GEY VE LEZBİYEN ARAŞTIRMALARI DERGİSİ OCAK - ŞUBAT 2004 ISSN 1302-5015
KAOS GL EŞCİNSELLERİN
KURTULUŞU
HETEROSEKSÜELLERİ DE
19
ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR
www.kaosgl.com
-Aşk Pazarı -Aslolan
Cengiz Gündoğdu
Özdür, Özde aşktır -Elif Şafak
-Aşk:Faili
Meçhul Cani - Yusuf Eradam
Kaos Yayınları
Pierloti Cad. Dostluk Yurdu Sok. No: 8 Çemberlitaş / İSTANBUL Tel: (0212) 518 25 68
OCAK - SUBAT 2004
Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Umut Güner Grafik Tasarim ve Uygulama: Özcan Kapak: Erdem Baski: Ayrinti Basimevi Adres: Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: +90 312 230 0358 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com Yayina Hazirlayan: Koray, Özcan, Umut
ABONELIK IÇIN Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 € ya da 50 $. Please, transfer 50 € or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 2.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.
içindekiler Kaos GL’den.............................................................................................2 Ask Ask Pazari – Cengiz Gündoğdu ...................................................3 Ask Güzeldir – Gay’e Efendisiz... .................................................5 Ask: Faili Meçhul Cani – Yusuf Eradam........................................6 Asolan Özdür, Özde Asktir – Elif Safak’la Söylesi .................. 11 Cuma – Tuba Özkan ................................................................... 14 Kültür Sanat Üçüncü Tekil Sahis – Inan........................................................... 18 Sessiz Ol – Umut Güner.............................................................. 19 Cinsel Politika Üzerine – Cynthia Enloe ile Söylesi .................. 20 Ti’ye Alin Satin Almayin – Umut Güner ..................................... 21 Medya Türk Medyasinda Escinsellik ve Escinseller- Ali Özbas ............ 22 Karahaber Video Eylem Atölyesi ............................................... 25 Aile Lezbiyen Ebeveynli Çocuklar – Çev: Göze Orhan .................. 26 Yasamin Içinden Cezaevinden Mektup Var- Mustafa ........................................... 29 Özgürlüğe Kavusmanin Sevinci – Zamir Karaağaç ................. 30 Ölümün Gölgesinde Escinsel Olmak – Serhat Sen .................. 30 Gündem Kaos GL’den Haberler ................................................................ 31 Cinsel Yönelimler Üzerine Aktivist-Akademisyen Bulusmalari.. 34 Lambdaistanbul NTV’de - Erdal .................................................. 34 Bir Kongrenin Ardindan – Onur Erol ......................................... 35 Travestilere Saldiri – Insanca Yasam Platformu ........................ 36 Güztanbul 11. Bulusma Değerlendirmeleri ............................... 37 11. Bulusmanin Düsündürdükleri- Ali Erol .................................. 40 Pera Palas’ta Aids Günleri- Umut Güner.................................... 41 Risk Grubu Değil Ihmal Edilen Escinseller- Koray- Umut........... 42 6. Kadin Siğinaklari Kurultayi- Nazik Isik .................................. 43 Haberler........................................................................................ 44 Öykü Oyun- Fidel ................................................................................... 46 Biliyorum - Ela ............................................................................... 48
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 1
Kaos GL’den Ask Dolu Bir Merhaba, “Escinsel ask var midir?” sorusunun mesru bir soru gibi sorulduğu günler çok da uzak değil. Kaos GL dergisinin ilk sayisindan bu yana “ask”a dair onlarca yazi yayinlandi. Ask’tan doğan bir toplumsal hareketin kendi varolusuna sahip çikmasi ve bunun üzerine tartismak için yeniden “ask” dedik. Ask dosyasinda yer almasa da Yildirim Türker’in, Cogito’nun “Ask” sayisindaki yazisindan bir alinti, dergiyi okurken bizim biraz daha düsünmemizi sağlar diye düsünüyoruz. “Escinsellik temasinin hayatimizin her açik alaninda yerli yersiz dile gelmesi ve bizi hâlâ sasirtmaya, eğlendirmeye, yüzümüzü al ala etmeye, dudak isirtmaya devam etmesinin nedenini kendimize rağmen biraz belirleyebildiğimizde escinsel ask üstüne gerçekten, baska bir dilde, baska bir kodlama sisteminin isiğinda söz üretebiliriz gibi geliyor bana. Bu uğras açikça baska bir dil, bir sentaks öğrenmeyi sart kiliyor” diye basladiği yazisini “bir erkek, bir erkeği; bir kadin, bir kadini sever. Kuracağiniz ikinci cümle mutlaka politik olacaktir.” diye
noktalamisti. Ask dosyasinda Cengiz Gündoğdu, “Ask Pazari” baslikli yazisinda “aska dair sorularla” ask üzerinde düsünmeye çağirirken; Gay’e Efendisiz, Kaos GL’nin fotokopi sayilarindan, 12. sayida yayinlanan “Ask Güzeldir; kurtulus mücadelemiz daha da güzellestirecek” yazisinin üzerinden gey ve lezbiyenler olarak halen tartismamiz gereken noktalarinin altini çiziyor. Yusuf Eradam, “Ask: Faili Meçhul Cani, Haneke’nin Piyano Öğretmeninden Mülhem Ask ve Delilik Üzerine Bir Deneme” ile “Piyanist” filminden yola çikarak bizi ask üzerinde bir geziye davet ediyor. Pinhan kitabinin yazari Elif Safak ile “Asolan Özdür, Özde Asktir”da, askin toplumsal roller üzerinden kurulmasina dair söylesiyi keyifle okuyacaksiniz. Kaos GL dergisinde geçen sayidan duyurduğumuz “uluslararasi hukukta cinsel yönelim” ve “yasal evlilik raporu” isimli makaleleri elimizdeki hukuk ile ilgili diğer makalelerle birlikte Subat ayinda “özel sayi” olarak çikartmayi planliyoruz.
Kaos GL 19. Sayiya Katkida Bulunanlar: Ask: Cengiz Gündoğdu, Gay’e Efendisiz, Yusuf Eradam, Elif Safak, Burcu Ersoy, Burcu, Zeynep Sezgi, Tuba Özkan, Uğur Yüksel, Hülya
Kültür Sanat: Inan, Umut Güner, Cynthia Enloe, Nirgül, Ayse Gül Medya: Ali Özbas, Oktay Ince Aile: Göze Orhan Yasamin Içinden: Özgür, Murat, Mustafa, Zamir Karaağaç, Serhat Sen Gündem: Ali Erol, Cihan Hüroğlu, Elif, Erdal, Onur Erol, Koray, Nazik Isik, Engin Haberler: Öner Ceylan, Hakan G. Öykü: Fidel, Ela
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 2
Kaos GL dergisinin Mart-Nisan Sayisi dosya konusunu “beden” olarak belirledik. Bedenin fetislestirilmesi ve transvestisizm, “ayilik”, dayatilan gey ve lezbiyen beden stereotipleri, maço kültürün geylezbiyen bedenlerine yansimalari, fitnes-kozmetik sektörü kiskacinda kalan gey ve lezbiyenler, AIDS ve CYBH sonrasi vücut sivilarindan ve vücuttan kaçis, vücutsuz seks, toplumsal kadinliğin ve erkekliğin bedenlerimizde kurulusu ve yansimalari, haz, bedene yönelik siddet, rizaya dayali “siddet”(?) veya sm, kadin bedeni ve beden politikalari üzerine tartismak istiyoruz. Önerilerinizi ve yazilarinizi bekliyoruz. Kaos GL’nin 2004 dosya konulari olarak beden, mekân, dil, eğitim ve siddet basliklarini belirledik. Dosya konulari ile ilgili önerilerinizi ve yazilarinizi bekliyoruz. Yeni yilda herkes için ask, herkes için özgürlük... Kaos GL
ask
Toplumsal mücadelenin içindedir ask.
Türsel bilince ulasmis kisi, özne, askini toplumsal alana sürer.
Ask Pazari Cengiz GÜNDOĞDU
Bir soruyla basliyorum. Acaba hangi kavram ask kadar çok konusulmustur. Ask üstüne bitmez tükenmez tartismalarin, bitmez tükenmez konusmalarin temel nedeni su. Her insan, hayatinda en az bir kez asik oldum der. Ask uğrağindan geçmeyen insan yoktur... Ask uğraği insani beklenmedik eylemlere sürükler. Buna örnek olarak Perikles gösterilebilir. Perikles, asik olduğu Aspasya için, kendi koyduğu yasayi değistirmis. Ask uğruna ölüme gidenler, birlikte ölüme gidenler sayilmayacak kadar çoktur bu dünyada. Ask olmasaydi, sarkilar, türküler, filmler, resimler, siirler ne kadar yavan kalirdi... Ahmet Hasim, Parilti adli siirinde söyle der ask için “Ates gibi bir nehir
akiyordu/ Ruhumla onun arasindan/ Bahsetti, derinden ona halim/ Askin bu onulmaz yarasindan.”
Berrin Tas, askin gücünü söyle anlatir. Baris Asktir adli siirinde “Içimde
uyanan duyguyu/ kim yalanlayabilir/ hangi yasa koyucu/ bir aski durdurabilir.”
Berrin Tas’a göre ask kavgadir. Gülhan Dikme Ask adli siirinde söyle der, “Bakislarin geçiyor
bakislarimdan/ Sağanak yağmurlar diniyor içimde/ Sakin okyanusta kağittan gemilerde/ Düsler tasiyorum ülkelere.”
Insani böylesine dillendiren ask neyin nesidir acaba. Felsefe Ansiklopedisi’nin ask maddesinde söyle denir. “Askin felsefi bir tarzda ele
alinmasi, epistemoloji, metafizik, din, insan doğasi, politika ve etik basta olmak üzere, bir dizi alt disiplini yakindan ilgilendirir.”(1)
Burada da görüldüğü gibi askin kaplam alani genis, ilgi alani çesitli. Ne zaman basladiği bilinmeyen, ama günümüze kadar atesli tartismalarla kusatilan aska nasil, nereden girebiliriz acaba. Ben bu soruna insanla baslamak istiyorum. Çünkü ask, doğrudan doğruya insandan kaynaklanir. Insandan yola çikarsam bu kusatmayi yarabilirim.
Askin Içine Giris Simdi bu çetrefil ise basliyorum. Birbirine bağli üç önermeyle askin çevresinde dolaniyorum. Birinci önerme, insan vardir, o insana göre ask vardir. Ikinci önerme su. Her insanin bir estetiği vardir, o estetiğe göre aski da vardir. Üçüncü önermeyle askin içine giriyorum. Çünkü ask, estetik bir yaratimdir. Askin içine giremedin, aski yanlis tanimladin diyenler olabilir. Ama ben aski doğru tanimladiğimi, askin içine girdiğimi düsünüyorum. Ask, estetik bir yaratimdir. Peki nasil bir yaratimdir bu. Her insanin bir estetiği vardir, dedim ya iste, o estetiğe göre bir yaratimdir. Bu yaratimin niteliğini görebilmek için, insana dönmek gerekiyor... Gördünüz mü, nereye gidersek gidelim, karsimiza insan çikiyor. Kaçamazsin insandan. Olgusal Bilinç Simdi o insanlardan birine yaklasalim. O insan yalnizca duygularla algiliyorsa dünyayi, görünüs dünyasinda kalir. Görünüs dünyasinda kalmak, somutun zincirinde yasamaktir. Bu kisinin bilinci olgusaldir. Olgusal bilinç görünenin ötesine geçemez.(2) Görünenin ötesine geçemediği için, bu askin metafiziği yoktur. Hemen sunu söylemeliyim. Ask ideasindan söz etmiyorum. Çünkü bu durumda aski bilemeyiz. Buna katilmiyorum. Aski bilmeliyiz. Ancak, bilinen yasanabilir, bilinmeyen yasanamaz. Askin epistemolojisi için söyle der Felsefe Ansiklopedisi. “Askin
epistemolojisi, bizim aski nasil bilebileceğimiz, onu nasil tanimlayabileceğimiz ve (herkese açik davranisa karsi, özel bilgiyle ilgili felsefi konulara değinen) kendimize veya
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 3
ask baskalarina asik olmayla ilgili önermeler kurmanin mümkün ya da makul olup olmadiğiyla ilgili sorular sorar.” (3)
Ask iki kisi arasinda yasanir. Bu anlamda tekildir. Insan tektir, bireydir. Ama insan türsel bir varliktir. Askin epistemolojisi burda gündeme gelir. Tür bilincine varamayan kisi olgusal bilinciyle yasar. Bundan ötürü aski kavramlastiramaz. Bu yüzden onun aski izlekten yoksundur. Askin metafiziği dediğim nokta burasidir. Aska anlam verme, görünen olgunun ötesine geçebilmektir. Izlekten yoksunluk su sonucu doğurur. Kisi, nesne diye bakar asik olduğuna. Bu ask, özne-nesne iliskisinde sikisir. Ask, cinsel iliskiyle özdeslestirilir. Bu iliskide “Beni nasil seviyorsun” sorusuna yanit verilemez. Ask, Yasam Alani Simdi bir baska insani, olgusal bilinci kirmis, tür bilincine ulasmis bir insani ele aliyorum. Böylesi kisi görünüste kalmaz. Epistemolojik açidan aski kavramlastirir. Kavramlastirma gerekliyi içte, gereksizi dista birakmaktir. Bundan ötürü aski zedeleyecek öğeler dista birakilir. O, ne yasayacağini bilir. Estetik açidan bakildikta, bu askin metafiziği, bir anlami vardir. Bundan ötürü “Beni nasil seviyorsun” sorusuna temellendirilerek yanit verilir. Ask, Kokar, Bulasir Görünenin ötesine geçildiği için, karsilikli iliski özne-özne iliskisidir. Iliski, özne-özne iliskisi olduğu için askin izleği sürekli yeniden yaratilir. Bu askin metafiziği vardir. Kisiler etkemik yiğini bir beden değildir. Sevisme, bu tür iliskide bilinçsiz bedenlerin birlesmesi değildir. Etten değil, bilinçten, askin doğurduğu insani atesten haz almadir sevisme. Bunun için bilincin görünenin üstüne çikmasi gerekir. Burda ask bir yasam alanidir. Sokrates’i animsarsak yasam alani duruk değildir. Sürekli olus vardir bu askta, bu yasam alaninda. Asik olunan kisiye ne tinsel açidan, ne maddi açidan ulasilir. Çünkü o nesne değil, öznedir. Özne, eyleyen, sürekli kendini gelistirendir. Bu konum, öteki özneyi sürekli heyecan içinde birakir. Özneler
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 4
birbirine alisamazlar. Bu açidan ask gerilim askidir. Orda aliskanlik yoktur. Orda simsekler çakar, yildirimlar düser. Ask iki kisi arasindadir. Olgusal bilinç görünene göre değerlendirdiği için, aski yasam alanindan çeker. Bu ask, kapali bir yerde yasanir. Ask, öbür islerin arasinda bir baska istir. Onun da bir saati vardir. Bu, kisinin bos zamanidir. Bos zaman askla doldurulur. Bu ask ne kokar, ne bulasir. Türsel bilince ulasmis kisi, özne, askini toplumsal alana sürer. Toplumsal mücadelenin içindedir ask. Özneler insana katki için bir mücadelenin içindedir. Ask bu mücadelenin itici gücüdür. Tekille-toplumsalin diyalektik iliskisinde ask, yeni anlamlar kazana kazana gelisir. Bu ask kokar... kokusu pek güzeldir. Bulasir... çevresine örnek olur. Acaba askin ahlakla iliskisi nedir. Dervis ve Ölüm (4) adli romanda bu sorunla ilgili bir bölüm vardir. Seyh Ahmet Nurettin’le arkadasi Hasan, Seyh Ahmet Nurettin’in su sorusu üstüne ask-ahlak tartismasina girisirler. Seyh Ahmet Nurettin söyle der, “Öyleyse, nasil yasamak gerekiyor?
Düzensiz, hedefsiz, gerçeklestirmeye çalistiğimiz bilinçli isteklerimiz olmadan mi?” Hasan su yaniti verir. “Bilmiyorum. Erek ve ülkülerimizi belirleyip yasamda akla gelen her sey için bir kural yaratarak, bir yeryüzü düzeni kurabilsek, çok iyi olur. Insanlarin basinin üzerinden gökyüzü ve sonsuzluğa bakarak, genel kurallar uydurmak kolay. Bu kurallari, tanidiğin, belki de sevdiğin insanlara, onlari incitmeden uygulamak zordur.” Seyh Ahmet Nurettin, “Insanlar arasindaki iliskileri Kur’an belirlemiyor mu? Bireysel olaylarda da ayni kurali uygulayabiliriz.” deyince Hasan söyle yanit verir, “Öyle mi saniyorsunuz? O halde bu bilmeceyi çözünüz.”
Hasan’in bilmece dediği sorun sudur. Hasan’in yaninda bir karikocayla, kocanin uzaktan akrabasi bir delikanli çalismaktadir. Kadinla delikanli birbirlerine asik olmuslardir. Kocanin bundan haberi yoktur. Bunu öğrenirse karisini da öldürür. Hasan’in sorusu sudur. Üçünü de incitmeden, üzmeden bu sorun nasil çözülür. Seyh Ahmet Nurettin söyle der,
“Olgulardan söz ediyor, ama nedenleri üstünde durmuyorsun. Insanlarda günah isleme korkusu olmadiktan sonra, doğal olarak ahlak kurallari etkisiz kalir.” Hasan bunu söyle yanitlar, “Her türlü kuraldan genistir yasam. Ahlak bir imgelem, yasam ise olup biten seylerdir. Insan yasamina, günahtan çok, günah islememek için alinan önlemeler zarar getirmistir.”
Ask Pazari
Yasamin içindeki ask için hiçbir ahlak kurali geçerli değildir. Özneler arasi askin kendine özgü ahlaki vardir. Burda Anna Karenina’yi anmamak olasi değil. Anna Karenina, ikiyüzlü bir toplumda, askini yasam alaninin disina çekenlere karsi, bir ask yasar. Askini yasam alanina sürer. Askta ahlaktan söz edilecekse, Anna Karenina’nin eylemi son derece ahlakidir. Buna karsin ikiyüzlü yasayanlarca, ahlaksizlikla suçlanir, dislanir. Vronski, Anna Karenina’nin askini karsilayacak, aski yasam alanina sürebilecek bir karakter değildir. Anna Karenina, trajik bir kisiliktir. Çünkü her seyin görünüse dayandiği, görmenin ötesine geçilmeyen bir dünyada yasadi. O günden bugüne gelirsek, görüntünün... görünüsün... daha da önemli görüldüğü bir dönemdeyiz. Bu durum kültür-sanatedebiyat dergilerini bile etkiledi. Bu tür dergiler, simdi yazidan çok görüntüye dayaniyor. Eskiden askin gözü kördü. Simdi gözü açildi. Bu gözü açiklikla insan somutta, maddede kaldi. Tabii askin trajedisi kalmadi. Bir elma sekeri oldu ask... Emiyoruz, emiyoruz, emiyoruz, sonunda elimizde kalan sopasina bakiyoruz. N’apmali bu sopayi... Yapilmasi gereken su. Sopayi at, yeni bir elma sekeri için ask pazarina git. Biliyorsun değil mi, pazarda satilana meta denir. Adini koymasan bile böyledir bu. Dipnotlar:
Editör Ahmet Cevizci, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayinlari, Istanbul, 2003. Olgusal bilincin çesitli alanlarda etkisi için bakiniz, Cengiz Gündoğdu, Soru, Insancil Yayinlari, Istanbul, 1998. Cevizci, age. Mehmet Selimoviç, Dervis ve Ölüm, Türkçesi Mahmut Kiratli, Can Yayinlari, Istanbul, 1988.
ask
Ask Güzeldir Kurtulus mücadelemiz daha da güzellestirecek Gay'e EFENDISIZ
Ask! Belki de en çok yipratilan bir kavram, olgu. Yalani ve gerçeği ayni oranda içinde barindirabilen bir süreç. Kapitalist tüketim ekonomisinin, her anini ve alanini sömürdüğü, dinin ve devletin her zaman saldirdiği ask, bütün bunlara rağmen dimdik ayakta. Ayakta ama askin var olabilmesi için insan önkosuldur. Modern askin kaynağini ve ortaçağ hikayelerini bir yana birakirsak bugünden sunu söyleyebiliriz: "Insan" ruhsuz bir tas parçasi olmadiği sürece ask her zaman vardi ve var olacak. Elbette ki iki insan arasindaki ask'tan söz ediyorum. Din, tanri aski disindakileri reddederken, Devlet, yatak odalarina kadar girerken, kendini koruyabilen ve yeniden yaratabilen insani ask'tan söz ediyorum. Ask'tan söz edildiğinde karsimiza iki tip çikar. Yakisikli bir delikanli ile güzeller güzeli bir kiz. Tahmin edilebileceği gibi ikisinin de genç olduğunu belirtmek bile gereksiz. Sevgililer ya da asiklar günü bile bu gençler içindir. Çünkü diğerleri anneler günü, babalar günü ve saire ile halledilmistir. Ask'in günü, yili, yasi, cinsiyeti olabilirmis gibi israrla ve her zaman bu iki tip'in ideolojik saldirisina maruz kalirlar disarida kalanlar. Basta kadin ve erkek escinseller olmak üzere sakatlar, yaslilar ve sisman kadinlar da bu saldiridan nasiplerini alirlar. Heteroseksüel olmayanlara yönelik ise tam bir yok sayma, ya da en azindan bir asağilama vardir. Heteroseksist zihniyet, escinsel askini hayvani bir edim olarak görür. Bize göre bu yaklasim, ana dilinden baska dil bilmeyen birini anadilinde konustuğu için asağilamak ve cezalandirmaktan farksizdir. Heteroseksist sömürgeci güçler, farkli olanlari kendi kaliplarina uyduramazlarsa, escinsellerin ruhlarini ve bedenlerini isgal ederek tahrip ederler. Escinsel askin, heteroseksüel asktan hiçbir farki olmadiği halde salt kadin kadina ya da erkek erkeğe olduğu için tahammül edemezler. Heteroseksüel erkek ideolojisi ve heteroseksüel kurumsal dayatmaya karsi
birakalim aski, escinsel bireyin ayakta kalabilmesi bile tam bir mucizedir. Adi konmamis bu savasta, escinsel birey kendine olan güven ve sevgisini yitirir ya da hiç kazanamaz ve ask'a olan inanci yavas yavas son bulur. Çoğunluk escinsel, "bizim camiada ask olmaz" der ve de birlikte yasamaya inanmaz. Biz escinseller için aci bir yenilgi olan bu durum, heteroseksist sömürgeciler açisindan tam bir zaferdir. Yilgin, inançsiz, mücadele etmekten kaçan bütün bunlarin beraberinde getirdiği kendine güvensizlik ve kendini sevmeme hali tam da çoğunluk escinsellerin halidir. Her seyin, resmi ve sivil heteroseksizmin yeniden üretilmesi için düzenlenmis olduğu heteroseksist toplumda baska türlü bir durum zaten sasirtici olurdu. Her açidan güçsüz bile olsa kaliplara uyduklari için bir heteroseksüel çifte taninan kültürel ve toplumsal mesruluk, bir escinsel çifte gösterilmez. Heteroseksist sömürgeci güçler, tam bir kusatma altinda tuttuklari escinsellerin, tam bir ikiyüzlülükle düzüsmekten baska bir seyden anlamadiklarina inanirlar. Gerçekten de bu kusatma altinda kendine ve aska olan inancini koruyan çok az escinsel vardir. Heteroseksist kusatma altinda escinselin hayati parçalanmis bir haldedir. Hepimizin yasadiği ve bildiği gibi heteroseksüel toplumsallastirmaya karsi direnebilen bir escinsel, kendi toplumsal varolusunu yaratamadiği sürece tam bir parçalanmislik yasar. Böyle bir hayatta ask olsa bile yarim kaliyor. Heteroseksüel kurumsallastirmaya karsi yikici potansiyelini ortaya koyamiyor. Her sey kaçak yasandiği için escinsel kendi askini tam bir partner avciliğina indirgiyor. Aslinda aska olan inancini yitirmis her escinselin, en az iki üç tane aski bulunur! Fakat bunlar ya çok kisa sürmüstür ya da hiç yasanmamistir. Bunun nedenini biliriz ama üzerine gitmeyiz. Çünkü kendimiz de sorumluyuzdur. Biliriz ki partner bulmak bile çaba isiyken, ask tam bir emek
isidir. Ask havadan gelmez. Yaratmak ve kurmak gerekir. Kabul etmek gerekir ki bu da mücadelesiz olmaz. Bugün Türkiye'de çoğunluk escinseller heteroseksüel kurumsal dayatmaya yenik düserek (aci olan, yenilginin daha bastan kabul edilmesidir) ikiyüzlüce evleniyorlar ve escinselliği salt sekse indirgiyorlar. Doğal olarak onu da yangindan mal kaçirir gibi yasiyorlar. Bütün bu kosullar altinda escinsel aski nasil hayat bulabilir? Kusatmanin kalkmasini mi bekleyeceğiz? Elbette ki hayir! Heteroseksüel erkek ideolojisin bizi asağilamasi tam da escinsel ask'in yikici potansiyelinden kaynaklanmaktadir. Heteroseksüel kurumsallastirmaya karsi escinsel ask'in yikiciliği kadin ve erkek escinsellerin bağimsiz varoluslarini gerçeklestirecektir. Kusatma ancak böyle yarilabilir. Bu bizim kurtulus mücadelemizin bir parçasidir. Çünkü içinde baskilandiğimiz ve boğulduğumuz heteroseksüel kurumlarindan kurtulmamizi ve kendimizi escinsel olarak var edebilmemizi sağlayacaktir. Kirk parçaya bölündüğümüz bu hayattan kurtulup kendi hayat alanimizi yaratmamiz ancak askla mümkün olacaktir, ya da tersi. Yani ancak askimiz için direnebilirsek kendi hayat alanimizi yaratabiliriz. Kendi hayat alanimizi yaratamadiğimiz sürece, heteroseksüel kaliplar içinde her seyi kaçak ve yarim yasiyoruz. Onlarca partnere rağmen hayatimizdan hüzün eksik olmuyor. Kolinin disinda bir birliktelik baslamadan bitiyor. Hüzün ya da her seye bos vermislik! Ama bunlar bizim istediğimiz seyler değil, heteroseksüel hayatin bize dayattiği seyler. "Bizim camiada ask olmaz!" diyenler ne zaman denedi, ne kadar emek harcadi? En küçük bir zorda kaçarsan, aileni ve çevreni ikna edemez olduğunda evlenirsen elbette ki ask olmaz. Kendini kendin olarak var edebildiğin sürece ask olur ya da ask'i yaratabildiğin sürece kendini var edebilirsin. Ask güzeldir! Kurtulus mücadelemiz onu daha da güzellestirecek!
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 5
ask
Ask: Faili Meçhul Cani Haneke’nin Piyano Öğretmeni’nden Mülhem Ask ve Delilik Üzerine Bir Deneme Yusuf ERADAM
“Bugün canini siktilar mi?” diye sorar, üniversite yillarimin ilah oyuncularindan ve “Sok” filmindeki performansi belleğime kazinmis Annie Girardot (anne Kohut).
“Her zamanki gibi,” diye yanitlar konservatuvarda piyano öğretmeni kizi Erika Kohut (Isabelle Hupert). Elfriede Jelinek’in ayni adli romanindan filme alinan La Pianiste’in çatisma, ya da entrika noktasinin çikisi anne-kiz bir yatakta sohbet ederken olağandisi bir sükűnetle sunulur. Rahatlikla alkol bağimlisi diyebileceğimiz ve televizyon seyretmekten ve kizinin basarilarini izlemekten baska bir yasamsal, hatta ontolojik değeri olmadiği sergilenen ve sadece filmin bir yerinde kocasinin delirerek öldüğü söylenen anne Kohut, anne stereotiplerinden (neden böyle olduğuna daha sonra değineceğim) birini sergiler (internette rastladiğim “kizina eziyet eden zorba bir anne” olduğu yorumlarina
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 6
katilmiyorum). Belleğimizdeki anne imgesinde bir sarsilma olmaz, çünkü anne Kohut kiziyla sürekli olarak atismasina karsin kizini her kosulda destekleyebilecek bir annedir. Hatta film anne-kiz arasinda alisilmadik bir itis-kakis ve tartismayla baslar. Annenin, kizinin dolabindaki giysilerden ne istediği filmin basinda pek anlasilmasa da film zirve noktasina yaklastikça ve biz Erika’yi taniyip anladikça, annenin neye kizdiğini ama ayni zamanda da umursadiği kiziyla birlikte yasamaya mahkum olduğunu da anlariz. Anakizin ortak yasaminin temel izleği sevgi-agresyon evliliğidir (hakaret, bağiris çağiris, elbiselerin yirtilmasi, tokatlasma da dahil. Sylvia Plath’i ya da David Mercer’i anlamamda epey yardimci olmustu.) ve bu iliskide birbirlerine bağimlidirlar; tabii ki Erika’nin, ödün vermez vekariyla, kafasindan neler geçtiğini bize hiç sezdirmeden hep pencereden izlediği disariya ruhen kilitli olduğu iç mekândan kendini atmaya karar vermesine değin. Filmin tema müziği ayrica yapilmamis. Tam isabet. Film müziğini kör gözüne parmak kullanan yapimcilara da ders olsun bu yorum. Film boyunca çalinan klasik müzik parçalarinin, aryalarin sözleri ile gerilim yeterince sağlaniyor çünkü. Jenerik yazilari çikmaya basladiktan sonra tepeden çekimle (hayat ya da yazgi ironisi?) piyano çalan öğrenci ellerini, ve o ellere öğretmenin “Öyle değil, böyle çalacaksin,” diye yorum dersi verirken piyano çalan hocanin ellerinin kirk yaslarinda bir kadina ait olduğunu görürüz. Klasik müzik yapitlarinin kesilmesi kadar hiçbir sey sinirlendiremez klasik müzik severleri. (Popüler müzik yapitlarinin
kesilmesinin bizi sinirlendirmeyisini de siz yorumlayin o zaman, özellikle felsefi bağlamda değer nedir diye düsündüğümüzde). Ama bu filmde canim klasik müzik parçalarinin kesilmesi sik sik ve özellikle yapilmis çünkü gerilim biraz da buradan sağlanmaktadir. Ters giden bir seyler vardir. Sessizliğin, sükűnetin, görünürdeki dinginliğin (Hupert’in neredeyse taslasmis yüzü bu yüzden büyük bir oyunculuğa alet olarak kusursuz bir sekilde kullanilmistir sabit kamerayla ve dakikalarca) arkasindaki patlamaya hazirlanan delilik provalarinin tanimi filmin baslarindaki burjuva evindeki oda konserinde tanismalari sirasinda Erika’nin Walter’e söylediği alacakaranliktir:
tamamen delirmeden önce yasanan alacakaranlik.
Bu alacakaranlikta deccalimizi, ötekimizi, pispislar dururuz. Bu deccal Dövüs Klübü’ndeki Brad Pitt’e benzer, Tyler Durden’in (Edward Norton) içindeki ötekine ki bu öteki Tyler Durden’in soyadinin “burden” yani
“yük, küfe dolusu dert” çağrisimlari ile bu deccalimsi ötekinin ağirliğini vurgulanmasi ile Tyler’in bu yükten kurtulmak isteyebileceğinin de önsemesini sağlanir izleyende. Ama, Hollywood’un, belli bir ideoloji gereği bilerek iskaladiğini Haneke
ask yakalamistir: Dövüs Klübü “Anarsist bir tavir içinde toplumun kurumlarinin altina dinamit koyarsan, aslinda kendi altina koyuyorsundur bu dinamitleri,” iletisini, Dövüs Klubü’nün tersine, Haneke vermemistir de ondan. Tyler içindeki ötekinden kurtulmak isterken ağzina soktuğu (bilinçaltindaki oralfallik göndermeye dikkat) silahi atesleyerek kendini öldürür; Erika ise yüreğine hisimla ve ilençle sapladiği biçakla içindeki ötekini yok
ettiği gibi yine fallik bir gönderme ile kendini becerir. Bir bedene biçak sokmak ile o bedene erkek cinsel organiyla girmek (penetration) arasinda benzerlik kurulabilir. Paul Auster’in New York Üçlemesi’nin üçüncü kitabi Kilitli Oda’da kahramanimiz kendisine ikizi kadar benzeyen Fanshawe’un annesini yatakta becerirken onu biçaklayip öldürmek arzusunu gizleyemeyisi de bundandir. Birini biçaklayip öldürmek geçiyorsa içinizden, durup bir kez daha düsünün. Aslinda bilinçaltinizda bastirdiğiniz asil amaciniz o kisiyi s.kmek olabilir. Bu eylemle, ötekini becerdiğinizi, onun canina okuduğunuzu (yani onu hak ettiğinizi ki halk ağzina pelesenk olmus bu cinasa da ayrica dikkat edin derim) sanmanin bir yanilsama olup olmadiği tartismasi ise baska bir denemeye kalsin. La Pianiste (Piyano Öğretmeni), iste bu intihar öncesi alacakaranliğin, bu alacakaranlikta içimizde askla beslemeyi sevdiğimiz ve sonra da
icabina bakmak zorunda birakildiğimiz deccalimizin dokunakli bir sunumudur, çünkü birinin ölümünde baslar ötekinin yasam garantisi; son kullanma tarihimizi ancak baskalarini öldürerek uzatabiliriz. Evinin içinde erkeklere, annesi yüzünden belki de, pek yer yoktur Erika’nin yasaminda. Bu yüzden iste, cinsel fantezilerini hiç çekinmeden gerçeklestirir. Önce, bir seks shop’a gider ve erkek müsterilerin onu yadirgayan bakislarina aldirmadan kabine girer ve porno filmlerini izlerken daha önce o kabine giren erkeklerin mastürbasyon salgilarini sildikleri kağit mendilleri koklar. Daha sonra, araba sinemasina gider ve film izlemek bahanesiyle arabada sevismeye gelmis gençleri “dikizler”. Genç çiftten kizin orgazm çiğliklarini duyunca gözlerinden yaslar gelerek “orgazmik” bir ritüeli yasayarak iser Erika. Az kalsin da yakalaniyordur (Bu arada, yemekten önce, annesinin dediği gibi “Hiç de istah açici olmayan” kanamalara yol açan kizlik zarini ya da vajinasini çantasinda özenle sakladiği jilet ile küvet içinde kesmesi ve kanini küvete akitisini unutmayalim. Bu izleyiciyi soka uğratan ilk sahnedir.) Onu yadirgayanlara, ondan iğrenen izleyicilere Erika’nin bir repliğini animsatmak isterim: “Aklini yitiren Schumann değil, ondan önceki Schumann’dir”. Zor ya, zor değil mi? Anlamasi zor. Simdi bu kadini bastan çikarmak isteyen bir öğrencisi vardir: Walter Klemmer (Benoît Magimel:Yağmurdan Önce’deki performansini unutmadik). Öğrencisi olmak için can attiği hocasinin piyano basindaki (Erika’nin kendisini yekpare hissettiği nadir anlardan biridir bu, tipki Piyano filmindeki Ada’nin bedeni ile piyanosunu özdeslestirmesi gibi) performansina hayran olan, hayran olunca da hoca-öğrenci askini baslatan ve hocasini elde edilmesi gereken kolay bir lokma gibi gören Walter, “Schubert hastasi” olduğunu öğrendiği Erika’yi tavlamak için programindaki parçayi değistirir ve Schubert’in La Majör sonatindan Scherzo bölümünü çalar. Erika gafil
avlanmis gibidir. (Konservatuvar sinavinda da Walter çalarken kayitsiz kaldiğini ve iradesiyle iktidarini elden kaçirmamaya çalisirken bütün çabalarina karsin oğlanin yorumunu bir iki mimiğinde ve sanki komadaki bir hastanin yasamakta olduğunun belirtisi gibi belli belirsiz bir iki el kipirtisinda sergileyen Isabelle Hubert’in yüzüne odaklanmis kamera kendisini ele vermemek üzere kendine kilitlemis kadinin yüz kaslarinda bir iki hareketi zar zor bulur. Walter, böylelikle çeker Erika’nin dikkatini. Yoksa Erika konser sonrasi kokteyl sirasinda Walter’in dikkatini –hiçbir zaman anlayamayacağini bilmediği— deliliğin alacakaranliğina niye çeksin ki? “Zincirleri boyunlarinda köpekler havliyor; insanlar ise yataklarinda misil misil uyuyorlar,” diyor öğrencisine çalistirdiği parçanin sözleri. Erika, her an, sürekli olarak kendisini anlatiyor, her an kendini müzik ile disari atmaya çabaliyor, ele vermeye çalisiyor. Hirsi yeteneğinden büyük kiz öğrencisi provaya ishal olmus gelince, hele hele Walter o kizi güldürünce ve prova sirasinda nota defterinin sayfalarini çevirmek üzere kizin yanina oturunca, Erika usulca kizin hayatini karartacak kararini veriverir. Kiskançlik mi? Belki. Öyle ya da böyle, Walter’in ilgisini çekip o genç adamin sefkat damarlarini gidiklayan o solist-piyanist olma heveslisi kiz saf disi edilmelidir. Bu yüzden Erika bardaği ustalikla kirar
ve cam parçaciklarini kizin mantosunun cebine dolduruverir. Erika zayif olani ayiklar. Bu riskli davranisi Erika’nin neden göze aldiğini bir tek Walter anlar ve filmin afisinde de yer alan tuvalette sevisme sahnesi, yani hoca-öğrenci arasindaki iktidar sinavinin ilki, böylece gerçeklesir. Tuvalette, piyano öğretmeninin ustalikla Schubert ve Schumann icra ettiği elleri Walter’in mastürbasyonuna yardimci olur;
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 7
ask öğrencilerini asağilamak için kullandiği ağzi Walter’e oral seks yapar, ama Walter “tipik” bir erkek gibi kadini ele geçirdiğini zannettiği, yani iktidari ele geçirdiğini sandiği anda (oral sekste ağza verendedir iktidar mitinin bir yanilsama olduğu daha sonra anlasilacaktir!) Erika’nin içindeki mazosist ona dur der. “Mektupla, ya da telefonla sana emirlerimi ileteceğim. Bana ne yapman gerektiğini ileteceğim sana,” der Erika. Walter direnir, ama Erika önünde sonunda Erika Walter’in o tuvaletten muzaffer bir kumandan edasiyla hoplaya ziplaya çikmasini sağlar. “Bir dahaki sefer daha iyi olacak, sana söz veriyorum,” diyen Walter, hocasinin iktidarini, iradesini kendi eline geçirdiğini sanir. Ama Walter’in bilmediği bir sey vardir. O da, piyano dersleri aldiği hocasinin değer biçtiği besteleri har vurup harman savururcasina yorumlarken, yorumlamaktan öte, bestecilerinin canlarini ortaya koyarak besteledikleri yapitlari hödükçe, haldur huldur çaldikça, kadin kimliğindeki Erika’yi incittiğidir. Bunu farketseydi, yani piyanoyu seyirciye oynayarak değil de tüm ruhuyla besteciye sadakatle çalsaydi, Erika’nin iktidarini gerçek anlamda ele geçirebilirdi. Yani Schubert’i, Schumann’i Erika’nin onayladiği gibi doğru yorumlayabilseydi, yani besteci bestesi “piyano” çalinsin diyorsa, o bestenin piyano piyano çalinmasi gerektiğini Walter hocasini becermekten daha çok önemseseydi, hocasi ile gerçek bir uç iliski yasayabilirdi. (Böyle derken tabii ki Haneke’nin bunu istemis olabileceğini, ama gerçeklesmesinin olanaksizliğina da dikkat çekmek istediğini söylemek istiyorum). Ancak böylece ikisinin arasindaki iliski (Ask mi? Burada Leyla Erbil’in “Cüce” baslikli öyküsünü animsadim) Walter’in zannettiği gibi iliskilerinin, özellikle Erika’nin mazosist talimatnamesi mektubunun “zirva, bok, sapikça” vb. nitelemelerden kurtulmasini sağlayabilirdi. “Sağlayabilirdi” diyorum. Tabii ki varsayim. Birbirini isteyen iki bedenin birbirine sonsuza değin kenetlenmesi gerektiği
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 8
inancindan kaynakli bir arzu, bir dilek bu. Ama bu durumda ulasilmazi arzulamaktan baska bir sey değil bu. Olanaksizi gerçeklestirmeye çalismak. Çünkü Erika için Walter tek hedef; oysa Walter için hocasi fethedilmesi gereken bir kale. Onunki sanki monomania. Sonrasi kiraz bahçesi. Daha konservatuvar giris sinavinda bile Walter’in ilgi duyabileceği baska birileri her an olabilir imasi veriliyor; oysa Erika için böyle bir sey söz konusu değil. Diğer öğrencilerini, ya da baska bir erkeği bu “sapkinca” cinsel yasaminin odak noktasi haline getirmiyor çünkü baska hiç kimse Erika’yi Walter kadar istemiyor, baska hiçbir cengâver bu yikilmaz kaleyi ele geçirmeye çalismiyor. Gel gör ki, Walter cinsel uyanisinin, cinsel öğrenme sürecinin basinda iken Erika hem cinsel, hem de varolussal anlamda kendini tamamlamak üzeredir. Tencere yanlis kapak ile tastamam olamaz. Sylvia Plath’in intihar etmeden önce yazdiği “The Edge”/Uç baslikli son siirinde “The woman is perfected” derken kastettiği de budur. Bunu anlayan da, filmin
sonunda Erika olur. Benzer bir iliskide kendine ayma anini, varolus epifanisini kavrayan bir karakter ariyorsaniz, tabii ki Madame Bovary’den baska birini, o zaman Kate Chopin’in Uyanis’ini –The Awakening—okuyun ve Edna Pontellier’i iyi anlayin derim. Anlamak, bilmek, bilmemek…Milan Kundera’ya da bir merhaba çekersek buradan, Walter’i daha iyi anlariz. Erika’yi anladik zaten. Erika gibisine tosladiği için Walter’i anlayisla karsilamak daha zor bir görevdir de ondan. Buz hokeyi maçindan sonra soyunma odasina çekinmeden gelen ve diğer oyuncularin alay konusu olan Erika, yan odada Walter erekte olmak için erkekliğini Erika’nin ağzina dayadiğinda Erika’nin kusmasi Walter’in ondan iğrenmesi için yeterli bir nedendir. Çünkü Walter, Erika’nin kendisinden iğrendiğini sanmistir. Hiç kimse pislik muamelesi görmekten hoslanmaz. Seyirci Walter’i onaylar. Erika iğreeeençtir. Olacak sey mi? Hem oğlanin pesinden kosuyor ve iktidari yavas yavas da olsa onun eline birakmaya basliyor, hatta özür bile diliyor; hatta hatta “Je t’aime” bile diyebiliyor; diyebiliyor da niye kusuyor o zaman? Bunu “seyircinin” anlamasi olanaksizdir. Görsel olarak da sunulan bu kusma seansinin çok önceleri bir piyano dersi sirasinda Walter’in Schubert’ten çok hocasinin boynunun ne kadar seksi olduğuyla ilgilenmesi sirasinda firina verildiğini seyirci niye animsasin ki? Anlasilamamak
Erika’nin yazgisi değil mi zaten? Anlasilamadiğini
anladiğinda, kustuktan sonra bile ağzini yikayip, “Tamam iste, simdi temizim, yeniden sevisebiliriz,” deyisinin sebebini hangi seyirci Erica cephesinden anlayabilir ki? Erika, düstükçe, asağilandikça yücelir. Ve Walter ona, “Iğrenç kokuyorsun, bu halinle seni hiç kimse arzulamaz,” dedikten sonra Erika’nin artik gitme vakti geldiğini anladiğini yönetmen bize buzun, göze
ask diken diken saldiran beyaz isik yağmasinda gözden yitip gidisi ile anlatir. Bir beyaz muamma içinde yok olacaktir Erika (Crouching Tiger, Hidden Dragon’un finalinde kizin kendisini tepeden asaği bir beyaz sis içine atisi gibi). Mutlak özgürlük ancak ölümle gelecektir imasini Haneke bu sahnede önser (Ölümden sonra mutlak bir baska hayat olduğu fikri de yine ayni beyaz muamma ile iletilir sinemada, tipki The Cube/Küp filminin finalinde olduğu gibi). Kuskusuz Haneke’nin sorularinin yanitlari, kendisinin de söylediği gibi, yine sorularin içinde barinmaktadir. Birakin yanitlari, sorulari anlamak da her yiğidin harci değildir. Patlamis misirlari ağzini kapamadan çekirdek çitlatir gibi yiyen ve “Ağzini kapamadan yemeyi sürdürürsen o misiri kafandan asaği boca ederim!” diye tehdit ettiğim ve Erika karakterine “pis kari” diyen ama filmin sonuna değin de arkamdaki sirada oturmayi sürdüren kiz ise filmlerin soru sorup düsündüreceğini bile bilmemektedir. (Hollywood disi filmleri izlerken misir yiyor ya da herhangi bir baska sekilde gürültü yapip dikkat dağitiyorsaniz, benim etrafinizdaki koltuklardan birinde oturmadiğimdan emin olsaniz iyi olur!) Ne filmdeki karakterlerden herhangi biri ne de izleyicilerin büyük bir kisminin anlayamadiği Erika, deliliğinin çikisinin artik sadece kendine zarar vermekte yatan sonuna yaklastiğinda ayni yataği paylastiği annesine cinsel tacizde bulunur. Annesinin üstüne kapaklanir, onu lezbiyen-ensest tanimina uygun bir sekilde öper oksar ama bu sahne bir histeri krizi gibidir. Umarsizliğini alkolde dindirmeye çalisan anneye cinsel tacizde bulunan umarsiz “küçük kizinin” alisilmadik ya da beklenmedik bulusmasidir bu: Yapayalniz kalmis kizin, siğinağini anasinda arayisidir; annesi onun son kalesidir çünkü. Anne Kohut iste bu sahnede stereotip anne olduğunu iyice kanitlar, tepkisi hem beklenmediktir, hem de anlasilir. Her ananin, bedeninden türeyeni böylesine kucaklamasi beklenir de ondan. Önce sasirir kizinin ona sarilip “Anne seni seviyorum,” diyerek öpüp oksamasina, ama sonra yaramazlik
yapan çocuğuna tipik bir annenin her zaman yapabileceği gibi onun eline usul usul vurarak cezalandirir (geçici Nemesis):
“Sen aklini iyiden iyiye oynatmissin!” Ama kizina pislikmis gibi davranmaz annesi. Yani, Walter’in söylediği hiçbir seyi söylemez. “Les gibi kokuyorsun, seni kim ister ki,” benzeri asağilayici laflar etmez. “Aklini oynatmissin sen,” deyisi, aslinda bize ulasan dramatik ironide, kizini onaylamasidir, olumlamasidir, çünkü Schubert de, Schumann da aklini oynatmistir ve her ikisi de Erika’nin ilahlaridir. Aklini oynatmak, sergilenebilecek en soylu kendiliğinden davranistir. Anne Kohut “delirmis” kizinin bulunduğu mekâni terketmediği gibi, onu kapi disari da etmez. Bu yüzdendir iste, histeri krizinin doruk noktasinda Erika annesine “orandaki killari gördüm” dedikten sonra, gerçekten de minicik bir kizken yaptiği gibi anasina sarilir ve küçük bir kiz gibi zirlar, zirlar. Anne bu kez, bu sarilmayi kabullenir. Roller (yaslar uygun olmasa da) doğrudur, onay görür. Küçük kiz annesine sarilmis ziril ziril ağlamaktadir, bunda da yadirganacak bir sey yoktur. (Gerard Manley Hopkins’in “Spring and Fall:To a Young Child”baslikli siirinin sonunda “It is Margaret you mourn for” diyerek yitip giden masumiyete dikkat çekisi ve bir çocuğun büyüdüğü zaman, hayatinin sonbaharina geldiğini anladiğinda düsen bir yaprağin çağrisimlarinin
farklilasacağini söylerken animsattiği yitirilen masumiyettir, artik çekip gitmek kararini verme aninin yaklastiğinin bilincidir. Bir arkadasimin dediği gibi:”Bitse de gitsek” çiğliğidir Erika’nin zirlamasi. Bu “zirlama” hali ayni zamanda Erika’nin arindiğini (tipki Piyano filminde Ada’nin parmaği kesildikten sonra yağmur altinda çamurlu zemine puf diye oturup arinmasi gibi) ve artik içerde mi kalacak, yoksa kendsini ait olmadiği içerden disari mi atacak, karar vermesi gerekir. Bu kararinda da gene Walter yardimci olur ona. Çünkü Walter onu gerçekten de (bana göre) yanlis anlamistir. Erika, kendisine acemice tokat atan, ağzini burnunu kanatan sevgilisine “Ben bunu kastetmemistim,” derken dayak yemek istemediğini değil, dayak atanin, onu incitenin bunu yaparken çaresizlik, umarsizlik içinde anlamadiği ve deli gözüyle baktiği “ulasilmaz” sevgiliye “Al, bunu mu istiyordun! Madem istiyorsun canini yakmami, al bakalim!” diyerek kendine yakistirmadiği bir edimde bulunmasi değildir. Erika’nin istediği deliliğini birisiyle paylasmaktir. Tipki Betty Blue’da Betty’nin aradiği ask gibi, tipki Köprü Üstü Asiklari’nda olduğu gibi. (Yillar önce ask bir siddet eylemidir deyisim bu yüzdendi). Oysa Walter’in, hedef tahtasi bu kadina uygulayabileceği, (Plath’in “Gardiyan” baslikli siirinde de dediği gibi) vicik vicik arzularinin manivelasi bu kadinin gözlerinden yaslar gelen taslasmis bedenine uzun uzun girip çikmaktan ve onu becerdiğini sanarak onu “hallettiğini” sanmaktan baska bildiği muzafferane bir edim yoktur. Haneke Bilinmeyen Kod’da iç mekâna kendini kodlayip kilitleyen ve güveni kapi kodunu değistirdiği apartman dairesine kendini izole etmekte bulan narin, kirilgan bireyi, bu filmde vahsice kendine zarar verdirtip disari atmistir. Seks shop’ta rastladiği öğrencisi yeteneksiz oğlan Erika’nin filmin sonundaki konserinden önce “Schubert yorumunuzu dört gözle bekliyorum” der. Biz de bekleriz nasil yorumlayacak Schubert’i diye ve Erika, içine Walter kadar yüreği ferah giremediği (Erika’nin epifani ani) kurumsallasmis
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 9
ask bütünden çikmak üzere deliliğinin zirvesinde biçağini çantasindan usulca çikarir ve ilençle (o ne unutulmaz bir ilençli yüzdür!) biçağini kendi yüreğine saplayiverir (Ilenç, binada kalmayi yeğleyenlere midir, kendisine midir? Yanit, izleyenin kendi yüreğine birakilmistir bana gore, ama yine de sunu da söylemeden edemeyeceğim: Erika, Walter ve diğerlerine ceza verir gibi öldürür kendisini. Ama bu geride kalanin vicdan azabi çekmesi için edilen intiharlardan değildir. Erika, “Sizin geride kalmaniz size verilebilecek en büyük cezadir zaten” diyormus gibi saplar biçaği yüreğine. Plath ve Nilgün Marmara onu daha iyi anlardi eminim. Erika sanki Salih Bolat’in dizelerini söyler gibidir. “Sen bu sevdayi kaldiramazsin, yüreğin yetmez”). Erika, usulca sizan kanini sevecen bir jest ile kapatir ve toplumu ya da onu dislayan, onun bir türlü kendini ait hissedemediği tas binadan disari, vekarindan hiçbir sey yitirmeden—evet itiraf edeyim, gipta ettim—disari ativerir varliğini. Bunun için kamera uzun süre o kusursuz gibi görünen binaya odaklanir filmin finalinde. Tas durur, tas susar. Ait olamayan ayriksi birey kendi kendisini ayiklamistir. Artik, hiç kimse Erika’nin canini sikamayacaktir. “Besteyi kötü yorumlamaktansa, yanlis notalara basmak yeğdir,” der Erika filmin bir yerinde. Binanin da, Erika’nin da kendindeliği kalicidir. Filmin, eğlenmeye gelmis kimi izleyicilerin filmin sonunu beklemeden çikmasinin gerekliliği de bu yüzdendir; ağir lokmadir bütün bu yasananlar. Kim bu denli güçlü bir asağilanmayi sahiplenebilir ki? Hal böyleyse, yetiskin olmaya kodlanmis, ama kiz çocuğu travmalarinda sikisip kalmis ayriksi narin bireye, o anasinin kuzusu petite bébé’ye kendi kendisinin nemesis’i, kendi içkaynanasi, kendisinin deccali olmaktan baska çare tabii ki kalmaz. Aska, cinselliğe sinir biçen bir yerlesik düzende aykiri olan kuskusuz yok olacaktir. Erika, askin kendisi gibi, faili meçhul bir caniye dönüsmüstür. Yerlesik, ya da kalik binayi değistiremeyen ayriksi birey, doğallikla ve trajik bir sekilde
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 10
kendisini eler. Iste bu yüzden Erika, antik Yunan tragedya kahramanlari kadar yücelir gözümüzde. Trajik yüceliğini böylece kazanir. Ve ne yaparsa izlemek boynumun borcu Haneke basarmistir, bir kez daha. Finalde Erika en doğru notaya basip Schubert’i kusursuz bir sekilde yorumlamistir. Bu yorumun bis’i olanaksizdir. Hayatin tipkisi iste budur; (verisimilitude’un ne olduğunu öğrenemeyen öğrencilerime duyurulur!) hayat ya da intihar, bunlarin tekrari yoktur, olamaz. Erika ile özdeslesip onun hayat iste bu deyisini izleriz ve sinemadan çikariz. Ayni nehre iki kez giremezsiniz (Heraklaitos). Bir baska deyisle, Erika gibi kendinizi disari atmak isterseniz bu sizin filminizdir, o filmden disari çikamazsiniz. Öykü anlatmanin değeri de ölüme karsi durusundadir. Öykü biter ama hayat bizim, hayati izleyen için sürer. “Bitse de gitsek” demek bunu diyen kisinin edilgenliğini ele verir, teslimiyetini. Insan önünde sonunda, ya da en geç, ya da önünde sonunda kendi yüreğini farkeder de ondan. Gerçek cesaret, “Bitsin artik, ben gidiyorum,” diyebilmektir. Schubert genç yasinda ölmeden önce farketmistir bunu, belki de bu yüzden Mozart gibi kalabalik içinde bile tüm duyargalarini disa kapatip birbasina kalabiliyordu ve aklina gelen fikirlere yoğunlasip beste yapabiliyordu. Bu noktada, bu mutlak gerçeğe ayma
aninda insan o zor karari vermelidir: Gitmek mi, kalmak mi? Iste bütün mesele bu. Erika, susma cesaretini böyle gösterir. Bu yüzden de gözümüzde büyür, trajik yücelik kazanir. Hiç kimse ona can suyunu vermeyince, kendisini ona dokunan ellere kapatip kurutan bir küstüm çiçeğidir Erika, küpüne zarar keskin sirkedir, ayriksi. Tipki Sylvia Plath’in “Susma Cesareti” baslikli siirinde dediği gibi: Bu aynada yasamis yüz, ölü bir adamin yüzüdür. Gözler için tasalanmayin— Ak ve utangaç olabilirler, gammaz değildir onlar, Boğum boğumdur onlarin ölüm isinlari Adi unutulmus bir ülkenin bayraklari gibi, Dağlar arasinda iflas etmis Inatçi bir bağimsizlik.* Schubert iste bu yüzden baki kalan bu kubbedeki ironik hos sedadir. *Sylvia Plath, Ariel. Çev. Yusuf Eradam. Ankara:Imge, 1996.
ask
Elif Safak’la Pinhan Üzerine
Asolan Özdür, Özde Asktir... Zeynep Sezgi- Burcu Ersoy - Burcu
“Bektasi ve Mevlevi Düsüncesinde Döngüsellik ve Kadinsallik" sizin mastir tezinizdi. Pinhan romaninin da bu tezinizin yansimalarini barindirdiğini belirtiyorsunuz. Tezinizin bulgulari ile romanin kurgusu kesistikleri ya da ayristiklari noktalari biraz açabilir misiniz? Türkiye’de beni çok kaygilandiran ikili bir yapi var. Bir tarafta, “islam” dendi mi ya da Osmanli dendi mi tekdüze birkaç olumsuz genellemeden ötesini bilmeyen, geçmisinden bir an evvel kurtulma adina hizlandirilmis batililasmanin rahlesinden geçen, bir tuhaf, iğreti modernlik. Öbür tarafta böylesi bir hizlandirilmis modernlesmeye tepki mahiyetinde ama gene onun bir parçasi olarak palazlanan muhafazakar yapilanma, Osmanliyi öve öve bitiremeyen. Bence her ikisi de aralarindaki farkliliklara rağmen müthis benzesiyorlar. Ayni dar okuma, ayni ayiklamaci tarih anlayisi. Türk solu bu anlamda çok güdük. Türk solu dine ilgisiz, din konusunda bilgisiz. Oysa din sadece yaratanyaratilan ayirimi ya da öğretiler bütünü değil. Din ayni zamanda felsefe demek, insanlarin yasamdan, ölümden, bedenden, cinsellikten ne anladiklari, ne anlamak istemedikleri demek. Dinler tarihine, dinler felsefesine olan ilgisizlik Türk solunun ufkunu daraltiyor. Islamiyet hiçbir zaman ne tek renkli oldu ne de durağan. Islam tarihi içinde, her monoteist din içinde olduğu gibi damar damar yollar var uzanan. Acikli olan, üzücü olan tasavvuf üzerine o kadar az arastirma var ki. Olanlarin önemli bir kismi da tasavvufu tek bir yoruma indirgeyen, muhafazakarlastiran metinler. Oysa
tasavvuf çok kapili; “ne kadar yürek varsa Allah için çarpan, o kadar yol vardir” diyen bir felsefe nasil tek sesli, yekpare olabilir ki. Tasavvuf tarihinin içinden, Rabia’dan örnek vermek isterim. Bir sabah Basra sokaklarinda elinde bir kova dolusu su, öteki elinde de yanan bir mesale ile görülür. Bunlarla ne yapacaği sorulduğunda “su ile cehennemin atesini söndürmek, mesale ile de cenneti kül etmek istediğini söyler, “ki böylelikle kalksin ortadan korku ve ödül beklentisi. Eğer insanlar Tanridan bahsedeceklerse sadece ask ile bahsetsinler.” Simdi burada müthis bir kopma var aslinda Ortodoks okuldan, cennet-cehennem fikrini reddetmek ayni zamanda günah-sevap ikileminden de uzaklasmak demek, ya da belletilen kurallar, yasaklar bütününden. Aslolan senin Tanriya duyduğun ASK, aslolan ask. O askin yansimasini hemcinsinde görürsen eğer, hemcinsine de asik olabilirsin, suretler ve kategorik ayrimlar, sinirlar birer yansimadan ibarettir sadece, aslolan özdür ve öz de asktir sadece. Bunun sonuçlari panteizme kadar uzanabilir, tüm bir evreni içine alan bir döngüsel evren. Romani okurken kadin karakterlerin kadinliğin toplum tarafindan marjinallestirilen yönleriyle sunulduğunu görüyoruz. Koca-karilarin mahalledeki özel konumlari, kocasindan kalan mirasla abartili zengin bir yasam süren kadinin evine çağirdiği dansözlerle birlikte olmasi, topal ve çirkin olan kiz çocuğunun doğa üstü güçleriyle insanlara zarar vermesi gibi. Bu karakterlerin kadinliğinin yüceltilmesi/asağilanmasi söz konusu mu?
Bazi feminist ekoller ataerkilliği daha indirgemeci bir biçimde okudular geçmiste. Mesele “erkekler karsisinda “kadinlarin konumu” değil. Çok daha karmasik. Ataerkilliğin en tahakkümperver olduğu sistemlerde dahi kadinlar kendilerine nefes borulari açmis, oradan nefes aliyorlar. Hurafeler dünyasinin kadinlara, bilhassa baska bir kudreti olmayan kadinlara apayri bir iktidar bahsettiğini gözlemledim. Bakiyorsunuz cahil, okutulmamis, alt siniftan bir kadin, kocasi babasi tarafindan çok ezilmis mesela, ama bir gül dikeni, bir cin, bir ayna ile iktidar kapilari açilmakta ona. Bu tür çeliskiler beni büyülüyor iste. Benim karakterlerim çeliskilerinden kuvvet alan insanlar. Öte yandan sunu da eklemek isterim, ben kadinlarin da, birebir baska kadinlarin ya da escinsellerin ezilmesinde aktif rol oynadiklarini düsünüyorum. Cinsiyet süphesiz belirleyici bir faktör Türk toplumunda ama keza “yas” da önemli. Yasi artan kadin daha az kadinsi oluyor toplumsal algilamada, yaslandikça güçleniyor kadinlar. Ironik ama pek çok kadin vaktinden evvel yaslaniyor Türkiye’de, bilhassa geleneksel kesimlerde. Sonra yasindan aldiği kudretle, daha genç kadinlari eziyor ailesindeki, gelininden baslayarak mesela. Sonra ayni döngü gene tekrar ediyor, bitimsiz. Kadinlar birbirlerine çok zarar veriyor Türkiye’de. Bu çok soyut bir sey, adeta havada biliyorsunuz ama tanimlamasi zor yasamayana. Aradaki fark, Amerika gibi kadin hareketinin güçlü ve köklü olduğu yerlerde açiklik kazaniyor ama. Burada bazi sehirlerde en azindan müthis bir “dayanisma kültürü” var. Bizde ise, “herkese karsi
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 11
ask tek basina” ruh haliyle üretiyorsunuz eğer bir sey üretecekseniz. Ironik değil mi, oysa ilk bakista biz bir cemaat toplumuyuz, ama üreten insani tek basina birakiyoruz. Amerika bireyci toplum, oysa üretken insan destek aliyor bir kolektiviteden. Roman karakterlerinizin çeliskilerden kuvvet aldiğini söylüyorsunuz. Örneğin, romandaki kocakarilarin yaslari nedeniyle kadinsiliğinin azalmasina karsilik güçlenmesi bunlardan biri. Bu çeliskileri, sizin de değindiğiniz gibi, içsellestirdiğimiz gerçeklikler olarak yasiyor ve çoğu zaman çeliski olduklarinin ayirdina bile varamiyoruz. Bazen yasarken fark edemediklerimizi dile dökmek, var olani göstermek de sorgulamaya yetmiyor. Romaninizda okuyucuya, bunlarin birer çeliski olduğunun ipuçlarini veren ayrintilardan bahsedebilir misiniz? Çeliskileri ve onlardan doğan potansiyeli çok önemsiyorum. Son tahlilde Foucault’nun da dediği gibi “baskinin olduğu yerde direnç var ancak”. Batil inanislar son derece kudretli ve kudret bahseden çeliskilerle dolu. Ne yazik ki elitist bir yaklasim var bunlari atlayan, göremeyen. Böylesi bir elitizmin feminizm içine de sindiğini görüyoruz zaman zaman. Bir çok elit/aydin folk islami küçümsüyor. Her dindar kadini ezilmis, her cahil kadini dilsiz zanneden bir yaklasim bu. Oysa hakikat böyle değil. Benim için önemli olan ezen-ezilen paradigmasinin ötesine geçebilmek. Ezilen bir insanin hayatinin baska baska safhalarinda baskalarini nasil ezdiğini görmek yahut da ezen kisinin nerelerde kimler tarafindan nasil ezildiğine bakmak. Çeliskilerin farkinda olmak bu karmasik yapiyi görmeyi sağliyor. Ve eğer bizler heteroseksist kaliplarin sorgulanmasini, ataerkil varsayimlarin sarsilmasini arzuluyorsak bu karmasik yapiyi görebilmek durumundayiz. Yani salt ezen-ezilen, erkek-kadin ikilemi içinde mümkün değil cinsiyetin ve cinsel ideolojinin yeniden üretimini algilamak, açiklamak... Romanda Pinhan’in yasadiklarina baktiğimizda ‘toplumsal erkek’ ile örtüstüğünü düsünüyoruz. Çünkü her yere rahatça girip çikabilmesi, elinde asasiyla yol alan bir dervis olmasi, bir kadinin yapabileceklerinden uzak
KAOS GL Ocak - Subat Sayi 19 Sayfa 12
görünüyor... Mikrokozmos ile makrokozmos arasindaki geçislilik, tasavvuf açisindan hep önemli bir tema olagelmis. Beden de bir mikrokozmos. Haci Bektas’in yazdiklarina bakarsak mesela, sürekli “vücudum sehri’ diye bahseder. Vücut bir sehirdir, kainattir. Benim için önemli olan su, hem mikrokozmosda hem de kainatta karsitliklar iç içe. Diyalektik kainatin ritmi. Evet Pinhan bir erkek olarak suret buluyor romanda, ama ayni zamanda kadin. Çünkü kainat gibi o da karsitlari barindiriyor içinde. Ve önemli olan su karsit sandiklarimiz karsit değil aslinda, bir halden bir baska hale geçis mümkün. Tüm bir tasavvuf “değisim” fikri üzerine kurulu. “Olduğun seyden çikip bir baska seye dönüsmek”. Evet, sabit, değismez gördüğümüz karsitliklarin aslinda nasil iç içe olduğunu ve geçislilikle birlikte tekrarlanan bir değisimi vurguluyorsunuz. Ancak haliyle, içinde yasadiğimiz, norm olan toplumsal gerçekliklerden kuruyorsunuz karakterlerinizi. Örneğin Pinhan, içinde tüm karsitliklari barindirmasina rağmen, bir ‘oğlan çocuğu’ olarak büyütülüyor, sokakta ‘erkek’ olarak özgürce dolasabilmesi ile Mevlevihaneye elinde sapaniyla gidebiliyor. Peki, Pinhan bir erkek değil de, kiz çocuğu olarak yetistirilseydi, değisimi hangi akista olacakti, kendini tamamlamasi mümkün olabilecek miydi ya da öyküsünü nasil yasayacakti? Pinhan iki basli olmasina rağmen sadece tek bir suret ile algilaniyor etrafindakiler tarafindan. Eğer kiz çocuk olsaydi da gene benzer sekilde iki basliliği teke indirgenmis olacakti. Bununla beraber haklisiniz, eğer Pinhan kiz çocuğu olarak dünyaya gelseydi çok daha baska olacakti tecrübeleri. Her seyden önce ayni kolaylikla sokaklarda dolasamayacakti. Osmanlidan bugüne değin toplumsal kültürel tarihimize ve gündelik yasam tarihimize baktiğimizda beni en çok düsündüren noktalardan bir tanesi sokaklarin kadinlara bu kadar kapali böylesine uzak olmasi. Yasak değil elbet. Öyle olsa, yani somut yasaklar olsa mücadele etmek daha kolay olurdu. Çok daha soyut çok daha örtük kurallar isliyor. Geceler kadinlara yasak. Sokaklar kadinlara yasak.
Edebiyata müthis bir soluk katan “flaneur” nasil çikabilir kadinlardan sokaklar bize böylesine yasak iken. O yüzden Haklisiniz her seyden evvel sokaği tadamayacakti Pinhan eğer kiz çocuk olsaydi. Hareket serbestliği olmayacak, yasam evreni kisitlanip kusatilacakti. Romanin sonunda çift cinsiyetli Pinhan’in, erkek değil de kadin olmasinin asik olduğu kisinin erkek olmasi ile bağlantisi var mi? Toplumca onaylanan askin kadin-erkek arasinda tanimlanmasi nedeniyle, okuyucu böyle bir düsünceye savrulabilir... Hayir, Pinhan’in kadinlasmasi tamamen mistisizme içkin bir okumanin sonucu. Tüm mistik hareketlerde yakindan bakarsaniz bir kadinsilasma süreci takip edebilirsiniz. Öte yandan sunu da belirtmek lazim, Pinhan ile Karanfil Yorgaki’nin aski sadece mevcut cinsiyet kaliplarinin sorgulanmasi demek değil, ayni zamanda mevcut milliyet, aidiyet sinirlarini da asan bir iliski. Ikisinin farkli kültürel, dinsel, etnik kökenlerden geldiğini unutmamak lazim. Osmanli toplumun içinde baktiğinizda bunlar önemli ayraçlar millet toplumunda. Pinhan benim için bitimsiz bir iç yolculuk, dönüsüm demek. Romanin sonu, sadece bir kesit aslinda çemberde. Kadin olarak ölüp yeniden erkek olarak dehre gelmesi de mümkün, ya da tasavvuf içinden okursaniz eğer, ölmeden önce ölmesi de mümkün. Virginia Woolf’un kadinlari anlatmaya bayilan erkek romancilar
ask üzerine yazdiği zehir zemberek bir elestiri yazisi var. Tüm yazi boyunca kadin romancilari erkeklerden ayiriyor ama tam sonlarina doğru çok çarpici bir sekilde bitiriyor yazisini. Aslolan her ikisini birden barindirabilmek içinde, yazi araciliğiyla asmak, asabilmek verili erkeklik ve kadinlik rollerini. Edebiyati bu yüzden çok seviyorum. Bana içinde doğduğum kimliklerin disina çikmak firsati verdiği için. Tez konunuzun ‘kadinsallasma ve döngüsellik’ üzerine olmasi ile de bağlantili olarak belirttiğiniz üzere Pinhan’in ‘kadinlasmasi’ tamamen mistisizme içkin bir okumanin sonucu elbette. Her ne kadar bütünsel bir yapitin tek tek kesitleri üzerinde yoğunlasma daraltici görünse de -hatta belki mistisizminden uzaklastiran bir okumayla bakmak pahasina-; aslinda biz, özellikle heteroseksizmi açiğa çikarma, tartistirma ve sorgulatma kaygisinda olmamiz nedeniyle böyle irdeliyoruz bu konuyu, kesitlerin fazlaca üzerinde duruyoruz. Içine doğduğumuz kimliklerden siyrilmak kolay olmadiği için, öncelikle verili kimlikler üzerinden farkli algilayislar olabilir mi diye alternatif düsünüsleri gözetmeye çalisiyoruz. Bu noktada, pek çok yönden sinirlari asan bu ask, çift cinsiyetli de olsa ‘erkek’ sureti ile bir kadina değil de bir erkeğe asik olan Pinhan’in ‘kadin’ suretinde kendini tamamlamasi ile, toplumsal değerler açisindan beklenen bir son izlenimi verebilir mi acaba? Örneğin, Pinhan ölmeseydi, lanetlenen escinsel ask yerine onaylanan heteroseksüel aska dönüsen bir mutluluk tablosu olarak algilanmasi da mümkündü... Mistisizmden uzak bir okuyucu, ‘bir erkeğe asik olan erkeğin, askini yasayabilmesi için cinsiyetini değistirerek kadin olmasi’ beklentisinin onaylanmasi seklinde algilayabilir... Pinhan çok katmanli bir roman. Farkli farkli okurlar farkli farkli düzeylerde algiliyorlar romani. Kimisi sadece üstten akan hikayeyi takip ediyor, kimisi bir katman alta iniyor, kimileri ise üçüncü boyutta okuyup romani da tersyüz ediyor son tahlilde. Ben bu çokluğu, esnekliği seviyorum. Bu anlamda tek ve doğru bir okumanin olduğunu sanmiyorum. Bununla beraber Pinhan’in kadin suretinde ölmesinin heteroseksist
beklentilerin onaylanmasi olarak görülemeyeceğini düsünüyorum. Böyle bir yorum romanin geri kalaniyla uyusmaz. Yani romanin bir dokusu, bir dili, bir akintisi var. O akinti içinde anlam kazaniyor her adim. Bence heteroseksizmin onaylanmasi gibi görmek, kadin ile erkeğin örtüsmez yapilar olduğuna inanan yaklasimi desteklemek demek son tahlilde. Çünkü roman boyunca bunlarin arasinda asilmaz bir mesafe olmadiği anlatiliyor. Bu nokta da karsitlari birbirinin içine yerlestiren mistik gelenek ile örtüsmekte. Son tahlilde Pinhan belli bir mistik gelenekten beslenerek yazildi. Bugün unutulmus, unutturulmus bir gelenekten. Teoride açik fikirli olan insanlarin dahi bilmediği, ya da küçümsediği, merak dahi etmediği bir gelenekten. Gecede gündüz, gündüzde gece
var. Ölümde yasam, yasamda ölüm var. Hayyam’in rubailerinin dillendirdiği gibi. Birbirine uzak sanilanlar arasinda bağlar var. Bağlardan geçislilikler kurmak mümkün. Bir adim daha atalim mesela Ibn Arabi’yi takip ederek. Erkekte kadin, kadinda erkek var. Oysa bugün kendindeki kadini gören erkek panikleyip, bastiriyor içini. Utanç duymamak, utandirilmamak için “erkek gibi erkek” olabilmek için. Kendindeki erkeği gören kadin ise bu durumla nasil bas edeceğini bilmiyor. Kendi bu durumdan hosnut olsa bile etrafindakileri rahatsiz ediyor çokluğu, iki basliliği. Sonuçta içimizdeki iki basliliği teke indiren, bizi tek ve yekpare olmaya ve kalmaya zorlayan bir sistem var. Hem sistem hem de kendimiz yapiyoruz bunu kendimize.
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 13
ask
Cuma Tuba Özkan
Michel Tornier’in kitabinin birinci bölümü, Daniel Defoe’nun unutulmaz roman kahramani Robinson Crusoe’nun issiz bir adaya düsmesiyle baslar. Kaptan Wan Deyssel yönetimindeki Virginie adli yük gemisi, “issiz” bir adaya çarpar ve kazadan yalniz Robinson Crusoe kurtulur. Birinci bölümde Crusoe’nun ada yasamiyla tanismasi anlatilir. Crusoe, adadaki bitkileri, hayvanlari incelerken -örneğin ilk defa bir akbaba ailesi görmesi gibi- sürprizlerle karsilasirken, büyük bir bosluğa düser. Bu bölümde Robinson’un issiz adadaki bütün çabasi, “hayal gücünün ona sunduğu tüm olanaklari adadaki varliğini belli etmek için kullanmaktir.” Yalnizlik duygusu içinde siğinacaği bir sey arayan Crusoe, büyük bir sedir ağacinin altina siğinir. Uzun bir süre tereddüt etmesinin ardindan gemi enkazina girerek gündelik yasamini sürdüreceği araç gereçleri alan Crusoe, “Kaçis” adiyla vaftiz ettiği bir teknenin yapimina baslar. Crusoe, adaya düstüğünde beri içinde acimasizca gelistiğini hissettiği, insanliktan çikma sürecini ürkütücü bir büyülenme ile izler. Kaçis’in ana parçasini tamamlayan Crusoe, tek basina koca yapiyi denize indirebilecek gücü kendinde bulamaz. Zamanla, tekne, yağmurun, rüzgarin etkisi ile paramparça olur ve Kaçis olanaksiz bir hale alir. Bu bölümde vurgulanan husus, “Uygarlik”tan gelen Crusoe’a “ilkel yasamin” tüm göstergeleri “tiksindirici” gelmektedir. Yasamini sürdürmekte için
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 14
muhtaç olduğu toprak ona hala yabancidir, hayvanlarin çiftlesmesi dahi “uygar bir insanin bakisiyla” “tiksindiricidir.” Crusoe, umudunu yitirmemekte, sürekli bir geminin gelip onu bu “korkunç” ve “yalniz” hayattan kurtaracaği umudunu tasiyor, hayallerini görüyor. Adadaki ilk günlerinde Robinson’un çabasi, disaridan gelecek bir yardima karsi adada kendi varliğini belli edecek araçlari, mekanizmalari gelistirmek üzerine yoğunlasir. Ancak ne kadar geçtiğinin farkinda dahi olamadiği zamanin akisinda birlikte “deliliğin siniri”na ulasir ve ölmek pahasina olsa bile kendini bundan koparmayi düsünür, bu düsüncesini eyleme geçiremez. Robinson zaman içinde adayi uyumlulastirma çabasina girer. “Ada, sinirli vaatler ve çetin derslerle dolu, olanca büyüklüğü ve el değmemisliği ile arkasinda durmaktaydi. Kaderini kendi eline alacakti. Çalisacakti. Terk edilemez esi yalnizlikla evli olduğu zamani artik hayal kurmadan, tüketecekti.” Robinson, bundan sonraki günlerini adayi kesfetmeye ve doğal kaynaklari saymaya ayirir. Gemiden çikardiği, bütün nesneleri, -ada yasaminda hiç de kullanilamayacaği mücevherler, gümüs sofra takimi, gözlükler, oyun zarlari gibi nesneleri dahi-, insanliğin son izleriymis gibi bir anlam yükleyerek, adada kesfettiği büyük bir mağaraya tasir. Romanin kurgusu içinde kritik bir önemi olan 40 tonluk barut fiçisini da mağaranin en derindeki bölümüne yerlestirir.
Kirpi baliğindan elde ettiği mürekkep, akbaba tüylerinden yonttuğu kalemleri ile yazmaya baslamasi, “içine gömülmüs olduğu o hayvanilik uçurumundan yariya yariya kopartilmis ve düsünce alemine geri dönmüs gibi gelir kendisine.” Gemiden çikardiği buğdaydan yaptiği ekmeği onu “insan toplumuna bağlayan tek besin” olarak görür. Günlük olarak tuttuğu seyir defterine adanin adini “Speranza” (umut) olarak yazar ve yazma eylemi ile birlikte zamani tanimlar. Speranza’yi ehlilestirmeye-evcillestirmeye- çabalar, toprağa tahil, arpa, misir eker. Elde ettiği ilk ürün “Speranza’nin kendisine verdiği ilk sevinç”tir. Bu “evcillestirme çabasi” içinde, artik Robinson’un kisilik yapisi, nesnelerle olan iliskisi de değismektedir. Çevresinde kisiler olursa bakis açisinin farklilasacağina, kendi bakis açisina olasi bakis açilarinin katkisinin olacağini düsünür. Uzun bir süre hayal gücü sayesinde, çevresinde, kaya arkalarinda, ağaç dallarinin arasinda insanlar tasarlar. “Aslinda dil, temel olarak insanlarin yasadiği dünyaya ait bir seydi, ve bu dünyada, diğerleri, sanki birer fenermisçesine etraflarinda bütünüyle anlasilmamis olsa da en azindan anlasilabilir olan isikli adaciklar olustururlar.” Ancak bu fenerler kaybolup biter ve iyice yalnizlasir. Yavas yavas duyularinin algisindan kusku duymaya baslar. Yapisinda meydana gelen bütün bozukluklara, gördüğü seraplara karsi durabilmesi için sadece birine ihtiyaci vardir. Robinson adasinin kurallarini
ask koymaktadir. Takviminin bininci gününde Robinson, Speranza adasinin anayasasini ve ceza yasanini yazarak, kendisini adanin valisi, yöneticisi ve papazi olarak atar. “Kamu önünde edebe aykiri davranislara karsi uygulanacak çukur ve oruç cezalarini” belirler. Cuma oruç, Pazar tatil günüdür. Yol göstericisi dindir ve Incil bütün roman boyunca anlatilanda önemli bir yere oturtulmustur. Bir süre sonra Robinson, adada zenci ve kizildereli karisimi olan Arokan yerlilerini görür. Arokan yerlileri tarafindan “halkin acisini çekmekte olduğu herhangi bir kötülüğün sorumlusu olarak seçilen” bir yerlinin öldürülüsünü dehsetle izler; onlari “acayip” ve “korkunç” olarak tanimlar, ellerine düsmemesini bir sans olarak görür. Robinson bu yasanan karsisinda anayasasina sekizinci maddeyi ekler; “Pazar ayini çalisma günleri de yapilacaktir. Olağandisi ilkel olaylarin baskisindaki her türlü artis, törensel davranislarin ayni derecede pekistirilmesi ile telafi edilecektir. Durum, yorum gerektirmeyecek kadar açiktir.” Bir su saati yaparak “ada üzerindeki sinirsiz gücünü” zamana da tasiyan Robinson, “Ben kimdir?” sorusu çerçevesinde düsünür, kendi değisimine karsi duyarlilasir. Kendine olan özenli dikkat, onu bir sabah, kendindeki değisimi gözleri ile görmemek için o güne kadar hiç gitmediği aynanin önüne götürür. Yüzünün biçimsizlestiğini, “isiksiz bir hücrede geçmis yillardan sonra serbest birakilmis bir tutuklunun yüzündeki ölü ifadeyi” tasidiğini düsünür. Robinson aynanin karsisinda, bir insanla karsilasmamis ve paylasmamis olmaktan kaynakli, gülmeyi dahi unuttuğunun farkina varir. Bu, “insan türünde simdiye kadar ulasilmamis bir yok olma derecesidir”. Yalnizca bir dost gülümsemesi, ona gülümsemeyi geri verebilir diye düsünürken hep yaninda olan köpeğin “Ten” in yüzünde gülümsemeyi görür. Uygarliğin bütün nimetlerini adaya tasimakla geçen Robinson’un insan sicakliğina olan yoğunlasmasinin cinsel isteklerinde belirginlesmeye basladiği görülür. Robinson, “yönetilen ada”nin disinda, zihninde özel yasami olan bir
baska adanin varliğini, “Pembe Belen”i tanimlar. Su saatini durdurduğu zaman baslayan yasamda “Speranza artik yönetilmesi gereken bir alan değil, felsefi kurgularinin yani sira yüreğinin ve teninin yeni ihtiyaçlarinin da yöneldiği, disil olduğu tartisma götürmeyen doğaya sahip bir kisiydi.” Robinson “eski” hayatinda kazandiği gelenekleri sürdürmeye çalisirken bir yandan da bu adada toprak tarafindan yenilendiğine inanmaktadir. Yağmurlu bir günde çirilçiplak soyunarak topraği bir ana rahmi, kendini bir cenin olarak görür ve yeniden doğar. “Adanin üzerinde tecrit edilmis bir seyler yapmayarak -ilk yaptiğim seyhayvan düzeyine düsebilir yada tersine insan toplumunun benim için yapmadiği oranda yapip kurarak bir çesit üst insan haline gelebilirim” diyerek kendini kökten bir değisime sokar. “Içinde yildan yila harabeye dönen toplumsal yapi ile birlikte, kurumlar ve söylenlerden olusan yapi iskeleti de yok olur” Arzulari kansiz kalir, kadin veya erkek olmak anlamsizlasir. Robinson yedeğinde tuttuğu pirincin yarisini toprağa serperek çamurun içinde yeni bir pirinç tarlasi meydana getirir. Bu Speranza’nin vahsi yapisini ehlilestirmesinde önemli bir “zafer”dir. Zamanla pirinç tarlasi kurur ve her sey hiçlesir, anlamsizlasir: “Ekinleri ise yaramaz, hayvan yetistirmesi anlamsiz. Ya bu kale, bu anayasa, bu ceza yasasi kimi beslemek için, kimi korumak için. Hareketlerinin her biri, çabalarinin her biri birisine yöneltilmis ama yanitsiz kalan birer çağriydi.” Valisi olduğu ada, zaman ilerledikçe çilginca ve bos bir girisim gibi gelir, “Iste o zaman adanin yöneticisine tamamen yabanci bir adam doğdu.” Bir gece uyandiğinda, düsüncesindeki öbür adaya, Pempe Belen’e doğru yola çikar. Buraya geldiğinde toprağa doğru uzanir ve sanki adayi vücudunun altina alir: “Adanin yanindaki neredeyse sehvetli varliği onu isitiyor, heyecanlandiriyordu. Onu sarmalayan bu toprak parçasi çiplakti. O da çirilçiplak soyundu. Topraği kucakladi. Cinsel organi topraği bir saban demiri gibi kazdi ve yaratilmis tüm seylere
karsi sonsuz bir acima ile oraya akti. Burada simdi tükenmis olarak toprakla evlenen adam yatiyor.” Daha sonra Robinson ile Pembe Belen ile arasindaki ask iliskisi giderek gelisir, cinsellik ve ask üzerine düsünceleri Speranza ile bütünlesir. Birbirlerine, topraği bir kadinla özdeslestiren imgelerle ve yesil bir bahçe ile dolu olan Incil’den siirler okurlar. Böylece Speranza konusma yeteneğine de sahip olmus olur. Speranza ile sevgi iliskisi yasadiklari yerde etli meyveler veren bir bitki (Lüffan-adam otu) çoğalir; “Evet bu oydu, Speranza ile olan sevgi iliskileri kisir kalmamisti: Garip bir sekilde ikiye ayrilan etli ve beyaz kök tartismasiz olarak küçük bir kizin bedenini betimliyordu.” Robinson, Speranza’nin tasina toprağina, dokusuna kisacasi Speranza’nin kendi etine, babasinin kendisine ezberletmis olduğu Benjamin Franklin’in almanaklarini hatirlayarak, yazma isine, Speranza’ya bir ruh verebilmek için girisir. Bu bölümde Robinson Cuma ile karsilasir. Robinson, Arokan yerlilerini kinci defa gördüğünde, bu sefer öldürecekleri kurban, Robinson’un onlari izlediği yere doğru kaçmaya baslar. Robinson, kurbani mi yoksa onu yakalamaya çalisan yerliyi mi öldüreceğini bilemez, kurbani öldürmeye karar verir. Köpeği Ten buna engel olur ve kurban kendisine siğinir. Robinson, kurban hakkinda seyir defterine sunlari yazar: “Tanri bana bir arkadas yolladi. Ama kutsal iradesini oldukça karanlik bir oyunu sonucu, onu insan siralamasinin en alt seviyesinden seçti. Zenci ile karisik bir kizildereli.” Arokan’in gelisi ile dengesi sarsilan Robinson yillar öncesine döner. Bir insan topluluğunun yokluğundan dolayi yeterince aci çektiğini fakat bu aciya yenilmemesi gerektiğini düsünür. Toplumun en ilkel sekli ile verildiğini düsünen Robinson, kendi düzenine boyun eğdirmek, “yillardir mükemmellestirdiği sisteme kölesini dahil etmek için” uğrasir. Önce, ona bir isim bulmasi gerekir. Ona ne Hiristiyan ismi ne bir esya ne de bir insan ismi olmayan “Cuma” adini verir. Bu andan itibaren Cuma “bedeni ve ruhu ile”
KAOS GL Ocak - Subat 2004Sayi 19 Sayfa 15
ask Robinson’a ait olur. “Efendisinin ona emrettiği her sey iyidir, yasakladiği her sey kötüdür”. Cuma, Robinson’un emirlerini anlayacak kadar Ingilizce öğrenir. Yönetilen adada efendisinin gösterdiği bütün isleri sirasi ile öğrenir ve günlük hayat içinde bu isleri yapmaya baslar. Efendisinin gözü ile Cuma son derece uysal bir yapiya sahiptir, fakat kimi zaman Cuma’nin “coskulu, bastirilamaz dine küfreden kahkahasi açiğa çikar” Robinson, Cuma’nin bu hareketini “seytanca” bulur. Robinson, Cuma’nin kendisine boyun eğisini “fazlaca mükemmel” ve “mekanik” bulmaktadir Seyir defterine Cuma ile ilgili sunlari yazar: “Onu görünüste kendi üzerine düsen islerin nedenleri üzerinde hiç düsünmeksizin gerçeklestirirken görmekten yoruldum ve bu konuda hiçbir kuskum kalmasin istedim. Onu dünyanin bütün zindanlarinda asağilamalarin en alçalticisi olarak kabul edilen o anlamsiz isi yapmaya zorladim. Bir çukur kazmak, sonra kazilan topraği doldurmak için ikincisini kazmak, ikincisinin toprağini gömmek için üçüncüsünü kazmak...” Bir gece Robinson’u bir sey uzun bir aradan sonra Pembe Belen’e doğru çeker ve oraya gider. Gidisinin ardindan Cuma konuta girer ve su saatinin durmus olduğunu görür. Su saatinin durmasi Valinin yokluğu anlamina gelir. Robinson’a göre Cuma’da yönetilen adanin bütünlüğüne zarar veren, onu derinden yaralayan bir sey vardir. Adadaki kuruyan pirinç tarlasi, Cuma’nin ortadan kaybolusu, yerlinin ehlilestirilmesinin ne kadar basarisiz olduğunu anlatir. “Cuma’nin iyi niyetinin altinda, düzen, tutumluluk, hesap kitap ve örgütlenme gibi kavramlara bütünü ile karsi gelen yapisi ortaya çikmaktaydi.”. “Robinson, candan uysalliğinin altinda Cuma’nin bir kisiliğe sahip olduğunu, kendi kendine itiraf etmeliydi.”. Robinson ormana gelir, kizlari lüffanlari oksar ve toprağa doğru uzanir. Toprakla sevistiği bu anda, lüffanlarin arasinda çizgili çiçekleri görür ve bunlarin Cuma’nin gizli yasantisinin (kaybolusunun) ürünleri olduğunu düsünür. Bunun üzerine
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 16
Cuma’ya karsi duygulari nefrete dönüsür. Fakat bu duygularini bastirir ve adadaki yasam devam eder. Cuma ile ilgili bütün olumsuz düsüncelerine rağmen Robinson, onun hayatin içinde gösterdiği “özverili” ve “gözü pek mantiği”nin etkisinde kalir, ama bazi zamanlarda da Vali, general ve yüksek papazin Robinson’a yeniden üstün geldiği olur. Bir gün yine Pembe Belen’e sevismek için gittiğinde Cuma’yi orada yakalar. Ona göre “Speranza, bir zenci tarafindan kepaze edilmis, kirletilmis ve hakarete uğratilmistir” Birkaç hafta içinde çizgili lüffanlar, burada çiçek açacaklardir. Önceden yapmis olduğu kirbaci ile Cuma’yi orada “kandan gözü görülmez hale gelinceye kadar” döver. Bu olaydan sonra Robinson için bir sorgulama dönemi baslar. Speranza ile Cuma’nin iliskisi Robinson’u sarsar: “Yönetilen adadan sonra gelen ana adayi izleyen zevce ada döneminin de sona ermis olduğunu ve bütünü ile yeni, duyulmamis ve beklenmedik seylerin zamaninin yakin olduğunu, yarim ağiz ile kekeler.” Bu durum da kisa zamanda geçer ve yasam yeniden tek düze akisina devam eder. Ruhunun çok derinlerinde ise “geçmis ve gelecek bütün girisimleri hiçe indirgeyecek kökten bir baslangici bekleyen birisi vardir.” Robinson, denize attiği dip oltalarinin durumuna bakmaya gittiği bir gün, Cuma konuta girer, çok sevdiği ama Robinson’un iki ayda bir kere içmesine izin verdiği tütünün kutusunu alip mağaraya iner. Uzun dakikalar boyunca piposunu içer. Tam yeni bir nefes almaya hazirlanirken Robinson’un kirbacinin sesini duyar. O heyecanla piposunun mağaranin dibine firlatir ve derinliklerdeki barut fiçisi patlar. Bununla birlikte Robinson’un o güne kadar kurduğu bütün yapi darmadağin olur. Konut yanar, küçük kilise, takvim direği, maas dağitim binasi... hersey dağilip gider. Evcillestirmeye çalistiği keçiler, vahsi yasama geri döner... Yönetilen ada çökmüstür. Cuma nefret ettiği bir sürü seyi sonunda ortadan kaldirmistir. Robinson ise hala “yasli adamin tutsaği”dir, fakat bunun altinda yeni bir Robinson çirpinir.
Mağara viran hale geldikten sonra Speranza’nin toprağina yeni bir darbe daha iner. Robinson’un adaya ilk geldiği zaman siğindiği koca sedir yikilir. Cuma Robinson’u ağacin altinda kalmaktan kurtarir. “Robinson Cuma’nin elini bir daha birakmaz.” O günden sonra Robinson da Cuma da değisir. Cuma hiç çalismaz, yasadiği anin tadini çikarir, günlerinin büyük çoğunluğunu bir hamakta hareketsiz geçirir... Robinson hem fiziksel hem ruhsal olarak değisime uğrar, Cuma’nin cesaretlendirmesi ile o güne kadar günesten sakladiği süt beyaz, asil Ingiliz tenini isiğa çikarir ve Robinson’un teninin rengi bakir rengine dönüsür, kendine yeni bir güven gelir, “bedeninin disariya daha iyi katildiğini” düsünür. “Ayni zamanda eski otoritesini o kadar iyi destekleyen, o görkemli ataerkil görünümlü ‘Allah baba’ yönünü kaybetmistir. Böylece bir nesil daha gençlesmis ve aynaya söyle bir göz atinca artik kendi yüzü ile arkadasi arasinda belirgin bir benzerlik olduğunu fark etmistir.”. “Cuma ile eskiden olsa onuru ile bağdasmaz bulacaği oyunlari ve alistirmalari paylasirlar.” Ellerinin üzerinde yürümeyi, onun gibi hizli kosmayi öğrenir. Ilerleyen günlerde Cuma Andoar adini verdiği büyük bir teke kesfeder. Andoar da sanki dar kafali, kabagücünden büyülendiği bir oyun arkadasi bulmustu ve güler yüzlülük ile ileride yeni hatta öldürücü yaralar alabileceğini kabul ediyordu” Cuma tekeyi öldürürken yaralanir, fakat “her zamanki gibi” yaralarini çabucak sarar. Cuma öldürdüğü tekeyi iki projesi için kullanir; tekenin derisinden uçurtma yapar ve Andoar’i uçurur; anlik bir senfoni üretmek için ölü tekenin bağirsaklarindan yararlanarak bir rüzgar arp’i yapar. Bu sekilde “gerçekten ilksel bir müzik” olusur. Büyük ölü teke bu haliyle canlanir. Cuma’nin bu girisimleri Robinson’u çok etkiler, ancak bazi zamanlarda, “Cuma’nin mide bulandirici davranislari onu çileden çikarir” ve kavga ederler. Cuma bambudan bir manken yapar ve onu Robinson’un eski giysileri ile giydirir, Robinson’un yanina gider, “Sana Speranza adasinin valisini tanitiyorum” der.
ask Yine bir gün Cuma, karinca yumurtalarinin içinde yuvalanmis palmiye kurtlarini yerken Robinson’un sabri tasar ve kumdan bir heykel yapar. Yanina gelen Cuma’ya “Sana kurtçuk ve yilan yiyicisi Cuma’yi tanitiyorum” der. Bundan sonra iki arkadas birbirlerine yapacaklari kötülükleri bu iki mankene yapmaya baslarlar. Adada dört kisi olarak yasamlari sürer. Kitabin sonunda, hayat adada bu sekilde akip giderken ufukta bir gemi görünür. Cuma çok heyecanlanir. Robinson Union Jack bayrağini görünce kendi yurttaslarini tanir. Gemi adaya demir atar ve kaptan ile Robinson karsilasirlar. Robinson kaptana “hangi gündeyiz?” diye sorar, tarihin 19 Aralik 1787 olduğunu öğrenir. Kazanin olduğu 1759 yilindan bu yana 28 yil 2 ay 19 gün geçmistir. Bu süre Robinson için “aklin alamayacaği uzunlukta” dir. “Bir çesit utançtan, yeni gelenlerin gözlerinde tuhaf yada yalanci bir adam gibi görüneceği endisesi ile Virginie’nin uğradiği kazanin tarihini bile saklamaya karar verir.” Cuma gemideki tayfalar ile çok kolay iliski kurar, onlarin etrafinda dört döner, onun için gemi hayran olunacak bir yapidir. Robinson ve Cuma gemide çok zayif, sürekli eziyet edilerek çalistirilan bir miço ile tanisirlar. Miço uygar dünyanin sikintilarin omuzlarinda tasimaktadir. Robinson, geminin gelisinden dayanilmaz bir sikinti duyar: “Uzun yalnizlik yillari boyunca deliliği yenmisti. Speranza ile kendisini sonra da Speranza, Cuma ve kendisinin sürebilir ve hatta son derece mutlu bir takim yildizi olusturduklari bir dengeye ulasmayi basarmisti. Aci çekmis, öldürücü bunalimlardan geçmisti, artik kendisini yaninda Cuma olduğu halde zaman meydan okuma ve sürtünmesiz bir uzaya firlatilmis gök taslari gibi ne gerilimli bir düsüs, ne de yorgunluk nedir bilmeksizin, yörüngesini sonsuza dek sürdürme yeteneğine sahip hissediyordu.”. Adaya gelen yeni insanlar doğaya zarar vermeye baslarlar, ağaçlari yaralarlar, rasgele hayvanlari katlederler. Robinson’a bu davranislar hem tanidik hem yabanci gelir,
geçmisini hatirlar, “kendi kendine yalnizlik yillari sirasinda unuttuğu pek çok aliskanliği tekrar kazanip kazanmayacağini sorar.” Uzun iç konusmalarin ardindan Robinson adada kalmaya karar verir. Bu kadar yil aradan sonra adaya demir atmis tek gemi olan Whitebird adadan ayrilir. Ufukta kaybolan gemiye bakan Robinson ardindan bütün adada Cuma’yi arar fakat hiçbir yerde bulamaz. Cuma gemi ile birlikte gitmistir. Robinson bunu fark ettiğinde ilk tepkisi umutsuzluk olur; “28 yilin omuzlarina yüklendiğini” hisseder, “Onlarca yil geçmeden hiç kimsenin yalnizliğini kirletmeyeceği bu adada ölüm artik ona uygun olan tek sonsuzluk” olarak görünür. Robinson yeniden yaslandiğini, yönetilen adanin ilk günlerine döndüğünü hissetmektedir. Ormanda bir çocukla karsilasir. Bu çocuk Whitebird’ün miçosudur. Cuma gemiyle giderken Miço adaya siğinmistir. Robinson çocuğa adini sorar ve Jaan Neljapaev olan adini Persembe olarak değistirerek ona yeni yasaminin ilk dersini verir. “Bu göğün Tanrisi Jüpiter’in günüdür. Ayni zamanda çocuklarin Pazar günü.” Sonsöz Kitabin sonunda Gilles Deleuze tarafindan “Michel Tournier ve baskasinin olmadiği dünya” baslikli bir değerlendirme yer almaktadir. Deleuze bu bölümde ağirlikli olarak yazarin modern psikolojinin yaklasimi izinde baskasinin varliğinin olmadiği bir dünyanin nasil bir dünya olacağini tartismis ve “sapkinlik” kavrami üzerine yoğunlasmistir. Daniel Defoe’nun yayinlandiği dönemden bugüne büyük ilgi gören ve çok tartisilan romani Robinson Crusoe’da, Batili Robinson’un Batili olmayan Cuma’nin üzerinden, issiz adada Bati dünyasinin yeniden kurulmasi anlatilmistir. “Bati kültürünün temel mitoslarini dönüstüren” hikayeleri ve romanlari ile taninan Fransiz edebiyatinin önemli isimlerinden Tournier için “Robinson Crusoe miti”, “Cuma ya da Pasifik Arafi” adli kitabi ile bambaska bir anlam kazanmis ve hatta kitabin arka kapağinda da doğru bir tespitle
belirtildiği gibi parçalanmistir. Tournier’in kaleminde Robinson, artik issiz adaya uygarlik getiren bir karakter değildir. Kurduğu uygarliği, anayasasi, efendiliği, uygar olmayan bir kölenin kahkahalariyla ve efendisinin piposunu bir barut fiçisinin içine atmasiyla... yerle bir olur. Felsefi derinliği ile çok farkli anlamlarda okunabilecek bu kitabin üzerinde tartistiği konulardan su anlamlar çikarilabilir: Roman kurgusu içinde, “öteki” olan Cuma, bir yandan efendisine boyun eğerken öte yandan efendisine karsi bambaska bir hegemonyayi temsil etmektedir. Romanin ilk bölümlerinde Robinson, adayi uygar dünyaya uyumlulastirmis ve bunun için vazgeçilmez olan, issiz adada bir baska sese ihtiyaç duymustur. Robinson, ne Hristiyan, ne esya ne de bir insan ismi olarak adlandirdiği ve kendisi gibi vahsi olanlarin elinden kurtardiği Cuma’ya Ingilizce öğreterek, kutsal kitabi anlatarak ve belirlediği gündelik yasamin tüm islerini yaptirarak üzerinde efendilik kurmustur. Ancak bu efendilik, barutla, kahkahayla sarsilmakta ve hatta Robinson’da bambaska bir cinselliği ifade eden çiçeklerde yikilmaktadir. Yazarin kaleminde, zaman içinde, Cuma Robinsonlasirken Robinson da Cuma’lastiğini farketmektedir. Sonuçta Robinson, hem ötekilestiği, vahsilestiği yasamin güzelliği hem de kurduğu bahçe-kent arasinda sikismistir. Cuma adaya gelen gemi ile “uygar dünya”ya doğru yol alirken, yalnizliği anlayan Robinson yeni kölesi, efendisi veya arkadasi Persembe ile benzer bir yasamin ilk gününü yasamaktadir. Tournier, yalniz antropolojinin temel ilgi alanlarindan biri olan “uygar”, “ilkel”, “öteki”, “vahsi”, “medeniyet” gibi kavramlar üzerinde derin düsünsel tartismalara imkan sunan, macera romani tadinda bir eser kaleme almamis, bilen özne ve bilinen nesne iliskisi, cinsel kimliklerin anlami ve anlamsizliği gibi felsefe, sosyoloji ve psikoloji gibi farkli alanlardan farkli sekillerde okunabilecek bir eser ortaya çikartmistir.
KAOS GL Ocak - Subat 2004Sayi 19 Sayfa 17
kültür sanat
Üçüncü Tekil Sahis Inan
Her seyden önce roman, bir edebiyat ürünü dolayisiyla da sanat ürünü olduğu için roman sanatindan güzellik, uyum ve denge bekleriz. Bir edebiyatçinin amaci, eserinde islediği konuyu en estetik biçimde yansitmaktir. Çünkü edebiyat eserinin amaci bilgi edindirmek değil, zevk vermektir. Edebiyat eserleri bilimsel eserler gibi güvenilir olmayabilirler, çünkü kurgu olma ihtimalleri yüksektir. Edebiyat özgürdür ve hiçbir bilimin yükümlüğünü üstüne almak zorunda olmadiği gibi hiçbir bilim dalinin amacina da ortak olamaz. Bir romani incelerken de neyi nasil anlattiğina bakmak gerekir. Mehmet Bilal, ilk roman denemesi “Üçüncü Tekil Sahis’ta buruk bir escinsel ask öyküsü, acimasiz gey dünyasinin çikmazlariyla harmanlayarak biz okuyuculara hediye ediyor. Üç bölümden olusan kitabin en çarpici yani sürükleyiciliği ve akici yalin dili. Ikinci bölümde öykü daha bir hiz kazaniyor sanki. Olay örgüsü derinlesiyor. Kitabin kahramani Erhan romanin basinda olaylari gözlemler konumdayken birdenbire kendini olay örgüsünün odağinda buluveriyor. Öykü, günümüz Istabul’unda, Istanbul’un gey barlarinda geçiyor. Romanda yasamin hizla aktiği bir metropolde yasanan escinsel bir ask anlatiliyor. Anlatilan sadece bir escinsel ask değil, bu askin arkasinda, fonda müthis bir yalnizlik, kaybolan yasamlar, sönen hayatlar isleniyor. Hemen herkesin yasadiği modern dünyanin bir getirisi olan kalabaliklar içindeki yalnizlik duygusu romani çepeçevre saran belki de bas karakter. Bu romanla escinseller makyajlarini silip aynada kendi gerçekleriyle yüzlesiyorlar. Bu gerçek insanin içini acitiyor. Toplum disinda itilmisliğin, ötekilestirilmenin sonucu yasanan travma romanin kisilerinde hayat buluyor. Romandaki yalnizlik temasi toplumun tüm kesimini kapsiyor. Yazar, sadece escinsel dünyasindaki yalnizliği değil heteroseksüel yasamdaki yalnizliği da okuyucuya gösteriyor.
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 18
Romanda ara ara heteroseksüel yasama girilmekte, reklam dünyasindaki acimasiz rekabet anlatilmakta, bu da gey dünyasindaki rekabet ve yalnizlik duygusuyla benzestirilmektedir. Romanin sonunda bir bakima sadede sen, ben, o değil hepimiz yalniziz sonucuna varmaktadir yazar. Üçüncü Tekil Sahis tutkulu bir askin ve yalnizliğin romanidir
diyebiliriz. Romanin birbirinden renkli ve neseli kisileri romana komik öğeler sokuyorlar. Otobiyografik esin kaynakli romanin bas kahramani Erhan derinliği olan tek karakter. Yazar, Erhan’in ağzindan okuyucuya sesleniyor. Romandaki diğer önemli kisiler, Önder, Semih, Alex, Emel, Jak, ve Mami ise gey yasamda sikça rastlayacağimiz birer tipler. Romanda onlarin iç dünyalarina dair bilgilendirilmiyoruz. Onlari sadece disaridan gözlemleyebiliyoruz. Bu kisiler haricinde bir çok insan roman girip çikiyor. Fakat bu kisiler Erhan’in hayatina bir dönem giren kisa süre sonra da hayatindan çikan kisiler. Romanin basindan sonuna kadar onlari göremiyoruz. Bu yüzden onlar ne karakter ne de tip. Roman sadece konuk oluyorlar. Onlari gözlemleme firsati yakalayamiyoruz.
Romanin anlatim biçimine baktiğimizda yazar üçüncü tekil sahis (o- anlatim) biçiminde yazmis. Bu biçimi seçmesi de kitabin genel havasina ve üçüncü tekil sahis olma duygusuna çok uygun. Açikçasi doğru seçilmis, yerinde ve hos bir anlatim tekniği kullanilmis. Belirlememiz gereken ikinci nokta da anlatim konumudur. Yazar, üç farkli sekilde bir romani aktarabilir. Mehmet Bilal romanini aktarirken yansiz anlatim konumunu seçmis. Bu konum anlaticiyi bir seyirci ve gözlemci olarak olaylarin ve anlatilanlarin disinda tutar. Romanin ilk bölümünde bu anlatim çok belirgin fakat daha sonra anlatici kisisel anlatim konumuna kayiyor. Çünkü romanin kahramani Erhan romanin ikinci bölümünden sonra olaylari disaridan gözlemlemek, üçüncü tekil sahis olmak yerine bizzat olaylarin odaği haline geliyor. Bu da bize Erhan’in iç dünyasini anlama, inceleme ve yorumlama olanaği veriyor. Üçüncü anlatim konumu olan tanrisal konumu yazar kullanmiyor. Tanrisal konumda anlatici kendini ortaya koyar, açiklamalar yapar, yorumlayip yargilar. Fakat Üçüncü Tekil Sahis’in anlaticisi tamamen yansiz biçimde, romanin sonuna doğru kisisel konuma ağirlik vererek konuyu isliyor. Hatta anlatici romanda geçen iki escinsel cinayetine bile yorum getirmiyor. Bu olaylarin uyandirdiği ya da uyandirmadiği yankinin nedenlerini ve sonuçlarini sorgulamiyor. Bunun yaninda bu iç anlatim konumun iki anlatim açisi vardir: içe bakis ve distan bakis açilari. Yansiz anlatici öncelikle gözlemci ve izleyici olduğu için konuya uzaktan bakar. Bu da distan bakis açisidir. Tipki Üçüncü Tekil Sahis’ta olduğu gibi. Yalniz kitabin sonuna doğru kisisel konuma ağirlik verildiği için romana içe bakis açisi hakim oluyor. Yansiz anlatim konumunda anlatici rapor verir gibi, günlük tutar gibi yasananlari okuyucuya sunar. Bunu da romanin ilk kisminda belirgin olarak görüyoruz. Fakat daha sonra yazar Erhan’in içini okuyucuya sunarak kisisel konuma geçmistir. Bir romanda önemli olan diğer bir
kültür sanat özellik de anlaticinin anlattiklarina karsi olan tutumudur. Yazar anlattiklarina, yansiz bir tutum sergilemektedir. Fakat romanin sonuna doğru yazar yasadiği hosnutsuzluklarla beraber elestirel bir tutum takinmistir. Çünkü kitabin sonunda, ilk basta Erhan’a eğlenceli gelen gey dünyasi onun dünyasini karartiyor. Buna yansiz kalmak olanaksiz olduğu gibi anlatici da yansiz kalamamistir. Gey yasamin yol açtiği çikmazlar, acilar bu tutuma neden oluyor. Genel olarak takinilan yansiz tutum ise bizim romana anlatici gibi tamamen yansiz birer gözlemci olarak bakmamiza neden oluyor. Bir roman incelenirken üzerinde durulmasi gereken bir diğer özellik de dildir. Çünkü bir edebiyat eserinin maddesidir dil. Yazar, eserinde gey jargonuna genis yer vermis. Yer vermesinin yani sira kitabin arkasinda
gey jargonu bilmeyenler için mini bir sözlük bulunuyor. Kanimca, kitapta bu sözlüğe yer vermek son derece düsünceli, ince ve sik bir anlayisin sonucu. Romandaki cümle yapilarini dikkate aldiğimizda günlük ama akici ve okuyucuyu bunaltmayan, cümlenin basina tekrar dönmek zorunda birakmayan gayet net cümleler okuyucunun diline dolaniveriyor. Cümlelerdeki bu yalinliği ve açikliği ya da belli bir üsluba kaymayisi, yazarin anlatmak istediklerini tüm çiplakliğiyla yansiz biçimde aktarmak istemesine bağliyorum. Bir roman olarak çok basarili bulduğum Üçüncü Tekil Sahis, kesinlikle her toplumbilimcinin, escinseller üzerine arastirma yapanlarin, edebiyattan hoslanan herkesin okumasi gereken bir yapit. Çok fazla estetik bulmadiğim roman bir nevi belgesel tadinda. Gey
dünyasini çok gerçekçi yansitmasina rağmen romanin gerçekliğinde bir soğukluk seziliyor. Sanatsal kaygilari çok tasimadiğini zannettiğim yazarin Üçüncü Tekil Sahis’i; sanatsal öğelerielbette tasimakla beraber daha çok toplumsal nitelikte bir belgesel. Türkiyeli geylerin yasamini, onlara tuttuğu aynadan okuyucusuna gösteren Üçüncü Tekil Sahis, Türk edebiyatinda bir ilk olmasiyla önemli ve farkli bir roman. Hepimiz birer üçüncü tekil sahisiz. Üçüncü Tekil Sahis arkadaslik iliskilerimizi yeniden gözden geçirmemiz için bize hatirlatmalar yapmasinin yaninda, üçüncü tekil sahis olduğumuzu da aci bir sekilde hissettiriyor. Romanin sonundaki dehset veren sonsuz bosluk hissi bizi “nereye sürükleniyoruz?” sorusuna götürüyor. Herkesin zaman ayirmasi gereken bir yapit olduğunu düsünüyorum.
Türü: Komedi –dram, 35 mm, 2001, 135 dakika, yönetmen: Ryosuke Hashiguchi, Basroller: Seiichi Tanabe, Reiko Takaoka, Kazuya Takahaski
Sessiz Ol Umut Güner
Japon filmleri festivali 6 –9 Kasim 2003 tarihleri arasinda Ankara’da gerçeklestirildi. Daha önce hiç Japon filmi izlememistim. Ilk izlediğim Japon filmi olmakla beraber izlediğim ilk Japon gey filmi idi. Filmin genelinde bize de çok sik getirilen bir elestiriyi filme biz getirdik. Bir sürü seyi ayni anda anlatmaya çalisiyordu film. Aile iliskilerini, gelenekleri, tasradan metropole gelme ve bu arada gey olarak yasamak, gey çift olmak, heteroseksüel iliski ve herkesin heteroseksüel varsayilmasi gey life’nin getirdikleri vs. belki de bu yüzden elestirel olmaktan çok yüzeysel olarak geçirdi. Bir gey çiftin tanismalari ve sevgili olmalari üzerinden, gerek birey birey gerekse çift olarak zorlanmalarini, aileleriyle yasadiklari gel-gitleri anlatiliyor. Çiftin hayatina heteroseksüel bir kadinin girmesiyle “zoraki” renklenmesiyle film de eğlenceli bir hal aliyor. Heteroseksüel kadin Japon
geleneksel toplumuna aykiri bir yasantisi vardir ve artik bu yasantidan sikilmistir. Bir çocuk yaparak hayatini değistirmeyi düsünür. Ve lokanta çikisinda yağmurda kalmamasi için kendisine semsiyesini veren “gey” iyi bir baba adayidir. Planlarini yapar, “pervasizca” bu çiftin hayatina girer ve çocuk fikri üzerinden bir iliski kurarlar. Heteroseksüel kadin ve gey çift arasinda yasanan gerilimler heteroseksüel kadin için geri adim atmasina neden olmamakla beraber daha taktiksel hareket etmesine neden olmaktadir. Bu iliski üzerinden gerilimler yasansa da aileler isin içine girene kadar her sey güllük gülistanliktir. Tasradan gelen abi, yenge ve kentte yasasa da geleneklerine bağli anne, gey çiftin hayatina müdahale etmek için bir araya gelirler. Içlerindeki nefreti kustuktan sonra kendi “güzel” hayatlarini yasamak için evlerine yol alirlar. Aslinda filmin baslarinda bu kisilerde toplumsal kadinlik ve toplumsal erkeklik üzerinden
mağdurluklari gözler önüne serilmisti. Bunun üzerine içinde bulunduklari gelenekleri bu kadar savunmalari sanki gey çiftin escinselliklerinden dolayi değil de kendi heteroseksist yalanlari ile yüzlesmek zorunda kalacaklari içindi. Film de komik sahneler olmakla beraber filme renk vermesi için katilan “komiklikler” aslinda trajik olduğu için bir gey olarak çok da gülemedim. Çünkü ataerkilliğin bütün patolojisini içinde barindiran ve her an yeniden üreten aileler ve bunun yaninda insanlarin hayatina çok rahat girebileceğini düsünen iki patolojik heteroseksüel kadina rağmen iki geyin sevgili olarak kalmak için verdikleri mücadele anlatiliyor. Gey karakterlerden biri kabul ederek hayati kolaylastiracağini düsünürken, diğeri karsidakinin değismesi için zorluyor. Hayata farkli iki bakis açisi nedeniyle gerilim yasaniyor. ama gene de mutlu beraberlikle bitiyor... her seye rağmen iyi bir Cuma aksamiydi...
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 19
kültür sanat
Cynthia Enloe ile Cinsel Politika Üzerine Nirgül ve Ayse Gül
Cinsel politika, özellikle de gey ve lezbiyen hareketi, üzerine ne söylemek istersiniz? Bu konuda söyleyecek çok sey var. Örneğin gey ve lezbiyen hareketinden yola çikarak, düsmanca bir ortamda, farkliliklari yutan bir ortamda bir hareket baslatmak (ve gelistirmek) üzerine konusabiliriz. Farkliliğinizi yok sayarak ortama uyum sağlamanin cazibesiyle mücadele etmek bazen düsmanlikla mücadele etmekten daha zor olabiliyor. Peki düsmanca ve farkliliklari yutan bir ortamda bir hareket nasil baslatilir ve gelistirilir? Bu sorunla birçok hareket karsi karsiya kalmistir. Bir hareket olusturmaya çalismis insanlarin çoğu, heteroseksizmin, baska nedenlerle dislanmis hareketlere az da olsa bir sayginlik getirdiğini görmüslerdir. Bir hareket içinde yer almaya baslayan ve yeni bir takim düsünce ve eylem biçimleri gelistirmeye çalisan biri zaten en basindan toplum tarafindan küçümsenmeye, dislanmaya açik bir hale gelmistir. Sonra o birileri kalkip da "biz yasam biçimi olarak standart heretoseksist varsayimlarin da disina çikiyoruz" dediklerinde baslarina neler gelir? Zaten bastan dislandiklarini hisseden, bu yüzden de ürkek ve kirilgan olan gruplarda, içlerindeki farkli cinsellikleri inkar etme eğilimi ağir basar. O nedenle, örneğin Amerika Birlesik Devletleri'nde, yerel ve ulusal düzeyden örgütlenmis çesitli kadin gruplari, kendi içlerindeki lezbiyenlerin varliğini inkar etmislerdir. Eğer grup içinde lezbiyenlerin olduğunu biliyorlarsa "bunu gizli tutun, göstermeyin; zaten yeterince gözetim altindayiz, en azindan heteroseksüel anlamda normal bir görünüm sergilemeliyiz" diyebiliyorlar, ki bazen bunlari söyleyenlerin kendileri de lezbiyen olabiliyor. Dolayisiyla, feminist hareket içinde homofobi cazip bir hal alabiliyor. "Hareket adina." Bu durum, bana erkek milliyetçilerin, milliyetçi hareket içinde, feminist bilince sahip olmaya baslayan kadinlara her zaman söyledikleri su lafi hatirlatiyor: "simdi sirasi değil, bekleyin!" Bu lafin altini da
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 20
söyle dolduruyorlar: "Çok güçsüz ve hassas bir konumdayken hareket içindeki cinsiyetçilikten konusmaya baslamayin. Su an bir seyi basarmak üzereyiz, siz de biraz bekleyin çünkü insanlarin hareketin içinde cinsiyetçilik ve cinsel istismar olduğunu bilmeleriyle bas edemeyiz." Benzer bir durum kadin hareketi ve lezbiyenler için geçerli oldu. Birçok kadin grubu disaridan gelen baskilara boyun eğerek farkli cinsel pratikleri görünmez kildi. Ancak bu tartismalar sayesinde pek çok kisi kadin hareketi içerisinde çok sayida lezbiyen olduğunun farkina vardi. Değinmek istediğim baska bir sey de cinselliğin feminist merakin bir parçasi olmasi gerektiği. Cinsellik çok dinamik bir olgu; çok çesitli biçimlerde ve her yerde karsimiza çikiyor. Bazi kadin gruplari cinsellik üzerine konusmada, cinsellik tartismalarina yer vermede diğerlerine nazaran daha iyiler, ama bu herkes için zor bir konu. Ancak sunu vurgulamak çok önemli: Cinsiyetçiliğin bu dünyada nasil islediğini anlamak istiyorsak, heteroseksizmi egemen bir ön kabul ve baski unsuru olarak konusmak zorundayiz. Dolayisiyla, heteroseksizm hakkinda konusmamak bize çok sey kaybettiriyor; cinsiyetçiliği anlamamizi engelliyor. Gey ve lezbiyen harekette, gey ve lezbiyenleri görünür kilarken biseksüelleri görünmez kiliyor olabilir miyiz? Bu durum hakkindaki görüsleriniz? Bir çok açidan Amerika'daki üçüncü dalgaya baktiğimizda (her ülke farkli kusak tanimlamalarina sahip, yani üçüncü dalgadan genç Amerikali feministleri kastederek bahsediyorum), görüyoruz ki bu dalga içinde yer alan genç kadinlar aslinda gey ve lezbiyenler hakkinda konusulabilen bir politik kültürün içine doğdular. Bu arada sunu vurgulamam gerek: lezbiyenler ve gey erkekler ayni politikalara sahip değiller. Bazen iyi müttefikler olabiliyorlar ama aslinda sorunlari ve bunlari ifade etme biçimleri birbirinden çok farkli. En basta, ataerkillik ile iliskileri birbirlerinden çok farkli. Her neyse, bugün 20li yaslarinda
olup da çok aktif hale gelen bu genç kadinlar, zaten gey ve lezbiyenlik üzerine konusabilmenin olanakli hale geldiği bir Amerikan siyasi kültürü içinde harekete katildilar. Bir sekilde kapi aralanmis olduğu için artik farkli cinsellikler üzerinde konusmak daha olanakli hale gelmisti. Ayni zamanda cinsel pratiklerin dinamizmi, cinsel kimlik ve pratiklerin yasam boyunca değiskenliği üzerine konusmak da daha olanakli hale geldi. Örneğin, benim bir çok feminist arkadasim var ki hayatlarinin bir döneminde kendilerini lezbiyen olarak tanimladilar. Ilk önce heteroseksüel olarak tanimlamislardi kendilerini, sonra lezbiyen olarak tanimladilar ve simdi erkeklerle duygusal iliskileri var ama lezbiyen geçmislerinin kendileri için ne kadar önemli olduğunu asla inkar etmiyorlar. Bu çok ilginç ve önemli. Inkar etmiyorlar çünkü lezbiyen olarak yasamak onlar için çok önemliydi. Bu tür örnekler (tabii her kadin böyle dönüsümler yasamayabiliyor) yasamlarimizin ne kadar dinamik olduğunu gösteriyor. Hayatimiz böyle sabit bir kanalda akmiyor. Bazi kadinlar 60'indan sonra lezbiyen olarak yasamaya baslayabiliyor. Heteroseksüel olarak (heteroseksist değil) yasamis, heteroseksüel yasamlarini 50lerine kadar sürdürmüs, sonra lezbiyen hayatlar yasamaya baslamis ama geçmislerini de inkar etmemis kadinlar biliyorum. Her türlü sey olabiliyor. Dolayisiyla, yasamlarimizin uzun dönemde neler gösterebileceğini daha yeni yeni anlamaya basliyoruz bence. Ama burada önemli olan ataerkilliğin nasil islediğini anlamak ve her sekilde bunun adini koymaktan kaçinmamak. Heteroseksist bir kültürde yasiyorsak, kendimize sunu sormaliyiz: "Biseksüellik acaba bize korunakli bir alan mi sunuyor? Biseksüelliği ayiplanan, kinanan bir yasamdan kaçmanin bir yolu olarak mi seçiyoruz?" Kendisini biseksüel olarak tanimlayan tüm erkeklerin ve tüm kadinlarin daha güvenli olduğu için bu yolu seçtiklerini söylemek istemiyorum; kastettiğim bu
kültür sanat değil. Söylemek istediğim, heteroseksizmin isleyisini anlamak için bu soru üzerine düsünmemiz gerektiği. Tabii biseksüel bir erkek ve biseksüel bir kadin olmak ayni sey değil. Bu nedenle, Bati Avrupa ve Kuzey Amerika'da su sira çok kullanilan "queer hareketi" nitelemesi, özellikle de feminist bir bakis açisindan beslenmiyorsa, beni çok huzursuz ediyor. Queer hareketine katilan bir çok genç kadin var,
kendilerini homoseksüellik ve homoseksüel politikalar üzerinden tanimlayan kadinlar. Bu kadinlar eğer herhangi bir feminist tecrübe veya feminist bilinci es geçmislerse çok huzursuz oluyorum, çünkü gey ve lezbiyen hareketi de ataerkil olabiliyor. Amerika'daki gey erkeklerin bir kismi çok zengin ve güçlü erkekler. Kendilerini 'normal erkek' olarak kabul ettirip her türlü heteroseksüel ataerkil ayricaliğa
sahip olabiliyorlar. Dolayisiyla, gey erkekler ve lezbiyenler birlikte hareket edebilirler ama bu heteroseksizmle ya da ataerkillikle ayni biçimde iliskilendiklerini göstermez. Kisacasi, açik bir feminist bilince sahip olmayan bir queer hareketi ya da gey ve lezbiyen hareketi kadinlar açisindan çok sorunlu olmaya devam edebilir.
Mehmet Murat Somer, 2003 Iletisim Yayincilik.
Jigolo Cinayeti: Ti’ye Alin Satin Almayin Umut Güner
Çok yorgun olduğum bir dönemde bir arkadasimin “otobüste, dolmusta okumak için iyi bir kitap” demesiyle elime sarildi. Daha önceki polisiye kültürüm sadece televizyon üzerinden olmakla beraber escinsellik içerikli olmasi da beni okumaya itti. Ancak değerlendirme yazisi yazacak sekilde okumadiğim halde, kitabi okudukça kitap hakkinda bir iki cümle bir sey yazmak istedim.
Polisiye edebiyatta, yazarlar kadar dedektifler ya da çözümleyici kahraman tipleri meshurdur. Hop-çiki-yaya Polisiyeleri dizisinin de merkezinde böyle bir tip var: Iyi eğitim almis, kültürlü, sevimli, “sosyal”, ayni zamanda hayatina istemediği kimseyi sokmamakta kararli, yakisikli, uzak doğu sporlarina vakif bir travesti... Cinai vakalarin çözümlendiği merkez üssü de, onun islettiği bir gey bar...
“gey bar”: Çeviri uyarlamasi kokan bir nitelendirme, çünkü barin tarif edildiği bölümlerde barin müdavimlerinin hepsinin travesti olduğu ve onlarin müsterileri olduğunu görüyoruz. Bunun yaninda “oğlanlarla” yatan bir barmen var ve barin müdavimleri içinde bulunan “gey” olduğunu var saydiğim kisiler roman kahramanimiz “hemsire” diye hitap etmekte ve akillarimiz karismakla beraber bara “gey bar” denilmesinin nedeni sanirim çeviri uyarlamasindan kaynakli ortaya çikan bir sorun. Aslinda Istanbul gecelerine bir isik tutarken okuyucuyu da yanlis bilgilendirmemek gerekir. Bar bir gey bar değil travesti bar...
Mehmet Murat Somer bizi bu kahramanin pesinden travestilerin dünyasina pariltili Istanbul gecelerinin karanliklarina, siddet dolu cinayetlere götürüyor... “Kim yapti?”, “Neden Yapti?” sorularinin yanitini ararken kurbanlarin siradisi hayatlarina konuk ediyor. Ve “genel ahlak” nazarinda “sapik” olanlarla ( ki bunlar çoğunlukla failler) aslinda hayata ve “zevklere” dair ne kadar çok sey paylastiklarini gösteriyor!
“siradisi”: Her ne kadar kadin ve erkek cinselliğini “ti’ye” alsa da heteroseksüel erkek egemen bakis açisindan bakiyor ve escinselliği siradisi diye nitelendiriyor. Bir yandan genel ahlakla oynadiğini söylerken bir yandan da genel ahlakin nitelendirmeleri ile hareket ediliyor. “genel ahlak” ve “sapik”: Kitap içinde cinselliği yasandiği anlar “parantez” içine aliniyor ve bu anlardan sonra üstüne sinen “...” koku üzerinden cinselliğin yasandiğini anliyoruz. Ve burada aklimiza iki soru geliyor: Cinsellik yasandiği anlari aktarmamakla okuyucunun yaraticiliğina birakiyor yoksa genel ahlak kavramlarindan etkilenerek bir parça gizem katarak heteroseksüel var saydiği okuyucuyu rahatsiz etmek istemiyor mu? Ama her iki sorunun cevabini verdiğimiz de aslinda yazarin genel ahlakla çok da derdi olmadiğini görüyoruz. Belki burada biraz fesatlasip “escinsel öğelerin olmasiyla mi genel ahlakla oynadiğini zannediyor yazar diye yorum yapmak gerekiyor.
Heyecan, gerilim, hizli tempo... Kadin ve erkek cinselliklerini ti’ye alan özel bir mizah... Romandaki travesti kahramanlar toplumsal kadinliği her an yeniden yeniden kuruyorlarken neyi tiye aliyorlar merak ediyorum. Toplumsal kadinlik ve toplumsal erkeklik rollerini sevgililik iliskilerinde pekistirirken, romandan genel olarak anlasilacak olan “heteroseksüel erkekler vardir, heteroseksüel kadinlar vardir, travestiler vardir, bir de ne olduğu belli olmayan geyler vardir. Bütün heteroseksüel erkekler travestilerle beraber olabilirler ama bazi heteroseksüel erkekler bu ne olduğu belli olmayan geylerle birlikte olurlar, bunlara da gey sever denir.” Bence burada “ti’ye alinan sadece toplumsal kadinliği ve erkekliği alt üst ederek varolusunu ortaya koymaya çalisan erkekleri seven erkekler ve kadinlar seven kadinlar. Yani bir cinsel yönelim olarak escinsellik...
Her siniftan Istanbullu hayatlarinin girdisi çiktisiyla rengarenk bir fon...
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 21
medya
Türk Medyasinda Escinsellik ve Escinseller Ali Özbas
Öncelikle “Türk Medyasi” tabiriyle, yazili, görsel veya isitsel ulusal çapta yayin yapan ve yaygin medya da denilen medyayi anladiğimi belirtmek isterim. Türkiye’de son dönemde görsel medya yani televizyon ağirliğini ortaya koysa da basin da denilen ulusal gazeteler bu alanda ele alinacak ana organlar olmali. Çoğunluğu mevcut gazete kadrolarinca yayinlanan haftalik haber dergileri ise “Türk Medyasinda Escinsellik” denildiğinde mutlaka üzerinde durulmasi gereken bir medya alani olarak bir alt baslik olmayi hak eder. Medya dendiğinde ele alinabilecek bir diğer alan ise kendini yaygin medyadan ayri gören ve muhalif basin olarak bilinen, gazete ve haftalik alaninda varolabilen kimi dergilerdir. Uzun ömürlü olmasa da dönem dönem alternatif medya denemelerinin olduğunu da belirtelim. Kaos GL Dergisi ile birlikte son on yildir doğrudan escinsellerin yayiniyla yaygin medyanin disinda yeni bir alan açilmis oldu. Türk medyasinin escinselliği sunusunun ve escinsellerle iliskisinin seyrini üç dönemle özetleyebileceğimi düsünüyorum. Izlediği seyir nasil olursa olsun, bir baska deyisle nasil ele alinip sunulursa sunulsun “es/cinsellik”, Türk medyasinin sürekli konularindan biri olagelmistir. Birinci Dönem: 12 Eylül askeri darbesinin siyasete ve toplumsal hayata bir müdahale dönemi de olan 80’lerin basini ilk dönem olarak belirleyebiliriz. Bu dönemde Türk medyasinda “escinsel”, ne olduğu tam olarak kestirilemeyen hayali bir varliktir. Hatta bu hayali varlik, hayattan daha da koparma, uzaklastirma ve toplumun disina atma
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 22
gayretiyle özellikle “homoseksüel” olarak adlandirilir. Kendinden menkul her türlü uzman/akademisyen de, sokaktaki vatandas da, emniyet mensubu da, halki bilgilendirecek gazeteci de, söz birliği etmisçesine, “normal” kategorisine sokamadiklari herkesi “homoseksüel” diye adlandirdilar. Ister biyikli biri isterse çoktan operasyonunu tamamlamis bir transeksüel olsun, Türk medyasi için fark etmiyordu. Bu dönem ayni zamanda “homoseksüel” tabir edilen insanlara yönelik ayrimciliğin, baskinin ve iskencenin doruğa çiktiği bir süreçti. Artik çikmayan bir haftalik dergi (Yeni Gündem), “suçu olmayan suçlu” diye kapak yapmisti. Bu dönemin dergilerinde escinsellik, daha doğrusu her türlü cinsellik, bir “haber” konusuydu. Çoğunda da yaratilan, kurulan ve genelde “kapak” olan bir haber nesnesi olarak sunuldu. Basta “Nokta” dergisi, “Sokak”, “Yeni Gündem”, biraz geriye gidersek “Yanki”, bu dönemden hatirlayabileceğimiz dergiler olarak siralanabilir. Dönemin TRT’sinin inkâri, inkâr edemediğinde “psikoseksüel patoloji” ile “ahlâksizlik” zihniyetiyle harmanladiği sunusu hatirlandiğinda bu dergilerin “kapak” dosyalari escinseller için soluk alinabilecek vahalar gibiydi. O dönem resmi ideoloji escinselliği posetlenmesi gereken bir “muzir”lik olarak görüyordu. Escinsellik, daha doğrusu, dönem itibariyle “homoseksüellik”, günlük, ulusal gazetelerin ancak “3. sayfa”larinda kendine yer buluyordu.
“Cinayet, sapik cinsellik, ahlâksizlik, ters iliski, fuhus, dönme, çocuklara kötü örnek...” köseleri escinselliğin sikça
geçtiği gazete sütunlariydi. Aslinda çoğu yine bu gazetelerin patronlarinca ucuz versiyon olarak çikarilan ve
“bulvar basini” da denilen günlük gazetelerde escinselliğin sunulusu ise her türlü “fantezi” sinirlarini zorlar nitelikteydi. Hitap edilen kesimlere göre cinselliğin sunumu çesitlenirken örneğin lümpenler ve isçiler için “Tan” gazetesi, patronlar ve beyaz yakalilar için ise “Playboy” medyada arzi endam ediyordu. Escinsellik de bazen sür manset, bazen de duruma göre ortaliği renklendirecek bir malzeme oluyordu. Bu dönemde ayni zamanda Batida AIDS patlamisti ve haliyle Türk medyasina yeni malzeme çikmisti. Bugün artik AIDS’in bir “escinsel hastaliği” olmadiğini anlayan Türk medyasi zamaninda sinavda kaldi. Her konunun uzmani köse yazarlari, o dönemde, “AIDS, Tanri’nin escinsellere bir laneti” tekerlemesini tekrarlamaktan geri durmamislardi. Escinsellik: Flas haber! “Normal” görülmeyen escinselliğin haberi de normal sunulamazdi. Içinde escinsellik geçen veya escinselliği çağristiran bir haber, okura “flas haber” olarak sunulur. Cinsiyetçi ve irkçi zihniyetlerden beslenmekten geri durmayan medya, escinsellikle ve escinsellerle ilgili haberlerde bu zihniyetini yeniden üretmekte sakinca görmez. Yalan, yanlis, abarti, asağilama, ayrimcilik söz konusu “flas haber”lerin alisildik süsleridir. Gazeteci, cehaleti oraninda küstah, gücü oraninda zalimdir. Çünkü bir haber nesnesi olarak “escinsellik” ortalik malidir. Çünkü gazeteci için örgütsüz ve en sorunsuz alandir. Bir escinsel bireyin ortaya çikip “düzeltme” yapamayacaği, hakkini arayamayacaği herkesin malumudur. “Flas haber” yaklasimi için escinsellik, destursuz girilebilecek, hoyratça devsirilebilecek sahipsiz bir alandir. Escinsel ise pusuya düsürülecek, yakalanacak, üstüne
medya atlanacak, duruma göre istenildiği gibi kullanilabilecek, her türlü siddete uğrayip hatta cinayete kurban gitmis olsa bile magazinlestirilebilecek, henüz birey olamamis, basina geleni fazlasiyla hak etmis, olsa olsa bir nesnedir. “Flas haber” zihniyeti etik kaygi gütmez; kendi ahlâksizliğini damgalanmis escinselin hayatiyla kamufle ederken vicdani rahattir. “Flas haber” zihniyeti pornocudur; güçsüz olduğundan emin olduğu bir escinselin hayatini “haber” adi altinda teshir etmekte sakinca görmez. “Flas haber” zihniyeti yoksullarin kabusu olurken, haddini bilir, sinirini tanir ve zenginlerle danisikli dövüsür. “Flas haber” zihniyeti homofobiktir; bilgi vermez, kitlesel cehaleti yeniden üretir. “Flas haber” zihniyeti irkçidir; habercilikle yetinmez, zorunlu heteroseksüelliği dayatir; ayrimciliği ve siddeti körükler. “Flas haber” zihniyeti cinsiyetçidir; kendi kurduğu bir erkek escinselliği üzerinden kadini asağilar ve mevcut toplumsal kadinliği yeniden üretir. Lezbiyen varliğini inkâr eder; kadin escinselliğini pornografik bir unsur olarak sunar. Türk medyasinin escinselliği sunusunun ve escinsellerle iliskisinin seyrinde artik ikinci döneme geçebiliriz. “Flas haber” zihniyeti ilk dönem yaygin medyada escinselliği ana sunus tarzi olarak egemenken, ikinci dönemde yeni kanallarla birlikte netlesme ve ayrisma da beraberinde geldi. Ikinci Dönem: Birinci dönemde escinsellik esittir travestilik ve transeksüellik olarak sunuldu. Bu durumun anlasilir ilk nedeni ortada olanla, görünürlükle ilgiliydi. Travesti ve transeksüeller isteseler de varliklarini gizleyemezlerdi. Varoluslari zaten kendilerini “gösterme” üzerine kuruluyordu. Ikinci neden olarak maço ve cinsiyetçi medya escinselliği böyle sunarak “erkeklik”i kurtarmis oluyordu. Toplumsal hayatta ise kendi cinsini seven bir erkek, utanilasi bu durumunu saklamasi, herkesten gizlemesi ve ortalikta görünmemesi gerektiğini bilirdi. Kendini gizleyemediği bir asamada ise “erkeklik” alanini derhal terk etmesi gerekirdi. Bir erkek bir erkeği sevemeyeceğine göre birinin
“gacivari” yani “kadin gibi” olmasi gerekirdi; haliyle bu durumda geriye travestilik veya transeksüellik kaliyordu. Arada bir kirdan ya da metropolden “sevici” haberi okusak da, ilk dönemde kadin escinselliği veya lezbiyenlik bir memleket meselesi olusturmuyordu; gerektiğinde heteroseksüel erkekler için en fazla erotik/pornografik bir malzemeden ibaretti. Basta bahsettiğim dergilere geri dönelim: Türk medyasinin aslinda ayni anlama gelmek üzere gazetelerin “3. sayfa” cinayet ve “ahlâksiz teklif” haberleri disinda söz konusu haftalik dergilerde escinsellik bir varolus olarak, bir hayat tarzi olarak da sunulmaya baslanmisti. Kendi cinsini seven Türkiyeli genç erkekler, kendileri disinda sadece bir Zeki Müren bir de Bülent Ersoy olmadiğini görmeye, metropollerde kendileri gibi erkek seven erkekleri bulmaya baslamislardi. Sonuçta bir travesti olduğu halde “pasa” maskaraliği ile ruhen, fiilen ve de tibben bir kadin olduğu halde “hukuken” kabul edilsin ya da edilmesin transeksüellik, escinselliğin ileriki asamalari, escinsel olmanin kaçinilmaz sonuçlari değildi. Tüm bunlarin disinda escinsellik, biseksüellik bir bir kapaklara kadar çikiyor ve bu dergilerde sayfalar ayriliyordu. Onlarca kez “kapak” da olsa, sayfalar da ayrilsa tüm bu “escinsellik” ile ilgili haberlerde asil özne eksikti: Escinselin kendisi. Mankenler ve kurgu gerçeği ne kadar anlatabilirse, bu haberler de o kadar hayatin içinden oluyordu. Ikinci dönemi, ortaya çikis ancak medyadan kaçis dönemi olarak tanimlayabiliriz. Onca escinsellik haberinde bir seyler eksikti, yetmeyen ve doyurmayan bir yön vardi. Basta Istanbul ve Ankara metropollerinde birbirlerini bulan ve gruplar olusturan escinseller için bu asama bir çatismalar dönemiydi. Çoğu escinsel için memleket henüz hazir değildi, “ben bir escinselim” diye ortaya çikmaya. Nasil olsa Avrupa Birliği’ne girdiğimizde her sey kendiliğinden düzelecekti! Medyanin ve medyada görünmenin tek yol olduğunu düsünenler de oluyordu. Yine bazilari medyada görünmediği sürece gerçek olduğuna inanamiyordu ama medya geldiğinde de en önce
kaçiyordu. Hakli medya elestirisinin arkasina siğinip yüzlesilmeyen korkular nedeniyle yaygin medyayi toptan inkâra yönelmek de yollardan biriydi. Kaos GL: Türkiye’nin ilk gey ve lezbiyen dergisi. Bu dönemde çatismayi asmaya yönelik doğru ve gerçekçi politika Kaos GL tarafindan hayata geçirildi. Bu yaklasimin öznel olduğunu düsünmediğimi, Kaos GL’nin bir üyesi olduğumdan özellikle belirtmek isterim. Kaos GL, memleketin hazir olmasini beklemedi; “bu toplumda sadece
heteroseksüeller yasamiyor, biz de variz” diyerek ortaya çikti. Kaos GL, sorunlarimiza kendimiz
sahip çikmaliyiz, kendi sözümüzü yaratmali ve doğrudan söylemeliyiz, diyerek, Eylül 1994’te, Türkiye’nin ilk gey ve lezbiyen dergisini çikardi. Kaos GL, Hollanda ya da Danimarka’ya kapaği atmanin çözüm olmadiğini eğer ister ve mücadele edersek Türkiye’nin de değiseceğinin altini çizdi. Kaos GL, Türkiye’nin AB’ye girmesini beklemenin doğru olmadiğini, AB ülkelerindeki gey ve lezbiyen kardeslerimizin mevcut hak ve özgürlüklerini mücadele ederek kazandiklarini vurguladi. Kaos GL, sivil toplum örgütlerini zorlamanin, en azindan kampuslarda ortaya çikmanin gerekli ve mümkün olduğunu söyledi; gösterdi ve ortaya koydu. Kaos GL, escinsellerin özgürlesmesi ve toplumsal hayatta görünür olabilmeleri için medyanin tek yol olmadiğini, bununla birlikte hakli medya elestirisinden hareketle medyanin toptan inkârinin da doğru politika olmadiğini vurguladi. Kaos GL, dergiden önce, alternatif ve özgürlükçü medya organlarinda kendi sözünü söylemeye baslamisti. Yaygin medyada ise Kaos GL Dergisi üçüncü sayisiyla, ilk kez Hürriyet gazetesinde “haber” oldu. Bu haber gayet normal ve doğru bir haberdi; çarpitmiyordu, bilgi veriyordu; asağilamiyordu/dalga geçmiyordu, gerçeği aktariyordu. Gazetesiyle ve televizyonuyla yaygin medyaya göre artik escinseller örgütleniyorlardi ama çatisma henüz tam olarak asilamamisti. Escinseller bir araya geliyorlardi, tek tek kendine
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 23
medya güvenen bireyler ortaya çikiyordu ancak bu durum bir grup olarak özgüvene dönüstürülebilmis değildi. Medya da kendi cephesinden süreci yanlis değerlendiriyor, günü kurtarma ve haber yakalama yaklasimiyla escinsellerden kirk yillik politikacilar gibi davranmasini bekliyordu. Ikinci dönemde henüz maskeler tam olarak atilamamisti. Bununla birlikte “medyadan kaçis” yerini medya ile görüsmeye, anlatmaya ve iknaya birakmisti. Bazen “görüntü” yoksa haber de olmuyordu; bazen de kendilerine gey ve lezbiyen diyen escinsellerin kendi gruplarini kurduklari, kendi dergilerini çikardiklari haber veriliyordu medyada. Ikinci dönem için alternatif medya örneği olarak “Express” dergisini anmak isterim. Bugün escinsellerin haberlerini mümkün olduğunca doğru ve düzenli aktaran Kürtlerin günlük Özgür Gündem gazetesi on yil önce yayinlamadiği Kaos GL imzali bir yaziya, Express dergisi sayfalarinda yer vermisti. Daha sonra Express, düzenli bir “gey ve lezbiyen sayfasi” hazirladi. “Cumhuriyet” gazetesini de özellikle anmak isterim. Yaygin medyanin sinirinda dursa da Türk medyasi denildiğinde en köklü ve önemli organlardan biri olarak anilir. Homofobik bir parti liderinin escinselliği asağilayan görüslerine sayfalarinda yer vermistir. Escinsel gruplarin ortak cevabini da ayni sekilde üç gün boyunca okurlarina iletmistir. Üçüncü Dönem: “Escinseliz, gerçeğiz, buradayiz!” Ikinci dönemin özgüven eksikliği kendini medyaya güvensizlik olarak ortaya koyuyordu. Birinci dönemde sergilediği habercilik anlayisi ile medya zaten bir güven telkin etmiyordu. Escinseller/escinsel gruplar ikinci dönemde medyaya güvensizliği, kendi özgüvenlerini gelistirerek asmaya çalistilar. Kaos GL Grubu bu süreci kendi politik seçimini hayata geçirerek tamamladi. “Coming Out”un kamera karsisinda “poz vermek”olmadiğinin, hayatin içinde görünür olmanin alti çizildi. Sivil toplum örgütleriyle iletisim kuruldu. Kampuslarda rektörlük tanimasa da, gey ve lezbiyen varliği fiilen kabul ettirildi. Ankara ve
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 24
Istanbul’da yerel radyolarda onlarca
“gey ve lezbiyen kültür programi”
gerçeklestirildi. Kaos GL ile Lambdaistanbul öncülüğünde gruplararasi iliskiler gelistirildi. Derginin yasal kaydini yaptiran Kaos GL Grubu, kamusal alanda görünür olmada önemli bir adim olan gey ve lezbiyen kültür merkezi ve kütüphanesi olarak organize ettiği Kaos Kültür Merkezi’ni açti. Artik Türk medyasinin escinselliği sunusunun ve escinsellerle iliskisinin seyrinde üçüncü dönem olarak adlandirdiğim asamaya geçebiliriz. Bu dönemin baslangicinin Kaos GL Grubunun kendi pankarti ve bayraklariyla 2001 yili 1 Mayis’ina katilmasi olduğunu düsünüyorum.
“Escinseliz, gerçeğiz, buradayiz!”, “Zorunlu heteroseksüellik insanlik suçudur!”, “Escinsellerin kurtulusu heteroseksüelleri de özgürlestirecektir!”
sloganlariyla isçilerle meydanlara çikan escinsellerin görüntüsü, Türk medyasi için de bir dönüm noktasi oldu. Artik maskeler tümüyle atilmis her taraf için de bahane kalmamisti. Tüm televizyon kanallarinda ve gazetelerde, çoğunda ilk sayfadan ve birinci haber olmustu. Bu escinseller medyanin daha önceki “homoseksüel”lerine benzemiyordu. Meydanlardaki isçi ve öğrencilerden görünürde bir farklari yoktu ama escinseldiler... Ikinci dönemdeki “kaçma kovalamaca”nin bu dönemde tersine döndüğünü söylemek mümkün. Bu dönemde escinsel gruplarin medyayla iliskisi, escinsel özgürlük mücadelesinin doğru aktarilmasi yönünde seyretmeye basliyor. Gey ve lezbiyen haklarinin insan haklari olduğu kabul edilsin ya da edilmesin; homofobiden arinilsin ya da arinilmasin artik Türk medyasi bir bütün olarak escinselliği tartisir hale geldi. Bastan beri anlatmaya ve dönemler üzerinden göstermeye çalistiğim gibi artik söz konusu tartismanin nasil evrileceğinde, escinsellerin/escinsel gruplarin mücadelelerinin de ana etkenlerden biri olacaği netlik kazanmistir. Medyanin homofobisine maruz kalma, medyadan etkilenmenin yani sira medyayi etkilemenin de mümkün olduğu görülmüstür. Sonuç: Günümüz...
“Türk medyasinda escinsellik ve
escinseller” basliği için geçmisten,
seksenlerden bir örnek hatirlamak iyi bir ipucu olabilir sanirim: “Tan” gazetesi, escinselleri adlandirmak için “hötveren” yazardi. “Günes” gazetesi ayni insani escinsel veya gay olarak adlandirirdi. Iki gazeteyi de ayni patron yayinliyordu. Bugün artik “Günes” yok; onun yerine aklimiza gelen ilk gazeteyi söyleyelim:“Radikal”. Radikal’in hafta sonu ekleriyle ana gazete arasindaki yaklasim farki bazen sasirtsa da homofobinin en aza indiği bir medya organi olduğu söylenebilir. Birinci dönemde tanimlanan “homoseksüel” terimi, eskisi gibi sik okuyup duymasak da hâlâ karsimiza çikabiliyor. Özellikle Bati kaynakli haberlerde çoğu zaman “homoseksüel ve lezbiyen” terimlerini okumak durumunda kalabiliyoruz. Haberin orijinaline baktiğimizda tahmin edilebileceği gibi “gay and lesbian” geçiyor. Öte yandan pek çok yazar ve gazeteci artik “gay” terimini “homoseksüel” olarak çevirmek bir yana, Kaos GL ve Lambdaistanbul gruplarinin söylediği ve yazdiği gibi “gey” seklinde kullaniyor. Kizilay’dan alinan kan dolayisiyla AIDS artik Türkiye’nin köylerinde bile karsimiza çikabilen bir hastalik olduğundan, iflah olmaz escinsel düsmanlarini bir yana birakacak olursak, genel olarak Türk medyasi günümüzde AIDS’in bir escinsel hastaliği olmadiğini kabul ediyor. Yarisi kadin yarsi erkek seklinde tasvir edilen escinsel figürünün Türk medyasinda artik pek görülmediğini de söylemek mümkün. Escinseller ve özellikle geyler haftalik dergilere yine “kapak” oluyorlar... Ancak her sey gibi dergiler de değisti; “haber” yerini daha çok “layfsitil” de denilen orta sinif hayat tarzi kültürüyle birlikte verilen “geylayf” haberlerine birakti. Bu dergilerde artik escinsel gruplarin mücadelesi “geylayf”a ya da popüler kültüre malzeme sağliyorsa ancak karsiliğini buluyor. Lezbiyen ve geylerin yaptiği bir sempozyum yaygin medyaya normal haber olabiliyor. Diğer yandan ayni medya organlari sempozyumda tartisilan konulardan, alelade gey ve lezbiyenlerden sikildiğinda erkek erkeğe veya kadin kadina öpüsen ya
medya da el ele tutusan görüntü alma teklifinde bulunabiliyor. Escinsellerin görüntülerinde değisik bir sey bulamadiğinda ise onlarin ebeveynleri üzerinden bir “flas haber” patlatmayi umabiliyor. Muhalif medya cephesi de çok farkli sayilmaz. Isçi, memur, sendika ve genel olarak çalisma hayati kaynakli haberlerin çoğunlukta olduğu “Evrensel” gazetesi sempozyumu haber yapma gereği duymuyor. Sempozyumun ana oturumlarindan biri
“Çalisma Hayatinda ve Sendikalarda Gey ve Lezbiyen Isçi ve Memurlarin Sorunlari” basliğini tasidiği halde.
Yurtdisindan ve Türkiye’den sendika baskanlari ve sendikacilar katildiği halde! Hürriyet Gazetesini sona biraktim. Türk medyasinda escinsellik ve escinseller söz konusu olduğunda bu gazetenin genel durumu yansitan bir ayna olduğunu söylemek mümkündür. Bu gazetenin genel yayin yönetmeni katildiği bir televizyon programinda “türban” sorunu
konusulurken escinsellerin de haklari olduğundan söz ederek seyirciyi sasirtabilir. Ama bir gün sonra ayni gazetenin sayfalarinda homofobik bir haber okuyabilirsiniz. Bununla birlikte bazen en doğru haberi de bu gazetenin sayfalarinda bulmak mümkündür. Hürriyet gazetesi escinsellerin 1 Mayis’a katilmasini birinci sayfasindan doğru bir sekilde verir. Ayni gazetenin sayfalarinda bir masörün müsterilerinden bir lezbiyenin cinsel pratiğini erotik/pornografik bir hikaye olarak da okuyabilirsiniz. Birinci dönemin “flas haber” yaklasimli kurgusu biraz inceltilse de sonuç aynidir: Lezbiyen bir kadin sonuçta gerçek bir erkek tarafindan doyurulur! Amaç pornografik bir hikaye sunmak değilse eğer biseksüel bir kadinin lezbiyenliği neden manset olur? *** Günümüzde, medyada escinsellikle ve escinsellerle ilgili bir haber görüp de hâlâ sasiran, Türkiye’nin herhangi bir kösesinde okuyucu veya izleyici kalmis
midir, bilemiyorum. Artik escinsel gruplar, açik toplantilariyla, sempozyumlariyla, basin toplantilariyla, katildiklari toplumsal eylemlerle medyada görünüyorlar ve haber oluyorlar. Hatta denebilir ki Türk medyasi için magazinel bir durum yoksa, “flas” etiketi yapistirilabilecek bir gelisme bulunmuyorsa escinsellikle ve escinsellerle ilgili “haber”ler siradan ve normal karsilaniyor. Belirtmek isterim ki tanimladiğim üç dönem, Türk medyasini belki de genel olarak medyayi düsündüğümüzde, birbirini takip eden iç içe geçmis bir süreci anlatiyor. Medya organlarinin çesitliliğini göz önünde bulundurduğumuzda, tanimlanan dönem özelliklerinin birbirini takip etme ve iç içe geçme anlaminda her zaman karsimiza çiktiğini görebiliyoruz. Medya sonuçta içinde yasadiğimiz toplumun sosyal kültürel değisiminin disinda değil. Mevcut iktidar iliskilerinin dengeleri ve değisimi doğrudan medya alanina da yansiyor.
Karahaber Video Eylem Atölyesi Artik video-kamera var ve film yapmak bir ayricalik olmaktan çikti. Ezilenlerin, kendi mücadelelerinin görsel-bellek ambarini kurmalarinin, kendi belgesellerini çekmelerinin, kendi hayallerini beyaz duvarlara yansitmalarinin zamanidir. Yani; evlerdeki el kameralarinin, ezilenlerin ellerinde aktif birer eylemciye dönüsmesinin zamani geldi geçiyor. "Brezilya'da sendikalar, sehir meydanlarina ekranlar kurup ülkenin her yanindan gelen son 'alternatif' haberleri gösteriyorlar. Danimarka'da anarsistler 'yeralti'nin sesini duyuran haftalik bir kablolu televizyon programi yapiyorlar. Çek Cumhuriyeti'nde maden karsiti kampanya yürütenler, eylemlerini video-kamera ile çektiler ve kampanyalarini bu filmlerle duyurdular. Tibet'de muhalifler Çinlilerin
topraklarina girmesini kaydettiler ve filmleri ülke disina çikardilar. Kenya'da insan haklari gruplari iskence delillerini filme çektiler ve kasetleri ileri derecede bir inceleme için adli bilim adamlarina verdiler. Ingiltere'de yol karsiti aktivistler kendilerini ağaç evlerden tahliye eden polisleri kaydettiler ve görüntüleri televizyon haberlerine verdiler. Bu Atölye Çalismasi; video nedir?, video ile sinemanin farkliliği, sine-hakikat, kamerali adam, aktivist videonun tarihi ve amaçlari, sözlü tarih, kurgunun dili, görsel eylemin toplumsal dönüsümle iliskisi, baslikli konularda tartisma üretmeyi ve video teknolojisi, kamera kullanimi, film kurgusu konularinda bildiklerimizi paylasmayi, bilmediklerimizi ise birlikte öğrenmeyi hedeflemektedir. Sonuç olarak bu dersin amaci,
katilimcilarin kendi görüntülerini çekebilmek için sokağa çikabilen ve kendi filmlerini kurgulayabilen kisiler durumuna gelebilmesini sağlayabilmektir. Atölye çalismasi, Videa Görsel Isitsel Arastirmalar Derneği üyeleri sorumluluğunda, Ulus Baker, Thomas Balkenhol, ve Ege Berensel'in katkilariyla yürütülecektir. Videa: 0 312 327 68 51
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 25
Aile
Lezbiyen Ebeveynli Çocuklar Çev: Göze Orhon
Asağidaki arastirma Ingiltere’deki City Üniversitesi Aile ve Çocuk Psikolojisi Arastirma Merkezi’nden Susan Golombok, Beth Perry, Amanda Burston, Clare Murray, Julie MooneySomers ve Madeleine Stevens ile Bristol Üniversitesi Pediatrik ve Doğum Öncesi Epidemioloji Bölümü’nden Jean Golding tarafindan ortaklasa gerçeklestirilmistir. Bu arastirma, Amerikan Psikoloji Derneği’nin yayin organi olan APA Journals’in 39. sayisinda Ocak 2003 tarihinde yayinlanmistir. Arastirmanin orijinal metnine www.sciencedirect.com-psycARTICLES journals-APA Journals-Developmental Psychology basliği altinda Volume 39, Issue 1 linkinden ulasilabilir. Özet Bu çalisma ebeveyn-çocuk iliskisinin niteliğini ve örneklem olarak seçilen lezbiyen ebeveynlere sahip 7 yas çocuklarinin sosyal, duygusal ve toplumsal cinsiyet gelisimlerini incelemektedir. Aileler ile 14.000 anne ve onlarin çocuklarini kapsayan Avon Ebeveyn ve Çocuk Çalismasi üzerinden iliski kurulmustur. Annenin lezbiyen olduğu 39 aile, 74 iki ebeveynli heteroseksüel aile ve 60 anne ve çocuklarindan olusan aile, annelere, babalara veya lezbiyen annenin partnerine (co-mother), çocuklara ve çocuklarin öğretmenlerine uygulanan standart mülakat ve anket yoluyla karsilastirilmistir. Lezbiyen bir anneyle büyüyen çocuğun gelisiminin olasi sonuçlarini tahmin etmeye çalisirken, çocuğun psikolojik uyumlanmasina iliskin ebeveynlik süreçleri noktasinda lezbiyen anne, heteroseksüel anneden farklilik göstermediği sürece, herhangi bir güçlüğün beklenmesi anlamli değildir. Ancak, çocuklar ve ebeveynleri arasindaki iliski bir sosyal bosluk ortaminda gerçeklesmez. Genis
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 26
sosyal çevre aile yasaminin nitelikleri ve çocuğun psikolojik sağliği üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olabilir. Annenin lezbiyen olduğu bir ailede büyüyen bir çocuğun psikolojik problemlere sahip olmasi yönündeki beklenti, çocuğun annesinin cinsel yöneliminden rahatsiz olacaği ve yasitlari tarafindan dislanacaği varsayimindan kaynaklanir. Psikoloji literatüründe, yasitlarla iliskilerin olumlu sosyal ve duygusal gelisimde önemli rol oynadiğina dair genel bir görüs birliği vardir. Dolayisiyla, çocuğun annenin lezbiyen olduğu bir ailede büyümesinin yasitlarla iliskilerinin niteliğinde değisimler yaratacaği öne sürülür. Bununla birlikte lezbiyen ebeveynlerle büyüyen bir çocuğun atipik toplumsal cinsiyet gelisimi geçireceği, heteroseksüel ailelerdeki yasitlarina kiyasla, erkek çocuklarin kisilik ve davranislarinda daha az “maskülen”, kizlarinsa daha az “feminen” olacaği iddia edilir. Lezbiyen annelerin çocuklarinin heteroseksüel ailelerin çocuklarindan farkli olup olmayacaklari, ailelerin çocuklarin toplumsal cinsiyet gelisimlerini ne derece etkilediklerine bağlidir. Toplumsal cinsiyet gelisimi biyolojik olarak belirleniyorsa, örneğin, genetik etki ya da doğum öncesi hormonlardaki değisiklikler belirleyiciyse, bu durumda ebeveynlerin çocuklarini yetistirme tarzi önemini kaybetmektedir. Ancak, akranlarinin çocuklarin toplumsal cinsiyet gelisiminde önemli rol oynadiklari varsayimi gittikçe artan oranda kabul görmektedir. Hemcinsleri ile davranissal uyumlarindan dolayi çocuklar toplumsal cinsiyet ayrimina tabi tutulurlar ve birbirinden farkli erkek ve kadin kültürü böyle kurulmus olur. Annenin lezbiyen olduğu ailelere dair önceki incelemeler, lezbiyen olduğunu kabul etmeden önce heteroseksüel evlilik yapmis olan
kadinlar üzerine odaklanmistir ve inceleme konusu olan çocuklar da genellikle küçük yaslarindan beri babalariyla yasamis olan çocuklardan seçilmislerdir. Son zamanlarda çalismalar lezbiyen ailelerde büyüyen çocuklar üzerine yoğunlasmistir. Gittikçe artan oranda kadin, lezbiyen olduğunu açikladiktan sonra ebeveyn oluyor ve tek basina ya da partneriyle birlikte aile sorumluluklarini paylasarak bir aile kurmayi tasarliyor. Lezbiyen annelerin çocuklari üzerine yapilan arastirmalar değerlendirilirken, arastirmacilarin lezbiyen anneye sahip çocuklarin, heteroseksüel ailelerdeki yasitlari ile aralarindaki farklarin gözden kaçirdiği yaygin olarak ifade edilir. Lezbiyen ebeveynlere sahip çocuklarin toplumsal cinsiyet gelisiminde kesinlikle farklilik gösterdiği vurgulanir. Ancak arastirmalar, bu farkliliği hayli küçük bir grupta saptayip arastirmanin bütününe maledenler ve çok büyük örneklem seçiminden kaynaklanan tesadüfi etkilerin sonucu olan yüzeysel farkliliklari abartanlar olarak siniflandirilabilir. Yöntem Katilimcilar Çalismaya katilan ailelerin demografik karakterleri yasanilan bölgenin özellikleri, ebeveynlerin eğitim durumlari, ev ve otomobil sahipliği gibi noktalarda Ingiltere’nin bütünüyle benzesmektedir. Çalismaya dahil olan çocuklar ülkenin geri kalanindaki çocuklarla düsük doğum kilosu, fiziksel ve zihinsel yetersizlik, fiziksel hastalik ve psikolojik rahatsizlik gibi noktalarda oran olarak benzerlik göstermektedir. Kadinlar hamilelik durumlarinin doğrulanmasinin hemen ardindan çalismaya dahil olmuslar ve hamileliklerin farkli dönemlerinde anketlerini tamamlamislardir. Bu çalisma Avon Ebeveyn ve
Aile Çocuk Çalismasina dahil olan çocuklar yedi yasina geldiklerinde baslatilmistir. Avon Çalismasi’na dahil olan lezbiyen annelerden 18’i (tüm lezbiyenlerin % 90’i) bu çalismaya dahil olmustur. Örneklemin büyüklüğünü artirmak için yas siniri 5-6 yas çocuklarini da kapsayacak sekilde asaği çekilmistir. Bu da, 21 lezbiyen ailenin daha çalismaya dahil olabilmesini sağlamistir. Çalismaya katilan 39 lezbiyen anneye sahip aileden 20’si sadece anne ve çocuktan olusurken, geri kalan 19’u lezbiyen bir çiftten ve çocuktan olusmaktadir. Çocuklarda 11’i yapay döllenme yoluyla doğarken, geri kalan 28’i heteroseksüel bir ailede doğmus ve ardindan anneleriyle yasamaya baslamislardir. Lezbiyen anneye sahip aileler iki kontrol grubuyla karsilastirilarak ele alinmistir. Bunlar: Çocuklari doğumundan itibaren kendileriyle yasayan 74 heteroseksüel aile Çocuklarin 18 aylik ya da daha küçük yastan itibaren anneleriyle yasadiği tek anneli aileler Lezbiyen annelerin kontrol gruplarindaki annelerle asağidaki özellikler noktasinda benzerlik gösteriyor olmalarina dikkat edilmistir: Annenin hamilelik sirasinda sahip olduğu eğitim durumu Avon Çalismasi’na dahil olan çocuk 47 aylikken ailenin sahip olduğu çocuk sayisi Her bir aile tipindeki kiz ve erkek çocuk sayisi asaği yukari esittir. Annelerin yaslari, gruplar arasinda büyük değisiklikler göstermemektedir ve ortalama anne yasi 37’dir. Veriler annelerden ve onlarin mevcut partnerlerinden (heteroseksüel ailelerde baba ve lezbiyen ailelerde ortak anne*) sağlanmistir. Mülakata annelerin %99’u, ortak annelerin %79’u, babalarin %66’si ve çocuklarin %99’u katilmistir. Anket formlari annelerin %98’i, ortak annelerin % 84’ü, babalarin %80’i ve öğretmenlerin %96’si tarafindan doldurulmustur.
Ölçekler 1) Ebeveyn Ölçekleri A) Ebeveyn – Çocuk Iliskileri i) Içtenlik Ayrintili ebeveynlik nitelikleri ve annelikten alinan zevke iliskin anlamli sonuçlar bulundu. Ancak bu durum annelerin cinsel yönelimleriyle değil, aile yapisiyla ilgilidir. Iki ebeveynli ailelerde (lezbiyen veya heteroseksüel) ebeveynlik niteliklerinin daha yüksek ve annelikten alinan zevkin daha yoğun olduğu ortaya çikti. ii) Anlasmazliklar Tartisma sikliğina iliskin anlamli bir sonuç bulundu ancak bu durum yine annelerin cinsel yönelimiyle ilgili değildir. Tek annelerin çocuklariyla
daha sik tartisma yasadiklari bulgulandi. Çocuğa küçük çapli siddet uygulama (tokat atma vb.) konusunda anlamli fark bulundu. Heteroseksüel annelerin lezbiyen annelere oranla çocuklarina daha sik küçük çapli siddet uyguladiklari ortaya çikti. Küçük çapli siddet uygulama sikliğinin aile yapisina göre (tek ya da çift ebeveyn) değisiklik göstermediği ortaya çikti. iii) Denetleme Çocuğun denetlenmesine iliskin olarak, tek annelerin iki ebeveynli ailelere oranla çocuklarini oyun zamani disinda daha sik denetledikleri ortaya çikti. Oyun disinda çocuğun denetlenmesi konusunda lezbiyen ve heteroseksüel anneler arasinda anlamli bir fark bulunmadi. iv) Oyun
Hem annelerin cinsel yönelimine, hem de aile yapisina bağli olarak anlamli farkliliklar bulundu. Lezbiyen annelerin, heteroseksüel annelere kiyasla çocuklariyla daha sik hayal gücüne dayanan oyunlar oynadiklari ortaya çikti. Benzer biçimde, tek annelerin de, iki ebeveynli ailelere kiyasla, çocuklariyla daha sik hayal gücüne dayanan oyunlar oynadiklari ortaya çikti. Ev içi oyunlarin daha çok partneri olan lezbiyen annelerce tercih edildiği öğrenildi. v) Partner – Çocuk Iliskileri Babalarin, ortak annelere kiyasla çocuklarina daha çok duygusal bağlilik gösterdikleri ortaya çikti. Tartisma sikliğina bakildiğinda, babalarin, ortak annelere kiyasla çocuklarina daha sik küçük çapli siddet uyguladiklari ortaya çikti. Ayrica ortak annelerin çocukla, babalara kiyasla daha çok ev içi oyunlar oynadiklari ortaya çikti. B) Çocuklarin Sosyal ve Duygusal Gelisimleri Annelerin Raporlari Çocuklar arasinda özel olarak anlamli bir eğilim tespit edilememis olsa da, akranlarina iliskin problemlerle lezbiyen annelerin çocuklarinin daha sik karsilastiği ortaya çikmistir. Tek anneli ve iki ebeveynli ailelerin çocuklari arasinda ise anlamli bir farklilik tespit edilememistir. (Ölçüt Total Difficulty Scale’dir. Ölçeğin öğeleri ise hiperaktivite, duygusal belirtiler, davranis problemleri ve prososyal davranislardir. ) Öğretmenlerin Raporlari Öğretmenler tek anneli ailelerin çocuklarinin, çift ebeveynli ailelerin çocuklarina kiyasla daha yüksek oranda, hiperaktivite ve uyumlanma güçlükleri yasadiklarini kaydetmislerdir. Ancak duygusal belirtilere dair anlamli bir fark bulunamamistir. Psikiyatrik Siniflamalar Lezbiyen bir anneye sahip 38 çocuğun 5’inde psikiyatrik bozukluk tespit edilmistir. 5 çocuktan 1’i davranis bozukluğu, 1’i davranis ve duygusal bozukluk, 2’si hiperaktivite ve dikkat eksikliği ve 1’i de gelisimsel sorunlar
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 27
Aile göstermektedir. Bu rakam lezbiyen annelerin çocuklari toplami içersinde %13 oranina tekabül etmektedir. Heteroseksüel ailelerin çocuklarinda ise bu oran %9’dur. 134 çocuktan 4’ü davranis bozukluğu, 3’ü duygusal bozukluk, 2’si davranis ve duygusal bozukluk, 2’si hiperaktivite ve dikkat eksikliği, 1’i ise gelisimsel bozukluk göstermektedir. (toplam 12) Annenin Psikolojik Durumu Annenin cinsel yönelimine dair değil, aile yapisina bağli anlamli bir fark tespit edilmistir. Lezbiyen ve heteroseksüel annelerin çocuklarinin doğumundan itibaren herhangi bir dönemde doktor tavsiyesiyle antidepresan ve anksiyolitik ilaç kullanma oranlari aynidir. Ancak, partneri olan annelerden çok tek anneler, heteroseksüel annelerden çok da lezbiyen anneler çocuklarinin doğumundan itibaren psikolojik problemler nedeniyle doktora gitmistir. 2) Çocuk Ölçekleri A)Yasitlarla Iliskiler Tek anneli çocuklarin diğer çocuklara kiyasla daha az oranda yasitlardan kabul gördükleri kaydedilmistir. B) Aktivite Sayim Çizelgesi Aile yapisina bağli olarak anlamli bir farklilik tespit esilmistir. Kiz çocuklarin değil ancak tek anneli erkek çocuklarin, çift ebeveynli ailelerin çocuklarina oranla daha az cinsiyet belirlenimli davranis gösterdikleri ortaya çikmistir. Her ne kadar çocuklarin cinsiyetlerine göre iki gruba ayrilmis olmalarindan dolayi bu karsilastirma için örneklem hayli küçülmüs olsa da, lezbiyen annelerden birinin oğlunun feminen davranis gösterdiği saptanmistir. Bunun disinda aile yapisi veya annenin cinsel yönelimine bağli olarak herhangi bir değisiklik kaydedilmemistir. C) Ailesel Süreçler Ebeveynlik değiskenleri olarak ebeveynin sicakliği, tartisma sikliği ve annede stres orani kullanilmistir. Annede stres orani için annelerin kisisel raporlari kullanilmis, ebeveynin sicakliği olumlu; tartisma sikliği ise olumsuz değisken olarak ele alinmistir. Annenin cinsel yönelimi ve ailenin yapisi bağimsiz değiskenlerdir. Çocuğunun yasinin ay olarak ifadesi de bağimsiz değiskendir. Annenin cinsel
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 28
yönelimi ve aile yapisinin çocuğun psikolojik uyumlanmasiyla bağlantili olmadiği ortaya çikmistir. Sonuç Bu arastirmanin sonuçlari, daha önce yapilan ve lezbiyen ailelerde olumlu anne-çocuk iliskisi ile uyumlanma sürecini sorunsuz tamamlayan çocuklarin varliğina isaret eden çalismalarla ayni yöndedir. Lezbiyen annelerin çocuklarina daha az siddet uygulamalari ve çocuklariyla daha sik hayal gücüne dayali ve ev içi oyunlar oynuyor olmalarinin disinda, ebeveynlik değiskenleri konusunda, lezbiyen ve heteroseksüel anneler arasinda anlamli bir farklilik bulunmamistir. Çocuklarda psikiyatrik bozukluğa iliskin veriler, ailelerin yapisi, anne ve öğretmenler için kullanilan ölçekler konusunda bilgisi olmayan bağimsiz bir çocuk psikologunca teshis edilmis ve çocuklara iliskin anlamli bir farklilik elde edilmemistir. Lezbiyen annelerin çocuklarinin yasitlariyla daha çok problem yasadiği, annelerin raporlarindan çikarilan bir sonuçtur. Ancak çocuklarin raporlari bu tip bir veri sunmamaktadir. Hem kiz, hem de erkek çocuklari için, lezbiyen ve heteroseksüel ailelerin çocuklari arasinda toplumsal cinsiyet belirlenimli davranislara dair bir fark bulunmamistir. Lezbiyen ailelerde, ortak annelerin, babalara kiyasla çocuklara daha az duygusal bağlilik gösterdikleri, daha az siddet uyguladiklari ve onlarla daha seyrek tartistiklari ortaya çikmistir. Bu durum, ortak annelerin çocuklarin disiplinine daha dissal kaldiklari veya kadin ve erkeklerin ebeveynlik rollerine daha farkli yaklastiklari gerekçeleriyle açiklanmaya çalisilabilir. Bir baska açiklama da, ortak annelerin yaklasik olarak yarisinin (%53) çocuk yapma kararina aktif olarak katilmamis olmalari ve çocuğun doğumundan itibaren yetistirilme sürecinin tamamina dahil olmamalari (çocuklarin heteroseksüel bir ailede doğmus olmalarindan dolayi) olabilir. Öyle görünüyor ki lezbiyen anneler tarafindan yetistirilen çocuklar ailelerinin doğasindan veya çevresinden kaynaklanan herhangi bir psikolojik problemle büyük ölçüde karsilasmamaktadir. Bağimsiz gözlemciler konumunda
olan öğretmenler, lezbiyen annelerin çocuklarinin, diğer çocuklara kiyasla daha yüksek oranda psikolojik probleme sahip olma durumuna isaret etmediler ve bu durum annelerin raporlari ile de doğrulandi. Diğer analizler de annelerin cinsel yönelimlerinin çocuklarin psikolojik uyumlanmalari üzerinde cüzi bir etkisi olduğunu ortaya koydu. Bu arastirma, lezbiyen anneler ve çocuklari arasindaki iliskiye isik tutmakla kalmayip genel olarak çocuklarin gelisiminde ebeveynlerin rolünü teorik düzeyde kavramak açisindan da kapsamli bilgi sunmaktadir. Örneğin, bu arastirmanin bulgulari, çocuğu tek annenin büyütmesindense, cinsiyetleri ne olursa olsun iki ebeveynin varliği, çocuğun psikolojik sağliği açisindan daha olumlu sonuçlar doğurduğuna isaret etmektedir. Burada belirleyici olan, ebeveynin erkek ya da kadin olmasi değil, ikinci bir ebeveynin varolmasi ve çocukla ilgilenmesi olabilir. Ayni zamanda, annenin cinsel yönelimi çocuktaki toplumsal cinsiyet gelisimi üzerinde büyük bir etkiye sahip değildir. Zira, lezbiyen anneye sahip kiz ya da erkek çocuklarinin cinsiyet belirlenimli davranislari ile heteroseksüel ailelerin çocuklarinin davranislari arasinda herhangi bir farka rastlanmamistir. Teorik bir perspektiften bakilirsa, bu çalismanin sonuçlarinin bir çocuğun toplumsal cinsiyet gelisimi için heteroseksüel ebeveynlerin gerekli olduğu görüsüyle çelismektedir. Bunun yerine, sonuçlar, çocuğun doğum öncesi ve zihinsel süreçlerinin toplumsal cinsiyet gelisimi üzerindeki etkisine isaret eden ve ebeveynlerin rolündense, çocuğun akranlarinin rolüne odaklanan teorik açiklamalara vurgu yapmaktadir. Lezbiyen anneler heteroseksüel annelerle ayni oranda çocuklarinin cinsiyet gelisimine katkida bulunabilirler ve çocuğun toplumsal cinsiyet gelisimini etkileyen cinsiyet belirlenimli davranislar konusunda heteroseksüel annelere hayli benzerlik gösteriyor olabilirler. *co-mother
yasamin içinden
Bu sayida “Yasamin Içinden” sayfasinda, cezaevinde “tutsak” okurumuz Mustafa’nin, “özgürlüğe” kavusmasini bizlerle paylasan Zamir Karaağaç’ in mektuplarini ve Batman’dan yasadiği siddeti dile getiren sevgili Serhat arkadasimizin yazisini sizlerle paylasiyoruz. Serhat arkadasimiz Batman’da yasamin olanaklarini aramak için elinden gelen bütün çabayi gösteriyor ve Batman’daki sivil toplum örgütlerine Kaos GL dergisi dağitimini üstlenerek Batman’daki insanlarin escinselliğe bakisini değistirmek için çalisiyor. Ama ilk mektubunun gene de anlamli olduğunu düsünerek yayinliyoruz. Yasadiğiniz ayrimciliği, fiziksel ve psikolojik siddeti, her türlü baskilanmisliği, hüzünlerinizi, asklarinizi, sevinçlerinizi bizlerle paylasabilirsiniz. Dergimiz sizlerin yazilariyla zenginlesecektir. Buradan heteroseksizmin zindanlarindaki tüm tutsaklara ve yasami zindanlastiran heteroseksizme karsi mücadele eden herkeslere sevgiler...
Cezaevinden Mektup Mustafa
Merhaba KAOS GL Öncelikle böylesine önemli ve dünyada her insanin kendine özgü yasam hakkini savunan ve destek veren bir dergi yayinlamis olduğunuz için, bu derginin basiminda, hazirlanmasinda, emeği geçen ve mektuplariyla dergiye makale olusmasina vesile olan tüm arkadaslarimi tebrik eder, saygi ve sevgilerimi sunarim. Her seyden önce sunu belirtmeyi isterim, ben sizlerin dostuyum. Ve dostunuz olarak konularla ilgili düsüncelerimi ve yasanmis olan bazi olaylari anlatmak istiyorum. Öncelikle kadin ve erkek olarak insanlarin özgür yasama hakki vardir. Ve isteyen istediği gibi yasar. Kisinin hayati ve seçmis olduğu yasam tarzi ancak kendisini ilgilendirir, bir baskasini ilgilendirmez. Mektuplarimiz cezaevi idaresince okunduğundan, yazilarimi sinirli ölçüler içinde yazmak zorunluluğu duyuyorum. Bundan birkaç gün önce T.G.R.T. de ensesi kalin, okumus cahilin açiklamalarindan sonra Istanbul Taksim de pompali tüfekle birçok kardesimize saldirilarda bulunularak yaralananlar oldu. Öncelikle bu olaya ve bu gibi olaylara vesile olmus bazi kesimlere sirin görünmek isteyen bu tür yalakalari kiniyorum ve okumus cahiller olarak görüyorum. Ben cezaevine girmeden önce, 20 yasindaydim ve Bursa da oturuyordum.Yanlis yapan birini silahla yaraladim ve polisle kovalamaca
yaparken, bir diskoya girdim, diskoyu çalistiran kisinin ismi bende saklidir, çünkü bu olaylardan sonra yakalandiğimda o insanin ismini gizli tuttum ve ölene dek o isim içimde sakli kalacaktir. Diskoyu isleten bir travestiydi. Onunla karsilastiğim ana kadar, bu insanlara toplumun tutumundan dolayi antipati duyardim.O insanla karsilastiğimda kaçak olduğumu anladi, beni arka kapidan kendi arabasiyla olay yerinden uzaklastirdi ve benim hayatimi kurtardi. Ben bu insana kendileriyle ilgili düsüncelerimi anlattim ve sizleri ne kadar yanlis tanitmislar dedim, duygusallasip ilk kez orada ağladim oda ağladi ve uzun uzunca dertlestik, onunla abla-kardes olduk. Onun bir travesti olmasi kardes olmamiza engel olmamisti ve ölene dek benim ablam olarak kalacak. O olaydan sonra benim görüslerim değismisti, bana anlatilanlarla değil insanlari taniyarak değer vermeye basladim.Travesti, transeksüel, gey, ve lezbiyenleri taniyinca onlarin birçok insandan daha değerli, dost ve sirdas olduklarini öğrendim. Bu mükemmel ve değerli insanlar dost ve arkadaslarini satmazlar, hakir görmez, küçümsemezler insanlari olduğu gibi kabul ederler,dostlari için ölüme bile giderler, her konuda yardimlasirlar, birbirlerine sonuna kadar destek olurlar. Bu insanlari dislayan ya da hakir gören kisilere baktiğinizda sunu görürsünüz: kendilerinde olan eksiklikleri saklamak için karsisindaki
insanlari suçlar ve insanlara çamur atarlar, bunlar kendilerine bile dürüst davranamazlar. Ben Burdur Cezaevi’ndeyken cezaevinin müsade bölümünde tek kisilik odalarda kaliyordum, buralara cezaevinde olay çikartanlari kisa bir süre için disiplin gereğince koyarlar. Bu odalarda 10 kisi, tek olarak yan yana odalarda kaliyorduk, birbirimizi göremez yalnizca birbirimizle konusabilirdik. Escinsellerle ilgili bir sohbet oldu ve herkes ben görsem onlari asarim, keserim onlar öyledir, böyledir diye seyler söylüyordu. Bir gün sonra Antalya Cezaevi’nden Sila takma isimli (A.H.) 23 yasinda bir travesti kardes geldi. Onu da bos bir odaya verdiler. Bir saat sonra bir travestinin geldiği duyulunca sasilacak konusmalari duydum. Onu asacağimkeseceğim diyenler, Sila’ ya söyle sesleniyorlardi: Sila canim bir ihtiyacin var mi? Silacim sigara, çikolata gönderdim, sunu- bunu gönderdim diyerek onu görebilmek ve onunla konusabilmek için can atiyorlardi. Sila kibar, mütevazi biriydi, okumus bir insandi. Aksam olunca Sila Kuran okumaya baslar, namaz kilar, orucunu tutardi. Sila saygiliydi ve herkesçe sevilirdi. Simdi soruyorum bir gün önce atip tutanlara bir günde ne oldu da bu kadar değismislerdi? Hayir değisen bir sey yoktu, sadece içlerinde sakladiklari kisilikleri ortaya çikmisti ve taktiklari maskeler düsmüstü. Escinselleri, travestileri asacağiz-keseceğiz diyenler artik yoktu ve ben bazi kisilerin nasil da
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 29
yasamin içinden iki yüzlü olduklarini bir kez daha gördüm. Bir tarafta travesti Sila kardesimiz var, fedakar ve ibadet ediyor. Diğer tarafta da Sila gibi insanlara çamur atanlar ve daha sonra canim diyen kisiler var. Simdi soruyorum tüm dünyaya Sila ve Sila gibi insanlar mi namussuzdur? Yoksa bu ikiyüzlü insanlar midir daha namussuz olan? Asacağiz, keseceğiz
diyen bu kisiler daha namussuz ve vicdansiz iki yüzlü insan müsveddeleridir. Bir insan ya olduğu gibi görünmeli ya da göründüğü gibi olmalidir. Asacağim, keseceğim diyen insanlardan 5’ i 2 ay sonra is üzerinde yakalandilar. Meğer onlarda escinselmis, kendi eksikliklerini saklamak için baskalarina çamur atacak kadar asağilik mahluklarmis. Bu mektubu simdilik burada
kesiyorum, diğer mektuplarda sizlerle yasanmis daha bir çok olayi paylasmak isterim. KAOS GL’ nin 13. sayisi tesadüfen 10 gün önce elime geçti ve ben de size bir seyler yazip paylasmak istedim. Derginizin içeriğini çok beğendim. Sizleri tekrar tebrik eder, basarilarinizin devamli ve daim olmasini dilerim. E Tipi Kapali Cezaevi-Hücre AYDIN
Özgürlüğe Kavusmanin Sevinci Zamir Karaağaç -Adana
Merhaba “Bir çesit cezaevi vardir ki, kisi demir parmakliklarin ardinda, tüm istekleri, düsledikleri ise disaridadir. Bir de tam tersi bir cezaevi vardir. Düslenenler parmakliklarin ardinda, kisi ise disaridadir.”(Sikago Mezbahalari, Upton Sinclair) Yasanmis onca senenin ağirliğini ve hayattan koparilmisliğimi, hüzünle kararmis sabrimla disariya tasirdim. O
dar mekana özgü sevinçlerimi geride biraktiğima sevinmeli miyim acaba??? Çarem, zamanin akisinda görülen unutus’ un durağinda... (On senelik) cezaevi yasantisina ve tekdüzeliğine renk katan ve bizleri disariya bağlayan ilginiz, canli tutuyordu bizi/bizleri... Gösterilen her duyarliliğin yasama ait bir anlami ve geleceğe dair umudu vardi. Güleç bir yüzde artan uçurum, deliliği andiran bir dürtüyle seçeneklerin kiyisinda kalirdi, çünkü...
Okurunuzu kapatilmislik içerisinde yalniz birakmadiğiniz için yürekten tesekkür etmek istiyorum. Belirsiz geleceğimin karamsarliğina gölge gibi düsen sevincimi, özgürlüğümün baslangicinda sevdiklerimle birlikte kutlarken; yasadiğim (özgürlükle dolu) her ani sizlerle paylasmaktan mutluluk duyuyorum. Saygilarimla...
Ölümün Gölgesinde Escinsel Olmak Serhat Sen - Batman
Moralim bozuk, kiz kardesim Pinar’a Kaos’ a yazi yazacağimi söylüyorum. Sikintiliyim daha 20 gün oldu Batman’a geleli. Hiç bir sey istediğim gibi olmadi. Escinsel olduğum için Batman’ lilarin adini kirletiyorum diye tehdit aliyorum, ölüm tehdidi ve hiç gururu olmayan bu insanlarin benden para koparmasi, aslinda çok saçma bir sey , sigara param yokken sirf escinselim diye beni milyarder zannediyorlar. Bunlar escinselliği sadece pis, doğadisi, sapikça görmüyorlar. Ayri bir serveti olan insanlar olarak biliyorlar. Daha iki hafta önce misafirim olan gey arkadasim Ufuk’u ve beni bir dağ basina götürüp basimiza silah dayadilar. Ufuk’a tecavüz ettiler, bana ise bir ay mühlet verdiler. Batman’i terk
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 30
etmek için. Açik bir gey olmanin bedeli bu muydu? Heteroseksüel rolünü oynayip, doğami zorlayip, gerçek kimliğimi göz ardi etmek daha mi doğaldi? Ne kadar gerçekçi olurdu. Her gün hepimizin elestirdiği heteroseksizmin, ataerkil toplumun birer ürünü mü olmakti. Yine Batman’dan kaçmak zorunda kalacağim. Belki yine metropollerde seks isçiliğine mecbur kalacağim ve beni seks isçiliğine iten bu toplum tarafindan bir kez daha dislanacağim. Hayatimi alt-üst eden homofobi her yerde. Escinsel olduğum için bana yasam hakki birakilmiyor. Ne is imkani ne de sosyal alan birakiliyor. Artik ne kiz kardesimle ne de annemle disari çikabiliyorum. Halktan korkuyorum. Ailemi pazarladiğim söyleniyor arkamdan. Ne kadar güçlü olduğumu düsünsem de ailem bunlari kaldiramiyor. Toplum anneme baski
uyguluyor. Her gün annem benim için aci çekiyor gözyasi döküyor. Muskalar, hocalar...vs. Hala ikiyüzlü bir toplumda yasiyorum. Beni en çok dislayan insanlar benimle birlikte olma teklifinde bulunuyor. Toplumda melek olarak bildiğimiz o insanlari benden duyun. Onlari ancak ben iyi anlatabilirim. Fakat onlar hiçbir zaman bilmeyecekler; yani basindaki komsularinin, arkadaslarinin, annelerinin, babalarinin escinsel olabileceğini. Buralarda her yer ölüm kokuyor, nereden geleceği belli-belirsiz ölüm, ruhumu bedenimi sarmalayan bir yalnizlik duygusu. Ya içler acisi intihar ya da cinayet mi olacak sonumuz?
gündem
Kaos GL’den Haberler... KKM’de Film&Söylesi Kaos GL’de Kasim ve Aralik aylarinda sirasiyla, Köpeklerin Günü,
Sarhos Atlar Zamani, Deney, Piyanist, Paris’te Son Tango, Mahremiyet
filmlerini izledik.
Ocak ayindan itibaren film gösterimi ve söylesileri Cumartesi günü saat 16:00’ya aldik. Ocak Ayi Gösterim Programi
Süphesiz türü ne olursa olsun, hemen her filmin içinde ask vardir. Askin varliği filmi daha “sicak” kilar, karakterlerle seyircinin bütünlesmesi için, olmazsa daha duygusal yaklasmasi için bir askin varliği gereklidir. Ama zaten filmlerin çoğu, ana konu olarak aski ve asiklari anlatir. Perdedeki asklar ya yasadiğimiz askin acisini hissettirir bize ya da hayalini kurup da bir türlü yasayamadiğimiz asklarin yerini tutar. Ocak ayini, derginin bu sayi dosya konusunun ask olmasini da göz önüne alarak 3 ask filmine ayirmayi uygun gördük. Bunlarin üçü de erkek escinselliği ve ask üzerine. Birbirinden uzun yillar sonra çekilmis bu filmler geçmisten günümüze erkekler arasi aska farkli açilardan bakmayi tercih etmekle birlikte, çekildikleri yillarin ve sartlarin etkisini de barindiriyorlar. Bizce sinemada escinsellik temali filmler içinde her biri ayri bir öneme sahip bu filmleri izlemek ve tartismak için hepinizi Kaos Kültür Merkezine bekliyoruz.
UN CHANT D'AMOUR, Yön:Jean GENET, Sessiz, 25 dakika
Gey klasiklerinden bu sessiz ve kisa film, yazar Jean Genet’in tek filmi. Oldukça cesur ve kiskirtici tarzini kitaplarinda olduğu kadar filminde de görmek mümkün. Müzik dahil herhangi bir sesin kullanilmadiği bu filmin anlattiklarini izlemeye ne dersiniz?
MAURICE,
Yön: James IVORY, Türkçe Kaos Kültür Merkezinde film gösterimlerine basladiğimizdan bu yana defalarca gösterdiğimiz bir film. Son gösterimde “bu filmi izlemek için son sansiniz” demistik ama konu ask olunca bu filmi göstermemek olmazdi. Bizce sinemanin basyapitlarindan olan film, ask disinda bir escinselin kendini kesfetme sürecini de anlatiyor. E. M. Forster’in biyografik özellikler tasiyan kitabini James Ivory’nin, ruhuna uygun sekilde sinemasallastirdiğini görüyoruz. Elimizdeki kopyanin oldukça yiprandiğini düsünürsek bu filmi görmek için gerçekten son sansiniz olabilir.
ASKIN 1001 HALI, All Over The Guy, Yön: Julie DAVIS, Türkçe, 85 Ve günümüzden bir hikaye... Escinsel arkadaslarina bir sevgili ayarlamaya çalisan heteroseksüel dostlari, verdikleri aksam yemeğinde iki geyi bir araya getiriyor. Ancak geyler, birbirlerine hiç de uygun olmadiklarini düsünüp ayriliyorlar. Zaman içinde yeniden bulusmalari ve arkadaslik, seks, escinsellerin filmlerde gösterilis sekli, aile, içki, siddet... hakkinda yaptiklari konusmalar, günümüz “yalniz” insaninin escinsel ya da heteroseksüel, bulustuklari noktalari da bize gösteriyor.
Akademi Seminerleri Kaos GL’de Ekim ayinda baslayan Akademi Seminerleri Kasim ve Aralik aylarinda da devam etti. Kasim ve Aralik aylarinda sirasiyla Sule Toktas, “Milliyetçilik, Militarizm ve Toplumsal Cinsiyet”; Oya Aydin, “Hukuk ve Toplumsal Cinsiyet”; Tanil Bora, “Milliyetçilik”; Nazik Isik, “Türkiye Kadin Hareketi Tarihi ve Pratikleri”; Atilla Yayla, “Ifade Özgürlüğü” seminerleri gerçeklesti. Akademi seminerleri kapsaminda Ocak-Subat aylarinda yapmayi planladiğimiz seminerler Serpil Sancar ile “Dünya
Kaos GL Sempozyumu "Eğitimde Sosyalizasyon Politikalari: Gey-Lezbiyen Öğrencilere Yansimalari" 2004 yili Kaos GL Sempozyumunu tematik bir konu üzerine yapmaya karar verdik. Sempozyum ana temasi “eğitim” olacak. Bu sempozyumla gey ve lezbiyen öğrencilerin zorunlu eğitim-zorunlu heteroseksüellik anlayisindan kaynakli yasadiklari sorunlari ortaya çikartmak ve eğitim alaninin tüm taraflariyla birlikte beraber çözüm üretmek istiyoruz. Sempozyum Nisan ayinda Ankara’da yapilacak. Gelismeleri web sitemizden takip edebilirsiniz.
Kadin Hareketi Tarihi”, Nazik Isik ile “80 Sonrasi Türkiye Kadin Hareketi”, Figen Çok ile “Dünya’da ve Türkiye’de Cinsel Eğitim”, Güzin Yamaner ile “Feminist Tiyatro” olacak.
Akademi Komisyonu Sosyal Hizmet Uzmanlari Derneği tarafindan 6.si yapilacak olan “Küresellesme, Yoksulluk ve Sosyal Adalet” baslikli Sosyal Hizmet Konferansina Kaos GL adina Akademi Komisyonu’ndan Tuba Özkan katilacak. Ankara Tabip Odasi tarafindan tarihi kesin olmamakla beraber Mart 2004’te yapilmasi planlanan “Küresellesme ve Kadin Sağliği” baslikli sempozyuma Kaos GL Akademi Komisyonu’ndan Sosyal Hizmet Uzmani Sema Buz katilacak. 20-24 Mayis 2004 tarihlerinde Cinsel Eğitim, Tedavi ve Arastirma
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 31
Derneği (CETAD)´in, düzenlediği “Cinsellik ve Cinsel Tedaviler 5. Ulusal Kongresi”, Cinsel sağlik, haklar ve
eğitim, Cinsel islev, sorunlar ve tedavileri, Cinsellikte disiplinler arasi yaklasim ana basliklari altinda
yapilacaktir. Kaos GL’den Ali Erol ile beraber Epios Psikolojik Danismanlik ve Psikoterapi Merkezi’nden uzman psikologlar katilacaklar.
Gey-Lezbiyen Isçi Aği Gey ve lezbiyen isçi ve memurlarin yasadiklari sorunlar ve sendikal mücadele Kaos GL olarak sürekli gündemimizi olustura geldi. ILGA Genel Sekreteri Kürsad Kahramanoğlu’nun da bir dönem baskanliğini yaptiği, Ingiltere’nin en büyük sendikalarindan UNISON’un Gey-Lezbiyen Seksiyonu gibi örgütlenmelerin yaratilabilmesi bir yana çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliği geylezbiyen isçilerin basinda demoklesin kilici gibi sürekli sallandiği halde bu görünmez siddet escinsel hareket tarafindan henüz tam anlamiyla gündemlestirilememistir. Olusturulan Gey-Lezbiyen Isçi Aği henüz bir e-gruptan ibaret olsa da doğrudan hayatin içinde örülmesinin de zamanla mümkün olacağina inaniyoruz. E-gruba üye olarak Ağa katilmanizi bekliyoruz. Çalisma hayatinda yasadiğimiz tanikliklari toplayarak ise baslamayi düsünmekteyiz. dergi@kaosgl.com adresine önerilerinizi bekliyoruz.
Danisma Saati Danisma Saatlerine Kasim ayinda,
KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 32
Psikiyatr Selçuk Candansayar, Avukat Mehmet Demir, Dr. Aygen Tümer katildilar. Aralik ayinda hukuk ağirlikli bir danisma saati programi belirledik. Aralik danisma saatinde sirasiyla, Avukat Ender Büyükçulha, Insan Haklari Hukuku; Avukat Mehmet Demir, CMUK; Avukat Günal Kursun, Uluslararasi Ceza Mahkemesi; Avukat Salih Efe, AIHM Kararlar ve Uygulamalari’ni aktaracakti. Ancak “hukuk” gibi spesifik bir konuda katilimin az olmasi nedeniyle Danisma Saati kapsaminda hukuk saatlerini avukatlar toplantisi seklinde organize ettik.
Avukatlar Bulusmasi 30 Aralik 2003 tarihinde Kaos GL’de avukatlar bulusmasi yapildi. Hukuk alaninda neler yapilabilir sorusunu beraber cevaplamaya çalistik. Güztanbul’da olusan Hukuk Çalisma Birimi’nde alinan kararlar doğrultusunda gerçeklestirdiğimiz toplantida, iletisim halinde olduğumuz avukat arkadaslarimizin farkli alanlarda uzmanlasmis olmalarinin bizim için bir firsat olduğunun alti çizildi. Özellikle insan haklari, uluslararasi hukuk, AIHM, UCM, mülteci, çalisma hayati, ceza hukuku gibi alanlarinda çalisma yürütmemiz gerektiği konusunda ortaklastik. Ayrimcilik üzerinden çalismalarimizi yürütebileceğimiz ve taraf olduğumuz uluslararasi sözlesmeler üzerinden hukuk sistemi üzerinden durum tespiti yapip, hangi kriterlerle yeni düzenlemeler yapilmasina dair çalismalar yapabileceğimiz üzerine konustuk. Hukuk Fakültesi öğrencilerinden avukatlara bizimle birlikte çalisabilecek ilgili arkadaslarin bizimle iletisime geçmelerini bekliyoruz. Gelismelerden dergi ve web sitesi üzerinden sizleri haberdar edeceğiz.
Ankara Üniversitesi Iletisim Fakültesinde Film Gösterimi
Duvarlarin Dili Olsa- 2 Yön: J. Andersan, A. Heche, M. Colidge
KKM’de yapilan film gösterimlerinin yaninda 26 Aralik 2003 Cuma günü saat 16:30’da, Ankara Üniversitesi Iletisim Fakültesi Mahmut Tali Öngören Sinema Salonu’nda Duvarlarin Dili Olsa-2 adli filmi, Kaos GL MedyaIletisim Komisyonu ve A.Ü. Iletisim Fakültesi Hermes Topluluğunun ortak etkinliği olarak gösterildi. Film sonrasi yapilan söylesiye konuk olarak Ankara Üniversitesi Amerikan Dili ve Edebiyati Bölüm Baskani Prof. Dr. Yusuf Eradam ile Kaos GL’den Ali Özbas katildilar. Filmi 73 kisi izledi, film sonrasi söylesiye ise 30 kisi katildi. Medya-Iletisim Komisyonunun bir sonraki etkinliğini heyecanla bekliyoruz....
Birlesmis Milletler Insan Haklari Savunuculari Özel Temsilcisi Hina Jilani Türkiye Ziyaretini Erteledi Türkiye hükümetinin izni çerçevesinde 1-10 Aralik 2003 tarihleri arasinda Türkiye’yi ziyaret edecek özel temsilci BM prosedürleri gereği bir rapor hazirlayacakti. Türkiye'ye uzun çabalar sonucunda ilk kez gelecek olan özel temsilcinin bu ziyaretini Türkiye’deki insan haklari savunuculari olarak daha etkili kilmak amaciyla 2 Kasim 2003 tarihinde IHD Genel Merkezi’ndeki bir toplantiya katildik. Ancak Istanbul’da yasanan terör olaylari nedeniyle Birlesmis Milletler özel temsilcisi Türkiye’ye gelisini zamani belli olmayan bir tarihe erteledi. Özel temsilci, BM ile Türkiye’de insan haklari alaninda çalisan kurumlar arasinda köprü olmak istiyor. BM insan haklari sistemi, özel mekanizmalari ve spesifik insan haklari ihlalleri ile ilgileniyor. Hazirladiği rapor ile Türkiye’nin dahil olduğu mekanizmalarin islerlik kazanmasi için çalisiyor. Raporda öncelikle: ifade ve örgütlenme özgürlüğü, dernekler kanunu, medeni kanun, Türk Ceza Yasa
gündem Tasarisina yer verecek; özellikle üzerinde durduğu bir konu insan haklari savunucularinin ve örgütlerinin çalismalari sirasinda karsilastiklari zorluklar, sorunlar, baskilar olacak. Kaos GL olarak gey ve lezbiyenlere yönelik insan haklari ihlallerini raporlastirmak için çalismalarimiza basladik. Katkilarinizi bekliyoruz.
Kaos Kültür Merkezi’nin açilmasindan bu yana olusturmaya çalistiğimiz Kaos GL Kütüphanesinin raf sistemi ve elimizdeki süreli yayinlarin ciltlenmesi konusunda Kanada Büyükelçiliği destek oldu. Kaos GL Kütüphanesinin düzenlenmesi konusunda sorumluluk alan Serap ve Inan çok güzel bir is çikarttilar. Sizde kütüphanenin açik olduğu saatlerde gelip çayinizi yudumlarken kitaplari karistirabilirsiniz.
“Queer, Türkiye ve Kimlik” Boğaziçi Üniversitesi Elestiri ve Kültür Arastirmalari programi tarafindan 19-20 Nisan 2004 tarihlerinde “Queer, Türkiye ve Kimlik” konulu konferans yapilacak..
“Türkiye’de “Queer” kavramindan ne anliyoruz?”, “Bati’da olusmus “Queer” teorisinin Türkiye’deki yansimalari ve uygulanabilirliği”, “Queer kelimesinin Türkçelestirilmesi, Kelimenin çevirisi ile ilgili sorunlar”, “Aktivizm” ve “kimlik vurgusu” bağlaminda “Queer” teorisi, “Queer” teorisinin teorik ve tarihsel alt yapisiyla Türkiye’de escinsel harekete ve “cinsel kimlik” tartismalarina getirebileceği açilimlar, “Türkiye’de feminizm ve “Queer” teorisi”, “Beden politikalari bağlaminda “Queer” teorisi, Osmanli ve Cumhuriyet sonrasi ile iliskili olarak “Queer” teorisi Tarihsel metinlerin ve “köçek”, “içoğlani”, “zenne” gibi figürlerin “Queer” teorisi ile iliskisi, “Queer” teorisinin Türkiye’de genel kimlik tartismalarina getirebileceği açilimlar, “milliyet”, “etnisite”, ”din”, “politik durus” v.b. ile iliskili olarak, “Queer” teorisinin “cinsellik” ve “toplumsal cinsiyet” alaninda yapilan çalismalara metodoloji bakimindan etkisi, Türk edebiyatinda “Queer”, Klasik ve/veya çağdas metinlerde “cinsel kimlik”in algilanmasi ve sorunsallastirilmasi, çağdas sanatta ve sinemada “Queer”
Ankara Üniversitesi Kadin Çalismalari Master Dersleri Ankara Üniversitesi Kadin Çalismalari Bölümünden gelen davet üzerine Kaos GL’den Tuba, Umut ve Ali master derslerini düzenli olarak izliyorlar. Gelecek dönemlerde gey ve lezbiyenlerin kadin kürsülerinde master yaparak sorunlarimizi içerden gündemlestirebileceklerini düsünüyoruz.
Insan haklari savunucularina yönelik eğitim “Insan haklari olarak gey-lezbiyen haklari”na dair bilincin olusmasi ve gey-lezbiyenlere yönelik insan haklari ihlallerinin insan haklari ve kadin haklari alaninda çalisan insan haklari savunucularina yönelik bir seminer düzenleyeceğiz. Seminerleri Istanbul, Ankara, Izmir ve Diyarbakir’da gerçeklestireceğiz...
Konferansla ilgili her türlü soruyorumlarinizi boun_queer@yahoo.com adresine yazabilirsiniz.
Sabanci Üniversitesi, Kültürel Etütler Bölümü'nde "toplumsal cinsiyet”
Kaos GL Kütüphanesi
Sabanci Üniversitesi, Kültürel Etütler Bölümü'nde yürütülen Toplumsal Duyarlilik projelerinden "cinsel
sorumluk" projesi çalisma grubu "toplumsal cinsiyet kavramiyla ve farkli cinsel yönelimlere karsi uygulanan ayrimcilikla savasmak ve bu konularda üniversite öğrencilerinde bilinç olusturma" olarak belirledi. Bu konuda öncelikle çalismak istedikleri alt basliklar: escinsel bireylerin insan
haklari, cinsellikte kadinlik ve erkeklik mitleri, heteroseksist kimliklerin kurgulanmasinda toplumsal kurumlarin (aile, psikiyatri, okul, ordu..) islevleri, escinsel kimliklerin ötekilestirilmesi, ve homofobi-escinsellerin toplumda görünmezlikleri ve görünürlüğün sadece kurgusal prototipler üzerinden olmasi, queer teori olarak belirlediler. Lambdaistanbul ve Kaos GL’ye bu projede sorumluluk alma önerisi geldi.
Eğitim, çalisma hayati, aile, psikoloji-psikiyatri, siddet, tanikliklar... Güztanbul sirasinda kurulan escinsel haklari raporu çalisma birimi ve bunun yaninda Kaos GL’de yapilacak çalismalar için eğitim, çalisma hayati, psikolojipsikiyatri ve askeriye alanlarinda yasadiğiniz ayrimcilik, kötü muamele ve siddete dair tanikliklarinizi bize ulastirmanizi bekliyoruz. Tanikliklarda, kisisel bilgiler vermek zorunda değilsiniz. Ancak mümkünse yer, zaman, kurum v.s. bilgileri belirtebilirsiniz.
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 33
gündem
Cinsel Yönelimler Üzerine Aktivist - Akademisyen Bulusmalari- II Lambdaistanbul ve Istanbul Bilgi Üniversitesi’nce 7-8 Mayis 2004 tarihinde Istanbul Bilgi Üniversitesi Kustepe kampüsünde ; Cinsel Yönelimler Üzerine Aktivist Akademisyen Bulusmalari- II “Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak” Konulu bir sempozyum düzenlenecektir. Sempozyumda tartisilacak konu basliklari: Cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim kavramlarinin anlami ve birbirleriyle iliskisi (Cinsiyet ve cinsel kimliğin insa edilmesi ve sabitlenmesi süreci, bu kavramlarin günlük yasantidan yola çikarak yorumlanmasi) Türkiye’de escinsel, biseksüel, lezbiyen, heteroseksüel, transvesti, transseksüel, gey tanimlarini anlamak
Türkiye toplumunda erkeksilik ve kadinsiliğin sorgulanmasi, erkeksiliğin militarizm üzerinden kurgulanmasi, bu kavramlarin escinsellik bağlaminda yorumlanmasi Türkiye toplumunda ahlak ve cinsellik iliskisi, cinsel pratiklerin ve yönelimlerin ahlakî yargilarla değerlendirilmesi Cinsel yönelimlerin Türkiye coğrafyasinda algilanis sekilleri ve tarihsel gelisimi (Cinsel yönelimlerin edebî ve / veya tarihsel metinler üzerinden tartisilmasi) Cinsel kimlik ve yönelimler konusundaki ayrimcilik ve siddetin insan haklari ile iliskili olarak tartisilmasi Dünyada ve Türkiye’de escinsel hareket ve farkli mücadele stratejileri Türkiye hukukunda
escinselliğin tanimlanma biçimleri, bunlarin dönüstürülmesi için uygulanabilecek stratejiler Uluslararasi hukukta escinselliğin yeri ve Türkiye’nin bu konudaki durumu ve yükümlülükleri Adli tip ve adli psikiyatrinin escinsellik konusundaki yaklasimi ve yükümlülükleri (Cinsiyet değistirmede yasanan sorunlar, escinsel cinayetleri, fiziksel ve psikolojik siddetin tanimlanmasi) Bu konularla ilgili bildiri sunmak isteyenlerin en geç 15 subat'a kadar bildirilerinin 100-150 kelimelik özetini sempozyum@bilgi.edu.tr adresine yollamalari gerekmektedir.
Lambdaistanbul NTV’ de olan görüntüler Öner Ceylan’la yapilan ropörtajdan kisa kesitlerle sunuldu. Ceylan konusmasinda özellikle escinsellerin yalnizliğa mahkum edildiklerine ve kendilerini gizlemek zorunda birakildiklarina vurgu yapti.
Erdal
Insan haklari haftasi dolayisiyla 10 Aralik insan haklari gününde NTV’nin hazirladiği 10 saatlik bir programlar dizisi gerçeklesti. Farkli basliklar altinda çesitli insan haklari konularina değinildi. “Ayrimcilik” basliği altindaki programa escinseller adina Lambdaistanbul’dan Deniz Yildiz katildi. Ayni programda Ermeni ve Romanlari temsil eden konusmacilar da bulunuyordu. Istanbul Bilgi Üniversitesi’nden Turgut Tarhanli’nin da katildiği programi Oğuz Haksever yönetti. Canli yayindan önce ayrimciliğa uğrayan gruplarla ilgili kisa belgeseller gösterildi. Escinsellikle ilgili
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 34
Oğuz Haksever Deniz Yildiz’a “Artik Türkiye’de bir seyler değisti galiba, siz bunu neye yoruyorsunuz?” diye sorarak söze basladi.Yildiz, bu soruya karsi hiçbir toplumun kendi kendine dönüstüğüne inanmadiğini, bu dönüsümün çaba ve örgütlü emek gerektirdiğini ve bu programa çikmasinin da yillarca süren örgütlü mücadelenin sonucu olduğunu ifade
etti, bes dakikalik kisa bir zaman içerisinde escinsellerin maruz kaldiği ayrimciliklari özetlemeye çalisti. Programdaki görüntülerin escinsel kimliğinin çesitliliğini yansitamadiği, belgesel sirasindaki müziğin de varolan durumu seyirciyi yabancilastirarak dramatize eden bir yönü olmasini bir kenara birakirsak ayrilan kisa süre içinde program basarili bir sekilde sonlandi. Negatif yanlarini devamli elestirdiğimiz medyanin olumlu çalismalarinin da desteklenmesi gerektiğini düsünüyor ve bu tür programlarin devaminin gelmesini umuyoruz.
gündem
Almanya Türkiyeli Escinseller Kongresi
Bir Kongrenin Ardindan Onur Erol
07-09 11 2003 tarihleri arasinda Almanya’da düzenlenen sempozyuma Kaos GL adina ben ve Ali Özbas katildik. Yanilmiyorsam her değerlendirme yazisi nesnellik amacI gözetir ama yine hiçbiri bunu basaramaz. Sanirim bu nedenle yazinin bütünlüğüne de benim öznelliğim yansiyacaktir. Kongreden bir gün önce uçağimiz Berlin’e indiğinde ard arda pasaport kontrol sirasina dizildiğimizde ilginç bir toplulukla beraber olduğumu fark ettim. Kaos GL’den biz, Insanca Yasam Platformu’ndan Oksan Öztok ve bir baska arkadasi; Yildirim Türker ve Küçük Iskender. Topluluğun renkliliği, Berlin’in güzelliği, bizi konuk edenlerin konukseverliği ve organizasyonun aksaksiz islemesi sanirim önemli artilardandi benim için. Ne gibi farklar vardi peki bu topraklarda yeseren bir hareketin yaptiklari ve Avrupa’da bir bakima gelisip, kök salmis bir pratiğin yarattiği bu tür bir kongre arasinda? En basta kongrenin Belediye Baskanliği sarayinda düzenleniyor olmasi çarpiciydi aslinda. Schönenberg ilçe belediye baskani açilis konusmasini yapmaktaydi ve kongrenin ilk günü salon bir dolu Alman Parlementer ve Hükümet temsilcisiyle doluydu. Herhalde o topraklar için sifati ve içeriği bakimindan bir ilk olarak değerlendirilebilecek bu tür bir organizasyonun daha ilk etapta bu denli önemli konuklarinin- çoğunluğu konusmaci olmak üzere- olmasi oldukça çarpici ve imrenilesi bir durumdu. Belediye Baskani Ermenistan’da escinsellere dair yasa tasarisinin geçtiğini ve tarihinde ilk defa Avrupa Kitasi’nin hiçbir yerinde ayrimcilik özelliği tasiyan bir yasa kalmadiğini vurgulamasi oldukça önemliydi. En azindan yasalar üzerinden belirli bir korumalari, zirhlari vardi Avrupali escinsellerin. Cidden oldukça imrendim o duruma, o küçük tatli hayaller doldurdu beynimi, ama çabuk uyanip konusmalara kanalize olmaya çalistim.
Bir sonraki konusmaci Berlin Hükümeti’nin Göçmenlerden Sorumlu Üyesiydi, konuyu soyut ele almak istemediğini, öz elestiri de vererek ve birlikte neler yapilabileceğinin yollarini arastirmaya hazir olduğunu belirterek umut verici bir giris yapti. Escinsellerin toplum genelinde de, göçmenler arasinda da ayrimciliğa uğradiğini belirten üye, artik göçmenleri temsilen kurulan komisyonda bir de escinsel göçmenleri temsilen bir kisinin bulunacağini belirtti. Zaten kongrenin bir numarali, egemen tartisma odaklarindan olan “Göçmenlerin Escinsellere Bakisi” konusunu desen görevli, bu konunun kanayan bir yara olduğunu, yapilan istatistiklerde en çok göçmenlerin escinsellere ayrimcilikta bulunduğunu, buna karsilik escinsellerin de kendi aralarindaki göçmenlere ayrimcilikta bulunduğunu vurguladi. Anlasildiği kadariyla Almanya’da toplumun değisik katmanlari farkli farkli biçimlerde birbirlerine ayrimcilik uygulamakta, bağlantilar çok doğrusal değil. Bir yönden bir yöne akan bir dislama, yok sayma söz konusu değil, artik bu tür edimler çok yönlü ve karmasik bir hal almis durumda. Üyenin altini çizdiği ve artik yürürlüğe koyularak islerlik kazanacak olan bir yasa oldukça ilgi çekiciydi. Almanya’daki su güne dek bir toplu mekanda “ayrimciliğa” uğradiğini iddia eden mağdur bu söylemini kanitlamak zorundaydi, ancak üyenin vurguladiği yasa doğrultusunda; artik eğer böyle bir iddia varsa iddianin muhatabi böyle birsey olmadiğini kanitlamak zorunda. Alman Hükümeti bu yasanin ayrimciliğa karsi caydirici bir etmen olusturacağini öngörmekte. Bir sonraki konusmaci zaten Türkiye’de de oldukça popüler olan Claudia Roth idi. Vurgulu, heyecanli, sevkli bir konusan yapan Roth her türlü ayrimciliğa karsi olduğunu söyledi. Escinsel bireylerin Alman Yasalarinda su ana dek kaydettiği asamalarin umut verici olduğunu, ancak yeterli düzeye ulasamadiğini belirten Roth, Is Yasasinda ve Medeni Kanunda
yenilikler ve iyilestirmeler yapilmasi gerekliliğini savundu. Roth escinsellerin artik marjinalize edilemeyeceğini, onlarin da toplumun bir parçasi olduğunu ve her türlü ayrimciliktan arinmis olarak sosyal ve hukuki haklarindan yararlanmalari gerektiğini belirtti. Daha sonra psikolog Haluk Girginer toplumsal cinsiyet rollerini sorguladi. Ancak süre yetersizliği aslinda oldukça önemli olan bu konuyu yeteri kadar irdelemeye firsat vermedi. Ilk günün sabah bölümünün son konusmacisi Dr. Ralp Ghadben’in escinselliğe yönelik ayrimciliği sadece ama sadece Islamiyet’e bağlamasi bana kalirsa oldukça sorunlu bir tavirdi. Genel olarak çizdiği tablo, insan haklari ihlallelerinin adeta Islamiyet kökenli olduğunu kanitlamaya yönelikti. Konusmasinda tarih içinde Islamiyet’in gerici tutumuna örnekler göstererek ve günümüzde escinselllere yönelik ayrimciliklara en çok Müslüman ülkelerde rastlandiğinin da sik sik altini çizerek; bence ayrimcilik konusunu bütünlüklü bir biçimde ele alamadi ve nesnel bir yaklasim sergileyemedi. Aslinda ne kadar ileri gitmis olur bilemiyorum ama Dr. Ghadben de konusmasinda bir bakima inceden inceye ayrimcilik yapmaktaydi. Ayni günün ikinci kisminda çesitli çalisma gruplarinin olusturmus olduğu atölyelerdeydi söz. Biz Kaos GL olarak “Almanya’daki Türkiye Kökenli Escinsel Gruplar ve Dernekler” baslikli atölyeye katildik. Bu atölyede bulusmaya katilan Avrupa’dan gelmis escinsel örgütlerinin temsilcileri kendilerini tanitan konusmalar yaptilar. Bizim sunumumuzu Kaos GL adina ben yaptim.Sunumlardan sonra tartisma kismina geçildi, beraber neler yapilabileceğinin yollari arastirildi. Bir dizi konusmadan çikan sonuç; ortaklasilan konularin güzel bir biçimde belirlenmesi ve bu konular üzerinden yapilacaklari yerine getirebilmek ve toplantiya katilanlar arasindaki iletisimi sağlamak amaciyla uluslararasi bir ağ kurulmasi gerekliliğiydi. Katilimcilar bu
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 35
gündem tür bulusmalarin bundan böyle en azindan senede bir kez yapilmasinin gerekliliğini vurguladilar. Ikinci günün ilk kisminda “Türk Medyasinda Escinsellik ve Escinseller” paneli vardi. Panele Küçük Iskender, Eren Keskin, Metropol FM’den Ceyhun Kara, Kaos GL’den Ali Özbas, Lubunya Dergisi’nden Koray Ali Günay, Hürriyet’den Arzu Ceylan katildi. Konusmalarin süresi benim ve yanilmiyorsam birçok insanin adina hayret uyandiracak kadar kisa tutulmak zorunda kaldi. Su anda özet hali dahi PostExpress dergisinin son sayisinda iki tam sayfa yer tutan Ali Özbas’in “Türk Meyasinda Escinsellik” sunumu adeta güme gitti. Daha bir kaç cümle söylemisken konusmacinin süresinin dolduğu hatirlatildi. Panelin kolaylastiriciliği bana kalirsa oldukça verimsiz yapildi. Öyle ki tam da Kaos GL’ye sorulabilecek bir takim sorulari son derece yanlis yönlendirilerek Küçük Iskender’e soruldu. Panelin genel havasi irdelemeye, çatismaya, önümüzü açacak sonuçlar çikarmaya yönelik değil de az çok ne söyleyecekleri tahmin edilebilen taninmis simalarin “çok özet” konusmalar yapmalarina yönelikti. Hürriyet Temsilcileri özellikle –doğal olarak- kimi gazetelerin Avrupa baskilarini değil de Türk baskilarini takip eden biz medyazede escinsellerin hisimlarina uğradi. Türk Medyasi’nin irdelenmesine yönelik bir panelde bu
hakli serzenisi dile getirmek yerindeydi ama bunlarin hedefi ne kadar Hürriyet Almanya baskisi sorumlulari olmaliydi bilemiyorum. Ancak disarida benim Hürriyet’in temsilcileriyle yaptiğim konusmada zihniyetin çok da değismediğini buruklukla gözlemledim; öyle ki: Kendilerine Türkiye’de medyanin yanlis ne yanli haberlerinin çok defa kurbani olduğumuzu, bu yüzden de çok tepkisel davrandiğimizi; medyanin tavrini değistirmesi gerektiğini beraber adim atilmasinin zorunluluğunu vurgulayinca aldiğim cevap iste o eski hikaye dedirttirdi bana. Temsilciler artik bizim de çok cesur olmamiz gerektiğini, mesela Hakan Tas’in yillar önce sevgilisiyle öpüsme haberinin çok ses getirdiğini, bu haber üzerinden önlerinde çok yol açildiğini, artik bizim de birseylerden fedakarlik ederek kendimizi ortaya çikarmamiz gerektiğini, aksi takdirde fotoğrafsiz, öpüsmesiz haberlerin satisa olumlu katki sunmayacaği için bizim istediğimiz formatta ve doğrulukta haber yapamayacaklarini söylediler. Ben de kendisine bizden fedakarlik isterken, kendilerinin satis rakamlarini bir kez olsun tehlikeye atma fedakarliğini niye göstermediklerini sordum ve zaten konusma da orada tikandi. Sonuç olarak bir ilk kongreydi. Yemekler, ağirlama, otel, Berlin, çok güzeldi. Yeni insanlarla tanismak, yeni bağlantilar yaratabilme imkanini
yakalayabilmek güzeldi. Ben Claudia Roth’la konustum, kendisi Subat’daki Türkiye ziyaretinde escinsel topluluklari da gezeceğini söyledi. ILGA’dan, Almanya’daki escinsel örgütleri LSVD ve GLADT’dan, Viyana’daki escinsel örgütlerden gelmis temsilcilerle, tanisma ve konusma olanaği buldum. Bu temsilcilerin birçoğuna Kaos GL kartvizitinden verdim ve ayaküstü sohbetlerde bulundum. (Kartvizitlerimiz birçoklarinin yaninda çok gösterissizdi ama olsun, ulastirmak önemli) Kongre süresince en ise yarasir olarak gördüğüm faaliyetlerden birisi bazi escinsel örgüt temsilcilerinin iki büyük projede (projeler detaylandirilacak) çalisilmak üzere ortaklasilmasi için mail adreslerini vermeleri ve bu mail adreslerinin kullanilarak uluslarasi bir ağ kurulmasiydi. Dediğim gibi daha sonra detaylandirilacak olan bu projelerde katilimci olmamiz mümkün. Özellikle Avrupa’daki escinsel örgütlerin yaptirim gücünün fazlaliği ve yönetimlerle bağlantilarinin olmasi göz önünde bulundurulursa, kimi belli basli noktalarda ortaklasildiği takdirde beraber çalisilabilecek projeler olduğunu düsünüyorum. Bu anlamda bu kongre benim için çok derinlikli olmamakla beraber oralardaki isleyisi gözlemlemem ve kurulan bağlantilar açisindan faydali, verimli ve de eğlenceli oldu.
vücudunun değisik yerlerinde morluklar kafasinda derin bir kesik tespit edildi. Saldirganlar bulunamadi. 17 aralik gecesi 04:00 sularinda arabasi ile dolasirken Aydan (Yusuf Yildirim) isimli travesti ve sokakta yürürken ayni saatlerde göz altina alinan travesti Müge (Engin Çavdar) Balyoz timi tarafindan göz altina alindi. Avukat talepleri kabul edilmeden ertesi gün aksam 18 sularinda mahkemeye çikarilarak mahkeme tarafindan 600.000.000 TL. cezaya çarptirildi. 10 gün içinde ceza yatirilmadiği durumda 1 ay hapis yatacaği söylenmis. Ceza nedeni genel ahlaka
aykiri alenen fuhusiyat gibi bir maddeden dolayi bu caza verildiği söylenmis. Insanca Yasam Platform’u Çağdas Hukukçular Derneğinden konuyu incelemesini istedik. 20 aralik gecesi Etlik kasalar civarinda gece 02:00 sularinda müsteri bekleyen Bahar (Soner Akyar) isimli travesti biçakli saldiriya uğradi. Çok ağir sekilde tam 16 yerinden biçaklanan bahar acil müdahale ve yaralarina dikisten sonra evine taburcu edildi. Baharin durumu ciddi sol el 3 parmağini kaybetmis durumda. Saldirganlar bulunamadi.
Travestilere Saldiri Insanca Yasam Platformu’ndan Oksan Öztok imzali e-posta Bültenden alinmistir. Ankara'da Travesti ve transeksüellere baskilar ve saldirilar her gün boyut değistirerek devam ediyor. Etlik Kasalar tabir edilen muhitte cadde kenarinda müsteri bekleyen transeksüel Mehtap Semra Yavuz 8 Aralik gecesi saat 01.30 siralarinda kimliği belirsizler kisilerinin saldirisina uğradi. Saldirganlar sopa ve döner biçaklari ile saldirdiklari Mehtap' i öldü diye birakip kaçtilar. Yoldan gecen araçlarin polisi aramasi sonucu hastahaneye kaldirilan Mehtap’in
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 36
gündem
“Güztanbul”
Türkiyeli Escinsellerin 11. Bulusmasi Türkiyeli Escinsellerin 11. Bulusmasi Güztanbul 27–29 Kasim 2003 tarihleri arasinda Lambdaistanbul’un mekaninda gerçeklesti. Bulusma “Escinseller Ne Istiyor” metninden yola çikarak hazirlandi. Ilk gün programda olan toplantilar: “Escinseller Ne Istiyor? Hukuk Alaninda Çalismalar”, “Politikalarimizi yayma araçlarimiz”, “Amargi Heteroseksizm Atölyesinin Anket Çalismasinin Tanitimi” toplantilari vardi. Ikinci gün programda ise, “Kimlik Politikalari”, “Yurtdisindaki Hareketlerle Olan Benzerlik ve Farkliliklarimiz”, “Cinsel Ahlâk”, üçüncü gün ise “Toplumsal Cinsiyet ve Heteroseksizm” ve es zamanli kadin toplantisi “Kadin hareketinin heteroseksizm üzerinden elestirisi” toplantilari vardi. Kaos GL olarak büyük toplantilardan ortaklasmanin çok
olanakli olmadiği ve bunun için “çalisma birimleri” adi altinda es zamanli toplantilarin yapilmasinin bulusmayi daha islevsel bir hale getireceği ve bu çalisma birimleri üzerinden gruplarin daha fazla ortaklasmanin mümkün olacaği üzerine anlastiktan sonra, Escinsel Haklari Raporu Çalisma Birimi, Hukuk Çalisma Birimi, Eğitim Çalisma Birimi, Aile Çalisma Birimi olusturuldu. Bu çalisma birimleri değerlendirme toplantisinda ne yapacaklari, nasil yapacaklari ve ne zaman yapacaklarina dair bilgi aktariminda bulunuldu. Çalisma Birimleri arasinda koordinasyonun sağlanmasi ve bir sonraki bulusmanin planlanirken gruplarin daha fazla ortaklasmasi için Bulusma Sekreteryasi olusturuldu. Lambdaistanbul’dan Cihan, Kaos
GL’den Koray bir dahaki bulusmaya kadar bulusma sekreteryasi görevini üstlendiler. 11. Bulusmanin değerlendirme yazilarindan: “Escinseller Ne Istiyor? Hukuk Alanindaki Çalismalar”, “Cinsel Ahlak”, “Kimlik Politikalari” yayinliyoruz. Üçüncü gün notlarini Elif ve Serdar bize ulastirdilar. Ancak tutulan notlar ve toplantinin gidisati açisindan notlarin ve değerlendirme yazilarinin toplantidaki tartismalari yansitmadiği için yayinlayamiyoruz. Güztanbul organizasyonunu gerçeklestiren ve Bulusmaya ev sahipliği yapan Lambdaistanbul basta olmak üzere, raportör arkadaslara, Erdal, Elif, Serdar, Cihan’a değerlendirme yazilarini bize ulastirdiklari için tesekkür ediyoruz.
Escinseller Ne Istiyor? Hukuk Alanindaki Çalismalar Cihan Hüroğlu - Elif
Bulusmanin ağirlikli gündemini olusturan hukuk alanindaki mücadelelerle ilgili toplantinin açilim sağlayabilmesi açisindan toplantiya iki sunum araciliği ile baslanmasi planlanmisti. Bunlardan bir tanesi bu güne kadar Yargitay tarafindan alinan escinsellikle ilgili kararlar ve Türkiye hukukunda çesitli sekillerde escinselliğin tanimlanis sekillerini içeriyordu. Ikincisi ise ayni zamanda Istanbul Toplumsal Ekoloji Platformu Hukuk Komisyonu katilimcisi olan Lambdaistanbul’dan Taner’in bu platformun ne olduğuna ve escinsel hareket için nasil araçsallastirilabileceğine dair sunumuydu. Toplanti baslamadan önce Kaos GL ‘nin toplantinin formatina yönelik elestirileri dikkate alinarak daha önceden belirlenmis programin içine olusturulmasi gereken çalisma birimleri için zamanin nasil entegre edilebileceği
kisaca konusuldu. Bu tartismalar sonucu azalan zaman ITEP hukuk komisyonunu ile ilgili bilgilendirmenin önünü kesti. Elif’in sunumunda genel hatlari ile aktaracak olursak:
“Escinsellik Türkiye’de soyut hukuk kurallarinca güvence altina alinmamis ve görmezden gelinmis bir kimlik. Bu nedenle yasalarda somut ibarelere rastlayamiyoruz. Fakat hukukun cinsel, politik ve sosyal iliskilenmelere sistemin ruhuna göre çeki-düzen verme, çözüm bulma islevi ile bu görmezden gelisi bir arada ele aldiğimizda hukuk ve escinselliğin hayatin zorlamasiyla karsilasacaklarini da öngörebiliyoruz hatta görebiliyoruz. Yani, soyut hukuk kurallarinin es geçtiği escinsellik bu sefer somut olaylarla yarginin karsisina çikiyor ve yargi da yasalarda sergilemediği iç netliğini açik ve yazili olarak disa vurmak zorunda kaliyor. Bunu da bu somut olaylara iliskin kararlari ve
bunlara yazdiği gerekçeleriyle yapiyor. Bu yüzden Yargitay, Danistay ve Anayasa Mahkemesi gibi üst derece mahkemelerinin kararlari aslinda duyumsadiğimiz fakat yazili olarak karsimiza çikmayan ayrimciliklari ve bunlarin yasal dayanaklarini açiğa çikartmak açisindan bizler için bir yazili kaynak rolünü üstleniyor. Üst derece mahkeme kararlarinin bir kismi kesin bağlayiciliğa sahipken bir kismi da yardimci kaynak niteliğinde. Fakat Türkiye’de yargiçlar sürekli Yargitay gibi üst derece mahkeme kararlarina atifta bulunarak karar verme eğiliminde olduklarindan ve bu eğilimlerini bir adet ve geleneğe dönüstürdüklerinden tüm üst derece mahkeme kararlari fiili anlamda ciddi bir bağlayiciliğa sahip hale gelmis durumda. Bu sunumda 10 Yargitay, 2 Danistay ve 1 adet de Anayasa Mahkemesi kararini inceleyeceğiz. Kararlari 3’e ayirarak
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 37
gündem inceleyeceğiz . 1- Nasil tanimlandiğimiza iliskin kararlar 2- Nasil tanimlandiğimiz ve nasil cezalandirilacağimiza iliskin kararlar 3- Bu sekilde tanimlanmanin yarattiği mağduriyet ve uygulamalara iliskin kararlar Bu kararlarin incelenmesi sonucu; 1- Yargitay Hukuk Dairesi e.1997/7997.k.1997/11260, Yargitay 4.Ceza Dairesi e.1997/7001, k.1997/7594, Yargitay 1. Ceza Dairesi e.1993/2258,k.1993/2758 kararlarina göre escinsellik; Halkin hakaret ve husumetine maruz kilacak yahut namus ve haysiyetine dokunacak fiil Bir kimsenin namus veya söhretine veya vakar ve haysiyetine taarruz edici Yargitay 2. Hukuk Dairesi e.1984/8323,k.1984/8594 sayili kararina göre escinsellik; çirkin eylem Danistay 8. Dairesi e.1989/1377, k.1990/1468 sayili kararina göre escinsellik; erkek fahiseler Yargitay 2. Hukuk Dairesi e.1982/5077, k.1982/5531 sayili kararina göre escinsellik; hastalik derecesine varan aliskanlik, toplumun asla hos göremeyeceği davranis, kötü aliskanlik Danistay 10. Dairesi e.1994/2790, k.1995/6649 sayili kararina göre escinsellik; Türk toplumunun örf ve adetlerine, toplumun genel ahlakina aykiri kavram Yargitay 9. Hukuk Dairesi e.1998/16734, k.1998/18088 sayili kararina göre escinsellik; özel hayatla ilgili bir durum Anayasa Mahkemesi e.1985/8, k.1986/27 sayili kararina göre; toplum düzeni bakimindan tasvip edilmeyecek
nitelikte tavir ve davranislara sahip kisiler, toplum sağliğini tehdit edici bir durum TBMM 2559 sayili yasanin D bendine iliskin gerekçesine göre escinsellik; aktüel bir konu, kendisini baskasinin zevkine terk edenler Danistay 10. Dairesi e.1994/2790,k.1995/6649 sayili kararina göre escinsellik normallesirse ne olur? Escinselliğin normal bir cinsel tercih olayi gibi gösterilmesi kamu düzenini sarsici olaylarin doğmasina neden olur Anayasa Mahkemesi e.1985/8,k.1986/27 sayili kararina göre escinsellik nasil cezalandirilmali? Ayiplama, kinama, yalniz birakma, tasvip etmediğini herhangi bir biçimde belli etme gibi yollarla cezalandirilmali Mevcut karar metinlerinde escinsellik hangi kavramlarla bir arada ele aliniyor; aktif, pasif, fuhusla meluf olanlar, genel kadinlar, metreslik, uyusturucu madde kaçakçiliği, kabadayi, saldirgan, zorba (“aktifliğe “ atfediliyor), sapiklik, asabiyet, yalancilik (“pasifliğe” atfediliyor)
Yargitay’in yerel örf ve adetlere iliskin karar hakkinin bir engel olusturulabileceği asikardi. Bu yüzden BM altinda taraf olunmus CEDAW (Kadinlara yönelik her türlü siddetin engellenmesi sözlesmesi) sözlesmesinin ayrimcilik konusunda kültürel göreceliğe karsi duran maddesinin dayanak olusturacak sekilde kullanilabileceğinden bahsedildi. Toplanti gidisatinda ayni zamanda bu süreçlerin yurtdisinda isleyis sekilleri göz önüne alinmaya çalisildi ve AB Çalisma yasalarinda ayrimcilikla ilgili bölümde cinsel yönelimler ile ilgili maddenin Türkiye AB’ye girecek olursa eninde sonunda kabul edilmesi gerekeceğinin alti çizildi. Toplantinin ilerlemesiyle olusturulmak istenilen Hukuk Çalisma Biriminin gerekliliği temellendikçe LGBT hak ihlalleri raporlarinin da konusulmasina firsat doğdu ve her iki çalisma biriminde de “Escinseller Ne Istiyor” metni üzerinden yeni çalismalar yapilabileceği vurgulandi. Yine derneklesme süreci üzerinden gelebilecek olumsuz bir cevabin bize kampanya yapmaya uygun bir ortam hazirlayacağindan ve bunun paralel gitmesi gereken ahlaki sorgulama kampanyalarina da yardim edeceğinden bahsedildi. Bu bağlamda baslatilacak olan hukuk sürecinin mağdurluk anlayisinin üzerinden olmamasi gerektiği hatirlatildi. Davalarin sahiplenilmesi ve arkasinda durulmasi için ne gibi prensipler gelistirilebileceği üzerinde duruldu. Toplantilar sonrasinda kurulan hukuk çalisma birimi öneriler doğrultusunda gündemini belirledi ve hedeflerini üzerine çalismaya basladi.”
sorgulanmasina yöneldi ve toplanti islevsellik açisindan bir çok kisinin beklediği ortaklasmalara varilmasini sağlayamadi. Hakan’in Lambda ve Legato’nun deneyimlerinden verdiği örnekler cinsel pratikler üzerinden yasanan durumlarda escinsellerin bilindik ahlâk kaliplarinin ne kadar içinde olduklarina
dair sorgulamalari içeriyordu. Örneğin bir escinsel ülkelerarasi yer değistirme hakki için gruplardan yardim istediğinde tepki baskasinin uçkurun keyfi için uğrasmak istenmediği doğrultusunda olabiliyordu. Aslinda bu mektup gruplardan Türkiye’deki escinsellerin durumun ne kadar kötü olduğu ile ilgili bir raporu iltica
Toplantiya öncelikle hukukun hayatimizdaki önemi ile ilgili hatirlatmalar yaparak basladik. Elif’in sunumundan sonra hukuk kampanyalari ile ilgili somut önerilerden bahsedildi. Öncelikle hangi davalarin gündemlestirilebileceği, ne kadar risk alinabileceği ve bunun hangi dayanak kararalar üzerinden yapilabileceği tartisildi. Elif’in raporunda bu tür olumlu anlamda bir dayanağa rastlayamadiğimiz için örnek kararlar çikarabilmek adina miras, evlilik gibi “zorlama” davalarin açilabileceği öne sürüldü. Her ne kadar bu dayanağin Anayasa’nin 10. maddesi üzerinden isletilebileceği de düsünülse de
Cinsel Ahlâk Cihan Hüroğlu
“Cinsel Ahlâk” konulu oturum, Güztanbul toplantilarina katilan bireylerin ve gruplarin ortak eylemlerinde ahlâki ne kadar sorguladiklarini tartismayi amaçliyordu. Ne var ki konusmalarin gidisati daha çok hareket üzerinden değil gündelik hayatlarimizda ahlâkin
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 38
gündem komisyonlarina iletme ricasini içeriyordu. Her ne kadar yardimin istenis sekli politikalarimiza uymasa ve nihai cevabin olumsuzluğu değismeyecek olsa da verilen tepkinin sekli basma kalip ahlâkî kaygilarin ne kadar kolay ortaya çiktiğini görmek açisindan anlamliydi. Çünkü aslinda hepimiz gayet kendi uçkurumuzun keyfi üzerinden politikalarimiz sekillendirip özgürlükten bahsediyoruz diyordu. Yine baska bir örnek öğrenci yurdunda cinsel iliski sirasinda yakalanan lezbiyen çifti savunma konusunda Legato’nun kararsizliğini ele aliyordu. Bu çifte uygulanan yaptirimlar doğrudan lezbiyen olma hakkinin değilse de cinsel iliskiye girme hakkinin çiğnenmesiydi ve Legato konuyu gündeminden bir süre sonra takipsizlik dolayisiyla düsürmüstü. Toplantida konusulanlar daha çok escinsel hareketinin bir hak mücadelesinin ötesinde bir cinsel özgürlük mücadelesi olmasi gerektiğini düsündürüyordu. En çok kelimeler üzerinden sorgulamalar yapildi. Çünkü belli ki en çok kelimeler bizim ahlâkî düsüncelerimizi sekillendiriyordu. Porno, fuhus ve mahremiyet gibi kalip kavramlari verilen sinirlari içerisinde tartismanin ötesine geçip kimi zaman “yasak” kelimeleri de kullanip tabulari
yerinden oynatmak gerekti. Bu tartismalarin yapilabilmesinde ise escinsel hareketin sorgulama potansiyelinin görece yüksekliğine dikkat çekilmesi bu yasak kelimelerin kullanilisinda ve sorgulanisinda kisileri cesaretlendirdi diyebiliriz. Kullanilan kelimelerin “ahlâksiz” olanlarinin yikici etkisinin önemi açisindan kullanma taraftarlarinin yaninda bu kelimelerde içkin sömürü çağrisimlarinin bunlarin kullanilmamasi için yeterli bir sebep olduğunu söyleyenler de vardi. Kanimca bu son argüman bu “ahlâksiz” kelimelerin özü hakkinda bize oldukça önemli bir bakis açisi kazandirdi. Cinselliğin daha derinden analizine geçildiğinde doğrudan penis üzerinden kurgulanan cinsellikteki sartlanmislik elestirildi önce. Çok geçmeden konu kadin cinselliğinin algilanisina geldi. Her türlü açik konusmanin ve sakanin devamli bir penis üzerinden kurulduğuna dikkat çekildi, bazi kadinlar tarafindan kisilerin kendi mahremiyet alani olarak gördükleri konularin açik olarak konusulmasinin ayni zamanda bir taciz olabileceğine hakli olarak dikkat çekildi. Bir tabu yikmanin sadece bir tabu yikmak için yapilmasinin zararli olabileceği de bu konusmalar sirasinda açikça ortaya
çikti. Tartisma süreci cinsellik üzerine konusmalarimizin neden hayatimizin diğer alanlarindan daha çok olduğunu sorgulamamiza da yaradi fakat öte yandan cinsellik üzerinden sürdürdüğümüz politikaya rağmen cinselliğimiz yokmus gibi davrandiğimizdan ve bundan utaniyormusçasina konusmadan politika yaptiğimizdan bahsedildi. Escinsellerin ya sadece seks düskünü ya da cinsellikleri hiç olmayan insanlar olarak düsünülmesine, ahlâksiz olarak nitelendirildiğimizde ise toplumun kabul gören diğer özelliklerini üzerimize çekmeye çalisma çabamiza dikkat çekilerek ahlâk ve cinsellik konusunda konusmanin bu siddetin karsisinda bir çözüm olabileceğinden bahsedildi. Toplanti iliskiler, çok eslilik gibi konulari tartismayi bekleyenler için de hedefini bulamadi ama ahlâkin dilde sekillenmesi açisindan zihin açici bir tartisma oldu. Cinselliğimizden konusmus sayilmasak da cinselliğimizden konusmak üzerine konustuk. Bunu ortak eylemlerimize nasil yansitabileceğimize dair somut örnekleri tartismak ise baska toplantilara kaldi.
Kimlik Politikalari Erdal
Kimlik tartismasi lambdaistanbul’dan Erdal’in çerçeve sunumuyla basladi. Kisaca modern sosyolojinin kimlik tanimindan bahsedildi. Bu tanima göre kimlik kavrami çevresinde sunlar söylenebilir: Insanin kendi benlik duygusu kendisi hakkinda duygu ve fikirlerini kapsar. Kimliğin, içinde bulunduğumuz ve daha sonra içsellestirdiğimiz toplumsallasma ile sekillenmis olan toplumsal rollere atfedilen beklentilerden olustuğu ileri sürülür. Kimlik daha etkin bir biçimde toplumsallasma sürecinde veya oynadiğimiz çesitli rollerde bize sunulan malzemelerle kurulur Tanimlanmaya, çerçevesi çizilmeye
çalisilan kimlik kavraminin ardindan escinselliğin hangi anlamda bir kimlik olduğu ve diğer kimliklerle olan iliskisi tartisildi. Kimliğin bir hapishaneye dönüsmesi tehlikesi belirtilerek bunu asmak için kimlikler üzerindeki önyargilardan kurtulmak gerekliliği belirtildi. Kimlik politik alaninin kendi politikalarimizi ve diğer kimlikleri anlamada önemli olduğu vurgulandi. Ayrica escinsellik özelinde de kimliğin sorunsallastirilabileceği üzerinde duruldu. Sadece bir kimliğimiz olmadiği da ortaya konuldu.
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 37
gündem
11. Bulusmanin Düsündürdükleri... Ali Erol
11.si Güztanbul olarak yapilan Türkiyeli Escinseller Bulusmasi, çok doğal olarak, escinsel gruplarin “politika ve pratikleri”nin seyri doğrultusunda gelisti. Söz konusu seyir üzerine söylenebilecek sözler ayni zamanda “Bulusma”yi yaratan gruplara dair değerlendirmeler olacaktir. Süreç içinde gruplar, “politika”larindan hareketle “pratik”lerini sekillendirmeye çalisirlarken haliyle ayni zamanda içinde bulunduklari “pratik”lerinden de çesitli alanlara dair “politika”larini tanimlama gayreti ile yol aldilar. Gruplarin tanimladiği, “birbirini daha
fazla tanima, ortaklasma ve beraber hareket etme ihtiyaci”, baharda
Ankara’da, güzün Istanbul’da yapilan bulusmalarla ne oranda karsilanmis olabilir sorusu, hem gruplarin kendi içlerinde hem bulusma ortak zemininde her seferinde yeniden cevaplanmayi bekliyor. Bu durumu escinsel gruplarin omzunda yeni bir yük olarak değerlendirmektense tam tersine kendi üzerimize düsünmekte elestirel bir yaklasim firsati seklinde ele almak daha faydali olabilir. Heteroseksüel topluma kapali baslayan bulusmalar, baslangiçta “escinsel camia” içinde gerçekten de Türkiye’nin dört bir kösesinden escinselin Ankara ve Istanbul’a gelmesiyle yapiliyordu. Ortalama yüz elli kisiyi geçmese de baslangiçtaki coğrafi ve sosyal dağilimin katilima yansimada devaminin gelmediği görülüyor. Elbette ki meselenin “kelle sayisi” olmadiğini biliyoruz ve pek çok escinsel için sehir içi ulasim bile artik sorunken sehirlerarasi üç-dört günlük bir seyahat hayal bile edilemezken bulusmaya katilimin nicel yönü üzerinde durmak pek de anlamli olmayabilir. Ancak gruplar, heteroseksüel topluma sosyal açilimlar gerçeklestirmeyi göze alabilecek asamaya gelirlerken, escinsel camia
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 40
içinde tersi yönde kendi içlerine kapali bir seyir izlemelerinin ne anlama geldiğini de düsünmek durumunda olsalar gerek; sayet “Türkiyeli escinseller”in katilacaği bulusmalar gerçeklestirmeye devam edilecekse. Baslangiçtaki bulusmalar, sadece sorunlarin konusulduğu toplantilardan ibaret olmayip, toplu yemeği, partisi, pikniği, hamami, sehir gezileri ile dengeli hatta “sosyal” yönü ağir basan organizasyonlardi. Sosyal etkinliklere katilan “Türkiyeli escinsellerin” neredeyse yarisinin “toplanti”lara katilmadiklarinin fark edilmesi gecikmemisti! Bu duruma yönelik eskiden kalma cevaplarimiz isimizi kolaylastirsa da özellikle son bulusmada ev sahibi Lambdaistanbul’un “parti”sine katilimin, Istanbul düsünüldüğünde, “çok düsük” seklinde değerlendirilmesi, hazir cevaplarimizi gözden geçirme vaktinin çoktan geldiğine isaret ediyor olabilir mi?
Son bulusmada ne oldu?
Adi konulmasa da son bir iki bulusmadir kendini gösteren “isteksizlik” halinden payini aliyordu “güztanbul”. Farkli sehirlerden gelen bireylerin görünmezliği bir yana kendini grup olarak tanimlayan isimlerin de varliği ile yokluğu belli olmuyordu. Önceki bulusmada, baharankara’da, escinsel gruplarin sivil toplum ile iliskisinin tartisilmasi ortada kalmisken, çok değil alti ay sonra, son bulusmada, heteroseksüel toplumdan iki örgüt ortalikta, ev sahibi grup üzerinden bosluklari doldurmaya aday olabiliyordu. Bulusmalara, escinsel gruplarin disindaki yapilarin da katilabilmesi noktasinda
daha önceden ortaklasilmis olunsaydi bu duruma kimsenin itirazi olmayabilirdi. Önceden ortaklasmak bir yana fiili duruma dair soru ve sorunlarin üzerinden atlanip, olup biteni “olağan” karsilamama yaklasimi bizatihi bir sorunmus gibi sunulabildi “misafir” escinsel ve escinsel gruplara. Son bulusmanin sürprizlerinden feminist örgüt, lezbiyenler için de çareyi bulmustu. Geylerden gelebilecek her türlü soru önce “seksizm” ile “taciz” kiskacina alinir, sonra karma örgütlerde geyler tarafindan zaten engellenen lezbiyenlere ayni zamanda kadin olduklari hatirlatilir. Ardindan da “lezbiyen”, bir birey olarak seçme hakkini kullanir. Ne de olsa feministler, seksizme karsi mücadele ederlerken kendiliğinden heteroseksizme karsi da mücadele etmeleri gerektiğini idrak ederler, homofobi ile yüzlesirler. Gel gör ki geyler, daha doğrusu sonuçta erkekler, bir türlü içlerindeki cinsiyetçilikle yüzlesip, mücadele edip arinamazlar. Bu arada Kaos GL’de ve Lambdaistanbul’da ayrica toplanan onlarca lezbiyene ne oldu sorusuna sira gelmez... 11. bulusmada ne oldu; en azindan bundan sonrasi için bir “bulusma sekreteryasi” olusturuldu... Çalisma birimleri sekillendi...
Politika üzerine konusmaya da sira gelecektir.
gündem
“Birlikte Çalisalim”
Pera Palas’ta AIDS Günleri Umut Güner
Kaos GL adina 1-4 Aralik tarihleri arasinda Istanbul’da Pera Palas’ta yapilan 6. AIDS Kongresine katildim. Kongre programinda AIDS’in sosyal yönünün de ağir bastiği gördük. “Ayrimcilik” temasinda yapilan kongrede ikinci vurgu ise sürekli “birlikte çalisalim” üzerine idi. Medya’da çalisan sağlik muhabirlerinden, AIDS hastalarina, AIDS ve cinsel yolla bulasan hastaliklarla (CYBH) ilgilenen meslek elemanlarindan, Tip Fakültelerinin infeksiyon bölümlerine, AIDS alaninda çalisan devlet kurumlari ve sivil toplum kuruluslarinin bir araya geldiği dört gün boyunca kongreyi toplam 600 kisi izledi, es zamanli iki salonda es zamanli toplantilar yapildi. Kongreyle paralel etkinlikler Beyoğlu basta olmak üzere standlarda AIDS ve cinsel yolla bulasan hastaliklarla ilgili brosürler dağitildi. Kaos GL olarak ikinci günün son toplantisinda “Escinsel yasam ve korunma yollari” baslikli toplantiya katildim. Lambdaistanbul ve Anadolu Ayilari temsilcilerinin konusmaci olarak katilmadiği oturumda tek konusmaci olarak katildim. Oturum baskani Ayse Kayhan ile korunma yollarina dair bir sey söylemeyeceğimiz konusunda hem fikir olunca “escinsellik ve AIDS” üzerine sohbet ettik. Escinselliğe dair sorulan sorular hepsi “homofobik” olmasina rağmen “iyi niyetle” sorulduğundan emin bir sekilde sorulari cevapladik. Gey ve lezbiyenler olarak en sik karsilastiğimiz sorularla burada da karsilastik: “Taksim’deki geyleri çocuklar model alirsa ne olacak?”, “Bir çocuğun escinsel olduğunu nasil anlariz?”, “Lezbiyenler neden yoklar?” Yillardir heteroseksüel modellerle büyüdüğümüz halde biz neden heteroseksüel olmuyoruz da, iki tane geyi gören bütün çocuklar escinsel olabilirler diye korkuyoruz? Bir çocuğun heteroseksüel veya escinsel olduğunu hangi ihtiyaçtan anlamaya çalisiriz? Tedavi etmek mi, erken
müdahale etmek mi, emin olun bizlere ne kadar erken müdahale ederseniz o kadar zarar verirsiniz, birakin çocuklar çocukluklarini yasasinlar! Lezbiyenler neden yok! Aslinda bunun cevabini vermek çok kolay ve bu cevabi herkes verebilir programa baktiğimizda erkek konusmaci ve kadin konusmaci sayisi arasindaki fark neden kaynaklaniyor bu sorunun cevabini bulmak için çaba gösterirsek neden bir lezbiyenin burada olmadiğini da anlariz ki zaten AIDS “erkek escinsel hastaliği” olarak sunula geldi. Bu sorunun bana sorulmasi değil de neden hiçbir kadin örgütü yoktu, diye sorulmasi önümüzü açabilir. Oturum sonrasi gelen tepkiler sunumun ve oturumun basarili olduğu seklinde idi. Ancak gelmeyen tepkiler ne diyor, iste asil önemli olan o herhalde. Dört gün boyunca izlemeye çalistiğim oturumlardan üçüne dair bir seyler söylemeye ihtiyaci duyuyorum. Ilk oturum medya ve AIDS konulu idi: gazetelerin sağlik muhabirlerinin medya, etik ve AIDS üzerine yoğunlasilan oturumunda Y.O. olayindan bahsedildi, Y.O. olayinin medyada ve Izmir’de hangi tartismalari baslattiğindan bahsedildi. Aslinda Nazan Kuzgunkaya’nin da belirttiği gibi Y.O. AIDS konusunda duyarlilik kazandirsa da “masum”, “korunmasiz”, “çocuk” vurgusunun yapilmasi ve Y.O.’nun AIDS’i hak etmediğinin tekrar altinin çizilmesi bazi insanlarin AIDS’i hak ettiklerine dair yarginin yeniden üretilmesine neden olduğunu da göz ardi etmemek gerekiyor. Madde bağimliliği ve AIDS, oturumda ise, madde bağimliliği üzerinden HIV’in bulasma riskinden bahsedildi ancak burada altinin çizilmesi gereken bir noktada sanirim AIDS olduğunu öğrenen kisiye yeterli danismanliğin verilmemesi nedeniyle bu bireylerin madde bağimlisi haline gelmesi riskinin göz ardi edilmemesi gerektiği idi. Oturum konusmacilarindan Kültekin Ögel’in sunumunda sokak çocuklari ve
escinsellikle ilgili bölüm hayli ilgi çekici idi. Ögel sokak çocuklari arasinda “cinsel iliski” oranin çok yüksek olduğunu dile getirdi. Ben de bunun üzerine escinsel cinsel edim fazlaliğindan bahsetmek mümkündür ancak bütün çocuklarin escinselliği sokakta öğrendiği bilgisi ne kadar doğru ve bu doğru bizi nereye götürür, belki de çocuk evde, ailede, sokakta, okulda, escinsel olduğu için baskilandiği veya baskilanma korkusuyla sokağa çikmis olamaz mi? Sanirim az da olsa bu ihtimali düsünmek bize bir sey kaybettirmeyecekti. Konusmacilarla bu konu da hem fikir olduk. Kongreye destek veren bütün örgütlerin yer aldiği birlikte çalisalim oturumunda ilk önce örgütler tanitildi ve çalisma alanlarindan bahsedildi. Kimi örgütler dolayli yoldan AIDS ve CYBH’larla ilgili çalistiklarini, kimileri de doğrudan AIDS ile mücadele için varolduklari belirttiler ve çalisma pratikleri üzerine konusuldu. Ben belki bu konusmalar yapilirken neden Kaos GL’nin bu oturumda olmadiğini anlarim dile düsündüm. Ancak uzun bir süre bekledikten sonra söz alarak on senedir AIDS alaninda çalismalar yürüttüğümüz ve birlikte çalisilacak örgütler arasinda olmamamizin nedeni anlamadiğima dair elestirilerimi ilettim. “Unutulmus olacağina dair” bir geri bildirim üzerine beraber çalismak üzere söz vererek ayrildik. Birlikte çalisalim oturumun raporu yayinlandiktan sonra çalisma takvimi olusturulacak ve mailler üzerinden bir süre tartistiktan sonra ortak bir web sitesi yapilmasina karar verirdi. Gelismelerden süreç içinde sizleri haberdar edeceğiz.
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 41
gündem
Risk Grubu Değil Ihmal Edilen Grup Olarak: Escinseller Koray & Umut
Escinsellik tip tarafindan insanin olduğu ve her yer ve zamanda var olmus olan ayni cinsiyetten kisiler arasi cinsel / duygusal iliskilere verilen isim. Böylece davranis olmaktan çikip hastalik halini almis. Tip, escinselliği “patoloji” olarak görmüs, tedavi etmeye, engellemeye çalismistir. Ancak 1970’lerde Amerikan Psikiyatri Birliğinde yapilan tartisma ve bilimsel çalismalarla ruhsal hastalik kategorisinden çikartilmistir. Böylece escinselliği sapkin bir davranis olarak görmeyi yeğleyen kesimler önemli bir desteklerini kaybettiler. 1980’lerden sonra büyük kazanimlar elde eden bati escinsel hareketi, 1980’lerde AIDS’in ortaya çikmasiyla yeni bir sorunla karsi karsiya kaldi. Uzun yillardir escinsellere yanlis, hasta, sapkin, olduğunu söyleyenler, ellerine escinsellerin hasta olduğu, hastalik kaynaği olduğu yönünde önemli bir kanit geçirmislercesine saldiriya geçtiler. O dönem ortaya çikan escinsel örgütlerin yoğun eylemleri ve israrli politikalari, AIDS ile ilgili hizla elde edilen bilgiler neticesinde hastaliğin escinsellikle doğrudan ilgisi olmadiği konulmus hatta escinsel cinsel iliskiyle enfeksiyon bulasma hizinda önemli bir azalma gözlenmistir. Amerikan Psikiyatri Birliğinin karari, escinsel mücadele sonrasinda uluslararasi kabul escinselliğin hastalik olmadiği yönünde ise de, buna karsi çikan kesimler vardi. Escinsel bireylere kurumlar uygulamada farkliliklar sergileyebiliyordu. Bir çok yerde escinseller hasta olarak görülmeye devam edildi. Etik olmayan tedavi girisimlerinde bulunuldu. Escinseller sözel ve fiziksel kötü muameleye maruz kaldilar. Türkiye’de psikiyatri ve tipta uluslararasi uygulamalar referans alinirken escinsellikle ilgili psikiyatr ve genel doktorlarin yaklasimlari toplumun yaklasimindan çok farkli olmayabilmektedir. HIV enfeksiyonu tablosunun ilk görüldüğü vakalarin escinsel erkekler olmasi, rahatsizliğin, escinsellere özgü
KAOS GL Ocak- Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 42
bir hastalik olduğunu düsündürmüstü. Salgin, “çağin vebasi” nitelemesini hak etmeden çok önce, Bati’da oldukça ilerleme kat etmis escinsel kurtulus hareketini duraksatmis, escinsellerin endise ve korkuya kapilmasina yol açmis, dahasi hizli bir sekilde önemli sayida insanin kaybina neden olmustur. Bati’da özellikle ABD’de, escinsellerin basina musallat olmus gibi görünen bu durum, Tanri’nin escinsellere cezasi gibi görülmüstür. Buna karsilik da escinsellerin bu konu etrafinda siki bir sekilde örgütlenmesi ve eylemlilikleri gerçeklesmis, biraz da escinsel topluluktaki bu hareketlenme bu konuda arastirmalara hiz vermistir. Zaten kisa süre içinde, hastaliğin nasil bulastiği, daha sonra nasil hasta ettiği ve nasil tedavi edilebileceği ile ilgili bilgiye hizla ulasildiğinda, hastaliğin escinsellere mahsus olmadiği da apaçik ortaya çikmisti. Bulasma yollari içinde cinsellik önemli yer tutmakla birlikte tek yol değildi, escinsel birlikteliğin kendine özgü bir riski olmadiği da görüldü. Böylece hastaliğin ilk günlerinde pesinden kosulan “risk grubu” yaklasimi, yerini “riskli davranis” yaklasimina birakti. Kisinin enfeksiyon/bulasma ile ilgili riski “kim” olduğu, hangi “grup”tan olduğundan çok, “ne yaptiği, ne yapmadiği” tarafindan belirlenmektedir. Türkiye’de 1990larda Istanbul’da Lambda, Ankara’da Kaos GL etkin bir sekilde escinsel kurtulus mücadelesi vermeye basladiğindan beri, AIDS konusu gündemlerinin ilk siralarinda yer almistir. Bu konuyla ilgili iç eğitim programlari disinda, 10 yildir yayinlanmakta olan Kaos GL dergisinde konuyla ilgili yazilar yayinlanmasi, brosür dağitilmasi yoluyla bilgilendirme, çesitli vesilelerle konuyu gündeme getirme amaciyla partiler düzenleme gibi etkinlikler gerçeklestirilmistir. Istanbul’da, Lambda grubuyla Istanbul AIDS Savasim Derneği bir süre birlikte çalismis, Ankara’da Kaos GL Hacettepe AIDS ile Savasim Topluluğu ile birlikte çalismalar yürütmüs, halen de Hacettepe AIDS Tedavi ve Arastirma Merkezi (HATAM) ile isbirliği olanaklarini sorusturmaktadir. Tüm bu olumlu sayilabilecek örneklere rağmen, bu
isbirliği imkaninin yeterince değerlendirilmediğini düsünmekteyiz. Yine de, birçok sağlik çalisani ve kurulusunun, hatta AIDS ile ilgili bazi kuruluslarin escinselliği bir bulasma yolu olarak görmesi ve suçlamasi göz önünde bulundurulduğunda birlikte yapilacak çok is var gibi görünmektedir. AIDS sadece bir escinsel hastaliği değilse, bu oturum neden düzenleniyor ve biz neden konusmaci olarak katiliyoruz sorularina yanit aramaya çalisalim. Bunu yaparken, oturumun isminden baslamak istiyorum. “Escinsel yasam” ve “korunma yollari”nin yan yana getirilmesi bazi açilardan bir çok escinseli irkilten bir yaklasim. Cinsel yolla bulasmadan korunmak için escinsellikten kaçinmanin önerildiği zamanlari hatirlayacak kadar hafizamiz var zira. Escinsel yasam’in AIDS ile ilgili heteroseksüelden farkli riskler içerdiği gibi bir izlenim vermesi bizi düsündürüyor, dahasi “escinsel yasam” gibi tanimlanabilir ve genel geçer bir sey olduğunun düsünülmesi de sasirtici. Escinseller her kültür ve toplumda, her coğrafya ve zamanda vardilar ve halen de varlar. Görünür hale gelmeleri, haklari için mücadele etmeleridir yeni olan. Dolayisiyla akliniza gelebilecek her toplumsal statüden, her meslekten, her din ve etnik topluluktan, her siyasi görüsten, her yastan escinsel bulabilirsiniz. Bunlarin “escinsel yasam” diye özetlenebilecek tek tip bir hayat tarzi yoktur. Dolayisiyla heteroseksüel yasam dediğimizde ne kadar indirgeyici oluyorsak, escinsel yasam dediğimizde de öyle oluyoruz. Sadece görünür hale gelmis, açik ya da açilmak zorunda kalmis, ya da eğlence merkezlerindeki escinselleri düsünmek hatali bir yaklasim olur. Heteroseksizm denilen, sadece heteroseksüel iliskinin normal ve sağlikli iliski biçimi olduğunu dikte eden ideolojinin hakimiyeti sonucunda, escinsel birlikteliklerle ilgili bilgiler genellikle önyargilarla, tahminlerle sinirli kaliyor. Escinsellerin sürekli seks pesinde olduğu, tek esli olamadiklari, sürekli bir arzu arayisi içinde olup sorumsuz davranabilecekleri, korunma olmadiğinda diğer cinsel iliski yollarina
gündem göre daha çok risk tasiyan anal iliskinin escinsel cinselliğinin vazgeçilmez temeli olduğu seklinde yargilar temel olusturuyor. Fakat biraz önce anlatmaya çalistiğim gibi, escinseller fazlasiyla heterojen bir topluluk ve tüm bu söylenenler defalarca yanlislanan genellemeler. Ancak escinseller cinsellik yasiyorlar ve bu da bulasma açisindan risk altinda olmalarina yol açiyor. Kondom kullanildikça anal iliskinin güvenli bir iliski biçimi olduğunu düsündüğümüzde, heteroseksüellerinkinden farkli olmayan bir kondomun erisilebilirliği sorunu var escinseller için de. Yurtdisinda anal iliski için daha dayanikli olduğu ve küçük de olsa yirtilma ihtimalinin daha da az olduğu söylenen kondomlar Türkiye’de yok. Anal iliski sanildiği gibi sadece escinsellerin tercih ettiği bir birlesme biçimi değil. Daha önemlisi AIDS ile savasim verenlerin yillardir, hemen her yerde tekrar ettiği su bazli kayganlastirici Türkiye’de geçen yil bir firma getirene kadar bulunabilen bir sey değildi. Kayganlastirici da sadece
escinsellerle ilgili bir gereksinim değil. Cinsel yolla bulasma ile ilgili önerilebilen yollar arasinda olan tek eslilik, sadece önerilmekle gerçeklesebilecek bir sey maalesef değil. Heteroseksüllerdekine benzer sebeplerle tek esliliğin zor olmasi yani sira, escinsellerin yasamak zorunda kaldiklari toplumsal sartlar nedeniyle de tek esli iliskiler kurmasi zor olmaktadir. Çünkü biraz önce bahsettiğim heteroseksizm ve onun sonucu olarak gördüğümüz escinsel ve escinsellikle ilgili herseye duyulan korku öfke diye tarif edilebilecek olan homofobi nedeniyle, escinseller diğer escinsellerle yillarca hamam, park gibi yerlerde, daha sonra da ortaya çikan barlarda tanisip sosyallesebildiler. Son yillarda Kaos GL ve Lambda gibi gruplarin çabalariyla gerek kamusal gerek özel hayatlarinda escinsellerin “açilmasi” ile gün isiğinda da escinsellerin birlikte çalisabilmesi, tanismasi sosyallesmesi mümkün olabilmisse de, escinseller yeterince özgür değillerdir. Türkiye’de 90’lardan itibaren etkin
bir sekilde çalisan escinsel örgütlerin, gündemlerinde cinsel yolla bulasan hastaliklar önemli bir yer tutmaktayken, AIDS ile mücadele eden kuruluslar escinsellere yönelik yeterli etkinlik gösterememisledir. Escinsel örgütlerle AIDS ile ilgili çalisan kuruluslar arasinda sürekli bir etkilesim yaratilamamistir. “Risk grubu” yerine “riskli davranis” yaklasimini benimsemis kuruluslarin, gerek yaygin eğitim programlarinda, gerek birebir eğitim ve danismanlik uygulamalarinda, escinselleri görmezden gelmekten ve bulasma yolu olarak özellikle escinsel cinsel iliskinin altini çizmekten vazgeçmelerinin, toplumumuzda hem escinsel hem heteroseksüel iliskilerde korunma davranisinin arttirilmasina katkisi olacaktir. Sağlik hizmeti veren kurum ve kisilerin escinsellikle ilgili bilgi sahibi olmasi ve önyargilarinin üstesinden gelebilmesi, halihazirda escinsellerin sağlik hizmetlerine ulasmakta yasadiği zorluğu ortadan kaldirabilecektir.
Talep: “Yeni siğinaklar açmak, siğinaklari artirmak devletin görevidir.”
VI. Siğinak Kurultayi Ankara’da Yapildi Nazik Isik
VI.Kadin Siğinaklari ve Danisma Merkezleri Kurultayi, 14-16 Kasim 2003 günleri Ankara’da, Kadin Dayanisma Vakfi’nin organizasyonu ve Heinrich Böll Vakfi’nin parasal desteği ile gerçeklestirildi. 1998 yilinda Mor Çati Kadin Siğinaği Vakfi’nin girisimiyle
“BM 25 Kasim Uluslararasi Kadinlara Yönelik Siddete Son Günü” kapsaminda
baslatilan Kurultay’in VI.’sina Devlet Bakani Güldal Aksit, CHP milletvekilleri Oya Arasli ve Gaye Erbatur konuk olarak katildi. Kadina yönelik siddetle mücadele eden 44 kurulus, 14 kadina yönelik siddetle mücadeleye de destek veren sivil toplum kurulusu, kamu kesiminden SHÇEK, KSSGM, AAK, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu ve üniversitelerden temsilcilerin katildiği Kurultay 3 siyasi parti ve 11 basin kurulusu tarafindan izlendi. Kurultay’in ilk gününde tebliğler sunuldu, gündemdeki konular hakkinda
bilgi alisverisi yapildi. Sunulan tebliğlerden bazilari sunlardi: Kadin Dayanisma Vakfi: “Kadin
Siğinaklari Kurultaylari’nin Devletten Beklentileri: Taleplerimiz”,
Cumhuriyet Kadinlari Derneği’nden Av.Senal Saruhan: “TCK Tasarisi’nin
Düsündürdükleri”
Prof. Dr. Yildiz Ecevit: “Kadin hareketine ve Örgütlenmesine Iliskin Genel Bir Değerlendirme”
Kadin Dayanisma Vakfi’ndan S.Nazik Isik: “Kamudaki Dönüsüm, Yerel
Yönetimleri ve Kadin Örgütlerinin Siddetle Mücadelesini Nasil Etkiler?”
Antalya Kadin Danisma ve Dayanisma Merkezi: “Kadina Yönelik
Siddetin Sonuçlari: Psiko-sosyal Bir Destek Projesi” KA-MER (Diyarbakir): “KAMER’in Acil Yardim Hattina Yapilan Basvurular Üzerinden Siddete Uğrayan Kadin ve Kadina Yönelik Siddet Gerçekleri”
Gündemi”
Kadina Yönelik Siddete Hayir Platformu Istanbul katilimcilari:
“Ekonomik Siddete Hayir Kampanyasi”
Kurultay’in 2. ve 3.günleri kapali oturumlar seklinde, kadin danisma merkezi ve siğinaği olan kuruluslar arasindaki çalismalarla tamamlandi. Kurultay katilimcilarinin önde gelen talebi kadin danisma merkezleri ve siğinaklarin çoğalmasi, devletin yeni siğinaklar açmasi, açilmasina destek vermesi. Çünkü, Türkiye’de 8’i devlet, 5’i belediyeler, 1’i de belediye tarafindan destekli ama Kadin Dayanisma Vakfi’na ait olmak üzere toplam 14 siğinma evi var. Her 3 evli kadindan birinin kocasi tarafindan dövüldüğü resmi istatistiklerle belirlenmis iken, bu siğinma evlerinin toplam yatak kapasitesi 300’ü bile geçmiyor.
Mor Çati Kadin Siğinaği Vakfi:
“Kadin Bakis Açisiyla Türkiye’de Kadin
KAOS GL Ocak -Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 43
haberler
Tavyan’da Escinsel Evlilik Aralik 2003’de Yasallasabilir Fransiz Basin Ajansi’nin (AFP) bildirdiğine göre, Tavyan hükümeti escinsel evliliğin yasallastirilmasini da içeren bir insan haklari reform paketinin hazirliklarina basladi. Kanun tasarisi Parlamento tarafindan onaylanirsa Tayvan, Asya kitasi üzerinde gey evliliği taniyan ilk ülke olacak. Idamin kaldirilmasi gibi önemli bir insan haklari
reformunu da içeren kanun tasarisinin Parlamento’nun gündemine getirilmesi bekleniyor. Cumhurbaskani Chen Shui-bian sunlari söyledi: “Escinsellerin de insan haklarinin korunabilmesi için onlara da evlenme ve özgür iradeleriyle aile kurma hakki verilmelidir.” Tavyan Gey ve Lezbiyen Birliği’nden Chan Ming-
chou su açiklamayi yapti: “Gelismeleri gözlemlemekten çok mutluyuz. Hükümetimizin iyi niyeti ümit verici.” Konusmasi sirasinda Chan Ming-chou, Tavyan’da escinsellere yönelik ayrimciliğin bir problem olmaya devam ettiğine de ekledi.
Kanada Önde Gelen Politik Liderinden Stephen Harper Escinsellik Aleyhine Açiklama Yapan Milletvekilini Partiden Ihraç Etti Kanada Birliği Partisinin önden gelen liderlerinden Stephen Harper, geçen hafta partisinden bir milletvekilinin uzaklastirilmasiyla ilgili söylentilere son vermek için, açiklamada bulundu. Kanada Birliği Partisi’nin Ilerici Muhafazakarlar Partisi ile birlesme çalismalari devam ederken, Stephen Harper partisinin milletvekillerinden ve aile islerinden sorumlu Larry Spencer’i escinsellik
aleyhine açiklamalari yüzünden partiden ihraç etmesi bir takim tartismalari da beraberinde getirmisti. Adi geçen milletvekili, Vancouver Sun Gazetesi’ne yaptiği açiklamada, escinseller arasindaki cinsel iliskinin tekrar suç olmasini savunurken, escinsellerin, genç erkeklerin taciz edilerek kandirildiğini iddia etmisti. Stephen Harper’in bu açiklamadan sonra Spencer’in partiden gönüllü
olarak ayrildiğini söylemesine rağmen birçok milletvekili Spencer’in açiklamasini yetersiz buldu. Gey olduğunu gizlemeyen Nova Scotia milletvekillerinden Scott Brison yaptiği açiklamada sunlari söyledi: “Bu tür açiklamalar kurulacak yeni partiyi zan altinda birakmaktadir, bu sebepten ötürü çok sert bir sekilde kinanmalari oldukça önem tasimaktadir.
Brezilya Mahkemeleri Bir Ingiliz’e Gey Iliskisi Sebebiyle Sürekli Oturma Hakkini Verdi Brezilya mahkemesi, hiç beklenmedik bir karar vererek, Ingiliz kökenli bir erkeğe, Brezilyali bir erkekle beraberliği dolayisiyla, sürekli oturma izni verdi. David Ian Harrad ve uzun zamandir beraber olduğu Brezilyali esi Toni Reis ile yaptiği açiklamada, Ingiltere’ye geri yollanmamak için bugüne kadar birçok yola basvurduğunu belirti ve söyle devam
etti: “1996’dan beri ülkede turist vizesi ile kaliyordum ama geçerlilik süresi dolunca mahkemelerin bizim için neler yapabileceğini görmeye karar verdik.” Çift, Brezilya’nin evlilik taniminin kendileri de kapsadiği savunmasi ile basvuruda bulunmustu. Harrad ve Reis’in avukatlari Brezilya mahkemelerinin daha önceden gey beraberlikleri evlilik tanimi altinda
tanidiğini ama sürekli oturma izni ile ilgili bugüne kadar hiçbir karar almadiğina dikkati çektiler. Federal yargiç Ana Morozowski mahkeme kararinda sunlari yazdi: “Her ne kadar ayni cinsten de olsalar, basvuranlarin beraberlik amaciyla birlikte yasiyor olmalari David Ian Harrad’a sürekli oturma iznini bir hak olarak sağlamaktadir.”
Yeni Kanun Taslaği Avusturalyali Gey ve Lezbiyenlerde Çeliskili Duygular Uyandiriyor Güney Avusturalya eyaleti milletvekilleri escinsel çiftlere yeni haklar vermeyi tartisiyorlar. Her ne kadar bu kanun taslaği escinsel çiftlere yönelik ayrimciliği yasaklasa da, çiftlerin evlat edinmesine veya diğer çocuk edinme yollarina engel getiriyor. Güney Avustralya eyalet parlamentosu Subat 2004’te escinsellere mülkiyet hakki, miras hakki ve hereroseksüel çiftlerin sahip olduğu birçok diğer hakki da vermeyi öngören kanun taslağini görüsmeyi planliyor. Fakat Üreme
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 44
Yasasi ve Çocuk Edinmede Kullanilacak Teknolojiler Yasasi bu taslakta referans olarak yer almamakta. Her ne kadar Avusturalya’daki birçok eyalet escinsel çiftleri yasal olarak tanisa da Güney Avusturalya Eyaleti Bassavcisi Micheal Atkinson’un belirttiğine göre escinsel evliliği yasallastirma eyaletlerinin kanun güçleri arasinda yer almamakta, bu sebepten dolayi da escinsel evlilik önerisi bu kanun taslağinda da görüsülmeyecek.
Escinsel örgütlülükler kanun taslağini olumlu bir gelisme olarak nitelendirseler de daha fazlasinin yapilmasi için de çağrida bulundular. “Herkese Esit Haklar Sağlayalim” kampanyasinin sözcüsü Matthew Loader yaptiği açiklamada sunlari söyledi: “Escinsel çiftlere evlat edinmede ve üreme hakkinda da esit haklar sağlanmasi için hükümete çağrida bulunmaya devam edeceğiz.”
haberler
Escinsel Haklari Yasasi Britanya’da yürürlüğe girdi 9 Aralik 2003’ten itibaren Britanyali gey ve lezbiyenler ilk defa is yerinde cinsel yönelime yönelik ayrimciliğa karsi koruma altina alindilar. Yasa escinsel, biseksüel ve heteroseksüelleri kapsiyor. Yasada “algilanan cinsel yönelim” kavramina da yer verildi; yani birisinin cinsel eğilimin ne olduğu tahmini ederek ayrimcilik yapmak da yasaklandi. Transgender çalisanlar ise 1999 yilinda kabul edilen Cinsiyet Ayrimciliğina dair yönetmelik vasitasiyla isyerinde ayrimciliğa karsi koruma kazanmislardi. Fakat bazi Britanyali sendikalar yeni yürürlüğe girerken bu yasa aleyhine dava açmaya karar verdiler. Ülkenin en büyük bes sendikasi bir araya gelerek yaptiklari açiklamada dini kurumlari bu yasadan muaf tutmanin binlerce gey ve lezbiyen din
görevlisini kovulmaya karsi savunmasiz biraktiğina dikkati çektiler. Sendikalarin olusturduğu genel konseyin sekreteri Brendan Barber su açiklamayi yapti: “Oldukça olumlu bulduğumuz bu yasanin, getirilmis iki kisitlama yüzünden, olumlu etkisi daha az olacak. Eğer gey çalisanlar meslektaslari ile esit haklara sahip olacaklarsa, Hükümet getirdiği kisitlamalari kaldirmalidir.” Cinsel Yönelim ile ilgili Düzenleme Kanunu’nun yürürlüğe konmasini kutlamak için Britanya’nin en büyük özel sektör sendikasi, is yerinde cinsel yönelime yönelik ayrimciliğa son verilmesini vurgulamak için, 200 adet renkli balon uçuracak. Farkli renklerdeki balonlar çok kültürlülüğü ve yeni düzenlemenin çalisan insanlarin hayatina getirecekleri kolayliklari sembolize ediyor. Ulusal Esitlik ve Çok
Kültürlülük Derneği sekreteri Rachel Maskell yaptiği açiklamada sunlari söyledi: “Yapilan bu düzenleme lezbiyen, gey, biseksüel ve transgenderlere yönelik ayrimcilik karsiti yasalar arasinda çok önemli bir dönüm noktasini simgelemektedir. Bugün burada yaptiğimiz bu kutlamada gökyüzüne doğru uçusan balonlar hem binlerce çalisan için yepyeni bir geleceği sembolize ediyor hem de Britanya Hukuku’ndaki tarihi dönemeci vurguluyor.” Bu arada Britanya hükümeti gey çiftlere evli çiftlerin sahip olduğu haklari sağlayacak olan kayitli beraberlik kurumunun yaratilmasi için verdiği sözü yerine getirmek için harekete geçti. Geçen hafta, Parlamento’nun kis döneminin açilis konusmasinda, bu konudaki hazirlanan kanun taslaği kamuoyuna duyuruldu.
Malta Hükümeti , Is Yerlerinde Gey, Lezbiyen Çalisanlara Yönelik Ayrimciliğa Izin Vermeyeceğini Açikladi Hükümetin aldiği karar doğrultusunda; din, dil, renk, irk, yas, cinsiyet, etnik kimlik ve özürlülük durumlarini gözetmeksizin herkesi yasalar önünde esit kilan anayasanin insan haklari ile ilgili maddesine “Cinsel Yönelim” de eklenecek. Bu karar Malta hükümeti ve LGBT topluluklarinin uzun mücadeleleri sonucunda alinmis bir karar. Karar, hükümetin LGBT topluluğunu tam anlamiyla tanimasina anlamina
gelmekten çok, Avrupa Birliği’ne giris asamasinda yerine getirilmis bir kosul olarak değerlendirilmekte. Su durumda Malta 2004’de Avrupa Birliği’ne tam üyelik hakki kazanmis durumda. Ancak daha önceki süreçlerde Malta Hükümeti’nin Avrupa Birliği’ne uyum yasalari gelistirmesi ve bunlari yürürlüğe koymasi sart kosulmustu. Bu sartlardan biri de LGBT vatandaslari için esit haklarin yayginlastirilmasi idi.
Malta Gey hareketi koordinatörü Sandro Mangion bu gelismelerden memnun olduklarindan bahsetti. Magion’a göre bu gelismeler doğru yöndeki gelismelerdir. Ancak geçen yil gerçeklestirilen genis çapli bir ankete göre Maltali gey lezbiyenlerin %40’i is yerlerinde ayrimciliğa uğradiklarini, bunlardan birçoklari uğradiklari ayrimciliklari dillendirmeye bile utandiklarini ifade etmisler.
Kurumsallasmis Homofobiyi Kinama Çağrisi Greek Helsinki Monitor(GHM) Geçtiğimiz 12 Kasim’da Yunan Parlamentosunun, Prime Time’da iki erkeği öpüsürken gösteren televizyon kanali “Mega Station’a verdiği 100.000 euroluk homofobik para cezasini kinamaktadir. Yunan Televizyon denetleme kurulu baskani Ioannis Laskaridis, öpüsme sahnesini ahlak disi ve kabul edilemez bulduğunu açikladi. Baskan konusmasinda genç beyinlerin bu tür ahlak disi seylerle göz göze gelmeleri sonucunda zarar görebileceklerini vurguladi. Baskana göre iki erkeğin
öpüsmesi doğal bir olay olmamakla beraber, üreme faaliyetine aykiri bir yasam biçiminin öncüsü olmasi açisindan kabul edilemez. Bu açiklamalara karsilik Denetleme kurulunun tutumunu ikiyüzlü bir sansür olarak algiladiklarini belirten birçok televizyon kurulusu bile sahneyi haber bültenlerinde tam olarak vermekten kaçindi. Buna karsilik gey, lezbiyen ve transeksüel ve travesti gruplari olayi protesto etmek için 1970’lerin ortalarindan beri pek sik rastlanmayan bir sey yaparak Denetleme kurulunun
ana ve yan binalarinin önünde toplu öpüsme eylemi gerçeklestirdi. Özel Yunan televizyon kanallari eyleme değinirken, yalnizca eylemcileri göstererek, öpüsme anlarini görüntülemekten kaçindi. Eylemi sadece iki tane günlük gazete yayimladi. Uluslararasi medyada eylem yer buldu.
KAOS GL Ocak –Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 45
öykü
Oyun Emre Fidel
Ortadan ayirdiği düz kumral saçlari, sivilceli kirmizi surati, iri komik kulaklari ve balik eti dolgun vücuduyla çirkin sayilmazdi, ama güzel de değildi. Hayata karsi hep olumsuz bakan, soğuk, inatçi biriydi Meral. Arkadaslari tarafindan da sevilmeyen garip bir kizdi. Düsleri, düs kurmayi çok severdi. Düslerle yasamayi da. Beyninin içinde dalgalanan isiltili, düssel bir dünyaya hapsetmisti hayatini. Düslerini kontrol altina alabildiği ender zamanlarda, kirmizi tasinabilir cinsten, tuslari iyi basmayan, zembereği arizali, eski bir daktilonun tikirtilari arasinda yazmak istediği siirler, hikayeler üzerine düsünür, yalpalayarak ilerlediği, acemice yasadiği bu çekilmez hayatin kesmekesi içinde atacaği talihsiz adimlarin planlarini yapardi. Sabah her zamanki gibi uyanamamis, okula da geç kalmisti. Pancar gibi kizarmis gözler, balon gibi sismis bir yüz ve karmakarisik bir zihinle okula yetismek için acele ediyor, güçlü dolgun bacaklariyla çakilli yolda hizli adimlar atarak durağa doğru ilerlemeye çalisiyordu. Ama beyninin içinde cirit atan ölümün uğultulu, soğuk sesinden bir türlü kurtaramiyordu kendisini. Kurtarmak da istemiyordu. Otobüse binerken ölüm üzerine düsünmeye baslamisti tekrar. Ölümden korkup korkmadiğini bilmiyor ama sinamaktan çekinmiyordu kendisini. Cesaretini artirmak için ölmek istediği yeri belirlemisti. Okulun iç karartan, izbe, bakimsizliktan kullanilamaz hale gelmis mavi kapili tiyatro sahnesinde; spotlarin, gri deri koltuklarin karsisinda bir oyuncu misali kendisini asacakti. Tam da düslerindeki gibiydi bu. Ama sahnede ölme fikri beynini kurcalamaya baslamisti bu seferde. Ölümün sahnede yaratacaği ilüzyon sanki gerçek hayatta yarattiği dehset duygusunun önüne geçecekti. En çok korktuğu da buydu iste, öldükten sonra bile anlasilamamak, yanlis anlasilmak. Kaygiliydi da. Intihar etmenin basit
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 46
yada görkemli bir dekor altinda olmasinin fazlaca bir önemi yoktu Meral için. Ölüm siradandi ve de kolay. Insanoğlu ölümün bilinmezliğine bile dünyevi bir duygusallikla yaklasiyor, diye geçirdi içinden, anlamsiz bir dünyanin içinde anlamsiz bir hayatin tuhafliğini her zamankinden çok hissederek. Yavasça otobüsün plastik, rahatsiz koltuğundan kalkti, iki büklüm bir halde kalabaliği ite kaka kapiya doğru ağir ağir ilerleyeme basladi. Otobüsten indi, kosarak okulun genis, beyaz merdivenlerinden çikti ve bölümün koridoruna gelince yavasladi. Miyoptu, gözlüklerini de evde unutmustu. Gözlerini kirparak tiyatro bölümünün uzun koridoruna ve gri renkte eski, yipranmis korkuluklarina yaslanmis heyecanla bir seyler anlatan tiyatro bölümü öğrencilerine bakti. Kosmaktan yorulmus, tik nefes olmustu. Ayaklarini sürüye sürüye arkadaslarinin yanina yaklasti, korkuluğa tutundu. Çok fazla dikkat çekmemeye çalisarak onlara kulak kabartti. “Yeni oyunu izlediniz mi?” diye sordu biri ukala bir tavirla. Meral izlememisti. “Izlemedim ama oyunun çok kötü olduğunu söylüyorlar, izlemeyi düsünmüyorum”, dedi diğeri. Grubun içinde bulunan esmer uzun boylu güzel –güzelliğinin farkinda - kiz dudağinin kenarini isirarak “Oyunu izlemeden ön yargili davranmamalisin”, dedi bozulan arkadasina büyük bir zevkle siritarak. Kendisini mutsuz ve yabanci hissetti Meral. Hayal kirikliklarinin yoğunlukla yasandiği yeni bir sabah daha, dedi içinden. Hiç kimseyle konusmak istemiyordu. Oyunun ayrintilarini canlandirarak anlatmaya baslamisti grubun içinden biri. Ince zayif vücudunu, uzun boynu üzerindeki komik basini zevkle hareket ettiriyor, iri mavi gözlerinden ates saçiyordu oyunu canlandirirken. Tuhaf bir hali vardi. Çevresindekilerde abarttiğina dair bir takim hisler uyandirmis, herkesin yüzüne de naif bir gülümseme katmisti. “Abartmiyorsun umarim!” dedi
uzun saçli, esmer yazarlik öğrencisi, sinsi sinsi gülerek. Meral tam bu anda yanlarindan hizla uzaklasti sahte bir gülümseme göndererek. Yüzü acemi bir hal almis, yine becerememisti. Tuvalete girdi. Isini bitirince aynada yüzüne söyle bir bakti, çok kötü görünüyordu. Elleriyle saçlarini düzeltmeye çalisti ama bir türlü sekle sokamadi. “Hiç güzel değilim”, diye söylendi ve bir an ölmek istedi. Su an tuvalette intihar etsem kimse fark etmez, sonsuza kadar burada kalirim, diye geçirdi içinden. Tuvaletten disari berbat bir halde çikti. Aynanin karsisinda kendisiyle yüzlesmesi isleri iyice kötülestirmis, kafasini karistirmisti. Ayaklarini sürüyerek sinifa doğru seğirtti. Birileri bir sey sormasin diye içinden dua etmeye baslamisti ki sinifin kapisinda duran kiza aksam oyuna gidip gitmeyeceğini sordu. “Hayir canim ben o oyuna gittim”, yanitini aldi. Hayal kirikliğiyla basini öne eğdi, tek omuzunu yana düsürerek yengeç gibi sinifa girdi. Uzun, sari saçlarini narin beyaz elleriyle düzelten Aybike, koridordaki eski, paslanmis kalorifer peteğinin üzerinde oturan arkadasinin yanina sessizce oturdu ve bu aksamki oyuna gidip gitmeyeceğini sordu. “Gittim hayatim”, dedi kiz. Neredeyse öğlen olmus, sabahin soğuk, puslu havasi kaybolmus, bulutlarin ardindaki günes gülen yüzünü göstermisti. Oyunculuk bölümünden kisa boylu, esmer, küt saçli ukala kizla yemeğe gitmeye karar verdiler. Ağir adimlarla, konusa konusa yemekhaneye yöneldiler. Aybike yemekhane kapisina vardiğinda cebinden çikardiği yipranmis, burus burus olmus tiyatro programina söyle bir göz atti. “Canim hangi oyuna gideceksin, karar verdin mi?” diye sordu tek gözünü kisip, kendisine önemli bir insan havasi vererek. Aybike bir an düsündü, hafifçe dislerindeki isiltili beyazliği göstererek siritti. “Bu aksamki oyuna”, dedi. “Birkaç saat önce Meral’de o oyuna gitmek istiyordu”, dedi. Isil isil parladi
öykü
Aybike’nin renkli gözleri, irkildi narin zayif vücudu. Neredeyse sevinçten havalara uçacakti. “Ne hos, Meral’le gidebilirim” , dedi. “Aman canim pek sapsal bir kiz o da”, dedi küçümseyici bir ses tonuyla. Aybike saçlarini düzeltip geriye doğru atarken “Evet bazi garip davranislari var ama iyi bir kiz”, dedi. Yüzü kizardi, çok utanmisti. Meral bunaltici ders ortamindan, sinifta oturmaktan çok sikilmis, gözlerini ovusturarak disari çikmisti. Çevresine anlamsiz, nahif bakislarla bakti. Karni kurt gibi acikmisti. Yemekhaneye doğru yürürken biri seslendi ardindan. Hocasi bir seyler söylüyordu o ise hiçbir seyin farkinda değildi. Arkasina dönüp çevresine garip garip bakti dağinik saçlarini kasirken. Hala bir sey anlayamamisti. Saf saf sordu. “Bana mi seslendiniz?” “Evet evladim, duymuyor musun? Senden bir sey rica edecektim”, dedi hinzirca siritarak. “Buyurun hocam”, dedi kekeleyerek. “Tiyatroya gidip bana bu aksamki oyun için bilet alir misin?” “Tabi alirim hocam”, dedi parayi bir hamlede kapti ve hizla yürümeye basladi. Koridor, merdiven, kapi derken orta avluya çikti. Avludan ana kapiya geçerken Aybike ve arkadasini gördü yemekhanenin çikis kapisinda. Selam verecekti ki birden vazgeçti, yoluna devam etti. Öğrenciler eski tarihi binaya ari gibi girip çikiyorlardi. Meral disari çiktiğinda saat öğleni geçmis hafif bir rüzgar baslamisti. Aybike tarihi binanin avlusunu geçtikten sonra sağli sollu sonradan yapilan ek binalardan kütüphanenin olduğu binaya doğru uzun ve kivrak bacaklariyla hizli adimlar atarak ilerledi. Camekanli çift kapili girisin önce ilkinden geçti sonra ikincisinden. Asansörün önünde beklerken alt siniftan, yüzündeki naif gülümsemeyi hiç düsürmeyen yakisikli, uzun boylu bir çocuk kendinden emin bir refleksle Aybike’nin koluna girdi. “Merhaba canim”, dedi fazla samimi bir tavirla. “Merhaba”. “Nereye böyle?” dedi
çocuk Aybike’yi derin derin süzerek. “Kütüphaneye”. “Ben de oraya gidiyorum”, dedi çocuk kütüphaneye gitmemesine rağmen. “Öyle mi?”. Aybike dördüncü katta indi. Binanin karanlik koridorlarindan geçerek süreli yayinlar bölümünün üzerinde cep telefonlarinizi kapali tutunuz yazisini okuduğu kapisindan girdi, çocukta arkasindan. Aybike bir yandan dergilerin fislerini incelerken bir yandan da bu sikici çocuğun yanindan gitmesi için dua etmeye baslamisti bile. Çocuk geveze ve inatçiydi da, vazgeçmeye de hiç niyeti yok gibiydi. Sira sira masalara seyrek araliklarla oturan birkaç öğrenci garip garip onlara bakiyordu. Aybike çok rahatsiz olmus, tasrali muhafazakar kizlar gibi yüzü kizarmisti. “Aksam oyuna gidiyor musun?” diye sordu çocuk. “Evet”, dedi Aybike. Ağzindan kaçirmisti. Saskindi, ne yapacağini bilemedi. Bu çocukla oyuna gitmektense hiç gitmezdi daha iyiydi. Çocuk kara gözlerini fal tasi gibi açarak, “Aksama oyuna birlikte gidelim”, dedi. Aybike hiç orali olmadi, cevap da vermedi ve dergi fislerine göz atmaya devam etti. Yüzü gerilmis, çok sikilmis ve sağ gözü seğirmeye baslamisti. Süreli yayinlar bölümünden istediği dergileri alinca hemen okuma salonuna geçti. Çocuk sigara içtiği için okuma salonuna girmemisti. Bu Aybike’yi çok sevindirmisti. O da okuma salonunun buğulu camlarindan kasvetli havayi seyre dalmisti. Aksam oluyordu, yağmur yağmaya baslamis, içine bir hüzün çökmüstü Aybike’nin, üsüyordu. Bordo renkte kareli paltosunun düğmelerini ilikledi, oturduğu sandalyeye büzüldü kaldi. Muhsin’i düsündü bir an, dalmisti. Bu esnada çocuk çikti geldi dislerini göstererek, tam karsisina oturdu Aybike’nin. Tuhaf seylerden söz ediyordu, Aybike de kesik kesik cevaplar veriyordu basini dergilerden kaldirmadan. Okuma salonu sakinlesmeye baslamisti. Öğrenciler evlerine gidiyorlardi yavas yavas.
Aybike önündeki dergilere dalmis zamanin nasil geçtiğini fark edememisti. Basini dergilerden kaldirarak saatine bakti. Vakit hayli ilerlemisti. Altida oyun vardi, hazirlanmaliydi. Aybike’nin hazirlanmasi beklemekten sikilan çocuğu çok sevindirmisti. Ağzini kocaman açarak esnedi, çürük dislerini göstererek. Aceleyle giydi yesil, düğmeli hirkasini. Aybike hiç konusmadan yürüdü, gitti. Kapidan disari çikmisti bile. Havada aksam ayazi baslamis, yağmur hizlanmisti. Serin havadan yüzü küçücük oldu, paltosunun içinde kaybolacakti sanki. Belki bulurum umuduyla Meral’e son bir kez bakmak istiyordu. Büyük sinif, küçük sinif ve sahneyi kontrol etti. Sahnede birkaç eski dekor parçasi disinda hiçbir sey yoktu. Çikarken sekreteri gördü ve Meral’i sordu. “Biraz önce buradaydi, oyuna gitmis olabilir”, dedi sekreter ve hizla uzaklasti yanindan. Bunu duyan Aybike basinin belasi çocukla yağmur altinda tiyatronun yolunu tuttu. Bölümde temizlik görevlileri disinda kimse kalmamisti. Meral hocasinin tiyatro biletini aldiktan sonra çerçeve sahnenin sağ kösesine, perdenin arkasina oturmus ve son sigarasini içip derin düslere dalmisti. Bir ara birkaç ayak sesi duyduysa da umursamadi. Bir süre sonra okul iyice sessizlesti. Kafasin kaldirinca sahnenin spotlarini, isik odasindan sizan isik selini gördü. Isik seli sahneyi günes gibi aydinlatiyordu. Algilari zayiflamisti, önemsemedi. Meral yavasça yerinden kalkti, yalpalayarak sahnenin ortasina geldi. Çok sakin görünüyordu. Sahnenin sol arka kösesine ağir ağir yürüdü ve merdivenle yukariya, sofitaya çikti. Elindeki kalin ipi sofita demirine bağladi. Diğer ucunu da boynuna geçirdi. Yağmur iyice azmis, rüzgarin uğultusu içeri kadar gelmisti. Kendisini sahneye, oyunun içine birakiverdi. Hayatinin en büyük oyununu oynamisti.
KAOS GL Ocak – Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 47
öykü
Biliyorum Ela
Sarildilar. “Seni seviyorum!” “Biliyorum...” Ağlamaya basladi biri; cani yaniyormusçasina derinden, kesik kesik. Ağlayanin kendisi olduğunu fark ettiğinde uyandi (ya da uyandiğinda fark etti ki, ağlayan kendisi). Sirilsiklam olmustu yastik. Aylardir ayni rüyayi görüyordu. Sikilmis değildi, rüyayla gerçekliğin bire bir örtüsmesine bozuluyordu sadece. “Biliyorum”dan sonra sevdiğinin ne dediğini bir kez olsun duyabilseydi. Ağlamanin sirasi miydi simdi? (Tam sirasiydi aslinda.) Uykusunu alamamisti. Dizlerini karnina çekti ve kayboldu yorganin içinde. Lavanta kokusu doldu ciğerlerine, mor yaslar akti gözlerinden (makyajini silmeden yatmisti dün gece). Özgürlüklerimiz sinirli, sinirlarimiz belirsizdi, diye geçirdi içinden. Sokaklarda el ele dolasmadik hiç seninle ama sarilarak uyuyabilmek için binbir palavra ve türlü yalakaliklarla ayarlanmis, soğuk ve havasiz öğrenci evlerinin lekeli çarsaflarina ihtiyacimiz yoktu. Her gelisinde bembeyaz bir çarsaf çikarirdi annem, lavanta kokardi gecelerimiz. Evdekilerin uyumasini beklesek ve biraz sessiz olsak, olabilsek yeterdi. Simsicakti ellerin...ve simsicak olmaliydi herhalde dudaklarin. Hastalikli bir sokak köpeği gibi titremeye baslamisti. Sinirle firlatti yorgani üzerinden. “Güçsüz değilim ben! Hele senin gibi bir korkak hiç değilim!” Ağzindan soluk alip veriyordu farkinda olmadan
KAOS GL Ocak - Subat 2004 Sayi 19 Sayfa 48
(deterjani değistirmenin vakti gelmis miydi?). “Zorluklar yasayacaktik elbet. Simdilik vazgeçmek zorunda olduklarimizi (evlenemezlerdi mesela) ve ömür boyu vazgeçmek zorunda kalacaklarimizi (sadece ikisine ait bir çocuk dünyaya getirmeleri olanaksizdi) daha en basindan bilecek ve kabul edecektik.” Oldukça sade, bir o kadar da sik bir kiyafet seçti gardrobundan. Kisacik saçlarina sekil vermeye çalisirken çocukluğunu hatirladi. Upuzun, sari saçlari vardi küçükken. Sabahlari özenle tarardi annesi, ortadan ayirip ördüğü saçlari süslü tokalarla tutturur ve omuzlarina birakirdi mutsuz kiz çocuğunun. Beğendiğini saniyordu, oysa haberi yoktu; ilk firsatta nefretle çikarilirdi tokalar ve aceleyle bozulurdu örgüler. “Bilmiyorum anne. Oyun oynarken düsüyor herhalde.” Her sabah daha siki bağlandi örgüler ve her sabah daha fazla saç kaldi tokalarin üzerinde. Acidan gözleri yasarirdi, yine de bir gün bile vazgeçmedi. Can sikici su birkaç dedikodu kulağina geldiğinden beri ruj da sürüyordu. Koyu mora boyadi gözlerini. O gece de ayni renk far kullanmisti. Konserden beraber döndükleri geceydi, biraz alkollüydü ikisi de. Sarildilar. “Seni seviyorum!” “Biliyorum...” Ağlamaya basladi biri; cani yaniyormusçasina derinden, kesik kesik...ve duyamadi tam olarak sevdiğinin ne dediğini. (Sadece
“Biliyorum” demisti zaten.) Cinselliğe ilk defa bu derece yakin hissetti bedenini, oysa bir zamanlar (kendine uygun erkeği ariyordu daha) frijit olduğunu saniyor ve içten içe seviniyordu bu durumuna; bekaretini korumak, sanilanin aksine, hiç de zor değildi. Her yani karincalaniyordu simdi, dudaklari kurumustu ama ya bu uğultu da neyin nesiydi? Sonrasini hatirlamiyor. Ne kadar ileri gitmislerdi acaba? (Gözyaslari içinde uyuyakalmisti halbuki, diğeriyse hiç uyuyamadi. Bir not birakti giderken ve bir daha geri dönmedi.) “Seni çok sevdim ama asla bir erkeği sevdiğim gibi değil. Hosçakal.” Son kez aynaya bakti. Atkisinin iki ucunu,göğüslerini iyice örtecek sekilde serbest birakti. Süphe çekmeyecek kadar erkek, keyfini kaçirmayacak kadar kadin olduğuna karar verdikten sonra çikabildi ancak evden. Arkadasiyla bulusacaği kafeye erken gelmisti. Bir sigara yakti, gazetesini okumaya koyuldu. Basini kaldirdiğinda karsi masadaki genç adamla göz göze geldi. Derin bir nefes çekti sigarasindan ve o sirada gördü çaprazinda tek basina oturan kizi; bakislarini hiç kaçirmadan, tatli tatli gülümsüyordu. Ruj sürdüğünü hatirladi birden, cebinden bir mendil çikarip siliverdi hemen. Eli atkisina uzandi sonra...evet, tam olmasi gereken yerdeydi.
Ocak Kitaplığı... Manzaranın, Amerikan Rüyası’nı desteklemeyi reddeden kısmına çelikmiş, “hakiki” bir sokak adamından, “hakiki” sokak hikayeleri... İster “Tanrı’nın Köşlesi” diye adlandırdığı Kırk İkinci Cadde’yi anlatırken olsun; istar ara sıra çocuğunun bakıcılığını üstlendiği, fahişe ve “tarih geçmiş turist” Suzy aracılığı ile olsun; ister onu ancak hayatta tutacak ve kendine biraz “mal” almasını sağlayacak kadar para kazandıran, önce sokaklarda ve metrolarda sattığı, sonra da köşe yazarı ve skandal haberlerinin peşine düşen editör rolüne soyunduğu Sokak Haberleri’yle ilgili deneyimleri olsun, New York’taki evsiz günlerinden tanıdığı birbirinden ilginç ve renkli kişiler ve sahnelere Stringer, alışık olmadığımız bir bakış açısından Amerika’nın seksenli yıllarının benzersiz bir panoramasını çiziyor. “İşte yeni bir Jack London, tam da buna yoğun ihtiyacımız olduğu bir zamanda... Kıyamet Günü’nmde insani bilgeliğinin tebriklerini kabul etmesi için meleklerin onu [Lee Stringer] öne çağıracakları kesin...”
Çitlembik www.citlembik.com.tr
Tanrı’dan
Çok Uzak Ana Castillo
“Curcunalı ve kıvrak... dünyevi ve dayanılmaz... doğallıkla çıkıveren zarif bir mizah... keskin bir toplumsal eleştiri.” “Castillo, New Mexico’lu bir anne ve birbirinden farklı dört ayrı kader taşıyan kızlarının hayret verici, trajik ve ilginç hayatlarına sıcak, bazen de sözünü esirgemeyen feminist bir bilinçle yaklaşıyor... Usta hikayeciliği ve mizah anlayışı, Castillo’ya folklor ile politik malzemeyi utanmaz bir dobralık ve şüpheleri giderici bir bünyeyle harmanlayıp sunma olanağı sağlıyor.”
KAOS GL I S SN 1 3 0 2 - 5 0 1 5
9 7 713 0 2 5 010 0 7
KDV DAHİL 2.500.000-.TL