KaosGLD91

Page 1




Frida Kahlo

Pedro Almodovar

Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon. Acının ve gerçeğin devrimci ressamı. İnişli çıkışlı Özel yaşamı ve politik görüşleriyle aykırı ve ayrıksı bir kadın. 1907 de Mexico City'de doğdu. İleriki yaşlarında, 6 Temmuz günü doğmuş olmasına rağmen, Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz'u (1910) doğum günü olarak ilan edecekti. Altı yaşındayken çocuk felci geçirdi; bir bacağı sakat kaldı. 19 yaşında geçirdiği trafik kazası ise bütün hayatını değiştirecekti. Omurgası ve sağ bacağında hiç dinmeyen bir acıyla yaşamaya devam etti. 32 ameliyat geçirdi. Acılarını unutmak için resim yapmaya başladı. Resim merakı, Meksikalı Michalangelo olarak anılan ressam Diego Rivera'yla tanışmasını sağladı. 1929da evlendiler. Aynı yıl Frida Meksika Komünist Partisine üye oldu. Bir yıl sonra 1933'e kadar yaşayacakları ABDye gittiler. Fırtınalı bir evlilikti bu. Sağlık sorunlarına Rivera'nın sadakatsizliği de eklenince 1939 yılında boşandilar, ancak, bir sene sonra yeniden evlenerek Frida'nin çocukluğunu geçirdiği Mavi Eve yerleştiler. Frida'nın da evlilikleri sırasında başka erkekler ve kadınlarla da ilişkisi oldu. Frida, sevgilisi de olan Rus devriminin önde gelen isimlerinden Lev Troçki'ye düzenlenen suikastin ardından suikastçı ressam Sinueiros'un arkadaşı olması nedeniyle sorgulandı ve ülkesinden ayrıldı. 1938'de New York'ta açtığı sergi ona büyük ün getirdi, 1939'daki Paris sergisi ile büyük övgü aldı. 1953 yılının nisan ayında Mexico City'de bir kişisel sergi açtı; temmuz ayinda sağ bacağı kesildi. Tam bir yıl sonra, 13 Temmuz 1954'te, akciğer ambolisinden yaşama veda etti. Ardında bıraktığı son tablo, 'Yaşasın Hayat' adli bir natürmorttu. Frida'nın 79 tablosundan 50'si bugün, büyük bir Kahlo fanatiği olan Madonna'nın koleksiyonunda bulunuyor.

1949'da İspanya'da doğdu. Kendi deyişiyle 'aldığı kötü eğitim yüzünden Tanrı inancını kaybeden 'Pedro'nun yeni ilahı sinemaydı. Henüz on altısında tek başına ve beş parasız Madrid'e yerleştiğinde tek bir hayali vardı: Sinema eğitimi alacak ve film çekecekti. General Franco'nun Sinema Sanatları Okulu'nu kapattırması üzerine hayalkırıklığına uğradı ama "Madem filmcilik dilini öğrenemiyorum, ben de temel prensiplerini öğrenirim" diyerek sinema yolculuğunu müjdeleyen başlangıcı yaptı. 6O'ların sonuydu ve diktatörlük tüm ezici gücüyle halkın omuzlarındaydı. Birçok işte çalıştı. Hem deneyim kazandı hem de çeşit çeşit yaşam öyküsü biriktirdi. Dram, keder ve mizahla yoğrulmuş bu öyküler ileride onun sinemasını besleyecekti. İlk filmi 'Pepi, Lucy, Bom' 1980de izleyici karşısına çıktı. 1988de 'Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar' geldi ve yönetmene Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Adaylığının yanında büyük bir gişe başarısı da getirdi. 1993'te çektiği 'Kika', bir tecavüz sahnesi yüzünden ABD'de gösterim izni alamadı ama 1999 tarihli 'Annem Hakkında Her Şey' ödül rekoru kırdı... Cinselliğin kendisi şifadan ama Almodovar'ın ona yaklaşımı sıradışıydı. Hollyvvood geleneğiyle İspanyol geleneğinin bir harmanıydı onun tarzı. Luis Dunuel ve Carlos Saura'dan bu yana İspanya'nın yetiştirdiği en başarili sinemacı olarak anılan Almodovar, travestilerden nevrotik ev kadınlarına, kabiliyetsiz teröristlerden uyuşturucu satıcısı rahibelere kadar her çeşit insanı konu ve konuk ediyor filmlerinde. Almodovar'ın 'Patty Diphusa Hikayeleri' adlı bir de kitabı bulunuyor.

James Baldwin

Jodie Foster

Cinsellik ve kimlik konularını işleyen romanları, insan hakları savunuculuğu ve irkçiliğa karşı yazılarıyla tanınan James Daldvvin, Hew York'un Harlem bölgesinde 1924de doğdu. Dokuz kardeşin en büyüğüydü. Dabasını hiç tanımadı, annesinin o üç yaşındayken evlendiği fabrika işçisinin soyadını aldi. Lise öğreniminin ardından küçük işlerde çalışmaya, bir taraftan da yazmaya başladı. The New Leader, The Nation, Commentary ve Partisan Review gibi dergilerde kitap tanıtım yazıları ve denemeleri yayımlandı. İlk romanı 'Git Onu Dağda Anlat' 1953le basıldı. Daldwio, Harlem'de genç bir vaiz olarak yaşadıklarını anlattığı bu kitapla elde ettiği başarıyı, bir eşcinsel aşk öyküsü olan 'Giovanni'uin Odası' ile pekiştirdi. 19631e yayınlanan romanı Bir Başka Ülke' eleştirmenlere göre 'edebi bir patlama'ydı. Bir yıl sonra, öykü ve denemelerden oluşan 'Adımı Kimse Bilmez' ve 'Yerli Bir Çocuğun Notları' okurlarla buluştu. Oyun ve çocuk kitapları da yazan Daldvvin, Rosenwald, Guggenheim, Partisan Review ve Ford Vakfı gibi birçok edebiyat ödülü kazandı. 1970'te John Herbert'in 'Of Fortune and Men's Eyes' oyununu 'Düşenin Dostu' adıyla Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosunda sahneledi. Aynı yıl fotoğrafçı Sedat Pakay bir Daldwin belgeseli hazırladı. Bugün Amerikan 'kara' edebiyatının, yalnızca romancı olarak değil, incelemeci ve oyun yazarı olarak da en büyük isimlerinden biri olan Baldwin, 'Ne Zaman Gitti Tren' romanını İstanbul'da yazmıştı. James Baldvvin 1987 yılında Fransa'da mide kanserinden yaşama veda etti.

1962'de Los Angeles'da doğdu. Asıl adi Alicia Christian Foster. Gösteri dünyasıyla ilk tanışması, dört yaşındayken rol aldığı reklam filmiyle oldu. Sekiz yaşına kadar 40'tan fazla reklam filminde göründü. 10 yaşındayken Napoleou and Samantha' filmiyle sinemaya adım atti. Bunu bir yıl sonra 'Tom Sawyer' adlı film izledi. Foster, 14 yaşındayken Martin Scnrsese'nin unutulmaz filmi 'Taksi Şoförü'ndeki (Taxi Driver) 'küçük fahişe' performansıyla Oscar'a aday gösterildi. 1988 yılı Foster için bir dönüm noktasıydı; Sanıkta canlandırdığı tecavüz mağduru rolü ona ilk Oscar'ını getirdi. Üç yil sonra 'Kuzuların Sessizliği' ile ikinci Oscar'ini kucakladi. Ayni yil, başrolünü de oynadiği 'Küçük Adam Tate' filmini yönetti. 1995 yilinda 'Yilbaşi Tatili' ile ikinci kez kamera arkasına geçen Foster yapimciliğini da üstlendiği 'Nell' ve 1099 yapimi 'Temas' ile Altin Küre'ye aday oldu. Ayni yil 'Genç Kiz ve Kral' ile 2002 yilinda 'Panik Odasi'ni filmografisine ekledi. 20051e 'Uçuş Plaui' ile Foster bir filmi tek haşina götürebileceğini bir kez daha kanitladi. Snn olarak içerideki Adamla kariyerinin en iyi oyunlarından birini verdi. Sosyal yaşamini sir gibi saklamayı bilen Foster, yapay yollardan dünyaya getirdiği iki erkek çocuğun babasinin kim olduğunu açiklamadi. Jodie Foster tek haşina çiktiği zirvede erkeklere rağmen kalmayı hep başardi. Cinselliğini kullanmadan, hatta erkek cinselliğine karşi bedeni ve zekasiyla sinema dünyasinin en güçlü kadinlarindan biri oldu.


glbt gündeminden

6-13

DOSYA: Fobim var Homo cinsinden homofobi karşıtı buluşmadan...

15

melek göregenli - Gruplararası İlişki ve Ayrımcılık İdeolojisi Olarak Homofobi

16

aksu bora - Zorunlu Heteroseksüellik Bir İnsan Hakkı İhlalidir

17

erinç seymen - cins(iyet)e ihanet 1 8 - 2 1 şahika yüksel - Ruhsağlığı ile İlgili Destek İsteyen GLB Bireyler ve Aileleri ile Çalışmak 2 2 - 2 6 nesrin yetkin - Homofobi, Terapistler, Homofobi Karşıtı Eğitim 2 7 - 2 9 mahmut şefik nil - Eşcinselliğin 'tedavisi' yok ama homofobiden kurtulmak mümkün! 3 0 - 3 1 kürşad kahramanoğlu - "Oynama şıkıdım şıkıdım..." 3 2 - 3 3 yasemin öz - Homofobi- Ataerki- Futbol 3 4 - 3 5 sema buz - Eşcinsellere Yönelik Sosyal Hizmetler

36

oya aydın - Çalışma Hayatında Eşcinsellik

37

yeşim başaran - "ne yanlış ne de yalnızsınız!"

38

burcu ersoy - Lezbiyen ve Biseksüel Kadınlar Forumu

39

gülsüm depeli - Basın 'eşcinsel mücadelesini' nasıl çerçeveledi? 4 0 - 4 1 murat Cömert - Eşcinsel Arzuyu Adlandırma ve Sınıflandırmaya Tarihsel Bir Bakış 4 2 - 4 5 güzin yamener - Sanatta Homofobik ve Cinsiyetçi Dil ve Göstergelerin Kurulumu 4 6 - 4 8 taner ceylan - Sanat Tarihi Boyunca Homoerotizm 4 9 - 5 1 gözüm abla

52-53

kadın kadına öykü yarışması birincisi: dambırık - ayrı 5 4 - 5 5 uğur yüksel - kutluğ ataman: "Nerede saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu" 5 6 - 5 9 alışveriş sepeti

60-63



Kaos GL'den

korku ruhları kemiredursun...

Merhaba, Uzak kalmamızın nedenleri vardı. Maddi imkansızlıklar içinde çıkardığımız Yaz 2006 sayısına Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesince matbaadan geldiği gün el konuldu. Hiç kimselere ulaşamadan dergimiz karanlık odalara tıkıldı. Sözümüz, emeğimiz, görünür olma çabamızdı 'toplatılan' ve 'el konulan'. Pornografiyi çeşitli meslek grupları ve örgütlülüklerden yazarların kaleminden tartışmayı ve tanıştırmayı amaçladığımız 28. sayımız 'pornografik' bulundu ve dağıtımı engellendi. Gerekçe gösterilmeden hem de. Hoş, "Pornografi dosyası altında yazılan bir kısım yazı içerikleri ve resimlerinin 'genel ahlakın korunması' açısından aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla..." gibi bir açıklama yazılıydı gelen kağıtta ama hangi resim ya da yazı 'ahlak'ı bozuyordu anlayamadık. Dahası bu 'ahlak' nasıl bir şeydi? Kimin ahlakıydı? Üstelik birkaç yazı ve bir o kadar görselle nasıl bozulabiliyordu? Her gün yazılı ve görüntülü medyada karşımıza çıkan pek çok yazı ve fotoğraf 'ahlak'in ayarını bozmuyordu da Kaos GL'nin dergisi nasıl bir yıkım yaratıyordu bu 'hassas' dengeler üzerinde? Her hafta kapaklarına taşıdıkları kadın bedenlerini birer arzu nesnesi olarak kullanıp tiraj patlatmaya meraklı dergiler, o da olmuyorsa mutlaka en az bir tane, erkeklerin bir türlü doyurulamayan arzularına yönelik 'pornografik' görsellerle yayın yapmaktan kaçınmayan televizyonlar, gazeteler neydi peki? Genel ahlak hangi bedenlerin teşhirini hiç ses çıkarmayarak meşru kılıyordu ve hangilerini müstehcen buluyordu? Bu sorular hâlâ yanıt bekliyor... Derginin toplatılmasından birkaç gün sonra da Gökkuşağı ve Lambdaistanbul derneklerinin kapatılma girişimi haberi geldi. Bursa Gökkuşağı Derneği'nin Bursa'da düzenlemek istediği yürüyüşte eşcinsellerin linç edilme tehlikesiyle burun buruna gelmesi ise bardağı taşıran son damlaydı. Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir ve Mersin'de travesti ve transeksüellere yönelik sürdürülen sistematik saldırıları, keyfi gözaltılar/ ve haksız cezalandırılmaları saymıyoruz bile. Türkiye'de devletin LGBT örgütlenmelerine karşı takındığı bütün bu engelleyici tavrın nedeni, hiç kuşkusuz, eşcinsellerden ve eşcinsellikten kormakla açıklanabilir. Yani, 'homofobi' ile. Mayıs 2006'da Ankara'da ilkini gerçekleştirildiğimiz "Homofobi Karşıtı Buluşma"dan kalanlar bu dönemde çıkardığımız derginin dosya konusu oldu. Yukarıda saydığımız olaylar olmasa bile başka şeyler yaşanacaktı ve 'Homofobi' sayısının gerekliliği yine de değişmeyecekti. Her gün homofobiyle yaşıyoruz çünkü. Başkalarının korkusu ruhlarını kemiredursun, biz olanca gücümüzle bağırıyoruz, gizli ya da aleni eşcinsel düşmanlığının son bulması için... Gelecek sayıda buluşmak dileğiyle...

Uğur Yüksel


Eşcinseller değil,

Kaos GL, derginin matbaadan geldiği gün, henüz dağıtımı yapılmadan yasaklanmasıyla ilk kez karşılaşıyor. Eylül 1994'te fotokopi ile yayınına başlayan Kaos GL Dergisi, 1999'un sonunda yasal kaydını yaptırdığında, Cumhuriyet Başsavcılığı bilirkişi raporuyla "pornografik/muzır" bulunmamıştı. Ancak, derginin yasal kaydının ardından çıkan iki sayısı, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu kararıyla kapalı zarfın içinde dağıtılmıştı. Bu örneklerin haricinde Kaos GL Dergisi herhangi bir soruşturma ve uygulamayla yüz yüze kalmamıştı. Eşcinseller değil 'genel ahlak' değişecek! 24 Temmuz Basın Bayramı'na denk gelen bu "sürpriz" karar ve uygulama, ifade özgürlüğünü engellemeye yönelik bir çabadır. Karar, cinsiyetçi ve homofobiktir. "Genel Ahlak" ablukasıyla boğulmak istenen, açıktır ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gey ve lezbiyenlerin ifade özgürlüğüdür.

değişecek! 6

Ali Erol Türkiye'nin tek eşcinsel dergisi Kaos GL'nin Yaz 2006 tarihli 28. sayısına, Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesince matbaadan geldiği gün, 24 Temmuz günü el konuldu. Pornografinin sorgulandığı ve alanında uzman kalemlerin yazı ve görüşleriyle katkıda bulunduğu dergi "pornografik" bulunarak toplatıldı. Bu karar, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Kaos GL Dergisine 24 Temmuz Basın Bayramı hediyesiydi! Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu'ndan Cumhuriyet Savcısı Metin Sezgin'in 21/07/2006 tarih ve 2006/1708 Basın Soruşturma sayılı yazılı talebine, Hakim Tekman Savaş Nemli, "28 sayılı nüshasının 'pornografi' dosyası altında yazılan bir kısım yazı içerikleri ve resimlerinin 'Genel Ahlakın Korunması' açısından aykırılık teşkil ettiği anlaşılmakla TALEBİN KABULÜ ile adı geçen derginin ilgili sayısının soruşturmaya esas olmak üzere TOPLATILMASINA ve EL KONULMASINA" karar verdi. Basın Suçları Soruşturma Bürosu'nun kararında "'Pornografi' dosyası altında yazılan bir kısım yazı içerikleri ve resimlerinin 'Genel Ahlakın Korunması' açısından aykırılık teşkil ettiği" ifadesi kullanılıyor, ancak, bu ifadede hangi resim ve yazıların hangi gerekçelerle sakıncalı bulunduğu ve yasaklanması gerektiği belirtilmiyor.

Bir yıl önce, Kaos Geyve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği adı altında dernekleşen Kaos GL, en başından bu yana eşcinselliğin sadece cinsellikle, cinselliğin de sadece pornografiyle eş görülmesine karşı söz üretip mücadele ediyor. İfade özgürlüğü kapsamında olması gereken söz hakkı, geylezbiyenler açısından aynı zamanda var oluş mücadelesi anlamına geliyor. Değişmesi gereken, eşcinseller değil, "genel ahlak"tır! Pornografi değil ama pornografiyi eleştirmek ve sorgulamak yasak! Bugün, cinsiyetçi bir zihniyetle kadın bedeni üzerinden, günlük basında sıradan bir ifade ve görüntü olarak sunulan malzemeler sorun olmazken, gey-lezbiyen cinselliği üzerinden pornografinin bilimsel, kültürel ve sanatsal eleştirisi, sorgulanması ve irdelenmesi "genel ahlak"a aykırı bir yaklaşım olarak değerlendirilip yasaklanmıştır. Yazar Ahmet Tulgar, Fatih Özgüven, Güner Kuban, Hasan Bülent Kahraman, Mehmet Bilal Dede, Meltem Arıkan, ressam Taner Ceylan, fotoğraf sanatçısı Bikem Ekberzade'nin de katkıda bulunduğu dergide pornografinin eşcinsellikle ilişkisi irdeleniyor. Şimdi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ve Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesinin kararınca, yazarların, sanatçıların, akademisyenlerin, feministlerin ve gey-lezbiyen bireylerin kendi durdukları yerden "pornografi"yi irdelemeleri ve sorgulamaları yasaklanmış oluyor. 24 Temmuz Basın Bayramı kutlu olsun!


Pornografik dünyaya hoþ geldiniz! 'Ahlaksýz' dergi Kaos GL'nin toplatýlan Pornograf i baþlýklý 2 8. sayýsýnýn suç ortaklarý ne dedi? Fatih Özgüven, Yazar "Kaos GL'nin son sayýsýnýn yasaklanmasýný þiddetle kýnýyorum ve 'kýnamak' lafýnýn yetmediði bu noktada düþünce özgürlüðüne samimi olarak inanan herkes ortak bir zeminde birleþmelidir, diye düþünüyorum. Hoþgörüsüzlüðe karþý ortak tavýr zemini... Türkiye'de pornografi, sinema, tarih ya da baþka bir þey, istediðimiz þeyi tartýþmanýn biçimi bize kolluk kuvvetleri ve yargý tarafýndan dayatýlmamalýdýr. Homofobinin de sonuçta her türl ü fikre ve yaþama tarzýna 'fobik' yaklaþan bir zihniyetin parçasý olduðu, burada homofobi olarak tezahür eden þeyin baþka alanlarda baþka þeye duyulan fobi olarak ortaya çýkacaðýný, çýktýðýný unutmayalým. Tam da ayaklarý üzerinde yeni yeni doðrulmaya baþlayan, iyi bir dergi olan Kaos GL'ye geçmi þ olsun diyorum ve onun böyle bir zemini oluþturacaðýný umut ediyorum."

Tane r Ceylan, Sanatçý "Gerçekten mahrem bir alanda geziniyorsanýz, pornografik dünyaya hoþ geldiniz! Ressam olarak resim yapma eylemim tam da bu tanýmýn içine oturuyor. Kimseyle paylaþmadýðým en mahrem aným. Bu gizemin kýþkýrtýcýlýðý pornografik olduðu kadar kutsal da."

Adnan Yýldýz, Sanatçý-Yaza r "Hâlâ lezbiyen sanýlmamak için 'queer' teoriyi ciddiye almaya korkan feministler; geyliði-lezbiyenliði-biseksüellið i bir tercih olarak gören akademisyenler ve pornografi deyince sadece bedenin metalaþmasý diye kalan yazarlar var."

Meltem Arýkan, Yazar "Cinselliðinizi yaþayamýyorsanýz, cinsellik etken ve edilgenlik tanýmýnýn içinde kýsýlýp kalmýþsa bedenler sizin için malzeme olmaktan öteye gitmez ve pornografinin tüketim alanýna ihtiyaç duyarsýnýz."

Övül Durmuþoðlu, Yaza r "Örtülü olan sanattýr, açýk olansa pornografi. Örtülü olan, izleyiciyle arasýna mesafe koyar; açýk olan , izleyiciyle arasýndaki mesafeyi bertaraf eder."

Anýl Ünver, Kaos GL "Çeþitli dergilerin satýldýðý bir mekana gidin, kapaklara þöyle bir baktýðýnýzda þehvetli ve seksi kadýn pozlarýyla donanmýþ dergi kapaklarýnýn çokluðu dikkatinizden kaçmayacaktýr. Sokaklardaki afiþ reklamlarda ise kadýn bedeninin asýl reklam ürününden daha çok ön plana çýkarýlmasý ya da yüzde 99.9 heteroseksüellere hitap etmesi yine beyin hücrelerimde aðýr tahribat a yol açan sinir durumlarda n biri."

Onur Erol, Kaos GL "Pornografi, kendini var etme savaþý veren bir alt kültür için önemli bir yer tutuyor . Eðer bazý olgularý tabu yaparsanýz bu tabularýn zaman içerisinde, yaþamsal dinamiklerin de izin verdiði oranda bir çatlak bulmasý ve kendini ifade etmesi kaçýnýlmazdýr."

Hasan Bülent Kahraman, Yazar-Sanat Eleþtirmeni "Gitgide yalnýzlaþan, içine kapanan, çevresinden soyutlanan, iletiþim olanaklarý daralan bir insanlýk var karþýmýzda. Bu büyük kitle nasýlsa kendisine bir yol bulacaktý. Ýçerdiði bütün soðukluk ve donukluða karþýn (çünkü arzuyla aramýzda ekran var) internet bu kapýyý aralýyor. Böylece içine girdiðimiz çað büyük bir 'röntgencilik' büyük bir 'dikizcilik' çaðýna dönüþüyor."

Akademisyenle r ne dedi? Melek Göregenli, Sosyal Psikolog "Bu yaklaþým, homofobinin nasýl bir ayrýmcýlýk ideolojisi olduðunu ve ayrýmcýlýðýn ince hallerinin nasýl hayata geçirildiðini gösteriyor, ayrýca hep sözü edilen demokratikleþme sürecimizin ne denli içselleþtirilmemiþ olduðu üzerinde bir kez daha düþünmemize yol açýyor. Genel ahlak yani iktidarýn nasýl düþüneceðimiz, nasýl hayal edeceðimiz ve nasýl yaþayacaðýmýz üzerindeki tasarruf hakký, heteroseksüellere ya da açýkça farklý cinsel yönelimleri olduðunu ilan etmemiþ olanlara tanýdýðý 'pornografiyi tartýþma hakký'ný eþcinsellere tanýmamaya kalkýþýyor. Eþcinseller örgütlenebilir , dergi çýkarabilirler hatta heteroseksüellerin fantezilerini süsleme hizmeti kapsamýnda pornografinin nesnesi de olabilirler ama pornografi üzerine düþünemezler çünk ü bu 'genel ahlak'a karþý isyana kalkýþmanýn belirtisidir ve tehlikelidir. Bu yaklaþým homofobikti r çünkü insanlarý cinsel yönelimlerinden ötürü kategorize etmekte ve ýslah etmeye kalkýþmaktadýr; ayrýmcýdýr, çünkü düþünme, eleþtirme ve tartýþma hakkýnýn sýnýrlarýný belirli gruplara yönelik olarak özel olarak belirlemekte, engellemektedir. Ama üzülecek bir þey yok doðrusu, þimdiye kadar olduðu gibi bundan sonra da bu anlayýþ en azýndan vicdaný olanlarýn nezdinde mahkum edilecektir ve eþcinseller deðil bu pornografik ayrýmcý genel ahlak anlayýþý deðiþecektir."

Tuðru l Erbaydar, Doç.Dr., Halk Saðlýðý Öðretim Üyesi "Bu sorun benim gibi cinsel saðlýk alanýnda çalýþanlarýn yýllardýr yaþadýðý sorunlarla özde ayný. Ne zaman HlV'in bulaþmamasý için cinsellikle ilgili konularý biraz rahat konuþsak ahlak dýþý iliþkileri özendirmekle suçlanýrýz. Ne zaman doðum kontrolü bilgisinin evli olmayan gençlere verilmesine çalýþsak, bunun fazla ayrýntýsýna girmememiz istenir vb . Bilimsel ve toplumsa l kaygýlarla konuþsak da iki dudaðýmýzýn arasýnda hep bir iðne var sanki. Keþke her þey çok iyi olsaydý da ben de muhafazakar olsaydým. Bu haliyle muhafazakarlýk sadece statükonun devamýný istemek anlamýna geliyor."

7


Ankara'nın İlk travesti ve transeksüel derneği 'Pembe Hayat' 30 Haziran 2006 tarihinde resmen kuruldu. Adını Alain Berliner'in 1997 tarihli "Pembe Hayat" (Mavieen rose) adlı filminden alan derneğin sloganı da "Pembe bir hayat istiyoruz". Dernek; lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüllerin, eşcinsel varoluşlarını gerçekleştirmelerine ve kendilerini yetiştirerek toplumsal barış, huzur ve refahın gelişmesine bireysel, toplumsal, kültürel hayat ve davranışlarıyla katkıda bulunabilmelerine destek olmayı amaçlıyor. Eşcinselliğin idamla cezalandırıldığı İran'da, travesti ve transeksüellerin sorunlarına eğilen bir belgesel filmin gösterimine 'bir kere' olmak koşuluyla izin verildi. İzin, İslam devriminin lideri Ayetullah Humeyni'nin çok az bilinen bir fetvasından geldi. Humeyni, doğuştan cinsiyetleri kendi görünümleriyle çelişen "hastalar" için son çarenin cinsiyet değiştirmek olabileceğini söylemişti. Tahran'daki bir kültür merkezinde davetli 100 kişiye gösterilen 40 dakikalık film, İranlıların cinsiyet değiştirme ameliyatlarına bakışını anlatıyor. Gazeteciliği, dergi yöneticiliği ve köşe yazarlığının yanı sıra 'Kadının Adı Yok' adlı satış rekorları kıran kitabıyla da kadın özgür-leşmesinin simgesi haline gelen Duygu Asena, 30 Temmuz sabahı yaşama veda etti. Asena, iki yıldır beyin tümörüyle mücadele ediyordu. HIV/AIDS Önleme ve Destek Projesi kapsamında desteklenen "Gökkuşağı Projesi"nin ilk partisi 29 Temmuz Cumartesi günü Blue Bar'da gerçekleşti. Kaos GL, girişte ücretsiz kayganlaştırıcı ve HIV/AlDS'le ilgili bilgilendirici broşürler dağıttı.

güzün madisi "Homoseksüeller, çocuklukta yaşadıkları sorunlar yüzünden öyleler ama bu insanlar psikanalizle kendilerini düzeltebilirler." (Tarkan, psikanalizden sonra bu kadar 'düzelebildi')

Romanya'da 4 Haziran'da 2. GayFest kapsamında yürüyen gey ve lezbiyenler radikal dinci Ortodoks Hıristiyanların saldırısına uğradı. Polisin de dahil olduğu kargaşada yüzlerce kişi gözaltına alındı. Protestocu 'Yeni Sağ' adlı grup yaptığı açıklamada "Amacımız aile, inanç ve normal bir toplum gibi değerleri savunmaktır. Homoseksüellerin yürüyüşünün amacı ise homoseksüel yaşam biçimini Romanya'ya zorla kabul ettirmektir" dedi. Eşcinsel eylemler Romanya'da 2002 yılından beri yasal. "Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır" başlıklı yazısı nedeniyle hakkında 'halkı askerlikten soğutmak'tan üç yıl hapis istemiyle dava açılan gazeteci Perihan Mağden beraat etti. Mahkeme, yazıyı düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü kapsamında eleştiri olarak değerlendirdi. Mısır'da bir bağımsız milletvekili, 112 meslektaşının eşcinsel sahnelerinde sansür istediği 'Yakupyan Apartmanı' filminin mecliste 'görüşüleceğini' söyledi. Milletvekilleri eşcinsellik, terör ve yolsuzlukları konu edinen filmin Mısır'ın adını lekelediğini iddia etti. Alaa el Asvvani'nin aynı adlı romanından uyarlanan film, ülkede Haziran ayında gösterime girmişti. Kaos GL Derneği'nin eşcinseller için düzenlediği yaz 'Uluslararası Gökkuşağı Yaz Kampı' 3-9 Temmuz 2006 tarihleri arasında Fethiye, Kabak Koyu'nda gerçekleşti. Kampta Mersin, Aksaray, Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir ve Arjantin'den katılımcılar vardı. Papa 16. Benediktus, İspanya'nın Valensiya kentinde yönettiği ayinde İspanyol lardan geleneksel aile değerlerini korumalarını istedi. Papa, eşcinsel evliliklerinin yasal olduğu İspanya'da yaptığı konuşmasına, "Kilisenin hayır demesi gereken birçok konu var" diye başladı. Papa, evliliğin kadın ve erkek arasında yapılması gerektiğini vurguladı. Gazeteci Abdülbaki Koşar'ı bıçaklayarak öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan Ferhat B. Hakkında fezleke düzenlendi. Fezlekede, şüpheli Ferhat B.'nin 'bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kasten insan öldürmek' suçundan müebbet hapis, 'nitelikli yağma' suçundan da 15 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması istendi. Adli tıp raporuna göre Koşar, 32 bıçak darbesi sonucu hayatını kaybetmişti. ABD Savunma Bakanlığı'na ait bir belgede, eşcinselliğin 'akıl hastalıkları' kategorisinde değerlendirildiği ortaya çıktı. Söz konusu belgede eşcinselliğin 'zihinsel gerilik ve kişilik bozukluğu' listesinde yer almasına siyasetçiler de tepki gösterdi. Dokuz Kongre üyesi, 2003'te yeniden 'geçerli' onayı alan belgenin geri çekilmesi için Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'e mektup yazdı, bir Pentagon sözcüsü de 'belgenin yeniden gözden geçirildiğini' aktardı.

"Ben o konuyu cevaplamaya çalıştıkça, konu saçma sapan büyüyor. Bunu ispatlamak mümkün mü? Ortaya bir iddia atıyorlar o kadar. Bir de hassas bir konu, iki ucu şekerli değnek. Geylerin de rencide olmayacağı bir cevap vermek lazım, çıkıp maço bir laf edeceğim, garip olacak. Hadi herkes memnun olacaksa buradan cevap vereyim: Ben eşcinsel değilim! Daha ötesinde ne diyebilirim?" (Özcan Deniz 'Hakkınızda eşcinsel dedikoduları da yapıldı. Var mı aslı astarı?' sorusuna böyle yanıt verdi. Ama biz asıl o 'maço yanıt'ı merak ediyoruz.)


İran'daki idamları ve eşcinselliğin suç olmasını protesto etmek amacıyla bir hafta boyunca imza toplayan Ankara'dan Kaos GL Derneği ile Pembe Hayat Derneği, Bursa1 dan Bursa Gökkuşağı Derneği ve İstanbul'dan Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği'nden eşcinseller ve travestiler, 22 Temmuz'da Ankara İran Büyükelçiliği ve İstanbul İran Konsolosluğu önünde eşzamanlı bir basın açıklaması yaptı. 19 Temmuz 2005'de İran'da 16 yaşındaki Mahmoud Asgari ile 18 yaşındaki Ayaz Marhoni'nin idam edilmesinin yıldönümü nedeniyle yapılan basın açıklamasının ardından, toplanan imzalar elçilik kapısına bırakıldı.

Lambdaistanbul, 'Hormonlu Domates Ödüllerini Eşcinsel Onur Haftası etkinlikleri kapsamında dağıttı. Medya ve siyaset dünyasında yılın en homofobik isimlerine verilen ödüllerin sahipleri bu sene de törende yoktu! Lambdaistanbul'un 'Hormonlu Domatesleri bu yıl yine medya ve siyaset dünyasının 'en homofobik'lerine verildi. Lambdaistanbul üyeleri, ödül töreninden önce yaptıkları basın açıklamasında, eşcinsel düşmanlığına dikkat çekmek için Hormonlu Domates Homofobi Ödüllerini düzenlediklerini belirterek şunları söyledi: "Tıpkı geçen sene olduğu gibi bu sene de 'sapık', 'çürük', 'teşhirci' yada 'hastalıklı' olmadığımızı kamuoyuna haykırmak için burada toplanmış bulunuyoruz. Eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüellerin varlıkları yok sayılmaya ya da yok edilmeye çalışıldıkça biz sokaklara çıkıp varlığımızı kanıtlamaya devam edeceğiz. Maalesef geçtiğimiz sene olduğu gibi bu sene de kimi kişi ve kurumlar, yaptıkları konuşmalarla ya da aldıkları kararlarla eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüellere saldırmaya devam ettiler. Hepinizin kabul edeceği gibi

bu saldırıların temelinde toplumun insanlara dayattığı eşcinsel düşmanlığı yatmaktadır. Bu düşmanlık gün geçtikçe şiddet tohumları serpmektedir. Bunu göremeyen çoğu kişi ve kurum insan haklarını çiğneyerek toplumu eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüel lere karşı kışkırtmaktadır. Dolayısıyla bu kişiler ve kurumlar şiddet çığırtkanlığı yapmaktan çekinmemektedirler..." and the 'hormonlu domates' goes to... 'Basın' alanında Ali Murat Güven, Selahattin Duman ve Şükrü Kanber gibi güçlü rakiplerini geride bırakan Betül Aşık, eşcinselleri "sefil yaratıklar", "hilkat garibeleri" olarak tanımladığı ve toplumu eşcinsellere karşı kışkırttığı için hormonlu domatese değer bulundu! Aşık, Lambda'nın internet sitesinde yapılan oylamada 301 oyla ipi göğüsledi!!! 'Kurumlar' dalında Ankara, Bursa ve İstanbul valilikleri, Kızılay, TSK, RTÜK, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı ve Şişli Emniyet Müdürlüğü'nün aday olduğu listeden Ankara, Bursa ve İstanbul Valilikleri yılın en homofobik kurumları olarak Hormonlu Domates'i hak ettiler. Ankara ve Bursa Valilikleri, bu şehirlerde yer alan eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüel derneklerini ahlaka ve hukuka aykırı bularak savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, İstanbul Valiliği ise Lambdaistanbul'un tüzüğünü aynı

gerekçelerle uygun bulmadığını beyan etmişti!!! 'Sinema/TV dalının adayları da güçlüydü: Alişan, Kadir İnanır ve Oktay Kaynarca. 38 oy alarak rakiplerini geride bırakan Alişan büyük ödülün sahibi oldu!!! Alişan oynadığı gey rolünü unutturmak için "esaslı bir tecavüz sahnesi çekmek zorunda olduğunu" söylemişti. Ve siyasetçiler... Bu dalda adaylar Ayhan Zeynep Tekin Börü ve Ertan Yülek'ti. 481 kişinin oyuyla en homofobik siyasetçi seçilen AKP Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü, 'O Bir Hanımefendi' yarışmasını "eşcinselliğe özendiren" ve "Türk milletinin etik değerlerine zıt" olarak yorumlamış ve bu konuda kampanya başlatmıştı. Lambdaistanbul, ödülü kazanamayan adayları şöyle teselli etti: "Ödülü alamayanlar ise hiç üzülmesinler çünkü kendileri de ödül almış kadar homofobiktirler. Sonuçta Hormonlu Domates almaya aday olmak da önemli bir homofobi göstergesidir. Dolayısıyla, aynı kendini eleştirme ve dönüştürme süreci, ödül alamayanları da beklemektedir. Umarız bu Hormonlu Domatesler, ödül sahipleri ve adayları için homofobilerini kırmaları yönünde önemli bir adım olur." Hormonlu Domates Homofobi Ödülleri için 709 kişi oy kullanmıştı.


güzün madisi "Dünya'da uyuşturucu, esrar gibi maddelerin kullanımı hızla yayılıyor. Aile değerleri yok ediliyor. Fuhuş, artık normal bir şey gibi gösteriliyor. Türkiye'de bile zina serbest hale getirildi. Aile kurumu çökmektedir. Özellikle AB'de boşanma oranı yüzde 70'in üzerindedir. Evlilik artık bir sözleşme gibi yapılmaktadır. Yine AB'de gey ve lezbiyen evlilikler serbest hale geldi. AB, bu hükümet

Dağılan Avustralyalı müzik grubu Savage Garden'ın eski solisti Darren Hayes, iki yıldır birlikte olduğu erkek arkadaşıyla evlendiğini açıkladı. Darren Hayes internet sitesinde yaptığı açıklamada, Richard Cullen ile 19 Haziran'da Londra'da evlendiğini, bunun yaşamındaki en anlamlı olay olduğunu söyledi. Eşcinsel evliliğinin kabul edildiği bir çağda yaşadığından ötürü kendisini şanslı hissettiğini belirten Hayes, "Kalbimin I güvende ve hoşnut olduğu bir yerdeyim" diye konuştu. Kaos GL'li Kadınlar'ın düzenlediği Kadın Kadına Öykü Yarışması sonuçlandı. Bu sene ilk kez düzenlenen yarışmaya 'kadın kadına yaşanan mutlu aşkların' anlatıldığı öyküler katıldı. Yarışmada birinciliği 'Ayrı' ve 'Lilith'e Göre Yaradılış' adlı öyküler paylaştı. İkincilik ödülü 'Roman Ateşi'ne verilirken, üçüncülüğe de 'Vapurdaki Kadın' adlı öykü değer bulundu. Diğer ödüller için: www.kaosgl.org. Son zamanlarda travesti ve transeksüellere yönelik artan şiddet olaylarını protesto etmek amacıyla 18 Haziran Cumartesi günü Ankara'da buluşan eşcinseller, travesti ve transeksüellerin hak ve özgürlüklerine saygı duyulmasını, eşcinsellere yönelik şiddetin önlenmesi istediler. Lambdaistanbul'un düzenlediği eylemde, Kurtuluş Parkı'nda buluşan grup Yüksel Caddesi'nde bulunan İnsan Hakları Anıtı'na kadar sloganlarla yürüdü. Basın açıklamasının okunmasıyla son bulan eyleme İstanbul, Eskişehir, Bursa gibi pek çok ilden eşcinseller katıldı. Aralarında kadın örgütleri ve insan hakları örgütlerinden katılımcıların da bulunduğu grup, nisan ayından beri Eryaman'da, travesti ve transeksüellerin kalabalık gruplar tarafından planlı ve sistematik şekilde saldırıya uğradığını söyledi. Avusturya'da eşcinsel çiftlere yönelik düzenlenen ve çeşitliliğin bir simgesi olan dans turnuvasına bu yıl da Avrupa ve Amerika'dan çok sayıda eşcinsel çiftin katılması bekleniyor. 6. Uluslararası Eşitlik Dans Turnuvası Viyana'da 23 Eylül 2006 tarihinde gerçekleşecek. Turnuva; Sistadance, Rosa's Tanzbar, Resis.dance, Rainbow Dancers gibi Viyanalı dans gruplarının oluşturduğu ortak platform tarafından düzenleniyor.

zamanında bu evliliklerin serbest hale getirilmesini isteyecektir. Bütün dünya insanları büyük bir buhranın içerisindedir. Birçok insani temeller unutuldu." (Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı 'Prof. Dr.' Numan Kurtulmuş'a buhran sebebiyle acil şifalar diliyoruz.) "Kadın kılığında gezen eşcinsel erkekler biliriz. Ben vaktiyle, kolunda çantasıyla böyle bir köy delikanlısı görmüştüm Tünel'de. İrkildiğimi hatırlıyorum." (Televizyon Makinası' starı Hakkı Devrim'in irkilten yorumu.)

İstanbul Maltepe'de 50 kişilik bir grup Tem Otoyolu'nda fuhuş yapan travestilere karşı eylem yaptı. Eli sopalı grup travestilerin kendilerini tehdit ettiğini, tartıştıklarında da evlerini basmaya kalkıştıklarını iddia etti. ABD'de 22 Temmuz'da sona eren "Gaygames"in ardından, benzer ama 'alternatif bir gey olimpiyatı olan "Outgames" Kanada'nın Montreal kentinde gerçekleştirildi. Outgames'de 100'den fazla ülkeden 15 binin üzerinde atlet 37 dalda yarıştı. Yargıtay, cinsiyet değiştirmek isteyen bir kadının açtığı davayı, 'erkek dış genital organlarına sahip olmadığı' gerekçesiyle reddeden yerel mahkemenin kararını bozdu. Kadının Medeni Yasa'nın 40. maddesi uyarınca, cinsiyetinin erkek olarak değiştirilmesine izin verilmesi ve bunun nüfus cüzdanına geçirilmesi istemiyle açtığı davaya ilişkin Yargıtay kararında, davacıya cinsiyetini değiştirmesi gerekli ilk operasyonun yapıldığı da kaydedilerek şöyle denildi: "Davacıya cinsiyet değişikliği için ikinci operasyonun da yapılıp 'Sağlık Kurulu Raporu' sunması için imkan tanınması gerekirken, davanın reddi doğru bulunmamıştır." Şiddetten Arınmışlık Antrenmanı 5-11 Haziran 2006 tarihleri arasında İzmir Gümüldür'de gerçekleşti. Şiddetsizlik ilkelerinin güçlendirilmesi ve ütopyaların gerçekleştirilmesine yönelik yapılan çalışmaya Ankara, Antakya, Antalya, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'den sivil toplum kuruluşları temsilcileri katıldı. Şiddetsizliğin içselleştirilmesine yönelik antrenmanların yapıldığı çalışmada antrenör adayları oyunlar ve egzersizlerle şiddetsizliğin ilkelerini birlikte belirledi. Çin'de HIV/AIDS taşıyan mahkumların ülkenin güneyindeki Guangdong eyaletinde yeni yapılacak iki özel cezaevinde toplanacağı açıklandı. Çinli yetkililer uzun süre ülkede HİV'in varlığını ve vakaları gizlemekle suçlanıyordu. Devlet medyasına göre, Guangdong'da 20 AİDS hastası ile 500 HIV pozitif mahkum bulunuyor. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Mine Gencel Bek'in Türkiye'de yayınlanan 4 büyük gazetede 10 ay içinde yayınlanan toplam 18 bin 310 haberi incelediği araştırmada, cinsel yönelimlerle ilgili haberler, haberlerde kullanılan kavramlara göre kategorize edildi. Buna göre, 'eşcinsellik', haberlerde kullanılma sıralamasında yüzde 42.1 ile ilk sırada. İkinci sırayı yüzde 16.5 ile lezbiyen, üçüncü sırayı yüzde 15.7 ile travesti, dördüncü sırayı yüzde 14 ile gey, beşinci sırayı yüzde 10.7 ile transeksüel alıyor. Biseksüel kavramının kullanılma oranı ise yüzde 0.8. Cumhurbaşkanı Lech Kaçinski'nin Varşova Belediye Başkanı olduğu dönemde gençlere kötü örnek olduğu gerekçesiyle iki kez yasakladığı 'Eşitlik Yürüyüşü', ilk kez yasal olarak Polonya Parlamentosu binası önünde başladı. Yürüyüşe eşcinsel, lezbiyen, liberal ve insan hakları savunucusu 3 bin gösterici katıldı. Yürüyüş sırasında göstericileri taşlayan aşırı milliyetçi bir grup, polis tarafından gözaltına alındı. Yürüyüşe sol görüşlü milletvekillerinin yanı sıra Avrupa Birliği'ne bağlı sivil toplum örgütlerinden yetkililer de katıldı.


Rusya'da yaşadıkları ayrımcılıkları protesto etmek için yürüyüş düzenleyen gey ve lezbiyen hakları savunucuları polis ve milliyetçi protestocuların saldırısına uğradı. Yürüyüşleri engellenen eylemciler, Moskova Valiliğinin izin vermemesine karşın protesto eylemini gerçekleştirerek Rusya'daki eşcinsellerin uğradığı haksızlıklara dikkat çekmeye çalışıyordu. Yürüyüşü örgütleyen Nikolay Alexeyev tutuklanırken 120 kişi de gözaltına alındı.

Erkek partnerinin sokaklarda tacize uğradığını söyleyen Hollanda'nın Estonya Büyükelçisi, bu ülkede 'ayrımcılık ve ırkçılık olduğu' gerekçesiyle tayinini istedi. Hollanda Dışişleri Bakanlığı'nın Kanada'nın Montreal konsolosluğuna atandığını duyurduğu büyükelçi Türkiye'den Kaos GL ile İsviçre'den RFSL'nin ortaklaşa yürüttüğü 'LGBT Yayıncılığında Deneyim Alışverişi' adlı projenin ikinci ayağı 2-6 Ağustos 2006 tarihleri arasında İsveç'in başkenti Stockholm'de gerçekleşti. Örgütler, Türkiye ve İsveç'teki yayıncılık deneyimlerini paylaştı.

2006 MTV Film Ödülleri sahiplerini buldu. Jake Gyllenhaal geceden iki ödülle ayrıldı. Oscar ödüllü Reese VVitherspoon'u geçerek 'en iyi oyunculuk

performansı' ödülünü alan Gyllenhaal, 'Brokeback Dağı'ndaki iki eşcinselin öpüşme sahnesiyle de rol arkadaşı Heath Ledger'la birlikte, 'en iyi öpüşme' ödülünü kaptı. Gyllenhall, "Bu, ben ve Heath için büyük bir onur" dedi. Kadın olarak emekli maaşı alamadığı gerekçesiyle ülkesi İngiltere'yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet eden transeksüel Linda Grant, açtığı davayı kazandı. Karar, cinsiyet değiştirenlerin sosyal hakları konusunda Strasbourg mahkemesinin ikinci önemli içtihadı oldu. Bugün 68 yaşında olan Grant, 26 yaşındayken cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuştu. İngiltere Grant'a 29 bin 849 avro tazminat ödemekle cezalandırıldı. İngiltere'de kadınlar için emeklilik yaşı 60. Belarus resmi televizyonunun Letonyalı bir diplomatın eşcinsel ilişkisinin yer aldığı gizli kamera görüntülerini yayınlaması iki ülke arasında siyasi krize yol açtı. Letonya Dışişleri Bakanı Artis Pabriks bunun diplomatlarını rezil etmeye yönelik benzeri görülmemiş bir saldırı olduğunu söyledi. Pabriks, "Bu görüntülerin yayınlanması Viyana Konvansiyonu'na aykırı çünkü bu, diplomatımızın özel yaşam alanının ihlalidir" dedi. Birleşmiş Milletlerin düzenlediği AİDS Konferansı 31 Mayıs-2 Haziran 2006 tarihleri arasında NevvYork'ta yapıldı. Katılımcılar, hastalıkla gelecekte nasıl mücadele edileceğine yönelik bir deklarasyon belirleme konusunda ilerleme sağladı. Nihai anlaşmanın son taslağında, AİDS hastalığına yakalanma riski en fazla olan kişileri tanımak için 'savunmasız gruplar' ifadesi yer aldı. Bu noktada eşcinseller, seks işçileri ve uyuşturucu bağımlılarından ise özel olarak bahsedilmeyecek. Beş yıl önceki AİDS Konferansı'nda üzerinde anlaşma sağlanan hedeflerin hemen hiçbirine ulaşılamamıştı. Hans Glaubitz, geçen yıl bir Estonya gazetesinin eşcinsel ilişkiyi haber yapması üzerine başlayan tacizlerin ırkçıların siyah elçilik çalışanlarını hedef alarak devam ettiğine dikkat çekmişti. Fransa'da yapılan bir kamuoyu araştırması, seçmenlerin yüzde 60'ının eşcinsel evliliğine sıcak baktığını ortaya koydu. Fransa'da, uzun süre birlikte yaşayan eşcinsel çiftlerin, evli heteroseksüel çiftlere tanınan sosyal ve ekonomik haklardan yararlanma hakkı bulunuyor. Bir kamuoyu araştırmasına göre, solcu seçmenlerin yüzde 73'ü eşcinsellerin evliliğini desteklerken, sağcı seçmenlerin yüzde 54'ü buna karşı çıkıyor. Fransa'da muhalefetteki Sosyalist Parti, gelecek seçimlerin sonucunda iktidara gelmeleri halinde, 'eşcinsellerin evlenmelerine olanak sağlayan yasal düzenlemeyi yapacağı' sözünü vermişti.

Her yıl dünyanın farklı bir şehrinde düzenlenen 'Oueeruption' buluşmalarının dokuzuncusu bu yıl 3-13 Ağustos 2006 tarihleri arasında İsrail'in başkenti Tel-Aviv'de düzenlendi. İlki 1998 yılında Londra'da yapılan Oueeruption, dayatılan gey yaşam tarzına ve etkinliklerine karşı bir alternatifken sonraki yıllarda radikal eşcinsel kişi ve grupların da birleştiği bir ağ halini almıştı.


"Ne hastayız, ne ahlaksız. İnsanız!" Bursa'da eşcinsellerin ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını protesto etmek için yürümek isteyen eşcinsel, travesti ve transeksüeller Bursa Spor formalı kişilerin saldırısına uğradı. Gökkuşağı Dernegi'nin düzenlediği yürüyüş, vahşi saldırılarla engellenmeseydi eşcinsellerin özgürleşmesi için Ankara ve İstanbul dışında yapılan ilk eylem olacaktı.

"Buradan çıkış yok, öleceksiniz" Gökkuşağı Travesti Transeksüel Gey ve Lezbiyenleri Koruma Yardımlaşma ve Kültürel Etkinlikleri Geliştirme Dernegi'nin 6 Ağustos 2006 tarihinde düzenlediği yürüyüş Bursa Sporlu Esnaf ve Sanatkarlar Dernegi'nin başkanı Fevzinur Dündar'ın örgütlediği saldırganlar tarafından engellenmek istendi. Gerekli izinlerin alındığı bu 'yasal' eyleme katılan eşcinsel, travesti ve transeksüeller, 250 kişilik grubun taşlı sopalı saldırısına maruz kaldı, polisin saldırganları dağıtmak için hiçbir 'etkin' girişimde bulunmaması üzerine de yürüyüşü iptal etti. Basın mensuplarıyla birlikte dernek binasına giden Gökkuşağı üyeleri ile Kaos GL ve Pembe Hayat gibi diğer destekçi LGBTT örgütleri, basın açıklamasını burada yaptılar. Dışarıda ise Bursa Spor formalı saldırganlar "Bir avuç dönme, dua edin polise", "Buradan çıkış yok, öleceksiniz" sloganları atıyordu. Basın açıklamasında LGBTT demeklerini temsilen Öykü, Ebru ve Buse, eşcinselleri hedef göstererek Bursa Spor taraftarlarını şiddete teşvik eden Fevzinur Dündar'ı ve saldırganlara karşı önlem almayan Bursa Emniyet Müdürlüğünü eleştirdi. Yürüyüşe katılan Lambdaistanbul yaptığı açıklamada güvenlik görevlilerinin, güvenliği sağlayamayacakları gerekçesiyle yürüyüşe izin vermeyeceklerini, eylemcilerin ısrarlı olması durumunda onları gözaltına almakla tehdit ettiklerini söyledi. Açıklamanın ardından İstanbul ve Ankara'dan gelen eylemciler illerine dönmek üzere polis koruması eşliğinde Bursa terminaline gitti. Gökkuşağı Derneği'nde beklemekte olan grup ise ancak akşam saatlerinde polis eşliğinde dernek binasından çıkabildi.

'Bu suça ortaksınız! 1 Gökkuşağı Derneği saldırganlara gösterilen hoşgörü nün eşcinselleri yok etme iradesinin bir göstergesi olduğunu ifade etti. Derneğin olaylar üzerine yayınladığı açıklamada, Bursa Sporlu Esnaf ve Sanatkarlar Derneği Başkanı Fevzinur Dündar'ın provokatif basın açıklamalarıyla, yürüyüşü gerçekleştirecek grubu linç çağrısı yaparak alenen suç işlediğine dikkat çekildi. Güvenlik güçlerinin bu çağrı üzerine Dündar hakkında yasal işlem başlatması gerekirken 'korkudan' yürüyüşü engelleme girişimlerine seyirci kaldığını belirten Gökkuşağı Derneği, "Bu anlamıyla mülki amirler de hukuk dışı linç ortamının ortağıdırlar" dedi. Açıklama şöyle devam etti: "Bizler temel demokratik haklarımızdan birini kullanırken karşılaştığımız bu tutumun, devletin LGBTT örgütlenmelerine karşı takındığı engelleyici tavrın devamı olduğunu düşünüyoruz. Basın bayramı olan 24 Temmuz'da Kaos GL Dergisi'nin yasaklanması ve toplatılması; Gökkuşağı ve Lambdaistanbul'un kapatılmak istenmesi; Ankara, Bursa, İstanbul, İzmir ve Mersin'de travesti ve transeksüellere yönelik sürdürülen sistematik saldırılar, keyfi gözaltılar, cezalandırılmalar, ayrımcı ve eşitlikten uzak tutumlar olarak ortaya çıkmaktadır. Ahlaksız olduğu gerekçesiyle kimi kurum ve kuruluşlara, kapımıza gelip bizi linç etmeye çalışanlara asıl ahlaksızlığın eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüel gerçekliğini görmemekte ısrar etmek, var olan ve herhalükarda var olmaya devam edecek eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüelleri ikiyüzlü bir yaşama itmek ve bir linç ortamını yaratmak olduğunu hatırlatmak isteriz."

Yürütmeyeceğiz!' Maruz kaldıkları saldırıların insan hakları ve demokrasiye karşı saldırı olduğunu belirten Gökkuşağı Derneği üyeleri, bu insanlık dışı tavrın bayraktarlığını yapan Fevzinur Dündar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Dündar, düzenlediği basın toplantısında yürüyüşün iptal edilmesini istemiş, 'linç etme' tehdidinde bulunmuş ve Bursa halkını olaya tepki göstermeye şöyle çağırmıştı: "Bursa evliyalar ve padişahlar şehridir. Böyle toplum dışı insanların yürüyüşlerine sahne olacak kadar adının kirleneceği ve kirlenmeyi hak ettiği bir şehir değildir. Kesinlikle engel olacağız. Bu yürüyüş için kanuni yönden belki bir şey yapılamamıştır. Ama toplumsal açıdan bizler bunun karşısında olacağız ve gerçekleşmesini engelleyeceğiz. Bursa böyle kimliği belirsiz lanet insanların cirit atacağı bir şehir değildir. Emniyet yetkililerine, valiliğe ve siyasilere sesleniyorum: Bu insanların linç edilmesini istemiyorlarsa tutum ve hareketlerini netleştirsinler. Koskoca Bursa'da 300 kişiyi yürütmeyeceğiz. Biz 5 bin kişi olacağız. İstiyorlarsa gelsin, yürüsünler."


Sahip çıkıyoruz! Bursa Gökkuşağı Derneği ve Lambdaistanbul'un Lezbiyen Gey Biseksüel Transeksüel ve Travesti Dayanışma Derneğinin "ahlaka aykırı" oldukları gerekçesiyle kapatılması istemiyle il valiliklerinin savcılığa suç duyurusunda bulunması ve Kaos GL Dergisi nin 'Pornografi' başlıklı özel sayısının "ahlaka aykırı" bulunarak toplatılmasını protesto etmek amacıyla düzenlenen yürüyüş, engellenmeseydi eşcinsellere yönelik şiddet ve ayrımcılığa dikkat çekmek için İstanbul ve Ankara dışında gerçekleştirilen ilk eylem olacaktı. Kaos GL ile Pembe Hayat LGBTT Derneği, Gökkuşağı LGBTT Derneği'nin düzenlediği yürüyüşün ilkel saldırılarla engellenmesini protesto etmek için 8 Ağustos'ta Ankara Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde bir basın açıklaması yaptı. Amargi Kadın Kooperatifi, Ankaralı Feministler, Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Ulusal Koordinasyonu, Bursa Anti-Otoriter Girişim, Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği, Cinsel Sağlık Derneği, Feminist Kadın Çevresi, Filmmor, Günyüzü Kadın Danışma Dayanışma Kooperatifi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, KA.DER, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, Kadın Dayanışma Vakfı, Kadının İnsan Haklan - Yeni Çözümler Vakfı, Kara Haber Video Eylem Atölyesi, Lambdaistanbul LGBTT Derneği, Uçan Süpürge ve Van Kadın Derneği'nin destek verdiği basın açıklamasında Türkiye'de son yıllarda LGBT bireylere yönelik homofobi ve transfobinin 'görünür' olduğuna ama yaşanan şiddet olaylarının insan hakları çerçevesinde ele alınmadığına dikkat çekilerek "Yükselen milliyetçilik akımına paralel olarak toplumun farklı kesimlerine yönelik saldırılar Bursa'da LGBT bireylere karşı şiddete dönüştü" denildi. Açıklama şöyle devam etti: "Türkiye'de travesti ve transeksüeller medyada sürekli 'olay çıkaran insanlar' olarak sunuluyor. Bursa'daki olası şiddet olaylarının meydana gelmemesi için sağduyulu bir şekilde hareket edilerek basın açıklaması dernek merkezinde yapıldı. Şimdiye kadar şiddet zanlısı olarak gösterilen travesti ve transeksüellerin asıl şiddet mağduru oldukları gözler önüne serildi. Bursa'da yaşanan olaylar sadece lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel yurttaşların değil tüm toplumun hak ve özgürlüklerine yönelik yapılan bir saldırıdır. Bursa yürüyüşünün engellenmesini ve Bursa'da yaşanan olayları kınıyoruz."

Gökkuşağı Derneği telefon-faks: 0 224. 225 28 03-04 adres: Orhanbey Mah. Atatürk Cad. Oba İş Hanı No:45 B. No: 703 Osmangazi-Bursa


Fobim var Homo cinsinden Hayatın her alanında homofobik tutum ve davranışlarla karşı karşıya kalıyoruz. Cinsel yönelimimizden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılıyoruz. Homofobiye karşı duramadığımızda, kaygılarımızı ve öfkemizi içimizde büyütüp kendimize ve kendimiz gibi olanlara yöneltiyoruz. Oysa bu, ihtiyacımız olan en son şey! Peki nedir 'Homofobi1? Homofobi yalnızca eşcinsellerin derdi mi? Öyle ise nasıl oluyor da heteroseksüel kadın ve erkeklerin meselesine dönüşüyor? Ruh sağlığı çalışmalarında ve uygulamalarında homofobi nasıl yaşanıyor? 'Queer' demeden eşcinsel politikadan söz edemez hale geldik. Peki nedir bu 'Öueer'? Yeni bir eşcinsel hayat biçimi midir? Yoksa yeni kavramlar üretmeye meraklı insanların uydurduğu bir şeyden mi ibarettir? Türkiye'de homofobinin üzerimize oklar biçiminde yağdığı alanlardan biri de medya. Geçen aylarda gerçekleştirdiğimiz 'Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'da bu konu üzerine epey kafa yormuştuk. Buluşmadan en çarpıcı notlar, homofobinin kaynağı ve nelere yol açtığı üzerine yapılan sunumlar, tartışmalar, lezbiyenler ve biseksüel kadınlara yönelik ayrımcılık ve homofobi... Ve tabii... şöyle de söylenebilir: Korku ruhu kemirir. Ya da: Korkunun ecele faydası yoktur da denebilir.


Homofobiye Karşı Gökkuşağı Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Deneği'nin düzenlediği Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, 1721 Mayıs 2006 tarihleri arasında Ankara'da yapıldı. Ekin Sanat Merkezi ve Kaos Kültür Merkezi'nde gerçekleşen etkinliklere katılım oldukça iyiydi.

başlıklı söyleşiye katılan Sosyal Psikolog Melek Göregenli homofobinin köklerini ve Türkiye'deki yansımalarını çarpıcı örneklerle anlattı.

günlerde.

Başak Okuducu, 20, Ankara Benim gibi insanların olması hem de duyarlı bir şekilde bir araya gelerek eşcinsel, "Sistemleştirilmiş Bir Düşmanlık Türü Olarak biseksüel, travesti ve transeksüellerin Homofobi" ise Türkiye'nin en önemli yaşadıktan sorunların tartışılması ve bu yönde edebiyatçılarından biri olan Murathan çözümler aranmasını gönnek beni çok mutlu Mungan'ın söyleşi başlığıydı. Mungan'ın, etti ve kendimi iyi hissetmemi sağladı. Yalnız "17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtlığı Günü" nedeniyle düzenlenen buluşma için Türkiye'de homofobinin hangi yüzlerle olmadığımızı ve gittikçe daha rahat kendimizi söyleşilerden forumlara, gösterimlerden karşımıza çıktığını anlattığı konuşmasına çok ifade edebileceğimizi çözmek... Aynca kendi atölye çalışmalarına rengarenk bir program sayıda dinleyici katıldı. içimizde olan homofobiyi yenme açısından hazırlanmıştı. Etkinlikler boyunca Ankara, toplantıların, film gösterimlerinin ve yurt içi ve yurt dışından pek çok konuğu Erkek bedeninin görsel estetiği, eşcinsel aşk söyleşilerin oldukça önemli olduğunu ve erotik fanteziler üzerine odaklanan düşünüyorum. ağırladı. resimleriyle tanınan Taner Ceylan'ın Bu etkinliklerden biri de "Medya İletişim "Sanattaki İzler, Kişisel Tecrübeler" başlıklı Mine Yapıcıoğlu, 20, Ankara Forumu" idi. Forumda; Türkiye'de sunumu ise büyüleyiciydi. Farkında olup anlamadığım bir çok şeyi, homofobinin en yoğun haliyle yaşandığı beklediğimden daha fazlasını anladım, alanlardan biri olan medya, enine boyuna Psikolog Mahmut Şefik Nil'in sindirdim. tartışıldı. "Ruh Sağlığı Çalışmalarında ve moderatörlüğünü yaptığı "Kendime Yolculuk" başlıklı atölye, olanaklar ve engeller, Aslı Özden, 26, İzmir Uygulamalarında Homofobi" başlıklı forumda ise Türkiye ve Hollanda'da ruh sağlığı algılamalar ve önyargılar üzerine verimli bir Farklı görüşlere sahip eşcinsellerle bir arada alanındaki çalışmalar ve sorunlar konuşuldu. keyifli bir çalışmaydı. olmak çok güzel bir deneyim oldu. Özellikle Taner Ceylan 'in sunumu muhteşemdi. Aynca Buluşmanın en çok tartışılan forumlarından Buluşmada salonlarını dolduran diğer Murathan Mungan'ın konuşmasını çok biride "Queer"oldu. Türkiye'de yeni yeni etkinlikler ise film gösterimleri oldu. beğendim. Çok aktivist ve anarşistti. tartışılan Queer kavramı bu forumda farklı görüş ve yorumlar eşliğinde ele alındı; Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Cuma Özdemir, 23, Osmaniye eşcinsel arzuyu adlandırma ve sınıflandırmaya öğrencilerinin çektiği "Kadın Adam" ile "Eksik Uluslararası olmasından dolayı Türkiye tarihsel bir bakış gerçekleşti. Dilek", Aykut Atasay'ın tartışmalara yol açan eşcinsel hareketinin daha fazla tanınması ve bol ödüllü filmi "Travesti Terörü", Uluslararası destek olması için çok iyi bir adım olduğunu Kaos GL dergisinin bir sonraki sayısında Af Örgütü'nün katkılarıyla gösterilen, Diana düşünüyorum. Volbeda'nınyönettiği "İnsanlıkDışı" (Less dosya konusu olarak okurlara ulaşacak olan "Homofobiye Karşı Mücadelede Uluslararası Than Human) adlı belgesel 'başka hayatlar'a Anıl Telcioğlu, 22, Ankara Deneyimler" ise Uluslararası Homofobi Karşıtı en gerçek yerden bakan filmlerdi. Buluşmanın Bu buluşma, homofobinin toplumsal Buluşma'nın forum başlıklarından bir nedenlerini, toplumdaki cinsiyet algısının ilk gününde ayrıca Kaos GL ve Karahaber diğeriydi. Homofobinin yalnızca Türkiye'de Vıdeo-Eylem Atölyesi'nin ortaklaşa hazırladığı homofobiyle olan bağını ortaya koyması "Devrim Beni Aramadı" adlı film de gösterildi. görünmediğini bilmekle birlikte, başka açısından önemliydi. Yönetmenliğini Oktay Ince'nin yaptığı film ülkelerde nasıl yaşandığını ve homofobiyle mücadele için ne gibi önlemler alındığını homofobi üzerine eşcinsel ya da Yasemin Öz, 32, Ankara yeterince bilmiyorduk. Buluşmanın heteroseksüel kişiler ve kuruluşlarla yapılmış Ufuk açıcı ve renkli bir buluşmaydı. Eksik bırakılan bir şey görmedim. Birbirimizin uluslararası konuklan bu konudaki tüm birikim röportajlardan oluşan bir belge niteliğindeydi. ve deneyimlerini katılımcılarla paylaştı. deneyimlerinden bir şeyler öğrendiğimizi Her sene 17 Mayıs'ta gerçekleşecek sanıyorum. Elinize sağlık. Norveç, Danimarka, İsviçre, Britanya, Kanada, Makedonya, Polonya ve Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'nın, Hollanda 'dan gelen bu konuklar arasında homofobiden arınmış birey ve toplulukların Hasbiye Günaçtı, 45, İstanbul Norveç İşçi Partisi Milletvekili Anette çoğalmasına katkıda bulunacağına Öğrenmenin, bilgilenmenin sonu yok Benim Trettebergstuen de bulunuyordu. inanıyoruz. için düşüncelerimi gözden geçirdiğim, yeni davranış ve stratejiler geliştirmede yararlandığım harika sunumlar oldu. "Lezbiyen ve Biseksüel Kadınlar" forumu ise lezbiyenler ve biseksüel kadınlara kapalıydı. Katıldığım için sevindim. Daha çok insanın İlerleyen sayfalarda Kaos GL'den Burcu, size ilgilenmesini, katılımını sağlayabiliriz, diye 'içeriden' haberleri verecek, merak etmeyin! düşünüyorum. Elif Tekneci, 21, İstanbul Farklı alanlarda devamını beklediğim bir Buluşmanın son gününde yapılan ve N. Pelin Kalkan, 19, Eskişehir çalışma. Her şey için teşekkürler. eşcinselliğin büyük şehirlerin dışında nasıl Başanlı buldum. Daha çok tartışılabilir, net yaşandığını konuştuğumuz "Yerel Geyçözüm yolları bulunabilirdi. Gerçi buna Zehra Bekişoğlu, 23, İzmir Lezbiyen Forumu" ise Türkiye'nin dört bir uğraşıldı, biraz yüzeysel kaldı gibi ama genel köşesinden gey-lezbiyenleri bir araya getirdi. Bir arada olmak ve mücadeleye ilişkin çözüm anlamda iyi ki gelmiş, bu organizasyona arayışları üzerine düşünmek bağlamında katılmışım. Çok daha farklı şeyler Buluşma kapsamında düzenlenen söyleşileri yararlı olduğunu düşünüyorum. Bu yararlılık düşünüyorum. Her şey için teşekkür ederim. -umarım- eylemliliğe dönüşür önümüzdeki de büyük ilgi gördü. "Homofobi ve Aynmcılık"

Katılanlar ne dedi?

15


Gruplararası İlişki ve Ayrımcılık İdeolojisi Olarak

Homofobi Melek Göregenli

16

Homofobi genel anlamıyla eşcinsellere ilişkin olumsuz duygu, tutum ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Eşcinsellerin içinde yaşadıkları toplumlarda karşılaştıkları ayrımcılık, önyargılar ve kalıp yargılar özellikle eşcinsellerin, cinsel kimliklerini gizlemeden görünür olmayı daha çok tercih etmeleriyle neredeyse doğru orantılı olarak giderek artmakta ve sadece eşcinsellerin değil, adil ve özgür bir yaşamı savunan herkesin sorunu haline gelmektedir. Eşcinsellere karşı önyargı ve tutum konuları 1970'li yıllarda sosyal bilimler ve özellikle psikoloji içinde araştırmacılar tarafından ele alınmaya başlanmıştır. Psikolojide homofobiye ilişkin ilk kavramsallaştırmalara bakıldığında bu olgunun zihinsel bir düzensizlik olarak, eşcinseller veya eşcinselliğe ilişkin irrasyonel korkularla ilişkilendirilerek bireysel bir patoloji olarak anlaşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa bugün homofobi kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret etmektedir. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir; homofobik ideoloji kendiliğinden kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağlam içinde oluşmaktadır. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizmle bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünmektedir. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir silahıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla "insanlığın korunması ve kontrolü" için bir mekanizma haline gelmektedir. Öte yandan pek çok ampirik çalışmanın bulguları, önyargı ve negatif stereotiplerin, ideolojilerin kutsamasıyla, dışlanan gruplara yönelik değişen biçim ve içeriklerde "şiddet"le hayata geçirildiğini, ayrımlaşmayı kutsayan ideolojilerin geleneksel değerlerle beslenen yeni bir tür "muhafazakarlık" olduğunu öngörmemize yol açmaktadır. Genel olarak "sağ" olarak nitelendirilebilecek dünya görüşlerinin, ayrımcılığı besleyen değerlere daha yakın olduğunu bilsek de, yani bir faşizm türünün, "sembolik faşizm"in arka planını oluşturduğu ve bu dünya görüşünün sadece "sağ" ideolojileri kapsamadığı düşünülebilir. İnsanlar ya da gruplar arası hiyerarşinin doğal olduğuna, bazı grupların diğerlerinden adeta doğal olarak üstün olduğuna ilişkin inançlar -sosyal üstünlük yönelimisembolik faşizmi beslemektedir.

İnsanların farklılıkları algılaması ve temsil etmesi, dolayısıyla gruplar arası ilişkilerin oluşmasında önemli bir başka süreç de, insanların ve grupların farklılıklarının açıklanmasında kullanılan kategori ve inanç sistemleridir. Sosyal psikolojide "özcü inançlar" konusundaki ilk tanımlar 1950'li yıllar gibi oldukça erken tarihlere dayanır. Bir grubun özüne dair inançlar taşıma, önyargılı kişilik, katı, dikotomik ve belirsizliğe karşı toleransı düşük bir bilişsel stilin göstergesidir. Özcü inançlar genel olarak önyargılı tutumlarla birleşir ve önyargılı bilinç durumunun bir öğesini vurgular: Sosyal kategorilerin doğasına ilişkin inançlar. Grupları birbirinden değişmez özelliklerle ayırmaya götüren sınırları güçlendiren ve farklılıklar üzerinde kurgulanan özcü inançlar, yalnızca ayrımcılığa uğrayan gruba karşı kullanıldığında ayrımcılık ideolojisini beslemezler, aynı zamanda ayrımcılık yapan grubun üyelerinin tek tek kendilerinin ya da grubun kimliğini inşa etme sürecinde kendi özlerine dair kalıcı inançları da aynı tür ayrımcılığı besleyebilir. Yani heteroseksüel olmak eşcinsel olmak kadar önemli ve öz'e dair bir özellik haline gelir ve egemenlik ilişkisi bu öz etrafında kurulur. Bütün bu sosyal psikolojik süreçler eşcinsellere karşı ayrımcılığı anlamamıza yol açmaktadır fakat en az bu kadar önemli bir başka gerçekliğe daha dikkatimizi yöneltmektedir. Farklı ve egemen olmayana karşı önyargı ve kalıp yargılardan beslenen ayrımcılık kendisini sadece homofobi olarak göstermemektedir. Yapılan pek çok araştırma aynı genel bulguya işaret etmektedir. Homofobi, genel olarak cinsiyetçilikle, otoriterlikle, sistemin meşrulaştırılmasıyla yani kısacası özgürlük ve adil bir hayatın önündeki her türlü zihniyete dair engelleyici zihniyet yapılarıyla doğrudan ilişkilidir. Sonuç olarak söylenebilir ki, homofobinin bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak ele alınması, ayrımcılığı ve şiddeti anlama sürecinde, hepimize özgürleştirici bir çerçeve sağlamaktadır. Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik ayrımcılık ve şiddet konusu bütün önyargı ve ayrımcılılık türleriyle ortak ve farklı yönleriyle ele alınmalıdır. Bu nedenle "Eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüelleri de özgürleştirecektir" sloganı, sadece eşcinsellerin özgür ve mutlu bir dünya çabasını vurguladığı için değil, daha önemlisi, farklılıklarımızın değil benzerliklerimizin ve özgürlük ihtiyaçlarımızın öne çıktığı bir hayat tasavvurunda her türlü ayrımcılığın benzer kaynaklardan beslendiğine işaret ettiği için önemli ve güzeldir.


Zorunlu Heteroseksüellik Bir İnsan Hakkı İhlalidir Yalnızca Eşcinsellere Değil, Heteroseksüellere De Yöneliktir Aksu Bora İnsan hakları, hele cinsel yönelimden söz etmekteysek, bize bir "asgari"yi işaret ediyor gibi görünür: Güvenlik ve varlığını sürdürme haklarına. Bu dünyada eşcinsel olarak yaşamak, böyle bir asgarinin pek hafife alınamayacağını insana öğretir. Bedensel dokunulmazlık hakkı, hâlâ temel önemdedir. Tıpkı kadınlar için olduğu gibi, eşcinseller için de insan hakkı ihlali yalnızca devletin birey ile ilişkisinde ortaya çıkmaz, yani tek ihlalci, devlet (yani kamu görevlileri) değildir- aile üyeleri başta olmak üzere, pek çok kişi hak ihlalcisi olabilir. "Hak" ve "adalet" kavramlarının daha çok kamusal alanla ilişkilendirilmesine, özel alanın "doğanın yasaları"na göre düzenlenmesine itirazlarını yükselten feministlerin açtığı yoldan ilerlerken, bu ihlaller arasındaki bağlantıları da görmek kolaylaşır. Kamusal alan/özel alan ayrımının kendisini bir siyasal mesele haline getirdiğimizde, bu ikisi arasındaki süreklilikler daha açık hale gelir: Cinsel taciz ve tecavüzün bir disiplin yöntemi olarak kullanılması gibi süreklilikler. Bu nedenle, insan hakkı ihlallerinin yalnızca devlet (ve kamu görevlileri) tarafından gerçekleştirilebileceği, bireylerin birbirlerine yaptıklarının olsa olsa "suç" sayılabileceği yolundaki tez, erkek iktidarının gücü, yaygınlığı ve şiddetini görmediği, bu iktidar ile devletinkinin nasıl iç içe olduğunu, birbirini destekleyip g ü ç l e n d i r d i ğ i n i anlamadığı için, eleştirilir. Kadınlar ve eşcinseller açısından insan haklarının her birinin yeniden değerlendirilmesi, yeniden müzakere edilmesi ihtiyacı, bundandır. Bu yüzden gayet tuhaf bir ifade olan "kadının insan haklan" kavramına ihtiyaç duyuyoruz. Bedensel dokunulmazlık hakları dediğimizde "namus" meselesini de görebilelim, erkek doğurana kadar doğurmaya devam etmek zorunda kalmayı bir insan hakkı ihlali olarak tanımlayabilelim diye. Şunu da hatırlamalıyız ki, insan hakları kavramı salt ihlallerle ilişkili değildir- yani "dokunmama", "yapmama" kadar "destekleme", "güçlendirme" ayağı da vardır. Cinsel yönelim konusunun bireysel bir hak meselesi olmanın ötesinde, toplumsal ve politik bir konu olarak tanımlanabilmesi de bence bununla ilgilidir. Yani, zorunlu heteroseksüelliğin yalnızca eşcinsellerin değil (ki aslında neden onların sorunu olsun?!), heteroseksüellerin de sorunu olduğunun kabulü, zorunlu heteroseksüelliğin insanın "yapabilirlikleri"ne bir saldırı,

bunların budanması, örselenmesi anlamına geldiğinin görülmesi ile ilgilidir. İnsan Hakları Bildirgesi'nin birinci maddesi, bu hakların gerekçesini berraklıkla ortaya koyar: "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğmuşlardır; akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe hareket etmekle yükümlüdürler." Yani biz, insan türü olarak, bazı kapasitelere sahibizdir, bu kapasitelerin gerçekleşebilmesi için de belirli koşullarda yaşamaya hakkımız vardır. Özgür, onur ve haklar bakımından eşit... Özgür olmak, canım ne isterse onu yapmak değil ama tarihsel ve kültürel bir ortamın ürünü olan benim, bu ortama "hayır" diyebilmem, direnebilmem anlamına gelir. Aile meclisi kız kardeşimi öldürmeme karar verdiğinde bunu reddetmem mesela. Yani, ona göre biçimlenmem beklenen kalıba sığmamam, taşmam, hatta belki de kalıbı kırmam. İnsan türü, bu anlamda özgürlük imkanına sahiptir. Zorunlu heteroseksüellik, bizi biçimlendiren, içine sığmamız ve orada kalmamız istenen kalıpların en önemli bileşenlerinden biridir. İster erkek olalım ister kadın, ister yoksul olalım ister zengin, ateist, Türk... karşı cinsten biriyle evlenip çoluk çocuğa karışmamız, "doğa"nın bir emri olarak görülür, yani tartışılmaz, değiştirilemez... İçine doğduğumuz, bizi biçimlendiren tarihsel ve kültürel ortamın belki de ana örüntüsü, bu "doğallık"tır. Eşcinsel olmayan (yahut bunu fark etmeyen- bastırabilen) bir bireyin kendini bu "doğal akışa" bırakması, işten değildir ve o hikayenin içine girmenin bir "hak ihlali" olduğuna ilişkin hiçbir belirti de yoktur. Ancak, her bir insan tekinin bedeniyle, başkalarının bedeniyle, hazla, cinsellikle ilişki potansiyelleri düşünüldüğünde, tekeşli heteroseksüel ilişkinin nasıl sımsıkı bir kuşatma, nasıl bir örseleme olduğu daha iyi anlaşılır (bunu Freud söylemişti vaktiyle: Uygarlık, sınırsız hazdan vazgeçmek üzerine kurulmuştur!). Bence eşcinsel hareket ile feminist hareket insan hakları kavramının imkanlarını keşfederek, beden politikaları ile bağını kurarak, radikal ve güçlü bir açılım kazanabilirhazdan vazgeçmeden kurulabilecek bir uygarlık nasıl olurdu?

17 17


18

cins(iyet)e ihanet

Erinç Seymen

iktidar kategorilere ihtiyaç duyar, bireylerin ve kitlelerin amaçlanan toplum düzenine uyarlanabilmeleri ve bu düzen içinde arzulanan biçimde işlerlik kazanabilmeleri için sınıflandırılmaları, kategorilere bölünmeleri, arşivlenmeleri gerekir, iktidar sahipleri ve düzen kurucular (devlet, dinsel örgütlenmeler ve tüm diğer üst kurumlar) toplumun yönetimi için nüfus sayımının yeterli olmadığını gayet iyi bilirler; elbette ki özne cinsiyeti, yaşı, mesleği vs.nin toplamından biraz daha fazlasıdır, yine de bireyler, düzenin korunması adına her biriyle teker teker "uğraşılmasını" gerektirmeyecek şekilde geniş kategoriler içinde gruplanmalıdır: iktidarın perspektifinden bakıldığında toplum, yan yana gelmeyi seçmiş insanlardan çok, bir "tipler tiyatrosu" olarak görünür, ancak "tipleri" toplumun kendisi icat eder. burada tıpkı hedef kitlesini belirleyen bir reklamcı gibi düşünmeliyiz: tipler (örneğin maden işçileri, anneler, eşcinseller...) bireylerin diğerlerine göre daha çok önem atfedilen niteliklerine (örneğin meslek, ailevi rol, cinsel pratik) indirgenmesiyle oluşturulur.(l) iktidara düşense bu tipleri kendi lehine (ama aslında onların refahı için) gereçsel leştirmek, denetlemek, onlar adına toplumsal misyonlar seçmek ve hatta işine gelmediği zaman onlara karşı tedbir almaktır, toplum normlar, ideolojiler, ahlaki dogmalar türetir, iktidar odakları da bunları alıp mutlaklaştırır, stratejik yönetim aygıtlarına

dönüştürür ve propaganda yoluyla istismar eder.(2) bu noktada toplumun icat ettiği ve kodladığı tipler iktidarın zayıf hedefleri haline gelir, çoğu birey, toplumun onu "onun adına" tarif etmesine ve böylece iktidar tarafından konumlandırılmaya elverişli bir form almasına karşı direnmek şöyle dursun, kendi kendini bu tip modellerine uygun şekilde yontar, bu kendini benzer kılma işlemi, bireyi özgün bir kimlik inşa etme yükünden ve hiç bitmeyecek içsel keşiflerden, iktidar ve toplumu da yaşadığı sürece az ya da çok değişen özneyi tanıma zahmetinden kurtarır, kopyalamalar bazen o kadar başarılı olur ki, icat edilmiş insan tiplerini doğrularcasına stereotipik bireyler ortaya çıkar. toplumda "eşcinsellik" bir cinsel kategori olmanın ötesinde bir yaşam tarzını çağrıştırır, "eşcinsel" tarihaşırı bir insan tipidir; ete kemiğe bürünmüş stereotip olarak mumyalanır, o hep ne olduysa yine o olarak kalacaktır, herkes eşcinsellerin ne olduğunu bilir, şüphesiz ki cinsel kimlik herkesin yaşamındaki birincil belirleyicilerden biridir, ancak eşcinsel bireyin yaşamındaki tek belirleyici öğenin cinsel kimliği olduğu farz edilir ve biyografisi cinsel kimliğinden ibaret bir varlık olarak yazılır, yaşamı ne denli başarı öyküleriyle süslenmiş olursa olsun o, tipler tiyatrosundaki trajik figürdür, eşcinseller değişmeyen imgelerine o kadar mahkumdur ki, yaşayan insanlardan çok birer görüngü gibi algılanırlar, "aramızda" gezinip


durmalarına alışılmış hayaletler, maddeleşmiş fantazmaları anımsatırlar, bir rönesans tablosundaki eşcinsel ne ise sokakta karşılaşılan eşcinsel de sanki odur; ikisi de uzakta ve gerçek dışıdır, nasıl olup da ortaya çıktıklarına akıl sır erdirilemeyen, halkların şurasına burasına belli sayılarda serpiştirilmiş mitolojik yaratıklara benzerler, her ne kadar mevcudiyetlerinden yakınıp dursa da, eşcinseller kötücül ikonlar olarak iktidar için gayet faydalıdırlar, toplumun eğitilmesi uğruna birkaçının insan içine karışıp boy göstermesine destek bile verilir; zira eşcinselin yaşamı öğreticidir, bu nedenle yaşam öykülerinin halk arasında -tıpkı fabllar gibi- kulaktan kulağa anlatılması kamusal anlağın sağlamlaştırmasına katkıda bulunacaktır, iktidar bir anlamda, ne kadar önlem alırsa alsın toplumun fire verebileceğini kabul eder ve ibretler aracılığıyla çoğunluğu etkisi altında tutmaya çabalar. insanların cinsel yönelimleri genelde iki kategoriye ayrılarak ele alınır: heteroseksüalite ve homoseksüalite. ancak bu ayrım ne davranışbilimsel ne de kültürel anlamda bireylerin cinsel kimlikleri ve cinsel pratikleri hakkında pek bir şey söylemez; örneğin heteroseksüel birey iflah olmaz bir sodomist olarak yaşamını sürdürebilir, keza bu dualist ayrım kendi "normallik" ve "anormallik" öğretilerini oluşturmakta da yetersiz kalır, temelde hemcinse yönelimin bir patoloji, karşı cinse yönelimin ise sağlık belirtisi olduğu varsayılsa bile, heteroseksüel birey hazza ulaşmak için penetrasyona başvurmaksızın (örneğin sado-mazohist pratikler dahilinde) sayısız yol seçebilir. haz ilkesini reddeden ve cinselliğin yalnızca üremeye yönelik bir biyolojik faaliyet olması gerektiğini savunan Ortodoks bilim adamı ise her hangi doyuma ulaşım yöntemine sapkınlık tanısını koyar, öyleyse cinsel açıdan tam olarak sağlıklı birey "üreyen bireydir".(3) iktidar işte tam da bu haz ilkesini dışlayan tezi benimseyerek toplumu yönlendirir: kadınlar ve erkekler zamanı geldiğinde aile kurmalı ve çocuk sahibi olmalıdır, yaşamın amacı ve bireyin hazzı araması gereken düzlem budur, zaten tanrı ve doğa da bizden bunu talep eder. iktidar (gelin artık şunun adını koyalım: devlet) insan cinselliğinin haritalanması ve farklı cinsel pratiklerin çözümlenmesiyle falan ilgilenmez, onu ilgilendiren kişilerin sistem içindeki rollerini nasıl oynadığı ve cinselliklerinin bu rolleri nasıl etkilediğidir, aile yapısında erimesi bireyin yönetilmesini kolaylaştırır, kabile, aşiret ya da devlet, her hangi hiyerarşik sistemde sıkı bağlarla bütünleştirilmiş bireyler, yığınlar halindeyken teker teker olduklarından daha kolay kontrol altında tutulurlar, çiftlerin çocuk sahibi olmaları önemlidir; ne anne ne de baba çocuğu kolay kolay terk etmeyeceğine göre aile yapısının çözülmesi nispeten zordur, bu nedenle aile kurumu devlet tarafından tekrar tekrar yüceltilir, başka toplumsallaşma alternatifleri (örneğin komünler) kendi inisiyatiflerini ve kolektif yaşam metodolojilerini yaratarak bağımsızlaşma tehdidi taşıdıkları için aile nihai ortaklık modeli olarak gösterilir: her şey ailede başlar ve ailede biter, her şey aile içindir.(4) eşcinsel birey bilindik anlamda bir aile kurmaya ve çocuk sahibi olmaya açıkça uygun görülmediği için düşman ilan edilir. o sadece bencil zevklerinin peşinden koşan bir bireyci

değil, aynı zamanda sürdürdüğü "tuhaf" yaşam pratiğiyle bir toplum karşıtıdır, biseksüalite ise eşcinselliğin tersine doğal bir eğilim değil de, eğilimlerden birinin diğerine baskın gelemediği bir cinsel kimlik kimlik kargaşası olarak değerlendirildiği için pek tartışma konusu edilmez. biseksüel birey "kronik kararsızdır", ne öteki ne beriki tarafta yer almayı becerebilmiştir, olsa olsa bir geçiş sürecindedir, evrimini tamamlayarak heteroseksüelliğe ya da homoseksüelliğe ulaşacaktır.(5) erkek egemen dünyada tarih boyunca eşcinsel erkekler inceleme ve seyir nesnesi olarak eşcinsel kadınlara kıyasla daha çok ilgi gördü, eşcinsellik halk arasında ve tıpta erkek eşcinselliği üzerinden açıklanmaya çalışıldı, kaldı ki kadın eşcinselliği, ortada bir phallus olmaksızın cinselliğin yaşanamayacağına dair yaygın inanç nedeniyle tam bir muammadır, hatta kimilerince ciddiye bile alınmaz: phallus yoksa haz da yoktur, o halde kadınlararası cinsellik konudışıdır. kadın ona maledilen niteliklerle, ikincilliği, güçsüzlüğü, edilgenliği, muhtaçlığı itibariyle zaten garip ve açması bir yaratıktır, bir erkeğinse "gerçek bir erkek" gibi kadınları arzulamaması onu bir karikatüre dönüştürür ve kadının "seviyesine" indirir, jargondaki sıradan bir sözcük iken küresel ölçekte neredeyse bütün dillerde kabul gören "gay" terimi, eşcinsel erkeğe dair stereotipik imgeyi pek güzel sembolize eder. toplumda erkek güç ve iktidar sahibidir, dolayısıyla bir despot gibi ciddi görünerek korku uyandırmalıdır. neşe dişil bir duygulanım olarak kabul edilir, neşenin ölçüsüz bir şekilde ortaya konması ancak kadınlar için caizdir, bu durumda eşcinsel erkek yalnızca kadınlardan değil iktidardan da vazgeçmiştir: "neşeli erkek" belli ki artık mütehakkim değildir, eril güç erkeğin kadınlar ve diğer erkekler üzerinde kurduğu tahakkümle ölçülür, erkek insanları dize getirmeye çalıştığı sürece gülünç olmaktan kurtulabilir, her daim gücünü gözle görülür biçimde sergilemekle ilgilenmelidir- dozu kaçmış bir neşe erkeğin itibarını düşürür, genel kanıya göre eşcinsel erkek olsa olsa ereksiyon yeteneğini kaybettiği için kadınlara yönelmeyi bırakmıştır, bu nedenle erkek eşcinselliği yalnızca güç ilişkileri dahilinde değil cinsel anlamda da edilgenlikle özdeşleştirilir- eşcinsel erkek zararsızdır. eşcinsellik her ne kadar cinsel sapkınlık değerlendirmesiyle ötekileştirilse de, hemcinsler arasındaki ilişkilerin de yaygın kadın-erkek ilişkisi modelinin dinamiklerine sahip olduğu varsayımıyla partnerlerden birinin diğerini her anlamda domine ettiği sonucu çıkarılır, bu önyargı şüphesiz ki, çiftlerin ortak yaşamlarını ancak eşlerden birinin üstünlük sağlayarak diğerini egemenliği altına almasıyla sürdürebileceği dogmasından kaynaklanır, her toplumsal yapıda olduğu gibi burada da bir yöneten (erkek) ve bir yönetilen (kadın) olmalıdır, aynı anlayış çevresinde eşlerden birinin daha kadınsı ötekinin de daha erkeksi olması beklenir, eşcinsellik sık sık bireyin "karşı cinse dönüşme" idealiyle açıklanmaya çalışılır. (6) burada bir çelişki söz konusu değil: eşlerden ikisi de karşı cinse özenir, ancak güç dengesinin korunması

19


20

adına bir taraf diğerine oranla karşı cinse daha çok benzemeye başlar.

çünkü bireyler ne kadar normalleştirilse de istisnalar ortaya çıkar ve kendilerini var etmenin bir yolunu bulurlar.

erkeksi kadınlar ve kadınsı erkekler tedavi olmak üzere kliniği boylarlar, zira kadının ve erkeğin doğası sözde pozitivist bir yaklaşımla teorize edildi ve yasalaştırıldı. sözde pozitivist diyorum çünkü kadın ve erkek psikanaliz ve darvvin'den önce de aşağı yukarı bugünkü tanımlanıyordu, doğadaki diğer hayvanlara dair gözlemlerden hareketle kadının ve erkeğin profilini çıkarmak hatalı değilse bile eksiktir; insan en başından beri, yani toplumsallaştığı andan itibaren kurallar, tabular, kanunlar yazdı ve kendini bunlara tabi kıldı, uygarlık yapaydır, yani insan yapımıdır ve sonsuz farklı şekil alabilir, burada büyük bir ikiyüzlülükle karşılaşıyoruz: insanlık ne kadının ve erkeğin "aslında olduğu şeye" dair tezlere, ne de herkesin eşit hak ve özgürlüklere sahibolduğu demokratik toplumsal düzene uygun olarak yaşamaktadır, bugün uygarlık, sınıfların, ulusların (ya da konu çerçevesinde erkeklerin) iktidar sahibi olmalarını kolaylaştıran bir gerece dönüşmüştür, bizi "yasasızlığın tehlikelilerinden" koruyup mutlu kılma vaadi boşa çıkmış, yalnızca ayrıcalıkları adaletsizce dağıtan bir sömürü sistemi yaratmıştır, uygar kadın ve uygar erkek de düpedüz ilkel kadın ve ilkel erkek gibi eşitsizlikleri üzerinden formüle edilir, bu formüllere paralel biçimde statüler belirlenir; herkesin eşit gibi gözüktüğü ama aslında önceliklerin ve iktidarın daha baştan tartışmasız erkeklere hediye edildiği bir düzenek içinde toplumsal roller biçilir, dişilik ve erillik- tıpkı heteroseksüellik ve homoseksüellik gibi- olabildiğince tezat tarif edildiği için kadın ve erkek birbirlerine yabancılaşarak yaşar, oysa kadınlar ve erkekler doğanın değil, içinde yaşadıkları toplumun ürünüdürler, kısmen içgüdüleri, büyük oranda ise toplum tarafından yönlendirilirler, dolayısıyla kadınlığın ve erkekliğin kriterleri doğal değil kültüreldir, kadın kadınlığını, erkek erkekliğini yalnızca toplumun belirlediği koordinatlar dahilinde kanıtlayabilir, sözkonusu olan, doğada verilen yaşamkalım savaşı değil uygarlık sahnesinde sergilenen performanstır, dişil ve eril davranış normları kültürel olduğu halde, birey karşı cinse "özgü" jestlerde bulunduğunda hasta olarak yaftalanır, hastalık bireyin istemediği bir duruma işaret eder, oysa ki davranışsal bağlamda karşı cinsle benzeşim bir kültürel çatışma sorunudur; bireyin istekleri toplumun beklentileriyle örtüşmemektedir.(7) toplum kararlı ve matematiksel kesinliklerle planlanmış yapısını karı/kocalar, anne/babalar, norm-al kadın ve erkeklerle korur, normal bir toplumsal sistem ancak normal bireyler tarafından işletilebilir, o yüzdendir ki atipik bireyler sağlıklı bir organizmadaki kanserli hücreler gibi gözükürler, birey doğumundan ölümüne kadar kendi davranış ve görünüm gramerini oluşturmadan, normal kadın ve erkek rollerinin aktörü olarak pekala rahatlıkla yaşayabilir, credo quia absürdüm, ve diğer normal vatandaşlar nasıl yapıyorsa siz de öyle davranır ve görünürsünüz, bu sayede ne kendi başınıza ne de toplumun başına dert açmış olursunuz, ancak, tabloyu bozan bir şeyler hep vardır,

"queer" tıpkı lezbiyen ve gey gibi eşcinsel jargonuna ait bir terimdi, ancak, lezbiyen ve gey araştırmalarının çoğalması ve çeşitlenmesiyle sözcüğün anlamı genişledi, eşcinsellerle beraber birçok başka minör grubu kapsayabilme potansiyeline ulaştı. queer'ın ingilizcde tuhaf, acayip gibi anlamlarda kullanıldığını göz önünde bulundurursak sözcüğün bu potansiyele ulaşmış olması şaşırtıcı değil. queer her ne kadar eşcinsel terminolojisine eklenmişse de doğrudan bir cinsel pratiğe gönderme yapmaz, normalleşmemiş her birey queerdır ve queer çalışmalarının ilgi alanına girebilir, eşcinseller aslında sabitlenmiş imgelerinde, düzcinsellerin anti-tezi gibi normalleştirilirler. anormalliklerinin evrensel bir profili çizilir ve her eşcinsel birey bu profilde karakterize edilmeye çalışılır, birey bu profile uyduğu ölçüde ona rezerve edilmiş sahada normalleşir. dolayısıyla queer'ın net bir tanımı yoktur- bilakis bireyaşırı tanımlamalara direnmenin ifadesidir, bireyin başta cinselliği olmak üzere görünümü, davranışları, biçemi ve yaşam pratikleriyle normların reddini imler. queer onu çevreleyen sosyal örgüyle uyuşmazlık gösteren ya da gösterebilen bireydir, ne o ne de budur- öznenin biricikliğinin ve kendiliğinin savunuşudur, kişi kendileştiği (yani stereotipleşmediği) ölçüde tuhaflasın her birey ancak tek tek etüd edilerek tanınabiliyorsa, bireyin cinselliğinin referansları da yine onun kendisinde aranmalıdır, kategorileri kesinleştirmek ve damıtmaktan hoşlanan rasyonalitenin kararsızlığa, belirsizliğe tahammülü yoktur, eğer kategoriyle uyuşmuyorsa birey değişmelidir, bu tür bir rasyonalite bireye inanmaz; ona göre adeta temsiller bireylerin değil, bireyler temsillerin uzantılarıdır. queer ise temsillerin değişmezliğini ve doğruluğunu bozar, kendi içkin nitelikleri

iktidar için, toplumun kendisinin bile acayipliklerine terk ettiği bu bireyler sosyolojik fenomenler olmak dışında yokturlar, zira sistem temsil edilebilenler için vardır. queer

dışında temsil edilmesi mümkün olmayandır.

toplumsal gerçekliğin kıyısındaki gri alanların sakinidir, istatistiksel bağlamda yüzde 99'luk dilime karşı yüzde 1 'lik "ve diğerleri" payında yer alır. queer majör kimlik (identity) temel alınarak oluşturulmuş birer karşıt kimlik (contra-identity) değildir, majörle (x) özdeşleşimin negatifi alınarak (-x) oluşturulmaz, ancak, bir kimliksizlik (nonidentity) ve nötrlük durumu da değildir. queer özne ayrıksı ve otantik bir yapıdır, kendi kendini teorize eder ve yalnızca kendini temsil eder. bireyler ortak kimlik bileşenlerine sahip olsalar da, bir bütün olarak birbirlerine eşitlenemezler. bu anlamda queer bir kategori değil,


kategori dışı bireylerin, benzemezlerin teşkil ettiği öbektir. queer varoluş merkeze göre pozisyon almamanın mücadelesidir, o yüzden de iktidar odaklarının birey üzerindeki denetimini zayıflatır, tanımı tamamlanmadığı ölçüde gücünü koruyan bu kavram bireye dair hep daha fazla veri edinme ilkesinden beslenir, toplumsal işbirliği ancak bireylerin birbirilerini yüz yüze ve dolaysız olarak tanıması yoluyla adil ve verimli kılınabilir, o halde etik açıdan doğru olan bireylere ait verileri genelleştirmemektir. queer varsayımlara alerjiktir: eğer her bireyin kendi yaşam pratikleri içinde incelenmeyi hakeden. eşsiz bir varlık olduğuna inanıyorsak, bireylerin cinselliklerinin de biricik ve öngörülemez olduğu sonucuna varırız.

queer kavramı muğlaklıklar, melezlikler, karmaşık göstergeler ve her çeşit kendiliğindenlikle barışıktır, bu yüzden bireyin mutlakçı ve otoriter sistemlere karşı mücadelesinde son derece etkili bir silah olabilir, bana kalırsa -ne kadar liberter olursa olsun- kadınların ve erkeklerin "ne olduğuna" dair yazılmış her öğreti kaçınılmaz olarak cinsiyetçidir, aynı şekilde farklı cinsel eğilimleri katışıksız sınıflandırmalara maruz bırakarak, soyağacı çıkarmaya çalışan öğretiler de ayırımcıdır, çünkü her bireyin cinsel pratiği zaten biricik ve farklıdır, eğer özgürleşmek istiyorsak toplumu kategorilere ve sınıflara değil, geriye yalnızca bireyler kalana dek bölerek parçalamalıyız. ancak bu sayede temsiliyetlerden kurtulup kendimizi gerçekleştirebiliriz, hedef, herkesin kendi rotasında tuhaflaşarak birbirini sevmesi olmalı.

çocukların, henüz cinsiyet 1 örneğin iktidar açısından eşcinsel bir maden işçisinin bu iki özelliğinden biri greve gittiğinde, diğeri sokakta sevgilisiyle kodlarının kesinleşmediği, el"belirgin" ele dolaştığında önem kazanacaktır. cinsel yönelimlerinin halen 2 anti-semitizmi hitler icad etmedi, o, alman halkında zaten var olan yahudi düşmanlığını "keşfetti"; zekice manevralar ve ajitasyon kendi keşif menzillerinde yeteneğiyle ırkçılığı körükledi ve bir ideoloji olarak ulusallaştırdı. zaten yahudi soykırımı alman halkının işbirliği ve isteği olmaksızın olduğu protoseksüel gerçekleştirilemezdi. dönemin, queer kavramına 3 aynı ortodoks bilim adamı rahatlıkla şu sonuca varabilir: tarih boyunca üreme yeteneği olduğu halde çocuk sahibi olmamış ya en yakın durumlardan biri da en azından çocuk sahibi olmayı istememiş her birey patolojikti. olduğunu iddia ediyorum, bu muhafazakarların ünlü totolojik savunusunu hatırlayalım: "herkes eşcinsel olsaydı insan soyu nasıl devam edecekti?" dönemde çocuk henüz 4 biraz daha ileri giderek, ötekini yadsımanın ilk önce ailede eğitimden geçmemiş haliyle öğrenildiğini ileri süreceğim, kan bağını ele alalım, kan bağı menfaat sıralamasını kökten değiştirir: öncelik ailededir, onu bireyin akrabaları, normları ihlal etmeye son dostları, hemşehrileri, soydaşları ve son olarak ait olduğu ulus izler. menfaat gözetiminin en uç sınırı ulustur, bireyin, yaşamının başında derece yatkındır, yırtıcılığıyla,ailede edindiği kan bağı bilincinin ulusal yayılımı ırkçılığın kökeni konusunda bir fikir veriyor, bireyin aynı ulus içinde yaşasa dahi, kendisine dayatılan tüm farklı ırklara karşı düşmanlık geliştirebilmesi bunun kanıtıdır, kan bağı bilinci dindaşlık bilincini de geride bırakabilir, zira tarih aynı alışkanlıktan püskürtmeye ve dini benimsemiş uluslar arasındaki savaşların örnekleriyle doludur. ulusal mitlerin hemen hepsi "aynı soydan gelenlerin" kahramanlık kendi isteklerine sadık hikayeleriyle başlar, aile kavramının soyutlanarak ulusçu ideolojiyi nasıl beslediği, "vatan evlatları" bir komut üzerine başka vatan kalmaya çabalar, zamanla evlatlarını gözlerini kırpmadan öldürdüğünde görülebilir. kadınlık ve erkekliğin neleri 5 biseksüellerin kimi eşcinseller tarafından "hainler" gibi görülmesi gerektirdiğini öğrendikten, pek de şaşırtıcı değil bana kalırsa, nitekim heteroseksüelhomoseksüel kutuplaşması fanatizm üretmekte, tıpkı heteroseksüel cinsel eğilimlerini kavradıktanbirey gibi homoseksüel birey de cinsel yönelimini övünç kaynağı ("gay pride") haline getirerek misilleme yapma ihtiyacı duyar, her sonra, isyan etmeyi bir yana iki taraf da saflaşmanın peşindedir, biseksüel ise şüphe uyandırıcı bir melezdir. bırakır ve yalnızca hayatını 6 belki de bu nedenle transeksüellik eşcinselliğin kristalize olmuş kolaylaştırmanın yollarını hali ve madden gerçekleşmesi biçiminde algılanır. aramaya, adapte olmaya 7 unabomber şöyle bir saptama yapar: "toplumumuz sisteme uymayan herhangi düşünce ya da davranış şeklini 'hastalık' olarak başlar, yetişkinlik birçok addetmeye meyillidir ve bu makul bir tutumdur, çünkü birey sisteme sağlamazsa bu onun acı çekmesine sebep olduğu gibi sistem bakımdan özgürlük savaşının uyum için de sorunlar çıkarır, nitekim bireyin manipüle edilerek sisteme uydurulması 'hastalığa deva' gibi görülür." unabomber manifesto, gerilemesi anlamına gelir. 155. paragraf.

21


Ruhsağlığı ile İlgili destek İsteyen GLB Bireyler ve Aileleri ile Çalışmak Şahika Yüksel

zaman içine yayılan, çoğunluğun kör kaldığı açıkça tanımlanmamış

Sinsi travma-kültürel travma

sınırları belli bir travmatik olayın olmadığı kültürel

Türkiye, homofobinin ağır yaşandığı, gey-

travmalara örnek olarak ırkçılık, bir toplumda

lezbıyen-biseksüel (GLB) bireylerin kimliklerini

azınlık olarak yaşamak, heteroseksüel olmamak

görünmez tutarak yaşamak zorunda kaldığı bir

sayılabilir. Kültürel travmalar da diğer akut

ülke. Bu eğilim iniş-çıkışh olup zaman içinde

travmalarda olduğu gibi kişinin kendini güvens.z

görece azalmaktadır. 2006 yılında yapılan iki

hissetmesine sebep olur. Daha fenası, başı ve

çalışma da bu eğilimin halen ne denli yüksek

sonu olmadığı ve tüm grup tarafından paylaşıldığı

olduğuna .şaret etmektedir. Bu çalışmalardan biri

ve kuşaklar arası taşındığı için zaman olarak

Lambdaistanbul tarafından yapılan bir toplumsal

belirsizlik taşır. Kişi tehlikeli olan ve olmayanı

tarama, dıgerı ise CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve

birbirinden ayırt edemez. Ona bağlı irili ufaklı

Araştırma Derneği) eğitimine katılan ve seks

ayrımcı davranış ve tutumlar, bulunduğu kültürde

terapisti olmak için eğitim alan uzmanlar arasında

yaygın olup tüm bireyleri etkiler. Bu nedenle

yapılan çalışmadır.

kültürel travmalara aynı zamanda 'sinsi travma

Homofobinin varlığı, hele ağır derecede olması, daima açılma sürecini zorlaştırır, geciktirir ve kişiyi travmatize eder. Deprem, kaza, tecavüz gibi belirli etkenlerin kişiyi travmatize ettiği ve ardından gelişen farklı sorunlar ve ruhsal hastalıklar .yi tanımlanmış ve çok araştırılmıştır. Kültürel travma kavramı daha az bilinmektedir. Çocukluk çağından başlayarak etkileyen, etkisi

adı da verilir. Daha açık bir örnekle ifade edersek, insanların çoğunluğu heteroseksüel olup heteroseksüel olmayan kişilere karşı homofob.k tutum kamuoyunda egemen olduğundan, doktorlar, psikologlar, gazeteciler, öğretmenler, hakimler, polisler ve benzer meslek gruplar, da aynı anlayışı benimser. GLB kişiler aynı heteroseksüel kişiler gibi farklı


Ayrıca, heteroseksüellerden farklı olarak GLB1 ler kendilerini kabul etme ve açığa çıkma sürecinde kendi istekleri veya ailelerinin baskıları ile destek ararlar. Bu yazıda, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği'ne başvuran bir grup eşcinsel kişinin özellikleri ve onlarla çalışma modeli aktarılacaktır. Cinsel kimliğini eşcinsel olarak ifade eden, 19992005 yılları arasında kliniğimizde görülen 76 kişi değerlendirmeye alındı. 16 kişi lezbiyen, diğerleri erkek idi. Görüşülen kişiler en sık yirmili yaşlarında olmak üzere, yaşları 16-40 yaş aralığında değişiyordu. Çoğunluğu analı babalı büyümüştü, ortalama iki kardeşleri vardı. Çoğunluk bekardı; ikisi boşanmış olan altı kişi de evlenmişti. Önemli bir bölümü hâlâ ana babaları, orijinal aileleri ile, duygusal ve ekonomik açıdan onlara bağlı ve bağımlı olarak yaşamaktaydı. Kendi cinsinden bir eş ile yaşayanlar ise sadece iki kişiydi. Bize ulaşan her dört kişiden üçü lise ve yüksek okul mezunu, grubun önemli bir bölümü (yüzde 40) halen öğrenci idi. Farklı iş alanlarında çalışan üyeler işlerini düzenli olarak sürdürüyordu. Cinsel Öykü Görüştüğümüz GL kişilerin kendi cinsel yönelimlerini erken yaşlarda, sıklıkla ergenlik öncesi veya ergenlik devresinde keşfettiği anlaşıldı. Cinsel yönelimler hakkında doğru bilgi sahibi olmadan, kendi kimliklerini tek başlarına yalıtılmış ve zor yaşadıklarını öğrendik. Bu gizlilik özellikle doğal destek grupları olan en yakınları olması beklenen ailelerine karşı oluyor. Ailelerine kendilerini sahte bir kimlikle tanıtmanın yükünü yıllarca taşıyorlardı. Cinsel Kimlik ve Aile Ailelerin konu ile ilgili bilgi sahibi olmasının uzun bir zaman aldığı anlaşıldı. Gördüğümüz üç kişiden birinin ailesi çocuklarının cinsel kimliğini bilmiyordu. Aile öğrendiğinde onların da cinsel kimlik konusunda doğru bilgi sahibi olmadıklarını görüyoruz. Dahası, doğru olmayan olumsuz bilgileri veya beklentileri vardı. İlk öğrendiklerinde çocuklarını yakından tanımaya hazır olan aile

üyesi çok azdı. Aile onların "düzelmeleri", "normal olması için" psikiyatrlara, psikologlara koşuyor. Altı kişi, bize başvurduktan ve destek aldıktan sonra cinsel kimliklerini ailesine açıkladı. Ailelerde sıklıkla ilk öğrenen kişi, anne veya kız kardeş gibi, bir kadın üye olmuştu. Babalar genel olarak bir başka aile üyesi eşliğinde geliyordu. Lezbiyen babalarından kızlarına eşlik eden olmadı. Bazen, aileden daha anlayışlı olan amca, dayı, teyze gibi bir kişi daha eşlik edenler grubuna geliyordu. Bu kişiler aileye konuyu benimsemekte yardımcı olan ve sözü geçen bir kişi oluyordu. Aile gencin cinsel kimliğinin değişmesi için onu doktora, özellikle psikiyatra götürüyor ve gerçekçi olmayan beklentiler içine giriyordu. Tedavi kurallarını ve mahremiyeti bozucu davranışlarda bulunuyorlardı. Bir grup aile -ki bu grup çocukları ile yakın ilişkide olan, onları disipline sokmak için genel olarak şiddet kullanamayan ailelerdiçocuklarına karşı üzüntülerini ya da depresyonlarını bir silah gibi kullanabiliyorlardı. Bazıları intihar bile edebiliyordu. Genelde bir terbiye yöntemi olarak şiddet kullanabilen bir diğer grup aile dövüyor, okula yollamamakla tehdit ediyor, göz açtırmıyordu. Durumun değişmeyeceğini bilen daha sınırlı bir grup aile ise "Ben şimdi ne yapacağım. Çevreye nasıl anlatırım, çocuğu nasıl korurum, kısaca bir ana baba olarak ne yapabilirim" sorusunu soruyordu. Bazı aileler oğullarının düzelmesi ve 'erkek olması' için onu bir aile dostu eşliğinde ücretli bir cinsel ilişkiye zorluyordu. Bu zorunlu cinsel deneyim ailenin beklediği amaca hizmet etmiyor, tersine çok ağır bir deneyim olarak yaşanıyordu. Niye Destek Aradılar? Takdim edilenler, yardım arayan bir grup. Türkiye'de yaşayan GLB'yi temsil edici özelliği yok. Benim deneyimlerim bir kliniğe ulaşan kişileri kapsamaktadır. Yardım için başvurmayan veya farklı nedenlere ruhsal sorunlarla gelip kendilerini heteroseksüel kimlikle sunan GLB kişiler bu değerlendirmenin dışında kalmaktadır. Bu grup bir büyük kentte bir üniversite kliniğine başvuranlar için bir örnek olarak kabul edilebilir. GLB kişilerin

23


ruh sağlığı kliniklerine başvuru zamanı ve sebebi farklı olabilir. En sık başvuru nedeni kendilerini anlamak, tanımak, kabul etmek, açılma sürecinde yaşadıkları zorluklardır. Bir diğer geliş nedeni aile zoruyla veya aileyi ikna edebilmek içindir. Tabii ki aynı heteroseksüel kişiler cinsel yönelimlerinden bağımsız olarak farklı ruhsal hastalıklar ve sorunlarla da gelebilmektedir. Uzmanlar Kim? Aileler gibi uzmanlar da genel homofobik anlayışın egemen olduğu bir toplumda yaşamaktadır. Uzmanların ikilemi; ailelerin cinsel kimlikler hakkında eğitim almamış ve konuyla ilgili bilgilerinin sınırlı ve yetersiz olmasıdır.

24

Kendi sosyal çevrelerinde heteroseksüel olmadığını bildikleri tanıdıkları olmayan ve nasıl davranıp konuşacaklarını bilemeyen kişilerdir. İyi niyetli olanlar bile utangaç, çaresiz, yetersiz olarak yaşayabilirler. Lambdaistanbul'un 2006 yılında yaptığı anket çalışmasına katılanların 178'i sağlık uzmanı veya psikologa başvurmuştur. Bu kişilerin yüzde 67'si görüşmeleri sırasında profesyonellerin olumsuz bir yaklaşımıyla karşılaştığını bildirmiştir. Homofobik toplumlarda GL bireylerin kendilerini sahte bir kimlikle takdimi beklenir. Herkes karşıt cinsel olarak kabul edilir. Eşcinsel kimlik gelişimi karşıtcinsel kimlik gelişiminden farklı olarak kendi kimliklerini kabul etmek için farklı bir süreçten geçer. GL kimlik gelişimini açıklayan farklı yazarlar var. Çalışmalarımızda V. Cass'ın (1979) kimlik basamakları formasyonu kullanmaktayız. Bu basamaklar kimlik şaşkınlığı, kimlik karşılaştırması, kimlik, kimlik toleransı, kimlik kabulü, kimlik gururu ve sonunda kimlik bütünleşmesi. Nasıl bir danışmanlık ve tedavi anlayışı? Eşcinsel kişiler tek tür özel bir grup değildir. Cinsel kimliklerinin ortak olması dışında kişilikleri, beklentileri, ilişkileri geniş bir yelpaze içinde değişir. Toplumun tüm katmanlarından olabilirler. Tedavide o kişinin özelliklerine göre uygun olan tedavi yöntemi seçilir. Bu yazıda, cinsel yönelimleri nedeniyle yaşanan zorluklarla çalışma ilkeleri

aktarılacaktır. Temelde kişinin kendini kabule dayanan (gay affirmative) tedavi anlayışı benimsenerek kişinin kendini keşfetmesinin ve içselleştirdiği homofobi ile başa çıkma yolları araştırılır. Psikolojik bilgilendirme: Kültürel travmalar homofobik durumlarda da çok kıymetli bir destek aracı. Toplumda farklı yerlerde bu bilgiler doğru olarak iletilebilir. Bilgi daima aynı ama biçimi ve düzeyinde fark var. Uygun durumlarda eşcinsel grupları, yayın organlarını kaynakları farklı organizasyonlar tanıtıyor. Diğer yandan, doğru olmayan hatalı bilgilerini getirenlerde bu bilgilerin geçerliliği tartışılabiliyor. Genel bilgilendirmeye yaşam devresine ve kişinin takdim ettiği soruna göre farklılıklar getirilebiliyor. Sık rastlanan hatalı düşünceler: Kimse beni sevmez, benim duygusal sürekli ilişkim olamaz, yalnız kalmaya mahkumum, cehenneme gideceğim, ailemi rezil ediyorum, benim hiç ilişkim olmadı, o halde değişebilirim, kuvvetli isem değişebilirim, evlenirsem geçer, küçükken tecavüze uğradım o nedenle oldu, utanılacak bir durumdayım... Bu tür olumsuz düşüncelerin eşlik ettiği ağır kaygı bozuklukları veya depresyonlar ve intihar girişimi olabilir. Danışmanlık ve tedavi aşamalıdır. İlk adım; açıklıkla, kişinin değerleri, deneyimleri ve yönelimi ne olursa olsun benim kendisini kabul ve değerlerimde bir fark olmayacaktır. İkinci adım; kendine neyin yakın olduğunu tanıması için farklı deneyimler yaşamaları bir zorunluluk olabilir. Yaşamları boyunca bir den fazla başarılı ilişkiler olabilir ve bu farklı devrelerde farklı cinsiyetlerle olabilir. Son adım; ne olduğunu anlamak için zamana ihtiyacının olduğu. Kendini keşfetmesi için danışmanlık verilecek. Kendisinin farklı kompartımanlarını tanımak için zamanı olmalı. Hangi cinsel yönelime yakın, erotik ve duygu olarak açıklıkla bakabilmeli. Benliğe yabancı eşcinsellik (egodistonik homoseksüel I i k): Ruhsal Hastalıklar Sınıflamalarından eşcinsellik


çıkarılırken önce bir geçiş devri oldu. Eşcinseller "istemediği halde" eşcinsel olanlar ve isteyerek eşcinsel kimliği benimseyenler olarak iki gruba ayrıldı. Benliğine yabancı olarak eşcinsel olanlar bir süre sınıflamalarda hastalık olarak devam etti. Bugün bu anlayış ruhsal hastalıklar sınıflamalarında yer almıyor. Ama cinsellikleri ile ilgili zorluk yaşayan bazı eşcinseller kendilerini bu biçimde takdim edebilmektedir. Sınıflamalarda yer almayan benliğe yabancı eşcinsellik konusunda içselleştirilmiş bir anlayış veya gerçekçi olmayan beklentinin başvurularda ve ailelerinde değiştirilmesi gerekmektedir. Dahası bu anlayışı benimseyen uzmanlar da bulunmaktadır. Eşcinsellik bir kerede kabul edilen bir durum değil. Gelgit içinde yaşanır ve kabul edilmeden önce sıklıkla bir benliğe yabancı devreden geçerler. Bu konuda direnç gösterenlere bu bilginin farklı biçimlerde tekrar tekrar verilmesi sıklıkla gerekmektedir. Z a m a n içinde gelişmeler 80'lerde gelenlerde kendilerini reddetmek veya düzeltme ile ilgili talepler çok netti. Bazen bizim cinsel kimlik konusunda bilgilendirmemizi "ama siz çok ilericisiniz, kimse bunu kabul edemez" diye geldikleri uzmanları suçlayanlar oldu. Bizler, uzmanlar da kişilere önce değişmeyeceklerini ispat etmek için kendimizi mecbur hissediyorduk. Küçük ağrılı uyaranlar, paket lastiği, keyif alınca imajı değiştir gibi kaçınmayı cinsel isteği uyaran uyaranlardan uzaklaştırmaya yönelik önerilerimiz oluyordu. Doğrudan cinsel kimlik sorunu ile gelenlerin sayısı sınırlı idi. Cinsel kimlikleri GLB olup onu benimsemiş-onunla barışık yaşayan ama bir ruhsal sorunlarla gelen eşcinsel sayısı çok azdı. Arada tek tük adli vaka olarak yollananlar olurdu. Daima lezbiyen sayısı düşüktü. Başvuru sayısı arttıkça, kendilerini benimsemelerini kolaylaştırmak amacıyla, 90'larda başvuranların sayısında görece bir artış oldu. Bir bölümü durumun değişmeyeceğinin farkında idi. Bu devrede sosyalleşme konusunda zorlukları ön planda idi. Kendilerini az çok kabul edenler de sevgili dışında GLB tanıdığı, eş dostu yoktu. Bu devrede 1990-1995 yıllarında açık kapı grupları

yaptık. 15 günde bir yapılan bu gruplar sadece erkeklerden oluşuyordu. Lezbiyen başvuru hâlâ çok azdı. Grup önerisi endişe ile karşılansa da kendilerine benzer özellikleri olan kişilerle tanışmak ve sorun paylaşmak çok iyi geliyordu. Aralarında dayanışma destek sistemi geliştirdiler. Gruplarda biz onların öykülerini, sorunlarını ve durumlarını öğrendik. Onlar birbiri ile tanışma, paylaşma ve kendilerini kabul süreci ivme kazandı. 2000'lerde biz artık suni bir grup oluşturmak zorunda değiliz. Kaos GL ve Lambda'nın kurulması bizi çok rahatlattı. Gruplara gerek kalmadı onlara dergiyi ve web adreslerini verebiliyoruz. Sonuç olarak Türkiye'de bir ruh sağlığı merkezine gelen GLB kişilerin, kendileri fark etme yaşları ile bir kimseye açılma-paylaşma yaşları arasındaki uzun bir zaman geçiyordu. Özellikle önergenlik ve ergenlik devresini çok yalnız ve korku ve depresyon içinde geçirenler ve intihar girişimleri öğrenildi. Ailelerin zorlayıcı, bazılarında fiziksel şiddete varan baskıları ve değiştirmek için çabaları ve verilen bilgiyi reddetmeleri erkeklerin zorla ücretli ilişkiye bir aile yakını tarafından zorlamalarının öyküleri öğrenildi. Bir bölüm eşcinsel erkek de kimliklerini yok etmek için kadınlarla ilişki deniyordu. Bu zorunlu deneyimler sıklıkla sertleşme güçlüğü gibi bir cinsel işlev bozukluğuna, kadınlardan iğrenme ve kaçınma davranışlarına ve genelde cinsel isteksizliğe neden oluyordu. Evlenmiş olan kişiler dahil karşı cinsle keyifli cinsellik yaşadığını bildirenler nerede ise yoktu. Bir örnek olarak şunu aktarmak isterim. Yirmili yaşlarında, eşcinsel fantezileri olan bir erkek ilk cinsel deneyimini duygusal olarak anlaştığı bir genç kadınla yaşamıştı. Bir kez beraberlikten sonra kadın arkadaşından tiksinme ve kaçınma başlamıştı. Bir diğer erkek kendini karşıt cinsel yapmak için zorladığı öpüşmeyi "tükürük alışverişi" olarak aktarıyordu. Doğrudan biz tedavi ve danışmanlık verenleri ilgilendiren bir husus; Ailelerin çocukları gelmeden bizlerle özel görüşme yapma ve onlarla nasıl

25


konuşacağımıza ilişkin yönlendirme manüplasyon girişimleri, psikososyal destek verenlerin bu konuda çok dikkatli çalışması gereğini öne çıkarıyordu. Türkiye'de GL kişilerin evlenerek cinsel kimliklerini sakladıkları ileri sürülmektedir. Bizim başvurularımızın ailelerinin de evlendirme baskısı vardı. Bize gelenler arasında az sayıda evli kişi bulunuyordu. Evlilerin az sayıda olmasının nedenini toplumsal bir tarama yapmadan açıklamak bir spekülasyon olacaktır. Başvuranların yaşlarının genç olması veya evlenmiş olanların bize başvurmadığı düşünülebilir. Sınırlı sayıda, 6 evli veya dul kişi ile görüştük. Bunlardan sadece ikisi bir devre karşı cins ilişkisinden keyif aldığını belirtti bu nedenle görüşülenlerin sadece ikisini biseksüel olduğunu söyleyebiliriz.

26

Kendilerini karşı cinsel olmaya özendirme çabaları arasında karşı cinsle sınırlı veya tam cinsel ilişki deneyimlerinin sık olduğu görüldü. İki cinsle de keyifli cinsel yaşamı olduğunu belirten iki kişinin biseksüel olduğu düşünüldü. Halen evli olanlar dâhil diğerlerinin karşı cins deneyimi doyum verici olmadığı anlaşıldı. Bu grupla çalışırken çok kıymetli deneyimlerimiz oldu. Bize "ben normal olmak", "karşı cinsel olmak" istiyorum, "GL kimliği kabul edemem" diye başvuran kişilerin yargılamayan, bilgi veren bir anlayışla çalışıldığında değiştiğini gördük. Bu değişme bir iki görüşmede, çok kısa zamanda, bile olabiliyor. 1995 öncesi, kendilerini yargılayan, yalıtılmış yaşayan erkek başvuruların yal itilmişliğini azaltmak, kendilerini kabulünü kolaylaştırmak amacıyla grup tedavisi uyguladık. Bu gruplar aynı zamanda self-help grup özelliğini taşıyordu. GLB yayınların, Türkçe internet sitelerin yaygınlaşması ile grup yapılması bırakıldı ve kendileri bu kuruluşlara yönlendirildi. Bu denli önemli bir alanda kısa sürede değişme beklenemez. Bize başvuru aşamasının, aslında kendi cinsel yönelimini tanıyan ama onu "bir uzmana doğrulatarak" rahatlamaya daha hazır ve yakın olanların, seçilmiş bir grubun, bize ulaştığı

düşünülebilir. Bir diğer önemli kazanım kendini bilen kabul eden ama aileye "uzman aracılığı" ile kabul ettirme ihtiyacı olanların kendilerini onaylatması. Bu grupta aile rahatlıkla kabul etmese bile bize gelerek aileye olan sorumluluklarını yerine getirmiş ve değişmezliğini ispat etmiş oluyorlardı. Suçluluk duyguları ve depresyonları azalıyordu. Öneriler: Toplumsal düzeyde, eşcinsellerin varlığını görmezden gelen toplumlarda homofobik anlayışla mücadele etmek ruh sağlıkçılarının sorumlulukları arasında. Bireysel düzeyde aileler ve eşcinsel bireylerle kendilerini keşfetmelerine ve kabul etmelerine fırsat veren bir yaklaşım sunulmalıdır. Bu yalıtılmayla aynı zamanda, ergen ve genç erişkin GLB kişilerde kaygı bozukluğu, depresyon, madde alkol bağımlılık riski, intihar girişimlerinin karşı cinsel akranlarından daha sık olduğu bildirilmektedir (1999 New Zeland study). Sayılan ruhsal hastalıklarla yal itil m işlik, kişinin kendisini olumsuz değerlendirmesine, kabul edememesinin kısaca kendi içselleştirdikleri homofobinin ilişkisini dikkate almak ve gerekli önlemler almak koruyucu ruh sağlığı açısından gözden kaçırılmamalı.

Kaynaklar: CassV. 1979 Homosexual Identity Formation: A Theoretical Model, Journal of Homosexuality. V4(3) Fergusson DM, Horvvood J, Beautrais AL 1999 Is Sexual Orientation Related to Mental Health Problems and Suicidality in Young People. Archive General Psychiatry 56, 876-880 Lambdaistanbul, 2006, Bir Alan Araştırması: Eşcinsel ve Biseksüellerin Sorunları, Lambdaistanbul Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi Yetkin N. 2006 Terapistler, Homofobi ve homofobiye karşı eğitim 17-20 Mayıs, 2002 Uluslararası II Buluşması (bu kitapta yer alıyor)


Terapistler, Homofobi Karşıtı Eğitim "Cinsel yönelimimiz ne olursa olsun, hepimiz az ya da çok homofobiğiz. Çünkü

hepimiz

eşcinselliğe

karşı

olumsuz

değer yargılarının

yaygın olduğu bir t o p l u m d a y e t i ş t i k . Hepimiz bu homofobinin izlerini düşüncelerimizden, duygularımızdan ve dilimizden temizlemek zorundayız."

Dr. Nesrin Yetkin 1960'lardan beri kullanılan "homofobi" sözcüğünü, eşcinselliğe, eşcinsellere karşı yanlış ve eksik bilgilenişten kaynaklanan, genellemelere dayanan, yeni bilgi ve anlayışlarla karşılaşıldığında değişmeye açık olmayan, olumsuz veya düşmanca tutum, bir önyargı olarak tanımlayabiliriz. Sözcük anlamsız korku gibi bir izlenim yaratsa da özünde "cinsel yönelim nedeniyle ayrımcılık" anlamını taşır. "Homofobik inanışlar" da tüm önyargılar gibi toplumun her kesiminde, öğretmenlerde, medya üyelerinde, politikacılarda, psikologlarda, doktorlarda, psikiyatrlarda yaygındır ve değişime dirençlidir. Lambdaistanbul, Mart 2006'da İstanbul'da cinsel yönelimini eşcinsel/biseksüel olarak tanımlayan 393 kişi ile yapılan bir anketin sonuçlarını, "Eşcinsel ve Biseksüellerin Sorunları" adıyla yayınladı. Bu önemli çalışma Nisan-Ağustos 2005 tarihleri arasında yapılmış. Burada kendilerini eşcinsel/biseksüel olarak tanımlayan kişilerde de eşcinselliğe karşı birçok olumsuz düşünce ve duygular olduğunu görüyoruz. Cinsel yönelimini eşcinsel/biseksüel olarak tanımlayan 393 kişinin yüzde 51 'i geçmişte cinsel yönelimiyle ilgili olumsuz duygulara kapılmış ve yüzde 5'i hâlâ böyle duygular taşıyor.

Bunlar arasında, cinsel yöneliminin ne olduğundan emin olamama, kendi cinsiyetinden kişilere duyduğu ilginin cinsellikle alakasız olduğunu düşünme, yalnız kalmaktan korkma, cehenneme gideceğini düşünme, aynı cinsiyetten insanların cinsel beraberlik yaşayamayacağını düşünme, aynı cinsiyetten insanların duygusal beraberlik yaşayamayacağını düşünme, cinsel yönelimini düzeltebileceği bir kişilik özelliği olarak görme, geçici olduğunu düşünme, lezbiyenliği cinsel fantezi olarak görme, geyliğin erkekliğe sığmadığını düşünme, biseksüelliğin, eşcinsellik gibi olağan bir varoluş biçimi değil kararsızlık ve/veya doyumsuzluk olduğunu düşünme, istemediği halde kendini heteroseksüel ilişkiler yaşamaya zorlama, eşcinsel/biseksüelliğini unutmaya çalışma, eşcinsel/biseksüelliği anlaşılmasın diye eşcinsel olduğunu bildiği insanlardan uzak durma, diğer eşcinsellere nasıl ulaşacağını bildiği halde tanışmayı erteleme gibi olumsuz duygu ve düşünceler var. Cinsel yönelimimiz ne olursa olsun, hepimiz az ya da çok homofobiğiz. Çünkü hepimiz eşcinselliğe karşı olumsuz değer yargılarının yaygın olduğu bir toplumda yetiştik. Hepimiz bu homofobinin izlerini düşüncelerimizden, duygularımızdan ve dilimizden temizlemek zorundayız.

27


Bu alan araştırmasında, katılımcıların yüzde 55'i psikolog veya psikiyatra başvurmuş. Bunların yüzde 33'ü başkaları istediği için, yüzde 17'si eşcinsel/biseksüelliğinden kurtulmak için ve yüzde 47si cinsel yönelimi hakkında kafası karışık olduğu için bir profesyonele başvurmuş. 178 katılımcının yüzde 67'si başvurduğu psikolog/psikiyatrın olumsuz bir yaklaşımıyla karşılaştığını bildirmiş. Başvurulan psikolog/psikiyatrların; Yüzde 29'u heteroseksüel olmaya zorlamış; bu hem olanaksız hem de etik değil. Yüzde 29'u anlatılan her şeyi cinsel yönelime bağlamış; cinsel yönelimi ile sorunu olsun ya da olmasın, her bireyin yaşamında elbette başka sorun alanları da vardır. Yüzde 22'si ilaç tedavisine zorlamış, elbette herkesin ilaç tedavisine ihtiyacı olabilir, ama cinsel yöneliminden ötürü değil.

28

Yüzde 57'sinin eşcinsellikle ilgili bilgisi yetersizmiş. Ve en vahimi yüzde 30'u eşcinselliği hastalık olarak görüyormuş; yani ya mesleğinin tanı sınıflamalarının 30 yıl kadar gerisinde kalmış, ya da ciddi homofobik. Örnek olarak yer verilen bazı olumsuz yaklaşımlar, doğru mesleki uygulama açısından da, etik açıdan da son derece uygunsuz. Aslında heteroseksüel olduğumu, babamın ilgisizliği nedeniyle bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu söyledi. Psikolog eşcinseldi, benimle beraber olmak istedi. İçine nasıl alıyorsun, nasıl tatmin oluyorsun?' dedi. Beni hipnozla heteroseksüel yapmaya kalktı. Bana sormadan anneme lezbiyen olduğumu söyledi. Geylerin gideceği yer cehennemdir, ibadet et' dedi. Annemin yanında geneleve gidip antrenman yapmamı önerdi. Hetero porno film ve dergi almamı söyledi. Vajina resimleri gösterdi, AİDS olma riskiyle korkuttu. 215 erkekten 27'si eşcinsel/biseksüel olduğu için askerlikten muaf olmak için rapor alma girişiminde bulunmuş. Bunların 6'sı psikiyatri servisine sevk alamazken, 21 kişi psikiyatrik muayene sürecinde yasa ve insanlık dışı muamele ya da kötü muameleye maruz kalmış, 7 kişinin de rapor talebi geri çevrilmiş. Bu muayene ve inceleme sürecinde kişilerin yüzde

62'sinden 'anal muayene', yüzde 29'undan 'cinsel ilişki sırasında çekilmiş fotoğraf istenmiş, yüzde 57'si görevlilerin aşağılayıcı ve alaycı davranışları ile karşılaştığını bildirmiş. Burada psikiyatri/psikoloji mesleki uygulamasında hizmet alan eşcinsel/biseksüeller açısından hem yetersiz hem de etik açıdan uygunsuz bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu tablonun olumlu değişimi için, eşcinsel sivil toplum kuruluşları ile profesyonellerin iletişiminin arttırılması kadar, profesyonellerin eğitiminde homofobi ile uğraşılmasının da gerekli olduğunu düşünüyorum. Biz CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği) olarak 2001 yılından beri, profesyonellere yönelik, birbirini izleyen modüller halinde bir eğitim programı uyguluyoruz. "Cinsellik" kavramının işlendiği 3 günlük 1. modülümüz, cinsellik alanında çalışan herkese açık olup, tüm hekimler, psikologlar, rehber ve danışmanlar, pedagoglar, sosyal hizmet uzmanları, hemşireler, öğretmenler ve diğer disiplinlerden kişilerin katılımına açık. "Cinsel İşlev Bozukluklarının tek tek ele alındığı 6 günlük 2. modülümüze yalnızca klinisyenler katılabiliyor. "Cinsel Terapi" öğretilen 9 günlük 3. modülümüze ise yalnızca psikiyatri asistan ve uzmanları ile klinik deneyimi yeterli psikologlar katılabiliyor. Bu programın 1. modülünde 4 saat boyunca 'Cinsel İnanışlarımız' konusunu işliyoruz. Katılımcılardan bu dersin öncesinde ve sonrasında, tamamı yanlış cümlelerden oluşan 30 başlıklı bir cinsel inanışlar listesini " 1 . Hiç katılmıyorum"dan "5.Tamamen katılıyorum"a kadar değişen beşli bir derecelendirmeyle doldurmaları istendi. Bu listedeki 24 cümle genel cinsellikle, 6 cümle ise homofobiyle ilgiliydi. 130 ön test ve 91 son test sonuçlarını değerlendirdik. Eğitim öncesinde mit listesini dolduran 130 kişinin, genel cinsellikle ilgili 24 mite verdiği yanıtların ortalaması 1.6 iken, 6 homofobik mite verdikleri yanıtların ortalaması 1.9 bulundu; bu iki grup yanlış inanışa verilen yanıtlar arasındaki fark anlamlıydı. (.000) Cinsel terapist olmak için ücretli bir eğitim almayı seçen özel grubumuzun toplumda yaygın olan cinsellikle ilgili yanlış inanışları pek paylaşmadığını, ama eşcinsellikle ilgili yanlış inanışlarının görece daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.


Altı homofobik cümle içinde "Eşcinsellik bir psikiyatrik hastalıktır ve tedavi edilmelidir", üzerinde en az durulması gereken homofobik inanıştı. Cinsel terapist olmak isteyen katılımcılarımız, hem psikiyatrik tanı sınıflamaları konusunda yeterince bilgiliydi, hem de bu konuda homofobik değildi. Diğer beş homofobik cümle, 'Eşcinsellerin çok fazla psikiyatrik sorunları vardır', 'Cinsel yönelim, istemli bir seçimdir, değiştirilebilir', 'Eşcinsel erkekler arasındaki tek cinsel ilişki, anal birleşmedir', 'Eşcinseller, uzun süreli ve doyumlu beraberlikler kuramaz', 'Eşcinsellik doğaya aykırıdır' yanlış inanışlarının üzerinde ise epey durulması gerekiyordu. 40 kişilik başka bir psikiyatri asistanları grubuna verilen farklı bir eğitimde ise, "Eşcinsellik bir psikiyatrik hastalıktır, tedavi edilmelidir", en çok üzerinde durulması gereken homofobik yanlış inanış oldu. Her iki grup da tüm psikiyatrları temsil edemez, ama CETAD eğitimi katılımcılarının görece daha az homofobik oldukları düşünülebilir. Homofobiye karşı eğitimde; temel olarak doğru bilgilendirme ve normalleştirme yapıyoruz. Bunun için tersine çevirme, rol oynama, model oluşturma gibi teknikler kullanıyoruz. Interaktif eğitim modelimizde, tartıştığımız başlıca 'Homofobik mitler ve gerçekler' şöyle: 1. Eşcinsellerin cinsel kimlikleri anatomik cinsiyetlerine uygundur. 2. Eşcinsel yönelim bir psikopatoloji değildir. Eşcinsellerde daha fazla psikopatoloji olduğuna dair bir kanıt yoktur. 3. Eşcinsel yönelimli bireylerin psiko-sosyal profili, en az heteroseksüeller kadar heterojendir.

8. Kişilerin cinsel yönelimi, örnek oluşturma veya rehberlikle, kalıcı ve anlamlı bir biçimde değiştirilemez. 9. Eşcinsellik doğaya aykırı değildir. Birçok hayvan türünde görülür. Eşcinsellik de tüm insan cinselliği gibi, doğal olmaktan çok insani bir durumdur. 30 yanlış cinsel inanış için, eğitim öncesinde 130 kişinin ortalaması 1.8, eğitim sonunda ise 91 kişinin ortalaması 1.2, aradaki fark anlamlı bulundu. (.000) Genel cinsellikle ilgili 24 yanlış inanış için, eğitim öncesinde 130 kişinin ortalaması 1.6 eğitim sonrası 91 kişinin ortalaması 1.2, aradaki fark anlamlı bulundu. (.000) Eşcinsellikle ilgili 6 yanlış inanış için eğitim öncesinde 130 kişinin ortalaması 1.9, eğitim sonrası 91 kişinin ortalaması 1.2, aradaki fark anlamlı bulundu. (.000) Eğitim sonrasında mit listesini dolduran 91 kişinin, genel cinsellikle ilgili 24 mite beşli derecelendirmeyle verdiği yanıtların ortalaması da, 6 homofobik mite verdikleri yanıtların ortalaması da 1.2 ve tabii bu iki grup yanlış inanışların ortalamaları arasındaki fark anlamsız bulundu. (.096) Genel cinsellikle ilgili ve homofobik mitlerde eğitim etkinliği aynıydı. Eşcinsel ve biseksüellerin salt cinsel yönelimleri nedeniyle karşılaştıkları baskı ve maruz kaldıkları şiddeti doğuran şey homofobi; eşcinsel/biseksüel bireylere duyulan öfke, nefret, tiksinti tanımlamasının ötesinde, bu kimliği ötekileştiren her türlü yaklaşımı içerir. Eşcinsel/biseksüel bireylerin sorunları, eşcinsel olmalarından değil, eşcinsel/biseksüelliği normalize edemeyen, ötekileştiren bir sistem içinde yaşıyor olmalarından kaynaklanır. Cinsellik politikasıyla ilgilenen herkesin, eşcinsel örgütlerinin ve mesleki derneklerin, her ortamda, toplumun her kesiminde, eşcinselliğin "normalleşmesi" için ellerinden gelen her katkıyı yapmaları gerektiğine inanıyorum.

4. Cinsel yönelim, salt heteroseksüalite ile salt homoseksüalite arasında bir spektrumdur. Cinsel kimlikten farklı olarak, yaşam boyunca değişiklik gösterebilir. 5. Eşcinsel yönelim, keyfi, ahlaki veya istemli bir seçim değildir. Heteroseksüel yönelimden farksız bir durumdur. 6. Erkekler arasındaki eşcinsel beraberliklerde, anal ilişkiden başka cinsel etkinlikler de yer alır. Anal cinsel birleşme, heteroseksüeller arasında da uygulanır. 7. Eşcinseller sevgi ve dostluk içeren, uzun süreli ve doyumlu ilişkiler kurabilirler.

'Psikiyatr, Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) Başkanı

29


Eşcinselliğin ' t e d a v i s i ' yok a m a homofobiden kurtulmak mümkün! Mahmut Şefik Nil* "Homoseksüalite çok eskiye dayalı bir sorundur ve

Tiksindirici uyarı: elektrik akımı, pis bir koku, diğer

hâlâ hakkında birçok görüş ileri sürülmektedir.

kişilerin bu sapık eylemi gözetlemekte olması, bileğe

Homoseksüalitenin tabiatı hakkında da birçok farklı

geçirilmiş bir lastik halkanın gerilip bırakılması veya

görüşler ortaya atılmıştır. Hemen bütün görüşlerde

sapık davranışın yapılması sırasında kusma, yüksekten

homoseksüalitenin patolojik bir durum olduğu

düşme, bıçakla kastre (hadım**) edilme tehdidi gibi

konusunda fikir birliği vardır." (1)

tiksindirici veya endişe yaratıcı bir hali hayal etmek olabilir." (2)

Yukarıdaki cümleler Psikiyatrist Prof. Dr. İsmail Çifter'in

30

1987 yılında yayınlanmış olan "Psikiyatri" adlı kitabından

Yukarıda iki paragrafını örnek olarak aldığımız kitap

alınmıştır. Çifter'in bu kitabı, ruh sağlığı alanında eğitim

1986 yılında Nobel Kitabevi tarafından basılmıştır.

alan kişilere kaynak olmak üzere yazılmış kitaplardan

Cümleler, bir işkencenin detaylarını değil "sapık" bir

biridir. Çifter'in, kitabında eşcinselliği eski ve 'hemen

davranış olan eşcinselliğin tedavisine dair "yöntem ve

bütün görüşlerde patolojik' (hastalıklı) bir durum

önerileri" içermektedir. Türkiye'de uzun yıllar

olduğunda ittifak edilen bir sorun olarak ele aldığını

eşcinsellikle ilgili bilimsel kaynakların çoğunda benzer

görmekteyiz.

bir dilin kullanıldığını ve tedaviye yönelik olarak çeşitli önerilerde bulunulduğunu kaynakları incelediğimizde

Bilindiği gibi 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneği

kolaylıkla görebiliriz. Ancak, bu yaklaşım ve kullanılan

(APA) eşcinselliği ruhsal hastalıklar sınıflamasından

dilin sadece Türkiye'ye özgü olduğunu söylemek

çıkartmıştır. Kitabın yazım tarihi açısından baktığımızda,

mümkün değildir. Bu durumun, ruh sağlığı alanındaki

APA'nın eşcinselliği bir ruhsal hastalık olarak kategorize

literatürde tarihsel olarak geriye gittiğimizde genel bir

etmeme kararını almasının üzerinden yaklaşık olarak

bakış açısı olduğunu görebiliriz.

on yıl geçtiğini, ancak, psikiyatri alanında eğitim alan öğrencilerin ders ve kaynak kitaplarından biri olan bu

APA'nın sınıflandırması ve 1994 yılında yayınlanan DSM

kitapta dilin değişmediğini görebiliriz.

IV'de eşcinselliğin bir hastalık olarak yer almamasından itibaren Türkiye'de de yaklaşım değişmeye ve farklı bir

Aynı dönemde yayınlanmış bir diğer kitaptaki ifadeler

söylemle ele alınmaya başlanmıştır. Ancak, yaklaşım

Çifter'in cümleleri kadar yumuşak değildir:

değişikliği sürecini takip ettiğimizde geçişlerde uzmanların da zorlandığını gözlemek mümkündür.

"Tiksindirici davranış tedavisi uygulamasında: sapık

Örneğin Orhan Öztürk'ün "Ruh Sağlığı ve Hastalıklar"

davranışları ve eylemleri olan hasta bu sapık doğrultuda

adlı kitabı DSM IV sınıflandırmasına dayanırken,

hayallere dalmışken veya hikayeler dinlerken veya

eşcinsellikle ilgili açıklamalar yapılırken "bilgi verici

resimlere bakarken veya yaşarken, diğer bir anlatımla

olması" açısından bir önceki sınıflandırma referans

sapık bir uyarıya maruz kalmakta iken tiksindirici uyarı

gösterilmiştir.

verilir.


Ruh sağlığı alanında dikkatimizi çeken değişimlerden biri de söylemle ilgili olan değişimdir. Homofobi, cinsel ayrımcılığın travmatize edici etkileri, cinsel yönelim gibi kavramlar da eski kaynaklarda bulunmamakta, ancak günümüze doğru yaklaşıldıkça önce akademisyenlerin araştırmaları ve doğal olarak kaynak kitap ve yayınlarında, ardından da ruh sağlığı alanında çalışanların vakaların analizinde ve yaklaşımlarında görünür olmaya başlamıştır.

bireyin kendisinin de memnun olmadığı bir hastalık olarak algılamanın yaygın olarak sürdüğü fikrindeyim. Bizzat görüştüğüm bir psikoterapistin "Gizil Heteroseksüel" diye bir kavram ileri sürdüğünü görmek beni hiç şaşırtmamıştı. Kullandığı ilaçların yan etkisi olarak aldığı kilolar nedeniyle kendine olan özgüvenini iyice yitiren bir danışana rastlamak ya da aileyi bilgilendirirken "Çocuğunuz yeterince istiyorsa başarırız" diyerek ailede yeni bir parçalanma ve travmaya neden olan uzman cümlelerine tanıklık etmek de beni şaşırtmıyor. İleri bir tarihte olacağını düşündüğüm bir diğer gelişme de eşcinsel yönelimle ilgili olarak yanlış ve kendi fantezilerinden hareketle yanıtlar oluşturarak bireylerin ruh sağlığını tehlikeye atan, travmatize eden uzmanlara karşı yasal yaptırımlarla ilgili düzenlemelerdir. Henüz bu alanda yasal olarak böyle bir yaptırım imkanı doğmuş değildir. Ancak, gözden kaçırılmaması gereken, neredeyse tüm ruh sağlığı alanı hizmetleri, yapılan açıklama ve tedavi girişimleri ile ilgili olarak da yasal düzenlemeler bulunmadığıdır. Kanaatimizce, her bireyin doğru ve kaliteli bir ruh sağlığı hizmetinden yararlanma hakkını daha işlevsel kullanabilmesinin yolu uzmanların kendilerini sorgulayarak geliştirmeleri ve ruh sağlığı hizmetlerinden

Bir sürecin içinde olduğumuz oldukça net bir şekilde

yararlanma olasılığı bulunan her kişinin doğru

ortadadır. Ülkemizde bu konuda yapılmış bir araştırma

bilgilendirilmesinden geçiyor. Bu süreçte gönüllü

var mı bilmiyorum, varsa da ben henüz inceleme imkanı

uzmanlarca oluşturulan girişimler ivmeyi artırıcı olmakla

bulamadığımdan sadece tahmin, tanıklık ve

birlikte ruh sağlığı uzmanlarınca kurulmuş olan oda ve

gözlemlerimden yararlanarak diyebilirim ki klinik

sivil toplum örgütlerine de çok fazla iş düşüyor. Özellikle

uygulamalarda eşcinselliği tedavi etme iddiasında olan

yazılı-görsel basın yayın organlarında çıkan ayrımcı ve

ruh sağlığı uzmanlarının sayısı azımsanmayacak kadar

insanların ruh sağlığını tehdit eden, yanlış bilgilendiren

yüksektir.

açıklamalara ve devlet eliyle gerçekleştirilen yasal olmayan müdahalelere karşı bir araya gelinmesi de

Genel olarak hipnoz, psikoterapi, davranışçı teknikler,

öncelikli konulardan biri olarak görünüyor.

depresyon ve anksiyete üzerinde etkili olan ilaçların da yardımıyla girişilen bu dönüştürme tedavilerinin sonuçları ile ilgili bir açıklama da yoktur. Ancak kliniğe

*Psikolog

eşcinsel yönelimin değişip değişmeyeceği sorusu ile

**Parantez içindeki ifade bana aittir.

gelen anne-babalar ya da doğrudan eşcinsellerin kendisine sağlıklı ve bilimsel yanıtlar oluşturabilen

(1). Psikiyatri, Prof. Dr. İsmail Çifter, Şenal Basım Yayın

uzman sayısı giderek artmakla birlikte henüz azınlıktadır.

Co. Ltd., Ankara, 1987

Genel olarak bakıldığında eşcinselliği bir yönelim olarak

(2). Psikiyatrik Bozukluklar ve Tedavileri, Doç. Dr. Oğuz

değil de patolojik bir süreç sonucunda kazanılmış ve

Arkonaç, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul, 1986

31


"Oynama şıkıdım şıkıdım..." Kürşad Kahramanoğlu

Uzatılan bütün mikrofonlara "Eşcinsel değilim" diye feryat figan eden Tarkan, Bulgaristan'da yayınlanan 'Eva' adlı dergiye verdiği röportajda hakarete varan açıklamalar yaptı. Birkaç yıl önce basına da yansıyan 'plaj hatırası1 fotoğraflarıyla "görünen köy kılavuz istemez" dedirten ve sonrasında kameraların karşısına çıkıp "Yaşadıklarım kimseyi ilgilendirmez" sözleriyle takdirimizi kazanan Tarkan, yıllar sonra bakın neye dönüştü: "Arkadaşlarla birlikte bir çıplaklar plajına gittik. Aramızda kızlar da vardı, ancak, onlar karenin dışında kaldı. Herhalde Türkiye'de böyle şeylerden 32 hoşlanırlar, bilmem. Resimler yayınlandıktan sonra hemen basın toplantısı düzenleyip 'Tamam, homoseksüelim, madem ki böyle hoşunuza gidiyor' dedim." İlginç, değil mi?

İngilizcede 'outing' yani, 'ifşa etmek' diye tercüme edebileceğimiz kavram en çok eşcinsellik için kullanılır. 'Out' yani dışarı kelimesinden üretilen 'outing' fiili, yani 'dışarı çıkarma-ifşa etme' yine İngilizcedeki 'closet' yani 'dolap' kelimesi ile bağlantılıdır. Gizli eşcinsellerin dolapta, karanlıkta saklandıkları veya saklanmaya zorlandıkları metaforu kabul edilir ve kendini deklare eden veya başkaları tarafından eşcinselliği ilan edilen insanların 'out' oldukları, yani artık cinselliklerinin gizliliklerinin kalmadığı ifade edilir. Ben tutarsa 'açık' kelimesinin 'out'un Türkçe karşılığı olabileceğini düşünüyorum. Mesela bu şöyle kullanılmalı: "Tarkan eşcinsel ama açık değil". Sakın yanlış anlaşılmasın bu bir örnek, ben şahsen Tarkan'ı tanımam, hiç karşılaşmadık, sadece Londra'da binlerce Kıbrıslıtürk kız çocuğun çığlık çığlığa bağırdığı bir konserine götürülmüştüm. Tarkan'ın cinselliği hakkında birinci elden hiçbir bilgim yok. Ne var ki bu konu gündemden düşmüyor. Dünyada bir insanı açığa çıkartma konusunda dört ana yaklaşım mevcut: 1. Cinsellik çok kişiye özel bir şeydir ve ifşa edildiğinde, özellikle az gelişmiş toplumlarda bireyin ödeyeceği bedel ağırdır. Bu nedenlerle bir insanın eşcinselliğinin, özellikle de diğer şahıslar tarafından açıklanması doğru değildir.

Ama Tarkan bununla kalmadı, korkusunu dindirmek için daha ilginç özlü sözler sarf etti. "Homoseksüeller, çocuklukta yaşadıkları sorunlar yüzünden öyleler ama bu insanlar psikanalizle kendilerini düzeltebilirler" gibi hakarete varan açıklamalar yaptı. On yılı aşkın bir süredir özgüveni gasp edilmiş eşcinsellerin kendileri ile barışmaları ve özgüvenlerini geri kazanmaları için mücadele eden Kaos GL Derneği olarak Tarkan'ın bu sözlerini kınıyoruz!

2. Dünyamız değişmektedir, birçok ülkede eşcinsellik suç olmaktan çıktığı gibi artık kabul de görmektedir. Hatta aynı cinsten evlilik mümkün olduğu gibi artık 'eşcinsel kamuoyu', 'eşcinsel oy potansiyeli', 'pembe ekonomik güç' gibi kavramlar da gelişmektedir. Öyleyse bir insanın eşcinselliğini deklare etmekte bir sakınca yoktur.

Tarkan eşcinsel olmayabilir. Eşcinsel olsa bile 'açılmak' zorunda değil. Ama eşcinselliğe dair bir türlü kurtulamadığı homofobisiyle binlerce eşcinsele dil uzatması da gerekmiyor. Çok mu zor "Ben eşcinsel değilim, ama eşcinsel kadın ve erkekler de kendi cinsel yönelimlerini özgürce ve inkar etmek zorunda kalmadan yaşayabilmeler" demek? Ya da ne kadar imkansız olabilir ki "Psikanalizle düzelebilirler" gibi talihsiz bir sözün ağzından çıkmasını engellemek?

3. İkinci şıkta belirtilen değişim ancak topluma yön veren ve kamuoyu yaratabilen liderlerin çabaları ile mümkündür. Eğer bu insanlar eşcinsel iseler ve yazımın başında belirttiğim dolabın karanlık bir köşesinde oturuyorlarsa, özellikle de gerek ifşa edilmek korkusu gerekse de cinsellik konusundaki cahillikleri yüzünden, veya ticari hesaplar nedeniyle korkup susuyor veya abuk sabuk şeyler söylüyorlarsa, o zaman bu insanların açığa çıkarılmaları caizdir. 4. Dördüncü yaklaşım ise aslında yaklaşım bile değil sadece bu konuları yok saymaktır. Bugün ülkemizde özellikle sağın ama solun da, hükümetin ve

Kaos GL


parlamentonun da, entelektüellerin ve sanatçıların da yaptığı budur. Varlığını, hele de içimizde olduğunu kabul etmezsek yok demektir yaklaşımı şarklı olmanın en kınanacak özelliğidir! Yok saydığımız için hasıraltı edilen 'öteki cinsellik'e karşı ayrımcılık yapmak ise yüz kızartıcı bir insanlık suçudur.

tazminattan sonra iflas edip kapandı. Jason yıllarını ciddi uyuşturucu sorunlarıyla ve homofobik olmadığını ispatlamaya çalışarak geçirdi. Bu arada geyliğini tedavi(!) ettirmeye çalıştığı haberleri bütün gey dünyasında dolaştı. Jason Donovan bugünlerde ucuz barlarda şovlara çıkarak para kazanmaya çalışıyor!

Ünlü sanatçılar ve açıklık:

Tarkan'cığıma

Örnekler çok ama ben bu yazımın çerçevesi içinde eşcinselliklerinin açığa çıkarılması veya çıkması ile yüzleşmiş iki örnek vermek istiyorum:

Tarkan'cığım, her ne kadar yüz yüze tanışmadık ise de ben seni çok sever ve beğenirim. 1994 yılının yazında tatil için geldiğim Bodrum'daki barlarda yerli yabancı herkesin 'Oynama şıkıdım şıkıdım' ile eğlendiğini gördüğümden beri birçok yerde karşıma çıktın. İnsan hakları savaşları için turladığım Latin Amerika ülkelerinde Türk olduğumu öğrenen insanlar Tarkan'ı tanıyıp tanımadığımı sordular. Genellikle dışarıya kapalı Küba'da bile gittiğim diskotekte yegane duyulan Türk müziği senin sesinden geliyordu.

1) Sir Elton Hercules John: Kısaca hepimizin Elton John olarak tanıdığı, 250 milyondan fazla plak satmış, ülkesinin devlet başkanı Kraliçe Elizabeth tarafından 1998 yılında asilleştirilmiş, VVatford Futbol Kulübü başkanlığı ve sahipliğini yapmış, dünyanın yardım kuruluşlarına en çok destek veren sanatçılarından biri olmuş, sadece ülkesinin değil bütün dünyanın tanıdığı ünlü ve tüm zamanların en başarılı müzisyenlerden biri. 1947 doğumlu olan Elton'un eşcinsel olduğu özellikle de eşcinsel çevrelerde ta baştan beri biliniyordu. Gerek kendiyle verdiği mücadele gerekse de sadece plak satışlarında gözü olan çevresindekilerin telkin ve baskıları ile başlarda hep saklanan, açık olamayan Elton, ilk defa 1976'da 'Rolling Stone' dergisine verdiği söyleşide biseksüel' olduğunu kabul etmişti. Ne var ki ticari plak dünyası ile 70'li ve 8o'li yıllardaki tutucu Thatcher İngilteresi, Elton John'u 1984'te hem de Sevgililer Günü'nde Renate Blauel adlı bir Alman kadın ile nikah masasında gördü. 4 yıl sürdürmeye çalıştığı evliliğinin arkasından biseksüel filan değil gey olduğunu açıklayan Elton boşanıp 1993'te tanıştığı sevgilisi David Furnish'le 21 Aralık 2005'te evlendi. Elton John, dünyanın en ünlü ve başarılı sanatçılarından biri olmayı, kendisiyle barışık ve mutlu bir şekilde eşi ile birlikte yaşamayı sürdürüyor. Tam bir megastar! 2) Jason Sean Donovan: 1968 doğumlu Jason Donovan, her ne kadar Elton kadar şöhretli değilse de, plakları 30 milyondan fazla satmış bir şarkıcıydı ve başarılı bir aktör olmaya adaydı. Daha 11 yaşında Avustralya televizyonunda bir dizide rol almış, 1986 yılında Kylie Minogue'un sevgilisi Scott rolü ile 'Neighbours' dizisinde ünlenmişti. 1992'de İngiltere ve Avustralya'daki gey toplumu içinde eşcinsel olduğu dedikoduları ayyuka çıkmıştı. Devrin radikal mizah dergisi 'The Face', saç rengiyle dalga geçen bir yazı yayınlayınca çok kızmıştı Jason. Saçının, limon suyuyla biraz rengi açılmıştı o kadar, yoksa o gençliğinde sörf yapan hakiki bir erkekti ve ona gey demek bir hakaretti! 'The Face' dergisini mahkemeye verdi, şöhretin ve paranın bulabileceği en pahalı avukatlarla mahkemeyi kazandı. Dergi Jason'a ödediği

Plaklarını alırım, şarkılarını dinlerim, cinselliğin bu bağlamda beni ilgilendirmiyor ama biliyorum ki senin gey olduğunu iddia eden resimler Türk medyasında çıktığı zaman bunlara verdiğin cevaplar cinselliği ile boğuşan binlerce Türk gencine cesaret ve umut vermişti. Ardından dalga geçer gibi koluna takıp herkese sergilediğin kız arkadaşın bu senin cesaretinle güçlenen genç insanları yıktı. Bilmem biliyor musun, ülkemizde gençler arasında intihar nedenlerinin başında cinsellik sorunları geliyor. Eğer geysen lütfen açıkla, değilsen bilmediğin konularda niye konuşuyorsun? Geysen ve kendinle barışık yaşayamıyorsan hiç olmazsa abuk sabuk konuşma ve eğer çevrende "Geyliğini tedavi ederiz" diyenler varsa onlara inanma, bu ne mümkündür ne de gerekli. Bulgaristan konserinden sonra söylediklerin ve sergilediğin saldırganlık, bilimsel gerçeklerden çok sanki kendi boğuştuğun iblisleri yansıtıyormuş izlenimi veriyor. Seni seven, beğenen, biraz da bu işlerden anlayan bir abin olarak verdiğim iki örneği aklında tutmanı ve daha nice milyonlar satan plağa imza atmanı dilerim. Bu yazı 6 Ağustos 2006 tarihli Birgün gazetesinde yayınlanmıştır.

33


Homofobi-Ataerki-Siddet "Bursa'daki yürüyüşü engelleyenlerin futbol taraftarı olması tesadüf müdür sizce? Futbol endüstrisi öyle bir boyuta geldi ki, bazı futbol takımları büyük çaptaki fabrikaların yapamadıkları ciroları yapıyor. Futbol yoluyla sınıfsal olarak ezilmiş erkeklerin erkeklikleri kışkırtılıp sisteme cengaver olarak geri dönmeleri sağlanıyor." Yasemin Öz 34

Bursa'da 6 Ağustos günü yapılması planlanan Cinsel Yönelime Yönelik Ayrımcılığa Karşı Buluşma yürüyüşü öncesi, Bursa Spor taraftarlarının üye olduğu bir internet sitesinde yürüyüşün engellenmesi planları konuşuldu ve yürüyüşün olacağı gün de Bursa Spor taraftarlarının saldırılarından yürüyüşe katılanları koruyamayacağını söyleyen güvenlik güçleri, güvenlik(!) gerekçesiyle yürüyüşü engelledi. Sınır ötesi harekat yapacak kadar donanıma sahip Türkiye Cumhuriyeti devleti, yürüyüş yapmak isteyen bireyleri taraftarlardan koruyamayacak kadar aciz midir gerçekten, bilemiyoruz. Ya da güvenlik sağlamanın yolu saldırganı değil mağduru engellemek midir? Var olma amaçları güvenliği sağlamak olan güvenlik güçleri bile Anayasa ile teminat altına alınan en temel hakların kullanımını sağlayamayacak ise bunu hangi makam yapacaktır? Neyse, soru sormanın pek de anlamı yok, cevabını alamayacağız nasıl olsa. Eğer bu haklar bir avuç "ibnenin-dönmenin" (kadın eşcinseller kadın olduklarından bahisleri gereksiz) hakkı ise bunları görmezden gelebiliriz! Bursa Spor Esnaf ve Sanatkarlar Derneği Başkanı Fevzinur Dündar yürüyüş öncesi eşcinselleri Osmanlı payitahtı ve evliyalar şehri Bursa'da yürütmeyeceklerini, yürürlerse onları linç edeceklerini açık bir şekilde beyan etti. Bu satırları okuyan ve Kaos GL Dergisi'nin bir önceki sayısını genel ahlaka aykırı bularak toplatma

kararı alan sayın savcıları, bu yazıyı bir suç duyurusu kabul ederek, henüz hakkında soruşturma başlatılmadı ise Fevzinur Dündar hakkında, Türk Ceza Yasası'nın tehdit suçunu düzenleyen 106., hakaret suçunu düzenleyen 125., suç işlemeye tahriki düzenleyen 214. ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunu düzenleyen 216. maddeleri uyarınca soruşturma başlatmaya davet ediyorum. Eğer soruşturma başlatılmış ise de soruşturmanın bu maddeler kapsamında yürütülmesini talep ediyorum. Umarım içeriğinin ne olduğunun yasal bir tanımı yapılmayan ve hatta yeni Türk Ceza Yasası ve Basın Yasası'nda kullanımı terk edilen genel ahlakı korumaya gösterilen duyarlılık, Anayasa ile teminat altına alınmış temel hak ve özgürlükleri 06.08.2006 tarihinde Bursa'da ihlal edilen LGBTT bireyler konusunda da gösterilir. Ve hatta umarım yürüyüşün gerçekleşmesi için görevlerini gerçek anlamda ifa etmeyen güvenlik güçleri ile, Fevzinur Dündar ile birlikte hareket eden Bursa Spor taraftarları hakkında da soruşturma başlatılır da bu yazı olmayacak dua muamelesi görmez. Homofobi, yani eşcinsellik düşmanlığı ataerkil sistemi oluşturan ana ayaklardan hiç kuşkusuz biridir. Ataerki, erkeklerin kadınlara tahakküm etmesi amacıyla doğmuş ise de günümüzde ataerkiden arınmış bir ilişki biçimini yeryüzünün hemen hiçbir yerinde görmek mümkün değildir. Ataerki, erkeklerin kendileri dışındaki her şey üzerinde tahakküm kurması şeklinde sonsuz tezahür


yaratmıştır. Ataerkinin ilk tehdidi kadınlara ve farklı cinsel yönelimlere yöneliktir. Kadınlar erkeklerin hizmetkarları gibi görülürken, toplumsal erkekliği bünyesinde barındıramayan, reddeden farklı cinsel yönelimler de erkekliğe bir tehdit olarak algılanıp cezalandırılır. Ataerki günümüzde, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümü, kadının her türlü ev içi ve cinsel hizmette kullanılması, kadın bedeni üzerindeki söz sahipliği, namus bekçiliği ile sınırlı bir tanımı çoktan aşmıştır. Ataerki eşcinsel düşmanıdır, ataerki ırkçıdır, kendi ırkından olmayan erkeklere düşmandır, kendi sınıfından olmayan erkeklere düşmandır, kadınlar üzerinde kurduğu kölelik ilişkisini ekonomik yolla diğer erkekler üzerinde de kurar, kendisi gibi düşünmeyeni yok eder, doğaya düşmandır, tüm canlıların nükleer tehdididir. Ataerki yalnız kadınlara değil farklı cinsel yönelimlere ve hatta erkeklere karşı da bir tehdit iken, gerçekte gezegen nüfusunda pek az insanın çıkarına hizmet eden ataerkiye karşı tüm ezilenlerin ve özgürlük hareketlerinin birleşip bu azınlıktan nasıl olup da kurtulamadığını merak eder dururuz değil mi? Oysa böyle bir durum gerçekleşmez çünkü ataerki tüm ilişkilere sızmıştır ve her yerde kendini başka biçimde üretmekte ve sonsuzluğunu garantilemeye çalışmaktadır. Ataerkiden bir şekilde ezilen bir birey, başka bir biçimde çıkar sağlamakta ve onun taşıyıcısı olmaya devam etmektedir. Ataerkinin bu kadar tahakküm kurabilmesinin ana nedenlerinden biri de savaş kültürüdür ve binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca en özenle korunan kültür belki de savaş kültürüdür. Bu savaş kültürü tüm ilişki biçimlerine sızmıştır. Aile, eğitim, ordu, din, devlet aracılığıyla öğrendiğimiz şiddet biçimleri artık herkesin biraz kanıksadığı, herkesin biraz uygulayıcısı olduğu bir hal almıştır. En birincil kişisel ilişkilerden en uzaktaki kurumsal ilişkilere kadar şiddet her yerde boy göstermektedir ve meşrudur. Ataerkinin beslendiği bu savaş kültürünün yansımalarını görmek için yok saydığımız orta yoğunluktaki iç savaşa veya ortadoğudaki savaşlara kadar gitmek gerekmez. Herhangi bir aile içindeki eşlerin birbiriyle ve çocuklarla kurdukları ilişkilere veya herhangi bir futbol maçındaki taraftar davranışlarına bakmak yeterli olur. Her yerde bu savaş kültürünün izlerini görebiliriz eğer bakmaya başlarsak. Keza, Türkiye özelinde savaşmak öylesine ayrı bir öneme sahiptir ki, üniversiteye gelene kadar sürekli bize öğretilen tarihimiz savaşlar tarihidir ve atalarımızın savaşmak dışında kültürel anlamda ne yaptıkları hakkında hemen hiç bilgimiz yoktur. Biraz mimariye dair fikrimiz vardır, neyse ki bunca savaş ve yıkıma karşın bir kısmı ayakta kalmıştır. Atalarımızın edebiyat, müzik, resim ve heykel (zaten günah) gibi kültürel alanlarda ne yaptığını pek bilmediğimiz gibi dünyaca ünlü tasavvuf felsefesine dair de pek bir şey öğrenmeden bitiririz okulları. Çünkü düşünmemiz

gerekmez, önemli olan kaç savaşta ne kahramanlıklar yapıldığının öğrenilmesidir, temel kültürümüz savaştır, savaşmayı öğrensek yeter. Zaten kaçınılmaz olarak her Türk asker yani erkek doğar, savaş kültürü Türklükle özdeşleşecek kadar bizi yansıtır. Bir yanıyla da orduya yalnızca heteroseksüel erkekler kabul edildiğinden Türklük kavramı kadınları ve farklı cinsel yönelimleri baştan dışarıda bırakır. Durum böyle olunca da spor karşılaşmalarına cenge gider gibi gideriz, sporseverler(!) askeri kıta mantığıyla örgütlenir ve bu gönüllü erkeklik kıtaları toplumsal erkekliğe karşı gelen farklı cinsel yönelimler sokağa çıkmak isterse, onlara karşı vazife başında erkeklik görevlerini gönüllü olarak yerine getirirler. Toplumsal erkeklik kadınların kamusal alana çıkmasından hoşlanmaz. Kadınlar başka erkekler tarafından fethi mümkün namus tarlaları olduklarından, kadın bedeni de vatan toprağı gibi düşman ayağının basamayacağı bir yerde, dikenli tellerin gerisinde bulunmalıdır. Toplumsal erkeklik, doğuştan bu vasfa sahip oldukları halde bunu utanmazca reddeden farklı cinsel yönelimden gelen insanların da kendisini soytarıya çevirip sokakta dolaşmasına izin vermez. Bütün alanların tek hakimi kendisi olmalıdır, kendisinden başka olanın varlığına izin vermez, onun kendisiyle aynı sokakta yürümesine tahammül edemez. Bin türlü konuda çatışan erkeklerimiz konu kadınlar, eşcinsellik, namus ve vatan savunması olduğunda tek yürek olurlar. Bursa'daki yürüyüşü engelleyenlerin futbol taraftarı olması tesadüf müdür sizce? Futbol endüstrisi öyle bir boyuta geldi ki, bazı futbol takımları büyük çaptaki fabrikaların yapamadıkları ciroları yapıyor. Futbol yoluyla sınıfsal olarak ezilmiş erkeklerin erkeklikleri kışkırtılıp sisteme cengaver olarak geri dönmeleri sağlanıyor. Aşağılanmışlıklarının, başarısızlıklarının, dünyanın hakimi olacaklarını sanıp bir gün olamayacaklarını öğrenmenin acısını futbol yoluyla çıkarıyor, savaşma güdülerinin tatminini futbol yoluyla sağlıyorlar. Böylece hem sağlam birer ataerki savunusu oluyorlar hem de sistemi futbol endüstrisi yoluyla besliyorlar. Bu arada uyuşturuluyor olmaları, kendi hayatlarını dahi sorgulamıyor olmaları da cabası. Futbolun yükselen trend olması tesadüf mü gerçekten? Yoksa erkekliği beslerken erkekleri uyuşturmanın bir yolu mu? Bu uyuşturulmuş ve şiddetleri kışkırtılmış erkeklerin farklı cinsel yönelimdeki insanların yürüyüşünü engellemesi, onları linç etmesi için ilave bir telkine gerek var mı? Ataerki ve futbol bütün şiddetiyle homofobinin hizmetinde.

35


Eşcinsellere Yönelik Sosyal Hizmetler Sema Buz Eşcinseller, her birey veya çiftin yaşayabileceği genel sorunların yanı sıra, eşcinsel olmalarından kaynaklı ek güçlüklerle de karşılaşabilmektedirler. Eşcinsellerin mali sorunlar, iş-ev dengesini kurmadaki sıkıntılar, eşler arasındaki iletişim problemleri gibi genel sorunlarının yanı sıra açılma (coming out) ile ilgili sorunlar, eşcinsel aileler için yasal danışmanlık ihtiyacı, çocuk vesayeti gibi konularda da özel gereksinimleri bulunmaktadır.

36

Eşcinseller reddedilme, yanlış anlaşılma, baskı ve kınama ile karşılaşabilirler. Bu durum barınma, istihdam, sağlık bakımı, sosyal hizmetlere ulaşımlarını engelleyen bir ayrımcılık yaratmaktadır. Toplumlardaki heteroseksist anlayışın genel kabul görmesi ve homofobik tutumların güçlü olması, eşcinsellerin giderek toplumdan izolasyonunu beraberinde getirmektedir. Bu anlamda eşcinsellere yönelik sosyal hizmet uygulamaları birey düzeyinden politika düzeyine kadar pek çok alanda paralel yürütülmesi gereken bir nitelik taşımaktadır. Burada eşcinsel bireyin yaşadığı sorunun çözülmesi yönünde bireye yönelik danışmanlık yapmadan başlayarak, eşcinsellere ya da yaşadıkları sorunlara ilişkin destek grupları oluşturma ve eşcinsellerle ilgili politikaları etkileme ve değiştirme yönünde savunuculuk yapmaya kadar çoklu müdahaleyi bir arada uygulama gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Eşcinsellere yönelik yürütülen sosyal hizmet çalışmalarında vurgu yapılan iki temel nokta bulunmaktadır: 1. Uygulamacının (sosyal hizmet uzmanının) eşcinsellere yönelik tutum ve becerilerinin farkında olması ve kendi homofobisiyle yüzleşmesi, 2. Kurumların eşcinsellere sağladığı hizmetler ile ilgili düzenlemeler. Bu iki konu çok önemlidir. İlk maddeyle ilgili olarak sosyal hizmet uzmanlarının cinsiyet rolleri, önyargıları, kabulleri, eşcinsellikle ilgili kendi duygu, düşünce, tutum ve sosyal hizmet değerleriyle yüzleşmesi gerekmektedir. Homofobik tutumların farkına varmadan ve bunu düzeltmeden sağlıklı bir yardım ilişkisinin kurulması mümkün değildir. Bunu yapma yönünde eşcinsellerle çalışacak sosyal hizmet uzmanlarının öncelikle eşcinsel yaşam hakkında bilgi edinme ve anlayış geliştirme ihtiyaçları vardır. İkinci maddeyle ilgili olarak eşcinsellere yönelik sosyal hizmet kurumlarının verecekleri hizmetler konusu çok önemlidir. Bazı hizmetlerin var olan sosyal hizmet

kurumları çerçevesinde verilmesi mümkün iken, bazıları için ayrı hizmet düzenlemeleri yapılması düşünülmektedir. Aslında buradaki temel tartışma, var olan sosyal hizmet kurumları işleyişine eşcinsellere yönelik hizmetleri de yerleştirme noktasındadır, "ve eşcinseller" vurgusu yerine "eşcinseller bizzat ana hizmet akışı içinde" olmalıdırlar. Sosyal hizmet eğitimi açısından bakıldığında yurt dışında da Türkiye'de de eşcinsellikle ilgili eğitim içeriğinde çok az bilgi verildiği görülmektedir. Aslında bu tüm sosyal alanla ilgili okul ve meslekler için geçerlidir. Bundan korkmamak gerekir. Eşcinseller

konusunda profesyoneller arasında bile büyük bir inkarın olduğu görülmektedir. Bununla başetmenin en iyi yolu eşcinsellerin algı, ilgi ve deneyimlerini öğrenmeye çalışmaktır. Bu alanda sosyal hizmet eğiticileri; danışmanları, öğrencileri ve uygulamacıları homofobik olmayan bir perspektifle eğitmelidir. Sosyal hizmet uzmanlarının eşcinseller konusunda bilgi eksiğini tamamlamasının ardından eşcinsellere yönelik toplumda var olan kaynakların yanı sıra olası kaynaklar ve gerektiğinde havale edebilecekleri sistemleri öğrenmeleri gerekir. Sosyal hizmet uzmanları, eşcinsellerin karşılaştığı özel sorunlar hakkında diğer grupları eğitebilirler. Sosyal hizmet uzmanları eşcinsel hakları için savunuculuk yaparlar. Sosyal hizmet kurumlarının ayrımcı olmaması için yüzleştirme, eğitim, ihtiyaç duyulan hizmeti sağlama yönünde baskı uygulayabilirler. Türkiye'de eşcinsellerin toplumda kabul görmesi, onlara yönelik sosyal hizmetlerin planlanması, kuruluşları ve politikaları bu açıdan güçlendirmek, yeni bir aile türü oluşturduğu kabul edilen eşcinsel çiftlerin yasal hakları, evlat edinme ve diğer sosyal haklarını hayata geçirme konusunda farkındalığın artmasına ve tüm bunlara yönelik kapsamlı düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bunları yaparken homofobik olmadan, bireyi güçlendirme amacı taşıyarak ve haklar perspektifine dayalı bir bakış açısı oluşturabilmek büyük önem taşımaktadır. Kaynakça: SHERNOFF, Michael J. "Family Therapy for Lesbian and Gay Clients" Social Work, V.29, No.4, July/August 1984 SHEAFER, W. Bradford ve HORESHI, R. Charles. "Techniques and Guidelines for Social Work Practice" Sixth Edition, Allyn Bacon Publishing, 2002 ZASTROVV, Charles ve Karen KIRST-ASHMAN. Understanding Behavior and the Social Environment. Nelson-Hall Publishers, Chicago 1990


Çalışma Hayatında Eşcinsellik Oya Aydın* Eşcinselliğin görünmezliği çalışma yaşamında başat bir olgu olma özelliğini sürdürür; zira görünürlük çoğunlukla çalışma hayatını sona erdirir. Çalışma yaşamını düzenleyen temel yasalarda durum görmezden gelinmektedir. Sosyal Sigortalar Yasası, 1 Temmuz 2007'de yürürlüğe girmesi beklenen yeni Sosyal Güvenlik Yasası, Sendikalar Yasası ve 4857 sayılı İş Yasası bu konuda olumlu ya da olumsuz herhangi bir kurala yer vermemiştir. İş Yasası 2003 yılında yürürlüğe giren yeni bir düzenleme olmasına karşın bu konudaki suskunluğunu korudu. Kadınlara

ancak, cinsel yönelim ayrımcılığı, Ceza Yasası'na konulmadığı gibi, İş Yasası'na da konulmadı. Üstelik Avrupa Birliği çalışma yaşamı konusunda ayrımcılığı, özellikle cinsel yönelim ayrımcılığını önleme yönündeki politikalarının gereğinin yapılmasını Türkiye'den beklerken. yönelik cinsel taciz özel olarak düzenlendi;

Bu renk vermeyen görünmezliğin gerisinde, egemen erkekliğin çırılçıplak, fütursuz sergilenişi vardır. İşçi imgesi, sert yumruğu sıkılı bir erkektir hâlâ. İş yerlerinin en popüler fıkraları, eşcinselleri, onların deyişiyle "ibneleri" konu edinen fıkralardır. Eşcinsellerin de geçinmek ve dolayısıyla çalışmak zorunluluğu, işyerlerinde yaygın eşcinsel varlığı anlamına gelmektedir. Peki bu tarz egemen erkeklik karşısında, eşcinseller çalışma yaşamında nelerle karşılaşmaktadırlar? Suskunluk bu alanda da devam etmektedir. Elbette en önemli deneyim, elden geldiğince cinsel yöneliminin açığa çıkmasını engelleme. Açığa çıktığında çoğu zaman kendiliğinden, hiçbir tazminat ve benzeri hak talep etmeden iş yerini terk veya işten çıkarılma durumunda, bunu sessizce kabullenme ve hak arama yoluna gitmeme. Bu deneyimden ötürü, eşcinsellik nedeniyle yapılan ayrımcılık kolay kolay hukuksal sürece ulaşamaz. Bu nedenle mahkemelerin konuya ilişkin genel bir tutumundan söz edecek veriye henüz sahip değiliz. Birkaç ay önce basına yansıyan bir olayda, eşcinsel bir işçinin iş akdinin feshi kararı tartışmasında, işverenin, işçiyi eşcinsel olduğu için değil, aynı işyerinde çalışan sevgilisiyle ilişkisini iş düzenini bozacak biçimde yansıtmasından dolayı işine son verdiği savunmasının mahkemece kabulü, aynı zamanda eşcinsel olmanın işten haklı çıkarma sebebi sayılmadığı biçiminde yorumlandı. Bu olumlu örneğin, cinsel yönelimi nedeniyle iş akdine son verilen işçilere, hak arama yoluna başvurma konusunda cesaret vereceği düşünülebilir.

Kamu görevlileri ile ilgili durum da eşcinselliğin gizlenmesi ve hak aramama tutumu yönünden özel sektörden pek farklı sayılmaz. Ancak, kamu görevlileri ile ilgili hukuksal düzenlemelerde eşcinsellik pek çok kurumun disiplin yönetmeliğinde ahlaka aykırılık olgusu çerçevesinde değerlendirilir. Bazı disiplin yönetmeliklerinde, eşcinsellik normal dışı, ahlaki olmayan olarak görülmekte ve yaptırımı meslekten çıkarma biçiminde gerçekleşmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun'un 27. maddesinde, yaptırımı meslekten çıkarma olarak düzenlenen "gerek talebeye karşı gerekse hariçte muallimlik sıfatı ile telif edilmeyen iffetsizliği sabit olan" düzenlemenin, "hariçte muallimlik sıfatı ile telif edilmeyen iffetsizlik" ibaresi, eşcinsel olduğu söylenen ya da bir biçimde böyle olduğundan şüphe edilen tüm öğretmenlere istisnasız uygulanmaktadır. Meslekten çıkarılan bu öğretmenlerden açtığı davayı kazanan yoktur. Oysa bu düzenleme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 8. maddesinde düzenlenen özel yaşam hakkına doğrudan müdahale sayılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benzer durumlarda verdiği kararlarda, cinsel hayata, ancak kamu düzeni ve korunan diğer menfaatlerle uyuşmazlık halinde müdahale edilebileceğini kabul etmektedir. Bu durumlar da, kişilerin istismarı ve özellikle çocuklara yönelik istismar durumu ile silahlı kuvvetlerde düzenin sağlanması açısından getirilen sınırlamalardır. Ancak, kişinin cinsel eğilim nedeniyle idari görevlerden alınması, mahkeme tarafından ilgilinin özel hayatına dokunur nitelikte bulunmuştur. (Örneğin, 27.9.1999 tarihli Lusting - Pream et Beckett, Smith et Grady/ Birleşik Krallık) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa'nın 90. maddesi gereği, iç hukukta, yasalara öncelikle uygulanacağından, cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğrayanlar bu sözleşmenin 8. maddesine dayanarak hak arayabilirler. Her ne kadar Anayasa'da açıkça cinsel yönelim ayrımcılığına karşı bir madde bulunmasa da, Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi de, ayrımcılık durumunda ileri sürülebilecek bir kuraldır. Avrupa Birliği'nin 1997 Amsterdam Anlaşması çerçevesinde çıkardığı ayrımcılığa karşı direktiflerden birisi, cinsel yönelim ayrımcılığı konusundadır. Üye ülkeler ve aday ülkelerin istihdamda her türlü ayrımcılığa karşı tedbir almaları gerekmektedir. Bu direktiflerin, Türkiye hukukuna somut olarak yansıması, eşcinselliği yaptırıma bağlayan düzenlemeleri etkisiz kılacağı gibi, ayrımcılığa uğrayan eşcinsellerin, sessizliklerini bozarak hak arama mücadelesine de destek verecektir. *Avukat

37


"ne yanlış ne de yalnızsınız!" Yeşim Başaran "Kendi var oluşumuzu gerçekleştirmememiz için yüzde 23'ümüze fiziksel şiddet, yüzde 87' imiz ise sözlü saldırı, yok sayma, dışlama, ilişkinin kesilmesi gibi sosyal şiddet türleri uygulanmakta." Lambdaistanbul Eşcinsel Sivil Toplum Girişimi'nin "Ne Yanlış Ne de Yalnızsınız!" isimli kitabı yayınlandı. Bu kitapta İstanbul'da 393 eşcinsel/biseksüelle yapılan yüz yüze görüşmeler yer alıyor. 2005 yılı Nisan ve Ağustos ayları arasında gerçekleştirilen bu araştırmada 151 kadın ve 242 erkeğe toplam 65 soru soruldu. Lambdaistanbul gönüllüleri olarak soruların hazırlanmasından anketin gerçekleştirilmesine, istatistik grafiklerinin çizilip yorumlanmasından sonuçların bir araya getirildiği kitabın hazırlanmasına kadar her aşamada çalıştık. Araştırma konusunda bir geçmişi olmayan bizler çeşitli akademisyenlerin de desteği ve yönlendirmeleriyle bu uzun soluklu çalışmayı hayata geçirmeyi başardık.

38

Bu çalışmayı rakama indirgenmiş çeşitli istatistik sonuçlardan çok 393 kişinin bizimle söyleşmesi olarak görüyoruz. Bir araştırma tekniği olarak anketin sınırlayıcı özelliklerini bilerek yola çıkmıştık. Soruların ve soruların soruluş tarzının çıkacak sonuçları etkileyebileceğinin ve sınırlayabileceğinin farkındaydık. Ancak, her alanda yaşadığımız sorunların bir araya getirildiği bir ilk çalışmaya ihtiyacımız olduğu için bunu bir başlangıç araştırması olarak gördük. Sorduğumuz soruların her biri için ileride çok daha detaylı çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Araştırmamız travesti ve transeksüelleri kapsamadı. Çünkü eşcinsel/biseksüellerin sorunları ile travesti/transeksüellerin sorunlarını, kaynakları her ne kadar aynı olsa da, kategorik olarak aynı başlıkta toplayamayacağımızı, travesti/transeksüeller için farklı sorular içeren bir çalışma yapılması gerektiğini düşündük. Soruları hazırlarken en çok dikkat ettiğimiz konulardan biri, bu sorularla karşılaşan insanların yaşadıkları sorunların ağırlığı altında ezilmek veya bu sıkıntıları hak ettiklerini düşünmek yerine kendilerini güçlü hissetmelerini sağlamaktı. Daha önce bizlerle yapılan araştırmaların bazılarında soruların alt metinlerinde eşcinsel olduğumuz için yaşadıklarımızı hak etmiş olduğumuz gibi izlenimler vardı. Bunun nedeni, soruları hazırlayanların bakış açılarıydı. Karşılaştığımız olumsuz yaklaşımlardan biri de yaşadığımız sorunların değil, nasıl insanlar olduğumuzun mercek altına alınmasıydı. Bu yanlış yaklaşımlardan öğrendiğimiz kadarıyla doğru olduğuna inandığımız sorularla insanların kapısını çaldık. Görüştüğümüz kişilerin yüzde 56'sı eşcinsel/biseksüellikle ilgili yeterli, gerçekçi bilgiye ulaşamadığı için cinsel yönelimi ile ilgili olumsuz duygulara kapıldığını ifade etti. Gerçekten de kendi geçmişi düşünüyorum da, eşcinsellikle ilgili elime ne geçse okurdum ve genelde de kendimle özdeşleştiremezdim. Şu an okumakta olduğunuz Kaos GL dergisini bulana kadar. Çoğu kişinin ne kadar da özeldir bir kitapçıdan Kaos GL dergisini ilk satın aldığı an. Eşcinselliğin toplumda bu kadar dışlanırken, nasıl bir hayatımız olacağını tahayyül etmek gerçekten çok zor. Ankete katılanların yüzde 58'i cinsel yönelimi nedeniyle yalnız kalmaktan korktuğunu söyledi. Yüzde 40'ı ise kendini istemediği heteroseksüel ilişkiler yaşamaya zorladığını belirtti. Yüzde 48'i geçmişte ya da hâlâ diğer eşcinsellere nasıl ulaşacaklarını bildikleri halde tanışmayı ertelediğini, yüzde 32'si ise cinsel yönelimi nedeniyle cehenneme gideceğini düşündüğünü ifade etti. Araştırmamızda insanlara cinsel yönelimlerini kimlerden gizlediklerini de sorduk. Görüştüğümüz kişilerin yüzde 65'i cinsel yönelimini annesinden, yüzde 73'ü de babasından gizliyor. Yüzde 17'si kardeşler dahil olmak üzere çekirdek ailesindeki bireylerin tamamına

açık olduğunu söylerken yüzde 39'u çekirdek ailenin tamamından cinsel yönelimini gizlediğini söyledi. Yüzde 89'u ise akrabalarının tamamı veya bazılarından cinsel yönelimini gizlediğini belirtti. Yüzde 82'si okuldaki çevresinin tamamı veya bazılarından, yüzde 88'i de iş hayatındaki çevresinin tamamı veya bazılarından cinsel yönelimini gizlediğini ifade etti. Açıklık durumlarının yanı sıra açıldıkları zaman aldıkları tepkileri de sorduk anket katılımcılarına. Yüzde 66'sı "emin misin?" sorusuyla, yüzde 52'si "psikiyatra/psikologa görün" önerisi veya zorlamasıyla, yüzde 75'i "hiç onlara benzemiyorsun" yorumuyla karşılaşmış. Görüştüğümüz insanların yarısı ise açıldığı zaman konunun geçiştirilmesiyle karşılaştığını söyledi. Bu sonuçlara bakarak tüm dünyanın eşcinsel olmamamız için ortaklaşmış olduğunu görüyoruz. Çevremizdeki herkes sözbirliği etmişçesine eşcinselliği yok etmeye, bizi heteroseksüel yapmaya çalışıyor. Bunun sonucu olarak, ankete katılanların yüzde 63'ü karşı cinsten sevgilisi varmış gibi rol yapmak zorunda kalmış. Yüzde 70'i ise "evlen artık" baskısıyla veya zorla eş bulunması gibi baskılarla karşılaşmış. Görüştüğümüz 242 erkeğin yüzde 10'u ise kendi iradesi dışında geneleve götürülmüş.

Kendi var oluşumuzu gerçekleştirmememiz için yüzde 23'ümüze fiziksel şiddet, yüzde 87'imiz ise sözlü saldırı, yok sayma, dışlama, ilişkinin kesilmesi gibi sosyal şiddet türleri uygulanmakta. Çevrelerindeki insanlara açıldıklarında "psikiyatra/psikologa" görün önerisi veya zorlamasıyla karşılaşanların oranının yüzde 52 olduğunu söylemiştim. Hayatının herhangi bir döneminde psikologa/psikiyatra gittiğini söyleyen 178 kişinin (katılımcıların yüzde 45'inin) yüzde 33'ü kendileri ihtiyaç duydukları için değil, sırf başkaları istedi diye gitmişler. Psikiyatr veya psikologa gidenlerin yüzde 67'si görüştükleri uzmanların kendilerini heteroseksüel olmaya, ilaç tedavisine zorladığını, eşcinsellik hakkında yanlış bilgiler vermek gibi olumsuz yaklaşımlar sergilediklerini anlattı. Türkiye'de 20 yaşını geçmiş olan her erkek askerlik yapmak zorundadır, kimi istisnalar dışında. Eşcinsellik de bunlardan biri. Fakat askerlik yapmak istemeyen eşcinsel/biseksüeller insan hakları ihlali olan çeşitli aşamalardan geçmek zorunda kalabiliyorlar. Askerlikten muaf olmak için başvuran 27 erkeğin yüzde 62'sinden, eşcinselliklerini ispat etmek amacıyla anal muayeneden geçmesi, yüzde 29 undan ise cinsel ilişki sırasında çekilmiş fotoğraf istenmiş. Yüzdelerin bu kadar yüksek olması cinsel yönelimlerimiz nedeniyle karşılaştığımız durumların ne kadar da ortak olduğunu, çevremizdeki insanların ne kadar da aynı yöntemlerle bizi varoluşumuzdan uzaklaştırmaya çalıştıklarını gösteriyor. Bu yöntemlerin özelliği herkes tarafından sürekli tekrarlanıyor olması. Tüm bu süreci tersine çevirmek için ortaya çıkmış olan GLBTT hareketinin de tekrar tekrar yılmadan çalışması gerekiyor. Bir sonraki aşama için elimizde bu verilerle eğitim, askerlik, tıp gibi alanlarla ilgili kurumların kapılarını çalmaya ne dersiniz?


Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'da

'Lezbiyen ve Biseksüel Kadınlar Forumu' Yıllar önce bu forumu yapmak bir hayaldi ama gerçek oldu. Simdi önümüzde duran engelleri aşmamız neden mümkün olmasın Burcu Ersoy "Lezbiyen ve Biseksüel Kadınlar Forumu", 17-21 Mayıs 2006 tarihlerinde düzenlenen Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'nın dördüncü gününde ortalama otuz kadının katılımıyla gerçekleştirildi. Buluşmanın yurt dışından gelen konukları arasında bulunan Norveç İşçi Partisi Milletvekili Anette Trettebergstuen, Danimarka Gey Lezbiyen Ulusal Örgütü LBL'den Inge-Lise Paulsen, Kanada Manitoba Üniversitesi'nde hukuk profesörü ve Kanada'nın LGBT organizasyonu EGAL üyesi Karen Busby de foruma katıldılar. Forumun programına göre, Inge-Lise Paulsen'ın "Lezbiyen Görünürlüğü", Ayşe Sargın'ın ise "Pornografi, Cinselliğimiz ve Heteroseksizm" başlıklı birer sunum yapması bekleniyordu. Ancak, Inge-Lise'nin sunum yapmaktan vazgeçerek akışın karşılıklı diyalog biçiminde sürdürülmesini teklif etmesi üzerine, Ayşe'nin de onayıyla sunumları iptal ettik. Inge-Lise, artık burada değil ama forum kapsamında katılımcılarla paylaştıklarıyla bize sesini duyurabildi. Ama Ayşe burada ve onun sunumunu dinleme fırsatını kaybetmiş değiliz, buradan açık bir çağrı olsun bu! Herkesin kendini kısaca tanıtmasının ardından Türkiye'de eşcinsel/biseksüel kadınlar olarak yaşadığımız sorunlar üzerine konuşmaya başladık. Söz alan kadınlar kendi yaşamları üzerinden, iş yerinde, okulda, evde karşılaştıkları problemlerden bahsettiler. Yurt dışından gelen konuklarımız kendi ülkelerindeki deneyimlerini aktardılar. Türkiye'de şu andaki hükümetin eşcinsellere yönelik politika ve tutumlarından başlayarak mevcut yasal durumun bizlere nasıl yansıdığından söz ettik. Ailelerimiz karşısında cinsel yönelimimizin kendimiz tarafından zorunlu baskılanışı, mecbur bırakıldığımız 'orada farklı, burada farklı' yaşayışlarımızdan yola çıkarak 'lezbiyen görünürlüğü' sorununa değindik. Toplumun eşcinselliğe bakışı, erkek eşcinseller ve kadın eşcinsellere yönelik farklılaşan homofobik tutumlardan bahsettik. Homofobinin yarattığı, eşcinsellere uygulanan şiddeti içeren olayların, erkeklere yönelmiş halinin göz önünde ve can alıcı bir şekilde gündemde olmasına karşın, bizlerin 'şanslı', 'rahat' ya da 'sorunsuz' görülmemizin nedenlerini tartıştık. Kadın eşcinsel/biseksüelliğinin yok sayılması, geçici, cinsel fantezi unsuru vs. olarak algılanması nedeniyle 'ciddiye

alınmamamız', aslında var oluşumuzun alaya alınmasına kadar varan bir şiddeti içermesine rağmen, fiziksel şiddete maruz kalmıyor ya da erkek eşcinsel/biseksüellere göre daha az karşılaşıyor olmamız kamusal alandaki görünmezliğimize dayanıyordu. 'Ciddiye almak' durumunda kalan insanlardan bize yönelen fiziksel saldırı, sözlü ve cinsel tacizlerinden söz ettik. Bir boşanma davasında 'lezbiyen anneye kız çocuğun velayeti verilmez' diye çıkan Yargıtay kararını, sevgilisi kocası tarafından öldürülen bir lezbiyenin gazetelerden okuduğumuz haberlerini hatırladık beraberce. Forumun sonlarına doğru, örgütlenme sorunumuz üzerinde durduk. Tüm bu yaşadıklarımıza karşı, bir araya gelişlerimizin sesimizi duyuracak politik bir duruşa dönüşememesinin, eşcinsel/biseksüel kadınlar olarak kendi sözümüzü üretip haklarımızı savunduğumuz bir örgütlenmenin eksikliğinin nedenlerini sorguladık. Mevcut eşcinsel/biseksüel organizasyonlar içindeki kadınların azlığını, seslerinin yalnızlığını dinledik bazılarımızdan. Birbirinden ayrılan görüşlerimize rağmen, vardığımız noktada, bir araya gelmemizi engelleyen unsurlar ve karşılaştığımız sorunlar konusunda ortaklaşıyor, benzer yaşamlarımızla aynı yerde buluşuyorduk. Belki de bu tür paylaşımları daha çok gerçekleştirebilir ve bir araya gelişlerimizin olanakları

39


Basın 'eşcinsel mücadelesini' nasıl çerçeveledi? Gülsüm Depeli* Bugün Arendt'in nostaljik, yaratıcı kıvılcımlar saçmakla birlikte muhafazakAr bir bakışla anımsadığı Antik Yunan 'arenalarından şüphesiz çok uzağız. Arenalar, meydanlar, sokaklar, gerçekliklerini kaçınılmaz olarak teknolojik dolayımlanma yoluyla ispat ediyor artık. Üstelik meydanları sadece yaşam zorunluluklarından azade olmakla 'özgürlüğünü' kazanmış 'erkekler' doldurmuyor şimdi. Özel alana hapsedilmiş olan kadınlar ve eşcinsellerle, çağdaş köleler olarak işçiler ve memurlarla, etnik ve dinsel topluluklarla, çevreci gruplarla meydan artık daha dinamik ve çekişmeli.

40

Bu makalenin 'öznesi' olan eşcinsel hareketin tarihsel süreci de 'çatışma arenası'ndaki görünürlüğü ile başlatılmalıdır şüphesiz. Türkiye'de eşcinsel hareketi 1990'ların başlarından itibaren kendi iç kamusalını oluşturmaya başlamış, özellikle büyük şehirlerde buluşma ve tartışma grupları olarak çoğalmıştır. Dergi, fanzin ve bültenler, geniş katılımlı buluşmalar ve konferanslar da süreci beslemiştir. Böylelikle içerde oluşan bu kamusal güç, hareket alanını genişletmeye yönelmiş, soru ve sorgulamalarıyla heteroseksüel topluluğu bazen diyaloga çağıran, bazen de onların 'söylemsel' konumlarına meydan okuyan bir noktaya gelmiştir. Aslında 10 yılın üzerinde bir dönemi kapsayan bu kısa ve hızlı özet, eşcinsel hareketin, toplumsal, kültürel, politik arenada, kendi söylemsel konumlanışıyla birlikte 'çekişmeye' katılmasının tarihine işaret etmektedir. Bugün prensipte herkesin katılabildiği kamusal çekişme arenalarından söz ettiğimizde kaçınılmaz olarak medyanın bizzat kendisi ve kurumlarından da söz ediyoruz aslında. Bilgi kaynakları aslında daha ağsal olmakla birlikte, meydanların dinamizmini izlemek konusunda genellikle kayıtsız davranamayan medyadan söz ediyoruz. Gerçek ve 'söylemsel' meydanları 'ekranların', 'çerçevelerin' içinden akıtan, evlerimize taşıyan medyadan... Eşcinseller temkinli olmayı da elden bırakmayarak, 'sözlerinin duyulabilirlik sınırlarını medya ile genişletmeye yönelmiştir. Görünürlük anlamında 1 Mayıs 2001 tarihi somut ve sembolik sonuçları açısından büyük önem taşımaktadır: Kaos GL kendi pankartıyla yürümek üzere alanlara çıkmıştır. Hacimli ve heterojen kalabalığın eşcinsel oluşturanlarından olarak, başkalarıyla bir aradalık kurma ilkdeneyimi, söylemsel buluşma, kimi alt söylemlerle çekişme, bıyık

altlarıyla çatışma pratikleri etrafında daha detaylı okunabilir şüphesiz. Eşcinsellerin 1 Mayıs yürüyüşünü haber yapmayan televizyon ve gazete neredeyse yoktur. Bu haberlerin içerikleri elbette ayrıca analiz edilebilir; görünürlük arenasına bakanların 'gözlükleri' ve 'görme pratikleri' üzerine bir soruya cevap aranabilir. Ben bu soruyu daha yakın dönemin olaylarını medyadan izlerken yanıtlamaya çalışacağım. Son iki yıldır Türkiye'nin AB'ye uyum çerçevesinde geçirdiği dönüşümlerin meydanlardaki aktörlerinden birisi olmuştur eşcinsel hareketi, ve meydan, Meclis'in kapısına kadar genişlemiştir. Geçtiğimiz yıl Kaos GL'nin ilk eşcinsel 'derneğ' olarak kurulması süreci ise, tökezlenerek de olsa atlanan bir basamak olarak yaşanmıştır. Basının bu süreci ve olayları nasıl yansıttığına bakıldığında gazetelerdeki tartışmalar ilginç konumlara işaret etmektedir. Bu bağlamda, 'görünür' olanın 'nasıl görüldüğü ve gösterildiği' üzerinde durmak anlamlı olacaktır. Söylediğim gibi, medya meydanlara kayıtsız kalamaz. TCK Alt Komisyonu çalışmaları esnasında Kaos ve Lambda'nın Meclis'e yaptığı yürüyüş bazı İslami basın kuruluşları da dahil birçok gazetede haber olmuştur. Gazetelerdeki haber metinlerinin kurgusu ise beklendiği üzere birbirine göre farklılıklar içermektedir. Liberal basında olayın içerik olarak yer yer magazinselleştirildiği gözlenmektedir. Kimi başlıklarda eşcinseller "yasadan korunma talep eden, itilip kakılmak, seks işçisi olmak istemeyen mağdurlar" olarak çerçevelenmiş, hak mücadelesinin aktif özneleri konumları arka plana itilmiştir. Bu arada "Travesti Hülya da oradaydı", "Travestileri kadın polisler aradı" gibi bilgiler daha temel haber bilgilerine yeğ tutulmuştur. Eşcinsellerin konuyla ilgili 25 Mayıs 2004 tarihli ilk yürüyüşlerini haber yapan birçok gazete, taleplerinin karşılık bulmaması üzerine tekrarladıkları 8 Temmuz 2004 tarihli eylemi haber yapma gereği duymamıştır. Dolayısıyla liberal basın, konuyla ilgili olarak bilgilendirmeye devam etme, olayların gelişimini takip etme sorumluluğu göstermemiştir. Aynı gündemin konularından olmakla birlikte, Kaos GL'nin Temmuz ve Ekim 2005 aralığında dernekleşme sürecinde yaşadığı olaylar ve tartışmalar da daha az haber olmuştur.


Eşcinsel hareketinin talepleri ve AB süreci başlamındaki tartışmalarda, popüler yönelimlerden birinin de eşcinsel evlilikleri olması ilginçtir. Kanımca, geleneksel olarak düzenleyici bir kurumu, özgürlükçü bir hareketin üzerine giydirmenin sakıncaları vardır. Ozgürleştirici ve eleştirel bir açılım sağlamaktan ziyade, karikatürize edici bir etkiye yol açabilir, dahası toplumda homofobik bariyerleri yükseltmeye yol açabilir, dahası toplumda homofobik bariyerleri yükseltmeye yol açabilir. Liberalizmin konvansiyonel olan ile özgürlükçü olan arasındaki ezeli gerilimi... Sol basında konuya ilişkin haber ve değerlendirmeler sayıca çok azdır. Basındaki söylemsel çekişmenin merkezini zapt edenler, bir tarafta liberal sağ ve liberal sol, diğer tarafta ise İslami ve muhafazakar sağ basın olarak yerleşmiştir. Sol basın bu konuda maalesef ancak cılız bir periferi unsuru olarak yer bulmuştur. Bu süreci hiçbir şekilde konu edinmemiş olan bir tek gazetenin, sol yönelimli basın içinden çıkması ifade edilmesi gereken bir ayrıntıdır. Liberal ve sol basında eşcinsellerin mücadelesi ağırlıkla haber olarak yer bulmuş, gündem köşe yazılarına ancak sınırlı sayıda taşınmıştır. İlk bakışta önemli görünmeyen bu bilgi bir karşılaştırmaya olanak vermesi açısından önemlidir. Sağ ve İslami basının güçlü

temsilcisi konumundaki iki gazetede olaylar adeta bir perdenin arkasından izlenmektedir. Sol ve liberal basındakinin tersine bu gazetelerde, stratejik olarak, tartışmanın doğrudan göndergesi olarak olayın kendisi hiç haber yapılmamış, üstelik konu çok saldırgan bir üslupla 'köşelerdeki tartışma arenasına çekilmiştir. Bir gazetenin, okur kitlesini haberdar etmediği bir konu üzerinde bu denli hırçın laflar sarf ediyor olması, sağ ve İslami söylem ile hayaletleri bağlamında, biraz da psikanalitik aroma eşliğinde analiz edilmelidir belki. Sendromlu konumlanış, kaçamaklı üslup ve homofobik ifadelerle dolu metinlerdir bunlar. Somut göndergesi olmayan tartışma nedensizce dağılmaktadır; eşcinsellere karşı milli birlik çağrısından, AB'nin 'ahlaksızlığına karşı hayıflanmaya uzanan bir hatta hırçınlaşmaktadır. Konu başörtüsü ve zina tartışmalarıyla bitişmekte, daha sofistike düzlemde ise 'ahlak' ve 'hukuk' ayrımı tartışmalarına bağlanmaktadır. 'Kamusal alan'ı yakın zamanda 'başörtüsü' sayesinde keşfetmiş İslami basının en sağlam kozu olarak gene 'halk' çıkar karşımıza. Bu bağlamda, "Ama halka sormadınız!", "Cesaretiniz varsa referandum yapın bakalım halk eşcinsellere maruz kalmak istiyor mu?" gibi sorularla meydan okumaları çığırtkan olmakla birlikte manidardır. Eşcinsel mücadelenin basın tarafından nasıl izlendiği konusunda, mevcut analizlere bakıp sonuçlara ulaşmaya çalışmak sabırsızlık olacaktır, zira süreç devam etmektedir. Medya kamusalındaki çatışmalı konumlanışlara bakıp, tüm toplumun konuyla ilgili tutumu hakkında fikir sahibi olmaya çalışmak da sorunlu bir sorgulama olurdu ki, bu çalışmanın amacı değildir zaten. Fakat medya metinlerinin söylemi ile toplumun söylemi arasındaki ilişki, teorik çekişme arenasının da sıcak konusudur ve güncelliğini korumaktadır. Öte yandan, metin ve toplum ilişkisini sorgulayan bugün sadece teorisyenler değildir; bazı yeni kamusal mücadele grupları da gündemlerine almıştır aynı tartışmayı. Bizim gibi ağırlıkla "medyadan beslenen" bir toplumda, mücadelenin bilgi ve etkileşim ağlarını genişletebilmek bağlamında, hem aktif medya kullanımı, hem medya metinlerine müdahil olma stratejileri geliştirmek önemlidir. *Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi

41


Eşcinsel Arzuyu Adlandırma ve Sınıflandırmaya Tarihsel Bir Bakış*

"Lanetli Livatacı", "Hastalıklı Homoseksüel" "Gururlu Gev" "Kararsız Kvir/Kuir/Q" Murat Cömert Bu sunumun ana amacı "Queer" kavramının kuramsal ya da pratik açıdan içeriğini tartışmaktan çok, eşcinselliğe tarihsel süreç içinde verilen adların geçirdiği "evrim"in incelenmesidir. Bu yanıyla, sunumum dilbilimle tarihin kesiştiği bir alanı hedeflemektedir. Temel içeriği, yani eşcinselliği ele alması açısından da doğal olarak Gey-Lezbiyen Çalışmaları ve "Queer Theory" alanlarını doğrudan ilgilendirmektedir.

42

Eski dönmelerde dili anlamaya yönelik birtakım çalışmalarda, örneğin Eski Mısır ve Yunan uygarlıklarında sözcüklerin, özellikle de adların ve özel adların yapısıyla ve kökenleriyle ilgilenilmiştir. Nesnelere ve kişilere verilen adların niteledikleri varlıklarla mistik bir biçimde ilintili olduğu, yani "elma" sözcüğünün içerisinde "elma" olma durumu ile ilgili bir "öz"ü barındırdığı düşünülmüştür. Bu düşüncenin altında yatan, dilin kutsal bir el tarafından yaratılıp insana verildiği inanışıdır. Çeşitli kültürlerde bu türden bir özcü yaklaşıma, nesnelerle adlarının arasında var olduğu düşünülen yakınlığa, sıkça rastlanmaktadır. Eski Türk geleneklerinde özellikle erkek çocukların bir tür "yiğitlik" gösterisinden sonra, o yiğitliği anıştıran bir adla anılmasını hatırlamak için Dede Korkut'un adını anmak ve "soy soyladı, boy boyladı..." koşuk ifadesini akla getirmek yeterlidir sanırım. Buradaki "soy" aslında bugünkü biçimiyle "söz"dür, "soylamak" da "söylemek" ile karşılanmaktadır. Burada adlandırmak ile konuşmak arasında bir bütünlüğün var olduğu düşünülmüştür. Eski Yunan filozofu Eflatun'un idealar kuramında ise başka türlü bir özcü yaklaşım vardır. Aslında insan dilinin gerçeği anlamada ve aktarmakta yetersiz olduğunu söyler. Ama Kratilos (Cratylos) adlı diyalogunda, nesnelerin ve insanların doğru verilmiş, doğalarından kaynaklanan adlarının olduğuna, ama bunlara başkalarınca -daha az bilge olanlarca, örneğin kadınlar tarafından- doğru olmayan adların da verildiğini söyler (Hektor'un oğlunun iki adından biri olan "Astianaks", içindeki "anaks", yani "kral" sözcüğü yüzünden doğru olandır; o halde ona Troya'nın erkeklerince verilmiştir. Demek ki, ikinci adı olan "Skamandrios" kadınların ona verdiği yanlış addır).

Geçen yüzyıl içinde geliştirilen biçimiyle dilbilim bu konuya tam karşıt bir noktadan bakmaktadır. Saussure ve onun izinden giden dilbilimciler bize böyle bir doğal adlandırma sürecinin bulunmadığının, tam tersine, dildeki sözcüklerin biçimsel yapılarıyla ifade ettikleri nesneler arasındaki bağın tamamıyla "keyfi, ihtiyari" (arbitrary) bir ilişki olduğunun altını çizerler. Bunu da, örneğin Türkçedeki "elma" sözcüğünün Ingilizceye "apple", Almancaya "apfel", Fransızcaya "pomme", Yunancaya "milo" ve diğer pek çok dile çok daha farklı biçimlerde çevrilebildiği gerçeğiyle kanıtlamaktadırlar. Hayvanların çıkardığı doğal seslerin bile farklı dillerde öykünülme biçimleri çok farklı olabiliyorsa, adların keyfi bir biçimde verildiğini kabul etmek çok zor olmasa gerek (Kuşların "cik-cik" sesi, Ingilizcede "chirp", Japoncada "pii-pii", Tagalog dilinde ise "tiririt" olarak yansılanmaktadır). Ancak, insan zihninin sıkça yaşadığı bir yanılsama sonucunda, nesneler, kişiler ve insan toplulukları, onları tanımlamakta kullanılan adların ve sınıflandırmaların içerdiği dar alana hapsediliyorlar; öyle ki, farklı özellikleri ve kişilik yapıları olan "kadınlar"dan, "Türkler"den, "azınlık üyeleri"nden, ya da "eşcinsel bireyler"den bahsederken bile akla gelen tek tip bir "kadın", "Türk", "ekalliyet" ya da "eşcinsel" oluyor. "Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı" gibi çoğul anlamlı tekil ifadeler (1 kadın=tüm kadınlar), ya da Denktaş'ın sıkça ve küfürmüşçesine tekrarladığı çoğulu simgeleyen tekil "Rum" (=tüm Rumlar) sözcüğü de bunu doğrulamaktadır. Kabaca "Batı" olarak adlandırdığımız geleneğin tarihinde de bu tür tipleştirme, özcü bir yaklaşımla, geniş ve kendi içinde çeşitlilik gösteren toplulukları "ideal" (değişmez, her özelliği bilinebilir) bir tekil kişide canlandırma oldukça alışılageldik bir uygulamadır. Eşcinsellik özelinde, bu yaklaşımı başlıkta anılan sıfat tamlamalarıyla incelemenin yararlı olacağını düşündüm. Tarihsel süreç içinde eşcinsel edimlere ve bu edimleri gerçekleştirenlere toplumdaki (erkek)egemen düzenin nasıl yaklaştığını bu şekilde ifşa etmek olasıdır. Lanetli Livatacı


Bu terimin Batı dillerindeki biçimi "Damned/Cursed Sodomist" (İng.), "Sodomiste Damnée" (Fr.) gibidir; burada aslolan "Sodomist" sözcüğünün içerdiği anlam ve geldiği kökendir. İncil ve Tevrat'da bahsi geçen Sodom ve Gomorra kentlerinin günahkarlıklarına ve kenttekileri uyaran Lut peygamberin sözünü dinlemeyen, hatta ona gönderilen erkek melekleri ısrarla "tanımak" isteyen halkın uğradığı lanete yapılan bir göndermedir, burada söz konusu olan. Türkçeye Arapça yoluyla geçen geleneksel biçim aslında kişiler için "luti" olmuştur; "livata" ise kabaca eşcinsel edim olarak algılanabilir. Ancak, bu terimlerin kafa karıştıran bir yanı, edim yani fiiliyat üstündeki vurgudan kaynaklanır; işin aslında "eşcinsellik etmek" diye bir fiil, yani tanımlanmak istenen edimin biçimsel karşılığı dilde yoktur, kavramsal olarak da muğlaktır. Tevrat ve diğer dinsel metinlerde de bu belirsizlik, neyle uğraşıldığının tam bilinmiyor gibi görünmesi durumu geçerlidir: üstü kapalı olarak, "kadınla birlikte olurmuş gibi hemcinsiyle birlikte olan erkekler" türünden tanımlamalar kullanılmıştır bu kitaplarda, yani bir günahı, yasak bir edimi gerçekleştiren bir "aktör" (agent) vardır ortada. Ama edimin tam ne olduğu da açıkça ifade edilmemesi, erkekler arasında doğabilecek duygusal yoğunluğu bol her ilişkiye kuşkuyla bakılmasını doğurmuştur, öncelikle de bu yakınlığı yaşayanlarda. Bu arada, havada kalan tanımların doldurduğu boşluk, erkek eşcinselliğinin en temel yaşanma biçiminin "anal ilişki" olduğunu varsayan egemen düşünce tarafından doldurulmuş, "sodomi" sözcüğünün bir anlamını penis-anüs ilişkisi oluşturmuştur. Türkçede de hukuk dilinde "Fiil-i Livata" bunu ifade eder. Bu noktada diğer bir sorun ortaya çıkıyor: anal ilişki bir kadınla erkek arasında yaşandığında da sodomiden bahsedilmektedir. Avrupa ve ABD'deki birtakım sodomi yasaları da, bu yüzden faillerin cinsiyeti üzerinde durmayıp edimi temel almışlardır. Fakat, diğer bir gariplik de sodomi kanunlarının ve tarihsel olarak terimin kullanıldığı bazı belgelerin, aslında çok daha geniş bir alanı kapsayan cinsel edimleri topyekun bir yaklaşımla, şemsiye terim olarak sodomi kapsamında toplamalarıdır. Yani buna göre oral seksten sadomazoşist sekse uzanan geniş bir yelpazede ele alınabilecek tüm "Ortodoks olmayan" cinsellik biçimleri ve "misyoner" harici tüm cinsel pozisyonlar böyle adlandırılmaktadır. Türkçedeki "ters ilişki"nin içerdiği anlam çeşitliliği ve belirsizliğini anımsatan bir terimdir sodomi. Ters olan, "düz" olmayan her şey olabilir, yani kesin bir tanım olması gariptir. Ortaçağ Yahudi-Hıristiyan geleneğinin ideolojisine göre aslında kutsal evlilik düzeni içinde olmayan, olsa bile Tanrı'ya hizmet edecek kullar üretmek amacının dışına çıkılarak, zevk amacıyla girişilmiş her türlü cinsel edim, sodomi olarak adlandırılabilmiştir. Zevke yapılan bu vurgu, Adem ve Havva'nın yasak meyveyle, yani zevkle olan deneyimleri yüzünden insanın acılarla dolu yeryüzünde geçirmek zorunda olmasına, İlk Günah'a bir göndermedir. Bu yanıyla, Ortaçağ düşüncesi bir açıdan oldukça eşitlikçi bir tezi savunur; zevk herkesi cezbeder, ama cinsel zevk almayı istemek her biçimiyle günahtır, dolayısıyla herkeste bir sodomist tohumu vardır. Bu tohum, kul nefsine hakim oldukça derinlerde

sessizce oturur, ama içki, oburluk, kumar, yalancılık, küfür gibi diğer günahlara kulak verdiği anda yeşeriverir. Yeşerip dal verse de tövbe ve imanla kökü kurutulabilir, der dini Ortaçağ düşüncesi; imana gelen kişi artık sodomist sayılmaz (Yine de pek çok erkek o kadar kolay kurtulamamıştır kazığa oturtulma ya da yakılma cezasından). Diğer bir deyişle, pozitivizm ve mantıkçılık öncesi Batı düşüncesinde "günahkar", genel bir tiplemedir, Sodomist çok da özelleşmiş bir tip değildir. "İçmiştim, sarhoştum" ya da "üstüme kötü bir cin çöktü, beni buna o zorladı" türünden itirafların o dönemde oldukça olabilir gözükmesi, ancak özcü olmayan bir mantıkla açıklanabilir. Karısıyla sodomi suçu işleyen erkeklerin de diğerleri gibi yakıldığı durumlardan bahsedilmektedir. Kadın eşcinselliği tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, aynı düzlemde ya da ciddiyette bir sorun olarak algılanmamış ama yine de bastırılmıştır. Cadılıkla suçlanıp yakılan kadınların bir kısmı aleyhinde toplanan "deliller" cinselliklerine aittir. Yine de "giren çıkan yoksa sorun da yoktur" zihniyetiyle, lezbiyenlik çoğu yerde sodomi kapsamında ele alınmamıştır. Örneğin Britanya kraliçesi Viktorya erkekler arasında eşcinsel ilişkileri suç haline getiren yasa çıkartılırken, yasa kapsamına lezbiyenliğin alınmasını reddetmiştir, çünkü böyle bir şeyin var olduğuna dahi inanmak istemez! Hastalıklı Homoseksüel Bu terimin ortaya çıkışı, endüstri devrimini yaşamış ve kartezyen mantığı en ileriye taşımış bir toplumun oluşmasından sonra, 19. Yüzyılın sonlarında psikolojinin kendini bir bilim dalı olarak ortaya koymasıyla gerçekleşmiştir. Her olgunun altında keşfedilebilecek ve mantıksal olarak kavranabilecek bir gerçeğin var olduğuna tüm kalbiyle inanan bilim adamı tayfası, insan cinselliğinin çok kesin hatları olan bir kuramını elde edebileceklerine yemin edebilir durumdaydı. Cinsellikle ilgili pek çok farklılıklar da işte bu dönemde "hastalık" (araz) kapsamında ele alınmaya başladı. Fiziksel antropolojinin temellerini oluşturan bazı ırk araştırmalarının kullandığı türden bir "eşcinsel fizyonomisi"ni tanımlamaya kalkışanlar oldu. Bu tanımlardan bazıları geleneksel anlamda efemine olmaktan çok düşük zekalı bireylerin fizyonomisini tanımlar gibi görünmektedir. Bugün toplumumuzda da efemine olarak algılanıp psikiyatrlara götürülen bazı kimselerin aslında zeka geriliği yaşıyor olması belki bununla açıklanabilir. Bu tabloda, ne yaptığını tam bilmeyen, cezai ehliyeti olmayan, dolayısıyla tam ve sağlıklı olmayan bir tipleme ile karşılaşılmaktadır. Buradaki mesele, eşcinselliğin günahtan çıkarılması, kişinin elindeki "günah işleyebilme" lisansının ondan koparılıp alınmasıdır. Bu "illet", herkesin başı üstünde sallanan bir Damoklesin kılıcı değildir artık, ama kimin içinde beslediği ilk bakışta belli olunmayan, ama anlaşılıp kovuşturulması, toplumdan uzaklaştırılması gereken bir akıl hastalığıdır. Kişi tedavi edilmiyor olabilir, ama sorun bir biçimde ortadan kaldırılır: ağır ilaçlar ve şok verme yoluyla, iğrendirme

43


yöntemleriyle cinsellikten soğutulur. Batı'da, 60'ların sonlarına kadar eşcinselliği anlaşılan bireylere ailelerinin de izniyle psikiyatrik "tedaviler" uygulanmıştır, bunlara dünyanın değişik yerlerinde devam edildiği de yakınlarda tekrar gündeme geldi (Suudi Arabistan'da "ele geçirilen" bir grup eşcinsele uygulanan erkeklik hormonu "tedavisi" gibi). Gururlu Gey Irkçılık karşıtlığı, feminist savaşım, savaş karşıtlığı, hippilik gibi sivil itaatsizlik hareketleriyle birlikte, daha önce gizli olarak örgütlenen eşcinseller ve diğer cinsel azınlıklar, 60'lı ve 70'li yıllara damgasını vurdu. O güne kadar ancak dışarıdan incelenen, araştırılan birer nesne olarak görülen ve davranılan kadınlar, siyahlar ve eşcinseller ilk defa yaygın bir biçimde bu duruma isyan ettiler, tam bir eşitlik ve özgürlük düşünü ilk defa açık olarak ifade ettiler.

44

Aslı "gay" olan sözcüğün en belirgin olarak bilinen anlamı ilginçtir, heteroseksist toplumda yarattığı tepki de! En yakın zamanlarda yaygın olarak kullanıldığı biçimiyle "neşeli", "tasasız" anlamına gelir. "Neşeli" olmak, depresifliği, akıl hastalığını dışlayıcı bir unsur gibi görülebilir. Eşcinseller artık bu sözcük sayesinde kendilerine dayatılan günahkar ya da hasta olma suçlamasını bir kenara itebilmişlerdir. Heteroseksüelliğin normalliğini savunan kişiler içinse sözcüğün bu biçimde "rehin alınması" büyük bir sıkıntı yaratmıştır: temelinde mutsuzluk içerdiğini düşündükleri bir cinselliğin ellerinden alınan en şen şakrak sözcükle tanımlanması tahammül edilemez bir küstahlık olarak görülmüştür. Burada gözden kaçırılan, gay sözcüğünün daha gizli, argoda kullanılan bir anlamı olduğudur. 19. yüzyılın sonlarında beliren yan anlam, "ahlaki kısıtlamalara aldırmayan" kişilerin durumunu betimlemekte kullanılmış, 19. yüzyılda ise "gey yaşam" fahişelik ve diğer evlilik dışı ilişkileri tanımlayan bir yumuşatılmış deyim (hüsnütabir, euphemism) halini almıştır. Burada ortaya çıkan ilginç görüntü, 20. yüzyıla kadar tamamen marjinalleştirilmiş eşcinsel erkeklerin kendilerini yalnızca kadınsı davranışlar ve fuhuş ortamı içinde ifade edebilmiş olmalarıdır. Günlük yaşamı içinde bu görüntüye uymayan, ama bu çevrelere gizli olarak girip çıkan erkekler arasında da herkes tarafından anlaşılamayan gizli ve özel bir dille iletişim kurulmuştur. "Gay" de bu dilin o zamanki temel sözcüklerindendir: bir konuşmanın herhangi bir yerinde "dün geceki parti ne kadar neşeli (gay) idi" diyen adam karşıdakine bir tür kod gönderiyor, eğer bu kod anlaşılmışsa karşıdaki de "ama benim gittiğim parti sıkıcıydı (drag); herkes kraliyet ailesindenmiş (loyalty= queen=kraliçe yani eşcinsel) gibi davrandı" gibi aynı özel dile ait sözcüklerle yanıt veriyordu. Denebilir ki, özgürleşme hareketleriyle birlikte bu kodlama da bir bakıma kenara bırakılmış, kendi içine kapalı bir dilin terimleri dışarıdakilere ifşa edilmiş, böylece ortada utanılacak ya da ayıplanacak bir şeyin olmadığı vurgulanmak istenmiştir. Son zamanlarda Türkiye'de bazı televizyon programlarında eşcinsel argosuna ait sözcüklerin ("koli"=cinsel ilişki, ilişkiye

girilen kişi "madi"=kötü) "rahatça" kullanılması eşcinsellerin dışa açılma isteğini yansıtıyor olabilir. Gey teriminin kullanılmasında en etkili iki noktadan biri, medikalleştirmeye yani eşcinselliğin hastalık gibi gösterilmesine karşı duruştur; önerilmiş ve kullanılmış çoğu terim psikolojik bir soyutlamaya dayanır (örneğin, "uranist"). İkinci olarak da, diğer pek çok terimin aksine, gey herhangi bir cinsel edime doğrudan göndermede bulunmaz. "Sodomisft"teki "sodomi" edimini temel alma, ya da "homoseksüel" derken seks üstüne yapılan vurgu bu sözcükte yoktur. Ama her terimin bir sınırlılığı vardır, bir tür dışlayıcılığı da içinde barındırır. Gey için de böyle olduğu, kadınları baştan dışarıda bıraktığı, belli bir sınıftan ve ırktan, burjuva erkekleri tanımladığı yolunda şikayetler giderek artmaktadır; üstelik bu tür bir tabakalaşmanın henüz yeni başladığı yerlerde, örneğin Türkiye'de de. Kararsız Kvir/ Kuir Özellikle 90'larda Kuzey Amerika'da yayılan bu sözcük, İngilizce yazılışıyla "queer", tam ya da doğru olmayan bir şeylerin varlığına dikkat çeker. Sözlüklerde "eğri, yamuk, yana kaymış" gibi anlamlar verilmektedir. "Bir terslik, bir acayiplik var bunda" derken kullanılan bir sıfat olan sözcük, gey teriminde olduğu gibi, zamanla ad halini de almıştır. Gey'den farklı olarak, bu sözcük yakın zamanlara kadar bir aşağılama olarak eşcinsellere yöneltilmiştir. Sokakta yürüyen birine "queer" diye bağırmak etkili bir hakaret biçimi olarak görülmüştür. Ancak, siyahların kendilerine yöneltilen "nigger" ("negro"dan bozma aşağılayıcı terim) sözcüğünü alıp, içerdiği olumsuzluğu boşaltarak, hatta tersine çevirerek kullanmalarındaki gibi bir "ıslah etme" (reclaiming) durumu queer için de geçerli olmuştur. Burada "ıslah etme"den kasıt, size yöneltilen bir silahı ele geçirmek, o silahı size saldırmak isteyenlerin üstüne doğrultmaktır. Bu noktada gey sözcüğünden ayrılır, çünkü gey terimini yaygınlaştırmaktaki amaç eşcinselliğin toplumla uyumunu sağlamakken queer ile toplumsal olana karşı bir diklenme görülür. Siyahların "black is good" (siyah güzeldir) ve geylerin "gay is good" (gey güzeldir) sloganlarındaki toplum tarafından benimsenme isteğine queer'de rastlanmaz. Bunun da tarihsel nedenleri vardır. Queer'in başkaldırısında en önemli etken AIDS salgınıyla gey hareketinin aldığı derin yaradır. 80'lerin sonunda en ağır darbesini vuran hastalık, batı toplumlarında eşcinsellere yönelik önyargıların hızla yıkılmakta olduğu bir dönemin hemen peşinde, yani gey hareketin en başarılı olduğu zaman diliminde geldiği için bir anda şok etkisi yarattı. Geyin güzelliğini simgeleyen alımlı, erkeksi, başarılı ve entelektüel genç adamlar neredeyse toplu bir biçimde öldüler; güzellikleri, işleri ve paraları bir anda ellerinden alınan geyler için öncekilerden de karanlık bir dönem başladı. ABD'de antikomünizm ve tutuculuk üzerinden politika yapan Ronald Reagan'ın başkanlığına ve Britanya'daki muadili Margaret


Thatcher'ın başbakanlığına denk gelen bu dönem, hastalıkla savaşmakta kasıtlı olarak yavaş davranıldığı, hastalığa karşı bilinen etkili ama pahalı ilaçların parasız ve ucuz ilaç dağıtımı uygulamalarına sokulmadığı bir zaman olarak tarihe geçmiştir. İşlerinden ve evlerinden atılan, uçaklara hatta hastanelere bile alınmayan AIDS hastalarının durumu Ortaçağ veba salgınında kentlerden kovulan vebalılarınkinden daha iyi değildi. Bu uygulamaların dolaylı bir soykırım olduğu bilincini yaratmak ve bir an önce sağlıkla ilgili yeni politikaların kabul edilmesini sağlamak için oluşturulan aktivist gruplar (Act Up, Queer Nation) kendilerine özgü, sert mesajlar ve görüntüler içeren sokak eylemleri düzenlediler. Daha önce görülmeye alışılmış şık ve seçkin geylerin yerini, özellikle maddi ve toplumsal konumu en altta olan, varoşlarda yaşayan, her renkten ve ırktan, kimi mülteci ya da göçmen pek çok insan aldı.

Hiçbir zaman tam olarak kesinleşmek, durağanlaşmak istemeyen bir oluşumdur queer. Ancak, terimin beklenmedik bir biçimde çok geniş bir kültürel alanda kabul görmesi, adeta moda haline gelmesinin içerdiği bütün bu eleştirel duruş üstünde yıpratıcı bir etkisi de olmuştur. Terimin LGBTT gibi kısaltmaların yerine kullanılması uygun bir sözcük olarak algılanmaya başlanması, aslında bu kısaltmalara gerek duyulmasına karşı geliştirilmiş bir düşünce olmasıyla çelişkili görünmektedir. Yine de, önceden kestirilemeyen bir alanı kapsıyor olması açısından, kullanışlı bir kavram olarak algılanabilir.

AIDS'in aslında sanıldığı gibi bir eşcinsel hastalığı olmadığı, her türlü cinselliği yaşayan insanlara bulaşabildiği düşüncesi de konunun bir başka boyutudur. Kişinin kendini gey ya da düzcinsel olarak görüp görmediğinin bir önemi kalmamıştır; arada bir "gey takılan" bir adam da, onunla birlikte olmuş düzcinsel kadın da, onun kan verdiği bir çocuk da bu hastalığa yakalanmış, hasta ve insan hakları çiğnenmiştir. Bu durumda AİDS'le mücadele etme ortak paydasında bir araya gelen bireylerden başlayarak, daha geniş çevrelerde cinsel kimliklerin yetersizliği üstüne düşüncelerin yayıldığı söylenebilir. Kadın eşcinselliğinin erkeklerinkinden giderek koparıldığı, biseksüelliğin, transeksüelliğin ve diğer cinselliklerin içinde kendine fazla yer bulamadığı bir gey/düzcinsel ayrımının yarattığı parçalanmaya karşı queer, bir tür birleştirici üst kimlik olarak önerildi.

Kaynakça:

Bu biçimde tabandan gelen radikal bir politik hareketin tek derdi cinsel roller ve kimliklerle değildi elbette. Cinselliğin kişinin özeli olduğu, yatak odasında ya da özel seks kulüplerinde yaşanması gerektiği, kamusal alana ve politikaya bulaşmaması gerektiğini savunan neo-liberal yaklaşımlarla da savaşmıştır. Aslında bu açıdan eşcinsel hareketinin tarihindeki diğer radikal örneklerden çok da farklı değildir. Daha önce de amaç küçük bir gettoya sıkışıp kalmak olmamıştı ama gelişmeler geyleri (ve diğer herkesi) hür birer vatandaş yapmak yerine, istediğini satın alma özgürlüğüne sahip tüketiciler haline getirmişti. Hak ihlallerini sorgulayıp hesap sormak yerine haklarını satın almak zorunda kalan ikinci sınıf vatandaşlar olarak kalmaya karşı queer kuramı da birtakım yöntemler geliştirme çabasına girmiştir. Queer'in kararsızlığı ya da belirsizliği, kişilerin bu konuda çelişki yaşamalarından, bir karara varamamalarından değil, böyle bir karara varmak istememelerinden kaynaklanır. Kimlik politikalarına dayalı gey hareketinin en çok eleştirilen yanlarından biri olan kendini tanıma/bilme, içinde yatan esas kimliği keşfetme gibi özcü düşüncelere dayanmasıdır. Kimliklerin herhangi bir özden kaynaklanmayıp, kurgulanmış kavramlar olduğunu savunan queer kuramı bu açıdan oldukça büyük bir tartışma yaratmıştır.

Aries, P. ve A. Bejin. 1985. VVestern Sexuality: Practice and Precept in Past and Present Times. Blackwell. White, E. "The political vocabulary of homosexuality". L. Burke, T. Crovvley ve A. Girvin, The Routledge Language and Cultural Reader'de. 189-196. http://classics.mit.edu/Plato/cratylus.html. Erişim tarihi: 22. 06.2006. Eflatun (Plato). Cratylus. Ing. Çev: Benjamin Jovvett. http://faculty.washington.edu/smcohen/320/cave.htm Erişim tarihi 22. 06. 2006 Cohen, S. Marc. 2006. The Allegory of the Cave *Sunumun başlığında yer alan "Günahkar Livatacı" ve "Marazi Homoseksüel..." tanımlamalarının yerine koyulan ifadelerle birlikte ilginç bir görüntü ortaya çıkmıştır. Tamlamaları oluşturan sözcüklerin ilk harflerine bakıldığında LL, HH, GG, KK görülmektedir ki bunun da EŞ-cinsellikteki "aynı"lığı yansıttığı varsayılabilir...

45


Sanatta Homofobik ve Cinsiyetçi Dil ve Göstergelerin Kurulumu Güzin Yamaner*

46

Ünlü yazar Jean Cocteau, "Onsuz yapamadığımız bir şeydir sanat, ama neden onsuz yapamadığımızı bir bilsem!" der. Bu, modern adamın(!) tipik, kendinden hoşnut görünmeyen ama aslında kendisini son derece entelektüel bulan tavrının ifadesidir. 20. yüzyıldaydık yazarımız bu lafı e t t i ğ i n d e . Şimdi bir yüzyıl daha d e v i r d i k . Kuşkusuz, o zaman da şimdi de sanat var hayatımızda. Hem de sanatçının hayatının tamamı sanat. Sanat, sanatseverler için de çok önemli bir araç. Ama sanatla sıkıntımız var. Tüm 20. yüzyıl boyunca da hep sıkıntımız oldu sanatla. Hangi sanat, ne için sanat? "Dükkanı kapatıp nereye gitsek?" deyip durduk. Ama bu arada Cocteau gibi de dünyaca ünlü birer sanatçı olmayı ihmal etmiyordu modern sanatın kurucuları. Hani sıkıntıları vardı? Yani sanat epeydir huzursuz. Belli ki bir vebal almış. Sanatın ruhu o yüzden huzursuz. Bunu da yalnızca biz biliyoruz. Onlar durumdan bihaber! Yani huzursuzluğun vebalinden! Devam ediyorlar sanatla ilgili dertlerine deva aramaya. İçlerinden biri daha bir şeyler düşünüyor. Örneğin, Ernst Fischer, "kendini aşmak, tüm insan olmak" istediğimize kanaat getirmiştir. İşte sanat, her şeyden daha güçlü olarak, insanı tüm yapabilen bir yeti olarak çıkarılıyor karşımıza. Neyse, şimdi bırakalım ünlü adamları. Bakalım büyük sözlere. Sanat gerçeği yansıtır, varlık nedeni daima değişebilir ama bu sanata asla zarar vermez... S a n a t l a , insan d ü n y a y ı tanır ve d ü n y a y ı değiştirebilme gücü bulur... İşte efendim, sanat böyledir de, şöyledir de... Birçok babamız, erkek kardeşimiz, sevgilimiz s a n a t ı n k a m u s a l a l a n ı n d a isim y a p m ı ş , aforizmalarını neşretmişlerdir. Böyle genel bir

sanat anlayışı vardır. Bir de genel insan anlayışı! Bu sanat ve insan, cinsiyetsizlerdir belli ki. Hiçbir ahkamda cinsiyet bir kategori değildir henüz. Sanat, güçlendirir sanatçısını. Doğaya üstün kılar. Belki de en önemlisi sanat toplumsal bir şeydir. En öznel sanatçı bile toplum içindir aslında. Madem ki sanat bu kadar önemlidir toplumsal hayatın içinde, insan için, öyleyse sanatın empoze ettiği her şey de çok önemlidir. Bu bir! Bu birinci nokta bizim için neden önemli? Çünkü

sanatın bir dili var, görsel ya da yazılı. Ve o dil, cinsiyetçi ise tüm sanat olgusu cinsiyetçi. O dil homofobikse tüm sanat olgusu da homofobik. Sanat gerçekten de çok önemli bir kurum ve ürettiği dili, donup büyüyen, sarmalanan bir cinsiyet üstünlüğü üretir daima. O da, heteroseksüel erkeği baştacı eden bir dildir. Gerisinin hakları gasp edilir. Kadınların, heteroseksüel olmayan erkeklerin, heteroseksüel olmayan kadınların daha çok gaspı söz konusudur. Ünlü adamları(!) bırakalım diyordum ama birini daha analım izin verin. Cezanne, "Sanatçı duyusal algıları kaydetme aracıdır... Kuramlar kişiyi soysuzlaştırır... Biz titreyen bir


kaosuz" der. Bunları üretebilen bir zihniyet, nasıl olur da İnsanı sadece heteroseksüel bir erkeğin patronluğuna verir ve sanata da onu özne/bekçi diye koyar? Aynı Cezanne, "İnsan o r t a d a olmamalı" der. Bizler, bu ülkede eğitilmiş sanatçılar olanlar, yıllarla eğitiliyoruz, adımızın başındaki eğitimli sanatçı lafları için. Ama hep ortada eğitiliyoruz. Ve bu içimize siniyor. Çünkü soyut bir sanat lafıdır gidiyor. Sanat şudur, sanat budur... Sanat ve insan... Kim bu insan? Cinsiyeti ne? Sanatçı işte! Bu kadarı yeter deniyor tanım için. Sanatçının tanımı burada başlayıp burada bitiyor: İnsan! Kendi yaptıklarım da, çok güvendiğim sanatçı dostlarımın ürünleri de, altında başkasının imzası olsa, kesinlikle tüm cinsiyetçi ve homofobik tasarımlardan kurtulmuş ürünler değil. Eğer başka birinin gözüyle baksam, bulacağım sonuç bu. Ortada durup, tarafını bulabilmeye çalışmak hiç de kolay değil. Böylece, yeniden üretip duruyoruz. Burası karanlık bir nokta. Kutsal Kitap'taki Eyub bölümünde; "İnsan ki kadından doğmuştur, günleri kısadır ve sıkıntıya doğar" denilir. Yani insanın yeterince kederi vardır. Ömrünün sınırlı olması ve b i r ç o k sorunla boğuşmak zorunda oluşu gibi, bunların başında bir kadından doğmuş olmak onu mazur görmemiz i ç i n sıkı bir g e r e k ç e d i r . Burası d a i k i ! İşte, sanat bu kadar önemli. Ve kadından doğmuş olmak bir özür. İnsan, kadın-erkek diye ayrılmıyor. Çünkü erkek var zaten ortada. Öyleyse, bu erkek denilen cinsin dışında kalanların kendi kodları nerden doğuyor? Heteroseksüel erkek olmayan sanatçılar diyorum yani. Onlar neye göre sanat üretiyorlar? Dillerini kendileri mi kurdular? Var olan dil o n l a r ı d ı ş l ı y o r ç ü n k ü . T ü m ü y l e cinsiyetçilikten ve homofobiden arınmış bir dil olabilir mi? Var olan dil, daima birinci sınıf bir cinsiyeti yüceltiyor. Diğerlerini, ikinci, üçüncü derken aşağılıyor. İşte önce onların, aşağı görmelerin örnekleri. Yani cinsiyetçiliği üreten dilin sanatsal örnekleri. Ünlüler ünlüsü Shakespeare'in Hamlet'i; "Ey ruh düşkünlüğü, senin adın kadın olmalı!" der. Biliriz hani H a m l e t ' i n t r a j i k y a ş a m ö y k ü s ü n ü ; kayınbiraderiyle bir olup kocasını öldüren ve krallığı da aşkı da kazanmayı isteyen annesinin tavrı karşısındaki sözleridir bunlar. Bir de Hamlet'in aşkına bakışı vardır. Hamlet ona deliler gibi aşık Ophelia'yla ilişkisinde nasıl bir duruş sergiler? Ophelia'nın aşkı nedeniyle bedenini Hamlet'e açması, ama o Hamlet'in bunu, düşük ahlakla değerlendirmesi çok bildiğimiz bir şey.

Ve bu ağır ithamla başlayan sürecin sonunda Ophelia'nın ölümü, aslında bir töre ve namus cinayetidir ve ağır biçimde şiddet temellidir. Benzer biçimde Othello'nun Desdemona'sının ölümü de öyle! Desdemona, "Efendimiz neden böylesiniz bana karşı?" diye sorar. Othello da, "Sus alçak kadın, elimden gelse şimdi yok ederim seni" diye haykırır ve yapar da. Bu da bir töre ve namus cinayetidir. Karşımıza çıkan şey, şiddet temelli bir eylemdir. Edebiyat ve sanat dünyasının epey başlarından bir örnek seçtim. Bu iki örnek, kadının namusuna, sadece erkeğine o da evlilik akdi içinde bağlı kalmasına ilişkin örneklerdi. Şimdi uzun bir sıçrama yapalım. 1980'lerin gözde ismi Boris Vian'a g e l e l i m . "Mezarlarınıza Tüküreceğim!" Soğukkanlı biçimde işlenen kadın cinayetlerinin, kara derili insanların kaderinin anlatıldığı metinlere ulaşalım. 20. yüzyıl sonunda çok genç bir yazarın kaleminden çıkan "Amerikan Sapığı"na g e l e l i m . Yüzyılın en önemli yüz kitabından biri seçilen "Amerikan Sapığı"na bakalım. Kadın eşcinselliğini, iki kadının kendi iradeleriyle birbirleriyle yaptığı cinselliği tam bir aşağılama zemini olarak gören ve dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şiddetini üreten satırları içeren "Amerikan Sapığı". Kadınların, aptal, marka ve para düşkünü, para için kadın kadına seks yapan budalalar olarak gösterildiği bir roman. Ve bunun karşılığında kadınlar, ölümün dehşetini belli bir süre algılayamayacak kadar ahmaklar. Ta ki iş ciddiye binene kadar. O zaman da, onların çaresizliğiyle, hayvansı aşağılanmalarıyla alay ederek arınırız yazarın kaleminin buyruğuna göre. "Amerikan Sapığı", tam bir 'anti-katharsis'dir. Bu tür bir kavramı, eleştiri tarihinin kullandığını sanmıyorum. Anti-kahraman ya da 'distopya'yı biliyoruz. Kahraman ve ütopyanın karşılığı olarak bu kavramlar var. Ama tam bir ruhsal arınma demek olan ve bir sanat yapıtının temel hedefi olan katharsis daima olumludan yanadır. Olumsuz olandan yola çıkıp, erdemin kazancını gösterir kanıtlar bize. Ki, evlerimize yine oyumuzu erdemden yana kullanarak gidelim istenir. Ama "Amerikan Sapığı", bizi anti-katarsis'e mahkum kılan iki genç kadının üç kuruş para, marka viski yudumları ve çikolata parçaları için birbirlerinin cinsel organlarına talep edilen en kaba biçimde dokunmalarıyla bize bu dünyanın en iğrenç aşağılaması gibi gösterilir. "Vay be, bunu bile yapıyorlar, öyle mi?" deyip midemizin bulanması beklenir. Roman salt eşcinsel d o k u n u ş u n

47


aşağılanması değil, benzer biçimde fahişeliğin/fahişelerin her türlü şiddete tabi tutulacağının da kanıtını üretir, hem de onlarca kez yeniden tekrarlar bunu. Son derece entelektüel Shakespeare dönemi dramatik metin kurgularına da baktık. Uzun bir adım atıp, 20. yüzyılda üretilen ve aktif erkek cinselliğinin/cinsel organının yapabildiklerini de gördük. Bu organın işlem gösterdiği alanlar ise, kadınlar ve diğer erkeklerin bedenleridir. Bir biçimde sözlü edebiyatın, deyim yerindeyse halk edebiyatının bir parçası olan asker şarkılarını da biliyoruz. Bunu da 70'ler feminizminin sıkı takipçileri, Firestone'lar, Millet'ler dünya kamuoyuna etkili kitaplarında sundular, belgelediler.

48

Asker baladlarında, askere gidebilen asker, yine bizim romanlarda gördüğümüz gibi, kadınlara ve diğer erkeklere güçlü cinsel organıyla yapmadığını bırakmayan bir yiğittir. Düşmanı, düşmanının tarlalarını, fahişeleri, kadın ya da erkek zavallıları önüne katıp onlara o güçlü cinsel organıyla dünyanın kaç bucak olduğunu gösteren bir savaş galibidir bizim asker. Bu asker, 70'ler feminizminde, vajinasını kullandıran kadına, anüsünü kullandıran erkeğe ve kadınının vajinasını kullandıran erkeğe yönelik bir galip; yani, fahişelerin, homoların ve pezevenklerin galibi olarak ifşa edildi. Şimdi, feminizmin ve eşcinsel kurtuluş hareketinin karşısında yine aynı asker var. Bu kez, Irak'ta ya da Balkan'larda. Değişen ne? Şimdilerde feminist politika, 70'lerdeki kadar cesur ve atak mı ifşa edebilmede? Hem asker türküleri, hem entelektüel edebiyatın aldatma/bedenini öylesine açıverme şüpheleriyle dolu kadınlarına ithaf edilen replikleri dillerde, sahnelerde. Başka suçlular dolu ortalık. Shakespeare yanlarında çok masum kalır. Ki biz Shakespeare'i her şeye rağmen çok severiz. Kim mi o diğer suçlular peki? Çok! Henry Miller'lar, Norman Mailer'lar... Bunlar da, şiddeti kol gezdiren ünlü kalemler! Ya, Shakespeare gibi yine de hiç vazgeçemeyeceğimiz Genet? Genet'de eşcinsellik bir özyıkım aracı mı? Tıpkı kendini yıkmak için daha da yemek yiyen bir obez gibi, Genet'de de eşcinsellik, dibine dibine düşülen bir kuyu mu? Erkeğine, "Demek ki aynı yaştayız. Desene hiç zevki çıkmayacak" diyen diğer erkek, yaş, baskınlık-çekiniklik, güzellik-çirkinlik gibi birçok

ikiliğin düşük olanını seçerek mi başa çıkıyor bu zor hayatla! Hani şu, sanatçının kaos hayatıyla. Sanatçı için kaos her yerde. Hayatta kaos hep bizimle. Peki ışık nerede? Düzen yani! Ya da düzen iyi mi? Bunların cevabını b i l m i y o r u m . Bilmeye de çalışmıyorum. Ama paylaşmak istediğim şey şu:

S a n a t , g e r ç e k t e n de, gerçeküstü, modern ya da postmodern olsun, topluma ayna tutan çok önemli bir zemin. Bir yol g ö s t e r i c i . Bir rehber. Kitlesel bir eylem aracı. Bu k a d a r ö n e m l i bir belirleyici, cinsiyetçiliği, eşcinsellik yıkımını üretip durdukça, toplumsal algı da bunu üretip duruyor. Kuşkusuz bu üretimde tek suçlu sanat değil. Ama sanat onlardan biri. Ben de bu camianın içindeyim. Bu birlikteliklerde sanatın üstüne düşen suç payını dile getirmek benim görevim. "Avignon'lu Kızlar"ı bilirsiniz! Ünlü Picasso'nun ünlü kızları! O kızlar, "sıradan bir fahişedir". "Modern Sanatın Öyküsü", kızları böyle tanımlar. O kızlar, sıradan fahişeler, tüm 20. yüzyıl boyunca, müşteriye kendilerini sunan en teşhirci beden ve yüz ifadeleriyle süzülüp duruyorlar. Sanat, cinselliğin işte böyle net bir pazarı! Kuşkusuz, cinselliksiz bir hayat/sanat tasarımı değil hayalim. Aşk, cinsellik, tutku ve haz iyidir. Ama baskın erkeksi normun yapabildiği şeylerin nesnesi olmak benim/bizim itiraz ettiğim/iz. Ve de, kendimizi de c i n s i y e t ç i ve h o m o f o b i k k u r g u l a r d a n arındırabilmek i ç i n , özeleştiri mekanizmalarımızı oluşturma yolunda duyarlı olmamız. Daha iyi bir dünya için!

'Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı


Sanat Tarihi Boyunca

Homoerotizm

Taner Ceylan Sanat Tarihi üzerinden, insanlık tarihine ait birçok okuma yapılabilir. Sözden daha yoğun olan görsel veri, sanatta sıkıştırılmış olarak sunulur. Onu doğru açmak ve genişletmek gerekir. Eşcinselliğin tarihi de sanat tarihi içinde yazılmış hatta gizlenmiştir. Ancak, bu tarihte lezbiyenliğe yer yoktur. Kadınların yakın geçmişe kadar vatandaş statüsüne sahip olmadıklarını hatırlamak gerekir. Başlarda erkeğin idealleştirmesi yine özünde erkeklere yarayan bir olgudur. İlk olmasa da en kesin veriler Helenistik dönemin eserlerindedir. İ.Ö 400. yüzyılda 70 bin nüfuslu Atina'da, felsefe, bilim ve sanatın temelleri atılır. Platon tarafından ise erkekler arasındaki ideal aşk tanımlanır: "Genç erkek, tanrının güzelliğini paylaşır, yaşlı ise bilgeliğini; gencin güzelliği yaşlıdan yansır ve ideal yakalanır." Sokrates Platon u, Platon Aristo'yu, Aristo da Büyük İskender'i eğitir. Sonunda İskender ile Efestion arasında tarihin en büyük eşcinsel Aşk'ı yaşanır. Böyle bir bellekle Praksiteles, Myron, Polikleitos gibi heykeltıraşlar tarihin en yetkin erkek figürü heykellerini yaratırlar. Bu heykeller tanrılar, krallar ve atletler diye kabaca üç kategoride toplanabilir. Ayrıca sanatın ve zanaatın tüm dallarında bu yaklaşım kendini gösterir ama hepsinin özünde erkek bedenine duyulan aşkın ve erkin yüceltilmesi söz konusudur. Ne var ki bu kısa dönem, önündeki iki bin yıla referans oluşturur. İskender'in imparatorluğunun sınırlarını Hindistan'a kadar genişletmesi, peşinden gelen dönemleri de etkiler. Platonik aşkın kuralları, tanımı konmayan eşcinselliğin makulleştirilmesi görevini görür. Etrüsk, Hint, Japonya'da özellikle Samuraylar, Roma, Bizans ve Osmanlı bu geleneği sürdürürler. Ancak, sanatta Helenistik dönemdeki olağanüstü yetkinlik bir daha yakalanamaz, ama bahsi geçen uygarlıklarda minyatürler bu dünyaya ait ipuçları barındırırlar. Bizans'ın çöküşünden sonra Ortaçağ Avrupası'nda Büyük Kari hüküm sürer. Capitula Angilramni -kilisenin ve devletin kanunları- bu dönem yazılır. 840'ta Karl'ın ölümünden sonra Benediktus Levita, Capitula Angilramni'yi kendine mâl etmekle kalmaz 'kaybolan kanunlar' diye yeni maddeler ekler. Bu maddelerde ilk kez eşcinselliğin 'günah' olduğu yasallaşır. 1277'de 'sodomi', Müslümanların Hıristiyanlara zorla uyguladığı bahanesiyle haçlı seferlerine neden gösterilir. Sodomi, erkekler arasında 1532'de suç olarak resmileştirilir ve cezası yakılarak ölüm olur. 18. yüzyılın sonunda Benedictus Levita'nın belgelerinin sahteliği anlaşılır ama ne var ki 2000e yakın erkek, sodomi iddiasıyla yakılmıştır. Özellikle Zürih, Amsterdam, Londra ve Prusya bu katliamın merkezleri olmuştur. İnsan bedeninin yanarken çıkardığı nemli ısıya verilen Almanca tanım scvvül, bugün yine Almancada da eşcinselin karşılığı olan schvvul olur. Bu karanlık dönem yine Avrupa minyatürlerinde kendisini gösterir; hizmetkarıyla birlikte yakılan şövalye resimleri çarpıcıdır.


50

Dünya1 nın yuvarlak olduğunun ve Güneş'in etrafında döndüğünün anlaşılması kiliseyi de merkezden uzaklaştırır. Rönesans'ın başlamasıyla insan tekrar merkeze oturmaya başlar. Neo Platonik okul 16. yüzyılda Marcilio Ficino tarafından tekrar öğretilmeye başlanır. Rafaello, Perugino gibi sanatçılar Ficino'nun etrafında toplanıp yetişmeye başlarlar. Eski Helen uygarlığının estetik normları tekrar hatırlanır. Donatello, Rönesans'ın kapılarını açan en önemli yapıtlardan birisi olan Aziz George heykelini yapar. Yine de sanat, dine hizmet eder ama tüm dini kahramanlar -aziz Sebastian, Yahya ve diğerlerieşcinsel aşkın sembolleri olarak betimlenirler. Michelangelo, Leonardo, Dürer gibi ustaları takiben gelen Barok dönemin ressamları bu aşkı aleni olmasa da daha da belirgin hale getirirler. Bronzino ve Carravagio bunlara en iyi örnektir. Yine bu dönem eşcinsel çiftler miras hukukundan faydalanmak için birbirlerini evlat edinme yoluna giderler. 17. yüzyılda din sanat ve toplum üzerindeki etkisini yitirir. Erkekler özellikle aristokrat kesimde ilişkilerini açıkça yaşarlar, sanatçılar da sanatlarında şifreleri ortadan kaldırırlar, gerek kalmamıştır. Fransız İhtilali ile birlikte ideal erkek güzelliği David gibi ressamlar tarafından ideolojik kahramanlara bürünür. Neo klasik dönemin başlamasıyla, özellikle

Victoria İngilteresi'nde eşcinselliğin suç olması sebebiyle Girodet, Guerin, Jean Borç gibi sanatçılar tutkularını kurtarılmış bölge olan mitolojiden almayı yeğlerler. Modern zamanlarda sanayi devrimiyle birlikte, 'homoseksüel' kavramının konmasıyla "öteki" de tanımlanır ve asıl sanatta "öteki"nin yeri olmaz. Sanat tarihi koleksiyonerler tarafından belirlenmeye başlanır. Sanat kara paranın aklama aracı olur. Belirgin sanat akımları Empresyonizm, Sembolizm, Ekspresyonizm, Kübizm, Fütürizm homoerotizmden yoksundurlar. Yine de Cailebotte, Ferdinant Hodler öne çıkmayı başarırlar. Fotoğrafın keşfiyle Gloden ve Plüschovv fotoğraflarıyla ilk eşcinsel pazarı oluştururlar. Sürrealizmin başlamasıyla Jean

Cocteau bağımsız bir sanatçı olarak homoerotik çalışmalarını yaratır ama ancak yıllar sonra kamuyla buluşurlar. 1950'lerde artık eşcinsel pazarda pornografik ürünler

bulunmaktadır ama sanatta Andy VVarhol gelene kadar fotoğraf dışında hareket olmaz. Pop sanatın rahatlığıyla VVarhol'un çalışmalarında bedenler patavatsızca tüm cinselliklerini sergilerler. Akabinde beklenen gerçekleşir ve homoerotizm, sanata en kalın


damardan David Hockney ile girer. Gilbert ve George da bu dönemde büyük boy baskılarla ortaya çıkarlar. Amerikan dışavurumculuğunun kilometre taşları Rauchenberg ve Jasper Jones aşkları ile tarih olurlar ve bu, yapıtlarına yansır. 'Yanık Yatak' bu aşkın sembolü olur. Yine Bacon, sevişen figürleriyle tarih yazar. Tabii tüm bu modern ikonalar güncel sanat eğitiminde heteroseksist bir yaklaşımla özünden koparılarak öğretilir. 60'lardan itibaren Tom of Finland'ın çalışmaları

Günümüze yaklaştıkça iki isim en belirgin olanlarıdır. Bunlardan ilki Maplethorpe; 80'lerde fotoğrafları yasaklanır ve dünya çapında üne kavuşur. 90'lardan itibaren de Pierre ve Gilles, Camp akımının en göz alıcı homoerotik örneklerini verirler. Türkiye'de görsel sanatlarda böyle bir belleğin olmayışı, bir ressam olarak daha eğitimim sırasında kalın duvarlarla karşı karşıya kalmama neden oldu. Profesörlerin tepkilerinden sonra sanat ortamında da durum farklı değildi. Engeller, reddedilmeler sergilerimi alternatif mekanlarda açmamı gerektirdi. Usulca oluşan izleyici kitlem, bugünkü makulleşme sürecimi de kolaylaştırdı. 2003'te öğretim görevlisi olduğum Yeditepe Üniversitesi'nden "Aileye Mahsus" başlıklı sergide yer alan "Taner Taner" isimli resmim nedeniyle istifa etmeye zorlandım. Bu durumun sanat dünyasının büyük tepkisini çekmesiyle, resimlerimin ciddiyetini tasdik etmiş oldu. Akabinde İstanbul Bienali'ne kabul edilişim ve yurtdışından gelen tekliflerle gerçekleştirdiğim sergiler, otoriteler tarafından artık yaptığımın göz ardı

kitleler üzerinde geniş etki uyandırsa da sanatta önemli bir etkisi olmaz. Ama AİDS'in olur! 80'lerde Reagan yönetiminin duyarsızlığı AİDS'in sanatta yansımasını güçlendirir. Gran Furry tasarımcı grubu Venedik bienaline kadar yükselir, David Woynarowick, Mark Morrisroe gibi isimler çıkar. Diğer taraftan Avrupa'da ise Salome, performansları ve tuvalleriyle legal bir düzeye kavuşur.

edilemeyeceğine kesinlik kazandırdı. Yine de tarih içerisinde görülüyor ki erotizm cinsiyetler arasında homojen bir dağılıma sahip olmamıştır. Helenistik dönemin dışında sanatın en belirleyici isimlerinin eşcinsel olmasına rağmen heteroseksist yaklaşımlar sebebiyle homoerotizm daima minör sanat olarak kalmıştır.

51


52

Yatağımda huzur içinde uyurken telesekreterime bırakılan mesajla kendime geldim. Metalik bir ses "Eğer kabul edersen Gözüm Abla, bu ayki konumuz homofobi." diyordu. "Kendisini 'Görevimiz Tehlike' dizisinde sanan bu zevzek de kim?" diyerek yaptığım incelemeler sonucunda Kaos'tan arandığımı keşfettim. 'Ayol durup durup yeni bir şeyler icad ediyor bunlar.' diye düşünmedim desem yalan olur. Neydi geçen aylardan birinde de queer midir nedir bir gavur markasını güzelim Türkçemize sokmaya çalışmışlardı. (Çok daha önce de KGey diye bir şey vardı...) Ben daha bu queer nedir demeye kalmadı o laf unutuldu gitti. Hani derin bir oh çektim çekmesine ama şimdi de homofobi diye bir şey tutturdular. Bunun bir sonunun olmadığını hissediyorum. Ama ben gene de çocukluğumdan beri eşsiz bir kişilik özelliğim olduğu için iftihar ettiğim sorumluluk bilincimle yazımı yazmaya karar verdim. Tabi önce anlamam gerekiyor nedir bu homofobi... Kimlere sorsam da cahil görünmesem kaygısı ile araştırmalarıma başladım. Meğerse homofobi bir korku türüymüş. Fikrimi sorarsanız homo bir kere oldukça kaba bir tabir. Başka bir şey bulamamış gibi başına homo koymuşlar. Demek şimdinin modası da bu canlarım.

Modası diyorum çünkü rahmetli babam elimden tutup Çamlıca Kız Lisesine kaydımı yaptırdığı zaman mahallemizde ince, uzun, sarışın bir nazenin yaşardı. Hikmetine vakıf olmaktan Allah beni korusun diye hep dua etmişimdir ama bu nazenine "Kız Hasan" lakabını takmışlardı. Ayol Hasan da Hasan yalnız. Resmen bir içim su bir oğlan. O sıralar hasan ben yaşlarda, bugünlerin moda tabiri ile, bir "çıtır". Yaşı 16 ya var ya yok. Bu oğlan mahallede ne zaman yürümeye kalksa insanlar fısıldaşır, başı ile onu gösterir, kıkırdar dururdu. Ama Hasan'ın takdir ettiğim bir özelliği vardı. O hiç istifini bozmaz kırıta kırıta mahalle meydanından bir kuğu gibi süzülüp geçer giderdi. Ben Hasan'la bırakın konuşmayı göz göze bile gelmekten korkardım. Rahmetli babam öyle açık bir dille bana yasak getirmişti ki bunu hayal bile edemezdim. İçin için Hasan'la konuşmayı hayal eder dururdum. Bir akşam matematik hocamız Ekrem Bey beni integral çalıştırma vaadiyle kandırıp okulda kalmamı istemişti. Ben de çocuksu bir masumiyet ve coşku ile kabul etmiştim. Ama gaddar ve ruhsuz adam iç bunaltıcı integral konularını adeta bir morona anlatır gibi tekrar tekrar gözüne sokarak ilk genç kızlığımın onarılmaz bir yarasını açmıştı. Kalemi bile elime değmedi hüsranı ile eve dönerken vapurda Kız Hasan ile karşılaşmıştım.


Babamın koparacağını vaat ettiği organlarım aklıma gelince oldukça ürkmüş olmama rağmen Kız Hasan'a "Merhaba" diyebilmiştim. Bu merhabanın ardından Kız Hasan'la mahallede yan yana görünmemeye özen göstererek konuşmaya başladık. Hasan bana birçok maceralarını anlatıyordu. Mermerci Salih Amca, Fırıncı İzzet Abi, Bakkal Hıdır sünepe sünepe adamlar olmaktan çıkıp birer seks makinesine dönüşüyordu gözümde. Fakat bir bahane bulup dükkanlarına gittiğimde hiç de Hasan'ın anlattığı şeyleri yaşayamıyordum. Hatta kazara Hasan oradan geçerse önce bu adamlar bir espri yapıyor ya da Hasan'a küfrü basıyorlardı. Önceleri Hasan'ın beni kandırdığını düşünsem de bir gün Mermerci Salih'in dükkanında yaşadığım bir mermer oyma dersi ile birlikte gerçeği anlattığından emin olmuştum. Mermer oyma derslerimizin ince nakışlar bölümüne vardığımızda Salih'e benim arkamdan da küfür edip etmediğini sormuştum. Salih "Haşa!" diye bağırmıştı. "Sümme haşa! Senin arkandan ne küfür ettim ne de alay ettim." Nedenini sorduğumda benim hiçbir şey belli etmediğimi söylemişti. Ben çok bozulmuştum. Demek kısmetim bundan dolayı kapalıydı diye düşünmüştüm. Yıllar geçmiş, yaşımız büyümüştü. Kız Hasan, önce "Karı Hasan", ardından "Avrat Hasan" lakapları ile anılmaya başlamıştı. Sonra bir ecnebileştik "Efemine Hasan"a dönüştü. O

zamanlar geyleri bir hamlede tedavi edebilen psikanalistler de yok ki Hasan tedavi olup kurtulsun ve şarkıcılığa başlasın. E benim de yüreğim incedir bilirsiniz. Tüm bunlara dayanmadığı için Fransa'ya tahsile gitmeye karar verdim. Uçakta yanıma oturan bir kızla tanıştım. Ayol kız dediğime bakmayın, kaos'un topu bir araya gelse bu kız hepsini bir hamlede döver, pestillerini çıkarır bir köşeye atar... Öyle heybetli bir şey. Bir de celalli ve geveze ki anlatmak mümkün değil. Bu haspam Egeliymiş. Adı da Mine imiş. Anlattığına bakılırsa babası onu erkek gibi yetiştirmiş. O yüzden ona "Efe Mine" derlermiş. O an anladım ki efemine hem kadın için hem de erkek için kullanılıyor. Erkeğin efeminesi kötü bir şey, kadının efeminesi iyi bir şeymiş. Ay daldan dala atladık. Nerelere geldik? Ne diyorduk? Homo kaba bir tabir efendim. Tabirler önemlidir. Buna daha narin bir şey bulmak lazım. Ne olduğunu bilmiyorum. Eğer bir gün bu homo kısmını sindirebilirsem fobi kısmını da ayrıca ele almayı ve eğer ömrüm yeterse ya da bir psikanalize girer tedavi olup bu illetten arınırsam homofobi ile ilgili de yazmak isterim. Ama şu an fobik bir duygu beni homolar hakkında yazmaktan ya da düşünmekten alıkoyuyor. O yüzden bu sayıda atfınızı rica ederek Gözüm Abla köşesini boş bırakıyorum. Hepinizi öptüm canlarım.

53


Kaos GL'li Kadınlar'm düzenlediği 'Mutlu Aşk Vardır!' başlıklı 'Kadın Kadına Öykü Yarışması' sonuçlandı. Yalnızca kadınların katılımına açık olan yarışmaya Dambırık rumuzuyla katılan "Ayrı" ve Tibith rumuzlu "Lilith'e Göre Yaradılış" adlı öyküler birinciliği paylaştı. İşte yarışmanın birincisi 'kadın kadına mutlu aşk' öyküsü...

AYRI Dambırık

Kız arkadaşım ablasının yanına gitti, bir aylığına. Hazal için hazırladığımız kırmızı, lacivert, mor, yeşil, sarı ve turuncu kıyafetleri götürmek için. Tabii, Hazal'ın yeryüzündeki ilk ayında annesine destek olmak, bir yandan da bir gün biz de çocuk doğurmak cesaretini gösterirsek diye biraz deneyim kazanmak için.

54

Altı yıldır hiç bu kadar ayrı kalmamıştık. En fazla beş gün. Yan yana geçirdiğimiz hiçbir gün üzerimde ağırlık yapmadığından, bu ufak ayrılıklar nefes alma fırsatları olmaktan çok, büyük bir özlemle kavuşmamızı beklediğim tuhaf aralıklar gibiydi benim için. Bu aralıklar, birbirimize bağlı mıyız, yoksa bağımlı mı tartışmalarını getirirdi ardından. Yanlış anlamayın, yaşama karşı yeterince büyük bir açlığım olduğunu hissediyorum. Onlu olan her şey kadar onsuz olan her şeyle de yaşamasını biliyorum, ya da en azından öyle sanıyorum. Ama ya kendimizi kandırıyorsak? Birlikte olmamız çok güzel ve neden bunu yaşamayalım, diye düşünürken ya birbirimizsiz yaşamayı unutuyorsak? Önümde tek tek üzerlerine çentik atılmak için bekleyen her gün benim için bir sınav olacak. Daha doğru bir tanımlamayla, aslında bir sınav olduğu düşüncesi kendimi kaybetmemek için güç almamı sağlayacak. Kendi kendimle yarışacağım. Çok hoş... Kendi irademle yarışarak ayakta kalma gücü toplayacağım.

ikinci gün Bugün uyandığımda tişörtlerini kokladım bebeğimin. Kimisi parfümüyle teninin sıcaklığının buluştuğu noktada salınıyorken, kimisi de sabahları uyandığında saç diplerine yapışan ekşimsi, şekerimsi kokuyla sarmalanmış. Koklamazsam ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü ben her sabah zaten onu koklayarak uyanıyorum. Kedi yavrularının koklayarak annelerinin varlığını yanlarında hissetmeleri gibi. Günün geri kalanını bu refleksimi sınavda bir tam puan almam mı yoksa sınıfta kalmam anlamına mı geldiğini çözümleyerek geçirdim. Önümdeki 24 günün ağırlığına yoğunlaşmak yerine başka bir güç alma noktasıydı bu. Hem 24 gün dediğin ne ki, bu yaşlarda zaman daha hızlı geçiyor zaten, öyle değil mi? üçüncü gün Tam da beklediğim gibi... Hazal'ın biçimsiz yeni doğmuş bebek suratına ağızları açık bakarak ve ihtiyaçlarını nasıl anlayacaklarını, nasıl karşılayacaklarını bilmemenin acemiliğini aşmaya çalışarak geçmiş ilk iki gün. Sonra benim fıstık kavanozum, ablasının yorgunluğuna ve kendi derdine düşmüşlüğüne aldırmadan, yeğenine teyzesinin biseksüel olduğunu ve bir kadın sevgilisi olduğunu söyleyip

söylemeyeceğini sormuş. Ablası da zihninde ilişkimizi saygın bir noktaya getirme çabaları gösteriyor olmasına rağmen, henüz bizim ilişkilerimize heteroseksüel ilişkiler kadar paye vermediğinden "Yaşayın tabi canım, ama etrafa söylemeye ne gerek var" noktasında olduğu için, Hazal'ı bizim ilişkimizden korumaya çalışmış. Baktığım yerden ben bir komedi görüyorum. Ama onlar günlerdir doğru dürüst uyumamış olmanın yarattığı ciddiyetten olsa gerek aşamadıkları bir sorun içinde olduklarını sanıyorlar. Serseri sevgilime bu tartışmalar için daha zaman olduğunu söyledim. Umarım Hazal'in etrafındaki dünya yumuşar kısa bir sürede. dördüncü gün Bugün iş çıkışı sinemaya gittim. Tek başıma. Çok sevdiğim bir şeydir bu benim. İzlediğim filmin her anını kendi içimde yaşattığım, çıkışında ise beni götürdüğü yerlerde kendi başıma dolandığım bir ritüel. Kızdım kendime sonra, sahi bu kadar sevdiğim bir şeyi nasıl unutmuşum yıllardır. Sonuçta bunu sevgilimle beraberken de yapabilirim. Her anımızı birlikte geçireceğiz diye bir sözleşme yok ki ortada. Sanki bu konuşulmamış bir kuralmış gibi mi yaptık acaba? Yoksa günlük koşuşturmacadan unuttum mu sevdiğim başka başka şeyleri? altıncı gün Rekorumu kırdım. İlk beş gün geçti. Aklıma beraber olmaya başladıktan sonra ayrı kaldığımız ilk beş gün geldi. Henüz çok güvensizdim ilişki içerisinde. O güne kadar yaşadıklarımdan dolayı güzel bir ilişkinin imkansız olduğunu, bunu bekleyerek yaşamanın da manasız olduğunu düşünüyordum. Aslında bu cümlenin ikinci kısmı için düşüncelerim hâlâ aynı. Güzel bir ilişki yaşayacağım diye, "bay veya bayan doğru"yu beklemek, hayat önünden geçerken yanlış durakta yanlış bir otobüsü beklemek gibi aslında. Ama ilk kısmına artık katılmıyorum. Bu hayatta güzel bir ilişki yaşanabilirmiş. Bunu şimdi söylüyorum tabii. Eskiden aşkı yanlış tanımlıyor, yanlış algılıyormuşum. Sevginin ispatı acı çekmekti benim için. Ne kadar acı çekersem o kadar gönlü zengin, sevebilen, dolayısıyla duyarlı biri olurum zannediyordum. Ayrıca aşk acısı denince akan sular duruyor ya. Tüm hayatını çevrendeki insanlarla bu minvalde ağlayarak ilgi toplayarak geçirmek mümkün. İnsanlar bu duruma prim verebiliyorlar, onun kalbi kırık dokunmayın, gibi. Bence bu aslında yaşamla nasıl mücadele edebileceğini bilmediğin bir noktada başkalarına dayanarak kendi varlığının sorumluluğundan kaçmak aslında. Şimdi böyle söylüyorum tabii. Eskiden aşkı yaşamak için korkmak, huysuzlanmak, acı çekmek gerekir sanırdım. İlişkimize bir şey olacağından


ne kadar korkarsam, ilişkimize o kadar değer veriyorum anlamına gelirdi benim için. O nedenle ilk ayrı kalışımızda ilişkimize bir şey olacak diye ödüm kopmuştu. Gerekçem hazırdı. Birlikte yaşadığımız hayatta kalan bendim. O da başka bir şehirdeki arkadaşlarını ziyarete gitmişti. Ben bizim hayatımızı düşünerek, anarak yaşayacağım, o ise başka hayatların içindeyken bizimkinin güzelliğini unutacak, yaşadıklarımız onun için anlamsızlaşacak ve döndüğünde "Bitirelim" diyecekti. Ayrıldığımıza neredeyse inandım ve bütün gecelerim uykusuz geçti. Zaten biliyordum güzel bir ilişki diye bir şey olmadığını, nereden girdim yine bu işin içine, diye kendime söylene söylene, kendime acıya acıya geçirdim o beş günü. Ne kadar komik gözüküyor şimdi. Onun bana ait olmasını istemiş olduğumu, bana ait olmazsa beraberliğimiz biter diye düşünmüş olduğumu görüyorum şimdi. Gerçekten komik. onuncu gün Bugün miting kararı aldık. İnanamıyorum; eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüeller olarak ilk defa miting yapacağız. RTÜK eşcinsel aşkın gösterildiği dizilerin ve filmlerin sansürlü hallerini bile beğenmeyip kanallara ceza yağdırınca büyük bir ses çıkarmamız farz oldu. Bugüne kadarki en kalabalık eylemimiz 300 kişi olmuştu. Her eyleme başka başka insanlar geldiği için aslında yeterince kalabalık olduğumuzu biliyoruz. Ama herkes aynı anda aynı yerde olmadı hiç işte. Yirmi günümüz var. Ne kadar çok insana ulaşıp mitinge katılım sağlarsak o kadar çok şey söylemiş olacağız, kendimize inancımız, birbirimize güvenimiz o kadar pekişecek. Çok önemli ve tarihi bir olay bu miting. Ama bebeğim kaçırıyor bu tarihi günü. Onun şehrimize döneceği günden bir gün önce çıkacağız alana. on dördüncü gün "Çocukları yalanlarla kandırmayın!" Mitingin başlığı bu. Başlığı bulur bulmaz sabahlayarak afişleri, broşürleri hazırladık. Artık onları elden ele dağıtmaya, herkesi bu mitingde buluşmaya çağırmaya başlayabiliriz. Tüm bu koşuşturmada ayrı kalmaya dair vermeye çalıştığım sınav aklımdan çıkmış. Fıstık kavanozumu unuttuğumdan değil. Bilakis böylesi yoğun çalışma zamanlarında eksikliğini daha fazla hissediyorum. O olsa sanki işler daha kolay olacakmış gibi. Ayrıca yaşadığım heyecanı onunla paylaşmak heyecanımı artırıyor her zaman. Sanki her güzel şeyi ilk haber vermem gereken kişi oymuş gibi. Ama yokluğunda hissettiğim özlem acıya dönüşmüyor böyle zamanlarda. Sanki onu da yaşatıyormuşum gibi geliyor yaptıklarımın içinde. Burada olsa o güzel ağzının nasıl kulaklarına varacağını, bulduğumuz her yeni sloganda nasıl sevinçten zıplayarak alkışlayacağını gözümün önüne getiriyorum. Hazal'a iki kadın olarak yaşamı paylaştığımızı söyleyip söylememe karmaşası da iyice büyümüş, bizim mitingle beraber. Bu konu geçer gider sanmıştım. Ama ablası çocuk sahibi olmadan önce söylemeyeceği şeyler söylemeye başlamış. Hazal'dan önce mitingimizi kesinlikle destekleyecekse, şimdi Hazal'ı koruma kaygısıyla yaklaşıyormuş. Fıstık kavanozum mitingin başlığından da hareketle Hazal'ı yalanlarla koruyamayacağını, eşcinselliğin bu yaşamın bir gerçeği olduğunu, toplumun bakış açısı ile yeterince kirlenmemiş bir çocuğun hepimizden daha kolay bu gerçeği algılayabileceğini anlatıyormuş inatla. Hâlâ diyorum, bu tartışma için biraz erken değil mi? Daha 14. günü bebeğin.

on sekizinci gün Dün akşam barları ve kafeleri gezen gruba katıldım. Kıyafetlerimizin üzerine sansür karşıtı yazılar ve şekiller yapıştırdık. En zevklisi de sansürlenen veya sansürlenmedikleri için kınananların ceza almasına neden olan sahnelerden fotoğrafları yapıştırmak oldu. Sansüre karşı ayaklı televizyon kanalı olduk yani. Her gittiğimiz mekanda müziği değiştiriyoruz. Arkadaşlardan biri bu miting için bir şarkı besteledi, onu koyuyoruz teybe. Şarkımız çalarken de dans ederek insanlara mitinge çağrı broşürlerini dağıtıyoruz. Çok çok eğlenceli ve ilham vericiydi. İnsanların eyleme gelmeye korkmamaları için broşürlerimize "katıldığım ilk eylem" anıları koyduk. Pek çok insan kısa kısa ilk hangi eyleme katıldığı, nelerden korkarken nelerle karşılaştıklarını anlattılar broşürün içinde. İnsanların ilgisi müthiş. RTÜK ve miting hakkında sohbet ederken herkes bana sevgilimin nerede olduğunu soruyor. Bu soruyu nasıl karşılayacağımı bilemiyorum. Bu bizim çok fazla yapışık ikizler olduğumuz anlamına mı geliyor, yoksa insanların sevgililerin yapışık ikizler olmalarını bekledikleri anlamına mı? Başka konularda da fark ediyorum bunu. Örneğin arkadaşlarla bir masada otururken, aramızdaki boş sandalyeye oturmak zorunda kalan bizden özür diliyor, bizim hiçbir zaman "yan yana oturacağız işte" gibi bir diretmemiz yokken. Yani biz mi evlendik, insanlar mı bizi evlendirdi, çok emin olamıyorum. Bebeğim de bulunduğu şehirdeki dernekle iletişime geçmiş, onlar da buradaki mitinge gelmek için hazırlık yapıyorlarmış. Şarkımız her gün yerel bir radyoda çalınıyor, insanlar mitinge davet ediliyorlarmış. Farklı şehirlerde olmamız da güzelmiş yani. yirmi altıncı gün İşte büyük gün geldi çattı. Tüm hazırlıklarımız tamam, sadece fıstık kavanozumu artık çok fazla özlemeye başladım. Sanırım telefon hatlarında da bir sorun olduğu için konuşamadık birkaç gündür. Neyse, her şeyi öylesine büyük ve güzel yaşamalıyım ki bebeğime de taşsın her biri. Mekana uğrayıp bayrak, pankart gibi gerekli malzemelerimizi alıyoruz. Beni ve yanımdaki herkesi miting coşkusu çoktan sarmış. Şarkılar söylüyoruz bağıra bağıra, sloganlar atıyoruz; "Ayşe Fatma'yı, Ahmet Mehmet'i, birbirlerini sevebilmeli". Gerçekten kabımıza sığamadığımız bir an. Miting alanına geldiğimizde o da ne, fıstık kavanozum elinde gökkuşağı bayrağıyla bana el salıyor. Nasıl da özlemişiz birbirimizi. Bebeğin halası bebeğe bakmaya geldiği için, fıstık kavanozum ilk uçakla mitinge gelmiş, bağlantıya geçtiği diğer insanları da getirmiş. Birçok örgüt gelmiş, oldukça kalabalığız. Ellerimizde gökkuşağı bayrakları, bebeğimle kol kola girmiş beraber hoplayıp zıplıyoruz. Ellerimizdeki, RTÜK'ün yaptığı kısıtlamaların ve verebileceği zararların yazılı olduğu broşürleri insanlara dağıtıyoruz. Gerçekten de mitinge ilgi çok büyük. Ne mutlu bize. Üç-dört saat süren mitingin ardından, biraz yorgun, çoğunlukla aşık, bebeğim ve arkadaşlarımızla beraber dinlenebileceğimiz bir yerlerin yolunu tutuyoruz. Böylesi güzel bir mitingde bebeğimle ve diğer insanlarla yaşadığım paylaşım sonrasında kendimi çok iyi ve şanslı hissediyorum. Sanki o hayatımda hep vardı ve sanki onca gün biz ayrı değilmişiz gibi hissediyorum. İyi ki varız. Onunla ve beraber yaratıklarımızla gerçekten de gurur duyuyorum. Daha nice beraber yaratacak olduklarımıza... Merhaba...

55


"nerede saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu" 56

'Karanlık Sular', Kutluğ Ataman 'ın ilk filmi. Reha Erdem'in 'A Ay' filmi gibi neredeyse bir şehir efsanesine dönüşen film, yalnızca Batı standartlarındaki teknik kalitesiyle değil, korku-gerilim türünü gizemli ve karanlık bir İstanbul hikayesiyle birleştirmesiyle de dikkat çekiyor. 'Lola+Bilidikid' ise şimdiye kadar kötü kopyalarla elden ele dolaşan bir başka 'Kutluğ Ataman efsanesi'ydi. Nihayet temiz bir kopyasını izleyebileceğimiz film, 'yönetmenin kurgusuyla' DVD'de! 1998 yapımı 'Lola+Bilidikid', Murathan Mungan'ın "Aşkın Gözyaşları ya da Rapunzel ile Avare" öyküsüne benzer bir tat bırakan, içinde pek çok öyküyü de barındıran bir film: "Yaban topraklarda yaşamaya çalışıyoruz" diyen Türkiyeliler, 'itibarımız önemli' diyen donuk burjuva sınıfı, Türkiyelilerden nefret eden naziler, aile içi tecavüz, geyler, travestiler, parklar, tuvaletler ve Berlin geceleri.... Bu kadar çok öyküyü bir araya getirip de bütünlüklü bir film ortaya çıkarabilmek kolay iş değil. Kutluğ Ataman öyle düşünmese de, doğru düzgün bir eşcinsel sineması geleneği olmayan Türkiye'de L+B bugüne dek yapılmış en iyi 'eşcinsel filmi'.


Kutluğ Ataman'ın filmleri de yavaş yavaş DVD raflarında yerini almaya başladı. 'İki Genç Kız'dan sonra, Ataman'ın ilk filmi 'Karanlık Sular' ve bir eşcinsel filmi klasiği haline gelen 'Lola+Bilidikid' de satışta! Kutluğ Ataman'la 'Lola+Bilidikid' ağırlıklı bir sinema sohbeti gerçekleştirdik. Söyleşi: Uğur Yüksel 'Yönetmenin kurgusu' alt başlığıyla sunuldu L+B DVD'si. Sinemada izlediklerinden farklı bir şey mi görecek seyirci? Yoksa bu kurgu, filmi daha da özgürleştiren bir şey mi oldu? Hikaye ana hatlarıyla aynı kalsa da anlatılış şekli değişmiş oldu. Bu filmi yapalı çok zaman geçmişti. Benim yönetmenlik ve kurgu anlayışım o zamandan bugüne değişti. Buna göre uyarladım. Filmi ilk yaptığımda bir gün gelir yönetmen kurgusu yaparım düşüncesiyle bu hakkı muhafaza etmiştim. Şimdi bunu kullanma ihtiyacını hissettim. Film eskisine göre çok daha hızlı akıyor şimdi. Lola+Bilidikid'in Türkiye'de yeterince tartışılmadığını, konuşulmadığını düşünüyorum. Sinema çevresi ve eşcinsel gruplar bu filmin farkına vardı mı? Sahiplendiler mi? Türkiye'de bu film ilk çıktığı vakit eşcinsellik konuları henüz tabu konulardı. Şimdi de bu çok değişmiş değil ama gene de o zamanlar durum çok daha vahimdi. Şöyle söyleyeyim: İnsanlar gündüz sinemada bu filmi görmeye çekmiyorlardı, gişe önünde görülürler diye. Gece gidiyorlardı. Sanırım bugün sinemalara tekrar çıksa çok daha fazla ilgi toplar. Tabii bir de eşcinsel örgütlerinin o zaman pek bir gücü, varlığı yoktu. Kaos GL vardı ama bu kadar organize değildi. Bu örgütlerde eşcinsel özgürlükleri savunan yöneticiler bile isimlerinin açıkça basına çıkmasından haklı olarak çekmiyorlardı. Haliyle, isteseler bile tam anlamıyla sahiplenemediler, sahiplenemezlerdi. Şimdi yavaş yavaş bunların değiştiğini görüyoruz. İnsanlar göreceli olarak daha serbest, en azından büyük şehirlerde. Lola+Bilidikid bütün bu zorluklara rağmen Türkiye'deki eşcinsel hareketi için çok şey başardı, ama abartmayalım: Bir filmle dünya değişmez.

Tabii ki değil. Hangi konuyu anlatırsanız anlatın, her şeyden önce ev ödevinizi çok iyi yapmanız gerekir. Yani araştırıp bulacak ve o hayatın içine dalacaksınız. Yoksa her şey fantezi noktasında tıkanıp kalır. Ama şunu da belirteyim: güzel ve tutarlı bir eşcinsel filmi yapmak için mutlaka eşcinsel olmanız, veya kadınları anlatan bir film için mutlaka kadın olmanız gerekir diye bir şey iddia edemeyiz. Önemli olan, konuştuğumuz konular hakkında yeterince bilgili olup olmadığımız.

"Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var" Filmde de görüyoruz ki Batılı bir ülkede olmak baskıyı azaltmıyor. Türkiye'de kadınlara ve eşcinsellere davranış, onları algılayış biçimi Batılı bir ülkeye gidildiğinde de pek değişmiyor. Erkeklik denilen şey orada da kırılmıyor. Bunu engelleyen ne? Kültürün kendine olan güvensizliğinden dolayı korkakça davranıp değişime açık olmaması, toplumun kendi fertlerine güven duymaması ve buna bağlı olarak otoriter eğilimlere yönelmesi... Bütün bunlar sayabileceğim nedenlerden sadece birkaçı. Hâlâ töre cinayetlerinin, azınlıklara karşı korkuların, ırkçılığın ve milliyetçiliğin olduğu bir ülkede homofobinin tamamıyla ortadan kalkmasını henüz tahayyül edemeyiz.

Lola gerçek bir travesti değil bence. Pek çok öyküden bildiğimiz ve büyük kentlerde de olsa asıl yereldeki pek çok eşcinselin "eşcinseller kadın ve erkek rollerini oynamak zorundadır" algısıyla yola çıkmış sanki. Bili ile tanışıp ona aşık olduktan sonra da bu rolü üzerinden atamamış. Film boyunca Bili'ye karşı koyusu ve 'olduğu Türkiye sinemasında travesti ve transeksüellerin öyküsü gibi olmak' isteği de bu rolden artık sıkıldığını gösteriyor. Lola benim için bir erkeğe aşık bir erkek. Sizce? ilk kez anlatılmıyordu. Atıf Yılmaz'ın 'Gece, Melek ve Bizim Çocuklar'ı, sonra Orhan Oğuz'un 'Dönersen Islık Çal'ı... Ama L+B, travestilerin 'gerçek' olabileceğini Bu filmi yaptığım zaman, Türkiye'de birçok travestinin anlatmayı başaran ilk film oldu. Ve siz L+B'nin o aslında travesti olmaması gereken, gey erkekler olarak filmlerden asıl farkını "Benim eşcinsel olmam" diye yaşamaları gerekirken gerek toplumdaki baskı gerek kendi açıklamıştınız. Buna ben de inanıyorum ama bu yeterli içselleştirmiş oldukları homofobi yüzünden, yani "ibne mi sizce? olmak ayıp, ben kadın olmalıyım" içgüdüsüyle, gerekse de sadece fuhuş yoluyla hayatlarını kazanabildikleri ve

57


tam anlamıyla travestilik değil çünkü kıyafet değişiminin ötesinde, bazen ameliyat-öncesi transeksüellik (mesela hormonla göğüslerin büyütülmesi vs.) de olabiliyor. Bütün bunların ayrı ayrı incelenip insanların anlaşılması gerekiyor. Ben, eğer bir gün gelir Türkiye demokrasiyi ve insan haklarını içselleştirmiş bir toplum olursa, ki er veya geç olacaktır, o zaman her şeyin daha az çetrefilli ve anlaşılabilir olacağına inanıyorum. Halihazırda Fil Adam görünümlü bir toplumumuz var. Sadece gey+lezbiyen+trans topluluklar için değil her konuda Fil Adam görünümlü. Ama yavaş yavaş iyileşiyor. Benim anladığım travestilik insanların karşı cinsin kıyafet kodlarını benimsemesi, bundan haz duymasıdır ki bunun için gey olmak gerektiğini düşünmüyorum. Düz erkek, düz kadın, ya da lezbiyen de olabilirsiniz. Bunlar ayrı ayrı şeyler. Erkekten kadına geçmiş transeksüel lezbiyenlerin olabileceği gibi... Türkiye bunları nasıl anlar? Zamanla. Göre göre, duya duya, konuşa konuşa, ve tabii ki yargı yoluyla değil saygı yoluyla. Önce bunlar bir hallolsun, shovv'lara nasıl olsa sıra gelir.

"Ortaya çıkın ve var olmaya başlayın"

bu yüzden kadın kılığında sokağa çıktıkları bir zamandı. Bu hâlâ böyle olmasına rağmen belki şimdi yavaş yavaş değişiyor. İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerde de bu böyleydi ve izlerine hâlâ rastlamak mümkün. Biz farklı değiliz. Belki bir gün bir tarihçi bu sosyal olgunun tarihini araştırıp yazacaktır. Lola, özellikle gey kardeşi Murat'la karşılaştıktan sonra onun etkisiyle içinde bulunduğu bu durumdan yavaş yavaş sıyrılıp kendini bulmakta olan, değişen, değiştiği için de Bili karakteriyle çelişen bir karakter. Filmde gördüğümüz travestiler şov yaparak geçinen kişiler. Türkiye'de bugün bile travesti ve transeksueller için böyle bir şeyin gerçekliği yok. Bunun nedeni ne sizce? Tek tük de olsa örnekleri yok değil ama haklısın. Avrupa ülkelerindeki "drag" geleneği bizde sadece Huysuz Virjin tarafından başarıyla sürdürülüyor ama gel gör ki Huysuz Virjin "Gey değilim" diyor. Olabilir. Zenne geleneğimiz var ama drag'de olduğu gibi gey kültürün parçası değil ya da öyle değilmiş gibi yaşanıyor. Bizdeki travestilik aslında

Türkiye sinemasında eşcinsel kültür ve yaşama dair en iyi örnekleri vermiş yönetmen sizsiniz. Gerek 'Karanlık Sular1 gerek 'Lola+Bilidikid' olsun ve tabii ki 'İki Genç Kız', içeriden bakmayı bilen birisinin dilini taşıyan filmlerdi. Ama siz bu iki film için "eşcinsel sineması örneği" nitelendirmesinden özellikle kaçınıyorsunuz? Eşcinsel sineması nedir ki bu iki filmi dışarıda tutuyorsunuz? Bilmem. Zaten benim için de sorun bu olduğu için tam cevap veremiyorum. 1980'li yıllarda batıda gey filmi yapmak ve hatta gey festivallerin oluşturulması bir mücadelenin sonucu olarak başarıldı. Gel gör ki 2006'da bu festivaller birer gettoya dönüştü, yanı ne kadar güzel bir film yaparsan yap, sen git gey film festivalinde göster diyebiliyorlar. Yani duvarı inşa ederken, biz güvercinler için güzel güzel güvercinlikler yaptılar, hatta yaptık. Ama şimdi görüyoruz ki bu güvercinlikler tünemek için; duvarı geçmek için değil. Duvar hâlâ orada. İşte bu yüzden ben yaptığım filmlere etiket takmak istemiyorum. Kişiler olarak gey olduğumuzu, Kürt, Arap, Türk olduğumuzu açıkça söyleyebilmeliyiz, ama yarattığımız eserleri sınırlandırmamız, paketleyip bir şekilde sınırlandırmamız acaba gerekiyor mu? Bunu yaparak kendi kendimize bir tuzak mı hazırlıyoruz yoksa?


Video yerleştirmeleriniz sinema filmlerinizden daha çok konuşuldu, Türkiye'de olmasa da yurt dışında ödüllere boğuldu. Mutlu musunuz, kızgın mı? Tabii ki çok mutluyum. Ben hiçbir zaman kendimi herhangi bir ülke sınırları içine hapsetmedim. Benim yayın alanım dünya. Bu en başından beri böyle oldu. Sanat, sinema, benim için fark etmiyor. Sesimi duyurabiliyor muyum, yayın yapabiliyor muyum, dünyaya müdahale yapabiliyor muyum, etkili olabiliyor muyum, beni ilgilendiren bu. Dünya olarak baktığımda hem sinema alanında hem de sanat alanında kendi sesimi duyurabildim. Bu beni mutlu ediyor. Türkiye'de kimilerince pornografik olarak nitelendirilen 'Ruhuma Asla' yada 'Peruklu Kadınlar' video çalışmalarınız da bir şekilde Türkiye'deki eşcinsel kültüre gelip dayanıyor. Evet. Eşcinsel kimliğiyle açık yaşayan bir sanatçısınız. 'Ünlü', 'tanınmış' isimlerin kimliklerini açıklamalarının doğru olduğunu ve bunun bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyor musunuz? Tabii gereksiz yere kendinizi tehlikeye atmadan, ama riske girerek.

Tabii ki. Size şu kadarını söyleyeyim, şimdiye kadar kimse benim suratıma tükürmedi, benim yüzüme kötü bir şey söylemedi. Ama gün geçmiyor ki genç bir erkek veya Şimdi sırada 'Palto' var. Nasıl bir çalışma bu? kadın beni sokakta durdurmasın ve yaptığım işler için bana teşekkür etmesin, onların hayatını nasıl etkilediğimi Çocuk filmi. Komik. Eğlenceli. Şimdiye kadar yaptığım en bana anlatmasın. Ben başta kendimi riske atıp kim apolitik iş. olduğumu açıkladım. O zamanların Türkiye'sinde zor oldu ama oldu. Kimseye nasıl yaşaması gerektiğini söyleyemem. Ve son bir soru: Murat ve annesi bugüne neredeler ve Ama tavsiye edebilirim: ortaya çıkın ve var olmaya başlayın. ne yapıyorlar? Annesi Almanya'da oturuyor ve Lola'yı özlüyor, ama Murat'ı da çok seviyor ve onunla gurur duyuyor. Murat'ı sana sormalı: Nerede saklıyorsan çıkar ortaya şu çocuğu.

Kutluğ Ataman Filmografisi 2 Genç Kız, 2005 The 4 Seasons of Veronica Read, Video Art, 2002 Ruhumu Asla - Never My Soul, Video Art, 2000 Semiha B. Unplugged, Video Art, 1999 Peruk Takan Kadınlar, Video Art, 1999 Lola+Bilidikid, 1998 Karanlık Sular, 1994 Spikes and Heels, 1994 La Fuga, Kısa, 1988 Hansel and Gretel, Kısa, 1985

59


Giovanni'nin Odası James Baldwin.. Çeviri: Çiğdem Öztekin, YKY, Roman Amerikalı David'in Paris'te İtalyan garson Giovanni ile yaşadığı eşcinsel ilişkinin sonuçlarına ya da sonuçsuzluğuna dair bir anlatı, Giovanni'nin Odası. David'in toplumsal değer yargılarının baskın çıkmasıyla bu ilişkiden kaçıp, evli bir erkek olarak "güvenli" bir hayat sürmek için eski sevgilisi Hella'ya sığınması ve böylece bu üç kahramanın trajik sonlara doğru yol alışı... Yok olmaya mahkum bir aşk üçgenini anlatan, tutku, pişmanlık ve özlem dolu bu roman, yayımlanmasının hemen ardından eşcinsel edebiyatta bir dönüm noktası olmuştu. Etkisi bu kadarla kalmadı: Yazar Baldvvin, "beyaz eşcinsel erkekleri yazan siyah bir yazar" olarak şimşekleri üstüne çekti. Bugün Amerikan 'siyah' edebiyatının en büyük isimleri arasında gösterilen James Baldvvin'in bu kitabı, özellikle 1950'li yılların Avrupası için şaşırtıcı ve etkileyici bir roman. Konu olarak, yaşamın acımasız gerçeklerini, bu gerçeklerin çarklarında öğütülen insanları ve bütün bunların nedeni olarak gördüğü beyaz erkeklerin biçimlediği hastalıklı toplumu seçen Baldvvin için Giovanni'nin Odası manifest bir anlam taşır. Edebiyat tarihçilerine göre, anlatılan hikayede Baldvvin'in İsviçreli sanatçı Lucien Happersberger ile yaşadığı ilişkinin izleri vardır. Ancak, yazar muhtemelen- kendi hayatıyla roman arasında kurulacak benzerliklerden sakınmak için, ilk romanından farklı olarak, beyaz insanlardan oluşturmuş roman kişileri kadrosunu.

60

Dünya Üzerinde En Etkin 100 Eşcinsel Paul Russel .. Çeviren: Oya Özdilek, Neden Kitap, Araştırma Vassar College'da öğretim üyesi olarak görev yapan Paul Russel, "Dünya Üzerinde En Etkin 100 Eşcinsel" adlı kitabında, dünyaca ünlü isimlerin kimliklerini ortaya çıkarmak yerine eşcinsel kültüre katkılarını araştırıyor. İki bin dört yüz yıllık insanlık tarihini başlangıcından itibaren ele alan kitap, eşcinselliğin yüzlerce yıllık panaromasını sunuyor. Russel, Oscar VVilde'dan Büyük İskender'e, Leonardo Da Vinci'den VVilliam Shakespeare'e, Floranca Nightingale'den Ailen Ginsberg'e kitlelerin her daim gözünün önünde olmuş kişilerin eşcinsel kimliği nasıl etkilediklerine bakıyor bu kitapta.

Patty Diphusa Pedro Almodovar Çeviren: Bülent Levi, Doğan Kitap "Yarattığım çok sayıda kadın karakter arasında Patty en sevdiklerimden biri. O kadar yaşama isteğiyle dolu ki hiç uyumuyor; saf, şefkatli, grotesk, kıskanç ve narsist; tüm insanlarla ve zevklerle dost; her şeyin iyi yanını görmeye hazır. Olayların sadece yüzeysel kısmı üzerinde kafa yorarak, onlardan en iyi sonuçları elde edebilen biri. Patty yalnızlıktan ve kendinden kaçıyor, bunu da büyük bir mizah gücü ve sağduyuyla yapıyor." Pedro Almodovar "Patty Diphusa"sını böyle anlatıyor kitabında. Franco sonrası İspanyası'nda tabuları yıkarak kült filmlere imza atan Almodovar'ın çift cinsiyetli yapısının, bölünmüş kimliğinin bin yansıması belki de bu kitap.

Rahibinden Satılık Kilise küçük İskender Sel Yayıncılık, Deneme "Ben kariyerimi yalnızlık sektöründe yaptım." "Hayat kurtlanmış arınmalarla | onarılır; ancak, bileklerdeki kesikler için dikiş ipliği yerine sevdiğinizin bir saç teli lazımdır." "Tiryakinin izmariti' olmaz." "İstanbul, yedi tepeli değil, yedi ölümcül günahlı şehir." "Şarap: İçinde en ucuz serapları barındıran meyve suyu." "Kedi: Doğadaki salt ben, toplumsal bozukluğun aynası yani." "Hayatta kalış, ölümden tasarruftur." "Hayvanlar birbirilerine aşık olmazlar. Çünkü böyle formalitelere ihtiyaçları yoktur." "Oybirliğiyle yalnızız." küçük İskender, son kitabı "Rahibinden Satılık Kilise" ile yeniden okuyucularıyla buluşuyor. Şairin takipçilerine duyurulur.

Bir Delinin Güncesi Aslı Erdoğan Everest, Deneme Merkezin, tüm merkezlerin dışına kaçan, yalnızca kendi çekim alanlarında savrulan, sık sık kendi kara deliklerine düşen yazılardı bunlar. Hayatta her şeyi acemice yaparı, ölçü ve stratejiden anlamayan, bir türlü "dediğim dedik (köşe yazılarına çok yakışan "kodum mu oturturum!" tavrı) olamayan, travmalarını fazlaca ele veren birinden beklendiği gibi... Aslı Erdoğan'ın köşe yazılarını bir araya getirdiği kitabı "Bir Delinin Güncesi" sessiz, sert ve hüzünlü bir kitap. Erdoğan, hem çok gerçek hem de absürd bir dünyadan bildiriyor.

Manevralar Cynthia Enloe Çeviren: Serpil Çağlayan, İletişim Yayınları, İnceleme Daha çok feminist çalışmalarıyla bilinen Enloe'nin "Manevralar"ı, savaştan çok savaş imgesinin ve söyleminin kadın dünyasındaki yansımalarının peşine düşüyor. Askerlik yapan kadınlar, askeri harekatlarda zarar gören kadınlar; tecavüze uğrayan, işkenceye maruz kalan, hemşirelik ya da aşçılık yapan kadınlar... Cynthia Enloe, 'Kadın Yaşamının Militarize Edilmesine Yönelik Uluslararası Politikalar' alt başlığını taşıyan çalışmasında, kadınların hayatlarının nasıl militarize edildiğini göstermeye çalışıyor ve uluslararası örneklerin izlenmesinden hareketle, aslında aynı tahakküm pratiklerinin hâlâ var olduğunu savunuyor. Kitap bunun yanı sıra, uluslararası politikaların ordularla ilişkisini de araştırıyor.

Susma Cesareti Yusuf Eradam Nar Yayınları, Deneme Sylvia Plath'tan Nilgün Marmara'yı, Gaspar Noe'nin Dönüş Yok'undar Ang Lee'nin Brokeback Dağına geniş bir coğralyada gezen Yusuf Eradam'ın yeni kitabı çeşitli yayınlarda da yer almış yazılarından oluşan bir seçki gibi. Kendine özgü dilinde okumalar yapan Eradam, okuduklarınızı ve gördüklerinizi yeniden tartışmaya çağırıyor sizi.


kitap

Pedal Çeviren Kadınlar Rae Stathopulu Çeviri: Müfide Pekin, Metis, Roman Türkiyeli Rum bir ailenin İstanbul'dan İmroz'a, 50'li yıllardan 70'li yıllara uzanan hikayesi. Çoğu mensubu göç ederek aramızdan ayrılan bir cemaatin gündelik hallerini, muhabbetlerini, eğlencelerini, kaygılarını, oyunlarını, tabularını, özlemlerini anlatıyor Rea Stathopulu, yer yer on yaşlarında matrak bir kız çocuğunun günlüklerinden, yer yer yetişkinler dünyasının ta içinden. Uluslararası politikadaki en ufak bir çalkantının özel hayatlarda birebir karşılık bulduğu, siyasi süreçlerin insanın mahremiyetine karıştığı bir tarih ve coğrafya. Bir yandan da, o hayli tanıdık aile, komşu, mahalle dengelerinin kâh ıstıraplı kâh esprili incelikleri...

Su Perisi - Erotik Öyküler Francesca Lia Block Çeviren: Ülkü Hastürk, İstiklal Kitabevi, Hikaye

Ajda'nın Elmasları Mehmet Murat Somer Merkez Kitapçılık, Roman "Kim yaptı aceba?" "Ben!" dedi İsmet Gürkan. "Ben yaptım." Bu sefer gözler ona döndü. "Ay pek nüktedansınız!" diye Ponpon bir kahkaha koparınca yabancı bakışlar dağıldı. Eliyle de İsmet Gürkan'ın eline vurmuştu hafifçe. "İnanmak istemiyorlarsa inanmazlar" diye düşündü İsmet Gürkan. Kimseyi inandırmak zorunda değildi. "Şimdi iki iş çıktı başıma! Hem Ajda'nın elmasları, hem de doktoru öldüreni bulmak zorundayım!" Mehmet Murat Somer'in Hop-Çiki-Yaya kahramanları geri döndü. Önceki seride kendine azımsanmayacak bir hayran kitlesi edinen Ponpon, "Ajda'nın Elmaslarında başrolde. Burçak ise Rio de Janeiro'da. Ama Kibar Gönül ve düşük belli jeanler giyen Hasan, Ponpon'u yalnız bırakmıyor. Aşk, nefret, cinayet, ölüm, seks, gerilim, ihtiras, komedi 32 kısım tekmili birden, hem komik hem heyecanlı bir macera...

Ne Anlatayım Ben Sana! Ece Temelkuran Everest Yayınları, Deneme "Kaç kişi sustuk biz? (...) Bazen e(ı uzak halk kendimizinkidir bize. Okyanus aşırı bir memlekettir bazen Türkiye. Bu toprağın yeniden bizim toprağımız olmasını istiyorsajc eğer yeniden birleştirmemiz gerekiyor tepelerimizin hikayelerini Söküldüğümüz yerlerden, 'çilemiz] çözüp çözüp yeniden örmemiz gerekiyor kendimizi. Yoksulluğun" vahşetiyle sertleşen hikayeleriyle| neresinde bıraktıysak o sahneye dönüp yeniden takip etmemiz gerekiyor film şeridini. Korkupgözümüzü kapattığımız sahnelere dönüp bu kez gözlerimizi dört açıp bakmamız gerekiyor." Ece Temelkuran, F tipi cezaevlerini, açlık grevlerini, ölüm oruçlarını anlatıyor. Bu suskunluğu kıracak yeni bir dil bulmak için...

Uçlarda yaşayan Şair Sylvie'nin, sörfçü Tom Mac'in, aktör olmak isteyen Elvis'in ve çok özel yetenekleri olan Plum'un birbiriyle bağlantılı, şiirsellikle i bezenmiş, benzetmelerin yoğun olduğu bu öyküler erotik olanın hazzını okuyucuya yaşatıyor. 'Su Perisi', erotizmi merkeze almasına rağmen pornografinin tuzağına düşmeyen, daha çok modern hayat durumlarını anlatan öykülerden oluşuyor.

Sözlerinle Sarıl Bana Hayallerim Üşümeden Bahar Özdemir, Sinemis Yayınları, Roman Kile biçim verirken kendini ve ruhunu biçimlendirmeyi unutmuş bir adam, [hayatının bir dönemecinde ummadığı bir duyguyla karşılaşır. Bu duygu onu, hayatını sorgulamaya zorlar. Hayatındaki her şeyi düzene soktuğunu düşünen bir kadın, en yakınları tarafından sırtından burulunca hayatını yeniden kurmak lorunda kalır. Bunu yapması için her leyi unutması gerekmektedir. Tabii yapabilirse... Eşcinsel bir genç, hayata ve kurulu toplumsal düzene karşı mücadele etmeye çalışırken babasıyla arasındaki uçurumdan çıkmak için debelenmektedir. Bahar Özdemir, "Sözlerinle Sarıl Bana Hayallerim Üşümeden"de yıkılan üç hayalin enkazında kalanların öyküsünü anlatıyor.

Toprak Ana-Emma Martin Duberman Çeviren: Osman Akın hay, Agora Kitaplığı, Oyun Martin Duberman'ın "Toprak AnaEmma"sı, Rusya'da doğmuş bir Yahudi olan ve sonrasında anarşizm ile feminizm tarihinin önemli aktörlerinden biri olacak Emma Goldman'ı hikaye eden bir oyun. Zorunlu askerliğe karşı çıktığı için Rusya'dan sınırdışı edilen Goldman, tarihe geçen "Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir" sözünün de sahibi. Duberman'ın oyunu, anarşist, kadın ' hakları savunucusu, feminist, serbest aşk taraftarı, 'Mother Earth' dergisinin yaratıcısı, Lenin'in eleştiricisi ve Yahudi Goldman'ı anlatıyor. Oyunda Goldman'a Alexander Berkman eşlik ediyor.

61


albüm Yeşilçam Şarkıları 1 "Aşkın Kanunu" - 2 "Artık Sevmeyeceğim" Kolektif Kalan Müzik

62

Kusursuz 19 Demet Akalın Seyhan Müzik

Demet Akalın, mankenlikten müziğe geçerken pop müziğin en iyi kadın şarkıcılarından biri olacağını tahmirVetmiyordu herhalde. Aslında hiçkimsenin aklına gelmemişti bu. Ama Akalın, riski seven ve pop müziği çok da ciddiye almadan, "Ben muhteşem Bazen mutlu sonlarıyla bir bir şarkıcıyım" demeden yoluna masalı anlatan, hayatın devam etti ve özellikle bir önceki içinde de şaşırtıcı biçimde albümü "Bana Ne" ile kendini gerçek olan Yeşilçam kanıtladı. Şimdi de beşinci albümü "Kusursuz 19" ile tekrar filmlerinin unutulmaz karşımızda. Doğal olarak şarkıları da gey barlarda... şarkıları dönemin ünlü sanatçılarının yorumlarıyla iki albümdei bir araya geliyor. Yer aldıkları filmlerde gizli bir başrol oynayan bu şarkıları tebessümle, belki de hıçkırıklara gark olarak dinleyeceksiniz. Behiye Aksoy'dan Semiramis Pekkan'a, Sevim Riot City Blues Primal Scream Şengül'den Sadri Alışık'a mendil ıslatan ya da gülümseten Yeşilçam Şarkıları'ndar'AbidikGubidik", "Feride", "Sarmaşık Sony BMG Gülleri", "Kulakların Çınlasın" gibi birçok şarkı kulaklarınızda Son 15 yıldır alternatif müziğin \ ve yüreğinizde çınlayacak. dans müziğinin önemli grupları arasında yer alan İngiliz Primal Scream'ın "Riot City Blues" adlı' onuncu stüdyo abümü Sony-BMC etiketiyle piyasaya çıktı. 1984 yılında kurulan grup bugün bile çok The Greatest Hits konuşulan '91 tarihli albümleri Nina Simone "Screamadelica" ile, müzik SONY BMG dünyasının en prestijli ödüllerinden 1959 yılında Gershwin'in "I biri olan "Mercury Music Prize"ı Love You Porgy" şarkısıyla kazanmıştı. Müzik dünyasının en ilginç gruplarından biri olan Primal Scream, 20 yılı aşan kariyerleri boyunca hayranları çıkış yapan ve "My Baby Just Cares For Me" adlı şarkısıyla tarafından merakla takip edildi. Toplam 10 şarkının bulunduğu ününü pekiştiren Nina Simone gelmiş geçmiş en usta albümdeki tüm şarkılar grubun kendi üretimi. Albümde Will yorumculardan biriydi. Tuğrul Eryılmaz'ın deyimiyle onun sesi Sergeant, Warren Ellis ve Alison Mosshart da konuk sanatçı "insan sesi"ydi. Adını Fransız aktris Simone Signoret'den alan olarak yer alıyor. ve İspanyolcada 'küçük' anlamına gelen 'Nina'yı da ön ad olarak kullanan Simone'un ölümünden sonra yayınlanan "The Greatest Hits", 22 eserden oluşan bir koleksiyon. Heredeyse her biri birer otobiyografi niteliğindeki şarkılarında Simone, yaşadığı toplumla bire bir bağlantılı, ırk ayrımından doğan gerilim ve huzursuzluğu, cinsiyet politikalarına olan yaklaşımını ve elbette aşkı anlatıyor. Muhteşem vokalleriyle bu albümü ilk kez dinleyecek olanlar kuşkusuz Nina'nın bütün albümlerine arşivlerinde yer açacak!

The Eraser Radiohead

Birçok müzik dergisi ve eleştirmeni tarafından 'yaşayan en büyük grup' olarak nitelenen Radiohead'in solisti ve kurucu üyesi Thom Yorke bu kez tek başına. Tüm şarkılarını kendisinin bestelediği "The Eraser" adlı albüm için Yorke, 'sürekli grup üyeleriyle birlikte olmaktan sıkıldığını, artık bazı şeyleri keyif aldıkları için değil de yapmak zorunda oldukları için yaptıklarını fark ettiğini' söylüyor. Biraz arayı açıp yalnız kalmak isteyen Yorke, dağılacakları The Very Best of yolundaki dedikoduları ise kesin biçimde yalanlıyor. "The Eraser"in Roberta Flack prodüktörlüğünü daha önce Radiohead'in "Kid A" ve "Amnesiac" Roberta Flack albümlerinde de çalışan Nigel BALET Godrich yapıyor. Yorke, "The Eraser"daki Dr. David Kelly için 4 Grammy Ödüllü kadife ses yazdığı 'Harrowdown Hill' adlı Roberta Flack'in unutulmaz şarkı için de 'Bugüne dek parçalarından oluşan yeni bir toplama albümü müzikseverlerin yazdığım en öfkeli şarkı" dedi. beğenisine sunuluyor. Hâlâ bu muhteşem ses ile tanışmayanlar Dr. David Kelly, Irak'ın kitle imha için hararetle tavsiye edeceğimiz albümde yer alan efsanevi silahları bulundurduğuna dair parçalardan birkaçı şöyle: Donny Hathavvay ile düet yaptığı kanıtların düzmece olduğunu "Where is the Love", Maxi Priest ile düeti "Set The Night To basına sızdırmış, ardından gelen Music", Peabo Bryson ile düeti "Tonight, I Celebrate My Love", baskılar üzerine intihar etmişti. "Oasis" ve tabii ki "Killing Me Softly With His Songs"...


DVD Sev Beni Fucking Âmâl

Kiss Kiss Bang Bang

Yönetmen: Lukas Moodysson Oyuncular: Alexandra Dahlström, Rebecka Liljeberg, Erica Carlson Danimarka-isveç, 1998,1994,84'

Yönetmen: Shane Black Oyuncular: Robert Dovvney Jr., Val Kilmer, Michelle Monaghan ABD, 2005,102'

Moodysson'in filminin özgün adı, kibarda, "Kahrolası Amal" olarak çevrilebilir Türkçeye. 16 yaşındaki güzel Elin'in, sıkıntıdan patladığı, | heyecan ararken bütün delikanlıları perişan ettiği Amal kasabası sahiden de kahrolası bir yerdir. Kasabaya yeni taşınan Agnes, Elin'e aşık olmasıyla yaşamına eşcinselliği dahil eder... "Daima Lilya" (Lilya 4 Ever) ve Türkiye'de gösterimi ve hatta DVD'si de yasaklanan "Yüreğimde Bir Delik" (A Hole in My Heart) filmleriyle de tanınan Lukas Moodysson'un ilk filmi "Sev Beni", 1999'da

Cannes'da yarışma dışı gösterilen bu kurnaz ve sinsi kara film parodisi, hem gelmiş geçmiş detektifleri ve onların klişelerini bolca kullanıyor hem de akla sığmayan tesadüfler, imkansıza yakın aksiyon sahneleri ve kahraman detektiflerle bu ögeleri ti'ye alıyor. Hırsızlık yaparak geçinen Harry, bir detektif rolü almak üzere Hollywood'da oyuncu Donnie Darko: seçmelerine katılmak Yönetmenin Kurgusu durumunda kalır. Eşcinsel Donnie Darko: Perry lakabını taşıyan bir özel detektif de Harry'ye rolü için yardım edecektir. Bu arada, Harry'nin oyuncu olmayı aklına koyan lise Director's Cut aşkı Harmony de ekibe katılır. Kahramanlık taslamanın Yönetmen: Lukas Harmony'nin kalbine giden yolu açacağını düşünen Harry, birden Moodysson Oyuncular: Jake Gyllenhaal, kendini klasik detektif filmlerinde bolca rastlanan kovalamacalar ve cinayetlerle dolu dolambaçlı bir olayın tam ortasında bulur. Holmes Osborne, Maggie Val Kilmer'ı eşcinsel rolünde izlemek için bile arşivinizde yer açın Gyllenhaal bu filme! ABD, 2001,112'

80'lerin sonunda geçen öyküde, Donnie Darko adında 16 yaşında bir genç, gerçek olmayan görüntüler görmeye başlar. Özellikle de tavşan kostümlü bir adam belirir bu görüntülerde sık sık. Çevresiyle uyum sorunu yaşayan Donnie Darko, ailesinin ve okulun kendisi için çizdiği yoldan ayrılıp, esrarengiz görüntünün izinden gitmeye başlar... 80'lerin gençlik filmleri ile bilimkurgu ve korku filmlerinin tüyler ürpertici bir karışımı olan bu film, son dönemin en ilgi çekici bağımsız yapımlarından biri. Yönetmenin ilk filmi olan "Donnie Darko", David Lynch'in izinden giden, yıllarca konuşulacak ve şimdiden kültleşmiş bir yapıt. Brokeback Dağı'nın Jack Twist'i Jake Gyllenhaal da Donnie Darko rolünde harikulade!

V For Vendetta

Yönetmen: James McTeigue Oyuncular: Natalie Portman, Hugo VVeaving, Stephen ReaJ ABD-Almanya, 2006,132' Tarihte olaylar farklı gelişmiş, yok edici bir savaş dünyanın yüzünü değiştirmiştir. Yüzyıllar boyu ibarelleşmenin simgesi olan İngiltere artık uzun bir süreden beri totaliter ve faşist rejimle yönetilmektedir. Ne siyasi ne de kişisel özgürlüklerin olduğu bu ortamda aniden ortaya çıkan ve zaman zaman absürdlük derecesinde saçma terörist eylemlere kalkışan esrarengiz bir figür her şeyi değiştirecektir. Özgürlüğün anlamını bilmeyen genç bir kadını da... Amerika'da 80'li yıllara damgasını vuran neokaramsar grafik romanlarının en çok bilinen yazarlarından Alan Moore'un yarattığı o meşhur dünya etkileyici bir yıkımla sinemada!

Ateş Parçası

Yönetmen: Atıf Yılmaz Oyuncular: Türkan Şoray, Kartal Tibet, Hulusi Kentmen, Sedef Ecer Seslendiren: Nevin Akkaya Türkiye, 1971 Bir şirkte palyaçoluk yapan Azize'nin tek isteği, çalıştığı sirkteki küçük kızın sağlığına kavuşması için gereken parayı toplamaktır. Bir gün rastlantı sonucu çok zengin ve sosyetenin en ünlü isimlerinden biri olan Tarık ile tanışır ve o andan itibaren Azize, Tarık'ın başına olmadık işler açar. Bu durumdan sıkılan Tarık ne yapsa Azize'yi kendinden uzaklaştıramaz. Bir süre sonra Azize'nin, açıksözlülüğü, çocuksu tavırları ve saflığı Tarık'ı etkiler ve aralarında büyük bir aşk başlar. Azize'nin bütün hayatı sihirli bir değnek değmişçesine değişir. Bu durumu kabullenemeyen Tarık'ın eski nişanlısı bu aşkın önündeki tek engeldir... Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz usta yönetmen Atıf Yılmaz'ın klasikleşmiş filmlerinden "Ateş Parçası", Türkan Şoray'in da en güzel filmlerinden. Istırap çeke çeke izlemek isteyenlere!..

63


Gelecek sayıda... Kaos GL'nin 30. sayısı iki ayrı dosyayla birlikte geliyor: "Yurtdışında Eşcinsel Hareket ve Deneyimler" ile "Türkiye'de Feminizm ve Eşcinsellik". "Yurtdışında Eşcinsel Hareket ve Deneyimler"

64

Geçen mayıs ayında Ankara'da gerçekleştirdiğimiz Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma'nın başlıklarından biri de "Uluslararası Deneyimler"di. Homofobinin yalnızca Türkiye'de olmadığını bilmekle birlikte, dünyada homofobinin yaşam alanlarına nasıl sirayet ettiği ve homofobik tutum/davranışlar karşısında ne gibi önlemler alındığı konusunda yeterince bilgi sahibi değildik. Buluşma'da Norveç, Danimarka, İsviçre, Britanya, Kanada, Makedonya, Polonya ve Hollanda'dan aktarılan deneyimleri 30. sayıda okuma fırsatı bulacaksınız. Kaos GL'nin İsveç'in en büyük ve köklü eşcinsel örgütlenmesi RFSL ile ortaklaşa gerçekleştirdiği "GLBT Yayıncılığında Deneyim Paylaşımı" başlıklı çalışmanın ayrıntıları, ayrıca Stockholm Pride'ından "oradaydım" fotoğrafları ve dünyadan Pride haberleri de yeni sayıda sizi bekliyor. "Türkiye'de Feminizm ve Eşcinsellik" Kaos GL dergisinin 30. sayısında ayrıca, Türkiye'de feminizm ile eşcinsel hareketinin ilişkisini de irdeleyeceğiz. Türkiye'de kadın örgütleri ile eşcinsel örgütleri aynı dünyayı isterken niye bir araya gelemiyorlar? Ortak söylemin ortak eyleme dönüşememesinin nedenleri neler? Kadın örgütleri ve feministler, eşcinsellik ve eşcinseller hakkında ne düşünüyor? Feministler bugüne dek eşcinsellerle hangi alanlarda dayanışma içinde oldu?.. Bütün bu soruların yanıtları Kaos GL'nin yeni sayısında... Görüşmek dileğiyle...




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.