KaosGLD82

Page 1

GEY VE LEZBİYEN ARAŞTIRMALARI DERGİSİ MART - NİSAN 2004 ISSN 1302-5015

KAOS GL EŞCİNSELLERİN

KURTULUŞU

HETEROSEKSÜELLERİ DE

ÖZGÜRLEŞTİRECEKTİR

www.kaosgl.com

*beden

20


KİMSE BENİ SEVMİYO... PANTALONUN YATAĞIN ÜZERİNDE KOCACIĞIM, PEMBE GÖMLEĞİNİ DE ÜTÜLEDİM.

BUNU MU GİYECEĞİM? BENİM PERŞEMBE GÜNLERİ SADECE BEYAZ GÖMLEK GİYDİĞİMİ BİLMİYOR MUSUN?

KIZIM BEN SENİN SERVİS ŞÖFÖRÜN DEĞİLİM. SEN DE HERKES GİBİ OTOBÜSLE GİT’

BABA, BENİ OKULA BIRAKIR MISIN?

ÇEKİL GİT BE YOLUN ORTASINDAN. ŞİMDİ İNERSEM YEDİRİRİM SANA O MENDİLLERİ.

İSTEDİĞİNİZ RAPORLARIN ÇIKTILARINI GETİRDİM. HERKES BANA ÇOK KÖTÜ DAVRANIYOR. KİMSE BENİ SEVMİYO. SEV BENİ AŞKIM. N’OLUR SEV BENİ.

DİLVER HANIM, KaÇ DEFA SÖYLEDİM. ŞU ÇIKTILARI PDOSYALAMADAN GETİRMEYİN BANA.

ALO CANIM NASILSIN? TAMAM, BUGÜN KAÇARIM. SENİ ÇOK ÖZLEDİM CANIM. DÖRTTE SENDEYİM.

B i tti .

“Bunu da ben yaşadım” köşesi: 1

NE DÜŞÜNÜYORSUN CANIM?

BU BİNANIN TAŞIYICI SİSTEMLERİ PROJELENDİRİLİRKEN YANLIŞ ÇİZİLMİŞ. BAK. ŞU KOLONUN ÜZERİNE ŞU KİRİŞ BİNDİRİLMELİYDİ. SONRA...


İçindekiler

MART - NISAN 2004

Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Umut Güner Ön Kapak Gravürü : Judith Liberman Baski: Ayrinti Basimevi

Kaos GL Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: +90 312 230 0358 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com

ABONELIK IÇIN

Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 € ya da 50 $. Please, transfer 50 € or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 2.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.

Kaos GL’den

2 Beden Bedenim Dile Gelse – Burcu Ersoy ............................................. 3 Bedenimize Açilmak – Umut Güner... ................................................4 Ayhan’la Müjgan Arasi –Siir- Güzsiyah ...........................................5 BI Mevzular – Ayse Düzkan ...............................................................6 Aday- Siir – Sylvia Plath.......................................................................7 Erkekler Farklilasiyor Mu? – Ali Erol...................................................8 Güliver - Siir – Sylvia Plath ............................................................... 10 Beyaz Puantiyeli Mor Elbise– Ertins ................................................ 11 Ben Size Dönmem Ama – Yusuf Eradam ........................................ 12 Cinayet – Gülebru Tuna ................................................................... 14 Sekreter Sarkisi - Siir – Marge Piercy ............................................ 15 Bedenin Uzaklastirilan Anlamina Dair Birkaç Söz- Erdal .............. 16 Kimlik – Firat ...................................................................................... 19 Ayilik ve Beden Üzerine – Ahmet Kaya .......................................... 20 Çalisma Hayati Gey-Lezbiyen Isçi Aği Kuruldu – Gey-Lezbiyen Isçi Aği................ 22 Bir Isyerinde Kaç Defa Açilabilirsiniz – Ali Özbas......................... 22 Iste Öylesine Bir gün – Onur Erol .................................................... 24 Medya Bir Istanbul Masali – Öner Ceylan .................................................. 26 Zekeriya Gey Olabilir, Ozan’in Escinsel Olmasi – Ali Erol .......... 27 Kültür Sanat Leslie Cheung’un Ardindan – Uğur Yüksel ..................................... 28 Kendine Karsi Pencere’den Bakmak – Zeynep Sezgi ................... 29 Denizkizi Hakkinda- Yazarla Söylesi- Yesim Basaran .................. 31 Yüzüklerin Efendisi – Selçuk Gökoluk ............................................. 34 Yasamin Içinden Escinsel Olmanin Onuru – T.Z.......................................................... 37 Internetten Gelen Siddet- M.T........................................................... 37 Gündem Kaos GL Sempozyumu 2004........................................................... 38 Subat Ayinda Izlediklerimiz - ........................................................... 38 Gey-Lezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari....... 39 Cetad’la Ilgili Gelismeler – Yesim Basaran .................................... 39 Lambdaistanbul’la 2003’ün Ardindan – Cihan Hüroğlu .............. 40 Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Cinsel Yönelimleri Anlamak ............... 41 Antalya’da Sivil Homofobi - Ekrem .................................................. 42 Türkiye’de Cinsel Eğitim Yok – Akademi Komisyonu..................... 43 Haberler ............................................................................................. 45 Deneme:Yerin Dolmuyor - Arzu........................................................ 47 Kaos GL’den Çağri.............................................................................48

KAOS GL Mart – Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 1


Kaos GL’den Merhaba, Kaos GL dergisinin Mart-Nisan Sayisi dosya konusunu “beden” olarak belirledik. Bedenin fetislestirilmesi ve transvestisizm, “ayilik”, dayatilan gey ve lezbiyen beden stereotipleri, maço kültürün gey-lezbiyen bedenlerine yansimalari, fitnes-kozmetik sektörü kiskacinda kalan gey ve lezbiyenler, AIDS ve CYBH sonrasi vücut sivilarindan ve vücuttan kaçis, vücutsuz seks, toplumsal kadinliğin ve erkekliğin bedenlerimizde kurulusu ve yansimalari, haz, bedene yönelik siddet, rizaya dayali “siddet”(?) veya sm, kadin bedeni ve beden politikalari üzerine tartismak istediğimizi dile getirmistik. Duyurumuza karsilik veren duygu ve düsüncelerini bizimle paylasan arkadaslara tesekkür ediyoruz. Ancak “beden” dosyasi üzerinden tartismak istediğimiz halen karanlikta kalan konular var. Lezbiyenlerin ve geylerin bedenlerini algilayislari ve bu bedenler üzerine cinsel kimliklerini nasil kurduklarina dair çok fazla bir geri bildirim alamadik.

“Fetisizm, travestisizim, transeksüelite, ayilik üzerine dergi üzerinden tartisma yaratacak yazilar ne yazik ki dergi sayfalarinda su an için yok. Ancak biz Kaos GL dergisi yayin kurulu olarak “beden” konusunu dergi üzerinden tartismaya açip süreç içinde “beden” üzerinde tartisabileceğimizi düsünüyoruz. Beden sayimizda farkli açilardan yaklasanlar oldu. “Metroseksüellik” üzerinden magazinsel tartismalarin yapildiği su günlerde gey-lezbiyenler olarak “beden” üzerine okumak, tartismak ve yazmak ve yazdiklarimiz üzerinden bedenlerimize sahip çikmanin anlamli olduğunu düsünüyoruz. Bu sayimizda “beden” üzerine akademik, politik, gündelik dille yazilmis yazilarin yaninda siirlerimizle, hikayelerimizle “beden” konusu “beden buldu” dergide. Biz yazarken, okurken, yayina hazirlarken keyif aldik. Umarim sizlerde bizlerle ayni keyifle okursunuz. Güzsiyah’in bir siirini yayinliyoruz. Ancak dilindeki duruluğuna hayran

kaldiğimizi belirtme gereği duyduk. Mayis- Haziran sayimizin dosya konusu olarak, daha önceden duyurduğumuz gibi “mekan” üzerine düsünmek, tartismak ve yazmak istiyoruz. “Escinsel gettolar değil kentin tamamini istiyoruz” siariyla yolumuza devam ederken, escinsel mekanlar, straight mekanlar, bu mekanlari bizim nasil algiladiğimiz ve bize bu mekanlarin nasil sunulduğu, kamusal alan, özel alanlar ve escinselliğin bu alanlarda algilanisi üzerine yazilarinizi bekliyoruz. Ancak dosya konusunun “mekan” olmasi bunun disindaki konularda yazi yayinlanmayacaği anlamina gelmediğini belirtmek isteriz. Geçen sayimizda Elif Safak ile yapilan söylesinin adini yanlis duyurmusuz. Okuyucularimizdan ve elif Safak’tan özür diliyoruz. Yazilarinizi bekliyoruz. Esenlikle Kalin... umut güner

Beden dosyasina katkida bulunanlar:

Burcu Ersoy, Umut Güner, Güzsiyah, Ayse Düzkan, Ali Erol, Ertin, Yusuf Eradam, Gülebru Tuna, Erdal, Firat, Ahmet Kaya Çalisma Hayatina katkida bulunanlar:

Ali Özbas, Onur Erol Medya bölümüne katkida bulunanlar:

Öner Ceylan, Ali Erol Kültür Sanat Sayfasina katkida bulunanlar:

Uğur Yüksel, Zeynep Sezgi, Yesim Basaran, Zeynep Aksoy, Selçuk Gökoluk,Koray Yasamin Içinden Bölümüne katkida bulunanlar:

Semih, T.Z, M.T, Gündem sayfalarina katkida bulunanlar:

Cihan Hüroğlu, Ekrem, Arzu, Hakan G.

İletişim İçin: Kaos GL

Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Demirtepe / Ankara Tel&faks: 0 312 230 03 58

KAOS GL Mart– Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 2

Lambdaistanbul

Büyükparmakkapi Sokak Halas Apt. No:20/3 Istiklal Cad. / Istanbul Tel: 0 212 245 7068


beden

Bedenim Dile Gelse... Burcu Ersoy

Herhangi bir konu hakkinda aklima bir kavram takilirsa ilk yaptiğim, acaba “Meydan Larousse ne diyor” diye merak edip ansiklopediyi açmak olur. Ilk, orta öğretim ve lise yillarindan kalma bir aliskanliği eğlenceli hale getirerek anmak, maksat ☺ Her seferinde de ilham verir ama, tavsiye ederim. Bu sefer “beden dili” idi ansiklopedi sayfalarinda aradiğim ama bulamadim. Bir de “V” harfine bakayim dedim, “vücut dili” de yok. Aslinda umudum da yoktu, “Beden: Canli varliklarin maddi

söz konusu. Mesela bedenimiz bizim istemediğimiz bir çok seyde diretir; biz de mücadele ederiz. Istenmeyen kilolar, istenmeyen killar, istenmeyen kirisiklar, istenmeyen ter kokusu ve kontrol edilmesi gereken vücut sivilarimiz vardir. E tabi bir de en önemlisi, mahremiyeti olduğundan, öyle olur olmaz yerlerde kendini göstermemesi için de saklamaya çalisiriz.

kismi, gövde, cisim, vücut”, “Vücut: Insan veya hayvan gövdesi, beden” tanimlamalarindan

baskasini bulacağima dair. Tabi, ‘daha iyi anlasilmasi’ için olacak, sözcüğün cümle içinde kullanimlarina da yer veriyor bu pek yararli ansiklopedi –ki asil okunmasi gereken de onlar; pek değerli edebiyatçilarimizdan seçmeler var çünkü. “Muazzez’in vücudu bir çocuk

kadar hafif ve ince idi(Sabahattin Ali).”

“Bana baska baska sekiller gösteriyor/

Vücudumun sonsuz arzulari(F.H.Dağlarca)” gibi. “Vücut

bulmak” deyimi için açiklayici cümlemiz ise söyle bir alinti: “Bahusus dul [...] sik

sik sokağa çikan bir kadinda bit yeniği vücut bulur(Ahmet Rasim)”. Özellikle

bu sonuncuyu çok tuttum, toplumsal ahlaka dair mesaj içeriyor –ki çok faydali olmus! Sonuçta, beden ya da vücut denince akla ilk gelenler arasinda “kadin” olmasi sasirtici değil sanirim. Günlük dilde de cinsellik çağristiriyor ne de olsa. Her alanda ‘mal’zeme yapilabilen kadin bedeni. Bense, nasil malzeme olduğu üzerine değil de, bizim nasil baktiğimiza, algiladiğimiza dair düsünüyordum. Düsünürken de birden, çok sik oynadiğim bir düsünce oyunu geldi aklima: “bedenimin dili olsa ne söylerdi?”. Yani, “beden dili” dediğim aslinda, “bedenimiz dile gelse”den çikti. Çünkü, özellikle kadinlar, çok fazla uğrasir ve hatta iskence eder bedenine. “Bedeniyle barisik olmak” diye bir tabir vardir hatta; demek ki bir savasim da

Kisacasi, bedenimizin tüm kontrolü bizde olmalidir; aksi halde, ayiplanir, kinanir, uyarilir ve hatta acisi yine bedenimizden çikacak sekilde cezalandiriliriz. Bu kosullarda insanin bedeniyle barisik olmasi hayli zor görünüyor. “Güzelliği” de “çirkinliği” de basa bela ayrica! Sanki, ne yapsak olmuyor; bir türlü memnun olmuyoruz ondan, hep sorun çikariyor. Peki o ne diyor bu duruma? “Yeter artik, benimle uğrasmayi birak! Üzerimdeki killarin sana ne zarari var, ben onlari seviyorum. Sürekli yüzeyime bir seyler sürüyorsun, boğuluyorum, nefes alamiyorum. Yiyip içiyorsun dilediğince ve sonra da genisledim diye bana kiziyorsun; yapmadiğini birakmiyorsun. O kirisikliklarin da sorumlusu ben değilim, biçak altina yatmak istemiyorum. Ayrica hep senin istediklerin oluyor, çok hoyratsin bana karsi, daha çok sevilmek istiyorum, baska bedenlerle arkadaslik kurmak istiyorum, isik istiyorum, ama sen beni hep sakliyorsun, hapsediyorsun. Benimle alip veremediğin ne anlamiyorum. Istemediğinde değistirmek ya da ayrilmak da senin elinde ama; bence senin sorunun beyninle!”. Daha neler diyordur da, nasil dinleyebiliriz ki? O kurallari biz mi koyduk sanki.

Bedenimizle kuracağimiz, bedenimizin diğer bedenlerle kuracaği iliskiler çoktan belirlenmis ve onlara göre davranmamiz bekleniyor. Beden eğitimi, beden terbiyesi, bedensel özürler, bedensel zaaflar vs. hepsinin tanimlari konmus, içleri doldurulmus, sinirlari çizilmis. Bunlara göre de, bedenini asla rahat birakmamalisin. Bedenimiz giysilerin içindeyken de çiplak olduğunda da, “yapmamiz gerekenler” ve “yapmamamiz gerekenler” var. Bas basa kalamiyoruz aslinda hiç. Etrafimizi kusatmis onca ‘dil’ varken, bedenimizin diline kulak versek ne yazar; acilen kesip atmamiz gerekir. Nitekim, çok korkutur bizi duyduklarimiz; beni korkutmustu. Mesela bedenim bir baska kadinin bedenine temas ettiğinde bundan haz almamaliydim. Hatta bunun düsüncesi bile kabuslarim olmustu zamaninda. Çevremdeki bir çok kadinin bedenlerine yaptiklarini, ben kendi bedenime yapmadiğim zaman bile ‘kadinliğim’ sorgulaniyordu. Bir kere hep ‘güzel’ olmaliydim, güzel olmak için bedenimi türlü seylerle süslemeliydim ve tabi bunlari bir erkeğin beğenisine sunmak gerekiyordu. Sonra, bedenimin bazi uzuvlarinin üstlendiği cinsel islevler, bazi deliklerle belirlenmis, kullanim alanlari ve ne zamana kadar saklanmasi, korunmasi gerektiği, ne için, nerede ve nasil faaliyete geçirileceği de öğretilmisti bir sekilde ve benim ya da bedenimin istekleriyle alakasi yoktu. Suçlu aramaya basladiğimda, sorunun gerçekten beynimde olduğunu gördüm; beynime doldurulanlarda. Bedenimi seviyordum, bedenimle aramda kurmam gereken hukuku sevmiyordum; çünkü ben yaratmamistim. Tipki bana öğretilen bir çok sey gibi, toplumsallastirilan ve sorgusuz uymam zorunlu kilinan her sey gibi; tüm tabular gibi. Siyrilmanin hiç kolay olmadiği asikar, hala mücadele ediyorum ama bedenimle değil; bedenimle arama girenlerle! Baris istiyorum; barismak istiyorum bedenimle ve baristirmak... Sssst, bi dakika susar misiniz; onu duyamiyorum.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 3


beden

Bedenimize Açilmak Umut

Iki gey bir araya geldiğinde en fazla çene yorulan konulardan biri "bedenler" üzerine oluyor. Kendi bedenlerimizden, sevgililerimizin bedenlerinden, partnerlerimizin bedenlerinden bahsediyoruz. Birinin dedikodusunu yaptiğimiz zaman bedeni veya bedenine giydikleri üzerine konusuyoruz. Beden üzerine tartismaya baslayalim dediğimiz zaman hayatin farkli alanlarinda yasadiğimiz sorunlari yaziya dökemediğimiz gibi bedene dair soru ve sorunlarimizi birbirimizle paylasamiyoruz. Ben kendi adima escinselliğim üzerine düsünmeye zorlandiğim anda ilk aklima gelen sey "kadin mi olacağim", "ben kadin olmak istemiyorum", "ben killarimi seviyorum", "ben penisimi seviyorum" vs oldu. Escinselliğimle ilgili sorulari cevaplamaya "bedenim" üzerinden baslamistim. Daha sonralari ise "anal iliskinin zararlari" üzerine bedenime bir dönem daha takili kaldim.

Bütün bunlari "astiktan" sonra ise karsima fitness - kozmetik- moda sektörünün yarattiği "gey imajlar" çikti. "Gey olmak", "gey bedenine sahip olmak" üzerine takili kaldim. Bu takili kaldiğim süre içinde ise "tercih edilen

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 25 Sayfa 4

olmamak", "seçilen olmamak" üzerine "kompleks ve paranoyalarim" ile uğrasmak ve vakit geçirmek zorundaydim. Çoğu geyin fazla düsünmek istemediğini, düsünmek ve diğer geylerle beraber tartismak yerine kendini "değistirmeye", "güzellestirmeye" çalistiklarini gördüm. Bedenimle ilgili sorularim halen bitmemekle beraber "zayiflamak" için yapacaklarim üzerine halen düsünmeye devam ediyorum ki bir sürü escinsel kendi cinsel kimliği ile erkek-erkeğe seks ile ilgili sorularini halen kendi kendine cevaplamak zorunda kaliyor ve toplumun kendisine dayattiği toplumsal kadinliğin ve toplumsal erkekliğin tezahürü diyebileceğimiz "ibne olmayi" yikip gey kimliğini kurmakta zorlaniyor. Bedenimiz üzerine sorunlarimizi kendi kendimize cevaplamaya çalisirken bir yandan da eğer açilma sürecine girdikse "iyi niyetli heteroseksüel arkadaslarimizin dost kaziği" diyebileceğimiz sorularini cevaplamak zorunda kaliyoruz. Genellikle bu sorular "heteroseksüel yasam" üzerinden karsilastirarak anlamaya çalistiği için dönüstürücü olmuyor. Burada farkli bir frekans gerektiğini genellikle unutuyorlar ve ne yazik ki çoğu arkadasimizin sorulari karsiliksiz kaliyor. Bedenlerimize yönelik soru ve sorunlarimizla özgüvenlerimiz zapt edilirken bir yandan da "ben kilimi, göbeğimi veeeee maskülenitemi seviyorum" diyen kendilerini ayi olarak nitelendiren escinsellerle tanistim. Ayilarin kendilerini mesrulastirmak için çizdikleri çerçeveyi "maskülen kültür" çerçevesinden hareket etmek yerine "ben geyliğimi kurarken doğalliğimi korumak istiyorum" noktasindan hareket etmeleri ve bu derginin "beden"i dosya konusunu tartismaya açma ihtiyacindan yola çikma nedeninin dönüstürücü bir etkisi olacağini düsünüyorum. Bu arkadaslarda gördüğüm ve okuduğum kadariyla onlar da değil benim sorularimi cevaplamak, kendi sorulari ile yüzlesmekten kaçiyorlar. Bu kendinden kaçma ayni zamanda "feminen - efeminelerden kaçma olarak

karsimiza çikiyordu ki burada içsellestirdiğimiz homofobinin yansimasinin yaninda "efeminelere" yönelik siddeti de "disi kancik kuyruk sallamasa erkek köpek dolanmaz" mantiği ile kurulan "oooooooo escinsel olduğunu belli ettiği ve abartili davrandiği için siddete ve ayrimciliğa maruz kaliyor" önermesi ile cinsiyetçilik ve heteroseksizm yeniden üretiliyor. Herkes kendinin en maskülen olduğunu düsünüyor. Efemineliği kötülerken ataerkil ideolojinin dayatmasiyla hareket ettiğimizi elestirdiğimizin karsimizdakinin efemineliği değil "kadinliği" olduğunu hep unutuveriyoruz. Tabi bu unutkanlik kendi vücut algimizda da karsimiza çikiyor. Kendi bedenimize dayatilan kadinliği ve erkekliği yikip kendi özgünlüğümüzü yaratamiyoruz. Partner seçimimizde de bu özgünlüklerimizin kirintilarini bile göremiyoruz. Beden üzerine bir önceki kusağin "gullüm" tartismalarini hatirlayacak olursak, laço-lubunya çikmazinin çok da geride kalmadiğini, halen bazi travesti ve gey arkadaslarin sevgililerinin "pöçük" çiktiğini (ama gey değil) bu tartismalarin sanal alemde "asl plesea" ile baslayan sorularin en önemli cevabinin "a, p, ap" olarak yapildiğini görmekteyiz. Tasrada geyliğini


beden kuramayan metropole gelen, burada fuhus batağina saplanip "daha fazla kadin olmak" için operasyon geçiren ve mutsuz transeksüel hikayelerini de dinledik. Sanal alemden söz açilmisken, AIDS ve cinsel yolla bulusan hastaliklar, açilma korkusu, kendimize itiraf edemediğimiz cinselliğimizi bir baskasi ile paylasma korkusu, escinsellikten haz alma korkusu, bir adim attiğinda cinselliği yasadiğinda geri dönülemez bir yola sapilacaği korkusu eklenince "bedensiz seks" karsimiza çikiyor. Sanal alem üzerinden yapilan "bedensiz seks" gece olduğunda karanlik yatak odalarinda "yorgan alti telefon seksine" dönüsüveriyor. Ses üzerinden hayalindeki bedenle sevisiyor. Cinsel yönelimini sadece gece 12 sonrasi telefon görüsmeleriyle temassiz seks olarak yasaniyor. Geyler sanal alemin olanaklarini cinsel yönelimlerinin fanteziye indirgeyip saklayabilecekleri yeni bir dolap olarak hayatlarina sokuyorlar. Peki "bedenlerimize takilmak" bu kadar kötü mü? "Biz bedenlerimize takilarak hayatlarimizi zehir mi ediyoruz". Bence burada göz ardi etmememiz gereken ve bedenlerimize sahip çikma ve sorularimizi cevaplamanin bize kazandirdiği en önemli sey cinsel kimliğimizi kurarken, asklarimizi yasarken bize kilavuzluk yapan: "homoerotizm" Biz bedenlerimizi sorgularken bir yandan homoerotizmimizi kesfediyoruz. Tabi ki bu dönemimizde "hetero" erkeklere asik oluyoruz. Ve aci çekiyoruz ama bir yandan da bir seyi öğreniyoruz. "Ben erkek escinsellerle birlikte mutlu olabilirim". Ve bu noktadan itibaren mutlu olmanin yollarini yaratmaya çalisiyoruz. Erkekken bir erkeğe asik olabileceğimizi, erkekken bir erkek escinselle mutlu olabileceğimizi fark ediyoruz. Peki bu farkindalikla ne zamana kadar, ne kadar mutlu olabiliriz. Bu farkindaliği kazandiğimiz noktada "nasil bir erkekten hoslandiğindan emin olduğumuzda" attiğimiz adimlar önemli oluyor. Geyler genellikle bu kadar acidan sonra sevgili bulduktan sonra yarattiklari "steril küçük dünyalarinda yasamaya" basliyorlar ya da hayata dönüstürücü bir etkide bulunabilecekleri bir yerden

sözlerini söylemeye çalisiyorlar. Ancak Türkçe yazilarin yetersizliği ve deneyimlerin yaziya aktarilmamasi sisifosun kayasi gibi her geyin bütün bu süreci yeniden yasamasina ve kendi yolunu çizerken yalniz kalmasina ve bu yalnizliğin hüznü ile yasamak zorunda kalmasina neden oluyor. Genel hatlariyla aktarmaya çalistiğim mihenk taslarina geylerin ayaği takilip yuvarlanabiliyor. Farkli noktalara takilan bu geylerle hayatimizin farkli anlarinda karsi karsiya gelebiliyoruz veya farkli bir zaman diliminde farkli bir yerde biz de küçük bir çakil tasi olabiliyoruz. Kendi hayatimdan yola çikarak altini çizmeye çalistiğim bütün sorunlari düsündüğümde kendimi sansli hissediyorum, çünkü benim çevremde sorularimi karikatürize etmeden sorabileceğim geyler vardi, modakozmetik-fitness sektöründen nasiplerini almamis geyler vardi. Türkiyeli escinseller olarak "bedenlerimize ve asklarimiza sahip çikarken daha çok tartismamiz gerektiğini, "beden" konusunu Türkiye'deki geylezbiyenlerin bu kadar kolay rafa kaldiramayacağimizi, dönüp dönüp yeniden tartismamiz gerektiğini düsünüyorum...

AYHAN’LA MÜJGAN ARASI Ciğerini döke döke geldi dünyaya Ayhan... “bu gecenin sabahi olmaz” dedi içinden bir ses Hasiktiri çekti o sese, sürdü çaylak rujunu usta dudaklarina. Bir peruk sallandi, sari mi beyaz mi belli değil kederinden. Minisi çekti kaldirimlarin sigortasiz isçisi bacaklarina. Züppe kaldirimlar, bos besik sallanir siddetle. Bilginin kiymeti altinin rengi yaninda söner, günesle birlikte. Devir pustlarin devri! Can pazari bu, “ete geel, geel ete!” Yorgun bir sarap gibi döküldü yaslari zeytininden. “ölünmez ki yasayana dek” derken, araba mi ona, o mu arabaya çarpti, bilemedi yavsak ana haberlerin, en iyi, en kusursuz Türkçe’li, en “Kil”meni haberi verdi: “dün gece bir escinsel travesti, trafiği hem allak hem bullak etti” “aci var mi diye sorduk ağir yaraliya, cevap vermedi...” “ibnenin suçu götündedir” diyor biri. Çöpe atalim ibret-i alem için” diyor öteki. “gel ne olursan gel” diyor bir sofu. Bulunamadi! Kayip sehir Tanri’nin dedikleri. Kaos’ un allahi bu! Bir kediyle bir çuvalin içinde dövülüp, Islatilip 220’ye tutulmak değildi, elbet emeli. Fondoten alti hayallerini sildirdiler, sildi. Bir ağaç kadar yanlizdi. Arada biri gelip adini kazidi. Sonra hepsi çekip gitti. Aci, kaldiğiyla kaldi. Ah deli Müjgan, ah kadin Müjgan. Ah ne hayatlara hazirlanmistin bir zaman. Simdi de götle kiymet gören, kaninla rujun kaldirimlara sadakan. Niye tutundun o piç ölüme? Herkesin kahramani kendi! O cahil evin yasak öyküsü... Kendin olsan yeterdi. Onlar melek olmani bekledi. Vajina asinasi sikilip, arka sokağinda kasirga estirdi. Kimi masa basinda keyifle, Kimi çuvalla kum tasiyip, Geldi onca parayi bacağinin arasina serdi, Ya simdi...? “hayatim roman diye diye gitti kadin müjgan. Güzsiyah

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 5


beden

bi mevzular... ayse düzkan

insanin kendinden bahsetmesi çok yakisik alir bir sey değil ama mecburum. kaos-gl’nin 16. sayisinda alevhan radikal 2’de yayimlanan bir yazimla ilgili bir seyler yazmis. sağ olsun, yazdiklarinin önemli bir kismi övgü. yalniz benim açimdan önemli bir yanlis anlama olmus, bu yazida ele almak istediğim konuyla da ilgili, onlari düzeltmek istiyorum. bunlardan birincisi, basliği “...erkek düsmanliğina devam ediyor hâlâ...” baslikli o yazimin amaci feministlerin erkek düsmani olmadiğini söylemek değil, tam aksine, kendimi de parçasi gördüğüm feminist akimin erkek düsmani olduğunu, erkek düsmanliğinin neden feminizmin parçasi olmasi gerektiğini söylemekti. ben alevhan erkek düsmaninin lezbiyen anlamina geldiğini düsünmüyorum. erkek düsmaniyim, evet, bunun erkeklerle iliski kurmamakla ilgisi yok. nasil ki kapitalizme düsman olanlar ise girip çalisiyorsa, ben de erkeklerle çesitli biçimlerde iliski kuruyorum. bunlarin birbiriyle çelistiğini de düsünmüyorum. ancak alevhan bir çocuk sahibi olmam verisini de değerlendirerek benim heteroseksüel olduğumu varsaymis ve buna rağmen bana olan sevgisini dile getirmis. sağ olsun! ancak bu varsayimi karsisinda, “estağfurullah!”tan baska söyleyebileceğim bir sey yok. bir çocuk sahibi olmak, en azindan bir defa bir erkekle birlikte olmus olmanin bir kanitidir muhakkak ki. fakat insan hayatinin bir döneminde ya da tamaminda bir cinsi, örneğin “karsi cinsi” arzuladiysa bunun anlami ömrü boyunca o cinsi arzulayacaği midir? ne olacak bu bi’lerin hali? su heteronormatif ve heteroseksist dünyamizda bazen biseksüelliğin escinsellikten bile daha tepki gören, daha yok sayilan bir cinsel yönelik olduğunu düsünüyorum. bütün kültürel formlari ve kodlariyla gey de, lezbiyen de cinsel

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 6

kültürümüzün ve genel geçer erotikamizin bir parçasi artik. ama biseksüel, yani hem kadinlari, hem de erkekleri arzulayanlar ve bundan daha önemlisi, temelde kadin ve erkeğe tekabül eden, arzulanan ve arzulayan rollerinin ikisini birden isteyenler yani hem eril hem de disil role sahip çikanlara bugünkü hayatimizda hiç yer yok.

örneğin bir erkek, baska erkekleri arzulamak ve onlari becermek istiyor olabilir. o zaten erkekten sayiliyor. baska bir erkek de erkeklerin kendisini arzulayip düzmesini istiyor olabilir. onun durumu da belli, iliskide “kadin” olmak istemis. lanetleniyor ama anlasiliyor, zaten lanetlemek yok saymaktan farkli olarak, bir yere oturtmak anlamina geliyor. sorgulamak istediğim nokta su; kadin ve erkek nedir? biyolojik olarak bunu tanimlamak mümkün. ancak biyolojik farklari ilk bakista fark ettirmemenin mümkün olduğunu, bunu için hormona, ameliyata falan bile gerek olmadiğini biliyoruz. birçok erkek, bedenlerinde hiçbir kalici değisiklik yapmadan kendilerine kadinsi bir hava verebiliyor. yeni modalar, böyle bir seyi bile hedeflemeyen birçok genç adamin belli bir açidan bakildiğinda cazip bir kadin sanilabileceğini biliyoruz. (duman’daki batu’yu düsünsenize, hele de uzun saçli halini!) ayni sey kadinlar için de geçerli. öte yandan, bir erkek, klasik erkek

görünümünde hiçbir değisikliğe gitmeden, sadece istenmek, seçilmek istendiğini tavirlarina yedirerek, kadinsi olduğunu ima edebilir, değil mi? izninizle altini çizmek istiyorum, istenmek, seçilmek istemek, yani edilgen olmak. hepimiz cinsellik alaninda, yani birisini beğenme, ona olan ilgimizi ifade etme, dokunma cinsel iliski süreçlerinde hem karsimizdakini bir cinsel nesne olarak ele aliriz, hem de kendimizi bir cinsel nesne olarak ona sunariz. yani hem cinsel özne, hem de nesne oluruz. bu ilk bakista çok makul görünüyor ama aslinda durum böyle değil. heteroseksüel cinsellik kalibinda, erkekler özne kadinlar nesnedir. erkek, arzulanip arzulanmadiğini hesaba katmadan iliskiye girebilir; (para karsiliği iliskiye girebilmenin erkekler için bu kadar kolay olmasi da buna dayaniyor) bütün bir iliskiyi, karsisindakinin neler hissettiğini, zevk alip almadiğini hesaba katmadan baslatip bitirebilir. (lütfen bana âsik erkeklerin öyle yapmadiğini falan söylemeyin, arizi durumlardan bahsetmiyorum burada!) bunun da onun fitratiyla falan ilgisi yoktur, toplumsal olarak egemen konumundan kaynaklanir. kadinlar ise, esas olarak arzulanmaktan, kendi bedenlerinin çekiciliğinden tahrik oluyorlar; erkeklerin “sekse her zaman hazir” olmalarinin, kadinlarinsa o asamaya gelmek için genellikle ağda, pedikür seanslarindan geçmelerinin, hiç olmazsa bir dus almalarinin gerekmesinin sebebi de biraz bu. bu da yine fitrattan değil, toplumsal iliskilerden kaynaklaniyor. yani aslinda, kadinsilik ve erkeksilik dediğimiz sey edilgenlik ve etkenlik anlamina geliyor. ayrica, izninizle daha önce söylediğim bir seyi tekrar edeceğim. giysi, saç modeli, taki vb. konularda da neyin kadinlara, neyin erkeklere ait olduğunu tamamen moda ve aliskanliklar belirliyor. ancak yine de,


beden bedenimizin de, bedenimizi nasil olusturduğumuzun da cinsel kimliğimizi olusturan temel etmen olmadiğini düsünüyorum. örneğin bülent ersoy, biraz irice olmakla birlikte tamamiyla bir kadinin görüntüsüne sahip olmasina rağmen, sevgililerine davranislarinda erkekliğinden bir damla bile ödün vermedi; o yüzden, o, ve bir parodi olarak huysuz virjin, tavirlariyla erkekler üzerinde “erkekliğinden eden” bir etki birakiyorlar, ellerine sağlik. cinsellikte etken olma hakki bugün yalnizca erkeklere taniniyor, oysa buna hepimizin hakki var. öte yandan herkesin edilgen olmayi da bilen birileriyle sevisme hakki var. erkeklerle sevismek isteyenlerimizin de. bir yandan da, bir insani ilk gördüğümüzde cinsiyetini fark ediyorsak, bunun sebebi cinsiyetin toplumsal olarak bu kadar önemli olmasi. üstelik kadin ve erkek olunduğunun isaretleri bile tarih içinde o kadar değiskenlik gösteriyor ki. erkeklerin uzun saçlarini kadife kurdelelerle bağladiklari günler olmus!) daha somut söylersek, önünüzde biri yürüyor, hali, tavri, paltosunu savurusu, içinizde bir sey kipirdadi iste. biraz ilerleyip önden bakiyorsunuz, aa, meğer sizin arzulamaya aliskin olduğunuz cinsiyetten değilmis. içinizde uyanan duyguyu bastirmama cesaretini gösterebiliyorsaniz, biseksüelsiniz. bir baska örnek daha, bir yazi okudunuz, kimin yazdiğini bilmiyorsunuz ama bunu yazan kisiyi muhakkak tanimak zorunda olduğunuzu hissediyorsunuz. onunla tanisacağiniz ani düsündüğünüzde, içiniz kipirdiyor. biliyorsunuz, onunla aranizda bir sey olmamasi mümkün değil. sonunda öğreniyorsunuz, meğerse... çocukken, fazla üzerine düsünmeden, birbirimizi sever, hep görmek, dokunmak ister ve bunun adinin ask mi olduğu üzerine fazla kafa yormazdik. büyüdüğümüzde bunu yapmiyorsak, sebebi bence toplumsal. o yüzden, bana sorarsaniz, hepimiz aslinda biseksüeliz, bazilarimiz bunu fark etmemis ya da kabul etme cesaretini göstermemis olabilir.

Aday Önce söyle bakalim, bizden biri misin? Cam gözlü, takma disli ya da koltuk değnekli misin, Bir pantolon askisi ya da bir kanca, Plastik memeler, Plastik pantolon aği, ya da dikisler, Birseylerin eksikliğini göstersin diye? Hayir, hayir mi? Öyleyse sana bir sey vermemizi nasil beklersin? Kes ağlamayi. Aç elini. Bos mu? Bos. Al sana bos elini Dolduracak ve sana çay getirecek Ve basağrilarini geçirecek Ve ne istersen yapacak bir el. Evlenir misin onunla? Gün gelince Basparmaği ile gözlerini kapatip Kederden eriyip yok olacaği garanti edilir. Yepyeni bir soy baslatiriz tuzdan seninle. Görüyorum ki çirilçiplaksin. Bu takim elbiseye ne dersin— Siyah ve kaskati, ama fena da sayilmaz hani. Evlenir misin onunla? Su geçirmez, kirilmaz; atesmis, Damdan düsen bombalarmis, viz gelir ona viz. Inan bana, ölene dek giyersin, kefen bile olur sana. Afedersin ama, bos senin kafan. Onun dengi bende. Gel buraya sekerim, çik bakayim o dolaptan. Aman da aman buna ne buyrulur? Baslangiç için kağit gibi çiplak Ama yirmi bes yilda gümüs olur, Elli yilda altin. Baktiğin her yerde canli bir bebek, Dikis diker, yemek de pisirir, Konusabilir, konusabilir, konusabilir de. Çalisiyor, bozuk mozuk değil. Bir yaran varsa, lapa olur cerahatine. Varsa gözün, imge olur sana. Aslanim, o senin son siğinağin. Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin onunla. Sylvia Plath Türkçesi:Yusuf Eradam

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 7


beden

Erkekler Farklilasiyor Mu? Ali Erol

"Erkekler farklilasiyor", "Batililara göre Türk erkeği maço", "Biyikli Türk imaji değisti", "Ve erkek kendini yeniledi", "Babalar simdi daha güzel", "Estetik meraki erkeği de sardi", "Güzel seçilmek için ter dökme sirasi erkeklerdeydi", "Show tv erkek güzeli yarismasi düzenliyor", "Ruj reklaminda erkek dudaği", "Erkekler popolarina silikon taktiriyor", "Yeni erkek daha kadinsi-Zegna'nin 1 numarasi homoseksüalite ile feminite arasindaki farki anlatti", "98 erkeği tabu yikti"… Bu

ve benzeri "haber" basliklarinin üzerinden yillar geçse de "moda"nin sonu bir türlü gelmedi. "Yeni erkek

kimliği-erkek egemenliğine büyük tehdit", "Tüysüz erkek modasi geliyor"

gibi manset ve "haber basliklari"ni bir süre sonra medyada yeniden görmeye basladik. Nihayet heteroseksüel erkeklerin "Güzellik" serüvenini tanimlayan “farklilasma”, kildi, tüydü, ameliyatti, makyajdi derken “metroseksüel” erkeğe kadar geldi dayandi. Konumu ne olursa olsun, söz konusu serüven heteroseksüel erkekler açisindan epey sancili olmali. Biyolojiden bağimsiz olan ve egemenlik iliskilerinin sonucu olarak belirlenen ve sekillenen toplumsal erkeklik de denilen bu kategoriye simdi ne olacak? Söylendiği gibi, gerçekten "erkekler farklilasiyor" mu?

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 8

Açiktir ki sözü edilen "farklilasma" bir makyaj değisikliği olarak yeni bir imaj seklinde somutluk kazaniyor. Imaj söz konusu olduğunda zaten varolan bir ayrimin altini çizmek yerinde olur. Insanin, bedensel ve ruhsal bütünlüğü için kendi için kendine yönelmesi; kendiyle ilgilenmesi, kendini tanimasi ve sevmesi, birincil bir anlam ve öneme sahip olmali. "Makyaj" ve "imaj" da kabul etmek gerekir ki her zaman bos seyler değildir. Sosyokültürel süreçte insan, diğer insanlarla, doğayla ve toplumsal olaylarla iletisiminde ve etkilesiminde fiziğiyle oynamis ve bedenine müdahale etmistir. Bos ve anlamsiz olan, sadece makyajdan ibaret bir vücuttur. Plastik bir insan taklidinden baska bir sey olmayan böyle bir vücut güzellik bir yana, bir tastan bile ruhsuzdur. Heteroseksüel erkeklerin, fizik güzellik(?) için makyaj ve estetik ameliyatina yönelmeleri neyi ne kadar ve hangi yönde farklilastiriyor ve değistiriyor? Yanitlanmasi beklenecek soru bu olmali. Eve çamasir makinesinin girmesiyle kadinlarin çamasir derdi bitmediği gibi, heteroseksüel erkeklerin makyajiyla da toplumsal erkeklik ortadan kalkmaz. Bir makyajla üzeri gölgelenmeye çalisilan toplumsal erkeklik nedir? Her seyden önce toplumsal erkeklik kadinlarin kölelestirilmeleriyle varlik bulmustur. Sosyokültürel yansimalarinda farkliliklar olsa da kapitalist toplumda doruğuna çikmistir. Heteroseksüel erkek iktidariyla korunan toplumsal erkeklik, o iktidarin kurumlarinca yeniden üretilir. Bir dayatma olarak biyolojik cinsiyetin üstüne örülür. Kategorik bir dayatma olarak insanin üzerinde bir

yük ve pranga islevi de görür. Iktidarin sunduğu rant dolayisiyla çekiciliği olmakla birlikte insanin özgürlesmesi ve kendini özgürce yaratabilmesi önünde kurtulunmasi gereken bir engeldir. Bu noktada birçok heteroseksüel erkek süreci “toplumsal erkeklikten vazgeçmek esittir escinsellik” olarak algiladiğindan ikilemler yasayabiliyor. Rol ve davranis kaliplarina uymayan en küçük bir hareket ve yönelimin (“Kari misin, ibne misin?”) siddetle cezalandirildiği ortada iken söz konusu kaygilar anlasilabilir. Rol ve davranis kaliplarinin adi üstünde toplumsal kategorilerce belirlendiğini ve her zaman değisebildiğini ve değisebileceğini görmek lâzim. Toplumsal erkeklik, heteroseksüel olmayan erkekler ve kadinlar üstünde de bir baski araci olabiliyor. Escinsellik ayri bir varolus olarak kabul edilmediğinden escinsel erkekler, toplumsal erkekliğe uymayan ya da uymayi reddeden sorunlu ve suçlu kisiler olarak görülür. Doğaldir ki bastan böyle bir dayatma olmasa, escinsel erkekler yönelimlerini kesfetme süreçlerini sancisiz ve sorunsuz yasayarak kendilerini var edebileceklerdir. Ayni sekilde heteroseksüel erkekler de "Erkeklik"lerini ispatlamak için kiliktan kiliğa girerek o kadar eziyet çekmeyeceklerdir. Toplumsal erkekliğin karsisinda toplumsal kadinliğin disina çikmayan kadinlar da (lezbiyen ya da heteroseksüel olsun) o korkunç baskilanma ve ezilme altinda hiçbir zaman gerçek bedensel ve ruhsal bütünlüklerini ortaya koyamazlar. Daha en bastan güçsüz ve aciz olduklarina inandirilan kadinlar potansiyel fizik güçlerini bile dissallastiramazlar. Zincirine bir halka da kozmetik sanayiince eklenen kadin, ayaklari olup yürüyemeyen, kanatlari olup uçamayan bir yaratiğa dönüstürülmüstür. Çekicilik(?) ve güzellik(?) için onca eziyete katlanan kadinin erkekten benzer seyleri istemesi hakkidir aslinda. Fakat bizim konumuz bu değil. Kapitalist pazarda, kadin, isgücü olarak sömürülmekle birlikte, ayrica


beden onun cinselliği imaj olarak de sömürülebilir. Basta reklam sektöründe olmak üzere bu durum açikça görülür. Kadinlarin hiçbir zaman kullanmayacaği ürünlerde bile kadin ve onun meta haline getirilmis cinselliği kullanilir. Gerçek olmayan ihtiyaç üretimiyle varliğini sürdüren kapitalist toplumda, kadin cinselliğinin meta haline dönüstürülerek ya doğrudan ya da takviye araci olarak kullanilmasi anlasilabilir bir sey bu durumda. Erkek de reklam dünyasinda, güçlülüğün cesaretin ve tek basinda ayakta kalmanin sembolü olarak kullaniliyordu. Feminist mücadele etkisini bu alanda da gösterdi ve erkek cinsel yönüyle de kullanilir oldu. Maço olmayan ama sert bakan, kilsiz ama kasli yari çiplak erkekler reklamlarda boy göstermeye basladi. Bu tür erkekler ayni zamanda escinsel imajini da ön palana çikarirken lezbiyen imajli reklamlar da gecikmedi. Farklilasma, kadin cinselliğinin meta olarak kullanilmasinda bir değisiklik getirmediği gibi tekeller artik bir tasla birden çok kus/müsteri vurmaya basladilar. Erkekler makyaj yapsa ne olur? Konu yeni sayilmaz; antropolojiden, geçmisten, günümüzden yeterince örnek siralamak mümkün. Simdi bir Japon kozmetik firmasinin reklamina birlikte bakalim. Japon kozmetik firmasi Kanebu tarafindan bir ruj reklaminda ilk kez erkek kullaniliyormus. Kadinlar tarafindan kullanilan rujun bir erkek tarafindan sunulmasi belki de liberal feministlerin hosuna bile gidebilir. Erkekler açisindan ise yine değisen bir sey yok. Erkeğin resminin kenarinda ise "Bana süper lip ile saldir" yaziyormus! Reklamdaki parlak Japon erkeği size de maço bir erkeği hatirlatmiyor mu?. Sirt üstü yatmis bir maço, siritarak kadina, bana tecavüz et, diyor "Bana süper lip ile saldir". Focus dergisi, erkeklerin estetik ameliyatlari ile ilgili bir haber yapiyor ayni haberin Türk medyasinda aktarimi ve sunumu birbirinden çok farkli sekillerde gerçeklesiyor. Cumhuriyet, haberi yari bilim-teknik havasinda aktariyor. Hürriyet ise tam bir magazin ağzi ile haberin sadece popo ile ilgili olan bölümünü bol resimli olarak veriyor. Hürriyet, popolara silikon taktirmayi erkeklerin en çok rağbet ettiği estetik müdahale olarak aktariyor.

Cumhuriyet ise göğse kadar her noktayi sekillerle sergilerken göğüsten asaği inmiyor. Hürriyet ise popodan yukari çikmiyor. (Artik Cumhuriyet de “makyaj neden kadinin tekelinde?” diye soruyor.) Dikkat çekmek istediğim noktalar sunlar: Türkiyeli heteroseksüel erkeğin olmazsa olmazlarindan biri durumundaki biyiğin sözü bile edilmiyor. Biyiğin adi bile geçmeyince göğüs killari rahatça aldiriliyor. Bu süreçte Avrupali ve Amerikali erkekler erkekliklerinden bir sey yitirmedikleri gibi kadinlara daha çekici geliyorlarmis. Elbette oralarda da estetik ameliyatlarinin ve güzellesmelerin erkekler açisindan bir siniri vardir. Her sey bir yana görülmesi gereken, mutlaklastirilmaya çalisilan sosyokültürel kaliplarin pekâlâ değisebiliyor olmasidir. Yine de gözden kaçirilmamasi gereken bu değisikliğin mantiği olmali. Uzun vadeli düsündüğümüzde insanin ruhsal ve bedensel bütünlüğü göz ardi edilip bir robot insanin yaratilma tehlikesi akla gelebilir. Nazizmin sarisin Alman askerlerinin tornadan çikmis gibi bir örnek olusunu hatirlayalim. Böyle bir zihniyet var olan ayrimciliği daha da keskinlestirecektir. Ele krem sürmenin bile kadinsilik olarak algilandiği bir kültürde gerçi robot insana kadar ne tehlikeler vardir kim bilir! Henüz metroseksüel olarak telaffuz edilmediği dönemlerde, erkeklerin farklilastiğina, psikolog Suna Tanaltay da dikkat çekmisti. Bir taraftan burjuva gençlerini toplumsal gerçeklikten uzaklastirarak yabancilastirdiği gibi diğer taraftan yalnizca onlarla yetinmiyordu. Psikolog Tanaltay, sokakta yürüyen çiftlere baktiğinda, cinsiyetleri zaman zaman birbirine karistirdiğindan daha en basta herkesi uyarmisti. Erkekler giyim, taki, küpe ve dövmelerle kadinsi süslenmeye yenik düsmüsler. Tanaltay'in belirttiğine göre küpeler de takildiği kulağa göre farkli sifreler ifade ediyormus! "Ilk çağlardan

bu yana hep kadinlar süslenmis ancak günümüzde erkekler de böyle bir yönelime girmistir." Psikologumuz,

geçmise bugünün gözlükleriyle bakiyor, yanlis ve eksik seyler görüyor. "Erkek

tarihin çok uzun bir döneminde doğa ile savasirken kadinlarini besleme uğrasi verirken hep somut yararlari

önde tutmustur." Geçmiste insanlarin, hem kadinlarin hem erkeklerin vücutlarina, saçlarina, baslarina sürdükleri boyalar, taktiklari takilar bugünün gözüyle bakildiğinda bos ve saçma gelebilir. Fakat o insanlar için somut karsiliklari mutlaka vardi. Bu arada, erkek avdayken kadinin bos bos oturduğu ve o esnada makyaj yaptiği saniliyor. Zamanmerkezcilik,

kültürmerkezcilik, erkekmerkezcilik

hepsi yukaridaki bakis açisinda mevcut. Kadinlar isteseler de bos oturamazlardi. Avdan eli bos dönen erkekleri ve çocuklari kim besliyordu? Bilim ve uzmanlik adi altinda ortalama bir anne babanin kaygilari dillendiriliyor. Uzun saçtan, takidan, küpeden dert yaniliyor. Anlamaya çalisilmiyor. Ortada bir yaris ya da kazanan- kaybeden birileri varmis gibi erkeklerdeki farklilasmalari, kadinsi süslenmeye yenik düsme olarak görüyor. Açiktir ki yoksullarin ve alttan gelenlerin fiziksel değisikliklerine dikkat çekiliyor. Yoksa burjuva ve zengin erkekler zaten süsleniyorlardi. Bu görmezlikten geliniyor. Daha doğrusu alt kesimlerdeki insanlar ayni seyleri yapmaya baslayana kadar ses çikarilmiyor. Alt kesimlerde benzer davranislar görülmeye baslandiğinda yaygara kopariliyor. Egemen ahlâkin bu çifte standardinin burjuva sinifi tarafinda yasananlar güya gizlidir. Hafta sonu travestiliğinden, 'bi' kereden bir sey olmaza kadar o cephede her sey mesrudur. Kilifina uydurabilirsen her sey denenebilir gerisi magazin

KAOS GL Mart -Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 9


beden muhabirleri ile danisikli dövüse kalmistir. Ne de olsa onlardan biri yaparsa macera olur, yoksullardan biri yaparsa sapiklik olur. Onlardan biri yaparsa çilginlik olur, yoksullardan biri yaparsa soytarilik olur. Fiziksel değisiklikler sosyokültürel çağrisimlidir. Sembolik bir anlam da tasirlar. Kadinsilik ve erkeksiliğin disinda bir süreçtir bu. 60'li ve 70'li yillarda erkeğin uzun saçi bir asilik belirtisiydi ve köylerde bile klasik uzun saçli erkekler olurdu. 80'lerle birlikte hatta biraz daha erkende saçlar birden kisaldi. Günümüzde kirda uzun saçli erkek görmek belki de imkânsiz iken kentlerde yeniden saçlar uzadi. Ama hiç kimsenin aklina asilik ya da devrimcilik gelmiyor. Artik uzun saçli bir erkek hele de at kuyruğu yapmissa, metroseksüelden önce, entel ya da ibne olarak algilanirdi. Giysiler, takilar ve benzeri seylerin sosyokültürel süreçte birden çok anlamlari olabiliyor ve ayni seyler farkli zamanlarda farkli anlamlar kazanabiliyor. Bu anlamlari ilgili zaman ve mekânda değerlendirmek gerekir. Değisim, 'ah vah' ya da 'hot zot' dinlemez.. Herkes saçini uzatabilir ya da herkes küpe takabilir. Ama herkes güzellik salonlarina veya estetik kliniklerine gidemez. Ilgili pazarda ve medyada kullanilan "Babalar", "Erkekler" gibi çoğul özneler kapitalist toplumun yapisi gereği doğru bilgi vermez. Güzellik salonlari ve estetik klinikleri para gerektirir ve farklilasan erkekliğin toplumsal yansimalarini doğru tahlil edebilmek için ilgili erkeklerin sosyoekonomik konumlarini bilmek gerekir. Bununla birlikte ilgili pazar üst-orta sinif ve burjuva erkekleri ile yetinemeyeceği için bu alanin genisleme olasiliği yüksektir. "Süslenme" ve "Estetik kaygi”yi tek basina kapitalist pazarin kâr mantiği ve imaj kaygisi ile açiklamak da yeterli olmayacaktir. Bununla birlikte estetik kayginin ne kadari insanin kendi bedenini sevmesini ve ona saygi duymasindan ve ne kadari imaj kaygisindan kaynaklaniyor olduğunun ortaya konmasi gerekir. Bu durum zorunlu ve gerekli bir ayrimdir. Çünkü kapitalist toplumun insani ayni zamanda vücuduna da yabancilasmistir. Kapitalist toplum insan vücudunu da bir mal olarak görür ve

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 10

piyasaya çeker. Kapitalist toplumun insani eğer vücuduyla ilgilenebiliyorsa bedensel ve ruhsal bütünlüğü için değil baskalari için ilgilenir. Kendini baskalarina sunar. Bu durum bir pazarlama olarak da görülebilir. Bir meta olarak insan vücudu insanin kendi denetiminden çikmistir. Ilgili pazarin kurallari insan vücuduna yön vermektedir. Gelinen asamada "Güzellik" de "Estetik" de çoktan içi bosaltilmis kavramlardir. Heteroseksüel erkek iktidarinca korunup kollanan ve onun kurumlarinca davranissal ve zihinsel olarak yeniden üretilen toplumsal erkeklik mi farklilasiyor, değisiyor? Makyaj değisiklikleri ile kendimizi kandirmayacaksak yanitlanmasi gereken soru budur. Görünen o ki escinsellere ve kadinlara yönelik bir tehdit olan ve ayni zamanda heteroseksüel erkeklerin de omzunda yük olagelmis toplumsal erkeklik, erkek dünyasinda yikilmadik tabu kalmadiği halde varliğini korumaya devam ediyor. Onca makyaja rağmen "erkek dünyasi"nda yeni bir sey görmek ancak escinsellerin, kadinlarin ve özgürlesmek isteyen heteroseksüel erkeklerin birlikte mücadelesi ile mümkün olacaktir.

Güliver Gövdenin üstünden geçiyor bulutlar Yükseklerden, yükseklerden ve buza benziyorlar Ve birazcik da yassi, sanki görünmez Bir cam üstünde gezinmisler gibi. Kuğularin tersine, Yansimalari yok; Senin tersine, Ip falan yok uçlarina takili. Hepsi serin, hepsi mavi. Senin tersine— Sen, gözlerini göğe dikmis Sirtüstü uzanmissin, Örümcek adamlar minik, minicik zincirlerini Sarmis dolamis, kiskivrak yakalamislar seni, Rüsvetleri— Dolu dolu ipek. Nasil da nefret ediyorlar senden. Parmaklarinin vadisinde sohbet ediyorlar, onlar yeni Ölçen tirtildir. Onlar uyutur dolaplarinda seni, Bu ayak parmaği, su ayak parmaği, kutsal bir emanet. Uzak durun! Yedi fersah geri durun, hani Crivelli’de Dönüp duran su mesafeler gibi, dokunulmaz. Birakin bu göz bir kartal olsun, Bu dudağin gölgesi bir uçurum. Sylvia Plath Türkçesi: Yusuf Eradam


beden

Beyaz Puantiyeli Mor Elbise ertins

Beden üzerine yazmak güç bir sey olsa gerek. Iyi düsünmeliyim… Baslangiç için bi parça Brainstorming fena gitmez herhalde diye düsünüp elimi masa lambamin aydinlatma çizgisinin disinda kalan viski sisesine uzatiyorum, kelimeler doluyor bardağima bir bir. Masamin kenarindaki ince ama derin bir çizik beni kanatlarina alip ilkokul sirama birakiveriyor birden, ilk günkü gibi çaresiz hissediyorum annem sinifin kapisindan el sallarken. Bardağa uzaniyorum birden ama tutamiyorum, elim havada asili kaliyor. Karnemde mütemadiyen pekiyi olabilen tek dersi animsayip gülümsemeye çalisiyorum. Yok yok, konu bu değil. Panikle sinifin kapisini açip çikiyorum fakat bu kez de kendimi bir mağazada buluyorum, annemden iz yok. Tezgahtar kiz smallmedium demeksizin üstüme geliyor, kaçiyorum. Elim tekrar dudaklarima hasretle kurumus bardağa uzanirken kendimi sokakta buluyorum, neyse ki kurtulmusum dükkandan.Bir sürü insan arasinda yürüyorum bu kez, ancak aldiğim yudum hiçbir ifade katmiyor etrafimdaki yüzlere. Cansiz mankenlerle podyumdayim sanki, bir ben yasiyorum, “Burdayim!” diye haykirmak istiyorum ama salonda beni duyacak kimsenin olmamasindan korkuyorum. Tek baslarina hiçbir anlami olmayan bu bedenler gitgide sikistiriyorlar beni, sesim kisiliyor, boğulacak gibi oluyorum. Evet iste aradiğim tam olarak buydu diyorum yine de, toparlanip yerden kalkiyorum ve kalabaliği yararak ilerliyorum giydirilmesi gereken, somutluğu soyutluğa karismis bedenler arasinda. Bir düdük sesi isitiyorum, karsi yakaya bir vapur daha kalkiyor. Ardinda beyaz çizgileri unutarak ilerliyor vapur, bir de beni. Yabancisi olduğum bedenler arasinda…Sorular sormaya basliyorum; nedir bu beden? Kaça ayrilir? Cevapliyorum bir yandan da; kadin ve erkek olmak üzere “ikidir herhalde”. Bu ayrimi yaparken bir kadin yazar takiliyor aklima, dilimin ucunda kaliyor, animsayamiyorum

adini. Neyse , bedenlerden bahsediyordum… Yalindir bu bedenler doğalarinda, özgündür, özgürdür. Ancak dedim ya, giydirilmeleri gerekir doğalliği tartismaya açik insan doğasi gereği. Hegamonik giysilerdir bunlar hep, öyle veya böyle her toplumda makbuldürler. Bize giydirilirler, biz de zaten çok beğendiğimizi farkederiz. Çocuğunu kendi zevkine göre giydiren anne sefkati vardir çünkü hegamonide, gönül rizasi vardir. Farketmeyiz gerçekte ne istediğimizi çünkü henüz bu tip farkindaliklar için çok küçüğüzdür. Büyümeyi bekleriz hep kayitsiz, ve hep küçük kaliriz. Hep bize toplumun yakistirdiği giysileri seçeriz, erkek veya kadin giysilerini.Tam bunlari düsünürken Helene Cixous’yu görüyorum kalabaliğin arasinda, su adini animsayamadiğim yazar iste, belki de benzettim bilmiyorum, kalabaliğin arasinda kaybediyorum izini. Ondan da bahsetmeliyim yazacağim yazida muhakkak. Onsuz beden, kadin bedeninin edebiyata yansimasi tartisilmaz. Cixous (telaffuzu Fransizca’da sisu. sik-suk gibi talaffuz hatalarindan siddetle kaçinin, sahit oldum, hos olmuyor!) écriture feminine teriminin isim-anasi olarak bilinen son dönem feminist çalismalarina damgasini vurmus teorisyenlerden biri. Yazdiklarinda kadin bedeninin erkeğinkinden farkinin iki cinsin yazinina da etki ettiğini savunan bu ayrimci teorisyenimiz bununla yetinmeyip erkek yazininin tekdüze, sert, gerçeğe bağimli ve direk olduğunu belirtip kesfetmis olduğu écriture feminine’i bi o kadar renkli, soyut, yumusak ve dolayli olarak nitelemistir. Belki de ilk günahtan (Adem & Havva meselesi, bkz. Genesis) bu yana ağzi simsiki kapatilan kadinin yegane kendini-ifade biçimiydi ona göre bu écriture feminine. Sesleri bastirilmisti kadinlarin, oysa ki yazdiklari ve daha da yazacaklari ne çok sey, ne edebi ve de ebedi janr’lar vardi. Erkekler fallikti ona göre, Cezayir’i isgal eden Fransa’ydi. Fallus ataerkil toplumun tek merkeziydi, hani su kadina yasaklanan tek merkez. Bunu suiistimal eden biz

erkekler de cinsel uzuvlarimizla yaziyorduk ona göre (parça-bütün iliskisi mi yoksa psikanalizci yaklasim mi hala çözemedim). Peki “kadin” napmaliydi? Buldu! Kadin sadece kadini yazmaliydi, bunun için muhtaç olduğu kudret memelerindeki asil sütte mevcuttu (iki kalem!). Tabi ya erkeklerin penisi varsa kadinlarin da memeleri vardi, onlar ne güne duruyordu. Edebiyatini yapip bunu “beyaz mürekkep” (white ink) olarak adlandirdiktan sonra kim tutardi Cixous’yu! Bu saatten sonra beyaz mürekkebin siyah kağit gerektireceği gerçeği bile engel teskil edemezdi onun için. Bu gazla sahlanan teorisyenimiz kadin yazinini efsanelestirmekte sinir tanimadi, kendi bedenlerini yazmalarini istedi kadinlardan, kendi hatlarini, en ince kivrimlariyla. Dedim ya hassas bir isti bu, erkek yazinindan farkli olarak; emek istiyordu, fallik değildi. Bilhakis duyarliydi kadin cümleleri, renkliydi tüm kelimeleri, derindi, direk değil mecazi veya sembolik envai çesit anlamla yüklüydü bulutlari. Derken çizdiği kadin portresini büyük beden elbiselerle giydirdi de giydirdi Cixous, ta ki üstüne titrediği o kadin bedeni onca elbisenin altinda “kadincağiz” halini alana ve erkek bedeni de ortada çirilçiplak kalana dek. Sömürge kadina taninmadiğini iddia ettiği herseyi bir bir geri aldi Cixous erkek kolonisinden. Ne kadar da zavalliydi artik erkek dünyasi ve de bu dünyanin yansimasindan baska bir sey olmayan edebiyati… Sonunda basarmisti Cixous, bizden biri olmustu artik, sizden biri. Masa lambami kapatip gerçekler dünyasindan bi sonraki vapurla rüyalara açilmaya hazirlanirken gözüm bir kenara atmis olduğum bezbebeğe ilisiyor, göz göze geliyoruz yüzü beyaz bir parça bezden ibaret bebekle. Üzerine en az bes beden büyük gelen alli-morlu elbisesiyle onu sevdiğimi düsünüyorum son bir yudum alirken bardağimdan. En az Cixous kadar hakki yok mu sizce de yazacağim yazimda yer almaya?

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 11


beden

Ben Size Dönmem Ama Yusuf Eradam

Ah beden, bir tek sen... “Ben size dönmem ama siz bana dönersiniz,” derdi annem Necibe Hanim. Haydar Ergülen miydi, annelerin sairlerin siirli yasamlarinin miladi olduğunu söyleyen? Daha önce bir yerlerde daha değinmistim anamin bilgeliğine ve bu uyarisina ama o denememde annemin bu yasantisal bilgiye dayanan özdeyisini “beden” konusunda yeniden irdeleyeceğimi, irdelemem, kurcalamam gerektiğini bilmeliydim. (Kendimi anamin mezarini eseleyen bir köpek gibi hissediyorum, tipki Sylvia Plath’in “Açalya Patikasinda Elektra” baslikli siirinde babasinin mezarina yaptiği gibi, ama ne yapayim ki durum bu, ben de hayata dair birtakim gerçekleri kesfettiğimde, bunlar daha önce anamdan, babamdan, bir hocamdan ya da bir yazarin iki satirindan veya bir sairin bir iki dizesinden mülhem aklima gelmisse, üzerine biraz daha kafa-yorum yaziyorum iste...) Bedeninin eza olduğunun bilincine varmis olduğundan böyle konusan annem bizim gibi hep genç ve sağlam ve hep zippir zippir kalacağindan emin çocuklarinin ona tahammül edemeyislerine tahammül ediyormus meğer. Bayramdir, seyrandir, bir yerlere gideceğimiz zaman, hepimiz hazir olurduk bir an önce, ama annem hep bizden geri kalirdi ve biz çok sabirsizdik. “Hadi anne, daha giyinemedin mi anne!” diyerek de gösterirdik onun ağirdan alisindan sikildiğimizi. Meğer annem sağ kolunun çolak olusu yüzünden, her yanini sarmis romatizma yüzünden, ya da belindeki, kalça kenetlerindeki sizilar yüzünden güçlükle eğilebildiği için yavas giyinirmis acilar içinde. Biz bilmezdik; o da gururundan bize bir sey söylemezdi. Biz homurdandik mi, “Ben size dönmem, ama siz bana dönersiniz,” derdi sadece. Annem bulasik yikarken evimizde

KAOS GL Mart – Nisan 2003 Sayi 20 Sayfa 12

termosifon bile yoktu, musluğa bağlanan elektrikli nestikelerden de yoktu; bir sürü seye salak masraf ediyorduk, ama nedense annemin ellerini o bodrum katina inen buz gibi sulardan kurtarmak hiçbirimizin aklina gelmiyordu. Annem büzülüyor, küçülüyor, eklem yerleri ağriyor, ağriyor ve giderek daha yavas bir kadin haline geliyordu. Üf, bizimse acelemiz vardi. Çok acelemiz vardi. “Simdi otobüs durağina yürüyeceğiz, aman tanrim benim zirt diye bes dakikada yürüyeceğim mesafe annem yüzünden yarim saat sürecek.” Psikolojik olarak bu mesafe daha da uzayacak, çünkü babam bizimle birlikte olduğu anlasilmasin diye herhalde, bes adim önden yürüyecek, arkasinda biz, bir oğlan üç kiz kardes, en arkada ise annem... “Durun usak, biraz soluk aliim. Kenetlerim, bacaklarim, ayaklarim...” Mevsim hele kis ise, hele hele Cebeci’nin o Tanyeli sokağinin dik yokusunda bir de kar, buz varsa...aman bir de o karakista seker ya da kurban bayrami falan olduysa... Allah’im ne yaptim da bana bunu reva gördün, ya Rab... Bizden utanan bir baba, essoğlusu, siki tassağina denk önden önden, ellerini arkasina kavusturmus giden... Ve Allahin unuttuğu, bedeni ile savasan ve bedenini bir ceza, Dogville adli filmde Grace’in tasidiği demir halka, bir değirmen tasi, diğer adiyla bir mursal gibi tasiyan bir ana... Ikisinin, babam ile annemin yani, ortasinda ne ariyorum ben? Ben niye bu esikte bir öne kosturup babama bir seyler diyorum, bir arkaya gidip anamin koluna giriyorum, ama o ille de elimi tutuyor... Içimi ürpertirdi annemin kadife elleri... Eklem yerlerim onunkiler gibi ağriyor simdi. Onun gibi düzensiz besleniyorum. Onun gibi kisa boylu ve minnacik bedenliyim. Ben ondan daha kiloluyum. Kafamin içi onunki gibi akil dolu. (Kocakafamla dalga geçenlere böyle söylememi tembihlerdi, ben de

Değirmenler Mahallesi’nin piçlerine döner öyle bağirirdim: “O kocakafanin içi akil dolu salaklar! Sizinki gibi saman dolu diiil, tamam mi!”) Simdi sol kolumla bir bardak kaldirirken canim yaninca anliyorum annemi. Istediğim anda musluğumdan sicak su akiyor. Bulasik, tasarruf yapmak istersem yikiyorum. “Aman, canim istemiyor, çok isim var, içeri gidip su beden üzerine yazdiğim denemeyi bitireyim,” dersem, bulasiklari makineye atiyorum, makine yikiyor, bedelini ödüyorum oluyor bitiyor. Sürekli olarak oturarak çalismak zorunda olusumdan ve kitap, ödev, sinav kağitlari okurken basimi hep önüme eğmek zorunda kalisimdan boynumda fitik baslangici ve düzlesme, belimde ise içe doğru kivrilma baslamis, o da bel fitiği baslangici. Fizyoterapistlerim, “ömür boyu bizimle birlikte yasayacak, hep egzersiz yapacaksiniz, ameliyat olmak istemiyorsaniz,” dediler. Izmir kaplicalarindaki doktor bir seyiniz yok dedi, orada her tarafi yamulmus insanlara kiyasla yok bir seyim, ama en ufak bir cereyani hisseder oldu bedenim. “Gizlar, bir yerlerde bir pencere falan mi açik, cereyan var evde,” derdi annem. Biz hiçbir sey hissetmediğimiz için, üstelik su yaz gününde cereyandan sikayet de neyin nesi diye yine homurdanirdik anneme. Simdi ben hissediyorum cereyanlari. Odanin içine üfleseniz farkediyorum bu ani hava akimini. Edgar Allan Poe’nun Roderick Usher’i gibi oldum. Kar her yani kapladiğinda, ya da günes azicik fazla oldu mu gözlerimi açamiyorum. Ayni gözlerimin dipleri ağridiğinda anliyorum grip olacağimi. Buz gibi sularda bulasik yikadiktan sonra ellerini oğusturarak çikardi mutfaktan annem ve “Dinnahlarimin uçlari sizliyor,” derdi. Sonra sobanin basina oturur, ellerini az önce yine kendisinin yaktiği sobada isitmaya çalisirdi. Ağzinin içi yara olurdu bazen. Sigara dumani iyi gelirmis diyerek bir


beden iki nefes alirdi, içine çekmeden ağzinda tutardi dumani da geçerdi herhalde ağiz içi yaralari. Kalça kenetleri sizlardi. Sobanin üzerinde isittiği tuğlayi bir beze ya da havluya sarar ağriyan yerinin üzerine koyar öyle yatardi. Uyurken düdüklü tencere gibi tislardi da rahat nefes alsin diye dürterdik annemin bedenini, o da yan dönerdi, düdüklü tencere tislamasi dinerdi. Sabahtan aksama kadar evde dolanip durduğu için de ayak bilekleri ağrirdi annemin. Aksama birer birer eve geldiğimizde en çok benden isterdi ayak bileklerini ovalamami. Babamin yağli sirtini kasimaktan ne kadar nefret ettiysem, anamin kadife ayaklarini ovalamak da o kadar hosuma giderdi. Öldükten sonra annem iki yil boyunca hiç rüyama girmedi... Iki yil sonra, bir gece rüyamda, islak oldu rüyam in English... Annemle Ödipal hasretim vuslat muradina böylece ermisti. Sürekli bir bastirilmis kadife ten, tensel bir edim ve penetrasyon ile kopusa dönüstü annemli vuslat. Annemden böylece koptuğumu saniyorum. Gerçek gibiydi rüya çünkü, ama belki incubus idi gelen, ama succubus, ya da ben teni kadife annemi becerdim rüyamda. Bu birlesmeyi animsamak hâlâ içimi ürpertir, suçluluk duygusu ile animsarim o rüyayi. Niye diye düsünürüm? Baba ilgisinin yokluğunda, kayitsiz sartsiz ve asla eksilmeyen bir sevgi veren annemin bedeni yok oluverdi o trafik kazasinda ve ben Baudelaire’den beter oldum sanirim uzatmali yas dönemin boyunca. Gardrobumda durur hirkasi. Giyemiyorum, sadece bakiyorum annemi isitan hirkaya. Gülebru’cum o nefis hirkali ve “Cinayet” baslikli öyküsünde (nefis olan öykü, hirka değil) beni cort diye çözümleyivermis. 50 yas doğumgünümde gelen en güzel armağanlardandi, “Seni düsünüyor, seni anliyorum, seni önemsiyor ve umursuyorum,” diyen bir armağan...tabii bir o kadar da zorlayici, karsiliğinin verilmesi güç olduğu için de tehditkâr bir armağan. GülePru (Pru, prudence sözcüğünün basliği dersem Gülebru beni öldürür) böyle bir karsilik da beklemez zaten. Bedenen, annemin aynisiyim.

Biyiğimi çikarin geriye annem kaliyor. Bir sevgilim, biyiğini kessene, demisti. Niyetlendim. Öteki sevgilim, “Kesme, geriye bir sey kalmaz,” dedi. Basim, kafam, aklim, beynim annemle uğrasiyor hep. Basi ağrirdi annemin, çok ağrirdi. Dayanilmaz bir basağrisi olmaliydi ki “Gafama bir kama sokasim var,” derdi de sasirirdik. Abartiyor gene derdik. Basini bir tülbentle alnindan sikardi, sikarsa geçer diye. Bedenini Toni Morrison’un kadin kahramanlari gibi gururla tasidi annem. Sanki sirtinda kamçi izlerinden bir ağaç olusmus bir zenci köle gibi. Bedenini bütün acilarina, sizilarina, ağrilarina karsin gururla tasimayi hep sürdürdüğü için de simdi benim gözümde trajik bir yücelik kazanmis bir azize annem...anam. Elleri mahir annem. Onun eline hiç su dökemedik. Beden, en onulmaz hücre. Bu hücreden annem bir trafik kazasinda, o

kama sokmak istediği kafasi patlayarak çikti, kaza mahallinde annemin son halini gördüğü için “Teyzemin beyni patlamisti” diyebilen, ve bunu diyebildiği için benden azar isiten kuzenimin kocasinin belirlediği gibi ancak ölümle çikti hücresinden. Arabanin arkasinda uyurken, bedeninden çiktiği tenefüs sirasinda olmustu kaza ve ümit ediyoruz ki araba taklalar atarken basi arabanin tavanina çarptiğinda bir beyin kanamasi ile hiçbir aci hissetmeden gitmistir. Hiç bir

aci hissetmeden bütün ağrilarindan kurtuldu annem. Hep öyle isterdi zaten. “Üç gün yatak, dördüncü gün Allah canimi alsin,” derdi. Allahin sevgili kuluymus ki, üç gün yatak da reva görmedi inandiği Allah. “Beni okutsalardi basbakan bile olurdum,” diyen annem yeteneklerinden farkinda olduğu için de bazen Allah’a söyle yakarirdi: “Allahim, beni niye suncacik bir bedene hapsettin?” Hayat, ölümün mapusluğu; ölüm de hayatin. Beden ise ikisinin de ömür boyu mapusluğu. Acilar, sizilar, ağrilar olmasa yasadiğimizi anlamayacağiz. Ontolojik bir enigma bedenin ruha ezasi, cefasi. Raymond Federman, “Insan yeterince aci çekmediği için aci çeker,” demis ya... aci çekiyorum, bedenimde mapusluğum sürüyor çünkü. Hayatta olsa da terleyen sirtina bez soksam gene. Terleyen sirtima bez sokmak, tek basima, çok zor oluyor. Annemin bana biraktiği hirkayi giysem mi? Bu hirkadan Gülebru’nun hiç haberi yoktu. Murat diyor ki, Gülelbru bir büyücü. Annem de öyleydi. Mucizeleriyle, örneğin ayaklarimiza ördüğü patikleriyle, bizi var ederdi. Gülebru’nun öyküsünü hep üsüyen ayaklarima geçirdim. Sicaciğim simdi. Annemi daha iyi anladiğim zannediyorum. Döngüsel kurguda isindiğimi güzel dostum da ne güzel anlamis. Ask olsun! Tindersticks konserinden de bu yüzden mi erken ayrildim Saklikent’ten? Saklanamadiğim kentten? Lou Reed, “Just a perfect day” adli sarkisini bunun için mi yazmistir? Ben onu her dinleyisimde, Tindersticks ile karistirayim diye mi? Anamin bedeni ile benim bedenim gibi mi her ikisi de? Her ikisini de dehsetle ve sehvetle sevisim de bu yüzden, belli ki. Yazarken anlamadan yazmisim bir siirimdeki su iki dizeyi: Ah beden, Bir tek sen kaldin beni terketmeyen... Bedenimi tasimayi sürdürüyorum, her seye karsin sürdürüyorum..

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 18 Sayfa 13


beden

Büyürken geri dönen’e, Yusuf Eradam’a—

Cinayet Gülebru Turna

Alhava, bir düs gördü. Her seyin uğuldadiği gecelerden biriydi. Yatağindan kalkti. Küçük, mavi evinin kapisini açti, bahçeye çikti. Ay, uzun, isiltili lâlâ çiçeklerinin karni gibi beyaza kesmisti. Bahçesine bakti Alhava. Ama düsünü gördü yalnizca. Içi titriyordu. Eve girdi, kapiyi kapatti. “Üsüyorum,” dedi yüksek sesle. Annesinin yoramba yününden ördüğü hirkayi aradi. Büyük dolabini alt üst etti. Hirkayi bulamadi. “Çok üsüyorum,” dedi daha yüksek sesle. Eski esyalarini yiğdiği odaciğa girdi. Disleri birbirine çarpmaya baslamisti. Dolaplari açti, kutulari indirdi. Hirkayi bulamadi. Bodruma inip isiticinin ayarini değistirdi. Yukari çikti. Yatağinin içine girdi. “Ne kadar soğuk bir gece.” Isinamadi. Kalkti. Kütüphanesinin karsisina geçti. “Iyi bir kitap ise yarayabilir.” Iyi bir kitap bulamadi. Mutfağa gitti. Ebilma markali temiz suyu ocağa koydu, içine kemme çayinin yapraklarini atti. “Donuyorum. Hirkayi bulmaliyim.”

Çayi, kocaman sari bardağina doldurdu. Dudaklarinin ucuyla tatli sivinin isisini kontrol etti. Ardindan

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 14

büyük bir yudum aldi. Içinin titremesi artti. “Basladiğimiz yere dönüyoruz titreyerek, üç üsüme var, durdurulamaz.” Siirin devamini getiremedi. Midesi bulaniyordu. Bardaği birakti. Odasina döndü, dolabinda ne varsa disari çikardi. Geçen bahar, ödül töreninde giymek için aldiği kizil kahve ceket—bir kez giymisti—, en kaliteli saren yününden elde dikilmis siyah, uzun hirka, eski sevgilisinin armağani kisa polad – polad giyemeyecek kadar yasliydi artik, hele kisa polad!—, ada ipeğinden en az yirmi fder, kim bilir kaç tommarin canina mâl olmus bir kürk, savan pantolonlari, eldivenler...Hirkayi bulamadi. “Ah, anne!” Giysilerin ortasina oturmus titriyordu. “Hirkami ne yaptin?” Geçen yil annesinin yattiği odaya girdi. Kapinin önünde bir an duraladi. “Dolabi bosaltmis miydim?” Karanlikta ilerledi, tek kisilik parlak yesil köy isi bir battaniye ile örtülmüs yatağin üzerine oturdu. Pencer, kadin öldüğünden beri açilmamisti. Alhava yatağa uzandi. Sonra doğruldu, battaniyeyi kaldirdi. Ferren kokan çarsafa yatti. Battaniyeyi üstüne örttü. Hiç kipirdamadan, gözleri dolapta, öylece yatti. Titriyordu. “Saçmalama Alhava. Kalk!” Kalkti. Yatağin içine oturdu. Titriyordu. “Hastayim ve üsüyorum. Hepsi bu iste. Sabah bir devaciya giderim.” Kalkti. Dolaba doğru yürüdü. Kapağini açti. “Donuyorum.” “Dolap odadan daha karanlikti. Içi bombostu. Annesinin giysilerini kiz kardesleri almisti. Eliyle üst rafi yokladi. Yoramba yününün sert, kirçilli dokusunu hissetti. Eline dolan yünü tuttu, disari çekti. Hirkayi bulmustu. “Iste buldum seni.” Hirkayi giydi. Odadan hizla çikti, kapiyi sikica kapatti. Derin bir soluk

aldi. Asit, midesinden yemek borusuna yükseldi, yutkundu. Sağalticisina anlatacak renkli bir gece daha yasadiğini düsündü. Sağalticinin sesini taklit ederek konustu: “Fakat Alhava, annenin rahmine dönme arzusu ile bas etmek...” Odadan bir tikirti geldi. Alhava irkildi. Sustu ve dikkat kesildi. Bir tikirti daha duydu. Sakaklari atmaya basladi, bedeni kaskati oldu. “Dolabi iyi kapatmadim mi acaba?” Bu kez içeriden biri seslendi: “Alhava! Alhava!” Alhava buz gibi terledi. Hizla mutfağa gitti, kedderleri kesmek için kullanilan büyük biçaği aldi. Sonra durdu. “Güvenliği aramaliyim.” Ama kimildamadi. Evin içinde bir kapinin açilip kapandiğini duydu. “Anne?” Biçaği tuttuğu elini kaldirdi. “Saçmalama Alhava, annen öldü. Hirsiz girdi, bu hirsiz.” “Alhava, neredesin?” Alhava bayilacağini sandi. Hemen toparlandi. “Kimsin sen?” “Benim Dazhal.” “Dazhal?” Yanit gelmedi. Alhava, aklini yitirdiğini düsündü. Sonra da birinin ona oyun oynadiğini. “Hirkayi geri verir misin? Çok üsüyorum.” Alhava öfkelenmisti, bağirdi. “Kimsin sen? Kimsin?” “Benim, Dazhal. Yalvaririm hirkayi geri ver. Donuyorum.” “Demek Dazhal’sin. Öyleyse gel ve hirkayi kendin al.” “Gelebilir miyim?” Alhava kahkalarla güldü. Biçaği havaya kaldirdi. Ağzi çarpilmisti. “Elbette gelebilirsin baba. Buradayim, mutfakta.” Babasinin ayak seslerini duydu. Iğrenç sarhos arkadaslarindan biri saka yapiyordu. Bu arkadas da korkutulmayi hak etmisti. Alhava bicaği simsiki tuttu.


beden Kolunu iyice havaya kaldirip gerdi. Terliyordu. Kapida kendisinden genç bir adam çekingen gülümsedi. Alhava’nin gözünde bembeyaz bir simsek çakti, bacaklari bosaldi. Adam, kararsiz elini uzatti. “Iyi misin?” “Baba?” “Sadece hirka için. Görüyorsun, baska bir seyim yok.” “Bu hirka benim, annem benim için ördü onu.” “Ama senin Gim krali kadar çok giysin var. Bunu da yillardir aramiyordun. Üstelik yünü çok serttir. Senin çok giysin var. Benimse baska bir seyim yok, hiçbir seyim...” Alhava, adamin çiplak bedenine öfkeyle bakti. “Görüyorum. Ama hirka benim.” Adam sustu. Basini önüne eğdi. Bir damla yas yere düsdü. “Kes ağlamayi. Yalanci pislik seni.” Adam içini çekti. “Ben senin babanim, benimle böyle konusma.” “Hak ediyorsun. Hirka benim, geldiğin yere dön!” “Hirka benim. Annen onu ban örmüstü, ama sey olunca...sey olunca onu sana verdi.” “Ne olunca?” Adam sustu. “Ah, evet animsadim! Sen onu terk edince. Kadini yavas yavas öldürüyordun. Sonra çabucak ölsün diye terk ettin. Üstelik Feds için...” “Fest için.” “Baba, siktir git!” “Hirkami ver.” “Hayir. Hirka benim.” “Senin her seyin var. Sayisiz hirka alabilirsin. Paran var, dostlarin var, önemli bir adamsin. Her seyin var.” “Ama annem yok.” “Yasiyorsun.” “Annem yasamiyor. Korkunç bir yasami oldu. Senin yüzünden.” “Benim yasamim da pek iyi sayilmazdi.” “Annemin yasamini sen tükettin.” “Bunun için sen mi suçluluk duyuyorsun?” “Ne?” “Erkek olduğun için diyorum, belki de...” “Baba, siktir git!” “Hirkami ver, o olmadan üsüyorum.”

Adam hirkanin yakasini tuttu ve çekti. Alhava irkildi ve haykirdi. “Ölüsün sen! Ölü! Geldiğin yere dön!” Adam hirkayi simsiki tutmus ağliyordu: “Nasil, nasil döneceğim? Hirkasiz nasil döneceğim?” “Bilmiyorum. Bilmiyorum. Dolaba dön.” “Üsüyorum oğlum, çok üsüyorum, dönemem.” “Oğlum deyip durma, defol!” Adam hirkayi birakti. Alhava arkasini döndü. “Peki. Ama sonsuza kadar üsüyeceğim. Annenin hirkasi...” Alhava biçaği hizla kaldirdi, indirdi. Adamin hiç sesi çikmadi. Biraz sallanip düstü. Düserken ocağa çarpti. Sicak kemme çayi devrildi, adamin üstüne döküldü. Adam ağir ağir toparlandi. Kalkti. Sirtinda biçak, mutfaktan çikti. Küçük odanin kapisin kapandi. Alhava, ocaği söndürdü. Çay kabini yerden kaldirdi, masanin üstüne koydu. Mutfak dolaplarindan birini açip yeri sildi. Sonra bezi çöpe atti. Mutfaktan çikip yatak odasina gitti. Bas ucunda duran bir siseden iki küçük mavi hap aldi, yuttu. Mutfağa dönüp biraz su içti. Bütün isiklari kapatip balkona çikti. Lâlâ çiçekleri arasindaki vazzax tarzi bahçe iskemlesine oturdu. Üstü basi kan içindeydi. Alhava, bir düs gördü. Düsünde çirilçiplakti ve kar yağiyordu. Annesi hirkasini örüyordu ve gülümsüyordu. “Anne, üsüyorum,” dedi Alhava. Annesi kaslarini çatti. “Bu hirka baban için.” “Anne, babami sevme artik.” “Hirka babanin.” Alhava bir düs gördü. Her seyin uğuldadiği gecelerden biriydi.

Sekreter Sarkisi Kalçalarim bir büro masasidir. Kulaklarimdan ataç zincirleri sarkar. Saçlarimdan da lastik bantlar. Teksir mürekkebi kuyularidir memelerim. Küçük tekerler peydahlamis ayaklarim. Bizzt. Klik. Basim berbat düzenlenmis bir dosyadir. Basim, birçok hattin cizirdadiği bir dahili telefon santralidir. Bastirin parmaklarima, gözlerimde beliriverir matlup ve zimmet. Çilink. Tirilink. Göbek kordonumun ucu bir red düğmesidir. Iptal edilmis bir sürü nüsha akar ağzimdan. Sismis, kallâvi, dikdörtgen bir bebek fotokopi makinesi peydahlamak üzereyim. K harfinde dosyalayin beni, Çünkü eskiden ben kir kadindim, k adin. Marge Piercy* Türkçesi: Yusuf Eradam * Çağdas Amerikali kadin sairlerden.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 15


beden

Bedenin Uzaklastirilan Anlamina Dair Birkaç Söz Erdal

Beden konusunun oldukça genis bir disiplinler arasi paylasimla gelisebilecek bir alan olduğunu bilerek bu konuda düsünmek ve insan haklari bağlaminda değerlendirip var olan yapisina sorunlastirici yaklasimlar gelistirmek gerekiyor. Escinselliğin de bu bağlamda önemli elestiriler getirebileceğini düsünüyorum. Bu konuda aklimiza gelen birkaç soruyu sorarak baslarsak; Beden benim mi? Devletin mi? Ya da kimine göre; Tanrinin mi? Herkese aitse bu siniri kim çizecek? Fahiselik, intihar, ötenazi, escinsellik gibi durumlarda mülkiyet kime ait olacak? Kadinlar, escinseller,sakatlar neyi söyleyecek? Kimlerin bedenleri haksizliğa uğramis durumda ? Gibi sorularla baslanildiğinda uçsuz bucaksiz bir alanla karsi karsiya kalmis oluyoruz.Ancak B.S.Turner de bunun farkinda olarak siniflama yapmayi pek istemese de çalismalarin daha kolay yürümesi için bir tasnif yapmak gerektiğini düsünmüstür. Ben de bu tasnif üzerinden bedeni sorunsallastirmak gerektiğini düsünüyorum.

Yukaridaki üç bölüm ve birbiriyle iliskisi oldukça komplike bir alan. Özelde cinsellik ve escinsellik alanini açmak için tarihsel bir yaklasimi beraberinde getiriyor. Bu bağlamda bu yazi daha genel bir beden algilayisini ifade etmek için ele alindi.Özellikle iç ve dis bedene konumlandirilan cinsellik ve cinsiyet kavrami , onun biyolojik olarak, hem özel hem de kamusal alandaki temsiliyetindeki biçimlerini algilamada bedeni masaya yatirmak önemli. J. Derrida’da Özne kavramini ele aldiğimizda; A)Modern özne; Aydinlarin düsüncesinin tanimlamasi ve sosyolojik özne olarak tanimlar. B)Post modern özne; Modern özneyi Marx, tarihin merkezine kaydirmistir. Freud ise özneyi asağidan yukariya bilinç altina kaydirmistir.Derrida ise ‘farkin’ bir tözü yoktur. Fark her seydir.Bati düsüncesi sadece ses merkezli değil ayni zamanda logos...... ne aktif ne pasif ‘ayni’ ‘öteki’ olarak görür özneyi. Burada ‘öteki’ aydinlanma düsüncesinde ayniliği temsil eder. Beden –ruh ikilemini ele aldiğimizda karsimiza Descartes çikar

Buna göre; A) Beden Sosyolojisi Iç Beden Dis Beden TIP Sanat Biyoloji-Anatomi Moda Sağlik-Tip Sosyolojisi Tüketim Feneomoloji Medya Bilim Tarihi Cinsellik-Cinsiyet Bilim Felsefesi Post-modernizm Cinsiyet Cinsellik Göstergebilim Sağlik-Nüfus Politikalari Post-yapisalcilik B) Toplumsal düzey ------ Bireysel düzey Kamusal düzey------------Özel düzey Biyo politikalar Temsiliyet C) ------------Geleneksel-------------Modern-----------------Post-modern--------------------

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 16

ve bildiğimiz o meshur lafini söyler;‘düsünüyorum öyleyse varim’ Bu ifade ile ruhun kendini var etmesi için bir bedene ihtiyaç duyma fikrini savunur.Descartes için sağlikli olmak ve uzun bir ömür ona felsefe olarak yasamina yön vermesi için zaman anlami tasir. Descartes’in uzun ve sağlikli yasam kaygisi zaman –hiz kavramlarini da tekrar düsündürtmektedir.Ancak bu konuya bedenin hiz kavramiyla olan iliskisi temelinde yaklasmak gerekir.Az zamanda çok is yapabilmek, verimliliğin arttirilmasi, güçlü ve sağlikli isçiler hizli makinalasma.....Bütün bunlar sorunun sadece beden-ruh ikilemiyle tartisilamayacağini da belirtir.Kapitalizmin nasil bedeni kendisine eklemlediğini de açiğa çikarmak adin önemli bir nokta. Friedrich Nietzche ise Hiristiyanliğin ve onun münzevilik ve reddiyecilik denilen beden ideolojisini reddeder.’Düsüncelerinin ve hislerinin gerisinde dostum, güçlü bir kumandan tanimayan bir bilge vardir.Bu kisinin kendisidir.O kisinin bedeninde yasamaktadir ve onun bedenidir.’ Böylece bedenle özdeslik kurmustur. Sartre ise ‘Ben bir bedenim’ demistir. Bu alintilarin yaninda Foucoult Hapisanenin Doğusu adli kitabinda beden matrisini çözen bu matris içinde bulunan iktidari açiğa çikarmaya çalismistir.Normatif olanin tarih içindeki gelisimini kendine yeni yeni iktidar alanlari olustururken bedenin nasil nesne ve özne hallerine sokulduğunu gözler önüne sermistir.Bütün bu süreçler içinde 19 y.y’ a kadar gözlenen ‘öldürme hakki’ bu hakka bağli olarak bağislama hakkinin devreye girdiğini belirtir. Kral (Padisah) istediğini öldürür, istediğini çinar ağaçlarinda asili birakirdi. Bedenin kamusal alanda sahibi,hatta özel alanda dahil kral (padisah)tir. Ortaçağda da beden meydanlarda parçalanmis, dağlanmistir ve teshir edilmistir. Foucoult devletin özünün değistiğini söyler.Artik devlet iktidari;


beden öldürmeyi değil yasatma hakkina savunur.Yasatma hakki bir devletin diğer ülkelere ve halklara saldirmasinin da kaynağidir.Bunu daha da güncellemek gerekirse Amerika ikiz kulelere saldirinin ardindan kendi halkini yasatma anlayisindan hareketle göreceli olan evrensellik anlayisina dayanarak Afganistan’ a saldirmistir.Tabii ki burada tek basina olayi tek nedene indirgemek yanlis ama bununla beraber ulus devlet ve vatandas mefhumu önemli olmus oluyor.Son olarak da Irak politikasi Amerika’nin nasil da iktidar olgusunu çesitli argümanlar ile sağlamlastirmaya çalistiğini bize gösterdi.Sadam’in yakalandiktan sonra tüm dünyada ayni görüntülerle milyonlarca insanin karsisina çikarilmasi ve bedeninin sunumu karsisinda insanlarin Saddam hakkindaki kötü sodomi algisinin pekistirildiğini söylemek lazim.Buradan hangi iktidar nesneleriyle araçsallastirildiğini görebiliriz.Beden bir kez daha teshir edilmis asil iktidar bu teshirin insanlarin zihinlerindeki ceza fikrinin yerlesmesine yeniden yeniden katkida bulunmustur.Suçlu bedendir! Jenner tarafindan 1745 bulunan çiçek asisini parlamento 1853’te asiyi zorunlu hale getirmistir.Kisinin sahip olduğu beden bir dereceye kadar devletin mali haline geldi.1853 Ingiltere’de nüfusun ,çevre ve sağlikla olan iliskisine dikkat çekilmistir. Devlet ve kilise bedene birçok yasak koymus beden hiçbir zaman bireye ait olmamistir.Her zaman gözetim ve denetim altinda tutulmustur.Tarihsel olarak bu bilgi de halen geçerliliğini koruyor. Frederick Taylar !Isçiler makineli üretimin bir parçasi haline gelmislerdir.Bedenin makinalasmasi Deleuz tarafindan da teshir edilmeye çalisilmistir.Deleuz bedenin çokluğundan organsiz beden anlayisindan bahseder. Üretim iliskileri üzerinden de bir beden algisi kurulmustur ancak yine iktidarla kol kola olma hali maalesef yeterince sol literatür tarafindan açiklanamamis ya da açiklanmistir. Ortaçağda beden sanilanin aksine daha özgür idi.Beden henüz toplumdan ve dis dünyadan yalitilmis halde değildi .

Cinsellik halka ait bir seydi ve rahipler ise bedenlerini kontrol altinda olduğu bir yasam sürüyorlardi.Bu kati yaklasimin sonucu olarak ruh bedenin hapishanesi olduğu görüsü savunulmustur. Brother Giles’ in sözleriyle ;‘vücut kendi pisliğinde yuvarlanan bir domuza duyulan aklin yedi düsmanina dönüstü.’Bedeni kontrol etmek için çileci hareket kendini daha siki ritüellere birakti.Oruç bekarlik ve dünyevi zevklerin reddi.Ortaçağ Hiristiyanliğina göre kadinin döllenmesiyle sonuçlanmayan her türlü birlesme doğaya karsi bir günahti.Erkeğin karisindan zevk almasi da !.Saf zevkin tek nedeni vardir döllenme......... Sosyolog B.S Turner her toplum dört görevle karsi karsiya kaldiğini söyler. A) Zaman içinde nüfusun yeniden üretimi. B) Uzamda bedenin düzene sokulmasi. C) Içsel bedenin disiplin yoluyla sinirlandirilmasi. D) Dissal bedenin toplumsal uzamda temsil edilmesi. Protestan Ahlak Reformizmin elit kesimiyle halk arasinda ayrimi yok etmeyi amaçlamistir. Bunun da perhiz ve tutkularin kontrolünü halka yayarak yapmistir.Arzunun reddedisini manastirdan almis, laik aile düzenine aktarmistir.Ailenin düzene sokulmasi

okul ve fabrikalarin disipline edilmesi manastir pratiğinin toplum düzeyine yayilmasindan baska bir sey değildi.Kapitalizm gelismesini Protestan ahlaka borçludur. Buna göre de cinsel tatmin yerini ekonomik tatmine birakti.Toplu halk eğlencelerinin yerini bireysel eğlencelere birakti. Neher’ in modernlesme sosyolojisine göre; ‘yasam giderek bilimsel yönteme bürokratik kontrole, disipline,ayarlamalara maruz kalmaya basladi.Seksüel tatmin yerini ekonomik basariyla değistirdi.’fikrini savunmustur.Artik haz ve zevk bir arzu tüketimine dönüstürülmüstür.Haz ve zevk artik kapitalizmin bir aracina dönüsmüstür. Ancak sorulmasi gereken bu haz ve zevkin, araç olmaktan nasil çikarilacağidir. Bir baska önemli olay ise bu topraklardan dünyaya yayilan Islam’in beden algisi ve batinin bunun karsisindaki tavrina giris açisindan beden kadin ve Islam açisindan sorunlastirildiğinda; Islam siyaset felsefesi, kamusal alan ile özel alan ayrimini reddeder.Islam’a göre asil olan tevhittir ,özdesliktir. Islami evrende toplum ve insan yekpareliği geçerli,tüm evren tanri merkezlidir. Özel ve kamusal alan ayrimi yoktur. Erkeğin egemenliği altina girmeyi de ‘Allah’tan baska tanri yoktur.Egemenliği ve mülkü Allah’a ait kilmakla bu güçleri erkekten alir’ i savunur. Her üç dinde de Beden Allah tarafindan üflenmis ruhun tasiyicisidir.Dolayisiyla bedeni korumak ruhu korumaktir. Esendemir; Örtülü olmayan kadini kurban olarak görür.Batiyi; kadini seyirlik nesneye dönüstürmesi açisindan elestirir. Kadin erkeğin kaburgasindan yaratilmistir.Her kadinda biraz erkek, her erkekte biraz kadinlik vardir. Kadin koku ve namaz bize sevdirildi’ Hz.Muhammet ‘Tesettür kadinin siperi ve kalesidir’ diye vurgular.Islam açisindan da beden sorunlu bir alandir.Ancak islamdaki beden algisini modern bir algiyla çözmeye çalismak aldatici olur.Ayni zamanda cinsellik de farkli bir değerden kendine alan açar.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 17


beden K.L.Kern farkli beyin anlayislari olduğunu vurgular.Gerek kadin-erkek , Beyaz-siyah, Homoseksüel kimlik gibi. 1615 Yili beyin bedenin en önemli parçasi haline gelmistir.O zamandan bu yana beyin;aklin , bireyin, cinsel , irksal farklarin ve yakin dönemde de cinsel yönelimlerin noktasi olarak kavramlastirilmistir. Burada ortaya çikan sonuç anatomi ve biyolojik bir bilgilendirmenin yansira bir kimliklesme alani da ortaya çikartmasi açisindan önemli. Belki burada biraz daha açacak olursak.Adis’ in bir sorunsala çevrilmesi bu açidan incelenmesi gerekir.Sadece bir escinsel hastalik olarak görülen bu hastalik escinselleri farkli stratejileri sergilemeye götürmüstür.Ancak toplum hastalik kavramini normal disi gördüğü toplusal kesimlerle özdeslestirmistir.Beden normal ve hastalik tasimamasi gerekiyor.Hastaysa olsa olsa escinseller hasta olabilir.benzer olmasa da kadinlar için de böylesine bir uzaklastirma vardir. Kadin evin disindaki islerde çalisir ve baskin erkek ideolojisi nedeniyle genellikle yüksek konuma ulasamaz.Çünkü kadin belli değer yargilari vasitasiyla örneğin akilci olmayisi gibi bu konulari hak etmez.Ikinci nokta kadinin evin içinde kalmasidir.Burada da ayni biçimde toplum tarafindan zayif duygusal olmasi gibi biyolojisini vurgulayan değer yargilari islemeye baslar. Neden olarak gelistirilen doğustan zayif kirilgan güçsüz olma halleri normallestirilmis bedenler olarak piyasaya sürerler.Iktidarin kadin bedeni üzerindeki normallestirme islevi tasir.Feminizmin güzellik nosyonunun araci olarak değerlendiren yönü basit ve ahlaki bir görüs olarak tanimlar ve elestirir. Kadin basit bir anlatimla toplumsal süreçlerde bir kurban olarak düsünülemeyeceğini vurgular.Ona göre kadin güzellik kültürünün tarihsel üretiminde önemli rol oynamistir. Saussure ,Freud, Levi Straus, Jacques Lacan Luce Irigaray yukaridakilere elestiri getirir. Freudcu psikanalitik geleneğin iddiasinin aksine kadin, Irigaray’ a göre ne penise haset eder, ne de fallusa. Ama erkek penisini bir iktidar araci olarak kullanarak kadinin

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 18

doğurganlik gücü üzerinde iktidarini gelistirir. Kadinin cinselliği hep erkek ölçüleri üzerinden kavramlastirilir. Irigaray’a göre kadin eksiklik arzu ve sunusun sistematiği içindedir. Seksüel organ görülecek bir seyin dehsetini temsil eder. Yunan heykellerinde ‘Görülecek bir seyin olmamasi’ nedeniyle kadin sunusun sahnesinden dislanir ve reddedilir. Burada kadinin genital organi maskelenmistir. Birden fazla seks organi olduğunu belirtir, kadin çifttir ve çoğuldur. Kristeva ise siyasi mücadele yalnizca negatif isleve sahiptir. Sonlu, belirlenmis yapilandirilmis anlamla yüklenmis var olan toplumsal düzenin kabullenmesidir. Kadinin bir kurgu olduğunu savunur. Witting de cinsin heteroseksüellikle bağlantili olduğunu söyler. Bu biyolojik olarak niteleme cins anlayisinin yikilmasi olarak anlayabiliriz. Burada artik gerek cins gerekse de cinsiyet bir kurgu olarak ele alinmaya baslanmistir. Norbert Elias asilzade ve aristokratlarin görgü kurallarini ve davranislarini uygar davranis tarzina dönüstüğünü, duygu ve davranislarin kontrollünü saray toplumunun olusumuna bağlar. Saraydaki giyim kusam ve davranis farklari sarayda kim kiminle yatacak sira kimde yabancilarla yatak paylasmak artik ortadan kalkmaya baslar. Yabancilarla yatak paylasmak utanç verici hale gelir. Bedenin islevleri örneğin diski ve tuvalet ihtiyacini giderimi üzerine tabular olusur. Bedenle ilgili iliskilendirilmesi önemli bir alan da militarizm.Militarizmin cinsiyet ve toplumsal cinsiyetle olan ilgisi de dikkate değer alanlardir. Bütün bu yaklasimlar beden konusunun tarih içinde ne kadar da az sorgulandiğini ortaya koymustur.Sorgulama sadece birkaç akademik yaklasim, feminist bakis ve escinsel teorisyenler disinda pek ilgi ile karsilanmamistir.

Cinsel özgürlük ancak bedenin geriye dönük desifre edilmesiyle mümkün olur görünmekte.Bu yazinin daha genel bir beden algisini ele almasinin nedeni bu alana nasil bakildiğini ve sonrasinda da nelerin yapilabileceğine dair bir yaklasim sergileyebilmekti.Özelde escinsellerin beden algisi üzerinden bir çalismayi daha derli toplu sunabilme kaygim olmasina rağmen ben tercihimi daha genel olarak bedenin nasil algilandiğina dair bir yaklasimdan yana kullandim.Daha çok oradan buradan alintisini yaptiğim cümleler kafa karistirsa da escinselliği algilamanin beden politikalarindan soyutlanarak yapilabileceğini düsünmüyorum.Escinsel pratiğin de eksik beden algisini ortaya çikaracak bir yani olduğunu düsünüyorum.bundan sonraki çalisma alanini Escinsellerin beden algisi üzerine kurma hazirliğindayim.Bilgi Üniversitesindeki (7-8 mayistaki) sempozyuma yetistirmeye çalisacağim.

1-Beden ve Toplum Kurami,Emre Isik,Bağlam Yayinlari,1998-Istanbul 2-Hapishanenin Doğusu, Michel Foucault, Çeviren; Mehmet Ali Kiliçbay, Imge Yayinlari, Istanbul-2000 3-Imgenin Pornografisi,Zeynep Sayin, Metis Yayinlari 2003 4-Cinselliğin Tarihi,Michel Foucault,Çeviren Hülya Uğur Tanriöver,Ayrinti Yayinlari 2003


beden

Kimlik Firat

Günümüz toplumunda “kimlik problemi” önemli bir yer tutmaktadir. Gerek toplumlar içerisinde azinlik etnik gruplarin göçlerinin artmasi, gerek sosyal kimlikleri için mücadele eden ötekilestirilmis insanlarin politik zeminlerini güçlendirmeleri nedeniyle bu konuda ciddi arastirmalar yapilmaktadir. Küçüklüğümüzden baslayip ölümümüze kadar pesimizi birakmayan kimliklerle yasamaya çalisiyoruz. Ilkokuldayken “sen ne olmak istersin?” sorusuyla ilk sosyal kimliğimizi belirlemeye çalisiyoruz. -ben doktor olacağim(herkesin gözünde saygin bir meslek) Orta okul yaslarimizda cinsel kimliğimizle tanisiyoruz. Cinsel kimliğimiz yüzünden kendimizi farkli hissetmemiz de o yaslara denk geliyor. Escinsel kimliğimiz bizi diğerlerinden farkli kilmakla kalmiyor, ayni zamanda toplumla çatismaya basliyoruz.Tüm bu saydiğim nedenlerden dolayi kimlik konusunun önemli olduğunu düsünüyorum. En iyisi basa dönüp su soruyla baslamak “kimlik nedir?”. Kimlik: Kimliğin iki anlami bulunmaktadir: birinci anlami bir üyeliği belirtmektedir(X, bir politikaci gibi), ikinci anlami da belirgin olarak bir bireyi tanimlar(X ,Hasan beydir). Goffman (1963) sosyal ve bireysel kimlikten bahseder. Bu iki kimliği de tanimlamak için farkli kriterler kullanilir:Fiziksel kriterler(irk,cinsiyet), sosyal kriterler(öğretmenlik gibi roller, tek bulunan roller; mesela Ingilterenin kraliçesi olmak gibi), psikolojik kriterler (kimlik karakteristlikleri, ya da tekil olarak bulunan dünyanin en iyi tenis oyuncusu olmak gibi siralanabilecek roller). Geleneksel toplumlarda kimlikle ilgili tüm kriterler birlesirler. Tüm görüs açilarindan, hayat diliminin tamaminda kisinin kimliği belirgindir. Mesela X i Z

çiftliğinin kiracisi olarak tanimlarken, X in hem sosyal kimliğini (Çiftçi olmasi X in sosyal kimliğini belirtir) hem de bireysel kimliğini (X köyün güneyinde yasayan , köyün kahvesinde politik görüslerini savunan sisman ve iriyari bir adamdir.) bir arada belirtmis oluruz. X in kimliğini belirtmek için kullanilan özellikler heryerde geçerliliğini korumaktadir: Ailesi, kahvehanedeki ve köydeki diğer insanlar için de X, Z çiftliğini isleten sisman iriyari bir adamdir.Tüm hayati boyunca X, Z çiftliğiyle iliskilendirilmistir. Kendisi de kendi kimliğini bu sekilde tanimlamaktadir. Öldüğü zamanda mezar tasinda söyle yazar: Z çiftliğinin isleticisi burada yatmaktadir. Fakat modernlesmeyle birlikte algilarimiz farklilasir. Kentlesmeyle birlikte sosyal ve bireysel kimlikler ayrisir. Bireyler farkli kodlarla çalisan çesitli alt sistemlerin ya da farkli kodlara sahip olan alt kültürlerin üyesi haline gelmektedir. Artik ayni köyde, kasabada yasiyan insanlar birbirlerinin sosyal ya da bireysel kimliklerini bilmemektedir. Hizli toplumsal değisimler yasami boyunca kisinin birbirinden çok farkli kimliklere sahip olmasina neden olabilmektedir. Kisi öldüğünde mezar tasinda X tüm hayati boyunca Z çiftliğini isletmistir yazisi artik yoktur. Mesela bugün 90 yaslarinda olan yasli bir Alman, bir imparatorluk görmüs daha sonra cumhuriyetçi bir rejimde yasamis, sonrasinda totaliter bir rejimle yüzlesmistir. Simdi ise demokratik bir sistemle yönetilen bir ülkede yasamaktadir. Bugünün toplumunda kisinin kimliğinin belirlenmesi için bir cok araç mevcuttur. Mesela bir asker için giydiği kiyafet, tasidiği madalyalar, pasaportu, taktiği künye, kan tahlilerinden elde edilen genetik haritasi çesitli kimliklerin belirlenmesinde araç olabilmektedir. Fakat kisinin kendisiyle ilgili bir problemi vardir: Ben kimim sorusunu kisi kendine sorduğunda, kimliğin belirlenmesinde kullanilan sosyal

konumu ya da genetik haritasi kisinin bu soruyu cevaplamada kullanabileceği tatmin edici bir araç olamaz. Kisi tekil olmanin ihtiyaci içindedir. Bütün bu kendisine iliskilendirilmis kimliklerin ötesinde kisi kendi içinde bir bütünlük ve devamlilik olusturmaya çalismaktadir. Subayinin emriyle bir askeri döven baska bir asker, evde çocuklarina insanlari neden dövmemeleri gerektiğini anlatmaktadir. Ya da savasa hayir diyen gençler, ertesi gün askere alinip savas alanina gönderilmektedir. Bir erkek escinsel çalistiği is yerinde kiz arkadasindan bahsetmek zorunda kalirken evde erkek arkadasiyla yasamaktadir. Postmodern yaklasim kisinin kimliğinin bir bütünlüğe ve devamliliğa ihtiyaç duymadiğini savunmaktadir. Fakat farkli alanlarda yapilan çalismalarda kisinin psikolojik ve akil sağliği için kimlik konusunda belirli bir derecede bütünlüğe ve devamliliğa ihtiyaci olduğu gözlemlenmistir. Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki kimlik mücadelesi gereksiz bir mücadele değildir. Escinsel kimlik mücadelesi sadece topluma karsi verilen bir mücadele değil ayni zamanda içsel bir mücadeledir de. Ben kimim sorusu hala çok kolay cevaplandirilabilecek bir soru değildir. Not:Yazinin bir çok kismini kaynakçada verilen makaleden alinti yaptim. Yazinin bütünlüğünü bozmadan bazi yerlere kendi eklemelerimi yaptim.

Kaynakça: Personal identity :philosophical aspects,International Encyclopedia of the Social &Behavioral Science

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 19


beden

Ayilik ve Fetisizm Üzerine... Ahmet Kaya

Ayilik escinsel stereotipilestirmeye karsi duran, escinsel yasamin çesitliliğini savan bir escinsel politik durustur. Bu anlamda ayiliğin ürettiği politika stereotip escinseli var eden ve kurgulayan heteroseksüel toplumun, escinsel entellektüellerin politikalarina ve bu kaliba kendini oturtan escinsel topluma karsidir. Ayiliğin temel politik teorilerinden birinin özü budur. Buna karsin, ayilik dünyanin diğer coğrafyalarindaki ayilar ve ve ayi olmayan escinseller arasinda farkli algilanmakta, ayilarin kendi aralarinda bile farkli algilanip tanimlanmaktadir. Ayilar ve ayi olmayan escinseller arasinda ayiliğin ne olduğuna dair pek çok kani, tavir, tutum vardir; Ayiliği "kil, kilo fetisizmi" diye niteleyenlerden tutun da, ayilarin bilinen biyolojik, davranissal, bedensel ve toplumsal erkeksilik kodlari tasimasindan dolayi ayiliği "erkek escinselliğinin en doğal ve olmasi gereken hali" diye niteleyenler vardir. Ayilik elbette ki fetisizm ve beğeni

KAOS ĞL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 20

diye tanimlanamaz. Ayiliğin neden fetisizm yada heteroseksüel cinsel yönelime öykünme olmadiğini, Pençe derğisinin 3. sayisinda yayinlanan “Ayilik fetisizm değildir” baslikli yazidan alinti yaparak daha net anlayabiliriz; “….Aslinda baskalari için cinsel anlami olmayan, fakat birey için simgesel bir cinsel çekicilik kazanmis bir nesne ile cinsel doyum tutkusuna Fetisizm denir. örneğin; çorap, ayakkabi, kalem, mendil, topuk, ayak vb. görüldüğü üzere fetisizmde cinsel obje; bir nesne yada vücudun bir kismidir. Fetisizm, heteroseksüel ve escinsel yönelimlerde esit oranda görülebilen, sade escinsel yönelime özgü olmayan bir durumdur. Karistirilan iki tanim daha var ki bunlar; "parafililer" ve "fetisizm" tanimlaridir. Parafili; cinsel nesne seçim bozuklu olarak tanimlanir. transvestizm(karsit-giysicilik), exhibisyonizm(gösterimcilik), voyeurizm(gözetleyicilikröntgencilik), pedofili(çocuğa cinsel sevi), gerantofili(yasliya cinsel sevi), zoofili(hayvana cinsel sevi), nekrofili(ölüye cinsel sevi), fetisizm, sadizim, mazosizm ve daha bir çok cinsel nesne seçim bozukluğu "parafili" ismi ile bilinir. Fetisizm de parafilinin bir alt grubudur. Zoofili, nekrofili gibi parafililer fetisizm değildir. Aynen fetisizm ğibi, parafili denen cinsel nesne seçim bozukluklarinin alt gruplaridir. Burada bahsi geçen tanimlardan bazilari, günlük yasamda kullanilan anlamlariyla karistirilmamalidir. Örneğin; "sadist", "mazosist" gibi tanimlar, günlük yasamda kullanilan terminolojik

anlamlarda yüklenmistir. seksüel, erotik açidan çoğunlukla kendi benzerlerinden hoslanan, killi ve/veya kilolu ve/veya irice olabilen, maskülen erkek escinsellere "Ayi (bear)" denir. Tanimdan da anlasilacaği üzere "ayi" ve "ayilik" erkek escinsel yönelimine vurgu yapmaktadir. Erkek escinselliğinin bir baska rengi olan ayiliği izah etmektedir. "Ayi" Taniminin kapsami cinsel yönelim, bir takim fiziksel özellikler ve davranissal özelliklerle sinirlidir. Erkek escinselin kendisi üzerinden yapilan bir tanimdir. Ayi tanimi, erkek escinselin cinsel objesinden değil, erkek escinselin kendisinden ve yöneliminden bahsetmektedir. Fetisizm de cinsel uyaran, çoğunlukla canli varliğa ait bir kisim yada bir esyadir. Cinsel uyaran salt objenin kendisi yada ilgili vücut bölümüdür. Buda fetisizmin ilgi duyulan cinsel obje üzerinden tanimlandiğini göstermektedir. Ayi tanimlamasi ise; ilgi duyulan obje yada canlinin bir parçasi üzerinden değil, escinsel erkek bireyin kendi fiziksel, davranissal, ve yönelimsel özellikleri üzerinden yapilmaktadir. Ayi


beden kavraminda tanimlanan escinsel erkeğin cinsel objesi de bir nesne, yada vücudun bir bölümü değildir. Bir ayi için cinsel obje; genellikle bir ayi olabildiği gibi, bazen de ayi özellikleri tasimayan, chaser(takipçi) diye tabir edilen, erkek escinsel yada çok daha farkli özelliklere sahip bir erkek escinsel olabilmektedir. Fetisizm açimlamasi ilgi duyulan obje veya vücut kismi üzerinden yapildiği göz önünde bulundurulursa ayiliğin fetisist bir parafili olmadiği çok açiktir. Çünkü her iki tanimin çikis noktalari, özneleri, nesneleri farklidir. Daha net söylemek gerekirse, ayi taniminda bahsi edilen "ayi" için cinsel obje olabilecek spesifik bir vücut bölümü, bir nesne yoktur. Tüm bunlardan ayilarin kesinlikle fetisist olamayacaği sonucu çikarilmamalidir. Heteroseksüelliğin ve escinselliğin tüm formlarinda olduğu gibi ayilar arasinda da parafilik eğilimler nadiren de olsa görülebilmektedir. Kil ve kilonun ayilarin fiziksel özellikleri arasinda sayiliyor olmasi, ayiliğa "kil ve kilo fetisizmi" denmesini hakli çikarmaz. Çünkü ayilik salt kil ve kilo üzerinden tarif edilmediği gibi, kil ve kilo sevenlerden ibaret bir durumda değildir. Zaten "ayilik" ve "ayi" tanimlanirken, ilgi duyulan obje, durum, kisi, üzerinden değil, kisinin kendi bedenin fiziksel özellikleri, cinsel yönelimi, davranissal özellikleri üzerinden tanim yapilir. Ayi için ilgi duyulan objeden söz ederek bir tanimlama yapmamiz gerekecekse eğer; ayinin ilgi duyduğu sey ne bir nesne ne bir vücut bölümüdür diyebiliriz. Ayinin ilgi duyduğu cinsel obje, bir erkek escinselin bedeninin bütünüdür. Çoğunlukla bir ayi için cinsel obje bir ayi olmakla beraber, cinsel objesi chaser ya da efemine bir escinsel olabilen ayilarda vardir. Bu da ayilarin beğeni ve cinsel objelerinin tek tip olmadiğini gösterir ki ayiliğa fetisizm değildir demek için, bu yeterli bir sebeptir. "Partneri" cinsel obje olarak varsayarsak; ayilar partner seçimi bakimindan diğer cinsel yönelimler ve erkek escinseller gibi son derece heterojen beğeni özelliklerine sahiptir. Zayif bir partnerden cinsel uyari alan ayilar olabildiği gibi, efemine partner, ayi bir partner, kasli bir partner, uzun

boylu bir partner, kisa boylu bir partner, sisman bir partner, olgun yada çocuksu bir partner tercih edebilecek ayilarda vardir. Bu listeyi olabildiğince uzatmak mümkün fakat anlamsizdir. Söylenmesi anlamli olabilecek sey belki de sudur; Ayilar da beğeni ve partner seçimi bakimindan, diğer erkek escinseller ve cinsel yönelimler de olduğu gibi çesitlilik arz eder. ….” Ayilik bir beğeni, fetisizm, yönelimler arasi geçis hali yada bir baska yönelime öykünme hali değil, Erkek escinselliğinin bir varolus halidir. iste bu yüzden Ayilik beden politikasi üreten bir muamma değildir. Ayiliğin beden üzerinden politika ürettiğini söyleyenler kendi varoluslarina halel getirme, escinsel çesitliliği renkliliğinden arindirip dar, bilinen klasik hali yada "kadinsi escinsel" topolojisine siğdirma çabasindadir - ki bu baska varolus sekillerine yasam ve ifade hakki tanimayan, yanlis ve dar bir yaklasimdir. Escinselliği salt kendi bedeni ve yasam sekli üzerinden okumadir.- Klasik bir benzetmeyi burada hatirlatmanin faydasi olur; Escinsellik, özelde erkek escinselliği yer yüzünde yasayan escinsel sayisi kadar renkli bir spektrum ve var olus seklidir. Ayiliği "beden politikasi" üretiyor diye tanimlamak, escinselliği heteroseksist toplumun ürettiği "kadinsi olan erkekler escinseldir, escinseller üçüncü cinstir" seklindeki tezlerine kurban etmektir. Escinsellik üzerine politika üretirken geneli kapsayan doğru politikalar üretmek, ancak geneli kapsayan, genis açili ve nesnel öngörüleri olan bakislarla mümkündür. Sanki erkek escinseller heteroseksizmin ürettiği "escinsel kaliba” kendilerini siğdirmak istercesine bir çaba içinde; "escinsel dediğin erkek biyolojik cinsel kimliği ile doğmus ama erkeksi her türlü yetiden ve özellikten yoksun, kendi biyolojik cinsel kimliğine bile yabanci, ayni zamanda hiç bir zaman karsi cins de olmayan, iki arada bir derede, hilkat

garibesi bir ucube" seklindeki "erkek escinsel" tipolojisine reddiyedir ayilik. Iste bu yüzden ayilik "beden politikasidir, transvestizmle benzer, fetisizmdir" demek heteroseksizmi yeniden yeniden üretmektir. Hiç kimse, hele escinsel toplum adina “escinsel aktivizmi” yapan kisiler kavramlari sorumsuzca, basina buyruk ve savurgan kullanamaz. Alt yapisi ve temeli olamadan, tartismadan, tartistirmadan, dayanaği olmadan Ayiliğa "beden politikasidir" yada "fetisizmdir" yada "cinsel yönelim deviasyonudur" manasina gelen yollu etiketler yapistirmak olsa olsa sorumsuzluk ve geriye dönüsün ne olacağini görememektir. Hangi otoriteye dayanarak yada hangi somut veriye dayanarak bu kadar iddiali sifatlar, tanimlar, etiketler yaratiliyor ki? *Ebear_tr@yahoo.com Alinti: Pençe Dergisi 3. sayi, “Ayilik fetisizm değildir”, Ahmet Kaya.

KAOS ĞL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 21


çalisma hayati

Gey-Lezbiyen Isçi Ağini Yarinlarda Hep Birlikte Gerçek Hayata da Geçirmek Umuduyla

Gey- Lezbiyen Isçi- Memur Aği Gey-Lezbiyen Isçi Aği’ndan Merhaba; Gey-Lezbiyen isçi ve memurlarin yasadiklari sorunlar ve sendikal mücadele Kaos GL olarak sürekli gündemimizi olustura geldi. Çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliği gey-lezbiyen isçilerin basinda Demoklesin kilici gibi sürekli sallandiği halde bu görünmez siddet escinsel hareket tarafindan henüz tam anlamiyla gündemlestirilememistir. Olusturulan Gey-Lezbiyen Isçi Aği henüz bir e-gruptan ibaret olsa da doğrudan hayatin içinde örülmesinin de zamanla mümkün olacağina inaniyoruz. 23-24 Mayis 2003'de Ankara'da gerçeklestirilen "Gey ve Lezbiyenlerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari" sempozyumunda "Çalisma Hayatinda ve Sendikalarda Gey ve Lezbiyen Isçi ve Memurlarin

Sorunlari" oturumuyla "escinsel ve isçi olmak" gerçeği gündemlestirilmisti. Bu önemli adimdan sonra Kaos GL sendikalarla daha etkin bir iletisim kurma surecine girdi. Kaos GL sendikalara gey-lezbiyen görünmezliğini açiklamaya ve sendikalarin bu gerçeği görmezden gelemeyeceğinin altini çizmeye çalismaktadir. Bilinen gerçek odur ki çalisan gey-lezbiyenler isini kaybetme korkusuyla, henüz çalismayan veya issiz gey-lezbiyenler de is bulamama korkusuyla "görünmezliklerine" devam etmektedirler. Gey-lezbiyen çalisanlar kendi hayatlarina sahip çikamadiklarindan sendikalar da geylezbiyen haklarinin sendikal haklar olduğu gerçeğini görmezden gelmektedirler. Bu bağlamda Kaos GL bir geylezbiyen isçi aği kurmaya yönelik çalismalar yapmaktadir. Bu çalismalar

kapsaminda e-gruba üye olarak ağa katilmanizi ve bizi bilgilendirmenizi bekliyoruz. Ağ üzerinden sağlikli bir iletisim kurabilmek için is durumunuz, herhangi bir sendikaya bağli olup olmadiğiniz, yasadiğiniz sehir, ağa nasil katkida bulunabileceğiniz hakkinda bize bilgi vermenizi bekliyoruz. Çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliğina dair her türden yasadiğimiz tanikliklari ağda karsilikli paylasarak birlikte ise baslamayi düsünüyoruz. Beyaz ya da mavi yakali olabilirsiniz; isçi ya da memur olabilirsiniz; is alaniniz ve çalisma konumunuz ne olursa olsun geylezbiyen isçi ağini birlikte olusturmaya ve daha yasanilir bir hayati birlikte yaratmaya çağiriyoruz. Önerilerinizi dergi@kaosgl.com adresine bekliyoruz.

Ve Homofobi! Bir Isyerinde Kaç Defa Açilabilirsiniz? Ali Özbas

“Bir heteroseksüel kendisinin heteroseksüelliğini açikliyor mu ki biz escinselliğimizi açiklayalim?”. Hemen

herkesin karsilastiği bu soruya 10 yildir sürekli cevap versek de yeniden ve yeniden çikacak karsimiza. Burada yeniden yanitini arayacak değilim ama en kaba cevabimizi yineleyerek tanikliğimi anlatmaya baslamak istiyorum: Onlar, heteroseksüelliklerini açiklamak için “ben heteroseksüelim” demeye gerek duymuyorlar, çünkü her hareketleri bunu açikliyor, bunun disinda bir olasiliğin varliğini bile düsünmeden sizle iletisime geçiyorlar. Bir kamu çalisanlari (memur)

KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 22

sendikasinda çalismaktayim. 1993 yilindan bu yana ayni iste çalismaktaysam da, süreç içinde kimi sendikalarin birlesmesi, çikan kamu görevlileri sendikalari kanunu dolayisiyla ayrisip farkli sendikalarla birlesmeleri dolayisiyla hem mekansal hem de isimsel anlamda dolasip durdu isyerim. Ama öz itibariyle ilk ise girdiğimden bugüne ayni isyerinde çalistiğimi söyleyebilirim. Sendikalarin tüzüklerine göre 5-11 kisilik yönetim kurulu üyelerinden olusan yönetici kadrolarinin olduğunu bir çok kisi bilir sanirim. Bilmeyenler için kisa bir bilgi; yine tüzüklerine göre sendikalar (burada konumuz gereği memur

sendikalarini kastediyoruz) 2-3 yilda bir olağan genel kurul yaparak zorunlu organlari (yönetim, denetleme, disiplin kurullari vb.) seçerler. Tabii ki yönetimde yasanan tartismalar, yöneticileri oraya getiren delegelerin fikirlerinin değismesi sonucu talepte bulunduklari yeniden seçime gitme isteği gibi durumlarla olağan genel kurullarin disinda da genel kurullar yasanabilir (yasanmakta da), normal 23 yilin bitmesinden önce de yönetim kurullarinda görev yapanlar değisebilir. Bir sendikada çalisinca patronunuz (her ne kadar kendileri, patron değil de, bizler gibi emekçi veya emekçi dostu olduklarini iddia etseler de)


çalisma hayati sendikanin yönetim kurulunda bulunan kisiler oluyor. Yapilan seçimlerde de yönetim kurulu üyelerinin en azindan bir kismi değisiyor ve yerine yeni insanlar geliyor. Herhangi bir isyerinde genelde tek patronunuz olurken, böyle bir yerde patron bolluğu yasiyorsunuz. Doğrusu her seferinde “simdiye kadar çalistiğim en kötü yönetim-patron” demeniz, atalarimizi hakli çikarircasina “gelen gideni aratir”i onaylamakta ve yeni yöneticiler-patronlar eski yöneticilerinizi aratmaktaysa da “onlar gidici, ben kaliciyim” avuntusuna siğinarak her dönemi atlatmayi basariyorsunuz. Tabii ki bu arada kimi sendikalarda yönetime gelen kisiler çalisanlari değistirmekte, kendi siyasi görüsüne uygun kisileri ise almakta, uyusmadiklarini isten çikartmaktaysa da, KESK’e bağli sendikalarin genelinde, çalistiğim 11 yillik süreçte bu gibi durumla çok fazla karsilasmadim. En azindan benim çalistiğim sendikada isten çikarma yasandiysa da, yerine baska biri alinmasi için isten çikarma yasanmadi. Sendikada çalistiğim 11 yillik süreçte sekizinci yönetim kurulu ile çalistiğimi söylersem, su an yönetimin 5 kisiden olustuğunu, zamaninda 11 kisiden olusan yönetim kurulunun varliğini belirtirsem, kaba bir hesapla 50 kisiyi askin bir patron grubuyla karsilasiriz. Son olarak Ekim 2003’te sendikamiz yasadiği olağanüstü genel kurul ile yönetime ilk defa gelen 5 kisinin olusturduğu bir yönetim kuruluyla tanisti. Kisisel olarak her birine yabanci olmasak da bu kisiler (1 kadin yöneticinin 10 yil önceki yönetimde de olmasini bir kenara koyduğumuzda) ilk kez göreve geliyorlardi ve bu bir araya gelisleri kendi iradeleri disinda olmustu. Aslinda genel kurulda iki farkli aday listesi çikmis, ancak bu listelerin basini çeken, öncesinde yönetimde yer almis kisiler çoğunluk delegelerce bertaraf edilerek, karma ve yeni yüzlerden olusan bir yönetim seçilmisti. Bundan önceki yönetimlerde hiçbir zaman “ben escinselim” diye bir konusma yapmamis, gerek dergi faaliyetlerimiz, radyo programlari (yillar öncesi, Arkadas Radyo’da yapilan Radyo Kaos programi), 1 Mayis, 9 Kasim, 1 Mart mitingleri, sempozyum (bir önceki yönetimden

biri, mesai arkadaslarim da benim konusmaci olduğum oturuma gelmisti, yine daha önce benim yöneticipatronum olan simdi baska bir sendikanin baskani olan kisi de ayni oturumda konusma yapmisti. Türkiye’nin en büyük memur sendikalarindan birinin baskaniyla da ikinci gün yan yana oturup sempozyumu birlikte izlemis, yorumlarda bulunmus ve destek mesaji almistik vb.) ile her zaman ortadaydim, saklanmiyordum, biliniyordum. Hani sorma söyleme taktiği de değildi aramizda yasanan, ama aramizda konusulan baska bir sey de yoktu ki zaten. Benle ilgili soru isaretlerini netlestirmek isteyenler nedense bana gelmek yerine mesai arkadaslarima gidiyor, onlara o meshur soruyu yöneltiyorlardi: “Ali escinsel mi?” Yeni yönetimin göreve gelmesinin hemen ardindan Almanya’da yapilan Türkiyeli Escinseller Kongresi’ne katilmak için izne ayrildim ve Almanya’ya gittim. Vize islemlerim için bir ay önce, eski yönetimden izin aldiğim için, onlar nereye ve ne için gittiğimi zaten biliyorlardi. Kongre sonrasi da iki haftadan uzun bir süre Almanya’da kaldim. Almanya’ya gitmeden önce sadece 2 gün birlikte çalistiğim yeni yönetim kurulu ve özellikle baskanlik görevini yürüten kisi

“Ali, sen de bize tam lâzim olduğun zaman birakip gidiyorsun, kötü oldu, ihtiyacimiz vardi sana” diyerek bir

yandan gidisime üzülüyor, bir yandan da beni övüyorlardi. Nihayetinde tilki misali dönüp dolasip ise yeniden basladim. Mutlu ve dinlenmis bir halde, yeni bir yönetimle, verimli bir çalisma dönemi baslayabilirdi. Ne var ki yukarida da belirttiğim gibi her gelen gideni aratiyor, “bunu da mi görecektim” dedirten seyler yapiyor. Ilk gün eski yönetim kurulundan iki kisi de sendikadaydi, Alman çikolatalari ikram ederken, kongrenin nasil geçtiğini sordular. Yeni yönetimden ise herhangi bir soru gelmedi. Ancak bir süre sonra davranislarda bir gariplik basladi. Çesitli haklarimizin gasp girisimleri baslamisti (öğle yemekleri, mesailer gibi) ama bunlarin disinda bana özel gelistirilmis hareketler görüyordum. Özellikle baskanlik görevini yürüten kisi

bilgisayardaki yazismalari ben yaptiğim halde düzeltilecek bir yaziyi bana getirmiyor, ayni odayi paylastiğimiz sekretere götürüp, “suralari suralari söyle düzeltilecek” diyordu. Sekreter kizimiz, faks ve telefonlarla boğusurken, kendi yapmayacaği bir isin açiklamasini dinlemekten bunalmis bir halde, “Ali

düzeltecek, ona verip söyleseniz”

diyordu ama nafile, baskan konusuyor, ardindan yaziyi birakip çikiyordu odamizdan. Ben, bu hareketleri kisa süre önce yemek saatlerimizle ilgili yasanan gerginlik sirasinda ortalikta bağirip çağirmam sonucu gelistirilmis bir tavir sanirken, kimsenin bana anlatmadiği, benim yokluğumda baslayan sorgu-sualleri öğreniverdim. Mali sekreterliğimizi yürüten, yönetim kurulunun tek kadin üyesi olan kisi, bilgisayarda kongrede sunmak üzere hazirladiğim yaziyi görüp, çiktisini almis. Sonra kizlara “Ali Almanya’ya ne için gitti?” diye sormus. Kizlar, “Bir kongreye katilmak için” demisler, haliyle bu yeterli bir cevap olmamis. “Ne kongresi?” Kizlar anlatmis escinsellerle ilgili bir kongre olduğunu, benim buradan Kaos Kültür Merkezi adina katildiğimi. Gelen soru “nasil bir kültür merkezi” olduğu. Cevapsa “bildiğiniz kültür merkezi iste” olmus. Iste ben de tam bu noktada bayaği eğlendim doğrusu; kaç kisi kültür merkezi nedir, ne ise yarar, nasil bir yerdir, ne yaparlar gibi bir soruyu cevaplandirabilir ki? Yani bildiğiniz kültür merkezi cevabi ile aklinizda ne gibi bir sekil ortaya çikar ki? Iyi de, ben kültür mültür merkezi bilmem ki de diyemezsiniz… Ha, öyle mi diyerek de gidemezsiniz? Sabirsizlikla “Kimlerin kültür merkezi” sorusu sorulmus. Haliyle ardindan yeni bir soru gelmis, “Ali de mi escinsel?”… Cevabin ardindan dilin damağa saklatilmasiyla çikartilan çik çik çiklar ile oda terkedilmis. Evet, escinselim, bana yakistiramasaniz da (bir önceki yönetimdeki genel sekreter –sonradan baskan olmustu- ilk kesin cevabi aldiğinda, daha önceden de beni escinsellerle gördüğünü ama yakistiramadiğini söylemis), sasirsaniz da, inanmasaniz da, yikilsaniz da durum bu. Yillardir yasadiğim bu cinsellikten, verdiğim mücadeleden,

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 23


çalisma hayati yaptiğim çalismalardan da hayli memnunum. Pisman değilim. Yeniden dünyaya gelsem yine escinsel olmayi isterim. Oh be, var mi diyeceğiniz. Diyemedim tabi, çünkü benim escinselliğim hep baskasina soruldu, hep baskalari cevapladi, ben de bunlari diyemedim, içimde kaldi, iyi mi? Mali sekreterimiz sonrasinda durumu baskanlik görevini yürüten kisiye götürmüs, “amaniiin, bizim dal gibi oğlan, çikti mi hakikaten oğlan” mi demistir, “inanmayacaksin ama bomba gibi bir haberim var” mi demistir,

“eyvah eyvah basimizda büyük bir felaket, bizim Ali bey, meğerse olmasin mi gey?” mi demistir orasini bilmem,

durumu anlatmis. Anlasilan o ki, hayiflanmalar ikisi arasinda yasanmis. Sonradan yönetime gelmediğini öğrendiğim için, konunun vatan meselesi haline getirilmediğini anladim. Ancak baskanlik görevini yürüten kisinin bayaği bir telasa kapildiğini, her türlü acayip soruyu sorduğunu (tabi ki bana değil, üçüncü sahislara), kendi homofobisini, toplumsal kabul görme meselesi ile örtmeye çalistiğini belirtmeliyim. Baskanlik görevini yürüten kisi, bu felaketi kesinlestirmek ve kamuoyu yoklamasi yapmak için çalisanlardan biri ile sohbet ederken “Ali de escinsel miymis ne” diye sormus. Evet cevabinin ardindan da firlamis, “benim niye haberim yok!” Iyi mi, ben haber vermeyi unutmus bir halde escinsel escinsel ortalikta gezinirken, adamin sonradan duyunca yasayacaği travmalari da göz ardi

etmis, bir de övünç meselesiymis gibi dolasiyorum... e yani çik çik çik! Tabii ki saskinlik sirasi çalisan arkadasa gelmis, “ne haberi? Ali hiçbir

zaman escinsel olduğunu saklamadi ki. O dergi çikarir, buradaki en politik kisidir, alanlarda kendi arkadaslariyla birliktedir” gibi gayet “siradan” seyleri

siralayivermis. Beklediği desteği görmeyen baskanlik görevini yürüten kisi ise, “iyi ama sendikamizda öyle birinin çalismasi” diye baslayacak olmus, “simdiye kadar her yönetim

Ali’yi biliyordu, kimse için sorun olmadi, olmasi da mümkün değil. Çalismasi ile ilgili bir sorununuz varsa neyse, ama sorun onun escinselliği olamaz”

seklinde sözünün kesilmesiyle bosluğa düsmüs. Ama demokrasilerde çare tükenmez, bu kez de “doğru da hani

toplum, toplumumuz escinselliğe pek de iyi gözle bakmaz” diyerek toplumdan medet ummalar... “Toplum, senden, benden olusur, onu değistirmek de bizlerin değismesinden ve değistirmesinden baslamaz mi” gibi

içine sinmese de hak vermek zorunda olduğu bir cümleyle karsilasinca son bir umutla atilmis; “Peki çalisan arkadaslar, kizlar bundan rahatsiz değil mi?” E adam, sen bilmez misin ki kizlarin en iyi arkadasi geylerdir. Kendilerini geylerin yaninda daha rahat hissederler. Her türlü seyi onlarin yaninda ve onlarla konusurlar. Simdi bunlari bilmeyip böyle bir soru sorman bile suç ya, neyse... Homofobi, toplumun arkasina siğinarak siradan, doğru, doğal bir

seymis gibi sunulsa da kisinin kendi korkularidir. Hangi politik görüsü benimserse benimsesin, hangi meslekten, hangi cinsiyetten olursa olsun kisi homofobiye bilgi eksikliği, kisisel korkulari, vizyon yetersizliği dolayisiyla sahip çikar. Yönetimdeki diğer 2 kisiyle yapilan sohbet sonucu escinselliğimin yönetim kurulu toplantisinda gündeme gelmediği, zaten bu kisilerce böyle bir seyin gündeme getirilmesi gibi bir durum halinde buna tepki koyacaklarini, benim rahat olmam gerektiğini belirtmeleri ile ortaya çikan durum su: Baskanlik görevini yürüten kisi ve kadin mali sekreterimiz kisisel olarak homofobilerine yenik düsmelerine rağmen bununla yüzlesmek zorunda kaldilar. Zamanla benim çalismalarim genel olarak escinselliğe karsi fikirlerinin değismesini sağlamadiysa da “escinsel Ali”ye karsi daha rahat olmaya basladilar. Simdi “canim”li konusmalar ile birlikte çalismakta, daha rahat hareket etmekteler. Benim yüzüme bakamama hali bitti, yazilar bana geliyor. Sira bende; yönetim kurulu değismeden, escinsel Ali’den escinselliğe varan bir fikir değisimi yasatmaliyim. Bunu basarabilir miyim, neden olmasin. Eğer sendikalar bir 10 yil daha ayakta kalabilirse, ben de hâlâ buralardaysam, nerden baksaniz bir 50 kisi ile daha göğüs göğüse mücadele edeceğim demektir. Az bir sayi da değil hani, ne dersiniz?

Iste Öyle Bir Gün; Onur

“Isimiz zor”, çok sik kendimize söylediğimiz bir söz, çok sik tekrarladiğimiz bir nakarat, ayni zamanda da çok sik tekrarlatilan.. Umutlu olmak gibi, karamsar olmak da bir yasam itkisi sanirim kimi zaman,iste ben de yazimi tam da bu karamsarlik itkisiyle yazmak üzereyim, lütfen affola. Yakin çevrem, beni taniyanlar bilir; ben elektronik mühendisiyim, yani elektroniklestiremediklerinizden

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 24

değilim; gayet güzel elektroniklestirildim, dolayisiyla ben bir adet escinsel elektronik mühendisiyim; yani escinselim ve de elektroniklestirildim. Tamam abarttim , ama dedim ya karamsarim bugün, bu an ve de epey bir kizginim ve de saniyorum ki kizginliğimi siz okuyanlardan çikarmaya niyetliyim, tekrar affola.. Peki niye mi kizginim? Aslinda çok beylik, tanidik cümlelere, tavirlara kizginim, kirginim; yok sayilmaya çalisildiğim için, yanlis

bilinip, haksiz yere saldiriya uğradiğim için onlara; kendimi savunurken ve doğruyu anlatirken yeteri kadar dürüst olamadiğim için kendime kizginim, bir de kirginim; hem onlara bir de kendime.. Olay sudur efendim: Bir grup genç mühendis tesadüfen açik olan kara çantamdaki, kirmizi kapli Kaos GL dergilerini görür ve eğlence kokusu aldiklarindan bu kokunun pesinden giderler; amaç kesfetmektir. Bu yüce kesif duygusuyla –hani su kutsal


sayilan, Kristof Kolomb’da , Marko Polo’da ve bilumum diğer kasiflerde bolca bulunan, o insana özgü meshur kesfetme tutkusuyla?!?!- arayislarina baslarlar. Ben yerime döndüğümde de yaramaz çocuklar gibi dergiyi yerine tikistirip , imali gülüslerle beni süzmeye baslarlar. Içlerinden biri tebessüm eder “Onur çantani açik birakmissin farkinda misin?” ve ekler: “Bu tür seyler tehlikeli ve sakincali, bence bu tür seyleri is yerine getirme”. Ben de sasirip o meshur tuhaf ve duygusal ilk tepkilerimden birini veririm: “Nesi tehlikeli bunun? Bu dergi herhangi bir insan, bir varolus, doğa, çevre, Istanbul belediyesi, eski cumhurbaskanimiz, Ajda Pekkan’in Iran kedileri, pop star mağluplari ve namağluplari vs içinden birini mi tehdit ediyor, ben tehdit göremiyorum diye” haykiririm titrek bir sesle.(Bu arada bu cümlede geçen her seyi o an söylemistim, hakikaten kendimden geçmis olmaliyim, iste popüler kültür tabanli bir beyin firtinasi böyle olur, istesem yapamazdim, adrenalin sağ olsun.:)) Ama soruyu sorduğumda anlarim, bu sorunun da cevabi içinde sakli sorulardan olduğunu, çünkü iste o tehdit edilenler arasinda saymadiğim unsurlar tam da karsimda durmamaktadir ve asil tehdit edildiklerini içten içe hissedenler de onlardir. Tam bu içimde isik yanmasi ani esnasinda genç, dinamik, tehdit kurbani mühendisler baslarlar kendilerinden menkul sorularini siralamaya ve tabii uzman görüslerini sunmaya; ben de baslarim miğferimi takip, kalkanimi konumlandirip, kilicimi kinina sokmaya, evet savas baslamak üzeredir, kanli bir savas olacaktir üstüne üstlük.. “ Ne isi vardi o derginin sende?” “Bu kabul edilemez birsey benim için” “Abi bu insanlara çok yaklasma bence” “Bu insanlari anlayamiyorum, bu kavramlar bana AIDS, uyusturucu gibi seyleri çağristiriyor..”

“Bu insanlar artik her seye doymus olacaklarindan baska bir sey ariyorlar,arayis pesindeler..” Tabii aralardaki sizin de kimi zaman yapmak zorunda kaldiğiniz, nerdeyse cümle cümle ayni olabileceğini düsündüğüm savunmalari, savusturmalari, doğru bilgilendirme çalismalarini, hayir öyle de değil böyle diye yapilan düzeltmeleri hiç almadim buraya. Sadece çarpici olduğu için onlarin bana vakfettiği sevgili soru ve önerilerini paylasmakla yetindim; ama siki durun bunlarin içinde bir tanesi var ki büyüleyiciydi: “Onur Hocam; bu insanlar senin benim gittiğim yerlere gitmezler, bizim hiç gitmeyeceğimiz , aile eğitimimiz, yasamimiz gereği adim atmayacağimiz yerlere giderler(ba ba ba bak- sevmiyorum bu ses oyununu ama cidden cuk oturuverdi iste buraya.) Bunlar geceleri çikarlar çoğu zaman ve tehlikeli yerlere giderler” Ben bu cümlenin birebir aynisinin muhatabi oldum arkadaslar, yanaklariniza bir tebessüm ayrintisi kondurmak için yazmadim, yani komiklik olsun diye değil; gerçek olduğu için yazdim. Çünkü bu son final cümlesi özellikle çok çarpici bana kalirsa. Çünkü bu cümleden anlasildiği üzere; bulunan o dergiye, telasla kabul ettirilmeye çalisilan o cümlelere, her iki tarafin da net saflarinin belli olduğu o mücadeleye rağmen , sevgili istaslarim beni hala bir escinsel olarak net bir sekilde adimi koyarak değerlendirememekteydiler. Ben hala onlardan biriydim ve ben de elbette bu vampir, vampirellalar gibi gece disari çikip, tuhaf yerlere gitmek gibi bir durumda olamazdim. Çünkü o kimseler o an onlarla bakisiyor, konusuyor, ayni havayi soluyor, ayni isi yapiyor olamazdi. Ikinci dikkat çekilecek nokta ise sözü söyleyen zat-i muhteremin bu denli emin bir alt kültür saptamasi yapmasinin neye yorulacağiyla ilgilidir. Ben yormakta güçlük çekiyorum, seçenekleri

değerlendiriniz arik siz.. Zaman geçip de, konusmalar bir sekilde sonlandiğinda ve herkes masasina çekildiğinde sanirim ortalikta hepimizin kanlari vardi, ama yanilmiyorsam en çok da benim. Hani tanidik bir film klisesi vardir: Kahramanca mücadele eden tek bir kisi epey bir mücadele eder, herkesi yere serer ve kamera onu arkadan bir süre takip eder, kimi zaman hiç yara almadan patir patir kazandiğini zannetme yanilsamasina düseriz bizler, ancak kamera bu sefer önündedir onun ve o da eliyle yaralarina bastirmaktadir, nerdeyse ölmek üzeredir. Aman Onur bu denli arabesklesme dediğinizi duyar gibiyim, ancak sadece bir benzesim kurmaktayim ve bu benzesimin aslinda benim gerçekliğim içinde, benim kosullarim dahilinde o anki ruh halimi çok iyi yansittiğini düsünüyorum. Çünkü adeta bacaklarim kasilmisti, uzun bir sporsuzluk dönemi sonrasi ağir çalisan birileri gibi sizlamaktaydi vücudum. Iste o gün bir daha kendimi mesai saatinde elektroniklestiremedim; öfkemi az önceki savas alaninda birakip dönemedim elektronik ortamlara, sanal alemlere. Bir türlü gitmedi sesler kulağimdan, bir türlü gitmedi aklimdan düse kalka, çok açik vermeme gayreti de güderek ama her seyi de söyleme telasiyla verdiğim o çekingen savunma. Hani hep teorisini kurmaya çalistiğimiz, fikrini olusturmaya çalistiğimiz, adini koymaya çabaladiğimiz , kapsamini belirlemek için uğrastiğimiz, hatta kimi zaman dilimize pelesenk ettiğimiz “Homofobi” var ya , iste tam da onu yasadim ben o gün o bilgisayarlar, mikroçipler, metaller arasinda. Iste siddet böyle de olurmus diyebilirim sanirim, artik aklim, duygularim baska siddetleri tanimlamaya çalisirken bu siddeti de referans kaynaklari arasina alacak, bunu biliyorum, hissediyorum.

KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 25


Bir Istanbul Masali Öner Ceylan

"Bir Istanbul Masali", Persembe aksamlari ATV'de yayinlanan, çok izlenen bir dizi. Dizi, sanirim, 80'lerdeki popüler bir ABD dizisini model almis. Yönetmen Ömür Atay; senaryo ekibinde ise daha önce severek okuduğum bir öykü kitabi yayinlanmis olan Gaye Boralioğlu var. Konu, iki ailenin çevresinde sekilleniyor: ARC Holding'in sahibi Arhan ailesi ve onlarin yaninda eskiden beri çalisan Kozan ailesi. Mehmet Aslantuğ, ARC'nin patronu Selim'i, Emre Karayel ise, patronun sağ kolu ve arkadasi Zekeriya'yi oynuyor. 15 Ocak 2004 tarihli bölümde Selim ve Zekeriya konusurlarken, Selim, biriyle bulusacağini söylüyor. Zekeriya da, "ben de biriyle bulusacağim falanca barda" diyor. Selim'in sevgilisi gelmeyince, "bari falanca bara gideyim, Zekeriya'yi göreyim" diyor. Gittiğinde, Zekeriya'nin barda bir adamla oturduğunu görüyor. "Demek ki onun sevgilisi de gelmedi" diye düsünüyor. Sonra yanlarina gidip bunu söylüyor, Zekeriya da "yoo, ben ekilmedim" diyor. Sonra Selim, ikisinin de arkadasi olan bar sahibine bunu söylüyor, ve o da bara bakip, "yo, gördüğüm kadariyla ekilmemis" diyor. Selim anlamamakta israr ediyor! Sirkette Zekeriya'ya sorunca, o da "o benim erkek arkadasimdi, sevgilimdi" diyor. Bunun üzerine Selim bozuluyor. 22 Ocak 2004 tarihli bölümde ise Selim Zekeriya'yi odasina çağirtiyor ve "bu senin özel hayatin ama sirkete tasima" diyor. O da, "Gey sarkicilari izleyip eğlenirken sorun olmuyor, ama bana gelince is değisiyor. Bunun tek bir adi var, o da ikiyüzlülük. Diğer "düzgün"ler gibi sen de ikiyüzlüsün. Ben senin farkli olduğunu düsünmüstüm." diyor. Ertesi hafta, Zekeriya, maruz kaldiği haksizliktan dolayi Selim'e bir istifa

KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 26

notu yazarak kayiplara karisiyor. Daha sonra Selim sürekli onu ariyor ancak ulasamiyor. Bu arada Selim'in hoslanmadiği kuzeni ve rakibi Teoman, bir toplantida, kozmetik sirketinin Zekeriya'nin kullandiği fondötenler yüzünden battiğini söylediğinde Selim dayanamayip Teoman'in boğazina sariliyor ve "Bir dasha Zekeriya hakkinda böylke konustuğunu duymayayim" diyor. Bir gün Selim arabasiyla giderken ve Zekeriya'yi bulmasi için sekreterine talimatlar yağdirirken yolun kenarinda Zekeriya'nin bir adamla yürüdüğünü görüyor. Hemen arabadan inip onlarin yanina gidiyor. Bu arada Zekeriya, diğer adamla evi nasil döseyeceklerine dair konusuyor. Selim'in geldiğini görünce Zekeriya onu selamlayip yanindaki adami "arkadasim" diye tanitiyor. Selim hararetle adamin elini sikip, "Çok memnun oldum" gibi sözler söylüyor. Daha sonra adam ayriliyor. Selim adami soruyor ve Zekeriya da onun eski bir dekoratör arkadasi olduğunu, evli ve iki çocuklu olduğunu, evini dekore etmek için kendisine yardim ettiğini söylüyor ve ekliyor: "sen onu da bizden mi sanmistin?" Zekeriya karakterinin Türkiye televizyon tarihinde bir devrim olduğunu düsünüyorum. Zekeriya, TV'deki escinsel stereotiplerine (asağilanan, komik zavalli, ya da suçlu, katil) uymuyor. Escinselliğinden utanmiyor, cinsel yönelimiyle barisik. Ayrica patronuna karsi kendini bu konuda ezdirmeyecek kadar da güvenli. O kadar ki, toplumda escinsellere karsi varolan ikiyüzlülüğü onun yüzüne vurabiliyor. Ben tüm bunlara niye sasiriyorum? Benim etrafimda zaten Zekeriya'ya benzeyen birçok escinsel kadin ve erkek var. Benim sasirdiğim, bilebildiğim kadariyla ilk kez Türkiye televizyonlarinda böyle gerçekçi bir

escinsel karakterle karsilasmak. Bir de Zekeriya'nin ağzindan ("gey" değil, "böyle", "bizden" değil) escinsel sözcüğünü duysak? Haydi Zekeriya! Biz yanindayiz! http://www.biristanbulmasali.com/ 22 Ocak 2004 tarihli Milliyet'in TV sayfasindan: http://www.milliyet.com.tr/2004 /01/22/tv/ekran.html Masal değil gerçek! ITIR ILGAZ Konunun özü, zengin oğlana âsik fakir kiz olsa da, "Bir Istanbul Masali"nda Irak'taki ekonomik dengelerden, evlenmek üzere olan bir çiftin sorunlarina, kimsesiz çocuklarin aile özleminden, escinselliğe kadar pek çok gerçek konu ediliyor. Basrollerini ünlü oyuncularin paylastiği dizideki son gelismelerden biri de ARC Holding'de çalisan Zekeriya karakterinin, escinsel olduğunu açiklamasi. "Adi masal olabilir ama biz bugünün gerçeklerine yer veriyoruz" diyen dizinin senaristlerinden Gaye Boralioğlu, sözlerini söyle sürdürüyor: "Cinsel tercihleri farkli insanlar günlük hayatta her zaman karsimiza çikiyor. Bugüne kadar dizilerde genelde escinsel karakterler; karikatürize edilerek, eğlence unsuru olarak kullanildi. Biz bunu yapmadik. 'Bir Istanbul Masali'nda hiçbir karakter karikatürize edilmedi." Karisik duygular Kozan ailesinde düğün telasi yasaniyor. Holdingde ise Selim, sağ kolunun escinsel olmasindan büyük rahatsizlik duyuyor. ATV / 21.30


medya

Zekeriya Gey Olabilir, Ozan’in Escinsel Olabilmesi Için Henüz Erken... Ali Erol

Yaraticiliği kendinden menkul pek çok yazar, simdiye kadar mizahta bosluk doldurmak, dizilere “renk” katmak için escinselliği karikatürize ederek, stereotiplestirilmis figürler disindaki gerçek escinsel bireyleri görünmezliğe mahkum ettiler. Nihayet televizyonda ilk kez, “Bir Istanbul Masali”nda, escinsel hayata ve bir escinsel bireye, dizinin adinin tersine gerçekçi bir yaklasim izliyoruz. Kili kirk yarip “cinsel tercih” ifadesindeki yanlisa takarsak, Zekeriya’nin patronuna/arkadasina basi dik, alni açik verdiği cevaptaki vurguyu kaçirabiliriz. Zekeriya, gey olduğunu inkâr etmediği gibi, kendi cinsine olan sevgisinin saygiyi hak ettiğini, gerisinin önyargi ve ikiyüzlülükten (televizyonda gördüklerini ağzi açik seyredenler, kendi hayatlarindan birinin de escinsel olabileceğini kabul edemezler) ibaret olduğunu pek de güzel anlatti. “Ne

münasebet, Ahmet, benim sadece arkadasim” demekle yetinebilir, “çünkü ben Mehmet ile birlikteyim” çikisini

(coming out) daha çok bekleyebilirdik. Patron da olsa ayni zamanda en yakin bir arkadasiyla onca zaman paylasamadiği ne olabilir, “Bir Istanbul Masali”ndaki Zekeriya’nin diye, herhalde sadece “escinsel seyirci” içinden sorup, tahmin etmistir. Tahminler doğru çikti; meğerse Ozan “escinsel” değilmis ama Zekeriya üstelik de bir “gay”! Bu kadarina da sükür... Zekeriya, büyük bir holdingte, en azindan simdilik vazgeçilmez bir eleman, beyaz yakali bir çalisan. Ozan, sigortali ve kravatli da olsa sonuçta bir yanasmanin, her zaman vazgeçilebilir bir isçinin, patronun soförünün genç oğlu. Ozan, pek çok liseli velet gibi sadece kravatini gevsetip, gömleğini pantolonundan disari çikarmakla yetinmediğinden annesinin, haliyle özellikle babasinin dikkatini çekiyor. Ozan küpe takiyor, henüz lisede pek uzatamasa da saçi basi, hali tavri, babasina göre erkekliğe

yakismiyor. Ek iste tasidiği yolculardan bazilarinin “o biçim” olmasi, soför babanin oğluna dair korkularini iyice tetikliyor. Ne var ki bunda, artik herkes küpe takiyor olsa da baba, iknâ olmuyor. Tamam, baba, oğlundan maçoluk beklemiyor ama “erkek” olduğundan da emin olmak istiyor. Babanin is arkadasi ikinci soför de devreye giriyor, bir iki geleneksel testten geçiriliyor, delikanli küpe de taksa neyse ki “korkulan” çikmiyor. Kiz arkadas da aileye rahat bir nefes aldiriyor. Artik Ozan, heteroseksüel sosyalizasyonunu gönül rahatliğiyla tamamlayabilir. “Erkeklik”e dair kuskular ortadan kalktiğina göre kiz çocuklarina/kadina yönelik siddet ve geleneksel namus anlayisi gibi konulara yönelik “sosyal mesaj”larla idare edebiliriz. Idare etmeyebiliriz ancak daha fazlasi, “Bir Istanbul Masali”ndan hayata müdahale etmesini beklemek olur. Korkulan olsaydi da Ozan, escinsel çiksaydi ne olurdu? Herkes kendini, Zekeriya’nin gey olmasindan daha yüksek bir siddetin mündemiç olduğu çatismanin ortasinda bulurdu. Ozan, küpesi koparilmis kan damlayan kulağini avuçlarken, “Baba”nin, oğlanin kiz arkadasinin babasindan hiç de farkli olmayabileceğini izlerdik. “Anne”, yapma Cemal, öldürecek misin, diye çocuğu kurtarsa da, onca yildir çalisip üzerine titredikleri evlatlarini yetistirirken, nerde yanlis yaptiklarini soracaktir; çocuğuna doğrudan ulasamadiğinda kendini suçlayacaktir. Konağin hanimi, aman bu tatsizlik rezalete dönüsmesin, kimse duymasin derken, genç patron, soför babaya, bir psikiyatra götürüp götürmediklerini soracaktir. Heteroseksüel sosyalizasyona rağmen bir öğrencinin “homoseksüel” çikmasi ise okulda ayri bir çatisma yaratacaktir. Ozan, hiçbir sey yapmasa bile, heteroseksüel sinif arkadaslarinin homofobik zulmüne maruz kalacaktir. Kizlar homofobik sakalarla yetinirken, oğlanlar kendi erkekliklerini ispatlamak

için fizik siniri hoyratça geçebileceklerdir. Psikiyatr, “hastaliğini” tedavi edemezse belki de idare Ozan’i okuldan uzaklastiracaktir... Peki tüm bu çatismalara kim hazirlikli? Nedense sira escinselliğe geldiğinde “kara kapli kitap”i unutuveren ve ebeveynlere karsi yüzü olmayan ruh sağliği profesyonelleri mi? Psikolojik Danisma ve Rehber öğretmenler mi? Siniftaki tüm öğrencileri otomatikman heteroseksüel hanesine yazan öğretmenler mi? Kendilerini gizlemenin baskisiyla heteroseksüel öğretmenlerden daha homofobik davranabilen gey-lezbiyen öğretmenler mi? Eğitimciler sendikasi mi? Sosyal hizmet uzmanlari mi? GeyLezbiyen örgütleri mi? Kisacasi tüm bu kosullarda Masalin “gerçekçi” bir seyir izlemekten vazgeçip sürpriz yapma olasiliği için henüz erken değil mi? Ozan’dan farkli olarak Zekeriya, pekâlâ bir gey olabilir. Çünkü escinsel olduğunu en yakin arkadasindan bile yillardir gizlemistir. Artik açilmanin vakti geldiğinde, her ne kadar kendi rizasi disinda da olsa, özgüven ve özsaygi ile sarmalanmis söyleyebileceği bir çift sözü vardir. Ozan, escinsel çiksaydi, iyi de simdi ne olacak, cevap bekleyen bir soru olarak havada kalacakti. Zekeriya’da ise cevap çoktan hazirdi, sadece telaffuz sorunu yasaniyordu. Cinsel yönelim yerine “cinsel tercih” denmesini geçmistik. Görsel medyanin soytarilastirdiği, olmazsa kriminalize ederek damgaladiği stereotiplerden sonra tipinden de isinden de açik vermeyen Zekeriya’nin, beyaz yakali olmasina takacak değiliz. Mavi yakali geylerin karanliktan ve üçüncü sayfalardan kurtulabilmeleri için, Ozan’in da escinsel olabileceğinin kabul edilebilmesi için belki de önce uzaktan, kendi disindan bir escinseli veya geyi izlemesi gerekiyordur ortalama sitreyt seyircinin. Escinsellerin her yerde olmasi gibi homofobi de her iliskiye, zihniyete ve ortama uyum göstermekte geç kalmaz.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 27 Sayfa 27


medya Homofobi, vazgeçilmez çalisan ve çoktan üst orta sinifa eklemlenmis gey Zekeriya’nin statüsüne bakmayacaktir. Kendisine açik ve net olarak anlattiği halde, ayni zamanda sosyal arkadasi da olan patron Selim, açilmasindan sonra Zekeriya’nin yaninda gördüğü her erkeği escinsel sandiği yetmezmis gibi birlikte olduklarini da düsünecektir. Kendini inkâr etseydi varsayalim ki kullandiği ruj ve fondöten sorun olmayacakti çünkü o da pekâlâ bir “metroseksüel” olabilirdi. Sirf kendi cinsini sevdiği için onca yildir yasamak zorunda kaldiği yalana son verdiğinde

kullanmadiği ruj ve fondöten, homofobik bir saka olarak zulüm sahnesinde hoyratça sergilenebildi. Görünen o ki bulunduğu konuma çalisarak gelmis. Eğer ki daha bastan gey olduğunu açiklasaydi veya bir sekilde ifsa edilseydi çalismasina devam edebilse bile çok büyük olasilikla o konuma gelemeyebilirdi. Artik onca yilin sonunda kendini yeniden yeniden ispatlamak ve özel hayatina dair açiklamalar yapmak zorunda kalacak. Soför Cemal’in korktuğu basina gelseydi, escinsel öğrenci Ozan,

heteroseksüel toplumsallastirma ile homofofik zulme maruz kalacakti. Zekeriya ise homofobi statü tanimadiğindan, çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliği ile karsi karsiya. Gaye Boralioğlu ve diğer senaristleri kutluyoruz. Zekeriya dahil tüm gey ve lezbiyen çalisanlara, GeyLezbiyen Isçi Aği’na katilmayi ve çalisma hayatinda homofobi ve cinsel yönelim ayrimciliğina karsi birlikte mücadele etmeyi önerelim.

(gl.iscimemur@kaosgl.com

Leslie Cheung Ardindan Uğur Yüksel

1 Nisan 2003’te bir otelin 46. katindan atlayarak kendini öldürdüğü haberi saka gibiydi.. kötü bir saka... Iste bu metin, Elveda Cariyem’in terk edilen sevgilisi, Mutlu Beraberlik’in kirmizi ceketli kayip sevgilisi Leslie Cheung’in yaptiği “saka”ya yazilmistir. BASKA BIR BEDEN DÜSÜNÜN... KENT IÇIN DE TEHLIKELI “Yeni bir ‘sikinti’! Baktilar.. uzaklarda adasinda Ya da yalniz, çöplükte...” Chen Dieyi boyali yüz ya da kalbe saplanan biçak. boyalar bütün maskelerden gerçek, biçaksa sirta saplanandan daha az acitir. korku-yorum: disarida firtina var. umulmaz kararlar vermesinden korkuyorum. çünkü, ruhu siddetlidir. kirmizi ceketini giyer, caddelerine düser kentin. yabanci adamlarin tenlerine yüzünü sürer. onlarla tango yapar, ayaklarina basar ama. kimse

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 28

tutamaz onu ama. ah bir evine dönse... dönse evine firtina baslamadan. mutfakta onun için çorba yapan adam bulunur. ama gitse... gitse!!.. kirmizi ceketli adam. evine döndüğünde artik çok geçtir. gecikilmistir. firtina dinmeyecektir. korkuyorum. umulmaz kararlar vermesinden korkuyorum. çünkü ruhu siddetlidir. cariye ya da kirmizi ceketli adam.

hiçbir zaman mutlu olmayacaktir. ihanet’i yasar çünkü, yasatir. Biçak hep elindedir ama. Ama sonunda kendine saplanir. giz gömer adam... kara kaygisi yoktur çünkü. kaçinci katinda ağlar adam, binanin. esiktedir. esikte olmak kuyuya bakmak demek. “hangi sehir kabul edecek beni?” filmin sonunda... ya geç kalmistir ya

da dönmez geri. bilmenin zehir’i... esiktedir adam. ne boyalidir yüzü.. ne de kirmizi ceketini giymistir bedeni. esiktedir. araf’tir burasi. dedim ya: ne kalir orada ne de gidebilir oradan. esiktedir. “eğer esiği geçerken yakalanir ve istediğini yapamazsa ölümü düsmanlarini güldürecektir.” bundan. DÜS!ME! DÜS!ME! DÜS!ME! kendisine fena muamele etmelerine tahammül edemeyecektir adam. Çünkü o korkunçtur. aldatilmanin korkunçluğu... aldatmanin da... esikte.. araf’ta kalmanin... firtina bahçeyi yirtiyor. eve dönmek için artik çok geç.. ondan, evler simdi utaniyor, yalana dönüsen bir hayata dair.


kültür - sanat

Kendine Karsi Pencere’den Bakmak... “Senden sonra... Kirmizi artik kirmizi değil. Gökyüzünün rengi mavi değil... Ağaçlar yesil değil. Senden sonra, renkleri bizden kalan hatiralarda aramaliyim.” Zeynep Sezgi

Bos perdeye bir mirildanmayla basladi film, hepimizin en az bir kere omzunda ağladiği Sezen Aksu’nun sesinden...Perdede ilk gördüğümüz sey bir cinayet ve sonrasinda kaçan genç çocuk, kanli elinin izini duvarda birakarak. Ferzan Özpetek’in “Karsi Pencere”si iste böyle basliyordu. Seyrettiğim diğer filmlerinde (Cahil Periler, Hamam, Harem Suare) beni bir izleyici olarak sinema salonundan elim bos çikarmayan bu yönetmenden yine hem sinemasal anlamda hem de düsünsel anlamda bir doyum umuyordum, beklentim çok da bosa çikmadi diyebilirim. Filmde iki hikayenin paralel akisi söz konusu. Ilk hikaye, evli ve iki çocuklu bir orta sinif isçi ailesi üzerinden ve kadin karakterin gözünden anlatiliyor. Giovanna kocasinin sorumsuzluğundan ve artik tek düze bir hal almis hayatindan bir seylerin eksikliği içerisinde mutsuzdur. Bir tavuk kesim hanesinde çalismaktadir ve aksamlari da bir bar için pastalar yapmaktadir. Her gece mutfak penceresinden elinde sigarasi isiklari söndürüp karsi pencereyi seyreder. Karsi pencerenin ait olduğu ev sanki altin pencereli ev gibidir ve o evdeki adam sadece kendine ait olan hayatiyla Giovanna’nin hayatindaki

bosluğu dolduracak tek seydir. Ikinci hikaye, Nazi soykirimindan kurtulmus hatta mahallesine yapilacak baskini haber alarak bir çok kisinin de hayatini kurtarmis bir Yahudi’nin hikayesi. Filmde artik yasli bir adam olarak gördüğümüz karakter bir çok insani kurtarmak pahasina sevdiği adami kaybetmistir. Bu iki hikayenin akislari bütününde “Karsi Pencere”ye dair ak filmi yargisina katilmadiğimi belirtmek isterim, bana kalirsa film bir seçimler filmi. Film ilerlerken yasli adam (Davide) kendi seçimini sorgular, bir yandan da Giovanna’yi seçimlerini sorgulamaya yöneltir bu iki hikayenin kesisim noktasindan baslayarak.

“Karsi Pencere” seçimler arasindaki o gri bölgenin aslinda ne kadar genis olduğundan bahisle, bazen insanlarin sirf onlara baskalari “iyi” ve “erdemli” (bu erdemi kimin belirlediği sorgulanmadan) desinler diye hayatlarindan ne kadar büyük ödünler verdiklerini anlatiyor olay örgüsünün alt metni olarak. Davide “erdemli” bir hareketle önce diğer insanlarin hayatini kurtararak sevdiği adami, zaten ona yasak olan adami, ölüme yolluyor bir anlamda ve sonrasinda kendi hayati da nefes alip vermekten öteye geçemiyor.

Giovanna’ysa altin pencereli evdeki adama askini sorumluluklari yüzünden arkasinda birakabiliyor.

Tutkuyla gözetlediği (röntgenlemek kelimesi sinsi kaçiyor verdiği his bakimindan) adamin da kendi penceresinden ona askla baktiğini kesfettiği zaman ve ondan her seyi birakip ona gelmesini istediği zaman tüm zincirleriyle Giovanna adama (Lorenzo) gidemiyor çünkü kendi hayati baska pencerelerden, baska açilardan bakildiğinda özne olma halini yitiriyor ve nesneye dönüsüyor. En etkileyici sekanslardan biri de iste burada olusuyor. Giovanna Lorenzo’nun penceresinden kendi bos, karanlik penceresine bakiyor; kocasi ve çocuklarini görüyor ve sevdiği adami öylece birakip artik garantili olan, risk tasimayan hayatina dönüyor. Bir pismanliği hayat boyu büyütmeye yollaniyor. Filmin diğer hikayesinde de Davide içine siğdiramadiği ayni duyguyla hatirlamamayi tercih ederek hafizasini kaybetmis bir adam olarak kendini, anilarini (bir anlamda da sevdiği adami)bulmaya sokaklara vuruyor. Giovanna Lorenzo giderken

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 29


kültür- sanat

son anda pesinden kosuyor ve unlu elleri tipki genç Davide’nin duvarda kalan kanli elinin izi gibi bir iz birakiyor. Tipki Davide gibi o da geç kaliyor kendi hayatina gecikiyor. Pastalar filmde büyük bir yer kaplayan ve ayni zamanda da Giovanna ile Davide’yi birlestiren bir baska öğe. Giovanna Davide sayesinde yapmak istediği ise, pastaciliğa doğru çekilirken yönetmen yemeklerin, büyük

sofralarin, tatlilarin insanlari insanlari bulusturan sölenli ve paylasimci yönünü Cahil Periler’den sonra bir kez daha vurguluyor. Davide sanki sevdiği adam dönecekmis gibi masalar dolusu pastalar yaparken Giovanna insanin olmak istediği sey olmasinin yaptiği her seye nasil da büyü gibi yansidiğini kesfediyor ve ucundan da olsa tutuyor kendi hayatinin. Davide’nin escinselliğinin

seyircinin gözüne bir çok filmde olduğu gibi sanki hayatin disinda ve olağanüstü –olağan, norm olan seyin disi kastediliyor- bir seymis gibi sokulmamasi da baska bir güzelliği filmin. Tipki yenilerde izleme imkani bulduğumuz Sinirsiz Kentte’de olduğu gibi escinsellik marjinallestirilmiyor, dramatize edilmiyor ve filmin akisindaki diğer olaylardan farkli bir yere oturtulmuyor ki bu da izleyenin escinselleri farkli bir bakisla ötekilestirmesini önlemek için kayda değer bir kapi açiyor. “Karsi Pencere” renkleri, konusu ve çekimiyle izlenilmesi gereken bir film bana kalirsa. Hayatina sahip çikmanin altini öyle güzel renklerle çiziyor ki film bittiğinde mutsuz bir son izlememize rağmen hiç de mutsuz çikmiyoruz salondan. Filmin basindaki Sezen Aksu sesinden feyz alarak (biraz da kiskanarak(!) diyebiliriz) ben de noktami Sezen Aksu’yla koymak istiyorum izin verirseniz, herkese kendi sesinin rengini aramasinda sans dileyerek: “Bu ne yalnizliktir bu ne sonsu bir çoğalmak onca sinanmaya rağmen akil oyunlariyla oyalanmak”

Karsi Pencere Ertins

Hayatin değerini bir kez daha anladim, ve ne kadar salak olduğumu bunu sürekli unutup unutup tekrar anlamak zorunda kaldiğim için. Biz hep karsi penceredekilere imreniyoruz galiba, hep orada olmayi hayal ediyoruz, öteki olabilmeyi. Ta ki kendimize kendimize baska pencerelerden bakabilmeyi öğrenene kadar… Hep baskalarina imreniyor, baskalari için yasiyoruz. Yaptiğimiz en güzel pastalari hiçbir zaman kendimize ayiramiyoruz. Çünkü hep baskalari var hayatimizda, onlara çalisiyoruz. Sonunda bir de bakiyoruz ki hayatimiz hiç tadilmamis pastalarla dolup tasmis bir mutfak… Kendi geleceğimi düsünüp

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 30

korkuyorum. Davide’in pastalarini animsadikça gözlerim doluyor. Her biri kim bilir ne tutkular, ne paylasilamamisliklar, ne yasanamamisliklar gizliyordu tadinda. Hayatimin böyle olmasindan gerçekten korkuyorum, sahibi asla gelmeyecek pastalar yaparak tüketmek bir ömrü. Yoo böyle olmamali benim hayatim, yaptiğim tüm pastalari istediğime istediğim zaman ikram edebilmeliyim ben. Isteyen tadar isteyen

kibarca reddeder ama pastalarimi mutfakta ziyan etmeye hiç niyetim yok…


kültür - sanat

Çok sik karsilasmadiğimiz bir durum. Bas karakteri lezbiyen olan bir roman yayinlandi An Yayincilik tarafindan. Yazari Zeynep Aksoy’la “Denizkizi” hakkinda söylesi yaptik…

Denizkizi Hakkinda Yesim Basaran: Lezbiyen bir karakteri ne gibi kaygilarla yarattin, kendi içinde neleri tartistin? Zeynep Aksoy: Lezbiyen karakter çok fazla temsil edilmeyen bir sey. Ilk basta, o azinliğa ait olan insanlar kendilerini mutlaka görmek istiyorlar. Tabii ki o azinliğin içinde çok büyük bir çesitlilik var. Lezbiyen deyince, tek bir tip lezbiyen yok. Içinde lezbiyen karakter olan, bas karakteri lezbiyen olan roman yok Türkiye’de doğru düzgün. Dolayisiyla bir çok insanin beklentilerini içinde barindirmaya dönük bir zorunluluk hissettim kendimde. Ama sonra da bunun mümkün olmadiğini düsündüm. Kendi bildiğimi, kendi görmüs olduğumu, kendi deneyimlediğimi yazdim. Zaten romanin kendisi fantastik öğeler içermesinin yani sira, benim kendi yasamimdan yola çikarak yazdiğim bir sey olduğu için kendi çevremde tanidiğim insanlari örnek alarak yarattim Deniz’i de, diğer karakterleri de. Herkesi temsil etmeye çalissam bu yapay bir sey olurdu. Farkli tarz lezbiyenleri baskalari yazsin. (gülüsmeler) Bence de daha çok roman yazilmasi lazim. Hiçbir romani içinde escinsel karakter var diye escinsel romani olarak tanimlamiyorum. Escinsel romani olmadiği söylenen romanlarin escinsellerin görünmediği romanlar olduğunu düsünüyorum, diğerleri de escinsellerin göründüğü romanlar... Böyle olunca escinsel karakteri görünür olan romandan herkes çok sey bekliyor dediğin gibi. Yarattiğin karakter nihayetinde insanlarin zihinlerindeki lezbiyen tanimi üzerinden okunacak. Bu açidan okuyanlar ne olacak, onlarda nasil bir değisim ya da etki yaratir sence? Onlar da sok etkisi yaratmasini

arzuladim. Öbür türlüsü de lezbiyenlere haksizlik olacakti. Bütün karakterleri escinsel olan bir roman yazarken, bu konularda hiçbir sey bilmeyen insanlara yazar gibi 50 sayfa lezbiyenliği anlatamazdim. O yüzden okuyucunun ödevlerini yapmak zorunda kalmalarini istedim. Böyle biraz pat diye daldim isin içine. Bana çok tanidik ve bildik bir dünya olduğu için, çok da garipsemedim bunu yaparken. Bana çok yabanci bir dünyadan bir kitabi okurken, belki ben ayni sekilde bir sey hisseder miyim, diye düsünüyorum. Ama, hayir... Zaten niçin kitap okuyoruz ki, yabanci olan dünyalari tanimak için ya da bildiğimiz dünyalari paylasmak için, kendi dünyalarimizi sorgulamak için... Eğer insan kitap okuyorsa maceraci olmali. Escinsellik zaten son tabu, Isa’nin son tabusu. Ama insanlar önyargilarini assinlar, oturup ev ödevlerini yapsinlar, çalissinlar, diye düsündüğüm için onlari zorlayacak bir sey yazdim, farkindayim. Siyasi mücadele yürüttüğünde insanlarin anlamasini sağlamaya çalismak en temel yöntem oluyor. Kitapta Lambda’nin deneyimlerinin de aktarildiği bir kisim var, ama orayi okuyan insanlar ya hizlica geçecekler, ya da anlamadiklarini farkederek durup düsünmek zorundalar... Sonuçta Deniz pek çok özelliğinin yanisira bir lezbiyen. Çoğu okurun onun diğer özelliklerinin lezbiyenliğiyle özdeslestirilerek okuyacağini biliyoruz. Bu sende bir kaygi yaratti mi? Çok fazla düsünmedim bunu. Ancak yazdiktan, toparlama asamasina geçtikten sonra biraz aklima gelmeye basladi bu tür seyler. Çünkü yazma asamasinda aklima gelecek halim yoktu, yaziyordum

sadece. O zaman da söyle düsündüm, benim anlatmak istediklerim buydu, insanlarin ne algilayacaği bu noktadan sonra çok umurumda değildi açikcasi. Çok farkli insanlar çok farkli seyleri algiladilar. Hakkaten tahmin etmediğim insanlar tahmin etmediğim sekilde aldilar, heralde olacak olan da buydu, bir çok kitap için de bu geçerlidir. O yüzden çok fazla ince eleyip sik dokumadim yazarken. Ne gibi tepkiler aldin? Ilginç bir sekilde karakterin lezbiyenliği ile ilgili, özellikle heteroseksüel insanlardan garipseme ya da bu konu üzerine yoğunlasma gibi tepkiler almadim. Ya bu konuda çok fazla bilgileri olmadiği için ve bunu çok rahat yasayan ve bunu çok sorunsallastirmayan bir karakter olduğu için, çok cesaret edip bir sey sormadilar belki de, çuvallariz diye düsündüler. Belki de onlari romanin baska seyleri ilgilendirdi. Ropörtajlarda bile bu konuya çok fazla değinmediler. Belki biraz da korumak için yaptilar. Milliyet Cumartesi’deki roportaj yapildiğinda lezbiyenlik üzerinden bir konusma yapilsa çok baska türlü anlasilabilirdi. Kitabin arka kapağinda olsun falan özellikle çok vurgulamak istemedik. Bir sürü önyargi var bu ülkede. Onun disinda escinsel olan insanlardan genel olarak olumlu tepkiler aldim, beğendiler insanlar. Ama tabi bu benim yine kendi çevrem. Deniz’in yasamina asikar insanlardi. Onun disindaki çevreleri bilmiyorum. Ben kendi çevremde söyle bir tartisma yasadim. Diğer lezbiyenlere ulastiğinda sinif, kültür, eğitim, yas vs. açilarindan kendine kendine benzeyen hiç kimsenin olmadiği bir ortamla karsilasabilirsin. Insanlar genelde karsilastiklari ortamlari

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 31


kültür - sanat “lezbiyenlik böyle bir sey demek ki” diye değerlendiriyorlar ilk etapta. Roman da sonuçta yasamin bir parçasi olduğu için, farkli toplumsal kesimlerden lezbiyenlerin böyle bir duyguyla okuyabileceğini konustuk. Kitap ortaya çiktiği andan itibaren kalici da bir sey ya. Insanlarin kendi arayislarina cevap olarak gördükleri bir sey olduğu için, onun mutlakiyeti altinda da hissedebiliyorlar kendilerini. Escinseller kendi içlerinde çok çesitli bir toplum sonuçta. Deniz’in özgürlük arayisi hakkinda neler söylemek istersin? O zaten benim hala kendi kafamda da çözebilmis olduğum bir sey değil. Çok idealize edilmis ve ulasilamayan bir özgürlük var kitapta. Benim kendi kafamdaki de öyle. Ben de hep gitmek isterim. Ama o gitmek istediğim yer, gitmek istememin sebebi genellikle belli değildir. Gideyim de yeniden baslayayim, fikri hep kafamda, yapacağimdan değil de... Bir çok insan bunu düsünür. Deniz bir de bunu eyleme sokuyor, basip gidiyor resmen. Klise olacak ama insan her gittiği yere kendini de götürür. Deniz toplumsal baskilardan, çevrenin dayattiği yasam sekillerinden kendini siyirmis, bunlardan yirtmis durumda, bunlari fazla takmiyor. Karsilasmak zorunda kalmadiği bir çevrede yasiyor. O bakimdan sansli. Fakat tabii ki baska seylerden dolayi da kusatilmis durumda. Örneğin kapitalist dünya tarafindan kusatilmis durumda. Örneğin savas çikiyor, savasi istemiyor, savasi sevmiyor. Ama buna karsi çok fazla da bir sey yapamayacağini görüyor. Üzerinde yasadiği dünya idealindeki dünya değil. Bu bakimdan özgür değil. O yüzden uzaya gidiyor zaten, belki orda özgür olabilirim, seklinde. Deniz olmak, okyanus olmak, o temalar da hep ayni sekilde, yani doğanin özgürlüğüne biraz özenir gibi, yani gerçek özgürlüğü biraz doğada olanla özdeslestiriyor. Bir de tabii ki,

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 32

insan bedeninin içinde olmakla biraz kisitlanmis olduğunu düsünüyor, biraz uçuk bir sekilde. Özgürlüğe takmis yani. Toplumsal anlamda Türk toplumunda yasayan bir kadin olarak bir çok insanla karsilastirildiğinda kendi yasadiği çevre açisindan, tabii

ki bir çok insanin idealindeki özgürlüğe ulasmis durumda. “Özgürlük sudur” diye tanimlanabilecek somut bir an, somut bir durum olamadiği için arayis hep devam ediyor. Insan bedenine sikistiğinda özgürlüğünün yok olduğunu düsündüğü için bu durum da çözüm insanlarin yok olmasi biçiminde ortaya çikiyor. Bir yandan da o kültürün içindesin, o kültürden muaf da değilsin. Bu durumda nasil olacak bu is? Kitabin sonunda politikacisindan fabrikatörüne bütün elitleri uzaya isinlama yolunu buluyorlar ya arkadaslariyla birlikte. Bu da toplumun üzerine çöreklenmis en görünen yerlerden kurtulmaya geliyor. Bu bana savasla çok bağlantili geldi. Savas da sonuçta özgürlüğümüzün önündeki engellerin

en uçlasmis sekilde yasandiği bir durum. Onu köklerine, aslinda, biraz kendimizden yola çikarak ulasabilirmisiz gibi hissediyorum. Kültürün içerisinde olduğumuz için, ondan etkilenerek ve onun üretimine katkida bulunarak yasadiğimiz için, öyle bir yerden sorgulayarak, nasil bu kültürün özgürlesilebilen bir yer haline gelmesini sağlayabiliriz, gibi düsünmek gerekiyor bence. Yazma sürecim Amerika’nin Irak’i isgaline denk geliyordu ve sürekli televizyonda izliyordum. Artik iyice kendimi böcek gibi hissetmeye baslamistim. Bir yandan bu kadar özgürlüktü uzaya gitmekti yazip duruyorum, bir yandan da bunun ne kadar imkansiz olduğunu karsimda görüyorum. Bunun her an kendi basima da gelebileceğini düsünüyordum. Ne kadar güçsüz olduğumu da bir yandan da gördüm yazarken. Öyle bir çeliski de yasadim tuhaf bir sekilde. Çaresizlik... Londra’daki mitingde savasa karsi mücadele çabalarina bir katkida bulunduğunu hissedip Türkiye’de öyle hissetmiyor olmasi hakkinda ne diyorsun? Buradaki eylemler yerine orada heyecanlanmasi, doğu-bati tartismalari açisindan soruyorum. Londra’da öyle bir seye ilk defa katiliyor. Daha önce herhangi bir politik eyleme katilmisliği, herhangi bir aktivizm yapmisliği yok. Bu da biraz tesadüfen gerçeklesiyor. Öyle bir organizasyonun varliğindan haberdar oluyor, uçak bileti geliyor falan. Orda birden “vay be böyle seyler de varmis, böyle insanlar da varmis”i görüyor. Bunun Londra’da olmasi kurgusal birsey zaten, Londra’da mitinge katilmadim. Aslinda döndükten sonra kendi çapinda orda öğrendiği bazi seylerle bir takim eylemler yapiyorlar onlar da, ufak tefek. Çok kitlesel değil, kendi küçük eylemlerini yapiyorlar. Neden Türkiye değil de Londra. Sanirim sundan... Çünkü o siralarda çok büyük savas karsiti mitingler


kültür - sanat düzenleniyordu. Dünyanin belli merkezlerinde çok büyün katilimli mitingler düzenleniyordu. Dünyanin her yerinden insanlar gidiyorlardi, Londra’da böyle birsey olmustu gerçekten. Bunu evrensellestirmek istedim. Dünyadaki baska ülkelerdeki insanlardan bahsetmek istedim, o tip yürüyüslere katilan. Bu düzene hayir diyen insanlari evrensellestirmek istedim, Türkiye’yle sinirli tutmak istemedim. Doğu-bati meselesine gelecek olursak burdan, kitapta belli bir evrensellik kaygim var, lokal seyler tasiyor aslinda tabii ki, 80 darbesinden tut da, 80’lerde burda çocuk olmak... Ama ben hiçbir zaman kendimi burali hissetmedim zaten. Evet hasbelkader burda doğdum, burda büyüdüm. Ama buraya ait hissetmiyorum, herhangi bir ülkeye de ait hissetmiyorum. Dünya vatandasi olduğumu düsünüyorum. Yazdiğim seyde de, ingilizceye çevrileceğini de düsünerek buraya takilip kalmak istemedim. Bir de yas olarak hayatimin çok önemli bir dönemi, 18 ve 26 yas arasi, tam insanin büyüdüğü, kendini bulduğu zaman dilimi, batida geçti, Amerika’da geçti. O benim formasyonum için çok önemli bir dönemdir. Hala kendimi biraz turist gibi hissediyorum, aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen ve hala batili gözlüklerle buraya bakiyorum. Burada büyürken de öyleydi, okul olsun, yasadiğim çevre olsun, bu toplumun gerçeklerinden oldukça izeloydi hayatim. Oryantalist gibi görünmek riskini de kabul ederek, batinin herseyini daha çok beğeniyorum. Onlarin da elestirdiğim çok seyi var ama benim için ideal bir demokrasi, ideal bir toplum düzeni su an için en ideal haliyle batida. Onlarin yerlesik düzenlerini daha çok beğeniyorum, vs. Eğer imkanim olsaydi orda yasamayi tercih ederdim, hala bugün için de geçerli. Belki de öyle olacak ileride. Bu sekilde baktiğim için doğuyla ilgili hersey bana çok yabanci geliyor, egzotik bile gelmiyor yani, sevmiyorum. Anlatabileceğin ilginç tepkiler var

miydi, ekleyeceğin baska seyler? Insanlar çok ilginç. Okumaya basladiklari anda bir tepki veriyorlar, “basladim çok iyi, sasirtici, ya da su ya da bu...” Ama ondan sonra bitirdikten sonra bir sey söylemiyorlar. Bu daha çok yakinim olmayan insanlar için geçerli. Hangi insanin neyi bulup, neyi görüp de, neyi beğenip ya da neyi beğenmeyip neye göre tepki verdiğini tam olarak anlayabilmis değilim. Çok subjektif yorumlar aldim kitapla ilgili... Kitapta kendi iliskilerine ait, ya da kendilerini kitapta ne kadar bulduklariyla ilgili. Bu herkes için geçerli, illa escinsel olmasi gerekmiyor. Kitapta bir çok sey var ya, sanirim herkes bir yerinden tutmus, iyi niyetle yaklasip, bir sekilde kitapla kucaklasmak isteyip, herkes çok farkli yerlerinden yakalamis. Örneğin ada dönemi. Öyle bir sey yok benim yasamimda, Büyükada’da geçirdiğim çok kisa bir dönem olmustu, benim için çok büyülüydü. Bir çok insan için de öyleymis. Öyle bir ilkokul hayati bir çok insan için “keske” dediği birseymis. Ben de tabii ki idealize ettiğim için öyle bir sey yazdim. 70 kisi kolun çarpisarak sinifta oturmak yerine… Müzikle ilgilenen insanlar için o bölümleri oldukça çekici olmus… Bir de elestiri olarak aldiğim bir sey var. Benim de kendimi biraz da elestirmem olacak ayni zamanda. Bir çok insan, “niye herseyi bu kitaba doldurdun ki dedi, yüz sayfa daha az olabilirdi, bu kitaptan üç kitap daha çikardi” diyenler oldu. Sonra ben de, niye bütün malzememi harcadim, diye düsündüm. Ama sonra, heralde baska türlüsü olamazdi, diye düsündüm. Bu ilk romandi ve o kadar da dolmustum ki, bunlarin hepsi çiksin… Müziğin matematiğini kurguda kullanmam, çok fazla tema olmasi… ancak bu sekilde toparlayabildim. Çok renkli olsun istedim. Barok dönemi resimleri veya müziği gibi… Çok farkli insanlar çok farkli seyler bulsunlar. Kendim de okurken öyle romanlari seviyorum. Hani bir sürü incik cincik olsun içinde, insani oyalayacak

seyler olsun. Bu biraz tarzla da ilgili. Belki oturup bir daha edit etsem bir çok seyi çikarirdim. Bir tarafim da öyle yapmamam gerektiğini söylüyorum. Öyle bir çeliski yasiyorum. Örneğin Amerika’nin anlatildiği günlük kismini tamamen çikarsa miydim acaba, ama o da romanin içinde roman fikri… Romanin kendi yazilis öyküsüyle de çok birebir örtüsüyordu. O da ayri bir katmani… Çok katmanli olsun istedim. Deniz’in büyükhalasinin lezbiyenliği… Deniz’in bunu kesfetme ani inanilmaz bir an. Imkansizliklar içinde birseyi var etmisler ve fisiltilar halinde bugüne gelmis. Hepimiz artik biliyoruz ki lezbiyenlik son zamanlarda çikan birsey değil, yüzyillardir olan bir sey. Sadece daha yeni açik yasanmaya basladiği için bu kadar görünür olmaya basladi. Ben eminim ki kim oturup aile fotoğraflarina baksa, fisiltilari dinlemeye çalissa, bir takim seyler bulacaktir. Özellikle fotoğraflar hiç yalan söylemiyorlar. Onun da çikis noktasi benim bir zamanlar bir eskicide bulduğum çok eski siyah beyaz bir fotoğrafti. Kim olduklarini hiç bilmiyorum. Iki tane genç kadin, portakal bahçesinde poz vermisler, 30’li 40’li yillar diye düsünüyorum. Belki de kardestiler, belki de arkadastilar, hiçbir fikrim yok. Ama benim gaydar’imi çalistirdi (gülüsmeler) ve öyle bir sey uyandirdi bende. Yillar önce görmüstüm, karistirirken, aklimda kalmisti. Belki de o da birisinin büyükhalasiydi bilmiyorum.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 33


kültür - sanat

Yüzüklerin Efendisi Selçuk Gökoluk

Yüzüklerin Efendisi kimdir? Karanliğin efendisi, kara ülke Mordor’un lordu Sauron’dur. Eğer Sauron’un bilgisi ve iradesi olmasaydi güç yüzüklerinin hiç biri yapilamazdi. Sauron’u harekete geçiren amaç neydi? Sauron güç yüzüklerini yaparken, amaci var olan her seye hakim olmakti. Onun hizmet ettiği tek sey kendisiydi. O emri altindakiler için bir tanri kraldi. Ölümsüzdü, sadece orklara değil doğu’nun esmer insanlarina, trollere, kurtlara ve baska yaratiklara hükmediyordu.

sömürü, canli olan her seyin temel bir organik islevidir; sömürü, yasamin temelinde var olan, egemenlik kurma güdüsünün bir sonucudur.” Douglas K.

Blount’un isaret ettiği gibi Sauron, Orta Dünya’nin überruhudur. Eğer yasamin özünde sömürü varsa, Orta Dünya’nin en canli varliği bu durumda Sauron’dur. Sauron’un oynadiği oyun hiçlik üzerinedir. Sauron’un gözü hiçliğe açilir. Frodo dayanamayip, yüzüğü taktiğinda, Sauron onu görür ve ona kaçamazsin, disarida karanlik var der. Ancak Sauron kaybetmeye mahkumdur çünkü karanlik isiksizlik demektir, salt kötülüğün değeri sifirdir. Iyilik kendi basina var olabilir ve yasayabilir. Ancak bu salt kötülük için geçerli değildir. Bir sey ne kadar kötü olursa, hiçliğe o kadar çok yaklasir. Orta Dünya’da iyi olan her seyi korumak için savasan Gandalf, Sauron’un usaklari Nazgul’un en muazzami olan Angmar’in büyücü krali ile Minas Tirith muharebesinde karsilastiğinda ona söyle seslenir: “Sen kendin için

hazirlanan cehenneme geri dön. Seni ve efendini bekleyen hiçliğe düs. Git.”

Orta Dünya’nin iyi ve kötü diye iki kampa ayrilmis Maniheist siyasi arenasinda iyiler bölünmüstür, ama kötüler tek bir el tarafindan yönlendirilir. Sauron, Nietsche’ci bir bakis açisindan Orta Dünya’nin tek kayda değer figürüdür çünkü sürekli olarak iktidar için mücadele eder. Onun amaci Orta Dünya üzerinde, her seyi yaratan tanri Iluvatar da dahil olmak üzere kimsenin karsi koyamayacaği bir egemenlik kurmaktir. Bunun için de yapamayacaği hiçbir sey yoktur. Nietzsche söyle der: “Sömürü,

yalnizca yozlasmis, kusurlu ya da ilkel bir topluma özgü bir durum değildir;

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 34

Gerçekten de sonunda olacak olan budur. Sauron ve usaklarinin kötü olmalarinin nedeni asiri tutkularidir. Dünya’da ideal bir düzen ve ilerleyen bir süreç vardir, ancak Sauron bunu kabul etmez ya da etse de değistirmek ister. Çünkü artik o saf arzu olmustur. Arzusunun önüne geçemez, bu onun sonu olacak olsa bile. Peki Sauron’un düsmani olan insanlar, cüceler ve de elfler nasil olmus da kendilerine verilen güç yüzüklerini kabul etmislerdir. Ilk önce sunu söylemek gerekiyor ki, Sauron olmasaydi güç yüzükleri yapilamazdi ancak Sauron da sekil değistirip niyetini gizleyerek elf demirci ustalariyla beraber çalismis ve onlarin sirlarini öğrenerek tek yüzüğünü yapmistir. Sauron en kolay insanlari kandirmistir. Bu kolay olmustur çünkü insanlar da kendisi gibi iktidar arzulamaktadir ve Sauron insan krallarina yüzüğü

verdiğinde, krallarin gönlünde yatan yüzüklerin, tasiyanin gücünü artiran etkisini hakimiyetlerini genisletmekte kullanmakti. Ama sonunda kendi benliklerinin bile hakimi olmaktan çiktilar ve gölgeye karisip, Sauron’un hizmetkarlari Nazgul oldular. Cücelerin zaafi ise zenginliğe ve kiymetli madenlere olan düskünlükleriydi. Sauron onlari da bu yönleriyle eline geçirmek istedi ve zaten zengin olan cücelere daha da çok zenginlik vaat eden yüzükler verdi, ama sonuç insanlarda olduğu kadar basarili olmadi. Cüceler inatçiliklarini gösterip, Sauron’un hakimiyetini kabul etmediler ama çikan büyük savaslarda yüzüklerini de, dağlarin altindaki zengin kralliklarini da yitirdiler ve üçüncü çağ bitimine yaklasirken artik zayif ve sonu gelmis bir irka dönüstüler. Gelelim Orta Dünya’nin en zarif, en bilge, en kadim irki elflere. Elfler, Sauron’un en ölümcül düsmanlari ve Orta Dünya’da iyiye mümkün olan en yakin türdür. Cüceler, insanlar ve diğerleri kötülüğe meyledebilir, ancak elflerin elinden benzer kötülükler gelmez. Tipki orklarin neredeyse katiksiz kötü olmasi gibi, elfler de neredeyse katiksiz iyidir. Elflerin bizim anladiğimiz sekilde iradeleri yoktur. Bir insan karanlikta yasayabilir ama bir elf yasam için isiğa muhtaçtir. Bir insan için dünya ölene kadar yasayacaği geçici bir mekandir, ancak bir elf kiyamete kadar dünyada kalmak zorundadir. Öldürülürse ruhu batida, denizin ötesinde ölümsüz diyar Valinor’a gidip, Mandos’un salonlarinda dünyanin sonunu bekler ya da yeniden dirilip, biraktiği yerden yasamaya devam eder.


kültür - sanat ELFLERIN AÇMAZI

Ölümsüz ve kusursuz olmalari elflerin Orta Dünya’da sorunsuz yasadiklari anlamina gelmez. Elfler aslinda Orta Dünya’da kederli bir hayat yasarlar. En büyük sorunlari ölümlü bir dünyada ölümsüz olmaktir. Bu onlari yasadiklari toprağa yabancilastirir ve gönüllerinde hüzün yaratir. Etraflarindaki her sey yaslanmakta, eskiyip çürümekte ve sonunda ölmekte, onlar ise yasamaya devam etmektedirler. Tabii bir çoğu sonu gelmez gölge/isik savaslarinda düsmanin zehirli silahlariyla öldürülmektedir ve bu kalanlara daha büyük keder vermektedir. Bu elf demircilerini, Sauron’la beraber yüzükleri yapmaya iter çünkü elf yüzükleri zamana karsi savasirlar, zamanin yarattiği tahribati gizler ve ortaya elflerin asil yurdu ölümsüz Valinor’a benzeyen toprak parçalari çikarir. Bu yüzüklerin sirri ormanlarin derinlerinde gizlenmis, ölümlülerin uzak durduğu Orta Dünya’da kalan elf ülkelerinin en zarifi Lothlorien’de açiğa çikar. Tek yüzüğü yok etmek için Mordor’a giden Frodo ve Sam -- ilk filmi izleyenler hatirlayacaktir -- orklardan kaçarken Lothlorien’e girerler. Burada onlari ormanin derinliklerine götüren elf rehberler grubun yollari öğrenmemesi için gözlerini bağlar. Daha sonra gözleri çözüldüğünde, Frodo ve Sam bir an nerde olduklarini kavrayamazlar, sanki yolda bir yerde zaman tüneline girmisler ve artik var olmayan bir yere gelmis gibi hissederler. Rüyada mi uyanik mi olduklarini kavrayamazlar. Etraflarindaki her sey büyüleyicidir ve lekesizdir. “Frodo bir süre daha hayretler içerisinde ayakta kaldi. Sanki yitip gitmis bir dünyaya açilan büyük bir pencereden geçmis gibiydi. Lisaninda çevresini saran isiği adlandiracak bir kelime bulamiyordu. Gördüğü her sey

biçimliydi; fakat biçimler hem adeta gözleri açildiği anda tasavvur edilip çizilivermis gibi taptaze, hem de ezelden beri dayanmis gibi kadimdiler. Bildiği renklerden, altin renginden, beyazdan, maviden, yesilden baska bir renk görmüyordu, fakat bu renkler sanki Frodo onlari o anda idrak etmis ve onlara yeni ve muhtesem isimler yakistirmis gibi taze ve keskindi. Kisin burada yazi veya bahari özlemek mümkün değildi. Toprak üzerinde yetisen hiçbir seyde ne bir kusur, ne hastalik, ne biçimsizlik göze çarpiyordu. Lorien ülkesi lekesizdi.” Onlarin saskinliğini gören elf rehber Haldir durumu açiklar. Hanim’in gücünü hissediyorsunuz der. Hanim Lothlorien’in zarif ve güçlü koruyucusu

Lady Galadriel’dir ve onun gücünün kaynaği kendinde zaten var olan irfani, zihinleri okuma ve geleceği görme yetisinden daha çok parmağindaki elf güç yüzüğüdür. Bu yüzük sayesinde elfler kendilerine ormanin derinliklerinde sakli, ölümlülerin düslerinden bile daha güzel, gölgenin vuramadiği, Sauron’un gözünden gizli kusursuz bir ülke yaratmislardir. Elf yüzüğünün kudreti, kötülüğü bu ülkeden uzak tutmaktadir. Lakin bu uzun sürmeyecektir. Çünkü bu Orta Dünya için gayri tabii bir durumdur. Artik elfler ve onlarin yasadiklari dünya arasindaki zitlik had safhaya ulasmis ve son yaklasmistir. Filmi izleyenler hatirlayabilir. Frodo ve yüzük kardesliği Moria’dan kaçip ormana girdiklerinde Galadriel, Frodo’nun zihnine sunlari söyler: “Senin adimlarin bizim için kiyametin ayak sesleri gibi. Buraya büyük kötülük getiriyorsun.” Filmin izleyicileri bunun Tek Yüzük’e dair bir korku olarak anlar. Ancak bundan daha fazlasi vardir. Frodo’nun geleceğini Galadriel bilmektedirler ve bunun kendi için son karar ani

olacağini da. Galadriel, Frodo’ya der ki önünde iki yol var. Ya sen basarisiz olacaksin ve Sauron yüzüğü ele geçirecek ve böylece biz çirilçiplak Sauron’un gözleri önüne serileceğiz, ki bu durumda elfler için katledilmekten baska tek seçenek bundan daha kötü olan Sauron’a köle olmaktir. Ya da Frodo basarili olur ve yüzük yok edilirse, elfler için durum yine çok parlak değildir çünkü kendi yüzüklerinin güçleri de yok olacaktir. Tüm güç yüzüklerinin kaderi birbirine bağlidir. Elfler yüzüklerinin gücü yok olunca, artik Orta Dünya’daki dayanilmaz yabancilasmalari ile yüz yüze gelmek zorunda kalacaklardir. Ya Orta Dünya’yi terk edecek ya da dağlarda mağaralarda yasayan geçmisini unutmus yabani bir türe döneceklerdir. Kötülüğün ve iyiliğin diyalektiği, karanlik gidince isiğin da solmasi Yüzüklerin Efendisi’nin altinda usul usul akan temel izlektir. Frodo yüzüğü yok ettiğinde Sauron kiyamete dek gücünü yitirir ve zavalli bir ruh olarak kayiplara karisir ve onun usaği orklar da lidersiz daha sonra insanlar tarafindan yok edilmek üzere dağilirlar. Ama beraberinde Orta Dünya’nin kutlu halki elflerin de zamani dolar ve gemilerine binip ölümsüz diyara, bir anlamda öteki dünya olan Valinor’a giderler çünkü Valinor ölümlüler için fiziksel bir mekan değildir. Arasalar da orayi bulamazlar, orasi sadece ölülerin ve ölümsüz elflerin mekanidir.

Islerin neden böyle gelistiğine sasirabilirsiniz. Ama gerçekte isin en basindan bu yana Tolkien’in evreninde

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 35


kültür - sanat iyilik ve kötülük birlikte serpilirler. Orklar aslinda karanlik vala Melkor’un tutsak edip iskenceyle mutasyana uğrattiği elflerdir. Orta Dünya’nin en güzel ve en iğrenç irklari ayni soydan gelmektedir. Karanlik vala Melkor, Tanri Iluvatar’in yarattiklari içinde baslangiçta en güçlü olani ve en el üstünde tuttuğudur ancak kibir ve kiskançliğa yenik düser ve evrenin karanlik gücü haline gelir. (Burada tektanrili dinlerin yaratilis ve seytanin ortaya çikisi hikayesi ile benzerlik açiktir). KÖTÜLÜĞÜN KÖKÜ: KENDIN KALAMAMAK Peki kötülük ve iyilik birbirlerine bu denli yakinsa, kötülük nasil evrilmistir, sebebi nedir? Tolkien’in evrenindeki tüm kötü karakterlerin ortak noktasi olduklari seyden duyduklari hosnutsuzluktur. Kendilerini olduklari gibi kabul etmemis ve baska bir sey olmak istemislerdir. Melkor en güçlü vala idi ama Valardan birisiydi sonuç olarak. O daha fazlasini istedi. Sauron bile baslangiçta kötü değildi ama yerinde kalmak istememis, olduğundan baskasi olmayi arzu etmis ve sonunda hepten kendini yitirip tanriliğa göz dikmistir. Nazgul ve Gollum’da tek yüzüğün delirttiği egolarinin tutsaği olmus, olmak için doğduklari seyden çok uzaklara düsmüslerdir. Iyi karakterler ise bunun tersine kendileri olarak kalmayi dilerler, çünkü kaderlerinde onlarin payina düsenden fazlasini talep etmenin kendilerine kötülük getireceğini bilirler. Galadriel bunu çok büyük acilar pahasina öğrenmistir. O, elflerin mutlu ve masum olduğu ve Valinor’da Valar’in hükmü altinda güvenlik içinde yasadiği çok erken bir çağda doğmustur. Ancak olaylar Galadriel’in de aralarinda olduğu Noldor elflerini Valar’a isyan etmeye götürür. Noldor elfleri, kötülükle savasma ve Orta Dünya’da kendi özgür kralliklarinda yasamak üzere kan döküp, gemilere binip Valinor’u terk ederler. Valar yaptiklaridan ötürü Noldor elflerini lanetler. Isyanci elflerin aklindaki bir nevi Orta Dünya’yi elflestirme projesidir. Bu büyük, radikal bir projedir ve tüm benzeri projeler gibi makus bir sona varir. Isyanci elfler önceleri basarili olur ve karanlik vala Melkor’a karsi zaferler kazanip,

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 36

görkemli kralliklar kurarlar. Ama ardindan yikim baslar. Elfler korkunç acilar çekerek öldürülür, yarattiklari her sey mahvolur. Galadriel bu sayisiz gözyasini, yitirilmis güzellikleri ve elflerin sahipsizliğini en iyi bilendir. Valar karanliğa karsi savasan elflerin yardimina gelmez. Kalan elfler, çirkin ve kötü bir dünyada, bir sürgün hayatinda güzellikleri korumaya çalisirlar. Ancak Galadriel bilmektedir ki son kaçinilmaz olarak gelecektir ve çektiklerinin, kaderine razi olmamaktan

kaynakli olduğunu hisseder. Galadriel için sinav zamani gelmistir. Frodo ona tek yüzüğü vermek istediğinde, reddeder. Belki önce yüzüğü düsmani yenmekte kullanip, karanliğa karsi zafer kazanip, tüm Orta Dünya’nin efendisi olacaktir. Ancak arkasindan karanlik bu kez daha güçlü olarak dönecektir, çünkü birinin hakki olmayan bir yere gelmek istemesi tüm kötülüklerin köküdür. Galadriel yüzüğün ayartmasina karsi koyup, reddettikten sonra söyle söyler: “Sinavi

geçtim. Gücüm zayiflayacak, Bati’ya gideceğim ve Galadriel olarak kalacağim.” Eskinin isyankar

Galadriel’i, Valar’in sinavindan geçmis, dileğinin artik güç değil kendisi olmak olduğunu ispatlamistir. Böylece Orta Dünya’nin son sürgün elfine de geriye dönüs izni verilir. Galadriel Orta Dünya’dan kalkan son elf gemisiyle yurduna döner. Tolkien tekrar ve tekrar bize sunu hissettirir. Kendini tani ve kaderini sev. Yoksa eğer sansliysan ve çok ileri gitmezsen Galadriel gibi aci çeker ama sonra bağislanir, yok eğer sanssizsan ve tutkularinin kölesi olursan Sauron ve Nazgul gibi hiçliğe düsersin. Hobbitler, ideal yüzük tasiyicisidirlar çünkü düzenin disina çikan kötü arzularin tersine, hobbitlerin doğal bir güdüyle,

nereye ait olduklarini ve bu yerin sinirlarini bildiklerini görürüz. Ancak bu bir yere kadar doğrudur, sonunda onlar da yenilir karanliğin ayartisina. Frodo en son Hüküm Daği’na vardiklarinda yüzük benimdir der ve karanliğa teslim olur. Orta Dünya’da Sauron’un anti-tezi, onun yüzüğünün üzerinde hiç bir etkisi olmayan tek bir kisi vardir. O Tom Bombadil’dir. O en yasli olandir. Henüz ilk yağmur damlasi düsmemisken ve denizler eğrilmemisken Tom Bombadil Orta Dünya’dadir. O kimdir sorusuna, su cevap verilir. O olduğu seydir. Ne görüyorsaniz odur. Tom Bombadil, Frodo’dan ver bakalim su yüzüğü deyip, parmağina geçirdiğinde, hobbitler sok olur. Çünkü yüzüğü takan herkes görünmez olurken, Tom Bombadil kaybolmaz. Tam tersine Tom Bombadil yüzüğü havaya atar ve yüzük yok olur. Hobbitler çiğlik atarak onu izlerken, diğer eliyle yüzüğü Frodo’ya geri verir. Yüzüğün Tom Bombadil üzerinde hiçbir etkisi yoktur, ama o kadar. Tom Bombadil, Sauron’a ve yüzüğüne karsi savasacak, isiği koruyacak birisi değildir. Onun, yüzüğün diğerleri üzerindeki etkisini azaltma gücü yoktur. O sadece kendini koruyabilir ve sadece izler. O doğanin kendisidir. Üzerinde yasadiğimiz, her seye taniklik eden ama müdahil olmayan, hep kendi olan ve hep kendi kalacak olan doğanin simgesidir Tom Bombadil, ve karanliğa karsi savasta ondan yardim istenemez. Ancak, Tom Bombadil dünyada olup bitenden azade değildir. Eğer Sauron zafer kazanirsa ve karanlik her yeri kaplarsa, Tom Bombadil ilk gelen olduğu gibi son giden olacaktir çünkü hiçliğin dünyasinda ne yağmur sesine, ne yesil çimenlere ne de gökkusağina yer yoktur. Tolkien belki de bize sunu söyler. Kendini bil ve kaderine razi ol, ama bu tehlikeli bir dünya ve savasmak zorunda kalabilirsin. Ama bu savasta mağlup olmak istemiyorsan, arayisin esnasinda arzularin için değil arzularina karsi savasmalisin. Arayisinda basarili olmanin, kendini bilmenin ve kaderine razi olmanin belki de tek yolu budur.


yasamin içinden

Yasamin Içinden, bölümüne tanikliklarinizi, mektuplarinizi, rahatsizlik duyduğunuz veya bir baskasi ile paylasmak istediğiniz hüzünlerinizi, sevinçlerini gönderebilirsiniz. Kisaca yasama ve bizlere dair ne varsa bu bölüm üzerinden bizimle paylasabilirsiniz

Escinsel Olmanin Onuru T.Z.

Sapik kelimesinin tavir ve davranislari toplumun benimsediği törel ölçülere uymayan kimseler için söylendiğini biliyoruz. Bu tanima göre toplumun benimsediği törel ölçülerden siyrilmak ve değisik yasamak isteyen herkesin sapmis-sapik olarak nitelendirilmesi gerekir. Böyle bir yaklasim ne kadar doğru olabilir ki? Farkli olmak toplumun köhne anlayisindan siyrilmak isteyenler için bu farkliliğin onur mu yoksa utanma dürtüsünü uyandirmasi gerekir? Toplumun kendi basina koymus olduğu keyfi kurallardan ve tekdüzelikten kurtulmanin, bunun farkliliğini yasamanin ve her seyin toplumun hiyerarsik düzeninde odaklanarak

yürütülmesi gerektiğini savunan anlayistan koparak, kendi özgürlük ve hürriyetini yasamak isteyenlerin uğrayacaği dislanmanin, hor görülmenin, asağilanmanin, alay edilmenin yarattiği duygularin hüzünü mü yoksa bu ayricaliği vermis olduğu onur hissini mi doğurmasi gerekir? Ne kadar da teorik olarak bunu cevabi, bu ayrimciliği yasamayanlar için, anayasal haklarimiz hatirlatilarak herkesin istediği gibi yasama hakkina sahip olmak gibi gözükse bile, aslinda bunun ne denli gerçekle bağdasabileceğini, bu ayrimciliği escinsel olarak iliklerine kadar günlük hayatta, mücadele verilen tüm safhalarda yasayanlara bakarsak, içlerinde saklamak zorunda olduklari dünyanin insanlariymis gibi

davrandiklarini görürüz. Dolayisiyla onur duymamiz gereken farkliliğimiz için, ki bu farklilik escinseller için onur meselesidir, nasil olur da gizlenme duygusuna dönüsebilir? Is bulma alaninda ve is bulma çevresinde kendi escinselliklerini gizlemek zorunda olan az mi escinsel var? Hatta heteroseksüel gibi davranip evliliğe sürülen ve ataerkil aile yapisini temeline dayanan bir hayat sürdüren escinsellerin sayisi az mi? Amaç bu sorulara cevap vermek ve üniversite sinavlarindaki gibi doğru sikki bulup yanitlamak değildir elbette! Amaç kendi iç dünyamizin kiskaçlarindan siyrilip disa açilmak için gereken ivmeyi kazanmamizin gerekliliği!

Internetten Gelen Siddet... M. T.

Coming-out süreci denen bir süreç yasadiğimin bilincine varmaya basladiğim bir süreçti diyebilirim. Internette oldukça sik vakit harciyordum bu sekilde deneyim kazanarak belki bir kaç iliski yasayip kendi escinselliğimi yasamaya baslayabilirim diye düsünüyordum. Bir aksam üstü girdim bir internet cafeye ve en kalabalik gey çhat kanallarindan birine dalis yaptim. Bir kisiyle yazismaya basladim tabi karsilikli sorular a-p misin tip nasil vesaireden sonra bulusmaya karar verdik bulusma yerimiz büyük migros yanindaki metro durağinin giris kapisiydi. Aslinda bulusmaya giderken kafamda net bir seyde yoktu sadece tanisiriz belki oturup bir yerlerde bir seyler içeriz diye düsünmüstüm. Neyse bulusma yerine gittim beklemeye basladim. 5 dakika kadar sonra internetten konustuğum kisi yaninda birisini de alarak gelmisti yani

2 kisilerdi böyle bir sey beklemiyordum tabi ki. Ona zaten üzerimdeki giysileri de yanlis tarif etmistim eğer beğenmezsem oradan sessizce sivisiyim diye ama öyle olmadi. Ben oradan uzaklasmaya baslayinca onlar pesimden gelmeye basladilar. Çok korkmustum kosar adimlarla adeta kaçiyordum. Sonunda bana yaklastilar ve sen su internette bizimle konusan kisisin demi? diye sordular. Ben de “hayir, ben o değilim” dedim. Ama inanmadilar. Ben bu arada kosar adimlarla yürümeme devam ediyordum. Bir ara durdular, fakat sonra tekrar gelmeye basladilar. Bana yaklasip önümü kestiler ve yanlarinda tlf bulunmadiğini beni yakinlarda telefon olan bir yere götürüp oradan arayacaklarini eğer cep telefonum çalarsa benim internetten konustuklari kisi olup olmadiğimi anlayacaklarini söylediler. Tabi ki hayir dedim bu sefer daha da sertleserek küfür etmeye

basladilar. Iyice korkmaya basladim, içlerinden birisi üzerime yürümeye tam tesebbüs edecek gibi oldu. Ben o sirada “imdat polis” diye etraftaki herkesin dikkatini çekmeyi basaracak bir haykiris patlattim ve basarili oldum. Herkes bize bakiyordu etrafta bir kalabalik olustu ve kalabaliği görünce birden bendeki korku onlara geçti böylece beni takip etmekten vazgeçtiler bende oradan hemen uzaklasip otobüs durağina yöneldim ve sanki 5 dakika önce bunlari yasamamis gibi kalabaliktaki siraya girdim tabi otobüse binene kadar içim rahat etmedi ya pesimden gelirlerse diye ama gelemediler bağirisim onlari korkutmustu. Bu olaydan sonra uzunca bir süre kimseyle internetten bulusmadim. yine chate giriyordum. Fakat SADECE konusmak için bulusmak için değil...

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 37


gündem

Kaos GL Sempozyumu 2004 - 17-18 Nisan 2004, Cuma – Cumartesi

Eğitimde Sosyalizasyon Politikalari: Gey-Lezbiyen Öğrencilere Yansimalari Kaos GL Sempozyumu’nun ilkini, “Gey ve Lezbiyenlerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari” üst basliği altinda gerçeklestirmistik. Bu yil ikincisini gerçeklestireceğimiz Kaos GL Sempozyumu’nu, eğitim konusuna ve gey-lezbiyen öğrencilerin bu alanda yasadiklari sorunlara ayirdik. Bir sistemi, bir eylemin sürecini ve sonucunu anlatan eğitim, yetiskin neslin yetismekte olanlari toplum kurallarina hazirlamak için onlarin üzerinde tatbik ettiği eylemlerin tümü olarak tanimlanmakta. Söz konusu eylemlerin tatbik edildiği sürece ise sosyalizasyon denmektedir. Sonuçta bireyin toplumla bütünlesmesinin beklendiği toplumsallasma süreci, gey-lezbiyen bireyler açisindan heteroseksüel sosyalizasyon süreci olarak

yasanmaktadir. Zorunlu eğitimin zorunlu heteroseksüelliğe dönüstüğü mevcut eğitim sisteminde, gey-lezbiyen bireylere kendi özgül kisiliklerini kazanma firsati ve olanaği sunulmamakta, bunun sonucunda da gey-lezbiyen öğrenciler, örgün eğitimde yasadiklari ruhsal, sosyal ve kültürel sorunlardan dolayi toplumla sağlikli bir bütünlesme gerçeklestirememektedir. Toplumsal cehalet düsünüldüğünde eğitim üzerine genel bir ortaklasma görüldüğü halde mevcut eğitim sisteminden eğitenden eğitilene, velilerden devletin ilgili kurumlarina kadar neredeyse sikayetçi olmayan bir kisi ve kurum bulmanin imkânsiz hale geldiği görülmektedir. Heteroseksüel öğrencilerin yasadiği ve tüm taraflarca

kabul edilen sorunlara, gey-lezbiyen öğrenciler ruhsal ve fiziksel bir kusatma ile katmerli bir sekilde mâruz kalmaktadirlar. Gey-lezbiyen öğrenci realitesinin taninmasi ve bundan hareketle hazirlanip uygulanacak politikalar, eğitim sistemindeki sorunlarin çözümü için barisçi ve ilerletici olacaktir. Bu bağlamda sempozyumun bir adim olmasini diliyoruz. Öğretmenler, ebeveynler, eğitimciler, psikologlar, sendikacilar, gey-lezbiyen ve heteroseksüel öğrenciler, eğitim alaninda çalisan herkes... Eğitimde Sosyalizasyon Politikalari ve Gey-Lezbiyen Öğrencilere Yansimalari Sempozyumuna öneri, katki ve katiliminizi bekliyoruz.

Subat Ayinda Izlediklerimiz... 14 Subat 2004 Cumartesi, AMERIKAN SAPIĞI, Yön: Mary

HARRON, Türkçe, 104 dakika Patrick Bateman genç, yakisikli, Harvard Üniversitesi mezunu, Wall Street finans çevrelerinde çok basarili bir

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 38

is adamidir. Çok güçlü is arkadaslari ve dostlarindan olusan çevresi onu, birçok kisinin ancak hayal edebileceği bir mevkie getirmistir. Güzeller güzeli nisanlisi ile de herkesi kiskandiracak bir iliski içerisindedir. Ancak bu hayal kahramani gibi görünen kisinin öbür yüzünü bilen hiç kimse yoktur. O ikinci kisilik ise mevki, güç ve maddi kazançlardan çok daha fazlasini isteyen ve bu isteği adeta bir tutku gibi içini kemiren biridir. Bu tutku o kadar fazladir ki onu cinayet bile isleyecek hale getirmistir. 21 Subat 2004 Cumartesi, FLAMES OF PASSION, Yön: Richard KWIETNIOWSKI, Sessiz, 18 dakika 1989 yapimi bu kisacik film, üzerinde saatlerce konusulacak bir konuyu, aski, ask pesinde yolculuğu anlatiyor. Günün tekdüze, sikici tren

yolculuklari askin pesinde, arayisla geçen dakikalara dönüsebilir. Sonu ne olursa olsun, bu arayis bile yeterli bir haz değil midir? 28 Subat 2004 Cumartesi, YURTTAS KANE, Ctizene Kane, Yön: Orson WELLES, Türkçe Altyazili, 117 dakika Hemen her sinema anketinde ipi göğüsleyen bu filmin büyüsünün ne olduğunu birlikte çözmeye ne dersiniz? Hakkindaki kritiklerin çoğunda 5 yildizla değerlendirilen bu filmi, tek yildizla değerlendirip, “kusura bakmayin ama yalan söyleyemem, iğrenç bir film” diyen elestirmenler de var.


gündem

Zorunlu Heteroseksüellik Insanlik Sucudur!

Gey-Lezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari Escinsellerin yasadiği sorunlar, Türkiye insan haklari hareketince kapsanip insan haklari alani üzerinden yeterince değerlendirilmemektedir. Escinsellerin maruz kaldiği ayrimcilik ve siddetin mevcut duyarsizlik nedeniyle insan haklari alaninda çalisan sivil toplum örgütleri ve kamu kurumlarinin raporlarina yansimadiği görülmektedir. Escinsellere yönelik siddet ve ayrimciliğa dair taraflar arasinda bir adlandirma ve yaklasim ortaklasmasi henüz yaratilamamistir. Mevcut yasalar, escinsellere yönelik ayrimciliğa karsi yasal yaptirim tanimlama ve düzenleme içermemektedir. Gey ve lezbiyen bireyler, uğradiklari ayrimcilik ve siddete karsi yasal bir süreç isletememektedirler. Ayni sekilde gey ve lezbiyen bireyler, yasadiklari ayrimciliklari ortaya çikarmak ve gündemlestirmek için insan haklari alaninda çalisan sivil toplum örgütlerinden nasil faydalanacaklarini bilememektedirler. Durum böyle olunca

gey ve lezbiyenlerin yasadiklari sorunlar insan haklari alaninda gündemlesmemekte ve gey-lezbiyenler ayrimcilik ve siddete uğramaya devam etmektedirler. Kaos GL, Gey-Lezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari sürecinde, Diyarbakir, Izmir, Ankara ve Istanbul illerinde, gey-lezbiyen hareketinin özneleri ile insan haklari savunucularinin bir araya geleceği bir bulusma gerçeklestirecektir. Bulusmayla insan haklari savunucularinin, gey-lezbiyenlerin sorunlarina evrensel insan haklari açisindan yaklasmalarini sağlamak hedeflenmektedir. Insan haklari savunucularini gey-lezbiyenlerin yasadiklari siddet ve ayrimcilik konusunda bilgilendirmek, insan haklari hareketine de “gey-lezbiyen haklari insan haklaridir” yaklasiminin yansimasini sağlamak hedefiyle geylezbiyen örgütler ile insan haklari alaninda çalisan örgütler, kadin haklari

alaninda çalisan örgütler ve kamu kurumlarinin ortak çalismalari için zemin yaratilacaktir. Bu süreçte çift yönlü bir etki beklenmektedir. Gey-lezbiyenler açisindan, cinsel yönelimleri nedeniyle yasadiklari ayrimcilik ve siddete sessiz kalmayip haklarini arama duyarliliği gelistirilebilecektir. Diğer taraftan ise gey ve lezbiyenlerin maruz kaldiklari siddet ve ayrimcilik insan haklari mücadelesinin gündemine tasinabilecektir. Gey-Lezbiyen Sorunu ve Çözüm Arayislari: Esitlikçi ve özgürlükçü çözüm arayislarinin hayata geçirilebileceği alanlardan birini de insan haklari mücadelesi teskil etmektedir. Bu çerçevede gerçeklestirilecek olan seminerlerin yani sira “gey-lezbiyen insan haklari raporu” çalismasi da devam etmektedir.

Cetad Ile Ilgili Gelismeler Yesim T. Basaran

11 psikiyatrist ve psikolog tarafindan 1998 yilinda kurulan Cinsel Eğitim, Tedavi ve Arastirma Derneği (CETAD) Lambda Istanbul ve Kaos GL’yi 2001 yilindan beri sağlik profesyonellerine yönelik sürdürdükleri cinsellik ve cinsel tedaviler hakkindaki eğitim programi kapsaminda bir oturuma davet etti. Eğitim programi cinsellik kavrami, cinsel islev bozukluklari ve cinsel terapiler adinda üç ayri modülden olusuyor. Deniz Yildiz ve Yesim Basaran ikinci modül kapsaminda bir derse katildilar. Toplantida toplumun bakis açisi nedeniyle cinsellik ve ask anlaminda hemcinslerine yönelik

duygulariyla bas edemeyip, bu duygulardan kurtulmak üzere psikiyatriste basvuran bireylere yaklasim konusu üzerinde duruldu. Escinselliğin hastalik olmadiği ve psikiyatrinin hemcinse dönük duygulari değistiremeyeceği gerçeğinden yola çikmak her zaman yeterli olmuyor. Escinselliğe ve escinsellere yönelik siddetin çok güçlü bir sekilde varolduğu toplumda escinseller yalnizliklarini asmakta ve kendileriyle barismakta zorlaniyorlar. Escinsel örgütlerinin çalismalarinin bir bölümü bu anlamda bireylerin yalnizliğini gidermek ve kendileriyle barisabilecekleri ortamlari yaratmak iken, escinsel örgütlerinden haberi

olmayan veya haberi olsa bile onlara gitmek yerine psikiyatriste gitmeyi tercih eden bireylere psikiyatristlerin çözüme dönük yaklasimlarinin neler olabileceğini tartistik. Karsilikli olarak deneyimlerin paylasildiği, kendimizi gelistirebilmemizin önünü açmaya çalistiğimiz bu toplantida escinsel örgütleri ile kurum olarak psikiyatrinin isbirliği ve karsilikli deneyim aktarimi içerisinde çalismasinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha tesbit ettik. CETAD’in 24-26 Mayis tarihleri arasinda düzenleyeceği kongreye katilarak escinseller olarak sağlik profesyonelleri ile gelistirmekte olduğumuz isbirliğini daha da güçlendireceğimizi umuyoruz.

KAOS GL Mart -Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 39


gündem

Lambdaistanbul’la 2003’ün Ardindan… Cihan Hüroğlu

Her ne kadar hep bitip sonra yeniden baslayan zaman dilimleri bizim mücadelemizin duraklarina isaret edemese de biz deneyim aktarimina katkida bulunmak, biraz da yürüdüğümüz yolda kendimizi cesaretlendirebilmek adina bir yillik bir geri bakisi anlamli bulduk. 2003 yili Lambda gönüllüleri için Lambdaistanbul’un kültür merkezine dönüstürmek üzere açmis olduğu mekaninda basladi. Mekanin düzene girmesiyle beraber escinsel temali haftalik film gösterimleri ardindan filmle ilgili söylesiler ve Pazar sohbet toplantilari önceden belirlenmis konular üzerine yeniden düzenlendi. Yilin ilk aylarinda If Istanbul Gökkusaği Filmleri kapsaminda gösterilen filmler üzerine Tuna Erdem ve Hami Çağdas ile, ayrica Gece Melek ve Bizim Çocuklar filmi ardindan Yildirim Türker ile söylesiler düzenlendi. Ayrica yine Pazar sohbet toplantilarimizda “Escinsel Gettolar” ve “Erkek Dili” konulari üzerine tartismalar gerçeklestirdik. Kis biterken uluslararasi politikanin gündemindeki Irak isgali dolayisiyla Lambda katilimcilari Ankara’da düzenlenen 1 Mart “Savasa Hayir!” eylemine Kaos GL ile birlikte katilarak meydanlarda en kalabalik gey, lezbiyen, transvesti, transeksüel görünürlüğünden birine katkida bulundu. Bu siralarda Lambdaistanbul, Amargi Kadin Akademisi, Dayanisma Sendikasi, Gökkusaği Kadin Derneği, Ortadoğu Tarih Akademisi’nden katilimcilar gruplarin birbirlerini geçici platformlar üzerinden değil daha yakindan tanimasi amaciyla olusturduklari Istanbul Toplumsal Ekoloji Platformu sürecini basladi. Bu platform içerisindeki çalismalar hala devam ediyor. Yine Mart ayinda Lambdaistanbul Kültür Merkezi’nde escinsel temali edebiyat eserleri basta olmak üzere, insan haklari raporlari, LGBT /queer politikalari ile ilgili yerli yabanci makaleler, çesitli STK’larin süreli-süresiz yayinlari ve escinsel temali film ve

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 40

belgesellerden olusan bir kütüphane olusturulmaya baslandi. Sayisi bine yaklasan kitaplariyla Lambdaistanbul Kütüphanesi çalismalari devam ediyor. Lambdaistanbul katilimcilari 6 Nisan Istanbul “Savasa Hayir” eyleminde ve yine Istanbul’da 1 Mayis meydanlarinda yerlerini alarak escinsel görünürlüğüne katkida bulunmus, ve Lambda’nin politik durusunu yeniden sergilemis oldular. Mayis ayinda Deniz Yildiz ve Taner’in “Müzik ve Cinsel Politikalar” üzerine oldukça kapsamli bir sunumu kültür merkezimizde gerçeklesti.Ayni ay “Escinseller Ne istiyor” metni üzerine ayrintili toplantilar düzenleyerek 9. Bulusma sonrasi bir basin açiklamasiyla duyurulan metin yeniden gözden geçirildi. Mayis ayinin ortalarina gelindiğinde “Escinsellere Yönelik Ayrimcilik ve Siddet Sempozyumu” Istanbul Bilgi Üniversitesi’nde akademisyenler, Lambdaistanbul katilimcilari ve Anadolu Ayilari Grubu ortak çalismasiyla gerçeklestirildi. Sempozyumda escinsellere yönelik ayrimcilik Adli Psikiyatri, Hukuk, Psikoloji, Sosyoloji, Sosyal Hizmet, ve benzeri alanlarda genel olarak değerlendirilirken, “Transvesti ve Transseksüellerin sorunlari” ve “Lezbiyen görünmezliği” gibi konulara ayri oturumlarda değinildi. Yaz aylarina yaklasirken Istanbul’da transseksüel ve transvestilere yönelik baskilarin artmasiyla Lambda tarafindan iki basin açiklamasi gerçeklestirildi. Bunlardan bir tanesi bu baskilari desifre etmek, haksiz para cezasi uygulamalarini göz önüne sermek amaciyla bu baskiyla birebir karsilasmis arkadaslarimiz ve onlari destekleyen diğer transseksüel arkadaslarimizca okundu. Diğer açiklama ise transvestileri evlendirerek toplumsal sorunlari çözdüğünü gazete haberleriyle kendince ilan eden bir derneğin tavrina karsi Türkiye’deki gerçek durumu, gerçek sorunlari anlatabilmek amaciyla kendi kimliğinden taviz vermeden yasamaya çalisan transseksüel ve transvestilerce yapildi. Haziran ayina gelindiğinde ise Lambdaistanbul Onur haftasi

etkinlikleri’ni 10. yas kutlamalariyla birlestirdi. Türkiye’de ilk defa escinseller kendi baslarina Istiklal Caddesi’nde yaklasik 50 kisinin katilimiyla bir yürüyüs gerçeklestirdi. Yürüyüsün sonunda Mis Sokak’ta gerçeklestirilen basin açiklamasinda, , genel olarak escinsel olmaktan kaynaklanan bir onurdan değil, escinsellerin Insan Haklari Evrensel Beyannamesinde de geçen Onurlu Yasam Hakki’ndan bahsedildi ve karsilasilan problemler dile getirildi Onur haftasi etkinlikleri kapsaminda geleneksel parti, escinsel hareketinin miladi olarak kabul edilen Stonewall film gösterimi, Türkiye’de escinsel hareketi tarihi üzerine sunumlar, Stella Aciman ve Küçük Iskender ile escinsel kimlik ve edebiyat üzerine bir söylesi, Jülide Kural ile siir ve Vedat Sakman ile müzik dinletileri gerçeklestirildi. Yaz aylariyla daha genis bir mekana kavusan Lambda, ada gezisi, devam eden film gösterimleri, aylik Lambdaistanbul’la dayanisma yemeği gibi etkinliklerine devam ederek yaz tatili yapmadan kültür merkezini açik tutmayi sürdürdü. Yaz durgunluğunun arkasindan sonbahar dönemine geçerken Lambdaistanbul Dünya Adli Bilimler Kongresi kapsaminda 27 Eylül’de gerçeklesen Escinsel Cinayetleri Oturumu’na konusmaci olarak katilmakla beraber bu konuda Kanada’da ayrintili çalismalar yürüten diğer bir konusmaci Douglas Janoff’u Istanbul’da geçirdiği birkaç gün boyunca Türkiye’deki durum konusunda bilgilendirdi. Bu çalismanin hemen ardindan Lambdaistanbul katilimcilari Amerika’nin en büyük insan haklari örgütü olan Human Rights Watch’un LGBT koordinatörü Scott Long’un Türkiye Escinsel Hak Ihlalleri Raporu’nun hazirlanmasinda bir ay boyunca aktif olarak çalisti. Eylül ve Ekim aylarinda Ayilik kavrami üzerine bir tartisma, Öner Ceylan tarafindan “Cinselliğimiz, Kimliklerimiz”, Erdal Demirdağ tarafindan “Beden Politikalari” konulu sunumlar gerçeklestirildi. Film gösterimleri kapsamida ise Düs Gezginleri filminin ardindan konuğumuz


gündem Deniz Türkali ile filmle ilgili söylesi yapma olanağini bulduk. Kasim ayinin sonlarinda 11. Türkiye’li Escinseller Bulusmasi’na ev sahipliği yapan Lambdaistanbul 3 günlük hazirladiği yoğun programina yemek, parti gibi sosyal etkinlikler eklemeyi de ihmal etmedi. Toplantida öncelikle Hukuk alanindaki çalismalara yön verilirken Hukuk, Raporlama, Eğitim, Aile, Psikiyatri- Psikoloji basliklari altinda çesitli komisyonlar olusturuldu. Toplanti konusulanlar arasinda kimlik politikalari, yurtdisindaki örgütlerle benzerlik ve farkliliklarimiz, escinsel hareketinin kadin hareketi üzerinden elestirilmesi, cinsel ahlak gibi konular vardi.

Sonbahar aylarinda Lambdaistanbul’da Bülent Somay ile “Hepimiz bir gün lezbiyen olacağiz” baslikli ve Yasar Çabuklu ile “Queer kavrami” üzerine iki ayri söylesi gerçeklestirildi. 1 Aralik itibariyle baslayan Dünya Insan Haklari Haftasi sebebiyle NTV’de yayimlanan Ayrimcilik baslikli televizyon programinda katilimcilarimiz Deniz Yildiz ve Öner Ceylan escinsellerin karsilastiklari temel problemleri dile getirdiler. Bütün bunlarin disinda yil içerisinde Bahar partisi ve 60-70’lerin müziklerinin çalindiği Lambdaistanbul ile dayanisma partileri de organize edilmeye devam

edildi. Haftalik film gösterimlerinin isimlerini ise ne yazik ki yer yetmediği için burada siralayamiyoruz. Lambdaistanbul halen haftalik söylesilerine film gösterimlerine devam ediyor. Bununla birlikte 7-8 Mayis 2004 yilinda gerçeklesecek olan Istanbul Bilgi Üniversitesi’yle ortaklasa “Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak”baslikli yeni bir Sempozyum üzerine çalismakla beraber Boğaziçi Üniversitesi’nde Nisan 2004’te gerçeklesecek olan iki günlük “Türkiye, Kimlik ve Queer” baslikli sempozyuma destek çalismalarina basladi..

“Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak” Cihan Hüroğlu*

Yillardir yasadiğimiz topraklarda farkliliklariyla yan yana durmayi bilen ve birbirlerinin haklarina saygi gösterebilen bir toplumun hayalini yasatmaya çabaliyoruz. Amaçlarimiza ulasabilmek, toplumsal barisa birkaç adim daha yaklasabilmek adina ittifaklar kuruyor, dayanisarak gerçek anlamda özlenen bir özgürlük fikrini ariyoruz. Yola kendi sorunlarimizi sahiplenmeyi öğrenerek basliyoruz. Kendi sorununu sahiplenen insan baskalarinin da sorunlarini görebilir hale geliyor. Sorunlarimizin kökleri ortak, hepimiz birbirimize karsi duyarsizliğimizdan yakiniyoruz. Birimiz bile özgür olmazsak hiçbirimizin özgür olamayacağini yineliyoruz. Özgürlüğümüzün ön kosulu bu yüzden öncelikle daha çok bilmek ve anlamak oluyor ve kendimizle ne kadar yüzlesirsek bir adim daha özgürlesiyoruz. Türkiye’de cinsellik tartisilmiyor. Cinsellik ya da cinsiyet denilmesiyle yüzümüze çarpan garip bakislar, rahatsiz duruslar, yüzyillar boyu üzerimize sinmis nerden geldiğini bilmediğimiz o yerli yersiz utanç, cinsellik ve onu takip eden duygusalliklar temelinde olusturulan kimliklerin kendisini ifade etmesini zorlastiriyor. Cinsiyetin ve cinselliğin iki görünümünün disinda tarih boyunca var olagelmis cinselliklerin nasil yasandiğini, hangi kimliklerin nasil sekillendiğini

bunlarin birbirine nasil karistiğini ve birbiri içine nasil geçistiğini yeterince tanimiyoruz. Bugün hala escinseller, biseksüeller, transvesti ve transeksüeller ya da kendini bu kategorilerde ifade etmek istemeyen fakat hakim kaliplarin disinda kalanlar kendilerini olduklari gibi ortaya koyduklarinda önce cinselliğin ve cinsiyet rollerinin üzerindeki suskunlukla yüzlesmek zorunda kaliyorlar. Suskunluk bilgisizliği, bilgisizlik düsünmeden tepki vermeyi beraberinde getiriyor. Cinsel kimlik ve yönelimleriyle kendilerini ifade etmek ihtiyacini duyan bireyler bilgisiz tepkiselliğin karsisinda ya hayatlari boyunca gizlenerek yasiyorlar ya da sadece kendi bedenleri üzerinde tasarruf haklarini kullandiklari için fiziksel ve psikolojik siddete maruz kaliyorlar. Cinsellik temelinde insa edilen kimlikler kendisini bir özne olarak ortaya koyamadikça, kendi tanimlarini üretemedikçe, kendi ötekisini kapsayamadikça ve kendisini sorgulayamadikça kendi içine hapsolmus kaliyor. Türkiye’de toplumsal tarih içinde cinsel kimlik ve yönelimin kültürel uzantilarini edebiyat, tarih, sosyoloji, halkbilimi, psikoloji, arkeoloji, antropoloji gibi bir çok sosyal bilim tarafindan sorgulamaya açmayi, heteroseksizm kültür dilinin tek yanli biçimlendirme algisi disinda heteroseksist olmayan bir anlayisla yeniden düsünmeyi önümüze koyduk.

Acil sorunlara somut öneriler gelistirebilmek adina sorunlari hukuk ve diğer adli bilimlerin bakis açisiyla yeniden tartismayi, uluslar arasi konuklarla tartismanin evrenselliğini vurgulamayi hedeflemekteyiz. Bu tartismalar ileride daha genis açilimli paltformlara önayak olacak, konuyla ilgili olanlara ileride gelismeye açik yeni iletisim kanallar açacaktir. Yasadiğimiz coğrafyada tarih boyunca süregelen, geleneksellesmis iktidar konumlarini sorgulamak kaygisiyla, hala sesini yeterince duyuramamis, cinsel ve duygusal olarak kendi cinsine yönelen ve kadin erkek ikileminin disinda duran cinsel kimlikleri sahiplenen bireylerin yasamini daha yasanilabilir kilmak adina yeni bir tartisma sürecine giriyoruz. Geçen Mayis ayinda Lambdaistanbul, Anadolu Ayilari grubu ve Istanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk, Sosyoloji ve Psikoloji bölümleri isbirliği içinde “Escinsellere Yönelik Siddet ve Ayrimcilik Sempozyumu” adi altinda baslatilan tartisma süreci bu yil 7-8 Mayis 2004 tarihinde Lambdaistanbul ve Bilgi Üniversitesi ayni bölümleri isbirliğinde “Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak” adi altinda devam ettiriliyor. Birbirimizi anlamak ve beraberce özgürlesebilmek adina hepinizi bu sempozyuma davet ediyoruz.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 41


Antalya’da Sivil Homofobi Ekrem Berk Bilginer

Attalos II PHILADELPHOS (kardes) (I.Ö. 220- Ö. 138, Pergama (Bergama) Krali (hd I.Ö. 159-138); Kral I. Attalos Soter’in(hd I.Ö. 241197) Ikinci oğlu ve II. Eumenes2in (hd. Iö. 197-159) kardesi. Tahta çikmadan önce büyük kardesinin sadik bir yardimcisi olan Attalos Galatya (iö 189) ve Yunanistan (iö 171) seferlerinde Pergaman kuvvetlerinin komutani olarak, Romalilar’in yaninda savasti. Sik sik elçi olarak görev yaptiği Roma’da büyük ün kazandi. Kral olduktan sonra da Roma’lilarla yakin iliskilerini sürdürdü. Anadolu’nun kuzeyindeki Bitinya’nin saldirgan krali II. Prusias’a karsi mücadelesinde (IÖ 156-154) konumunu korumak için Roma’dan yardim gördü. Selevkos tahti üzerinde hak iddia eden Aleksandros Balas’in kral I. Demetrios’u devirmesine yardimci olma konusunda da Romalilarla isbirliği yapti. Bergama krali II. Attalos. Hangi ansiklopediyi elinize alirsaniz alin bergama krali II. Attalos hakkindaki yukaridaki tek paragraflik açiklamayi karsinizda göreceksiniz. Doğumu Philadelphos ünvani, Romalilarla iyi iliskileri,..........(Tabi bunlarin disinda tarih ansiklopedileri ya da arkeoloji kitaplarini inceleyerek II. Attalos hakkinda biraz daha ayrintili bilgiye sahip olunabilir. Günlerce Türkiye gündeminden ve özellikle Antalya gündeminden düsmeyen II. Attalos, birçoklarinin kafasinda soru isareti birakmaya neden oldu. Kim bu kral? Nerden çikti veya ne yapti da sapik (!) olmustu? Antalya’yi kuran II. Attalos, Bergama krali I. Attalos’un oğludur. Babasinin ölümünden sonra tahta kardesi II. Eumenes geçmistir. Eumenes, Bergama’dan uzak bir yerde suikasta kurban gittiği haberi gelince tahta II. Attalos geçmistir. II. Attalos ağabeyi Eumenes’in Bergamaya geri

KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 42

dönmesinin ardindan tahti birakir. Bergama düsman saldirisina uğrayinca Roma imparatorluğundan yardim ister. Eumenes’e güvenmeyen Roma Imparatorluğu, II. Attalos’un kral olmasi halinde yardim edeceklerini açiklar. II. Attalos bunu kabul etmez. Tarihe de kardessever olarak geçer. Philadelphos ünvanini alan Attalos, ağabeyi Eumenes’in ölümü üzerine tahta geçer. Halk tarafindan olduça sevilen bir kraldir. Ayni zamanda güvenilir ve sadik bir kisiliğe sahiptir. Bu dönemde (II yy.), kiz kardesle evlenmek siradan kutsal bir görev olarak sayilir ve II. Attalos’un kizkardesi ile evlenmesi beklenirken Attalos bunu reddeder. II. Attalos istilaci bir kisiliğe sahiptir. Ordusu için yeni bir yer aramaya girisir ve gezdiği gördüğü yerler arasinda en çok Antalya’yi beğenir. Buraya kendi ismini verir. Öncelikle Attalaie ismin alan bu yerlesim yeri daha sonra değiserek Adalia, Adalya ve Antalya olarak iki bin yüz altmis iki yildir kralin ismini tasiya gelmistir. “Antalya’ ya Kimlik Kazandirma Projeleri” kapsaminda Büyüksehir Belediye Baskani Bekir Kumbul bu bilgileri göz önünde bulundurarak sehir merkezine, Antalya’nin isim babasi ve kurucusu olarak gözüken II. Attalos’un heykelini yaptirmaya karar kilar. Büyük Sehir Belediyesi’yle, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ortak çailsmalari sonocu yaklasik bes yüz milyara mal olan 2,13 metre boyundaki II. Attalos heykelinin yapim çalismalari biter. Subat ayi sonunda yerine yerlestirilmesi planlanan heykel bazilari içinse içler acisidir. Antalya’da 46 sivil toplum kurulusu ile olusturulan, “Antalya Gönüllü Kuruluslar Platformu” heykelin, sehrin kimliği ile bir ilgisi olmadiğini açiklayarak yapilmasina karsi çikarlar. Öncelikle II. Attalos diye birinin

olmadiği öne sürülür. Daha sonra yüzü belli değil denmesine karsi bir sey değismez. II. Attalos heykeli yapilmistir. Yine ayni platform bu kez “Attalos Çiplak!!” diyerek Baskan Kumbul’u suçlu ilan ederler. Nerden gelir bu Attalos düsmanliği bilinmez ama platform bu kez Attalos!un “sapik iliskiler yasayan, escinsel” biri olarak basina duyururlar. Antalya Gönüllü Kuruluslar Platformu adina Selçuklu Vakfi Baskani adina Ahmet Çiçek yaptiği basin açiklamasinda “bu kisinin heykelinin dikilmesi sehrin ve Türkiye’nin ayibi olarak kalacaktir” diyerek sözlerini sonlandirir. Baskan Kumbul ise heykele sahip çikar ve basin açiklamasini gerçeklestirenleri “cennet vataninda yasayan zebaniler” olarak adlandirir. Diğer yandansa, Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölüm Baskani Prof. Dr. Sencer Sahin II. Attalos için söylenen sözlerin doğru olmadiğini belirterek Attalos ile ilgili sapik veya escinsel iliskilerini açiklayan bir bilgi yoktur. Bunlar safsatadan ibaret bilgilerdir. Antalya halki ise tüm bu açiklama yanlisliklarindan ve yasanan polemiklerden dolayi rahatsiz oldukça modern ve çağdas bir kent olan Antalya’nin, bu tür bağnaz bir haberle Türkiye gündemine gelmesinden dolayi herkes üzgün. II. Attalos’un sapik ve escinsel olarak basina lanse eden platform ayni zamanda escinselliği gerekçe gösterip heykelin dikilmesine karsi çikarak büyük bir yanlisa adim atmistir. Antalya vatandasi olarak bizi temsil ettiğini söyleyen Antalya Gönüllü Kuruluslar Platformu katilimcisi sivil toplum örgütlerine yaptiklari yanlistan dolayi tepkiliyim. Bir escinsel olarak uğradiğim ayrimciliğin sorumlusu olarak Antalya Gönüllü Kuruluslar Platformu’ nu kiniyorum.


gündem

Türkiye’de Cinsel Eğitim Yok! Akademi Komisyonu

14 Ocak 2004 Çarsamba günü Kaos GL Akademi Seminerleri çerçevesinde Prof. Dr. Figen Çok “Dünyada ve Türkiye’de Cinsel Eğitim” baslikli seminer gerçeklesti. Figen Çok sunumunda: Ankara Üniversitesinde Kendisi tarafindan öğretmen adaylarina verilmekte olan “Cinsel Sağlik Eğitimi” dersinin içeriğinden bahsetti. Escinselliğin bu dersin içeriğinde “Kimliğin Gelisimi Sirasinda Cinsel Yönelim Nasil Gelisiyor” konusu çerçevesinde tartisildiğindan bahsetti. Kaos GL olarak “Escinsellik ve gey ve lezbiyenlerin sorunlari” kapsaminda bu derse katilmistik. Bu yil bahar döneminde derslere yeniden katilacağiz. Figen Çok 400 öğretmen adayindan sadece 80’nin bu dersi yüklendiğini büyük bir çoğunluğun ise “cinsel sağlik eğitimine” dair bu dersi yüklenmeden meslek hayatlarina basladiklarini dile getirdi. Figen Çok’un sunumunda yola çikarak Dünyada Cinsel Eğitimden bahsedecek olursak: Cinsel eğitimin tanimini çok genel bir sekilde yapmak gerekirse: cinsellikle ilgili her türlü bilgiyi vermeyi hedefleyen eğitim diyebiliriz. Kondom kullanmaktan toplumsa cinsiyet rollerinin sorgulanmasini hedefleyen çalismalara kadar yelpazeyi genisletebiliriz. Cinsel eğitim hedefi bireyin kendini tanimasidir. Cinsel eğitim genel olarak 20. yy’da Kuzey Avrupa ülkelerinde basladi. Ilk eğitim çalismalarinin üreme ve üreme sağliğina yönelik olmasi gerekçesiyle günümüzde halen cinsel eğitim deyince zihinlerde “üreme ve üreme sağliğina yönelik” yapilan etkinliklerin akla gelmesine neden oluyor. Ancak cinsel eğitim “karar verme’den, arkadaslik iliskilerine kadar genis bir alanda yapilan çalismalari kapsar. Dünyada bağimsiz cinsel eğitim dersleri var. ama genellikle sağlik eğitimi dersinin içerisinde yürütülen bir çalisma olarak

sekillenmektedir. Bir ülkenin cinsel eğitim alanindaki basarisini ölçmek için, o ülkedeki madde bağimliği, erken gebelik ve gençlerin cinsel mutluluğuna bakmak gerekir. Eğer cinsel eğitim üzerinden Hollanda ve ABD’yi karsilastiracak olursak, Hollanda’da erken gebelik sorunun olmadiği, gençlerin cinsel doyumunun gerçeklestiği ve madde bağimliğinin düsük olduğunu gözlemleriz. Buradan hareketle Hollanda’da yürütülmekte olan cinsel eğitim basarili olduğunu söyleyebiliriz. ABD’de ise ülke genelinde hakim olan ayrimciliğin cinsel eğitimi de etkilediğini söyleyebiliriz. Ayrica her on ergenden birini erken gebelik sorunu ile karsilasmasi, madde bağimliğini yüksek olmasi cinsel eğitimin basarisizliğini gösteriyor. AIDS’in yaygin bir sekilde sorun olarak ortaya çikmasiyla “cinsel eğitim” AIDS ve cinsel yolla bulasan hastaliklara yönelik korunma yollarinin öğretilmesi yönünde yapilan çalismalar olarak yaygin bir sekilde gerçeklestirilmistir. Dünyadaki cinsel eğitim anlayisini “Yalnizca Hayir De” seklinde “cinsel perhizi” tesvik eden anlayisla sekillendiği görülmektedir. Cinsellikten uzak durulmasini salik veren ve cinsel davranisa yönelik antipolitika çalismalari yapan bu eğitim zihniyeti “safe seks” kendi kendine tatmini tesvik etmektedir. “Yalnizca Biliyorum De” cinsel perhizin tesvik edilmesine karsin çok ayrintli bir sekilde cinsel bilgilerle ergenlerin donatilmasini hedeflenmektedir. Bu anlayis sayesinde biyolojik etmenlerin yaninda sosyal baskiya karsida “hayir” demek öğretilmektedir. Özellikle ergenlerin akran baskina karsi hayir demesinin öğretilmesiyle beraber cinsel istismarin da önleneceği en azinda azalacaği düsünülmektedir. “Yalnizca Biliyorum” cinsel eğitim nalayisi ile ailelere, ergenlere ve öğretmenlere yönelik çalismalar yürütülmektedir. Ancak

genellikle cinsel eğitim alaninda verilen danismanlik “sorun” çiktiğinda sorunla mücadele etmeye yönelik verilmektedir. Türkiye’de Cinsel Eğitim Alaninda Durum Ne? “Cinsel Eğitim yasak değil” Dünyada cinsel eğitim yasal olmadiği ülkelerinin yaninda Türkiye sansli mi? Çocuklarin toptan gelisimini hedefleyen bir anlayis var. buradan hareket ederek “cinsel eğitimi” destekleyen bir eğitim anlayisimiz var. Türkiye’de cinsel eğitim dersi yok. Ilk ve orta öğretimin birlestirilmesi öncesinde sağlik bilgisi dergisi vardir. 8 yillik eğitimde ise sağlik bilgisi dersi yok. Türkiye’deki sekiz yildan sonra okumama oraninin %60 olduğunu göz önünde bulundurulsak bu sekiz yilik eğitim içerisinde sağlik bilgisi ve bu dersin kapsaminda verilen cinsel eğitimin önemi ortaya çikiyor. Cinsellikle ilgili bilgiler fen bilgisi dersi kapsaminda veriliyor. En kritik büyüme yasina tekabül eden 6. ve 7. siniflarda üreme ile ilgili bir çalisma yok. 8. sinifta var. AIDS konusu sosyal birimler dersi kapsaminda geçiyor ve sadece “bunu arastiriniz” seklinde yer aliyor. Kiz meslek liselerinde “sağlik bilgisi” dersi var. Bu ders içerik bakimindan teknik ve ağir bil dille kaleme alindiğinin alti çizildi. Bunun yaninda rehber öğretmenlerin “sağlik bilgisi ve cinsel eğitime yönelik” çalisma yapabileceği ancak bu çalismanin erkek ve kiz öğrencilere ayri olarak verilmesi kosulu getirilmistir. Cinsel Eğitim alaninda Sivil toplum çalismalari umut verici: Kiz öğrencilerine yönelik pet kullanimini tesvik etmek amaciyla gerçeklestirilen ve Sağlik Bakanliğinca desteklenen proje ile ilk etapta 1.500.000 kiz öğrenciye ulasildi. Projenin canlanmasi ve erkek ve kiz öğrencilere yönelik yeniden uygulanmasina yönelik Toprak ve Orkid firmalari Sağlik Bakanliği ile

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 43


gündem isbirliği içerisinde 2.500.00 kiz ve erkek öğrenciye ulasildi. Ancak AKP’nin iktidara gelmesiyle proje durduruldu. Cinsel eğitim etkinlikleri Insan Kaynağini Gelistirme Vakfi tarafindan yürütülmektedir. Sağlik personeline ve ticari seks çalisanina yönelik cinsel eğitimler verirdi. Insan Kaynağini Gelistirme Vakfi tarafindan “Cinsel Sağlik Eğitimi” kitabi hazirlandi. Bu kitap Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinde ders kitabi olarak tavsiye edilmektedir. Türkiye Aile Planlamasi Vakfi tarafindan cinsel eğitim ve üreme sağliğina yönelik çalismalar yürütülmektedir. Hatam tarafindan çalismalar yürütülmektedir.Hatam ve Eczacilar Birliğinin isbirliği ile “Cinsel Danismanlik Merkezi’nde çalismalar

yürütülmektedir. CETAD tarafindan çalismalar yapilmaktadir. Ancak genel olarak bu Türkiye’deki cinsel eğitim çalismalarin akademik alanda yapildiği gözlemlenmektedir. Gey-Lezbiyen ve Heteroseksüel Öğrencilere Kime Emanet? Akademi Seminerleri kapsaminda yapilan “Dünyada ve Türkiye’de Cinsel Eğitim” yapilan sunum çerçevesinde Türkiye’deki cinsel eğitiminin olmamasinin gey-lezbiyen ve heteroseksüel öğrencilerine nasil yansidiği? Sorusunu her birimizin kendi örgün öğretim sürecinde yasadiğimiz sorunlarimizi hatirlayabiliriz. Ancak heteroseksüel kiz ve erkek öğrencilere için nasil çetrefilli bir süreç olduğunun dinledikten sonra gey-lezbiyen

ergenlerin sorunlarinin ve çözümsüzlükleri konusundaki karanlik tablo bizim gözümüzü korkutmuyor, sadece müdahalenin aciliyeti konusunda hareket etmemiz gerektiği konusunda daha fazla hirs ve geylezbiyen harekete dair daha fazla inanç verdi. Heteroseksizt sosyalizasyon politikalarinin sadece gey-lezbiyen öğrencilere değil heteroseksüel öğrencileri de ablukaya aliyor. Biz gey-lezbiyen ve heteroseksüel öğrencilerin heteroseksizt sosyalizasyon politikalarindan kaynakli sorunlarina karsi birlikte hareket etmek için eğiticileri, akademisyenleri, sendika ve meslek örgütlerini, ebeveynleri, gey-lezbiyen öğretmenleri ortak hareket etmeye çağiriyoruz.

Dünyadan Kisa Haberler Gey’ler kilisede evlensin!

Danimarka Basbakani Anders Fogh Rasmussen, Hiristiyan dünyasini ikiye bölen tartismada, escinsel çiftlerin kilisede evlenmesinden yana olduğunu açikladi. Rasmussen, 'Tanri'yla kadin ve erkek escinsellerin arasinin ille de kötü olacağini sanmiyorum' dedi. Danimarka, 1985'de, escinsellere belediyede evlenme hakki taniyan ilk ülke olmustu.

Escinsel ligi basliyor

Isveç'te escinsel buz hokey liginin bu sene baslamasina karar verildi.Escinsel buz hokey liginin kurulmasina önderlik yapan Joakim Rumedal, "Escinsel buz hokeyinin Isveç'te baslamasina geç kalinmistir, 2006 senesinde Kanada'nin Montreal sehrinde yapilacak Gey Games'e (Escinsel Oyunlari) katilmak istiyoruz" dedi.Homohokey, Amerika ve Kanada'da 1980 senesinde federasyon olarak kuruldu. 1990'dan beri de Escinseller ve Lezbiyenler Buz Hokey Ligi var.Amerika ve Kanada'da her iki senede bir Escinsel Oyunlari yapiliyor.

Hollywood, gey filmlerine ödül verecek

Gey filmlerine Avrupa sinemasi kadar sicak bakmayan Hollywood sonunda kararini değistirdi ve gey filmleri için GLAAD Awards adiyla bir yarisma açti. Escinsellerin dünyasini ve sorunlarini en iyi anlatacak filmlere verilecek ödüllere aday gösterilen yapitlar arasinda Hayatimin Çalimi Beckham da bulunuyor.

ABD’de Evde Kalan Gey Babalarin Sayisinda Artis Var

ABD’de yapilan en son nüfus sayimi verilerine göre çocuklarina bakmak için evde kalan gey babalarin sayisinda, heteroseksüel veya lezbiyen çiftlere kiyasla, daha fazla artis kaydedildi. Washington merkezli apolitik bir organizasyon olan Sehirler Vakfi rastgele seçilmis 9328 escinsel çift ile yaptiği anket çalismasinda erkek escinsel çiftlerden yüzden 26’sinin evde kalan bir babaya sahip olduğunu tespit etti. New York Times gazetesi için yapilan bu ankette bulunan bu rakaminin heteroseksüel çiftlerinkinden yüzde 1 ve lezbiyen çiftlerden yüzde 4 daha fazla olduğu da çalismanin sonuçlarindan birisini teskil etmekte.

KAOS GL Mart- Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 44


gündem

Escinsel Ayrimciliğa Bir Yil Hapis

TBMM TCK Alt Komisyonu, Türkiye'nin yillardir tartistiği, ancak bir türlü yasal düzenleme yapamadiği "escinseller" konusunda önemli bir adim atti. Insanlarin, cinsel eğilimlerine bakilarak ayirimcilik yapilmasi suç olarak TCK'ya girdi. Bu suçu isleyen kisilere 6 aydan 1 yila kadar hapis veya para cezasi verilmesi hükme bağlandi. Dün toplanan TCK Alt Komisyonu, tasarinin "ayirimciliği" düzenleyen maddesini ele aldi.

Escinsel kardese infaz

Kahramanmaras'ta 'escinsel' cinayeti. Bir ağabey, 3 milyara anlastiği kiralik katile escinsel erkek kardesini öldürttü. Kahramanmaras'ta bir ay önce biçaklanarak öldürülen Enver E. cinayeti çözüldü. Emniyet Müdürü Yilmaz Orhan, kurban Enver E.'nin, escinsel olduğu gerekçesiyle öz ağabeyi Cihat E. tarafindan kiralik katil tutularak öldürttüğünü bildirdi. Yapilan açiklamaya göre, olay söyle gelisti: Enver E.'nin, bir süreden beri escinsel iliski yasadiğini öğrenen ağabey Cahit E. (53) durumdan

Üzerinde uzlasilan bir önerge ile "cinsel yönelim" nedeniyle ayirimcilik yapilmasi suçu tanimlandi. Böylece escinsellere, bu eğilimleri nedeniyle restoranlarda hizmet etmekten, ev satmaya ya da almalarini engellemeye kadar bir çok konuda ayirimcilik yapanlarin cezalandirilmasina kapi aralandi. Yeni düzenlemeye göre escinsellere yönelik yapilan su eylemler suç sayilacak ve kisiler hakkinda 6 aydan bir yila kadar hapis ya da adli

para cezasi verilecek. "Bir tasinir veya tasinmaz malin satilmasini, devrini veya bir hizmetin icrasini veya hizmetten yararlanilmasini engellemek veya kisinin ise alinmasini ve alinmamasini cinsel eğilimine bağlamak, besin maddelerini vermemek veya kamuya arzedilmis bir hizmeti yapmayi reddetmek, kisinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasini engellemek suç sayilacak."

rahatsiz olarak kardesini öldürme karari aldi. Bunun üzerine Abidin B. (45) ile görüsen ağabey, kiralik katil bulmasini istedi. Birkaç günlük arayistan sonra Hüseyin G.'yi bulan Abidin B., 3 milyar lira karsiliğinda bu isin halledileceğini söyledi. Miktari kabul eden Cahit E., korkunç plani 5 Aralik'ta kardesini kiralik katile öldürttü. Bir ay süren arastirmalardan sonra zanlilari tespit eden cinayet dedektifleri, Hüseyin G., ağabey Cahit ve Abidin B.'yi yakalayarak gözaltina aldi. Katil zanlisi Hüseyin G., emniyette verdiği ifadesinde, maktul Enver E.'yi biçakladiktan sonra suç aletini yol

üzerinde bulunan çöp tenekesine attiğini, olay sirasinda üzerinde bulunan elbiseleri de sobada yaktiğini itiraf etti. Hüseyin G., cinayet karsiliğinda ağabey Cahit E.'den 3 milyar lira para aldiklarini, 2 milyarin kendisine, diğer 1 milyar liranin da Abidin B.'ye verildiğini söyledi. Cinayete azmettirmekle suçlanan ağabey Cahit E. ise kardesi Enver E.'nin escinsel iliskiler yasadiğini uzun süredir bildiğini, ailece çevreye rezil olduklarini ve insan içine artik çikamaz hale geldiklerini savundu. Cahit E., tahammülü kalmadiği için kardesini öldürtmeye karar verdiğini belirtti.

Müdürlüğü ekibinin yaptiği incelemede Roma dönemine ait antik bir mezar ortaya çikarildi. Mezardaki incelemede, bir gladyatörün kafatasi, gladyatöre ait esyalar ve iliski kuran iki gladyatör figürünün yer aldiği kandil bulundu. Muğla Müze Müdürü Arkeolog Sevki Bardakçi, gladyatörlerin, yasadiklari dönemin ‘ölüm makineleri’ olduğunu, ancak halk tarafindan sevildiğini belirtti. Bardakçi, sunlari söyledi: ‘‘Akyaka'da bir

gladyatör mezari bulundu. Mezarin içinde gladyatörün kafatasi, silahlari ve esyalari ortaya çikti. Bu esyalar içinde bulunan kandilin üstünde iliskiye giren iki erkek figürü dikkat çekti. Bu figürden, kahramanliklariyla ünlü gladyatörlerin bazilarinin escinsel iliskiye girdiği anlasiliyor. Hayatta tüm zevkleri tadan gladyatörler, erkek erkeğe iliski de kurmus. Essinsel gladyatörün kafatasi ve esyalari Muğla Müze Müdürlüğü'nde sergileniyor.

Escinsel gladyatörler Roma döneminde, arenalardaki dehset veren dövüsleriyle taninan gladyatörlerin, bugüne kadar bilinmeyen bir yönü ortaya çikti. Muğla'nin Ula Ilçesi'nde, üzerinde, cinsel iliski kuran iki gladyatör figürünün yer aldiği kandil bulundu. MUĞLA'nin Ula Ilçesi'nin Akyaka Beldesi'nde geçen ekim ayinda belediyenin insa edeceği dükkánlarin temel kazisinda, tarihi mezar kalintilarina rastlandi. Muğla Müze

Ingiltere'de gey polis sayisi artacak

Ingiltere'de polis teskilatinda çalisan gey ve lezbiyen oranini yüzde 10'a yükseltmek için hazirlanan bir programa göre tüm polisler cinsel eğilimlerini açiklamak zorunda kalacaklar. Ise yeni alinan ya da terfi edecek polislere ‘‘heteroseksüel, escinsel ya da biseksüel’’ olup olmadiklari sorulacak ve polis tercihini özgürce belirtecek. ‘‘Escinsel dostu’’ uygulama, Gey Polisler Derneği (GPA) ile Polis Sefleri Derneği (Acpo) arasinda varilan anlasma üzerine baslatiliyor.

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 45


gündem

Meksika’da Escinsel Gruplar Gün Geçtikçe Güçleniyorlar Kanada’nin ve daha az kapsamli olsa da Amerika Birlesik Devletleri’ndeki sosyal kazanimlardan cesaret alan Meksikali gey ve lezbiyenler kendi sosyal ve politik kurumlarini olusturmak için uğras veriyorlar. Hem dini hem de sosyal olarak oldukça muhafazakar olan Meksika’da açikça gey olmanin riskleri ve tehlikeleri halen mevcut. Meksikali escinseller ulusal bir escinsel birliktelik yasasi taslağini yasama organlarinin gündemine sokmayi planlayacak kadar

iyimserler. Adi geçen yasa tasarisi evli çiftlerin sahip olduğu sağlik, konut ve miras ile ilgili bir takim haklari lezbiyen ve gey çiftelere de tanimayi öngörüyor. Tasari evliliğin getirdiği tüm olanaklari sağlamasa da, gey ve lezbiyenleri bugüne kadar yok saymis Meksika için bu oldukça önemli bir adim olarak nitelendirilmekte. Reform girisimine en büyük engel Roman Katolik Kilisesi’nden gelmekte. Kilise’nin Meksika kisminin ruhani lideri Kardinal Norberto Rivera tasariyi kinayarak: “Escinsellik anormal bir

davranis türüdür. Eğer bu tasari yasalasirsa topluma zarar verecek.” Kilisenin açiklamasinin morallerini bozamayacağini söyleyen aktivist liderler amaçlari için mücadeleye devam edeceklerini söylediler. Tasarinin yasalasmasi için yapilan birçok protesto gösterisinden birisinde yaklasik 500 adet gey ve lezbiyen çift için Mexico City’nin sehir merkezindeki büyük meydanda sembolik bir evlilik töreni düzenlendi.

Gey Haklari Savunucusu Ünlü Psikiyatrist Öldü Escinselliğin ruh hastaliği olduğuna dair yaygin kaniya karsi amansiz mücadele vermis olan Psikiyatrist Judd Marmor Los Angeles’da 93 yasinda öldü.Doktor Marmor,1973 yilinda Amerikan Psikiyatri Birliği’nin escinselliği hastalik kategorisinden çikarmasi için açilan kampanyada çok önemli bir rol oynamisti. Escinselliğin hastalik kategorisinden çikarilmasi LGBT haklar mücadelesi tarihindeki en önemli kazanimlardan birisini teskil ediyor. UCLA Üniversitesi Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transgender Merkezi’nin yöneticilerinden Ronni Sanlo, Doktor Marmor’un ölümünün ardindan su yorumu yapti: “O güne kadar kabul edilmis bu teorinin geçersiz ilan edilmesi için gey aktivistlerin mücadelesine katilan bir grup ünlü

heteroseksüel psikiyatrist arasinda yer alan Doktor Marmor ayni zamanda bu hareketin en önemli öncü kurucularindan birisi olarak kabul ediliyor.” Doktor Marmor cinsel yönelimlerini değistirmek isteyen gey hastalarini tedavi etmeye 1940’li yillarda basladi. O zamanlarda psikoanalizin bu insanlari değistireceğine inaniyordu. Tarih uzmani Eric Marcus’un “Tarihi Yaratmak: Gey ve Lezbiyenlerin Esit Haklar Mücadelesi 1945-1990” kitabinda yaptiği açiklamada Doktor Marmor bu denemelerinde basarisiz olduğunu söylüyordu. Kliniğine gelen gey hastalari ve basarili kariyer sahibi olan gizli geyler ile tanismasi Doktor Marmor’un görüslerinin değismesini sağladi. Psikoanalistlerin tedaviye gelen geyler disinda kimlikleriyle

barisik olan ve yasamlarini mutlu bir sekilde sürdüren geyler hakkinda yeterli bilgiye sahip olmadiği sonucuna vardi. Tarih uzmani Eric Marcus’a yaptiği açiklamada sunlari söylüyordu: “Eğer heteroseksüeller hakkinda sadece klinikte gözlemlediğimiz hastalara bakarak bir hüküme varirsak tüm heteroseksüellerin ruh sağliğinin bozuk olduğu sonucuna varmamiz gerekir.” Doktor Marmor’un ölümü Amerikan Psikiyatri Birliği’nin escinselliği hastalik kategorisinden çikarmasinin 30. yildönümünden bir gün sonra gerçeklesti. 350’den fazla makalesi ve 6 adet kitabi olan Doktor Marmor’un eserleri arasinda ünlu eseri “Modern Psikoanaliz” de bulunuyor. 90’li yaslarinda bile tenis oynamaya devam eden Doktor Marmor ölümüne kadar hastalarini kabul etmeye devam etti.

'Escinsel' Kelimesini Kullandiği Için Cezalandirildi ABD'nin Louisiana eyaletinde 7 yasindaki bir erkek öğrenci, okulda 'escinsel' kelimesini kullandiği için cezalandirildi. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ACLU), Ernest Gaullet Ilkokulu öğrencisi Marcus McLaurin'in cezalandirilmasi üzerine sikayetçi oldu.

KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 46

ACLU, sikayetinde McLaurin'in, bir arkadasinin ebeveyniyle ilgili sorusu üzerine, 'iki annesi bulunduğunu, çünkü annesinin lezbiyen olduğunu' söylediğini ve lezbiyen kelimesinin anlamini arkadasina açiklarken, bunu duyan bir öğretmen tarafindan azarlanarak müdüre yollandiğini bildirdi.

Sikayette, öğrenciye ertesi hafta, okula erken gelerek, defalarca 'Okulda escinsel kelimesini bir daha kullanmayacağim' yazma cezasi verildiği belirtildi. ACLU, cezanin McLaurin'in dosyasindan çikarilmasini, öğrenciden ve annesinden özür dilenmesini istedi.


deneme

Yerin Dolmuyor Arzu

Biraktiğin bosluk, bendeki yerinden daha büyük...basa çikilmaz... seni bunca sevdiğimi farketmemisim önceleri... çünkü hiç seni bu denli ‘gerçekten’ özlememis, aramani ‘gerçekten’ beklememisim... seni bunca düsünmemis, bunca sevmemis, bunca yazmak istememisim... Içimin tüm kaleleri ‘muhtesem’ Süleyman tarafindan zaptedilmis... ve ben MAHKUM olmusum SENSIZLIĞE... cezam nedir bilmiyorum... ya da daha ne kadar sürer bu ‘sensizlik’ iskencesi?... Kizgin yağlar dökülüyor, kalbimin tam da üzerine... ve tüm vücudumu kapliyor sonra... yakiyor...acitiyor... Ve sonra üsüyorum bu sensiz karanlik odalarda... sesinin - ‘uzaklardan’ da olsadoldurduğu yatağim daha da büyüyor... ve ben her gece senin bosluğunu sarilip uyuyabilen ben... simdi ‘o hiç yokluğunla’ sarili, telasli uykusuzluklar içindeyim.. rüyam da SEN’i görürüm korkusuyla, tadina hasret kaldiğim uykular... Dokunmayi özledim en çok...sirtina dokunmayi...ve hem bir keman yayi kadar gergin boynunu yumusatmayi da... O hep – gülümserken bile- ‘tedirgin’ yüzünün uyurken aldiği o MASUM hali izlemeyi özledim... yatağa uzanip simarisini... kollarini iki yana açip ask ister halini özledim... ve sana her dokunduğumda, o ‘masum kedinin’ inleme sesini duymayi özledim...

Sana dair, sana ait ne varsa özledim... Ve hatta ‘sana ait olmayanlari bile’, seni

özlemelere katip özledim... Istanbul gibi, Bebek sahili gibi... Seni; Aya Irini de bir BACH konçertosu dinler gibi özledim... Ve o ‘hiç gidilmemis’-limonlu bahçelerden geçilen- tatil beldelerine gider gibi özledim... Seni; Uzun ağaçlikli yollardan neseyle geçerek gittiğim ‘mutsuz çocukluğumun’un MUTLU piknikleri kadar özledim...

Seni; Özel günlerde, yalniz güzel dostlara sunulan, nadide Gürcü saraplari tadinda özledim... Seni;

Yağmurlu ama inadina günesli bir hava da, üsküdar vapurundan düsercesine sarkarak besledigim martilarin her bir kanat çirpisinda aldiğim haz kadar özledim... Ve simdi... seni, doğru isiği yakalamisken açisini kaçirdiğim fotoğraflarin pismanliği gibi seviyorum... Biliyorum tam da yakalamistim...ama yok artik.. ayni açidan bakamiyorum... baksamda ayni isiği, ayni tadi vermiyor iste... Sabahlara beni ‘biraz olsun’ mutlu etmeye bile yetmeyen yaz günesiyle uyaniyorum... Yok artik burundan çikan boğuk sesli ‘günaydin’larin...

Günler yoğun, günler dopdolu... Sadece kisa bosluklar gün ortasinda...sesinin ‘sessizliği’ ile sarili... Gün duruyor bir anda... ‘sesine hasret’ bir hüzün sonra... baskalari araniyor, ‘bosluğunu doldurur belki’ umuduyla... birileri benim sesimle mutlu olurken; ben senin ‘sessizliğine’ yaniyorum... birilerinin hatiri sorulurken; benim hatiralarim soluksuz kaliyor sana dair... hiç konusamiyorum sonra... konu sana geliyor... sorular sen de takilip kaliyor... sonrasi yok... Ve gün yine duruyor aksama doğru... Yine sesini istiyor canim o saatlerde... Yine sesini bekliyor... Beklentilerim düslere karisiyor, günesin toprağa karisip kaybolusuyla ufukta... Ve iste bu ‘benim olmayan’ sehre aksam çöküyor sonunda... Benim olan, ‘benim’ diyebildiğim tek yer olan EVIM’e dönüyorum... Balkondaki menekseleri sulamak, gecenin gelisine törensel bir hazirliğin baslangici olur da... Gözlerimi, maviye çerçevelenmis ‘siyahbeyaz’ fotoğrafindan alamam balkona giden o kisa yolda... Bana göre ‘en güzel’ halin bu... Ve ‘en masum’... Ve ‘en duru’... Eski ofisimiz de çekilmis belli...

kimdir visörün öbür tarafindaki bilmiyorum ama... Sadece kiskaniyorum onu... Senin bu ‘en güzel’ bu ‘en masum’ ve bu ‘en duru’ haline sahit olduğu için ve seni bu denli saf yakalayabildiği için... Senin ‘siyah-beyaz’indan kurtulur kurtulmaz mumlar yakmaya baslarim evin dört bir yanina... 100 mumluk ampullere inat bir losluk kaplar tüm evi... Dostlar gelir sonra... Onlarla/onlarda ararim, hayata dair, sevgiye dair en zor sorularimin o umulmadik basit cevaplarini... Zoraki gülümserim bazen, Doyunca ağlarim hem... Onulmaz acilar bile paylastikça azalir sanki... Yüküm hafifler biraz belki... Yalanci bahaneler bulunuyorum kisa süreli gülümsemelere... HEP ‘mutlu kiz’i oynamak bir süre sonra gerçeği kaybettiriyor bana... Gerçekten mutlumuyum, yoksa sahte mi bu gülüsler diye sorgularken buluyorum kendimi... Sorgulamam gereken onca seyin arasindan buna takilip kalarak... Gülmeli miyim yoksa ağlamalimiyim ardindan... BILMIYORUM... Içimde bir yerlerde bir büyük BOSLUK korur sinirlarini bir daha hiç doldurulmamacasina...

Ne gülmek, ne ağlamak, ne dinlemek, ne anlatmak kar etmez bu bosluğa... YERIN DOLMUYOR...

KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 47


çağri

Sizleri Dergiye Davet Ediyor! 10 yil önce “Kaos Sanliyor, Escinseller Geliyor!” diye yola çikmistik. Bugün söyle bir geriye baktiğimizda Türkiye’nin ilk geylezbiyen dergisinin 80 sayiyi astiğini görüyoruz. Bu inat, zorunlu heteroseksüelliğe teslim olmayarak bağimsiz gey-lezbiyen varolusunu bu topraklarda da gerçeklestirme kararliliği ve özgürlüğe olan askla açiklanabilir. Bu askimizi 80 sayiyi asan bir süreçte Kaos GL Dergisinin fotokopi, matbaa, sari, birinci hamur... sayfalarinda sizlerle de paylasmaya ve mümkün olduğunca seslerimizi yan yana getirmeye, ortaklastirmaya çalistik. Bugün de aynisini yapiyoruz ve ayni sekilde hep birlikte yolumuza devam etmek istiyoruz. Onun için bu satirlar eskiler için bir hatirlatma, sesimizi yeni duyacaklar için bir davettir. Türkiye’nin ilk gey-lezbiyen dergisi, Kaos GL Grubu tarafindan yayinlandiği halde hiçbir sayisinda Kaos GL Grubunun “bülten”i olmadi. Kaos GL Grubu ile birlikte basta Lambdaistanbul Grubu olmak üzere pek çok grup ve yüzlerce escinsel ve heteroseksüel birey emek verip 10 yildir dergide, sözlerini, duygularini düsüncelerini, asklarini ve nefretlerini paylastilar. Paylasmaya devam ediyoruz. Sizleri de bekliyoruz. Dergi, “escinsel okur” için profesyoneller tarafindan yayinlanmiyor; belirtmek isteriz. Hep katilanlarin rengi oraninda renklendi ve canlandi. Katilanlarin rengi doğaldir ki elestirileri de sekillendirdi; ayni sekilde elestiriler de katilanlarin rengini sekillendirdi. Örneğin derginin dilini çok ağir ve anlasilmaz bulanlar hep oldu. Karamsar bulanlar... Diliyle de her seyiyle de çok basit ve ucuz bulanlar da oldu. Derginin sayfalari sokağin diline de akademinin sözüne de açik oldu. Bazen biri, bazen diğeri ağir basti. Ekonomik kosullar oraninda derginin sekli semali bazen ileri bazen geri değisti. Fotokopi ile baslamisken yasal kayitli bir yayin haline geldi. Önce “muzir” bulundu sonra muzir olmadiğina karar verildi. Türkiye’nin köylerinden metropollerine, dünyanin olmadik yerine ulasti ancak Ankara’da bile henüz haberdar olmayan yüzlerce gey-lezbiyen olduğundan da eminiz. Bir bakima tüm bunlar gey-lezbiyenlerin ve escinsellik üzerine söyle ya da böyle düsünme ihtiyaci duyan heteroseksüellerin bu topraklardaki seyrine de isaret ediyor olmali. Kaos GL Dergisi iki ayda bir yayinlanmakta. Dergi yayinlandiktan sonra, yeni sayi için ikinci ayin 15’ine kadar yazilarinizi göndermenizi bekliyoruz. Dergide her sayida bir konuya ağirlik veriliyor ancak geçmis dosya konulariyla ilgili yazilarinizi ve elestirilerinizi her zaman gönderebilirsiniz. Her konuda ürün gönderebilirsiniz. Yazi, öykü, siir, arastirma, haber, söylesi, elestiri, kitap-film v.s. tanitim, taniklik, yasamin içinden hayat hikayeleri ve hayata dair anlatilar... Dergide kullanilmak üzere her konuda yazilarinizla ilgili veya bağimsiz görsel malzemelerinizi de bekleriz. Öğrenci iseniz okulunuzdan, kampüsünüzden haberler, tanikliklar aktarabilirsiniz. Çalisan biri iseniz isyerinizden, çalisma hayatinizdan yazilar, tanikliklar kaleme alabilirsiniz. Arastirmalariniza dair değerlendirmeleri ve sonuçlandiktan sonra bir özetini Kaos GL Dergisinde paylasabilirsiniz. Bunun size akademik bir puan getirmeyeceğini biliyoruz ancak hayata dair herkese çok sey kazandiracaktir. Dergi sayfalarinda lezbiyenliğe dair yazilarin az ve kadin görünürlüğünün yetersiz olduğu yönünde elestiri aliyoruz. Ancak simdiye kadar lezbiyenliğe dair yazilarin yayinlanmamasi söz konusu olmadi; tam tersine, olduğunda öncelik verildi. Bu görünürlüğü sağlayacak olan sizden gelecek yazilardir, yeter ki adresimize ulastirin. Sizleri hem okumaya hem yazmaya, Kaos GL Dergisini birlikte yaratmaya davet ediyoruz. Köyde, metropolde, hapishanede, escinsellerin olduğu dünyanin her yerinde escinsellerin ürettiği sözler, dillendirilemeyen duygu ve düsüncelere Kaos GL Dergisi açik oldu. Bundan sonra da açik olmaya devam edecek. Bekliyoruz.

Kaos GL Dergisi KAOS GL Mart - Nisan 2004 Sayi 20 Sayfa 48


Bu kitap, normal olarak kabul edilenin anormalliğini ayrıntılı bir şekilde işliyor; günümüz toplumunda insan olma olgusunu araştırıyor.

Gruen'ün bu kitapta başarıyla ortaya koyduğu gerçek özerklik, insanın duygu ve gereksinimleriyle tam anlamıyla uyum içinde olmasıdır. Oysa toplumumuzda hüküm süren başarıya dayalı zihniyet, birçok insana kendiliğe açılan kapıları kapatıyor: Eğitim baskısının şart koştuğu uyum, gerçek canlılığı, yaratıcılığı ve sevme yeteneğini köreltiyor. Arno Gruen, özerkliğin engellendiği gelişim evrelerini ve bunun insan hayatındaki yerini inceliyor.

Çitlembik kitaplarını indirimli satın almak için: Şeyhbender Sok. No: 18 Asmalımescit, Tünel 0212 243 11 40/292 30 32

Nasıl oluyor da "normal" insan bu kadar çok yıkıcılığa neden oluyor? Gözümüzü ister insanlık tarihine çevirelim, ister bugün, burada çevremize şöyle bir göz atalım, tanık olacağımız yıkıcılık canlılar arasında yıkmak için yıkan tek canlı olan insana aittir.

Yaşam tarzı ve protesto olarak delilik...

Mart Kitaplığı...

Normalliğin Deliliğinde Gruen, çoğu zaman farkında olmadığımız, dostça davranışlar veya düzen sağlayan mantığın arkasındaki yıkıcılığın köklerini açıkça ortaya koyuyor. Yalın diliyle Gruen, zor kavranan ve tehlikeli bir patoloji olarak gerçek dünyada insani değerlerin kaybolmasına katlanamayan insanın "deli" sayılırken, insani köklerinden kopmuş insanların nasıl "normal" olarak onaylandığını anlamamızı sağlıyor. Gruen, sorumlu davranışın ve gerçek insanlığın nasıl safdışı bırakıldığını gözler önüne seriyor.

Çitlembik www.citlembik.com.tr


I S SN 1 3 0 2 - 5 0 1 5

I T K ÇI

9 7 713 0 2 5 010 0 7

KDV DAHİL 2.500.000-.TL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.