eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir
KAOS GL Gey-Lezbiyen Kültür Dergisi
5 YTL
Marlon Brando
Sinead O'Connor
1924'de ABD'de doğdu. İrlandalı göçmen bir ailenin üçüncü çocuğuydu. Okul yaşamı hep sorunlu geçti. 25 yaşındayken oyuncu olmaya karar verdi. 1944'te 'Annemi Hatırlıyorum' oyunuyla Broadway'deydi. 1947 yılında Tennessee Williams'ın ünlü 'Arzu Tramvayı' oyunundaki Stanley Kowalski rolüyle tüm dikkatleri üzerine çekti. 1950'de Hollywood'a adım attı. İlk filmi 'Erkekler' oldu. 1952'de İngiliz Film Akademisi ve Cannes Film Festivali'nde 'Viva Zapata' filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödüllerini aldı. İki yıl sonra ise 'Rıhtımlar Üzerinde', Altın Küre dahil birçok ödülü peş peşe topladı. 1955'de aynı filmle Oscar'ı kucaklayan Brando, o yıllarda Hollywood'daki oyunculuğu en çok etkileyen isim olmuştu. 'Oyunculuk boş ve yararsız bir meslektir' dese de sinemadan vazgeçmiyordu. Burjuva ahlakına ve aşırı düzenli bir yaşama karşı başkaldırısını özel yaşamından filmlerine taşıyordu. 1967 yapımı 'Pırıltılı Gözler'de eşcinsel bir subayı canlandırdı. Marlon Brando, efsanesinin sönmeye başladığı 1970'lerin başında Francis Ford Coppola'nın 'Baba' filmindeki Don Vito Carleone rolüyle kendini yeniden yarattı. Bu unutulmaz filmle ikinci kez Oscar kazansa da ödülü almaya gitmedi; yerine bir Kızılderili kadını göndererek Oscar'ı protesto eden bir metin okuttu. 'Baha'nın ardından Beıtolucci'nin kült filmi 'Paris'te Son Tango' ile de ününü pekiştirdi. 1957'de oyuncu Anna Kashfi ile evlenen, ikinci evliliğini ise Meksikalı oyuncu Movita Castenada ile yapan Brando'nun ölümünün ardından Darwin Porter imzasıyla yayımlanan 'Brando Unzipped' adlı kitapta ünlü aktörün Burt Lancaster ve James Dean gibi Hollyurood'un dev isimleriyle eşcinsel ilişki yaşadığı açıklandı. Servetini cinayet işleyen oğlunu hapisten kurtarmak için harcayan ve son günlerini devlet yardımıyla tek odalı bir evde geçiren Brando, 2 Temmuz 2004'te, tedavi gördüğü Los Angeles'taki bir hastanede yaşama veda etti.
1966'da İrlanda Dublin'de doğdu. Anne ve babası boşandı; ardından annesini bir trafik kazasında kaybetti. Devam ettiği Katolik okulundan atıldıktan sonra hırsızlık yaparken yakalandı ve ıslahevine gönderildi. 15 yaşındayken bir düğünde Barbra Streisand'ın 'Evergreen' adlı şarkısını söylerken keşfedildi. Dublin Müzik Okulu'nda vokal ve piyano dersleri aldı. 1991 yılında Prince'in 'Nothing Compares 2 U' şarkısıyla parlak bir çıkış yaptı. 2002 yılında çıkardığı 'Sean Nos Nua' albümünden bir yıl sonra, belgesel niteliğinde 'Goodnight, ThankYou. You've Been a Lovely Audience' adlı bir DVD hazırlayan ve müzik dünyasına veda ettiğini açıklayan O'Connor, bu kararını 'Normal bir hayat yaşamak istiyorum' diye gerekçelendirdi. Davranışları ve sözleriyle sık sık olay yarattı: 1992'de katıldığı bir televizyon programında Papa II. John Paul'ün resmini yırttı; 1999'da rahibe oldu; ilk eşinden ayrıldıktan sonra 2000'de lezbiyen olduğunu açıkladı ve sonra da ikinci kocası olan Nick Sommerlad ile evlendi. İrlanda'nın en çok satan lezbiyen dergisi Curve'e verdiği röportajda, cinsel yönelimi hakkında fazla konuşmadığını belirterek 'Hayatım boyunca erkeklerle gezip tozdum. Çünkü lezbiyen olduğum için çok da rahat değildim' dedi. Sinead O'Connor'ın boşandığı eşinden bir oğ u ve eski sevgilisiyle velayetini paylaştığı bir kızı bu unuyor. 1990'lı yıllarda, kazıttığı saçları, popüler kültüre ve kadınların seksi görünmek için yaptıklarına karşı koyan tavrıyla aykırı bir tarz yaratan şarkıcı halen İrlanda'da yaşıyor ve bir reggae albümüyle müzik dünyasına yeniden merhaba demeye hazırlanıyor. Bob Marley'in 'War' ve Peter Tosh'un 'Downpressor Man' şarkılarını yeniden yorumladığı bu albümde Sinead O'Connor yeni şarkılarının kendi ruhsal durumunu yansıttığını söylüyor ve ekliyor: 'Hedefim bu albümün markette daha ruhani albümlerle birlikte yer alması.'
Jean Genet
Greta Garbo
Fransa edebiyatının lanetli yazarı. Kendisini ve toplumu reddeden, tüm 'beyaz' dünyayı ve onun kurulu düzenini yerden yere vurup ikiyüzlülüğünü suratına çarpan, ve bunu 'işkencecisinin dilini kullanarak' yapan, Sartre'ın 'azizlik' payesiyle taçlandırdığı adam: Hırsız, fahişe, isyankar ve yazar Jean Genet. 1910 yılında yeni doğmuş bir bebekken annesi tarafından kimsesizler yurduna bırakıldı. Yedi yaşına geldiğinde bir ailenin yanına yerleştirildi. 10 yaşında hırsızlığa başladı. Üç ay süren ilk hapishane deneyimini yaşadığında 15 yaşındaydı. Ardından, reşit olana kadar kalmak üzere ıslahevine gönderildi. 1930'ların sertliği ile ünlü bu ıslahevi Genet'yi gerçek bir suçlu haline getirdi. Islahevinden kurtulabilmek için yazıldığı askerlikten ve ardından Fransa'dan firar eden Genet, pek çok ülkeyi ve hapishaneyi ziyaret edeceği bir yıllık seyahatinin sonucunda 1937'de Fransa'ya geri döndü. Beş yıl boyunca ya hırsızlık yaptı ya fahişelik. 1942'de bir kez daha cezaevine düştü. İlk şiirini bu dönemde yazdı. İlk kitabı 'Çiçeklerin Meryem Anası' yayımlandı. Ardından 'Gülün Mucizesi' geldi. 1948'de ise otobiyografisi niteliğindeki 'Hırsızın Günlüğü' eklendi yapıtlarına. 'Balkon' adlı oyununda egemenleri alaycı ve acımasız bir dille eleştirdi. Toplumsal olaylara, ezilen insanlara duyarsız kalmadı; 1968 mayısında öğrencilerin, Vietnam Savaşı sırasında Amerikan solunun, ırkçılığa karşı Kara Panterlerin ve İsrail'e karşı da Filistinlilerin yanındaydı. Bu konular hakkında yazdıkları ve röportajları 'Açık Düşman' adıyla yayımlandı. Son kitabı 'Giacometti'nin Atölyesi' oldu. Bir piç olarak geldiği ve sürekli dışlandığı bu dünyada, 'bir aziz olmayı, yani insanın inkarı olmayı istemekten başka çaresi kalmadığını' söyleyen Jean Genet, 1986'da Paris'te bir otel odasında ölü bulundu.
1905'te İsveç Stockholm'de doğdu. Asıl adı Greta Lovisa Gustafson. Babasının ölümünden sonra ailesinin durumu nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Bir süre çeşitli işlerde çalıştıktan sonra ünlü bir firmadan modellik teklifi aldı. Bu dönemde sinemaya ilgi duymaya başladı ve İsveç Drama Okulu'na yazıldı. 1920'de 'Herr och fru Stockholm' adlı sessiz filmle beyazperdeye merhaba dedi. 1926'da Amerika'ya gitti. Ona sinema dünyasının kapılarını açan Torrent' filmiyle tüm dikkatleri üzerine çekti, 'Love', 'Flesh and the Devil' ve 'Divine Woman' gibi filmlerle sinemaya damgasını vurdu. Sessiz film dönemi sona erdiğinde birçok yıldız kaybolup gitti ancak Garbo kendini değişen şartlara göre yenilemekte hiç zorlanmadı. 1930'da iki filmiyle Romance ve Anna Christie- Oscar'a aday oldu. Ertesi yıl, Alman ajanı 'Mata Hari'yi canlandırdığı filmle büyük başarı kazandı ama onu asıl zirveye çıkaran 1933 yapımı 'Queen Christina'ydı. 'Anna Karenina', 'Camille' ve 'Ninotchka' gibi birçok filmde rol alan Garbo'nun son önemli filmi, 1941 tarihli Two-Faced VVoman' oldu. Sinemaya veda ettiğinde sadece 36 yaşındaydı. New York'a taşınıp hayır kurumları için çalışmaya başladı. Hollyvrood'un sessiz film çağının kuzey yıldızı Greta Garbo, 15 Nisan 1990'da New York'ta yaşama veda etti. Garbo, 1920'li yıllarda, özgürlük yanlıları toplum tarafından hor görülürken, canlandırdığı cazibeli, feminen ve bağımsız karakterlerle milyonlarca kadına cinselliklerinin erkeklerin kontrolünde olmadığını gösterdi. Başına buyruk, zeki, yetenekli ve ödünsüzdü. Kendisi gibi efsane olan Marlene Dietrich'le büyük aşk yaşadı, ancak, Dietrich'in, film çevrelerinde Garbo hakkında ileri geri konuşması ilişkilerinin sonu oldu. İki efsane yıldız hayatlarının sonuna kadar bir daha hiç karşılaşmadılar.
glbt gündeminden stockholm günlüğü uğur yüksel - başkabiryer'de ismail alacaoğlu - LGBT yayıncılığında "Olof Palme Center / RFSL / Kaos GL" işbirliği ali erol - isveç medyasının glbt ile imtihanı burcu ersoy - stockholm: "kadınların elindeki şehir"
dosya: 'yabancı' deneyimler avrupa birliği ekseninde gey ve lezbiyen hakları john fisher - birleşmiş milletler ve Igbt haklarının ilerletilmesi kurt krickler - homofobiyle mücadelede AB ile nasıl bir işbiriği yapılabilir? anette trettebergstuen - norveçte eşcinsel hakları ve yaşam koşulları Norveçli Gey ve Lezbiyen Sosyal Demokratlar (GALSD) mike upton - homofobi: ingiltere'deki legal ve sosyal değişim mike upton - queerin kişisel açıdan önemi gert hekma - hollandada eşcinsellerin elde ettikleri yasal eşitlik andre van houwelingen - hollanda da çeşitliliğin karşısına çıkan zorluklar jon martin larsen - iskandinav medyasında gey-lezbiyenlerin temsili sylvia jaen & ıgnacio paredero - ispanyada gey evlilik konusunu nasıl sonuçlandırdık martin christensen - Ibl'nin bugünkü gündemi karen busby - hukuk reformuna yol açan bazı faktörler elisabeta zelinka - kadın eşcinselliği, hetero-ataerkillikle mücadelede etkili bir yol mu? deniz yıldız - eşcinsel-lik hareketinin tarihinden satır başları-1: 80' ler tibith - lilithe göre yaradılış mehmet murat somer - düz yolda yürümek bana pek çekici gelmiyor aykan safoğlu - bir çark tecrübesi olarak sinema
alışveriş sepeti
Anne! Baba! Ben e ş c i n s e l i m ! Kimimiz için bir sığınak, kimimiz için de cehennemin ta kendisidir a i l e . Ya yanı başımızda dururlar ya da karşımızda. Ama ne olursa olsun bir meseledir bizler için. Onların gösterdikleri sevgi, söyledikleri bir söz h a y a t i d i r çoğu kez. Hele hele eşcinsel olduğumuzu öğrendiklerinde bize nasıl b a k t ı k l a r ı h a y a t ı m ı z ı n dönüm n o k t a l a r ı n d a n biri sayılır. İşte Kaos GL bu bekliyor sizden.
dönüm
noktasının
öykülerini
Ailenize açıldınız mı? Açıldığınızda ne dediler, hangi bakışlar yerleşti gözlerine, sesleri nasıl ç ı k t ı , sözleri ne söyledi? Siz h a y a t ı n neresinde durdunuz? Ailesine a ç ı l a m a y a n l a r . . . Eşcinsel olduğunuzu söylemenizi engelleyen neydi? Korkutan ya da? Kimimiz için coşkulu ve gurur veren öyküler bunlar, kimimiz için de sıkıntılı ve yakıcı... Ama ne olursa olsun bunları belleğimize kaydedelim istiyoruz ve ailenize a ç ı l m a ya da a ç ı l a m a m a öykülerinizi bekliyoruz.
www.kaosgl.org
mevsimler gelip geçiyor ama yazılıp çizilenler, konuşulanlar, anlatılanlar, öğrenilenler kalıcı. kitaplarla, dergilerle, buluşmalar ve diğer etkinliklerle eşcinsel hareketinin tarihi yazılıyor bir bakıma. deneyimler arttıkça sözümüz de çoğalıyor, tüm çabamız gözümüzün önünde birikiyor, ister türkiye'de olalım ister başka bir ülkede, o sözü hep birlikte üretiyoruz; geriye yalnızca ona sahip çıkmak kalıyor. mayıs ayındaankara'dadüzenlediğimiz homofobi karşıtı buluşmanın başlıklarından biriydi türkiyedışı deneyimler , ingiltere'den hollanda'ya pek çok ülkeden eşcinsel hareketi aktivistinin katıldığı buluşmada onların deneyimlerini, tanıklıklarını dinlemiş, bu alandaki çalışmalara ilişkin görüşleri paylaşmıştık. türkiye'de kimi zaman ütopya dediğimiz şeylerin onların gündelik hayatlarının bir parçası olduğunu görmek hem şaşırtmış hem de üzmüştü bizi. bunca yıldır onca mücadeleye rağmen türkiye'de geldiğimiz noktanın düşündürücü' fotoğrafıydı üzücü olan. ancak, yurt dışındaki deneyimlere tanık oldukça heyecanımızın, hevesimizin katlandığını da belirtmek gerek, çünkü bu deneyimler bize başka türlü düşünmek ve hayallerimizi gerçekleştirebilmek için başka yeni yollar çizmek konusunda ipuçları verdi. 1
bu sayının omurgasını 'glbt hareketi: yurtdışındaki deneyimler' dosyası oluşturuyor, başka hayatların ve mücadelelerin olduğunu da görüp düşünelim, değişelim diye... türkiye dışı deneyimleri sayfalarımıza taşıyacaksak, kaos gl'nin isveç toplantısından söz etmemek olmaz dedik ve geçen ağustosta dört kaos gl linin Stockholm maceralarına da yer verdik sayfalarımızda, bu sayıda, kaos gl ve isveçli eşcinsel örgütü rsfl'nin ortaklığında gerçekleştirilen glbt yayıncılığı' konulu toplantılardan ve Stockholm pride'dan notlar bulacaksınız. geçtiğimiz sayıda duyurduğumuz feminizm ve eşcinsellik' dosyası ise bir sonraki sayıya kaldı, bunun nedeni, dosya hazırlıkları sırasında görüşlerine başvurduğumuz kadın örgütlerinden gelen yanıtların sorularımızı çoğaltarak çerçeveyi genişletmesiydi. biz de feministler ve kadın örgütleriyle eşcinsellerin ilişkisini dergide enine boyuna tartışmak istedik. gelecek sayıda, feminizmin eşcinsellikle yollarının nerede kesiştiğini, ortaklıkları ve ayrılıkları, söylem ve eylemlerinin hangi noktalarda buluştuğunu ele alacağız.
ve...
"bir yıl daha bitiyor işte bu kadar duru, bu kadar yalın bu kadar el değmiş sıradan bir gerçeği daha kolları bağlı hayatımızın bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri her sonda, her başlangıçta ve her defasında alır gibi başkasını karşımıza perdeler çekip, ışıklar söndürüp oturup yatağın içinde bir başımıza sorgulamak kendimizi öğrenmek ikimizin anadilini, ikinci belleğimizi öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz karanlık günlerimizin kenar süslerini biterken yılın son günleri biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini gençlik ikindilerini kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri." murathan mungan - "bir yılın son günleri" hesapların kapandığı ya da nihayet açıldığı günler: yılın son günleri, belleğin ya da tutulabilmişse güncelerin dökümünün yapıldığı günler, aşkların, sevgilerin, sevgililerin hatırlattıklarıyla güvenin ve ihanetin yeniden biçimlendiği ve aksine iyice biçimsizleştiği günler, masumiyeti yitirmekle büyümenin eşiğinde olmanın günleri, kırılmaların son bulmasının dilendiği, iyiliğin istendiği günler. dağınık odaların yorgunluğu, eski "yılınsongünleri"nin hatırı, sandıklara son kez bakılıp konulan fotoğraflar, sırttaki hançerlerin sızısı, sigarayıbırakacağım rejimyapacağımaşıkolmayacağımla başlayan artık eskimiş, yeni yılla birlikte yenilenecek yeni gün projeleri, bir daha girilmeyeceğine yeminler edilen çıkmaz sokaklar, uykusuz geceler, uykusuz gündüzler... yılın son günlerinin temizliği... temiz ve iyi bir sene dileğiyle...
İspanya sinemasının gözbebeği Pedro Almodovar son filmi "Dönüş" ile Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği'nin (FIPRESCI) yılın filmine verdiği Büyük Ödülün sahibi oldu. Almodovar, doğduğu yer olan La Mancha'da çektiği filmde, halkın batıl inançlarını, bir ailede annenin kızlarıyla arasındaki güçlü bağları ve üç farklı kuşaktan kadının öyküsünü anlatıyor. 60 ülkeden 350 sinema eleştirmeninin oylarıyla ödüle değer bulunan "Dönüş", yönetmenin hakim olduğu alanlarda gezinen etkileyici bir film olarak tanımlanıyor. Meraklısına: Almodovar aynı ödülü daha önce "Annem Hakkında Her Şey" filmiyle kazanmıştı. "Dönüş", yönetmenin 17. filmi.
İranlı bilim insanlarının, AİDS tedavisinde kullanılacak yeni bir ilaç bulduğu iddia edildi. İlacı bulan araştırma grubundan Doktor Fereydun Mahbudi, Keyhan gazetesine yaptığı açıklamada, AİDS'e karşı vücut direncini arttıran ilacın, birçok hasta üzerinde denendiğini ve başarılı sonuçlar alındığını anlattı. Adı henüz belirlenmeyen ilaç, İran Sağlık Bakanlığının yanı sıra uluslararası bilim camiası da onaylarsa AİDS tedavisinde kullanılmaya başlanacak. Meraklısına: Resmi rakamlara göre 13 bin 357 AİDS vakasının bulunduğu İran'da gerçek rakamın çok daha yüksek olduğu ifade ediliyor.
6
Elfe Uluç, Radikalde yayımlanan "Çöpçülerin en hayırlısı" başlıklı haberden yola çıkarak çekmeye başladığı ilk filmi "Aziz Ayşe"de çöp toplayıcısı bir travestinin yaşamına çeviriyor kamerasını. Kazandığı parayı kendisi gibi yoksullarla paylaşan 54 yaşındaki aziz ruhlu' travesti Ayşe'nin gerçek öyküsünü anlatan Uluç, filminin mağdur insanlara, kadınlara, travestilere, çöp toplayıcılarına ve yoksullara dair olduğunu belirtiyor. Uluç'a göre Ayşe, Türkiye'nin derin ve gizli noktalarını göz önüne seriyor. Meraklısına: 2007 yılının mart ayında gösterime girmesi planlanan filmde Ayşe'nin yanı sıra "2 Genç Kız"daki rolüyle dikkatleri çeken Feride Çetin de rol alacak.
Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOS) 11 Aralık günü verdiği kararla Danimarka'dan LBL, Almanya'dan LSVD adlı eşcinsel örgütlerinin danışmanlık statüsü almasını kabul etti. ECOSOS tarafından garanti edilen bu statü Birleşmiş Milletlere girme, burada çalışmalara katılma ve örgütlere kendilerini temsil etme hakkını veriyor. Meraklısına: Bu statü şimdiye dek yalnızca Avustralya'dan Lezbiyen Aktivistler Koalisyonuna verilmişti.
Amerikalı girişimci Bili Gates, AIDS'i yenmenin yolunun kadınları kendilerini korumak için bilinçlendirmekten geçtiğini söyledi. Son yıllarda AIDS'i gündemine alan Gates, "Bir kadın kendi yaşamını korumak için partnerinden izin almak zorunda kalmamalı" diye konuştu. 13-18 Ağustos 2006 tarihleri arasında Kanada'nın Toronto kentinde düzenlenen uluslararası AIDS Konferansı'nda konuşan Gates, kurucusu olduğu yardım kuruluşunun AIDS'e karşı tedavi ve koruyucu önlemler geliştirilmesi için daha fazla kaynak sağlayacağını açıkladı. Gates daha önce de, Bili ve Melinda Gates Vakfı kanalıyla hastalığa karşı yapılan çalışmalarda kullanılmak üzere yüz milyonlarca dolar bağışta bulunmuştu. Gates'in kaynak aktarılacağını açıkladığı alanlar arasında özellikle kadınların cinsel ilişki öncesinde kullanabileceği kremler dikkat çekiyor. Bu kremlerin HIV'i önlediği düşünülüyor. Gates'in çağrısına BM'nin Afrika'daki AİDS özel temsilcisi Stephen Levvis de destek verdi. Levvis, "Erkeklerin cinsel davranışlarını değiştirmek nesiller gerektirebilir. Ama kadınlar şu anda bu yüzden ölüyor" dedi. Meraklısına: 17. Birleşmiş Milletler Dünya AIDS Konferansı 2008 yılında Meksika'nın başkenti Mexico City'de yapılacak.
Avrupa Parlamentosu üyesi Michael Cashman Türkiye'deki yetkililere yazdığı mektupta,travesti vetranseksüellerin Bursa'dakiyürüyüşünde güvenliğin neden sağlanamadığını açıklamalarını istedi. Cashman, bir amaç için bir araya gelmiş toplulukların temel hak ve özgürlüklerinin Avrupa Birliğine üye devletler için ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Geyve Lezbiyen Hakları Avrupa Parlamentosu İntergrup Başkanı olan Cashman ayrıca, "Bazı Avrupa şehirlerindeki pride yürüyüşlerinde uygulanan şiddet, yasaklama ve iptaller silsilesinin bir açıklaması olamaz, bu mazur görülemez" dedi.
Eşcinsellere yönelik organizasyonlarda tanınan İngiliz seyahat şirketi Alternative Holidays, bu seneki tatil programı için Bodrumu seçti. 21 ülkeden 600 gey 24 Eylül-1 Ekim 2006 tarihleri arasında Bodrum'da tatil yaptı. Meraklısına: Bodrum esnafı turla gelen geyleri törenle karşıladı. Şirketin İtalyan temsilcisi Gabriele Neroni de karşılama törenine katılan 15 kişilik esnaf grubunu otelde düzenlenen gey partilerine onur konuğu' olarak davet etti.
Fransa'da gelecek yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminin güçlü adayı Nicolas Sarkozy, eşcinsellerin evliliğine ve evlat edinmesine karşı olduğunu açıkladı. İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) lideri Sarkozy, Figaro dergisine verdiği demeçte "Çocukların bir babaya ve bir anneye ihtiyaçları var. Mevcut sistemimize bağlı kalmamız gerekir" dedi. Sarkozy, bununla birlikte, eşcinsellerin ayrımcılığa maruz kalmalarını arzu etmediğini, eşcinsel çiftlerin diğer çiftlerle aynı ekonomik haklara sahip olmalarını sağlayacak düzenlemelere destek vereceğini belirtti. Meraklısına: Muhalefetteki Sosyalist Parti, cumhurbaşkanlığı seçimleri için düzenlediği kampanyada eşcinsellerin evliliğine destek verdiğini bildirmişti.
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneğinin (CETAD) "cinsel sağlık ve üreme sağlığı alanında ulusal ve yerel medya yoluyla savunuculuk" projesi kapsamında 7 bölgedeki 20 ilde 1537 kişiyle yaptığı cinsellik araştırması, toplumunun büyük çoğunluğunun tekeşlilikten yana olduğunu gösterdi. Cinsel ilişki hakkında ilk bilgilerin çoğunlukla 'çevre' ve 'arkadaşlar'dan öğrenildiğini ortaya koyan araştırmada, erkeklerin yüzde 66 sı cinsel konularda 'çok bilgili' olduğunu söylerken, kadınların cinsellik konusundaki ilk danışma adresinin 'eşleri' olduğu ortaya çıktı. Araştırmaya göre, Türkiye'de gençler cinsellikle ilgili bilgiyi internetten, gazete ve dergilerden öğreniyor, 25 yaş üstü için ise TV en çok takip edilen kaynak. Meraklısına: Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneğinin çalışmalarına www.cetad.org.tr adresinden ulaşılabilir. Dünya Ruh Sağlığı Platformunun düzenlediği Dünya Ruh Sağlığı Günü Toplantısı 10 Ekim'de İstanbul'da yapıldı. "Ruh sağlığı olmayan toplumların sağlığı da olmaz, ruh sağlığı yasasını istiyoruz" sloganıyla yola çıkan platformun bu yi I ki teması intihardı. Ruh sağlığı yasasının biran önce çıkarılması gerektiğini vurgulayan Platform, ruhsal sorunları, hastalıkları olan kişilerin toplumda dışlanmaması, çağdaş standartlara uygun ruh sağlığı hizmeti alabilmesi ve iyileştikten sonra iş sahibi olabilmeleri için herkesi işbirliği yapmaya davet ediyor.
Kanadalı usta sinemacı David Cronenberg, Amerikan sanatının süperstarı Andy VVarhol üzerine bir sergi hazırladı. 11 Eylülde Chicago'daki Çağdaş Sanat Müzesi'nde açılan "Andy VVarhol Supernova: Stars, Deaths and Disasters, 1962-64" başlıklı sergide VVarhol'un 1962 ve 1964 yılları arasında yaptığı 27 eser yer alıyor. Sergide Marilyn Monroe, Elvis Presley ve bizzat VVarhol'un kendisi gibi popüler isimlerin ölümlü ve felakete uğramış imgelerini aktaran çalışmalar var. Meraklısına: Cronenberg, VVarhol ile aynı dönemde film yapmaya başladığını, onun çevresinden etkilendiğini ve bu etkiyi kariyeri boyunca bilinçaltında taşıdığını söylüyor.
7
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi'nin düzenlediği ve Türkiye'nin dört bir yanından eşcinsellerin katıldığı "LGBTT Toplulukları Ağ Oluşturma Çalışmasının ilk toplantısı 9-10 Eylül 2006 tarihleri arasında Ankara'da yapıldı. Toplantıda medyadan çalışma yaşamına kadar pek çok konuda kişisel ve örgütsel deneyimler konuşuldu, tartışıldı. Kaos GL, Lambdaistanbul, Pembe Hayat, Pozitif Yaşam Derneği ve Uluslararası Af Örgütünün buluştuğu toplantıda Antalya, Bursa, Eskişehir, İzmir'den de bireysel katılımlar oldu.
8
En ünlü gey ikonlarından Marilyn Monroe'nun ölümünden çok kısa bir süre önce Bert Stern'e verdiği pozlardan oluşan fotoğrafları, "Son Seans" başlığı altında Paris'teki Maillol Müzesi'nde sergilendi. Sergide, efsanevi oyuncunun bugüne kadar medyada çok az görünen 59 fotoğrafı yer aldı. Meraklısına: Ünlü fotoğrafçı Stern, toplam 2571 fotoğraftan oluşan 'Son Seans' serisini her defasında sınırlı sayıda fotoğrafla sergiye dönüştürüyor.
Uganda'da "Red Pepper" adlı gazete 8 Eylül'de lezbiyen oldukları iddia edilen 13 kadının adlarının bulunduğu bir liste yayınladı. Gazete kısa bir süre önce de lezbiyen, gey, biseksüel ve transeksüelleri taciz eden iki yazı yayımlamış, halkı "anavatanlarını bu ölümcül hastalıktan kurtarmak" için harekete geçmeye çağırmıştı. Olaylar üzerine bir rapor hazırlayan Uluslararası Af Örgütü ise dünya kamuoyunu Uganda hükümetine mektup göndermeye çağırdı. Örgüt, internet sitesinde gazeteyi kınadı ve bu olaylar yüzünden meslektaşları tarafından taciz edilen ya da akrabaları tarafından terk edilen LGBT kişilerin hedef gösterilmesinden duyduğu kaygıyı dile getirdi. Meraklısına: Eşcinsellik, Uganda'nın da aralarında bulunduğu 70 ülkede suç kabul ediliyor ve cezalandırılıyor.
İstanbul'da Gümüşsuyu Mahallesinin muhtarı Çiğdem Nalbantoğlu, bir eğlence yerinin önünde kimlik kontrolü yapan polislerce tartaklandı. Kontrol sırasında kadın memurlarından biri Nalbantoğlu na "İlçeye gelen yeni emniyet müdürümüz ne kadar travesti, ibne, orospu varsa hepsinden iğrendiği için biz de defterlerini düreceğiz, temizleyeceğiz. Senin de GBT'ni alacağız, göreceğiz senin ne mal olduğunu" dedi. Polise, yaptıklarının 'keyfi' olduğunu söyleyen Nalbantoğlu diğer polisler tarafından da hakaret edilerek dövüldü. Nalbantoğlu'nun avukatı Erdal Doğan Olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu, idari soruşturma açılması için de Beyoğlu Kaymakamlığı'na da başvurdu... Amargi, Bursa Gökkuşağı Derneği, Demokratik Özgür Kadın Hareketi, Filmmor, Lambdaistanbul ve Mor Çatı, Çiğdem Nalbantoğlu'nun polis tarafından tartaklanmasını ve Beyoğlu emniyetinin eşcinsellere yönelik tutumunu protesto etmek için 18 Ağustosla Mor Çatı'da bir basın toplantısı düzenlendi. Kuruluşların imzasıyla yayınlanan basın açıklamasında şöyle dendi: "Polisin kadınlara ve eşcinsellere uyguladığı ayrımcılığı ve şiddeti protesto ediyoruz. Biz kadınları, can güvenlikleri bulunmamasına karşın evlerine göndermeye çalışan zihniyet, gece sokakta dolaşmamızı da istemiyor. Bizi ataerkil kadın ve erkek kalıplarına sıkıştırmaya çalışıyor. Zorunlu heteroseksüelliği dayatıyor. Cinsiyetçi önyargıları bulunduğu sürece polisin insan haklarına uygun davranması beklenebilir mi?.. Şiddet uygulayan polisler hakkında gerekli yasal işlemler derhal başlatılmalı, adalet, yargı, emniyet görevlilerinin önyargılı tutumları son bulmalıdır. Feminist ve eşcinseller, toplumdaki cinsiyetçi önyargıların, ataerkil kadın ve erkek rollerinin değişmesi için verdikleri mücadelede dayanışma içinde olacaklardır."
Bu yılki teması "İfade Özgürlüğü" olarak belirlenen Göteborg Uluslararası Kitap Fuarı'na katılmak üzere 19-22 Eylül tarihleri arasında İsveç'te bulunan Murathan Mungan, fuar kapsamında düzenlenen "Hikaye Anlatıcısının Rolü" başlıklı toplantıda bir konuşma yaptı ve İsveççeye çevrilen bir öyküsünü okudu.
Türk Hava Yolları'nda kendilerine "Ahrete inanma, namaz kılma, cinsel tercih, mastürbasyon" gibi konuları da içeren bir test uygulanmasına pilot ve hostesler tepki gösterdi. 566 soruluk Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri testi VIP ve CIP'deki yer personeline de gönderildi. Bu bölümlerde toplantı odalarına çağrılan personele bu kitapçık dağıtılarak ad ve soyadlarıyla birlikte soruların cevaplanması istendi. Anketin başlangıç sayfasında "Her soruyu okuyarak kendi durumunuza göre 'doğru' ya da 'yanlış' olup olmadığına karar veriniz. Soru sizin durumunuza uymuyor veya bu konuda bir şey bilmiyorsanız cevap kağıdı üzerine hiçbir işaret koymayınız. Kendiniz hakkında kendi kanınızı bildireceğinizi hatırınızdan çıkarmayınız" ifadeleri yer alıyordu. Bazı çalışanlar, zorunlu olarak cevaplanması istenen anketteki dini, siyasi ve cinsel yönelime ilişkin soruları yanıtlamayı reddetti. THY ise bu testin daha önce de kokpit ve kabin ekibi seçiminde kullanıldığını, pek çok hastane, klinik ve konuyla ilişkili firmaların da bu testi uyguladığını açıkladı. Anketi hazırlayan Psikiyatrik Eğitim Araştırma Danışma ve Tedavi Merkezi uzmanlarından Dr. Mustafa Güveli, "En az 30 yıllıktır; çalışanların eğitimlerini iyileştirebilmek için kişisel profillerini çıkarmaya yöneliktir" dediği testin 'tedirginlik yaratan' soruları için şu açıklamayı yaptı: "İçeriğinde bulunan dini, siyasi ya da cinsel içerikli sorular tamamen orijinaldir. Çünkü bireyin kişilik özellikleri içerisinde dini kaygıları ya da cinsel sorunları da önemlidir. Bu sorular bireyin kişilik özelliklerinin farklı alanlarına hitap ediyor." Meraklısına: Testte yer alan ve katılımcıların yorumlarının sorulduğu ifadelerden bazıları şöyle: "Mastürbasyonda cinsimin hayali tahrik eder", "Homoseksüelliği çok iğrenç buluyorum", "Rüyalarımın çoğu cinsel konularla ilgilidir", "Cinsellikte kadın da erkek kadar serbest olmalı"...
Yeniden Sağlık ve Eğitim Derneği ile Uluslararası Ecpat kuruluşu tarafından yapılan araştırmaya göre çocukların fuhuşa zorlandığı iller sıralamasında İstanbul ve Diyarbakır başı çekiyor. Ukrayna, Moldova ve Rusya gibi ülkelerle Türkiye'nin güneydoğusundan kaçırılan çocuklar İstanbul'da fuhuş pazarına itiliyor, kız çocuklar kendilerinden yaşça büyük erkeklerle para karşılığı zorla evlendiriliyor. Araştırmacılara göre sorunun çözümü için evden kaçan çocuklara yönelik rehabilitasyon amaçlı merkezlerin açılması öneriliyor. Meraklısına: Ecpat 76 ülkeden 85 üyeye sahip bir ağ. Amacı çocuklara yönelik ticari cinsel sömürüye dikkat çekerek dünya çapında bir farkındalık yaratmak. Alanya'da tatil yapan Danimarkalı eşcinsel çift Carsten Groth ile Torben Madsen'in düğünlerini burada yapmak istediklerine dile getirmesine tepki gösteren Alanya Müftüsü "Bu, insanlık ayıbı" dedi: "Hiçbir dinde böyle bir şey olamaz. Bu tür şeyler başımıza felaketler getirir. Yaygınlaşması halinde bela ve musibetler üzerimizden eksik olmaz."
İtalya'da gazeteci Marco Politi'nin, "lo, Prete Gay" (Ben, Gey Rahip) adlı kitabında 30'lu yaşlarındayken eşcinsel olduğunu keşfeden, ilk ilişkisini ise bir meslektaşıyla' yaşayan bir rahibin gerçek öyküsünü anlatması Vatikan'ı ayağa kaldırdı. İlk kez "Katolik Kilisesi'nde Eşcinsellik: Bir Gey Rahibin İtirafları" adıyla 2000 yılında yayınlanan kitabın yeni baskısı ilk hafta 15 bin sattı.
Yeni Zelanda'da Investigate dergisi, Başbakan Helen Clark'ın eşi Peter Davis'in eşcinsel olduğunu iddia etti. Derginin Davis'in bir erkekle öpüşürken çekilmiş fotoğraflarını yayımlaması üzerine Başbakan "Eşim eşcinsel değildir. Bizim 25 yıllık mutlu bir evliliğimiz var" açıklaması yaptı. Davis'in birlikte görüntülendiği ünlü doktor lan Scott ise bir gazeteye verdiği röportajda eşcinsel olduğunu ama uzun zamandır tanıdığı Davis'in eşcinsel olmadığını söyledi. Meraklısına: Ülke tarihinde ilk kez başbakan, eşini temize çıkarmak' için böyle bir açıklamada bulunuyor.
Feminist dergi "Pazartesi", yeni şekli ve içeriğiyle dosya başlıkları etrafında kadın olmak'ı tartışmaya devam ediyor. Daha önce "Aşk" ve "Cinsellik" konularını dosyalarıyla arşivlerdeki yerini alan Pazartesi, üçüncü sayısında feminizmin en tartışmalı konularından birini masaya yatırdı: Annelik! Anneler soruyor: "Burada çocuk bezi, kusmuk ve can sıkıntısından başka bir şey yok! Cennet nerede?"
AnkAa Sinema Derneöj'nin düzenlediği' Avrupa Filmleri Festivali-Gezici Festival 326 Kasım 2006 tarihleri arasında Ankara, Kars, Tiflis ve Baku'yu dolaştı. Bu sene 12.si düzenlenen festivalin programı eşcinsel sinemasının unutulmazlarıma yeni keşifleri bir arada sundu. Doğumunun 100. yılı dolayısıyla ünlü İtalyan yönetmen Luchino Visconti'nin 3 filmine yer veren festivalde yönetmenin unutulmaz 'Venedik'te Ölüm'ü, Türkiye'de Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu'nun sahneye uyarladığı, eşcinsel sinema klasiği 'Çılgınlar Kulübü' ve bu yıl Berlin Film Festivali'nde Pernille Fischer Christensen'e en iyi ilk film ödülünü kazandıran 'Sabun Köpüğü', keyifli bir seyir vadediyordu.
10
Polise yalan ihbarda bulunduğu için 5 gün kamu hizmeti 'cezası alan 80'li yılların ünlü pop şarkıcısı Boy George, New York'ta çöp topladı. İngiliz şarkıcıyı kamu hizmeti sırasında bir haberci ordusu izledi.
Bursa Valiliğince Gökkuşağı Derneği'nin kapatılmasını talep eden başvuruya Cumhuriyet Başsavcılığı "Eşcinsellik suç değil. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre kovuşturmaya gerek yok" yanıtını verdi. Valiliğin "hukuka ve ahlaka aykırı amaçlarla dernek kurulamayacağı" iddiasıyla yaptığı başvuru hakkında verilen kararda "Kurucu üyeler amaçlarının topluma uyum sağlamak, bir araya gelerek haklarını savunmak, kimliklerini anlatabilmek olduğunu, suç kastı ile hareket etmediklerini belirtmişlerdir" dendi. Başsavcılık yaptığı açıklamada, kararını verirken şüphelilerin genel anlayışa aykırı cinsel eğilimlerinin mevcut olduğu, bu eğilimlerin yasalarca suç sayılmadığı, dolayısıyla yasal dernek kurmak haklarını kullandıkları, somut olarak suç teşkil eden ve cezalandırılmayı gerektiren bir eylem içinde bulunmadıklarını ifade etti. Suudi Arabistan'ın yüksek tirajlı gazetelerinden El Vatan'da yer alan habere göre, polis, Jizan kasabasında yaşayan 20 erkeği "birbirleriyle evlilik bağı kurdukları" iddiasıyla gözaltına aldı. Haberde, şahısların "kadın özentisi" içinde oldukları belirtilirken, bugüne kadar polis tarafından yapılan operasyonda aynı suç kapsamında 250 kişinin gözaltına alındığı ve daha sonra serbest bırakıldıkları ifade edildi.
#
Dünyanın en ünlü ve 'en güzel1 çifti Angelina Jolie ile Brad Pitt, basının ne zaman evlenecekleri sorusunu "Amerika1 daki tüm eşcinsellere evlilik hakkı verilince" diye yanıtladı.
Kaos GL, eşcinsellerin insan haklarını görünür kılmak amacıyla yeni bir çalışmaya daha imza atıyor. Türkiyeli eşcinsellerin uğradıkları insan hakları ihlallerini belgeleyecek anket çalışması ve eşcinsellere yönelik ücretsiz yasal destek hizmeti sunacak olan Kaos GL Hukuk Hattı www.kaosgl.org adresinde!
Görsel sanatlar alanındaki işleri, uzun metrajlı film ve belgeselleriyle dünya çapında bir üne sahip olan sanatçı Kutluğ Ataman'm eserleri İsrailli sanatseverlerle buluşuyor. Tel Aviv yakınlarındaki Ramat Haşaron'da bulunan Herzliya Modern Sanatlar Müzesi'nde sergilenen video ve belgeselleri büyük ilgi gören Ataman'ı müze müdürü Dalia Levi, 'uluslararası bir yıldız' olarak niteliyor. Meraklısına: Ataman'ın eserleri 10 Şubat'a kadar Merzliya Modern Sanatlar Müzesi'nde görülebilecek.
İran'da Şahab Dervişi adlı bir eşcinsel 14 Kasım 2006 tarihinde Kerman şehrindeki Özgürlük Meydanı'nda halkın önünde idam edildi. Dervişi, yolsuzluk şebekesi örgütlemek, kasıtlı saldırı ve livata ile suçlanıyordu. İran'da geçen sene de Mahmoud Asgari ve Ayaz Marhoni adlı İranlı iki genç, eşcinsel oldukları için idam edilmişti. Meraklısına: Uluslararası Af Örgütü'nün raporuna göre 2005 yılında İran'da 94 eşcinsel idam 'cezasına' çarptırıldı.
11 İtalya'da Romano Prodi liderliğindeki merkez sol hükümetin, kilise veya belediyelerde kıyılan nikah dışında kalan fiili birlikteliklere de yasal statü kazandırmayı amaçlayan tasarıya yönetmen Ferzan Özpetek'ten destek geldi. Hem İtalya hem de Türkiye vatandaşı olan, yıllardır Roma'da yaşayan Özpetek, Medeni Dayanışma Sözleşmesi (MDS) adıyla bilinen yasa tasarısının, sadece eşcinseller değil, klasik evliliğe yanaşmamakla birlikte fiili birliktelik halindeki kişiler açısından da olumlu bir gelişme olduğunu belirtti. Özpetek, La Repubblica gazetesine verdiği demeçte "Yasalar liberal olmalı. Eşcinseller arası birliktelik de yasallaştırılabilir. Ama şahsen, bu türden bir birlikteliği taklit etmeye kalkışmam" dedi. Yasa tasarısına karşı çıkanların 'kötü niyetli' olduğunu söyleyen Özpetek, bu itirazların, oy kaygısından kaynaklandığını söyledi.
Pembe Hayat Derneği, türkücü Mustafa Topaloğlu'nun bir televizyon programında "Bülent Bey! Assalar sana 'hanım' demem! Ben Allah'ın yarattığı şekliyle seslenirim; Allah erkek dünyaya getirmiş öyle gidecektir!" sözleri üzerine 11 Aralıkta basın açıklaması düzenledi. "Mustafa Topaloğlu, Bülent Ersoy'dan özür dilemeli" denilen açıklamada Bülent Ersoy'un şimdiye kadar travesti ve transeksüellere sahip çıkmadığı, Ülker Sokak ve Eryaman'da yaşayan travesti ve transeksüellere yönelik şiddet olayları ile Bursa'da engellenen eşcinsel yürüyüşünü uzaktan izlediği belirtilerek "Ama biz travesti ve transeksueller olarak Bülten Ersoy'u yalnız bırakmayacağız" dendi. Cinsiyetçi ve transfobik erkek zihniyetinin kınandığı açıklama şöyle devam etti: "Mustafa Topaloğlu na artık 'uzaylı' olmak yetmiyor, transfobisiyle ünlü olmaya çalışıyor. Transeksüellik bir hastalık, sapkınlık değildir. Transeksuel realitesini görmemek ise bir tedavi edilebilen bir sapkınlıktır, bir hastalıktır."
İsrail'de, Adalet Yüksek Mahkemesi, yurt dışında evlenen beş eşcinsel çiftin evliliklerini geçerli saydı. İsrail'deki eşcinsellerin temsilcilerinden olan ve partneriyle Kanada'da evlenen İtay Pinkas bunun eşcinsel toplumu ve demokrasi için tarihi bir karar olduğunu söyledi. Karar mahkemede bire karşı 6 oyla kabul edildi. Meraklısına: Geçen aylarda Kudüs'te yapılan ve İsrail'de büyük çalkantılara neden olan eşcinsel yürüyüşünün mahkemenin bu kararında etkili olduğu belirtiliyor. Arjantin Yüksek Mahkemesi Travesti ve Transeksüel Kimlik için Mücadele Derneği'ni (ALITT) yasal olarak tanıdı. Böylece Mahkeme daha önce Arjantin Adalet müfettişliği ve sivil mahkeme tarafından açıklanan ve ALITT'in amacının kabul edilemez olduğunu öngören kararı geçersiz kılmış oldu. Karar, ALITT'e transgender topluluğu adına tarafsız savunuculuk yapma hakkını da verdi. Mahkeme derneğin yasal statüsünün inkar edilmesinin ayrımcılık ve derneğin özgürlüğüne bir saldırı olacağını, bu yüzden böyle bir karar verildiğini açıkladı. Meraklısına: Arjantin 29 Haziran'da tarihindeki ilk ulusal travesti ve transeksüel yürüyüşüne sahne olmuştu.
12
Fransa'nın Strasbourg şehrinde 13-14 Kasım 2006 tarihleri arasında yapılan "İnsan Hakları Savunucularının Desteklenmesi ve Korunması" başlıklı toplantıya Türkiye'den yalnızca Kaos GL ile İnsan Hakları Derneği katıldı. Kaos GL bu toplantıda ILGA-Europe ile birlikte Avrupa genelinde eşcinselleri temsil eden iki örgütten biriydi. Toplantı sonucunda, medyanın homofobik olmayan bir tavırla GLBT haklarına daha duyarlı haber yapmasını sağlayacak mekanizmanın oluşturulması ve eşcinsel görünürlüğünün artırılmasına yönelik adımlar atılması kararlaştırıldı. Meraklısına: Bu toplantı Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu'nun Ekim ve Kasım aylarında çeşitli ülkelerde STK'lerle yaptıkları toplantıların devamı niteliğindeydi. Görüşmelerin Türkiye ayağı 1 Kasım'da Ankara'da gerçekleşmiş, toplantıya İnsan Hakları Komisyoneri Thommas Hammerberg katılmıştı. Komisyon, 2006 Türkiye İnsan Hakları raporunu hazırlamadan önce Şubat 2007de bir kez daha Türkiye'yi ziyaret edecek ve sivil toplum kuruluşlarıyla bir görüşme daha yapacak.
ABD'nin Havvaii eyaletinde Eğitim İdaresi seçimlerini ülke tarihinde ilk kez bir transeksüel aday kazandı. İdari kadroda yer alacak üç üst düzey ismin belirlendiği seçimlere altı aday katılmıştı. Eyaletteki 285 okulun yönetiminden sorumlu olan 14 üyeli heyette görev alacak olan avukat Kim Coco Ivvamoto, transeksüel hakları için uzun süredir mücadele ediyor. Meraklısına: Ivvamoto, Ulusal Transeksüel Hakları Derneği'nin de üyesi. Kaos GL'li Kadınlar tarafından düzenlenen Kadın Kadına Öykü Yarışmasfnın ikincisi başladı. "İlk Adım, İlk Kadın, İlk Aşk" konulu yarışmaya kadınların kaleminden kadın kadına yaşanan mutlu aşkların anlatıldığı öyküler katılacak. Ayrıntılı bilgi www.kaosgl.org'da. İngiltere Ulusal İstatistik Bürosunun yayımladığı resmi istatistiklere göre, eşcinsel evliliğine izin veren yasanın yürürlüğe girmesini izleyen 10 ay içinde İngiltere'de 14 bin 84, Galler'de 537, İskoçya'da 942 ve Kuzey İrlanda'da 109 eşcinsel evlendi. Güney Afrika parlamentosu, eşcinsel evliliğini yasallaştıran tasarıyı kabul ederek Afrika kıtasında eşcinsellerin evlenmesine izin veren ilk ülke oldu. Dini grupların ve geleneksel kabile liderlerinin eleştirileri ile karşılaşan iktidardaki Afrika Ulusal Kongresi'nin İçişleri Bakanı Nosivivve Mapisa-Nqakula, Güney Afrika'nın eşcinsellere yönelik olumsuz tavır da dahil her türlü ayrımcılık ve önyargıyla mücadele etmesi gerektiğini savundu. Eşcinsel hakları savunucuları ise yasada yetkililere, vicdan ve dini inançlarına uymuyorsa törenleri yönetmeme hakkı veren bir maddeyi eleştirdi. Tasarıya şiddetle muhalefet edenlerin başında Afrika Hıristiyan Demokrat Partisi geliyordu. Partinin lideri Rahip Kenneth Meshoe, kararı destekleyenlerin Tann'nın gazabıyla karşı karşıya kalacağını savundu. Güney Afrika'daki en yüksek mahkeme bir yıl önce, anayasaya göre eşcinsellerin de evlenmeye hakkı olduğuna hükmetmiş ve parlamentoya bu konudaki yasayı değiştirmesi için bir yıl süre tanımıştı. Meraklısına: Eşcinsellik, Afrika'nın pek çok bölgesinde halen tabu. Nijerya'da eşcinsel evlilik törenlerine katılanların bile cezalandırılmasına yönelik bir yasa tasarısı gündemde.
Lezbiyen tenisçi Martina Navratilova, eşcinsel koçların nasıl heteroseksüel koçlara 'dönüştürüleceğinin' yollarını araştıran Oregon Eyalet Üniversitesi ve Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'ne tepki gösterdi ve rektörlere gönderdiği mektupta, önde gelen eğitim kurumlarının bu kadar homofobik ve eziyet verici deneyler yapmasını eleştirdi. Hayvan hakları savunucusu PETA örgütü ile işbirliği yapan Navratilova mektubunda bu çalışmalara bir an önce son verilmesi ricasında bulundu. Meraklısına: ABD'de ilk olarak 1995te, damızlık bazı koçların, koyunlarla çiftleşmeyi reddettiği gözlenmişti. Uzmanlar, koçların yüzde 8-10 kadarının 'eşcinsel eğilimli' olduğunu savundu.
Almanya'nın Mecklenburg Vorpommem eyaletinde yapılan seçimde iktidardaki CDU oy kaybına uğrarken, Neo-Nazi eğilimli Milliyetçi Demokrat Parti (NPD) yüzde 7.3 oy oranıyla eyalet m e c l i s i n e g i r d i . Eşcinselliğini gizlemeyen Eyalet Başbakanı Klaus Wowereit, NPD'nin yasaklanmasından yana olduğunu açıkladı.
Manken Şebnem Schaefer, bir zamanlar birlikte olduğu meslektaşı Şenol İpek ve şarkıcı Özcan Deniz'in biseksüel olduklarını iddia etti. Bir dönem ekranlarda "bakire raporu"yla görünen Schaefer, "Şu an için hayatımda kimseyi istemiyorum ama olacaksa eğer, artık o kişiden adamlık raporu' isteyeceğim" dedi. Bir televizyon kanalında yayınlanan programda Şenol İpek ve Özcan Deniz'in biseksüel olduğunu açıklayan' Schaefer "Bunu cep telefonlarına gelen mesajlardan öğrendim" dedi. Meraklısına: Özcan Deniz, Şebnem Schaefer ile annesi hakkında 100 bin YTL'lik manevi tazminat davası açtı. Deniz'in avukatı suç duyurusu dilekçesinde 'biseksüel' ifadesinin müvekkilini 'küçük düşürdüğünü' söyledi.
Hindistanlı edebiyat, sinema ve akademi dünyasının önde gelen yüzden fazla ismi, "kolonyel dönemden kalma", eşcinselliği cezai bir saldırı olarak niteleyen yasaya karşı geçtiğimiz hafta sonu harekete geçti. Aydınların imzaladığı açık mektupta, söz konusu yasanın "cinsel anlamda azınlık durumunda bulunanların sistematik olarak baskı altında tutulması, şantaja ve saldırıya maruz bırakılması ve tutuklanması" yönünde bir araç olarak kullanıldığı ifade edildi. Hindistan ceza yasasının eşcinsellere ayrılan bölümünün Victoria döneminde geylere karşı takınılan bağnaz tavrı taşıdığını vurgulayan aydınlar, yasanın bir an önce kaldırılması çağrısında bulundu. Meraklısına: Mektupta, Nobel ödüllü Amartya Sen, geçen yıl Türkiye'ye 'Irak Dünya Mahkemesi' için gelen Booker ödüllü Arundhati Roy ve yazar Vikram Seth'in de imzası bulunuyor.
Annals of Internal Medicine dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, gey olduğunu reddeden birçok erkek, hemcinsiyle ilişkiye girdiği halde kendisini heteroseksüel olarak tanımlıyor. Sağlık Bakanlığının 2003 te New York'ta yaptığı anket sonuçlarını değerlendiren araştırma, HİVya da cinsel ilişkiye bağlı bir hastalıkla ilgili muayene yapan doktorların, erkek hastalara kendini nasıl tanımladığından çok cinsel yönelimleriyle ilgili spesifik sorular sormaları gerektiğini ortaya koydu. Reuters ajansı, Türkiye'deki travesti ve transeksüelleri haberlerine yansıttı. Selçuk Gökoluk imzasıyla yayınlanan haberde Türkiye'de travesti ve transeksüellere yönelik şiddet ve ayrımcılığın 'ciddi boyutta' olduğuna dikkat çekildi. Gökoluk, Avrupa Birliği sürecinde de travesti ve transeksüellere yönelik ayrımcılık konusunda yol kat edilemediğini belirtti. Haberde 1980lerde 'İstanbul'u temizlemek' için eşcinsellerin trene bindirilip götürüldüğü ve geçtiğimiz aylarda Bursa'da travesti ve transeksüellerin yürüyüşünün engellendiği de hatırlatıldı. 30 Eylül-1 Ekim 2006 tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleştirilen Türkiye Sosyal Forumu'nun son gününde "Eşcinsel, Biseksüel, Travesti ve Transeksüellerin Sorunları" başlıklı bir seminer düzenlendi. Lambdaistanbul'dan Demet Demir, Sedef Çakmak ve Yeşim Başaran'ın konuşmacı olarak katıldıkları seminerde Türkiye'deki eşcinsellerin durumu üzerine sunumlar yapıldı. Star TV'de yayınlanan Popstar Alaturka yarışmasında, yarışmacılardan birinin yeteneğiyle değerlendirilmeyip "kırık olduğu için" elemeleri geçemediğinin belirtilmesine jüri üyesi Bülent Ersoy tepki gösterdi. Lambdaistanbul, televizyon kanalına ve programın yapım sorumlusu Armağan Çaglayan'a yazdığı mektupta, yarışmacının eşcinsel olduğu ima edilerek haksızlığa uğramasını protesto etti. Mektupta "Yasalar LGBTT bireylere yönelik ayrımcılığı suç olarak tanımlamadıkça pek çok insan yeteneklerini, bilgi birikimini, becerilerini kullanmak isterken çeşitli engellemelerle karşılaşacak ve yasalar da bu engellemelerin destekleyicisi olmaya devam edecek" dendi. Lambdaistanbul mektubunda programın yapımcılarından bu hatayı düzeltmelerini istedi.
13
uğur yüksel Tezer Özlü'nün, yaşamın zamansızlığını anlatırken "Henüz kararmayan havanın ardından hemen yine günün ağarması gibi" deyişi geliyor aklıma. Kuzey Avrupa'nın beyaz gecelerine yol alırken aklımdan bir türlü çıkmıyor Tezer'in bu sözü. Stockholm'e doğru yolculuğun ilk hevesiydi bu: Ingmar Bergman'ın beyaz gecelerini görebilmek. Bir de isveç sinemasının dünyaya armağanı Greta Garbo'nun doğduğu kente gitmenin hevesi. Soğuk, yağmurlu ve karanlık bir günün sonunda Stockholm'e varmak: ilk gün. Sonra, gün ışığını görmek... Düzenli, steril bir kentle karşılaşmak... Henüz beyaz değilse de saydam bir kuzey kentiyle tanışmak... Özenle korunan eski binalara, metronun ağını kentin her yerine nasıl da ördüğüne şaşırmak... İnsanların her şey yolundaymış gibi davranmalarına da şaşırmak... Türkiyeli birçok sanatçı ve düşünürün sürgün yeri olan bu kentin kısa bir sürede sürgüne dönüşmesine şaşırmak... Pride Köyü'nün büyüklüğüne ve İsveçli eşcinsellerin gurur günündeki kalabalığa şaşırmak... Ağustos ayı olduğu için beyaz geceleri görememek sonra. Sonra Greta Garbo'yu her sayıklayışımda onu tanımamalarına ya da gey ikonuna dönüştürmemiş olmalarına öfkelenmek... Her şeye rağmen izlemek... izlemek... Başkabiryer'de olduğunu bilmek ve bunu hiç unutmamak!.. Birçok açıdan 'başkabiryer'de olmak demekti bu yolculuk. Ezberlenmiş önyargıların, sebepsiz nefretin, hünerle kotarılmış şiddet eylemlerinin, haksız ayrımcılıkların başkalaşması, 'başkabirşey'i dönüşmesi için verilen mücadelenin duraklarından biriydi uğradığımız. Tarihi, sanatı, kültürü ve kendine özgü dinginliğiyle Stockholm, bu kez Türkiyeli eşcinselleri ağırlıyordu. İsveç'in en önemli eşcinsel örgütü RFSL ile Haziran'da Ankara'da başlayıp Ağustos'ta İsveç'te devam eden yolculuğun bir diğer adıydı bu. Bu yolculuğun izlerini İsmail, Ali ve Burcu'nun kaleminden okuyacaksınız.
15
GLBT Yayıncılığında "Olof Palme Center/ RFSL / Kaos GL" işbirliği ismail alacaoğlu
16
‹sveç'te faaliyet gösteren Olof Palme Center'›n maddi deste¤iyle hayata geçirdi¤imiz “GLBT Yay›nc›l›¤›” konulu projenin ikinci etkinli¤ini a¤ustos ay›nda ‹sveç'in baflkenti Stockholm'de gerçeklefltirdik. Eflcinsel örgütü RFSL ile Kaos GL ortakl›¤›nda yürütülen projenin, ilkini Ankara'da düzenledi¤imiz atölye çal›flmalar›n›n ikincisi de oldukça verimli geçti. Dünyan›n en eski GLBT organizasyonlar›ndan biri olan RFSL ile ilk kez birlikte çal›fl›yor olmak bizi hem heyecanland›rd› hem de çok mutlu etti. Çünkü alan›nda oldukça baflar›l› ifllere imza atan köklü bir kuruluflun deneyimlerinden yararlanmak, bizlerle paylaflacaklar› birikimlerini Türkiye'deki GLBT toplumuna aktarmak ve dünyadaki eflcinsel hareketiyle iliflki ve iflbirliklerinin kurulmas›na olanak yaratmak amac›ndayd›k. Ankara ve ‹sveç'te gerçekle › tirdi¤imiz “GLBT Yay›nc›l›¤›” atölyelerinden ç›kan sonuçlar Kaos GL dergisinde özel bir dosya ile okurlar›m›zla paylaflmak istedik. Kat›l›mc›lar›n deneyimleri, tan›kl›klar› ve yorumlar›yla yer ald›klar› bu dosyan›n Türkiye ile ‹sveç aras›nda bir köprü kuraca¤›na ve her iki ülkedeki GLBT çal›flmalar›na katk›da bulunaca¤›na inan›yoruz. RFSL Kimdir? RFSL dünyan›n en eski GLBT organizasyonlar›ndan biri. 1950 y›l›nda Danimarka GLBT Federasyonunun bir flubesi olarak kuruldu. ‹ki y›l sonra, bugünkü ad›n› alarak ba¤›ms›z bir organizasyon olarak ‹sveç'te faaliyet göstermeye bafllad›. fiu anda ‹sveç'te kuzeyde Pitea flehrinden güneydeki Malmö'ye kadar 30 flubesi ve 6 bin üyesi bulunan RFSL, GLBT toplulu¤unun yaflam kalitesini yükseltmek için çal›fl›yor, lobicilik yap›yor, sosyal ve kültürel etkinlikler düzenliyor. Örgüt ayn› zamanda, uluslararas› alanda ILGA (Uluslararas› Gey ve Lezbiyen Derne¤i) ve komflu ülkelerdeki GLBT örgütleriyle de iflbirli¤ini sürdürüyor. HIV/AIDS ve di¤er cinsel yolla bulaflan hastal›klara karfl› GLBT toplumunu bilinçlendirmeyi amaçlayan çal›flmalar da yapan RFSL'nin, y›lda 10 say› yay›nlanan “Kom Ut” adl› bir dergisi de bulunuyor. Atölye Çal›flmas› - Ankara Proje çerçevesinde planlanan atölye çal›flmalar›ndan ilki 16-20 Haziran 2006 tarihleri aras›nda Kaos GL'nin ofisinde gerçeklefltirildi. RFSL'den 4 kiflilik bir ekip bu atölye için Ankara'ya geldi. Atölye çal›flmas›nda; Türkiye'deki GLBT yay›nc›l›¤›, Kaos GL dergisinin tarihi, Türkiyeli eflcinsellerin sorunlar› ve eflcinsel hareketin dünden bugüne nas›l bir geliflme gösterdi¤i üzerinde durduk. Ayr›ca, Türkiye'deki biseksüel ve eflcinsel
kad›nlar›n sorunlar› üzerine sadece kad›nlar›n kat›l›m›na aç›k olan özel bir atölye gerçeklefltirdik. RFSL ekibinde yer alan, proje sorumlusu Mathilda, Kom Ut'un editörü Anna-Maria, genel yay›n yönetmeni Anna-Karin ve dergi çal›flanlar›ndan Ulf ile, Kaos GL dergisi ile RFSL'nin yay›n organ› Kom Ut aras›nda bilgi ve belge al›flveriflini içeren yeni bir çal›flman›n da ana hatlar›n› bu buluflmada oluflturduk. Atölye Çal›flmas› - Stockholm Projenin ikinci buluflmas› 1-6 A¤ustos tarihleri aras›nda ‹sveç'te yap›ld›. Kaos GL dergisinde sorumluluk üstlenen Ali, derginin genel yay›n yönetmeni U¤ur, proje koordinatörü ‹smail ve Kaos GL'li kad›nlar› temsilen de Burcu, Stockholm atölyesinin kat›l›mc›lar›yd›. RFSL, bizim için oldukça güzel bir program haz›rlam›flt›. Atölye çal›flmas›n›n en önemli bölümü, ‹sveç'teki GLBT yay›nc›l›¤›n›n geçmiflini ve bugününü de¤erlendirdi¤imiz oturumdu. ‹sveç parlamentosundaki 6 partinin GLBT temsilcilerinin ‹sveçli GLBT bireylerle bir araya geldi¤i ve çal›flmalar›n› anlatt›¤› toplant›, queer aktivizminin tart›fl›ld›¤› atölye, parti liderlerinin GLBT toplumu ile yapt›klar› söylefli, kendi partilerinin GLBT toplulu¤una yönelik politikalar›n› paylaflt›klar›, gelen sorular› ve elefltirileri yan›tlad›klar› toplant› da kat›ld›¤›m›z di¤er etkinliklerdi. RFSL özellikle bu tarihleri seçmiflti, çünkü, “Stockholm Pride” tam da bu tarihlere denk geliyordu. Türkiye'de ne yaz›k ki hâlâ ba › aramad›¤›m›z eflcinsel onur günü etkinliklerine ‹sveç'te katlm›fl olduk! Bu özel dosyada yurt d›fl›ndaki yay›nc›l›k deneyimlerinin yan› s›ra Pride'dan notlar da bulacaks›n›z. RFSL ile iflbirli¤i 2007'de de sürecek Ankara'da üzerinde çal›flt›¤›m›z ve 15 A¤ustos'ta Olof Palme Center'a sundu¤umuz proje kabul edilirse RFSL ile gelecek y›l yine birlikte çal›flaca¤›z. Bu proje ile; •Kaos GL dergisinin bir y›l içerisinde ç›karaca¤› 6 say›n›n bas›m ve da¤›t›m›; •Kom Ut ve Kaos GL dergisi yazarlar›n›n her iki dergi için de makaleler yazmas›; •Bir y›l›n sonunda Kaos GL dergisinin bugüne kadar hayalini kurdu¤u da¤›t›m a¤›n› oluflturmas› ve daha çok okura ulaflmas›; •Derginin kendi kendini finanse edebilece¤i sat›fl adedine ve abone say›s›na ulaflmas› ve kendi ayaklar› üzerinde duran bir dergi haline gelmesi hedefleniyor.
GLBT ile imtihanı İsveç GLBT Hakları Federasyonu RFSL'nin Türkiye ziyareti, tam bir "Kaos GL-RFSL iş görüşmesi" gibi geçmişti. LGBT yayıncılığı üzerine bir hafta boyunca süren bir toplantıda haliyle Kaos GL dergisini ele almıştık. Deneyimleri ve çalışmaları paylaşmak, işbirliği alanlarımızı genişletmek üzere ağustosun ilk haftası, Kaos GL ekibi olarak Stockholm'de RFSL'nin ev sahipliğinde düzenlenen toplantılara katıldık. Gazeteci Anna Maria Sörberg ile Jon Voss'tan "İsveç'te GLBT Medyası" sürecini ve deneyimlerini dinlerken bağımsız ve özgürlükçü bir GLBT yayını için Kaos GL dergisinde yaşadığımız zorlukların yalnızca bize özgü sorunlar olmadığını gördük. Bugün biri RFSL'nin yayınladığı "Kom Ut" olmak üzere iki eşcinsel yayın çıkıyor Stockholm'de. A n n a - M a r i a ' n i n öncülüğünde yayımlanan feminist-anarşist "ûueer Zon" adlı derginin yayın hayatına devam etmediğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Zaten Pride etkinliklerinden "ûueer aktivizm" toplantısına katılanların sayısı da 5 0 y i g e ç m i y o r d u ! İstanbul'dan daha fazla olmayan nüfusuyla İsveç toplumunun üç-beş GLBT yayını kaldırmayacağı doğru olsa da "sorun"un, anaakım yaklaşımların GLBT topluluğu da etki alanına almasından kaynaklandığını söylemek mümkün. Anna-Maria'nın söylediğine göre tamamen renkli ve kaliteli bir yayın hazırladıkları halde "ûueer Zon"un söylemindeki tuhaflık ilan verenlerin de gözünden kaçmamış! Metroda dağıtılan gazetelerde olduğu gibi yaygın İsveç medyasında da GLBT konularının ve haberlerin kendine yer bulduğu görülüyor. RFSL'nin yayınladığı "Kom Uf'un kurumsal bir bülten olmaması için gösterilen özen ve izlenen politika, RFSL'nin rutin etkinlikleri ve programının ayrı bir dosya olarak verilmesi gibi pratik çözümlerle amacına ulaşmış gözüküyor. Elbette ki internetin etkisi İsveç'te de aynı şekilde olmuş ancak bu durumu bir problem olarak yaşamaktansa yayınlar ve internet içerikleriyle GLBT bireylerin beklentileri üzerinden katılımı ve çeşitliliği yakalamışlar. Aynı çeşitlilik bir festivale dönüşen Pride da da karşımıza çıktı. İsveç toplumunda GLBT konularıyla ilgili her söz ve aktivite ile her türden insan çeşitliliği yan yanaydı. Pride'ın dev şirketlerce desteklenmesi "ticarileştiği" eleştirilerini beraberinde getiriyordu. Aradaki mesafe beş dakikayı geçmese
alierol
de Pride Köyü (eğlence) ile Pride Evinin (tartışma) ayrılması, onca güler yüzlü İsveç polisine rağmen Nazi artığı İsveçli faşistlerin köye yaklaşıp bir iki geye saldırabilmeleri ve daha pek çok konu tartışılıyordu. Dekadansdan siyasi partilere, geylezbiyen polislerden subaylara her türlü GLBT hakları savunucuları Pride Köyünden pride parade'a kadar yan yana ve hep birlikte! Stockholm polisinin açıklamasına ve İsveç medyasının bildirdiğine göre bu yi I ki yürüyüşte katılım rekoru kırılmış. İnsan merak ediyor, Nazi artığı faşist partileri saymazsak, İsveç toplumunda homofobinin önüne geçilmesinde geriye hangi engelin kaldığını! TBMM'de eşcinsellik bir küfür veya hakaretmişçesine telaffuz edilirken İsveç parlamentosunda partiler üstü bir GLBT grubu bulunuyor. GLBT grubu lafın gelişi; grup üyelerinin tamamı gey parlamenterlerden oluşuyor. Öut olmasalar da parlamentoda lezbiyen parlamenterlerin de olduğu söyleniyor. Hıristiyan Parti haricinde tüm partilerden gey parlamenterler İsveç toplumundaki homofobiye karşı yasaları değiştirme mücadelesi veriyorlar. Irkçı partiler dışında, Hıristiyan Parti dahil tüm parti liderleri GLBT topluluğunun karşısında görüşlerini açıklarken meclisteki gey üyelerinin mücadelelerinin hiç de kolay olmadığı ortaya çıkıyor. Hıristiyanından burjuvasına, feministlerden sol partiye herkes homofobiye ve şiddete karşı duracağına söz veriyor GLBT topluluğu ve medyanın huzurunda! Tabii ki politikacı her yerde politikacı! Haliyle demagoji ve "dostlar alışverişte görsün" kaypaklığı arasında verilen sözlerin takibi GLBT topluluğuna düşüyor. Yine de Türkiye'de de partiler, homofobi ve şiddete karşı benzer bir söz verseler, yalan da olsa hoşumuza gitmez miydi?
17
Stockholm: "Kadınların elindeki şehir"* burcu ersoy “Herkes eflcinselmifl gibi geldi” dedi U¤ur, Stockholm sokaklar›nda yürüdü¤ümüz bir iki günün ard›ndan. Sonra, bir gece yolumuz arka sokaklara düflünce, bile¤imizdeki pembe bantlarla sokaktaki insanlar›n gözlerini dikti¤i iki eflcinsel olmufltuk oysa. Stockholm Pride etkinliklerine denk gelen ‹sveç ziyaretimizde kardefl grup RFSL'nin misafirleriydik a¤ustos ayn›n ilk haftas›. E flehrin gündeminde Pride olunca, flehrin en kalabal›k ve merkezi caddelerinde kendimizi cennette sanmam›z zor olmam›flt›. Tabii ki, sadece Pride Köyü ne girenlerin bileklerine tak›lan bantlar de¤ildi U¤ur'a o cümleyi kurdurtan, radarlar›m›z da aç›kt› diyelim! Benim radarlar›m› f›ld›r f›ld›r döndüren ise, baflka bir cümleydi: “Ne kadar çok kad›n var!”. Her gün birkaç kez tekrarlad›¤›m bu cümle, Stockholm izlenimlerimin odak noktas›n› belirledi.
18
Befl günün sonunda Türkiye'ye döndü¤ümde nas›l geçti¤ini soran herkese, her yerde kad›nlar oldu¤unu, hatta kad›nlar›n ço¤unlu¤u oluflturdu¤unu söyleyip durdum. Asl›nda, haziran ay›nda Ankara'daki buluflmam›zda RFSL'nin Kaos GL'yi ziyarete bir erkek ve üç kad›n olarak gelmesi de tesadüf de¤ildi elbette. Daha o zamandan, “bak biz bir kad›n› bile zor bulurken, onlar ço¤unlukta kad›nlar” demelerimiz bafllam›flt›. Kendi ülkelerindeki deneyimlerini paylafl›rken de GLBT hareketindeki aktif kad›n ço¤unlu¤undan bahsetmifllerdi ayr›ca. Yani, benimkisi beklenmedik bir durum karfl›s›ndaki flaflk›nl›ktan çok, tahminlerimi de aflan bir manzara karfl›s›ndaki bir sevinç ünlemiydi! Çoktu da nerelerdeydi, neler yap›yordu bu kad›nlar?.. RFSL'nin kendi yay›n› olan dergileri Kom Ut'un editörü Mathilda, derne¤in baflkan yard›mc›s› Anna-Karin, hem dergide hem de ba¤›ms›z bir gazetede çal›flan Anna-Maria Ankara'da a¤›rlad›¤›m›z üç kad›nd› zaten. Stockholm'deki ilk günümüzde RFSL'in mekan›nda, hayat›mda ilk kez GLBT bir yerde gözüm erkekleri arad› do¤rusu. Biz üç erkek ve bir kad›nd›k, ama bizim varl›¤›m›z bile kad›n-erkek oran›n› dengelemeye yetmiyordu. Bu ilk günkü toplant›m›zda, RFSL'in dergisinin tarihçesi ve ‹sveç'teki di¤er gelmifl geçmifl GLBT yay›nlar› hakk›nda bilgilenirken, 80'li y›llardan beri anaak›m medyada gazetecilik yapan Anna-Maria, Zom adl› bir dergiden bahsetti. Tüm çal›flanlar› ve yazarlar› kad›n olan feminist dergi Zom'da queer ve feminizm konular›nda politik yaz›lar yer al›yormufl. Anna-Maria, önemli bir yay›nc›l›k takti¤i olarak söz etti¤i, kapa¤›ndan her sayfas›nda kullan›lan görsel malzemelere kadar herkesin ilgi çekici bularak sat›n alabilece¤i bir görünümde ama tamamen politik bir içeri¤i olan Zom'un her say›s›ndan birer nüsha verdi bize. Tabi ‹sveççe olmas› nedeniyle, biz gerçekten yaz›lar›ndan faydalanamay›p sadece resimlerine bakabildik ama olsun, benim için tamamen kad›nlar›n yarat›s› olan bir ürünü elimde tutmak her zaman özeldir. Ç›kt›k RFSL'nin mekan›ndan, geldik Pride Park'a ve Pride House'a. Yine her yerde
kad›nlar var. Art›k bir ara, acaba bu alg›da seçicilik mi, diye sordum U¤ur'a. Hay›r valla da billa da kad›nlar ço¤unlukta! RFSL'den kad›n arkadafllar, seminerlerin yap›ld›¤› yerde kad›nlar›n, panay›r alan› olan konser vb. etkinliklerin oldu¤u Pride Park'ta ise erkeklerin ço¤unlukta oldu¤unu görece¤imi söylemifllerdi. Ancak, benim gözlemimde, iki alanda da kad›n daha çoktu. fiunu da söylemeden geçemeyece¤im: Hani girifl ücreti ve içerideki mamullerin fiyat›n›n yüksek oldu¤u konser gibi etkinlikleri d›flar›dan takip edebildi¤imiz belefl tepeler vard›r ya, bir benzeri Pride Park'›n hemen d›fl›ndaki çimenliklerde yaflat›l›yordu. Günlük girifl ücretini ve bira fiyatlar›n› pahal› bulan epey genifl bir kalabal›k, bu çimenliklerde marketten ald›klar› biralar› yudumlayarak ifltirak ediyordu Pride Park alan›n›n renkli havas›na. Yine kad›nlar diyece¤im, 'anlad›k be yeter!' diyeceksiniz ama bu sefer farkl› bir yorumum var. “‹sveç'in di¤er Avrupa ülkelerine göre cinsler aras› eflitlik ve pozitif ayr›mc›l›¤a karfl› gelifltirdi¤i yasalar ile daha olumlu çizgide h›zla ilerledi¤i kabul edilse de, hâlâ ciddi toplumsal ve siyasi sorunlar yaflan›yor. Baz› ifl dallar›nda kad›nlar hâlâ erkeklerden yüzde 20-25 oran›nda daha az maafl al›yor.(1) Dolay›s›yla, asl›nda panay›r alan›n›n içindekinden daha çok kad›n› çimenlerde serilirken bulmam da tesadüf de¤il. Seminerlerin, atölye çal›flmalar›n›n, söyleflilerin, panellerin ve di¤er tüm toplant›lar›n gerçeklefltirildi¤i Pride House için, bir orta ö¤renim kurumunun devasa binas› ve bahçesi bir hafta boyunca etkinliklere tahsis edilmiflti. ‹sveççemiz olmad›¤›ndan, tercüman›m›zla birlikte çok az say›da toplant›ya kat›labildik ama burada da panelistlerden organizatörlere, görevlilere kadar neredeyse herkesin kad›n oldu¤unu söyleme gerek yok san›r›m. Bu arada, dinlemeyi çok istedi¤im halde teknik yetersizliklerden dolay› Ana-Maria'n›n da konuflmac› oldu¤u queer söyleflisine kat›lamad›m ama kendisini lezbiyen/biseksüel olarak tan›mlamay›p “I am a queer” diyen kad›nlarla tan›flma ve sohbet f›rsat›m oldu. Kaos GL olarak Türkiye'deki durumu paylaflmak üzere haz›r bulundu¤umuz söylefli, en az kad›n konuflmac› olan›yd› diyebilirim. Bu en az kad›n konuflmac›y› temsilen, Türkiye'de kad›nlar›n genelde evden d›flar› ç›kmaya izni olmay›p çocuklar›na ve ev ifllerine bakmakla sorumlu olduklar›n› bildi¤ini(!) söyleyerek bu durumun eflcinseller cephesinde nas›l oldu¤unun de¤erlendirmesini bekleyen kat›l›mc›n›n sorusunun muhatab› da ben oldum tabii. Bu bilgiye Türkiye'de yaflayan akrabalar› ve k›sa bir süre ülkemizde bulunmufl olmas›yla ulaflt›¤›n› belirten arkadafla, bunun tüm kad›nlar için o derece vahim olmad›¤›n›, ekonomik ba¤›ms›zl›¤›n› ilan edebilmifl ve ‹sveç'e kadar gelebilecek özgürlü¤e eriflmifl bir kad›n olarak kendimi örnekleyip yan›t verdim, ama bir kad›n›n lezbiyen olmas› onu tecavüzden kurtarmaz gibisinden aç›klamalar yapmaya çal›flarak. Daha ilginci, önyarg›larla beslenmifl, ço¤unlu¤u Müslüman bir ülkeden gelenlere yöneltilen merak dolu baflka sorularla da karfl›laflt›k tabii. Ancak, hepsini burada zikretmeme gerek yok. Konuflmac›lardan hiçbirinin kad›n olmad›¤› bir söylefliyi ise bafl›ndan
sonuna kadar takip ettim inan›n! Nerede görünür olmad›klar›n› da bizzat görmüfl oldum böylece: Parlamento! H›ristiyan Demokrat Parti hariç, parlamentodaki tüm di¤er sa¤ ve sol partilerden temsilcilerin oldu¤u partiler üstü bir grup olan HBT (Eflcinsel Biseksüel Transgender) Toplulu¤u ile bir araya geliflti bu. Gelen alt› temsilcinin hepsi erkek. 5060 üyeleri var ve erkekler yönetimde hakim. Parlamentoda görünür olabilmifl tek kad›n üyeleri ise, daha yeni aç›lma sürecini yaflam›fl olan bir lezbiyen, ve aktif de¤il. Sol Parti'den bir üye olan Tasso, “Baz›lar›m›z görevini yapm›yor diyebiliriz” gibi bir yorumda bulundu. Sekiz y›ld›r ‹sveç'teki GLBT organizasyonlar›yla iflbirli¤i içinde meclisteki bilgi eksikli¤ini gidermeyi, GLBT bireylere yönelik ayr›mc›l›¤a karfl› bask› grubu oluflturmay› amaçl›yor bu oluflum. Mecliste içeriden bir güç birli¤i oluflturmufl olan bu organizasyon içinde kad›nlar eksik. Oysa kad›nlar›n parlamentodaki temsilinde AB üyesi ve aday ülkeler aras›nda birinci s›radaki ‹sveç'te kad›nlar yüzde 45.3 oran›nda temsil ediliyor. Bu s›ralamada Türkiye yüzde 4.4 oran›yla sonuncu. En kötü ikinci ülke Malta'da ise oran yüzde 9.2. ‹sveç'teki yüzde oran›na bak›nca, bu HBT oluflumunda neden kad›n yok, diye düflünmeden yapam›yor insan. Belki de benim Stockholm izlenimlerimin oda¤›ndaki bu kad›n görünürlü¤ü tablosunun da herkes için bir cenneti iflaret etmedi¤ini baz› gerçekleri de görerek tespit edersek faydas› olur düflünmemize. ‹sveç Kiliseler Birli¤i eflcinsel çiftlerin kilisede dini törenle evlenebilmesine olanak tan›yan bir karar ald›. Sa¤ partilerden Ulusal Demokratlar ve zengin ifl çevrelerinin partisi Haziran Listesi karar› protesto ederek kilise üyeli¤ini b›rakacaklar›n› söylediler. ‹sveç, kilisede nikah töreni iznini eflcinsellere sa¤layan ilk ülke olmas›na karfl›n ‹sveç'te sa¤c› ve muhafazakar gruplar›n eflcinsellere karfl› toplu sald›r›lar› sürüyor. Geçen hafta genç bir lise ö¤rencisi, sadece eflcinsel oldu¤u için, Ulusal Demokrat Parti sempatizanlar› taraf›ndan öldürüldü.(2) U¤ur ve benim arka sokaklara dalmam›zla, herkes içinde iki eflcinsel olarak kald›¤›m›z, sokaktaki insanlar›n bak›fl›ndan gerildi¤imiz gecenin ertesi, Pride Park yak›nlar›nda iki eflcinselin bir grup taraf›ndan sald›r›ya u¤rad›¤›n› ö¤reniyoruz. Söylenti fleklinde gelen bir haber ama dikkat etmemiz söylenince, pek de önemsiz bir fley olmad›¤›n› anl›yoruz. RFSL'den bir arkadafltan, gece d›flar›da yaln›z gezmememiz ve bile¤imizdeki bantlar› saklamam›z önerisi geliyor. Cuma ve cumartesi geceleri insanlar içip sarhofl olunca, HBT'ye yönelik bu flekilde sald›r›lar gerçeklefltirebiliyorlarm›fl. Yani, Stockholm'de bile öyle flafl›lacak, panik yarat›lacak bir durum de¤il. Yasa var ama bilinçlendirme eksik belki de. Yukar›da(1) ‹sveç'te halen yafland›¤› belirtilen baz› ciddi toplumsal ve siyasi sorunlar›n önemli bir k›sm›, ‹sveç Anayasas›n›n bu konudaki üç önemli yasal düzenlemesine dair. Özellikle bunlardan ikisi, GLBT bireyleri yak›ndan ilgilendiriyor ve Eylül ay›ndaki seçimler öncesi, sa¤ ve sol partilerin propaganda malzemesi haline getirdi¤i uygulamalar› kaps›yor ayn› zamanda. Cins, etnisite, engellilik durumuna karfl› ö¤rencilerin Yüksekö¤renim Kurumlar›nda Eflit Uygulama Hakk›na Sahip Olma yasas› ile Her Türlü Ayr›mc›l›k Yasakt›r yasas›. Yüksekö¤renim Hakk›nda Eflitlik Yasas›, yüksekö¤renim kurumlar›nda etnisite, inanç, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik durumunda ortaya ç›kan ayr›mc› zihniyeti ve ayr›mc› uygulamalar›n en az›ndan pratikte önünü kesmeyi amaçl›yor. Bu amaç do¤rultusunda ‹sveç yüksekö¤retim kurumlar›nda hiç kimse mensup oldu¤u etnik grup ya da dini ve cinsel yönelimlerinden dolay› ve cinsiyetinden dolay› ayr›ma tabi tutulamaz. Yasa bu ayr›mc›l›¤a tabi tutulan kesim/kiflileri korumak ve onlar lehine pozitif ayr›mc›l›¤a olanak vermek üzere oluflturulmufl. Bu yasayla akademik üst düzey yönetici katmanlar›n›n sadece erkeklerden oluflmas› ve baz› okullarda gey/lezbiyen ö¤rencilerin sald›r›ya/eziyete u¤ramas› bir parça önlenmifl durumda. ‹sveç'te bugün uygulanan pozitif ayr›mc›l›k yasalar›n› temellendiren mücadele 70'lerde "Grup 8" olarak bilinen sol siyaseti benimsemifl sekiz kad›n taraf›ndan bafllat›ld›. "Grup 8" üyeleri bugün hâlâ ‹sveç'te sol siyasi muhalif partilerde ya da sendikalar gibi kurumlarda yönetici. Baz›lar› da bugünkü sosyal demokrat hükümetin eflitlikle ilgili karar mekanizmalar›nda görev al›yorlar.(3) Bu al›nt›lar›n ard›ndan, Pride etkinliklerinin en önemli buluflmalar›ndan birine ve GLBT
19
20
bireyleri çok yakından ilgilendiren genel seçimler ve bu seçimlere damgasını vuran Feminist İnisiyatife de değinmeden geçmeyeceğim. 17 Eylül seçimlerinin ardından artık “eski hükümetin eski baflbakanı” olan Sosyal Demokrat Parti lideri hariç, meclisteki tüm partilerin “liderlerinin” geldiği tartışma programında (böyle diyorum çünkü resmen bir TV şovu gibiydi), sunucunun (tartışma yöneticisi bir kadın) parlamenterleri nasıl terlettiği görülmeye değerdi. Tüm liderler, ağız birliği yapmıiş gibi “GLBT hakları insan haklarıdır” deyip durdu. Seçim öncesi oy toplama kaygısıyla orada bulundukları herkes için su götürmez bir gerçekti elbette. Ilımlı Parti (Muhafazakar), Halk Partisi, Merkez Parti, Hıristiyan Demokrat Partiden oluflan sağ blok, Vanster (Sol Parti), Miljö (Çevre Partisi) sol blok, F! (Feminist İnisiyatif) ve Juni Lista (Haziran Listesi) liderleri, elbette kendi ilkelerinden ödün vermemeye çalşarak GLBT bireyler için vaatlerde bulundular. Bu arada, Merkez Sağ, Çevre Partisi ve F!'yi kadın liderler temsil ediyordu. Tabii ki radikal söylemiyle ve özellikle sağ partileri sıkışltırmada sunucuya yardımlarıyla, tartışlmayı izleyen GLBT bireylere en samimi gelen F! Sözcüsü Gudrun Schyman oldu. Zaten 2005 yılının Nisan ayında resmen varlığınğ ilan eden Feminist İnisiyatifin meclise girme hedefini ortaya koyması ile diğer tüm partiler, kadınlar ve GLBT bireylere yönelik politikalarını bir senedir daha çok öne çıkarmaya başlamış. “Grubun basında sürekli gündemde kalması ve partinin kuruluşunun 8 Mart Kadınlar Günü'nde açıklanacağı söylentilerinin heyecanlı bir bekleyifli doğurduğu 8 Mart'ta ise kutlamalara damgayı Sosyal Demokrat Partinin henüz kurulmamış “Feminist Parti”yi engellemek için ortaya attığı söylenen “Feministas” çıkartması vurdu. Merkez Partisi lideri Maud Olofsson eğer yeni bir hükümet kurulur ve kendileri iktidar olursa bütün bakanların “cinsiyetgüç ilişkisi” konusunda eğitileceği sözünü verdi. Çevre Partisinden Peter Eriksson partisinin bir feminist öncü parti olacağı müjdesini verirken Hıristiyan Demokrat Partisi Kadın Kolları ebeveyn sigortasında babaların kullanabilmesi ve evde çocukla kalabilmeleri için fazladan bir ay daha istedi. İsveç'in Avrupa Parlamentosundaki Halk Partisi üyesi Maria Carlshamre ye göre de seks işçiliği yeni zamanların kölelik sistemi konumuna geldi; kadın ticaretinin tüm dünyada boyutları giderek artıyor. Feminist Parti tartışmalarının yoğunluğunun bütün partileri yeni “feminist” açıklamalara zorladığı 8 Martta açıklanan iki yeni kamuoyu araştırmasına göre tüm seçmenlerin yüzde 23-25'i ve tüm kadın seçmenlerin yüzde 27si feminist bir partiye oy vermeyi düşünebileceğini belirtmiş.”(4) Feminist İnisiyatifin, seçim öncesi 205 delegenin katılımıyla gerçeklefltirdiği konferansta sunulan seçim manifestosunda, "İsveç kadın-erkek eflitliğinin en çok sağlandığı ülke sayılıyor dünya istatistiklerinde. Bir çok feminist İsveç'i örnek ülke sayıyor. Ona rağmen, 2006 yılı seçimlerinde bir feminist inisiyatife neden gerek görüyoruz?" sorusuna verdiği yanıtlar içinde, “Çünkü eflcinsellere karflı fliddet çoğalıyor” cümlesi de yer alıyor.(5) F!'nin sözcüleri arasında ikinci sırada yer alan Devrim Mavi ile seçim öncesi tanıflma ve sohbet etme fırsatım da oldu. Açıkçası, meclise girme konusunda pek ümitli değildi, ama meclise girmeseler bile çalıflmalarının devam edeceğinin ve bunun öneminin üzerinde durdu. Nitekim, F! yüzde 4'lük barajı aflamadığı için meclise giremedi. “Aldığı toplam oy oranı yüzde 0,68'i aflamadı. Bu oran 40 bin oya denk düflüyor. Seçimlerden bir hafta önce yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre seçmenlerin yüzde 10'u F! ye oy vermeyi düflünebilirim diyordu. Ama sonuç öyle olmadı. Seçimleri bilindiği gibi sağ blok kazandı. F!'ye oy vermeyi düflünenler son dakikada solu kurtarmak için sola oy verdiler deniliyor. F!'nin en önemli özelliği feminist olması. Kadınların parlamentodaki sayısını arttırmak amacıyla kurulmufl, eflitlikçi kadın partisi olsaydı seçim sonuçları çok farklı olabilirdi. Seçim sonrası yorumlarda, bu nokta önemle öne çıkarılıyor ve bundan gurur duyuluyor. Seçim kampanyaları sırasında F! medyada yer alamadı. İsveç'teki seçim sistemine göre, televizyon ve radyo programlarında, seçim tartıflmalarında parlamento dıflı partilere yer yok. Seçim tartıflmaları ilgiyle izlenir bu ülkede ve oyları belirler. F! flimdi bu olguyu, bir demokrasi sorunu olarak gündeme getiriyor. Öte yandan basın bilinçli olarak F! ye hiç yer vermedi, düpedüz yok saydı. Medya feminizmi neden görünmez kıldı tartıflmaları, en önemli faktörün, F!'nin erkek egemen toplumun ortadan kalkması hedefini taflıyor olmasında görüyor. Yani patriyarkayı
tehdit etti! Ayrıca, HBT sorununa önemle sahip çıktı. fiimdi seçimlerden sonra İsveç'te HBT'nin ne olduğu yaygınca biliniyor. Bir önemli faktör de, ırkçılık karflıtı bir program sergilenmifl olması. Bu üç faktör bir araya gelince ve parti genifl bir kadın hareketiyle beslenemediğinden bu ilginç seçim deneyi baflarısızlığa uğramaktan kurtulamadı.”(6) Seçimleri, özelllefltirme politikaları uygulayacağını, iflsizliği yabancı/mülteci giriflini durdurarak çözeceğini söyleyen sağ blok kazandı. Pride etkinliklerindeki o TV flovu tadındaki tartıflmada, HBT bireylere kadın-erkek evliliği ile aynı evlilik haklarının verilmesine sıcak bakmayan partilerden oluflan blok. İsveç'te yaflayan göçmenlere, kadınlara ve HBT bireylere yönelik pozitif ayrımcılık uygulamalarını içeren yasalara itirazları olan partiler 4 sene boyunca hükümette artık. Baflkent Stockholm, benim için somut anlamda kadın görünürlüğünün flehri oldu. Evet, bir cennet değil ama medeniyetin ancak kamusal alanda kadın görünürlüğüyle var olabileceğinin kanıtı. İsveç hükümeti sağ bloktan oluflsa da, F! meclise girememifl olsa da, orada “her yerde kadınlar var” ve bu öyle azımsanacak, hele de yok olacak bir güç hiç değil. 'Stockholm, "the City on the Water" deyimiyle ünlenmiş bir şehir, dörtte üçü sularla kaplı olduğu için. Ben de, "the City in Women's Hand" mi demiş oluyorum bu durumda?
(1), (3) BİA Haber Merkezi, 15/03/2006, Shirvan NURAY (2) BİA Haber Merkezi, 28/10/2005, Shirvan NURAY (4) Uçan Süpürge web sayfası, 11/03/2005, Tülin UYGUR'un haberi, İsveç'te 8 Mart'a 'Feministas' damgası. (5) BİA Haber Merkezi, 06/04/2006, Latife FEGAN (6) BİA Haber Merkezi, 0311012006, Latife FEGAN
Türkiye dışı deneyimler
Türkiye'deki hareketle ortaklıkları nedir? Onlar da bizim geçtiğimiz yollardan mı geçtiler? 'Yurtdışında eşcinseller özgür' müdür gerçekten? Homofobi yalnızca Türkiye'de mi hayat buluyor? Avrupa Birliği eşcinsellere hangi hakları tanıyor? Yabancı medyada eşcinsellerin temsili Türkiye'den farklı mı? Yabancı örgütler neredeydiler, nereye gidiyorlar? Queer'in kişisel açıdan önemini kim açıklayabilir bana? Eşcinsel evliliklerin kabulü bu kadar kolay olamaz herhalde? Bize yabancı bu soruların yanıtları için...
avrupa birliği ekseninde gey ve lezbiyen hakları danielle kuzmanovic Cinsel yönelim kavramı hukuki metinlerde standart bir açıklamadır. Cinsel yönelimde ayrımcılık karşıtlığı genellikle insan hakları konusu olarak görülür; kendi başına hiç kullanılmasa da ırksal, etnik ve cinsel bazlı ayrımcılık kavramları çerçevesinde belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşmede belirtilen diğer temel insan haklarını koruyan maddeler genellikle ana referans noktasını oluşturur. "Cinsel yönelim" kavramı bu sözleşmede açıkça belirtilmese de Avrupa Birliği bu konuda çok yol kat etmiştir. Üye ve aday ülkeler üzerinde Avrupa'nın iki yasama organı kritik öneme sahiptir: Avrupa Birliği (Konsey ve Parlamento) ve Avrupa Konseyi (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi). Avrupa Birliği Avrupa Birliğini oluşturan anlaşmalar, cinsel yönelime karşı ayrımcılıkla savaşmada Avrupa Birliğini etkin kılmak amacıyla Amsterdam Anlaşmasıyla yeniden düzenlenmiştir. 1 Mayıs 1999 günü 13. madde yürürlüğe girmiştir: "Konsey, Komisyonun teklifi üzerine ve Avrupa Parlamentosuyla görüştükten sonra cinsiyet, ırk ve etnik köken, dini inanç, yaş ve cinsel yönelime ilişkin yapılan ayrımcılığa karşı savaşta her türlü harekete geçebilir." Bu anlaşma bu zamana kadarki cinsel yönelim kavramından bahseden ve bunu koruyan ilk uluslararası anlaşmadır. 2000 yılında Konsey, işe alınmada her türlü dini inanç, sakatlık, yaş ve cinsel yönelim bazlı ayrımcılığı yasaklayan ve istihdamda eşit muameleyi öngören genel bir Çerçeve Planı'nı (2000/78/EC 27 Kasım 2000) benimsemiştir. Bu Çerçeve Planı üye ülkeleri yasal olarak bağlarken, aday ülkeleri de Birliğe katılmadan yasal düzenlemelerini yürürlüğe koymalarını zorunlu kılmaktadır. İstihdamda Eşit Muamele prensibini benimseyen Avrupa Birliği Çerçeve Belgesi, üye ve aday ülkelere ulusal bazda cinsel yönelim temelli ayrımcılıkla savaşta etkin araçlar bulmalarını zorunlu kılan tek uluslararası belgedir. Avrupa Birliği İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Birliği'nin temel İnsan haklarını oluşturmaktadır ve 2000 yılının Aralık ayında Nice'de İmzalanmıştır. Bu sözleşme, bağlayıcı bir metin değildir ama Avrupa
Birliği'nin insan haklarına bakışını ele alması bakımından önemlidir. Açıkça ifade edilen ayrımcılık karşıtı 21. maddenin birinci fıkrası lezbiyen, gey ve biseksüeller için önemlidir: "Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, doğum, yaş veya cinsel yönelim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması yasaktır." Avrupa Parlamentosu insan hakları ve cinsel yönelim hakkında bağlayıcı olmayan bir sürü yasa çıkarmıştır. İlki 1984 yılında çıkan yasa, cinsel yönelim temelli işten çıkarmaya son veren bir yasa özelliği taşır. 1999 yılında Komisyondan "üyelik müzakerelerinde eşcinsellere karşı ayrımcılığın yapılıp yapılmadığına ilişkin soru sorulması" istenmiştir. Avrupa Birliği genişleme sürecinde de 1998 yılında Parlamento bir yasa geçirerek "lezbiyen ve geylerin insan haklarını yasama ve yürütme yoluyla ihlal eden ülkelerin üyeliğe alınmasına itiraz edileceği" belirtmiştir. Ocak 2006'da Parlamento, homofobi üzerine bir yasa geçirerek; Avrupa Birliği üye ve aday devletlerin ve Avrupa Birliği kurumlarının cinsel yönelim temelli ayrımcılığa son vermesini ve homofobiyi kınayan yasalar çıkarmasını teşvik etmiştir. Avrupa Birliği Türkiye'de eşcinsel hakları talebi üzerinde belirli bir gönderme yapmamıştır. Sadece dolaylı yoldan insan hakları konularında ilerleme kaydedilmesini istemiştir. Ama Türkiye, Avrupa Birliği'ne girmeden 27 Kasım 2000 Konsey Direktifini yerine getirmek zorundadır. Avrupa Konseyi Avrupa Konseyi, 1980-1990 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde görülen İngiltere'de askerlik hizmeti, İngiltere, Kıbrıs ve diğer ülkelerde cinsel ilişkiye girme yaş rüştünün farklılığı, Portekiz'de cinsel yönelim bazlı ayrımcılık gibi davalarda verdiği kararlar nedeniyle önemlidir. Mahkeme, özel hayata saygı hakkı konulu İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesinin (1950) 8. maddesini göz önünde bulundurmuştur.
23
LGBT Haklarının İlerletilmesi john fisher Birleşmiş Milletler (BM) 191 üye devletten oluşan uluslararası bir örgüttür. Çoğunlukla bu devletler, insan haklarına yönelik ortak bir taahhütten çok, kendi siyasi çıkarlarını savunmak için katılımda bulunurlar, ki bu durum lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender insanların hakları gibi tartışmalı konularda destek bulmayı fazlasıyla güçleştirebilir. Yine de Birleşmiş Milletler, eşitlik hakkımızın uluslararası düzeyde tanınmasını geliştirmek için sahip olduğumuz temel araç olma özelliğini korumaktadır. Birleşmiş Milletlerin, hem kendi beyannamesi yoluyla hem de devletlerin altına imza koyduğu ve kurallarının bağlayıcılığını kabul ettiği uluslararası anlaşmalar sayesinde geliştirdiği birkaç farklı kurumu ve mekanizması vardır.
24
Bu sunumda BM'nin temel insan hakları mekanizmaları tartışılacaktır. Lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender insanların BM ile ilişkiye geçmek için başvurabileceği birkaç yol vardır. Uluslararası Standart Belirlenmesi Birleşmiş Milletlerin insan hakları örgütlerinin üstlendiği rollerden biri de farklı grupların haklarına ilişkin standartları ve uluslararası topluluğun üyelerinden beklenecek davranışları belirlemektir. Ayrımcılığın söz konusu olduğu diğer birçok alanla ilgili olarak Birleşmiş Milletlerin insan hakları ihlallerini muhatap alan bariz mekanizmaları mevcuttur. Örneğin, Irksal Ayrımcılığın Kaldırılması Komitesi ve Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi gibi anlaşma organları kanalıyla yürürlüğe sokulmuş, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi ve Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi vardır. Irkçılığa karşı üç, kadınlara dair dört Dünya Konferansı yapılmıştır. Bu alanlardaki insan hakları ihlallerini izlemek ve bunları muhatap alan eylemlere geçmek üzere Özel Raportörler (BM uzmanları) bulunmaktadır. Lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender insanları insan hakları ihlallerinden korumak için bu mekanizmaların hiçbiri mevcut değildir. “Cinsel yönelim” hiçbir BM insan hakları belgesinde bir zemin olarak açıkça tanınmamaktadır. LGBT insan haklarının korunması için açıkça görevlendirilmiş hiçbir anlaşma, komite ya da özel raportör yoktur. Sonuç olarak, bazı devletler lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender insanlara yönelik tacizleri insan hakları sorunu olarak tanımamaktadır bile. Bu nedenle, BM insan hakları organlarının uluslararası topluluğa
LGBT haklarının insan hakları olduğuna dair açık bir mesaj verecek bir kararı ya da benzer bir beyanatı açıkça benimsemesi önemlidir. Brezilya Çözümü BM'nin ana insan hakları organı, BM ‹nsan Hakları Komisyonu'dur. 2003te, Brezilya BM ‹nsan Hakları Komisyonu'na cinsel yönelimi temel alan hakları pekiştiren bir karar sundu. Pakistan'ın bu kararı Komisyon'un gündeminden tümüyle çıkartmak amacıyla getirdiği önerge, 24 e 22 oyla kabul edilmedi, 6 devlet çekimser oy kullandı. Nihayetinde, Komisyon kararın gözden geçirilmesini 2004 e ertelemek üzere oylama yaptı. 2004 yılı LGBT gruplarının ‹nsan Hakları Komisyonu'yla tarihteki en geniş ilişkilenmesine sahne oldu. Ancak, Brezilya da Vatikan ve ‹slami Konferanslar Organizasyonu dahil olmak üzere, karara karşı çıkan devletlerden çok büyük bir baskı görmüştü. Bunun sonucunda, Brezilya kararı bir sene daha erteledi ve 2005 yılında karar Komisyon gündeminden resmi olarak düştü. 2005te gerçekleşen bir olumlu gelişme, Yeni Zelanda'nın cinsel yönelim ve insan hakları lehine, BM'nin 5 bölgesinden 4 ünde yer alan 32 devletin destek verdiği bir beyanatta bulunmasıydı. Bu konuda hâlâ resmi bir oylama yapılmamasına rağmen, birçok devlet bizim sorunlarımızın giderek daha fazla bilincine varmaktadır ve LGBT gruplarının ve müttefiklerimizin resmi olarak tanınma yolundaki çalışmaları devam etmektedir. BM'de gerçekleşmekte olan temel bir devrimin sonucu olarak, ‹nsan Hakları Komisyonu'nun yerini yeni bir organ olan ve BM sistemi içerisinde daha üst bir konuma sahip bulunan ‹nsan Hakları Konseyi almıştır. Konsey ilk toplantısını Haziran 2006da yapmıştır. BM nezdinde LGBT gruplar için statü elde edilmesi Birçok hükümet-dışı kuruluş (NGO), BM içerisinde danışmanlık statüsü arayışındadır. Bu statü, onların BM toplantılarına katılmasına, paneller ve başka etkinlikler düzenlemesine ve bazen sözlü ve yazılı müdahalelerde bulunmasına izin vermektedir. Bu statüye sıklıkla “EKOSOS Statü” denir çünkü BM'nin 53 üyeli Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından verilir. Uygulamada, bu sorumluluk 19 üyeli HDO Komitesine devredilir. Geçtiğimiz yıl, 5 hükümet-dışı kuruluş EKOSOS statüsü için başvurmuştur: ILGA, LBL (Danimarka Gey-Lezbiyen Birliği), ILGAAvrupa, LSVD (Almanya Gey-Lezbiyen Federasyonu), CGLQ (Quebec
Gey-Lezbiyen Koalisyonu). Ancak, EKOSOS NGO Komitesi bu başvuruları reddetmiştir (CGLQ'nun başvurusu henüz karara bağlanmamıştır). Bu ise uygulamada LGBT gruplarının bizim endişelerimizi bizim adımıza sunma imkanına dahi henüz sahip olmadığı anlamına gelir. Türkiye'nin Rolü Türkiye'nin anahtar bir rol oynaması söz konusudur. Hem ‹slam Konferansı üyesidir hem de Avrupa Birliği üyesi olma yolundadır. Bunun sonucunda uluslararası düzeyde devlet görüşmelerini sıklıkla bölen Doğu ve Batı arasındaki uçuruma bir köprü oluşturabilecek çok önemli bir konumdadır. Türkiye 2005 ‹nsan Hakları Komisyonu ndaki Yeni Zelanda beyanına katılmamıştır, ama Avrupa Birliği'nin yaptığı benzer bir beyanı desteklemiştir. LGBT gruplarının başvurularını değerlendiren NGO Komitesi ndedir ancak bütün kritik oylamalarda çekimser oy kullanmıştır. Türkiye ayrıca, LGBT gruplarının reddini gözden geçirmek üzere Temmuz ayında toplanan EKOSOS'un üyesidir. Bunun sonucunda, uluslararası örgütlerin Türkiye'deki Kaos GL gibi örgütlerle işbirliği yaparak bizim sorunlarımıza Türkiye'nin desteğini kazanmaları önemlidir. Hükümetleri insan hakları ihlallerinden sorumlu tutmak LGBT gruplarının ve bireylerin uluslararası süreçlere katılabileceği bir başka yol da, hükümetleri kendi ülkelerinde gerçekleşen insan hakları ihlallerinden sorumlu tutmaktır. Bunu yapmanın birkaç yolu vardır: Anlaşma Organları: Devletler uluslararası anlaşmaları imzaladıklarında, maddelerine uymayı kabul ederler ve ilgili Komiteye (ya da “anlaşma organı”na) anlaşmanın yükümlülüklerini hayata geçirmek için yapılanlara ilişkin düzenli raporlar vermek durumundadırlar. STK'ler de ilgili anlaşma organına rapor verme imkanına sahiptir, bu nedenle LGBT insanların haklarının ihlaline dikkat çekebilirler; Bireysel fiikayet Prosedürü: Bazı anlaşmalar söz konusu olduğunda, bir birey ilgili anlaşma organına haklarının bir Devlet tarafınca yapıldığı varsayılan ihlallerini şikayet edebilir. Genellikle, Devlet'in Komite'nin bireysel şikayetleri kabul etmeye yeterli olduğunu, bir Seçmeli Protokol'ü onaylayarak ya da anlaşmanın kendisi tarafından sağlanmış dahil olmayı veya dışarıda kalmayı tercih etme mekanizmalarından birini kullanarak, kabul etmiş olması gerekir. Örneğin, Toonen Avustralya'ya Karşı adlı bir davada, bir birey Tazmanya'da eşcinselliği suç haline getiren yasaların Avustralya'nın Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Akit'i altındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğinden şikayet etmiştir. ‹nsan Hakları Komitesi aynı görüşe varmıştır ve bu karar eşcinselliği suç haline getiren yasaların feshine yol açmıştır. Özel Prosedürler: Özel Prosedürler, kendi alanlarına giren insan hakları ihlallerini araştırmak ve rapor etmekle görevli BM uzmanlarıdır. Örneğin, kadınlara karşı şiddet, ırkçılık, insan hakları savunucuları, işkence, ifade özgürlüğü, yargısız infazlar vb. Konularda Özel Raportörler mevcuttur. Birkaç Özel Raportör lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender insanların haklarının ihlallerinin araştırılması ve bunlara uluslararası düzeyde dikkat çekilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Özel prosedürlerin tam bir listesi, http://www.ohchr.org/ english/bodies/chr/special/themes.htm adresinde bulunabilir. Evrensel Periyodik Teftiş: Yakın zamanda gerçekleşen BM reformu sonucunda yen oluşturulan ‹nsan Hakları Konseyi, her BM Devleti'nin insan hakları sicilini Evrensel Periyodik Teftiş adı verilen bir süreç ile gözden geçirecektir. Ayrıntıları henüz geliştirilmemiş olsa da, bu süreç LGBT insan haklarını uluslararası topluluğun dikkatine taşımak için yen imkanlar sağlayabilir. Bütün bu nedenlerden dolayı, içinde bulunduğumuz zaman büyük, çetin bir mücadele ve büyük imkanlar zamanıdır. Türkiye'de ilerici bir rolü desteklemek ve uluslararası gündemde LGBT meselelerini ilerletmek amacıyla Kaos GL ile çalışmayı umutla bekliyoruz.
homofobiyle mücadelede AB ile nasıl bir işbirliği yapılabilir? kurt krickler ‹lk olarak, 1979 yılında kurulan ve Avusturya'nın en eski gey ve lezbiyen organizasyonu olan HOSI Wien hakkında birkaç şey söylememe izin verin. Kendi örgütlenmelerini kuran transgender kişileri kapsamayan, kurucu üyesi olduğum HOSI Wien, her zaman için uluslararası ilişkilere büyük önem veren bir kuruluş olmuştur. ILGA'ya 1981 yılında katıldık ve 25 yıl boyunca ILGA'nın çalışmalarında aktif olarak yer aldık. HOSI Wien'in uluslararası aktivitelere katılmaktaki motivasyonu Avusturya'daki mevcut duruma olumlu bir katkı yapmaktan çok, küresel bir hareketin parçası olmak ve kendi sınırlarımızın ötesine bakmak yönündedir. Başlangıçta ülkemizdeki kendi çalışmalarımızla Avusturya halkının, medyanın ve siyasetçilerinin tutumlarını değiştirebileceğimize ikna olmuştuk. Bu çoğu zaman bu şekilde işledi ama tutumlarda son 27 yılda çok büyük değişimler oldu. Toplum gerçekten de açıldı, ancak, tabii ki bu olumlu gelişmelerin ardında bizim çalışmalarımızdan çok daha fazlası vardı. Çalışmalarımız temel olarak klasik etkinliklerin tümünü kapsıyordu:
26
•siyasal lobicilik •medyayla ilişkiler •gençlere ve sorunları olan insanlara rehberlik yapmak •sosyal etkinlikler •sergiler ve film festivalleri gibi kültürel etkinlikler •yayıncılık (kendi dergimizi çıkarıyoruz, beş kitap bastık ve bir web sitemiz var. •eğitim çalışmaları (paneller, konferanslar, yuvarlak masa tartışmaları, sempozyumlar düzenliyoruz). Aynı zamanda GLBT bireyler ve dostları için klasik bir Viyana balosu olan Gökkuşağı Balosu gibi büyük yıllık organizasyonlar ve partiler de düzenliyoruz. 2003 yılından bu yana her yıl 100 bin kişiyi Viyana sokaklarında toplayan Pride yürüyüşleri de gerçekleştirdik. Bu etkinliklerin ana amacı, GLBT bireylerin özsaygısını güçlendirmek ve onların sorunlarına dair ülke genelinde farkındalık oluşturmak, böylelikle hem gey ve lezbiyenlerin içselleşmiş homofobisi ile hem de toplumdaki homofobi ile savaşmaktır. Mümkün olan en çok sayıda GLBT bireyi, açılmaları ve gey, lezbiyen, biseksüel ve transgender insanlar olarak açık bir şekilde yaşamaları için cesaretlendirmek istiyoruz. 1980'de başlayan çalışmalarımızın o günlerden bu yana en önemli yanı, her zaman için ittifaklar kurmak ve alternatif hareket diye bilinen ya da bugun sivil toplum diye adlandırılan diğer gruplarla ve organizasyonlarla güçlü bir işbirliği kurmak olmuştur. HOSI Wien Avusturya'daki bu bağımsız hareketlerin gerçekten iyi bilinen ve tanınan bir parçasıdır ve aktivistlerimiz pek çok çatı kuruluşun kurullarında yer alır.
Ancak, bir olumsuzluğun altı çizilmelidir: Avusturya'da federal düzeyde resmi egemen siyaset her zaman toplumun gelişiminin ve medyanın çok daha açık fikirli tutumlarının çok gerisinde kalmıştır. Ülkeyi yöneten siyasetçilerin çoğunluğunun hâlâ gey ve lezbiyenlere tam eşitlik ve insan haklarını iade etmesi için ikna edilmeleri gerekmektedir. GLBT siyasetine gelince; hâlâ klasik siyasal bölünme geçerlidir: Sol ve sağ. Avusturya'daki politik yelpaze oldukça basittir: ‹ki sağ kanat partimiz var, Hıristiyan Demokratlar, ki Halkın Partisi olarak da bilinen bu parti aşırı derecede Katoliktir ve Özgürlük Partisi. Bu parti aşırı sağda yer alır. Sol tarafta ise Sosyal Demokratlar ve Yeşiller vardır. Parlamentoda 1983 yılından bu yana muhafazakar bir çoğunluk oldu, yani 20 yıldan daha fazla bir zamandır ve hatta Sosyal Demokratlar hükümetteyken bile, muhafazakar koalisyon ortakları gey ve lezbiyenler için herhangi bir reform ya da iyileştirmeyi geciktirmek ya da engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Bu yüzden gey ve lezbiyenlere karşı ayrımcılık yapan dört ceza yasası maddesinden kurtulmamız yirmi yılımızı aldı. Bu bağlamda, pek çok uluslararası protesto eylemi çağrısında bulunduk ama belki bilirsiniz ILGA'nın ilk zamanlarında uluslararası kampanyaları ILGA'nın merkez ofisi değil dünyaya yayılmış üyeleri yürütürdü. Çünkü o dönemde ILGA, (ya da sadece on yıl önce kurulan ILGA) bugün oldukları kadar güç sahibi değildi. Üstelik Avrupa'nın elinde bugün sahip olduğu kaynaklar yoktu. Avusturya siyasetinin çok yavaş olması ve hareket yaratmanın bu kadar uzun zaman alması HOSI Wien'in uluslararası taahhütlere girmesinin artı bir özelliğiydi: Avusturya siyaseti fazla sıkıcı, fazla öngörülebilirdir ve herhangi bir saygın aktivist, devam edecek motivasyonu bulmak için daha heyecan verici bir şeylere ihtiyaç duyar. Bu fazladan heyecan bazı durumlarda uluslararası arenada düzenlenen etkinliklerdir. Eşcinsel evliliği ya da kayıtlı birliktelikler konusunda bugün de aynı şey geçerlidir. Siyasi cepheler bellidir: Mevcut sağ kanat hükümet bu konuda bir adım atmayacaktır. Temel olarak parlamentoda bir sol çoğunluk için beklemek zorundayız; ancak o zaman istediğimizi elde edeceğiz. Hıristiyan Demokratları eşcinsel birlikteliği kabul etmek konusunda ikna etmenin yolu yoktur. Bu yüzden diğer seçimlere dek beklemeliyiz ve parlamentoda farklı bir çoğunlu ğ un olacağını umuyoruz. O zamana kadar siyasi düzeyde yapabileceimiz fazla bir şey yok. Ancak, şunu söylemeliyim ki Avusturya 1995 yılında ‹sveç ve Finlandiya ile birlikte AB'ye katıldığında, Kopenhag Kriterleri 1993 yılından bu yana uygulanmakta olsa da, GLBT insan haklarını katılım bağlamında gündeme taşımayı aklımıza bile getirmedik. Bu kriterlerin uygulanmasına yalnızca AB'ye 2004 yılında katılan eski Doğu bloku ülkeleri niyet etti. Avusturya her zaman insan haklarına saygılı demokratik bir devlet olarak görülmüştür, bu yüzden insan hakları karnesine bakmaya
ihtiyaç duyulmadı. Böylelikle Avusturya 1995 yılında yasalarında yazan üç antigey maddeye rağmen AB'ye girebildi: cinsel ilişkiye girme yaşının yükselmesi, eşcinsel örgütler kurma yasağı ve eşcinsel propagandası yasağı. Bunun gerçekleşmesi ILGAAvrupa'nın büyük bir başarısı olsa da, kişisel olarak, her zaman için 2004 yılında AB'ye katılan on ülkenin GLBT insan hakları karneleri yüzünden incelemeye tabi tutulmasının ikiyüzlüce ve haksız olduğunu düşündüm. ILGAAvrupa bunun için büyük çaba gösterdi ama samimi olmak gerekirse bu, çifte standarttı. 2004 yılında AB'ye katılım bağlamındaki lobicilik muammasının en önemli parçalarından birisi ILGA-Avrupa tarafından hazırlanan ve Avrupa Parlamentosu tarafindan kabul edilen bir yasa tasarısıydı. Bu tasarıda Avrupa Parlamentosu net bir şekilde “yasaları ya da politikalari ile lezbiyen ve geylerin insan haklarını ihlal eden hiçbir ülkenin katılımına razı olmayacağını” belirtti. Bunun ardından Avrupa Komisyonu yıllık ilerleme raporlarında tüm aday ülkelerdeki gey ve lezbiyenlerin yasal durumunu göz önünde tutmaya başladı. Sonunda altı aday ülke -Bulgaristan, Kıbrıs, Estonya, Macaristan, Litvanya ve Romanya- ceza yasalarındaki ayrımcı maddeleri kaldırdılar. Korkarım ki Türkiye'deki gey ve lezbiyenlerin, AB'ye girdikten sonra hemen kazanacakları fazla bir ığ ey yok. Tek önemli kazanım, AB ayrımcılık karşıtı yönergesinin sağladı i ı yerinde ayrımcılığın yasaklanması olacaktır. Tüm diğer AB yasalar (diğer adıyla müktesebat) gibi bu yönergenin de tüm üye ülkelerin ulusal yasalarında uygulanması şarttır. Bu yönerge Avrupa'daki gey ve lezbiyenler için şimdiye kadarki en önemli yasadır çünkü tüm 27 ülke için geçerlidir. AB'den çok büyük beklentiler içine girmenizi tavsiye etmem. AB'nin GLBT insanlar için iyileşme sağlayabileceği bir-iki alan vardır ancak çoğu durumda bu tür yasal ilerlemelerin Konsey'de oybirliği ile alınması gerekiyor, yani tüm üye ülkelerin hemfikir olması şart. Bunun 28 ya da 29 üye ülkeyle ba ı arılmasının zor olacağı açıktır. Pek çok yasal alanda, örneğin aile yasasnda AB'nin doğrudan yetkisi yoktur. Bu yüzden lütfen herhangi bir ülkenin AB tarafından eşcinsel çiftler için partnerlik yasası ya da evlilik yasalarını geçirmeye zorlanmasını beklemeyin. ILGA-Avrupa elbette AB düzeyinde her firsatı ilerleme sağlamak için kullanmaya çalışıyor. Ancak, çoğu zaman bu daha çok 'yumuşak alanlardadır, örneğin bilinç yükseltmek, sorunlarımızı politik gündeme taşımak ve orada tutmak, kendi işleyişimiz ve ayrıca projelerimiz için fonlar bulmak. Bu etkinlikler başka değişik ülkelerde GLBT organizasyonlarının yaptıklarının bir hayli benzeridir. Partnerimiz eşcinsel erkekler ve lezbiyenlere eşit haklar için çalışan Intergroup adlı bir topluluğun da olduğu Avrupa Parlamentosu'dur. Bir intergroup', belli bir konuda çalışan pek çok farklı siyasi gruptan gelen milletvekilleri topluluğudur. Diğer çalışma ortakları elbette ki Avrupa Komisyonu ve tabii Bölgeler Komitesi, Konsey, üye ülkeler ve özellikle AB dönem başkanlarıdır. Yine AB düzeyinde ILGA-Avrupa diğer Avrupa federasyonları ve değişik alanlarda çalışan STK birlikleri ile çok güçlü ittifaklar kurmuştur. Diğer STK'ler ile olan bu işbirliği ILGA-Avrupa için ve planların yürümesi için
çok önemli ve hayatidir. ‹şbirliği için başta gelen alanlar ayrımcılık karşıtı yasalar, AB anayasası, katılım, fon aktarımı, üçüncü ülkelerdeki insan hakları, göç, eşitlik vb.dir. AB düzeyinde geniş bir fırsatlar ve olanaklar aralığı vardır ve yapılmas gerekenlerden biri de AB düzeyindeki mücadeleyi ister üye ülkeler ya da aday ülkeler olsun, isterse komşu ya da AB ile ticaret ya da ortak çalışma anlaşmaları olan üçüncü ülkelerdeki mücadelelerle ilişkilendirmektir. Pek çok durumda bu her iki düzeydeki savaş birbirleriyle bağlantılıdır. Size üç örnek vermek istiyorum: •Daha önce belirttiğim gibi AB medeni yasalar çıkaramaz. Ancak, AB içerisinde seyahat özgürlüğü her AB vatandaşının temel bir hakkıdır. Bu, kayıtlı ya da evli e ı cinsel çiftler AB içerisinde taşınmak istediklerinde sorun yaratmaktadr. Bu konuda ILGA-Avrupa üyeleri ile birlikte olumlu bir etki yaratmaya çalışmaktadır. •‹ltica ise bir diğer konudur: AB sonunda AB içindeki ortak bir iltica prosedürü ortaya çıkarmaya çalıştığı için, ILGA-Avrupa başarılı bir şekilde cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğine dayalı zulmün tüm AB'de iltica hakkının tanınması için bir neden olduğunda lobi çalışmaları yapmaktadır. Her iki konuda da ILGA-Avrupa kılavuzlar yayımlamıştır. •Yumuşak bir alan olarak, AB'nin Temel Haklar Kurumu'nun kurulması konusunda ILGA-Avrupa'nın yaptığı lobi çalışmasını örnek verebilirim. Duymuş olabileceğiniz üzere, mevcut Viyana merkezli Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Üzerine AB ‹zleme Merkezi tam kapsamlı bir Temel Haklar Kurumu'na dönüştürecektir. Bu bağlamda biz de kurumun yetki alanı içerisinde gelecekte GLBT insanlara karşı insan hakları ihlallerinin de izlenmesinin yer almasını istiyoruz. Tüm bu alanlar daha önce de bahsettiğim gibi tüm ilgili oyuncularla klasik politik lobicilik çalışmasını gerektirmektedir. ‹nsan hakları ihlalleri örneklerinde olduğu gibi bir başka yöntem bu ihlalleri kınamak ve bunu yapan hükümetleri ve ülkelerin isimlerini açıklayarak ve onları utandırarak, AB düzeyindeki potansiyel kötü imajı düşünerek onları ilerlemeye zorlamaktır. Ancak, bu konuda naif olmamalıyız çünkü hükümetler yükümlülüklerini ve görevlerini çok iyi bilmekte ve AB'den gelecek eleştirileri göz ardı edebilmektedir; diğer yandan AB yetkililileri de neyi talep edip edemeyeceklerini çok iyi bilmektedir. Burada işimiz diplomatlarladır. Burada Avrupa Parlamentosunu ve onun bağlayıcı olmayan kararlarını kullanarak en azından medyanın ilgisini çekebiliriz, bu da ulusal GLBT hareketinin işine yarayabilir. Sonuç olarak benim çıkarımlarım şunlardır: •‹nsanların zihinleri ve tutumları yalnızca ulusal düzeyde o ülkenin kendi yerel hareketince değiştirilebilir ve farkı hissetmek için en az bir ya da iki neslin değişmesi gerekecektir. •AB ve ulusal düzlemleri savaşımızda ilişkilendirmeli ve Avrupa düzleminde ne zaman mümkün olursa fırsatları kullanmalıyız ancak aynı zamanda gerçekçi de olmalıyız.
27
eşcinsel hakları ve yaşam koşulları anette trettebergstuen Norveç, uluslararası alanda toplumdaki tüm üyelerinin eşitliği için çalışan ve güçlü bir dayanışma geleneği olan liberal bir ülke olarak tanınır. Eşcinsel çiftler heteroseksüellerle her açıdan eşit olmamasına rağmen, Norveç yasal mevzuatı pek çok alanda lezbiyen ve geylere koruma sağlar. Buna sunumumun ilerleyen bölümlerinde değineceğim. Öncelikle, Norveçli lezbiyenlerin Norveç'in kadınlar konusunda sahip olduğu çok ilerici mevzuattan yararlandığını söylemek istiyorum. 1979'da parlamento dini kurumlar hariç toplumun tüm alanlarını kapsayan cinsiyet eşitliği konusunda bir yasayı kabul etti.
28
Norveç, kadın ve erkeklerin kamu hukuku tarafından eşit algılandığı ülkelerden biridir. Bu, toplumsal cinsiyet konusunda hiçbir zorluk veya sorunla karşılaşmadığımız anlamına gelmiyor çünkü atmamız gereken daha pek çok adım var. Ancak, kadın haklarında, kadının statüsü ve kadın cinsiyetinin gözetilmesiyle ilgili olarak uzun bir yol kat ettik. Eşcinsel ilişki 1973 yılına kadar Norveç'te yasa dışıydı. Kadınlar arasındaki cinsel ilişkiyle ilgili bir sınırlama yoktu. Büyük ihtimalle eşcinsel ilişkiyi yasaklayan yasa 1902'de, yani kadınların cinselliğinin Norveç'te -bugün olduğu gibi- ciddiye alınmadığı zamanlarda yapılmıştı. 1973'te bu yasayı değiştirdik. Bundan itibaren eşcinseller artık Norveç yasalarınca 'suçlu', eşcinsellik de 'psikiyatrik vaka' olarak algılanmıyor. 1981'de, meclis cinsel yönelim temelinde ayrımcılığı yasaklayan yasayı çıkardı. Bunun sonucunda Norveç eşcinselleri, dünyada ilk kez ayrımcılığa karşı yasal korumaya sahip oldular. On iki yıl sonra 1993'te meclis, lezbiyen ve geylere yasal evlilik yolunu açan yasayı yürürlüğe koydu. Bu yasa heteroseksüel çiftlere uygulanan yasalar temelinde hazırlandıysa da iki önemli farkı bulunmaktaydı. Birincisi; bizler Norveç devlet kiliselerinde evlenemiyoruz. Bu sadece hiç kiliseye adım atmamış dahi olsalar heteroseksüellere tanınan bir hak ve gey/lezbiyenler tüm hayatlarını kilisede geçirmiş olsalar bile bu yasa gereğince bu haktan mahrumlar. ‹kincisi; heteroseksüel evliliklerinden farklı olarak, lezbiyen ve gey çiftler yasal olarak partner olsalar dahi evlatlık alamıyorlar. Fakat 2002'den beri, birbirlerinin çocuklarını “üvey çocuk evlat edinme” diye tanımlanan yasa çerçevesinde evlat edinebiliyorlar. Üvey çocuğu evlat edinme yasası şu anlama geliyor: Heteroseksüeller de eşcinseller de birbirlerinin partnerlerinin çocuklarını evlat edinme konusunda eşit haklara sahipler. Bu, daha fazla eşitlik elde etme yolunda çok önemli bir adım ve çocukların kendi haklarını güvence
"Norveç'teki eşcinsel aktivistler ve birçok siyasi parti şimdi daha eşit haklar için bir adım daha atılması gerektiğini düşünüyor. Partner yasasının kaldırılmasını ve evlilik yasasının eşcinsel veya heteroseksüel herkes için eşit olmasını istiyoruz."
altına almakta da oldukça önemli. Üvey çocuğu evlat edinme olmaksızın, çocuğun tek bir yasal ebeveyni olabiliyor ve bu yasal ebeveynin ölmesi durumunda, diğer ebeveyn çocuk üzerinde hiçbir hak iddia edemiyor ve çocuk yasal olmayan ebeveyni öldüğü takdirde bu ebeveynin mirası üzerinde herhangi bir hakka sahip olamıyor. Bu nedenle bu yasa, evlat edinen bu çocukların da anne ve babayla büyüyen çocuklarla aynı haklara sahip olmalarını sağlamak açısından büyük bir ilerleme. Ancak, hâlâ eşcinseller kendi partnerlerininkinden başka bir çocuğu evlat edinme hakkına sahip değiller. Bizim için önemli bir prensip: eşcinsel ve heteroseksüeller, evlat edinme konusunda farklı uygulamalara tabi olmamalılar. Hiç kimsenin anne ya da baba olmaya hakkı yok ve bu nedenle hiç kimsenin -bir çocuğa bakabilme kabiliyeti eşcinsel veya heteroseksüel olmanıza göre değişmeyeceği dikkate alınmadan evlat edinme hakkı da yok!
muhafazakar parti grupları dahil böyle bir yasa değişikliğini istemedi. Ancak, İşçi Partisi, Sosyalist Sol Parti ile birlikte mecliste çoğunluğa sahip ve öyle görünüyor ki önümüzdeki sene yeni yasa geçmiş olacak ve bu da tarihe geçecek. Norveç'teki eşcinsellerin gündelik yaşamıyla ilgili olarak da bir şeyler söylemek istiyorum. Norveç eşit haklar açısından çok yol kat etti, hatta gelecek iki sene içerisinde eşit haklara tamamıyla kavuşmaya daha da yaklaşacak gibi görünse de birçok Norveçli eşcinsel gündelik hayatlarında ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor. Norveç'te son dönemde yapılan bazı araştırmalara göre, gey ve biseksüel erkeklerle kadınların sağlık durumları tüm nüfusa oranla daha olumsuz. Bu, damgalanma deneyimi ve ayrımcılık gibi, marjinal gruplarda tipik olarak rastlanan baz etkenlerle açıklanabilir.
"Norveç hükümeti,
Bu nedenle, eşcinsellerin de evlat edinebilmelerini sağlayacak şekilde yasaların değişmesini istiyoruz. Bugün tek bir kadın veya erkek olarak evlat edinebilir bireyler olarak kabul görüyorsunuz ancak birlikte yaşayan iki kadın veya iki erkek bir çocuğa bakmak istediğinde doğrudan reddediliyor. Bir annenin iki anneden daha iyi olduğu kanısında nasıl bir mantık var?
önümüzdeki sene evlilik yasasını değiştiren, yürürlükte olan yasayı
aynı cinsiyetten çiftlerin evlilik hakları ve evlat edinme haklarını içerecek
Norveç'teki eşcinsel aktivistler ve birçok siyasi parti şimdi daha eşit haklar için bir adım daha atılması gerektiğini düşünüyor. Partner yasasının kaldırılmasını ve evlilik yasasının eşcinsel veya hetero seksüel herkes için eşit olmasın istiyoruz. Bu nedenle, geçen Ekim ayında göreve gelen Norveç hükümeti, önümüzdeki sene evlilik yasasını değiştiren, yürürlükte olan yasayı aynı cinsiyetten çiftlerin evlilik hakları ve evlat edinme haklarını içerecek ve toplumsal cinsiyet açısından yansız olacak şekilde yeniden düzenlemek istiyor. Bu şu anlama geliyor: eşcinseller rahip isterse kilisede evlenebilecekler ve bizler de evlat edinme konusunda heteroseksüel çiftlerle aynı haklara sahip olacağız. Partner yasasıyla eşcinsel ilişkiler yasal olarak kabul gördü, ancak ahlaksal olarak hâlâ eşcinsel evliliklerle eşit değiller. Bu, eşcinsel ve heteroseksüel evlilikler sonuç olarak yasalarda eşit kabul görecekler demektir. Norveç'te geçen yaz yapılan seçim kampanyalarında tartışılan en önemli konulardan biri buydu. Norveç İşçi Partisi ve Sosyalist Sol Parti gibi sol partiler, liberallerle birlikte bu yasayı geçirmek istiyorlar, ancak, Hıristiyan Demokratik Partisi bazı
Birbirimizle tanışma yöntemlerimiz yapısal olarak heteroseksüel insanların partnerleriyle tanışma şekillerinden farklı olabilir. Bizler interneti, barları, saunaları vs. tercih ediyoruz. Bu tür yerler genellikle alkol bulunan, seks odaklı yerler ve gerçek şu ki bu yerler çoğunlukla eşcinselliğimizi açıkça ifade edebildiğimiz mekanlar.
Norveç'teki sivil toplum kuruluşu Norveç Gey ve Lezbiyen Sağlığı Örgütü, “erkeklerle erkekler ve kadınlarla kadınlar arasındaki cinsel ilişkide sağlık” konusuna büyük önem veriyor. Örgüt 8 0 l e r i n başında eşcinsel topluluklarındaki HIV salgın karşısında çalışmalarına başladı. Para başlangıçta zor bulunuyordu, ta ki hükümet kadınların da biseksüel erkekler tarafından nfekte olabileceğini anlayıp zorunlu olarak para desteğinde bulunana kadar. Norveç Gey ve Lezbiyen Sağlığı Örgütü gey ve lezbiyen topluluklarla, hedef gruplarla yakın ilişki içerisinde, mümkün olan araştırma ve istatistikleri kullanarak sağlık kampanyaları, atölye çalışmaları, ağlar (network) vb. planlıyor. “Eşten eşe” çalışmaları hedef gruplara ulaşmanın en iyi yolu olduğunu kanıtladı. Bu çalışmanın önemli anahtar kelimeleri ise kimlik, cinsellik ve aşk.
ve toplumsal cinsiyet
açısından yansız olacak şekilde yeniden
düzenlemek istiyor"
1999da, gey/biseksüel erkekler ve lezbiyen/biseksüel kadınların sağlıkları üzerine hazırlanan ayrıntılı rapor, bu grupların uyuşturucu, alkol kullanımı ve ruh sağlığı açısından nüfusun geri kalanına oranla
29
daha kötü durumda olduğunu gösterdi. Norveç Gey ve Lezbiyen Sağlığı Örgütü, HIV önleme çalışmasında, bu sorunlar çerçevesinde aynı metodu kullanarak (eşten eşe eğitim) benzer olumlu etki ve sonuçlar elde etti. Başlıca öğretici şey, hedef gruplarda alkol ve uyuşturucu kullanımına ve zihinsel rahatsızlıklara eğilimli oldukları anlayışını oluşturabilmek ve eşten eşe modelindeki deneyimlerin, hikayelerin paylaşımının ve toplantıların yapılacağı güvenli alanlar organize etmek oldu/oluyor. Norveç'te 15 yıllık HIV enfeksiyonunda değişmeyen rakamlardan sonra, son üç yılda, -şimdilik 2004 en yüksek olduğu sene- dramatik bir yükselişle karşılaştık. Bununla birlikte, 2005'in sonuçları enfeksiyon sayısında gözle görülür bir azalma olduğunu gösterdi. Bu düşüşlerden biri mi yoksa farklı bir durum mu, söylemek için çok erken. HIV dışında, uyuşturucu ve alkol kullanımı, ruh sağlığı, lezbiyen sağlığı gibi alanlarda, hükümet 1999'daki ilk çalışmadan nerdeyse on yıl sonra yeni bir yaygın sağlık çalışması ve raporu hazırlayacağa benziyor. Bu yeni rapor gey ve lezbiyen topluluklarında son on yıldır yapılan sağlık çalışmalarının sonuçları hakkında önemli bilgiler verecek ve gelecek çalışmalar için yapılması gerekenleri, önerileri göreceğiz.
30
Son olarak; Norveç, eşcinsel hakları konusunda çalıştıkça diğer ülkelere de örnek oluyor, ama her yerde olduğu gibi Norveç'te de 'tam eşitlik' için mücadele devam ediyor.
"Norveç'te son dönemde yapılan bazı araştırmalara göre, gey ve biseksüel erkeklerle kadınların sağlık durumları tüm nüfusa oranla daha olumsuz."
Norveç İşçi Partisi Gey Ağı, İşçi Partisinin gey ve lezbiyen üyeleri tarafından 2004te kuruldu. Norveç'in en geniş siyasi partisi olan ve halen iktidarda bulunan İşçi Partisi, insan hakları ve dayanışma konusunda uzun bir geleneğe sahip. Parti, aile birlikteliği yasasına girişi de içeren pek çok yasal değişikliğe öncülük etti ancak son yıllarda eşcinsel haklarına ilişkin politikaları çok açık olmadı ve öncelik içermedi. Ağ bileşenleri bunu değiştirmek istedi. Amaçları, eşcinsel haklarının (ve genel olarak insan haklarının) parti politikalarının doğal bir parçası olması gerektiğini ve İşçi Partisinin eşcinsel hakları konusunda kendi değerlerine sahip olduğunu göstermekti. Ağ hızla genişliyor. Üye sayısı şu anda 250nin üzerinde. Bu yüksek katılım, partinin ana politikaları üzerindeki doğrudan etkimiz açısından büyük önem taşıyor. 2005 yılı başında, eşcinsel evlilik ve evlat edinme konusunda tüm hakların verilmesi için parti içerisinde çoğunluk desteği bulmayı başardık. Eylül 2005 te, hükümet değişikliği için aktif olarak kampanyalar düzenledik. Eşcinsel oylarının Hıristiyan Demokrat bir başbakanı olan önceki muhafazakar hükümetin düşmesinde payı olduğuna inanıyoruz. Üyelerimizden Anette Trettebergstuen parlamento üyeliğine seçildi ve başka bir üyemiz Kjell Erik 0ie, Çocuk ve Eşitlik Bakanının yardımcısı oldu. İşçi Partisi geçen sonbahar hükümete başka iki parti ile birlikte girdiğinden, eşcinsel hakları için faydalanabileceğimiz bir alanda çalışıyoruz. Gelecek dört yıl boyunca Norveçli gey ve lezbiyenler için çeşitli önemli konularda hamle yapabileceğimizi umuyoruz. Eşcinsel haklarını gözeten bir partideyiz ama biz her zaman sabırsızız ve çalışmaların yeterince hızlı olmadığını hissettiğimizde mücadele ediyoruz, seslerimizin duyulması için. İşçi Partisinin en liberal ve en uzlaşmaz eşcinsel politikalara sahip olması bizim için hayati önem taşıyor. Bunun gerçekleşmesi bizim görevimiz. GALSD yönetim kurulu sık sık toplanan 10 üyeden oluşuyor. Parti içinde karar alanlara çok açık biçimde görüşlerimizi sunup kabul ettiriyoruz; bunun Norveç toplumuna yansıdığına da eminiz. Norveç'te eşcinsel hakları mücadelesi uzun bir yol kat etti. Önceliğimiz ve görevimiz, gündemi ileriye taşımak. Basınla kurduğumuz yakın ilişkiler sayesinde, büyük gazetelere yazdığımız açık mektuplar ve açık toplantılarımız yoluyla sistematik olarak tartışma yaratmaya çalışıyoruz. Böylelikle, medyada ve diğer kamusal forumlarda görünür olmayı başarıyoruz. Bu da hükümetteki politikacıları bizim için önemli olan konularla ilgilenmeye ve bunları yasa tasarısı haline getirmeye zorluyor. Hemen her ay açık bir toplantı düzenliyoruz. Profilleri yüksek konuşmacılarımız oldu ve iyi bir dönüş sağladık (15-50 katılımcı). Toplantı başlıklarından bazıları şunlardı: •Norveç'te Müslüman eşcinseller ve maruz kaldıkları çifte ayrımcılık •Eşcinsel atletler ve spor alanındaki eşcinsellik tabusu •Eşcinsel toplulukta utanç ve kendinden nefret •Gey yaşam tarzına medyanın bakışı •Görünür lezbiyenler •İş yerinde açık eşcinsel olmak •Gey ve lezbiyen sağlığı •Norveç okul müfredatında eşcinsellik Lezbiyen ve geylerin hâlâ ayrımcılığa uğramasına ve pek çoğunun kapalı kalmayı seçmesine rağmen, Norveçli insanların durumu umut verici. Hayallerimizin pek çoğu gerçekleşti ve kısa zamanda daha fazlasını elde edeceğimize inanıyoruz. İşçi Partisi aynı cinsten evliliklere sıcak bakıyor ve birkaç yıl içerisinde yasal değişiklik gerçekleşecek. Norveç'te, partnerin çocuğunu evlat edinmek yasal hale geldi; bu, yapay döllenme yolu ile olduğunda da geçerli. Bürokrasinin engelleriyle karşılaştığımız da oldu tabii. Partimiz bu sürecin daha geçişken olması için adımlar attı, ve bu da pek çok eşcinsel çiftin yaşamını kolaylaştırdı. Oslo şehir konseyinin başkentte yaşayan eşcinseller için hazırladığı bir eylem planına katkıda bulunduk. Biz, eşcinsellerin siyasette ve toplumda görünür olmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Merkezi pozisyondaki eşcinsel politikacılar ve Norveç'teki lezbiyen ve geylerin yaşamlarını geliştirmek için çalışmaya devam edeceğiz.
Norveçli Geyve Lezbiyen Sosyal Demokratlar (GALSD)
31
Homofobi: İngiltere'deki Yasal ve Sosyal Değişim mike upton "1990'lı yıllarda, İngiliz ordusunun gey ve lezbiyenler için orduda çıkardığı engel, birçok kısıtlamayı da berberinde getirdi. Stonewall "Geyler de düz ateş edebilir" gibi medyanın hoşlanacağı türden bir sloganla "Ordudaki Geyler" kampanyasını başlattı. Stonewall, Savunma Bakanlığı'nı personelini yeniden yapılandırmaya ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile yüzleşmeye çağırdı."
Cinsel yönelim ayrımcılığına karşı atılan adımlar, daha çok 'eşitlik' ve 'insan hakları' gibi manşetler altında toplanan yasal iyileştirmelerden ibaret olmuştur. Yasal reformların önemi tartışılmaz; ancak, yasal ve sosyal deği ğ im arasındaki bağlantının da bu reformların beraberinde geldii varsayılır. Bu yazımda, homofobi konusunda atılan yasal adımların nasıl sınırlandığını tartışacağım. Yasal değişimler, kazanılan bu hakların toplumun tüm üyelerine aynı şekilde açık olduğunu varsayar. Bu tür yasal değişimler aynı zamanda, eşcinsellerin sınıf, cinsiyet, ırk, yaş ve HIV statüsü gibi birkaçını sayabildiğimiz sosyal kategoriler doğrultusunda da sınışandırıldığını göz ardı etmektedir. Örneğin, İngiltere'de 2005 yılından beri ilgi uyandıran eşcinsel ilişkilerin çoğunluğu, ülkenin zengin kısımlarında (Londra, Brighton ve Hampshire'da Chelsea ve Westminster) yaşayan insanlar tarafından yaşanmaktadır ki bu, yasal değişimlerden orta sınıf beyaz eşcinsellerin daha çok faydalandığını ortaya koymaktadır. Eşitlik yolunda atılan bu resmi adımlar, çoğu zaman bu tür derin sosyal eşitsizliklerin giderilmesi için yeterli olamamaktadır. İkinci olarak, atılan bu yasal adımlar -özellikle “insan hakları” adı altında toplananlar- tarihte daha çok ihlal edilmiş olan sivil ve politik haklara yoğunlaşmış (düşünce özgürlüğü, oy kullanma hakkı gibi), ancak sosyal ve ekonomik haklar konusunda yetersiz kalmıştır. Açlık, sağlık imkanları, eğitim ve barınma gibi sosyal eşitsizliğin parçaları olan faktörlerin yasal yollarla değişime uğraması zordur. Yasal anlamdaki 'eşitlik'e yoğunlaşıldığı zaman, insan hakları yönünde yapılan çalışmalar, çoğu zaman altta yatan sorunları çarptıracak ve statü faktörünü güçlendirecektir. Siyah nüfus için kabul gören 40 yıllık “yasal eşitlik”, hiçbir şekilde eşit muameleye yansımamıştır; bu konu bir karmaşa halinde olduğu için yasal yollarla kimse sorumlu tutulmamaktadır. Bunun gibi, homofobi konusundaki deneyimlerimiz bir dizi yasayla azaltılamaz; ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerinin derin ve karmaşık bir kombinasyonu yoluyla üretilmiş ve bunlarla iç içe geçmiştir. Yasal eşitliğe adapte olmamız, sorgulayabileceğimiz faktörlere, özellikle de sosyal sorunlarla bağlantılı olanlara sınır koymaktadır. Tartışmamı daha iyi izah edebilmek için, İngiltere tarihinde yaşanan iki olayı aktaracağım: İngiltere ve Galler'de 1967 yılında düzenlenen “Cinsel Saldırılara Karşı Gösteri” ve Stonewall'un içerdiği 1990 yılındaki “Ordudaki Geyler” kampanyası… 1967 - Cinsel Saldırılara Karşı Gösteriler Erkekler için eşcinsellik 1885 yılında yasaya aykırı kılındı. Kraliçe Victoria, ünlü bir bildirisinde kadınlar arasındaki ilişkileri cezalandırmanın gerekli olmadığını belirtti. Lezbiyenlikle ilgili her ne kadar yasal bir kınama ve eleştiri bulunmasa da bu,
onlara karşı bir ayrımcılığın olmadığı anlamına gelmez; tekrar belirtilmelidir ki bu örnek, yasal ve sosyal değişimler arasındaki farkı idrak etmemiz gerektiğini vurgular. Birçok analizde, 1967 gösterisi, homofobiye kaşı yürütülen çalışmaların ve eşcinselliğin yasallaşmasının dönüm noktalarından biri olarak kutlanır. Ancak, değildir. Erkekler arası cinsel ilişkinin önündeki engeli kaldırsa da, bu yalnızca, rızası bulunan 21 yaşın üstündeki iki erkeğin özel alanda yaşadığı cinsellik için geçerliydi. Gülümseme, göz kırpma gibi, herhangi bir anlaşma yoluyla bir erkeğin başka bir erkekle topluma açık yerlerde cinsel amaçlı görüşmelerde bulunması hâlâ bir suçtu. Bu yasal deği ı imin hemen ardından, toplumdaki bu suçlara yönelik baskı artt ve sıkı tedbirler alınmaya başlandı. Ayrıca tutuklu sayısı üç misline çıktı. 1980'li yıllarda, 'tahrik etmek' gibi suçlardan 20 binden fazla gey tutuklandı. Her ne kadar resmi bir son konulduysa da ayrımcılığa, teşvik üzerine uygulanan sözde ayrımcı olmayan kurallar polisler tarafından eşcinsel erkeklere karşı kullanılıyordu. Yapılan yasal değişikliklerden 20 yıl sonra bile, polislerin homofobik davranışları değişmemiştir. Buna paralel olarak -her ne kadar resmi ayrımcılık 40 yıl önce sona ermiş olsa da- İngiliz polisinin etnik azınlıklara karşı kullandığı “Durdur ve Arama Yap” gücü gösterilebilir. Yasal adımlar, hayata işlemiş ayrımcılığı değişime zorlamada yetersiz kalmakta, özelikle polis gibi idarelerin gücünü yasalardan alması durumunda daha da etkisiz hale gelmektedir. Ordudaki Geyler: Eşitlik Gündemi 1960'lı yıllarda, İngiltere'de iki ayaklanma gerçekleşti: Geyler için Özgürlük Koalisyonu (GLF) ve Eşcinsel Eşitlik Kampanyası (CHE). GLF radikal, kendine özgü, daha çok doğrudan faaliyetlere ve kamuya açık alanlarda yaptığı gösterilere yoğunlaşmış, CHE ise eşitlik gibi kısıtlamalara yasal reformlar amacıyla yaklaşmıştır. Her ne kadar bu iki organizasyon yok olmuşsa da, İngiltere'deki GLBT çalışmaları radikal/reformcu çerçevesi içinde şekil almıştır. 1989 yılında kurulan Stonewall, GLBT sorunlarında İngiltere'de yürütülen en ünlü ve kaynaklarla en iyi desteklenmiş organizasyondur. Tony Blair'ın Yeni Emek Partisi ile yakın
33
bağlantıları vardır ve yasal eşitlik yolunda özel bir reformcu kimlik kazanmıştır. Gey ve lezbiyen topluluğunu temsil ettiğini iddia etse de, eleştirmenlere göre, sağlam temele oturtulmamış ve anti-demokrattır. Destekçileri ise, yasal deği ğ imlere öncü olması yolunda başarılı bir geçmişe sahip olduuna dikkat çekiyor. Hiç şüphe yoktur ki, son 15 yılda eşcinsel haklarını ilgilendiren konularda reformcu ağırlığını koymuş ve birçok zafere imzasını atmıştır. Stonewall'un 1990'lı yıllardaki “Ordudaki Geyler” kampanyasını göz önünde bulundurarak, “eşitlik” üzerine kurulan çalışmaların doğurabileceği risklerin altını çizmek istiyorum. 1990'lı yıllarda, İngiliz ordusunun gey ve lezbiyenler için orduda çıkardığı engel, birçok kısıtlamayı da berberinde getirdi. Stonewall “Geyler de düz ateş edebilir” gibi medyanın hoşlanacağı türden bir sloganla “Ordudaki Geyler” kampanyasını başlattı. Stonewall, Savunma Bakanlığı'nı personelini yeniden yapılandırmaya ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile yüzle ğı meye ça ğı ırdı. Bu, Stonewall'un kazanma olasılığının daha ar bastı bir davaydı ve devlete, yasal ödemeler ve tazminatla birlikte yaklaşık olarak 32 milyon pounda mal olurdu. Stonewall'un o zamanki müdürü Angela Mason şöyle diyor: “Bu yurtsever mücadele, İngiliz hükümetinin harekete geçmesi içindir. Bu tür para ile bir tabur satın alınabilir ya da firkateynlerimizden biri bir sene boyunca çalışabilirdi.”
34
Bu yurtsever dava ve ordu konusundaki etkili onay, bana göre, özellikle resmi ayrımcılığın ve 'dahil edilmeye yoğunlaşmanın doğurduğu problemlerin altını çizer. Ayrımcı olmakla kalmayıp ayrıca queer bakış açısından sorun teşkil eden orduyu eleştirme yeteneğimizi azaltır. Queer özgürlüğüne ordunun nasıl ters düştüğünü açıklamamın gerekli olmadığını
düşünüyorum. Peter Tatchell'in de belirttiği gibi ordu şiddet, hiyerarşi, üstünlük, saldırganlık ve otorite gibi faktörler doğrultusunda ı ekillenmiştir. Üyelerini demokratik haklardan yoksun bırakr, şiddete kışkırtır; halk incelemesi ve sorumluluğu mekanizmalarından da yoksundur. Bizim' adımıza söz sahibi olmak tam olarak kimin hakkı? Geylerin azınlık politikası ne kadar demokrattır ve bu aslında kimin yararınadır? Bununla birlikte, ne tür bir topluma dahil edilmek istediğimizi daha fazla sorgulamamız gerekmektedir. Eşitlik, ancak, ne ile birlikte eşitlik? Belirtmeye sanırım gerek yok ama Stonewall'un kampanyası başarılıydı. Artık gey ve lezbiyenler, özgürce, diğer heteroseksüel arkadaşları gibi devlet için insan öldürme hakkına sahiptiler. Ne Pahasına Kabul Görme? Sonuca bağlayacak olursak, ayrımcılığın sona erdirilmesi ve eşit haklar, eşit muamele anlamına gelmiyor. Ayrımcı yasaları de ğ iştirmek mutlaka önemlidir; homofobik davranışların deiştirilmemesi halinde bunun hiçbir anlamı yoktur. Bu ikisinin arasında bir bağlantı olduğunu ve ayrımcı tutumlara karşı kazanılan yasal zaferlerin önemini ve sosyal etkisini inkar etmiyorum. Ancak, bunu verdiğim iki kısa örnekle de yeterince açıkladığımı umuyorum, yasal ve sosyal değişimler arasındaki bağlantı, gey hakları kulisindekilerin sandığı kadar açık ve dürüst değildir. İngiltere'de gey ve lezbiyenler için verilen yasal haklar, daha çok beyaz orta sınıf azınlıklar için geçerliydi. Bu nedenle, herkes için adaletin var olaca ğ ı bir toplumu gözümüzde canlandırabilmek için, gey kimliinin çok daha ötesinde bir bakış açısına ihtiyacımız var.
kontrolü kendi eline almanın bir yoludur. Homofobinin bu daha geniş etkili kurumlardan ve düşüncelerden ayrı düşünülemeyeceği, tam tersine bu kurumlar sayesinde üretilip desteklendiği gerçeğinin görülmesidir. Oueer, homofobi ve "öteki" olma deneyimini ele alıp, tüm "ötekileştirme" pratiklerine ve hiyerarşilerine karşı bir meydan okuma geliştirir, bu pratiklerin ve hiyerarşilerin altında yatan eşitsiz güç ilişkilerinin maskesini düşürür.
mike upton İngiltere'nin eşcinselliğe karşı derinden bir tutucu yaklaşımın hakim olduğu kırsal kesiminde büyüdüm. Okullarda "gey" sözcüğü en genel küfürdü ve zorbalık yaygın bir davranıştı. Ailemin ve arkadaşlarımın beni reddedeceği korkusuyla, duygularımı ifade etme cesaretini kendimde bulamıyordum. Bu yüzden pek çok queer gibi ben de daha fazla özgürlük arayışıyla, bulabildiğim ilk fırsatta şehre taşındım. Ama orada da bireyi başka türlü bir itaate zorlayan, gettolaştırılmış bir gey ortamıyla karşı karşıya kaldım. Büyük Britanya oldukça geniş bir çeşitlilik içeren bir ülke; ancak, gey olmak beyaz, genç, erkek ve "güzel" olmak, türlü kozmetik ürünlerine, pahalı barlarda ve kulüplerde harcayacak bol paraya sahip olmak demekti. Bana kendi "cemaatim" olduğu söylenen bu ortama yabancılaşmış hissettim kendimi. Otuz yıl boyunca İngiliz yasaları eşcinselliğin belli bazı yönlerine, özel alanda yaşandığı ve kamusal alandan uzak tutulduğu müddetçe, hoşgörü gösterdi. Kamusal alanı ilgilendiren, örneğin eğitim ve iş yaşamıyla ilgili yasalar ise ayrımcılık içermeye devam etti. Kamusal yaşamdan bu biçimde uzaklaştırılmış olan eşcinsellik, bu yasalar sayesinde fiilen özelleştirildi. Gey kültürü kamusal olarak ifade edilemiyorsa da, gey erkeklerin gidip içinde dans ettiği ve düzüştüğü -ama nadiren konuşup organize olduğu- barlar ve kulüpler biçiminde özelleştirilmiş bir pazar ortamı haline getirilebilirdi. Bu depolitize edilmiş ve ticari leşti ri I m iş ortam, Russel T. Davies in televizyon programı Oueer as Folkun konusunu oluşturmaktadır. Mark Ravenhill'in yazdığı Shopping and Fucking (Alışveriş Yapmak ve Düzüşmek) adlı oyunda ise eleştirisi yapılmıştır. Neyse ki yabancılaşmış hisseden yalnızca ben değildim: Oueer Mutiny Bristol (Oueer İsyan Bristol) 2004 yılında, ticari olmayan alternatif mekanlar sunmak ve kişilerin politik ve sanatsal faaliyetlerini kolaylaştırmak amacıyla kuruldu. Farklı deneyimlere ve politik önceliklere sahip insanlardan oluşan ve çok sıkı olmayan bir ağ halindeyiz, ama queer, genel olarak hepimizin ilginç ve yararlı bulduğu bir kavram. Queer ne demek? Bence queer; ailenin, devletin, katı cinsiyet rollerinin ve eşcinsellikle düzcinsellik arasında kesin bir ayrım yapan ikili bir cinsellik modelinin dayattığı baskılardan kurtulup
Bunların ışığında Oueer Mutiny Bristol, gey cemaatin sınırlarının ötesindeki kişiler ve örgütlenmelerle işbirliği ve yakınlıklar kurmayı amaçlamaktadır. Örneğin, Bristol de Indymedia ile yerel anarşist, feminist ve anti-kapitalist topluluklarla (Kebele gibi) ve bağımsız bir sinema mekanı olan The Cube ile birlikte çalışıyoruz. Britanya'daki diğer Oueer Mutiny ağları ve yurtdışından örgütlenmelerle de bağlantılarımız var. Bristol Oueer Mutiny kapsamında düzenli olarak tartışma saatleri, film gösterimleri, müzik dinletileri ve politik etkinlikler düzenleniyor. Bugüne dek çeşitli eylemler de düzenledik. Yakınlarda, üyelerimiz Bristol'de otonom bir sosyal merkez oluşturmak için squatting (boş evlerin işgal edilmesi) eylemine katıldılar. Bir de internet sitemiz var: www.queermutinybristol.org.uk Oueer: Diğer bir Avro-Amerikan kolonyalist söylem mi? Müstakil bir politik strateji ve manifesto olarak "queer", en açık biçimiyle 1980lerin sonu ile 1990ların başında Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da geliştirildi. Ancak, bana kalırsa insanların dünyanın her yerinde, zamanın başlangıcından beri queer politikayla uğraştığı aşikardır. ûueer'in Berkeley'deki bir grup kuramcı tarafından ortaya atılmış, dar bir çevreye hitap eden bir düşünce olduğu savının kendisi kolonyalisttir. Oueer politika böyle olmak durumunda değildir. Örneğin, Gay Liberation Front (Gey Özgürleşme Cephesi) oluşumunun Britanya'da 1970'lerde yürüttüğü politika, adı o zaman öyle anılmamış olmasına rağmen, kesinlikle "queer" olarak görünmektedir. Benzer bir biçimde, Türkiye'deki anti-militarist hareket, bazı isim yapmış "queer kuramcıları"nın cesaret edebileceğinin çok ötesinde bir queer varlık sergilemektedir. Bence "queer"in yararlı ve etkili olma olasılığı büyük ölçüde yerel koşullara bağlıdır; queer fazlaca sık bir biçimde, olur olmaz her yerde, bağlama bakılmaksızın başvurulabilecek, gezici bir gösteren olarak görülmektedir. Ama bu kavramın, en azından Bristol'deki haliyle, kullanışlı bir politik strateji olduğunu düşünüyorum.
"Türkiye'deki anti-militarist hareket, bazı isim yapmış 'queer kuramcıları'nm cesaret edebileceğinin çok ötesinde bir queer varlık sergilemektedir."
35
eşcinsellerin elde ettikleri yasal eşitlik ile toplumla bütünleşme düzeyleri arasındaki çelişki gert hekma
36
Hollanda, 1970lerden beri cinsel politika açısından dünyadaki en liberal ülkelerden biri olarak görülmektedir. Cinsel ahlak açısından güçlü dinsel ve konservatif yaklaşımlardan, son derece laik ve liberal bir anlayışa gelinmiştir. 1970lere do ğ ru Hollandalılar boşanmanın, pornografinin, fuhuşun, eşcinselliin, doğum kontrolünün ve gençlerin cinselliğinin reddedildiği bir dönemden tüm bu konularda daha liberal görüşlerin benimsendiği bir döneme geçtiler. Görüş açılarındaki bu değişimi yasalardaki değişiklikler takip etti: Boşanma kolaylaştırıldı, pornografi ve fuhuş suç olmaktan çıkartıldı ve doğum kontrolü erişilebilir bir hale getirildi. Eşcinsel ve heteroseksüel seksin yasal olduğu yaş sınırı (21 yaş ve 16 yaş) ise 1971 yılında, her iki grup için de 16 yaş olarak e ı itlendi. 1973 yılında, gey ve lezbiyenlerin askerlik yapmalarna izin verildi. Hollanda 2001 yılında aynı cinsten çiftlerin evlenmesini yasallaştırarak bu alanda bir ilke imza atmış oldu. Hollandalıların yasal liberal cinsel kültürü, kısmen kilisenin ve devletin ayrı tutulması fikrinden kaynaklanır. Cinsel ilişkilerin bireyin özel hayatının bir parçası olduğu ve devlet tarafından yönlendirilmesinin yanlış olacağı fikri benimsenmiştir. Hollandalılar bu laik politik kültürü Fransızlardan almışlardır. 1960ların cinsel devriminin Hollanda üzerinde diğer ülkelere nazaran güçlü bir etkisi olmuştur. Bu durum Hollanda'da giderek artan sosyal ve düşünsel hareketlilik, bireysellik, demokratikleşme, laikleşme, feminizm, ulusal medyanın güçlenmesi ve öğrenci kültürünün geli ı mesi gibi değişimlerle ilgilidir. Daha sıkı cinsel ahlak taraftar olan iki dinsel grup, Katolikler ve Ortodoks Kalvinistler, cinsel inanışlarını ve değerlerini gözden geçirmeleri konusunda psikiyatrlar ve sosyal hizmet uzmanları tarafından etki altında bırakıldılar. 60'lı yıllarda ise bu dinsel grupların cinsel ahlak konusundaki fikirlerinde yumuşama başladı. Gey ve Lezbiyen Hareketinin Yükselişi 1969 yılında, psikiyatr Wijnand Sengers, eşcinselliğin patolojik bir problem olmadığını, ancak, eşcinsellerin de heteroseksüeller gibi psikolojik problemleri olabileceğini söyledi. Yaptığı araştırmada cinsel eğilimi e ı cinselden heteroseksüele geçen tek bir inandrıcı örnek bulamadığını belirten Sengers, eşcinsellerin, yönelimlerine ve sosyal duruma uyumunu arttırma konusunda kendilerini gey organizasyonlarına yönlendirme gibi yardımların daha faydalı olacağına dikkat çekti. Aynı zamanda, rahipler ve din görevlileri de halka eşcinsellerin kabul görmesini
telkin etmeye başladılar. Bugün bile hâlâ var olan, eşcinsellerin “namuslu” bir hayat sürüp sürmemesi konusunda tartışmalara rağmen din görevlileri arasındaki genel düşünce e f cinsellerin kabulü yönündeydi. 1971 yılında, parlamento eşcinselleri açıkça hedef alan ceza yasasından kurtulmaya karar verdi. 60'lı yıllara kadar eşcinsellik bir günah, suç ve hastalık olarak kabul edilirken şimdi 10 yıllık bir süre içerisinde eşcinselliğin bunlardan hiçbiri olmadığı söyleniyordu. Bu radikal bir değişimdi. Bu değişiklikler gey ve lezbiyen hareketi içerisinde sosyal ve politik hedeşere dair konuların konuşulmasını sağladı. Hareket genel olarak sosyal entegrasyon ve kabul edilme hedeşerine öncelik verdi. Ancak, eşcinsellik ile ilgili öğrenci çalışma grupları konfederasyonunun ardından Purple September (Mor Eylül), Lesbian Nation (Lezbiyen Ulusu) ve erkek grubu Red Faggots (Kırmızı İbneler) da entegrasyonun ana hedef olmasını eleştirdiler. Bunun gibi daha radikal olan gruplar toplumun daha fazla görünürlük ve cinsel ve cinsi ayrılıkların daha fazla kabulü için değiştirilmesi gerektiğini söylediler. Gey ve lezbiyenlerin asimilasyonu mu yoksa sosyal değişimi mi hedeşemesi gerektiği bugün bile bir tartışma konusudur. Heteroseksüel nüfus gey ve lezbiyenleri televizyonda komedyen olarak kabul etmiş olabilir ama radikallere göre Hollanda hâlâ çoğunlukla heteroseksüeldir. Aslında, Hollanda'da eşcinsel hareketi 1946'lı yıllarda başlamıştı ama hareketin ivme kazanması 60'lı yıllarda oldu. İlk sıralarda, var olan en büyük organizasyon Kültür ve Rekreasyon Merkezi idi, ki bu merkez 1964'te Homofili Hollanda Birliği sonra da 1971'de Eşcinselliğin Entegrasyonu için Hollanda Birliği/COC adını aldı. Bu birlik genel ilgiyi çeken kültürel ve politik bir güç haline geldi. 1967 yılında, eşcinsellere psikolojik destek vermek amacıyla Schorer Vakfı kuruldu. 1980'lerdeki AIDS krizinden önce hareket toplumun ve hükümetin bir parçası olmayı başarmıştı. Siyasi partilerde, sendikalarda, üniversitelerde, orduda, polis teşkilatında, sağlık sektöründe ve kiliselerde gey ve lezbiyen gruplar kurulmuştu. AIDS krizinin başlaması ve bu krizin fi\ toplumdaki etkilerinin görülmesi üzerine, hükümet, sağlık kuruluşları ve gey hareketinin temsilcileri, tıbbi yardım, önlem çalışmaları ve danışmanlık konusunda bir komite oluşturdular. Gey ve lezbiyenler hükümetin bir parçası olmaya başlamışlardı. Yakında, ilk açık gey politikacılar seçilecek ve gey hakları gündemi hükümetin gündemi haline gelmeye başlayacaktı. 80'li yılların başından itibaren her yıl düzenlenen gey yürüyüşü Amsterdam'dan diğer şehirlere
sahipler. Yasal değişikliklerin yapılmış olmasına rağmen sosyal tavrın yasalara uygun olarak gelişti ğ i söylenemez. Aksine, Hollanda kültürü tüm cinsel gelişmelere ramen heteronormatif kalmıştır ve homofobi halen sürmektedir. Erkeklere yapılabilecek en yaygın hakaret hâlâ “şikker”dir (ibne).
de yayıldı. Bunda, gey ve lezbiyen görünürlüğünün daha küçük yerlerde yaşayan insanlar için daha önemli olduğu düşüncesi büyük bir rol oynamıştı. Bu yürüyüş 1982'de Amersfoort'ta düzenlendiğinde -ki bu şehir Hollanda'nın dinci nüfusunun bulunduğu bölgenin tam ortasındadır-, bazı gençler gey ve lezbiyenlere saldırdılar; daha önce eşi benzeri görülmemiş bir vahşet ya ı andı. Bu olaylar, Hollanda medyasından ve politikacılarndan büyük tepki aldı, gey ve lezbiyenlere yönelik ayrımcılık karşıtı yasaların yerel ve ulusal platformlarda kabul edilmesine sebep oldu. Eşit Haklar Yasası (1993) gey ve lezbiyenlere e ığ it yasal haklar, sosyal güvenlik, konut, emeklilik, miras ve s ı n m a hakları verdi. Polis gey erkekleri halka açık yerlerde sıkıştırmak yerine onları homofobik insanlardan korumaya başladı. Birçok açıdan AIDS bir dönüm noktası oldu. Gey ve lezbiyen hareketi ile yerel ve ulusal yöneticiler arasında işbirliği gelişti. Bu işbirliği, azınlık gruplarının temsilcilerini (kendilerine karşı yapılan ayrımcılığı sona erdirmek ve eşitlik sağlamak amacıyla) hükümete almak biçiminde gelişti. Bu bir Hollanda modeliydi. Sistem genel olarak iyi işledi ancak muhalif sesleri de ortadan kaldırdı. Yine de açık gey ve lezbiyenler birçok politik oluşumda temsil edildiler. 2000 yılında 150 Hollanda milletvekilinin 11'i açık gey ya da lezbiyendi. Gey ve lezbiyen özgürlüğünün doruk noktası aynı cinsten çiftlere evlenme hakkının verilmesi oldu. İlk gey ve lezbiyen evlilikleri 1 Nisan 2001 tarihinde Amsterdam'da kutlandı. Toplumun büyük bir kesimi şu anda e ı cinsel evliliğini desteklemekte. İlk başta yasaya karşı çıkan Hristiyan Demokrat Parti bile bugün bunu kabul etmekte ve bünyesinde bir gey milletvekili bulundurmakta. Ancak, yasal izne rağmen az sayıda gey ve lezbiyen çift evlendi (Tahminen toplam 100 bin çiftin yüzde 10'undan daha az). Günümüzdeki Cinsel Tavırlar Etnik Hollandalılar cinsel devrimin kazanımları konusunda karışık duygular besliyor. Bu konudan en fazla kâr eden ülkenin bireyleri olmalarına rağmen insanlar çoğu zaman 'çok ileri gidildiğinden' yakınıyor. Belki de Hollanda'nın güvenli ve keyif veren bir ülke olduğu 50'li yıllardaki ahlaki ortamına geri dönülmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bütün bunların sonucu olarak, geylerin gezip eğlendiği yerler tartışılır oldu ve halk bu bölgelerin kapatılmasını talebini yineledikçe bazı yerel yönetimler bu talebe uymaya başladı. Birçok Hollandalı, gey özgürlüğünün artık gerekli olmadığını düşünüyor, zira geyler heteroseksüellerin sahip olduğu tüm haklara artık
Nüfusu giderek artan Müslümanlar, tıpkı Ortodoks Hıristiyanlarda olduğu gibi genel olarak cinsel özgürlüğe yönelik bir tehdit olarak görülmektedir. Çünkü hem eşcinselliğin hem fuhuşun halka açık bir şekilde olmasına karşı çıkmaktalar. Özellikle genç Faslı erkekler gittikçe daha sık bir şekilde geylere hakaret edip onlara şiddet uygulamakla ve haklarına saygı göstermemekle suçlanıyorlar. Gey erkekler de Müslümanları giderek daha fazla eleştirmeye başladılar ve bu konuda sağ görüşlü politikacılar da Müslümanları gerici, cinsiyetçi ve homofobik olmakla suçladılar. Sağcı parti lideri Pim Fortuyn bunu yapanların ilkiydi. Solcular ise gey ve lezbiyenler de dahil olmak üzere sağcılar, gey gururu ve İslamofobinin birlikteliğinden kendilerini güvensiz hissetmeye başladılar. Müslümanlar ve Müslüman taraftarları (gey olanları bile) gey erkeleri İslamofobik olmakla ve Müslüman genç erkekleri cinsel olarak istismar etmekle suçlamaya yöneldiler. Cinsel politika, etnik azınlıklar ve gey özgürlüğü konusu gittikçe daha karmaşık bir hal almaktadır. Bu politik karmaşa cinsel durgunluğa da yol açmaktadır. Amsterdam'ın bir gey ve seks başkenti olması konusundaki şöhreti azalmaktadır. Amsterdam işçi lideri, Red Light bölgesinin kapatılmasını teklif etmiştir ve bu teklif, çeşitli kesimlerden olumlu yanıt almıştır. Turizm Bilgi Büroları seks ile ilgili bölgeler konusunda bilgi vermekte çekinceli davranmaktadır oysa Amsterdam'a gelen turistlerin yarısına yakını Red Light bölgesi veya gey mekanlar için gelmektedir. Ahlaki politikada meydana gelen pozitif deği ı ikliklere rağmen, Hollandalılar hâlâ cinselliğin güncel konuları hakknda rahatsızlık hissedip kararsızlık göstermektedirler. Hollanda gey özgürlüğü konusundaki en pozitif örneği sunmuş olabilir, ancak, bunun kazanımları hâlâ içselleştirilememiştir ve yeteri kadar güvenli hale gelmemiştir. Kaynakça: Jan Willem Duyvendak, "The Depoliticization ofthe Dutch Identiy, ot WhyDutch Gays Aren't Queer", in: Steven Seidman (ed), Queer Theory/Sociology, Cambridge MA/Oxford, 1996, pp. 421-438. -"Identity Politics in France and the Netheriands: The Case of Gay and Lesbian Liberation", in: Mark Blasius (ed), Sexual Identities - Queer Politics, Princeton and Oxford, 2001, pp. 56-72. Geri Hekma, "Imams and Homosexuality. A Post-gay Debate in The NetheHands", in: Sexualities 5:2 (2002), pp. 269-280 -"How Libertine is the Netheriands? Exploring Contemporary Dutch Sexual Cultures", in: Elizabeth Bernstein & Laurie Schaffner (eds), Regulating Sex: The Politics of Intimacy and Identity, New York 2005, pp. 209-224. Judith Schuyf & Andre Krouwel, "The Dutch Lesbian and Gay Movement. The Politics of Accommodation", in: Barry D. Adam, Jan Willem Duyvendak & Andre Krouwel (eds), The Global Emergence of Gay and Lesbian Politics, Philadelphia 1999, pp. 158-183. Steven Seidman, Difference Troubles. Queering social theory and sexual politics, Cambridge 1997, ch. 12. A.X.van Naerssen (ed), Gay life in Dutch society, New York 1987
37
andre van houwelingen Tarihi arka plan
Hollanda'daki yabancı çalışanların tarihi
Hollanda'da eşcinselliğin tarihi hakkında çok detaylı bir bilgi vermek pek mümkün gözükmese de, yaklaşık 275 yıl önce eşcinsellerin Hıristiyan yasaları çerçevesinde yargılanarak idam edildiklerini biliyoruz.
1960ların başında, ikinci dünya savaşının yıkımları sonrasında kendini toparlayarak geli ı meye başlayan Hollanda ekonomisinde vasıfsız i ı gücü ihtiyac vardı. Büyük sayılarda erkek işgücü fabrikalarmızda çalışma hayatına katılmak üzere ülkemize davet edildi. Pek çok ülkeden yapılan bu istihdamda Türkiye ve Fas gibi Müslüman ülkelerden işçi grupları da vardı.
18. yüzyılın sonunda Fransızların kısa bir dönem Hollanda'yı yönettikleri süre içerisinde ise eşcinsellik artık bir suç değildi. Eşcinselliğe karşı olan yasalar 1811'de kaldırıldı. Pek çok insanın yargılandığı, dinden kuvvetle etkilenmiş eşcinsellikle ilgili yasalara karşı yeni Fransız yasaları, kilisenin etkisinden uzak, laik toplum temeline dayalıydı. Sonraları, Hollanda'nın artık Fransızlar tarafından yönetilmediği zamanlarda da eşcinsellik suç sayılan bir eylem olmasa da, Hıristiyan kilisesinin etkisi ile de halkın gözünde kabul görmedi.
38
1911 yılında ise eşcinselliğe karşı yeni bir yasa yürürlü ğ e kondu ve genç erkekleri eşcinsellerden korumak ve eşcinselliin yaygınla ı masını önlemek adına 5 bin eşcinsel bu yasa kapsamnda yargılandı. Bileceğiniz üzere, o dönemde heteroseksüeller için koruyucu bir yasal uygulama yoktu. 16 yaşındaki genç kızlar yaşça kendilerinden büyük adamlarla evlendiriliyordu. Bu dönemden sonra eşcinsellik artık dini bir suç sayılmamakla birlikte 'zihinsel bir hastalık' olarak nitelendirildi. İnsanlar eşcinsellerin bir hastalık yaydığı ve durdurulması gerektiğini düşünüyorlardı. Eşcinsellik aynı zamanda 'suç' olarak kabul edildi. 1960'larda psikolog ve psikiyatrlar eşcinselliği heteroseksüelliğe dönüştürecek terapi yöntemleri aradılar. Elektroşok ve hadım etme yöntemleri ise düzenli olarak uygulandı. Eşcinselliğe karşı ayrımcılık içeren yasa 1971'de kaldırıldı. Bunda eşcinsellerin toplum önündeki eylemleri etkili oldu ve eşcinseller için e ğ it haklar talep eden gey hareketi güçlü hale geldi. Eşcinselli ğ e bakış açısı da böylece önemli bir deği ı im geçirdi. Ayrımcılıa dayalı son yasanın da yürürlükten kaldrılmasını takiben eşcinsellere getirilmiş tüm resmi kısıtlamalar da ortadan kaldırıldı. Eşcinsellik zihinsel bozukluk ya da yasal suç olarak algılanmaktan çıktı. 1974 yılında Savunma Bakanı bir açıklamasında eşcinsellerin heteroseksüellerden hiçbir farkları olmadığını ve bu nedenle orduya alınmamalarının önünde hiçbir engel bulunmadığını ifade etti. Amerikan Psikiyatri Derneği'nin eşcinselliği zihinsel bozukluklar listesinden çıkarması ise 1974 yılında mümkün olabildi. Bu, istemli bir hareketten ziyade pek çok tartışma ve baskının etkisi sonucunda gerçekleşti. Nisan 2001'den bu yana gey ve lezbiyenler evlenebiliyorlar. Heteroseksüel evliliklerde geçerli olan tüm mevzuat hükümleri, hiçbir kısıtlama ya da istisna olmaksızın eşcinsellerin evliliği için de geçerli artık. Böylelikle yasal bazda Hollanda'da eşcinselliği herhangi bir engelle karşılaşmadan mutlu ve açık olarak yaşamanın mümkün olduğunu söylesek de biliyoruz ki hikayenin hepsi bu değil.
1980lerin başından beri bu gruplar artık aileleri ile birlikte Hollanda'da yerleşik düzen içerisinde yaşıyorlar; çoğunlukla Amsterdam ve Rotterdam gibi büyük şehirlerde, kendi işyerlerini açtılar. Bugün Hollanda'nın büyüklü küçüklü pek çok şehrinde inşa edilmiş modern cami ve İslam okulları görürsünüz. Bizim “yenigelenler” diye adlandırdığımız bu grup, getirdikleri kendi yaşam biçimleri, dinleri ve kültürleri ile Hollanda ekonomisi ve toplumuna katkıda bulundular. Yasal sisteminde, herkesin kendi din ve düşünce yapısına göre yaşayabilmesini mümkün kılan Hollanda, farklı kültürlerden gelip bir arada yaşayan insanların oluşturduğu 'zengin' bir nüfusa sahiptir. 9/11 ve Theo van Gogh 11 Eylül saldırıları ve 2004 Kasım'ında Theo van Gogh cinayeti sonrasında Hollanda'da pek çok şey değişti. Aynı yerde yaşayan insanlar olarak ayrı düşünce yapılarına sahip olabileceğimiz, daha anlaşılır hale geldi. Farklı değer ve düşünce yapılarına sahibiz. Her zaman birbirimizden hoşlanmayabiliriz. Zira farklı çevrelerden gelen kişiler arasında gerginlikler olabiliyor. Geylere yönelik saldırılar Hollandalı eşcinseller, “yenigelenler”in geylere karşı açıkça sergiledikleri olumsuz davranışlar karşısında kendilerini tehdit altında hissetmekteler. Geylere karşı girişilen saldırılara ilişkin raporlarda karşımıza hep genç yabancılar çıkıyor. Geçtiğimiz sene Washington Blade'in yayıncısı, bir zamanlar dünyada geylerin başkenti sayılan Amsterdam'da saldırıya uğradı. Pek çok olumlu hareketin yanı sıra farklı gruplar arasında bu türden tatsız olayların yaşandığı da bir gerçek. Diyaloğu harekete geçirme projeleri Hollanda hükümeti, eşcinsellik ile ilgili özgür kılınmışlığın, yeni bir dönemece girdiğinin farkında. Yasal ya da sosyal bir engel olmasa da günümüzde Hollanda'da İslami kökene sahip insanların eşcinselliği kabul etmeleri bizden çok uzakta gözüküyor. Bugün eşcinseller ile Müslümanlar arasındaki diyaloğu teşvik etmeye yönelik pek çok projeye tanık oluyoruz. Eşcinsellik pek çok kişi tarafından normal bir yönelim gibi gözükse de, -kanımca- Hollanda'da yaşayan Türklerin ve Müslümanların çoğu için halen bir tabu. Çalıştığım klinikte tedavisini yürüttüğüm hastalarımın bazıları eşcinsel Müslüman kişilerdi. Normalde eşcinsellikleri ile ilgili sorunları olan çoğu gey Müslüman, sorunlarını anlatmak üzere sosyal uzmana gider ya da bunları kendi gey topluluğu kanalı ile çözümlemeye
çalışır. Bu hastalar, kendi eşcinselliklerini kabullenmede ciddi psikiyatrik zorluklarla karşılaşmışlardır. Müslüman geyler fiimdi size İslami kökenli gey ve lezbiyen vakalarımdan söz etmek istiyorum. 33 yaşında olan Ali, intihar girişiminde bulunmasının ardından Psikiyatri Hastanesi'nin kapalı bölümünde bir süre kaldıktan sonra bana tedavi için yönlendirildi. Ali, politik nedenlerden dolayı ülkesini terk etmek durumunda kalmış ve Hollanda'ya davet edilmişti. Başka erkeklere ilgi duyma hissinden nefret ediyordu. Ülkesinde dindar bir adam olarak İslami kurallar çerçevesinde yaşamını sürdüren Ali, dualar ve Kuran okumak yoluyla cinsel isteklerini bastırmayı denediyse de erkeklerle ilişkiye girdi. Bu bağlantıları da internet aracılığı ile kurdu. Her ilişki sonrasında suçluluk hissederek bunun son olacağına dair kendine sözler verdi. Ancak, bir süre sonra kendini internette seks için yeni birini ararken buluyordu. Bu döngü giderek daha problematik bir hal aldı. Cinsel yönelimini bastırmaya çalışsa da buna engel olamıyordu. Yaşam biçimi dini görüşleri ile uyuşmuyordu. Kendinden öyle nefret etti ki sonunda yaşamını sonlandırmaya kalkıştı. Ali, psikiyatrik tedaviye geyliği yüzünden değil, intihar girişiminde bulunduğu için yönlendirildi.
Bana geldiğinde derin bir depresyon geçirmekteydi. İlaç tedavisi görüyordu. Sorunları hakkında konuşuyorduk. Bir tarafta eşcinselliğini yaşamak istiyordu ancak ailesinin bunu kesinlikle kabullenmeyeceğini biliyordu. Kafasındaki çözüm, lezbiyen bir kadınla evlenerek dışarıdan her şeyin etrafa karşı düzgün olduğunu göstermekti. Ona çok emeği geçmiş ailesine karşı sadakatsiz olmak istemiyordu. Tedavi süresince, Ali'nin e ı cinsel olduğunu kabul etmesini ve hiçbir rahatsızlığı olmadığın anlamasını sağladım. Eşcinsellikle ilgili düşünceleri ve bunu nasıl yorumlaması gerektiği üzerinde onunla çok tartıştık. Yaklaşımımda 'Cognitive Behavioural Therapy' ve 'Affirmative Approach' tekniklerini kullandım. Tedavi Ali'nin cinselliğini kabul etmesi açısından başarıyla sonuç verdi. Sonunda bir erkek arkadaş bulup mutlu oldu. Ali, gey bir hayat sürdürdüğünü Bağdat'ta yaşayan ailesine söylememeye karar verdi. Ailesini düzenli ziyaret edip, evlenmesi yönünde baskılar almaya devam etse de Ali yaşam biçiminden mutlu olduğunu söylüyor. Erkek arkadaşından haberdar olmayan ailesi Ali'nin yalnız yaşadığını düşünüyor. Ali'nin seçtiği çözümü “partial coming out” yani sadece istediği
kişilere gey olduğunu söylemek olarak adlandırıyoruz. Yakın arkadaşları onun gey olduğunu bilmekle birlikte, ailesi bu durumdan haberdar değil. Hollanda'da pek çok gey ve lezbiyen Müslüman kendilerine bu yolu seçiyor. Fatima, ikinci vaka Fatima başka bir ülkeden geliyor. Kalabalık bir aileden gelen akıllı bir genç kız. Polis departmanında çalışıyor. Kadınlara ilgi duyduğunu fark etti. Bu durumun çalıştığı yerde bir sorun teşkil etmeyece ğ ini ancak ailesinin bu lezbiyen hislerini kesinlikle kabul etmeyeceini biliyor. Fatima, hissettikleri ile ailesine olan sadakati arasında kendini parçalıyor. Ailesi onu evlendirmek istediği için bir başka şehre kaçtı Fatima. Aile hekimi onu bana depresyon teşhisiyle gönderdi. Fatima ile problemlerini birlikte çözümleme yoluna gittik. İslamın eşcinselliği yasaklamış olduğu düşüncesi ile kendi hissettiklerini kabullenmek istemiyor. Sorunu halen çözülmüş değil çünkü abilerinin kendisini bir başka kadınla yaşadığını öğrendikleri zaman öldüreceklerini biliyor. Fatima kendini olduğu gibi kabullenmekte zorlanıyor ve haliyle depresyonu da devam ediyor. Bu aşamada birkaç sonuca dikkat çekmek istiyorum. Birincisi; eşcinselliğin bir zihin bozukluğu olmadığı, sadece insan cinselliğinin bir çeşidi olduğudur. Eşcinsellik bir bozukluk olmasa da, eşcinseller sosyal, hukuki ve dini her türden problemle uğraşmak durumundadırlar. Eşcinseller, heteroseksüelliğin geçerli olduğu bir çevrede yeti ğ mektedirler. Gey ya da lezbiyenliğin nasıl bir duygu oldu ğ unu kendileri yaşamak durumundadırlar. Kendilerini olduu gibi kabullenmeyi öğrenmeli ve kendilerine gurur duydukları örnek bir model seçmelidirler. Çirkin davranışların sergilendiği bir ortamda nasıl mücadele vereceklerini öğrenmeleri gerekmektedir. Lezbiyen ve geylere karşı her tür ayrımcı davranış mevcuttur. Bu durum kişinin eşcinsel olmaktan gurur duymasını zorlaştırır. Eşcinseller aynı zamanda Katolik Kilisesi örneğinde olduğu gibi dini örgütlenmelerin olumsuz tutumları ile de uğraşmak zorundadırlar. Eşcinsellik İslamcı gruplar tarafından da kabul görmemektedir. Bu tutum gey ve lezbiyenlerin kendilerini kabullenmelerini daha da zorlaştırmaktadır. Tüm bunlar eşcinselleri psikolojik bozukluklara karşı daha hassas hale getirir. İkiye bölünmüş hayatlar: Çoğu gey Müslüman, kimliğini açıkça ortaya koymayarak Hollandalı çoğu eşcinselden farklı seçimlerde bulunmakta. Benim gözlemlerimden çıkardığım, genelde iki farklı hayat sürdükleri. Bir yanda, kendi arkadaş çevreleri içinde rahatça gey ya da lezbiyen olarak hayatlarını sürdürürken diğer yanda ailelerini hayal kırıklığına uğratmamak adına kimliklerini gizleyerek yaşıyorlar. Genelde suçluluk hissi, ailelerinin beklentilerine yanıt verememiş olmanın ezikliği ya da kendilerini olduğu gibi kabul etmenin güçlüğü içerisindeler. Müslüman geylerin özgürle ığ mesi... Müslüman eşcinsellerin, Hollandalı eşcinsellerin y a p t ı gibi kendilerini özgür kılmanın yolunu yine kendilerinin bulması gerektiğini düşünüyorum. Müslüman geylere destek... Hollanda hükümeti ve kuruluşlar gey ve lezbiyen Müslümanlara talep ettikleri şekilde destek vermeli. Yeniden mücadele... Hollanda toplumu farklı ülkelerden ve dinlerden olan kişilerin bir arada yaşadıkları bir yapıya sahip. Eşcinseller “yenigelenler”den çekinmeyerek eşcinselliğin yanlış bir şey olmadığını onlara göstermeliler. Bu otuz yıldan fazla bir zamandır eşcinselliği özgürce yaşayan Hollanda toplumu için yeni bir mücadele.
39
medyada gey-lezbiyenlerin jon martin larsen
40
Batı dünyasında olduğu gibi İskandinavya'da da gey ve lezbiyenlerin televizyon ve sinemadaki temsilinde kayda değer bir gelişme elde edilmiştir. Geçen hafta, Norveç'te en önemli televizyonculuk ödülü, gey hentbol takımının ve hentbolcuların yaşamı ve karşılaştıkları zorlukları anlatan bir televizyon belgeseline verildi.
Bizim problemimiz medyanın kendini homofobik olarak göstermesi, homofobik insanları ön plana çıkarması ve bu konuda kendilerine hiç soru yöneltilmemesidir. Bunlar, homofobilerini nelerin şekillendirdiği ve neyin güç verdiği gibi sorulardır. Bu dinden mi yoksa cehaletten mi kaynaklanmaktadır ya da sadece bilgi ve anlayış eksikliği midir?
Buna rağmen, hâlâ diyebilirim ki dünyada en hoşgörülü ve liberal bölgelerden biri olarak düşünülen bölgemizde bile medya, sistematik bir şekilde gey ve lezbiyenlerin hayatlarını ve deneyimlerini göz ardı eden ya da çarpıtan bir tutum sergilemektedir. Bunun nedeni bence, gazeteci olsun olmasın, açık gey ve lezbiyen bulunmamasıdır.
Homofobiyi en temel seviyesine kadar parçalamadan gey hayatının daha iyi anlaşılmasına imkan bulamayız. Homofobinin nereden kaynaklandığını bilmeden onu ortadan kaldırmamız da mümkün değildir.
Ama yine de günümüz İskandinavya'sında gey ve lezbiyenlere yönelik yeni bir medya hoşgörüsü döneminde olduğumuz aşikardır. Bunu son 10 yıl içerisinde Norveç'te geyleri ilgilendiren konuların medyada işlenmesinin neredeyse iki katına çıkmış olmasından anlayabiliriz. Geçen sene Norveç ulusal ve bölgesel gazetelerinde 20 bine yakın gey ve lezbiyen konulu haber ya da makale yayımlanmıştır. 1993 yılında Norveç'in eşcinsel birlikteliğini kabul eden ikinci ülke olmasını takiben, gey ve lezbiyenlere karşı önyargılı yaklaşımdan bir uzaklaşma olduğu görülmüştür. Bu yaklaşım 80'li yıllarda HIV/AIDS konularının işlenme tarzı sebebiyle kamuoyunun eşcinsel topluma yönelik hoşnutsuzluğuna yol açmış ve AIDS'ten gey erkeklerin sorumlu tutulmasına sebep olmuştur. 90'lı yılların başlarında, medyada işlenen konuların tamamına yakını eşcinsel birlikteliği tasarısına muhalif ve taraf olanlar üzerinedir. Tartışmaların çoğu okuyucuların yerel gazetelere gönderdiği mektuplardan çıkmıştır ve bu mektupların çoğu o kadar homofobik içeriklidir ki bu sayede eşcinsel birlikteliği konusunda şüpheleri olanların bile tasarıya destek vermesine, gey-lezbiyenlerin anlaşılmasına ve onlara gösterilen hoşgörünün artmasına vesile olmuştur. Bugün bazı İskandinav medya kuruluşları toplumumuzdaki eşcinsellik karşıtı görüşleri hedef alan yoğun çalışmalar yapmaktadır. Norveç'te bu çalışmalar gey yayınlar ve benim çalıştığım ve Türkiye'deki Radikal gazetesi veya İngiltere'deki Independent gazetesine benzeyen Dagsavisen gazetesi öncülüğünde yapılmaktadır. Bu çalışmaların diğer medya kuruluşlarına nasıl ilham verdiğini açıkça görebilmekteyiz. Gey ve lezbiyenlerin bakış açısından anlatılacak önemli haberler olduğunu gösterebilmekteyiz. Bu durum ayrıca diğer medya kuruluşları için cazip olmaya başlamıştır çünkü Dagsavisen'de olduğu gibi, eşcinsel konularının işlenmesi satışın artmasını da sağlamaktadır. Ancak, geylere tolerans arttıkça, gey-lezbiyen karşıtı ve homofobik yaklaşımlar da artmakta ve 'gey dostu' gazeteciliğimiz kuvvetli bir saldırı altına girmektedir. Durumun gayet farkındayız ve konularımızın büyük bir çoğunluğunu kuvvetli dini inançları olan kişiler, dini hareketler ve kilisenin görüş ve bakış açılarına karşı duruşumuz oluşturmaktadır.
Son 4 yıl içerisinde, lezbiyen bir gazeteci ile birlikte, eşcinsel konularının işlenmesi için çok yoğun bir çalışma içerisinde bulundum. Bu, Dagsavisen'in Norveç'teki en gey dostu gazete olmasını sağlayan bir genel yayın politikasını getirdi beraberinde. Dagsavisen için geniş katılımlı bir toplum göstermek ve onun için savaş vermek önemlidir. Hedefimiz her ay en az bir kere gey konuları ile ilgili kapak yapmaktır. Yayınlarımız evlilik, evlat edinme gibi konularda önemli yasaların gündeme gelmesine katkıda bulunmuştur ve hükümetimiz bu yasaları 1-2 sene içerisinde çıkaracağına söz vermiştir. Benim çalıştığım gazete hoşgörüsüzlük ve homofobiyle savaşırken günlük yayınına gey, lezbiyen, biseksüel ve transeksüel insanları koyar. Bizler için heteroseksüel çiftlerle ekonomi, aile konuları, eğitim, zaman yönetimi gibi konuları konuşmak ne kadar normalse, lezbiyen annelerle de bu konuları konuşmak o kadar normal olmalıdır. Benim için geyler ve diğer azınlıkların haklarının geliştirilmesine yardım etme fırsatı bulmak çok doyurucudur. Gey hakları konusunda gündem oluşturacak gazetecilik yapmak ne benim gazetemde ne de diğer yerlerde hafife alınacak bir konudur. Özgür gazetecilik yapabildiğim ve editörlerimden destek görebildiğim için ben şanslıyım ve bunun en önemli sebebi gey hakları konularının içerisindeki haber değerini ba ğ arılı bir şekilde gösterebilmemdir. Bunların neden iyi konular olduunu göstermeyi, bunları anlamlılık ve şahsileştirme gibi genel gazetecilik kriterleri ile birleştirmeyi ve birçok insanı ilgilendirdiğini göstermeyi başardım. Ayrıca gey haberlerini işlerken başarılı olabilmek ve sadece bir 'gey gazeteci' diye nitelendirilmemek için suç ve terör gibi diğer konuları da geniş bir şekilde incelemek benim için çok önemli bir hale geldi. Tüm gazetecilik işlerimi dengeleyebilmek, gey yaşamı konusundaki hikayeleri yayınlayabilmek konusunda daha iyi bir konuma getirdi. Geçtiğimiz yaz, Oslo'da Europride, Avrupa Gey Festivali düzenlendi ve gey konularını haberlere çıkarmak konusundaki gayretimiz çalıştığım gazetenin gey ve lezbiyen aşkı konusunda ulusal bir pazarlama kampanyası yürütmesine sebep oldu. Aynı zamanda, bir lezbiyen fotoğrafçı, benim lezbiyen gazeteci meslektaşım ve ben, açık gey ve lezbiyen insanlar olarak bazı posterlerde yer aldık. Üçümüz bu sayede diğer ulusal ve yerel medyadan 40 kadar meslektaşımızın da kendilerini açıklamalarına vesile olduk ve Gurur Yürüyü ı üne katıldık. Bu olay medyada yoğun bir şekilde yer almamızı sağlad.
Europride'in son gününde, en büyük dini gazetenin genel yayın yönetmeni benim hakkımda dengeli olup olmadığımı sorgulayan bir yazı yazdı ve editörümün benim gey haberleri yapmamı engellemesi gerektiğini söyledi. Neden? Çünkü ben de geydim. Geylerin güçlü ortak bir noktası olduğunu, haklarımızı savunurken neredeyse bir gerilla gibi davrandığımızı söyledi. Ertesi gün, genel yayın yönetmenim gazetemizde heteroseksüel gazetecilerimizden birini örnek vererek yanıt verdi: “Geçen hafta başarılı gazetecimiz, eğitim konusunda bir kapak yazısı yazdı ve okullarda öğrencilere 10 yaşından itibaren eşcinsellikle ilgili konularda eğitim verileceğini bildirdi. Bu gazetecimize haberini yayınlamadan evvel lezbiyen olup olmadığını sormalı mıydım? Ona okulda okuyan çocukları olup olmadığını mı sorsaydım ya da? Veya okul müdürü olan bir emekli anne olup olmadığını mı?..” Editörüm üçümüzün Europride esnasında açılmamızdan gurur duyduğunu belirtmeyi de ihmal etmedi bu yazıda. Fakat neden üçümüz açılmaya karar verdik? Gazeteciler olarak her günümüz insanları açık olmaya teşvik etmekle ve hikayelerini anlatmalarını sağlamaya çalışmakla geçiyor. Bu yüzden biz de aynı şeyi yapmalıydık. İnanıyoruz ki medyada çalışan gey ve lezbiyenleri göstererek diğer gey ve lezbiyenlerin rahatlamasına imkan veriyoruz ve bu sayede insanları daha açık olmaları konusunda cesaretlendiriyoruz. Daha açık olmak benim için en büyük sorunlardan bir tanesidir. Gazeteciliği özgürce yapmama ve editörümün desteğine rağmen, hâlâ gey ve lezbiyenleri hayatları konusunda açık olmaları için ikna etmekte güçlük çekiyorum. Özellikle heteroseksüel terminolojide stereotip gey tanımı dışında kalan gey, lezbiyen ve biseksüellerle beraber çalışmak konusunda zorlanıyorum. Neden? Açık ve görünür olma korkusu, ayrımcılığa maruz kalma korkusu hâlâ çok güçlü. Küçük düşürücü bir şekilde bir yayına kurban gitme korkusu da öyle. Büyük magazin gazeteleri hâlâ gey ve lezbiyenleri merak uyandıran bir konudan farklı olarak gösterebilmek konusunda büyük zorluklar ya ı ıyorlar ve bu gey ve lezbiyenlerin anormal olarak gösterilmesine yol açyor. Bu benim görüşüme göre İskandinav medyasındaki en önemli homofobik problem. Zira bu magazin gazetelerinin baskı sayısı ve dağıtım olanakları oldukça fazla; üstelik ülkeleri de aşarak okuyucularının kanaatlerini yönlendiriyorlar. Bu yayın politikası uzun yıllardır süregelen ve sadece kendi işlerine gelince veya satışları arttıracaksa liberal olmalarına sebep veren bir gelenekten kaynaklanmaktadır. Örnek olarak, birliktelik yasa tasarısı sunulmadan kısa bir süre önce, Norveç'in en büyük magazin gazetesi VG'nin genel yayın yönetmeni, kurum içi bir yazı göndererek çalışanlarına bu tasarının okurları için önemli olmadığını ve bunun yayın malzemesi yapılmamasını söylemiştir. (Söylenenlere göre, satışların düşeceğinden endişe ediyordu.) Bir diğer örnek de, ikinci en büyük magazin gazetesi olan Dagbladet'in yoksullar için yardım toplayan Salvation Army ile işbirliği içerisinde yardım amaçlı Noel konserleri düzenlemesidir. Salvation Army geylerin aralarında çalışmalarına izin vermeyen bir kuruluştur. Benim çalıştığım gazete, Salvation Army aleyhine yıllardır bir kampanya yürütmektedir ama Dagbladet için Salvation Army kutsal bir inektir ve homofobik imajına rağmen işbirliği yapmaya devam etmektedir. Düşünceme ve tecrübelerime göre magazin basınındaki homofobi, 'açık' gey veya lezbiyen gazeteci/editörlerin olmamasından ve buralarda çalışan gazetecilerin tek bir gey ya da lezbiyen tanımamalarından kaynaklanmaktadır. Geçen ay yayınlanan İsveç medyasına ilişkin bir araştırma, bir gazetecinin bir gey veya lezbiyen ile tanışmasının davranışlarında büyük bir değişikliğe yol açabileceğini iddia etmektedir. Araştırmacı hâlâ gazeteciler arasında bile bilinmeyene karşı büyük bir bilgi eksikliği, önyargı ve korku bulunduğunu bildirmektedir. Bu cümleyi çok iyi tanıyorum zira çalı ı malarım esnasında ve gazetecilik dersleri verdiğim süre boyunca hayatlarnda hiç gey tanımamış gazeteciler ve gazetecilik öğrencileri ile tanıştım. Hatta bunlardan biri bana şöyle bir soru bile sordu: “Onlarla nasıl konuşaca ğ ım?” “Biz o kadar farklı değiliz. Benimle konuştuun gibi onlarla da konuşabilirsin”
diye cevap verdim. “Ne? Sen gey misin? Ama sen çok normalsin!” dedi. Sıradan gey ve lezbiyenlerin medyada iyi bir şekilde gösterilmemesinin bir diğer sebebi de gey ve lezbiyenlerin çoğunun kendilerini eşcinsel hayat tarzının bir örneği olarak görmemesinden kaynaklanıyor. Bunun da sebeplerinden biri hâlâ gey ve lezbiyenlerin tanıtımında çok klişeleşmiş ögelerin kullanılması, efemine geyler, erkeksi lezbiyenler ve sinirli gey aktivistlerin gösterilmesidir. Sıradan insanlar ve gazeteciler için bunlar en göze batan 'pembe' insanlardır; bulunmaları ve konu hakkında görüşlerinin alınması çok kolaydır. Fakat bu şekilde işlenen konular doğru bakış açılarına sahip olmayacaktır. Sonuç olarak eşcinseller hakkında doğru bilgi almak yerine, efemine geyin çabuk ve esprili sözleriyle haberi oluşturmak, okuyucu daha fazla klişe yayına maruz bırakacaktır. Üzücüdür ki, ziyaret ettiğim her ülkede eşcinsellikle ilgili konularda konu ığ an gey ve lezbiyen aktivistlerin çok saldırgan ve kuvvetli bir dil kullandını görüyorum. Benim düşüncem bu yaklaşımın faydalı olmadığı yönünde. Norveç gey ve lezbiyen hareketinin önderlerine radyo ve televizyonda seslerini alçaltmalarını ve bizlere yönelik haksız davranış, ayrımcılık ve şiddet konusunda açık bir şekilde konuşmalarını söylüyorum. Eğer insanlar sadece sinirli, kıpkırmızı suratlı ve hakları için çığlık atan gey aktivistler görürlerse, ne halk dinler onları ne de gazeteciler. Aynı zamanda, gey hareketi kendisini politik gündeme bağlamakta başarısız kalıyor çünkü bu aktivistler bize güncel haberleri iletme konusunda başarısızlar. Bu yüzden gey hareketi medyada hemen hemen hiç haber konusu olmuyor. fiu anda Norveç'te bir gey hareketine ihtiyaç olup olmadığı konusu güncel bir tartışmadır. İnanıyorum ki hâlâ gey hareketinin oynaması gereken önemli bir rolü vardır ve aktivistler, politikacılar ve gazeteciler birbirine eşit derecede ihtiyaç duymaktadır. Eşcinsel hareketi çok temel bir seviyede gey, lezbiyen, biseksüel ve transeksüellere yönelik ayrımcılığın ortaya çıkarılması ve kayıtlara geçirilmesi için gereklidir. Politikacılar ve gazeteciler bunu yapmaya henüz hazır değildir. İşbirlikçi ve yapıcı bir dayanışmanın güzel bir örneği Stonewall adlı İngiliz eşcinsel örgütüdür. Stonewall hemen her ay gey konularındaki özel raporları ile medyanın dikkatini çekmektedir. Geçen ay Stonewall, Brighton'da doktorların lezbiyenlere karşı ayrımcılık yaptığını ortaya çıkardı. Bundan bir süre önce eşcinsellerin, devlet televizyonu BBC'de hemen hemen görünmez olduğuna dair bir rapor yayınlamıştı. BBC Kanal 1 ve Kanal 2'nin prime time yayınını bir hafta boyunca kaydeden Stonewall, yayınlarda eşcinsellerin hayatlarının gerçekçi bir şekilde anlatıldığı sürenin sadece 6 dakika olduğunu tespit etti. Buna karşın 32 dakika boyunca küçük düşürücü ve aşağılayıcı yayınlar yapılıyordu. Bu haber Stonewall'ın medya ortaklarından biri olan Independent gazetesi tarafından işlendi ve hem ulusal hem uluslararası yayınlarda şaş haber olarak verildi. Aynı zamanda BBC yöneticilerini de düşünmeye yöneltti. Bir değişiklik olup olmayacağını görmek gerçekten heyecanlı olacak. Medyanın homofobisini göz önüne sermeye çalışan Stonewall'un gayretleri diğer eşcinsel örgütler tarafından da kolayca yapılabilir. Gazetecilerin ve editörlerin nasıl çalıştığını öğrenmek ve gerçekte neyi sunduğumuzun farkına varmak çok önemlidir. Size önerim, yavaş yavaş gey ortamındaki bilginizi ve çevrenizi kullanarak editörlere kendi konularınızın haberleştirilmesi yönünde teklişerde bulunmanız. Zor bir iş olduğunu biliyorum ama eşcinsellerle ilgili haberleri geliştirirken birçok insan için farkındalık yaratma şansına sahip olabilirsiniz. Sizler hem kendinize hem onlara daha iyi bir hayat verme konusunda anahtarı elinizde tutuyorsunuz. Beni yönlendiren güç budur: Eğer benim gazeteciliğim, daha çok gey ve lezbiyeni cinsel yönelimleri konusunda daha açık olma konusunda cesaretlendiriyorsa, bu, gazetecilik kariyerim için ümit edebileceğim en önemli başarı olur.
41
gey evlilik konusunu nasıl sonuçlandırdık? sylvia jaen & ıgnacio paredero İspanya'da bundan iki yıl önce Jose Maria Aznar hükümeti ile GLBT konusunda diyalog kurmak imkansızdı. Ancak, İspanya parlamentosu, eşit haklara sahip olmaya izin verecek biçimde eşcinsel evliliğini onayladı. İspanya'nın kendisini vahşi bir diktatörlükten, toplumun tepki gösterdiği insanların bütünüyle entegrasyonu arzusunu duyan modern ve aydınlanmacı bir demokrasiye nasıl geçtiğini anlamak gerekir. Son 35 yıl içinde GLBT hareketi, bireylerin kendilerini zulümden korumak için kod sözcüklerle ve rumuzlarla hareket ettiği gizli bir hareketten İspanya şehirlerinin caddelerinde kitlesel ve açık katılımlı yıllık onur yürüyüşlerinin yapıldığı bir örgütlenmeye dönüştürdü kendisini. Bu uzun süren zulüm ve karanlık, İspanyolların tamamen eşitlik talebinde bulunmalarının sosyolojik nedenlerinden biri.
42
Ancak, bu süreç boyunca GLBT organizasyonlarının her yerde lezbiyen ve geylere karşı kullanılan eski stereotiplerin bertaraf edilmesi ve sessizliğin kırılmasında oynadıkları önemli rol görmezden gelinemez. Eski rejim sona erdiğinde, herkes için özgürlük isteyen GLBT organizasyonları olarak oradaydık ve bu cesur görünürlük gösterisi taleplerimiz, yürüyüşlerimiz ve eşitlik kavgamızda medyanın ilgi odağıydı. GLBT derneklerinin ulusal federasyonunun oluşturulması, ülkedeki dağınık olan ve GLBT için eşit haklar isteyen örgütlerin bir araya toplanmasını sağladı, birleşmemizde kökten bir rol oynadı, ortak
amacımız çerçevesinde aramızdaki ciddi politik ve ideolojik farkların geri plana atılmasını sağladı. FELGT yaklaşık 30 GLBT derneğini çatısı altında toplayan bir şemsiye örgüt oldu ve tüm sesleri temsil eden tek bir ses, tüm sosyal ve politik temsilcileri ile konuşabilen ve tümüyle eşitlikten feragat etmeyen bir ses olmayı başardı. Her şey çok zor olduğunda bile (önceki hükümet dönemindeki 8 yıl boyunca gerçekten zordu) sosyal diyalogu sürdürmeyi başarabildik. Bunu hükümetle yapamadığımız için, diğer partilerle, bütün kültürel oluşumlar ve diğer azınlık temsilcileriyle yaptık. Genel olarak tüm sosyal katmanlardaki topluluklarla konuştuk. İhtiyaçlarımızı ve gerçekliklerimizi açıklayan büyük kampanyalar yaptık. Ama esas olarak tümüyle eşitlik dışında bir şeyle yetinmedik. İronik bir şekilde, Partido Popular in (Halk Partisi) taleplerimizin her birine ve tümüne ilk karşı duruşu GLBT hareketinin İspanya'da bize katılan insanlarla büyümesine neden oldu. Biz toplumu ikna ettik ve değiştirdik ve Partido Popular hepimizi görmezden gelerek haklarımızı inkar etmeye çalıştı. FELGT olarak biz hiçbir zaman ortalamayla yetinmeyeceğimize dair inançla mücadele ettik. Bunu çok açık ifade ettik, haklarımızın tamamını istedik ve bu derin inanç en güçlü araçlarımızdan birini güçlendirdi ancak bu evrim, ana politik partilerde çalışan GLBT insanları ile laik ispanya'nın vizyonunu savunanların çalışması olmaksızın mümkün olamazdı. Siyasi partilerin içindeki ciddi çalışmalar, özellikle gerçek alternatif PSOE içindeki çalışmalar ile kadın politikası çalışmaları olmasaydı, pek çok politik grup bizim haklarımızın ve taleplerimizin farkında bile olmayacaktı. Bugün bildiğimiz üzere, İspanya halkının yüzde 70 i gey evliliklerinin yasallaşmasını ve homofobiye karşı yasal düzenlemeleri destekliyor. Maalesef, dikkate değer ilerici topluma karşılık Partido Popular ve Katolik hiyerarşisi bunu durdurmak için bazı olanaklara sahip. Yanlış anlaşılmasın, Ispanya'daki kilise korkulması gereken bir güç ancak biz hiçbir zaman onlardan korkmayarak, eşitlik isteğimizi onlara hoş görünmek için azaltmayarak ve aynı zamanda tüm dini inançlara tam bir saygı göstererek bunu başardık. İspanyolların kendilerini Katolik olarak tanımlamasına rağmen, İspanyolların pek çoğu üreme amacına hizmet etmeyen nedenlerle evlilik öncesi cinsellik yaşıyorlardı. Bu ispanyol değerlerinin anahtarlarından biridir; yaşamın nazlarına değer vermek. İspanyollar boşanmanın söz konusu olmadığı evlilikler istemiyorlar ve herkesin eşit haklara sahip olmasını istiyorlar çünkü eşitliğin kendisi de İspanyolların temel değerlerinden biri. ispanya değişiyor ve biz aktivistler olarak kendimizi bize karşı geliştirilen kanıtlarla ilgilenmekle sınırlandırdık. Katolik hiyerarşisi yargı sisteminde ultra muhafazakar güçler ve Partido Popular, her gün toplumun kendilerine sırtını döndüğünü görüyor. Sosyal eşitliği kazanana kadar önümüzde zor yıllar olacaktır ancak hiçbir şey bizi herkes için eşitlik isteyen yolumuzdan alıkoyamayacaktır,
martin christensen 1948 yılında kurulan ve yıllarca "1948 Derneği" olarak anılan LBL, daha sonra bugün de kullanmakta olduğu adını aldı: Landsforeningen for B0sser og Lesbiske (Ulusal Gey ve Lezbiyen Derneği). Toplumdaki genel gelişmeye paralel bir şekilde giden eşcinsel haklarındaki aşamalı gelişmeler, Danimarka'nın ayırt edici bir özelliğidir. Kadın hareketi ve 1968 yılından sonraki otorite ve kurum karşıtı hareketler de bu gelişmeye katkıda bulundu. Ayrıca Danimarka, genel gidişata' dahil olmak istediği sürece hiçbir grubun dışlanmadığı bir toplumdur (ya da öyleydi bir zamanlar). Böylelikle gey ve lezbiyenler genellikle kabul görmüştür; tabii her ne kadar burada her yerde olduğu gibi homofobi varsa da.
ve 2004'teki (heteroseksüel) boşanma sayısı 15 bin 774'tür. Kayıtlı beraberlik yaşayan kadınların yüzde 31 'i ve erkeklerin yüzde 1 'den azı çocuklarıyla yaşamaktadır. t
1989 yılında Danimarka kayıtlı beraberliği başlatan ilk ülke olmuştur. Bu nedenle, son 15 yıldır kayıtlı beraberlik ile yaşayan gey ve lezbiyenlerin deneyimlerine dair istatistiklere sahibiz. Kayıtlı beraberlik çiftlere, evli heteroseksüel çiftlere verilen hak ve sorumlulukların aynısını tanır. Eşlerden birinin Danimarka vatandaşı veya benzer uygulamalara sahip başka bir ülkenin vatandaşı olması zorunluluğu vardır. Danimarka'nın toplam nüfusu 5,411,333'tür. Tablo örneğin şunu gösterir: Danimarka'da yaşayan 7505 kişi kayıtlı beraberlik yaşamış veya halen yaşamaktadır. Bu yüksek bir rakam değildir; heteroseksüel ler arasında da çiftlerin yüzde 50si evlenmeden birlikte yaşamaktadır ve çocukların yüzde 50-60 kadarı evlilik dışı dünyaya gelmiştir. Kayıtlı beraberlik yaşamış veya yaşamakta olanlardan 5282si eşleriyle hâlâ birliktedirler ve bunlardan 802'sinin çocuğu (18 yaşın altında) vardır. 9601 yalnız yaşamaktadır, 361 'inin yalnız yaşama nedeni eşin vefatıdır. 1263ü boşanmıştır. Boşananlar (tekrar kayıtlı beraberlik veya evlilik yaşamamış olanları) genelin yüzde 17'sini oluşturmaktadır, ki bu sayı heteroseksüel evliliklerdeki boşanma oranından (yüzde 14) biraz yüksektir sadece. Yıllara göre kayıtlı beraberlik veya boşanma sayısının kaydı bulunmamaktadır, fakat 2004'teki evlilik (düğün) sayısı 37 bin 711 Beraberlik Çocuksuz Kayıtlı Beraberlik Erkekler 2.752 Kadınlar 1.728 Toplam 4.480
Çocuklu Kayıtlı Beraberlik 22 780 802
Kayıtlı Beraberlik, yalnız 461 138 599
Eş Vefatı
Boşanma
Toplam
286 75 361
681 582 1.263
4.202 3.303 7.505
Evlilik
Çocuksuz Evlilik
Çocuklu Evlilik
Evli, yalnız
Eş Vefatı
Boşanma
Toplam
Erkekler Kadınlar Toplam
606.260 418.126 606.260 418.126 1.212.520 836.252
52.626 54.345 106.971
72.071 179.968 256.810 232.356 328.881 412.324
Heteroseksüel evlilik ile eşcinsel evlilik arasında üç fark vardır: •Yabancı bir çocuğun evlat edinilmesi mümkün değildir. •Lezbiyen ve yalnız kadınlar için yapay döllenme şu an için mümkün değildir. •Kilise düğünü imkanı yoktur fakat kilise kutsaması mümkündür. Ve bunu değiştirmek LBL'nin şu an için temel gündemidir.
Aynı cinsiyetten insanların evliliğini gündeme getirmek Lutheryan Devlet Kilisesi'nin evlendirme işlerine bakabiliyor olması ve kilisenin, eşcinsel evliliği konusunda ikiye bölünmüşlüğü (kilisedeki liberal grup yanayken, muhafazakarlar karşıdır) nedeniyle biraz sorunludur. Lezbiyenlere yapay döllenme uygulamak doktorlar açısından yasal değildir. Fakat diğerleri bunu yapmakta özgürdür. Bu tedavi heteroseksüel kadınlar için ücretsizken, lezbiyen kadınların bu uygulamayı talep etmeleri halinde para ödemeleri gerekmektedir. İşyerindeki ayrımcılığı engelleyici düzenleme ölçütlerini belirginleştirmek amacıyla Danimarka ve Avrupa parlamentosundaki politikacılarla yapılan kulisler dikkat çekicidir. Güncel bir araştırmanın sonucuna göre şu an bu mesele, diğer 'küçük' ve kişinin kendisinin oluşturduğu meseleler kadar ayrımcılığa açık bir halde değildir. insanlar açıldıkları ve dolapta kaldıkları zaman sorun olacağını düşünüyor ve açıldıkları zaman bu korkular pek nadiren 'karşılanıyor'. LBL'nin diğer bir gündemi de Nefret Suçları ile mücadele etmek. Polis ile yakın ilişkiler kurmak için çalışan bir grubumuz var; bu temel olarak iyi, çünkü onlar sorunu pek ciddiye almıyorlar. Ayrıca politikacıların dikkatini çekmek amacıyla onlarla da bir lobi oluşturmaya çalışıyoruz. "Salon Oriental", Kopenhag Belediyesi tarafından desteklenen bir projedir ve Danimarka haricinde bir etnik kimliği olan pek çok Türk, Arap ve Müslüman geçmişe sahip genç eşcinseller ile ilgilidir. LBL belediyeden aldığı para ile bu topluluklardan bir kişiyi işe alır.
1.329.051 1.567.897 2.896.948
Toplamda Boşanma Oranı 16 18 17
14 15 14
Bir diğer gündem ise değişim yaratabilmek için partilerle/partilerde -sağ ve sol kanat, merkez olmak üzere- çalışmaktır. Ben şahsen Sosyal Liberal Partideki Eşcinsel Ağının başkan yardımcısıyım ve biz komple bir gey/lezbiyen/transeksüel programı oluşturduk. Kopenhag İl Konseyi'ndeki parti grubu bu fikirlerden pek çoğunu kabul etti ve diğer partilerle birlikte hayata geçirecek.
43
karen busby Kanada da geniş kapsamlı hukuk reformuna giden süreci ve bu başarıya ulaşmak için izlediğimiz birkaç stratejiden bahsetmek istiyorum. Kanada'da GLBT'nin bugünkü yasal durumu nedir? Eşcinselliğin suç olmaktan çıkartılarak yasallaştırılması hukuksal reformda ilk aşama olmalıdır çünkü bu koruma olmadan 'out' olmak neredeyse imkansızdır. Aynı cinsler arası cinsel ilişkiler 1960ların sonunda suç unsuru olmaktan çıkmıştır. Diğer cinsel aktivitelerin gerçekleşme yaşı 14'ken, anal yolla ilişkiye girme yaşının 18 olması gibi bazı ayrımcı hükümler yine de geçerliliğini korumuştur. Bunun gibi, müstehcenliğin fazlaca kullanılması ve seks işçiliğiyle ilgili ayrımcı yasalar aynen devam etmiştir.
44
Hukuk reformunda ikinci aşama istihdam, barınma alanları, mal ve hizmetlere ulaşımda cinsel yönelim bazlı ayrımcılığı önlemek amacıyla temel insan haklarının korunması ihtiyacıdır. Bu yasalar Kanada'da 1980lerde ve 1990larda değişmiştir ve yasalarla gelen bu değişim büyük boyutlardadır. Aşağıda bu yasaların küçük ama şaşırtıcı etkilerinden örnekler verilmiştir: •Gençlerin okullarını bitirdikleri zaman (genellikle 18 yaşında), prom adı verilen bir yemek ve dans günü düzenlenmesi geleneği vardır. Mahkeme verdiği kararda, okul dini bir okul olsa bile gey ve lezbiyen öğrencilerin prom'a istedikleri partneri getirmelerine devlet okullarının izin vermek zorunda olduğunu belirtmiştir. •Eğer bir cezaevi heteroseksüel tutuklular ve partnerleri için 'cinsel
ziyaretlerde' kolaylık sağlıyorsa, bunu gey ve lezbiyen tutuklular için de sağlamalıdır. Kondom sağlamak da cezaevi yönetiminin görevidir. •Polis ve askeriye terfi işlemlerinde ayrımcılık yapamaz. Kanada Polis Akademisi'nde çalışan iki erkek üyenin evliliği ile ilgili bir konuşmada Akademi yetkilisi şunları söylemiştir: Kanada'daki hukuk bizim akademimiz için de geçerlidir. Akademi, Kanada toplumunun temsilcileri olan her iş gücüne saygı gösterir. İnsanlar Kanada simgelerine gözleri gibi bakarlar. Bir şeyin değişmesi gerekiyorsa o değişmelidir. Aslına bakarsanız bizim için pek bir şey değişmedi çünkü Akademi değişen koşullara karşı esnek ve uyumlu yapısından her zaman gurur duymuştur. Eşcinsel ilişkilere eşit muameleyle ilgili yasalar 1990ların sonunda değişmeye başladı. 2000'li yıllarda ise birçok Kanada eyaleti (bu türde yasalar federal hükümet yerine yerel yönetimler kanalıyla uygulanır) geniş kapsamlı reformlar uyguladı. Benim eyaletimde (Manitoba) yerel yönetim, eşcinsel ilişkilerinin hayatın başlangıcından sonuna kadar evlilik ve boşanma dahil eşit muamele görmesin yasalarla yeniden düzenledi. Böylelikle GLBT insanlar (çift olarak ya da tek başlarına) evlat edinme hakkına sahip oldular. Bir eşcinsel, partnerinin ölümü üzerine bedeninin kadavra olarak kullanılması hakkında karar verebilir ve eğer partner bir vasiyet bırakmadan öldüyse, mülkiyeti üzerinde ilk söz söyleme hakkını da elinde barındırır. Bu durumda herhangi bir yerel yönetim, heteroseksüel çiftlerde olduğu gibi, eşcinsel çiftler için de sigorta ve maaş ödemekle yükümlüdür. 2003'den beri Kanada'da GLBT bireyler kimle isterlerse evlenme haklarına sahiptirler. Kanada dışındaki insanlar da evlenmek için Kanada'ya gelebilmektedir. Kanada'daki değişiklikler büyük boyutlarda olsa da transeksüel ve travestileri içeren yasaların yapılmasında zorluklar yaşanmaktadır. Ve tabii ki yasal değişiklikler insanların bir gecede homofobilerini terk ettikleri anlamına gelmez ama yine de bu yönde bir toplumsal tavrı harekete geçireceğine şüphe yoktur. Kanada'da bu hukuk zaferi için ne gibi stratejiler kullandık? Yasal mücadeleni akıllıca seç! Sadece kazanma şansının yüksek olduğu davaları veya yasal reform projelerini destekle! Davalar çok zaman alır ve paranın, kaybetmesi muhtemel alanlara gitmesi kolay kazanılabilecek davaların kazanılmasını zorlaştırır! Kanada'da bu ilkeye olan güven 1980lerin sonunda, mahkemelerin kazanmamıza olasılık vermediği bir dönemde evlenme girişiminde bulunan bazı insanları üzmüştü. Ama evlenme konusunda büyük bir mücadeleye girmeden önce bizim temel insan hakları ve eşcinsel ilişkinin açık alanlarda tanınmasına ihtiyacımız vardı.
Kazanılması en kolay davalar ceza hukukunun alanına giren davalardır. Daha sonra insanların cinsel yönelimlerinden dolayı iş ve barınma konularında karşılaştıkları inkar gibi temel insan haklarının korunması üzerinde yoğunlaşın. Çiftlerin hukuken tanınması davaları sonradan gelir. Ama burada da kazanılabilecek davaları seçin. Bizim kazandığımız ilk büyük dava lezbiyen bir kadının önceki partnerine nafaka bağlanması hakkındaydı. Müttefiklerinizi iyi belirleyin ve sabırlı davranın. GLBT topluluğu bu savaşımı tek başına yürütemeyecek kadar küçüktür. Bu yüzden size yardım edecek gönüllüleri seçmelisiniz. Destekleyici girişimciler veya önemli şahıslar bulabiliyor musunuz? Politikacılar, bürokratlar ve hatta polis? Basın Kanada da bulunmaz değerde bir destek birimidir. Destekleyici yazılar yazmaya gönüllü başyazarlar bulabiliyor musunuz? (Kanada da hemen hemen bütün medya GLBT haklarını destekler nitelikte yazılar yayınlamıştır.) Kanada'da ve ABD de PşAG (Gey ve Lezbiyenlerin Dostları ve Aileleri) birimleri vardır. PşAG çocuklarının eşcinselliğini anlamakta zorluk yaşayan ebeveynlere destek sağlar. Bu örgüt, örgütlü ebeveynler ve etkili mektup yazarlarının etkisi yüzünden politik bir güç olma yoluna girmiştir. Bu yazarlar, mümkün olan her aşamada GLBT konularıyla ilgili davalarda komşularını ve arkadaşlarını korkusuzca öne sürer olmuşlardır. Koalisyonlar oluşturun ve diğer ilerlemeci olaylara destek verin. Kanada'daki birçok GLBT örgütü, anti-homofobi eğitimi, sağlık hizmeti ve telefon yardımı gibi temel hizmetler sunar. Kanada uçsuz bucaksız bir ülke olmasına rağmen, ülke içerisinde sadece bir tane ulusal GLBT örgütü vardır: Egale Canada. Bu örgüt üç çalışana ve 350 bin Kanada doları tutarında bir bütçeye sahiptir. (Üç sene öncesine kadar Egale Canada nın sadece bir çalışanı vardı.) Yine de eşcinsel evlilik kampanyası Egale Canada tarafından yürütüldü ve son federal seçim kampanyasında en önemli konu haline geldi. Açıktır ki Egale Canada bu işi tek başına yapamazdı. Peki, nasıl başardık? Farklı bir kampanya başlattık: Eşit Evlilik Kampanyası (CEM). İki ilke üzerinden yürütüldü bu kampanya (ama diğer bir Egale projesin desteklemesi zorunluluğu yoktu): Eşcinsel çiftlerin evlenme hakkı ve
dini örgütlerin evlendirecekleri kimseleri belirleme hakkı. Daha sonra bu iki ilkeyi destekleyecek örgütler aradık: •İşçi sendikaları (GLBT nin en büyük müttefiki olabilirlerdi. Kampanya kapsamında, büyük ölçüde destekçi olup lobi faaliyetleri için gönüllüler ve mali destek sağladılar.) •Dini örgütler (Kampanya, birçok Hıristiyan Kilise, Yahudi, Müslüman, Budist kişiler ve diğerleri tarafından desteklendi. Eşcinsel evliliğine karşı çıkan dini örgütleri dengeleyebilecek düzeyde geniş bir destekçi kitle sundular.) •Anti-ırkçı örgütler •Sivil toplum (serbest ticaret karşıtlarından sivil özgürlük stk'lerine kadar) •Feminist örgütler •Meslek örgütleri (Kanada Barosu gibi) •Öğrenci örgütleri GLBT sorunlarının görünürlüğünü teşvik etmek için güvenli yollar bulun: Sendikalar, Kanada'daki GLBT sorunlarıyla ilgili davalarda en büyük destekçidirler. Önceden çalışma alanlarında anti-homofobi eğitimi düzenlediler; GLBT sorunları için mücadele ettiler. (sendika kontratlarında ayrımcılık konulu hükümlerle ilgili olarak). Kend çalışanları yararına insan hakları konularında dava sürecine girdiler ve para desteği sağladılar. Ve önceden de belirtildiği gibi Kuzey Amerika'da gey ve lezbiyenlerin ailelerinden oluşan PşAG gibi diğer büyük destekçiler vardır. GLBT insanlar için diğer bir yaklaşım da Onur Yürüyüşlerinde (Pride) maskeler de kullanarak doğrudan doğruya harekete geçecek fırsatlar bulmak, GLBT korosunun yer almasını sağlamak olabilir. Daha bir kaç yıl öncesine kadar Kanada'daki Türklerin çoğu gey ve lezbiyenlerden bihaberdi. Sendikaların, P ş A G ve evlilik kampanyalarından doğan diğer koalisyonların geniş desteğiyle, gey ve lezbiyen insanlardan haberdar olmayan Kanadalıların sayısı hayli azaldı. Sorunlarımızı aşma ve ayrımcılığı sona erdirme yolunda, sendikalar ve ebeveynlerin destekleyici ittifakları sayesinde ilerliyoruz.
45
kadın eşcinselliği, 'hetero-ataerkillik 'le mücadelede etkili bir yol mu? elisabeta zelinka “Bugün kadın eşcinselliği, içinde özgürce yaşayabileceğimiz tek sosyal formdur.” (Wittig, 1992, 20). Monica Wittig'in 1981'de yaptığı bu açıklama, küresel hetero ataerkilliği' hedef alıyordu. Bu, kı ı kırtıcı bir açıklamaydı, çünkü kadınları çıplak bir gerçeklikle baş başa brakıyordu: Özgürlük ve bağımsızlık yok; kadınlar bunları kaybettiler. (Elde etmişler miydi ki?). Wittig, kadınların 'hetero ataerkilliğin' boyunduruğu altında tümüyle erkeklere bağımlı oldukları mesajını veriyordu. Wittig, kadınlar için bağımsızlıklarını kazanmanın tek bir çıkış yolu olduğunu belirtiyor: Kadın eşcinselliği. Kadınların erkeklerden sosyal, ideolojik ve politik olarak bağımsız olmalarını ancak eşcinsellik sağlayabilir: “Lezbiyenlik, cins sınışandırmaları dışında olan benim bildiğim tek kavram, çünkü lezbiyen, ekonomik, politik ya da ideolojik olarak kadın 'değil'. Kadını kadın yapan, onun erkekle olan özel sosyal ilişkisidir [...] ki bu kölelik, [...] kişisel ve fiziksel yükümlülük anlamına gelir, [...] ve lezbiyen, heteroseksüel olmayı ya da kalmayı reddederek bundan kaçabilir.” (Wittig, 1992, 20).
46
Bu yazının çıkış noktası Wittig'in yukarıdaki açıklaması oldu. Bu açıklamanın Romen toplumunda, bu toplumdaki egemen hetero ataerkil ana söylemin ışığında geçerli olup olmadığı konusunda görüşlerimi paylaşacağım. Romen lezbiyenler, Romen toplumuna yerleşmiş hetero-ataerkillikle mücadelelerinde gerçekten başarılı oldular mı? Bu soruyu yanıtlamak için de öncelikle çağdaş Romen toplumuna ilişkin kültürel ve ideolojik bağlam hakkında bilgi sunacağım. İlk olarak, toplumsal cinsiyet eşitliğine açıkça karşı olan Romen Ortodoks Kilisesi'ni tasvir etmek istiyorum. 2002 yılına girdiğimiz yılbaşı gecesinde Romen Ortodoks Kilisesi Patriği, devlet televizyonundaki resmi mesajında, Romanya'nın tüm kadınlarına “Kocalarınıza itaat edin” diye buyurmuştu! Bu yalnızca bir örnektir. Ayrıca, resmi Ortodoks nikah töreninde gelinin evlilik yemini “kocasına hizmet edeceğine” dair bir ifade içerir. Liselerdeki Ortodoks din derslerinde ise öğrencilere eşcinselliğin 'anormal ve hastalıklı' bir şey olduğu öğretilir. Ben on ikinci sınıftayken din dersi öğretmenime bunun nedenini sormuştum. Aldığım yanıt beni şaşırtmadı: ona da dört yıl boyunca Ortodokslukla ilgili derslerde öğretilen buydu. Bu, münferit bir vaka olarak görülebilir ve genelleme yaptığım düşünülebilir. Ama yine de unutmamamız gerekir ki, bu olay Romanya'nın en 'batılı' ve en açık görüşlü kenti olan Timiş'te yaşandı. Timiş Üniversitesi'nin batı eksenli ve açık görüşlü müfredatı ile ünlü olduğunun da altını çizmeliyim! Söz edilmesi gereken başka bir konu, Romen Ortodoks Kilisesi'nin Romen halkı üzerinde önemli ölçüde etki sahibi olduğudur. Romen halkı büyük ölçüde dindardır. 2000 yılında Açık Toplum Enstitüsü, kamuoyu araştırma şirketi Gallup ile birlikte kapsamlı bir ulusal anket çalışması yaptı. Bu ankette ortalama bir Romen yurttaşının en çok neye güvendiği sorusu da yer alıyordu. Verilen yanıtlarda yüzde 80 ile Ortodoks Kilisesi ilk sırada yer aldı; bunu politikacıları ve ordu izledi (Barometru de Gen-Cinsiyet Barometresi, 2000). Sonuç olarak, temel ideolojisi katı biçimde hetero-ataerkillik olan Ortodoks Kilisesi, dindar Romen halkı üzerinde büyük bir etkiye sahip. Halkın düşünme biçimi ve davranışları güçlü bir şekilde Kilise'nin
doktrini tarafından etkileniyor. Hetero-ataerkil ana söylemi anlamak için çözümlememiz gereken ikinci önemli öge, devlettir. Ve devletin araçları ile kurumlarıdır. İlk olarak, Romen Ceza Yasası'na bakmalıyız. 2001 yılının sonbaharına kadar Romanya'da aynı cinsler arasındaki ilişkiler Ceza Yasası'na göre suçtu. Yasanın 200. maddesi eşcinselliği cezalandırıyordu: “Kamusal alanda ya ı anan ya da bir kamu skandalı ile sonuçlanan eşcinsel ilişkiler bir yldan beş yıla kadar hapis ile cezalandırılır.” Bu hükme uluslararası kuruluşlardan İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, Birleşik Krallık Göçmenlik ve Yurttaşlık Müdürlüğü ve tek Romen GLBT örgütü olan ACCEPT büyük tepki gösterdi. Bu örgütler birlikte 200. maddeye karşı uzun ve yorucu bir kampanya başlattılar. Yedi yıllık zorlu bir mücadelenin ardından 200. madde ilga edildi. 200. maddenin ilgası yalnızca, eşcinsel ilişkinin yasalla ı masını isteyen kurumların kanaatini uygulamaya koyan Romen yasalar ile gerçekleşmedi. ACCEPT mücadeleyi önemli ölçüde yürüttü ancak asıl neden AB'nin Romen hükümeti üzerindeki baskısıydı. Bu konu, Romen hükümetinin AB'ye girmek için yapılan müzakereleri başlatmadan önce, öncelikle bakması gereken 'küçük sorunlar'dan biriydi. Yasanın kendisinden kurtulduk ama egemen söylem ve düşünce biçimi olduğu yerde duruyor. Devletin hetero-ataerkil normatif söylemi güçlendirmek için kullandığı ikinci araç, eğitimdir. Dikkate değer bir bilim kadını olan Doina Olaga Stefanescu, çağdaş okul kitaplarında cinsiyet rolleri ve bunların nasıl tasvir edildiğine ili ı kin olarak derinlemesine ve sıra dışı bir çözümleme yapmıştır. Vardığ sonuçlar şöyledir: İlk olarak, kadınları tasvir eden resimler sayı olarak erkekleri gösteren resimlerden daha az (Stefanescu, 2003, 91); kadın resimleri, kadınları genellikle geleneksel cinsiyet rolleri içinde gösteriyor: yemek pişirirken, çamaşır yıkarken, ütü yaparken… Öte yandan erkekler genellikle polis, politikacı, lider olarak tasvir ediliyor (s.93). Ayrıca, okul kitapları (biyoloji, tarih ya da felsefe kitapları bile) asla eşcinsel ilişkiye dair bilgi ya da açıklama içermiyor. Tarih kitaplarında durum daha karışık. Tarihte çok tanınmış Romen beyleri, liderler, krallar vardır. Örneğin, Büyük Stephen ya da Kral II. Charles, ki bu kralların aynı zamanda normatif hetero-tekeşlilikten sapmış olmak gibi kötü bir şöhretleri de vardır. Çoğu tarih kitabı, onların kişiliklerinin bu yönünü görmezden gelir, hatta 'unutur' ve bulundukları mevkileri öne çıkarır. Bu tek taraşı bakış açısı cinselliğin kişinin kimliğinin bir parçası olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Neden öğrenciler atalarının kimliklerinin, cinsellik de dahil olmak üzere, tüm yönlerini öğrenmemelidirler? Stefanescu kitabını şu sonuçla bitiriyor: Romanya'da, cinsellik ana politik ve ideolojik söylem tarafından hâlâ bir tabu olarak görülüyor. Dolayısıyla, bu tabu utanç verici olduğu için saklı kalması gerekti ğ i düşünülüyor. Bu durumun nedenlerinin önemli bir kısmı, cinsellii bir tabuya çeviren ve dahası şeytanlaştıran Ortodoks Kilisesi doktrininden kaynaklanıyor. Bunun sonucu olarak, çocukları, değil e ı cinsellikten, genel olarak cinsellikten bile söz etmeyen okul kitaplar ile eğitilen bir toplumdan ne bekliyoruz? Devletin üçüncü aracı, medya. 2003 sonbaharında, aşırı sağ Büyük Romanya Partisi'nin kötü şöhretli lideri Corneliu Vadim Tudor, OTV
adlı özel bir televizyon kanalında canlı yayına katıldı ve o zamanki Amerikan büyükelçisi Michael Guest ten “ibne” (poponar) diye söz etti. Büyükelçinin eşcinsel olması Romanya'da hiçbir zaman 'sır' olmamıştı ama Tudor'un bu sözü tüm basını ayağa kaldırdı. Sonuç olarak, Romanya Ulusal Radyo-Televizyon Konseyi (televizyonlarda sunulan ahlaki ve etik konuları izleyen bir hükümet konseyi) OTV'ye para cezası verdi ve ardından kanalı kapattı. Romanya'nın birden bire nasıl da demokratik bir ülke haline gelişi herkesi hayrete düşürdü. Ama OTV altı ay sonra yayınına kaldığı yerden devam etti. Romen devletinin/hükümetinin büyükelçiye, cinsel yönelimi ekseninde, açıkça hakaret eden bir politikacıyı cezalandırmak için gerekli ve etkili adımları atmamı ı olduğu sonucuna varabiliriz. Romen devleti Tudor'u cezalandırmad ve OTV kanalının yayınına yeniden başlayabilmesi için gerekli olan ruhsatı verdi. Romanya devletinin söz konusu davranışından ortalama bir Romen vatandaşının çıkarabileceği mesaj şudur: Eşcinsel sözcüğünü hakaret anlamı içerecek şekilde kamusal alanda kullanmak tam anlamıyla kabul edilebilir bir durumdur ve cezalandırılmaz. Romanya'daki ana normatif hetero-ataerkil söylemi etkileyen iki büyük etkeni, yani Kilise'yi ve Devlet'i çözümledikten sonra, şöyle bir sonuca vardım: Bunlar sıkı bir biçimde birbirlerinin içindeler ve aralarındaki ilişki, üzerine düşünülmesi gereken üçüncü bir öge yaratıyor: Zihniyet. Romanya'daki ana normatif hetero-ataerkil söyleme ilişkin birkaç destekleyici savdan daha bahsedelim. Ann Oakly, “Cinsellik” adlı makalesinde cinselliğin önemi üzerinde kültürümüzün etkisini vurgular (Jackson ve Scott, 1996, 36). Oakly, makalesinde her ne kadar açıkça belirtmemişse de, 'kültürümüz' derken Batılı/Hıristiyan dünyadan söz eder. Gerçekten de, Romen eğitim sistemi cinse ve cinselliğe önemli bir vurgu yapar; açık bir konu olarak değil, bir 'tabu' olarak. Cinsellik bir gizdir, günahtır, açıkça konuşulmayan bir konudur. Cinsellik, insanların oğullarına ve kızlarına gizlice açıkladıkları bir şeydir ve ebeveyn, çocukların konunun tabu olan yönünü görmesini sağlarlar. İkinci olarak, ebeveynimizin ideolojisi, cinsellik, özellikle de kadın cinselliği söz konusu olduğunda ne yazık ki şeytanileşen bir ideolojidir: Öncelikle genel olarak kadın cinselliği, sonra da hetero olmayan kadın cinselliği... Simone de Beauvoir kadınlık ideolojisinin bir 'tehlike', gizli ve tehditkar bir gerçeklik olarak görüldüğünü söyler (de Beauvoir, 1997,11). Evet, Romanya'da kadınlık, geleneksel katı hetero-ataerkillik içinde gerçekten de bir tehlike olarak görülüyor: Kadınların âdet gördükleri dönemlerde bir Ortodoks kilisesine girmeleri ölümcül bir günahtır. Sorabilir miyim, neden? Buyurun, rahipler tarafından vaaz edilen resmi Ortodoks dogması: Âdet kanı kadının içindeki kötülüğü temsil eder! fieytan, bu günlerde kadını cezbeder ve baştan çıkarır! Dolayısıyla, eğer kadın kiliseye girerse, fieytan'ı da yanında getirmiş olur ve bu yüzden de kilise için karşı tehlike oluşturur. Başka bir savdan daha söz etmek istiyorum. 25 Ağustos 2003 te, Romen sivil toplumu tarafından örgütlenen uzun ve yorucu bir kampanyanın ardından, Romanya'daki ilk ve tek aile içi şiddete karşı yasa yürürlüğe konuldu. Ertesi gün, ülkemdeki en önemli radyocularından biri olan Robert Turcesu, Europa FM adlı radyo istasyonunda bir program yaptı. Programa canlı telefon bağlantısıyla katılan dinleyicilerden biri özetle şöyle demi ” ti: “Erkek her zaman ne yaptığını bilir! (...) Erkek kadından üstündür! (Turcescu, Romania Canlı Yayında; 26 Ağustos 2003). Arayanların çoğunluğundan gelen bu ve benzeri yanıtlar Romen egemen ana söyleminin katı olarak ataerkil olduğu önermesini doğruluyor: Erkek efendidir ve kadının üstündedir! Bu, tam da Moira Gatens'in toplumsal cinsiyet eşitliği ve tarafsızlığının erkeksileştirilmesi ya da normalleştirilmesi' dediği şeydir. Dördüncü olarak; Romen dili çözümlenmelidir. Romen dilinde, geylere yönelik çok sayıda müstehcen ya da aşağılayıcı argo sözcük var ama lezbiyenler için neredeyse hiçbir şey yok! Bu ne anlama geliyor? Bana
göre bu, hetero-ataerkil söylemin Romen lezbiyenlerin var olabileceğini bile düşünmediğini gösteriyor. Romencede lezbiyenliği ifade eden bir sözcük üretmek yerine, basitçe İngilizcedeki sözcük alınmıştır: lesbianlesbiana. Ama lezbiyenleri geyler kadar dikkate almıyorlar. Geyler için koca bir argo sözcük dağarcığı uydurulmuş durumda. Romen bir kadının lezbiyen olabileceği ihtimali bile basbayağı düşünülemez bir durum. Buna karşılık, geyler en azından var olduklarını insanların bilmesini sağladılar ve onları temsil eden, onlar için mücadele eden bir örgüt kurdular: ACCEPT. Beşinci olarak; Romanya'da yalnızca lezbiyenleri temsil eden bir sivil toplum kuruluşu bulunmamaktadır. Yalnızca, ACCEPT içindeki küçük bir grup, lezbiyenleri temsil etmektedir. Bu, tam da Julia Kristeva'nın genel düzeyde tartıştığı durum: Kadınların cinsiyete bağlı ihtiyaçlarını, yani, cinsel yönelim de dahil olmak üzere kişisel kimlik sorunlarını, içsel ve bireysel ihtiyaçlarını ortaya koyabilecekleri alanın yokluğu. Kristeva çağdaş feministlerin amaçlarının bu alanı, yani cinsiyete bağlı ihtiyaçların açıklanabildiği, temsil edilebildiği ve savunulabildi ğ i sanal ya da sanal olmayan, kendilerine ait bu bölgeyi yaratmak olduu sonucuna varır (Kristeva, 1992, 206). Ayrıca, Romanya'da geyler ve lezbiyenler üstüne çok nadir akademik çalışma yapılmıştır. 10 Eylül 2004te Romanya'dan ayrıldığımda, Romanya Toplumsal Cinsiyet Akademisi'nde bu konuda yalnızca tek bir akademik kitap vardı. Bu kitabın adı Politica Sexelor'dır (Cinsiyetlerin Politikası) ve 2004te Romanya'nın önde gelen toplumsal cinsiyet araştırmacılarından biri olan Liliana Popescu tarafından yazılmıştır. Bu kitabın bile yalnızca lezbiyenlere, hatta gey ve lezbiyenlere odaklanmadığını vurgulamak gerekir. 367 sayfalık bu kitabın yalnızca 8 sayfası Romanya'daki gey ve lezbiyenlerin durumuna ayrılmıştır (sayfa 190194 ve 201-205). Bu 8 sayfadan yalnızca 3'ü kadın eşcinselliği üzerinedir (sayfa 192,193 ve 202) ve temel olarak zihniyetleri ve Romanya'da lezbiyenlerin yüzleşmek zorunda kaldığı 'sosyal lekelenmeyi' anlatır. Romanya'daki genel hava, normatif hetero-ataerkillikten sapan her şeye karşı oldukça soğuk. ACCEPT'in resmi bir açıklamasını aktarmak istiyorum: “GLBT'nin hiç görünür olmadığı bir ülkede, bu insanlar korku içinde ya İ ıyorlar ve pozitif bir kimlik geliştirmek için çok az fırsatları var. (...) f nsan haklarından GLBT bireylerin yaralanamadığı bir ülkede, eşcinsellik hakkında bilgi bulmak için çok zor. GLBT gençliği tecritle karşı karşıya ve kendileri hakkında pozitif bir imaj geliştirebilme şansları hemen hemen yok. Eşcinsellik pedofillik, rasgele cinsel ilişki kurmak, tutku suçları ile ilişkilendiriliyor ve GLBT'nin televizyonlardaki imajı Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki gay pride' gösterileri ile sınırlı…” Bana göre kadın eşcinselliğinin Romanya'da kendi örgütlenmesini gerçekleştirmek için yeterince güçlü kökler bulamamış olması fevkalade önemli bir konu. (ACCEPT ise egemen söylemin içinde ne yazık ki GLBT örgütü olarak değil, bir gey kuruluşu olarak görülüyor. Ama eğer ACCEPT olmasaydı, eşcinsellik Romanya'da hâlâ suç olabilirdi.) Bence kadın eşcinselliği Romanya'da hetero-ataerkilliğe karşı etkili bir yol olma işlevini görüyor. Bu yol şimdilik sert ve zor olabilir ama her küçük adım gelecekte meyvesini verecektir. Egemen ana söylemlerin değişmesi ne yazık ki zaman aldığı için, bilgelik, sabır ve dayanıklılık gerekiyor. Kaynakça de Beauvoir, Simone, "Introduction"toTheSecond Sex, LindaNicholson (ed),TheSecond Wave of Feminism: A Reader in Feminist Theory, London and New York, Routledge, 1997. Gatens, Moira, Imaginary Bodies: ethics, povver, and corporeality, New York: Routledge, 1995. Kristeva, Julia, "Women's Time", Deborah Cameron, Feminism and linguistic theory, New York: Macmillan, 1992. Oakly, Ann, "Sexuality", Stevi Jackson and Sue Scott (eds.), Feminism and Sexuality: A Reader, Edinburgh: Edinburgh University Press, 1996. Açık Toplum Enstitüsü ve Gallup Barometru de Gen, (Gender Barometer) Bucharest, OSI, 2000 Popescu, Liliana, Politica sexelor, (The Politics of Sexes,), Bucharest: Maiko, 2004 Stefanescu, Doina Olga, Dilema de Gen a Educatiei, The Gender Dilemma of Education, Polirom, lasi, 2003. Turcesu, Robert, "Romania in direct", ("Romania live"), 26th August 2003 Wittig, Monique, "One is Not Born a Woman", The Straight Mind and Other Essays, Boston: Beacon Press, 1992.
47
türkiye tarihinde eşcinselliğin izinde escinsel-lik hareketinin tarihinden satır başları-1:80'ler deniz yıldız Türkiye eşcinsel-lik hareketinin başlangıcı olarak kabul edilebilecek tarih 1970'lerdir. “1970'lerin sonlarında magazin basını sürekli olarak bir eşcinsel organizasyonunun kuruluşundan söz etti”. (1) “Ankara'da iki sanatçının öncülük ettiği ve biraz komik isimli derneğe izin verilmemi ı tir. 'fiarololar Derneği' diye gündeme getirilen ve basına yansyan bu atılım başarısız olunca bir süre konu pek ele alınmamıştır. Ankara'daki bu atılımın yasa bilgileri pek yetkin olmayan sanatçılarca başlatılmasının bir sonucu ortadadır. İsim bile iticidir ve ciddi bir görünümden uzaktır. Ancak, eşcinsellerce anımsanması gereken bir girişimdir.”(2) “Bir de 'Altmış Günlük Bir fiey' adlı kitabı ile 'olay kadın' olan Füsun Erbulak'ın sözlü bir girişimi olmuştur. Gazetelere yansıyan düşüncelerinde, 'lezbiyenler kulübü kurulmalıdır' görüşü yer alıyordu.”(3) [Daha önce “sadece”, 1954'de, sevgilisiyle her yerde, herkesten saygı görerek yaşayabilen ve eşcinsel-lik aktivistlerin-in yarım asır sonra out olmayı (açılmayı) neden büyük bir marifet saydığını anlayamayan Güner Kuban hanımefendi vardı.(4)] İ zmir Çevre Sağlığı Derneği'nde İbrahim Eren ve bir grup İzmirli eşcinsel terapi toplantıları yapmaya başladı.(5) İtalya'da FUORI ve Almanya'da Roth Schwul örgütlerinin kurucuları arasında olduğunu söyleyen Eren'in evindeki 10-15 toplantıya, yaklaşık 25 kişi katılmış ancak toplantılar 12 Eylül nedeniyle sürdürülememişti.(6) “O yıllarda cinsiyet deği ı tirme ameliyatları yasaklanmıştı. Pembe kimlik, yani kadn kimliği verilmiyordu… Fa ı izm yüzünü göstermişti.”(7) “12 Eylülle birlikte sokağa çkma yasağı geldi. Gece 12'de ba f lıyor, sabah 5'te bitiyordu. Bütün yetkiler ordunun eline geçmişti… Üç dört tane travesti kulübü akşam 8de açılıyor, 11'de kapanıyordu. Gece yaşamına da darbe vurulmuştu.”(8) Bütün ilerici hareketleri önleyip muhafazakar ahlak anlayışını yerleştirmek için mücadele eden generallerin kurbanları arasına katılan 'transeksüeller, transvestitler, homoseksüeller'(9), aşağılayıcı sıfatlar ve alçaltıcı muamelelerle Ankara dışına sürülürken(10) benzer bir süreç İstanbul'da da yaşanmıştı. “Kum saati içindeki kumlar gibi savrulmuştuk. 1981'li yıllarda her zaman olduğundan daha da fazla, daha da gaddar ve zalimce, yakaladıkları her yerde, evlerimizden, iş yerlerimizden, bakkaldan, sokaktan, her yerden bir sürek avı başlamı ı tı bizlere; travesti, transseksüel ve geylere… Topladıkların Sirkeci'deki o zamanki me … hur Sansar Han'a, yani emniyet müdürlüğüne götürdüler Günlerce orada kaldık. 50 60 ki ı i, şiddet, eziyet, işkence; üstümüz başımız, saçımız sakalımz birbirine karışmış bir halde bindirdiler bizi minibüslere, ver elini Haydar Paşa garına sürükleyerek. Halkın çirkin sözleri arasında, tekme tokat bindik trene. Kapattılar kompartımanı; kapıları kilitlediler… Sonra hareket ettik. Hemen kapıya koştuk. Kapı açılmıştı. Tam kapıyı açtık, sivil
ahlak polisleri koridorlarda tur atıyorlar. Gey arkadaşlar da, kollarından mühürlü olarak yerlerde oturuyorlardı. Epeyce gittik. Ta ki Kartal'a yaklaşınca tren yavaşladı. Yan vagondan birkaç arkadaş camdan atladılar. Oysa burası Hitler'in Almanyası değildi…”(11) (Kardelen-y.n.) “Trenlere doldurulup, sürgün ediliyorduk ama asla yok olmadık. Hatta isimlerini hatırladığım Beyaz Kadın, Madi Leyla, Japon Arzu, Karslı Melek, Bakırköylü Aysel ve diğerleri sadece cinsel kimlikleri yüzünden Metris Cezaevi'ne konuldu. Unutmuyorum, Hasan adında Erzurumlu bir er bizi tutup Dolmabahçe'ye inen ağaçlığa ve çalılıklara götürüp zorla koliliyordu (anal seks yapıyordu-y.n.). Beyhan 67 kulübüne yani bugünkü Sahra'ya askerler gelip bizleri tuvaletlerde ve şu an karşısında otopark olan ama o zaman inşaat halinde olan o yere götürüp zorla koliliyorlardı. Çünkü askerlerin sözü geçiyordu. Kimseye bir şey diyemiyorduk.”(12) (Demet Demiry.n.) “Gemisini kurtaran kaptandı. O tarihlerde kimi Kırşehir'e kaçtı, köçeklik yapmaya. Kimisi ne bileyim, yok oldular. Çünkü çoğundan haber alamadık. fiimdiki gibi herkesin cep telefonu yok ki irtibat kurulsun. Tam o ara Selahattin Çetiner'in açıklaması geldi. Barlarda, pavyonlarda, gazinolarda, bu gibi yerlerde kadın kılığında, efemine erkeklerin, transeksüellerin hepsi çalışmaktan men edildi.”(13) (Kardelen-y.n.) 1981 Haziranında transeksüellerin, transvestitlerin ve “kadınsı erkeklerin sahneye çıkması yasaklandığında(14) Bülent Ersoy yasağın en ünlü kurbanı olmu ı tu. Ersoy'a uygulanan yasağa karşın bazı eşcinsel sanatçlar, TV'de bile sık sık boy göstermekte, sahneye çıkmakta, konserler verebilmekteydi. Sanatçının durumu ile demokrat kesimler de ilgilenmiş, çelişkiyi ortaya koyan yazılar yayınlanmış, Avrupa Konseyi bile olayı tartışmış fakat bütün bunlara karşın inatçılıklar ortadan kaldırılamamıştı.(15) 12 Eylül'ün muhalişerinden solcular eşcinsellere yönelik tutum konusunda darbeci generallerden pek farklı değildi. Aktivist Demet Demir, e f cinsel olduğu için İlerici Gençlik Derneği'nden ihraç edilmişti.(16) '80'lerin ilk yarısı, ileriki yıllarda Hortum Süleyman gibileriyle doruk noktasına ulaşacak bir kabusun başlangıcıydı.(17) “Hortum Süleyman, 1990'da Beyoğlu'na gelen bir amirdi. 92'ye kadar burada kaldı, 1,5 yıldan fazla. Ee, homofobik yapısı olan bir adam bu. Pürtelaş'ı, Başkurt'u bütün evleri yaktı döktü, kaçırdı travestileri. Sonra bu adam, genel istek üzere sanırım, geldi, 96'da geldi. 1,5 yıl kaldı işte, 1 yıl önce gitti (2000-y.n.).”(18) Lambdaistanbul'un 1996'da gazeteci-yazar Engin Ardıç ve oyuncu-politikacı Fatma Girik'le birlikte “yılın kötüleri” plaketini, 2005te ise hormonlu domates yaşam boyu homofobi ödülünü almaya hak kazanan Hortum Süleyman, eşcinselleri tuttukları
takımın renklerindeki hortumlarla dövdüğü, nezarethanede işkence yaptığı, kafalarını kazıttığı gibi iddiaları reddettikten sonra “Travesti nedir, nasıl bir insandır sizin gözünüzde?” sorusuna şu yanıtı veriyordu: “Nihayet insan. Onlarla asla bir sorunum yok. Ama sokaktaki insana nasıl kapkaç, uyuşturucu rahatsızlık veriyorsa travestiler de aynı şekilde rahatsızlık veriyor. Ben travestilerden nefret ediyorum demiyorum ama tiksiniyorum. İki metre boyunda bir insanın bayan elbisesi giyip bıyıklı bir adamla cinsel ilişki kurması ne kadar tiksindirici, ürpertici bir olay.”(19) Önce kadın transvestitlerin sonra da karılarının koynuna giren normal kıyafetli, babayiğit, bıyıklı ve çoluk çocuklu eşcinsel erkekler ise onlardan yirmi misli aşağılıktı(20), çocuklar özgür yetişirse her şey beklenebilirdi ve insanlar eşcinselliğe karşı topyekûn seferber olmalıydı.(21) Kamerayla hortum kullandığının tespit edildiğinin hatırlatılması üzerine ise, “O televizyon görüntüsü montaj. Bir olay olmuştur, copum yanımda değildir. Mesela bir otoparktaki hortum denk gelmiştir. Renk renk hortum olur mu? Ama Beyoğlu'ndaki travestilerin elinde falçata var, bıçak var. Bu insana gel, yüzümü gözümü darmadağın et mi diyeceğim? Bunlar hap alıyorlar, acı kuvvetleri var. Devletin polisine homoseksüelden dayak yiyor mu dedirteceğim? Devleti zaafa mı uğratalım?” diye karşılık veriyordu.(22) Devlet varlığını kişilere değil, kişiler varlıklarını (asla zaafa uğratılmaması gereken) devlete borçluydu. O devletin polisi ki, ne kendisinin (eş)cinsel olup olmadığı ne de herhangi birilerinden dayak yiyip yememesi söz konusu dahi edilemeyecek, insanüstü bir yaratıktı(!). “Bu dönemde Türk medyasında 'eşcinsel' ne olduğu tam olarak kestirilemeyen hayali bir varlıktır. Hatta bu hayali varlık, hayattan daha da koparma, uzaklaştırma ve toplumun dışına atma gayretiyle özellikle 'homoseksüel' olarak adlandırılır. Kendinden menkul her türlü uzman/akademisyen de, sokaktaki vatandaş da, emniyet mensubu da, halkı bilgilendirecek gazeteci de, söz birliği etmişçesine, 'normal' kategorisine sokamadıkları herkesi 'homoseksüel' diye adlandırdılar. İster bıyıklı biri isterse çoktan operasyonunu tamamlamış bir transeksüel olsun, Türk medyası için fark etmiyordu. Bu dönem aynı zamanda 'homoseksüel' tabir edilen insanlara yönelik ayrımcılığın, baskının ve işkencenin doruğa çıktığı bir süreçti… Normal' görülmeyen eşcinselliğin haberi de normal sunulamazdı. İçinde eşcinsellik geçen veya eşcinselliği çağrıştıran bir haber, okura 'şaş haber' olarak sunulur. Cinsiyetçi ve ırkçı zihniyetlerden beslenmekten geri durmayan medya, eşcinsellikle ve eşcinsellerle ilgili haberlerde bu zihniyetini yeniden üretmekte sakınca görmez. Yalan, yanlış, abartı, aşağılama, ayrımcılık söz konusu 'şaş haberlerin alışıldık süsleridir. Gazeteci cehaleti oranında küstah, gücü oranında zalimdir. Çünkü bir haber nesnesi olarak 'eşcinsellik' ortalık malıdır. Çünkü gazeteci için örgütsüz ve en sorunsuz alandır. Bir eşcinsel bireyin ortaya çıkıp 'düzeltme' yapamayacağı, hakkını arayamayacağı herkesin malumudur.” (23) 1983 yılında bir dergide e ı cinselliğin kapak yapılabilmesi için “hastalık olduğunun” yazlması gerekiyordu. “Bir eşcinsellik kapağı yapmaya karar verdik. O zaman İpek Çalışlar ile beraberiz orada. Oradaki en radikal bizleriz. Patronu ikna ettik. İlk kez Türkiye'de bir eşcinsel kapağı çıkacak. Yani eşcinsellik kapa ğ ı. Yazı verildi şu cevap geldi: 'Yazının bir yerine eşcinselliin şöyle veya bu şekilde bir hastalık olduğu cümlesini, yıl 1983 gerçi, koymak zorundasınız' dedi bize hukuk işleri. 'Çünkü yazıda eşcinsellere yönelik hiçbir eleştiri yok.' Hiç unutmuyorum, biz oraya bir şekilde eğer çok uydurmuyorsam, işte bu işten çok rahatsızsanız, psikiyatrik
tedavi görebilirsiniz filan diye çok anlamsız bir cümleyi eklediğimizi utanarak hatırlıyorum.”(24) (Tuğrul Eryılmaz- y. n.) “1985 Haziranında Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'na eklenen yeni bir madde polise 'davranışları ahlaki değerlere ve toplum geleneklerine uymayan insanlar'a karşı büyük yetkiler verdi. Kanunda homoseksüellikten söz edilmemiş olmasına karşın, zamanın İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut meclisteki bir konuşmasında şöyle dedi: 'Yeni kanun bizlere homoseksüellik şüphesi olan kişileri 24 saat gözaltında tutma yetkisi veriyor… Homoseksüelliğin anti-sosyal eğilimlerden biri olmadığına inanmıyoruz. Böyle sapık düşünceleri ve eğilimleri olan kişilere karşı katı olmalıyız. Bu tür insanların sayısı her geçen gün artmakta… Bu yüzden biz, her yerde, özellikle büyük ı ehirlerde bu insanlara karşı kanunlar ç ı k a r a c a ğ z . ' ” ( 2 5 ) “1985'de 116, 1986da 100 eşcinselin 'bu işi yaptığı' tespit edilip parmak izi alınmış” (26), İstanbul Emniyet Müdürlü ğ ü Asayiş fiube Müdürü Hasan Ceyhan bir yandan eşcinselliin Türk Ceza Kanunu'na göre suç olmadığını söylerken diğer taraftan “Suç değilse neden parmak izleri alınıyor?” sorusuna “Ehliyet alınırken sizin parmak iziniz alınmadı mı? Hem alsam ne olur, almasam ne olur? Kimlik tespiti için aldık, o kadar. Bir yerde bu işi yaparken yakalanmı ” , eşcinsel olduğunu söylemiş, biz de onu kayıtlara geçirdik (27) yanıtını verme cüretini kendisinde bulabilmi ğı ti. Aynı dönemde eşcinsellerin bir parti kurup kuramayaca tartışmaları başlamış; halen varlığını sürdüren partilerden ANAP Genel Sekreteri Mustafa Taşar “e ” cinsellerin tedavi ettirilip topluma kazandırılması gerektiği, DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülger “toplumun ve tabanlarının eşcinselliği aşağılık bir konum olarak de ğ erlendirdiği”, DSP İzmir Milletvekili Fikri Ertan “eşcinselliin dışlanarak, aşağılanarak yaklaşılmaması gereken büyük ölçüde biyolojik bir sorun olduğu”, SHP Genel Başkan Yardımcısı Fikri Sağlar ise “Böyle bir partileşme işine girişilmesinin kişisel olarak bir sakıncası olduğunu zannetmiyorum. Bağımsız, demokrat ve uygar bir ülkenin gereği, her görüşün örgütlenerek sesini duyurmasıdır. Biz şu anda programımıza eşcinsellerin vatandaşlık haklarına ilişkin ek bir madde koymayı düşünmüyoruz. Herkes yasalar önünde e ı ittir ve eşit muamele görecektir. Bizim programımzda insan hak ve özgürlüklerini savunacağımız zaten belirtiliyor”(28) diye görüş bildirmişti. Türkiye'de seçimle iktidara gelmeyi öngören bir siyasi partinin programına eşcinsellikle ilgili bir maddenin girmesi Haziran 1994'te (29) ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) ile olabilecekti: “Farklı cinsel tercihler üzerindeki her türlü baskıya karşı durulmalıdır.”(30) Karşıcinsellik öylesine tek, öylesine mutlak bir “tercihti” ki kendisi dışındaki tüm cinsellikler ondan farklıydı(!). Bir yönelim olan eşcinselliğin, “karşıcinsel olmamak” üzerinden tanımlanıp tanımlanamayacağı ileriki yıllarda eşcinsel-lik aktivistler-i tarafından da tartışılacaktı. 1986 üç önemli olaya tanıklık etti. İlki, yaşadıkları yerlere sürekli baskın yapılan kadın transseksüel ve transvestitlerin direnme çabalarının politikleşmesi (31), ikincisi Özal hükümetinin, AB'ye tam üyelik başvurusu yapışı - ki sonraki yıllarda Türkiye'nin AB yolunun eşcinsel-lik haklarının tanınmasından geçtiğini öne sürenler olacaktı (32)- üçüncüsü ise Arslan Yüzgün'ün ( kadın e ı cinselliğinin ele alınmadığı ) “Türkiye'de Eşcinsellik” kitabnın yayınlanışıydı. Kısa bir süre sonra “gençliğe zararlı bulunup” ancak mühürlü poşetlerde satılmasına izin verilen yapıt (33), bir yandan iktisatçı yazarının “İstanbul'da yarım milyondan fazla
49
homoseksüel olduğu” iddialarıyla Türkiye'nin Kinsey'i hâline gelmesini sağlarken diğer yandan içindeki ankete katılanların “%82,1 gibi bir oranının eşcinselliklerini problem olarak nitelendirmemeleri”(34) ve %90,1'inin bir eşcinsel derneği kurmayı yararlı bulmaları açısından çok önemliydi.(35) Türkiye medyasında eşcinsellik, ilk zamanlar kadın transseksüelliği ve transvestizminden ibaretmiş gibi sunuldu. “Bu durumun anlaşılır ilk nedeni ortada olanla, görünürlükle ilgiliydi… İkinci neden olarak maço ve cinsiyetçi medya eşcinselliği böyle sunarak 'erkeklik'i kurtarmış oluyordu. Toplumsal hayatta ise kendi cinsini seven bir erkek, utanılası bu durumunu saklaması, herkesten gizlemesi ve ortalıkta görünmemesi gerektiğini bilirdi. Kendini gizleyemediği bir aşamada ise 'erkeklik' alanını derhal terk etmesi gerekirdi. Bir erkek bir erkeği sevemeyeceğine göre birinin 'gacıvari yani 'kadın gibi' olması gerekirdi; haliyle bu durumda geriye travestilik ve transseksüellik kalıyordu. Arada bir kırdan ya da metropolden 'sevici' haberi okusak da, ilk dönemde kadın eşcinselliği veya lezbiyenlik bir memleket meselesi oluşturmuyordu; gerektiğinde heteroseksüel erkekler için en fazla erotik/pornografik bir malzemeden ibaretti.”(36) Sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerinin birçoğuyla 19'uncu yüzyılın ilk yarısındaki Batı Avrupa'ya benzeyen Türkiye'de(37) bu durum, en azından ben/ego kavramı geliştirebilen bazı “şehirli Türkler” için değişmeye(38), 1980'li yıllardan itibaren kendisini gey olarak tanımlamaya başlayan bir topluluk oluşmaya başlamıştı.(39)
50
“Sanayileşmeyle birlikte, geleneksel aile modelinde ve artık geleneksel toplumda bir dönüşüm ortaya çıkıyor. Geleneksel aile modelinde cinsellik, kadınlar ve erkekler de bir şekilde o modeller içinde baskılanır ve sıkıştırılırken, sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan bu dönüşüm yani gelenekselliğin parçalanması ve dolayısıyla özgürlükçülüğün ortaya çıkması bireylerin gruplardan topluluklardan ve de büyük ailelerden kopmasını da beraberinde getiriyor. Metropollerde ortaya çıkan insan akını ve işçi akını eşcinselliğin de kamusal hayata, toplumsal hayata bir yeni evrilme noktasını beraberinde getirdi.”(40) “Türk medyasının aslında aynı anlama gelmek üzere gazetelerin '3. sayfa' cinayet ve 'ahlaksız teklif haberleri dışında söz konusu haftalık dergilerde (Yankı, Nokta, Sokak, Yeni Gündem - y. n.) eşcinsellik bir var oluş olarak, bir hayat tarzı olarak da sunulmaya başlamıştı. Kendi cinsini seven genç erkekler, kendileri dışında sadece bir Zeki Müren bir de Bülent Ersoy olmadığını görmeye, metropollerde kendileri gibi erkek seven erkekleri bulmaya ba ığ lamışlardı. Sonuçta bir travesti olduğu halde 'paşa' maskaralı ile ruhen, fiilen ve de tıbben bir kadın olduğu halde 'hukuken' kabul edilsin ya da edilmesin transseksüellik, eşcinselliğin ileriki aşamaları, eşcinsel olmanın kaçınılmaz sonuçları değildi.” 41) Çok sayıda erkek eşcinsel için aynı yorumu yapabilmek pek mümkün görünmüyordu. Seçenekler, “ya işkence ya ölüm”dü. Bir “Türk” erkek çocuğu hâlâ, aile büyüklerinin kanatları altında büyüyor, onların istediği kadınla evleniyor, ailesi için var gücüyle çalı ğı ıyor, davası uğruna fanatikçe savaşıyor ve ülkesiyle bayra ” için cesurca ölüyordu. (42) Sözü edilen olgulara “resmen tavır alabilmek için eşcinsel-lik hareketinin 27 Ekim 2001 târihini, açık (eş)cinselliğiyle Türkiye'nin ilk (ve tek) vicdani retçisi Mehmet Tarhan'ı beklemesi gerekecekti. (43) Nisan 2005te tutuklanıp Sivas'ta askerî hapishâneye konulan Tarhan'ın (44) hemen serbest bırakılması için çok sayıda gösteri yapılacak, önce serbest bırakılan Tarhan Ekim 2006'da 25
ay hapis cezasına çarptırılacaktı. 1987 yılının ramazan ayında i ı kenceler yoğunlaştı. Yetmiş kadar kadın transvestit saçlarndan sürüklenerek gözaltına alındı. Dayaktan silikon memeleri patladı. Yara bere içinde kaldılar. Sıfır numara tıraş edildiler, falakaya yatırıldılar ve toplu halde itilip kakılarak otobüslere bindirilerek kentten sürüldüler. Küfrün bini bir parayaydı.(45) Sürgün yeri aynıydı: Eskişehir. Toplumsal cinsiyeti tehdit edenler var oluşlarının bedelini bu şekilde ödemeye zorlanırken örgütlenme çabaları yeniden baş gösterdi. 12 Eylül döneminde İtalya'ya giden İbrahim Eren İstanbul'a döndü. Aktivistler “Çarşamba Çayları ismi altında toplanmaya başladılar. Bu toplantılar öylesine kalabalıktı ki evin kabulü imkânsızdı. Toplantıları BİLSAK'ta yapmaya başladılar.”(46) Aynı yıl açıkça eşcinsellerin de içinde olduğu bir partinin kurulması gündeme geldi. “…Avrupa'da on yıl önce yapılmış olan çağrıyı, biz ancak 1985-1986da yapabildik. Bütün marjinal grupların bir çatı altında birleşerek politika yapması çağrısında bulunduk. 'Radikal Demokratik Yeşil Parti' adlı bir projeydi bu. Yeşil Barış dergisini çıkardık. Altı sayı çıkartabildik bunu. Derginin tam orta sayfası 'Gay Liberasyon' başlığıyla çıkmaktaydı. Türkiye'de eşcinseller tarafından yapılan, bayilerde açık olarak satılan ilk yayın budur. Bayağı etkili oldu. O kadar ki gay (gey - y. n.) grup, Radikal Yeşil Hareketi'nde en kalabalık grup haline geldi. En sonunda Radikal Demokratik Yeşil Parti, geylerin partisi olarak anılmaya başladı. Bu da projenin sonu oldu. Dengesi bozuldu. Projede gey grup, birçok gruptan, eşit ortaklardan biriyken egemen grup hâline gelince sorun çıktı. Gey olmayan, ama gay'lere büyük saygı duyan insanlar da, gazetelerde kendi resimlerinin altında 'Gay'ler şunu yaptı, bunu yaptı' türü yazılar görmeye başlayınca Tamam, geylere saygımız var, ama bize de gay denilmesinden hoşlanmıyoruz' diyerek gittiler.”(47) İbrahim Eren'in sözünü ettiği parti kurulma aşamasında kalmış(48), Yeşiller arasından bir grup eşcinsellerin içinde yer almayacağı, dolayısıyla tutucu kamuoyuna daha sempatik gelebilecek bir partinin çabuk tutunacağını düşünüp Yeşiller Partisini kurmuş olsa da(49) yaşananlar Türkiye'de yeni bir dönemece işaret ediyordu. “Ramazan ayı İstanbul Beyoğlu Emniyet mensubu polislerin kadınsı eşcinseller ve travestilere baskı yaptıkları, baskı demek çok hafif kalır çuvallara sokarak demir çubuklarla, sopalarla dövdükleri günlerdir. Üstelik Genel Bilgi Toplama (G.B.T.) o zamanlar haftalar sürüyor… Yanınızda rü ı vet verecek paranız yoksa açsınız. Evlerin camlarını, kapıların polisler kırıyor, bu basında sık sık yer alıyor ve hiçbir demokratik kurum umursamıyor. Travestiler topluca kurulma aşamasında olan Radikal Partiye sığınıyorlar. Açlık grevi öneriyorum. Kabul ediliyor. Sözcülüğü üstlenen olmayınca üzerime alıyorum. Bazı kendini bilmez gazetelerin saldırısına uğruyorum… Tüm dünyanın saygın gazeteleri, TV kanalları grevi veriyor ve destek mesajları yağıyor.”(50) (Ali Kemal Yılmaz-y.n.) Bir yanda eyleme destek veren Can Yücel (51), Rıfat Ilgaz, Barış Pirhasan, Türkan fioray ve Arslan Yüzgün gibi sanatçılar/yazarlar, diğer yanda ise Hale Kıyıcı'yı “bu ahlaksız insanlara kendilerinin haberi olmadan destek olunamayacağı” gerekçesiyle ihraç eden İnsan Hakları Derneği İstanbul fiubesi vardı.(52)
“TRT, 16 Haziran 1987de Kronik Bunalım adında (Ertürk Yöndem'in “Perde Arkası” programının ilgili bölümünün adı - y.n.) eşcinsellikle ilgili bir program yayınladı.”(53) Köşeye sıkıştırılmış kadın transvestitler, transseksüeller ardı arkası kesilmeyen acayip sorulara maruz bırakılıyordu. Ertürk Yöndem, otoritenin (koruduğu varsayılan) kitlesine sormaya asla cesaret edemeyeceği soruyu soruyordu: “Mutsuzsunuz değil mi???! Mutsuzsunuz…??”(54) “1987 yılında açlık grevi, daha sonra Taksim Meydanı'nda oturma eylemi ve Ankara'ya gitme eylemi…”(55) 1988 Mayısında cinsiyeti düzeltme ameliyatları yasallaştırılıp(56), Turgut Özal'ın en çok sevdi ığ i ses sanatçısı Bülent Ersoy'un(57) sahne yasağı kaldırıldında sanatçı olmayan transseksüeller için değişen pek bir şey olmamıştı. Seks i ı çiliği yapan Mihriban Tatar Ankara Genelevi'nde çalışma hakkın zorlu bir mücadelenin sonunda kazanmış, İzmir'e yerleşince de karne alamadığı İzmir Valisi'ni mahkemeye vermişti.(58) 1989 Kasımında Beyoğlu Ahlak Zabıtası'ndan Bakırköy Akıl Hastanesi'ne köprü kuruldu. Bazı doktorlar, eşcinsellerin deli olup olmadığını araştırmak için kolları sıvayıp testler hazırladı. Ahlâk Zabıtası'nın yakaladığı 6 kadın transvestit bu uygulamanın ilk kurbanı oldu. Ahlâk Masası fiefi Doğan Karakaplan olayı yaşayanlardan Sedefi önce 10 kez tokatlatmı ı sonra da İstanbul'u terk edip “erkek olmazlarsa” hepsini akl hastanesine kapatacağı tehdidinde bulunmuştu.(59)
Kaynaklar: Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı", Jehoeda SOFER, Müslüman Toplumlarda Erkekler Arası Cinsellik ve Erotizm içinde, der. Arno SCHMITT - Jehoeda SOFER, gev. Dilek Canat, Kavram Yayınları, İstanbul, 1'inci baskı, 1995, ş. 105 2 Türkiye'de Eşcinsellik (Dün, Bugün), Arslan YÜZGÜN, Hüryüz Yayıncılık, İstanbul, 1'inci baskı, 1986, s. 475 3 a.g.y., s. 475 4 Güner Kuban'la Söyleşi; Filiz, Oya Burcu, Yeşim; Kaos GL, Ocak 2003, s. 55 5 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, Ali Kemal YILMAZ, Özgür Yayınları, İstanbul, Vinci baskı, 1998, s. 182 6 Türkiye 'de Eşcinsellik ( Dün, Bugün ) s. 476 7 Stonewall & Ülkerwall, Demet DEMİR, Lambdaistanbul Bülteni, Temmuz-Ağustos 2005, s. 6 8 12 Eylül; Madi Eylül Netekim!, Demet DEMİR, Gacı İstanbul, Eylül-Ekim 2005, s. 3 9 "Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı, s. 105 10 Cinsel Özgürlük Neden Masum Değildir?, A. Ömer TÛRKEŞ, Milliyet Sanat, Sayı: 541, Nisan 2004, s. 85 11 11 tekme tokat bindik trene, KARDELEN, Gacı, Sayı: 1, Mayıs-Haziran 2005, s. 7 12 12 Eylül; Madi Eylül Netekim!, s. 3-4 13 12 Eylül'de Travesti ve Transseksüeller, Demet DEMİR ve KARDELEN, Gacı İstanbul, Eylül-Ekim 2005, s. 19 14 "Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı, s. 106 15 Türkiye'de Eşcinsellik (Dün, Bugün), s. 170 16 "Demet Demir", Kutluğ ATAMAN, Peruk Takan Kadınlar içinde, Metis Yayınları, istanbul, 1 'inci baskı, 2001, s. 88 17 Bu konuda bk "Ben Bir Travestiyim", Berat GÜNÇIKAN, Cumhuriyet Dergi, 3 Mart 2002, s. 3; Travestiler, Zorunlu Seks Köleleri, Çilem DALGIÇ, Tempo, Sayı: 785, 26 Aralık 2002 -1 Ocak 2003, s. 20. Ayrıca bk. Kırmızı Başlıklı Lubunya, Taner TORUN, Kaos GL, Yaz 2003 18 "Demet Demir", s. 91 19 Devletin Polisi Homoseksüelden Dayak Yiyor mu Dedirtecektim?, Gülden AYDIN, Hürriyet Pazar, 30 Ocak 2005, s. 9 20 a.g.y., s. 9 21 a .g. y, s. 9 22 a.g.y., s. 9 23 Türk Medyasında Eşcinsellik ve Eşcinseller, Ali ÖZBAŞ, Kaos GL, Ocak - Şubat 2004, s. 22 24 Medya ve Azınlıklar söyleşisi, Tuğrul ERYILMAZ, Kaos GL, Yaz 2001, Bahar Ankara - Türkiyeli Eşcinsellerin Altıncı Buluşması eki, s. 8 25 "Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı, s. 106 26 Türkiye'de Eşcinsel: Suçlu Olmayan Suçlu, Nermin SUNGUR - Nihat TUNA, Yeni Gündem, Yıl: 3,28 Temmuz - 3 Ağustos 1986, s. 15 27 a.g.y., s. 15 28 a.g.y., s. 18 29 History of LGBT Movement in Turkey, haz. Hakan GEÇİM, Kaos GL English 2006, s. 12 30 Özgürlük ve Dayanışma Partisi Program ve Tüzüğü, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Ekin Tanıtım Matbaacılık, Ankara, s. 26 31 Stonewall & Ülkerwall, s. 6
“Bakırköy Akıl Hastahanesinde birkaç ay önce bir bilimsel toplantı yapıldı (söz konusu tarihte - y. n.). Konu eşcinsellerin kişilik yapıları ve ruh hastalıklarının görülme sıklığı idi. Bu konuyu ortaya çıkaracak bir de saha araştırması planlandı. Çok sıradan gibi görülen bu girişim başka birtakım verilerle birleşince işin rengi değişiverdi. Hazırlanan anket formu da pek 'patolojik'ti…”(60) Amerikan Psikiyatri Birliği 1973de eşcinselliği bir hastalık olarak kabul etmekten vazgeçip (61) DSM-III'den (Akıl ve Ruh Hastalıklarının Tanı ve İstatistik El Kitabı) çıkarttığı ve yine Dünya Sağlık Örgütü'nün ICD-10 sınışandırılmasında eşcinselliğe yer verilmediği(62) halde Doğan Karakaplan tipindeki polis şeşerine kaynak hazırlamak için yapılan bu ara İ tırmada aktif olarak yer alanlar H-I servisi sorumlusu Dr. Ali hsan fiener ve Oğuz Erkonak gibi muhafazakarlardı. (63) Sonrasında Asayiş fiubesi Müdür Muavinliğine atanan Doğan Karakaplan'ın yaptıkları bununla da bitmiyordu; manavdan, kuaförden topladığı kadın transvestitleri önce tek tek odasına alıp, namaz surelerini soruyor, sonra da bilmeyenlere dayak atıp, bilenlere zorla namaz kıldırıyordu.(64) Bazı ruh hekimleri ise yıllar sonra bile kendilerine ba ” vuranlara “Bu ortamdan uzaklaş, sonu hastalık veya ölüm(65) diyebiliyor, beyin tomografileri çektirebiliyor, testler yaptırıp hormon tedavileri verebiliyordu.(66) Gelecek sayıda: 90larda Türkiye’de eşcinsellik.
32 Bu konuda bk. "AT Kapısının Anahtarı Eşcinsellerin Elinde", Enis ONAT, Cumhuriyet, 3. 7. 1993 ve AB'nin Anahtarı Eşcinsel Lobide, Kürşad OĞUZ, Aktüel, Sayı: 334,3 - 9 Aralık 1997 33 Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı", s. 107 34 a.g.y.,s. 107 35 Türkiye'de Eşcinsellik (Dün, Bugün), s. 472-473 36 Türk Medyasında Eşcinsellik ve Eşcinseller, s. 23 37 "Çağdaşlığın Eşiğinde Türkiye", Mehmet Ümit NECEF, Müslüman Toplumlarda Erkekler Arası Cinsellik ve Erotizm içinde, s. 90-91 38 a.g.y, s. 93 39 Türkiye'de Erkek Eşcinselliği, Giren - Girilen Envanteri, Hüseyin TAPINÇ, Express, 16 Eylül 1995, s. 19 40 "Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları", Ali EROL, Lezbiyen ve Geylerin Sorunlan ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayıştan İçinde, yay. haz. Kaos GL, Kaos GL Kitapları, Ankara, Vinci baskı, 2004, s. 4 41 Türk Medyasında Eşcinsellik ve Eşcinseller, s. 23 42 "Çağdaşlığın Eşiğinde Türkiye", s. 93 43 Vicdani Red, Mehmet TARHAN, Kaos GL, Ocak - Şubat 2002, s. 6-7 44 History of LGBT Movement in Turkey, s. 16 45 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, s. 172 46 a.g.y, s. 182 47 "Yeşil Hareketinin Türkiye'deki Öncülerinden Biri: İbrahim Eren", Murat HOCAOĞLU, Eşcinsel Erkekler - Yirmi Beş Tanıklık içinde, Metis Yayınlan, İstanbul, Vinci baskı, s. 83-84 48 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, s. 183 49 "Muazzam Bir Eşcinsel Kültür, Sanat ve Geçmiş...", Oya ÖZDİLEK, Kim, Şubat 1996, s. 100 50 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, s. 183 51 "Yeşil Hareketinin Türkiye'deki Öncülerinden Biri: İbrahim Eren", Murat HOCAOĞLU, Eşcinsel Erkekler - Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 84 52 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, s. 184 53 "Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Başlangıcı, s. 108 54 "Homofobi Beter Hastalık", Z. Neslihan SAY, Kim, Eylül 1998, s. 55 55 Stonewall & Ülkerwall, s. 6 56 Cinsel Tedavilerde Etik, Prof. Dr. Şahika YÜKSEL, Kaos GL, Ocak 1996, s. 21 57 Türkiye'de Eşcinsellik (Dün, Bugün), s. 164 58 Hepimiz Aynı Dünyada Yaşıyoruz, Sokak, Sayı: 12, 12 -18 Kasım 1998, s. 29 59 Doktor-Polis İşbirliği: Kobay Eşcinseller, Kemal Yılmaz Ü. YÜKSELEN, Sokak, 12 -18, Kasım 1989, s. 14 60 A.g.y, s. 15 61 "Eşcinsellik, Traveştilik, Transeksüellik", Verda TÜZER, Lezbiyen ve Geylerin Sorunlan ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları içinde, s. 5 62 Eşcinsellik ve Bilim, Tayfun GÖNÜL, Sokak, 31 Aralık 1989, s. 8 63 Doktor-Polis İşbirliği: Kobay Eşcinseller, s. 15 64 a.g.y, s. 15 65 Türkiye'de Eşcinselliğe Psikiyatristlerin Bakışı Nasıl?, Bülent KARADOGAN, Kaos GL, Haziran 1995, s. 16 66 'Öpüşmekten Nefessiz Kalıyorduk', Cenk ÖZBAY ve Serdar SOYDAN, Eşcinsel Kadınlar içinde, Metis Yayınları, İstanbul, 1. baskı, s. 71
51
Kaos GL'li Kadınlar'ın düzenlediği 'Mutlu Aşk Vardır!1 konulu Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda birinciliği Yeşim T. Başaran'ın "Ayrı" adlı öyküsüyle paylaşan Tibith rumuzlu "Lilith'e Göre Yaradılış" adlı öyküde sıra. İkinci ve üçüncü öyküleri de gelecek sayıda okuyabilirsiniz. Mansiyon alan öyküler ise çok yakında www.kaosgl.org'da!
lilith 'e göre yaradılış rumuz: tibith
52
Yaradılış mitinin farklı versiyonlarından: b) Bazılarının dediğine göre 6. günde Tanrı, erkek ve kadını kendi suretinde yaratmış ve dünyayı onlara vermiş, ama Havva daha yokmuş. c) Tanrı, Ademden her hayvanı, kuşu ve yaşayan diğer mahlukatı adlandırmasını istedi, Mahlukat Adem'in önünden bir dişi, bir erkek, çiftler halinde geçtikçe, yirmi yaşında bir erkek gibi yaratılmış olan Adem onların sevgilerini kıskandı; her dişi ile çiftleşmeye çalışmasına rağmen, yaptığından tatmin bulamadı. Bu yüzden, "Benden başka her yaratığın kendine göre bir eşi var" diye haykırıp Tanrı dan bu adaletsizliği düzeltmesini diledi. O zaman Tanrı Lilith'i, ilk kadını, tıpkı Adem'i yarattığı gibi, ama temiz toprak yerine çamurdan yarattı. Adem'in onunla ve onun gibi bir başka kadın olan Naama ile birleşmesinden hâlâ insan nesline musallat olan bir sürü zebani türedi. d) Adem ve Lilith birlikte asla huzur bulamadılar, çünkü Adem ne zaman onunla yatmak istese, Lilith Adem 'in istediği pozisyona sinirlenip "Niye ben senin altında yatayım?" diye sordu. "Ben de senin gibi topraktan yaratıldım ve eşitinim." Adem ona zorla boyun eğdirmeye çalışınca Lilith öfkeyle Tanrı'nın gizli adlarından birini haykırdı, havaya yükseldi ve onu terk etti. e) Bazıları der ki, Lilith, Zmargad ve sonra da Saba melikesi olarak hüküm sürmüştür ve Eyüb 'ün evlatlarını yok eden dişi şeytandır. Ama Adem gibi ölümlülükle lanetlenmemiştir, çünkü Adem'in cennetten kovulmasından çok önce ayrılmışlardı. Lilith ve Naama sadece yeni doğmuş bebekleri boğmakla kalmaz, rüya gören erkekleri de baştan çıkartırlar ki, yalnız uyuyan her erkek kurbanları olabilir. (İbrani Mitleri, Robert Graves)
Neler uydurdunuz hakkımda, ne kötü öyküler... Adem'in soyundan geldiğiniz için bu beklenecek bir şey aslında; ama bakamadığınız bebeklerinizin ölümünden bile beni, bizi suçladınız. Oysa bebeklerinize umutla bakarız biz; bazı geceler, siz uyurken gelip seyrederiz onları, her yeni yaşamın heyecanını kendi varoluşumuzun ilk gününden anımsayarak, bebeklerinizin büyüdükçe nasıl olacağını, kime benzeyeceğini merak ederek, çünkü bazen bize benzerler. Evet, bize. En başından başlasam, belki neden söz ettiğimi daha iyi anlatırım. Hayata gözlerimi açtığımda 20 yaşında bir kadındım zaten ve o karşımda duruyordu. Kısa beyaz saçları tepesinde diken diken duran, giydiği iş tulumu tontonluğundan yer yer gerilen, elleri belinde muzipçe bana bakan sevimli bir ihtiyarcık: “Selamım üzerine olsun Model II” dedi bana. “Seni kendi suretimde ben yaptım, burada tasarım ve yaratma işlerine bakıyorum.” Sonra, sanki yüzündeki gurur ifadesini örtmek istermiş gibi utangaç bir gülümsemeyle ekledi: “Sen bana kısaca Anne diyebilirsin.” “Selam Anne.” Beni yarattığı için kibarca teşekkür ettikten sonra aramızda bir sessizlik oldu, hani şu yeni tanıştıklarınıza ne söylemeniz gerektiğini bilemediğinizde olanlardan. Sohbet olsun diye sordum: “Ben Model II isem, Model I de var mı?” Yüzündeki kendinden memnun sırıtma bir anda silindi. “Evet, var. Seni tanıştıracaktım zaten, ama… Bak, Model I biraz farklı. Yani sen elbette daha ileri bir modelsin, ama onun da tasarımında bir hata yok. Sadece yapım aşamasında, ışık getirmekle görevli meleklerden biri biraz kurcalamış- Lusifer, bu yüzden ebedi karanlığa mahkum edeceğim onu. Neyse, Adem, yani Model I, pek doğru düşünemiyor ve biraz garip davranıyor.” “Nasıl 'garip'?” “Iııı, bir parça kontrol takıntısı var. Mesela, biraz eğleniriz diye mahlukata isim takmasını rica etmiştim, bu işi fazla ciddiye aldı; şimdi durmadan sözcükler uyduruyor, her şeye bir yafta yapıştırıyor ve
evrenin kendisinin etrafında döndüğü sevimsiz öyküler anlatıyor. Dahası, isim taktığı hayvanları taciz etti. Son günlerde de bir konuşma sorunu var, bazı sözcüklerin sonunda tıslama gibi bir ses çıkartıyor, -th gibi bir şey. Ama bunu hemen düzeltebilirim, önce sizi tanıştırayım da.” Adem'i yanımıza çağırdı. “Bak Adem, bu Model II, onunla iyi arkadaş olacağınızı umuyorum.” Merhaba demeye kalmadan, Adem kendi kendine bir şeyler söylemeye başladı: “Hmm, eveth, Model II. II, iill de olabilirth. Lili, ella, lela, lale? Hayır, hayır, Lilith.” Adımı böyle aldım. Adem'in tıslama sorunu giderildikten sonra hayvanları evcilleştirmek gibi bir fikre kapılıp yanımızdan ayrıldı, Annemle yalnız kaldık. Ne beklediğimi bilmiyordum ama sanki o her neyse Adem'de bulamamıştım. İçimde kötü bir his vardı. Annem durumu fark etti; her ı eyi görür zaten. “Üzülme” dedi. “Adem'de kalıcı bir hasar var ne yazk ki, fazla müdahale edersem çok zarar görebilir. Üstelik bu, genlerine kadar işledi, yani çocuklarına da geçebilir. Ancak, onu severek yaptım ve bu haliyle de seviyorum, projeyi iptal etmeyeceğim. Seni yapmak için biraz beklediğime seviniyorum, böylece sen sadece hasarsız değil, çok daha gelişmiş bir model oldun, ayrıca bir şey ekleme fırsatım oldu, Adem'deki sorunun türünüzden olacak çocuklara geçmesini engelleyecek bir şey, buna antivirüs programı demeyi düşünüyorum. Neyse, her şey düzelebilir yani, Adem'in kendisi dışında tabii.” Daha sonra Adem'le arkadaş olmaya çalıştım. Çoğu zaman birlikte fena vakit geçirmiyorduk, eğlenceli şeyler yapabiliyorduk, örneğin sevişmeyi icat ettik. Ancak, bazen gerçekten çok tuhaf davranıyordu. Bir gün, “Önce ben yaratıldım” dedi. Ne demek istediğini merak ederek ona baktım. “Ben senden önce buradaydım, sen sonradan geldin. Üstelik farklısın, dişisin sen. İlk insan benim, bundan sonra türümüzden olanlara Adem'in oğulları denmesini istiyorum. Ayrıca dişi olanlar
erkek olanlara itaat etmeli” dedi. “Yine saçmaladın Adem'ciğim” dedim. “Bunu kabul edecek olursam dişi ve erkek çocuklarımız arasında ayrım yapmış oluruz; bence bu fark gözetmek için çok saçma bir neden.” Adem'in öfkelendiğini görebiliyordum. Annemizin yanına koşarken onu izledim. “Öteki” diye haykırdı ağlamaklı bir sesle, “şu sonradan yaptığın dişi, ondan üstün olmak istiyorum. Beni daha çok sevmeni istiyorum. Ona bana itaat etmesini söyle.” Annem ve ben üzüntüyle birbirimize baktık. Adem'in benim daha ileri olduğumu anlamayacağını ummuştuk, ama aptal de “ ildi tabii; üstelik belli ki bayağı kıskançlığa kapılmıştı. Ancak Annem, Lilith'ten 'öteki' diye bahsetmen hiç hoş değil” dedi. “Benim için ikiniz de aynısınız, insansınız. 'Ben ve öteki' diye ayrım yapmayı âdet haline getirmen, düşünmen bile iyi olmaz. Aranızda önemli bir fark yok, dişi ya da erkek, eşitsiniz, ikinizi de seviyorum. Her şeye de ağlama böyle, üzme kendini.” Annem bir şeye “ol” deyince olur. O günden sonra Adem pek fazla ağlayamaz oldu. Ama memnun değildi. Giderek davranışları daha hırçınlaştı, sürekli beni hakimiyeti altına almaya çalışıyordu, benden iyi olduğunu ispatlamak için gerekçeler uydurmaya çalışıyordu. Cennetteki hayvanlardan cinsel tacizinden kurtulmuş olanlar, bu sefer uydurduğu tatsız öyküleri dinlemek zorunda kalıyordu; zavallıların şaşkın bakı ı larına acımadan, di ğ i insanın kendisi kadar zeki ve iyi olmadığın, daha zayıf oldu ğı unu, kendisinin temiz topraktan, kadının pis çamurdan yaratıldını filan anlatıyor, sürekli benden yakınıyordu. Hayvanlar insandan kaçmayı böyle öğrendiler. Bu anlaşılmaz hallerinden, sevişirken bile daima üstte olmak istemesinden usanmaya başlamıştım; bir gün onunla sevişmek istemedim. İnanılır gibi değil, ama zorla yapmaya kalktı. Öfkeyle “Anne!” diye ba “ ırdım ve kendimi O'nun yanında buldum. “Tamam” dedi Annem. Başka bir çözüm yolu gerekiyor, artık Adem'in yoldaşı olmanı isteyemem. Bir kadın daha yapacağım, bu sefer 'aşk' diye bir duygusal yazılım da ekleyeceğim, belki bu sayede o Adem'e katlanabilir.” Yeni insanı ilk gördüğüm gün, on binlerce yıl önce olmasına rağmen, o anı hatırlamak sanki daha birkaç saniye önce olmuş gibi heyecanlandırıyor beni. Adem de ben de onunla tanışmak için sabırsızlanıyorduk, ama onu görünce soluğumun kesilmesini beklemiyordum doğrusu. Demek bir kadın böyle görünüyordu, yoksa ben de bu kadar çekici olabilir miydim? Ona bakarken, ilk kez Adem'i kıskandığımı hissettim. “Bu muhteşem yaratık, Anne'nin bugüne kadar yarattıklarının en ilerisi, o sersemin eşi olacak ve ben onunla sadece arkadaş olacağım” diye düşündüğümü hatırlıyorum. “Ne tatlı gülümsüyor. Sanki bana doğru mu geliyor? Kollarını neden boynuma doluyor? Bu kadar güzel kokan sadece teni mi? Hmm, muhteşem öpüşüyor.” İlk öpüşmemiz Adem'in mızmız itirazlarıyla kesildi, “Ne??? Ama!.. Naama?!” Sanırım Adem'in konuşma sorunu yine nüksetmişti. Annem omuzlarını silkti: “Eh, böyle olması akla daha yakın tabii. Aşk yazılımına karşılaştırma ve doğru değerlendirme yetisini geçici bir süre felç edecek bir yama yapmam gerekecek Adem'ciğim, aksi takdirde sana aşık olacak birini bulamayacağız. Gel Adem, sanırım Lilith ve Naama bir süre yalnız kalmak isteyecekler.” Sonra bir süre Adem'in sorunlarını takip etmeye vaktim olmadı. Naama çok zeki, duyarlı ve sevecen, dostluğu Adem'inkinden çok daha keyişiydi. Tüm zamanımı onunla konuşarak, cenneti ve yaşamı keşfetmesini izleyerek, inanılmaz fikirlerini dinleyerek, paylaşacak yeni şeyler bularak ve tabii onun benimkine çok benzeyen, ama kendiminkinden çok sevdiğim bedenini duyumsayarak geçirmek istiyordum. Sevişmelerimiz Adem'le olanlardan çok daha mutlu ediyordu beni. Ara sıra, Adem'in canından bezdirdiği hayvanlar, onun son zamanlarda söylediklerini aktarıyorlardı; kadın kadına aşk yasaklanmalıymı ı , yanlı ı mış, sapıklıkmış bu. Sonunda, Adem'in hakimiyet meraknı ve kskançlığını bilen hayvanlar, damarına basalım da bizi rahat bıraksın diye düşünerek “Peki, Anne dördüncü insanı erkek yaratırsa ne yapacaksın? Sevmeyecek misin?” diye
sormuşlar. Cennette bir erkek daha olması fikrinden pek hoşlanmamış olsa gerek Adem “Erkek erkeğe aşk da yanlış, tabii üstte olan ben olacaksam o başka” demiş. Duyduklarımız Naama ve benim umurumuzda bile değildi; aşıktık ve aşk kadın-erkek ayrımı yapmıyordu. Derken bir gün, Anne üçümüzü de çağırdı. “Lilith ve Naama, sizlerden memnunum, insanı yaratırken olmasını istediğim her şey var sizde. Adem'cik, senin bazı sorunların olduğunu herhalde kendin de kabul edersin, ama üzülme. Sana yeni bir eş yarattım, Lilith ve Naama'nın bütün ileri özelliklerine sahip, ancak aşık olurken pek seçici davranmayacak ve bu yüzden hak etmeyen birini dahi gereğinden fazla sevmeye eğilimli olabilir. Kesin sonuç almak için, senin ipe sapa gelmez düşüncelerini, hakimiyet takıntını bile kabullenip benimsemesini ve bunların getirdiği bütün zorluklara katlanmasını sağlayacak bir programlama yaptım. Bu son ayrıntı dışında yarattığım kadın tıpkı Lilith ve Naama gibi. “Çocuklarınız genetik olarak senin hasarını taşımayacaklar, annelerinin sağlıklı genleri bu olasılığı tamamıyla ortadan kaldıracak. Ancak onlar da, anneleri gibi, senin düşüncelerini benimseyebilirler. Öte yandan, yine anneleri gibi, Lilith ve Naama'ya da benzeyebilirler, o zaman da eninde sonunda senin kontrolünden kendilerini kurtaracaklardır. Ne olacağını birlikte göreceğiz, her şey çok iyi de olabilir, oldukça kötü de; hayır ve şer size kendinizden gelecek.” Sonra, Adem'in bu kadına da saçmasapan bir isim takmasına fırsat vermeden, “Havva'yla tanışın” diye ekledi Annem. Havva da tıpkı Naama gibi çok sevimliydi. Ancak, onun Adem'le daha fazla vakit geçirmesini sağlamak için ikisinden biraz uzak durduk. Doğrusu Adem'e değil de Naama ya da bana aşık olması ihtimali hâlâ vardı ve bu sevgilimi ve beni tedirgin etmişti. Bazı şeyleri paylaşmayı en gelişmiş insanlar bile istemez. Sanırım Naama ve ben, kıyamete kadar Havva ile daha çok ilgilenmediğimiz için pişmanlık duyacağız; onun yanında olsaydık, daha fazla arkadaşlık etseydik, her şey çok farklı gelişebilirdi. Bir gün Annemiz yine çağırdı bizi, meyvesi Adem ve Havva'ya yasak olan Bilgi Ağacı'nın yanına. Ağacın bir evrenin tüm ömrü boyunca bir kez verdiği meyve kopartılmı “ tı ve koptuğu yer kanıyordu. Annem üzüntüyle “Havva” dedi, Adem'i daha bilge yapmak istemiş. Onu suçlamıyorum. Yine de onları cennetin dışına yollayacağım. Adem hayvanlara eziyet ettiği zaman yapmalıydım bunu, burada olmayı hak eden tek canlı kendisiymiş gibi davranıyor; şimdi Havva da, onun yanlışlarını benimseyip ona yardım ediyor. Cennette acı olmasına izin veremem. Kendi hayatlarını ve başkalarınınkini zorlaştıracak, illa mutsuz olacaklarsa, bunu başka yerde yapsınlar.” Adem'den pek hoşlanmasam da bu haber beni sarstı. Naama'nın da üzüldüğünü görebiliyordum. Adem ve Havva ile türdeştik, yazgıları şimdi bizimkinden kopsa da, başlarına getirdikleri şeyden biraz da kendimizi sorumlu tutuyorduk. Hem doğacak çocuklarından bazıları Naama ve bana benzeyecekti ve ikimiz de 20 yaşında birer kadın olarak yaratılmıştık; hiç çocuk görmemiştik; yeni doğan bir insan neye benzerdi acaba? Anne'ye yalvardık, Adem ve Havva'nın gittiği yerde yaşamayı seçtik. Onların yazgılarına karışmamıza izin yoktu; Anne kendi hatalarını yapmalarını, kendi çözümlerini bulmalarını istiyordu. Adem ve Havva ölümlü oldular; uzun, zor ama zaman zaman da çok güzel bir yaşamları oldu. Çocukları Adem'in aklına hayaline gelmeyecek şeyler yaptılar; doğrusu olacakları biz de tahmin etmemiştik, göreceklerimizi bilseydik belki de cennette kalmayı tercih ederdik. Adem kötü değildi, sadece kafası karışıktı; ama onun soyundan gelenler kötülüğü ke ı fetti ve yaydı. Sessiz ve görünmez seyirciler olarak binlerce yldır Adem ve Havva'nın soyundan gelenleri izliyoruz. Bazen Anne'nin tasarımına uygun çocuklar da oluyor; ters giden bir sürü şeyden bir kısmını yoluna koyuyorlar, dünyayı bulduklarından daha güzel bırakıp gidiyorlar. Onları görmek, tanık oldu ğ umuz sınırsız kötülüğün, zalimliğin, çirkinliğin acısını alıyor yüreimizden; körelen umutlarımızı tazeliyor. Bazı geceler, siz uyurken gelip seyrederiz bebeklerinizi, her yeni yaşamın heyecanını kendi varoluşumuzun ilk gününden anımsayarak; büyüdükçe nasıl olacaklarını, kime benzeyeceklerini merak ederek, çünkü bazen insana benzerler.
53
söyleşi: uğur yüksel Mehmet Murat Somer, Türkiye edebiyatında yeni keşfedilen polisiye türüne yeni soluk getiren Hop-Çiki-Yaya Polisiyeleri serisiyle kendi hayranlarını yaratmıştı. Okuru travesti kahramanı Burçak'ın izinde şaşırtıcı ve eğlenceli maceralara sürükleyen Somer, ısrarlara dayanamadı ve "bitti" dediği yerden yeni bir seri daha yarattı. Başka Türlü Bir HopÇiki-Yaya Entrikası'nın ilk kitabı "Ajdanın Elmasları" adını taşıyor. Hop-Çiki-Yaya kahramanları geri döndü. Meraklıları için önceki serinin Ponpon'u, Ajda'nın Elmaslan'nda da başrolde. Burçak ise Rio de Janeiro'da. Ama Kibar Gönül ve düşük belli jeanler giyen Hasan, Ponpon'u yalnız bırakmıyor. Aşk, nefret, cinayet, ölüm, seks, gerilim, ihtiras, komedi hepsi birden hem komik hem heyecanlı bu maceranın içinde sizi bekliyor. Mehmet Murat Somer'le Ajda'nın Elmasları'nı ve Hop-Çiki-Yaya'ların kaderini konuştuk.
Hop-Çiki-Yaya'yı konuşalım önce isterseniz. Bu isim ve seri nereden çıktı? Önce İsim olsun... Hop-ÇIki-Yaya, anlamı olan laşardan değil. Bir şifre hiç değil. Ya-ya-ya şa-şa-şa gibi tezahürat lafı aslında. 60'lı yıllarda kolej maçlarında tezahürat amaçlı falan da kullanılmış. Diğer taraftan ise, o yıllarda sahne komedyenleri hop-çlki-yaya'yı efeminelik anlamında kullanmışlar. "Bana hop-çiki-yaya'lık yapma!", "Şimdi hop-çiki-yaya'lığın sırası değil" gibi replikler birkaç komedi plağında bile var. Ben de kalıbı sevdim ve sahiplendim. Serinin ortaya çıkışı ise kendi adıma gayet hesaplı ve kararlı bir mesele. Öncelikle iyi bir polisiye okuruyum. İzlediğim, bildiğim kadarıyla erkek dedektişer, kadın dedektişer, gey ve lezbiyenler var; ancak, travestl kahraman yok. Sırf pazarlama adına bu bir niş. Karar kısmını açarsam da, travestilerln biz ve bizim gibi ülkelerde, özellikle baskın medya taraf ından sürekli zavallı, aciz, çaresiz, fuhuşa mahkum, her nevi suça teşne gösterilmelerini rahatsız edici buluyorum. Pek çok yönden rafine bir hatta birkaç travesti yaratarak sunulan bu resme karşı durmak niyetim kararımı oluşturdu. Her yaşam seçimi ve duruşu gibi travestilik DE bir seçim. İlla suçlu olmaları, toplumun çöpü olarak nitelendirilecek yaşamlar sürmeleri gerekmiyor. Ya da pek çok kitap ve filmde sunulduğu gibi sonunda suçlu karakter olarak karşıma çıkmalarından rahatsızlık duyduğum için olumlu yönleri baskın, okuyanın sempatiden öte ruh ve duygu birlikteliği kuracağı karakterler sundum. Seride suçluların genelde toplumun "beyazlar"ı arasından çıkması da zaten klasik negatlf-pozitif kalıplarını olabildiğince ters yüz etmek İstediğimden. Burçak'sız bir Hop-Çiki-Yaya nasıl bir karardı? Şöyle de sorabiliriz: Burçak'ı niye Rio de Janerio'ya gönderdiniz? Burçak'sız nasıl olur diye denemek istedim. Rio de Janelro bence dinlenmek, keyişi günler geçirmek için ideal blryer. Burçak in da onca yaşadığı maceradan sonra biraz buna ihtiyacı olduğunu düşündüm. Laf aramızda ben de sıkça Rio'ya kaçarım. Kitabın asıl fikir babası ise, kitabı da ithaf ettiğim, akıl hocam, yazarlık ajanım ve yakın dostum Barbaros Altuğ'dur. Ben seriyi beş kitapla tamamlamış, yeni, daha karanlık bir kitap üzerinde çalışırken beni karşısına oturtup "İnsanlar bu seriyi sevdi. Ponpon, Gönül, hatta Hasan özleniyor. Okuyucular çok eğleniyor. Yenisini yazmalısın" dedi. "Beş tane yeter" İtirazıma da "Agahta Christie aynı kahramanlarla 80 kitap, Sue Grafton 30 kitap yazdı. Sense sadece 5" diye karşılık verdi. Zaten bu konularda Barbaros Altuğ'un aklına güvenim tamdır. İkna oldum. Piyasada da yeterince İç karartıcı polisiye varken bir tane benim eklememe gerek yok dedim. Oturup "Ajda'nın Elmaslarını" yazdım. Fraulen Frühstück yeni kahraman. Diğer kahramanlara nasıl davranıyorsanız ona karşı da aynı acıma ve sevmeyle karışık duygular taşıyorsunuz. Bu kadın nasıl yaratıldı? Aslında Fraulein Frühstück hazırlamaya başladığım gezi kitaplarının kahramanıydı. İlk macerada istanbul'a geliyordu. Nitekim geldil Ama başka kitap, başka seriyle. Böyle de kalacak. Yazarken hep gözümün önüne Sugar Baby ve Bağdat Cafe filmlerinden sevdiğim Alman oyuncu Marianne Sagebrecht geldi. Fraulein Frühstück, kitapta anlatılan nedenlerle hayata geç başlamış bir karakter. Bu nedenle pek çok şeye aç ve meraklı. Haliyle de önyargısız. Üstüne üstlük harcamak bitmeyecek bir servete yeni konmuş... Yani onu bekleyen kocaman bir dünya, envai çeşit yaşam, farklı lezzetler var.
Hop-Çiki-Yaya, eşcinsel mekanlarda ve hayatlarda geçiyor. Kimi zaman 'ünlü' isimlere de rastlıyoruz. Peki seri nerelerden ve kimlerden besleniyor? Tamamen hayal ürünü! Kurulan bir benzerlik varsa eğer tamamıyla okuyanın zihnindendlr! Genelde İstanbul diyebilirim. Her semtiyle. Ama Fraulein Frühstück memleket memleket gezecek gibi. Ajda Pekkan... Kitabın sonuna kadar görmediğimiz Ajda, kitabın kahramanlarından biri oluveriyor. Bir yandan polisiye kurguya hizmet ederken bir yandan da ona hayranlığınızı anlatmak için bir araç olmuş sanki. Kesinlikle! Ben de Ajda Pekkan'la büyümüş kuşaktanım. Son dönemi için aynı sadakati gostermesem de geçmişin kıymeti büyük. Hepimiz gibi o da çok değişti. Anlaşılan farklı kulvarlarda değişmişiz.
Düz yolda yürümek bana pek çekici gelmiyor Eşcinseller için Ajda Pekkan ile Sezen Aksu arasındaki ayrımı kitapta da çiziyorsunuz. Bu iki isimi sevmek nasıl bir şey sizce? Bir numaralı Ajda fan'ı Naim Dllmener'in dediği gibi, Fenerbahçeli olmak gibi bir şey bu. Hayranları adına, iş milli maça gelince sergilenen kardeşlik durumu. Yan yana yakışmayan isimler olduğuna inanıyorum. Kontrastları benim bakışım için fazla. Öncelikle sundukları "kadın şgür'leri taban tabana zıt. Ajda Pekkan "arkanı dön ve çık", "gezeceğim, seveceğim, görürsün sana neler edeceğim" diyen, giyimi, kuşamıyla kuşaklara örnek olmuşken, öteki acınacak ve ağlayan zavallıyı temsil eden, "yanarım", "aşk için ölmeli"yl tavsiye eden ağdalı bir arabesk. Travesti kahramanlı bir kitap, polisiye edebiyatı yeni yeni gelişen bir ülke için şaşırtıcı bir fikirdi. En fazla, kadın kahramanlı görebileceğimiz bu türü eşcinsel dünya içinde anlatmak riskli değil miydi? Risk almayı severim. Düz yolda yürümek bana pek çekici gelmiyor. Farklılıkları keşfetmek hoşuma gidiyor. Bence meyve de verdi. Yine Barbaros Altuğ sayesinde seri başta İspanya olmak yabancı dillerde yayınlanmaya başladı. 2007 yılında yayımlanmak üzere Fransa, İtalya, Portekiz sırada. Yani ilgi çekiyor. Diğer taraftan bakınca bizim kültür ve yaşam geleneğimizin bu konularda başka ülkelere kıyasla daha esnek olduğuna İnanıyorum. Ne de olsa koskoca bir sakî, zenne geleneği, Zeki Müren ve türevleri, Bülent Ersoy fenomeni olan bir kültürümüz var. Eşcinsellerden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Travestiler sizi okuyor mu? Travestiler beni okuyor mu? Bilmiyorum. Okuyorlarsa da bana görüşünü, tepkisini ya da beğenisini ifade eden olmadı. Olsa sevinirim. Eşcinsellerin tepkisini de ayrıca ayrı bir tepki çeşidi olarak değerlendirmiyorum. Ancak, okuyanlar eğlendiklerini, okurken kıkırdadıklarını söylediğinde hoşuma gidiyor. Genelde olumlu tepkiler aldığımı ifade edeyim. Ve -yanıtından korkarak- son soru: Hop-ÇikiYaya'nın devamı gelecek mi? Gelecek! Hatta yolda, geliyor. 2007nin başında elinizde olur diye umuyorum. Hem klasik Burçak'lı, Burçak'ın ağzından anlatılan Hop-ÇikiYaya Polisiyeleri, hem de alt-seri dediğim Başka Türlü Bir Hop-Çiki-Yaya entrikaları devam ediyor.
55
aykan safoğlu teşhis etmemize yarar. Luzi Kryn, uzun yıllar Polonya'nın Danzig kentinde sefalet içinde yaşadıktan sonra Almanya'ya göç etmiştir; havai tavırları ile ailenin antipatisini kazanması ise uzun sürmemiştir, ama Praunheim'ın hayatındaki yeri hep başka olmuştur. Diyebiliriz ki; Praunheim her filminde Luzi gibi ayrıksı, dışlanmış, normativiteye uygun olmayan karakterlerle çalışmış ve her ayrı filminde konvansiyonel olmayan anlamda bir aile yaratmayı amaçlamıştır. Ortak bir hafızanın oluşumunu amaç edinmiş bir film yaratımı…
Çocukluğunun ilk yıllarını Doğu Berlin'de geçiren Holger Mitschwitzki, ailesiyle birlikte Batı Berlin'e kaçmayı başaramasaydı Alman sineması belki de anaakıma bu kadar muhalif bir figüre asla sahip olamayacaktı. Ergenlikten yetişkinliğe geçişe övgüler düzen o ritüelleri anımsayalım; kimileyin vahşi doğaya tek başına salınan bir erkek çocuk, kimi zaman askerlik hizmetini yerine getirmek üzere yola çıkmış çelimsiz bir yeniyetme, geri döndüğünde sahip olabileceği vadedilen erkeklik payesine kavuşmak adına türlü zorluklarla dolu bir yolculuğa çıkar. Holger'in bu yolculuğu ise bir kaçışı, bir sınır atlamayı işaret ettiği için bilindik erkeklik anlatıları gibi nihayete ermez; bu çetrefil yolculuk daha sonraları cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet üzerine epeyce kafa yoracak eşcinsel aktivist bir yönetmeni dönüştürür. Nitekim bu yolculukta geriye dönüş yoktur. Alman coğrafyası, geriye dönüşü sonsuza dek yadsıyan yolculuklara aşinadır; üstelik savaş yıllarını geride bırakılalı çok olmamıştır. Holger'in ailesi Frankurt am Main kentini mesken tutar. Holger de bundan sonraki ya ı amında soyadı olarak kullanmak üzere bu kentten Praunheim semtinin adnı ödünç alır. Tabii savaş yıllarını unutmamıştır, ismini de de “ iştirir. Nazilerin tevkif ettikleri eşcinselleri damgalamak için kullandığı pembe üçgen”in “pembe”sini (Rosa) de isim olarak seçmiştir kendine. Bir zamanlar hemcinslerine aşık olanların yüzleşmek zorunda olduğu ağır koşulların tek görsel referansını böylece bambaşka bir anlamla dolaşıma sokmuş olur. Genelde aristokrat ailelerin soyadlarında görmeye alışkın olduğumuz “von” takısını da ekler soyadına. Yalnız bu, bir aileye veya ayrıcalıklı bir zümreye mensup olduğunun altını çizmek için ismine serpiştirdi “ i bir detay değildir; aksine keskin bir mizahla bu işlevi tersine çevirir: O, Praunheim'dan Rosa”dır artık. Resim eğitimini yarıda bırakır deneysel ve kısa filmler yapmaya koyulur. İlk kısa filmi olan “Von Rosa von Praunheim”da başrol oynayan Carla Aulaulu ile evlenir, ancak, bu evlilik uzun ömürlü olmaz. Öğrenilmiş davranışlara tahammülü olmadığı gibi ismini şimdilik koymasa da zorunlu heteroseksüellik kafasını meşgul etmektedir. Bunun ilk belirgin izleri “Schwester der Revolution”da (Devrimin Kızkardeşleri) açığa çıkar; bu filmde kadınların özgürleşmesi için çalışan bir grup eşcinsel erkekten oluşan taburun varlığı, dönem için hayli radikal kaçmaktadır. 1970 yılında yaptığı “Bettwurst” filmi ile temel izleğini bulmuştur. Teyzesi Luzi Kryn, bu filmde başrol oynamaktadır ve daha birçok filmde Praunheim'a eşlik edecektir. Bu ortak çalışma Praunheim'ın işlerinde belirgin bir özelliği
“Berliner Bettwurst” adlı devam filmi ise, bu hafızanın oluşturulmasına yönelik kuvvetli bir kanıttır. İlk filmde medyadan öğrenildiği şekilde şört eden, aşık olan çiftimizin yüzeysel olduğu kadar rahat yaşamları bir gangster çetesi tarafından altüst ediliyordu. Devam filminde ise Luzi ile Dietmar'ın istikrarlı beraberliği evlilikle sonuçlanıyor. Yalnız burada partneriyle değil de evliliğin imgesiyle evlenen insanlardan bahsediyoruz. Kaçınılmaz olarak, evlilik formalitelerini yerine getirirken kendilerini fazlasıyla ciddiye alan çiftimizi trajik bir son bekliyor. Praunheim bir devam filmi çekerek filmografisinde bir devamlılık sağladığı gibi, hayatında gerçekten yer alan insanlara önemli roller vererek bir azınlık sinemasına doğru giden yolda ilerliyor. Buna mukabil kolektif bilinçle ilgilenen filmlerinin savaştan yeni çıkmış Almanya'da -hiçbir şeyin sorgulanmadığı bir ortamda- eleştirdiği kurumları düşünürsek, ne boyutta bir infial yarattığı anlaşılabilir. Praunheim, tam da normativitenin karşısında durarak onun tanımını yapar. Filmleri, egemen tarafından “normal olmayan” olarak kodlanmış olanı konu edinir.
57
58
Bu noktada yaptığı “Nicht der Homosexuelle ist pervers, sondern die Situation, in der er lebt” (Eşcinsel sapkın değildir, tam tersine eşcinselin içinde bulunduğu durum sapkındır) adlı filminde taşradan büyük şehre gelmiş e f cinsel bir gencin hikayesine odaklanır. Bütün film, Daniel'in öğrenilmiş davranışları üzerinden toplumun sapkın yapısını ifşa eder. Almanya'nın yeraltı kültürüyle yakından ilgilenmesinin yanı sıra, kendisini dış dünyaya kapamamıştır. “Tally Brown, New York”da New York'un yeraltı yaşamına diker gözlerini; Tally Brown isimli yaşlı, çirkin bir şarkıcı kadının ilişki içerisinde bulunduğu karakterler üzerinden New York yeraltı yaşamının otantik bir profilini yaratır. Çaptan düşmüş Tally Brown'a odaklanarak Divine, Grace Jones, Andy Warhol'un görkemle parladıkları yıllarda yine bir kenara itilmişlik öyküsü gelir yönetmenden. Özellikle ABD de vuku bulan politik dalgalanmalar da duyarsız kalmadığı olaylardır. “Armee der Liebenden, Aufstand der Perversen” (Aşıklar Ordusu, Sapkınların Ayaklanışı) filmi, Amerika'da kaldığı süre içerisinde (197276) deneyimlediği kadarıyla eşcinsel hareketin fragmanlarını yansıtmaktadır. Yaptığı bu tarz filmlerle özellikle Almanya'da LGBT bireylerin örgütlenme sürecine katkıda bulunmuş; açılmayı, politik aktivizmi cesaretlendirmeye çalışmı ı tır. AIDS'i konu edinen ilk Alman kurmaca filmi de Praunheim imzas taşır. Provokasyon dozajını epey yüksek tutarak var olan sağlık siteminin ve doktorların şüphecili ğ ini tiye alır; filmin öykü düzleminde bütün EBTT karakterleri HIV+ olduunda, getirilen tek çözüm önerisi onların bir adaya sürülmesi yönündedir. Amerika'da AIDS'le ilgili yanlı I intibaların egemen olduğu seksenli yılların sonunda Praunheim, bir “ADS Üçlemesi” ile çıkagelir: Act-Up gibi militan örgütleri ele aldığı “Positiv”, New York'un sanat çevrelerinin de yardımıyla daha geniş bir eşcinsel görünürlüğü amaçlayan “Schweigen=Tod” (Susmak=Ölüm) ve Almanya'da korunmasız seks yanlısı eşcinsellere ithaf edilen “Feuer unterm Arsch” (Kıçınız Tehlikede)...
Bu üçlemenin iki filminde Diamanda Galasın müziklerini kullanmıştır. Allen Ginsberg, Keith Haring filmlerde boy gösterir. Üçüncü film ile Almanya'da fazla ahlakçı olmakla suçlanır. Yine de Amerikalı politikacıların aymaz tavırlarını ifşa etmek adına, AIDS'e ayrılan bütçenin 25 bin dolar ile sınırlı olduğu, buna nazaran eşcinsellere yönelik önyargıların da sert olduğu seksenli yıllardan yola çıkılarak yapılmış bu üçlemenin önemsenmesi gerekiyor... Praunheim'ın yaratmaya çalıştığı aile hissiyatından bahsederken, mitik sinema yaratımının işlevini göz ardı etmemeliyiz. Praunheim'ın özenle belgesel formunun kurallarını uyguladığı filmlerinde ise böyle bir mitoloji yaratımı söz konusu olmuyor. Kurmaca filmlerinden farklı olarak belgeleme amaçlı çektiği filmleri böyle mythopoetic bir sinema içinde değerlendiremeyiz. Yaşanmış, vuku bulmuş olanın bugünden bakılarak kayıt altına alınması şüphesiz birtakım tehlikeleri barındırıyor. Bunu özümsemiş olacak ki, Praunheim kamerasını bazı mecralarda daha dikkatli gezdiriyor. Belki de bu yüzden üç Alman lezbiyen kadının New York macerasını anlattığı kurmaca filmi “Überleben in New York” (New York'ta Hayata Tutunmak) ile, dört Berlinli travestinin AIDS ile mücadelesine kamerasını çevirdiği filmi “Tunten Lügen Nicht” (Lubunyalar Yalan Söylemez) belgeseli arasında bir açı farkı var. Ya da cinsel ilişki biçimleri üzerine çalışmalar yapan Alman bilim insanı Magnus Hirschfeld üzerine bir 'biopic' olan “Einstein des Sex” (Seksin Aynştayn'ı) ile Nazilerin iktidarda olduğu zamanları deneyimlemiş eşcinsellere odaklandığı kısa film serisi arasında elbet bir fark sezilecektir. Yine de bütün filmlerinin özünde dışlanmış olanları birleştirme, bir dayanışma ruhunu canlandırma çabası teşhis edilebilir. Hatta bütün bu gayretler içinde Praunheim filmlerinin ortak bir hafıza yaratımını düşlediğini asla reddedemeyiz.
Bu noktada yaptığı “Nicht der Homosexuelle ist pervers, sondern die Situation, in der er lebt” (Eşcinsel sapkın değildir, tam tersine eşcinselin içinde bulunduğu durum sapkındır) adlı filminde taşradan büyük şehre gelmiş eşcinsel bir gencin hikayesine odaklanır. Bütün film, Daniel'in öğrenilmiş davranışları üzerinden toplumun sapkın yapısını ifşa eder. Almanya'nın yeraltı kültürüyle yakından ilgilenmesinin yanı sıra, kendisini dış dünyaya kapamamıştır. “Tally Brown, New York”da New York'un yeraltı yaşamına diker gözlerini; Tally Brown isimli yaşlı, çirkin bir şarkıcı kadının ilişki içerisinde bulunduğu karakterler üzerinden New York yeraltı yaşamının otantik bir profilini yaratır. Çaptan düşmüş Tally Brown'a odaklanarak Divine, Grace Jones, Andy Warhol'un görkemle parladıkları yıllarda yine bir kenara itilmişlik öyküsü gelir yönetmenden. Özellikle ABD'de vuku bulan politik dalgalanmalar da duyarsız kalmadığı olaylardır. “Armee der Liebenden, Aufstand der Perversen” (Aşıklar Ordusu, Sapkınların Ayaklanışı) filmi, Amerika'da kaldığı süre içerisinde (197276) deneyimlediği kadarıyla eşcinsel hareketin fragmanlarını yansıtmaktadır. Yaptığı bu tarz filmlerle özellikle Almanya'da LGBT bireylerin örgütlenme sürecine katkıda bulunmuş; açılmayı, politik aktivizmi cesaretlendirmeye çalışmıştır. AIDS'i konu edinen ilk Alman kurmaca filmi de Praunheim imzası taşır. Provokasyon dozajını epey yüksek tutarak var olan sağlık siteminin ve doktorların şüpheciliğini tiye alır; filmin öykü düzleminde bütün EBTT karakterleri HIV+ olduğunda, getirilen tek çözüm önerisi onların bir adaya sürülmesi yönündedir. Amerika'da AIDS'le ilgili yanlış intibaların egemen olduğu seksenli yılların sonunda Praunheim, bir “AIDS Üçlemesi” ile çıkagelir: Act-Up gibi militan örgütleri ele aldığı “Positiv”, New York'un sanat çevrelerinin de yardımıyla daha geniş bir eşcinsel görünürlüğü amaçlayan “Schweigen=Tod” (Susmak=Ölüm) ve Almanya'da korunmasız seks yanlısı eşcinsellere ithaf edilen “Feuer unterm Arsch” (Kıçınız Tehlikede)... Bu üçlemenin iki filminde Diamanda Galas'ın müziklerini kullanmıştır. Allen Ginsberg, Keith Haring filmlerde boy gösterir. Üçüncü film ile Almanya'da fazla ahlakçı olmakla suçlanır. Yine de Amerikalı politikacıların aymaz tavırlarını ifşa etmek adına, AIDS'e ayrılan bütçenin 25 bin dolar ile sınırlı olduğu, buna nazaran eşcinsellere yönelik önyargıların da sert olduğu seksenli yıllardan yola çıkılarak yapılmış bu üçlemenin önemsenmesi gerekiyor... Praunheim'ın yaratmaya çalıştığı aile hissiyatından bahsederken, mitik sinema yaratımının işlevini göz ardı etmemeliyiz. Praunheim'ın özenle belgesel formunun kurallarını uyguladığı filmlerinde ise böyle bir mitoloji yaratımı söz konusu olmuyor. Kurmaca filmlerinden farklı olarak belgeleme
amaçlı çektiği filmleri böyle mythopoetic bir sinema içinde değerlendiremeyiz. Yaşanmış, vuku bulmuş olanın bugünden bakılarak kayıt altına alınması şüphesiz birtakım tehlikeleri barındırıyor. Bunu özümsemiş olacak ki, Praunheim kamerasını bazı mecralarda daha dikkatli gezdiriyor. Belki de bu yüzden üç Alman lezbiyen kadının New York macerasını anlattığı kurmaca filmi “Überleben in New York” (New York'ta Hayata Tutunmak) ile, dört Berlinli travestinin AIDS ile mücadelesine kamerasını çevirdiği filmi “Tunten Lügen Nicht” (Lubunyalar Yalan Söylemez) belgeseli arasında bir açı farkı var. Ya da cinsel ilişki biçimleri üzerine çalışmalar yapan Alman bilim insanı Magnus Hirschfeld üzerine bir 'biopic' olan “Einstein des Sex” (Seksin Aynştayn'ı) ile Nazilerin iktidarda olduğu zamanları deneyimlemiş eşcinsellere odaklandığı kısa film serisi arasında elbet bir fark sezilecektir. Yine de bütün filmlerinin özünde dışlanmış olanları birleştirme, bir dayanışma ruhunu canlandırma çabası teşhis edilebilir. Hatta bütün bu gayretler içinde Praunheim filmlerinin ortak bir hafıza yaratımını düşlediğini asla reddedemeyiz. Egemen olanın dayanılmaz bir ısrarla ötekileştirmeye çalıştığı yaşlılar, tutunamayanlar, LGBTT bireyler, AIDS hastaları Praunheim filmlerinde önlenemez bir güzellikle parıldıyorlar. Belki Witkin'in fotoğraf alanında yaptığının sinematografik karşılığı bu, ötekileştirdiğimizde karşı koyamayacağımız bir güzelliğin keşfine çalışmak... İlgilenenlere Nicholas Roeg'in 1971 tarihli "Walkabout" (Gezinme) isimli filmini tavsiye ederim. 2 Bkz: Amerikalı Pop şarkıcısı Jennifer Lopez'in kendini "Jenny from the BlockVaroşların Jenny'si" addetmesi gibi. "this is me... then" albümü, 2002. 3 Filmler, Türkiye'de gösterime girmediklerinden orijinal isimlerini baki tutarak Türkçedeki karşılıklarını olabildiğinde yansıtmak istedim. (Ç.N.) 4 İlgilenenlere: Praunheim'ın filmi, Bruce LaBruce'un 2004 yapımı filmi "Raspberry Reich"un arketipi gibidir. 5 Mitoloji yaratan anlamında, Kenneth Anger'ın Scorpio Rising'i bu bağlamda düşünülebilir.
59
Aşk Evindeki Casus Anaîs Nin Everest Yayınları, Roman
Kartal Yuvası Anna Kavan
Çeviri: Roza Hakmen, Merkez Kitaplar, Roman
Adı, Kafka'nın mirasçısı kadın yazarlar arasında geçen Anna Kavan'ın en Kafkaesk romanı Kartal Yuvası, dayanılmaz yalnızlığı ve yaşadığı ortamın kuralları altında varlığını sürdüremeyen bireyin hikayesini anlatıyor. Üçüncü ve son intiharıyla var oluşuna ve deliliğine son veren Kavan'ın 1957 yılında yayımladığı kitap, aradan geçen elli yıldan sonra Roza Hakmen'in çevirisiyle nihayet Türkçede.
Dicle'nin Gözyaşları / Baki Koşar'ın Anısına 1 ErKO Yayıncılık
60
Bu duygusal ve erotik başyapıtında Anaîs Nin, büyüleyici ve karmaşık bir kadının iç dünyasında geziniyor. Sarsıcı bir duygusallık içeren tutkulu aşkın, ışıltılı ve karanlık yönlerini başarıyla betimleyen Anaîs Nin, modern kadının kendini keşfediş yolculuğunun kaydını tutuyor bir anlamda. "İçsel Kentler" dizisinin dördüncü kitabı olan Aşk Evindeki Casus, kentin sokaklarında, aşk denen esrimenin peşinden sürüklenen bir kadının öyküsü. Aslında bütün kadınların...
Özgürlesin! Bu Bir Emirdir Kadın ve Erkek Dergilerinde Beden Sylvette Giet Çeviri: İdil Engindeniz, Dharma Yayınları, İnceleme
Koşar'ın gazeteci, televizyoncu, yazar arkadaşlarının ve tanıdıklarının yazılarıyla oluşturulan kitaba 43 yazar destek vedii. Önsözünü Doğan Sylvette Giet bu kitapta 2003 yılında Hızlan'ın yazdığı kitabın yazarları incelediği, cinselliklerini ön plana arasında Doğan Hızlan, Ayşenur çıkartarak okuyucuya ulaşan Yazıcı, Cem Erciyes, Deniz yayınları, yani kadınlara ya da Gökçe, Ece Temelkuran, İpek erkeklere özel dergileri anlatıyor. Çalışlar, Perihan Mağden, Pınar Günümüzde erkeklerin de kuşe Selek, Sevin Okyay ve Tayfun kağıda basılmış kendi kutsal kitapları Pirselimoğlu da bulunuyor. var ve dokunaklı bir beceriksizlikle Dicle'nin Gözyaşları'nda Baki kendi hırpalanmış kimliklerini Koşar'ın eşcinsel cinayetleri üzerine kaleme aldığı bir yazısıyla, iyileştirmeye çalışıyorlar. İncelenen çalıştığı üç ayrı dönemde Nokta dergisinde yaşadıklarını anlatan gazete ve dergiler, vücudun erotik sunumunu yüceltmekte ve onu ve bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış iki yazısı da yer ticari tüketime tamamen açık hale getirmekte. Üstelik bundan alıyor. fazlası da var: normları ve değer yargılarını kanun gibi yayımlayıp özgürleşmeyi çoğunluk tarafından kabul edilebilecek bir ahlak çerçevesinde yücelterek, aslında duygusal olana ve aşka değer kazandırmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Sivil İtaatsizliğe Çağrı Jose Bove, Gilles Luneau Çeviri: Işık Ergüden, İletişim Yayınevi, İnceleme Sivil itaatsizlik deyişini ilk defa, Amerikalı felsefeci ve şair Henri D. Thoreau 1849da hükümete karşı kaleme aldığı bir metinde kullandı. Sivil itaatsizlik, insanlık tarihini hep en kritik noktalarda yönlendirdi, tarihin seyrini değiştirdi ve sonuçta hep yasaya karşı, ama sonradan aklanmış bir eylem biçiminin adı oldu. Gandhi ve Martin Luther King sivil itaatsizlik kampanyalarıyla tarihe yön verdi; kadınlar ve eşcinseller haklarını, siyahlar eşitliklerini sivil itaatsizlikle aradılar. Bu kitapta, Gilles Luneau'yla birlikte, sivil itaatsizliğin dünya tarihinde geçirdiği aşamaları ve bugünkü önemini anlatmaya çalışıyor: Yasaların ruhu; herkesin eşitliğini, kanun önünde kamu çıkarının esas olduğunu kabul ederek varolur. Eğer kamunun çıkarları yerine şahsi çıkarlar veya şirket çıkarları esas kabul edilmeye başlanırsa hukukun yeniden kamu yararını koruyan bir araç haline gelmesi için ne yapılabilir? Haksızlığa karşı barışçıl bir yöntemle örgütlenmek.
İstanbul Hatıralar Kolonyası Selim İleri Doğan Kitapçılık "Yıl 1950 falan herhalde. Kadı köyü Bahariye Caddesi'ndeki Gerede Apartmanı'nın giriş katındaki balkon. Babam, ablam Meralle geliyor ki, mevsim sonbahar. Ve güneşli bir öğleden sonra. Yıl şimdi 2006. Fotoğraftaki kendime bir yabancıya bakar gibi bakıyorum. Doğup büyüdüğüm İstanbul'a da çoğu kez öyle bakıyorum zaten. Bu yüzden sürüyor İstanbul Kitapları. İstanbul Hatıralar Kolonyasını bu yüzden kaleme detirdimjafîçmiş elli yılın dökümünde, tarihî ve soylu bir kentin bana yansımış, bende hâlâ yaşayan öyküsünü arıyorum. O öykü unutulmasını istiyorum. Fotoğraftaki çocuk bütün bunlardan habersiz elbette. Öyleyken, gelecek zamana neden asık yüzle bakıyor? - Selim İleri"
kitap Muinar Latife Tekin Everest Yayınları, Roman
Sylvia Pankhurst Mary Davis .. Çeviri: Emine Özkaya, Versus Yayınları, İnceleme
"Kadınların tarihi reddetmeleri gerekiyor çünkü tarihi kadınlar değil, erkekler yazdı. Tıpkı yoksullar gibi, kadınlarda tarihsiz. Kadınların tarihini ancak masalların izini süzerek, yani edebiyatta bulabilirsiniz. Ve ben kimlik iptali öneriyorum! Kadın, tüm kimlikleri iptal edebilecek güçte. Barışı biz sağlayabiliriz." Latife Tekin, kadınlar için manifesto yazdı, bize de zevkle okumak düşüyor.
Sylvia Pankhurst, sosyalist tabanla bağ kuran çok az feministten biriydi. Yaşadığı dönemde ırkçılığa ve emperyalizme karşı tavrını koymuş beyaz politikacılar arasında da tek kişiydi. Kitapta Pankhurst'in özel yaşamına ilişkin pek fazla ayrıntı yer almıyor. Ancak, 1900'lerin başından 1960 yılında son nefesini verene kadar devrimci mücadelenin içinde yer alan Sylvia Pankhurst'in siyasi yaşamı, eylemleri ve fikir hayatı tüm ayrıntılarıyla bu kitapta. Kaldı ki, Mary Davis'in sonuç bölümünde belirttiği gibi, Sylvia Pankhurst'in ideolojisi, siyasi tavrı, özel yaşamının da aynası. Mary Davis'in bu incelemesini okuduğunuzda, Pankhurst'in dünya görüşü, siyası tutumları ve özel yaşamı hakkında kapsamlı şekilde fikir sahibi olacaksınız.
Salome'nin Kız Kardeşleri Toni Bentley Çeviri: Mefkure Bayatlı, Agora Kitaplığı, Roman Salome, karşılıksız kalan aşkı uğruna sevdiği adamın kellesini isteyen efsanevi kadın. Salome, toplumsal düzeni, uygar davranışları ve tekeşliliği tehdit eden yıkıcı kadın. Salome, aşığı -ve izleyici- önünde striptiz yapmayı hayal etmiş ve bunu gerçekleştirmiş kadın... Ve on dokuzuncu yüzyılla yirminci yüzyılda femme fatale havalarıyla, genç bedenleriyle erkeklerin dünyasına kafa tutan ve toplumsal yasaklara karşı gelmeye cüret eden dört kadın: Kanadalı modern dansçı Maud Allan, Hollandalı casus Mata Hari, Rus gösteri sanatçısı Ida Rubinstein ve Fransız yazar Colette. Kendisi de New York Balesi'nde dansçı olan yazar Toni Bentley, on yıllar boyunca Salome çılgınlığının eşlik ettiği striptiz gösterileri ve hepsi de erkeklerin zulmüne uğrayan bu dört kadının hikâyeleri üzerinden, erkek cinselliği ve entelektüel kadın düşmanlığının toplumsal hayattaki tezahürlerini sorguluyor. Stilist Aleksandra Marinina Çeviren: Ergin Altay, Merkez KitapLar, Roman Rusya'da, Moskova'dayız... Stilist'in hikayesi, dünyanın en kalabalık kentlerinden birisinde geçmesi sebebiyle biraz daha karmaşık: Seri cinayetlerle başlıyor roman. Fiziksel görünümleri birbirine çok benzeyen dokuz eşcinsel genç aşırı dozda uyuşturucudan ölü bulunmuştur. Polisin elindeki tek ipucu, Moskova dışındaki uydu kentlerin birinin yakınlarında bulunan çalıntı arabadır. Rus Agahta Christie olarak anılan Aleksandra Marinina, bu kitabında katilin peşine düşerken suçun bireysel ve toplumsal kaynaklarına da varmaya çalışıyor. Polisiye severler için iyi bir seçim.
Kadınlar: En Uzun Devrim Juliet Mitchell. Çeviren: Gülseli İnal, Gülnur Savran, Şirin Tekeli, Ferai Tınç, Şule Torun, Yaprak Zihnioğlu Agora Kitaplığı Kadınların durumu diğer toplumsal grupların durumlarına benzemez, çünkü bir bütünün, insan türünün yarısını oluştururlar. Kadınlar temeldir, yerleri doldurulamaz; bu yüzden, başka toplumsal gruplarla aynı şekilde söndürülmezler. Onların kaderlerini ölümcül kılan da bu çelişkili konumlarıdır; temel bir önem taşımanın ve fiilen kenarda köşede kalmanın bir ve aynı zamanda gerçekleşiyor ve gerçekleşmekte olmasıdır. Feminizm bütün kadınları bütünsel bir ezilmişlikte birleştirir; yani, her kadını kapsar feminizm. Feminizm siyaseti, buna uygun olarak bütünsel bir saldırıdır. İlk iş bölümü, ilk defa ezenlerin ve ezilenlerin ortaya çıkmasıydı; öte yandan, ilk işbölümü de kadınla erkek arasındaki işbölümüydü, haliyle, ilk ortadan kaldırılması gereken tahakküm şekli de bu eşitsizlik olmalıdır. Bu, şiirsel bir adalet anlayışı olacaktır...
Eskort Masalları Joseph Itiel Çeviren: Tuğçe Esener, Bizit Yayıncılık, Öykü Hepsi de kaderin büyük bir zevkle ördüğü ağlara takılıp kalan insanlar. Eskortlar, yani seks işçileri. Joseph Itiel'in yazdığı Eskort Masalları, dünyanın dört bir yanında yaşayan eskortların yaşamlarını, Manila, Hong Kong, Los Angeles, San Fransisco ve Kudüs'ten yedi farklı hikâyeyle anlatıyor. Joseph Itiel, insan doğasının karmaşık fakat bir o kadar da kışkırtıcı derinliklerine; cinselliğin en doğal, en ilkel halinin yaşandığı dehlizlere götürüyor.
61
albüm
Intensive Care Robbie Williams EMI/Kent
Confession on a Dance Floor (CD+DVD) Madonna Balet Plak v
İngiltere'nin yaramaz çocuğu Robbie Williams, sekizinci albümüyle aynı adı taşıyan 'Intensive Care' için "Bugüne kadar yazdığını en iyi şarkı sözleri" diyor. Albümde zengin bir melankoli ve nostaljik öğeler dikkat çekse de yayımlanan ilk single Tripping', Robbie Williams'a göre küçük bir gangster operası', Albümün 7. şarkısı 'Your Gay Friend' ise kafanızı karıştıracak.
Pop müziğin kraliçesi Madonna uzun süren sessizliğini tüm dünyanın merakla beklediği disko albümü 'Confession on a Dance Floor' ile bozdu. Albümden yayınladığı ilk single 'Hung Up' ile ortalığı kasıp kavuran Madonna, 1998'de çıkardığı 'Ray Of Light' albümünden bu yana dünya müzik listelerine en yukarılardan giriş yapan çalışmasıyla fanatiklerinin huzurunda. Sınırlı sayıda piyasaya sürülen bu çok özel versiyonda orijinal albümün yanında çok özel fotoğraflarla donatılmış 44 sayfalık bir albüm ve Madonna'nın küçük notları ile süslenmiş 80 sayfalık bir defter bedava!
Hande Maxi Hande Yener Erol Köse Türkçe popun en kaliteli albümlerine imza atan Hande Yener, Apayrının ardından hazırladığı bu maxi single'da güçlü altyapılar ve çarpıcı sözleriyle dans müziğinin en iyi örneklerinden birini veriyor. Erdem Kınay'ın düzenlemeleriyle dikkat çeken single'da 3 yeni şarkı ve 'Yola Devam1, 'Kim Bilebilir Aşk'ı ve Kelepçenin yeni versiyonlarını bulacaksınız.
62
Modern Times Bob Dylan Sony BMG Ünlü usta Bob Dylan'ın tam 5 yıl aradan sonra çıkardığı 'Modern Times', sanatçının 44. albümü. Albüm, Dylan'ın turne grubu eşliğinde geçtiğimiz kış kaybedilen toplam 10 yeni şarkıdan oluşuyor. Rolling Stone, Mojo, Uncut gibi müzik sektörünün önemli dergilerinin eleştirmenlerinden 5 yıldız alarak büyük beğeni toplayan albümde, 2001 tarihli 'Love and Theft'den bu yana Dylan'ın yaptığı en yeni şarkılardan oluşuyor. Ayrıca 'Modern Times', 'Time Out of Mind', 'Love & Theft' üçlemesinin son halkası olarak raflardaki yerini alıyor.
7'n Bitirdin Nazan Öncel Avrupa Müzik "Bizim gibi düşünen, bizim dilimizi konuşan ama bu 'aynılığa rağmen bizim aklımıza dahi getirmediğimiz sonullara ulaşan çelebi bir ozanla karşı karşıyaydık" diyordu Naim Dilmener, Nazan Öncel'in yüreklerimizi dağlayan 'Göç' albümü için. Her albümünde sokakta bağıran, evde susan dilimizi şarkıya dönüştüren Öncel'in yeni albümü 7'n Bitirdin'e nihayet kavuştuk. Temmuzda çıkacağı söylenen ama Tarkan'ın şirketiyle yaşanan problem yüzünden çıkışı ertelenen albüm Avrupa Müzik etiketiyle raflarda. 12 şarkıdan oluşan albüm Londra Metropolis Stüdyosu'nda kaydedildi. Nazan Öncel arşivcileri görev başına!
Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti Cem ADRIAN MK2
Kendine özgü sesi ve müziğiyle dikkat çeken Cem Adrian'ın ikinci albümü "Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti" 10 şarkıdan oluşuyor. Albümde Cem Adrian'ın Umay Umay, Suicide ve George Michael'ın kariyerinin en Denizhan'la yaptığı kapsamlı best of albümü 25, gerek düetler oldukça çekici eski grubu Wham!, gerekse solo görünüyor. Adrian albümle aynı adı taşıyan bir de kitap yayınladı. kariyerinden her biri unutulmaz 25 Şarkı sözlerine sığmayanların ve albümdeki şarkıların hikayeleriyle şarkıyı içeriyor. 2 CD'den oluşan albüm ilgili sirların verildiği kitabın albümle birlikte okunması tavsiye George Michael'ın 25 yıllık sanat olunur. yaşamının soundtracki de sayılabilir.
DVD Veda Vakti
Alabalık
Le Temps Qui Reste Yönetmen: François Ozon Oyuncular: Melvil Poupaud, Jeanne Moreau, Valeria BruniTedeschi 2005, 77'
La Truite Yönetmen: Joseph Losey Oyuncular: Isabelle Huppert, Jeanne Moreau, Jean-Pierre Cassel Fransa, 1982,103'
Yakışıklı ve başarılı moda fotoğrafçısı Romain, ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Hastalığını ailesinden saklayan Romain, bu kötü haberi henüz almayan erkek arkadaşını da terk eder. Durumunu sadece büyükannesine anlatır; ona göre yaklaşan ölümü kabul etmenin başlangıcı budur. Ozon'un ölüm üzerine üçlemesinin ikinci filmi olan bu melodram, ölümün kaçınılmazlığını bir tokat gibi izleyicinin yüzüne vuruyor.
Frederique erkeklerle oyun oynamayı seven, onları tutkulu aşk kurbanlarına dönüştüren soğuk bir genç kadındır. Evlendiği adamın eşcinsel olmasına aldırmaz çünkü onun hayattan beklentileri farklıdır. Büyüdüğü alabalık çiftliğinden Japonya'ya, taşradan zenginliğe uzanan bir macerayı, önüne çıkan fırsatları değerlendirerek kendisi yaratacaktır. Altın Palmiyeli bu etkileyici Losey filmi insan ilişkileri ve cinsellik üzerine unutulmayacak bir deneyim
Müstehcen Çizmeler Kinky Boots Yönetmen: Julian Jarrold Oyuncular: Chivvetel Ejiofor, Joel Edgerton ABD, İngiltere, 2005,102' Price ailesi nesillerdir son derece kullanışlı ve muhafazakar erkek ayakkabıları imal etmektedir. Charlie Price, aileyi işastan kurtarmak için bir tasarım danışmanına başvurmak zorunda kalır: Göz alıcı ve vahşi sitili ile toz u eski dükkana taze bir nefes getiren seksi bir travesti şarkıcıdır bu!
Seksi Bettie Paige The Notorious Bettie Page Yönetmen: Mary Harron | Oyuncular: Chris Bauer Gretchen Mol, Lili Taylor ABD, 2005, 91' Film, tutucu ve dindar bir ailede büyüyen ve 1950'lerin New York'unda sansasyonel bir fotomodel olan Bettie Page'in erotik bir ikona dönüşmesini anlatıyor. Kamera arkasında "Andy Warhol'u Ben Vurdum"un kadın yönetmeni Mary Harron var.
Plüton'da Kahvaltı Breakfast On Pluto Yönetmen: Neil Jordan Oyuncular: Cillian Murphy, Morgan Jones, Liam Neeson İngiltere, İrlanda, 2005,123' 1970'lerde geçen büyülü bir öykü... Kadın kıyafetleri giymekten hoşlanan genç Patrick Braden, daha bebekken İrlanda'da küçük bir kasabada terk edilmiş, küçük yaşta "farklı" olduğunun ayırdına varmıştır. Sivri zekası ve sevimliliğinin yanı sıra onu değiştirmeye niyetli herkesi ve her şeyi tatlı tatlı reddedebilmesi sayesinde bu zorlu hayatta ayakta kalabilmeyi becerir. Neil Jordan, hepimizin içinde biraz da olsa iyilik bulunduğuna inanarak başına ve karşısına gelen tüm zorlukları hoş bir gülümsemeyle yenen bir genç adamın yaş dönümünü gayet eğlenceli, parlak renklerle bezeli, dokunaklı bir öyküyle kurguluyor. Jordan'ın çizdiği, kaybedilen ve arzu duyulan aşkın zeka dolu, düşündürücü olduğu kadar çılgın bu portresi; duygusallık ve aşina olduğumuz canlı görsellikle dolu romantik bir kara komedi.
Yüreğimde Bir Delik A Hole in My Heart Yönetmen: Lukas Moodysson Oyuncular: Goran Marjanovic, Sanna Brading, Björn Almroth, Thorsten şinck İsveç, 2004, 93 dakika "Sev Beni" (Fucking Amal , "Birlikte" (Together), Daima Lilya (Lilia Forever) filmleriyle kendi seyircisini yaratan Lukas Moodysson'un son şaşırtmacası Yüreğimde Bir Delik DVD'de! Türkiye'de gösterimi yasaklanan film kimi izleyicileri midesinden kimilerini de yüreğinden vuracak.
63
gelecek
"türkiye'de feminizm
sayıda
ve
eşcinsellik"
Kaos GL dergisi 31. sayısında, Türkiye'de feminizm ile eşcinsel hareketinin ilişkisini tartışıyor. •Eşcinseller feminizmin 'kapsama alanına' giriyor mu? •Eşcinseller için 'başka bir dünya' ne kadar mümkün? •Toplumsal cinsiyet eşitliği: Eşcinsellerle feministlerin tek ortak noktası bu mu? •Eşcinsellerin dili feminizmin reddettiği dile alternatif mi, yoksa bunu yeniden mi üretiyor? •Türkiye'de kadın örgütleri ile eşcinsel örgütleri niye bir araya gelemiyor? •Ortak söylemin ortak eyleme dönüşememesinin nedenleri ne? •Kadın örgütleri ve feministler, eşcinsellik ve eşcinseller hakkında ne düşünüyor? •Feministler bugüne dek eşcinsellerle hangi alanlarda dayanışma içinde oldu? •Homofobi kadın örgütlerinde de var mı? Kadın örgütleri ve feministler bu sorulara yanıt veriyor. Kaos GL'nin yeni sayısında...
Andre van Houwellngen 1962 yılında Rotterdam'da dünyaya geldi. Nijmegen'de psikoloji öğrenimi gördü. 90'lı yılların başında psikolog olarak çalışmaya başladı. Halen, çoğu sosyal sebeplere dayalı olmak üzere her tür psikolojik sorunu olan hastaları tedavi eden bir psikiyatri kliniğinde çalışıyor. "Kendimi bildim bileli eşcinselim" diyen Andre" van Houvvelingen, 1985 te 'açıldıktan' bir yıl sonra sevgilisi ile birlikte yaşamaya başladığını, Hollanda'da eşcinsel evliliğinin yasallaştığı 2001 yılında da evlendiğini belirtiyor. Gert HEKMA 1975-1980 yılları arasında eşcinsel hareketinin aktif katılımcısıydı. Daha çok eşcinselliğin tarihi ve sosyolojisi üzerine çalıştı, "Cinsellik ve Toplumsal Cinsiyet" dersleri verdi. Amsterdam Üniversitesi'nin Gey-Lezbiyen Çalışmaları bölümünde 1984'ten bu yana öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Elisabeta Zelinka Macaristan'da d o ğ d u . Budapeşte Orta Avrupa Üniversitesi'nde görev yapıyor. Jon Martin Larsen Norveç'te çeşitli ulusal gazetelerde 12 yıl çalıştı. Halen Dagsavisen gazetesinde suç, terör ve azınlıklar üzerine yazıyor; eşcinsel evliliği, eşcinsellerin evlat edinmesi gibi konularda yaşanan gelişmelere köşesinde yer veriyor. Yedi yıldır da Norveç'te özel bir üniversitede gazetecilik dersleri veriyor.
Martin Christensen Danimarka Geyve Lezbiyen Ulusal Örgütü (LBL) gönüllüsü. Şu anda bir işveren derneğinin halkla ilişkiler bölümünde çalışıyor ve bir derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Mike Upton Queer Mutiny Bristol kolektifinin bir üyesi. Avrupa'daki queer aktivizmi üzerine Manchester Üniversitesi'nde doktora yapıyor. Şylvia Jaen & Ignacio Paredero İspanya Lezbiyen, Gey, Transeksüel ve Biseksüel Federasyonu (FELGT) üyeleri. Karen Busby 1982'de Kanada'daki feminist hareketi ve LGBT örgütlenmelerinde aktif olarak yer almaya başladı. 1988 yılında Manitoba Üniversitesi'nde Hukuk Profesörü oldu. Cinsel şiddet ve aile içi şiddet, müstehcenlik yasası, insan hakları yasaları, eşcinsel ilişkilerinin ve evliliğinin tanınması, evlat edinme ve cinsiyet değiştiren ya da değiştirmek isteyen kişilerin hakları gibi pek çok konuda gündeme gelen yasa reformu projelerinde ve davalarda görev aldı. Halen Kanada'nın en büyük LGBT organizasyonu olan Egale Canada'nın yönetim kurulu üyesi. John Fisher ARC International Müdür Yardımcısı. Kanada'da, "nefret suçlan", "ayrımcılık", "aynı cins evlilik" ve "göç hakkı" gibi konularda çalıştı. Cenevre'de yaşıyor ve ARC International örgütüyle Amerika'daki LGBT haklarını daha iyi bir noktaya getirmek için çalışmalar yapıyor.
Madeleine Gobeil:"Çiçeklerin Meryem Anası" adlı kitabınız, ki bazıları sizin başyapıtınız olduğunu söylüyorlar, bir hücredeki uzun bir mastürbasyonun şiirsel anlatısı. O dönemde şiirin "Boku kullanma ve size yedirme sanatı" olduğunu söylüyordunuz. Okurdan hiçbir tasviriri esirgemiyorsunuz. Erotik dil hazinesinin tüm kelimelerini kullanıyorsunuz. Çiftleşmeyle son bulan dinsel törenlere bile değiniyorsunuz. Sansürle başınız hiç derde girmedi mi?
Jean Genet: "Müstehcen" denen kelimelerle ilgili şunu söyleyebilirim: bu kelimeler varlar. Eğer var iseler onları kullanmak gerekir, yoksa onları icat etmeselerdi. Ben olmasaydım bu kelimelerin larvamsı bir var oluşları olurdu. Büyük bir sanatçının rolü, her kelimeyi değerlendirmektir. Eskiden şiirle ilgili olarak verdiğim tanımı hatırlattınız bana. Bugün şiiri bu şekilde tanımlamam. Eğer dünya hakkında bir şeyler -pek büyük bir şey değil- anlamak istiyorsak hınçtan kurtulmak gerekir. Hâlâ topluma karşı biraz hınç duyuyorum, ama giderek daha az, ve umarım bir süre sonra hiç hınç duymam. Aslında umurumda değil. Fakat bunu yazarken, hıncın etkisi altındaydım ve şiir aşağılık olarak nam salmış maddeleri soylu olarak kabul edilen maddelere dönüştürmekten, bunu da dil aracılığıyla yapmaktan ibaretti. Bugün sorun tamamen farklı. Artık beni düşman olarak ilgilendirmiyorsunuz. On, on beş yıl önce size karşıydım. Şimdi ne sizdenim ne siz karşı, sizinle aynı anda varım ve derdim size karşı çıkmak değil, sizin de benim de içinde birlikte kıstırılacağımız bir şey yapmak. Okurlar kitaplarımdan cinsel bakımdan etkileniyorlarsa bunun nedeni kötü yazılmış olmalarıdır diye düşünüyorum bugün, çünkü şiirsel heyecan o kadar güçlü olmalıdır ki hiçbir okur cinsel bakımdan heyecanlanmasın. Kitaplarım pornografik yazılar oldukları ölçüde, onları inkâr etmiyorum, incelik göstermekten yoksun olduğumu söylüyorum. Nisan 1964, Playboy (Açık Düşman - Jean Genet, Metis Yayınları)
"Basın ve yayın yoluyla müstehcen görüntü yayınlamak" suçlamasıyla dava açıldı. 28 Aralık 2006 tarihinde görülen ve Kaos GL Dergisinin dernek adına sahibi
12. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 21.07.2006 tarihli kararıyla matbaadan geldiği gün el konulmuş ve dergi "pornografik" bulunarak toplatılmışti.
Kaos GL'nin Yaz 2006 tarihli 28. sayısında Taner Ceylan imzalı Taner Taner adlı resmi yayınladığı için Kaos GL'ye
ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner'in yargılandığı dava 28 Şubat 2007 tarihine ertelendi. Dergiye, Ankara