DİKKAT ARANIYOR Çirkinlikler ve güzellikler bir arada: Hayatın gerçeği. Gay ve lezbiyenler her yerde. Kaos GL’nin elli bin’e yükseldiği bir aşamada biz size başka yayınlardan söz edeceğiz. Express’ten yeni bir güzellik. Artık her hafta bir lezbiyen ve gay sayfası var. 61. sayısından bu yana sürüyor. Hem bu sayfa için hem de Express’in yoluna devam etmesi için Kaos GL okurlarını Express satın almaya çağırıyoruz. Eksik Etek, düzensiz de olsa çıkıyor. Okurlarımıza bu feminist dergiyi öneriyoruz. (P.K.28 Bağcılar / İstanbul) Heteroseksüel kadın cephesinden bir atak daha. Kadınlara mahsus gazete Pazartesi çıkıyor! Nisan’da çıkacağını duyurdu. Ama henüz ortalarda yok. Bekliyoruz. Sosyalist İşçi dergisinde eşcinsel röportaj. Dergimiz Ankara çalışanlarının da yeraldığı İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu’nun başına gelenleri okurlarımız hatırlıyordur. Kapatılan komisyon çalışanlarından Ali ve Ediz Sosyalist İşçi dergisinin sorularını yanıtladılar. (Mart 1995 sayı 24) İnsan Hakları Derneğinin tavrını eleştiren ve eşcinsel mücadelesini destekleyen bir yazı da Yeni Yol dergisinin Mart-Nisan 1995 sayısında yer aldı. Gay ve Lezbiyen mücadele sürecinde, dostlarımızın ve düşmanlarımızın düşüncelerini bilmek gereklidir.
1 değil, 3 değil, 8. sayıya ulaştık. Türkiye’nin ilk ve tek GL dergisiyiz. Şunun şurasında 1 yaşımızı doldurmaya ne kaldı ki? Henüz istediklerimizin çok çok azını gerçekleştirebildik. Ama çıkmaya devam ediyoruz. Az başarı mı? Bizi anlatan/anlatacak, tanımlayan/tanıtacak bir “amblem”in zamanı gelmedi mi dersiniz? Bu bir yarışma değil. Hem yarışma espirisi bize itici geliyor, hem de verecek ödülümüz yok. Ama bir güzellik yapalım dedik, “amblem”imizin yaratıcısını 1 yıllık ücretsiz dergimiz abonesi yapmaya karar verdik. Üçgen ve Kaos GL yazısının yer alması zorunluluk değilse de tercih sebebi olduğu, amblem önerilerinizi en kısa zamanda bize gönderin. Çizemiyorum ama şu şekilde olsun diyorsanız, çalakalem karalamanızı gönderin. 1 yıllık aboneliği kaçırmak istemiyorsanız acele edin!!! Adresimiz: P.K. 53 Cebeci / ANKARA
KAOS GL AYLIK POLİTİK DERGİ NİSAN 1995 SAYI 8 İLETİŞİM İÇİN SADECE P.K. 53 CEBECİ/ANKARA YAZINIZ
TARTIŞMA “Önce, herkes bir serseme dönmeli, temelinden sarsılmalı ortalık.”
ASLINA UYGUN ÖZÜMSENEN SEVGİ Özünde sevgi olan herşey doğal ve yücedir. Sıradan yaşıyorsak sevgimizi hemcinsimizin yüreğine akıtıyorsak; tedirginlik, karamsarlık ve utanç sarar, dört bir yanımızı... Bakışık diye adlandırılıp, bir sır gibi saklarsak sevgimizi, gözleri paradan başka birşey görmeyen ölü ruhlu sevgi katilleri, tel örgülerle kuşatır etrafımızı.. Sevgi cahilleri bilgelik taslayıp, aşağılarlar hislerimizi. Çiçek gözlerle baktığımız dünyamızı karartmak isterler. Kendimiz bile kabullenemeyip, süslü, felsefi isimler taktığımız sevgimize, başka türlü yaklaşımlar da beklenemez zaten. İnsanlarla kucaklaşmayan -hatta bizi bile saramayan- bu bakışık sevgi, zamanla kamburlaştırır bizi. Yüreğimizde derin bir sızı oluşturur ve dünyanın yükünü omuzlarımıza bindirir. Oysa, mertçe, sevgimizi lezbiyen olarak özümseyip, açarsak insanlara, sevgimiz objesini aşar ve tüm evreni sarar. Paylaştıkça çoğalır sevgi. Sevginin duyumsattığı coşkuyu hissedip, hissettirdiğimizde, bir zırhla kuşanır ruhumuz ve bedenimiz. İşte o zaman çiçek dünyamızı karartmak isteyenlerin karşısında bir demir gibi sağlam, dirençli; bir heteroseksüel kadar rahat ve özgür oluruz...
İstanbuldan bir LEZBİYEN.
NEDEN? KAOS GL’3. sayısından itibaren dikkatimizi çeken bir sözcük var. Şu “bakışık” meselesi. Bunu yazan, kendini ve lezbiyenleri bu isimle anmayı tercih eden arkadaşımıza NEDEN diye soruyoruz. Ve ayrıca dergiyi hazırlayan arkadaşlarımıza da soruyoruz. Çünkü galiba dergidekiler de böyle bir tavır içinde görünüyorlar. NEDEN, evet neden? Bakışık sözcüğü bir simetriyi ifade ediyor. Evet doğru. Felsefede simetri estetiğin kriterlerinden biridir bu da doğru. Buna göre dikdörtgen bir masayı, ya da tam daire bir masayı ortadan ikiye böldüğünüzde o parçalar da birbirine simetriktir ve estetik sayılabilirler. Peki bu iki simetrik ve estetik parça birbirlerine sevgi ve aşk duyarlar mı? Bu iki tahta parçası cinsel bir uyum içinde midirler? “Bakışık” sözünü kullanmaktan hoşnut olan bu arkadaşımız, bir başka yazısında insanlarımızın pek kitap okumadığından ve kendisinin derin düşünmeye neredeyse refleks halinde eğilimli olduğundan bahsetmiş. Kendisini bizler de biraz derin düşünmeye çağırıyoruz. Ama derin düşünürken lütfen
korkmadan düşünmeyi de hedeflesin. Yoksa, kendi kürkünün içinden serzenişler yapmak oldukça kolay bir yöntemdir. B.U. isimli arkadaşımız lütfen şunu da derin bir tahlil etsin. Lezbiyen veya gay veya ibne veya eşcinsel nitelendirmelerinin içinde tek tek insanların sevgileri, aşkları, iletişimleri, güzellikleri, birbirlerine olan saygıları vardır. Heteroseksüel dünyanın bizleri tanımlamak için kullandığı ve üstelik bir küfür gibi kullandığı bu sözcükleri bizler tertemiz birer sıfat ve isim olarak üzerimize alıyoruz ve bu sözcükleri onurla, gurur duyarak kullanıyoruz. Bu sözcükleri dile getirmek ne bir sapıklığı, ne bir kötülüğü ne de bir hastalığı çağrıştırmıyor bize. O yüzden biz bu isimleri onurla taşıyoruz. Bunları değiştirip, yerine daha masum ama varolanı anlatmayan bir sözcük kullanmıyoruz. Kelimelerle kendimizi gizleyip saklamanın, allayıp pullamanın bir beyhude çaba olduğuna inanıyoruz. Ayrıca bizler daha nasıl masum olabiliriz ki. Yeterince masum ve üstelik mahsun iken. Ha, son olarak şunu da eklemek gerekiyor. Bakışık sözcüğü ille de lezbiyen yerine türkçe bir sözcük geçirmek amacıyla yapıldıysa bu da boşunadır. Çünkü T.D.K.nun sözlüğünde lezbiyen sözcüğünü karşılayan “sevici” gibi bir sözcük var. Pek masum görünmemiş ama herhalde “sevici” sözcüğü kendilerine. Öyle ya, lezbiyen sözcüğünden bile ürkütücü. Neyse, bu arkadaşımıza son bir selam sözü ile bitirelim yazımızı. “İnce düşünceye yüreği yetecek” insan kıtlığı çeken sevgili kardeşimiz, ‘Çık oradan görünüyorsun!’
Bir grup LEZBİYEN, İstanbul Heteroseksist topluma karşıyız. Çünkü heteroseksüellerin dayattığı dünyada yaşayamıyoruz, özgür olamıyoruz, eskiyoruz, boğuluyoruz, inciniyoruz.
TARTIŞMA ... Gay, ibne, eşcinsel, homoseksüel, lezbiyen, bakışık, sevici, ablacı....... Uzat uzatabildiğin kadar, kelime mi yok... Kelimeler bol da her biri kullanıldığı yere, o anki konuya, kullanılış amacına göre değişik anlamlarla yükleniyor. “Orospu çocuğu” bir küfür... Cinayet sebebi olabilir... Bazen de sıradan bir küfür... Bazı kullanımlarda da “ah o ne orospu çocuğudur” denilen kişinin olumlanması bile mümkün. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir durum var; aşağılama sözcüğü = orospu küfüre maruz kalan değil, annesi. Kültürel, sosyal, dinsel olarak manevi değer verilen, maddi olarak “iş aracı” bir kadın. İşin içinden “anam orospuysa kendine” deyip sıyrılmak da mümkün. Ama ibne dendiğinde iş değişiyor. Direk olarak küfrü yiyen “aşağılık” oluyor. İbne = götünü siktiren! Eşcinsel, gay ya da “her neyse” = kendi cinsiyle birlikte olan! Yani?... Sonuç itibariyle = götünü siktiren! Ha, sadece “aktif”, “ben sikiciyim arkadaş”lar da yok mu? Var da onlar “erkek”liklerinden birşey kaybetmiyorlarki zaten. “Ben ibne değil gay’im.” ne derece karşındaki dar görüşlü insana birşeyler anlatacaktır? Ya da şöyle diyelim: Karşındakine birşeyler anlatabiliyorsan “evet ben bir ibne’yim” diyerek de anlatılmaz mı? Bir kelimenin içini boşaltmak, ters-yüz ederek yeniden anlamlandırmak bizlere “sizin safsatalarınıza boyun eğerek, ezilerek, her dediğinizi yutarak yaşamıyacağız” deme imkanı da doğuruyor. Kendi ismimizi kendimiz seçeriz. Ya da; Ben “gay” kelimesini seviyorum. Kullanıyorum ve kullanmaya da devam edeceğim. Ancak gay’i ibne’ye karşılık değil, ibne’ye rağmen kullandım ve kullanacağım. Bu da benim “tercih”im.
ATİLLA KARAKIŞ *************************
TARTIŞMA BAŞLADI. HANGİ İSİM SİZİN İÇİN, NE İFADE EDİYOR? GÖRÜŞLERİNİZİ BİZE YAZIN. BU SAYFADA YAYINLAYALIM.
BU TARTIŞMA SÜRMELİ! P.K. 53 CEBECİ / ANKARA
BAKISIK BAKIS 3 * Gerçeği irdelemeden ve onu dönüştürmeden kültür üretilmesi olanaksızdır. Gerçeği irdelemek ve onu dönüştürmek bazılarının kulağına hoş gelmese de “felsefe”nin kendisidir. * Evrensellik, insan bilincinin yeni bir teknolojik sıçramaya geçmesinden önce bunu hazırlamak, bu sıçrama gerçekleştikten sonra da onu dönüştürecek bir zihinsellik kurmaktır. Bu zihinselliği hazırlamanın tek yolu dilin içinden geçmektir. Dili yeni bir boyuta taşımaktır. DEĞİŞİM, analiz, fenomen gerçekliğiyle bireşimsel dil gerçekliği arasındaki gerilimdir; ve her değişim ve sıçramayla dilin de farklılaştığını sayısız örneklerle biliyoruz. Eğer bir sözcüğün imlediği anlam, belli bir dizi anlayışı somutlaştırabiliyor ve bunları bir kültür gerçekliğine dönüştürebiliyorsa, farklılaşmanın ilk adımı atılmış demektir. Bu nedenle, biz kadın eşcinselleri işaretlerken daha pek çok şeyi çağrıştıran, Antik Yunan’a referansda bulunan (adeta bugünkü islami söylemdeki, islamın altın çağı gibi ne gerçeklikleri irdelenmiş ne de yeniden yapılanması olanaksız bir döneme atıfla) LEZBİYEN sözcüğünün kuracağı zihinsel sistem içinde asla yerinin bulunmadığını düşünüyorum. Bizler küçümsenecek bir çabanın içinde değiliz, bizler kendi ben’imizde kazandığımız utkuyu dış evrene yaymayı amaç edindik. Bu, sadece kulağa hoş gelen coşkulu bir cümle değildir. Durumu, J.Genet’in sözleriyle açıklamak istiyorum. “Kişiliği değiştirmeden, toplum düzeninde temel bir değişiklik yapmak imkansızdır ve en büyük değişimin de bugüne dek varolmuş cinsel kişilikte yapılması gerekir”(1) * Daha önceki yazılarımda cinsel kimliği tartışalım demiştim. Cinsel kimlikten önce “kimlik” kavramına dair Gülay Göktürk’ün Yeni Yüzyıl gazetesindeki yazısından alıntı yapıyorum. - Kimlik sözcüğü değişmezliğin ve donmuşluğun diğer adıdır. Bu sözcüğün her kullanılışında farklı gruplar arasındaki duvarların biraz daha kalınlaştığını görüyorum. - Kimlik, dediğimiz anda, kendimizin seçmediği dolayısıyla değiştiremiyeceği bir özellikten aşılamaz bir engelden, kırk yıl aynı kazanda kaynasa yokolmayan bir farklılıktan bahsediyoruz. - Farklı kültürlere böylesine sarılmak, farklı grupları kaynaştırmayacak, tersine içlerine kapanıp fanatikleşmelerine yol açacaktır. - Kimliği korumak baş amaç haline geldimi, karşılıklı etkileşimin yerini içe kapanma ve düşmanlık alır. - Farklı gruplar özgür biçimde varolabilir ve kendilerini katı kimlikler içine hapsetmeden değişmekten korkmadan değişebilir ve değiştirebilirler. - 8 bin ayrı dilin olduğu, 3 bin etnik grubun ayrı devlet kurmak için fırsat kolladığı her gün biraz daha paramparça olan ve parçalandıkça kaynayan bir dünyada sürekli alt kültürlerden sözetmek, bu gerçeğe denk düşebilir. Ama korkarım ki, bu gerçeğe biraz da ivme katar. Gülay Göktürk bunları söylüyor, bakalım biz neler söyliyeceğiz... Umalım ki, kültür zenginliklerine prim veren post-modern esinti, bizi ve diğerlerini biraz daha hızlı şekillendirir.
BAŞAK UPAR (1) Cinsel Politika-Kate Millet
Heteroseksüel kurumsallaştırmaya karşı bütün kategorilerin ortadan kalkacağı, Özgür Birey’in hayat bulacağı bir dünya için!
GAY Gay sözcüğü, açık bir anlamı olmasa da eski bir geleneğe dayanır. Homoseksüel terimine karşı mücadele veren eşcinsel topluluğu üyelerinin tercih ettiği bir sözcük haline geldi. 19. yüzyılın sonunda Avrupalı akademisyenler tarafından geliştirilen homoseksüel kavramı yalnızca kişinin cinsel davranışını tanımlıyordu. Gay daha kapsamlı bir kavram haline geldi. Başkalarının eşcinselliği adlandırmak için seçmediği fakat eşcinsellerin, kendi kendilerini adlandırmak için kendilerinin kullandığı bu terim bir kişinin kimliğini ve yaşam tarzını ifade eder, sadece cinselliğini değil.
THE LAMBDA (Yunanca L Harfi) λ New York gay Aktivist Birliği tarafından 1970 yılında gay özgürleşmesinin simgesi olarak tasarlandı. 1974 yılında Edinburg (İskoçya)daki Gay Hakları Kurultayında, gay özgürleşmesinin uluslararası simgesi olarak benimsendi. Kimi kaynaklara göre bu simge işbirliğini (synergie) ifade ettiği için seçildi. Sinerji, bütünün kendisini oluşturan bağımsız parçalardan büyük olduğu anlayışıdır. Başka bir kaynak, bu simgenin Liberation (özgürleşme) sözcüğünün ilk harfi olduğu için seçildiğini belirtir.
PEMBE ÜÇGEN (THE PINK TRIANGLE) Nazi toplama kamplarındaki eşcinsel tutsaklar tarafından kullanıldı. Üçgen, gay ve lezbiyenlerin, Musevi katliamının (Holocaust) bir daha yinelenmeyeceğine dair ettikleri yemini simgeler. Bu üçgenin büyük değeri, eşcinsel ya da Musevi olsun, Naziler tarafından insanlığın en aşağılık biçimleri olarak değerlendirilen insanların bu üçgeni birbirlerinin kardeşi olarak ifade etmek için kullanmalarından kaynaklanıyor.
GÖKKUŞAĞI BAYRAĞI (THE RAINBOW FLAG) Gay topluluğu içindeki çeşitliliği simgeler. Aynı zamanda, Rainbow Coalition gibi bir çok ilerici siyasal hareket tarafından Amerikan toplumunun tüm kesimlerinin birleşmesini ifade etmek için kullanılmıştır.
STONEWALL 29 Haziran 1969 gecesine gönderme yapar. O gece New York’taki küçük bir gay bar’ın uzun süredir polis tacizine maruz kalan müşterileri bir baskın sırasında saldırıya karşılık verdiler. Başkaldırıları iki gece sürdü ve dünyadaki eşcinsel imajının bir parçası haline geldi. Stonewall, topluma karşı birleşik gay hareketinin simgesi haline gelmiştir ve çoğu Gay Pride (Eşcinsellik Gururu) kutlamasında anılmaktadır.
MEKTUP-LAR-DAN ..., Londra, erkek heteroseksüel: ... Af örgütü kapsamında sözünü ettiğiniz birimin (cinsel azınlıklarla ilgili-Kaos GL) olup olmadığını bilmiyorum, ancak bildiğim kadarıyla bu örgüt, kapısından bile zor girilen son derece bürokratik bir örgüttü; burada tabanı orta sınıflardır ve yöneticiler de üst sınıflarla bağlantılıdır. Bu tür örgütlere bel bağlamak doğru olmaz diye düşünüyorum. Oradaki İnsan Hakları Derneği de dahil bu tür aracı kuruluşlar demokrasi adına halkın mücadelesini uyuşturmanın aygıtlarıdırlar düşüncesindeyim. Dergiyle ilgili şimdilik bir değerlendirme yapamıyorum. Ancak son sayıdaki olumlu gelişmeye rağmen fazlasıyla içine kapanık ve kendi ana sorununun dışındaki sorunlara kapalı buluyorum. Bu giderilmelidir. Eşcinsel hareketi böyle dar bir kimliğe bürünürse kendi davasını da topluma anlatamaz ve hızla marjinalize olur. ... C.S., Edirne, heteroseksüel Cinsiyetçiliğe karşı her türlü mücadeleyi destekliyoruz.. Kapitalist rejim aile kurumunun devamını sağlamak ve sistemi devam ettirebilmek için her türlü cinsel özgürlüğe karşı çıkmaktadır. Kardeşçe yaşayabileceğimiz bir dünya umuduyla. K.D.,İstanbul, erkek eşcinsel ... Üniversitesi öğrencisi bir eşcinselim. Kimliğim ve yönelimlerim konusunda bir sorunum olmamasına karşın, çevremde benim gibi insanları bulamamak ve haklarımı savunamamak sıkıntı veriyor. Eşcinsel ve lezbiyenlerin örgütlenmesi ve bu toplumda bir baskı grubu oluşturması gerektiğini düşünüyorum. ... ...., Konya, kadın eşcinsel ... Öncelikle benim gibi insanların sorunlarına çözüm olacak bu şahane dergiyi çıkardığınız için size sonsuz teşekkür. ... Sorunumu farkettiğimde arkadaşlarla sinemadaydık. Yanımda oturan kız arkadaşıma karşı birşeyler hissettiğimi farkettim. Elini tutmak istiyordum. Bunun öylesine bir ilgi olduğunu düşündüm ve üzerinde durmadım. Daha sonraları farkettim ki aynı odada soyunup giyindiğimiz kız arkadaşlarıma karşı olmaması gereken şeyler hissediyordum. ... Konuyu henüz aileme açmadım. Öğrenmelerinden korkuyorum. Kendimi çok yalnız hissediyorum. Sevgili Kaos GL, Derginizle bu kadar geç iletişim kurmamın en açık nedeni, derginizin yayımından henüz haberdar olmuş olmam ve onu ele geçirmemin de tarihi bir rastlantıya dayanması sayılabilir. “Organ bulmuş, kıllısını arıyor”lardan olmadığımdan dolayı belli başlı ve doğal “eksiklik”lerden sözederek kafa şişirmek istemiyorum. Ben bu mektubu sizi ve sizlere destek verenleri en içten duygularımla kutlamak için kaleme aldım. İnanın ki, başka hiçbir amacım yok. Eşcinsellerin bireysel olgunlukları ve toplumsal entegrasyonu için yıllardır üstüme düşeni yapmaya çabalıyorum. Ama doğru, ama yanlış! Bu insanların kimliklerini gizleme hakkına saygı duyuyor, bir yandan da için için kızıyorum. Eşcinselliği kitlesel hareketten soyutlayıp kişiye özele indirgemek, daima bir ‘zevk biçimi, bir sapkınlık, bir tabiat küstahlığı’ olarak adlandırılma, tanımlanma riskini, dahası sonucunu doğurur. İlerici, çağdaş, yüzyılına yakışan eşcinsellerin kimliklerini derhal açıklaması, karşılaşılacak korkunç sonuçların en azından hafifletilmesi açısından elzemdir. Spektrumu geniş bir cinselliği yaşayan ve bu yüzden suçlanan arkadaşlarımızın en büyük boşluğunun ‘estetik ve estetik tavır yoksunluğu’ olduğuna inanıyorum. Estetiği bir bilim, estetik tavrı ise ‘sanatsal yoğunluk’ olarak değerlendirecek bir eşcinsel hareketin ideolojik platformda daha kalıcı dengelemeler elde edeceği fikrini taşıyorum. Eşcinsellik, yalnızca seksüel bir davranış değildir. Yalnızca sevgi açlığı, partner arayışı ya da ‘düzüşmek’ olmadığı hepimizce bir kez daha öğrenilmelidir. Eşcinsellik, beraberinde çok köklü bir kültürü de taşır. Yeryüzüne yayılmış olan bu kültürü ve kültürün militanlarını tanımak, bir çok ‘sıkışık’ eşcinseli’ bir parça da olsa yalnızlığından kopartma şansını doğuracaktır. Bu, bir seçim değildir! Çünkü eşcinsellik, bir alternatif değildir! Nasıl ‘iki cins’ birbirinin alternatifi değilse, eşcinsellikte ‘heteroseksüellik’ alternatifi sayılamaz. Bu, form ve natura dışı bir yapılanıştır. Bütün okurlarınıza herşeyden önce tek bir kitap önermek istiyorum. Belki de çoğu okumuştur. Her ne kadar kitabın adı, heteroseksüel yayıncılar tarafından ‘Sapık Sevgi’ olarak değiştirilmişse de, Andre Gide’in Varlık Yayınları tarafından basılan kitabı Corydon! Hüzünlerin ve acıların yerini dev şölenlerin alacağı inancıyla!. Daima sizinle ve sizin aranızda olmak niyeti ve ümidiyle.. Sevgiler.. KÜÇÜK İSKeNDeR
Sevgili G.G., Mektubumun İnsancıl aracılığıyla sizin gibi duyarlı insanlara ulaşması beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz. Yazmak ve düşüncelerinizi bizlerle samimice paylaşmak istediğiniz için size teşekkür ediyorum. Sizin gibi duyarlı insanların olduğunu bilmek umuduma umut katıyor inanın... O mektup KAOS GL adına yazdığım bir mektuptu. Hepimizin ortak düşünce ve duygularıyla yoğrulmuş içten bir mektuptu. Sesimizi İnsancıl okurlarına duyurmak istedim. İnsancıl okurlarının/yazarlarının duyarlı olduklarını düşünmüştüm. Yanılmadığımı görüyorum ne mutlu... Okur ve yazarıyla KAOS GL’nin bir noktada insancıl emekçilerinden farkı yok aslında. Her ikisi de sistemin değerlerini reddeden insanların emeği, sesi, çığlığı, isyanı... Kaos GL+İnsancıl... her ikisi de insani değerleri benimsiyor... her ikisi de insana inanıyor... insanı seviyor ve geleceğe umutla bakıyor. Mucadeleleri insan için. İnsanın insanca yaşaması için. Tepkimiz sisteme, alışagelene karşı... tepkimiz insani... insanca... Özgür yaşamları özlüyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Mücadelemiz sizin de ifade ettiğiniz gibi yaşamdan gelen toplumsal kaynaklı önyargıları şimdilik hiç olmazsa en aza indirmek için. Düşüncelerinizin olumsuz yoğunlukta olmalarının sebebinin bizleri bilmediğinizden/tanımadığınızdan kaynaklandığını yazmışsınız. Bir eşcinselle oturup konuşsaydınız (ya da konuşulsaydı) onların da diğer insanlardan hiçbir farkının olmadığını hissederdiniz. Onları bilir, tanır hatta anlardınız. Dolayısıyla önyargılarınızdan arınırdınız. Yine de bu mektubu yazmış olmanız bile anlaşabilmemiz için atılmış bir adım. Bundan sonra KAOS GL okuyacağınızı düşünüyorum/umuyorum.... Bizim sizlerden bir farkımız yok. Duygularımız, düşüncelerimiz, acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız insanca. Ama sınıflandırılıyoruz... cinsel seçimlerimizden dolayı sınıflandırılıyor, aşağılanıyoruz. Bizleri sınıflandıran cinsel seçimlerimiz, toplumdan farklı düşüncelerimiz değil, insanlıklarımızı ne kadar geliştirdiğimiz olmalıydı ya da olabilirdi. Tabi ille de bir sınıflandırma gerekiyorsa. Kendi adıma konuşursam 1992 yılının Mart ayından bu yana İnsancıl’ı okuyorum... beğeniyorum. İnsancıl’a inanıyorum çünkü. Derginin ismi dikkatimi çekmişti ilk önce. İnsanın içini ısıtacak türden bir isim. Zaten olumlamak için kullanılan -cıl eklerini severim. Kardeşcil, dostcul... gibi. İnsanı da seviyorum. İnsancıl! İnsan-cıl! Çok anlamlı çok hoş dedim o an. O sarı kapağın altında insana ait, insana dair, insan için bir şeyler olmalı diye düşünmüştüm. Sene 1995... doğru düşündüğüme seviniyorum. Tüm bu sebeplerin dışında edebiyatı ve özellikle şiiri sevmem de dergiye olan bağımlılığımı arttırdı. O sarı kapağın hemen altında Cengiz Gündoğdu’yu tanıdım ben. o insana, insani mücadeleye, sevgiye, gence değer veriyordu. Sistemin insanı değildi çünkü. Ondan çok şey öğrendim. Brecht’i, Aristotales’i okumamı tavsiye etmişti mektubunda. Ben önce onu okudum. Bir çok konuda farklı bakış açıları kazandım. Cengiz Gündoğdu’yu seviyorum ve ona inanıyorum. Ona, İnsancıl’a inandığım kadar da KAOS GL’ye. İnsancıl gibi bir dergide sesimizi duyurma imkanı tanıdığı için ve sizin gibi duyarlı, insana karşı kendini sorumlu hisseden, insanı reddetmeyen ve birşeyleri bizlerle paylaşmak isteyen insanla/insanlarla bizleri buluşturma imkanı yarattığı için Sayın Cengiz Gündoğdu’ya ve İnsancıl Emekçilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. KAOS GL’yi okumakla, düşüncelerinizi bizimle paylaşmakla başlayın bizi anlamaya. Bizi anladıkça tanıyacaksınız. Çünkü bizlerde sistemin insanı olmak istemiyoruz. İnsana değer veriyoruz. Bir mücadele içindeyiz. Sanıyorum siz de İnsancıl okurlarındansınız. Hatırlıyor musunuz, Cengiz Gündoğdu bir yazısında şöyle diyordu: “Bilincin hem beni hem doğayı çözümlemesi çok zor. Öyle olmasaydı, insan bugün yanlış bilinç durumlarıyla dinlere, milletlere ayrılmazdı. İnsan kendini müslüman, hristiyan, türk, kürt, yunan sanmazdı. Yanlış bilinç durumları kapitalist sistemde iyice kökleşti. Bireyci niteliği öne çıkarılan kapitalist sistem -bu bilinmeden yapılıyor- insanın içini, beni yok etti. İnsan bütün kanallarda yerle bir edildi. Zorla... zor, insanın özgür davranışı diye benimsetildi insana. Bu kaçpunda insanın ben mücadelesi, şahsiyet mücadelesi ayıplandı. Benini koruyan, şahsiyetini geliştiren insan suçlandı. İnsanın kendini yaratmasına, yarattıklarına “Bunu ben yaptım” demesine, yarattıklarını korumasına bencillik dendi. Kapitalist sistem bütün insanları eritti. Sonra kalıplara döktü. Milyarlarca insana aynı elbiseyi giydirdi. Milyarlarca insanı aynı düşündürdü. Özetle insanı tektipleştirdi. Bu kaçpunda “Hayır. Ben tek tip olmayacağım. Ben, ben olacağım” mücadelesine girişeni rezil etti, tımarhanelere kapattı, zindanlarda çürüttü. ... Kapitalist sistem, tektipten sıyrılanları, tektiplerin içinde boğulmamak için üste çıkanı, ben biliyorum diyeni susturmak istedi. Çünkü sistem öznelliği, şahsiyeti kesinlikle istemez...” Bizler de böyle düşünüyoruz. Ya da Anais Nin’in cümleleriyle ifade edelim; biz eşcinseller, soluk alabileceğimiz bir iklime, kendimizi ifade edebileceğimiz, anlatabileceğimiz, anlaşılabileceğimiz bir ortama duyduğumuz acil gereksinimden dolayı buluştuk KAOS GL’de. Çünkü heteroseksüellerin dayattığı dünyada yaşayamıyoruz, özgür olamıyoruz, eskiyoruz, boğuluyoruz, inciniyoruz. Bizler dayatılan yaşamın, sınırlarını aşıp, onun da ötesine geçmek istiyoruz. Bunun öncelikle bir insan olduğumuz için hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Şu satırları yazarken önümde uzayan sokağa bakıyorum. Bunca çiftin arasında iki erkek ya da iki kadın sevgiliyi elele görememenin hüznünü yaşıyorum. Peki neden sorusunda takılı kalıyor düşüncelerim yine... Ne gerek vardı tüm bu kısıtlamalara, ne gerek vardı tüm bu haksızlıklara diyorum. Eşcinsel kelimesi aklınıza neyi getiriyor sevgili G.G.? Benim aklıma alışagelmiş yaşamın dışına çıkamayan/taşamayan, kurallı, sınırlı yaşamlara hapsolmuş, hiçe sayılmış, kızgın, yüreğinin derinliklerinde kırgınlığı, hüznü, acıyı taşımak zorunda kalan ama herşeye rağmen geleceğe inançla ve umutla bakan duyarlı insanlar geliyor. Gibili yaşamayı bilir misiniz? Gündoğdu 92 yılında bir
sayıda bahsetmişti “gibili yaşamlar”dan. İşte en çok da bizler sistemin kurallarıyla süregelen ve içinde bize ait birşey olmayan hayatlarda “gibili” yaşıyoruz. Ne demekti “gibili” yaşamak?.. Anımsayın, “gibili” yaşamak dolu dolu, canlı canlı yaşamanın tam tersidir denmişti. Kalıplarla, kurallarla, sınırlarla, sistemlerle böyle oluyor çünkü, bu kadar oluyor. Eşcinseller bugüne dek “kafa kırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde” düşüncesiyle hareket ettiler genelde. Yani herşey yolundaymış “gibi” davrandılar ve sistemin insanı olup çıktılar. Hatta tam olarak böyle bile değil, iki arada bir derede kaldılar daha çok... Sınırlanmaktan şikayetçi değilmiş, rahatsız olmuyormuş “gibi”, allakbullak olmamış “gibi”, özgürmüş “gibi”, ağzı varmış dili yokmuş “gibi”. Bu “gibi”leri çoğaltmak mümkün. Sizlerin düş gücüne bırakıyorum. (İşte KAOS GL bu anlamda çok önceleri atılması gereken bir adımdır. Tüm arkadaşlar duyarlı olsalardı, dergiye okur/yazar olarak hayat vermek bu kadar geç kalmazdı ve bize düşmezdi. Şimdi çok daha yol almış olurduk.) “gibili” yaşamak... işte bu da hayatın yanlış kavranmasıyla, yanlış/hasarlı bilinç durumlarıyla ilgili değil mi? Durum böyle olunca hem özgür olamıyoruz, hem de inciniyoruz. Oysa başı eğik, yüreği kırık gezecek insanlar biz değildik. Şu an aklıma bir yerlerde okuduğum bir yazı geldi. Yazıda hatırladığım kadarıyla şöyle diyordu; “İnsan ilişkileri öyle kurulmuş ki, insan ruhunu olduğu gibi masanın üzerine koyamıyor. İlişkiler herkesin herkesi bir yerlere, bir dengeye çektiği bir ip üzerinde yürümek sanki. Ben de bu ipin üzerinde yürürken, ruhsal dünyam gibi ağır bir yükü, büyük bir sandığı iyi niyetle açıp gösteremiyorum. Aslında çok çürük mallarım var bu sandıkta ama sizinle paylaşmak istiyorum diyemem ki. Beni de sandığımı da havaya uçururlar sonra. Ve ben de bir başkası bunu yapsa gülerim herhalde. Kendi başıma kurduğum dünyayı, günlük hayatın içinde karşılaştığım insanların arasına çıkaramam. Kendime kurduğum dünyayla, neredeyse yer altında sahte para basan biri gibiyim... ... Aslında ruhumun sefaleti ya da bana özgü açıklığı sandığım şey diğer ruhlar tarafından da paylaşılıyor...” İşte tüm bunlar genelde bizlere benimsetilen ya da benimsediğimiz tutumlar. Biraz da bu tutumumuzdan ötürü “gibili” yaşamıyor muyuz? Birşeyler yapmazsak bu “gibili yaşamların” acısını daha çok çekeriz diye düşünüyorum. Ve birgün geriye dönüp baktığımızda hiç birşeyi gerigetirememenin, yaşamamanın ezikliğiyle kıvranır “Ah... keşke!” der dururuz. Sistemin de zaten yapmaya çalıştığı bu değil mi sevgili G.G.? Sistem “gibili” yaşatmak istiyor bizi. Bizler ise “gibili hayatlardan” çıkıp kendimizi, bireyselliğimizi, özgürlüğümüzü yaşamak istiyoruz. Yanlış bile olsa... üç eksik bir fazla, yarım yamalak, saçma sapan olsun ama çizdiğimiz yaşamdan bizden birşeyler olsun istiyoruz. Bize ait, bize dair birşeyler. Yanlış bile olsa bu “gibili” yaşamaktan iyidir. Kendimizi yaşatırız hiç olmazsa ve sistem bizi biz olmaktan çıkaramaz/alıkoyamaz. ... Bir başka kitabın bir bölümünde şöyle yazıyordu: “Ancak kendimize benzeriz bir birey olarak değer verdiğimiz zaman, bir gurur duygusu geliştirebilir, hayattaki yerimize saygı duyabiliriz. Bu mesajı yayan o kadar az insan var ki. Daha çok rastlanan durum insanlıktan kopma ve farklılıklarımızdan ötürü suçluluk duyma durumudur. Hayatta başa çıkmak için gereken şeyin bizde olmadığına inanırız. Bir denememiz için bize cesaret veren kişilerin sayısı azdır. Bize özel birisi olduğumuzu, keşfedilmemiş kişiliğimizi tanımamız gerektiğini söyleyen pek az kimse çıkar. (Ya da hiç çıkmaz!)” Evet... bütün insanların farkedilmeye, anlaşılmaya ihtiyacı var sevgili G.G. Dolayısıyla birbirlerine... Neden farkedilmeye, anlaşılmaya ihtiyacı var insanın? Çünkü farkedilmezlerse, anlaşılmazlarsa çaresizlik duygusuna yenik düşerler. İşte bizler herşeyden önce bu çaresizlik duygusuna yenik düşmemek, sonra da farkedilmek, anlaşılmak, belki de keşfedilmemiş kişiliklerimizi tanımak/tanıtmak için KAOS Gl’yle geç kalmışta olsa bir mücadeleye adım attık. İkinci adımı Venüsün Kızkardeşleri’nin atmış olması da yeterince sevindirici. (Lezbiyenler Haftası’nda Almanya’ya gidip buradaki mücadeleden bahsetmeleri... metin basmaları... vs. tüm bunlar birer adımdır sevgili G.G.) Bunlar hepimiz adına atılan ve aynı yöne giden adımlardır. Adım olmanın yanısıra biraz da bir çocuğun parmak kaldırmasıdır. Kralla çocuğun hikayesini bilirsiniz. Hani herkes kralın giysisini över de çocuğun biri hep parmağını kaldırır. Israrla, inatla, dikine dikine. Çocuk görmüştür çünkü kralın çıplak olduğunu, üzerinde giysisinin falan olmadığını. Beni anlıyor musunuz sevgili G.G.? Anlıyorsanız düşüncelerime katıldığınızı umuyorum. Ortada büyük gerçekler var ve ben kendi adıma konuşursam, kendi gerçeklerimin farkına vardığımdan beri bedelini ağır ödüyorum. Ben daha çok kendimle bir mücadele içindeyim. Gerçekleri değiştirmeye çalışmadan kabullenmekle kabullenmemek arasında bir sarkaç gibi gidip geliyorum. Dünyadaki yanlışların, yanlış düşüncelerin birgün kökünden değişebileceğine, insanların önyargılarından arınabileceğine inanmayı istiyorum. Bazen bu inancımı yitirdiğimde, inançsızlığımın ruhsal dünyamı nasıl-allak bullak ettiğini de hissediyor/yaşıyorum. İşte o zaman yüreğimin bir yerlerinde sıkışıp kalmış Pollyanna’yı aramaya başlıyorum. Onu bulduğumda dünyayı değiştirmek, kaybettiğimde ateşler içine atmak istiyorum. Bazen yaşama sımsıkı sarılıp bazen de “Bu dünya adam olmaz!” deyip dünyanın ötesinde ya da hiç olmayan yerlerde olmayı istiyorum. Mani-depresif oluşumu heteroseksüellere borçlu olacağım günler mi geliyor dersiniz sevgili G.G.? Bunca yaşanmışlıklardan ve yaşanamamışlıklardan sonra doğal bir sonuç değil mi? Düşünün... bizler “ÖZGÜRLÜK!” diyoruz onlar “Hayır!” bizler “EŞİTLİK!” diyoruz, onlar “Hayır!” bizler “Anlayış!” diyoruz, onlar yine “Hayır!” ve bu böyle sürüp gidiyor. Bunun anlamı ne sizce? Ben bulamadım da... Biliyorsanız bizlere de anlatır mısınız?
DERYA KURAT
YAŞAMIN İÇİNDEN KARTPOSTALLAR... -erkek eşcinsel, 24 yaşında, aşçıBen burada, eşcinselliğimin, hayatımın başlangıcından bugüne özetini vermek istiyorum. İlkokul 4’e gidiyorum, o zaman iyi hatırlıyorum, benden 2 yaş küçük birisi vardı. Okul bitimine kadar onun hep benim kardeşim olmasını hayal ediyordum. Okulda hep ona bakıyordum. Oyun dünyamda kızlarla oynardım. Sanki kendimi onlara daha yakın hissederdim. Çok samimi kız arkadaşım vardı. Onu, kendime, ailemden daha yakın bulurdum. Çok güler yüzlü biriydi. Beni, kızlarla oynuyor diye hep küçümserlerdi. Diğer erkek çocukların konuşmaları beni sıkardı. Aile yaşantımda da babam biraz vurdum duymazdı bize karşı. Fakat annem, diyebilirim ki diktatör ve akıllı bir kadındı. Diğer annelere baktığımda erkeklerle boy ölçüşebilecek çevremde tek benim annemdi. Evde misafirlere benim sünnetimi anlatırdı, ben çok sıkılırdım. Adeta utanıyordum, çok utangaçtım. Evde tek başıma kaldığımda en büyük zevkim kız kardeşimin elbiselerini giymekti. Tabi ailem en azından bunu yüzde doksan biliyorlar ve görüyorlardı. Beni hep Zeki Müren ve diğerlerine benzetip bana hakaret ediyorlardı. O zamanlar kur’an kursuna gidiyordum, hoca beni bir evladı gibi severdi. Beni diğer öğrencilerden farklı tutardı. Herkes beni efendi, temiz diye nitelendirirdi. Tabi hep lafta kalırdı. O zamanlar farklı olduğumu seziyordum. Ama Eşcinselliğimi o eşcinsel olduğumu kadar bilmiyordum. Hatta bazen ben niçin farklıyım, niçin iç çok seviyorum ki güdülerim, düşüncelerim farklıydı. Ben deli kelimelere sığmaz. miyim acaba diye Artık devamlı üzülüyordum. Tabi devamlı baş ağrılarım vardı. 13 tüm insanları anlıyor, yaşıma geldim, babam öldü. sevebiliyorum. Herkes bana evin erkeğisin, akıllı, anlayışlı çocuksun diyordu. Ama ben bir türlü kendimi buna kabul etmiyordum. Bir tanesi vardı, onu herkes dışlardı. İsmine götlek derler, Herkes yediden yetmişe, ona pislik, Allah’ın kabul etmediği derdi. Hatta onun öldürülmesinin caiz olduğu düşünülürdü. Ben o zamanlar kendimi sezmeye başlamıştım. Ve bir gün onun gibi mi olacağım diye düşünüyordum. Çünkü bir pislik olarak milletin dilinde dolaşmak istemiyordum. Hatta annem babama kızıyordu, onu vuramadın (yani
pisliği yok etmedin) diye. Ben yine hep üzüntülüydüm. Bir gün arkadaşlarla yüzmeye gittik. Arkadaşımın bir tanesinin fiziği çok güzeldi. Hepimiz orada tam olarak soyunmuştuk. Tabi gizli de olsa ondan gözlerimi alamıyordum. O zaman 15 yaşındaydım. Hala o görüntü ve heyecanım aklımdan çıkmıyor. Yine o zamanlar onu anneme söylemişler. Bizim gruptan birisi çok uyanık sayılırdı. Annem beni sıkıştırdı, o seni niye götürdü, ne yaptın diye. Ben kendimi toparlayıp anneme haykırdım. O beni değil, ben onu götürdüm. Yine bir gün evde yalnızdım kızkardeşimin elbiselerini giyinmiş, makyaj yapmıştım. Kız kardeşim beni pencereden izliyormuş ve bana sinirlendi. Ben adam öldürmüş gibi kendimi suçlu hisetmiştim. Ve ondan sonra daha da dikkat etmiştim. Artık belirli bir yaşa gelmiştim. Ailemin baskıları gitgide artıyordu. Karı tipli, kadınlığa hevesleniyor, falanca gibi götünü mü siktireceksin sözleri artık günlük birer kullanılan cümleler haline gelmişti. Ve sinemaya gitmeye başladım. Birisine köfte yapmak istedim. Tabi bir elimle yüzümü kapatmıştım ama beni istemedi ve kızdı, ben dışarı çıkıp ağlamıştım. Artık bu gibi istekler büyümüş, ben de iyi bir müslüman olduğum için Tanrıya yalvarıyordum. Hiç bir zaman af edilmeyeceğimi düşünüyor, intihar etmek istiyordum. Artık dünyanın en suçlu, en kötü, en günahkar, en pislik insanı olmuştum. Her seferinde pişman oluyor, tövbe ediyordum ama sinemaya gidiyordum. Göz zinası yapıyor ve tuvalette erkeklere bakıyordum. Yani kahroluyordum, beni artık ölüm bile temizleyemezdi. Yani hem müslüman hem eşcinseldim. Eve geldiğimde bağırıyor, isyan ediyor yani sinir krizleri geçiriyordum. Anneme bağlı olduğum için ona karşı gelemiyordum. Gezme, eve geç gelme derdi. Bana kızdığı zaman deli, götlek der, beni hırpalardı. İslamiyette anneye itaat etmek vardı. Allah’a karşı bir günah daha işlemek istemiyordum. Annem de bundan çok yararlanıyordu. Karşı geldiğim zaman bir de camiye gidiyorsun diye hep beni tehdit ederdi. Bir gün içimden gelen tüm gücümle bağırdım: Allah yok... yok... ben ölmek istiyorum, beni doğurmasaydın. Çünkü seni ben doğurdum, sözümden çıkamazsın diyordu. Ama beni çok seviyor ve hiç anlamıyor ve anlamaya da çalışmıyordu. Evde, benim kedilere aşırı düşkünlüğüm bile suçtu. O yüzden bile hergün hakaret işitiyordum. Ellerin erkekleri kahvelere gidiyor, küfür ederek konuşuyor ama sen onların yanına gitmiyorsun, küfürlü konuşmuyorsun, kızlarla kedilerle oynuyorsun. Artık patlamış, karşı gelmeye başlamıştım. Ama herşeye rağmen ben de annemi çok seviyordum. Ama kalbimde bir şey de vardı, çok yıpranmıştım, hayatımda hem maddi hem manevi yoksunlukla 20 yaşına gelmiştim. Artık askere gidecektim. Acemi birliğine gittim, orda hamama girdim. ilk defa çıplak gençler görüyordum ve çok heyecanlıydım. o zamanlar aşırı
dindar olmuş, 5 vakit namaz kılan birisi olmuştum. Orası bitti, usta birliğine gittim. Orda pek kimse fazla dikkatimi çekmedi. Ama birisi vardı, ona aşık olmuştum. Artık hiç kimseyi gözüm görmüyor. Bir gün bir arkadaşıma bir şey uzatıyordum ki titreyen elimi farketti ve bana söyledi. Ben de heyecandan dedim. Ama değildi, aşık olduğum insan beni kırdığı zaman üzüntüden oluyordu. Çok korkuyordum hasta olacağım diye. Artık ona söylüyordum, onu çok sevdiğimi, daha önce hiç kimseyi sevmediğimi ama o başka türlü anlıyordu. Yani kardeş gibi. O teskereye gitti. Hala haberleşiyoruz ama yine öyle ve ben de teskereye gelmiş ama artık güzel annem ölmüş bana söylememişlerdi. İstanbul’da eniştem bana söyledi. (Asker aşkım da benim yanıma gelmişti.) Şok olmuştum. Hayatta böyle bir şeyi beklemiyordum. Ve yine haykırıyor, bağırıyordum. Bir anda dışarı fırlamak istedim ama beni tutuyorlardı. Artık onlara bağırıyordum. Beni bırakın, gitmek istiyorum ama nereye gideceğimi bilmiyordum. Sonra sakinleştim, bir yıl annemin resimlerine dahi bakamadım çünkü hemen gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Çünkü herşeye rağmen en çok o beni ben de onu seviyordum. Artık çok acılıydım. Artık evlenme faslını da benim için başlatmışlardı. Nereye gitsem evlendin mi, evleniyor musun, falancanın kızı iyi... 22 yaşındaydım, artık serbest düşünüyordum. Kendimi tanımaya başlamış yani kabul etmeye
başlamıştım. Bir gün sinemada tuvalette, biriyle bakışırken, ben neye bakıyor dedim içimden ve aniden birbirimize yaklaştık. İlk defa onunla öpüştük. Gerçek anlamda bir gaydi. Çok güzel bir şeyi tatmıştım. O zamana kadar, dini, ailevi ve toplumsal baskı altında yaşadığım için böyle bir şeyi yapmamış, yani yapamamıştım. O 23 yaşında güzel bir çocuktu. Artık arkadaş edinebiliyor, özgür düşünebiliyordum. Yine müslümanım fakat Allah beni böyle yaratmış. Aynı zamanda tek olmadığımı anlamış, bunun bir topluk, ibnelik değil de kadın ve erkeğin haricinde ayrı bir cinsin olduğuna inanmaya başlamıştım. Ve biz duygusal yönümüzle, Tanrının bize verdiği bu özellikle yaşıyorduk. Daha önce iki erkek birlikte olursa Tanrı onları lanetler, tövbesi de mümkün değildir derlerdi. Hırsızlık, katliam, üçkağıtçılık falan gibi şeyler af oluyor da bu niye af olmuyor diye düşündüm ve bana mantıksız geldi. Artık ilk insani adımımı atmış oldum, artık kendi düşüncelerime, insanlığa, özgürlüğe, hiç bir insanın hiç bir insandan üstün olamayacağını düşündüm ve o kadar rahatladım ki şu an da özgür düşünüyorum. Eşcinselliğimi o kadar çok seviyorum ki kelimelere sığmaz. Artık tüm insanları anlıyor, sevebiliyorum. Geri kalmış beyinler artık benim için kimliklerini kaybetmişler. Çünkü onlar dört duvarın dışını göremiyorlar. Tabi baskılar bitti mi? Hayır, hayır bu kadar iyimser olmayın. Artık inandığım şey özgürlük, özgürlük, özgürlük ve sevgi.
ÖZGÜR VE SAYGIN CİNSELLİK Sanem AKAY Kadın ve erkeğin var oluşundan beri, karşıtcinselliğin yani heteroseksüelliğin yanısıra eşcinsellik de yaşanıyordu; hem de hiç bir zaman heteroseksüelliğin karşıtı ya da rakibi olmadan. Aksine heteroseksüellik gibi doğadan kaynaklanan bu cinsellik tarzı, kadına kadınlık erkeğe de erkeklik hakkında derinlik, olgunluk ve anlam kazandıran bir işleve sahip olarak kesinlikle heteroseksüelliğin paralelinde yer almıştır. Buna dayanarak şunu rahatlıkla anlayabiliyoruz ki, kadın ya da erkek olsun insan denen varlığın seks dünyasına yepyeni ufuklar kazandıran eşcinselliğin damgası, hemen her insan yapımında göze çarpar. Yine de kimi zaman bir döneme en etkili ve olumlu haliyle damgasını vuran eşcinsel anlayış, bazen de dine, doğaya, ahlaka, topluma aykırı, zararlı anlaşılmaz, utanç verici, günah, sapıklık vs. gibi damgaları yiyen bir ilişki olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde de eşcinsel ve escinsellik hakettiği saygı ve takdiri görmüyor; doğal gerekliliği ve işlevi görmezlikten geliniyor, cahilce karalanıp aşağılanıyor, baskı altında tutularak insanlıktan uzak tutulmaya çalışılıyor. Aslında uzak tutulan, insanlar; çünkü eşcinseller tümüyle ortadan kaldırılabilse de, eşcinsellik olgusunu yok etmeye hiç bir güç yetmeyecektir. Bu nedenledir ki herkes çocuğunun, iş ya da okul arkadaşının, mahallelisinin vs. eşcinsel olmamasını dilerken, eşcinselliği, çevresinin dışına yerleştirir; bizden uzak olsun da... demekten başka çaresi yoktur çünkü. Oysa ki, çağdaş seks anlayışını ve kültürünü oluşturmak ve ürünlerini verebilmek için, heteroseksüellik yanında eşcinsellik gibi diğer cinselliklerin de özgürce yaşanmasını sağlamamız gerekiyor. Bu, en başta insanlığa hizmettir. Bugün bir üniversiteli genç, öpüşmekle cinsel ilişkiyi birbirinden koparıyorsa; öte yandan dini yorumlar, kadın ve erkeğin üreme amacı dışındaki cinselliğini bile yasaklıyorsa ve bu çağdışı yaklaşımlar böylece uzayıp gidiyorsa, oturup düşünmek ve kalkıp bir yerden bir şeyler yapmaya başlamak gerekiyor. Bundan böyle cinsel organların, üreme organlarından başka birşey olmadığını; seks için mekan, zaman ve araç sınırı koyulmadan. bedenin ve ruhun bütünüyle kullanıldığını; bedenin herbir organının birinci anlam ve görevi dışında işlev kazandığını, yediden yetmişe herkesin hissetmesi ve yaşayabilmesi gerekiyor. En azından kendini cinsellikte aşan ve aşma azminde, inancında olan kişilerin haklarının teslim edilmesi gerekiyor. Karşımızda bulduğumuz ise, cinselliği konuşmaya bile korkan koca bir cahiller ve homofobikler ordusu. Böylelerinin derme çatma, yalan yanlış tanılarını saymanın sonu gelmeyeceğinden, burada sadece önemli bir örneğini vermekle yetineceğim: Lezbiyen ya da gay çiftlerden birinin karı, diğerininse koca rolünü üstlendiği sanılır ya da öyle olsun istenir! Ne acıdır ki bu rol ayrımına ve kalıbına uymaya çalışan nice eşcinseller vardır. Bu tuzağa düşen ya da ayrım farkına varamayan kadın ya da erkek eşcinsel, kendini kısıtlayarak yolundan sapmakta ve yaptığının karşılığını alamamaktadır diye düşünüyorum. Lezbiyen, kadına yönelik kadındır ama, kesinlikle erkeğe öykünen bir kadınla, bu erkeksiye eşlik eden zayıf bir kadından oluşmaz bu çift. Aynı şekilde gay de, erkeğe gereksinen erkektir ama, bir gay ilişkisini kuran, kadınlığı üstlenmiş bir erkekle, bu kadınsıya kendince kocalık eden bir erkek değildir sanırım. Böyle olmamalı. Peki nasıl olmalı? Eşcinsel kadın ya da erkek, en az heteroseksüel kadar erkekliğe ve kadınlığa sahiptir. Dahası; bir lezbiyen, erkeğin karşı cephesindeki kadınlık yerine, kadın eşi yanında kadınlığı kendine ve eşine sunan, tanımlayan bir kadındır. Bir gay de, kadına karşı erkeklik yerine, erkek eşiyle birlikte erkek oluşu duyumsayan ve paylaşan bir erkektir. Bu nitelikle eşcinselliğin sonucunda şu gerçek ortaya çıkar: Eşcinsellik sayesinde olgunlaşan lezbiyen kadınlığı ile gay erkekliği, salt heteroseksüel kadın ve erkeği derinden etkiler ve aşar; üstelik heteroseksüel anlayışı bir kat daha yüce ve nitelikli bir boyuta taşır. En azından samimi ve dostça bir heteroseksüelin, eşcinsellerden alacağı çok güzel ve değerli mesajlar vardır. Bugün eşcinsellere, transvestitlere, transseksüellere kısacası cinselliğe karşı çıkan zihniyet, aslında gerçek heteroseksüelliğin de düşmanıdır. Bundan ötürü bu zihniyetin sözde heteroseksüel kalıplarındaki rol dağılımı ve paylaşımı, eşcinsel birliktelikleri tanımlamada benzetme olarak bile kullanılamaz. Sonuç olarak heteroseksüellik, kadın ya da erkek olsun, insanın daima ilerisinde ve üzerinde yer alan cinsel kurtuluş, cinsel tatmin ve mutluluğa giden tek yol değil, yollardan sadece biridir. Doğanın değişmez olan bu basit gerçeğini idrak edebilen insan, bu bilinç ve eylem yoluyla yarının cinsel anlayış ve kültürünü yaratabilecektir. İşte bu yolda ilerlemek için öncelikle terazinin bir kefesine heteroseksüelliği, bir kefesine de diğer tüm cinsel tercihleri koymaktan vazgeçilsin. Yukarıda bahsettiğim türle aynı ya da farklı eşcinsellik anlayışına sahip herkesin, ayrıca diğer tercih sahibi kişilerin taşıdıkları, yaşadıkları ya da yaşamak istedikleri soylu duyguları, içten ve verimli düşünceleri, kutsal paylaşımları ortaya dökmesi, dile getirip güvenle savunması gerekiyor. Bu sorumluluğu taşımak isteyenler en azından aile üyelerinden, arkadaşından, dostundan işe başlamanın yollarını aramalıdır. Gerçekte ne olup ne olmadığımızı göstermeden, hayatın her bir alanında karşımıza çıkan baskı, yargı, saldırı, dışlanma, küçümsenme gibi haketmediğimiz muamele ve tavırların önünü almamız, mümkün değil gibi geliyor bana. Bireysel ve toplumsal bilinci uyandıralım ki kimse kimseden bile bile gereksiz yere rahatsızlık duymasın artık. Öyle ki bizler de bu açıklığın ışığı altında, bugün ve gelecekte kimlerle ne şekilde muhatap olacağımızı, daha netlikle bilebilelim.
Eşcinsel ilişkilerin toplumda bir merak uyandırdığı yadsınamayacak bir gerçek. Özellikle cinselliği nasıl yaşadıkları, heteroseksüel dünyanın ilgisini epey çekmekte. Eşcinsellik konusu gündeme geldiğinde, birçok heteroseksüel “Nasıl sevişiyorlar?” ya da daha basitçe “Yatakta ne yapıyorlar?” diye düşünmeden geçemiyor. Yanıt çok basit: Heteroseksüellerin yatakta yaptıklarıyla hemen hemen aynı şeyler. Yalnızca “olay” iki hemcins arasında geçiyor. Cinsel edimler benzer olsa da toplumsal bir çifte standart sözkonusu. Heteroseksüel çift “misyoner pozisyonu” (yani kadın altta, erkek üstteyken erkeğin penisinin kadının içine girmesi) dışında pozisyonlarda seks yaptıklarında bunun adı “cinsel çeşitlilik” iken eşcinsellerin aynı şeyi yapması iğrenç bulunup “sapıklık” olarak nitelendiriliyor. Eşcinsellere karşı önyargının en önemli nedenlerinden biri cinsel edimlerin çeşitliliği konusundaki cehaletten kaynaklanıyor olabilir. Ama aynı zamanda kadın ve erkeğin “doğal” olarak birbirlerine “uydukları” ve bu yüzden de fiziksel ve duygusal olarak birleşmeleri gerektiği konusundaki inanışın da bir etkisi olduğunu görmezden gelemeyiz. Elimizdeki veriler eşcinsel ilişkilerin en az heteroseksüel ilişkiler kadar zevk verici olduğunu söylüyor. Masters ve Johnson adlı iki araştırmacı, insan cinselliğini araştırdıkları bir çalışmada şu sonuca varıyor: Eşcinsel çiftler seks sırasında birbirleriyle daha fazla iletişim halinde ve birbirlerinin ihtiyaçlarına karşı daha fazla duyarlı. Ayrıca başka araştırmalarda (örneğin Hite) birçok kadının heteroseksüel ilişkide orgazma ulaşamadıklarını ve daha direkt olarak klitoral uyarılmaya ihtiyaç duydukları ortaya çıkarılmıştır. Birçok kadın için penisin açısı bu tür bir uyarılmayı sağlamıyor. Bazı feministler de bu konuda yazmış ve “orgazm miti”nden sözetmiştir. Son olarak da belli cinsel edimlerin belli insanlar için daha zevk verici olduğu bilinmekte, ama bu o edimlerin neden illa karşıcinsle yaşanması gerektiğini açıklamaya yetmiyor. Gerçekte tamamen eşcinsel veya tamamen heteroseksüel olan çok çok az cinsel edim var. Bir kadınla bir erkeğin karşılıklı cinsel doyuma ulaşabilecekleri gibi iki kadın ve iki erkeğin de aynı doyumu yaşamaları gayet doğal. Aslında bir kadın, kadın vücudunu tanır ve bir erkek, erkek vücudunu tanır. Bu çok özel ve kişisel bilginin yardımıyla, iki kadın ya da iki erkek birbirleriyle seviştiklerinde, her iki taraf da cinsel uyarma ve yoğun zevki birbirine kolaylıkla yaşatabilir.
Looking at Gay and Lesbian Life- Warren J. Blumenfeld Diane Raymond, 1988 Çeviri: Venüs’ün Kızkardeşleri
EŞCİNSELLERE YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI NE YAPMALI? Kolay yanıtlanır bir soru olmadığını kabul etmek gerekiyor sanımızca. Kaos GL’yi düzenli izleyenler farklı bölüm ve yazılarda doğrudan ya da dolaylı olarak verdiğimiz yanıtları ve önerileri hatırlıyorlardır. Kurumsallaşmış bir şiddetten, resmi yada gayri resmi heteroseksist terörden sürekli bahsediyoruz. Kısacası sorunun şakaya gelir yanı yok. Hele hele travesti ve transseksüeller açısından tam bir ölüm kalım sorunu maruz kaldıkları şiddet. Bununla birlikte bizim abarttığımızı düşünen arkadaşlar da hala çıkıyor. Doğrusu, Amerika’da aynı soruna karşı bir broşürde önerilen maddeleri okurken biz gerçekten abartıyormuşuz! Şaka bir yana gördük ki öyle öneriler var ki bizim bile ağzımız açık kaldı. Bireysel olarak, şiddete karşı ne yapılabileceğine dair cevaplar zamana, mekana ve yöreye göre farklılık kazanıyor. Ama yine de bir kaç madde sıralayalım biz. Eşcinsellerin örgütlenme sürecince hayat bulabilecek öz-savunma komiteleri ve farklı yapılanmalar üzerine ayrıca düşünülebilir ve düşünülmeli! Amerika’da eşcinsel dövmek, (erkek ve kadın eşcinseller) bir sorun olarak yükseliş kaydediyormuş. AIDS paniği, gay ve lezbiyenlerin şiddete daha fazla maruz kalmalarının nedenlerinden sadece biri olarak görülüyor. Eşcinsellerin yükselen toplumsal görünürlüğü ise bir başka neden olarak sıralanıyor. Bu ve diğer etkenler sokak serserilerinin, toplumun eşcinsellerin eylemlerini cezalandırması gerektiği konusundaki inançlarıyla güçleniyormuş. Aynı nedenler aslında Türkiye için de geçerli. Biz burda hangi nedene dayanıyorsa dayansın, bir gay ve lezbiyen olarak size yönelik şiddete karşı ne yapabileceğinize dair önerilerde bulunacağız:
-Kendini tehdit altında hissedersen caddenin karşı tarafına geç, yönünü değiştir ya da güvenli bir yere koş. -Yalnız çıkma! Eğer çarktan arkadaş buluyorsan, kesinlikle 3-4 kişinin olduğu arabaya binme. Kulaklık takma. -Para ve takılarını gizle. Özellikle park ve benzeri açık alanlardan arkadaş buluyorsan üzerinde fazla para ve takı bulundurma. (Aslında herşeyden önce yine kendine güven ve direnmesini öğren. Çünkü, bir arkadaşı, sinema çıkışında arkasından gelen bir sivil polis kimliğini gösterip tehdit etmiş ve kartıyla bankadan para çektirip zorla almış. Yani önce ‘hayır’ demesini öğrenmek gerekiyor.) -Yeterince güven duymadığınız birini hemen eve götürmeyin. -Taciz sık sık oluyorsa bir saldırı habercisidir. Eğer karşılık vermeye karar verirseniz bunu araya güvenli bir mesafe koyarak yapın ve koşmaya ya da dövüşmeye hazır olun. -Dikkat çekmek için bağırın ya da yanınızda düdük taşıyın.(Bildiğimiz bekçi düdüğü) -Büyük cadde ya da bulvarda dolaşırken ara sokakların kesiştiği noktaları tercih edin. Laki ya da paparon sizi almak isterse mümkünse kesinlikle hızlıca koşun ve kaçın.
-Bilinç en iyi öz-savunma aracınızdır. Unutmayınki o an için de uzun vade için de en iyi yol öz-savunmadır.
-Sinemadan ya da özellikle parktan, sivil ya da resmi paparon sizi götüremez. Ancak zorla götürebilir. İkna etmeye çalışın ya da direnin.
-Kendine güven. Zaten bireysel olarak başka seçeneğin bulunmuyor. Başını eğme ve teslim olma. Hepimiz biliriz ki bir çok arkadaş, götü boklu sıtreyt bir domuzcuğa bile yenilmeye hazırdır. Hayır! Yenileceğin biri olsa bile sonuna kadar diren. Sıtreyt domuzların bir çok saldırı girişiminin blöf olduğunu hatırla. Güvenini dışarıya yansıt.
Bir saldırının kurbanı olursanız, bunu bildirebilirsiniz! Ama kime, saldırının resmi kaynağına mı? Eşcinsellere yönelik suçlar, gay’lerin polise ya da resmi kuruluşlara şikayette bulunarak haklarını istemiyeceği inancıyla desteklenmektedir. Maalesef doğru. Hele hele Türkiye’de fazlasıyla doğru. Bildiren, birşey elde edemiyeceği gibi üstüne bir de hakaret ve aşağılamaya maruz kalır. O zaman ne yapılabilir? Bireysel gücün varsa teşhir et. En iyisi kendi işini kendin gör.
-Kolay bir hedef izlenimi verme. Bir çok sıtreyt kendi yaşı ve gücü ne olursa olsun, kafasındaki toplumsal ibne imajından yola çıkarak, senin yaşın ve gücünü hiç düşünmeden rahatça saldırı girişiminde bulunabilir. Kolay lokma olmadığını göster. Eğer istersen yaparsın. -Sinema ve çıkanlara dikkat et.
parktan
senin
arkandan
Kendini sev, kendine güven. Tek başına karşı duramıyorsan, kendin gibi olanları ara, bul. Birlikte karşı dur!
KAOS GL
150.000.-TL