehrin soğuk insanları, rakı bilmez, aşkı tanımaz kulları... Elveda. Ve Kayseri'deyim... Sana bir nebze daha yaklaştığımı hissediyorum. Heyecanım artıyor. Aslında soğuk derler sizin oralar, ama buram buram sıcaklığın gelir ötelerden... Gözlerim seğiriyor. Senin karşına kan oturmuş gözlerle çıkmak istemiyorum. Ve bitti bu uzun yollar. Senin memleketindeyim... Seni beklemekteyim... Bir sabahçı kahvesinde çay

KAOS GL 5 / 48

olduğu söylenen, ama çaya hiç benzemeyen şeyi içiyorum. Soğukmuş memleketin be arkadaş. Ya sen, yüreğin hâlâ sıcacık mı, ya sen, gelince sarılacak mısın bana. Sevemedim bu memleketi be dost... Olsun. Senin memleketin. Kar yağıyor bu memlekete üşüyorum sevdiğim. Seni bekliyorum ve buram buram sigara tüttürüyorum. Beni bugün bırakma ne olur, beni bugün tutukla, beni bugün teslim etme yollara, beni bugün gönderme soğuk ve aşkı bilmez kullara. Ve korkuyorum. Alışmıştım sonsuz olmaya... Sensizliğe bir vakit alışamadıktan sonra... Alevlenir sensizlik diye, yıkar, beni, sarsar diye korkuyorum... Kurşun bakış'ım.. Gözlerin belki eskisi gibi bakamaz, o kurşuni rengi bir daha bulamam diye korkuyorum. Beni anlatamam diye, yüreğini gözler önüne seremem diye ve sana beni bırakma diyemem diye korkuyorum, ve saatler ilerliyor.. Gelmedi. Beni bu kıraç memlekette sensiz koma, beni bu yolları yokuş memlekette, gidenin dönmediği memlekette bana bırakma: İnsanların gözlerine bakıyorum belki gözüne benzer göz bulurum diyerekten seni bekliyorum, üşüyerekten... Gel hadi.. Ne olur gel saat sabahın dokuzu... Üç saattir ayazla kucaklaşırım tenime kar değiyor... Gel hadi... Gelmezsen eğer biterim, giderim bu şehirden… Gelmezsen, güvendiğim en son dağa, Süphan dağına mevsimin ilk karı yağar. Gelmezsen ağlarım aldırmadan erkek başıma ve yirmi beş yaşıma… Ve geldi... Sarıldım... Canım benim.. Gözlerine bakıyorum. Yüzüne, saçlarına, nasılda özlemişim… Bu soğuk şehrin sokaklarında geziyoruz... Bu soğuk … Şehrin soğuğunda üşüyoruz. Aynı kaptan içiyoruz... Ve bahar istiyor gönüllerimiz. Van iline yelken açıyoruz… Seninle ölmek istiyorum, seninle ölmek… Vursunlar bizi, vursunlar… Yollarda gözlerine baktım hep. Elimi tutan ellerine… El sürdüm. Defalarca sevdiğimi söyledim ona… Defalarca sevdiğini söyledi... İlk içkiler onunla yudumlandı evet… Van'dayız. Doğunun Paris'i bu şehir. Baharmış… Güzelmiş, ama onun olduğu için güzel bu şehir… Ben bu şehirde insan olduğumu, mutlu olduğumu, huzur bulduğumu hissediyorum... Bu şehirde yaşadım bir gün de olsa... Aynı şarkıya tempo tutturduk. Aynı bardaktan içtik... Aynı şeyleri gördük… Tanrım ben bu canlı insanı seviyorum… Onu bana gönderdiğin için de seni… Sabahlara kadar onun varlığını duymak onunla… Aynı ortamda nefes almak... Tanrım ne müthiştir... Bazı şeyler vardır ki, bir ben bilmeli, bir ben bilmeliyim… Şimdi o yok... O şimdi yok... Bu şehrin otogarında yapayalnızım. O şimdi yok… Çocuklar gibi ağlattın beni yine. Bir başına koydun… Gözlerime kan oturdu ciğerim. Sen yoksun... Sen yoksun. YİNE GEL OLUR MU YÜREĞİM. BENİ SICAKLIĞINA DOYUR. BENİ SANA BENİ SEVDAMA DOYUR... Serhat seni seviyorum.


OTOBİYOGRAFOBİ Kömür Gözlüme Maviye boyanmış sabahlara kalkardım… Bir küçük cezveydim, elden ele gezmezdim… Bin kaprisle uyanırdım okul sabahlarına; Babamın tatlı dokunuşlarıyla… Hatırlarsın bir şiirde söylemiştim: Acıları salıncaklarda kalmış bir çocuk vardı; Kıvırcık bir sümüklü… Parklarda kaldım, büyümedim… Her şey hızla geçtiğini sandı… Çocuk saatleriniz kaçırmazdım Küçük el radyomuzdan… Annemin Balkan yeşili gözlerine bakardım Sonra uzun, çingene sarısı saçlarına… Şaşardım anneme, tuhaf bir anneydi… Ürkütücü, kışkırtıcı, feci hoş bir kadındı… Çeker çeker giderdi, babamın şarkıları ağlardı… Kapardı bağlamasını, türküler kanatırdı kendiliğinden… Sesine kuşlar ürperirdi… Derdine ortak olamam diye, koşardım odama, Yatağımın altına girer, hatta iki-üç yorgan atıp üstüme Sonra da avaz avaz ağlardım… Bir de kendime şaşardım Erkektim, kocaman adamlara aşık olurdum… Bir keresinde babamın arkadaşına aşık oldum… Cumhuriyet Gazetesi okuyan, Yürüyüşlerde beni omzuna atan, Bir mayıs marşını bana ezberleten, İzmir'in Cumhuriyet Bulvarı'nda Bağıra çağıra bana marşlar okutan biriydi… Kendi de eşlik ederdi… Önemli bir şeyler olduğunu sezerdim Ama daha da önemlisi, onun güçlü kollarındaydı… Onun yüzünden hâlâ solcuyum… Babam; bir sokakta kovboy starlarını sayan, Western ıslıkları çalan bir subaydı… Apoletlerini okşar, koklardım uyurken… Denizci olmak isterdim Bir korsana kadınlık yapan bir yosma… Bunu bir filmde mi izlemiştim, unuttum… Sanırdım bir Bülent Ersoy vardı, Bir de Zeki Müren benim gibi olan… Üçümüze az mı ağladım… Sevmezdim ama onların şarkılarını… Acı gibi, ayrılık gibi, gözyaşı gibi Birşeyler hatırlatırlardı bana Kulaklarımı tıkar, ürker kaçardım…

Acıdan gayrı mirasım yok yani benim… Babam öldü, annem zaten orospuydu… Bir abim, beş vakit namazlı, Diğeri almancının sonradan görmesi… Ben ise bir Ankara oğlanı… Sonra, seni gördüm, tanıdım… İçimden binlerce kelebek havalandı… Yanında, gözlerinde hâlâ iyi bir şeyler olduğunu anladım… Emek gibi, yaşamak, paylaşmak gibi, sevgi gibi, İnsan olmak gibi yani… Bu nedenle seni, böylesine yoğun, Böylesine arzulu, böylesine şiddetli sevmekteyim… Ne olur beni koru, sev Kendini benden esirgeme Maraşlım… Her şiirin bir sonu, bir bitiş yolu mutlak var, Bunu biliyorum ama Bu şiirin sonunu bulamadım… Yani demem şu: Seni çok seviyorum… -'99, Ankara

EZGİ

Her neyse… Diyeceğim şu bal seslim:

KAOS GL 5 / 49


E... için 1

Ümit KADER

Her sabah günün ilk ışıklarıyla uyanıyor, kahvaltımı yapıp, ortalığa çekidüzen verdikten sonra kendimi sokağa atıyordum. Bu iki yıl boyunca hiç değişmemiş, içimdeki saat zaman zaman sıkıcı olan bu düzene ayak uydurmuştu. Bir sabah, o kadar zaman değiştirmek için çaba harcamama rağmen başaramadığım bu düzen(!) kendiliğinden bozuluverdi. Gözlerimi açtığımda şehrin en işlek yerinde bulunan evimin boş odaları dışarıdan gelen gürültülerle dolmuştu. Perdenin arasından sızan ışık huzmeleri karşıdaki duvarda oynaşıyor sanki beni günü bir yanından yakalamam için kandırmaya çalışıyorlardı. Oblomov'u aratmayacak bezginlik ve isteksizlikle doğruldum, bedenime dolaşan çarşaftan kurtulduktan sonra ayağa kalkıp pencerenin yanına gittim. Perdenin arasından caddenin kalabalığına karıştım. Kendime geldiğimde bütün vücudumun üzerimden dev bir silindir geçmişçesine ağrıdığını hissettim. İçimde nedenini anlayamadığım bir ağırlık boğazıma sarılmış, beni geldiği karanlıklara götürmeye çalışıyordu, Ne yaptığımın çok da farkında olmadan yatağa yaklaştım, kendimi onun sıcak koynuna bıraktım. Gözlerimi açtığımda kendimi karanlık bir odada buldum: ne sokaktan gelip odaları dolduran sesler ne de perdenin arasından sızıp karşı duvarda oynaşan ışık huzmeleri kalmıştı. Yeni konuklarım sokak lambasından akıp odamın yarısını koyu gölgeli bir karanlığa boyayan ışık damlalarıydı. Demir kapıyı araladığımda saat 22.00'dı. Gündüzün canlılığı yerini gecenin matemine bırakmıştı. Bir günün en sırlı yanıydı gece: bütün acıları örten, gözlerden uzaklaştıran ve herşeyi karanlık bir biçime dönüştüren esrarengiz bir zaman parçasıydı. Eski çeşmelerin sokak başlarını tuttuğu mahalle aralarından geçerek, Gulyabani'yi okuduktan sonra nedendir bilmem, adıyla çocuk kalbimi ürperten Habip Baba Türbesi'nin yanından geçerek anacaddeye ulaştım. Şehir yaşantısını bol ışıklı, pahalı alışveriş merkezlerinin, mağazaların bulunduğu caddelerle özdeşleştirdikleri için ne kadar çok cadde o kadar çok şehir yaşamı düşüncesine takılmışların, alternatifsizliğinden dolayı Mecburiyet caddesi olarak adlandırdığı Cumhuriyet'e ulaşmak için nice güzelim binanın yanından hızlı adımlarla geçerek Yakutiye Parkı'na vardım. Cumhuriyet birkaç adım ötemde ışıktan sel olmuş Havuzbaşı'na akıyordu. Trafiğin iki yönlü olduğu caddeyi geçerek son zamanlarda gözdem olan cafenin kapısından içeri girdim. Her zaman oturduğum masaya yerleşir

KAOS GL 5 / 50

yerleşmez bir bardak suyu ve bir bardak "üç şekerli" demsiz çayımı yüzüne yayılan içten bir tebessümle önüme bırakıverdi sevgili Hakan. Sevgili Hakan... Ne de büyük bir gönülborcu duyarım ona. "Gönülborcu zamansızdır, " öğretmişti bana hem de boğazımda bir düğümle bırakarak, Sonra birgün seninle karşılaştım. Yüzüne, bakışına veya bir insanı başkalarının gözüne hoş gösteren ve çoğunlukla tek bir bakışta fark edilen o ayrıksı yanına vurulduğum ancak sonrasında da bir bu ayrıksı yanını hatırlayabildiğim aşklarım grubuna dahil edebileceğim küçük bir heyecan sanmıştım seni. Ama zaman her defasında olduğu gibi bunun çok çabuk verilmiş bir karar olduğunu hatırlattı bana. Bunu, artık rastlantısal karşılaşmaların yetmediğini bu yüzden yeni karşılaşmalar için fırsatlar yaratma gayretine kapıldığımı farketmem takip etti. Uzun yürüyüşlere çıkıyor ve sürekli seni düşünüyordum. Ev arkadaşım bu durumu endişeli gözlerle izliyor ve bu dolaşmak için dışarı çıkmaların beni herşeyden adamakıllı uzaklaştırdığını görüyordu. Bir süre sonra ben eski ben olmaktan çıkmış, eski benle fiziki görünüş dışında benzerliği olmayan bir başkasına, bir yabancıya dönüşmüştüm: Yadeller almıştı beni. Dünya umurumda değildi, sürekli seni düşünüyor, küçük bir bakışından ölümsüz aşk hikayeleri yaratıyordum. Günler sonra samimi olduğum bir arkadaşımla aynı masada oturduğunu görmüş ve yanınıza gelmek için yekinmiştim. Ama son anda durmuş ve bir an sonra kendimi masama dönmüş defterimi, kalemlerimi çantama tıkıştırırken bulmuştum. İnsanlar bana bakıyordu daha fazla duramazdım bu yerde çabucak hesabı ödeyip, kendimi dolaşmak, seninle başbaşa kalabilmek için sokaklara vurdum. "Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söyleyen biri"leriyle doluydu sokaklar. Herkes bir diğerinin yanından geceye göz kırpan yıldızlar gibi parıldayarak geçiyor ve sonsuza karışıyordu. Gözlerine yalnızlığın hüznü oturmuş bu insanlar ne çok sana ne çok bana benziyordu. 2 Ağır ağır çıktım merdivenleri ama eteklerim boştu, onca yaşanmışlığa rağmen. Herzaman oturduğun masada oturmuş, önündeki deftere rengarenk kalemlerle birşeyler yazıyordun. Yazdıkların uzaktan bakılınca yüksek bir yerden dökülen ve oradan bilinmez coğrafyalara doğru akan gökkuşağından bir ırmağa benziyordu. Uzun bir süre izledim seni. İstediği oyuncağı aldırmış bir


çocuğun mutluluğu vardı yüzünde. Önündeki kalemleri kenara itip, defteri kapattığın zaman gözlerin takılıp kaldı gözlerime. Sonra ani bir hareketle yerinden kalkıp, senin de samimi bir arkadaşın olduğunu sonradan öğrendiğim, arkadaşımla oturduğumuz masaya yöneldin. Ancak daha masaya gelmeden tam karşımda durdun sonra hızla arkana dönüp masana gittin, çantanı topladın, hesabı ödeyip çıktın. Yalnızdım, kafam karışıktı. Büyük bir duygusal savaştan arta kalmıştım. Birisini sevmiştim. Tek istediğim onunla bir hayat kurmaktı: sevginin ortak payda olduğu, sevginin tek kutsal olduğu bir hayattı amacım kısacası. Yaşayabilmek için sevgi şarttı, buna inanıyordum. Ama başarısız olmam için o kadar çabalamıştı ki görünmez eller son noktayı koyduğumda geldiğim yere inanmakta güçlük çektim. Kimseye güvenim kalmadığı gibi hayata dair, sahip olmakla herzaman övündüğüm, inancım da büyük yara almıştı. Artık ne sevgiyle ilgili bir kelime duymak ne de söylemek gelmiyordu içimden.

dayanabilecek miyim bütün olacaklara? Asla... Çünkü ben hiçbir zaman diğerlerini dışarıda bırakabilecek güce sahip olamadım, şimdiden sonra da olamam. Benim için çok geç artık, kaldığım yerden devam etmek ve içeride kalmaya çalışmaktan başka çıkar yolum yok. Kızların annelerine, oğlanların babalarına benzemek zorunluluğunu duyarak büyüdüğü bu ülkede yaşamak için ya sen olup kendi kalabalığını kucaklamak yada ben olup onların kalabalığında boğulmak gerek bilmem yanılıyor muyum, başka çıkar yol var mı veya bir orta yol? Ne diyeyim: sen sevgiye kapı açarken bana kapamış oldun. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi. Onun için gözlerinde yarım kalmış sevgilerin hüznü var. 3 Anlamadın değil mi? "Senin için bir hayat" istemiştim. Ben bahaneydim, kayıp kuşaktım.

Oysa sen oradaydın, sıcak hatta sımsıcak gözlerle bana bakıyordun. Çağırsam gelecektin. Ancak senin kadar rahat olamadığım için istememe rağmen bir türlü yaklaşamıyordum sana. Beni endişelendiren tek şey, kimilerinin sahtesine sarınıp sarmalandığı gerçek bir rahatlığa sahip olmandı. Herkesin bu kadar sahte olduğu bir dünyada böylesi bir gerçeklik küpüne zarar vermekten başka birşey değildi. Bu şehirde, herkesin bu denli içlidışlı olduğu bu Anadolu şehrinde istesem de seninle olmamın yolu yoktu. Bunun suçlusu sendin. Geçtiğin köprüleri havaya uçuruyor sonra da insanlar neden bana yaklaşmamak için yoğun bir çaba harcıyor diye meraklanıyordun. Evet, yaptığın güzeldi, yani "başkaları için başka biri olmaya çalışarak kendini" harcamıyordun. Ama unuttuğun birşey vardı: insanlar kendi yapamadıklarını yapanlara karşı içten içe büyük bir hınç duyarlar. Hani büyük bir hayranlıkla izlediğimiz şöhretlileri gerçekte kıskanırız ya bu işte tam da öyle bir şeydi en basit söyleyişle. gelsem, Düşünsene, yanına masana otursam neler söyleyecek bir dolu insan? Arkamızdan neler konuşacaklar? Peki

KAOS GL 5 / 51


EBRU

Bir mevsim, bir bahardı benden çekip giden. Etlerimden, iliklerimden koparcasına… Umutlarıma verdiğim emekler, başka çiçeklerin goncalarıydı artık. Susamışlığıma, çıldırmışlığıma oğlum bile gem vuramadı! Üzerime çöküp kalan bu katil dinginlik; Öldürüyor beni! Ve benden çekip giden… akıp giden… geçip giden hırçın çocukluğum. Zar zor kendini dışarıya atabilmiş Bir lav'dım ben! Ne değdiğim toprak, ne de üzerime dökülen yağmur söndüremedi beni!..

sen'liğinle ısınmak… yanmak… kavrulmak ve güneşinle hep bronz kalmak istiyorum.

Bir yaz başıydı papatyam…

Sen yoksun!

Umutlarımıza, hayatla yüzleşmemize ve bir çuval pirinç tanesini saymak zorunda bırakıldığımız bekleyişimize… Az kalmıştı bir tanem birbirimize terfi etmemize!..

Ben de yokum...

Senden ayrı kaldığım, senden ayrı bırakıldığım o binlerce geçmez dakikalık sıcak gün ve gece, biraz da kremlerin yardımıyla tam istediğin bronzlukta döndüm sana vakitlice… Oysa ki Afrika güneşleri, o bitmeyen darbuka sesleri ve ne olduğunu bilemediğim tuhaf soslu sokak yiyeceklerinin dayanılmaz acısıyla değil, senden uzakta oluşumla yanıyordu içim alev alev... Ve yansıyordu biraz da tenime... Ben; senin güneşim olmanı arzuluyordum oysa ki... Senin saçlarının kıvırcıklarından, senin yüzünün berraklığından ve senin gözlerinin alevinden yansısaydı güneş bana, Ve sen sürseydin bir tanem, o papatya kokundan kremi tüm vücuduma!.. Ben, hep senin güneşinde, hep bronz kalmak istiyorum. Ve senin sıcaklığını özlüyorum tenimde; en yakınımdayken bile…

Sarı, kapalı zarflara tıkıştırılıp yokmuş gibiolmazmış gibi gözardı edip korktukları sevgimizi ve gerçekliğimizi yaşamalıyız doyasıya.

Ve seviştikçe güzelleşmek, daha bir kadın olmak… Ben, senin kollarında ve güzel ölmek istiyorum papatyam!.. Bir an burada olmanı ve sana gitar çalmayı istedim, keşke şarkılar da söyleyebilseydim! Şükürler olsun ki, sevgimi biraz daha tahammül edilebilir bir yolla anlatabiliyorum..? Bir an burada olmanı ve sana dokunabilmeyi istedim; ve seninleyken, kahrolası "keşke"lerden öldüresiye nefret ettiğimi farkettim bir kez daha…

Biliyorum ki biz birbirimizin "var'ı"yız... Bu sevgi için var'ız! Göğüs göğüse, ter tere, kasık kasığa!.. İki toy kısrağın vaha'da koştuğu gibi Suya… yaşama!.. Bir saman alevi gibi sönen; Namludan fırlayan bir kurşunun hızı kadar hissedilmeyen, ama acısı sonradan çıkan kanıksanmış sevgisizlikler karanlığında; Büyük bir inatla ve sevgiyle parlayan güneş kadınım!.. Her ne kadar gölgeleri ve loşlukları daha fazla sevsen de sen. Bir tek benim güneşim, benim bronzluğum ol... Ve sıcağını esirgeme benden ne olur!!! Sarı, kapalı zarflara tıkıştırılıp yokmuş gibi-olmazmış gibi gözardı edip korktukları sevgimizi ve gerçekliğimizi yaşamalıyız doyasıya. Ve hatta doymamacasına...

O bulutlar ki; aramıza girmemeleri gerektiğini öğrenecekler elbette!

Sana getirdiğim şans kolyesini hiç çıkartma olur mu? O güzel, kışkırtıcı boynundan…

Oluşturamayacaklar o griliği…

Ben yanında olamazken,

Ardından bıraksalar da toprak kokusunu, ya da güzelim gökkuşağını;

Biz, birbirimizden koparılmışken, tenlerimiz alev alev yanar ve titrerken…

Oluşturamayacaklar bir tanem, o ahmak ıslatan yaz yağmurlarını üzerimizde!!!

Avucunun içinde sıkar, öper-koklarsın bir tanem...

Papatyam, Baharların, yazların en makyajsız, en ürkek, en DUYGU çiçeği! Çiçeklerin en çok suyla-en çok sevgiyle beslenen sarısı ve beyazı… Güneşin rengi! Suya düşkünüm, sevgiye hasretim, biriciğim benim... Sevgi eşim! O kimselerle paylaşamadığım gülüşünle, o sımsıcak teninle ve benden önce kimselerin bulamadığı tüm

KAOS GL 5 / 52

Ve süzülürken kanlar göz pınarlarımızdan; Benim, sensizlikte öpüp-kokladığım; o sen kokulu bir dal kıvırcığın gibi! Haziran'ın sonları... Gece yarısını geçti biriciğim. İnsanlar sokaklarda sıcaktan... Ve ben üşüyorum! Çünkü sen yoksun! Ben de yok'um... Ve sana gülen gözlerle geldiğim o gün benim doğum günüm olsun!


“Baharankara’nın Matematikselliği”ne Matematiksel ve Kişisel Olmayan Cevap KORAY Baharankara’nın organizasyonunda rol alanlardan biri olarak 4. Türkiye Eşcinseller Buluşması ile ilgili olarak Atilla A.’nın Kaos GL’nin önceki sayısında yer alan “Baharankara’nın Matematikselliği” yazısını nereye oturtacağımı, ne yapacağımı bilemedim. Bu bir eleştiri yazısı mı, kişisel olarak beni mi eleştiriyor, Gayankara’yı mı eleştiriyor, daha sonraki buluşmalarda dikkate alınabilecek hatalara mı parmak basıyor? Bence en belirgin olarak yaptığı şey yıkıcı eleştiri. Bunun muhatabı buluşmayı düzenleyenler ve Gayankara grubu herhalde. Okuduğum andan itibaren her cümlesine cevap verme isteğiyle dolup taştığım halde böylesine bir yazı yazmak istemedim. Ama genel olarak söylemek istediğim (ve söylenmesi gerektiğini düşündüğüm) şeyler var. Baharankara Kaos GL grubunda ilk konuşulmaya başlandığında insanların buluşmalarla ilgili birçok tereddüdü vardı. (Samimi olarak söylemem gerekirse bu tereddütleri giderecek ve tam anlamıyla içimize sinecek bir buluşma organize edebildiğimizi iddia edemem.) Buluşmanın Ankara’da bu yılın başında kurulmuş olan Gayankara grubuyla ortak organize edilmesi şeklinde bir talep Gayankara grubundan gelip de Kaos GL teklifi kabul edince birlikte çalışabilmenin örneklerini verebileceğimizi düşünüyordum. Bir ortak organizasyon komitesi seçildi ve çalışmalar başladı. Bu komiteye katılmak istediğini söyleyip de alınmayan, komiteye girip de sözü dinlenmeyen kimse olmadı. Planlandığı üzere çalışmalara başlandığında da herkes üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmeye çalıştı. Tabi ki iki farlı grup vardı ortada ve sorunlar yaşanabiliyordu, ama ben ne Gayankara ne de Kaos GL grubundan (ki ben her iki grupta da çalışıyorum) bir grup tavrı olarak diğerini dışlayan, tökezletmeye çalışan bir davranış görmedim. Her zaman olduğu gibi kimileri daha az kimileri daha çok çalıştı. Ama organizasyon ortak bir organizasyondu. İşin ne kadar yoğun olduğunu bilenler herhangi bir yardım teklifinin reddedilemeyeceğini de bilirler. Kimseyi dışlar tarzda bir yardım reddimiz olmadı, sadece zaten üstesinden gelinmiş şeyler için yardıma ihtiyacımız olmadı. Baharankara hoşa gitsin gitmesin Kaos GL ve Gayankara’nın birlikte ortaya koyduğu bir organizasyondur. Başarısı ve başarısızlığıyla. Her iki gruptan da oldukça olumsuz söz ve davranışlar sergileyenler olduysa da, bunlar grup tavrı olarak benimsenmemektedir. Bunun gerçekliğine güvenerek, devamının da her grup üyesince sağlanmaya çalışılacağına inanarak Ankara’da bu iki grubun birlikte hareket edebilen birlikte çalışabilen gruplar olarak varlıklarına devam edeceklerini düşünüyorum. Yeter ki kişisel sorunlar gruplar arasına girmesin.

YATAY ÜNLÜLER DiKEY EYLEMDE

Şarmut A. İKARUS

KAOS GL 5 / 53


Sevgili arkadaĹ&#x;lar, DÄąĹ&#x;arÄądayken sĂźrekli derginizi alÄąyordum ama hiç yazmamÄąĹ&#x;tÄąm. Ä°lk defa yazÄąyorum. Ben, iĹ&#x;lediÄ&#x;im bir cinayet nedeniyle cezaevinde yatan bir travestiyim. Burada canÄąm sÄąkÄąlÄąyor, artÄąk dergiyi de alamÄąyorum. Bana mĂźmkĂźnse eÄ&#x;er dergiyi gĂśnderirseniz sevinirim. En azÄąndan bazÄą Ĺ&#x;eylerden haberdar olurum. Burada bir travesti olarak bulunmak çok kĂśtĂź bir duygu. Koskoca cezaevinde yalnÄąz bir hĂźcrede kalÄąyorum. Topu topu birkaç metrekarelik bir yer. Hiç bir Ĺ&#x;ey yapamÄąyorum. Gazete, kitap okuyorum, o kadar. Ne kadar ceza alacaÄ&#x;Äąm ise henĂźz belli deÄ&#x;il. Birkaç ay tutuklu kalÄąrÄąm. Ä°lginize teĹ&#x;ekkĂźr eder, sevgiler sunarÄąm. Hep yanÄąnÄązdayÄąm, bilin. Oktay Ç., Ä°zmir

BurasÄą Kuzey KÄąbrÄąs TĂźrk Cumhuriyeti. Sonuç itibariyle bir ada devleti. Bir sÄąnÄąr arayla modernlik ve cehalet yan yana. TĂźrk Cumhuriyeti ama TĂźrk insanÄąyla da alâkasÄą yok. Ä°ngiliz gibi desek o da deÄ&#x;il, çok farklÄą, hele insanlarÄąn kiĹ&#x;ilikleri, tam oturmamÄąĹ&#x; ve TĂźrkĂźm demek de biraz ayÄąp gibi. KÄąbrÄąslÄąyÄąm demek daha doÄ&#x;ru onlar için.

Siz de MektuplarÄąnÄązÄą ALÄ° Ă–ZBAĹž P.K. 53, CEBECÄ° ANKARA adresine postayla; 0.312.363 90 41 no.lu faksla; ya da ali.ozbas@isbank.net.tr e-mail ile gĂśnderebilirsiniz.

KAOS GL 5 / 54

Çevre koĹ&#x;ullarÄąna bakarsak o da iç açĹcÄą deÄ&#x;il. Her yer çÜl gibi. YeĹ&#x;il ada deÄ&#x;il, yani artÄąk deÄ&#x;il. TerĂśristler tĂźm ormanÄą yaktÄąklarÄąndan beri. Çevreye çÜp atmak tabii denize de, suç ama nedense KKTC vatandaĹ&#x;larÄąna uygulanmÄąyor bunlar. AslÄąna bakÄąlÄąrsa eĹ&#x;cinsel potansiyel burada fazla ama herkeste, hele KÄąbrÄąs vatandaĹ&#x;larÄąnda bĂźyĂźk bir korku var. ÇßnkĂź 5-14 yÄąl arasÄą hapis cezasÄą var. DoÄ&#x;a dÄąĹ&#x;Äą iliĹ&#x;ki adÄąyla ama sadece erkek eĹ&#x;cinseller için. AslÄąnda eĹ&#x;cinsellik kabul edilmiyor, yani adÄą bile Ăźlkede kullanÄąlmÄąyor. AslÄąnda insanlar suç olduÄ&#x;unu 1 yÄąl Ăśncesine kadar bilmiyordu. Bir eĹ&#x;cinsel gazeteci ĂśldĂźrĂźldĂźkten sonra bu yasalar Ăźlke genelinde duyuldu. Korku bir kat daha arttÄą. AynÄą yasa 1997 yÄąlÄąna kadar GĂźney tarafta da vardÄą ama AB'ye girebilmek için bu yasa kaldÄąrÄąldÄą ve

artÄąk diÄ&#x;er tarafta gey barlar bile var. Bu yana bakacak olursak, sĂśz konusu deÄ&#x;il ama yine de bir birimizi bulduÄ&#x;umuz gece kulĂźpleri var. Ama TC'deki gibi de rahat deÄ&#x;iliz. Ben, KÄąbrÄąslÄą eĹ&#x;cinsellerde kesinlikle psikolojik sorunlar olduÄ&#x;una inanÄąyorum. Bizim 18-20 yaĹ&#x;ÄąmÄązda atlattÄąÄ&#x;ÄąmÄąz kimlik sorunu burada ĂślĂźnceye kadar var. (TC'de okumayan ya da bir Ĺ&#x;ekilde yaĹ&#x;amayanlar hariç.) Bunun yanÄą sÄąra Romen ve Rus fuhuĹ&#x;u burada serbest oldu ve bir çok hastalÄąk çĹktÄą. Eskiden olmayan buralarda. Bir hastalÄąk çĹkan vatandaĹ&#x;larda ilk araĹ&#x;tÄąrÄąlan eĹ&#x;cinsel iliĹ&#x;kiye girip girmedikleri. Yine biz TC'li muhaceret yaptÄąranlar Ĺ&#x;anslÄą. Bizler hastalandÄąk mÄą ya da yakalandÄąk mÄą sÄąnÄąr dÄąĹ&#x;Äą ediliyoruz. Ama muhacereti yoksa turist ya da iĹ&#x; için gelinmiĹ&#x; olup yakalanÄąrsa hiçbir Ĺ&#x;ey yapÄąlmadan az bir sorguyla içeriye tÄąkÄąlabilirsiniz. Geçende Girne-LefkoĹ&#x;a yolunda arabada seks yaptÄąm. AslÄąna bakÄąlÄąrsa çok mutlu oldum. ÇßnkĂź burada arabada seks yapan nadir insanlardanÄąmdÄąr. Ama bir de polis gĂśrseydi tam rezillik. Okuma hakkÄąm da elimden alÄąnacaktÄą. ÇßnkĂź sĂśzleĹ&#x;memde Ăźlkeden sÄąnÄąr dÄąĹ&#x;Äą edilirsem bir daha YĂ–K kurallarÄąna gĂśre TC ya da KKTC ve TĂźrki devletlerinde YĂ–K onaylÄą bir okuldan diploma alamÄąyorum. Her Ĺ&#x;eye raÄ&#x;men bence KKTC'deki geyler biraz daha duyarlÄą ya da iyi niyetli, gĂźnlĂźk iliĹ&#x;kiyi ya da free'liÄ&#x;i pek sevmiyorlar ve bir iliĹ&#x;kiye girmek için 2 ay tanÄąmaya çalÄąĹ&#x;Äąyorlar ve kesinlikle ĂśpĂźĹ&#x;me felan sĂśz konusu olmadÄąÄ&#x;Äą da olabiliyor. Ama hepsi için deÄ&#x;il. Az bir kÄąsmÄą ĂśzgĂźr seks de isteyebilir ama burda bĂśyle tanÄądÄąÄ&#x;Äąm hiç yok. KÄąbrÄąs halkÄą birbirine kara leke yapÄąĹ&#x;tÄąrmayÄą da sever. Yani birine ibne damgasÄą vurulursa adadan ayrÄąlmaktan baĹ&#x;ka pek Ĺ&#x;ansÄą da kalmayacaktÄąr. BĂśyle baktÄąÄ&#x;Äąmda TĂźrkiye'de o kadar mutluyuz ki aslÄąnda açĹkça olmasa bile yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;ÄąmÄąz aĹ&#x;k, seks daha huzur verici. Kimse gey olduÄ&#x;umuz için 14 yÄąl hapis de vermiyor. Ve daha dĂźzenli ve her Ercan HavaalanÄąndan ayrÄąlÄąrken mutlak ĂśzgĂźrlĂźÄ&#x;e kavuĹ&#x;uyorum gibi gelir. Ve son anda çĹkamamak, bir aksilik çĹkmasÄą hep korkutuyor beni. Ama benim için en zor halim de sevgilimi burada bÄąrakÄąp TC'ye dĂśnmek. Ä°kilem içinde kalÄąyorum. Ya TC'de daha rahatlÄąk ya da KKTC'deki sevgilim. Mustafa, LefkoĹ&#x;a

Uzun bir aradan sonra yine burada sizlerle buluĹ&#x;uyorum. Daha Ăśnce birkaç kez mektubum yayÄąnlandÄą, umarÄąm bu mektubum da yayÄąnlanÄąr. Ben, Ĺ&#x;u an vatani gĂśrevimi yerine getiriyorum. Askerlik aslÄąnda çok zor bir gĂśrev deÄ&#x;il, fakat insan gey olunca iĹ&#x; deÄ&#x;iĹ&#x;iyor. Her tarafÄąn erkeklerle dolu.


Hele bir de hoĹ&#x;una giden birini gĂśrdĂźÄ&#x;Ăźn zaman iĹ&#x;te o zaman durum daha kĂśtĂź oluyor. Benim için en zor yanÄą bu kÄąsmÄą. Herkese sevgililerinden mektuplar, telefonlar geliyor. En azÄąndan seni seviyorum diyebiliyorlar. Ama benim bĂśyle bir Ĺ&#x;ansÄąm bu zamana kadar olmadÄą. GĂźnlerim aÄ&#x;lamakla geçiyor. BunalÄąyorum. AĹ&#x;Äąk olduÄ&#x;un bir insanÄąn senin yanÄąnda baĹ&#x;kasÄąna aĹ&#x;kÄąm ya da seni seviyorum demesi Ăśyle bir acÄą veriyor ki ben bunu defalarca yaĹ&#x;adÄąm. ArtÄąk tahammĂźlĂźm kalmadÄą. Hele bir de askerde olunca bu insanÄą daha çok yÄąpratÄąyor. Tek istediÄ&#x;im aĹ&#x;Äąk olduÄ&#x;um biriyle Ăślene dek mutlu yaĹ&#x;amak, beraber yiyip içmek, beraber aÄ&#x;lamak gĂźlmek, onunla sahilde elele dolaĹ&#x;mak kollarÄąnÄąn arasÄąnda uyumak. KÄąsacasÄą artÄąk mutlu olmak istiyorum. Hep aÄ&#x;lamaktan yoruldum. Ben mutlu olmayÄą haketmeyecek ne yaptÄąm? Kusuruma bakmayÄąn, biraz bunalÄąm takÄąlÄąyorum ama gerçekten tahammĂźl edecek sabrÄąm kalmadÄą. Ä°ntiharÄą dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorum. Çare deÄ&#x;il. Elim kolum kilitlendi kaldÄąm. Buradan bĂźtĂźn gey arkadaĹ&#x;lara sesleniyorum, benim aradÄąÄ&#x;Äąm kiĹ&#x;i benim onu sevdiÄ&#x;im kadar beni sevecek ama bu tabii ki birden bire olmaz. Biraz abes kaçabilir ama aĹ&#x;kÄąmda arayacaÄ&#x;Äąm ilk Ăśzellik yakÄąĹ&#x;ÄąklÄą olmasÄą. Bu kimsenin kalbini kÄąrmasÄąn. EÄ&#x;er kalbinizi kÄąrdÄąysam ĂśzĂźr dilerim. Benim için bu çok Ăśnemli. Nedenini bilmiyorum ama gĂśrĂźnĂźĹ&#x;e çok Ăśnem veririm. Belki aklÄąnÄąza takÄąlabilir; kendimi Ăśvmek için sĂśylemiyorum, baĹ&#x;kalarÄą benim çok yakÄąĹ&#x;ÄąklÄą olduÄ&#x;umu sĂśylĂźyorlar. DiÄ&#x;er aradÄąÄ&#x;Äąm Ăśzellikler; bana deÄ&#x;er vermesi, beni sadece seks için kullanmamasÄą. ÇßnkĂź seks benim için ikinci planda kalÄąr. Yani kÄąsacasÄą beni mutlu edecek birini arÄąyorum. Bu arada kendimi tanÄątayÄąm. Ben 1,80 boyunda, 65 kilo aÄ&#x;ÄąrlÄąÄ&#x;Äąnda esmer tenli, açĹk kahverengi saç ve gĂśzler, vĂźcut Ăślçßlerim tamamÄąyla birbirine orantÄąlÄą ve yumuĹ&#x;acÄąktÄąr. Geceleri romantizmden, gĂźndĂźzleri macera yaĹ&#x;amaktan hoĹ&#x;lanÄąrÄąm. Tam, tabiat hastasÄąyÄąmdÄąr. Hayvanlardan en çok kĂśpekleri severim. Bir baĹ&#x;ka hayalim de yemyeĹ&#x;il bir ormanda, iri gĂśvdeli bir aÄ&#x;acÄąn Ăźzerinde tahtadan bir evimin olmasÄą... aynÄą zamanda kßçßk bir çiftlik tĂźrĂź bir yer... İçinde Ăśrdeklerin, civcivlerin, kuzularÄąn olduÄ&#x;u bir çiftlik ve en Ăśnemlisi benim bunlardan zevk almamÄą saÄ&#x;layacak, beni bunlarÄąn verdiÄ&#x;i mutluluktan daha mutlu edecek birisi. Ama bilmiyorum, sadece içimden bir ses, sabret mutlaka bulacaksÄąn, diyor. BakalÄąm nereye kadar bekleyeceÄ&#x;im. Ä°Ĺ&#x;te arkadaĹ&#x;lar, hayallerim bunlar. Ben çok ince kalpli, sevince deli gibi seven biriyim. Yusuf, Ankara

YILMAZ GĂœNEY VE GEN DEVRÄ°MÄ° Bir tĂźrkĂźdĂźr YÄąlmaz GĂźney. Hep sĂśylenen ve hep

sĂśylenecek olan. Bu hĂźzĂźnlĂź tĂźrkĂźyĂź sĂśyleyenler bazen gĂźzel sĂśyleyeceklerdir bazen de çirkin. Herkes kendisine gĂśre bu tĂźrkĂźyĂź sĂśyleyecektir. YÄąlmaz GĂźney çaÄ&#x;ÄąmÄązÄąn Pir Sultan Abdal'Äą ve Ĺžeyh Bedrettin'idir. Egemen sÄąnÄąflar ve zenginler Pir Sultan'Äą ve Ĺžeyh Bedrettin'i astÄąlar. AstÄąklarÄą bu insanlarÄą ĂśldĂźkten sonra bile rahat bÄąrakmadÄąlar. Emirlerindeki tarih yazÄącÄąlarÄąyla bu insanlarÄą karalamaya devam ettiler. Dindar pozlarÄą takÄąnarak. Oysa islam dinine gĂśre Ăślen insanÄąn arkasÄąndan kĂśtĂź konuĹ&#x;mamak gerekiyordu. Onlar buna bile uymadÄąlar. Karalama kampanyasÄąndan YÄąlmaz GĂźney de nasibini alacaktÄąr. Buna Ĺ&#x;aĹ&#x;mÄąyorum. Derginin 4. sayÄąsÄąndaki Ä°brahim'in "Çirkin Kral" baĹ&#x;lÄąklÄą yazÄąsÄąnÄą okudum. İçim burkuldu. İçimi sÄązlatan bu sistem tarafÄąndan dÄąĹ&#x;lanan, horlanan, aĹ&#x;aÄ&#x;Äąlanan, gettolara çekilmeye zorlanan bir eĹ&#x;cinselin bu karalama kampanyasÄąna katÄąlmasÄą. Ne bu nefret? Ä°brahim, nefret konusunda Fatih AltaylÄą, Hadi Uluengin... vb.lerini geride bÄąrakmÄąĹ&#x;. YÄąlmaz GĂźney'in bir sinema emekçisi olduÄ&#x;u konusunda kimsenin Ĺ&#x;Ăźphesinin olmamasÄą gerekir. Oysa bu vatandaĹ&#x; bundan sĂśz ederken dalga geçmek amacÄąyla Ăźnlem iĹ&#x;aretini kullanÄąyor. YÄąlmaz GĂźney'i sevmeyebilirsin ama bu kadar kĂśrlĂźk niye? YÄąlmaz GĂźney'le tamamen zÄąt fikirlere sahip olan bir partiden milletvekili adayÄą olan HĂźlya KoçyiÄ&#x;it bile onun hakkÄąndaki yazÄąlara, karalamalara ĂźzĂźldĂźÄ&#x;ĂźnĂź açĹklamak zorunda hissetti kendini. Sense bu yiÄ&#x;it insanÄąn ne caniliÄ&#x;ini bÄąrakmÄąĹ&#x;sÄąn, ne ayak takÄąmlÄąÄ&#x;ÄąnÄą. Ä°ki insan karĹ&#x;Äą karĹ&#x;Äąya geliyorsa, bunlardan biri haklÄądÄąr, diÄ&#x;eri haksÄąz. BunlarÄąn ikisi de haklÄą veya haksÄąz olamaz. Bunda YÄąlmaz GĂźney'in dĂźĹ&#x;Ăźnceleri ve yoksul halkÄąmÄązÄąn anasÄąnÄą titen egemen sÄąnÄąflarÄąn dĂźĹ&#x;Ăźnceleri karĹ&#x;Äą karĹ&#x;Äąya geliyor. Ä°steyen istediÄ&#x;i tarafÄą tutabilir. Ä°steyen oligarĹ&#x;inin hizmetçisi olur, isteyen onurlu bir tutum alarak ve bĂźyĂźk bedeller Ăśdemeyi gĂśze alarak YÄąlmaz'Äąn yanÄąnda yer alÄąr. Bu bir savaĹ&#x;tÄąr. SavaĹ&#x;ta Ăślen de olur yaralanan da. Ä°nsan hayatÄą elbette Ăśnemlidir. Ä°nsanlara en çok kÄąyanlarÄąn YÄąlmaz GĂźney'in savaĹ&#x;tÄąÄ&#x;Äą taraf olduÄ&#x;unu hatÄąrlatmama gerek var mÄą? YÄąlmaz GĂźney ve diÄ&#x;er radikal solcular elbette eleĹ&#x;tirilecek-lerdir. Bu insanlarÄą putlaĹ&#x;tÄąr-mamak lazÄąm. EĹ&#x;cinselliÄ&#x;e bakÄąĹ&#x; açĹlarÄą baĹ&#x;ta olmak Ăź-zere dĂźĹ&#x;Ăźncelerinde bana gĂśre yanlÄąĹ&#x;lÄąklar var. Ama dostun eleĹ&#x;tirisi ve dĂźĹ&#x;manÄąn vuruĹ&#x;u arasÄąndaki farkÄą gĂśrmekte yarar var. EleĹ&#x;tirilerimizi yĂśneltirken kime hizmet ettiÄ&#x;imizi dĂźĹ&#x;Ăźnmekte yarar var. YÄąlmaz GĂźney'i sevmeyebilirsin ama onurlu bir yaĹ&#x;am anlayÄąĹ&#x;Äą karĹ&#x;ÄąsÄąnda saygÄą duyman gerekir. O,

KAOS GL 5 / 55


hiçbir zaman kendisini satmadı. Daima mazlum ve mustazatlar için mücadele etti, ağır bir bedel ödeyerek. Emperyalizmin hizmetinde çalışan ve buldukları buluşlarla zengin ülkeleri daha zengin, fakir ülkeleri daha fakir eden bilim adamları yeni bir buluşa imza attılar. İnsanın gen haritasını çözdüler. "Gen Devrimi"ni fakir ülkelerin anasını belleyen, darbeler planlayıp darbeler yapan, diktatörleri destekleyen Amerika ve İngiltere'nin başkanları açıkladılar. Gen devrimi sayesinde ileride bir çok hastalığa çözüm bulunacağı ve insan ömrünün uzayacağı emperyalist iletişim organlarınca halka pohpohlandı. Onurlarını korumasını bilen bazı bilim adamları ise bu buluştan zenginlerin ve zengin ülke vatandaşlarının yararla-nabileceğini, üstün ırk yaratma gibi safsataların alevlenebileceğini, insanın gen haritasına bakılarak ayrımcılığa tabi tutulabileceğine dikkat çektiler. Bilime tapan insanlardan değilim. Bilimin giderek insanlığı felakete sürüklediğine inananlardanım. Bilimi putlaştırmanın maliyeti insanlık ve dünyamız için çok ağır olacak. Günümüzde bilim adamlarının çoğunluğu tekelcilerin hizmetinde çalışıyor. Bunlardan insanlığa ne fayda gelir? Demokratik solcu milletvekillerinden psikiyatrist Cengiz Güleç, 2 Temmuz 2000 tarihli Yeni Binyıl gazetesine bazı açıklamalarda bulunuyor. Eşcinselliği "cinsel kimlik ve cinsel işlev bozukluğu" olarak tanımlamış, "... anne karnındayken şifrenin çözülmesiyle transeksüellik ve eşcinsellik tedavi edilebilir olacak" demiş. Kendisine çok teşekkür ediyorum. Bizleri bu kadar düşündüğü için. Bizleri büyük bir beladan kurtaracak. Topluma kazandıracak. İşkenceden insanların öldüğü, gözaltında tecavüze uğradıkları, nüfusunun %85'inin yoksul tanımlaması içine girdiği bir ülkenin onurlu vatandaşları yapacak. Bilim bizi düzeltecek (!). Biz eşcinseller şanslıyız. Bizleri bilim düzeltiverecek. Peki ya bu demokratik solcuları kim düzeltecek? Milletçe sol gösterip sağ vuran, milliyetçilik konusunda MHP ile yarışan, sosyal adalet edebiyatını yapıp iş başına geçtikten sonra milletin anasını belleyen, mecliste yolsuzlukları açıklayanları, çete kurma suçlamasıyla yargılanmak istenenleri aklayanları, işkencecileri af kapsamına almaya çalışanları, "kontrgerilladan hesap soracağız" deyip işbaşına geçtikten sonra kontr-gerillanın üzerini örtenleri,

KAOS GL 5 / 56

milliyetçilik edebiyatı yapıp tahkim yasasını kabul edenleri, milletin oyunu alarak millete oyun oynayanları kim düzeltecek? Bilimin bunlar için de özümü var mı? Cengiz Beyin eşcinselliğin psikiyatristlerce hastalık olarak görülmediğinden haberi yok mu? "Gen devrimi" açıklanalı birkaç gün oldu. Bu kadar kısa bir süre içinde eşcinselliğin genlerdeki bozukluktan kaynaklandığı nasıl ortaya çıkarıldı? Bilim adamları hiçbir şeye çare bulmuş değiller. Sadece genlerin şifrelerini çözüp önemli bir yol aldılar. Böyle bir buluş karşısında bile herkesin aklına eşcinsellik geliyor. Çevremdeki pislikleri görünce ister istemez "genime dokunmayın" diyesim geliyor. İbrahim'e, Nazım Hikmet'in Akrep isimli şiirini okumasını öneriyorum. Belki yararı olur. Kaşık Düşmanı MALUM KURUM VE KİŞİLERE; Sevgili biip... biiip… biiiip… ve biip... dostlar ve merhaba heteroseksüel din kardeşlerim, Son iki sayıdır bir biiip… olarak BENİ; siz saygı değer, son derece normal ve ahlâklı, argodan muaf ve geleceğimizin medarı iftiharı gençlerimizi bu tür muzır neşriyattan koruma ve kurtarma vazifesini "bizlere rağmen" üzerinize almış onurlu heterolar, biip'ler, biiip'ler, biiip'ler ve biiiiip'ler... (biliyorum ki içinizde hepimizden biraz vardır!) İNANILMAZ KIZDIRDINIZ!!! Efendim, umuyorum ki kırmızı ya da pembe kelimeler kaçmamıştır ağzımdan. (Ay pardon ne ağızı, bu yazı kalemimden çıkıyor; umarım başım derde girmez!!!) Fazla uzatmadan ve tehlikeye atılmadan şu bizim KURUL'a bir-iki lafım olacak nacizane… İTİRAFLARIM: İnanmayacaksınız ama ben; -Bir biip'im! "Ve bence doğal olarak" bir de biiip... sevgilim var! -Sevgilim sizin "muzır neşriyat tespit komisyonundan" geçemeyen nefis yazılardan birinin sahibidir ve bununla gurur duyarım! -Elim kolum doluyken apartmandaki otomatiği ve arada sırada kapının silini üzülerek itiraf ediyorum "BURNUMLA" çalarım! -Kör olmuş düğümleri tırnak ve parmaklarım işe yaramazsa dişlerimle çekiştiririm bazen… -Spagettiyi yerken; (ellerim yazmaktan yorulmuşken, her zaman değil tabii...) Sol ayağıma çatalı, sağ ayağıma kaşığı alıp tam bir görgülü Fransız edasıyla, profes-yonelce çatalı kaşık içinde çevirerek, spagettiyi sarıp, tek bir damla sos dökmeden (buraya dikkatinizi çekerim!) ağ-zıma götürdüğüm çok olmuştur! (Tamam, ta-mam inkâr edemem, 7 sene jimnastik yaptım, araştırılırsa buluna-bilir!..) Yani dahası da var ama anlatmaya korkuyo-rum… Ama şunu da söylemeden edemiycem ki; şu atadan kalma Misyoner'den kurtulun (ki bence onu çoktan aşmışsınızdır!) ve bilin, bu işler sadece sizin kastettiğiniz gibi yapıl-maz! Ya da gelin biz size öğretelim... saygılarımla efendim. Ebru, İstanbul


PROJENİN ÖZETİ: Aylık çıkarılması planlanan lezbiyen-feminist bir dergi. Hazırlanmasından yazılan yazılara kadar her aşamasında kadın emeğinin ürünü olması tasarlandı. Lezbiyen-feminizm ve diğer feminizmler arasındaki farklılık ya da aynılık üzerine yeni bir kadın bakış açısı ve politikası oluşturmayı amaçlıyoruz. PROJENİN AMACI: - Dergi öncelikle Türkiye’de lezbiyenler arası bir örgütlenme aracı olacaktır. - Kentler arası grupların dergi altında bütünleşmesi. - Büyük grup çalışması; toplantılar, atölye çalışmaları, antrenmanlar, kültürel etkinlikler düzenlemektir. - Şiddete, baskıya, ayrımcılığa karşı antiseksist-feminist ve diğer gruplarla ortak eylem ve dayanışma. - Lezbiyenliğin de kendine ait bir alanı olduğunu göstermek. - Lezbiyenliğin sadece bir tercih değil aynı zamanda politik bir duruş olduğu üzerine bir çalışma yapmak. - Lezbiyenlik-feminizm arasındaki politik bağlamda kendi sözümüzü söylemek. - Lezbiyenlerin yalnız olmadığını göstermek ve onlara destek vermek. - Uluslararası platformda lezbiyenler arası bir örgütlenme sağlamak. - Uzun vadede bir lezbiyen-kadın kooperatifi oluşturmak. PROJENİN İÇERİĞİ: Türkçe ve İngilizce olarak iki dilde basılacak. 64 sayfa olması planlanıyor. Eşcinsellik ve lezbiyenlik üzerine yazılar, feminist yazılar, bilgilendirme gibi bölümler olacak. Lezbiyen ve heteroseksüel feministlerin yeni kadın politikası üzerine düşünce üretebileceği ve örgütlenebileceği bir dergi olmasını planlıyoruz. TÜRKİYE’DE LEZBİYENLERİN DURUMU VE PROJENİN TÜRKİYE’DE GERÇEKLEŞTİRİLMESİNİN SEBEPLERİ: Geleneksel akımların dışında “yeni” sosyal hareketler (çevreci anlayış, anti-nükleer hareket, feminizm, eşcinsel kurtuluş hareketi...) Türkiye’de kendini ‘80li yıllarda göstermeye başlamıştır. Bu bakımdan sözü geçen sosyal hareketlerin tarihi de çok yeni ve attığı adımlar da çok küçüktür. Feminizm Türkiye’de söz söylemeye başlayalı beri, bir “hareket” olarak çıkışında “geleneksel sol”un etkisinden kurtulamadığından olsa gerek lezbiyen sözcüğünü bile 2000’li yıllara geldiğimizde yeni yeni telaffuz eder olmuştur. Yapılan çalışmalar (dergiler: Pazartesi, Eksik Etek, Roza, Uçan Süpürge... vs. , partiler “için” kadın çalışmaları v.b.) da antiseksist politikanın güdülmesi ama bunu yaparken antiheteroseksist olunmayıp homofobinin, heteroseksizmin ve dolayısıyla seksizmin tuzağına düşülmesi bu projenin hayata geçmesi için en belirleyici unsur olarak karşımızda durmaktadır. Eşcinseller, “doğal olarak” düzene muhaliftirler. Bizim düşüncemize göre; cinsellik temelli bir siyasal ideoloji zorlama ve dayatma olur; üstelik gereksizdir de. Böyle bir çaba içinde olmak karşısında olduğumuz gettolaşma, çoğunluktan ayrışma ve azınlığın kendi “normalliği”ni yaratması gibi yanlış bir yön sapması yaşatır. Eşcinsellerin de çok farklı toplum katmanlarından gelmesi siyasal, sosyal, kültürel farklılıkları da elbette doğal olarak getirmektedir. Oluşturmaya çalıştığımız “ÖTE”-Kİ ben ” çerçevesi içinde antifaşist bir siyasal duruşta birleşemiyeceğimiz hiçbir grup olmadığını düşünüyoruz. Çünkü; Türkiye’nin içine yuvarlanmakta olduğu ırkçı, gerici, militarist çukurda ilk boğulanlardan biri de “biz” olacağız. “Ezilenler”

farklı olsa da “ezenler” hep aynıdır. Gündüz annelere cop indirenler, geceleri gay, travesti “avına” çıkmaktadırlar. “Ezilenler”in böyle ortak bir “ezen”i varken birleşme mücadelesi vermekten başka mantıklı bir yol göremiyoruz. Durum böyleyken ülkemizde yaratılmaya çalışılan “eşcinsel kurtuluş hareketi” içerisinde lezbiyenlerin kamusal alanda da görünürlükleri gaylere oranla daha az ve daha zor olmuştur. Bu yüzden de Eylül ‘94’ten beri çıkan Kaos GL’de lezbiyenlerin sesi az çıkmış ya da hiç çıkmamıştır. Bu da bize göstermiştir ki ayrı bir oluşum gereklilik olarak kendini bize dayatmaktadır. Bu “ses” lezbiyen-feministlerin “sesi”dir. Tercihlerini değil politik duruşlarını haykıran... Bu “adım” lezbiyenlerin “adım”ıdır. Lezbiyen-feminist politikanın yaşadığımız topraklarda yolunu açan... Biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti yasalarında eşcinsellik üzerine bir düzenleme bulunmamaktadır. Böyle bir düzenleme bulunmaması biz eşcinsellerin başlarına ne geleceğini belirsizleştirmektedir. Unutmuyoruz! Bizler için “vaadedilmiş topraklar” yoktur. Son günlerde gün geçmiyor ki medyada eşcinsellikle ilgili bir haber olmasın... Örneğin “lezbiyenlik moda oldu”. Tuzak içinde tuzaklarla yolumuza devam etmek zorundayız. “Onlar” biliyor, yok saymaya çalışıyor, biz de biliyoruz; yaşamaya çalışıyoruz. “Moda” gelip geçici bir şey, asla bir yaşam biçimi haline gelemez. Otoritenin karşısına taleplerle çıkmaz, egemen ideolojinin içinde bir yerlere sıkışır kalır. Ses çıkarmayan, uslu çocuklar gibi gelip geçici bir hevesi yaşamak isteyenlerdensek sistem bize nimetlerini sunmaya hazırdır: “al sana bar”, “al sana sinema”, “al sana pornografi”, “al sana yatakodası”; sana kim karışıyor? Açık bir ikiyüzlülük... Biz eşcinseller devlet ve toplum baskısı altındayız, erkek-egemen, heteroseksist ideoloji bizler için bir nebze izin vererek açtığı/yaptığı bar, sinema, pornografik yayın sayesinde yeni bir sektör kazanmakta ve kâr elde etmektedir. Bunun, sistemin bizi tanıması ve bizim özgürleşmemizle bir ilgisi yoktur. Bazı Batı Avrupa ülkelerinde de egemen ideoloji eşcinselleri sistemin içine kanalize etmenin çaresini eşcinsellere evlenme ve evlat edinme gibi haklar tanımakta bulmuştur. Bu söylemler ve haklar ilk bakışta özgürlük gibi görünse de biz eşcinsel kurtuluşçularının yükselen mücadelelerine ket vurmanın bir yoludur. Heteroseksist toplumun hoşgörüsüyle değil heteroseksist topluma rağmen varolacağız! Türkiye’de varolan erkek-egemen toplumdan, düzenden dolayı biyolojik kadın cinsiyeti zaten “öteki” kategorisindedir. İşte eşcinsel kadın bu yüzden iki kez “öteki”dir. Buna rağmen hiçbir politik ve sosyal oluşum (geleneksel ya da yeni) lezbiyen-feminist politika üzerine söz söylemez. Onun içindir ki lezbiyen-feministler “ÖTE”Kİ ben’in çatısı altında kendi sözlerini söyleyip politik duruşlarını belirlemek durumundadırlar. Çünkü; “yeni” sosyal hareketler seksizmin tuzağındadırlar! Çünkü; eşcinsellik sadece cinsel tercih değildir! Çünkü; şimdiye dek oluşmuş gruplar, yeterince “ben”i anlatmadılar! Çünkü; grup çalışmalarında sadece “sohbet” istemiyorum! Çünkü; yalnızlaşmak ve umutsuzluk beslemek istemiyorum! Bu haykırışlar Türkiye’de yaşayan her lezbiyenin haykırışıdır. Biz toplumun her alanında varız, söyleyecek çok sözümüz, alacak çok uzun bir yolumuz var ve artık örgütlenmek zorundayız, dayanışarak aşmak zorundayız; buna başlama yeri de “ “ÖTE”-Kİ ben” olacaktır. “ÖTE”-Kİ ben İletişim için: e-mail: oteki_ben@hotmail.com tel: 0 542 896 55 11 (Hülya TARMAN)

KAOS GL 5 / 57


Sevgili Gözüm abla-cığım; Ühü ühü hü! Ablacığım ağlamaktan konuşacak halde değilim. Hiiiykk! Ama derdimi de sizden başka açacak kimsem yok. Ben Ağrının Suyugüzel köyünde yaşayan, 27 yaşında, kendi halinde, tabiatı gereği hiç don giymeyen bir gencim. Bizim köyde ablacığım, hayvancılıkla geçinilir. Hayvanlardan et, süt, yağ, yumurta, suböreği ve seksüel zevklerimizin tatmini için yararlanırız. Gıkları bile çıkmaz. Ayrıca tarlalarımız da vardır. Ühü ühü hüüüü! İşte ne olduysa o tarlalarda oldu ablacığım. Size anlatıp biraz rahatlamak istiyorum. Bizim köyümüz küçük bir yerdir ve herkes birbirini tanır. Beni de çok severler. Hep “Top götü gibi götün var Nevzat, lan!” derler. Aklım karışırdı önceleri ablacığım. Çünkü su topu mu, basketbol topu mu, pinpon topu mu bilemezdim. Köylük yerde nerede çeşit çeşit top? Televizyonda ne gördüysek o. Ama artık kendimi beş delikli bowling topu gibi hissediyorum ablacığım. Çünkü bundan yaklaşık bir ay önce köyümüzün 5 delikanlısı ki, isimlerini vermeyeceğim, beni “Buğdaylara süne dadanmış Nevzat. Gel gidip bakalım.” diyerek alıp götürdüler. “Durun ayol, hava kararıyor, bize bir şey yapan olur” deyip sırıtıp kırıttım ama vazgeçiremedim. İnan niyetlerinin kötü olduğunu bilmiyordum ablacığım. İyi ki yanıma kaydırıcı krem setimi de

almışım. Yani her ihtimale karşılık diyerekten. Neyse ablacığım, arkadaşlarla birlikte Hüssin emminin tarlasına gittik. Cidden hava kararmaya başlamıştı. Bana dediler ki “Nevzat hadi eğil de buğday saplarının diplerine diplerine bak bakalım, süneler kaç tane?” Ben tabiatım gereği don giymediğimi söylemiştim ablacığım. Ben nereden bileyim eğilince kıçımın çatalı görünecek de o gençler aniden kendilerini kaybedecekler. Tam eğilmiştim ki arkamda şlaaak! diye bir ses duyarak irkildim. Döndüm ki, Nazife Bacı derler siz tanımazsınız, onun oğlu Kenan’ın organı pantolonundan fırlamış ve serbest kalınca göbeğine vurmuş. Zaten Kenan’ın şeyi meşhurdur köyde. Öyle kolay rastlanır cinsten değil. Kim görse ıslığı basar. Hatta bazıları kendilerini iyice kaptırır da Tarzan çığlığı atarlar. Kenan benim sesle irkildiğimi görünce elleriyle organın kapamaya çalıştı ama ablacığım öyle büyük ki başını kapatıyor gövdesi açıkta, dibini kapatıyor başı açıkta kalıyor. Bende ki telaşı gören diğerleri “yok bir şey Nevzat, yok bir şey. Sen süneleri say” diyerek beni teskin etmeye çalıştılar. Ne yalan söyleyim içime bir şüphe düşmedi değil yani. Ama arkadaş işte bunlar da, güveneceksin. Ben tekrar süneleri saymaya eğilince ne olduysa oldu ablacığım. Şimdi yazmayım da dergi poşetli olarak bari çıksın. Yalnız şu kadarını söyleyim, bana geçirdikleri zaman inanın sarsıldım ama içim de ferahladı doğrusu. Kenan “Ich comme, Ich comme” deyip titreyerek boşaldı ablacığım. Bir müddet kendisine gelmesini bekledik. Öyle kasıldı, öyle kasıldı ki aradan bir ay geçti ama hala tam dik olarak oturamıyor. Şimdi ablacığım, ben neye yanayım? Kenan’ım yarı sakat kaldı ona mı, yoksa eğer hamileysem ve doğurursam Kenan’dan mı değil mi bilemeyeceğime mi? Ne olur bana bir yol gösterin ablacığım. Ühü ühüh ühü... Suyugüzel’in Körpesi

Sevgisiz Evladım; Mektubunu aldım almaz olaydım. Okurlarıma, hayranlarıma, bensiz yapamayanlarıma yol göstersin ve ibret olsun diye yayınlıyorum. Evladım başına gelenlere üzüldüm diyemeyeceğim. Çünkü bana öyle geliyor ki sen biraz da kendin aranmışsın. Yani mesela, neden don giymiyorsun evladım? Atalarımız binlerce yıllık tecrübelerle don gibi bir korunma giysisi bulmuşlarsa başlarına geleni onlar bildiği içindir değil mi yavrum? Yani bunun faydasını tartışmayacağım çünkü başına gelenler atalarımızın ne denli haklı olduğunun acı bir kanıtı aslında. Hadi geçelim don giymeyi, arasıra ben bile donumu çıkarırım, en azından değiştirmek için sevgili okurlarım, yanlış anlamayın. Gözüm ablanız öyle her yerde donunu çıkarmaz, o işlemin özel mekanı ve zamanı vardır. Bakın bu arkadaş donsuz gezdiği için başına neler gelmiş görüyorsunuz. Ben bu yaşımda hâlâ yanlış anlaşılmaktan korkarım ve otururken muhakkak donumu gösterecek şekilde otururum ki karşıdaki “aman! Gözüm bugün don giymemiş” diye düşünmesin. Maazallah namus bu değil mi şekerparelerim, vezir parmaklarım....Ne için yaşıyoruz? Namusumuz için, değil mi? O Rakip Köşe Şıllığı Üzüm abla laf aramızda don giymezdi, bir de millete ilan eder gibi muhakkak mini mini etekler giyer ve gerekli gereksiz ha bire eğilir dururdu. Onunla iyi günlerimizdi, yani ben daha onun ne mal olduğunu anlamamıştım henüz, bir gün mini etekleri kirliymiş, zaten hiç çamaşır yıkamak nedir bilmezdi, alı al moru mor çamaşırlar yıkardı. İşte bir gün mini etek bulamamıştı da ağını yırttığı bir pantolon giyip öyle gelmişti iş yerine. Ne oldu yani peki öyle yapınca?

İnsanlar en azından tıraş bari etmeseydin de teferruatlarını görmeseydik diye kendi aralarında söylendiler. Ben hiç sesimi çıkarmadım ve o gün kararımı verdim; bu böyle olmayacak Gözüm, dedim. Ve o karı ile görüşmeyi kestim. (Sizlerden gelen istek üzerine Üzüm Şıllığının bir resmini de bu sayıda yayınlıyoruz ki, sokakta falan görürseniz hemen kaçın diye.) Neyse, gelelim sana evladım, hadi don giymiyorsun, neden 5 genç delikanlı ile akşam akşam tarlalara süne bakmaya gidiyorsun. Ama olayın gelişinden anlaşılıyor ki senin niyetin zaten süne bakmak değil, sike bakmakmış. Neden kaçmadın evladım millet orasını burasını açınca. Bak 27 yaşında kirletildin, bowling topu gibi oldun. Bu hikayeyi herkese anlatma ayrıca, hadi ben ahlaksız biri olsam da senin anlattığın bu ağır derecede tahrik edici hikayenin sonunda, evladım madem böyle çakı gibi delikanlılar var 27 yaşına kadar neredeydin, desem ne olacak. Böyle şeyler anlatılmaz. Hele bir de marifet gibi kalkıp da böyle en çok okunan köşede yayınlansın, cümle alem bilsin ki ben beş kişiye verdim der gibi buraya yazılmaz değil mi evladım? Kenan’ın sakatlığına gelince, bak ben sana adresimi vereyim, Kenan Bey oğlumuz gelsin, ben de kalsın biraz, onu doktora falan götüreyim, tedavi edilmesi şart gibi geliyor bana. Yoksa maazallah o dal gibi yarr.. pardon dal gibi delikanlı

KAOS GL 5 / 58

sakat kalacak belli bir şey. Tedavinin sonuna doğru sen de gelirsin güzelim, sana da bir don bakarız Çıkrıkçılar Yokuşu’ndan. Sevgilerimle. Not: Kenan’ı yolla bana yırtık karı! (gozumabla@usa.net)


İletişim köşesinde ücretsiz yayınlanmak üzere kısa mesajlarınızı adreslerimize iletebilirsiniz: Ali Özbaş, P.K. 53, Cebeci ANKARA / Fax: 0.312.363 90 41 / e-mail:kaosgl@geocities.com I present me I am an Gay Algerian I am 38 years old and I live Algiers, waiting to make acquantance with of other Turkish Gays. Write to: Mr. Tababouchet Krimo 04 Boulevard Emir Khaled Bologhine 16090, Algiers, Cezayir. Alman anarşist gazetesinin kadınlezbiyen redaksiyonu Türk ve Kürt kadın ve lezbiyenlere ulaşmak istiyor. Mektuplar, şiirler ve metinler yollamanız bizi sevindirecektir. Almanca olması gerekmiyor. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Arapça olabilir. Adres: gwr-muenchen@link-m.de, Graswurzelrevolution: FrauenLesbenRedaktion, Gravelottestr. 6, 81667 München, Almanya, Tel: 089-48954302 Fax: 089-48954303 1,65 boyunda, 27 yaşında bir eşcinselim. Benim gibi gey arkadaşlarla tanışmak, arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Beni günün 24 saati arayabilirsiniz. Deniz Sönmez, 1. Levent, Şakayık Sokak No:1, Levent İstanbul. Deniz, 0.535.711 49 55 İstanbul'da yaşayan, 27 yaşında bir bayanım. Arkadaşlığa, dostluğa değer veren, yüreğini sevgiyle besleyen, dürüstlüğü ilke edinmiş, uzun süreli bir beraberlik arzulayan, ruhunda ve bedeninde dişiliği taşıyan tüm arkadaşlarıma gönül dolusu sevgiler. 0.532.240 31 86 Stockholm dışında bir kasabada büyüdüm. Doğu Karadeniz kökenli, koyu sarışın, normal ölçülerde yakışıklı, çekici bir gencim. Turizm okulundan mezunum. Çevresi ile iyi diyalogu olan, hayatı seven ve dostlukları önemseyen ve her konudaki görüşlere açık biriyim. Sizinle aynı görüşleri paylaşıyor olabiliriz. Mektuplarınızı bekliyorum. Akın Bayraktaroğlu, Axbyplan 20 2 TR 163 73 Spanga, Stockholm İsveç-Sverige 30 yaşında, esmer geyim. Asla feminen olmayan tercih takıntısı olmayan, güzel düşüncelere açık, GENÇ, dinamik, gelecek düşünceli gey arkadaşlara ihtiyacım var beni www.facelink.com'dan görebilirsiniz. ulaşmak için: turkicon@mynet.com veya turkicon@usa.net 26 yaşında çalışan bir geyim. İstanbullu'yum.Tüm gey ve gaysevenlerin cevaplarını bekliyorum. cengizsimsek@yahoo.com Kadınlık bilincine sahip, yüreğine, sevgisine güvenen gerçek lezbiyenlerle tanışmak istiyorum. Lütfen erkekler aramasın. Derya, 0.535.248 67 78 190 boyunda, 85 kilo ağırlığında, ela gözlü, kısa kumral saçlı, beyaz tenli, sigara ve alkol kullanmayan, hukuk fakültesi mezunu bir geyim. Aradığım, uzun süreli bir ilişki. Eğer sen de benim

gibi düşünüyorsan, lütfen bana ulaş! Hüseyin/İstanbul sacresdeus@yahoo.com 0 542 295 84 94 Beyza'dan selamlar. 26-32 yaşları arasında, yaşamayı ve kadınları çok seven, başak ve aslan burcundan olan, bütün Türkiye'den, özellikle İstanbul'dan, tüm lezbiyen-biseksüel dostlarla iletişim kurmak istiyorum. beyza_kl@yahoo.co.uk Geiler Boy, 45/174 sucht geile Boys (vielleicht Dich?) zum gegenseitigen Blase, Wichsen und für alles, was zu zweit Spass macht. Wer kann mir GayVideos und Magazine schenken? Hast Du Lust, so schreibe mir mit Foto. Ischau, bis bald! Korrespondenz in polnisch oder deutsch. W. Mochnacki, Box 131, 33-300 Nowy Sacz 1 POLSKA 18 yaşındayım. 178 cm, 62 kg, esmer balık burcuyum. Adım Rojen. Aşka inanan tüm geyler arayabilir. İzmir 0.232.323 03 25 Ben 19 yaşında, İzmir'de okuyan bir geyim. Yakışıklı ve biraz da seçiciyim. İzmir'de tanışmak isteyen herkesten mesaj bekliyorum. ademyetkin@hotmail.com Aşkın sonsuzluğunu yaşamak isteyenler beni arayın. Yusuf, Ankara, 0.535.330 90 18 Karşılıklı sevgiye, dostluğa ve hepsinden önemlisi dürüstlüğe önem veren gey arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Yaşım 33, boyum 1.73, esmer tenliyim. Victory1@mynet.com Ben Murat, tüm eşcinsel arkadaşlarla tanışmak ve arkadaş çevremi genişletmek istiyorum. Tüm arkadaşlar arayabilir. 0.535.711 49 55 Adana'da oturuyorum. 26 yaşında, 57 kiloyum. 170 boyunda bir geyim. Elimden geldiği kadar bunu kendime özel kılmaya çalışıyorum ve abartmıyorum. Karşılıklı sevgiyi dostluğu ve dürüstlüğü paylaşmak isteyen gey arkadaşlar beni arayabilirler. gecemavisi73@hotmail.com 0542 386 33 23 21 yaşında, sporla uğraşan, 1.75m boyunda, üniversite son sınıf öğrencisiyim. İzmir'deki geylerle tanışmak istiyorum. Uzun süreli dostluklar için mesajlarınızı bekliyorum. triticum2000@yahoo.com Seçkin, ciddi, kaliteli, tahsilli, seviyeli, komplekssiz ve İstanbullu 27 yaş civarında iseniz dost, arkadaş olalım. (Resimli mektuplarınızı gönderiniz lütfen) P.K.245 80212 Teşvikiye/İstanbul 21 yaşında üniversite öğrencisiyim kalıcı sevgi dostluk ve dayanışmaya önem verenlerin telefonunu bekliyorum. 0 532 202 46 38

40 yaşın üzerinde, kendisine ve "insan"a emek vermiş, sanatçı mizaçlı lezbiyen ya da androjen kadınlarla diyalog kurmak istiyorum. Sedef Dicle sedefdicle@yahoo.com Selam ben Murat, 28 yaşında biseksüel bir gencim. 24 yaşına kadar gey arkadaşlarla tanışmak-yazışmak istiyorum. P.K: 86 Karaman staniska@hotmail.com 21 yaşındayım. Derginin ulaştığı herkesi dost olmaya bekliyorum. Ayrıca bir de sevgili arıyorum. Alp. 0 542 893 32 65 22 yaşındayım Tokat'ta üniversite okumaktayım yalnızlıktan çıldırmaktayım siz de benim gibi sevmek ve sevilmek istiyorum, aşka önem veriyorum diyorsanız benimle lütfen yazışın. 20-25 yaş arası ve ciddi ilişki kurmak isteyenlerin aramalarını bekliyorum. Meriç Can Atasu ganymedes_us@yahoo.com 27 yaşında, üniversite mezunu, hayatı doyasıya yaşamayı seven birisiyim. Paylaşmayı seven herkesten cevap bekliyorum. cesur_2000@usa.net ?...evet evet çok az kaldı, bir adım daha... arkadaşlığa, dostluğa yeni bir merhabaya... zappaf@mynet.com.tr 32 yaşında tiyatrocuyum. Beni anlayacak arkadaş arıyorum. woy_zeck@yahoo.com 19 yaşında, 1.85 boyunda, 70 kg bir geyim. Mesafeyi ve maddiyatı sorun etmeyen 25 yaş üstü insanlarla tanışmak istiyorum. Tansel (İstanbul) gburak@mail.com 0 532 776 24 80 İstanbul'da yaşayan 35 yaşında, 1.73 cm boyunda, 65 kg geyim. Sevgiye arkadaşlığa önem veren, dürüst gey ve biseksüel arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Mehmet 0 532 396 38 39 Karaman ilinde sizi sevgiye ve dostluğa çağıran, her şeyin ille de cinsellik olmadığını savunan, erkek bedeninde erkek özlemi taşıyan 25 yaşında Yusuf'un kapısını çalar mısınız? 0 542 596 50 39 P.K:18 70100 Karaman Ben Selçuk. 20 yaşında üniversite öğrencisiyim.170 cm. 61 kg. esmerim. Konya, Adana ve çevre illerdeki arkadaşlarla güven ve samimiyete dayanan dostluklar paylaşmak istiyorum. selcukp@usa.net 0 542 263 53 35 Homofobi'si olmayan herkes bana yazabilir!.. bilge_cik/Antalya bilge_cik@usa.net Macera değil, seviyeli ve düzeyli bir ilişkiyi, kısacası gerçek "sevgiliyi" arıyorum. "Böyleyim" diyebilenlere selam olsun.

KAOS GL 5 / 59

Ahmet, İstanbul. 0 542 534 07 26 (Geceleri 22:00'den sonra arayabilir, gün içinde mesaj yollayabilirsiniz) Arkadaşlık önemlidir diyen herkesin mektubunu bekliyorum. Ümit Kader P.K. 192 ERZURUM 22 yaşında, esmer, İstanbul'da yaşayan bir bayanım. Gerçekten ciddi sevgiye inanan ve kalıcı bir arkadaşlık isteyenler beni arayabilirler. Lütfen bayanlar arasın. LÜTFEN. Nazlı. 0 532 256 48 63 İstanbul'da yaşayan 30 yaşında bir devotee-geyim. Herhangi bir engelim olmamasına rağmen özellikle fiziksel engelli gey veya heteroseksüellere çok büyük bir ilgi ve yakınlık duyuyorum. Bu bağlamda ciddi, paylaşımcı bir engelli arkadaşla iletişim kurmayı çok arzulamaktayım. serdevo@hotmail.com Yalıyolu Sk. İpek1 Apt. 19/7 Bostancı İstanbul (Devotee: Engellilere ilgi duyan) 24 yaşında, İstanbul'da yaşayan bir geyim. Sevgi ve saygıya önem verip dostluk, güven ve aşk dolu uzun süreli bir birliktelik yaşamaya, bir ömür sevmeye ve sevilmeye benimle var mısın? Evetse cevabın... 0 533 214 09 11 Yeni Dostluklara Merhaba! 24 yaşında, 170 boyunda, İstanbul'dan seslenen bir geyim. Dost olmak isteyen herkesin mesajlarını bekliyorum. rober_h@hotmail.com 19 yaşında; 180 cm, 52kg, esmer bir gencim. Müzik ve edebiyatla ilgileniyorum. Bursa'da oturan geylerle tanışıp görüşmek ve diğer illerden arkadaşlarla mektuplaşmak istiyorum. Kemal Y. Hocataşkın Mah.Dere Sk. No: 24 16360 Bursa 35 yaşında, 187 boyunda, 85 kg, kariyer sahibi, geyim. Eskişehir'deki gey arkadaşlarla tanışmak istiyorum. Tolga: 0 532 500 41 69 ILGA (International Lesbian and gey Association) ilga@ilga.org internet adresi: www.ilga.org IGLHRC (Uluslararası Gey Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu) iglhrc@iglhrc.org Fax: +415-255-8662 Amnesty International (Af Örgütü) amnestyis@amnesty.org İnternet adresi: www.amnesty.rog İNSAN HAKLARI DERNEĞİ Genel Merkez Tel&Fax: 0.312.425 95 47 Ankara Şube Tel:433 74 81 Fax:435 76 15 İstanbul Şube Tel: 0 212 244 44 23 Fax: 0 212 251 41 55


DÖRT KİŞİNİN SÖZLERİ "Dört kişinin sözlerine şaşakalmışımdır." diye anlatır Hasan-ı Basrî; "... Bir çocuğun, bir eşcinselin, bir sarhoşun ve bir kadının... "Yoluma çıkan bir eşcinsel, giysime dokunmasın diye sakınmaya çalışıyordum ki bana, 'Usta, benim gerek kim olduğumu gerekse ölümümden sonra ne olacağımı ancak Tanrı bilebilir.' demişti o adam." Çamurlar içinde yalpalayan bir sarhoşa, "Ayağını sağlam bas ki düşmeyesin." demiştim. "'Erenler, ben düşecek olursam, çamura belenir ama kalkıp yeniden yürür, yıkanır temizlenirim. Ya sen? Sen ayağını tinsellik yolunda sağlam basmakta mısın? Kendi düşüşünden kork sen.' demişti sarhoş." "Bir zamanlar elinde meşale taşıyan bir çocuk görmüş, 'bu aydınlığı nereden getiriyorsun?' diye sormuştum. Çocuk birden meşaleyi söndürüp, 'Sen söyle;' demişti bana; '...aydınlığın nereye gitti? Eğer sen nereye gittiğini söyleyebilirsen, onun nereden geldiğini söylerim ben de sana.'" "Yüzü ve elleri açık bir kadın, öfkeyle kocasından yakınıyordu bir gün. Kadına, 'Önce yüzünü ört!' dedim. 'Benim yârime olan sevgim bile usumu başımdan almaya yetiyor. Sense, Tanrı'ya sevdalısın sözde; ama ne garip ki, karşındakinin açık giyimli olup olmadığını görebilecek denli de başında usun hâlâ.' demişti kadın." Bu öykü Safai'nin yakında yayınlanacak olan -"Kabe'yi Yakacağım!" Dedi Şeyh Şibli - adlı sufi öyküleri kitabından alınmıştır.

Barkın KARSLI

Enis Batur'un âheste ilerleyen "Bu Kalem Un(ufak)" kitabından cımbızla çekilmiş havai fişek ezcümleler.

Samuel Beckett, neden iyi dikilmiş bir pantolonu kötü tasarlanmış bir evrene yeğliyor?

Viladimir Mayakovski'nin, kafasına bir kurşun sıkmadan önce kafamıza sıktığı bir kurşun kitap.

Sel Yayıncılık: Geceyarısı Kitapları., Tel & Fax: (0.212.)511 10 05, http://www.selyayincilik.com E-mail: posta@selyayincilik.com

KAOS GL 5 / 60


"Dil Yâresi filan derken, hiç istemeden pek bilgisiz olduğum bir alana girdim galiba. Uyarı ve düzelti notlarının, kelime tekliflerinin ardını alamıyorum. Cinsel terminolojiyle uğraşıyoruz desem, yanlış bir şey mi söylemiş olurum? Bir değerli dostumdan, Prof. Hüsrev Hatemi'den bu konuda aldığım kısa yazı aynen şöyle: "Heteroseksüel karşılığı uzcinsel olursa daha iyi olur. Uz öneki, Avrupa dillerindeki eu'yü karşılamaktadır. ("Hüsnütabir" anlamındaki euphémisme kelimesinde olduğu gibi.) Fakat bunda bir övme yönü bulanlar ve beni "eşcinsellik düşmanı" ilan edenler çıkabilir diye, yadcinsel deyimini de önerebilirim (Yadırgamak fiilindeki anlamıyla "yad" söz konusu ediliyor). Düz kelimesi son yıllarda "basit" anlamına da geliyor. Doğru yolda olanlara "basit, yavan" demek onları doğru yoldan saptırabilir. Homoseksüel karşılığı eşcinsel diyoruz. Doğrudur. Kalabilir. Biseksüel karşılığı çiftcinsel diyebiliriz. Gay, bilimsel bir terim değil. (Kelimeyi Normanlardan alan İngilizler, Fransızca "neşeli, şen" anlamındaki gai'den geldiğinin farkında bile değiller.) Bu deyime benzeyen neşeli-cinsel dememiz doğru olmaz. Gay karşılığı nonoş, hötöröf gibi kelimeleri kullanmaya devam etmek mümkün ve uygundur." Hüsrev Bey, sağ olun!" Cihannüma, Radikal, 30 Temmuz 2000, Hakkı Devrim

HOMOFOBİNİN ENTELEKTÜEL HALİ Radikal Gazetesi yazarlarından Hakkı Devrim'in yine aynı gazetenin yazarlarından Yıldırım Türker'in "düzcinsel" nitelemesinden hareketle başlattığı tartışmanın, Hatemi kardeşlerden Hüsrev olanının değerli katkılarıyla sürdüğünü görüyoruz. Anlaşılan o ki Hakkı Bey, straight kelimesini duymamış olsa gerek. Hatemi kardeşler kadar olmasa da Hakkı Bey de "her şeyi ben bilirim, ben bilmiyorsam kimse bilmiyordur" zihniyetiyle, Yıldırım Türker'in "düzcinsel"i "farkında bile olmadan" kullandığını sanıyor. Heteroseksüellere düz denince, Hakkı Bey'in bilinçaltındaki ters ilişki , düzcinsel'in karşıtı olarak, e haliyle, bilincine eğricinsel şeklinde çıkıyor! Hüsrev Bey, eşcinsel terimi için "Doğrudur. Kalabilir." buyurmuşlar. Prof. Hüsrev Bey son derece kendinden emin, son derece bilimsel açıklamalarına devam ediyor: "Gay, bilimsel bir terim değil." !!! Bir Türk uzcinselin keşfettiği bu bilimsel gerçeği tez vakit kaybetmeden Batılı nonoş kardeşlerimize iletelim de onlar da aydınlansınlar! Bu arada güya mizah yapmaya çalışıyoruz ama şu karşımızdaki tabloya ancak acı acı gülünür herhalde. Tamam entelektüeller her boku bilmek zorunda değiller; kimse onlardan bunu beklemiyor. Ama nasıl olur da bu koskoca adamlar, "her boku biz biliriz, biz bilmiyorsak kimse bilmiyordur" diye

düşünebilirler. Gay terimi bilimsel değilmiş! İyi de bu zaten malum bir durum ve de kendilerine "gay" diyen insanlar, şu sizin "homoseksüel" teriminizi tam da "tıbbi ve bilimsel" olduğu için reddederek, kendilerini "bilimsel" olmayan gay terimi ile adlandırdılar. Ve de sadece İngilizler değil, Zimbabwe'sinden Kazakistan'ına, Amerika'sından İngiltere'sine Dünya'nın en cahil "gay"i bile bilir bu terimin aynı zamanda "neşeli, şen" anlamına da geldiğini. Ah sizler, "eğricinsel" ve "neşeli-cinsel" terimlerinizle ne kadar yaratıcısınız! E, entelektüel olmak kolay değil tabii! Lümpen olsan, hiç öyle eğriydi-doğruydu kıvırmadan şak diye söylersin adamın suratına içinden geçeni. Ama entelektüel olunca, homofobiye bilimsel kılıf lazım; yoksa götverene "götveren" diyeceksen "dil uzmanı" ya da profesör olmaya ne hacet... Hüsrev Bey, götlek demeye dili varmadığından olsa gerek, ingilizce fransızca onca laftan sonra 12 Eylül sonrasının Tan gazetesinin o meşhur ağzında karar kılmış. "Nonoş, hötöröf" de bizim "kart-kurt"umuz; 1966 yılına kadar Türkçe Sözlük'te "homoseksüel" kelimesi bile yoktu, bir gün bizim "realite"miz de tanınır herhalde. Niye şaşıralım ki?

Muhittin SERİNAY KAOS GL 5 / 61


sandık odasından

SÖZLÜKLER, SÖZCÜKLER VE EŞCİNSELLİK KAOS GL’nin 20. Sayısında (Nisan 1996), Portekiz’den “Dilde heteroseksizm…” başlıklı kısa bir haber yer alıyordu: “Portekiz’in yeni gey organizasyonu ILGA-Portugal, eşcinselliği sapma olarak tanımlayan en önde gelen ulusal sözlüğü kınıyor. Binlerce okulda, üniversitede, kütüphanede vs. kullanılan bu sözlüğün diğer baskılarında bu tanımın değiştirilmesi için bir kampanya başlatıldı”. Aynı sorundan hareketle bizdeki sözlükleri tarama gereği duydum. Elimdeki iki-üç sözlük böyle bir tarama için yeterli olmayacağından Türk Dil Kurumu’nun kütüphanesindeki onlarca sözlüğü de karıştırdım. Eşcinsel teriminin yanısıra ilgili alandaki başka terimleri de topladım. Derlediğim tanım ve açıklamaları sunuyorum.

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) TÜRKÇE SÖZLÜK’ü ile başlamak, bu sözlüğün anlamı ve ulaştığı alan açısından en doğrusu olacaktır. Cumhuriyet Türkiye’sinin ana kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük’ü ilk kez 1944’te basıyor. Bu baskı, TDK’nun yüzlerce sözlüğün bulunduğu kütüphanesinde bulunmuyor. İkinci Baskı, 1955’te Ankara’da, “Düzeltilip Genişletilerek Yeniden Yazılmıştır” ibaresiyle çıkmış. Mehmet Ali Ağakay hazırlamış. Eşcinsel, homoseksüel ve lezbiyen sözcükleri bulunmuyor. Eşcinsel kelimesinin bulunmaması anlaşılabilir bir durum. Fakat homoseksüel kelimesi için 1966’da yapılan 4. Baskıyı beklemek gerekiyor. 1955’teki ikinci baskıda yer almayan eşcinsel.. kelimesine karşın oğlan, oğlancı ve sevici kelimelerine yer verilmiş. Aktarıyorum: Oğlan: Cinsel sapınca uğramış erkeklerin zevkine hizmet eden erkek çocuk.

Oğlancı: Etkin kalarak cinsel sapınca uğramış erkek. Sevici: Erkek yerine kadınla sevişmek sapkısında bulunan kadın. Burada etkinlik ile edilgenlik (aktiflik, pasiflik) üzerinde durmayacağım. Ayrıca bir kadının neden ille de bir erkekle sevişmek gerektiği gibi sorular da sormayacağım. Bu üç kelimenin açıklamalarında altını çizebileceğim ortak terim bize sapma fiilini gösteriyor. Bu fiilin nasıl görüldüğünü, Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nin SAPKIN ve SAPKINLIK maddelerinde buluyoruz: SAPKIN: Doğru yoldan sapmış olan… Sapınca düşen anlamındadır. Genellikle, içinde yaşadığı toplumun gelenek ve göreneklerine ters düşeni niteler. Cinsel sapıklıkları nitelemek için de kullanılmaktadır. Çünkü cinsel sapıklık da genel anlamda toplumun gelenek ve göreneklerine aykırılık demektir. Bilimsel dilde bunlara eşcinsel denir. Ne var ki cinsel sapıklık, eşcinsellikten daha geniş bir anlam taşır. Örneğin cinsel açıdan küçük çocuklara, ölülere, hayvanlara vb. düşkünlüğü de kapsar.

SAPKINLIK: Sapkın olma niteliği… Dine aykırılık (Os. Rafizilik, Fr. Hérisie) anlamında da kullanılmaktadır. Sapkı deyimi yerine de kullanılmıştır. Örneğin Türk Dil Kurumunca yayımlanan Ruhbilim Terimleri Sözlüğünde İng. Perversion ve Os. Dalalet deyimleri karşılığında ve “özellikle cinsel davranış alanında topluma uygunsuz bulunan yollara sapma durumu” olarak tanımlanmıştır. Buna karşın aynı kurumca yayımlanan eğitim terimleri sözlüğünde İng. Perversity deyimi karşılığında kullanılmış ve “toplumun benimsediği ahlak ölçüleriyle sürekli olarak çelişme durumunda olma” deyişiyle tanımlanmıştır.

“Cinsel davranış alanında toplumca uygunsuz bulunan yollara sapma” olarak görülen eşcinsellik’e TÜRKÇE SÖZLÜK’ün üçüncü baskısında da rastlamıyoruz. Üçüncü baskı, 1959’da gerçekleştirilmiş ve yine Mehmet Ali Ağakay tarafından hazırlanmış. Henüz değişen bir şey yok! TS’nin 4. Baskısı’nı yine Mehmet Ali Ağakay hazırlıyor ve 1966 yılında yayımlanıyor. Eşcinsel kelimesini, bu baskıda da bulamıyoruz. Ama eşcinsel kelimesinin yabancı karşılığı olan ve aynı anlama gelen homoseksüel kelimesi, TÜRKÇE SÖZLÜK’te ilk kez karşımıza çıkıyor. Tanımı aynen aktarıyorum:

KAOS GL 5 / 62

HOMOSEKSÜEL: Cinsel isteklerini kendi cinsinden olan kimseler üzerinde yatıştırmak huyunda olan.

Henüz yıl 1966! Eşcinsel mücadelesinin, Batı’da bile bir toplumsal hareket şeklinde ortaya çıkmasına daha var; onun için, eşcinselliğin, salt cinselliğe indirgenmesi anlaşılabilir bir durum. Ne olduğu belli olmayan bir huydan söz edilse de en azından sapıklık geçmiyor. 4. baskı’da lezbiyen kelimesi bulunmuyor ama sevici kelimesi aynen alınmış. Bu arada lezbiyen kelimesi hiçbir baskı’da yer almıyor. Aynı anlamı karşılayan sevici ise 5. Baskı ile 6. Baskı’da aynen tekrarlanırken 1983’te yayımlanan “Genişletilmiş 7. Baskı”da tanım değişiyor ve sevici sapıklık sıfatından kurtuluyor. Önceki baskı’larda “erkek yerine kadınla sevişmek sapkısında bulunan kadın” şeklinde tanımlanan sevici kelimesi sözkonusu baskı’da sadece “eşcinsel kadın” olarak tanımlanıyor. Sevici gibi oğlan ve oğlancı kelimelerinin tanımlarında da değişiklik olmuş. Oğlan, eski baskılarda, “cinsel sapınca uğramış erkeklerin zevkine hizmet eden” erkek çocuk iken, yeni tanımda sapık, erkek çocuk’un yani oğlan’ın bir sıfatı olmuş. Oğlancı ise şu meşhur aktifliğinden bir şey kaybetmediği gibi sapık sıfatından da kurtulmuş. Fakat yeni bir sıfat kazanmış: “…. Eşcinsel aktif erkek…”! (Ayrıca luti, kulampara gibi eşanlamlı kelimeler tanıma eklenmiş.) 7. Baskı’da homoseksüel’in karşısında sadece eşcinsel yer alıyor. Eşcinsel ise ilk kez ayrı bir madde olarak tanımlanıyor. EŞCİNSEL: Kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kimse, homoseksüel.

EŞCİNSELLİK: Eşcinsel olma durumu, homoseksüellik. TÜRKÇE SÖZLÜK’ün 7. Baskısı’nı Doç. Dr. Mustafa Canpolat denetlemiş. Eşcinsel kelimesinin, Türkçe Sözlük’te ayrı bir madde olarak ilk kez 1983’te yayımlanan 7. Baskı’da yer aldığını belirtmiştik. 1969’da yayımlanan 5. Baskı ile 1974’te yayımlanan 6. Baskı’da bu maddenin yer almadığını hatırlatalım. Her iki baskı Kemal Demiray’ın yönetiminde yayımlanmış. Sevici, oğlan, oğlancı aynen alınmış, homoseksüelin karşılığı ise önceki baskı’dan aktarılırken sadece “… kendi cinsliğinden …” yerine “…. kendi cinsinden …. “ olmuş; Türkçe ile ilgili olmalı. TÜRKÇE SÖZLÜK’ün “YENİ BASKI”sı, 1988’de, daha önceki baskılarda denetlemede bulunan, Prof. Dr. Hasan Eren başkanlığında yayımlanmış. Eşcinsel ve sevici’nin tanımlarında bir değişiklik olmamakla birlikte, 1983 baskısından aynen alınmış bu baskıda yazım farkı görülüyor. Daha önce bitişik yazılan eşcinsel “yeni baskı”da eş cinsel şeklinde yazılmış. 1995’te “yeni” bir sözlükle karşılaşıyoruz: “Örnekleriyle Türkçe Sözlük” Prof. Dr. Tansu Çiller’in Başbakanlığında, Nevzat Ayaz’ın Milli Eğitim Bakanlığı’nda, yayımlanan (Milli Eğitim Bakanlığı etiketli) bu sözlükte, yanlış düzeltilmiş ve eşcinselliğin “cinsî sapıklık” olduğu belirtilmiş! Türk Dil Kurumu’nun sözlüklerine rahmet okutan bu sözlüğün “Eser


Hakkında Birkaç Söz” bölümünden aktarıyorum: “Örnekleriyle Türkçe Sözlük”, M.E.B. Orta Öğretim Genel Müdürlüğü tarafından “Orta Dereceli Okullar” için, üniversite öğretim görevlileri ve Bakanlık mensubu öğretmenlerden müteşekkül bir komisyona hazırlatıldı. (Bunlar Gazi Üniversitesi’nden 3 öğretim görevlisi, M.E. Bakanlığı’ndan 2 kişi ve 12 kişi de Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni). Tam da “Orta Dereceli Okullar”da okuyan öğrenciler çok iyi bilirler: Okullarını bitirene kadar en az bir iki kez Bakan falan değişir ve pek çok şey sil baştan olur. “Örnekleriyle Türkçe Sözlük” adlı “eser” de böyle bir dönemin ürünü olmalı. (Ben de kendi dönemimden Vehbi Dinçerler’i hatırlıyorum!) “Eser”, 1988’de yayımlanan TÜRKÇE SÖZLÜK’ün yazım şeklini aynen almış. Yani eşcinsel, eş cinsel şeklinde yazılmış ve karşılık olarak sadece homoseksüel verilmiş. Homoseksüel ise ayrı bir madde olarak tanımlanmış. Yani bir şekilde 1983’teki 7. Baskı’daki maddelerin tersi! Aslında tanım da aynen alınmış fakat çok yaratıcı bir müdahale ile bazı kelimeler Osmanlıca karşılıklarıyla yer değiştirmiş. “… cinsel ilişki ….” yerine “… cinsî münâsebet…” kullanılmış. Ve daha önce yer verilmeyen “cinsî sapık” nitelemesi eklenmiş. Aktarıyorum: eş cinsel: Homoseksüel homoseksüel: Kendi cinsinden kimselerle cinsî münâsebette bulunan (kimse) cinsî sapık, eş cinsel

homoseksüellik: Homoseksüel olma hali, cinsî sapıklık, eş cinsellik sevici: Eş cinsel kadın, lezbiyen sevicilik: Kadınların kendi cinslerinden olanları sevme sapıklığı. 1966 yılında bile sapıklığın sözü geçmezken, 1995’te eşcinselliğin, “cinsî sapıklık” olarak tanımlanması Prof. Dr. Tansu Çiller’e nasip olacakmış meğer. ΙΙ Türk Dil Kurumu’nun TÜRKÇE SÖZLÜK’ünün, 1983 tarihli 7. Baskısı’nda yer alan “Kendi cinsinden kimselerle cinsel ilişkide bulunan kimse” şeklindeki tanımla, şu ya da bu şekilde anlatım farkı olsa da pek çok sözlükte karşılaşıyoruz. Türk Dil Kurumu’nun “Okul Sözlüğü”nde de yine aynı tanım yer alıyor (Ankara, 1994). Yalnız eşcinsel 1988’de olduğu gibi eş cinsel şeklinde yazılmış. Dil Derneği’nin, 1991 tarihli “Öğrenciler İçin Türkçe Sözlük”ünde yine aynı tanım verilmiş. Eşcinsel, bitişik yazılmış. Dergah Yayınları’nın, 1984 tarihli “orta-lise ve dengi okullar için Türkçe Sözlük”ünde ise homoseksüel maddesi yer alıyor. Karşılık olarak, TDK’nun TÜRKÇE SÖZLÜK’ünün 1966 basımındaki tanım biraz değiştirilerek verilmiş: “Cinsi ihtiyaçlarını aynı cinsten biriyle gidermek eğiliminde olan (kimse)”. Daha önce Türk Dil Kurumu’nun TÜRKÇE SÖZLÜK’ünün başında da bulunmuş olan Kemal Demiray, inkılâp ve aka için hazırladığı 1982 tarihli “Temel Türkçe Sözlük”ünde eşcinsel ve eşcinsellik maddeleri bulunuyor. Ama Demiray, tanımlamamış sadece “eşcinsel: Homoseksüel” ile yetinmiş. Başka sözlüklerde de karşılaştığım bu durumun anlamı nedir bilmiyorum. Yazan işin kolayına mı kaçıyor yoksa sorunlu kelimelerde açık vermeyerek (tanım vermezsen açık da vermezsin!) işin içinden mi çıkıyor? Ali Özgüler’in 1989 tarihli, “Türkçemizdeki Yabancı Kelimeler-Sözlük”ünde homoseksüel, homoseksüalite ve lezbiyen kelimeleri yer almış. Lezbiyen, “birbirleriyle cinsel ilişkide bulunan kadınlara verilen ad” şeklinde tanımlanmış.

Homoseksüel kelimesine karşılık olarak, TDK’nun 1966 tarihli Türkçe Sözlük’ündeki tanım aynen alınmış ve “kendi cinsiyetinden olanlara cinsel yakınlık duyan” cümlesi eklenmiş. Orhan Hançerlioğlu’nun hazırladığı “Türk Dili Sözlüğü”nde (Remzi Kitabevi, 1992) eşcinsel kelimesi bulunmuyor. Çünkü sözlükte yalnızca Türkçe kökenli sözcükler yer alıyor! Buna karşılık ise oğlan, oğlancı, oğlancılık, sevici, sevicilik sözcükleri bulunuyor. Bu sözcüklerin karşılıkları ise TDK’nun 1983 tarihli Türkçe Sözlük’ündeki tanımlarla aynı. Hançerlioğlu, eşcinsel kelimesine, yine kendinin hazırladığı “Felsefe Ansiklopedisi”nin 2. Cildinde yer veriyor. EŞCİNSEL: (Tr. Ruhbilim) Kendi cinsinden olan kişiler yoluyla cinsel duygu ve dileklerini doyurma eğilimi gösteren kişi… Türk Dil Kurumunca yayımlanan Ruhbilim Terimleri Sözlüğünde İng. Homosexual deyimini karşılamak için önerilmiş ve Dr. Enç tarafından tanımlanmıştır. Aynı sözlükte eşcinsellik (İng. Homosexuality) deyimi de şöyle tanımlanmaktadır. “Aynı cinsin bireyleri arasında kurulan cinsel nitelikteki duygusal ya da bedensel bağlılık”. Bu deyim, Türk Dil Kurumunca yayımlanan Budunbilim Terimleri Sözlüğünde Dr. Sedat Veyis Örnek tarafından eşcinsel ilişki deyimiyle dile getirilmiş ve şöyle tanımlanmıştır: “İlkellerdeki erkekler birliği gizli dernek üyeleriyle şamanlar arasında rastlanılan, salt cinsel sapma açısından ele alınması doğru olmayan, özellikle, şamanlarda işin içine kuttörensel etmenlerin de karıştığı, erkekler arasındaki cinsel ilişki.” Bk. Sapkınlık

ΙΙΙ Sırada aynı coğrafyayı paylaştığımız ve bu toplumda hâlâ yasaklı olan bir dilin sözlüğü var. Ferheng D. İZOLİ tarafından hazırlanan, Kurdi-Tırki / Tırki- Kurdi, Kürtçe Türkçe Sözlük’ün Birinci Baskı’sı, Şubat 1992’de Deng Yayınlarınca gerçekleştirilmiş. Bu sözlüğün Kurdi-Tırki bölümünü açıp “Homoseksûel” maddesine baktığımızda çok orijinal(!) bir tanımla karşılaşıyoruz! Homoseksûel: Cinsel sapıklıkla ilgili erkek. Yani “bravo” demek lazım bunlara! Onca yıl Avrupa’da bunu öğrendiyseniz yapacak pek bir şey yok. “Kûn” ya da “qûn”den türetilmiş kelimeleri ve “pûşt”u aynı sosyo-kültürel ortamı paylaşanlar olarak pekala anlayabilirim. Ama “cinsel sapıklıkla ilgili erkek” allahaşkına ne demek oluyor? Kürtçeyi bu zihniyetle mi geliştireceksiniz? Aynı sözlüğün Tırki-Kurdi bölümündeki “Homoseksüel” maddesinin karşısında ise “kendini kadın yerine koyan erkek” gibi iflah olmaz heteroseksist bir önyargı ile karşılaşıyoruz. Özgürlük mücadelesi verildiği söylenen bir süreçte, hadi diyelim “kendini kadın yerine koyan” kültürel önyargısını geçelim, “cinsel sapıklık” sorumsuzluğunu ne yapacağız? Yoksa Kürtçe okuyan erkekler arasında, “eşcinsel” olmadığı mı düşünülüyor. Güneydoğu Meksika Dağlarında eşcinsellik sorun yaratmazken Güneydoğu Anadolu Dağlarında eşcinsellik, ne zaman “sapıklık”tan kurtulacak? Bu durum, SÖZLÜK gibi önemli bir eserde sorumsuzluk olmuyor mu? Kürtçe’de KÛN-QÛN eşanlamlı kullanılıyor ve anüs, kıç, göt, makat anlamına geliyor. GÖT’ten ya da KÛN-QÛN’den üretilen pek çok kelime bulunuyor, Kurdi-Tırki’de Kûnek, Qûnek, qûnde… Bildiğimiz İBNE anlamına geliyor. Panık, Panpanok ise sevici anlamına geliyormuş. PANIK: Ekseri argoda sevici, sevicilik veya eşcinsel kadın için kullanılır.

Gay'e EFENDİSİZ Kaos GL, Ocak 1998, Sayı 41

KAOS GL 5 / 63


Armistead Maupin The Advocate –1985

Çev: Kerem Sanatel

1.) Kabullenilmek için yırtınmayın : Eşcinsellik insanlar için, hatta pek çok eşcinsel için, halen tiksinti kaynağı. Toplumun kapısı önünde kamp kurup ‘iklim’ in değişmesini beklerseniz insanoğlu Jüpiter’e ayak basana kadar orada kalırsınız. Sizin işiniz kendinizi –gönül rahatlığıyla ve eziklik duymadan – kabullenmek ve hayata atılmak. 2.) Heteroseksüellerden kaçmayın: Onların da en az sizin kadar değişikliğe ihtiyacı var. Sizin gibi insanların arkadaşlığıyla kendinizi sınırlarsanız farklı hissetmek gibi baş döndürücü bir deneyimi kaçırmış olursunuz. Üstelik karşı cinsel arkadaşlarınıza kendi cinsellikleriyle barışmalarını, alay etmelerini ve hoşgörülü olmalarını öğretmek için bolca fırsat var elinizde. Beri yandan heteroseksüelleri düşman gibi görmekten vazgeçmenizin zamanıdır. Çünkü asıl melodramatik olan şey başka. Heteroseksüel görünen çoğu kişi kendi cinslerinden kişilerle yatar ve sabah olduğunda yattıkları kişiye görünmez adam muamelesi yapar. İçlerinde stüdyo şefleri, banka müdürleri, haber spikerleri vardır ve sizin (cinsel kimliğiniz nedeniyle) çektiğiniz sıkıntılara metelik atmazlar. Çünkü pastadan paylarını almayı bilirler ve bunu yalan

KAOS GL 5 / 64

bir hayat sürerek yaparlar. 3.) Yalanın bir parçası olmayın: Doğal güdülerinden halen utanan insanlar yüzünden ağzı sıkı davranmak sizin sorumluluğunuz değil. Sakın bana ‘iş güvenliği’ nden bahsetmeyin. Kamuoyu homoseksüel bireyleri tam anlamıyla tanıyana kadar hiç bir iş güvenli değil zaten. Bu öğretmenleri de kapsıyor mu? Aynen öyle. On dört yaşında bir gay olarak (geleceğinizden) ölümüne korktuğunuzu ne çabuk unuttunuz? Kimbilir kaç ‘ağzı sıkı’ lezbiyen öğretmeniniz size cinsel geleceğiniz hakkında en ufak bir umut vermeden akşam sevgilisinin kollarına döndü. Gencecik çocuklar halen efemine davrandıkları için öldürülüyorsa suskunluğun kime ne faydası var? Biliyorum,biliyorum, özel hayatınızı özel tutma hakkınız var. Peki, öyle olsun dostum – ama dünyanın senin gerçek düşüncelerini farketmesini bekleme. Bizleri anlamasını da. 4.) İnsanları eşcinsel olduğunuzu bilmediklerini sanarak küçük görmeyin: Bir kitabımın tanıtımı için tura çıktığımda New York’lu bir yayımcı adını kitaptan çıkarmamı istedi. Gerekçesi de ailesinin onun ‘yaşam tarzını’ bilmiyor oluşuydu. Belki bilmiyorlardı. Eğer öyleyse bu kıtanın en avanak insanlarından olsa gereklerdi. Adamın gay olduğunu telefonun öbür ucundan anlayabilirdim. Babam eşcinselliğimi öğrendiğinde (Newsweek’te okumuştu) ergenlik çağımdan bu yana zaten şüphelendiğini söyledi bana. Zamanında kafamdakileri ona söyleme cesaretini bulmuş olsaydım ikimiz için de hayat daha kolay olabilirdi. 5.) Ölümlü olduğunuzu bilin: Şayet AIDS günlerinizin – her zamanki gibi – sayılı olduğunu kafanıza dank ettirmediyse bir an durun ve düşünün. Günleriniz sayılı canlarım. Günlerinizi kendiniz ve sevdikleriniz için mi yoksa korktuklarınız için mi yaşıyorsunuz? Tanrım, çok basit. İşinizden nefret ediyorsanız istifa edin. Arkadaşlarınız can sıkmaya başladıysa bırakın ve yenilerini bulun. Sen bir eşcinselsin, seni şanslı budala, ve bu da seni hayat korsanı yapar. Çelişkilerle dolu iki bin yıllık toplumsal öğreti ve zorlamalardan muafsın. Kendin için üzülmeyi bırak ve yelkenlerini aç. Kaybedecek tek bir anın yok. “Korkuyla yaşanmış bir hayat yarım bir hayattır.”


Anal İlişkiye Dair Yanlış İnanışlar (1) Pis ve diğer cinsel edimlere göre daha gayri hijyenik olduğu, Acı verici ve travmatik olması gerektiği, Yüzyüze gerçekleşemeyeceği, Sadece eşcinsel erkekler arasında uygulandığı

Anal Seks ve Freud (1905) Bu iddiam nedeniyle partizanlıkla suçlanmayacağımı umarak söylemek isterim ki anal seksten anüsün boşaltım işlevi oluşu ve dışkıyla temasa gelişi nedeniyle tiksindiğini söyleyenlerle, erkek genitalinden sidikle temasa geldiği için tiksindiğini söyleyen histerik kızlar arasında bir fark yoktur. [Anal seks] hiçbir şekilde erkekler arası ilişkilere özgü değildir… [ve] invertler arasındaki en sık cinsel hedef karşılıklı mastürbasyondur.

Anal İlişkiye Dair Yanlış İnanışlar (2) Alıcı olan erkeğin kendini kadın gibi hissediyor olması gerektiği, Hiç alıcı olmadığı takdirde bir erkeğin eşcinsel olmadığı, Androjinöz veya feminen davranan gey erkeklerin girici ol(a)madıkları, Gey erkeklerin her zaman ya "aktif" ya da "pasif" oldukları

Isay, eski psikanalitik stereotipe göre erkek eşcinselliğinin uzak ve reddedici babalardan kaynaklandığına ilişkin görüşlerin bazı yüzeysel gözlemlerin yanlılıkla yorumlanışına bağlı olduğunu göz önüne sermiş ve bir çok eşcinsel erkekte babalarına ilişkin bu tür anımsayışların savunucu çarpıtmalara bağlı olduğunu; diğer bazı olgularda da eşcinsel olarak gelişmekte olan oğullarındaki yaşamın ilk yıllarında kendini belli eden davranışsal farklılığı (örneğin kendilerine özel bir ilgi duyuşlarını ve bekledikleri bildikleri tipik erkek çocuk davranışını göstermeyişlerini) algılayan homofob babaların tepkisel ve savunucu bir şekilde oğullarından uzaklaştığını veya reddedici davrandığını, yani bunun oğuldaki eşcinselliğin nedeninden ziyade bir sonucu olduğunu



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.