ISSN 1302-5015
E ş c i n s e l l e r i n K u r t u l u ş u H e t e r o s e k s ü e l l e r i d e Ö z g ü r l e ş t i r e c e k t i r. 21 22
www.kaosgl.com
TEMMUZ - AĞUSTOS 2004
I S SN 1 3 0 2 - 5 0 1 5
9 7 7 1 3 0 2 5 0 1 0 0 7
KDV DAHİL 2.500.000. -TL
GEY - LEZBİYEN ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Küresel Meseleler "Kullanılıp Atılanlar" kitabıyla Kevin Bales, büyük şirketlerir gelişmemiş ülkelerdeki fabrikalarında aşırı düşük maaş ile çalıştırılan işçilerden söz etmiyor. Bales, yasa maskelerinin ardında zincirlere vurulmuş şiddetle köleleştirilmiş insanlardan, gerçek kölelerden söz ediyor.
Gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi! Son elli yıl içerisinde yürürlükte olan ve ülkelerin kalkınmasını sağlayacağı iddia edilen ekonomik politikaların iflasına tanık olduk. De Rivero, kitabında bu iflası gözler önüne sererken ‘ne yapdmalı’ sorusuna da yanıt arıyor.
Dünyanın dört bir yanından küreselleşmenin günümüzdeki biçimine karşı çıkan ve refahın adil paylaşımı için mücadele eden ATTAC, zaman içinde gittikçe büyüyen ağı ile nasıl örgütlendiğini okuyucuya aktarıyor ve soruyor: Protesto ile neler başarabiliriz?
Dış yardım, elli yıldır varlığını sürdüyor. Binlerce insan, yardım endüstrisine hizmet ediyor. Buna rağmen dış yardım hakkındaki tartışmalar ilk günden bu yana devam ediyor. Kaşık ve Kepçe adlı kitabıyla Sogge dış yardım hakkındaki tüm soruların cevabım arıyor.
Çitlembik www.citlembik.com.tr
Dünyanın en yoksullarına dışa bağımlı olmak yerine, kendi kendilerine yetebilecekleri ve gıda güvenliklerini sağlayacak bir çözümün ana hatlarını da çizen yazar, dünyadaki açlığa ve tarımın rolüne ilişkin tartışmaya katkıda bulunuyor.
küresel meseleler
Bir geleceğimizin olması ancak başka bir dünya düzeni ile olasıdır Böylesi bir düzeni nasıl oluşturabileceğimizin ipuçlarını veren bu kitap dizisine, hem dünyamn bugün geldiği noktayı değişik açılardan görebilmek, hem de gerçekçi alternatifler üretebilmek isteyen herkesin ilgiyle okuyacağı kitaplarla başladık.
İçindekiler
TEMMUZ – AĞUSTOS 2004
Iki Aylik Dergi ISSN 1302-5015 Sahibi: Ali Erol Sorumlu Yazi Isleri Müdürü: Umut Güner Ön Kapak Gravürü : Judith Liberman Baski: Ayrinti Basimevi
Kaos GL Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Kizilay - ANKARA Yazisma Adresi: Ali Özbas, P.K. 53, Cebeci/ANKARA Tel & Faks: +90 312 230 0358 E-Mail: dergi@kaosgl.com Internet Adresi : www.kaosgl.com
ABONELIK IÇIN
Yurt içi 1 yillik (6 sayi) abone bedeli: 20.000.000.-TL. Yurt disi 1 yillik abone bedeli: 50 € ya da 50 $. Please, transfer 50 € or 50 $ as 1 year subscription period to the following bank account: T. Is Bankasi Mesrutiyet Subesi (ANKARA) Ali Özbas no:4213 0544328. Dekont ya da fotokopisini mutlaka Ali Özbas P.K. 53 Cebeci/Ankara adresine postalayiniz. Tek sayilik isteklerde 2.500.000.-TL’lik posta pulu gönderiniz. Tutsaklara ücretsiz gönderilir.
Kaos GL’den
2 Queer GLTB Hareketi Için Kullanilmamis Araçlar– Özgür Özakin .............3 Türkiye Escinsel Mücadelesi ve Queer – Öner Ceylan....................6 Yersiz Yurtsuz Cinsiyetsiz Bedenler - Erdal Demirdağ......................8 Macbeth ve Lady Macbeth – Emre Fidel........................................ 12 Alisarak ve Unutarak Sinirlar Yaratiyoruz – Yesim Basaran ......... 13 Belirsizlik, Queer, Kaçis - Sürmeli Can............................................. 15 Beden Pornografiklesen Beden– Halim Safak............................................ 16 Kültür Sanat Düğüm Atildiği Yerde Çözülür– Mahmut Sefik Nil ........................ 19 Mekan Ayilar Mekan Arayisinda– Pence’re ............................................... 21 Dalindan Meyve Koparmayali.. – Onur ......................................... 21 Kasabanin Erkekleri - Inan ................................................................ 22 Kadinim Kadiniyim, Siir - Güzsiyah ................................................. 23 Medya Geyler Isyandan Entegrasyona mi? – Ali Erol................................ 24 Biseksüellik Biseksüellik– Liz Highleyman ............................................................ 26 Biseksüel Hareketin Kisa Tarihi– Liz Highleyman .......................... 27 Cesedi Morgta Kaldi, Siir - Güzsiyah ............................................. 29 Gündem Avrupa’da Escinsel Birlikteliklerin... – Hakan G ............................. 30 Insan Haklari Eğitimi ......................................................................... 31 Kaos GL Hukuk Alanindaki Gelismeler .......................................... 32 Kaos GL Sempozyumu 2004........................................................... 33 Gey-Lezbiyen Öğrenci Aği Kuruldu-................................................ 33 Farkli Yüzleriyle Cinsellik ................................................................. 34
Yine Yeni Tartisma Alanlari Açmak – Cihan Hüroğlu .................... 35 WAN Ödülü Istanbul’da Verildi – Hakan G.................................. 36 Mülteci Gününde Tartisilmayanlar – Umut Güner ......................... 37 Kadina Yönelik Siddete Hayir .......................................................... 39 Haberler – Hakan G......................................................................... 41 Deneme Ask ya da Nefret – Elsa.................................................................... 43 Ve O Gün Geldi- Serhat Sen............................................................ 44 Dörtocak Sokaği, Siir - Güzsiyah. .................................................... 44 Gül Rengi Değildi Kanadi - Hasan................................................... 45 Basaramadik– Elif. ............................................................................ 46 Beden– Funda. .................................................................................. 47 Tango– Funda. .................................................................................. 48
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 1
Merhaba
Yazin kendini iyiden iyiye hissettirdiği su günlerde, herkes bir yerlerde ferahlamaya çalisirken biz derginin sayfalarinda ve sizin yazdiklarinizi okuyarak nefes almaya çalisiyoruz. Kaos GL Dergisi on senelik sürecindeki düzenli olarak çiktiği dönemlerde de yaz aylarinda tek bir dergi çikartiyorduk. Okuyucularimizin tatile gidiyor olmalarinin yaninda yaz aylarindan dergiye yazi akisinin az olmasi da bunda etkili idi. Bu etkinin Queer dosyasina da yansidiğini düsünüyoruz. Geçen sayimizda bu sayinin dosya konusunun “Queer” olduğunu duyurmustuk. Akademide tartisilan "queer" üzerinden kimlik tartismalarini ve queeri dergide yeniden tartismaya açmaya karar vermistik. “Queer" Amerika'da gelisen orta sinif gey-lezbiyen hareketine karsi tepki olarak ortaya çikti, o zamana kadar escinselleri asağilamak için kullanilan "queer" kelimesi bazi escinsellerce sahiplenildi. Kimliklerin değiskenliğine ve akiskanliğina gönderme yapacak bir biçimde kullanilmasiyla da yayginlasti. Sadece cinsel kimlik ile ilgili değil bütün kategorileri ret eden queer tartismalari halen sürüyor. Ancak Derginin bu sayisinda Queerin çok etraflica tartisildiğini düsünmüyoruz. Bu sayidaki yazilarin Queer tartismalarina bir giris niteliğinde olduğunu simdiden belirtelim. Ancak Quuer ile ilgili yazilan yazilarin Queeri anlamakta ve tartismakta bize yol gösterecek yazilar olduğunu belirtmemek gerekir. Geçen merhaba yazisindaki bir hatirlatmayi
yeniden yapma gereği duyuyoruz: “Kaos GL Dergisinde yazilmis Queer ile ilgili yazilara ulasmak için web sitemizin www.kaosgl.com. dergi butonundan arsiv kismina girebilir ve yazilari okuyabilirsiniz.” Gelecek dergimizin dosya konusu “Siddet”. Escinsellere yönelik fiziki ve ruhsal siddet tanikliklari hem gündelik hayatimizda karsimiza çikiyor, hem de dergi sayfalarindan onlarca taniklik okuduk. Ancak biz siddeti sadece, tanikliklarin aktarilmasi noktasindan değil, siddetin nasil kurulduğu, nasil toplumsallastiği, duygusal siddetten, fiziksel siddete siddetin türleri ve etkileri, escinsellere yönelik siddetin medyaya nasil yansidiği, escinsel organizasyonlar ve insan haklari örgütlerinin escinsellere yönelik siddete dair sözleri, yapip ettiklerine yer vereceğiz. Siddetle basa çikma yöntemi olarak, siddetten arinma yöntemleri ve antrenmanlari, militarizm, ve anti-militarist mücadele yöntemleri, siddetin edebiyatta yansimasina dair, ve siddet tanikliklarini aktarmanizi, yazmanizi bekliyoruz. Siddetsiz bir dünya için siddet konusunu etraflica tartismak istiyoruz. Kaos GL dergisi ile sözünü hiçbir yerde söyleyemeyen escinsellerin kendi sözlerini söyleyebilecekleri bir dergi yaratmak istemistik. Kaos GL dergisi sizin yazilarinizla çikan bir dergi, bir satir iki satir demeyin Kaos GL dergisi ve okurlariyla sözlerinizi paylasin. Kaos GL Dergisinin hazirladiğimiz siralarda olan önemli gelismeler, derginin iç sayfalarina yansimadiği için ben merhaba yazisinda değinmek istiyorum. Eğitim-sen tarafindan
düzenlenen Kadin Kurultayina Kaos GL adina Günes Mert katildi. EğitimSen’li kadinlar tarafindan coskuyla karsilanan Kaos GL Sempozyumu hakkinda bilgi verdik. Takip eden haftalarda ise Sempozyum Bilgilendirme toplantisina Eğitim-Sen 1 nolu ve 2 nolu subeden yedi EğitimSenli öğretmen katildi. Yapilan toplantilarin devami gelecek. TCK Kadin Çalisma grubu ile Kaos GL ve Lambdaistanbul’un talepleriyle Adalet Alt Komisyonunda tasariya eklenen “cinsel yönelim” ibaresi Adalet Bakani Cemil Çiçek’in “cinsiyet ve cinsel yönelin benzer seylerdir, cinsel yönelim çikartilsin” önerisiyle çikartildi. Kadinlar ve biz yeniden eklenmesi için taleplerimizi Adalet Komisyonuna ilettik. Gelismeleri Kaos GL’nin web sitesinden takip edebilirsiniz. Kaos GL olarak, Yaz aylari boyunca, 2004-2005 dönemi etkinliklerini ve projelerini gelistirmeye çalisiyoruz. Bu süreçten Kaos GL ile iletisime geçerek haberdar olabilirsiniz. Etkinlikler çerçevesinde gelismelerden haberdar edecek olursak, Psikiyatri-Psikoloji Çalisma Birimi kuruldu ve Psikoloji-psikiyatri özel sayisini çikarmak gibi bir hedef belirlediler: Bu alanda çalismak isteyen arkadaslar Kaos GL ile iletisime geçebilirsiniz. Yaz aylari boyunca Kaos GL Persembe, Cuma, Cumartesi günleri 14:00-20:00 arasinda açik. Bugünlerde Kaos GL’yi ziyaret edip, nöbetçi arkadaslarla sohbet edebilirsiniz. umut güner Kaos GL
İletişim İçin: Kaos GL
Gazi Mustafa Kemal Bulvari 29/12 Demirtepe / Ankara Tel&faks: 0 312 230 03 58
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 2
Lambdaistanbul
Büyükparmakkapi Sokak Halas Apt. No:20/3 Istiklal Cad. / Istanbul Tel: 0 212 245 7068
queer
GLTB Hareketi Için Kullanilmamis Araçlar:
Queer, Simulakrum, Mim Özgür Özakin
Son zamanlarda Türkiye’deki GLTB örgütlenmelerinde sik sik adi geçen, queer (kaçik/ibne) kuramini felsefeye ait bir perspektife oturtmadan kavramanin, tartismanin ve uygulamanin kuramin karsiti sonuçlara yol açabileceğini düsünüyorum. Peki queer nedir? Eğer queer üzerine konusacaksak, yalnizca gey, lezbiyen, travesti, biseksüel veya transseksüel gibi kimliklerden değil, kaçinilmaz olarak “kimlik” kavramindan söz edeceğiz demektir. Kimlik, bir varliğa değismeyecek bir öz sunmak ve “ben kimim, nereden gelip nereye gidiyorum” gibi sorular içinde kaybolmasini önlemek, kisacasi dünya üzerindeki varliğimizi anlamlandirip onaylamak için üretilmis bir kavramdir. Bu kavrami anlamak için Platon’un dünyayi özler dünyasi ve görünüsler dünyasi olmak üzere ikiye ayiran düsüncesine bakmamiz kaçinilmaz görünüyor. Özler dünyasi yasadiğimiz dünyadan ayri tahayyül edilen, ulasilmasi mümkün olmayan askinsal (transandantal) bir dünyadir. Her birimiz dünyaya gelmeden önce bu özler dünyasina taniklik etmis, fakat görünüsler dünyasindaki maddi varolusumuzun baslamasiyla bu hafizadan mahrum birakilmisizdir. Özler dünyasiyla akrabalik baği bulunan varliklar, bu unutulmus bilgilerin anlik geri çağirilmasi sonucu, düsüncemizde onlari güzel-çirkin veya doğru-yanlis olarak nitelememize yol açan etkiler uyandirirlar. Model olarak adlandirilan bu varliklar, örneğin güzel bir masa, özler dünyasindaki mükemmel bir varliğin, yani ideal masanin, dünyadaki iyi bir temsilidir. Platon, böylesi varliklarin korunmasini ve çoğaltilmasini savunmaktaydi; bu sayede dünya, özleriyle barisik iyi ve
güzel masalarla, politikacilarla, erkeklerle dolacak ve yeryüzünde özler dünyasinin mükemmel bir yansimasi kurulacakti. Kisacasi Platonik dünya, modeller ve bunlarin kopyalarinin hüküm süreceği, temsiliyet (representation) mantiğina dayali büyük bir kopyaydi. Bu tahayyülle, öznenin, yani bireyin, varolusuyla ilgili sorularina topyekün bir yanit bulunmustu. Öznenin yapmasi gereken tek sey ideal varliklara yakin olarak önüne konan dünyevi modelleri iyi biçimde kopyalamakti. Tavsiye kabaca söyleydi: “kendinden vazgeçip bir modeli kopyala ki kendin olabilesin, kendini bilebilesin”. Öykünmeye, taklide dayanan bu mantik doğal olarak kopyalama islevi için tek bir model öngörmekteydi ve bu yapida hiyerarsi kaçinilmazdi; modeller bu hiyerarsinin en üst seviyesini isgal ederlerken, diğer varliklar da bu modelleri kopyalama basarilarina göre siraya sokulacaklardi. Böylesi bir düsünce, dünyanin durağan bir imgeye dönüstürülmesi yoluyla, Anlamin ve Gerçeğin teke indirgenmesini, sabitlenmesini amaçlamaktadir. Ebedi bir döngü içinde “Ayni”, tekrar ve tekrar geri dönecekti. Iyi kopyalar ve kötü kopyalar sorun teskil etmiyorlardi, çünkü bunlari hiyerarsiye oturtmak bir dikkat meselesiydi; ancak, Plato kopyalarin yaninda sik sik simulakrum olarak adlandirdiği, kaçinilmasi, saptandiği yerde yok edilmesi gereken bir varlik çesidinden de bahsetmekteydi. Bu düsmanliğin arkasindaki neden neydi? Bir simulakrum en az iki modeli harmanlamakta ve böylece öykündüğü modellerin özlerine saygisizlik etmekte, onlara baskaldirmaktadir. Varlik bilgisi açik ve sabit değildir, ve onu bir modele göre değerlendirerek iyi ve
kötü kopya olarak siniflandirmak imkansizdir. Bu yüzden simulakrumun varliği tüm sisteme yönelik bir tehdit haline dönüsmektedir. Bu tehdit tam da Platon’un birincil amaci olan, “haline gelis”i (becoming) “olmak” (being) içinde hapsederek, ebediyen ayni biçimde tekrarlanip duracak, Amlami ve Gerçeği sabit kilinmis dünya yaratma projesinedir. Simulakrum, iyi kopyalar gibi hep “kendi haline gelis” değil, hep bir “öteki haline gelis” ortaya koyar; ve böylece tekrarlananin Ayni değil, hep farkli olan olacağini gösteriverir. Simulakrum, hayvan haline gelis, deli haline gelis, ölüm haline gelistir; kisacasi “bir”e indirgenemeyecek, hep “iki”nin arasinda varolacak hükmedilemez bir uçurum barindirir. Bu uçurum, yani düsünce disi kalan bosluk yüzünden simulakrum, varliğinin bilgisinin sorgulanmasina direnir; çünkü değismez Özler/Modeller üzerinden tasarlanmis varlikbilimi ancak hapsedilmis durağan bir varlik için mümkündür. Bati Düsünce’sinin temellerini olusturan Platonik dünya görüsü, dinlerin de katkisiyla, hala tüm araçlariyla birlikte hüküm sürmektedir. Hümanizmin kendini bilen, egemenliğine sahip, istikrarli ve tutarli öznesi her ne kadar psikanalitik kuram (öznenin basitçe bilinç/niyet araciliğiyla tanimlanamayacağini gösteren bilinç disi kavraminin gelistirilmesi) ile sarsilmis gibi görünse de, halen abidevi bir yapi olarak önümüzde durmaktadir. Modern dünyanin üzerine insa edildiği bu özne, kendinden önce kurgulanmis Anlami ve Gerçeği sabitleyen bir dünya resminin tam merkezinde hareketsiz oturmaktadir. Özne kendini kurmak ve bilmek için önünde bulduğu bu
KAOS GL Temmuz- Ağustos Sayi 22 Sayfa 3
queer nesnelerle özdeslesme içine girer, ve bu özdeslesmeyi sürdürdüğü sürece özneliğini korur. Bu aynaci mantiği Lacan’ci psikanaliz araciliğiyla anlatmak daha açiklayici olacaktir. Lacan’in öznesi doğumundan önce Gerçek (Real) olarak adlandirdiği, kendi de dahil olmak üzere her seyin tek bir bütün olarak hissedildiği bir ortami deneyimlemektedir. Insan yavrusu doğumuyla beraber bir travma yasasa da halen kendisini tam anlamiyla diğerlerinden ayri hissedememez, yani henüz bir özne değildir. Öznelesebilmesi ancak yasayacaği bir ayna evresi araciliğiyla gerçeklesmektedir. Bebek aynada kendisini görür ve bedeninin “bütünlüğünün” aynadaki yansimasiyla büyülenir. Bu hayati görüntü, yani kendiyle kendi olmayani ayiran, bütünlüğe sahip bu statik yansima onun öznelliğini kurabilmesi için bir protez görevi görür. Ayna evresi metafordan baska bir sey değildir. Özne kendini ancak dissal bir imge araciliğiyla bilmeye baslar, ve bu deneyim yasami boyunca tekrar edecek bir yapi kurar. Artik kendini diğerlerinin gözünden görecek, ve “dis” dünyadaki nesnelerle özdeslesmeye girecektir. Dünya artik öznelliğin kurulmasi için bir nesnelerden olusan bir araçtir sadece. Öznenin görevi ömrü boyunca disindaki bu imgeye oturmaya çalismaktir; kisacasi özne kendilik hissini elinden alan bir imgeye hapsolmustur. Artik önündeki modelin kopyasindan baska bir sey değildir. Özne Gerçek’ten sonsuza dek kopmustur, ve özne tam da bu kopus, bu eksiklik yüzünden ortaya çikmaktadir. Özne nereye bakarsa baksin hep bu eksikliği giderecek parçanin pesindedir. Dolayisiyla psikanalizin öznesi, dünyaya kendi eksikliğinin gözlüklerinden bakar. Her baktiği sey, kendi yüzü haline dönüsür. “Kendi haline gelis”i bitmeyecek bir kisir döngüdür; önce seyleri kendilestirir ve bu kendilestirdiği seylerde yine kendini arar. Çevresinde gördüğü her sey tek bir yüzün, yani öznenin yüzünün bir yansimasidir. Bu yüzden Özne yüz-lestiremediği görüntüleri kendine tehdit olarak kabul edecektir. Bu yüz-lestirme süreci toplum tarafindan önceden tayin edilmis askinsal tek bir Yüzün efendiliğinde tekrarlanip durur.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 4
Beyaz/Batili/Erkek’in yüzüdür bu Yüz. Yüzler araciliğiyla kendini bulma arzusu, her halükarda tatminsizlikle sonuçlanacak, öznenin eksikliği her defasinda yüzüne vurulacak, modern özne felç geçirmisçesine hep olduğu noktada çakili kalacaktir. Aslinda bu nokta öznenin varliğinin değil, öznenin eksikliğinin merkezde olduğu bir vakum deliğidir. Platon’un ve Lacan’ci psikanalizin ortak noktasi, ikisinin de ulasilamayacak bir bütünden bahsetmeleridir. Bu bütüncül model, atin alnina tutturulmus havuç misali, varliği hakkinda söz vererek öznenin kopyalamasini ve bu sayede “kendi haline gelis”ini sürdürmesini sağlayacak, fakat bir türlü gerçeklesmeyecektir. Varliği bir yüze oturtma/özdeslestirme çabasinin, yani “haline gelis”i “olmak” kapanina hapsetme isleminin kaçinilmaz basarisizliği, yüzde tiklerin olusmasina neden olacaktir. Tiklerden kurtulmak için kopyalama islemi devam edecek, fakat öznelliğin kisir döngüsü yüzünden bu çaba her zaman basarisiz olacaktir. Peki ama Platon’un ve Lacan’in bu karamsar kisir döngüsünden çikis var mi? Tike olumlayici bir açidan bakmak mümkün mü? Bu noktada 20. yüzyilin bir diğer kuramsal yönelimine bakmamiz gerekmektedir. Nietzsche gelecek hakkinda umut beslemenin tek yolunun Platonizm’i ters yüz etmekten geçtiğini söylemektedir. Bir yüzün arkasinda bir öz yatmadiğini savunur Nietzsche, arkasinda yatan sadece yeni bir yüz ve onun arkasindaki yeni yüzlerdir. Eğer özün varliğini kabul etmezseniz, anlam ve gerçeğin teke indirgenmesinden de bahsedilemez. Dolayisiyla Nietzsche’ci düsünce Platon’un totaliter, tekilci dünya görüsüne zit, çoğulcu bir dünya tahayyülüdür. Evet ebedi bir tekrar vardir, ama bu tekrar geriye dönenin hep farkli olacaği, dairesel değil, spiral bir tekrardir. Peki bu ne anlama gelmektedir? Nietzsche’nin takipçisi düsünürlerden Derrida, model olmadan bir üretimin yapilamayacağini kabul eder. Ancak buradaki model ve kopya arasindaki iliski Platon ve Lacan’inkinden farklidir. Derrida askinsal, bütüncül ve statik bir model kabul etmez; model ancak kopyalayanin kafasinda hayali olarak kurulmaktadir ve ancak kopyalama
islemi sayesinde varolabilmektedir. Kopyanin yola çiktiği hayali model tüm masalarin referanslari sayesinde olusmus bir bütünlük, baslangici olmayan bir baslangiçtir. Dolayisiyla Platon’un özler dünyasinda gibi veya Lacan’in aynasinda olduğu gibi model kopyadan önce gelmez, ancak kopyalama islemi araciliğiyla kopyayla eszamanli varolur. Derrida taklit mekanizmasina alternatif olarak mim’i öne sürer. Mim hayalindeki modeli çoğaltir; bunu yaparken belirsiz bir modele referans verir. Mimi seyrederken önemli olan model değildir, mimin kendini nasil varettiğidir. Burada modelin öncüllüğünden bahsedilemez, kopya ve model bu haline gelis içinde beraberce evrilirler. Mim, bir seyi mim ettiği sürece, model ise mim edildiği sürece kendilerini var edebilirler. Kisacasi, mim ayni anda hem üreten, hem üretilen hem de üretimdir. Hiçbir kopyalama varolusla ilgili sonul bir noktaya gelemez, çünkü olasiliklar sonsuzdur. Bu süreçte daima eksik ve fazla olacak bir arti değer bulunmaktadir; bu da mim eyleminin gerçeklestiği zaman ve mekana özgü, yani bağlama özgülüğünden kaynaklanmaktadir. Bağlam olmadan anlam ve hakikat üretilemez, ancak bu anlam ve hakikat ancak bir sonraki an yikilmak üzere üretilebilir. Artik ebediyen tekrar edecek bir döngüden bahsedilemez. Her kopyalama bir “haline gelis” olarak, “olus”lardan fazlasidir. Mim, bir yilana dönüsebilir, ardindan bir cerraha, sonra ölüme, sonra bir hastane binasina. Bu eylemden sonra ne yilan yilandir, ne ölüm ölümdür, ne de mim mimdir; süreç içinde ister istemez yilanin yilanliktan, ölümün ölümlükten, mimin mimlikten kaçan taraflari da ortaya çikar. Çünkü varlik Platon’un tahayyülündeki gibi sinirli, tek bir öz barindirmaz; her varlik, hayali bir modelle karsilastirildiğinda, temsiliyetten veya adlandirilmaktan kaçan eksik veya fazla bir “artik” tasiyacaktir. Bu artik, yani tik kaçinilmaz biçimde hala orada olacaktir, ama kopyalama eyleminin basarisizliğini göstermek üzere değil, mimin mimliğini devam ettirmesinin olumlayici bir motivasyonu olarak. Bu kaçinilmaz artik/kaçak, her varliğin hep bir “haline gelis” içinde bulunmaktaliğindan kaynaklanmaktadir. Yani aslinda “bir”
queer yoktur, “bir”in içinde her zaman en az “iki” vardir. Kopyalama tam da bu yüzden hep farkli gerçeklesecek, ve kopya arkasindan gelecek kopyalama için bir model haline dönüsecektir. Böyle bir bakis açisi, farkli olanlar arasindaki ayniliği değil benzerler arasindaki farkliliği ön plana çikarmayi, bunun da ötesinde, bir varliğin hiçbir zaman ona varlik bilgisini bahseden “kendisi”yle özdes olamayacağini, kendinden kaçan öğeler barindiracağini göstermektedir. Artik normal de yoktur, anormal de. “Kadinlik” da yoktur “Erkeklik” de. Bunlar yalnizca özneye aidiyet bahsedecek kurgusal modellerdir ve sadece çoğaltildiklari sürece varolabilirler. Queer/simulacrum bu modelleri alir, mim eder; Kadin veya Erkek olmaya çalismaz, tam da tersine bu modellerin durağanliklariyla, hayatin disindaliklariyla dalga geçer, kendi değisirken onlari da değistirir. Bu yüzden ibne hep sevilmeyen, hep dislanandir. Çünkü Platonik dünya görüsünü çoğaltan sağduyunun karsisindadir rahatsiz ve tehdit edici varliğiyla. Simulakrum (yani queer) yapinin temellerindeki çürüklüğü gözler önüne serer; aslinda modellerin olmadiğini, model olsun, kopya olsun tüm varliklarin simulakrum olduğunu gösteriverir. Bu yüzden sağduyu -yani insanlari kaosun anlam ve hakikat üretmeye izin vermeyen sinirsizliğindan koruyan, hep ayninin tekrar edeceğini varsayan ve doğruluğu kabul edildiği sürece kanitlanan reçeteler bütünüqueer’in varliğini her zaman kendisine karsi bir tehdit olarak görecektir. Çünkü kadinlik ve erkeklik modellerinin sarsildiği bir ortamda kadinlarin ve erkeklerin kaçinilmaz olarak kendilerini sorgulamalari gerekecektir. Çünkü eğer böyle bir bakis sunarsaniz her erkeğin bedeninde “erkeklik”ten eksik veya fazla bir artik/kaçak görmek mümkündür. Ne kadar ararsaniz arayin bir “Kadin Yüzü”, ya da “Erkek Yüzü” bulamazsiniz. Çünkü “bir erkek” hiçbir zaman “Erkekliği” temsil edemeyecektir; çünkü bu “Erkeklik” kurgusaldir ve farkli bağlamlardaki üretimlerin referanslariyla durmadan yikilacak ve yeniden tanimlanacaktir. Bu yüzden bir drag-queen bedeniyle Erkeklik ve Kadinliğin kurgusalliğini gösterdiği anda aslinda tüm kimliklerin
kirilganliğini da gösteriverir ve bedeni araciliğiyla garanti altinda olduklari düsünülen kimlikler tarafindan sağlanan aidiyetleri tümden tehdit altina sokar. Drag-queen bu tehditkar tavrini ancak kendini sürekli yikarak ve yeniden kurarak devam ettirebilir, çünkü eyleminden sonra ne kendisi ne de mim ettiği “Erkeklik” ve “Kadinlik” artik ayni değildir. Bu “Öteki haline gelme” eylemleri “Kadinlik” ve “Erkeklik” gibi ikilik (binary) yaratan kavramlari tümden yikmaya yönelik çalismaz; her yeni eylemde bunlar asinacak, baska bir biçimde yeniden kurulacaktir. Yaratilan her yüz yaratildiği an tik sahibi olacak, ve bu tikler üretimin devamliliğini garantileyen eylemler olarak kucaklanacaktir. Yukaridaki tartismayi derginin bağlamina tasiyacak olursak, Türkiye’deki GLTB özgürlesme hareketini yürüten gruplarin önünde ciddi bir seçim durmaktadir: kimlik tabanli politika mi, yoksa statik ve bütüncül kimlik karsiti Queer politikalar mi izlenmeli? Bir strateji mi belirlemeli, yoksa bağlama uygun taktiklerle mi mücadele verilmeli? Bu sorulari gereksiz bulmak, “kuramla uğrasmaktansa eylem yaparim” demek, sağduyunun rehberliğinde reçeteler üretmek, de kaçinilmaz olarak hep sağduyuya meyil eden bir seçimdir. Önümüzdeki seçenekler kabaca 2 genel modelin etrafinda toparlanabilir: gey, lezbiyen, transseksüel veya biseksüel kimliklerinin etrafinda bir politika savunmak veya Queer’liği savunmak. Kimlik politikasi, GLTB kimliklerini önce tanimlanip sonra da mesrulastirilmalarini, yani diğer kimliklerle esit olarak muamele görmelerini, talep eden bütüncül bir stratejiye dayali bir politikadir. Bu politikanin tehlikesi kimlikler mesrulastirilirken, bireylerin bu kimlik cenderesinin siddetine maruz kalmalarinda, yani hep bir “gey/lezbiyen/transseksüel/biseksüel haline gelis” ile sinirlandirilmalarinda yatmaktadir. Bir gey askinsal bir Gey modelini temsil etmektedir, ve böylelikle iyi gey, kötü gey ayirt edilebilmektedir. “Basin toplantisinda veya röportajda hangimiz bizi en iyi sekilde temsil edebilir” gibi tartismalar bu politikanin doğal sonucudur. Buradaki varsayim tamamlanmis Gey kimliğinin bir
yerlerde Yüz’lesmis olduğu üzerinedir. Bir gey, varmis gibi davranilan bu Gey Yüz’üne oturabildiği ölçüde onaylanma görecek ve kendine ait bilgiye kavusabilecektir. “Iyi gey”lerin çoğaltilmasi, kendilerini önceden tanimlanmis kimlikler araciliğiyla var edip, bilmeleri, kisacasi Gey’i temsil etmeleri bu makro politikanin stratejisidir. Toplumsal mesruiyet, yani GLTB kimliklerinin bir öz tasidiklarinin kabulü, ancak bu yüzlerin sayisindaki artisla sağlanacaktir. Böyle bir politikanin sonucu olarak toplumsal arenada sikayetçi olduğumuz yargilar ve seçimler ufak bir farkla gruplar içine tasinmakta, üzerinde pek de fazla tartisilmayan bir siddete yol açmakta, ve gelecekte mesruiyetin sağlanmasiyla birlikte tamamen topluma entegre olabilecek sağduyu yanlisi bir topluluk olusmaktadir. Bu politikaya alternatif olarak Queer politika karsimizda durmaktadir. Ne yazik ki bu mikro politikanin reçetesi yoktur; söylenebilecek kapsamli tek sey bu politikanin bağlamdan bağimsiz bir stratejiyle değil, bağlama uygun taktiklerle, ilerlemesi gerektiğidir. Queer politika hem kendini hem de diğerlerini sürekli biçimde kurup yikacaktir. Özneler artik “bir”den çok olduklari için, bir grup içinde GLTB kimlikleri disinda kimlikler de yer bulacaktir. Her birey, grup için elzem bir “haline gelis” potansiyelini de beraberinde getirdiği için çok değerlidir. Böyle bir grubun, varolan totaliter yapiya vereceği en iyi yanit “haline gelis”lerin sinirsizliğina izin veren bir ortam sağlamaya ve bu ortami genisletmeye çalismak olacaktir. Toplumsal arenadaki temsiliyet mevcut yapiyi daha da güçlendiren GLTB kimliklerinin temsiliyeti üzerinden değil, kimliklerin kurgusalliğini, çoğulluğunu ve değiskenliğini garantileyen mimliğin ve aktörlüğün ön plana çikarildiği eylemler üzerinden yeniden düsünülebilir. tartismaya devam etmek için e-mail: oozakin@yahoo.com
KAOS GL Temmuz- Ağustos Sayi 22 Sayfa 5
queer
Türkiye Escinsel Mücadelesi ve Queer Öner Ceylan
Asağidaki metin, 19 - 20 Nisan 2004 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen "Queer, Türkiye ve Kimlik" baslikli konferansin ikinci gününde yaptiğim konusmanin notlarinin yaziya dökülmüs hali. Konusmanin birebir çözümlenmis hali değil. Karsicinselci bir dünyada yasiyoruz. Bu dünyada kurduğumuz cümleler kolayca egemen, karsicinselci dile tercüme oluyor, öyle algilaniyor. Sözcüklerin içi bosaliyor ya da hiç dolamiyor. Benim için çok sey ifade eden bazi sözcükler, örneğin karsicinselcilik ya da escinsel, sizin için tam olarak neyi ifade ediyor, emin olamiyorum. Karsicinselcilik, benim, tezahürlerini her yerde, neredeyse elle tutulur biçimde hissettiğim, beni boğan bir egemen düsünce biçimi. Escinsel, benim, haitlayabildiğimden beri, olduğumu hissettirildiğim, cinsel duygularimdan ötürü bana takilmis olan ad. Çok çok sonralari da nihayet bu adi üstlenmem, duygularimin özgürlesmesine giden yolda ilk adim oldu. Çok önemli bir adimdi benim için, hayatimda önemli bir kirilma noktasi, çünkü dayatilan karsicinselliğin tek yol olmadiğini görmemi sağladi ve önümde pek çok baska kapi açti. (Farkliliklarin arasindaki hiyerarsik güç iliskilerini görmek, militarizm, cinsiyetçilik, milliyetçilik, vb. egemen ideolojileri anlamak gibi) Escinsel mücadelenin kazanimlari olmadan, asla karsicinsellik disinda bir seçeneğin gerçekten olabileceğine inanamazdim, dolayisiyla benim duygularimin da gerçek hayatta yasanabilir, ifade edilebilir olduğunu, yanlis olmadiğini bilemezdim. Simdi bunlari anlatirken bile, sanki üniversiteye gelmisim ve escinselliğimi savunmak durumunda birakilmisim gibi hissediyorum. Oysa asil sorun edilmesi gereken sey, karsicinsellik. Karsi cinse dönük duygularin kendisinden sözetmiyorum elbette, toplumsal, kültürel karsicinsel kimlikten sözediyorum. Bu kimlik, öyle sinsice
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 6
gelip tüm toplumsal pratiklerimizin içine yerlesmis ki, her türlü kimliklerimize öylesine içkin ki, karsicinsel kimliği telaffuz bile edemiyoruz, o kadar mutlak. Oysa bu mutlağa aykiri olan ibne'yi, escinsel'i sürekli telaffuz ediyoruz, bu yolla, ibne üzerinden kurduğumuz kendi sözde karsicinselliğimizi perçinlediğimizi farketmeden. Karsicinselci aynilastirma, hepimizin bilinçli ya da genelde bilinçsiz katkilariyla sürüyor. Çocuklarimizi daha doğumdan itibaren kadin - erkek rolleriyle donatirken, onlara, bu cinsiyet rollerine içkin olan karsicinsel olmayi da öğretiyoruz. Çocuk yasta onlari besik kertmeleriyle, ya da bunun çağdas uzantilariyla, karsi cinsten hoslanmaya itiyoruz. Iki yasindaki çocuklarimiz için rahatlikla "Bizim kiz çok çapkin, hep erkeklere bakiyor" gibi cümleler sarfedebiliyoruz. Oysa ayni çocuğu, kendi cinsinden bir çocukla öpüsürken yakalarsak, en hafifinden ona "hayat" hakkinda ciddi bir söylev çekerek, onu (karsicinselci) hizaya çekiyoruz. Sonra da karsi cinsten hoslanmanin insan doğasi olduğunu, herkesin kendiliğinden böyle olduğunu, bizim bir payimiz olmadiğini söylüyoruz. Eğer tüm bu dayatmalara rağmen çocuk bir gün karsimiza dikilip escinsel olduğunu söyleme cesaretini bulursa, o zaman kötü arkadaslar, kötü yetistirme (saçini söyle taramistim, acaba ondan mi oldu) ya da doğustan "bozukluk" gibi seçenekleri arastiriyoruz, ta ki bu "bozukluk"u "düzeltemeyip", gerçekle barisincaya kadar. Barismamiz gereken gerçek su; karsicinselci aynilastirma, tektiplestirme, birbirine benzetme ideolojisi, insan ruhuna zarar veriyor. Türkiye'de akademik ve entellektüel çevrelerde rasladiğim kisitli Queer tartismalarinda da yine sorun edilen, escinsel kimlikler, bunlarin içerdiği sayisiz tehlikeler, tuzaklar! Kimse karsicinsel kimlikten sözetmiyor, çünkü o, içinde "escinsel" geçmeyen her cümlenin içkin öznesi. Tipki doktor, mühendis, vs. dediğimizde erkek, türk,
sünni, müslüman'in içkin olduğu, aksi halde özellikle belirtildiği gibi (kadin doktor, romen mühendis, vs.), karsicinsel de tüm bunlara içkin. Günlük dilde herhangi bir kisiden sözederken, aksi belirtilmedikçe herkes bu kisiyi, karsi cinsten hoslandiği bilgisiyle algiliyor. Ferda Keskin'in bu konferansin açilis oturumunda vurguladiği tekillik fikri gayet güzel, ama allahaskina, herkes karsicinselken hangi tekillikten sözedeceğiz? Böyle bir iklimde sözünü edeceğimiz tekillik, ancak karsicinsellik önkosuluyla girecektir yasam pratiklerimize, niyetimiz hiç de bu olmasa da. Tekillikten sözetmeyelim demiyorum, ama sözederken, mevcut kollektif toplumsal algidaki karsicinsellik tuzağini gözardi etmeden, sorgulayarak kullanalim. Aksi halde sik bir teori olmaktan öte günlük hayatlarimizda bir anlam ifade edemez. Su anki durumda, hayatlarimiza sizmis olan karsicinsel kimliği desifre edecek bir güce ihtiyaç var. Bu güç de, su an için escinsel mücadelesidir. Bunu gözardi ederek kurulan her cümle de karsicinsel egemenliğine hizmet eder, kaçinilmaz olarak. Bunlardan, ikili karsitliği savunduğum sonucu mu çikiyor? Hayir. Yalnizca müthis örgütlü, binlerce yillik çok güçlü tektip bir dayatmaciliktan sözediyorum ve bunu biryerlerden kirmaya baslamak için escinsel mücadelesinin elzem olduğunu söylüyorum. Su an için bu dayatmanin farkinda olan, bunu sorunsallastiran, bunun çözümlemesini yapan, gündeme getiren, ve varliğiyla buna tehdit olusturan tek toplumsal hareket, escinsel hareketi. Escinsel hareketinin bir islevi de, karsicinselcilik meselesini diğer toplumsal hareketlerde, akademide, toplum içinde çesitli alanlarda tartismaya açmak. Böylece o çok korktuğumuz, escinsel kimliğine hapsolma konusundaki kaygilarimiz azalacaktir, ve umarim o zaman asil tehlike olanin karsicinsel kimliği olduğunu farkedeceğiz. Bati'da çok farkli tarihsel, kültürel,
queer politik ortamlarda ortaya çikmis ve evrilmis Queer'in günümüz Türkiye'sinde telaffuz edilmesini yanlis buluyorum. Bati ülkelerinde anaakim escinsel hareketinin belli kazanimlar elde edip belli, görece konformist bir noktaya ulasmasinin ardindan, buna tepki olarak gelismis olan Queer hareketi, mevcut kullanimiyla burada, pek çok baska Bati kökenli terim gibi, tamamen baska bir kavrama oturuyor. Açikçasi, anlasilabilir nedenlerden ötürü escinsel sözcüğünü telaffuz etmeye utanan escinsel bireylerin saklanmak için kullandiklari bir kilif ya da karsicinsel kimliğe sahip, Batili eğitim almis, queer hakkinda okumus akademisyen vb. kimselerin escinsel mücadelesini geçersizlestirmek için kullandiklari bir araç görevi görüyor queer. Bu haliyle metroseksüel kadar bile özgürlestirici değil. Ama özgün bakis açisi olarak önemli. Sürekli bu sözcüğü kullanip içini bosaltmak yerine, konusmalarimizda bu bakis açisini hatirlayarak konusmak daha doğru. Queer'in akiskanliğa yaptiği vurgu da, yine bu yoğun karsicinselci süzgeçten geçerek çarpitiliyor. Akiskanlik güzel, ama bir yerden bir yere akmak o kadar kolay değil. Akmanin önündeki engelleri (tahakküm biçimlerini, karsicinselci egemen ideolojiyi) gözardi ederek "haydi akisalim" dersek, kendimizi kandirmaktan öteye gidemeyiz. Sözettiğim gibi, Bati'da 1960'larin sonlarinda baslayan escinsel özgürlesme hareketi, belli kazanimlarin ve genis kitlelerce taninirliğin ardindan belli bir rahatliğa kapildi. Yayginlasirken, baslangicindaki köktenci, genis görüslü, bütünlükçü bakisini yitirmeye basladi. Taninan belli haklarin, büyük kentlerde olusan gettolarin rahatliğina kapildi. Daha sonra 1980'lerdeki AIDS dalgasi, escinsel çevrelere bir tokat gibi indi. Insanlar arkadaslarini, sevgililerini bu hastalikla yitirmekle kalmadi, ayni zamanda escinselleri kabullenen, onlara alisan toplumun, ilk firsatta AIDS felaketinden onlari sorumlu tutarak gerçek yüzünü gösterdiğini, anlamadan kabullenmenin yeterli olmadiğini gördü. Tüm bunlarin sonucu olarak, özür dilemeyen, varliğindan utanmayan, aynilasmayi reddeden, ayni zamanda escinsellerin yasadiği yoksulluk, irkçilik,
vb. diğer toplumsal sorunlara ilgi gösteren Queer hareketi ortaya çikti. Türkiye'de 90'larda ortaya çikan escinsel mücadelesini yürüten insanlarin avantaji, tüm bu gelismeleri, bu dönemde iyice yayginlasmis olan iletisim araçlari, özellikle de 90'larin ikinci yarisinda yayginlasmaya baslayan internet sayesinde adim adim izleme olanaklarina sahip olusuydu. Bu sayede bazi olasiliklari henüz olmadan değerlendirme, Bati'daki kardeslerimizin düstüğü yanilgilari yinelememe sansimiz oldu. Ben Türkiye'deki escinsel mücadelesini, bugün geldiği noktada, Bati'yi izleyen, ancak Bati'yi mutlak biçimde referans almadan kendi özgün mücadelesini, Türkiye'nin özgün kosullarinda olusturmaya çalisan bir mücadele olarak görüyorum. Eksiklerimiz mutlaka var, ancak bizi 1970'lerin Bati escinsel hareketiyle karsilastirmak yanlis olur. Oysa günümüzde Türkiye'de üniversitelerdeki akademik ortama baktiğimizda, escinselliğin, belki sanilanin aksine, çok fazla arastirilan bir konu olduğunu, ancak bu konudaki bilgilerin ingilizce ve fransizca teoriyle sinirli olduğunu, bunlarin bile gerçekten anlasilmadiğini görüyoruz. Escinsellik, yalnizca popüler bir konu, ve ne yazik ki Türkiye'deki üniversitelerde de durum bundan ibaret. Dolayisiyla bilimsel yaklasimda ciddi eksiklikler, bu konuda da gözleniyor. Büyük kentlerdeki belli basli bazi üniversitelerde ise, yine ingilizce ve fransizca teori egemen olmakla birlikte, daha ince bir egemenlik alani olusmus durumda bu alanda. Genel anlamda bilgiye yabancilasma, kendi hayatlarimiza yabancilasma egemen. Bu durumda akademinin kendisi bir egemenlik araci haline geliyor ve bu çok ince biçimde yapildiği için, ve daha da doğrusu zaten karsicinselciliğin toplumda ciddi bir ağirliği olduğu için, akademinin sürdürdüğü yanlis bilgilendirmeyi ve politik müdahaleyi görmek güçlesiyor. Özellikle queer tartismalari, böyle bir ortamda çok yaniltici olabiliyor. Akademi, escinsel kimliği "nesnel" bir biçimde sorguluyormus gibi yapip, karsicinselci önyargilardan doğan öznelliği gizliyor. Akademide hakim olan tercüme kuram geleneği, escinsel hareketi konusunda da sürüyor. Bu
konuda söz üreten az sayida akademisyen, Batili kitap ve kuramcilardan öğrendiklerini doğrudan günümüz Türkiyesine uygulamak yanlisina düsüyor. "Anaakim escinsel hareketinin elestirisi queer, öyleyse biz de Türkiye'de varolan escinsel mücadelesini ayni argümanlarla elestirelim, anaakim olup olmadiğina bakmadan, mücadelenin sözünü incelemeye zahmet etmeden." Böylece bilgiler bağlamindan koparilip, her tarih ve coğrafyaya uyarlanabilen hazir formüllere dönüsüyor. "Türkiye escinsel mücadelesi gerçekten Bati'nin kopyasi mi?" diye sormadan. Oysa Modernizm Türkiye'ye Osmanli'nin son dönemlerinde girmeye basladi ve çok farkli süreçlerden geçti. Tüm bu süreçleri inceleyip, günümüzde gelinen noktanin özgün kosullarini arastirmak gerekir, akademik sorumluluk bunu gerektirir. Escinsel kimlik mücadelesini, ben evrensel bir sablon, bir formül olarak görmüyorum. Yasar Çabuklu'nun bu konferansta anlattiği, queer olanin yadirganmadiği toplumlarda escinsel mücadelesi gerekmeyebilir, ama su an Türkiye'de karsicinselci ideoloji hakim. Süreyya Evren, mekanlarin, filmlerin, ortamlarin, vs. kendiliğinden ya da doğal olmadiğini, ardinda toplumsal cinsiyet ideolojileri olduğunu söylemisti. Ben de buna katiliyorum. Bu yüzden su anda burada hayatimizda karsicinselliğin mutlak, tek doğal sayilmasi durumunu yikma mücadesi gerekli. Su an Türkiye'deki escinsel mücadelesi, karsicinselcilik karsiti (antiheteroseksist) bir mücadeledir. Sürekli kendini sorgulama perspektifini gelistiren, dolayisiyla bu bağlamda zaten çok queer bir hareket. Kimliklerin mutlakliğini savunan bir hareket, asla değil. Queer'i fetislestirmeden, aslolanin queer'in kendisi değil, bize sunduğu perspektif olduğunun farkinda olan bir hareket. Bize gerekli olan da bugün için bu diye düsünüyorum ve eğer daha özgür bir ortamda yasamak istiyorsak, toplum olarak hep birlikte bu mücadeleye destek vermemiz gerektiğini düsünüyorum.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 7
queer
Yersiz Yurtsuz Cinsiyetsiz Bedenler Erdal Demirdağ
Günümüzde sikça sorulan sorulardan biri Travesti Transseksüellerin neden örgütlenemedikleridir. Özellikle Türkiye özelinde bu konu escinsel mücadelesiyle tartismaya açilmistir. Örgütlemeye cesaretlendirilmek istenen bir kesim olarak görülmüstür. Bu bakis acisi pozitif anlamda gey ve lezbiyenlerin travesti –transseksüellere yaklasimini ortaya koyuyor. Heteroseksüeller ise travestitransseksüelleri bir ucube, bir yaratik olarak görüyorlar. Korkunun ve siddetin kaynaği, bilinmezin batakliği olarak algiliyorlar. Travesti ve Transseksüellerin islah edilmesi, tedavi edilmesi gerektiğini düsünüyorlar. Ancak bu türden elestirileri siralamanin bir anlami yok. Karsilastirmali bir yol izlemek konuyu daha açacaktir. Bu çalismada bir toplumsal kesimi ele alirken elestiriyi travesti ve transseksüellere yöneltmektense elestirinin kendi içimize dönük olmasi önemliydi. Akademik teorilerin ayaklarinin yere basmadiğini ve soyutlamalarin ise pratiği anlamada yetersiz kaldiğini söylemek mümkün.
Beden ve Mekan
Ilk olarak bedenden baslamak sanirim bu konuya açiklik getirecektir. Bilindiği üzere insanlar kadin – erkek cinsiyeti olarak kaba bir ayrima maruz birakilmistir. Kimilerince bu ayrim tarihsel bir kurguyken. Bazi insanlar için doğal bir durum olduğudur. Tartismalar hangi ağirlikta olursa olsun su gerçeği göz ardi edemeyiz. Heteroseksüel iliski bir var olus olarak insanlara tek seçenek olarak sunulmustur. Tek seçeneğe indirgenen insan hayati Heteroseksüelliği bir norm olarak kabul etmistir. Toplumsal kadin ve erkek rolleri de bu norma dahil edilmistir. Normal ve tek kabul edilen heteroseksist organizasyon
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 8
bedenin disa dönük kamusal ve özel alanini da böylece tahakküm altina almistir. Bu organizasyonun gelisimine baktiğimizda birey kendi bedenini konumlarken kadin ve erkek stereotipi bedene göre konumlar. Nasil bir kadin ? Nasil bir erkek ? Olacaği hem biçim hem de hareketle ilgilidir. Cinsiyet rollerine göre birçok insan yetistirilir. Cinsiyet rolleri değisime açik değildir. Ancak cinsiyetlendirilmis beden rollerini kabul etmeyen , kendi bedenini de bu haliyle kabul etmeyen kisi , kendi bedeni ve temsili konusunda farkli düsünür. Heteroseksizmin bedenler ve onun uzuvlari üzerindeki baskici ve kontrol eden tavri, toplumsal hayatin tüm hücrelerine kadar siner. Evde, okulda, iste, maçta her yerde beden ; kadin erkek cinsiyet rollerine göre konumlandirilir. Cinsiyetlendirilmis beden , üretim iliskilerine kolay sokulan ve düzenlenen pasifsize bedeni ifade eder. Karmasik ağlarla düzenlen bu ölçüler birer norm olarak karsimiza çikar. Kendini bu daire içinde hisseden ya da hissetmeyen , ayni zamanda kendi bedenine dair değisim düsüncesi , değistirmeye yönelik arzusu , kendini ve bedenini zamanda mekanda konumlandirmasiyla çok iliskilidir. Her birey kendini bir daire içinde bulur. Heteroseksist tahakkümcü daire her seyi yutar. Sadece travesti ve transseksüelleri yutmakta zorlanir. Travesti ve transseksüeller için sadece cinsel kimlik akiskan değil cinsel yönelim de oldukça özgürdür. Bu özgürlük tabii ki heteroseksüel bir iliski karsisindaki konumuyla ilgilidir. Daha çok travesti ve transseksüeller kadina öykünen ya da kadin olarak görülürler. Oysa yataktaki iliskileri ve cinsel yönelimi sanildiğinin aksine çesitlilik gösterir. Bir transseksüel ve travesti , gey olabilir , lezbiyen olabilir
, Heteroseksüel olabilir ya da bunlarla tanimlayamayacağimiz birçok sey olabilirler. Aslinda kadin ve erkek kaba ikililerindeki cinsel yönelim de o kadar karisiktir. Oysa bizler heteroseksizmi dolayisiyla kadin ve erkeğin birlikteliğini tek cinsel yönelim olarak kabul ederiz. Bu sadece erkek ve kadin cinsiyet ikiliğinin disina çikamaz. Disaridan Travesti ve transseksüellere bakildiğinda genellikle escinsel olarak (ibne) travesti ve transseksüeller görülür. Erkekten kadina bir yol alis olarak nitelendirilir. Oysa gerçekte toplumsal bir yönlendirme payinin olmasi gerçeğinin disinda , kisinin bedeni konusundaki değisime ve toplumsal örüntü içindeki konumundan farkli bir zamana kaymayi ifade eder. Travesti ve transseksüellerin kendi bedenlerine duyduklari değisim bitmez. Zaman ve mekanda beden kendini sürekli yeniler. Burnunun büyük olmasi onlar için önemli bir sorundur. Ayağinin büyük olmasi gibi. Travesti ve transseksüeller ilk olarak penisleri kesilmis kisiler olarak bilinirler. Kendi aralarinda da kimin kestirdiği ya da kestirmediği çok bilinmez. Kimileri için penisten kurtulmak oldukça önemliyken bazilari için önemli değildir. Penisinin olmasi ile burnun büyük olmasi arasinda pek fazla fark yoktur. Insan bedenindeki farkli uzuvlarin nasil algilandiği ve onlara yüklenen toplumsal ve bireysel anlamlarla çok ilgilidir. Cinselliğin ve toplumsal cinsiyetin insanlar için anlami ; penisi ve vajinayi bir değer olarak kabul etmelerinde önemli bir etkendir. Tabii ki din olgusu ve üreme bununla çok bağintili bir durum. Penis cinsiyet rolündeki erkeği temsil eder. Vajina ise kadini temsil eder.Toplumsal kadin ve erkek rolleri vazgeçilmez rollerdir. Tabii ki burun sorunu , penis ve vajina ile
queer karsilastirilamaz. Bu bedensel parçalarin kabul edilmeyisi bendeki zamansal kaymayi belirtir. Bedenin bütünsel kaymasindan bedenin parçalarinin kaymasina kadar bir süreci izler. Bütün bu kaymalar toplumsal cinsiyetin kadin ve erkek rollerinin anlamindan farkli anlamlari ifade eder. Yillar önce penis kestirme tr-trs olmak için sart görünürken bugün bu baski azalmistir. Artik bir çok travesti kendi bedenini kendi istedikleri gibi birakip daha özgür hissetmektedirler. Ancak bu özgürlük hiçbir sekilde toplumsal normlari içermeyen bir özgürlüğü ifade eder. Kadina öykünmekten çok, bedeninin cinsiyetsiz anlamina isaret eder. Disaridan bakildiğinda bir kadin olmaktan çok seks isçisi olarak görülürler. Ikinci anlamda kadin olarak görülürler. Ancak cinsel pratiklerine baktiğimizda kadin-erkek cinsiyet rollerinin birbirine karistiğini söyleyebiliriz. Beden cinsiyetsiz bir bedendir. Toplumsal normlar onlari kadinsi/erkeksi ikilik tanimina sikistirmak istemekte, bu kavramlarla açiklamaya çalismaktadir. Oysa beden tarihi basit, siradan bir tarih değildir. Beden bir çok kosul altinda var olan öznedir. Bu özneyi toplumsal cinsiyetin kadin ve erkek tanimlamasiyla açiklamak oldukça zordur. Bu nedenledir ki, travesti ve transseksüeller cinsiyetsiz bedenlerdir. Cinsiyet sanildiğinin aksine iki değil bes, hatta daha da arttirabiliriz. Travesti ve transseksüeller için cinsiyet bir performans, bir temsildir Travesti ve transseksüeller kimleri temsil ediyor? Heteroseksüeller için travesti ve transseksüeller kötülüğü, siddeti, sapkinliği temsil ettiği düsünülür.Escinsel gey ve lezbiyenlerce de zor kosullarda yasayan, seks isçiliği yapmak zorunda birakilan olarak temsil edildiği düsünülür. Her iki yaklasim da birbirinden büyük farklar içerse de her ikisi de travesti ve transseksüelleri normal olmayan bir temsil olarak ifade ederler. Oysa travesti ve transseksüeller için olduğu gibi davranmak, hatta olduğundan askin davranmak oldukça önemlidir. Askin kadin rolü, ama erkek tavrini yansitan ne olduğu belli olmayan tuhaf olani
temsil ederler. Bedenin askinlikla ve ironiyle bağlantilari da dikkate değerdir. Bedenin askinliği travesti ve transseksüeller için muhalif bir ironiyi de gerçeklestirir. Erkekten kadina bedenin hareketlerinde abartili kadin sembolleri onun arzulanmasini sağlar. Bu sembol ayni zamanda kadinlikla dalga geçmeyi de beraberinde getirir. Toplumun kadinsiliğina karsi ironik bir durustur. Yol boylarinda bedenin salinimi ellerin saçlara götürülmesi, yürüyüsün erotiklestirilmesi, toplumsal cinsiyet rollerini tiye alan bir yorumu sunar. Kahkahalar oldukça abartilidir. Bu abarti , toplumsal cinsiyet rollerinin , eğlencenin , gülmenin pasifsize edilmis ironisidir. Modernizmin bedenin hareketlerini sinirlayan ve eğlencesini maniple eden anlayisi post-modenizm ile dağilmaya yüz tutmus gibi görünüyor. Oysa travesti ve transseksüeller daima vardilar. Askin olduklarindan hep muhaliftiler. Ancak bu muhaliflik örgütlenebilir bir durum değildi. Çünkü heteroseksizmin kapsamakta zorluk çektiği escinsellerin bir yüzüydü. Modernizmin toplumsalliği düzenleyen, kontrol eden yapisi, insanlara nerede nasil davranildiğini öğretmisti. Bütün askinliklar baskilanmisti. Post-modernizm sonrasinda bu askinlik halen disarida birakilmaya çalisilmaktadir. Temsiliyetleri ortak , toptanci değil, her temsiliyet kendine özgü temsilleri ifade eder. Sokaklar onlar için bir temsil alani, ayni zamanda bir performans alanidir. Çevresinde olan insanlar bir tuhafin karsisinda ona egemen normallestiren gözlerden öte, dehset saçan gözlerle bakarlar. Gülenler, laf atanlar, dalga geçenler, dayak noktasina kadar bu devam eder. Performans normatif değildir. Normatif olmadiği için de askindir, yani Queerdir. Temsil ve performans bu bakimdan oldukça önemlidir. Askin bedenlerdir. Bedenin bu algisi çift yönlü bir algidir. Travesti ve transseksüeller için esasen heteroseksüel olan ayni zamanda kadin-erkek cinsiyetini içsellestiren bireyler tarafindan sabit bir norma isaret eder. Beden , akiskan bir zamanda hareket eder. Deleuze’ ün isaret ettiği gibi “çöl,
su bir akiskanliği ifade eder, kara parçasi gibi sabit değildir.” travesti ve transseksüel beden de pürtüklü olmayan bir zeminde hareket eder. Kapitalizmin kapma aygitina dönüsmesi içerdenlik mekanizmasinin yürürlüğe konmasidir. Ancak travesti ve transseksüeller kendilerine içkindirler. Sistemin disardanliğini ifade ederler. Bu sartlar günümüz Türkiye’si için geçerli görünüyor. Kapitalizm kendisine savas makinesini edinirken, onun kaygan zeminini edinmistir. Bu nedenledir ki , her toplumsal muhalefeti içkin bir sistem içinde birakmis, kontrolünü sağlamistir. Deleuze , devletin artik bu sistemi kullandiğini ve bunda da basarili olduğunu söyler. Aslinda doğru bir yaklasimdir. Ancak muğlak bir alan birakir. O da travesti ve transseksüellerin bu zeminde karsi bir kaygan zemin üzerinde hareket etmesidir. Mekan ve beden birlikte hareket ederler. Birey, aile, is ve sosyal ortamdan kadin- erkek ikilemi disinda kaldiğinda ona sunulan bir seçenek olmamakla birlikte içkin olma sansi bile birakilmamistir. Kapma aygiti travesti ve transseksüelleri kapamamistir. Kapabilmesi için onu tanimlamasi, saymasi, mekana ve zamana göre konumlamasi gerekirdi. Oysa bunu yapmak oldukça güç. Güç olmasinin birden çok nedeni olmakla beraber, en büyük nedenlerinden biri cinsellik ve maniple edilen cinsiyet, buna bağli din, ekonomi ve benzeri kosullari sayilabilir. Birey sabit bir mekanda anne, baba ve kardes üçgeninden olusur. Evin iç mimarisi kadin-erkek olusa göre düzenlenir. Anne ve babanin odasi çocuklardan uzak, girilmesi yasak olan yerdir. Çocuklar da ailenin belirlenen cinsiyet imge dünyasini olustururlar. Roller ev içinde bellidir. Anne ve babanin rolleri düzenlenmistir. Anne ev içindeki normallestirilmis bir isçidir. Travesti ve transseksüel beden değisime geçmeden sürekli kontrol altinda tutulur. Bu kontrolün disina çikmasi ise çok zordur. Ancak her yetiskin birey için evden ayrilmasini tek sarti vardir. Is sahibi olmak ya da evlenmek . Diğer türlü yuvayi terk edemez. Aileye karsi gelemez. Bu normun disina çiktiğinda ise baski bitmez. Bu, ev
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 9
queer mekaninin siradan bir kurgu olmadiğini bize gösteriyor. Evler bütün evler gibi cinsiyetlendirilmistir. Travesti ve transseksüeller için sabit mekandan, sabit olmayan mekana kayis vardir. Toplumsaldan öznele de. Artik büyük sehirlerde kendi gibi olanlari bulacak ve onlarla yasayacaktir. Kendi bedenin ve yasamini özgür kilmalidir. Simdi birden fazla mekan devreye girmistir. Özellikle sokaklar geçimlerini sağladiklari seyyar bir mekana dönüsür. Mekan, nesnesini olduğu her yerdir. Nesnesi, insandir. Cinsel iliski karsiliği yasamini devam ettirmesi gerekir. Tek amaci vardir; bedenini baskici ortamdan kurtarmaktir. Bu , toplumsal cinsiyetin cinsiyet rolünü reddedistir. Duygusu hazzi özgür birakilmistir. Gittiği her mekanda bir disardanlik yasar. Ta ki kendi ev mekaninda , kendi gibi olanlarla bas basa kalana dek. Bu mekan , kapali bir mekan değil , disa açik bir mekandir. Beden mekandan ve insandan kopmustur. Akan mekanlarin yani basina kurulmustur. Sabit değillerdir. Otoban kenarlari, yol kenarlari, toplumsal hareketlerin kontrolünün en zayif olduğu alanlardir. Beden bu hizi ve kaybolusu yasar. Bir çok travesti ve transseksüel sabit mekanlari istemeyebilir. Sadece güvenlik ve güvence isterler. Sokak onlarin mekanidir. Sokak kontrolün zayif olduğu mekandir. Barlar da ayni akiskanliği ifade ederler. Ayni zamanda kendilerini özne olduklari mekanlara dönüsürler.
Zaman
Zaman kavrami programlar ölçüsüdür. Zaman ve insan arasindaki iliski toplumsal tarihin uzantisidir. Günümüzde zaman dilimleri yirmi dört saat ile düzenlenmistir. Her sabah kalkip isimize gideriz. Sabah kahvaltisi , sabah keyfi gibi temsiller gerçeklestiririz. Is saatleri gündüze , isiğa göre düzenlenmistir. Isik , is , emek ve insan arasinda bağlar kuvvetlidir. Insan zamani sistematize eder. Isik da kontrol mekanizmasidir. Kapma aygiti olarak görme ve isik kullanilir. Bütün toplumsal düzenlemeler buna göredir. Bize normal gelen , normallestirilen toplumsal düzen bazilari için geçerli olmayabilir. Travesti ve transseksüeller
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 10
için zaman yirmi dört saat değildir. Zaman gece ve gündüzdür. Bu zamani iki biçimde kullanirlar. Gündüz hizin ve hareketin en yavas olduğu dönemdir. Aksam ise kendi hiz ve bedenlerinin hareketli olduğu dönemdir. Ayni sekilde sehir sakinleri için gece kontrol mekanizmalarindan kismen kopusu da getirir. Bütün bu yari bağimsizlastirilan bedenler baska bedenlere de yer açarlar. Bu mekanlarda travesti ve transseksüeller yeni bir zamani ve yasami yasarlar. Aksam sadece bir is değil, ayni zamanda bir yasama biçimidir de. Is ve yasam ayri değildir. Zaman bizim algiladiğimiz zaman birimlerini içermez. travesti ve transseksüeller için zamanin toplumsal kontrollerin insanlari en özgür biraktiklari zaman olmasi açisindan önemlidir. Zamanin bu sekilde kurgulanmasi, kurgudan öte toplumsal pratiktir. Bir pratiğin sonucunda olusmustur. Tabii ki disardanlik algisi vardir. Heteroseksüel bir dünyada zaman ve mekan bu sekilde kurgulanmaz. Çünkü heteroseksizmi mekani ve zamani düzenler. Mekan ve zaman devletin bir kapma aygiti , düzenleme aracidir. Bu araç her yerde ayni sonuçlara neden olamiyor. Belki de toplumsal cinsiyeti kaptiği an , travesti ve transseksüelleri de kendi zaman ve mekanina konumlandirabilir. Zaman akiskandir, sabit değildir. Travesti ve transseksüeller için iki zaman vardir. O da çocukluk zamani ile travesti ve transseksüel olduklari zamandir. Her ne kadar çocukluk zaman algisi cesaretlendirse de gündüzün eristiği her yerde siddete maruz kalma riski artar. Bu siddet her yerden gelebilir. Zamanda kayma özellikle küçük sehirden büyük sehire göçlerle görülür. Zaman ayni zamanda bir geriye dönüsü de içinde barindirir. Çocukluk zamanina dönmek , çocukluk mekanina dönmek , bireyi parçalar, onu zadeler, kendisi olmaktan tekrar çikarir. Oysa sartlari kendi mantiğimizla kurduğumuz ölçüde beğensek de beğenmesek de kendilerini zamandan , mekandan bağimsizlastirirlar.
Dil
Sanirim zamani ve mekani
destekleyen travesti ve transseksüellerin birer Queer olduklarina ayni zamanda “yersiz yurdsuz” bir sekilde hareket ettiklerinin bir ispatini da dil olusturur. Matematik gibi bir ispati olmasa da paradigmasi kendi içinde olan bir ispattir. Dil travesti ve transseksüeller için farklidir. Kendi dillerini olusturmuslardir. Insanlar bu dili alt kültür içinde olusan bir dil olarak görmüslerdir. Halbuki dil disardanliğa karsi , içerdenlik üreten bir mekanizmadir. Her ne kadar romen dilinden çikan kelimeler olsa da kosullara göre sürekli değisen bir dili ifade eder. Dil oldukça akiskandir. Böylece kendilerini disariya karsi korurlar ya da kapatirlar. Normatif olani değil, normatifin disina kayarlar. Yeni edindikleri bu dil sifreli bütünü olusturur. Bu kültür dili yazili bir kültür değildir. tamamiyla sözlü bir kültürdür. aktarim kültürü değil, değiskenlik kültürüdür. Değisim, farklilik, akiskanlik en temel özelliğidir. Travesti ve transseksüeller için dil geçmisin anlamlar bütününü yansitir.Bu dil düzenleyen siniflayan ve anlamlandirandir. Kelimelerin anlam bilgisi cümlelerin yapisi akli ifade eder.Özne tümleç ve yüklemden olusan bir bütünlük vardir. Öznesiz cümle olmayacaği gibi yüklemsiz de olamaz.Yarim birakilmis cümle anlamdan uzaktir.Toplumsal cinsiyetin kadin ve erkek rolleri dili biçimlendiren hallerdir. Erkek egemen dil nasil sorunluysa heteroseksizmin dili de o kadar sorunlu. Sadece dil heteroseksist değil ayni zamanda akli temsil eden bir düzeneğe de sahiptir. Akilcilik ve bedenin kontrolü uzantilar olarak karsimiza çikar. Travesti ve transseksüeller kullandiklari dili kendi mekanina zamanina ve bedenine uygun bir dildir.
Örgütlenme
Sikça sorulan ve merak edilen konulardan biri de travesti ve transseksüellerin neden gey ve lezbiyenler kadar örgütlenemedikleri sorunu. Sanirim mekan zaman dil ve bedenin konumlanisi heteroseksist paradigmasi içerisine nasil kolayca yerlestirilip değerlendiremezse örgütlenmeyi de benzer sekilde masaya yatirmak gerekir. Heteroseksizmin tüm toplusal yasami düzenlemesi ve kontrol etmesi,
queer beraberinde içerden bir örgütlenmeyi de getirir. Her ne kadar gey ve lezbiyenler bunu içinde konulmasa da kadin ve erkek bedenin normallestirilmis bütünü içinde kismen de olsa kendilerine yer bulmalari daha kolay olmustur. Örgütlenmek hakkini savunmak önemle vurgulanir. Hukukun üstünlüğünden dem vurulur. Gerçekte bu düzenlenis kadin ve erkek toplumsal ve biyolojik bedeni üzerinden hareket eder. Zaman , mekan , dil ve beden travestitransseksüeller için normatif değildir. Normatif olmadiği için de bilindik bir örgütlenmeye ihtiyaç duymazlar. Daha çok olaylar karsisinda anlik çözümler üretirler. Hemen dağilir ve birlesirler. Karsilarina çikan engelleri kurgulamadan asarlar.Sonuç her zaman olumlu olmayabilir. Kendilerini disardanlik halinde kuran bir kesim olarak travesti ve transseksüeller örgütlenme ihtiyaci gütmezler. Bu ihtiyaci duyan birkaç kisi de mekani , zamani dilini , heteroseksist ihtiyaçlara göre; istemese de olusturur. Bu nedenlerledir ki kapma aygitlari tuhaf olani , akiskan olani kapabilmesi toplumsal cinsiyet rollerinin kadin ve erkek rollerini asmasi gerekir. Bunu asmasi için de zamana ihtiyaci var gibi görünüyor. Belki de herkesin cinsiyetsiz , yersiz yurdsuz olmasi gerekiyor. Kapitalizmin temel çeliskisi akiskan olanin karsisinda kendini nasil konumlayacağini bilememesi. Belki de her seyi tekrar düsünmek , bilginin arkeolojisinin pesine düsmek gerekiyor. Kaynakça
Kapitalizm ve Sizofreni , Gilles Deleuze &Felix Guattari , Bağlam Yayinlari , Istanbul 1993 Beden ve Toplum Kurami , Emre Isik , Bağlam Yayinlari , Istanbul 1998 Cinselliğin Tarihi , Michel Foucault , Çev : Hülya Uğur Tanriöver , Ayrinti Yayinlari , Ist 2003 Kültür Fragmanlari , Deniz Kandiyoti&Ayse Saktanber , Çev : Zeynep Yelçe , Metis Yayinlari , Ist 2003 Ağir Çekim , Lynne Segal , Çev : Volkan Ersoy , Ayrinti Yayinlari , Ist 1992 Toplumsal Cinsiyet ve Iktidar , R. W. Connell , Çev: Cem Soydemir , Ayrinti Yayinlari , Ist 1998 Yanlis Kadinlar Yanlis Erkekler , Atilla Ilhan , Bilgi Yayinevi , Ist 1996 Hapishanenin Doğusu , Michel Faucault , Imge Yayinevi *Bu metin Boğaziçi Üniversitesi Queer sempozyumunda sunuldu.
Macbeth ve Lady Macbeth 1. BAP Sehvet ve ask Macbeth’e bahsedilmistir. Ladyim, Macbeth’i kendi elleriyle zehirlesin. Çünkü ölüm yasamaktan Aci ile yasamaktan daha iyidir. Ölümün güzel kokusu sinmis üzerine Sayikliyor kötü ruhlar, cadilar Macbeth’in kokusunu Satolara, dehlizlere ve mahzenlere Tanrinin elinden çikma sehveti. Duncan, asik sana Makbethim Güveniyor sana bundan böyle Arkasini dönecek cinayeti isleyen hayalete. Inverses satosunda Duncan ve Macbeth Derin koridorlarin, görkemli duvarlarin kuytusunda Sessizce sevisirler, Ölüm öncesi bütünlesirler. Kral Duncan, satonun derinliklerine çekildiğinde Kanin kokusunu gizledi, sirrini verdi Narin duvarlara. Üst üste yiğilmis cesetlerin arasindan Çikip gelmisiz korkmuyoruz ölümden. Macbeth’in Duncan’a sevdasi Lady’sini kiskandirir, çildirtir kadinimi. Sevda herkesin hakkidir Korkuyorum
ama cesaretim var.
-2.BAP Ey karanliklarin aziz efendileri Esrikliğim tahrik ediyor beni, Vicdanim içimi, kalbini desiyor Kanimin ürkütücü resmi Kemiriyor beni. Ama bu aci ; kralliğimi, yüreğimi yakiyor Kizmayin bana, korkularima Tanrim bana kralliğin geleceğini verdi. Duncan’in kanli kiliciyla kazandiği savasi Yasadiğim çağa benzetirim. Ladyim kadersizim Alin yazisi uğruna Çocuğunu memesinden çekip alan Ellerini kanin pihtisiyla yikayan kadin, Diri göğüslerinde cinayetin gizil haritasi sakli. Yüzünün gölgesine sinmis bağrinin yanikliği, Sevdanin tazeliği . Ne güzel, gözlerinin içine sinmis Seni uykusuz birakan atesin. Kraliçem olacaksin Erkekliğimin disil yani, Ikimizin sevdasi bu Kralliğin kanini akitacak. Ne altin, ne gümüs Bu sehvetin görkemine erisebilecek. Emre Fidel * Siirin Devami 14. sayfadadir.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 11
queer
Alisarak ve Unutarak Sinirlar Yaratiyoruz! Queer Kuramina Ihtiyacimiz Var.... Yesim Basaran
Boğaziçi’nde queer konferansi yapildi. Queer kuramini Türkiye’de nasil açilimlarla ele alabiliriz, tartismalarina katildik. Konusmalarda sikça kulağa çarpan kavramlar vardi: “akiskanlik, değiskenlik, geçiskenlik, belirsizlik”. Yani sahip çiktiğimiz kimliklerimizin sinirlari içerisine hapis olmayalim, akiskan, değisken, belirsiz, vs. olalim. Queer kuraminin bize katabileceği, sorgulamamizi ve politikalarimizi derinlestirebileceği noktalari paylasmak istiyorum. Zannedilenin aksine kendimize escinsel demekten vazgeçmemizi gerektiren bir sey değil queer. Escinseliz ve yeterince lanetliyiz zaten. Ama peki nedir o zaman? Önce queer’in elestiri getirdiği kimlik politikalarini anlamamiz gerekiyor. Kimlik’ten kastedileni, kimliğin neyi kisitladiğini anlamamiz gerekiyor. Kimlik, herhangi bir özelliğimizi çesitli toplumsal olgulara, baska niteliklere otomatik olarak bağlama refleksi olarak tanimlanabilir. Escinsel olmak yasamlarimizda neyi belirliyor? Bana sorarsaniz, dislaniyor olmamizdan öte bir seyi belirlemiyor. Bize atfedilen her tür nitelik, bu dislamanin bir araci olarak kullaniliyor. Biz de, buna karsi onurumuza, özgüvenimize, özsaygimiza sahip çikmak için, bu yaklasimlarin tersine bir yaklasim gelistiriyoruz. Kendimizi, kimliğimizi kurarak var etme ihtiyaci hissediyoruz. Escinsellerin bir araya gelme, toplum içerisinde birbirleriyle tanisiklik, dayanisma, vs. ağlari kurma eğilimleri bu dislanmadan kaynaklaniyor. Kurduğumuz bu ağlar bizim nefes
alabileceğimiz alanlar haline geliyor. Bu alanlar içinde deneyimlerimiz birikiyor; kendine özgü bir dil olusmaya, birbirimizle iliskilenme pratiklerimiz kimi noktalarda sabitlenmeye basliyor. Alanimiza bir sinir çiziyoruz. Alanimizi bir ada haline getiriyoruz. Kendini var edebilen, gelistirebilen, geçisme ve geçistirme potansiyeline sahip bir organizma yaratmak yerine, içinde bulunduğumuz durumu sabitliyoruz. Kendimize ve yarattiğimiz alana nitelikler atfetmeye basliyoruz. Biz bu adanin sinirlarini ne kadar kalin çizersek, içine girilebilirliği, disari ulasabilirliği ne kadar güçlesirse, queer kuraminin açilimlarina o kadar ihtiyacimiz var demektir. Yaratmaya basladiğimiz alani, bir ada olarak algiladiğimizda, onu ada olarak kalacak bir sey olarak tanimladiğimizda kimlik politikasinin tuzaklarina düsüyoruz, demektir. Ihtiyacimiz olan sey bir ada değilken, yarattiğimiz sey nasil oluyor da bir adaya dönüsüyor? Bunun sinirlari nasil katilasir, geçilemez hale gelir? Gelin birlikte bu konuyu anlamaya çalisalim, bu tartisma için bir adim atalim: Birbirine daha önceden ulasmis insanlarin kendilerini sorgulamadiklari ve bunu asmaya çalismadiklari takdirde olusturacaklari sinifsal, cinsel, irksal, kültürel, vs. uzlasma adanin sinirlarini katilastiran etmenlerden biri. Sinirimizi egemen özelliklerimizin ittifaki ile çizersek, o zaman toplumdaki egemenlik iliskilerinden beslenen ve dönüstürücü radikalliği olmayan bir adamiz var demektir. Geçisken olmanin önemi burada ortaya çikmaktadir. Türkiye’de özellikle escinsel
örgütlenmelerinin içinde bulunduğu durumu bu açidan değerlendirmemiz gerekiyor. Eğitimli (çoğunluk üniversite mezunu veya üniversite öğrencisi), orta sinif, Türklük kültürü almis ve ağirlikli olarak erkeklerden olusan bir örgütlenme yapimiz var. Bu yapinin dislayiciliğini sorgulamadikça, escinsel hareketi güçlenemeyecek, radikallesemeyecek. Benzeri tartismalari birkaç yildir dile getiriyoruz ama buna rağmen sözü geçen yapi kendini gelistirmeye ve sinirlarini katilastirmaya devam ediyor. Çünkü bu durumu sözle ifade etmenin ötesine geçmiyor, tam olarak neyi sorgulayacağimizi bilemiyoruz. Heteroseksizme karsi politika üretmeye çalisiyor ama milliyetçilik, cinsiyetçilik, militarizm, kapitalizm, sağlikçilik, yasçilik, vs. çözümlemelerinde eksik kaliyoruz. Bu durum bizim toplumsal aliskanliklarimiza nasil yansiyor? Kuracağimiz iliskilerde insan seçiyoruz. Herkesi politikalarimizi paylasmaya değer bulmuyoruz. Kültür merkezlerimizin kapisindan içeri giren herkese ayni sicaklik ve ilgiyle yaklasmiyoruz. Kendi kültürümüze yakin insanlarla iliski kurmayi tercih ediyor, diğerlerini zaten ürettiğimiz “önemli ve büyük” seyleri anlayamayacak kisiler olarak görüyoruz. Tipki batidaki ülkelerden baktiğinda Türkiyelilerin göründüğü gibi. Çoğumuz tanik olduk değil mi “aa hiç Türk gibi değilsin”lere, veya daha da ileri gidelim “aa hiç escinsele benzemiyorsun!” Iliskilenme aliskanliklarimizi toplumsal iktidar iliskileri yönlendirdiği için, adamizin sinirlarini herkese açmiyoruz. Üstelik bir
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 13
araya geldiğimizde yaptiğimiz seyler, her siniftan insanin katilabileceği faaliyetler değil. Sanki bütün escinseller orta siniftan gelirmis gibi bir hava içerisindeyiz. Bar kültürüne sikismayi elestirebiliyoruz, ama escinsel olmanin tüketebilme gücünü pesi sira getirmesini bekliyor gibiyiz. Tarzi, üslubu, kültürü bizim gibi olmayan kisilerin kendilerini dahil hissetmeleri için kendimizi sorgulamiyoruz. Bizim ev sahibi onlarin misafir olduğu bir yer yarattik. Misafirlerimize ev sahibi unvanini vermekten imtina ediyor, onlara ev sahibi olmadiklarini her firsatta hatirlatiyoruz. Neredeyse biz bile bize benzemeyenlerin escinselliğini algilamakta güçlük çekiyoruz, çünkü escinselliği kendimiz hakkindaki diğer niteliklerle birlikte algiliyoruz. Ancak bizim yasimizda, bizim kültürümüzde, bizim cinsiyetimizde, bizim vs.imizde kisiler escinsel olabilirmis gibi davraniyoruz. Baska bir yaklasimimiz da, kurtulusu için mücadele ettiğimiz sey escinsel özelliğimiz değilmis de, diğer nitelikleriyle birlikte hafifletici nedenlerle laneti azaltilmis escinselliğimizmis gibi davranmamiz. Örneğin eğitimli ve orta sinif olmamizi escinselliğimizin getirdiği laneti hafifletecek özellikler olarak algiliyor, politikalarimizi ve iliskilenme tarzimizi bu yaklasimlardan arindiracak sorgulamalardan kaçiniyoruz. Adanin sinirlarini katilastiran baska bir etmen de bilgi iktidari ile bağlantili ele alinabilir. Daha önceden birbirlerine ulasmis ve kendi alt kültürel yapilarini yaratmis kisiler olarak, elimizdeki bilgiyi sonradan bu adayi bulan kisilere karsi iktidar araci olarak kullanabiliyoruz. Yani “biz buralarda yabancilari sevmeyiz”in incelmis hali: “Biz ezilmemize dair bilgide baskalarindan daha çok derinlestik, adamizdaki insanlari, adamizin geçmisini biliyoruz, ortak tarihimizde önemsediğimiz dönemeçler var; tüm bunlari bilmeyenler, anlamayanlar bizden değildir.” Kurduğumuz iliskilerde, sanki biz birden olmusuz, sanki bize emek harcanmamis, sanki geçmisin birikimlerinden güç alarak kendimizi var etmemisiz gibi, yeni gelenlere “bilmeyenler ve hiçbir zaman da bilemeyecek olanlar” biçiminde yaklasiyoruz. Saniyoruz ki, özgürlük ihtiyacini bir tek kendimiz duyuyoruz.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 14
Bizim disimizdaki herkesi bu kolektif çabanin ehemmiyetini anlayabilecek donanimdan yoksun insanlar olarak görüyoruz. Bilgilerimizi onlarla paylasmanin araçlarini yaratmak yerine, onlarin kendiliklerinden anlamalarini bekliyor, kendiliğinden anlayamayanlarin karsisinda elimizdeki bilgiyi kendimizi güçlü ve önemli hissetmenin aracina dönüstürüyoruz. Aslinda kendi pratiğimiz sayesinde karsimizdaki kisiden çalmis olduğumuz bilgiyi onu ezmenin, karsimizda kendini küçük ve gereksiz hissetmesini sağlamanin aracina dönüstürüyoruz. Ben escinsel örgütlenmeleri içerisinde çok duydum “biz bunu on yil önce söylemistik”. Bilgiyi elimize daha önce geçirmis olmak konusunda yarisiyor olmak özgürlükçü bir yaklasim mi? Aslinda, on yildir bildiğin ama baskalarinin anlamasini sağlayamadiğin bir sey senin o bildiğin seye ihanet ettiğin anlamina gelmez mi? Ne kadar bildiğimiz değil, bildiklerimizi ne kadar yasama geçirdiğimizin önemli olduğunu görmemiz, günlük pratiklerimizde ve politikalarimizda bu tarzi yaratmaya çalismamiz acil bir sorumluluk olarak sessiz sedasiz bizi bekliyor, öyle değil mi? Bir yerde okumustum. Escinsellerin olusturduğu bir ağin içine girmek ne kadar zorsa, içerdekiler disaridakilerin konumunu o kadar sömürüyorlar, demektir. Birbirini daha önceden bulmus kisiler olarak, adanin getirdiği rehavete alisiyoruz, daha öncesinde yasadiklarimizi unutuyoruz. Olabilecek en kötü iki sey: Alismak ve unutmak, dolayisiyla katilasmak. Queer kuraminin elestiri getirdiği seyi, söylemde karsi da olsak- biz de yapiyoruz. Toplumsal aliskanliklarimizi sorgulamaya acilen ihtiyacimiz var. Aksi takdirde, aslinda hiç kimsenin olmayan bir adayi isgal etmis, limanlarini baskalarinin katilimina kapatmis olacağiz.
-3.BAP
Sarayimin ates pinari Kadin kokusu sarmisken yüreğimi Def ettim altin pençeleriyle korkularimi Sarayimdan ve yatağimdan. Etinin kokusu Erkekliğimi, arzularimi Sana olan sevdami arttirdi. Kana susamis bir hayvan gibi Çildirtti beni memelerimi sarmis Çocuk sevdasi. Çikinimla, altin heybemle sakladiğim Gelecekteki kralliğimin mührü Sevgilimin buğulanmis siddeti. Gözlerinde gizli; kurtlarin, sirtlanlarin Cesetleri. Kanli ellerimde. Çildiriyorum sana Ladyim. Bir kelt hançeriyle Yerinden çikardiğim kalbinin Ağusu, kadinimin gözyasiyla Kaynasmis. Hayranim dolgun memelerinin arasindan Sizan sehvet oluğuna ,cezp ediyor beni. Tanrim yardim et bana Güç ver. Emre Fidel
queer
Belirsizlik= Queer = Kaçis Sürmeli Can
19-20 Nisan tarihlerinde, Boğaziçi Üniversitesinde Queer baslikli bir sempozyum gerçeklestirildi. Simdi bazi arkadaslar, bazi güzide gazetelerimizin tabiriyle, "gey bitti queer mi basladi" ya yönelik, kafalarda soru isaretleriyle dolasacak. Queer, 60'lar öncesi ABD'de, escinselleri asağilamak için kullanilan bir kelime. Hiç yabanci değil, değil mi ! Bunu Türkçe’ye; o biçim, terso vb. kelimelere çevirebilirsiniz. Bense bunu, her ne kadar Türkçe olmasa da IBNE olarak çeviriyorum, yaygin kullanimindan dolayi. Neden derseniz, tam da bu noktada queer'i queer yapan seyi anlamis olacağiz. Queer, ABD'de basta escinselliğin kötücül gösterilmesinden kaynakli birine veya bir seye küfretmek için kullanilan bir sifatti. Aynen, Türkçe’de kullanilan ibne kelimesi gibi. Örneğin, "ibnelik etme, ne ibnesin lan sen" gibi. Ama olayin geçtiği diyalogun içinde ibnelikle ilgili hiç bir sey yok ama küfretmek için bu kelime kullaniliyor. Artik bu ve bunun benzeri olaylarin tekrarlanmamasi için ünlü 69 isyani yasaniyor. Ilk zamanlarda bir devrim niteliği tasiyan bu hareket; daha sonralari yorgun aktivistleri bir anlamda nefes alma alanlarinin çoğalmasiyla, tekrar bir yere hapsederek, hareketi sindiriyor. Ama halkin sözde hosgörüsü ve camianin sözde özgürlüğü çok fazla sürmüyor. Özellikle, 80 sonrasindaki ekonomik çalkantilar, irk ayrimina dair muhalif örgütlerin farkli bakis açilari, Aids'in ortaya çikisi, kafalarda sözde var edilen cennetin nelerin üzerine insa edildiğine dair soru isaretleri olusturdu. Çünkü gelir dağilimindaki sorunlar, genç ve fakir escinselleri etkilerken, irk ayrimindaki sorunlar, siyah ve diğer (beyaz olmayan) etnik kökenli escinselleri etkiliyordu. Aids'in patlak vermesi ve bu hastaliktan dolayi genel insan kaybinin escinsel camiadan olmasi ve yine bu hastaliğin faturasini escinsellere kesilmesini engellememisti. Bu sorunlarin farkinda olan ve ana akimlasan hareketin sadece escinsel
kimliğin ezilmesi üzerinden temellenmesi, varolan her türlü ezme ezilme iliskilerine muhalif olan bir düsüncenin çikmasina yol açti.. O günkü harekete, tekrar, ahlak, irk, cinsiyet, sinifsal statü vb konularda tartisma açan queer, kendine yine sistem tarafindan ezilen yandaslar edindi. Çünkü belirli bir ölçütün disinda kalan herkese ayni taki takildiğindan, sadece ana akim escinsel harekete karsi olanlari değil, tüm ezilenleri içine alan bir hareket dönüstü. Türkiye'de mevcut düzen ahlaki, escinselliği halen ahlaksiz olarak göre dursun; elin ibnesinin "queer" 'i sahiplenmesini , hetero normlarina ve her türden iktidara karsi gelmesini ; kendini var etme adina varolana benzeme kaygisi gütmeden yeni bir sey yaratmasini , teorik olarak dikkate değer buluyorum. Simdi toplantiya dönecek olursak, benim yukaridaki anlattiğim durumlardan biraz farkli bir havaya bürünen tartismalar geçti diyebilirim. Yurt disindaki hareketin çikisini takdirle karsilarken; Türkiye'de 10-15 yillik bir deneyimi olan bu hareketle dinamiklerinin farkli olduğunu düsünüyorum. Hareketin tartismaya açildiği her ortam benim için çok önemli. Fakat, durusumuz üzerinde sözde "akiskan, geçiskenli" olusana dair vurgular, sanki hareketin gerekliliği konusunda soru isaretleri uyandirdi. Türkiye'deki escinsel aktivistler, hiç bir zaman sabit bir cinsel yönelim vurgusu yapmadi. Ama bir cinsel yönelimin diğerine uyguladiği baski ve siddet, bir sekilde bizi bir araya getirdi ve ezilmisliğimiz üzerinden bir politika yapmaya itti. Yapilan tartisma, her ne kadar teori basliğinda da olsa, ast olan görmezlikten gelinemez ve bu topraklarda yasanilan gerçeklikten uzaklasilamaz !Kullanilan argümanlar o kadar belirsizlik üzerine çöreklendi ki, baskalari için bir elestiriyken, Türkiye'deki escinseller için baska bir kaçis veya dolapti sanki. Bu tartisma haftalardir magazin basinimiz tarafindan gündeme getirilen metroseksüellik tartismalarini hatirlatti.
Kendinden utanan, yapmak istediği seyi özgür ve dürüst bir sekilde ifade edemeyen yurdum escinseli de kendine bu gibi aylik magazin dergilerinin bulduğu kiliflarla yasamaya mahkum birakilmisti. Konu metroseksüellik değil ama, magazin basininin suni gündemine alet ettiği argümanlarla , queer sempozyumundaki akademisyenlerin argümanlarin paralelliği sasilacak değerde aynilikta. Hala insanlar sirf escinsel diye dövülüp, tecavüz edilip, öldürülüyorsa bu ülkede, biz hala neyin akiskanliğindan bahsediyoruz anlamiyorum !Evet, yapamadiğimiz, eksik olduğumuz , bir çok sey var. Hareket olarak, önümüzde ABD ve Avrupa deneyimleri olduğundan, Türkiye'de bir seyi insa ederken daha temkinli olma gibi bir avantajimiz var. Bir seylere yönelirken neye varacağini gördüğümüz örnekler var. Benim akademide eksik hissettiğim konu, özne olarak sadece kendini göstermesi, halbuki bu deneyimleri yasayan birebir canli örnekleri var. Ama akademi aktivistleri de çağirdi. Lütfetti ! Benim düsünce sürecimden uzak kalacaksin, yasanan gerçek pratikleri göz ardi edeceksin, sonra da benim üzerimden politika yapacaksin, ne ala mualla ! Iyi de bu akademinin konusu; peki ben neciyim ? Bas çavusla yakin bir iliskim yok daha. Gelistirilen üsluptan tutunda, jest, mimik vb. bana o kadar üstten geldi ki, beni benden uzaklastirdi. Gerçekten de bir belirsizliğe doğru yol aldim. Ben su anda zaten bir queer ya da escinsel ya da ibne mücadelesi yaptiğimiza inaniyorum. Ama sayica azliğimiz,teknik ve düsünsel anlamda ilerlememize engel oluyor. Bence akademi illaki bir sey arastirmak istiyorsa yasanan somut sikintilarimiza dair bir sey hazirlasin. Zaten o konulara dair konusulurken ister istemez felsefi yaklasimlarda göz ardi edilmeyecektir. Onun disinda entelektüel mastürbasyon aleti olma gibi bir idealim yok. Ben ve salataliğim evimizde çok mutluyuz
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 15
beden
Pornografiklesen Beden halim safak
Bedenin gerçek ve bize ait olup olmadiğini ancak ona dokunarak öğrenebiliriz. Bu yüzden bedenin tarihi bir bakima dokunmanin tarihidir. Bedeni hatirlatan ve gerçeklestiren yalnizca dokunmadir. Çünkü insanin bedeniyle karsilasmasi ve onun varliğinin farkina varmasi ilk dokunmayla gerçeklik kazanmistir. Insan dokunarak bedeninin farkina varir. Ama bu çoğu zaman haset ve sükranin belirleyici olduğu bir eylem olarak ortaya çikar. Bu bağlamda insanin bedeniyle karsilasma ve ona dokunma sürecini anne memesini emmesiyle baslatabiliriz. Insan, dokunma arzusunu ilk anne memesiyle yasar. Çocuğun annesinin memesini emerken duyduğu sükranla anne emzirmeyi biraktiğinda öfkeyle duyduğu haset dokunmayi ve onun insana iliskin devasa anlamini açiklar. Bundan insanin kendinden önce annesi yoluyla baska birinin bedeninin farkina vardiği anlami çikartilabilir. Devamla o farkina varmanin bir zaman sonra insani kendi bedenine yönelttiğini yazabilirim. Insanin bedenle iliskisi ise yalnizca dokunmadir. Baska bir deyisle insanin bedenle iliskisi dokunma temellidir. Bedeni bir cazibe ve arzu merkezi haline getiren de dokunmadir. Dokunma bir sevgi belirtisi olduğu kadar bir duyma biçimidir. Ama dokunma ayni zamanda siddettir. Çocuğun anne memesini isirmasi kadar kendine dokunmasi da arzu ve siddet doludur. Bu bağlamda kadin ya da erkeğin sünneti, cinsel iliski, sevisme,doğum bu siddeti daha boyutlu ve sorunlu hale getirir. Yasadiklarina, aldiği hazza ve aciya bağli olarak dokunma biçim değistirir. Insan hayatindaki en özgür dokunma ve bedene yönelik eylem çocuklukta olusur. Çünkü çocuklarin bedene ve bir baskasinin bedenine yönelik eylemini ilgi, merak, arzu ve haz belirler. Çocuk da belirtilmis olanin disinda o arzuyu özgürce yasar. Bu nedenle, insanin tek bedensel
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 16
özgürlüğü çocukluktadir. Açikçasi insan bedeni, insanin çocukluğunda özgürdür. Çocuk bedenine her türlü siddeti uygulayarak dokunur. Düsündüğünün acisindan çok yasadiğinin acisini ister. Yasamak istediğinin acisini tercih eder. Çocuk sonuçlardan çok arzuladiği ve yapmak istediği ile ilgilidir. Çocuğun belirtilmis korkuyu bilmemesi onun asil imkanidir. Çünkü çocukluk bir kurgu değil tersine bir yasantidir, yasamadir. Insanin kendi olma ve kendiyle bas basa kalma halidir. Insan kendiyle yalniz ve bas basa kalma hallerinde bedenini kesfeder. O hale baska birini dahil ettiğinde ise bir baskasi üstünden kendi bedenini kesfe bir kez daha yönelir.
Bedenin kesfi ise her düzlemde her dönemde erotizm olarak algilanmaya açiktir. Çünkü dokunma en büyük sevgi belirtisi olduğu kadar arzulama ve haz alma pratiğidir. Kendine ya da bir baskasina siddetle dokunma, insana haz verir. Her dokunmanin muhakkak erotik bir yani vardir. Çünkü dokunma arzu ile ilgilidir. Baska bir deyisle dokunma, bir biçimde erotik uyarilmaya yol açar. Söz gelimi bir doktorun her hangi bir hastasinin açik yarasini dikerken olusturduğu dokunma, birakin uyarilmayi bosalmaya bile yol açabilir. Çocuk cinsiyetsiz bir cinselliği yasarken özgürlüğünün tadini çikarir. Kiz kiza, oğlan oğlana, oğlan kiza ve daha baska cinsellik biçimlerinden, ask
ve insani iliskilerden söz ediyorum. Öyleyse çocukluk dokunmanin tam bir arzu haline geldiği mutlu zamandir . Bu yüzden de essiz ve tektendir. Ne yazik ki kimsenin o mutlu zamana bir daha dönme sansi yoktur. Buysa baska bir beden ya da insanin bedenine yabancilasmasinin baslangicidir. Yabancilasmayi uygarlikla baslatabiliriz. Richard Sennett’e göre “Bati uygarliği bedenin haysiyetine ve insan bedenlerinin çesitliliğine hürmet etmekte hep zorlanmistir. (Ten ve Tas,2002) Sennett’in bedene iliskin ayrimi aslinda uygarliğin bedene yönelik egemenliğini imlemektedir. Söz konusu egemenlikse giyinme, örtünme gibi yöntemlerle bedeni hem yeknesaklastirir , hem de tektiplestirir. Oysa “Doğa, kendini perdelemeyen bir çiplakliktir.” (Imgenin Pornografisi, Zeynep Sayin, 2003) Uygarlik, bedenler arasindaki ayrimlari ortadan kaldirir. Buysa insanin arzularini ve içgüdülerini bastirmanin yollarindan biridir. Asil yabancilasma ise bedenin görsel bir imge haline gelmesiyle yasanacaktir. Uygarlik insanin bedeniyle arasindaki uzakliktir. Baska bir deyisle insanin bedeniyle uzakliğini olusturan ve dayatan uygarliktir. Üretim iliskilerinin değismesinden insanin avciliği öğrenmesine kadar bütün uygarlik süreçleri, her geçen gün insani bedeninden uzaklastirmasinin yollarini bulacaktir. Uygarliği bir düzen olarak düsünürsek Sennett’in düzeni temassizlik olarak kabul etmesini anlamakta zorluk çekmeyiz. Günümüz dünyasinin düzeni dokunmayi güvenliksiz ilan ederek insani daha güvenlikli ve özel bir alana yani sanal dünyaya çoktan dahil etmistir. Buysa bedenin yalnizca görsel bir imge olarak yer aldiği bir dünyadir. Bu noktada Ellias’in “uygarlik, içgüdülerin gemlenmesi üstüne kuruludur.” demesi de bedenin geleceği açisindan oldukça açiklayici bir düsüncedir. Yemeden içmeye,isemeye, siçmaya hatta
beden cinselliğe kadar her sey eğer insanin içgüdülerinin sonucu ise bunun gemlenmesi, bastirilmasi bir gizlilik halinde yasanmasi uygarliğin insan üstünde yine insan tarafindan uyguladiği tahakküm olarak algilanabilir. Bu bağlamda uygarlik bedene yönelik bir tahakkümdür. Bedenin tahakküm altina alinmasi ise insanin kendine yabancilasmasinin baslangicidir. Ilk karsimiza çikansa arzulari bastirmak için bedenin insandan yine insan tarafindan dislanmasi, hatta reddedilmesidir. Bu insan ve bedeni üstünde baski olusturan bir güçtür. Örtünmeden bedenin dokunulmaz yerlerine kadar her sey, bu baskinin olusturduğu seyler olup çikar. Insanin sümüğü, tükürüğü, diskisi, idrari, kani bil cümle akintilari, atiklari bedenin farkli fonksiyonlari, özellikle de cinselliği; ona karsiliğin ve bastirmanin nedenidir. Bataille “Cinsel davranislari atiklar olusturmaktadir, onlari utanç duyduğumuz bölümlerin içine aliyoruz ve anal deliğini de bunlarla birlestiriyoruz.” derken bunu açiklamaya çalismaktadir. (Erotizm,1993) Bu insanin bir atik olduğu ve atiklardan olustuğu gerçeğini tersyüz eder. Orada da kalmaz Bataille cinsel davranislari da atiklarin olusturduğunu söyleyecek kadar ileri gider. Saint Augustin ise “kaka ile sidiğin arasindan geliyoruz” derken insanin ve cinselliğin atiklardan olustuğunu ve bunun doğal bir durum olduğunu belirtmis olur. Öyleyse gizlilik ve sinirlama steril olmanin bir ön kosulu olarak uygar insan hepsini yasa disi ilan etmekte bir sakinca görmeyecektir. Bataille ise insana yönelik bütün yasaklari bastan patolojik bulacaktir. “Içimizdeki cinsel özgürlüğe ters düsen yasak geneldir,evrenseldir; özel yasaklar ise bu temel yasağin değiskenleridir.” diyecektir.(Bataille,a.g.y.) Bu yüzden bastirma ve gizlilik, insanin kendi bedenine mesafeli olmasini ona uzak durmasini sağlar. Bu aslinda insanin disinda olusturulan ve kurgulanan bir seydir. Insanin kendiliğinin önüne geçen, onu ortadan kaldiran bir olgudur. Çünkü insan bedeninin çoğu fonksiyonu, uygarlik karsisinda muteber değildir. Tersine gizlenmesi ya da gözden irak tutulmasi
hatta yasaklanmasi gerekir. Uygarlik insanin kendi atik ve akintilarini ve daha özelde bedenine düsman haline getirir. Buysa uygarliğin bir tahakküm biçimi olduğunu gösterir. Uygarliğin insan ve doğa üzerinde bir tahakküm bir otorite olduğunu somutlar. Buysa insanin bedeniyle ve bedenlerle iliskisini ya geriletir ya da ortadan kaldirir. Bu yüzden beden hep gizlilik olarak anilir ve gizlilikle ona ulasilir. Çünkü delinmeyen yasak yoktur! Örtünmenin anlami da bu dediğime eklenen baska bir olgudur. Ama örtünmeye rağmen insan bedenini, onun hatlarini, kivrimlarini, oyuklarini, siskinliklerini daha doğrusu insan bedenini, örtünmesine rağmen ortaya çikarmaya ve belirtmeye uğrasir. Bu insanin bedenine kendinin ya da bir baskasinin dokunmasina yönelik bir ilgi ve merak, dahasi açik bir çağridir. Özünde insan bedenini arzusundan ve içgüdülerinden dolayi merak eder. Arzu ve içgüdü ise insanda bedene yönelik bir dokunma ve siddet isteğini belirginlestirir. Uygarliksa olacaksa bunun büyük bir gizlilikle olmasini ya da hiç olmamasini talep eder, yasaklar! Uygarlik bir verililik ve normallik halidir. Bedenin fonksiyonlarini bir anormallik haline getirerek kendinin “ihtiyaç kabul ettiği” (!) normalliği olusturur. Bu bir bakima erkek bedeninin erkeklesme kadin bedeninin ise kadinlasma serüvenidir. Aile,okul ve daha baska kapatilma ve gözetleme biçimleri, bunu olusturmaya yarar. Buysa zihinsel bir yolla değil de fizyolojik olarak bedene bağli olarak gelisir. Oysa fizyolojik olarak erkek ya da kadin olmak, erkek ya da kadin olmak için yeterli değildir. Böylelikle çocukluğun cinselliği de içine alan özgürlüğü, uygarliğin egemenlik alanina dahil edilir. Çocuğun ya da baska birinin bedeniyle iliskisi, ona dokunma ve tanima israri bir anda kesintiye uğrar. Insanin doğasi ve onun olusturduğu cinsellik ve davranis biçimleri yerini baska bir seye birakir. Bu da insanin kendi olmama, bir kurgu haline gelme sürecinin baslangicidir. Üreme amaçli cinsellik burada tek belirleyicidir. Üreme amaçli cinsellik, insan bedenine iliskin zorunlu hale getirilen tek biçimdir. Sonrasinda insan
tüm davranislariyla, cinselliğiyle artik bir kurgudan ibarettir. Oysa çocukluğumuza gittiğimizde insanin cinselliği içinde cinsiyetin hiç de önemli olmadiğini görürüz. Çocuk, cinsiyetçi yaklasimlardan uzak bedenine istediği gibi dokunur baska birinin de bedenine istediği gibi dokunmasina izin verir. Cinselliğin istediği biçimini yasamakta bir sorun görmez. Kendi bedeninden dolayi ve o bedenle iliski kurmak için bir erkek baska bir erkeğin, bir kadin baska bir kadinin bedenine ilgi duyar. Onun bedeni üstünden kendi bedeniyle iliski kurar. Baska birinin bedeniyle kendi bedenine dokunmayi öğrenir. Bunun için makul gerekçeleri de vardir. Insanin anne memesinden sonra ilk karsilastiği kendi bedenidir. Daha sonra annesinin, babasinin, kardeslerinin ya da arkadaslarinin bedeniyle karsilasacaktir. Ama kimi zaman insan kendi bedenini bilmediğinden dolayi dokunmaya korkar. Dokunmaya baska birisinin bedeninden baslar ya da baska birinin bedenine dokunmasina izin erir. Eğer içine girme içine almaysa dokunmanin doğal bulunmasi da gerekir. Ama öyle olmaz! Çocuklarin çoğu zaman cinsellik temelli oyunlari yetiskinlerin ilk karsi çiktilari olgulardir. Hatta kizlar erkeklerle, erkekler de kizlarla oyun oynamaya zorlanir. Merak edeceği tek beden kendi ya da hem cinsinin bedeni değil, karsi cinsin bedeni olmak zorundadir. Bu aslinda daha ileride, verili cinselliği olusturan olgulardan biri de olacaktir. Verili cinsellik, ancak karsi cinsle ama belirlenmis haliyle yasanir. Çünkü yasanacaksa üreme amaçli bir cinsellik yasanmalidir. Üreme amaçli bir cinsellikse ilkeldir ve bedenin kesfine engeldir. Erotizm ise bedenin sürekli kesfine dayanir. Bu bağlamda erotizmin sinirlari ve dokunulmazliklari yoktur. Bedenin her yeri erotizmin ilgi alani içindedir. Bu noktada erotizm bedenin tekten talebidir. Çünkü insan yasamak ve duymak istedikleri ile ilgilidir. Bataille bir yerde erotizmi, “kayboluyorum” diye tanimlar. Crispin Sartwell ise bu “Kisi zevk içinde ‘kendini unutur’ ve hatta zevkin kaynağini unutur; kapilir gider, neye kapildiğini unutur.” diye
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 17
beden açiklayacaktir.(Edepsizlik, anarsi ve gerçeklik,1999) Kaybolma hazzin doruğudur. Verili cinsellik ise, doruktan düsme halidir.Çünkü insanin bedenine yönelik iliskisi arzu ve haz temellidir. Arzu ve haz ise hiçbir biçimde verili ve belirlenmis hale getirilemeyecek bir durumdur. Bu noktada erkeğin erkek bedenini, kadinin kadin bedenini, annesinden dolayi erkeğin kadin bedenini, babasindan dolayi kadinin erkek bedenini merak etmesi insana iliskin psikolojik bir durumdur. Ayrica insan hayatina bağli olarak, olmasi gerekendir. Kadinin ya da erkeğin ilk gördüğü erkeği kadini sevmesi ona ilgisi duymasi, merak etmesi ve dokunmak istemesi kadar doğal baska bir sey yoktur. Bütün bunlari yalnizca bedene duyulan bir ilgi olarak açiklamak zordur. Özellikle erkek bedeninin fizyolojisine bağli olarak yine bedenin farkli özellikleri devreye girer. Daha doğrusu erkeğin erojen bölgeleri, burada tartismamiz gereken bir durumdur. Erkeğin en erojen bölgesinin prostatindan dolayi anüsü ve rektumunun olmasi tarih boyunca cinselliği tek bir biçim olmaktan çikarip biçimler haline getiren bir durumdur. Bir bakima cinselliği üreme amaçli olmaktan çikarir. Buna bağli olarak Bataille “Kadinlarin erkeklerden daha güzel olduklari ve daha çekici olduklarini söylemek yanlistir.” diyecektir. Bu aslinda erkeğin bedenine ve bir baskasinin bedenine yönelik ilgisini dönüstüren bir olgudur. Tarih bu ilginin özgürce yasandiği hayatlarla doludur. Ama verili cinsellik, bunu da engellemistir. Arzuyla dokunma bir haz alma yoluysa bunun sinirlarinin olmamasi gerekir. Ne var ki verili cinsellik ancak sinirlarla ve yasaklarla olusur, olusturulur. Sinirsa, hazzin hep önüne çikan bir settir. Verili cinsellik bedenin her noktasinin kesfini engeller. Çünkü söz konusu kesif erotizmi ya da cinselliği baska biçimlerde yasamayi sağlar. Buysa uygarliğin istemeyeceği bir durumdur. Çünkü yürürlükte, olan bir biçimde bozulmus ya da yikilmis olacaktir. Bu yüzden uygarlik insanin arzularini bastirarak kendini gelistirir.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 18
Günümüzde ise bu insani tamamiyla teslim almaya dönmüstür. Ama bir farkla, hayatin disinda en azindan sanal olarak ve dokunmadan istediğini yasamaya izin vererek! Bu aslinda tas gibi, insanin bedenine bir biçim verilme sürecidir. Tasa biçim veren insan, bedenine ve kendine biçim vermekte bir beis görmemistir. Insanin günümüzdeki bedenine yabanciliğini buna borçluyuz. Buysa insanin bedenle iliskisini günümüzde görsellestirir ve pornografik bir biçimde basta kendini bedeni olmak üzere izlemeyle, gözetlemeyle, bakmayla sinirlar. Pornografinin görsel dünyasi, dokunmayi ortadan kaldirarak bedenle kurulan iliskiyi steril bir ortama tasir ve bakmayla sinirlar. Bu da internet dünyasidir. Fanusun içidir. Belki bu dünyaya görsel basin da eklenebilir. Günümüz dünyasinda Zeynep Sayin’in deyimiyle “göze değil, dolayimsiz olarak bakisa seslenen bir pornografi egemendir” . (Imgenin Pornografisi,2003) hatta Sayin “dayanilmaz bir arti-ürün olarak tüketilen ve bakislari doyuran imgenin kendi, daha bastan varolusu gereği pornografiktir.” diyecektir. (a.g.y.) Daha ileri giderek, pornografik bedeni gösterse bile “vermeyen” bir beden olarak ilan edecektir. Buysa duyulari gerileten, hatta körelten bir olusturmadir. Insanin bakisina yönelik bu “tatmin etme”, “yönlendirme ve denetleme” isteği ve düsüncesinden baska bir sey değildir. Buysa Sayin’in deyisiyle “bakan gözü denetlemek” anlamina gelir. Bunun günümüz insanini yönlendirme ve denetleme disinda asil ilgilendiren ve insani çeken yani ise, özel bir alanda gerçeklesiyor olmasidir. Çünkü dokunmak her zaman riskli ve güvenliksizdir. Bu yüzden günümüz dünyasi insana tekno-erotizmi baska bir deyisle elektronik erotizmi dayatir. Söz konusu pornografi temelli erotizm, risksiz ve güvenliklidir. Çünkü dokunma eylemi tamamiyla ortadan kalkmistir. Her sey zihinsel olarak yasanir ve yalnizca göze dayalidir. Zihinsel bir yasamda ise, dokunmadiğimiz için bedenin gerçek olup olmadiğini bilemeyiz. Bunun sonucu ise, insanin bedenini unutmasi ve kendine yabancilasmasidir. Ne yazik ki insan ve bedeni, günümüzde
bunu yasiyor. Bu bağlamda cinsel çesitlilik ve farkli ask biçimleri, bu gerçek disilik karsisinda hiçbir sey ifade etmis olmuyor. Büyük ölçüde günümüzde tasa ve insanin bedenine biçim verme sürecinin tamamlandiğini söylemememiz için pek bir nedenimiz kalmadi! Günümüz insani, bedenini hatirlamakta zorluk çekiyor, onu yalnizca gördüğü yani ona yalnizca baktiği için karsi karsiya kaldiğinda arzuyla değil korkuyla dokunuyor. Insan seyrettiği, izlediği, gözetlediği her sey gibi, bedeni karsisinda pasif bir seyircidir. Pornografi göze dayali bir eylem olarak insani müthis derecede pasiflestirir. Hatta gelinen noktada insan bedenin/in seyircisi bile değildir. Kapisini kapattiktan sonra fanusun içinde bulduğudur. Karsilastiği steril bedeni onun için hiçbir anlama gelmiyor. Bu insanin kendilesme ve kendiyle yalniz kalma sürecinin de sonu demektir. Anarsistlerden escinsellere, çevrecilere, yesillere iktidarlasmayanlarin ve dislanmislarin bedeni de, gözü de bu görsel dünyanin cansiz ve yalnizca bakan nesneleri olmaya doğru hizla gidiyor. Kendilerine yegane ve güvenlikli iletisim alani olarak gördükleri internet dünyasi onlari da bu dünyanin parçasi yapmaya hazirlaniyor. Ne yapmali? Bu insanin bedenine ve kendine iliskin sorduğu sürekli bir soru olduğuna göre, verilecek olan yanit da bastan bellidir. Insan bedeninin çocukluktaki o mutlu zamanin özgürlüğünün bütün biçimlerine ihtiyaci var. Belki o mutlu zamana yeniden dönemeyiz ama bedenimizi yeniden kazanabiliriz. O zaman hatirlamak için önce gözümüzü kapatip küfür edelim! Çünkü edepsizlik ve bayağilik öncesinde sonrasinda bedeni hatirlatir. Bedeni, adiliği ve bayağiliği ile hatirlamaksa insanin bedenine geri dönmesidir. Öyle ya; “dünya erdem ve güzellik kadar sidik ve bokla birlikte vardir.” Gelin, bedenin denetimini kendimiz için kaybedelim. Birakalim bedenimiz zihnimizi ele geçirsin. Kendi hayatimiz pahasina bedenimizi özgürlestirelim. Disari çikalim ve dünyaya karisalim. Bedenimiz bizi ele geçirip aklimizi ihlal etsin. Bedene iliskin her sey muteberdir. Sikmek ve sikismek dahil!
kültür-sanat
“düğüm atildiği yerde çözülür...”
Tanri-Kadin ve Akhilleus... Mahmut Sefik Nil, Psikolog
Narsisizm, sudaki yansimasina asik olup ona kavusmak için eğilince düsüp ölen Narkissos’tan gelen bir kelime. Kisinin kendi değerinin farkinda olmasi gibi olumlu bir düzeyi bulunsa da genel kullanimi kendini ask körlüğü içerisinde “diğerlerinden” ayirmak, efsanedeki gibi neredeyse ölümü pahasina, yok olmasi pahasina kendine “bakmak”, sevmektir. Ruhbilime göre yasam, insan aktarimlari ile sekillenen bir süreçtir. Yani bir insan kendini nasil algiliyorsa yasama dair yansitmalari, üretimleri, hatta cümleleri de o algilanan içeriği barindirir. Bu anlamda narsisistik bir kisilik yapisi, yasami da kendinin bir uzantisi ve organi olarak algilayip, evrende biricikliğini ve tek tasarruf sahibi olusunu yasantilayacaktir. Oysa yasam “birden fazlasi” ile organize olabilen bir süreçtir. Zaman-mekan ve hareket, en az iki nokta gerektirir. Narsisistik bir yapi ise tek nokta olus içeriği ile yasamsalliktan uzak bir fotoğrafi andirir. Truva adli film bu anlamda bir çok çağrisimi harekete geçiriyor. Bir sahnede Truva yaniyor ve kral yasadiği felakete inanamayan gözlerinde dehset, sadece izliyor. Yenilmez Truva delik desik olmus, geçilmez bilinen sağlam duvarlar hiçbir ise yaramamistir. Film boyunca duvarlarin sağlamliğina yapilan göndermeler etkisiz hale gelenin sadece duvarlar olmadiğini, ayni zamanda kralin kendilik algisinda da bir seylerin yikildiğini düsündürüyor. ‘Kralin duvarlari’ gibi nesneleri vardir insanlarin; kimi zaman kariyeri, kimi zaman bilgileri, kimi zaman asklari.. Kisi bu nesnelerle öyle bütünlesmistir ki onlara dönük en ufak bir elestiri ya da az görünen övgü kisinin kendisine dönük ağir bir hakaret gibi
algilanabilir. Enerjinin bağlandiği nesne artik kisinin kendiliğini temsilen süreklilik kazanir ve kendini sevme yolu olur. Bu nesneleri narsisistik aktarim nesneleri olarak adlandirabiliriz. Fanatizm özünde mantik kabul etmeyen bir tutumdur. Bazen pes pese gelen olaylar kontrolden çikar ve kisinin yapabildiği sadece dehsetle izlemektir. Insan öyle anlarda bir esik noktasina kadar, hayret ve korku içinde olaylari sadece izler. 'Brooklyn’e Son Çikis', 'Bir Rüyaya Ağit' gibi filmlerdeki kurgular bizleri de bu dehsetin içine sürükler. Öyle bir an gelir ki artik hiçbir seyin eskisi gibi olmayacağini anlariz birlikte. Çivi-nal hikayesi, ufak baslayan bir olay hizla kendinden sonra geleni belirlemis ve dalga dalga büyümüstür yikim. En derinde durdurulamayan ölümü animsatan bir çöküstür bu, big crunch… Varolusçu bir ifade ile zeminin hizla parçalanmasi ve bu süreci durduracak hiçbir sey yapamamanin çaresizliği, insan narsisizmlerine evrenin attiği en büyük tokattir ve insana sinirlarini öğreten deneyimlerinde gizlidir. Bu sinirlarin öğrenilisi bazen narsisistik zedelenme olarak adlandirilabilir. Truva filmindeki tek narsisistik aktarim nesnesi yikilmaz duvarlar değil elbette. Akhilleus'un kendisi, hem annesinin narsisistik aktarim nesnesidir hem de ve dolayisi ile narsisistik bir kisiliktir; film boyunca yenilmez, her anlamda herkesten üstün, yari tanri bir kahraman olarak karsimiza çikar. Akhilleus, annesinin yönlendirmesi ile Truva’ya gidis sahnesi, kisinin narsisistik aktarim nesneleri ile iliskisini anlamamiz açisindan özellikle önemlidir. Burada anlamaya çalisacağimiz iliski anne-oğul iliskisidir ki, uzun yillardir bir çok kuramci tarafindan çok boyutlu olarak ele alinmistir. Sahnenin içeriğine girmeden
önce, yönetmen gibi, efsane kökenli bir çok veriyi bilerek göz ardi edip bir kadinin anne olduğu ilk anlara yoğunlasalim. Soulé’nin Ferenczi’den alintisi ile; bir kadin bebek tasidiği için yoğun bir narsisistik hoslanma içine girer. Birden bire ailesi ve toplumu içinde farkli bir yer sahibi olmustur. Artik yasamin kendisi ve insanliğin devaminin halkasidir. Bir uterus olarak hayatin tamamini tasimaktadir(1). Uterus-kadin, tanrilasmis ve bir hayat yaratmaktadir. Üstelik bebeğe aktardiği genleri sayesinde yasanacak yeni bir ömrü, ezeli rakibi olan kadin-annesi ile denklik sağlayacak gerçek bir firsati daha olmustur. Bu yeni firsat yasamadiği çocukluk hayallerinden hareketle simdiden tasarlanmaya baslanmistir. Ancak çok islevsel bir pürüz vardir. Bebeğin bir diğer yarisi bir yabancidan aktarilmadir. Eğer bebeğin diğer yarisinin aktarildiği esi ile ask yasantisi varsa bu durumda çocuk bir türlü eriyerek birlesemediği esi ile “yeni ve mükemmel” bir varolusun simgesi olarak ayri bir dinamiği daha harekete geçirici olacaktir. Ask yasantisi yoksa uterustanri-kadinin kendi elleriyle var ettiği hayat kusurlu olabilecek ancak bu pürüz, istenmeyen özelliklerin “diğer”inden geldiği açiklamasi ile narsisistik zedelenmeyi engelleyecek ve aktarimin sorunsuz devam etmesine imkan verecek islevselliği barindiracaktir. Bir kadindan anne-kadina dönüsmek dinsel, tarihsel, toplumsal ve bireysel tüm tesviklere -ve tam da bu nedenle bu kadar çok tesvik edilmesinerağmen bir kadin için hem çok güçlü sevgi, hem de çok güçlü nefret uyandirici karmasik bir yasantidir. Bu noktada bir imgesel çocuk tasariminin idealize edilmesi ve yukaridaki tesvik sistemlerinin harekete geçmesi bu
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 19
kültür-sanat nefretin bastirilmasini yada dayanilabilir düzeye indirilebilmesini sağlar. Ancak Lebovici’nin ifadesi ile bastirilan bu nefret bebeğin kendi isini yapmadiği zaman, yani bir aktarim nesnesi olarak ona yüklenen imge çocuk görevlerini aksattiği, anne babayi hayal kirikliğina uğrattiği ve bir sonraki kusağa aktarilacak olan aile ismini tasiyamadiği zamanlar tekrardan ortaya çikar. (1) Bu noktada Akhilleus ve annesinin filmdeki iliskisine dönebiliriz. Filmde annesi Akhilleus'u Truva’ya savasmaya gitmesi için ikna etmeye çalismaktadir. Akhilleus gitmek istemez ancak annesinin israri çok açiktir. Oğlu Truva’ya gitmeli ve savasta ölmelidir. Bu onun (gerçekte hangisinin bilinmez) ölümsüz olma yolu olacaktir. Eğer truva’ya gitmez ve siradan biri gibi yasamayi seçerse ismi en fazla iki kusak kadar anilacak ve sonra da unutulup gidecektir. Ancak ölümsüz olmasinin tek yolu Truva’da savasmasidir. Bu noktada annenin gitmediği takdirde Akhilleus'a yönelik bir nefret yasantisi gelistirdiği oldukça açiktir. 'Ölümsüz Akhilleus' isminin, annenin kendi varliği ve devamliliği ile bir ilgisi vardir; oğlu kendiliğinin ayrismamis nesnesi, bir uzantisidir, oğlu üzerinden ulasabileceği yer, her hangi bir organi ile uzandiği hedefinden farksiz yasantilanmaktadir. Bir efsanenin annesi olarak ölümsüzlesmek isteyen anne, topladiği deniz kabuklarindan yaptiği kolyelere bir yenisini eklerken oğlunu yönetmek için boynuna geçirdiği prangalara bir yenisini ekler gibidir. Filmin efsanelere tezat genel gerçekçi havasinin disinda yari mistik bir dille islenen anne-oğul iliskisidir izlediğimiz: anne sedefli deniz kabuklari toplarken aniden belirir ve filmin sonuna kadar bir daha görünmez. Ancak yaptiği kolye görünür. (anne öğüdü) Odipal boyun bağini simgeleyen kolyeyi bir tek sey kirabilir. Kendini tanrilara adayarak tanrisallasma yolunu seçen bir baska kadin. Briseis ile bir sahnede tanrilar hakkinda konusurken Akhilleus tanrilarin insanlari kiskandiklarini söyler. Bakire ve kendini tanrilara adayarak onlarla bütünlesme arzusunda olan kadin simgesel bir sekilde Akhilleus'u annesinin tutsak ettiği organindan,
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 20
boynundan öldürmeye çalisir. Elbette bir ipin üzerindeki düğüm atildiği yerde çözülür. Akhilleus bir diğer kadindan gelen bu “teklif”i de kabul eder ancak paradoksal biçimde Akhilleus ölünce adinin ölümsüz olacağini tekrarlarken, Briseis onu öldürmeyerek ölümlülerin dünyasina çağirir. Ölümsüz tanrilarin insanlarin sonluluğunu kiskandiğini düsünen ve derinlerinde ölümsüzlüğün sonsuz yorgunluğunu yasayan Akhilleus bu sembolik daveti kabul eder. Briseis'e asik olur ve adamlarina savastan çekilmeleri için emir verir. Bu noktada yari tanri kahraman olan Akhilleus'u insanlastiran asktir. Ask, ben ben diyen kisiye sen demeyi öğretir derler. Oldukça tartismali ve incelenmesi gereken bir çok soruyu barindirmakla birlikte narsisizmden çikisin (ötekine odaklanabilmenin) gene narsisistik bir aktarimla ifade edilmesi cidden paradoksal görünüyor. Artik Akhilleus değismektedir. Askin dokunusu onu siradan ölümlüler gibi 23 kusaklik bir ölümsüzlük tercihine götürür. Bu noktada hayatin cilveleri bitmez –film boyunca da bitmeyecektir zaten- bir değisim kendinden sonra gelen tüm tarihi değistirir ve bir baska dinamik beklendiği sekilde harekete geçer: Film içinde tanik olduğumuz özel bir dinamik de Akhilleus ve yeğeninin iliskisindedir. Sembolik düzeyde yeğeni oğlu yerine geçer. Onu eğitir, savasmayi öğretir, bir anlamda kendini aktararak yeni bir Akhilleus yaratir. Ancak, Akhilleus'un asik olup değismesi ile birlikte sembolik yari tanri ölümsüz babayi kaybeden yeğen-oğul, ülkülestirdiği nesnenin siradanlasmasina bir tepki olarak onun yerine geçer ve terliğini giydiği babasi gibi olduğunu düsünen bir çocuk gibi Akhilleus'un giysilerini giyerek Hektor ile savasarak ölür. Ölenin Akhilleus olmadiğinin anlasildiği sahne bir değisim noktasidir. Insan hayatini değistiren olaylar geri dönüsü olmayan noktalarda yatar. Böyle olaylar sert müdahaleler gerektirir: Kendi yetistirdiği özelinin, oğul-yeğeninin öldürüldüğünü gören Akhilleus derin bir öfke ile Hektor’la savasmaya gider. Bu noktada Kohut’un bakis açisini ödünç almak oldukça açiklayici olacaktir. Kohut (1972) erken çocukluk dönemlerindeki narsisistik zedelenmelerin kalici ya da alevlenen
narsisistik öfke ile sonuçlanacağini, intikam ihtiyacinin narsisistik öfkenin karakteristik bir özelliği olduğunu, zedelenmis kendiliğin intikam yoluyla onarima duyduğu ihtiyaci gidermeye çalistiğini ifade eder. Bir çocuğun narsisistik olarak nasil zedelenir olduğu sorusunun bir çok yaniti olsa bile, yetersiz ve özensiz bakim, çocuğun istek ve arzularinin alayci yada asağilayici bir dille geri çevrilmesi, onun sevilebilir biri olduğuna iliskin geri bildirim niteliği tasiyacak iliskinin kurulmamasi ve en önemlisi çocuğun “birey” olarak kendilik algisina saygi duyulmayip anne-babanin imgesel kendiliğinin devami niteliğinde yönlendirilmesi yeterli olacaktir. Bir çok çocuk nedenini anlamadiği halde yetenek ve yönelimlerini birakarak anne-babanin isaret ettiği kisi olmaya zorlanir. Akhilleus'un da Truva’ya savasa gitmesi yönündeki sahneden hareketle benzer bir süreçten geçtiğini varsaymak gerçekçilik eğilimleri nedeniyle en azindan filmin yönetmenini memnun edeceğe benziyor. Kohut’un vurguladiği intikam ve tüm güçlülük motifini filmin akisi içerisinde Hektor’un cesedinin sokak aralarinda sürüklendiği sahnede izleyebiliyoruz. Ancak narsisistik kümelenmelerine, tüm güçlülük gösterilerine rağmen Briseis’nin kendinden uzaklasmasina dayanamayan Akhilleus'u Truva atinin içinden inerken görürüz. Bu noktada ebeveyninin tasarimlari ile kendi tasarimlari arasinda savasan bir ergen gibidir Akhilleus. Evet savasin içindedir ancak motivasyonu Briseis’i kurtarma yönündedir. Bu kez ask uğruna girdiği savasta yine aski simgeleyen Paris’in okuyla topuğundan, “tek zayif yerinden” vurulusu ile ölür. Bu ok, Eros’un oku bir anlamda ve ask insani zayif yerinden vurur ve öldürür, ölmek yeniden doğmanin (değismenin) tek yoludur. Anne-babanin isaret ettiği tasarimlardan kisiyi uzaklastiran, ergenlik dönemi ile birlikte Eros’un firlattiği ask ve cinsellik oklarindan baskasi da değildir zaten. (1) SOULE (M) et col., Fötüs Psikiyatrisi, Dr. A. Zafer Atasoy’un tercümesi ile
mekan
Ayilar Mekan Arayisinda Pence’re
Turkiye’de Ayilik Hareketinin baslangiç günlerinde ‘Kendi gibi insanlarin gittiği bir mekan arayisinda olanlar kendilerine kucak açan Tarlabasi Bulvari’ndaki ... Bar’i buldular. Uzunca bir donem (Ayilik Hareketinin uzunluğuna göre uzun) ... Bar Türkiye’deki Ayilar ve yurtdisindan ziyaret için gelen turist Ayilar için vazgeçilmez bir mekan oldu. Isletmecinin mekan değistirmesi ve yeni bir mekanin basina geçmesi ardindan neredeyse tüm hareket Ingiliz Konsolosluğu sokağindaki yeni mekan ...’e kaydi.Bu değisiklikte isletmecinin de payi tartisilmaz; çünkü Ayilarin nasil bir ortam pesinde olduğunu az çok hissedebiliyordu. Zaman geçtikçe ve baska alternatifi olmadiğinin farkina varan bar isletmesi maddi kazancin büyüsünde ne yazik ki misafirlerinin isteklerinden gittikçe uzaklasti. Ayi Hareketi umutsuzca kendisini güler yüzle ağirlayacak, sevdiği müzikleri rahat olabileceği bir ortamda arkadaslari ile paylasacak ve gündelik hayatin verdiği yorgunluğu ve stresi az
da olsa unutturabilecek bir mekan aramaya basladi. Ayi Hareketine hitap etmeye çalisan ... Bar ve sonrasinda ... avlanan jigololar, sürekli kavga çikaran sarhoslar ve escinsel olmadiklarini savunan oğlancilarla dolu mekanlar haline geldiler. Üstüne amatörce ne çaldiğini bilmeyen DJ’ler ve havalandirma olmamasindan dolayi sigara içilen bir sauna havasini andiran bir kargasa ortamina gitmek hiçkimse için eğlenceli olmamaya basladi. Bu iki mekana alternatif diye düsünülen üçüncü mekan ise Istanbul Aksaray’daki ... Pub. Burasi ... ve ...’a göre çok daha vahim durumda aslinda karakter itibariyle. ... Bar ve ... escinsel mekanlar olduklarini en azindan kabul ediyorlar. ... Pub ise escinsel mekan olmadiğini israrla söylüyor ve gelen kalabaliğin çoğu da oğlanci diye tabir edilen ve escinsellikle ilgileri olmadiğini söyleyen bir kesim. Mekanda kulaklara zarar canli müzik de cabasi… Bir suç isler gibi havalandirmasi olmayan kötü tuvaletli yeralti mekanlar
veya kime hitap ettiğini isletmecilerinin bile bilmediği mekanlar yerine; güzel havalarda bahçesinde oturulabilecek, sigara içmeyenlerin de rahatca nefes alabilecekleri, fiyatlarin uygun olduğu, düzgün müziklerin çaldiği ve kimliğiyle barisik bir kitleye hitap eden karakterli bir mekan hâlâ bulunmus değil. Küçük bir umut isiği veren gelisme ise 2004 yili ile geldi. ... Bar ayni cadde üzerinde olan eski adi ile ... Bar’in isletmesini devraldi ve en azindan bizler yeraltinda havasiz bir odada eğlenmek zorunluluğundan kurtulmus olduk. Iki katli yeni ... erken saatlerde indirimli içki fiyatlari daha temiz tuvaleti ve havalandirmasi ile gelecek yillarda sahip olacağimiz yeni mekanlarin daha iyi olmaya çalismasi gerektiğini gösterdi. Neden olmasin, birgün kapisinda büyük bir gökkusaği bayrağinin özgürce dalgalandiği ve açik bahçesi olan güzel havalarda temiz havada arkadaslarimizla bulusup sohbet edebileceğimiz sosyallesebileceğimiz mekanlari göreceğimiz günler umuduyla. http://www.penchere.com
Dalindan Meyve Koparmayali Ne Kadar Oldu Acaba? Onur
Dalindan meyve koparmayali ne kadar oldu acaba? Dalindan meyve koparip yemeyeli... Bu sabah ise gitmek üzere aynanin karsisina geçmis hazirlanirken aklima düsüverdi bu fikir. Bir an burnuma , bu mevsimde yeni yeni olmaya baslayan mandalinalarin kokusu geldi ve birbiri ardina beynime hücum etti düsünceler... Insan ne kadar da doğasina aykiri yasiyor artik; Her gün dijital alarm sesleriyle uyanip, çiçekböcek,meyve-sebze kokulu dus jelleri ve sampuanlarla yikanip, stres önleyici maskeler ve enerji verici vitaminlerle güzellesip, dinçlesip, sarj olup basliyoruz yeni güne... Evden adimimizi atar atmaz toz duman bir trafik, korna sesleri, kazilmis yollar, havada uçusan küfürler ve asik suratlar "günaydin, yeni güne hazir misin" diyor kibarca (!).Ama yilmiyoruz, biraz sabir, sonra ofislerimizdeyiz. Ve ofislerimiz... Gün isiği almayan, dört duvar teknoloji, çoook katli binalar... Her gün pek çok insanin dokuz-alti tutsaklik yasadiği sik
hapishaneler... Belirli saatler içinde, belirli sekilde giyinerek ve belirli sekilde konusarak üretmeyi zorunlu kilan özgür (!) yaratma alanlarimiz.... Disarida bir hayatin akip gitmekte olduğunu bile bile "alternatif bir yasam yokmusçasina" bile isteye hapsolduğumuz sik ofisler, minimalist dösenmis güzel evler, kimsenin komsusunu tanimadiği, hayatin pencerenin ardinda kaldiği kozmopolit sehirler... Herkesin dilinde bir "biktim artik böyle yasamaktan" hikayesi. Ama nasil da yasayip gidiyoruz; bika bika, söylene söylene ama israrla varolan durumu değistirmeye değistirmeye... Hem sabirliyiz, hem inatçi. Bir o kadar da tutarsiz... Birilerinin Bali'de sörf yapmakta olduğunu, bir Italyan adasinda günesin batisini izlediğini Karadeniz'in bir köyünde toprakla uğrastiğini, küçük bir Fransiz Cafe'sinde kitap okuyup, kahve içtiğini "bile bile" , Burnumuza ara ara geliveren; deniz, balik, dağ, orman, çiçek kokusunu sineye "çeke çeke", Bazen "küfür", bazen de "sükür" ede
ede; Yasayip gidiyoruz iste... Benim canim dağ çekiyor, hatta orman, deniz,bulut, günes... Hani su çamlarin gölgesindeki meshur hamak. Ev yapimi reçel kokusu, deniz kokusu Dalga sesi, kus sesi, sessizliğin sesi... Topraği eselemek, çiplak ayak yürümek, kikir kikir gülmek Günes yaniği bir surat, deniz yildizlari, Tahta masada sabah kahvaltisi; yağli balli ekmek, Ev yapimi ekmek, topraği ekmek... Ve bu gidisle bugün isi ekmek... ... Ama benimkisi hikaye...Bir mandalina hayaliyle delirdim ama itiraf etmeli ki kendi seçimimiz bu hormonlu ,tatsiz-tuzsuz yasam. Dalindaki meyveyi göre göre koparmiyoruz biz. Zevk aliyoruz belki bu mücadeleden, hosumuza gidiyor gri plazalarda topuklarimizi vura vura yürümek ve trafikte öfkeyle küfretmek. Sehrin kalabaliğindan, karmasasindan ve hayati bu sekilde yasamanin zorluğundan güven buluyoruz biz, öyle alismisiz... Belki aksini hiç bilmiyoruz... Belki de; bir hayalimiz var ya , hep "hayal" olsun istiyoruz...
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 21
mekan
Kasabanin Erkekleri Inan
Bu küçük kasabanin erkeklerinden biri gözlerimin ta içine bakiyor selam verirken.. Hapsolmusluklari, eziklikleri, çaresizlikleri, okumamisliklari onlari bu küçük kasabaya tikmis. Çikamiyorlar. Yüksek bir mukavva kutudaki minik civcivler gibiler. Zipladikça daha hizli düsüyorlar kutuya . Hevesleri gittikçe kiriliyor. Yüzlerine bu çikamamanin verdiği burukluk oturmus. Bir de anababadan, çevreden gelen “evlen” baskisi.daha on yedi, on sekiz, en fazla yirmiler. Çaresiz boyun eğmisler kasabaya. Bazilari çocuklarindan on bes yas büyük. Onlarla konusuyorum. Içim eziliyor. Kimisi farkli, yakin bana.Ta gözümün içine bakiyor bazilari. Evlenmek istemediklerinden dem vuruyorlar, ya da yasamak istediklerinden.. Ben gibi.. “Biz de büyük sehir görsek” diyorlar, “gezsek, okusak özgür olsak.”. Ahmet var içlerinde, illa telefon numarami istiyor. Sesimi duymak istiyormus ara sira. Bunu gizlice söylüyor. Gözlerinden ask akiyor. Ama bu geçilmez duvar sadece
kasabanin çevresini sarmiyor ki, benle onun arasina da girmis. Onu alamiyorum ki kollarima. Sarilip avutamiyorum ki.. O da ilerisine cesaret edemiyor zaten. Ara sira ariyor “Sesini duymak güzel” deyip kapatiyor. Böyle avutuyor kendini belki. Hepsi isyankar içlerinde ruhlarinda. Bu bastirilmisliklarini, bu travmalarini atmak için kimisi büyük sehir gençlerine tas çikaracak kadar bakimli; kimisi de onlarla yarisacak kadar güzel giyimli ve kibar. Kasaba dolmusuna biniyorum, parayi uzattiğim kisi yakisikli ve genç.. Beni görünce selam veriyor, gözleri parliyor.. Ferdi çalarken kapatiyor teybi, Sebnem koyuyor.. Sonra bakiyorum Ferdi’nin kasetlerinin yaninda, Nazan Önceller, Sebnemler, Sezenler dizili.. Iniyorum dolmustan, Ahmet çağiriyor “Göremedim, özledim” diyor gözümün içine bakarak, bir tabak kiraz koyuyor önüme. Benim için, kendi bahçelerinden toplamis. Onlara yüklenen rolleri düsünüyorum.Mahvolan hayatlarini. Babalari okutmamis ,”Çalissin tarlada” demis. Hepsinin umutlari sönmüs. Çoğunun gey olduğunu görebiliyorum.
Ama öyle bir erkeklik yüklenmis ki.. Bastirilmis duygulari müzik dinlerken ortaya çikiyor ya da bakislarinda.. Evlenmek istemiyorum diye ağliyor kimisi, kimisi de evlenmis doğan çocuklarina, yasadiği bu hayata ağliyor. Çoğunun gözleri mavi,tenleri soğan tarlalarinin yaniği, hepsinin atasi Selanik’ten Üsküp’ten. Mavi gözler hiç deniz görmemis.. Yemyesil dağlara bakmislar hep.. Koyun gütmüsler, okulu asip. Hep sert olmayi öğretmisler onlara.. Hep küfretmeyi öğretmisler, yoksa erkek olmazlarmis. Kadinlarini eve kapatmayi öğrenmisler. Erkeklik bundan geçiyormus. Escinsellikleri bastirilmis. Escinsellik yok burada! Buradan hiç gözükmüyor Istanbul, Ankara.. Escinsellik yok ki dünyada zaten buradan bakarsan. Irgatlik var, kölelik var, tarlalar var sürülecek; kadinlar var eve kapatilip çocuk yapilacak, kurallar var, erkeklik var, kadinlik yok. Erkek dünya, erkek kurallar, yeni doğan çocuğun kulağina erkeklik fisildaniyor. Benim de içim burkuluyor.
Kasabadan Mavi Sürgün Sicağin kasabayi ve köylerini bunalttiği bir gün,çalistiğim yerden kasaba merkezine doğru jiple tozu dumana katarak ilerliyoruz. Toprak yolun iki yani da ağaçlarla çevrili. Kipkirmizi kirazlar fark ediliyor tozun dumanin arasindan. Bir de yerdeki böğürtlenli çalilar. Jipteki diğer iki arkadas jandarma erini uyariyor “biraz yavas gitsin” diyerek. “Bak burada toz içinde kaldik” diyor. Hakikaten de asfaltin uğramadiği bu yolun kenarindaki ağaçlarin rengi tozdan sararmis. Yağmur yağinca renklerini
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 22
buluyorlar. Düsünüyorum acaba bu kus uçmaz kervan geçmez yaban yerlere benden baska gey ayaği basmis midir? Elbette, diyor içim. Geylik her yerde.. Bir iki kilometre sonra ben düsüncelere dalmisken, jip yavasliyor ve stop ediyoruz.Jandarma eri “sansa bak benzin bitti” diyor. Ya depo delik ya da kontrol edilmemis olsa gerek. Biri jandarma, dört kisi iniyoruz jipten kahrederek. Dağin basinda ne yapacağimizi düsünürken, dört bes kilometre ileride bir köy olduğunu söylüyor er.Tozun sicağin içinden köye
variyoruz. Sasirtici biçimde temiz bakimli evlerden olusan bu büyük köye giriyoruz Bir benzinci buluruz belki diye düsünerek. Çevreye bakiyorum, camlar pencereler kapali. Bu yaz sicağinda perdeler çekik. Bura da yobaz kasabamin, yobaz köylerinden biri diye düsünüyorum. Anadolu her zaman sasirtmaya devam ediyor elbette .Ufacik ufacik imgeler, iki dakikalik görüntüler .Belki Anadolu'nun bu sari kompozisyonuna siğmayan imgeler bunlar. Ilerliyoruz nihayet balkonun birinde biri görünüyor.
mekan Sasiriyorum. Kadinlarin çoğunun yüzlerini erkeklere göstermediği, sokakta dolasmadiği bu yerde balkonda, sari boyali saçlariyla kolsuz tisörtüyle, makyajiyla, güzelliğiyle bir kiz hem de bu dağ köyünde. Köyün öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz kiz, bizi okula diğer öğretmen arkadasinin yanina götürüyor. Okuldayiz... Evet Anadolu ikinci sürprizini de yapiyor bana. Karsimda bir gey. Deli deliyi gözünden tanirmis ya,bana anlamli bakiyor ve gülümsüyor. Anladiğini anliyorum. Neyse bize bir araç bulduktan sonra biz yolumuza devam edip kasabaya iniyoruz. Aklim köyde.. Acaba bana mi öyle geldi diye düsünüyorum. Evet evet ben hayallerde yasiyorum diyorum. Herkesi görmek istediğim gibi görüyorum diye düsünüyorum. O aksam bunalip gezintiye çiktiğim kasabanin bos tas sokaklarinda birden ona rastliyorum. Kaçinilmaz merhaba diyoruz konusuyoruz. Oturalim teklifi kabul olunuyor. Kaldirim kenarinda oturuyoruz. Ve sohbetin ilk cümlesi geylikle ilgili oluyor. Ben biliyorum seni diyor bana. Ne diyorsun diyorum. Geri zekali pislik diyor bana. Kasabanin yüzkarasisin diyor. Neden böyle dedin dediğimde geyim ben diyor. Anlamsizlasiyorum. Herkes seni biliyor yakinda basina belalar gelecek bekle diyor. Niye dostça davranmadiğini sorduğumda susuyor. Yüzündeki belirsiz makyaji fark ediyorum. Giyinisindeki kadinsiliği da. Siritiyor bana. Ben kaçiyorum. Onun psikolojik açmazlari beni de çikmazlara sürüklüyor. Üç dört gün sonra, kahvede çember sakalli bir kasabaliyla otururken, yanimizdan gey geçiyor bana selam vermeden. Yanimdaki konusmaya basliyor o geçip gittikten sonra. Suna bak kasabamizin yüzkarasi, gençlerimizi bastan çikarip çocuklarimiza kötü örnek oluyor;bunu bu kasabadan def etmeli ne kadin ne erkek.. Günahkar bu günahkar.. Öyle düsünmüyorum diyemeden kalkip kaçiyorum. Belki Ahmet’im,ve kasabanin diğer erkekleri farkli düsünür diye umuyorum. Ahmet geliyor kahveye yaninda yanik tenli ,iri mavi gözlü iki delikanli daha var. Ben bir sey demeden geyden
konusuluyor. Meğerse kasaba çalkalanmis diyorum içimden. Bu böyle değildi kadin oldu bu diyorlar. Bu bizi bastan çikarir diyorlar. Ahmet’im de kafa salliyor. Kendi escinselliğinizden korkuyorsunuz diyemiyorum. Bunun ortaya çikma düsüncesi sizi ona saldirtiyor diyemiyorum. Sessiz kaliyorum. Ahmet’in lacivert gözlerine dalip unutmaya çalisiyorum her seyi. Ilerden gey gözüküyor. Kiritarak geliyor. Baksana diyorlar kiz çantasi da takmis. Gey göz süzüp gerdan kiriyor, bir cilve bir cilve.. kasabanin dar sokaklarinda kayboluyor. Aradan onbes gün geçiyor onu görmüyorum. Kahveye indiğimde kulak misafiri oluyorum. Dedikodular ayyuka çikmis. Oh be diyorlar kasaba ahlaksizdan temizlendi. Gencimiz çocuğumuz kurtuldu. Korkuyorum bir sey mi yaptilar diye. Ne olmus diyorum hiç bilmiyormus gibi. O günahkar var ya diyorlar, onu kasabadan sürdürdük diyorlar. Nasil yani diyorum. Burdan çikis yolu varsa ben de kullanayim bunu diye içimden geçiriyorum. Layiğini buldu . Biz onu kasabada yasatmazdik diyorlar. Amirine sikayet ettik müfettis geldi rapor tutuldu. Bodrum'a sürüldü diyorlar. Donakaliyorum. Zaten ora ,o fuhus yeri ona göre diyorlar. Biz namuslu dini bütün insanlariz böyle müsibetleri aramizda barindirmayiz dendiğini duyuyorum. Ister istemez aklima geliyor. Mavi Sürgün.. Kasabadan mavi sürgün... Bu dini bütün kasabanin dar ,tas karanlik sokaklarindan eve dönüyorum. Kafamda sürgün düsünceleri.. Feminen fobiyi lanetliyorum ama içimden. Benim sürgünüm Ahmet’in koyu mavi gözlerine. Isiği yaniyor görüyorum. Yatmamis.. Oysa yarin soğan tarlasina gidecek biliyorum. Traktörü evin önünde zaten. Geceyle birlikte kasaba da karanliğa gömülüyor.
Kadinimin Kadiniyim Kadinimin kadiniyim. Canim isterse ondan da gebe kalirim. Onlar aski bulmak için çöl çöl dolastilar. Ben istersem aski onun küpelerinden bile çikaririm. Yüksek topuğun izi küçük, darbesi aci olur. Temizler benim ellerim, kirletirsem lekesi derin olur. Hikaye beni anlatirken, misil misil uyur. Pamuktandir yatağim, gümüsten dis izim Yatağimda biraktiği iz kutsal. Saçlari dalgali deniz, gözleri iki küçük sal. Parmak izi, tenimde gül motifi, Ben onun Leyla’siyim, o benim Leyla’m Salinin altinda iki diri masal tasir ki, Sonu hiç gelmesin isterim. Yastiğinda bir siir bitse Ben baska bir sair kesilirim. Kuyusundan su çekerim geceleri Beslerim bahçemdeki karanfilleri. Kurularim parmaklarimi mendilinin arasinda Ah bu nasil makam? Ah bu nasil dua? Sevincimizi at kuyruğu yapariz bazen. Bazen topuz, kisacik kestirip bazen ağlariz. Arzulari, aksamlari bana çay içmeye gelir. Demlerim elbet. Bizim ask dediğimiz, gökten ayet indirir. Cennet, yan yanaysak cennet. Kadinimin kadiniyim Nihayet!... 3 Haziran 2004, Güzsiyah
KAOS GL Mayis - Haziran 2004 Sayi 21 Sayfa 23
medya
‘Geyler’: Isyandan Entegrasyona Mi? Ali Erol
Atilla Aydoğdu, (Birgün PAZAR) “bosuna yapmadiğini” belirttiği tanimlamalarla, “sismandan popstar olmaz, sözünün arkasinda yatan ikilemi ortaya çikarmak için” escinsellik ile popstar arasinda iliski kuruyor. Söz konusu “iliski”de homofobik bir zorlamanin olup olmadiği düsüncesi, bir gey olarak kafamdan geçse de, Aydoğdu’nun yazdiklarina genel olarak katildiğimi belirtmek isterim. Ancak tek tip escinselin olmadiği gibi tek tip geyin de olmadiği unutulduğunda, üzüm yemek bir yana birakilip is bağciyi dövmeye varabiliyor. “Gay lobisi”, “gay mafyasi” gibi yaraticiliklar artik kesmiyor olmali ki Aydoğdu, komplo teorilerinin yeniden moda olduğu bir döneme daha uygun bir tanimlamayla, moda, müzik... alanlarindaki gelismeleri, geylerle sistem arasindaki, geylerin “kendilerinin bile farkinda olmadiklari” bir “gizli anlasma” ile açikliyor. Sayet popstar bahane, homofobi sahane değilse, Atilla Aydoğdu’nun “kendisinin bile farkina varamadiği” bu durumu birlikte irdeleyebileceğimizi düsündüm.“Gay Culture”i elestirirken “Hangi Gay?” veya “Bütün geyler mi?” sorusunu akilda tutmak, homofobiden arindirmaya yetmeyecektir ancak en azindan insani komplo zihniyetinden uzak tutacaktir.
Bati Avrupa'da "homoseksüel" denilen insanlar verdikleri özgürlük mücadelesi ile kendilerini yaratirlarken ayni zamanda gey kavramini da yarattilar. Türkiyeli escinseller ise gey kavramiyla, yasadiklari toplumda her seyin alinip satildiği bir dönemde karsilastilar. 70 yillik Bati'yi yakalama yarisinin geç kalmislik sendromunun takviyesiyle, bu süreçte ortaya çikan iliskiler iyice trajikomik bir hal aliyordu. Pek çok insan, hayatlarinda ve yasadiklari toplumda hiçbir seyi değistirmeden, "homoseksüel" bile olamadan, birden "gay" oluverdi. Gey’in, Türkiye’ye neredeyse politik yönünden arindirilmis olarak girmesinden önce özellikle ve elbette ki Bati’da gey ideolojisi denilebilecek ve reddedilmesi gerektiğini düsündüğüm bir anlayis sekillendi.
BASKALDIRIDAN ENTEGRASYONA
HOMOSEKSÜELE KARSI GEY Cinsel yönelimi kendi cinsine dönük insanlar, baskalarinca adlandirilisi/yasayanlarca anlamlandirilisi farkli dönem ve toplumlarda çesitlilik gösterse de, insanlik tarihinde her zaman karsimiza çikabiliyor. Oysa cinsel yönelimi kendi cinsine dönük insanlar gey olali çok olmadi. Tüm Dünyayi etkileyen 68 kalkismasinin sarstiği Kuzey Amerika ve
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 24
hazirlamasi gerekiyordu...) ABD'de, Ingiltere'de muhafazakâr politikalar ve ardindan gelen AIDS salgini escinseller için kara bulutlari beraberinde getirdi. Ancak Bati'da escinsel hareket 68 toplumsal baskaldirisindan beslendiği için kendi kurumlarini çoktan olusturmustu ve karamsarlik yerini Clinton'in escinselleri kaale almasina/dinlemek zorunda kalmasina; Britanya'da ise Blair'in kabinesindeki escinsel Bakanlara birakiyordu. Türkiye'den bizim ağzimizi bir karis açik birakan gelismelerin pekâlâ liberalizme teslim olmak anlamina da gelebildiğini söylemek mümkündür. Escinsel Kurtulus Cephesi'ni olusturan insanlar, atomlarina ayrilircasina, akil almaz ayrim noktalari yaratarak dağilmis ve Kurtulus'tan vazgeçmislerdir. Escinsellerin Kurtulusu'ndan hâlâ vazgeçmeyenler ise demokrasinin gereği hosgörü ile boğularak iyice marjinallestirilmislerdir. Kurtulustan vazgeçen escinsellerin sistem içi özgürlük talepleri esitlikçi feminizmin taleplerinden çok da farkli değildir; ayni ideolojik yönelimin farkli bir alanda dillendirilmesidir. Esitlikçi feminizm, kadinlarin kurtulusunu sağlamadiği gibi, benzer talepler gerçeklesse bile –ki Bati’da pek çoğu gerçeklesmekte; bu durum, doğrusal bir sekilde escinsellerin kurtulusunu da beraberinde getirmemektedir.
80’LERDE NE OLDU? 80'li yillara Türkiye, askeri saldiri ile girerken, ayni dönemde Kuzey Amerika ve Bati Avrupa'da bunun yerini yükselen yeni sağ ile pek doğal olarak neo-liberal saldiri aliyordu. (Türkiye'de neo-liberal saldirinin kanallarinin açilmasi için Devlet'in önce zemini
"Tarihte ilk kez, ibneler, taslar ve siselerle kavga çikarip arabalari yakmislardi." diyor, Derek Jarman. Söz konusu tarih Stonewall ayaklanmasinin tarihi elbette; 1969 yazi. 68 kalkismasinin yarattiği toplumsal çatisma atmosferinde, ezilenler ve sömürülenler olarak siyahlar, kadinlar, öğrenciler, yerliler... arasinda zaten var olan escinsel bireyler, Stonewall
medya
baskaldirisi ile toplumsal bir grup olarak ortaya çikiyorlardi. Yenilmis 68 Dünya Devrimi'nin ardindan, ne kadar devrimci bir karaktere sahip olursa olsun, tek basina bir Escinsel Kurtulus Hareketi varolan sosyal kurumlari elbette ki ortadan kaldiramazdi. Kaldiramadi ama yok da olmadi: Dinlerin, hukukun ve burjuva ahlâkinin "bilimsel" takipçisi olan Psikiyatri kurumuna, escinselliğin bir hastalik olmadiği gerçeğini kabul ettirdi. 80’lerin sosyo-ekonomik kosullari ve politik atmosferinde baskaldiri, entegrasyona dönüstü... Baskaldirinin gey liberasyonu, entegrasyon ile birlikte ““gey layf””a dönüstü... Yine Derek Jarman, “sayginlik kazanabilmek, onaylanabilmek için kendilerini cilalayarak baskilara göz yummaya, ilimli olmaya basladilar.” diyor. Iste, söz konusu bu ilimli ideoloji, orta sinif hayat tarzi denilen su ünlü “American Life”a öykünerek “Gay Life”i yaratti. Gey liberasyonun geyi, varolan sosyal kurumlari bütün insanlarin cinsel özgürlüğü için ortadan kaldirmayi düsünürken, “gey layf”’in geyi ayni sosyal kurumlara kabul edilmek ve katilmak için hiçbir eksiğinin olmadiğini düsünüyor. Yani: Ben de askerlik
yapabilirim, ben de polis olabilirim, senin tanrina ben de kulluk yapabilirim, ben de evlenebilir ve kutsal aile kurumunu yeniden üretebilirim... “gey layf”’in escinsel bireyi, o ana kadar kendini baskilayan, zulmeden, hasta diyerek akil hastanelerine, suçlu diyerek hapishanelerine kapatan heteroseksüel toplumun tüm kurumlarina aday olmus, bazen çatisarak bazen uzlasarak heteroseksüel topluma eklemlenmistir. Burjuva toplumunun orta sinif ideolojisiyle sekillenen “gey layf”’in geyleri sisteme kabul edildikçe ve kazandikça mantiksal bir sonuç olarak beklenebileceği gibi “diğer” escinseller dislanmislar ve kaybetmislerdir. Entegrasyonun ana ekseni doğal olarak ekonomik temelde olup beyaz, anglo-sakson yuppielerin yarattiği gey dünyasi tarafindan diğer escinseller yoksullastirilmis ve yabancilastirilmislardir. Gey ideolojisinin vücuda müdahalesi, pürüzsüz, beyaz, eski Yunan heykellerine öykünen sekillendirmeyle “gey vücut fasizmini” yaratmistir. Artik sadece escinsel olmak yeterli değildir, el ele tutusulan, kol kola girilen 70’li yillar çoktan geride kalmis ve gey ideolojisinin doğal sonucu irkçilik, beyaz olmayanin, gey vücut fasizminden geçerli not alamayanin ruhsal olarak yaralanmasi ve dislanmasi seklinde ortaya çikmistir. Sistemi asmayi hedefleyen diğer toplumsal hareketlerin yenilgisinden Escinsel Kurtulus Hareketi’nin de kendi payina düseni almasi “gey layf” denilen pespayeliğe yol açsa da bu durumun, “escinsel olmak”tan kaynaklanmadiğini akilda tutmak lâzimdir. Kabul etmek gerekir ki sistemin sosyolojisi escinseller için de ayni sekilde isler. Önce yadsir, sonra yok etmeye çalisir ve nihayet realiteyle
yüzleserek çatisma ve uzlasma gelgitinde sisteme eklemlenmesi için önündeki kanallari bir sekilde açar. PEKI YA TÜRKIYELI GEYLER? Bugün, Türkiye’de escinsel olusumlarda bir araya gelen, bu topraklarda doğmus lezbiyen ve geylerin bir kismi 1968 veya 1970’te henüz dünyaya gelmislerdi. Yine ayni olusumlarda yaridan fazla olup ağirlikli bir kesimi olusturan genç lezbiyen ve geylerin dünyaya gelmeleri için 1978’i hatta ‘80’lerin ilk yarisini beklemek gerekmektedir. Neo-liberalizmin ideolojik hegemonyasina aldiği bir dönemde Türkiyeli escinseller dünyaya gözlerini açtilar ve karsilarinda “gey layf”i buldular. Cehaleti oraninda küstah, gücü oraninda zalim bir dünyanin “özgür birey”lerine, “Batili escinsel kardeslerimizin tarihi elbette bizim de tarihimizdir ama gey ideolojisi neo-liberalizmin ideolojisidir, teslim olmak zorunda değiliz” demek esyanin tabiatina uymazdi. Uymadi da...
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 25
bisekseüellik
Biseksüellik Liz Highleyman
Biseksüellik Nedir? Biseksüellik, her iki cinsiyetten olan insanlara karsi cinsel olarak ilgi duyma, ve onlarla duygusal veya cinsel bir iliski içine girme potansiyelidir. Biseksüel bir kimse her iki cinse de ayni ölçüde ilgi duymayabilir, ve bu ilginin derecesi zaman içinde değisebilir. Kendini algilama [ing. selfperception] biseksüel kimliğin anahtaridir. Pek çok kimse her iki cinsiyetten kisilerle cinsel etkinlik içine girer, ancak kendilerini biseksüel olarak tanimlamaz. Benzer sekilde, bazi diğer insanlar da yanlizca bir cinsiyet ile cinsel iliskiye girerler veya hiç cinsel iliskiye girmezler, ancak yine de kendilerini biseksüel olarak tanimlarlar. Bir kimsenin biseksüel olup olmadiğini saptamaya yarayacak bir davranissal "test" yoktur. Biseksüel Kimlik Bazi insanlar, bir kisinin heteroseksüel, escinsel veyahut biseksüel olarak doğduklarina (örneğin doğum öncesi hormonal etkiler nedeniyle) ve kimliklerinin içsel ve değistirilemez olduğuna inanirlar. Diğerleri, cinsel yönelimin toplumsallasma (örneğin, ana ve babaya ait modellerin taklit edilmesi veya reddedilmesi) veya bilinçli seçim (örneğin, siyasi feminist kimliğin bir parçasi olarak lezbiyenliğin seçilmesi) sonucunda olduğuna inanirlar. Diğerleri ise, bu faktörlerin birbirlerini etkilediklerine inanir. Biyolojik, toplumsal ve kültürel etmenler her kisi için farkli olduğu için, ister biseksüel, isterse gay veya lezbiyen, heteroseksüel veya cinsiyetsiz [ing. asexual] olsun, herkesin cinselliği oldukça kisiseldir. Cinsel kimliğe atfedilen "değer" onun [cinsel] kökenine dayanmaz. Pekçok insan biseksüelliği, sadece insanlarin geçtikleri bir evre olarak değerlendirir. Gerçekte ise herhangi bir cinsel yönelim bir evre olabilir. Insanlar çesitlidir, bireysel cinsel duygular ve davranislar zamanla değisebilir. Cinsel kimliğin olusmasi ve sağlamlasmasi
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 26
devam eden bir süreçtir. Biz genel olarak hetroseksüel olarak toplumsallastiğimiz için, biseksüellik pekçok insanin kendi escinselliklerinin farkina varmalari sürecinin bir evresi olarak yasadiklari bir asamadir. Pekçok diğerleri ise, oldukça uzun bir gay erkek veya lezbiyen kimlik sürecinin ardindan kendilerini biseksüel olarak tanimlamislardir. Ron Fox tarafindan 900'den fazla biseksüel bireyle yapilan bir çalisma, [bunlarin] 3'te 1'inin daha önce lezbiyen veya gay olarak tanimlandiğini bulmustur. Belki de sürekli olmayacak bir yönelim, yasanan zaman kesiti boyunca hala geçerli olabilir. Biseksüellik, aynen escinsellik ve heteroseksüellik gibi cinsel kesif sürecinde geçici bir basamak da olabilir, veya istikrarli, uzun-dönemli bir kimlik de olabilir. Biseksüellik Ne Kadar Yaygindir? Bu konuda pek az çalisma yapildiği için, biseksüelliğin ne kadar yaygin olduğunu söylemek kolay değildir; cinsellik hakkindaki çoğu çalisma heteroseksüellik veya escinsellik üstüne yoğunlasmistir. Kinsey tarafindan 1940 ve 1950'lerde yapilan arastirma, [cinsel] etkinlikleri ve ilgilerine dayanarak, kadinlarin % 15-25 ve erkeklerinse % 33-46 kadarinin biseksüel olabileceğini ortaya koymustur. Biseksüellikler pekçok sekillerde nüfusunun içinde gizlidir. Kültürümüzde, genellikle bir kimsenin (önvarsayilan bir varsayim olarak) ya heteroseksüel ya da (görünüsüne veya davranissal ip uçlarina dayanarak) escinsel olduğu varsayilir. Biseksüellik bu standart kategorilere uymadiği için, siklikla ya reddedilir ya da görmezlikten gelinir. Kabul edildiğindeyse, tek [kendi basina] bir kimlikten ziyade "kismen heteroseksüel kismen de escinsel" [bir kimlik] olarak görülür. Biseksüellik kati cinsel kategorilerin geçerliliğini sorgulamaya açtiği için dünyaya karsi kabul edilmis olan bakis tarzini tehdit eder, ve farkli cinsellik alanlarinin varliklarinin kabul edilmesini cesaretlendirir. Basmakaliplasmis bir biseksüel görünüs
veya davranis biçimi olmadiği için, biseksüellerin genellikle ya heteroseksüel ya da escinsel olduklari varsayilmistir. Bilinçliliği yükseltmek için, biseksüeller kendi gözle görünür topluluklarini olusturmaya baslamislardir. Biseksüel Iliskiler Biseksüeller, diğer insanlar gibi genis bir çesitliliğe sahip iliski tarzlarina sahiptirler. Genel söylencenin aksine, biseksüel bir kimsenin ayni anda hem bir erkekle hem de bir kadinla cinsel olarak ilgili olmasi gerekmez. Aslinda, biseksüel olarak tanimlanan bazi insanlar bu ya da öteki toplumsal cinsiyetle (veya her ikisiyle de) asla cinsel iliskiye girmemislerdir. Heteroseksüeller ve gay erkekler ile lezbiyenler için geçerli olduğu üzere, [cinsel] çekim her arzu edildiğinde davranilmasini gerektirmez. Heteroseksüeller ve gay kisiler gibi, pekçok biseksüel de cinsel olarak yanlizca bir esle aktif olmayi seçebilir; uzun-dönemli, tekesli iliskileri olabilir. Diğer biseksüeller, ayni-cinsiyetten eslere, üç-tarafli iliskilere, veya ayni veya farkli toplumsal cinsiyetlerden olan birkaç esli (tek basina veya es zamanli olarak) iliskilere izin veren serbest evlilikler yapabilirler. Cinsel yönelimleri ne olursa olsun, katilan kisilerin cinsel ve duygusal iliskilerin tipini seçme özgürlüğüne sahip olmalari önemlidir. Biseksüeller ve AIDS AIDS biseksüel topluluk üzerinde önemli etkiler yapmistir. Biseksüel erkekler, AIDS'in gaylerden heteroseksüel nüfusa geçmesinden sorumlu ajanlar olarak siklikla günah keçisi ilan edilmislerdir; ve biseksüel kadinlar da AIDS'in lezbiyenlere geçmesinin günah keçileri yapilabilirler. Ancak, AIDS'i barindiran virüsün insanlara bulasmasi riski cinsel yönelimden ziyade davranisla ilgilidir. Bedensel sivilarin, özellikle de sperm, kan ve vajinal sivinin bulasmasini içeren iliskiler tehlikelidir. Biseksüeller, ve keza escinseller ile heteroseksüeller, prezervatif kullanimi gibi güvenli cinsel
biseksüellik pratikler konusunda kendi kendilerini eğitmelidirler. Güvenli seks rehberleri, sağlik merkezlerinden, AIDS eğitim ve eylem gruplarindan elde edilebilir. Biseksüeller, arastirma ve eğitim arttirilmasi, daha iyi bakim ve AIDS'li ile AIDS riski tasiyan kisilere karsi yapilan ayrimciliğin sona erdirilmesi talepleri çevresindeki AIDS'e karsi savasimlari çabasinda, gay kisiler ve diğer etkilenen gruplarla biraraya geliyorlar. Biseksüellik ve Siyaset Biseksüeller, geleneksel cinsiyet normlarina uymadiklari için gay erkekler ve lezbiyenlerin karsi karsiya kaldiği ayrimcilik tiplerinin çoğunu yasarlar. Biseksüeller is bulmada ve ev bulmada ayrimcilikla karsilasabilirler, ve gay karsiti siddetin kurbani
olabilirler. Pekçok yerde gay ve lezbiyen haklarini yasallastiracak kanunlari geçirme çabalari sürmektedir; biseksüeller de ayni yasalar kapsamina alinmalidir. Biseksüel ebeveynler, özellikle de geleneksel olmayan yasam düzenine sahip olanlar, çocuklarinin yasal vasiliğini kaybetme riskiyle karsi karsiyalar, ve açik biseksüeller için büyütücü veya evlat edinen ebeveyn olmak gerçekte mümkün değildir. Toplumumuz çocuklarimizin sevgi ve destek dolu bir ev ortamina gereksinim duyduğunu anlamalidir, ve bunu sağlama yetisi cinsel yönelimce belirlenmemektedir. Biseksüeller çesitli siyasi hareketler içinde giderek gözle görünür bir varliğa sahip olmaktadir. [Çocuk] büyütme, eviçi ortaklik ve AIDS
gibi; ve keza gay ve lezbiyen topluluklar içinde biseksüellere karsi yapilan ayrimcilikla mücadele etme gibi, ortak meselelerde biseksüeller gay ve lezbiyenlerle birlikte çalismaktadirlar. Eğitimi ilerletmek ve biseksüellere karsi söylencelere ve tarafli tanimlamalara karsi koymak için çabalar sürdürülmektedir. Destekleme, toplumsallastirma ve aktivizm amaçlari güden birçok biseksüel grup vardir ve sayilari giderek artmaktadir. Biseksüeller, tüm insanlara esit haklar sağlanmasi [mücadelesinin] önemli bir parçasi olma, ve cinsel çesitliliğin kabullenilmesinin gelistirilmesi gücüne sahiptirler.
Biseksüel Hareketin Kisa Tarihçesi Liz A. Highleyman
Bi-Hareketin Doğusu Yüzyilin basinda sanatçilar ve yazarlardan olusan Bloomsbury gibi daha eski biseksüel topluluklari var olsa da, çağdas biseksüel hareket 1970'lerin baslarinda baslamistir. Ilk biseksüel gruplar genis bir anlamda cinsel özgürlük üzerinde odaklanmislardi (örneğin, Cinsel Özgürlük Birliği); bu gruplarin üyeleri gay veya lezbiyen topluluklardan ziyade, siklikla heteroseksüel "es paylasim" [ing. swinger] topluluklariyla daha yakin iliski içindeydiler. Keza pekçok biseksüel, o zamanlar her iki cinsiyete sahip insanlar için ortam yaratilmasini ve cinsel özgürlüğü savunan ilk gay kurtulus hareketiyle de ilgiliydiler. Ancak gay aktivistler giderek "etnik" kimlik-temelli bir cinsiyet modeli gelistirdikçe, biseksüeller gay hareketinden dislanmayla karsi karsiya geldiler ve bazilari özellikle biseksüel olan topluluklar ve örgütler yaratmayi hedefledi. Gay okuyucularina yeni bibilinci açiklayan (Quaker Biseksüellik Dostlari Komitesi [tarafindan hazirlanan]) "Biseksüellik Üstüne Ithaca Duyurusu" 1972 yilinda The Advocate'de yayinlandi. Bu bilinç,
Vietnam savasinin sona ermesinin ardindan, --artan gay görünürlüğü [kamusal alanda açikça ortaya çikmasi], feminist ve sivil hak hareketleri ve paradigma-yikici ve (çoğunlukla kafa-yapici ilaçlarin yardimiyla) kendini-kesfetmeye yönelik kültürel odaklanmasi sonucunda-- aktivizmin daha kisisel meselelere doğru yönelmesinden etkilenmistir. Popüler basinda biseksüelliğe dair makalelerin çoğalmasi ve biseksüel rock yildizlari ile sanatçilarin fazlaca taninirliği sayesinde, bu dönem "biseksüel siklik" dönemidir. Medyanin odaklanmasi, biseksüel kurtulus siyasetinden ziyade klüp sahnelerine ve yildizlar üstüne olmustur. Ilk biseksüel gruplar, büyük ABD sehirlerinde 1970'lerde ortaya çikti. Ulusal Biseksüel Kurtulus Grubu [National Bisexual Liberation Grup] , 1972'de New York'da kuruldu; ABD'nde ve 1975'den itibaren de yurtdisinda, büyük üye bir sayisina ulasti; muhtamelen ilk bi-gazetesi olan "Biseksüel Ifade"'yi [The Bisexual Expression] yayinladi. New York Sehri Bi-Forum'u 1975'de, Chicago BiYolu [BiWays] 1978'de kuruldu. San Francisco Biseksüel Merkezi 1976'da
kuruldu, ve baslangicindan itibaren siyasi aktivizmle uğrasmaya basladi. Bu dönem boyunca, biseksüeller gay ve lezbiyen grup ve aktivitelere de katilmaya devam ettiler. 1980'lerin baslari Britanya ve Avrupa'da biseksüel hareketin gelismesine taniklik etti. Bazi yönlerden bu hareket ABD'deki harekete paralellik sergilese de, Britanya'li ve Avrupa'li gruplar siklikla baska kökenlere sahiptir ve farkli yollar izlemislerdir. Londra Biseksüel Grubu, cinsiyetçilik karsiti erkek hareketi içinde aktif olan erkekler tarafindan 1981'de olusturuldu. Edinburgh Biseksüel Grubu, lezbiyen/gay/biseksüel sosyalistler konferansinin sonucunda 1984'de kuruldu. Bu brosürde yer alacak tartismalar özellikle ABD'ndeki hareketin eğilimleri dikkate alinarak yapilacaktir. 1980'lerdeki Değisiklikler 1970'lerdeki gruplarin çoğu ezici bir sekilde erkelerden olusurken, 1980'lerdeki pekçok örgüt kadinlar tarafindan kurulmus ve yönetilmistir. 1970'lerin sonlarinda cinsel yönelim etrafinda ayrismalar ve kutuplasmalar arttikça, biseksüel kadinlar lezbiyen topluluklardan dislandiklarini görmeye basladilar. Pekçok bi-kadin için,
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 27
bisekseüellik biseksüellik feminist politikanin içsel bir parçasini teskil ediyordu ve gruplarinin da bu vurguyu yansitmasini istiyorlardi. Boston Biseksüel Kadinlar Aği (1983) ve Seattle Biseksüel Kadinlar Aği (1986) bu ilkeler üzerinde insa edilmislerdir. Biseksüel gruplarin kurulmasi 1980'ler boyunca kesintisiz bir sekilde devam etti. Washington'un biseksüel grubu 1980'lerin basinda olusturuldu. Philadelphia Bi-Birliği, Yeni Zelanda Wellington Bi-Kadinlar Grubu ve Almanya ile Avusturya'daki gruplar 1980'lerin ortalarinda kuruldu. 1985'de kurulan Doğu Kiyisi Biseksüel Aği (bugün Biseksüel Kaynak Merkezi) ve 1987'de kurulan Bay Bölgesi Biseksüel Aği dahil olmak üzere, bölgesel organizsyonu sağlamak üzere semsiye örgütleri kuruldu. San Francisco BiPOL (1983), Boston BiCEP (1988) ve New York Sehri BIPAC dahil olmak üzere, özellikle biseksüel politik aktivizmle ilgilenen ilk gruplar kuruldu. AIDS biseksüel hareket üzerinde derin etkiler yaratti. Bi erkekler, homoseksüellerden "genel nüfüsa" HIV'i yayanlarak olarak damgalandilar. 1980'lerin sonlarinda kadinlar arasinda AIDS'e iliskin bilinçlenmeyle beraber, biseksüel kadinlar da HIV virüsünü lezbiyenlere yayanlar olarak damgalandilar. Bu gelismeler cinsel davranislar ile cinsel kimlik arasindaki ayrima dair tartismalari alevlendirdi (örneğin, pekçok kendince lezbiyen olan kadin erkeklerle cinsel iliski kurmaktayken, pekçok kendince biseksüel kadin ise erkeklerle cinsel iliski kurmaktaydi). Aktivistler ve kamu sağliği görevlileri, HIV bulasmasinin risk faktörü olarak belirleyici olanin kimlik değil, davranis olduğunu vurgulamaya basladilar. Biseksüel hareket içinde lider olan pekçok erkek hastalandi veya öldü, ve pekçok diğer bi-erkek ve kadin ilgilerini AIDS'le ilgili aktivitelere ve hizmet çalismalarina yönelttiler. Ulusal ve Uluslararasi Birlik 1987'de, biseksüel gruplara 1987'nin Mart'inda Gay ve Lezbiyen Haklari için Washington'da [düzenlenecek] yürüyüse katilma çağrisi yapildi. ABD çapindaki ilk biseksüel toplanma olan bu yürüyüse yetmis bes kisi katildi. Biseksüellerin ulusal veya uluslararasi olarak örgütlenmesi için tartismalara baslandi. Yürüyüsün ardindan da bağlantilar
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 28
devam ettirildi ve Kuzey Amerikali Biseksüeller Aği (NABN) ortaya çikti. 1990 yilinda San Francisco'da, BiPOL 400 katilimcili ilk ABD Ulusal Biseksüel Konferansi'ni düzenledi. Örgütlenme toplantilari da dahil olmak üzere, konferansta farkli konularda seksenden fazla atölye çalismasi düzenlenmisti; bu toplantilar sonucunda NABN, Kuzey Amerikali Çok-kültürlü Bisekseül Aği (NAMBN) olarak resmilestirildi. Bir yillik bir tartisma ve yeniden örgütlenmenin ardindan, NAMBN 1991 yazinda BiNet olarak isim değistirdi: ABD Biseksüel Aği. Avrupa'dan, Britanya'dan ve ABD'den biseksüelleri biraraya getiren Ilk Uluslararasi Biseksüel Konferans Ekim 1991'de, Hollanda'nin Amsterdam sehrinde; Ikinci Uluslararasi Biseksüel Konferans ise Ekim 1992'de Londra'da gerçeklestirildi. Ikinci ABD Ulusal Biseksüellik Konferansi, Lezbiyenlerin, Gaylerin ve Bilerin Esit Haklari ve Özgürlüğü için Washington'a Yürüyüs ile birlikte Nisan 1993'de düzenlendi. Üçüncü Uluslararasi Biseksüel Konferansin ise, (genis ölçüde modern gay haklari hareketinin doğusu olarak değerlendirilen) Stonewall Ayaklanmasi'nin 25. yildönümü ile birlikte, Haziran 1994'de New York'da düzenlenmesi planlaniyor.
1990'lardaki Yeni Yönelimler 1980'lerin sonunda ve 1990'larin baslarinda, öğrenciler ve gençlik biseksüel hareket içinde daha etkin hale geldi. Kampüs'teki gay ve lezbiyen örgütlenmelerinin adlariyla, kolej öğrencileri biseksüelleri de içermeye basladi; 1990'larin sonuna doğru bu tip 100'den fazla grup var olmaktaydi. Ayni zamanda yeni bir "homoseksüel [ing. queer] hareketi" de sekillenmeye basladi. Pekçoğunun AIDS aktivist grubu ACT UP'la iliskili olduğu genç aktivistler, 1990 yazinda
Queer Nation'u kurdu. Çesitliliğe, radikal politikaya ve doğrudan eylemliliğe vurgu yapan bu hareket, mevcut gay ve bi örgütlenmelerin asimilasyonu ve a-politikliğinden hayal kirikliğina uğrayan insanlarca ortaya çikarilmisti. Bu yeni hareketin bazi kesimleri, biseksüellerin, toplumsal cinsiyetler üstü olanlarin [ing. transgenders] ve diğer cinsel azinliklarin homoseksüellik semsiyesi altinda toplanmasina vurgu yapmaktadir; diğer bazi kesimler ise homoseksüel olmayanlarin dahil edilmesini hos karsilamamaktadir. Bu on yilin sonunda, simdiye kadar çok az sayida ve çoğunlukla da kliniksel olan, biseksüellik üzerine kitaplarin ortaya çikisinda bir artisa taniklik ediyor. Bunlar arasinda Biseksüel Yasamlar [ing. Bisexual Lives] (Off Pink Publishing, 1988), Bir Baska Isim Bi: Biseksüel Insanlar Konusuyor [ing. Bi Any Other Name: Bisexual People Speak Out] (Alyson Publications, 1990), ve Eve Daha Yakin: Biseksüellik ve Feminizm [ing.
Closer to Home: Bisexuality and Feminism] (Seal Press, 1992) gibi öncü
antolojiler de bulunuyor. 1991'de bi hareketi, Boston'un BiWomen'ini, Seattle'in North Bi Northwest'ini ve Philadelphia'nin Bi Focus'unu birlestiren, ilk ulusal dergisi Anything That Moves: Beyond the Myths of Bisexuality'i [Hareket Eden Hersey: Biseksüellik Efsanelerinin Ötesinde] kazandi. 1990'larin basi, --"Donahue" ve "Geraldo" gibi popüler ulusal talk sovlar da dahil olmak üzere, ABD ve Britanya medyasinda biseksüel insanlarin ortaya çikisinda bir patlamaya taniklik etti. Üniversiteler gay ve lezbiyen çalismalarina biseksüelliği de dahil etmeye basladilar; ve bir kaçi da özellikle biseksüelliğe ayrilmis dersler açmaya basladilar. Ulusal ve uluslararasi ağ olusumlari, BISEXU-L ve BIFEM-L gibi bilgisayar posta listelerinin, Usenet'deki soc.bi'nin ve sayisiz özel bülten tahtasinin yaratilmasi ile gelisti. Biseksüel hareketin tarihçesini kayitlara geçirmek ve ağ çalismalarini gelistirmek üzere, Boston ve Londra'daki Uluslararasi Biseksüel Arsivleri ve Uluslararasi Biseksüel Gruplar Kataloğu gibi sürmekte olan projeler var.
biseksüellik Önümüze Bakmak 1990'larin ortalarina gelirken, biseksüel hareket açisindan gündemde pekçok konu var. Çok-kültürlü örgütlenmelere ve aktivizme giderek daha çok vurgu yapiliyor; ve pekçok aktivist renkli [beyaz olmayan] insanlarin biseksüel topluluklara katilimini arttirmak için aktif bir sekilde çalisiyor. Toplumsal cinsiyetler üstü ve farkli toplumsal cinsiyete sahip insanlar biseksüel topluluklar içinde uzun zamandan beri faaldirler; ancak sadece tek-cinsiyet gruplarinin var olduğu yerlerde genellikle gizli kaldilar ve dislandilar. Bugün, onlarin sorunlari daha açik bir ilgi çekmekte, ve pekçok toplumsal cinsiyetler üstü ve toplumsal cinsiyetler üstü olmayan biseksüel, kutuplasmis toplumsal cinsiyet katagerolerini yikmaya odaklaniyorlar. Hareketin içinde, biseksüel kimliği gururla ilan etme ve güçlü biseksüel topluluklar kurma arzusu ile, toplumun markalar ve kategoriler üstündeki bölücü etkilerini azaltma arzusu arasinda devamli bir gerilim vardir. Bazi biseksüel aktivistler, cinselliğin ve toplumsal cinsiyetin adeta bir tayf gibi görülmesinde, yani bir "biz" ve "onlar" [ayriminin] olmadiğinda israr ederek, kategori-yok eden yani üstüne yoğunlasmaktadirlar. Diğer bi aktivistler ise, toplumsal homofobiyle olduğu kadar, gay erkekler ve lezbiyenler arasindaki bifobi ile mücadele etmenin gerekliliğine vurgu yapiyorlar. Biseksüel hareket büyüdükçe, biseksüel örgütlenme konusundaki stratejiler ve görüsler de çoğaliyor. Pekçok biseksüel, lezbiyen ve gay hareket ve topluluklar içindeki biseksüel varliğin arttirilmasina odaklanmis durumda; bu özellikle daha önce kendilerini lezbiyen veya gay olarak tanimliyan biseksüeller için geçerli. Mart 1993 Washington Yürüyüsü, biseksüelleri açik bir sekilde içeren ilk ulusal eylemdi, ve biseksüel hareket içinde ileriye doğru atilan büyük bir adimdi. Diğer bi'ler, mevcut gay ve lezbiyen örgütlere dahil olmayi amaçlamak yerine, biseksüellerin esit katilimcilar olacaği daha genis (tüm cinsel ve toplumsal cinsiyet azinliklarini içerecek) bir cinsel özgürlük hareketini yaratmakla ilgileniyorlar. Bazilari ise, mücadelemizle uyustukça gay erkekler, lezbiyenler ve diğer ezilen gruplarla birlik içinde çalismakla beraber,
biseksüeller ve onlarin [kendilerine] özgün sorunlariyla ilgilenecek bir hareketin yaratilmasini arzu ediyorlar. Yine bazilari ise, kendilerini gay ve lezbiyen topluluklari ile tanimlamayan ve onlara bağli olmayan biseksüelleri örgütlemek ve harekete geçirmekle ilgileniyorlar. Biseksüel hareket ve onun içindeki çok sayidaki topluluklar büyüyüp çesitlendikçe, bütün bu stratejiler katkida bulunabilirler. Yardimlarindan dolayi M. Beer, S. Berger, D. Berry, W. Bryant, A. Hamilton ve R. Ochs'a tesekkür ederim. Düzeltmeleri ve eklemeleri BRC'den Liz'e gönderiniz. (Basili hali 13 Aralik 2000'de güncellenen) bu brosür Bisexual
Resource Center
tarafindan yayinlanmistir. Yeniden basmaniz ve dağitmaniz memnuniyetle karsilanir. Lütfen yeniden basmak ve yeni metinlerin yayinlanmasina yardim etmek üzere, her bir brosür için 10 $ bağis yapiniz. BRC'nin çalismasini desteklemek için yapacağiniz ek bağislardan memnuniyet duyariz. Daha fazla bilgi veya yazin için, asağidaki adrese yaziniz veya telefon ediniz: Bisexual Resource Center P.O. Box 1026 Boston, MA 021171026, USA. Phone: 617-424-9595 Email:
<brc@biresource.org>
Cesedi Morgta Kaldi
Bu mevsimde hiç mürekkep yağmadi, Cümlesiz kaldim. Hayal kurduğumu, gördüklerini gördüm, Kendime saklandim. Kaçanin ayaği pek olur diye, Önce ayaklarimdan vurmuslar, Benim haberim yok, darmadağiniktim. Arabesk biçaklarin altinda kanadim, Çok sesli acilarimla. Ha bire sağdilar, kurbanlik koyundan Süte beklenmez ya... Nasil ağlasam, dahasi var daha Arkamdan biri geliyor, biliyorum. Öleceğim yine, gecenin yazindan belli Kaysam düsemem, korksam kaçamiyorum. Yazgi dedikleri bu mu abi? Kirginim, yas yirmi üç yolun sanki. Yüzümü firlattim sokaklara, Alnimin ortasindaki baltayi sahiplenerek. Bir odadan bir odaya kaç yilda vardim, Her adimda üstüme bir ton ekleyerek? Kizilay’daydim. Kizilay’i soruyorlar, hatirlamiyorum. Kaldirimdan sarkip, uçurumdan düsüyorum, Dipte neler yasayacağimizi düsünerek, Her aciya birer gül dikerek. Çisi geliyor küçük beyin, kurtarilamiyorum. Pek kiymetliymis be, Tanri’nin son oğlu olsa gerek. Son gördüğümde yildizlari beceriyordu, Ses etmiyorum, kirilacağini zannederek. Bu sabah gazetede gördüm, Kalbimi ölü bulmuslar, Ameliyatla basken olmus bir sehirde. Tütünü tüter vaziyette, Çiplakmis, elinde bir erkek suretiyle... Param yoktu, cesedi morgda kaldi. Söyle uzaktan baktim, gözleri açikti.
3 Haziran 2004, Güzsiyah
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 29
gündem
Avrupa’da Escinsel Birlikteliklerin Yasal Durumu Hakan G.
ÖZEL HABER SERISI 20 Mayis 2004 Bu yazi dizisinde Mayis 2004 itibariyle Avrupa Devletleri’nde escinsel birlikteliklerin yasal durumu incelenmistir. Berlin’de yasayan ve bir resturanta isleten Katarina ve Brigitte von Oertzen çiftinin duvara asili bir dokümaninda iki yildir evli yazsa da 2001 yilinda kabul edilen Lebenspartnerschaftgesetz yasasina göre sadece resmi bir birliktelikleri var. Adi geçen yasa Avrupa devletlerinin gey ve lezbiyenlerin birlikteliklerini tanimak için getirdikleri önerilerden sadece birini teskil ediyor. 42 yasindaki Brigitte evli olabilmenin ne kadar önemli olduğuna dikkati çekerken, 48 yasindaki esi Katarina da ekledi: “Her ne kadar 15 yildir beraber yasiyor olsak da gönüllü birliktelik yasasindan sonra hersey değisti. Artik ailelerimiz “kiz arkadasina” değil de “karina” sevgilerimizi ilet diyorlar.” Almanya devleti gönüllü birliktelik yasasi kapsaminda kayit yaptiranlara sigorta, miras birbirinin soyadini alabilme ve finansal haklar da dahil olmak üzere birçok hakki taniyor. Fakat evliliğin getirdiği tüm olanaklardan faydalanabildiklerini söylemek henüz zor. Örnek vermek gerekirse Katarina ve Brigitte çifti evlilerin sahip olduğu vergi kolayliklarindan veya birbirlerinin çocuğunun vesayetine sahip olma gibi haklara sahip değiller. Danimarka’da 1989 yilindan beri gönüllü birliktelik yasasinin kapsami evlilik ile ayni konumda. 1990’li yillarda diğer Kuzey Avrupa devletleri de bu yönde ilerlemeler kaydettiler. Cinsel yönelim farki gözetmeden herkese esit sekilde evlilik hakkinin sağlandiği ilk ülke Hollanda oldu. Onu da Belçika takip etti. Almanya escinsel çiftlere resmi beraberlik veren 10 Avrupa ülkesinden birisini teskil ediyor. Escinsel birlikteliklerin taninmasi Avrupa’daki hemen hemen her ülkede olumsuz tepkileri de beraberinde getirmis olsa da bugüne kadar hiçbir
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 30
Avrupa ülkesi bu birliktelikleri yasaklamak için girisimden bulunmadi. Gallup’un 25 üyeli Avrupa Birliği’nde yaptiği kamuoyu yoklamalarina göre halkin yaklasik yüzde 53’ü escinsel birlikteliklerin yasallasmasina destek veriyor. Londra merkezli King College Üniversitesi’nde insan haklari hukuku uzmani Prof. Robert Wintemute Avrupa Birliği genelinde bu konu ile ilgili ülkeler arasindaki farkli yaklasimlarin halen mevcut olduğuna dikkati çekti. Örnek vermek gerekirse yüzde çoğunluğun Hristiyan olduğu Almanya’da Protestanlar ile Katolikler arasinda bu konuda çok keskin görüs ayriklari var. Katolik Kilisesi escinsellere her türlü birliktelik hakkinin sağlanmasina siddetlet karsi çikarken, Protestanlar ise heteroseksüel evlilik kurumuna bir takim korumalar getirilmesi sartiyla bu konuya ilimli bakiyorlar. Almanya’dakine benzer bir gönüllü birliktelik yasasi Fransa’da da pacte civil de solidarité adiyla uygulanmakta. Fransa’daki yasanin Almanya’dakinden ayrilan yani heteroseksüel çiftlere de basvuru hakkini tanimasi teskil ediyor. Ingiltere’de ise gey çiftlere resmi birliktelik verecek bir düzenlemenin 2004 yilinda gerçeklesme olasiliği oldukça yüksek. Hükümetteki Isçi Partisi, Muhafazakar Parti lideri Micheal Howard ve Ingiliz Kilisesi’nin bazi üst düzey yetkilileri bu yönde bir düzenlemeye sicak bakiyorlar. Britanya hükümetinin Mart ayi sonunda yaptiği açiklamada escinsel çiftlerin uzun zamandir bekledikleri bir takim yasal düzenlemelerin gerçekleseceği bildirildi. Gönüllü Beraberlik Yasasi escinsel çiftlere resmi bir tören ile beraberliklerini yasallastirma ve heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu emeklilik ve mülkiyet haklarindan faydalanma olanaklarini getirecek. Tutucu bir Katolik nüfusu barindiran Ispanya ve Italya’da escinsel çiftlere resmi bir birliktelik hakki verilmesi bugüne kadar gerçeklesmedi. Fakat bu konuda da istisnalar mevcut. Portekiz’de ve Ispanya’nin Navarra ve
Bask özerk bölgelerinde eğer gay çiftler belli bir süre beraber yasarlarsa gönüllü birliktelik haklarindan faydalanan heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu tüm haklara sahip olabiliyorlar. Ispanya’nin yeni basbakani Jose Louis Rodriguez Zapatero, 19 Mart 2004’te yaptiği açiklamada, gey birliktelikleri yasallastiracaklarini ama birçok taraftarinin istediği gibi gey çiftlere tamamen evlilik hakkini vermeyi planlamadiklarini söyledi. Katolik mezhebinin çok güçlü olduğu Polonya’da ise Gallup’un yaptiği kamuoyu arastirmalarina göre halkin sadece yüzde 19’un escinsel evliliklere destek veriyor. 1997 yilinda kabul edilen Polonya Anayasasi evliliği bir erkek ile bir kadin arasinda olduğunu teyit eden tek Avrupa anayasasi olma özelliğini tasiyor. 2003 yilinda ülkede çok etkili olan asiri sağci Polonya Aile Birliği bir çok sehirde geylere destek veren bilboard ve ilanlarin indirilmesi için çok etkili bir mücadele verdi ve sonuçta istediğini de elde etti. Adi geçen birlik escinselliği bir hastalik olarak nitelendiriyor. Italya’da ise Katolik Kilisesi’nin güçlü etkisine rağmen halk bu konuda hemen hemen esit oranda ikiye ayrilmis durumda. Italyanlarin yaklasik yüzde 47’si escinsel evliliklerin yasallastirilmasina sicak bakarken yüzde 52’si de karsi çikiyor. Önde gelen Italyan gey ve lezbiyen gruplarindan birisi olan Arcigay’in basin sözcüsu Renato Sabbadini su yorumda bulundu: “Italya’da gençler gey evliliğe daha sicak bakiyorlar. Escinseller bir zamanlar Italya’da en çok nefret edilen gruplar arasindaydi ama bu durum son 20 yil içinde oldukça dramatik bir biçimde değisti. Fakat bugün Italyan Parlamentosu’nun çoğu halen Vatikan’a karsi durma cesaretini gösteremiyor.” MAYIS 2004 ITIBARIYLE AVRUPA’DA ESCINSEL EVLILIKLERIN SON DURUMU: Belçika: Gey evlilik 2002 yilinda yasallasti. Ingiltere: Hükümet gey çiftlerin evli heteroseksüel çiftlerin sahip olduğu
gündem birçok hakki sahip olmasina firsat verecek bir gönüllü birliktelik yasasini çikarmayi planliyor. Danimarka: 1989 yilinda gönüllü birliktelik kanunu dünyada ilk kez yasallastirdi. Daha sonra da escinsel çiftlere evlat edinme hakki da tanindi. Finlandiya, Izlanda, Norveç ve Isveç: Adi geçen bu ülkelerde yasayan gey ve lezbiyenler gönüllü birliktelik yasalari ile ya evliliğe çok yakin ya da evliliğin sahip olduğu tüm haklari elde
ettiler: Fransa: Gönüllü birliktelik yasasi 2000 yilinda beri yürürlükte. Almanya: Gönüllü birliktelik yasasini 2001 yilinda kabul etti. Italya ve Yunanistan: Gönüllü birliktelik ile ilgili hiçbir gelisme yok. Hollanda: 2001 yilinda dünyada gey evlilikleri yasallastiran ilk ülke oldu. Portekiz: Lezbiyen ve gey çiftler gönüllü birliktelik hakkina sahipler. Ispanya: Bugüne kadar Navarra ve Bask gibi yerel yönetimlerin gey ve
lezbiyen çiftlere haklar verdiği Ispanya’da yeni iktidara gelen Sosyalist Parti yönetimi gey ve lezbiyenlere gönüllü birliktelik hakki verecek federal bir yasa hazirladiğini duyurdu. Isviçre: Ülkenin en büyük sehri Zürih, 2003 Temmuzundan beri gey ve lezbiyen çiftlere kisitli da olsa bir takim haklar taniyor. Isviçre yönetimi ise bu uygulamayi tüm ülke geneline yaymak için çalismalara basladi.
Gey-Lezbiyen Haklari Insan Haklaridir... Ankara, Istanbul, Izmir, Diyarbakir... “Escinsellerin yasadiği sorunlar, Türkiye insan haklari hareketince kapsanip insan haklari alani üzerinden yeterince değerlendirilmemektedir. Escinsellerin maruz kaldiği ayrimcilik ve siddetin mevcut duyarsizlik nedeniyle insan haklari alaninda çalisan sivil toplum örgütleri ve kamu kurumlarinin raporlarina yansimadiği görülmektedir. Escinsellere yönelik siddet ve ayrimciliğa dair taraflar arasinda bir adlandirma ve yaklasim ortaklasmasi henüz yaratilamamistir. Mevcut yasalar, escinsellere yönelik ayrimciliğa karsi yasal yaptirim tanimlama ve düzenleme içermemektedir. Gey ve lezbiyen bireyler, uğradiklari ayrimcilik ve siddete karsi yasal bir süreç isletememektedirler. Ayni sekilde gey ve lezbiyen bireyler, yasadiklari ayrimciliklari ortaya çikarmak ve gündemlestirmek için insan haklari alaninda çalisan sivil toplum örgütlerinden nasil faydalanacaklarini bilememektedirler. Durum böyle olunca gey ve lezbiyenlerin yasadiklari sorunlar insan haklari alaninda gündemlesmemekte ve gey-lezbiyenler ayrimcilik ve siddete uğramaya devam etmektedirler.” Buna artik “Dur” demek için Kaos GL olarak Kaos GL, GeyLezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari sürecinde, insan haklari savunucularinin, geylezbiyenlerin sorunlarina evrensel insan haklari açisindan yaklasmalarini sağlamak, Insan haklari savunucularini gey-lezbiyenlerin yasadiklari siddet ve
ayrimcilik konusunda bilgilendirmek, insan haklari hareketine de “geylezbiyen haklari insan haklaridir” yaklasiminin yansimasini sağlamaya çalistik. Insan Haklari eğitimini Ankara, Istanbul, Izmir, Diyarbakir illerinde, insan haklari eğitimi gerçeklestirdik. Gey-Lezbiyenlerin Insan Haklari Alaninda Çözüm Arayislari Seminerlerini, 3-4 Nisan 2004 Ankara, 17-18 Nisan 2004 Istanbul, 15-16 Mayis 2004 Izmir, 5-6 Haziran 2004 Diyarbakir’da gerçeklestirdik. Insan Haklari Savunucularina “Escinsel Haklari Insan Haklaridir” bilincini kazandirmaya yönelik seminerlerde, Toplumsal Cinsiyet konusunu, Ankara Üniversitesi Kasaum’dan Aksu Bora, Gey-Lezbiyen Haklari Insan Haklaridir – Kürsat Kahramanoğlu, Homofobi – Ayrimcilik konusunu Ege Üniversitesi Eğitim Fakultesinden Melek Göregenli, Medya ve Escinsellik konusunu seminerin Ankara ve Istanbul ayaklarinda Radikal Gazetesinden Tuğrul Eryilmaz, Izmir ve Diyarbakir ayaklarinda ise Kaos GL’den Ali Özbas tarafindan gerçeklestirdi. Cinsel Yönelimler ve Cinsel Kimliğin Kurulusu konusunu, Ankara’da Numune Hastanesinden Psikiyatr Verda Tüzer, Istanbul ayağinda Kaos GL’den Ali Erol, Izmir ve Diyarbakir ayaklarinda ise Psikiyatr Koray Basar tarafindan gerçeklestirildi. Seminere, Uluslararasi Af Örgütü
Türkiye Subesi, Insan Haklari Derneği genel Merkezi ve Subeleri, MazlumDer ve insan haklari alaninda çalisan diğer sivil toplum örgütleri davetli idi. Insan haklari savunucularinin özellikle Ankara’da ve Istanbul’da ilgisizliği bizi endiselendirdi. Izmir ve Diyarbakir’da ise katilimin yoğunluğu ise bizi mutlu etti. Semineri dört ilde, toplam 150 kisi izledi. Seminerin Izmir ayağinin organize edilmesinde Melek Göregenli ve Izmir Pembe Üçgen grubuna, Diyarbakir ayağinin organize edilmesinde, Uluslar arasi Af Örgütü Diyarbakir Grubuna ve Diyarbakir Barosu Yönetimine ve Diyarbakir Barosu Eğitim Merkezi çalisanlarina tesekkür ediyoruz. Seminer sürecinde, gey-lezbiyen haklari raporunun hazirlamamiz bir zorunluluk olarak kendisini dayatti. Ayrica gey-lezbiyenlerin maruz kaldiklari insan haklari ihlallerinin insan haklari hareketi içinde gündemlesmesi ve ayni zamanda bu ihlalleri bizim raporlastirmamiz gerektiğini fark ettik. Insan Haklari Çalisma Birimi olarak, gey-lezbiyen haklari raporunun çalismalarina basladik. Bizimle beraber çalismak isteyen arkadaslari bekliyoruz. Seminerlerde yapilan sunumlardan, Ali Erol’un, Insan Haklari ve Escinseller ve Kürsad Kahramanoğlu’nun “Fikirler Sonuçlara Gebedir” yazilarini Kaos GL Hukuk Özel Sayisinda okuyabilirsiniz.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 31
gündem
Kaos GL Hukuk Özel Sayisi Çikti! GL Hukuk 2004 Çalismalarina Subat ayinda basladiğimiz “GL Hukuk 2004” sayisi çikti. Hukuk Özel Sayisinda Uluslararasi düzenlemeleri aktaran iki makale var. Bu makalelerle uluslararasi hukukta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde gey-lezbiyenlerin haklari neler, bu haklar nasil tanimlaniyor ve bu sürece nasil gelindiğini aktariyor. Bunlardan biri Yasal Evlilik Raporu basliğini tasiyor. Bu makalede ülke ülke, eyalet eyalet, escinsellerin birlikteliklerinin nasil tanimlandiği ve bu tanimlarin escinsel bireylere kazandirdiklari ve kaybettirdikleri ele aliniyor. Bu makale ile simdiye kadar magazinsel yönüyle tartisilan escinsel evliliklerinin hukuki ve
insan haklari açisindan bir bakis ile sorgulanmasina olanak sunuluyor. Yasal Evlilik Hakki ve Uluslararasi Hukukta Cinsel Yönelim baslikli iki makalenin Türkçe’ye çevrilmesi ve güncellenmesi konusunda yoğun bir çalisma yürüten Hakan G.’ye tesekkür ediyoruz. Hukuk Özel Sayisinin Içinde Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk – Avukat Oya Aydin, Cinsel Yönelim Hukuku ve Felsefesi – Erdal, Insan Haklari ve Escinseller - Ali Erol, Fikirler Sonuçlara Gebedir – Kürsat Kahramanoğlu, Yasal Evlilik Raporu– Çev: Hakan G, Uluslararasi Hukukta Cinsel Yönelim– Douglas Sanders, Türk Cumhuriyetlerinde Escinsellik– Hakan
G., Adaletsizliğe Karsi– Çev: Mehmet Demirbas, TCK Basin Açiklamalari, Kaos GL Çalisma Alanlari yer almaktadir. Kaos GL Grubu olarak, bir ihtiyaç olarak gördüğümüz “Escinsel Haklari Için Hukuk Bürosu” projemizi gerçeklestirme yolunda, Kaos GL Hukuk Çalisma Birimi olusturduk. Hukuk Fakültesi öğrencilerini, akademisyenleri ve avukatlari, hukuk alaninda çalismalar yürütmek üzere çalisma birimine davet ediyoruz.
GL Hukuk Sayisini Kaos GL Dergilerine satilan kitapevlerinden ulasabilirsiniz.
UCM Koalisyonuna Katilim Uluslararasi Ceza Mahkemesi Türkiye Koalisyonuna Kaos GL katildi. Uluslararasi Ceza Mahkemesi(UCM), devletlerin uluslararasi hukuk kapsaminda isleyebilecekleri en ağir suçlar olan soykirim, diğer insaliğa karsi suçlar ile savas suçlarini sorusturmak amaciyla devletlerin uluslar arasi toplumu tarafindan yaratilan
daimi, bağimsiz bir yargi organidir. UCM Ulusal Koalisyonu, Türkiye’nin UCM’ye taraf olmasi yönünde çalismalar yapmaktadir. UCM Ulusal Koalisyonu, Insan Haklar Derneği, Uluslararasi Af Örgüt, Mazlumder Ve Helsinki Yurttaslar Derneği, Türkiye Insan Haklari Vakfi ve Kaos GL’den olusuyor. UCM
Koalisyonu, ayni zamanda sivil topluma UCM tanitmak gibi bir misyonu var. UCM için daha fazla bilgi almak için Uluslararasi Af Örgütü Türkiye Subesinin web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
TCK Iliskin TBMM’inde TCK Alt Komisyonu Üyesi CHP Milletvekili Orhan Eraslan ile Görüstük Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Türk Ceza Kanununda (TCK) yapilan değisikliklerle, sinirli olsa da “cinsel yönelim ayrimciliğinin” eklenmesinin, “gey-lezbiyen” realitesinin taninmasinda önemli bir adim olduğunu düsünüyoruz. Kaos GL ve Lambdaistanbul olarak, TCK’ya iliskin
Kaos GL Izmir Okur Bulusmasi
önerilerimizi TCK Kadin Çalisma Grubu ile beraber gündemlestirdik. Önerilerimizi 24 Mayis 2004, pazartesi günü, TCK Adalet Alt Komisyon Üyesi Orhan Eraslan ile görüstük. TCK’ya iliskin önerimize Kaos GL’nin web sitesinden, Lambdaistanbul ve Kaos GL Kültür Merkezlerinden
ulasabilirsiniz. TBMM öncesi TCK’ya iliskin Kaos GL ve Lambdaistanbul birer basin açiklamasi yaptik. Orhan Eraslan ile görüsmemiz sonrasinda da görüsmeye dair bir basin açiklamasi yaptik. Basin Açiklamalarini Kaos GL Hukuk Özel Sayisinda okuyabilirsiniz.
14 Mayis 2004 Cuma günü, Izmir’de Iletisim Kitabevinde Kaos GL Dergisi Okurlariyla Bulustu. 40 kadar dinleyicinin katildiği okur sohbetine Kaos GL Dergisinden Ali Erol, Ali Özbas ve Salih Canova Katildi. Kaos GL dergisinin hangi ihtiyaçtan yola çiktiği, sürecin nasil gelistiği ve su an da Kaos GL’de ve Dergide yapilan çalismalar üzerine konusuldu. Iletisim Kitabevinin önerisi ile sonbaharda daha genis kapsamli bir dizi etkinlik düzenlemek için Izmir’e geleceğiz. Sonbahar’da Izmir’de görüsmek üzere
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 32
gündem
Kaos GL Sempozyumu 2004 Eğitimde Sosyalizasyon Politikalari: Gey-Lezbiyen Öğrencilere Yansimalari Kaos GL Sempozyumu’nun ilkini, “Gey ve Lezbiyenlerin Sorunlari ve Toplumsal Baris Için Çözüm Arayislari” üst basliği altinda gerçeklestirmistik. Bu yil ikincisini gerçeklestireceğimiz Kaos GL Sempozyumu’nu, eğitim konusuna ve gey-lezbiyen öğrencilerin bu alanda yasadiklari sorunlara ayirdik. Bir sistemi, bir eylemin sürecini ve sonucunu anlatan eğitim, yetiskin neslin yetismekte olanlari toplum kurallarina hazirlamak için onlarin üzerinde tatbik ettiği eylemlerin tümü olarak tanimlanmakta. Söz konusu eylemlerin tatbik edildiği sürece ise sosyalizasyon denmektedir. Sonuçta bireyin toplumla bütünlesmesinin beklendiği toplumsallasma süreci, gey-lezbiyen bireyler açisindan heteroseksüel sosyalizasyon süreci olarak yasanmaktadir. Zorunlu eğitimin zorunlu heteroseksüelliğe dönüstüğü mevcut
eğitim sisteminde, gey-lezbiyen bireylere kendi özgül kisiliklerini kazanma firsati ve olanaği sunulmamakta, bunun sonucunda da gey-lezbiyen öğrenciler, örgün eğitimde yasadiklari ruhsal, sosyal ve kültürel sorunlardan dolayi toplumla sağlikli bir bütünlesme gerçeklestirememektedir. Toplumsal cehalet düsünüldüğünde eğitim üzerine genel bir ortaklasma görüldüğü halde mevcut eğitim sisteminden eğitenden eğitilene, velilerden devletin ilgili kurumlarina kadar neredeyse sikayetçi olmayan bir kisi ve kurum bulmanin imkânsiz hale geldiği görülmektedir. Heteroseksüel öğrencilerin yasadiği ve tüm taraflarca kabul edilen sorunlara, gey-lezbiyen öğrenciler ruhsal ve fiziksel bir kusatma ile katmerli bir sekilde mâruz kalmaktadirlar. Gey-lezbiyen öğrenci realitesinin
taninmasi ve bundan hareketle hazirlanip uygulanacak politikalar, eğitim sistemindeki sorunlarin çözümü için barisçi ve ilerletici olacaktir. Bu bağlamda sempozyumun bir adim olmasini diliyoruz. Öğretmenler, ebeveynler, eğitimciler, psikologlar, sendikacilar, gey-lezbiyen ve heteroseksüel öğrenciler, eğitim alaninda çalisan herkes... Eğitimde Sosyalizasyon Politikalari ve Gey-Lezbiyen Öğrencilere Yansimalari Sempozyumuna öneri, katki ve katiliminizi bekliyoruz.
Su ana kadar olan gelismelerden bahsedecek olursak, Danisma Kurulu olustu. Radikal Gazetesi’nden Tuğrul Eryilmaz, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri’nden Figen Çok ve Türk Psikologlar Derneği’nden Nihal Kale.
Gey-Lezbiyen Öğrenci Aği'ndan Merhaba; Ne yapmak istiyoruz. Üniversitede gey-lezbiyenlerin yasadiklari sorunlari dile getirebilecekleri ve birbirleriyle iletisime geçecekleri bir iletisim aği olusturmak istiyoruz. Nasil Yapacağiz? Üniversitede homofobiyi desifre edeceğiz. Gey, Lezbiyen, biseksüeller olarak üniversitelerde yasadiğimiz sorunlari birbirimizle paylasacağiz. Heteroseksizm ve cinsiyetçilikle mücadele edeceğiz. Heteroseksizm, cinsiyetçilik ve militarizmden arinmis bir
dille iletisim kurmak için çaba harcayacağiz. Üniversitelerde GeyLezbiyen realitesinin taninmasini sağlayacağiz.
Kaos GL Öğrenci Aği Nasil Bir Örgütlenmedir? Kaos GL Öğrenci Aği antihiyerarsik, anti-heteroseksizt, antimilitarist, anti-cinsiyetçi bir yapilanmadir. Gey-lezbiyen ve biseksüellerin kampüste, ailede, is hayatinda, sokakta ve hayatin bütün alanlarinda yasadiği sorunlarin paylasilacaği ve çözüm yollarinin birlikte aranacaği bir listedir. Gey-
Lezbiyen ağina sadece öğrenciler değil kampüste çalisan gey-lezbiyen isçi ve memurlarda katilabilirler. Gey-Lezbiyen öğrenci ağina katilan öğrenciler görünür olmak zorunda değildirler. Bu listenin koordinesi Kaos GL'li geylezbiyenler tarafindan yapilmaktadir.
Nasil katilabilirsiniz? glkampus@yahoo.com veya dergi@kaosgl.com adresine mail atmaniz yeterlidir. Gelin Birlikte Özgürleselim.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 33
gündem
Farkli Yüzleriyle Cinsellik... Cinsel Eğitim Tedavi ve Arastirma Derneği tarafindan düzenlenen Cinsellik ve Cinsel Tedaviler V. Kongresi, “Farkli Yüzleriyle Cinsellik” temasiyla 24-26 Mayis 2004 tarihleri arasinda Istanbul’da gerçeklestirildi. 26 mayis 2004, “Cinsellik ve Ayrimcilik” paneline, Kaos GL’den Yesim Basaran, Lambdaistanbul’dan Öner Ceylan, Ilga(Uluslararasi GeyLezbiyen Birliği) Genel Sekreteri Kürsad Kahramnaoğlu, Insan Kaynağini Gelistirme Vakfindan Sevval Kiliç katildilar. Sunumlarin özetlerini yayinliyoruz. “Bütün Hastalar Heteroseksüel Değil” Yesim Basaran, “Lezbiyenlere yönelik ayrimcilik, hem escinsel hem de kadin olmanin kesisen noktalarinda yasanmaktadir. Bu ayrimcilik türü yasamin her alaninda karsimiza çikmaktadir. Ataerkil ve heteroseksist zihniyetten kaynaklanan bu ayrimcilik lezbiyenlerin sağlik profesyonellerinin yardimina ihtiyaç duyduklari zaman da karsilarina çikmaktadir. Hatta pek çok lezbiyen sirf bu nedenle pek çok konuda yardima ihtiyaçlari olduğu zaman sağlik profesyonellerine basvurmaktan geri durmaktadir. Ayrimciliğin/dislamanin yani sira, cinsellikle ilgili konularda çalisan sağlik profesyonellerinin lezbiyen cinselliği konusundaki bilgi yetersizlikleri de ayrica bir sorun teskil etmektedir.” Çerçevesinde bir sunum yapti. “Escinsel Erkekler Kimdir” Öner Ceylan, “Toplumdaki genel anlayis, insanlarin iki tür olduğu (karsicinsel)erkek ve (karsicinsel) kadin. Yani cinsiyet belirtildiğinde, cinsel yönelim de bunun içinde (karsicinsel) verili sayiliyor. Oysa escinsel kadinlar ve escinsel erkekler var. Escinsel erkekler, mevcut “erkek” algisinin disinda sayildiklarindan, biyolojik, fizyolojik, vs. olarak da üçüncü bir cinsiyet gibi algilanabiliyorlar. Escinsel kadinlar ise cinsiyetçi algidan dolayi zaten genele kimsenin aklina gelmiyor. Sağlik çalisanlari da elbette bu toplumda yasiyorlar ve algilardan muaf
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 34
değiller. Dolayisiyla bu tarz bilgi eksiklikleri ve ön yargilar, escinsellerin sağlik hizmetlerinden yararlanmasi sirasinda sorunlara yol açiyor.” Bir sunum yapti. “Milletler arasi Platformlarda Cinsellik Alaninda Mücadelenin Dünü Bugünü” Kürsad Kahramanoğlu, sunumunda, Avrupa Birliği ve BM’lerde yapilan mücadelenin dünü ve bugünü hakkinda bilgi verdi. BM ve Üye develetlerin temsilcilerinin escinselliği algilayis ve nasil pazarlik konusu yaptiklarini “Escinsel haklari insan haklaridir” vurgusunun insan haklari evrensel bildirgenin içinde değerlendirilmesi yönünde önerinin sunulmasindan, geri çekilmesine kadar olan süreci aktardi. “Seks Isçileri ile Olan Deneyimlerim, Yasalar ve Seks Isçileri” Sevval Kiliç, “Seks Isçilerinin temelde diğer insanlardan çok fazla bir farkliliklari yok. Genelde ortalama toplumsal değerleri paylasiyorlar. Çoğunlukla is kosullarinin disinda toplum arasinda siradan bir birey olma arzusu içinde olan insanlar seks isçileri. Ancak sanirim birkaç istisna disinda çok azi bir topluluk içinde ya da yeri geldiğinde çekinmeden mesleğini açiklayabilecek bir durumda. Bunun tahmin edebileceğiniz gibi bir çok nedeni var. Bu nedenlerden en önemlisi toplumun iki yüzlü ahlak anlayisindan kaynaklaniyor. Bir taraftan seks isçiliği hemen her toplumunda varolan cinsel yasamin parçalarindan biri. Bir toplumda ne kadar seks isçisi varsa en az bu sayinin 3-5 kati müsteri var demektir. Cinsellik, seks isçiliğinin de gerekli olduğu bir ortamda sürdürülüyor. Hatta bizim gibi birkaç ülkede seks isçiliği yasalarla hukuksal olarak da düzenlenmis durumda. Diğer taraftan kendi cinsel yasamlarinin bir parçasi olan bu insanlara karsi tükenmek bilmeyen bir dislama, nefret, ayrimcilik hatta siddet uygulanmakta. Birlikte çalistiğimiz bir transeksüel seks isçisi bir gece önce birlikte olduğu ve her nedense o an için kendisini escinsel ya da biseksüel olarak tanimlayan bir
müsterisinin bir gün sokakta kendisini dönme diye asağilamasini anlatmisti. Bu davranisin açiklanmasi hem etik hem de bilimsel arastirmaya konu olabilir. Seks isçilerinin durumu her zaman bu kadar kötü olmamis. Tarihte özellikle antik çağlarda tapinaklarda kutsanmis olarak çalismakta olan fahiselere rastlaniyor. Ortaçağin egemen ideolojisinin araçlari olan dini baskilarla epey kötü zamanlar geçiren seks isçileri günümüzde de varliklarini sürdürmekte ve HIV/AIDS nedeniyle oldukça önemli bir konuma oturmus durumdalar. Ancak üzerlerindeki tarihi günahkarlik damgasi halen yürümekte. Seks isçilerinin popülaritesi dünyadaki genel değisimlere uygun olarak bir süre azalmis. Bu duruma bir ölçüde cinsel yolla bulasan hastaliklarin tedavisindeki gelismeler, bir ölçü de ahlak anlayisindaki genel değisimler neden olmus. Ne var ki HIV/AIDS nedeniyle eski söhretlerini yakaliyor gibiler. Diğer yönden eğer bir toplumda escinseller, seks isçileri, damar-içi madde bağimlilari dislaniyor ve toplum için tehlikeli gruplar olarak algilaniyorsa bu engeller bir kat daha büyüyor demektir. Bir toplumda varolan cinsel tutumlarin ve eğilimlerin çesitliliği, sanilanin aksine ahlaki söylem tarafindan belirlenemez. Insanlik tarihi boyunca her dönemde genel ahlaki eğilime ters düsen gruplar her zaman varolmus ve gelecekte de varolacaktir. Bu gruplarin toplum içinde kendilerini ifade etmeleri ve diğer insanlarla esit haklari paylasmalari toplumun geneli için bir tehdit olusturmaz. Aksine toplumda escinsellerin, transeksüellerin ve seks isçilerinin; dislanma ve suçlama yoluyla toplumdaks ahlaki çöküntünün kaynaği olarak gösterilmesi ve hatta HIV/AIDS’in nedenleri olarak tanimlanmasi toplumun zararinadir. Bu yolla escinsel, transeküel, seks isçisi olmayan ya da bu gruplarla iliskisi olmayan insanlar kendilerini hastalik tehdidinden uzaklastirmis ve asil tehlikenin ortasina atmis olmaktadir. Diğer yandan cinsel tutumlari nedeniyle ayrimciliğa uğrayan insanlar eğitim ve sağlik hizmetlerinden daha az
gündem yararlanabilmekte, bu durum da bu insanlarin bir kat daha zarar görmelerine ve hastaliğin daha kolay yayilmasina neden olmaktadir. Yasalar ve Seks Isçileri Incelenmesi gereken diğer bir alan yasalar ve seks isçileri. Ülkemiz seks isçilerinin devletçe kayitlarinin tutulduğu ve fuhusun devlet denetiminde yapildiği birkaç ülkeden biri. Yüzyilin basinda birçok ülkede durum bizim su an ki durumumuz gibiydi. Ancak sonralari devlet seks isçilerinin kayitlarini tutmaktan vazgeçtiler. Bizde ise halen
30’li yillarin yasalari yürürlükte. Tüzük kapsamina sadece kadin seks isçileri giriyor. Transeksüel ve erkek seks isçileri tüzük kapsaminda düsünülmemis. Oysa ki özellikle büyük kentlerde azimsanmayacak sayida yukarida belirtilen gruplarda seks isçileri çalismakta. “Escinseller Neden Psikolojik Yardima Ihtiyaç Duyarlar?” 26 Mayis günü çalisma grubu vardi. Kaos GL’den Umut Güner ve Lambdaistanbul’dan Deniz Yildiz tarafindan koordine edildi. Bu çalisma
grubunun amaci “gey-lezbiyenlerin cinsel yönelimlerini kesfettikleri asamada, aileye ve yakin çevreye açilma durumlarinda, deneyimli uzmanlardan yardim alma ve deneyim paylasma ihtiyacindan ortaya çikti.” Çalisma grubu “Günah, Suç, Hastalik” süreç nasil gelisti?, Escinsellik Ne Zaman Hastalik Oldu? Ne Zaman Hastalik Olmadan Çikti? Escinsellere Nasil Yaklasmali? Nasil Yaklasmamali? Ve Escinsellerin Psikolog-psikiyatr deneyimleri çerçevesinde interanktif bir tartisma oldu.
Yine Yeni Tartisma Alanlari Açmak Cihan Hüroğlu
Geçtiğimiz Mayisin ilk haftasi yeniden cinsellikleri sorgulamalarindan yola çikip escinsellerin yasadiği sorunlar üzerinden, cinsel kimlik ve yönelimler üzerine yeni bir tartisma ortami yaratmaya çalistik. Iki günlük bu tartisma sürecinde escinsel gruplarin eylemliliklerini konusmanin yaninda devlet kurumlari tarafindan temel ihtiyaçlarin nasil düzenlenebileceğini de tartismaya açmaya çalistik. “Türkiye’de Cinsel Kimlik ve Yönelimleri Anlamak” baslikli sempozyumun ikinci gününü bu yüzden özellikle hukuk tartismalarina ayirdik. Istanbul Bilgi Üniversitesi ve Lambdaistanbul‘un ortaklasa gerçeklestirdiği çalisma, akademi gibi kurumsal bir yapinin ve kendi için baskalasmis farkli disiplinlerinin, antiotoriter çalisma anlayisina sahip bir örgütle bir araya getirilmesindeki pratik zorluklarindan kaynaklanan sebeplerle oldukça stresli bir ortamda gerçeklesti fakat önemli ölçüde basariya ulasti. Sempozyum Hollanda Konsolosluğunun ve Istanbul Bilgi Üniversitesinin finansal desteği ile gerçeklesti. Tartismalarin içeriğini belirlemek adina olusturulan düzenleme kurulunda ise hukuk, psikoloji, sosyoloji bölümlerinden asistanlarla Lambdaistanbul’un gönüllüleri ve Bilgi Üniversitesi ’nden öğrenciler görevler üstlendiler. Tartismalar akademi ile escinsel
hareketin birbirini ötekilestiren tavrinin yarattiği hafif gerginliğe rağmen öncelikle karsilikli bilgi alis verisinin sağlanmasi açisindan oldukça yararliydi. Escinsellerin hukuk tartismalarindan sonra TCK sürecinde seslerini duyurmak adina meclise gitmeyi örgütlemis olmalari bu sempozyumun somut kazanimlarindan biri olarak görülebilir. Sempozyumun önemli özelliklerinden biri de Yunanistan, Italya, Ingiltere, Belçika, Amerika Birlesik Devletleri gibi ülkelerden gelen konusmacilari ve yine çesitli yabanci dinleyici kitlesiyle uluslararasi açilimlari da içinde barindirmasi oldu. Türkiye’de artik gerek polis, gerek adli tip ve adli psikiyatri gerek askeriye uygulamalari daha tam olarak olmasa da escinsellik konusunda belli duyarliliklari göstermeye basladilar. Sempozyum tartismalarinda var olan uygulamalar yurtdisindaki benzerleriyle karsilastirilirken baski gruplarinin uluslararasi mekanizmalari nasil daha etkin kullanabileceğine dair stratejileri konusmaya ve tartismaya özellikle zaman ayrildi. Kendi baslarina ileride escinsel hareketi içinde belli gündemler olusturmaya gebe escinsellerin aileleri üzerine projeler, escinsellik ve islam, escinsel göçmenlerin sorunlari gibi konular bağimsiz sunumlar basliği altinda baslangiç teskil edecek sunumlarla masaya yatirilmis oldu. Gerçeklestirilen sempozyumda belki de ilk defa Türk ve Osmanli Edebi
metinlerinde cinsel kimlik ve yönelimlerin ayrintili analizi üzerine bir oturum gerçeklesti, yine toplumsal erkeklikle militarizmin bağlantisi ayri bir oturumla net bir sekilde ortaya kondu. Ayri cinsel yönelimlerden kisiler akademik tartismalarin bir adim ötesine geçmek adina kendileri üzerine yapilan akademik tartismalara tekrar bizzat müdahil olmus bulundular. Akademisyenler de bazen hakli bazen haksiz öznesi olmadiklari bir herkese yaptiklari elestiriler üzerinden tepki almalarina yol açti. Elestirilerin sertliği üzerine bazi hatirlatmalar olsa da bu tür elestiriler belki toplumu dönüstürme amaçli hareketlerin sadece entelektüel kismina dahil olup kafa ve kol emeği ayrimini dolayisiyla bilgi iktidarini kalicilastiran anlayislara karsi bir kaygi/tepki olarak belirdi; dolayisiyla bu elestiriler belli duyarliliklari doğrudan olmasa da dolayli yoldan ilgilisine aktarmayi belki bir nebze basardi. Nihayetinde ayri bir sinif olarak belirmemesi gereken akademisyenlerin cevaplarinda belki doğrudan kullanmalari gereken argüman bu konulara duyarlilik gösteren baska fazla akademisyen olmamasi dolayisiyla daha çok tolerans hak etmeleri gerekliliği olmamaliydi. Ötecinsel (Trasngender) konulari tartisilirken Türkiye’de fazla konusulmayan kadindan erkeğe transseksüellik hem çarpici ameliyat görüntüleriyle hem de BM’de lobicilikle uğrasan trans bir aktivist konusmacinin katilimiyla bizim için uzaklarda yasanan
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 35
gündem bir bilinmezlikten ayrintilarini tartisabildiğimiz bir pratik haline geçmis oldu. Hukuk tartismalari Avrupa Insan Haklari Mahkemesi davalari üzerinden uluslararasi dava süreçleri konusunda bilgilendirici sunumlarla ilerlerken Türkiye’de escinsellikle ilgili açilmayan davalarin Türkiye hukukunda bir baski yaratamamis olmasi sorunu tekrar görünür oldu. Cinsel yönelimleri, cinsiyet kimliklerini gündeme tasimak devlet yetkilileri tarafindan çoğu zaman “uygunsuz” olarak görülmeye devam edilirken bazi sol muhalefet gruplari da bu konularinin gündemlestirilmesinin kimi gizli güçler tarafindan desteklenip toplumu cinsellik ve uyusturucu tartismalari yoluyla uyutmaya devam etmeyi amaçladiğini düsünmeye devam ediyor. Kisilerin kendi sorunlarini sahiplenerek, kendi gündemlerine yabancilasmadan eyleme geçmesi; gündemi farkli gruplasmalarla ekolojik bir toplum tahayyülü üzerinden söylem üretmesi, yeni iktidar odaklariyla sömürüyü
engelleyebileceklerini düsünen örgüt ve partilerin açikça hosuna gitmiyor. Bu ortamda sermaye destekli olusturulan benzeri aktivitelerin faydaci olduğu üzerinden basit elestiriler öncelikle cinsellik üzerinden olusturulan bütün iktidar biçimlerini, iktidardan haz alma dinamiğini ve kisacasi iktidar kurgusuna dair pek çok düsünceyi ve bunlari tartismak adina verilen emekleri de açikça hafife aliyor. Sermayeyi yikamadiği yerde onu uzun vadede önemli sonuçlar getiren yararli eylemlere yönlendiren bu tür “sivil toplum” aktiviteleri kolayca elestirilebilirken düsmanini her zaman kendi disinda kurgulayan çoğu muhalefet gruplari bu tartisma ortamlarini isbirlikçi sayip iç sorgulamalarindan kolayca kaçabiliyorlar.Erkeklik üzerinden kurulan militarizm sorgulamalari ise bunlarin en önemlilerinden sayilabilir.Bu açidan sempozyum karsilikli dönüsüm adina escinsel gruplarin isbirliği içerisinde çalismayi amaçladiği pek çok muhalif grup katilimcisini dinleyici kitlesine dahil etmekte maalesef basarisiz kalmis
sayilabilir. Toplumsal dönüsümü sağlamak adina bugün artik herkesin tek bir öncelikte birlesmesini zor olacaği daha net farkediliyor. Artan iletisim kanallariyla önceden yok sayilan farkliliklarin belirginlesmeye baslanmasi “bu escinsellerin de nerden çiktiği” sorusunu hala kimlierine sordurmaya devam ediyor. Escinsel var olusun ve escinsellerin karsilastiği sorunlarin doğrudan ekonomik formüllerle açiklanamiyor olmasi – bazi basarisiz denemelere rağmen – muhalif gruplarin bu konularda kendilerini konumlandirmakta zorlanmalarina yol açiyor. Yapilan tartismalar her türlü demokratik kitle örgütünün sivil toplum örgütü ya da partinin zaman zaman kullandiği “doğal olana dönüs” düsüncesinden dallanan argümanlari duraksatiyor çünkü -neyse ki- artik kimse “doğanin doğasi”nin ne olduğundan çok da emin değil.Bu muğlakliğin somut stratejilere dönüsmesi için ise escinsel hareketi kendi üstüne düseni yapiyor ve yeni tartisma ortamlarini yaratma çabasini benzer aktivitelerle sürdürmeye devam ediyor.
Dünya Gazeteler Birliği (WAN) Basin Özgürlüğü Altin Kalem Ödülü" Ruslan Sharipov'a Istanbul’da Verildi Gay olduğunu açikca beyan etmis olan Özbek gazeteci Ruslan Sharipov 13 Ağustos 2003’te tamamen politik tezgah olan bir mahkemede escinsel olmasi nedeniyle yargilanarak hapis cezasina çarptirilmisti. Resmi açilisi 29 Mayis günü Istanbul’da yapilan Dünya Gazeteler Birliği (World Association of Newspapers) (WAN) Genel Kurulu hapis cezasi ev mahkumiyetine çevrilen Özbek gazeteci Ruslan Sharipov’a “Altin Kalem” ödülünü verirken, Özbekistan yönetimine gazetecinin bir an önce serbest birakilmasi çağrisinda bulundu. Özbekistan’daki insan haklari ve basin özgürlüğüne getirilen kisitlamalara karsi mücadele veren Özbek gazeteci 2003 yazinda 5,5 yil hapis cezasina mahkum edilmesinin ardindan birçok insan haklari organizasyonu bu durumun “Özbekistan’da hukukun hakim olmadiğinin ve yargi sisteminin bağimsiz
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 36
olmadiğinin” ispati olduğunu belirtmislerdi. Sharipov escinsel olmakla, resit olmayanlarla iliskiye girmekle ve bir genelev isletmek suçlanmis olsa da, tutuklanmasinin ve iskence görmesinin esas sebebinin hükümeti elestirmek olduğu belirtiliyor. Sinir Tanimayan Gazeteciler Derneği genel sekreteri Robert Menard, Ağustos 2003’te mahekeme kararinin ardindan yaptiği açiklamada sunlari söylemisti: “Sharipov’un gerçek disi ve küçük düsürücü deliller gösterilerek uyduruk bir biçimde tutuklanmasi, bazi otoritelerin canlarini sikan muhalif bir sesi devre disi birakmak için yaptiklari bir eylem olduğununun ispatidir.” Paris kökenli Sinir Tanimayan Gazeteciler Derneği yaptiği açiklamada Sharipov’un resit olmayanlarla cinsel iliskiye girmesi ve geneleve isletmek idialariyla tutuklanmasinin esas amacinin uluslararasi camiada yaygin olan
homofobiden faydalanmak ve tutuklamayi uluslararasi kamuoyundan gizlemek amaci tasidiğina dikkat çekmisti. Sharipov önceleri masum olduğunu ve suçlamalarin asilsiz olduğunu söylemis olmasina rağmen sonradan yaptiği savunmasinda suçunu kabul edip avukatlarini azat etmesi iskenceye ve psikolojik baskilara maruz kaldiğini gösteriyor. Dünyanin en büyük gazete ve dergilerinden çok sayida temsilcinin katildiği "Dünya Gazeteler Birliği (WAN) 57. Genel Kurulu ve 11. Dünya Editörler Forumu’nun Basbakan Tayyip Erdoğan’in konusmasi ile açilmasinin ardindan “Altin Kalem Ödülü”, Editörler Forumu Baskani Gloria Brown tarafindan Sharipov'u temsilen etkinliğe katilan Elena Urlaeva'ya sunuldu.
gündem
Mülteci Gününde Tartisilmayanlar... Umut Güner
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü dolayisiyla Uluslararasi Af Örgütü Türkiye Subesi tarafindan organize edilen “AB Siğinma Politikasi ve Türkiye’ye Etkileri” konulu bir günlük seminer düzenlendi. AB Siğinma Politikalari ve Türkiye uygulamalarinin ayrintili olarak tartisildiği seminer mültecilik alaninda çalisan kisi ve kurumlarin önünü açacak nitelikteydi. “fizyolojik patolojiler...” Türkiye’de mültecilik alaninda çalisan sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin ve Türk kamuoyu nezdinde yeteri kadar bilinmediği gerekçesiyle yapilan toplantida baska bilinmeyenler de su yüzüne çikti. Prof. Dr. M. Tevfik Odman, “Mülteci Hukuku ve Türkiye Mülteci Politikasi ve Uygulamasi” baslikli sunumu sirasinda “bir sosyal gruba ait olma yüzünden mülteci olma” kosulundan bahsederken söze, “fizyolojik patolojiler, homoseksüeller, biseksüeller, transeksüeller” dedi. Escinsellik, 1850’den 1974’de kadar farkli açilardan ele alinarak tibbin özelde de psikiyatrinin konusu olageldi. Ancak bu süre içinde escinsellik hiçbir zaman “fizyolojik patoloji” olarak değerlendirilmedi. “Escinsellik” 1974’den bu yana tek basina tibbin konusu değil. Ancak nedense her alanda güncel bilgiler takip edilirken escinsellik alaninda hep unutuluyor. Escinsel Mülteci Olmak... Mülteci olmak için Birlesmis Milletler Yüksek Komiserliğine gittiğinizde sizinle görüsen uzmani(avukat deniliyor) ikna etmeniz gerekiyor. Eğer siz, örneğin Bahai dinine mensupsaniz bunu ispat etmeniz yeterli oluyor ..Ama örneğin escinselseniz, bir sosyal gruba ait olma maddesi üzerinden yasadiğiniz yerde “hayatinizin tehlikede” olduğunu ispat etmek zorundasiniz. Burada benim canimi acitan bir nokta var. Kendi kisisel tarihimden biliyorum ki, ben escinsel olduğum için yasadiğim sorunlari, maruz kaldiğim siddet
olaylarini desifre ederken, kendimi suçlama-sorunu doğru bir sekilde ortaya koyamama arasinda gidip geliyordum. Escinselliğinden kaynakli yasadiğin sorunlari ortaya koymak için, bu sorunu senin çevrende gündemlestiren insanlarin ve yapilarin olmasi, deneyim aktarimlarinin yapilmasi lazim. Yoksa okyanusta yolunu kendi basina bulmak zorunda kalan bir baliktan farkin kalmaz ki, hayatinda hiç kimseye “ben escinselim” cümlesini kurmadan, BMMYK avukatlari karsisinda kendini çok rahat ifade etmen ve “ben escinselim, escinsel olduğum için yasadiğim yerde sunlari yasiyorum ve söyle tehditler aliyorum” demek biraz zor olsa gerek. Bu noktada escinsellerin yasadiklari sorunlar konusunda Birlesmis Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin bilinçlenmesi ihtiyaci kendini gösteriyor. Uluslararasi Yapidaki Çifte Standart... Pek çok gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüel yasadiklari sorunlardan kaynakli hayati tehlikesi olduğundan yeniden bir hayat kurmak için mülteci statüsü almak için uğrasiyorlar. Türkiyeli escinsellerin mülteci olma talepleri son dönemde genelde geri çevrilmekte ve Türkiye Cumhuriyeti yasalarinda escinselliği cezalandiran bir madde olmadiği ileri sürülmekte. Escinsellere yönelik cezai hiçbir yaptirim olmadiği halde uygulamada escinsellerin bir sürü sorun yasadiği, görmezden gelindiği, ayrimciğa uğradiği unutuluyor. Ayni uluslararasi yapi, ifade özgürlüğü, iskence gibi konularda sadece yasalara bakmakla kalmiyor uygulama üzerinden değerlendiriyor. Ve yasalardaki değisikliklerin yeterli olmadiği uygulamadaki eksiliklerin düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Veya ifade özgürlüğü, iskence vb. konularda Türkiye’ye endiselerini ileten bu uluslararasi yapilar ayni endiseleri gey-lezbiyenlerin yasam haklarinin ellerinden alinmasi, bu ülkeden ayrilmak zorunda birakilmasi
durumlarinda neden dile getirmiyorlar? Aslinda burada da escinsellerin hayatin bir çok alaninda yasadiği sorun karsimiza çikiyor: “Görünmezlik sorunu”. Gey-lezbiyenler görünür olamadiklari/olmadiklari için sorunlari da görülmüyor/görmezden geliniyor. Iç Göç ya da Yerinde Mülteci Mültecilik ve gey-lezbiyenler ikisinin bir cümlede geçtiği yazidan hemencecik escinsellerin mülteci olma talepleri akla geliverir. Ama yukarida siraladiğim sorunlari ortaya koyan bakis açilari nedense hep göz ardi edilir. Ancak burada farkli bir noktadan hareket etmek istiyorum. Türkiyeli gey, lezbiyen, biseksüel, travesti, transeksüeller egemen olan heteroseksüaliteden farkli bir cinsel yönelime sahip olmalarini fark etmeleri ve etraflari tarafindan fark edilmeleri ile beraber yasadiklari ev, aileleri, mahalleleri, okullari, çalistiklari isyerleri, yasadiklari köy, kasaba, sehirde bir abluka içine düsüveriyorlar ve bunun sonrasinda da “büyük kente” göç etmek zorunda kaliyor. Büyük kente gelme noktasinda üniversite üzerinden bir gelis gey-lezbiyenler için bu dönemin daha az sancili geçmesine neden olabilirken, bir kaçis olarak gelislerde genellikle durum gey, lezbiyen, travesti ve transeksüellerin beklediği gibi olmuyor. Escinsel olduğu için yasadiği yerden büyük kente gelen escinselleri fuhusa sürüklenebiliyor ki gey olduğu halde zorunlu seks isçiliğinin dayatilmasiyla travesti ve transeksüel olamaya sürüklenen escinseller olabiliyor. Bu durumu Kaos GL olarak desifre etme ve bu desifrasyon sonrasi gündemlestirme çabalarimiz oldu. Ancak bu alana dair çabalarimiz bizim ulastiğimiz escinsellerin kisisel hikayelerinden çikarabildiğimiz ile sinirli oldu. Mültecilik alani üzerinden sorunu açiklamaya çalistiğimizda iki kavram karsimiza çikiyor: iç göç diğeri ise yerinde mülteci kavrami... Iç göç kavrami, ülke içinde göçü tanimlamakta kullanilan bir kavram. Türkiye’de gey-
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 37
gündem lezbiyenlerin sorunlari sosyal bilimler tarafindan gündemlestirilmediği için sorunlarimizi tanimlamak ve bu sorunlarin hangi çerçevede bir akademik tartisma ve analiz gerektiğine dair bilgi üretiyoruz. Yerinde Mülteci kavrami, bölgesinde, sehrinde yasadiği sorunlardan dolayi ülke içinde göç etmek zorunda birakilmis kisi ve/veya
sosyal gruplara yönelik bir tanimlama. Bu tanimlama üzerine tartismalar henüz sonlanmis değil. Tartismalar su çerçevede yapiliyor; bir insan kendi ülkesinde mülteci olur mu? Yerinde mülteci kavrami yerine iç göç kavrami da kullaniliyor. Ancak bu tartismalar escinseller üzerinden yapilmiyor. Peki neden yapilmiyor? Aslinda bu sorunu tartismaya
basladiğimizda gey, lezbiyen, travesti, transeksüel ve biseksüellerin sadece Ankara ve Istanbul gibi büyük sehirlerde değil, doğduğumuz köyde, kasabada ve yerelde de olduğu ortaya çikacak ve farkli sorunlar üzerine konusma ihtiyacimiz doğacak. Gelin birlikte kafa yoralim...
Cinsel Yönelim Ayrimciliği Devam mi Edecek? TCK Adalet Alt Komisyonunun, Ayrimciliğa dair maddeyi düzenlerken, TCK Kadin Çalisma Grubu, Kaos GL ve Lambdaistanbul'un talepleri doğrultusunda "cinsel yönelim ayrimciliği”ni da kapsayacak sekilde düzenlemesi bizi sevindirmisti. Ancak Tasarinin Adalet Komisyonunda görüsülmesi sürecinde "cinsel yönelim" ibaresi çikarildi. Tasari bu haliyle escinsellerin, siyasal, sosyal ve ekonomik haklardan mahrum birakilmasina göz yumakta ve esitlik alanindan escinselleri dislamaktadir. Tasarinin mevcut halindeki "Cinsiyet Ayrimciliği" escinselleri kapsamamaktadir. "Cinsiyet" ile "Cinsel Yönelim" ayni ve/veya benzer seyler değildir. Cinsiyet kisinin kadin ya da erkek olduğunu gösterirken; cinsel yönelim ayni kisinin escinsel ya da heteroseksüel olduğunu gösterir. Örneğin bir kadin, kadin cinsiyetinden ayrimciliğa maruz kaldiği gibi ayni kadin escinsel olmasi halinde maruz kalacaği ayrimciliklar maddenin bu halinde kapsanmamaktadir. Türkiye'nin taraf olduğu ve Avrupa Birliğine giris sürecinde taraf olacaği uluslararasi sözlesmelerde cinsiyet ve cinsel yönelim ibareleri birbirinden farkli alanlari tanimlamak için kullanilmaktadir. Adalet Bakani Cemil Çiçek, Adalet Komisyonu Baskani Köksal Toptan ve Adalet Komisyonu Üyelerinden, ayrimcilik maddesine “cinsel yönelim” ibaresinin yeniden eklenmesini talep ediyoruz
Ayrimcilik
MADDE 124 - Kisiler arasinda köken, cinsiyet, aile durumu, örf ve adet, siyasal düsünce, felsefi inanç, sendika, bir etnik gruba mensupluk, irk, din, mezhep, cinsel yönelim nedeniyle ayrim yaparak siyasal, sosyal ve ekonomik haklardan yararlanmasini engelleyen kimse hakkinda 6 aydan 1 yila kadar hapis cezasi verilir. Gerekçe: Madde, insanlar arasinda, yürürlülükteki hukuk sisteminin izin vermediği ayrimlar yapilarak bazi kisilerin hukukun sağladiği olanaklardan yoksun hale getirilmelerini cezalandirmaktadir. Benzeri hükümler bugün artik insan haklarina saygili uygar ülkeler ceza mevzuatinda ve ceza kanunu tasarilarinda yer almis bulunmaktadir. Yukarida belirtilen olumsuz hareketler, kisilere karsi kökenleri, cinsiyetleri, aile durumlari, örf ve âdetleri, kisilerin değisik felsefî inançlari, ayri bir etnik gruba mensup bulunmalari, farkli irk, din, mezhep mensubu bulunmalari, cinsel yönelimleri nedeni ile gerçeklestirilmis olacaktir. Müstehcenlik MADDE 228 , (2) MADDE KALDIRILMALI (4) Siddet kullanilarak, hayvanlarla veya ölmüs insan bedeni üzerinde yapilan cinsel davranislara iliskin yazi, ses veya görüntüleri içeren ürünleri üreten, ülkeye sokan, satisa arzeden, satan, nakleden, depolayan, baskalarinin kullanimina sunan veya bulunduran kisi, bir yildan dört yila kadar hapis ve besbin güne kadar adli para cezasi ile cezalandirilir. (5), (6) MADDE KALDIRILMALI
TCK Kadin Çalisma Grubunun diğer önerilerine de katiliyoruz. 9 Temmuz 2004 Kaos GL
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 38
gündem
Kadina Yönelik Siddete Hayir! 15-40 yas arasi bir çok kadin kanser,trafik kazalari ya da sitma yerine toplumsal cinsiyet kökenli siddet nedeniyle ölüyor ya da yaralaniyor Her 3 kadindan biri yani yaklasik bir milyar kadin hayatlarinin bir noktasinda dayak yiyor, seks yapmaya zorlaniyor ya da farkli biçimde tacize uğruyor. Kadina kötü muamele eden kisilerse kadinin kendi ailesinden ya da tanidiği insanlarin arasindan çikiyor. Kadin cinayet kurbanlarinin yaklasik %70 i erkek partnerleri tarafindan öldürülüyor. 79 ülkede aile içi siddete karsi hiç yasa yok. 135 milyondan fazla kadin ve kiz çocuğu kadin sünneti olmustur ABD ‘de her 15 saniyede bir kadin ,genellikle kocasi/partneri tarafindan, dövülüyor. H er 90 saniyede bir kadin tecavüze uğruyor. Fransa’da her yil 25.000 kadin tecavüze uğruyor. Misir’ da 15-49 yas arasi evli kadinlarin %97 si kadin sünneti olmustur. Mültecilerin %80 ini kadinlar ve çocuklar olusturmaktadir. Kadin ve kiz çocuklarinin ticareti çatisma bölgelerinin %85 inde görülmektedir. Türkiye’ de kadinlarin %36 si aile içi tecavüze uğruyor. Türkiye’de kadinlarin %68 i kocalari tarafindan fiziki siddete uğruyor. Türkiye’ de siddete maruz kalan kadinlarin %1.2 si polise bildirimde bulunmus;%0.2 si suç duyurusunda bulunmustur Dünyada kadinlarin yaklasik %47 si ilk cinsel iliskilerinin zorla olduğunu bildiriyor. Yukaridaki rakamlarda da görüldüğü gibi dünyanin dört bir tarafinda yüz binlerce kadinin insan haklari her gün ihlal ediliyor.Bu rakamlar kadinlara yönelik siddetin ne denli büyük ve yaygin bir sorun olduğunu ortaya koymakla beraber buzdağinin ancak görünen kismini temsil ediyor. Çünkü bir çok kadin
uğradiği siddeti açiklayamiyor, kadinlar utaniyor, kendilerine inanilmamasindan siddetin artmasindan korkuyorlar. Ayrica istatistiklerde görüldüğü gibi kadinlara yönelik siddet belli bir siyasi ve ekonomik sisteme özgü değil.Dünyanin tüm toplumlarinda görülen varlik, irk ya da kültür sinirlarini asan bir siddet türü. Kadinlara yönelik siddetin temelinde ise kadinlarin yasamlarinin tüm alanlarinda erkeklerle esit olduğunu reddeden cinsiyet ayrimciliği yatiyor. Uluslararasi Af Örgütü olarak “kadina yönelik siddet insan hakki
“beni bir odaya kilitlediler, hamile kalmam ve onunla evlenmem için adami her gün getirerek bana tecavüz ettirdiler. hamile kalincaya kadar bunu yapmaya devam ettiler.”cinsel yönelimini “düzeltmek” için ailesi tarafindan bir odaya kapatilan ve kendinden yasli bir adam tarafindan tecavüz edilen Zimbabweli genç bir lezbiyenin ifadesi. ihlalidir”slogani ile Mart 2004 de Türkiye’nin de dahil olduğu 140 dan fazla ülke ile ayni anda kadinlara yönelik siddete son kampanyasini baslattik. Dünya çapindaki bu kampanya, tüm dünyadaki ülkelerin kadinlara yönelik siddeti önleme, sorusturma ve cezalandirma konusundaki yetersizliğine dikkat çekmekte ve kadina karsi siddeti durdurmak için herkesi harekete geçirmeyi amaçlamakta. Siddet ve siddet tehdidi tüm kadinlarin haklarini kullanma olanaklarini olumsuz etkilemekte. Savas meydanlarindan yatak odalarina kadar her yerde kadinlar tehlike altinda ve kadina yönelik siddet bir insan haklari skandali Bizler kadina yönelik siddetin sona ermesi için devletin, toplumun ve bireylerin topyekün harekete geçmesi gerektiğini düsünüyoruz. Bu nedenle devletin, eslerin, dini liderlerin, medyanin tüm is kollarindaki insanlarin büyük bir dönüsüme ihtiyaçlari var. Uluslararasi Af Örgütü olarak kadina
yönelik siddet eylemlerini arastirmak, ifsa etmek ve bu ihlallerin olduğunun açikça kinanmasi için çalisiyoruz. Bu anlamda Dünya çapindaki bir milyon sekizyüzbin üyemizi kadinlara karsi siddetle mücadele etmeleri için harekete geçiriyoruz. Ayrica bu kampanya ile tüm dünyadaki kadin haklari hareketine katkida bulunmak, siddet biçimlerini ortaya çikarmak, çözüm bulmak için çalismakta olan tüm kadin haklari aktivistleri ile kampanyada ortaklasa çalismak istiyoruz. Kadina yönelik siddetin failleri suçlarini yakalanma ya da cezalandirilma korkusu olmadan isledikleri sürece siddet döngüsünün kirilamayacağini düsünüyoruz. Kadina yönelik siddet suçlarinda adalet ve sorumluluğun sağlanmasi; yasal reformlarin yapilmasi mevcut normlarin uygulanmasindaki aksakliklarin giderilmesi devletin sorumluluğu altindadir. Devletin sadece kamu görevlileri tarafindan değil, özel kisiler ve gruplar tarafindan uygulanan siddete karsi da kadinlari koruma ödevi vardir. Bu anlamda kampanya süresince yaptiğimiz lobi çalismalari ile, yarattiğimiz kamuoyu baskisi ile devleti sorunun çözümü için harekete geçirmeyi hedefliyoruz. Biz Uluslararasi Af Örgütü Türkiye Subesi olarak kampanyamizdaki çalismalarimizi kadina yönelik siddet insan hakki skandalidir sloganiyla iki temel hedef etrafinda baslattik. Bunlardan biri kadina yönelik siddet ve ayrimcilik suçlarinda adalet ve sorumluluğun sağlanmasi diğeri ise bu konuda bilinç yükseltilmesi ve kamuoyu yaratilmasi. Yasal reformlarin yapilmasi anlaminda Uluslararasi Af Örgütü olarak TCK tasarisinin kadin hareketinin istediği sekilde yasalasmasi yönünde yapilan çalismalara ve eylemlere destek veriyoruz. 4320 sayili kanunun uygulanmasindaki aksakliklara ilgili bakanliklarin dikkatini çekmek ve sorumluluklarini hatirlatmak
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 39
gündem hedeflerimizden bir diğeri. Sorunun çözümüne yönelik toplumsal duyarlilik olusturmak için ise çok çesitli etkinlikler yapiyoruz. Bizi destekleyen Altay ve Istanbulspor takimlari kadina yönelik siddeti durdur yazili t-shirtleri ve pankartlariyla futbol sahalarina “kadina yönelik siddeti durdur” sloganini tasidilar. Bu destekle kültür ve diliyle siddetin çok yoğun olduğu erkek egemen bir alana mesajimizi iletmis olduk. Önümüzdeki sezon bu etkinlik yeni takimlarin desteğiyle devam edecek.. Kardes Türküler Boğaziçi Gösteri Sanatlari Topluluğu, Mor ve Ötesi, Jülide Kural, Moğollar, Diyarbakir Sur Belediyesi Tiyatro Topluluğu mesajimizi genis kitlelere ulastirmak konusunda bize destek veriyorlar. Çocuklar ve gençlerle aile içi siddet temali eğitim çalismalari yapiyoruz. Kampanya kapsaminda toplumsal cinsiyet kavramini irdelemek bu kavramin ayrimciliği ve siddeti körükleyen bir kavram olmasi nedeniyle bu konuda duyarlilik olusturmak, mümkün olduğunca çok insana ulasmak amaciyla hemsehri derneklerinde etkinliklerimiz olacak Kadin kaçakçiliği, namus adiyla islenen cinayetler, aile içi siddet ile ilgili olarak seçilecek bazi ülkeler ile beraber Türkiye’deki kadin STK’larinin da desteğini alarak, bilinç yükseltmek, kamuoyu yaratmak ve kamu yetkililerinin sorumluluklarini hatirlatmak amaciyla Türkiye’nin çesitli sehirlerinde toplantilar yapmayi, yetkililerle görüsmeyi planliyoruz.
Eylül 2002 de yirmi yasinda Ürdünlü bir genç, kiz kardesini öldürme suçuyla sadece on iki ay hapis cezasina çarptirildi. Evlendiği zaman hamile olduğunu öğrendiğinde bir telefon kablosuyla kardesini boğmustu.mahkeme kadinin “ailesinin onurunu ve ismini kirlettiği” gerekçesiyle taammüden cinayet suçuna karsilik cezasini hafifletmisti.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 40
Uluslararasi Ceza Mahkemesinin kadina yönelik siddet ile ilgili yönünü kadin STK’larina tanitma amaçli seminer çalismalari, hukuk fakültelerindeki ders programlarinda kadin haklari ile ilgili konulara yer vermesi ile ilgili çalismalar, Kadina Karsi Her Türlü Ayrimciliğin Önlenmesi Sözlesmesi(CEDAW) ile ilgili seminerler kampanyamiz dahilinde yapacağimiz çalismalar arasinda. Ayrica son dönemlerde medyada siklikla yer alan namus adina islenen cinayetler kampanyamizin bir baska odak noktasini olusturuyor. Bu konu ile ilgili bilinç yükseltme ve insan haklari eğitimi çalismalarimiz mevcut. Biz Uluslararasi Af Örgütü Türkiye Subesi olarak sorunun nihai çözümü
olmamakla birlikte yeterli sayida siğinma evi olmamasini acil bir sekilde çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyoruz.. Uluslararasi standartlara göre, her 7 500 nüfus için bir siğinma evi açilmasi gerekirken, ülkemizde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)'na bağli sadece sekiz tane "kadin konukevi" bulunuyor. Mor Çati Kadin Siğinaği Vakfi, Ankara Kadin Dayanisma Vakfina ait iki bağimsiz siğinak ise ekonomik nedenlerden dolayi kapali. Kadina yönelik siddet toplumsal bir sorundur bu nedenle devlet konu ile ilgili yükümlüklerini yerine getirmelidir. Uluslararasi hukuk uyarinca devletler, nerede islendiğine ve failin kim olduğuna bakmaksizin kadinlara yönelik siddeti önlemek, yasaklamak ve cezalandirmak için olumlu önlemler almakla yükümlüdür bu nedenle devlet kadinlari siddetten korumak için çalisan sivil toplum örgütleri ile isbirliği içerisinde yeterli sayida uygun kadin
“o gece ambulansi çağirdim,ambulans gelmedi. Polisi çağirdim polis gelmedi.”Joy. Barbados’da bir polis memuru olan kocasinin uyguladiği 10 yil süren siddet ve dayakla savasti. 2000 Ağustos’unda kocasi bir beton blokla onu öldürmeye çalisti ,adamin ailesinin yardimiyla hayati kurtulabildi. Joy’un kocasiyla ilgili karisina kötü muamele etmesini engelleyen bir kisitlama karari verildi. siğinağina fon ayirmak suretiyle, kadinlara yönelik siddeti önlemek amaçli adimlari acil olarak atmalidir. Uluslararasi sözlesmelere göre de belediyeler siğinma evi açma yükümlülüğü altindadir. Ancak açilacak siğinma evlerinin niteliği de önemlidir. Bu nedenle siğinma evleri kadinlarin istediği bağimsizlik, can güvenliği, gizlilik, yönetim ve denetimin kadinlar tarafindan olmasi gibi niteliklere sahip olmalidir. Bizler Temmuz ayi basinda Türkiye’de kadina yönelik siddet ile ilgili olarak taleplerimizin yazili olduğu bir metin ile baslattiğimiz imza kampanyasi ile tüm toplumun sesini sesimize katarak yaratacağimiz toplumsal baskiyla devleti harekete geçirmeyi amaçliyoruz. Siğinma evleri ile beraber adli makamlar ve güvenlik güçlerinin, polis ve jandarma memurlarinin kadina karsi siddet ile ilgili eğitim almalari, konu ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmedikleri zaman cezalandirilmalarinin sağlanmasi, Aileyi Koruma Yasasi ve TCK’nin aile içi siddeti diğer saldiri biçimleri gibi ele almasinin ve cezalandirilmasinin sağlanmasi ve siddete uğrayan kadinlarin bunu rapor edebilmelerinin önünün açilmasi devlete yönelttiğimiz taleplerimiz arasinda. Bizler herkesi kadina yönelik siddete karsi mücadelemize destek olmaya davet ediyoruz.Kadina karsi siddeti durdurmak hepimizin elinde…
haberler
Yeni Zellanda’da Escinsel Haklari
Günümüzde geylerin ve lezbiyenlerin verdiği mücadeleye baktiğimizda Avrupa ve Amerika kitasi daha ön plana çikmasina rağmen, Avusturalya ve Yeni Zellanda'da da escinseller birçok zafer kazanmaktalar. Bu yazida Yeni Zellanda’daki güncel gelismeler incelendi. Yeni Zellanda is yasalari, escinsel bir partnerin diğerine bakabilmesine olanak sağlamasi için 1997 yilinda gözden geçirildi. 22 Ekim 2000’de Basbakan Helen Clark, Isçi Parti iktidarinin bir yil içinde gey ve lezbiyen çiftlerin yasal olarak taninma kapsamini genisletecek bir kanun taslaği önereceğini açikladi. Medyada evlat edinme, evlilik ve hatta kayit olma ile ilgili olumsuz haberler çikmasi hakkinda, Bas Savci Margaret Wilson gibi Basbakan Clark da su yorumda bulundu: “Çikan bu haberlerin kamuoyunun gerçek fikrini yansittiğina inanmiyorum.” Buna ek olarak gey ve lezbiyen çiftlerin taninmasini sahsen desteklediğini de belirtti. Bekleneceği gibi asiri sağcilar nasil olursa olsun escinsel çiftleri tanimaya yönelik tüm çalismalara karsi mücadele vereceklerini açikladilar. Yeni Zellanda Parlamentosu 29 Mart 2001’de yeni bir Mülkiyet Iliskileri Yasasi’ni kabul etti. (1 Subat 2002’de yürürlüğe girdi) Yeni yasa evli olmayan heteroseksüel ve escinsel çiftlere üç yil beraber olmak kosulu ile evli çiftlerin sahip olduklari tüm mülkiyet haklarini taniyor. Mahkemeler eğer uygun görürse ölen sahsin malvarliğini ikiye ayirip ese veya partnere destek
için verebilecek, ayni zamanda yasayan es, partnerinin mülkiyetinde hak iddia edebilecek. Bu haklardan faydalanmak istemeyenler ise “sözlesme disi” kalma hakkina sahipler. Hazirlanacak dökümanin ne kadar karisik olup olmadiğina bağli olarak böylesine bir anlasma 600 ila 2500 dolar arasi değisiyor. Bildirildiğine göre yaklasik 230,000 Yeni Zellandali de facto iliski yasiyor. Çiftlerin yukarida belirtilen haklara sahip olup olmadiklari belirlenirken ne gibi kriterler kullanilacaği ve resmen ne zaman baslayacaği gibi konular belirsiz olan hususlar arasinda. Yukarida belirtilmis olan kanun evli çiftler için de bir takim değisiklikler getiriyor. Yargiçlar bir ese diğerine belli miktarda bir para vermesi için emir verme hakkina sahip. Yeni Zellanda’da 29 Mart 2001’de gey ve lezbiyenler lehine üç ayri kanun daha yürülüğe girdi: (1) Idare Kanununda yapilan değisikliğe göre eğer birakilmis bir vasiyetname yoksa, escinsel partner ölen bir esin mal varliğinin paylasimi konusunda evli eslerin sahip olduklari tüm haklara sahip. (2)Aileyi Koruma Kanunda yapilan değisikliğe göre eğer birakilmis vasiyetname çok eski bir tarihli ise veya yasayan ese herhangi bir destekte bulunulmamissa, escinsel partner ölen bir esin mal varliğinin paylasimi konusunda evli eslerin sahip olduklari tüm haklara ve gerekirse mahkemeye
gidip itiraz etme hakkina sahip. (3) Aile Hayatini Düzenleme Yasasi iliski sona erdikten sonra “ese mali destekte” bulunulmasini (eğer gerekliyse) öngörüyor, fakat bu husus mallarin paylasimi konusundan ayri olarak ele alinacak. Isçi Partisi Milletvekili Tim Barnett önerdiği “Medeni Beraberlik Kanunu’nun” mecliste 2002 yilinda görüsüleceğini umuluyordu. Kanun kayit yaptiran evli olmayan escinsel ve heteroseksüel çiftlere evli olan çiftlerin haklarini vermeyi öngörüyordu. Parlamenter Barnett Haziran 2001’de kendisi ile yapilan bir röportajda evlilik kurumunda escinsel çiftlere yer verilmemesinin insan haklari bağlaminda mücadele verilmesi gereken bir anormallik olarak gördüğünü açikladi. Hükümetin Insan Haklari Kanunu’na uymaya 2002 yilindan itibaren yükümlü olacağina dikkat çekerken, escinsel çiftlerin de Evlilik Yasasi’nin Insan Haklari Yasasi ile çelistiğini vurgulayarak bunu mahkemelere tasiyacaklari tahmininde bulundu. Gönüllü Beraberlik yasa önerisi Mart 2004’te görüsülmek üzere Yeni Zellanda Meclisi’nin gündemine tekrar girdi. Her ne kadar iktidarda olan Isçi Partisi gay ve lezbiyenlere gönüllü birliktelik haklarinin verilmesi sicak baksa da, Mayis 2004 itibariyle bu konuda herhangi bir gelisme kaydedilmedi. Kanunun 2004 yili içinde kabul edilmesi bekleniyor.
Brezilya’da Rio Grande do Sul Eyaleti’nde Gönüllü Birliktelik Yasasi Yürürlüğe Girdi Rio Grande do Sul eyaleti, Brezilya’da escinsellere gönüllü birliktelik hakki veren ilk eyalet oldu. Seviç çiğliklari altinda birbirinin parmağina yüzük takan ve düğün pastasini kesen Joazinho Moraes ve Alcindo Sandini çifti birbirlerine bağlilik yemini ettiler. Çift bir gün önce de birlikteliklerini yasallastirmak için Rio Grande do Sul eyaletinin hükümet binasinda gerekli belgeleri imzalamisti. Ilginçtir ki bu konuda çok siddetli tartismalarin ve suçlamalarin yasandiği Amerika Birlesik Devletleri’nin aksine
Brezilya’nin güney eyaleti Rio Grande do Sul’de gay ve lezbiyen birlikteliklerin taninmasi hemen hemen hiçbir olumsuz tepki toplamadi; o kadar ki Güney Amerika’nin en büyük ülkesinde yasayan Brezilyalilarin birçoğu bu konudan habersiz. Kabul edilen gönüllü birliktelik yasasi miras, evlat edinme, birbirinini çocuğunun vesayeti, sağlik sigortasi ve emeklilik konularinda gey ve lezbiyen çiftlere oldukça genis haklar sağliyor. Adi geçen kanun lezbiyen bir üniversite profosörünün kendisi ile
gelen esinin seyahat masraflarinin üniversitenin karsilamamasi yüzünden dava açmasi ile basladi. Eyaletin insan haklari komisyonundan da olumlu tavsiye alan yargiçlar heyeti gey ve lezbiyenlerin geleneksel evli çiftler ile ayni yasal haklara sahip olmasi gerektiği hükmüne vardi. Brezilya yasalarina göre eyalet mahkemesinin verdiği bu karari federal mahkemeler iptal edemiyor.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 41
haberler
Izlanda ve Escinsel Haklar
Bir zamanlar escinsel olmanin suç sayildiği Izlanda bugün gey ve lezbiyenlerin yasadiği en liberal ülkelerden birisi olarak sayilmakta. 1869’dan gey ve lezbiyen seksin suç ilan edilisinden beri Izlanda’da çok sey değisti. Yaklasik yüz yil boyunca Izlandali gey ve lezbiyenler birbirlerine sevdiler diye hapis cezasi riskini yasadilar. Hatta 1970’li yillarda bile Izlanda halki, cinsel sapik olarak nitelendirdikleri escinselleri dislamaya devam ettiler. En sonunda 1975’de gay bir erkek basina cinsel kimliğini açikladi ve bu olay ülkenin ilk gey ve lezbiyen organizasyonunun birkaç yil sonra kurulmasina ilham verdi. 2000’li yillara gelindiğinde Izlandali gey ve lezbiyenlerin yasadiklari sikintilardan eser yok ve devlet yönetimi dünyada bu konuda en
liberal olanlardan birisini teskil etmekte. 1992 yilinda escinsellere yönelik ayrimciliği yasaklayan bir kanun kabul edildi. 1996 yilinda ise gönüllü birliktelik kurumu yasallasti. 2000 yilinda ise bu kanunun kapsami çiftlerin birbirinin çocuğunu evlat edinmesine olanak sağlayacak sekilde düzenlendi. Izlanda yasalari diğer ülkelerde geçerli gönüllü birliktelik kurumlarini tanidiği gibi yabancilarin da bu haktan faydalanmasina izin veriyor. Ülkenin gey pride kutlamalarinin ismi Izlanda dilinde “Farkli Günler” adini tasiyor fakat Izlanda dilinde “farkli” kelimesi ayni zamanda “escinsel” anlaminda da kullaniliyor. Samtökin 78 adli gey ve lezbiyen organizasyonun yöneticisi Hrafnkell Tjörvi Stefansson Pride hakkinda su yorumu yapti: ‘Izlanda’daki pride
ABD Ordusundan 770 Escinsel Atildi.
Bülent Kenes AA - ABD ordusundan geçen yil 770 escinselin atildiği bildirildi. Konuyla ilgili yapilan bir arastirma,'Sorma, söyleme' politikasinin uygulamaya baslandiği 1994 yilindan bu yana, aralarinda dilbilimciler, nükleer savas uzmanlari ve daha pek çok alanda uzmanin bulunduğu yaklasik 10 bin kisinin ordudan atildiğini gösterdi. Santa Barbara'da bulunan Ordu'da Cinsel Azinliklar Çalisma Merkezi'nin Savunma Insan Gücü Veri Merkezi istatistiklerine dayanarak yaptiği analizlerde, ordudan atilanlarin kisisel profillerinin yani sira ne is yaptiklari, rütbeleri ve hizmet yillari anlatiliyor.
'Sorma, söyleme' politikasi, cinsel eğilimlerini kisisel hayatlariyla sinirli tuttuklari ve ordu içinde herhangi bir cinsel faaliyette bulunmadiklari sürece, gey ve lezbiyenlerin hizmet görmesine izin veriyor. 1998-2003 yillari arasinda ordudan atilan kisiler üzerinde yapilan arastirmaya göre, ''sorma, söyleme'' politikasi çerçevesinde escinsellik sebebiyle ordudan uzaklastirmalar daha çok orduya yeni girenler için uygulandi. Bu süre zarfinda uzaklastirilan 6300 kisiden 75'i subay iken, atilanlarin yüzde 71'ini erkekler olusturdu. Escinsellikten dolayi
senliklerinin aslinda tüm ailelerin katildiği bir senlik çünkü Izlandali gey ve lezbiyenlerin birçoğu ailelerine açiliyor. Bu ülke o kadar küçük ki gey gey gettolara siğinip oralarda yasamalari imkansiz.” Iki günlük pride kutlamalari Cuma aksami basliyor. Cumartesi günü baskent Rejyavik’teki yürüyüs ve aksamki konser ile sona eriyor. Bu yilki kutlamalara Rejyavik sehir belediyesi de ilk kez 26,000 dolar maddi yardimda bulundu. Pride kutlamalari Izlanda halki kadar baska ülkelerden gelen ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor. Stefansson bu konuda su yorumu yapti: ‘2003 yilinda pride kutlamalarin 20,000 kisi katildi. 28,000 kisinin yasadiği bir ülkede bu rakam oldukça yüksek.’
uzaklastirmalarda yüzde 41'lik oraniyla kara kuvvetlerinin birinci sirada yer aldiği, bu oranin donanma için yüzde 27, hava kuvvetleri için yüzde 22 ve deniz piyadeleri için ise yüzde 9 olduğu kaydediliyor. Escinsellikten dolayi atilanlardan yüzlercesinin önemli konumlarda bulunduklari, bunlar arasinda 90'inin nükleer enerji mühendisi, 150'sinin füze ve roket uzmani, 49'unun ise nükleer, kimyasal ve biyolojik savas uzmani olduğu belirtiliyor. Atilanlar arasinda bulunan 88 dil uzmanindan en az 7'sinin ise Arapça uzmani olduğu ifade ediliyor.
Fransa'da escinsel evlilikler için yasa teklifi Fransa'da Yesil Parti üyesi bir grup milletvekili, escinsellerin evliliğine izin verilmesi için yasa teklifi sundu. Meclise sunulan yasa teklifinde, escinsellerin evliliğine izin verilmesi için medeni kanunun 144. maddesinde gerekli düzenlemenin yapilmasi istendi. Yesil Parti lideri ve ayni zamanda Gironde bölgesindeki Begles kasabasinin belediye baskani olan Noel Mamere'in, geçen hafta escinsel iki
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 42
erkeğin nikahini resmen kiymasi, yargi organlarinin ve hükümetin sert tepkisine yol açmisti. Içisleri Bakani Dominique de Villepen, Mamere'in, yasalara aykiri hareket ettiği gerekçesiyle hakkinda cezai sorusturma baslatildiğini bildirmisti. Ana muhalefet konumundaki Sosyalist Parti tarafindan yapilan açiklamada ise escinsellerin evliliğine imkan sağlayacak bir yasa teklifinin
destekleneceği belirtilmis, ancak Mamere'in yasa çikmadan bu tür bir girisim yapmasinin onaylanmadiği bildirilmisti.
deneme
Ask ya da Nefret elsaa
Ararsam hemen kavgaya tutusacağiz. Aramazsam daha sonraya kalacak bu. Hiç kavga etmesek olmaz miydi? Bu iskenceyi uzatmaktansa...olacaksa olsun da bitsin, ne artik! Tenini saran yüzde yüz pamukluyu çikartip, dolabindan aldiği siyah gömleği giydi. O’na dedim ki...sen de hataliydin. Acimasiz davrandin. Çok incittin. Allah’in belasi. Niye asik olduysam...baska düsüncem yok mu benim. Cadde kalabalik. “Sürüler içinde meleyen koyun…” Içerden kalbi göğüs duvarini zorluyor. Delecek galiba. Delse de kurtulsam. Korkak. Korkak olsam ne çikar? Yine de korkak. Çok umurumdaydi... Geldim iste. Ne diyecektim simdi? Sen hakliydin, bana bir sans daha ver, yeniden deneyelim. Kapi açildi. Ev sahibinin rengi soldu. Beklestiğimi görünce "..ee gelmissin iste. Içeri gir bari" diyebildi. Onu görmeyi öyle çok arzulamisti ki, bu yüzden birazdan isiteceği siyah sözlere katlanabileceğine inanip gelmisti. Karsilikli oturdular. O yani basindaki televizyonu kapadi. Gergin suskunluk basladi. Birbirlerine bakmis sayilmazlardi henüz. O an zirildamaya baslayan telefon ikisinin de bakislarini ayni yerde bulusturdu. Ahizeyi birakti, sonra misafirine dönerek "yanlis numara" dedi. Ona güvenmediğimi biliyor. Neden tam simdi bu numarayi çeviren bir budala olur ki? Ya numara doğru tuslandiysa? "Beni bekliyor muydun?" "Hayir. Kimseyi beklemiyordum" Yorgun durusu, üzgün bakislari onun da sikintili zamanlar geçirdiğinin kaniti. Böyle olmasa ne çok üzülürdüm. "Nasil gelebildin? Bugün ki görevlerini kime biraktin?" Basladik bile. Misafir durusunu tazeledi, ellerini kavusturdu, parmaklarini birbirine geçirdi. Ne yanit vereceğini çok önceden biliyordu. "Nefes almadan bu kadar
dayanabiliyorum" Onun gözlerinde alayci bir bakis. "Epeyce dayaniklisin o zaman" Ona ulasmayi çok istiyordum. Su anda olanaksiz. Içten yakarislarima bile aldiris etmeyecek, geçmis günlerin hesabini soracak. "Biliyorsun" dedim. "Seni kaç defa aradim, ama benimle konusmadin. Direncimi kirdin" "Direncinin kirilma esiği çok düsükmüs" Benden nefret ediyor. Yesil Slav gözlerinde açikça görülüyor bu. "Biliyor musun. Seni sevmekten kendimi sevmeye firsat bulamadiğimi anladim. O kosusturmalar. Dil dökmeler. Beni sevmediğini iyice biliyorum simdi. Çünkü su koca dünyada sen bir tanesin. Ve herkesin sana sevgisini sunmasina alisiksin. Karsilik vermeye değecek bir sey bile değil. Bir baskasi için canini siktiğin oldu mu hiç? Buna değecek birini tanidin mi?" Deminki gibi ölgün değil simdi. Daha çok konusacak, beni yerden yere vuracak ve posam çikincaya dek vazgeçmeyecek. Söylediği her söz, gelip, kulağimin ağzinda infilak ediyormusçasina sarsiyor beni. "Bu bir savas! Biri diz çökünceye dek sürecek" Dilimin ucuna gelen seyler var. Tepkisinden ürküyorum. Yüzüne bakip duruyorum ama konusma cesaretim yok simdi. "Bana öyle bakma!" Bir tür sinir bosalmasi yasiyor. Susarak ya da konusarak engelleyemem. "Oh ne güzel ama! Her sey istediğin hale geldi ve simdi de savasmayacağini söyleyeceksin. Savasmaya tenezzül etmezsin değil mi? Nesin sen?! Düsünmeye tenezzül etmeyen bir filozof! Yazmaya tenezzül etmeyen bir yazar! Sevmeye tenezzül etmeyen bir sevgili!" Yükselen sesi odayi dalgalandiriyor. Alt kattakiler evde değildir insallah. Kapiyi çarpip yitmek istiyorum ama bacaklarim yapisti sanki koltuğa. "Hiç bir sey olamayinca, bir sey olandan da intikam almak istiyorsun değil mi? Bir sey olup, pek çok seyden vazgeçeceğine; hiçlikte kalip her seyden vazgeçerek bütünlük yakaladiğini saniyorsun. Zeki ama aptal bir çocuksun sen! Bundan fazlasi da değilsin!"
Odada o kadar çok sözcük birikmis olmali ki, o anda görünür kilmak mümkün olsaydi harflerden birbirimizi göremezdik ve keske öyle olabilseydi. Belki kapi pencere açilmali ve gerilim düsürülmeliydi. "Sahi" dedi. "Aramizda bir seyler geçti mi?" "Bilmiyorum" "Hatirlamaya çalis öyleyse. Geçen bir yil, iki yil, yasaminin son üç yilini hatirlamaya çalis. Daha iyi birilerine rastlayamadik ve böylece birbirimize kaldik" "Iyi bir açiklama değil bu" "iyi açiklamalari sen yaparsin. Ne bekliyordun benden?" "Lütfen, sakinles artik ... Mantikli değilsin..." "Tabii, mantik ta senden sorulmali. Kendi mantiğini sorguladin mi hiç?" Sorguladiğimda kendi mantiğim hakli çikar hep. Bunu açiklamak istedim. "Biliyorsun, dekart kimse kendi sağduyusundan süpheye düsemez demis. Yani sade ben değil, sen de..." "Hayir, bilmiyorum! Dekart'in ne söylediğini bilmiyorum! Ayrica niye her lafa "biliyorsun" diye basliyorsun?! Bildiğime inanmiyorsun değil mi?! Inansan bunu ayrica söylemek zorunda hissetmezdin kendini..." ...birden ona neden asik olduğumu anladim. Olağanüstü incelikteki bu gözlemleriydi onu essiz kilan. Coskuyla “galiba haklisin! –biliyorsun- derken bilmediğini var sayiyormusum meğer!” diye haykirmak istedim. Ama sessizliğimi kiramadim. Öte yandan kaslarim kasilabilir olduklarini hatirladilar nihayet. Ayağa firladim, yanina varisim bir iki saniyemi aldi. Beklemediği bu devinim sevgilimi sasirtmisti, sonunda bir seyler söyleyeceğim ya da bir seyler yapacağim belliydi. Bana, isik sizdirmaz bir ormanin derinliklerinden süzdürülmüs bir çift kanadi çağristiran o gözlerdeki öfkeye ta dibinden baktim. “s e n i ç o k s e v i y o r u m” dedim. Uzun uzun öpüstük.
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 43
deneme
Ve O Gün Geldi Serhat Sen
...ve o gün geldi. Bir gün gelecek “ibne” olduğumu haykiracağim o anlamli gün, büyülü, acili, inkara karsi ve de onurluca. Sadece Batman’a değil bütün Türkiye’ye haykirdim. 7 Haziran 2004’te “Ülkede Özgür Gündem” gazetesinde yaptiğim röportaj yayimlandi. Bu sefer farkliydi. Daha acili bir dönem, gerçekçi bir yasam. Yillar önce Kürt Mücadelesi’ne baslandiğinda toplum yine hazir değildi. Insanlar hiçbir zaman yeni bir harekete hazir olmadilar. Escinsel mücadelesi için de çok erken olduğunu, 20-30 yil sonra belki olabileceğini olmadi 50 yil sonra ortaya çikmasi gerektiğini düsünüyorlardi. Zamaniydi, hatta geç bile kalmistim. Kendi gerçekliğimi 20 yil sonra kabul ettim. 20 yil boyunca maskeli yasadim. Acisini, ezikliğini, asağilanmayi, zavalliliği ben yasadim. Toplumsal erkeklik rollerine uymadiğim için; Batman’in kutsal erkeklerine, bir penisle her seyi edebilecekleri düsüncesine büyük bir darbe vurduğum için; kutsal erkekliği yiktiğim için, yikmaya çalistiğim için dislandim. Doğulu escinsellere; aslinda metropollere gitmelisiniz. Doğu size göre değil. Siz de insansiniz, doğal ve normalsiniz. Ama gidin buralardan, gidin ve gelmeyin. Sistem anlayisina mahkum, kati ve canavarca, bir o kadar da kibar bir sekilde istenmiyoruz. Zaten doğulu escinseller metropollere siğmaz. Doğuda dislanip metropollere gidip de zorunlu seks isçiliği yapan az mi gey, travesti ve transeksüel var? Bunun sebebi yine bu toplum değil mi? Onlari dislayan, asağilayan, batakliğa sürükleyen egemen erkek toplum. Toplum ne yapiyor? Kimi suçluyor? Bizler kimlerin kurbaniyiz? Bizleri inkar ederek görünürlüğümüze tahammül edemeyen, siddet uygulayan, ailelerimizi kardeslerimizi üzerimize kiskirtan, öfkelerini bize kusan bu toplum değil mi? Ama variz, bu toplumda da variz. Ben de nefes alp verebiliyorum, benim de kuyruğum yok, uzaydan gelmedim, yeryüzündeki milyarlarca insandan sadece biriyim.artik aci çekmek istemiyoruz. Annem ağlamasin, günlerdir annemle oturup beraber ağliyoruz. Çok büyük bir siddet yasiyorum. Ailede kimse benimle konusmuyor. Kiz kardeslerim ve annem disinda herkes bana düsman. Hem maddi hem manevi sorunlar yasiyorum, psikolojim çok bozuk. Insan Haklari Derneği’ne basvurmayi düsünüyorum, ama bütün mahalleyi sikayet edemem ki! Bilinçli bir
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 44
sekilde herkes anneme aci çektiriyor. Annem her ne kadar seni istemiyoruz dese de, yine de içten söylediğine inanmiyorum çünkü hala bu evdeyim. Biraz kopuk yasasak da, birbirimizin yüzüne bakmasak da birbirimize yakin ve bir o kadar da uzağiz. Seni çok seviyorum anne, biliyorum sen de beni çok seviyorsun ama birbirimize hissettirmemeye çalisiyoruz. Ikimiz de aci çekiyoruz, ikimize de aci çektiriyorlar. En çok sana yasattiklari için öfkeliyim. Topluma en son açilmamla büyük bir yük üstümden kalkti, seni ise büyük bir yükün altina koydular. Ama senin için bir ömür boyu kendimi gizleyemezdim. Simdi ben kendimim, olmasi gereken Serhat’im. Umudum çok büyük, bir gün gelecek benim verdiğim mücadeleyi sen çok iyi anlayacaksin. Ama yipranarak ve yipratarak birbirimizden çok sey alip götüreceğiz. Enistem Hamdin’e gelince; o hep hayatimda olmasi gereken nadir insanlardan biri. Benim dislanmisliğimi, ezikliğimi benle yasayan, arkadasim olduğu için hor görülen, bütün yasadiği olumsuzluklara karsi beni yalniz birakmayan enistemden öte dostum olduğu için onurluyum. Iyi ki de varsin! Iki yil önce kendimi kabullendiğimde aileme ve çevreme açilma fikrim yoktu, iyi d oynuyordum. Aileme açildiğimda sorunlar, evden kovulmalar basladi. Buraya gelene kadar bedelini çok ağir ödedim; aç kaldim, soğukta yattim, seks isçiliği yaptim. Beyoğlu’nun karanlik sokaklari her gün beni eritiyordu, bana her gün mezar oluyordu. Toplumun bana dayattiği hayati reddederek, bu köleci toplumda özgürlesmeyi seçtim. Baska escinseller dislanmasin, benim yasadiklarimi baskalari yasamasin diye bu kati feodal kosullarda ortaya çiktim. Simdi sadece yolun basi, asil mücadele simdi basliyor.
Dörtocak Sokaği dörtocak sokağinda, bacalar eğridir. çukurlar derin. dans etmek yasak, sarki söylemek ciğerine ciğerine gün, düsürür bir bebeğini daha, takvimlerin yapraklarina sütsüz kalirim, annesiz kalirim, dörtocak sokağinin kundağinda ise giderim hayatimi çantama koyup gözlerimle baska bir hayat çizerim duraklara. sonra kendinden vazgeçmis bir otobüs, alir götürür beni yarim kalmis bir besteye. buğulu cama bir kalp çizmek ayip olur. “seviyorum, faydasiz” demek kayip olur. kaderin girtlağina kadar çikip, durdurun sunu öleceğim diyemezsin, asilik olur. üstümden basimdan, derimden, kimliğimden soyunamam. ne tanriya ne kullarina ayak yapamam! tirnaklarimdan bir dua kanar: “ben ağladim, onlar da anlasinlar” odalara siğmiyor js kalp orda kalsam. ne yapsam? ne yapsam? onuncu kattan, çiviler üstüne mi atlasam? sekiz siddetinde sallansam kurtarabilir miyim ölümümü bu insanlardan? öfkem dilimde küfür, hüznümün üstünü örttüm. gözümden dökemediğimi tenimden döktüm. ayikmis bir sir verdi, sarhos rüzgar: KAHRAMANLAR VE KORKAKLAR NE YAPARSA YAPSINLAR, SON SÖZÜ HAYAT SÖYLER, BIRI KENDI YAPTIĞINI, BIRI BASKASININ YAZDIĞINI YASAR! Güzsiyah
deneme
Gülrengi Değildi, Kanadi hasan
Seni sevdiğimi sadece bir kez söyledim sana. Seni son gördüğüm gün... Sokakta karsilasmistik hani... Telefon kulübesindeydim. Aradiğim numara hep mesgul düsüyordu. Sikilarak çikmistim kulübeden. Elimde telefon defteri. Bir adim atmistim... Karsimdaydin. Hiçbir sey yokmus, hiçbir sey olmamis gibi sarilmistim boynuna. Özlemistim,öpmüstüm yanaklarini. Sen kararsiz...’Biraz yürüyelim mi? ‘demistin. Yürümüstük . sonra oturmustuk bir yere . Her zamankinden farkli, o gün çok az konusmustum ben. Sen çoğunlukla dinlemeye alisiktin. Ama o gün neredeyse hep sen konusmustun. Özür dilemistim önce. Yüzyüze söyleyecek cesareti bulamadiğini, yazarak kendini daha iyi ifade ettiğini. “Haksizlik olduğunu biliyorum” , demistin. Aslinda o an bağirmak istemistim. ‘olduğunu değil, yaptiğimi de diye... Birilerinin, bir seylerin oldurduğu değildi acitan; senin yaptiğindi. Sendin... Susmustum. “Aslinda en basta karima karsi bir adaletsizlik, çocuklarima... Ve sana. Hayat hep haksizliklar yapiyor, hep adaletsizlikler dayatiyor bize, demistin. Duygularina müdahale edemediğini;
mantiğin, düsüncenin, iradenin anlamsiz kaldiğini söylemistin. Benim iyi bir insan olduğumu ve benimle yasadiklarini, beni hep iyi, hep güzel hatirlayacağini. Bir de kendime uygun birini bulmami istediğini. Kendine uygun ve kesinlikle evli olmayan, demistin. Sonra, sana geri dönen, o hiç unutamadiğin sevgilini anlatmistin. Ne kadar fedakar olduğunu, senin için nelerden vazgeçtiğini , karinin, çocuklarinin da onu tanidiklarini ve sevdiklerini, kizini sinavina birlikte götürdüğünüzü, çok iyi, çok yakisikli olduğunu ve sana geri dönmesiyle nasil umutlu olduğunu... Hiçbir sey söylememis sadece dinlemistim. Belki, anlattiklarinin yarisini duymamistim bile. Yüzünü, dudaklarini, dikkatlice gözlerimden kaçirdiğin gözlerini seyretmistim. Beyaz keten gömleğinin içnde esmerlesmis tenini, susmustum. Sakallarin yoktu. Her halde sevgilin istemediği için kesmistin. Sormak istemistim. Susmustum. Sonra nasil yaptim bilmiyorum. Nasil titremeden dudaklarimdan çikti o sözler... Daha önce sana hiç söylemediğim bir seyi, seni sevdiğimi söylemistim. Gözlerini kaldirip bakmistin yüzüme. ‘Sen gitsen bile, seni sevmekten vazgeçmeyeceğim’
demistim. Sen gitmistin. Sen gittin. Ben vazgeçmedim seni sevmekten. Sen gittin. Yasadiğim her seye, acilara, kavgalara, gecelere, basucumdaki bos siselere, hepsinde senin olduğun siirlere rağmen vazgeçmedim. Aylar sonra sana gönderdiğim bir iki satira cevap verdin. “Yazdiklarim umut vermesin ama, sence, önceden kursun kalemle eskizi çizilmis bir hayatin, sonradan, zevklerinde uyum yakalanabilir mi? “ diyordun. Öğrenciyken yaptiğim bir yürek resmi aklima geldi. Paletimde en parlak pembeler, morlar, kan renkleri vardi. Gözlerimi renklerden ayirmadan firçayi tuvale sürmeye baslamistim. Hocam yanima gelmisti. “Hep gül renkleri seçmissin, o zaman çok dikkatli olmalisin” demisti. Anlamamistim... Her rengin tasidiği bir anlam, bir duygu vardir. Tüm bu pembeler, morlar, kirmizilar gül rengidir. Ve gül rengini dikkatli kullanmak gerekir, çünkü kanarlar. Bu renklerin böyle parlak, böyle canli olmasi için kullanilan pigmentler öyle güçlüdür ki, bu renkleri bir kez sürersen öylece kalir. Üstüne ne renk sürersen sür kapatamazsin. Üstteki rengi çatlatir ve o çatlaklardan sizar. Kanar. Gül rengiyle çizdiğin hiçbir seyi silemezsin... Paletindeki tüm bu morlara, pembelerin adi ‘kanayan renklerdir’. Ne çizmek istersen çiz ama boyarken dikkat et, kanarlar, demisti. Oysa hiçte gül rengi değildi hayat. Hep düsler, hep hayaller, hep maskeler vardi. Birbirimizden baska herkese yalan söylemek zorundaydik. Günlerce seni, yüzünü, gözlerini düsünüp, sadece birkaç saat görebilmek; tanidik birilerinin olmadiği semtlere gitmek. Elele tutusabilmek için havanin soğuk olmasini beklemek- çünkü ancak kötü havalarda koluma girip, mantomun cebinde tutabiliyordun elimi- Hayat hiç gül renginde sürmüyordu. Ne senin, ne de benim hayatlarimiz... Hiç de gül rengi değildi yasadiklarimiz... ama kanadi
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 45
deneme
Basaramadik Elif
Eylül ayinin son günleriydi. Birkaç günlüğüne Olympos’a tatile gitmistim. Yalnizdim bir o kadar da kalabalik. Son gecemde bir partiye gittim. Sezon sonu partisi. Gözlerimi kapatmis ve kendimi müziğe vermisim. Dans ediyordum birden karsimda buldum onu. Gelisini hissetmis ve aniden açmistim gözlerimi. Sessizce sokulmustu yanima. Ask karsimdaydi. Gülümseyerek bakiyordu gözlerimin içine. Askin da sezonu bitmemisti ya. Merhaba bile demedik birbirimize, konusmadik hiç. Dans ettik sadece küçük dokunuslar ve öpücüklerle. Konusacak pek bir sey yoktu sanki. Ben onu bekliyordum, o da benim için gelmisti. Ikimizde biliyorduk bunu. Hiç kimse sanki yoktu etrafta. Bu bizim partimizdi, bizim gecemizdi. Herkes bizim için toplanmisti. Birer Olympos Tanriçasiydik artik. Atesler yakildi, kurbanlar verildi. Bir ayindi... Geceyi sahilde geçirdim. Sizmistim. Gözlerimi açtiğimda o yanimda yoktu. Rüya mi görmüstüm acaba? Tekrar uykuya dalsam kaldiği yerden devam eder miydi bu rüya? Yoksa Tanri nin bir oyunumuydu bu? Bir türlü ayilamiyordum. Kendimi denizin serin sularina biraktim. Yavas yavas kendime geliyordum. Hayir, bu bir rüya değildi? Rüya gibiydi belki ama bir o kadar da gerçekti. Duygu karmasasi baslamisti artik. Saskinlik, merak, kaygi,heyecan... Daha önce böyle bir sey yasamamistim. Hatta hiçbir hemcinsime yakinlik duymamistim. Belki de bunun farkina varmamistim. Bilemiyorum. Ama kaygilanacak bir sey yoktu. Hayat; kendini kesfetme süreci değil miydi? zaten? kendimle ilgili yeni bir sey öğrenmistim. Sasirmak yersizdi? O gün Olympos tan ayrildim sürekli onu düsünüyordum. Ne kadar da güzeldi. Kisacik saçlari, merceklerin ardinda gülümseyen gözleri, kendinden emin yürüyüsü, heyecanimi kamçilayan o sirin kahkahasi. Teni ne kadar da yumusakti. Yoksa o hep bebek mi kalmisti? Onu pamuklara mi sarmaliydi? Döner dönmez arkadaslarima
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 46
anlattim Onu. Herkesle paylasmak istiyordum. Ayaklarim yerden kesilmisti, içim içime siğmiyordu. Sokaklara çikip adini haykirarak kosmak, tanidiğim tanimadiğim herkese onu anlatmak istiyordum. Evet sehrin en kalabalik caddesine çikip, avazim çiktiği kadar “ben asiğiiiim!” diye bağirabilirdim. Çevremdeki insanlar genel olarak anlayisla karsilamisti beni. Ancak bazilari sirf hosgörülü olabilmek için yapiyordu bunu. Yaptiklari yorumlar ve sakalar (!?) beni tam olarak anlayamadiklarinin göstergesiydi. Bir arkadasim “sen yakinda hayvanlarla da iliski kurarsin” demisti. Oysa ki ben yasadiğim aski, içimdeki o yüce duyguyu anlatiyordum, cinsel bir fantezimi değil. ben sapik değildim. Asiktim. Bir kadina. Dünyanin en güzel kadinina. Bunu anlamak neden bu kadar zordu? Pek çok soruyla da karsilasmistim: “Hanginiz aktifsiniz, kendini kadin gibi mi yoksa erkek gibi mi hissediyorsun?...” Bu sorular beni sasirtiyordu. Acaba kendimi olduğumdan farkli mi hissetmeliydim? Bu benim ilk deneyimimdi. Ama bana hiç de yabanci gelmemisti. Ben bu duyguyu taniyordum. Tüm bunlarin yaninda mutluluğumu paylasan ve yanimda olan arkadaslarimda oldu. Düsüncelerimi paylasarak beni rahatlatiyorlardi. Her seye rağmen insanlarin tepkilerini çok fazla ciddiye almiyordum. Ufak tefek kirginliklar yasiyordum ama bunlarin beni derinden etkilemesine izin vermiyordum. Açikçasi tam olarak nelerle karsilasacağimi da bilemiyordum. Deneyimlerinden faydalanacağim escinsel arkadaslarimda olamamisti hiç. Insanlar beni dislayabilir ya da bana hakaret edebilirdi. Her sey mümkündü. Her türlü ihtimali düsünmüs ve göze almistim. Ne de olsa ask cesaret isterdi. Olympos’tan ayrilirken, belki arar diye telefon numarami birakmistim. Beni fazla bekletmedi. Kisa bir süre geçmisti ki aradi. Sesini ilk duyusumda kanat takip
süzülmüstüm bulutlarin arasindan. Inanamiyordum. Beni aramisti. Bu beni önemsediğini gösteriyordu. Ben de onun için özeldim. Bunu bilmek harikaydi. Her gün defalarca konusuyorduk telefonda. Birbirimize duygu yüklü yazilar, siirler yazip gönderiyorduk. Hayatimin en kayitsiz, en masum ve en büyük askini yasiyordum. Renkler daha canli, hayat daha da anlamliydi artik. Tüm günahlarimdan arinmistim sanki. Bir melektim ben. Telefon konusmalarimiz devam ediyordu. Birbirimizi tanimak için sabirsizlaniyorduk. O Istanbul da yasiyordu bir de erkek arkadasi vardi. Üç yildir beraberlerdi ve ayni evi paylasiyorlardi. Bu beni hiç rahatsiz etmemisti. Erkek arkadasi da bizim iliskimizi biliyordu ve anlayisla karsiliyordu. Her sey yolundaydi yani. Ekim ayinda Ankara’ya yanima geldi. Heyecanla bekledim gelisini, biraz da kaygiyla. Bu bizim ilk bulusmamiz olacakti. Büyü bozulmamaliydi. Tam yirmi bes saat geçirdik beraber. Belki de hayatimin en güzel saatleriydi. Kusursuz yirmi bes saat. Çok sey siğdirdik bu kisa zamana. Hem iyi iki dost hem de sevgili olmustuk. Ayrilik ani yaklastiğinda tutamadim göz yaslarimi. Çok ağladim ardindan. Bu defa özlemim daha da büyüdü. Dayanilmaz, ağir bir yük olmustu, hasret. Bir ay sonra da ben gittim ona. Istanbul’a: Askin sehrine Kendi evinde gördüm, sicak yuvasinda yasadim. Onun sevgilisiyle tanistim. Mutlu bir aileydi onlar. Amaçlari olan düzenli bir hayatlari vardi. Ne kadar da farkliydi hayatlarimiz. Zaman bize ne verecekti? Ben ona ne verebilirdim ya da ondan ne isteyebilirdim? O benim değildi. Onun hayatinda bir misafirden baska ne olabilirdim. Valizimi alip gitmekten baska hakkim var miydi? Ve tabi kapiyi sessizce çekerek, Uyandirmadan uğursuzluğu... Istanbul’dan döndüğümde her sey farkliydi. Uzaklasmistik birbirimizden. Kara haberci gün be gün yaklasiyordu.
Çaliyordu çanlarini. Kulaklarimi tikasam da yüreğim duyuyordu. “Az kaldi” diyordu. Çok az. 29- Kasim-03 20:47:37 Meltem seni arayamadim Yolunda gitmeyen seyler Var gibi Konusmamiz gerekecek ama Düsüncelerimi toparladiktan Sonra
Bu mesajdan sonra tam bes gün bekledim. Zaman bana inat geçmiyordu sanki ama hazirdim artik. Geriye sadece yüzlesmek kalmisti gerçekle. 3 Aralik benim doğum günüm. Bir gün sonra öleceğimi nerden bilebilirdim. Bir günlük ömrüm olduğunu. Bir kelebek olduğumu. 4 Aralik aksami beni aradi. Ve konustuk. Iki olgun insan gibi, son
derece soğukkanlilikla. Göz yaslarimi hissettirmedim ona. Birbirimize söylediğimiz son söz “BASARAMADIK” oldu. Simdi Istanbul’u düslüyorum. Çünkü artik yalnizca bir düs benim için. Orada biraktiğim sevgili kokusunu özlüyorum; sokaklarinda soluyarak yürümelerimi. Ayak izlerine siçramalarimi. Onun yokusunda olmayi. Onda olmayi. Yasamayi özlüyorum.
çağrisimlardan kurtarir. Modern kültür, insani mükemmel bir tipe, tüketime daha yatkin bir ideale benzemeye çağiriyor. Kozmetik ürünlerinin satis ve pazarlamasinda çiplaklik kullaniliyor. Çikan her çiplak parfüm reklaminin ardindan o parfümün satisinda bir artma görünüyor. Soyunmus hâlde ziplayan kadinlar ve sirtini objektife dönen bir erkek hayli çekici olabiliyor. Çiplak reklamlarin kullanildiği baska bir alan ise, vücut ve cilt bakimi ürünleri. Ürünün cildi ne kadar pürüzsüz ve ne kadar duru bir hâle soktuğunu gösteren bu tanitimlar için, doğal olarak çiplak kadinlar ve erkekler kullaniliyor. Bu reklamlar insanlari bakimli olmaya özendiriyor.Bir çok kadin ve erkek diyete basliyor, spor salonlarini dolduruyor. Kadinlar ince ve biçimli vücutlara, erkekler ise ince ve kasli vücutlara sahip olmak istiyorlar.
kârlar elde edilmistir. Bu ülkelerde kadinlarin kendi bedenlerini satmalari ailelerine bakabilmek için tek yoldur. Açlik ya da fuhus birbirinden kötü iki seçenektir. Öte yandan kadinin kapitalist pazar ortamina katilimi ise daha çok tüketime katkida bulunmaktan ibarettir. Erkeğin özne, kadinin ise nesne olarak konumlandiği egemenlik iliskisine dayanan bu cinsiyet konumlandirilmasi, geleneksel toplumdan, modern topluma geçis sürecinden sonra da devam etmistir. Kadin kamusal alanda kendi basina varlik gösterememis ve erkeğin belirlediği sinirlar içerisinde erkeğin yaninda yer alabilmistir. Örneğin is hayatinda kadin, erkeğin yardimcisi ya da basarisini pekistiren bir isleve sahip iken, is disinda onu eğlendiren ve göz zevkine hitap eden bir unsur olmustur. Modern yasamin gerektirdiği gibi giyinmek, süslenmek , eğlenmek vb. istekler giderek sistem içerisinde kadina yönelik bir endüstrinin gelismesine zemin hazirlamistir.
Beden Funda
Beden denince aklimiza pek çok baslik geliyor. Ama öncelikle kadin bedeni sonra erkek bedeni... Sonra kendi bedenimizi düsünüyoruz. Ilk aklimiza gelen çiplaklik oluyor. Çiplaklik giysisiz olmak anlaminda düsünüldüğünde, küçük ya da büyük ölçüde utanç duygularini çağristirabilen bir kavramdir. Peki aynanin karsisina geçtiğimizde; bedenimize utanmadan bakabiliyor muyuz, ona utanmadan dokunabiliyor muyuz, ya da evet bu benim bedenim onu taniyorum, kesfettim ve onunla mutlu, barisik yasiyorum diyebiliyor muyuz? Belki de; bu sorulara cevap verebildiğimiz ölçüde karsimizdakinin çiplak bedenine bakmak hatta ona dokunmak bizi rahatsiz etmeyecektir. Çiplaklik konusuna biraz göz atarsak; çiplaklik kisisel bir cinsel mahremiyet ifadesidir. Yayginlastiği alanlar ise, çiplaklar kampi ve yaz aylarinda deniz kiyilaridir. Çiplakliğin kitlesel sunumu ise, bazi yayin organlarinca Playboy ve Penthouse örneklerinde olduğu gibi, daha çok erkeğe hitap eden yönüyle oldukça kârli bir ticaret alani haline gelmistir. Giysili bir dünyada insanin çiplak olarak ask yaptiği gerçeği ile çiplak kadin ya da çiplak erkek görüntüsünü bağdastirmak kaçinilmazdir. Çiplaklik, giysisiz olmak anlaminda kullanildiğinda ve özel bir bağlamda ele alinmadiği sürece utanç duygularini çağristirabilen bir kavramdir. Oysa sanatta çiplaklik baska bir ruh kazanir, çiplaklik yüceltilir. Bunu yaparken de, cinselliği çesitli olumsuz, ve asağilayici
Çiplaklik denince de, aklimiza cinsellik geliyor. Özellikle kadin ve kadin cinselliği... Bütün değerlerin hiç düsünülmeden pazara sunulduğu kapitalist sistemde, kadin cinselliği de çok geçmeden pazarin kurallari içerisinde sergilenmeye baslanmistir. Özellikle emperyalist metropollerde , Uzakdoğu Asya’dan ve Afrika ülkelerinden daha çocuk yasta getirilen kadinlar, cinsel nesne olarak pazara sürülmüs ve üzerlerinden asiri
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 47
deneme
Tek Vücut Olmus Iki Bedenin Beraberliği...
Tango Funda
Sairlerin sözü kullanarak yapmak istediklerinin dorudan ifadesidir tango: Bir mücadelenin pekala bir kutlama olabileceğine olan inaçtir. (Jorge Louis Borges) Dans kendini ifade edisin en çekici yolu ve insan, ancak kendisinin olan bir dansla bunu yapabilir. Tango ile insan kendi vurgusunu, sesini, ritmini yansitirken, karsisindakine ait olani dinleme sansi da buluyor. Tango mükemmel bir beden dili ve öğrenen herkese, sunduğu sonsuz seçeneklerle, essiz bir iletisim sağliyor. Hezeyani, hüznü, paylasmayi, bireyselliği, iktidari, tutkuyu, aski, neseyi, bir olmayi yani hayata dair pek çok seyi içinde barindiriyor. Tango, dört ayri fakat birbiriyle iliskili sanat olan müzik, dans siirsel sarki ve yorumdan olusur. Buenos Aires’de bir asirdan fazla bir zamandir yaklasik sekiz kusak boyunca devam edegelen sanatçilarin eseri olarak tango, taninmis evlerin avlulalarinda, genelevlerde, kenar mahalle barlarinda olusan karakterini ve orijinalliğini tamamen korumustur. Bu nedenle de tango bugüne kadar, gizliliğin hosluğunu ve çekiciliğini koruyabilmistir. Buenos Aires’de gece hayati bohemdir. Sarabin arkadasidir ve tango özgürlüğe bağliliğiyla yasamini sürdürmüstür. Canli ve süregelen bir sanat olarak 30 binden fazla sahnede sunulmus eserler ve 50 bini asan plak ve bant kayitlarindaki yorumlarla Buenos Aires’in bir ayini gibidir. Tangoyu çalan, söyleyen ve dans edenler tangonun baska bir hayati değil, kendi yasamlarini dile getirdiğini anlatirlar. Tango bir hayati değil, kendi yasamlarini dile getirdiğini anlatirlar. Tango yasanir da. Her olay yeni bir tangodur. (Horacio Ferrer- Yillar Boyunca Tango 1865/1993 Fehmi Akgün) Arjantinli yazar Horacio Ferrer’in tanimladiği gibi sarabin arkadasi olan
KAOS GL Temmuz - Ağustos 2004 Sayi 22 Sayfa 48
bu müzik, gizliliğin hosluğunu ve çekiciliğini hep korumustur. Bir çok dans popüler olmus, dans salonlarinda insanlari costurmussa da bir süre sonra unutulmus, tango ise varliğini hep sürdürmüstür. Ask var olduğu sürece tango vardir. Çünkü o, her ask öyküsünü kipirdanan bir siire dönüstürür. 1895 yilinda Auguste ve Louis kardesler, Paris’te, Capucines Bulvari’ndaki Grand Cafe’de sinematograf ile ilk gösterilerini yaptiklarinda, uzak bir kitada Afrika vuruslari , Kizilderili ritmi ve Latin etkisi ile birlesen Arjantin pampalarinin tinilari, milangolarin doğusunun müjdesini veriyordu. Cervantes’i, Che Guevera’yi, Borges’i, Evita’yi doğuran Arjantin topraklari, içinde yer aldiği evrene en büyük armağani sunacak bir yeni müzik türüne kucak açmisti:Tango... Ilk yillarda ucuz saraplarin, köhne barlarin, derin yalnizliklarin ortaği olan tango, Italyan göçmenlerin, kent yoksullarinin, evsizlerin ve kimsesizlerin ritmi olmustu. Ispanyol ve Italyan argolarinin karisimi olan lunfardo lisaniyla sokaktaki insani anlatan tangolar, Buenos Aires’in bohem yasantisindan Paris’in ünlü salonlarina, oradan Hollywood’un film setlerine doğru hizla ilerledi. (Bezarperde/Selda Tan Özdemir) Arjantin üzerine yazilmis ve en güzel kitaplardan birinin yazari Piere Kalfon,”Siradan Bir Arjantinli” tarifini söyle yapar: ”Kazana, sirasiyla sunlari koyun: Bir adet genis kalçali Kizilderili kadin, iki adet ispanyol binici, üç adet iyice ezilmis Gauço (Melez), bir adet Ingiliz seyyah, yarim bas bask çiftçisi, bir tutam zenci kisik ateste üçyüzyil kadar kaynatin... Helmini dökünce, çabucak bes adet italyan köylü, bir adet polonyali yahudi, dörtte üç bas lübnanli tüccar ve bütün olarak bir adet fransiz fahise ekleyin. Elli yil dinlendirip öyle servis yapin.” Briyantinli saçlar,yüksek topuklu
bilekten bağli ayakkabilar, vücudu giydiren değil neredeyse soyan bedenler, uzayip giden bacaklar, derin mi derin yirtmaçlar... Bütün bu görsel özelliklere meydan okuyan hareketler, gözün yakalamaya yetisemediği uçan ayaklar. Her seye egemen olan duygu yoğunluğu. Sessizce konusan yüzler, çiğlik çiğliğa bedenler. Önceleri yalniz gitar,flüt ve keman esliğinde söylenen tangolara, bir Alman icadi olan, Akerdeona benzeyen Bandeneon eklenince tangolar daha da hüzünlendi .1917 yilinda Carlos Gardel, ilk tangosu Mi Noche Triste (Hüzünlü Gecem) sarkisini söylediğinde, liman söyleminden uzaklasip, yasamin her alanini kapsayan dizelere yer veriyordu. Carlos Gardel tangoyu tüm Latin Amerika’ya ve Hollywood araciliğiyla dünyaya taniticakti. Tango 1920-1930 ’larda Avrupa’da bir salgina dönüsünce, Arjantin’de de herkes tarafindan benimsenerek, milli kimliğe dönüsmüstür. 1940’larda tangolarda açik saçik sözler ve küfürlerin yer almasi, yasayla yasaklanmistir. Peron’un kimi tangolari yasaklama gerekçesi ise,ahlaka aykirilik değil, isyankar olmasi, yokluktan ve yoksulluktan söz etmelerindendi. Tango yasam sürdükçe varolmayi sürdüreceğe benzer; ask, melankoli, yanlizliklar sürdükçe tango, bu derinlemesine yasam seyyahliğinin dekoru olacaktir. Yalnizca filmlerde değil, yasamina siir katmak isteyenlerce hep dinlenmeyi, eslik edilmeyi sürdürecektir. Yalnizca düsleyebilenler ve düslenenler için... Arjantin tangosu çalan ve söyleyen bazi orkestra ve sanatçilar; Carlos Gardel, Astor Piazzola Angel Vargas, Carlos di Sarli, Juan d’arienzo
okuyan
us lanmaz