ISSN 1302-5015
21
www.kaosgl.com
Mayıs - Haziran 2004
GEY - LEZBİYEN ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
mekan
TÜRKİYE’DE CİNSEL KİMLİK VE YÖNELİMLERİ ANLAMAK
I. Gün
7 Mayıs Cuma
09:00 - 09:30 Kayıt 09:30 - 09:45 Açılış Konuşması
II. Gün
09:30 - 11:15 İnsan Hakları Hukuku ve Eşcinsellik Dr. Harry-Zachary G. Tzimitras İdil Işık Gül Jan Dörfel Leanne M. MacMillan Mehveş Bingöllü Kolaylaştırıcı: Pınar İlkkaraca
09:45 - 11:15 Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak Bülent Somay Doç. Dr. Zeynep Direk Seyhan Arman Öner Ceylan
11:30 - 13:00 Osmanlı ve Çağdaş Türk Edebi Metinlerinde Eşcinsellik
11:30 - 13:30 Türkiye’de Eşcinsellere Yönelik Uygulamalar ve Hak İhlalleri Scott Long Doç. Dr. Adem Sözüer Yrd. Doç. Dr. Öykü Didem Aydın Ahmet Taşkın öykü Kolaylaştırıcı: Av. Ayten Ağırdemir
Serkan Delice Günsel Renda Serdar Soydan Nami Başer
14:00 - 15:30 Toplumsal Erkekliğin Militarizm Üzerinden Kuruluşu Mehmet Tarhan Cenk Özbay Deniz Yıldız İlkay Yılmaz Işık Karaibrahim Kolaylaştırıcı: Ayşe Gül Altınay
14:30 - 16:00 Adli Tıp, Psikiyatri ve Psikoloji Çerçevesinde Cinsel Kimlik ve Yönelimler Doç. Dr. Gökhan Oral Doç. Dr. Pınar Kadıoğlu Özden Yüce Prof. Dr. Şevki Sözen Uzman Psikolog Aslı Atomer
15:45 - 16:45 Bağımsız sunumlar I CirusRinaldi Duygu Arı Cherie Taraghi
16:15 - 17:30 Eşcinsel Hareketin Politik Yansımaları ve Somut Öneriler Tsambrounis Dimitrios Ali Erol Cihan Hüroğlu
17:00 - 18:00 Bağımsız sunumlar II Erdal Demirbağ Adel Kassem Ahmet Çoymak
8 Mayıs Cumartesi
17:30
Forum
7-8 Mayıs 2004 İstanbul Bilgi Üniversitesi Kuştepe Kampüsü Büyük Salon
İçindekiler
MAYIS - HAZIRAN 2004
Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Umut Güner Ön Kapak Gravürü : Judith Liberman Baski: Ayrinti Basimevi
Kaos GL Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: +90 312 230 0358 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com
ABONELIK IÇIN
Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 € ya da 50 $. Please, transfer 50 € or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 2.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.
Kaos GL’den
2 Mekan Mekan Kurmak – Reyhan Atasü ........................................................3 Var Olmak – Funda... .........................................................................3 Tasra’da - Atilim ...................................................................................4 Malatya’da – Mehmet.........................................................................4 Bir Zemin Olarak Mekan– Mahmut Sefik Nil....................................5 Mekaninin Insansizliği– Halim Safak .................................................7 Mekan– Ali Özbas............................................................................ 10 Mekanlar Üzerine– Cahide ............................................................. 11 Sinemaya Gidiyorum...– Erden ........................................................ 12 Iki Bucuk Metre Bir Oda – Hasan ................................................... 13 Bir Doğu Masali– Ümit Kader .......................................................... 16 Kaos GL’ye Gelmek - Güzsiyah ....................................................... 17 Pulsuz Mektup – Sezer ..................................................................... 17 Kaos GL’de Kadin Bulusmalari – Burcu Ersoy ................................ 18 Doğuda Escinsel Olmak – Ahmet Kaya .......................................... 19 Batman’da Karanliği Parçalarken– Serhat ..................................... 21 Olanaksiz Bir Hayalden... Söylesi– Yesim T. Basaran................... 22 Pop Çaği Çocuklarinin Ölüm Dansi – Evren Asik .......................... 26 Iki Serbet Oğlani – Güzsiyah .......................................................... 27 Çalisma Hayati Homofobiden Arinma– Ali Özbas. .................................................. 28 Medya A’dan Z’ye Esra Ceylan– Ali Özbas. .............................................. 29 Kültür Sanat Cani– Funda ...................................................................................... 30 Yaz Yaz Bir Kenara Yaz– Uğur Alper’le Söylesi ........................... 31 O Yarin Ölü Doğdu – Güzsiyah ...................................................... 32 Gündem Kaos GL Gündemi ............................................................................. 33 Queerlestiremediklerimizden misiniz? – Cihan Hüroğlu ................ 35 BM Insan Haklari Inceleme... – Öner Ceylan ................................ 37 Erkeği Aklamak Bitti - Gayal ............................................................. 38 Yelda’nin Haberlerinin Düsündürdükleri – Hasbiye....................... 38 Unutulmayacaksin – Hasbiye........................................................... 39 8Mart – Ülkü ..................................................................................... 40 Lambdaistanbul Kadin Bulusmalari -Izlem....................................... 41 ABD’de Neler Oluyor? – Hakan G................................................. 42 Haberler ............................................................................................. 44 Gözüm Ablaniz Geri Döndü– Gözüm Abla................................... 46 Içime Çekemediğim Göbek– Koray. ............................................... 47 1 Mayis – Ali Erol ............................................................................. 48
KAOS GL Mayis – Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 1
Bahar Dolu Bir Merhaba,
Dolu dolu bir mekan sayisi ile beraberiz. Kaos GL Dergisinin MayisHaziran sayisi dosya konusunu "mekan" olarak belirlediğimizde bir endisenin de belirmesi uzun sürmemistii. "Mekan"dan ne anlasilacağina dair: Sadece "escinsel" mekanlar, barlar, hamamlar, parklar, sinema. Escinsel gettolar değil kentin tamamini istiyorduk. Yalanci özgürlük vaat eden gettolara siğmayacaktik. Dergimizin mekan sayisi da escinsel mekanlar olmakla beraber bu mekanlarin disina tasti, kurgusal olarak kenti ve kentte bir escinselin iç sikintilarina, "aman Allahim burada yasanmaz" denilen bir kentte bahar kipirtilarina, sinemadan, bara oradan daha Alamanya'lara, hayatin her alanina dair yazilar geldi. Mekanla ilgili birkaç yazi da gelecek sayimiza kaldi. Eksik kaldiğini düsündüğünüz alanlara dair de hâlâ yazilarinizi gönderebilirsiniz.Umarim keyifle okursunuz. Ocak sayimizda Kaos GL dergisinin dosya konularini duyurmustuk. TemmuzAğustos sayimizin dosya konusunu "siddet" olarak belirlemistik. Akademide tartisilan "queer" üzerinden kimlik tartismalarini ve queeri dergide yeniden tartismaya açmaya karar verdik. "Queer" Amerika'da gelisen orta sinif gey-lezbiyen hareketine karsi tepki olarak ortaya çikti, o zamana kadar escinselleri asağilamak için kullanilan "queer" kelimesi bazi escinsellerce sahiplenildi. Kimliklerin değiskenliğine ve akiskanliğina gönderme yapacak bir biçimde kullanilmasiyla da yayginlasti. Sadece cinsel kimlik ile ilgili değil bütün kategorileri ret eden queer tartismalari halen sürüyor. Queer ile ilgili Kaos GL Dergisinde yazilmis yazilara
ulasmak için web sitemizin www.kaosgl.com. dergi butonundan arsiv kismina girebilir ve yazilari okuyabilirsiniz. Temmuz-Haziran sayisinda, Queer yazilarinin yaninda mekan, beden ile ilgili yazilarinizi da gönderebilirsiniz. Kaos GL dergisi 1994'den bu yana Türkiyeli escinsellerin sözlerini söyleyebilecekleri bir dergi oldu. Özellikle mekan sayisinda dergi için iletisime geçtiğimiz rkadaslardan bazilarindan "ben Kaos GL dergisi düzeyinde yazi yazamam" türü endiseli cümlelerle karsilastik. Bu cümleler bizi üzdü. Çünkü biz profesyonel değiliz ve olmak da istemiyoruz. "Kaos GL Dergisini Nasil Görüyoruz?" ve "Nasil bir dergi istiyoruz?" sorulari çerçevesinde Kaos GL Dergisini tartismaya açmak istiyoruz. Derginin bütün süreçlerine dair sözlerimizi söylemek için bir mail grubu olusturduk. Bu mail grubu ile hem dergiyi tartismak hem de bundan sonra çikacak dergilerde daha fazla ortaklasmak istiyoruz. Her türlü katkinizi bekliyoruz. Kaos Kültür Merkezi etkinlikleri çerçevesinde 18 Mayis 2004 Sali günü saat, 18:0020:00 arasinda Kaos GL Dergisi üzerine söylesmek istiyoruz. Ankara'da olan arkadaslari dergi üzerine yüz yüze konusmak, fikirlerimizi ortaya koymak için bekliyoruz. Kaos GL olarak dosya konularini belirlerken üzerinde en fazla durduğumuz noktalardan biri de dosya konulari disinda da yazilara yer vermek. Dosya konularinin sizi sinirlandirmasina veya engellemesine izin vermeyin. Gönlünüzden ne geçiyorsa yazin. Bu dergi hepimizin. Mayis ve Haziran aylarindaki Kaos
Kültür Merkezindeki düzenli etkinliklerimizin olmadiği dikkatinizi çekmistir. Disarida doğrudan Kaos GL olarak organize ettiğimiz veya davetli olarak katildiğimiz etkinlikler neredeyse bu aylari iyice doldurdu. Insan Haklari Alaninda Çalisan Kisi ve Sivil Toplum Kuruluslarina yönelik organize ettiğimiz Gey-Lezbiyen Insan Haklari Eğitim Çalismasinin Ankara ve Istanbul Ayaklarini gerçeklestirdik. Mayis'ta Izmir ayaği, Haziran'in basinda da Diyarbakir ayağini gerçeklestireceğiz. Yine Mayis ayinda, Lambdaistanbul ile Bilgi Üniversitesinin birlikte yapacaği sempozyuma ve Cinsel Eğitim ve Tedavi Arastirmalari Derneğinin kongresine katilmak için Istanbul'da olacağiz. Bu arada Kaos GL Sempozyumunun ikincisi 23-24 Ekim'de yine Ankara'da yapilacak. Yakinda bahar senlikleri de baslayacağindan kampuslerde yine standlar açacağiz.
Tüm bu programlardan arta kalan günlerde Kaos GL yine açik ve bu aralarda yapacağimiz etkinlikler için lütfen web sayfamizi takip edin ve bizden duyuru bekleyin. Duyuru demisken hemen bir çağrida bulunalim: Bir süre önce bilgisayarimizin out look'u çöktü ve bizden duyuru aldiğiniz mail adresiniz ilgili bir e-grubumuzda kayitli değil de duyuru listemizdeyse, maalesef tüm bunlar silindi. Kaos GL'den ve Kaos GL etkinliklerinden doğrudan haberdar olmak isterseniz lütfen bize mail adreslerinizi yeniden iletiniz. Umut Güner
İletişim İçin: Kaos GL
Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 / Ankara Tel&faks: 0 312 230 03 58
Lambdaistanbul
Büyükparmakkapi Sokak Demirtepe Halas Apt. No:20/3 Istiklal Cad. / Istanbul Tel: 0 212 245 7068
KAOS GL Kasim - Aralik 2003 Sayi 18 Sayfa 1
mekan
Mekan Kurmak Reyhan Atasü
Mekan üzerine kavramsal düsünmek genelde matematikçilerin garip uğrasi olageldi, bu meraki filozoflar ve sosyologlar da paylastilar. Mekan felsefesi de temelde matematikçiler tarafindan kurulmustur; bu tasarilarin özünü “mekanlarin mekani” diyebileceğimiz genis bir kümede, yani soyut bir geometride, muhtelif alanlarin tanimlanmasi diye yorumlayabiliriz. Ingilizce de mekan kelimesinin karsiliği olarak bulabileceğimiz “space” yine uzay ve alan gibi anlamlari da bünyesinde barindirir. Bu anlayisa göre mekan zihinsel bir olgudur. Öyleyse bilgiyi, bilinebilmeyi ve bilmeyi nasil tanimlarsak, mekani da ona göre tanimlariz. Yani ortada bir birey - mekan ikiliği söz konusudur. Mekani tasarlayan, tasarilarinin içinde varolan bizler ve bu mekani asan düsünce ve duygulanimlarimiz...onlar tasarilarimizin değisebileceği, dönüsebileceği yani yasam pratiklerimizi dönüstürebilecek olan tohumlardir. Erkeklere ve kadinlara ait alanlar, bu alanlari sekillendiren, bu alanlarin kullanim biçimlerini yaratan iktidar örüntüleri, heteroseksist ve ataerkil baskilarin da içinde
var olduğu bir yapidir. Mekanlarin kullanilisina ait bir çok ritüel aslinda orda yasayan insanlar ve kurumlar arasindaki iktidar örüntülerinin birer sembolüdür. Bu semboller hatirlatmalar zinciri olmanin ötesinde sinirlama zinciridir. Sofranin basina kimin oturduğu, nerede hangi kiyafetlerimizin uygun olup, nerelerde olmadiği, nerde el ele tutusabileceğimiz, nerede öpüsebileceğimiz ve bunlari kimlerle yapabileceğimiz gibi. Mekanlara göre davranmamiz gerekir. Mekanda fiziksel kisitlar ile sosyal dayatmalar kolay kolay ayristirilamayacak kadar iç içe geçmistir. Bizi etkileyen, içindeyken halimizi, tavrimizi, vücudumuzun durusunu değistiren mekan... Peki onunla nasil bas edeceğiz? Kendi mekanlarimizi yaratarak. Kendi mekanlarimizi yaratmak... Bu olgunun birbirinden ayrilmaz iki boyutu var gibi, bireysel (kolektifliğin içinde bireysel), ve kolektif (bireyselliğin içinde kolektif). Baska bir deyisle “kendine ait bir oda” ve ötesinde kendi kesiflerimizi de içinde yasayabileceğimiz beraberlik alanlari... Bunlar birbirini besleyen süreçler olsa gerek, bireysel ve birlikte kurduğumuz ve kurabileceğimiz alanlar.
Sokak, daire, babamizin evi, salon, okul, mahkeme, kahvehane, heteroseksüel erkek rolünde olmayanin sesini kesmek, görüntüsünü silmek üzere kurulu. Kurala uymayani kendi bedenine kilitliyor, hatta ayip, utanç ve dislama gibi toplumsal normlar ile kendi bedeninin kuytu köselerine hapsetmeye çalisiyor. Nefes alabileceğimiz oksijen tüpleri gerekli. Toplantilar, söylesiler, bulusmalar, konusmalar, tartismalar, kendi basina düsünmeler ihtiyaçlarimizdir. Bunlar, çikacağimiz belki de zorlu, bir bireysel yolculuktur; ve bu yolculuğun bazi duraklari da daha kolektif bir kendini ve birbirini tanima, bir arada varolma, zamanla var olan mekanlari değistirme ve yeni mekanlar yaratma süreçleridir. Feminist gruplar ve escinsel gruplar, iste sadece varoluslariyla, baskin ataerkil ve heteroseksist toplumsal yapida alternatif alanlar olusturuyorlar. Bu gruplar feministlerin ve escinsellerin birliktelik bağlaminda kurabilecekleri bazi mekanlardir. Bu alternatif alanlar, özgürlesme ve hiyerarsilerin yipratilmasi açisindan toplumsal değisme ve dönüsüm için... Ötesinde kendi mekanlarimizi kurmak için...
Varolmak, dünyanin içinde olmaktir... Funda
Var olmak; dünyanin içinde olmaktir, baskalariyla olmaktir, ayni dünyaya baskalariyla birlikte sahip olmaktir. Insanin, bu dünya üzerindeki varliği kendiyle ve toplumla etkilesimiyle olduğu kadar yasamini sürdürdüğü mekanlarla da ilgilidir. Ikamet ettiğimiz mekan, yasamimizi onunla sürdürdüğümüz somut bir varliktir. Ama sadece mekanin görsel olarak algilanmasi yeterli değildir. Görülenin var olmasi, duyulmasi, dokunulmasi ve hissedilmesi ile ilgilidir. Içinde yasanmayan, hissedilmeyen, her sey bir bosluk olarak kalacaktir. Yasadiğimiz mekanlar, yasayan bizlerin duygulanimlariyla var olurlar. Herhangi bir mekanin kontrolünün kimin ya da kimlerin elinde olduğu çok önemlidir. Bizim belirleyemediğimiz mekanlar, bizi belirleyen mekanlardir. Tutsak olduğumuz mekanlarda bunalip, sikisiriz.Bu mekanlarda bizi tutansa, bir
yerlerden kaçabilme isteğidir.Bizler bu dünyada var olabilmek için savas veririz. Hepimiz var olduğumuz, duygularimizin ve isteklerimizin olduğunu belirten sessiz çiğliklar atariz ve kendi mekanlarimizi yaratmaya çalisiriz. Insanlar bir araya gelmeye, bulunduklari yere bir isim vermeye, o yerin geçmisinden söz etmeye ve geleceğini yaratmaya çalisirlar.Her birey, bir yere bir gruba ait olmak ister. Iste bu “Aidiyet Duygusu” , insanlari sosyallestirir, insanlarda güven ve huzur duygusu uyandirir. Bazi mekanlara girdiğimizde kendimizi rahat ve huzurlu hissederiz. Oraya ait olmanin verdiği güvenle, maskelerimizi çikartir, kendimiz oluruz ve bu mekanlarda daha fazla zaman geçirmeye çalisiriz. Ama mekanlar her birimiz için ayri ayri kavramlari da ifade edebilir. “Tapinak, korku duyulan ama huzurun arandiği,
ayni zamanda da siğinabileceğimiz bir yerdir” Isyerini bir tapinak olarak düsünebilir miyiz? Insanin hayatta en değer verdiği seylerden biri de isidir. Gidecek bir yeri olmanin verdiği huzuru, birlikte bir seyler gerçeklestirmenin yarattiği ekip ruhunu, birbirine benzeyen insanlarin biraraya gelerek sosyallesmelerinin verdiği huzuru ve güveni düsünürsek, isyeri bir tapinak olabilir. Ama yasadiğimiz kosullarda krizle birlikte birçok kisi isinden oldu. Kimseye artik hiçbir yerde is garantisi verilmiyor. Bu durumda; isi ve isyerlerinde güvencesi olanlar için bu mekanlar siğinilacak, huzur duyulacak bir tapinak olurken, güvencesi olmayanlar için ise; bir korku ve endise duyulan, tapinilmayacak hatta kaçilacak mekanlar olacaktir.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 3
mekan
Tasra’da Atilim
Burnumu çikardim, sanirim nefes alabileceğim. Gün doğmak üzere, birbirine tutturulmus kalaslarin arasinda hafif bir isik demeti süzülüyor. Nefes almayi da birbirine tutturulmus bu kalaslarin arasindaki bosluklardan burnumu çikararak sağlayabiliyorum. Disarida keskin bir diski kokusu var, bir seyler akiyor, koku çok yakinimda, hemen altimda. Kaldiğim derme çatma yerin beni bir seylerden koruduğunu düsünmeye basladim. Gözlerimden birini deliklerden birine dayadiğimda gördüklerime inanmakla inanmamak arasinda uzun bir süre geçirdim. Bir kulübenin içindeyim, 9’a 9, adimlarimla saydim. Bu sey üç büyük kalasin üzerinde duruyor. Kalaslar batakliğa benzer, akiskan, pis kokulu bir sivinin içine gömülmüs. Sividan biraz yüksekteyim, kulübe beni koruyor. Bir siğinaktayim? Yoksa, zorla mi getirildim buraya? En son hatirladiklarima dönmeye çalisiyorum. Yorgundum, uyuyordum sürekli. Bu durumun ne kadar sürdüğünü hatirlamiyorum. Arada, gün isiğinda, bir adamin yaklastiğini hissederdim; sonra kulübeye araliklardan bir hortum uzatirdi; hortumdan gelen tatli
Malatya... Mehmet
Genel olarak baktiğimiz zaman Malatya’da escinsellik diğer kentler gibi acimasiz bir yasami gerektiriyor. Hatta sehrin muhafazakâr olusu nedeniyle bu yasam daha da zorlasiyor. Sehrin escinseller için belli bir mekani yok. Daha önceleri sehirde yildiz hamami vardi. Su anda yeni insaat yapildiği için kapandi. Geyler burada biraz rahat hareket edebiliyorlardi. Simdi ise “... hamami” diye bir yere takiliyorlar. Orada da hamam sahibinden tepki aliyorlar ama her seye rağmen burada birbirlerini bulabiliyorlar. Sehirde ayrica “... parki” denen bir mekani da çark alani olarak kullaniyorlar. Malatya’da daha çok biseksüel iliskiler yaygin.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 4
siviyi içtiğimi hatirliyorum. Bu sekilde hayatta kaldim. Baska ne yenilebilirdi ki burada? Bir gün, adama dokunmak, tesekkür etmek istemistim. Parmaklarimi araliklardan uzatmis ama dokunmayi basaramamistim. Yikmaya, parçalamaya çalistim kalaslari, ellerime batan kiymiklar o zaman canimi yakmamisti. Küçük bir araliği büyütmeyi basardiğimda dokundum ona. Dokundum? O sakindi, usulca içeriye uzattiği hortumu geri çekti. Gitti. Onu simdilerde uzakta, baska kulübelerin basinda görüyorum. Bir daha hiç bana gelmedi, hiç hortum uzatmadi. Elime batan kiymiklarin bir çoğunu çikarmayi beceremedim. Simdi derimin altindalar, ellerimi kullanmaya çalismadikça bir sorun çikarmiyorlar. Kokunun ağirliğini yeni yeni fark ediyorum. Ne kadar dayanilmaz! Nefes almamayi tercih ederim. Çoğunluk burnumu tikiyorum, ağzimdan nefes alip veriyorum. Bu kokunun tadi bile var sanki. Etrafta baskalarinin olup olmadiğini öğrenmek için çiğlik atmayi denedim. Sonra bir takim sesler duydum ama ne dediklerini hiçbir zaman anlayamadim. Gördüğüm kadari ile benden oldukça uzaktalar; hepimizin birer kulübesi var ve
Fakat herkes taninmamak için kendi kabuğundan çikamiyor. Yani tahminlerden daha çok geye rastlamaniz mümkün. Sehirde büyük bir üniversitenin olmasi da bunda etkili olsa gerekir. Benim yüz yüze görüstüğüm pek çok arkadas, en fazla aile baskisindan ve çevreden çekindiği için, iliskilerini mecburen gizlilik içerisinde yürüttüklerini söylüyorlar. Ben kendilerine Türkiye’de bazi escinsel olusumlar olduğunu ve bu olusumlar hakkinda bilgi sahibi olup olmadiklarini sorduğumda büyük çoğunlukla haberlerinin olmadiğini, bazilarinin ise bilgi sahibi olup ilgilenmediklerini
ayni kokuyu soluyoruz. Sehrin kanalizasyon sisteminin içinde olduğumuzu anlamam biraz zaman almisti, ne de olsa günes isiğini arada sirada görebiliyordum. Sonra bunun, kanalizasyonun bosaldiği nehre açilan tünellerden gelen isiklar olduğunu kesfettim. Zaten, kis aylarinda olunsa bile gün isiğinin bu kadar kisa süreli olmasi mümkün değildi. Burada sadece koku var. Aslinda, buraya kendi isteğimle tasinmistim. Yaklasik üç sene önceydi. Kulübe de birkaç özel esyam da var. Annem tasinma kararimi duyduğunda duruma süphe ile yaklasmis, sonra kararimi destekler bir tavir takinip bütün ipleri kendi ellerime vermisti. Burayi ilk gördüğünde güzel bir boya badana yaptiralim demisti. Her yeri beyaza boyayalim. Kabul etmemistim, nasil olsa çok kalmayacaktim, fazla esyaya da gerek yoktu; yeni hiçbir sey aldirmadim. Burs bulup kapaği yurt disina atacaktim. Dönmeyi de düsünmüyordum. Hala buradayim. Burada zaman pek önemli değil. Mekanda. Sadece sividan kurtulmaya çalisiyorsunuz; sansliysaniz tatli sividan içebilirsiniz, ama onsuz da yasanabiliyor.
söylediler. “Neden ilgilenmediklerini sorduğumda ise “taninmamak” için ilgilenmediklerini söylediler. Bazi arkadaslara bana gelen Kaos GL dergisini okuduktan sonra veriyorum. Çok olumlu bulduklarini belirtiyorlar.
mekan
Bir Zemin Olarak Mekan Psikolog Mahmut Sefik Nil
Karsilastiği uyaranlari sürekli olarak kisisel bir islemden geçirerek anlamlandiran insan beyni, algilarini zitliklar üzerine kurulu olarak isletir. Her hangi bir alginin nedeni, algilanan “sey”in bulunduğu zeminden farki üzerine kuruludur. Yani eğer su an okumakta olduğunuz yazinin rengi sayfanin rengi ile ayni olsaydi yazi algilanamayacakti. Yada tek renk olan bir zeminde dokusal farkliliklar yoksa herhangi bir sekil algilanmayacaktir. Insanin dayanamadiği en temel bunalti anlamsizlik ve bosluktur. Bu nedenle rastgele açilar ile duran üç noktayi bir üçgen olarak organize ediverir. Simdi bir kağida gözünüz kapali üç tane nokta koyun. Dikkat edeceğiniz tek ölçü, üç noktanin da düz bir çizgi üzerinde olmamasindan baska bir sey değil. Simdi o noktalarin üçünü de görebileceğiniz bir uzakliktan bakin.Algilariniz orada bir üçgen olduğunu söylüyor. Oysa bilgileriniz bu değil. Orada üç tane nokta var. Maalesef beynimizin gerçeği de bu bilgi değil. Dolayisi ile biz bir üçgen algiliyoruz. Hatta sadece üçgeni algilamakla kalmiyor, üçgen olmayan alani da ayrimsayarak tanimliyoruz. Meshur bir resim vardir. Yüz yüze bakan iki insan yada bir vazo (samdan) resmi olabilir bakisiniza göre. Insanlara ne gördüklerini sorduğunuzda bu iki yanittan birini verirler. Oysa orada ne yüzler ne de vazo vardir. Orada sadece simetrik sekiller vardir. Beynimizin algiladiği zemine göre üstte bulunan sekil, yüz yada vazo olarak anlamlandirilir. Beyin bir diğerinin anlamini silerek çalisir. Üçgen örneğinde de bosluğun anlamini silerek çalisiyordu. Mekan, bir zemin olarak üzerinde bulunanin algilanmasini sağlar. Bu algilanma/algilanmama mekanizmasini bazi canli türleri saklanmak, avlanmak gibi yasamsal faaliyetlerinin temeli olarak kullanirlar. Örneğin yaprağa çok benzeyen bir çekirge türü aylarca yesil bitkilerin içinde güvenle yasayabilir. Tam bu noktada mekanin islevselliğine dair bir noktaya isaret etmek gerekli oluyor: mekanin gerektiğinde
“saklanmak”, gerektiğinde “avlanmak” için uygun niteliklerde olmasi gerektiği. Hiç kusku yok ki, uygunluğu belirleyen, mekani yasayan canli türünün nitelikleri ve ihtiyaçlaridir. Bu durumda mekanin uygunluğu yasamin sürmesinin en temel gereklerinden biri haline geliyor.
Maturana ve arkadaslari 1995 yilinda ilginç bir deney yapti. Bir kurbağanin anestezi altinda sağ ve sol kolunun altindaki derileri yer değistirdi. Kurbağanin iyilestiğinde sağ kol altina verilen uyarana tepki olarak sol kol altini kasidiği görüldü. Su anki sinir sistemi bilgilerimizin açiklayamadiği bu fenomen için bilim adamlarinin tezi “her hücrenin kendine ait bir mekansal hafiza tasidiği” yolunda oldu. Mekanizmasi çözülene kadar gizemini koruyacak bu deney bize simdilik mekan-canli arasindaki iliskinin sandiğimizdan daha temel ve belirleyici olduğunu söylüyor. Ve mekansal hafiza derken aidiyet hissine göndermede bulunuyor ki bu noktada “aidiyet mecburiyeti” demek daha doğru görünüyor bana. Varolussal dinamiğin dört büyük anksiyeteden biri olarak tanimladiği zeminsizlik kaygisi da mekan-canli iliskisinin aidiyet ihtiyaci temelinde anlasilmasi için değerli bilgiler derlemis ve mekanin canliyi, canlinin mekani belirleme (seçme, değistirme, denetleme) çabasina göndermelerde bulunmustur. Tüm bu bilgileri insan türüne özgü telaffuz ettiğimizde, mekan-insan iliskisi dediğimizde, olay çok daha karmasik boyutlar kazaniyor. Karmasayi artiran en temel özelliği, insanin bir amaca dönük olarak organizasyon yapabilme
gücünün diğer canlilarla mukayese edilemeyecek kadar geliskin olmasidir. Insan bir sonrayi yaratma/denetleme adina içinde bulunduğu ani-mekani organize edebilen bir türdür. Çünkü insanda hafiza ve yordam çok gerilere ve ilerilere kadar uzanabilir, bu durum bir süreklilik algisina neden olur. Dün bugünden öncedir ve yarin bugünden sonra gelecektir. Bu siralama (organizasyon) yetisi, bilincinin ona sunduğu firsati ayni zamanda çaresizliğidir. Her canli ile ortak olarak paylastiği “hayatini sürdürme” güdüsü insanda, “hayatini idealize ettiği biçimde (organize ederek) sürdürme” güdüsüne böylelikle dönüsmüs olur. Ve insan bu güdüsü esliğinde kendine, diğerlerine ve evrene(mekanina) müdahalelerde bulunur. Bu müdahalenin niteliğini belirleyen kisisel yapinin tüm izlerini müdahale edilen alanda görmek mümkündür. Elbette bu müdahalelerden en zoru ve zorlayani kendine yaptiği müdahalelerdir. Oysa algilari bu müdahalenin (manüplasyon) gerekliliği ile örülüdür. Algi bir anlam üretir ve bu anlam algiyi keskinlestirir. Su an bu yazinin nerede olduğunu sorduğumda vereceğiniz yanit elinizdeki derginin bir sayfasinda olacaktir. Oysa yazinin yeri sadece dergideki sayfa değil beyninizdeki bu sayfanin görüntüsüdür de. Beyin saniyede yaklasik 3 milyar veriyi isler. Su an bu verilerden bir kismi elinizdeki dergiye iliskin. Okuduğunuz yazi, sayfa düzeni, sizden uzakliği, anlamlari, çağrisimlari vs. Böylelikle su an bu derginin evrende ayni anda iki ayri yerde varolduğunu söylemek mümkün. Üstelik, dergideki yazinin -onu okuyan olmadiği takdirde tamamen anlamsiz olmasindan hareketle- asil yerinin beyninizdeki yer olduğunu söylemek abarti olmayacaktir. (Bu noktada “gözlenen, gözleyiciden bağimsiz olamaz” ilkesini hatirlamakta yarar var.) Beyninizdeki varliği, elinizde tuttuğunuz bu yaziyi da belirleyici olma etkisine sahiptir, yaziyi okumayi birakabilirsiniz, yada devam edebilirsiniz. Bu durum yazinin anlamini değistirecektir. Böylece ulastiğimiz noktada kisisel anlamlardan örülü “içsel
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 5
mekan ve asli mekan” tasarimindan bahsedebiliriz. Bu içsel ve asli mekan, kisiyi temsilen ve dissal mekana müdahil olarak islev görür. (Bu su demek, bu yazida anlattiklarimdan ziyade sizin ne anladiğiniz belirleyici olacak) Mücadele bu noktada baslayacak ve dissal mekan organize edilmeye çalisilacaktir. Bu organizasyon, bir anlamin somutlanmasi, görünür olmasi amacina hizmet edecektir. Yüzyillardan beri mekanin insani temsilen organize edildiğinin altini çizen yaklasimlar formüle edilmistir. Örneğin son dönemlerin “moda akimi” feng shui mekansal düzenlemenin insan üzerindeki etkilerini telaffuz ve tahmin etmeye çalisir. Klinisyenlerin hastalari ile yaptiği görüsmelerde veri olarak kabul ettikleri gözlem alanlarindan biri, kisinin mekani ve (içerden bir boyuttan bakinca bir mekan olarak kabul edilen) bedenini nasil düzenlediğidir. Örneğin depresyonda olan bir kisinin öz-bakimi dikkat çekici bir biçimde azalmistir. Buna eslik eden bir diğer durum, mekansal düzenlemenin de alabildiğine kendi haline birakilmis olduğudur. Yada farkli bir söylemle zaten kendini birakmis bir kisinin mekansal düzenlemesi de mekani kendi haline birakma biçiminde olacaktir. (Paradoksal olarak, karar verememenin aslinda bir “kararsiz kalma” karari olusu, yada “hiçbir sey hissetmiyorum” dediğimiz “hissizlik duygusunun” diğer tüm duygulari bastiracak kadar güçlü bir duygu olusu gibi bir nokta.) Mekansal düzenlemenin etkilerini kesfettiğinden beri giysi dolabindan, sehirlerin tasarimina kadar en islevsel (aslinda maniplatif) biçimi bulmaya çalisan insanin çabasi tarih boyunca görünür. Mezarlarin içinin bir mekan olarak kabul edilip düzenlenmis olusu o toplumun ölümden sonrasina iliskin inançlarinin varliği ve yapisi hakkinda çok sey söyler. Toprak kullaniminin tasarlanisi; tarima, sehirlesmeye yada örneğin estetik amaçli düzenlemelere mi ayrildiği bize bir toplum ve o kültürle etkilesen insan hakkinda çok bilgi verir. Dinsel mekanin tasarimi olan mabetlere bakarak nasil bir tanrisallik algisi içinde olunduğu hakkinda sayisiz fikir sahibi olabiliriz. Genis bulvarlarla tasarlanmis bir kent ile eski mimarisi nedeni ile daracik sokaklardan olusan bir kent
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 6
siyasal değisime alan olma konusunda ayni potansiyeli barindiramayabilir. Kisisel alanin tasarimi da kisi hakkinda bol bilgi içerir. Evinde hiçbir kitapliği olmayan biri televizyonu bas köseye koyabilir. Evinde ayakkabi ile dolastiği için ayakkabiliği yatak odasindaki giyinme dolabinin içinde olan biri bize ilk bakista pis gelebilir, oysa ayni kisi, evini yere oturmaya uygun olmayan bir sekilde tasarlarken, evde ayakkabisi ile gezmeyen biri yerleri temiz sayarak yerlerde oturabileceği bir sistem yaratabilir. Bu örnekleri insanin içini bayacak kadar uzatmak mümkün.
Görünen o ki, mekansal düzenlemenin, kendilik algisinin yansimasi olduğu çok açik. Kendini nasil algiladiği temelinden hareketle nasil devam etmek istendiğine iliskin güçlü görünümler barindiran bu yansitmanin kesintiye uğramasi hali olan zeminsizlik, mekansizlik ve ona bağli algilanan aidiyetsizlik algisi bir insan için ölümsel düzeyde bunalti vericidir. Kendini köklerinden sökülmüs bir ağaç gibi hissetmek; boslukta yüzmek, “anlamsizim, amaçsizim ve yörüngesizim” hissi durumu tanimlamak için oldukça uygun imgeler. Geldiğimiz noktada kendini ve kendilik algisini mekansal düzenlemede somutlamayan bir insanin yok oluyormus algisini yasadiğini söylüyoruz. Varlik-yokluk uçlari arasinda bir yerde duran insanin en temel korkusu yasayamamak – ölmek- ise kendini var hissetmesinin tek yolu mekana yansimak, bir mekanda görünür olmaktir.
Çoğunluğun ifade ettiği ile zitlik olusturan yanlarimiza iliskin devam etmek istiyorum. “Zemin” olarak kabul edebileceğimiz çoğunluğa ait değerler ve yansimalardan olusan alanda, kendi yansimalarini dolayli/dolaysiz bir yolla ifade edemeyen, fark edilir bir “figür” olamayan insanin, bir anlamda yokluk hissi ile boğulduğunu söyleyebiliriz. Bu bunalti ile bas etmenin iki yolu olabilir: ilki zitliğin dissallasmasi ve yasanmasi (böylelikle zemin olarak ifade ettiğimiz alani da değistirmesi), diğeri ise zitliğin yok edilmesi ve zeminde eriyip gitmesi, zeminle birlesmesi, aynilasmasi (Yok olma bunaltisi, yok olma ile sona erebilir. “Ölüm geldiğinde ben orada olmayacağim” diyen “adam” gibi ☺ ). Binlerce yillik insan tarihinin mücadelesi (evrimi) bu dinamikle ifade edilebilir. Insanin varolmak, görünür olmak için en temel gereksinimi; mekan ve bilinçtir. Mekan ve bilinç arasindaki karsilikli ve kesintisiz etkilesim varolmanin diğer adidir. Mekan bir zemin olarak ele alindiğinda figürün, yani insanin görünür olmasinin tek yoludur. Söz konusu bilinç sahibi insan olduğunda mekan tasarlanabilir bir alan olarak insanin çevresini kusatmistir. Bir boyuttan bakinca evrende kapladiği tüm alanlar birer mekandir ve verili olanin korunmasi biçiminde de olsa düzenlenmek zorundadir. Yani hem var olup hem etkisiz olmak mümkün değildir. Evrendeki kapladiği tüm alanlar derken sosyal mekani, ruhsal mekani, cinsel mekani, somut mekanlarini hatta bedenlerini kast ediyoruz. Bilinci de bir mekan olarak algilayan “ben-ötesi” yaklasimlari da burada bu kadar telaffuz edip geçmek istiyorum. Hangi düzlemde, hangi boyutta ele alinirsa alinsin mekan ve mekanda somutlanma, bir diğer deyisle mekanin kisisel olarak tasarlanip düzenlenmesi insanin varolduğunu anlamasinin/algilamasinin tek yoludur diyor, yatak odalarimizdan baslayarak nasil bir mekan organizasyonu sağladiğimiz gözlemi ile sizleri bas basa birakiyorum..
mekan
Mekanin Insansizliği ya da “Makine Kirici” Olmanin Anlami Halim Safak
Mekan tartismasini uygarlikla baslatmak daha doğru olabilir. Çünkü mekanin dönüsümü hatta kendini imha etmesi uygarliğin bir sonucu olarak algilanmaya açik duruyor. Çünkü insani istediği gibi biçimlendiren uygarlik mekanin dönüsümünü de bu eyleminin bir parçasi olarak gördüğü için insan böyle bir sonuçla karsi karsiya kaldi. Bir bakima uygarlik insani tahakküm altina alma mücadelesini büyük ölçüde mekan ve nesneler üstünden sürdürüyor. Bu bağlamda tasa biçim verme insanin da biçimlenmesinin sürecidir. Böylelikle insan kendini imha eden uygarliği bir iktidar biçimi olarak olusturmus ve uygarliğin kendini biçimlendirmesine izin vermis oldu. Buysa doğrudan insanin kendine ve doğaya tahakküm etme isteğiyle doğrudan ilgili bir durumdur. Ellias’in uygarliğin insanin içgüdülerinin gemlenmesi üstüne kurulu olduğunu israrla belirtmesi tartisacak olduğumun yönünü de belirlemektedir. Uygarlik, içgüdülerin baska bir deyisle arzularin kaotik durumunun insana ve hayatina iliskin olusturduğu biçimsiz yapinin yikilmasi ve reddedilmesidir. Buysa uygarliği insani olmaktan çikaran basat olgudur. Üstelik uygarliğin insani biçimlendirme süreci insanin kendinden uzaklasmasi baska bir biçim haline gelmesinin, getirilmesinin tarihidir. Sennett düzeni “temassizlik” olarak anlar. Uygarlik yani düzen her seyin düzenlenmesi demektir. Düzenlenen her sey doğalliğindan kurtulur. Mekanin düzenlenmesi ise onda yine Sennett’in deyimiyle “duyusal yoksunluğa” yol açar. Mekanin duyusal yoksunluğu ise bir biçimde insanin duyarsizlasmasinin nedenidir. Duyusal yoksunluk büyük ölçüde insani soğumaya birakir ve mekaniklestirir. Geçmisle günümüz arasinda derin ayriliğin kaynağinda da bu vardir. Günümüzde kent “duyarsizlastirmaya yönelik modern teknolojilerle” bu derin ayriliği hem çoğaltmakta hem de dünya üstünde daha kapsayici hale getirmektedir. Uygarlikla birlikte insan kendinin belirlemediği ama yasamak zorunda kaldiği bir biçim haline çoktan geldi. Bu,
bir bakima insanin kendi olmasini ortadan kaldirdi. Insanin kendi belirlediği bir biçimi ya da biçimsizliği yasamasi imkansiz hale geldi. Hatta insan olmak kendi olmamak olarak anlanabilir. Sennett’in her insan bedeninin fiziksel benzersizliğini ve her insanin çeliskili arzular duymasini olumladiği dönem çok gerimizde kaldi. Günümüzde uygarliğin insanin tektiplestirdiğini bilinmiyor değil. Insan bedenine ve onun fizyolojisini bozmaya yönelik çabalar her bir seyi baskalastirdi. Insan bedeninin benzersizliği ortadan kalkti. Uygarliğin fasizm olarak algilanmaya açik modern tipla ve daha baska yollarla bunu gerçeklestirdiğini belirtirim. Bu süreç mekanin insansal değerini kaybetmesiyle basladi. Çünkü mekanin geçmisle bütün bağlari koptu. Geçmisi barindirmayan bir mekan ise insanin düs kurmasini engeller. Insan, evi ve evdeki nesneleri düsleyerek, onlarla düs kurarak kendine ulasir. Buysa bugün ulasmama halini aldi. Insanin eskiye uzanan düs dünyasi artik bir dünya olmaktan çikti. Çünkü mekan düs kurmasina izin vermediği gibi insanin düs kurmasini sağlayacak baska bir sey de kalmadi. Bookchin bütün bunlarin nedeni olarak kent hayatinin yikici bir biçimde insani niteliğini yitirmesini gösterir. Bu, Bookchin’e göre kentsiz kentlesmenin bir sonucudur. Çünkü uygarliğin olusturduğu kent ekonomizmin ve tüketim kültürünün belirlediği ve olusturduğu bir pazar yeridir. Söz konusu olgu artik bütün çatismalarin ve çarpismalarin da asil kaynağidir. Buradan ötede insanin uygarlikla çatismasi kendi olma mücadelesi temelinde gerçeklik kazanacaktir. Uygarliğin hizli gelismesi ise bunu tam ve siddetli bir çarpismaya dönüstürecektir. Uygarliğin olusturduğu teknolojik gelisme onu biçimlendirmekle kalmayacak onu o biçimiyle “yasayabileceği” (!) kapatilma ve gözetleme mekanlarini olusturacaktir. Hapishaneler, kislalar, hastaneler, akil hastaneleri, okullar, siteler en sonunda yasadiği mekanlar yani kentlesemeyen kentlerin konutlari bu ise yarayacaktir. Günümüzde ise bütün bunlara ek olarak insani daha da pasiflestiren onu pornografik bir röntgenci haline getiren
dünyaya dahil edecektir. Baslangiçta mekanin doğal olana zarar vermediği hatta onunla bütünlestiği hatta bir parçasi haline geldiğini biliniyor. Eskinin bahçeli ve tek katli evleri ve o evlerin birbirinden farkli biçimleri ve insanin orda olusturduğu hayat doğal olanla bütünlesmekte ona dahil olmakta zorluk çekmiyordu. Hatta mekan doğanin biçimsizliğinin içinde baska bir biçimsizlik olarak yer alabiliyordu. Söz gelimi Milas’ta eski evlerin bacalarinin hiçbiri ötekine benzemez. Bunu genel anlamda evlerin mimari yapisiyla ilgili olarak da düsünebiliriz. Ama bunun asil açiklamasi insanin kendi kadar yasadiği mekani da farklilastirma düsüncesinin sonucu olmasidir. Benzer bir durum evin odalari ve eve dahil edilen nesneler için de geçerlidir. Geçmiste mekan ve onun içindeki nesneler insani kendine dahil ediyor ve onun düs kurmasinin imkani oluyordu. Hatta insan mekanin ruhu haline geliyordu. Buysa geçmiste sanatedebiyati besleyen hatta onu belirleyen bir olgu konumundaydi. Her mekan için onu baska bir mekandan ayiran bir biçim söz konusuydu. Bunu biçimlenmeye karsi bir biçimsizlik olarak anlamak mümkündür. Insan hem düs dünyasinda hem de gündelik hayatta nesnelerle, evin odalariyla iliski kurmakta zorluk çekmiyordu. Mekani bir biçimde içsellestirerek, onun ruhu haline gelerek insani bir yapi haline getiriyordu. Buysa onun doğaya dahil olmasini ve doğal olmasini sağliyordu. Tam da burada mekanin insani bir değer olduğunu söylemek yanlis olmayacaktir. Mekan geçmiste evle insan hayatinda karsilik buldu. Ev barinma yeri olmasi kadar onunla kurulan iliskiden dolayi insanin hayatindaki en önemli olgu oldu. Yillar sonra Adorno “barinak, artik imkansizdir.” derken o dönüsümün sonuçlarini belirtmis olacaktir. Çünkü Adorno’nun yasadiği dönem ve sonrasinda ev olarak tartistiğimiz sey mekan değil konuttur. Konutsa hiçbir biçimde insansal değildir ve hiçbir insansal değeri içermez. Eğer konut insansal değilse onunla iliski kurmak da, onun ruhsal bir dünyasi da mümkün olmayacaktir. Bunun
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 7
mekan anlami ise insanin konutla birlikte yasadiği düzlemde insansal bir dünya olusturamayacak olmasidir. Günümüzdeki konut mekanlarin kendi arasindaki ayriliklari ve ayrimlari tamamen ortadan kaldirmistir. Onlari her seyiyle insansal olmayan tek bir biçim haline getirmistir. Artik mekanlari birbirinden ayrilan biçimsizliği ve ürettiği ruhsallik durumu baska bir seydir. Insanin kendisi hatta bedeni yasadiği mekan kadar sentetiktir. Organik olan sentetik olan karsisinda çoktan kaybettiğini ilan etmistir. Beni mekani ya da bedeni tartismaya vardiran da bu olgudur. Tek bir biçim haline gelenin ya da düzenlenin insanda yol açacaği tek seyse temassizliktir. Mekan kadar insan bedeni de bu temassizliğin parçalarindan biridir. Insan bedeninin biçimlendirilmesi ise görünürdeki ya da yasandiği iddia edilen dokunmayi pornografiklestirir. Çünkü sentetik olana yönelik bir dokunma hiçbir biçimde doğal olmayacaktir. Söz konusu durum insanda arzulari ya da içgüdüleri baska bir sey haline getirmektedir. Insanin arzusunu bakisa indirgemektedir. Buysa pornografik bir izleme ve izlenme olarak anlanmaya açiktir. Doğanin “perdelenen” çiplakliği böyle bir sonuca yol açmaktadir. Buradaki pornografik bedeni Zeynep Sayin kendini gösterse bile vermeyen bir beden olarak anlar. Çünkü gösterilenin pasiflik disinda insanda yol açacaği baska bir sey yoktur. Hizina yetisilemeyen gelisme ise arzulari geriletmekten ya da köreltmekten baska bir seye yaramayacaktir. Konut hiçbir biçimde insanda bir ruhsallik olusturmadiğindan da insan düs görmeyecektir. Üstelik insanin düs görmesine yol açan asil etken olan beden gösterilen bir görüntü haline çoktan gelmistir. Uygarliksa bunu internette olusturduğu güvenlikli görsel dünya ile çözümlediğini iddia edecektir. Çünkü evin barinak olmaktan çikmasi onun güvenlikli bir alan olmasini da ortadan kaldirmistir. O zaman uygarliğin olusturup biçimlendirdiği görüntülerin dünyasini izleyen ya da izlenen pornografik insan olmak disinda baska bir sansimiz yoktur. Dünyayla kapiyi kapatip televizyonda ya da internette
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 8
karsilastiğimiz için tekrardan kapimizi açmak da istemeyeceğiz. Görselliğin izleyeni pasif bir izleyici konumuna düsüren yapisi karsisinda güvenliğe bile ihtiyaç duymak da gerekmeyebilir. Herkesin gerçek olmaktan çiktiği en azindan gerçeğinin tartismali hale geldiği görsel dünya ise her bakimdan zaten güvenliklidir. Çünkü artik insanla karsiya gelmenin hiçbir imkani yoktur. Insanla karsilasma söz konusu değilse güvenliğe de gerek yoktur. Dokunma yoksa insan için her hangi bir tehlikede yoktur! Görsel dünya bunu dokunmayi ortadan kaldirarak yapmaktadir. Insana iliskin bir anlama ve duyma biçimi olan dokunmanin ortadan kalkmasi ise insani
bile gereksizlestirir. Dokunmanin olmadiği yerde insani olandan söz etmek zordur. Hatta imkansizdir. Dokunmanin olusturduğu bir dünya olmadiğinda ise bundan ilk payini alan da insan bedenini kesfe dayali bir dokunma biçimi olan cinsellik ve ona bağli olarak erotizm onu olusturan temellerinden uzaklasip teshir ve röntgenciliğe dayali bir pornografinin parçasi haline gelecektir. Buysa bakmaya ya da izlemeye dayali bir pornografikliktir. Hiçbir insani yani yoktur. Evin ya da mekanin yerini alan konut ve konutlarin olusturduğu güvenlikli siteler insanlarin karsilasmasini ve dokunmasini da baska bir biçim haline getirecektir. Büyük ölçüde insan doğanin etkilerinden böylelikle korunmus olmaktadir. Bir bakima internette olusturulan güvenlikli yapi konutlar üstünden yasadiğimiz dünyada da karsilik bulmaktadir. Buysa insanlar arasindaki karsilikli yardimlasma ve dayanisma gibi insansal değerleri ortadan kaldiran baska bir olgu olmaktadir. Bunun karsisinda ise ayni dünya insanin tek paylastiği sey olan aciyi da sentetiklestirmektir. Insan
aci duyduğunu düsünse bile bunun bir illüzyon ya da kurgu olduğunu anlamakta pek zorluk çekmeyecektir. Hatta yasadiği aciyi da büyük bir oyunun parçasi olarak kabul edecektir. Aci çekiyormus gibi yapacaktir. Bir bakima uygarliğin ilk sonuçlarinin dokunmaya bağli olarak insanin özel alani olan cinsellikte ortaya çiktiğini iddia edebiliriz. Çünkü arzularin belirlediği bir dünyanin uygarliğin karsiti olacaği açiktir. Insanin devletle çatismasinin temelinde de bir iktidar olgusu olarak uygarlik vardir. Bu bağlamda cinsel özgürlüğü Yourcenar’in belirttiği gibi bir özgürlük sorunu olarak almamiz gerekir. Çünkü cinsel özgürlük doğrudan arzularin olusturduğu alandir. Hatta insanin bunun disinda kalan arzulari da buna eklenmektedir. Öyleyse cinsellik insanin özgürlüğü ile ilgili bir sorundur. Hatta bunu cinsellik insanin özgürlüğüdür diye düzeltebiliriz. O özgürlükse uygarlikla birlikte çoktan düzendisi ilan edilmistir. Mekanin sentetikliği öncesinde sonrasinda insanin bedeninde yani arzularinda daha ileri gideyim cinselliğinde bir karsilik bulmaktadir. Baska bir deyisle insanin özgürlüğü söz konusu bile olmayacaktir. Yasanilir ve duyulur olan bakilan ve izlenen bir sey konumuna düsmektedir. Ballard’in Çarpisma’da olusturduğu teknoloji ve pornografi iliskisi dediğimi somutlayabileceğim bir örnek konumundadir. Hatta daha ileride Claudia Springer bunu “elektronik eros” olarak tanimlayacak ve bunun tartismasina girisecektir. Basa dönersem uygarliğin olusturduğu konutlar izlemeye ve izlenmeye uygun bir yapi olusturmaktadir. Bu insanda izleme ve izlenme duygusunu da çoğaltan bir etken olmakta gecikmeyecektir. Izleyen ya da izlenen insanin cinselliği ise ancak bir gösteri olarak algilanabilir. Cinsellik özgürlüğün ifade biçimlerinden biri olmaktan hizla uzaklasacaktir. David Lyon gözetimi basli basina bir iktidar kaynaği olarak görürken Giddens totalitarizmi gözetimin asiri derecede odaklasmasi olarak kabul eder. Bunun ilk elden sonucu ise yine Lyon’in tespitiyle özel hayatin kabaca ortadan kaldirilmasi olacaktir. Samuel Warren ve Louis Brandeis ise özel hayati bireyin yalniz birakilma hakki olarak görürken Lyon,
mekan Brandeis için “evin en gizli hallerinin bile nasil potansiyel bakimdan seffaf hale geleceğini pek az tahmin edebilmisti” diyecektir. Gözetim toplumunda bilim ve teknoloji hem özel hayati ortadan kaldirdiği hem de evi tamamiyla görünür kildiği için bunlar olmustur. Buysa benim basta israrla belirttiğim mekanla beden arasindaki iliskinin nasil bir iliskisizliğe ve gözetlenmeye dönüstüğünü açiklastirmis olur. Eğer gözetim basli basina bir iktidar kaynağiysa cinselliğin özgürlükle iliskisinden dolayi devletin ilk gözetlemek istediği sey insanin cinselliği olacaktir. Bu bağlamda mekan olarak algilamamiz istenen konut bu iktidar kaynağinin gözetlemeye yönelik olusturduğu bir yapi olmaktan kurtulamayacaktir. Kaldi ki evin gizli halleriyle kast edilenin insanin cinselliği olduğu saniyorum açiktir. Gizli hallerin seffaflasmasi görünür,izlenir hale gelmesi ise evin insana iliskin olusturduğu mahremiyeti ve gizliliği çoktan ortadan kaldirmis olmaktadir. Öyleyse ev bir iktidarlasmama kaynaği olmaktan çikip çoktan iktidarin araçlarindan biri haline gelmis demektir. Adorno’nun “barinak, artik imkansizdir” demesi de burada anlamini bulmus olmaktadir. Adorno orda da kalmayacak “Kendi evimizi ev olarak görmemek, orada kendimizi ‘evimizde’ hissetmemek ahlakin bir parçasidir” diyecektir. Buysa iktidarin insana yönelik tahakküm talebinin insan tarafindan ahlaki bir tavira dönüstürülmesidir. Öyleyse insan yasadiği mekani kendi evi olarak kabul etmediğinden dolayi rahat etmeyecek ve orada yasamis olmayacaktir. Bunun sonuçlari ise insanin hayatinin bütününde yasanacaktir. Insanin en gizli hallerinin yasandiği ev kendi evi olmadiğinda ve bunu ahlaki olarak kabul ettiğinde organik olanin hizla sentetik olana dönüseceği saniyorum açiktir. Çünkü konutlarda yasanacak olan insanin kendine yönelik baskisindan dolayi doğalliğini kaybedecek ve insani olmayan baska bir biçim haline gelecektir. Kuskusuz ev sentetiklesmeyle sinirli bir olgu olarak kalmayacak bir gözetleme ve gözetlenme alani olmasindan dolayi gündelik hayat kadar insanin cinselliğini ya sentetiklestirecek ya da bir gösteri haline getirecektir.
Insan ekranda gördüğü ya da baktiği onu sunulan hatta ona dayatilan bu hayat karsisinda çaresizce bu kurguyu yasayacaktir. Buysa Ellias’i bir kez daha hakli çikartir. Uygarliğin insanin içgüdülerinin gemlenmesi üstüne kurulmasi olgusunun günümüzdeki sonuçlarini ortaya koymus olur. Kuskusuz bütün bunlar karsisinda azinliktaki insanin bunu yadsimaya ya da reddetmeye, yikmaya baska bir biçim ya da biçimsizlik haline getirmeye yönelik çabasini atlamamak gerekir. Uygarlik içinde bile kendine aciyla bir alan olusturmaya yeltendiği bunda az ya da çok mesafe kaydettiği ifade edilebilir. Buna ise azinliktaki insanin iktidarlasmama tavrinin imkan olusturduğunu düsünüyorum. Yani sira kendini bu olusturulan ya da biçimlenenin disina doğru hizla itenlerin hayatinin bu olduğunu saniyorum. Tek tek bireyler ya da radikal gruplarin bizde ve dünyada hizla bunu olusturduğunu yazabilirim. Anarsizm ve nihilizm kadar yine onlarin olusturduğu farkli hayatlar ve cinsellik biçimleri, eğilimler, insanlarin farkli arzulari bunu çoktan yikmis hiç olmazsa belli ölçülerde kirilmaya uğratmistir. Ama bunun genele yönelik bir eğilim ya da gelisim olduğunu iddia etmek ise zordur. Belki de böyle bir sey hiçbir zaman söz konusu olmayacaktir. Sunu söylemeye çalisiyorum: insan uygarlik içinde bilim ve teknoloji tabii devlete rağmen bir iktidarlasmama tavri olarak dünyanin, kentlerin, evlerin, konutlarin içinde açtiklari gediklerde, oyuklarda yasiyor. Bunun geneli içine alan bir eğilim haline gelmesi ise en azindan simdilik benim bir temennimdir. Basta mekan olarak eve iliskin belirttiklerim baska mekanlar için de söz konusu edilebilir. Hatta insanin yasama alani içinde kalan bütün mekan ve nesneler için benzer bir durum geçerlidir. Bunlarin yoğun bir umutsuzluğa, yalnizlasmaya ve ölme düsüncesine yol açtiğini yazabilirim. Ama umutsuzluğun kendini her zaman kaosa dönüstürme ihtimali mevcuttur. Bundan çikarilacak sonuç ise yeni bir dünya talebinden çok bugünün dünyasinin içinde yasama alanlari olusturmaktir. Gelinen noktada mekanin insansal bir değer haline gelmesi tabii pek mümkün değildir. Onda gedikler, oyuklar açarak ona ve kendimize
ruhumuzu yeniden geri verebiliriz. Evin duvarlarindan baslayarak bütün odalarini, nesneleri ve kendimizi biçimsizlestirerek bir ruhsallik ve bir hayat olusturabiliriz. Hatta bu baska mekanlar için de söz konusu edilebilir. Terk edilmis evler,apartmanlar, kulübeler, izbe meyhaneler, arabalar hatta kaybedilmis her sey bunun imkanidir. Belirlenmis ve biçimlenmis olani kendimizden baslayarak yikabiliriz. Her seyin simetrisini ve düzenini hizla bozabiliriz. Ölümden dolayi hayatta kalmayi deneyebiliriz! Insanin dünyasi hiçbir zaman düzenli bir dünya olmadi. Melih Cevdet Anday “bayilirim düzenli dünyaya” derken ihtimalen uygarliğin egemenlikçi yaklasimini hesaba katmamistir. Dünya düzensizdir, düzen disidir. Dünyanin düzensizliği insanin düzensiz ve biçimsiz arzulariyla son derece uyumludur. Bir bakima arzularin düzensizliği dünyanin düzensizliğinin etkenlerinden biridir. Düzensizlikten korkmak yerine düzensizlesmenin yollarini arayip bulmak gerekir. Her anlamda ve bağlamda insanin arzulari yasadisidir. Öyleyse insan bu yasadisiliğin hayatini olusturmasina izin vermelidir. Hatta çaresizce kendinden talep etmelidir. Belki de dünyanin bu düzenliliğini ve konut olarak mekanin gayriinsaniliğini ortadan kaldirmamiz hiçbir zaman mümkün olmayacak. Bu bağlamda bu yazinin yoğunca umutsuzluk ve karamsarlik içerdiğinin farkindayim. Dikkat edilirse geleceğe iliskin hiçbir öneri ve tasarim ortaya koymamaya çalistim. Çünkü yasayacak olduğumuz tek sey bugündür. Zamanin mekan üstündeki egemenliğini bugünde yikarsak insan için bir anlami olacak. Bugünün teknolojik saldirisi karsisinda her birimiz neden birer “makine kirici” olmayalim? Bunu yanitlanmasi gereken bir soru olarak değil tersine bugünde yasamanin imkani olarak belirtiyorum. Uygarlik karsisinda ilkel olmak disinda baska bir seçeneğimiz olduğunu en azindan ben bilmiyorum! Bu bağlamda insanin arzularini yasamasini israrla istemeyi uygarlik karsisinda bir ilkellik olarak algilamak mümkündür. Tam da bunu ifade etmeye çalisiyorum. Bu yazinin merami ise en azindan benim için belli; “arzular insanin gurbetidir çikmak isteyen kim var!” 23 nisan 2004, cirlavik
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 9
mekan
Mekan... Ali Özbas
Yurtdisina çikan dostlarimizin, ücretsiz olmasi dolayisiyla yiğinla getirdikleri kentin gey haritasi, kimileri için “iste yasanilacak yer budur” dedirtecek yoğunlukta isaretli barhamam-sinema-parklarla doludur. Bir escinsel olarak arkadaslarinizla eğlenebileceğiniz, partner bulabileceğiniz, kendinizi rahatlikla ifade edebileceğiniz “mekan”lara sahip olmak elbette cazip ve yasami kolaylastiran bir durum. Ama tam da bu noktada escinsel mekani olarak adlandirilan yerlere tikilip kalarak “yasami” kaçirmak da mümkün olabiliyor. Dengeyi iyi kurduğunuz, barhamam gibi ticari isletmelerin isletmecilerinin niyet ve davranislarini da içinize sindirdiğiniz noktada bu yerler hayatiniza eğlence katar. Eğlenmek amaciyla gidilen barlarda, kendini olmadiği bir kisiliğe bürüyüp paketleyerek sunmaya çalisanlar, kasinti hallerde dolasanlar vb. durumlar ile geceyi bunalimli, kendini daha da mutsuz hissederek noktalayanlara çok sik rastliyoruz. Ancak bu yazimda genel olarak mekanlara yüklediğim anlamlari, insan davranislarini, ticari mantiği irdelemek amacini tasimiyorum. Ayrica “mekan”dan sadece escinsellerin bulusup, “an”lar yasadiği yerleri anlamadiğimi da belirtmeliyim. Evimiz, isyerimiz, sokaklar da birer mekandir. Escinselliğimizi kolaylastiran veya zorlastiran birer mekan buralar. Üstelik tüm hayatimizi geçirdiğimiz mekanlarin yapisi, alani, bunlarin anlamlandirilmasi, sikisip kaldiğimizi hissettiğimiz ya da siğinak olarak gördüğümüz yerler etimiz, ruhumuz kadar bizim bir parçamiz. Kimi zaman müdahale edebildiğimiz, kimi zamansa bize dayatilan birer parçamiz. Bu nedenle Kasim 2003’te Almanya’nin Berlin kentinde yapilan Türkiyeli Göçmen Escinseller Kongresi dolayisiyla gittiğim kentte, escinseller ve mekan hakkinda hafif turistik bir yazi yazarken sadece ilk akla gelen yerlerle sinirli kalmamaya çalisacağim. Ilk yurtdisi ziyaretim olmasi ve oradaki arkadaslarin beni misafir
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 10
etmesiyle Berlin’de kongre sonrasi da olmak üzere 18 gün kaldim. Kongrenin ardindan kalan günlerimde Berlin sokaklarini dil bilmez bir sekilde gözümü karartarak tabana kuvvet arsinlayip durdum. Bir sehri içime öyle sindirebilirim ancak; sokaklarinda dolasacağim, karsima çikiverecek binalar, ağaçlar, parklar ve insanlarla o sehrin soluğunu içime sindireceğim. Ancak o zaman farkina varabilir, sevebilir ya da sevmem o sehri. Berlin’i çok sevdim. Az katli ama devasa binalari, ormani andiran parki, klakson sesi olmayan sokaklari… Bos sokaklarda yayaya yesil isik yanmadan karsiya geçmemek için kendimi zor tuttum, kaldirimlarin bir bölümünün ayrildiği bisiklet yolunu unutmamak için az çaba sarf etmedim ama kazasiz belasiz ve de kaybolmadan doya doya gezdim.
Kaldiğim ev, Berlin’in gey mekanlarinin pes pese siralandiği bir yeriydi. Dolayisiyla ilk anda çok sicak geliyor ve kendinizi “cennet”te hissetmenizi sağliyor. Kimi evlerin penceresinde, herhangi bir sey satan dükkanin vitrininde gökkusaği bayraklarina, pembe üçgenlere rastlamak hosunuza gidiyor. Ne var ki burada kalip, sadece “burayi” yasarsaniz escinsel cenneti sanip, “Almanya’da escinseller sorunsuz” yargisina varabilir, gerçekleri atlayabilirsiniz. Oysa burada, escinsel bir çift markette ya da sokakta öpüsürken insanlar “ilgilenmez”ken, sehrin en lüks alisveris merkezlerinin bulunduğu caddede bir yerde elele tutusurken tedirgin olan çift ayri ayri yürüyebiliyor. Bu basit örnek disinda, yabancisi olmadiğimiz sorunlari yasayanlardan, açilamama sorununun
hâlâ yakici olmasindan, siddete maruz kalanlardan, evsizlerden vb. bahsetmiyorum bile… Sehir haritasina bakip, escinsellere yönelik komple hizmet veren yerlerin çokluğunu görünce bu duruma sasirmak olasi. Bar-hamam-sinema benzeri yerler disinda kahvenizi, biranizi vs. yudumlarken üzerinizde rahatsiz edici gözleri hissetmeden, ücretsiz sayisiz brosür, dergi karistirip, ücretsiz danismanlik alabileceğiniz yerler de var. Ancak insanlara hizmet sunmakla sorunlar çözümlenmiyor. Bu hizmetlere ulasabilmek, adim atacak cesareti gösterebilmek yine size kaliyor. Üstelik sizin cesaretiniz çevrenizdekilerin de ayni gelismeyi göstermesini, onlarin homofobilerinden arinmalarini sağlamiyor. Bu durumda escinselliğinizi yine kisitli “mekan”larla sinirlayabiliyorsunuz. Buradaki Türkiye kökenliler için escinselliği mekanlarla sinirlamak bile çok zor olabiliyor. Escinsellerin gittiği mekanlara girerken ailesini taniyan bir Türk tarafindan görülüp ispiyonlanmak korkusuyla bu mekanlarin önünden defalarca geçip içeri giremeyenlerin varliği biliniyor. Türkiye’de geylerin gittiği seks sinemalarinin ne derece geylere hizmet verdiği tartisilabilecekken, burada gey seks filmleri gösteren sinemalarda prezervatiflerden kurulanabileceğiniz peçetelere kadar komple bir hizmet var. Örneğin bu sinemalarda küçük ekranli tv.lerin ve daha büyük ekranlilarin yer aldiği kabinlerin içinde toplam 26 ayri filmi izlemeniz mümkün olurken fantezilerinizi de yasamaniz siradan bir durum. Arkadaslarinizla eğlenmek, içip dertlesmek için gidebileceğiniz barlarin yani sira karanlik odasinda dilediğinizce seks yasayabileceğiniz barlar da var. Sadece iliski yasayacağiniz yerlerin yani sira S/M’lerin, altindus yapmak isteyenlerin vb. gittiği özel barlar var. Insanlar bu mekanlara fantezilerini gerçeklestirmek için gidiyor. Dolayisiyla ortada kasinti seklinde dolasanlara, kral-kraliçe edasiyla salinanlara rastlamiyorsunuz. Beğendiğiniz biri sizi beğenmiyorsa nazikçe teklifinizi geri çevirdiği için
mekan herhangi bir tatsizlik da yasanmiyor. Tabi olaya bakis açiniz önemli; adamlar seksin de suyunu çikarmis, iğrenç diyebilir, seksi, sevgili olunanla yasanan bir olay olarak görebilir, sadece ve görmediğiniz biriyle seks yapilmasini içinize sindiremeyebilirsiniz. Sonuçta bu mekanlar “ne için var olduklarini” açikça belirlemisler ve ona göre hizmet veriyorlar. Sonuçta her türlü mekanin escinsellere yönelik brosür ve dergileri bir köselerinde yer alan raflarda sergileyip buraya gelenlere ulastirmalari çok güzel. Buraya gelis amaciniz ne olursa olsun bu tür yayinlardan, dolayisiyla escinsellere yönelik organizasyonlardan haberiniz oluyor. Ama yukarida da belirttiğim gibi bu organizasyonlarda yer almak, bunlarin hizmetinden faydalanmak yine sizin çabanizla mümkün. Sehrin en büyük parkinin bir bölümü geylerin bulusma yeri. Yaz
ayinin gündüz saatlerinde geylerin sere serpe yatip sevistikleri söyleniyor. Ancak Kasim ayinin serinliğinde buna tanik olamadiğim için teyit edemeyeceğim. Bu parkta, polislerin “geylerin güvenliğini kontrol etmek“ amaciyla devriye gezdiği söyleniyor. Daha önce dergide de yayinlanan kimi tanikliklarda parktan çiktiğinda, polislerin karakola götürdüğü “escinsel misin de bu parkta dolasiyorsun” denilen kisileri hatirlayinca daha fazla bir sey anlatmaya gerek olmadiğini anliyorum. Ziyaret edemediğim hamam-sauna türü yerler hakkinda bir sey anlatamayacağim. Ama genel olarak eğlence-seks mekanlari ticari anlamda karsiliğini alsalar da escinseller için “hizmet” ediyor. Akla söyle bir soru geliyor kaçinilmaz olarak: Buralarda bu kadar rahat cinselliğini yasayan insanlar, hayatlarinin diğer alanlarinda escinselliklerini yasamak için hak talep
etmeye gerek duymayabilir mi? Escinsellik esittir cinsellik diyenler için bu mümkün. Ama bu tür olanaklari olmazsa bile böyle düsünenler escinsel mücadelede yer almazlar. Çünkü yatak için mücadele etmeye ne gerek vardir ki? Kimseye çaktirmazsan sana karisan yoktur ki. Zaten “yataklarinda ne yapiyorlarsa yapsinlar, karisan yok, ama ortalikta escinselim diye dolasmasinlar” diyen sağ politikacilar olduktan sonra bunu düsünen escinsellerin de olmasi kaçinilmaz. Hayatin her alaninda ve sehrin tamaminda haklar talep edip, escinsel kimliğimizle yasamak istiyor ve bunun mücadelesini veriyoruz. Ama evet; escinseliz, yani ayni zamanda kendi cinsimizle de seks yapiyoruz. Ve seksin kötü olmadiğini, sadece romantik cici çocuklar olmadiğimizi da haykirabilmeliyiz.
Mekanlar Üzerine... Cahide
Bazilarimizin ara sira, bazilarimizin sikça gittiği mekanlar... Bizim barlarimiz... Kimi zaman uzun süre uğramadiğimiz, küstüğümüz, yabancilastiğimizi sandiğimiz, ama eninde sonunda, su ya da bu nedenle kapisini araladiğimiz, kendimizi bir gruba ait hissettiğimiz, yalniz olmadiğimizi gördüğümüz, daha çok kendimiz olmayi basardiğimiz (ya da öyle sandiğimiz) mekanlarimiz... Güçlü bir müzik, yoğun duman, değisen isikla ayrilip birlesen vücutlar ve müthis bir esriklik hali... Asil bas döndürücü olan da bu galiba... Hemen hissedilen ve oraya adim atanin kendini bambaska, gerçek dünyadan çok farkli bir alemde hissetmesine neden olan o büyülü esriklik... Eğer kafaniz henüz yeteri kadar "iyi" değilse çok ilginç tespitler yapabilirsiniz o mekanlarda...Bu tespitlerle eğlenebilir, gülebilir, hüzünlenebilirsiniz... Bazi barlarda bar taburelerinden baska, oturup etrafi izleyebileceğiniz rahat koltuklar vardir. Ben çok severim o koltuklari. Erken gider, içeri adim atar atmaz da hemen gözüme kestirdiğim, mekana en hakim koltuklardan birini
kaparim. Ve baslarim gözlem yapmaya... Sadece uçan halilarla mi benzersiz yolculuklar yapar insan? Inanmayin... O koltuğun sizi nasil zevkli bir yolculuğa çikardiğini bilemezsiniz... Saat ilerler, bar yavas yavas dolmaya baslar... Müzik ve isik giderek mekana hakim olur...Insanlarin rahatladiğini, bakislarin teklifsizliğinden,hareketlerin özgürlesmesinden anlarsiniz... Tuhaf bir biçimde akliniza "libido" gelir. Bunun nedeni los isik midir? Alkol müdür? Günlük hayatta yapilanmayanlarin disari vurumu mudur? Insanlarin güçlü müzik yüzünden birbirini duyamamasi nedeniyle fazlasiyla yaklasmasi, dudaklarin kulağa, tene değmesi midir? Bilemem... Ama havada asili gibi duran cinsel arzuyu hemen algilarsiniz... Sonra ormani görmekten uzaklasir ve tek tek ağaçlara yönelirsiniz... Iki eski asiğin karsilasisini yaydiklari enerjiden (onlar hakkinda hiçbir sey bilmeseniz de) hemen anlayabilir, yüz bulamadiğina öfkeyle bakani, ona yüz vermeyenin umursamaz halini hemen ayirt edebilirsiniz... Dikkat çekmeye çalisanlarin biraz da içki ve uyusturucu ile cesaretlenip müziğin ritmi ile kendinden geçislerini, bütün gözleri
kendilerine çevirmek için umutsuzca çaba harcayanlari, çift gelip de ölesiye mutsuz olanlari, çift gelip de yanindakini kaptirmamak için panter kesilenleri eğlenerek seyredersiniz... Yani mekanlar ve orada olanlari milyonlarca kez siniflandirip onlar üzerine milyonlarca yazi yazabilirsiniz. Hep merak ederim, barlara giden kaç kisi ertesi sabah "iyi ki gitmisim dün gece" duygusuyla kalkar yataktan? Ya da kaç kisi aradiği aski bulmustur orada? Bir gruba ait olma hissini neden sadece barlarda hisseder insanlar? Günes gerçekten bu kadar uzak midir bizlere? Bir gün, harika bir öğleden sonra isiğinda korkmadan, utanmadan, tipki o los isiklarin altinda olduğu gibi kimselerden çekinmeden sevgilimizi Istiklal Caddesinin orta yerinde öpebilecek miyiz? Bir gün, bir yakinimizin düğününe sevgilimizle gidip, sonra ailemizin onaylayan bakislari arasinda onunla, yüzümüz sevdiğimizin boynunda özgürce dans edebilecek miyiz? Bir gün, onu elinden tutup bir is yemeğine "esim" olarak götürebilecek miyiz? Belki bir gün...Kim bilir?
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 11
mekan
Sinemaya Gidiyorum Ama Film Önemli Değil! Erden
Persembe günlerinden nefret ediyorum, özellikle öğleden sonralarindan... Beden eğitimi dersi var ve o saat yaklastikça içimi sikintilar basiyor. Lise sondayim ve iki yildir beden dersi olduğu günler mümkün oldukça okulu kiriyorum. Tabii ki en çok da sinemaya gidiyorum... Beyoğlu'nda bir sürü sinema var ve yerli, yabanci her türden filme gidiyorum. Bir de merak ettiğim ama girmeye pek cesaretim olmayan sinemalar var; seks filmleri gösteriyorlar. Filmlerin afislerine, fotoğraflarina bakiyorum, afislere bakanlara bakiyorum. Genç, yasli bir sürü adam, uzun uzun resimleri inceliyorlar. Çiğirtkanlik yapan bir sinema görevlisi var disarida "2 film birden, devamli, hadi beyler geçin, yeni basladi ..." diye bağiriyor, bilet de satiyor ayni zamanda... Israrci bir tip, göz göze gelmemeye çalisiyorum, neden sadece afislere bakip da içeri girmediğimi, neden çekindiğimi sanki ona açiklamak zorundaymisim gibi, ondan uzak duruyorum. 80'lerin ortalarindayiz, seks filmi gösteren bir çok sinema var Beyoğlu'nda: Atlas, Rüya, Ses ( simdi Ferhan Sensoy Tiyatrosu oldu), Alkazar ( sadece yerli seks filmleri gösterirdi), Dilbazlar ve Elhamra sinemalari... Oldukça bakimsiz, pis kokan, havalandirma ve isitma sistemleri çalismayan sinemalar, istisnasiz hepsinin gise memurlari kadin, bilet aldiktan sonra yer göstericiye bahsis vermeniz zorunlu, bahsis dediysek gönlünüzden ne koparsa falan değil, sabit bir ücreti yer gösteren adam haraç keser gibi sert bir sekilde pesinen istiyor, eğer üç kisiyseniz bahsis(!) de üçe katlaniyor. Yer gösterici sizi kafasina göre bir yerlere oturtuyor, ne bilette belli bir numara var ne de koltuklarda... Zaten kimsenin koltuğunda oturmaya pek de merakli olmadiğini ve bu sinemalara insanlarin sadece film izlemek için gelmediğini de zamanla anliyorum. Çoğunluk seks açliğini gidermek, mastürbasyon yapmak veya baska bir erkekle
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 12
beraber olmak için geliyor buraya, seks ve escinsellik bu toplumda "ayip" ve "günah" sayildiği için de sinema çalisanlari bu "günahkarlara" hak ettikleri gibi davraniyorlar. Müsteriler de pek tepki göstermiyorlar bu davranislara, zaten gidecek fazla seçenek de yok, bir kaç park, hamam ve bu sinemalar...
Ben aslinda bütün bunlarin henüz tam farkinda olmadan, sadece seks filmi izlemek için diğerlerine göre nispeten daha bakimli olan Atlas Sinemasi'na gidiyorum ilk olarak. Ama filmler pek tatmin edici değil, hepsi erkek bakis açisina göre çekilmis, kadin cinselliğini sergiliyor, erkek bedenine odaklanma yok denecek kadar az... Tek tük gördüğüm çiplak erkek görüntüleri yine de çekiyor beni... O zamanlar porno kasetler pek yaygin değil, vcd ve dvdler ise hiç yok...Bir süre sadece film izlemeye geliyorum buralara. Zamanla yan koltuklarda mastürbasyon yapanlar daha çok ilgimi çekmeye basliyor, onlari izliyorum gizlice. Bazen yanima bazi adamlar oturuyor, mastürbasyon yapiyorlar ama ben kalkip baska yere geçiyorum, onlarla iletisime geçmeye korkuyorum. Bir süre daha röntgenci olarak kalmaya devam ediyorum. Filmler ise artik pek ilgimi çekmiyor, zaten döne döne hep ayni filmler gösteriliyor, çoğu eski, çizik ve kesilmis... Bir gün yanima 40 yaslarinda bir adam oturuyor, bana
belli ederek mastürbasyon yapmaya basliyor, ara sira da kolunu koluma değdiriyor, bir davet bu... Kalbim hizla çarpmaya basliyor, kalkip gideyim mi? Güçlü bir istek de var ama, elimi uzatsam, cinsel organina dokunsam, çok heyecanlaniyorum... Bu sefer kalkip gitmiyorum, elimi uzatiyorum, ona mastürbasyon yapiyorum. Ama bu sinema çok aydinlik, herkes bizi seyrediyor gibi geliyor bana, disari çikiyoruz, baska bir sinemaya giriyoruz, burasi bu isler için daha rahat, Rüya sinemasi... Arkalarda ayakta duran, dolasan, sinemanin bir ucundan diğerine gezinen bir çok kisi var, herkes bir arayis içinde. Ben yerimden kalkmaya utaniyorum, genellikle baskalari yanima oturuyor, ben de tipini beğenirsem ona mastürbasyon yapiyorum. Bazilari duygusuzca oturuyor, pek konusmuyor, bosalinca gidiyorlar. Ben disari çikmak sohbet etmek, benimle ayni duygulari tasidiğini tahmin ettiğim bu insanlarla konusmak istiyorum. Bazen çikiyoruz, bir yerde çay içip, parkta dolasip, sohbet ediyoruz. Otele gittiğimiz de oluyor. Tekrar görüsmek ise çok ender gerçeklesiyor, her iki taraf da birbirine ev telefonunu vermeye cesaret edemiyor, cep telefonu diye bir sey henüz yok. Belki tekrar karsilasiriz diye ayriliyoruz... 2000'li yillara kadar sik sik bu tür sinemalara gitmeye devam ediyorum, bazen çok zevkli, bazen de siradan deneyimler yasiyorum, ama son yillarda hevesim gittikçe azaliyor, insanin ruhunu doyurmayan, bir seylerin hep eksik kaldiği bir cinsel bosalim yolu bu. Sinemada seks yapmak, fast-food beslenmek gibi bir sey; çok lezzetli değil ama hiç yoktan iyidir, geçici bir süre için tatmin edici oluyor ama kisa bir süre sonra tadini unutuyorsunuz. Sonra tekrar gidiyorsunuz. Aliskanlik yapiyor mu? Bilemiyorum, 20 yildir gidiyorum ama bende yapmadi...
mekan
Iki Buçuk Metre Bir Oda Hasan
-Saçlarini niye kestirdin?
-Bos ver anne, sikilmistim zaten. Kisa saç daha çok yakisiyor bana. -Kaç aydir uzatmak için uğrasiyordur oğlum. -Belki tekrar uzatirim sonra. -Havalar soğuk mu? Uzun kollu gömlek getirdim. Istersen kazak da getirsin baban. -Yok, kazağa gerek yok anne...
Iki buçuk metre bir odadayim. Boyu üç buçuk dört metre. Kapinin hemen yaninda okul sirasi var iki tane... Ve koğusun tamamini kaplayan sekiz tane demir ranza. Beton zemine sabitlenmis, çakilmis, gömülmüs... Ilk gördüğüm sey bu oluyor. Betona gömülmüs ranzalar. Gri sökülmüs, biçimsiz, çirkin demirler. Iki ranzanin arasinda yalnizca bir kisinin ayakta durabileceği bir açiklik var. Otuz otuz bes santim. Ranzalarin arasindaki bosluklar basit, tüm uçlari duvarlarda sonlanan, çirkin bir labirent olusturuyor. Beni koğusa getiren gardiyanlar bir sey söylüyorlar mi hatirlamiyorum. Yalniz, çikarken koğusun demir kapisini gürültüyle kapatiyorlar. Sadece kulaklarimi değil, tüm vücudumu titreten iğrenç bir gürültü. Yedi yil boyunca her gün defalarca duyacağim demir kapilarin açilip, kapanma sesi. Yedi yil her gün o ürperten, o iğrenç, o sinirleri mahveden sesleri duyacaktim. Belki de daha sonra binlerce defa duyacağim o sesler, bu ilk günkü sesin yankisidir. Belki sadece bir kez duymusumdur ve binlerce kez aksetmistir kulaklarimda sinirlerimde... Kalacağim koğusta iki kisi daha var. Ikisi de askerlik yaparken tutuklanmislar. Onlar da benim gibi SIYASI! Birisi neredeyse hiç konusmuyor. Orada kaldiğim bir ay boyunca kurduğu cümlelerin sayisi yüzü geçmemistir herhalde. Bazi günler hiç konusmuyor. Gün boyu volta atiyor. Koğusta o çirkin labirentin en dipteki karsilikli iki ucu arasinda adimlarla yürüyor. Bir iki dakikadan fazla seyredemezdim onu. Ben de volta atiyorsam sorun yok. Ama oturup seyretmek öylesine sinir bozucu... Diğer koğus arkadasimla iyi anlasiyoruz. Adi Ahmet. Ilk gün bana
cezaevinin kosullarini, oradaki yasami anlatiyor. Açikçasi yaptiği bu is hiç de zor değil. Topu topu on bes yirmi cümle kurmasi yetiyor. Anlatabileceği, yasadiği, yasayabileceğimiz seyler o kadar az çünkü. Koğusun girisinde banyo ve tuvaletler var. Sular neredeyse hiç akmiyor. Yanlis hatirlamiyorsam bir ay boyunca sadece bir kez dus alabiliyordum. Su çok soğuk. Banyonun kapisi tam kapanmiyor. Ve kapinin bir adimlik açikliği, koğus kapisindaki mazgalla ayni hizada. Maltadaki gardiyanlar, banyo yaparken dahi “denetleyebiliyorlar.” Mazgalli koğus kapisinin karsisinda tuvaletler var. Yaninda lavabo; duvarin
dibine betondan yapilmis küçük bir havuz. Yarim metre yüksekliğinde bir yalak. Ilk geldiğim gün ağzina kadar kirli su ile doluydu. Ve suyun üzerinde, köselere doğru yoğunlasmis bir sekilde salçali makarnalar yüzüyordu. Ellerimizi, yüzümüzü yikamak, tiras olmak, dislerimizi firçalamak ve bulasiklari yikamak için bu yalaği kullanmamiz gerekiyordu. Tüm bunlari yapabilmek için temizletip suyu açtirmamiz bir kaç gün sürdü. Çok eski bir cezaeviydi. Tutuklandiğimda beni cezaevine getiren polisler anlatmislardi. Çok önceleri (Bizanslilar döneminde) burasi bir manastirmis. Sonra Osmanlilar Rumeli’yi alinca büyük çarpismalar olmus orada. O zamandan sonra “KANLI KALE” deniyormus adina. Ne zaman hapishane olmus bilmiyorum. Ama hâlâ gardiyanlar da tutsaklar da “kanli kale” diyorlardi. Ne gardiyanlar ne de cezaevi idaresi siyasi tutuklulari tanimiyorlardi.
En basit haliyle siyasi tutuklulari ‘devlete karsi çikan, terörist, anarsistler’ olarak görüyorlardi. Korkuyorlardi. Kendilerini devletin küçük- küçücük bir parçasi olarak görüyor ve koca devlete karsi çikan, devlete kötülük yapmak isteyenlerin kendilerine karsi haydi haydi efeleneceğini düsünüyorlardi. Koğus arkadaslarim ise, daha önce cezaevi deneyimleri olmadiği için yasadiklarini “hapishanenin normali” saniyorlardi. Ve en anlamsiz, en haksiz, en basit hak gasplarina dahi ses çikarmiyorlardi. Iki yil önce ilk tutuklandiğimda dört-dört buçuk ay Ulucanlar’da kalmistim. Orada az çok ceza evi yasamini öğrenmistim. Ve en basit, herkesin kabul edeceği haklari bile sen istemezsen kimsenin vermeyeceğini biliyordum. Bir kaç defa cezaevi müdürüyle görüsmek istedim. Görüstürmediler. Sonunda bas gardiyanlardan birisine amacimin sorun çikarmak olmadiğini, hapishanede örgüt kurmayi falan düsünmediğimi; sadece çok kolay halledilebilecek birkaç sorunumuzun çözülmesini istediğimi, üstelik yasal olarak bunlara hakkimiz olduğunu anlatabildim. Lavabonun temizlenmesi, kantinden alisveris yapabilmek, revire çikmak, günlük gazete alabilmek, en önemlisi de havalandirmaya çikmak... Havalandirma, yirmi yirmi bes metre karelik bir bahçe. Dört tarafi duvarlarla kapli. Üç katli bir bina yüksekliğinde penceresiz duvarlar. Yani disariyi görme imkâni olmayan bir kutu. Yalnizca gökyüzünü görebiliyorsun... Olsun temiz hava iyi geliyor insana. Havalandirmaya çikmak istediğimi anlatan dilekçeyi yazdiğim gün basgardiyan konusmaya geldi. Maalesef bizim kaldiğimiz koğusa havalandirma yapilmamis olduğunu ve “güvenlik nedeni” ile bizi diğer mahkumlarla ayni havalandirmaya çikaramayacaklarini söyledi. Ne olurdu sanki çikmayiversek? Basgardiyana, terörle mücadele kanununa göre, hücre cezasina çarptirilanlarin bile havalandirmaya çikmaya haklarinin olduğunu, üstelik astim hastasi olduğumu, temiz havaya ihtiyaç duyduğumu söyledim. Bir kaç saat sonra geri geldi. Baska bir koğusun
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 13
mekan havlandirmasini kullanabilecekmisiz. Ama doğal olarak o koğusta kalanlar gün boyu havalandirmada olduklari için, biz sadece onlarin yemek saatlerinde, 12:30-13:30 arasi, yani günde bir saat havalandirmaya çikabilecektik. Küçücük de olsa bir hak kazanmistik. Iste hakkimiz olan bir seyi uygulamaya koydurabilmistim. Üstelik o halimle... Uzun süre önce örgütten ayrilmistim. Düsüncelerim gibi yasamim ve görünüsüm de değismisti. Üstelik geydim... Beni gözaltina alan polislerin ilk sözleri “ ooo, sosyetik teröristmis bu” olmustu. Terörle mücadele polisleri değil, siradan asayisçiydiler. Ve bir örgütle iliskim olmadiğini, herhangi bir eylemden falan alinmadiğimi biliyorlardi. Zaten kesinlesmis bir hapis cezam vardi. Onlar sadece savciliğa çikarip tutuklanmami sağlayacaklardi. Iskence yapilmadi. Klasik ifade alma islemleri... Üstümü ve çantami aradiklarinda, bir “terörist”e ait olamayacak esyalar görmüslerdi. Kolyem, bileklikler, yüzükler, küpeler, bandanalar, saç tokalari, parfüm, deodorant, biryantin, el kremim, prezervatif, üzerleri resimli-yazili rengarenk tisörtler, gömlekler, sortlar, püsküllü yelekler, daracik pantolonlar, kalp desenli baksirlar, “ciks” bir günes gözlüğü... ve tüm bunlarin içinde olduğu, rengarenk, resimli zimbali, püsküllü bir sirt çantasi. Üst ve esya aramasi yapilip, hücreye götürülürken bir polis, “ne lan bu saçbas, artik ibneleri de mi örgüte aliyorlar?” demisti. Cezaevine getirildiğim ilk günün aksami saçlarim kesildi. Gardiyan kapiyi açip “gel, berbere gidiyorsun” dedi. “Ben berbere gitmek istemiyorum ki” dedim. “Cezaevinde böyle saçla dolasamazsin, yürü hadi uzatma” dedi. Uzatmadim... Maltanin ortasindaki bir sandalyede adli tutuklulardan biri kesti saçlarimi. Saçlarimin kesilmesini istemediğimi anlamisti. “Bos ver abi, yazin kisa saç daha iyi olur. Çikinca yine uzatirsin. Hem burada bitlenir saçlarin” dedi. Ben bir sey söylemedim. Saçlarim kesildi. Üç numara... Koğusta gün boyu yapabileceğimiz hiçbir sey yoktu. Bütün zamanimizi Ahmet’le sohbet ederek, onun cep radyosunu dinleyerek ya da kirli sert hayvan kilindan yapilmis battaniyeleri
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 14
örttüğümüz yataklarimiza uzanip düsünerek geçiriyorduk. Sadece bir tane günlük gazete almamiza izin veriliyordu. Birkaç gün üst üste dilekçe yazdiktan sonra cezaevi kütüphanesinden kitap alip okumamiza izin verildi. Tabi ki kütüphaneye gitmemiz yasakti. Herhangi bir liste de yoktu. Kütüphane ile ilgilenen gardiyan haftada bir bize üç tane kitap getiriyordu. Önceleri eline ilk gelen üç kitap oluyordu bunlar. Kendi zevkine göre getiriyordu. Yarim saat dil döküp adami “konusu, yazari önemli değil, hiç olmazsa roman getir”meye ikna ettik. Bir de daha uzun süre okuyabilmek için bulabildiği en kalin romanlari getirmesini istiyorduk. Yemekler berbatti. Yedi yil boyunca yattiğim cezaevleri içinde en berbatiydi. Hani filmlerde vardir ya, öyle iğrenç... Içine biraz salça ve tek tek sayilabilecek kadar az sehriye konulmus bulanik bir su “çorba” oluyordu. Yari pismis makarna, tasi mercimeğinden çok ve çiğ mercimek yemeği... Kantinden alisveris yapmamiza izin veriliyordu. Çokokrem, bisküvi ve yoğurt temel besin maddelerimiz olmustu. Kantinin çesitleri de bu kadardi. Koğusta çay yapma imkânimiz olmadiği için cezaevinin çay ocağindan çay aliyorduk. Kocaman bir karavanada pisirilen çay üç bardak çikacak bir demliğe konuyordu. Üç tane bardak, bir çay kasiği ve ortadan ikiye kesilmis kola tenekesinde bir avuç seker... Çay ocağina bakan çocuk kapinin altindaki yirmi cm’lik bosluktan uzatiyordu bunlari. Tadi kötü ve cezaevi kosullarinda fiyati abartili da olsa çay içebiliyorduk. Ama çaycinin ne zaman çay yapacağini, çay ocağinin ne zaman açik olacağini bilmek imkânsizdi. Bazen üç-dört gün açilmazdi çay ocaği. Bazen gece onda, onbirde çay olurdu. Bazen sadece sabah dokuza kadar. Maltada bardak sesi duyunca kapiya vurup sesleniyorduk çayci çocuğa... Havalandirmaya çikmak bütün günümüzün en önemli olayiydi. Ilk günler üçümüz de ayni anda çikiyorduk. Sonra, biz havalandirmadayken gardiyanlarin esyalarimizi karistirdiklarini fark ettik. Ki, zaten bir ay içinde üç defa askerler koğusu bastan asaği aradilar. Bu, su anlama geliyordu; aranacak baska esya olmadiği için giysilerimizin durduğu çantalarimiz yerlere bosaltiliyor, tisörtlerin
yakalarindan donlarin dikis yerlerine kadar “yasadisi bir sey var mi?” kontrolü yapiliyordu. Her aramadan sonra esyalarimizi tamamen yikamamiz gerekiyordu. Havalandirma saatlerimiz ise, aramalarda askerler nedeniyle meraklarini tam olarak gideremeyen gardiyanlarin, meraklarini tatminine yariyordu. Galiba en fazla merak edilen bendim. Giysilerim, ilk tutuklandiğim zamanki saçlarim, davranislarim yürüyüsüm, ellerim, takilarim ve tüm bunlarin üstüne SIYASI olusum. Gardiyanlarin esyalarimizi karistirdiklarini fark ettikten sonra hergün havalandirmaya iki kisi çikmaya basladik. Birimiz koğusta kaliyor ve esyalarimiza göz-kulak oluyorduk. Diğer tutsaklarla yemek ve çay getiren çocuklar disinda (bu tarz angarya isleri ’sübyanlara’ çocuk mahkumlara yaptiriyorlardi.) sadece havalandirma saatinde karsilasabiliyorduk. Biz havalandirmadayken onlar koğuslarina kapatildiklari için pencereden birbirimizi görebiliyorduk. Siyasi olduğumuz ve onlarla iletisim kurmamiz yasak olduğu için bizi merak ediyorlardi. Birkaçi ile kisa hemsehri muhabbetleri yaptik. Bizimle birlikte yasli bir adam daha havalandirmaya çikariliyordu. Adliydi. Tam olarak suçu neydi bilmiyorum. Sanirim ailesini katletmis. Galiba hastaydi adam. Akil hastasi. Galiba diyorum çünkü öyle kimin deli, kimin akilli olduğunu anlamak çok zor.... Galiba o deliydi. Kaldiğimiz koğustan havalandirmaya gitmek için otuz kirk metre yürümek gerekiyordu. Ne koğusta ne de havalandirmada geri dönmeden, duvarla karsilasmadan bu kadar uzun yürümek mümkün değildi. Önce maltada birkaç koğus boyunca gidiyorduk, sola dönüp bes on adim attiktan sonra yarim kat merdiven çikiyorduk. Dar bir merdiven sahanliği... Sonra iki kat merdiven iniyorduk. Bu yüksek tavanli maltadaki yolculuklarimiz sirasinda, malta hep bos olurdu. Blok kapilarinda (maltayi dört bes koğusta bir bölen parmaklikli duvarlar, bloklarla ayriliyordu) birkaç gardiyan olurdu sadece. Uyuklar, çene çalar ya da domino oynarlardi. Bir de bloktaki son koğusun mangalindan bize bakan bir adam olurdu. Üç-dört kez, bir maltadan
mekan geçerken o da koğusuna çikiyordu. Her seferinde üzerinde araplarin giydiği uzun entariden olurdu. Açik, çok açik bir renk; nil yesili ayaklarina kadar inen düz bir entari. Yakasiz, basinda beyaz dantelden namaz takkesi. Ne merak, ne soru, hiçbir sey söylemeyen ya da benim öyle sandiğim gözlerle bakardi bize. Havalandirma arkadasimiz olan “deli”, onun hikayesini kisaca anlatmisti. “Torpilli haci” diyorlardi adama, haciymis. 13-14 yaslarinda bir erkek çocuğa tecavüz ettiği için tutuklanmis. Tek kisilik bir koğusta kaliyor ve sürekli dini kitaplar okuyormus... Birkaç hafta sonra, hacinin gözlerinin hiçbir sey anlatmadiğini düsündüğümde yanildiğimi anlayacaktim. Bir gardiyan vardi. Gecenin bir yarisi bile koğusa gelip bir seyler soran ya da sigara isteyen, uyduruk zorlama sözlerle sohbet konulari açmaya çalisan, her karsilastiğimizda bastan asaği tedirgin eden, ürperten bakislarla süzen.. Koğus arkadaslarimdan biri revire çikmisti. Biri de koğusta nöbetçiydi. Yalniz geçirdiğim havalandirma saati bittiğinde maltanin basinda durdurmustu beni. Hacinin koğusunun kapisini açmisti ve “gir içeri” demisti. Hiçbir sey anlamamis girmistim koğusa. Kapiyi kilitlemisti gardiyan. Haci tutmustu kollarimi. Sirtima, bacaklarima ve basima vurmustu. Ben hiçbir sey söylememis, bağirmamis, karsi koymamistim... Haci pantolonumu çikarmisti... Sonra hiçbir sey olmamis gibi davranmistim. Birkaç gün yataktan çikmamis, hiçbir sey yememis, kusmustum. Ahmet’le de konusmamis sadece ağlamistim. Ve saklamistim bunu. Hiç kimseye, arkadaslarima, üç yil sonra yeniden katilacağim örgüte, aileme, avukata, doktora... kimseye anlatmamis, hiç yasamamis gibi davranmistim... Unutursam, sözünü etmez, aklima getirmezsem yasamamis olacaktim. Söylemem hiçbir seyi değistirmeyecekti. Kimseye söylemedim. Belki... Ahmet’le sohbetlerimizde ailelerimizi, okullarimizi, yasadiklarimizi... anlatiyorduk birbirimize. Ister istemez fark ediyordu gey olduğumu. Okuldaki arkadas gruplarinda erkeklerin de dudaktan dudağa öpüstüğünü söyledi. Daha önceki gözaltisindan sonra, iskenceden
dolayi bir süre erekte olamadiğini anlatti. (en sik uygulanan iskence yöntemlerinden biri ’haya burmak’; tasaklari çok kuvvetli bir sekilde sikip bükmektir. Bu iskence nedeniyle uzun veya kisa süre iktidarsizlik yasayan pek çok insan vardir. Ilk gözaltina alindiğimda -1993- bir arkadasimin testislerini patlatmislardi.) Ahmet’in ereksiyon sorunu birkaç hafta sürünce doktor olan abisi uzman bir arkadasina götürmüs. Doktor muayene ve birkaç test yaptiktan sonra kalici bir sorun olmadiğini, kendiliğinden çözüleceğini ve zaten cinsel gücünün normalin
üstünde olduğunu söylemis. Anlattiklarinin bir kismini beni etkilemek için söylemisti. Ama hosuma gitmisti. Daha sonra da konu ne zaman cinselliğe, sağliğa v.s. gelse hep o ‘cinsel gücün normalin üstünde olmasi’ndan bahsederdi. Bir gün gazetede escinsellerle ilgili bir haber vardi. Istanbul’da Lambda grubundan arkadaslarin açik radyoda yaptiklari gey-lezbiyen radyo programi ile ilgili bir haber. Tam hatirlamiyorum ama güzel bir haberdi. Gazetenin çeyrek sayfasini kapliyordu galiba. Bir de programi yapan arkadaslardan birinin fotoğrafi vardi. Yüzünün sadece alt yarisini gösteren bir fotoğraf... Haberi saklamak için kesmistim. Ahmet de haberi okuduğu için niçin kestiğimi sormustu. ‘Arkadaslarim’ demistim. Sonra da bana ‘gey ne demek, simdi bunlar da örgüt mü kurdular, nedir, nasil oluyor? gibi seyler sormustu. Anlatmistim... Bir defasinda radyoda slow bir sarki çaliyordu. Ahmet “hadi kalk dans edelim” dedi. Dans ettik. Daha sonra birkaç kez daha yaptik bunu. Ahmet belki henüz kendisini kabul edememis bir geydi. Belki biseksüel. Ya da sadece siradan bir cezaevi geyikçisi. Cezaevinde insanlar koparildiklari gerçek hayattan çok hayalleriyle
yasarlar. Ve sohbetlerinde muhabbetlerde o hayaller de girer anlatilanlarin içine. Bazen az, bazen çok. Belki de o yüzden çok güzeldi, cezaevi sohbetleri. Muhabbetler doyumsuzdu... O cezaevinde sadece, orada, o ilde tutuklandiğimiz için kaliyorduk. Hepimizin yargilandiğimiz sehirlere götürülmemiz gerekiyordu. Benim ve sessiz koğus arkadasimizin yargilanmasi bitmisti ama Ahmet’in mahkemesi devam ediyordu ve bir hafta sonra durusmasi vardi. Cezaevi idaresi ödenek yok diyerek yazdiğimiz tüm dilekçeleri geri çevirmisti. Biz de eylem yapmaya karar verdik. Üç günlük açlik grevine basladik. Açlik grevi ile ilgili dilekçemizi verdikten yarim saat sonra cezaevinde kosusturmalar basladi. Önce tüm gardiyanlar koğusa doldu ve basgardiyan bir konusma yapti. “Teröristlik yapmayin” kelimeleri ile özetlenecek yarim saatlik bir nutuk. Gardiyanlarin ardindan askerler geldi. Arama yaptilar ve yiyeceklerimizi (sadece tuz, bir parça ekmek, çokokrem) aldilar. Askerlerin basindaki rütbeli, birkaç tehdit ve gözdaği cümlesi kurdu... Üçüncü ziyaretçi kafilemiz onbes yirmi gardiyan esliğinde cezaevi savcisindan olusuyordu. Açlik grevini derhal bitirmemizi, zaten hiç kimsenin haberi olmadiğini, eğer bitirmezsek sevklerimizi asla yapmayacağini ve açlik grevini bugün bitirirsek bir an önce sevk edilmemiz için elinden geleni yapacağini söyledi. O aksam bitirdik açlik grevini. Üç gün demistik ama birinci gün bitirmistik. Yenilmistik bu yaniyla. Ama istediğimiz olmustu. Ertesi gün “yarin gidiyorsunuz, sevke mani bir sağlik sorununuz var mi?” dediler. Bir de kütüphaneye ait kitaplari geri aldilar. Bir gün sonra sabah bes buçukta kapi açildi. Yeniden arama, sevk islemleri... pencereleri kapatilip, koltuklari sökülmüs bir minibüsün arkasina bindirildik. Arabanin içinde dayanilmaz bir mazot kokusu vardi ve bizi sevke götüren sekiz-on asker hiçbir seyden sikayet etmemizi istemiyordu... Yola çiktik. Cezaevindeki bir ayim bitmisti iste. Ya da her sey simdi basliyordu.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 15
mekan
Bir Doğu Masali Hayatini Yasamak Istediğin Geleceği Ararken, Murat'a Ümit Kader
-semper fidelisIçimde anlam veremediğim buruk bir sevinç vardi. Oysa, yillar önce okula ilk adimimi attiğim günlerde,içim isil isildi: Parlak bir geleceğin hayali gözlerimi kamastirirdi. Geleceğin fethedilecek bir imparatorluk olduğuna inanmislardandim. Halbuki, simdiki zamanda bozguna uğramis bir insanin zaferlerle dolu bir geleceği kucaklayacağina kim inanir ki!? Derin, ucu bucaği olmayan tüm yanilsamalar böyle baslarmis: Geldiğim yollara dönüp baktiğimda görebildiğim yegâne gerçek bu. Sinav sonuç belgesini aldiğimda özlediğim hayatin yolu, kirmizi bir hali gibi serildi ayaklarimin altina: Mutluydum. Mutluluk buydu. Insan daha ne isterdi ki!? Hemen hazirliklara basladim.Kayit belgelerini toparlamak üç-dört gün sürdü. Hafta sonu yola çikmak için hazirdim.Yaklasik yirmi saatlik bir otobüs yolculuğunun ardindan sabah saat 10'da indim Erzurum'a. Biraktiğim gibi değildi.Olamazdi da! Hiçbir sey ayni kalmiyordu! Zaman her seyin ve herkesin üzerinden ayni sekilde ve sürede akmiyor olsa bile hiçbir sey/kimse de ondan "kendisi kalmayi ya da kendisi olmayi" basarmis olarak kurtulamiyordu. 96 yilindan beri çok değismisti.Bu daha çok sehirle alâkaliydi; onun insanlariyla değil: Sehirler ve Insanlari ya da Yasadiğim Sehirler ve Insanlari. Sehirleri kuranlar insanlar ama insanlari değistiren etkenlerden birisi sehir yasantisi...
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 16
Yeni bir okul, yenilenmis bir çevre ve bir hayatin gerçeklesmeleri uzun zaman almis özlemleri. Bildiğiniz ya da bildiğinizi/tanidiğinizi sandiğiniz bir sehirde yasamanin avantajlari vardir. Kendi kurallarinizla var olma sansiniz yüksektir.Tek yapacağiniz, gözünüzü dört açmaktir: Ya sehrin içinden geçersiniz, onu tanimak için ya da o içimizden geçer kendi efsanesini çatarak. Öğrenci Yurtlari farkli geçmislerden, ailelerden, sehirlerden gelen yasitlarinizi tanimak için birebirdir. Okulda farkli, yasadiği yerde farklidir insanlar. Zamanla zirhlarini kusanmadan olduklari gibi tanimaya baslarsiniz onlari. Yurt yasamina bulasmis olanlar bilirler ki, siyasi yönelimlerden tutunda en olmaz denilecek seyler bile gruplasmalara yol açar: Kimliğini olabildiğince açik yasayan birisi olarak, bulunduğum sehrin de etkisiyle, ilisebileceğim bir grup yoktu. Kaldiğim odada hemsehrilerim vardi. Yaslariyla yapamayacaklari abiliği birkaç senedir bu sehirde yasiyor olmanin sağladiği tecrübelerle yapmaya çalistilar: Farklilik arz etsem de 'toprak' lariydim. Bildikleri hiçbir formül beni çözmelerini sağlamiyordu. Bana ulasamiyor, ben de kendilerini bulamiyor ve dolayisiyla kendilerini güvende hissetmiyorlardi: Sanki her an her sey olabilirdi. Böylece aramizda garip bir iliski olustu. Bu, benim için yeterliydi. Onlar ise fethetmenin kaçinilmazliğina/gerekliliğine gönül vermislerdi. Ay sonunda ev bulup yurttan ayrildim. Birkaç gün okula gitmedim. Ev kurmak ve onu yuvaya dönüstürmek, zaman ve emek istiyor. Bes gün sabahtan aksama kadar çalisarak evi içinde yasanilacak hale getirdim. Ev sahibi evin uzun zamandan beri bos olduğunu söylemisti: Yeni bir yasam eve de iyi gelecekti.
Erzurum'a yolu düsmüs olanlar ya da televizyonda gezi programlari izlemeyi sevenler bilirler: Erzurum, çesmeler ve hamamlar sehridir.Bu asirlari yüklenip de gelen sehrin eski yerlesim yerlerinin hemen her sokağinda bir hamam ve çesme vardir. Kiraladiğim eve bes dakikalik yürüyüs mesafesi içinde on besten fazla hamam ve çesme vardi. Kalin tas duvarlari, dökme kurnalari ve mermerden göbek taslariyla size yeri ve zamani unutturan bu yapilari sadece bedenin kirlerinden arindiği yerler olarak düsünmemek gerekir. Eğer bir sehrin içinden duygularinizin en diri haliyle geçerseniz onu tanirsiniz. Ama sehrin içinizden geçmesine izin verirseniz yanindan geçtiğiniz tas bina sadece bina, çesme sadece çesme ve bütün sehirler de birbirinin aynidir. Orada yasarken ve oraya her dönüsümde sehrin içinden geçip kendi hayatima ulasirdim. Kendime yabanci bulduğum bu sehirde kendimi buluyor olmam gözlerimi kamastirirdi. Otuzuma gelene kadar, içinden geçtiğimi sandiğimin hayatlarin, gölgesine siğindiğim hayatlar olduğunu anladiğim bir yer oldu bu sehir. Çok hazindi ama hepsi birer birer içimden geçirdiğim özlemler olmaktan ileri değildi. Belki de bundan adi bu sehri tanimak için bunca çabalamam. Suya atilan bir tasin biraktiği izler gibi yok olmasina izin vermek istemiyordum burada öğrendiklerimin, farkina vardiklarimin: Burada basarirsam her yerde basarabilirdim. Hayat uzun ve dar bir geçit, oradan yalniz basiniza değil bir baskasiyla geçebilmek için kendi gerçeğimize sans vermemiz gerekir.
mekan
Kaos GL’ye Gelmek Güzsiyah
Gri apartmanin demir kapisini araladim. Ilk katin ilaç kokusu içimi burktu. Asansöre baktim, pek tekin görünmüyordu. Basamaklari ağir ağir çikmaya karar verdim. Sari isik süzülen kapinin ziline basamadim. Asansörün arkasina saklandim, giremiyordum içeri ama öylece de gidemiyordum. Dinlemeye koyuldum içeriyi. Ama yanimdaki dairedeki çiftlerin kavga sesleri her seyi bastiriyordu. Iyice tedirgin oldum. O ara Kültür Merkezinin kapisini araladim. Tabi ben paldir küldür asağidayim. Neden çekindiğimi sormayin, bilmiyorum. Bu, apartmana girisler, zile basamayislar iki üç defa devam etti. En son çikisimda iki arkadasima rastladim. Onlarin istediği bir yere gittik. Onlarin benzerlerinin olduğu, rahatça davrandiklari bir yere... kasilip durdum. Neden daha rahat nefes alabileceğim o yerde değilim diye sordum? Ertesi gün yine Kaos Kültür Merkezi’nin önündeydim. Yine hesap yaparken, biri çikti merdivenlerden... Sarisin, kahverengi mantolu biri, “neden burada bekliyorsun dedi”. Zili çaldi ve içeri girdik. Ne iyi oldu bilseniz... küçük ama büyük bir yer. Kendi suretin, duygun
Pulsuz mektup Sezer
Büyük bir ihtimalle bu pulsuz elden birakilma mektubu yazan kisiyi merak ediyorsunuzdur. Önce kendimi tanitayim. Adim Sezer, Ondokuz Mayis Üniversitesi “Matematik” bölümü üçüncü sinif öğrencisiyim. Ankara’liyim. Ben bir heteroseksüelim, ama tek amacin sizin verdiğiniz bu savasta yaninizda olmak. KAOS GL ile tanismam yeni oldu. Derginizi son üç aydir takip ediyorum. Daha önce de size bir mektup yazdim ama yollamadim. Ankara’ya geldiğimde yüz yüze görüsmenin daha uygun olabileceğini düsündüm. Fakat bayramin ikinci ve üçüncü günlerinde geldim, kapaliydiniz. Inanilmaz bir hayal kirikliği yasadim. Ben yarin aksam
resimlere, kitaplara, masalara sinmis. Öğretilenlerden süzülmüs... Pencereden disari baktim. Ilk defa bu kadar keyif aldim. Sanki kendime ait bir pencere gibi, baskalarina ait sokaklara ve caddelere huzurla baktim. Kendimi misafir gibi hissetmediğim ilk yer... Kaos GL dergisi araciliğiyla tanidiğim, bire bir görüsmesek de hayatimda kocaman yeri olan, Öykü’ de çok sevinecek, buraya geldiğime. Bu arada o artik tutuklu değil, ÖZGÜR... Tekrar tesekkür ediyorum, bana Öykü’m gibi bir dost ve nefes alabildiğim bir mekan sağladiğiniz için. Eğer benim gibi fazla çekingenseniz, lütfen düsünmeden zile basin. Sabah uyaninca, acayip bir huzur içinizde olacak. Merdivenin 3. Basamaği Sen esip yağdiğima bakma, evcildir benim yüreğim Bana soru sorup durma, Biliyorsun bütün cevaplar sensin. Karincalar gibiydik, ayni ekmeği bölüstük Çoğu dertlerimize ağlamadik, gülüstük Gidiyor musun simdi gözümün bebeği Merdivenin 3. basamağini unutma! Ilk kez çiçek, ilk kez yaprak döktüm orada
Asi sarkilari dinlerken sen geliyorsun aklima Haritada yok benim askim, azinliktayim Savasiyorum tasla sopayla, sonra bir sözün derman birakmiyor kolumda, kanadimda. Sen uyurken uzak hayallerime götürüyorum seni Bildiğim kestirme yollar var ama dolanmayi seviyorum ben, düsüp kanamayi Sonra sarilmayi bezlere merhemlere Sevmek dediğin niye zor böyle? Karanlik bir mağaradir ama aydinliktan yana sevdam. Orada gözlerini göremiyorum ama çok güzeller biliyorum Kimsesizliğimin adresi gözlerin unutulmuyor ki unutsam. Ne zaman yesil bir yaprak görsem, Ne zaman günes doğudan doğsa, Ve ellerim ne zaman acisa, Sana asik oluyorum ben Tirnağimi etimden ayirip da Hayalini aklimdan ayiramadiğim Gidiyor musun simdi? Merdivenin 3. basamağini unutma Ilk kez çiçek açtim, ilk kez yaprak döktüm orada.
Samsun’a dönüyorum, yaniniza uğrama sansim yok. O yüzden de mektup fikri simdi daha mantikli geldi. Bu yeni yerinize tasinmadan önce KAOS Kültür Merkezi’ ne geldim. Fakat kapali olduklari halde beni içeri alip, derdimi dinleyen biri vardi. Numarami birakmistim ama sanirim o karisiklikta kayboldu ya da unutuldu. En yakin tatilde yaniniza geleceğim, tanismayi çok istiyorum. Aslinda siz bilmiyorsunuz ama çevremde sizin savunuculuğunuzu yapiyorum. Gerçekten insanlar hiçbir sey bilmiyor, tek istediğim onlari bu önyargilarinda kurtarmak ve basarili olduğuma da inaniyorum. 16. sayinizda, isimlerine tam olarak hatirlayamiyorum,
iki kadinin öyküsü vardi. Geçen gün arkadasima o öyküyü anlattim, belki çok ilgili olmadan dinledi fakat ona eğer senin de en yakin arkadasin böyle davransaydi dediğim zaman anlattiğim öyküyü o zaman anladi.”Yok canim öyle sey olur mu? Olmaz, olmamali” dedi. Kafasi allak bullak oldu bir anda. Zaten gece de uyuyamamis düsünmekten. Mektubu çok uzatip sizi sikmak istemem. Size numarami birakacağim. Samsun’da ya da Ankara’da yapabileceğim bir sey olursa gerçekten her zaman hazirim. Eğer beni ararsaniz çok sevinirim. Umarim bu yazdiklarimi ciddiye alirsiniz. Hepinizi çok seviyorum, herkese selamlar
19 aralik 2003
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 17
mekan
Kaos GL’de Kadin Bulusmalari ve Mekan Burcu Ersoy
Kaos GL olarak kendi mekanimizi yarattiğimizdan beri, Kültür Merkezimizi ihtiyaçlarimiz ve amaçlarimiz doğrultusunda etkin hale getirmeye çalisiyoruz. Escinsel ve escinsel düsmani olmayan herkesle birlikte, gerçeklestirmek istediğimiz etkinliklerin mekani olarak yasatiyoruz Kaos Kültür Merkezi’ni. Bu çerçevede, düzenli bir hale getirmeye çabaladiğimiz ve sürekliliğini önemsediğimiz etkinliklerden biri de, Kadin Bulusmalari. Escinsel kadinlar olarak bir araya gelebildiğimiz ve özgürce konusup sohbet edebildiğimiz sosyal ortamlarin olmamasi, bizleri birbirinden uzak ve habersizce akip giden yasamlara mahkum ediyor. Her an soluduğumuz erkek egemen ve heteroseksist dünyanin havasini dağitip oksijen depolayabildiğimiz bir mekanda birlikte geçirdiğimiz birkaç saat... Ne karanlik, ne dumandan boğulmusluk ne de alkolün yarattiği buğulu gözler, nereye gittiği belli olmayan sözcükler var. Her Pazar günü, KKM sadece kadinlara açik, gelmek isteyen tüm kadinlara açik. Selanik Cad.deki mekanimizda baslamisti bu bulusmalar; o zamandan beri de kimi zaman azalip çoğalarak kimi zaman durulup yeniden hareketlenerek devam ediyor. Bulusmalarimin sürekliliği ve dinamizm kazanmasi için farkli zamanlarda farkli yöntemlerimiz girisimlerimiz oldu. Katilimda bulunan kadinlarla birlikte atölyeler kurmaya çalistik; sohbetlerimizi, tartismalarimizi kağida dökmeye basladik. Birbirimizin düsüncelerine değer vererek dinlemenin; kendi fikirlerimizi, yasantilarimizi bir araya geldiğimiz kadinlarla paylasmanin özlemini giderdik belki de. Sonuçta, hepimiz farkli kadinlar da olsak, yasadiğimiz ayni dünyada ortak sorunlarimiz, konusmak istediğimiz benzer hayatlarimiz var. Elbette, -hatta en önemlisi- çikaracağimiz ortak sözler, birlikte üreteceğimiz çözümler de olacak. KKM, Demittepe’deki yeni mekanina tasindiktan bir süre sonra, bulusmalarimiza tekrar basladik ve bu sefer, sohbet etmek istediğimiz konulari oyunlarla, küçük doğaçlamalarla
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 18
renklendirmeye karar verdik. Her konu için gönüllü olan arkadaslarimizin hazirliklari esliğinde eğlenerek tartisiyoruz. Bulusma saatimiz 14.00, bir saatlik serbest sohbetin ardindan konulu sohbetimize geçiyoruz ve saat 18.00’e kadar mekan bizim kullanimimiza açik. Simdiye kadar, ikiser haftalik sürelerle tartistiğimiz konulardan bazilari, ask, beden ve mekan. Mekan konusunda ilk hafta, genel olarak içine girip çiktiğimiz, zaman geçirdiğimiz, isteyerek ya da istemeyerek insanlarla paylastiğimiz yasam alanlarimiz üzerine konustuk. Öncelikle, bazi duygularin aklimizda ilk anda karsiliğini bulduğu mekanlari siraladik. Aslinda, ayni mekan içinde tüm duygularin iç içe yasanabildiğini söylemek yanlis olmaz. Ancak, bu çeliskilerimizin de, mekanlar içinde ifade bulduğunun bir göstergesi olarak çikiyor karsimiza. Örneğin, çoğumuz ‘yasadiğimiz ev’i huzursuzluk ve huzur hislerinin karsiliğina yazdik. Bir yandan sahiplenme ve aidiyetin verdiği huzur, diğer yandan evi paylastiğimiz insanlarla(özellikle de aile ile) yasanan huzursuzluklar. Ailesi ile yasayanlarimizin çoğu, evdeki huzuru, sadece kendi odasinda bulurken; ekonomik bağimlilik ve sosyal, psikolojik baskinin en derinden yasandiği alan olarak huzursuzluğunun nedenini de evle açikliyordu. Isyan ve mücadele alanimiz olarak da aile kurumunu barindiran evlerimizi gösteriyorduk. Resmi kurumlar, özelikle de kolluk kuvvetlerinin yer aldiği mekanlari ise, korku, endise, tedirginlik, tutsaklik, rahatsizlik gibi neredeyse tüm olumsuz duygularimizin kaynaği olarak görmekte ortaklasmistik. Tabi, ‘kadin olmak’ noktasinda birlestiğimiz en temel korku ve endise alani da, sokaklardi kaçinilmaz olarak. Hele de geceleri, kabusumuz olan sokaklar. Gündüzleri isyanimizi, mücadelemizi verebiliyorduk belki ama geceleri, karanliğin örttüğü yasak alanlara girmisliğin tedirginliği ile atiyorduk adimlarimizi. Saatlere yayilmis sohbetimizin tamamini buraya yazmam mümkün değil maalesef ama, bazilarimizin özgürlüğü yalnizlikta, rüyalarda, denizin altinda ya da aslinda toplumsal normlarin bizi kusatmadiği
yerlerde hissediyor olduğumuzu ifade etmesiyle, mücadelemizi her yerde algiladiğimizda ortaklastiğimizi belirterek özetleyebilirim sanirim. Ikinci hafta ise, bir mekan olarak Kaos Kültür Merkezi’ni algilayisimiz üzerine tartistik. Bir yandan, güven duygusu veren bir aidiyeti algilarken diğer yandan, bu aidiyetin içini tam olarak dolduramamaktan kaynaklanan bir yabancilasma ve eksikliği de ifade etmesi üzerine konustuk. Evet, duygusal anlamda vazgeçilmez ve varliğiyla sahiplenilen bir mekan ama kendimizi ifade etmek, etkinliklerine dahil olmak ya da yeni dinamikler katmak konusunda eklemlenmekte güçlük çektiğimiz üzerine de genel bir sorun yasandiği görülüyordu konusmalarimizdan. Kimimiz bunu, hali hazirda kurulu bir düzeni olan bir mekana yeni bir özne olarak girmenin sikintisinda, kimimiz de ne yapacağini, nasil yapacağini bilmezliğin tedirginliğiyle kabul görme endisesi ve yol gösterilme ihtiyaciyla ifadelendirdik. Tüm bunlari asmanin yordamini bulmak adina sohbet ederken, mekani algilayisin bir amaç olmaktan, bir araç olmaya evrilmesi gerektiği ve ‘bütünlüklü yasamak’ anlaminda, KKM’yi yasamdan ayriksi bir alan, bir siğinak olarak görmek yerine, yasamimizin her alanina yaymak zorunda olduğumuz mücadelemizin bir araci olarak anlamlandirmak gerektiğinde ortaklastik. Gönül ister ki, Pazar günleri gerçeklestirdiğimiz bu bulusmalari her seferinde bu dergi sayfalarina tasiyabilelim. Umarim bundan sonra bunu basaririz. Son olarak, Kadin Bulusmalarini organize edenler Kaos GL’deki kadinlar olsa da, bizler bulusmaya katilan her kadinla birlikte üretmek ve eylemek istiyoruz. Kaos Kültür Merkezi, kendini katmak isteyen herkesin mekani olduğu gibi, Kadin Bulusmalari da, bir araya gelen tüm kadinlarin ürünü. Pazar günleri sadece, tanismak, dinlemek, konusmak için gelebileceğiniz gibi, KKM’de ya da disarida, birlikte olusturacağimiz yeni organizasyonlar, aktiviteler için fikirlerimizi birlestirmek ve eyleme dökmek amaciyla da herkesi bekliyoruz.
mekan
Doğuda Escinsel Olmak... Hazirlayan: Ahmet Kaya
Ancak ölmüslere "mekani cennet olsun" denebildiği bir coğrafyada, sağlara ve escinsellere nasil bir yasam alani birakilabileceğini bekleyebiliriz ki? Sosyal, kültürel, ekonomik bakimdan özellikle geri birakilmis, sorunlari ötelenmis, yok sayilmis coğrafyada, etnik bakimdan çesitlilik göstermesine rağmen Kürt etnisitesinin yoğunlastiği doğuda, escinseller için durum daha bir vahim. Türkiye’nin her yaninda escinsellerin toplumsal alan ve mekanlarda, “kamuda” kendini var etmesi sorun iken, doğuda bunun daha iyice olmasini bekleyemeyiz elbette. Türkiye’nin batisindan her manada çok farkli değerlere sahip olan doğu, escinsel yasam alanlari ve escinsel kültürün kendini ortaya koyusu bakimindan da özde çok fakli. Toplumsal ahlak anlayisi, kültür, sosyal değerler ve feodal değerler, ataerkil yapi doğulu escinselleri, escinsel asklari kapali kapilar ardinda yasamaya itiyor, onlari ve asklarini dört duvar arasina hapsederek kamusal alanda yasam hakki tanimiyor. Escinsel aski ve escinsellerini illegalize eden, onlari yer altindaki alan ve mekanlarda yasamaya iten doğu toplumu muhtemelen kendi escinselini yok saydiğindan toplumsal bir fayda da beklemiyordur onlardan. Sira gecesinde, garsoniyerinde, kendi evinde kardesi, esi dostu yokken escinsel askini eve atip kendini bu mekanlarda var eden latent escinsel ve escinsel aski öteki yasaminda yani kamuya dönük yasaminda bir heteroseksüeli oynar doğuda. Doğuya mi özgüdür bu? Elbette değil!…Türkiyeli toplumun kamusal alanlarda escinsellerine karsi takindiği “toplumsal iki yüzlülüğün” katmerli hali yasandiğindan vurgulama gereğini hissediyor insan. Türkiye’nin batisinda yasayan escinseller, daha doğru bir ifade ile metropol escinselleri kamusal alanlardan, dislanmalarina rağmen kamusal alanlarin tamda göbeğinde kendilerini var edebilecekleri yasam ve iletisim alanlari yaratmis durumdalar. Gey barlarda, gey cafelerde, çark alanlarinda, parklarda, hamamlarda kendi varolusunu(!), sosyalizasyonunu(!) yaratmaya çalisan escinseller, doğuda
henüz bu tarz sosyal mekanlara tam anlamiyla sahip değiller. Escinseller ve escinsellik doğuda bambaska yasamsal mekanlarda gösterebiliyor kedini. Kendini toplum içinde var etme sansindan mahrum birakilan doğulu escinseller harabelerde, sira gecelerinde, kiyidakuytuda, mağarada, hamamda, garsoniyerde, sira gecesinde, sira gecesinde yaktiği türküde, düğünde çekilen halayda askinin kolunda halaya dururken kendini ve askini var etmeye çalisiyor, bin bir tehlikesi, gizemi ve olanca gizliliği ile.
Süphesiz ki internetin bilgi aktarim gücü, değisim ve dönüsüm üzerine olan hizli etkisi, iletisim kurmadaki islevselliği doğulu escinsellerin yasamini da etkiliyor. Sira gecelerinde, sokağinda, mahallesinde, isyerinde aranmiyor artik doğulu escinsel. Dar alanda kisa paslasmalarla dolu koskoca bir geçmisi geride birakip metropol escinsellerine öykünerek çark, park gibi genis ferah, kamuya açik alanlari(!), chati öğreniyor, kullaniyor. Bulunduğu sehre yakin ve komsu sehirlerdeki escinseller ile internet ve telekomünikasyon araçlari ile bir mini escinsel ağ örerek toplumun onu kistirdiği daracik yer alti hücresinden firar etmenin yollarini kesfetmeyi deneyimliyor su siralar. Böyle miydi eskiden, Chat, gey bar mi vardi? Toplumsal alandan itile kakila dislanan, yok sayilan escinseller askina ozan kesilir, türküler yakarlardi. Bekçi Bako, Mikim Tahir, daha nice ozanlar escinselliğe, escinsel aska anonimlesen türkülerinde hayat verip, topluma inat yasamayi bildiler.
Kurtulus, toplumun escinsele kamusal alanda yer açmasi ile gerçek varolus alanlarini yaratmanin bilincine ulasmak ile mümkündür. Doğulu escinsellerin kendilerini nerede var edebildikleri, kamusal alan denen o heteroseksist toplumsal hakimiyetin iliklerimize kadar kendini hissettirdiği, heteroseksist egemenlerin sahiplendiği mekanlarda kendi var oluslarini ne kadar sahiplenebildiklerini, egemenlere karsi ne kadar nasil ve ne kadar mücadele edebildiklerini o dünyanin insanlarinin ağzindan dinlemek için Firat ve Serkan’la röportaj yaptim. Okuyucularin seni birazcik tanimasi için, kendinden bahseder misin, mesela adindan isinden baslayabilir miyiz? Istersen bir rumuz kullanabilirsin. Açik veya kapali bir escinsel misin? Ailenden, is çevrenden bilen var mi? Evli misin, bekar misin? Serkan: 25 yasindayim, evliyim, bir çocuk babasiyim, escinselim. Özel sektörde ailemle beraber çalisiyorum. Isimde gayet basariliyim. Açik bir escinsel değilim. Is çevremde kimse beni bilmez. Ailemden 3 kisi beni biliyor ve beni kabullenmisler. Ama yinede onlar için escinsel olduğumu bilmek zor, cinselliğe tamamen karsilar. Sanirim onlarin yetisme sartlarindan kaynaklaniyor. Nasil ortamlarda yetistim, ailem benim nasil bir çevrede yetistiğimle ilgilenmedi acaba usandilar mi diyorum bazen ilgilenmekten. 7 kardesiz, en küçük benim. O yüzden ailemde uçari bir kisiliğe sahibim. simartildim galiba. Arkadaslarimin bir çoğu gey. Heteroseksüel arkadaslarimdan bazilari beni bilir. Güven duyduğum ve beni anlayabilecek kisilere açilirim. Simdiye kadar açilmamda pismanlik duyacağim bir olayla karsilasmadim. Aslinda çekindiğim kimse yok ama ailem öğrenecek diye biraz tereddüt ediyorum. Esimle problemlerim var, yok değil ama esimle aramda su an bir mantik evliliğidir sürüyor, bakalim nereye kadar gidecek. Fırat: Urfaliyim, burada yasiyorum, 35 yasindayim. Bulunduğum bölgenin feodal yapisi nedeniyle istemesem de zoraki bir evlilik yaptim. Ismimi kullanmak istemiyorum, bana Firat
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 19
mekan diyebilirsiniz. Kapali escinsel derken sanirim gizliliği kast ediyorsun; evet gizliyim çünkü gizlilik burada en önemli sart. Hele bulunduğumuz bu sehir ve insanlarin escinselliğe yaklasimini biliyorsundur. Chat, gey bar, gey cafeler yokken escinselliğini nerelerde yasiyordun? Kendini nasil yasiyor ve var ediyordun eskiden? Yani gey barlar, chat ortamlari yokken nerelere giderdin? Diğer escinsellerle nerede, nasil bulusabiliyordun? Serkan: 22 yasimdan önce kimseye değil gey olduğumu söylemek, geylikten bile bahsetmiyordum. Kendimi biliyordum ama çevremin etkisinden de kurtulamiyordum. Açilmam gerektiğini düsündüm çünkü artik beni sikiyordu gizli olmak. Bunalmistim aileme yalan dolan olaylardan bahsediyordum. Belki de ilgi istiyordum; ilgisizliklerinden dolayi bazen sehir disindan yakin illerden geylerle chat üzerinden konusmaya basladim. Ilk bir geyle chat ortaminda ayni sehirde tanistim. Onun yasi 25 idi. Konustum kendimi ona açtim. Hâlâ da konusuyorum, en yakin arkadasim. Onu ve çevresini tanidim. Tabi benim onu tanimam ve onun çevresiyle samimiyetim ileriki dönemlerde baska kisilerle tanismama vesile oldu. Bu olay ilerledikçe geyleri daha yakindan tanimak için web sayfalarina bakmaya basladim. Ve dergi satis yerlerini öğrendim. Urfa’da Kaos GL ve Pençe dergisini satan bir bayiiye gittim ve dergileri okumaya basladim. Evet ben bir bear’dim bunu anlamistim ve böyle olmaktan mutlu olduğumu fark ettim. Kafamda o an hiç bir problem yoktu. Ileriki zamanlarda tanistiğim sahislar sayesinde Anadolu Ayilari gurubuna üye oldum. Bu belki bende bir eksiklikti diye hissediyordum. yani ortam ve kisilerle tanismak geyler hakkinda daha da çok bilgi sahibi olmak istiyordum. Su an ortamdayim az veya çok escinselliği biliyor ve bilmeyenlere yardimci olmak için elimden geleni yapmaya çalisiyorum. Simdiye kadar bir geyle surada veya bariz bir yerde bulusmadim. Çevremi fazla takmiyorum. Bu benim hayatimsa ben dilediğim gibi yasamaliyim. Ama tabi ki yeri geldi mi toplumun bakis açisindan rahatsiz oluyorum. Eskiden arkadaslarimla heteroseksüel cafelerde filan bulusurduk, muhabbeti orda
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 20
yapamasak da gezerken veya dolasirken yolda muhabbet ederdik. Firat: Hayatimiza internet girmeden önce gey barlari zaten bilmiyordum ama sadece sunu söylemem sanirim çektiğim sikintiyi anlatmaya yeter; o dönemlerde sadece gey olarak bildiğim tek kisi aidsten ölen Amerikali aktör Rock Hudson idi. Yeryüzünde ikimiz yalniziz saniyordum ve kendimden iğreniyordum. Ben böyle olamam nasil bir erkekten hoslanabilirim v.s gibi... Hele Rock Hudson öldükten sonra yalniz kalmistim. O dönemlerde kendimi nasil tatmin ettiğime gelince, iste, caddede gazetede veya tv’de beğendiğim bir tip görünce hemen mastürbasyona kosardim. Internet hayatima girdikten sonra -ki bu 26’li yaslarimdaydi- ilk cinsel deneyimimi yasadim. Ama o denemeden sonra 10 gün kendime gelemedim kötü bir deneyimdi. Mersin’de bir travestiyle olmustum. Ama dedim ya kötü bir deneyimdi ve etkisi bende çok kötü izler birakmisti. Daha sonra düzeyli bir ask yasadim 4,5 yil sürdü ve hâlâ unutamadiğim biridir. Onunla yasadiklarim bana gerçek kimliğimi kazandirdi. Gey olduğumun bilincine ulastim. O dönemlerde zaten tanidiğim kimse olmadiği için bulusma gibi bir ortamimiz da olmuyordu. Toplumun escinsellere yasam alani olarak biraktiği bir yerler var mi? Söyle diyelim toplum escinselleri nerelerde yasamaya itiyor? Escinseller nerelerde yasamaya zorlaniyor doğuda? Toplumun escinsel kimliğinle sana yasam olanaği tanidiği toplumsal bir alan, mekan var mi? Serkan: Hayir! Toplumun escinselliğe bakis açicisi tamamen sifir, yok! Escinselliği kabullenecek bir toplum değiliz. Illaki doğu diyorsunuz devletin güvencesi olmasa bu sizin için sonucu iyi olmayan yerlere kadar gider. Benim bildiğim escinsellerin doğuda uğradiği bir tek Mersin’deki gey bar var. Escinseller oradaki ortama ayak uydurmus. Mersin doğunun en entelektüel sehirlerinden bir tanesi. Karisik kökenlerden ve yörelerden gelen topluluklarin katilimiyla gelisen Mersin’de escinseller doğunun diğer illerine nazaran daha rahatlar. Escinsellerin kendi kimliklerinin bilinmesi onlari rahatsiz etmiyor. Aslinda karsisindakilerin tepkileri rahatsizlik veriyor tek korkulari bu. Ayrica toplum
da sivrilen kisilerin escinselliğe karsi gelisi toplumu ayaklandiriyor. Yasadiğim sehirde bir ara geylerin toplu halde tek mekanlari olan bir cafeye heterolarin elleri biçakli ve sopali gelip escinsellere saldirmasi gibi olaylar yasadiklarimizdan bazilari. Firat: Aslinda toplumun yönlendirmesi değil de escinsellerin kendilerine mekan olarak tayin ettikleri ve benim sadece isimlerini bildiğim birkaç yer var, mesela Sanliurfa’da balikli göl ve çevresi belediye sarayinin önündeki park alani; Diyarbakir’da ... hamami, bir de park var ama adini bilmiyorum, bunun gibi. Simdilerde internet kesfedildi, gey cafe ve barlar artti. Tüm bunlardan sonra senin hayatinda değisen bir seyler oldu mu? Doğulu escinseller eskiden farkli olarak bir takim yeni olanaklara sahipler mi? Serkan: Internetten ulasim çevremizdeki, yakinimizdaki insanlara yaklasmamizi biraz daha kolaylastirdi. Doğudaki escinseller yeni olanaklara sahip değillerdi. Bazen escinsel olduğunu bildiğim arkadaslari escinselliği daha iyi tanimalari için internette göz gezdirmeye tesvik ediyorum. Çünkü internet biz doğulu escinseller için parklardan daha güvenilir bir ortam. Gey barlarda kendini rahat hissetmeleri escinsellerin bazilarinin yalnizca o ortamda açilmalarindan kaynaklaniyor. Firat: Tabi ki bir takim olanaklara sahipler. En azindan yeni yeni insanlar taniyorlar. Birbirleriyle sanal dahi olsa iletisim kuruyorlar. Buna bağli olarak benim hayatim da etkilendi tabi ki. Beyaz atli prensi artik televizyonda, parklarda aramiyorum. Elektrik kablosunu takinca monitörümün öteki tarafinda yüzlerce beyaz atli prense bir dakika içinde ulasabiliyorum. Kendini nerelerde, hangi mekan ve ortamlarda rahat hissediyorsun? Escinsel kimliğinle seni kabullenen ya da reddeden toplumsal ortamlar, kisiler var mi? Tepkileri nasil oldu? Serkan: Mekan benim için sorun değil. Ben her yerde rahatim. Tabi ki bir escinsel olarak escinsellerin mekaninda daha rahat hissediyorum kendimi. Escinsel olduğumu pek belli etmiyorum. Her gittiğim yere ben escinselim deme gibi bir durum olmadiği için veya söylemem gerektiği yerde eğer
mekan önemliyse ve gerekliyse söylerim escinsel olduğumu. Bu kadar önemle sorulan yerde de saygiyla karsilanacağim inancindayim. Escinsel olduğumu topluma pek lanse etmiyorum, daha doğrusu gereksiz buluyorum. Herkesin cinselliği kendisini ilgilendiriyor. Kimsenin benim özel hayatima girmesini istemem. Birkaç sosyal arkadasima söylediğimde ilk önceleri alay ettiğimi sandilar, sonra da gerçekleri kabullenmek istemediler ama onlara escinselliği gerçek anlamda bilmeden anlatsaydim belki de o günden sonra görüsemezdik. Onlara gerçekleri birer birer izah edince kabullendiler ve arkadasliğimiz bitmedi, devam ediyor. Simdiye kadar kimseden ters tepki almadim, almam da. Herkesle nasil konusulacağini ve kimlerin tepki
vereceğini az çok anlarim. Firat: Kendimi anlattiğimda ret eden bir gurup ya da kisi olmadi çünkü bugüne değin kimliğimi hep gizledim. Açikladiğim ve escinsel olduğumu kabullenenler de çoğunlukla escinsel olan arkadaslarim zaten. Kendimi en rahat kendim gibi olanlar arasindayken hissediyorum. Escinsel kimliğinden dolayi daha çok hangi ortam ya da mekanda dislandiğini düsünüyorsun? Serkan: Benim için hiçbir önem tasimiyor. Maskülen bir tavir ve görüntüm olduğu için daha rahatim. Escinselliğimin bilinmesi beni mutsuz etmez, aksine bulunduğum ortamda daha rahat ve daha ferah olurum. Öyle herkesin tepkisini alacağim diye kasilmam, gerek duymam. Öncelikle
kendimle barisik olmam beni çok sevindirir ve rahatlatir, yani dislandiğimi hissetmem. Karsinin kisiliğini öğrenirim ve gerektiği zaman bunu sözlü olarak da belirtirim. Firat: Açiktan olmasa bile heteroseksuel ortamlar daha çok disliyorlar ama böyle bir açilmayi hiç denemedim. Görünümümden ve evli olmamdan dolayi escinsellerin de disladiği oluyor. Hatirliyorum da Lambdaistanbul’un bir partisine gitmistim. Biyikli, kilolu, ceketli olduğumdan escinsele benzetmemis olacaklar ki kapidaki görevliler içeriye almamislardi. Hatirliyorsan senin yardiminla içeriye girebilmistim. Escinsellerde görünüsten dolayi diğer escinselleri disliyor.
Batman’da Karanliği Parçalarken Serhat
Soğuk bir kis günüydü. Bunalmistim. Sehrin caddelerinde yalniz yürüyordum. Yalnizliğim beni her an ölüme götürebilirdi. Kocaman bir sehirde yalnizliğin anlamini hiç kimse bir escinsel gibi anlayamazdi. Özellikle Batman’da yasamam acimi daha da ağirlastiriyordu ne kadar ailem beni kabul etmis olsa bile. Yine soğuk bir kis günüydü. O gün çocuklar “ibne” değil de “homo” diye bağirdilar arkamdan. Geceydi yalnizliğa ve karanliğa yürüyordum. Arkamdan beni çeken sesler geldi. Dönüp baktiğimda iki efemine genç vardi. Hemen “pardon lubunya misiniz?” diye sormustum. Onlar da “evet” dediler. Onlari o gece eve davet ettim. Birinin adi Hakan diğeri ise Ahmet. Hakan transeksüeldi, Ahmet ise gey ve o simdi askerde. Ailem Hakan’i çok sevmisti. Annem disinda evdekilerin hepsi Hakan’i biliyorlardi. Çünkü annem gey arkadaslarimi eve getirmemi istemiyordu. Ablam Hakan’la tanisti. Bir de onun ağzindan escinselliği duydu. Ablamin içi de ferahlamisti. Artik o günden sonra ablam, değismem yönünde bana bir daha baski uygulamadi. Çünkü Hakan’in kardesi Volkan da transeksüeldi. Volkan bes yil boyunca sevgilisiyle birlikte yasadi.
Hayatimda gördüğüm en saf, temiz ve gerçekçi askti. Fakat sevgilisi evliydi. Bu iliskiyi sevgilisinin esi ve bütün ailesi öğrendi. Volkan inanilmaz bir baskinin altindaydi. Sevgilisinin ailesi onu tehdit ediyordu. Hatta para teklifinde bile bulunmuslardi. 27 Mart 2004’de Volkan Istanbul’a kaçti. Simdi o bir seks isçisi ve onu bu hale getirenler utansin. Volkan’in ailesi onu biliyordu ama Hakan’i bilmiyorlar. Simdi Hakan’la çok iyi arkadasiz. Ara sira tartisiyoruz. Escinsel olduğumuz için birbirimize tahammül ediyoruz. Artik Hakan’i ailemin içine de götürebiliyorum. Komsulardan tepkiler aldiğim oluyor. Hatta bazilari “ben bu ibneler gibi olsaydim utancimdan intihar ederdim” demisler. Bunu da lisede en yakin arkadasim söylemis. Hiç kimse kimliğimizle barismamizi istemiyor. Hep yikici ve sonu gelmeyen olumsuz dedikodular. Hakan evimize geldiğinde bütün aile toplaniyor. Kiz kardesim, arkadaslari hatta çocuklar bile Hakan’i ve escinselleri çok seviyorlar. Iyi de kötü de olsa aileme bir sekilde kabul ettirdim. Rahatladim, mutluyum. Bütün bu olumsuzluklara, dislanmisliğa, ezikliğe rağmen hâlâ yasiyorum. Escinseller disinda Batman’da homofobiye karsi mücadele eden heteroseksüeller de var. Enistem Hamdi, kiz kardesim Pinar ve
arkadasi Emine, bu insanlar benim için çok sey ifade ediyor. Homofobiden arinmis düsüncelerini baska insanlarla paylasmalari beni yalniz birakmadiklarini gösteriyor. Batman’da escinsel mücadele küçük küçük kendini gösteriyor. Çok zor olsa da umut ediyorum. Batman’da yasamak için hâlâ umudum var. Dünyada sanki bir tek Batman’da escinsel olmak zor. Cinsel kimliğimizi kabul etmemizin bedelini de çok ağir ve toplum tarafindan yalnizlastirilarak, asağilanarak ödüyoruz. Belki bir gün gelecek, bağirarak iste o disladiğiniz, kabul etmediğiniz “ibne” benim diyeceğim. Erkekliğin kutsal olmadiğini, Batmanli bir erkeğin de kendini “düzdürebileceğini” haykiracağim.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 21
mekan
Olanaksiz Bir Hayalden
Umut Dolu Bir Geleceğe Yesim
Türkiye’de escinseller olarak 10 yildan fazladir örgütlenme pratiği içindeyiz. Bu süre boyunca çoğu sey mekan pesinde kosmaya bağliydi. Toplantiyi nerede yapalim, etkinliği nerede yapalim... Son yillarda Kaos GL ve Lambdaistanbul’un kendi mekanlarini kiralayabilmeleri ile bu süreç değisime uğradi. Lambdaistanbul’dan Erden, Can, Deniz, Öner, Didem ve Berkay’la Lambdaistanbul’un varliğini mekansiz sürdüğü dönem ile simdisi hakkinda görüstük. 5-9 Nisan 2004 tarihleri arasinda yapilan ve burada kisaltarak yayinladiğimiz görüsmelerin asil hallerini Lambdaistanbul arsivinden okuyabilirsiniz.
Erden
Lambda’ya ne zaman katildin, o dönemler kendinize ait bir mekan hayalleri var miydi? Erden: 1996’da Express dergisinde Lambda’dan haberdar olmustum. O zamanlar Kadiköy’de bir kaç lambdali ile tanistim tesadüfen. Bir gün Lambdalilar kadiköye bizimle görüsmeye geldiler, tanistik. 97 Mart’indan itibaren katilmaya basladim. Ilk baslarda teknik toplantilara katilmadiğim için ayrintilari çok net bilmiyorum ama derneklesmenin bir parçasi olarak mekan tartismalari vardi. Toplantilar nasil yapiliyordu? Vakifta toplantilar 6’da basliyordu, 8’de bitiyordu. Mekana para ödendiği için teknik toplanti Heribert’in evindeydi bir süre. Evden vakfa kaydirilmasinin çok somut nedenini hatirlamiyorum. Ama bence iyi oldu. O da kurumsallasmanin bir parçasiydi. Bir grubun kendine ait bir mekani olmasinin gerektiği fikri ilk düsüncelerdendi. Önceleri, iki saat teknik toplanti, 6’dan 8’e kadar genel toplantiydi. O zamanlarda erken
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 22
gelenler genel toplanti saatine kadar kafede beklemek zorunda kaliyordu. Bu iyi bir sey değildi. Teknik grubu hiyerarsik bir yere koyan durumlar da olabiliyordu. Sonra bazi arkadaslarla teknik toplantinin genel katilima açilmasi gerektiği fikrine vardik. Ayrica tersine çevrildi, genel toplanti 5’ten 7’ye kadar, sonra da “isteyenler teknik toplantiya da katilabilir” duyurusu ile teknik toplanti basliyordu. Mekan tutulmadan önce ne gibi kaygilar ya da hayaller vardi? Güvenlik açisindan bazi çekinceler oldu ama bu korkular çok güçlü değildi. Homofobik insanlarin saldirisi ya da polisin baskisi… Lambda’nin arsivi vardi ama dağinik kaliyordu. Lambda’nin birikimi ayrilan insanlarla birlikte gidiyordu. Kurumsallasma için mekanin gerekliliği fikri benimsenmeye baslanmisti. Dernekten önce bizim bir kurumsal yapiya adim adim geçmemiz gerektiğini düsünüyordum. Birden derneklesme bana erken geliyordu. Mekanimiz olsun, çalismalarimizi belli bir tutarliliğa ulastiralim, arkasindan derneklesme de olur. Ayrica escinsellerin geceleri bir kaç gey bar, gündüzleri de gey caféler disinda gidebilecekleri yerler yok. Parklar, vs.de de belli bir arkadaslik, sohbet etme, dertlesme konusunda insanlar çok uygun ortamlar bulamayabiliyorlar. Bulabilirler de, o mekanlari yok saymiyorum, dislamiyorum ama belli bir konuda sohbet etmek için bir gey bar zaten uygun olamaz, gürültülü müzik, sigara dumani… Parklar ve çark mekanlarinda ise insanlar daha çok cinsel partner ariyorlar. Tehlikeli insanlarla karsilasma riski de var... Escinsellerin sohbet etmek, dertlesmek, deneyimlerini paylasmak için gelebilecekleri bir mekan olduğunu bilmeleri önemliydi. Sonra neler yasandi… Çok sevinçliydik! Arsivimiz elimizin altinda durabilecekti, toplantilar için belli saatlere sikismak zorunda değildik, hafta içinde toplanti yapmak istesek birinin evinde ya da bir cafede
toplanmak zorunda değildik. Ama Lambda’ya gelen kitle katlanarak artmadi, tersine zaman içinde tiklim tiklim Pazar toplantilari düsmeye basladi. Insanlar escinsel politikasi yapmak için gelmiyorlarsa gidebilecekleri alternatif yerlerin sayisi artmisti. Zaten insanlar Lambda veya cafeler sayesinde belli bir arkadas grubu edinmisler. Lambda’ya sadece arasira uğruyorlardi. Hiç uğramasalar bile burada öyle bir mekanin olmasi fikrinin rahatlatici olduğunu düsünüyorum. Zaman içinde Lambdanin söylem ve politikalari belirginlestikçe, bunlari benimsemeyen insanlar lambdadan kopmaya basladi. Tam tersi de oldu tabii, lambda escinsellerin özgürlesmesi için tutarli bir yol izledikçe, bu örgütlenmenin bir parçasi olmak isteyen yeni arkadaslar aramiza katildilar... Lambda’nin çalismalari açisindan… Lambda mekana geçtikten sonra, son iki yildir, sivil toplum örgütü olmanin gereklerini daha sağlam bir sekilde yerine getirmeye basladi. Tarihinde olmadiği kadar görünür oldu. Kendi sözünü olusturan, bunu kamuoyunda çikip söyleyebilen bir topluluk haline geldi. Bütün bu gelismelerde mekanin önemli bir etkisi olduğunu düsünüyorum.
Deniz Lambda’ya ne zaman katildin, o zamanlar Lambda’nin bir mekana çikmasi tartismalari var miydi? Deniz: 95 Kasim. O zamanlar bir mekanimiz olmasi çok büyük bir hayaldi. Insanlarin altindan kalkamayacaği bir sey gibi görülüyordu. Çünkü insanlarin kendileriyle hala açilma sorunlari vardi. Böyle bir seyin arkasinda durabilmeleri, orda nöbetçi olmaktan kira kontratinda adlarinin olmasi gibi bir dolu teknik ise yetecek kadar gücü yoktu. Öyle bir örgütlenme bilinci de yoktu. Peki bir olasilik olarak gündeme
mekan nasil girdi? Daha belirgin bir sekilde konusulmaya baslandiği zamanlar Habitat’tan sonraydi, 96 ilkbahari. Lambda katilimcilarinin sayisi 100’ü geçmis, TAV’a siğilamamis. Hiç de azimsanmayacak sayida kadin da varmis. Siğilamaz oldu. Bize artik burasi yetmiyor... Hayata geçmesi tabi çok sonra. Mekan tutma iradesi nasil olustu? 2001 Güztanbul’un yapilmasindan önce derneklesme ve mekan tartismalari bir kere daha alevlendi. Mutlaka olmali, diyen insanlar arasindaydim, ama hakim görüs “bunun arkasinda duramayiz”dan yana tavir koydu. Bu atmosferde Lambdaistanbul’dan uzaklasmaya karar verdim. Bir 6 ay kadar ayrildim. Ayrildiktan 3 ya da 4 ay sonra yeni yere çikildi, yeni yerde kokteyl verildi, “yeni yeriniz hayirli olsun” fotoğraflari çekildi, o fotoğraflari ve yapilamaz diyen insanlarin Lambda’dan ayrilmaya mahkum olduklarini gördüm. Bu noktada söyle bir sorunla karsilasildi, Lambda’nin bir yere sahip olmasini istemesindeki en önemli amaç daha fazla sayida insana ulasabilmekti. Etkinliklerimizi yapabilecek bir yerimiz olacakti. Toplantilar evlerden mekana tasinabilecekti. Telefon, arsiv, kütüphane, bilgisayar… Bir yer sahibi olduktan sonra bütün bu söylediklerim basarildi. Ama insanlar gelmediler. Çünkü söylesiler, etkinlikler bundan 7 sene öncesine göre çok daha politiklesmisti. Escinsel kitleyle bir kopukluk oldu. Lambdaistanbul “daha fazla sayida insana ulasayim” derken, bir uzaklasma, yalnizlasma, kendi içine kapanma sürecine döner gibi oldu. 6 ay sonra artik, “ee noldu yani, biz bu kadar büyük yer tuttuk ama insanlar gelmeyince ne ise yaradi bu yer, niye biz buraya bu kadar kira veriyoruz?” denilmeye baslandi. Ofisi olan, kütüphanesi olan ve de toplanti salonu olan bir yer arayisina geçtik ve sonra da burayi bulup tasindik. Herkes değisiyor, ben de değisiyorum, Lambda da değisiyor. Lambda’nin politika tarzi itibariyle eskiden katilimcisi olan insanlara yabancilastiğini, yalnizlastiğini düsünüyorum. Peki bunu nasil değistirebiliriz? Insanlar nasil katilabilirler, nasil Lambda’nin öznesi haline gelebilirler, Lambda bu anlamda
nasil büyür, politikalarini genis alanlara, kitlelere duyurabilir. Böyle bir kördüğüm de var. Çözebildiğimiz oranda büyüyebileceğimizi, Lambda’nin istediğimiz gibi olabileceğini düsünüyorum. Lambdaistanbul bugün artik cinsiyetçiliğin, ataerkilliğin adini koyabilmis, karsicinselcilikten ne anladiğini çok iyi ifadelerle anlatabilecek durumda örneğin. Doğru olan seyler yapiyoruz, bunlari anlatmakta istekliyiz, doğru bir yolda gidiyoruz. Uçurum da giderek açiliyor. Bu uçurumdan kaynakli iletisim sorunlari, yalnizlik, katilim sorunlari yasiyoruz. Marjinallesiyoruz, etkisizlesiyoruz. Etkisizlesince o düsüncelerin bir anlami olup olmadiğini tartismaliyiz.
Didem Lambda’ya ne zaman katildin? Didem: 2001’in Martinda. Iki yili mekansiz dönemdi. Bayaği sürünmüsüz aslinda, mekan olduktan sonra anladim. Nerede toplanacağimizi düsünüyorduk, su kimde dursun, bu kimde dursun... Gideceğimiz, bulusacağimiz, oturacağimiz bir yer yok. Escinsel mekani olduğunu söylüyor muydunuz ararken? Söylesek mi söylemesek mi... Hani yerine göre, nabza göre serbet veriyorduk. Escinsel derneği mi desek, çiçek böcek derneği mi desek?... Ilk basta söylemedik, sonra ortaya çikiyor zaten. Bu sefer ararken de çok yer escinsel derneği deyince vermedi tabi. Zaten anladilar sonra. Handa olduğu için orasi, girip çikan çocuklara bakiyorlar falan. Ev sahibi, biraz hafif mesrep bir adam olduğu için bir sey demedi de, sinir bozucu seyleri olmus arkadaslara. Asağida tezgahta duran insanlar bakiyorlardi, ya da iste siritiyorlardi falan. Çok bayilmiyorlardi bize, ibneler diye bahsediyorlardi, ama yüzümüze karsi bir sey olmadi. Geç saate kaldiğimizda tavirlar falan oluyordu ama çok açik bir sey olmadi. Ama böyle somut, çok net bir satasma olmadi. Bir mekan olmasi sence Lambda’yi nasil etkiledi, veya escinsellerin hayatini? Çok iddiali... Nasil etkiledi? Tabi sonuçta daha çok is yapmaya basladik.
Daha çok biraraya gelebildiğimiz için daha çok sey yapmaya basladik. Bilgisayarimiz oldu, telefonumuz oldu. Devamli ulasabileceğimiz bir telefonumuz oldu. Insanlarin devamli çikip geleceği bir yerimiz oldu. Daha çok biraraya gelebilmeye basladik. Temel olarak bunlar... Kadinlar açisindan bir sey fark etti mi? Yok. Kadinlar gene yok, hep yok, gerçi benim gitmemi beklemissiniz (gülüyor). Gene eski kadinlar ama... Gelip giden insanlar gene erkeklerdi, oturup takilanlar gene erkeklerdi. Kadinin mekanla pek ilgisi yok. Hani böyle çok ayakalti bir yer olcak, ya da böyle cafe gibi lokal gibi bir yer olcak ki, o zaman belki.
Berkay Lambda’ya ne zaman katildin? Berkay: 2001’in basinda. Lambdaistanbul’un kurumlasmaya yönelik projeler gelistirdiği, vakif ve dernek projelerinin konusulduğu dönemde geldim. Ilk katildiğim etkinlik Baharankara olmustu. Kaos GL’ye ait olan mekani da ilk defa o zaman görmüstüm. Kaos’un kendine ait bir mekani olmasi sana özel bir duygu hissettirdi mi? Katildiğim toplantilardan ilki televizyonun ve kütüphanenin olduğu odada gerçeklesmisti. Gayet hostu. Lambda’da mekan ihtiyaci vakif projesi ile birlikte gelisiyordu. Kurulduğunda vakif için bir yer gösterilmesi gerekiyordu. Gösterilmesi gereken yer de sonuçta Kaos tarzi bir mekan olacakti. Ama ben yeni olduğum için, bunun önemini o kadar fazla hissetmedim. Vakiflasma tartismalari belli bir süre sonra vakifin hareket alaninin dar olmasindan dolayi, derneklesme fikrine doğru evrilmeye basladi. Dernek, politik görüsünü daha rahat ortaya koyup onun arkasinda daha rahat durabilir ve bunu eylemleri ile daha rahat destekleyebilir, diye düsünmeye basladik... Bu mekani da derneğe bir mekan olmasi için aramaya basladik. Tasinmadan önceki hayaller ve tasindiktan sonrasi… Aslinda ilk önce hayal kirikliğindan bahsedeyim. Daha önce yapmadiğin bir sey yapiyorsun, nasil yapacağini
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 23
mekan bilmiyorsun, Kaos GL üzerinden deneyimlemek de iletisim problemleri yüzünden zor. Burayi nasil aktif hale getiririz, diye düsünmeye basladik. Iki üç ay boyunca mekani elverisli bir sekilde kullanamadik. Pride 2002 etkinlikleri sayesinde yeni mekanin duyurusu yapilmis oldu. Pride etkinlikleri sirasinda halen TAV’da olsaydik etkinlikleri disarida bir yerde yapacaktik. Disarida mekan arayip hazira konmak yerine, kendimize yer ayarlamamiz gerekiyordu. Pride etkinliğinin yaklasmasiyla birlikte, gerekli hazirliklara basladik. Yeni sandalyeler aldik, bir arkadasin is yeri değisiyordu, ordaki birkaç masayi aldik getirdik Lambda’ya. Burda önemli olan bence deneyim. Emek verdiğin bir seye daha bir heyecanli sariliyorsun. Neyin yanlis olduğunu deneme yanilma yöntemiyle buluyorsun. Biz aliskanliktan cafelerde, evlerde toplanmaya devam ediyorduk... Sonra bütün toplantilari mekanda yapmaya basladik. Bunun getirdiği süreçte, o mekani daha faal ve kullanisli hale getirdik. Arsivimizi mekana tasidik, yaptiğimiz toplantilarin kayitlarini klasörlemeye basladik, telefon hatti çektik, web sitesi, epostalarin kontrolü, (önceki dönemde epostalarin kontrolünü bir arkadasimiz isyerinden gerçeklestiriyordu) çesitli kayitlarin tutulmasi için ofisimize bilgisayar aldik. Escinseller açisindan Istanbul’da kendimize ait bir mekanimiz olmasinin ne gibi katkilari oldu? Lambda’nin daha önceki danisma hatti bir türlü oturmuyordu. Nöbetlese cevaplanmasi için arkadasimizin evine bağlattiğimiz telefonu mekanimiza naklettirdik. Bu nakilden önce o telefona telesekreter bağliydi. Telesekretere dört bes ay önce birakilmis kayitlari dinlediğimde kendimi kötü hissettim. Mesela bir arkadas aramis. Telesekretere birkatiği mesajda türbanli olduğunu ve lezbiyen olduğunu, kendini çok yalniz hissettiğini söylemis. Kendisine ulasmaya çalistim ama basaramadim. O arkadas su anki Lambda’yi aramis olsa ona muhakkak biri cevap verecektir. Lambda artik istenildiği anda ulasilabilir bir konumda. Eylemlere katilmak için önceden bir hazirlik yapilmasi gerekiyor. Mesela mekanimiz
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 24
yokken, 1 Mayis gibi eylemlerde dövizleri baska bir yerde hazirlamistik. Hersey tesadüfi... Randevulasarak... baska birisine bağli olarak bir eylemini gerçeklestirmis oluyorsun. O gece o mekan müsait olmasa dövizlerini hazirlayamayacaksin. Bütün bunlarin yaninda ben kendine ait bir mekanin olmasinin, grubun içerisindeki aktivistlere ve camiaya güç kazandirdiğini, isleyisi hizlandirdiğini düsünüyorum.
Öner Lambda’ya ne zaman katildin? Öner: 1997 Haziraninda. O zamanlar Lambda’nin kendine ait bir mekani olmasi tartismalari var miydi? Çok ciddi bir proje olarak hatirlamiyorum. “Olsa ne güzel olur, ne zaman olur ki, ah ah…” gibi hatirliyorum. Benim için o zamanlar escinsellerin bulusuyor olmasi zaten büyük bir rüyaydi. Kendine ait bir mekan ihtiyaci nasil olustu? Bu nasil bir iradeye dönüstü? O zamanlar kendimizi daha az mesru görüyorduk herhalde. Baska bir kurumun mekaninda toplanmak daha güvenilir geliyordu. Yavas yavas islerle cesaretimiz ve özgüvenimiz yerine gelmeye basladi. Mekan tutulduktan sonra? 2002 Mayisinda tuttuk mekani. Çok heyecanliydi. Öbür yere Pazar günleri gidiyorduk. Bizden önceki tiyatro grubunun çalismasi uzuyordu, biz giremiyorduk. Ya iste, lütfen, acaba... Hep böyle çekine çekine. Asağida lokal vardi. Bir takim huzursuzluklar oluyordu. Kafe isletmesi, travestileri almak istemiyordu. Bize ait bir yer olunca, haftanin yedi günü açik, herkes gelebilecek, bir sürü seyler yapabiliriz. Mekan tutunca sorumluluklar değisiyor. Önceleri sadece hafta sonlari açiyorduk, ama biz buraya kira veriyoruz, niye kapali kalsin. Bir süre herkes haftanin bir günü nöbet tutuyordu, sonra aksamaya basladi. Bir mekan sorumlusu olmasi ve maas verilmesi fikri doğdu, çok cüzi paraya. Can, sabah gelip açiyordu, bütün seyler ondan geçiyordu. Bir süre sonra, nerdeyse biz sorumluluklari Can’a devretmisiz gibi oldu, bir karar verip olmadi ama Can herseyden sorumlu olmaya basladi. Hepimiz
ordayken, uzakta bile olsa Can telefonlara bakmaya baslamisti. Biz de bunu konustuk, bizim de kendimizi sorumlu hissetmemiz lazim, Can’a birakmamamiz lazim, Can’in da kendisini rahat birakmasi lazim. Böyle karsilikli… Su anda bu sistemden geriye dönüs yaptik. Burasi, diyelim, ben duruyorum, benim evim gibi oluyor, diğerleri bir dereceye kadar misafir gibi olmaya basliyor. Kimsenin misafir gibi hissetmemesi lazim. Mekandan sorumlu olmak tüm Lambda’dan sorumlu olmak mi demek? Örgüt mekandan ibaret olmaya basladi. Halbuki Lambda’nin yaptiklari ettikleri mekanla sinirli kalmamali. Mekanin varliğinin ne gibi katkilari oldu örgüte? Mekanimiz olunca daha fazla insan mekani kullanabilecekti ama öyle olmadi. TAV’daki Pazar toplantilari çok kalabalik oluyordu. Bizim çekip çevirdiğimiz, iyice bizden sorulan bir mekan oldu, diğerleri ayak kesmeye basladilar. Mekan iyi kullanilabilirse iyi bir potansiyel tasiyor. Mekana anlam kazandirmazsak sonuçta dört duvar orasi. Ilk yer aradiğimizda kriterimiz büyük bir salonu olmasiydi, toplantilarimiz kalabalik oluyordu çünkü. Ama bir süre sonra mekan çok büyük gelmeye basladi. Koskoca salon, birkaç kisi toplanti yapiyoruz. O zaman daha ucuz ama daha küçük bir yere geçelim, dedik. Simdiki mekani bulduk, yil sonunda. Bu mekana geçince, bence bizim üzerimizde olumlu etkisi oldu, sanki ölü topraği vardi eski mekanda üzerimizde. Mekanla iliskisi olduğunu düsünüyorum. Bu mekan Taksim’e daha yakin, daha kolay bulunan bir yerde. Silkinmemize yol açti sanki, heyecan duymaya basladik. Kendi içimize kapanmisliğimizin da farkina varmaya basladik. Belki yoksunluk insani kamçiliyor. Daha küçük bir yer. Çabaliyorsun, nasil kullanalim diye kafa yoruyorsun… Yani çözüm bulmaya zorluyor seni.
Can Lambda’ya ne zaman katildin? Can: 99 sonunda. En fazla sikinti çektiğim zamanlardandi Lambda’ya geldiğim zaman. Ben hayatim boyunca zaten bunu düsünmüsüm, kafamda kurgulamisim, ama bir seylerin nasil yapilacağini bilmiyordum.
mekan Mekan tutmak tartismalarina denk geldin mi? Lambda’da su andan biraz daha kapaliydi insanlar. Bu çeliskileri o insanlarin bir gafi olarak nitelendirmiyorum. Çünkü o zamanki gruptaki insanlar belli bir yasam standarti olusturmus, bir sekilde açik olmasi problem yaratacaği inancindalar. O yüzden escinsel derneği yerine, cinsel sorumluluk gibi kelimeler kullanalim, diyorlardi. Ne yaptiğimiz belli, ya escinsel adi altinda bir seyler olsun, ya da hiç olmasin. Zaten biz dernek olarak bir seyleri değistirmeyi düsünüyorsak ne istediğimizi belli eden bir adla olmali dedik. O tartismalara rağmen, en sonunda, Terkos çikmazinda bir yer bulduk. Ilk dönemde sadece hafta sonlari kullandik. Hep baskalarinin mekaninda olduğumuz için hep kurulu mekanlara alismistik. Teknik toplantida mekanla ilgili en ufak bir problem gündemi kapliyordu... Birinin bu isleri üstüne almasi gerektiğine dair bir konusma geçti, ben talip oldum. Böylece mekan sorumluluğunu üstüme aldim. Mekan düsünsel ve psikolojik anlamda, her türlü yönden bizim kabuk değistirmemize neden oldu. Kamusal alana açildik. Bütün o aktiviteler, grupla ilgili içsel dönüsümler, bilgi aktarimi, deneyim aktarimi, hepsi o mekanda oldu. Su anda eğer bir seylerin iyi gittiği hissediliyorsa, temeli bir sekilde orda atildi. Bu daha önce yapilanlari hiçe sayma değil ama… Bir zemin hazirlandi, o zeminin üzerine ne insa edileceği çok belli değildi. Kendimizi sorguladiğimiz, özelestiri yaptiğimiz gerçekçi toplantilarin temeli orada atildi diye düsünüyorum. Ufacik mekanin bu kadar değisime yol açmasi, hakikaten güzel seyler, umut vadeden seyler. Özellikle mekana telefon bağlandiktan sonra iletisim kanallari artti, basinla da iletisim kuruldu ve kendimizi kamusal alanda ifade ettiğimiz bir dönem oldu. Artvin’den Urfa’ya Türkiye’nin her yerinden telefon geliyor, hakikaten bu kadar kitleye ulasabilmenizin gerçekten böyle sevinci içerisindesiniz. Telefonda bir çok insanin çok kisik sesle soru sorduğunu duyuyorsunuz ama o sorunun aslinda kütüphaneyle ilgili bir
soru, olmadiğini gerçekte kendisiyle ilgili bir çok soru sormak istediğini kesfediyorsunuz. Iste o zaman neden orada durulmasi gerektiğini, neden o telefonlara cevap verilmesi gerektiğini çok iyi anliyorsun. Biz artik bir çok seyi Lambda’da konusuyoruz. O toplantilardan çok yararlandim. Kendimizi asan toplantilar olduğuna inaniyorum. Ama o toplantilar orada sikisip kaliyordu, iste öyle bir problem var. Onu disari çikaramiyoruz. Artik siz bir kabuk değistirdiyseniz, artik siz kendinize göre bir çizgi olusturduysaniz, içe dönük bir seyler yapmak gerekiyor, kendinizle uğrasmaniz gerekiyor. Daha önceden tamamiyla içe dönük escinsel varolusa, gerçekten escinsel varolusa dönük, derinlemesine çok fazla tartisma olamamis, olsa bile kayit edilmeden bu dönemlere gelindiği için biz o tartismalari tekrar yapmak zorunda kaldik. Benim mekanla yasadiğim problemlerle ilgili... Elimden geldiğince çabaliyordum. Mekanin demirbasi gibi olmaya basliyorsun. Bundan rahatsiz değildim, çünkü isteyerek yapiyordum, yasadiğim en güzel dönemdi benim için, Lambda’da çalistiğim dönem. Benim için bir tür cennetti, hakikaten çok güzel bir seydi. Ki kötü bir mekan, hep soğuk oluyor. Lambda’dan ayrilisimdaki elestirilerin de en büyük noktasi da, sen kendini o kadar çok bütünlestirdin ki mekanla, artik orasi kendi evin gibi oldu seklindeydi. Ama benim ekstradan özel hayata ihtiyacim olmadiğini da insanlara anlatmak istedim. Benim hakikaten yapmak istediğim bu. Derslerle ilgilenmedim o dönem, ailemle kopmalarim daha net oluyordu. Escinsellerin yasadiği bir çok sorunu da kendi içimde yasiyordum genel olarak. Kendi grubumdan insanlarla tartismalarim vardi, ona rağmen orda olmak bana büyük bir zevk veriyordu. Çünkü hangi insan istediği bir seyi yapabiliyor ki? Tekrar tekrar söylüyorum ama hakikaten bunu anlatmaya söz bulamiyorum. Emeğimin hepsini oraya sarfetmek istiyorum, öyle yapiyorum. Düsüncem, algim, yasam pratiklerim, herseyim artik ona adapte olmus durumda.
önemsediğimizle ilgili. Artik o süreden sonra mekanla o kadar bütünlestim ki, mekana yapilan hersey bana yapiliyormus gibi hissettim. Reaksiyonlarimi arkadaslar çok agresif buldular. Mekani benim kadar önemsemediklerini düsünüyordum. Orada emek sarf etmenin ne kadar önemli olduğu, hakikaten orda çalismanin orda bir seyler üretmenin ve bunun toplumu dönüstüreceğine dair inancin ne kadar içinde hissetmeyle ilgili. Bunu insanlara zorla yaptiramazsin, insanlar bunu hissetmeli. Ne yazik ki ben hissettiklerimi çok güzel bir sekilde ifade edemiyorum. Sözle olmuyor yani bunu hissetmek lazim. Ben her türlü elestiriye açiğim, yeter ki o elestiri beni bir yerlere evriltebilsin. Artik nöbetlese durulduğundan insanlar anlayabiliyor. Ben mekanla ilgili ayrismamda biraz da yalnizlik hissine kapildiğim için biraz umutsuzluğa kapildim. Bundan sonraki süreçte de ben mekanin devamli kullanilmasinin mücadelede ciddi anlamda değisim yaratacaği inancindayim. Yapilan her tür seyin, farkliliğin ben olumlu yönde bir dönüsüme yol açacağina inaniyorum. Lambda su anda perspektifini farkli yöne gelistirmis durumda, ama daha çok sokağa tasinmasi taraftariyim. Çok eksiğimiz var, yapilmasi gereken çok sey var. Dönüsümü nasil sağlayacağimiza dair seyler olmali. Ben arkadaslarin gerekli hassasiyeti, samimiyeti gösterirlerse bunun bir sekilde ilerleyeceğini düsünüyorum. Hala mekana gidiyorum, etkinliklere katiliyorum, sahiplenmek çok önemli. Sizin bir sey yapabileceğinize dair, değisime dair, umudunuz varsa hala, bu çok önemli. Lambda içinde de mekan sahibi olmanin bir kirilma noktasi olduğuna inaniyorum.
Bugün eğer bir seylerde eksik kaliyorsak, bu Lambda’yi ne kadar
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 25
mekan
Pop Çaği Çocuklarinin Ölüm Dansi… Evren Asik
“Gey” kelimesi popüler kültürümüzün ayrilmaz bir parçasina ve sadece bu nedenle gündelik hayatimizin eskimis kelimeleri arasina karistiğindan beri, sandiğimizin aksine yataklarimizda daha rahat uykular uyumuyoruz. Popüler kültürün ve medyanin el attiği her sey nasil zamanindan önce eskiyor, giderek tüm yan anlamlarini ve derinliğini kaybediyorsa, “Gey” kelimesi de hiçbir yönüyle anlasilamadan bizden çok uzaklara, hayatlarimizin disina sürülerek eskiyor. Kendini sadece “trend”lerle açiklayabilen sözde modern yasam, bu kelimeyi de tüm gerçek anlamlarindan siyirarak büyük bir hizla tüketiyor. Bir cinsel eğilimi ve buna bağli gelisen bir yasam biçimini tanimlayan “Gey” kelimesinin baskalari tarafindan nasil hoyratça ve yalan yanlis kullanildiğinin resmini görüyoruz duvarlarimizda. Medya sakizi mankenlerin gey kankalariyla(?) objektiflere nasil gülümsemeye çalistiklarini, trendi görünme çabasindaki heteroseksüel tikilerin gey kulüplere girebilmek için nasil birbirlerini ezdiklerini görüyoruz sik sik. Sehrin sira disi gey kulüplerini, kendi siğ hayatlarinin sikici bulusma mekanlarina yeğ tutan pop çaği çocuklarinin ikiyüzlü hayatlarina tanik oluyoruz. Açik fikirli ve modern olduğunu çevresine kanitlayabilmek için kendisine gey arkadaslar edinmis, gerçekte ise sadece düz cinselliğini donanabilmis pop çaği kadinlari ve erkekleriyle tanisiyoruz. Sinirlari popüler kültürün plastik değerleriyle belirlenen ikiyüzlü bir dünyanin kollarina nasil birakiverdiklerini görüyoruz kendilerini. Anlamadiklari ve zaten anlamaya içtenlikle gönüllü olmadiklari bir dünyada yer alabilmek için nasil cebellestiklerine tanik oluyoruz. Escinsellerin sadece spotlar altindaki “hop çiki” dünyasinda yer
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 26
almaya hazir, var olan escinsel sorunlarinin ise tamamen disinda kalmaya özen gösteren bu modern heteroseksüel tavir, aslinda belli ki yeterince acitmiyor kimseleri. Düzen korunuyor. Popüler kültür, adindan sikça söz ettiği geyliği ve onun en görünür uzantisi olan gey kulüpleri böylelikle kontrol altina almayi basariyor. Eğlencesine ve isikli dünyasina sahip çikarak, sorunlarinin ise tamamen disinda kalarak yapiyor bunu... Ve egemen kültürün bütün marazi noktalarini da iste böylelikle bu
alternatif kültüre enjekte etmis oluyor. Yerlesik kültürün yarattiği siddet, kimi is adamlarinin da dahil olduğu bildik karanlik iliskiler, kendilerine yeni alanlar yaratma çabasina girisiyor. Bir ay kadar önce bir Cumartesi gecesi Taksim’de, Akademi 14 adli sözde escinsel barinda islenen bir cinayet, yukarida yazdiklarimi simdi yeniden düsündürüyor bana. Akademi 14, hakim olan yeni eğlence kültürünün en acinacak noktalarindan biri olmasina rağmen, açildiğindan beri gece hayatinin en “in” noktalarindan biri olarak gösterildi. Sahipleri ve isletmecileri tarafindan gey kulüp olarak lanse edilen bu kulüp, kisa sürede geylerden çok, geylerin sira disi dünyasinda eğlenmeyi daha trendi bulan ve böylelikle sinif(?) atladiğini düsünen heteroseksüellerin geldiği bir noktaya dönüstü… Sahibinin Izzet Çapa olusu, eğlence dünyasinin müdavimleri tarafindan bir reklam spotu gibi algilandi ve Çapa tekelinin yaratmis olduğu sahte sosyetik imajlar gey kulüp
olduğu söylenen bu mekan için büyük bir referans kabul edildi. Diğer yandan kendilerine gidecek kulüp bulmakta güçlük çeken burjuva geyler de Akademi 14’e zoraki bir ilgi göstermeye baslamisti. Kisa sürede kulüp içinde ürkütücü bir sosyal renklilik olustu. Baba parasi yiyen sehirli tikiler, amatör jigololar ve fahiseler, yeni jenerasyon reklamcilar ve bankacilar, israrla “gey” kulüp olduğu iddia edilen bu mekanda bir araya getiriliyor, içerisi giderek popüler kültürün çok kimliliği içinde karanlik bir dehlize dönüsüyordu. Mekan iyi para kazaniyor ve isletmecilerinin istahi her geçen daha da kabariyordu. Gece belirli bir saatten sonra birakin eğlenmeyi, adim atmayi bilen imkansiz hale getiren mekan, giderek patlamaya hazir bir bombaya dönüsüyordu… Ve derken bir Cumartesi gecesi saat 3.45’te, 100 kisinin içeride bulunduğu bir anda, 25 yaslarindaki Baris isimli genç, profesyonelce boğazi kesilerek ve biçaklanarak öldürüldü. Cinayetin islendiği o ani, belli belirsiz ifadeler veren bir barmen disinda kimse görmedi. Baris’in yaninda bulanan ve o gece O’nun askere gidisini kutlayan tam 15 arkadasi, polise verdikleri ifadede hiçbir sey görmediklerini söylediler. O gece Baris için orada bulunan ve amaçlari sadece Baris’i eğlendirmek olan bu 15 yakin arkadas, o geceden konusulmak istendiğinde ses vermeyen, gördüklerine yetmeyen, korkunç bir duvara dönüstüler. Dahasi olaydan hemen sonra kulübe gelen ekipler, cinayete iliskin hiçbir ize rastlayamadilar. Kanlar içinde kulüpten çikarilan Baris’in yarali bedeninden geriye tek bir iz bile kalmamisti. Kanlar personel tarafindan temizlenmis ve gece kaldiği yerden devam etmisti. Ne müzik susmus ne de eğlence bitmisti!... Dehliz tanimi yerini fazlasiyla bulmustu. Eğlence hayatinin en korkunç kalesinde ölüm, gelip melek yüzlü Baris’i yakalamisti. Her seye rağmen gece devam etmisti. Her seye rağmen dans durmamisti. Kan, eğlencemizi bölmeye yetmemisti.
mekan Yildirim Türker ve Perihan Mağden gibi köse yazarlarinin Radikal’deki yazilari, süphesiz Akademi 14 cinayetine iliskin bambaska perdeler araladi. Baris’in arkadas grubundaki gençlerin önemli ailelere mensup oluslari, yakalanan failin eski bir ANAP milletvekilinin oğlu olusu, gece hayati güvenliği içinde çok derin ve karanlik iliskiler dönüp durduğuna iliskin bilgiler, bu olay içinde bambaska parantezler açti. Polis tarafindan süresiz mühürlenen Akademi 14, isletmecilerinden bazilarinin etmis olduğu “ecel bu nerede yakalayacaği belli olmaz” sözleriyle bir kez daha utanç kapisi olarak bilinçlerimizdeki yerini aldi. Içeride büyük bir gizlilikle ve rahatça cinayet islenebilen tek gey bar olarak eğlence tarihine geçen Akademi 14’ün, ilk gelen haberlerle birlikte mühürlenmek bir yana tamamen kapanacaği duyuldu. Kurban verildi, gerçek göründü! Simdi Akademi 14 isletmecileri, arkalarinda biraktiklari ölünün ardindan 34.5 gibi yap-boz bir isimle dragqueen’lerin sovlarina ev sahipliği yapiyorlar. Böyle feci bir ölümün neden olduğu böyle bir baslangiçin sadece ve sadece “hayirsizlik” getireceğinin farkinda bile değiller. Oysa "Takdir-i ilahi" veya "Siirsel adalet" diye bir sey varsa, baslayacaklari sey zaten çoktan bitmis bir sey değil midir? En nihayetinde 25 yasinda bir çocuğun ölümüne hizmet etmis olan bir bar, bizlerin bile vicdanini rahatsiz ederken, sorumlularini yeni bir eğlence mekani kurgulamaya itiyor. Bu gerçek bir körlük değil midir? Burada sorulmasi gereken binlerce
sorudan bir kaçi da sunlar: Kurtla kuzunun beraber eğlenmeye zorlandiği bu ticarethanelerin kapanabilmesi için illa bir kurban mi vermemiz mi gerekiyor? Giderek popüler kültür kiskaci içine giren gey kültür ve gey eğlence hayati, kendi açmazlarini ve zaaflarini hangi parantezler içinde çözümlemeye hazir? Görünür olmak, sandiğimiz gibi bize özgürlesmenin ilk kapilarini mi araliyor, yoksa giderek hayatlarimizi daha büyük birer hedef haline mi getiriyor? Eğer öyleyse hem özgürlesmeye hazir, görünür olmanin, hem var olan yerlesik kültür içinde söz sahibi olmanin, hem de kendi değerleri olan bir gey kültür yaratmanin formülleri ne? Giderek pop müzik kadar tasasiz, fast-food’lar kadar lezzetsiz hayatlara demir atiyoruz. Bir ölünün üzerinden dans adimlariyla atlanabilen yeni bir çağ bu! Görmeyenlerin, duymayanlarin, hissetmeyenlerin yeni dünyasi… Trendi olmanin kendiniz olmaktan daha önemli olduğu plastik bir dünya! Hepimizin bundan sonra olabilecek her sey için çözüm üretme vakti geldi de geçiyor bile.
IKI SERBET OĞLAN Ah rüyasina altin tozlari serptiğim, Gümüs omuzlarindan kor gibi eridiğim, Her bir kirpiğine bir umut bağladiğim, Erkeğim, her dem ergeninim. Güle değme, elin incinir. Terin paha biçilmez incidir. Sazliğin kiyisindaki kamis dimdiktir. Yeme gel aksam arka bahçem serindir. Duyulmus kasabada geceleri Iki bedenden bir olusumuz, Nehirlerimizi ayni denize döküsümüz. Bu Cuma namazindan sonra, Tasa tutacaklarmis bizi. Basima yikilsin ki caminin iki minaresi, Allah Allah’imdir, Muhammed gözümün bebeği, Ve melek değilim elbet. Canim ister sevdalanip sevismeyi. Lanet indirmis sarkik memeli kadinlar, Korkma, inanma yürü bana doğru. Onlara selam salla-yarak! Kahve kokumuzu, köpüğümüzü kiskanmislar. Tarlada hem bizi konusup, Hem büyüğünden hiyar yemisler tuzla-yarak! Iki serbet oğlaniz, yüreğimiz tertemiz. Bulut beyazi giyinmeyi severiz. Esmeriz evelallah! Bu dünyanin da dermani yoksa bizi tasiyacak, Alip basimizi gideriz, eyvallay! eyvallah! Güzsiyah
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 27
çalisma hayati
Ve Homofobiden Arinma Ali Özbas
Geçen sayida, “Bir Isyerinde Kaç Defa Açilabilirsiniz” baslikli yazida isyerimde yasadiğim süreci anlatmistim. Sempozyum kitabinin çikmasinin ardindan yasadiklarimi da kisaca paylasmak istedim. Sempozyum kitabi çiktiktan sonra sevgilim, isyeri arkadaslarima satmam için kitap getirmisti. Isyerindeki arkadaslarima ve komsu sendikadaki arkadaslarima kitaplari verdim. Hepsi de hiç itiraz etmeden aldi. Bu arada beklediğim itirazin parasal yönden olduğunu belirtmeliyim. Sonuçta hepimiz de maaslarimizi alir almaz kiraydi, faturalardi, kredi karti borçlariydi diye paylastirip “bitti yine maaaaaas” diye dert yanariz, ekstra harcamalarimiza kurusumuz kalmaz. Tek kaygim “ama paramiz yok” demeleriydi. Bunu demedikleri bir yana hepsi de alir almaz sayfalarini karistirmaya, firsat buldukça yazilari isyerinde ve o gün okumaya basladilar. Kitaplari isyerine getirdiğim gün hepsini de satinca bana bir sevk geldi; neden yönetim kurulundakilere de satmiyorum ki, diye düsündüm. Eve gider gitmez sevgilime düsüncemi ilettim. Satabilirsen götür, dedi. Her ne kadar önceki sayida belirttiğim gibi hepsi benim cinsel kimliğimi biliyorsa da is “kitap” satmaya gelince rahat davranamiyorsunuz. Çünkü seni bir sekilde kabul etmis olsalar da bunun kisiyi kabullenis olduğunu, escinselliğe karsi ayni kabullenisi göstermediklerini hepimiz biliyoruz. Çevremizdeki
arkadaslarimizin çoğu “sen baskasin ama birçok escinsel söyle” diyerek bizi çaresizce kabullenir, homofobilerinden arinmaz. Ilk kitabi mali sekreterimize götürdüm. O da, kitabi is arkadasimin birinden gördüğünü, kendisinin de benden isteyeceğini söyledi. Ki, geçen sayidaki yazimi hatirlayiniz; escinselliğimin isyerinde “dile gelmesine” neden olan kisidir kendileri. Ertesi gün de öncelikle benim yazimi iki kez okuduğunu ve simdi ne sikintilar çektiğimizi anladiğini belirtti. Aslinda fark etmediği, bilmediği bir çok seyi yalnizca benim yazimi okuyarak öğrenmisti, diğer yazilari okuduğunda eminim konu hakkinda büyük bir bilgi dağarciğina erisecektir. Sira benim escinselliğimi kendine en büyük dert edinen kisiye, yönetim kurulu baskanina kitap satmaya gelmisti. Böylece ilk kez “yüzlesecektik.” Odasina gidip, “bizim geçen yil yaptiğimiz sempozyumun kitaplastirildiğini, escinsellik hakkinda bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkularinin, tedirginliğinin olduğunu bildiğimi ama bunu normal gördüğümü, ancak bir kitle örgütünün baskani olarak bu konuda da bilgi edinmesi gerektiğinin bir zorunluluk olduğunu, bu kitabin da aklindaki bir çok soru isaretini kaldiracak bir kitap olduğunu” belirterek kitabi uzattim. Kendisinin escinselliğe olumsuz yaklasmadiğini, aksine, “hor” görenlerin karsisinda kendisinin olacaği söyleyerek kitaptan kendisine de
getirmeme sevindiğini belirtti. Yönetim kurulumuzun diğer üç üyesine ise herhangi uzun bir konusma yapmadan kitaplari sattim. Bunlardan biri kitabi verir vermez sayfalari karistirip benim yazimi buldu ve okudu. (Burada benim yazilarima olan ilgiye simarmadiğimi, benim ne yazdiğimi merak ettikleri için önceliği benim yazima verdiklerini belirteyim de kitapta yazisi yer alan diğer kisiler üzülmesin:)). Sempozyum kitabindaki yazimda geçen
“Kolayca yeri doldurulacak bir çalisan olsaydim cinsel kimliğimden dolayi vazgeçilecek ilk kisi olacağimi hissetmem oldukça kötü.” cümlesini
okuyunca, neden böyle düsündüğümü sordu. Cevabim kisaydi; “ama öyle”. Sonuçta isyerinde bir “açilma” süreci daha sona erdi. Hemen herkesin sempozyum kitabi hakkindaki “yazilar küçük” elestirisini (ki bunun maddi zorluklar sonucu, daha az sayfaya siğma gerekliliği olduğunu anlattim) bir kenara biraktiğimizda, insanlarin escinsellik hakkinda akillarina gelengelmeyen sorulara topluca yanit bulabilecekleri bir kitabimiz oldu. Bu kitap sayesinde isimizin oldukça kolaylastiğini söyleyebiliriz. Tabii ki çevremizdekilere karsi, yoksa toplumun kitabimizi edinip, bilgileri alip, homofobilerinden arinmalarini beklemek sadece güzel bir düs. Ama bizler de düsleri gerçeğe çevirmek için mücadele etmiyor muyuz zaten?
Escinsellerde depresyon ve stresin kökeni: içsellestirilmis ve distan gelen homofobi Koray
Amerika Psikiyatri Dergisi’nin Subat 2004 sayisinda, erkeklerle birlikte olan erkeklerle ilgili büyük bir çalismanin sonuçlari yayinlandi. Bu çalisma daha önceki birçok çalismadan farkli bir seçim yöntemi uygulayarak, bu grubu temsil edebilecek iki binden fazla kisi üzerinde yapilmis. Böylece barlardan seçilen escinsellerle yapilan çalismalarda alkol kullaniminin genel toplumdan fazla çikmasi, tedavi olmak üzere basvuran escinsellerle yapilan çalismalarda artmis hosnutsuzluk bulunmasi gibi yanli sonuçlardan uzaklasirmis olmasi
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 28
hedeflenmis. ABD’nin çesitli sehirlerinden, rastgele seçilen ve telefonla ulasilan yaklasik 2800 erkelerle birlikte olan erkekle görüsme yapilip, depresyon ve stres düzeyleri ölçülmüs, bunlarin sosyodemografik özellikleri, cinsel yönelimleri ile ilgili yasantilari arasindaki iliski arastirilmis. Grubun genel popülasyondan 2.9 kat daha fazla depresyon riski olduğu bulunmus. Sürekli partnere sahip olmamak, yakin zamanda escinsellere yönelik siddet ya da tehdite maruz kalmak, kendini gey ya da escinsel olarak tanimlamamak ve kendini
escinsel topluluğun disinda hissetmek, depresyonla ve artmis stres düzeyi ile birliktelik göstermektedir. Bu özelliklerin içsellestirilmis ya da dis kökenli homofobi ile iliskili olduğuna dikkat çekilmis. Bu bulgularla erkeklerle birlikte olan erkeklerin yasadiklari sikintinin, öfke suçlarinin cezalandirilmasi ya da önüne geçilmeye çalisilmasiyla, yasal beraberliklerine/ evliliklerine olanak taninmasiyla azalabileceği düsünülmüs, bu yönde çalismalar yapilmasi önerilmistir. (Mills ve ark., Distress and depression in men who have sex with men: The Urban Men’s Health Study.
medya
A’dan Z’ye Esra Ceyhan: H Harfi=Homofobi Ali Özbas
Mart ayinin ilk haftalarindan bir Pazartesi günü, elimde kumanda ile zap yapmanin mutluluğunu yasarken, ATV’de Esra Ceyhan’in programina rastladim. Gündüz programlarina takildiysaniz mutlaka görüp izlemissinizdir. Ya da geceyarisi sonrasi programlarina takildiysaniz, Zaga’da Okan Bayülgen’in klip-program didiklemelerinde mutlaka gözünüze çarpmistir. Öyle hanim hanimcik olma halleri, ailenizin sunucusu, evliliğiyle, giyimiyle, “hadi çocuk yap artik Esra”cilariyla (ama çocuk da yaparim kariyer de ona sicak gelmiyor, çocuk yapacağinda isini birakmak istiyor, öyle bir annelik halleri yani), her aciya tüh tüh tüh nidalariyla bakisi, ne kadar sarki söylense hepsine de eslik edisi... Hatta bir ara bir tv filminde bile oynadiydi da, ya gösterilmedi, ya da ben kaçirmisim ki eğer kaçirmissam üzülürüm vallahi. Hatirlarsaniz medya, ekonomik kriz döneminde birçok çalisanini isten çikarirken, o dönem kendi program ekibinden hiç kimsenin çikarilmasina izin vermeyisiyle de “delikanli” kadin oluvermisti. Her türlü durusa sahip biri; de bir türlü kadin olamiyor, kadinlik halleri sergiliyor sadece. Kapasitesi bu; yoksa sirf reyting uğruna yapmiyor bunu. Zaten reyting kaygisi da olmasa gerek; ben ne zaman (sapkasiz) halamlara gitsem televizyonlarinda onun programinin izlendiğini görürüm. Pek beğenirler, nereden buluyor bu kadar konuyu diye de hayranliklarini belirtirler. Dolayisiyla programinda yaptiklari, söyledikleri, empoze ettikleri için “aman, bana ne, saçma sapan programlarindan biri iste” deyip geçmek olmuyor; çünkü bu tür programlari izleyen “anneleri”, “halk”i, yanlis bilgilendiriyor, fobilerini pekistiriyor. Ben bu kadar yüklendiğime göre Esra Ceyhan’a, yapmistir bir homofobiklik di mi. Iste zap esnasinda içime mi doğdu nedir onu görünce duruverdim. Yine bir kadini almis karsisina, acir ifadelerle bakiyor ve arada vah vah vahlarla tüh tüh tühlerin birbirine karistiği nidalari savuruyordu. Kisaca konu su: Konuk olan kadin bir
“ucuz gazino” sarkicisi. Ki bunlara pavyon denirdi eskiden, artik “pavyon” demeyi bir Yildiz Tilbe yakistiriyor kendine, diğerleri “gazino” diyor. Sonuçta bu yerleri ve bu yerlerde çalisanlari küçümsemek için tirnak isaretli nitelendirmeleri kullanmadiğimi belirteyim de anlatacağim güme gidip de kelimelere takilmasin okurlar. Konu mankeni kadin, çalistiği bir gazinoda saz sanatçilarindan birinin evlilik teklifine, adami pek tanimadan (“gözüme perde mi indi bilmem” diye de belirtiyor) evet diyor. Bu arada gazino patronu ve çevreden bir-iki kisi adamin “pek adam olmadiği”ni belirterek kadini uyariyorlar ama, hiçbirini dinlemiyor. Kadin, maddi birikimlerini kullanarak bir düğün yapiyor ve adami evine aliyor. Ilk gece yasanmasi gereken “zifaf” yerine adam bayaği da içerek kadinin omzunda ağlayarak kendisinin bir erkek dostu olduğunu anlatiyor. (Bu arada program boyunca escinsellik kelimesi geçmediğini belirteyim). Kadin sasiriyor, inanamiyor, adami dinliyor, neden böyle olduğunu sorguluyor… Adamin “tedavi” olabileceğini konusuyorlar. Ama adamcağizin kendisine olan sevgisine inaniyor ve ne yapacağina karar vermek için zamanin kollarina siğiniyor. Bu arada kadinin 15 yasinda bir oğlu var, üçü birlikte yasiyorlar. Evliliğin hemen ertesinde kadin yasadiklari sehir disinda bir gazinoda program yapmak için bir süreliğine tek basina gidiyor. Bu esnada evlendiği adami ve oğlunu bas basa birakiyor ki birbirlerini iyice tanisinlar. Iste bu noktada Esra Ceyhan’in gözleri korkuyla büyüyor ve “nasil yani, o “adam”i 15 yasindaki oğlunla mi biraktin? Hem de adam “böyle”yken?” Kadin; “Esra Hanim, gerçekten güvendiğim, sevdiğim ve sevdiğine inandiğim biriydi. Oğluma herhangi bir kötülüğü olmayacaği gibi ona kol kanat da gererdi. Ayrica oğluma babalik yapmaya kalkarsa belki de daha kolay ‘düzelir’ diye düsündüm. Kesinlikle oğluma ‘zarar’ verecek biri değil. Bütün kalbimle simdi de söylüyorum, o çok iyi biri” dedi. Ama
kül yutmaz Esra Ceyhan için bunlar yeterli değildi. Israrla oğlunu o adamla birlikte mi biraktin deyip duruyordu. Sonrasinda adamla yasadiklari (ya da yasayamadiklari evlilik gerekleri diyelim) nedeniyle ayrilmak isteyen, ama adamin annesinin de etkisi ile, kadinin mallarindan bir kismini almadan bosanmaya yanasmadiği için, programa sikayete gelen kadincağiz adami savunmaya geçmek zorunda kaldi. “O çok iyi bir insandi, asla ‘o yönüyle’ ilgili bir sey yapmadi, oğlumu kendi oğlu gibi sevdi…” Ne var ki Esra Ceyhan takilmisti; her iki cümlesinden biri “oğlunu o adamla mi biraktin, nasil biraktin?” türü dehset sorulariydi. Kadin, “o kaynana var ya, kocami o dolduruyor, bosanma islemini zora sokuyor” demeye getiriyor, Esra Ceyhan “ama sen oğlunu o adamla biraktin” diyordu. Ortada bir durum komedisi yasaniyordu ama aslinda içler acisi bir durumdu. Insanlari, öncelikle programinin hedef kitlesi “ev kadinlari”ni her konuda aydinlatacak, yardimci olacak programlar yaptiğini iddia eden biri homofobikliğiyle var olan yargiyi pekistiriyordu. Escinsel erkekler çocuklara karsi potansiyel tecavüzcü-bastan çikarici… Evet, Esra Ceyhan homofobik, ama akilli değil. Yani eline firsat geçmis, hemen kullanip escinselliğe karsi tüm önyargilari kuvvetlendirebilirdi mesela. Hani adami annesi fitneliyor ya, “iste, escinselliğin nedenlerinden biri olan baskin anne rol modeli bir kez daha kanitlandi” diyebilirdi. Ya da adam sanatçi ya; “escinsellerin sadece sanatçi kimliğiyle var olduklarini bir kez daha gördük” diyebilirdi. Tabi bir de adam kadinla evlendi ya, “iste escinsel milleti böyle ikiyüzlüdür, kendini gizlemek için kadinlarin basini yakarlar” diyebilirdi. A, tabi bi de iyice abartip “sen o adam böyle bir sey yapmaz dedin ama, ya oğluna bir sey yapmissa? Sen oğlunu kolundan tutup muayeneye götürdün mü?” diye de sorabilirdi ama… Yok ya, ben abartiyorum galiba o kadar da homofobik değilmis Esra Ceyhan!
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 29
kültür - sanat
Orijinal Adi: Monster, Yönetmen: Patty Jenkins, Senaryo: Patty Jenkins, Oyuncular: Charlize Theron,Christina Ricci, Yapim: 2003-ABD/Almanya
Cani Funda
Yedi erkeği öldürmekle suçlu bulunduktan sonra geçen yil Florida’da idam edilen hayat kadini Aileen Wuornos’un gerçek yasam öyküsünden uyarlanan ve üstün bir performans sergileyen basrol oyuncusu Charlize Theron’a oscar ödülü kazandiran bir film. Basrol oyuncusu CharlizeTheron’u geçmis dönemlerde ; Kasimda Ask Baskadir, Seytan’in Avukati, Astronotun Karisi gibi filmlerden animsiyoruz.Eski Hollywood yildizlarini andiran güzelliği ile birçok sinema severin beğenisini kazanan Theron, her halde yapimcilar açisindan da gise kaygisi güdülmeden seçilen bir oyuncu olsa gerek.Fakat karsimiza feleğin sillesini yemis fahise rolü için bambaska bir Theron çikiyor. Bu film için geçirdiği değisim ve sergilediği performans o kadar etkileyici ki,oscar’a neden aday olduğu hatta kazandiğini anlamak güç değil. Akademi fiziksel değisimi seviyor.Geçen yil Saatler filminde Virginia Woolf karakterini canlandiran Nicole Kidman’da gerçek karaktere benzemek uğruna, iskence seklinde geçen ve günler boyu süren bir dizi burun estetiği ile karsimiza taninmayacak bir kilikta çikip, performansini sergilemis ve oscar heykelciğini kazanmisti.Sinema tarihinde geçmis dönemlere baktiğimizda;Robert de Niro,Alpacino,Tom Hanks gibi ünlüler de gerçek yasam öykülerinin fazlaca itibar gördüğü filmlerde rolleri gereği bir dizi operasyondan geçip ,3-4 bedene varacak sekilde vücut ölçülerini değistirmislerdi. Görüyoruz
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 30
ki,kadinlar da bu sinema teknikleri ve özel yasamindaki rolüne uygun değisiklikler ile film karakterine benziyor, rolünü yapiyor ve dünyanin en prestijli ödülünü alabiliyorlar. Sanki ,”Evet biz kadiniz, hatta güzel kadinlariz da, ama sinema teknikleri içerisinde bizi isteğiniz kadar değistirin, çirkinlestirin, yine de çikar oyunumuzu oynariz, oscar’i da
kazaniriz.” dercesine sergilenen performanslar izlemek sevindirici. Filmin konusu gerçek hayattan alindiği için tartisilacak bir yani yok. Bu noktada senaryo, oyunculuk ve yönetmene is düsüyor. Theron’un oyunculuğu oscar’i hak ediyor. Bir kadin mahkumun idam edilmesi gibi hassas bir konunun kahramani hakkinda, üstelik olay çok taze iken filme aktarilmasi ve yönetmenin ilk uzun metrajli filmi olmasi açisindan basarisini ve cesaretini görmek kaçinilmaz. Film iki ana karakter üzerine kurulu. Bunlardan biri Charlize Theron’un oynadiği Aileen, diğeri Christina Ricci’nin oynadiği Selby. Sekiz yasinda cinsel tacize uğrayan, onüç yasindan beri fahiselik yapan Aileen, Florida’da bir gey barda, escinselliğinin tedavi edilmesi için ailesi tarafindan yakinlarinin yanina gönderilen Selby ile tanisir. Aileen
escinsel değildir ama Selby’nin ilgisine kayitsiz kalamaz. Trajik ve istismarla yetistirilme kurbani olan Aileen, hemen asik olur ve koruyucu olarak gördüğü Selby’ye bağlanir.Yasal bir is bulamayan ama Selby ile iliskisini sürdürmek için herseyi göze alan Aileen fahiselik yapmaya devam eder. Müsterilerinden biri zor kullaninca, kendini korumak için adami öldürür ve bu, onun cinayet serisinin ilkini olusturur. Filmin yönetmeni Patty Jenkins, elindeki öyküye sanki biraz kadin duyarliliği ile yaklasmak istemis. Aileen’in karakteristik özelliklerini çocukluğuna,daha doğrusu çocukken yasadiği cinsel tacize ve babasi ile olan iletisimsizliğine bağlamak istemis ve bunda da gayet basarili olmus.Filmin diğer zit karakteri Selby ise, zayif ve sinsi kisiliği ile aslinda Aileen’a asik ama onun güçlü karakterini sömürmek isteyen hâli ile filme arti bir dramatik yapi katmis. Film bu noktada izleyicisini ikiye ayirabilir; Aileen Wuornos gerçekten iflah olmayan cani ruhlu bir kadin mi yoksa sartlar gereği buna mecbur kalan incinen bir kadin mi? Bastan sona insanin yüreğini sizlatan filmde duygu sömürüsünden eser yok. Filmde dikkat çeken önemli birkaç konsepten biri de; erkeklerin büyük bir çoğunluğunun sadece hayat kadinlarina karsiymis gibi görünen tavrinin , aslinda tüm kadinlara ve sekse bakis açilarini olusturduğunu düsünürsek, bunun da bir hayat kadininin gözünden filmde çok iyi islenmis olmasi. Bu filmi kadinlar görmeli ama erkekler muhakkak görmeli!
kültür sanat Yaz Yaz Bir Kenara Yaz Kitabinin Yazari Uğur Alper ile Söylesi
Yaz Yaz Bir Kenara Yaz... Merhaba Uğur Alper, seni tanimayan okuyucularimiza kendini anlatir misin? Aslinda kitaptaki kisa tanitimdan daha fazla söyleyecek bir sey gelmiyor aklima. 1975 doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi’nde Ingiliz Dili Edebiyati okudum. 1995 ve 2000 yillari arasinda aktif olarak Lambda çalismalarina katildim. O süreçte Açik radyo’daki %100 GL programinin yapimci ve sunucularindan biri idim. 2000 yilindan bu yana da kisisel olarak escinsel harekete destek vermeye çalisiyorum. Radikal Iki’de ve bazi süreli yayinlarda konu üzerine yazilarim çikiyor, ayrica genis bir web portali olan www.minidev.com’da GL Kültürü bölümünün editörlüğünü yaptim uzun süre. Onun disinda yayincilik yapiyorum, kitap çevirilerim de var. "Yaz Yaz Bir Kenara Yaz..." kitabi hangi ihtiyaçtan çikti? Minidev’de asaği yukari iki yil boyunca araliksiz her hafta yazdim. Köse yazilari tadinda bir editör yazilari dizisi oldu. Bir yandan da bölümün içini dolduran birçok kisa bilgi paragrafi vardi. Bunlari sadece web erisimi olan insanlar okuyordu, kitap haline gelmesini en bastan beri düsünüyordum. Yazilar yeterince biriktiğinde kitap çalismalarina basladim. Bir ihtiyaç var bari kitap yaziyim da o ihtiyaci gidereyim demedim, sadece daha çok insana ulassin istedim yazdiklarim. Kitap bes bölümden olusuyor? Bölümlerdeki yazilara nasil karar verdin? Neden bu bölümler? Yazilarin siralamasini önce yayinlandiği tarihe göre yapmak istedim ama arka arkaya siralayinca çok dağinik olduğunu gördüm. Sonuçta gey-lezbiyen kültürü ile ilgili yazi yazinca belli birkaç konunun etrafinda öbeklendiğimi gördüm. Ayrica okuma açisindan da kolaylastirdi yazilari bu
gruplama. Doğruyu söylemek gerekirse pek bir yere siğdiramadiğim yazilari da “yasam” bölümüne koydum. Bir yandan da birden fazla bölüme girebilecek yazilar da var. Örneğin hem “yasam” hem de “toplum”a. Toplum, yasam, escinsel hareket gibi bölümler aslinda escinselliğin konumunu da yansitiyor
bana göre. Bizim için önemli olan tüm öğelerin özeti sanki. Tabi bir de sondaki “kisisel” bölüm var. O da escinsel bir bireyin toplum içinde kendini ifade çabalari olarak okunmali bence. Neden "gey-lezbiyen kültürü"? Aslinda ben bu soruyu “Neden bu islere girdin?” diye aliyorum. Çünkü “Gey-Lezbiyen Kültürü” hem web sitesi hem de kitap olarak benim daha önce yaptiğim islerin bir uzantisi. Ben ilk Lambda’yi ilk kesfettiğimde tüm escinsellerin escinsel hareketin içinde yer aldiğini saniyordum! Yani escinsel hareketin içinde yer almanin içgüdüsel bir tepki olduğunu düsünüyordum. Tabi zaman geçtikçe gerçekleri anladim ☺
Bir önceki soru ile bağlantili bir soru neden GLBT kültürü değil de geylezbiyen kültürü? Içerik olarak aslinda sadece gey ve lezbiyen kültürüne dair yazilar yok. Travesti ve transseksüel haklari, kadin haklari ve biseksüellerle ilgili yazilar da var. Ama ana damara hitap etmek istediğiniz zaman GLBT yerine daha bilinen gey-lezbiyen lafi tercih ediliyor. Daha akilda kalici, daha pratik, daha kolay olmasindan belki de. Tabii daha derin düsününce belki de bunun altinda biseksüel ve transgender’lara karsi bilinçdisi bir fobi yatiyor olabilir. Kitabi okuyanlar için Türkiye'de on yillik sürece içinden birinin aktarimlari, yorumlari diyebilir miyiz? Bunu söylemek yanlis olmaz ama biraz ayrintilandirmak lazim sanirim. Çünkü bu herhangi birinin ya da herhangi bir escinselin aktarimlari değil. Türkiye’de gerçekten son on yil içinde escinselliğe dair çok sey değisti ve Lambda, Kaos gibi gruplarda çalisip, bir seyler yapmaya çalisan insanlar bu gelismeleri çok çok yakindan izledi ve en ufak bir hareketi analiz edebilir duruma geldi. 95 yilindan beri pul koleksiyonu yapsam, bu konuda çok sey biliyor olurdum herhalde. Son süreçte de gey-lezbiyen içerikli kitaplar çoğaliyor. Bu kitaplari nasil değerlendiriyorsun? Bu kitaplar yayinevlerinin iyi niyetleriyle basiliyor. Buna benim kitabim da dahil. Çünkü basilan bu kitaplarin neredeyse hiçbiri basarili bir satis yapmiyor. Türkiye’de zaten kitap okuma orani bilindiği üzere çok düsük, escinseller bu konuda hiç de ayri bir sinif davranisi göstermiyor. Kaldi ki bilinçli bir escinsel topluluk kendini eğitmek için okumalidir. Escinsel içerikli kitaplarin bugün bu kadar bile basilabilmesi basari. Sonuçta
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 31
kültür - sanat yayincilik da ticari bir is. Keske bizler daha çok kitap okusak da yayincilar özellikle gey-lezbiyen temali kitaplar basmak için yarissa. Kitabi okuyunca, en azindan baslikli söyle bir göz atinca "escinsellerin evlilik veya evlat edinme" disinda hayatin her alanina dair sözleri olabileceği ve bu sözleri birilerine duyurabileceğini düsünüyoruz. Sence neden escinsellerin yasadiklari sorunlar gündeme geldiğinde konu "evlilik veya evlat edinmeye gelip tikaniveriyor? Bence escinseller o alanda da söz söylüyorlar. Kisisel olarak açikçasi ben ne evlenme hakki ne de çocuk evlat edinme hakki istiyorum ancak heteroseksüellerin bu hakki varsa, isteyen escinsellerin de bu hakki olmasi gerektiğini sonuna kadar savunurum. Aslinda Türkiye’de biz o asamaya gelmedik, bu soru daha çok Bati’daki durumu isaret ediyor ve yaniti da basit. Islerin o noktada tikanmasi aslinda söylenen öteki sözlerin aslinda çok ciddiye alinmadiğini gösteriyor. Alinmis birçok hak var ancak is ne zaman heteroseksüel aile kurumunu tehdit edeceğini düsündükleri bir noktaya variyor, iste o zaman yaklasim değisiyor. Heteroseksüellerin siğindiği bir tek aile kurumu kalmis, o da yikilirsa ne yaparlar! Kaldi ki bu taktiği değistirip, aile kurmaya merakli escinselleri kazansalar ve escinsel aileyi de kutsallastirsalar, çok daha rahat olurlar. Gey-lezbiyenlerden kitabina yönelik aldiğin tepkiler nelerdi? Bu tepkileri diğer escinsel içerikli kitaplara gelen tepkilerle karsilastirdiğinda benzerlikler ve farkliklar neler? Doğrusu gey ve lezbiyenlerden çok heteroseksüellerden geri dönüs oldu. Kitabin ansiklopedik bir kaynak kitap havasinda olmasi aslinda ise yaradi ve bilmediği birçok seyi kitabimdan öğrendiğini ve hatta bazilarina çok sasirdiğini söyleyen okurlar oldu. Diğer escinsel kitaplara gelen tepkileri bilmiyorum. Benim gördüğüm bu kitabin kaynak kitap olarak kütüphanelerde bulunabileceği ve escinsellik hakkinda sorulari olan kisileri aydinlatabileceği. Yazmaya devam ediyor musun? Yeni projeler var mi gündem de?
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 32
Isim zaten yayincilik olduğundan çok alakasiz bir sey yazmakla uğrasiyorum su an. Ayrica çalistiğim yayinevinden yayinlanmak üzere gey lezbiyen içerikli kitaplarla da ilgileniyorum. Bir yandan da bir roman üzerinde çalisiyorum ama henüz çok basinda. Bu kez kurgu bir kitap yazmak istiyorum. Son olarak geylezbiyen olarak yazmakla ilgili olarak neler söylemek istersin? Cinsel kimliği baz alarak yazmak aslinda çok tehlikeli bir sey. Cinsel politika üzerine yazip ciddiye alinirken, baska alanlarda bir seyler üretip, iyi bile olsa ciddiye alinmama riskiniz var. Yani cinsel kimliğinizin yeteneklerinizin önüne geçmesi riski. Bir de diyorum ki keske daha çok insan gey-lezbiyen kültürü ve politikalari üzerine yazsa, daha çok söz üretilse. Hep derler ya söz uçar, yazi kalir. Sağlam bir politika üretmenin yolu sanirim yazmaktan geçiyor.
O YARIN ÖLÜ DOĞDU Tehlikeli siir yazan sairlerin yurtlari yoktur. Kinasi solmus garip el gibi bakar ocaklari. Gözlerine gözlerine ÖKSÜZ ÖLÜM; SAIRLER DE OLMASA, KIME VARACAKTIN? O TELINI DUVAĞINI TAKIP, KIMIN KOYNUNA YATACAKTIN? Yasak sarki söyleyen sarkicilara, Kan bağisi yapilmadi. Asksiz öldüler, Bos tencerelerin takirdadiği odalarda. Bir ney çalar... duman duman. Yarasindan yasli kus gibi uçar gözyasi. Onlari tütün öldürmedi!.. Onlari yokluk öldürmedi!... Yarin öğrenirsin çocuk olmayi, Anne olmayi, baba olmayi, dediler Bir oyuncak verdiler elimize. Is’ i biz biliyoruz dediler. Inanmasak da beklerdik, gün doğumu. Besledik, üsütmedik, kiymadik doğruyu. Rahim inadina küflendi, paslandi. O YARIN, ÖLÜ DOĞDU O YARIN, ÖLÜ DOĞDU. Güzsiyah
gündem
Kaos GL Ulusal Aids Koordinasyonuna Katildi
31 Mart 2004'de Sağlik Bakanliğinda, Sağlik Bakanliğinin Sekreteryasi ile kurulan ve Global Fund'a hazirlanacak proje ile ilgili toplanti yapildi. Projeye Türkiye'de Cinsel Sağlik alaninda çalisan sivil toplum örgütleri ve kamu kurumlari katiliyor. Projenin en amaçlarindan biri cinsel sağlik hizmetlerinden faydalanma oranini %0'dan %50'e çikartmak. Proje 5 Nisan 2004'de Cenevre'de Global Fond'a sunuldu. Projenin 2004 sonuna doğru hayata geçmesi hedeflenmektedir. Toplantida Ulusal Aids Koordinasyonu’nun daha sik bir araya gelmesinin süreci daha hizlandiracaği yönünde görüs birliğine varirdi. Kaos GL olarak toplantilara katilmaya devam edeceğiz. Gelismelerden sizleri haberdar edeceğiz.
Farkli Cinsellikler- Farkli Cinsel Kimlikler
24 Mart 2004, Çarsamba günü saat 13:30-16:00 saatleri arasinda Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Topluluğu tarafindan organize edilen "Farkli Cinsellikler ve Farkli Cinsel Kimlikler" baslikli söylesiye katildik. Kaos GL'den Ali Erol, Umut Güner, Tuba Özkan katildik. 150 üniversiteli arkadas ile gey-lezbiyenlerin yasadiklari sorunlar ve bu sorunlar ile nasil mücadele ettiğimiz üzerine keyifli bir sohbet gerçeklestirdik. Farkli Cinsel Kimlikler basliğinin çok uygun bir baslik olmadiğini, heteroseksülliği merkeze koyduğunu ve zaten escinsellerinde heteroseksüelliğin bu merkeze konulmasindan kaynakli ayrimciliğa uğradiğimizi dile getirdik. Kendimizi tanittiktan sonra soru-cevap seklinde geçen söylesi de, özellikle üzerinde duyulan konular, "kadin escinselliğin görünmezliği", "geylezbiyenlerin psikolojik sorunlari ve psikolog deneyimleri", "escinselliğin tarih içinde algilanisi: sodomi, günahkar, suçlu, hasta, homoseksüel, ve gey-lezbiyen", "ailelerimizle yasadiğimiz sorunlar" üzerine konustuk. Söylesi sonrasi Kaos GL dergilerinin eski sayilarini ve Lambdaistanbul grubu tarafindan hazirlanan "Siddet" brosürünü dağittik. Kaos GL'den Ali Erol: 1994 sonbaharinda Haccetepe "Beytepe Kampüsü'ne ilk gelisimiz ve ilk etkinliğimiz gene Hacettepe Psikoloji Topluluğu vasitasiyla olmustu. Süreç içinde
Hacettepe'de Bahar Senliklerinde Stand açtik. Gey-Lezbiyen öğrencilerin sorunlari üzerine konustuk. Bundan on sene sonra gene Psikoloji Topluluğu ile söylesi yapmak bize keyif verdi" dedi.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri'nde Cinsel Sağlik Eğitimi Dersine Katildik
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri'nde Prof. Dr. Figen Çok tarafindan verilen Cinsel Sağlik Eğitimi dersine katildik. Iki gün boyunca üç ayri derste Psikolojik Rehber Danismanlara, Sinif Öğretmenlerine ve Okul Öncesi Öğretmenleri olacak dördüncü sinif öğrencilerine verilen derste, cinsel yönelim olarak escinsellik, gey-lezbiyen bireylerin sorunlari üzerine sohbet ettik. Kaos GL'den Burcu Ersoy, Tuba Özkan, Volkan Öğdüm, Umut Güner ve Ali Erol derslere katildik. Derslerde geylezbiyenlerin yasadiklari sorunlar üzerine konustuk. Son dönemde Amerika Birlesik Devletleri üzerinden gündemimize giren, "evlilik" ve "evlat edinme" üzerine de sorular geldi. Gey-lezbiyen öğrencilerin üniversitelerde halen görünür olmalarinin önünde bunca engel varken neden daha popüler ve bizden uzka konular üzerine sorularin gelmesinin aslinda yani basimizdaki escinsel arkadaslarimizin "ne yasadiklarina" duyduğumuz ilgisizliğin de bir göstergesi olacağini ayrica evlilikten neyin kastedildiğinin de önemli olduğunun, gey ve lezbiyen çiftlerin heteroseksüel çiftlerin faydalandiği hangi haklardan mahrum kaldiğinin hep unutulduğunu ancak gey-lezbiyenlerin bu haklari elde etmek için evlenme talepleri olduğu üzerine konustuk. Geçen sene ilk kez gittiğimiz Eğitim Fakültelerinin sadece Ankara Üniversitesi ile sinirli kalmayacaği zamanla çoğalacaği umuduyla kampüsten ayrildik.
"ayrimcilik ve homofobi" konularini anlatan Ege Üniversitesi'nden Doç Dr. Melek Göregenli "Hiç bir zulüm seyircisiz olmaz" üzerine vurgu yapti. Insan haklari savunucularini Ankara ayağindaki ilgisizliği "gey-lezbiyenlerin maruz kaldiklari zulüme insan haklari savunularinin bir süre daha ilgisiz kalacaği yönünde bir endise uyandirdi. Ancak iki günlük seminer boyunca bizimle beraber olan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve eğitmenlerimizle dolu dolu iki gün geçirdik. Istanbul ayağinda ise, katilan sivil toplum temsilcileri ile iki gün boyunca Insan haklari hareketinin geylezbiyenlerin sorunlarina ilgisizliği ve geylezbiyenlerin yasadiklari sorunlara seyirci kalmasi üzerine tartistik. 15-16 Mayis’ta Izmir ve 5-6 Haziran’da Diyarbakir’dayiz .
“Kampüste Gey-Lezbiyen Görünmezliği” 29 Mart 2004 pazartesi günü, Sabanci Üniversitesi’nde Cinsel Sorumluluk Projesi kapsaminda organize edilen “Kampüste geylezbiyen görünmezliği” baslikli söylesiye katildik. Kaos GL’den Ali Erol’un konusmaci olarak katildiği söylesiye bizimle beraber Radikal Gazetesinden Zeynep Aksoy da katildi. Söylesiye katilan öğrencilerle yapilan sohbette gey-lezbiyenlerin hayatlarinin farkli alanlarinda yasadiklari sorunlarin yaninda özellikle kampüste, akademide yasanan sorunlar üzerine duruldu.
Gey-Lezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari:
Insan Haklari Savunuculariyla Bulusma – Ankara Kaos GL tarafindan düzenlenen ve Ingiltere Büyükelçiliği tarafindan desteklenen Insan haklari savunucularina yönelik verilen Insan haklari eğitiminin Ankara ayaği gerçeklesti. 30 yakin sivil toplum örgütü ve kamu kurumunun davetli olduğu eğitime insan haklari alaninda çalisan sivil toplum örgütlerinin ilgisizliği dikkat çekti. Seminer programi kapsaminda
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 33
gündem
Çitlembik Kitabevinde Kaos GL Okurlariyla Bulustu. 29 Mart 2004, Pazartesi günü saat, 19:00’da Çitlembik Kitabevinde Kaos GL Okurlariyla Bulustu. Duyurunun bizim tarafimizdan son günde yapilmis olmasindan kaynakli katilim beklenenin altinda oldu. Istanbul disinda baska illerde de Kaos GL Okur Söylesileri yapmak istiyoruz. Davet sizden gelmesi bizden...
Cinsel Ayrimciliğa Karsi Öğrenci Girisimi
AÜ Cebeci kampusünde bir grup öğrencinin girisimi ile "Cinsel Ayrimciliğa Karsi Öğrenci Girisimi" adinda bir topluluk kuruldu. AÜ Iletisim Fakültesinde resmilesen topluluk üniversitelerde ve medyada escinsellerin ve kadinlarin yasadiği ayrimciliği gündemlestirerek sorunlara çözüm yollari bulmayi hedefliyor. Topluluk kuruculari grup içine ve disina yönelik etkinliklerle gey ve lezbiyen öğrencilere yönelik olumsuz önyargilari değistirmeye çalisacaklarini belirttiler. Öğrenci kadinlarin sorunlarinin da asil gündemlerinde olduğunu söyleye grup üyeleri, heteroseksüel, escinsel,
biseksüel kadin ve erkekleri topluluk bünyesinde çalismaya davet ettiler.
Dincilerden Legato'ya Saldiri!
2001 yili içerisinde “Mimar Sinan Üniversitesi Lezbiyen Gay Topluluğu” (mimarsinan legato) tarafindan gurubun faaliyetlerini okul içi ve okul disindaki kisilere duyurmak, Mimar Sinan Üniversitesi ve Mimar Sinan Legato hakkinda bilgi vermek ve alternatif bir gey&lezbiyen sitesi yaratmak amaciyla kurulan web sitesi http://mimarsinanlegato.sitemynet.com/ geçtiğimiz ay “Battal Gazi” takma adli dinci kisi ya da kisiler tarafindan hack edildi. Sitede bulunan Bilgi, Haber, Köse Yazilari, Üniversitemiz, Anket ve Forum bölümlerinin yerlerine Nur ve Nisa surelerinden çesitli bölümler koyan kisiler “Illegal Port Platform” adli bir olusumun logosunu da siteye koydu. Sitenin çesitli yerlerine "Bu site ahlak disi yayin yaptiği için Battal Gazi Tarafindan Hacklenmistir" yazan internet korsanlari, akillara Türkiye'deki LGBT guruplarin güvenliği sorusunu yeniden getirdi. Bu tür küçük saldirilar internet ortaminda çabuk atlatilsa da yapilabilecek benzer fiziki saldirilar Türkiye'de yeni yeni olusmaya baslayan
görünürlüğün sonu olabilir. Öte yandan Legato Web Ekibi saldirilarin ardindan MimarSinanLegato sitesini eski haline döndürmeye çalisirken Legato'nun ana sitesi olan www.e-legato.org'un güvenliği arttirmaya yönelik çalismalar yapiyor.
Safra Project Konferansi 5 Haziran 2004 'Güçlenme ve Kapasite Gelistirme Stratejileri'
Safra Project adli örgüt, dinsel ya da kültürel olarak kendine Müslüman diyen lezbiyen, biseksüel, cinsötesi (trans) ve sorgulayan kadinlar (Müslüman LBCS kadinlar) için 5 Haziran 2004'te Londra'da bir konferans düzenliyor. Konferans, ayni zamanda bu kadinlarin kadin arkadas, es ve aile üyelerine, ve bu konularla ilgilenen tüm kadinlara açik. Konferansin amaci, tanismak, deneyim ve bilgi paylasimi, ağlar olusturmak. Konferansta, pek çok Müslüman LBCS kadinin karsi karsiya kaldiği sorunlar ve güçlüklerle bas etme yöntemleri ve stratejilerini konusacak, birey olarak kendimizi güçlendirme stratejilerine ve sosyal ve destek gruplarimizin ve ağlarimizin kapasitesini gelistirmeye odaklanacağiz.
8 Mart Öncesi Burcu Ersoy
6 Mart 2004 Cumartesi günü, Anarres Kültür Evi'nde Ankarali genç feminist kadinlarin 8 Mart etkinlikleri kapsaminda organize ettiği film+söylesi programinda Duvarlarin Dili Olsa-2 filmi gösterildi. Organizasyon ekibinde yer alan arkadaslarin davetiyle Kaos GLli kadinlar olarak etkinliğe katildik. Film gösteriminin ardindan yapilan söyleside, Türkiye'deki lezbiyenlerin gerçekliğinin, filmdeki üç ayri lezbiyenliğe dair öykü ile bağdastiği ve bağdasmadiği yönler üzerine birlikte konustuk ve tartistik. Aslinda cinsel yönelimleri birbirinden farkli olan kadinlarin temasinin ne kadar az olduğunun, yasantilara uzakliğin ve yabanciliğin ne düzeyde olduğunu görmemiz açisindan film üzerinden söylesmek çok anlamli oldu. Söylesi, özellikle, Türkiye'de politik mücadele içinde yer alan lezbiyenlerin feminizm ve feminist hareket ile olan bağlari üzerine düsüncelerin karsilikli paylasimiyla sekillendi. Batidaki deneyimlerden farkli olarak, Türkiye’deki lezbiyenlerin feminist çizgisini kadin hareketi içindeki kadin
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 34
olusumlarina dahil olarak değil, antiheteroseksist mücedele veren gey/lezbiyen olusumlari içinde sekillendirmeleri üzerine, nedenlerini ve bu sürecin gelistiği tarihi birlikte gözden geçirerek sohbet ettik. Yine gey/lezbiyen olusumlardan çikan, Venüs’ün Kizkardesleri ve özellikle de Sappho’nun Kizlari deneyimlerini konustuk. Örgütlü lezbiyenlerin/biseksüel kadinlarin feminist bakis açisini, escinsel hareket içinde kazanarak mücadele alanlarini bu kanaldan gelistirmelerinde etkili olan, kadin olusumlari içinde yer alan escinsel kadinlarin cinsel yönelimlerini ifade edememeleri; ettiklerinde ise, bunun ikincil bir sorun olarak geri planda birakiliyor olmasindan kaynaklanan sorunlara değindik. Türkiye’deki kadin olusumlarinin genelinin heteroseksizmi hiç ele almamasi, erkek egemen sisteme karsi verilen mücadelenin muhalif çizgiden uzak, sistemi içsellestirmis liberal durusu ile de açiklanabilir. Feminizmden beslenerek politikasini gelistiren gey/lezbiyen olusumlarinin yürüttükleri mücadelenin,
kadin olusumlarinin heteroseksizme dair farkindaliklarini artirmasi ile bugün bu söylesiyi gerçeklestirebildiğimizi saniyoruz. Çok uzun bir geçmisi olmasa da, bu alandaki gelismenin ifadesi olan baska birliktelikler de daha önce organize edilmis ve yine dergimizin sayfalarinda yerini bulmustu. Bu anlamda, birlikte izlediğimizin filmin ardindan yaptiğimiz bu söylesiyi, “siz-biz” ikiliğini asip ötekilestirmelerden siyrilmanin önemli bir adimi olarak gördüğümüzü belirtmemiz gerekir. Hem cinsel yönelimleri farkli olan kadinlarin bir araya gelmeleri ve birlikte hareket edecekleri alanlarin yaratilmasi, hem de kadin olusumlari ve gey/lezbiyen olusumlarinin yakinliğinin artmasi açisindan böyle etkinliklerin devaminin gelmesini umuyoruz. Organizasyon ekibine ve söylesiye katilan herkese tesekkür ederiz.
gündem
Queerlestiremediklerimizden misiniz? Cihan Hüroğlu
19-20 Nisan 2004 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük salonunda Queer, Türkiye ve Kimlik baslikli iki günlük bir sempozyum düzenlendi. Sempozyum konusmacilari ve katilimcilari itibariyle daha çok akademiye hitap ediyor gibi görünse de öncelikli amaci farkli alanlarda öğrencileri ve diğer pek çok kisiyi Queer perspektifi çevresinde düsünmeye ve yazili bir birikim olusturmaya tesvik etmekti. Sempozyum farkli alanlardan katilimcilariyla oldukça renkli geçti ve dinleyici katilimi da oldukça iyiydi. 20’ser dakikalik sunumlarin ardindan yapilan tartismalarda escinsel gruplardan gelen katilimcilarin tartismalari daha çok yönlendirmesi belki konuyla ilgili baska kisilerin söz alma konusunda çekingen davranmasina yol açti. Fakat escinsellikle ilgili sorunlari ciddiye almalari sonucu escinsel kimliğini “fazla” ön plana çikariyor olarak algilanan kisilerin kimliklerin akiskanliği tartisilirken elbette müdahale etmeleri gereken yerler oldu. “Queer” (garip, tuhaf, aykiri) perspektifi pek çoğumuzun bildiği üzere Amerika’da gelisen orta sinif gey lezbiyen hareketine karsi tepki olarak ortaya çikti, o zaman kadar escinseller için olumsuz anlamda kullanilan queer kelimesinin kimi escinsellerce sahiplenilip var olan kimliklerin değiskenliğine ve akiskanliğina gönderme yapacak bir biçimde kullanilmasiyla da yayginlasti. Sempozyum temel olarak bu akimin Türkiye’ye tercümesini aramaya çalisti. Tercüme sadece dilde değil edebiyatta, sanatta, politikada, tarihte ve diğer farkli alanlarda mevcut metinlerin queer perspektifiyle nasil okunulacağina dair açilimlar sağladi. Açilis oturumu Isil Bas, Bülent Somay, Zeynep Direk, Ferda Keskin, Nami Baser gibi akademisyenlerin katilimiyla teorik çerçeve olusturma
amaçli bir yuvarlak masa oturumuydu. Konusmacilar cinsellik üzerinden konuyla ilgili felsefe ve edebiyatta oldukça yetkin olmalarina rağmen Türkiye’deki escinsel hareketi yakindan tanimiyor olduklarini hissettirmeleri sempozyumun basliğindaki Türkiye vurgusunu zaman kaçirmalarina sebep oldu. Coğrafyadan bağimsiz tartismalarda Zeynep Direk’in Ferda Keskin ile bireyin cinselliğinin bireyin özüne dair olup olamayacaği tartismasi dikkat çekiciydi. Kimliklerin kisitlayiciliğina defalarca vurgu yapildiktan sonra bu vurgularin yerelde hangi kaygilarin karsisina oturduğu sempozyum boyunca netlesmedi ve bu konuyla ilgili sorular daha çok akademik tartismalarin arasinda kaybolup gitti. Her ne kadar bu tartismalar beden üzerine devam ettiği sürece çok ilginç noktalara doğru ilerlediyse de akademinin kendi arasindaki tartismanin bir yerden sonra dinleyicilere de yönelmesi gerektiğini hatirlatmak yine dinleyicilere düstü. Daha sonraki oturumlarda Mehmet Murat Somer’in Türkiye edebiyatina queer sayilabilecek karakterlerin üzerinden yaptiği sunum oldukça yerinde ve bilgilendiriciydi , bu sempozyum çalismasinin mutfağindan Serkan Delice ise Bilge Karasu’nun Gece romanindan yola çikarak gecenin isçileri tasvirini queer beden perspektifiyle yorumladi fakat zaman yetersizliğinden daha ilginç yerlere götürülebilecek tartismalar ertelenmek durumunda kaldi. Türkiye gerçeklerine en iyi oturan sunumlardan biri de Beril Sönmez ve Aylin Sunam’in Bülent Ersoy ve Tarkan’i konu alan, bu kisilerin queer perspektifinde yorumlanip yorumlanamayacağina dair sunumlariydi. Burada Tarkan ve Zeki Müren’in cinselliklerinin belirsizliğinin bu kisileri birer ikon haline getirmis olduğu argümani dikkat çekiciydi Cenk Özbay’in kiralik erkeklikleri anlatirken Engin karakterini tamamen akademik gözle analizi biraz yabancilastirici
olmakla beraber daha genis çerçevede özelikle Istanbul’un sehirlesme sürecinde anlamli bir yere oturdu. Cesur bir konusmaci etnograf Jenifer Petzen Almanya’daki Türkiye’li göçmen escinsellerin kimlik algilarini kendi arastirmaci özsorgulamasiyla irdelerken Cüneyt Çakirlar geylerin sanal sohbet ortamlarinda kimlikler arasinda sikisip kalmisliklarini queer kavramini açiklamak üzere anlamli bir sekilde yorumladi. Escinsel hareketin yüzünü gösterdiği oturumlardan biri de Esmeray ve Erdal Demirdağ’in söz aldiklari oturumlardi. Daha sonrasinda Boğaziçi Rektörü tarafindan “rezillik” olarak nitelendirilip transfobik bir tepkiyle karsilandiğini öğrendiğimiz Esmeray kendi özümsediği bedene ulasma yolunda karsilastiği bu gibi pek çok tepkinin ya da hal tavir değisikliklerinin garipliklerini çarpici örneklerle anlatti. Erdal Demirdağ ise bu öznelliğin çevresinde transgender’lerin kapitalizme yem olmamalarinin onlarin dilleri, zamanlari, hizlari ve mekan kullanimlarini üzerinden kurguladiği bir teoriyle açiklamaya çalisti. Üzerinde daha çok tartismaya ihtiyaç duyduğumuz oturumlardan bir tanesi de belki buydu. Yesim Basaran’in konusmasinda değindiği akademik arastirmalarin heteroseksizm çevresinde değil de escinseller üzerinde yoğunlasmasinin garipliği sempozyum tartismalarinin devamina da sik sik yansidi. Yasar Çabuklu ve Süreyyya Evren’in konusmalari ise queer kavraminin sadece Türkiye değil diğer 3. dünya olarak tanimlanan coğrafyalara nasil yansitilabileceği ayrica farkli dönemlerinin feminist akimlariyla nasil karsilastirilabileceği tartisildi. Queer kavramini Türkçelestirmek adina “terso” veya “o biçim” sözcüklerinin kullanilabileceği fikri de bu tartismalarda ortaya atildi. Lale Kabadayi ve Leman Giresunlu “Monster” filmi ve “Bir Istanbul Masali”
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 35
gündem dizisindekindaki karakterleri queer perspektifiyle yorumlarken bu karakterlerin ayni zamanda belli basli normlari yeniden ürettiklerini vurgulayarak anlamli bir tartisma açtilar. Baris Kiliçbay yeni zamanlarin escinsel temalar barindiran Türkiyeli yönetmenlerin filmlerinde kimliklerin yönetmenlerce nasil disa vurulduğunu yönetmenlerin kendi kisiliklerini de isin içine katarak tartismaya açti. Adnan Kiliçbay kapsamli sunumu ise Freud’u da tartismanin içine katarak psikanalizi matematik gibi fikir açici olarak kurgulayip queer anlayisina neler getirebileceğini irdeledi. Taner Ceylan’in heteroseksüel
olmayan kadinlari sikabilecek kadar yoğunlastiği resim ve heykel sanati tarihinde erkek escinselliği ile ilgili sunumu pek çoğumuz tarafindan yaklasik bir saat boyunca pür dikkat izlendi. Yeditepe Üniversitesi’nden ayrilmak zorunda birakilmasina sebep olan kendi çalismalarini da gösterdiği sunum en çok alkis alan sunumlardan bir tanesiydi. Kapanista Isil Bas’in Selim Ileri ile yaptiği belki biraz televizyon programi havasinda söylesi kimi yerde Lambdaistanbul’dan bazi arkadaslarin tepkisine sebep oldu. Özellikle transseksüelliği patolojik olarak nitelendirmesi veya cinsel yönelimlerin
“disa vurulmasini” estetik bulmamasi gibi söylemlerin ötesinde devamli karamsar, intihara meyilli escinsel karakterleri konu almasinin açilmamis escinseller üzerinde yaratacaği etkilerini düsünüp düsünmediği üzerinden de elestirildi. Elbette Selim Ileri’nin cinsel yönelimi konuyla çok doğrudan ilgili değildi ama buna yönelik bir yorumu da Selim Ileri maalesef pek queer bir rahatlikla karsilayamadi. Bu da belki queer anlayisinin ya da perspektifinin yerlesebilmesinden önce, yine hala escinsel edimin mesru görülmesi mücadelesinin öncelliğine gönderme yapiyor.
BM İnsan Haklari Komisyonu Izlenimleri Öner Ceylan
Cenevre’de her yil Mart ortasindan baslayarak alti hafta süren BM Insan Haklari Komisyonu (IHK) toplantilarinda bu yil, Isviçre’deki Uluslararasi Toplumsal Azinliklar Arastirma Merkezi’nin davetlisi olarak, cinsötesi (transgender) aktivist Demet Demir ve ben, birer panelde konusmaci olduk. Benim katildiğim panelin basliği, “Insan Haklari Korumasinin Kapsami Disinda mi Birakildik? Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Kaynakli Insan Haklari Ihlalleri”ydi. Demet’in katildiği panelin basliği ise, “Cinsötesi tanikliklari”ydi. Bu yilki IHK toplantilarinin escinseller açisindan önemi, Brezilya hükümetinin, geçen yil verdiği, cinsel yönelimin, tipki cinsiyet, din, dil, inanç, irk, etnik grup üyeliği gibi insan hakki ihlallerine temel olusturduğunun taninmasina yönelik sürpriz önergenin oylanacak olmasiydi. Geçtiğimiz bir yil içinde Brezilya hükümeti, uluslararasi sivil toplum örgütleriyle birlikte bu önergeyi gelistirdi. Bu yil oylamaya kisa zaman kala Brezilya, önergeyi geri çektiğini açikladi. Daha sonra, IHK’nin dönem baskani Avustralya, önergenin önümüzdeki yil yeniden tartisilmasini önerdi ve itiraz edilmeyince de önerge, resmen gelecek yila ertelenmis oldu. “Cinsel yönelim” ibaresinin yalnizca
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 36
lezbiyenlik, geylik ve biseksüelliği kapsamasi, cinsiyet kimliğini, dolayisiyla dayatilan cinsiyet normlarina uymamak üzerinden yasanan ihlalleri (cinsötesi insanlar, ya da yönelimi karsi cinse olsa bile cinsiyet normlari disinda kalan insanlara yönelik ihlalleri) kapsamamasi da, önergenin önemli bir eksiği. Türkiye’nin de üyesi olduğu Islam Konferansi ülkeleri, Çin vb. ülkelerin ve özellikle Vatikan'in bu önergeye karsi olduğu biliniyordu. Türkiye, önerge için oy kullanacak ülkeler arasinda bulunmamasina karsin, destek verip vermemesi anlaminda büyük önem tasiyan bir ülke, çünkü hem AB adayi, hem de Islam Konferansi üyesi. Ancak Türkiye, iki tarafi da kizdirmamak için bu konuda renk vermeme gibi bir politika izledi. Oysa gerek Türkiyeli milyonlarca escinsel, gerekse tüm BM’ye üye ülkelerdeki escinseller açisindan büyük önem tasiyan bu önergeyi Türkiye’nin de desteklemesi çok önemli. Bu konuda, basta Türkiye escinsel hareketi olmak üzere, Türkiye’de demokrasiden ve insan haklarindan yana tüm STÖ’lere büyük is düsüyor. Benim konusmaci olduğum panelde, escinsellere yönelik insan hakki ihlallerinin ve baskilarin çok
yoğun olduğu ülkelerde, bu konuda çalisan örgütlerin ya olmadiği, ya da seslerini duyuracak, yasananlari raporlayacak imkanlardan yoksun olduğu, bu yüzden ihlallerin çok yasandiği, ama yine de görece rahat bir ortami olan, en azindan örgütlenmenin olduğu ülkelerden gelecek raporlarin çok önemli olduğu söylendi. Türkiye bence bu tanima çok uyan bir ülke. Bizim de, yasadiğimiz ayrimcilik örneklerini, hem kendi hareketimiz için, kendi toplumumuzu dönüstürmek için, hem de tüm dünyadaki escinsel kardeslerimiz için raporlamamiz çok önemli. Böylece 2005’teki önergeye önemli bir katki sağlamis oluruz. Tabii ki Türkiye hükümetini de bu konuda zorlamamiz çok önemli. Ben konusmamda, AKP’nin escinsellerin kendi partilerine üye olamayacağina dair açiklamasindan, ordunun, medyanin tutumlarindan örneklere, TCK tasarisindaki son gelismeye kadar Türkiye’de escinsellerin durumuna elimden geldiğince değinmeye çalistim. Bir de Misir’dan, Nil Nehri’ndeki “Queen Boat” adli gemide yapilan “yeralti” escinsel partisine yapilan polis baskininda tutuklanan 52 kisiden biri konusmaciydi. Yasadiği deneyimi anlatti. Çok çarpiciydi. Daha sonra salondaki birinin sorusu üzerine,
gündem konusmasindan bir gece önce Isviçre sinirinda yasadiği siddet olayini anlatti. Fransa’ya siğinmis bir mülteci olarak pasaportu olmadiği için, Isviçre sinir görevlileri, onu içeri sokmayi reddetmisler, ve gece yarisi soğukta yayan bir sekilde onu Isviçre siniri disina atip, “Nereye gidersen git” demisler. Bu da ayrimciliğin yalnizca Misir gibi ülkelerde değil, pekala Isviçre gibi ülkelerde de tam gaz sürdüğünün bir göstergesi. Panelden sonra kendisiyle konustuğumda, Fransa’da oturma ve çalisma izni aldiği halde, parasi ve gidecek yeri olmadiği için sokaklarda yasadiğini, Fransizca öğrenmesi gerektiğini ancak bunu sokak ortaminda yapamadiğini, basvurduğu islere, sabit adresi olmamasi yüzünden ya alinmadiğini, ya da kisa süre sonra kovulduğunu, evsizler barinağinin alkolikler ve uyusturucu bağimlilarinin yasadiği yerler olduğunu, orada kaldiği bir gece esyalarinin çalindiğini, rahat edemediğini söyledi. Fransa’daki escinsel örgütlerinin de kendisine, durumunu raporlama, vs. disinda bir yardiminin olamadiğini anlatti. Bu da, escinsellere yönelik ayrimciliğin, dünyanin neresine gidersek gidelim, ne düzeyde olduğunu gösteriyordu. Demet'in konusmaci olduğu panelde, Güney Afrika, Arjantin, Ispanya ve Türkiye'den cinsötesi tanikliklari, ayrica yine BM raportörü Esma Cihangir ve BM Kadina Yönelik Siddet Raportörü Yakin Ertürk vardi. Yakin Ertürk ayni zamanda ODTÜ Sosyoloji öğretim üyesi. Türkiyeli çok az raportör olduğunu öğrendim. Ancak ne yazik ki Yakin Ertürk'ün cinsötesi kadinlara yaklasimi, o çok iyi bildiğimiz tarzdaydi. Demet'in konusmasini dinledikten sonra, Türkiye'de bu tarz haberleri basinda sik sik okuduğumuzu, çok üzücü olduğunu, ancak hazirladiği kadina yönelik siddet raporunda bu konuya yer vermediğini, çünkü raporun zaten "genel olarak kadina yönelik siddet" hakkinda olduğunu söyledi, sanki böyle genel, tektip bir kadinlik deneyiminden, ve her kadinin uğradiği tek bir siddet türünden sözedilebilirmis gibi. Panelden sonra yanina gidip, neden ötecinsel (transseksüel) kadinlarin uğradiği siddete raporunda yer vermediğini
sorduğumda, "onlarin çok marjinal kaldiğini" söyledi. Ben de cinsötesi kadinlarin, baska kadinlardan farkli olarak yasadiği siddet ve ayrimcilik türleri (ise alinmamak gibi) olduğunu söyledim. O da bana, Türkiye'de Pinar Ilkkaracan'in bu islerle ilgilendiğini, iyi isler yaptiğini, kendisine danismami söyledi. Bu yanitin beni tatmin etmekten uzak olduğunu söylememe bilmem gerek var mi? Oysa BM raporlari, hükümetler üzerinde ciddi baskilar olusturabiliyor. Ilerki yillarda cinsötesi kadinlara uygulanan siddet ve ayrimciliğin da bir insan hakki ihlali olduğu anlasilacak ve raporlara girecek. Bunun için bikmadan, usanmadan mücadele etmemiz gerek. Sonuçta, çok uzak olmayan bir tarihte kadin haklari da insan haklari içinde değerlendirilip, kadinin kadin olduğu için uğradiği siddet, görmezden geliniyordu. Demek ki bu konular zamanla değisebiliyor. Cinsötesi konusunun, sandiğimizdan çok daha genis olduğunu da bu panel sayesinde anladim. Bir cinsiyetten diğer bir cinsiyete geçisin, cinsel organi değistirmeden de mümkün olabilmesi ve devletçe taninmasi gerektiği noktasi, dünya cinsötesi hareketinin önemli bir talebi olarak hafizama çakilan noktalardan yalnizca biriydi. Ayrica cinsötesi (transgender) kavraminin, travesti/transseksüel'i de kapsayan, ama bunlardan çok daha genis bir tanimi olan bir kavram olduğunu kavramaya basladim. Cinsiyet rollerine uymuyorsam, uymak zorunda değilim. Bedenimi kendi istediğim gibi değistiririm, toplumun uygun gördüğü, ya da dayattiği yönde değil. Hangi cinsiyetten olduğuma, ya da herhangi bir cinsiyetten olup olmadiğima ben karar veririm. Ayrica panelde vurgulanan bir baska nokta da geyler ve lezbiyenlerin, cinsötesi kisiler adina konusmasi ve tahakküm kurmasinin sakincalariydi. Güney Afrika'da hükümete cinsötesilikle ilgili hukuki talepler iletirilken, cinsötesi insanlarin kendi talepleri değil, gey lezbiyenlerin onlar hakkinda, onlardan daha geri olan talepleri ciddiye alinip yasalasmis. Böylece Güney Afrikali cinsötesi kisiler, devletçe gerçek cinsiyetlerinin taninmasi (bizdeki
kavramlarla konusursak, pembe ya da mavi kimlik alabilme) için cinsel organlarini değistirmek zorundalar. Özellike kadindan erkeğe pek çok cinsötesi kisinin, penis taktirmaya gerek duymadiği, bunu istemediği dile getirildi. Böylece kendilerini LGBT ilan eden, gerçekte cinsötesilik üzerine yoğunlasma, cinsötesi kisilerin taleplerinden haberdar olma, sorgulama anlaminda LGB olan örgütler eliyle cinsötesi kisilerin haklari olabileceğinden daha geriye götürülmüs olmus. Bu da "kendi geleceği, kendi bedeni üzerine söz sahibi olma" anlaminda üzerinde düsünülmesi gereken bir örnek. Sonuç olarak Cenevre iyi hostu, ancak lobiciliğin yabancilastirici soluğunu hissetmedim desem yalan olur. Bununla birlikte, belli noktalarda, belli haklarin kazaniminda bu tip etkinliklerin de önemli olduğuna ikna oldum. Yine de bence konusmalarimizdan çok, daha yararli olan konu, BM Insan Haklari Kurulu Iskence Özel Raportörü Theo Van Bowen'la görüsmemiz ve ona Demet Demir - "Hortum" Süleyman Ulusoy davasini aktarmamiz oldu. Türkiye'nin de imzaladiği uluslararasi sözlesmelere göre böyle bir durumda (Ulusoy, Demet Demir ve baskalarina uyguladiği iskenceden dolayi 21 yila mahkum oldu) devletin, iskence mağdurlarinin dava açmasina dahi gerek olmadan, mağdurlara tazminat ödemesi gerekiyormus. Oysa böyle bir tazminat ödenmediği gibi, bir de üstüne Hortum affedildi, görevinde kaldi (tabii ki uygulamalarina devam etti!), bu da yetmezmis gibi ANAP tarafindan serefli bir adam ilan edildi ve Erzurum'un Horasan ilçesinden belediye baskan adayi gösterildi. Peki onüç yil boyunca Hortum'la mücadele eden Demet Demir simdi ne durumda? Zar zor geçinerek yasam mücadelesi veriyor ve en çok kirildiği sey, tüm yasananlardan sonra Hortum'un cezasini bile çekmeyip, baskan adayliğiyla ödüllendirilmesi. Tüm bu olanlari sindirebiliyor muyuz içimize?
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 37
gündem
Erkeği Aklamak Bitti Gayal
Gecenin ikisinde telefonun çalmasiyla uyanmistim. O saatte “hayirdir” kaygisiyla ahizeyi kaldirmistim. Karsi taraftaki arkadasim ağlayarak, Yelda’nin öldürüldüğünü haber vermisti. Öylece donakalmistim. Günlerce kendime gelemedim. Yelda’nin cenazesinde bile “o tabutta yatan kimse yoktur insallah bizi kandiriyorlardir” diye umut ettim. Aslinda bu çaresizliğin altinda benim ve diğer arkadaslarimin da kabul etmediğimiz bir gerçek vardi. Yelda’nin “kimine göre on iki, kimine göre daha fazla yerinden biçaklanarak öldürüldüğüydü.” Neden bu kadar aci çektiğimizin daha sonra farkina varabildik. “On iki yerinden biçaklanarak öldürülmek” YANI CANICE, VAHSICE, DELIK DESIK EDILEREK ÖLMEK..” Yelda’nin daha cenazesi kalkmadan ikinci öldürme kampanyasi baslatildi medya tarafindan..21 Ocak 2004 tarihli (birkaç gazete hariç) bütün renkli basin ve birkaç televizyon kanalinin “bir erkek (insan) nasil olur
da evine konusmak için çağirdiği bir kadini 12 yerinden biçaklar” sorgulamasi yerine “zaten lezbiyendi, adamin karisinida elinden almisti, biçaklanmayi haketti biraz da” vb. bir duyarsizlikla yaklasmasi, ikinci bir cinayetti. Çünkü ayni duygulari yasadim. Yelda hakkinda basinda çikan haberler öyle ele alinmisti ki, “ne yapsin adamcağiz mecbur kalmis” dedirten cinsten ve ben bunu defalarca belirtmekten kaçinmam. Çünkü bu mantik, bir kadini vahsice öldüren bir erkeği temize çikaran mantiktir. Dolayisiyla renkli medyamizda çok iyi biliyorlar değisim için bedel ödettiren toplum yapisinda böyle bir cinayet hakkinda denilecek sözlerin neler olabileceğini.. Yani halki kisinin öldürülmesine hak verecek bir duruma getirmek VE “FIZIKSEL ÜSTÜNLÜĞÜYLE” BU DÜNYAYI KIRLETEN, SAVASLAR YAPAN, INSANLARI KATLIAMLARDAN GEÇIREN EGEMEN ERKEĞI AKLAMAK... YELDA’nin on iki yerinden delik desik edilerek öldürülmesi,
EGEMEN ERKEĞIN KININI, NEFRETINI, TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜNÜ, “BENIMDIR MALIMDIR” ZIHNIYETINI VE IÇINDE TASIDIĞI DAHA NICE KUSMUĞU, KADININ BEDENI ÜZERINE KUSMASIDIR. Yöntemleri çoktur egemenin. Kimi zaman tecavüzdür, yakmadir. Kimi zaman recm’dir, kimi zaman Firat’ta boğmaktir, Dicle’ye atmaktir.... Bir insan sebebi veya suçu ne olursa olsun öldürülmeyi haketmez. Çünkü öldürmek hiçbir seyin gerekçesi değildir. Eğer biz kadinlar ve ezilenler bir ve beraber olursak ölümlerin ve öldürülmelerin önüne geçebiliriz. Hepimizde biliyoruz ki KENDIMIZI YALNIZ HISSETMEDIĞIMIZ MÜDDETÇE GÜÇLÜYÜZ. ÇOK GEÇ KALMADAN!!!!! Kendini yalniz hisseden arkadaslarimizi bulup kendimize katmaliyiz. *Amarginin Bültenin 2. Sayisinda yayinlanmistir.
Yelda Ile Ilgili Çikan Haberlerin Düsündürdükleri Hasbiye
1*-'Karimi Kadina Yar Etmem !' Dedi, Karisini Öldürdü *2 -Lezbiyen Iliski Iddiasi, Cinayet Getirdi! Fatih´Te Bir Kisi, Esiyle Lezbiyen Iliski Kurduğunu Öne Sürdüğü Kadini Biçaklayarak Öldürdü! 3*-Lezbiyen Aski, Kocayi Katil Yapti 3 4*-Lezbiyen Iliski Cinayeti Saniğina 15 Yil Istendi 5*-Ona Delikanli Yelda Derdik Haber -paragraf
“Yardimci'nin, polisteki ilk ifadesinde, Yildirim'in, esi Hülya ile lezbiyen iliski içinde olduğunu öğrenerek, hakkinda Fatih Cumhuriyet Bassavciliği'na sikayette bulunduğunu anlattiği öğrenildi. Sikayetin ardindan Yildirim'in kendisini telefonla arayarak tehdit ettiğini öne süren Yardimci, daha
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 38
sonra evine gelerek ayni tehditleri sürdüren kadinla aralarinda tartisma yasandiğini anlattiği belirtildi. (Digi medya 20.12004)” “Hürriyet S. Akkoç haberi: ”Çocukluk arkadaslari, esiyle lezbiyen iliski kurduğunu iddia ederek Yasar Yardimci' nin biçaklayarak öldürdüğü 28 yasindaki Yelda Yildirim'i anlatti. Arkadaslari, ‘‘O bir erkek gibi yetismisti. Kelebek biçak tasirdi. Elinden tespih düsmezdi. Meyhaneye gider, futbol oynardi. Saçlarini hiç uzatmadi. Hep pantolon giydi. Bir ara esrar bile içti’’ diye konustular. Anlasilan o ki erkek gibi yetistirilmek böyle bir sey ve böyle olmaniz “öldürülmenizin normal görülmesine yol açabilir”.. Bütün bunlarin“öldürülmesiyle”ne iliskisi var. Yelda yildirim Yasamdan
koparilmis ve gazetelerimiz bir insan öldürmenin kötülüğünü değil, Yeldanin “aslinda “erkek gibi yetistirilmesilezbiyen olmasi ve böyle olduğu içinde kocayi katil yaptiği üzerinde duruyor. Tek basina “Lezbiyen ask kocayi katil yapti” manseti bile Katilin masumiyetini vurgulama, ölenin ise hak ettiğini anlatma çabasidir. Ve herkesin üzerinde düsünmesi gereken bir “mansettir”
“Adinin açiklanmasini istemeyen bir çocukluk arkadasi sunlari anlatti : diye baslayan cümle Arkadaslari, öldürülen Yelda Yildirim (-) ve Hülya Yardimci'nin çok samimi olduklarini, aralarindaki lezbiyenlik iliskisinin olmadiğini söylediler. Yelda Yildirim'in cenazesi, dün” Haberde israrla öldürülmüsün yasami anlatiliyor. Israrla onun “erkek
gündem davranislari” üzerinde duruluyor. neden? ‘‘Yelda, cinayetten yarim saat önce telefonla arayip, 'Kizini o adamdan ayir. Yoksa hepinizi öldürürüm' diye beni de tehdit etti’’ dedi. Afiret Demirkilinç'a göre, kiziyla Yelda arasinda utanilacak bir iliski yok. Bosanma konusunda Yelda'nin böyle israrli davranmasi, Hülya'nin sirdasi olmasindan, onun çektiği acilara tepki göstermesinden. Komsularin iddiasina göre, bu beraberliği hazirlayan da,
Hülya Yardimci'nin kocasi Yasar Yardimci' nin çapkinliklari ve alkole olan düskünlüğü. A.D ye göre Hülya ile Yelda arasinda utanilacak bir iliski yokmus, yani” lezbiyen değil” demek istiyor. Muhabirinde yardimiyla lezbiyenlik utanilacak bir sey olarak gösteriliyor haberin orta yerinde, hiç kimse “öldürülmeye,ölüme karsi çikmiyor, hemen herkes Yelda’nin sira disi biri olduğu bir anlamda öldürülmeyi hak ettiğine dair görüste birlesmis bile.
.... Gözaltina alinan H. Yardimci, “Baslangiçta arkadas gibiydik. Daha sonra o bana asik oldu. Bir süre onunla yasadim. Evime döndükten sonra bu iliskiyi bitirmek istedim ama o pesimi birakmadi” dedi.. . Hülyanin gerçekte böyle söyleyip söylemediğini bilmiyoruz. Gazeteci öyle diyor. Yelda ise yasamadiği için “ bu konuda hiçbir sey söyleyemeyecek”
kadinin gözü önünde defalarca biçaklanarak öldürülmesine nasil bakti Hülya, bunu da bilemiyoruz. Yasar Yildirimin “bana saldirdi “ diyerek kendini savunmasi ise ne komik. Öldürmenin hakli bir gerekçesi olabilir mi? Hele de fiziksel gücünün arkasina siğinan bir erkeğin bir kadini öldürme nedeni olarak”bana saldirdi”demesine inanabilecek biri var midir? Hülya’nin Kayin validesi “aralarinda utanilacak bir sey yoktu”diyor. Utanilacak sey bu kahrolasi yasamda Yelda’nin Hülyayi sevmesi mi? Onca rezillikler,cinayetler, onca sömürü, onca ikiyüzlü yasam,ve bir o kadar pisliğin kol gezdiği dünyada “utanilacak sey” bir kadinin baska bir kadina duyduğu ask mi? Ne sevgili basinimiz,ne kayin valide,ne de Yelda’nin(adini saklayan) arkadaslari utanilacak seyi bir kadinin baska bir kadini sevmesi olmadiğini,utanilmasi gerekenin bir kadinin-bir kadini seviyor diyeöldürmesi olduğunu bilmiyorlar mi? Utanilmasi gereken sey ikiyüzlü davranmak, utanilmasi gereken sey onca pisliğin,kötülüğün,sömürünün kol gezdiği dünyada Yeldalardan utanmaktir. Tartisilmasi gereken Yeldanin karakteri değil, ne olursa olsun bir insanin öldürülmemesidir, tartisilmasi gereken sey basinin-habercilerin ölümlere “magazin kaynaği” olarak bakmasi yerine, daha objektif,daha önyargisiz bakmalari için neler yapilmadiğidir. Korkumu azaltan bir seyler olmali. Utanilmasi gerekenin bizler değiliz utanilmasi gerekenin de “kadinin kadini
sevebilmesi”olmadiğini birilerine söylemeliyim. Yani basimizdaki insanlarin da-bilmeseniz bile-lezbiyen olabileceğini anlatmaliydim. Ben kimi aradim.kim beni aradi.... bu öldürme,bu ölüm haberi üzerine daha az öleyim diye kime gittim ben,kime ağladim,kimle sardim kanayan yarami.... Sonra beni iyilestiren seyleri düsündüm. Mail listemiz vardi(bilitis) ve bu listeden tanidiğim duyarli arkadaslari. Ve ben bir sorunum olursa onlarla konusabileceğimi., benim gibi kadinlari seven çok kadinlar olduğunu,yalniz olmadiğimi düsündüm..... Yelda bilmiyor muydu. Yoksul ve yalniz büyümüs olan bu insan nasil bir çikmazin içinde idi ki ölüme yürüdü ... Içimden” A! çocuğum neden gittin o eve” dedim.neden bizimle konusmadin,neden bize gelip – arkadaslar benim böyle bir sorunum var “demedin. Belki..belki simdi aramizda olacaktin bizimle konusabilse idin...Yine yalniz mi hissederdin kendini..Bak gazeteler senin için “ Y.yardimci ya saldirdi”diye yazmis. Kalk da söyle gerçeği..... Nasil gittin ölüm evine, o narin bedenine biçagi saplarken nasil oldu da kanlar içinde kalan bedeninle Hülyaya olan sevgini alip l çekip gittin aramizdan. Biz ölmeden tanimadik seni . Öldürülmen bir çok seyin kafamiza dank etmesini sağladi. Basini bir kez daha anladik. Kim bizim için ne düsünüyor gördük-duyduk. Biz bir kez daha dayanismamiz gerektiğini siddetle hissettik. Belki bir gün Habibler Mezarliğina ziyarete geliriz seni....acimiz azalsin diye. Unutulmayacaksin.
Unutulmayacaksin Hasbiye
Bir kadin öldürüldüğünde ben de bir kez ölürüm. Töre cinayetlerinin ilkelliğinde, esinden ayrilan kadinlari baskalarina yar etmeyen kocalarin kanli ellerinde, kiz kardesini öldürebilenlerle ayni gökkubbealtinda olmakla, bir kez daha öldüğümü hissederdim. Çünkü böyle bir anlayisin var oldugu, böyle bir anlayisin nefes aldiği her yerde baska bir kadini da öldürmek için neden bulmak çok zor olmayacaktir derim. Yelda’nin öldürülme haberini duyduğumda ise iki kez öldüğümü hissettim. Biri kadin olduğum için, diğeri escinsel bir kadin olduğum için. Gazeteler “ bir sekilde öleni suçluyordu,suçu lezbiyen olmakti, bu kasten suç sayilan sey Yeldayi canindan etmis,Kocayi katil yapmis”ti. Maazallah bende bir kadini sevebilirdim( sözüm ona bu suçu isleyebilirdim)*,ve onun da kocasni, babasini veya erkek kardesini ”katil” yapabilirdim. Potansiyel “katil edici” liğimden korkuyordum. Basin bana bir anlamda “kork”diyordu. Gazeteleri okuyanlar,haberleri duyanlar “bir kadini sevmenin bedeli ölüm olmamali”demeyeceklerdi. Çünkü zaten kendinden baskasini- hatta kendini bile yeterince –tanimayanlarin böyle suçlayici haberlerle lezbiyenleri anlamalari olanaksizdi. Yelda her nasilsa Hülyayi sevmis. Anlasilan Hülya da (kocasina dönene kadar) onu seviyormus. Aralarindaki tek gerçek önce sevgi.. Sonra .. sonra ölüm. Yelda’nin ölümü nasil karsiladiğini onca biçak darbelerine nasil direndiğini,nerde pes ettiğini, bilemiyoruz. Bir zamanlar sevdiği
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 39
gündem
8 Mart’ta Erkeklerle Dayanismak
Ülkü
Bu yil da beklendiği gibi 8 Mart mitinginde erkekler bizi yalniz birakmadi sağolsunlar. Bunun nedenlerinden biri Emekçi Kadinlar Günü’nün kendilerince ‘emekçi olmayan’ kadinlardan çok kendilerine ait olduğuna inanmalari. Esini, kiz kardesini, annesini, emek sayilmayan ev islerini yapmak üzere evde birakarak meydanlara çiktilar. Yapilacak bir miting varsa herhalde bunu erkekler yapabilirdi. Ev disinda çalisan esler ya da kiz kardesler de mitinge falan gönderilmezdi zaten. Ayrica kadinlar yalniz kendileri gibi düsünürse böyle bir günü hak edebilirlerdi ki, zaten kadinlar gerek doğalari gereği gerekse ev isleri falan bu karmasik konulara kafa yormaya zaman bulamazdi. Hem bulsa da kadinlarin bu ciddi konularda erkeklerle tartismaya girmesi gülünç kaçmaz miydi allah askina? Kadinlarin dünya üzerinde emeğin üçte ikisini üretip yalnizca yüzde bir oraninda gelir ve mala sahip olmalari da, ayri bir sömürü mekanizmasinin varliğini kanitlamazdi. Ücret karsiliği yapilmayan isler zaten proleter sinifa dahil olmayi engellerdi. Ezilense yalniz onlardi, kendilerinden baska ezilenlerin de olmasi, hatta kendilerinin bazen de ezen tarafta olmasi, bu diğer ezilenlerin de ayri bir mücadelesi olmasi gerekebileceği
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 40
düsünülemezdi. Bu yüzden mitinge gelenler evdekilere ‘Bugün sizin gününüz, bulasiği birakin bugün biz yikayalim, siz mitinge gidin’ demediler. O gün kadinlarla dayanismak için, ücretleriniz neden bizden düsük deyip kadin isçilerin esit ise esit ücret
almasini talep eden pankartlari; aile geçindirmedikleri bahanesiyle isten en önce kadin isçilerin çikarilmasini protesto eden sloganlari da yoktu. Mitingin bu yilki ana gündemi töre cinayetlerine de diyecek sözleri de yine göze çarpmadi. Bu mitinge gitmeyelim de kadinlarin yilda bir gün bizsiz bir seyler söylemelerine engel olmayalim, güçlensinler demediler. Yalniz bizden öğrenen, bizim gibi düsünen, yasayan kadinlar ve en çok
da biz erkekler olalim her miting gibi meydanlarda dediler. Kadinlar gününde, bir isverenin 1 Mayis’a gelip slogan atmasi gibi, en ufak bir sorgulama yasamadan, kizil bayraklariyla 8 Mart’a aslinda töre cinayeti siyahina ve kadin hareketi moruna karsi geldiler. Onlar da escinselleri yilda bir renk olarak aralarina katmak isteyen gruplar gibi, hiç sormadilar, peki sizin bize diyecekleriniz var mi? Ekonomik temel disinda hiçbir mücadele mesru olamadi ülkemizde muhalifler arasinda. Belki büyük bedeller ödedikleri için diğer hareketleri önemsiz ve yüzeysel gördüler hep. Kadinlarin, escinsellerin, dislanan kimliklerin, kültürlerin söyleyecekleri dinlenmedi. Escinsellik ve kadin hareketi kapitalizmin sonucu olarak görüldü, ciddiye alinmamaktan öte dislandi. Ezilenlerin baska bir alanda ezen olabileceği kabul edilmedi. Bu yüzden kadinlar ve escinseller olarak bizim de disimizda kalan ezilme biçimlerinin söyleyeceklerine açik olmamiz gerektiği sonucuna bir kez daha variyoruz. Gerçek bir muhalefet olmak için biz de kendimizi sorgulamaya, baska ezilme biçimlerini dinlemeye ve saygi göstermeye açik olmaliyiz.
gündem
“lambdaistanbul kadin sohbetleri” Izlem
gözü usulca yan masaya kaydi. ter'si bi sicaklik vardi bakislarinda. ürkekti ama.görünmek, farkedilmek istemez gibiydi. soluğu kesilmisti ve nefes al'amamaktan baska yapabileceği bi seyi yoktu. san'ki_ çoğunlukla yasanan bu gibi. bazen uykularimizi kaçiran, bazen rüyalarimizi uyandiran ve yasanir kilan, bizi ''biz'' yapan; ask. pek azimiz bunu yasayacak kadar sansli, pek çoğumuz ise ''yasayamayacak'' kadar cesur! zor olan yasanamayan, yasatilamayan.. bizi yoran, üzen, yalniz birakan., peki ama niye? bu gerçekten 'bi cesaret edebilme durumu'mu,, aldiğimiz ilk nefesten simdiye hissettiğimiz; kendini hissedilir kilan sikismalar, baskilamalar, küçültmeler, yok saymalar ve daha niceleri! dokunuslarimizin, bakislarimizin, soyunuslarimizin var olduğu bilinip, yokmus gibi yapilmasi, öyle yansitilmasi. bizi ''biz'' yapmaktan ali koymaya çalisan bu sistem, bu kokusmusluk, her seyin içini bosaltan bu,, bu: heteroseksizm. ama ''biz'' variz. tüm lezbiyen ve biseksüel kalplerimizle.. yok sayildiğimizin, görmezden gelindiğimizin farkindayiz. bunun ''bizi'' ne kadar yaraladiğini, üzdüğünü ne
yazik ki yasayarak tecrübe ediyoruz, etmek durumunda kaliyoruz. bunu yapan ailelerimize ya da genisletirsek topluma karsi, kimilerimiz bi durus olusturuyor; anlamalarini sağlamaya çalisiyor, kimilerimiz o durusu kendi içlerinde yasatiyor, kimilerimiz de çekincelerinden ötürü durmakla durmamak arasinda.. tüm bunlari bilerek ve hissederek, lezbiyen ve biseksüel kadinlar için, 'lambdaistanbul kadin sohbetleri' basliği altinda bir dizi antrenman olusturduk. 18 nisan pazar günü üçüncüsünü gerçeklestirdiğimiz sohbetlerimizde amaçladiğimiz; kendimize ve toplumun ''bize'' yasattiklarini ve yasatamadiklarini paylasmak, paylastikça hafiflemek. yasadiğimiz yabancilasmalar, yalnizliklar, acilar çözümsüz değil. önemli olan bi çikis arayabilmek, bunu istemek! antrenmanlarimizda oyunlar oynuyoruz, skeçler yaratiyoruz ''bize'' yöneltilen sözümona önyargilarla ilgili. üretiyoruz, ürettikçe çoğaliyoruz. sikintilarimizi paylasiyoruz ve aslinda hiç de yalniz olmadiğimizi görüyoruz. toplumun bizde açtiği yaralari, tartisarak onarmaya çalisiyoruz. yasadiklarimiz sonucunda kaybetmekte olduğumuz özgüvenimizi, gülümseyislerimiz ve
hissedislerimizle geri kazaniyoruz.. tüm lezbiyen ve biseksüel arkadaslarimizi, pazar günleri, 16.00'da olan kadin sohbetlerine çağiriyoruz. adresimiz lambdaistanbul. biliyoruz ki, her sey paylasildikça daha kolay ve güzel! sevgiyle,, basliklarimiz: oynayarak tartisalim ☺ -iç savasa son! kendimizle barisiyoruz! (4 nisan) -açilmak ya da açilmamak, iste bütün mesele! (11 nisan) -en yakinimizdakiler en uzağimizda! anne nerdesin? (18 nisan) -bizi bu 'hastaliktan' kurtarmaya çalisan psikiyatristleri ve hocalari biz kurtaralim! (25 nisan) -feminizm! sen nelere kadirsin! (2 mayis) -kendimize güvenimizi çaldilar! dayanismanin ve güvenin gücünü birlikte yeniden yaratacağiz! (9 mayis) -evet, hala evlenmedim. sey... bir arkadasimla birlikte yasiyorum! (16 mayis) -bu baslik altinda bir sürpriz var! (23 mayis) -ey büyük ask nerdesin! (30 mayis) bekliyoruz...
Gey-Lezbiyen Isçi Aği’ndan Merhaba;
Gey-Lezbiyen isçi ve memurlarin yasadiklari sorunlar ve sendikal mücadele Kaos GL olarak sürekli gündemimizi olustura geldi. Çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliği gey-lezbiyen isçilerin basinda Demoklesin kilici gibi sürekli sallandiği halde bu görünmez siddet escinsel hareket tarafindan henüz tam anlamiyla gündemlestirilememistir. Olusturulan Gey-Lezbiyen Isçi Aği henüz bir e-gruptan ibaret olsa da doğrudan hayatin içinde örülmesinin de zamanla mümkün olacağina inaniyoruz. 23-24 Mayis 2003'de Ankara'da gerçeklestirilen "Gey ve Lezbiyenlerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari" sempozyumunda "Çalisma Hayatinda ve Sendikalarda Gey ve Lezbiyen Isçi ve Memurlarin Sorunlari" oturumuyla "escinsel ve isçi olmak" gerçeği gündemlestirilmisti. Bu önemli adimdan sonra Kaos GL sendikalarla daha etkin bir iletisim kurma surecine girdi. Kaos GL sendikalara gey-lezbiyen görünmezliğini açiklamaya ve sendikalarin bu gerçeği görmezden gelemeyeceğinin altini çizmeye çalismaktadir. Bilinen gerçek odur ki çalisan gey-lezbiyenler isini kaybetme korkusuyla, henüz çalismayan veya issiz gey-lezbiyenler de is bulamama korkusuyla "görünmezliklerine" devam etmektedirler. Gey-lezbiyen çalisanlar kendi hayatlarina sahip çikamadiklarindan sendikalar da gey-lezbiyen haklarinin sendikal haklar olduğu gerçeğini görmezden gelmektedirler. Bu bağlamda Kaos GL bir gey-lezbiyen isçi aği kurmaya yönelik çalismalar yapmaktadir. Bu çalismalar kapsaminda e-gruba üye olarak ağa katilmanizi ve bizi bilgilendirmenizi bekliyoruz. Ağ üzerinden sağlikli bir iletisim kurabilmek için is durumunuz, herhangi bir sendikaya bağli olup olmadiğiniz, yasadiğiniz sehir, ağa nasil katkida bulunabileceğiniz hakkinda bize bilgi vermenizi bekliyoruz. Çalisma hayatinda cinsel yönelim ayrimciliğina dair her türden yasadiğimiz tanikliklari ağda karsilikli paylasarak birlikte ise baslamayi düsünüyoruz. Beyaz ya da mavi yakali olabilirsiniz; isçi ya da memur olabilirsiniz; is alaniniz ve çalisma konumunuz ne olursa olsun geylezbiyen isçi ağini birlikte olusturmaya ve daha yasanilir bir hayati birlikte yaratmaya çağiriyoruz.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 41
gündem
Amerika Birlesik Devletleri’nde Neler Oluyor? Derleyen: Hakan G.
ÖZEL HABER SERISI – (Haziran 2003 – Mart 2004 Arasi Yasanan Gelismeler) Bu yazi dizisinde Amerika Birlesik Devletleri’nde gerek federal gerekse eyalet bazinda escinsel haklari mücadelesi ile ilgili Haziran 2003 ile Mart 2004 arasi gerçeklesen önemli olaylari tarih sirasiyla okuyacaksiniz…. 30 Haziran 2003 - Yüksek Mahkeme sodomi yasalarini iptal etti (Lawrence – Teksas davasi) Sadece 17 yil önce Bowers – Hardwick davasinda Georgia eyaletinin sodomi yasasina destek veren mahkeme geçen hafta bu bakis açisini değistererek 6’ya 3 oy orani ile escinsel iliskiyi yasaklayan bir Teksas kanununu iptal etti. Adi geçen Teksas davasi kötü niyetli bir komsunun yan dairedede bir takim rahatsiz edici gürültüler geldiğini iddia ederek Houston polisine haber vermesiyle basladi. Olay yerine gelen polisler John Geddes Lawrence ile Tyron Garner’i yatakta bulunca, onlari Teksas’in antisodomi yasalari uyarinca tutukladilar. Adi geçen iki sahis 200 dolar cezaya çarptirilmis ve geceyi hapishanede geçirmislerdi. Yüksek Mahkeme bu davayi görmeye karar verince gey aktivistler arasinda bazi yargiçlarin mahremiyet sinirlarinin ne kadar genisleyeceğini tekrar gözden geçireceğine dair bir ümit doğmustu.Lawrence – Teksas davasi tarihsel olarak eyaletlerin kendi kendilerine karar verdikleri yasal bir düzenlemenin anayasal bir prensibe dönüsmesini sağladi. Mahkemenin genis çapli sosyal değisikliklere alerjisi olduğunu bilindiğinden dolayi, destekleyicileri bile Yargiç Anthony Kennedy’nin ifade tarzi karsisinda sasirdilar. “Basvuranlar özel hayatlarina saygi gösterilmesi hakkina sahiptirler” diyen Kennedy söyle devam etti: “Devlet sahislarin cinsel eylemlerini suç ilan ederek adi geçenleri asağilayamaz veya onlarin kaderlerini kontrol edemez.” Mahkemenin devrim niteliğindeki çoğunluk kararinin dayanak noktasini “sahislarin özgürlük alaninina devletin müdahele edemeyeceği” prensipi olusturdu. Karsitlara göre bu durum ahlaki normlari baz alan yasalarin savunmasiz olduğu anlamina gelirken, destekleyenlere göre ise mahkemenin escinsel iliskilerin geçerliliğini tanimasi anlamina geliyor, yani geylere ayrimcilik uygulayan tüm
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 42
yasalarin değismesi mümkün artik. Bütün bu faktörlerle beraber özgürlük, ahlak ve mahremiyetle ilgili en son savas da baslamis oldu. 18 Kasim 2003, ABD’nin Massachusetts Eyaletinde Gey Evlilik Yasallasmak Üzere Massachusetts Yüksek Mahkemesinin 18 Kasim 2003’de aldiği karara göre gey evlilik yasallasmak üzere. Fakat Yüksek Yargiç Mahkemesi escinsel çiftlere evlilik sertifikasinin hemen verilmesi kararini askiya aldi.4 olumluya karsi 3 olumsuz oy ile mahkeme Yasama organlarina 180 gün içinde bir çözüm getirmeleri için emir verdi. Mahkeme kararina göre, bu süre dolduğunda bir çözüme ulasilmazsa escinsel çiftlere evlilik cüzdani verilebilecek. Bu karar ile Massachusetts eyaleti, Amerika Birlesik Devletleri’nde escinsel evliliği ilk taniyan eyalet olabilir. Dava kendilerine evlilik cüzdani verilmeyen yedi escinsel çift tarafindan açilmisti. Adi geçen çiftleri temsil eden,Gey ve Lezbiyen Dayanisma ve Savunma Grubu, savunmasinda evlilik cüzdaninin escinsel çiftlere sağlanmamasinin onlarin insan haklarinin çiğnenmesi anlamina geleceğini belirtmisti. Davada Massachusetts eyaletinin evlilik yasasi hedef alindi çünkü diğer eyaletlerin aksine Massachusetts evlilik yasasi evli çiftin kimlerden olustuğunun tanimini yapmamaktadir. 17 Aralik 2003, ABD’nin New Jersey Eyalet Parlamentosu Gönüllü Beraberlik Yasasini Kabul Etti New Jersey Eyalet Parlamentosu 17 Aralik 2003’te aldiği karar ile escinsel çifleri kismi haklar veren bir yasayi kabul etti. New Jersey Senato Hukuk Komitesi de ayni gün daha erken saatlerde baska bir yasayi kabul ederek, her iki yasayi Vali James McGreevey’e imzalamasi için gönderdi.Yasa değisikliklerine göre escinsel çiftlere sağlik sistemi, sigorta ve benzeri bir sürü haklar verildi. Bu ayricaliklardan yararlanmak için escinsel çiftlerin yerel yönetimlere çift olduklarina dair yeminli bir basvuruda bulunmalari gerekiyor. Iliskinin sona ermesi için ise escinsel çiftlerin, tipki bosanmada olduğu gibi, Yüksek Mahkeme’ye basvurmalari gerekiyor. 24 Aralik 2003, ABD’nin Michigan
Eyaleti Valisi Kamu Hizmetlerinde Geylere Ayrimcilik Yapilmasini Yasakladi 24 Aralik 2003 tarihinde Michigan Valisi Jennifer Granholm eyaletin hizmet birimlerinde cinsel yönelime yönelik ayrimciliği yasaklayan bir kararname yayinladi. Michingan eyalet yönetim için çalisanlarin yüzde 95’ini kapsayan kararname ile Michigan bu yönde karar alan onbirinci ABD eyaleti oldu.Eyalet yönetiminde çalisanlarin cinsel yönelimleri yüzünden ayrimciliğa uğramasini yasaklayan diğer sekiz eyalet ise sunlar: Alaska, Arizona, Colorado, Delaware, Illinois, Indiana, Montana ve Washington. Ayrica iki eyalette de, Kentucky ve Pennsylvania, cinsel kimlik kavramina kararnamelerde referans verilmekte. 4 Subat 2004, ABD’nin Massachusetts Eyaleti Yüksek Mahkemesi Geylerin Evlenenebilmesinin Yolunu Açti 4 Subat 2004 günü ABD’nin Massachusetts eyaletinin en kidemli mahkemesinin escinsel çiftlerin anayasal olarak, gönüllü beraberliğin de ötesinde, evlilik hakkina tam olarak sahip olduğuna dair verdiği karar eyalette yasayan geylerin kazandiği en büyük zafer olarak nitelendirilmekte. Bu karar ABD’deki ilk escinsel evliliğin Mayis 2004’te gerçeklesme olasiliğini da beraberinde getirdi. 4 Subat 2004 gününkü karar Massachusetts Eyalet Senatosu’nun mahkemeye, gönüllü birliktelik yasasinin Massachusett mahkemelerinin Kasim 2003’te verdikleri karar ile uygunluk gösterip göstermediği hakkinda fikir danismasina cevap olarak verildi. Gönüllü beraberlik yasasi halen Vermont eyaletinde uygulanmakta. 24 Subat 2004, George Bush Gey Evliliğe Yasak Getirilmesine Destek Veriyor Bir süredir beklenildiği üzere ABD Baskani George Bush, 24 Subat 2004’te yaptiği açiklamada Kongre’den, evlilik kurumunun korumasi için, gey evliliğe anayasal yasak getirmesi çağrisinda bulundu. Açiklamasinin devaminda Bush “aktivist yargiçlar” olarak nitelendirdiği yargiçlarin evlilik kurumunun tanimini değistirmesinin de önüne geçilmesini istediğini belirtti. ABD Baskani açiklamasina söyle devam etti: “Iki yüzyillik American yargi geleneği ve binlerce yillik uygarlik tecrübesinden sonra birkaç yargiç ve yerel yönetici toplumlarin temel tasi olan temel bir kurumun
gündem değistirilmesi hakkini kendilerinde olduğunu düsünüyorlar. Bu sahislarin eylemleri aslinda son derece açik olan bir konuda kafa karisikliğina yol açti.” Federal Anayasa’nin değisebilmesi için her iki Kongre’nin üçte ikisinin ve eyaletlerin yönetimlerinin yüzde yetmis besinin onayi gerekiyor. 27 Subat 2004, Escinsel Çiftler ABD’nin Newyork Eyaleti’nde Evlenmeye Basladilar Subat 2004’ün son haftasinda Newyork Eyaleti escinsel çiftlerin beraberliğini yasal olarak tanimaya bir adim daha yaklasti. Eyaletteki bir yerel yönetici escinsel çiftlere evlilik cüzdani vermeye baslarken diğer bir tanesi onlari bizzat evlendirdi. Nyack sehri belediye baskani John Shield, Kanada’dan ve San Francisco sehrinden sonra, sehrini gey çiftlere evlilik cüzdani veren ilk yerlesim birimi yapti. New York City sehrine 75 mil uzakta olan New Paltz sehrinin belediye baskani Amerika Birlesik Devletleri’nde San Francisco’dan sonra gey çiftlerin evlenmesine yardimci olan ikinci belediye baskani oldu. 26 yasindaki Baskan Jason West, geçtiğimiz Cuma günü 21 escinsel çifti evlendirdi. Ilk evlenen çift olan, New York City sehrinden Billiam Van Roestenberg ve Jeffrey McGowan’in belediye binasinin park yerinde gerçeklesen nikahina aile bireyleri ve sempatizanlar katildi. Bugüne kadar 3400 gey çiftin evlendiği San Francisco sehir yönetiminin aksine New Paltz sehri yönetimi evlilik cüzdani vermiyor. 12 Mart 2004, California Eyaleti’nde Mahkeme San Francisco Sehrindeki Escinsel Evlilikleri Askiya Aldi 12 Mart 2004 günü California Eyaleti Yüksek Mahkemesi, San Franciso Sehir Yönetimi’ne escinsel çiftlere evlilik cüzdani verme islemini askiya almasi için emir verdi. Karar Bassavci Bill Lockyer’in ve muhafakazar bir grubun basvuru değerlendirilmesi sonunda verildi. Mahkeme kararinda escinsel evliliğin anayasal olup olmadiği konusunda görüs bildirilmedi. 12 Mart 2004, Massachusetts Eyaletinde Evlilik Konusundaki Belirsizlik Devam Ediyor 11 Mart 2004 günü escinsel evlilikleri yasaklamak ve gönüllü beraberlik yasasini kabul etmek oylamalarinda bir sonuca varamayan Massachusetts eyalet parlamentosu 29 Mart 2004 günü toplanmak üzere görüsmelere ara verdi.
18 Mart 2004, New York City’deki Gey ve Lezbiyen Nikah Törenleri Gerçeklestirildi Üç escinsel çift New York City Belediye Binasi’nin önündeki merdivenlerde nikah töreni düzenledi. Çiftlerden ikisini Metropolitan Kilisesi’nden Rahip Pat Bumgardner kiyarken, bir tanesini de Haham Ellen Lippman gerçeklestirdi. Manhattan Bassavcisi bu nikahlar hakkinda yasal islem uygulamayacağini ama bu evliliklerin geçersiz olduğunu duyurdu. 19 Mart 2004, Oregon Eyaleti Gey Evlilik Konusunu Ele Aliyor Oregon Eyaleti yüksek mahkemesi gey evliliklerin yasallasmasi için bir adim daha atti. 3 Mart 2004 tarihinden beri escinsellere evlilik nikahi düzenlemeyi kabul eden Oregon Eyaleti’nin Multnomah bölgesinde yaklasik 2400 gey ve lezbiyen çift evlilik cüzdani almak için basvurmustu. Uygulamanin iptal edilmesi için Oregon Yüksek Mahkemesi’ne basvuran muhafazakar gruplara ve bölge yönetimine mahkeme 19 Mart günü, süpriz bir kararla, savunmalarini hazirlamasi için ek süre verdi. 19 Mart 2004, San Francisco Belediyesi Escinsel Evlilik Basvurulari ile Ilgili Verileri Yayinladi San Francisco sehrinde evlilik cüzdani alanlarin 45 eyaletten ve sekiz yabanci ülkeden olduğu açiklandi. Evlilik cüzdani almayi basarmis 4,037 escinsel çiftin %91.4’ünün San Francisco’nun da içinde bulunduğu California eyaletinden olduğu bildirildi. Açiklanan diğer bilgilere göre basvuranlarin %57’si lezbiyen çiftlerden olusuyor; adi geçen yabanci ülkeler de Kanada, Ingiltere, Hollanda, Fransa, Danimarka, Almanya, Isviçre ve Tayland. California Eyaleti Yüksek Mahkemesi San Francisco sehrinde gerçeklesen escinsel evlilikleri 12 Mart günü askiya almisti. 24 Mart 2004, Minnesota Eyaleti Meclisi Escinsel Evliliklere Yasaklama Getiren Karari Onayladi 24 Mart günü toplanan Minnesota Eyaleti Meclisi escinsel evliliklere anayasal yasak getirmeyi öngören bir karari onayladi. Cumhuriyetçilerin kontrolünde olan mecliste bazi Demokratlarin da karar lehine oy verdikleri gözlendi. Kararin anayasanin bir parçasi olabilmesi için önce Senato’nun onay vermesi sonra da referanduma gidilmesi gerekiyor. Senato’nun kararinin Nisan ayi içinde belli olmasi bekleniyor.
25 Mart 2004, Maine Eyaleti’nde Escinsel Çiftler Yeni Haklar Kazandilar Maine Eyalet Meclisi’nin 25 Mart günü kabul ettiği yeni bir kanuna göre eğer gey veya lezbiyen çiftlerden birisi vasiyetini hazirlamadan ölürse diğer es mülkiyet hakkina sahip olacak. Ölen esin sigortasi ve evlatlik edindiği çocuğun veraseti de diğer ese geçebilecek. 29 Mart 2004, Maryland Eyaleti’nde Kisitli da Olsa Gönüllü Beraberlik Yasasi Kabul Edildi Maryland Senatosu escinsel çiftleri hayat arkadasi olarak taniyan ve birçok sağlik hizmetinden beraberce faydalanmalarina olanak sağlayan bir kanun tasarisini ezici bir çoğunlukla kabul etti. Yeni kabul edilen kanuna göre escinsel çiftler acil bir durumda tibbi karar verme, ayni huzurevinde ayni odada yasama, mezarlikta veya yakilarak gömülme ve hasta ziyaretinde bulunma gibi birçok hakki kazandilar. 103 kabule karsi 30 red gibi ezici bir çoğunlukla kabul edilen yasaya birçok Cumhuriyetçi de olumlu oy verdi. Maryland Senatosu geçen hafta da cinsel yönelime yönelik ayrimciliği yasaklayan bir kanunu kabul etmisti.
'Barbie'li özgürlük REUTERS - NEW YORK - Giydiği 'Barbie bir lezbiyen' yazili tisört yüzünden bir gün okuldan uzaklastirilan 15 yasindaki lezbiyen öğrenci, açtiği dava sonucu 30 bin dolar tazminat almaya hak kazandi. Natalie Young'in annesi 'kizinin ifade özgürlüğünü' kisitlayan New York kentini dava etmisti. Dava öğrencinin lehine sonuçlanirken, New York Okul Departmani davanin ardindan yeni kararlar aldi. Öğrenciler 'karalayici ve müstehcen' olmamak, eğitimi tehlikeye atmamak kaydiyla istedikleri gibi giyinebilecek. Buna göre 'Irak'taki savas haksiz' yazili giysi serbest, Bin Ladin'i öven tisört giymek yasak.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 43
gündem
Dünyadan haberler, Hakan G. tarafindan düzenli olarak derlenip www.kaosgl.com anasayfada yayinlanmaktadir. Arkadasimiz Türkiye’deki gelismeleri de ingilizceye aktarip uluslararasi ajnslara geçmektedir. Litvanya Escinseller için Resitlik Yasini 14’e Indirdi Basbakan Algirdas Brazauskas yönetimindeki Litvanya hükümeti, Uluslararasi Gey ve Lezbiyen Birliği’nin (ILGA) escinsellerin resitlik yasini 14 olarak belirleyen önerisini kabul etti. Katolik mezhebinin ağirlikta olduğu Litvanya hükümeti önerinin kanunlasmasina neden olarak daha önceden kabul etmis olduğu Birlesmis Milletler Çocuk Haklari Konferansi kararlarini gösterdi ve bu gelismeyi Birlesmis Milletler Çocuk Haklari Komitesi’ne bildirdi.
Suudi Polisi Gey Evlilik Törenine Baskin Düzenledi Içlerinde yabancilarin da olduğu 50 kisi, bir gey nikahina katilmak iddiasindan dolayi Suudi polisi tarafindan tutuklandi.Din polisi olarak da bilinen Namusu Koruma ve Ahlaksizliği Önleme Komisyonu’a yapilan bir ihbari dikkate alan polisler bir konukevine baskin düzenlediler. Sorusturmayi yürütenler gerçeklesmekte olan toplantinin gey içerikli olduğunu belirtirken birçok misafirin süphe verici bir sekilde polis arabalari gördükleri zaman kaçmaya baslamalarinin da bunun kaniti olduğunu iddia ettiler. Escinselliğin yasadisi olduğu Suudi Arabistan’da bu eylem kamuya açik alanlarda falaka, hapis veya her ikisi ile cezalandiriliyor. Tutuklananlarin hepsi savunmalarinda evlenmekte olan bir arkadaslari için parti verdiklerini belirtirken katildiklari bu törenin bir gey nikahi olduğu iddiasini reddettiler.
Kamboçya Krali Escinsellerin Evlenebilmeleri Gerektiğini Söyledi ABD’nin San Francisco sehrinde gerçeklesen gey nikahlari televizyonda seyreden Kamboçya Krali Norodom Sihanouk gey çiftlerin evlenebilmeleri gerektiğini söyledi. Kral’in sahsi web sitesinde Fransizca yer alan habere göre Kamboçya yönetiminin 1993’ten beri liberal bir demokrasiyi tercih etmesinden dolayi, iki escinsel arasindaki iliskiye de izin vermesi gerektiği belirtiliyor. Su anda Pekin’de sağlik kontrolü için için
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 44
bulunan Kral ayni zamanda travestilerin ve transeksüellerin de toplumca kabul edilmesi ve onlara da esit davranilmasi gerektiğini de belirtti.
Isveç Evlilikte Esitlik Hakkini Benimsiyor Gey ve lezbiyenlere gönüllü beraberlik yoluyla evli olanlarin sahip olduğu tüm haklari veren Isveç parlamentosu bu yasalari değistirerek escinsellere de evlilik hakkini tanimayi planliyor. 1995 yilindan beri Isveçli gey ve lezbiyenler heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu tüm haklardan faydalaniyorlardi. Her ne kadar bu haklar kamuoyunda “evlilik” olarak yansimis olsa da hukuki olarak “birliktelik” olarak nitelendirilmekte. Subat 2003’te gey ve lezbiyenlere evlat edinme hakki da tanindi. Adi geçen üç asamali değisiklik önergesi, evlilik yasasini cinsiyet bağlaminda nötr yaparak, iki tür birliktelik arasindaki farki kaldirmayi amaçliyor.
Israilli Escinsel Çiftler Yeni Vergi Kolayliklarina Sahip Olacaklar Ha’aretz gazetesinin bildirdiğine göre Bassavciliğin Yüksek Mahkemeye sunduğu açiklamaya göre escinsel çiftler birbirlerinin mülkiyetlerinin alis ve satislarinda heteroseksüel çiftler gibi vergiden muaf tutulacaklar.
Tanzanya’nin Bir Eyaleti Olan Zanzibar’da Geylere Ömür Boyu Hapis Zanzibar hükümetinin geylere ömür boyu hapis cezasini öngören hukuki bir çalisma içinde olduğu bildirildi. Zanzibar yasalarina göre ömür boyu hapis 25 yil süreli mahkumiyet anlamina geliyor. Kanun taslaği lezbiyenler için de 7 yillik hapis cezasini öngörüyor.
Irlanda Gey Birliktelikleri Tanimaya Hazirlaniyor Irlanda Senatosu’na sunulan kanun tasarisi evli heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu tüm haklari escinsel çiftlere de tanimayi öngörüyor. Tasari gey olduğunu gizlemeyen tek senatör olan David Norris tarafindan destekleniyor. Norris bu tasarinin 20 yillik senato
hizmetindeki en önemli asama olduğunu belirtti. Gönüllü Beraberlik Yasasi ayni zamanda evli olmayan ama kayitli olan heteroseksüel çiftleri de kapsiyor. Senatör Norris yaptiği açiklamaya göre tasarinin Nisan 2004’ün baslarinda sunulacağini ve kabul edilmesini umduğunu belirtti. Tasari birçok parti tarafindan destekleniyor.
Güney Kore Escinsellikle Ilgili Kisitlamalari Kaldiriyor Güney Kore Yönetimi, oldukça sembolik öneme sahip bir hareketle, escinselliği “sosyal olarak kabul edilemeyecek ve gençleri kötü yönde etkileyecek cinsel eylemler” listesinden çikaracağini açikladi. Yasallasmasi için kamuoyunun tartismasina sunulacak olsa da, hükümetin bu karari, gey ve lezbiyenler aleyhine düzenlemeleri kaldirmak için mücadele veren Escinsel Haklari Savunucusu gruplar için bir zafer anlamina geliyor. Tavyan’da Escinsel Evlilik Için Pek de Gürültü Kopmuyor Tavyan bu sene içinde escinsellere evlilik benzeri haklar verecek ilk Asya ülkesi olacak. ABD’de oldukça hassas bir konu olan ve birçok eyaletin aleyhine yasalar düzenlediği escinsel evliliği konusu Tavyan’da gözle görünür bir engelle karsilasmiyor. Çoğu gey ve lezbiyenin anne ve babalarini üzmemek için açilmaktan çekindiği bu muhafazakar Çin toplumunda bu konuda olumsuz tepkilerin az olmasi oldukça sasirtici bir durum olarak nitelendirilmekte.
Filipinler Meclisi Escinsel Haklari Yasasini Kabul Etti Filipinler Temsilciler Meclisi kabul ettiği bir yasa ile “cinsel yönelime yönelik ayrimciliği” yasakladi. Akbayan Partisi milletvekillerinden Loretta Ann Rosales ile Filipinler Lezbiyen ve Gey Haklari Organizasyonu arasindaki isbirliği ile hazirlanan kanun 23 Ocak 2004’te kabul edildi. Yasa 6416 is hayati, eğitim, sağlik hizmetleri, sosyal hizmetler (askerlik de dahil olmak üzere), kamu ve sağlik sektörlerinde
gündem ayrimciliği yasakliyor. Kabul edilen bu kanunun Filipinler Senatosu ve Cumhurbaskani tarafindan da onaylanmasi gerekiyor.
Belçika Escinsel Evlililere Yeni Haklar Getiriyor Belçika Adalet Bakanliği, yaptiği açiklamada, escinsellere sağladiği evlilik hakkinin kapsamini Belçika vatandasi veya yasal ikâmetçisi ile evlenen yabancilari da kapsamak üzere daha da genisletmeye hazirlandiğini duyurdu. Belçika Parlamentosu escinsellere evlilik yolunu açan ve Ocak 2003’de kabul ettiği yasa ile Hollanda’dan sonra escinsel evliliği yasallastiran ikinci ülke olmustu. Eğer adi geçen değisiklik gerçeklesirse, eslerden birisinin Belçika vatandasi veya yasal ikâmetçisi olmasi halinde öteki esine bu bağlamda hiçbir kisitlama getirilmeyecek.
Yeni Zellanda’da Birliktelik Yasasi Yürürlüğe Giriyor Gönüllü Beraberlik yasa önerisi Mart 2004’te görüsülmek üzere Yeni Zellanda Meclisi’nin gündemine girdi. Bu girisimi kutlamak için alti gey çift Auckland gey ve lezbiyen festivalinde sembolik olarak birbirlerine bağlilik yemini ettiler. Adi geçen kanun birlikte olan çiftlere evli olanlarin sahip olduğu birçok hakki getirecek. Gey ve lezbiyen festivaline katilan Basbakan Helen Clark, adi geçen yasanin cinsel yönelime ve cinsel kimliğe yönelik ayrimci uygulamalara son vereceğini söylerken öte yandan partisini bağlayacak bir karar almak yerine milletvekillerinin kisisel iradeleri ile karar almasini uygun gördüğünü de ekledi.
Brezilya Birlesmis Milletler'e Sunduğu Escinsel Haklari Önergesini Geri Çekti Brezilya, Birlesmis Milletler’e sunduğu uluslararasi insan haklari tanimina cinsel yönelimi de eklemeyi öneren tasarisini geri çekti. Gey aktivistler bu tasarinin geri çekilmesinin en büyük nedeninin Vatikan, Misir ve Pakistan’in yoğun baskisi olduğunu belirttiler. Brezilya hükümetinin Birlesmis Milletler’e resmen bildirdiği açiklamasinda tasarinin geri çekilmesinin nedeninin ülkeler arasinda bu konuda bir uyum olmamasini gösterdi ve söyle devam etti: Brezilya, komisyonun gündemine
gelecek konularin hem politik olarak istismar edilmemesine hem de ülkeler arasindaki olumlu iliskilerin bozulmasina neden olmamasi gerektiğini dikkate almaktadir. Tasariyi destekleyen Avustralya’da yeni kurulan Esitlik Haklari Koalisyonu tasarinin geri çekilmesinden duyduğu hayal kirikliğini belirtti. Koalisyonun basin sözcüsü Rodney Croome, Brezilya’nin eyleminin uluslararasi GLBT haklari için büyük bir yenilgi olduğunu da sözlerine ekledi ve söyle devam etti: Eğer kabul edilseydi bu tasari gey, lezbiyen, biseksüel ve transgenderlerin maruz kaldiklari baskilari, hapis cezalarini, iskenceleri ve idamlari kinayacakti. Bugüne kadar hiçbir baska azinlik grubuna bazi haklarin taninmasinin bu kadar siddetli muhalefetle karsilastiğina tanik olmadim. Ingiltere’den Isçi Partisi milletvekili ve gey aktivist olan Michael Cashman da son durumu kinayarak bunun sorumlusunun kutsal olmayan birlik olarak nitelendirdiği Vatikan ve Islam Konferansi Örgütü olduğuna dikkati çekti.
Ingiltere’de Gönüllü Beraberlik Yasasi Nihayet Yasalasiyor Britanya hükümetinin Mart ayi sonunda yaptiği açiklamada escinsel çiftlerin uzun zamandir bekledikleri bir takim yasal düzenlemelerin gerçekleseceği bildirildi. Gönüllü Beraberlik Yasasi escinsel çiftlere resmi bir tören ile beraberliklerini yasallastirma ve heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu emeklilik ve mülkiyet haklarindan faydalanma olanaklarini getiriyor. Kanun taslağinin yasallasmasi halinde escinsel çiftler birbirlerinin mülkiyetlerine sahip olabilecek, bir es diğerinin emeklilik olanaklarindan faydalanabilecek ve diğer esin çocuğu üzerinde annelik veya babalik hakkini elde edebilecek. Bakan Jacqui Smith bu taslağin yasallasmasinda çok büyük bir engelle karsilasacaklarini ummadiğini da sözlerine ekledi. Muhalefette olan Muhafazakar Parti ise anti-gey imajini silmek için harekete geçti. Mart ayinin ortalarinda bazi Muhafazakar Parti üyeleri gey ve lezbiyenlere yönelik ayrimcilik konusunda bilgi alisverisinde bulunmak için bazi gey haklari gruplari temsilcileriyle bulusmustu.
Kavraminin Tanimini Değistirdi Mart 2004 sonuna doğru Avrupa Parlamentosu, Avrupali geylerin, lezbiyenlerin ve ailelerinin Avrupa Birliği sinirlari içinde bir yerden baska bir yere tasinabilmesine olanak sağlayabilmek için, “aile” kavraminin kapsamini daha da genisletmeyi onayladi. Karar, Fransa’nin Strazburg sehrindeki olağan parlamento toplantilarindan birinde alindi. Kabul edilen kanun önergesi, escinsel çiftlerin maruz kaldiği bürokratik engelleri kaldirmayi amaçlarken bunun sadece bu hakki vermis Avrupa devletleri vatandaslarina taniyor.
Ispanya Gönüllü Beraberliği Kabul Etmeye Hazirlaniyor Ispanya’nin yeni basbakani Jose Louis Rodriguez Zapatero, 19 Mart 2004’te yaptiği açiklamada, gey birliktelikleri yasallastiracaklarini ama birçok taraftarinin istediği gibi gey çiftlere tamamen evlilik hakkini vermeyi planlamadiklarini söyledi.
Gey Olduğunu Gizlemeyen Ilk Ingiltere Büyükelçisi Göreve Basladi Ingiltere’nin gey olduğunu gizlemeyen ilk büyükelçisinin esi ile beraber Lüksemburg’da göreve basladiği bildirildi. 41 yasindaki James Clark ve esi Anthony Stewart büyükelçilik binasinda kalacaklar ve resmi törenlerde Birlesik Kralliği beraberce temsil edecekler. Ingiliz basinin bildirdiğine göre JamesClark çiftinin Disisleri Bakanliği’nin yeni politikasi gereğince atanan ilk escinsel çift olduğu kaydedildi. Adi geçen çift Nisan ayi baslarinda Buckingham Sarayi’nda Kraliçe Elizabeth tarafinda kabul edilmisti. Bu durumun sarayin gey bir esi heteroksüel bir es gibi resmi olarak tanidiği ilk resmi olay olduğu bildirildi. Disisleri Bakanliği’nin yeni yönetmeliğine göre gey bir çiftin resmi olarak en az bir sene beraber yasiyor olmasi ve üçüncü sahislar ile evli olmamalari gerekiyor.
Avrupa Parlamentosu “Aile” KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 45
gözüm abla
Irak’a Amerika’dan önce girerek gayr-i resmi tarihte Türklere bir paye yarattim canlarim. Hani ilk barut kullanan bizizdir, ilk kanser ilaci bulan bizizdir, ilk uçan, hatta ilk kaçan bizizdir. Hülasaaaa Irak’a ilk dühul eden de biz olduk vesselam. Çekemem ayol diyerek girdim Habur sinir kapisindan içeri. Ayol ne zormus kendi ülkesine girmesi insanin. Kürdan similyali görevliye “Kizim birak gireyim, ben doğma büyüme Istanbulluyum.” Diyorum, o, sanki ben yanimdaki balamoza küründen alikoyorum gibi tutmus türbanimin ucundan “Göstermeden giremezsin” diyor. Ayol nasil sinirlendim. Göreceksin de ne olacak? Ben zaten aylardir canli bomba diye gittiğim Irak’ta ne ağda yapabilmisim, ne bir elimi sürebilmisim, olmusum bir homeless ellerin Irak’inda, her yerimin saçi basi birbirine girmis. Neyini göstereyim. Uzun süren tartismalarin sonunda görevli pasaportumu görmek istediğini söyledi. Ayol basindan söylesen dedim, pantolonumu çekerken, ne bileyim anlamam ki bürokraaasiden. Türkçe miz iste, ağdali bir dil ne de olsa değil mi canlarim? Türkçemiz diyince valla kiymetini bilelim derim. Insanin kendi türkçesi gibisi yok. O Irak’larda insanlarla anlasacağim diye ne kepazelikler yasadim anlatamam. Similya derim anlamazlar, but derim good anlarlar, berde alikmak derim suratima pel pel bakarlar. Valla anlasinlar diye yüksek sesle ve tane tane, gözlerimi disari çikararak, gerdanimi sallayarak, ellerimi harf sekillerine sokarak anlatmaya çalistim ama olmadi. Biliyorsunuz canlarim, Amerika’nin Irak operasyonu baslayacaği zaman ülkemizin ve dünyanin hassas yürekleri canli kalkan olarak Irak’a gidip olayi durdurmaya çalistilar. Ben de ülkemin hassas bir yüreği olarak “tebdil-i similyada ferahlik vardir” atasözümüz aklimda, gidip de bir canli kalkan göreyim bari dedim. Aldim kaydiricilarimi, kirbaçlarimi, deri donlarimi vel hasil-i kelam bir savas ortaminda gerekli olabilecek ne kadar mühimmat-i mecburiye varsa valizlerime doldurdum. Bilirsiniz Gözüm ablaniz bos zamanlarinda yalisinin
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 46
penceresinden bakarak antropoloji okumayi pek sever. Her ne kadar yillardir ayni kitabin önsözünü bitirmeye çalissa da en azindan antropolojinin ne anlama geldiğini gözü kapali ve bir nefeste, duraklamadan söyleyiverebilir. O bilir ki, her kültür saygiyi hak eder. Bu yüzden yanima yöre halkinin seks fantezilerinde sik kullandiğini tahmin ettiğim çarsafimi da aldim. Irak’a Amerika’dan önce girerek gayr-i resmi tarihte Türklere bir paye yarattim canlarim. Hani ilk barut kullanan bizizdir, ilk kanser ilaci bulan bizizdir, ilk uçan, hatta ilk kaçan bizizdir. Hülasaaaa Irak’a ilk dühul eden de biz olduk vesselam. Da basimiz göğe mi erdi? Bir kurak ülke. Ne bu ayol diye bağirmisim saskinlikla. Her yer çöl. Ne bir gey bar var, ne bir sauna. Bağdat dedikleri diyarbakirin içinden nehir geçen hali. Kahraman olmak ne zor, diyerek kaderime razi olup canli kalkanlar için ayrilmis bir haneye yerlestik. Yanimda da baska ülkelerden gelmis kendini canli kalkan sanan bir iki bitli hippi var, bana sorsaniz (ki sormalisiniz) onlar canli bile olamaz birak kalkanini inenini ama destek destektir iste diyerek almislar içeri. Nasil huzursuz uyudum gecelerce canlarim anlatamam. Valla ben bit olsam onlarda bir saniye durmazdim benim gibi besili, temiz biri varken. Ve netekim bitler de böyle düsündü herhalde benim kasiklarim bitlendi. “Kiz yoksa bu hippiler ben uyurken bana mi sürttürüyor” diye düsüneceğim ama pantolonlarini önüne bakilirsa kuru umut benimkisi. Adamlar kasimak için bile ellerini oraya götürmüyor. Sanki öyle bir uzuv doğustan varolmamis, o nokta sadece bacaklarinin birlestiği bir denge noktasiymis. Neyse bir hafta sonra Amerika saldirisina basladi canlarim. Ay baykusa döndük valla. Bir uyutmadilar aylarca. Gündüz duruyorlar gece olunca basliyorlar bombalamaya. Kaç kere siğinaktan yari uykulu çikip uçaklara doğru bağirdim durdum
“Gündüz çuvala mi girdi gözü çikasicalar. Daaan duuun bir uyutmadiniz adami.” Yok duyan yok. Insan her sey alisiyor canlarim. Bir süre sonra artik geceleri uykumuz gelmez, gündüzleri de gitmez oldu. Basladik gün doğunca uyumaya. Bizim hippilerin hiç umurunda değil. Bomba patliyor yani basimizda ben çiğlik çiğlik bacak aralarina saklanmaya çalisiyorum can havli ile ama o iktidarsiz kalkanlar bana bos bos bakarak kağit oynamaya devam ediyorlar. 2 ay sonra artik bu böyle çekilmiyor Gözüm, dedim kendi kendime. Bir harabenin içinde 4-5 ciliz herifle yasamak için gelmedin bu dünyaya sen. Kalk salin ayol. Biraz kesif yap bakalim. Neymis durum. Ayy sefalet kiz. Her yer yikilmis, insanlar issiz, saddam heykellerinden çamasir ipi askisi, tabak, ayakkabilik gibi seyler yapilmis, bir kaos bir kaos yani. (al orada da kaos.) Kimse ne yapacağini bilmiyor. Içim acidi. Dedim ki kendine gel Gözüm, sen neler gördün kimlere geçirdin. Halki örgütle ve yeni bir düzen için kollari siva. Her ne kadar en iyi düzen düzemeyendir deseler de sen onlara itibar etme. Aniden kabaran devrimci ruhumu yansitacak kiyafetleri giymek için bir telefon kulübesi aradim ama beyhude yere uğrasmisim. Ama ben kahraman kadinlarin kanini tasiyorum değil mi canlarim. Hemen çarsafimi Halide Edip gibi bağlayip meydanlara kostum. Eteğimi de biraz fazla yukari çektim. Beden dilimle konusmaktan baska çarem yoktu canlarim. Yas 69 ama mihrap yerinde. Güvenirim seyime. Nitekim, mebzul miktarda insan pesimde kaosa karsi bir düzen aramak için yollara düstük. Televizyonun siyah-beyaz olduğu dönemleri sizler hatirlamazsiniz. Yayin ikide bir kesilir ve necefli masrapa denen meshur mini dizi baslardi. Ben soluksuz neler olacak diye heyecanla beklerdim. Pek hareketsiz bir diziydi. Niye dakika basi onu koyarlardi bilmiyorum. Ama nostalji iste. Aklimda kalmis. Halki
Necef’e doğru sürüklemeye karar verdim. Valla bir tane masrapa göremedim. Demek ki bir efsaneymis necefli masrapalar. Zaten insan 69 yasina gelince anliyor ki her sey efsane oluyor canlarim. Neyse tam Necef meydaninda sii halka uzun bir beden dili nutuğu çekerken bir haber geldi ki ben bu ülke için uğrasirken benim ülkemde düzen sarsilmis ve erkekler birbiri ile evlenmeye baslamis, Ecevitler bosanmis, Aliler ayrilmis, Baykal istifa etmis… Ayol neler oluyor diyerek indiriverdim çarsafin eteğini ve o halimle kostum geldim ülkeme. Allah’a sükür erkeklerin evlenmesi disinda hepsi yalanmis. O da alti üstü iki erkek evlenmis. Ortalik birbirine girmis. Sahsini da tanirim, mikrodalga firinda türlü pisiren post-modern bir kariydi. Ondaki sentez yeteneğini kesfeden Avrupa birliği vatandasi bir zat besamel soslu lahmacun üretimi adina kizcağizi kandirip iğfal etmis. O da ben artik kirli bir kadinim diyerek namusunu temizlemek için almanyada evlenmis. Kabak gibi de siritmis gazetedeki fotoğrafinda. (Evveliyatindan öyleydi zaten. Mikro dalgada pisirildiği için ölü seyine dönmüs, burusmus patlicanli türlüyü sofraya koyarken de öyle siritirdi da, ben bu kari ne halt yese bu yüzle ortalarda gezinecek anlasilan, diye düsürken bir kehanette bulunduğum hiç aklima gelmezdi. Neyse Allah alman halkinin damak kültürünü korusun diyorum valla.) Ayy, neyse özlemisim valla Istanbul’u, sizleri, aranizdaki çekememezlikleri. Sinir olsam da sizden ayri da yapamiyorum. Yaladim canlarim hepinizi. Ferasetiniz ve Izaniniz Gözüm Ablaniz
Içime Çekemediğim Göbek Koray +
Plajda uzanmis gözlerimi kapatmis, göz kapaklarimin ötesinde olan biteni canlandirmaya çalisirken, aklima gelen olabildiğince soyunmus erkek bedenleri. Neyse ki ben sahnenin disinda anlatici rolü kapiyorum kendime de seyrin keyfi kaçmiyor. Zira uzun zamandir karnimdaki katlar sadece öne eğildiğimde değil yatarken de belli oluyor. Ne tarafa dönsem, nasil dursam göbeğim daha az belli olur sikintisi, mayo giyip de göbeğim yillarin hasretiyle günesi kucakladiği için çok bir anlam tasimiyor. Oysa denizin bu kiyisinda herkes ne kadar manken, herkes ne kadar “ne yapsa poz veriyor” havasinda. Gözlerimi açinca gördüğüm surat ifadelerinde benimkine benzer kaygilar görmüyorum sanki. Sanki herkes çok rahat, çiplak bedenini korkusuzca sergiliyor. Ama dur bakalim, o kadar rahat olsalar üzerlerinde ki bu “acaba hangi kameraya baksam” havasi neden olsun? Evet kendilerini sergiliyorlar, ama öyle sere serpe bir sergileme değil bu sanki, oldukça ambalajli, islenmis, hatta sanki seri üretim bir sey sunuyor gibiler. Insanlari izleyen tek ben değilim herhalde, baskalarinin olmadiği yerde gösteri de olmaz. Herkes birbirini kolluyor olsa gerek, zor değil mi, herkes hem oyuncu hem seyirci hem rakip. Insanin kafasi karisiyor. Aslinda en iyisi suya girip sadece basini disarida tutmak, böylece hem çiplak hem de rahat olabilirim. Ama iste suya girene kadar yürünecek olan mesafe, tüm uzuvlarimla birlikte hareket edecek, ben de varim diyecek yağli gövdem. Mayom da yapisip üzerime, nasil da abartacak her ayrintiyi. Off, göbeğim bol bir gömlek gibi mayomun üzerinden sarkiyor. Artik ne kadar içime çeksem, ne kadar dik dursam da kaybolmuyor. Su ne kadar ağir olsam da tasiyor beni, sağolsun. Zaten ağirliktan çok ağirliğin nasil bir arada durduğu önemli. Su adamin omuzlari ve kollari… Bu kadar kas nasil bir kolda bulunur? Neden bulunur? Ne kadar mağrur görünüyor, o gözleri açikken kendine bakanlari hayal ediyor herhalde. Hatta en fazla kendisini mi seyrediyor insan ne? Herkesin en büyük elestirmeni de kendisi belki. Elestirmen değil her zaman, jüri diyelim. Hayatimin nasilsa bir döneminde kendime yenik düsüp de gittiğim spor salonu geliyor aklima. Ağirlik kaldirirken bunu aynanin önünde yapmanin komikliği bir yana, aynadan baskalarinin yansimasini görmek eğlendirirdi beni. Bir iki ağirlik kaldirip, derin bir nefes alip kaslarina bakarlardi, en ufak değisimi kaçirmak istemeyen merakli gözlerle. Sanki bu kadar hizli mi oluyor değisme, sanmam, ben onlarda değisen bir sey görmüyorum. Zaten sonunda onlarda görmeyip, tekrar ciddi bir ifadeyle ağirliklara sariliyorlardi. Bitecek mi bu bir yerde? Tamam diyecekler mi, bilmiyorum. En cilizindan, en ürkütücü kas yumaği haline gelmisine herkesin yaptiği komik bir tören bu. Hiç bitmeyen bir hazirlik, bir antrenman, sov zamani için, ya da yarisma. Ama antrenmanin kendisi yarisma gibi. Ne hazirlik bitiyor, ne yaris. Spor salonundan çiktiğinda ya da ben sudan çikip üzerime bir seyler giydiğimde de bitmeyecek bu. Nasil görünüyorum? Nasil görüyorlar beni? Bu kadar göbeğim yokken fark etmistim, bara dar bir tisörtle gitmekle bol bir tisörtle gitmenin farkini. Daha mi çok eğlenmistim, ne alakasi var canim. Daha çok seyircim olmustu. Bedenim spotlarin altina altina girmis, müzikle kendini kaybetmis sekilde, o kadar kivirip tek parça kalmanin gururuyla kendini sergiliyordu. Simdiyse bol giymeliyim. Görünmez olmali bedenim. Gerçi yine hiçbir yerde eksik olmayan aynalar sağ olsun, kisa zamanda fark ettim ki, ne kadar bol giyersen giy, dans ederken göbeğin belli eder kendini. Sudan çikinca su kumlar da yapisiyor her yanima. Engel tanimadan üzerime diziliyorlar, iste burada bitiyor bedenin dercesine. Al iste, ben de yatarim kumun üzerine, kalmaz sinir minir. Ben de plajin, kumsalin devami, bir parçasiyim. Kayboldum mu, görülmez miyim artik? Bunu ister miyim gerçekten? Yok olmayi. Yok yok, ben o “kendiyle barisik” azinliktan değil miyim? Değilim sanirim ya. Nasil barisir insan kendisiyle, her yer savas alaniyken? Her yer provokatör dolu, beni kendime karsi kiskirtan onlarca sey. Direnmeliyim belki tüm bunlara, oyuna gelmemeliyim. Ama hayatta anlatici olamiyorsun, siyrilamiyorsun sahneden iste, sen de isin içindesin hep. Isin değismesi, hayatin değismesi gerekiyor belki de. Neyse sirtüstü yatayim ben sirtim fena görünmüyor herhalde.
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 47
1 Mayis
“Escinsellerin 1 Mayis’ta Isi Ne?” Ali Erol
Sikago Haymarket Olaylari ile 8 saatlik is günü mücadelesi, çoğunluk isçilerce bile bilinmese de 1 Mayis, isçilerin mücadele ve dayanisma günü olarak adlandirilir ve öyle bilinegelmistir. Gerçi 4 Mayis Sikago Haymarket olaylari bilinmediği ya da unutulduğu için 1 Mayis 1970 Taksim’inde kursunlarin nereden geldiği hâlâ anlasilamamaktadir ya neyse. 1996 1 Mayis’inin senlikli geçmesi ise 1 Mayis’a yönelik geleneksel korku ve önyargilari iyice pekistirmisti. Escinseller açisindan tüm bunlara bir de açiğa çikma korkusu eklendiğinde, meydanlar, bir an önce kiyiya köseye çekilmek için uzaklasilmasi gereken yerler; 1 Mayis ise zaten 12 Eylül sonrasi iyice öcü anlamina gelmekteydi. Isçilere rağmen kendilerini geleneksel ev sahibi olarak gören sol çevreler açisindan meydanlardaki escinseller, en iyi niyetlisinden, “bunlar da nereden çikti” diye bakilan davetsiz misafirler olabilirdi. “Ne hasta ne sapik; Escinseliz. Maskeleri attik , yüz yüzeyiz!” diye 1997 1 Mayisinda Sihhiye’den Tandoğan’a kadar ask ve özgürlük için yürüyen bir grup escinselin sesini belki de bayraksiz ve pankartsiz olduklarindan Cumhuriyet gazetesi haricinde duyan olmamisti. Kaos GL Grubunun 2001 1 Mayisinda kendi bayraklari ve pankartiyla meydanlara çikmasinin yarattiği saskinliğin ardindan ilk soru “Escinsellerin 1 Mayis’ta isi ne?” olmustu. Escinsellerin meydan korkusu ve “1 Mayis” önyargisi, 1 Mayisin geleneksel müdavimlerinin ise “escinsel” önyargisi iki tarafi da ayni soruda bulusturmustu. PEKI YA ESCINSEL ISÇILER? “Nereden çikti bunlar?” diyerek, yalanlarla escinselleri tarihten gizleyenlerin suç ortaği olunmayacaksa, escinsellerin 1 Mayis meydanlarinda ne aradiğini anlamak için Kaos GL Grubunun 1 Mayis 2001’de Ankara mitinginde dağittiği bildiriyi 1 Mayis 2004’te yeniden okuyabiliriz: “Bizler kadinlari seven kadinlar, erkekleri seven erkekler olarak buradayiz!!! Escinseliz! Mehmet ile Ayse grev meydaninda nisanlanirken, asklarini mücadelelerine eklerken, o meydanda Ali'yi seven
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 48
Ahmet'in; Ayse'yi seven Hatice'nin olduğu hiç akliniza geldi mi? Neler yasadiklarini, hissettiklerini düsündünüz mü? Sokaklarda 'ibne' diyerek ardindan gülünen, fikralara konu edilerek asağilanan, dayak atilan, kendini saklamak, heteroseksüel rolü yapmak zorunda kalan escinseller hiç uzakta değiller... Alisveris yaptiğiniz bakkal ve pazarcinin, çocuğunuzun öğretmeninin, yemeğini yediğiniz asçinin, bindiğiniz belediye otobüsünün soförünün, okulda sira arkadasinizin, yani basinizdaki is arkadasinizin escinsel olabileceğini hiç düsündünüz mü? Bu sistemin kendini korumak için sürdürdüğü kadinlarin ve escinsellerin asağilanmasina ve erkekliğin yüceltilerek hayatlarimizin baski altinda tutulmasina suç ortakliği yaptiğinizin farkinda misiniz? Kadinlarin ikinci sinif, escinsellerin üçüncü sinif insan muamelesi görmesine neden olan ayni heteroseksist düzendir. Kadin arkadaslarimizla ya birlikte mücadele edeceğiz ya da bosa kürek çekmeye devam edeceğiz. Evde çocuğunuz, isyerinde arkadasiniz, okulda öğrenciniz, kapitalizme karsi mücadelede yoldasiniz olan escinseli efendinin dili ve ahlâkiyla yargiladiğinizin farkinda misiniz? Biz escinseller Almanya'da Naziler tarafindan katledildik, Rusya'da Stalin tarafindan hapsedildik, Çin'de Mao tarafindan yok sayildik... Türkiye'de uğursuz bir ablukayla kusatildik.. Heteroseksizm, özgüvenimizi ve onurumuzu ayaklar altina aldi, bizi maskelemeye çalisti. Sözlerimiz, düsüncelerimiz 'muzir' bulundu: Posetlendik. Artik Yeter! Köylerde, metropollerde, fabrikalarda, bürolarda, sokaklarda, okullarda bir gerçek olarak variz ve her yerdeyiz. Askimiz 'zevk-ü sefa', hayatimiz bir 'fantezi', kimliğimiz 'hafta sonu hobisi' değil!! Escinselliği yargilamak ve asağilamakla bütün escinselleri bir yalan perdesinin ardina hapseden, okullarinda zorunlu heteroseksüelliğe tabi tutarak hayati zehir eden, metropollerde
katleden bu sistemin sözcülüğünü ve ikiyüzlü ahlâkinin bekçiliğini yapmis olmuyor musunuz? Sizce de escinsellere yönelik ilân edilmemis bir savas yok mu? Bütün etnik, kültürel ve cinsel farkliliklari yok ederek hepimizi birbirimize benzetmeye ve dolayisiyla bizi öldürmeye çalisan bu sisteme karsi beraber mücadele edelim!” BIRLIKTE ÖZGÜRLESMEK IÇIN 1 Mayis’i salt bir isçi gününe indirgeyip “isçi” olmayi bir kategori olarak mutlaklastiranlar her seyden önce escinseller değil. Diğer taraftan kapitalist toplumun sonucu zorunlu olarak isçiyiz, issiziz, diğer kategoriler içine hapsoluyoruz, milyonlarca insan gibi. Haliyle 1 Mayis’a katilan escinseller de gerçekten fabrikadan, bürodan, sendikadan, okuldan geliyorlar. Kapitalistlerce sömürülen emeklerimizin kutsalliği üzerinden hiyerarsik siralamalar yapana kadar birlikte özgürlesmenin yollarini arayabiliriz. Özgürlüğün bayrami 1 Mayis vesilesiyle escinsellerin yapmaya çalistiği bundan ibaret. MEDYA: NEYI GÖSTERDIĞINI BOSVER, SEN NERDE DURUYORSUN? Medya, kendi kurguladiği, ortama “renk” katan, “samataci üç bes marjinal tip”e benzetemediğinden, 2001 1 Mayisinda hazirliksiz yakalanmisti. Neyse ki saskinlik çabuk atlatilmisa benziyor. Çoğu artik, “elbette canim, escinseller 1 Mayisa katilirlar, bundan doğal ne olabilir” der gibi, dönüp bakmiyorlar bile. 1 Mayis veya baska mitinglerde escinseller “destek veren grup” kontenjanina terfi ettirildi ayni medya tarafindan. Sira “destek veren grup”dan escinsellerin de ortak eylemlerin birer bileseni, esit özneleri olacaklari günlere de gelecektir. Unutulmamasi gereken, escinseller, o medyaya rağmen basi dik alni açik meydanlarda yerlerini alabildiler. “Burada on binler dururken, on onbes tane escinseli gösteriyor” demek, medyanin ne olduğunu anlatmaz, olsa olsa senin durduğun yeri isaret eder. Onun için herkes medyanin gösterdiğine değil, dönüp bir kendi durduğu yere baksin. Zamani geldi de geçiyor bile...
Küresel Meseleler "Kullanılıp Atılanlar" kitabıyla Kevin Bales, büyük şirketlerir gelişmemiş ülkelerdeki fabrikalarında aşırı düşük maaş ile çalıştırılan işçilerden söz etmiyor. Bales, yasa maskelerinin ardında zincirlere vurulmuş şiddetle köleleştirilmiş insanlardan, gerçek kölelerden söz ediyor.
Gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi! Son elli yıl içerisinde yürürlükte olan ve ülkelerin kalkınmasını sağlayacağı iddia edilen ekonomik politikaların iflasına tanık olduk. De Rivero, kitabında bu iflası gözler önüne sererken ‘ne yapdmalı’ sorusuna da yanıt arıyor.
Dünyanın dört bir yanından küreselleşmenin günümüzdeki biçimine karşı çıkan ve refahın adil paylaşımı için mücadele eden ATTAC, zaman içinde gittikçe büyüyen ağı ile nasıl örgütlendiğini okuyucuya aktarıyor ve soruyor: Protesto ile neler başarabiliriz?
Dış yardım, elli yıldır varlığını sürdüyor. Binlerce insan, yardım endüstrisine hizmet ediyor. Buna rağmen dış yardım hakkındaki tartışmalar ilk günden bu yana devam ediyor. Kaşık ve Kepçe adlı kitabıyla Sogge dış yardım hakkındaki tüm soruların cevabım arıyor.
Çitlembik www.citlembik.com.tr
Dünyanın en yoksullarına dışa bağımlı olmak yerine, kendi kendilerine yetebilecekleri ve gıda güvenliklerini sağlayacak bir çözümün ana hatlarını da çizen yazar, dünyadaki açlığa ve tarımın rolüne ilişkin tartışmaya katkıda bulunuyor.
küresel meseleler
Bir geleceğimizin olması ancak başka bir dünya düzeni ile olasıdır Böylesi bir düzeni nasıl oluşturabileceğimizin ipuçlarını veren bu kitap dizisine, hem dünyamn bugün geldiği noktayı değişik açılardan görebilmek, hem de gerçekçi alternatifler üretebilmek isteyen herkesin ilgiyle okuyacağı kitaplarla başladık.
I S SN 1 3 0 2 - 5 0 1 5
9 7 713 0 2 5 010 0 7
KDV DAHİL 2.500.000. -TL
Eşcinsel Eşcinsel kardeşe kardeşe infaz! infaz! Kahramanmaraş'ta 'eşcinsel' cinayeti. Bir ağabey, 3 milyara anlaştığı kiralık katile eşcinsel erkek kardeşini öldürttü. Kahramanmaraş'ta bir ay önce bıçaklanarak öldürülen Enver E. cinayeti çözüldü. Emniyet Müdürü Yılmaz Orhan, kurban Enver E.'nin, eşcinsel olduğu gerekçesiyle öz ağabeyi Cihat E. tarafından kiralık katil tutularak öldürttüğünü bildirdi. Yapılan açıklamaya göre, olay şöyle gelişti: Enver E.'nin, bir süreden beri eşcinsel ilişki yaşadığını öğrenen ağabey Cahit E. (53) durumdan rahatsız olarak kardeşini öldürme kararı aldı. Bunun üzerine Abidin B. (45) ile görüşen ağabey, kiralık katil bulmasını istedi. Birkaç günlük arayıştan sonra Hüseyin G.'yi bulan Abidin B., 3 milyar lira karşılığında bu işin halledileceğini söyledi. Miktarı kabul eden Cahit E., korkunç planı 5 Aralık'ta kardeşini kiralık katile öldürttü. Bir ay süren araştırmalardan sonra zanlıları tespit eden cinayet dedektifleri, Hüseyin G., ağabey Cahit ve Abidin B.'yi yakalayarak gözaltına aldı. Katil zanlısı Hüseyin G., emniyette verdiği ifadesinde, maktul Enver E.'yi bıçakladıktan sonra suç aletini yol üzerinde bulunan çöp tenekesine attığını, olay sırasında üzerinde bulunan elbiseleri de sobada yaktığını itiraf etti. Hüseyin G., cinayet karşılığında ağabey Cahit E.'den 3 milyar lira para aldıklarını, 2 milyarın kendisine, diğer 1 milyar liranın da Abidin B.'ye verildiğini söyledi. Cinayete azmettirmekle suçlanan ağabey Cahit E. ise kardeşi Enver E.'nin eşcinsel ilişkiler yaşadığını uzun süredir bildiğini, ailece çevreye rezil olduklarını ve insan içine artık çıkamaz hale geldiklerini savundu. Cahit E., tahammülü kalmadığı için kardeşini öldürtmeye karar verdiğini belirtti.