KaosGLD79

Page 1

GEY

VE

LEZBİYEN

ARAŞTIRMALARI

DERGİSİ

EYLÜL

KAOS GL EŞCİNSELLERİN

KURTULUŞU

HETEROSEKSÜELLERİ DE

-

EKİM

2003

ISSN

1302-5015

17

ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR

www.kaosgl.com

R

R, ‘EŞCİNSEL E L K LE E K Rİ . BUGÜN K I R T N E K I O Ç N N A MINI İST YA A L M İY O TA O

EYLÜ L1 HETE 994 RO ’ S BİZ E ,

INLARI SE V KAD E N İZ DE Ö Z G K LERİ ,B Ü L R L A TE ÜE E L G E E T Ş T O İNS KS C L A EŞ

UŞ U L TU R Z. I Y U K ND A ŞI ... Z RU

VE ERKEKLERİ AR S E TİR’ DİY V NL E R E E CEK DI K RE Y EĞİL , KEN Tİ T D İN



EYLÜL – EKIM 2003

Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol

içindekiler

Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Abdurrahman Bahsisoğlu Grafik Tasarim ve Uygulama: Özcan Baski: Ayrinti Basimevi Adres: Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: +90-312-418-87-15 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com 17. Sayi Yayin Kurulu: Umut Güner, Burcu Ersoy, Ali Erol, Burcu

ABONELIK IÇIN Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 ya da 50 $. Please, transfer 50 or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 3.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.

KAOS GL'den ................................................................................ 2 Ailelerimize Rağmen Değil Ailelerimizle Birlikte. ......................... 3 Escinsel Anne Olmak Üzerine Bir Taniklik.................................... 7 Yasamimiza Sahip Çikmak ..........................................................10 Aileye Açilma; Sorunlar, Stratejiler, Politikalar ..........................11 Örgütlü Mücadele Içinde Gönüllülük.........................................12 Örgütlenme Alanlari ve Çalismalari ...........................................13 Sivil Toplumdan Ne Anliyoruz? STK’larla Iliskiler .....................15 10. Bulusmaya Dair Notlar .........................................................17 KAOS GL Sempozyumundan Üç Ay Sonra ..............................18 ‘Escinsel Kadinlar’: Ötekileri Yeniden Tanimlamak ...................19 Kendimize Taniklik Edebildik Mi? ...............................................29 Cinsel Yönelimler Üzerine; Aktivist-Akademisyen Bulusmalari. 34 ‘...Anlatmayi Vaat Ettiğim Ruhumun Tarihidir’ ............................35 Haberler ........................................................................................39

Ilân Kosullari : Arka Kapak Tam Sayfa Renkli: 750.000.000 TL Ön Iç Kapak Tam Sayfa Renkli: 600.000.000 TL Arka Iç Kapak Tam Sayfa Renkli: 500..000.000 TL Iç Sayfa Tam Siyah Beyaz: 350.000.000 TL

KAOS GL Temmuz – Ağustos 2003 Sayi 16 Sayfa 1


Merhaba, On yili geride biraktik... Acisiyla tatlisiyla bir on yili geride biraktik ama biz ilk sayimizdaki askla dergiyi çikartmaya devam ediyoruz. Bu sayimizda Kaos GL yayin kurulu olarak “aile” konusunu derginin gündemine tasimaya karar verdik. “Ailelerimize Rağmen Değil, Ailelerimizle Birlikte Özgürleseceğiz” baslikli bir yuvarlak masa söylesisi gerçeklestirdik. Ailelerimizle neler yasadiğimizi paylastiğimiz bu söylesinin yaninda, 40 yasinda lezbiyen bir anneyle, Burcu ile Umut’un gerçeklestirdiği sohbeti de aile dosyasinin içinde okuyabilirsiniz. 12–13 Temmuz 2003 tarihlerinde Türkiyeli Escinsellerin 10. Bulusmasini gerçeklestirdik. Değerlendirme yazilari katilimcisi gruplardan raportörler bir araya gelerek yazdilar. Türkiye’deki escinsel örgütlerinin gündemini takip etme açisindan escinsel bulusmalarinin notlari okumaya değer. Yaz aylarinda çikan “Escinsel Kadinlar” kitabinin önsözüne dair Burcu Ersoy’un “Escinsel Kadinlar”: Ötekileri Yeniden Tanimlamak yazisi ve kitabin genel bir elestirisini yapan Yesim T. Basaran’in “Kendimize Taniklik Yapabildik mi?” yazisi, “Escinsel Kadinlar” kitabinin

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 2

yaninda “escinsellik” konusunda yapilacak olan arastirmalarin da “nasil olmalari” gerektiği konusunda isik veriyor. Umarim hem Siyah-Beyaz Serisi editörü hem de kitabi yayina hazirlayanlar arkadaslarimizin elestirilerinden faydalanirlar. Kaos GL dergisi tutsaklara ücretsiz gönderiliyor. Aydin Kapali Cezaevinden Mustafa Namli’nin mektubu ulasti. Kendisine tesekkür ediyoruz. Sempozyum Lezbiyen ve Geylerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari sempozyumunun yankilarini daha uzun süre yasayacağiz. Kaos GL grubundan Onur Erol’un babasi Nevzat Erol’un Mersin’de yerel bir gazetede yayinlanan “Kaos GL Sempozyumu’ndan Üç Ay Sonra” hakkindaki yazisini okuyabilirsiniz. Bilgi Üniversitesi’nde 17 Mayis 2003 tarihinde “Escinsellere Yönelik Siddet ve Ayrimcilik” baslikli Lambdaistanbul’un katkilariyla gerçeklestirilen sempozyuma dair ise düzenleme kurulu üyesi olan Cihan Hüroğlu’un yazisini okuyabilirsiniz. Geçen sayimizda elimize sempozyuma dair bir yazi geçmemesinin yaninda, biz de Kaos GL sempozyumunun yorgunluğunu atamadiğimiz için Bilgi Üniversitesi’ndeki sempozyumu basarili bir

sekilde yapildiğini sizlerle paylasamadik. Okuyucularimizdan özür diliyoruz. Geçen sayimizda Dünya’da Escinsel Hareket dosyasini hazirlayan Amerika’dan Hakan arkadasimiz, bu iki ayda bos durmadi. Haberleri Hakan derledi ve çevirdi. Uluslararasi Hukuk’ta Cinsel Yönelim ve Yasal Evlilik Hakki baslikli ayrintili iki dosyanin çevirisini yapti gelecek sayilarimizda bu dosyalara yer vereceğiz. Kaos Kültür Merkezi etkinlikleri Kaos GL grubu olarak “on senenin birikimini daha fazla nasil zenginlestirebiliriz, daha fazla insanla nasil paylasabiliriz ve eksikliklerimizi nasil giderebiliriz” sorularini gündemimize aldik. Kaos Kültür Merkezi etkinliklerini bu sorular çerçevesinde hazirlamaya çalisiyoruz. 15 Eylül’den itibaren www.kaosgl.com adresinden Kaos Kültür Merkezi etkinliklerini takip edebilirsiniz. Kaos GL’nin adresi değisti Kaos Kültür Merkezi etkinliklerinden söz açilmisken Kaos GL’nin tasindiğini da belirtelim. Bildiğiniz gibi Selanik Caddesinde 48/8 numarali dairede idik. Ekonomik kosullar nedeniyle tasinmak zorunda kaldik. Yeni adresimiz GMK Bulvari 29/12 Kizilay, yeni mekanimizda etkinliklerde bulusmak dileğiyle.


Aile

Kaos GL grubu olarak açilma özellikle aileye açilma konusunda gerek kültür merkezinde yaptiğimiz etkinliklerde gerekse sohbetlerimizde ailelerimizle ilgili bilgileri paylastikça; farkli sorunlarla yüz yüze geliyoruz. Ailelerimize açildiğimizi dile getirdiğimizde “özel” aileleri olan “cesur” insanlarmisiz gibi davraniliyor. Bizim ailelerimizin de ataerkil heteroseksit toplumun içinden çikip geldiği, açilma sürecinin bir “oldu, bitti” anlik bir süre olmadiği, herkesin çekmesi muhtemel acilari bizim de çektiğimiz unutuluyor ve bireyler kendi güçlerine inanmak yerine gerilimde yasamaya devam edebiliyorlar. Kaos GL grubu olarak bu yuvarlak masa söylesisinde ailelerimizle neler yasadiğimizi, escinsel bir bireyin istediği zaman ailesiyle yasadiği bu sürece yön verebileceğini ve ailemize açilmanin kosullarini nasil yarattiğimiza dair kendi tanikliklarimizi sizinle paylastik. Gelecek sayimizda da ailelerimizle beraber neler yapmak istediğimize dair bir söylesi gerçeklestireceğiz.

Ailelerimize Rağmen Değil Ailelerimizle Birlikte Özgürleseceğiz -1 Buse: Benim ailem 95-96 civarlarinda öğrendiler. Kabul etme süreci kolay olmadi. Üç yillik bir sürecin sonunda kabul ettiler. 5 yil ailemden ayri yasadim. Sevgilimle beraber onun ailesiyle yasadiğim bir dönem de oldu, bu arada çok fazla samimi olmamakla beraber sevgilimle beraber benim ailemle de görüsüyorduk. Sevgilimden ayrildiktan sonra, ailemin yanina Ankara’ya döndüm. Üç senedir ailemle beraber yasiyorum. Ailemle gelinen süreci düsündüğümde disaridan bakan bir insanin sanki her sey güllük gülistanlikmis gibi, sanki hiç sorun yasanmadan bu sürece gelinmis ve sanki hiç sorun yasanmiyormus gibi bir tablo görmeleri beni çok rahatsiz ediyor. Bu süreçte çok fazla aci çektim ve halen çekiyorum. Eminim ki ailem de beni düsünerek özellikle geleceğimi düsünerek kaygilaniyordur. Bütün ailem sempozyuma geldi. Kiz kardesim sempozyum hazirliklarinda bizimle beraber çalisti. Iki gün boyunca sempozyumda da çalisti. Ailemin sempozyuma gelmesi veya kiz kardesimin sempozyum boyunca çalismasinin önemli olduğunu düsünüyorum. Ama daha önemli olan bir sey onlarin bu sürece nasil geldiği, gelinirken beraber ne acilar çekildiğiydi. Volkan: Erkeklere karsi ilgimin çocukluk dönemlerine kadar uzandiğini söyleyebilirim. O zamanlar da bununla barisiktim ama çok çok uzun yillar gerekti adinin escinsellik olduğunu öğrenmem için. Bir gün Dost Kitapevinde Kaos GL dergisini gördüm. Aldim eve götürdüm ama uzun süre evde tutamayip kömürlüğe

saklamistim. Onu abimin orda bulduğunu bunun üzerine gelisen bir zincirle anneme anlattiğini zannettim. Birdenbire “escinsel olduğumun farkindalar ve kabul etmem gerekiyor, bunun arkasinda durmam gerekiyor , artik yapacak bir sey yok” düsüncesinden hareketle escinselliğimden haberdar oldu ailem. Kaos GL’nin adresini öğrenmistim. Kaos GL’ye gittim. O güne kadar kendim gibi insanlarla ilk defa konusuyordum escinselliğin ne olduğu üzerine. “Escinselliğin nedeni ne, hangi sartlarda bu yönelime girilir?” Bunu ararken Kaosla tanismamin ardindan bu sorulari tersinden sormaya basladim. Yani hangi neden benim escinselliği özgür sekilde yasamama engeldi. “Neden escinselliğin kaynaği nedir” sorusunu sormami sağliyorlardi seklinde olustu bu sorular. Escinselliğimi kimseye açiklamadiğim dönemde ailemin escinselliğimi bilmesi durumunda evden uzaklasacağimi kaçacağimi falan düsünmüstüm. Ama hiç de öyle olmadi. Dediğim gibi Kaos GL ile tanismanin verdiği cesaretle annem “bu sapikliktir, ibneliktir” dediği zaman ben de çok rahat arkasinda duruyordum. O sinir krizleri geçiriyordu ağliyordu. Benim tepkilerim onun gibi histerik olmadi. Birkaç gün konusmadik ama ertesi haftalarda yine kabul etmedi. Sürekli ben konusuyordum o dinliyordu anlamak istemiyordu aslinda bir anlam da. Daha sonra bir iki escinsel arkadasimdan bahsettim, tanistirdim. Heteroseksüel arkadaslarimla benim escinselliğim üzerine konustu. Onlarin olumlu yaklasimi annem üzerinde olumlu etkiler yaratti. Onur’dan bahsettim.

Bunlarin hepsi olumlu seyler oldu. Kaos’a geldi gitti. Halen geliyor. Ailem annemle abimden olusuyor. Abim biraz daha zor kabul etti hatta edemediği de söylenebilir. 1 Mayisa Kaos GL ile katildim. Abimle karsilastik. Abim anneme “oğlun ibnelerle katildi 1 Mayisa” deyince annem de “ Ee tabi katilabilir. Gerekirse biz de katilabiliriz ne var” dedi. Abim fena bozuldu. Bir süre içinde bu bir yönelimse dediğin doğrudur, değismeyecektir kimse duymasin diye düsünüyordu. Sempozyum sürecinde kendisi de biraz daha açilma ihtiyaci hissetti. Yakin bir aile dostumuza açildi. Teyzeme söylemis hala kizlari da öğrendi. Onlarla tartismislar. O tartismada hala kizlarimin homofobik tavrina karsi annem de beni savunmus siz bir sey bilmiyorsunuz diye, sempozyum sürecine çağirmis. Onur: Ben de kendimi bildim bileli erkeklerden hoslaniyordum. Biraz kadinlardan da hoslaniyordum ama genel olarak toplumsal birtakim baskilardan yani buna cesaretim olmadiğindan ötürü uzun bir süre üniversiteyi bitirene kadar hep kadinlarla iliskilerim oldu. Bu sekilde sürekli kaçtiğim, kendimi ortaya koymadiğim bir hayat sürdüm uzun süre. Üniversitenin son sinifinin ikinci döneminde çok yakin bir arkadasimin yakin arkadasi olan Emir vasitasiyla Legato’ya girmem ve ardindan bu yasantida belli bir sosyal çevre kazanmam ve daha sonra Kaosun içine girmemle beraber bir sürecin içerisine girmis oldum. Yine aileme söylemeyi erteliyordum. “Mezun olayim para kazanmaya baslayayim belli bir ekonomik özgürlüğüm olsun o sekilde

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 3


Aile söyleyeyim daha iyi altindan kalkabilirim” diye düsünüyordum ama çok da öyle olmadi. Düsündüğüm gibi gitti olaylar para kazanmaya basladim ama halen söyleyemiyordum. Bir gün yine o kadar söylemeye hevesli değilken ama biraz da söylemeyi isterken çok da benim kontrolüm disinda annem Volkan’a yazdiğim mektuplari okudu. Okuduktan sonra tavirlari çok değisti ama bana uzun süre belli etmedi. Daha sonra ben tam Mersin’den ayriliyordum “okuduğunu biliyorum mektuplari” dedim. O da “peki mektuplarda yazan gerçek mi” dedi. “Gerçek” dedim. “Buna inanamiyorum” dedi fakat orada konusamadik. Bindim otobüse, geldim. Kötü bir açilma ani oldu onun için. Daha sonra annemle yüz yüze bir daha gelmedik, sürekli telefonlarda. O çok histerik davrandi ben de bir o kadar histerik davrandim açikçasi. Bir türlü uzlasamadik. Anlatmaya çalistim fakat pek basarili olamadim. Annem babama söyledi daha sonra. Babam hiç beklemediğim iyi bir tepki vererek bunun olabilirliğinden, insanlari yasadiklari seylerden ötürü suçlamayacağindan, herkesi varolusundan dolayi kabul etmemiz gerektiğinden bahsetmeye basladi. Bana destek verdi ve bu anlamda da annemi de dönüstürmeye çalisti. Bu süre içerisinde babam sempozyuma katildi. Kaos GL’nin bu sayisinda da yayinlanan yazisini bir yerel gazetede yazdi. Elinden geldiğince destek olmaya anlamaya kendisi de değismeye dönüsmeye annemi de etkilemeye çalisti. Fakat babam bu kadar iyiye giderken annem benim gözlemlediğim kadariyla belirli bir ilerleme kaydedemedi. Hâlâ ayni problemleri yasadiğini söylüyor sürekli. Hâlâ ayni nevrotik durumlar içinde. Umut: Annenle bu olay sonrasinda karsilasmadiğiniz için olabilir mi? Onur: Evet onun bayaği bir etkisi olduğunu ben de düsünüyorum. Biraz daha yasamimin içinde olsa, biraz daha fazla vakit geçirseydik. Yüz yüze konusmak yani mimiklerle jestlerle dokunmalarla kendini sürekli ortaya koyarak yasayisini sürekli onlara göstererek. Bir sekilde en azindan biraz dönüstürme umudun varsa dönüstürme yolunun böyle olmasi gerektiğini düsünüyorum. Neyse bundan sonra umarim asilir bütün bunlar. Ali Erol: Ailem süphesiz ki su birkaç yil önce çikan “sorma söyleme” yasasini

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 4

bilmez çünkü benim ailem köyde yasiyor. Ama fiilen bir nevi sorma söyleme iliskisi gelisti. Bugün geriye baktiğimda onu görebiliyorum. Ayirt edici özellik de ben burada liseyi bitirip üniversiteyi kazandiğimda fark ettim ki; “escinsel olmak” ayirt edici bir özellik değildi. Benim ayirt edici özelliğim onlarin beklediği kaliba uymamam, onlarin beklentilerine karsilik vermememdi. Çünkü sondan baslayayim benim saçim uzunken de sorun oluyordu, sakalim uzunken de. Bu durumda uzun saç ya da feminen olmak ayirt edici bir özellik değildi benim ailem için. Yani onlari beklediği sürece uygun bir sekilde ilerlememem sorundu. O klasik durum nedir iste “escinsel olmak”. Mesele suydu; “ben bir erkektim bir sürü erkek evladi olan bir ailenin oğluydum. Üniversiteyi kazanmistim 4-5 yil üniversiteye gidecek sonra meslek sahibi olacak” arkadaslarimin beklentisi buydu, ailemin beklentisi buydu “en fazla askerlik bittikten sonra sira evlenmeye de gelirdi diye düsünülüyor”. Ben dört yilliğina Ankara’ya gelirken bir robot gibi okulu bitirecek hiç değismeden geri dönecektim, böyle düsünülüyordu. Bu düsünce ayni zamanda benim bir erkek evlat olarak benden beklenenler için de böyle bir kalip söz konusuydu. Ama benim duygularim düsüncelerim kurmaya çalistiğim hayat hiç bununla kesismiyordu. Bu farki ilk üniversitenin ortalarina doğru anlatmaya çalistim. Bana göre doğrunun ne olduğunu niye evlenmeyeceğimi nasil bir hayat kurmaya çalistiğimi yazdim. Ama mektup, anne babam okuma yazma bilmediği için onlara abimin biri tarafindan okunuyor. Kalkip bir gün sonra Ankara’ya geliyor. O dönem benim 14 günlük bir gözaltindan sonra sabah çiktiğimiz ve evde kahvalti yaptiğimiz bir saate geliyor. O hiç konusulmuyor. Mektup üzerinden “senin ne sorunun var böyle yazmissin bir ihtiyacin mi var hastaneye ya da doktora gitmek” anlaminda. Doğrusu orada pek paylasmadim. Ben o kadar açik yazdiğim halde bana sorduğun soru buysa ve sen bunun üzerinden atlamak istiyorsan tamam, bir sey değil bu konuyu geçtik. “Ne anladin ki? Nereden ne çikardin ki? Benim hastaneye ya da doktora gidip gitmeyeceğimi niye soruyorsun” desem belki bir sey çikardi. Ama bir kirilma noktasi yasanmisti; benim yine saçimin ve sakalimin uzun olduğu bir dönemde bir sekilde iletisim kopmustu. Babam kabul

etmiyordu görünüsümü annem de kabul etmiyordu. Babam daha çok kabul etmediğinden olacak annem beni savunmaya kalkiyordu; “birak çocuğu bir bildiği vardir öyle yapiyorsa” diye devreye giriyordu. Sonra ben paylasilacak ya da gelistirilebilecek bir diyalog olmadiğini fark ettim. Belki farkli bir diyalog için çaba sarf edilebilirdi. Ondan sonra memlekete gittim birkaç kere, telefon muhabbeti yine devam ediyor fakat su an bir sey yok. Maddi manevi bir iletisim yok; 3-4 arkadasimla dergi çikarttiğimizi biliyorlar. 12 yildir sevgilimle ayni evde yasiyorum ama onlar Tarsus’tan sevdiğim ve anlastiğim bir arkadasimla birlikte yasadiğimi düsünüyorlar. Bu nasil bir birliktelik diye arti bir soru sormuyorlar artik. Özcan: Escinselliğimin farkina varmaya ve yasamaya basladiğim zamanlar ailemden, doğduğum büyüdüğüm sehirden ayrilip Ankara’ya gelmistim. Ondan sonra askerlik, is falan derken iyice ailemden koptum ve kendi hayatimi kazanip da parasini kendi ödediğim evde yasamaya baslayinca onlardan kilometrelerce uzakta zaten çok siki fiki olmayan iliskimiz üzerimde pek bir baski olusturamadi. Annem giderek azalmakla birlikte evlendirmeye çalisir. Bu da hani hafif bir karin ağrisi ya da bas ağrisi gibi geçistirilir benim için. Zaten çok yasli olduklari için ve yillardir tek basima ayakta durduğum için üzerimde hiçbir yaptirimlari yok. Annem hissediyordur belki ama üzerinde direk konusmuyoruz, olabildiğince iyi vakit geçirmeye çalisiyoruz birbirimizle çünkü yilda bir ay falan en fazla ayni ortamda bulunabiliyoruz. Onun disinda benim üç ablam var. En büyük olanina kendim söylemistim ‘ee napalim?’ diye bir tepki vermisti. Oya: Ne zaman söylemistin? Özcan: 8 yil önce. Aslina bakarsan çok doğal bir seymis gibi kabul edip çok da detayina girmek istemezmis gibiydi. Daha sonra üniversite yillarinda daha hiçbir seyin farkina varmadiğim zamanlarda flört ettiğim bir kizcağiz vardi daha sonra evlendi falan. O sirada ona açildim o buradaki ablamla arkadasti. Ikinci ablam da o sayede öğrenmis oldu. Bir yil benden saklamis ben hiç bildiğini fark etmedim. Onur: Onun tepkisi ne oldu? Özcan: Ağlamis falan zamaninda bana hiç yansitmadi. Daha sonra kabullenmis.


Aile

Bir yil sonra ben o kiz arkadasimdan bunlari öğrendim ve ablamla artik muhabbet etmeye basladik. O diğerine söyledi derken yeğenlerim öğrendi, üç tanesi 23’ün üzerindekiler. Oğlanlar daha sey yapiyor herhalde ‘ee ne olmus. Dayim niye bize daha önce söylememis’ tepkisi vermisler. Onur: Konusuyor musunuz onlarla da böyle? Özcan: Aa tabii. En küçük yeğenim de 21 yasinda mesela beni teselli ediyor. O da benim gibi bir iliskiden yaralanarak çikti. Simdi benden 16 yas küçük yeğenimden taktikler ve teselliler aliyorum. Beni, kaç yil bir erkekle ayni evde yasadiğimi da biliyor, gelip gidiyordu zaten. Görünüste çok kabullenmis , olduğu gibi kabul etmis davraniyorlar. Zaten hayat çok detayli konusmaya zaman vermiyor. Herkesin kendi hayati var. Bir arada olduğumuz zamanlarda da bunun tadini çikariyoruz. Ama sonuçta hayatinin bütün detaylarini biliyorlar en ufağina kadar. Oya: Hiç homofobik tavirlar sergilemedi mi yani ailen? Özcan: Dediğim gibi sergilemediler. Oya: Sana yöneltmediler belki de. Özcan: Benim direk söylediğim büyük ablamdi o da ‘ee napalim?’ dedi yani yüzüme karsi. Diğerleri öğrendikten sonra üzülmüsler ağlamislar falan ama zaten bir daha onlari gördüğümde bir sekilde kabullenmislerdi. Ben hepsiyle de bütün iliskilerimin detayini falan konustum daha sonra. Ali Erol: Üniversite öncesinde de ben kendimi gizlediğimi hiç hatirlamiyorum geçmise baktiğimda. Bunun da altini çizmek gerekiyor diye düsünüyorum. Biraz da böyle iliski karsilikli yaratilmis gibi geliyor bana. Hani bir ergen escinselliği söz konusu olduğunda bir sekilde sorun yasar, aile okul kiskacinda talan olur deniyor ya ama bu ergenin kendini nasil ortaya koyduğu da burada belirleyici. Yani nerede bir irade olarak özne olabiliyoruz? Nerde savruluyoruz? Sanki bunlar pek çok seyi belirliyormus gibi. Ben aslinda kendimi hiç gizlemedim bu açidan bakildiğinda engellemedim ama bunun adi da konulmadi ve bir çatisma noktasina evrilmedi bu süreç. Bizim kendi hayatimizda escinselliği kurarken aslinda iliskileri biz kendimiz de belirleyebiliyoruz. Umut: Escinselliğimizi anladiklari anda gösterdikleri reaksiyonel tepki inandirici gelmiyor. Bana “homofobik bir tepki

verme” de öğrenilmis bir tepki gibi geliyor çoğu zaman. Benim escinselliğimi ailem benden daha önce kesfetti demek doğru olur. 13 yasimda beni psikiyatra götürmüslerdi. Ben konusmamdan kaynakli olduğunu sanirken onlar beni escinsel olduğum için götürmüs. Escinsellikle ilgili iyi bir bilgiye sahip olmadiğim gibi kötü bir bilgiye de sahip değildim. Daha sonra ben Ankara’ya geldiğim ilk sene Güven parkta bir siddet olayiyla karsilastim. Evde çok normal bir seymis gibi bunu anneme abime babama anlattim. Babam Güven parki biliyormus; “orda ibneler var senin ne isin vardi orda?” dedi ama bunun ötesine geçmedi çünkü o anda asil olan benim escinselliğim değil benim siddete uğramis olmam, soyulmus olmamdi. Bunun üzerinden konusuldu bu da unutuldu zaman içerisinde. Kaos GL’ye gelme sürecimle escinselliği bir kimlik olarak kurmam gerektiğini görmemle bunu ailemle paylasmam gerektiğini düsündüm ama bunu bilinçli bir düsünme ve harekete geçme seklinde değil, adim adim gerçeklestirdim. Kaos GL dergisi hani hepimizin olduğu gibi masamin üzerinde duruyordu. Ben alip karistiriyorlar diye düsündüm. En son sayiyi abime verdim ama abim yine okumadi. Ama artik abim biliyor, annem de biliyor. Babam iyi bir iliskim olmadiği için biliyor mu bilmiyor mu pek bilmiyorum. Zeynep: Kendimi kesfetme diye bir sürecim olmadi zaten. Kendimi kabullenmek konusunda bir sorun yasamadim. Ben kadinlardan da erkeklerden de hoslaniyorum bunu anladim. “Eee ne olmus falan” dedim sonra kendime, bunun üzerine konusmaya basladim annemle babamla. Benim babam hiç küfretmeyen bir adamdir ama mesela sinirlenince ibne der. Ben sinir oluyordum.”Ibne deme insanlar escinsel olabilirler, bunun sana ne zarari var ki” diyordum. He he deyip geçiyordu. 13 yasimdan Ankara’ya gelene kadar. Sonra Ankara’ya geldim ve bir çocuktan çok hoslandim, sonra tanistik bir sekilde ve gey olduğunu öğrendim.O zaman ben de kendi üzerime birazcik daha düsündüm. Sonra bir sevgilim oldu, çok zor bir iliskiydi. O kendisini lezbiyen olarak adlandirmiyordu ama bence lezbiyendi. Benim hayatinda tek olduğumu söylüyordu ben de onun hayatimda tek olduğuna inanmaya basladim. Bunun geçici bir sey olduğunu, büyüdüğüm

zaman geçeceğini falan düsündüm. Onunla iliskim 2-2,5 yil falan sürdü. Bu sürede ben hep buna inandim. Sonra o bitti ve ben artik bunun geçmesi gerektiğini düsündüm ve bir erkekle beraber olmaya onunla da 4 ay falan birlikteydim. Onur: Üniversitede miydin peki? Zeynep: Üniversite iki civarindaydi. Bu bir kaçisti aslinda. Ben asik olduğumu düsünüyordum. Annem o süreçte benim kiz arkadasim olduğunu fark etmisti, bana bu yollu imalarda bulunuyordu. Bunlari asla cevaplamiyordum. Bu arada ablam öğrendi,ben söyledim daha doğrusu. Bir gece içiyorduk ben de o siralar boğulacak kadar kötü durumdaydim. Sevgilimle yasadiğimiz iliski çok kapali bir iliskiydi, sadece birkaç arkadasimiz biliyordu, onlarla görüsüyorduk. Bu canimi sikiyordu.Insanlar el ele dolasiyorlar öpüsüyorlar ben niye yapamiyorum niye annemle paylasamiyorum falan diye. Annemle çok yakin bir iliskimiz vardi bizim. Bu sürede annem epey zorladi beni söylemem için ama ben sanirim kafamda hep bununla onlarin karsisinda yüzlesemem, yurtdisina gitmem gerekiyor diye kurmustum aklimda. O üstüme geldikçe ben gizlemeye devam ettim. Neyse sancili ayrilik dönemimizde bir gün kriz halinde annemi aradim ve telefonu açar açmaz kriz seklinde ağlamaya basladim. O bu krizi derslerime yordu ve telefonu ablama verdi ablama sevgilimin beni terk ettiğini söyledim hemen otobüse atlayip yanima geldi ve beni teselli etti. O zamana kadar bunun üstüne hiç konusmamistik, ben ona söyledikten sonra ara sira Kaos GL dergilerini götürüyordum. Bakiyordu sonra dolabina yerlestiriyordu.Eve gittiğimde çikartip karistiriyordum onlari ama kimse hiç bir sey demiyordu. Benim farkli olmama veriyorlardi. Bu arada lisede ben devrimci gençliğe katilmistim bu onlara çok ters düsen bir seydi. Böyle böyle aykiri olduğumu düsünmeye basladilar. Sonra hiç beklemediğim bir anda annem beni öğrendi, daha doğrusu bir balik atti ben de yuttum. Acaba yutmali miyim diye düsünürken daha ne kadar yalan söyleyebilirim ona dedim kendime. Çünkü 1 senedir yalan söylüyordum, sevgilimle yasiyordum ama telefonla konustuğumuzda evdeyim diyordum. Hiç yasamadiğim bir hayattan bahsediyordum ve bu artik beni boğmaya baslamisti. Böyle kurumsallasmis bir

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 5


Aile yalanin içinde dönüp durmak, baska biriymisim gibi davranmaktan boğulduğumu hissettim ve artik bunun kaçisi olmayacağini düsündüm. Önce hayir dedim sonra bunun üzerine 2 gün düsündüm ve bu arada panik ataklar ağlama krizleri geçirdim. Bu yola artik girdiğimi ve çikarsam bunlari tekrar tekrar bastan yasayacağimi hissettim. Sonra annemle konustum. Gerçekten öyle misin dedi bana ben de öyleyim dedim, hiç bir ad kullanmadan. Sonra ağladi benden hiç beklemediğini, daha önceden fark ettiğini ve geçeceğini düsündüğünü söyledi. Keske daha önce bir sey yapsaydim seni doktora götürseydim dedi. Bu arada doktor fikri iyice kafasina yerlesti. Iki gün boyunca iki saat falan uyuyarak birbirimizi ikna etmeye çalistik. O beni aslinda lezbiyen olmadiğima ben de onu lezbiyen olduğuma ikna etmeye çalistik ve beni tedavi ettirerek hiçbir yere varamayacağini söylemeye çalistim. Asiri tepkiler verdi, ben bunu asla kabullenemem kiminle konusacağim dedi. Onun derdi sanirim kimseye anlatamamakti. Olay benden çikmisti. Içinde bir yerlerde çok fazla kabullenmisti ve kimseye anlatamayacak olmak canini sikti. Ablamin bildiğini öğrenmek onu biraz rahatlatti. Sonra beni psikiyatra götürdü, psikiyatri hiçbir sey bilmiyordu bu konuda baskasina yönlendirdi ama benim psikiyatrdan daha bilinçli olmam annemi rahatlatti. Ne yaptiğimi bilmediğimi kendime zarar verdiğimi düsünüyordu. O zaman ne yaptiğimi bildiğimin ayirtina vardi. Daha sonra sözlü taciz hakaretlere basladi ama bu konuda tepkimi abartmamaya çalistim ben. Ben anneme “sen benim mutlu olmami istemiyor musun” diye sorduğumda o da bana “kimse mutlu değil ben de mutlu değilim, sen de mutlu olma” dedi. Annem Ankara’ya geldi, bu zaman içinde daha çok konustuk. Benim escinselliğim yanimda onun kendi adina ve kendi için bir seyler yapmasi gerektiği üzerine de konustuk. Artik o da kendisi için bir seyler yapmak istiyor. Oya Burcu: Benim escinselliğimi kesfetmem lise yillarina denk geliyor ama iki yil boyunca çatisma yasadim. Üniversitede sosyoloji bölümünü kazandiğimda lezbiyenlerle ilgili bir arastirma yaptim. Arastirma yapacağim zaman ailem dahil herkese lezbiyenler ile ilgili bir arastirma yapacağimi söyledim. Arastirmami yaptim sundum, bu sirada

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 6

annem “sen bu arastirmayi yapiyorsun da onlar seni çağirirlar ama toplantilarina gitme” dedi. Sürekli bir sekilde böyle espriler yapiyordu. Ayrica beni iyi yetistirdiklerini o yüzden benim escinsel olma ihtimalim olmadiğini söyledi. Ben bunlarin gerçek olmadiğini anlatmaya çalisiyordum. Ama bunlari anlatirken kendi escinselliğim üzerinden anlatmiyordum. Bu süre boyunca kendiliğinden veya televizyonda bir sey oluyor ve konu açiliyor ve ben escinsellikle ilgili bildiklerimi aktariyordum. Geçen sene anneme açildiğimi zannettim. Internetteyken anneme arkadasimla özel konusacağimi söyledim. O da erkek arkadasin mi? dedi ben de kiz arkadasim dedim. Annem odadan çikarken “zaten ben biliyorum sen lezbiyensin” dedi, ben de “evet lezbiyenim itirazin mi var?” dedim. Itirazim var dedi ve asağiya indi. Okul bittikten sonra Kaos GL’de daha fazla sorumluk alip, daha fazla çalismaya basladim. Bu annemin dikkatini çekti. Ay sonu yemeğine yemek götürmek istediğimi söyledim. “Annem artik bu kizla konusmam lazim” moduna girmisken abim, annem yemek yerken abim “neden erkek arkadasin yok” diye sordu. Daha sonra da lezbiyen olduğunu açik açik soramiyorum” dedi. Bende bunu rahatlikla sorabileceğini söyledim. Bu arada ben odama gittim. Annem ve abim kendi aralarinda bana sorma konusunda tartisiyorlardi. Bu arada annem asağidan seslendi, ama bu seslenis sanki pencereleri kapatir misin der gibiydi. “sen lezbiyen misin” diye sordu. Ben de “evet” dedim. Asağiya indim, gülüyordum, annem bana “neden gülüyorsun” dedi. Ben de sen simdiye kadar bana ciddi bir sekilde sormadin dedim. Daha sonra konusmak üzere evden çiktim. Bir hafta sonra tekrar konusmak üzere geldi, ben de bir arkadasima anlatir gibi kendimi kesfettiğim ilk andan beri neler yasadiğimi anlattim. Sevgilim hakkinda konustuk. Bu konusmanin sonunda anneme sarilarak “ben seni daha çok seviyorum sen benim daha güzel annemsin” dedim ve sarildim annemse bana “ama sen benim daha güzel kizim değilsin” dedi. En son konusmamizda ağladi, “ben ağliyorum ama senin için üzüldüğüm için ağliyorum bu toplumda kabul edilmeyen bir sey bu yüzden üzülüyorum.” dedi, daha sonra benim escinsel hareket içinde çalismamdan rahatsiz oluyor ve escinsel olduğunu herkese söyleme diyor. Aman

kimse senin escinsel olduğunu bilmesin seklinde yaklasiyor. Anneme “beni hemen anlamani beklemiyorum” dedim. Annem de benim de kendisini anlamam gerektiğini 50 yasina geldiğini benim arkadaslarimin bu konuyu hemen anlayip yollarina devam edebileceğini ve kendisinin kolay kolay değismeyeceğini söyledi. Daha fazla anlayis göstermeye basladi. En son konusmamizda her ikimiz de birbirimizin üzülmesini istemediğimizi biliyoruz. Bu sirada bir seyi atlamamak gerekir, genellikle çocuklarinin escinsel olduklarini öğrendiklerinde çocuklarini psikiyatra götürürler biz de ise tam tersi oldu. Annemin isteği üzerine ben onu psikiyatra yönlendirdim. Annem “sizin çevrenizden bir psikiyatr olsun da beni anlayabilsin” dedi. Simdi iliskimiz çok iyi, sevgilimde kalmam sorun olmuyor. Kaos Kültür Merkezi’nin tasinma islemleri sürerken nereye tasindiğimizi sordu. Annemle babam sempozyuma da geldiler. Ben anneme sempozyumdan bahsettim ve ailelerde gelecek, oturur konusursun dedim. Annem de hazir olmadiğini söylemisti. Ben de üzerine gitmedim. Annemle babam sempozyuma geldiler. Ben babamin bilmediğini düsünüyordum. Benim açilis konusmami ve çerçeve sunumlari dinlediler. Salon sicak olduğu için ayrildilar. Ikinci gün annemle gelmeleri için konustuğumda babam ise “dün gittik ve yaninda olduğunu gösterdik.” demis. Benim için gerçekten yeterli idi. Sadece gelseydiniz iyi olurdu dedim. Babamla simdiye kadar özel hayatima dair hiçbir sey konusmadiğim için babamla daha fazla konusmadim. Annem teyzemlere ve kuzenlerime anlatmis, simdiye kadar homofobik tepkiler veren olmadi. Ben anneme escinselliğimi anlattiğim için pisman olup olmadiğini sordum annemse bilmiyorum dedi. Ama ben pisman değilim, yalan söylemekten kurtulduğum için mutluyum. Ben toplumun değisip dönüsmesi için mücadele ederken ailemi de göz önünde bulundurmam gerekiyor diye düsünüyorum. Ailemi de dönüstürmek için çaba harcamam gerekiyor Devam edecek...


Aile

“Ailemize açilma” gündemimize geldikçe hep escinsellerin anne ve babalarina açilmalarindan ve bu siradaki stratejilerden ve nasil tavir alinacaği üzerine konustuk. Ancak gey ve lezbiyenlerin zorla evlendirildiği bir toplumda yasiyoruz. Ve ebeveyn olan gey ve lezbiyenler var. “Ebeveyn escinseller ne yasiyorlar” gibi bir soru ebeveyn escinsellerle karsilastiğimizda aklimiza gelen bir soru.

Escinsel Anne Olmak Üzerine Bir Taniklik; Nurhayat Burcu: Öncelikle cinsel yönelimini sormak istiyorum. Nurhayat: Bir evlilik geçirdim ve bir erkeği sevdim ama daha sonra kadini sevdim. Sonuçta su anki düsüncem lezbiyen olduğum yönünde. Bundan on yil sonra ne olacağini ise kestiremiyorum açikçasi çünkü bundan önce bir erkek deneyimim oldu. Niye bir gün tekrar olmasin? Asla asla demeyenlerdenim. O yüzden biseksüelim diyorum. Burcu: Kendini nasil kesfettin? Nasil tanimladin? Nurhayat: Çocukluğumda ya da ilk gençliğimde böyle bir sey olmadi benim. Evlendikten birkaç yil sonra bunu kesfettim. O zamanlar esimle sorunlarim vardi. Çok yakin bir kadin arkadasima ilgi duydum. Yani 23-24 yasinda Burcu: Evlenmen senin isteğinle mi olmustu? Nurhayat: Sonuçta “hayir” demedim. Görücü usulüyle oldu ask evliliği falan değildi. Gene de ben “hayir” deseydim olmayacakti sonuçta. Burcu: Ayrilmaniz nasil oldu? Nurhayat: Çocuğum yedi yasindaydi o zaman. Esimle sorunlarim zaten evlendikten bir yil sonra baslamisti. Ortada çocuk var diye yürütmeye çalistik. Yedi-sekiz yil sürdü. Umut: Simdi çocuğun kaç yasinda ve senin escinsel olduğunu biliyor mu? Nurhayat: On sekiz, hayir bilmiyor. Umut: Escinselliğe nasil bakiyor? Nurhayat: Escinsellikle ilgili hiç konusmadik aslinda ama televizyonda stereotipleri gördüklerinde “toposlar çikti” falan diyor. Negatif bakiyor. Bunu kirmak istiyorum “onlar da insan diyorum” ancak üstüne gidemiyorum çünkü yasi çok küçük. Simdiye kadar hep çocuk olarak gördüm. Bundan sonra daha rahat olacağini düsünüyorum. On sekizini geçtikten sonra daha oturmus olur kisiliği. Burcu: Eski esin de escinselliğini bilmiyor anladiğim kadariyla. Ayrilmaniz bu konu üzerinden

sekillenmedi diyebilir miyiz? Nurhayat: O zaman iliskim vardi o kadin arkadasimla ama ben söylemedim. Sanirim o da anlamadi. O da taniyordu o kisiyi. Anlasaydi direk söylerdi diye düsünüyorum. Burcu: Çocuğunla paylasmak ister misin? Nurhayat: Tabii ki paylasmak istiyorum ama çok sorunlu bir çocukluk geçirdi. Tepkisinin ne olacağini da kestiremiyorum. Onun bilmesi benim için ev açisindan çok rahat olurdu. Kararsizim bu konuda söylesem mi bilemiyorum. Burcu: Su anda partnerin var mi? Nurhayat: Yok. Üç yil birlikte olduğum sevgilimle iyi anlasiyorlardi. Halen görüsüyoruz, onunla iyi arkadasiz. Ondan sonraki birlikteliklerim daha kisa oldu. Oğlumla diyalog içine girmeleri gerekmedi. Ama tabi gizlenmeden yasayabilmek isterdim. Umut: Çocuğunla paylasmak annebabayla paylasmaktan farkli mi sence? Nurhayat: Anne ve babamla paylasmak zorunda değilim diye düsünüyorum. Ayni evde yasadiğim çocuğumla ise paylasmak zorundayim. Bunu çok da istiyorum ama su an psikolojisi altüst olur diye endiselerim var. Burcu: Çocuğunla paylasmiyorsun. Yakin çevrende açik olduğun baska kimse var mi? Nurhayat: Kaos GL’ye bir buçuk yil önce gelene kadar zaten kimse yoktu. Sonra bir iki arkadasa söyledim. Çok sinirli bir heterosekseül çevresi. Ailemle zaten senede bir iki kez görüsüyoruz. Umut: 1 Martta Kaos GL ile birlikte yürüdün. Artik senin için biliniyor olmanin sakincasi veya tehlikesi olmadiği anlamina da geliyor. Nurhayat: Sanmiyorum. Hiç onlari düsünmedim. Hem isimden hem ailemden dolayi açiğa çikmak istemem. O kalabalik ortamda dikkat çekmez diye düsündüm.

Burcu: Biseksüel olduğunu dillendirdin ama escinselliği kimlik olarak almak baska bir sey. Sen kendi adina böyle bir kimliği aliyor musun? Nurhayat: Ben kendimi etiketlendirmeyi gereksiz buluyorum. Sonuçta bu benim özel hayatim. Burcu: Escinsel olmak insana hayati sorgulatiyor. “Bana niye böyle bakiyorlar ya da ben çocuğuma niye açik olamiyorum gibi.” Nurhayat: Aslinda hiç de oturup ben neyim diye düsünmedim. Uzun uzun bunun etrafinda düsünmedim. Sizler sordukça biseksüelim dedim. Umut: Üstünde çok fazla düsünüp bunu soru veya sorun olarak görmediğin için de belki bunu çocuğunla paylasma gereği duymuyorsun. Nurhayat: Benim hayatim Kaos GL’den sonra değisti. Ondan önce düsünmüyordum ben lezbiyen miyim, biseksüel miyim? Burcu: Bu ülkede lezbiyen olduğu için kadinlarin elinden çocuklarinin velayeti alinabiliyor. Senin çocuğun için belki bu risk daha azdi ama... Nurhayat: Bu sebeple elimden almaya kalksalardi karsi çikardim. Çocuğu anne büyütecek diye bir kural yok babaya da verilebilir ama cinsel yöneliminden dolayi ise buna karsi çikarim. Burcu: Biseksüel ya da lezbiyen olarak sence annelik nasil bir deneyim? Nurhayat: Bence bir fark yok. Umut: Ataerkilliğin kendini buram buram hissettirdiği aile kurumunda heteroseksüel bir annenin bile cinselliği yok zaten. Önce anne sonra es hiçbir zaman kadin olamiyor. Ben oğlun escinsel olsa ne hissederdin onu merak ediyorum? Nurhayat: Hosuma giderdi aslinda. Gözlemliyorum hiç öyle bir sey yok. Burcu: Aksi söylenmediği müddetçe herkes heteroseksüeldir önyargisini da yenilememek lazim. Nurhayat: Escinsel sanatçilara

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 7


Aile

tavirlarindan falan hetero olduğunu düsünüyorum. Kiz arkadasi yok, arkadaslari hep erkek ama.. Keske olsaydi diye üzülüyorum da. Nasil istiyorsa öyle olmasini istiyorum oğlumun. “Escinseller çok sikinti çekiyor olmasin” demiyorum. Nasil mutlu oluyorsa. Escinsel olsa kendime daha yakin hissedeceğim. Umut: Belki daha çabuk paylasirdin. Nurhayat: Tabi ki Burcu: Ataerkil heteroseksist toplumda heteroseksüel olsa da zor bir hayat bekliyor onu. Toplumsal erkekliğin cenderesinde o da sikisacak. Sen nasil bakiyorsun bu kaliplara? Nurhayat: Saçma buluyorum. Kolay düzeleceğini de sanmiyorum. Burcu: Kendine baktiğinda sen hayatinin neresinde görüyorsun toplumsal kadinlik kalibini? Nurhayat: Açik bir escinsel olmadiğim için beni çok fazla etkilemiyor. Sonuçta herkes beni hetero diye biliyor. Evliliğimi biliyorlar çünkü. Kimse aksini düsünmüyor. Heteroseksüel varsayiyorlar. Burcu: Belki mesleğinle de ilgili bir durum bu. Öğretmenlik, hemsirelik gibi çok kadina özgü görülen bir mesleğin var. Umut: Lezbiyenler erkeksi kadinlardir önyargisi yüzünden bir lezbiyen böyle kadina yakistirilan isleri yapamaz gibi görülüyor. Nurhayat: Evet ben lezbiyenim dediğimde ‘yok canim. Mümkün değil sen lezbiyen olamazsin’ diyorlar. Umut: Escinselliğini ne aile hayatinda ne de is hayatinda paylasabiliyorsun Nurhayat: Sorarlarsa doğruyu söylerim Artik yalan söylemem yani. Ama ben simdiye kadar söyleme gereği duymadim. Umut: Kimseyle paylasmamak senin kendi özelinde daha büyük gerilimler yaratmiyor mu? Escinselliğe daha fazla anlam yüklemek seklinde de olabilir bu. Nurhayat: Ailemle bağim yok ama isyerimde açik olmak isterdim. Umut: Herhangi heteroseksüel bir is arkadasin sevgilisi ya da esi geldiğinde tanistirabilir ya da onunla el ele çikip gidebilir. Sen ise herhangi bir arkadasin gibi davranmak zorundasin. Bunlar da gerginlik yaratiyor olabilir. Nurhayat: Bu gerilim sevgilimle tartismalara da yol açiyor ister istemez.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 8

Umut: Evlenmis bir kadin olmak ya da biseksüel olmak diğer escinsel kadinlarla aranda bir sorun yaratiyor mu? Nurhayat: Evet maalesef oluyor. Rahatlikla biseksüelim diyemiyorum çünkü biseksüelleri, her ne kadar reddedilse de, disliyorlar. Bir çok arkadasimin bakisini fark edebiliyorum Burcu: Bunu biseksüel baska kadinlardan da duydum. Biseksüelliği kimlik olarak üstüne alan pek insanla da karsilasmiyorum. Oysa böylelikle bir araya da gelebilirdiniz. Nurhayat: Belki de dislandiğimiz için üstümüze almiyoruz. Sanki dönekmisiz, ikiyüzlüymüsüz gibi.Öyle bir anlam yükleniyor. Birini seçmek zorunda miyiz? Bir seçim yapmak zorunda kalsam kadini seçerim. Umut: Açikça tepki veren oldu mu bu konuda? Nurhayat: Evet Kaos GL’den bir arkadas “biseksüel bir kadinla birlikte olmam” demisti. Burcu: Aykirilar içinde aykiri olmak.. Umut: Aslinda bu kendi escinselliğini nasil kurduğuyla da ilgili. Lezbiyenlerdeki geyfobi ya da tersi veya transfobi, biseksüelfobi. Kendi cinsellikleri ile barisamamalarindan kaynakli. Belki senin yasindan kaynakli bir uzaklik da olabilir lezbiyenlerle aranda. Nurhayat: Evet küçükler. KKM’ye geleli bir buçuk yil oldu halen adapte olmus değilim. Çok yalniz hissediyorum. Bu benim kisiliğimden de kaynakli. Çok içe dönüğüm. Iletisim kurmakta zorlaniyorum. Umut: Burada iki tarafli bir durum var ayni mantiği onlarin senin büyük olman üzerinden kurmasi da mümkün. Nurhayat: Onlar daha küçük ve çoğunluktalar. Kendi aralarinda zaten rahat iletisim kuruyorlar. Bu hem benden hem onlardan kaynaklaniyor. Umut: Üst üste binen pek çok konu var. Yas, cinsel yönelim veya isyerinde açilamamak gibi. Kaosla tanisman nasil olmustu? Nurhayat: Bir gazetede Legatonun internet adresi vardi. Ben onu kopardim ve internetim olmadiği için iki yil köse bucak sakladim. Sonra eve bilgisayar aldik. Internet kullanmayi öğrendim. Ilk girdiğim adres orasidir. Oradan uğrasarak KKM’yi buldum. Ne telefon numarasi ne adres vardi. 118i aradim

kayitli değildi. Umutsuzluğa kapildim. Aradan uzun bir süre geçti tekrar denemeye karar verdim. KKM’nin telefonunu buldum. Dergiyi de bulamamistim. Kaos’a telefon açip dergiyi nasil alabileceğimi sordum Buradan alabilirsiniz dediler. Nasil geleyim?(gülüyor) Hiç kimseyi bilmiyorum, kimse beni bilmiyor. Beni bilen iki erkek arkadasim vardi demistim. Onlardan birini alip geldim. Çok iyi karsilandik. Dergiyi aldik. Ertesi gün öbür erkek arkadasimla geldim.O sevincimle kabima siğamiyordum. Böyle bir yer bulmusum, paylasmak istiyordum. 38-39 yasinda kesfediyorum. O zamana kadar kendi içimde yasiyordum escinselliği kimseyle paylasmadan. Burcu Seninle KKM etkinliklerinde, kadin toplantilarinda karsilastik pek çok kez ama devam etmedi. Nurhayat: Bir kere aylarca geldim. Sonra baktim tartisiyorlar hatta olmayan birinin arkasindan konustular bir seferinde. Bir dönem gelmedim sonra iyice koptum. Beni çok bencil olarak nitelendirebilirsiniz ama ben biraz da kendimi rahat hissetmek için geliyordum. Hala öyle, benim için bir dergah gibidir Kaos. Ne zaman isten yorgun çiksam bir çay içip gidiyordum isyerime uzak olmasina rağmen özellikle ilk zamanlar bulutlarin üzerindeyken. Dinleniyordum ben orada. Çok aktif olamadiğimin farkindayim ama. Burcu Burada insanlarin emeğine çok ihtiyacimiz var gerçekten. Yanimizda olan insanlarin bir terslik gördüklerinde gitmek yerine elestirmelerine ve bize açik davranmalarina da ihtiyacimiz var. Sen arkadan konusmak olarak algiladiğin olayi dillendirseydin hem bunu açiklama firsati vermis olurdu o insanlara hem de birlikte dönüsmek mümkün olurdu. Umut: Kaos GL’li insanlar olarak sana yeterince ilgi gösteremedik belki. Kullandiğimiz iletisim kanallari doğru da olmayabilir. Sonuçta coskuyla geldiğin KKMden uzaklasabiliyorsun. Bu belki bizim bir iç sorunumuz. Nurhayat: Burada bana iyi davranmayan kisiler de oldu ilk baslarda hem de ama bu benim hevesimi kirmadi. Gelmeye devam ettim. Sonuçta KKM kisilere ait bir yer değil. Burcu: Anladiğim kadariyla bu bir kirginlik ya da kizginliktan çok iletisim


Aile

kurmakta zorlanma. Nurhayat: Evet insan üzülüyor ya da geriliyor. Bunu eksikliğim olarak görüyorum. Umut: Kültür merkezinde ancak biz varsak bir sey yapilabiliyor. Bosanmis, kirk yasinda, çocuklu bir kadin olarak burada var olman senin gibi kadinlarin burada var olmasina bir kapi da açabilir. Senden sonra gelen kadinlarin burada mutsuz olmamasi için senin burada çaba göstermen ve lezbiyenlerle ve geylerle daha çok çatisman, zaman geçirmen gerekiyor. Sen Ankara’da görev yapiyordun ve 38 yasinda kesfettin. Tasradaki kadin ise lezbiyenliğini kuramayabiliyor, ne yasadiğini bilemeyebiliyor. Nurhayat: Ankara’ya gelmeseydim Kaos’tan belki hiç haberim olmayacakti. Umut: Senin Kaos Kültür Merkezinde açik olmadan da bir seyler yapabileceğinin altinin çizilmesi gerekiyordu belki. Nurhayat: Aktif olarak çalismak bana göre değil aslinda. O kadar yorgunum ki. Tek basima hayat mücadelesi veriyorum üstüne çocuğun sorumluluğu. O toplantilara gelmeyi, atölye çalismalarina katilmayi gerçekten isterdim ama bu gücü kendimde bulamiyorum. Bencillikle suçlayabilirsiniz ama.. Toplantilara katiliyorum, insanlari dinliyorum, bir seyler yapildiğini görüyorum ve mutlu oluyorum. Umut: Kaos GL’li kadinlarla birlikte ne yapmak istersin? Nurhayat: Yapilmasi gerekenler zaten yapiliyor. Onlari takdir ediyorum. Çok insan sohbet toplantilarindan hoslaniyor. Insanlarin birbirini tanimasini ve yakinlasmasini sağliyor o toplantilar. Umut: Burada biraz nefes almak istiyorsun. Nurhayat: Evet ben rahatlamak, dinlenmek, dergah gibi biraz huzur bulmak için geliyorum. Burcu: KKM disinda escinsellerle baska iletisim kanallarin var mi? Arkadas çevresi ya da internet gibi. Nurhayat: Bilitis’teyim ama disarida tanidiğim ancak birkaç kisi var. Burcu: Kaos’ta heteroseksizmle ve ataerkil sistemle mücadele ediyoruz ama bunu yapmanin tek yolu burada olmak değil. Disarida herhangi bir çalisman oldu mu? Nurhayat: Feministim ama biraz

tembelim galiba. O tür seylerde çalismak istemiyorum. Umut: Buraya gelmeden önce lezbiyenliğe dair neler düsünüyordun? Bir kadinla yasadiğin seyleri nasil tanimliyordun? Nurhayat: O kadini sevdiğimde bu en büyük askti benim için. Çok garipsemedim, ben hemen kabullendim. Erken yaslarda olsa belki yasardim ama 24-25 yaslarinda kisiliğim büyük oranda oturmustu zaten. Umut: Ailene dönersek, escinselliğini çocuğunla paylastiğinda nasil tepki vereceğini düsünüyorsun? Nurhayat: Olumsuz tepki vereceğini hissediyorum. Su anda ciddi bir iliskim olsaydi belki söylemek zorunda kalirdim. Söylemenin yollarini arardim. Öyle bir durum olmadiği için kafasini karistirmak istemiyorum. Üniversiteye hazirlaniyorken etkilemek de istemiyorum. Burcu: Bence kendine tembelim diyerek biraz haksizlik ediyorsun. Evlilik geçirmis, çocuklu bir kadin bir gün biseksüelliğini kabulleniyor ve Kaosa geliyor, kendi benzerlerini ariyor... Nurhayat: Öyle düsününce kendimle gurur duyuyorum zaten (gülüyor). Biraz da korkuyorum açiğa çikmaktan. Burcu: Geleceğe baktiğinda hayatini nasil görüyorsun? Nurhayat: Bir kadinla birlikte yaslanmak, ölmek. Ayrica çocuğumun bilmesini kabullenmesini de isterim. Burcu: Bu Türkiye’deki ilklerden biri de olacak belki. Annesinin biseksüel olduğunu kabullenmek sence onda neyi değistirir? Nurhayat: Hiç düsünmediğim seyleri soruyorsun. Insanlara daha hosgörülü olur. Escinsel olmasa bile cinsel yönelimlere saygili olur. Umut: Iyi anne, iyi evlat hep heteroseksüel düsünülüyor. Ben escinselim ama annemin lezbiyen olmasi hayatta karsiliğini bulmuyor. Senin oğlunun aklina benim annem lezbiyen olabilir mi sorusu gelse belki televizyonda gördüğü escinsellere karsi senin yaninda o kadar rahat sert tepkiler vermeyecek. Bütün bunlar zincirleme gelisiyor. Sen oğlunu düsününce escinselliği sade hayal olarak kaliyor. Senin anne olman bizim sorularimizi da etkiliyor. Soru sormakta zorlaniyoruz. Annelik bu toplumda

kutsal bir sey. Burcu: Kutsanmis olan her seye süpheyle bakmak gerekiyor. Annelik de en çok kutsanmis olani. Nurhayat: Arkadaslarim beni anne gibi görmediklerini söylerler. Evli bazi kadinlar gibi sürekli çocuğumdan bahsetmem. Bana anneliği hiç yakistirmiyorlar. Burcu: Insanin kendi hayatinin olmasi çocuğunu sadece kendine ait bir seymis gibi sahiplenmemeyi de getiriyor ve her iki tarafi da özgürlestiriyor. Nurhayat: Avrupa’daki gibi çocuklar on sekiz yasindan sonra evden ayriliyor olsa ben yollardim. Yirmi, yirmi bes yasinda evden ayriliyorlar. Anne ağliyor. Niye? Gidiyormus oğlu. Burcu: Çocuk sahibi olmak isteyen benim gibi escinsellere neler söyleyebilirsin? Nurhayat: Klasik laftir çok sorumluluk istiyor. Ben çok zorlandim, hep yalnizdim. Çocuk lafini duyduğumda irite oluyorum artik. Burcu: Partnerinle büyütme olanağin olsaydi farkli olur muydu? Nurhayat: Evlilikteki sorunlari yasamamis olsaydim ben de düsünürdüm ama doğumundan itibaren bütün yükü benim üstümdeydi. Simdiki aklim olsa doğurmazdim diyecek kadar zor, hem dünya hem Türkiye sartlarinda. Burcu: Aranizdaki bağ nasil? Nurhayat: Uyumluyuz. Eskiden daha agresifti ama simdi oturuyor yavas yavas. Bosanmanin suçunu bana yüklüyordu belki de ondan. Burcu: Senin cinsel yöneliminden bahsedememen gibi onun da sana anlatamadiği bir seyler vardir belki. Cinsellik ya da kiz arkadas mesela. Nurhayat: Anlatmadiği sey yoktur ama bilemiyorum tabi. “Olsa anlatirim” diyor. Burcu: Klasik anne çocuk iliskisindeki duvarlar yok o zaman. Nurhayat: Ben öyle düsünüyorum en azindan. Burcu: Tesekkürler.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 9


Aile

Yasamimiza Sahip Çikmak, Asli Zeynep

Içimizde disimizda, kendilerini yasamlarini yasayamayan, kendilerine sahip çikamayan kaç insan var diye sorarim hep kendime, bunu rakama dökersek, milyonlari bulur mutlaka.. Ama genelde aileler suçlanir, anlasilamiyorum ya da anlasilmak istenmiyorum, ne konustuysam, davranislarimi ne kadar onlarin istediği düzeye getirdiysem, yine de annem ve babam tarafindan bir kusur aranip bulundu bende. Hele babam hiç dinlemez beni, geçer televizyonun karsisina arada sirada anneme bağirir, annem de ona olan hincini benden çikarir, yasaklari koymaya baslar. Beni ben olarak anlamayan, anlamak istemeyen bu aileye nasil açilabilir, nasil en gizli sirlarimi paylasabilirim, normal yasantimi bile paylasamiyorken, escinsel kimliğimi! Yo yo beni ya öldürürler, ya da evden kovarlar, bes parasiz ne yaparim. Disa yöneliyorum bu yüzden, bana benzeyen arkadaslarima takiliyorum, gizli gizli bulusuyor, genelde barlara takiliyor, bira içiyoruz. Iyi geliyoruz birbirimize, alkol de olunca yasam sanki daha bir kolaylasiyor... Peki sonra!... Babam öleli yillar oluyor, annemle yalniz yasiyoruz, annem bara gitmeme, alkol almama çok karsi, arkadaslarimi sevmez görüsmemi istemez. Hep onunla dizlerinin dibinde olmami ister, disari çikma yasaği koyar, anlasamiyoruz annemle hiçbir konuda. Anlamak istemiyor beni, ama ben yasamak istiyorum, issizim, ah su maddi imkanim olsaydi... Sevgilimle bile görüsemiyoruz çoğu kez, onunda benden bir farki yok çünkü, intihar etmeyi düsünürüm çoğu kez, ne farki var ki bu yasantimin ölü bir bedenden... Peki sonra!... Is buldum en sonunda, artik

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 10

çalisiyorum, özgürüm artik, maddi özgürlük önemliymis gerçekten, maasimin çoğunu anneme veriyorum, aslinda duygusal rüsvet denilebilir, annem izin versin diye rahat yasamama, zira bu maasla ayri bir ev açmam mümkün değildi, hem açamazdim, annemi yalniz birakamam ki ben.. Anlasamiyoruz doğru, bilmiyorum, duygusalim galiba... Iyi bir maasim olsaydi, belki o zaman farkli olurdu, Belki!.. belkiler, çeliskiler...

Peki sonra!... sonralar... Sonralardan öncesi; Anne uzun zamandir yalniz, esini kaybedeli yillar olmus, anne yalnizliğini çocuğuna da yüklüyor farkinda olmadan, henüz kendini bulamayan anneler... Annemin uzaktan yakindan cinsellikle ilgisi yok, der çocuk. Annemin kadin arkadaslari da yok, çarsiya pazara gitmez, varsa yoksa bütün derdi benim... Derdi!........ Annenin derdi aslinda kendisi, aslinda bir çok annenin asil derdi kendileri, onlar da anlasilamadiğini düsünür, ama annedir o, güçlü olmak, güçlü görünmek zorundadir, çocuğunu koruma, sakinma uğruna girdiği rolden uzak tutmaz çocuğunu... Yalniz bir annenin cinselliği tanimamasi, mümkün müdür bu?.... Gizliyordur... Sen annenin ruhuna girip, tanimaya

çalistin mi hiç.. Onun gözüyle baktin mi dünyaya hiç? Itirazlar; evet ama konumuz anneler değil, konumuz çocuklari, yani bizler, konumuz bununla baslar aslinda, ailenin çözülmesi ile her anlamda, ana baba sağlikli düsüncelere sahip olmali ki sağlikli sorunsuz çocuklar yetissin... Doğrusu ben anneme ya da babama onlarin gözüyle bakmadim hiç, hep kendi gözümle baktim, çocuk ve aile arasindaki uyusmazliktaki en büyük neden budur belki, belki bu yaklasim karsilikli anlayisi da beraberinde getirecektir. Birden değisemez aile, kavgayla gürültüyle de değismez zora dayali olmadan sabirla, yillar bile sürebilir bu değisim, yine de yapici mücadeleyi elden birakmamak, yilmamak önemlisi. Yoksa, kim sahiplenecek bizi biz sahiplenmezsek, adina sahiplenme denip, yasamlarimiz çaliniyor elimizden, aile kiramadiği zincirin devamini bilmeden çocuğa yükleyerek kendine benzetir, sessiz sedasiz. Korkunç sistemlidir aile bu yüzden, zordur kirmak o zinciri, ama sabirla basarilabilir. Bir çoğumuzun yanilgisi, ekonomik bağimsizliğim olsaydi, peki duygusal yanlarimiz, ruhumuzu sarip sarmalayan vicdan meseleleri... Tastan duvar örülse ruha, yine de bir yani açiktir hep, kiyamamak değil adi, söküp atamamaktir. Ya da bunlara siğinarak kolaya kaçmak, ailem beni anlamiyor ben iyisi mi su bara takilayim, gibi. Kolay midir onlarca sorundan siyrilmak, kendine yetmek, ayaklari üzerinde durmak? Kararli olmak önce, kendini taniyip anlamak, gerçekte ne istediğini bilmek ve ne istediğini bildirmek, kendisinden beklenenlerden kaçmamak. Ne istediğini bilmek en büyük sorun ve en önemli çözüm olacaktir.


10. Bulusma

Aileye Açilma: Sorunlar, Stratejiler,Politikalar... Raportör: Yesim & Ulas

Escinsel ailelerinin, çocuklarinin escinselliğini kabul etmesi çok zor gerçeklesen bir süreç. Baska escinselleri tanisalar ve sorunsuz iliskiler kursalar bile, çocuklarinin escinsel olmasi onlara korkutucu geliyor. Biz nasil escinsel olduğumuzu fark eder etmez homofobimizden arinamiyorsak, ailelerimiz de bizlerin escinsel olduğunu öğrendiklerinde homofobilerinden arinamiyorlar. Dolayisiyla açilir açilmaz ailelerimizin kendiliklerinden homofobilerinden arinmalarini beklememeliyiz. Her ne kadar her birimiz özgün deneyimler yasiyor olsak da, aslinda aileye açilma süreçleri pek çok açidan benzer bir sekilde isliyor. Bu nedenle açilma öncesi, açilma ve açilma sonrasi için tartisarak olusturacağimiz stratejilere dayanan somut destek projeleri olusturmaliyiz. Uzun vadede escinsel ailelerinin örgütlenmelerini sağlamayi hedeflemeliyiz. Açilmadan önce aile kurumunu sorgulamis olmak gerekiyor. Bu, açilma sirasinda ya da sonrasinda karsilacağimiz sorunlari anlamamizi, olusacak riskleri öngörmemizi ve gerekli önlemleri almamizi sağlar. Aile bağimlilik iliskileri içerisinde kurulmus bir kurumdur. Aile içerisinde bulunduğumuz sürece bu durumu içsellestiriyoruz. Sonuç olarak ailelerimiz önüne bastirilmis ve onlara psikolojik, sosyal ve ekonomik her anlamda bağimli bireyler olarak çikiyoruz. Bunu sorgulamadan, sonuç alici bir sekilde açilmayi gerçeklestiremeyiz. Özetle aileyi kutsallastirmak yerine aileyi dönüstürmeye çalismaliyiz. Manchester Ebeveynler Derneği’nin slogani “escinsel evlatlarimiz değil, biz değiseceğiz”, aile içi gelistireceğimiz

politikalarin zemini olmalidir. Ekonomik bağimsizlik ve sabir aileye açilma sürecinde çok önemli etkenler olarak karsimiza çikiyor. Fakat ürettiğimiz politikalarda ekonomik bağimsizlik ve sabrin açilmanin ön kosulu olmadiğinin altini çizmeliyiz. Açilma sürecinde aileler konuya santaj, tehdit, fiziksel siddetle yaklasabiliyorlar; çocuklarini suçlu duruma sokacak stratejiler izleyebiliyorlar. Elbette bu davranislarin kaynaği çocuklarina olan sevgisizlikleri değil, köklerini heteroseksizmden alan korku, bilgisizlik, önyargi, vb. etmenlerdir. Bu etmenler açilma ve sonrasi süreçte kriz ortaminin olusmasina neden olmaktadir. Olağan bir sekilde gelisen bu süreci asilamaz görmek yerine, onlarla birlikte dönüsebilmenin zeminlerini yaratmaya dönük çalismalar yapmaliyiz. Ailelerimiz de, bizim kendimizi tanima, kabul etme ve barisma süreçlerindeki ihtiyaçlarimizdan muaf değiller. Onlarin da escinsellikle ilgili gerçek bilgiye, kendileri ile ayni durumda olan bireylerle tanisma ve etkilesime girmeye ihtiyaçlari var. Biz nasil toplum içinde yalnizlastiğimiz bir süreç yasiyorsak, ailelerimiz de akraba çevresi ve içinde bulunduklari toplumsal çevre içerisinde ayni yalnizlasmayi yasiyorlar. Bu bağlamda yasanan sorunlari asmaya dönük çalisma gruplari olusturmaliyiz. Bu gruplarin yapacaği çalismalarda, aileye açilma sürecinde karsilasilan durumlar ve deneyimler bir araya getirilmeli, açilma öncesi, esnasi ve sonrasi süreçlere iliskin kapsamli stratejiler gelistirmeli ve bunlara dayanarak çesitli somut ürünler olusturmaliyiz. Sunumlar Ailelere, escinsel bireylere, eğitimcilere, psikiyatristlere,

psikologlara, avukatlara, sosyal hizmet uzmanlarina, bir bütün topluma dönük kendi içinde uzmanlasmis farkli eğitim paketleri Kendi içimizde konuyla ilgili uzmanlar yetistirmek Tartistirma programlari Brosürler Internet üzerinden bilgilendirmeler Makaleler Çocuk olan escinsellerin yani sira, anne-baba olan escinsellerin de sorunlarinin bu projeler kapsaminda ele alinmasi gerekmektedir. Evlatlarina açilmalari ve çocuklarinin yasayacaği sorunlari asmalarina dönük sorunlar, vs. Bu çalismalar çocuk sahibi olmak isteyen escinsellerin de önünü açacaktir. Açilma stratejilerinin yani sira, açilmama stratejileri de olmalidir. Herkese açilmayi öneremeyiz. Hangi durumlarda açilmamayi önereceğimizi, hazirlayacağimiz projeler kapsamina almaliyiz. Deneyimlerimizi bir araya getirirken Bati’ya bakmak önemlidir ama yeterli değildir. Bati’nin geçmisinden gelen deneyimleri dikkate almali, ancak sonuç olarak üretimlerimizi yerel deneyimlere dayandirmaliyiz. Aileye açilmak onlara değer verdiğimizin kanitidir. Escinsel gruplarinin kendini ciddi bir sekilde belli eden bu soruna karsi acil harekete geçmeleri gerekmektedir. Bu anlamda, çalisma gruplarina ihtiyacimiz var. Öncelikle varolan deneyimler bir araya getirilmeli, sosyolojik, psikolojik, hukuki kaynaklarla zenginlestirilmelidir. Olusan bilgi havuzuna dayanarak topluma önereceğimiz somut politikalar gelistirmeliyiz. Bu politikalar üzerinden somut ürünler olusturulmali ve bu ürünlerin vücut bulacaği çalismalari acilen yasama geçirmeliyiz.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 11


10. Bulusma

Gönüllülük: Örgütlü Mücadele Içinde Gönüllülük Raportör: Koray & Cihan

Toplanti Türkiye’de ve Dünya’da toplumsal hareketlerin yakin tarihinde birey-örgüt iliskisinin değerlendirilmesi ile basladi. 1980 öncesi toplumsal hareketlerde gönüllülükten çok inanç, dava ve zorunluluk gibi kavramlar birey ve örgüt arasindaki iliskilileri belirlemekteyken 80 sonrasi yeni toplumsal hareketlerin gönüllülük kavramini ön plana çikardiğindan bahsedildi. 80 öncesi hareketlerin, karsi durduğu devlet anlayisinin bürokrasisini kendi içinde yeniden ürettiği için zamanla etkisini yitirmesinden, sonrasinda ise baskin gelen gönüllülük anlayisi sonucunda sürekliliğin sekteye uğrayabilmesi riskinin, yesil hareket gibi hareketlerin partilesme gibi yollarla tekrar eski bürokratik yapilari benimsemesine yol açabildiği söylendi. 60 sonrasi kimlikler çoğalirken kisilerin kendi öznelliğini yansitabileceği, örgütün çizdiği kimlik içerisinde eritilmeyeceği örgütlenmelerin sekillenmeye baslamasinin gerektiği, bireyler tarafindan karsi çikilabilecek inançlari olan, kisinin kendini ve örgütü farklilastirabileceği, kendi potansiyelini dönüstürebileceği ve emek hiyerarsisine duyarli bir örgütlenme gerekliliğinden bahsedildi. Mücadele verilen alanlarda doğrudan özne olunmasinin, kisilerin sorunlara yaklasiminda farkliliklar olusacağinin alti çizilirken gönüllülük kavraminin mücadele içinde kisinin kendisini özne olan ya da olmayan olarak konumlandirmasina göre farkli anlamlandirilabileceğinden bahsedildi. Buna iliskin travesti ya da transeksüellerin bireysel ya da örgütlü mücadelesinin nereye kadar gönüllü

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 12

olarak algilanabileceği sorgulandi. Escinsel hareket açisindan bakildiğinda, mücadelenin sadece escinsel haklari doğrultusunda verilen bir çikar mücadelesi değil de toplumsal dönüsümü hedefleyen bir hareket olmasindan dolayi, konunun öznesi olmanin escinsellerle sinirli olamayacaği hatirlatildi. Kisilerin katilimini, gönüllülüğünü belirleyenin, mücadelenin konusundan ziyade, o konunun ele alinis biçimi olabileceği, örneğin yesil mücadele içinde, doğainsan-kültür iliskisini temelden sorgulamaya çalisan örgütlülükler olduğu ve bu durumda özne olup olmamak meselesinin önemli olmayabileceği belirtildi. Gönüllük kavramini tanimlarken yasanmisliklarin, inanmisliklarin rolünden bahsedilirken hobilestirilmis gönüllülüğün olumsuz yanlari, bunun yaninda gönüllülüğün keyfilik olarak algilanmasinin sakincalarindan bahsedildi. Gönüllü olarak alinan bir sorumluluğun görev alindiktan sonra keyfiyete kalmamasi gerektiği vurgulandi. Escinsel hareketi ve kadin hareketi gibi uzun vadede sonuç alinabilecek hareketler ve kisa vadede etkinin görülebileceği mücadelelere katilimda kisinin konumunda farkliliklar olabileceğine değinildi. Kisinin gönüllü olduğunda, içinde olduğu gruptan daha fazla çaba göstermesi, fedâkarlik yapmasi, bazen hayatini mücadeleye göre sekillendirmesi gerekirken, içinde bulunduğu örgütlülüğün eziyet üretmemesi, baskici olmamasi gerektiği belirtildi. Örgütlerin, gönüllülerin örgütlenme kanallarini yaratmak, katilima imkân vermek, kendini sorgulamak gibi sorumluluklari olduğundan bahsedildi.

Gönüllülük anlayisinin profesyonellikle birlikte islemesinin para, prestij, kariyer, çikar gibi kaygilari ön plana çikarabileceği gibi, süreklilik, kurumsallasma ve planlama açisindan olumlu yanlarinin da olabileceğinden bahsedildi ve sivil toplum örgütlerinde profesyonel ve amatör görevlerin ayrimlarinin yapilmasindaki zorluklardan konusuldu. Gönüllü örgütlenmelerde yeni gönüllülerin kendilerini tanimlamakta zamana ihtiyaç duyduklarindan, devamli etkin gönüllülerin bu sürece saygi göstermelerinden, yol gösterici olmalarinin öneminden ve “aktivist” gibi kimliklestirmelere erken siğinilmamasi gerekliliğinden bahsedildi. Gönüllülerin örgüt içerisinde kendilerini konumlandirmalarinin öneminin alti çizildi. Gönüllülük taniminin bu çerçevede bir irade arz ettiği, gönüllülüğün taniminda baskasi tarafindan bir zorlama değil bireyin kendini belli bir çerçevede zorlamasi olduğu konusuldu Gönüllüğün ille örgütler içerisinde değil bireysel olarak hayata geçirilecebileceği konusulurken kisilerin örgüt değistirme özgürlüğünün önemi hatirlatildi ve escinsel kimlikten yola çikarak gönüllülük anlayisinin bireyde diğer toplumsal sorunlarla mücadelelerde gelistirilen duyarlilikta bir çikis noktasi olmasi gerektiği konusuldu. Bunun disinda kimlikler üzerinde konusup gönüllü tanimi ortaya çikarilmaya çalisilirken kimliklerin günümüzde siliklestiğinden ve esas amacin bu tür kimliklerin ortadan kalkmasi olduğu öne sürüldü.


10. Bulusma

Örgütlenme Alanlari ve Çalismalari: Toplanti üç saatlik bir zaman diliminde üç bölümden olusuyordu. Birinci bölümde “kadin örgütlülüğü”, ikinci bölümde “öğrenci örgütlülüğü”, üçüncü bölümde ise “diğer” basliği altinda “travesti ve transeksüel sorunlari” üzerine konusuldu. Toplantinin birer saatlik bölümlerde konusulmasi ve genel bir çerçevenin çizilmemesi nedeniyle özellikle bu toplantilarda bir ortaklasma sağlanamadi. Ancak örgütlerin bu toplantilarda çizilen çerçevede politika olusturmalari gerektiği ve bu politikalari kendi içlerinde tartismalarinin bir zorundalik olduğu konusunda ortaklastik.

Kadin Örgütlülüğü Raportör: Firat, Öner, Umut

Kadin örgütlülüğü basliğinin çok genis bir konu olduğunun, bu baslik içinde çok fazla konuda konusulabileceğinin alti çizildi. Bir çerçeve çizilmediği için Kaos GL tarafindan konunun tartisilmasini istediği sekilde konu tartisilamadi. Lezbiyenlerin bulunduklari alanlarin hangilerinin örgütlenme için öncelikli alanlar olmasi gerektiğinin düsünülmesi önerildi. Kadinlarin örgütlenmesinin sadece kadinlarin yapmasi gereken “bir kadin isi” olarak değerlendirilmemesi gerektiği, escinsel örgütlerinin bir sorunsali olarak tartisilmasi gerektiği üzerinde duruldu. Escinsel hareketi içinde ise kadin örgütlülüğü olduğu ancak lezbiyenlerin yasadiklari sorunlari asmak için escinsel hareketteki varliğinin daha fazla hissedilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Kadinlarin kendi aralarinda toplanmalarinin gerekli olduğu, erkeklerle yapilan karma toplantilarda genellikle “erkek escinselliği” üzerine konusulduğu, erkek escinsellerin kamusal alanlarda, parklarda, hamamlarda varolabildikleri ve kamusal alanda, örgütlerden önce de olusturulmus olan dille ve pratik aliskanliğiyla söz üretebildikleri ve karma toplantilarda bunun etkisinin hissedildiği belirtildi. Escinsel hareketteki kadinlarin etkilesimin gerçeklesememesinin sebepleri olarak; görünürlük açisindan

yasanilan çekiniklik, aileye karsi fazla direnme gücünün olmamasi, politik olan escinsel kadinlarin azliği, erkeklere oranla daha fazla farkli sorumluluklarin olmasi belirtildi. Escinsel harekette kadinlarin azliğini ya da sayica çokluğunu konusmanin çok önemli olmadiği belirtildi. Önemli olanin, politika yaparken bu politikanin nasil hayata geçirileceği olduğunun alti çizildi. Escinsel kadinlar niçin ayri örgütlenmek istiyor ya da niçin ayri örgütlenmeli? Varolan escinsel örgütlerindeki erkek egemenliğinin bir çekince ve katilimda isteksizlik yarattiği, gruplara kadin katilimini engellediği dile getirildi. Bununla beraber ayri escinsel kadin örgütlerinin varliği, kadinlarin sosyallesmesini ve iletisim kurmalarini kolaylastiracaktir ve varolan çekinikliği kiracaktir denildi. Toplantiya Kaos GL’den katilan bir arkadas Kaos GL içerisindeki heteroseksüel ve escinsel kadinlarin bağimsiz örgütlenme isteklerini çok masum bulmadiğini çünkü Kaos GL’de beraber örgütlenmenin mümkün olduğunu belirtti. Buna yanit olarak Kaos GL toplantilarina yillardir bir çok erkeğin gelip, kimlikleriyle barisip gittiği, bunun sorun edilmediği, ama kadinlara gelince bunun sorun olarak ifade edildiği söylendi. Kadinlarin neden siyasete katilmadiği ya da örgütlerde cinsiyetçiliğin tartisilabileceği ifade

edildi. Örgütlerdeki cinsiyetçiliğin önemli bir konu olduğunun alti çizildi. Kurumsallasmis ve kadin çalisan barindiran olusumlarda bile is bölümüne bakildiğinda evdeki is bölümünün bir benzerinin görüldüğünü vurgulandi. Lambda – Amargi komisyonu, gruplarinda cinsiyetçilik ve heteroseksizmi sorgulatmak için önce tartisma toplantilari düzenledi. Ancak bunun dönüstürme yolunda yeterince etkin olmadiği görüldü ve bunun yerine alistirmalar düzenlendi. Cinsiyetçilikten arinma alistirmasinda herkesin katkisiyla iki kadin hakkinda bir öykü olusturuldu ve bu yolla “içimizdeki cinsiyetçiliği sorguladiklari” pratiği aktarildi. Geçen Güztanbul (2002) sirasinda, organizasyon ekibinin deneyimi aktarildi; “Bir kisi hariç herkes erkekti ve kadinlarin kendi aralarinda yapacaklari bir toplantinin gündeme alinmasi için ekipteki kadin çok fazla mücadele etmek zorunda kaldi, çünkü erkekler buna yanasmak istemediler. Bunun yapilmamasini ya da baska ara bir zamanda yapilmasini önerdiler. Sonunda toplantilar yapildi ve 50-60 kadin geldi. Erkekler yine tek tek, aslinda sistemli bir biçimde ayni espriyi yaptilar: “Biz de kadiniz, niye bizi almiyorsunuz?” bu “sakanin” sistemli olduğu söylendiğinde “Ne kadar abarttiniz, yalnizca sakaydi” dendi. Tüm bunlar, escinsel hareketi içinde

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 13


10. Bulusma

kadin örgütlülüğünün önündeki bir engel olarak karsimiza çikiyor. Kadinlar örgütlenmeye çalistiğinda ya erkeklerin asağilamalarina maruz kaliyor, ya da iki toplantida, erkeklerin on yilda geldiği noktaya gelinmesi ya da en azindan müthis sonuçlar çikmasi bekleniyor. Kaos GL’de cumartesi söylesileri kapsaminda yapilan “karma örgütlerde lezbiyen örgütlenmesinin önündeki engeller” toplantisi sonuçlarini okunduğunda; ortaya çikan sonuçlarin tamamen teorik olduğunu, ayni teorik

sonuçlar üzerinden burada tartismanin önümüzü açmayacaği, erkeklerin cinsiyetçilikleri ile yüzlesmelerinin bir zorundalik olduğu ama bunun disinda kadinlarin kendilerini sorgulamalari gerektiği belirtildi. Escinsel hareketin bugün geldiği nokta itibariyle escinsel kadinlarin feminist kadinlarin yanina gidip orada politika üretmeleri değil feminist heteroseksüel kadinlarin escinsel kadinlarin yanina gelmeleri ve escinsel örgütlerde politika yapmalarinin ilerletici bir adim olacaği belirtildi.

Kaos GL’li kadinlarin özerk bir alani olduğu ve bu alanda birbirleriyle iletisim kurabildikleri ama bir ara bu özerk alan üzerine geylerin soru soramaz hale geldiği üzerine konusuldu. Escinsel mücadelesinde salt escinsellerin örgütlenmesi yerine homofobiye sahip olmayan herkesin katilabileceği bir sürecin önemi vurgulandi. Escinsel hareketteki kadin örgütlülüğünün bunun yolunu açabileceği belirtildi.

üretemeyeceği anlamina gelmemesi gerektiği üzerinde duruldu. Legato’nun nasil bir ihtiyaçtan çiktiği, zaman içinde nasil evirildiği üzerine konusuldu. Kaos GL’li gey ve lezbiyen öğrencilerin kampüslerde örgütlenme ihtiyaçlari üzerine ODTÜ’lü gey ve lezbiyen öğrencilerin nasil örgütlendikleri, daha sonraki süreçte Geyankara sürecinin Legato mail listelerini açma süreçleri, son olarak Legatoankara sürecine değin konusmalar yapildi. Bu toplantida sadece Legato ve Legato üzerinden yasanilan sorunlarin

konusulmamasi gerektiği ve Legato’nun ve Legato üzerinden yasanilan sorunlarin bu toplantinin bir parçasi olduğu dile getirirdi. Legato üzerinden kisisel tavirlarin gruplarda sorun yarattiği ancak her iki tarafin da bu konuda daha özverili davranmasi gerektiği belirtildi. Toplumsal bir hareket yaratmak istiyorsak bunu hayatin her alanina yaymamiz gerektiği ancak böyle bir toplumsal hareket yaratabileceğimiz konusunda hemfikir olduk.

Öğrenci Örgütlülüğü “Gey gettolar değil kentin tamamini istiyoruz” diye yola çikiyorsak eğer yasamin her alanina dair politika üretmemiz gerektiği, escinsellerin bulunduğu her alani, politika yapacağimiz ve kendimizi var edeceğimiz alan olarak algilamamiz gerektiği belirtildi. Escinsel hareketin öznesi olarak kendini tanimlayan her grup veya örgütün bu konuda politika gelistirmesinin önemi vurgulandi. Öğrenci üzerine politika üreten bir grubun varliğinin, escinsel hareketin diğer öznelerinin bu konuda politika

Diğer alanlar... Travesti ve Transeksüeller Son bir haftada Istanbul’da gerçeklesen ve travesti ve transeksüellere yönelik “para cezasi kesme” seklinde ortaya çikan sorun üzerine konusuldu. Devletin travesti ve transseksüellere karsi açtiği savasla travesti ve transeksüellerin varliğini toplumsal ahlakin arkasina gizleyerek silmek istediği, bu konu üzerinde acilen çalisilmaya baslanilmasi gerektiği belirtildi.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 14

Öncelikli olarak hukuki mücadele süreci baslatilmasi, bunun için de hukukçularla isbirliği yapilmasi gerektiği belirtildi. Travesti ve transeksüellere yönelik insanlik disi uygulamanin desifre edilmesi gerektiği ve insan haklari ihlalleri ile ilgilenen derneklerin bu konuda harekete geçirilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Insan haklari dernekleri ve uluslararasi örgütlerin bu konudan haberdar edilmesi gerektiği

belirtildi. Escinsel örgütleri içindeki bireylerin sahip olduğu transfobinin ve iletisimsizliğin travesti ve transseksüellerin escinsel mücadele içinde yer almasini engelleyen sorunlardan olduğu, varolan transfobinin yikilip birlikte mücadele yollarinin beraber yaratilmasi gerektiği vurgulandi.


10. Bulusma

Sivil Toplumdan Ne Anliyoruz... Raportör: Tuba Özkan

Sivil Toplum kavraminin tarihsel süreci konusunda bir değerlendirme yapildiktan sonra “sivil toplumdan ne anliyoruz” ve sivil toplumda escinsel örgütlülüğü, iliskiler konusuldu. Birey yalnizca emek gücüyle değil pek çok toplumsal iliski yoluyla sisteme bağimli hale geliyor. Bu özne konumlari tekil sinif çikarlarina karsilik gelmeyen değisik toplumsal gruplari olusturuyor. Bunlar; baris eylemcileri, feministler, escinseller, çevreciler, etnik azinliklar, öğrenciler vs. Sivil toplumun öznelerinin iktidari ele geçirmek hedefi yoktur, ancak hiyerarsiyi dağitmak, özgürlükçü düsünceyi yaymak ve bu sayede toplumsal dönüsümü gerçeklestirme hedefi vardir. Sinifsal çeliskilere indirgenemeyen

toplumsal hareketlere yapilan vurgu arttikça sivil toplum daha bir tartisilir hale gelmistir. Toplumsal mücadelelerin çoğulluğu ve içerdiği zenginlikler açisindan bakildiğinda eklemlenen ve eklemleyen sürekli bir bozulma ve yeniden tanimlanma sürecinin etkisi altinda kalmistir. Bu bağlamda yeni toplumsal muhalefet odaklarinin (öğrencilerin, feministlerin, escinsellerin vb.) belirmesi ve bunlarin toplumsal dönüsüme öncülük edebileceği düsüncesi gelismistir. Sivil toplumun ne olmasi gerektiğini koyarken devletin sivil toplumun neresinde olduğunu da tartismak gerekir. “Devlet olduğu için sivil toplum var” düsüncesinden hareketle toplanti sürecince; “Devletin rolünü nasil bir düzeye indireceğiz. Bizim disimizdaki devlet nasil olusacak, kendimizi

devletle nasil konumlandiracağiz, birbirimizle nasil iliskileneceğiz.” sorulari sekillendi. “Devlete karsi bilinç gelistirmek için sivil toplum kuruluslari bir araçtir. Biz bu araci nasil kullanacağiz? Toplumu değistirmek için sistem karsiti bir hareket haline nasil getireceğiz.” sorularini gündemimize almamiz gerektiği belirtildi. Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin kurulus biçimi sivil olsa da isleyisleri itibariyle bireyin iradesini yansitmadiği konusunda ortaklasildi. Bu çerçevede sivil toplum kuruluslari ile escinsel hareketin bilesenleri kurumsallasma bağlaminda nasil iliskilenecekleri üzerine tartisildi.

Stk'larla Iliskiler, Sivil Toplumda Escinsel Örgütlülüğü Raportör: Ülkü, Onur, Umut

Türkiye’de sivil toplum geleneğini çok olmamasi ve devlet geleneğinden besleniyor olmasindan kaynakli olarak sivil toplum örgütlerinin iktidari yeniden ürettikleri ve iktidarla mücadele ederken ve ayni zamanda bu stk'larla iliskilenirken bunu göz önünde tutmamiz gerektiği vurgulandi. Stk'larla iliskilenmelerin stk'larla politik yan yana durulabileceği ve beraber zaman zaman ortak etkinlikler yapilabileceği gibi, stk'nin üyesi olmak, stk'larla bir platformda veya

koordinasyonda birlesmek ve stk'larin escinsellere yönelik politika ve hizmet gelistirmesi seklinde olabileceği belirtildi. Stk’ya üye olmak ve bir baska stk’da çalismanin escinsel kurtulusçusu olarak çatismayi orada ve bir stk’nin içinde yasatmak olarak algilanmasi gerektiği, böyle bir ortamda gizli homofobi ile mücadele etmenin zor olduğu üzerine dururdu. Ancak çatisma yasandiği noktada iletisimin sağlikli bir sekilde kurulabileceği ve bir kazanim olarak değerlendirebileceği üzerine

konusuldu. Stk’larla iliskiye geçmeden önce bu iliskinin politik zeminini yaratmamiz gerektiği vurgulandi. Iliskiye geçerken bizim de tam olarak kurumsallasmasini tamamlamis bir yapi olarak iliskiye geçtiğimizi düsünmememiz gerekiyor, kurumsallasma sürecimiz devam ediyor. Bu anlamda kurumsallasma sürecinin zeminini güncel teknik ve yöntemsel zeminini çok iyi belirlemis gerekiyor. Kaos GL'nin on sene önce IHD'de Ankara subede gey ve lezbiyen haklari komisyonu olarak

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 15


10. Bulusma

kurulduğunun, ancak yönetim değistiği için komisyonun taninmadiğinin ve IHD ile iliskilerin ancak “bununla bitti” asamasina getirilmediğinin, ayni IHD'nin bundan üç sene önceki Türkiyeli Escinsellerin Bulusmasina ana salonunu açarak ev sahipliği yaptiğinin ve IHD genel baskanin açilis konusmasi yaptiğinin, süreç içinde iliskinin değisebileceği ve gelisebileceğinin göz önünde bulundurulmasi gerektiği söylendi. Stk'larla iliskilenirken bu çerçeveden iliski gelistirmemiz gerektiği "verilen ani ve homofobik tepkilerin" zaman içinde değisebileceğinin alti çizildi. Bulunduğumuz platformlarda yasadiğimiz sorunlar olumlu ya da olumsuz gelismeler aktarildi. Kaos GL, Baris Için Sürekli Kadin Platformu’ndaki kadinlarin homofobileri

ile yüzlesmedikleri ve escinsel kurtulus mücadelesini kavrayamadiklarindan bahsetti. Koordinasyon veya platformlarin ani refleks gruplarinin sadece anlik beraber hareket etmek disinda dönüstürücü bir etkisinin olmadiği ve buralarda yer alirken bunu dikkate almamiz gerektiği belirtildi. Lambdaistanbul, ‘Irak’ta Savasa Hayir’ koordinasyonu gibi ani refleks gruplarinin enerjiyi tükettiğini, içinde kendini ifade edemediğini belirtti. Platformlardaki stk temsilcilerinin yeteri kadar dönüsmemesinin ve samimiyetsiz tavirlarindan bizim de sorumlu olduğumuz vurgulandi. Platformlarda ve konseylerde “Heteroseksizmi bir yüzlesme alani olarak net bir sekilde ortaya koyabildik mi? Kuracağimiz iletisimin alt yapisini olusturabildik mi? Bu insanlarla yeteri

kadar fikirsel tartismaya girebildik mi?” sorularini sormamiz ve çözüm üretmemiz gerekiyor. Stk'larla nasil iliskilenirsek iliskilenelim ilk anda bir homofobi ile karsilasacağiz ve bununla süreç içinde mücadele etmemiz gerekiyor. Bazen daha köklü bir program vs. uygulanmasi gerekebilir. Stk'larla iliskilenmenin sivil toplum içinde var olma anlaminda önemli olduğu stk'lardaki insanlarin toplumu dönüstürme etkisinin göz ardi edilemeyeceği üzerine konustuk Küresellesme sonrasinda özellikle uluslararasi iliskilerin daha da güçlenmesi nedeniyle stk'larla iliskilerin sadece Türkiye üzerinden değil ayni zamanda dünya üzerinden tartisilmasi gerektiği üzerine görüs bildirilirdi.

gerçeklestirdiği “Lezbiyen ve Geylerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari” sempozyumuna dair konusuldu. Bu etkinliklerin gerçeklestirilmesi sürecinde escinsel kurtulus hareketinin öznelerinin birbirleriyle iliskilerinin “nasil olduğu” ve bu süreçten “nasil etkilendiği” üzerine konusuldu. Istanbul Bilgi Üniversite’sinde gerçeklesen sempozyuma Kaos GL’den üç kisinin gitmis olmasinin Kaos GL içinde tartisildiğinin bunun yaninda Kaos GL’nin sempozyumuna Lambdaistanbul’un aktif katiliminin öneminde Kaos GL tarafindan anlasildiğinin alti çizildi. Escinsel Onur Etkinliklerine Kaos GL’nin neden katilmadiği konusunda Kaos GL’nin bu konudaki politikasini yeteri kadar ortaya koymadiği, onur etkinlikleri çalismalari sirasinda bu konu ile ilgili olarak bir etkilesime geçilmediği üzerine duruldu. Her ne olursa olsun görünürlüğe vurgu yapan bir aktiviteye katilinmamasinin üzerine daha fazla konusmamamiz gerektiği üzerine dururdu.

Gruplarin gerek ortak politikalar, gerekse kendi yazili politikalarini olusturmak için zaman ayirmasi gerekliliğine ve kurumsallasmayi sağlamak için gruplarin politikalarini kendi içlerinde tartisip netlestirmesine karar verildi. Bu sekilde muhtemelen gruplarin farklarinin fazla olmadiğinin ortaya çikacaği ve kurum politikalarinin kisilerden bağimsiz olarak olusacaği belirtildi. Türkiye'de sivil toplum geleneğinin çok yeni bir olgu olduğu escinsel hareketin sivil toplumu olusturma ve bu toplum içindeki örgütlerin "sivil" kalmasini sağlama konusunda önemli bir role sahip olacağini düsünüyoruz. Özellikle siddeti tanimlama, siddetsiz çatisma ortamin yaratilmasi birbirimizi elestirme, değerlendirme ve ortak hareket etmek konularinda daha fazla özen ve çaba göstermemiz gerekiyor. Escinsel hareketin özneleri olarak birbirimizle iliskilenirken ve ortaklastiğimiz alanlarda beraber politika üretip ortak sözlerimizi söyleyeceğimiz etkinlikler düzenleyebileceğimizi düsünüyoruz.

Birbirimizle Iliskiler Stk’larla iliskilerden bahsederken escinsel örgütlerin birbirleriyle olan iliskilerinin de tartisilmasi ve bu bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiği vurgulandi Escinsel örgüt ve gruplarin birbirleriyle kurduğu iliskilerin diğer stk’larla kurduklari iliskilerden farkli olduğunun alti çizildi. 10. gerçeklesen Türkiyeli Escinsellerin Bulusmasi’nin bu bağlamda önemli olduğunu ve ana temali bulusmalarin “biz” diliyle ifade edilmesinin de bunun bir göstergesi olduğunu düsünüyoruz. Amargi veya bir baska escinsel örgütle iliskilenmekle baska bir stk ile iliskilenmenin ayni olmadiği escinsel kurtulusçularinin ve Amargili feministlerin bilinçli olduğu ve onlarla iliskinin daha rahat ve pasif siddetsiz kurulabildiğini pratik örneklerle aktardik. Son süreç içinde Bilgi Üniversitesi’nde Lambdaistanbul’dan arkadaslarin gerçeklestirdiği “Escinsellere Yönelik Siddet ve Ayrimcilik” sempozyumu, Escinsel Onur Etkinlikleri ve Kaos GL’nin

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 16


10. Bulusma

Türkiyeli Escinseller olarak, süreç içinde birbirini daha fazla tanima, ortaklasma ve beraber hareket etme ihtiyacindan doğan bulusmalarin onuncusunu gerçeklestirdik.

10. Bulusmaya Dair Notlar: Bulusma Sekreteryasi

8. Bulusmada “neye karsi, nasil mücadele” temasi altinda “neye karsi”

kismi üzerine yoğunlastik. 9. Bulusmada ise “escinseller ne istiyor” çerçevesinde tartistik ve “taleplerimiz” metnini olusturduk. 10 yillik pratiğimizi sorgulamamiz gerektiği ve pratiklerimizi birbirimizle paylasip bu pratiklerin üzerinden politika gelistirebileceğimizi düsünerek 10. Bulusmada “nasil mücadele ediyoruz” temasi altinda tartistik. 10. Bulusma 12- 13 Temmuz 2003 tarihleri arasinda gerçeklesti. Escinseller olarak “Nasil Mücadele Ediyoruz” basliği altinda iki gün süren tartismalarda birinci gün “gönüllülük” kavrami üzerine; Örgütlü Mücadele Içinde Gönüllülük, Örgütlenme Alanlari ve Çalismalari, Aile, toplantilarini gerçeklestirdik. Ikinci gün ise “Sivil toplum” kavrami içinde, Sivil Toplumdan Ne Anliyoruz, Sivil Toplumda Escinsel Örgütlülüğü, Stk’larla Iliskiler ve Escinseller Ne Istiyor Metni Üzerinden değerlendirme toplantisi yaptik. Kaos GL’nin ev sahipliliğinde gerçeklesen toplantida diğer bulusmalardan farkli olarak; katilan gruplar adina bir yazici toplanti tutanaği yazdi ve bu toplanti tutanaklari bir araya getirildi ve 10. Bulusma Sonuç Bildirgesi ortaya çikti. Böylece bu bildirgeye her grubun politikasini ve pratiklerini aktarabileceği, sözünün yansiyabileceği ve böylece ortaklasmanin daha kolay sağlanacağini düsündük. Kaos GL olarak 10. Bulusmayi planlarken bu toplantinin Örgütlenme Alanlari ve Çalismalari “diğer” kismini düsünürken “ayi kimliğini nasil algiliyoruz ve politikamizda nereye koyuyoruz” üzerine konusmayi ve bunu

tartismayi düsünüyorduk.

Ancak ayi gruplarinin toplantilara katilmamasi ve Anadolu Ayilari adina katilan tek bir katilimcinin olmasi ve bu katilimcinin da kendi ifadesiyle “bu kimliği çok fazla savunma isteğinde olmamasi” nedeniyle ve Istanbul’daki travesti ve transeksüellerin yasadiklari sorunlarin aciliyeti nedeniyle bu konu üzerine konusulmasina karar verildi.

Biz Kaos GL olarak “ayi kimliği” hakkinda konusmak için kendilerini ayi diye nitelendiren insanlarin olmasi gerektiğini düsünmüyoruz. Çünkü birlesik bir hareket yaratmak istiyoruz, bu hareketin içinde veya bu hareketin bir alanina dair söz üretmek için o alanin öznelerinin bulunmasinin zorunlu olmadiğini düsünüyoruz. toplantida Kaos GL olarak “ayi kimliğini” nasil algiliyoruz ve politikamizda nereye koyuyoruz sorularini tartismaya açacaktik. Ilk bulusmadan bu yana gelinen süreçte Türkiyeli escinseller olarak gerek sorunlarimizi ortaya koyarken, gerekse çözüm arayislarinda “biz” diliyle ortaklasmaya çalistik. Bu süreç içinde birbirimizle olan iliskimizi de sorguladik, birbirimizin politika yapma ve bunu hayata geçirme pratiklerini de sorguladik. Baharankara ve Güztanbul bulusmalarina katilan ve kendisini escinsel grup, olusum diye niteleyen olusumlari da “politika ve pratikleri” üzerinden tartisabileceğimizi düsünüyoruz. Nitekim 10. Bulusmanin Sonuç Bildirgesi’ne de yansidiği gibi Stk’larla Iliskiler toplantisinin ikinci kisminda “birbirimizle iliskiler” kapsaminda Kaos GL “lezbiyen ve geylerin sorunlari ve toplumsal baris için çözüm arayislari” sempozyumu, Bilgi Üniversitesi’nde gerçeklesen “escinsellere yönelik siddet ve ayrimcilik” sempozyumu ve

Lambdaistanbul’un 10. yil Onur Etkinlikleri çerçevesinde Kaos GL ile Lambdaistanbul’un iletisimleri üzerine tartistik 9. Bulusmada “escinseller ne istiyor?” temasi altinda tartisip, “taleplerimiz” metini olusturduk. 10. bulusmanin son toplantisini bu metin üzerinden değerlendirme toplantisi yaptik. Bu metinin Kaos GL olarak kendimize verdiğimiz bir söz, bir “taahhüt” olarak almamiz gerektiği ve bu taleplere yönelik escinsel kurtulus hareketinin de politika olusturmasi gerektiğinin altini çizdik. 10. Bulusma Sekreteryasi olarak “10. Bulusma Sonuç Bildirgesine” dair ve bu metinin olusturulmasina dair birkaç noktanin altini çizmek ihtiyaci duyuyoruz. 10 Bulusmaya Anadolu Ayilari adina tek bir katilimcinin olmasi, katilimcinin aktif katiliminin olmamasi ve sadece iki toplantiya dair notlari tutmus olmasi da aslinda bizim hedeflediğimiz ölçüde bir ortaklasmanin sağlanmasinin önünde engel oldu. Iki günlük programdaki konularin çok fazla istenildiği sekilde tartisilmadiği bunun nedeni olarak çerçevenin net olarak çizilememesinin yaninda gruplarin bu konulardaki politikalarinin net olarak ortaya konulamamasini da eklemek gerekiyor. 10. Bulusmanin gelecek bulusmalara bu anlamda yararli olduğunu düsünüyoruz. Bulusmaya katilan gruplara gelecek bulusmalara kadar bu konularda tartisip, politika olusturmalarinin zeminini yaratacağini düsünüyoruz.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 17


Sempozyum

Kaos GL Sempozyumundan Üç Ay Sonra Nevzat Erol

Üç ay önce Ankara’da yapilan Kaos GL Sempozyumuna Tasradan katilan bir birey olarak, sadece “..ilgilendirmesi..” nedeninin ötesinde, iki gün boyunca ilgiyle izleyen biri olarak; öncelikle çok iyi düzenlenmis, oldukça “..yüreklice..” ve ötesinde dürüstçe ve açiklikla, her biri kendi alanlarinda çok iyi donanimli yerli ve yabanci bilim adamlari, gazeteciler, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katilimlari ve onlarin sunumlariyla çok iyi düzenlenmis bir organizasyon dersek hiç de asiriya kaçmis sayilmam... Birbirinden güzel ve “..yerliyerindelikle..” seçilmis konu basliklari gerek konunun doğrudan muhataplarini ve gerekse çesitli vesilerle orada bulunan dinleyicileri, bugüne değin “..bilinmezleri..” açiklamasi ve açmasi bakimindan da sempozyumun bir özel yeri olduğunu söylersek, yine “..fazlacilik..” değildir. Bu yazida asil anlatacağim ya da anlatmak istediğim “..bence..bana göre..” konularina gelmezden önce, ilgiyle dinlediğim sunumlardan aldiğim çok çarpici birkaç örnek vermek isterim; Açilis konusmalarindan sonra, psikiyatr Verda Tüzer’in “..kendinizi neden baskiliyorsunuz? Görünmezliğinize bir son vermelisiniz!..” seklindeki sözlerinin ardindan Ingiliz parlamenter Micheal Cashman, “..istediğimiz esit haklar.. sorun ayni, yöntemler farkli.. toplum bizi sira disi birakiyor..”

sözlerini Avrupa Komisyonu, Siyasi Isler Danismani Sema Kiliçer, “..AB’nin kimi yerlerinde bu haklar çok, kimi yerlerinde daha az.. niye böyle?” derken, Iskandinav ülkeleri temsilcisi Kurt Ole Linn’in “biz de kolaylikla kabul ettiremedik. Devlet, hükümet, yasal olarak kabul etmeli..” görüslerinden sonra, Yrd. Docent Nilgün Küçükkaraca’nin, “..21y.y.’da engellilerle bile diyalog kuran toplum ayni hosgörüyü neden bu konuda göstermez?” diye sorulu sunumundan sonra ILGA Genel Sekreteri Kürsat Kahramanoğlu’nun “.. bugün bir milattir..” diyen sözleri birinci günün oturumlarinin en çarpici görüsleriydi... Yine ayni gün gazeteci Murat Çelikkan’in “.. medya bu isin ne yazik ki gerçekleriyle değil de sansasyonel biçimleriyle ilgileniyor..” sözleri salonda bulunanlarin alkislariyla karsilanmistir. Ikinci gün ise yine birbirinden güzel ve iyi hazirlanmis sunumlardan örnek verirsek; Prof. Dr. Yusuf Eradam’in konusmasina “..baylar, bayanlar ve diğerleri..” sözleriyle baslamasi ilginçti.. Yazar Yildirim Türker’in “..Escinselleri her an cinselliğe hazir, doymak bilmeyen seklinde görmek yanlistir... Medyanin bu konuyu ölümcül ve umutsuz bir vaka olarak pompalamasini yadirgamaktayim..” seklindeki sözlerinin ardindan, “.. yatak odalarindan bu problem çikartilmalidir..” diyen Aksu Bora’yi, Yrd. Doç. Dr. Aysun Yüksel, “..hüzünlü genç adamlar daima çeliskilidirler..” sözleri

tamamlamaktaydi. Sosyolog Pinar Selek’in ise, “kuyularimizdan çikmaliyiz.. hesaplasmadiğimiz bir çok konunun üzerine gitmeliyiz..” sözleri yine çok çarpici ve ilginçti. Aslinda asil önemli olan yillar sonra oğlumla bir gerçek ve gerçekliği paylasiyor olmamdi. Bazi sorunlari nasil da kendimizin yarattiğini ve sevginin, hosgörünün çözemediği ve çözemeyeceği hiçbir sorunun olmadiğini anlamamdi. Hayat insana ciddi sürprizler yapiyor; her seyi vererek büyüttüğünüze inandiğiniz çocuğunuza aslinda önemli bir seyi vermediğiniz ortaya çikabiliyor. Onlari tanimiyoruz; onlarin kendilerini ifade edebileceği bir ortam bile sunamiyoruz; yillar yillar sonra onlarin en büyük gerçeklerini kesfediyoruz. Ben hiçbir seye üzülmüyorum; sadece oğlumla bir geç kalmisliği yasadiğima üzülüyorum, onu geç tanidiğima, yillarca yasamis olduğu bastirilmisliğa ve bitmemisliğe geç tanidik olduğum için üzülüyorum. Yunus Emre’nin insan sevgisi, Mevlana’nin hosgörü görüsleriyle yetismis bu toplumun bir bireyi olarak ne insan sevgisini ne de hosgörüyü bir kalemde silip atacak görüslerin yaninda ve yakininda olmanin beklenmesi en azindan kendi payima benden ve benim gibi düsünenlerden beklenmemelidir. Sonuç olarak 23-24 Mayis’da Ankara’da düzenlenen sempozyum bir çok yönüyle değil hemen hemen her yönüyle iyi sesler getiren bir oturumlar dizisiydi. Gelecek için umut doluyum; anne ve babalarin çocuklarini anladiği; bu zor kültürde darbe yiyen çocuklarina yardim eli uzattiği; çocuklarin anne ve babalarina sirt çevirmediği; bu durumun onlar içinde zor olduğunun ayirdina vardiği bir zaman umuyorum; bir yasam umuyorum; oğlumu seviyorum ve onunla gurur duyuyorum.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 18


Escinsel Kadinlar

Bu yazi, Escinsel Kadinlar kitabinin özellikle ‘giris’ metnine dair elestirel bir bakisi içeriyor. Escinsel kadinlardan biri olarak, ortaya çikan kitap üzerine söyleyebileceklerim, disaridan bakan bir okuyucudan farkli olacaktir elbette. Bu kitabin çikmasina dair yukarida belirttiğim olumlamaya ek olarak, görüsülen kadinlarin deneyimlerinin magazinel bir yaklasimla marjinalize edilmesi sonucunda ortaya çikan ürünün, elestirilmesi gerektiğini de söylemeliyim.

“Escinsel Kadinlar”: Ötekileri Yeniden Tanimlamak Burcu Ersoy

Escinsel Kurtulus Hareketi’nin özneleri olarak, toplumsal bir hareketin tarihsel değisim ve dönüsümün getirdiği ilerlemeler isiğinda yolumuza devam ediyoruz. Hiçbir günü bir önceki günden koparip değerlendiremeyeceğimiz gibi, mücadele verdiğimiz bu yillari da, daha önceki yillardan bağimsiz göremeyiz-ki on yil sonra ilerleme kaydedebilmek için, on yil öncesinin bilgisine muhtaciz. Yine ayni sekilde, her bir coğrafyanin kendi tarihsel süreci ve kendine özgü mücadele alanlari olabileceği gibi, bunlari yaratabilmek için, diğer coğrafyalarda olan bitenden haberdar olup çözümlemelerinden yararlanabilmeliyiz. Bu bağlamda, “Escinsel kimlik mücadelesi” ele alinirken, birbirinden farkli yaklasimlarla karsilasmak mümkün ama modernlesmeye hiç değinmeden incelemeye kalkmak, tarihsel bağlamindan kopuk bir manzara yaratmanin açik bir göstergesi olacaktir. Çünkü, escinsel ve kimlik kavramlarinin bir araya gelerek bir tamlama olusturmasi, modern çağ ile birlikte anlam kazanir. Günümüzde, kamusal alanda escinsellerin görünürlüğünün artmasi karsisinda, ‘escinselliğin yeni ortaya çikan bir moda’ olduğu vb. tepkisel yorumlara yanit olarak verilen ‘aslinda hep vardik ama baskilandik, yok sayildik’ ifadesi de, escinsellerin bunu bir kimlik olarak alip ortaya çikmalari ve mücadele etmeye baslamalarinin yansimasi. “Oysa, ‘escinsellik’ sözcüğü 1869’a dek kullanilmiyordu bile”.(1)

2000’li yillarin basinda olduğumuz su dönemde, sözcük olarak kullanilmasini birakin, bizzat escinsel bireylerin ağzindan kendi yasam öykülerini içeren kitaplarin sayfalarinda bulusuyoruz. Bu örneklerden biri de, escinsel bireylerle yapilmis röportajlara yer verenler... Escinsellik konusunu ele alan yazili yayinlar yeni değil elbette, özellikle de ‘escinselliği arastirmak’ amaciyla kaleme alinmis olanlar hepimizce malum. Sosyal bilimcilerin, konuyu irdeleyisinde öznel yargilarindan tamamen arinmis olmasini bekleyemezken, özellikle de ‘bilimsel’ sözcüğünün ağirliği ve sayginliğini kilif yapan bazilarinin, bu önyargilarini destekleyici verilere ulasmadaki arayip bulma ustaliklari da cabasi. Diğer yandan, salt bir arastirma konusu yapmanin disina çikip escinselliğin bir realite olarak anlasilmasina katkida bulunan yapitlari da raflarda görebiliyoruz artik. Soyut ve herkesten uzak bir ‘escinsellik diye bir sey varmis’tan, ‘arkadasim da escinsel olabilirmis’i düsündürttüğü için, olumlu birer adim olarak yerini bulanlar az da olsa var. Bu anlamda, yaz aylarinda çikan ‘Escinsel Kadinlar’ kitabi, yaslarina, mesleklerine, yasadiklari sehirlere kadar varliği ortaya konmus escinsel bireylerin yer aldiği bir yapit olmasi; kabuklarindan disari çikamayanlar için de, kapiyi aralama olanaği yaratmasi açisindan kayda değer. Dünyadaki sürecin derinliklerinden çikip Türkiye özelinde yakin tarihimize bakacak olursak, bu günlere nasil gelindiğini anlamanin çok zor

olmadiğini düsünüyorum; özellikle de su an bu satirlari okuduğunuz dergi elinizde iken. Yani, özetle ve basit bir anlatimla, yüz değil belki ama, on yildir bu topraklarda ‘biz de variz’ diyen escinseller olmasaydi, ‘siz neredesiniz, ne yaparsiniz’ diye soranlar da varolamazdi. Ilk paragraf, Cenk Özbay’in yazdiği, ‘Cinsel Kimlikleri Yeniden Düsünmek’ baslikli giris bölümünün içeriğine bir göndermeydi. Giris metninin bir kitabin temelini attiği düsünülünce, ‘sosyoloji öğrencisi’ olan yazarinin kaleme aldiği bu bölüm, ayri bir önem kazaniyor. Ayrica, önsözün ardindan okunacak ilk bölüm giris metni olduğundan, kitabin içeriği hakkinda fikir vererek, sonraki bölümlerin anlasilmasini da kolaylastiracak bir nitelik barindiriyor. Aslinda, sirasiyla dün, önce, bugün, sonra ve yarin basliklariyla sekillenen metin, ‘giris’ olmaktan çok, çalismanin sonucundaki analizleri de içeren bütünsel bir yapiya sahip. Bu yapisiyla, kitabin konusuna iliskin kuramsal çerçeve olusturmanin yani sira, yapilan röportajlarin yorumlanmasina da yer vermis. Özellikle bu noktada, henüz okunmayan bölümlere dair genel bir fikir vermeyi asarak, okuyucuyu ‘yönlendiren’ bir nitelik kazanmis. Röportajlardan önce, böyle bir yönlendirme yapilmasi düsündürücü; röportaj veren kadinlarin paylasmak istediklerinin Özbay’in yorumlariyla yeniden tariflenerek sunulmasi, kitabin yaratacaği etki açisindan sinirlayici oluyor. Kuramsal çerçeve olusturma çabasiyla baslayan bu tarz bir

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 19


Escinsel Kadinlar metinden, röportajlara dair yorumlarin toplumsal açilimlarina yer vermesi beklenirdi. Bu beklenti karsilik bulamazken, görüsülen kadinlarin aktardiği deneyimler üzerinden, Türkiye’deki lezbiyenler hakkinda genellemelere varildiği izlenimi yaratiyor. Bu da, yazarin, görüsmeler öncesinde edindiği bilgilerinin desteklendiğini belirtme ihtiyaci ile birlesince, kitabin çalisma konusuna dair mevcut varsayimlarin ‘doğrulanmasi’ kaygisini açikça gösteriyor. Bu tespitleri daha net ortaya koyabilmek için, ayri basliklar altinda sekillenen bölümlere göz atabiliriz. Ilk baslik olan ‘dün’ bölümünün birinci paragrafinda, ‘Cinselliğin Tarihi’ni yazan M.Foucault ve henüz Türkçe’ye çevrilmemis olan ‘Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity’ (Toplumsal Cinsiyet Sikintisi: Feminizm ve Kimliğin Yikilisi) kitabinin yazari J.Butler’in analizleri referans gösterilmesi nedeniyle, heyecan ve merak içinde okumaya baslamistim. Çünkü, bana göre, bu iki isim, ‘cinsel kimliklerin yeniden düsünülmesi’ açisindan çok değerli açilimlari ortaya koymustur. Foucault’nun söylem, bilgi, iktidar iliskisini kurarak cinselliğin kültürel, sosyal olarak insa edilmis bir yapiya sahip olduğu görüsünü, Butler’in performatif (icrai) kavramiyla birlestirerek açiklayan Özbay’in, hemen ardindan Pinar Selek’in ‘Maskeler, Süvariler, Gacilar’ kitabina yönelik elestirilerini çelisik bulduğumu belirtmeliyim. Özbay’in elestirilerini okuduktan sonra, Selek’in çalismasina dönüp tekrar bakma gereği duydum. Maskeler, Süvariler ve Gacilar kitabi, Ülker Sokak’ta travesti ve transeksüellere yönelik kurumsal siddeti derinlikli bir bakis açisiyla ele aliyor; zaten kitabin alt basliği da, ‘Ülker Sokak: Bir Alt Kültürün Dislanma Mekani’. Yani, Özbay’in dediği gibi, ‘aslinda seks isçiliği yapan travesti ve transeksüelleri anlattiği’ bir çalisma değil. Selek, Ülker Sokak gerçekliğine değinmeden önce, ataerkil dislanma, escinsellik alt kültürü, modernlesme ve escinsel kimlik mücadelesi vb. basliklar altinda getirdiği açilimlarla, çalismasini tarihsel bir zemine yerlestirmis. Bu nedenle, bu derece genis perspektifle kitabin bel kemiğini olusturan bir yaklasimi, ‘çalismasinin escinsellik

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 20

kavrami hakkindaki giris bölümü’ tanimlamasina sikistirmak, kitabin bütünselliğinden koparilmis yanlis bir anlatim olur. Çalismaya, konuyu bağlamindan kopararak yapilan elestirilerle yaklasan Özbay, Selek’in dönemsel saptamalarini, sabit genellemelermis gibi yansitmis. Örneğin, Selek, ‘Ataerkilliğe Karsi Escinsellik Kimlik Mücadelesi’ bölümünün ikinci alt basliği olan ‘Modernlesme ve Escinsel Kimlik Mücadelesi’ içinde, 70’li yillarda yükselen kimlik mücadelesiyle kurulan lezbiyen ve gey dayanisma gruplarinin, 90’larda AIDS’e karsi mücadele gruplarina dönüsmüs olmasi saptamasi ile, verilen mücadelenin salt bir kimlik mücadelesi olmaktan çikmasi, yeni politikalarin ve mücadele alanlarinin yaratilmasi gerekliliğine değinmis. Bu anlamda, Urvashi Vaid’in ‘Kimlikten Sonra’ makalesinden alintiladiği,

“....Geyler için esitlik düsüncesini, tüm insanlar(azinliklar, kadinlar, tüm irklar) için esitlik mücadelesi ile iliskilendirerek, yalnizca kimlik üstüne kurulmus politikalarin ötesine geçmek durumundayiz...” cümlesi

ile bağlantilandirarak, kimlik mücadelelerinin tehlikeleri ile kusatilmisliktan bahsediyor. Bir çok kazanimlarin yaninda, özellikle Amerika ve Avrupa’da, escinselliğin ayri bir pazar haline geldiğinin; kafe, bar gibi eğlence yerlerine, özel turlar, oteller, tatil siteleri, kültür ve yayincilik endüstrisi, alisveris merkezleri vb. eklendiğinin altini çizerek, dikkat edilmesi gereken noktayi söyle ifade ediyor:‘Verilen kimlik mücadelesi

sonucunda sinirli da olsa bir toplumsal iradeye ve hukuki haklara kavusan lezbiyenler ve geyler, günümüzde tüm kurumlarin ve kimliklerin yasadiği sarsinti, eski sinirlarin sancilarla da olsa kirilmaya baslamasi, yeni dünya düzeninin kimlikleri islevsizlestirmesi, cinselliğin en önemli kar araci haline gelmesi ve benzeri nedenlerle, cinsellikleri kiskirtilan tek sesli bir topluluk olma tehlikesiyle karsi karsiyalar’ (Selek 2001: 52). Bu kusatma karsisinda,

lezbiyen hareketin daha dirençli göründüğünü, ‘çünkü escinsel kimlik

mücadelesi verilmeye baslandiğindan beri, erkekler daha aktif de olsalar, onlarin mücadelesinin, genellikle ‘cinsel özgürlük’ sloganiyla sinirli kalarak, ideolojik amaçli birlikteliklerden çok cinsel amaçli birlikteliklerin ağirlik kazandiğini; lezbiyenlerin ise, uzun yillardir feminist argümanlardan beslendiğinden, ataerkil

sistemi, ekonomik, hukuksal, siyasal, sosyal, kültürel anlamda sorgulama, alternatif modeller arama aliskanliği gelistirdiğini’

belirtiyor (Selek 2001:53). Özbay ise, söz konusu kitabin bir sayfa öncesini görmezden gelip ayni alintilari, Selek’i

‘Foucaultvari görüsler sergilese de, heteroseksizm karsisinda lezbiyenliği erkek escinselliğinden daha dirençli bulur’

seklinde elestirerek, bu tespitin açiklamalarini da, zeminsiz ve tarihten bağimsizmis gibi almis. Selek’in tespiti çerçevesinden çikarilip cimbizlandiği için, gerekçeleri havada kalan bir genellemeye dönüstürülmüs. Üstelik, söz konusu saptamalar, ne geyliği ya da lezbiyenliği ne de geyleri ya da lezbiyenleri topyekün kapsama amacinda değil- ki zaten bastan sona kronolojik bir tarihsellik içinde açimlanan bir çalismada böyle bir yaklasimi görmek abes olurdu. Ayni paragrafta, ‘Oysa, Selek’e göre,

lezbiyenlik uzun yillardir feminizm ile “beslendiğinden” pek çok alanda açik bir avantaja sahiptir’ cümlesi de,

lezbiyenlerin feminist argümanlardan beslenmesi nedeniyle, ataerkil sistemi bir çok anlamda sorgulama ve alternatif model arama aliskanliği gelistirdiği açiklamasina karsilik sarf edilmis. Selek’in bu ifadesinden, lezbiyenliğin(?) pek çok alanda açik avantaja sahip olduğunu anlayamayiz; böyle bir anlayis dile getirilirse de, içinin doldurulmasi, yani nasil, hangi alanlarda, hangi avantajlara sahip olduğunun açiklanmasi gerekir. Ayrica, bu anlatimlarda bahsedilenin lezbiyenlik değil, lezbiyen hareket; erkek escinselliği değil, escinsel kimlik mücadelesi içindeki geyler olduğu açikken, her iki cümlede de, israrla ‘lezbiyenlik’ kavraminin kullanilmasi, dikkatsizlikten kaynaklaniyordur diyebilirdim; Cenk Özbay’in kendisini, metnin ayni bölümünde, ‘Türkiye’de son derece bakir bir alan olan gey+lezbiyen çalismalarinin öncüleri’ arasinda gördüğünü okumasaydim. Lezbiyenlik(kadin escinselliği) ve geylik(erkek escinselliği), cinsel kimliklerdir ve bu anlamda birer soyutlamayi ifade eden bu kimlikleri, o kavramlarla tanimlamis bireyler(lezbiyenler ve geyler) ya da bu bireylerin öznesi olduğu mücadele(lezbiyen hareket ve escinsel kimlik mücadelesi) ile özdes kullanmanin, bilimsellik kaygisinda bir çalismada kabul edilebilirliği yoktur.


Escinsel Kadinlar

Bilimin semsiyesi altinda yapilan her çalisma, kavramlarin özenle seçiminde ve kullanilan üslupta, buna paralel bir dikkati gerektirir. Ayrica Özbay’in, lezbiyenlerle yaptiği derinlemesine mülakat ve günlük sohbetlerde, ‘ideolojik amaçli birliktelik yasayan birisine rastlamadiğini’

belirterek ne demek istediği anlasilmiyor. Ideolojik amaçli birlikteliklerin, bir kisinin diğer bir kisi ile ‘yasayacaği’ duygusal birliktelikler olarak anlasilmadiğini düsünmek isterdim... Nitekim, kitapta röportaji yer alan lezbiyenler arasinda, toplumsal mücadele veren escinsel olusumlarda ‘ideolojik amaçli birliktelik’ içinde olanlar var. Burada kastedilen ‘ideolojik amaçli birliktelik’, ayni ideolojiye sahip bireylerin bir araya gelerek mücadele etmesi; yani, ataerkil sistem karsiti bir politikayi benimseyen lezbiyenlerin birlikte mücadele etmesidir. Bu anlamda, ideolojik amaçli birliktelik ‘romantik birliktelik’ gibi yasanmaz, ideolojik amaçli birliktelikler içinde yer alinarak mücadele edilir. Sappho’nun Kizlari adli feminist lezbiyen grup ve Kaos GL’li kadinlarin anildiği mülakatlarda, görüsme yapilan bireyler de, bizzat bu ‘ideolojik amaçli birliktelik’ içinde yer almis olan kadinlardir (Bakiniz: Filiz ve Yesim). Bu durumda, Özbay, ya ‘derinlemesine’ mülakat yaptiği kadinlarin ne demek istediğini, ya da Pinar Selek’in ifadesini anlayamamis. Buna karsin, bilimin elestirel üslubundan uzak, ‘Selek’in erkek

ve kadin escinseller hakkindaki bu fikirlere nasil sahip olduğu da benim için ayri bir merak konusu’ seklinde talihsiz bir yorum

da yapmis. Tipki, Özbay’in çalismasinda ortaya koyduğu fikirlere nasil sahip olduğunu, yazisindaki alintilar ve sondaki kaynakçadan anlamaya çalisabilirsek, Selek’in kitabi için de ayni sekilde, bunu ‘ayri bir merak konusu’ haline getirmek yerine, çalismadaki referanslara bakabiliriz. Ancak, bakilmamis olacak ki, Pinar Selek’e yönelik, ‘feminizmi sadece

kadinlara hitap eden bir söylem olarak alip erkeklere, escinsellere, sakatlara, cinsel zevk, irk ve köken ayrimciliği karsiti mücadelelere katkida bulunmadiğini söylemek, bizzat feministlerin gündeme tasidiği meselelerden hiç haberdar olmamakla açiklanabilir ancak’ ifadesi

kullanilmis. Oysa, Selek birçok toplumsal mücadelenin feminizmden

beslendiği üzerinde durur. Kitabinda, escinsel hareketin üç çizgide ilerlediğini belirterek, ‘Birincisi, siddete, ataerkil

devlete ve ataerkil teoriye karsi olan antimilitarist, doğa yanlisi, kadin hareketlerinden etkilenen çizgiydi’

saptamasinda bulunmus (Selek 2001:50). Ayrica, escinsellerin, dünyanin her yerinde kimlik mücadelelerini verirken, kendilerini ‘ataerkilliğe’ göre konumlandiklarini ifade ederek, ‘Bu mücadeleyi verenlerin

yüzde 90’inin erkek olmasi bile ataerkilliğin sirf kadin ile erkek arasindaki çeliskiyle sinirli kalmadiğini, temelini buradan da alsa, toplumsal, siyasal, kültürel egemenliğin zihinsel niteliği olarak anlasildiğini, dolayisiyla erkek egemenliğe karsi mücadele veren biyolojik erkeklerin ataerkilliğe sembolik bir anlam yüklediklerini gösteriyor’ sözleri ile feminizmle

bağlantisini ortaya koymustur (Selek 2001:29). Yani, Özbay’a göre Selek’in haberdar olmadiği konulari, bizzat Selek’in kitabindan, tüm nedensellikleri ve tarihsel gelisimiyle bulabiliriz aslinda. Selek’in yine ayni baslik altinda değindiği tarihsel saptamalarindan birini, Özbay’in elestirisi ile birlikte anarak son bir örnek verelim: ‘Feminist

hareketin de etkisiyle, escinsel kimlik mücadelesi veren ilk teorisyenler, escinselliği, erkekliğin reddi olarak görüyorlardi. Ancak bu düsünce, geylerin tamamini kapsamiyordu. Üstelik 70’li yillarin sonu ve 80’li yillarin basinda “escinsel maçoluk” hareketi oldukça yayginlasti...’ (Selek 2001:50). Özbay, Selek’in

feminizmi sadece kadinlara tahsis etmeye çalistiği düsüncesinden yola çikip ‘Erkek escinsellerin feminizmden

faydalanmadiklarini, feminist ürünler vermediklerini söylemek ise, baska hiçbir sey değilse, Jeffrey Weeks ve David Halpern’den haberdar olmamak anlamina gelir’ seklinde elestiriyor. Ardindan, ‘Ayrica erkek escinsellerin tümüyle savunmasiz kaldiklarini da kabul etmek mümkün değil’ ifadesiyle basladiği bir

sonraki paragrafi, ‘geylerin erkeksilesmesi’ olgusuna Forrest ve Bersani’nin getirdiği yorumlara yer vererek, ‘Selek’in tabiriyle söylenirse:

Lezbiyenlerin feminizmi varsa, geylerin de erkeksilesme olasiliği mevcuttur.’ cümlesi ile

sonlandiriyor. Selek’in, ‘erkek escinsellerin feminizmden yararlanmadiklarini’ söylemesi söz konusu değil, hatta escinsel kimlik mücadelesi veren ilk teorisyenlerin feminist hareketten etkilendiğini

belirtmis. Ayrica, geylerin erkeksilesmesine de, “escinsel maçoluk” hareketi ile değinmis. Oysa Özbay, Selek’in bunlardan haberdar olmadiğini iddia ederek, anlasilmaz bir üslupla, lezbiyen-gey karsilastirmasi yapma gereği duyuyor. Üstelik bunu, feminizm ve erkeksilesmeyi paralellestirerek, Selek’e hiç uymayan bir tabiri kendisine atfedip ‘erkeksilesmeyi olumladiği’ izlenimi veriyor. ‘Selek’in çalismasinin tarihselliğini göremeyen’ tüm bu elestirilerin sonunda ise, ‘Selek tarafindan görülmediği’, unutulduğu, ihmal edildiği iddia edilen gelismeler siralanarak, ‘Bu aslinda, mücadeleleri

tarihselliklerinden koparip, onlari suni bir sekilde karsi karsiya getirmek diye de tanimlanabilir’ deniliyor. Sonra da, giris

yazisinin bu ilk bölümünü, sürekli bir ‘lezbiyen-gey ikiliği’ yaratan kendisi değilmis gibi, gey+lezbiyen çalismalarinin öncüleri olarak, bu büyük imkani, artik bir geçerliliği kalmamis görünen ‘kadin-erkek ikilikleriyle’ harcamak yerine, ‘seksizm ve

heteroseksizmin yapisökümünü yapma imkani veren, aktörlerin bireysel seçimlerini, mücadele alanlarini, potansiyellerini ve olasiliklari dislamayan bir düsünüsü benimsemek zorunda olduklari’ vurgusuyla

bitiriyor. Kendi içinde bu kadar çok çeliski barindiran bir giris, Özbay’in metnine hakim olan çeliskiler dizisinin sadece baslangici. Girisin ‘önce’ baslikli bölümünde yer alan, “Ama bunlar tümüyle müdahale

edilmemis hayat öyküleri de değildir. Katilimcilarin en temel olarak, kendilerini tanima ve açilma süreci, erkeksilik, lezbiyenler arasi iliskiler, toplumla çizilen sinirlar ve tüketim sekilleri konularindaki tecrübe ve fikirleri mutlaka açiğa çikarmaya çalistik” ifadesi, bu amaçla hazirlanan

sorularin da, ‘beklenen’ yanitlari olduğunu gösteriyor. Oysa, Serdar Soydan’in yazdiği önsözde, sorular hazirlanirken ve sorulurken, sartlama ve yönlendirmeden kaçinmaya dikkat edildiği belirtiliyordu. Cenk Özbay ise, belli konularda ‘mutlaka’ açiğa çikarilmaya çalisilan tecrübe ve fikirler olduğunu vurgulamis. Üzerinde durulan konularin, ‘erkeksilik, lezbiyenler arasi iliskiler, toplumla çizilen sinirlar ve tüketim sekilleri’ vs. olmasi da, biraz önce belirttiğim öngörülerin mevcudiyetini ortaya koymakta. Bu belirlenim, adi konulmus bir alt kültürün,

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 21


Escinsel Kadinlar varsayilan özelliklerini ‘arayip bulma’ hedefine isaret ediyor. Özbay’in,

‘toplayici bir basliğa sahip böyle bir çalisma için seçilebilecek en makul yolu’, ‘metodolojik ve retorik olarak seçmeli bir örneklem yaratmak, görüsme yapilacak insanlari “arayip bulmak”, ulasilabilecek en uzak deneyimlerin seslerini duyurmalarina firsat vermek’ seklinde tanimlamasi, 24

taniklikla ‘Türkiye’de Escinsel Kadinlar’ basliğini doldurmak için gittiği zorlayici genellemelere bir kez daha bakmayi gerektiriyor. Bu noktada, arayip bulmakla kastedilenin, ‘yapilmak istenilen genellemelere, varilmasi öngörülen sonuçlara veri sağlamak için bilinçli bir seçim olduğunu’ anliyoruz. Toplayici baslik, escinsel kadinlar; seçmeli örneklem ise, görüsme yapilacak kadinlarin, ulasilabilecek en uzak deneyimlerin seslerini duyurmasina firsat verilecek sekilde arayip bulunmasi. Ne var ki, Özbay’a göre, ‘Türkiye’de lezbiyenlerin bir arada görülebileceği yalnizca üç mekan var: Barlar, kafeler ve aktivist toplantilar’. Bu

tespit, escinsel yönelime sahip olan bir kadinin diğer escinsel kadinlarla paylasabileceği baska ortak bir mekan olmadiğini ifade ederek, bireylerin escinselliğini gündelik hayatindan koparip aliyor. Yani sokakta bir banka oturup simidinizi yerken, yaniniza oturan kadinin da escinsel olduğunu öğrenmeniz ve bu konuda sohbet edebilmeniz mümkün değil; ya da is yerinizde, sizden baska bir escinsel kadin olmasi ve onunla sosyal bir iliski gelistirmeniz söz konusu olamaz demek istiyor. Sanki lezbiyenlik öyle bir sey ki, sadece lezbiyenlere tahsis edilmis alanlarda varoluyor, onun disinda, çikarip bir kenara koyabileceğiniz bir maske... Bir arada olunmadiğinda, baska bir deyisle, herkesin escinsel olduğu ve escinselliğin tek konu olduğu mekanlar disinda yoksunuz. Heteroseksist bir bakis açisini ifade eden bu tespit, escinsel bireyleri, sadece ‘onlara özel’ alanlarda tanimlayarak ötekilestirmenin yaninda, alt kültürel bir birliktelikle sinirlayip sikistirarak kendilerine bile yabancilastirmayi da getirdiğinden, sorunlu görünüyor. Ayrica, lezbiyenleri yalnizca üç mekanda görebilen bir çalismada, arayip bulunan kadinlarin deneyimlerinin birbirinden ne kadar uzak olabileceği tartisilir. Bu tartisma ile bağlantilandirarak baktiğimizda, çelisik

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 22

bir tutum olarak; açiğa çikarilmak istenenler ile lezbiyenlerin bir arada olduğu mekanlar arasindaki paralelliği de görebiliriz. En uzak deneyime sahip kadinlar arayip bulunuyorsa, neden bu deneyimlerin belli bir paralellikte ortaklastirilmasi önemseniyor diye düsünebiliriz. Örneğin, lezbiyenler arasi iliskilerden bahsedebilmek için,

lezbiyenlerin bir arada olduğu mekanlar gerekir; tüketim sekilleri de keza, o mekanlardan biri olan barlara karsilik

geliyor. Lezbiyenler, sadece ‘bir arada’ olduklarinda ‘lezbiyen’ değildir. Selek, arastirma öncesinde konustuğu bir geyin cümlesini aktarmis: “Bizler yatak odasinda değil, her zaman ve her yerdeyiz. Yani, escinsellik yatak odasinin ötesinde bir seydir.” (Selek 2001:26) Escinselleri, sadece onlara tahsis edilen mekanlarda görmek; ‘her kim escinsel olduğunu söylemiyorsa, heteroseksüel kabul edilir’ algilayisi ile heteroseksist bakisi yansitmaktir. Özbay’in ifadelerine bakildiğinda, okuyacağimiz kitabin, sadece deneyim aktarimina firsat veren röportajlardan ibaret olmadiği bilgisini aliyoruz. Çünkü, ‘toplumsal gruplarin anlamsal iliskilerini, yasam sekillerini, etkilesimlerini ve olasi politik sonuçlari kavramaktan uzak olan anket yerine, bu çalismada ucu açik, derinlemesine görüsmeler yapmayi tercih ettiklerini’ belirtiyor. Bu da okuyucuya, elindeki kitabin, bilimsel bir arastirmanin ürünü olduğunu söylüyor. Barlar ve kafelerde bulunulduğunun, toplantilara sadece kadinlar alindiği için girilemediğinin belirtilmesi ise, sosyal bilimlerin saha çalismasi(alan arastirmasi)nin katilimli gözlem tekniğini kullanma çabasini gösteriyor. Kafe ve barlardaki izlenimlerini anlatmak yerine, bunu kadinlara sormayi tercih ettiklerini de belirterek, tam olarak katilimci bir teknik kullanamadiklarini dile getiren Özbay,

sorularinin tamamini, anlatanin onlari götürdükleri yerlerde sormaya ve tartismanin gidisatini katilimcilarin belirlemesine özen gösterdiklerini ama bunlarin tümüyle müdahale edilmemis hayat öyküleri olmadiğini vurguluyor.

Sorularin sorulacaği mekan seçiminin, ne ölçüde görüsülenin inisiyatifinde olduğu ve bunun ne anlama geldiği tartisilabilir. Ayrica kendisinin ifadesi ile, anlatilanlara tümüyle müdahale edilmemesi de söz konusu değil. Bu

noktada bulamadiğimiz anlamli özeni, Özbay’in ‘en hassas konu’ diye nitelendirdiği, ask ve cinsellikle ilgili bölümlerde, yine Özbay’a göre,

‘özellikle bu konuda, iki erkekle konusurken oldukça ketum olan’ lezbiyenlerin ‘özel’

hayatina müdahale olarak algilanabilecek bir üsluptan kaçinmaya çalisilmasinda bulacağimizi öğreniyoruz. Demek ki, cinsel deneyimleri açiğa çikarma konusunda bir yönlendirme olmayacak. Tabi, görüsülen kadin, bu hassas konuya girecek olursa, ‘gidisati katilimcilar belirlediğinden’, konu ‘mutlaka’ irdelenecektir. Özetle, giris yazisinin 2. Bölümü olan ‘önce’ baslikli metinden, derinlemesine görüsmelere dayali bilimsel bir çalismanin sonucu olan bu kitapta; lezbiyenler hakkinda, kitabin yazarlarinin mutlaka açiğa çikarmak istedikleri konulara (erkeksilik, lezbiyenler arasi iliskiler vs.) dair yanitlarini; ask ve cinsellik ile ilgili bölümlerde, lezbiyenlerin ‘özel hayatlarina müdahale edilmeden’ anlatacaklari deneyimlerini bulacağimizi öğreniyoruz. ‘Bugün’e geldiğimizde, tarihsellikle iliskili olarak Foucault’ya tekrar dönülerek, iktidar iliskileri ile dayatilan ve söylemler araciliği ile gelistirilen normallestirme süreçleri üzerinde duruluyor. T. Spargo’nun, ‘Foucault ve Kaçiklik Kurami’ (Foucault and Queer Theory) kitabinda önerdiği heteronormatifliğin (kitapta geçen orijinal sekli ile, heteronormativite[2]) en temel tasiyicilarinin yasalar olduğunu ileri süren McGhee’nin yorumu ardindan, Özbay’in tespiti söyle: ‘Bu durum kolayca “teshis edilebildikleri” için tarih boyunca yasalarla basi dertte olan erkek escinsellerde daha yüksekken, lezbiyenlere belki biraz daha rahat hareket etme imkani sağlamis; ancak bugün dahi mustarip olduklari bir görünmezlik problemiyle onlari bas basa birakmistir’. Sonra da,

Türkiye’deki kadin escinsellerin sloganlarinin hâlâ ‘Lezbiyenler vardir’ olmasini, bu sorunun bugün de geçerli olmasina bağliyor. Yine açikça görebildiğimiz lezbiyen-gey karsilastirmasi/ayristirmasi yapilmasi bir yana; lezbiyen görünmezliğini, ‘teshis edilebilirlik’ orani ile açiklama yanilgisina düsülüyor. Geyleri, teshis edilebilir ilan etmekle, neyi kastettiğini açiklamamis olmasina karsin, ‘efemine görünüm’ü baz aldiğini varsayarsak,


Escinsel Kadinlar

escinsel erkeklerin de sadece, ‘kadinsi görünüm’ sergileyenlerinin yasalarla basinin dertte olduğunu; baska deyisle, heteronormatiflikten mustarip olan kesimin efemine geylerle sinirli olduğunu anliyoruz. Dolayisiyla da, lezbiyenler, dis görünüsten escinselliklerini belli etmedikleri için, heteronormatifliğin tasiyicisi olan yasalarla sorun yasamadan, geylere oranla daha rahat hareket ediyorlar. Bu durumda, Özbay’a göre, dis görünüsten escinselliği anlasilmayan geylerin de, ‘Erkeksi Geyler Vardir’ slogani atmasi, yasalarda yok sayilmaktan kaynaklaniyor. Ataerkil toplumsal yapiyi göz ardi ederek, görünmezlik sorununun kaynağini ‘bir araçta’ bulan bu yaklasim, ‘kadini’ ve ‘kadinsiliği’ asağilayan baski unsurunu disarida birakmis oluyor. Lezbiyenler, ‘teshis edilemedikleri’ için yok sayilmiyorlar; ataerkil sistemin kamusal alanda kadini yok sayan mekanizmasi, escinsel olan kadinin da yok sayilmasini doğuruyor. Lezbiyenlik değil, bunun, erkeklerle cinsel/duygusal birliktelik yasamayan kadinlari tanimlayan bir ‘cinsel yönelim’ olmasi görmezlikten geliniyor. Bir kadin, eninde sonunda, hayatini bir erkekle paylasmak zorundadir, aksi bir durum ‘heteronormatifliğin’ disindadir.

‘Kadinlari, ne kadar doyumsuz ve baskici da olsa, evliliğe ve erkeğe yönelik cinselliğin kaçinilmazliğina ikna eden bir dolu baski araci vardir; ekonomik, ideolojik, toplumsal vb. Bu baski araçlarinin, cins olarak kadinlarin ezilmesiyle nasil grift bir iliski içinde olduğunu görmemiz gerek.’ (3)

Nasil, profesör, müdür, asçi, tamirci, elektrikçi vs. dendiğinde, bunlarin ‘erkek’ olduğu düsünülüyorsa, ‘escinsel’ dendiğinde, hemen ‘escinsel erkekler’ akla geliyor. Erkek egemen sistemde, toplumsal kadinlik rollerinin belirlenimi disinda bir tanimlama yapiliyorsa, bu tanimlama bir kadin için yapilacağinda, özel olarak ‘kadin’ olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu yüzden, örneğin, bir erkekten gelen cinsel/duygusal birliktelik teklifine karsilik kadin, ‘lezbiyen’ olduğunu söylediğinde, ‘sorun değil, diğer kizi da getir’ tavriyla karsilasir (egemen sistemin içini doldurduğu, geçici bir dönem, durum, fantezi olan ‘lezbiyenlik’ düsünüldüğü için) ve bunun üzerine ‘escinsel’ olduğunu açikladiğinda ise, ‘nasil yani, erkeklere hiç mi ilgi duymuyorsun?’

sorusu ile yüz yüze gelir(4). ‘Sirbistan'da lezbiyen olmak, varolmamak anlamina gelir. Yasal olarak varolmazsiniz, illegal olarak da. Ucuz bir romandaki tiksindirici, kötü bir karaktersinizdir ya da bir porno film karakteri. Fakat diğer kadinlari seven bir kadin olmak veya arkasinda duracaği bir erkeği olmayan herhangi bir kadin olmak, korku içinde yasamak demektir.’(5) Sonuç olarak, lezbiyenleri,

‘...bugün dahi mustarip olduklari bir

görünmezlik problemiyle onlari bas basa birakmis’ olan, ‘teshis edilemez’ olmalari değil, bilinçli bir ‘yok sayilma’ durumudur. Ayrica, yasalarla basi dertte olmamak, lezbiyenlere, geylere göre, daha rahat etme imkani sağlamaz. Bu, bizzat bu yok sayma mekanizmasinin bir araci olarak karsimiza çiktiğindan, ‘lezbiyen görünmezliğini’ besler. Görünmez olmak, daha rahat hareket etmeyi sağlamaz; ‘olmadiğin biri gibi’ hareket etmeye zorlar. Görünmezliği olumlamak, escinsellere yönelik bilgisizlikten kaynakli korku, düsmanlik ve önyargilari ifade eden ‘homofobiyi’, ‘görece rahatlik’ diye adlandirmak olur. Toplumun fobisini yok etmek için, o konuda görünür olup bilgilendirmek gerekir; görünmezliği kabul etmek ise, homofobiden kaçarak iki yüzlü yasamayi getirir ve bu da ‘rahatlik’ değildir. ‘Lezbiyenler vardir’ sloganiyla görünmezliği kabul etmeyen escinsel kadinlar, ‘teshis edilebilir olmak’ için değil, ‘olduklari gibi yasamak’ için mücadele ederler. Bu da, ‘kadin olmaktan’ kaynakli tutsakliği asmaya çalistikça mümkündür. ‘......Bir kadin

ekonomik özgürlüğüne sahip olsa bile, ailesi onu hâlâ kontrol edebilir. (Yasal ve politik sistem yerine), asil destek alinabilecek yer ailedir, söz konusu olan cinselliğini açik etmis bir kadinsa, aile bu sefer saldiran konumuna geçecektir. Lezbiyenler topluma açilmis bir sekilde yasayamiyorlar ama 1970'lerden beri, kadinlar için meydana gelen daha genel değisimlerin bir parçasi olarak, küçük iletisim ağlari olustu.... Ürdün yasalari Suhak (lezbiyenlik) kelimesini içermediği halde, toplumdaki yaygin önyargilar herhangi bir yasal engellemeden çok daha güçlü... Ürdün'deki lezbiyenlerden bahsedilmiyor, onlar taninmiyorlar, dislaniliyorlar... FAKAT BIZ VARIZ’. (6)

Özbay’in bu yaklasimi, yasalari temel toplumsal dinamiklerden koparmanin yaninda, yasalardaki duruma dair eksik bilgilendirmeyi de içeriyor. Yasalarda lezbiyenlerin ‘tespit edilebilir’ örnekleri hiç yok gibi anlasiliyor. Oysa, Türkiye’de, bosanma

davasinda, annenin lezbiyen olmasi durumunda, kiz çocuğunun velayetinin babaya verileceğine dair bir Yargitay karari mevcut. Dünya tarihinde ise, bu örnekler artirilabilir: ‘Bir çok ülkede

lezbiyenlik yasal alanda suç sayiliyor. Diğerlerinde ise, örneğin lezbiyen olduklari için çocuklarindan ayri tutuluyor kadinlar. Cezalandirma yöntemlerinin en yaygini ise sosyal soyutlanma denebilir’(7). ‘1260’da Orleans Hukuk Okulu, “lezbiyenlerin” klitorisinin alinmasina karar vermis....’ (8). ‘Islâm dünyasinda, lezbiyenlik geleneksel olarak, escinsel olmayan mücahitler tarafindan yok sayilsa da, kanunun ikinci bölümü de mosahegeh'e dair-kadinlar arasi escinsellik. Madde 129, lezbiyenliğin cezasinin 100 kirbaç olduğunu belirtiyor. Madde 131'de ise dördüncü cürümün ölümle sonuçlanacaği yazili’(9). ‘Naziler lezbiyenlerle mücadele ederken yasalardan çok sindirici yöntemlere güvenmislerdir. Iktidara gelmeleriyle birlikte lezbiyenlerin evleri ve bulusma yerleri yağmalandi ve kapatildi. Bu tarz olaylar toplumla en azindan görünürde uyumlu olmayi lezbiyenlere zorunlu kildi.... Uyum sağlayamayan bazi inatçi kadinlar 'asosyal' olarak adlandirildi ve sosyal açidan bozuk olduklari düsünülen pek çok insanla birlikte hapse atildi... Naziler tüm toplama kampi mahkumlarini farkli sekillerde tanimlayip ayirt etme uygulamalarina paralel olarak asosyalleri siyah üçgenlerle belirlediler.... Kisinin durumu her ne olursa olsun lezbiyenlerin varliği, bazen kendilerini cinsel yönelimleri ile sinirlayan kisiler hakkindaki genellemeleri altüst ediyor. Basitçe alirsak, bütün escinseller erkek değildir. Bu temel söylem bile halen anlasilmayi bekliyor..... Miyopluk, lezbiyen yasamlara dair var olan sinirli veriyi kullanmamizi bile zorlastiriyor’ (10). Türkiye’de escinsellerin çikardiği

on yillik bir ‘gey/lezbiyen dergisine’ ve tarihsel örneklere hiç bakmaksizin olusturulmaya çalisilan bir kuramsal çerçeve, yasama dokunmaktan yoksun bir akademik yazi olarak miyopluğa mahkum olur. Özbay’in kendi çalismasini ilk gibi göstererek, üniversitelerde escinselliğe dair yapilmis onlarca tez çalismasina göz atma gereği bile duymadan, cinsiyetçi bir yaklasimla ‘bakir bir alan’ diye nitelemesi, kitaplasmayan her çalismayi yok saydiğini gözler önüne seriyor. ‘Kendi tarihini yazmayan bir çalisma

disiplininin bugüne ve geleceğe anlamli bakislar atmasi da beklenemez zaten’

cümlesi ile devam eden Özbay, kendi çalismasinin öz elestirisini de vermis oluyor bir bakima. Bilgilerin derlenip yazi haline getirildiği çalismalara

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 23


Escinsel Kadinlar bakmakla sinirli kalmak yerine, o bilgileri kendi arastirma çabanizla elde etmeyi seçerseniz, daha genis bir perspektif yaratabilir; tarih yazma iddiasinda belki o zaman bulunabilirsiniz. Burada, kisisel fikrim ise, ayri bir ‘gey+lezbiyen tarihi’ yaratmak yerine, yazili tarihin sayfalarinin içine ‘yok sayilan bu tarihi’ katma çabasinin daha anlamli olacaği yönünde. Yani, Pekin Konferansinda ILGA Temsilcisi Rebecca Sevilla’nin konusmasinin sonundaki, ‘Eğer bir

öğretmenseniz, cinsel farkliliklar ve farkli yasam biçimleri hakkinda konusun. Eğer bir sağlik görevlisiyseniz, herkesi heteroseksüel kabul etmeyin. Eğer insan haklari üzerinde çalisiyorsaniz, kadin haklari, lezbiyen haklari ve siddetle ilgili yayinlar üzerinde durun. Eğer medyayla çalisiyorsaniz, lezbiyen yasamin durumlari üzerine gerçekçi raporlar yazin. Eğer lezbiyenseniz gelin ve sesinizi yükseltin... Eğer politikaciysaniz, bu hafta kendi ülkenizde cinsel haklar için savasin’ sözlerinden yola

çikarak, tarihten ayristirmak yerine, yeniden yazilacak bir tarihin özneleri olmaktan yanayim. Bu nedenle, escinsellik konusunda yapilan çalismalarin, yok sayilan bir tarihi yazma çabasinda iken, toplumsal marjinalizasyonu besleyecek ve bu anlamda desteklemis olacak bir tarzdan kaçinmalari gerektiğini düsünüyorum. Escinsellik konusunu incelemeye yönelen mevcut akademik yaklasimi da, tipki escinsel barlar, kafeler, oteller, tatil siteleri, kültür ve yayincilik endüstrisi, alisveris merkezleri vb. ile olusan pazarin akademik alanini yaratma yolunda olmasindan dolayi elestiriyorum. Özbay’in, cinsel kimliklerin yeniden düsünülmesinden çok, escinsellerin ‘cinsel kimlik’ olusturamamasinin nedenlerine eğildiğini görüyoruz. Örneğin, Türkiye’deki normatif yapiyi tasvir edip ‘seks isçiliği ve sarkicilik yapan travesti ve transeksüellerin medyadaki popülerliği ve gey+lezbiyen tanimlarinin bazen bu insanlarin kendileri için dahi netlesmemis olmasi, bilinçli cinsel kimlik hareketlerinin cilizliği ve örnek gösterilebilecek, saygi duyulan escinsel figürlerin eksikliği nedeniyle’ escinselliğin ve escinsellerin toplumsal kabul görmekten çok uzak olduklarini söylüyor. Yani, ‘toplumsal kabul görmek’ için, gey+lezbiyen tanimlarinin

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 24

‘netlesmesi’, ‘cinsel kimlik’ hareketlerinin güçlenmesi ve ‘saygi duyulan escinsel figürlerin’ artmasini öngörüyor. ‘Aidiyet, dayanisma ve destek

çerçevelerini çizmesi, “ötekiler” yaratma, konumlari netlestirme ve sinirlari çizmesi açisindan ‘kim olduğun’ meselesinin (hala) büyük önemi var’ diyor. Bu bir tespit ama,

‘yeniden düsünmeye’ dair bir açilim getirmiyor. Yani, cinsel kimlikleri yeniden düsünmeliyiz ama ‘öylece’ birakmali miyiz? Ötekiler yaratan, sinirlari çizip konumlari netlestiren ‘kimlik’, toplumsal kabul görmeyi sağlayacaksa, neden yeniden düsünüyoruz? Kim olduğun meselesinin ‘hâlâ’ büyük önemi var demek, olmasini olumlamak midir, yoksa ‘artik’ olmamali mi demektir? Özbay, Meltem Ahiska’nin, ‘ben lezbiyenim’ diyerek, sistemin atadiği bir kimliği tasimakla sistemle isbirliği yapilmis olacağina dair görüsü ile Schoenberg’in yaftalanilan kimliğe sahip çikip içsellestirerek savunulmasi görüsünü karsilastirarak, kimliği doğrusal bir çizgi olarak aldiğimizda, bunlarin birinin diğerinin öteki ucu olacağini belirtiyor. Ardindan, kimliğin ‘düz bir çizgi olmadiğini’ ve ‘sabit ve homojen durmaktan epey uzakta’ olduğunu söylemekle yetiniyor. Cümlelerini siralayip bunlari anlamli hale getirmeyi okuyucuya birakiyor sanirim. Su an okuduğunuz yazi da, bir okuyucu olarak benim anlama çabami ifade ediyor. Örneğin, kimliğin neden düz, sabit, homojen olmadiğini anlamaya çalisirken, ‘kitaptaki röportajlarin hemen tümünde’, ‘toplumun baskici tavirla dayattiği heteroseksüel cinselliğe tepki ve reddedis olduğunu’ öğreniyorum. Escinsel kadinlarin, heteroseksüel cinselliği’ değil; bunun ‘dayatilmasini’ reddedip ve tepki duyduklarini düsünüyorum. Ancak, ‘heteroseksüellerin açik düsman olduklari bir ortamda’ ifadesini okuyunca, irkiliyorum... Özbay’in ifadesiyle, lezbiyen kimliğini sahiplenenlerin de, kavramlarla arasi iyi olmadiğini belirterek kendine ‘lezbiyen’ demekte zorlananlarin da olduğu farkli tavirdaki katilimcilarin büyük çoğunluğu, ‘erkeksi lezbiyenler veya butchlar’ olarak tabir ettikleri bazi lezbiyenleri kendilerinden ayirmis ve bu yolla sürekli bir “öteki”yi yeniden tanimlamislar. Bu da, lezbiyen

kimliğinin kabul edildiği ve edilmediği noktalarda parçalanmis olmasi anlamina geliyormus. Üstelik ‘ötekiler’, anlatilarda ‘düsük ahlakli ve erkek özentisi’ imis. Iste bu noktada, Özbay, ‘heteroseksüellerin açik düsman olduğu’ bir ortamda, ‘lezbiyenlerin de yekpare duramamasi’ni, ‘kimliğin kendi içerisinde, aktörler tarafindan, çok çesitli tanimlar, kutuplar ve soyutlamalarla bölünmesi’ olarak anlamlandiriyor. Bu durumda, kitaptaki kadinlar, hem heteroseksüellere hem de erkeksi lezbiyenlere düsman ve bu düsmanliğin nedeni de, ‘cinsel kimlik’ olarak ilan ediliyor. Bir bireyin cinsel kimliği, o bireyi ‘düsman’ ilan etmek için yeterli demek ki. Henüz, röportajlarin okunmadiğini düsündüğümüzde (çünkü bu metin bir ‘giris’), okuyucunun, cinsel kimliklerini bölüp erkeksi lezbiyenleri, ‘düsük ahlakli ve erkek özentisi’ diye ötekilestiren ve heteroseksüellere düsman olan kadinlarin söylemleriyle karsilasacağini öğrenmesi gerçekten iç açici! ‘Düsman’ tanimlamasinin hangi bilimsel veriye dayandirildiği bir yana, devam edip röportajlari okuyan biri olarak, bu genellemelerin, ‘geneli’ yansitmadiğini söyleyebilirim. Bölünmüslükler, bahsi geçen tanimlamalar var ve ‘kimlik’ üzerine düsündüğümüzde, bunlarin olmamasi sasirtici olurdu; insanlari ikiye böldüğünüzde, kendi içlerinde bu bölünmüslüğü yeniden üretmeleri beklenen bir durumdur. Fakat, bazi röportajlarda geçen anlatimlari, ‘büyük çoğunluk’a atfetmek mümkün değil. Ayrica, sürekli, ‘erkeksilik’ ile ilgili sorular sorulup beklenen yanitlar alinamayinca, yargi içeren yönlendirici sorulara geçildiğini görünce, bu genellemenin zorlayiciliği da açikça ortaya çikiyor. Bunun üstüne bir de,

Femme: Feminist Lesbians and Bad Girls (Kadinsi: Feminist Lezbiyenler ve Kötü Kizlar) içinde, Rugg’in ‘How Does She Look?’(O nasil görünür?) ve Queer Theory/Sociology içinde, Ault’un ‘The Dilemma of Identity: Bi Women’s Negotiations’(Kimliğin Ikilemi: Biseksüel Kadinlarin Görüsmeleri) yazilarindan

referans gösterilerek, varilan genellemeler desteklenmeye çalisilmis. Önce bu yazilar mi okunmus yoksa, röportajlar mi yapilmis bilemiyorum ama her iki durumda da, özellikle seçilmis örnekler söz konusu.


Escinsel Kadinlar

‘Bugün’ bölümünün sonunda, kendilerini ne olarak tanimlarsa tanimlasinlar (lezbiyen ya da biseksüel), ‘bir kadina duygusal ve/ya cinsel arzu besleyebileceğine inanan’ tüm kadinlara kitapta yer verildiği belirtilmis. Kimliğini ‘olasiliğa dayali bir inanç’ çerçevesinde kuran birine henüz rastlamadim ama en azindan, lezbiyen ve biseksüel tanimlamalarinin cinsel yönelime dair birer ‘kim’lik olduğunu biliyorum; ‘kim olabilirlik’ değil. Duygusal/cinsel arzu besleyebileceğine inanan biri, bu ‘olasiliği’ düsünen biridir; lezbiyen/biseksüel biri ise, böyle ‘olduğunu’ düsünendir. Ayrica bu ifade, geleceğe dair bir tanimlama içerdiğinden, lezbiyen/biseksüel kimliği, ‘sonradan kazanilan’ bir özelliğe dönüstürmüs. Oysa, metinde, bu kimliklerin ‘verilmis’ mi yoksa ‘kazanilmis’ mi olduğuna dair bir açiklama yok. Dolayisiyla, ‘bilinçli’ bir ifade ise, belirsiz ve süpheli. ‘Konusulanlar arasinda, kendini içinde görmediği gruba karsi düsmanlik besleyenler kadar, yasanan deneyimin ortakliğini vurgulayanlar da olduğunun’ dile getirilmesi, lezbiyenler ile biseksüel kadinlari mi gruplastirdiği, yoksa daha önceki gruplastirmalardan mi bahsedildiği konusunda kararsiz birakiyor. Eğer, lezbiyen-biseksüel ‘grup’ ise, neden yine bir ayristirma ve karsilastirma gereği duyulduğu; yok daha önceki ‘erkeksi lezbiyenler’ konusu ise, ‘büyük çoğunluk’ ötekilestiriyor mu, yoksa ortak deneyimlere vurgu yapanlar da var mi bir o kadar, net ve anlasilir değil. Metnin 4. basliği olan ‘sonra’ bölümü, ‘Türkiye’de gey+lezbiyen

çalismalari kategorisine girebilecek sinirli sayidaki eserin hiç birinde lezbiyenliğe dair bilgi toplanamadi’ cümlesi ile basliyor.

Parantez içinde yazar adi ve basim tarihi verilen eserlerin kaynakçadan alinan isimleri ise sirasiyla söyle: ‘Yalnizlik Adasinin Erkekleri: PsikoSosyal Açidan Escinseller’; ‘Escinsel Erkekler’; Maskeler, Süvariler, Gacilar; Modern Homosexualities eseri içinde, ‘Masculinity, Femininity and Turkish Male Homosexuality’ yazisi; ‘Türkiye’de Escninsellik: Dün ve Bugün’. Zaten hiçbirinin basliği da lezbiyenler ya da lezbiyenlik ile ilgili değil. Türkiye’de gey+lezbiyen

çalismalarindan söz edebilecek duruma gelirsek, Özbay’da bu konuda bilgi toplayabilecektir. Bu eserlerin yazarlarinin escinsel olmamasinin, Türkiye’de lezbiyenlik hakkinda yazilan ilk kurgu disi çalismanin iki yazarinin da lezbiyen olmamasinin diye baslayip

‘daha açik bir ifadeyle de bugüne kadar hiçbir lezbiyenin böyle bir projeyi ortaya koyamamis olmasinin’ hepimiz adina

düsündürücü olduğunu belirtmis. Kim adina konusulduğunu bilemiyorum ama, kendi adima, düsündürücü değil; hatta gayet açik. Yazimda da ortaya koymaya çalistiğim gibi, toplumsal dinamiklerin engelleyici rolü söz konusu. Lezbiyen görünmezliği gerçekliği ile yüz yüze iken, bir lezbiyenin kendi cinsel kimliğini açikça ortaya koyduğu bir eseri raflarda görmeyi beklemek için henüz erken; hele de bunun gey+lezbiyen çalismalarina dahil olabilmesi için, yazarin akademik birikime sahip olmasi gerektiği düsünüldüğünde. Ancak sunu söyleyebilirim ki, henüz gerçeklesmemis olsa da, böyle projelere sahip escinsel kadinlar taniyorum. Bir de, bir lezbiyenin kendi yasamini anlatmasi açisindan kurgu disi olan ama akademik olmayan bir eser var: Güner Kuban, Sevisme’nin Rengi. Güner Kuban, 80’lerde yazdiği kitabinda cinsel yönelimini açikça ortaya koyuyor, hatta kadinlarla paylastiği deneyimleri, lezbiyenliği nedeniyle yasadiklarini anlatiyor. Hülya Serap Doğaner’in ‘Leyla ile Sirin’ kitabi var ama tabi o da, akademik değil ve anlatim açisindan kurgu olduğu izlenimi veriyor. Aslinda, lezbiyenlerin Özbay’in çerçevesini çizdiği tarzda bir projeyi ‘ortaya koyamamis’ olduklarini değil, ‘henüz ortaya koymadiklarini’ düsünüyorum. Nitekim, bir kitap çiktiğinda, yazarin kimliğinin sansasyon araci olarak kullanilarak, kitabin içeriğinin önüne geçmesi, çok sik karsilastiğimiz bir durum ve ‘anlamli bir proje’ gerçeklestirmek isteyen bir yazar, bunu istemez. ‘Açik kimlikli

geylerin, lezbiyenlerin, travestilerin ve biseksüellerin, kendi kitaplarini kurgulamalari, kendi arastirmalarini yönetmeleri’ni Özbay’in vurguladiği

kadar önemli görmüyorum; yani, Özbay’in büyük önem biçtiği,

‘yazarlarin kitaplarin konusu olan cinsel kimliklerle ne kadar örtüstüğü meselesi’

hayati değil benim için. Bir bireyin,

cinsel yönelimini saklamamasi, escinsel görünürlüğü açisindan elbette çok önemlidir ama, escinsel olduğunuzu açikça belirterek escinsellik hakkinda bir kitap çikarirsaniz, eserinizin içeriğini tartistirma amacinizin geri planda kalmasi riski vardir. Bu noktada, escinselliğe dair eserler vermis ama kendi escinselliğinden bahsetmeyen yazarlari kinamaya gerek görmüyorum. Ayrica, ‘saklamamak’ ve ‘açikça dile getirmek’ ayni seyler olmadiğindan, heteroseksist zihniyetten siyrilarak, ‘yazar, escinsel olduğunu belirtmediği sürece heteroseksüeldir’ düsüncesini kafamizdan atabiliriz. Örneğin, ‘Escinsel Kadinlar’ kitabinin iki yazari var ve Serdar Soydan gey olduğunu açikça ifade ederken, Cenk Özbay bu konuda bir beyanda bulunmamis. O da, toplumsal cinsiyet çalisan bir sosyoloji öğrencisi olarak böyle bir projeyi gerçeklestirdiğini belirtiyor. Soydan, gey olduğunu söylediği için, eser daha önemli olmadiği gibi, Özbay, cinsel yöneliminden bahsetmediği için daha önemsizlesmiyor. Bu anlamda, bundan sonra bu konuda yazilacak eserlerle bu kitabin çapraz okumasinin ‘çok daha zevkli, ilham verici ve entelektüel açidan yaratici’ olmasi için, yazarlarin escinsel

olduğunu açiklamasi gerekmiyor bence. Eserin içeriğine dair tartisma, yazarin cinsel yönelimine paralel olarak belirlenemez ya da baska bir deyisle, çapraz okumalar yapilirken yazarin escinsel olup olmadiğini açiklamasinin bir anlami yoktur. Özbay, psikolog olmadiği için, bu disiplinin tekniğini kullanarak röportajlari yorumlayamayacağini belirtiyor ancak, ‘kitapta yer alan röportajlarin ezici çoğunluğunda kedini tanimlama ve disariya açilma anlari lezbiyen anlatilarin kirilma noktalarini olusturduğunu’ söyleyerek, ‘herkes,

ergenlik sürecinin asilmasi zor, etkilerinin baki olduğunu bilir’ diye ekliyor.

Ardindan, Raymond’in, ‘ergenliğin yarattiği içsel sorunlarin yaninda, hem aileden hem sosyal çevreden yükselebilecek homofobiye karsi bir escinselin hayatinin en savunmasiz döneminde olduğu’ görüsünün de unutulmamasi gerektiğini vurguluyor. Aslinda, referans göstermeden ve psikoloji disiplinin tekniklerini kullanmadan yaptiği yorumlarin psiko-

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 25


Escinsel Kadinlar sosyal içerikte olduğunu düsünüyorum ve bilimin terimleri kullanilmadiği için de, tartisilir görüyorum. Örneğin, ‘açik düsman’, ‘düsük ahlakli’, ‘saygi duyulan escinsel figür’, ‘yoksullasan kitlelerin kent yasamina duyduklari öfke’ vb. yorumlar. Ayrica, ‘Türkiye’de escinselliği tecrübe eden kadinlarin birbiriyle tümüyle iliskisiz olmayan üç genel probleminin’ ikisinden bahsettikten sonra, bunun iki doğrudan sonucunu söyle yorumluyor: ‘Sosyal ve

politik bir grup olarak lezbiyenler (büyük oranda geyler gibi) bilinen, taninan, görülen ve saygi duyulan topluluklar haline dönüsemiyorlar ve genç lezbiyenler kendilerine sağlikli rol modelleri bulamiyorlar’. Burada ilk sorun,

‘escinselliği tecrübe eden kadinlar’ tanimlamasi. Tipki, ‘bir kadina cinsel/duygusal arzu besleyebileceğini düsünen’ tanimlamasi gibi, lezbiyen ve biseksüel kimliklerine denk düsmeyen bir yorumu içeriyor. Bu kitabin adi, ‘Escinsel Kadinlar’; ‘Escinsel Olabileceğini Düsünen Kadinlar’ ya da ‘Escinselliği Tecrübe Eden Kadinlar’ değil. Diğer sorun, ‘en uzak deneyimlerinin aktarimini’ bulacağimiz söylenen 24 kadinin, ‘sosyal ve politik bir grup’ olarak adlandirilmasi ve ardindan yine, diğer tüm varoluslarindan koparilarak ‘lezbiyenlikleri’ çerçevesinde ‘bilinen, taninan, görülen ve saygi duyulan topluluklar haline dönüsemedikleri’ sonucuna varilmasi. Bu kadinlar, böyle bir dönüsümü sağlayacak bir topluluk haline gelmek istiyor ya da amaçliyorlar mi? Genç lezbiyenlerin ‘sağlikli’ rol modellerine ihtiyaçlari mi var? ‘Sağlikli rol modeli’, ne için gerekmektedir? Rol modeli olmadan, bir birey lezbiyen ya da biseksüel olamaz mi? Lezbiyen olmak, önünde örnek alinacak bir model olduğunda daha ‘sağlikli’ bir sekilde icra edilecek bir meslek değildir. Lezbiyen olmanin gerekleri yoktur. Bu noktada, biraz metnin disina çikip kitaba dair Milliyet Pazar ekinde yer alan röportaja bakabiliriz. Yiğit Karaahmet soruyor:

‘Bu kadinlari kitapta bulusturan sey, cinsel eğilimleri. Peki bu kadinlarin lezbiyenliğe bakis açilari nasil? Yani, varosta yasayanla üst düzey bir gelire sahip bir kadinin lezbiyenliği yasayisi ayni mi? Cenk Özbay yanitliyor: ‘Bizim boğazda çok güzel evi olan bir katilimcimiz, bir de Maltepe’de varosta oturan bir katilimcimiz da var. Ikisi

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 26

ayni yaslarda. Varostaki ciddi problemler yasiyor. Lezbiyen olmanin getirdiği bazi seyleri yapamiyor. Bara gitmek, uygun kiyafetler giymek, internete girmek gibi... Boğaz’da yasayan kiz ise, bunlari takmadan kendi evinde yasiyor. Aktivist örgütlere katilmiyor ve yurt disina gitmeye hazirlaniyor’. Aslinda, soruda bir

problem yok; ‘lezbiyenliğe bakis açilari’ ve ‘lezbiyenliği yasayistaki farklar’ sorulmus. Ama Özbay, ‘genel bir lezbiyen olma hali’ tanimlamis. Lezbiyen olmanin getirdikleri, bara gitmek, uygun kiyafetler giymek ve internete girmek ise, bunlari yapamayan ‘varostaki’ kiz, önünde ‘sağlikli bir rol modeli’ olsa bile, bu modele uyamadiği için sorun yasamaya devam edecek o zaman. Oysa, kitapta, ‘lezbiyen olmanin getirdikleri’ bu seyleri yapan ama bunlara sikismis olmaktan yakinan lezbiyenlerin, ‘arkadaslik, sevgililik ve grup iliskilerini negatif yönde etkilemesi’ problemi, ‘Türkiye’de escinselliği tecrübe eden kadinlarin’ üç genel problemi arasinda sayiliyor. Cinsel kimlikleri yeniden düsünmek istiyorum... Üçüncü problem ise, çok tanidik:

‘...bazi lezbiyenler tarafindan açik bir sorun olarak tanimlanmasa da “erkeksiler”, “butchlar”, “dykelar” veya “erkek olmak isteyenler” seklinde ifade edilen bir “diğer” lezbiyen grubundan duyulan rahatsizlik’.

Her seyden önce, ‘erkek olmak isteyenler’ escinsel (lezbiyen ya da biseksüel) değil; transeksüel tanimlamasi içine girer; bunu görüsülen kadinlar bilemeyebilir ama, çalismayi yapan bilip düzeltmelidir. Özbay’in da belirttiği gibi, konusulan lezbiyenlerin hemen hiçbirinin kendini bu “öteki” gruba dahil etmemesi, buna karsilik hemen hepsinin gerek bu tanimlarda, gerek kendilerinin bu gruptan farkliliklarinda söz birliği etmeleri’ gerçekten dikkat çekici. Öyleyse burada bir sorun olmali. Dikkat çekici bulduğu bu noktayi irdeleme ve açiklama gereği duymayan Özbay’in aksine, düsünmek istiyorum. Öncelikle, bazi lezbiyenler, bunu bir sorun olarak tanimlamamissa, bu genellemeye, 24 kadindan yüzde kaç bir oranla ulasildi? Bunu sorun etmeyen lezbiyenlerin söylediklerine neden hiç değinilmemis? Rahatsizlik duyanlarin sorun ettiği nedir? “Öteki”den farkliliklarinda nasil bir söz birliği ediyorlar? Bu nedenle,

‘lezbiyenlik içinde ‘erkeksilik-kadinsilik ayrimiyla ciddi bir aidiyet parçalanmasi’

yasandiğina isaret eden Özbay, bu ‘aidiyeti’, bireylerin salt cinsel kimlikleri çerçevesinde görüyorsa –ki aksi yok-, bu ait olma duygusunu olumladiği, yani cinsel kimlik kaynakli alt kültür olusumunu gerekli gördüğü anlasilabilir. Bu sorularin havada kalan yanitlarina, röportajlari okuduktan sonra da ulasamadim. Ancak, kendi adima, ‘erkeksi’ tanimlamasindan uzak durarak, escinselliğimi dislayan sistemin tuzaklarina düsmemeye çalistiğimi belirtmeliyim. Escinsel bir kadin ve biraz da sosyoloji mezunu olarak kendi yorumlarimi paylasmak isterdim ama bunun için ayri bir yazi yazmam gerekir. Simdilik sadece, ataerkil sistem ve heteroseksist toplum yapisinin, norm olarak sunduğu erkeklik ve kadinlik rollerinden siyrilmaya çalismanin kolay olmadiğini, escinsel bireylerin de, yapiyi sorgulamadikça, bu rolleri yeniden üreteceğini ve bu üretimi özellikle alt kültürler olusturarak gerçeklestirdiklerini ama, sürekli bunu açiğa çikarmaya uğrasan, besleyen, yeni modeller öneren dissal bir tanimlamanin elestirel açilimlardan yoksun varliğini da, toplumsal değisim ve dönüsümü tikamakta isbirliği ettiğini söyleyebilirim. ‘.....Bu anlamda, erkek

escinseller için “kadinlara özenirler”, kadin escinseller için de “erkeklere özenirler” düsüncesi, varolan toplumsal cinsiyet rollerini değismez ve mesru gören bir zihniyetin ürünüdür’(Selek 2001: 27).

‘Kitap çok büyük oranda Istanbul ve Ankara’da yasamakta olan lezbiyenlerle yapilan görüsmelerden olustuğu için, tüm merakimiza karsin, küçük kentlerde ve kirsal alanda cinsel deneyimlerin ve buna yüklenen anlamlarin farklilasmasi hakkindaki bilgimiz sinirli kaldi’ deniliyor. Bu kadar merak edilen bir konuda, söz konusu kadinlara ulasmak için sarf edilen bir çabadan söz edildiğine rastlanmiyor. Eğer bir çaba varsa, neden ulasilamadiğinin bilgisine vermek de çalisma açisindan önemlidir. Gey+lezbiyen kimliklerin tümüyle kentsel olduklari görüsüne karsilik, günümüzün biraz daha cinsel hosgörü kazanmis toplumlarinda kirsallarda da escinsel yasantinin doğmakta olduğuna dair görüslere yer veriliyor. Ancak Türkiye için, böyle bir hosgörü ortaminin olmadiğini ve nedenlerini de, ‘belki küresellesmenin yarattiği tepkiselliğin

tetiklediği muhafazakar-Islami fikirlerin gücü,


Escinsel Kadinlar

belki yoksullasan kitlelerin kent yasamina duyduklari öfke, belki de gey+lezbiyen figürlerin gerçeği temsil etme kabiliyetinden uzak olusu’ seklinde açiklayarak

belirtiyor. Hangi gerçeğin, hangi figürlerin kabiliyetsizliği nedeniyle temsil edilmemesi söz konusu? Yoksullasan kitlelerin öfkesi, muhafazakar-Islami fikirlerin gücü, hangi noktada bir engel olusturmakta? Ardindan, ‘internetin kirsal alandaki kullaniminin istisnai olmasi’ da, sanirim yine ‘lezbiyen olmanin getirdiklerini yapamamayi’ doğurduğu için engelleyici unsurlar arasinda yerini almis. Ulasilamayan bir kirsal kesim için, bu kadar çok açiklama yapmanin zemini ve dayanaği yok. Sadece tahminler olarak kaliyor ama, ‘sözün kisasi’ diyip ‘Türkiye’de escinsel kimliklerin hala kentli olduklari ve bunun değisme trendi göstermediği söylenebilir’ cümlesini de, ‘bu kitaptaki röportajlar da bunu doğruluyor’a dayandiriyor. Büyük

çoğunluğu kentli olan, kirsal kesime ulasilamadan yapilan röportajlar mi doğruluyor? Ne yazik ki, röportajlari okumadan bile, süphe ile yaklasilacak bu yorumlarin, Ankara, Istanbul ağirlikta olan kentli kadinlarin röportajlarini okuduktan sonra da, doğrulandiğina dair bir veri yok. Bir sonraki paragrafta, ‘bir barin

lezbiyenlerce “dönüstürülmesi” gibi uygulamalarin lezbiyenlerce pek sicak karsilanmayabileceğinin ipuçlarini’ röportajlarin ‘birinde’ bulan Özbay,

diğer çikarimlarini da, bu sekilde, yani ‘bir’ kadinin sözlerini kanit göstererek doğruluyorsa, çalismanin bilimselliğini ciddi sekilde sorgulamak gerekir. Pornografik öğeler barindiran sinema filmlerini övdüğü paragrafta, feministlerin elestirisini yersiz göstermek için açiklamalar yapiliyor. Günümüz aktif feministlerinin cilizlasan sesine karsin, kitapta röportaji yer alan lezbiyenlerin ‘erkekler için çekilen pornografik materyallerle bir sorunu olduğu açik’ diyerek, Bristow’un ‘karsit feminist’ okumalarinda isik tuttuğu ‘pornografinin toplumun cinsiyetçiliğine ayna olduğu’ görüsü savunuluyor. Ardindan, bu lezbiyenlerin, ‘pornografinin tarifinin kim tarafindan yapildiğinin çok önemli olduğunu’ göz ardi etmemeleri gerektiği söylenerek, bir takim escinsel yayin ve filmlere porno damgasi vurulduğu, dava açildiği hatirlatiliyor. Lezbiyenlerin, bu

derse ne kadar ihtiyaçlari olduğu tartisilir ama, Özbay’in, pornografik filmlerde, ‘iki kadinin sevismesinin erkeklerin zevkine hitap edecek biçimde kurgulanmasi ve sonunda erkeğin iki kadinla da birlikte olarak “mutlu son” yasamasi’ nedeniyle, escinsel kadinlarin, ‘pornografik tanimli lezbiyen’ seklinde algilanip tacize maruz kalmalarina tepki duyduklarini, ‘açik olan sorun’un bu olduğunu anlamadiğini düsünmüyorum. Bunu anlayan birinin, bunu ‘toplumun aynasi’ diye olumlamasini ise, düsünmek istemiyorum. Oysa, Özbay, kitaptaki lezbiyenleri elestirmeye devam ediyor. Escinsel kadinlarin büyük çoğunluğunun, zorla götürüldükleri psikiyatristlerden sikayet etmesi ile izlemekten hoslandiklari, hayatlariyla bağlanti kurduklari filmler olmamasini, ünlü lezbiyen film yapimcisi Monica Treut’un görüsünü referans göstererek alakalandiriyor. Lezbiyenlerin, kendi filmlerinin ‘gerçek’ karakterlerinden ve ‘hayatin içinden geçen’ öykülerinden hoslanmamasi; mutlu beraberlikler, sorunsuz cinsellikler görmeyi umduklari neden göstererek açiklaniyor. Aimée ve Jaguar romani ve filmini hatirlayan lezbiyen çikmamasi, tüm kadinlarin geçtiğimiz iki yilda festivallerde, sinema salonlarinda gösterilen lezbiyen filmlerini izleme olanağina sahip olmamasini da, ‘özgün bir beğeni olusmamasi’ için yeterli neden sayiyor. Bunu da, kitaptaki lezbiyenlerin romanlardan ve filmlerden duyduklari hosnutsuzluğun üzerine düsünmek için ilgi çekici bir baslangiç noktasi olarak görüyor. Bu elestirilerin ne anlama geldiği düsünülünce, Özbay’in ‘lezbiyen olmanin getirdiklerini yapmamak’ ifadesi akla geliyor. Bu bölümünün son paragrafinda, Faderman’in, Amerika’da lezbiyenliğin sosyal tarihini yazdiği kitabinin 195060’lari inceleyen kisminin, Türkiye’nin 2000’li yillarina benzerliğinin sasirtici olduğu yazilmis. Özbay’in, Amerika’nin elli yil gerisinde olduğumuzu kastetmediğini belirtmesinin ardindan ortaya koyduğu Türkiye’de lezbiyenlik açilimi ise su sekilde: “Ama, alt-orta

kesimden genç lezbiyenler ile üst kesimden daha yaslica lezbiyenlerin iki kutupluluğu, tüm lezbiyen deneyimlerinin gey barlara sikismis olmasi, o güne değin bir lezbiyen hareket görmedikleri için neyle nasil mücadele edeceklerini bilmemeleri, örnek

alacaklari figürlerin yokluğu, butch-femme ayriminin keskinliği ve henüz “lezbiyen iliski modeli” gelistiremeyip heteroseksüelleri taklitle sinirli kalmalari, vd. okuyuculara bu kitapta sunmaya çalistiğimiz genel manzarayi da veriyor”. Bu ifade,

röportajlarin okuyucuya “sunulmaya çalisilan bir genel manzara” verme amacini açikça dile getirmis oluyor. Yani, her okuyucu, bu kitaptan, Türkiye’deki lezbiyenliğe dair bir genel manzara bulmali. Üstelik, bu genel manzarayi kendi okumasindan çikarmasi, kitabi okuduktan sonra düsünüp bulmasi da gerekmiyor, çünkü ‘giris’ bölümünde yazar tarafindan zaten ortaya konulmus ‘bir manzara’ var. Cinsel kimliklerin yeniden düsünülmesine eğilen yazi, bu manzaraya dahil olan bir lezbiyene de, ‘heteroseksüelleri taklitle sinirli kalmak yerine, lezbiyen iliski modeli gelistirmelisin’ mesaji veriyor. Foucault ya da Butler’in cinsel kimlik üzerine yazdiklarindan, heteroseksüel iliski modeli yerine, alternatif bir lezbiyen iliski modelini gelistirmeyi önerdiklerini anlamak olanaksiz. Bununla bağlantilandirarak giris metninin son bölümü olan ‘yarin’a bakabiliriz. Özbay, ‘1990’larda, Foucault’nun söyledikleri üzerinde ortaya konan bir düsünce ve hareket alani’ olarak tanimladiği Queer Teorisi hakkinda ‘açiklayici’ bir anlatima girmeksizin –Burada gereksiz bir “Queer

Teorisinin özneleri kim?” tartismasina girmeyeceğim–, teoriyi destekleyenlerin

ve elestirel yaklasanlarin yorumlarina yer vermekle yetiniyor. Örneğin, ‘Queer’ tam olarak neyin teorisi sorularini cevaplamanin göründüğü kadar kolay olmadiğini belirtmesine karsin, ‘Gey+lezbiyen kimliklerini

kapitalistlesmis, orta-siniflasmis, isbirlikçi tutumda bulanlar bu teorik açilima destek veriyorlar’, ‘Queer, bir yandan hetero-homo ikiliğini, normal-anormal dengesini bozduğu, yani sabit değil, yapibozumcu ve girift olduğu için de kabul görüyor’ ve ‘en yalin elestiri de bu kuramin ve aktivist hareketin sokaklardan değil, akademiden geldiği, dolayisiyla isyankar değil, biçimci olduğu yolunda’ ifadelerini kullanilarak,

okuyucuya az da olsa fikir verilmis. Kazanilan gey+lezbiyen görünürlüğünün, taninirliğinin, mesruiyetinin “queer” sözcüğü ile yitirileceğini savunanlar, sinirlari belirsizlestirdiği için, grup duygusunu,

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 27


Escinsel Kadinlar aidiyeti, dayanismayi ve politik bilinci azaltacağini düsünenlerin varliğina isaret ediyor. Lezbiyenlerin de, elde ettikleri kendilerine özgü pozisyonu kaybederek, yeniden geylerin tahakkümü altina girmekten çekindiğinden bahsediyor. Özbay’in ‘queer’ ve ‘queer teorisi’ hakkinda bu açiklamalarini, okuyucunun bilgilendirilmesi açisindan yetersiz buluyorum. Spargo’nun ‘Foucault ve Kaçiklik Kurami’ kitabinda, AIDS eylemciliğinin asimilasyoncu stratejilerini reddeden ACT UP, Queer Nation (Kaçik Millet) ve Pink Panters(Pembe Panterler) gibi gruplar, odağinda kaçiklik sözcüğünün bulunduğu stratejilerle, homofobik saldirilardan korunmak için sokak muhafizlari olusturmuslar, direnisi örgütleyen yakici eylemler düzenlemisler. Spargo, tarihsel bir çizgide bakildiğinda, ‘gey’liğin yolunu açan alt-kültürlerin, kaçiklik kültürüyle pek çok ortak yöne sahip olduğunu belirtir. ‘......Fakat, kaçikliği, yeni bir kimlik

politikasinin temeli olarak değerlendirmek, dislayici ve sinirlayici bir girisim olacaktir.’(Spargo 2000 : 38) Bu anlamda

bakildiğinda, Queer teorisi ve hareketine yönelik, ‘akademiden çikmis biçimci’ elestirisi, sokaklardan çikan isyankar yapisini görmemek olur. Lezbiyenlerin, queer kavrami altinda, ‘elde ettikleri kendilerine özgü pozisyonu kaybederek, yeniden geylerin tahakkümü altina gireceği’ öngörüsü de, kimlik mücadelelerinde gey ve lezbiyen bireyleri ve hareketlerini ayristiran bir modeli destekleyip ‘queer’in cinsel kimlikler üzerine getirdiği açilimi anlamamaktan kaynaklaniyor olabilir. ‘Foucaultcu analiz

yöntemlerinden yararlanilarak geri dönüp bakildiğinda, birlesik bir gey ve/veya lezbiyen kimliği efsanesinin yok olmasinin ardindaki sebep, kisisel ve siyasal öncelikler konusundaki ayrimlar değil, siyaseti kimlik üzerine temellendirme gayretidir’. (Spargo, 2000: 33) Özbay’in en azindan,

kaynak olarak gösterdiği bu kitaptaki açilimlari yansitmasi, ‘queer’ üzerine daha açiklayici olabilirdi. ‘Cinsel Kimlikleri Yeniden Düsünmek’ baslikli bir metinde, yapibozumcu yaklasimlara sahip isimleri referans vermenin ardindan, lezbiyenlere “lezbiyen modeli gelistirememis” teshisi koymanin kafa karistirici olduğu kanisindayim.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 28

Heteronormatifliğin yapibozumundan, kendine özgün bir “homonormatif”liğe yönelimin, cinsel kimlikleri yeniden düsünmek yerine, farkli versiyonlari yeniden üretmek olduğunu görebiliriz. ‘Norm olarak dayatilan’ cinsel kimliğin reddinin, dislanan cinsel kimliğin ‘kendi normlarini’ insa etmesiyle yol almasi, reddedilenin farkli bir varolusla içsellestirilmesi olur. ‘Bana mutlaka bir

kimliğim olduğunu düsündürten sey, hem cinselliği hem de toplumsal cinsiyeti üreten ve denetleyen söylemler ile içerdikleri bilgilerdir’.(Spargo 2000: 52)

Kitabin giris yazisi disindaki içeriği, yani röportajlari düsünüldüğünde, okuyucunun, kimlik mücadeleleri, queer teorisi, Foucault ve Butler’in görüsleri hakkinda bilgi sahibi olmamasi halinde, bu metni bütünsellik içinde anlamlandirmasi zor görünüyor. Kisisel deneyim ağirlikli aktarima dayanan röportajlarin yaninda, teorik kavramlara, alintilara boğulmus bir metnin, konu hakkinda kuramsal bakis açisi edinme kaygisinda olmayan bir okuyucu kitlesi için, ne derece ‘ufuk açici’ olacaği üzerine düsünebiliriz. Özbay, ‘gelecekte lezbiyenleri veya daha genis anlamiyla cinsellikle ilgilenenleri mesgul etmesi beklenebilecek son önemli konu’ olarak ‘ileri demokratik açilimlara’ değiniyor. Lezbiyenlere daha genis anlamiyla ‘cinsellikle ilgilenenler’ olarak bakabileceğimizi söyleyen bu cümle, ‘mesguliyet’ konusunda da soru isaretleri yaratiyor. Bu konu bağlaminda, Young’in, esitsizliklerle savasmak için en uygun yol olarak önerdiği ‘farklilasmis yurttaslik’a değiniyor. Buna göre, ezilenlerin, paylastiklari ezilmelere göre bir araya gelerek demokratik yönetimi, taleplerine kulak vermek zorunda birakacaklarini söylediğini ekliyor. Baski gören gruplarin kendilerini ilgilendirmeyen konularda da diğerlerine destek vereceği bir ‘gökkusaği koalisyonu’ yaratacaklarini belirtiyor. Daha sonra da, Week’in, günümüzde cinselliğin, cinsel kimliklerin önemi, kültürel ürünlerin cinsellik içermesi, Amerika’da en kalabalik sivil toplum girisimlerinin gey+lezbiyen örgütlenmeler olmasi dolayisiyla ‘cinsel yurttasliklara’ doğru gittiğimizi vurguladiğini söyleyen Özbay, bu tartismalari Türkiye için ‘uzak perdelerde

oynayan filmler’ gibi görüyor. Bunu da, gey/lezbiyen kimlikleri, mekanlari, teorileri ve aktivist hareketlerinin Batili nosyonlar olmasina bağlayarak, hizlanan dünyada bunlarin bizim için ‘uzak bir öykü’den daha fazla olabileceğini ekliyor. Özbay’in bu yorumlarini, Türkiye’deki gerçeklikten uzak bir bireyden duysam sasirmazdim belki ama, escinsel hareketin tarihi konusunda, Batili nosyonlar disinda da bilgisi olmasi gereken bir sosyolog adayinin yazdiklarina tepkisiz kalmak zor. Örneğin, Türkiye’de baski gören gruplarin ortak platformlar olusturarak seslerini duyurmaya çalistiğini, birbirlerine destek verme pratiklerinin yasanmaya basladiğini bilmeyen biri, ‘gökkusaği koalisyonu’nu çok uzaklarda zannedebilir. En azindan Türkiye’deki escinsel harekete, escinsel olusumlara ve bu olusumlarinin yayinlarina bir kez bile değinmemesi, bu çalismanin önemli bir eksiği olarak karsimiza çikiyor. Bu anlamda, Özbay’in metnini okurken rastladiğim bir çok eksikliği ve bunun doğurduğu yanilgilari, elestirmeden olduklari gibi birakmak, hem metnin yazarina hem de konunun öznelerine haksizlik olacaktir diye düsündüm ve bunlari sizlerle paylastim. Umarim, elestirel bir okumanin sağlayabileceği değisime ve dönüsüme yönelik verimi alabiliriz. 1 Pinar Selek, Maskeler, Süvariler Gacilar , Aykiri Yayinlari, Istanbul, Ekim 2001, s. 44 2 T. Spargo, Foucault ve Kaçiklik Kurami, çev: Kaan H. Ökten, Everest Yayinlari, Ağustos 2000, s.76: ‘Heteronormativite: Bu terim, çağdas Bati cinsiyet-toplumsal cinsiyet sisteminde, heteroseksüel iliskileri norm, öteki bütün cinsel davranislariysa bu normdan sapma olarak görme eğilimini ifade eder.’ 3 Ann Menasche, Lezbiyen Varolusun Baskaldirisi, çev: Füsun Özlem, Kaos GL, Sayi 6(eski) 4 Oyaburcu, Escinselim Varim, Lezbiyenim Yokum, Kaos GL, Sayi 9 5 Jelica Todosijevic, Sirbistan: Arkadija, çev: Yesim T. Basaran, Kaos GL, Sayi 19(eski) 6 Akhadar Assar, Konusulmayan Kurallar:Ürdün, çev.Yesim T. Basaran, Kaos GL, Sayi 24(eski) 7 Ann Menasche, Lezbiyen Varolusun Baskaldirisi, çev: Füsun Özlem, Kaos GL, Sayi 6(eski) 8 Pinar Selek, Maskeler, Süvariler Gacilar , Aykiri Yayinlari, Istanbul, Ekim 2001, s. 37 9 Vahme-Sabv, Konusulmayan Kurallar: Iran, çev: Yesim T. Basaran, Kaos GL, Sayi 24 (10) R. Amy Elman, Nazi Almanyasi'nda Soykirim ve Lezbiyenler, çev: Burcu, Kaos GL, Sayi 2


Escinsel Kadinlar

Kendimize Taniklik Edebildik Mi? Yesim Basaran

Escinsel Kadinlar – Yirmi Dört Taniklik, Cenk Özbay, Serdar Soydan, Metis Yayinlari, Haziran 2003.

10 Ağustos tarihli Radikal Iki’de yayinlanan Alper Borali imzali yazida Türkiye’de escinsellik hakkinda akademik ve edebi üretim konusunda hareketlenmeler basladiği, yayinlanan birkaç kitabin sevinç verici gelismeler olduğu belirtiliyor. Son zamanlarda bu alanda piyasaya çikmis bir kaç kitap hakkinda bilgilendirmelerin de bulunduğu yazida, bizleri lanetlemeyen, varliğimizi suç, günah ya da hastalik olarak değerlendirmeyen bütün kitaplar bir bütün alkislaniyor. Yazarin kisa bir yazida kitaplarin olumsuz elestirilerine girmeyi tercih etmemis olmasi da mümkün elbette. Ancak bizim edebi veya akademik çalismalarin yan isira, varolan bakisimizi sorgulayip derinlestirebilmek ve topluma ileteceğimiz sözü güçlendirmek için bu yayinlarin elestirilerinin de gelistirilmesine ihtiyacimiz var. Aksi takdirde, geçtiğimiz aylarda Istanbul’da ve Ankara’da gerçeklestirilen sempozyumlardaki bazi sunumlarda da gözlediğimiz gibi akademinin yeni modasi “escinsel çalismalari” içeriksiz, kendi bakisini sorgulama kaygisi duymayan, arastirdiğini antropolojik bir nesne olarak ele alan ürünler de üretilecek; belli bir kusak akademisyen “karanliktaki bilinemezler dünyasi: escinseller”1 üzerine yaptiği çalismalar 1 Escinsel Kadinlar kitabinin önsözünde geçen “bilinmeyen, bu “kapali” ve “karanlik” konu” ifadesine ve Alper Borali’nin Radikal Iki’deki yazisinda, yine ayni kitaptan bahsederken kullandiği “bulunmasi ve konusulmasi güç lezbiyenler” ifadesine itirazim var. Bu ifadeler konuya toplum tarafinda durularak bakildiğina dair ipuçlari veriyor. Çünkü bir lezbiyen için “lezbiyen olmak” gerçek ve somut bir durumdur. Lezbiyen görünmezliğinin “karanlik, bilinmeyen” gibi terimlerle ifadesi, toplumun iletisim kanallarinin lezbiyenlerin varliğinin inkari ile tikali olmasi gerçeğini -yani bir

sayesinde kendine üniversite içerisinde yer bulacak. Bizler hakkinda ağirliğini tasima kaygisi duyulmadan edilen sözler belli çevrelerde bilimsel gerçekler olarak ele alinacak. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi Cenk Özbay ve Lambda katilimcisi Serdar Soydan’in hazirladiği Escinsel Kadinlar kitabi da Alper Borali’nin yazisinda bahsedilen çalismalardan biri. Kitabin önsözünde geçen “yalnizca lezbiyen kadinlarin katilimina açik bir toplantida, toplantiya katilan 40’a yakin escinsel kadina projemizi sunduk” diye bahsedilen toplantida bulunan, hazirlik sürecinde Cenk ve Serdar’la sorulara dair elestirilerini paylasan ve kitapta röportaji olan kadinlardan biriyim. Bu nedenle kitabin olusum süreci hakkinda, yukaridaki paragrafta belirttiğim nedenlerden dolayi da ortaya çikan çalisma hakkinda elestirilerimi paylasmak istiyorum. 24 kadinin hemcinslerine dönük duygulari nedeniyle yasadiklari dislanmanin deneyimini bir araya getirmis olmasi açisindan, ayrica bu haliyle kendini yeryüzünde tek zanneden baska yönelimdaslarimiza ulasabilmesi açisindan değerli bir çalisma. Kitabin gerektirdiği fiziksel çabayi harcamis olan arkadaslarimizin emeğinin farkinda olduğumu belirtmeliyim. Kendilerine aktarilanlari anlamaya dönük belli çabalarinin da bulunduğunun altinin çizilmesi gerekiyor. Bu yazida, harcadiklari çabanin üretim sürecinde ve sonucunda çesitli eksikliklerin ortaya çikmasina neden engel olamadiğini tartisacağim. Bahsi geçen toplantida Cenk ve Serdar, daha sonra gazetelerin kitap hakkinda kendileriyle yaptiklari röportajlarda da belirttikleri gibi bizleri bu çalismaya katilmaya ikna etmekte güçlük çektiler. 25 Haziran tarihli olguyu yaratan toplumsal kosullariyoksaydiği için zarar verici bir yaklasimdir.

Aksam gazetesinde Cenk Özbay “Birakin konusmayi, projeyi sunmak bile zordu. Röportaj yapmak istediğimizde ciddi tepkiler aldik. Bir kadin 'Böyle bir kitabi iki erkeğin hazirlamasini reddediyorum' dedi. Ama bize 'Erkek olduğunuz için böyle bir kitap yapamazsiniz' dediklerinde mücadele ettikleri seye ters düstüklerini ve cinsel ayirim yapmis olduklarini anlattik..” diyor. Ancak karsi çikilan nokta her seyden bağimsiz olarak onlarin erkek olmalari değil, erkek olmalarindan kaynakli bakis açisi eksikliği yasayabilecekleri idi. Yaptiğimiz görüsme sonucunda katilimi kabul etme nedenimiz yaklasimimizin cinsiyetçi olduğu iddiasina veya onlarin çalismayi doğru bulacağimiz bir bakis açisiyla yapacaklarina ikna olmamiz değil, biz katilmasak da bu çalismayi yapacaklarini belirtmeleriydi. Bunun üzerine katkilarimizla kitabin savrulabileceği olumsuzluklari engelleyebiliriz düsüncesiyle, Cenk’in bizim kaygilarimizi gidermek için Sözlü Tarih ve Feminizm dersleri aldiğini anlatmasinin yüreğimizi ferahlatmasini sağlamaya çalisarak bazilarimiz kitap için röportaj vermeyi kabul etmistik. Lezbiyen2 görünmezliğine darbe vurmasi amaciyla bu çalismaya katilimimiz kaçinilmaz gözüküyordu. Kadinlarin röportaja ikna sürecinin aceleci bir tarzda gerçeklestiğini düsünüyorum. Çünkü sorularin yöneltileceği kisilerin elestirilerine karsi, medyanin bizden “röportaj koparmaya” çalisirken gösterdiği genel yaklasimi andiran bir savas gerçeklestirildi. Muhtemel katilimcilarla gerçeklestirilen ön görüsmeler bilimsel üretim sürecinin bir parçasidir. Dolayisiyla ürünün tamamina karsi tasinmasi gereken sorumluluk, bu görüsmeler için de geçerlidir. Bizim elestirdiğimiz noktanin, yani bu çalisma 2 Bu yazida geçen “lezbiyen” kavrami aksi belirtilmediği sürece biseksüelleri de kapsamaktadir.

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 29


Escinsel Kadinlar için bakis açilarini sorgulamalari gerekliliğinin zaten arastiricilarin temel kaygisi olmasi gerekirken, bizlere yanit olarak “ama bize röportaj vermek isteyen lezbiyenler de var” denildi. Oysa önemli olan röportaj yapabilecek lezbiyenleri bulmaktan çok, çalismayi uygun bir bakis açisiyla, tarihi sorumluluğunu tasiyarak yapmakti. Tipki onlarin da kitapta lezbiyen temali bir fotoğraf sergisi hazirlamayi düsünen Femidom’a sorduklari gibi: “Yapilan ilk is olmasi nedeniyle, çektiğin karelerde görünecek kadinlarin bu kavramla özdeslesmesi ve “Lezbiyenler iste bunlardir” denecek olmasindan korkmuyor musun? Bu sana ek sorumluluklar getiriyor mu?” Lezbiyenlerin kitap için röportaj vermeyi kabul etmelerini sağlamaya çalisirlarken, “Biz zaten size mikrofon uzatacağiz, siz anlatacaksiniz.” diyorlardi. Gerçekten de röportajlardan olusan kitaba baktiğimizda hazirlayan arkadaslarimizin yazdiklari giris yazilari disindaki sözler lezbiyenlere ait, doğal olarak. Ancak bir röportaj kitabinin nasil bir çalisma olduğunu incelemek için verilen yanitlari değil, “uzatilan mikrofon” diye ifade edilen sorulari mercek altina almamiz gerekiyor.

Bir arastirmanin sorulari arastirmaciyi motive eden merak ve ihtiyaçtan doğar. Arastirmacinin meraki ve ihtiyaci ise içinde bulunduğu toplumsal kosullar ve kendi iradi seçimleri tarafindan belirlenmektedir, dolayisiyla sorgulanamaz değildir. Arastirmacinin sorularinin hesabini verebilmesi, onlarin savunusu yapabilmesi gerekir. Arastirmacinin belirlediği sorulara -yani “uzattiği mikrofona” - verilen yanitlarin, sorularin beslendiği paradigmanin disina çikabilmesi yanit veren kisinin bu konuda deneyimli olmasini ve özel çaba sarf etmesini gerektirir. Söylediklerimi anlasilir kilmak için söyle bir örnek vereyim: Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi iki kadin, bir ödevleri için escinseller üzerine arastirma yapiyorlardi. Hazirladiklari sorulara en güzel örnek, “sanatin hangi daliyla ilgileniyorsunuz” idi. Açikladiklarina göre sorunun

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 30

gerekçesi, escinsellerin duygusal ve yalniz kisiler olmalari nedeniyle kendilerini sanat araciliğiyla disavurduklarini düsünmeleri idi. Sizce bu soruya yanit olarak sanatin hangi daliyla ilgilendiğimizi mi söylemeliyiz, yoksa sorunun gerekçelerini mi elestirmeliyiz? Çoğunlukla arastiricilarin kendi düsüncelerinden ve durduklari yerden çok emin olmalari, kendilerini sorgulamamalari ve değisime kapali olmalari yapilan çalismalarin bilimselliklerine –yani hesabi verilebilir yöntemlerle hakikati arama çabasina- gölge düsürmektedir. Dolayisiyla önümüze gelen bir arastirma ürününün sorularini sorgulamamiz gerekir. Sorulara rağmen yanitlarin okuyucuya ulasmasinin önünde iki temel engel görüyorum. Yanit veren kadinlar belli bir bakis açisinin içinde hareket etmek zorunda birakilmalari ve okuyucunun zihnindeki kliselerin sorularla onaylanmasi. Kitapta bizlere sorulan sorular kabaca üç kategoride toplanabilir. Genel tanima sorulari : Sorularin % 56’si3 kisinin kendisi, yasami ve düsünceleri hakkinda genel bilgiler vermesine dönük. Iliskiler kategorisi : % 18’i görüsülen kadinlarin yasadiklari romantik ve cinsel iliskiler hakkinda. Siddet kategorisi : Geriye kalan % 26’si ise doğrudan lezbiyenlerin karsilastiklari siddete dair deneyimlerini paylasmalarini sağlayacak sorulardan olusuyor. Cinsel yönelimimizin norm olandan farkli olmasi nedeniyle çesitli siddet türlerinin tehdidi altinda yasiyoruz. Sanattan eğitime, aileden devlete, sokaktan evlerin en kuytu kösesine kadar lanetli, suçlu, günahkar, hasta olduğumuza inanmamiz için yapilan müthis propaganda karsisindaki yalnizliğimiz, buna karsi direnmelerimiz, kendi gerçekliğimizi disimizdakilerle paylasma süreçlerimiz, cinsel siddet, fiziksel siddet, dislanma, vs. Kitaptaki sorularin % 26’si lezbiyenlerin bu propaganda ve tehdit 3 Yüzdeler, sorularin üç kategoriye ayrilip sayilmasindan elde edilerek yuvarlandi.

altinda yasama deneyimlerini açiğa çikarmalari açisindan önemli. Eğer bu kitap toplumsal dönüsüme dönük bir katki sunabilecekse, o da bu sorular sayesinde olacaktir. Ancak soru akisinda sorularin amacinin siddeti açiğa çikartmak olmadiğini düsünmeme neden olan bir olumsuzlukla karsilastim. 6 kisiye sorulan “Lezbiyen olduğun için hiç siddete/tacize maruz kaldin mi?” biçimindeki soru, yasam içinde karsilasilan siddete dair pek çok anlatinin ardindan sorulmus. Örneğin Irem annesine açildiktan sonra onun isteği üzerine 9 ay boyunca odasindan disari çikmadiğini, annesinin onun bu konuda kitap dahi okumasini istemediğini, isyerinde karsilasacaği olasi siddet dolayisiyla “açiklama taraftari” olmadiğini anlatmasinin ardindan “hiç lezbiyen olduğun için bir baskiya veya dislanmaya maruz kaldin mi?” diye sorulmus. Bir kadin lezbiyen olduğu için kendini tehdit altinda hissediyorsa ve çesitli yasaklamalara maruz kaliyorsa, bu baski ve dislamadir. Bunlari baski ve dislama olarak tanimlamamak lezbiyenlerin toplumda karsilastiklari sorunlari lezbiyenliğin doğasina bağlamak anlaminda okunacaktir. Bu soru nedeniyle, Irem’in ve diğer 5 kadinin bu sorudan önceki anlatimlari doğrudan siddet taniminin disina atilmaktadir. Toplumla, hemcinslerimize dönük cinsel ve romantik duygularimizin varliği nedeniyle çeliski yasiyoruz. Bunun somut sonuçlarini yasamlarimizin çesitli açilardan güçlesmesi biçiminde yasiyorken, cinsellikten ibaret varliklar olarak değerlendirilmemiz de yine egemen bakistan kaynaklanmaktadir. Eski dönemler değisip yavas yavas toplumun gözünde vebali yaratiktan ilginç kategorisine geçis yapmaya basladiğimizda, kendini özgürlükçü değerlendiren yeni bakis, escinsellerle ilgili anlamasi gerekenin bizim cinsel ve romantik dünyamizda olduğunu varsaydiği gizemler zannediyor. Bati’nin Doğu’ya “Binbir Gece Masallari’nin uçsuz bucaksiz mistik topraklari” yaklasimi ile bize olan


Escinsel Kadinlar

“Cumartesi Gecesi Masallari” yaklasimi aslinda çok benzerdir. Efendi, efendiliği ruhunu karatirken, bundan temizlenmek ve arinmak için kölesinin çekici iç dünyasina sefere çikar. Istila ve yağma maddi boyuttan manevi boyuta kayar. Siddet sorularinin disinda kalan % 74’lük kisim, bu bakis açisindan beslenerek hazirlanmis. Okuyucuda kendini sorgulama etkisi birakmasinin önüne geçme ihtimali tasiyan kliselere, genellemelere ve antropolojik bakisa boyun eğilmis. Sadece üç kadina yasadiği iliskilerle ilgili soru4 sorulmamis. Bu tarzda sorularin en çoğuna maruz kalma orani % 49 iken, en düsüğü % 3. Yani bir arkadasimiza sorulan sorularin neredeyse yarisi yasadiği iliskiler hakkinda. Kaos GL’nin düzenlediği “Lezbiyenlerin ve Geylerin Sorunlari, Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari” sempozyumunda bir gazeteci el ele tutusan iki kadin görüntüsü almak için bizden mizansen yaratmamizi istemekten hiç çekinmemisti. Kisisel deneyimleri açiğa çikarmayi sağladiği için çok önemli olan röportaj tekniği ile hangi deneyimin nasil günyüzüne çikarildiği da çok önemlidir. Bunu önemsemezsek, magazincilerin en iyi arastirmacilar olduğunu savunuyoruz demektir. Çünkü bütün yasamlari çesitli bireylerin kisisel yasamlarina dair ayrintilari kamuoyuna tasimaya dönük. En iyi arastirmaci ünvanini magazincilere kaptirmamak için, arastirmalarimizdaki magazinel yönleri iyi sorgulamamiz gerekir. Iliski sorulari üst üste ve daha fazla ayrinti 4 Katilimcilarin yasadiklari iliskilerle bağlantili olan bütün sorulari iliskiler kategorisinde değerlendirmedim. Çünkü kimi sorular yasanilan iliski bağlaminda toplumun siddetini açiğa çikarmaya dönüktü; bu tip sorulari iliskiler değil, siddet basliği altinda topladim. Örneğin röportaja birlikte katilan Demet ve Ayça’ya sorulan “Ayni evi paylasiyorsunuz, komsularinizla araniz nasil, dedikodu falan?” sorusunu siddet basliğinda değerlendirirken, yine ayni kisilere sorulan “Su an beraber yasiyorsunuz, neler yapiyorsunuz?” sorusunu ise, herhangi bir seyle bağlantisi olmadan doğrudan katilimcilarin içinde bulunduklari iliskiyi anlattirmaya dönük olduğu için iliskiler basliğinda siniflandirdim.

öğrenmeye dönük. “Ilk asik olduğun kizi diğerlerinden ayiran neydi, nasil tanistiniz, tipim değildi dedin senin tipin ne, neler yapardiniz, neler yasiyorsunuz, daha sonra kime asik oldun, tek gecelik iliski yasadin mi, bu tarz iliskiler lezbiyenler arasinda yaygin mi, hangi tip iliski ariyorsun, peki bu tarz bir iliskiyi barlarda ya da internette bulabilir misin” biçimindeki sorulara yeniden bakmanizi öneriyorum. Bu sorularin üst üsteliğinde verilen yanitlari yeterli bulmama hali, soruyu soranin neyin arayisinda olduğu konusunda bir süphe uyandiriyor. Iliskilere dair yakalanilan her ayrinti konuyu daha da derinlestirmek için kullanilmis. Lezbiyenlere iliskileri hakkinda hiç soru sorulamaz mi? Elbette sorulabilir. Ancak nasil bir bağlamda? Biz aç gözlü okurlar olarak neden lezbiyenlerin iliskileri hakkinda öğrenmek isteriz? Cenk Özbay 20 Haziran tarihli Milliyet Pazar dergisine kitap hakkinda verdiği röportajda “(Varostaki bir lezbiyen) lezbiyen olmanin getirdiği bazi seyleri yapamiyor. Bara gitmek, uygun kiyafet giymek, internete girmek gibi...” yorumunu getiriyor. Lezbiyen olmak bara gitmeyi, uygun kiyafet giymeyi veya internete girmeyi getirmez/gerektirmez. Bazi toplumsal olgularla lezbiyen kimliği arasinda gereklilik bağlantisi kurmak, bu olgulari lezbiyenliğin doğasina/özüne bağlamak anlamina gelir. Oysa yine Cenk Özbay’in kitaba yazdiği önsözün giris paragrafinda Butler ve Foucault’dan alintilayarak belirttiği gibi “cinsellik tarihsellik içerisinde olusturulmus bir sosyal yapi”dir ve “’doğal’ kabul edilen söylem ve uygulamalar aslinda ne kadar kurgusal, hesaplanmis, insa edilmis, iliskisel, durumsal ve icrai”dir. Dolayisiyla heteroseksüelliğe özgü uygun kiyafetler olamayacaği gibi, lezbiyenliğe özgü kiyafetler de olamaz. Kastedilen uygun kiyafetin, barlara giderken modaya uygun olarak giyilen kiyafetler olduğunu tahmin ediyorum. Bu, sadece gey barlar değil, diğer barlara giden kadinlar tarafindan da takip edilen bir

moda. Muhakkak ki kitabi hazirlayanlar, bazi kadinlari bu kiyafetler içerisinde gördüler, ancak bu kiyafetleri giymeyen kadinlarla da karsilastilar –ki toplumdaki lezbiyenlerin oldukça küçük bir orani bu barlara gitmektedir. Butler ve Foucault’ya rağmen, cinsel yönelim ve giyilen kiyafet gibi herhangi bir toplumsal olgu arasinda otomatikman kurulmus olan bağ, neden arastirma sürecinde ve sonucunda sarsilmadi, hatta önsözün içerisinde yeniden pekistirildi? Bu kitaptaki sorularin bazilarinda olduğu gibi, katildiğimiz sohbetlerde, toplantilarda, söylesilerde bize sorulan bir çok soruda yukarida bahsettiğim “bağ kurma” mekanizmasi islemektedir. Bu tarz sorularin karsisinda su açiklamayi yapmak zorunda kaliyoruz: “Sorularinizin bir çoğunda escinsel kelimesi yerine heteroseksüel kelimesini koyarsaniz, yaniti kendi kendiniz de verebilirsiniz”. Tek gecelik iliskinin benimsenmesi ne heteroseksüelliğin ne lezbiyenliğin doğasina bağlanamayacak bir konu iken, kitapta lezbiyenliğin doğasina bağlanmis. “Lezbiyen iliskiler, okuduğun yatili kiz lisesinde yaygin bir biçimde yasaniyor muydu?”, “basarilarini veya basarisizliklarini lezbiyenliğine bağliyor musun?”, “lezbiyenlerde seni rahatsiz eden veya mutlu eden bir yön var mi?” gibi sorular veya “escinseller kendi içlerinde nasillar”, “lezbiyenlerle geylerin arasi nasil?” biçimindeki sorular, çesitli toplumsal olgularla bağlanmis statik escinsel kimliğine sahip ve homojen olduğu varsayilan bir kitle hakkinda sorulabilir ancak. Statik bir escinsel kimliği ve homojen bir escinsel kitle var olmadiği için, sorularin kurulduğu bağlam bizi doğru yanitlara götüremiyor. “Neler yasanirdi Cafe Cute’da”, “Barlarda neler yasaniyor, nelere sahit oldun?”, “Chat’de neler yasaniyor?” sorularinin da bu bakis açisindan beslendiğini iddia edebiliriz. Aslinda sorulan su: “Escinsel kimliğini bazi toplumsal olgularla bağladik, merak ettiğimiz bu bağlanti üzerinden biraraya gelinen mekanlarda neler

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 31


Escinsel Kadinlar yasaniyor? Tabii ki kurduğumuz bağlanti bağlaminda neler yasandiğini soruyoruz.” Çünkü “chat’de neler yasaniyor” sorusu o kadar yuvarlak bir soru ki, pek çok sey anlatilabilir. Örneğin, Türkiye’de internet bağlantisinin içinde bulunduğu durum nedeniyle çok fazla bağlanti kopukluğu yasandiği da anlatilabilir, insanin yalnizliğini unutmasini sağlayan bir ortam olarak da değerlendirilebilir. Ama bize hangi bağlamda soruldu? Kendi röportajimdan hatirliyorum. Bağlamini anlamadiğim sorularda ne kastettiklerini soruyordum, verdikleri yanita göre cevabimi veriyordum. Ancak kitaba baktiğimizda sorularin ham hali konduğu için, hangi soruya hangi manayi yüklediğimiz bile bizim seçimimiz gibi duruyor. Bu kitapta, barlar, cafeler ve internet bize rağmen yasamlarimiz içinde belli bir yerde tanimlanmislar. Sorulara göz gezdirdiğimde, kurulan bağlami su sekilde okuyorum: “Lezbiyenler barlarda, cafelerde ve internette sevgili bulabilirler. Lezbiyenliğini yasamak sevgili bulmak demektir. Bu durumda lezbiyenler barlara, cafelere ve internete takilirlar. Peki bu mesele çerçevesinde o mekanlarda neler yasaniyor?” Lezbiyenlerin biraraya gelebildikleri kamusal alana yükledikleri anlam, bu sorularin isaret ettiğinden daha derin ve karisiktir. Varolusumuz toplumun genelinde inkar edildiği için, inkari bosa çikaran ve biraraya gelebileceğimiz yerlere bizim çok ihtiyacimiz var. Bu mekanlara yüklenen tek anlam sevgili bulmak değildir. Kamusal alandaki inkara karsi bir direnistir bu. Bu direnisin incelenebilecek, açiğa çikarilabilecek ve heteroseksüelliğin norm varsayildiği egemen ahlakin ikiyüzlülüğünü sarsabilecek bir çok dinamiği vardir. Ancak bu dinamikler “barlarda nelere sahit oldun” sorulariyla ortaya çikarilamazlar. “Hiç rent-girl ile karsilastin mi?” sorusunda, dünyanin yakici sorunlarindan biri olan seks isçiliği sektörünün varliği dislanmis. Sanki, lezbiyenler doğalari gereği bu toplumsal olguyla karsilasmak

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 32

zorundalarmis gibi veya kadinlara hizmet veren seks isçisi kadinlar lezbiyenliğin doğasindan kaynakli meslek seçiyormus gibi. Bu tipki anaakim medyanin travestiliği bir meslek olarak sunmasina benzemektedir. Çocuk sahibi olmak isteyen kadinlardan birine sorulmus: “Iki anneli bir çocuk yapmak, onu hayati boyunca diğerlerinden kaçinilmaz bir biçimde farkli kalmaya mahkum etmek, bir sorumluluk5 değil mi?” Çocuklarinin irkçilik nedeniyle yasayacaği sorunlarin sorumluluğunu siyah ebeveynlerde mi arariz, yoksa irkçilikta mi? Türkiye’de yasayan Ermeniler çocuk sahibi olmak istediklerinde, sorumluluk sahibi ebeveynler olmalari için onlara Ermenistan’a tasinmalarini mi önereceğiz? Sorumluluğu lezbiyen anneye yükleyen bir ifade yerine, nasil sorunlarla karsilasacağini tahmin ettiği ve bunlarla nasil mücadele etmeyi düsündüğü sorulmaliydi. Ayse’ye öğretmen olduğu için “Hiç bir öğrencinden hoslandin mi?” diye sorulmus? Kitapta öğrenciler ve çesitli mesleklerden kadinlar var. Baska kimseye patronlarindan, is arkadaslarindan veya öğretmenlerinden hoslanip hoslanmadiklari sorulmamisken, özellikle bir öğretmene sorulan bu soru, toplumun bir tehdit olarak gördüğü “çocuklarini kötü yola düsürecek escinsel” imgesinden besleniyor. Bu düsünceye göre, escinsel öğretmenler çocuklar üzerinden geleceğin yozlasmasina neden olurlar. Geçen sene bir ara basindan takip ettiğimiz “efemineler öğretmen olamazlar” içerikli yasa tasarisi da bu zihniyetin bir sonucu idi. Bu sorunun bize özel olarak kazandiracaği hiçbir sey olmadiği göz önüne alinacak olursa, sorulmasinin altinda yatan zihniyetin bu olduğu desifre olmaktadir. Kitabin en popüler sorusu “Erkeksi misin?”. Bu sorunun sorulmasinda iki temel hata var. Birincisi, yukaridaki pek çok soruya dair vurguladiğim gibi bir toplumsal olgunun otomatikmen 5 Italikler bana ait.

lezbiyenliğe bağlanmasi ve buradan yola çikarak lezbiyenlere soru sorulmasi ve katilimcilarin erkeksi-kadinsi karsitliği içerisinde hareket etmek zorunda birakilmasi. Ikincisi ise erkeksi kavraminin vurgu yaptiği toplumsal durumu nasil algiladiğimiz ve yorumladiğimiz ile iliskili bir sorun. Erkeklik ve kadinliğin, biyolojiye dayandirilarak üretilmelerine rağmen, aslinda biyolojiden bağimsiz toplumsal kategoriler olduğunu biliyoruz. Sadece biyolojik bedenlerin değil, davranislarin, duygularin, düsüncelerin, konularin, mekanlarin, mesleklerin, renklerin, seslerin, oyunlarin, vs. neredeyse herseyin cinsiyetlendirildiği bir toplumda yasiyoruz. Varolan toplumsal cinsiyet kategorilerinin mutlak olmadiği tesbitini yaptiktan sonra, onlarin mutlakiyetini sarsan tarzda düsünmemiz ve eylememiz gerekir. Bunun anlami, kaba, görsel bir kiyafet veya tavir değis tokusu değildir elbet –nedense çoğunlukla böyle anlasiliyor. Aksine kadinsi-erkeksi ikiliğine dayanarak toplumsal cinsiyet kategorilerini mesrulastiran yaklasimlardan, düsünce sekillerinden, kavramsallastirmalardan, vs. siyrilmamiz gerektiğinin ifadesidir. Hemen hemen tüm katilimcilar “erkeksi misin” sorusuna muhatap olmak zorunda kalmislar, hatta bazen bu rollere dair yorumlar yapmak, kendisini veya homojen varsayilan bir lezbiyen kitleyi bu kavramlar üzerinden değerlendirmek zorunda birakilmislar. Sorularda yasamda karsiliği varsayilarak kanit gerekmeden sorgulama unsuru yapilabilmis “erkeksi lezbiyenler”, “lezbiyen prototipi”, vs. gibi kavramlar varolan bir gerçekliğin üstünü kapadiği için ve diğer lezbiyenlere nasil ulasacağini düsünürken bu kitapla karsilasan kadinlari müthis yanlis bilgilendirdiği için oldukça tehlikeli önyargisal saptamalar ve genellemeler içermektedirler.

Kitapta biseksüellikle ilgili sorular, lezbiyenlikle bağlantilandirilarak sorulanlardan daha da ötekilestirici denebilir. Örneğin, Anil’a “Zamaninin yüzde 70’ini kizlarin hoslanabileceği, yüzde 30’undaysa erkeklerin hoslanabileceği biri haline mi geliyorsun?” diye sorulmus. Bu sorunun altinda, cinsel yönelimin “kisinin hangi cinsiyetin beğeni ölçülerine göre kendisini sekillendirdiğini belirleyen bir


Escinsel Kadinlar

özellik” olarak ele alinmasi ve bunun zorunlu farz edilmesi yatiyor. Bu kadar dar sinirlarda bir tanimlamanin ayni zamanda toplumsal cinsiyet kategorilerini ne kadar mutlaklastirdiğini da söylemeye gerek yok sanirim. Ayrica kitapta erkeklerle de iliskisi olmus kadinlardan, kadinlarla erkekleri karsilastirmalari istenmis. Neden kadinlar, neden erkekler, neden her ikisi birden? Sorulardan biri : “Erkeğin yerine kadin koymak nasil oldu?” Norm olanin disindaki cinsel yönelimimiz dolayisiyla her seferinde “neden” sorusuna tutarli yanitlar bulmak zorunda birakiliyoruz. Heteroseksüellerin hiç bir zaman “neden heteroseksüelsin, karsi cinste sana çekici gelen ne?” sorusuna maruz kalmamasi, bizim de hak ettiğimiz bir durum. Katilimcilara bu soru sorulmus: “Erkeklerde ve kizlarda beğendiklerin neler?” Bu sorulara maruz kalmamaliyiz. Karsi cinsle ilgilenmek bir sağliklilik göstergesi olarak ele alininca, hemcinsine veya her iki cinse birden ilgi duyanlar sağliksiz olmadiklarini ikna edici gerekçelerle açiklamak zorunda birakiliyorlar. Hele ki biz biseksüeller, toplumsal cinsiyet kategorilerinin mutlakliğini baz alarak düsünenler için, anlasilmasi iyice güç bir sey haline geliyoruz. Kategoriler bize diyor ki: “kadin sudur erkek budur, su ile bu birbirini tamamlayan ve tamamlamasi gereken gerçekliklerdir, bu nedenle de kadinla erkeğin yan yana gelmesi gerekir.” Kadinla kadin yan yana geldiğinde, “erkeksi kadinlar” kategorisi yaratilarak iç rahatlatiliyor, ama ayni bakis biseksüelleri nereye koyacağini sasiriyor. Bir yere koyamadiği için de aklina üsüsen her tür soruyu biseksüellere sorabileceğini zannediyor. Sorularin beslendiği bakis açisi üzerine yapacağimiz tartisma daha da ayrintilanabilir, derinlestirilebilir. Buraya kadarlik bir açimlamayi simdilik yeterli bularak ve bu yazinin bir tartisma yaratmasini ümit ederek, kitapla ilgili eksik kalmis baska bir noktadan bahsetmek istiyorum. Ayse

ile yapilan röportaj neredeyse yarisi çikarilarak kitaba konulmus. Ayse, röportajin son halini kitapla birlikte görebilmis. Ham hali ile kitaptaki hali arasinda bizleri umutsuzluğa sürükleyecek farklar var. Ailesine açilma deneyimleri, sevgililik üzerine düsünceleri ve kitaptaki erkeksi-kadinsi karsitliği dayatmasina karsilik sunduğu perspektif kitaba konmamis. Röportaj, kitaptaki hali ile değerlendirildiğinde Ayse’nin paylasmaya çalistiği bakis açisi epey eksik kalmis oluyor. Örneğin “Bazi lezbiyenler biraz daha erkeksi bazi lezbiyenler biraz daha kadinsi diyebilir miyiz?” sorusuna Ayse “Her alanda bunu söyleyebiliriz, niye lezbiyenliğe indirgeyelim ki bunu” diye baslayan bir yanit verdiği halde, bu kismi disarida birakilarak ardindan gelen “o zaman söyle değistireyim sorumu, toplumsal erkekliği daha çok içsellestirmis ve daha az içsellestirmis lezbiyenler var mi” sorusu kitapta yer almis (tabi ki “o zaman söyle değistireyim sorumu” kismi çikarilarak). Bu haliyle Ayse’nin ifade etmek istediği anlam bütünlüğü parçalanarak, sorulari besleyen yaklasimi destekleyen anlamlar çikarabileceğimiz bir biçim olusmus röportajda. Özellikle yasadiği iliski ile ilgili çok fazla ayrinti sorularak, iki kadin olarak bir iliski yasamanin toplum tarafindan nasil karsilandiği ve bunun ne gibi zorluklar yarattiği kisimlari çikarilmis. Röportajdan çikarilanlar neye göre çikarildi? Diğer röportajlarda benzeri ne gibi sorunlar olduğunu simdilik bilmiyoruz. Ancak kitaba katilan arkadaslarimiz kendilerini rahatsiz eden seyleri bizlerle paylasirlarsa, bu tarz sorunlari da yan yana getirebiliriz. 6

Özetleyerek toparlarsak, sorularin sadece % 26’si toplumun lezbiyenleri arkasina ittiği sis perdesini anlamamiza olanak tanirken, kalan kismi ise varolan sis perdesini mutlak kabul eden röntgenci bir tavir içerisinde hazirlanmis. Lezbiyenler homojen bir kitle varsayilmislar, bu kitle bazi toplumsal olgularla lezbiyen kimliği birbirine bağlanarak insa edilmis, hatta bu tanimin

içine siğmayan lezbiyenler neredeyse disarida birakilmis, katilimcilar kendilerini bu insa sürecinde anlam ifade eden kavramlarla anlatmak zorunda birakilmislar. Kitabin Metis Siyah Beyaz dizisi çerçevesinde yayinlandiğini düsünürsek su soru gündemimize geliyor. Kitabin ilk sayfasinda da aktarildiği üzre, “Siyahbeyaz Dizisi özerk, bağimsiz ve arastirmaci gazeteciliği tesvik etmeyi, medyanin genelinde haber olamayan ya da medyada eksik, yanlis veya çarpitilmis bir sekilde yansitilan kisi, olay ve temalara, kendilerini kamu önünde

ifade olanaği yaratmayi ve bu yolla toplumun haber alma hakkini ve olanaklarini gelistirecek katkilarda

bulunmayi amaçlamaktadir. Kelimenin gerçek anlamiyla hayatin her alanina el atmayi hedeflemektedir. Kitaplar geleceğe tasinan belge ve basvuru kaynaklaridir ayni zamanda; bugünün güncelliğine bakis biçimimiz, yarinin yakin tarih bilinci olacaktir.”i Yani Siyah Beyaz Dizisi, egemen bakis açisini sorgulanma ve gerçekleri açiğa çikarma misyonu biçiyor kendisine. Fakat “Escinsel Kadinlar” kitabinin sorulari ve önsözü bu misyonu yerine getiremiyor. Her isteyen lezbiyenler istediği gibi anlatabilecek ve bu raflarda kendine yer bulabilecek mi? Bu gerçekten adil mi? Bu gerçekten egemen bakistan bağimsiz bir durus mu? Nasil bir Doğulu için yasami bilinemezler dünyasina bir yolculuk değil kendi gerçekliği ve içinde bulunduğu durum ise, biz lezbiyenler için de yasamlarimiz, gerçekliğimizin inkarina dayali öğretiler karsisinda bir varolus mücadelesidir. Arastirmacilar bize, lezbiyenlerin gizemli ve bilinemez zannedilen dünyalarina yolculuk yapmak üzere değil, toplumda gelisen ve güçlenen siddeti anlama ve kendi bakis açilarini değistirme amaciyla bakmalilar. Sizce varolan ötekilestirici bakisi güncellemekten öteye geçmeyen bu kitapla kendimize taniklik edebildik mi?

6 Kendisine gönderilmis ham hali Kaos Kültür Merkezi arsivinden bulunabilir

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 33


Sempozyum

Cinsel Yönelimler Üzerine Aktivist - Akademisyen Bulusmalari – I Cihan Hüroğlu / Lambdaistanbul

Her ne kadar basliğinda bulunan “aktivist” kelimesi çoğu zaman erken edinilmeye meyilli bir statü tehlikesi tasisa da 16 mayis tarihinde Lambdaistanbul ve Anadolu Ayilari'nin farkli üniversitelerden çesitli akademisyenlerle düzenlediği ve Istanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçeklestirilen sempozyum escinsel hareketin bilesenlerini ve bu konuda özne olmadan bilgi üreten akademisyenleri bir araya getirme çabasi olarak bir ilkti ya da ilklerden biriydi. Escinsellere Yönelik Siddet ve Ayrimcilik alt basliği ile bir gün süren bir sempozyum niteliğinde gelisen tartismalar süreci yoğun gündemi ve öğrenciler dahil farkli kesimlerden katilimiyla büyük ölçüde amacina ulasti. Baslica siddet sorununa ağirlik verilmek istenirken akademik çevrede escinsellik konusunda gerçeklestirilen ani adimin tanitici bir niteliğinin de olmasi gerektiği kaygisiyla sosyolojik ve psikolojik açidan yapilmis incelemelerle ilgili genel sunuslar ve ilk oturum olarak da sivil toplum kesimlerinden, akademisyenlerden ve escinsel hareketin öznelerinden konusmacilarla genel anlamda “Ayrimcilik ve Siddet” üzerine konusma ve tartisma alanlari açildi. Sempozyum, açilis konusmasindan sonra “aktivist” tarafin kendini tanitmasiyla basladi. Sadece 4 grup tarafindan üstlenilen bu tanitma herhangi bir bireysel kâr, çikar, prestij beklentisinde olmayan toplumsal hareket gönüllülerinin dertlerini anlatmalari açisindan aslinda az bir zamana sikisti. Gruplarin önceliklerine dair daha fazla zaman gerekeceğini elbette tahmin edebiliyorduk ama gündemi kisaltmaya ya da içeriğini daraltmaya korkarim düzenleme kurulundan kimsenin eli gitmedi. Siddet ve Ayrimcilik, Escinselliğin insaasi (Gelenek ve kültür bağlaminda escinsellik), Psikoterapi ve Tedavi açisindan Psikolojinin ve Psikiyatrinin Escinselliğe bakisi basliklariyla 3 ayri

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 34

oturumun ardindan ilkin nispeten daha spesifik olarak algilanabilecek oysa escinsel politikanin tam da üzerinde durduğu Lezbiyenlerin Görünmezliği ve Travesti ve Transeksüellerin Sorunlari adli oturumlar gerçeklesti. Aylarca hazirlik asamasindan sonra Istanbul’da yoğun çabalarla doğrultusunu ve temel kaygilarini aktarmaya çalistiğimiz konunun önemini ne kadar uğrassak da sadece kisitli sayida bir kitleye ulastirma imkani bulduk. Prof. Dr. Fatih Yavuz tarafindan elde edilen escinsel erkeklere uygulanan siddet istatistikleri, travesti ve transeksüellerin ağzindan birebir yasanilan zorluklar ve acil ihtiyaçlar, escinseller arasinda ötekilestirilenler, psikolojinin escinselliği farkli zaman periyotlarinda farkli değerlendirmesi ve kategorize etmesi, escinsel hareketin kendini var etmeye çalisirken attiği adimlar, kendini ifade zorluğu çeken lezbiyenlere karsi gelistirilmesi gereken duyarliliklar ve çabalar kuskusuz iki yüz kisilik salona siğabileceklerden çok daha fazla insani ilgilendiriyordu. Bir sempozyumlar dizisi olarak tasarlanan bu adim elbette kismi acemilikleri yüzünden duyuru, tanitim, gibi küçük aksakliklar yasadi fakat en ciddi sorun da neresinden tutacağimizi bilemediğimiz onca konu ve konusmacinin arasinda kafalarinda ciddi gündemlerle gelmis dinleyicilere yeterli tartisma zeminini hazirlayamamak oldu. Escinsellik gibi fazla tartisilmayan konularda daha çok çatisma ve daha çok soru cevap dinamizmine dair bu ihtiyaci göz ardi ettiğimizin farkinda vardik ve önemli dersler çikardik Istanbul’daki sempozyum, en çok bilgi otoritesi olagelmis akademinin söz hakkinin fazlaliği ve escinsel hareketinin özneleri tarafindan özgüven eksikliği sebebiyle kürsüde söz üretememe sorunu üzerinden elestiriye alindi. Bu güne kadar escinsellik hep bizim için baskalari tarafindan tanimlanmis ve yasam alanlari ona göre kisitlanmis ya da düzenlenmisti. Escinsel hareket kendi iradesini günden güne

güçlendirdiğine göre kendi sözü ile alternatif bir bilgi kaynaği yaratacak kapasitede olsa da, escinsel hareket belli bir bağlam içerisinde bugüne kadar baskin olagelmis ve bir çoklari için hâlâ bu potansiyeli tasiyan bilgi kaynaklariyla yüzlesme firsatini yakalamak zorundaydi. Kuskusuz konunun öznelerinin konunun ötekileri tarafindan algilanis biçim metod ve yollari, önyargilari kirmaya yönlendirilmesi gereken stratejileri belirlemek adina oldukça önemliydi. Önümüzdeki aylarda çikacak olan konusmalarin ve tartismalarin içerildiği kitapçik ve daha kolay erisilebilir bilgi yardimiyla bu sorgulamalarin genisletilebileceğini umuyorum. Belki ayrica altini çizmek lazimdir, kendini etken, ilgi uyandirici, dikkat odaklayici ve vicdani sorumluluklari hatirlatma görevini üstlenen bir konuma sartlayan aktivist tanimi burada süphesiz ki kendi hayatini örnek olma yoluyla dönüstürmesini de becerebilen, kendini fedakarliklariyla dramatize etmeyen ve eylemlerinin sorumluluklarini baskasina yikmayan kisileri ve bu bağlamda da pek de baska kategori altina sokulamayacak kisileri temsil ediyor. Bunun karsisinda “aktivist” bir anlamda belki ancak her zaman hayata dokunan bilgiyi üretmeyi basaramayabilen, buna rağmen bilgi elde edimine daha fazla yoğunlasmis, imkanlarini gelistirmis ve bunlari yaymayi birincil öncelik olarak hedeflemis akademik dünyadan ayrilabilir. Akademi ayni zamanda devletlerin doğrudan muhatap aldiği bilgi otoritesi olduğu için hukuksal taninirlik açisindan atilacak adimlar için önemli bir adim olarak kendini gösteriyor. Ne var ki gözden kaçirilmamasi gereken esas yol toplumun en izole birimlerine kadar topluma tabandan ulasip sesini duyurmaya çalisma, elestiri kültürünü yayma ve escinsel örgütlerin yerel bazda çoğalmaya baslamasi olsa gerek. Neyse ki sempozyumlar bu amaçlara ulasmada kullanilabilecek yollarin sadece bir tanesi.


Öykü

“... anlatmayi vaat ettiğim ruhumun tarihidir.” (J. J Rousseau / Itiraflar) – 3 Nihal&Arzu

ARZU; Bir kadinla sevistim. Bu ihtimal hiç aklima gelmemis nedense. Lezbiyen kadinlarin birbirleriyle sevistiklerini bile tam olarak düsünememisim. Ne aptallik!Yasadiklarimizi düsününce... Açikça kabul etmem gerekir ki;sevismeyi baslatan sey benim Nihal’e yakinlik göstermem oldu. Ama beni yönlendiren de onun bakislariydi. Zaten en basindan hiçbir sey normal değildi. Henüz kapida karsilasmamizda birbirimize sarilirken, Nihal’in gövdesinin sicakliğini fark ettiğimi hatirliyorum. Ve bundan etkilendiğimi. Yine de bana böyle asik olmasina alisamadim; çok sasirtici. Tipki bir erkek gibi. “Sevismek iki insan arasinda bir sey” dedi Nihal. O iki insanin cinsiyetlerini önemsemeyen bir tavir. Ama ben erkeklere ilgi duyuyorum. Sevisme sonrasi hiç iyi değildim. Neredeyse günaha girmisim gibi hissettim. Içime bir sikinti çöküverdi. Hatta tuhaf sey; uzun zamandir ilk kez Metin’i özledim. Onunla iliskimizde her sey apaçik belliydi. Simdiyse olupbitenleri bir yere koyamiyorum bile. Bu... bu sinirlerimi bozuyor. Hoslanmiyorum. Karisiklik içinde yasamak çok endise verici. Bildiğim,herkesin de bildiği o hayata geri dönmek istiyorum. Nihal’in kahvaltidan sonra sinemaya gitme teklifini geri çevirdim bu yüzden. Oysa eve girerken hafta sonunu birlikte geçiririz diye düsünmüstüm. “Uykusuzum,eve gidip dinleneceğim” dedim. Memnun kalmadi,surati asiliverdi hemen. “Burada da dinlenebilirsin” dedi. Ne zaman dinlenebildim ki onun yaninda? Bazen sözlerimden hiç düsünmediğim anlamlar çikariyor, sonunda da beni suçlamaya kadar vardiriyor isi. Bu yüzden kendimi sürekli azarlanan bir çocuk gibi hissediyorum... dün sevisme sonrasinda bile tartistik. Neredeyse sabaha karsiydi, biraz da göz göze gelmekten kaçinmak için basimi onun göğsüne koymus,öylece yatiyordum.

Nihal hem parmaklarina doladiği saçlarimla oynuyor hem ağir ağir konusuyordu. Sessizce dinliyordum onu, ne diyeceğimi bilemiyordum. Ayrica... utaniyordum da. Söyledikleri sasirtici seylerdi. Benimle yasamak istiyormus. Artik benden baska biriyle olmayi düsünemezmis. Insanin kendi cinsinden bir sevgilisi olmasinda gerçek bir tuhaflik yokmus. Hatta asil tuhaf olan sey, zihinsel varliğindan fazlasiyla etkilendiğimiz biriyle –sirf biyolojik cinsiyetimiz ayni diye- sevgili de olabileceğimizi akil edemeyisimizmis. Bir insanin düsüncelerinden siddetle etkilenmek de zaten cinselliğin bir parçasiymis. Bunu fiiliyata dökmek, bedensel varliği da kutsamak gibi bir seymis. Bir insani sevdiğimiz zaman onu ruh ve beden olarak ayirmamiz yapay bir bölmeymis. “seni baskalarindan çok önemsiyorum, imgesel dünyanda yer almaktan memnunum” deyip; “seninle tüm yoğunlasmamiza, neredeyse iç içe geçmisliğimize rağmen, kusura bakma bedenine dokunamam. Yasaklanmis bölge. Zihinsel coskuyu seninle, bedensel coskuyu baskasiyla yasamak zorundayim” demek doğal bir duyguyu parçalamakmis. Bu da gerçeğin alanini daraltmak olacağindan o kisinin dünyasini küçüklestirmesiyle sonuçlanirmis. Böyle biri tam olarak özgür ya da yaratici olamazmis. Iç gerilimden kurtulmak için –cinsiyeti belirleyici olmamak üzere- kisinin inandiği birini es seçmesi duygusal hatta dokunakli bir tercihmis. Pavlov’un köpeklerinden baska türlü davranma özgürlüğüne de sahipmisiz. Metin’in bende kaldiği o gece hiç uyuyamamis, baskasiyla olmam onun için dayanilmaz bir aciymis. Çok... çok akil karistirici sözlerdi bunlar. Bir süre sonra sustu, benden ses çikmayinca “Hiçbir sey söylemeyecek misin?” dedi. O zaman bütün cesaretimi topladim... “Düsüncelerinde hakli olabilirsin. Ama ben... baska türlü hissediyorum.” deyiverdim. “Ya baska türlü hissetmenin nedeni

korkuysa?” Doğrulup, yatağin basucuna yaslandim. “Öyle bile olsa ne değisir ki Nihal?” dedim. “ Seni sevdiğimden kuskun mu var? Ben de sana sarilmaktan çok hoslaniyorum. Ama sevgiyle cinsellik ayni sey değil ki. Sen ikisini bir görüyorsun.”. “Evet” dedi. “Seninle ayni yönde düsünen bir kadinla olabilirsin tabii...” Bu sözüm üzerine bir sekilde öfkelendiğini anladim. Ama susmadim. “Sevgili olmadan da senin en yakin dostun olabilirim. Yani...yani bunlar da birbirine zit seyler değil ki.” Yastiğin üzerindeki elini tutup,avucumun içine aldim. “Sana söylemistim, sen bunlari önemsemiyorsun ama, çocuk doğurmak, anneliği yasamak benim için önemli seyler. Ve bu... normal toplum yasamini sürdürmek demek. Hem bu hem öteki bir arada olmaz ki.” Duraksadi.“Peki” dedi.“En azindan sevisebileceğimizi gördük. Buna bir anlam vermiyor musun?” Iste zor soru buydu. Gerekli havayi ciğerlerime doldurup “ben...tekrar seviseceğimizi zannetmiyorum.” dedim. Elini çekti.“Çözümün bu mu simdi? Ikinci bir önerin yok mu?” O an gözlerinde çok iyi tanidiğim bir pirilti gördüm. Iyice saldirganlasmadan önce hep yaptiği gibi isi alaya vuracakti muhakkak. Canim sikildi, geri adim atmadim yine de... “Belki senin kadar cesur biri değilim; bir kadinla birlikte yasamaktan da korkuyorum. Hem bunu daha önce de söylemistim değil mi? Ben erkeklere...” Sertçe “Tamam canim” dedi. “Ayni noktaya döndük iste. Gerisini biliyorum.” Sözümü kesmesine sinirlendim.“Cevaplarima tahammül edemiyorsan bana soru sorma” dedim. Her an birbirimize bağirmaya baslayabilirdik. Bir süre konusmadik. Uykusuzluktan basim dönmeye baslamisti. “Bittiyse uyuyalim” dedim. Yanit vermedi, arkasini dönüp yatti. Ben de yorganin altina girdim. Birbirimize uzak, öylece uyuyakaldik. Sabah Nihal benden önce uyanmis; salon penceresinin önünde

KAOS GL Eylül -Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 35


Öykü oturuyordu. Yanina gittim; bana gülümsedi. Yanağindan öptüm. “Kaçta uyandin?” “Çok olmadi” dedi. Tartismayi unutmus gibi bir süre konustuk. Onun sinemaya gitme teklifini geri çevirisime kadar bir gerginlik yasamadik. Eve dönecek olmama epeyce bozuldu ama yine de kavgaya dönüstürmeden ayrilmayi basardik. Evden çikarken dudaklarimdan öpmek istedi. Kendimi geri çektim; hiç düsünmeden yaptiğim bir hareketti. Onunla dudaktan öpüsmek çok garip geliyor. Dün gece de mümkün olduğunca dudaklarimi öpmesini engellemeye çalistim. Gözlerimi kapadiğimda ve bir kadinla sevistiğimi düsünmediğimde sorun yoktu. Aslinda çok güzeldi...ve...hoslandim... bu sevismenin birkaç dakika değil, uzun sürmesinden –neredeyse bütün geceve hoyrat olmayisindan; beni çok sevdiğini hissedebildiğim o ürkek dokunuslarindan... Ama yüz yüze geldiğimiz her defasinda çok zorlandim. O zaman bunun... olmamasi gerektiğini anladim. NIHAL: Onu çok özlüyorum. Arzu henüz apartmandan çikiyorken bile simdiki siddetine ulasmisti duygularim. Hani suyun yüz derecede kaynamaya basladiktan sonra artik sicakliğin artmayisi;bir gün de yüz gün de kaynasa yüz bir derece olamayisi gibi. Ayrilali yalnizca iki gün oldu ama sürekli onu düsünüp, hayaller kuruyorum. Zaman nasil geçer, Bilemiyorum. Kendimi oyalayacak seyler yapmaliyim. Elime kitaplar alip, aralarina isaret kağitlari koyduktan sonra masanin üzerine diziyorum onlari. Okuyamiyorum. Televizyonun karsisinda hareketsiz kalakaldim. Savas haberleri. Dünya her gün daha fazla yikima,kötülüğe kayiyor. Gösteriler. Eylemcilerin cesaretini takdir ediyorum; bu sessizlikte düsüncelerini yüksek sesle ifade eden herkese saygi duyuyorum. Ama bana o kadar uzak ki kitlesellik. Kendimi slogan atan, Yürüyüs yapan bir kalabalik içerisinde düsünemiyorum bile. Bunu olumlamiyorum ama böyle. Arzu’yla aramizdaki büyü yine bozuldu. Dün yanimdan ayrilisindan iki saat sonra aradim. Özellikle cep telefonunu değil, evini çaldirdim. Yoktu. Sonra mesaj gönderdim; “Nerede dinleniyorsun?” diye. Yanit vermedi.

KAOS GL Eylül -Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 36

Üzüldüm. Telefon çalar ya da bir mesaj sesi duyarim diye kipirdamadan -eğer kipirdarsam beni arama ihtimali azalirmis gibi- uzaydan evime dökülecek sinyalleri bekledim, olmadi. Bir, iki, dört saat. Ikinci bir mesaj gönderemedim. Gerginlikten karnim ağriyordu. Aklima gelen sey... acaba? Aksam sekiz gibi aradi; evdeymis. “Gündüz Metin’le bulustuk... disarida olmamiz daha uygun olurdu” Metin’in ismini duyunca sarsildim. Sevismenin kendiliğinden bir iliski baslangici olacağini düsünmem hataymis. Basladiğimiz yerdeyiz iste. Sakin kalmaya çalisarak “Ee...Pazar ne yapiyorsun? Görüsebilir miyiz?” dedim. “Temizlik için birini çağirdim. Evde kalmam gerekiyor” Arzu’nun kayitsizliği karsisinda serinkanli olmakta güçlük çekiyordum. Yine de her an değisebilirdi tutumu. Böyle umuyordum. “Metin’le neler konustunuz peki?” “Ne konusabiliriz; ivir zivir seyler... Birlikte yemek yedik.” dedi. Onun kimi kararlar almis olabileceğini ve tavrinin da bundan kaynaklandiğini düsündüm. “Benimle konusmak istemiyor musun?” “Nereden çikardin bunu?” “Konusuyor sayilmazsin da.” Sözcükler boğazimin gerisinde bir yerde düğümlendi, daha fazla devam edemedim. “N’oldu simdi? ” dedi. Bir süre sustum. “...bilmiyorum Arzu, doğru düzgün yanit vermiyorsun sorularima. Ne olduğunu sen söyle lütfen.” Benden bunalmis olmaliydi. Isin içinden çikamayip uzak kalmak istiyordu ya da. Insan ancak hoslanmadiği biriyle böyle zoraki konusabilirdi. “Alinganlik yapma” dedi. “Sorularina yanit versem yine mutlu olmazsin. Metin’le konusmamizin ayrintilarini anlatmaya kalksam seninle ilgisiz bir konudan tartisma baslatirsin.”Benimle ilgisiz konu? Ne demek istediğini kavramaya çalisiyordum. Ama Metin’le görüstüğüne göre... “Tamam, sorularini sor... doğru düzgün yanit vereyim bu kez...”Sesindeki gergin titresim,sözlerindeki meydan okuma... Sanirim bir tür tehlike habercisiydi; kulaklarimda kanin akis uğultusunu duymaya baslayisim... Endise içinde sordum. “nasil... ilgisiz derken...ne demek istiyorsun?” Yanit gelmedi. Belki korku anlarinda olduğu gibi duyularim iyice keskinlesmisti ve bu yüzden

zamanin geçisi yavasliyordu. Belki de uzun süre sustuk gerçekten... “orda misin?” “evet. Sey...haftaya izin alacağim.” Izin? “Biz...yani Metin’le tatile çikacağiz” ...içimde ters akintilar olustu; olduğum yere çöküp kaldim. Sonra ne yaptiğimin çok da ayirdin da olmadan telefonu kapadim. Çarptim ya da...ahizeyi öyle sert vurmusum ki; zaten çatlak olan kulakliğinda kirilma oldu. Bir zaman düsünemedim. Anlayamiyordum....ama ne olmustu da böyle...bu kadar...ne vardi sanki? Basimi avuçlarimin arasina alip iyice bastirdim. Içerden büyük bir güç itiyordu sanki... Algilayamadim bir süre. Ne yapiyor olduğumu... Neler olduğunu...kuvvetim yetse...yoğun bir kütlenin basincina maruz kalmis gibi...bu ezinç...neden üzgündüm? Neden üzgün olduğumu bilmiyordum. Üzgün olmaktan kastim neydi? Uzunluğunu ölçemediğim bir an. Zihnimin dağildiğini biliyorum. Bundan korktuğumu. Düsüncelerimi bir daha toparlayamam diye. Sonra gözlerimden ve burnumdan süzülen yaslarin farkina vardim. O an, bosluğa firlatilmis da, basacak zemin arayan birinin yer çekimi etkisine tekrar girdiğinde hissedebileceği türden bir rahatlama hissettim. Halinin üzerinde oturduğumu ayrimsadim. Duvarlarin rengini...yatak odasinda olduğumu. “Kendi bilir!” Bu iki sözcüğe takildim. “Kendi bilir” diyordum. Birine anlatir gibi,duyulur bir sesle: “Bu kadar yetti. Üstü kalsin. Kendi bilir” Yattim,ağlamak gözlerimi yormus olmaliydi; kolayca uyuyakaldim. Ertesi gün öğleye kadar. Uyaninca yataktan çikamadim. Telefondaki konusmamiz yeniden canlanmaya baslayinca acinin bilgisi de animsandi. Yorgani kafamin üstüne çekip bir süre ağladim. Ağlamayi kestim. Onu düsündüm. Neler olabileceğini kestirmeye çalistim. Arzu Metin’le iliskisini bitirmis değildi zaten. Ama çok az görüsüyorlardi. Bir hafta sonra demek... Nereden çiktiysa? Henüz hiçbir sey yemediğimi hatirladim. “Cani cehenneme... Allah kahretsin” dedim. Kabullendim. Arzu benimle olmayacak. Çünkü Arzu bir kadinla sevgili olmayi doğru bulmuyor. Çünkü o anne olacak. Isteklerini küçümsesem bile kabullenmek disinda çarem yok. Anne olmayi isteyebilir elbette ya da bir erkekle de olabilir.


Öykü

Ama onun asil karsi çikisi bir kadinla sevgili olmanin mümkün olmadiği üzerinden. Üreme esasli sinirlandirilmis cinsellik anlayisi. Türlerin devami için gerekli.. Tüm hayvanlarda olduğu gibi. Sadece bu görüsü bile onu sevmemem için yeterli olmali. Arzu’nun evinin kadini olmayi istemesini onun kusuru olarak görüyorum. Özgür bir yasami düsleyemez o. Bir erkeğin kollari arasinda güçsüz kalmayi kadinlik zannediyor. Kendi bilir. O istemiyorsa ben de istememeliyim. Tek sorun güzel yüzünü, derinliklerine bakmayi sevdiğim gözlerini özlüyor olusum. Yanimda olsa. Saçlarimdan öpse, “Üzülme, seni çok seviyorum” dese. ARZU: Nihal bugün ise gelmedi. Telefon açip hasta olduğunu, doktora gideceğini söylemis. Istekiler bana sordular; “nasil? çok mu kötü?” dediler. Lafi uzatmayacak bir cevap bulusturdum. Yine de Esin’le Dilek arasinda anlik bir bakisma olduğuna eminim. Gerçi ne düsünebilirler ki? Akillarinin kiyisina bile gelmez böyle bir sey. Nihal’in hasta olmak yerine baska bir nedenden ötürü gelmediğini, benim de bunu sakladiğimi düsünüyorlardir. O gece yasadiklarimizi... ne ona ne bana yakistirirlar. Ikimiz de is yerinde sevilen, farkli huylarda olsak da beğenilen kadinlariz çünkü. Kisisel sorunlari olduğunda ayri ayri ikimize de akil danismayi gerekli bulurlar. Ama bilseler. Konusurlar mi acaba? Kendi sorunlarini anlatirlar mi bir daha? Belki de bulasici bir hastalik tasiyormusuz gibi davranirlar. Doğrusu ayiplamam bile onlari. Nihal ne derse desin... Iki kadinin sevgili olmasi doğal değil çünkü; hastalikli bir sey. Esin gelip bir kadinla birlikte olduğunu söylese ondan çekinirdim. Biz de bu konuyu kisa sürede kapatmaliyiz. Nihal kendini toparlamali. Iyi ki bugün gelmedi. O tartismadan sonra onunla yüzlesecek gücüm de yok. Dün bütün gün evdeydim. Temizliğe gelecek kadini arayip “baska zamana kalsin” dedim. Metin aradi, “bulusuyor muyuz?” dedi. Ona da evde temizlik yaptirdiğimi söyledim. Sonra kendim için hem kurabiye, hem muzlu pasta hazirladim. Buzdolabinin kapağini belki elli defa açip kapamis olmaliyim. Böyle olurum ben. Gerginlik anlarinda doygunluk hissedemediğimden sürekli atistirmak

isterim. Sinirsel olmali. Kendimi ise de veremiyorum, aklim hep Nihal’in ne yaptiğinda. Evde midir acaba? Disari çiksa bari, alisverise filan. Aci çeken insan hareketsiz kalmak ister ama çok yanlis. Asil o zaman bir seyler yapmak, insanlarla görüsmek gerekir. Ne kötü bir duruma düstük biz? Her sözüm onu üzüyor. Oysa üzülmesi için konusmuyorum ki. Onu ikna etmenin yollarini ariyorum. Tatil meselesi buradan aklima geldi. Metin de teklif benden gelince sasirdi. Çok sevindi. “Artik seni kaybettiğimi düsünmeye baslamistim” dedi. Kaybetmek? Bütün dertleri bu. Ikisinin de. Ne istediğini bilmeyen bir insan miyim ben. Sevdiğim insanlardan kopmak istemeyisim kabahat mi? Her ikisi de bana asik olduğunu söylüyor ama istedikleri gibi davranmazsam beni terk etmeye hazirlar. Ne kolay vazgeçiyorlar. Nihal’in, ne olursa olsun benimle görüsmekten vazgeçmeyeceğini söylemesini isterdim. Neden çok sey istiyor olayim? Üzerimde hak iddia etmeden sevemez mi? Duygularima saygi göstererek. Beni sevmis olurdu o zaman. Simdi inanmadiği düsüncelere sürüklemek istediği kisiyi değil. Onu aramaya çekinir oldum. Bunu nasil göremiyor? Oysa sakin davransa... zaten onu aramadan duramam ki... Metin’le tatile çikacağimizi söylemek ne kadar zor geldi. Üzerime o kadar gelmese cesaret edemeyecektim belki de. Telefonu yüzüme kapadiğinda kalakaldim. Bunu hiç anlamiyorum. Ne kadar kizarsam kizayim yapacağim sey değil bu. Hiç kimseye...çok çok kaba bir davranis. Hatasini anlayip özür dileyinceye kadar onunla konusmayacağim. Nihal’e kalirsa karsi cinsle beraberlik neredeyse modasi geçmis bir sey. Sanki bir erkekle olan kadin sirf bu yüzden tutucu, korkak ya da ilkel sayilabilirmis gibi. Bütün o söylediklerinden böyle anlamlar çikiyor iste. Ayrica hakli bile olsa giysi değistirir gibi değistiremem ya kendimi. O gece ondan etkilenmemeliydim. Yalniz dudaktan öpüsme meselesi değil bu. Oturup kalkip düsünüyorum; olacak sey değil. Her insan sevilmeyi ister tabii. Bedensel olarak da... Sefkati, ilgiyi reddedebilmek çok zor. Baska türlü açiklayamiyorum, kendi tutumumu. Belki kendime çok kizmamaliyim bu

yüzden. Insan değerlerini korumak konusunda daha kararli davranmali. Yoksa duygularina kapilip sinirlari asmasi isten bile değilmis. Nihal kendini nasil da inandirabilmis... bu kadar kisa zamanda. Henüz alti-yedi ay öncesinde Erhan’la sevgiliydiler. Gerçekten içinde en ufak bir tereddüt yok mu acaba? Bütün yasamini bu düsüncelerle sürdürebilir mi? Bence tepkisel davraniyor; simdi asil niyeti beni razi etmek. Escinsellere sözüm yok tabii, herkes dilediği gibi yasasin. Onlara baski yapilmasini asla onaylamam. Hormonlarinin dengesizliği ya da hatali yetistirmeler yüzünden insanlar bu yöne sapiyorsa bu onlarin suçu olamaz. Allah korusun, insanin kendi çocuğu da escinsel olabilir. Ya da –o gece bizim yasadiğimiz gibi- geçici duygular yasanabilir. Belki Nihal’in hevesi de geçicidir. O hissettiği her seyin teorisini kurmaya bayilir. Bu iyi bir sey ama kimi zaman meselenin iyice dallanip budaklanmasina; bir ölüm kalim haline dönüsmesine neden olabiliyor. Kendiliğinden çözüleceği varsa bile artik o konu gereğinden fazla önem kazanip,her seyin önüne geçmis oluyor. Bizim içine düstüğümüz durum bu iste. Tatil için nereye gideceğimize karar vermeliyim. Metin “madem teklif senden geldi, aklinda neresi varsa oraya gidelim” dedi. Aklimda hiçbir yer yok ki. “Nihal biliyor mu” diye sordu. “Elbette” dedim. Üç gün izin kullanacağim. Hafta sonuyla birlestirerek. Bunun iliskimizi düzeltebilmek için bir firsat olduğunu düsünüyorum. Birazdan Metin gelecek. Birlikte sinemaya gideceğiz. Telefonda “senin sevebileceğin türden, duygusal bir filmmis” dedi. Bu cümleyi düsündüm,anlamsiz geldi. Sevdiğim kimi filmler duygusal olsa da, duygusal denilen her filmi seveceğim sonucu çikmaz buradan. Hem duygusal denilen o filmlerin çoğu fazlasiyla sikici. Neyse... iyi niyetli olduğunu biliyorum. Bana değer verdiğini göstermeye çalisiyor. O yüzden ses çikarmadim. Ama filmin ismini sormak bile gelmedi içimden. Ne fark eder diye düsündüm. Nihal arayip özür diler belki. Sakinlestiğinde... NIHAL: Üç günlük rapor verdi doktor. Psikiyatriste gittim ve sevgilimden

KAOS GL Eylül -Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 37


Öykü ayrildiğimi, çalisacak halde olmadiğimi söyledim. Bazi sorular yöneltti. Sonra “anksiyete bozukluğu” tanisi koyup, iki ayri ilaç yazdi. Biri Xanax. “Diğerinin etkisi geç baslar, kendinizi kötü hissettiğinizde bundan alin, Kisa sürede rahatladiğinizi göreceksiniz” dedi. Reçetedeki ilaçlari almadim. Yabanci taneciklerin zihnimi isgal etmesini istemiyorum. Sürekli aci bilgisi tasimaktan yorgun düsünce hücrelerim kendiliğinden de uyusur nasilsa. Ya da ne olacaksa olsun. Reddedildiğimi duyumsamaya ihtiyacim var... Arzu bugün de aramadi. Kiziyor olsa bile aramaliydi. Onunla ayni güçte değiliz. Sevildiğini biliyor. Saldirganlasiyorum kabul, ona karsi duyduğum tutkuyu paylasmadiğinda...Yine de tepkilerimi daha olgun karsilayabilir. Kiskirtici davranmak yerine. Hesapta yokken tatile çikmasi... Her aklima gelisinde acitiyor. Ne zaman böyle üzgün ya da hasta olsam annem arar. Kilometrelerce uzaktan kizinin beyin dalgalarini algilar ve bir sorun olduğunu bilir. Is yerini aramis önce. Gelmediğimi söylemisler. Çok merak etmis. “Tamam anne” dedim. “En azindan sesimi duyduktan sonra sakince konusabilirsin. Iyiyim” Kadincağiz duraksadi. “Is yerini aradiğinda kiminle konustun peki?” dedim. “Kimle olacak kizim, Arzu’yla. O bilir diye. Endise etme teyzeciğim, hepimiz gribe yakalandik su siralar...dedi; ortalik hastaliğiymis, eve gel istersen ya da ben gelip yaninda kalayim; kendini toparlayana kadar...” Ne kadar ölçülü. Her zaman. Annelerle nasil konusulacağini bilir. Kendisi de anne olacak,bundan olmali. Belki anne olmak üzere doğmak diye bir sey de vardir. Ben anne olabilecek biri değildim hiçbir zaman. Çocukken astronot olup karanlik uzayda gezinmeyi düsledim de; ağlayan bebeğini pispislayan anne imgesini kurguladiğimi hatirlamiyorum. Sanirim bunu fazlasiyla biyolojik bir görev olarak algiliyordum. Önceden programlanma gibi; otoriteye itaati reddediyordum belki de. Erkeklere asik olduğum dönemlerde bile değismedi duygularim. Karni sismis bir gebe ya da bebeğini emziren bir anne olacağimi düsünmedim. Bebeklerle oynasmayi

KAOS GL Eylül -Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 38

fazlasiyla sevmeme rağmen. Onlari sevmekle rahminde büyütmek,süt dolu memelerin ağirliğini aylarca tasimak ayri seyler. “Kizim duydun mu beni?” “Pardon anne, kapiya vuruldu sandim bir an. Ne diyordun sen?” “Seninle kalayim birkaç gün...” “Hayir hayir zaten iyilestim sayilir. Öksürüğüm de geçti.” “Ihlamur, limonlu ada çayi” “Tamam olur anne. Bol da su, biliyorum.” “Gribin geçince Arzu’yu da al, gel olur mu? Sevdiğiniz yemeklerden yaparim. Özledik seni...” Iyi ki anne olmayacağim. Peki ama...bu kararimi ne zaman kesinlestirdim ben? Arzu’yu ömür boyu böyle karsiliksiz sevecek miyim? Bir gün ona duyduğum ask sona ererse? Yine bir kadina mi asik olurum acaba? Erkekleri hayatimdan tümüyle çikardim mi? Su anda değil sevgili olmak onlarin arkadasliklarina bile ihtiyacim kalmamis gibi hissediyorum. Annemin beni sevmesi ne güzel. Ne yaparsam yapayim onun sevgili kiziyim. Benim için tasalanmasi, elinden geleni ve gelmeyeni yapmaya hazir olmasi... güven veriyor. Televizyonu açtim... Haber kanallarinda gezinip durdum. Trenlerle sinira tasinan askerler. Bir coğrafyaya,bir insan topluluğuna saldirmanin adi savas. Öldürmenin ve yakmanin adi. Insan bu dünyada bulunmayi hak etmiyor. Keske Homo Erectus’un ayağa kalkma girisimi basarisizlikla sonuçlansaydi ve soy ağacinin kuruyan dali olsaydik. Dünyada daha fazla canli türü barinabilirdi simdi. Suç hiç islenmemis olurdu. Çağdas Sezar bas parmağini asağiya çevirdi,binlerce bomba birakilacak yeryüzüne... neler olacağini görmek zor değil. Toprağin soluyamayan cansiz bir kül yiğinina nasil dönüseceğini, üzerinde ve içindeki milyonlarca bakterinin, kurtçuğun, solucanin, tohumun nasil kömürleseceğini; havanin zehirli gazlarla nasil boğulacağini; binlerce insanin aninda ya da geç acilarla nasil öleceğini... Homeros’un betimlediği o felaket gibi: “korkunç bir yil oldu o yil: toprak tohumu yerden çikartmiyordu, çünkü güzel taçli Demeter onu sakli tutuyordu” ...Arzu’nun Metin’i sevdiğine inanmiyorum. Insanlarin en

kolay yapageldiği sey bu... Kendini kandirmak...Öte yandan... Bilemiyorum... Yillarca ya da ömür boyu sürdürebilecekse iliskisini yine de kendini kandiriyor sayilabilir mi? Arayip “evleneceğiz” dese...gerçeklestirse bunu. O zaman su ya da bu dürtüyle hareket etmis olmasinin ne önemi kalir? Sonuçta bir seçim yapmis oluyor. O seçimi yapisi ister hayat karsisinda güçsüzlüğünden, ister gerçek sevgiden kaynaklaniyor olsun. Duygular arasinda kesin ayrimlar olduğuna bile emin değilim artik. Süreceği her durumda kendi ömrü değil mi? Belki böyle düsünmeye çalismaliyim. Onun adina hareket edemeyeceğime göre. Arzu da benden bunu istiyor değil. Ortada bir–kurtar- çağrisi yok. Gülünç. Belki...belki asil kendini kandiran o değil, benim. Ne perisanlik! Onun zamani islemeye devam ediyor, benimkiyse sivi nitrojene yatirilmisçasina dondu. Prensin –ah, ne demeliyim? Prensesin- gelip dudaklarimdan öpmesini beklemek zorundayim. “Düskünlüğüme bak ve beni kurtar” Biliyorum, o öptüğünde buzlar çözülecek. Zaman –yasamimakip gitmeye baslayacak yeniden. Tüm aldanislariyla... Buna raziyim. Baska ne yapilabilir ki? Hepsi buyken...insan ördüğü yanilsama ağina tutunarak yasayabilir. Gerçeklik duygusu bile bu ağin varolmasiyla mümkün...benimki parçalandi. Eridi iplikleri. Arzu yanimda olsaydi... Insani basina gelecek felaketlerden koruyabilir ask. O kabul etmedi. Dayanilmaz bir seysizlik. Aklim uçup gidecekmis gibi. Dört dakika... Beynin gücü. Dört ay değil. Dört gün değil. Dumanda,suda;oksijene ulasamazsa. Düsünceyi barindiran organin soluğu bu kadar kisayken; zihnin sonsuzluğu tasarlayabilmesi neden? Haksizlik...


Escinsel Seks artik tüm Avrupa genelinde yasal Escinsel seks artik tüm Avrupa genelinde yasallasti. Ermenistan homoseksüelliği cezalandiran son Avrupa ülkesi konumundaydi. 1 Ağustos’ta yürürlüğe giren yeni ceza yasasi bu yasağa son verdi. ILGA Avrupa yaptiği açiklamada sunlari söyledi: “Bizans Imparatoru Justinian’in 6. yüzyilda getirdiği ceza yasalarindan beri Avrupa genelinde yüzyillardan sonra ilk defa gey, lezbiyen ve biseksüeller kendi cinslerinden birisini sevdiler diye cezalandirilmayacak.” Bundan elli yil önce 48 Avrupa ülkesinin üçte ikisi erkek escinsellerin veya gey/lezbiyenlerin cinsel eylemlerini cezalandiriyordu. ILGA yaptiği açiklamada, Avrupa Insan Haklari Mahkemesi’nin 1981’de bu yasaklarin Avrupa Insan Haklari Sözlesmesine aykiri olduğu hükmünü vermesi ve de Demir Perde’nin çökmesiyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa Konseyi’nin ve Avrupali Sözlesmelerinin yükümlüklerine tabi olmasinin bu yasaklarinin yürürlükten kaldirilmasindaki iki önemli faktör olduğuna dikkat çekti. Ermenistan’in Avrupa Konseyi’ne katilabilmesi için escinsellerin cinsel eylemlerine yönelik ceza hükümlerinin kaldirilmasi sart kosulmustu. ILGA Avrupa Bas Yöneticilerinden Ailsa Spindler su yorumda bulundu: “Bu Avrupa’da LGBT haklari için önemli bir dönüm noktasidir. Fakat bu sadece baslangiç. Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Irlanda, Portekiz, Sirbistan/Karadağ ve Birlesik Krallik halen ceza yasalarinda ayrimci hükümler barindirmaktadir. Otuz üç Avrupa ülkesi escinsel esleri resmi olarak tanimamaktadir. Ve tabi ki esitlik mücadelesinin ta kendisi ayrimcilik ile mücadelede basli basina bir unsurdur.” Her ne kadar Ermenistan

Avrupa’nin genel coğrafi taniminin epey disinda yer alsa da, Avrupa Konseyi’ne üyelik örneğinde de görüleceği gibi, Avrupa’nin politik anlayisi ile uyumlu bir ülke olarak görülüyor.

Kaynak: Rex Wockner tarafindan hazirlanmis bir yazi (6 Ağustos 2003) http://www.windycitymediagroup.com

Escinsel Haklarinin BM Sözlesmelerine konmasi talep edildi Birlesmis Milletler’e gey ve lezbiyenlerin haklarinin da tüm uluslararasi insan haklari sözlesmelerine konmasi için çağrida bulunuldu. Çağri, Pazartesi günü BM’nin sponsorluğunda toplanan Gey, Lezbiyen ve Biseksüel Çalisanlar Birliği’nin bir sempozyumunda yapildi. ABD Kongresi’nden Barney Frank yaptiği açiklamada önerinin güçlü bir desteğe sahip olduğunu belirtti. Frank, Birlesmis Milletlerin artik Insan Haklari sözlesmelerinin bir parçasi olarak LGBT toplumunun haklarini koruma altina almasinin zamanin geldiğini de ekledi. Frank, escinsel haklarinin sözlesmeler ile koruma altina alinmasinin escinseller için hiçbir yasal koruma hükmüne sahip olmayan ülkelere baski yapilabilmesine de olanak sağlayacağinda dikkat çekti. Frank ve diğer konusmacilar escinsellerin esitlik haklari ve adil davranilma konularinda oldukça yol almasina rağmen ayrimciliğin halen yaygin olduğunu belirttiler. Genel Sekreter Kofi Annan, Frank’in konusmasi sirasinda bir süre sempozyumda yer aldi. Daha sonra yaptiği açiklamada dünyanin daha fazla hosgörüye ihtiyaci olduğunu söyledi. Genel sekreterin basin sözcüsü Fred Eckhard yaptiği açiklamada, Annan’in üst düzey danismanlari ile bu konuda toplanti düzenlediğini fakat yeni bir plan açiklamaya henüz hazir olmadiğini belirtti ve söyle devam etti: “Üye devletlerin bu konuda çok farkli ve

keskin görüsleri olduğu için Genel Sekreter bu konuda nasil bir adim atmasi gerektiğini dikkatli bir sekilde değerlendirmektedir.” Nisan ayinda Birlesmis Milletler Insan Haklari Komisyonu tarihinde ilk defa gey ve lezbiyenleri içeren bir öneriyi görüsmeyi kabul etti. Brezilya tarafindan önerilen ve Kanada ile Avrupa Birliği tarafindan desteklenen taslakta “dünya çapinda cinsel yönelimleri yüzünden insan haklari ihlallerinin meydana gelmesinden büyük bir endise duyulduğu” belirtilmekte. Fakat günlerce süren tartismalarda ve Müslüman devletlerin içinde “cinsel yönelim” kelimelerini içeren hiçbir karar tasarisini kabul etmeyeceğini söylemesinden sonra taslağin görüsülmesi bir sene sonrasina ertelendi. Konferansa katilan konusmacilar BM’yi kendi gey ve lezbiyen çalisanlarinin eslerine de kolayliklar sağlamasi çağrisinda da bulundular.

Kaynak: Beth Shapiro tarafindan hazirlanmis bir yazi/ 5 Ağustos 2003365Gay.com Haber Merkezi, New York Bürosu

Hirvatistan escinsel çiftlere beraberlik haklari sağladi Hirvatistan devleti, mülkiyetin esler arasinda paylasiminin devlet tarafindan taninmasi ve birlestirilmis sağlik sigorta plani gibi haklar da dahil olmak üzere, beraber yasayan evlenmemis heteroseksüel çiftlerin sahip olduklari tüm haklardan escinsel çiftlerin de yaralanmasini sağlayacak. Pazartesi günü parlamento tarafindan onaylanan yasa en az üç yildir beraber yasayan gey ve lezbiyen çiftlere uygulanacak. Bir lezbiyen grubu olan Kontra’nin (Karsi) üyelerinden Sanja Juras yaptiği açiklamada AFP’ye sunlari söyledi: “Bu, Hirvat toplumunun insan haklari konusunda attiği önemli bir adimdir.” Kontra ve baska bir gey haklari grubu olan Iskorak (Bir Adim Ileri) gruplarina

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 39


mensup escinseller hükümeti Ocak ayinda muhafazakar ve çoğunluğu Katolik olan ülkede escinselleri ayrimciliktan korumak için hiçbir adim atmamakla suçlamislardi. Escinsel çiftlere beraberlik hakkinin taninmasiyla, Hirvatistan kendini 2007 gibi erken bir tarihte katilmayi arzu ettiği Avrupa Birliği’ne üye olmus ülkelerle benzer konuma getirmis oluyor. Ayni cinslerin evliliği veya beraberlik haklari birçok AB ülkesinde yasallasmis durumda. 2000 yilinda Hollanda, escinsel evliliklere heteroseksüellerinkine tanidiği tüm haklari sağladi. Britanya da bu sene içinde gey ve lezbiyenlere “medeni beraberlik” adi altinda tam esitlik vermek için hukuki çalismalarina devam ediyor. Kontra ve Iskorak gruplarinin tahminlerine göre 4.5 milyonluk Hirvatistan’in yüzde 6 ila 12’si gey veya lezbiyen. Kaynak: Advocate /17 Temmuz 2003

Latin Amerika ilk escinsel birlikteliği kutluyor 22 Temmuz 2003, Sali Arjantinli iki erkek cuma günü Buenos Aires sehrinin escinsel çiftleri resmen tanimasinin keyfini çikaran ilk çift oldu. Geçen aralik ayinda yerel yönetim tarafindan onaylanan kanun benzerleri arasinda Latin Amerika’daki en genis kapsamli değisiklik olmasi nedeniyle oldukça olumlu elestiriler aldi. Kanun geçen hafta yürürlüğe girdi. Reuters haber ajansina yaptiği açiklamada Suntheim sunlari söyledi: “Arjantin’deki tüm geyler, lezbiyenler, travestiler ve transeksüelleri hep bu anin hayalini kuruyorlardi.” Cigliutti ise sunlari ekledi: “Bizlere haklarimizi tanimakla toplumumuz ne kadar olgunlastiğini gösterdi.” Yeni yasa, sağlik ve emeklilik de dahil olmak üzere, evlilik kurumunun getirdiği birçok hakki escinsel çiftlere taniyor. Fakat çiftlerin evlat edinme haklari halen yok. Kaynak: Gay.com / lanetOut.com

KAOS GL Eylül - Ekim 2003 Sayi 17 Sayfa 40

Network

Ayni Cinslere Evlilik ile British Columbia eyaleti tarihe geçti Bir öpücük, biraz gözyasi ve basit bir “Kabul ediyorum” ile sali günü Antony Porcino ve Tom Graff British Columbia eyaletinin tarihinde ilk yasal evlenmis escinsel çifti oldular. British Colombia Temyiz Mahkemesi’nin ayni cinsler için evliliğin bir an önce uygulamaya konmasi emrini vermesiyle, Vancouver sehir merkezindeki mahkeme binasinin disindaki avluda kisa süren bir nikah gerçeklesti. Yargiç Jo-Ann Prowse baskanliğinda toplanan mahkeme, sali günü verdiği karar ile British Columbia’da ayni cinsler arasi evliliğe 12 Temmuz 2004’e kadar izin vermeyen daha önceki mahkeme kararini geçersiz ilan etti. 1 Mayis’ta temyiz mahkemesinin aldiği karar “bir erkek ile bir kadin arasindaki beraberlik” olan evlilik tanimini “iki insan arasindaki beraberlik” olarak değistirdi, çünkü mevcut durum Haklar Sözlesmesi’ne aykiri idi. Fakat bu yeni tanim değisikliği, federal ve eyalet yönetimlerinin yasalarini değisikliklere uyumlu hale getirebilmesi için, 2004’e kadar ertelendi. Ontario Temyiz Mahkemesi’ni ayni cinsler arasi evliliğin bir an önce uygulanmasina izin veren kararini referans alan mahkeme sali gününkü kararinda ayni cinsler arasi evliliğe, hemen geçerli olmak üzere, onay verdi. “Durum çok açiktir ki, British Columbia eyaleti ayni cinsler arasi evliliğe 12 Temmuz 2004’e kadar izin vermezken, Ontario eyaletinin bu hakki hemen vermesi sebebiyle, bu kararin uygulanmasinin geciktirilmesi Ontario ve British Columbia eyaletleri arasinda esitliğe aykiri bir durumun ortaya çikmasina sebebiyet verecektir,” diyen sali günkü karar açiklamasi söyle devam etti: “Bu kosullar

altinda Mahkeme, erteleme kararinin iptal edilmesi ve aile hukukunda yer alan evlilik taniminin sadece “iki kisi arasindaki kanuni beraberlik” olarak yürürlüğe konmasi kararlari memnuniyetle bildirir. Bugünkü kararda belirtilen baska bir husus da ne Ontario eyaletinin ne de British Columbia eyaletinin ayni cinslere evlilik hakki tanimasina federal hükümetin itiraz etmeyeceği idi. Buna ek olarak eyaletin bas savcilik ofisi de ayni cinslere evlilik hakkinin hemen taninmasina su ana kadar itiraz etmedi. Mahkemeye basvuranlarin danismaliğini yürüten Kathleen Lahey, sali gününkü kararin ayni cinslerin evliliğine olanak sağlayan yeni bir federal kanunun tüm ülke genelinde hemen uygulanmasini resmen onayladiğini belirtti: “Karar Kanada Yüksek Mahkemesi’nin ve Parlamento’nun yeni kanunu onaylamasini bile beklemeden diğer eyaletlerin evlilik hakkini lezbiyen ve gey çiftlere de animasina olanak sağlamaktadir, olmasi gereken de budur.” Ontario Temyiz Mahkemesi’nin gey ve lezbiyen çiftlere evlilik cüzdani alma hakkini veren 10 Haziran tarihli karara bazi dini gruplarin olusturduğu bir koalisyonun Kanada Yüksek Mahkemesi nezdinde itirazda bulunduğu siralarda sali gün kü karar alindi. Basbakan Jean Chretien ayni cinslere tüm Kanada genelinde evlilik olanaği sağlayan bir kanun tasarisinin hazirlanacağini açikladi.

Kaynak: Brian Morton and Nicholas Read tarafindan hazirlanmis bir yazi Vancouver Sun Gazetesi 9 Temmuz 2003, Çarsamba

Derleyen ve Çeviren: Hakan G. / ABD



Kaos Şanlıyor Yalnızca seksist değil aynı zamanda heteroseksist bir toplumda yaşıyoruz. Kadınların köleleştirilmeleri üzerine kurulan; zaman içinde dönüşüp yeniden biçimlenerek kapitalist sömürü s i s t e m i n e ka d a r g e l e n i ç i n d e yaşadığımız bu toplum, yalnızca erkek egemen değil aynı zamanda heteroseksist erkek bir egemenlik sistemidir. İçinde yaşadığımız bu toplumda zaman zaman eşcinsel oluverme sendromları ve lezbiyenlik modaları görülse de yapılan her şey heteroseksist politik ve toplumsal diktatörlüğün sürekliliği için yapılıyor. Kadınlar salt kadın oldukları için eziliyor ve kadınlık konumundan dolayı sömürülüyorlarsa gay'ler de salt gay oldukları için heteroseksist zihniyet ve bu zihniyetin kurumsal örgütlenişi olan erkek egemen düzen tarafından yok edilmek isteniyor. Yoketme... Bütün kızılderilileri, yahudileri ve kürtleri yok edebilirsiniz. Bütün eşcinselleri Hitler'in yaptığı gibi pembe üçgenlerle işaretleyip toplayabilirsiniz. Hastaneler, hapishaneler, toplu eşcinsel idamları, faili meçhul eşcinsel ve travesti cinayetleri; hepsi tarih boyunca denendi. Tekil olarak eşcinselleri ortadan kaldırdılar ama eşcinselliği asla yok edemediler. İnsan insan olarak kalmayı başarabilirse kişi kendi cinsini sevmeye devam edecektir. Tans'ın bacakları arasında bir vajen ya

KDV DAHİL 3.500.000.- TL

da penis olmuş hiç fark etmez. Onun kafası erkek egemen ideoloji tarafından esir alındığında heteroseksist erkek egemen diktatörlük açısından sorun yaratmaz. Yaratmadı. "cinsel sevi nesnesi" olarak kendi cinsini seçmekle birlikte yatak dışında gay'liğini unutan bir gay de aynı şekilde heteroseksist diktatörlük için sorun yaratmaz. Bizler yalnızca yatak odasında değil her yerde ve her zaman gay'iz. Toplumsal latentliği reddediyoruz. Nicel anlamda heteroseksüeller karşısında azınlık olabiliriz ama nitel anlamda azınlık olmayı reddediyoruz. Salt heteroseksüellerle bir sorunumuz yok; asıl düşmanımız bizlere yaşam hakkı tanımayan heteroseksistlerdir. Aşağı ya da üstün olmayı reddediyoruz. Biliyoruz ki iktidar egemenliği dışında her şeyden vazgeçebilir. İçinde yaşadığımız toplumun egemeni burjuvazi, demokrasi adı altında, aynı şekilde kendi iktidarı dışında her şeyden vazgeçebilir. Belki "demokrasi" o kadar gelişir, o kadar gelişir ki(!) gay'ler de özgür olabilirler! Ama bizler özgürlüğü bütünsel bir varolma olarak algıladığımızdan heteroseksist diktatörlüğün politik ve toplumsal olarak bütünüyle naşlamasını hedefliyoruz. Bunun için çıkıyoruz...

KAOS GL Dergisinin Eylül 1994’te çıkan ilk sayısındaki kapak yazısıdır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.