Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir
KAOS GL 27
ISSN 1302-5015
Gey-Lezbiyen Kültür Dergisi
MART-NİSAN-MAYIS 2006
5 YTL
Yazılarıyla... Anıl Üver, Ayşe Düzkan, Gözüm Abla, Güner Kuban, küçük İskender, Kumru Toktamış, Mahmut Şefik Nil, Mehmet Murat Somer, Onur Erol, Sedef Ecer, Zeynep Aksoy
Denek J a r m a n Virginia Woolf "Başkalarının gözleri bizim zindanlaramız, düşünceleri ise hücrelerimizdir" İngiliz feminist, yazar ve eleştirmen Virginia VVoolf 25 Ocak 1992'de Londra'da doğdu. 1895'te bir gazetede öyküleri yayımlanmaya başladı. 1904'te Bloomsbury'ye taşınması hayatının dönüm noktası oldu. Bloomsbury grubu, içinde birçok ünlü edebiyatçıyı barındıran ve cinsel konulardaki özgürlükçü tavırtarıyla tanınan entdektüelerden oluşuyordu. Gazeteci Leonard Woolf'la evli olan, ancak, kadınlara da yakınlık duyan Virginia Woolf, Orlando adlı romanını bir aşk mektubuyla beraber sevgilisi Vita Sackville-West'e adadı. Döneminin en önemli eleştirmenlerinden biri olarak da kabul edilen Woolf, 1925 yılında yayımlanan M r s . Dallovvay ile (İletişim, 1999) 'bilinç akışı' tekniğinin en başarılı örneğini verdi. 1929 tarihli Kendine Ait Bir Oda ise feminist hareketin başucu kitaplarmdan bridir. Virginia Woolf 28 Mart 1941 'de, içine düştüğü ruhsal bunalım sonucu kendini evinin yakınlarındaki bir nehre atarak intihar etti.
"Bir erkeğin teni öbür erkeğin zehiridir" Yönetmen, ressam, tasarımcı Derek J a r m a n , 1942'de Middlesex'te dünyaya geldi. İlk konulu uzun metraj filmi 'Sebastlane'ı 1976'da çekti. Buzlarının "ahlak bozucu, zararlı bir pislik" diye tanımladığı film, Latince sözlü, İngilizce altyazılı, erkek cinselliği ile eşcinsel istekleri soruşturan bir 'şok'tu. Jarman, 1980'lı yılların başında eşcinsel haklarının en ısrarlı savunucusu oldu. Başyapıtı kabul edilen dördüncü filmi 'Caravaggio'yu 1986'da yaptı. Filmin çekimleri sırasında J a r m a n , HIV testini yaptırdı ve beklediği sonucu aldı: Pozitif! J a r m a n , özyaşamöyküsünün 1991'deki ikinci baskısını yazdığı önsözde şöyle diyordu: "22 Aralık, 1986'da HIV+ olduğumu öğrenince, kendime bir hedef saptadım: Sırrımı açığa vuracak ve Margaret Thatcher iktidardan düşene kadar yaşayacaktım. İkisini de gerçekleştirdim. Şimdi 2000 yılına gözümü diktim. Ve hepimizin yasalar önünde eşit olduğu bir dünyaya." Ama kaybedecek vakit yoktu. The Last of England ( 1 9 8 7 ) , War Requiem (1988) ve The Garden (1990) birbirini izledi. Jarman, İngiltere ve cinsellik, sanat ve aşk üzerine en olgun, en derinlikli görüşlerini Edward II ( 1 9 9 1 ) ile Wittgenstein'da dile getirdi. Son filmi ise Blue (1993) oldu. J a r m a n , 1994'te yaşama veda etti.
Madame Sata "Kabare sanatçısı, sokak dövüşçüsü, aşçı, kahraman, kanun kaçağı..."
Benim Güzel İdaho'm
Karim Ainouz'un Madame Sata'sı, 2002 yılı Brezilya-Fransa ortak yapımı bir film. Lazaro Ramos, Marcella Cartaxo, Flavlo Bauraqul ve Felllpe Marques'in rol aldığı film, siyah bir travestinin tutkuyla örülmüş yaşam mücadelesini konu alıyor. Yönetmen Amouz, Rio de Janelro'nun bohem Lapa bölgesinin en meşhur travestisi olan ve Madame Sata adıyla bifnen Joâo Francisco dos Santos'un yaşamına bakıyor bu filmle. Yıllar öncesinin Brezilyası'nda eşcinsel bir sanatçı-haydutun yaşamından bir kesit sunan bu film, eşcinsel ilişkiyi benzeri görülmemiş bir erotizmle perdeye taşıyor, hem keskin bir gerçekçilik ve büyülü bir şiirsel atmosferle. Toronto Gey ve Lezbiyen Filmleri Festivali'nin yanı sıra Chicago ve Sâo Paulo Film Festivallerinden de ödülle dönen filmin 'gerçek' kahramanı Madame Sata 1900'de doğdu; köleliğin yasadışı İlan edilmesinin üzerinden yirmi yıl geçtiği halde, dul annesi tarafından bir katırla değiştokuş edildi. Dokuz yaşında seks İşçiliğine başladı, sonra bir genelevde aşçı ve garson olarak iş buldu. Kabare sanatçısı, sokak dövüşçüsü, aşçı, kahraman, kanun kaçağı ve y e d i evlatlık çocuğun babasıydı. 1932-1995 yılları arasını hapiste geçirdi.
"Sonsuz arayışın dansı" Sık sık uyku atakları yaşayan Mike, dış dünyaya karşı savunmasız bir seks İşçisidir. Rüyalarında kendini hiçbir yere gitmeyen yollarda, kaybettiği annesinin peşinde görür. En yaktı arkadaşı Scott ise varlıklı olmasına rağmen babasın zor durumda bırakmak için sokaklardaki yaşamı seçmiştir. İki genç, uyuşturucu bağımlıları, hırsızlar ve satıcılarla dolu bir dünyada benliklerini bulmaya çalışırlar. Motosikletle Pasifik kıyılarından başladıkları bu arayış yolculuğu onları Roma'ya dek götürecektir. Shakespeare'in IV. Henry adlı eserinin günümüze bir uyarlaması olan bu film, çarpıcı ve şiirsel diliyle, gösterime girdiği 1991 yılında sinemaya yeni bir soluk getirmişti. Gus van Sant'ın en iyi filmlerinden olan Benim Güzel İdaho'm 23 yaşında yaşama veda eden River Phoenlx'ln çarpıcı oyunculuğuyla da kült olmuş bir yapıt. Sokaklarda yaşayan iki arkadaşın sonsuz arayışı ve aidiyet kaygısını işleyen bu film, River Phoenix'e üç ayrı 'en iyi oyuncu' ödülü kazandırdı. Film, Toronto Film Festivali'nde FIPRESCI Ödülü'nü de aldı.
06 - 08 10-19
glbt tarihinden glbt gündeminden DOSYA: VE
PERDE
zeynep aksoy - ifşa et! selen doğan - açıl susam açıl mehmet murat somer - hollyvvood nasıl herkesi dolaba tıktı? ayşe düzkan - gardrobun dışı küçük İskender - utanmak nedir? güner kuban - 'Yaşadıklarını saklamak gurursuzluktur' onur erol - ve perdeler aralansın... özlem kınal - aynadaki yüzümüz hangisi? kaos gl anketi - sevdiğiniz ünlü eşcinsel olduğunu açıklasaydı?.. anıl üver - 'klişe figürlerin olduğu yerde önyargı ve nefret de vardır' kumru toktamış - vali meğersem eşcinselmiş!
22 23 24 - 25 26 27 27 28 - 29 30 - 31 32 - 33 34 - 35 36 - 37 38 - 39 40 - 41
sedef ecer - güzel anneciğim, canımın içi, iki gözüm... gözüm abla - kişisel bir çıkar öyküsü ve gizlenmenin ardındaki sırlar ARKA KAPAK gacılara yönelik dergi g.b. - mandalina kabukları mahmut şefik nil - köşe (y)azarcılığı ve haydar dümen sedef ecer: "vadedilen cennet değil; bu tarafta iz bırakmak önemli" ille de oğlan, ille de kız... !f: samimi filmlerin festivali Yusuf Eradam - brokeback dağı atıkları alışveriş sepeti
43 - 45 46 - 47 48 - 51 52 - 53 54 - 55 55 56 - 59 60 - 63
Kendi avına çıkmışın m e k t u b u adresine varır mı? Adresinde Bulunamadı, bir aşk romanı. Bütün aşklar gibi imkânsız bir aşkın geciken, ulaşamayan, döne döne sahibini arayan mektubunun peşine takılalım diye yazılmış. Bütün aşklarda olduğu gibi iki yabancının hikâyesini anlatıyor. Birbirine erişemeyen, birbirinde uzun boylu soluklanamayan iki hayatın iki yabancısı. Dolayısıyla aşk romanı olduğu kadar yabancılığın, yalnızlığın, korku nun da romanı. İlk romanı Üçüncü Tekil Şahıs ile önemli bir çıkış yapan Mehmet Bilâl, ikinci romanı Adresinde Bulunamadı ile bir kez daha okuru aşkın kuytusuna, kederin uzun konaklarına çağırıyor.
M e h m e t Bilâl
Adresinde Bulunamadı
Hiçbir şeye ve herşeye dokunarak... Volkan: Yirmili yaşlarının başında, polis... Hilmi Öztoprak: Volkan'ın babası, emekli emniyet müdürü, kadınların ve Volkan'ın hayranlıkla izlediği erkek... Songül Keklik: Şöhretinin zirvesindeyken ortadan kaybolan Kürt türkücü... Başkomiser: Çocuksuz, mutsuz ve yenik bir adam... Hacı Ağa ve İzzet Ağa: Güneydoğu'nun iki farklı aşiret reisi... Murat Öztürk: Volkan'ın eniştesi, işadamı... Türkiye'nin yakın geçmişinden izler taşıyan kişiliklerin birlikte kurduğu, hem aşkı anlatmaya hem polisiye roman olmaya çalışan bir yol öyküsü... Hiçbir şeye dokunmadan geçen ama her şeyin ortasında tutuklu kalan bir roman: Volkan'ın Romanı...
Ahmet Tulgar
Volkan'ın Romanı
KaosGL'den Uğur Yüksel
Seyirci kim ve bu oyunun adı ne?
Bahar kendini iyiden iyiye hissettirirken Kaos GL'de de hareketlenme başladı. Mayısta düzenleyeceğimiz Homofobi Karşıtı Buluşma ve yine önümüzdeki günlerde başlayacak olan cinsel sağlık projesi Gökkuşağı derken koşuşturmalarımız arttı. Tabii Kaos GL Dergi de bu arada yepyeni bir sayıyla taze bir merhaba için adımlarını hızlandırdı. Bu sayıda "eşcinsel ünlülerin açılmasf'nı dosya konusu olarak belirledik. Kendi aramızda sıkça konuştuğumuz bir konuydu bu: Türkiye'de eşcinsel ünlüler neden cinsel yönelimlerini açıkça ifade edemiyorlar, neden gizleniyorlar, açılsalar ne olur?.. Bülent Ersoy ve Zeki Müren'le yetişmiş bir kuşak olarak, eşcinselliğimizin keşfi ve kabulünde onların birer model olarak karşımızda durmasının ne kadar önemli olduğunu anlatmakla başlayan bu konuşmalar okuduğumuz yazarlardan izlediğimiz filmlerin oyuncularının/yönetmenlerinin eşcinsel olduğunu bilmenin bizi ne kadar rahatlattığına, sevindirdiğine dek uzandı. Peki nedir bu duyguyu yaratan? Feministlerin kadın yazarlarda aradıklarını biz de gey ve lezbiyen yazarlarda aramıyor muyuz? Onların eşcinsel olduğunu bilmek bize güven vermiyor mu? Onların yarattıklarından, ürettiklerinden, başarılarından kendimize pay çıkarmıyor muyuz? Peki ama neden onları 'gerçek' kimlikleriyle göremiyoruz da medyanın bize sunduğu, daha doğrusu bile isteye 'başka türlü' gösterdiği halleriyle avunuyoruz? Hadi itiraf edelim: Bizim asıl merak ettiğimiz, eşcinsel olup da gizli yaşamayı seçmiş insanların kameralar önünde neden rol yaptıkları. Neden başka biriymiş gibi davrandıkları ve neden kimliklerini gizlemeyi sürdürdükleri. Seyirci kim ve bu oyunun adı ne? "Ve Perde" dosyasında bu sorulara yanıt bulmaya çalıştık. Bu arada güzel haberler de birbiri ardına gelmeye başladı. Mehmet Tarhan'ın tahliyesi, Bursa'da yaşadıkları şiddete dikkat çektiğimiz travesti ve transeksüellerin kurduğu "Bursa Gökkuşağı Travesti, Transeksüel, Gey, Lezbiyen Yardımlaşma, Koruma, Kültürel Faaliyetleri Geliştirme Derneği"... Hepsi bir sonraki sayıda ayrıntılarıyla huzurlarınızda! Ve tabii ki Brokeback Dağı. Hâlâ tartışılan ama kemikleşmiş önyargıları az da olsa yıkacağını umut ettiğimiz o güzel filmi.. Türkiye'de 18 yaşın altındakilerin izlemesi 'yasak' olan bu film siz bu sayıyı okurken vizyona girmiş olacak. Bakalım daha ne gibi tartışmalar bekliyor bizi. Son bir hatırlatma: 17-21 Mayıs 2006 tarihleri arasında Ankara Ekin Sanat Merkezi, Kaos GL'nin düzenlediği 'Homofobi Karşıtı Buluşma'ya ev sahipliği yapacak. Herkesi bekliyoruz. Renkli bir bahar ve homofobiden arınmış bir dünya dileğiyle...
5 Mart 1922 Sıra dışı bir üslupla çektiği, toplumsal eleştiriye dayalı filmleriyle tanınan İtalyan film yönetmeni, şair ve romancı Pier Paolo Pasolini dünyaya geldi: "Bende Rimbaud'nun, Campana'nın, VVilde'ın izleri var. Bundan memnun olsam da olmasam da, bu diğerlerinin hoşuna gitse de gitmese de..." 7 Mart 1934 SSCB'de çıkartılan yeni bir yasayla erkekler arasındaki cinsel ilişki yasaklandı ve gönül rızasıyla gerçekleşen birliktelikler için beş yıl ağır çalışma cezası getirildi. Yasa, eşcinselliği kamusal ahlaka karşı bir suç olarak görmekle kalmıyor, devlete karşı işlenen bir suç olarak da kabul ediyordu. 8 Mart 1944 Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar, ömrünün son 31 yılını geçirdiği Heybeliada'da yaşama veda etti. Hayat arkadaşı Miralay Hulusi Bey'le birlikte dar bir akraba çevresinde yaşayan, romanlarında, Tanzimat'tan Cumhuriyet sonrasına kadar, toplumsal değişimi İstanbul'un gündelik yaşamını temel alarak işleyen Gürpınar, her sınıftan, her yaştan, her cinsten kişilerin farklı duygu, davranış ve düşüncelerini ustalıkla aktardı. Zatürreeden ölen Gürpınar, isteği üzerine Hulusi Bey'in yanına gömüldü.
06
9 Mart 1996 Almanya'da yaşayan Türkiyeli eşcinseller TURK-GAY grubunu kurdu. 13 Mart 1999 Danimarka'nın eski Sağlık Bakanı ve Sosyal Demokrat Parti'nin önde gelen isimlerinden Torben Lund, eşcinsel ilişki yaşadığı partneriyle evlendi. Lund, "Kalbimin se-sini dinledim. İnsan bir kere doğar" dedi. Danimarka'da eşcinsel çiftler, evlat edinme ve yapay döllenme dışında heteroseksüel çiftlerle aynı haklara sahip. 16 Mart 1965 Zeki Müren'in başrolünü oynadığı Çay ve Sempati adlı oyun, Arena tiyatrosunda sahnelenmeye başladı. 26 Mart 1892 Amerikalı şair Walt VVhitman yaşama veda etti. "Yoldan geçen yabancı sana nasıl istekle baktığımı bilemezsin, Sen aradığım erkeksin ya da aradığım kadın Ben yemek yedim seninle, ben uyudum seninle, senin vücudun senin olarak kalmadı yalnızca, benim vücudumu benim olarak bırakmadı yalnızca Gözlerinin, yüzünün etinin tadını veriyorsun bana, birlikte yürüyoruz, karşılığında sakalımın, göğsümün ellerimin tadını alıyorsun." 29 Mart 1844 Sembolizmin öncülerinden Fransız şair Paul Verlaine dünyaya geldi. Tarihe geçen aşkının kahramanı Rimbaud'nun deyimiyle 'şiirin peygamberi, görünmezi gören gerçek bir şair'di. 1994 Arnavutluk Gey Derneği kuruldu.
GLBT tarihinden
nisan
5 Nisan 1997 Asi, devrimci, romantik, şair, eşcinsel, mistik, yazar Ailen Ginsberg yaşama veda etti. 8 Nisan 2005 Vicdani/total retçi Mehmet Tarhan, TÜYAP Kitap Fuarı'na katılmak için gittiği İzmir'de gözaltına alınarak Sivas Askeri Cezaevi'ne konuldu. 14 Nisan 1981 Bülent Ersoy ameliyatla cinsiyet değiştirdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü şarkıcının sahneye çıkmasını yasakladı. Aynı yasak, bütün eşcinsel sanatçılara uygulandı. 1932 "Psycho" filmindeki performansıyla ünlenen Amerikalı biseksüel oyuncu Anthony Perkins dünyaya geldi. 1986 Feminizmin öncülerinden biseksüel Fransız yazar Simone de Beauvoir yaşama veda etti. 15 Nisan 1452 Rönesans'ın öncülerinden İtalyan ressam ve mimar Leonardo da Vinci dünyaya geldi. 1986. Çocukluğunda 'piç' ve öksüz, büyüdüğünde 'hırsız', eşcinsel ve yazar Jean Genet yaşama veda etti. 1990. Efsanevi sinema oyuncusu Greta Garbo yaşama veda etti. Kulislerde hep konuşulan, Marlene Dietrich ve Mercedes de Acosta'yla yaşadığı aşklar ölümünden 15 yıl sonra bulunan aşk mektuplarıyla ortaya çıktı. 1995 Polis Bueneos Aires'te bir lezbiyen bar olan Boicot'a baskın yaparak 10 kadını tutukladı. Kadınlar saatlerce alıkonuldu ve polisler tarafından hakarete uğradı. 23 Nisan 1984 AİDS'e neden olan virüs bulundu. 29 Nisan 1951 Avusturya kökenli İngiliz eşcinsel filozof Ludvvig VVittgenstein yaşama veda etti.
07
GLBT tarihinden
mayıs
I Mayıs 2001. Türkiyeli eşcinseller 1 Mayıs'ta ilk kez 'görünür' oldular. Kaos GL, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda pankart açarak "Biz de Varız" dedi. 6 Mayıs 1992. Alman asıllı Amerikalı aktrist, "pırıltılı skandallar kraliçesi" Marlene Dietrich, Paris'te yaşama veda etti. I I Mayıs 1954. Yazar Sait Faik Abasıyanık, yaşama veda etti.
08
14 Mayıs 1940. Amerikalı devrimci Emma Goldman (Kızıl Emma) yaşama veda etti. Amerikan işçi hakları mücadelesi öncülerinden Goldman, özgür aşkı savunan bir savaş karşıtıydı; doğum kontrolü ve eşcinsellerin özgürlüğü için mücadele etti. 17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtlığı Günü. 23-24 Mayıs 2003. Kaos GL'nin düzenlediği "Gey ve Lezbiyenlerin İnsan hakları Alanında Çözüm Arayışları" başlıklı sempozyum Ankara'da yapıldı. 30 Mayıs 1593. Ünlü "Doktor Faustus" oyununun yazarı, İngiliz Christopher Marlovve, bir meyhanede çıkan kavgada öldürüldü.
KAOS kültür saat: 16:00 merkezi'nde gösterimler gökkuşağı filmleri ücretsizdir
mart
nisan
mayıs
Mart'ın Kadınları
Bir Yönetmen: Pedro Almodovar
Açılsak da mı saklansak?
12 Mart Düş Gezginleri Yönetmen: Atıf Yılmaz Oyuncular: Lale Mansur, Meral Oğuz, Nilüfer Aydan, Deniz Türkali Türkiye sinemasının ilk lezbiyen temalı filmlerinden. 19 Mart
Tuhaf İlişkiler Bound Yönetmen: Andy & Larry Wachowski Oyuncular: Jennifer Tilly, Gina Gershon, Joe Pantoliano İki kadının aşkı mafya karşısında ne kadar dayanabilir?
7 Mayıs 2 Nisan
Arzunun Kanunu La Ley del deseo (1987) Porno film sektörü İçinde bir yönetmenin arzuları ve karşılıksız aşkı. 9 Nisan Yüksek Topuklar Tacones lejanos (1991) Almodovar'dan umulacak tarzda muzır bir melodram. Bu kez cinayet ve esrar temalarıyla da süslü. 16 Nisan Annem Hakkında Her Şey Todo sobre mi madre (1999) Kadınlara ve annelere ithaf edilmiş hüzünlü bir başyapıt.
Pembe Dokunuş Touch of Pink Yönetmen: lan lqbal Rashid Oyuncular: Jimi Mistry, Kyle MacLachlan, Sue Mathevv Muson düğüni aşkl 14 Mayıs
Mambo Italia Yönetmen: Emile Gaudreault Oyuncular: Luke kirby, ginette Reno, Paul Sorvino İtalyan usûlü eşcinsel aşk
26 Mart 23 Nisan
Kızarmış Yeşil Domatesler Fried Green Tomatoes Yönetmen: Jon Avnet Oyuncular: Kathy Bates, Mary Stuart Masterson, Mary-Louise Parker, Jessica Tandy İki farklı zamanda ve yerde dört farklı kadın... Ortak öyküleri olabilir mi?
Konuş Onunla Hable con ella (2002) Bir kliniğin dört duvarı arasında ne kadar süreceği belli olmayan bir zaman dilimi ve 4 insan. 30 Nisan
28 Mayıs
Annem Kadınlardan Hoşlanıyor A mi madre le gustan las mujeres Yönetmen: Daniela Fejerman, Ines Parîs Oyuncular: Leonor VVatling, Rosa Maria Sardâ, Marîa Pujalte, Silvia Abascal Annemin sevgilisi bir kadın!
Kötü Eğitim La Mala educaciön (2004) Almodovar, insanların derilerinin altına giriyor, yaşananları ve yaşanamayanları bir arada anlatıyor.
GLBT gündem Vicdani/total retçi Mehmet Tarhan, 9 Mart'ta Askeri Yargıtay'ın vermiş olduğu tahliye kararı üzerine serbest bırakıldı. Ankara'daki Askeri Yargıtay Daireler Kurulu'nda görüşülen temyiz davasından "mahkumiyet kararının bozulması ve tutuklulukta geçen süre göz önüne alınarak Mehmet Tarhan'ın tahliyesi" kararı çıktı. Sivas'taki Askeri Mahkeme, Mehmet Tarhan'a "emre itaatsizlikte ısrar" suçlamasından dolayı verdiği 4 yıl hapis cezasına avukatlarının yaptığı itirazı reddetmiş, bunun üzerine avukatlar bir üst mahkeme olan Askeri Yargıtay'a başvurmuştu.
Öykü adlı travestinin çeşitli kurum ve kuruluşlara gönderdiği mektupla, Bursa'da seks işçiliği yapan travesti ve transeksüellere emniyet güçleri tarafından şiddet uygulandığı ve şikayetçi olunması durumunda polislerin travesti ve transeksüelleri ölümle tehdit ettiği ortaya çıktı. Tek istediklerinin sokakta beklemek değil sorunsuz çalışabilecekleri bir yer ve seks işçisi kadınlarla aynı imkanlardan yaralanmak olduğunu yazan Öykü, artık şiddete ve tacize uğramak istemediklerini belirtiyordu mektubunda: "Evimin önünde, sokakta fiziki saldırıya uğruyorum. Arkadaşlarım apartmanıma rahatça girip çıkamıyor. Beni üzerimde darp izi kalmayacak şekilde dövdüler ve şehir dışına götürüp Hamıtler mezarlığı
ve
Mudanya yolu üzerinde yerleşimde uzak yerlere attılar. Ağza alınmayacak hakaret ve küfürlere maruz kaldım.
Kimseyi aramayayım diye telefonumun hafıza kartını kırdılar.
Gidemeyeyim diye paralarım yırtıldı. üzerime
işediler,
Ahlak Bürosu polislerince defalarca
çamur içinde yuvarlandım,
tekmelendim."
diye devam
"Onlar 'normal' olanın değil, 'anormal' olanın ardından yürüyorlar. Ha, böyle bir yolu seçme hakları elbette ki var, ama 'anormal' olanı bizlere 'normal' diye dayatmamak ve cinsel tercihlerinin hem bu dünyada hem de ahretteki sonuçlarına paşalar gibi katlanmak kaydıyla." (Ali Murat Güven eşcinsellere gözdağı veriyor!)
tokatlandım, etmekte...
Oscar ödüllü Philip Seymour Hoffman'm başrolünü oynadığı Capote, Türkiye'de 24 Mart'ta
gösterime giriyor.
Film, Bukalemunlar İçin Müzik ve Tiffany'de Kahvaltı adlı kitaplarıyla da tanınan yazar Truman Capote'un, New York Times gazetesindeki bir makalenin peşinden giderek Amerikan edebiyatının önemli eserlerinden In Cold Blood (Soğukkanlılıkla) adlı romanını yazma sürecini anlatıyor.
Capote özellikle Truman rolünü son derece
iyi taşıyan Philip Seymour Hoffman'm sergilediği başarı performansla iyi bir seyir vadediyor. Hoffman sadece Truman'ın esini taklit etmekle kalmıyor,
27
Mart-Mayıs 2006
şeklini de betimliyor.
aynı zamanda parlak bakışların arkasındaki takıntılı beynin çalışma
Baki GLBT Koşar'm gündem ardından... Kaos GL'nin basın açıklamasından Görünür olmaya yanıt: Gazeteci-yazar Baki Koşar, İstanbul Kurtuluş'taki evinde ölü
25 Şubat 2006 tarihinde evinde ölü
bulundu. İnternette tanıştığı partneri tarafından en az 20 bıçak
bulunan gazeteci ve yazar Baki Koşar,
darbesiyle öldürüldüğü anlaşılan Baki Koşar, doğum yeri olan
eşcinsel kimliğini gizlemeyen, eşcinsel
Batman'da toprağa verildi. Kaos GL Derneği ve Lambdaistanbul Eşcinsel Sivil Toplum 12
"Yok ol!"
Girişimi, Baki Koşar'ın öldürülmesinin eşcinsellere yönelik nefret ve şiddetin bir sonucu olduğuna dikkat çeken birer basın açıklaması yaptı. Kadın örgütlerinden ise yalnızca Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi, cinayeti basın açıklamasıyla kınadı.
hareketi İçin mücadele eden biriydi. İnternette tanıştığı erkek partneri tarafından bıçaklanarak öldürülen Koşar, Türkiye'de yaşanan ama görülmeyen, görülmek İstenmeyen eşcinsel cinayetlerinin görünen yüzü oldu. Oysa Baki Koşar İlk değildi ve öyle görünüyor ki son da olmayacak. Heteroseksüel çiftlerin tanışıp buluştuğu, hatta bu İlişkinin evlilikle sonuçlandığı
Akşam gazetesi yazarı Oray Eğin, "Yatmadan önce 100 bıçak darbesi" başlıklı yazısında şöyle dedi: "Her şey bir kısır döngüde kilitleniyor sonuçta. Tanıdık biri öldürüldüğünde artık harekete geçmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz; sonra hafızasızlığımıza yeniliyoruz. Bir sonraki ölüme kadar. Sonra yeniden. Öldürülenler de sadece istatistik olarak kalıyor."
pek çok örnek var. Oysa bu "chat" ortamı eşcinseller İçin çetelerin pusuya yattığı bir cehenneme dönüşüyor. Soygundan dövülmeye pek çok saldırıya maruz kalan eşcinseller İçin canlarını kurtarmak yeterli oluyor. Çünkü eşcinsel cinayeti olduğu bu kadar belli cinayetlerin önlenmesi İçin hiçbir şey yapılmıyor, hiçbir önlem alınmıyor.
Baki Koşar kimdir? Batman'da 28 Mayıs 1969'da dünyaya gelen Abdülbaki Koşar, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde bir süre eğitim gördükten sonra İstanbul'a gelerek Nokta dergisinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Aktüel ve Akis dergilerinde, Flash TV, CNN Türk, Habertürk'te çalıştı. Turuncu dergisi ve Turuncu Medya Grubu'nda da haber müdürlüğü görevinde bulunan Koşar, son olarak Birgün ve Özgür Gündem gazetelerinde çalışmıştı. Koşar'ın "Kilidi Sırlı Anahtar" ve "Tarkuşu" adlı iki romanı ile "Kader Oteli'nde Bir Aşk Cinayeti" adlı öykü kitabı bulunuyor.
Baki Koşar'ın öldürülmesinin ardında yatanın, eşcinsellere yönelik nefret olduğuna İnanıyoruz. İçinde yaşadığımız toplum homofoblden arınmadığı sürece bu nefret ve şiddet ortamı da yaşanan cinayetler de yok olmayacak. Baki Koşar'ın öldürülmesini kınıyoruz!..
Kaos GL
ABD'nin önde gelen gazetelerinden New York
dahil ettirmek için Adalet Komisyonu'na
Times'ta yayımlanan bir haber-yorumda,
başvurduğu, ancak Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in
Türkiye'nin, eşcinsel haklarının genişletilmesinin
öneriyi tasarıdan çıkardığı kaydedildi. Haberde,
önüne engeller koyduğu belirtildi. Şebnem Arsu
eşcinsel gruplarının kamuoyunun görüşünü
imzasıyla yayımlanan yazıda, Türkiye'deki
değiştirmek için gösterdiği çabaların da,
eşcinsel haklarını savunan grupların, AB'ye üyelik
kendilerini geleneksel değerlere karşı bir tehdit
müzakereleriyle birlikte Avrupa standartlarında
olarak gören hükümet yetkililerince engellendiği
cinsel özgürlüğe kavuşmayı ümit ettiği, ancak
belirtildi. Buna örnek olarak Ankara Vali
yasal eşitlik hareketinin engellendiği kaydedildi.
Yardımcısı Selahattin Ekmenoğlu'nun, geçtiğimiz
Yazıda, 1990'ların başında eşcinselliğe yönelik
eylül ayında İçişleri Bakanlığı'na kayıt yaptırmak
toplumsal muhalefetin azalma gösterdiği,
isteyen Kaos GL'nin yasal olarak tanınmasını
İstanbul'daki gözde kulüplerin programlarına
engellemek için açtığı dava gösterildi. Merkezi
eşcinsel şarkıcıları dahil etmeye başladığı ve
Brüksel'de bulunan Uluslararası Lezbiyen ve Gey
Beyoğlu'nda birçok eşcinsel kulübünün açıldığı,
Birliği Genel Sekreteri Kürşad Kahramanoğlu da,
ancak toplumda ayrımcılığın ve nefretin hâlâ
Türkiye'de eşcinsel aydınların eşcinsel haklarının
yaygın olduğu vurgulandı. Polis kayıtlarına göre,
genişletilmesi için kamuoyu önüne çıkıp
1996-2003 arasında eşcinsellere karşı 36 suç
konuşmaktan kaçındığını söyledi. Merkezi
işlendiği belirtilirken, bu sayının gerçek rakamları
İstanbul'da bulunan Lambda-İstanbul adlı
yansıtmadığı, çünkü ailelerin bu tür davaları
eşcinsel gruba üye Serdar Soydan da, AB'ye
mahkemeye götürmek konusunda kararsız kaldığı
gönderilmek
ifade edildi. Eşcinsel grupların, 2004'te getirilen
hazırladıklarını söyledi.
üzere
düzenli
13
raporlar
yeni ceza yasasına cinsel ayrımcılık suçlarını da
Manken Kate Moss, Ang Lee'nin yöneteceği bir filmde Charlize Theron'un lezbiyen sevgilisini oynayacak, itv.com sitesinin haberine göre, filmin esin kaynağı Londralı lezbiyen şarkıcı Dusty Springfield'ın yaşam öyküsü. Charlize Theron 2003
filmde lezbiyen bir seks işçisi ve seri katil Aileen VVuornos'u
27
canlandırmış,
Mart-Mayıs 2006
yılında 'Monster' (Cani) adlı
bu rolüyle Oscar almıştı.
ABD'nin New Jersey eyaletinde cinsiyet değiştirme operasyonu geçirip kadın olan 71 yaşındaki Lilly McBeth, daha önce yaptığı yedek öğretmenlik görevine geri dönmek istiyor. Okul yöneticileri McBeth'in başvurusunu kabul etti ancak güneydeki Ocean ilçesi halkı, çocuklarının, cinsiyetini değiştirmiş bir öğretmen tarafından eğitilmesine karşı çıkıyor.
Pierce Brosnan, son filmi The Matador'daki eşcinsel sahnelerin çıkarılmasını istedi. Eşcinsel rolüyle beyazperdede görünmeyi reddeden Brosnan, Bond imajını bozmak istemiyor. Brosnan filmde bir kiralık katili oynuyor.
14
Akupunktur uzmanı Dr. Nüzhet Ziyal'in İş Bankası Kültür Yayınlarından n söyleşi kitabı Akupunktur Sevdalısı', yazarın eşcinsellikle ilgili açıklamaları nedeniyle toplatıldı. Ziyal, kitabında eşcinsellikle ilgili şunları yazmıştı: "Eşcinselliğin sonu yok ki. Hani gene feminen eşcinsellik o kadar zararlı değil; ama maskülen, erkek eşcinselliği fevkalade tehlikeli, zararlı ve büyük alışkanlık yapan,
sonunda birçok fiilleri bozan
fevkalade tehlikeli bir unsur. Bunun birçok örneğini bir doktor olarak gördük. Bunların hastalıkları da kolay geçmiyor.
Bunların aldıkları hastalık daha da ilerliyor..."
Antalya'da AİDS olmasına rağmen evlenerek, eşine HIV bulaştırdığı iddiasıyla yargılanan Ümit Ulukaya, üçüncü kez görülen davada, 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 8 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin mahkeme kararının Yargıtay tarafından 'yürürlüğe giren yeni TCK'de yer alan lehte hükümlerin uygulanması gerekliliği' ile bozulması üzerine Ulukaya, Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden yargılanmıştı. Ulukaya'nın avukatı Sonur Ustaoğlu AİDS hastalığının TCK'de özel bir düzenlemeyle ele alınması gerektiğini belirterek "Türkiye'deki hukuki süreç kapanırsa davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşımayı düşünüyoruz" dedi.
E f s a n e v i oyuncu G r e t a Garbo'nun ölümünden yıllar sonra ortaya çıkan, kadın şair Mercedes Acosta ve Vera Smitherlov ile y a ş a d ı ğ ı lezbiyen ilişkilerini anlattığı mektuplar sinema dünyasını karıştırdı. Garbo'nun Marlene D i e t r i c h ' e y a z d ı ğ ı aşk m e k t u p l a r ı da b ö y l e c e gündeme geldi. Interpol, sergilendiği müzeden çalınan iki mektubu arıyor.
Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde yalnızca Müslümanlara uygulanmak üzere hazırlanan 'vatandaşlık sınavı' tepki yarattı. 1 Ocak'ta uygulanmaya başlayan sınavda Almanya'daki Müslüman göçmenlere yöneltilecek sorular arasında "Oğlunuz size eşcinsel olduğunu söylese ne yaparsınız?", "Sizce kadın kocasına itaat etmeli ve itaat etmiyorsa dayak yemeli midir?" soruları da bulunuyordu. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler, basında 'sadakat testi' diye tanımlanan bu uygulamanın kaldırılması için eyaletin içişleri bakanına bir mektup gönderdi.
Askeri birlikte görev yapan bir onbaşı, tuvalette er R.D.'ye tecavüz etmeye kalkıştı. R.D. olaydan bir gün sonra olayı bir diğer çavuş A.S.Ç.'ye anlattı. Çavuşun girişimi üzerine tecavüze yeltendiği iddia edilen onbaşı yargılandı. Askeri Mahkeme'de ifade veren er R.D. onbaşıya itiraz ettiğini ancak onbaşı ısrar edince, kendisinin 'üst devre olması nedeniyle korkudan itiraz edemediğini' söyledi. Onbaşı, ırza tasaddi suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı ve rütbesi geri alındı. Dava askeri yargıyı ikiye böldü. Askeri Yargıtay Başsavcılığı olayda 'rıza' olduğunu belirterek, onbaşıya verilen cezanın bozulmasını istedi. Askeri Yargıtay ise itirazı reddederek Başsavcılığa 'mağdurlardan kahramanlık beklemeyin' dedi!
"Gitar ağırlıklı hoş bir özgün müzik çalışması, gösterişten uzak sakin ve temiz bir kurgu, ekrana yansıdığında gözleri okşayan tablo güzelliğindeki yaylalar, sevimli koyun sürülerinin görüntüleri ve rollerine kendilerini fena kaptırmış, her fırsat bulduklarında birbirlerine tutkuyla 'saldıran' iki erkek oyuncu..." (Yeni Şafak gazetesinin 'sinema yazarı'(!), 25 yıllık sinemasever(l) Ali Murat Güven, üst üste iki kez izlediği Brokeback Dağı'ndan söz ediyor!)
Almanya'nın ilk evlat edinen eşcinsel çifti olan Patrick Lindner ve Michael Link, ayrıldıktan sonra evlatlıklarını kimin alacağı konusunda anlaşmazlığaa düştü. Ünlü bir Şarkıcı olan Lindner (45) ve uzun yıllardır birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Link (39), Rusya'dan evlatlık aldıkları 8 ya şındaki Daniel'in velayeti için mahkemede. Boşanma uzmanı Herrmann Messmer, bu durumu bir aile psikoloğunun incelemesi gerektiğini ve davanın çok uzun sürebileceğini açıkladı.
İngiltere'de çıkacak yeni bir yasa, heteroseksüel müşterileri içeri almayan gey barlara ceza öngörüyor. Yasanın eşcinselleri cinsiyet ayrımından korumak niyetiyle çıkarıldığı söylense de eşcinseller bundan çok rahatsız. Eşcinsel haklarını savunan kuruluşlar ise bu yasayı insan haklarına aykırı buluyor, herkesin içeri alınmasıyla eşcinsel kulüplerinin atmosferinin bozulacağından ve eşcinsel düşmanlarının tacizleriyle karşılaşacaklarından endişe ediyor.
16 Rusya Başmüftüsü Talgat Taceddin, mayıs ayında Moskova'da yapılması planlanan Eşcinsel Yürüyüşüne katılanların 'dövülmeleri' gerektiğini söyledi. Taceddin, bir haber ajansına yaptığı açıklamada eşcinselleri, yürümeleri halinde, hem Müslümanların hem de Hıristiyanların döveceğini, yürüyüşe gençlerin eşcinselleri örnek almamaları için izin verilmemesi gerektiğini söyledi. İslam dininde eşcinsel ilişkiye g i r e n l e r i n idam c e z a s ı y l a cezalandırıldığını belirtilen Taceddin, "Onların hiçbir hakkı yoktur. Onlar çizgiyi geçtiler. Eşcinsel ilişkiye girmek Allah'a
karşı suç işlemek gibi bir şeydir. Eşcinseller, kendi evlerinde veya herhangi bir gizli yerde, mesela karanlık bir yerde istedikleri şeyi yapabilirler. Ancak onlar sokaklara çıkarak propagandalarını yapacak olurlarsa onları toplumdan izole etmek gerekecek" diye konuştu. Rusya'nın Asya Bölgesi Müslümanları Ruhani İdaresi Başkanı Nafigulla Aşirov da, eşcinsellerin Moskova'da yürüyüş yapmasına kesinlikle karşı çıktıklarını söyledi. Ortodoks Kilisesi de yürüyüşe karşı olduklarını bildirdi. Yürüyüşe 5 bin kişinin katılması bekleniyor.
"Burası bir İsveç ya da Danimarka değil; cinsellik konusunda taşların hâlâ yerli yerine oturmadığı Türkiye. Böyle bir filmi hiçbir özdenetime tabi tutmadan, hiçbir ticari sınırlama getirmeden bodoslama gösterime sokmak, bence bu ülkeye karşı açık bir sevgisizliğin göstergesidir." (Ali Murat Güven, VVarner Bros'u uyarıyor!)
İngiliz The Guardian gazetesinin yayımladığı araştırmaya göre, Britanya'da çalışan eşcinsel erkekler yılda ortalama 34 bin 200 pound (82 bin YTL) kazanırken ülkedeki tüm erkeklerin ortalama geliri 24 bin 800 pound (60 bin YTL) düzeyinde. Lezbiyenler ise ülkedeki kadınların yıllık ortalama gelirinden, yaklaşık 6 bin pound (14 bin YTL) daha fazla kazanıyor, yılda iki kez fazladan tatil yapıyor ve kredi kartları için ayda 400 pound (1000 YTL) daha fazla harcama yapıyor. Geçen yıl yapılan araştırmalar ülkede 3 milyondan fazla (nüfusun yüzde 6'sı) eşcinsel olduğunu ortaya koymuştu.
Ferzan Özpetek'in Cahil Periler adlı filmi, İtalya'da yayımlanan News 2000 adlı haftalık magazin dergisinin sinema e l e ş t i r m e n l e r i arasında yaptığı ankette sinema tarihinin 'en güzel gey filmleri' arasında sayıldı. Cahil Periler, eşcinselleri konu alan en güzel filmler listesinde onuncu sırada yer aldı. Ankete göre, en güzel gey filmleri sırasıyla şunlar: Les Garçons de le Bande (Orkestra Çocukları)-William Friedkin; La cage aux Folles (Çılgınlar Kulübü)-Edoard Molinaro; Qerelle-R.W Fassbinder; Furyo-Nagisa Oshima; Le Ley del Deseo (Arzunun Kanunu)-Pedro Almodovar; My Own Private Idaho (Benim Güzel ldaho'm)-Gus Van Sant; Philadelphia-Jonathan Deme; Velvet Goldmine-Tom Haynes; Boy's Don't Cry (Erkekler Ağlamaz)-Kimberly Pierce; Cahil Periler-Ferzan Özpetek
27
Mart-Mayıs 2006
Fransa'da mahkeme, ülke tarihinde ilk defa eşcinsel bir çifte çocuk üzerinde kısmi velayet hakkı tanıdı. Basın, kararı "birlikte uzun süre ve düzenli yaşayan eşcinsellere ileride evlatlık edinme hakkı verilmesine olanak sağlayacak bir hüküm" diye yorumladı. Anger kentindeki temyiz m a h k e m e s i , e ş c i n s e l bir k a d ı n ı n , yurtdışından sperm alıp, doğal olmayan yollardan döllenme sağlayarak doğurduğu
çocuk için, kadının uzun süredir birlikte yaşadığı diğer kadına da velayet hakkı tanınmasına onay verdi. Karar, diğer kadına çocuğa yasal veli olma hakkı tanıyor. S a v c ı l ı ğ ı n , mahkeme kararına itiraz ederek Yargıtay'a başvuracağı açıklandı. Fransa'da eşcinsel evliliği yasal değil, ancak yasalar uzun süre birlikte yaşayan eşcinsellere, Heteroseksüel çiftlerle aynı yasal hakları tanıyor.
"Yıllar önce bir gece, istihbarat muhabirliği yaparken kadınla erkek arasında sıkışıp kalmış kart sesiyle hüngür hüngür ağlayan bir travesti görmüştüm. Muhatabım, dermansızlıktan dolayı bir kaldırıma çökmüş durumdaydı. Müşterisinin kendisine attığı korkunç dayaktan sonra kan kırmızı renkte bir çuvala dönmüştü. Sanırım 22-23 yaşlarındaydım. İçim ezildi ve o halde fotoğrafını çekemedim. 'Allahım! Ne zaman bitecek benim bu çilem Allah'ım!' diye haykırışı hâlâ kulaklarımdadır." (Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Murat Güven travestilerle ilk karşılaşması)
17
İsveç'te aralarında tanınmış yazar ve sanatçıların da bulund uğu 129 eşcinsel ünlü, aşırı sağcılar tarafından ölümle tehdit ediliyor. Aftonbladet gazetesinde ya yımlanan habere göre, gelen ihbarlar üzerine harekete geçen Savcı Hokan Rosvvall, tehditlerin ka ynağı olarak gösterilen aşırı sağcı Hıristiyan gruplar ve onlara ait internet siteleri hakkında inceleme başlattı. Ölüm listesinin, kendilerine 'İncilciler' adını veren Hıristiyan grupların sitesinde yer aldığı da öne sürüldü. Savcılığın başlattığı soruşturmada henüz somut bulgulara ulaşılamadı ancak incelemenin derinleştirilerek devam edeceği bildirildi. Aldığı tehditler nedeniyle savcılığa başvuran, kimlik değiştirerek kadın olan İsveç'in tanınmış sinema sanatçılarından Kim Karnflak, yaşamının tehlike altında olduğunu belirterek sorumluların bulunmasını istedi. İddiaları değerlendiren Kilise sözcüleri ise, cinsel yönelimlerinden dolayı insanların Tanrı adına cezalandırılamayacağını belirtti.
18 Ne w York Belediye Meclisi Başkanlığını 39 yaşındaki lezbiyen Christine Quinn kazandı. Quinn oyların tamamını alarak kentin iki numaralı yönetici koltuğuna oturmaya hak kazandı. Quinn, 1998'de meclise girmeden önce, kiracı hakları hareketi liderliği ve Şiddete Karşı Gey Lezbiyenler Projesi'nin yöneticiliğini yapmıştı. "Taraflardan 'aktif olan kahramanımız Ennis, eşcinsel partneri uğruna kendisini delicesine seven karısını (ve bu arada da küçük kızlarını) adeta bozuk para gibi harcıyor; rezilliğinin ayyuka çıkması üzerine karısından boşanıyor, sonrasında çocuklarını yıllarca gözü görmüyor, aklını uçkuruyla bozması nedeniyle iş hayatı sık sık aksamalara uğruyor ve güç bela bulabildiği birbirinden kötü işlerde çalışıyor. O, 'aşkı uğruna' bütün bu çileleri yaşarken, sevdiği adamın gözünün önünde un ufak olan masum ailesine zerre kadar acıma beslemeyen (tipik bir 'tutkuyla bağlanmış eşcinsel' gaddarlığı!) pasif partneri Jack'in ise bir tek derdi var: Daha sık buluşmak ve bu ilişkiyi gidebildiği en son noktaya kadar sürdürmek. Üstelik, eşcinsellerin o ünlü 'sadakat' geyiğine bile inanmıyor diğer kahramanımız, buluşmaların araları biraz açıldığında kadim dostunu boynuzlamaktan da hiç geri kalmıyor!" (Yeni Şafak gazetesinin 'sinema yazarı'(!) Ali Murat Güven, Brokeback Dağı'nın konusunu özetliyor!)
56. Berlin Film Festivali'nde onur ödülü İngiliz lan McKellen'a v e r i l d i . McKellen ödül t ö r e n i n d e yaptığı konuşmada Hollyvvood'un gey'lere direndiğini, lezbiyen oyuncular içinse durumun daha da zor olduğunu söyledi: 66 yaşındaki oyuncu, Brokebeck Mountain filminin başarısının eşcinselliği konu alan f i l m l e r i n önünü açacağını ancak Amerikan film endüstrisinin halen başrolleri gey oyunculara vermekte gönülsüz olduğunu belirtti. Rock Hudson ve Montgomery Clift gibi birçok yıldız neredeyse ömürlerinin sonuna kadar kimliklerini gizli tutmuşlardı.
Modacı Cemil İpekçi, sevgilisi Bekir Coşar ile Hollanda'da evlendiği yolunda çıkan iddiaları yalanladı: "Bunların hepsi yalan. Evlilik için ne diye bir belediye görevlisine veya bir şahsa söz vereyim ki? Zaten aynı evi paylaşıyoruz böyle bir şeye gerek yok. Bunu çok basit buluyorum. Bence bu dini bir karar ve ben de dini nikah yapmayı düşünüyorum."
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Süleyman Ateş, gazetedeki köşesinde kendisine 'eşcinsellikten nasıl kurtulacağını' soran bir okuruna "Namazınızı kılın, tasavvuf musikisi dinleyin" önerisinde bulundu.
İngiltere'nin büyük bankası HSBC'nin gey yöneticisi Peter Levvis, 5 milyon sterlin tazminat kazandı. 2004'te bankanın jimnastik salonunda iş arkadaşına baktığı için taciz suçlamasıyla işten atılan Levvis, cinsel ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle bankayı dava etmişti. Müvekkilinin gay olduğu için işten atıldığını söyleyen Levvis'in avukatı,
27
Mart-Mayıs 2006
"Müvekkilimin sesi en sonunda duyuldu" dedi.
"Museum Erotica, yani Erotizm Müzesi. 'Bu ne ola ki? Böyle bir müzede neyi sergiliyor olabilirler' diye düşünüp, merakımı yenemeyerek içeri girdim. Bu talihsiz tecrübe sonucunda da insanı insan yapan 'edep 1 duygusunun bu küçük ülkenin hedonist halkı tarafından nasıl da pervasızca çökertildiğine tanık oldum. Cinsellik üzerine aklınıza gelebilecek (ve de gelemeyecek) olan her şeyin alenen teşhir edildiği bu birkaç katlı 'sözde müze'de on-on beş dakika kadar şaşkınlık içinde dolaştıktan sonra, son kattaki video monitörlerde yayınlanan hard-porno ötesi görüntüler karşısında mide bulantıma engel olamayarak orayı terk ettim." (Ali Murat Güven'in Danimarka Maceraları-1. Kaos GL'nin mide bulantısına karşı önerisidir: Nane-limon.)
19
Her daim göz önünde olan, kameraların ve mikrofonların mıknatıs gibi çektiği bazı 'ünlüler', eşcinsel kimliklerini gizleme refleksiyle kendilerini mi inkar ediyorlar, yoksa bu, toplumun ikiyüzlü ahlakının yan etkilerinden korunmak için edinilen bir zırh mı? 'Evet, eşcinselimi' diye kendini açık edenler bunun bedelini nasıl ödüyor? 'Hayır, yok öyle bir şey!' diye kendini gizlemeyi sürdürenlerin gerekçesi ne? Fısıltı gazetelerinden eşcinsel olduğunu duyduğumuz ünlüler neden gizleniyorlar? 20
Sanat dünyasında kabul görmek için nelerini feda ediyorlar? Bu, piyasanın değişmez kuralı mı? Peki ya 'piyasa'ya rağmen açık yaşayanlar? Onlar nelerle karşılaşıyor? Cinsel yönelimin aleniyeti ile şöhretin ilişkisi nasıl kuruldu da bu hale geldi? Yazar, akademisyen, gazeteci ve aktivistler, hem ünlü hem de eşcinsel olanların kimliklerini ifşa etme/etmeme kararsızlığını, bu ikilemin kaynağı olan toplumsal yargılar ve kamu ahlakını tartışıyor. Ünlülerin başı eşcinsellikleriyle dertte!
21
27
Mart-Mayıs 2006
Öyleyse...
VE PERDE!
dosya "Bir ülke tamamını heteroseksüel zannederken siz cinsel yöneliminiz konusunda sonsuz sessiz kalarak kendinizi koruduğunuzu sanıyorsunuz ama arkadaşlarınız gey cinayetlerine kurban gidiyor hâlâ. Hiçbir sorumluluğunuzun olmadığını nasıl düşünebiliyorsunuz?"
İfşa Et! Zeynep Aksoy
Günün birinde dünyaca ünlü bir yazar olmak istiyorum, sırf 'eşcinselim' diye haykırabilmek için. O zaman, yani ben dünyaca ünlü bir yazar olarak eşcinsel olduğumu bağırdığımda 'normal' insanlar eşcinsellere bulaşmadan önce şöyle bir durup düşünür belki: "Yaaa, şu meşhur yazar da eşcinsel ve çok güzel yazıyor, demek ki eşcinsellerden yetenekli ve başarılı insanlar çıkıyor." Bu yükü neden kendi omuzlarımda hissediyorum? Çünkü meşhur ve ünlü kimse 'ben eşcinselim' diye bağırmıyor da ondan. Durum burada daha vahim olmakla beraber sırf buraya özgü değil. Batıda da kolay kolay ifşa etmiyor eşcinseller cinsel yönelimlerini. Oysa konuyla biraz ilgilenen herkes biliyor ki çağlar boyu en önemli yazarların, ressamların, oyuncuların, genel olarak sanatçıların büyük bir bölümü eşcinseldi. Onlar yönelimlerini açık açık belirtselerdi, dünya şimdi başka bir yer mi olurdu bizim için? Kuşkusuz öyle. Elton John'ları, George Michael'ları, Ellen Degeneres'leri, Ani Di Stefano'ları geçip bize gelmek istiyorum. Biz Türkiyelilerin ünlü eşcinsel eksikliğine. Yok mu? Bol bol var. Her kesimden hem de. Magazin gediklilerinden entelektüellere, akademisyenlerden show dünyasına. Sayalım biraz: Arto, Zeki Müren, Serdar Ortaç, Selim ileri, Murathan Mungan, Sait Faik, Aydın, Haldun Dormen, Oray Eğin, Ahmet Tulgar... Hepsi erkek... Doğaldır. Kadın cinselliğini bu kadar bastıran bir ülkenin gizli lezbiyen bile olsa kadın eşcinsel ünlülerden haberinin olmaması. Belki de benim haberim yok. Araya kadın olarak bir de Şenay Düdek'i katalım, çeşni olsun. Neyse. Şu televizyonun rating rekoru kıran reality yarışmalarına bir bakalım: Armağan Çağlayan Bey, şu
22
yeni dans yarışmalarında boy gösteren jüri üyesi ve sunucu geyler. Neredesiniz? Bir ülke tamamını heteroseksüel zannederken siz cinsel yöneliminiz konusunda sonsuz sessiz kalarak kendinizi koruduğunuzu sanıyorsunuz ama arkadaşlarınız gey cinayetlerine kurban gidiyor hâlâ. Stonevvall'dan neredeyse kırk yıl sonra homofobi hâlâ iktidarda bu ülkede. Hiçbir sorumluluğunuzun olmadığını nasıl düşünebiliyorsunuz? insanlar size bakar, sizi örnek alırken hayatınızın bu kadar önemli bir parçası konusunda, cinsel yöneliminizde, hangi vicdanla sessiz kalabiliyorsunuz? Herkes cinsel yönelimini açık edip etmemek konusunda özgürdür. Kimsenin kimseye bir şey dayatma hakkı yok. Ama bir ülkede ünlü eşcinsellerin başına gelenleri, çektikleri eziyeti, acıyı göre göre dolaptan dışarı çıkmamaları beni çok üzüyor. Bu duruşu çok oportünist buluyorum. Halbuki bir memleketin sevgilisi olmuş Zeki Müren nişanlanıp durmak yerine çıkıp da "Ben gey'im kardeşim, erkeklerle yatıyorum ve siz beni çok seviyorsunuz" dese ne olurdu yani? Dünyanın sonu mu gelirdi? Belki onu seven kadınlar gey oğullarına ve lezbiyen kızlarına daha toleranslı yaklaşabilirdi. Belki eşcinseller toplumun nefretinin yanında bir de ailelerinin nefreti ve reddiyle uğraşmak zorunda kalmazdı. Belki bu ülkede eşcinsel hareket çok daha çabuk ve büyük bir ivme kazanırdı. Ama galiba, meşhur olunca, cinsel kimlik kolaylıkla unutulabiliyor. Çünkü seviliyorsunuz. Beğeniliyor, kıskanılıyor, özeniliyorsunuz. Bu rüyayı tarumar etmek gibi geliyor cinsel kimliğinizi açıklamak. Nedeni de çok basit: Eşcinselliğinizle gurur duymuyorsunuz da ondan. Dolaptan çıkarsanız artık beğenilmeyeceğinizi, istenmeyeceğinizi, önemsenmeyeceğinizi, kitaplarınızın satılmayacağını, televizyon programlarına çağrılmayacağınızı düşünüyorsunuz. Bu sizin özgüven eksikliğinizden ve kendi eşcinselliğinizle barışamamış olmanızdan kaynaklanıyor. Kimse adına konuşamam yine de, kendimden başka. Ve herkese söz veriyorum, eğer bir gün çok meşhur olursam, aynen şimdi yaptığım gibi "Ben lezbiyenim ve bununla gurur duyuyorum" diye avaz avaz bağırmaya devam edeceğim. Benden başka kimse bunu yapmasa da. Dünyanın daha çok Don Kişot'a ihtiyacı var çünkü.
dosya
Açıl susam açıl!.. Selen Doğan
Hadi biraz zıtlaşalım dosya konusuyla. Ve diyelim ki: Tamam, anladık, eşcinsel ünlülerin 'açılması' (içini dökmek manasında da kullanılmıştır) mühim mevzu ama, ya eşcinselliğini ifşa edince başına gelecekleri kestiremeyenler? Ya 'Ben eşcinselim, artık her şeyi biliyorsunuz' dedikten sonra birden bire ünleniverecek olanlar? Peki, ünlülerin 'açık' ettikleri kimliği evirip çevirip 'şok'lu, 'flaşlı bir haber yapma refleksini bertaraf edecek olan kaç gazeteci var? Theodore Zeldin, o sarsıcı kitabı "İnsanlığın Mahrem Tarihi"nde eşcinsellik üzerine kalem oynatırken, Dominique Fernandez'e gönderme yaparak açıklık ve gizliliğin eşit güçte iki rakip olarak belirdiğinden söz eder ve şöyle der: "Herkesin açık yürekli olmasının, böyle bir şey mümkün olabilseydi bile, kişisel ilişkileri gül bahçesine çevireceği, fazla basit bir varsayımdır; fazladan bir çaba daha gerekir bunun için: Size açık yüreklilikle anlatılanları anlama çabası." Kendini göğsünü gere gere anlatmak isteyenlerin en derin kaygısı bu işte: Anlaşılmamak. Bu kadarı bile yetiyor olmalı şöhret sahibi kişilerin 'coming out'unun hep ertelenmesine, hatta hiç gündeme gelmemesine. Farz edeyim ki şöhret sahibi biriyim. Şarkıcı ya da manken olabilirim. Yine farz edeyim ki eşcinselim. Ama bunu bilmiyorlar diyelim. Göz önündeyim, göz değmesin! Nereye gitsem, ne yiyip içsem, kiminle gezip tozsam haber! Misal, bir pazar günü herhangi bir balıkçı lokantasında öylesine bir akşam yemeğine niyetlenmişim; lokantanın kapısında "magazinci" ordusu! Mayınlı arazi! Biliyorum ki gecenin sonunda kameralarının ışıklarını yakıp, flaşları üzerimde patlatıp, mikrofonlarını burnuma sokacaklar. İhtimal, ipe sapa gelmez sorularla kesecekler önümü: "Balığınızda kaç kılçık vardı? Garsonun servis yaparken size yan gözle baktığını gördük, aranızda bir şey mi var? Peçetenizi hiç kullanmadınız, acaba kirli miydi? Dün sabah sizi evinizin balkonunda bulmaca çözerken görmüşler, hayırdır?.." gibi. Ben de asabı bozuk biri olarak, ya şöhretimin sağladığı azarlama hakkını tepe tepe kullanıp "Ay sen ne geri zekalısın, sana ne?" diyecek ya da bir türlü sağlayamadığı susma hakkımı zorlayarak şöyle bir saçlarımı savurtup önümden geçen ilk taksiye el edeceğim. Magazincilerle teşriki mesaim tabii ki burada bitmeyecek. Yanımda gördükleri her "erkeği" sevgilim diye halka yutturmaya kalkışacaklar ama yanımdaki kadına dokunmayacaklar! En fazla şöyle haberler çıkacak: "Kız arkadaşlarıyla gecelerin altını üstüne getirdi! Ne zamandır kalbi boş; e mecburen kadın kadına eğleniyorlar..." Hiçbirinin de aklına o "kadın kadına"lığın bir "ilişki" olabileceği gelmeyecek. Gelse de bu, kapı önünde bekleşirken birbirlerine yaptıkları berbat esprilerden birine dönüşecek: "O kadın bunun sevgilisi deerrmişimmm!" Ve bir gün canıma tak diyecek, (farz ettiğim) cinsel yönelimimi cümle aleme açıklamak isteyeceğim. Ünlüyüm, gözler üzerimde diye sokakta sevgilimle el ele yürüyemediğim, ulu orta ve doyasıya romantik olamadığım için canım fena halde sıkkın olacak çünkü. Küt diye açıklayacağım gerçeği. Hayır, merak ediyorum, ayakkabımın boyasını bile soru cümlesine dönüştürebilen zihniyet, artık kendini gizlemeyen bir ünlü olduğumda hangi sorularla çıkacak karşıma? Daha da vahimi, aramızda geçmesi muhtemel diyalog aynı zamanda tarihe de geçecek: Velhasıl, 'haber'in bütün tanımlarını yer ile yeksan eden bazı 'magazinciler', eşcinselliğini 'itiraf eden' ünlüleri benzeri sorularla canından bezdirecek. Ünlülerin 'hayran' kitlesi ise bu 'haberlerin ardından, sabrı zorlanmış da pes etmekten başka çaresi kalmamış ya da beyni yıkanmış gibi tepkisini ortaya koyacak: "Bundan sonra zor bulursun sen beni. Albümlerini almayacağım/dizilerinin reytingini arttırmayacağim/ kitaplarına para
27
Mart-Mayıs2006
vermeyeceğim/yazılarını okumayacağım/programını izlemeyeceğim..." Niye? "Çünkü sen..."
Meraklısına: "Ünlü"yü bu yazıda cümle içinde kullanırken içim hiç de rahat değildi. Zira, sözcüklerimi içine sıkıştırdığım bu bağlam, sıkça anacağım "ünlü"nün bir heykeltıraş, bir vurmalı çalgılar üstadı, ya da ne bileyim bir gazeteci değil, şarkıcı, dizi oyuncusu veya manken olmasını buyurdu sanki. Ama sanki pek öyle olmadı. Ben de ünlü ya da eşcinsel değilim zaten.
dosya
Hollywood nasıl herkesi dolaba tıktı? Mehmet Murat Somer
"Şairlerimiz sakîlere methiye düzüp aşklarını yazarken birden bire eşcinsellik neden dolaba kapandı?" Hollyvvood (Amerika Birleşik Devletleri diye de okuyabilirsiniz), iki Cihan Harbi arasında, tüm dünyada kültür ve beğeni diktatörlüğü ilan etmeden önce acaba durum nasıldı? Yani Çin'de, Japonya'da, Hindistan'da, İslam aleminde, kısacası tüm Uzak ve Yakındoğu'da, özellikle de bizde eşcinselliğe bakış nasıldı?
24
20. yüzyılın sonunda Britanya krallığında kraliçe Viktorya ve onun tutucu ahlakçı yaklaşımı vardı, canım Oscar Wilde arada harcanıverdi. Ama Berlin II. Dünya Savaşı'na kadar dekandansın merkeziydi. İngiliz tutuculuğundan kaçan Christopher Ishervvood, VV.H.Auden gibi aleni gey sanatçılar orada nefes alıyordu. Fransa'da Andre Gide, Nobel dahil en prestijli ödülleri toplayıp tartışmasız otorite mercii Fransız Edebiyat Akademisi'nin başına geçiyor, üstüne üstlük de Corydon kitabı ile alenen oğlancılığa methiye düzüyordu. Henüz Hays sansür yasaları kendi otokontrol sansürünü geliştirmemiş Hollyvvood da Rudolf Valentino gibi hem kadınların hem erkeklerin ateşli Latin aşığını lanse ediyordu. Ne olduysa iki savaş arasında oldu. Avrupa yerle birli olup kültür egemenliğini Amerika'ya kaptırdı. Dev Rusya zaten komünist rejimi kurmuş, uysa da yapacağız, uymasa da yapacağız havasında kültüre henüz yatırım yapmaz, yapamazken; başta Çin olmak üzere tüm Uzakdoğu en fakir dönemini yaşarken ortalık, yani tüm dünya, Hollyvvood'un eline düştü. Artık ne gösterirler, ne empoze ederlerse kabul edilen norm o oldu. Güzellik, seksapel, ahlak, aşk, sevgi, fedakarlık, iyi ve kötü kavramları... Eh tabii eşcinsellik de! Sosyolojisini fazla deşelemek niyetim yok. İsteyen veya merak eden bir ara yapar, hatta belki yapılmıştır bile. Zaten meseleyi fazla eşelersek estetiğin, sanatın, toplumsal ahlakın falan kökenine inmek gerekir. Misal: Estetik kavramı dünyaya Eski Yunan'dan değil de Çin'den yayılsaydı ne olurdu? 'Güzel' tanımı nasıl değişirdi? Sarı ırkın hakimiyeti altında gelişseydi her şey, Brad Pitt ya da Sean Connery hâlâ yakışıklı sayılır mıydı? Ya da Afrika'nın bağrından çıkıp yeşeriverse estetik, Marilyn Monroe hâlâ olur muydu? Mona Lisa'yla David'i kim iplerdi? Dedim ya bunlar karmaşık, hem de derin mevzular. Bu kadar giriş kafidir, ben derdime döneyim. Fazla da dallanıp köklenmeden sınırımı çizeyim: Osmanlı'nın takdir etmese de kabul gösterdiği eşcinsellik, nasıl oldu da Batı kültürleri etkisinde koca bir 20. yüzyıl boyu korkulacak, utanılacak, ayıplanacak bir şey oldu? Saray oğlanları müessesesi, koskoca bir Divan edebiyatının yaslandığı içki sunan güzel oğlan 'sakî' kavramı, zenneler, köçekler, hamam alemleri, Mevlana ile Şems-i Tebrizi, en gey padişah IV. Murat, erkeklerden bahsederken
"İki savaş arasında tüm dünya, Hollywood'un eline düştü. Artık ne gösterirler, ne empoze ederlerse kabul edilen norm o oldu. Güzellik, seksapel, ahlak, aşk, sevgi, fedakarlık, iyi ve kötü kavramları... Eh tabii eşcinsellik de!" kaleminden bal damlayan, diline ayrı bir akıcılık ve cilve gelen tarihçi Reşat Ekrem Koçu'dan sonra ne oldu Allah aşkına? Biyografilerinde evinde entariyle dolaştığı, hatta başına oyalı beyaz yemeni bağladığı yazılan, Miralay Hulusi Bey'le 'hayat arkadaşlığı' kimseye gizli olmayan Hüseyin Rahmi Gürpınar, taze Türkiye Cumhuriyeti'nin Millet Meclisinde 1936-1943 arasında Kütahya milletvekili değil miydi? Evet efendim öyleydi. Ki o zaman meclisin milletvekili sayısı epey azdı. Şimdi var mı? Belki vardır da, adıyla sanıyla bilinen, işin adını koymuş olan var mı? Bilmiyorum efendim. Hollyvvood on yıllarca tek bir eşcinsel karakteri filmlere koymayarak, kazara olduğunda da bunu ya sapık cani ya da komik unsur olarak sunduğunda, bunun yanı sıra 'mutlu aile' tercihen ayrı yataklarında mesut mesut uyurken kitlelerin bilinç üstü ve altlarına hangi 'normal' kavramı kazındı? Şairlerimiz sakîlere methiye düzüp aşklarını yazarken birden bire eşcinsellik neden dolaba kapandı? Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ındaki Kız Tevfikten sonra 1990'ların ortasına kadar neden adlı adınca bir eşcinsel karakter edebiyatımızda baş kişi olarak boy göstermedi? Şükürler olsun aleni ya da gizli gey yazarlarımız, şairlerimiz vardı, hâlâ da varlar. Politik sağ sol davalarıyla hapislerde sürünmeyi göze alanlar görüşlerinde ısrardan kaçınmaz, zulmü ve cezayı gururla yaşarken, eşcinsel yönelimi yaşayanların neden gıkı çıkmadı? Çok mu korktular? Davalardan, hapislerden... Dışlanmaktan? Dışlanmak mı? İşte bunu yemem. Bilinen zaten biliniyordu çevrelerinde, kulaktan kulağa da yayılıyordu merak edene. Okuyucu kitlesi derseniz, ayol milyon mu satıyorlardı? Memleketimizde o zaman da, şimdi de kitapların kaç basıldığı, kaç sattığı, eşittir kaç okura ulaştığı ortada. Yani kaçacak, tiksinecek okur da öyle kitleler, yığınlar değildi. Bütün bu kaçıp saklanmayı, tiril tiril titreyerek kendini gizlediğini zannetmeyi, yeri geldiğinde -şimdi hâlâ bazılarının yaptığı gibi- sahtelikten yıkılan bariton bir ton takınıp toplum içinde konuşmayı sahiden Hollyvvood etkilemiş olamaz mı? Edebiyat ayrı bir dünyaya ait olmadığından, baskın kültür haline gelen bakıştan aynı biçimde etkilendi. Memleketimiz, insanları, okurları ve yazarları da. Bence yani.
27
Mart-Mayıs2006
Bu bir komplo teorisi yazısı. Yani yazdıklarımın hepsine kendim de yürekten inanmıyorum. Ama neden olmasın, biraz zihin jimnastiği yaptım...
dosya
gardrobun dışı Ayşe Düzkan
"açılmak, gizlilikten, yalandan, gardroptan kurtulmak her eşcinselin kişisel serüveninde büyük ve çok önemli bir adım muhakkak ki. ama açılmak eşcinsel mücadelenin tek aracı değil bence ve biraz da kişisel bir karar." gardrobunuzda neleri bulundurursunuz? palto ya da mont mesela, sokakta giydiğiniz, en tanımadığınız insanların karşısına bile çıktığınız giysiler, sonra pantolonlarınız, etekleriniz, kazaklarınız; bu giysilerin çoğunu ancak kapalı mekanlarda birlikte olduğunuz insanlar görür, kış günü birinin sizi kazağınızla görmesi için onunla aynı yerde çalışmanız, hiç olmazsa aynı filmi izlemeye sinemaya gitmeniz gerekir, sonra iç çamaşırlarınız var; artık külot lastiği ve sutyen askısının görünmesi yadırganmıyor, fanila zaten bir biçimde görünen bir giysi ama önünde sutyenle, külotla ya da atletle dolaştığınız insanlar sınırlıdır; aileniz, ev arkadaşınız, partneriniz ve hekiminiz. iş bununla bitmiyor, gecelik ya da pijamalar var bir de. bunlar da iç çamaşırlarınızı gösterdiğiniz insanlardan sakınılmaz ama bunların arasında farklı kategoriler var diye düşünüyorum, örneğin az tanınan bir partnerin karşısına çıkılan gecelikle, anne babanız size kalmaya geldiğinde giydiğiniz pijama arasında büyük fark var; ya da hastaneye ufak bir operasyon geçirmek üzere birkaç gece kalmaya gittiğinizde yanınıza alacağınız pijama ile soğuk kış gecelerinde giydiğiniz o kalın, gösterişsiz eşofman takımı arasında, sonra her kıyafetin farklı durumları var; çoraplarınızı herkes görebilir ama kirli çoraplarınızı kimseye göstermezsiniz değil mi? uzun ve sıkıcı bir benzetme oldu ama sanırım derdimi anlatabildim, ben gardroptan çıkma sürecinin de buna benzediğine inanıyorum, "gardrobunuzun" her kısmını başka insanlarla paylaşabilirsiniz, sokakta yürürken cinsel yöneliminizin fark edilmesini istemeyebilirsiniz belki ama paltonuzu çıkarttığınızda, bir barda bunun hissedilmesini tercih edebilirsiniz, iç çamaşırlarınızlayken bunun mutlaka bilinmesini isteyeceğinize şüphe yok gibi geliyor insana ilk anda ama belki bademciklerinizi alacak doktorun da bu konuda bilgi sahibi olmasını tercih etmeyebilirsiniz. açılmak, gizlilikten, yalandan, gardroptan kurtulmak her eşcinselin kişisel serüveninde büyük ve çok önemli bir adım muhakkak ki. ve eşcinselliğin meşrulaşmasına da büyük katkısı oluyor, ama açılmak eşcinsel mücadelenin tek aracı değil bence ve biraz da kişisel bir karar. kime, ne kadar, neyi açılacağınız da kişisel bir tercih bence. ünlü, toplumun sevdiği, benimsediği insanların gardroptan çıkması eşcinselliğin meşrulaşmasında çok önemli bir katkı yapıyor, ama bu katkıyı yapmanın onların kişisel kararı olduğunu düşünüyorum. ve onların kamu önünde açılmalarının beklenmesini çok adil bulmuyorum, özellikle özel hayatları kurcalanan insanlar için gardroptan çıkmak bazen gardırobunun kurcalanması, içindeki giysilerin çekiştirilerek dışarı çekilmesi, bir kısmının hırpalanması anlamına gelebiliyor, bundan kaçınmak da herkesin hakkı diye düşünüyorum.
küçük İskender Utanmak nedir?
Utanmak nedir; utanmanın hangi uçurumların arasını açtığını saymaya kalkışabilir miyiz? Utanmanın ahlakî yanı yoktur; utanç, alabildiğine suçluluk duygusunun kapalı kutulara konulmuş, sıkıştırılmış ve sözcük olarak sunulmuş durumu. Utanan kişinin kabahati, bunu saklama yeteneği ya da güdüsü, yaşadığı toplumun deşifre etme kanallarıyla, iktidarla aynı yatağa giren faşizmin psikolojik baskılarıyla zaten sekteye uğramıyor mu? Bedenin üzerinde siyaset yapmaya kalkışanlara bir de kendi bedeni üzerinde siyaset yapmaya kalkışanlar eklenince durum elbette karışıyor. 'Ünlü' eşcinsellerin 'latent' kalmasının arkasında muhafazakâr toplum yapısı aramak safdillik olur; onları hepimiz tanıyoruz; onları hepimiz biliyoruz; aramızda onlarla sevgili ya da partner olanlar bile var belki; şaşkınım. 42 yaşındayım ve hâlâ şaşkınlıkla seyrediyorum onların zavallı bedenlerini. Baki Koşar'ın katli sonrası 32. Gün programına davet edildiğimde bana gelene kadar konuşması gerekenlere neden başvurulmadığını sordum; aldığım cevap 'konuşmuyorlar'dı. Eşcinselliklerini sakladıkları yetmiyormuş gibi bir de faşizmin önünde baş eğerek, susarak ihanet ediyorlar. Cinsel özgürlüğü ihanet de değil bu yalnızca; insanca yaşamaya, onura, adalete, güzel olana ihanet. Söyleşimiz esnasında 'bir gün bizim gibi eşcinseller o gizli olanları ifşa ederler' dedim; inanarak söyledim bunu; korksunlar istedim biraz; çocukcaydı, kabul; amma, televizyon bile kesti bu dediklerimi. Kim bilir, makası elinde tutan da bir 'latent'ti. Asıl ibnelik denilen buydu işte! 'İbnelik' yapanların başında, konuşmama hakkını(!) kullananların en tanınmışı Yıldırım Türker'di. O da gazeteciydi. O da gay'di. Ve ölen bir meslekdaşı için konuşmuyordu. Selim İleri konuşmuyordu. Ahmet Tulgar konuşmuyordu. Biz konuşunca da 'çok konuşmuş' oluyorduk. Yine İbrahim Eren, yine Ali Kemal, yine bir elin parmaklarından az dünya kardeşi arkadaşım. 2005 yılında evimdeki bir gasptan sağ çıktım. Yılmadım, yılmayı da düşünmüyorum. Kişisel mutluluğumun dışında huzurlu ve güvenilir bir gezegende ortak yaşam noktaları yaratılacağına inanarak yazmayı, konuşmayı ve kavgayı sürdürüyorum. Ancak, kesinlikle karar verdiğim bir şey var artık: 'Özel hayat' kavramını yaşanan son cinayetlerle aşan eşcinsellik konusunda konuşması gerekenleri, konuşmadıkları için suçlamak niyetiyle açıklamak. Feministler, panellerde yatak odalarını mı konuşuyorlar ki, şu bizim burjuva ibneleri yaşadıkları kıytırık sevişmelere ve aşklara özel demek salaklığını gösterebiliyorlar?! Hiçbir şey özel değildir, hele hayatınız ister istemez kamu malı olmuşsa!
Güner Kuban 'Yaşadıklarını saklamak gurursuzluktur' Benim cinsel seçimimi saklamadığımı herkes bilir. 1954 yılında bile bunu ilan ettiğim halde iş ve sosyal çevremden olumsuz bir davranış görmedim ve dışlanmadım. 1982'de kitabım Sevişmenin Rengi ilk basıldığında magazin ve günlük yayınların malzemesi olmuştum. Ulusal bir tabu olan homofobiye yöneltilmiş bir silah olma görevini yüklenen bu kitap amacına başarı ile erdi. Bu yapıtta bir eşcinsel olarak yaşam öykümü sade bir dille anlatmıştım. Bazen çok komik olaylar da yaşadık. Bir dergide sayfanın bir tarafında Zeki Müren, kendisiyle yapılan söyleşide "Sanatçı topluma örnek olmalıdır" diye yaşamına hiç uymayan bir yanıt verirken, karşı sayfada benimle yapılan röportajın başlığı "Yaşadıklarını saklamak gurursuzluktur" idi.
27
Mart-Mayıs2006
Evet, Türkiye'de eşcinsel oldukları bilinen ünlülerin parmak arkasına saklanmak gayretlerini komik olduğu kadar kendilerine ve topluma saygısızlık olarak değerlendiriyorum. Herkese güven ve neşe dolu günler dilerim.
27
dosya
v e perdeler
aralansın onur
"Arada sırada bizlerde hissetmiyor muyuz, görmüyor muyuz bu danışıklı dövüşleri, kameralara bakan hiç de inandırıcı olmayan gözleri, önceden söylemeleri gerektiği konusunda uyarıldıkları besbelli olan insanların 'kıvırışlarını'..." Her sabah -en azından vaktimiz varsa- evimizin perdelerini aralayıp, yeni günün tazeliğiyle var olma mücadelesinde yeni bir güne doğmaya çalışırız da niye yaşamımızdaki kimi perdeleri aralamaya pek bir isteksiz oluruz? Aslında hangi perdeden, ne koşullarda bahsettiğimize göre bu sorunun cevabı değişebilir ama temelde kanımca ortak olan, korkularımızdır; tıpkı halihazırda ünlü olmuşken, kitlelere mâl olmuşken, ağzınızdan çıkan her söz bomba haber muamelesi görürken, bütün bu gücü taa çocukluk günlerinizden beri yakanızı bırakmayan korkularınızla yitirme korkusunda olduğu gibi...
28
Bu bağlamda ötekiliğin, önyargının, birilerinin hep tetikte bekleyen öfkesini çekmemeye çalışmanın ne demek olduğunu az çok bilen, küçük oğlan ve kız çocuklar gün gelip ışıltılı, bilinen, göz önünde bir yaşamın müdahilleri olduklarında neye ne kadar meydan okuma cesareti gösterebilirler? Küçüklüklerinde içten içe mücadele vermek zorunda oldukları aileleri, okulları, arkadaşları ve en önemlisi kendi benlikleri varken, büyüyüp de parıltılı yaşamların kucaklarına atladıkları zaman aynı gizil çatışmayı bir topluma karşı nasıl verirler? Deneyimlerimiz bu konuda ne yazık ki çok olumlu yaşanmışlıklar vadetmiyor; bu kültürde bu mücadele; ünlülerin geri çekilmesi, "normalleşmeleri" ile ve biz beklenti içerisindeki eşcinsellerin hayal kırıklığıyla sonlaniyor. Çünkü bu ülkede bir ünlünün eşcinselliği, eşcinsel olma olasılığı ya alay malzemesi, ya da flaş haber mantığıyla yansıtılmakta halen. Ya da örneğin bir eşcinselin başka bir eşcinsele ya da eşcinsel varsayılan bir başkasına saldırmasının sebebi olarak, bir tehdit gibi, bir intikam gibi işlenmekte. Hal böyleyken yıllar boyunca hemen her eşcinselin gayet yakından tanıdığı o ısırgan, "Çemberin dışında kalmamalıyım" endişesi, artık koskoca bir çemberin ortasında yer alan eşcinsel ünlülerin doğal refleksi olarak kendini gösteriyor. Ancak bu samimi "empati" çabama rağmen, bu olguyu eleştirel bir platforma taşıyıp meselenin Türkiyeli eşcinsellere dokunan ucuna değinmeyi kendi adıma bir borç biliyorum. Gün geçmiyor ki menajerlerinin, ünlülere bilmem ne kadar parayla, beraberlerinde objektiflere yakalanacak, bazen bir miktar utangaçça (ama bana kalırsa, "bu malzeme iyi gider" motivasyonuyla ve danışıklı dövüş kuralları gereğince) "Sadece arkadaşız" diyecek kadınlar; bazen ise hep "Ne zaman evleniyorsunuz" sorularına maruz kalan "uzatmalı
sevgililer" bulduğu dedikoduları yayılıyor kulaktan kulağa. Evet, elbette birtakım dedikodular üzerinden tatmin edici çıkarımlar yapamayız, yapmazdık; eğer ki bizler de -geyler, lezbiyenler, biseksüeller- bir dolu dedikodunun kaynağı olan kişileri birçok farklı eşcinsel mekanında görmeseydik, ün balonlarıyla beraber biralarını yudumladıklarına şahit olmasaydık... Veya o gerçekten güvenilir önsezimizle satır aralarını okuyarak aslında kendisini ifade etmek isteyen bir eşcinselin sitemini fark etmeseydik. Bu hem umut verici hem de uzun vadede hayal kırıklığına uğratıcı. Umut verici, çünkü çok gündelik, yaşamlarımıza dair etkisi var bu karşılaşmaların, bu fark edişlerin. Ama aynı zamanda hayal kırıklıklarını beraberinde getiren bir şeyler de var bu işin içinde: Belki az sonra sarf edeceğim cümleler "politik doğrucu" bile bulunmayabilir ve biraz yadırganabilir; ancak hem kendi yaşamımın hem de yakın çevremin yaşanmışlıklarına son derece "ait" bulduğum için bunlardan bahsetmek isterim. Bizler birçok kuralın, birçok sözleşmenin dışında bırakılan, görmezden gelinen benliklerimizi örerken, örselenen özgüvenlerimizi inşa ederken, gizli kaldığımız deliklerden çıkma cesaretini toplamaya çalışırken, o meşhur yalnızlık duygumuzdan arınmaya çabalarken, kabul görmüş rol modellerinin hayatımıza nasıl etki edeceği bana çok açık görünüyor, size de öyle değil mi? Hadi dürüst olalım, bu yüzden değil mi zaten bunca "O da gey, bilmiyor musun?" , "Geçen gün onu şu gey barda görmüşler..." gibi sonu gelmeyen cümlelerin en bu taraklarda bezi olmayanlarımızın bile ağzından düşmemesi? Çünkü desteğe ihtiyacımız var, toplum tarafından kabul görmüş insanların dürüstlüğüne, cesaretine ihtiyacımız var; bu adeta basit bir fizik kuralı gibi. Çünkü hepimizin az çok onaylanmaya ihtiyacı var; evet belki de çok özgüven yoksunu bir cümle, ama zannımca çok gerçek. Zaten sevilen, beğenilen, kitlelerce kabul görmüş insanların açıklamaları, itirafları, eylemleri bizler için çok değerli; varlığımızın meşruiyetini güçlendiriyor ve ben bunu çok doğal bir "kırılma-onarılma" süreci olarak görüyorum. Her şeyden önce görünürlüğümüzün artması ve artık yalan bir yaşam şekline son vermemiz için rol modellerine, sözcülere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Yüzümüzü batıya çevirdiğimizde bu türden tartışmaların orada da yapıldığını, ancak bizden bir adım önde olarak oralarda kimi dürüst insanların daha sık ortaya çıktığını gözlemleyebiliyoruz. Birçok batılı eşcinselin kendi tarihleri dahilinde Madonna'nın "Yatağımdan sayısız erkek ve kadın geçti" sözünü; oğlunun bir gey ve HIV+ olduğunu her fırsatta dile getiren dolayısıyla hem onun şahsında hem de tüm
27
Mart-Mayıs 2006
"Sevilen, beğenilen, kitlelerce kabul görmüş insanların açıklamaları, itirafları, eylemleri bizler için çok değerli; varlığımızın meşruiyetini güçlendiriyor ve ben bunu çok doğal bir 'kırılmaonarılma' süreci olarak görüyorum." eşcinseller nezdlnde her türlü desteği vereceğini hep söyleyen Barbara Streisand'ı; birçok kez çeşitli GLB dergileri başta olmak üzere başka kimi yayın kuruluşlarında, söyleşilerde lezbiyen kimliğini gizlemeyen Amerikalı rock yıldızı Melissa Etheridge'i; başrolünde kendisinin oynadığı dizide de bir lezbiyeni canlandıran Ellen DeGeneres'i; yine bir Hollyvvood yıldızı olan Anne Heche'i; evlilikleriyle -sadece evlendikleri kiliselerin- takiben bir gün içerisinde eşcinsel çiftlerle dolup taşmasına sebebiyet veren taze evli Elton John ve George Michael'ı; AIDS kampanyalarının ve GLBT örgütlerinin her daim destekçisi Rupert Everett'ı; yıllardır açık olan 70'lerindeki Yüzüklerin Efendisinin -bizzat Kraliçe tarafından verilen- "Sir" unvanıyla ödüllendirilen "Gandalf'ı" olan Sir lan McKellen'ı; Dick Cheney'nin asi kızı Maria Cheney'i; çektiği filmlerle şu anda bile ataerkil İspanyolları en çok esneten insanlardan birisi olarak gösterilen Pedro Almodovar'ı; Fransa'nın genç ve cesur yönetmeni François Ozon'u vs. atlamaları mümkün değil. Bu insanların her sözünün, her desteğinin, her yeni yapıtının, icraatının bu insanlar için çok önemli olduğu su götürmez bir gerçeklik teşkil ediyor. Öyle ki geçtiğimiz yılın Mart ayında bizzat kendi talk-show programında eşcinselliğini açıklayan Rosie O'Donnell, bu olaydan sonra yaptığı açıklamalarda, r ö p o r t a j l a r d a , açıklamasının ardından günler boyu telefonlarının kitlendiğini, birçok primetime A m e r i k a n gey-lezbiyen izleyicisinin özellikle "ebeveynlerine" güven tazelediği için kendisine sürekli teşekkür ettiğini söylüyor. Bu bağlamda kimi ebeveynlerin de kendisini aradığını ve yaptığı onurlu konuşmadan ötürü ona minnettar olduklarını belirtiyor. Ancak tartışmalar batıda da hâlâ bitmiş değil. Aslında özellikle bazı köşe yazarları hararetli tartışmalar başlatıyor, eşcinsel ünlülerin açılmaaçılmama döngülerine dair. Bu noktada New York-Mag dergisi yazarlarından Maer Roshan'ın bana -bu konuda diğer ülkelerde durumun nasıl olduğuna dair nette gezinirkenilginç gelen bir çağrısı ve çağrısına gelen tepkilerden bahsetmek isterim. Roshan açık bir gey; konuyu sıcak tutmak isteyen, toplumsal sorumlulukları olan bir insan, fark ettiğim üzere. Kendisi zaten az çok bilinen, kendisinin de çoğuyla tanışık olduğu 40 ünlü ve "güçlü" işinsanı, sanatçı, bürokrat topluluğundan dergilerine kapak olmalarını teklif etmiş. Kapak konusu: Ünlülerin Açılması! Kendisine gelen cevaplardan sadece 7'si olumluymuş. Geri kalanlar Maer Roshan'a göre güzelce "kıvırmış". Reddedenlerden ünlü bir borsacının
cevabını son derece dürüst bulmuş Roshan: "Tatlım, bunu kişisel alma; bu sadece işsel bir mesele, anlatabiliyorum değil mi?" Roshan bu noktada bence önemli bir saptama yapıyor ve diyor ki: "...Evet 1950'lerde dolapta kalmak için insanların çok geçerli nedenleri vardı, ama 2000'lerin New York'unda bunun tek açıklaması 'Pazar değerinin düşme korkusu' şeklinde olabilir. Bu mevzuun gündeme getirilmesini engelleyen bunca insanın kendi müşterilerini de tam anlamıyla bir pazar nesnesi olarak gören -ki çoğunun kendileri de gey olan- menajerler, onlarla anlaşmalı yayıncılar olduğunu düşünüyorum. Birçok medya mensubu, ünlülerin sağlayacağı 'rating'lere son derece bağımlı olan kuruluşlarının menajerlerle, yapım şirketleriyle imzaladığı gizli veya açıktan anlaşmalara uymak zorunda. Bu yalan karşılıklı olarak 'iş yapmak' adına örülmekte, koskoca bir inkar bulutuna dönüştürülmekte. Kimi zaman sırf bu antlaşmalar gereği medya görse/duysa/saptasa da üç maymunu oynamayı tercih ediyor. Bütün bu tavra neden olarak toplumun hazır olmadığı gösteriliyor; kıyı kesimler anlar, ama iç bölgelerde problem olur deniyor. Ancak, elimizde ilginç bir istatistik var: Baş karakteri bir gey olan Will ve Grace dizisi sadece New York'ta değil, Kansas'ta da hep bir numara oldu." Evet, ne kadar ilginç değil mi, bütün bu tartışmaların ne kadar tanıdık olduğu gerçeği? Sizce de New York'taki bir aylık dergi köşesinde edilen laflar ülkemiz gerçeklerine de farkında o l m a d a n ışık tutmuyor mu? Arada sırada bizler de hissetmiyor muyuz, görmüyor muyuz bu danışıklı dövüşleri, kameralara bakan hiç de inandırıcı olmayan gözleri, önceden söylemeleri gerektiği konusunda uyarıldıkları besbelli olan insanların "kıvırışlarını", inanılmaz bir biçimde her şey ortada iken, efemine bir biçimde sataşma-azarlamaeğlendirme-şarkı söyleme dörtgeninde çılgınlar gibi para kazanan kimi insanların dahi inkarlarını ve daha nicelerini... Gerçekten biraz daha dürüst olmak bu kadar zor mu acaba diye düşünüyorum, daha dürüst günlerin hayalini kurarken...
29
Aynadaki yüzümüz hangisi? Özlem Kınal
"Bu ikiyüzlülüğümüze rağmen açık yaşayanlar da var. Peki onlar bütün bu engelleri aştılar da mı kendilerini açık ettiler yoksa büyük bir cesaretle ayna mı tutuyorlar aslında topluma?"
Sahne ışıkları altında alkışlarımızla yücelttiğimiz, "sanatı başka mevzu(!)" diyerek "paşa" addedip, "diva" mertebesine çıkardığımız, buna karşın bir dönem cıs, tu kaka diyerek yasaklar koyduğumuz; beri yandan toplumsal alanda yok saydığımız "ötekilerimiz"...
30
Nedir öteki diye tanımladığımız? Farklı bir dünyadan geliyorlar da haberimiz mi yok, yoksa anlamak, görmek, duymak için beş duyudan daha fazlasına mı sahip olmamız gerekiyor. Antik çağdan günümüze hep var oldular, aramızda yaşadılar, toplumların geleceğine yön verdiler, ülkelerin kaderlerini belirlediler... Dünya edebiyatında çığır açtılar, unutulmaz besteleriyle ölümsüzleştiler. Yarattıkları eserler bugün bile esin kaynağı. Hangimiz inkar edebiliriz meşhur Roma İmparatoru Julius Sezar'ın tarih sahnesindeki gücünü? Ya Kuğu Gölü ve Fmdıkkıran'm yaratıcısı Tschaikovvsky'yi duymayanımız var mıdır? Peki Mona Lisa'ya can veren Leonardo Da Vinci'ye ne demeli? Oscar VVilde, Virginia VVoolf ve daha birçoğu... Çağlar boyu üstün dehalarıyla yarattıkları eserleriyle var olmuş bu insanlar bir yanda dursun, bir de küçümsediğimiz, yok saydığımız, gülüp geçtiğimiz, komedi malzemesi haline getirdiğimiz ötekilerimiz var. Peki nedir bu insanları birbirinden ayıran, farklılaştıran, kategorize etmemize yol açan? Yaşadıkları ülke, ait oldukları toplumun gelenek ve görenekleri, ahlaki değer yargıları mı belirliyor bulundukları mertebeyi yoksa bizler içselleştirdiğimiz önyargılarımızla mı algılıyoruz onları. Bir taraftan alkış tutarken diğer yandan marjinal ilan edip yok saymanın, görmezden gelmenin nasıl bir açıklaması olabilir ki başka? Toplumda azınlıkta kalanların daima dışlandığı gerçeğinden yola çıkarsak, önyargıların, kalıplaşmış düşünce yapısının değişmesi ve örf, âdet, ahlak gibi gerekçelere sığınarak sürdürdüğümüz kaçışın sona ermesi için özellikle göz önünde olan ve toplumun her kesimine ulaşma imkanına sahip "ünlü" eşcinsellerin kendilerini gizlemek yerine, "Biz varız ve buradayız" mesajını vermeleri olumlu bir adım olacaktır kuşkusuz. Sadece eğlence sektöründe, parlak ışıklar altında sıkışıp kalan yaratılmış figürler değil, sosyal yaşamda farklı çalışma alanlarında yer alan, okuyan, üreten, iyi eğitimli ama sırf cinsel kimliği üzerinden değer(!) biçilen, değerlendirilen ve toplumun dışına itilenlerin sayısı hiç de az değil. Tüm bu önyargılar, doğru ve yanlışlar konuşulmadığı, tartışılmadığı ve eşcinsellerin sadece toplumun
"Onları seyrederken, dinlerken, okurken bize sundukları eserleri başucu, kendilerini de baş tacı yaparken yanımızda, yakınımızda olmalarına neden izin vermeyiz? Aynı ortamda bir arada bulunmaya, aynı işyerinde çalışmaya, aynı haklara sahip olmaya niçin tahammül edemeyiz?"
bir alt kültürü olarak "yaratılan figürler" olarak algılanması devam ettiği sürece bizler ikiyüzlü yaşamlarımızı sürdürürken birileri hep "ötekiler" olarak kalacak, görmezden gelinerek toplumun dışına itilecekler. Peki yaşadığımız toplumda bu kadar kolay mı ben buradayım demek? Yada neden zorundadır insan cinsel kimliğini açıklamaya? Yani bir yandan kameraların insanların yatak odalarına kadar girdiğinden, kimsenin özel yaşamının kimseyi ilgilendirmediğinden ve bu tarz popüler kültür ürünü olan görüntüleri izlemekten sıkıldığımızdan dem vururken, beri yandan niçin insanları cinsel kimlikleri üzerinden algılar ve yargılarız? Bu da aslında özel yaşam alanına girmiyor mu? Üstelik de yapıştırılan etiketler, farklılaştırılan, yok sayılan, normallik ve anormallik sınırları üzerinden yaptığımız değerlendirmeler kişilerin işlerinden olmalarına, sosyal yaşamda yalnızlaştırılmalarına, kısaca yaşam haklarının ellerinden alınmasına neden oluyorsa. İşte bu ve benzeri açmazlar yüzünden birçoğu gizleniyor, gölgeleşiyor. Onları sadece fısıltı gazetelerinden biliyoruz. Bildiklerimizle ve kendi düşüncelerimizle bir yere koyuyor yada koymuyoruz. Kimin hayatında neyi değiştiriyor, neyi olumsuz etkiliyor, kimi yüceltiyor, kimi yalnızlaştırıyor bu ikiyüzlülüğümüz? Aynayı kendimize tuttuğumuzda gördüğümüz, hangi yüzümüz? Onları seyrederken, dinlerken, okurken bize sundukları eserleri başucu, kendilerini de baş tacı yaparken yanımızda, yakınımızda olmalarına neden izin vermeyiz? Aynı ortamda bir arada bulunmaya, aynı işyerinde çalışmaya, aynı haklara sahip olmaya niçin tahammül edemeyiz? Merhum Paşamızın anısını yaşatmak için konserler, anma geceleri düzenleyen büyüklerimiz, konu ötekileştirdiklerimizin yasal haklarına, yeni yasal düzenlemelerle daha iyi ve daha insani yaşam koşullarına sahip olmalarına geldiğinde neden bu kadar duyarsız kalırlar?
27
Mart-Mayıs 2006
Bu ikiyüzlülüğümüze rağmen açık yaşayanlar da var. Peki onlar bütün bu engelleri aştılar da mı kendilerini açık ettiler yoksa büyük bir cesaretle ayna mı tutuyorlar aslında topluma? İçinde yaşadığımız toplumun ikircikli ahlak anlayışına, cinsiyet ayrımcılığı üzerinden prim yapan/yaptıran erk sistemine, tarafsız olmak kaygısıyla aslında daima politik ya da ekonomik nedenlerle mutlaka bir yerlere taraf olan medyamıza rağmen. Onlar sözcükleriyle kırk odalardan çıkıp aramıza katıldılar. Sözcükleri başucumuzda şimdi.
Keşke zaman içersinde geliştirdiğimiz öğretilerle kadın, erkek, heteroseksüel, homoseksüel gibi kültürel kodlamalar yaratmak yerine tüm renklerimizle, tüm kimliklerimizle çok sesli, çok renkli kalabilseydik. Ünlülerin renkli dünyasında gökkuşağının renklerini ararken toplumun her alanında farklı renklerle yaşamayı becerebilseydik.
31
dosya Gamze (31 yaşında, kadın):
Sevdiğim "ünlü"nun eşcinsel olduğunu öğrenmek onun hakkındaki fikirlerimi olumlu ya da olumsuz anlamda değiştirmez. Ancak, bir biçimde toplumun gözü önündeki bir kişinin eşcinselliğini gizlemeden açıklamasını politik olarak önemli buluyorum. Ataerkinin ve homofobinin bu kadar güçlü olduğu Türkiye toplumunda böylesi bir açıklama yapmanın cesurca bir tavır olduğunu düşünürüm. Bir sanatçının eşcinsel kimliğine sahip çıkmasının hem o sanatçı özelinde hem de eşcinsel kurtuluş hareketi adına önemli olduğunu düşünürüm, bundan dolayı eşcinsel kimliğini çekince duymadan açıklayan bir sanatçı hakkındaki fikirlerim olumlu anlamda güçlenir. Reyhan Kaplan (36 yeşında):
Bir ünlünün kendi tercihini bir de medya aracılığıyla cesaretle söylemesi kendisine saygı duymamı sağlar. Alustrlel (21 yaşında, kadın):
Eşcinsel olduğunu açıklama şekli, bu konudaki fikrimin şekillenmesinde büyük rol oynar. Kuşkusuz, bu açıklaması ona duyduğum sempatiyi arttıracaktır ve eğer yönelimini eserlerine veya sanatsal performansına uygun makul bir üslupla ifade ediyorsa medya ondan 'eşcinsel sanatçı' diye bahsedecektir. Sergilediği olumlu ve olumsuz her şey tüm eşcinsellere mâl edilecektir. Bir şekilde yansıtırsa onu ilgiyle daha yakından takip etmemi sağlayacaktır. Ayşegül Arıkan (34 yaşında):
Sevdiğim bir sanatçının medyada eşcinsel olduğunu 'kendi isteği' ile açıklaması, kendimi kabul etmediğim zamanlarda olsaydı 'tek eşcinsel olmadığım' için beni rahatlatırdı. Fakat onun hayatı hâlâ benden uzakta olacağı için çok da etkili olmayabilirdi. Benim de medyada herkese açıklamam gerektiği gibi bir korku da duyabilirdim. Herkese açık olduğum ve birçok şey kafamda oturmuş olduğu için şu aralar sadece bir gurur kaynağı olurdu Tek başına bir başkasının asılmış olması hayatımıza direkt etki etmeyebilir ama onun deneyimlerini öğrenmek bize de bir yol açabilir. Tudea (18 yeşında, kedin):
32
Ona karşı tutumum değişmez. Zaten onun kimliğini değil yaptığı işi seviyor olurum ve kimliği beni bağlamaz. Yine onu takip etmeye devam ederim, ama doğru olmasa da (içten gelen bir şey bu, engel olamam) ona birazcık sempati duymaya başlarım. Üstelik Türk toplumunda bu şekilde kendini açıkça ortaya koyduğu için cesaretine hayranlık duyarım. Penelope (34 yeşında, kadın):
Açıkçası olumlu açıdan değişir, kendisine duyduğum hayranlık, sevgi ve saygı daha da artar, çünkü maalesef içinde bulunduğumuz toplumda/dünyada hâlâ eşcinsel olduğunu açıklamak büyük bir cesaret ve özgüven gerektiriyor. Cesareti ve özgüveni için o ünlüye daha pozitif bakmaya başlarım. Keşke o gün gelse de, böyle bir açıklama ne pozitif ne negatif bir değişim yaratsa. MlhPl İnal Çekip (55 yeşınde):
Evet, değişirdi. Tabii bu kişi hakkında görüşlerimdeki değişme kimin eşcinselliğini açıklamış olduğuna bağlı olurdu. Tüm insanların kendi cinsel kimliklerini açıklama ya da açıklamama hakkına sahip olduklarını düşünüyorum. Açıkladıklarında da kendi özelleri ile ilgili açıklama eşcinsellik konusunu olumlu bir şekilde topluma anlatıyorsa, bu kişilere hürmetim artardı. Rojin (85 yaşında, kadın):
Tutumum değişmez. Onu anlamaya çalışırım ve şimdiye kadar eşcinsellik adına bulunduğu konumla ne kadar katkıda bulunduğunu sorarım. Neden şimdi açıklama gereği duyuyordu? Üretimleriyle eşcinsel davaya ne kadar katkıda bulunmuştu? Açıklamasından sonra farklı bir tavır mı sergileyecek diye de merak ederim. Hande Eslen (28 yeşınde):
Hiçbir şey düşünmem. Tutumum veya yargım da tabii ki değişmez. Zaten onun iyi bir yazar, şarkıcı veya oyuncu olduğunu düşünüyorsam niye fikrim değişsin ki? Cinsel kimliği onun hakkındaki sadece kişisel ve özel bir detaydır. Seçin (26 yeşınde, kedin):
Ben ünlü olmayan biri olarak eşcinselliğimi rahatça yaşayamıyorken onun bunu yapabilmesini (medyaya, çevre baskısına rağmen) hayretle karşılar ve bana (veya diğerlerine) cesaret verdiği için, bizim daha görünür kılınmamıza katkıda bulunduğu için ona daha bir hayranlık beslerdim. Burcu (31 yaşında):
Bu cesareti yüzünden onu
daha çok severdim.
Dünyaya dair umudum
biraz da a r t a r d ı .
Özge (22 yaşında):
Sevdiğim ünlüyü cesaretinden dolayı daha da severdim. Sonuçta medya son derece hızlı bir şekilde olayları, durumları duyurur. Kimliğini özgürce ifade etmesinin topluma bir başkaldırı olduğunu düşünür ve cesaretini takdir ederdim. Yanında olurdum. Ali Rıza Ersen (21 yaşında):
O insanın öncelikle bir sanatçı, yazar veya oyuncu sıfatıyla topluma mâl olmuş bir insan olduğunu unutmamak gerekir. İnsanların cinsel tercihlerinin başkalarını ilgilendirmemesi gerekir. Ve böyle insanları karalamak yerine ülkemize kazandıracağı değerleri düşünmek gerekir, nice ipsiz sapsız insan varken. Tutumum da eskisinden farklı olmazdı. Derya Erbaş (17 yaşında, kadın):
Yanında olurdum ve sonuna kadar onu desteklerdim. Kendini deşifre ettiği için ondan uzaklaşmazdım. Heteroseksüel birisi de olmuş olsaydım cinsel tercihleri beni ilgilendirmezdi. Beni sanatı ilgilendirir. Selcen Demirkan (28 yaşında):
Eşcinsel olduğunu açıklayan sevdiğim bir ünlü hakkındaki düşüncem değişmez. Eğer eskiden beğeniyorsam hâlâ beğenmeye ve yaptıklarını takip etmeye devam ederim. Benim için önemli olan onun cinsel yönelimi değil, performansıdır (her ne yapıyorsa). Cat (45 yaşında, kadın):
"Oh be, biri daha görünür olma cesaretini gösterdi" der, sevinirim. Hakkındaki duygu ve düşüncelerimde değişim olur; daha çok sever ve takdir ederim. Banu Ornat (28 yaşında):
Böyle bir soruyu cevaplamak kolay görünüyor, ama ne kadar dürüst olunabilir, bence bu tartışılır. Düşüncelerimin değişmeyeceğini söylemek yalan olur, ama asıl soru olumlu yönde mi değişir, olumsuz yönde mi, bunu cevaplayabilmek lazım. Ben sanırım ilk olarak, medeni cesaretinden dolayı, sevdiğim ünlüyü takdir ederdim. Sonra bunu açıklama gereği hissetmesinin nedenlerini düşünürdüm. Üzerindeki baskının da artacağını bilerek, özellikle günümüz magazin basınının çeşitli önyargılarla geçmişini deşeceği düşünülürse, bu başlı başına bir cesarettir. Ama diğer taraftan bu açıklama o ünlünün ürettiklerinin, yaptıklarının önüne geçen bir sempati ya da nefret uyandırıyorsa, bu da düşündürücü. Bir eşcinseli sadece yaratıcı olduğunda mı kabul edeceğiz, ya da cinsel kimliğini ortaya koyduğunda ürettiklerini görmezden mi geleceğiz? Sevdiğim ünlüyü hangi kriterlere göre sevmiş olduğumu da düşünürdüm. Eğer ki düşüncelerimin olumsuz yönde etkilendiğini hissedersem, bu benim kriterlerimin hiç de gerçekçi-tutarlı olmadığı, o ünlüyü kendisine giydirilmiş kişiliğiyle değerlendirip öyle sevmiş olduğum anlamına gelir ki, o zaman değişmesi gereken benim kriterlerimdir. Bu kadar genel değerlendirmeleri geçersek, ben böyle bir açıklamayı bir samimiyet göstergesi olarak görür, cinsel kimlikleriyle barışık bireyler ve cinsel kimliklerle barışık bir toplum adına olumlu bir adım kabul ederim. Ferda (42 yaşında, kadın):
Evet, değişir. Ona daha bir saygı duyar, cesaretini tebrik ederim. Bu ikiyüzlü topluma baş kaldırabildiği ve her şeyini yitirmek gibi bir riske girebildiği için. Yasemin Şevval:
Eşcinsellik tek başına insanları yakınlaştıran bir şey değildir ama ben böyle bir durumda kendimi o kişiye daha yakın hissederim. Cesaretinden ve diğer eşcinsellerin önünü açmasından dolayı hoş bir davranış. Yani bu samimi davranış benim o insana saygımı arttırır muhtemelen. Naille (35 yaşında, kadın):
27
Mart-Mayıs 2006
Eşcinselliğini medya aracılığıyla kamuoyuna açıklamış olmasını, cesur bir davranış olarak görür, eşcinselliğin kamuoyunda algılanışına katkıda bulunduğunu düşünür, bununla birlikte böyle bir açıklamayı niçin yapmak zorunda hissettiğini de düşünmeden edemem. Onun hakkındaki fikirlerim değişmez, belki ezilenlerin dışlananların arasındaki varoluşundan ötürü ona sempatim bir miktar artabilir. Nesrin Yetkin (52 yaşında, kadın):
Cesaretinden ötürü saygı duyarım. Homofobiye karşı olumlu bir eylem olduğunu, ünlü ya da ünsüz eşcinseller için olumlu bir örnek, iyi bir destek olduğunu düşünürüm. Konumuna göre kendisinin karşılaşabileceği tepkiler için kaygı duyabilirim. O kişi için o zamana kadar ne düşünüyorsam, gene aynı şekilde düşünürüm.
33
dosya
Klişe figürlerin olduğu yerde önyargı ye nefret de vardır'
Anıl Üver
"Partim pozitif yaşam enerjisi yayan lezbiyen bir adaya sahip olmaktan memnundu. İlk başta oy kaybına yol açar endişesiyle cinsel kimliğimle ortaya çıkmamın akıllıca olmadığını söyleyen birtakım sesler yükseldi. Ama bunlar sadece birkaç sesten ibaretti." "Seçmenlere gelince: Direkt olarak cinsel kimliğimle ortaya çıkmıyorum zaten. Tamamen 'marjinal', 'farklı' olarak algılanmam da beni rahatsız eder. Ama bir şekilde bunun önüne geçmeyi öğrendim." Avusturya yaklaşık 10 milyonluk nüfusuyla görece küçük, Katolik ve ırkçılığın yaygın olduğu bir ülke. Medyası da Türkiye'ye oranla küçük. Burada her gün yeni bir şarkıcı çıkmıyor piyasaya, pembe diziler, talk shovvlar vs. kanalları kaplamış değil. Gerçi şimdilik 6 adet "yeril" kanal var, bunlardaki durum takip edebildiğim kadarıyla böyle. Eh, vergisini ödeyemeyeceğim için TV edinmiyorum (Avusturya'da TV-radyo seti olan her insan vergi ödemekle yükümlü).
34
Bu yazıyı hazırlarken TV'si olan olmayan birçok arkadaşıma sordum, onlar da magazin programlarını takip etmiyorlar ve out olmuş olmamış eşcinsel ünlüler hakkında pek bir fikirleri yok. Kime sorduysam üç isim zor çıkardı. Bunlardan biri, benim de Yeşiller Partisi'nde bir kadın grubunda birlikte çalıştığım bir milletvekili: Ulrike Lunacek. Gerçi "ünlü" denince akla önce müzik ya da beyazperdede isim yapmış kişiler gelir akla, politikacılar, sporcular arkalarda kalırlar ama... Bir toplantı çıkışı Lunacek ile biraz sohbet ettik. Ve öğrendik ki Avusturya'da da eşcinsel insanları ayrımcılıklara karşı koruyan etkili yasalar yok. Evlilik hakkı mı dediniz? Katoliklikte, tutuculukta İspanya ve Polonya'dan geri kalmayan Avusturya'da bu şimdilik bir ütopi gibi (ama İspanya'ya bakarsak, burada da güzel şeyler olabilir bir gün, kim bilir). Ve işte sevgili Ulrike Lunacek beni kırmadı ve büyük bir duyarlıkla sorularımı yanıtladı.
Ne zamandan beri aktif olarak politika ile ilginiyorsunuz? 1995'te ilk kez Avusturya Meclisi'ne Yeşiller Partisi'nden adaylığımı koydum, 1999'dan beri milletvekiliyim. O zamanlar out olmuş muydunuz? Evet, kendimi bildim bileli çevreme açık yaşıyorum ben, kadınları sevdiğimi hiçbir zaman gizlemedim. Hatta bunu bir aday olarak parti programımın bir parçası yaptım. Özellikle ulusal politika, kadın politikası, eşcinsel hakları, ayrımcılık ve homofobiyle mücadele odak noktalarımdı. Hâlâ da öyle. Cinsel kimliğinizi açıkladığınızda ailenizden, arkadaşlarınızdan ve partinizden ne gibi tepkiler aldınız? Ailem çekimser fakat pozitif yaklaştı. Annem ve babam erkek partnerim olmasını tercih ederlerdi tabii ama kimliğimle mutlu olduğumu anladılar, bu noktada karşı çıkmanın bir getirişi olmayacaktı. Arkadaşlarım anlayışla karşıladılar. Bazı erkek arkadaşlar, "Kız arkadaşlarımızı elimizden alacak" diye mesafe koydular, kimileri de "doğru adam bir gün çıkar karşına" söylemiyle geçiştirdiler. Bütün bunlara sinirlenmek yerine espri seviyesinde baktım. Partim ise pozitif yaşam enerjisi yayan lezbiyen bir adaya sahip olmaktan memnundu. İlk başta oy kaybına yol açar endişesiyle cinsel kimliğimle ortaya çıkmamın akıllıca olmadığını söyleyen birtakım sesler yükseldi. Ama bunlar sadece birkaç sesten ibaretti.
Diyebiliriz ki, ünlülerin de birtakım endişeleri olabilir; ailelerini, arkadaşlarını, işlerini, hayranlarını vs. kaybetmek istemezler. Sizin de bu tür kaygılarınız oldu mu? Hayır. Tabii ki aileme bir kadına aşık olduğumu söylemek kolay değildi. Ama kendime bir strateji oluşturdum ve durumumu nasıl açıklığa kavuşturur ve kabullendiririm diye uzun süre düşündüm. Yine de, bu tür kaygıların beni bloke etmesine izin veremezdim. Sonuçta bu benim hayatım, her kim bununla anlaşmazlığa düşerse bu onun sorunudur.İş hayatımda da hep beni zorlamayan alternatif ortamlarda çalıştım. Seçmenlere gelince: Direkt olarak cinsel kimliğimle ortaya çıkmıyorum zaten. Tamamen 'marjinal', 'farklı' olarak algılanmam da beni rahatsız eder. Ama bir şekilde bunun önüne geçmeyi öğrendim. Bilindiği kadarıyla siz Avusturya'nın ilk ve tek lezbiyen meclis üyesisiniz. Bu durum hâlâ böyle mi, sizden başka açık eşcinsel meclis üyeleri var mı? Adaylığımdan bugüne kadar geçen yaklaşık 11 yıllık süreç sonunda çok şükür ben artık mecliste 'tek' değilim! Avusturya çapında dokuz eyaletin altısında etkinlik gösteren Yeşiller Partisi'nin eşcinsel örgütü Grüne Andersrum çatısı altında onlarca aktivist çalışmakta. Ve artık mahalle ve belediye yönetimlerinde, eyalet meclislerinde açık gey-lezbiyen politikacılar iş başındalar. Ünlü gey-lezbiyen-biseksüel-transseksüel insanların görünürlüğünün eşcinsel harekete olumlu bir katkısı olduğu düşüncesine katılıyor musunuz? Kesinlikle. Yasal alanda eşitliklerin yanında, eşcinsel insanların görünürlüğü de çok önemli. Birçok insan hâlâ kafasında negatif ve önyargılarla dolu eşcinsel imajı taşıyor. Bunun değişmesi için bu insanların gözlerinin mümkün olduğunca buna alışması ve nihayetinde saygı göstermesi gerek. Bu, bilinçli olmakla mı ilgili? Çok da alakası olduğunu sanmıyorum. Bu daha çok hayat yaşanmışlıkları ve deneyimlerle alakalı; bazı insanlar için açılmak daha kolaydır (ben de dahil. Tutucu da olsa ailemden, 'nasılsan öyle ol, ne yapmak istiyorsan onu yap' yaklaşımını gördüm; ya da şehirde büyümüş olmamın da payı vardır). Maalesef birçok eşcinsel insanın out olup bu heteroseksist dünyayı şok edecek cesareti yok. Bu insanlara karşı anlayış göstermekle birlikte, açılmalarını temenni ederim.
27
Mart-Mayıs2006
Eşcinsel kişilikler medyada nasıl yansıtılıyor, klişeler ne kadar sık medyada yer buluyor? Son yıllarda durum daha iyileşti; artık klişelerden uzak, daha gerçekçi karakterler var, mutlu sonla biten hikayeler var, önceden yoktu bunlar. Mesela benim gençliğimde ne olumlu ne de olumsuz bir lezbiyen figürü vardı! Bu klişe karakterlerin eşcinsellere karşı önyargı ve nefrete neden olduğunu, bu önyargıları ve nefreti pekiştirdiğini düşünüyor musunuz? Klişe figürlerin olduğu yerde mutlaka önyargı ve kısmen nefret de vardır. Ama nefret, bir düşmana ya da günah keçisine gereksinim duyan gruplaşmalarla da (politik olsun olmasın) yaratılabilir. Bu noktada, bu tür gruplaşmaların önüne geçmede ve/veya şiddet ve kışkırtma eylemlerinde bulunduklarında cezalandıran bağımsız yargıyla iyi şekilde işleyen bir demokrasi etkili olabilir.
35
dosya
Vali meğersem eşcinselmiş!..
Kumru Toktamış
"Vali McGreevey'nin, eşcinselliği değil, cinsel kimliğini saklayabilmek için yıllar boyu yapmak zorunda kaldığı ahlaki ve yasal seçimler, sonunda siyasi geleceğine mâl oldu." Evli barklı New Jersey eyelet valisi 2004 yılının Ağustos ayında televizyon ekranlarından ABD halkına şöyle seslendi: "Ben Jim McGreevey; eşcinsel bir Amerikan vatandaşıyım."
47 yıllık ömrünü iki evliliğin ardında saklanarak geçirmiş olan oldukça hırslı bir politikacı için bu basın toplantısının anlamının ne olduğu üstüne tartışmaktan çok, bir eyalet valisinin eşcinsel olduğunu açıklamasının ardından cinsel kimlikler ve vatandaşlık hakları arasındaki ilişkiyi tartışmakta olan bir toplum için ne gibi yeni anlamlar ürettiğini görebilmek gerçekten çok öğretici.
36
McGreevey eşcinsel olmaktan öte, ABD'nin en varlıklı ve karmaşık eyaletlerinden birinin seçimle iş başına gelmiş valisi olarak öteden beri kamuoyunun dikkatini çeken bir genç politikacıydı. 2001 yılında eyalet valisi seçimlerini Demokrat Parti adayı olarak açık farkla kazanan McGreevey'nin yönetimi beklendiği gibi ortanın solunda bir yerel iktidar, valinin kendisi ise sevilen ve benimsenen bir idareci idi. İlk evliliğinden bir kızı olan valinin ikinci evliliğinden olan kızı da seçimlerden hemen sonra doğdu. Katolik bir aileden gelen McGreevey, ABD'li bütün politikacılar gibi her pazar ailesi ile birlikte kilise törenlerine katılmayı da ihmal etmiyordu. Derken 2003 yılında anlaşılmaz bir haber göründü gazetelerin arka sayfalarında küçük puntolarla: Katolik kilisesi bundan böyle McGreevey'e tüm kilise mensupları ile beraber aleni olarak kominyon vermeyecekti. Bu açıklamanın neden yapıldığı bugün bile tam olarak bilinmiyor ama McGreevey yönetiminin eşcinsellerin evlilik müessesesi ve bunun getirdiği haklardan yoksun bırakılmalarına karşı çıkan beyanlarının bunda rol oynamış olması ihtimali oldukça yüksek. Sansasyonel ABD basınından asla beklenmeyecek olan tutum ise bir yıl sonra ortaya çıktı. Katolik kilisesi ve pek çok basın muhabiri, yıllardır valinin bir erkek sevgilisi olduğundan haberdar oldukları halde bu durumu uluorta ifşa etmek gibi bir tutum içerisine girmemişlerdi. Oysa Vali McGreevey, bir yandan çetrefil New Jersey politikası ile uğraşırken öte yandan da 2000 yılında İsrail'e yaptığı bir resmi gezi sırasında tanıştığı Golan Cipel adında bir turist rehberi ile uzun yıllardır ilişkisini sürdürmekteymiş. Resmi gezinin hemen ardından ABD'ye gelen İsrail vatandaşı Cipel'e, valinin yakınları tarafından oturma ve çalışma vizesi alınmış, bununla da kalmamış, aynı kişi kısa süre içerisinde önce valinin seçim danışmanı, ardından da oldukça yüksek bir maaşla güvenlik işlerinden sorumlu müsteşarı olarak atanmış. Vali'nin, yanı başında Cipel olmadan hiçbir faaliyette bulunmadığının gerek yerel politikacılar gerekse basın mensupları tarafından bilinmekte olduğu ise şimdi pek çok muhabirin yaptığı açıklamalarda göze çarpmakta. Cipel'in eşcinsel olduğunun sağcı yerel basın tarafından ifşa edilmesinin ve ABD vatandaşı olmadığı halde güvenlik işlerinden sorumlu bir makama getirilmesinin tartışma konusu haline gelmesinin ardından Cipel ve McGreevey arasında gelişen tatsızlıkların neler olduğu hâlâ bilinmiyor.
"Katolik kilisesi ve pek çok basın muhabiri, yıllardır valinin bir erkek sevgilisi olduğundan haberdar oldukları halde bu durumu uluorta ifşa etmek gibi bir tutum içerisine girmemişlerdi."
Ancak, Vali McGreevey 2003 yılı Ağustos ayında, yanında eşi ile birlikte tüm ABD ekranlarından "Ben Jim McGreevey, eşcinsel bir ABD vatandaşıyım" dediğinde kamuoyu gözünde sadece cinsel kimliğinden dolayı değil, yaptığı ahlaki seçim ve yasal yükümlülüklerinden dolayı da yargılandı. Gerçekten de Vali'nin siyasi yaşamını ayakta tutabilmek için yapmış olduğu ahlaki seçimler üzerine çok şey söylenebilir. Ahlaki planda siyasetçilerin, eşleri dahil pek çok kimseyi siyasi hırslarına alet ediyor olmaları ABD politikası içersinde neredeyse evrensel bir gerçek. Bu anlamda, McGreevey'nin yıllardır her iki evliliğini de kendi hırslarına maske (İngilizce tabiri ile "bıyık") olarak kullanmakta olduğu açık. İktidar sahibi bir erkeğin altı üstü pek çok politikacıdan farksız olarak evliliğinin dışında bir yerlerde kendine sevgili(ler) bulmuş olması, hoş gözle bakılmasa da beklenen bir durum. Yine pek çok politikacı gibi sevgilisini veya yakınını imtiyazlı bir makama atamasının ortaya çıkmasının da yasal yükümlülükleri taşıdığı açık. Ancak, pek çok politikacı için zamanla affedilebilir kabahat olarak algılanabilecek bu ahlaki ve hukuki yargılamaların eşcinsel bir politikacının siyasi hayatının sonu anlamına gelmesi de kaçınılmaz. Oysa Vali Jim McGreevey öyküsünün, heteroseksüel toplumun dinamiklerini gözler önüne serici çok anlamlı bir yanı var: ikiyüzlülüğe davet. Aslında McGreevey açısından en büyük ahlaki açmaz, siyasi hayatının en başından itibaren verili ikiyüzlülük düzeninin kurallarına göre oynamayı kabul etmiş olması. Geleceği parlak hırslı, akıllı ve aydın bir politikacının eşcinsel olduğunu kabul ederek siyaset meydanına çıkabilmesinin ne denli imkansız olduğunu bilen McGreevey, politikaya atılabilmesi için ikiyüzlülük düzeninin kuralları arkasına saklanmaktan başka bir yolun olmadığını açıkça bilmekteydi. Bu noktada McGreevey'nin 'talihsiz' hikayesinin düşündürdükleri, acaba başka kaç evli barklı çoluklu çocuklu siyasetçinin benzer ikiyüzlülük düzeni içerisinde politika eyliyor oldukları sorusunda düğümleniyor. McGreevey'nin basın toplantısında söylediği gibi; "her insan hayatının bir noktasında ruhunun aynasının derinliklerine bakıp herkesin görmeyi umduğu şeyi değil, kendisi ile ilgili en özgün gerçeğin ne olduğunu anlamak zorundadır." Heteroseksüel düzen içersindeki iktidar ve karar mekanizmalarında var olmak isteyen bir eşcinsel için ikiyüzlülükten başka ahlaki seçim olup olmadığı sorusunun cevabı ise son derece açık. Vali McGreevey'nin, eşcinselliği değil, cinsel kimliğini saklayabilmek için yıllar boyu yapmak zorunda
27
Mart-Mayıs 2006
kaldığı ahlaki ve yasal seçimler, sonunda siyasi geleceğine mâl oldu. Öte yandan, siyasi yaşamını noktalarken ABD halkını "bir eşcinsel eğer göğsünü gere gere siyasete atılamıyorsa gerçekten kendine ABD vatandaşıyım diyebilir mi?" sorusu ile baş başa bıraktı. Eğer eşcinsel olmak bütün vatandaşların sahip oldukları haklardan eşit olarak yararlanamamak anlamına gelecekse ABD'de anayasal eşitlikten gerçekten söz edilebilir mi sorusu bugün Amerikan eşcinsel hareketinin gündemindeki en önemli başlık. Görünürdeki pek çok hak ve özgürlüklere, kültürel alandaki bir sürü önemli kazanım ve çeşitliliğe karşın ABD'de eşcinsellerin henüz tam anlamıyla eşit haklara sahip olduklarını şimdilik söyleyebilmek güç.
dosya
Çok gey dostum var. Onların 'açılmak' için ne yollardan geçtiklerini çok gözlemledim. Rezillik ve maçoluk şampiyonlarının, başarılı ve onurlu insanları, sadece gey oldukları için 'şerefsiz' kabul edişlerine çok şahit oldum. Onlarla birlikte çok başkaldırdım. Kaos GL benden bu konuyla ilgili bir şeyler karalamamı istediğinde, bir 'coming out' hikayesi düşledim: Ünlü bir şarkıcının kamuoyu önünde açılışını hayal ettim, oturdum, aşağıdaki mektubu yazdım. Hayalgücüm, belki de iki oğlu olan bir anne olarak girdi işin içine. Umarım seversiniz bu küçük hikayeyi. Cesur kelimelerin cezalandırılmayacağı bir dünya dileğiyle...
Sedef Ecer
38
Büyük ihtimalle zarfı açmadan önce uzun uzun düşündün. "Bu kadar ünlü birisinin annesi olmak zor iş" dedin belki yüz bininci kez. Kendi kendine sordun: "Bu çocuk neden şimdi bana 'ben kapıdan çıkar çıkmaz zarfı aç' dedi acaba?" Cevap bulamadın. İhtimal, biraz da korktun. Sonunda açtın ve okumaya başladın. Anneciğim, bu mektubu bu akşamki canlı yayından önce okumanı özellikle istedim. Oğlunun büyük sırrını televizyondan, günde binlerce kare resim kusan o korkunç kutudan, milyonlarca kişiyle aynı anda duymadan önce benden öğrenmeni istedim. Beni affedebilecek misin bilmiyorum. Ateşle oynadığımı, yakınlarımın, ailemin, hayranlarımın sevgisini, kısacası hem özel hayatımı hem de kariyerimi tehlikeye attığımı çok iyi biliyorum. Ama çok iyi bildiğim bir şey daha var: Başka birisi gibi yaşamaya devam ettikçe çok mutsuz olduğum. Kimliğimi inkar ettikçe kendimden nefret etmeye başladığım. Yıllardır, sen üzülme diye, babam rezil olmasın diye, konu komşu ne der diye içime attığım şeylerin, ardından meşhur olup, bu kez de menajerim kızar diye, fan kulübüm konserlerimi protesto eder diye, medya canıma okur diye sakladıklarımın artık yüreğime çok ağır geldiği. işte bu yüzden bu akşam "açılmaya" karar verdim. Adına "coming out" denilen, o zor itiraf için gereken cesareti sonunda buldum. Gerçi bunu en iyi sen biliyorsun anneciğim. Daha yedi yaşımdayken bana "yumuşak" diyen komşu çocuğunu evden kovuşunu, dokuz yaşımdayken "ibne lan bu" diyen bakkalın ayran şişelerini devirişini, ilkgençliğimde saçıma başıma, kıyafetime karışan babamı kimi kez idare edişini, kimi kez azarlayışını hiç unutmadım. Biricik oğlunun kendine güvenini kırmamaya, onu farklarıyla sevdiğini göstermeye dikkat edişini, kendi kendine sorular soran o küçük erkek çocuğu şefkatli emniyetlerle sarıp sarmalayışını hiç unutmadım. Sen hep biliyordun anneciğim. Hep bildin. Gururlu bir bilgelik gösterdin hep. Soru sormamaya, beni zor durumda bırakmamaya dikkat ettin. Neden kız arkadaşım olmadığını, erkek arkadaşlarımdan bazılarıyla neden bu kadar samimi olduğumu, gazetelerdeki yazıların, gey söylentilerinin nereden çıktığını hiç sormadın. Bu erkek memleketinde, bu maço dünyasında farklı bir oğlun olduğunu daha ben küçücükken anladın ve ardından da beni hep kolladın. Üzülmeyeyim istedin. Kırılmayayım istedin.
Bir de akıllı kararlar aldın hep. Babamın ve akrabaların deyişiyle "bu acaip tarafımdan kurtulmam" için beni erkeksi bir dünyanın içine i t e l e y e c e ğ i n e , farklarımla rahat edebileceğim dünyalar aradın bana. Dans, şan, enstrüman dersleri alırsam daha mutlu olacağımı hemen hissettin. Eğer bugün başka bir meslek yapıyor olsaydım, mesela bazı yakın arkadaşlarım gibi bir şirkette yönetici olsaydım, büyük ihtimalle daha uzun yıllar açılamayacaktım. Sanatçı oluşum da senin sayende oldu, gey'liğimi kabul edişim de. Bunların hepsi için sana binlerce kere teşekkür ediyorum anneciğim. Ama canımın içi, artık taşıyamıyorum. Ben artık milyonlarca albüm satan, uluslararası bir şöhreti olan, çok büyük kitlelere ulaşabilen bir sanatçıyım. Ve bunun bana getirdiği sorumluluklar var. Arkadaş toplantılarında, bakkalda, kuaförde seni üzmesinler, erkek egemen bir toplumun kurallarıyla büyümüş olan babacığımın canını sıkmasınlar diye kendime sakladığım eşcinselliğimi artık açıklamam gerek. Artık bu açıklamayı, benden toplumsal bir sorumluluk olarak bekleyen derneklere, topluluklara ihanet etmem imkansız. Zeki Müren'i bile jön rollerine çıkaran, gey olduğu her tarafından belli olan şarkıcılara "kısmetse evleneceğim" diye açıklamalar yaptıran bir toplumun kollektif şizofrenliğine alet olmaya devam etmek istemiyorum. Beni, efemine olmadığım için, travesti gezmekten hoşlanmadığım için, ille de -kendi deyimleriyle- "normal" kabul etmek isteyen dinleyicilere de bunu anlatmam gerekiyor. Anneciğim, ben erkekleri seviyorum ve bundan hiçbir şikayetim yok. Bundan dolayı kendimi eksik, kötü, mutsuz hissetmiyorum. Senin de bunu çok iyi bildiğini biliyorum. Ama korkuyorum. Bu akşam, canlı yayında, konserimin sonunda, açılmak için yazdığım şarkıyı söyleyeceğim ve bütün o çöplerimi karıştıran magazinci ordusu önümüzdeki günlerde üstüme gelecek. İşte bu yüzden sizin, senin ve babamın hazırlıklı olmanızı istiyorum. Bana verdiğin en güzel hediye ne oldu biliyor musun anneciğim? Hatırlıyor musun, bir keresinde, kendisini pek kurnaz zanneden bir gazetecinin sorduğu kinayeli soruya "başarılı ve onurlu bir eşcinseli vasat ya da onursuz bir heteroseksüele tercih ederim" diye cevap vermiştin. Ah anneciğim bilsen, o gün beni ne kadar mutlu etmiştin...
27
Mart-Mayıs2006
İki gözüm, bu akşam artık geriye dönüş yok. Sıkı dur, seni üzecek olanlara pabuç bırakma. Babama destek ol ve oğlunla gurur duymaya devam et.
39
dosya
Kişisel Bir Çıkar Öyküsü Ve Gizlenmenin Ardındaki Sırlar Gözüm Abla Canlarım, Gene birlikteyiz. Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Sanki daha dün sizinle bu köşede birlikte olmuşuz gibi bir hissim var. Çok da özlememişim anlayacağınız. Ama yaşım gereği özlemek gibi duygusal gerekçelerle hareket edemeyip toplumsal bilincim gereği bu dosya konusuna değerli birikimimle katılmak istedim. Kaos'takiler bu ay ünlülerin açılması diye bir konu seçmişler. Ayol ilk duyduğumda n'oluyo dedim. Yani ünlülerin açılmasında ne varmış. Tabii ki açılacaklar, saçılacaklar. Mini de giyecekler, bazen kazara bazı uzuvları fırlayıp görünecek de. Kaos konu kalmamış gibi, sanki cumartesi magazin programları gibi neden bu konuya merak salmış diye düşünürken beni arayan "Gözüm Abla ile İlişkiler Uzmanı" konuyu "ünlü isimlerin 'gey'liklerini açıklamaları" diyerek netleştirdi. Yıllardır, hatta ben kendimi bildim bileli şu cümleleri duyarım canlarım: Aslında falan kişi geymiş, hamamda görülmüş, gey bara gitmiş, ünlü olmadan önce erkeklere jigololuk yapıyormuş, hatta benim bir arkadaşım onunla
40
yatmış... Bu cümleleri her duyduğumda alt dudağımı çeneme kadar indirip gözlerim yarı baygın anlatanı dilerim. Yaşımın ve kalitemin getirdiği niteliklerle biliyorum ki milletin ağzı torba değil ayol, değil ki büzüveresin. Bunları yazarken şu an aklıma rahmetli dostum, can ciğer kuzu sarmam Zeki geliyor. O da benim gibi tevellüdü gereği Harb-i Umumi'de elinden geleni yapmış, hastaların sargılarını değiştirmiş, mermi taşımış, vatanına yararlılıklar göstermiş bir çeşit gazimizdi. Laf aramızda, eski 25 kuruşun üstüne onun değil de benim mermi taşıyan resmim nakşedildiği için sinirinden her daim yarıldığını ve asla 25 kuruş kullanmadığını cümle alem bilir. Sonraları gazilik maaşını az bulan Zeki evden kaçıp şarkıcı olmuştu. O zamanlar ona kol kanat gererek manasız bir şekilde kötü yollara düşmemesi için Gözüm Ablanız elinden geleni yapmıştı. Ancak ruhunda mıdır nedir anlayamadım, o vakitlerde başlayan bir şey, Zeki ışıklı ve parlak şeylere ve hatta geylere çok ilgi duyar ve bunu alabildiğine minimize ederek yaşamaya çalışırdı. Ancak dostum diye söylemiyorum çok da başarılı olamazdı. Bu nedenle hakkında çıkan söylentilere dayanamamış ve ameliyatla Müren soyadını almak zorunda kalmıştı. Zaman içerisinde Gözüm Ablanız, dünyada Fransız İhtilali, varoluşçuluk, teşhircilik gibi akımlar olduğunu öğrenip kültürünü geliştirirken Zeki habire parlak şeyler giyip sahnelerde hoplamayı zıplamayı sürdürdü. Peşinde Kahire senfoni orkestrası gibi bir saz heyeti ile dolaşır oldu. "Ayol bari bana gelirken takma peşine şu orduyu" derdim ama laf dinlemez bir hali peydahlandı. Anımsıyorum sene 1970'ler, Bülent gene Rahşan'la yapışık ikiz, gene kara kuru bir adam, ülkemiz zor günler yaşıyor, tüp kuyruğu, et kuyruğu falan, Tarabya'da bir otelde Zeki ile kolideyiz. Yani bir koli gelmiş şeyden, yurtdışından. Ben kitap sipariş etmişim, o kolileri açıyoruz. Ben nasıl bilinçliyim ama. 60'lı yıllar fırtına gibi geçmiş ve gey olma bilinci henüz telaffuz edilmiyor ama Gözüm Ablanızdan da kaçmıyor. Zeki'ye dedim ki "Ayol Zeki giz, gel come out olalım." Hiç unutmuyorum rahmetli şöyle derin derin baktı ve "Yok abla gııı, ben şarkıcılığa devam edeceğim" dedi. "Kız bacım n'apacaksın şarkıcılığı, bıkmadın mı çengi köçek verip duruyorsun. Gel bacım açıl" dedim ama dinletemedim.
Ben o gün en büyük hatamı yaptım canlarım. Gençlik işte, eee serde ilericilik de var. Zeki'ye çok baskı yaptım, "Ya come out olursun ya da laçonu alırım sürünürsün" diye. Laçosu da bizim halayığımızdı o vakitler. Şimdi rahmetli olmuş babayiğit bir halayıktı. Kadın korktu o gün. Ben biliyorum. Böyle bir rengi sarardı, tülbendiyle aynı renk oldu. Dedim "Bayılacak kaltak da başımıza bela olacak. Fazla gitmiyim üstüne." Hey gidi günler hey. Ama ben kişisel gelişim lafı daha telaffuz edilemezken gelişip duruyordum zaten. Dedim ki içimden, "Ayol Gözüm, Zeki olduğu yerde duruyorsa sen de mi duracaksın? Yürü ayol, geliş" ve bir gün rahmetli halayığınkini sıkıca kavrayıp gözüne baka baka come out oldum. Gözü cesaretimden mi yaşardı, ben fazla heyecanlanıp çok mu sıktım bilmiyorum. Ama bir yük benden de kalktı ondan da. Buruldu kaldı adamcağız. Zeki de o halayığa nasıl düşkün, onunla fingirder, o zamanlar duş diye bir kavram yok, beraber kurnalar, hamamlar, kaplıcalar dolaşır durur. Ne zaman ki ben açıldıktan sonra doku zedelenmesi nedeniyle halayık kapandı Zeki iyice hırçınlaştı ve bir gün bana saldırdı. Hiç unutmuyorum o zamanlar Beyoğlu trafiğe kapanmamıştı. (Bu detayı neden anımsadığımı bilmiyorum.) Uzun bir zaman aynı mekanda olmadık Zeki ile. Çünkü nereye girsem hemen yaptığı işi yarım bırakır dışarı çıkardı. Yaşayanlar bilir o zamanlar Talimhanede bir gey bar var. Zeki oraya gelir ve gözüne kestirdiği parlak geylere köfte ısmarlardı. Ne zaman ben gelsem "daha köfte bitti bitmedi" demez oradan ayrılıverirdi. Sonra aradan yıllar geçti. Bir gece kapıda bir ağlama sesi, içim parçalandı. O dönemde de Bulgarlar Türk azınlığın adını falan değiştiriyor. Kadın, çoluk-çocuk perişan olmuşlar. Ben de Bulgar büyükelçiliğinden bir yetkili ile fındık kırıp durum değerlendirmesi yapıyorum, dedim ki içimden "Ayol bir mülteci bir mazlum geldi kapımıza." Kapıyı açtık ki Zeki! Nasıl ağlıyor: Pişmanlık ve perişanlık içinde. Neyse aldık içeriye, biraz süt koyduk bir kaba. İçti ısındı. Sonra da dili çözüldü garibimin.
41
O gece öğrendim ki 25 kuruşlara benim resmimi bastıkları için bunu hazmedememiş. Her gece yemin edermiş ki "Şarkıcılıkla ünlü olup en az elli kuruşun üstüne resmimi bastırmazsam ne oliim?" diye ona buna sorarmış. Geyliğini gizlemeyi de şiar edinmiş haspam. Ben ne yaparsam tersini yapmak gibi inada kapılmış. Bir de benim halayığa açılışım onu derinden etkilemiş. (Halayık da halayık da ama.) Ben serin sakin onu dinlerken bizim elçilik görevlisi göz yaşlarını tutamadı. Neyse aramızı yaptı, helalleştik, Zeki hâlâ hıçkırıyor, seke seke odanın içinde geziniyor. Sakinleşemedi yani. Bunun üzerine elçilik görevlilisi tanıdıklarını araya sokup durumu anlattı. Dediler ki "Artık kuruş basılmıyor. Valla basılsaydı 50 kuruş demez, 100 kuruş demez basardık." Ben hemen düzelttim tabii: "Beş kuruş, Beş kuruş. Anca." Ama Zeki'nin şansı yokmuş. Elçilik görevlisinin aklına başka bir şey geldi. Sağı solu aradı. Zeki'nin tayinini Bodrum'a çıkarttık o gece, bir de uyduruktan unvan verdirdik "Paşa" diye, bizimki oldu Bodrum Paşası. Amaaaan, eski günler nasıl da canlandı gözümün önünde. Zeki'den sonra çok adam geldi sanatçıyım diye. Kuşumdur muşumdur derken bu Bodrum Paşalığına gözlerini diktiler ve onun izinden gittiler. Zeki ardından kötü bir gelenek bıraktı yani. Hani bu olayları kamuoyuna bu şekilde açıklasaydı, insanlar da ona göre bir gelenek bulsaydı önünde toplum salahı için daha faideli olur idi. Ben ilk kez Kaos'a teşekkür edeceğim ki, bu dosya konusu ile bu gerçekleri açıklamama bir vasıta oldular, efendim, bir araç oldular, faideli bir görevi ifa etmeme bir vesile oldular. Böylelikle her gizlenmenin ardında kişisel bir arzu,
kimsenin bilmediği bir hikaye olabileceği gerçeği gündeme gelmiş oldu.
27
Mart-Mayıs 2006
Ay neyse ben sıkıldım canlarım. Hadi görüşürüz. iz'anınız Ferasetiniz
dosya
röportaj
Gacılara yönelik dergi
İlk 1997 senesinde çıkan bir dergi Gacı. Araya giren zaman içinde neler değişti Gacı'nın kimliğinde? Dikkatimi ilk çeken, isminin devamına İstanbul ibaresinin eklenmesi ve formatının değişmesi oldu. İçeriye baktığımda ise dilde ciddi bir değişiklik var... İlk 1997-99 yılları arasında çıktı Kadın Kapısı/Gacı. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı tarafından, hayat kadınları ve seks işçiliği yapan gacılara yönelik, "cinsel sağlık- cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma" temelinde yürütülen Avrupa Birliği destekli bir projenin bülteniydi. Projenin bitimiyle de yayın hayatı son buldu. Temel amacı seks işçilerini cinsel sağlık konusunda bilgilendirmek olsa da, ister istemez travesti ve transeksüel cinsiyet kimlikleri konusunda "doğru" bilginin kapılarını açma ve travesti- transeksüellere ulaşmasını sağlama gibi bir işlevi de oldu. Bu önemli bir işlevdi, zira bırakın toplumun bu konudaki cehaletini, birçok travestitranseksüel arkadaşımız bile kendi kimlikleri konusunda yalan yanlış bilgilere sahipti. Örneğin o dönemde yaygın olarak, ameliyat olanlar transeksüel, olmayanlar travesti diye tanımlanırdı. Travesti ve transeksüellik de bir çeşit eşcinsellikti. Herkesin ortak tanımı
lubunya'ydı. Gacı-has gacı gibi tanımlamalar havalarda uçuşuyordu. Gacı tüm bu yanlışlara bir çırpıda son vermedi elbet ama en azından bu bilgilerin, tanımların sorgulanmasını, üzerinde düşünülmesini sağladı. Bugün hiç olmazsa doğru bilgi anlamında o döneme göre daha donanımlıyız. Yaşadığımız sorunların temelinin politik olduğunu daha iyi kavradık. Bu sorunları çözebilmek için erkek egemen ideolojiyle toplumsal-politik mücadele yapma gerekliliğini kavradık. Araya giren zaman içinde değişen bu oldu işte. 2004 yılında, aramıza yeni katılan arkadaşlarla birlikte Gacı'yı yeniden çıkarmak için ısınma turlarına başladığımızda gördük ki Gacı, o eski Gacı olamazdı artık. Bağımsız, politik bir dergi olmalıydık. Hem medya tarafından sürekli yeniden üretilen egemen ideoloji ile mücadele edecek, hem kamuoyuna hakkımızda çarpıtılmamış, doğru bilgiyi iletecek hem de kendi bilgi ve mücadele donanımımızı derinleştirecek bir dergi olmalıydık. Sonuçta ortaya yeni, farklı bir Gacı çıktı. Bu farklılığın derginin adında da bir biçimde vurgulanması gerekiyordu; böylece Gacı'nın yanına İstanbul ibaresi eklenmiş oldu.
43
"Siyah-beyaz olmamızın da, cicili bicili yazı tipleri kullanmamamızın da, yalınlığımızın da bir anlamı var. Daha cazibeli olalım diye bu formatı bozmanın alemi yok!"
Yeni yayın ekibinde kaç kişi çalışıyor? Toplantılarımıza katılamayan ama dışarıdan yazı gönderen ve dağıtım vb. konularda destek olan arkadaşlar dışında altı kişilik sabit bir ekiple başladık. Zaman içinde yeni arkadaşlarımız katıldı, bazı arkadaşlarımız ayrıldı. Sonuçta bugün yine altı-yedi kişiyiz. İnsan türünün temel sorunlarından sağlıksız iletişim, algılama hataları ve ego obezitesi gibi sorunları biz de yaşıyoruz doğal olarak!
44
Ekipteki kişilerin düzenli olarak dergi için yazı-çizi üretmesi konusunda bir sorun yaşıyor musunuz? Yazı konusunda hiç sıkıntı çekmedik. Hatta elimizde yayımlanmayı bekleyen bir yazı stoğumuz bile var. Sonuçta söylenecek çok sözümüz, anlatacak çok şeyimiz var. Eh, iki ay da bunları yazmak için yeterli bir süre. Bir sayıyı çıkardıktan sonra, hemen bir sonraki sayının hazırlıklarına başlıyoruz. 15 günde bir yaptığımız toplantılarda yeni sayı şekilleniyor. Son haftaya gelindiğinde genellikle bütün yazılar toplanmış oluyor. Gacı İstanbul'un fanzin olması derginin politik kimliğine yakışan bir format bence. Bu, bilinçli bir tercih olduğu kadar zorunluluktan kaynaklı bir seçim de olabilir. Maddi zorlukları aştığınızda bu formatı değiştirmeyi düşünüyor musunuz? Dergiyi yeniden çıkarmak için yaptığımız ilk toplantılarda bir biçim, format olarak değil, daha çok finansman sorununun çözümü olarak ortaya atılmıştı fanzin önerisi. Ancak, daha sonra dergi şekillenmeye başladığında gördük ki fanzin,
gerçekten de kafamızda kurduğumuz dergi için en doğru format. Yani dediğiniz gibi, derginin yapısı, içeriği, kimliği, doğal olarak bu biçimi doğurdu. Dergi çıkmaya başladıktan sonra bazı arkadaşlarımız yadırgadı bu biçimi. Neden renkli değil, neden standart dergi boyutlarında değil gibi sorularla karşılaştık. Ama hayır, bu formatı değiştirmeyi düşünmüyoruz. Siyah-beyaz olmamızın da, cicili bicili yazı tipleri kullanmamamızın da, yalınlığımızın da bir anlamı var. Daha cazibeli olalım diye bu formatı bozmanın alemi yok! Ekonomik sorunları nasıl çözüyorsunuz ya da çözebiliyor musunuz? Gacı İstanbul ücretsiz dağıtılan bir dergi. Böyle olmasına rağmen finansman konusunu çok büyük bir sorun olarak görmedik hiç. İlk sayıdan itibaren kişisel katkılarla, dayanışmayla çözüldü finansman sorunu. Bundan sonra da böyle olacak. Yalnızca travesti ve transeksüel arkadaşlarımız değil, gey, lezbiyen, savaş karşıtı, feminist ve daha başka çevrelerden arkadaşlarımız da katkıda bulunuyorlar. Bu sahiplenme ve dayanışmanın çapını büyütebildiğimiz sürece de finansman sorunu yaşayacağımızı sanmıyoruz. Bu sorunu biraz hafife alıyormuşuz gibi gelebilir size ama dayanışmanın bu noktada ne denli önemli olduğunu ve bu tür sorunlarda nasıl basit çözümler sağladığını gösteren çok güzel bir örnek yaşadık Kasım 2005'te. Almanya'da her ay düzenli olarak parti düzenleyen bir LGBT örgütü, Kasım partisinin giriş ücretine çok cüz'i bir "Gacı'yla dayanışma" eklentisi yaptı ve bize gönderdi. Bu katkı bizim bundan sonraki üç-dört sayımızı finanse edecek!
" Yapmamız gereken iki şey var: Farklılığımızın doğal ve insani olduğunu göstermek ve yüzümüze kapatılan kapıları açabilmek için insan hakları temelinde kimliğimizin mücadelesini yapmak..."
Eşcinsel yayınlarının Türkiye'deki kaderi ortada. Gacı İstanbul olarak sürekliliği sağlamak konusunda nasıl bir yol izleyeceksiniz? Şu an için somut hiçbir planımız yok. Biz dergiyi en başından beri Türkiye'de yaşayan tüm travesti ve transeksüellerin sesi, soluğu olarak kurguladık. Şu ana kadar da bu kurgunun içtenliğini gören, farkında olan arkadaşlarımızın kişisel katkılarıyla çıkardık dergiyi. Derginin sürekliliğinin finansman gibi konulardan çok, tüm travesti ve transeksüellerin dergiyi sahiplenmeleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Eğer arkadaşlarımız Gacı İstanbul'u seslerini duyurabilecekleri bir platform olarak, 'kendi platformları' olarak görüp sahiplenmezlerse bizim yapacağımız planların hepsi boş.
27
Mart-Mayıs 2006
Derginin hedef kitlesi kim? Ya da şöyle sorayım: Gacı İstanbul ne yapmaya, kimlere ulaşmaya çalışıyor? Toplumsal yaşamın dışına itiliyoruz. İnsanca yaşamanın kapıları sürekli yüzümüze kapatılıyor. Bunun nedenlerine baktığımızda, insan topluluklarının derinliklerinde yatan bilinmeyenden korkma, farklı olandan rahatsızlık duyma, uzaklaşma, uzaklaştırma, kaçma hatta yok etme gibi basit insani duygular, tepkiler olduğunu görüyoruz. O halde yapmamız gereken iki şey var. Birincisi cinsiyetler arası geçiş (transgender) konusundaki bilgisizliği gidererek yanlış önyargıları, korkuları sona erdirmek, farklılığımızın doğal ve insani olduğunu göstermek; ikincisi de yüzümüze kapatılan kapıları açabilmek için insan hakları temelinde
kimliğimizin mücadelesini yapmak. Gacı İstanbul'un yapmaya çalıştıklarından birisi bu. Ayrıca, Türkiye'de yaşayan tüm travesti ve transeksüellerin kendilerini dolayımsız ifade edebilecekleri, birbirlerinden haberdar olabilecekleri, deneyimlerini paylaşabilecekleri, bilgilerini derinleştirebilecekleri bir ortak platform oluşturmak. Bu durumda iki hedef kitlemiz var denebilir: Kamuoyu ve kendimiz. Önünüze nasıl bir hedef koydunuz? Bundan sonrası için, eksik gördükleriniz, yapmak istedikleriniz ne? Henüz yalnızca İstanbul ve Ankara'da okunuyor, biliniyoruz. Bu, ulaşmak istediğimiz hedefler açısından önemli bir eksiklik. Diğer illerdeki travesti ve transeksüellerle bağlantı konusunda biraz zorlanıyoruz. Bu yönde bazı çalışmalarımız var. Kamuoyuna yönelik tanıtımımız konusunda da henüz biraz eksiğiz. İlk sayımızı çıkardığımızda bir mektupla birlikte tüm medya kuruluşlarına, yazarlara, yayın yönetmenlerine dergimizi ilettik ancak şu ana kadar birkaç röportaj isteği dışında geri dönüş olmadı. Bu konuda da daha inatçı ve atak olmalıyız. Demokratik kitle örgütlerine de dergimizi ulaştırıyoruz. Sağlık, hukuk vb. konularda birlikte çalışabilmenin, kapsamlı dosyalar hazırlamanın yollarını oluşturmaya çalışıyoruz. Zaman zaman düzenledikleri panellere katılıyoruz ve kendimizi tanıtıyoruz. Bu tür etkinliklerde daha sık yer alabilmeyi önemsiyoruz. Tüm bunları yapabildiğimiz ölçüde de Türkiye'de yaşayan tüm travesti ve transeksüellerin sesi soluğu olacak, daha yetkin bir Gacı olabileceğimize inanıyoruz.
virgül
mandalina kabukları
G. B.
MANDALINA KABUKLARI Yolda karşılaştığımızda Mandalina kabukları koyardık gözlerimizin üzerine Artsın acılara dayanıklılığımız diye Yıllar sonra, ne olmuştur acaba O bir zamanlar mandalina kabukları konulan Göz kapaklarına O sonu mutlaka ayrılıkla bitecek çocukluk Ama tüm yaşamın tek gerçek aşkına Neler gösterilmiştir o iki çift göze Artık neleri görmesi istenmemiştir o iki çift gözün Değmez yağmurlar yağarken yanaklara Ve kim Bir daha, hangi başka gözün üzerine koymuş Koyabilmek için yanıp tutuşmuştur Bir başka mandalinanın kabuklarını Dayanıklılığı artsın diye acılara Kaç saniyede Kaç göz açıp kapayışında geçer uzun seneler Yağmaz yağmurları beklerken çorak yanaklar Gözlerin altındaki torbalar Geçmişi göremezken büyükler Geleceği mi görür çocuklar Haris Alexiou
46
/ nisanın biri-istanbul/2004 Rutin kontroller için istenilen HIV+ testinin sonucunu almak için hastaneye gidiyorum. Bir gün öncesinde de arkadaşımla dalga geçiyoruz "ya pozitif çıkarsa" gibilerinden... Laboratuvardaki görevliye ismimi söylüyorum, "Hemşireyi görmeniz gerekiyor" diyor, bir an kasılıyorum. Herkese ne kadar uzaksa bu virüs, bana da bir o kadar uzak diye düşünüyorum. Virüsü taşıyan hep başkaları olmuştu şimdiye kadar, ölüme giden hep başkaları idi. Televizyonlarda ve AİDS gününde gazetelerde denk geldiğim bir haber konusuydu sadece benim için. Bana bu kadar yakın olabileceğini düşünemiyordum. "Testiniz pozitif" diyor hemşire ve elime bir kağıt uzatıyor, İl Sağlık Müdürlüğüne verilmek üzere. "Ama korkmayın, yalancı pozitiflik olabilir" diye de ekliyor. Hemen dışarı çıkıyorum, bir nefes almam lazım. Kendimi kandırmak istiyorum ama bir tarafım "Evet, işte pozitifsin" diyor. Ankara'daki, dün gece birlikte dalga geçtiğimiz arkadaşımı arıyorum. "Pozitif çıktı" diyorum."Emin misin?" diye soruyor, konuşamıyorum, sesim titriyor ve kapatıyorum telefonu. Akşama kadar kimseyle görüşmüyorum, koşuşturuyorum. İ.Ü Çapa Hastanesi'nin önünde tramvayı beklerken ilk annem düşüyor aklıma; ağlamak üzereyim, durağın ucuna gidiyorum. Nasıl yani? Pozitif! Birden bütün dünya çekiliyor, uzaklaşıyor ve "Anne..." diyorum sessizce, artık akıyorum. Tramvayda kendimi canlı bir bomba gibi hissediyorum, elimin değdiği her yer beni ürkütüyor. İkinci soru geliyor peşi sıra: İşyeri? Ölümü düşünemiyorum, ölümü düşünemeyecek kadar korkuyorum. Nisanın biri, artık biri bu şakayı bitirsin, diye bağırıyorum içimden.
Doğrulama testi yapılması için hastanenin koridorunda bekliyorum, çığlıklar atıyor birileri ama içerisi buz gibi sessiz. Hemşire, kanımı alırken ellerim titriyor "Sakin ol" diyor, konuşamayacak kadar doluyum. Ve pozitif olduğum resmen onaylanıyor.
ikinci gün Bu günün saatleri yok aklımda, akşam Ankara'dan üç arkadaşım -ben ne kadar gelmeyin dediysem de- çıkıp geliyorlar, hiç konuşamıyoruz, sarılıyoruz birbirimize, söyleyeceğim hiçbir şey yok o anda. Ve o gece evde bir sürü boş yatak olmasına rağmen, biz dört çocuk, birbirimize sarılarak yer yatağında yatıyoruz. Çok korkuyoruz çünkü. Korkuyorum. Sabah evde duramıyorum. Ortaköy'den Rumelihisarı'na kadar o rüzgarda yürüyoruz, fotoğraf çektiriyoruz. Ben bunların son fotoğraflarım olduğunu düşünüyorum. Çay içtiğimiz yerde küçük bir çocuğa uzun uzun gülüyorum. Bilmiyorum. Ben güldüğümü zannediyorum o an. Akşam dönmek zorundalar, son vedalaşma diyorum içimden, gidiyorlar. Yeğenime, anneme söylenecekler konusunda bir mektup yazıyorum, kitaplarımı dağıtıyorum sonraki günler. -Gelecek yok- yaşamımı dağıtıyorum, yaşamımı dağıtıyor muyum, yaşamımı çalıyorlar. Tek hissettiğim bu: YAŞAMIM ÇALINDI. // Doktorlardan biri, internette bir grubun varlığından bahsediyor, hemen ölmeyeceğimden, hatta uzun bir süre yaşayabileceğimden. Ben hiçbir şey duymuyorum.O gruba üye oluyorum. Sakin ol diyorlar, alışırsın, kendini koyverme diyorlar. HIV+ insanlardan oluşan grubun, benimle dalga geçtiğini düşünüyorum. Aylar aylar sonra anlayabiliyorum onları ancak ve sonraları bu gruba giren kişilere aynı şeyleri ben söylüyorum. Ama ilk günler her şey benim için koca bir yalan ve o günlerin birinde gruptan E.S. bana mandalina kabuklarını gönderiyor, "Artsın acılara dayanıklılığın" diye. Günlerce bu sözleri okuyup bu şarkıyı dinleyip ağlıyorum. Bir yandan da dayanıyorum. Gözlerimin üzerine koyuyorum o mandalina kabuklarını. Acılara dayanabilmek için. Ve o mandalina kabukları şimdi yeni gruba giren HlV+'lerin gözkapaklarının üstünde: acılara dayanabilseler diye. /// alıştık mı? hayır... dayanabiliyor muyuz? belki... ama her ne olursa olsun yaşıyoruz, kimimiz kahkahalarıyla, kimimiz şiirleriyle, kimimiz hüznüyle, kimimiz fiziksel açılarıyla, kimimiz kitapları ve filmleri ile, kimi çocuğu için, kimi yine birisine sarılıp onunla yürümek için, kimi sevdiğini daha çok görmek daha çok koklamak için. yaşıyoruz... hem de zamanımızın çok değerli olduğunun farkında olarak. yürüyoruz... Taksim Meydanı'ndan geçip İstiklal'e dalıyoruz, binalara bakıyoruz, size değiyoruz, canlı bomba olmadığımızı biliyoruz artık. Bunun sadece bir virüs, tıbbi açıklaması olan bir hastalık olduğunu ve suçlu olmadığımızı biliyoruz. Daha çok koruyoruz karşımızdakileri, daha çok korunuyoruz. Temkinli ama daha sıcak sarılıyoruz sevdiklerimize, çocuklarımızın bebek kokusunu daha çok içimize çekiyoruz. Film festivallerinde bilet kuyruğuna giriyoruz, konserlerde dans ediyoruz, yağmur altında koşuyoruz, bozuk kaldırımlara küfrediyoruz ve ne olacak bu memleketin hali diye yine ahkam kesiyoruz.
27
Mart-Mayıs 2006
devam ediyoruz.... her nasıl olursa olsun işte böyle... göz kapaklarımızda mandalina kabukları...
47
bakış
Köşe (y)azarcılığı ve Haydar Dümen Mahmut Şefik Nil Psikolog
"Nasıl olmuşsa bir köşe sahibi olmuş kişiler kendilerine sorunlarını anlatan insanlara, yine ve sadece kendilerinden hareketle yanıtlar oluşturabiliyorlar. Bu sözüm ona 'bilirkişiler' en doğruyu en sert dille yazmakta sakınca görmüyorlar."
48
Yeni bir alışkanlığım var artık. Önceleri işe giderken uzun süren yolculuğumu okuduğum bir kitapla katlanılır kılmaya çalışırdım. Fena da gitmiyordu aslında. Çünkü günün telaşı içinde uzun zamandır ihmal ettiğim için vicdan azabı duyduğum kitaplarımla daha sıkı fıkı olabilmiştim. Ancak bir süre önce piyasaya sürülen 1 liralık dergilere gözüm kaymaya başladı. Çoğu kez ilgimi çekmeyen konular ama 'arada sırada normalden daha uzun süre gözümü oyalayan dosyalar da oluyor' derken baktım ki alışkanlık olmuş. Haftanın belli günleri işe g i d e r k e n o d e r g i l e r i n yeni s a y ı l a r ı n ı almaya b a ş l a m ı ş ı m . İki hafta önce aynı şeyi yaparken kapaktaki yazı çok dikkatimi çekti: Kırmızı noktalı seks terapisi. Merak ederek açtım ve okumaya başladım. Yazıyı okumayanlar için kısa bir özet yapmak istiyorum: Haydar Dümen, vajinanın cinsel ilişkiye geçilmesine engel olacak düzeyde kuru kalması anlamına gelen vajinismus adlı cinsel işlev bozukluğu ile ilgili olarak bir "mucize" tedavi yolu bulmuş. Bir zamandır, özellikle sabahları ev kadınlarının izlediği sabah kuşağı programlarında, bulduğu bu mucize yöntemi anlatıp duruyormuş. Yeni Aktüel dergisi de bu yeni ve vajinismusu bir seansta tedavi eden yöntemle ilgili olarak bir dosya hazırlamış. Dosyayı hazırlarken de bu tedaviden geçmiş iki hasta ile röportaj yapmış. İnsan beyninin bilgi adaptasyonu yeteneği vardır. Yani bir yerdeki sistemi diğer bir alana uygulayabilir. Böylelikle insanoğlunun dünyadaki baş döndüren gelişmesi mümkün olabilmiştir. İşte bu özellikten hareketle, Psikiyatr Haydar Dümen'in bulduğu tedavinin ilham kaynağı da sıcak suyu boşaltan çamaşır makinesi olmuş. Haydar Dümen bakmış ki sıcak su boşalırken boru ısınıp gevşiyor, vajinusmusu tedavi etmek için ısının gevşetici özelliğinden nasıl yararlanabileceğini düşünmüş.
Sağlık Bakanlığı genel devlet baba tutumu ile konuyu ne gündeme getiriyor ne de fi tarihinde kabul ettiği yasal düzenlemeleri güncelliyor. Sadece bu cümleyi telaffuz ederek neyi nerede söylediğini bilmeyen bir yaşlı adam inadı ile devam ediyor.
Şöyle bir sistem geliştirmiş. Vajinusmusu olan kadın içine sıcak su doldurulan bir klozette 15 dakika oturarak bekler. Bu 15 dakikanın, maksimum faydanın sağlandığı süre olduğu belli ama nasıl belirlendiğini bilmiyorum. Sonra gerekli ısınma ve gevşeme sağlandıktan sonra vajinaya ağrı sinirlerini bloke eden bir anestezik iğne yapılıyor. Erkeğe de ereksiyon sağlayan bir iğne yapıldıktan ya da sprey sıkıldıktan sonra sıra hiçbir hissi kalmamış ama yeterince gevşemiş olduğu varsayılan vajene kaydırıcı bir krem sürerek cinsel ilişki için en mükemmel ortamı sağlamaya geliyor. Sonra eğer gerekirse Haydar Dümen'in gözetiminde cinsel ilişki gerçekleşiyor. Röportajı yapan kişi şöyle bir soru sormuş: "Gerekirse kadının elini tutarak 'Gevşe! Rahat ol!' diyormuşsunuz. Peki aklınıza kötü şeyler gelmiyor mu?" Haydar Dümen bu 'cahilane' soru karşısında olgunluğunu koruyarak gereken yanıtı vermiş: "Ben doktorum. Onlar benim hastam. Tabii ki aklıma kötü bir şey gelmiyor." insan aklının kavramakta güçlük çektiği bir tedavi yöntemi ve üçüncü sınıf bir porno film kurgusunu andıran bu yöntemi savunan, bir doktor. Gerçekten de bu yazıyı yazarken hangi üslubu nasıl koruyacağımı bilemiyorum. Ne denir? Bu yazının işaret ettiği olgunun neresine nasıl yaklaşılır?
27
Mart-Mayıs 2006
ilk olarak psikiyatrların büyük bir bölümünün de katıldığı, "Psikologlar tıp eğitimi almadıkları için ruh sağlığı hizmeti veremezler" diyen Sağlık Bakanlığı geliyor aklıma. Ruh sağlığı hizmetlerini ilaç terapisi (farmakoterapi), insanların tüm ruhsal sıkıntılarını da 'hastalık' olarak algılayan demode ve gerçek dışı bir bakış açısı bu. Ancak, Sağlık Bakanlığı genel devlet baba tutumu ile konuyu ne gündeme getiriyor ne de fi tarihinde kabul ettiği yasal düzenlemeleri güncelliyor. Sadece bu cümleyi telaffuz ederek neyi nerede söylediğini bilmeyen bir yaşlı adam inadı ile devam ediyor. Psikologlar ise "Sen sadece test yapabilirsin, liselerde psikoloji derslerine girebilirsin" cümleleri nedeniyle ortaya çıkan rahatsızlıklarını gidermek için denkleşme yolları arıyorlar. "Yüksek lisans yapmamış kişinin terapi hizmeti veremeyeceği" cümlesi aynı çabanın doğal bir sonucu olarak psikologlar arasında da telaffuz edilip duruluyor. Ama işin garip yanı, hiç kimse çıkıp neden kendisini terapi yapabilecek yetkinliğe ulaştırmamış üniversite programından mezun edildiğini sormuyor. Devlet üniversiteleri iki-üç yılda bir az sayıda öğrencinin devam edebileceği yüksek lisans programları açıyor. Neden o öğrencinin yüksek lisans programına girdiği, diğerinin giremediği sorusu her zamanki şaibelerini koruyor. Ve doğal olarak yılda 10 bin dolar ile öğrenci kabul eden özel üniversitelerin yüksek lisans programları ciddi bir gelir kaynağı haline geliyor.
49
Haydar Dümen: "Oğlum, biz doktoruz. Çayırlarda, ovalarda koyun gütmüyoruz. Her birinize 'Bak burada ot var!' deyip otun yanına götürüp orada sizi kazığa bağlamıyoruz."
Tüm bu karmaşanın ortasında sakin kalmak bir noktada başarılabilen bir şey. İnsan zamanla öğreniyor. Ancak, günlük bir gazetede gördüklerinizle birden bire alt üst olabiliyorsunuz.
50
Nasıl olmuşsa bir köşe sahibi olmuş kişiler kendilerine sorunlarını anlatan insanlara, yine ve sadece kendilerinden hareketle yanıtlar oluşturabiliyorlar. Bu sözüm ona 'bilirkişiler' en doğruyu en sert dille yazmakta sakınca görmüyorlar. Örneğin ailesinin rızası olmadan yaptığı evliliği kötü giden ve ne yapacağını bilmeyen bir kadına çok rahat "Oh olsun sana. Evden kaçarsan böyle olur işte. Şimdi senin başına gelenleri yayınlayalım da diğer 'büyük sözü dinlemeyen' kadınlara, kızlara ibret olasın" cümlesi hiçbir ahlaki engele, hiçbir içsel sorumluluk duygusuna takılmadan, herhangi bir neden sonuç ilişkisi kurulmadan gazetelerde yayınlanabiliyor. Bu azar ve teşhir mantığı, nedendir bilmem, hep bir "evladım, kızım, oğlum" hitabı ile başlıyor ve iyice kafanız karışıyor. Zaman içinde bu köşe yazarcıiığı (ya da köşe azarcıiığı) olayı gelişip kendi alt dallarını yarattı. Şu günlerde çok şükür mali konulardan, cinsel sorunlara, güncel sorunlardan aşk doktorlarına kadar köşe köşe olduk. Bu köşe yazarları içerisinde en akılda kalanı ve bir simgeye dönüşeni Güzin Abla'dır. En eskilerindendir, en yaralamış olanlarındandır. Köşesinden ayrılmış olmasına rağmen kızı tarafından devam ettirilen köşedeki yaklaşımlar "Hiiiiyk! Hortlamış!" dedirtecek kadar aynıdır. Ama Haydar Dümen de, 1970'li yıllardan başlayarak, gerek önerilerde bulunduğu alanın toplumsal tabu oluşu, gerekse üslubu ile dikkatleri üzerine çekmiştir. 25 Şubat 2006 tarihinde Haydar Dümen kendisine yazan ve 18 y a ş ı n d a o l d u ğ u n u , hiç c i n s e l i l i ş k i y e g i r m e d i ğ i n i s ö y l e y e n bir o k u r u n a ş u n l a r ı y a z ı y o r : "Oğlum, biz doktoruz. Çayırlarda, ovalarda koyun gütmüyoruz. Her birinize 'Bak burada ot var!' deyip otun yanına götürüp orada sizi kazığa bağlamıyoruz." Haydar Dümen'in bu üslubu mizah dergilerine kadar konu olabiliyor ama Haydar Dümen, üslubunu bırakın değiştirmeyi tam tersine bir marka, bir özellik olarak savunuyor ve koruyor. Kimsenin söylemeye cesaret edemediği cümleleri kurarak sözüm ona bir tabunun yıkılmasını sağlamaya çalışıyor, toplumunun gelişmesi yönünde üstüne düşeni yapıyor. Oysa açıkça görünen ve sözlük anlamıyla resmen "bayağılık ve arsızlık" olan üslubu ortada duruyor. Cinsel tabuları yıkmanın ve bireyleri cinsellikleriyle aralarına giren engeller konusunda bilinçlendirmenin yolunun bu olmadığını kolaylıkla söyleyebiliyoruz. Bu arada mesleğinin içeriği açısından bakınca 'empati', 'insanın travmatize olabilen bir tür olduğu gerçeği', 'anlamak', 'anlaşılmak' gibi kavramlar havada uçuşuyor. İşin ilginç yanı, insanlar da Haydar Dümen'e yazmaya ve sormaya devam ediyorlar. (Bu ucunun da ayrı bir başlık altında gündeme gelmesi gerekiyor.)
Çünkü eşlerden birini tecavüzcü, diğerini tecavüze uğramış hale getiren bu yöntem bir tedavi falan değil. Düpedüz, insan hissiyatını, çaresizliğinden hareketle yaralayan bir kullanma yolu.
Yeni Aktüel dergisindeki röportajdan sonra Tabipler Odası'nın Haydar Dümen hakkında soruşturma açtığını öğrendim. Sonuç ne olacak, nasıl bir süreç yaşanacak bilmiyorum. Haydar Dümen'in bulduğu tedavi yoluna da diyecek hiçbir lafım yok. Çünkü eşlerden birini tecavüzcü, diğerini tecavüze uğramış hale getiren bu yöntem bir tedavi falan değil. Düpedüz, insan hissiyatını, çaresizliğinden hareketle yaralayan bir kullanma yolu. (Bir seansın 3 bin avroya kadar çıktığı düşünülürse nasıl bir kullanma yolu olduğu daha net anlaşılır.) Burada insan beden ve ruh sistemlerini bilen biri, sorunun aşılması için öneride bulunuyor gibi durmuyor. Balığın kavağa çıkmasını beklemek kadar sonuçları önceden kestirilebilen bir yanlış var. Röportaj dergide yayınlandıktan sonra bazı uzmanlar Haydar Dümen'in bulduğu yöntem hakkındaki fikirlerini açıkladılar. Fikirleri alınan uzmanların birleştiği nokta tedavi etmekten çok hasara yol açan bu yöntemin yanlışlığı. Ancak, Haydar Dümen'in şu ana kadar bir marifet gibi kullandığı üslubu hakkında kimse bir fikir beyan etmiyor. Satır aralarındaki yaralayıcı imalarına, "Taş gibi erkeksin, ne duruyorsun?" cümlelerindeki maço aşağılayıcılığa, "Eşinin neresine süreceksin, müsadenle ben söylemiyim" türündeki cinselliğin doğallaştırılması mıdır cinselliğin mizah konusu yapılması mıdır anlamadığımız imâkar cümlelerine, vajeninin darlığı korkusu nedeniyle yazan o k u r u n a " B u n u n n e b ü y ü k bir n i m e t o l d u ğ u n u " h a t ı r l a t m a s ı n a k i m s e bir şey d e m i y o r . O kadar karışığım ki, beynimde kırk fikir dönüyor. En iyisi hiçbir soru sormadan ve bu pisliğe kapılmamanm bir yolunu bularak durmak ve sözü röportaj yapılan kadın hastalardan Ö.S. ve A.S.'ye bırakmak. "Birçok çift vardı. Uzun bir konuşma yaptı. Ardından isteyen çiftlerin muayenehanede birlikte olabileceklerini söyledi. Çaresizdik, kabul ettik. Buhar üzerinde bir süre oturdum. Haydar Bey'in eşi Gül Hanım rahmime uyuşturucu sprey ve krem sürdü. Haydar Bey de, eşimin penisine sprey sıkıp sertleşme olmasını sağladı. Gül Hanım dışarı çıktı, biz, Dümen'in yanında ilişkiye girdik." "Bizim gibi olan yedi çifti bir odada toplayıp "Kim burada ilişkiye girmek istiyor?" diye sordu. Diğer çiftler gibi çaresizlikten kabul ettik. Önce beni kaynatılmış suyun buharına oturttu. Elindeki aletle rahmime buhar püskürttü. Uyuşturucu sprey sıktı ve krem sürdü. Elindeki yapay erkek cinsel organını hafifçe batırdı. Sonra eşimle onun yanında cinsel ilişkiye girdik."
51
söyleşi
Uğur Yüksel Onunla yolumuz bir önceki sayıyı hazırlarken kesişti. Sabah gazetesinde Fransa'daki eşcinsel hareketi anlattığı haberiyle peşine düştüğüm Sedef Ecer'i çok hem de çok önceden görmüşüm de haberim yokmuş. 1969'da, henüz 4 yaşındayken Seninle Düştüm Dile'de Sevgi'yi oynayan Ecer, dönemin çocuk oyuncularından birisiymiş. Ama o oyunculuğa değil de yazmaya aşık olmuş. Derken, Fransa'ya gitmiş ve Paris Konservatuarında eğitim görmüş. Türkiye'ye döndüğünde Beyaz Bisiklet, İki Başlı Dev, Yengeç Sepeti gibi filmlerde ve çeşitli tiyatro oyunlarında oynamış. Ama asıl aşkı hep yazı olmuş. Sedef Ecer, gazete ve dergi yazılarından sonra şimdi de Hercai Fişek kitabıyla buluşuyor okurlarıyla. Bir intihar bombacısına dönüşen kahramanı Deniz'in peşinde İstanbul'dan başlayıp Kahire'ye ve sonunda Paris'e dek uzanan bu seyirde okuyucuyu ilginç bir yolculuk bekliyor. Ecer'le bu ilk romanı üzerine söyleştik.
52
Kitabın yazılma öyküsü üç sene öncesine gidiyor... Evet, dünyanın çeşitli yerlerindeki saldırıları gördükçe bu konu kafamda dönmeye başlamıştı. Durmadan Fransızca ve İngilizce basında konuyla ilgili makaleleri, araştırmaları kesip saklıyordum. Ardından konuyla ilgili psikiyatrik yorumları okurken şu bilimsel veri gözüme çarptı: Bu grupların içine sadece dini ya da ideolojik inançlarla değil, boşluktan düşen gençler de vardı. Bu zaten başlı başına çok güçlü bir dramatik zemindi. Ardından da karakteri yaratmak için çok uzun uğraştım. Bir de 100 sayfadan fazla çöpe attım. İlk romanım olduğu için bütün bunlar çok zaman aldı. Roman tekniği başka yazı biçimlerine benzemiyor. Kitap nasıl tepkiler alıyor? O kadar olumlu ki ben bile inanamıyorum. "Dahiyane" olduğunu bile söyleyen oldu. Hem edebi olarak, hem de dramatik olarak çok güzel şeyler duydum. Ama zaten kötü olduğunu düşünenler varsa da gelip bana söylemediklerine göre benim sadece olumlu tepkilerden haberim oluyor. Ama aldığım reaksiyonlar içinde en güzeli, 42 film çekmiş, Altın Palmiye'li usta bir yönetmenden geldi: Hikayeyi film yapmak için haklarını istedi. Bundan güzel kompliman olur mu? Kitaptaki ateş ve yakmak tutkusu, bir gün vecde gelerek Basra sokaklarında koşmaya başlayan Rabia'nın elinde bir kova dolusu su, diğer elinde meşale, ne yapmaya çalıştığını soranlara "Bununla yakmak, kül etmek cenneti, berikiyle söndürmek c e h e n n e m i n kor a t e ş i n i " y a n ı t ı n ı h a t ı r l a t t ı bana. Daha önce duymamıştım, çok etkileyici bir sahne. Zaten ateş, her zaman "mitik", efsanevi sahnelerde kullanılmış bir öge, ayrıca da "piromani" yani alev görme, tutuşturma hastalığı benim romanımın anti-kahramanına çok yakışan bir patoloji.
Kitap tartışmalara yol açabilecek İnce bir sınırda duruyor. Sıradan bir kişinin intihar bombacısı olmasına kadar varan bu öyküde Deniz'in hissettikleriyle duygusal bir alanı korumaya çalışırken politik zeminden de kaçamıyorsunuz, değil mi? Ben özellikle kaçmaya çalışmadım. Sadece benim anlattığım karakterin siyasi motivasyonu olmadığı için o alana hiç girmedim. Bu işe politik olarak baş koyan birisini anlatsaydım, o zaman başka bir hikaye olurdu. Mesela romandaki yan karakterler gibi. Ama onlar Ürdün'de, Filistin'de, Afganistan'da, Filipinler'de yaşamış çocuklar ve motivasyonlarının farklı olması gayet doğal. Bebekliklerinden beri din, bomba, ölüm, nefret kavramlarıyla büyümüşler. Aşık bir adam Deniz. Yok edişini ve oluşunu bu aşka bağlıyor. Tabii bir de mutsuz bir çocukluk var. Onun 'son nokta'ya gelmesinde, intihar komandosu olmasında bütün bunlar yeterli mi sizce? Kesinlikle evet, hatta yetiyor da artıyor bile. Bence biraz patoloji sosu fazla kaçmış bile olabilir! Ama ben bunu kafamdan uydurmadım, bir sürü rapor okudum. Son okuduğum iki vaka da bunu teyit ediyor: Bir Belçikalı kız, bir de Fransız gencin hikayeleri. İkisi de Müslüman kültürüyle büyümemiş, radikal gruplara uyuşturucuya alışır gibi alışmış ve canlı bomba olmayı göze almış çocuklar. Zaten intihara yatkınlar ama eğer o intiharı "teatral" kılarlarsa bir şehit, bir kahraman olacaklarını düşünüyorlar, yoksa sadece zavallı bir "looser" olarak ölecekler. Yani onlar için öteki tarafta vadedilen cennet değil, bu tarafta iz bırakmak önemli.
27
Mart-Mayıs 2006
'Maço' ve 'erkeksi' çizilmiş bir dünya içinde Deniz, kırılgan, uyumsuz ve gerektiğinde 'dişi' duruyor. Ama kadınlar karşısında o da bir erkeğe dönüşüyor ve kadınlar onun hayatında nefret edilecek kişiler olmaktan öteye geçemiyor. Kadınların onu aldatan/terk eden kişiler olduğu bilgisi Deniz'in kadın düşmanlığını açıklamıyor benim için; kahramanın aşk diye tanımladığı duyguyu da itici kılıyor. Herkesin aşk kavramı farklıdır. Kimisi deli gibi seviyorum diye diye adamın canına okur, kimisi aşık olunca ilgisiz durur, kimisi de karşısındakini ilgiden boğar, malum. Deniz'inki de böyle yok edici bir aşk. Bir de tabii hayatının ilk kadını olan, Oidipus kompleksinin objesi olan kadın yani annesi, berbat bir kadın. Ondan sonraki ilk ve tek aşk denemesi de terk edilmeyle bitince sonuçta o adamın kadınlardan nefret etmesi doğal değil mi? Yeni bir sevgi denemesine başlayacak gücü olmadığı için bütün kadınları öyle kabul edip aşktan vazgeçmek daha kolay geliyor. Ibsen'in harika bir sözü var: "Bazı günler ölümü seçmek hayatı seçmekten daha kolay gelir insana." Deniz'in maço bir dünyada 'dişi' durmasına katılıyorum. Onu fiziksel olarak da, çok zayıf, kırılgan ve kontr tenor sesli birisi olarak düşledim. Yani öyle moda mecmualarındaki kaslı erkeklere benzeyen bir tip değil. Ama eğer dengeli bir çocuk olsaydı bu fiziksel özellik bir dezavantaj olmayabilirdi. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki onun dişi tarafı değil onu dengesiz yapan. Bir sürü fiziksel olarak dişi görünümlü ama ruhu son derece dengeli ve mutlu arkadaşım var. Çekmecenizde neler bekliyor okurlarınızı? Kitabın Anne Carriere gibi prestijli bir yayınevi tarafından Fransızcaya çevrilme durumu var. Eğer olursa tercümanla birlikte çalışmak istiyorum. Film projesi de olursa ekiple birlikte senaryolaştırma üzerinde çalışacağım. Ama bunlar gerçekleşmezse şu anda yazmakta olduğum piyese devam edeceğim. Daha onların haberi yok ama çok sevdiğim iki arkadaşım, Tilbe Saran ve Derya Alabora'yı düşünerek bir piyese başladım: Bir star ile hayran ilişkisi üzerine, gerçek bir hikayeden yola çıkarak yazıyorum. Fransız ünlü bir oyuncu arkadaşımın başına gelmiş olan bir olay. Ama fazlasını söylemeyeyim, gizli kalsın, olur mu? Son iki hikayemi arkadaş sohbetlerinde anlattıktan sonra televizyonda görüverdim. Hem de çok kötü versiyonlarını. O yüzden artık biraz ketum olmaya karar verdim. Tabii ayrıca Sabah'ın Cumartesi ekine, Elele ve Biz dergilerine yazmaya devam ediyorum.
53
antrakt İlle de oğlan,
ille de kız...
Üçü de 2001 yılında A n k a r a Üniversitesi
"Televizyonda Program Y a p ı m ı " dersi
İletişim Fakültesini kazandılar. Kendi
ortak ilgi alanları olan belgesel sinemayı
deyişleriyle, bu okula girmeleri hem
keşfetmelerini sağladı. Duygu, Meryem ve
tanışmalarına hem de bu belgeselin ortaya
Selin halen belgeseller üzerine
çıkmasına vesile oldu. Okulda aldıkları
çalışıyorlar.
İki sene önce ödev olarak çektikleri 'Eksik Dilek' adlı filmleriyle çeşitli festivallerde boy gösteren Duygu Altıngoz, Meryem Gultabak ve Selin Yıldız, 20-27 Nisan 2006 tarihleri arasında İtalya'da düzenlenen 2 1 . Torino Uluslararası Gey ve Lezbiyen Film Festivali'ne katılıyorlar. Onlarla filmlerinin Torino yolculuğu öncesi görüştük.
54
Üç kadının "Eksik Dilek" yolculuğu nasıl başladı? İkinci sınıfta aldığımız "Televizyonda Program Yapımı" dersi kapsamında bir belgesel çekmemiz gerekiyordu. Önce rahatça çalışabileceğimiz bir grup oluşturarak başladık işe. Üç kadın olarak bir araya gelmemiz ilk başta bir tesadüf eseri olsa da sonradan pek çok konuda bunun avantajını gördük. Sonra konu arayışına girdik. Oturup düşünürken cinsel kimlikler üzerine bir belgesel çekmek istediğimizi fark ettik. Okulumuzun kısa film ve belgesel atölyesinin ve danışmanımız Öğr. Gör. Bülent Özkam'ın da desteği ile çalışmalarımıza başladık. Konumuz cinsel kimlikler olunca aklımıza ilk Kaos GL geldi ve iletişime geçtik. Kaos GL sayesinde belgeselimizin ilk kahramanı Buse ile tanıştık. Bizim için o zaman çok farklı görünen yeni bir dünyaya yolculuğumuz böylece başlamış oldu.
sonra onlardan ailelerinin ve kendilerinin hikayelerini dinledik. İki hikayede de ortak olan nokta bizi "Eksik Dilek"e götürdü. Söz konusu dilekler Buse'nin ve Derya'nm annelerinin dilekleridir. Buse'nin annesinin ne olursa olsun bir oğlum olsun; Derya'nm annesinin de ne olursa olsun bir kızım olsun demesiyle başlıyor hikaye... Belgeselde de Derya ve Buse'nin hayata bakış açıları, acıları, sevinçleri, ailelerinin ve kendilerinin yaşam öyküleri bir gün baz alınarak anlatılıyor. Başka bir bedende yaşayanları anlatmak... Sizi bu hikayelere çeken neydi?
sıcacık insan hikayesi ile karşılaştık ve bunu anlatmaya karar verdik. Medya şöyle diyor böyle diyor demektense onların yaşamlarını anlatmanın daha iyi bir karşılık olacağını düşündük.
Buse ve Derya'ya ulaşabilmeniz, onları kamera karşısında konuşmaya, bir günlerini izlemeye ikna etmeniz zor oldu mu? Buse'yi Kaos GL sayesinde tanıdık ve bir araya geldiğimizde çabucak iletişim kurduk. Zaten dört kadın olarak konuşacak çok fazla konumuz vardı. Birkaç saat içerisinde iki tarafın birbirine Tabii ki transseksüelleri çekelim güveni sağlanmış ve çok güzel bir dostluk kurulmuştu bile. diye başlamadık işe. Önce cinsiyet konusu üzerine tartıştık, Derya'yı ise Buse sayesinde tanıdık. Derya daha çekimserdi sonra toplum ve cinsel kimliğe ilk başlarda ama karşılıklı yoğunlaştık. Bu konuda paylaşımlar arttıkça o da bizim araştırmalarımız sürerken iyi niyetimize güvendi ve hiç medyanın transseksüelleri çekinmeden her şeyi konuşur olumsuzlayan bakış açısı olduk. Çekimler sırasında dikkatimizi çekti. Öğrenim kamerayı çoktan unutmuştuk gördüğümüz alanla da ilgili bile. olduğu için medyanın bu bakış açısının ve yaptığı bu haberlerin Torino Uluslararası Geyve transseksüeller hakkında "Eksik Dilek" neyi, kimleri Lezbiyen Film Festivali tarihinde olumsuz önyargılar anlatıyor? Türkiye'den ilk kez Atıf Yılmaz'ın oluşturduğunu düşündük ve işin Düş Gezginleri adlı filmi yer Buse, erkek bedeninde kadın bulmuştu. Kutluğ Ataman'ın ruhuna sahip biri. Onun vasıtası gerçeğinin ne olduğunu keşfetmeye karar verdik. İşe Lola+Bilidikid filminin en iyi film ile tanıdığımız Derya ise kadın böyle başladık ama Buse ve seçilmesi sonra... Geçtiğimiz bedeninde erkek ruhuna sahip sene de Serra Yılmaz jüri biri. Buse ve Derya ile tanıştıktan Derya'yı tanıdıktan sonra iki
üyeliğindeydi. Bu sene ise "Europa Mon Amour: translstanbul" bölümü düzenleniyor. Birkaç film dışında eşcinsel sineması olmayan Türkiye'ye özel bir başlık ayırmaları konusunda ne düşünüyorsunuz? Aslında Türk sinemasında içinde eşcinsel, biseksüel ve transseksüel karakter barındıran ya da bu karakterleri konu edinen az sayıda da olsa filmler görmek mümkün (Düş Gezginleri,
Samimi filmlerin festivali
Dönersen Islık Çal, Ferzan Özpetek filmleri, Gece Melek ve Bizim Çocuklar...). Bu noktada iş hepimize düşüyor. İçinde LGBT karakterlere yer veren ya da bunu konu edinen bütün filmleri heteroseksist bakış açısı ile yapılmış diye dışlamadan eşcinsel sinema kategorisine dahil edersek ileride elle tutulur ve sağlam bir eşcinsel sineması oluşmasına katkıda bulunabiliriz. Filmleri eleştirmekle dışlamanın farklı şeyler olduğunu bilmemiz
gerekiyor. Torino'nun da bunu fark ederek Türkiye'de artık bir eşcinsel sineması oluşması için katkıda bulunmak isteyerek bu başlığı açtığını düşünüyoruz. Bu konuda filmler yapılmaya devam edilmeli, yer altında kalmış ya da amatör olarak çekilmiş filmler ortaya çıkarılmalı, bu filmler üzerine tartışılmalı, eleştirilmen, üretimi desteklenmeli ama dışlanmamalı diye düşünüyoruz biz.
!f Bağımsız Filmler Festivali beşinci yaşını Ankara'da düzenlediği film günleriyle kutladı. 3-5 Mart tarihleri arasında Ankara'da konaklayan festivalin koordinatörlerinden Serra Ciliv'le ayaküstü bir sohbet gerçekleştirdik. 55 !f İstanbul neyin ihtiyacı olarak doğdu? Bağımsız, alternatif filmlerin, başka bir şeyler görmenin, şehrin havasını on günlüğüne değiştirmenin, yan etkinlikleriyle, partileriyle on günlüğüne çok keyif almanın ihtiyacı olarak doğdu. Bir de tabii kendimiz için çok keyif aldığımız bir iş kolu yaratmak ihtiyacından. !f İstanbul, Türkiye'de eşcinsel sinemasına ayrı bir başlık ayırmış ilk festival. "Gökkuşağı Filmleri" diye bir bölüm yapmaya karar verdiğinizde çekinceleriniz var mıydı? mı! Birçok yerden bu işin nasıl olamayacağına dair uyarılar aldık tabii. Ama henüz ilk senesinde festival fuayesinin canlılığını gördüğümüzde doğru yolda olduğumuzdan emin olduk. İlk yıldan bugüne "Gökkuşağı Filmleri" nasıl tepkiler aldı? Her sene Gökkuşağı Filmlerinden bir ya da iki film en çok satan filmler arasında yer alır. Aslında Gökkuşağı Filmlerini programlamak kolay iş değil, çünkü çok sayıda iyi film yapılmıyor. Belki de bugüne kadar özenle seçip güvenle tanıtımını yaptığımızdan olsa gerek, hep tutuldular.
27
Mart-Mayıs 2006
"Gökkuşağı Filmlerini neye göre seçiyorsunuz? Diğer bölümlerin filmlerinde aradıklarımızı arıyoruz: Kaliteli, samimi filmler. Ama bu bölümde her sene belgesel de olsun istiyoruz g e n e l l i k l e . "Gökkuşağı Filmleri" izleyicisini buluyor mu? Tabii ki!..
"Brokeback Dağı" hakkında bilmek istediğiniz ya da istemediğiniz şeyler
antrakt
künye Yönetmen: Ang Lee Senaryo: Larry McMurtry, Diana Ossana (Annie Proulx'un aynı adlı öyküsünden) Oyuncular: Heath Ledger, Jake Gyllenhaal, Anne Hathavvay, Michelle VVİlliams. 2005, ABD, 134'
konu
Sene 1963. Brokeback Dağı'na çıkarılacak sürülere çobanlık yapmaya aday İki adam: Ennis Del Mar (Heath Ledger) ve Jack Tvvlst (Jake Gyllenhaal). Tanışırlar ve önlerinde uzanan dağ yolunu birlikte çıkarlar. Brokeback Dağı'nda İlk kez dokunurlar birbirlerine, birbirlerinin bedenlerine. Dağın eteklerinde başlayan aşk, ayrılıkla kesintiye uğrar sonra. Ennis ve Jack, dört sene boyunca görüşmezler. Başka kentlerde, kasabalarda bambaşka hayatları denerler. Ennis yerleşiktir. Dağa çıkmadan önce yaptığı planları gerçekleştirir ve Alma'yla (Michelle VVİlliams) evlenir. İki çocuğu olur. Jack ise rodeo alanlarında gezerek geçirir zamanını. Bir yarışta tanıştığı Lureen (Anne Hathavvay) ile evlenir ve bir oğlu olur. Dört sene sonra Jack'ten Enis'e gönderilen Brokeback Dağı manzaralı kartpostal, bir şeylerin bitmediğini, ama pek çok şeyin de sona ereceğini gösterecektir.
ne dedi?
56
"Herkeste sevgi özlemi vardır. Belki tadını almışsınızdır ve fazlasını istiyorsunuzdur, belki hiç yaşamamışsınızdır. Çok dolu bir hikaye, olabilirdi, olmalıydı, belki olurdu... Sunmaya çalıştığımız duyguların gerçek olmasını diliyorum, aktörlerin oynadıkları rollere inanmaları ve duygunun seyirciye geçmesini de. İnsanların kalplerine baktığınızda taraflı görüşler ortadan kalkar. Umarım bizim aşk hikayemizde bu gerçekleşir. Bana göre, Brokeback Mountain eşsiz ve evrensel bir Amerikan aşk hikayesi." Ang Lee "Birçok sevişme sahnesi çok fizikseldi ve çoğu yönden kavga sahnelerine benziyordu. Dolayısıyla bağlantı kurabileceğim bir şeyler vardı. Bu benim için bir rahatlama noktasıydı. Ama çadırdaki sahnede benim onu (Heath Ledger) kendime çekip olayları yönlendirmem gerekiyordu ve bu konuda hiçbir tecrübem yoktu. Sevişme sahneleriyle gurur duyuyorum ve birçok insanı rahatsız edeceğini, aynı zamanda bir o kadar insana rahatlık vereceğini biliyorum. Sahneyi görmek beni hem rahatsız ediyor hem de rahatlatıyor. Ama, kontrolü ele alıp bütün bunlar konusunda tecrübeli olan benmişim gibi davranmak, benim için yapılması en zor şeydi." Jake Gyllenhaal
kim yazdı?
Annie Proulx'un kısa öyküsü 'Brokeback Mountain' ilk olarak 1997 yılında The New Yorker dergisinde yayımlandı. Hikaye pek çok ödülün yanı sıra, National Magazine ödülünü kazandı. Öykü daha sonra yazarın 'Close Range: VVyoming Stories' adlı derleme kitabında yer aldı; filmden sonra kitaptan bağımsız olarak da yayımlandı. Annie Proulx "Türkiye'deki edebiyat zulmü" yüzünden kitabının Türkiye'de yayımlanmasına izin vermiyordu; gerekçesi ise düşüncelerini ifade ettiği için yazar Orhan Pamuk hakkında açılan davaydı. Pamuk davasının düşmesiyle birlikte yazar kitabının Türkçeye çevrilmesine izin verdi. İtalya'da "Brokeback Dağı'nın Sırrı" adıyla yayımlanan kitap Türkçe olarak Everest Yayınları tarafından basılacak.
kim ne yorum yaptı?
Oray Eğin, Akşam gazetesindeki köşesinde filmin adı için bir öneride bulundu: "Ben hâlâ kendi önerim olan 'O Biçim Kovboylar'da ısrar ediyorum. Hem Türk argosuna özgü bir deyim hem de aslında Brokeback Dağı'nda koyun gezdiren çobanların hikayesini daha rahat açıklar." Hürriyet'in Kelebek ekinin yazarlarından Onur Baştürk, filmin medyada "gey kovboylar" diye lanse edilmesini doğru bulmadığını, bunun yerine "aşık kovboylar" denmesinin daha makbul olacağını yazdı. Gerekçesi ise şuydu: "Çünkü bu kovboylar biseksüel." Yeni Şafak'taki köşesinden filme birkaç yazıyla saldıran Ali Murat Güven, oklarını başka yönlere de doğrulttu: "Ne Türk toplumunun ne de insanlığın Brokeback Mountain'ın gösteriminden elde edebileceği hiçbir kültürel kazanım yok. Olamaz da. Benden ölesiye/öldüresiye nefret eden eşcinseller sitelerinde şahsım hakkında her ne derlerse desinler, insanın bu kısacık hayatta seçebileceği doğru ve yanlış yollar insanlık tarihi kadar eski bir zamanda çoktan çizilmişti. Onlar 'normal' olanın değil, 'anormal' olanın ardından yürüyorlar. Ha, böyle bir yolu seçme hakları elbette ki var, ama 'anormal' olanı bizlere 'normal' diye dayatmamak ve cinsel tercihlerinin hem bu dünyada hem de ahretteki sonuçlarına paşalar gibi katlanmak kaydıyla..."
hangi ödülleri aldı? Akademi Ödüllerinde "en iyi film" seçilemese de "en iyi yönetmen", "en iyi uyarlama senaryo" ve "en iyi müzik" dallarında Oscar almayı başardı. Müzik dalında Gustavo Santaolalla, ödülünü alırken şunları söyledi: "Brokeback Dağı, ne kadar farklı olursak olalım, aşkın bizi birbirimize benzettiğini bir kez daha gösteren bir film oldu." İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) tarafından "en iyi film", "en iyi yönetmen", "en iyi uyarlama senaryo" ve "en iyi yardımcı erkek oyuncu" dallarında ödüllendirilen Brokeback Dağı, 2005 Venedik Uluslararası Film Festivali Altın Aslan Ödülü de dahil toplam 57 ödül aldı.
hangi ülkelerde yasaklandı
Malezya ve Çin'de gösterimi yasaklandı. Singapur'da 21 yaşından küçüklerin izlemesi yasak. Arjantin, Brezilya ve İrlanda'da 16 yaşından küçüklerin izlemesi yasak. İngiltere ve Güney Kore'de 15 yaşından küçüklerin izlemesi yasak. ABD'de ise 17 yaşından küçükler ancak yetişkin bir refakatçiyle izleyebilir. Türkiye'de gösterilmesi adeta yılan hikayesine dönen filmin nihayet VVarner Bros. tarafından dağıtılacağı ve 24 Mart'ta gösterime gireceği açıklandı. Ancak, yanlarında bir yetişkin olmadığı sürece film 18 yaşın altındakilerin izlemesi yasak!
filmin ardından Film, turizm sektörünü yeni bir yatırım alanıyla tanıştırdı: Kovboy kampı. Filmin öyküsünün geçtiği Wyoming Eyaleti'ndeki turizm firmalarını kamp kurmak için arayan hayal kırıklığına uğruyor, çünkü Brokeback Dağı diye bir yer yok. Yönetmen Ang Lee, filmi Kanada'daki Rocky dağları ile Wyoming'deki VVind River Vadisi'nde çekti. Filmde kovboyların aşkının sembolü haline gelen iç içe geçmiş iki gömlek, düzenlenen bir açık artırma ile 100 bin dolardan satışa çıkartıldı. Açık artırmada en yüksek rakamı ödeyen Tom Gregory adlı işadamı, gömlekleri bir eşcinsel örgütüne bağışlayacağını söyledi.
27
Mart-Mayıs 2006
www.brokebackmountain.com
57
antrakt Brokeback
Atıkları
Dağı
Yusuf Eradam
Dağ görünür. "Dağlar dağlaaaar! Kurban olam, yol ver gecem, sevdiğimi son bir olsun, yaKKından göğreml" Yakından görülmez "sırtı kırık" bu dağ. O kadar ortada ve kocamandır ki kimse o dağı fark ettiğini söyleyemez. Odanın içinde kocaman bir fil vardır da kimse ondan bahsetmek istemez ya, öyle bir haldir eşcinselliği tanımak. Hayat, lonescu'nun oyunlarını aratacak denli saçmalaşmıştır. İktidar sfenksi usul usul her yana yürüyebilmektedir ve kendi çirkinliğini öteki diye yarattığı karşı kimliklere yüklemektedir. Dağın sırtı bunun için kırıktır. İki yakası bir araya gelmez varoluşunun değeri ve ontolojik güvenliği açısından. Değeri ve geçerliliği ise içinde bulunduğu hücrenin iktidar söylemini elinde tutanların onayı ve olumlama süreçlerinin mekanizmaları ve sistemini tehdit etmediği sürece vardır, hoşgörü sınırları içinde.
58
Ennis del Mar ile Jack arasında yeşeren aşkın, iki sığır çobanının aşkını işler Ang Lee'ye en iyi yönetmen oskarını getiren bu film. Ferzan Ozpetek'in Hamam filminde, ya da ondan da önce birçok Avrupa filminde daha önce işlenen bir konu bu kez Amerikan Batı söyleninin bir parçası sayılan taş fırın erkeği (MaLboro Man) de diyebileceğimiz ve Camel sigarası reklamlarında da sık sık görülen erkekler odaklanarak işlenmektedir. İki kovboy birbirlerine aşık olurlar. Film ne hakkındaymış diye soran birine gelen yanıt haliyle "gey kovboylar hakkındaymış" olur. Amerikan sinemasında bu denli romantik bir kurgu ve çekimlerle ilk kez yapılıyor, tamam, ama kalıplarda bir değişiklik yok. Bu filmde mutlu son olsaydı film ödüllere aday gösterilir miydi? Dağın sırtının hep kırık mı kalması gerekir? Kadının ikincil önemi haiz yaratıklar gösterme sorunsalını işleyen yapıtların çoğunda, genel geçer ölçütlere ve rollere uygunluk gösterilmeyen ve sisteme kendini yediremeyen ya da uygunlaştırılamayan öykü, roman, film karakterleri önünde sonunda yok edilirler ya da bu yola itilirler. Anna Karenina, Madame Bovary, Uyanış, "Sarı Duvarkağıdı", Mrs. Dallovvay bunlardan sadece birkaçı. Yazgı yokluktur, bu yüzden de ayak uyduramadığı bir varoluş düzeneği içinde kadın genellikle kendine kıymayı yeğleyecektir, sanatkârane bir biçimde, topluma bir uyarı niteliğinde ve gözümüzde trajik yücelik kazanıp büyüyerek. Neticeye baktığımızda ise kadın ya da iktidar için sorun ortadan kaldırılmıştır. Kadın atık olmuştur. Kadına kendine uyanışına sahip çık, diren ve hayatta kal iletisi verilmez. Okuyucu bir yapıttan bu cesaretle çıkmaz. Ang Lee'nin filmi de yüzyıllardır kadın için yapılanı eşcinseller için yapıyor. Filmden çıkarken gördüm, otuz beş yaşlarında bir gey hüngür hüngür ağlıyordu. Yazgımız mı bu, değişmeyecek mi diye de ağlıyor olabilir, geydir, yumuşak kalplidir, film de az dokunaklı değildi yani de diyebiliriz. Ama empati kurdurup korkudan geçip ağlatabilecek bir filmdi ama gerçek hayattaki kurbanların (İstanbul'da öldürülen eşcinsel sayısı 200 olmuş!) ne yazık ki kurban olarak kalacaklarını ve bunun da yazgı olduğunu romantik yanlarımızı besleyerek anlatan, kadın için yapılanı yineleyen bir filmdi. Bu anlamda da geylerle (ki görünürlükleri daha az olan lezbiyenleri de katmak gerekir bu kurbanlaştırma süreci/harekatı içine) kadınlar kaderdaşlık etmiş olmaktadırlar. Ankara'da selamlaştığımız, Cihangir'de dost olduğumuz üstad Çerkeş Karadağ bakın Görme Kültürü adlı kitabının üçüncü cildinde "ötekilik" üzerine ne diyor: "Yaşam, kendi dışımızdaki 'ötekilerle' oluşturduğumuz kapsamlı bir diyalog ortamıdır." (s. 137) Ama dağ hep destansı bir kimlikle gelir. Yüz gibidir. Rembrandt'ın yapmaya doyamadığı yüzü gibi. Onu giyinen, ona yakın duran, eğretileme olarak dağ giyinen trajik yücelik ile birlikte ölümsüzlüğe de ulaşır. Ulaşmazsa bile, teğet geçer.
Soğuk dağ bu yüzden iç savaşı anlatmak için idealdir. Bizim dağlarımız var demekle, tarihimiz var demek neredeyse aynı kapıya çıkar. Dağ orada durur bütün heybetiyle, sırtı kırık dağ, iki sivri ucu bir araya gelmeyen dağ...tepeleri kavuşmayan dağ... Eğretilemeye bakılacak olursa, filmin finali de tahmin edilebilir ama zaten gözyaşları döküp empati kurmak için de mutsuz son gerekli. Ama, iki aşık kadar, Ennis'in karısı Alma da dokunaklı bir karakterdir. Bilir, susar. Susma cesareti gösterir bir yere kadar. Taşrada susmak kadına bahşedilmiş bir erdemdir ya. Varsıl bir ailenin kızı olan Jack'in eşi ise bilmez durumu, bilmediği için ve de zengin olduğu için, Jack'i uşak gibi kullandıkları için ona üzülmeyiz. İhaneti, hem de böyle eşcinsel bir ihaneti hak etmektedir. Davranışları, hep para düşünüşü, altmışlı yılların yüzü, makyajı ve saç modellerini giyinen yapıntı bir yüz taşıdığı için de izleyicinin sempatisini toplayamayan, ama iktidarın bir parçası olmayı yeğlediğini finalde anladığımız takma tırnaklı itici bir kadındır. Öte yana geçip bakarsak, bu iki erkeğin, evlilik kurumu hücresini hak etmediklerini de görürüz. Taşra zihniyetiyle bizim töre cinayetleri gibi, ortadan yok edilir eşcinsel çiftler. Bu yok ediliş sahneleri gösterilmelidir ama dünya değiştikçe, değiştirildikçe, değişenler de örnek olarak gösterilmelidir çünkü bilgi hepimizin de katılacağı gibi kitaptan geçmiyor/öğrenilmiyor. Çerkeş Karadağ'ın da altını çizdiği gibi "görüntüler aracılığıyla, ötekinin varlığı ve yaşam tarzı ile kurulan organik her ilişki, ötekiyi bizden daha fazla uzaklaştırmaktadır. Çünkü görüntüler, bilgilendirdikleri oranda, yabancılaşmaya da yol açar." (s. 137)
Dağ ortada durur. Bu yabancılaşma, bu yaban söyleminin simbiosis kurallarına göre de dağı göz göre göre yoktan sayarlar. Sayamazlarsa yok ederler. Dağı yerle bir etmek de şart değildir bunun için. Üzerine bir varoş dikersiniz, olur biter. Dağ yokmuş gibi davranmak da ayrı yazı konusu. Ennis'in yüzünü mümkün olduğu kadar az göstermesi, hep şapkanın izin verdiği ölçüde yüzünü gözünü göstermesi de bunun kanıtıdır. Kendi cinsel yönelimi ile barışık olmadığının, cinsel yönelimini özgürce yaşayamadığının göstergesi olarak kasıtlı verilmiş bir mizansendir mutlaka, fakat aynı duygusallaşmaya, hatta ağlamaya teşne yüzler yine, Çerkeş'in de vurguladığı gibi, "tüm anlamlara karşılık verebilen, değişken ve dönüşebilen bir yapıya sahiptir." (s.145) Söz, bilgi ve benzer araç gereçlerle yön verilen karar mekanizmaları işte bu yüzler, imgeler ile cisim ya da beden bulur. Ang Lee'nin film boyunca en iyi kullandığı sinema aracı da oyuncularının yüzleri olmuştur. Finalde Jack'in babasının yüz ifadesi, bir cinayeti aile içinde, töre gereği, ailenin adı kirlenmesin diye nasıl işleyebileceklerinin kararlılığı ile uzun bir tarihe sahip kurumsal bir yerleşmişliğin göstergesiydi. İktidarın belirlenmişliği ve çantada keklik bilinişi konuşuyordu Jack'in babasının yüzünde. Grant Wood'un "American Gothic" (1930) adlı tablosundaki çiftçinin neredeyse kopyasıdır kırsal yörenin iktidar tetikçisi Jack'in babası. Piyano Öğretmeni'nin finalinde Isabelle Huppert'in bıçağı kendine saplamasının sebebi de budur, geride kalan "devletlu" ulu konservatuar binasının kalıklığının ihtişamı da bundandır. İşte bu alt metindir filmin sonunda, iki aşığın gömleklerini iç içe askıya alan. Sevgilinin gömleği, hep içe giyilecektir. Dışarıda görülmeden, bu gömleği görünce rahatsız olan, utanan, kendi ayıbını anımsayan iktidar mihraklarının gözlerine batan görsellere dönüşen gey bedenlerin de ikiz kuleler misali ortadan kaldırılması gerekir. Yıkılanın yerine, hiçbir şey olmamış gibi yepyeni bir başka bedenin, binanın gelmesi bu yüzdendir. Dünya Ticaret Merkezi yıkılır, yerine özgürlük kulesi gelecektir. Madımak oteli yanar, yerine restore edilmiş yeni bir Madımak oteli gururla durur yerinde. Utanç abidelerimiz yoktur belleğimizde. Jack'in annesinin ve Ennis'in karısı Alma'nın yüzlerinde görülen endişe, kurban edenlerin düzeninde dolaylı kurbanların, iktidarsız masum kadınların yüzleridir. Umarsızlığın yüzleri. "Biz bir şey yapmadık!" diyen yüzler. Tıpkı bu kadınlar gibi "Ben yapmadım!" diyen çocuklarız filmden çıkarken. Empati kurabildiğimiz ölçüde anlarız ötekinin sorununu, ama asla onlar kadar anlayamayız olan biteni. Hal böyle olunca da, yüzümüze kendimize bile yadırganası bir persona oturur. Omuz da silkebiliriz, unutuşa geçmeden az önce. Yüzümüz, dağlara dönüktür, utanç içinde. Bedenimizin, cinsel kimliklerimizin/yönelimimizin ortada ama örtülü gizli dilekçeleridir yüzümüz. Gey izleyicinin ışıklar yandığında ağlarken yüzünü kapatışı bundandır. O kapattıkça daha çok kişinin onun ağladığını fark etmesi de doğaldır. Kapatılan yüz, bedenidir çünkü. Eşcinselliğini ifşa eden bedenidir.
27
Mart-Mayıs 2006
Dağların yol vermesini beklemek boşunadır. Geçmek isteyen sanatçıların, yarattıkları yüzlerin yol aldıklarını örneklemeleri, hayat kadar acıklı, dokunaklı yapıtlar olsa bile, azimle yola çıkıp direnen ve başaran insanların da bulunduğunu, onların da yol aldıklarını gösteren ürünler vermelidirler. Yoksa, hiç kimse, kendi tenine başkasının giysisini giymez, aşık olmadıkça. Yoksa, sırtı kırık dağlar, sıra dağlara dönüşür. Atık tarihi, kapitalizmin ve zorbalıklar tarihidir de. İnsanın eline yüzüne bulaşır atık. Atıklaşmak üzere askıya alırız meselelerimizi, görünmeye görünmeye.
59
alış veriş sepeti
kitap Tiffany'de Kahvaltı Truman Capote Sel Yayıncılık Modern Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından Truman Capote'un en ünlü kitabı Tiffany'de Kahvaltı, yeryüzünün en kırılgan öyküsünü anlatır. Kırılgandır, çünkü kimseye, hiçbir şeye bağlanmadan yaşamak istediğini söyleyen, umarsız ve şımarık gibi görünen Holly'nin kırılgan kalbinin en derin yerini gösterir bize. Audrey Hepburn'ün de hayat verdiği Holly Golightly karakteriyle Tiffany'de Kahvaltı yüreğinizin en ince yerine dokunacak.
60
Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir küçük İskender Sel Yayıncılık küçük İskender'in baskısı tükenmiş kitaplarından üçü bu kitapta bir araya geliyor. Okurunu da şair olmaya davet eden bir kitap bu. Okumaya ışıkları söndürmeyi unutmayın!
Volkan'ın Romanı Ahmet Tulgar Everest Yayınları Türkiye'nin yakın geçmişinden izler taşıyan kişiliklerin birlikte kurduğu, hem aşkı anlatmaya hem polisiye roman olmaya çalışan bir yol öyküsü. Hiçbir şeye dokunmadan geçen ama her şeyin ortasında tutuklu kalan bir roman: Volkan'ın Romanı. Ahmet Tulgar bu kez, genç polis Volkan'ın öyküsünü bırakıyor avucumuza.
Baba ve Piç Elif Şafak Metis Yayınları Baba ve Piç, İstanbul-San Francisco hattında gidip geliyor: Müslüman-Türk Kazancı ailesiyle Ermeni asıllı Amerikalı Çakmakçıyanların 90 yıla yayılan öyküleri iç içe. Kederli bir geçmişi tamamen unutmak mı daha doğru, geçmiş bilincini beraberinde taşımak mı? Diğer yandan bir kadınlar romanı Baba ve Piç. Erkeklerin apansız ve açıklamasız ölüverdiği, geriye hep kadınların kaldığı bir sülaleden dört kuşak kadının hikayesi. Anneannelerin, ciciannelerin, teyzelerin hafızalarıyla can bulan bu romanı severek okuyacaksınız.
Bir Şey Oldu Fatih Özgüven Metis Yayınları Bir Şey Oldu, kitaba adını veren çıkış hikayesi. Fatih Özgüven'den tedirgin edici 'korku' öyküleri... Uzaylılar mı, hayaletler mi? Kesinlikle hayaletler.
Adresinde Bulunamadı Mehmet Bilâl Everest Yayınları Daha önce Üçüncü Tekil Şahıs adlı romanıyla tanıştığımız Mehmet Bilal'in bu yeni romanı, kendi adresini de tam veremeyen iki kişi arasındaki bir aşkın öyküsünü anlatıyor. Bir zarfa yüklenmiş bir aşkın, daha doğrusu bir yalnızlığın öyküsü döne döne kendini anlatmayı deniyor. Ama aslında anlatılan şey, belki de hiç anlatılamadan kalan...
Elde Makas Koşmak Augusten Burroughs Çeviren: Sakıp Murat Yalçın Pia Yayınları Augusten Burroughs'un 2002 tarihli bu kitabı her ne kadar inanması zor birçok öğe taşısa da bir yaşam öyküsü aslında. Burroughs'un altı-on dört yaşları arasında yaşadıkları. Burroughs dengesiz anne babasını, Dr. Finch'i, onun sıra dışı evini ve ailesini, orada edindiği dostlukları, ilk eşcinsel deneyimlerini anlatıyor.
Harem ve Kuzenler Germaine Tillion Çeviri: Nükhet Sirman, Şirin Tekeli Metis Yayınları
Salomé
27
Mart-Mayıs 2006
Oscar Wilde Çeviren: Murat Ersen İmge Kitapevi "Senin bedenine aşığım, Yahya! Ne Arap Kraliçesi'nin bahçesinin gülleri ne de Arap Kraliçesi'nin baharat bahçesi; ne yaprakların üstünde parlayan gün ışığının ayakları ne de denizin gönlünde yatan ayın yüreği; dünyada senin bedenin kadar beyaz başka hiçbir şey yoktur. Bedenine dokunmama izin ver." Oscar VVilde'ın hikayesinin kaynağını İncil'den aldığı tek perdelik ihtirasın özyıkıcılığına dair bir trajedi.
Geleneksel Akdeniz toplumlarının ortak özelliği olan akraba evliliği, kan davası, namus cinayeti, kadınların mirastan mahrum edilmesi ve başörtüsü gibi geleneklerin ortaya çıkışını ve gelişimini araştıran bu kitapta Germaine Tillion, kimliğin ve kültürel yapının her bir toplumun kendi özünden değil, düpedüz toprağa el koyma biçiminin örgütlenmesinden ve bu örgütlenmenin farklı toplumsal akımlar karşısında geçirdiği değişimden kaynaklandığını ileri sürüyor.
61
alış veriş sepeti
Aşk Toni Morrison Çeviren: Püren Özgören Can Yayınları Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, 'Aşk'ta cesur ve umut dolu üç kuşak zenci kadınının dünyasını anlatırken burulmuş bir yaşamın düşsel bir aşka, umarsız bir tutkuya, kör bir hırsa dönüşmesini dile getiriyor. Roman, VVilliam Cosey'in yaşamındaki iki kadınla ilişkilerinde odaklanıyor. Toni Morrison, bir kez daha, ABD'deki Siyah edebiyatının alışılmış kalıplarını kırıyor, değişen toplumsal ilişkilere yepyeni bir bakış getiriyor.
62
Dergi
Bireylikler İki aylık Külütr, Sanat ve Edebiyat dergisi Bireylikler, Mart-Nisan sayısında küçük İskender'i konuk ediyor. "Edebi Terörist: küçük İskender" başlıklı bir dosya hazırlayan dergi, şairin 20. 'şiir yaşı'nı kutluyor.
DVD
Sevgili L'amant Yönetmen: Jean-Jacques Annaud Oyuncular: Jane March, Tony Leung Fransa, İngiltere, Vietnam, 1992, 111' 1920'li yılların sonunda Hindicin... Fransız genç kadın, Mekong nehrinde bir vapurda Çinli bir adamla tanışır ve onun birlikte yolculuk etme teklifini kabul eder. Ünlü yazar Marguerite Duras'nın Fransa'nın en önemli edebiyat ödülü Prix Goncourt'a değer bulunan ve kendi yaşam öyküsünden izler taşıyan romanından baş döndürücü güzellikte bir uyarlama.
Sınırda Edebiyat, Yaşam ve Eleştiri dergisi Sınırda'nın 5. sayısında "Eleştiri ve hakaret ya da ifade özgürlüğü" başlıklı bir dosya yer alıyor. Üç ayda bir yayımlanan dergi, edebiyat üzerine yazılar ve incelemelere de yer veriyor.
Altyazı Türkiye'nin en iyi sinema dergilerinden Altyazı, Mart sayısında Haneke'nin Saklı'sını (Cache) kapak yapmış. Övül Durmuşoğlu'nun "Brokeback Mountain"ın bu kadar sevilmesiyle öyküsünü anlatırken takındığı tavrı sorguladığı yazıyı hararetle öneririz!
Benim Güzel İdaho'm My Own Private Idaho Yönetmen: Gus van Sant Oyuncular: Keanu Reeves, River Phoenix 1991, ABD, 102' Yönetmen Gus Van Sant'ın en iyi filmlerinden olan My Own Private Idaho, 23 yaşında yaşama veda eden River Phoenix'in çarpıcı oyunculuğuyla da kült statüsüne erişmiş, heyecan verici bir film.
Albüm Bir Şarkı Tut
İki Genç Kız Yönetmen: Kutluğ Ataman Oyuncular: Feride Çetin, Vildan Atasever, Hülya Avşar 2005, Türkiye, 103' Perihan Mağden'in İki Genç Kızın Roman adlı romanından uyarlanan film, farklı sosyal sınıflardan gelen ama aynı sorunu aidiyetsizliği paylaşan Behiye ile Handan'ın öyküsünü anlatıyor.
Nazan Öncel Nazan Öncel'in yıllardır arayıp da bulamadığımız, belki de en güzel albümleri olan "Göç", "Sokak Kızı" ve "Demir Leblebi". Üçü bir arada, yeniden huzurlarda! Özleyenler için.
Uçup Giden Gençliğime Esengül 70'lerde art arda çıkardığı plaklarla meyhanelerin vazgeçilmez sesi olmuş, o yıllarda özellikle Anadolu'da bir fırtına gibi esmiş ama 24 yaşında hayata veda etmiş Esengül'ün sesi yine kulaklarımızda!..
63
Brokeback
Tutku Kanunu
27
Mart-Mayıs 2006
La Ley Del Deseo Yönetmen: Pedro Almodovar Oyuncular: Antonio Banderas, Carmen Maura İspanya, 1987, 98' "Tuhaf, hipnotize edici ve Almodovar'ın en iyi filmlerinden biri." Mountain Express Yönetmen Pablo ve erkek kardeşinin cinsel hayatları oldukça sorunludur. Eşcinsel olan Pablo karşılıksız bir aşkla Juan'ı sevmektedir. Kardeşi Tina (Carmen Maura) da transseksüel olarak yaşamakta ve bir kız çocuğu büyütmektedir. İki kardeş Ada'yı sanatçı olarak yetiştirmek isterler. Pablo'nun yeni tanıştığı Antonio (Antonio Banderas) herkesin hayatını değiştirecektir...
Mountain Soundtrack İki kovboyun imkansız aşkını ve çaresiz hasretlerini anlatan Brokeback Mountain'ın Oscarlık müzikleri arşivde mutlaka olmalı. Bob Dylan klasiği "He Was a Friend of Mine"ını dinlerken ağlamamak elde değil!
biterken
Cinselliğin görselliği, görselliğin cinselliği:
Dünyanın içine battığı pornografi dünyasının kapılarını aralıyor ve etrafımızı saran, zihnimizi bulanıklaştıran bütün imgelerin nasıl pornografik öğelere dönüştüğünü sorguluyoruz. Pornografi nedir, ne zaman ortaya çıktı, nelerden besleniyor ve eşcinselliğin pornografiyle ilişkisi ne? Pornografi kendi dilini nasıl kuruyor? O dil nasıl ve nerelerden besleniyor? Cinsellik hayatımızın en önemli meselesi mi? Pornografi cinselliğin bir adım ötesi mi? 64
Beden ve haz nasıl tüketilir? Beden ne zaman pornografik olur? Arzu nesnesine dönüşen beden artık pornografik bir şey midir? Nasıl ticarete elverişli bir hale gelir? Eşcinsel argosu pornografik mi? Reklamlar ve magazinlerdeki bedenler bizleri kışkırtıyor mu, kıstırıyor mu? Mahremiyet ile pornografi arasındaki sınır nerede başlar, nerede biter? Eşcinsel mekanlarında pornografi: Hamamlarda, sinemalarda, parklarda ve barlarda neler oluyor? Pornografi, doyurulmayan arzuların cansimidi mi? Pornografi yalnızca erkeklere mi sesleniyor? Ya kadınlar? Erotik mi pornografik mi?
Yanıtlar Kaos GL'nin 28. sayısında...
yüz yüze geliyoruz homofobi karşıtı buluşma 17-21 mayıs 2006, ankara
Melek Göregenli Can Dündar Oray Eğin Hülya UğurTanrıöver Erinç Seymen Şahika Yüksel Nesrin Yetkin Taner Ceylan
27
Mart-Mayıs 2006
Murathan Mungan
Ayrıntılı bilgi ve program 15 Nisan 2006'dan itibaren www.kaosgl.com'da!
İstanbul'da yasadışı mülteci olan Afrikalı iki genç annenin hayat mücadelesini anlatıyor "yasadışı": Somalili Suad ve Etiyopyalı Zimbabwe. Her ikisi de 20'li yaşlarının başlangıcında, üçüncü bir ülkede kuracakları yeni hayatlarının başlamasını bekli yorlar. Türkiye'nin ilk kadın savaş fotoğrafçısı olan Bikem Ekberzade'nin 7 yıldır sürdürdüğü Mülteci Projesi kapsamında gerçekleştirilmiş bir kitap "yasadışı". Kosova'dan Afganistan'a uzanan projenin fotoğraf ları, Newsweek'te yayınlandı, Sundance Film Festi vali ve Oxford Müzesi'nde sergilendi.
Yaşanabilir bir hayat ararken yaşamlarını kaybedenlerin anısına... "Burada anlatılanların, lisanını konuşmadıkları, dışlandıkları, her gün yakalanma, tutuklanma ya da sınır dışı edilme korkusuyla kendilerine garip gelen bir ülkede hapis hayatı yaşayan kitlelere faydası yoktur. Ancak her hikaye kendi içinde önemlidir. Çünkü burada sözü edilen kahramanlar gerçek insanlardır; ve yaşayan her insan gibi tanın dıkları, saygı ve insan muamelesi gördükleri bir hayatı hak ederler"
meşrutiyet c. kıblelizade s. tepe han 1/6 şişhane 80050 istanbul tel: (0212) 251 4023 fax: (0212) 251 4024 e-mail: info@planb.com.tr www.planb.com.tr