Janis Joplin
Anais Nin
Biseksüel rock şarkıcısı. Kendini şarkılarıyla yaratabilen eşsiz bir blues ustası. 19 Ocak 1941'de Texas'ta dünyaya gelen Joplin, 1962'de ilk blues ve rock şarkılarını söylemeye başladı. Walter Creek grubuna dahil olduktan sonra bir yarışmada derece aldı. Bu olay Joplin'in hayatını değiştirdi. 1967'de en iyi performansını verdiği Monterey Pop Festivali'nde adını iyice duyurdu. Grubuyla aldıkları albüm teklifi üzerine çalışmaya başladı ve 1967'de grupla aynı adı taşıyan 'Big Brother & The Holding Company' albümü piyasaya çıktı. 1968'de çıkardığı 'Cheap Thrills' albümü rock tarihinin en iyi albümlerinden biri olarak anılır. Best Of niteliği taşıyan albümün baştan sona hit'lerle doludur: 'I Nedd a Man to Love', 'Summertime', 'Piece of My Heart', 'Oh Sweet Mary' ve 'Ball And Chain'. 1969'da gruptan ayrıldı ve efsane grubu 'Kozmic Blues Band'i kurdu. 1969'da bu grupla 'I Get Dem Ol Kozmic Blues Again Mama' isimli albümü çıkardı. Albümden öne çıkan parça sayısı bir önceki albümle kıyaslanınca iç açıcı değildi ama Joplin'in sesi her şeyi kotarmaya yetiyordu. 1970'de Full Tilt Boogie Band'i kurdu. 'Pearl' albümü çok kısa bir sürede kaydedildi. Albüm Joplin'in hayata ve müziğe vedası niteliğindeydi. Joplin, parçalarının çoğunu yaşamına giren insanlar için hazırladığını söyledi. 4 Ekim 1970'de Hollywood'da bir otel odasında ölü bulundu. Ölüm nedeninin aşırı dozda uyuşturucu kullanımı olduğu açıklandı. Janis Joplin, iddialı, baskıcı kişiliği ve sahnedeki rahat, azgın tavırlarıyla rock müziğinde kadının günümüzdeki yerine ulaşmasında da büyük rol oynadı.
"Sınırları geçmek, bütün kimlikleri silmek istiyorum. Kişiyi tek bir kalıba, tek bir mekâna sokuşturan, sonsuzcasına değişim umudu olmaksızın mıhlayan her şeyi ortadan kaldırmak istiyorum.” - Aşk Evindeki Casus
Sappho
Bound
“Bir tek kız olsun yoktur Güzelliğinle boy ölçüşecek.”
Dünyanın bilinen ilk kadın şairi. Cevat Çapan'a göre "şiire kişisel sesi getiren ilk büyük şair". Bugün Midilli denilen Lesbos adasında dünyaya geldi. Evlendi ve birçok şiirini adadığı Kleis adında bir kızı oldu. Soylu bir kökenden gelen Sappho, Tiranlarla çatıştığından, bir süre Siracusa'ya kaçmak zorunda kaldı. Geriye döndüğünde, kendilerine sınıflarına yaraşır müzik, edebiyat ve dans dersi verdiği kibar genç kızlardan bir çevre oluşturarak, onları Afrodit ve Musa törenlerine soktu. Yaşadığı dönemin yalnız şiir kurallarını değil, ahlak kurallarını da hiçe sayan Sappho, şiirlerinde köpüklerden doğmuş aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit'e övgüler yağdırıyor, aşık olduğu genç kızlara sesleniyor, tutkusunu en yalın biçimde dile getiriyordu. Bu şiirleri bir ten ve ruh öyküsünü anlatır. Dokuz kitapta toplandığı söylenen şiirleri, tahrip edilen bir kilisede tesadüfen bulunarak, MS 1000 yılında aslına sadık kalınarak çoğaltıldı. 1073'te, bu kopyalardan büyük bir bölümü, İstanbul'da VIII. Papa Gregory'nin emriyle yakıldı. Şiirlerinin pek çoğu, Mısır'da çürümüş papirüs parçalarında bulunarak kurtarıldı. Sappho, gerek kendisi, gerekse dostları hakkında ve tiran politikacılar ve sürgünler için, dürüstçe, içtenlikli, yansız ve sarsıcı bir şekilde yazdı. Şiirlerinin çoğu kişisel yaşantıyı yalın bir dille anlatan mektup niteliğindedir. Yaşamı gibi ölümü de efsaneye dönüştü. Sevdiğinden karşılık almadığı için intihar ettiği söyleniyor.
Biseksüel yazar. Aşık kadın. Akıllı ve bulanık, fantezilere düşkün ve çileci, büyücü. 1903'te Paris'te dünyaya geldi. On sekiz yaşına gelmeden, sonradan kendisinin deyimiyle 'banka kokacak' olan Hugh Guiler ile evlendi. Hugh'ın bir arkadaşı onu yazar Henry Miller'le tanıştırdı. Hayatının en büyük kırılmasını da burada yaşadı. Miller ve eşi Jude'la yaşadığı aşk üçgeni arasında yaşanan karmaşık ilişkiler, Henry'nin June'dan boşanmasıyla sona erdi. Anais Nin, 1932'den 1934'e dek uzanan bir dönemi kapsayan Günce'sinin en güzel sayfalarını Henry Miller'e adarken, Miller 1932 yılında Nin'e tam dokuz yüz mektup yolladı. Miller'le evlenen Anais aşkı arayışını herkese ve ahlak kurallarına rağmen sürdürdü. Antonin Artaud, Brassai, Otto Rank, Andre Breton ve Louise Nilmarin'i tutkuları peşinden sürükledi. Broklyn'deki mahzende toprağa gömülmüş, itiraflarla dolu 45 bin sayfalık, 50 yıllık günlüğü 60'lı yıllarda keşfedildiğinde kadınların 'incil'i sayıldı. Günlüklerinde ve kitaplarında gizli yaşamının hiçbir tarafını saklamadı ama yaşamını kurnazca ve kadınsı bir içgörü ve lirizm ile paylaştı. Anais Nin aşkı, tutkuyu, gücü, çelişkiyi, yalnızlığı, tende ve duyguda özgürleşmeyi yazdı. Hayatta cevabını bulamadığı soruları yazıda sordu. 1977 yılında yakalandığı kanser sonucu yaşama veda etti.
Yönetmen: Larry Wachowski, Andy Wachowski Oyuncular: Jennifer Tilly, Gina Gershon, Joe Pantoliano Senaryo: Andy Wachowski, Larry Wachowski 1996, ABD, 109 dk.
Corky - Ne yapıyorsun? Violet - Belli olmuyor mu? Seni tahrik ediyorum. Corky - Neden? Violet - Çünkü öyle istiyorum. Mafyanın adamı Ceasar'ın sevgilisi olarak yaşadığı lüks apartman dairesinin girişinde göz göze geldiği, komşu dairenin tamirat işleri ile uğraşan, hapisten yeni çıkmış Corky'e tutulur seksi görünümlü, kısık sesli Violet. Vahşi işkence seansları ve kanlı hesaplaşmaların ortasında tutkulu bir birlikteliği yaşayacak olan bu iki genç kadın, mafya patronuna teslim edilecek iki milyon doları çalmak üzere bir plan kurarlar, ancak Thelma ve Louse'inkine benzer bir kaçışı gerçekleştirmek pek kolay olmayacaktır. Mafyanın kirli parasını aklayan Chicago'lu gangsterlerin dünyasında yaşanan tutkulu bir aşkı merkeze alan film, 1940'ların gangster filmlerinin geleneksel tipleri ve karmaşık olay örgüsünden yola çıkıyor. Wachowski kardeşlerin Matrix öncesi bu kara film denemelerinde çok çekici ve çarpıcı Jennifer Tilly sinema tarihinin en etkileyici femme fatalelerinden birine dönüşürken 'butch' Corky rolünde Gina Gershon baştan çıkarıyor. 90'ların sinemasında lezbiyen aşkın sembolleri olan ikili perdeyi adeta yakıyor.
ibi a Sah i adın Ersoy erneğ u D rc L u G B org Kaos aosgl. rcu@k oyabu ve ü üdür ni leri M Yazı İş ın Yönetme l u l m u y Ya Sor ükse Genel Uğur Y org l. kaosg ugur@ rulu u K n Yayı l, Ali Ero Ersoy, u rc u B Güner Umut rı manla Danış , Hukuk kan Yıldırım Av.Ha ya Aydın, Av.O Öz semin Av.Ya m Tasarı Sayfa Birant Emir rg o l. kaosg emir@ rü a rdin tö s Koo lu Finan ail Alacaoğ m İs l.org kaosg l@ i a m is lusu Sorum Abone emih Varol S sgl.org @kao semih r nanla a bulu Katkıd Aksu Bora, r, ça Öre Gİ, Ay AMAR an Safoğlu, y k ır, ,A üzkan er Çak Ayşe D inistler, Baw Yıldız, Fem eniz lı D , ra , a a y Ank lıçka ürkiye use Kı insel T urk, BİA, B anbay, Eşc -T G , l ru Ebru H Funda Tuğ ER, , KAM or, Filmm nbul, KADAV istanbul, a a t d s b İ ı m Gac Işık, r, La L İzmi . Nazik el, Kaos G at, RFSL, S nc çin Tu n, ay e H S e , b a Pem elica anov Salih C Doğan, Sürm ürge, Süp Selen Uçan z, t, e k ere emin Ö Tarık B zakın, Yas şaran Ba m i Ülkü Ö ş e Y i im Yer Yönet s GL Kao 12 arı 29/ al Bulv A fa Kem ay - ANKAR a t s u 58 Gazi M 06440 Kızıl 23 0 03 7 . 2 1 3 0 62 7 n: +90 Telefo +90 312. 23 gl.org Faks: ditor@kaos sgl.org ta: e E-pos p://www.kao htt : L R lik U Abone li bede e n o L yı) ab 45 YT k ( 6 sa i 1 yıllı deli ne be $ Yurt iç o b a 0 ıllık ışı 1 y 45 € ya da 5 Yurt d ar e y as 1 ing or 50 $ r 45 € to the follow nt e f s n , tra i od ccou Please cription per bank a besi Şu subs işehir n e Y ı as 97054 ti Bank No: 411 62 309 . Garan 089 9 : TL Hs o N s. 4 USD H No: 909033 s. EUR H 5 1 0 5 1302 ISSN i Resm Kapak ichler P lo i P Tarihi Basım 007 2 5 Mart Baskı evi ı Basım Ayrınt Bölgesi i y na 105 ize Sa Organ 0. Sok. No: İvedik nkara d. 77 A a C m . ti 8 s 2 O 0 4 55 9 12. 39 n: 0 3 Telefo ü Tür Yayın reli sü Yerel 00 7 isan 2 Mart-N e teklerd yılık is . Tek sa gönderiniz ulu osta p p k 'li L e re v 5 YT ültecile lir. lara, m eri Tutsak cretsiz gönd ü ere GL, cinsell ş s e o a + K HIV biyen z e L e Gey v şma Kaos ve Dayanı ır. ıd lar ştırma süreli yayın a r A l e n Kültür Derneği'ni
Kaos GL’den kışın soğuğunda güvercin telaşıyla uğur yüksel
Kış geldi. Kış çok soğuk geldi bu kez. Hrant Dink'in öldürülmesi bildiğimiz ama ne zamandır görmezden geldiğimiz, belleksizliğimize yenik düştüğümüz pek çok şeyi hatırlattı. Gidilecek yollarımız daha da uzadı. Sis çoğaldı. Karanlık bastı. 2007 kederle başladı. Ankara'nın sokakları ve caddeleri yetmiyormuş gibi şiddet evlerin içine kadar sızdı. Travesti ve transeksüeller Eryaman olaylarıyla iyice hortlayan transfobiyle evlerinde de karşılaştı. Haraç almak isteyen kişilerce evleri basılan ve ölüm tehdidiyle karşılaşan travesti ve transeksüeller Pembe Hayat Derneği'nin düzenlediği eylemlerle Perşembe günleri Yüksel Caddesi'nde 'sessiz' eylemler düzenlediler. İlk iki ay böyle geçti. Şimdi sırada 28 Şubat'ta düzenlenecek Kaos GL'nin 'ahlaksız' davası var. Gelecek sayıda ayrıntılarını okuyacağınız dava Kaos GL'nin toplatılan 28. sayısı nedeniyle Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner'e açılmıştı. Pornografi'nin tartışıldığı dergide sanatçı Taner Ceylan'ın resminin kullanılması nedeniyle 'genel ahlak anlayışı'na uymadığımız 'birilerince' tespit edilmişti. Kederle başlasak da umut etmeyi istiyor insan ve ikiyüzlü ahlakın görülebilmesini diliyor. *** Yeni senenin bu ilk sayısını feminizme ayırdık. Feminizmin Türkiye'de eşcinsel hareketle nasıl birleştiğini ya da ayrıldığını tartışalım istedik. Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler bize feminizmin gidilecek tek yol olduğunu gösterdi. Eşcinsel hareketin içinde özgürleşeceği tek ülkeydi burası. Madem öyle, bu ülke Türkiye'de niye kurulamadı ve biz eşcinsellere yollar hep kapandı? Son yıllarda pek çok feministin ve kadın örgütünün eşcinsel örgütlenmeyle ilişki kurduğunu, ortak sözü söylemek için yanımızda durduğunu görüyoruz. Peki, bu yeterli mi? Birlikte yürümedikçe bu yollar denize varacak mı? İşin bir de eşcinsel kadınlar cephesi var. Lezbiyen ve biseksüel kadınların feminizmle birlikteliği, yan yanalığı ne kadar? Her eşcinsel kadın feminist olmak zorunda mı? Lezbiyen ve biseksüel kadınların örgütlenme sorununda feminizm çözüm olabilir mi? Feminizm ve eşcinsellik denilince önümüzdeki sorular da çoğalıyor. Bu dosya elbette bu soruların hepsine yanıt vermeyecek. Ama hiç değilse soruların görünürlüğünü kolaylaştıracak. Var olanı ve gelecek planlarını tartıştığımız bu dosya umarız adımları sıklaştırıp yollarımızı biraz da olsun kısaltır. *** “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak” diyordu 'Ruh halimin güvercin tedirginliği' adlı yazısında. “Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım? Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.” Hrant Dink öldürüldü. 2007 hepimiz için zor bir yıl olacağa benziyor.
LGBT Gündem Kaos GL okurlarının oylarıyla düzenlenen “Yılın En'leri Anketi” sonuçlandı. 2006 yılında Türkiye ve dünyada eşcinsel harekete damgasını vurmuş olayların ve kişilerin değerlendirildiği ankette “Yılın madisi” Tarkan seçildi. Anketin sonuçları ise şöyle: 2006'nın en şugar olayı Türkiye Pembe Hayat ile Bursa Gökkuşağı derneklerinin kapatılması yönündeki talebin reddedilmesi. 2006'nın en şugar olayı Dünya 'Brokeback Dağı', 'Transamerica' ve 'Capote'nin Oscar ödüllerinde yarattığı etki. 2006'nın en madi olayı - Türkiye Gökkuşağı Derneği'nin kapatılma talebine karşı Bursa'da yapılmak istenen yürüyüşün linç girişimiyle engellenmesi. 2006'nın en madi olayı - Dünya Rusya'daki Pride yürüyüşünün polis ve milliyetçi protestocular tarafından saldırıya uğraması. Rusya'da uğradıkları haksızlıklara dikkat çekmek için yürüyüş düzenlemek isteyen eşcinsel hakları savunucularının polis ve milliyetçi protestocular tarafından saldırıya uğramış, 120 kişi gözaltına alınmıştı. Yılın madisi "Homoseksüeller, çocuklukta yaşadıkları sorunlar yüzünden öyleler ama bu insanlar psikanalizle kendilerini düzeltebilirler” diyen şarkıcı Tarkan.
6
Kaos GL'nin “İnsan Hakları Mekanizmalarının LGBTT Bireyler için Etkin Kullanımı” adlı projesinin ilk eğitimi 10-11 Şubat 2007 tarihleri arasında Ankara'da yapıldı. Eğitime Kaos GL, Kaos GL İzmir, Pembe Hayat ve Lambdaistanbul’da temsilciler katıldı. Ulusal ve uluslararası insan hakları mekanizmaları hakkında kapasite artırmayı amaçlayan bu proje, Türkiyeli eşcinsel örgütlerin insan hakları mekanizmalarını etkin kullanmalarını da hedefliyor. Örgütler, 10-11 Mart 2007 tarihleri arasında Ankara'da gerçekleşecek ikinci eğitimin ardından eşcinsel bireylere yönelik uygulanan insan hakları ihlallerini kayıt altına almaya başlayacaklar. Bireylerle yapılan görüşmeler ve medya takibi ile toplanan bu kayıtlar yıl sonunda rapor haline getirilecek.
Yılın madi lafı Bursasporlu Esnaf ve Sanatkarlar Derneğinin Başkanı Fevzinur Dündar'ın belleğimizden silinmeyecek sözleri : "Bursa evliyalar ve padişahlar şehridir. Böyle toplum dışı insanların yürüyüşlerine sahne olacak kadar adının kirleneceği ve kirlenmeyi hak ettiği bir şehir değildir. Kesinlikle engel olacağız. Bu yürüyüş için kanuni yönden belki bir şey yapılamamıştır. Ama toplumsal açıdan bizler bunun karşısında olacağız ve gerçekleşmesini engelleyeceğiz. Bursa böyle kimliği belirsiz lanet insanların cirit atacağı bir şehir değildir.” Dündar'ın sözleri Bursa'daki linç girişimini hazırlamıştı. Yılın şugarı Basının ne zaman evlenecekleri sorusuna “Amerika'daki tüm eşcinsellere evlilik hakkı verilince,” yanıtını veren Angelina Jolie ile Brad Pitt. Yılın LGBTT filmi Brokeback Dağı Ang Lee Jake Gyllenhaal ve Heath Letger'ın başrolü paylaştığı ve iki kovboyun aşkını anlatan bu Ang Lee trajedisi 2006'da yüreğimizi en parçalayan film olmuştu. Yıl içinde yarattığı saçma sapan tartışmaları bir yana bırakın, 'Brokeback Dağı' ne zamandır gördüğümüz en güzel eşcinsel aşk filmiydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı filmin Türkiye'deki ticari gösterimine 18 yaş sınırlaması getirmesi de yılın en saçma sapanlarındandı. Yılın LGBTT kitabı Brokeback Dağı - Annie Proulx 1993 Pulitzer ve 1994 National Book Ödülü sahibi yazar Annie Proulx yılın filmi 'Brokeback Dağı'nın öyküsünün de yaratıcısıydı.
1994'ten beri radyoculuk anlayışına yeni bir soluk getiren Radyo ODTÜ, Kaos GL'nin de sesi olacak. Türkiyeli eşcinsel bireylerin insan hakları konusunda bilinçlerini yükseltmek ve kamuda bu konuda farkındalık yaratmayı amaçlayan “Hayatın Renkleri” projesi dahilinde gerçekleşecek radyo programları 2 Eylül'de başlayacak. Aileden eğitime, medyadan çalışma hayatına pek çok alanda eşcinsel görünürlüğünün konuşulacağı programlara alanında uzman isimler katılacak.
LGBT Gündem Bursa Gökkuşağı ve Lambdaistanbul derneklerinin başvuruları sonuç verdi. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararına göre Bursasporlu Esnaf ve Sanatkarla Derneği’nin başkanı Fevzinur Dündar, TCK'nin 218'inci maddesine dayanarak "halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve sevk"ten yargılanacak. Meraklısına: "Bursa evliyalar ve padişahlar şehridir. Böyle toplum dışı insanların yürüyüşlerine sahne olacak kadar adının kirleneceği ve kirlenmeyi hak ettiği bir şehir değildir. Kesinlikle engel olacağız. Bu yürüyüş için kanuni yönden belki bir şey yapılamamıştır ama toplumsal açıdan bizler bunun
8
karşısında olacağız ve gerçekleşmesini engelleyeceğiz. Bursa böyle kimliği belirsiz lanet insanların cirit atacağı bir şehir değildir. Emniyet yetkililerine, valiliğe ve siyasilere sesleniyorum; bu insanların linç edilmesini istemiyorlarsa tutum ve hareketlerini netleştirsinler. Her maç öncesi Atatürk Stadı'na yaptığımız yürüyüşümüzü de eşcinsellerin yürüyüşü ile aynı saate ve güzergâha aldık. Koskoca Bursa'da 300 kişiyi yürütmeyeceğiz. Biz 5 bin kişi olacağız. İstiyorlarsa gelsin, yürüsünler.” Bu sözler, 6 Ağustos 2006 tarihinde Bursa Gökkuşağı Derneği'nce yapılmak istenen protesto yürüyüşünün Bursaspor forması giyen saldırganlarca engellenmesine neden olmuştu.
İtalyan transeksüel milletvekili Vladimir Luxuria, Haziran ayında Lambdaistanbul'un düzenleyeceği Onur yürüyüşüne katılacağını açıkladı. Yeniden Komünist Yapılanma Partisi (YKYP) milletvekili Luxuria yaptığı açıklamada, "Bu yürüyüş, lezbiyenlik, eşcinsellik ve transeksüellik gibi gerçekliklerin de, Batı dünyasında bir zamanlar hüküm sürmüş olan sessizlikten kurtulup açığa çıkmalarını sağlayacak" diye konuştu.
16 Ocak gecesi Ankaralı travesti ve transeksüeller saldırıya uğradı. Satırların ve bıçakların kullanıldığı saldırıda 4 kişi ağır yaralandı. 13 Şubat'ta transeksüel Neşe Yalçın evinde öldürüldü.
Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği’nin travesti ve transeksüellere yapılan saldırıları protesto etmek için her Perşembe akşamı Yüksel Caddesi'nde düzenlediği sessiz oturma eylemi sona erdi. Dernek, 2006 yılının Nisan ayında Ankara Eryaman'da başlayan ve uzantısı olarak Ankara merkezinde travesti ve transeksüellere hakaret, taciz, tecavüz, dayak, gasp biçiminde, ölüm ve şantaj korkusu yaşatan şiddet olaylarına ilişkin soruşturmada olumlu gelişmeler yaşanması nedeniyle 5 Şubat’ta protesto eylemini sonlandırdı. Meraklısına: Pembe Hayat, yaptığı açıklamada “Bu olumlu gelişmeler Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği'nin kurulması ve örgütlü mücadelesinin bir sonucudur. Şiddetin son bulmasına yönelik bu önemli hukuki gelişmeler dolayısıyla bir süredir yapmakta olduğumuz protesto eylemlerine son veriyoruz” dedi.
LGBT Gündem Kaliforniya eyalet valisi Arnold Schwarzenegger, eşcinsel evlilikleri yasalaştıracak herhangi bir yasa teklifinin yeniden sunulması durumunda bu teklifi veto edeceğini söyledi. Schwarzenegger bu yasanın, valinin ya da yasama meclisinin çıkaracağı bir kanun olması yerine tüm eyaleti kapsayacak bir seçimle belirlenebileceğini belirtti. Meraklısına: 2005'in Haziran ayında Kaliforniya Meclisi, eşcinsel evliliklerin yasalaşmasını öngören ilk kanunu geçirmiş ancak yasa Schwarnegger tarafından veto edilmişti.
Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı gey, lezbiyen, biseksüel ve transeksüellerin korunmasını sağlamak amacıyla polis sayısını artıracağını açıkladı. Bakanlığın yeni yayınladığı kılavuz, sistemdeki kamusal emniyetin artırılması ve kriminal adalet sisteminin hızlandırılmasını da tavsiye ediyor. Meraklısına: İçişleri Bakanlığı tarafından sunulan bir rapora göre, 2005 yılında Londra'da homofobiyi de içeren 1000'den fazla olay meydana geldi. Bununla birlikte, toplam vakaların %90 gibi büyük bir kısmının da makamlara bildirilmemiş olabileceği belirtiliyor.
Eski Amerikan Basketbol Birliği (NBA) oyuncusu John Amaechi ‘Man in the Middle’ adlı otobiyografik kitabında eşcinsel olduğunu açıkladı. Dünyanın en ünlü basketbol liginde geçirdiği altı sezonluk yaşantısının bütün detaylarına yer veren Amaechi gey olduğuna dair açıklaması ile spor tarihindeki açık ilk gey basketbol oyuncusu oldu. Amaechi'nin kimliğini açıklamasının ardından bir radyo programında konuşan NBA oyuncusu Tim Hardaway, eşcinsellerden nefret ettiğini söyledi. NBA'dan açıklama ise gecikmedi: “Bu homofobik yaklaşımından dolayı Tim Hardaway NBA'yı hiçbir şekilde temsil edemeyecektir.” Meraklısına: Basketbol tarihinin ilk açık eşcinseli geçtiğimiz sene cinsel kimliğini açıklayan kadın basketbolcu Sheryl Swoopes'tur.
9
Çalışmalarını on yedi senedir sürdüren Çek eşcinsel derneği Gay Iniciativa kapandı. 1 Temmuz 2006'da eşcinsel çiftlerin nüfus kaydı ile ilgili yasa tasarısının çıkarılmasını sağlayan örgüt, 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren varlığını resmi olarak sonlandırdı. Eski dernek başkanı Jirí Hromada bu konuda "1993 senesinde kendimize hedef koyduğumuz amaçların çoğuna ulaşmış bulunuyoruz" açıklamasını yaptı. Meraklısına: Gay Iniciativa’nın bazı üyeleri ise danışmanlık hizmetlerine Devam edeceklerini söylediler.
İngiltere'deki OnePoll araştırma enstitüsünün internet üzerinden düzenlediği ve beş bin eşcinselin katıldığı anketin sonuçlarına göre Kylie Minogue tüm zamanların en büyük 'gay ikonu' seçildi. Ankette Madonna ilk üç sırada yer bulamazken, ikinci sırada Dolly Patron, üçüncü sırada ise İsveçli grup ABBA yer aldı. Meraklısına: Listenin bir diğer 'gay ikonu' 21. sırada yer alan Barbie'ydi.
LGBT Gündem İtalyan modasının devlerinden Dolce & Gabbana'nın Gabbana'sı, eşcinsel haklarını tanımakta geciktiği için Vatikan'a çattı. Stefano Gabbana verdiği bir demeçte "Vatikan hiyerarşisi, geleneksel aile anlayışına ters düştüğüne inandığı kesimle her gün savaşıyor" dedi. Vatikan'ın, Katolik oylarını kaybetmekten korkan politikacıların eşcinsel evliliği serbest bırakacak yasaları çıkarmasını engellediğini söyleyen Gabbana, "Fiili beraberlikler korunmalı. Katolik Kilise aşka karşı savaşıyor" yorumunu yaptı.
İngiltere Futbol Federasyonu eşcinsel haklarını korumak adına futbol stadyumlarında "İbne hakem" tezahüratlarının yapılmasını yasakladı. Premier ligin tüm takımlarının imzaladığı kurallara göre, tezahüratı yapan taraftar grubu polis tarafından tutuklanacak.
Meraklısına: Federasyon sözcüsü, "Şimdiye kadar ayrımcı tezahürata bu işlemler uygulanıyordu. Ancak bu kararla geyler korunmuş oldu" dedi.
Meraklısına: Domenico Dolce ve Stefano Gabbana geçtiğimiz aylarda özel bir çekim için objektiflerin karşısına geçti. Çılgın ikilinin W dergisine verdiği pozlar
10 Rusya'nın ikinci büyük kenti St. Petersburg'daki bir askeri birlikten firar eden 2 askerin iddiaları ülkeyi karıştırdı. Firari askerler, acemi erlerden üstleri tarafından sürekli para talep edildiği, para verenlerin kurtulduğu ancak vermek istemeyenlerin elektrikli ve coplu işkenceye maruz kaldığını ileri sürdüler. Parası olmayan askerlerin sokaklarda dilencilik yaptıklarını öne süren askerler, "Bazı askerlerse dilencilik yerine fuhuş yaparak birliğe para getirmek zorunda bırakılıyordu. Bunun için askerlerin bir bölümü eşcinsellerin toplandığı 'Katkin Sadik' parkına gönderilirken, diğerlerine müşterilerin telefonları verilerek evlere gitmeleri isteniyordu" iddialarında bulundular.
Berlin Film Festivali'nde 21. yaşını kutlayan, eşcinsel temalı filmlere verilen efsanevi Teddy Ödülleri'nin bu seneki sahipleri belli oldu. Kısa filmlerin yarışmadığı bu sene En iyi film ödülü kadın yönetmen Zero Chou'nun yönettiği Tayvan yapımı 'Ci Quing'e (Spider Lilies) gitti. Festival jürisi, “aşkın sembolik ve çok yönlü yansımalarını, işlenen kayıplık konusunu ve duyguların hatıralarla yeniden yaşanmasını
Bilgi Üniversitesi Gökkuşağı LGBT kulübü kuruldu. Yakın zamanda eşcinsel temalı film gösterimleri, söyleşi, panel ve sempozyumlar düzenleyecek olan kulüp üniversitenin psikolojik danışma birimiyle ortaklaşa çalışıp eşcinsel bireylerin açılma süreçlerinde destek olmayı da amaçlıyor. Meraklısına: Bilgi Gökkuşağı LGBT Kulübü Türkiye'nin ilk resmi üniversite topluluğu.
başarıyla işlediği” için Chou'nun bu ödülü hak ettiğini açıklarken En İyi Belgesel Film Ödülü'nü 1965 yılında gizemli bir şekilde ortadan 'kaybolan' ve ölümü gizlenen pop-art sanatçısı Danny Williams'ı izleyen 'A Walk Into The Sea: Danny Williams And The Warhol Factory'e verdi. Richard Eyre'nin yönettiği, Cate Blanchett ile Judi Dench'i bu sene Oscar yarışına sokan İngiliz yapımı 'Notes on a Scandal' Seyirci Ödülü'nü kazandı.
LGBT Gündem Uluslarası İstanbul Film Festivali, 26. yılında da dolu dolu bir programla sinema seyircisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. 30 Mart gecesi Ferzan Özpetek'in uzun süre birlikte yaşamayı becerebilen çiftlerin ruh hallerini anlattığı son filmi 'Saturno Contro' filmiyle açılacak festivalde “Ustalara Saygı” bölümünde üç eşcinsel yönetmen yer alacak: Rainer Werner Fassbinder, Gus Van Sant, Pier Paolo Pasolini. Alman sinemasının kendine özgü yönetmenlerinden Fassbinder'in filmleri Fatih Özgüven'in küratörlüğünü yaptığı 'Kızgın Taşlara Düşen Gözyaşları' başlıklı bölümde gösterilecek. Bu bölümde Fassbinder'in farklı dönemlerinden filmlerinin yanı sıra onun sinemasını etkileyen ve eserlerinden etkilenen sinemacıların 10 filmi de yer alacak. Diğer bir usta ise Amerikan bağımsız sinemasının etkili yönetmenlerinden Gus Van Sant olacak. Gus Van Sant Festivalde Gus Van Sant'ın ilk uzun metraj filmi 'Mala Noche' ile Türkiye'de henüz gösterime girmeyen ve Kurt Cobain'in son günlerinden esinlerek çekilen 'Last Days'in de dahil olduğu altı filmi gösterilecek. Festival programında 'Şiddetli Bir Hayat' başlığı altında, usta sıfatını tam anlamıyla hak eden İtalyan sinemasının dünya sinemasına armağan ettiği en önemli yönetmenlerden Pier Paolo Pasolini'nin kapsamlı bir retrospektifi yer alıyor. Bu bölümde 'Salo, ya da Sodom'un 120 Günü' filminin çekimi sırasında çekilen Pier Paolo Pasolini görüntülerin de yer aldığı Bernardo Bertolucci'nin kardeşi Giuseppe Bertolucci'nin yönettiği 'Pasolini Next to Us' adlı belgesel de bulunuyor. Yaklaşık 200'e yakın filmin izleyiciyle buluşacağı İstanbul Film Festival'i 15 Nisan'da sona erecek.
Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan 3 bin kişilik grup Londra'da, İngiliz Parlamento binası önünde toplanarak Nisan ayında yürürlüğe girecek olan eşcinselleri ayrımcılıktan korumak amacıyla hazırlanan "Cinsel Yönelim Düzenlemeleri"nin iptal edilmesini istedi. Yeni yasayla, özellikle eşcinsellerin iş yaşamında ve özel yaşamlarında karşılarına çıkan ayrımcı tutumların engellenmesi amaçlanarak, eşcinsel olduğu için işe alınmayan, işten atılan ya da ev kiralayamayanlar, bu yasalarla mahkemeye başvurarak, haklarını arayabilecek. Ancak yasaya karşı çıkanlar, yasaların bunlarla sınırlı olmadığını, dini inanç, ibadet ve özgürlüklerin bu yasalarla kısıtlanacağını, eşcinselliğin bu şekilde desteklenerek gelişmesine yardımcı olunduğunu ifade ediyorlar.
Mayısta Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de düzenlenecek 52'nci Eurovision Şarkı Yarışması'nda Danimarka'yı eşcinsel şarkıcı Peter Andersen temsil edecek. Andersen, 'Drama Queen' adlı şarkısını, bir yıl önce kaybettiği erkek arkadaşına ithaf ettiğini ve milyonlarca izleyeni eşcinsellerin sorunlarına dikkat çekmeyi amaçladığını söyledi. Oylar Peter Andersen'a!
İsveç'in önde gelen eşcinsel örgütü RFSL'nin belediyelere yönelik düzenlediği anketin sonuçları İsveç'teki hoşgörü profilini ortaya koydu. İsveç'in 290 belediyesinin katıldığı anketin sonuçlarına göre yalnızca 9 belediye eşcinsellerin günlük yaşamlarında karşılaştıkları ayrımcılığı ortadan kaldırmak için gerekli çalışmaları yürütüyor. Gothenburg şehrinin birinci olduğu ankette geçer not alan 9 belediye İsveç'in en büyük kentlerini temsil ediyor. Meraklısına: İnsanların farklılıklarına duyulan saygı ve hoşgörü profilini çıkarmayı amaçlayan anket, cinsel yönelimi ve kimliği ne olursa olsun, yönelimlerini ve kimliklerini nasıl ifade ederlerse etsinler insanların eşit haklara sahip olup olmadıklarını sorguluyordu.
Türkiye HIV-AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında Ankara'da gönüllü danışmanlık ve test merkezleri ücretsiz hizmet vermeye başladı. HIVAIDS'e dair sormak istediğiniz her şeyi danışabileceğiniz ve ücretsiz test yaptırabileceğiniz merkezler şunlar: Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kasalar'da Etlik Polikliniği, Libya Caddesi'nde bulunan Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Semt Polikliniği ve Plevne Caddesi'nde hizmet veren Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi.
11
LGBT Gündem Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği resmen kuruldu. 18 Temmuz'da İstanbul Valiliği İl Dernek Müdürlüğü'nün "genel ahlaka" ve "Türk toplumunun aile yapısına" uymadığı gerekçesiyle kapatılması için başvurduğu dernek, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 8 Şubat 2007 tarihli kararıyla özgürlüğüne kavuştu.
Yargıtay, Adana'da bir kadınla ilişki kuran eşinden boşanmak isteyen kocanın boşanma isteğini kabul etmeyen yerel mahkemenin kararını bozdu. Yargıtay'ın kararında, “davalı kadının başka bir kadınla yaşadığı ve bunun evliliği temelinden sarsacak davranış
Eski İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, Monza'daki yerel seçim mitinginde, lideri olduğu sağcı Forza İtalya koalisyonunun 'sapına kadar erkek olduğunu' ima etmek isterken eşcinselleri kızdırdı. İktidardaki solculara atfen "Korkmayın, tüm eşcinseller diğer tarafta" diyen Berlusconi, partisinin adayı Maria Mariani hakkındaki yorumuyla da kantarın topunu kaçırdı. Berlusconi, adayın göbek adının kadın adı olmasına atfen "Kadınların pratik zekasına ihtiyacımız var. Adınız sayesinde bu değerli kadın sezgisini partimize getirebilirsiniz. Zira bu sezgiden erkeklerde yok. Eşcinsellerde ise hiç yok" dedi. Meraklısına: Hıristiyan Demokrat lider Pierferdinando Casini, "Kamuoyundan özür dilemeli", Kültür Bakanı Francesco Rutelli “Münasebetsizlik”, Sağcı eşcinseller derneği Gaylib'in lideri Enrico Oliari, "Bizi küçük düşürdü. Resmen eziyet" dedi.
12 Koyunların beyinlerine elektrot yerleştirerek hormonları dengelediklerini iddia eden bir grup Amerikalı biliminsanı benzer yöntemin insanlarda da denenebileceğini söylediler. Hamile bir kadının koluna takılacak bir hormon bandı sayesinde bebeğin daha anne karnındayken eşcinsel olmasının hormonal dengeyi sağlayarak engellenebileceğini açıklayan biliminsanları “çocuklarının eşcinsel olmasını istemeyen aileler ileride bunu rahatlıkla engelleyecekler” ifadesini kullandılar. Meraklısına: Lezbiyen tenisçi Martina Navratilova, “Bu devirde nasıl böyle homofobik bir çalışma yapılabiliyor anlam veremiyorum” derken biyoetik profesörleri “Bu teknolojinin İran'ın elinde olduğunu düşünün. Homofobik bir dünyaya doğru gidiyoruz. Ailelerin çocuklarının nasıl bir insan olacağına karar vermesi sakıncalı bir durum” yorumunda bulundular.
90'lı yılların ünlü ve sıra dışı modeli olan ve 1997 yılından bu yana DJ'lik yapan Eve Salvail, bir TV şovunda lezbiyen olduğunu açıkladı. Kafasını tıraş eden ilk süper model olarak da tanınan Kanadalı Salvail, Jean-Paul Gaultier'in favori modellerindendi. Meraklısına: Sıradışılığıyla 90'lı yıllara damgasını vuran Salvail, 1997'de podyumu bırakıp DJ'liğe yönelmişti.
Aşk filmlerinin ünlü dağıtımcı firması Lovefilm'in düzenlediği ankette, aşkın şiirini yeniden yazan ‘Brokeback Dağı’ filminin oyuncuları Jake Gyllenhaal ve Heath Ledger'ın öpüştükleri sahne, 'tüm zamanların en iyi öpüşme sahnesi' seçildi. ‘Rüzgar Gibi Geçti’, ‘Tiffany'de Kahvaltı’ gibi klasik aşk filmlerinin de yer aldığı listede ‘Seks Oyunları’ (Cruel Intentions) adlı filmde lezbiyen aşıkları canlandıran Sarah Michelle Gellar ve Selma Blair'in öpüştükleri sahne beşinci sırada yer aldı. Meraklısına: Brokeback Dağı'nın perdeyi yakan öpüşme sahnesi, 2006 MTV Film Ödülleri'nde “en iyi öpüşme” seçilmişti.
LGBT Gündem Amerika'da yayınlanan ve ünlülerin sırlarını anlatan "Celebrity Secrets" adlı kitapta geçen bir iddiaya göre, Amerikalı aktör Rock Hudson eşcinsel olması nedeniyle kendisine teklif edilen ajan rollerini oynayamamış. Gerekçe de Amerikan Federal Soruşturma Bürosu'nun (FBI) bunu istememesi. Kitaba göre FBI'yı 49 yıl yöneten J. Edgar Hoover, eşcinsel olduğu için Rock Hudson hakkında özel dosya açtırmıştı ve her adımını takip ettiriyordu. Dosyada Hudson'ın erkek sevgilileri, bu kişilerle buluştuğu yerler ve katıldığı seks partilerinin aynen yer aldığı söyleniyor. Meraklısına: Kitapta Hudson'ın "A Fine Pair" (1969) adlı filmde bir federal ajanı oynayacağını öğrenmesiyle Hoover'ın stüdyoya baskı yaptığı ve rolü engellediği, "The Seven File" adlı bir başka film projesinde teklif edilen rol için de stüdyoya mektup yazdığı, "Bizdeki bilgilere göre Hudson eşcinsel" dediği de yazıyor.
Ukrayna parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Leonid Grach "kötü" gey ve lezbiyenlerle "savaşılması" gerektiğini söyledi. Komünist milletvekili açıklamasında "Eşcinsellik normal dışı bir şeydir ve insanları ahlaksızlığa ve çürümeye yönlendirir" dedi.
Kaos GL'nin düzenlediği Uluslararası Gökkuşağı Yaz Kampı'na başvurular başladı. 14-22 Temmuz 2007 tarihleri arasında Fethiye, Ölüdeniz'de yapılacak olan kamp tüm gey, lezbiyen, biseksüel ve transgenderlara açık olacak. Türkiye ve dünyadan eşcinsellerin katılacağı kampa kaydınızı yaptırmakta gecikmeyin! Bilgi için adresiniz tabii ki www.kaosgl.org.
5. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali 10 Mart'ta İstanbul'da start alıyor. Bu sene “namus” temasını belirleyen festivalde Türkiye ve dünyadan kadın yönetmenlerin çektiği uzunlu, kısalı filmler gösterilecek. Gösterimlerin ücretsiz yapılacağı festivalde Berrin Balay'ın 'Kadına Ağıt' belgeselini kaçırmamanızı Kadına Ağıt öneriyoruz. Festival'in sonraki rotası Ağrı (24-25 Mart), Diyarbakır (30-31 Mart) ve Van (7-8 Nisan) olacak.
Sivil Toplum Geliştirme Merkezi'nin (STGM) katkılarıyla düzenlenen, Türkiye'nin dört bir yanından eşcinsellerin katıldığı “LGBTT Toplulukları Ağ Oluşturma Çalışması”nın üçüncü toplantısı 11-12 Kasım 2006 tarihleri arasında İstanbul'da yapıldı. Feray Salman'ın kolaylaştırıcılık sağladığı toplantıya Antalya Gökkuşağı, Eskişehir Eşcinsel Oluşumu, Gacı İstanbul, Kaos GL, Kaos GL İzmir, Lambdaistanbul, Pembe Hayat’tan temsilciler katıldı.
Fransa'nın en yüksek mahkemesi bir lezbiyen çiftin evlat edinme isteğini geri çevirdi. Fransa'da resmen kayıtlı çiftler yasasının evlat edinmeye yetki vermediğini açıklayan mahkeme başkanı, evliliğin yolu açılırsa ya da bebeğin biyolojik annesi tüm haklarından vazgeçerse Fransa'da eşcinsellerin evlat edinebileceğini söyledi.
13
,,
LGBT Gündem
Kaos GL Dergisi Yargilaniyor Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği tarafından yayınlanan, Türkiye'nin ilk ve tek eşcinsel yayını olan Kaos GL Dergisi yargılanıyor! İkinci dava 28 Şubat'ta! Ali Erol Kaos GL Kaos GL'nin Yaz 2006 tarihli 28. sayısına, Ankara 12. Sulh Ceza Mahkemesinin 21.07.2006 tarihli kararıyla matbaadan geldiği gün el konulmuş ve pornografinin sorgulandığı, alanında uzman kalemlerin katkıda bulunduğu dergi "pornografik" bulunarak toplatılmıştı. Aralık 2006'da, derginin el konulan sayısına Ankara Cumhuriyet Basın Savcısı Nadi Türkaslan tarafından "basın ve yayın yoluyla müstehcen görüntü yayınlamak" suçlamasıyla dava açıldı ve 28 Aralık'ta Ankara'da görülen mahkemede derginin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner hakim önüne çıktı.
SON DAKİKA 14
İlki 28 Aralık 2006 tarihinde gerçekleşen davanın ikincisi 28 Şubat'ta Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldü. Hakim Mahmet Nuri Öztürk, dergi satışa sunulmadığı için bir suç unsuru taşımadığını belirterek derginin eski Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Umut Güner'in beraatine karar verdi. Aynı karara göre, toplatılan derginin poşet içine girmesi ve “18 yaşından küçüklere zararlıdır” ibaresini taşıması koşuluyla satılabileceği belirtildi. Mahkemeye katılmayan resmin sahibi Taner Ceylan, yazılı ifadesinde resmin ve yazının kendisi tarafından gönderildiğini ancak 18 yaş koruması olmadan yayımlanması için hiçbir izni ve onayı olmadığını söyledi. Karar ve gelişmelerle ilgili ayrıntılı bilgiyi gelecek sayıda okuyabilirsiniz.
Çocuklar rahatça ulaşamaz Güner hakkında 3 yıla kadar hapis cezasının istendiği dava, dergide yer alan ressam Taner Ceylan'ın pek çok galeride sergilenen "Taner Taner" adlı resminden dolayı "Basın ve yayın yoluyla müstehcen görüntü yayınlamak" suçlamasıyla açıldı. Oysa derginin ilgili sayısına, matbaadan geldiği gün, henüz dağıtılmadan el konulmuştu. Dağıtımı ve satışı gerçekleşmemişti. Dolayısıyla "çocukların bile rahatlıkla ulaşabileceği yerlerde korumasız biçimde satılması" söz konusu değildi. Kaos GL dergisinin, ülkemizde de onlarcası yayınlanan "erotik" ya da "pornografik" içerikli dergilerle uzaktan yakından alakasının olmadığı bellidir. Kaos GL olarak yolculuğumuzun ilk yıllarından bugüne eşcinselliğin sadece cinsellikle, cinselliğin de sadece pornografiyle eş görülmesine karşı söz üretmekte ve mücadele etmekteyiz. Açıktır ki "muzır", "müstehcen", "genel ahlak" ablukasıyla boğulmak istenen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gey ve lezbiyenlerin ifade özgürlüğüdür.
İkiyüzlü ahlak “Genel ahlak” yaklaşımıyla iktidar, heteroseksüellere tanıdığı 'pornografiyi tartışma hakkı'nı eşcinsellere tanımıyor. Bugün, cinsiyetçi bir zihniyetle kadın bedeni üzerinden, günlük basında sıradan bir ifade ve görüntü olarak sunulan ifadeler sorun olmazken, pornografinin geylezbiyen cinselliği üzerinden bilimsel, kültürel ve sanatsal eleştirisi, sorgulanması ve irdelenmesinin "genel ahlak"a aykırı bulunması ve "müstehcen"likle suçlanması kabul edilemez. Onlara göre “Eşcinseller, heteroseksüellerin fantezilerini süsleme hizmeti kapsamında pornografinin nesnesi olabilirler ama pornografi üzerine düşünemezler; çünkü bu 'genel ahlak'a karşı isyana kalkışmanın belirtisidir ve tehlikelidir!” Bu anlayış insanları cinsel yönelimlerinden ötürü kategorize ettiği ve ıslah etmeye kalkıştığı için HOMOFOBİKTİR. Düşünme, eleştirme ve tartışma hakkının sınırlarını belirli gruplara yönelik olarak özel olarak belirlediği ve engellediği için AYRIMCIDIR. Biz inanıyoruz ki eşcinseller değil bu pornografik ayrımcı genel ahlak anlayışı değişecektir.
“Bu kokuyu nasıl çıkaracağız?” Övül Durmuşoğlu Sinema Yazarı
28 Aralık'ta görülen, Oya Aydın, Hakan Yıldırım ve Yasemin Öz'ün avukatlığını üstlendiği davanın ilk duruşmasına heteroseksüel, travesti, gey ve lezbiyenlerden oluşan bir grup izleyici olarak katıldı.
Kaos GL dergisinin “Pornografi” sayısının, üstelik de matbaadan çıkar çıkmaz, toplatılması sistemin klasik alan daraltma operasyonlarından biri. Gerek etnisite gerek cinsel yönelim olsun farklılıklarla başa çıkamayan, farklılıkları ezmeye, sindirmeye çalışan zihniyet her tarafımıza sinmiş durumda. Önemli olan bizim üzerimizden bu kokuyu çıkarmak için nasıl stratejiler izleyeceğimiz. Kaos GL dergisi de yayın politikasını pornografi gibi kritik meseleler üzerinde yoğunlaştırarak, farklı gruplarla işbirliği içinde kararlı ve eleştirel tavrını devam ettirmeli. Çünkü görünen o ki eline sopasını, silahını, bayrağını ve tekbirini alan farklı ve eleştirel olanı düşman belleyip şiddetle susturmaya çalışmaya devam edecek. Bkz: Takva'nın yönetmeni Özer Kızıltan'ın Şanlıurfa'da uğradığı saldırı.
“İçselleştirilmiş sansürün etkileri yaygınlaştı”
Alegori ve ironi Avukat Oya Aydın, eser sahibinin Taner Ceylan olduğunu ve söz konusu kişinin kamuoyunda tanınan bir sanatçı olduğunu belirterek savunmasına şu sözlerle devam etti: "Resimde bir alegori vardır; resimde görülen iki aynı kişidir. Resmin adı, 'TanerTaner'dir. Ressam kendisini resmetmiştir. Üstelik resimde ereksiyon halinde bir cinsel birleşme sahnesi yoktur. Ressam Taner Ceylan tarafından yapılan bu yağlı boya resim, Başbakanlık ve Kültür Bakanlığı’nın desteği ile İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen 8. İstanbul Bienali’nde sergilenmiş ve ‘Şiirsel Adalet’ başlıklı kitapta yayınlanmıştır. Ceza Genel Kurulu, 'Müstehcenlik anlayışı toplumdan topluma değiştiği gibi, aynı toplum içinde toplumsal değerlere bağlı olarak da değişikliğe uğramaktadır' demektedir. Dergi, 'pornografi üreten' değil, "pornografi fenomenini analiz eden" bir yayındır."
Bekliyoruz! Mahkemenin vereceği karar için şimdi 28 Şubat 2007 tarihini bekliyoruz.
Meltem Arıkan Yazar Her platformda sansür uygulaması hızlanmış ve tehditler nedeniyle de içselleştirilmiş, sansürün etkileri yaygınlaşmıştır. Bertolt Brecht'in ünlü sözünden yola çıkarak belirtmek isterim ki; "Kime olursa olsun yapılan sansür uygulamalarına karşı çıkmayanlar, yarın kendilerine sansür uygulandığında yanlarında kimseyi bulamayacaklardır."
“Daha da pisleşmemiz lazım” Adnan Yıldız Sanatçı Aslında son derece ironik bir durumla karşı karşıyayız. Kaos GL'nin yaşadığı durum, bürokraside pornografi üzerine düşünüp, araştırma yapmanın kendisini pornografik bulan bir düşünüşün hakim olduğunu ortaya çıkardı. Şaşırmadık! Yani biz ister sanatçı araştırması ister akademik bağlamdan bahsedelim, adamlar bunlara "porno" diyor; ama zaten burası aynı adamın eve giderken yolda Brokeback Dağı'nın kaçak DVD'sini "İbne Kovboylar" adıyla satın alabileceği bir ülke. Tam da bu aşamada, akademik bir bağlam içindeki bir tartışmanın/dosyanın devlet-yargı tarafından ele alınış ve algılanış biçimini vurgulayalım istiyorum. Korsan porno cennetinde pornografinin analiz edilmesine karşı yargının tutumu oldukça ironik. Bizim yapmamız gereken ise sanırım, daha pornografik olmak. we need new perversions, yani daha da pisleşmemiz lazım.
15
Isvec Günlügü 2 İSVEÇ'TE EŞCİNSEL MEDYA KOM UT, QX VE DİĞERLERİ İsmail Alacaoğlu Kaos GL
16
KOM UT ve QX. İsveç'te eşcinsellere yönelik çıkan gazete ve dergi. Adı İngilizce come out, Türkçe 'açılmak', 'dolaptan çıkmak'tan gelen KOM UT yılda 10 sayı çıkıyor ve eşcinsel politika üzerine sıkı sözler kuruyor. QX ise daha çok eşcinsel hayatına yönelik eğlenceli ve 'renkli' bir dergi. İkisinin de takipçileri çok fazla. Yalnızca eşcinsel değil heteroseksüel okuyucuları da var. Ve öyle görünüyor ki yayın hayatları çok ama çooook uzun sürecek. Dünyanın en eski eşcinsel örgütlerinden RFSL'nin yayın organı KOM UT'ün mutfağında çalışanlarla bugünün ve dünün İsveç eşcinsel medyasını konuştuk.
“Böyle bir gazetede her konuda yazabilirsin”
Anna-Maria Sörberg Gazeteci, KOM UT'ün eski editörü. 90'ların başından itibaren ana akım medyanın içindesin. Seni eşcinsel medyayla buluşturan ne oldu? 1998'de Europride'dan sonra farklı kesimlere farklı yollarla ulaşmayı amaçlayan birçok yeni dergi ve gazete çıkmaya başladı. Bunlardan 'Zon' adlı dergiyi birkaç arkadaşımla birlikte, sol ve radikal bir yayın yapan bir medya firmasından destek alarak çıkardık. Başlangıçta Queer perspektifiyle çıkarıyorduk dergiyi ve çalışanların tamamı kadındı. Mümkün olduğunca politik bir yayına dönüştürmeye çalıştığımız Zon'u 8 sayı çıkarabildik. Queer ve feminist bir dergi. Oldukça çekici görünüyor. Peki nasıl karşılandı? Büyük bir ilgi oluştu. Zon, LGBT dünyasında da ana akım medyada da geniş yer buldu. Eleştiriler de aldı. Mesela ana akım medya, queer kültürünü popüler hale getirip sulandırdığımızı söylerken gey ve lezbiyenlerden de derginin “çok politik” olduğu tepkileri geldi. Son üç yıldır da KOM UT'tesin. Zon deneyimiyle KOM UT'te çalışmak arasındaki fark ne? Böyle bir gazetede her konuda yazabilirsin ve bağımsızsın. KOM UT'te çalışmaya başladıktan sonra KOM UT'u yeniden oluşturmak üzere görevlendirildim. Gazetecilik olarak KOM UT RFSL'nin bir yayın organı olmakla birlikte RFSL'den bağımsız. KOM UT, toplumda kamuoyu oluşturmayı amaçlıyor ama bir yandan da örgütün üyelerini güçlendirme işlevini de görüyor. Bunun yanında tüm eşcinsellere yönelik yayınlanan çok politik bir gazete. Ben bu değişik hareketlerdeki farklıkları açığa çıkarmak üzerine odaklandım. Kadın çalışanların ağırlıkta olduğu bir dergi KOM UT. Feminist hareket KOM UT'u nasıl etkiledi? Son yıllarda feminist görüş daha netlik kazanmaya başladı. RFSL de bu netliğin farkında ve resmi olarak feminist bir eylem programı oluşturdu. KOM UT politik bir gazete ve gördüğümüz kadarıyla çok fazla kesime ulaşıyor. Evet. 'Gay friendly' (eşcinsel dostu) pek çok mekanda ücretsiz dağıtılıyor. Gazetenin tirajının yükselmesinin en önemli nedeni eşcinsel cemaati dışındaki insanlara da ulaşmayı başarmış olması.
“Ana akim medyada görünür olduk” Jon Voss QX'un editörü.
RFSL İsveç'in en köklü eşcinsel örgütü. RFSL'nin varlığı eşcinsel hareketi nasıl şekillendirdi? 70'li yıllarda İskandinav ülkelerinde eşcinsel dünyası RFSL etrafında toplanmıştı. O zamanlar ticari eğlence kulüpleri yoktu. Tek bir örgüt vardı; ama bu sadece eşcinsel örgütlerle ilgili bir şey değildi. Diğer alanlarda da örgütlenmeler, dernekler fazla yoktu ve kültürel etkinlikler azdı. İsveç'te eşcinsel medyanın tarihi oldukça gerilere uzanıyor. İskandinav ülkelerinde 1960'lı yıllardan beri geyler için yayınlar çıkarılıyor ancak o yıllarda erkeklere yönelik medyada pornografi geliriyle kendini yürütebilecek bir ilan pazarı yoktu ve dağıtım alanı kısıtlıydı. Senin eşcinsel medya serüvenin nasıl başladı? 80'li yılların başında birkaç arkadaşımla birlikte ticari bir yayınevinde Gay Magazin'i çıkarmaya başladık. Amacımız, pornografik olmayan bir dergi yaratmaktı ve bunu sadece geylere değil tüm eşcinsellere ulaştırmaktı. Amacımıza ulaşamadan, bir sene sonra dergi yayın hayatına son verdi. 1986 yılında Reporter adlı bir gazete çıkarmaya başladık. Maddi sıkıntılar yaşanıyordu ve bu süreçte ücretsiz çalıştık. Reporter'in ana fikri, kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bir dergi olmaktı. O yıllarda hem İsveç'te hem de dünyada HIV gündemdeydi. Ekonomimizin iyileşmesi için tek kaynağımız resmi kurumların HIV ile ilgili verdikleri ilanlardı. Tüm bu şartlar altında amacımız gey toplumu için alt yapı oluşturmaktı. Bunun için hem gey politikayı, hem eğlence dünyasını hem de dünya gündemini hedef almıştık. Başlarda durum iyi değildi ancak sonradan düzelmeye başladı. Yayın hayatını 10 yıl boyunca sürdüren dergi aylıktı ve tirajı 4 ile 5 bini geçmiyordu. Bu da derginin kendi maliyetlerini karşılamaya yetmiyordu.
Pek çok yerde karşımıza çıkan QX var bir de. 1995 yılının ikinci yarısında, Reporter kapanmadan önce, ilave olarak QX'u çıkarmaya başladık ancak daha geniş kitlelere ulaşamamak kendimizi başarısız hissetmemize neden oldu. QX bugün özel bir anonim şirket tarafından yayınlanıyor. Bu dergi için 30 girişimci yatırım yaptı. Başlangıçta kıt kaynaklarla çıkardık ancak 1998 yılında Stockholm'de organize edilen ilk Euro Pride etkinliklerine Avrupa'daki örgütlerden gelen ilanlar büyümemizi kolaylaştırdı. QX'u farklı kılan ne? Düşünce olarak QX daha çok eğlence dünyasına yönelen bir dergi. Bilinçli olarak hem eşcinsel dünyasına hem de heteroseksüel kesime yönelik ünlü insanlar oluşturmaya çalışıyoruz. Kabiliyetli, başarılı eşcinselleri eleştirmeden, överek, göz önüne çıkarmaya ve onlara saygın bir kimlik oluşturmaya çalışıyoruz. “Eşcinsel bireylerin kamuoyunda daha çok görünmelerine yardımcı olarak toplumda daha çok hoşgörü ve anlayışla karşılanmalarını sağlayacağımızı düşünüyoruz ve son yıllarda bunu başardığımızı görüyoruz.” QX'un tirajı 33 bin. Önceleri internet dünyasında çok az yer alırken ziyaretçi sayısı son yıllarda oldukça arttı. Haftada 80 bin ziyaretçisi var. İnsanlar gerek bilgi, gerekse haber almak için kullanıyor bu sayfayı. Ayrıca internette kendilerine ait bir tanışma sitesi oluşturdular. Tüm LGBT topluluğunu buluşturmaya yönelik bir platform oluşturması amaçlanıyordu. Bu sitede tartışma, kulüpler, forumlar çok yoğun bir şekilde kullanılıyor. Sitenin 97 bin üyesi bulunuyor ve 25 bin farklı kulüpte bir araya geliyorlar. QX ve KOM UT'dan başka eşcinsel yayını var mı? Hayır, şu anda yayın hayatına devam eden yalnızca bu iki dergi bulunuyor. Ancak LGBT konuları işleyen feminist gazeteler de var. Bir de gey ve lezbiyenler için internet çok yaygın bir araç haline geldi. Eşcinsel medya ana akım medyayı nasıl etkiledi? Gey ve lezbiyen medyanın ortaya çıkması ana akım medyada bu konuların yer almasında önemli bir rol oynadı. Daha önce ana akım medyada hiç kimse bu konuda bir şey yazmıyordu.
17
Feminizm&Escinsellik Cinsel ve politik kimlikler ortak paydayı sağlayabiliyor mu? Aksu Bora Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Sorunun yanıtını baştan vereyim, ne de olsa polisiye roman yazmıyoruz: Hayır. Feminist hareketle eşcinsel hareketin ortak paydası cinsel kimlikler olamaz. Feminist düşüncenin en radikal ve en heyecan verici yanı, kadın ve erkek olmayı birer “doğal durum” ya da “biyolojik gerçeklik” gibi algılamamızı sorun etmesidir. Toplumsal cinsiyet kavramı, sıklıkla düşünüldüğü gibi bir sosyalleşme sürecine işaret etmez, yani kız ya da erkek bebeklerin sosyalleşmeyle kadın ve erkeklere dönüştüklerini söylemez; aslında böyle bir tespit için toplumsal cinsiyet kavramına ihtiyacımız da yoktur. Söylediği şey, cinsiyet gibi son derece bireysel ve öznel bir durumun toplumsal ilişkilerle ve iktidarla bağlantılı olduğudur. Yani, bizim bireysel düzeyde deneyimlediğimiz cinsiyetin, bütün bir toplumsal düzenle, toplumsal yapılarla ve iktidar ilişkileriyle bağlantısını görmemizi mümkün kılar. Bunu yaptığında, cinsiyeti politik bir konu haline getirir. Bu noktada, artık feminizm bir “kadın hakları savunusu” olmanın ötesine geçer, bütün bir toplumsal düzeni, kadınlığı olduğu kadar erkekliği de, bunlar kadar cinsiyetlendirilmiş hiyerarşileri ve statüleri de alt üst etme imkanını taşıyan bir politik hareket haline gelir. Bunu söyleyerek başlamak, böylece feminizmin “kimlik”lerle değil, toplumsal ilişkilerle ve iktidarla ilgili bir politika olduğunu hatırlatmak istedim. Kadınların ve erkeklerin cinsiyetleri nedeniyle iktidar ilişkileri içinde farklı konumlandırıldıkları, farklı iktidarlarla donatıldıkları doğru ancak bunu söylemek, bu konumların ve donanımların veri kabul edilmesini gerektirmiyor. Tersine, yapmaya çalıştığımız şey, tam da bunların politik anlamını ve sonuçlarını deşifre etmek, değiştirilebilir olduklarını göstermek ve tabii, değiştirmek. Cinsel yönelimin bir “kimlik” haline gelişi, eşcinsellere uygulanan baskı ve ayrımcılık ile ilişkili olduğu kadar, eşcinsel hareketin zorunlu heteroseksüelliği politik bir sorun olarak tanımlaması ile ilişkilidir. Zorunlu heteroseksüellik, bir insanın kendi cinsinden birini arzulamasını, onunla cinsel ilişki kurmasını, bir yatak odası meselesi olmaktan çıkarır çünkü. Birincisi, bunu yaptığında o artık bir eşcinsel olmuştur, ikincisi, eğer eşcinselse, “cinsel kimlik bozukluğu” vardır. O halde, cinsiyetlendirilmiş iktidar ilişkileri içindeki yeri de buna bağlı olarak belirlenecektir. Bu yerin ne mene bir yer olduğuna girmeyeceğim, sadece eşcinsellere yönelik baskının ve her birimizi derinden
etkileyen homofobinin yalnızca bir insan hakları sorunu olmadığını, cinsel arzunun ve deneyimin denetlenmesinin toplumsal düzenin kuruluşundaki temel önemini bir kez daha gösterdiğini söylemekle yetineceğim. Kadınlar ve eşcinsellerin bu ilişkiler içindeki yerleri, yalnızca biyolojik varlıklarına yahut cinsel yönelimlerine göre belirlenmez elbette. Bunlar, sınıf, yaş, eğitim, etnik köken, yaşanan yer… pek çok başka değişkenle birlikte, farklı bileşimler, dolayısıyla farklı donanımlar ve konumlar yaratırlar. Feminist hareket ile eşcinsel hareket arasındaki ortak payda, ikincilleştirilmiş ya da ayrımcılığa uğrayan kimliklerin temsilcileri olmaları değil, bütün bu kimliklerin politik anlamını deşifre etmeleri ve bunları verili gerçekler olmaktan çıkarmalarıdır bence. Daha doğrusu, ancak bunu yapabildiklerinde bir ortak paydadan söz edebiliriz. Yani, feminizmi bir kadın hakları savunusu olmanın ötesine taşıyabildiğimizde; eşcinsel hareket ayrımcılıkla mücadelenin ötesine geçip heteroseksizmin kendisini sorgulayabilecek bir güce ve güvene kavuştuğunda. Bunu becerebildiğimizde, bugünün gerçekliğini sahiden “gerçek” gibi algılamamıza neden olan kimlik politikalarını aşıp özgürleşmeyi hedefleyen bir politik hatta girebiliriz. O zaman, bizi ortaklaştıracak politik kimliğimiz, ezilmeye ve ayrımcılığa uğramaya karşı çıkmaktan daha fazlasını içerebilir: Dünyayı değiştirme niyeti taşıyan politik özneler oluruz. Bu söylediğimin ipuçları, belirtileri, nüveleri, hem feminist hem de eşcinsel hareket içinde mevcut. Yani uzakta, belirsiz bir zamanda gerçekleştirilebilir güzel bir rüyadan değil, bazen varlığını unuttuğumuz bir güçten söz ediyorum. Onu varlığını ne bizim ne de başkalarının unutmayacağı bir güç haline getirebilmek için yapmamız gereken, cinsel kimlikler arasında işbirliği imkânları aramaktan daha derin bir şey: dünyayı değiştirmek istememize neden olan deneyimlerimiz arasındaki ortaklıkları, geçişleri, çatışma ve rekabetleri somut durumlar olarak analiz etmek, bu deneyimlerden yola çıkan politik hatlar, stratejiler kurmak. İnsan, cinsiyet kimliklerinin dar kalıplarına sığmayacak kadar zengin, cinsellik potansiyeli korkularla ve hizaya sokma arzularıyla belirlenemeyecek kadar geniş çünkü… Ama bütün bu değişkenlerin cinsiyetle çok yakından ilişkili olduğunu unutmamak gerekir: “Madem ki Ermenisin…” yahut “karı gibi kırıtma”, yahut “adam gibi adam olmak”… gibi “hizaya sokucu” sözleri hatırlamak yeter.
19
Feminizm&Escinsellik escinsel genç adam komsudaki ev kadınıyla ne konusur? Ayşe Düzkan Yazar
20
eşcinsel hareketle kadın hareketinin ilişkisi gerek teorik gerekse pratik açılardan çok önemli bir konu. bir yandan kadın kurtuluş hareketiyle eşcinsel hareket, son tahlilde aynı sisteme, patriyarkaya karşı mücadele ediyor. bu “son tahlil” tabii ki gündelik mücadelemizi tamamıyla açıklamaktan uzak ama aynı mitinglerde arka arkaya dizilmiş kortejlerde, benzer sorunlar yaşayarak yürüyoruz. hazır laf gündelikten açılmışken, bir noktaya dikkat çekmek istiyorum; çoğu feminist eşcinsel tartışma gruplarına üye, birçoğumuzun en yakın arkadaşı olan erkekler eşcinsel; bu cümleyi “yakın arkadaş olabildikleri erkekler sadece eşcinseller” olarak kuracak çok feminist kadın tanıyorum. bu en belirleyici nokta değil tabii ki ama yine de iki hareketin ilişkisi üzerine düşünmek çok önemli. ben konuya kendi teorik çerçevemi anlatarak başlamak istiyorum. dünyayı değiştirmek için önce tahlil etmek zorundayız. bence tahlil ancak soyutlamalarla, birtakım kategorilerle olabilecek bir şey. dünyayı sınıf, cinsiyet, cinsel yönelim gibi ortak bir pratikleri ve ortak çıkarları olan bazı toplumsal kategoriler üzerinden tahlil etmekten yanayım. bunun anlamı zaman zaman kafa karıştırabiliyor. örneğin sınıf dediğimiz zaman, emeğini satmaktan başka geçinme yolu olmadığı için sermaye tarafından sömürülen insanlardan bahsediyoruz. farklı ülkelerde, farklı koşullarda yaşayan, farklı cinsiyetlerden ve farklı cinsel yönelimlerden olan insanların arasındaki bu benzerlik üzerinden hareket ediyor ve taleplerimizi bu benzerlik üzerine kuruyoruz. aynı şekilde kadınlar diye bir toplumsal cinsiyetten bahsettiğimiz zaman da, hepsi benzer yaşantılar süren, aynı yaşta olan insanlardan bahsetmiyoruz. belli bir toplumsal konumdan bahsediyoruz. burada altını çizmemiz gereken önemli bir nokta var. toplumsal cinsiyet biyolojinin üzerine kurulmakla birlikte biyolojik bir kategori değil. erkekler ve kadınlar böyle doğdukları için bizim aramızda bu kadar büyük bir fark yok. bu farkı yaratan bile patriyarka. çünkü biz belki böyle bir toplumsal hiyerarşi içinde yaşamasaydık, örneğin saçımızı böyle taramayacak, böyle giyinmeyecektik. tanıştığınız birinin yıllar sonda göz rengini hatırlamayabilirsiniz ama cinsiyetini mutlaka hatırlarsınız. çünkü bunun üzerine çok ciddi bir toplumsal hiyerarşi kurulmuş durumda. o hiyerarşi göz rengi üzerinden kurulmuş olsaydı onu hatırlardınız. bu hiyerarşilerin tesadüfen olmadığını düşünüyorum. patriyarka, ailenin reisi olan erkeğin kadınların ve çocukların ev içindeki emeğine topluluğun ücret karşılığı el koyduğu sistemin adıdır. iki farklı sistemin iç içe geçmesinden bahsedebiliriz. kapitalizm, emeğinden başka satacak şeyi olmayanların emeğine ücret karşılığı el konulmasıdır, ataerkillik ise özel alanda kadın ve çocukların emeğine ücret bile verilmeden el konulmasıdır.
dolayısıyla, kadınlık ve erkekliğin toplumsal olarak yapılandığını rahatlıkla daha söyleyebiliriz. bunlar feminist bakışımızın temel taşları. heteroseksüelliğin ve eşcinselliğin de toplumsal olarak yapılandırıldığını düşünüyorum. "ben bir erkeği arzuluyorum" dediğiniz zaman neyi kastedersiniz? penis arzuladığınızı mı? bütün penis sahibi insanları ilk görüşte erkek diye tanımlayabilir misiniz? ya da “ben bir kadını arzuluyorum” dediğiniz zaman neden bahsedersiniz? bir vajinayı arzuladığınızdan mı? örneğin bir travestiyi arzulayan birisi bir penisle karşılaşıp karşılaşmayacağından emin olabilir mi? kaldı ki, örneğin erkeklerde mutlak dediğimiz sakal ve göğüs tüyü gibi özellikler bile ırksal. mesela hiç sakallı kızılderili gördünüz mü? bu tür mutlak sandığımız biyolojik farklar bile aslında göreceli. bizim “erkek” ya da “kadın” arzuladığımız zaman gözümüzün önüne gelen şey aslında bir stil ya da bir siluettir. erkeksi bir siluet, modayla, estetikle var olan, tamamen kültürel şeylerle belirlenmiş bir görsellik. cinsel edim ve cinsel ilişki, cinsiyetler arasındaki hiyerarşiyi kuran ve belirleyen ilişki değildir, aksine bu hiyerarşinin ortaya çıktığı alanlardan birisidir. biz, penis ya da vajina sahibi olanlarla sevişmek istediğimiz için bu hiyerarşi içinde değiliz. yatak ve cinsel ilişki, ataerkil hiyerarşinin ortaya çıktığı alanlardan birisi. böyle çalışıp, üretip, çocuklarımızı böyle yetiştirmek zorunda kalmasaydık yatakta da başka türlü davranacağımız muhakkak. ama bu gündelik hayatımızı, o hayatımızı belirleyen sistemleri değiştirmeden olacak bir şey değil. bilinci değiştirmek kolay. tartışırsınız, ikna olursunuz, bilinçli süreçleri değiştirebilirisiniz. cinsel yönelimde biyolojik belirleyenlerin etkisi olduğu konuşuluyor. cinsel arzu ise daha ziyade bilinç dışı unsurlarla, insanın bilgisiyle tanımlayamadığı süreçlerle, psikiyatrinin bilinçdışı tanımıyla sınırladığı alanlarda oluşur. yani uzun lafın kısası, kitap okuyarak neyi arzulayacağınızı öğrenemezsiniz. hayatımız boyunca oğlanı kıza âşık olurken gördük, romantik kalıp bu. cindrella'dan beri böyle. belki başka masallar dinleyip başka filmler seyretseydik cinsel deneyimler konusunda daha farklı bir bilinç oluşturacaktık. ya da ömrümüz boyunca güçlü bir erkekle zayıf bir kadın arasındaki aşkı izlediysek, erkek olarak bir erkeğe aşık olduğumuzda bile, bilincimiz başka türlü şeyler vaaz etse bile, aynı kalıba uygun bir ilişkiyi daha romantik bulabiliriz. cinsel arzu kalıplarımız da filmlerden, hatırlamadığımız gözlemlerden ve böyle daha birçok şeyden belirlenmez mi? aynı şekilde cinsel yönelimin cinsiyetten bağımsız olduğu söylenebilir. bir insanın cinsel yönelimi onun cinsiyet rolünü belirlemez. annenize açılmaya karar verip “ben kızları beğeniyorum” dediğiniz zaman "tamam kızım o zaman camları silme" demez size. ya da oğlanlardan hoşlandığınızı söylediğinizde anneniz "o zaman hadi sana şiş verelim, yün örmeye başla" demez. cinsiyet rolünün en somut örneği; ister oğlanları ister
kızları, ister başka bir şeyleri isteyin, erkekseniz okula gönderilirsiniz bu ülke de ve başka ülkelerde. birçok kadın, bunun için çok çabalamak zorunda kalıyor. ister eşcinsel olun, ister heteroseksüel, eğer kadınsanız, sokaklar sizin için ürkütücüdür. eşcinsel erkeklerin, eşcinsel oldukları için erkeklik rolünden ve ezen rolden ilk hamlede kurtulmadıkları gerçektir. onlar da masallardaki diğer prensler gibi erkekler. bundan kaçınmak mümkün değil. bilincimizi ve günlük pratiğimizi belirleyen maddi süreçlerdir. dolayısıyla, “ben artık başka bir tür erkeğim, kadınları ezmiyorum” demekle ezen rolden sıyrılmak mümkün değildir. toplumsal roller böyle değişecek şeyler değil. örneğin ben yirmi yıldır feministim ama adamlar sokakta bana laf atıyorlar çünkü feminist olduğumu bilmiyorlar. ben adama dönüp de "sen bana nasıl laf atarsın, ben ezilmeyi reddediyorum beyefendi" desem anlamsız olur. patriyarka bir sistemdir, heteroseksizm ve cinsiyetçilik birer ayrımcılık biçimi. heteroseksizm eşcinsellere uygulanır, cinsiyetçilik ise kadınlara. ayrımcılık bir sistemin sadece bir sonucu. patriyarka heteroseksizme iki temel açıdan muhtaç. bunlardan biri şu, neslin devamı için kadın-erkek rolünü i y i b i l m e l i d i r. i k i n c i s i , b u kutuplaşmaya katkıda bulunacak bir şey ve hiyerarşinin devamı için şart. homoseksüelin türkçe karşılığı olarak eşcinsel diye bir kelime bulduk. heteroseksüelliğin karşılığı bir kelime bulma ihtiyacı bile duymadık. çünkü normal olanı sıfatlandırmaya gerek yok! heteronormativite diye bir kelime var feministlerin kullandığı. homofobiden farklı bir şey. homofobi eşcinsellerden korkmak anlamı t a ş ı yo r. h e t e r o n o r m a t i f l i k i s e heteroseksüelliğin normal sayılması anlamı taşımakta. bunun dışındaki her şey kenara itilmeli anlamına da geliyor. bununla ilgili bir hikaye var. 1980'lerin başında, ingiliz feministler arasında çok rağbet gören bir rozet varmış. üzerinde "benim heteroseksüel olduğumu varsaymaya nasıl cesaret edersin" yazıyormuş. bir grup feminist bu rozetlerle bir bara gidiyorlar, adamın biri geliyor ve bunun anlamını soruyor. anlatıyorlar, adam bir türlü anlamıyor. çünkü adamda heteroseksüellik diye bir tanımlanmış kavram yok. dolayısıyla heteronormativiteye de karşı çıkmak önemli. buraya kadar hep sıkıcı şeyler anlattım. bir de hikâyenin iyi kısmı var. kadın hareketinin hedefi, son tahlilde patriyarkayı yıkmak. eşcinsellerin kurtuluşu da tabii ki ataerkilliğin ortadan kalkışıyla olacak. bir sistemin ortadan kalkması her zaman devrimci bir süreçle olur. devrimci süreç, toplumsal alt üst oluştur, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmamaya başlamasıdır. bazı eşcinseller haklı olarak şöyle diyor; "biz sadece erkekleri arzuluyoruz ve tüm haklarda eşit olmalıyız." doğru. bunun adı eşitlikçi politika. ama eşitlikçi politika ile radikal politika arasında şöyle önemli bir fark var: eşitlikçi politika herkesin "dolap"tan çıkmasını ister, çok önemli bir şey bu ama radikal politika dolabın ortadan kalkmasına yönelir. devrimci politikanın ise ufak bir farkı daha var; o dolabı ortaya
çıkaran sebepleri de ortadan kaldırmaya çalışır. yani sadece dolabı değil, sebeplerini de ortadan kaldırdığınız zaman bunun adı devrimci politikadır. bizim bir feminist ustamız var, adı christine delphy. o diyor ki: "bir devrimci adımla öteki devrimci adım arasında reformist bir süreç vardır." işte bu süreçte eşcinsel hareketle kadın hareketi arasında sorunlar olacaktır. önce bu reformist sürecin ne olduğunu izah etmek istiyorum kısaca. örneğin biz eşcinseller ve heteroseksüeller arasında hiçbir farkın kalmamasını istiyoruz. kimin kimi arzulayacağının penis-vajina meselesine de bağlı olmamasını istiyoruz. bu işin devrimci çözümü bu. aynı şekilde, başka bir alanda, örneğin sanatta, bir sanatçının kadın veya erkek olmasının önemli olmamasını da istiyoruz. fakat bu yola giderken, o aşamaya gelirken tarihteki kadın sanatçıları tanımak zorundayız. tıpkı eşcinsel sanatçıları tanımak zorunda olduğumuz gibi. çünkü diyorlar ki “sizden sanatçı çıkmaz”. biz önce diyeceğiz ki, şu şu kadındır, şu şu eşcinseldir ve çatır çatır sanat yapmışlardır. farkın ortadan kalkması süreci, farkın altının çizilmesi süreciyle gerçekleşir. işte buralarda çok farklı sonuçlarla karşılaşacağımızı düşünüyorum. örneğin evlilik kurumu biz kadınlar için baş belası. ama eşcinseller evlenme hakkını istiyorlar. burada hiçbir gerilimin olmaması mümkün değil. ikincisi taktik ve stratejilerle ilgili. eşcinseller için, "yanına gitmek, birlikte yaşamak ve tanışmak" çok önemli bir taktiktir. çünkü daha önce hayatında bilerek hiçbir eşcinselle tanışmamış olanlar eşcinselleri manyak ve acayip olarak sıfatlandırırken, “yanına gidince” fikirleri değişiyor. çünkü eşcinsellerin varlığı reddediliyor. ama kadınlar böyle değil. varoluşları meşru ve bu halleriyle sömürülüyorlar. ama kadınlar içinse başka bir taktik iyidir: cepheden, yüz yüze karşı çıkma. bu taktik kadın hareketinde her zaman başarılı olmuştur. bu iki taktik tamamıyla farklı çünkü cinsiyetçilik ve heteroseksizm, aynı temelden kaynaklansa bile farklı işleyen ayrımcılık biçimleri; biri dışlamaya, varlığını reddetmeye dayanıyor, diğeri küçümsemeye, bir yandan yüceltirken belli bir role hapsetmeye, sınırlamaya… başlıktaki cümleye dönersek, bir yandan da çok farklı iki yaşantıdan söz ediyoruz. sıradan kadının yaşantısıyla, kadın olsun erkek olsun sıradan eşcinselin yaşantısı birbirinden çok farklı. bir yandan da, eşcinseller bizim reddetmeye, dışına çıkmaya çalıştığımız kadınlık ve erkeklik rollerini, o cinsiyetten olmasalar bile benimsemeye çalışabiliyorlar. siyasal bilinç sahibi olsalar bile birçok erkek eşcinselin, feminist bile olmayan birçok kadından daha cilveli davranması az görünmüş bir şey değildir. bizim kaçındığımız rol onlar için bir özgürlük simgesi olabiliyor. yani, muhakkak ki kardeş olan iki hareketten bahsediyoruz ama kardeşler de biliyorsunuz iyi geçinmezler ve bizim de bu gerilimleri bilerek siyaset yap mamı z ve hareket et memi z gerekt i ği ni düşünüyorum.
“homoseksüelin türkçe karşılığı olarak eşcinsel diye bir kelime bulduk. heteroseksüelliğin karşılığı bir kelime bulma ihtiyacı bile duymadık. çünkü normal olanı sıfatlandırmaya gerek yok!”
21
Feminizm&Escinsellik
. . Kadinligin Dili
Burcu Baba ODTÜ Kadın Çalışmaları Rivayet edilir ki tüm insanlar bir zamanlar tek bir toplulukmuş. Bir kule yapmaya karar vermişler. Öyle bir kule ki cennete kadar çıkacak. İnşaat başlamış ve kule yükselmiş. Ama Tanrı bu işten rahatsız olmuş, kulları yanına gelsin istememiş. Bir sabah işçiler çalışmaya başladıklarında bir de ne görsünler? Hiç kimse birbirinin ne söylediğini anlamıyor. Böylece inşaat durmuş, kule de daha fazla yükselememiş. Tanrı bilirmiş ki bu insanları güçlü kılan ortak dilleriymiş. O günden sonra yeryüzünde halklar ayrı dillerle konuşur olmuşlar ve Tanrıya bir daha böylesine meydan okumamışlar.
22
Bir zamanlar yeryüzünde ortak bir dil gerçekten var mıydı bilinmez ama Babil Kulesi hiçbir zaman tam olarak inşa edilemedi. Böyle bir dil oluşturma çabaları esperanto gibi yapay bir dil oluşturmaya kadar vardı ancak aranan dil belki de sömürünün yaygınlaşmasının bir başka aracı olacağından bir türlü bulunamadı.
sınırlar çizilmesini getiriyor biraz da. O sınırlar içerisinde kalmadığımızda şiddetin her türlüsüyle karşılaşacağımız, haddimizin bildirileceği tehdidi ile yaşıyoruz. Kapının dışında uzanan bilinmeyenin korkusuyla, evdeki baskıya biraz daha kolay razı olalım diye belki. Bu kadınların, travesti ve transeksüellerin, konuşmalarında şiddet öylesine yalın anlatılıyor ki onların hayatının doğal bir parçası haline geldiğini bedenim ürpererek algılıyor. Bu ürperme işte, bu korku beni de geceleri sokaklarda yürütmeyen. Bu korku hikayeleri ile bizler daha rahat razı oluyoruz güvenlikli hayatlarımıza. Kadın dayanışmasının dili buradan çıkmalı diyorum, buradaki deneyim ortaklığını görmeden, buna gözlerimizi açmadan en derine inemeyeceğiz. Bu kadınların kelimelerine dalıyorum sonra. Bizler daha rahat anlayalım diye belki fazla kullanmıyorlar ama aralarında bir kod var sanki eşcinsellerin anladığı.
Eşcinsellerin dili feminizmin reddettiği dile alternatif mi, yoksa bunu yeniden mi üretiyor?
İnsanoğlunun eski bir alışkanlığıdır, bir şeye meydan okumak istediğinde, kaderleri hep de yıkılmak olan, yüksek yüksek kuleler dikmek. Erkekliğin bir ibaresi gibi, iktidarın temsili gibi toprağın karnını yarıp, gökyüzüne kılıç batırır gibi... Yıkılan her bir taşın, tuğlanın altında ezilenlerse bizler oluyoruz hep; dışlanan her bir grup, kadınlar, eşcinseller, hakim olan ideolojiye ait olmayan ya da karşı çıkanlar. Tam da bu sebepten ortak olan dili kuracak olan bizleriz işte; üstümüze yıkılacak anlamsız kuleler değil, birbirimize ulaşacak köprüler kurabilelim diye. Öncelikle “eşcinsellerin ortak bir dili var mı” sorusuna cevap aramak gerekiyor. Aklımı bu soru kurcaladığı günlerde Pembe Hayat Derneği'nde bir toplantıya katılıyorum. Travesti ve transeksüellere karşı son aylarda artan şiddet karşısında neler yapılabileceğini konuşuyoruz. Katılımcıların pek çoğu kadın örgütlerinden. Pembe Hayat'tan Buse'ye kulak veriyorum. “Bizler kadın olmak istiyorduk,” diyor. “Kadınlar kocalarından dayak yiyordu. Biz de dayak yiyecek kocalar bulduk. Yola burdan çıktık,” diyor. Bizleriz işte baktıkları, Türkiye'nin tüm kadınları. Ve bizde gördükleri yaşanan toplumsal kadınlığa dair en uç örnekler: Biz, kadınların yolunun kesiştiği noktada, paylaştıklarımız üzerinden feminist olmadık mı? İşte karşımda bir başka kadın bizlerin dertlerini üzerine almış, sistem tüm silahlarıyla üzerine saldırıyor. Kadınlık bizlere
Bu dil, tam da eşcinselliği en saklamayan kesimden geliyor önce. Hayatlarını kazanmak için gecenin karanlığına hem de kadınlaşmış halleriyle dalmaktan başka çaresi kalmayan travesti ve transeksüel kadınlardan. Her an herhangi bir yerden gelebilecek şiddete karşı olabildiğince bir arada durmak zorunda onlar. Kendileri gibi ötelenen başka gruplardan alıyorlar bazı kelimeleri. Başlıyorlar genç bıçkın erkeklere “laço”, kendilerine terslik yapanlara “madi” demeye. Bugün eşcinsel çevrelerle iletişime geçmiş herkes bu altkültürün dilini az da olsa biliyor. Gruba ait olmak kadar dışarıya karşı korunma amaçlı bir kapalılığın aracı bu dil. Chomsky'nin dediği gibi 'dil zihnin aynası' ise, bir altkültürün dili de orada hakim olan ideolojinin aynasıdır. Böylesine topyekün ataerkil bir toplumda eşcinsellerden cinsiyet ayrımcılığından azade olmalarını ne ölçüde bekleyebiliriz? Eşcinseller bu
LGBT Gündem
toplumun bir parçası ve yönelimlerini bir kırılma noktası olarak yaşamadıkları sürece sistemle pazarlık etmeleri de mümkün. Eşcinsel erkekler yönelimlerini gizli tuttukları ikili hayatlar yaşayıp yeni 'brokeback' dağları yaratabilir şehrin gizli köşelerinde. Eşcinsel kadınlar toplumsal kadınlığı üzerlerinden daha rahat atıp, yüzlerini iktidara dönebilirler pekala ki.
kelimesi ile bu meyvenin kendisi arasındaki bağlantı biz birbirimizi anlayabilelim diye var buradan bakınca. Öte taraftan; başka da bir yolumuz yok elmayı düşünmek ya da onun hakkında konuşmak için. Bir nesneye isim verdiğimiz, onu beynimize aldığımız andan itibaren biraz hakimi oluyoruz yani onun. Dönüp her seferinde elmaya bakmıyoruz artık. O bizim bildiğimiz elma, hatta hani şu bizim elma.
Bir an için eşcinselleri tek bir kategori olarak ele alsak: Geyinden lezbiyenine biseksüelinden travesti ve transeksüeline ortak paydaları ne olur acaba? Ne aynı ırktan gelmek, ne aynı sınıftan. Tek ortak noktaları heteroseksüel olmamak. Bir grup insanı olmadıkları ya da olmayı reddettikleri şey üzerinden tanımlamak. Yaygın olan işte bu inatçı ve acımasız ideoloji. Bir arada durmak zorundalar çünkü aynı sebepten eziliyorlar, ortak bir sırrı, bazen ortak bir kaderi paylaşıyorlar. Peki ya kadınlar?
Dil felsefesiyle uğraşan feministler, kadınlar ve erkekler için dilin aynı şey olmadığını söylüyorlar. Onlara göre dil bir erkek yapısı ve dilin sembolik evreni içerisinde kadınlara susmak düşüyor. Zaten konuştuklarında da kendi deneyimlerini ifade etmeleri mümkün olmuyor. Erkek aklın mantığı ile kurulmuş çünkü dil. Bizler ise çoğu zaman farkında bile olmadan kadınların cümlelerini edilgen yapıda kuruyoruz. Kadın emeği görünmez oluyor. Öyle ya çamaşırlar yıkanır, yemek yapılır, çocuk doğurulur, Bugün tüm dünyada faşizm her gün biraz daha bakılır. Erkekler cümlelerde hep özne. Onların emeği yükselirken kadınlar kazanılmış haklarını neredeyse önemsizleşmiyor, vurgu öznede kalıyor. Bu kaybetmeye başlıyorken cinsiyetçilik tam güç feministlerden Irıgaray var olan erkek kültürüne üzerimize doğru geliyor. Aslen yapısı cinsiyetçi paralel yeni bir kadınlık kültürü yaratılmasının kadın olmayan Türkçeye insan yerine “adam” kurtuluşunun tek yolu olduğunu söylüyor. demek gibi yöntemlerle ideolojimizi her Bu kültürü kurmak da kadınlar arası “Bu dil, tam da gün biraz daha yerleştirip tekrar tekrar bağları güçlendirmekten, kendini kadın üretiyoruz. En fazla kızdığımız olarak ifade etmenin ve birbirini eşcinselliği en 'adamların' annelerine muhakkak bir anlamanın dilini kurmaktan geçiyor. saklamayan değiniyoruz. Suçlu olan hep kadınlar. kesimden geliyor Şimdilik dünya erkek, heteroseksüel, orta Heteroseksüel kadınların cinsel eylem önce. Hayatlarını sınıf, beyaz, eğitimli, genç, atletik, sağlıklı olarak yaşadıkları en büyük aşağılama ya da cezalandırma yöntemi olarak gibi sonu gelmeyen ve hep yenileri kazanmak için hemen dudağımızın kenarında üretilen birtakım özelliklere sahip gecenin b e k l i y o r. B i z d e m i y o r s a k d a insanların etrafında dönüyor. Tüm dudağımızın kenarı kıvrılıveriyor böyle karanlığına hem de kurumlar gibi dil de onlara ait. Bu mantık bir kelam duyduğumuzda. Ee komik içerisinde dünya ikilikler üzerine kadınlaşmış ama! Biz yapmıyoruz belki de, birileri kuruluyor; erkek ve kadın, akıl ve duygu, halleriyle yapıyor işte ve biz de sesimizi insan ve doğa, zıtcinsel ve eşcinsel. dalmaktan başka Birbirini tamamen dışlayan bu ikiliklerden çıkarmıyoruz. Tek derdimiz cinsiyet değil elbette. Bell Hooks'un dediği gibi çaresi kalmayan ikincisi ancak birincisi olmayan olarak her bir ezilme biçimi birbirinin üstüne anlaşılabiliyor ve baskı altında tutuluyor. travesti ve eklenmiyor da çarpımları alınıyor transeksüel sanki. Üzerimizdeki baskı bu çarpımın Dünyayı ikilikler olarak algıladığımızda biz s o n u c u o l u y o r. S u s u y o r u z , 'öteki' oluyoruz. Erkek olmamak üzerinden kadınlardan.” susturuluyoruz ya da saklanıyoruz. tanımlanan taraf. İşte bu yüzden eksiğiz Alışkınız biz küçüklükten beridir susmaya. Bu ataerkil hepimiz, kadınlar ve eşcinseller olarak. Erkeklik coğrafyada cinsiyet kadar yaş hiyerarşisi de tanımları arasında eşcinsellik olmadığı için eşcinsel yaşanırken nasıl konuşur kızlar? Kadınların erkekler de burada bulabilirler kendilerini. Bu konuşmasının, 'her lafa karışmasının' ayıp olduğunu ideoloji, farklılıklarımızı kaybettiren, bizleri duyduk biz büyüklerimizden. aynılaştıran. Oysa bizler farklılıklarımızla varız ve kuracağımız dil deneyimlerimizden gelen, içimizden Bizler artık dili birbirimize karşı kullanıyoruz. Güçlü çıkan bu dil öncelikle bu farklılıkları anlamamız ve olanın güçsüz olanı kontrol altına alması, hatta onu birbirimizi ulaşmamız için gerekli. güçsüzlüğüne ikna etmesinin de aracı dil. Eşitsiz güç dağılımları habire yeniden üretiliyor dil yoluyla. Kadınlar ya da/ve eşcinseller olarak kendi Kelimeler olmadan düşünemediğimizi iddia ettikleri yaşadığımız ezilme biçimlerinden ders çıkarmak zaman Saphire ve Whorf aslında tüm bilincimize hakim zorundayız. Kendimize ve diğer ezilenlere iktidarın olanın dil olduğunu ortaya koyuyorlardı. Peki ya o ünlü gözleriyle bakarak, iktidarın diliyle konuşarak güç bilinçaltı? Lacan'a göre bilinçaltımız da dil ile dengelerini anlamamız mümkün değil. Gökkuşağının yapılanıyor. Öyle ya; yoksa nasıl ulaşılır ki ona, renkleri yalnızca eşcinseller için değil heteroseksüel hipnozla ya da rüyalarımızda bile olsa? Dışına kadınlar hatta bu cinsiyetçi sistemle derdi olan çıkamadığımız bir hapishane belki de dil, onunla heteroseksüel erkekler için de parlıyor. “Eşcinsellerin yapılanıyor tüm bilincimiz hatta bilinçaltımız. Dil bir kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştireceksemboller dünyası; yani bir nesneye verdiğimiz ad ile o tir”den ötesi de var aslında; ya hep beraber nesnenin kendisi arasında gerçek bir bağlantı yok özgürleşeceğiz ya da özgürlük bir yanılsama olarak aslında. Biz hep beraber var olduğunu farz ediyoruz ve kalacak; sıkıştırılmış ve dışarıdan şekillenen hayatlar böylelikle simgesel bir evren yaratıyoruz. Elma yaşamaya devam edeceğiz.
23
Feminizm&Escinsellik H o m o f o b i y e k a r s f e m i n i s t h a r e k e t d e n e y i m l e r i Yasemin Öz Kaos GL Fe m i n i s t h a r e k e t i ç e r i s i n d e l e z b i y e n l e r i n deneyimlerini ele almak gerektiğinde homofobiye değinmeden bir analiz yapmak mümkün değil. Kendi adıma şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, lezbiyen bir feminist olarak içinde yer aldığım kadın örgütlerinde herhangi bir homofobiyle karsılaşmadım.
24
Son iki yıldır Ankaralı Feministler grubunun üyesiyim ve Kadın Dayanışma Vakfı'nın da gönüllüsüyüm. İçinde yer aldığım kadın örgütleri aynı zamanda feminist bir perspektife sahip. Bu örgütler homofobiye karşı çalışma yaptığımız için edilgen değil etkin savunu yürüten örgütler. 1 Mayıs gibi, 8 Mart gibi, 25 Kasım gibi hak mücadelelerinin simgesi olan günlerde birlikte alana çıktığımızda veya birlikte örgütlediğimiz diğer çalışmalarda, gerek içinde yer aldığım Ankaralı Feministler ve Kadın Dayanışma Vakfı gerekse birlikte çalıştığımız Kırk Örük Kadın Kooperatifi, KA-DER Ankara Şubesi gibi kadın örgütleri, eşcinsel/biseksüel/transgender kadınların uğradıkları şiddet ve ayrımcılığın altını çizdi her zaman. Örneğin 1 Mayıs 2006'da Ankara'da "Lezbiyenler vardır" sloganını atanların çoğunluğu bu ve başka örgütlerdeki heteroseksüel kadınlardı. Veya 8 Mart 2006'da Ankara'da geniş bir kadın kitlesi "Lezbiyenler vardır" ve "Eşcinseller her yerde, yanı başında" sloganlarını attı, homofobiye karşı döviz hazırladı, taşıdı. 25 Kasım 2006'da Ankara Kadın Platformu olarak düzenlenen bir dizi etkinlik ve protesto Pembe Hayat Derneği'nden transgender kadınların katılımıyla ve transfobi-homofobinin altını çizer biçimde gerçekleştirildi. 2006'nın 25 Kasım'ı transgender kadınlarla Ankara'da birlikte örgütlediğimiz ilk kadın etkinliği olması bakımından bir milattı. Bu farkındalığın eşcinsel kadınların kadın örgütleri içinde çalışmaya başlaması ve transgender kadınların da kadın örgütleri ile birlikte çalışmaya başlaması ile arttığını düşünüyorum. Ama bizler içine girdiğimizde de bu örgütlerde homofobi karşıtı bir bilinç ve onların uzun sürmüş sorgulamaları vardı. Eşcinsel kadınların uzun yıllardır görünür biçimde mücadele etmeleri de bu sürece katkı sunmuş olabilir. Ama kadın örgütleri bu mücadeleye sırtlarını dönmeyip kendi iç sorgulamalarında homofobiyi hep gündemde tuttular, hala gündemde tutuyorlar. Diyebilirim ki kadın örgütlerinde eşcinsel ve transgender kadınlara adeta pozitif ayrımcılık uygulanıyor ve herhangi bir ayrımcılıkla karşılaştığımızda ilk desteği kadın örgütlerinden alıyoruz. Bu demek değil ki kadın örgütlerindeki tüm kadınlar homofobilerinden arındı. Ya da homofobiye karşı çıkan kadınların her durumda homofobik olmadıklarını söylemek de güç. Zaten bunu eşcinsellerin kendisi için dahi söylemek zor. Ama sorgulama, farkındalık
yükseltme ve mücadele etme konusunda samimi olduklarını düşünüyorum. Kadın örgütleriyle birlikte yaptığımız geniş katılımlı çalışmalarda, farklı kadın örgütlerinden kadınların açık homofobilerine de tanık oldum. Ancak bu durumda pek çok kadın örgütünün homofobiye karşı refleks gösterme ve farkındalık yaratma konusunda en az bizim kadar istekli olduklarını da gördüm. Özetle, kadın örgütlerinin homofobiyi sorgulamak konusunda içten ve etkin bir çalışma yürüttüklerini söyleyebilirim. Homofobiyi ortadan kaldırmak için öncelikle homofobinin sayılamayacak kadar çok çeşidine maruz kalan, bu anlamda da deneyimlerin birincil öznesi olan eşcinsellerin, bu deneyimleri paylaşarak farkındalığı artırması gerek diye düşünüyorum. Homofobiyi sürekli teşhir etmedikçe insanların farkında olmadan içselleştirdikleri homofobiyi sorgulamalarını sağlayamayız. Gerek Kaos GL'nin kuruluşundan bu yana geçen süreçte gerekse bir dönem içinde yer aldığım Öteki-ben Lezbiyen Feminist Oluşumu sürecinde, zaman zaman kadınlarla ve kadın örgütleriyle birbirimize dokunmalarımız oluyordu. Mesela Ankara'daki Pazartesi Grubu ile Öteki-ben, Pazartesi'nin talebi ile bir araya gelmiş ve deneyimlerimizi paylaşmıştık. Bu tip dokunmalarımız on iki yıllık süreçte zaman zaman gerçekleşti. Ankara'da Barış İçin Kadın Platformu deneyiminde pek çok farklılığımıza rağmen yan yana geldiğimiz kadınlarla ortak bir çalışma ve birbirimizi anlama süreci yaşadık. Sonrasında, özellikle TCK Kadın Platformu sürecinde eşcinsellerle kadın hareketinin ortak çalışma yürütmesinin kadın hareketiyle eşcinsellerin yakınlaşmasında önemli bir deneyim ve araç olduğunu düşünüyorum. İç içe geçmemizle birbirimize ulaşmamız kolaylaştı Ankara'da 2005 yılına dek lezbiyenler ayrı, heteroseksüel feministler ayrı örgütleniyordu. 2005'ten itibaren bir grup lezbiyen feministin Ankaralı Feministler grubuna katılması, Kadın Dayanışma Vakfı'nda gönüllülük yürütmesi ile bu ilişki biçimi yan yana gelmekten iç içe geçmeye dönüştü. Ben bu deneyimin çok önemli olduğunu düşünüyorum. İç içe geçmemizle birbirimizi daha çok anlamaya başladığımızı, birbirimize dair farkındalıklarımızın arttığını düşünüyorum. Farklı alanlarda mücadele etmeye başlamamızla birlikte eşcinsellerin yaşadığı sorunlar daha görünür oldu. Kaos GL'nin yürüttüğü mücadelede eşcinselliğin yalnızca cinsellik değil ayrımcılık, ötekilenme, şiddet sorunu olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Eşcinselliğe
dair sorunlar cinsellik yaşayamama sorunu değildi, zaten eşcinselliği bu alana hapsettiğimizde pek sorun da yaşamıyorduk. Bu bir özgürleşme, bireysel varlığını özgürce kurabilme, özgürce var edebilme sorunuydu. Ataerkil kuşatma eşcinsellere tanımadığı hakkı kadınlara da vermekte çekiniyordu. Bunun ilk günden beri bilincindeydik ve kadın hareketinin mücadelesi ile kendi mücadelemizi aynı görüyorduk. Pek çok eşcinselin eşcinsellik dışında konulara yoğunlaştığımız yönündeki eleştirisine rağmen, gerçek özgürleşmenin herkes özgürleşmeden gerçekleşemeyeceğinin bilinciyle, ataerkil-militarist-kapitalist-heteroseksistırkçı ablukanın kırılması için mücadele eden gruplarla yan yana geliyor ve birlikte özgürleşmenin önemine dikkat çekiyorduk. Ancak bizler yalnızca yan yana gelirken ve iç içe geçmezken yaşadığımız sorunlara dair bilginin tamamına kadın hareketinin ulaşması mümkün değildi. İç içe geçmemizle birbirimize ulaşmamız kolaylaştı. Sonuçta yaşadığımız sorunların kaynağı aynıydı: Ataerki. Ancak birbirinden bağımsız mücadele yürütürken ve sınırlı şekilde yan yana gelirken birbirimizden bu kadar güç alamıyorduk. Oysa kadın mücadelesi lezbiyenliği görmeden olması gerektiği yere ulaşamayacağı gibi, lezbiyenlerin de kadınlığı bir yana bırakarak gerçek bir özgürlük mücadelesi yürütmesi mümkün değil. Bu kavramlar özellikle lezbiyenler için bıçakla kesip ayrılabilecek şeyler değil.
birlikte özgürleşmeye dair inancımızla bu adımı atmış olmamız ve bu farkındalığın yayılmasını sağlamış olmamız.
Her gün homofobi zincirinin bir halkası daha kırılıyor Geçen zamana bakınca iyi bir yol alındığını düşünüyorum. Ankaralı Feministler grubunun ilk katıldığım toplantısına iki tane açık lezbiyen olarak gitmiştik ve açık lezbiyen olmanın getirdiği korku ve gerilimler vardı üzerimde. Toplantıya katılan kadınların bir kısmını Barış İçin Kadın Platformu deneyimden tanıyordum ama üzerimdeki gerginliği geçirmemişti hiçbir şey. (Bu ayrımcılığa uğrama korkusu her açıldığınız an tekrar tekrar gelip sizi bulan bir şeydir. Çünkü hayatımın pek çok anı ayrımcılığa uğradığım veya bu korkuyla kendimi gizlediğim deneyimlerle geçti.) Ama toplantıdaki kadınların kendimi tanıttıktan sonraki aydınlık yüzleri yıllardır yürüttüğümüz mücadelenin en güzel karşılığı, insan olmanın en eşsiz deneyimlerinden biriydi. Hala o anı hatırladığımda gözlerim yaşarıyor hissettiğim güzellikten. Kendi özelimde yaşadığım bu iki yıllık deneyimden çok güç aldığımı, zenginleştiğimi düşünüyorum. Özel alanlarımızdan başlayarak gelişen ve yayılan bu deneyimler, bir yerlerde yaşamı çoktan değiştirdi, değiştirmeye de devam ediyor. Şimdi Ankaralı Feministler grubunda “Kadın pek çok lezbiyen/biseksüel kadın örgütlendi mesela. hareketi bugün
Lezbiyenler hem kadın olmanın tüm dezavantajlarını ve kadına yönelik homofobiden şiddetin türlü biçimlerini Kadın hareketinin aktif öznesi tümüyle arınmış deneyimliyor, hem de homofobinin olmamız yalnızca kadın eşcinseller getirdiği kıskaçtalar. Bu anlamda için değil, kadınlarla birlikte ataerkil olmasa da her gün lezbiyenler için kadın örgütlenmesi kuşatmanın içinde ezilen erkek homofobi zincirinin olmazsa olmaz. Lezbiyenlerin pek eşcinseller için de alan açıyor ve bir halkasını daha çoğu için görünmezlik bir abluka değişimin başlangıcı örülmüş oluyor. iken, lezbiyenlerin güç alabileceği Kadın hareketi bugün homofobiden kırıyor. görünür bir lezbiyen mücadelesi tümüyle arınmış olmasa da her gün mevcut değilken, lezbiyenlerin güç homofobi zincirinin bir halkası daha alabileceği ana alan eşcinsel örgütlenmesi kırılıyor. Özgürleşmeye giden yolda her gün kadar kadın örgütlenmesi de. biraz daha yakınlaşarak bu cendereden bir gün birlikte Kadın örgütlenmesi lezbiyenlerin örgütlenmelerinin de çıkacağımıza inanıyorum. önünü açtı. Bu durum lezbiyen örgütlenmesini de pozitif etkiledi. Hiç mi kırılmadık, çatışmadık ya da Ka d ı n h a r e k e t i n i n h o m o f o b i k o n u s u n d a k i homofobiye maruz kalmadık birlikte örgütlenirken? gecikmesinin bir nedeni de eşcinsellerin Elbette kırıldık, çatıştık. Ama o sorgulama sürecine görünmezliğidir. Bu eksik parça da tamamlanınca birlikte girdik, farklı olmamıza rağmen birlikte olmayı homofobi somut olarak gündemleşti ve homofobiyle öğrendik. mücadele araçlarını birlikte üretebilmeye başladık. Ben en azından feminizm-eşcinsellik ilişkisinde Birbirimizden bu kadar ayrıştırıldığımız ve tablonun her gün olması gereken eksene daha yabancılaştırıldığımız bir yaşam kurulmuşken, verili yakınlaştığını düşünüyorum. Mesela bugün bir her şeyi alt üst eden birlikteliğimizi inşa etmek, bunun ayrımcılığa uğrasak, gerek Ankara'da saydığım kadın için ilk adımları atmak da kolay olmadı. Benim için örgütlerinin, gerek pek çok örgütün üye olduğu ve olmasa da farklı deneyimler de yaşandı. Bu kadar birlikte ördüğümüz Ankara Kadın Platformu'nun, yabancılaştırılmaya rağmen bir araya gelme gerek İstanbul'da Amargi, Kadının İnsan Hakları-Yeni başkaldırısı göstermenin bedelini bunun için ilk Çözümler Derneği, Filmmor, Mor Çatı, KADAV gibi adımları atanlar ödeyecektir. Tarihte bugün mutlak örgütlerin, gerekse ulusal örgütlenen TCK Kadın doğru olarak kabul edilen tüm bilgi ve kavramları ilk Platformu, MEDİZ, AKL-TK gibi yapıların yanı ortaya atanların çok acılar çektiğinin sonsuz başımızda olacağına eminim. Bu örgütlü ve ortak örneklerini görüyoruz. Çünkü o ilk adımları atanlar mücadele, homofobinin kırılma noktasında alınan şimdiye kadar bize öğretilen her şeyi tersine uzun yolu gösteriyor. Kendi kişisel tarihime ve 12 yıl çevirmeye çalışıyor. Feminist hareket ile lezbiyen önce Kaos GL'de üç lezbiyen olarak başladığımız feministlerin birlikte inşa etmeye çalıştığı bu mücadeleden bugün gelinen noktaya bakınca bu birlikteliği bir gün herkesin tartışmasız kabul edecek. ortaklığın yaşamı hayal ettiğimizden de hızlı Ancak yaşama kalıcı olarak geçen bütün değişimler dönüştüreceğine inanıyorum. Konumuz homofobi de gibi bu değişim de bir anda olmuyor. Önemli olan olsa ben 12 yıl sonra, nihayet, umutlu bir yerdeyim.
25
Feminizm&Escinsellik ittifaklara ne kadar haz r z!! Yeşim Başaran Lambdaistanbul
26
Türkiye'de gelişimini çok hızlı bir şekilde sürdüren eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüel (EBTT) özgürlük hareketinin yaşayan tanıklarıyız şu yıllarda. Gün geçtikçe geri dönülüp yeniden bakılması, yorumlanması gereken pek çok deneyim yaşıyoruz. Örgütlenmeyi, mücadele etmeyi, ortaklaşmayı öğreniyoruz. Daha yolun başındayız belki ama başka derneklerin toplantı salonlarında haftada bir kere toplanan insanlarken, çok uzak bir hayal zannettiğimiz kendi derneklerimize kavuştuk kısa bir sürede. Yaşadığımız sorunlar dolayısıyla en gelişkin refleksimiz, başımıza gelenin ne olduğunu anlama çabası. Bu amaçla toplumu analiz etmede epey yöntem kazandık. Ama aynı sosyolojik anlama çabasını kendi hareketimize pek çeviremediğimizi düşünüyorum. Kaos GL dergisinden bu sayı için kadın örgütlerinde homofobinin olup olmadığına dair bir soruyu cevaplama daveti gelince bu düşüncelere daldım işte. Sahi, dışımızdaki toplumu bırakıp kendimize baksak ya, biz çevremizdeki homofobiyi aşmakta ne kadar güçlü ve iradeliyiz, kendimize bu soruyu sorsak ya, diye düşündüm. Herhalde kendimize baktığımızda yapabileceğimiz ilk tespitlerden biri, teorik bilgilerimizle mücadelemizi buluşturamıyor olduğumuzdur. Şu an var olan EBTT örgütleri çoğunlukla “feminist örgütlerle ittifak etmek gerekir” teorik ön bilgisiyle yola çıkmış gruplar. Elinizde tuttuğunuz sayıda “neden feminist örgütlerle ittifak etmemiz gerektiğine” dair pek çok yazı olacağını tahmin ediyorum. O nedenle bir de benim tekrarlamama gerek yok. Çoğumuz kadın örgütlerini olağan müttefiklerimiz olarak görüyoruz. Yıllar içinde pek çok eylemde bir araya geldik. Aramızda aynı zamanda kadın örgütleri içinde çalışan kadınlar da var. Kendi gruplarımızda kadınların cinsiyetleri nedeniyle ezilmesini gündemleştirmenin önemine inanıyoruz. Ama bu teorik bilgi ve inancımızı ne kadar yaşama geçirebiliyoruz? “Anlamaktan” çok “anlaşılmak” istiyoruz Kadın örgütleri ile ittifak üzerine tartışacaksak konuyu kabaca iki ayrı boyutta ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, genel anlamda toplumsal muhalefetle ittifak düzeyimiz, bu konudaki çabalarımız ve deneyimlerimiz. Yeni gelişmekte olan bir hareket olarak doğrudan çalışma alanımızı ilgilendirmeyen toplumsal sorunlarla çok ilgili değiliz. “Anlamaktan” çok “anlaşılmak” istiyoruz. Hep kendimiz hakkında konuşuyoruz. Bugüne kadar sesi belki de hiç çıkmamış insanlar olarak, hazır bir kanal bulmuşken, hep bizim sesimiz çıksın istiyoruz. Bu tepkimizde haklıyız da. Çünkü biliyoruz ki, biz söylemezsek, bize dair söz geri planda kalacak. Ancak yine de yeterince olgun olmadığımızı düşünüyorum.
Evet, söylenmesi gereken sözleri söyleme telaşıyla yaşıyoruz ama toplum içindeki tek yara bizimki değil ki! Toplumsal muhalefetin başka alanlarındaki insanlarla kurduğumuz ilişkide bu konuda biraz eksik kalıyoruz sanki. Oysa farklı ezilme deneyimlerinden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki. Biraz daha yakınlaşsak, dışlanma duygusunu bizimki gibi yaşayan başka insanların varlığını da göreceğiz. Nasıl birbirimizi bulduğumuzda güçlü hissettik, onları bulmak da bize öyle bir güç verecek. Ama buna fırsat tanımıyoruz. Kendini tehdit altında hisseden pek çok grup gibi, içine kapanma eğilimi gösteriyoruz. Çelişkili gelecek belki ama aynı duygudan beslenen tam tersi bir tepki de yolumuzun önündeki engellerden biri. Bazen yukarıdakinin aksine kendimizden hiç bahsetmiyoruz. Başka örgütlerle ilişki içerisine giriyoruz, onların gündemleriyle ilgileniyoruz ama kurduğumuz ilişkiyi EBTT örgütleriyle etkin bir şekilde birleştirmekten kaçınabiliyoruz. Sanki EBTT dünyasını dış dünyadan uzak tutmaya çalışıyoruz. Belki de EBTT dünyası ile beraber anılmak istemiyoruz, bilemiyorum. Başka bir neden de EBTT mücadelesinin de diğerleri gibi politik bir mücadele olduğunu tam hissedememekten, bu konuda kendini eksik hissetmekten kaynaklanıyor olabilir. Tıpkı başkaları gibi bazen bizim de “ciddi konular” ve “bizimle ilgili konular” ayrımını yaptığımızı gözleyebiliyorum. Toplumsal muhalefetin diğer bileşkeleriyle birbirimizi anlama, birbirimizin derdine sahip çıkma anlayışıyla bir araya gelme çabalarımızdaki engellerden biri de kurduğumuz ilişkileri toplumsallaştıramamız, bireyler üzerinden yürütmemiz. İttifakların tüm sorumluluklarını belli kişiler üzerine bırakmamız. Eski alışkanlıklarımızın kurbanı olmaya devam ediyoruz Üzerine gitmemiz gereken bu eksiklerin yanı sıra feminist örgütlerle kurduğumuz ilişkiler açısından önemli olan bir nokta da, cinselliğin her iki grup tarafından yeterince sorgulanamamış olması. Herhangi bir feminist kadın, 'dul' kadınların toplum tarafından nasıl algılandığını, yaşadığı acıların neler olduğunu çok iyi bilir. Ama bunu bilen herkes söz konusu olan lezbiyen ve biseksüel kadınlarsa benzer bir düşünce şeklini kullanamayabilir. Biz de cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği nedeniyle yaşanan sorunların pek çoğunun, cinsiyet nedeniyle yaşananlarla ne kadar da paralel olduğunu her zaman görmeyebiliyoruz. Cinselliği toplumsal ve politik düzlemler üzerinden tartışmak yerine, cinsel politika yapma iddiasıyla ortaya çıkmış insanlar olmamıza rağmen, cinsellik konusuna yüzeysel
yaklaşıyoruz. Cinsellik hakkında nasıl konuşacağımızı bilmiyoruz. Alıştığımız haline devam ediyoruz. Cinsellik bizim için dedikodu konusu, arkadaşlar arasında eğlenmek için bir unsur, utanılması gereken ayıp bir mevzu ya da övünülmesi gereken bir güç gösterisi olabiliyor ama kolay kolay politik düzlemde tartışılabilecek bir konu olamıyor. Cinselliği bu şekilde konuşarak, tartışılamaz kılıyoruz. Eleştirmemiz ve değiştirmemiz gereken tam da buyken, asıl değişmesi gereken cinselliği konuşma ve algılama şeklimizken, biz eski alışkanlıklarımızın kurbanı olmaya devam ediyoruz. Bu toplumsal muhalefetteki tüm grupların genel açmazı iken, feminist hareket ve EBTT hareketinin varlık nedeni tam da bu noktada değil mi? Ancak biz sadece açıkça şiddet olarak tanımlanabilecek durumlar varken cinsellikle ilişkilenebiliyor, aksi takdirde biraz geride durmayı tercih ediyoruz. Genelde diğer toplumsal gruplarla, özelde feminist örgütlerle kurmamız gereken ittifakların güçlü bir şekilde gerçekleşmesini istiyorsak, işaret etmemiz gereken şey çevremizdeki homofobi değil, bizim bunu değiştirme konusunda göstereceğimiz iradedir. Bu nedenle feministlerin arasındaki homofobiye değil, bizim ittifaklar konusundaki eksiklerimize değinmeyi tercih ettim. Ama sakın ha, dikkatten kaçmasın, bardağın boş tarafından bahsettim. Yoksa özgürlük bardağımız yeni damlalarla günden güne güçleniyor, besleniyor ve serpiliyor. Bu gelişime özeleştirel bir katkı sunmak istedim sadece. Hepimize mücadelemizde iyi yolculuklar.
Not: Yazıda feministler ve EBTT özgürlük mücadelesi veren bireylerden bahsederken, sanki birbirinden tamamen bağımsız iki insan topluluğu varmış gibi bir üslup oluştu, kaçınılmaz olarak. Amacım, feminist örgütlerdeki EBTT bireyleri veya EBTT hareketindeki feminist bireyleri yok saymak değil. Bu durum sadece dilsel kolaylık için
Amargi'de escinsel kadın olmak . Ülkü Özakın Amargi Yaklaşık 5 yıldır Amargi ve Lambdaistanbul'da gönüllü olarak çalışıyorum. Amargi'ye cinsel yönelimim açık olarak katıldığım için herhangi bir açılma zorluğu yaşamadım. Benden başka birkaç kadın daha cinsel yönelimi konusunda açık. Ayrıca Amargi'de biyolojik kadınların yanı sıra, üç erkekten-kadına-transeksüel arkadaşımız bulunmakta. Onların üye olması konusunda aramızda bir tartışma yaşamamış olmamıza rağmen Fransa'dan gelen bir lezbiyen arkadaş, Fransa'da feminist gruplara, erkekten kadına transeksüelleri kabul etmeyi doğru bulmadıklarını söylemişti. Yıllar içinde, birkaç arkadaşımızın geç kalmış, artık beklemediğimiz açılmaları üç yıl kadar sürdürdüğümüz ama şu an işlemeyen heteroseksizm atölyesine ve açık lezbiyen/biseksüel kadınlara karşı bu konuda yeterince güven oluşturamadığımız kaygısı ve hayal kırıklığı yaşattı. Arkadaşlarımızın açılmada gecikmelerinin nedeninin kendi homofobilerini yeterince aşamamış olmaları yanında farklı politik hareketlerden -bazen de ailece- tanıdıkları, Amargi'ye gelip giden kadınların, onların bunu anlamayacağı endişesi olduğunu düşünüyorum. Eşcinsellik Amargi içinde gündem olarak tanınan ve konuşulan bir konu olmasına rağmen cinsel yönelimlerini fark eden kadınların kendilerine ve bize açılmaları o kadar kolay olmuyor. Alınmış onca yola karşın arınmak bitmeyen bir süreç ne yazık ki. Amargi, genellemeci yaklaşımla, bazen Kürt, bazen de lezbiyen kadınların örgütü olarak etiketleniyor. Kürt kadınları 'çok lezbiyen var' diye, lezbiyen kadınlar da 'Kürt kadınlar çoğunlukta' diye bizden çekinebiliyor. Kendi kadın örgütlerinde açılamadıklarında, belki de bu imajdan dolayı, gelip konuyu bizimle konuşmak isteyen kadınlar da oldu. Bu konudaki tartışmalarımız sonrasında, heteroseksüel kadınlar eşcinsellikle ilgili görüşleri yüzünden evlerinde, özellikle feodal yapıdaki büyüklerince yaşanan şaşkınlıkları anlattılar. Bir arkadaşım Amargi'ye ilk kez gelen kızkardeşine şakayla -ya da kendi geçmişten bildiği/süregelen homofobisinin etkisiyle- beni gösterip 'bak, bu kadın lezbiyen' dediğinde kardeşinin dehşete kapıldığını şaşkınlıkla anlatmıştı. Amargi'de de bazen, toplumda yaygın, hemcinsler arası çok samimi davranışlara verilen 'sapık esprileri'ni yapanlar hala olabiliyor. Bunu o anda eleştirdiğimizde anlıyorlar ya da bazen 'ama biz homofobik olur muyuz, şakaydı canım' yanıtını veriyorlar. Geçenlerde, cinsellik atölyemizin düzenlediği bir antrenmana katılan kadınlardan kimler heteroseksüel, kimler lezbiyen diye ayrışmalarının istenmesini, kendilerine ve çevrelerine açılmalarını tamamlamamış kadınlar için sorunlu bularak eleştirmiştik. Antrenmanların, entelektüel tartışmalarla su yüzüne çıkarıp dönüştüremediğimiz sorunlu anlayışlarımızla baş etmemizde ne kadar gerekli olduğuna iyi bir örnek vermek istiyorum: 2006 yazında Gümüldür'de Amargi adına katıldığım şiddetsizlik antrenmanında “Homofobi” başlıklı antrenmanı düzenleyen gruptan bir kadının önerisi… Tasarladığı şiddetsizlik antrenmanına göre -belki yaratıcı olmak adına-, oyun sırasında, açık tek lezbiyen olarak onu taciz ettiğimi iddia edecek ve bu şekilde katılımcıların homofobilerini sorgulatacaktı. Bu önerinin yapılması bile yeterince homofobik gelmişti bana. İnsanların bu durumda ya onu ya da, büyük olasılıkla, önyargılarıyla beni suçlayacakları bir durum yaratılacaktı. Bunun şiddete davetiye çıkarmak olacağını düşündüğüm için teklifi kabul etmedim. Daha sonra bu arkadaşımız kendini kötü hissettiğini ve nasıl özür dileyeceğini bilemediğini söyledi. Bundan sonra önemli olan savunmaya ya da saldırıya geçmeden, dönüşme ve dönüştürme yolunda kararlı adımlar atabilmek.
Feminizm&Escinsellik Feministler escinsellerle ne kadar dost? Selen Doğan
Funda Tuğrul
Uçan Süpürge Toplumun dokusuna nüfuz etmiş homofobik tutum ve davranışları, içselleştirilmiş tepkileri bazı kadın örgütlerinde görüyoruz. Politik duruşu olmayan, kadın bakış açısına sahip olmayan kadın gruplarında 'edilgen homofobi' diyebileceğimiz türden anlayışlar var olabilir, nitekim oluyor da. Yani, eşcinsellere doğrudan tepki göstermiyorlar, ama onlarla iletişime geçme, birlikte hareket etme noktasında geri çekiliyorlar ya da bu konuyu asla gündemlerine bile almıyorlar. Bu, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama ve bunu yaparken de güçsüzlükleri güce dönüştürecek mekanizmaları 'elbirliğiyle' harekete geçirecek alanları yaratma çabalarının önünün nasıl tıkandığını da gösteriyor çoğu zaman.
28
Eşcinsellerle ilk temasımın Ankara'da (hoşdere, cinnah cad. vb) olduğunu hatırlıyorum. Geceleri. O zaman yirmilerimdeydim ve bana çok neşeli görünmüşlerdi. Bir arada bulunmak konusunda sıkıntı duymadım Bir defa da, İran ve Arjantin caddelerinin kesiştiği köşede gece vakti bir arkadaşımı bekliyordum ve birkaç erkeğin olduğu bir araba dönüp dolaşıp taciz etmeye başlamıştı. En sonunda cama eğilip "ben lezbiyenim!" deyince, "özür dileyip" gittiler! Bu da galiba eşcinsellere yönelik şiddete karşı istisnai bir anti örnek olarak hafızamda kayıtlı kalmış. Aslında eşcinsellerle ilk politik temasım Kaos GL aracılığıyladır. İlk sayılarınızı hatırlıyorum, cebeci dönemi. Ben o zaman "yeraltı" dergileri/fanzinler biriktiriyordum. Sokaktan "çocuklarla" yüzdeyüz bağımsız "gaste" çalışması yapıyorduk, onu finanse etmek için atık kağıt topluyorduk ve herkese benzemeyen herkesi çok seviyorduk!
Belirgin bir homofobileri olmasa da eşcinsel gruplarla ortak çalışmalar yapmayı, en azından eşcinsellerin bilgi/belge/deneyim alışverişi taleplerine yanıt vermeyi aklının ucundan geçirmeyen kadın örgütleri de mevcut. Sivil toplumun bu çokparçalı yapısı, farklı uzmanlık ve hareket alanları, eşcinsel hareketini kucaklamak çabasını da belirgin kılabilecek bir şey, diye düşünüyorum.
Üyesi olduğum kadın iletişim grubunda ise en azından elektronik ortamda eşcinsellerin Kürtlerden ya da başörtülü kadınlardan daha fazla destek gördüğünü seziyorum. Belki de talepleriniz diğerleri kadar görünür ya da politik bulunmadığından...
Kadın hareketinin, eşcinsel hareketini işbirliği ve iletişim çerçevesinin dışında tutma gibi bir lüksü olamaz. Çünkü mücadele başlıkları ortak; o halde, müzakere başlıkları da ortak olacak: Eşitlik, şiddet, ayrımcılık, haklar, özgürlükler... Zira kadın gündeminin birer parçası olan savaş, insan hakları ihlalleri, yasal değişiklikler gibi konularda eşcinsel gruplarla dirsek teması yapıyoruz kadın örgütleri olarak. Sözümüzü ortak kıldıkça da daha çok anlıyoruz bu temasın eylem alanlarıyla sınırlı kalmayıp geniş tabanlı işbirliklerine dönüşmesi gerektiğini. Kadın hareketinin karşısında durduğu ataerkillik ve bunun uzantıları olan cinsiyetçi söylem ve hatta eylem, homofobinin üretildiği alanları da kırabilecek güçte.
Ankaralı Feministler
Ayça Kurtoğlu Kulak misafiri olduğum bir sohbette, bir travestinin kabul edemeyeceği bir şeyi yaptırdığı için müşterisine şiddet uyguladığı anlatılıyordu. Masadakilerden biri şu soruyu sordu: “Bir travestinin kabul edemeyeceği ne olabilir ki?” Konuşmanın gerisini dinleyemedim, çünkü benim cevabım “birçok şey olabilir”di. Çünkü benim için travestiler, artık daha çok farkında olduğum gibi, toplumun dayattığı birçok şeye rağmen, cinsiyetleri ve onu nasıl yaşayacakları hakkında tercihler yapmış kişilerdi. O zaman anladım ki en az benim kadar travestilerin toplumsal konumu ve yaşadıkları hakkında farkındalık geliştirebilecek bu sohbetteki insanlarla benim aramdaki farklılığı yaratan, benim feminist politika içinde feminist eşcinsellerle birlikte bulunmuş olmamdı. Fikir düzeyinde inandığım çoğulculuğu cinsiyet/cinsellik kategorileri bağlamında deneyimlememin ve kavramlaştırmamın ilk aracısı Ankaralı Feministler
Ayça Örer
Ebru Hanbay
Bağımsız İletişim Ağı (BİA)
Ankaralı Feministler
Bir eşcinselle ilk tanışmam, yediğimi yediğinden ayırmadığım arkadaşımın mahcup itirafıyla oldu: "Ben eşcinselim biliyor musun?" Bir sorun olup olmadığını sordu sonra gözleriyle. Evet, bir sorun vardı. Ben kimliğimin, heteroseksüel oluşumun, bir diğer insanın kimliği üzerinde böylesine tahakküm kurduğunu hiç düşünmemiştim o ana kadar.
Ankaralı Feministler lezbiyen kadınlarla birlikte politika yaptığımız, eylemlilikler örgütlediğimiz tüm bu işleri kotarırken de benim için lezbiyen kadınlarla birbirimize değdiğimiz ilk alan olması bakımından önemli.
Toplumun bana "eksik etek" olarak yüklediği "yarım" olma halinde yalnız olmadığımı böyle anladım. İçimin ne kadar kırıldığını, bir anda farkına varma halinin bana ne kadar ağır geldiğini anlatamadım ona hiç. Şöyle yazdım vermediğim mektubumda, "ben boyalı sen boyasız tırnaklarını batırırız dünyaya ve kalbimize elbet." Sonra geçen 6 yıl içinde, kimliklerimizin farkına varmanın, mücadelesini vermenin; "kadın" olmanın, "gey" olmanın, "lezbiyen" olmanın, "travesti" olmanın, "transeksüel" olmanın ne kadar uzun, zor bir savaş olduğunu gördüm, yaşadım. Arkadaşımın mahcup itirafından altı yıl sonra bir başka arkadaşım, "benim bir sevgilim var" dedi ve ekledi: "ama o da kadın". Artık ben altı yıl önceki kırılmayı yaşayan kadın değildim, benim kimliğimin bir diğerinin ezmemesi için anlamaya, konuşmaya, anlatmaya gayret ediyordum. "Bu senin için sorun olur mu?" sorusunu tereddütsüz, "tabii ki olmaz" diye yanıtladım o yüzden. Şimdi, bu "erkek", bu "heteroseksüel", bu "Türk" dünyada var olmak için yürürken, yanımda mutlaka, eşcinsel arkadaşlarımı da arıyorum.
grubuna katılan lezbiyen feministler oldu. Lezbiyen feministlerle feminist politika içerisinde birlikte olmak bana çünkü toplumsal ilişkilerin her alanında farkındalığın ayrı ayrı ve çeşitli boyutlarda geliştiğini gösterdi. Heteroseksüel bir kadın olarak, kadının toplumdaki eşitsiz konumlanışı hakkındaki farkındalığım ve bunu anlamam için yeterli kavramlarım vardı, ama bunların, eşcinsel kadının toplumdaki eşitsiz konumlanışını ve onların maruz kaldığı toplumsal ve psikolojik şiddeti, karmaşayı anlamam ve açıklamam için yeterli olmadığını kavradım. Eşcinsel feministler ve onlarla paylaştığımız çoğulculuk ve şiddetsizlik anlayışı bana, farklı kimliklerin deneyimleri hakkında farkındalık geliştirmeden, şiddete ne kadar karşı olursak olalım şiddetsizliğin mümkün olmadığını gösterdi. Yine lezbiyen feministlerle birliktelik bana, çoğulculuğun bir iki tür kimlikle sınırlı olmadığını ve eşitsizliklerle mücadelede ortaklaşmanın zenginleştirdiğini sürekli aklımda tutmayı öğretti.
Feminist olduğumu etrafıma dillendirdiğim ilk yıllarda feministliği erkek düşmanlığına indirgeyen bazı çevreler “feministsen lezbiyensin” düşüncesinde olduğundan, bu çevrelere tüm feministlerin lezbiyen olmadığını anlatma telaşına düştüğümü hatırlıyorum. Çünkü her türlü egemenlik ilişkisini özellikle ataerkilliği, kadınlık ve erkeklik rollerini sorgularken, bunu değiştirme ve dönüştürme mücadelesi içinde devinirken aslında tam da egemen ideolojisinin bize öğrettiği cinsiyetçi bakış açısından çokta sıyrılamadığımızı lezbiyen feministlerle ilişkilenirken fark ettim. Bu deneyimden önce edindiğim feminist bilince rağmen, bir kadın 'akşam sevgilimle yemeğe gideceğim' dediğinde bu sevgiliyi doğrudan bir erkek olarak algıladığımı, eşcinsellik deyince aklıma ilk gelenin erkek eşcinseller olduğunu yine bu süreç sayesinde görebilme şansım oldu. Artık feministlerin lezbiyen olduğunu düşünenlere karşı, öyle olmadığını anlatma telaşını son yıllarda duymadığımı, daha doğrusu böyle düşünenlerin beni hiç rahatsız etmediğini görüyorum. Hatta bir gece içimizde lezbiyen arkadaşımızın da bulunduğu grubumuzla bara eğlenmeye gittiğimizde, romantik bir müzik eşliğinde kadın kadına dansa kalkan iki arkadaşımızın dansından rahatsız olan müzisyenin “normal çiftleri de dansa davet ediyorum” minvalindeki sözleri üzerine heteroseksüel bir arkadaşımla piste çıkıp birbirimize sarılarak dans edip, bu sözleri protesto edişimizi lezbiyen feministlerle bir arada oluşumuza borçlu olduğumu gülümseyerek hatırlıyorum. Lezbiyen kadınlarla edindiğimiz tüm bu deneyimler, farklı kadınlık hallerini anlama, erkek karşısında öteki olan kadının bir de lezbiyen kimliğinden dolayı kendi cinsi içinde de nasıl ötekileştirildiğini görme ve tüm bu kuşatılmışlığa karşı birlikte özgürleştiğimiz bir sürecin miladı olması bakımından da benim için çok önemli.
29
Feminizm&Escinsellik
. . yoklarmis.. gibi yapmak
S. Nazik Işık Kadın Dayanışma Vakfı
30
Türkiye'de kadın örgütlerinin eşcinsellere ve onların örgütlerine yaklaşımının ana doğrultusu, neredeyse “yoklarmış gibi yapmak” şeklinde. Herkesin adına konuşmuş olmayayım ve “Benim gördüğüm, katıldığım yerlerden çıkardığım bilgi budur” diyeyim. Örneğin, bir kadın örgütünde kadınlar arasındaki konuşmalar, her zaman, 'konuşma sırasında orada olan ya da o konuşmaya katılan herkesin heteroseksüel olduğu varsayımı'yla yapılır. Yani, cinsel kimliğini açıklamış bir eşcinselin olmadığı her ortamdaki gibidir. İnsan, 'yokmuş gibi' yaptığı biri/birileri için özel bir görüş, bir düşünce üretmiş olabilir mi? Bence kadın hareketinin durumu da böyle. Manzaraya hakim olan, bence, bir politikasızlık, bir görüş sahibi olmamışlık halidir. Buna karşın, feministler ve hatta kadın hareketi için bu hal, çoğu kez bilinçli bir seçim değildir. Bu hal, bence, esas olarak Türkiye'deki kadın hareketinin kendi talep ve isteklerine, kendi haklılığına yoğunlaşmış, başkalarınınkine pek de duyarlılık geliştirmemiş bir hareket olmasıyla alakalıdır. Ama yine de içinde bir tabuyu çok da deşmemek, kendi işinin sınırları dışına çıkmak istememek, kendisine gelebilecek tepkilerle uğraşmak zorunda kalmayı tercih etmemek gibi yönler de vardır. Ayrıca, kadın örgütlerinde ve bu örgütlerdeki kadınlarda eşcinsellik ve eşcinsellere dair birikmiş bir bilginin bulunduğundan da şüpheliyim. Söz konusu bilgi mevcudiyeti, genellikle toplumun herhangi bir kesimindeki genel bilgi ve yargılardan ibaret bir tutum ve tutum ise bu ortalamanın biraz daha üstünde bir saygılı bir duruştur. Ama işte o kadar. Çünkü 'yok'un bilgisinin 'var' olması ancak bu kadar oluyor. Açık eşcinsel örgütlenmelerinin olduğu durumların da bundan çok farklı olmadığını düşünüyorum. Çünkü, kadın örgütleri eşcinsellerin örgütlenmeleriyle belirli yerlerde ve belirli koşullarda karşılaşıyorlar; mesela platformlarda, bazı özel gündemli toplantılarda… Buralarda belirli bir amaçla örgütsel temsil üzerinden bir araya geliniyor, ama karşılaşanlar, her iki örgütlenmeden de belirli sayıda insan, temsilci ile sınırlı oluyor. Şimdi başlayalım düşünmeye: Bu ortamın biricik açık eşcinseli, çoğu zaman eşcinsel örgütlenmenin temsilcisi olan kişidir. Bizim insanımız eşcinselliğin nasıl bir şey olduğunu anlamak için fırsatı çoğu kez kaçırmaz, derhal incelemeye alır. Bu aslında, temsilci kişiyi nesneleştiren bir şeydir. Ne kadar gerginlik verdiğini de çeşitli kereler gördüm sanıyorum. Memnuniyet veren bir gelişme olarak, bu tavrın en azından feministlerin olduğu yerlerde azaldığını söyleyebilirim. Bu tür karşılaşmalarda ortamın özelliği ilişkinin sınırlarını çok değiştirebilir; çünkü, söz konusu buluşmalar konu belli, işin gideceği yer belli buluşmalardır. Örneğin birçok durumda sadece aynı masanın çevresine oturur, aynı metne imza koyar, çoğu zaman el bile sıkışmadan ayrılırsınız; bazen sadece elektronik ortamda bir metin üzerinde anlaşır,
temsilcilerle bile yüz yüze gelmeden işi bitirirsiniz. Yani bir ilişkisiz ilişkilenme hali söz konusu olabilir. O zaman, bence, bu tür platformlarda yer almanın üç yararı vardır: Eşcinsellerin de ülkenin, dünyanın sorunlarına duyarlı olduğu görünürleşir; eşcinsel örgütleri başka örgütlerle yan yana durma açısından güven kazanır, onların nezdinde saygınlık kazanmış olur; diğer örgütlenmeler de eşcinseller örgütlenmesinin varlığına alışmaya başlarlar, o örgütlerin de müttefik olabileceklerini öğrenmeye başlarlar. Çoğu kez eşcinseller için ilave bir tek laf edilmez. Çünkü bu ortamlarda, daha başlangıç noktasında sağlanmış olan anlaşmanın tarifi buna dayanır. Ne bileyim, belki de bu tür platformları dışarıdan, sadece açıklamalarından izleyen biri olarak, eşcinsel örgütleri temsilcilerinin bu platformlardaki özgün katkılarını göremeyen, bu ortamların eşcinsellerin haklarına ilişkin desteklerini fark edemeyen benimdir. Her neyse, kadın platformları açısından da farklı bir şey olduğunu düşünecek bir gözlemim yok. Benim görebildiğim, kadın örgütlerinin kendi gündemlerinde olduğu gibi ortak platformlarının gündeminde eşcinsellerin yer almadığıdır. Feministler açısından durum birazcık farklı. Tabii, bir feminist olarak, bir eşcinsellerle dayanışma örgütlenmesinin üyesi olduğum için böyle düşünüyor da olabilirim. Yani kişi kendi gibi bilirmiş ya… Ama, eşcinsellerin çeşitli çalışmalarında feminist kadın akademisyenlerden bazılarının yer aldığını görüp duyuyor, Kaos GL dergisinde de okuyorum. Sonra, Ankara'da, yenilerde ve çoğunlukla genç kadınlardan oluşan bir feminist kadın örgütünde eşcinsel kadınların da açık cinsel kimlikleriyle yer aldığını b i l i y o r u m . Ya n i , f e m i n i s t k a n a t t a i ş l e r i n değişebileceğini umut ettiren gelişmeler var. Sonuç olarak; evet, Batıda, feminist örgütlerle eşcinsel örgütlerin kurduğu ilişki, eşcinsel hareketin gelişmesine katkı sağlamıştı. Ama, Türkiye'de bu yönde bir gelişmeden söz etmek için bence henüz erken. Mesela, Kaos GL'de feminist kadın hareketinin pratik uygulamalarından söz ettiğim iki sohbetin çok büyük bir deneyim aktarımı olmadığını bilecek kadar deneyimliyim. Benim gözlemim, Türkiye'de eşcinsel hareketi başta kadın hareketi olmak üzere başka hareketlerin deneyimlerinden yararlanıyor, öğreniyor, değme noktalarında kendini geliştiriyor. Ama, bunu birlikte değil, daha çok kendi içinde gerçekleştiriyor. Çünkü, bu ilişkilerin kazandırdığı bilgi ve deneyimler, eşcinsel örgütlenmesinde üzerinde durulan bir varlıkken, diğer tarafta çoğu zaman farkına bile varılmayan şeyler oluyor. Herhangi bir kadın örgütü adına konuşabilecek durumda değilim. Kendi adıma şunları söyleyebilirim: Şahsen, bir eşcinsel hakları örgütünün, Kaos GL'nin pek bir aktif olmasam da- üyesiyim. O halde, eşcinselliğin görmezden gelinmemesini istediğimden, eşcinsellerin de sağlıklı-iyi yaşama hakkına sahip olduğunu düşündüğümden ve savunduğumdan söz
edebilirim. Bu alanda yapabildiklerim ise, Kaos GL'nin istediği bir-iki küçük sunuşu yapmak, dergi için birkaç kısa bilgi yazısı hazırlamak, bazı görüş ve düşünceleri olgunlaştırma sırasında bilgi veren-değerlendirmede bulunan biri olmak gibi küçük katkılardan ibaret. Dernektekiler üye olmamın önemli bir katkı olduğunu düşünüyorlardı, bu husustaki değerlendirmeyi okura bırakıyorum. Başka bir yol daha var mıdır? Bilebildiğim ilk birbirine değme deneyimleri, İstanbul'da 1980'lerin sonlarında yaşandı. Fakat uzun yıllardır Ankara'da yaşayan biri olarak içeriden olamadığımdan, bu deneyimler hakkında konuşamam. Kendi katılımcılığımla gözleyebildiğim bir deneyim, 1989'daki 1. Kadın Kurultayı'nda yapılan iki konuşmadır. Bu konuşmalar feminist kadınlar tarafından değil, iki travesti tarafından yapılmıştı. O toplantı esasen feministlerle solcu kadınlar arasındaki tartışmalarla doluydu. Çok kalabalık, kötü örgütlenmiş bir toplantıydı. Önemli ama verimsizdi. Travestilerin konuşmasını ilginç bulmuştum, sadece ilginç. Mesela, sadece kadınlığı tercih etmeleri üzerinden konuştukları için eşcinsellikle alakalı bir şey söylediklerini düşünmemiştim. Sonra düşündükçe, kendime şu tür sorular sormuştum: Neden hiçbir lezbiyen konuşmadı? Acaba 'bize güvenmemiş' olabilirler miydi? Kadınların kocalarından başlayarak erkeklerden şikayet edişleriyle sınırlı bir tanıklıkta lezbiyenlerin yeri ne kadar olabilir? Eşcinsellerle kadın hareketinin ilişkisi, kadın hareketi olarak bizim ihtiyaç duyduğumuz kadınlığın yüceltilmesi üzerinden mi olabilir? Başka bir yol daha var mıdır? Bu soruların cevapları, o zamanlarda, kısmen şimdi de olduğu gibi, bende de yoktu. 2000'lerin başlarında Ankara'da yaşanan Barış için Kadınlar Platformu deneyimini ben bilmiyorum. Bu nedenle sadece kaydediyor, bu arada da, Müslüman kadınlarla eşcinsellerin bir arada olduğu ilk deneyim olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bir başka ortak deneyim, benim de içinde olduğum CEDAW(*) Sivil Toplum Forumu çalışmaları oldu. 2002-2003'teki hazırlık çalışmaları sırasında foruma eşcinsel kadınların katılımını sağlamaya şahsen çok emek verdim. Kaos GL'nin büyük desteği ile bunu başardık; beş lezbiyen arkadaşımız foruma katıldı. Hepsi cinsel kimliklerini açıklamadılar, ama oradaydılar, atölye çalışmalarında konuşuyorlardı. Bence çok da özgün katkılar yaptılar. Örneğin, benimle aynı atölyedeki lezbiyen katılımcının eşcinsel kadınların çalışma hayatında karşılaştığı ayrımcılık hakkındaki tanıklıkları böyleydi. Ve bunlar, hazırladığımız gölge rapora da yansıdı. Ara ara aklıma düşer, keşke New York'a giden heyette de bir lezbiyen temsilcimiz olabilseydi, diye düşünürüm. Tabii bu aynanın iyileri gösteren tarafı. Bir de diğer yüzü var: Örneğin, 453 temsilcinin katıldığı bu forumun daha tanışma aşamasında, lezbiyen kadınların da kürsüye çıkıp, “Buradayım, bir lezbiyen olarak katılıyorum” dediği oturumda, diğer katılımcıların bir kısmı şok geçirdiler. Organizasyondan sorumlu biri olduğum için bana yönelen tepkileri düşünüyorum da, sayelerinde eşcinselleri daha iyi anladım diye şükran duyuyorum. Dehşetti çünkü! Geriye bakınca hep şunu düşündüm: Bu foruma lezbiyenlerin katılımını sağlamak için çaba harcarken, yeterince farkında olmadan çok önemli bir iş yapıyormuşuz. Kadın hareketinin sadece h e t e r o s e k s ü e l - o r t a s ı n ı f-T ü r k k a d ı n l a r d a n oluşmadığını ve sadece bu kadınların sorunlarıyla
ilgilenmediğini herkes kendi gözleriyle gördü. Şimdi foruma katılan herkes, Kürtlerin, türbanlıların ve lezbiyenlerin orada olduğunu anımsıyor. Ama, arkası gelmedi. Mesela, o forumdan sonra, türbanlı kadınlar kendi içlerinde şehirlerarası buluşmalar yapmaya başladılar ve bunu sürdürüyorlar. Lezbiyen kadınlar ne yaptılar? İnanın ben de bilmiyorum. Demek ki, ben izlememişim, onlar da devamını getiren bir şey yapıyorlarsa, bizlere duyurmamış ya da duyuramamışlar. Şimdilerde, Kaos GL, CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu'nda bir lezbiyen temsilci ile temsil edilmek istiyor. Bunun, CEDAW Sivil Toplum Gölge Raporu çalışmaları açısından çok önemli bir adım olacağını düşünüyorum. Kadın hareketi açısından 2004-2005'te Meclis'te Türk Ceza Kanunu'nun değiştirilmesi sırasında yürütülen çalışmalar önemli bir birikim oluşturmaktadır. Bu dönemde TCK Kadın Platformu'nun bütün ana metinlerinde yasanın “ayrımcılık” maddesindeki tanıma “cinsel yönelim” ibaresinin de eklenmesi istenmiştir. Bu, Meclis'teki lobi çalışmaları sırasında da savunulmuştur. Bu iki hareket arasındaki ilişkiler ve yaklaşım açısından, elbette çok olumlu bir özellik taşıyor. Ancak, üzülerek söylüyorum ki, Kaos GL'nin aynı maddeye aynı ibarenin konmasına dair talebini Adalet Komisyonu'na sunmak üzere Meclis'e gittiği gün yanında hiçbir kadın örgütü yoktu. Nedenini bilmiyorum, belki de talep edilmedi. Öyle olsa bile, bu önemlidir diye düşünüyorum. Çünkü bu talep aynı zamanda kadın hareketinin kendi talebiydi. Ankaralı Feministler Grubu'ndaki 'birlikte bir kadın grubu olma' deneyimi üzerine konuşabilecek kadar bilgili ve içeriden değilim. Bu nedenle, bu deneyimin açtığı yolun ne kadar önemli olduğunu fark edebildiğimi söylemekle yetiniyorum. Son olarak, 'şiddete karşı kadın toplantıları'ndan söz edeceğim. Bu, aslında, en azından şimdilik, kamuoyuna kapalı bir çalışma. Katılımcılar, çalışmaya örgütsel temsil üzerinden değil, bireysel olarak katılmaktalar. Çalışmaya cinsel kimliği açık olarak katılan lezbiyen arkadaşımızın yine de bir temsilci olduğu kanısındayım; o kendiliğinden bir şekilde lezbiyenleri temsil ediyor. Mesela, ilk toplantı sırasında bir akşam, “lezbiyen arkadaşımın cinsel kimliğini açıklamak zorunda olan tek kişi olmasından kötü etkilendiğimi” söylediğimde kendisi “bunu söylemek zorunda olduğunu, yoksa burada bile yok sayılabileceklerini” söylemişti. Bu toplantılarda feminizm-militarizm odaklı bir çalışma yürütüyoruz. Bence, ortam eşcinsellik-militarizm ilişkisini konuşmaya çok elverişli. Ama henüz bu konuya açılamadık. Bakalım zaman ne gösterecek. Ben Ankara'daki Kaos GL'nin dergisini ve internet üzerinden yaptığı duyuruları izleyebiliyorum. Çok az etkinliğe katılabiliyorum. Çoğu zaman bizim çocuklar güzel şeyler yapıyorlar, diye düşünüyorum; özellikle etkinliklerin sadece eşcinsellere değil dayanışma içinde olunan herkese açık olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Özellikle dergiyi görmek ve çeşitli sosyal etkinliklerin olduğunu bilmek beni memnun ediyor. Yürütülen projeler hakkında daha çok bilgi edinmeyi, kadın hareketiyle çeşitli şekillerde bir araya gelmeye imkan veren çalışmalarla akademik çalışmaların artmasını arzu ediyorum. Bir de, çocuklu ailelerle bir arada olmayı sağlayan etkinlikler olmasını… *CEDAW, Birleşmiş Milletler'in Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi'dir.
31
Feminizm&Escinsellik Kadın örgütleriyle 'başka bir dünya' Kadın örgütlerine sorduk:
32
Türkiye'de kadın örgütlerinin, feministlerin eşcinsellere ve eşcinsel örgütlenmelere yaklaşımlarını değerlendirir misiniz? Kadın örgütlerinin gündeminde eşcinseller ne kadar yer alabiliyor ya da almalı? Kişisel ve örgütsel olarak eşcinsel örgütlenmelerle ilişkiniz nedir?
“üyelerimiz arasında transeksüeller de var” AMARGİ Kadın Dayanışma Kooperatifi Kadın örgütlerinin eşcinsel örgütlerine yaklaşımının genel olarak olumlu olduğunu düşünüyoruz. Ama homofobi çok derinlere ulaşan bir anlayış olduğu için, söylem olarak eşcinsellere destek veren tek tek kadınlar aynı olumlu tavrı ailelerinde göstermeyebilir. Aralarında eşcinsel kadınlar olabileceğini pek düşünmeyebiliyor, onların açılmalarını sağlayacak kadar özgürlükçü ortamlar geliştiremeyebiliyorlar. Ya da eşcinseller deyince ilk anda sadece erkek eşcinsellerin olduğunu düşünebiliyorlar. Amargi'de öncesinde açık olan ya da aramıza katıldıktan sonra cinsel yönelimi açısından kendini keşfeden/kabullenen arkadaşlarımız da bulunuyor. Üyelerimiz arasında transeksüeller de var. Farklılıklarla yan yana olmayı önemsediğimiz için cinsel yönelim ayrımcılığı gündemimizin önemli başlıkları arasında yer alıyor. Cinsellik çalışma grubunda lezbiyen bir arkadaşımız cinsel yönelim konusunda araştırmalarını sürdürüyor; çalışma grubunun iç ve dış tartışmalarında eşcinselliğin unutulmaması, yanlış anlayışların su yüzüne çıkması ve bunlarla mücadele edilmesi için çaba sarf ediyor. Türk Ceza Yasası platformu, Mehmet Tarhan'la dayanışma, Kaos GL Derneği'ne açılan kapatma davası… Bunlar kadın örgütleri ile eşcinsel örgütlerinin ortak mücadele ettikleri alanlar. Bundan sonra grupların karşılıklı seminerler ve toplantılarla kendi bakış açılarını birbirlerine anlatıp, birbirlerine güçlendirmeleri önemli. Eşcinsel örgütlerinin etkinliklerini yakından izliyoruz. Eşcinsel erkeklerin kendi içlerinde yürüttükleri cinsiyetçilik sorgulamalarını, kadınlara özel toplantılarını özellikle önemli buluyoruz. Daha önce Lambdaistanbul ve Kaos GL'nin sempozyumlarına, Lambdaistanbul'un eylemlerine katıldık.
“birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var” Bugüne dek eşcinsellerle kadın Ankaralı Feministler - Gamze Göker örgütleri hangi Türkiye'de, genel olarak tarihine baktığımızda, kadın örgütlerinin alanlarda ortak eşcinsellerle ya da eşcinsel örgütlenmelerle düzenli ve yakın bir ilişkisi mücadele ettiler. olduğunu söylemek zor. Ancak, geçmişte olduğu gibi bugün de feminist örgütler ve tek tek feminist kadınlar, eşcinsellerle politik ya da özel ilişki Bundan sonraki ortak geliştirmeye her zaman daha açık oldular. Kadın örgütlerinin gey ya da lezbiyenlerle ya da daha genel bir başlıkla söylemek gerekirse, eşcinsellerle hareket noktaları politik bir ilişki geliştirmemesinin birkaç nedeni var elbette ki. neler Öncelikle, zaten eşcinsel kurtuluş hareketinin tarihi Türkiye'de çok yeni. Neredeyse Kaos GL ile aynı yaşta diyebiliriz. Yani eşcinsellerin açılması olabilir/olmalıdır? (dolaptan çıkmaları) ve örgütlenmeye başlamaları, üstüne üstlük bunu Neden? politik bir dille kamusal alana çıkarmaları ve tabii ki sonrasında politik Eşcinsel örgütlenmeleri ve etkinliklerini izliyor musunuz? Bunları değerlendirir misiniz?
müttefik aramaya başlamaları ancak son on yılda söz konusu edilen olgular. Bununla bağlantılı olarak eşcinsel örgütlenmelerinden ilişki geliştirmek üzere pek bir talep geldiğini de sanmıyorum. Örneğin, ben kendi içinde bulunduğum örgütlenmelerden söz edecek olursam, Pazartesi dergisinin Ankara grubuna beş yıl boyunca kendini açık bir biçimde lezbiyen, biseksüel, travesti, transeksüel ya da gey olarak ifade eden birinin geldiğini hiç hatırlamıyorum. Oysa biz ayda bir hem okur toplantıları hem konulu söyleşiler düzenliyor ve adını koymasak da aslında bilinç yükseltme çalışmaları yapıyorduk. Daha sonra, 19992000 yıllarında oluşturduğumuz ve 34 yıl kadar devam eden Kadınlar Vardır grubuna o zaman “Öteki Ben” ve
“Sappho'nun Kızları” adıyla toplanan iki ayrı lezbiyen gruptan kadınların geldiğini, onlarla uzun uzun sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Bu arada “Barış için Sürekli Kadın Platformu”nda da lezbiyenlerle birlikteydik. Kadınlarla eşcinsellerin bir araya gelmemesinin bir nedeni de kadınlardan kaynaklanıyordu. Kendini feminist olarak tanımlamayan ve kadın mücadelesi sürdüren kadınlar genellikle radikal ya da marjinal hatlardan uzak durdukları ve eşcinselleri de marjinal gördükleri için onlarla buluşmak için pek olanak yaratmadılar. Buna ek olarak, elbette ki gündemleri her zaman çok yoğun olduğu için şiddet, namus cinayeti, Medeni Yasa ve Türk Ceza Yasası değişiklikleri gibi çok can yakıcı meselelerle ilgilenirken belki eşcinsellerle birlikte hareket etmeyi önemsemeye çok da fırsat bulamadılar. Bunların dışında, feministlerin büyük bir bölümü, tüm erkekler gibi geylerin de kadınların ezilmesinde ve toplumda ikincilleştirilmesinde katkısı olduğunu düşündüğünden erkek egemenlikle mücadelede geylerle bırakın ittifak yapmayı, oturup konuşmayı, birbirini dinlemeyi, anlamayı bile zaten akıllarına getirmiyorlardı. Ama elbette ki lezbiyenlerle kadın mücadelesinin her noktasında birlikte olmakta bir sakınca görülmüyordu. Ancak, feminist literatürün zenginleşmesi ve son yıllarda özellikle erkeklik üzerine yapılan çalışmalar gösterdi ki, erkek egemen sistem kadınlar kadar olmasa da, “erkeklik” rollerini layıkıyla yerine getirmeyen, getiremeyen ya da getirmek istemeyen erkekleri de farklı biçim ve düzeylerde eziyor. Bu erkeklerin başında da eşcinseller geliyor. Başka bir açıdan baktığımızda ise, adına ister ataerkillik ister erkek egemen sistem diyelim, feministlerin mücadele ettiği bu sistem, norm olarak koyduğu heteroseksüel ilişki dışında kalan tüm cinsel yönelimleri, cinsel kimlikleri kadınlar üzerinde uygulananlara benzer biçimlerde yok sayıyor, dışlıyor ya da şiddet uygulayarak bu türden var oluşları tümden yok etmeye çalışıyor. İşte, en temel ifadesiyle erkek egemen sistemle mücadele zemininde, eşcinsellerle feministler “ortak düşman”a karşı pekala ittifak noktaları yaratabilirler, yaratmalılar ve zaten artık yaratıyorlar. Ankaralı Feministler grubu oluştuktan çok kısa bir süre sonra kendini feminist olarak tanımlayan lezbiyenler de gruba katıldı. Bu birliktelik hem grubun mücadelesini boyutlandırdı, zenginleştirdi ve güçlendirdi hem de en azından bu grupta yer alan feministlerin kendi homofobileri ile yüzleşmelerini ve kendilerini sorgulamalarını sağladı. Dolayısıyla farklı varoluş biçimlerinin farklı ezilmeler yaratabildiğini yakından göstermiş oldu. Kişisel olarak eşcinsel kurtuluş hareketi ve feminist hareketin birbirinden öğrenecek çok şeyi olduğuna ve her zaman politik ittifak düzlemleri yaratmaları gerektiğine inanıyorum. Kaos GL'yi hemen hemen ilk kurulduğu yıllardan bu yana çok yakından olmasa da takip ediyorum. Özellikle ilk yıllarda Kaos GL dergisini de düzenli olarak alıyor, hatta eşcinsellerin böyle bir dergi çıkartıyor olmalarından büyük bir heyecan duyuyor, çevremdeki insanların da dergiyi almasını sağlamaya çalışıyordum. Geçen yıl Kaos GL'nin Işık Dağı'ndaki pikniğine ve piknik alanında yapılan homofobi atölyesine katıldım. Katıldığım hemen her etkinlikte yeni şeyler düşündüm, gördüm ve öğrendim. Kaos GL'nin Türkiye'deki eşcinsel kurtuluş hareketinde çok büyük bir katkısı olduğunu, eşcinsel hareketinin genel olarak solun, feminizmin ve insan hakları (90'lardaki acı deneyim sayesinde de olsa) alanlarının kendilerini sorgulamasında büyük bir katkısı olduğunu ve olmaya devam edeceğini düşünüyorum.
“ortak hareket noktaları bundan sonra da çok açık değil mi” Uçan Süpürge Türkiye'de, kadınları olduğu gibi eşcinselleri de kucaklayan kadın örgütlerinin sayısı fazla değil. Birçok kadın kuruluşunun GBT bireylere/gruplara yönelik insan hakları ihlalleri karşısında suskunluğunu koruması bir yana, lezbiyen kadınlarla bile -kadın konularında özellikle- temas etmemeleri, 'farklılıklara' tahammül, bir arada olma gücü/cesareti, ne dersek diyelim, altını yeterince dolduramadığımızı gösteriyor. Bunda, kadın örgütlerinde yaş ortalamasının yüksek olmasının da payı var, farklı cinsel yönelimlerin 'çoook uzak konular' olmasının da! Uçan Süpürge bir kadın örgütü olarak çeşitli çalışmalarda eşcinsel gruplarla bir araya geldi. CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) bunlardan biriydi. Nisan 2003'de Ankara'da yapılan ve sekreteryasını üstlendiğimiz CEDAW Sivil Toplum Forumu'na lezbiyen kadınlar da katıldı; onlarla atölyelerde buluştuk, deneyim alışverişi yaptık... Kadın hareketinin kazanımlarından biri olan Türk Ceza Yasası değişikliği sürecinde başta Kaos GL olmak üzere eşcinsel gruplarla yan yana olduk... Web sitemizde ve dergimiz Uçan Haber'de eşcinsellere yönelik ayrımcılık ve şiddet haberlerine yer verdik; onların etkinliklerinden, yayınlarından söz eden yazılar, röportajlar yayınladık. Eşcinsellerin gündemini de izliyor ve haberlerimizde yer veriyoruz. Yayınlarımızda da bu konuyu atlamamaya özen gösteriyoruz. Tabii, yalnızca Uçan Süpürge değil; başka kadın örgütlerinin de Ankara ya da İstanbul'daki eşcinsel gruplarla eylemler, etkinlikler vs. düzenlediğini görüyoruz. Bu birlikteliğin daha da derinleşmesi lazım. Yasalar, yasaklar... bunlarla mücadele hep var ve olacak. Bununla birlikte, ortak hareket noktaları bundan sonra da çok açık değil mi: Nesilden nesile geçirilen ve özenle beslenen homofobi; neyi reddedip neyi kabullendiğini çok iyi bildiğimiz, kaypaklığı su götürmeyen, ikiyüzlü ahlak; kadınlara olduğu kadar GBT bireylere de şiddetin hasını göstermekte beis görmeyen ataerki ve onun atgözlüklü çocukları; hassasiyetinden sual olunmaz Türk Aile Yapısı... ve daha birçokları... Uçan Süpürge olarak zamanımız ve enerjimiz elverdiği ölçüde izliyoruz tabii. Uçan Süpürge'de çalışan kadınların birkaçı GLBT gündemini takip ediyor ve onlarla çeşitli işlerde bir araya geliyor. Kaos GL dergisini eşcinsel hareketinin belleği olması bakımından önemli buluyoruz. Yine, ilki geçen sene yapılan Homofobi Karşıtı Buluşma da her yıl tekrarlanması gereken, ciddi bir birikim oluşturabilecek türde bir etkinlik. Kaos GL Türkiye'ye bir “Uluslararası Gey ve Lezbiyen Filmleri Festivali” armağan ederse daha da iyi olacak! Lambdaistanbul'un 'Hormonlu Domates Ödülleri'ni de başarılı bir sivil eylem olarak gördüğümüzü belirtmemiz lazım. Savaş karşıtı eylemlerde, kadına yönelik şiddete verilen tepkilerde, kampanyalarda da eşcinseller oldukça etkin. Kadın örgütlerinin, meslek örgütlerinin, insan hakları örgütlerinin eşcinsel örgütleriyle daha sık bir arada
33
olması etkinlikleri de zenginleştirir.
“kadın hareketi 'özel olan politiktir' söylemini yanlış kuruyor”
KADAV - Cansu Cancan
34
Batıdaki bu sonuca gelinceye kadar eminim her iki taraf da çok caba harcamıştır ve mevcut kültürel, ekonomik ve sosyal etkiler de bu çabaya destek olmuştur. Özellikle batıdaki dinle ilgili devrimler de çok etkili bir faktör. Türkiye'deki kadın hareketi son 100 yıllık tarihinin dönüm noktalarından biri olan 1980 sonrasındaki feminist çıkışla var olma mücadelesine büyük ivme kazandırdı ve hâlâ varlık mücadelesi veriyor. Bunu da özellikle şiddete karşı kadın mücadelesi ekseninde yapmaya çalışıyor Her muhalif hareket önce varlık mücadelesi verir ve her iki hareketin de şu andaki konumu hâlâ varlık mücadelesi noktasında. Bu da bizlerin ilişkilenmemizi hem zorunlu kılıyor ve hem de zorlaştırıyor. Zorunluluk politik düzeyde çok belirgin: cinsiyetçiliğe, toplumsal cinsiyet rollerine karşı direnç ve farklı hallerin ve kimliklerin ortaya çıkmasında çok kritik. Peki, bunu ne kadar yapıyoruz? Çok az! Eşcinsel hareketiyle bağlantıda kadın hareketinin/feministlerin eksikliğinin bir sebebi inanılmaz bir zaman ve enerji alan günlük işler ve var olma mücadelesiyse, bir diğeri de politik bilinç ve vizyon eksikliği. Feministler aslında “kadın kadın kadın…” dedikçe bana göre tersinden hepimizi zayıflatan bir söyleme saplanıyor. Eşcinsellerin ise bu konudaki söylemlerini tam olarak anlayabilmiş değilim. Yani biz feministler kadın dedikçe kadınlığı yüceltirken, eşcinseller de böyle algılanıyor. Yani, egemen erkek eşcinselliğinin kadınlığı bu kadar değerli hale getirmesi de bu noktada bizi zayıflatıyor. Bu benim için büyük bir sorun, zira feministler ve eşcinsellerin hep beraber var olanı reddetmesi gerekiyor, çünkü var olan kadınlık ve erkeklik rollerini reddediyorsak, o zaman yeni rollerin peşine düşmeliyiz. Diğer bir deyişle; yaratmamız gereken devrimci süreçte birbirimize mecburuz. Bu açıdan Türkiye'deki kadın hareketi bileşenlerinin genel olarak cinsellikle ilgili yaklaşımlarındaki tutucu ve kapalı duruşları ve yukarıda sözünü ettiğim bilinç eksikliği sonucunda eşcinsel gruplarla ilişkileri gerektiği noktada kuramadığını düşünüyorum. Hatta biraz daha ileri gidersem kadın hareketi neredeyse cinsiyet körü! Oysa, asıl devrim bana göre bu rolleri değiştirme noktasında 'başka bir şeyin de mümkün olduğunu' düşünmek, düşünebilmek. Kadınlığı veya erkekliği kutsamak, oraya saplanıp kalmak değil. Yani burada kadın hareketinin “özel olan politiktir” söylemini yanlış kurduğu ortada; öyle ki “ben kadınım, çok mutluyum, değişmek istemiyorum” cümlesine kadar varıyoruz! Bu da eşcinsel gruplarla ilişkimizi çok zorlaştırıyor. Ben, kadın hareketinin yüzünü eşcinselliğe, transeksüel ve travesti kavramlarına ve mücadelesine dönmeden bazı şeyleri aşamayacağını düşünüyorum. Yoksa, bu ilişki şimdiki gibi, pratik ve teorik düzeyde çok zayıf ve belirsiz kalır. O yüzden kesinlikle gündemlerinin önemli bir yerinde olmalıdır. Eşcinsel örgütlenmeler benim/bizim için yukarıdaki gerekçelerden dolayı önemli ve mutlaka ilişkilenmemiz gereken örgütlenmeler. Bize düşeni çok kısaca anlattım. Eşcinsel örgütlenmelere düşen de buna yakın bir bilinç ve politik açılım yoluyla bizimle ilişkide ısrar etmesi. Benim tanık olduğum kadarıyla, eşcinsel örgütleriyle kadın örgütleri arasında en iyi ve belirgin ortaklık Türk Ceza Yasası sürecinde yaşandı. Orada da kadın gruplarının eşcinsellikle ilgili meseleleri ikincilleştirmekten kaynaklı sorunlar vardı, ama en azından beraber bir şeyler yaptık ve bu bizi pratik ve teorik olarak az da olsa yaklaştırdı. Beraber iş yapmak kadar yararlı bir alışveriş düşünemediğim için bunu her
şeye rağmen kıymetli buluyorum. Bundan sonra, karşılıklı ziyaretlerin iyi olacağını düşünüyorum. Örneğin biz, eşcinsel grupları ziyaret etsek, sizler de KADAV'ın İzmit'teki merkezine gelebilseniz, size yaptıklarımızı anlatsak ne kadar iyi bir faaliyet olur. Belki bu yakınlaşmalar bizi tüm bu meseleleri daha geniş bir platformda konuşma şansı yaratacak bir ağ örgütlenmesine götürür, ki bu çok hayırlı olur. Eşcinsel örgütlerinin etkinliklerini eskiden daha iyi takip ediyordum, şimdi eskisi kadar izleyemiyorum. Kaos'un ardında büyük emeklerin olduğu dergi ve kültür merkezi çalışmalarını harika buluyorum, bunların gelişip yaygınlaşmasını çok istiyorum. İstanbul'da Lambda ile ilişkilerimiz zayıf. Bence bu karşılıklı bir ihmalden kaynaklanıyor. Birbirimize ne kadar muhtaç olduğumuzu tam olarak bilince çıkarmadığımız için böyle oluyor, diye düşünüyorum.
“eşcinsellik henüz kolay konuşulabilen bir kavram değil” KAMER - Nilgün Yıldırım Türkiye'de kadın örgütleri, feministler, eşcinseller ve eşcinsel örgütleri arasında yeterli bir iletişim ve işbirliğinin oluşturulamadığını düşünüyoruz. Biz KAMER olarak eşcinseller ve eşcinsel örgütlerini kendimize en yakın bireyler ve kurumlar olarak görüyoruz. Bölgemizde kadına yönelik şiddeti ve namus olgusunu dile getirmek, tartışmaya açmak bile uzun bir çaba ve çalışma gerektirdi. Bu konudaki karşı direnç devam etmekte. Cinsellik ve özellikle eşcinsellik henüz kolay konuşulabilen kavramlar değil. Faaliyet alanımızda; eşcinsellik konusunda net, yüksek sesli çalışmalar gerçekleştirebilmek için önceden dikkatli ve uzun bir hazırlık aşaması gerekiyor. Bu çalışmanın doğru zaman, doğru yöntem ve yerden başlaması için kurum içi ve örgütler arası fikir alışverişinde bulunuyoruz. Devam eden faaliyetlerimizin bir kısmında eşcinsellik konusuna vurgu yapıyoruz. Temel faaliyetlerimizden biri de “kadının insan haklarına yönelik grup çalışmaları”. Bu çalışma 1520 kişilik kadın grubuyla 14 hafta devam ediyor; haftada bir farklı konularda (iletişim, şiddet, yasal haklar, çocuk eğitimi, cinsellik, ekonomik haklar, ayrımcılık, örgütlenme ve feminizm) farkındalık yaratarak şiddete karşı bir duruş geliştirmeye çalışıyoruz. 'Ayrımcılık' konulu grup çalışmalarımızda; önyargılarımızı kırmak, ezberlerimizi bozmak, fark ettirmek ve değiştirmek üzere bir program uyguluyoruz. Ayrımcılık başlığı altında 'cinsiyet ayrımcılığı, ırk ayrımcılığı, dinmezhep ayrımcılığı, farklı cinsel yönelimleri olan bireylere uygulanan ayrımcılık' konularında bilgilendirme ve farkındalık yaratma çalışmaları yapıyoruz. Gruplarımızın 'Cinsellik' bölümünde ise 'kadınlar ve erkekler cinselliklerini nasıl öğreniyor, cinsel yönelimler, kültürümüzün cinselliğe bakışı ve önyargılar, kişilerin bedenleri üzerindeki hakları, cinsel şiddet' alt başlıklarında bilgi veriyor ve fikir alışverişinde bulunuyoruz. Şiddet yaşayan kadınların başvurduklarında psikolojik, hukuksal ve iş danışmanlıkları alanlarında destek aldıkları acil yardım hattımıza da eşcinseller tarafından başvuru yapılıyor. Eşcinsel örgütleriyle şiddete karşı olmak ve insan hakları temelinde ortaklaşıyoruz. Bu temellerde yapılan çalışmalarda birliktelik sağlanabileceğine ve bunun gerekliliğine inanıyoruz. Çünkü kadınlar kadın olmaktan kaynaklı şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı yaşarken, eşcinseller de cinsel yönelimlerinden dolayı şiddet ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Arada farklı nedenler ve
Feminizm&Escinsellik
Antrakt: Kad n Filmleri Festivali Filmmor Kadın Kooperatifi ve Uçan Süpürge. Bu iki kadın kuruluşu Türkiye'de yapılması neredeyse 'imkansız' bir işi başarıyla yürüterek, sanatta erkek egemenliğinin belki de en yoğun yaşandığı, yaşatıldığı alan olan sinemada kadınların ürettiği, kadınlığa dair öyküler anlatan filmleri seyirciyle buluşturuyorlar. Uçan Süpürge 10 senedir Ankara'ya farklı bir soluk getirirken, Filmmor 5 senedir İstanbul'dan Batman'a uzanan bir haritada yollara düşüyor. Ayrımcılığa karşı duran, kadın emeğini görünür kılmayı amaçlayan bu iki kuruluş 'feminizm için çıktıkları beyazperde yolculuğunda eşcinsel görünürlüğüne ne kadar yer veriyor'u merak ettik ve sorduk: Festivalinizde eşcinsel sineması (teması, kahramanı, öyküsü eşcinsellikle ilgili olan filmler) ne kadar yer buluyor? Bugüne dek festivalinizde gösterdiğiniz eşcinsel temalı filmler nelerdi? Bu filmleri seçerken nasıl bir yöntem izlediniz? 'İyi film' olmaları yeterli miydi? Eşcinsel temalı olması da önem taşıyor muydu?
“kadın yönetmenlerin sundukları ürünler ölçüsünde”
“eşcinsel sineması içinde de kadınların filmleri az”
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali
Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali
İletişim, etkileşim ve paylaşımın önemine inanan Uçan Süpürge 10 senedir düzenlediği film festivaliyle erkek egemen sinema sektörünün içinde kadın filmlerinin görünürlüğünü artırmak ve paylaşımı uluslararası boyuta taşıyarak çokkültürlülüğü ve renkliliği Ankara'nın kültür sanat yaşamına yansıtmaya çalışıyor. Sinemanın evrensel gücünü kullanarak cinsiyet eşitliği konusunda toplumsal bilinci yükseltmeyi ve sinemada kadın emeğini görünür kılmayı amaçlayan festival, bu yönüyle ülkemizdeki diğer tüm film festivalleri arasında özel bir yere sahip.
Filmmor 5 yıldır sadece kadınların filmlerini gösteren ve son yıllarda kadınlara yönelik şiddet, 'namus' gibi temalarla programını oluşturan bir kadın filmleri festivali. Kadınlar, dünyanın yoksulları olduğundan gösterimleri ücretsiz ve kadınlar başka bir şehirdeki festivale rahatlıkla gidemediği için de gezici. Festivali 5 yıl önce, izlemek istediğimiz filmler şehre gelmediği için yapmaya başladık denebilir. Ya da şehre gelen filmleri öfkeyle izlemekten, başka türlü filmler özlemekten sıkıldığımız için... Festivalin adı tüm dünyadaki adına paralel olarak 'kadın filmleri festivali' oldu ama aslında feminist bakış ve içeriğe de hep önem verdik.
Uçan Süpürge her türlü ayrımcılığa karşı duran, insan hakları ve demokrasiye önem veren bir kadın örgütü. Yıl içerisinde kadın yönetmenlerin eşcinsel sinemasına sundukları ürünler ölçüsünde eşcinsel filmlerine festival programında yer veriyoruz. Agnieszka Holland'ın Rimbaud ile Verlaine aşkını anlattığı “Tutkunun Şairleri” (Total Eclipse), Angelina Maccarone'dan “Unveiled”, Anne Wheeler'ın kült lezbiyen filmi “Çikolatadan Daha İyi” (Beter than Chocalate), Marleen Gorris'in feminizmle eşcinselliği kusursuz bir şekilde buluşturduğu “Antonia'nın Yazgısı” (Antonia's Line), John Avnet'den “Kızarmış Yeşil Domatesler” ilk akla gelenler. Bunlar dışında gösterdiğimiz pek çok kısa metrajlı film eşcinsel temalıydı. Bu yoğunluğu fark edip iki sene önce eşcinsel sinemasından örneklerin yer aldığı “Pembesiz/Mavisiz” başlıklı bir bölüm düzenlemiştik. Bu filmleri seçerken izlediğimiz yol festival programını oluştururken izlediğimizle aynı. İyi film olması önemli bizim için. Yani eşcinsel filmleri seçmemizin sebebi de iyi film olmaları ve kadın bakış açısına sahip, yetkin, sözü olan filmler olmaları.
Yer bulamamaları değilse de çok az yer almaları söz konusu elbette. Bizden yana biz pozitif ayrımcılık yaparak sadece kadın yönetmenlerin filmlerini gösteriyoruz. Ama örneğin kadınlara yönelik şiddet, namus gibi temalarla çok ilgili olduğu halde eşcinsel filmler gelmedi. Diğer taraftan, kadınların geleneksel kurallar dışındaki deneyimleri gibi cinsel yönelimlerini de rahatça yaşayabilmelerine dair filmlere daha çok yer vermeyi tabi ki istedik ve aradık ama sanki kadın eşcinsellerin görünmezliğine paralel olarak eşcinsel sineması içinde de kadınların filmleri çok daha azdı. Filmin içinde geçen yan hikayeler ya da kişiler dışında filmin ana hikayesi eşcinsel kadınlara dair olan az sayıda film vardı: Lanetlenmiş (Damned If You Don't) ve Ateş (Fire) gibi. İyi filmler olmaları yanında temalarıyla ezber bozan, tabuların üstüne giden filmler olmaları da çok önemliydi elbette.
Feminizm&Escinsellik
Feminizm ve TT GacIlar Ayrıintidaki SeytanıÝI bulmalıi
Sesimize ses kattıILaÞrÝÞÐ
Serap Gacı İstanbul
Buse Kılıçkaya Pembe Hayat
36
soru şu: travesti ve transseksüel örgütlenmeleri feminizmle ve feminist örgütlerle nasıl ilişkileniyor? travesti ve transseksüel kimliği üzerinden feminizme bakışımız ve feminist örgütlerle ilişkimiz? yadırganması gereken bir soru aslında. ama gerisinde yer alan ve bizi doğrudan yanıta götürecek olan “bakışı” göz önüne sermek açısından oldukça çarpıcı. bu sorunun satır aralarını, gerisini, berisini okuyabilmek ve bu “bakış”ı görebilmek de tt ve feminist örgütlenmelerinin ilişkilenmesi açısından çok önemli. önce şu soruyu soralım o halde: travesti ve transeksüellerin feminizmle ilişkisini neden “sorgulama ihtiyacı” duyuyoruz? “ataerkilliği, toplumsal cinsiyeti, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan bir 'kadın' olarak benim feminizmle, feminist hareketle bağlantılı olmamdan daha doğal ne ola ki? transeksüel olmam neyi değiştiriyor? feminizmle bağlantımda bir çapraşıklık, bir yapaylık mı var, ya da bir şeyler mi eksik?” feminizmin kendi içinde henüz çok net yanıtlar üretemediği sorular işte bunlar. sözünü ettiğim “bakış”; tam da bu nedenle oluşuyor ve sürekli bir tedirginlikle “sorgulama” ihtiyacı duyuyor. bu sorulara net yanıtlar üretilmediği sürece, tt gacılarla feminist gacılar arasındaki ilişki “ötekiyle dayanışma” boyutunu pek aşamayacak gibi... bu boyutu aşıp, “doğal” ilişkilenmenin yolu biraz uzun ve ince. tt gacıların, cinsiyet geçişi sürecinde “kadınlığı” bedensel bir “düzelme”nin ötesinde, bir toplumsal cinsiyet rolü olarak ayrıntıdaki şeytanı bulacak kadar sorgulaması gerekiyor. buna karşılık, feminizmin de heteroseksizmi, “iki cinsiyet” dayatmasını, cinsiyet kimliği-biyolojik cinsiyet kavramlarını ve cinsiyet geçişi (transgender) olgusunu...
Travesti ve transeksüellere yönelik şiddetin arttığı bir dönemde bir araya geldik ve dernekleşmeye karar verdik. Sivil toplum, insan hakları, dernek kelimeleriyle tanıştığımız bu dönemde feminizm de yeni bir olguydu bizim için. Derneğin kurulması ile birlikte kadın örgütlerine gidip “dert yanmaya” karar verdik. Bu süreçte birbirimize değmeyi öğrendik, birbirimizi tanımaya başladık. Feministler bu süreçte bizi hiç yalnız bırakmadılar. Sesimize ses kattılar. Birlikte yürürken samimiydiler. (Heteroseksüel feministlerin bizimle dayanışma sürecinin örülmesinde lezbiyenlerin katkısı olduğunu görmekle beraber, eşcinsel ve biseksüel kadınların bizimle dayanışma pratiklerinin heteroseksüel kadınların dayanışmasıyla sınırlı olması eşcinsel bireylerin ve örgütlerin kendi iç dayanışmalarını da ayrıca sorgulatıyor.) Feminizm ile tanışmamızla beraber feministler de travesti, transeksüel ve seks işçileriyle karşılaştılar. Bizler kendi içimizde feminizmi keşfetmeye, sorgulamaya çalışırken sanırım aynı zamanda feministler de transfobilerini ve homofobilerini sorgulamaya başladılar. Ancak Türkiye'de halen travesti ve transeksüellere seks işçiliğininin dayatılması feministlerle aramızda aşılması gereken duvarın boyunu biraz daha yükseltiyor. Çünkü bugüne dek feministler seks işçiliğini gündemlerine almadılar. Feministlerin seks işçiliğini dert etmemelerinin arkasında ataerkil sistemin herkese dayattığı muhafazakarlığının egemen olduğunu düşünüyorum. Feministler bizden sürekli toplumsal erkekliği ve kadınlığı sorgulamamızı bekliyorlar. Ancak biz transeksüel kimliğimizi kurmaya çalışırken, sokaktaki, evimizdeki diğer kadınlara bakıyoruz. “Kadın kimliğimizi” pazara giden kadın, 'namuslu kadın', 'aile kadını'nı görerek kuruyoruz. Bize dayatılan “toplumsal kadınlığı ve erkekliği” reddedişimizin bizi özgürleştirmeyeceğini düşünüyoruz. Bu kimliğin bizi ne kadar özgürleştirdiğine hep birlikte karar verebiliriz. Travesti ve transeksüellerin hayatın her alanında yaşadıkları şiddete baktığımızda ataerkil yapının en acımasız yüzü ile karşılaşıyoruz. Travesti ve transeksüellerin bu yüzle bu kadar sık karşılaşmasında hem feministler hem de insan hakları savunucularının nerde, nasıl hata işlediklerini, suç ortaklığı kurduklarını sorgulamaları gerekiyor.
Donme dolap Sürmelican Gacı İstanbul Woody Allen bir filminde siyah bir fahişeyle beraber olur. Ona önce kendisini bağlamasını, ardından dövmesini ve son olarak tecavüz etmesini söyler. Münasebet sonunda Woody Allen klasik böbürlenmelerine başlar ve “sen hiç kara delik nedir bilir misin” diye sorar. Bizimkinin cevabını hazırdır: “Bilmez miyim, hayatımı onla kazanıyorum”. 70'lerde yayınlanmış bir sit com aynı mizahi göndermeyi bir travestinin annesine açılmasıyla sergiler: “Hatırlar mısın? Hani ergenliğime girme aşamasındayken doğum günümde bana tıraş makinesi almıştın. İşte ben ilk o makineyle bacaklarımı aldım.” Görüldüğü gibi birçok açmaza verecek cevabımız boldur. Ama gel gelelim konu akademik bir alana girdi mi, işler değişir. Karşımıza birçok disiplin çıkar ki, en önemlisi feminizmdir. 80 sonrası feminist hareket bazı erkek yazarların “feminist meydan okuma” tavrına karşı kadın hareketi ve feminizm kelimelerini ayırmıştır. Bunun nedeni, ilk sayısında “neden feminist dergi?” sorusunu soran Amargi dergisinin Aksu Bora imzalı tümcelerinden geçer: “Feminizm, bir yandan kişisel olan ile toplumsal olan arasındaki bağlantıları gördüğü, gösterdiği, bunları politikleştirdiği için zor bir alandır-feministlerin 'özel hayat'ı yoktur bu anlamda, öte yandan, bunu yaparken kısmi bir alanda, 'kişisel' denen yerde duramaz- onun konusu her şeydir…”* Feminizm, belki “kadın hareketi” denilen bu hafiflikten sıyrılır ama travesti ve transeksüel var oluş diyalektiğinde tıkanır kalır. Çünkü devrimsel ilke her ne kadar feminist bir bakış açısına gereksinim duysa da cinsel ahlak sorgulaması eksik kalan bir özel eleştiri, patriarkal sistem bozumunun yarım kalmasına neden olur. O da eşcinsel hareket reformculuğunu mecbur kılar. Zaten çatışma noktamız da bundan kaynaklanmaktadır. Süre gelen 3. dalga feminizmin 90'lardan sonra kendini post feminizme
Agir ama saglam Ebru Kırancı Lambdaistanbul / Gacı İstanbul TT örgütlenmeler ile feminist örgütlerin ilişkilenme süreci sancılı ve uzun oldu. Ancak şu anda kadınlık üzerinden gelişen algı bizleri birbirimize daha çok yakınlaştırdı. Süregelen ilişkiler daha çok eylemler, basın açıklamaları gibi sokağa yönelik şeyler. Gönül istiyor ki TT örgütlenmeleri ile feminist örgütlenmeler birbiriyle daha çok ve geniş ilişki kurabilsinler. Ortak söylemler ve politikalar üretebilsinler. Hali hazırda birçok feminist örgütte var olan transfobi, TT birey ve örgütlerin bu gruplarla ilişkilenmelerini aksatıyor ya da buna ket vuruyor. Çünkü feminist hareket içerisinde bizleri hala "kadın" olarak görmeyen bir algı mevcut. Elbette bu eskiye nazaran daha az ve daha görülmeyecek boyutta. Bu süreci yaşamış biri olarak ağır ama sağlam ilerleyen ilişkilenme süreci beni memnun ediyor. Umut ediyorum ki gelecekte birbirine sırtını dayamış ve elleri daha sıkı kenetlenmiş bir "kadın" hareketinin temellerini atıyoruzdur.
bırakması ki bu feminizmin bir anti tezidir, toplumsal cinsiyet algısını daha bir baki kılmıştır. Bu da “dönme” duruşunu giderek hiçleştirir. Peki, her defasında bir kurtuluş hareketinden bahseden eşcinsel harekete ne demeli! Siz bana sorun, ben size söyleyeyim: Kurtuluş nerde? Suya düştü. Su nerde? İnek içti. İnek nerde? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı, bitti, kül oldu! Ne hazin şu bizim yılan hikâyesine dönen dönme dolap. Ve ete kana bulanan mezbaha milliyetçiliğinden bize yadigâr kalan hayat. Bütün hatıralar gözyaşlarının izleridir, diyor yönetmen Wong Kar Wai. Bugüne kadar yazılmamış tarihimiz gibi. Biz dönmeleri orospulaştıran hiçlikte. Belki tek yoldaşımızdır kadınlar aslında, her erkeğin orospusu olduğu gerçeğini düşününce. İşte bu yüzden der, 60'ların efsanesi Jane Mansfield: “Benzerleriyle düşünüldüğünde çok güzel bir kelimedir fahişe,” diye. Dramatize edilmiş teşbihler tekrarlandıkça, bir süre sonra su koyuverir. Aynı, dünyanın tüm ezilenleri birleşsin sloganı gibi. Çünkü siz de biliyorsunuz ki her ne kadar ezilmemizin kökenleri aynı kuyuya tekabül etse de yansımalarında gizli bir hiyerarşi yatar. Bir kadın ve erkek eşcinselin ezilme biçimlerinde görüldüğü gibi. Bu algıdan yola çıkılarak eşcinsel gruplar kadın toplantılarını ayrı tutarlar. Bu ayrılığın amacı yeni bir Türk-İslam sentezi oluşturmak değil, kadınların kendilerini daha özgür ifade edebilmelerine olanak sağlamak içindir. Ama bu toplantılara erkekten kadına travesti ve transeksüeller alınmaz. Alınmama gerekçelerinin, “biz bu gerçekliği daha tartışmadık” gibi bir cevaba tekabül edişiyse olayın vahametini ortaya koymaktadır. Elbette ki lezbiyenlerin kafasında birçok soru işareti olabilir. Ama konu eşcinsel örgütlülüğü ve onun Türkiye tarihçesine gelince dudak uçuklatan bir cevapla karşı karşıya kaldığımızı görüyorum. Travestiliği bir yana koyarsak, transeksüelliği bir operasyon süreci olarak görüyorum. Bu geçiş sürecinin sonucu eğer erkekten kadınaysa, o birey artık kadındır. Bu su götürmez bir gerçektir. Ne yazık ki feministler teorik ve pratik açıdan beden algısına dair konularda eksik ve donanımsızdır. Bunun sebebinin büyük bir ihtimalle yine bir iktidar geleneğimiz olan önceliğin “marjinal” kaçması olacaktır. Sanırım bazı feministler emperyal vatanperverlik örneği göstererek cinsiyet kimliklerine sahip çıkıyor ve bunu dönmelerle paylaşmak istemiyorlar. Hiç kuşkusuz toplumsal cinsiyet algısının değişimi zaman alacaktır. Değişimse farkındalıkla mevcuttur. Örneğin kadın göğsü batılı ve gelişmekte olan ülkelerde bir tür cinsel malzeme iken Afrika'nın bazı kabilelerinde erotik bir değer taşımaz. Çünkü meme denilen organ onlara göre cinsel bir nesne değil, besleme organıdır. O yüzden kabile içinde birçok kadın üstsüz dolaşır ve hiç tacize uğramaz. Ama modern toplum bunu kesinlikle kabul etmez. Halbuki bir araştırmacı “kişiye özel toplumsal cinsiyet kimliği doğal farklılıklarının ifadesi olmanın ötesinde, doğal benzerliklerin bastırılmasıdır da” der. İşte bu yüzden bir asgari müşterek b e r a b e r l i ğ i g e r e k m e k t e d i r. Fe m i n i z m i n e n g ü ze l ya n ı kadınlara kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü göstermesidir. Biz de bu kader yolunda kendimizi olduğumuz gibi ifade etmek istiyoruz ama tek başımıza değil. Feminist bacılarımızla! * Bora, Aksu. Haziran-Ağustos 2006. Amargi Üç Aylık Feminist Teori ve Politika Dergisi. Sayı: 1. İstanbul:
37
Feminizm&Escinsellik Lezbiyenler ne kadar feminist?
38
Burcu Ersoy 27, Lezbiyen Eskiden “hem kadın hem eşcinsel” olmam üzerinden feminist duruşumu temellendirir, eşcinsel bir kadın olarak yolumun feminizmden geçmemesinin imkansız o l d u ğ u n u ra h a t l ı k l a v u r g u l a r d ı m . B u i k i l i ötekileştirilmişliğin “otomatik” bir sonucu, her iki var oluşun politik açıdan karşı duruş noktasındaki kesişim alanının kaçınılmaz olarak feminist mücadelede yer bulduğunu savunurdum. Ne zaman ki, “feminist olmak”ın üçüncü bir ötekileştirme aracı olarak bana geri dönmeye başladığını fark ettim, yani bu “otomatikleştirme”nin yeni bir ötekileştirilmeyi de beraberinde getirdiği gerçeğiyle yüzleştim artık hem eşcinsel hem kadın “hem de” feministim deme gereği duymaya başladım. Yüreğimi sızlatan bu gerçekle yüzleşmemin en acı veren yanı da, “neden feminist olduğumu” açıklamak zorunda kalmamdı. Oysa yanıt çok basit değil mi? Feminist erkekleri sevmeyen kadın, lezbiyen ise erkeklerce sevilmeyen kadın olduğuna göre… Düz mantık işte, çiz aynı sözcüklerin üstünü… Al sana feminist lezbiyen. Ya da tersini çevir: lezbiyen f e m i n i s t ! B u n d a a ç ı k l a n a m aya c a k n e va r anlamıyorum. Aynı düşman (erkekler) karşısındaki ortaklığın adıyım ben ya da aynı ortaklığın (erkekliğin) düşmanıyım. Kelimelerin arasına “ya da”yı rahatça koymuş olsam iş kolaylaşacaktı belki de. O zaman “erkek düşmanı” derdim kendime kısa yoldan. Bense zor yolu seçip erkeklerle değil, toplumsal erkeklikle sorunum olduğunu, erkekler tarafından değil, erkekliğin
elindeki iktidar tarafından düşmanlaştırıldığımı anlatmayı seçtim. O iktidar ki yalnızca, kadın ve eşcinsel olan beni değil, teni beyaz, cinsiyeti erkek, cinsel yönelimi heteroseksüel, dini mezhebi Sünni, kısacası “kendi gibi olmayan” herkesi düşmanı ilan etmiş, kendi safına geçiremediğini yok etmeye ant içmiş. Oysa ben kimseyi, hiçbir şeyi düşmanım ilan etmedim, kılıcımı kuşanıp bir savaşa dalıp safımı belirlemedim, 'ya bendensin ya da öleceksin' demedim. Böyle bir dünyada yaşamayı da ben seçmedim, yani durup dururken “kadın” ve “eşcinsel” olmadım. Kendinden her farklı olana bir ad koyan, önce bu şekilde sınırlandırılmış kimlikler içine hapsedip sonra da o kimliklerin içinde boğmaya çalışan iktidar ilişkilerini sarsmak, yıkmaya çalışmak, boğulmamak için kabuğumuzu kırıp bu sistemi değiştirmek için mücadele etmekten başka yol var mı? Hani şu insanlık var ya, insanoğlu diye adlandırılan, k ı z ı o l u n c a d ö ve n , ye n i b i r A d e m - H av va oluşturmayanları linç etmeye girişen… İşte ben o “insan”lıkta istenmeyenim. Ben de isterdim “insan ol yeter” demeyi. Bunu söylemenin yaşadığımız gerçeklikte, “başındaki çobanın seni güttüğü çayırda otlayıp mele yeter” dışında bir anlamı olsaydı keşke. Bütün çayırlar yeşil olduğunda, yalancı çobanlar tarafından güdülmeye çalışılmadığımda, her koyun kendi bacağından asılmaya razı olmadığında, her yer hepimizin olunca, ben de sadece “hepimiz insanız” demek istiyorum. O günlerin kendiliğinden gelmeyeceğini bildiğimden, hem kadın hem eşcinsel hem de feministim ve “hepimiz insanız”dan önce, “hepimiz”in sonuna getirilebilecek birçok düşman yaratan bu iktidarın olmadığı her şeyim.
Hasbiye Günaçtı 46, Lezbiyen Feministler erkek düşmanı olmadıklarını anlatarak boşuna zaman kaybettiler. Çünkü feministleri “erkek düşmanı” olmakla suçlayanlar biliyorlardı ki feminizm erkek düşmanlığı değildi. Bu suçlamalar, sistematik olarak yapılan engelleme, oyalama, kendini savunmak zorunda bırakma taktiğiydi. Bugün yaratılan “eşcinsel kadınlar feminist mi” ya da “feministler eşcinsel mi” tartışmalarının arkasında yatan düşünce de -ne yazık ki budur. Bile bile sormak ve karşımızdakini açıklamaya zorlarken ona zaman kaybettirmek. Cinsiyetçiliğin her alanda had safhada yaşandığı ülkemde ben de böyle bir ortama doğdum işte. Bize (kadınlara) dayatılan yaşamın öznelerinin erkekler olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu. Ve kahin olmadan şıppadak anladım cinsiyetçi bir toplumun ortasında kalakaldığımı. Dayatılan hayata itiraz etmeye de başlamıştım. Bu cinsiyetçi, kadını nesneleştiren ataerkil yaşamı fark ettiğinizde sorgulamaya da başlarsınız. Mutfakların pencerelerinin neden apartmanların karanlık boşluklarına baktığını sorduğum da niye sinirlendiklerini anlamayacak kadar küçüktüm. Dünyaya kadın olarak geldiğim için ilkokula gönderilmediğimde, bunun nedenlerini anlamak için feminizm denen şeye ihtiyacım olacağını kimse kulağıma fısıldamamıştı. Ataerki arkadaşlarımla ne zaman toplumsal konumlandırılışımız üzerine tartışsam “iyi ama ben erkeğim” deyip işin içinden sıyrılıveriyorlardı. Erkek arkadaşlarımın başları sıkıştığında arkasına saklandıkları toplumsal erkekliği sorguladığımda ise “sen erkek düşmanı mısın” diyerek karşı saldırıya geçiyorlar, esas itiraz ettiğim noktayı görmezden geliyorlardı. Oysa bal gibi de biliyorlardı kadınların cinsiyetçi- toplumun nesneleri olduğunu, edilgenliğin, zayıflığın, boyun eğmenin dayatılan bir şey olduğunu bildikleri gibi. Ama kabullenmek her iktidarın yaptığı gibi- işlerine gelmiyordu. Mesleklerin cinsiyeti yoktur, kumaşların, evlerin, okulların, kitapların, kaldırımların, gecelerin cinsiyeti yoktur. Her olumlu işim, kendine yeten bütün hallerim erkeklik hanesine birer artı olarak yazılırken, bu hayatta kadınlık hanesine yazılması gereken bütün artılarım dayatılan kadınlık kıstaslarına uymaz sayılarak silindi. Yıllar sonra cinsel ve duygusal yönelimimin kadınlara dönük olduğunu kabul edip açıkladığımda da o bildik kadın ve erkekler anti cinsiyetçi duruşumu, feminist yanımı yok sayarak “belliydi 'böyle' olduğu” dediler. Bir başka ifadeyle, lezbiyen olduğum için feminist sanılmam bilgisizlik değilse bile kasıtlı bir anlamayıştır. Feminist kadınlara “erkek düşmanı” şablonunu yapıştıranlara bu defa da feminist olmamın eşcinselliğimle alakası olmadığını anlatmak zorunda kalıyordum. Kadınları ezen cinsiyetçi sistemi sorgusuz kabul eden bazı, çoğu lezbiyenlerin feminizm aklının ucundan geçmeyebilir. Ama kim olursa olsun toplumsal erkeklik üzerinden ezilen, yok sayılan herkesin feministlerle dayanışması
kaçınılmazdır. Lezbiyen olduğumu yok saydığım yıllarda okuduğum kitaplardaki, izlediğim filmlerdeki, sokaktaki, iş ve okuldaki cinsiyetçiliğe nasıl karşı çıkıyor, nasıl gerek aşikar gerekse satır aralarına gizlenmiş -heteroseksüel erkekliğin- cinsiyet ayrımcılığını fark ettiysem şimdilerde de eşcinsellikten bahsi geçen her alanda sadece erkek eşcinsellerin temel alındığını, kadın eşcinsellerin (lezbiyen, biseksüel) yok sayıldığını fark ediyorum. Hayata feminist bakışla bakmamın kadın olmamla doğrudan ilgisi var ama feminist olmamın lezbiyenliğimle zerre alakası yok. Ancak lezbiyen ve biseksüel kadınların feminizmle ilişkilenmelerinin (bunun teorik açılımlarını yapmayı başkalarına bırakarak) bir zorunluluk olması gerektiğini bir kez daha sesimi yükselterek söyleyebilirim. Lezbiyen olmamız feminist olmamıza yetmiyor belki ama bir lezbiyenin ötekilenişinin, yok sayılışının, dayatılan rol ve kategorilerle hayatının talan edilişinin önüne geçmek için çevresine feminist gözlüğünü takarak bakması gerekiyor.”
Sairalinde 26, Biseksüel Feminizm, kadınların da erkeklerle (bunu da çok cinsiyetçi bir yaklaşım olarak görmeme rağmen, biyolojik erkekler hariç herhangi başka bir [toplumsal] cinsiyete 'eşitlik' uygulanmadığından, 'diğer cinsiyetlerle' diyemiyorum gönül rahatlığıyla) aynı sosyal güç, hak ve fırsatlara sahip olması gerektiğini savunan bir düşünce akımı. Her ne kadar amaç olarak eşitlikçi bir hareket olsa da, etiketin 'femme' ve 'ism' gibi aşırı uçları temsil eden iki tamlamadan oluşuyor olması oldukça rahatsızlık verici ve söz konusu yanlış anlamalara davetiye çıkarır kıvamda. Diğer taraftan, feminist olmak bir bakış açısı, yaşam tarzı getirirken lezbiyen olmak her ne kadar cinsel tercih olarak adlandırılsa da daha çok içgüdüsel bir olgudur. Dolayısıyla da, “her lezbiyen feministtir” veya “feminizm lezbiyenliği getirir” tarzındaki düşüncelerin eşitlik ve özgürlük olgusuna aykırı, insanların düşünce ve hayat tarzlarını sınıflandırmaya yönelik oldukları kanaatindeyim.
Her lezbiyen feminist olmalı! Deniz&Eda 18, Lezbiyen&Biseksüel Bizce feminizm erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu sananlara karşı gelen ve zıddını savunan kişilerin inandığı düşüncedir. Kadın olmak feminist olmayı gerektirir; çünkü toplumda eşitsizlik var. Sanki her şey erkeklerin elinde, emrindeymiş gibi davranırlar. Oysa kadınlar her zaman daha mantıklı, anlayışlı, bilinçli ve eşitlikten yanadır. Erkekler aslında bizim kölelerimizdir ve asla bunun farkında olamayacaklar.
39
Türkiye'de İslam'la Hemcinsler Arası İlişkileri Uzlaştırmak* Bu etnografik çalışma, erkeklerle cinsel ilişkiye giren Türkiyeli yirmi erkeğin deneyimlerini ve Türkiye'de baskın din olan İslam'a bağlılıklarını nasıl gördüklerini ortaya koyuyor. Makale, Türkiye'deki eşcinsellikler üzerine daha geniş bir çalışmanın parçası olarak, İslam ve hemcinsler arası ilişkinin bir arada var olup olamayacağına dair karşılık ve anlayışları ortaya çıkarmak için 'İslam'la ilişkili olarak' ifadesi de kullanılarak sorulan, “Cinsel yöneliminize ilişkin ne gibi sevinçler ve güçlükler yaşadınız?” sorusuna verilen yanıtları çözümlüyor. İslam hukukunu ve eşcinsel davranış konusunda getirdiği sınırlamaları ayrıntılı olarak tartışmak, bu çalışmanın kapsamı dahilinde değil. Bu daha çok, Türkiye toplumunun erkek üyelerinin, dinlerini çeşitli biçimlerde algılamaları ve yorumlamalarıyla nasıl hemcinsler arası edimlerde bulunabildikleri üzerine bir düşünme. Bundan başka, makale, İslam'ın toplumsal bir kurum olarak erkeklerin hemcinsler arası ilişkilerini toplumsal olarak örgütlemenin belli bir yolunu türetmeye nasıl yardım ediyor olabileceğinden de söz ediyor.
Tarık Bereket Sosyolog, Toronto Üniversitesi
40
Hepimiz gündelik yaşamların, özellikle de başkalarının yaşamlarının yüzeyinin altında yatan gerçekleri biraz da olsa merak etmez miyiz? Hele de bizi bir ağ gibi saran gerçekler konusunda daha da meraklı değil miyizdir? Bu tür meraklar, cinsel azınlıklar hakkındaki toplum-bilimsel araştırmalarda esastır. Dışarıda, içeride olan bitenden masumca habersiz olan bir gözlemci vardır; içeride ise, ilişkileri ve bunların anlamları hakkında belki yalnızca bir dereceye kadar bilinçli katılımcılar. Batı uluslarındaki pek çok cinsel azınlık, kimlik politikasına dayalı toplumsal hareketler geliştirirken, Türkiyeli cinsel azınlıklar neredeyse görünemiyor durumda kalmışlardır. Türkiye'deki cinsel azınlıklar üzerine araştırmalar da neredeyse aynı oranda gelişmemiş durumdadır. Bu durum kısmen, özellikle İslam kültürü pratikleri ve geleneksel cinsiyet rolleri gibi Türkiye'de sağlam temellere oturmuş belli kültürel pratiklerin sonucudur. Türkiye ulusu, 1923'te cumhuriyet olarak kuruluşundan bu yana laikliğini şevkle savunmuşsa da, çoğunluğu Müslüman olan ve İslam'ın, değerler ve normlar üzerinde güçlü bir etkisi olduğu bir ülkedir. 2003'te, İslami kökleri olan bir parti (Adalet ve Kalkınma Partisi) seçimleri kazandıktan sonra da, İslam üzerinde daha fazla duruluyorken erkeklerin nasıl hemcinsleriyle ilişkiye girebildikleriyle ilgili endişeler var. Bu makalenin başlıca amacı, araştırmaya katılanların, Türkiye'de baskın din olan İslam'a olan bağlılıklarını cinsel edimleriyle bağdaştırırken yaşadıkları deneyimler hakkında bir izlenim vermektir. Makale, İslam ve hemcinsler arası ilişkinin bir arada var olup olamayacağına ilişkin anlayışları ortaya çıkaracak karşılıkları incelemek için 'İslam'la ilişkili olarak' ifadesi de kullanılarak sorulan, “Cinsel yöneliminize ilişkin ne gibi sevinçler ve güçlükler yaşadınız?” sorusuna verilen yanıtları çözümlüyor. İslam hukukunu ve eşcinsel davranışla ilişkisini ayrıntılı olarak tartışmak, bu sunumun kapsamı dâhilinde değil. Bu daha çok, Türkiye toplumunun erkek üyelerinin, dinlerini çeşitli biçimlerde algılamaları ve
yorumlamalarıyla nasıl hemcinsler arası edimlerde bulunabildikleri üzerine bir düşünme. Bundan başka, makale, İslam'ın toplumsal bir kurum olarak erkeklerin hemcinsler arası ilişkilerini toplumsal olarak örgütlemenin belli bir yolunu türetmeye nasıl yardım ediyor olabileceğinden de söz ediyor. Metodoloji Bu çalışma, daha önce Türkiyeli erkek cinsel azınlıkların toplumsal yapılanışı hakkındaki daha geniş bir çalışma sırasında görüşülmüş yirmi erkeğin seslerine dayanarak deneysel ve söylemsel düzeye odaklanıyor. Gizli doğasından ötürü, Türkiyeli eşcinsel erkeklerin temsili örneklemi neredeyse mümkün değil. Ancak en erişilebilir kaynak olan Ankara'daki Kaos GL'den aynı cinse yönelik düşünceleri, duyguları ve davranışları olan heterojen bir grup erkek bulmak için (bu grubun, daha geniş eşcinsel nüfusa göre en azından eşcinsel özdeşleşmesi ve pratiği açısından muhtemelen yanlı olacağını bilerek) çaba harcandı. Araştırma için Stephen Murray'in (2000) eşcinselliklerin toplumsal yapılanışı hakkında üç katmanlı tipolojisinde önerdiği yaş hiyerarşili, toplumsal cinsiyet hiyerarşili ve eşitlikçi eşcinsellikler kategorilerinden herhangi biriyle ilişkili olan en önemli karakteristikleri dâhil etmek büyük önem taşıyordu. Böylece, görüşülenler cinsel rol 2 tercihine (aktif/pasif/gey veya aktif-pasif), yaşa ve eğitim düzeyine (lise düzeyi ve altı, üniversite düzeyi ve üstü) göre seçildiler. Cinsel rol tercihi, katılımcıların toplumsal cinsiyet hiyerarşili ya da eşitlikçi eşcinselliğe uyup uymadığına ilişkin ipuçları veren bir unsurdu. Yaş boyutu, kuşak farklarının, kendini aktif3, pasif, gey veya aktif-pasif olarak görmekle ilişkisini ortaya koydu. Son olarak, daha üst düzey eğitime sahip insanlar eşcinselliğin ya da eşcinsel davranışların Batılı medyadaki temsillerine daha fazla maruz kalmaya ve Batı ülkelerine daha fazla yolculuk etmeye meyilli oldukları ve bu da muhtemelen gey kimlikler oluşturma olasılığını artırdığı için eğitim düzeyi de önemliydi.
Kanada'da yaşamama rağmen, anadili Türkçe olan biri olarak, araştırmayı Türkiye'de sürdürmek ve bu etnografik çalışmayı incelenen erkeklerin dilinde yürütmek açısından eşsiz bir konumdayım. Katılımcılara kendi cinsel davranışları hakkında sorular soruldu ve yanıtları, kendilerini nasıl ve neden belli kategorilerin içine veya dışına koyduklarına ve bu özdeşleşmenin, başka erkeklerle olan etkileşimleri açısından ne anlama geldiğine ilişkin bir fikir verdi. Birçok yönden, eğer ben bu alanda içeriden biri olmasaydım, bu etnografya mümkün olamazdı. Eşcinsel camianın üyeleri, bu ortam tarafından geliştirilmiş sınıflandırma kurallarına göre güvenilmeyecek olan dışarıdan birine anlamlı herhangi bir bilgiyi biraz zor sağlardı. Bu da katılımcılarla benim aramdaki güven ilişkisinin gelişmesi için normalde geçecek süreyi azalttı. Bant kayıtlarından yapılan alıntılar kendi cinsiyle ilişkiye giren erkeklerin sıradanlığını ve çeşitliliğini göstermek için kullanıldı. 'K' harfi ve ardından gelen vaka numarası, çalışmadaki belli bir katılımcıdan yapılan alıntıyı belirtir ve o katılımcının takma adına bağlanır. Her alıntının sonundaki etiket bölümü, katılımcının cinsel rol tercihini, yaşını ve eğitim düzeyini belirtir. Bu ifadeler tüm Türkiye toplumuna genellenmeye çalışılmamıştır. Eşcinsellik ve İslam'ı Algılamak Üzerindeki Etkileri
sırasıyla evlilik sınırları dışında kadınları/erkekleri arzulamak ve öfkesini kontrol edememek gibi birtakım karşı cinse yönelik ve cinsellik dışı etkinliklerden farklı görülmediğini öne sürüyor. Kuran'da geçen anahtar terimler üzerine yaptığı çözümleme aracılığıyla, Kuran'ın hemcins cinselliğinin ahlakiliğini nasıl algıladığını anlamak için Kuran'daki Lût hikâyesine 6 bakıyor. Jamal (2001:64), “hemcinsler arasında yaşanan cinsel iğrençliklerin, Allah'tan uzaklaşmanın yalnızca bir başka şekli” olduğu ve eşcinselliğin, Lût kavminin uğradığı cezanın esas nedeni ya da 'suçların en kötüsü' olmadığı sonucuna varıyor. Jamal (2001:66), Kuran'da hemcinsler arası etkinliklere hafif bir vurgu yapan bazı sözcükler olduğunu ve bu sözcüklerin de, yasaklanmış şeylerin aynı zamanda kutsal olduğuna dair bir gerilime işaret ettiğini ekliyor. Dahası, Kuran eşcinselliği özel olarak açık ve net bir terimle kınamıyorsa da, hadislerin çözümlemesi, belli bir terim aracılığıyla (Arapçadaki, Kuran'da sözü geçmeyen, lūtīyat) eşcinselliğe duyulan nefrete, savunulandan daha fazla ahlaki vurgu yapıldığını gösteriyor (Jamal, 2001:678). Şaşırtıcı olmayan bir biçimde Jamal'in, Kuran'ın hemcins cinselliğinin ahlakiliğini nasıl algıladığı konusundaki tartışması, bu algının olumsuz olduğu yönünde bir pekiştirmeyle, dolayısıyla eşcinselliğin, günahların en büyüğü olmasa da bir günah olduğu fikriyle sonuçlanıyor. Jamal (2001:68) şöyle diyor: Kuran'ın hadisleri etkilemesindense, hadis edebiyatı, Lût'u sadece hemcins cinselliğine bağlamayı başarmış, böylece Kuran'ın çeşitli yorumlarını etkilemiştir. Bu belki de hemcins cinselliğine karşı İslam'ın daha sonraki tutumlarının da nedenini açıklar. … [b]u belki de geleneksel Müslümanların hemcins cinselliğine yönelik, Kuran'ın kendisindeki metnin okumasından biraz farklı olan yorumlarını nereden edindiklerine dair daha fazla kanıt sağlar.
İslam Hukuku, Allah'ın sözü olarak kabul edilen Kuran'a dayanır. “[Kuran], Müslümanların nasıl davranmaları gerektiği konusunda yetkili sayılır ve hürmet görür.” (Jamal, 2001:3). Dahası, İslami gelenekler, öğretiler ve peygamber Muhammed'in öykülerinin bir derlemesi olan hadis ve sünnetler de İslami doktrin ve hukukun Kuran'dan sonra ikincil kaynağı olarak kabul edilir (bkz. Schild, 1992; Dunne, 1990). Schild'in belirttiği gibi (1992:179180), İslam, cinselliği “her insanın kesinlikle normal ve doğal bir dürtüsü” olarak görüyor. “Sekse, ruhsal ve bedensel benliğin tamamlayıcı etkisinden dolayı cennette çok önemli bir yer verilmesi, bu olumlu tutumun simgesidir”. Ancak seksten zevk alınmasına yönelik pek çok kısıtlama vardır, çünkü bu ancak nikâh dâhilinde gerçekleşebilir. İddiaya göre “bekârlıkta cinselliğin bastırılması ve evlilik dışı eşcinsel edimlerin yanı sıra karşıcinsel edimler de toplumsal düzen ve yaşamın Allah vergisi ahengini tehdit eder.” (Schild, 1992:180; ayrıca bkz. Dunne, 1990:66). Böylece, eşcinsel edimlerde bulunmak (livata), toplumsal dokuyu bozan ve kargaşa yaratan zinaya benzetilmiştir. Tapınç (1992:45), Schild (1992), Dunne (1990) ve Yılmaz (1998:129-130) gibi birçok araştırmacı, hemcinsler arası ilişkilerin İslam tarafından 'günahların en kötüsü' olarak görüldüğünü çünkü bu gibi eylemlerde bulunanların, Allah'ın isteğine hakaret etmiş olduğunu; böylece, İslam'ın, suçluların ölümle cezalandırılmasını tavsiye ettiğini 4 iddia ediyor (bkz. AbuKhalil, 1997). İncil'deki Lût öyküsüne Kuran'da bulunulan atıf ve öykünün bir hadisteki yorumu vasıtasıyla eşcinselliğe karşı sert yasaklar bildiriliyor.
K08: İslam veya dine gelince, hiçbir dine inanmıyorum. Ama işte mesela çocukluğumdan beri bana öğretilen işte dini şeyler vardır ya, hani böyle düşündüm, yani nedir işte, Kuran-ı Kerim'in tercümesini okuyorsun, bakıyorsun orda bir ayette diyor ki, eşcinseller cehennemliktir diyor. Ben de düşünüyorum, beni lanetleyen bir tanrıya ben de inanmam. [Deniz: pasif, 25, lise mezunu].
Kuran'ın egemen okumasının aksine Jamal (2001), eşcinselliğe5 dair kolayca kanıksanan varsayımları sorguluyor ve Kuran'da hemcinsler arası pratiklerin,
K09: Dine inanırım da doğrusunu söylemek gerekirse fazla üzerine düşmüyorum… [Ziya: aktif, 20, bir miktar lise eğitimi almış]
Kuran'ın ilettiklerine bakarsak, görüldüğü kadarıyla hemcinsler arası etkinlikler hakkında ahlaki bir karar veren ve Müslüman bir ülkede (ya da İslam öğretilerinin Müslüman ebeveynler tarafından teşvik edildiği bir ortamda) büyümüş erkeklerin seçenekleri sınırlıdır. Görüşmeler sırasında, araştırma örneklemine dâhil olan tüm erkeklerin içinden, İslami geleneklere uyan (ya da geçmişte uymuş olan)lardan on bir (11) tanesi ya zamanla dine inancını yitirdiğini, ya da hayatını karmaşıklaştıracağı için dini görmezden geldiğini belirtti. Ayrıca üç katılımcı, dinin hiçbir zaman kaygı unsuru olmadığını, çünkü zaten dinin fazla vurgulanmadığı bir ortamda büyüdüğünü ifade etti. Din ve İslami öğretilerden ne anladıkları üzerine bazı görüşler:
41
K12: Dini bir çevrede yaşıyorum…ailem oldukça dindardır.. ben de yirmi yaşına kadar dinle bağlantısı olan, beş vakit namaz hariç, bütün dini vacizelerini yerine getiren biriydim. Eşcinsel kimliğimi çok küçük yaşta kabul ettim… [eşcinsellik ve dini] normal beraber yürüttüm… yani kendi dinimle alakalı herhangi bir baskı yaşamadım… hem dini şeyimi yerine getirdim hem de erkeklerle beraber oldum. Şu anda dinle alakalı herhangi bir inancım yok…. Allah'a da inanmıyorum artık… inancımı yitirdim. [Ahmet: pasif, 30, lise mezunu]. K18: Zaten çok dine bağlı bir insan değilim, eskiden küçükken geceleri yatmadan dua ederdim ama artık hiç öyle şeyler yapmıyorum… Allah'a inanıyorum ve bu bana yetiyor, ama İslam dini adına özellikle bir şeyler yapmıyorum ve ihtiyaç da duymuyorum. Zaten dinime göre ben günah işliyorum… eee bunu bile bile hala yapıyorsam demek ki çok da inanmıyorum demek ki… [Emre: gey, 25, üniversite mezunu]. K17: İslam dini içerisinde yetiştirildiğim için kendimi Müslüman olarak tanımlıyorum ama Müslümanlığın gerektirdiği şartların nerdeyse hiçbirini yerine getirmiyorum, uygulamıyorum, yani dindar değilim. [Yücel: aktif, 33, üniversite mezunu].
42
K07: Şöyle lise yıllarında, ailemin dini inançları çok olduğundan dolayı, kendimi çok kötü hissettim. Yapılmaması gereken bir şey yapıyorum gibi hissettim. Türk toplumunu düşündüm. Günahkârlık.. Müslümanlık yönüyle alakalı.... şu anda öyle bir inancım yok. Yani ..sonunda çözümlenmiş bir problem oluyor benim için. [Harun: gey, 27, üniversite mezunu]. Görüldüğü gibi bu erkekler ya Kuran'ın otoritesini sorguluyor ya da İslami kültürü reddediyor. Kuran Allah'ın sözü kabul edildiği için, bu erkeklerin bazıları egemen dine olan inançlarını kaybetmekle kalmıyor, Allah'a inanmayı da bırakmış oluyorlar. Öte yandan, bazı erkekler İslam'ın âdetlerini (örneğin beş vakit namaz kılmak gibi) yerine getirmediklerini belirtseler ve kendilerini dindar saymasalar da, yine de egemen inançların yeniden uyarlanmasıyla- Allah'a inanıyorlar. Bir başka deyişle, bu erkekler, Allah üzerindeki görüşlerini 'kişiselleştirmiş' oluyorlar ve onları kendileriyle barışık tutan da bu içten inanç. Dini kendine göre yorumlayan bir katılımcı: K15: Din inancım var ama bu tamamıyla kendi içimdeki inançlarla alakalı, belli bir din ya da akımdan yola çıkarak değil. Kendi mantığımla ve beynimle oluşturduğum bazı şeyler var... aile içinde de din her zaman çok arka planda kaldı. [Enver: gey, 24, üniversite mezunu]. Ellili yaşlardaki bir başka katılımcı diyor ki: K16: Türkiye'de tabuların ve dinin baskın bir yer olduğu ortada, aynı zamanda ben son derece dindar bir insanımdır, ama tabii böyle şeyler [eşcinsel ilişki] yaşamak bana ters gelmez, ama benim gibi bilinen bir X-iseyseniz, her şeyinize çok dikkat etmeniz gerekiyor... [Erol: cinsel rol tercihi belirtilmemiş, 50+, üniversite mezunu]. Bu katılımcı, eşcinsel ilişkilerin gizlenmesinin, din tarafından dayatılan yasaklardan kurtulma işlevi
gördüğünü gösteriyor. Bunu söylemişken, hemcinsler arası cinsel edimler gizli bir şekilde gerçekleştiği takdirde, bunu yapanların kendileri tarafından yanlış bir şey olarak değerlendirilmiyor; böylece, bu tarz e r k e k l e r, İ s l a m ' l a e ş c i n s e l d a v ra n ı ş l a r ı n ı bağdaştırabiliyorlar. Kişi toplumdaki saygınlığını koruyabildikten sonra, özel tercihleri ve kişisel özellikleri, dinî inançlarıyla karışmıyor. Erol (K16) eşcinsellik hakkında daha serbest liberal bir İslami görüş sergiliyor, çünkü ona göre İslam ve eşcinsellik birbirine karşı değil ve herşey el altından yapıldığı sürece bu ikisi birleştirilebilir. Sonuçta itibar kaybetmemek ve kamusal alanda dayatılan toplumsal cinsiyet rollerini sürdürmek, dinin ağırlığını hafifletiyor. Başka bir vakada, dindar bir katılımcı, 'aciz bir kul' olduğunu ve karşıcinselliğe 'geçmeye' çalıştığı halde yapamamasını, Allah'ın ona böyle bir güç ve dayanıklılık vermemesine dayandırdı. Birol (pasif, 41, ortaokul eğitimi) Kuran'ı okuduğunu, Ramazan'da asla alkol almadığını ve oruç tuttuğunu ve eskiden düzenli olarak Cuma namazına gittiğini söyledi. Ancak şunu da ekledi: K19: …dinimizde eşcinselliğin günah olduğunu biliyorum ama Kuran'da bütün Müslüman olan insanların sonuçta cennete gidebileceğine dair bir ayetin olduğunu da biliyorum, ben idam olmayacağımı biliyorum dinen, ama ceza yatacağım, [kimseye] zarar vermediğim sürece ben çok da günahkâr olduğuma inanmıyorum.... Kendimi de Allah'ın yarattığı aciz bir kul olarak görüyorum ve bunu [eşcinselliğimi] kendi gücümle de yenemediğim için de, Allah bana bu gücü verseydi diyorum... ama kendimle barışığım da yani... Son olarak, bir katılımcı, günahının farkında olduğunu ve 'gey camiası'nın bir parçası olmanın kendisi için ne kadar zor ve üzücü olduğunu ifade etti. İslam'ın buyrukları ve ana hatlarının evinde sürekli konuşulduğunu söyleyen Tarkan (aktif, 31, lise mezunu), eğer biri İslami inanca derinden bağlıysa, hemcinsleriyle ilişkiye girmenin onda (mecazi anlamda) ciddi yaralara yol açacağını iddia ediyor. Şöyle diyor: K13: ...dinle kesinlikle aykırı bir hayat olduğunu da biliyorum…inancım da bu…günahkâr oldum, günah olan bir şeyin günah olmadığını iddia edersen kâfir olursun, günah olmadığını iddia etmiyorum.… [B]ence dini taraflarımda çoğalma bile oldu eskisine oranla, sahip olduğun değerlere daha çok sahip çıkıyorsun… çünkü ayağının altından akıp gidiyor bir zamandan sonra… din ile cinsel eğilimimi birlikte bağdaştıramıyorum… İslamiyet'te 'eşcinsellik' diye bir şey yoktur. Böylece Tarkan İslam'ı hemcinsleriyle olan etkinlikleriyle bağdaştıramıyor ve bu da onun kendini suçlu hissetmesine yol açıyor. İslami öğretiler ve Kuran tarafından belirtilen cezayı alacağını varsayıyor. Öyle görünüyor ki Tarkan'a göre kendisi belli değişmez seçeneklerle sınırlanmış durumda: ya bu tür etkinliklerden uzak duracak, ya da en derin tutkularına teslim olacak ve bununla gelen günahı kabul edecek. O, ikincisini seçiyor. Tarkan'ın dinle ilgili deneyimleri, İslam'ın bireyleri etkileme kabiliyetini ve temelde olumsuz bir psikolojik güç olarak var olduğunu açıkça gösteriyor.
İslam ve Türkiye'de Eşcinselliklerin Toplumsal Örgütlenişi İslam, diğer toplumsal kurumlarla birlikte Türkiye toplumundaki ataerkiye katkıda bulunan temel unsurlardan biridir. İslam dünyayı ikiye böler: erkeklere ait olan kamusal alan ve kadınların ev ve aile hayatının yeri olan özel alan. Kandiyoti (1987), İslam'ın, kadınların erkekler tarafından tahakküme uğrama deneyimlerini etkileyen bazı tektipleştirici kavramlar sağladığını öne sürüyor. Bu da kişinin kendisini cinsiyetlendirilmiş bir kul/özne (gendered subject) olarak kurgulamasıyla yakından ilgili olan kültürel denetimleri açığa çıkarıyor. Kuran, ilâhî ya r g ı n ı n d o ğ r u l u ğ u n u s o r g u l a m a k g ü n a h olacağından, kadının ikincil ve aşağı konumunu meşrulaştırıyor. Dinî kurallara yapılan aşırı vurgu, cinsiyetler arasındaki ya da aynı cinsiyet içindeki toplumsal davranış ve ilişki kalıplarına her zaman yeterli açıklama getiremese de, İslam'ın genelde toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerindeki etkileri, erkek dünyasındaki mevcut iktidar ilişkilerine ve hatta bunların özelde erkek eşcinselliği üzerindeki etkileşimine genişletilebilir. Özel alanla kamusal alanın cinsiyete göre birbirinden ayrı tutulması, Türkiye toplumunda ataerkil ilişkilerin yeniden üretildiği ve harekete geçirildiği yaygın toplumsal cinsiyet ideolojisini olduğu kadar, cinsiyet-egemen ideolojiyi de yeniden üretmeye yarar (bkz. Connell, 1987:11941). Toplumsal kurumlar, bu bağlamda İslam, kültürel olarak değer verilen eril kimliklerin üretiminden, önemli şekilde sorumludur. Bu iddia daha da ileri götürülüp, bu kurumun, cinsel ilişkilerde aktif ve pasif rollerin arasındaki açık ayrımın sıkça dile getirildiği eşcinselliğin geleneksel yapılanışını yeniden ü r e t m e y e y a r d ı m e t t i ğ i i l e r i s ü r ü l e b i l i r. Unutulmamalıdır ki İslam, erkek ya da kadın olmanın ne demek olduğunu tanımlayan geniş bir yelpazedeki bir dizi kurumsal düzenlemenin içindeki bir unsurdan ibarettir, çünkü toplumsal cinsiyet tanımları yeni kurumsal ortamlarda yeniden üretilmektedir. Türkiye'deki hemcins ilişkileri, ancak Türkiye'deki cinsel ideolojinin daha genel yapıları ve bunların erillik ve dişillik tanımları içinde tam olarak anlaşılabilir. Bu kültürde cinsel davranışa iliştirilmiş belirli anlamlar aracılığıyla toplum ve cinsellik arasındaki bağlantılar ortaya çıkarılabilir. Bu, bireylerin yapılanmış bir model olarak sunulan kültürün 'taşıyıcıları' olduğu anlamına gelmez. Her şeye rağmen, baskın cinsel ideolojinin egemen söylemi, farklı farklı ilişki türlerine zorluk çıkarabilir ama ille de engellemez. Bununla birlikte, edimlerin rasgele olmadığını aklımızdan çıkarmamalıyız. Barry Adam'ın ifade ettiği gibi (1985; 1993), kültürlerarası kanıtlar gösteriyor ki eşcinsellik, görüldüğü toplumun yapısal kodlarının ayrılmaz bir parçasıdır. Böylece, “eşcinselliğin toplumsal coğrafyasının, cinsel arzunun neden belli yapısal noktalarda ortaya çıktığı ve nasıl düzenlenip anlamlandırıldığı sorunsalına dair ipuçları ortaya çıkarması gerekir”(Adam, 1985:19). Ben Türkiyeli erkekler tarafından eşcinsel deneyimlerini yorumlamakta ve düzenlemekte kullanılan cinsiyet rolünün, Akdeniz bölgesi ve Latin Amerika'nın büyük bir kısmında yaygın olan cinsiyet yüklü söyleme (bkz. Adam 1993) dayandığını
savunuyorum. Böylece, 'veren', kadın ya da 'gerçek' eşcinseldir, 'koyan' da 'gerçek' erkektir. Bu elbette erkeğin girişteki aktif rolüne karşılık, kendini vajinal ya da anal ilişkide girilmek üzere sunan kimselere karşılık gelir. “Eğer birinin öznelliği erilse ve eril pratik (girilmek değil de) girmekse, anal ilişkide 'aktif' olmak, bu öznelliği güçlendirir. Ama aynı kişi aynı zamanda 'pasif'se, erilliği olası bir tehdit altındadır” (Kippax ve Smith, 2001:420). Eril aktiflikle dişil pasiflik arasındaki ayrımın, cinsel gerçekliğin düzenlenişinde merkezî olduğu da söylenebilir. Bu ayrım, Türkiye'nin geleneksel cinsiyet kültüründe tipik olan bir tür simgesel egemenlik anlamına gelir. Erkek-kadın etkileşimlerinin simgesel yapısı, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'deki eşcinselliklerin örgütlenmesinde bir model işlevi görüyor. Bu modelin bir parçası olarak, hemcinsler arası etkileşimlerin örgütlenmesi ve yapılandırılmasında asıl önemli olan belki de paylaşılan biyolojik cinsiyetten ziyade katılımcıların oynadıkları toplumsal roller, bir diğer deyişle, cinsel partnerler ve toplumsal kişiler olarak aktif ve pasif olmaları (Parker, 1999:30). O halde, bu model çerçevesinde hemcinsler arası arzu ve pratiklerin oldukça belirgin bir kültürel kurulumu var. Yaygın cinsiyet ideolojisine dayanarak, Tapınç'a göre (1992:45) eşcinsellere kalan, yalnızca ikili cinsiyet tanımlarıdır, çünkü genelgeçer sistem, insanlar için alternatif kimlik modellerinin ortaya çıkışını engeller. Dahası, Tapınç şöyle devam eder: “Türkiye'deki eşcinsellerin çoğunun eşcinselliklerini fark ettiklerinde, kadınlarla ve kadınlık imgeleriyle özdeşleşerek kadınsılığı benimsemelerinin nedenlerinden biri de budur”. Bu yüzden, kültürel olarak tanımlanmış 'erkekliğinizi' terk ettiğinizde, sığınılacak tek güvenli liman, kadınlık alanı gibi görünür (Tapınç, 1992:45). Bir erkeğe girmek de damgalanmaya müsait bir durum olsa da, 'aktif' eşcinsel yine de 'aktif'liğini vurgulayacak şekilde 'erkek gibi becerdiğini' ilan ettiği sürece erkeklerin dünyasındaki yerini koruyabilir. Yukarıda ele alınanlardan başka, Türkiye toplumunda yeni bir olgunun ortaya çıkışına dikkat çekmek fevkalade önemli; o da aktif girenle pasif girilen arasındaki geleneksel ayrımın giderek azalmakta olduğu olgusu. Böylece, cinsiyetlendirilmiş cinsel aktiflik ve pasiflik şeklindeki tahakkümcü kurulumlara rağmen, bu yapıyı yine tanıyan ama buna direnen birçok başka erkek var. Bu erkekler, kendilerini 'aktif' ya da 'pasif' olarak kavrayışlarını ya da yeniden kavrayışlarını nasıl kurguladıklarını dinamik bir biçimde sorguluyor ya da yeniden düşünüyorlar. Böylece toplumsal cinsiyet yüklü 'dil'in kendileri hakkındaki fikirlerinde nasıl dolaşıma girdiğini ve ayrıca nasıl bir arzu dili sağladığını sorgulamış oluyorlar. Hemcinsler arası arzunun örgütlendiği bu yeni model özellikle şehirli, genç, eğitimli ve orta sınıf eşcinsellerde yaygın biçimde görülüyor. “Onlar toplumdaki eşcinsel nüfusun yeni, cinsel açıdan bilinçli bir katmanını simgeliyorlar ve kendilerini tanımlamak için 'gey' sözcüğünü kullanıma soktular”(Tapınç, 1992:46). Bu, tüm dünyada h e m c i n s l e r a ra s ı ya k ı n l a ş m a n ı n a l t e r n a t i f kurulumlarının ortaya çıkışını teşvik etmeye başlayan küreselleşme süreçleriyle içiçe geçmiş bulunan Batılı 'gey kimliği' düşüncelerine bağlanabilir (Tapınç, 1992:46; Adam 2001). Türkiye'deki eşcinsel erkekler
43
44
arasındaki ilişkilerin Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da yaygın olan 'gey modeli'ne doğru evrilmeye mi başladığı yoksa yeni doğrultularda mı geliştiği tartışma konusu.
kalan katılımcılar hemcinsler arası ilişkilere girmekle ilgili olarak dine önem vermediklerinden, onların cinsel rol tercihlerini daha fazla incelemek anlamlı değil.
Wafer'a göre (1997:90), peygamber Muhammed'in “özellikle çok çekici oldukları için gençlere bakmamaları yönünde müritlerini uyardığı” pek çok hadis var. Hemcinsler arası etkinliğe yönelik İslami politikalar bu tür metinler vasıtasıyla geliştirildiği için 'gençler'e yapılan vurgunun, eşcinselliğin toplumsal olarak belli bir biçimde örgütlendiğine işaret ettiği sonucu çıkarılabilir. Şu alıntı bir hadiste geçiyor: “Sakalsız gençlere bakmayın, çünkü onların gözleri, hurilerden bile daha baştan çıkarıcıdır” (Wafer, 1997:90'da Cardin'den yapılan alıntı). Wafer'ın eklediğine göre, Muhammed, güzel gençlerin cazibesine karşı hassas görünüyor ve yandaşlarını da bu tarz bir cazibeye kapılmaya karşı uyarıyor. Benzer şekilde, Türkiye toplumunda dinle ilgili olarak Tapınç (1992:45), “kız güzeli erkeklerin kadınlarla aynı kategoriye konduğunu” söyleyerek yalnızca yaşın değil, bunun gerektirdiği toplumsal cinsiyetin de hemcinsler arası yakınlaşmanın 'geleneksel olarak' örgütlenmesine katkıda bulunan bir özellik olarak önemine dikkat çekiyor. Bunu söyledikten sonra Tapınç ekliyor: Kadınlarla özdeşleşme meselesiyle bağlantılı olarak eşcinsellerin, özellikle kadınsı ve 'pasif' olanlarının sınırsız güçte bir cinselliğe sahip olduğu varsayılıyor ve böylece eril dünyaya karşı cinsel tehdidin unsurları olarak görülüyorlar.
Sonuç
Sonuç olarak, yaşça büyük olan erkeğin aktif olarak ve daha genç olan, kadınsı özelliğe sahip erkeğin de 'alıcı' partner olarak tasarlandığını anlıyoruz. Bir diğer deyişle geleneksel yaş hiyerarşili sistem geçerli. Ancak benim araştırmam yaş boyutunu destekleyecek herhangi bir kanıt içermiyor. Örneğin, dindar bir insan olarak Birol ([pasif, 41, ortaokul eğitimi]) sadece pasif olduğunu belirtti, ama yirmili yaşlardaki erkeklerden yana bir tercihi olduğunu da ekledi. Birol kendini 'bir erkeğin bedeninde hapsolmuş bir kadın' olarak gördüğü takdirde, yaşla tanımlanmış eşcinsellik kurgusuna sadık kalırsak, yaşça kendinden büyük erkeklerle ilgilenmesi beklenirdi. Öte yandan Tarkan [aktif, 31, lise mezunu] hemcinsler arası etkinliklerde 'asla' alıcı taraf olmayacağını, çünkü erkekliğinin ciddi biçimde tehlikeye gireceğini belirtti. Üstelik Tapınç'ın (1992) iddiasına uyan biçimde, Tarkan yalnızca 'genç ve kırıtkan' erkeklerle ilgilendiğini iddia etti. Yine de, bu çalışmadaki örneklem genişliği kesin sonuçlar çıkartacak kadar büyük değilse de, bu erkeklerin cinsel rol tercihlerine bakarak ve kendilerini yalnızca pasif ya da yalnızca aktif olarak tanımladıklarını fark ederek, sağlam dinî inançlarını da hesaba katarsak, ataerkiden de oluşan temel bir etmen olarak İslam'ın, kişinin kendisini cinsiyetlendirilmiş bir kul/özne olarak kurgulamasına katkıda bulunduğu ve böylece cinsiyet hiyerarşili eşcinselliği teşvik etiği sonucuna varmak oldukça çekici geliyor. Bir diğer deyişle, dinin, erkek eşcinsel ilişkilerin 'geleneksel' kurgulanışıyla bağlantılı olduğu söylenebilir. Bu açıklama geçici olmaktan öte değildir. Bu yüzden, sonuç sakınarak sunulmaktadır. Ayrıca bu çalışma, yaş hiyerarşisini, hemcinsleriyle ilişkiye giren erkeklerin belirleyici bir özelliği olarak savunmaz. Geri
Tüm görüşmelerde ortak yön olarak ortaya çıkan şey, katılımcıların, dini ve/ya Allah'a dair harfiyen yapılmış tanımları ret de etseler, tüm İslami ideallere inansalar da, cinsel rolleri ne olursa olsun eşcinsel pratiklerde bulunuyor olmalarıdır. Bu erkeklerin çoğu için, cinsellikleriyle dinî buyruklar arasındaki çelişki içinden çıkılmaz bir çelişkiydi. Bu yüzden, 'gey camiası'na katılırken dinî inançlarını yitirme eğilimine girdiler. Çalışmanın bazı katılımcıları, açık bir biçimde İslam'a (ya da herhangi başka bir dine) inanmadıklarını belirtirken, diğerleri ismen 'Müslüman' olduklarını, ancak bunu daha çok kültürel bir bağ olarak algıladıklarını itiraf ettiler. Öte yandan, katılımcılardan ikisi, İslami dünya görüşüne inanan Birol ve Tarkan, cezalandırılmayı bekliyor. İslam eşcinselliğin konumu hakkında net gibi görünse de, Devrim Yılmaz (2002) Türkiye'deki üç din adamıyla yaşadığı eşcinsel deneyimleri kışkırtıcı bir biçimde belgeliyor. Yılmaz (2002:34-7), okuduğu dinî okuldaki hocası tarafından nasıl tecavüze uğradığını anlatıyor. Ayrıca önde gelen bir hafızla olan ilişkisinden bahsediyor ve aynı zamanda evli olan bu adamın kendisine, kendi eşcinsel davranışının sakınca yaratmadığını, çünkü hafızlığın sadece bir meslek olduğunu ve kiminle sevişeceğine ilişkin bir sınırlama getirmediğini anlattığından söz ediyor (Yılmaz, 2002:67-8). Son olarak, Yılmaz (2002:80-83), kalacak yer karşılığında bir tarikat lideriyle seks yapmak zorunda kaldığını iddia ediyor. Ben bu deneyimleri çok ilginç buluyorum, çünkü böylesine dindar adamlar bir yandan hemcinsleriyle ilişkilerde bulunup, bir yandan da cemaate kutsal hizmet sunabiliyorlar. Bir başka araştırmanın konusu olarak, böyle dindar adamların kendilerini nasıl tasavvur ettiklerini anlamak ve cinsellikleriyle bağlantılı olarak iç dünyaları hakkında daha fazla fikir edinmek ilginç olurdu. Bu erkeklerin her birinin cinsel rol tercihlerine daha yakından ve dikkatli bir bakış oldukça aydınlatıcıdır ve İslam'ın, hemcinse yönelik düşünce/davranışlar ve erkeklerin kendi kaderleri hakkındaki algıları üzerindeki etkisi(zliği) açısından önemli açılımlar getirir. Kendilerini yalnızca aktif ya da pasif olarak tanımlayan erkeklerin (ki bu, hemcins yakınlaşmalarının geleneksel oluşumuna nasıl da uyduklarını gösterir) çevrelerindeki İslami öğretilerden etkilenmeye meyilli oldukları ve homoerotik olana karşı koymaktaki 'yetersizlikleri'ne ilişkin daha fazla sıkıntı yaşayabildikleri ve ahirette cezalandırılmayı bekledikleri görülüyor. Diğer taraftan, şurası açık ki, yalnızca cinsellikleri konusunda değil, dinselliklerine genel bakışlarında da daha serbest görüşlere sahip olduğu görülenler, yeni bir olgu olan, kendilerini 'gey' olarak tanımlayan erkeklerdir. Gey kimliğini benimsemek, yalnızca Türkiye toplumunda çok yaygın olan ayıplamalardan kurtulmaya ve kişisel özgürlüklere dönük bir tutku değil; daha çok, diğer erkeklere dair değişen bir
'erotik öznelliğe' işaret ediyor. Gey olmak, kişiyi genel cinsel kültürden azat kılıyor ve böylece erotik sınırları, daha önce mümkün olabileceğini düşünmedikleri biçimde genişletiyor. Cinsel yönelimini tanımlamakla birlikte, gey olmak, erkekleri, hem erkeklerin hem de kadınların uymak üzere toplumsallaştırıldıkları genel kabul gören buyruklarla sınırlamayan alternatif bir yaşam tarzı sunuyor. Bir diğer deyişle, gey kimliklerinin uyarlanması ve benimsenmesiyle bazı Türkiyeli erkekler, önceden kendilerine açık olmayan bir yaşamı gözlerinde canlandırıp yaşayabiliyorlar. Sohbetler gösteriyor ki bu erkekler, geleneksel söylemlerin, bu söylemleri sorgulayan ve sonuçta önemsiz sayan şekillerde yeniden biçimlendirilişini
ifşa eden öznellikleri dile getiriyorlar. Böylece, kanıksananların doğruluğunu sorgulama yetenekleri sayesinde bu (gey) erkekler, farklı düşünebiliyor ve yaşamlarını başka şekillerde düzenleyebileceklerinin farkına varıyorlar; bu suretle homoerotik olana teslim olmak, düşünüldüğü kadar rahatsız edici olmuyor, çünkü İslami söylemler az çok önemsiz hale geliyor ya da etkin biçimde direnilen ve/ya yeniden uyarlanan baskı kaynaklarına dönüşüyor. Bu erkekler yakın çevrelerinde onlara dayatılan denetleme biçimlerini değerlendirmelerine ve müzakere etmelerine olanak veren yeni faydacı stratejiler ve değişen inanç sistemleri geliştiriyorlar.
*Bu araştırmanın İngilizce orijinali “Negotiating Islam and Same-Sex Liaisons in Turkey”, Canadian Lesbian Gay Society Association, Manitoba Üniversitesi, Winnipeg, Kanada için 1 Haziran 2004'te sunulmuştur. Türkçeye Öner Ceylan tarafından çevrilmiştir. 1 Hedef, etnografik bir çalışmayla, toplumsal cinsiyet yüklü 'dil'in bu erkeklerin kendileri hakkındaki fikirlerinde nasıl dolaşıma girdiğini ve ayrıca nasıl bir arzu dili sağladığını araştırmaktı. Katılımcılarla ortalama 90 dakika boyunca Türkçe olarak Türkiye'de görüşüldü. 2 Burada, 'cinsel rol', toplumsal cinsiyete değil, cinsel edimlerde takınılan role işaret eder. 3 Aktif ve pasif sözcükleri, anal cinsel ilişkide giren ve girilen anlamında kullanılmıştır. 4 Hekma (2002) Hollanda toplumunda son zamanlarda Türkiye ve Fas kökenli genç erkek ve kadınları, İslâm'ı ve Kuran'ı yeniden keşfetmeye ve dinî yükümlülüklerini yerine getirmeye yönlendiren ve eşcinsellere saldırmaya meyilli hale getiren, 'giderek artan bir grup bilinci'nden söz ediyor. Ayrıca eşcinsellik aleyhinde açıklamalarda bulunan ve “bir kitabında Avrupalıların köpek ya da domuzlardan da aşağı olduğu, çünkü hiç değilse bu hayvanların hemcins evliliklerini bilmediğini belirten” imam El Mumni'den bahsediyor. (Hekma, 2002:241). 5 Jamal (2001:9), Müslüman toplumlarda, Batı'da anlaşıldığı şekliyle 'eşcinsel' kavramının olmadığına işaret ediyor. Terim, hemcinsler arası etkinliği tam olarak temsil etmiyor; bu yüzden, bunun yerine 'hemcins cinselliği' ifadesini kullanıyor. Bu makalenin amaçları için, 'eşcinsellik' ve 'hemcins cinselliği' birbirinin yerine kullanılmıştır. Türkiye'de 'eşcinsellik' ya da 'homoseksüellik' teriminin Türkçe'ye geçmiş olması da dikkate değer. 6 Tipik bir cezalandırma öyküsü olan Lût hikâyesinin Kuran'daki yorumu için bkz. Jamal (2001).
Kaynakça
t AbuKhalil, As'ad. 1997. “Arap Dünyası'ndaki Toplumsal Cinsiyet Sınırları ve Cinsel Kategoriler” [Gender Boundaries and Sexual Categories in the Arab World] Feminist Meseleler Dergisi [Feminist Issues] 15(1-2): 91-104. t Adam, Barry.1985. ”Yaş, Yapı ve Cinsellik” [Age, Structure, and Sexuality] Eşcinsellik Dergisi [Journal of Homosexuality], 11, 3/4: 19-33. t Adam, Barry. 1993. “Nikaragua'da: bir Gey Dünyası olmadan Eşcinsellik” [In Nicaragua: Homosexuality without a Gay World] Eşcinsellik Dergisi [Journal of Homosexuality], 24(3/4): 171-181. t Adam, Barry. 2001. “Küreselleşme ve Gey ve Lezbiyen Cemaatlerinin Seferberliği” [“Globalization and the Mobilization of Gay and Lesbian Communities”], Küreselleşme ve Toplumsal Hareketler [Globalization and Social Movements], editörler: P. Hamel, H. LustigerThaler, J. Nederveen Pieterse, and S. Roseneil. New York: St Martin's/Palgrave Yayınları, sayfalar: 166-179. t Connell, R. W. 1998. Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. Ayrıntı Yayınları [(1987)Power and Gender. Stanford: Stanford Üniversitesi Yayınları]. t Dunne, Bruce W. 1990. “Ortadoğu'da Eşcinsellik: Tarihî Araştırmalar için Bir Gündem” [Homosexuality in the Middle East: An Agenda for Historical Research] Üç aylık Arap Çalışmaları Dergisi [Arab Studies Quarterly]. 12(3 &4): 55-82. t Hekma, Gert. 2002. “İmamlar ve Eşcinsellik: Hollanda'da Gey-sonrası bir Tartışma” [Imams and Homosexuality: A Post-gay Debate in The Netherlands” Cinsellikler Dergisi [Sexualities], 5(2): 237-248. t Jamal, Amreen. 2001. “Lût'un Hikâyesi ve Kuran'ın Hemcins Cinselliğinin Ahlâkîliğini Algılayışı” [The Story of Lot and the Qur̀ ān's Perceptions of the Morality of Same-Sex Sexuality] Eşcinsellik Dergisi [Journal of Homosexuality], 41(1): 1- 88. t Kandiyoti, Deniz. 1987. “Serbest Bırakılmış ama Özgürleşmemiş? Türkiye Örneği üzerine düşünceler” [Emancipated but Unliberated? Reflections on the Turkish Case]Feminist Çalışmalar [Feminist Studies], 13(2): 317-338. t Kippax, Susan & Smith, Gary. 2001. “Anal İlişki ve Erkekler Arası Sekste İktidar” [Anal Intercourse and Power in Sex Between Men] Cinsellikler [Sexualities], 4(4): 413-434. t Murray, Stephen. 2000. Eşcinsellikler [Homosexualities]. Chicago: University of Chicago Press. t Murray, Stephen & Roscoe, Will (editörler). 1997. İslami Eşcinsellikler [Islamic Homosexualities]. NY: New York University Press. t Parker, Richard. 1999. Ekvator'un Altında: Arzu Kültürleri, Erkek Eşcinselliği, ve Brezilya'da Ortaya Çıkan Eşcinsel Cemaatleri [Beneath the Equator: Cultures of Desire, Male Homosexuality, and Emerging Gay Communities in Brazil]. New York: Routledge. t Schild, Maarten. 1992. “İslam”, Müslüman Toplumlarda Erkekler Arasındaki Cinsellik ve Erotizm [Sexuality and Eroticism among Males in Moslem Societies], editörler: Arno Schmitt ve Jehoeda Sofer. NY: Harrington Park Press, sayfalar: 179-187. t Tapınç, Hüseyin. 1992. “Erkeksilik, Kadınsılık ve Türkiye'de Erkek Eşcinselliği” [Masculinity, Femininity and Turkish Male Homosexuality] t Modern Eşcinsellikler [Modern Homosexualities], editör: Ken Plummer. London: Routledge, sayfalar: 39-49. t Wafer, Jim. 1997. “Muhammed ve Erkek Eşcinselliği” [Muhammad and Male Homosexuality] in Islamic Homosexualities, editörler: Stephen Murray ve Will Roscoe, NY: New York University Press, sayfalar: 87-96. t Yılmaz, Ali Kemal. 1998. Erkek ve Kadında Eşcinsellik. İstanbul: Özgür Yayınları. t Yılmaz, Devrim. 2002. Bir Eşcinselin Sıradan Hikâyesi. İstanbul: An Yayıncılık.
45
LGBT Tarih Türkiye Tarihinde Eşcinselliğin İzinde Deniz Yıldız
46
“90'lı yılların başında da yine yakalanan bütün travestiler Belgrad Ormanlarına götürülüp öldüresiye dövüldüler. Daha sonra çırılçıplak soyulup elbiseleri ateşe verildi. Orada kendi kaderlerine terk edildiler…” “1990 yılının başından 1991 yılının sonuna kadar, 'tahtacılar' denen polis birimi oluşturuldu. Akşam saat 21.00'dan itibaren operasyon yapıyorlardı. Beyoğlu'nun arka caddelerini, ara sokaklarını tarayarak, önlerine geleni dövüyorlardı. Bir grup da Laleli de aynısını yapıyordu.”2 İnsanlık dışılık, “özgürleşen” Türkiye gerçeğinin en somut göstergelerinden biri haline gelirken örgütlenme tohumları yeniden atılmaya başlandı. “Bundan birkaç yıl önce Yeşil Bizans'ta toplanan bir grup eşcinsel, dernekleşme kararı almışlardı (1990/1991, Taksimy.n.). Bu konuda belli bir çalışma yürütüldü. Bir grup arkadaşa da bir tüzük taslağı hazırlama görevi verildi. Tüzük gruba gösterildiğinde grup ikiye bölündü. Çünkü tüzüğü hazırlayan arkadaşlar, doğrudan bir 'eşcinsel' lafının geçtiği bir dernek önerisi getirmişlerdi. Bunun yasal yönden sakıncalı olabileceği varsayıldı. Birçok insan da 'doğrudan eşcinsel lafının kullanıldığı bir derneğe ben katılamam' şeklinde görüş belirtti… Dolayısıyla bu tartışmanın sonucunda o dernekleşme çalışması bir sonuca varamadı.” 3 1992'de Gökkuşağı '92 topluluğu kuruldu. “Çalışmalarını aylarca bir bodrum katı dairede toplanarak sürdüren bu grup daha sonra toplanacak mekan bulamadığı için dağılma sürecine girdi. Bu sırada Almanya'da bulunan 'Enternasyonal Eşcinsel Derneği', İstanbul'daki eşcinsel camiaya '93 yılı Eşcinsel Onur etkinliklerini İstanbul'da ortak kutlamayı önerdi. Bu teklif üzerine Gökkuşağı grubunun tamamı, Almanya'dan ilgili derneğin bir temsilcisi (Eşcinsel Enternasyonal Berlin'in Türkiye Temsilcisi Heribert Mürmann -y.n.) ve İstanbul'daki diğer bazı eşcinsel bireyler 11 Nisan 1993 günü (Lambda'nın fiili doğum tarihi) bir araya gelerek (Beyoğlu Bilar Kültür Evi'nde -y.n.) bir toplantı yaptılar ve bu etkinlikler için ortak çalışma kararı aldılar… Bu yeni ve geniş katılımlı grup daha sonra oy çokluğu ile Lambda İstanbul adını aldı.” 4 (Mine Yanat'ın önerdiği Lambda, Yunan alfabesinin bir harfidir ve tüm dünyada eşcinselliği simgelemektedir -y.n.) Gökkuşağı '92'ye evini açan Örümcek Kemal dağılma sürecini şöyle aktarıyordu: “67 kişi toplanıyorduk. Amacımız ciddî bir dergi çıkarmaktı. Bu çalışma içerisinde şimdiki (Mayıs 1998 -y.n.) Lambda grubundan olan Coşkun ve Yusuf'ta vardı Bu arkadaşlar her zaman saklandılar, halen de öyle. O dönemler evim polisler tarafından basıldığı için, bu arkadaşlara da inanmadığım için yolumu ayırmak zorunda kaldım.” 5 “Katılımcılar arası güven”, “açılma-açılmama”, “aktivist sirkülasyonu” gibi konular sonraki yıllarda da çok tartışılacak, dernekleşme (vakıflaşma) gibi hiç gündemden düşmeyecek, “Yıllardır bir dernek bile olunamadığı” gerekçesiyle örgütlenme(ler)den uzaklaşanlar ile “Doğrudan eşcinsel lafının kullanıldığı bir derneğe katılamayacağını” söyleyerek hareketten kopanlar aynı kaderi paylaşmak durumunda kalacaktı. Lambdaistanbul'da aynı gerekçeyle içinde ilgili sözcüklere yer verilmeyen AKA GL (Ayrımcılığa Karşı Genel Liberal Dayanışma Derneği) adıyla bir tüzük hazırlanmış, fakat isim verebilecek 7 kurucu üye bulunamadığı için söz konusu çaba arşiv dolabına kaldırılmıştı (1997 1998). “Lambda'da şu andan biraz daha kapalıydı insanlar… Çünkü o zamanki gruptaki insanlar belli bir yaşam standardı oluşturmuş, bir şekilde açık olmanın problem yaratacağı inancındalar. O yüzden 'eşcinsel derneği yerine, cinsel sorumluluk gibi kelimeler kullanalım' diyorlardı. Ne yaptığımız belli, ya eşcinsel adı altında bir şeyler olsun, ya da hiç olmasın. Zaten biz dernek olarak bir şeyleri değiştirmeyi düşünüyorsak ne istediğimizi belli eden bir adla olmalı dedik.”6 (Can Yaman, 1999 sonu y.n.) “Lambdaistanbul, gönüllülerin bir şeyler üretmeye çalıştığı bir ortam. Yapısında faaliyet gösteren gönüllü sayısı (aktivist) çok sınırlı; abartsak abartsak 20 kişi denebilir… Bir gün gelip de katılımcı sayısının 500'leri, aktivist sayısının 100'leri bulması ne güzel olur. Ama öncelikle bir kurum, bir vakıf, bir tüzel kişilik olmayı
becermeliyiz. Her ne kadar dağıtık yönetim esası üzerinde bir yapılanmamız olsa da yani bir başkan, bir başkan vekili, genel sekreter vb. bir yönetim kadrosu anlayışı olmasa da ciddi bir kuruluş kimliğine kavuşulması gerekiyor… Artık bir gönüllü aktivite merkezi olmaktan çıkıp ciddi, söz sahibi, misyonunu yapabilecek maddi ve manevi güçleri yanına almış ve tüm cinsel haksızlıkların karşısında yıkılmaz bir güç olacak gelecek üstünde yükselmeliyiz. Günümüzdeki yapılanma son derece kayganken ciddi bir yaptırım gücünü oluşturamıyoruz.” 7 (Özgür Öncü, Nisan 2000 -y.n.) “2001 Güztanbul'un yapılmasından önce dernekleşme ve mekan tartışmaları bir kere daha alevlendi. 'Mutlaka olmalı' diyen insanlar arasındaydım, ama hakim görüş 'Bunun arkasında duramayız'dan yana tavır koydu.” 8 (Deniz Yıldız) 2004 yazında Eşcinsel Dayanışma Derneği adıyla bir dernek tüzüğü yazılıp kurucu üyeler imzalarını atmış olduğu halde (avukat) ev sahibinin “Ben böyle bir ahlaksızlığın altına imza atmam” diyerek kira kontratı yapmayı reddetmesi üzerine dernekleşmekten vazgeçildi. “Eşcinsel-lik örgütlenmesinin ne için var olduğu, neyin mücadelesini verdiği” tartışması (tekrar) gündeme ge(tiri)ldiğinde karar, derneklerin “sistem yanlısı, ana akım olmaya dönük, içinde şiddeti, hiyerarşiyi barındıran örgütlenmeler olmaları” ile gerekçelendirilmişti. Asıl sorunun, bu homofobik saldırıya karşı herhangi bir tepki verebilecek iradeyi gösterip gösterememek olduğuna (samimiyete) inananlar örgütten ayrıldı. “Şiddet yanlısı ve hiyerarşiktiler. İşe yaramaz, onurlu aktivistlik yapıyorlardı. Bunlarla bir yere varılamazdı”(!) Lambdaistanbul, ancak, tarihler Mayıs 2006'yı gösterdiğinde dernek olabilecekti. “E5 otoyolunda, özel otomobiliyle aşırı hız yapan bir sürücü, kontrolünü kaybederek yol kenarında işe çıkan bir travestiye çarpmış ve kaza sonucu yara alan travesti olay yerinde hayatını kaybetmişti… Ertesi gün onlarca otomobille, partilerin seçim dönemlerinde mitinge giden partililer gibi doluşmuş onlarca travesti ve (sanırım transeksüel) ellerinde pankartlarla bir önceki gece olayın gerçekleştiği noktaya gelerek, trafiği kesecek ve sloganlar atacaklardı. Trafiğin yoğun olduğu böylesi bir saatte, eylem daha da büyük görünecek ve kısa bir süre sonra polis olay yerine gelecekti. Verdikleri mücadele ekmek parası kazanmak gibi, soluk alıp vermek gibi yaşamsal bir noktadan kaynaklandığından örgütlenme biçimlerinde de daha çok bir kader birliği, bir yol arkadaşlığı durumu kendini sezdiriyordu. 'Ama bizim de haklarımız var', 'Projelerimiz var', 'İsrail'de lezbiyenler evleniyor', 'Gay hareketimiz, çiçekli elbiselerimiz', 'Partimiz, afişimiz, mücadelemiz' türünde sakil, neye karşı, kiminle ve neyi hedefleyerek yapıldığı bile aşikar olmayan, manifestosunu oluşturamamış bir gay mücadeleyi düşündüm ardından. Subay kızlarının çay partilerini andıran örgütlenme biçimlerini ve dinamiklerini… Alt grupları, üst grupları, yan balkonları ve sık 'ağrıyan yanları'yla kendi kendilerini ve biraz da yakın çevredeki başka insanları eğlendirecekler.” 9 “Postmodern toplumun işleyişi, atomize olmuş yüzlerce alt grubun kalıcı ortak bir muhalefet oluşturması için gerekli koşulları oluşturmuyor. Genellikle bu gruplar kendi içlerinde taşıdıkları iktidar ilişkilerini aşamadıkları için sistem içindeki diğer kurumlarınkine benzer pratikler üretiyorlar. Alternatif grupların, ortak yaşam temelinde örgütlenmiş küçük komünlerin çoğu çözülüp gidiyor. Kalıcılığa yönelen çoğu aykırı hareket iktidarlaşıyor. Yokluk sınırına çok yakın marjinal bir var oluş (bu da düzenin umurunda değil) hariç iktidar ilişkilerinin dışında bir alan bulunmuyor.” 10 Lambdaistanbul, 24 Temmuz 1993 tarihleri arasında Beyoğlu Dünya Sineması'nda uluslar arası bir “Cinsel Özgürlük Etkinlikleri” yapmaya karar verdi. 11 Fikir, Eşcinsel Enternasyonal Berlin Başkanı Selman Arıkboğa'dan çıkmıştı. 12 Düzenleme komitesi Engin Aydoğan, İlker Çakmak, Cem Özipek, Mine Yanat ve Alp
13
Yıldırım'dan oluşuyordu. Bir bülten hazırlandı: “Eşcinsellerin sokakta ya da resmi makamlar önünde taciz edilmeleri, yalnızca cinsel yönelimlerinden dolayı işsiz bırakılarak fuhuşa zorlanmaları ve hatta öldürülmeleri, tüm bu olumsuz tablonun bir sonucudur. Artık bu olumsuz tabloya gerek toplum, gerekse devlet, insan hakları ve hukuk çerçevesinde karşı çıkmak zorundadır. Demokratik, laik, sosyal, insan haklarına dayalı bir hukuk devleti olan ve 2000'li yıllarda AT'nin bir parçası olmayı hedeflemiş Türkiye'de, bizim bu çabamıza devletin de gereken 14 desteği göstermesini bekliyoruz.” “İbrahim Eren'in başını çektiği bir grup, festivalin Almanlar öncülüğünde düzenlenmesine karşı çıkmıştı. Eren, bunu kendilerine yapılmış bir hakaret saydıklarını, festivale katılmayacaklarını söylemişti. Ama festival yanlısı grup, Eren faktörünü başından beri ciddiye almamış, örgütlenmelerini gerçekleştirmek suretiyle de bu tavırda haklı olduklarını kanıtlamışlardı. Zaten Eren'in karşı çıkmasının, Alman unsurundan çok hesabı verilemeyen, hatta bir araba şeklinde cisimlenen bir paradan çıktığı da söyleniyordu.”15 “Konuşmacılar arasında Prof. Dr. Şahika Yüksel, AIDS Savaşım Derneğinden Doç. Dr. Selim Batur, İnsan Hakları Derneği, Mor Çatıdan Fatma Budak, Deniz Türkali, küçük İskender ve İskender Savaşır vardı. Yabancı konukların bazıları ise şunlardı: BM Dünya Sağlık Örgütü WHO'dan Henning Michelson, eşcinsel Berlin milletvekili Annette Dettering, Alman Kültür Enstitüsü İstanbul Başkanı Weissert, Eşcinsel Enternasyonal Berlin Başkanı Selman Arıkboğa, Alman AIDS Vakfından Petra Narimani, COC Hollanda'dan Mart Simons, Londra Müslüman AIDS Savaşım Örgütünden bir temsilci.” 16 Ancak etkinlikler Hayri Kozakçıoğlu başkanlığındaki İstanbul Valiliği tarafından engellendi. İstanbul'un Emniyetten Sorumlu Vali Yardımcısı Namık Kemal Eren, Valilik'in etkinliklere izin vermeyiş nedenini “Yapılmak istenen festival, toplumumuzun örf ve adetlerine ve değerlerine ters düşmektedir. Böyle bir toplantı yapıldığında toplumun tepkisi(nin) asayiş ve emniyeti bozacağı kanaatindeyiz” 17 şeklinde açıklıyordu. Aralarında parlamenterlerin de bulunduğu yurt dışından gelen 30 kadar katılımcı apar topar sınırdışı edildi. Dönemin tanıklarından Ceylan Çaplı yaşananları şöyle aktarıyordu: “Polis insanları aramaya başlayınca hepsi kaçtılar. Polis bana geldi zira yerim yurdum belli (Taksim'de Club 14 y.n.). İşte izinsiz yürüyormuşsunuz dediler, ben de ne yürüyüşü dedim. Haberim yok dedim. Önce izin alın öyle diye söylemiştim ama yapmadılar. Orda da mesela yalnız kaldık onların yaptığı haylazlığın hesabını biz verdik.” 18 Büyük bir sarsıntı geçiren aktivistler “Taksim çevresinde bir ev satın alarak toplantıları orada yapmaya başladılar (Elmadağ'da halen Heribert Mürmann'ın yaşadığı ev y. n.). Daha doğrusu 'çekirdek' toplantıları. Pazar günleri bir eşcinsel barda bir yılı aşkın tanışma, sohbet toplantıları yapıldı (Taksim'de Prive y. n.). Sonra bar sahibinin polis korkusu onları Toplumsal Araştırmalar Vakfı'na taşıdı.” 19 Lambdaistanbul faaliyetlerini Beyoğlu TAV'da (Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf) sürdürürken, 1994 Haziranında başkentte bir ilke imza atılıyordu. Beş altı kişi tarafından İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi'nde Gey ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu oluşturuldu.20 “Ankara Kaos GL çalışanlarının da bulunduğu İHD Ankara Şubesi Gay ve Lezbiyen Hakları Komisyonu'ndan Ediz ve Ali bir söyleşiye katıldı. Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü Psikoloji Bölümü Topluluğu'nun düzenlediği 'Eşcinsellik ve Toplum' konulu söyleşi 7 Aralık Çarşamba günü Beytepe'de yapıldı. Söyleşiye 400 civarında bir öğrenci kitlesi katıldı. İki saati aşan sure boyunca öğrencilerin ilgisi ve samimiyeti gerçekten şaşırtıcıydı. Hem bilimlerdeki hem de sokaktaki heteroseksizm en çok üzerinde durulan ve tekrar tekrar sorulan konu oldu. Katılım ve konu açısından 80 sonrası üniversite sürecinde kayda değer bir söyleşiydi.”21 Komisyon varlığını 1995'in ilk aylarına kadar sürdürebildi. Bir süre sonra yönetim değiştiğinde komisyon onaylanmadı ve 2 sayı çıkan Çığlık adlı bülten sona erdi.22 İHD'den ayrılan aktivistler Kaos GL dergisine katıldı. “Her türlü mevcut yayında eşcinsellerle ilgili ilgisiz pek çok şey yazılıp çiziliyordu. Bununla birlikte tamamen eşcinseller için ve eşcinseller tarafından çıkarılan bir derginin olmaması her şeyden önce biz eşcinseller için bir eksiklikti” 23 diyen Ali Erol, Meral Filiz ve Ali Özbaş tarafından 20 Eylül 1994'te “Kaos Şanlıyor” kapağıyla yayın hayatına atılan Kaos GL, Türkiye'nin ilk gey lezbiyen dergisiydi, kısa bir süre sonra aynı adlı topluluğa dönüştü. “Üniversitelerde ve üniversite dışında birbirimizi bulduk ve eşcinselliğin salt bir cinsel eğilimden ibaret olmadığını, bir var oluş biçimi olduğunu, bu var oluşun da baskılanma, ayrımcılık dışında bu toplumda kendisini var etmesi gerektiği noktasından hareketle bir araya geldik ve Kaos GL sürecini başlattık.”24 (Ali Erol y. n.) “Kaos GL, Türkiye'nin AB'ye girmesini beklemenin doğru olmadığını, AB ülkelerindeki gey ve lezbiyen kardeşlerimizin mevcut hak ve özgürlüklerini mücadele ederek kazandıklarını
25
vurguladı.” 1995 Martında Lambdaistanbul'dan ayrılan kadınlar “kendi tercih ettikleri yönde özgürce yaşamak ve haklarını elde etmek amacıyla” 26 Türkiye tarihinin bilinen ilk lezbiyen-lik örgütlenmesini kurdu. Venüs'ün Kızkardeşleri'ni “buluşturan ve diğer kızkardeşleri ile buluşturabilecek olan sebep pek tabii ki kendi cinslerine duydukları aşktı, ancak bunun ötesinde yaşananlar hatta yaşanamayanlar 27 idi.” Lambdaistanbul, 29 Eylül 1995 tarihleri arasında bu kez “Gey ve Lezbiyen Kültür Etkinlikleri” düzenleyeceğini duyurdu. Beyoğlu TAV'da video filmlerin gösterileceği; Pınar Çekirge, küçük İskender, İskender Savaşır, Seher Sever ve Hüseyin Tapınç'ın katılımı ile “Heteroseksüel Dünyada Eşcinsel Kimlik” panelinin düzenleneceği; bir Murathan Mungan söyleşisinin yapılacağı, Beyoğlu Pandora Kitabevi'nde eşcinsellik konulu kitapların sergileneceği etkinlikler28 İstanbul Valiliği'nce bir kez daha yasaklandı. Bu kez gerekçe gösterilmemişti. “Bu ikinci antidemokratik engelleme internet ve Reuter aracılığıyla dünya kamuoyuna duyuruldu. Türk basınının ilgisizliğine rağmen engelleme dünya basınında yer aldı ve protestolarla İçişleri ve Kültür Bakanlıkları ile Başbakanlığın faksları kilitlendi.” 29 Lambdaistanbul, Express dergisinin 1995 Nisanında Yıldırım Türker'in girişimleriyle doğmuş GL sayfasında bir kınama metni yayımladı: “İnsanlığın varoluşundan beri varolan bir kültürün ülkemizdeki ilk etkinliğini yapmak eşcinsellerin Türkiye'de de varolduğunu, kimliklerinin kültürlerinin olduğunu, buna saygı duyulması gerektiğini, eşcinselliğin bir sapıklık ve hastalık olarak görülmemesi gerektiğini ve toplumda varolan eşcinselleri aşağılama davranışlarının artık son bulması gerektiğini belirtmek istemiştik.” 30 Bir sonraki yıldan itibaren Eşcinsel Onuru Haftası Etkinlikleri basına kapalı yapılmaya başlandı. Lambdaistanbul, Venüs'ün Kız Kardeşleri ve Kaos GL topluluklarını sırasıyla İbrahim Eren'in öncülüğünde kurulan Çağrı Grubu (1995, İstanbul); “öncelikli amacı daha fazla bilinç” olan Anadolu Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu B.E.T. (Bilinçli Eşcinseller Topluluğu) (Mayıs 1995, Eskişehir)31; Atatürk Üniversitesi öğrencilerinin oluşturduğu Lambda Erzurum (Mart 1996); çeşitli üniversitelerden öğrencilerin oluşturduğu “nihai amacı, günün birinde, kulüp hüviyeti kazanmak” 32 olan LeGaTo (ilk kez 1996'da Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde, daha sonra 28 Haziran 2000'de); seks işçilerinin İKGV (İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı) çatısı altında oluşturduğu Gacı (Nisan 1997, İstanbul)33; “bölücülere, sömürücülere yer olmayan, özgürlükçü, eşitlikçi, üretken, paylaşımcı bir gelecek” 34 için bir araya gelen Spartaküs (1997 sonbaharı, Bursa); Biz GL (7 Aralık 1997, İzmir)35; “insanların sadece birbirleriyle dostluk kurma amacıyla bir araya geldiği”36 Türkiye Ayıları (Aralık 1997); Esma'nın öncülüğüyle Lambdaistanbul katılımcısı kadınların oluşturduğu Efemineler (1998 kışı); “kendi lezbiyen kimliğini sorgulamak, ataerkil, karşıcinselci toplumda nefes alabilmek, sorunlarını paylaşmak, birbirlerine destek olmak ve açılma süreçlerinde birbirinin yanında durmak gibi amaçları”37 olan lezbiyen feminist Sappho'nun Kızları (13 Mayıs 1998, Ankara)38; ODTÜ LeGaTo'nun dağılmasından sonra kurulan ve LeGaTo gruplarının altyapısını oluşturan39, “eşcinsel kimliği politikası, eşcinsel hakları üzerine düşünceler üreten ve bu 40 doğrultuda eylemler planlayan” GayAnkara (2000 başları) ; “ayı kültürünü anlatmaya çalışan, ayı ve ayı severlerden oluşmuş” 41 Anadolu Ayıları (29 Kasım 2000); Ötekizmir (2001 yazı); aynı adlı dergi aracılığıyla Türkiye'deki lezbiyen-lik örgütlenmesini sağlamak için kurulup 'şaibeli aktivistlerden' Hülya Tarman'dan başka kimsenin akıllarda canlanmadığı42 Öte-ki Ben (Mart 2002)43; Antalya Gökkuşağı Eşcinsel Kültür ve Yaşam Grubu (16 Nisan 2002)44; daha sonra Pembe Üçgen İzmir Eşcinsel Kültür Oluşumu adını alan İzmir Eşcinsel Kültür Grubu (Haziran 2002)45; Ankara'da yaşayan bir grup transeksüelin, travestiin kurduğu İnsanca Yaşam Platformu ( 2003 ilkbaharı)46 ile Demet Demir, Esmeray, Serap, Can Yaman ve Deniz Yıldız tarafından kurulan Gacı İstanbul fanzin grubu (Mayıs 2005) izledi. Yine aralarında Esmeray'ın da olduğu İstanbul'daki bazı transeksüellerin ve travestilerin beş yıllık çabası sonunda tüzük aşamasına gelen İnsan Sevenler Derneği kurulamadan47, Antakya'da “her yaştan, toplumun her kesiminden olan gay arkadaşları kucaklamak, baskılara karşı kenetlenmek”48 gibi amaçlarla başlayan toplantılar bir örgütlenme halini alamadan dağıldı. Türkiye'nin ilk lezbiyen-lik erotizmi (bazılarına göre pornografisi) yazarı Duygu Zafer ve çevresindeki birkaç aktivistin oluşturmaya çalıştığı “lezbiyen yaşamı” ise başlamadan bitti. Çağrı Grubu, önce “Eşcinsellere Çağrı” adında bir bülten çıkarıp sonra da “Cinsel Haklar ve Özgürlükler” adıyla çoğunluğunu eşcinsellerin oluşturacağı bir dernekleşmeye gideceğini duyurdu (Ocak 1996). İbrahim Eren, Şenol Susan, Hüda Tama Cengiz ve Mahir Ersay derneğin kurucu üyelerinden olacaktı49, Meral Yılmaz'ın da aralarında bulunduğu on kadar lezbiyen katılımcı vardı. Dört kurucu üye adayının, kadın transeksüel ve travestilerin eşcinsellik
47
48
değil fuhuş amaçlı oldukları; abartılı, renkli giysi ve davranışlarıyla 50 eşcinselleri (geyleri -y.n.) son derece rahatsız ettikleri , dünyanın en güçlü erkeklerinin genellikle eşcinsel olduğu51 gibi iddialarda bulunduğu bu derneğin tüzüğünde “Her bireyin kendine özgü cinsel eğilim, seçim ve yaşamı vardır. Sözde çoğunluğu oluşturanlar benimsemiş oldukları cinsel kimlik, yaşam ve davranış kalıplarını diğer cinsel kategorilere de dayatmak istemektedirler. İşte, bu yönde yaptıkları çalışmalarla, devleti, çeşitli kurum ve kuruluşları da etkileyip, ilkel baskı ve şiddet ortamının doğmasına neden olmaktadırlar… Derneğimiz, herkesin başkasına zarar vermeden kendi eğilimlerine uygun bir cinsel seçim ve buna uygun bir yaşam hakkı için mücadele edecek, sağlıklı cinsel seçim ve yaşamı engelleyen bütün (yasal, kültürel, ekonomik) engelleri ortadan 52 kaldırmak için mücadele edecektir” cümlelerine yer verilmişti. “Türkiye'den başlayarak bütün Orta Şark ülkelerinde atılacak bu ilk 53 adım” atılamadığı gibi Çağrı Grubu bir ay sonra dağıldı. 1996 Şubatında Kaos GL'nin ardından Türkiye'nin ikinci süreli eşcinsel yayını çıktı: % 100 GL. Lambdaistanbul'un çıkarttığı dergi adını Venüs'ün Kız Kardeşleri'ni temsilen örgütün toplantılarına katılan Ela'dan almıştı. % 100 GL dergisini aynı adlı Türkiye'nin ilk eşcinsel konulu radyo programı izledi. “1995 Eylül'ünde Lambda'nın düzenlemeye kalkıştığı ikinci eşcinsel etkinlikleri de yasaklandığında, Mavi Radyo bu antidemokratik hareketle ilgilenmişti. Bu konuyla ilgili birkaç program yapıldı ve Lambda'ya resmi olmayan bir teklif geldi. Bir GL programı yapılabilir miydi? Fakat bu teklif daha fazla konuşulmadı. Zaten Lambda'nın da, işler ciddiye bindiğinde, bir GL radyo programının kabul edilip edilmeyeceği konusunda şüpheleri vardı. Ama yine de zaman zaman bir radyo programı hazırlanması konusu gündeme giriyordu. Sonunda Mart 1996'da, bir radyo alt grubu çalışmalara başladı. Bir demo kaset hazırlandı. Plan, çeşitli radyolara bir kasetle başvurmaktı. Önce, sürekli, kainatın tüm ses ve renklerine açık olduğunu vurgulayan Açık Radyo'ya başvuruldu ve proje Açık Radyo tarafından büyük bir heyecanla kabul edildi.” 54 % 100 GL, 5 Mayıs 1996 Pazar gecesi 00.00 00.01 saatleri arasında yayına başladı. Programa bir sure sonra işlevini yitirdiği, kendini tekrar etmeye başladığı yönünde eleştiriler getirilmeye başlandı. İki kez günü ve saati kaydırıldı (Salı gecesi 00.30 2.00'dan Pazartesi gecesi 00.00 01.00 saatleri arasına). Bu dönemin diğer bir eleştirisi de Lambdaistanbul'un kadın eşcinsellere yönelik politikası(zlığı)ydı. Mine Yanat ve Deniz Yıldız radyo programında bir kadın sunucunun da olması, bir kadın eşcinselin de sesini diğer tüm kadınlara duyurabilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi. Programı hazırlayıp sunanlardan Uğur Alper'in “Programı sunacak kadın yok”, “Varolanların sesleri uygun değil” türünden itirazlarıyla karşılaşıldı. Uzunca bir tartışmanın sonunda tek bir isimde uzlaşılabildi: Seslendirme sanatçılığı yapan Güneş Göker. Lakin Göker ortalıkta yoktu. O da “programda bir kadın sunucunun olmazsa olmazlığına inandığını” söyleyen Lambdaistanbul takipçisi diğer eşcinsel kadınlar gibi (haberdar edildiği halde) toplantıya katılmamıştı. Toplantı notları kendisine aktarıldığında Göker programın sunuculuğunu yapmaya başladı. % 100 GL'yi Kaos GL'nin 25 Haziran 1996'dan başlayarak Salı geceleri Arkadaş Radyo'da hazırlayıp sunduğu Radyo Kaos programı55 izlerken bir buçuk yıl süren % 100 GL bu sürenin sonunda RTÜK gerekçesiyle yayından kaldırıldı. Kainatın tüm ses ve renklerine daha fazla “açık” olunamamıştı. Bir süre sonra süresizleşen aynı adlı derginin yerini ise sırasıyla (kendisiyle aynı kaderi paylaşacak) “…cins…” ve “Lambdaistanbul bülteni” aldı. “8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Ankara Tandoğan Meydanı'nda bir miting düzenlendi. Mitinge ilk kez eşcinseller de katıldı. Kaos GL'den ve Venüs'ün Kızkardeşleri'nden erkek ve kadın eşcinsellerin birlikte katıldığı miting, Kaos eşcinsellerinin ilk sokak eylemi oldu.” 56 117 Haziran 1996 tarihleri arasında İstanbul'da BM Habitat II Konferansı yapıldı. Konferans, kadın transeksüel ve travestileri bir kez daha zor günlerin beklediği anlamına geliyordu. İstanbul'un yeni bir temizlik operasyonuna ihtiyacı vardı. (!) “1996 yılının 21 Mayısı'nda baskınlar başladı. Polis kapılarımızı kırıyor, evlerimize saldırıyordu. Polis ve dönemin Belediye Başkanı Nusret Bayraktar, ellerindeki yetkileri kullanarak alış-veriş yaptığımız yerleri tehdit ettiler; bize satış yapmaya devam edenlerin dükkanlarını kapattılar. Mahalleli de bunlara destek veriyor, camlarımızı kırıyor, bizi ölümle tehdit ediyordu.” 57 (Demet Demir y. n.) Lambdaistanbul tarafından “Habitat sırasında Ülker Sokak'ta yaşayıp tehdit edilen, evlerinden çıkamayan ve evleri yakılan travesti ve transeksüeller için uluslar arası bir kampanya düzenlendi ve sokağa yürüyüş yapıldı. Ardından emniyet müdürlüğüne fakslar çekildi.” 58 Yine Lambdaistanbul, Uluslar Arası Gey Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu (IGLHRC) tarafından verilen Felipe de Souza Ödülüne Türkiye adına sokağın sakinlerinden Demet Demir'i aday gösterdi. ( Ödül, Brezilya'da yaşayıp eşcinsel olduğu için engizisyon mahkemesinde yargılanarak öldürülen
(1591) Felipe de Souza'nın anısına her yıl üç ülkeden kişi ya da kurumlara verilmektedir ). Demet Demir, Arnavutluk'taki (tek) geylezbiyen örgütü SAGA'nın başkanı Genç Xhelaj ve Namibya'daki 59 lezbiyen örgütü Sister Namibia ile ödülü almaya hak kazandı. (Demir, Şubat 1999'da ÖDP'den belediye meclisi üyeliğine aday olarak yeni bir ilke imza atacaktı.)60 Lambdaistanbul ve Venüs'ün Kız Kardeşleri Habitat'ta stant açtı. Lambdaistanbul'dan Bülent Ateş ile Venüs'ün Kız Kardeşleri'nden Güneş Göker tv programlarına, gazetelere çıktı. Venüs'ün Kız Kardeşleri, Kaos GL ve Lambdaistanbul'dan daha içe dönük bir topluluktu. Bunda önceki süreçte eşcinsel olduğunu iddia eden bir kadın gazetecinin topluluğa girip katılımcıları hakkında izinsiz haber yapmaya kalkışmasının da büyük rolü vardı. Göker'in medyada bu denli yer alması Venüs'ün Kız Kardeşleri ile gerginlikler yaşa(n)masına neden oldu. Göker, topluktan ayrılarak Lambdaistanbul'a katıldı. “Cumhuriyet tarihindeki ilk eşcinsel kadın hareketinin kapısını aralayan, çok büyük işler yapmayan ama büyük günahlar da işlemeyen”61 Venüs'ün Kız Kardeşleri ise kısa bir süre sonra dağılıp bu kararını yıllar sonra açıklayacaktı. “Bugün, grubumuzu oluşturan üyeler bir arada olmayıp, ortak bir amaç içinde değiller. Bu durumu tespit eden ve değerlendiren bizler, eldeki belgelerimizi, kitaplarımızı ve tüm kaynağımızı KAOS GL'ye armağan ediyoruz. Yeni yeni oluşumlar yerine, görevini başarıyla yerine getiren KAOS GL'ye destek verilmesinin daha rasyonel olduğuna inanıyoruz.” 62 Venüs'ün Kız Kardeşleri ile başlayan lezbiyen-ci girişimler-i sonraki yıllarda Kaos GL ve Lambdaistanbullu lezbiyenlerin (ikicinsel kadınların) ne kadın transeksüel ve travestilerin ne de (cinsel yönelim farkı gözetmeksizin) erkeklerin katılamadığı “Kadın Toplantıları” ile sürdü. “Toplantılarda 'kadınlara özgü' sorunlar tartışılacaktı. Geyler zaten doğdukları andan itibaren erkek egemenliğinden yararlanmaya başlıyor, bu hep böyle devam ediyordu(!)” Kadın transeksüeller ve travestiler ise cinsel yönelimlerinden önce cinsiyet kimlikleriyle ilgili sorunlar yaşıyordu. İleriki tarihlerde toplantılara lezbiyen transeksüel ve travestilerin de katılabilmesi sağlandı. 1997 yazında aralarında Göker'in de bulunduğu altı (?!) aktivist “Eylül'de uzun soluklu bir lezbiyen çığlığı” atacağını duyurdu: Sappho.63 Lambdaistanbul'dan parasal destek talep edildi. Konunun gündeme getirildiği teknik toplantıdan Sappho'nun desteklenmesi kararı çıktı, Göker'e 500$ verildi. Aynı dönemde haftalık TAV toplantıları Lambdaistanbul'a yetmemeye başlamıştı. Hem ekonomik sorunların giderilebileceği hem de örgüt işlerinin yapılabileceği bir yer gerekliydi. “1998 yılı içerisinde Lambdaistanbul, eşcinsellerin rahatça faydalanabileceği, Türkiye'de ilk İNTERNET GAY CAFE projesini gerçekleştirmek suretiyle, bir büyük ilke daha imzasını atacaktı.” 64 Bu iş için Bülent Ateş'e yurtdışındaki örgütlerden alınan 7000$ verildi. Paralar verildikten sonra ne Göker'i gören vardı, ne de Ateş'i. Kısa bir süre sonra Ateş'in parayı alıp kaçtığı, Göker'in ise önce “dergi topluluğunu dağıttığı” sonra da depresyona girip kendisini eve kapattığı anlaşıldı. Bu yaşananlar deyim yerindeyse bir infiale neden oldu ve konuyla ilgili tartışmalar çok uzun bir süre devam etti. 1998 Nisanında, Kaos GL'de “Şaibeli Aktivistler” adında The Kezban adıyla İstanbul'dan gönderilmiş bir yazı yayınlandı. Yazıda “İstanbul'daki eşcinsel hareketi ortadan kaldırmanın en kolay yöntemi, ona yüklü bir para yardımı yapmaktır. Çünkü gelen bu para grupta bomba etkisi yapmaktadır. Aşağıda adı geçen şahıslar eşcinsel hareketin kesinti dönemlerinde şüphe altında kalmış kişilerdir. Ben şahsen hiçbirini paraları çalarken, götürürken görmedim. Sadece tarihe geçmiş söylentileri buraya aktaracağım” 65 denilerek İbrahim Eren, Örümcek Kemal, Venüs'ün Kız Kardeşleri'nden Aylin, Lambdaistanbul'dan Alex, Bülent Ateş ve Güneş Göker'le ilgili hırsızlık iddialarında bulunuluyordu.66 The Kezban'ın Lambdaistanbul katılımcılarından Coşkun olduğu iddia edildi. Yazı Pazar toplantısında gündeme getirildiğinde kendisi hakkındaki iddiaları önce reddeden Coşkun toplantının sonlarına doğru The Kezban olduğunu itiraf etti. Yanıtlarsa gecikmemişti. İbrahim Eren, Örümcek Kemal ve Güneş Göker hakkındaki iddiaları “onlar adına” Ali Kemal Yılmaz, Örümcek Kemal hakkındakileri ise bizzat kendisi yalanlarken Lambdaistanbul, Bülent Ateş'le ilgili iddiayı doğrulayıp Ateş'i lanetlediğini duyurdu. “Cebindeki okul harçlığını, çay ve simit paralarını, eşcinsel harekete katkı olsun diye, gruba bağışlamış olan eşcinsel kardeşlerimizin nezdinde, Dolandırıcı Devrimci, Hırsız Lubinya BÜLENT ATEŞ'i lanetliyoruz”67 Tartışmaya Kaos GL de katıldı: “Her şeyden önce bu, bizce önemli bir tartışmadır. Sözkonusu olan 'para' olduğu için değil. İtham edilenler bizi yanlış anlamasınlar, önemli bulduğumuz, dedikoduların, 'allahından bulsunlar'ın, 'size hesap mı vereceğiz ayol'ların yerini yazının ve tartışmanın alıyor olmasıdır… Bildiğimiz kadarıyla, eşcinsel kurtuluş hareketinin, hiçbir ülkede İKTİDAR hedefi olmamıştır. Bununla birlikte eşcinsel mücadele sürecinin bir
rant alanı olarak görülebilmesi anlaşılır bir durumdur. 'Şaibeli aktivistler' tartışması, 'ilginç' olmakla birlikte şaşırtıcı bir gelişme değildir… Beceririz ya da beceremeyiz, bu süreçte her türlü rantı sabote etmeye kararlıyız… Kadın ve erkek eşcinseller, kendi sorunlarına, özetkinlikleriyle sahip çıkmadıkları sürece, hiçbir aktivist ya da 'lider' tarafından 'kurtarılamayacaklar'dır. Heteroseksizmin sözcülerinden medet ummayın. Onlar hiç kimseyi aklayamaz ya da mahkum edemez. Gelin eşcinsel mücadele içinde arının, gelin birlikte özgürleşelim.”68 Lambdaistanbul'un banka hesabı (söz konusu dönemdeki) katılımcılarından Aykut ve Koray'ın üstündeydi. Kendisine ulaşılıp aleyhine dava açılacağı söylendiğinde Ateş, Aykut ve Koray'ı önce ailelerine sonra da kamuoyuna açmakla tehdit etti. Katılımcılar buna rağmen (Aykut'un üzerinden) dava açtı. Bülent Ateş'e açılan iki dava 2000 yılında karara bağlandı. 2 ayrı senet için 2 icra takibi yapıldı ve mal beyanında bulunmadığı için hapis cezası verildi. Davalardan biri affa uğrarken diğeri sonuçlandı. Bülent Ateş aldığı paraları taksitli olarak geri ödedi. 69 Toplulukların çoğalmışlığı zamanla bir “buluşma” yapılması gerektiği fikrini gündeme getirdi. 7 Eylül 1998'de Lambdaistanbul'un ev sahipliğinde Kaos GL, Sappho'nun Kızları, Spartaküs ve Türk Gay'in katılımıyla bir “Buluşma” düzenlendi. “Grupların birbirini tanıması için düşünülmüş olan bu ilk 'karşılaşma' birkaç toplantı ve uzun tanışma fasıllarından sonra insanlarda buna benzer biraraya gelişlerin, tanışmanın, toplantılar yapıp birkaç koldan ilerleyen hareketin politikaları üzerine, eşcinsel grupların gündemindeki konularda fikir alışverişi yapmak, tartışmak, birlikte neler yapılabileceğini değerlendirmek, ayrı yapılanlar hakkında birbirini haberdar etmek, bilgilendirmek amacıyla yılda iki kez yapılabileceği fikrini oluşturdu… Hararetle yapılan tartışmalar sonucunda 'Buluşma' adı verilen (İstanBuluşma da denilmiştir -y.n.) bu etkinliğin ikincisinin altı ay sonra Ankara'da yapılmasına, buluşmalarda belli program çerçevesinde toplantılar ve etkinlikler yapılmasına ve bunun altı ayda bir tekrarlanmasına karar verildi.” 70 Ankara'dakinden başlayarak Ankara buluşmalarına BaharAnkara, İstanbul buluşmalarına Güztanbul adı verildi. 1999 sonu Kaos GL için bir dönüm noktasıydı. “Kasım 1999'a kadar
underground koşullarda yayınlanan dergi, aynı tarihte Emniyet Basın Bürosuna bağlı devletin resmi güçlerince uyarıldı. Bu tarihte dergi, devletin ilgili kurumuna kaydoldu ve Aralık 1999'dan bu yana da yasal lezbiyen ve gey dergisi olarak yayınlanmakta. Tam da sorun bundan sonra başladı. Basın Savcılığı derginin sorumluları olarak kabul ettiği Ali Özbaş ve Ali Erol'a dava açtı. Aynı şekilde dergiyi basan matbaaya da dava açıldı. Gerekçe ise derginin kopyalarını Basın Savcılığı ile T. C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'na göndermemek… İkinci sorun ise dergi yasal olarak yayınlanmaya başladıktan sonra 'küçüklere 71 zararlı' olduğuna karar verildi” Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'nun 16 Şubat 2000 tarihli kararıyla Kaos GL'nin 18 yaşın altındakilere satılması yasaklanıyor ve dergi poşete sokuluyordu. “…Söz konusu derginin henüz kişiliğinin gelişme çağının başlangıcında bulunan küçüklerin Milli Eğitimin Temel Kanununun amaçları ve temel ilkeleri arasında yer alan Türk milletinin milli, ahlaki, insanî, maddi ve manevi kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan yurttaşlar olarak yetiştirmek ilkesi ile beden, zihin, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sahip kişiler olarak yetiştirilmeleri ilkesine aykırı bir yayın olduğu ve küçüklere menfi yönde etkide bulunacağı, iyi ve kötü hususlarında zihinlerinde kavram kargaşasına neden olacağı ve yanlışa yönlendireceği, buna ilaveten dergi içeriğinin kamuoyunun tümünü ilgilendiren bir haber ve sanat niteliğinin ağırlığını taşımadığı, asıl ağırlığın çarpık seks ilişkilerine yöneltilmiş olduğu ayrıca söz konusu derginin toplumun ahlak yapısıyla bağdaşmadığı ve dolayısı ile kurulca bahse konu derginin küçükler için zararlı nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.”72 Nazizm, cinsiyetçilik ve karşıcinselcilik kavramlarıyla bir arada okunmayı fazlasıyla hak eden bu karardan sonra Kaos GL, Eylül 2002 tarihine kadar poşet içinde satılan tek politik dergi oldu.73
Gelecek sayıda: 2000'lerde Türkiye'de eşcinsellik
49 1
Bacak Böcek Oyunu, CEYHAN FIRAT, Karbahçe Yayınları, İstanbul, 1'inci baskı, 1996, s. 156157 2 Stonewall & Ülkerwall, s. 6 3 “Muazzam Bir Eşcinsel Kültür, Sanat ve Geçmiş…”, s. 101 4 Lambdaistanbul'un Oluşumu, Lambdaistanbul el ilanı 5 'Şaibeli Aktivistler' Tartışması Devam Ediyor, ÖRÜMCEK KEMAL, Kaos GL, Mayıs 1998, s. 17 6 Olanaksız Bir Hayalden Umut Dolu Bir Geleceğe, YEŞİM, Kaos GL, Mayıs Haziran 2004, s. 25 7 Bir Güç Olmak, Özgür ÖNCÜ, ..cins.., Nisan 2000, s. 2 8 Olanaksız Bir Hayalden Umut Dolu Bir Geleceğe, s. 22 9 Sinir Sistemi Olmaksızın da Yaşanıyor, Ufuk KUZEY, Kaos GL, Ağustos-Eylül 2000, s. 6 7 10 Sol Liberal Bireyciliğin Sınırları, Yaşar ÇABUKLU, Virgül, Kasım 1999, s. 21 11 Cinsel Özgürlük Etkinlikleri davetiyesi (Lambdaistanbul) 12 Eşcinsel Festivali Valilikçe Yasaklandı, İstanbul Eşcinsellere Kapalı, Sevin OKYAY, Nokta, 410 Temmuz 1993, s. 89 13 Dünya Sineması ile Düzenleme Komitesi arasında yapılan sözleşme (Lambdaistanbul) 14Eşcinsel Festivali Valilikçe Yasaklandı, s. 89 15 a.g.y., s. 89 16 a.g.y., s. 89 17 a.g.y., s. 88 18 Bir İnsan Bir Dünya: Ceylan Çaplı, ..cins.., Mart 2000, s. 13 19 Erkek ve Kadında Eşcinsellik, s. 185 20 “LeGaTo Projesinin Yaratıcısı, 100'e Yakın Grubun Oluştuğunu Belirtiyor”, Eşcinsel Erkekler Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 194 21 Haberler, Kaos GL, Aralık 1994, s. 15 22 Kaos GL Şimdiye Kadar Neler Yaptı?, Kaos GL broşürü, s. 13 23 Neden Böyle Bir Dergi, Kaos GL broşürü, s. 2 24 “Kaos GL Süreci”, Ali EROL, Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları içinde, s. 31 25 Türk Medyasında Eşcinsellik ve Eşcinseller, s. 23 26 Merhaba, Venüs'ün Kızkardeşleri, 100'de 100 GL, Sayı: 1.2, Nisan 1996, s. 3 27 Venüs'ün Kızkardeşleri, Kaos GL, Mart 1995, s. 16 28 Herkesin Festivali Kendine…, Aslı KAYBAL, Yeni Yüzyıl, 31 Ağustos 1995, s. 24 29 Özetle Lambda Ne Yaptı?, Lambdaistanbul el ilanı 30 Etkinliklerimiz Yasaklandı, Kınıyoruz!, Lambdaistanbul, Express, 9 Eylül 1995, s. 23 31 B. E. T. Bülteni - 1, s. 7 32 “Boğaziçi Üniversitesi Öğrencisi Eşcinseller, LeGaTo'da Bir Araya Geliyor”, Eşcinsel Erkekler Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 190 33 Transseksüellerin ve seks işçilerinin artık bir dergisi var: Gacı, Kaos GL, Nisan 1997, s. 31 34 Eşcinsellere Özgürlük; Hemen!, Spartaküs Manifestosu, 25 Temmuz 1998 35 Toplandık, JeWeL, Kaos GL, Aralık 1997, s. 11 36 “Türkiye Ayıları'nın Kurucularından Mehmet Ali”, Eşcinsel Erkekler Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 89
37
Sappho'nun Kızları Dağılmaya Karar Verdi, Sappho'nun Kızları, Parmak, Şubat 2001, s. 2 38 a.g.y., s. 2 39 “LeGaTo Projesinin Yaratıcısı, 100'e Yakın Grubun Oluştuğunu Belirtiyor”, Eşcinsel Erkekler Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 196 40 Açıklama, GayAnkara, Kaos GL, Yaz 2002, s. 2 41 Anadolu Ayıları Kimdir?, Pençe, Temmuz 2004, s. 39 42 Ayrıntılı bilgi için bk. Lezbiyen Örgütlenmesinin Önündeki Engeller, İlk Toplantı: Öteki-Ben Lezbiyen Feminist Oluşum, Kaos GL, Ocak 2003, s. 1316 43 Öte-ki Ben, Kaos GL, Mart-Nisan 2002, s. 26 44 Antalya Gökkuşağı ( Rainbow ): An LGBT Organization Established in the City of Antalya, Kaos GL English 2006, s. 7 45 İzmir Eşcinsel Kültür Grubu Kuruldu, İzmir Eşcinsel Kültür Grubu, Kaos GL, Eylül Ekim 2002, s. 62 46 Other LGBT Organizations in Turkey, Kaos GL English 2006, s. 10 47 “Ben Bir Travestiyim”, Berat GÜNÇIKAN, Cumhuriyet Dergi, 3 Mart 2002, s.3 48 Kaos GL'ye…, Antakya, Kaos GL, Nisan 1998, s. 31 49 Eşcinsellere Çağrı!, Gelin Derneğimize Katılın, Oya ÖZDİLEK, Kim, Ocak 1996, s. 82 50 a.g.y., s. 84 51 a.g.y., s. 85 52 a.g.y., s. 83 53 a.g.y., s. 82 54 100'de 100 GL Radyo, ALPER, 100'de 100 GL, Haziran 1996, s. 2 55 D e r g i m i z i n 3 . Y ı l ı , At i l l a K A R A K I Ş , Ka o s G L , E y l ü l 1 9 9 6 , www.kaosgl.org/?q=node/463 56 Kaos GL Meydanlardaydı, Kaos GL, Mart 1996, www.kaosgl.org 57 Stonewall & Ülkerwall, s. 7 58 “Lambdaistanbul Adına Konuşan Uğur ve Bora”, Eşcinsel Erkekler Yirmi Beş Tanıklık içinde, s. 180 59 Felipe de Souza ve Demet Demir, 100'de 100 GL, Nisan 1997, s. 3 60 History of LGBT Movement in Turkey, s. 14 61 Sessizliğin Gücü VKK, Venüs'ün Kız Kardeşleri, Kaos GL, Ocak-Şubat 2002 62 a.g.y. 63 Lezbiyenlerin İlk Çığlığı: Sappho, 100'de 100 GL, Temmuz(?) 1997, s. 14 64 Lambda İstanbul'dan…, Kaos GL, Mayıs 1998, s. 18 65 Şaibeli Aktivistler, The Kezban, Kaos GL, Nisan 1998, s. 16 66 a.g.y, s. 1617 67 Lambda İstanbul'dan…, s. 18 68 Bizim de Söyleyeceklerimiz Var…, Kaos GL, Kaos GL, Haziran 1998, s. 18 69 Bülent Ateş Davası, Kaos GL, Ocak Şubat 2002, s. 10 70 Türkiye'de Eşcinsel Hareketin Kısa Tarihinde 'Buluşma'nın Gelişimi, BaharAnkara Türkiyeli Eşcinsellerin Altıncı Buluşması, Kaos GL, Yaz 2001 sayısı 71 Damgalanmaya Karşı Kampanya, Ali EROL, Kaos GL, Eylül Ekim 2002, s. 7 72 T. C. Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu - Karar, Kaos GL, Haziran Temmuz 2000, s. 10 73 Meğer “Muzır” Değilmişiz!, Ali EROL, Kaos GL, Eylül Ekim 2002, s. 5
Kült Filmler
2
Film
Birden
Aykan Safoğlu
50
“Süreyya sineması'nda 11 matinesi çıkışında kapıda oturan kedili amca "filmi nasıl buldunuz kızlar?" diye sordu aniden. hık mık ettik, güzeldi yani falan gibi ortalama cevaplar verdik. amca “hiç müşteri çekmiyor da, millet beğenmeyecek galiba dedi.” "gelecek hafta gösterime girecek film çeker"den başka diyecek bir şeyimiz yoktu.” Bu sözler ilk bakışta kültürel bir objenin tüketicisiyle ilişkisi üzerine karamsar bir öngörü olarak yorumlanabilir; bu kültürel objenin son dönem Türk sineması örneklerinden 2 Genç Kız (Kutluğ Ataman,2004) oluşu ve tüketicilerinin de bizzat İstanbul'da bir sinemada vizyonu takip eden insanlar olması ve arada geçen diyalogların içerikte vakur bir karamsarlığı, bir teslimiyeti barındırması ise sarf edilen cümleden hareketle Türkiyeli izleyici profili üzerine teşhise varmamızı gerektirecektir. Bir kehanette bulunuluyor; bu kehanet iki genç kadının ilişkilenmesini konu edinen bir sinema filminin gişede başarısız olacağı… 2 Genç Kız gişede başarılı olamadıysa, ardında kurmaca bir sinemasal anlatı içinde iki kadın arasında vuku bulabilecek hiçbir derinlik ile ilgilenmediğimiz gerçeği yatıyor. Oysa film vizyona girmeden hakkında çıkan dedikodular, bilinçli veya bilinçsiz dışarıya salınan bilgi parçacıkları pornografiye aç kitleleri sinema salonlarına yöneltecek motivasyona sahipti. Meşhur, polemiklere neden olmuş iki genç oyuncunun rol gereği de olsa 'tedirgin edici' bir samimiyete evrilen
oyunculukları filmin diğer başrol oyuncusu Hülya Avşar'ın da dikkatinden kaçmamış olacak ki; “evet, artık böyle bir üçüncü ırk oluştu” gibi homofobik bir cümle kendisi tarafından kurulabilmişti. Avşar'la benzer eğilimlerle hareket edenler, filmde açıkça altı çizilen iki genç kadının birbirine duyduğu lezbiyen aşk vesilesiyle filmin başrol oyuncularının fotoğraflarını arama motorları tarafından internette en çok arananlar arasına sokmuştu. Böylece bahsi geçen lezbiyen aşk, üzerinde asla derinlikli düşünülmeyecek olmasının rahatlığıyla bir kenara itilebilirdi… Olsa olsa bir fanteziydi bu… Filmin anlatısı, egemen olduğu kadar yüzeysel bakışın özlemini çekeceği türden bir pornografi yaratımına motivasyon olmalıydı. Mizansenin tamamlanması için ufak tefek eksikler vardı gerçi. Başrol oyuncularından biri de heteroseksüel olduğunu açıkladı ve çember kapandı. Değişik bir açılma anısı da böylece popüler tarih külliyatına katılmış oldu. “Böylesi bir dünyada herkes aksini söyleyene kadar heteroseksüel olduğu için, olmayanların bir açıklama yapması gerekiyor. Eşcinselliğin beyanı da ne yazık ki bu normun kabulü. Bunu bir siyasi eyleme dönüştürmek heteroseksizmin belirlediği bir gündeme karşı tepkisel politikalar yürütmeye dönüşebiliyor. Belki de eşcinseller açılmak yerine, heteroseksüelleri açılmaya zorlamalı.” 2 Kuşkusuz açılma ile bir nevi olumsuzlama üzerinden politika üretiyoruz, ne olmadığımızı belirtmek üzerinden egemen olanın altında ezilmemek için politika üretiyoruz. Heteroseksüel değiliz. Yalnız egemen sistemde birileri eşcinsel olmakla itham edildiğinde ret mekanizmasının işleyişinde de aynı yöntem belirgin oluyor. İnkarın taktiği de aynı, olmamak üzerinden kurulan bir söylem… Heteroseksüel değiliz de lezbiyeniz, geyiz, travesti, transeksüel veya biseksüeliz... Peki bunlar toplum tarafından eşit mi algılanıyorlar? “Fallosentrik bir dünyanın genelgeçer muhayelesinde geylere lezbiyenlerden daha çok yer var. Ortada penis olmadan seks olamayacağı inancı, lezbiyenliği açılacak bir cinsel yönelim olmaktan çıkarıyor. Teresa de Lauretis, "Lezbiyen demek için iki kadına gerek vardır" derken, birçok şeyin yanı sıra bunu anlatıyor. "Hadi canım yeme bizi" türü bir cevaptan, şaka yapılmışçasına gülmek gibi bir tepkiden sonra açılmakta ısrar ederseniz, yapılacak tek şey partnerinizi de açmaktır.” 3 Bahsi geçen bu görünmezlik, içinde yaşadığımız hipokrit toplumlarda lezbiyenlere koruyucu bir hare olma işlevi de taşıyabiliyor. Şimdiye dek 2 Genç Kız filminden yola çıksak da bu filmde Handan ile Behiye arasında anne Leman tarafından açıkça teşhis edilemeyen ama varlığından rahatsız olunan ilişki, başka bir coğrafyada Cennetlik Yaratıklar / Heavenly Creatures (Peter Jackson,1994) gibi bir filmde Juliet ve Pauline arasında vuku bulabiliyor. Lezbiyenliğe toplum tarafından bahşedilen görünmezlik payesi evrensel anlatıların leitmotiv'i oluveriyor. Cennetlik Yaratıklar, birçok anlamda 2 Genç Kız filmini muştulayan bir anlatıya sahip. Öte yandan filmin uyarlandığı hikayenin bizatihi yaşanmışlıklar oluşu da demin bahsettiğim evrensellik özelliğine geri dönmemizi gerektiriyor. 1950'lerin yeni Zelanda'sında Juliet Hulme ve Pauline Rieper'ın başlarına çorap ören sarmal, 1994 yılında filme uyarlanmaya uygun bulunduysa veya benzer
bir konu etrafında bu topraklarda da eserler veriliyorsa, bahsettiğim lezbiyen görünmezliği ve bunun etrafında yaşanan ve benzer özelliklerle tekrar eden küresel dramların ardı arkası kesilmemektedir. İki filmde de farklı sınıflardan iki genç kız, okumak gayesiyle bulundukları kurumlarda kesişmelerini müteakip kendilerini birbirlerine fazlasıyla adadıkları ilişkilerde buluyorsa; her iki filmde sosyo-ekonomik olarak üstte bulunanın ebeveyni hayatı üst orta kaygılarla sefa sürmek ekseninde tanımlarken, öz kızını ihmal etme eğilimdeyse, diğerininki ise ona taşımakta zorluk çekebileceği sorumluluklar yüklüyorsa ve bu kızlar cinsel yönelimini baskın olandan yana kurgulamaya gayret ederken sonsuz acı çekiyorlarsa benzeş hikayeler farklı topografyalarda da vuku buluyor demektir. Belki bu noktada tek bir farkın gözden kaçmaması gerekiyor. 50'li yıllarda Yeni Zelanda toplumunu epey meşgul etmiş bir davanın sanıkları olan bu kızlar, kendilerini tanımlamak için yeterli donanımı sunmaktan yoksun bir dili konuşuyorlar. Aslında sırf onlar değil, aileleri ve ailelerinin teşvikiyle ziyaret ettikleri psikiyatrın da günümüz psikiyatri kurumunu aratacak düzeyde geri bir dil üzerinden söylem ürettiğini görüyoruz. Kızların kendi hayal dünyalarını betimlerken yetkin oldukları dil, kendilerini sınıflandırmak veya adlandırmak noktasında kekelemeye başlıyor. Şu güne bakarak cinsel yönelim üzerine gündelik rutinimizde sınırlı kazanımların var olduğundan bahsedebilir miyiz peki? Yeni Zelanda'da 20. yüzyılın ikinci yarısında iki genç kızın başına gelenler şu an kimsenin başına gelmiyor diyebilir miyiz? Veya kendilerini toplumun geri kalanından, yerleşik alışkanlıklar ve konvansiyonlarından ayırt edenler ve bu salt gerçek yüzünden ölesiye yalnızlık çekenlerin sayısı azaldı mı? Veya bu insanları ayrıksı gören toplum algısı mı bileylendi? Lezbiyen olmak gündemde tartışma zemini bulabilecek kadar meşruiyet kazandı mı? Şüphesiz birtakım değişimlerin olduğunu görebiliriz. Yanıltıcı refah imgeleriyle batılı addettiğimiz toplumlarda kazanım olarak algılanabilecek değişimler söz konusu. Yalnız farklı cinsel yönelimleri toptan aynı kefeye koyarak azınlığa düşüren, üzerlerinde tahakküm oluşturan dinamikleri teşhis etmek ve bunların dönüşümünü sağlamaya çalışmak her daim boynumuzun borcu. Heteroseksizmin soy kütüğünü tutmamıza hala çok fazla gerek var. Bunlar beylik laflar gibi görülebilir. Yalnız muhafazakar bir yaşam tarzının egemen olduğu 50'li yılların Yeni Zelanda'sının tasvirini sunarak açılan bir dönem filmi Cennetlik Yaratıklar, anne-kız ilişkilerinden tutun toplumun arzuladığı kadın imgesine dek her şeyde ciddi ataerkil etkilerin hissedildiği, paternal bir algının yerleşik olduğu bir düzlem sunarken, işaret ettiği yegane şeyler heteroseksizm ve etrafında çatılmış olan çarpık toplumsal yapı. Bu yapı ile ilişkisini de anlatımıyla aşikar kılıyor, bu yapıyı sonsu
z kirli, renksiz addediyor film, genç kızların hayal dünyaları cazibeli olduğu gibi renkliyken. Filmde kendilerini yalıtılmış hissetmeleri yüzünden çaresizliklerine çözüm bulmakta basiretleri bağlanan kadın karakterler her daim yüceltiliyorlar. Farklılıklarının bilincinde olan aydınlık gençler olarak tasvir edilen Juliet ve Pauline'in kızgınlıkları ve çaresizlikleri sonucu işledikleri cinayet onları son tahlilde Handan veya Behiye, Juliet veya Pauline, Ayşe veya Fatma dans sapkın olarak gören toplumun edemeyeceklerse bunun onların bakış açısıyla ele alınmıyor. devrimi olmayacağını biliyorlar. Filmin anlatımı bu cinayetin vebalini genç kızlara yıkmaktansa, onları içine almakta tereddüt eden sosyal yapıya yüklüyor. Bu noktada temsil düzleminin önemini belirtmekte fayda var. Büyük bir prodüksiyon olarak Cennetlik Yaratıklar gibi birtakım başka Hollywood yapımlarının (Cani /Monster, Thelma&Louise) en önemsenmesi gereken özelliği de kendilerini var ettikleri mecranın kitlesel oluşu. Böylece kenarda köşede kalmış olanın sesi kitlesel bir araç bulmuş oluyor, bu yüzden temsil edilenin azınlıklardan seçilmesi manidar. Bugün de her zamanki gibi azınlık olan takibata uğruyor, eziliyor. Öte yandan Emma Goldman'ın dediği gibi: 51 “Bizimki, bütün tarih boyunca yaşanmış olan fenomenin basit bir tekrarı: ilerleme,aydınlanma, bilim, din, siyasal ve ekonomik özgürlük için yapılan her çaba azınlıklardan geliyor, çoğunluklardan değil.” 4 Yani filmde de ilerlemeyi muştulayan, yeniliği barındıran iki genç kız ve onların gelişkin iradeleri. Öğretmen, anne, komşu, hemşire kimliği ne olursa olsun filmde karşımıza çıkan tüm kadınların heteroseksizmin şekillendirdiği toplumda kolluk kuvveti işlevi gördüğü aşikar. Kadının ruhunda başlamayan özgürlüğün bir anlamı olmayacağını söyleyen bir film var elimizde. Kadının bağımsızlığı ve özgürleşmesi üzerine mevcut anlayışların ne kadar sığ olduğunu gösteriyor film, bütün sistemin karşısına birbirine sırılsıklam aşık iki yeniyetme kadını koyarak. Bu gençler her ne kadar toy ve sarsak da olsalar, karşılarındaki sistemin köklü olduğu kadar yoz ve kof değerleri için dinamit potansiyeline sahipler. Ve tüm bu potansiyel ile de filmde tasvir edilen diğer, sosyal dengi olmayan bir erkeğe aşık korkusu; aşkın özgürlüğü ve bağımsızlığı ellerinden çalacağı endişesi, aşk ya da annelik hazzının mesleğinde tecrübe kazanmasına engel olacağı dehşetiyle yanan tüm modern kadınların karşısında konumlanıyorlar. Handan veya Behiye, Juliet veya Pauline, Ayşe veya Fatma dans edemeyeceklerse bunun onların devrimi olmayacağını5 biliyorlar. 1 like a cat in a bag waiting to drown rumuzlu kullanıcı tarafından ekşisözlük'e 29.04.2005 tarihinde “2 genç kız” filmi başlığı altında girilen kayıt (entry) -imla hatalarına dokunulmamıştır.2 Tuna Erdem, Açıl Susam Açıl, %100 GL dergisi,sayı 5, 1998 3 Tuna Erdem, Açıl Susam Açıl, %100 GL dergisi,sayı 5, 1998 4 Emma Goldman, Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir,Agora Kitaplığı, s:93 5 Emma Goldman
LGBT Öykü Kaos GL'li Kadınlar'ın düzenlediği 'Mutlu Aşk Vardır!' konulu Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda ikinci seçilen Zehra Rüzgar'ın “Roman Ateşi” adlı öyküsünde sıra. Üçüncü seçilen öyküyü de gelecek sayıda okuyabilirsiniz. Mansiyon alan öyküler için adresiniz: www.kaosgl.org
Roman atesi Zehra Rüzgar Çiçekçi kadın büyük mor şemsiyesinin altında, bugün tezgah açtığı köşe başında yağmuru ve çiçeklerini seyrediyor. Kızıl düz saçlarına papatyalardan bir taç takmış, iki mevsimi taşıyor saçlarında. Çiçeklerin arasındaki boş iskemlelerden birine oturup eski bir Çingene şarkısı söylüyor, hüzünlü sesi yağmura karışıyor. Fotoğrafçı kadın saçlarından yüzüne sızan yağmuru içmiş de sarhoş olmuş gibi, yalpalayarak yürüyor. Adımları ağır, yüzü donuk… Kırılan vazonun sesiyle irkilir ikisi de. Aceleyle toplamaya çalışıyor çiçekleri ama nafile, zaman tüm ağırlığıyla omuzlarına çökmüş fotoğrafçı kadının. Ağır ağır doğrulur, karşısında çiçekçi kadın...
52
Çiçekçi kadın için zaman tüy kadar hafif. Her şey öyle çabuk olup bitmiştir. Karşısındaki kadının sakin mi, telaşlı mı, mutlu mu, hüzünlü mü olduğu anlaşılmayan bakışlarıyla ürperir, uzattığı çiçekleri alıp bir başka vazoya yerleştirir, parmak uçlarıyla hafifçe omuzlarından tutup kadını, şemsiyenin altına çeker. Elindeki kanı görür, acıyla ısırır dudaklarını. Hiçbir şey söylemeden tezgahın altından bir şişe su çıkarır. Fotoğrafçı kadın acısını saklamaya çalışan bir çocuk gibi karşı koymaksızın kadının eline bırakır elini, kadın bir çiçeğin yapraklarına dokunurcasına hafif temizler yarayı, çantasından çıkardığı mendille sarar. “Elleri ne kadar da küçük, beyaz ve soğuk... kar tanesi sanki...” Eriyip gitmesinden korkar gibi çeker elini elinden. Fotoğrafçı kadın bu ani hareketi fark eder; eli öylece kalakalır, boşlukta asılı... Çiçekçi kadın karşısındakinin bakışlarından kurtulmak istercesine bir adım geriler. Şimdi onu daha net görüyordur; kendisine büyülenmiş gibi bakan bu kadının gözlerinde, duruşunda, hâlâ boşlukta asılı duran elinde, kendisini çeken, anlam veremediği bir güç sezer. Saçlarından alnına sızan yağmur, yüzünde dolaşıp boynundan içine inerken ne kadar da güzeldir! Yanakları kızarır çiçekçi kadının; avuçlarından kollarına ve boynuna yayılan bir yangın başlar. Gökten yağmurla ağmış şu yağmur perisinin kollarına atılsa, ıslak boynundan öpse!.. Yağmur durmuş, sokakta her şey sus pus olmuştur şimdi. Fotoğrafçı kadın yağmurluğunun iç cebinden bir fotoğraf çıkarıp kadına uzatır. Elleri titreyerek fotoğrafı alır, şaşkınlıkla bakar, iskemleyi gösterir, tezgahın altından iki bardak çıkarır, yüzünde 'ş-aşk-ın' bir tebessüm... Sıcacık çaylar dolar bardaklara, şekerler erir, ilk yudumlar alınır çaydan. Yağmur yeniden başlar. Islanmamak için şemsiyenin altına doğru biraz daha yaklaşırlar, dizleri birbirine değer, her birinin aklından diğerinin bunu fark edip etmediği geçer.
Yüzündeki donukluk silinmiş fotoğrafçı kadının. Bir yudum daha alır çaydan. Heyecanlı. Yutkunur. İnce dudakları kıpır kıpır anlatmaya başlar: “Kadınlar, erkekler, çocuklar, yaşlılar şölen alanını doldurmuştu. Roman müzikleri alandakileri birbirine yakınlaştırıyor, insanlar birlikte şarkılar söylemenin, dans etmenin, hüzünlenmenin, ağız dolusu gülüşlerin keyfini çıkarıyordu. Herkes kendini müziğe ve bahara bırakmıştı. Gül ağacının mucizesini beklemenin sabırsızlığı gözlerinde ışıyordu. Güneş batarken yaktılar Roman ateşini, güneşin kızıllığına karıştı ateş. Ateşin çevresinde dans edenler, üzerinden atlayanlar ve onlara alkış tutan yaşlanmış eller... Kordonda faytonları çeken atlar ritim tutarcasına gidip geliyor, müziğin sustuğu anda asi bir çığlık atıyorlardı. Seslerin yöneticisiydi; bir senfonik konserde maestroydu arabacı, kırbacıyla boşluğu döverken. Hava kararmış, ateş daha yakıcı bir kızıllık almıştı. Ateşin üzerinden atlayanların fotoğraflarını çekmeye başladım, karanlığın içinden çıkıp ateşin üzerinden görünür olup yeniden karanlığa karışan görünmezlerin sırrını çözecektim. Çektiğim kaçıncı fotoğraftı bilmiyorum, alev saçlı bir kadın atlıyordu ateşin üzerinden. Kanatları vardı da uçuyordu sanki. Ateşin değil bulutların üzerinden atlar gibi hafif ve yumuşak. Her şeyi görüp duyanın, bilenin bilgeliğini taşıyordu, ateşe düşse yanmazdı. Dudaklarının kıvrımında, yüzündeki tebessümde bu sırrı saklıyordu. Art arda fotoğraflarını çektim, yeniden karanlığa karıştığı ana kadar. Onu takip etsem, diye geçirdim aklımdan. Şimdi gidip görmezsem bir daha göremeyebilirdim. Gittiği yöne doğru koştum, yoktu! Ateşi çevreleyen çemberi yarıp kalabalığa karışmış olmalıydı. Neden kimse ardından gitmemişti? Bir tek bana görünen, ateşten çıkmış düşsel bir melek miydi? Aklımda sorular kordona doğru dalgın yürürken bir fayton önümden tırıs geçip gitti. Bu kez boşlukta değil beynimde sakladı kırbaç. Yetişemezdim artık! O akşamın üzerinden beş ay geçti. İlk günlerde işten çıkar çıkmaz onu arıyordum kaybettiğim yerde, parklarda... Hiç bilmediğim sokaklara sapıyor, belki yeniden karşıma çıkar diye karanlığa karışıyordum. Umudum kırılıyordu, her gece eve döndüğümde biraz daha yorgun, umutsuz, sızıp kalıyordum. Gökgürültüsüyle uyandım bu sabah, yağmur yağacaktı birazdan. Neyse ki günlerden pazardı, çünkü en çok pazara yakışıyordu bu yağmurlu gök. Pencereden yağmuru izlemekten sıkıldığımda akşamüstü dörttü saat. Yağmur aralıklarla yağıyor, önce hızlanıp sonra duruyordu. Dışarı çıkmayı planlamamıştım ama içimde canlanan küçük umut eve sığmıyordu. Aceleyle giyinip çıktım. Nereye gideceğimi bilmeden yürüyordum, yorulmuştum. Eve sığmayan umudumu yutmuştu gri gök. Bacaklarım kontrolümden çıkmıştı, yalpalıyordum yağmurun sesine karışmış bir şarkının peşinde. Önünden geçtiğim mağazaların vitrin camından bir ölü geçiyordu, yüzüm donuklaşmıştı... Kırılan vazonun keskin sesi! Seni buldum, gül dalına astığım
2. 2006
53
Zenânnâme Podyum Mehmet Murat Somer Roman, Merkez Kitapçılık Podyumlar gözlerimizin önünde. Peki ya kuliste olup bitenler? Şampanya Üçlemesi'nin ikinci kitabı olan Podyum, moda dünyasında dönen dolapları yazıyor. Kitabın kahramanları, pek çok ünlü isimden izler taşıyor. Her kitabında eşcinsellere önemli roller veren Somer, Podyum'da da bunu devam ettirmesi konusunda, "Moda çevresi eşcinsel dolu, elbette onları yazacağım," diyor. Bize de eğlenceli okumalar düşüyor.
Taklit ve 'Toplumsal Cinsiyet'e Karşı Durma
Enderunî Fazıl Hazırlayan: Filiz Bingölçe, AltÜst Yayınları Zenannâme, 18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun "kadınlar coğrafyası"nı sunuyor bize. Kadınların hem davranış biçimlerini anlatıyor, hem de giyim kuşam özelliklerini; ama öte yandan, İstanbul'un toplumsal yaşamına da ayna tutuyor. En çarpıcı yanı ise, cinsellik kültürünün üstündeki kalın örtüyü çekip alması. Yaşamı erkek aşklarıyla geçmiş Osmanlı döneminin ünlü şairi Fazıl'ın kaleme aldığı bu şaşırtıcı kitap 'nikaha karşı çıkıyor' gerekçesiyle toplatıldıktan 168 yıl sonra yeniden basıldı.
Maskeler Süvariler Gacılar / Ülker Sokak: Bir Altkültürün Dışlanma Mekânı Pınar Selek Araştırma-Tanıklık, İstiklal Kitabevi
Judith Butler Çeviren: Osman Akınhay, Araştırma, Agora Kitaplığı
54
“Kimlik kategorileri beni her zaman rahatsız eden bir çerçeve olmuştur; ben kimlik kategorilerini değişmez ayak bağları sayarım. Gey ve lezbiyen kimlikleri heteroseksüellik içerikli olsa bile onunla belirlenmez ya da ondan türemez, keza, heteroseksüellik bu kimlikleri içeren tek kültürel ağ değildir” diyor Postyapısalcı feminizmin öncülerinden kabul edilen Judith Butler. Postmodern feminizm denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Butler, 1990'da yayınlanan “Gender Trouble” adlı kitabıyla feminist eleştiriye çok önemli bir katkı sağlamıştı.
“Bu kitap, 1996 tarihinde İstanbul'da düzenlenen Habitat II.'nin hemen öncesindeki günlerde, Cihangir'deki Ülker Sokak'ta travestilere ve transseksüellere karşı uygulanan şiddetin öyküsünü anlatıyor. Selek'in kitabı gerçek tarihin, ortak belleğin isyanı. Şiddeti uygulayanın tuttuğu kayıtlara karşı gerçeğin başkaldırısı. Unutmamak ve anlamak için bir başkaldırı... Yasemin Öz" Kitaplığına hala almamış olanlara…
Ciddi Olmanın Önemi Oscar Wilde Çeviren: Murat Erşen, Oyun, İmge Kitabevi Oscar Wilde'ın mizah duygusunu, yaratıcı gücünü ve toplumsal gerçekliğin güçlü eleştirisini mükemmel biçimde kaynaştırdığı Ciddi Olmanın Önemi, Wilde'ın başyapıtlarından. "Saçmanın kusursuz mantığı"yla kaleme alınan hikayedeki entrikanın kendisi bile saçmadır ve birinci perdenin sonunda, saçmalık açık ifadesini bulur. Viktorya İngilteresinin toplumsal ikiyüzlülüğü, geleneksel toplumda bürünülen maskeler; aristokrat sınıfın ahlak anlayışı ve görenekleri, sahte kimlikler, gizli ilişkiler ve yapay bir nezaket anlayışı etrafında gelişen komik olaylar dizisi aracılığıyla eleştiren Wilde'ın sözleriyle kitap "ciddi insanlar için uçarı bir komedi"dir.
albüm Domino Yönetmen: Tony Scott Oyuncular: Keira Knightley, Mickey Rourke ABD-Fransa, 2005, 127' Film, sosyete dünyasının içine doğan ama bu dünyadan nefret edip, hayatı yıkmaya çalışan Domino Harvey'nin hayatını anlatıyor. Yönetmen Tony Scott filmin felsefesini şöyle özetliyor: “Film temel anlamda Domino'nun yazı tura prensibiyle ilgili. Kaçmak ya da hayatını istediği gibi yaşamak arasında yaptığı seçimle ilgili.” Domino, gerçek hayatta lezbiyen olan Harvey'nin heteroseksüel gösterilmesi nedeniyle eleştirilmiş, Amerika'da lezbiyen gruplar tarafından protesto edilmişti.
Local Strangers Dolapdere Big Gang Yakartop Müzik Şarkılarından önce adlarını duyup merak ettiğimiz Dolapdereli çetenin albümü nihayet raflardaki yerini aldı. Pop ve rock müziğinin popüler şarkılarını alaturka sazlarla yorumlayan grup maalesef yaratıcılıktan çok ticari kaygılara önem vermiş. Albümün bizler için en önemli artısı ise şüphesiz artık bir “gey marşı” muamelesi gören “Its Raining Man” ve Madonna'nın fevkalade şarkısı “La is La Bonita”sı. Bir nevi alaturka “unforgetable” serisi albümü olan bu kaydı, göbek havası sevenlere tavsiye edebiliriz. Ama sadece onlara...
Mutlu Olmak İstiyorum Mirkelam Pasaj Müzik/DMC Müzik
Tuhaf İlişkiler Bound Yönetmen: Andy Wachowski, Larry Wachowski Oyuncular: Jennifer Tilly, Gina Gershon, Joe Pantoliano ABD, 1996, 108' Lezbiyen temalı filmler içinde kendine şık bir yer edinen Bound, Matrix'in yaratıcıları Wachowski kardeşlerin ilk uzun filmi. Kara film türünün çağdaş sinemadaki en iyi örneklerinden olan Bound, Corky ve Violet'in aşkla yanıp tutuşurken erkek dünyasına karşı verdikleri nefes kesici mücadeleyi anlatıyor. Türkiye'de -iki kadın arasındaki aşk tuhaf bulunmalı ki- “Tuhaf İlişkiler” adıyla gösterime giren film, arşivinizde mutlaka bulunmalı.
10 yıl önce “Her Gece” adlı şarkısıyla hayatımıza hızlı bir giriş yapan ve o günden beri “ilginç” ve “tekerleme” şarkılarıyla bizleri kalbimizden vuran Mirkelam 5. stüdyo albümü ile yeniden huzurlarımızda. Dinler dinlemez dilimize dolanan, albümün çıkış şarkısı da olan “Asuman Pansuman” 80'lerdeki erotik Türk filmlerindeki repliklerden esinlenilerek yazılmış. Naim Dilmener'in “Ne kötü şey Mirkelam hayranı olmamak! Ve ne ne ne kötü şey 'Yap bir pansuman' diye slogan ata ata Mirkelam'ın bu son albümüne eşlik etmemek” sözlerine sonuna kadar katılıyor, albümü almayarak Mirkelam'ın “hüzünlü ve seksi” sesinden mahrum kalacaklara sesleniyoruz: “A, ne kadar ayıp! Ne yaptın Asuman?”
The Best Of Depeche Mode Vol.1 Kızarmış Yeşil Domatesler Fried Green Tomatoes Yönetmen: Jon Avnet Oyuncular: Mary Stuart Masterson, MaryLouis Parker Jessica Tandy, Kathy Bates, İngiltere-ABD, 1991, 124' 1991'de çekilen bu film izlemiş olanlar için kalplerde bir sızıdır. İzlemeyenler içinse tam bir kayıp. Bir yaşlılar evinde son derece sevimli, çıtı pıtı bir hanımla tanışan Evelyn, onun ilginç hikayelerini dinlemek için her gün ziyaretine gelir. Ninny Threadgood adındaki bu kadın, ona 1920'lerde yaşamış Idgie ve Ruth adlı iki genç kadının benzersiz dostluklarını anlatır. Evelyn zaman içinde yepyeni bakış açıları kazanmaya başlarken hayatını kendi ellerine almayı da başaracaktır. Yönetmenin erkek olmasına bakmayın; film gerçekten de feminist!
Depeche Mode Mute Müzik tarihinin en sevilen, en çok ilham alınan, şarkıları en çok coverlanan, DJ'ler tarafından en çok mikslenen topluluklarından Depeche Mode, Türkiye konserlerinin hemen akabinde bizleri ve elbette tüm dünyalı sevenlerini best of albümüyle ihya ediyor. Personal Jesus'tan I Feel You'ya, Its No Good'dan Enjoy The Silence'a 18 klasik Depeche Mode şarkısını içeren albüm bir nevi pop müzik tarihçesi gibi. Almamak, dinlememek olmaz.
55
56