eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir
KAOS GL Eşcinsel Kültür/Yaşam Dergisi
33
5 YTL
bir elinde tinsellik, bir elinde cinsellik
eşcinsellerin onur yürüyüşü beargi ve modelleri erovizyon'un eşcinselleri barbaros şansal antony&the johnsons kezban'dan yüce sezen'e homoloji
tori amos
DREW BARRYMORE
DOROTHY ARZNER
Amerikalı biseksüel oyuncu. 1975'te Los Angeles'ta dünyaya geldi. Henüz dokuz aylıkken bir televizyon reklamında, iki yaşındayken de 'Suddenly Love' adlı bir dizide rol aldı. İki yıl sonra, ilk filmi 'Altered States'de William Hurt'un kızı rolündeydi. Yedi yaşında Steven Spielberg'in 'E.T.' filminde rol alınca birdenbire bir yıldız haline geldi. 1982 yapımı bu filmin elde ettiği büyük başarı Barrymore'u geniş kitlelerce beğenilen bir oyuncu haline getirdiyse de, ardından 1984 yapımı 'Irreconcilable Differences' ve 'Firestarter'da rol alan Barrymore, bir anda uyuşturucu, alkol ve bitmek bilmez partilerle dolu bir hayatın içinde buldu kendini ve elinde içki bardağıyla fotoğrafları çekildiğinde henüz 9 yaşındaydı. Kısa sürede unutulmaya mahkum bir çocuk yıldız olarak ilan edildi. Birkaç sene sonra 'Kayıp Küçük Kız' adlı otobiyografisinde alkol ve uyuşturucuyla olan yolculuğunu anlattı. 1990'ların başlarında 'Zehirli Sarmaşık', 'Batman Forever' gibi filmlerdeki çocuksu ama vamp rollerle dönemin 'lolita'sı olmaya adaydı. Sahne gerisindeki yaşamıyla da dikkatleri üzerinde toplamaya başladı. Sevgilisi Jamie Waters ile birlikte verdiği çıplak pozlar 'Interview' dergisine kapak oldu, 'Playboy' dergisi için çıplak pozlar verdi. 1996 yılında Wes Craven'in 'Çığlık' filminde kısa ama dikkat çekici bir rol alan Barrymore, aynı yıl Woody Allen'ın 'Herkes Seni Seviyorum Der' filminde de oynadı. Bir süre romantik komedilerde rol alan oyuncu 90'ların sonunda 'Charlie'nin Melekleri' gibi büyük bütçeli filmlerin yanında 'Donnie Darko' gibi bağımsız sinema örneklerinde yer almaktan çekinmedi. Son olarak 1997 yılında kapak olduğu Jane Magazine dergisinin kurucusu Jane Pratt'ın 'ilişki yaşadık' açıklamalarıyla da gündeme gelen Barrymore 2007'de People dergisi tarafından 'Dünyanın en güzel kadını' seçildi.
Amerikalı lezbiyen yönetmen. 1930'larda Hollywood'da stüdyo filmleri yapan ilk kadın. 1900'de San Francisco'da dünyaya geldi. Çağının politik yaklaşımlarıyla dalga geçen, çizgi dışı, keskin ve eğlenceli filmlere imza atan Arzner, pek çok işte çalıştı. 1. Dünya Savaşı'nda Fransa'da ambulans şoförlüğü, California Üniversitesi'nde bir iki yıl tıp tahsili, ardından bir süre gazetecilik yaptı. Ünlü film şirketi Paramount'ta metinleri daktiloya çeken bir sekreter olarak işe başlayan Arzner, çalışa çabalaya film editörlüğüne kadar yükseldi. Rudolph Valentino'nun 'Kan ve Kum' adlı filminde yer alan ünlü boğa güreşi sahnelerinden bazılarını çekti ve montajlarını da yaptı. İlk filmi 'Kadın Modası'nı (Fashions for Women) 1927 yılında çekti. Katherine Hepburn ve Clara Bow gibi yıldızlarla çalıştı. 18 film daha yönetti. 1943 yılında çektiği 'Önce Cesaret'in (First Comes Courage) hemen ardından zatürre oldu ve yönetmenliği bıraktı. 1979 yılında yaşama veda etti. Hollywood içinde giyimi ve hareketleriyle sıra dışı sayılan Arzner, filmleriyle de feminist sinemanın öncülerinden biri oldu.
ALEJANDRO AMENABAR
JAMES DEAN
Gey yönetmen. 1972'de Şili, Santiago'da dünyaya geldi. Ailesi 1973 yılında, askeri diktatör Augusto Pinochet rejiminden kaçarak İspanya'ya yerleşti. Madrid'de geçen çocukluk ve ilk gençliğin ardından üniversitede iletişim bilimleri eğitimi gördü. Bu dönemde kısa film çekmeye başladı ve eğitimini yarıda bıraktı. 19 yaşında ona Bağımsız Amatör Sinemacılar Derneği (AICA) ödülünü kazandıran ilk kısa metrajlı filmi La Cabeza'yı yaptı ve ardından birçok kısa filmi ile ödüller topladı. İlk uzun filmi 'Tez'le (Tesis) 1996 yılında Goya ödüllerinin pek çoğunu aldı. 1997'de çektiği, akıl sınırlarını zorlayan gizemli aşk öyküsü 'Aç Gözünü'de (Open Your Eyes) henüz Hollywood'a ayak basmamış olan Penelope Cruz başroldeydi. İspanyol sinema panoraması içinde tamamen yeniliklerle dolu olan bu film, Amenábar'ın uluslararası seviyede tanınmasını sağladı. Hollywood filmi o kadar çok sevdi ki Cameron Crowe yönetiminde Tom Cruise ve yine Penolope Cruz'lu 'Vanilla Sky' adında kötü bir filme dönüştürdü. Amenábar buradan kazandığı para ve Tom Cruise desteğiyle İspanya'nın şimdiye kadarki en pahalı filmi de olan 'Diğerleri'ni (The Others) yönetti. İspanya'da çekilmesine rağmen İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere'sinde geçen ve tamamı İngilizce çekilen bu filmle birlikte İspanya dışında da tanındı. Son olarak, 'En İyi Yabancı Film' dalında Oscar alan ve pek çok festivalden ödülle dönen 'İçimdeki Deniz'i yönetti. Gerçek bir öyküden uyarladığı filmde, ötenazi isteyen yatalak denizciyi Javier Bardem canlandırıyordu. Karanlık filmler yapmayı seven Amenábar'ın filmleri, Almodóvar tarzı canlı renklerle İspanyol ruhunu yansıtan, aşktan-sevgiden alıştığımız üslupta bahseden sıcaklıktan hep uzak oldu. Kendi hayatındaki korkular, endişelerle filmlerini kurdu. Yazdı, yönetti, oynadı ve müziklerini besteledi.
Amerikalı biseksüel oyuncu. 1931'de İndiana'da dünyaya geldi. Kısa bir süre sonra ailesi Santa Monica'ya taşındı. Brenywood Parasız Okulu'nda okudu. Dokuz yaşındayken babası tarafından amcası Marcus ile teyzesi Ortense'nin yanına Indiana'daki çiftliğe gönderildi. 1949'da Kaliforniya'ya giderek babası ve üvey annesiyle birlikte yaşamaya başladı. Santa Monica College'a kabul edildikten sonra Kaliforniya Üniversitesi'ne geçiş yaparak burada drama okudu. James Whitmore'un drama atölyelerine katıldıktan sonra bazı dizilerde ve tiyatro oyunlarında küçük rollerde yer almaya başladı. 1951'de New York'a gitti. Broadway'de 'See The Jaguar' adlı oyunda yer aldı. 1952 yılında 'Actors Studio'ya katıldı. 'The Immoralist' (1954) adlı Broadway oyunundaki rolüyle 'En İyi Yeni Oyuncu' dalında Bloom Ödülü'nü aldı. Warner Bros tarafından yeteneği keşfedildi ve John Steinbeck'in romanından uyarlanan 'Cennetin Doğuşu'nda (1955) oynadı. Empire Dergisi tarafından 1955 yılında sinema tarihinin en çekici 100 yıldızı arasına girdi. İlk başrolüyle Oscar'a aday gösterilmiş az sayıda oyuncudan birisi oldu. 1955 yapımı 'Asi Gençlik' kariyerinin en önemli filmlerindendi. Nicholas Ray'in yönetmenliğini yaptığı filmde, başrolü Natalie Wood ile paylaştı. Canlandırdığı Jim Stark karakteri ile dönemin gençlerinin idolü oldu. Ardından 1956 yılında gösterime giren 'Devlerin Aşkı' adlı filmde rol aldı. Elizabeth Taylor ve Rock Hudson ile birlikte oynadığı filmle "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında, ölümünden sonra Oscar'a aday gösterilen ilk oyuncu oldu. 24 yaşında, geçirdiği araba kaza sonucunda yaşama veda etti. Daha kariyerinin başlangıcında olmasına rağmen bir efsaneye dönüşmüş ve birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştu. Ron Martinetti'nin yazdığı "The James Dean's Story" adlı kitapta biseksüel olduğu iddiaları büyük yankılar uyandırdı. Lou Reed, Hilary Duff, Phil Ochs gibi isimler onun anısına şarkılar yazdılar. En sevdiği kitap ise 'Küçük Prens'ti.
5 kaos gl'den rdan okurla 6 7 lgbt gündem 14
54
16feminist fo r um 18“aç yüzünü”
56
o barbar
müzik tazeler, karışık kaset, renkli tüp...
53 sinema 52kitaplık
leyla d üsnar
h b et hoş so s şansal
adisler...
sikler, hav dvd'ler, kla
'kadınları seven kadınlar' fotoğraf sergisinin yüzleri
bilge k
arasu v e kitap
50 48 tocriaanmkoırsıkları
lar...
bu gece boş musun? nevruz ebru aksu
24 gir içeri dernek
lerimiz
kapatılm aya ça
28
30
32 renkli hayatlar
46
lışılıyor
ed atif m altern
ya
44 heteroseksizm kaderin bir oyunu mu? Aykan Safoğlu
sürmelican
33
! okum y ” n a “be akçur serap
34
36
iği lere ett iz b n 'u vizyon
38
odtü ahlakımız ve ış kumru toktam
42ero sh a g h
ay onlara egh ve na z göre “ kanım anin ıza gü nah g irmiş” kriterleri
40
K
ahibi ına S eği ad rcu Ersoy Bu rg
L Dern aos G
o
aosgl.
oyabu
k rcu@
rü ve Müdü i ı İşleri Yönetmen z a Y lu l ın SorumGenel Yay Uğur Yükseg l.or
ugur@
kaosg
Kurulu Yayın üner G Umut , y o rs urcu E B l, ları o r Ali E ışman , ım k Dan Huku akan Yıldır , ın Av.H a Ayd y .O v A Öz semin a .Y v A m Tasarı Sayfa Birant Emir em
osgl. ir@ka
Kaos GL’den iyi temizlikler uğur yüksel
org
törü rdina lu ğ s Koo Finan ail Alacao rg l.o İsm kaosg ismail@
mlusu l e Soru Abon emih Varo S g sgl.or @kao
semih
lar lunan ia da bu Katkı Anna- Mar an er, nıl Üv Öztek, Ayk A , le n, ın şka Düzka r, Ayd za Ta Ali Rı , Ayça Öre ayın, Ayşe arış B l, S a rg Sörbe ğlu, Aysun aros Şans Çelik, rb in Safo uz, Ba eargi, Belg kaya, ül Oğ ç Ayşeg er Çakır, B ı, Buse Kılı mir, w Ba şağ et De Sulu, Gökku ttas, Dem , Ebru i g il B Gha ıldız BİA, , Dan n, Deniz Y Alçam, Ertan n a Cihan eniz Göçh atur, Erka r, Gacı M D l mo rda rt, Film Yıldırım, niz, E u e Y d t n i ra Eng oy, Fı hon, Hakan moloji, o i Ulus r Fehm ul, Göze O Günaçtı, H oğlu, ca b n a t s İ asbiye İsmail Ala rem H , k o r, t, Ke and öve Halil K Uğur Tanrı mir, Kaosis üsnar, İz le D Hülya , Kaos GL ış, La l, MorEl hrt oktam ilâ Julia E n, Kumru T Mehmet B z Ebru u l, Uz Nevru nbu daista urat Çınar, miş, Ozan b m a z L ehir, M z, Ozan Ge n, Pembe Eskiş alka oyra nur P si, Pelin K ress, Salih O , u p s e Ak zart an, stEx m, Po Bergh r oç, Pa Ünlük Petek Erde ncel, Selin a u , n, Şan ir Hayat a, Seçin T Sürmelica ladim v Cano ap Akçura, orsman, V ner e F Y , Ser le l z i Ö ,V semin tapan aran Yurda eljkovic, Ya şim T. Baş V , Ye u l ğ o m eri Bayra tim Y Yöne os GL Ka 2 rı 29/1 Bulva emal - ANKARA K fa usta ılay 58 Gazi M 06440 Kız 2. 230 03 31 77 : +90 2. 230 62 n o f 1 Tele +90 3 sgl.org Faks: ditor@kao l.org ta: e aosg E-pos tp://www.k ht elik URL: Abon eli ed one b TL b a ı) say 45 Y lık (6 eli i 1 yıl e bed Yurt iç abon $ ık l ıl da 50 1y a ı y ış € d 45 Yurt r a 1 ye 0 $ as g € or 5 e followin 5 4 r sfe to th unt e, tran eriod bank acco i Pleas scription p bes sub hir Şu 4 e ş i n e 5 kası Y 411 62970 9 ti Ban : Garan TL Hs. No No: 908930 . 4 s 3 3 H USD . No: 9090 Hs EUR 015 13025 ISSN mi k Res Kapa Amos Tori i Tarih Basım 2007 z u m m 16 Te ı Bask i sımev a B ı t Ayrın i Bölgesi y a n ize Sa k. No: 105 o Organ İvedik Cad. 770. S m Ankara Osti 28. 55 90 2. 394 : 0 31 n o f Tele Türü Yayın ylık li, 2 a re ü s Yerel ustos 2007 uz-Ağ Temm ım Dağıt . t A.Ş Yaysa rde istekle . iz ayılık Tek s u gönderin l sta pu o p k li ' ere ve 5 YTL ültecil lara, m gönderilir. k a s t iz Tu ücrets GL, ellere Kaos en eşcins zbiy HIV+ ve Le a ışm Gey Kaos r ve Dayan ıdır. mala yayın raştır nin süreli A l e r Kültü Derneği'
1 Temmuz'da Türkiye eşcinsel hareketi bir düşe inandı. İstiklal Caddesi'nde yüzlerce eşcinsel “biz varız” dedi. Orda bulunan herkes olan bitene, yanıbaşında ilk kez gördüğü yüzlere, gözlerine inanamadı. Yürüyüş sonrasında gelen tepkiler de her şeyin “düş gibi” olduğunu söylüyordu. Gerçek değilmiş gibiydi akan kalabalık; o birliktelik ve coşku. İlerleyen sayfalarda da okuyacaksınız; Lambdaistanbul'dan Yeşim geçen yıllardaki gibi azıcık olmaktan korktuğunu söyleyip “Ama Taksim'de o kalabalığı görünce 'evet, şimdi başardık' dedim” diyor. Evet, şimdi başardık. Kaos GL ve Lambdaistanbul 12 seneyi bulan örgütlenmeleri içinde bu kalabalığı görmemişti. Peki, ne oldu da sene 2007'de bu 'düş' görüldü? Aslında yanıtı çok basit. Bu iki örgüt 2000'li yıllardan itibaren rotalarını dedikodulardan uzakta, görünür işlere doğru çizdiler. Yıllarca reddetikleri medya, devlet gibi kurumlarla savaşmayı bırakıp, dillerini çözerek onları içeriden dönüştürmeye çalıştılar. Sivil toplum örgütleri birkaç kadın örgütünden başka örgütler de demek oldu. Dahası yerel keşfedildi. Mesela, geçtiğimiz sene Sivil Toplumu Geliştirme Merkezi desteğiyle gerçekleştirdiğimiz “LGBTT Ağı” toplantıları MorEl Eskişehir, Kaos GL İzmir ve Kaosist gibi yeni örgütlenmeleri doğurdu. Antalya Gökkuşağı yeniden bir araya gelip çalışmalarına başladı. Kaos GL'nin 15 Temmuz 2005'te derneğe dönüşmesi eşcinsellerin de dernek kurabileceğini gösterdi. Bu arada, transeksüel örgütlenmesi kendi yolunu çizerek Bursa'da Gökkuşağı, Ankara'da Pembe Hayat derneklerini yarattı. Türkiye'nin ilk resmi öğrenci kulübü Bilgi Gökkuşağı üniversitelerde de olduğumuzu hatırlattı. Homofobi Karşıtı Buluşma, Kaos GL dergisinin tüm Türkiye'de satılıyor olması, İnsan Hakları İzleme ve Hukuk Komitesi'nin kurulması, Kaos GL yerel eşcinsel medya ağı, Pembe Hayat'ın her türlü ayrımcılığa karşı yaptığı basın açıklamaları, 1 Mayıslar ve 8 Martlar… Hepsi bir araya geldi ve bu enerji 'Onur Yürüyüşü'nü doğurdu. 1 Temmuz'da Lambdaistanbul ve Kaos GL'nin yanında yürüyen kalabalıkta başka şehirlerden ve ülkelerden gelen pek çok kişi vardı. Yol kenarında izleyen eşcinseller işte bu kalabalığa büyülenip de girdi korteje. Yoksa, yıllardır yaptıkları gibi, izlemekle kalacaktı var oluşları. 1 Temmuz bize Türkiye'de görünür olmanın ve örgütlenmenin önemini etkileyici bir biçimde gösterdi. 'Yüzümüzü ne kadar çok gösteriyor ve yeni sözler söyleyebiliyorsak o kadar çoğalıyoruz'u kanıtladı. Ve bir zaman sonra yürüyüşün görüntülerini engelleyen RTÜK de bu gücü fark edecek. O değişmese bile medya onu değiştirecek. 'Hormonlu Domates' ödüllerinin sahipleri ödül almaya o alana gelecek ve özür dileyecekler. Yasalar çıkarılırken eşcinsellerin ne söyleyeceği ve nasıl tepki vereceği sorulup karar bir kez daha düşünülecek. Kulağa komik geliyor olabilir ama bunlar olacak. Yorulmadığımız, yeni cümleler ve sesler yaratabildiğimiz, birbirimizi çamurlamadığımız, birlikte olduğumuz sürece bunları biz de göreceğiz. Hiç değilse ben buna inanmak istiyorum. *** Hrant Dink söylemişti, kolay olmayacak bu sene, demişti. Sokaklarda tacize uğradığımız yetmiyormuş gibi keyfi göz altına almalar, dövülmeler, öldürülmeler sürüp gidiyor. Hemen her hafta yeni bir kanun çıkarılıyor ya da uyduruluyor ve etrafımızdaki çember gittikçe, daha çok daralıyor. Gittiğimiz mekanlar basılıyor, içeride parmaklar dışarıda coplar bizi işaret ediyor. Örgütlenme hakkımız “ahlaksız” bulunup engellenmeğe çalışılıyor. İnatla tarih yazmaya çalışanlar inatla görmezden, duymazdan geliniyorlar. Hiçbir şey kolay gitmiyor. Bize de bu gerekiyor ama. Yoksa nasıl olur da Kaos GL Homofobi Karşıtı Buluşma'yı, Lambdaistanbul da o görkemli Onur Yürüyüşü'nü yapardı? “Eşcinseller, kendinden olmayanın, kendi gibi olmayanın bakışını kendi gözünden silip atmadıkça, kendine kendi gözüyle bakmadıkça kurtulmak şöyle dursun, kendini tanıyamayacak bile…” demişti Bilge Karasu. Gözlerimizi, dilimizi, içimizi temizleme vakti o zaman! 'Yalnızlık' konulu gelecek sayıda görüşünceye dek iyi temizlikler.
Posta Kutusu Denizli'de Hep Kaos GL
6
Kaos GL'nin internet sitesinden derginin artık ulusal bir dağıtım şirketi a ra c ı l ı ğ ı y l a t ü m Türkiye'de gazete b a y i l e r i n d e bulunabileceğini öğrendikten sonra i ş y e r i m i n yakınındaki gazete bayisine gelip gelmediğini sordum. Gazeteci Kaos GL'nin ne dergisi olduğunu s o r d u a m a söylemedim. Başka bir gazeteci de oto dergisi sandı Kaos GL'yi. Bir gün tesadüfen gazete bayisinin vitrininde görünceye kadar her gün derginin gelip gelmediğini kontrol ettim. Sanki ilk defa bir eşcinsel dergi çıkıyormuş gibi (ulusal bazda gazete bayilerinde bulunması da bir dergi için ilk sayılabilir) heyecanla aldım. (Kaos GL'nin ne dergisi olduğunu soran gazeteci acaba incelemiş miydi dergiyi? Diğer eşcinseller rahatlıkla alabilirler miydi? Tanıdığım bir eşcinsel alamayacağını söyleyip benim alıvermemi istedi.) Kaos GL dergisinin gazete bayilerine gelmesinden duyduğum heyecan kişisel ve abartılı olabilir. Dergi ayağına kadar gelip de alıp okumayacak kadar bilinçsiz olan eşcinsellerle, internetten ihtiyaçlarını (bilgi, k ü l t ü r… ) g i d e r e n l e r i n h e y e c a n ı m ı anlamalarını beklemiyorum zaten. Ben, ne yazılı ne de sözel eşcinsel kaynağının olmadığı, gazetelerde eşcinsellikle ilgili haberlerin nadir, eşcinsellikle ilgili ancak 35 kitabın çıktığı, bilinçli eşcinsellerin bir araya gelerek grup oluştur(a)madığı ortam ve dönemde yaşadım birçok eşcinsel gibi. O yüzden Kaos GL'nin anlamı benim için çok büyük. Kaos GL çok zor koşullarda büyüyen, tüm engellemelere rağmen yaşama umudunu yitirmeyen, büyürken etrafına saçtığı ışıkla birçok kişiyi aydınlatan, şimdi de herkesin ayağına kadar giderek eşcinsel mücadelenin büyük adımlarından birini atan, Türkiye'nin eşcinsellik devrimini gerçekleştirmeye çalışan bir lider. “Kaos GL dergisi gazete bayilerinde artık” demek çok kolay olmasa gerek. İlk 1995 yılında bir kitabevinde çalışan çocuğun Kaos GL'nin 7. sayısının fanzinini göstermesiyle tanışmıştım dergiyle. İletişim kurmak için telefon numarası bile yoktu içinde. Mektup yazarak haberleşmiştik Ali Erol'la. Uzun süre de mektupla sürdürdük iletişimimizi. (Elektronik posta değil) Önce dergiye abone oldum, sonra derginin Denizli'de bulunması için aracılığını yapmaya başladım. Dergiyi bıraktığım üç kitabevinin sahipleri de kabul etmeme gibi bir davranışta bulunmadılar, s a ğ o l s u n l a r. 3 - 5 d e r g i n i n t a l i b i bulunuyordu o dönemler. Sonra dergi dağıtım şirketlerinden birisi aracılığıyla tek bir kitabevine bırakılmaya devam edilince ben aracılıktan çekildim. Sanırım dağıtım şirketiyle problem yaşanınca bir yıldır Kaos GL dergisi Denizli'de bulunmuyordu. Ta ki ulusal dağıtımı yapılıncaya kadar. Dergi epey evrim geçirdi şekil olarak.
Sayfaları çoğaldı, fanzinden normal baskıya geçti, yasallaştı, önce kapağı, sonra tamamı renklendi, kağıt kalitesi arttı… Yayın periyodu da aylıktan iki ayda bire, sonrada mevsimliğe değişti. Arada birkaç özel sayısı çıktı. Yasalar gereği poşete girdi, poşetten çıkmayı hak etti. Kaos GL Denizli'de neredeyse ilk çıktığı günden beri hep vardı. Ne beklenen ilgiyi gördü, ne de çok satıldı ama birilerine ulaşıp eşcinsellik bilinci aşılamıştır mutlaka. Amacına ulaşıncaya kadar hep var olacağına inanıyorum Kaos GL'nin. Halil Kandok, Denizli Kaos GL: Önce, “Kaos GL'yi sokağımızdaki bakkalda gördük” diye haykırarak girdi insanlar ofise. Sonra da mektuplar, e-postalar yağdı sizlerden. Yıllarca el altından, tanıdıklarla, korka korka aldığımız, ancak üç büyük şehrin birkaç kitabevinde bulabildiğimiz dergimiz, yıllardır tek sesimiz Kaos GL'yi YaySat bayisi gazetecilerde görmek anlatılamaz bir mutluluk. Bizimle bu duyguyu paylaşan herkese teşekkürler. ======= === =========== = Yeriniz cennetlik olsun Uluslararası organizasyonların ardından, Kaos GL dergisinin Türkiye genelinde dağıtılıyor olmasına çok sevindim. Kaos GL'ye ve çalışanlarına çok teşekkür ediyor, yeriniz cennetlik olsun diyorum. Elinize sağlık. Diyap Kaos GL: Cennette yer bulabilmek o kadar kolay olmuyor işte. Hayır dualarınız hep bizimle olsun ========== ======= ==== Benim derdim erkeklerle değil, erkeklikle! Öncelikle, en güzel sayı olmuş diyebilirim. Çok ama çok iyi. Emeği gecenler sağ olsun. Önsöz'e şaşırmadım desem yalan olur. Meseleyi daha da 'mesele' haline getiren bir önsöz bu. Erkeklik, kurtulunması, yok olması/edilmesi gereken bir şey değildir. Erkeklik, sosyolojik olarak dönüşmesi/dönüştürülmesi gerekendir. Toplumsal cinsiyetten doğru açıklıyorsak bazı şeyleri, "kahrolsun, yok olsun, yansın yıkılsın" diyemeyiz. Asıl cinnet budur! Cinsleri birbirleri üzerinden tarif etmeye karşıyız elbette. Ama bu itiraz, erkekleri kesip biçelim, doğrayalım'a kadar giderse, nasıl ve neyle mücadele edeceğiz? Yok saydığımız şeyle nasıl mücadele edebiliriz? (ki edemiyoruz, ampirik olarak bilmemiz lazım bunu, değil mi?!) Bir de sunu sormam lazım: erkekliği bile isteye, zevk ala ala yeniden yeniden üretmekte beis görmeyen, üstelik bu üretimden 'gurur' gibi çıktılar elde eden kadınlara da "yok olsun" diyebiliyor musunuz? Feminizm yaşamın en güzel ideolojilerinden biri belki. Ama ırkçılığa mı dönüştürüyoruz acaba böyle söyleyerek? Bunu düşünmenizi
editor@kaosgl.org
isterim. Bir de kişisel deneyimlerin erkeklikle ilgili rahatsızlıkların derecesine kuvvetlice etki ettiğini düşünüyorum. Önsöz'ünki kendi içinde tutarlı bir cehennem. Erkekleri doğrayıp üstüne kahve niyetine manifesto yazan feministlerin yıllarca söyleyip durduklarından çok farklı değil ama bu cümleler. Üzgünüm ama bunun modası geçiyor artik. Tarafımdan birkaç saat içinde yazılıveren, hiç de sevmediğim yazımda tek bir cümle üzerine günlerce kafa yormuştum sonrasında. Evet, benim derdim erkeklerle değil, erkeklikle! Siz de belirtmişsiniz zaten eşcinseller de erkekliği üretiyor diye. Kadınlar bunu erkeklerden daha çok yapıyor. Esas acıklı olan bu. Öyleyse hepsini birden, tüm bunları yapanları sorgulayalım. Erkekleri yok etmek erkekliği ortadan kaldırmaya yetmeyecek çünkü. Selen Doğan, Uçan Süpürge Sevgili Selen, Dergimizin 32. Sayısında yer alan 'Editör' yazısının tarafınızca yanlış anlaşılmış olduğunu düşünüyorum. Metinde geçen cümleler erkeklere değil sizin de derdiniz olan erkekliğe dair yazılmıştı. Evet, kişisel olarak Valerie Solanas'ın 'Erkekleri Doğrama Cemiyeti Manifestosu'na imza atmayı istediğim çok zamanlar olsa da erkeklere dair doğrudan yıkıcılığı savunan bir cümle kurduğumu düşünmüyorum. Metinde de “artık utanmadığım dışarıdakiler ”in yalnızca erkekler olmadığını, erkeklikle yetişip, oradan bakan kadınlı erkekli bir kalabalık olduğunu da söylüyorum. Dahası eşcinsel dünyasına dönüp baktığımızda yalnızca erkek eşcinsellere değil kadınlara ve t ra n s e k s ü e l l e r e d e ay n ı e l e ş t i r i y i getiriyorum. Son olarak; sevemediğiniz yazınızın dergide yer alması konusundaki ısrarımı hatırlatır, dosyanın içindeki en doğru yazılardan biri olduğunu da belirtmek isterim. Uğur Yüksel, Kaos GL
Özür ve düzeltme Kaos GL'nin 32. sayısında; 50. sayfada yer alan Salih Canova imzalı söyleşinin Alperen Yeşil'le yapıldığı belirtilmemiş; 18. Sayfada N. Aysun Yüksel imzalı “Erkekliğin ve Kadınlığın Toplumsal Kuruluşu ve Değişimi” başlıklı yazının kaynağı belirtilmemiş ve başlık hatalı yayımlanmıştır. Kaos GL'nin çıkardığı 'Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları” başlıklı sempozyum kitabında yer alan Yüksel'in yazısının başlığı “Toplumsal Cinsiyette Katı Erkeklik Ölçütleri ya da Alacakaranlığa Davetiye” olacaktır. Sayın Yeşil ve Sayın Yüksel'den özür dileriz. Kaos GL
LGBT Gündem Kaos GL Romanya'daydı
Korkmadan oku! Kaos GL'nin 'Gökkuşağı Projesi' kapsamında 'Korkmadan Sev' adlı bir kitap hazırladı. Kitapta Kaos GL dergisinde yayınlanmış cinsel sağlık ile ilgili yazıların yanı sıra uzman görüşlerine ve uluslar arası deneyimlere de yer veriliyor. Kitabı Kaos GL'den ücretsiz temin edebilirsiniz. Meraklısına: Türkiye HIV-AIDS Önleme ve Destek Programı çerçevesinde yürütülen ve Temmuz'da sona erecek olan projeyle erkeklerle ilişkiye giren erkeklere yönelik cinsel sağlık alanında bilgilendirme yapıldı.
Medyada öteki olmak
ILGA Europe'un 18-20 Nisan 2007 tarihleri arasında düzenlediği 'İnsan Hakları İhlalleri Belgeleme' semineri Romanya'nın Sinaia kentinde yapıldı. Türkiye'yi Kaos GL'nin temsil ettiği seminere, Bulgaristan, Yunanistan, Moldova, Hırvatistan, Sırbistan, Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinden eşcinsel organizasyonları katıldı. Seminerde hak ihlalinin ne olduğu, hangi hallerde uluslararası insan hakları mekanizmalarının işletilebileceği, özelde LGBT bireylere yönelik insan hakları ihlallerinin nasıl tespit edileceği, belgeleneceği ve uygulamada hangi yolların izlenebileceği konusunda eğitim verildi.
Haklarımız elimizde
British Council, BBC işbirliği ile medyanın toplumsal katılımdaki rolünü desteklemek amacıyla başlattığı 'Medya ve Toplumsal Katılım Projesi' kapsamında medya ve çeşitlilik kılavuzu hazırladı. Medyacılara yönelik hazırlanan çocuk, kültürel çeşitlilik ve kadın alanlarında ilkelerin yer aldığı kılavuzda medyanın cinsel yönelim konusunda hangi ilkelere uyması gerektiğine dair bilgi veriliyor.
Kaos GL Derneği, eşcinsel bireylere yönelik 'Haklarımız' broşürü hazırladı. Mamacash Vakfı'nın desteğiyle çıkarılan broşürde eşcinsel bireylerin yaşadıkları sorunlar ve temel hak ve özgürlükler çerçevesinde LGBT hakları anlatılıyor. “Haklarımız” broşürü “Türkiye'de eşcinseller hangi sorunları yaşıyorlar?” ve “Yaşadıkları sorunlara karşı hakları nelerdir?” sorularına yanıt veriyor. Meraklısına: 'Haklarımız' broşürünü Kaos GL, Lambdaistanbul ve Pembe Hayat derneklerinden ücretsiz edinebilirsiniz. Broşürün PDF formatını indirmek için adresiniz: www.kaosgl.org
KAOS GL İZMİR
İzmir'de baştan kaybetmek Kaos GL İzmir'den Fehmi Ulusoy ve Ozan Ünlükoç, '7 Renk 7 film LGBT Film Festivali'ni düzenlemek için İzmir Konak Belediyesi Kültür Merkezi'ne başvuru yaptıkları süreçte yaşadıkları ayrımcılığı anlattılar. Başvuru sürecini anlatır mısınız? Ozan: İlk başvuruyu Kaos GL İzmir adıyla yaptık ve cevap süreci tam bir hayal kırıklığı oldu. Fehmi: Etkinlik programlarını düzenleme sorumlusu Leyla Dönmez, hangi oluşumdan g el di ği mi z i ö ğrenmed en önce, bi ze programdaki boşlukları saydı. Kaos GL İzmir'in bir eşcinsel oluşumu olduğunu öğrenince de içindeki homofobi su yüzüne çıkmaya başladı. Ne oldu? Fehmi: İlk başta "ooo siz baştan kaybettiniz"
yanıtını aldık. Devamında, bizim farklı ve azınlık olduğumuzu, Merkez'in azınlıklara hizmet edemeyeceğini, ayrıca orasının "kamusal alan" olduğunu söyledi. Biz de, farklı olmadığımızı, bizi onların farklılaştırdığını, zaten dilekçemizi, kamusal alandan, herkes gibi, bu belediyeye vergi veren T.C. vatandaşları olarak verdiğimizi söyledik. Ret yanıtlarını yazılı olarak istedik, veremeyeceklerini söylediler. Ozan: İşin en acıklı yanı, odadan tam çıkarken, Leyla Dönmez'in "Vallahi hiç güleceğim yoktu. Beni çok eğlendirdiniz, bir daha gelin e mi?" demesiydi. Devlet önünde baştan kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de psikolojik şiddete maruz kaldık. Şimdi düşünüyorum da, son anda insanın sabrının zorlanması bu olsa gerek. Peki ya bilgi edinme kanunu? Ozan: İlkinde Fehmi'nin kişisel bağlantıları sayesinde, dilekçenin kurumun kayıt defterine geçirilmesine gerek duymamıştık. Zaten cevabı da, 20 gün sonra gidince sözlü olarak alabildik. İkinci süreçte, dernek olduğundan daha ciddiye alınır düşüncesiyle, Kaos GL adıyla dilekçe göndermeye karar verdik. Aslında ikinci başvurumuz, artık
Fehmi Ulusoy
etkinliği Ozan Ünlükoç gerçekleştirm ek için bir s a l o n edinmek amacıyla değil, yaşadığımız kurumsal sözlü homofobiyi ve ayrımcılığı kağıt üzerinde görebilmek içindi. Sonuç? Ozan: Hala bir yanıt alabilmiş değiliz. Belediyenin bir kurumundan hizmet alıp alamayacağımıza, tamamıyla onların kendi ahlaki değer yargılarıyla karar verilecek. Fehmi: Dilekçemizin değerlendirilmeden, bir kenara atıldığını düşünüyorum. Son olarak… Fehmi: Karşı duruşa geçmek en mantıklısı. Alternatifleri belki de biz üretmeliyiz. Ozan: Bu ülkede devletten hizmet alabilmek için, ille de Türk, Müslüman, Sünni ve heteroseksüel mi olmamız gerek? Elbette bu işin peşini bırakmayı düşünmüyoruz. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Farklı ve azınlık olanların, baştan kaybetmeyeceği bir ülkede yaşamak istiyoruz çünkü. (Deniz Göçhan)
7
LGBT Gündem YaZ MaDiLeRi Yumuşak G. Ki kendileri, Türkiye'nin en çok tartışılan konularından birisidir. Ne zaman hak, hukuk, adalet olsa herkes bu yumuşak kesimin desteğidir. Alfabeyi ezbere bimeyenler bile bu konu üzerinde bol bol düşünmüş, söyleyecek sözlerini biriktirmiştir... Zaten önceki gün Beyoğlu'nda düzenlenen Eşcinseller Yürüyüşü'ne, şehitler için yapılan mitinglerden daha fazla katılım olması da milletin hangi konuda daha çok kafa yorduğunun göstergesidir.
8
Lambdaistanbul derneğinin 'Onur Haftası' etkinlikleri kapsamında dağıttığı 'Hormonlu Domates Ödülleri' sahiplerini buldu. Türkiye'de homofobi üreten isimlere verilen ödüller 1 Temmuz'da Taksim'de yapılan Onur Yürüyüşü sonrasında dağıtıldı. Ödül sahipleri bu sene de törene ilgi göstermedi! Bu sene üçüncüsü dağıtılan ödüllerin 'Basın' alanındaki sahibi Alev Alatlı oldu. Zaman gazetesinde “Din'in içi nasıl boşaltılır? Gay-Lesbiyen öğrenci kulübü” başlıklı yazısında Bilgi Üniversitesi'nde kurulan Gökkuşağı LGBT Kulübü'nün açılmasını ve buna izin veren kurumların “demokrat” tavrını eleştiren Alatlı, dini referanslar vererek eşcinselliğin tüm dinlerce nasıl yasaklandığını anlatmış ve hemcinsel ilişkinin nasıl bu denli “normal” göründüğünü anlamadığı söylemişti. Başkanı Fevzinur Dündar'ın, 6 Ağustos 2006 tarihinde Bursa'da gerçekleştirilmek istenen “1. Eşcinsel Yürüyüşü”nden önce basın yoluyla halkı tahrik edip yürüyüşü engelleme girişiminde bulunması ve açık linç çağrısı nedeniyle 'Kurumlar' dalında ödülü
Bursasporlu Esnaf ve Taraftarlar Derneği'ne veren Lambdaistanbul, 'Müzik' alanında Ebru Gündeş'i birinci seçti. Gündeş, Star TV'de yayınlanan Popstar Alaturka yarışmasının elemelerinde bir yarışmacıyı “hafif kırık, gençlere kötü örnek olur, onu bu haliyle ekrana çıkartamayız” diyerek adayın elenmesine neden olmuş, canlı yayında da bunun arkasında göğsünü siper etmiş, ne kadar haklı bir iş yaptığını söylemişti. Siyaset alanında, bir muhabirin “Batı'da eşcinseller sol partilerde örgütleniyorlar. Eşcinsel politikalarla ile ilgili ne düşünüyorsunuz?” sorusuna “Böyle şeyin politikası mı olur yahu? Kim çıkarıyor bunları” yanıtını veren CHP Genel Başkanı Deniz Baykal şanslı isim olurken TV/Magazin dalında Erol Köse ödüle değer bulundu. Köse, jüri üyesi olduğu yarışma programında yarışmacılardan birine 'Sen kırık mısın?' diye sormuştu.
Takvim gazetesi yazarı Hilal Bayraktar. Hormonlu domatesler yeni dağıtıldı. Ama adayları belirleyenler için, hilal bayraktar'ın bu yazısını okumak kahredici olmalı. İşin ilginci, hilal hanım'ın üstünde durduğu hak ve hukuk kelimeleri H harfiyle başlıyor. Yani homofobinin baş harfiyle. Ama elbette alfabedeki tek harf H değil. Misal, ayrımcılık, A ile başlıyor. Irkçılık I ile, faşizm F... domates ise D ile... Seneye görüşmek üzere.
Eşcinsel modacılar kadının güzel olmasına dayanamıyor, kadını kadınlıktan çıkarıyor. Türkiye'de manken Eylem Şenkal.
Sokakta 'fuhuş amacıyla' bekleyene ceza dönemi Ankara Emniyeti, Sağlık Müdürlüğü Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyon Başkanlığı'nın kararı ve Ankara Valiliği'nin onayıyla 22 Haziran'da, “fuhuş yapmak amacıyla cadde ve sokaklarda bekleyen” heteroseksüel kadın ve transeksüellere 107 YTL ceza kesmeye başladı. Ahlak Büro Amirliği görevlileri çeşitli semtlerde fuhuş amacıyla bekleyen 50 seks işçisine Kabahatler Kanunu'nun 32. Maddesini uyguladığını, 6 gün süren uygulama sonunda “bekleyenlerin sayısının azaldığının tespit edildiğini” açıkladı. Meraklısına: Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi, “yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye idari para cezası” uygulanmasını hükme bağlıyor.
Yasemin Öz (Avukat, Kaos GL): Daha önce böyle bir uygulama yoktu, yeni çıkardılar. Kesinlikle bu bir cadı avı. Taciz maksatlı yapılan şeyler. Fuhuş Türkiye'de suç değil. Fuhuş yasal bir şey, fuhuşa aracılık etmek ve kamusal alanda yapmak suç. Bu yasal olmayan şeye yasal kılıf bulmaktan başka bir şey değil. Bunlara itiraz edeceğiz. Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesinin fuhuşla hiçbir ilgisi yok. 'Emre aykırı hareket etmek' deniyor bu maddede. Hangi emre uymadıkları için bu ceza seks işçilerine kesiliyor? Ortada hiçbir yasal dayanak yok aslında. Transeksüellerin sokakta yürürken veya dururken başlarına çok sık gelen bir şey. Yolda durdurup, 'Siz fuhuş yapıyorsunuz' diyorlar. Anayasa ile teminat altına alınan seyahat özgürlükleri yok sayılıyor. 'Sen transeksüelsen normal değilsin, fuhuş yaparsın' diye düşünüyorlar. İstanbul'da Esmeray'ın başına geldi; yolda yürürken. Bu herhangi bir vatandaşın da başına gelebilecek bir şey. Bugün transeksüellere, eşcinseller yapılan şeyin, bu baskılar arttıkça kimin başına geleceğini kestiremeyiz. Sokakta kıyafetini beğenmedikleri herhangi bir kadının başına böyle bir şey gelip gelmeyeceğinin garantisi yok.
Eryaman davasında ikinci adım 2006 senesinde Ankara'nın Eryaman semtinde travesti ve transeksüellere yönelik düzenlenen saldırıların sanıklarının yargılanmasına 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam edildi. 24 Mayıs'ta görülen ikinci davada sanıklar, Buse Kılıçkaya'nın şikayeti üzerine, başkanı Ayhan Günay olan bir örgüt kurarak travesti ve transeksüellerden kişi başına 5000 YTL haraç istemekten, 16.01.2007'de Marmara Sokak'ta ellerinde sopa ve kesici aletlerle, davacı Gürkan Akın, Nevzat Baran ve Ferhat Demirci'ye saldırmak, çanta ve telefonlarını gasp etmekten ve 18.01.2007 tarihinde Sevda Gezer'in saçlarını yaptırmak üzere bulunduğu Ballıbaba Sokak'taki kuaföre saldırarak yağmalamaktan yargılandılar.
Perşembe gecesi saat 23.45'te televizyon kanalları arasında dolaşıyordum ki, kulağıma gelen garip cümlelerle kalakaldım. Tv8'de yayınlanan 'Kusursuz' adlı filmde bir travesti; kapısına dayandığı bir erkekten arsızca aşk dileniyordu. Şöyle yap, bunu hissettir türünden sözcüklerle, size iletemeyeceğim cümlelerle... Saat erken değildi ama cümleler korkunçtu, erotik ötesi porno filmlerde rastlanacak türdendi. Böyle konuşmalar filmlerde olabilir ama televizyon farklıdır, çoluk çocuk ekran başına geçip film izler, hele Türkiye sıcaktan yanarken, insanları uyku tutmazken... Sansür kavramına hep karşı çıktım ama bu filme bakarken geçmişte TRT'nin uyguladığı denetimleri düşündüm, meğer gerekliymiş. Televizyonlar kendilerini kontrol edemeyince devreye RTÜK girmeli ama hangi RTÜK? Denetimden geçtim, o cümleler yayınlanırken “bip” sesi de mi konamazdı, konsaydı Robert De Niro'nun filmine leke mi sürülecekti? Tercüman gazetesi yazarlarından Tuna Serim'e 'kusursuz' bir domates vermek istedi canımız. Şööölee dalından yeni kopmuş...
Durduk yere bana 'Kadınsı görünüme sahip oldu' demeye başladılar. Bu ne demek? Bana direkt gey mi demek istiyorsun? O zaman sensin gey... Yürekli ol, açık açık yaz ya da aç bana sor. Beni küçük düşürmeye ne hakkın var? Geçen sene beni yerden yere vurdular. Göz torbalarımı, yağlarımı aldırmışım. Ben it gibi spor salonlarında çalışıyorum. Bu kadar ağır yazıları hak etmiyorum ya! Özcan Deniz. Susma hakkımızı kullanmak istiyoruz.
LGBT Gündem "Eşcinseller davetli değildir"
Polonya homofobiyle sallanıyor Polonyalı eşcinseller sağcı hükümetin homofobik politikalarından kurtulmak için eşcinsellere evlilik hakkının verildiği İngiltere'ye kaçıyor. Homofobiye Karşı Mücadele (Polish Foundation Against Homophobia) örgütünün başkanı Robert Biedron, eşcinsellerin ülkeden ekonomik nedenlerden değil, kendilerine yönelik artan kötü muamele nedeniyle kaçtıklarını ve onlar için Polonya'da kendilerini var etmelerinin artık imkansız olduğunu söyledi. Sağlık Bakanlığı'nın eşcinselleri 'iyileştirmek' için özel bir komisyon kurduğu ülkede polis de eşcinseller hakkında veritabanı oluşturmaya başladı. Polisin, iki yıl önce gey olduğunu söyleyen bir kişinin Varşova'daki gey yürüyüşünün yasaklanmasına öfkelenerek bomba tehdidi savurması gerekçesiyle başlattığı soruşturmayı bir 'fişleme furyasına' dönüştürdüğü belirtiliyor. Meraklısına: Polonyalı eşcinsel Varşovah Lech Wojtewski, muayene için gittiği doktorun kendisini "Sizin gibi insanlar için uzmanlar var" diyerek bir adrese yönlendirdiğini ve gittiğinde bir veterinerle karşılaştığını söyledi. Wojtewski, doktoru aradığında "Ne bekliyordun ki? Sen bir hayvansın" yanıtını aldı.
12 Mayıs'ta, İtalya'nın başkenti Roma'da yüzbinlerce kişi, eşcinseller de dahil evli olmayan çiftlerin haklarını genişleten yasa tasarısına karşı gösteri yaptı. Katolik gruplar ve bazı dernekler tarafından düzenlenen, "Aile Günü" adı verilen gösteriye 500 binin üzerinde kişi katıldı. St. John La-teran Meydanı'nda, geleneksel aile değerlerini korumak amacıyla toplanan kalabalık, "Çok Yaşa Aile" şeklinde slogan attı. Başbakan Romano Prodi'yi sıkıntıya sokması beklenen tasarıyı aile değerlerine bir saldırı olarak gören Katolik kilisesi de hükümete büyük tepki gösteriyor.
Polonya ilk kez yürüdü
10
yasal herhangi bir dayanağı olmadığı halde yasakladığını ve bu ayırımcı davranışın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Polonyalı eşcinseller 19 Mayıs'ta yasal olarak ilk kez da tespit edildiğini söyledi. Kaczynski yürüdü. Varşova'da toplanan binlerce eşcinsel “homofobiye belediye başkanı iken 20042006 son” dedi. Gösteri alanında karşı gösteri yapan yılları arasında yapılan tüm milliyetçi gruplara yanıt Varşova Belediye H.G. Walts başvuruları geri çevirmişti. Başkanı Hanna Gronkiewicz-Waltz'dan geldi: “Gösteriyi engellemek için hiçbir neden yok!” Waltz ayrıca, bir önceki belediye başkanı, şimdiki Polonya Başkanı Lech Kaczynski'nin daha önceki LGBT onur yürüyüşünü
Meraklısına: 2005 yılında karşı gruplardan düzinelerce insan, LGBT ve destekleyici kalabalığa Parlamento binasının önünde yumurtalarla saldırmıştı. Güvenlik birimleri onları durdurmaya çalışmış ancak çok da başarılı olamamışlardı.
DEMET DEMİR
Meclise transeksüel milletvekili şart
Demet'in adını ilk kez Ülker Sokak olaylarında duyduk. Ülker Sokak'taki travesti ve transeksüellere yönelik insan haklarına aykırı saldırının mağdurlarından ve kahramanlarından biriydi. Mağdurdu, çünkü gün geçmiyordu ki evi basılmasın, keyfi yere gözaltına alınmasın, kötü muamele ve işkenceye uğramasın, arkadaşları öldürülmesin… Demet böyle bir ortamda kaçmak yerine mücadele etmeyi seçti. Şimdi mücadelesini TBMM'ye taşımak istiyor. Demet Demir seçim sürecini Kaos GL'ye anlattı. Meclise transeksüel milletvekili şart Milletvekili adayı olmaya nasıl karar verdin? ÖDP'li kadınlar milletvekili adayı olmamı istediler. Bu, LGBTT hakları için onur duyulacak bir durum. Bu zamana kadar diğer partiler bizlerden hep oy Demet Demir istediler. Sadece seçme hakkımız vardı. ÖDP hariç seçilme hakkımızı hiç bir parti vermedi. Ben zaten ÖDP'liyim; daha önceki seçimlerde de belediye meclisi adayıydım.
Neden ÖDP de başka bir parti değil? Benim dünya görüşümü tatmin eden politikaları var. Türkiye'de ezilenlerin, dışlananların savunucusu, tüzüğünde eşcinsellere yer veren ve de seçimlerde aday gösteren ilk partidir. Bu çok önemli bir şeydir. Milletvekili olursan LGBTT bireylerin hakları için neler yapmayı düşünüyorsun? Bu, en önemli konulardan biri. Nasıl yıllarımı LGBTT hakları için mücadeleye vermişsem mecliste de vereceğim. Önce ayrımcılık yasasını değiştirmek için mücadele edeceğim; yani cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği haklarını savunacağım. Homofobi ve transfobiyle mücadele edeceğim. İnternet yasasında değişiklik yapılması, çocuk pornosunu bahane ederek gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve
transeksüellerin sitelerine konulan yasakların kaldırılması ve yeni çıkartılan Polis Vazife Ve Salahiyet Yasası'nın değiştirilmesi için çalışacağım. Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden dolayı iş bulamayan ve işinden çıkartılanların hakkını savunacağım. Bununla ilgili yasa maddeleri çıkartmak için mücadele edeceğim. Travesti ve transeksüellerin diğer iş alanlarında çalışma hakkını savunacağım. Eşcinsel derneklerinin kapatılmaması, okullarda çocuklara homofobi ve transfobi üzerine dersler verilmesi için uğraşacağım. Çünkü gelişmiş ülkelerde böyle yapılıyor. Ayrıca, yurt dışında çalışanların oy kullanabilme hakları için de çalışacağım. (Umut Güner)
Telemadiler Onur Poyraz Bir gün doğarken yine dağların ardından BBC'nin ünlü kahramanları Teletabiler yeniden medyatik oluverirler. İsimlerinin başındaki 'tele' kelimesinin kuvvetinden midir yoksa çocuklara yönelik bir dizi olmasından mıdır bilmem ama dünyada çocuklar arasında en çok izlenen TV programları arasında gösterilen Teletabiler dizisinin karakterleri yine cinsel yönelimleriyle gündemde. Bundan birkaç sene önce Amerika'nın eşcinselliğe ve kürtaja karşı ünlü TV propagandacılarından Jerry Farwell, Tinky Winky adlı karakterin eşcinsel olduğunu söylemiş, hatta eşcinsellik propagandası yaparak çocukları eşcinselliğe özendirdiğini savunmuştu. Buna sebep olarak da Tinky Winky karakterinin erkek olmasına karşın mor renkli olması, ortalıkta etek giyip dolaşması, başının üzerindeki ters üçgenin eşcinsellerin sembolünü hatırlatması ve en önemlisi kırmızı renkli kol çantasına sahip olması gösterildi.
bulunduğuna ben de katılıyorum. Dizideki karakterlerin sürekli hareket etmeleri, aynı şeyleri iki defa tekrar etmeleri insan beyninde çeşitli etkiler yapıyor. Fakat bu çocuk programının içindeki cinsiyeti belli olmayan, insan dahil başka hiçbir yaratığa benzemeyen bu zavallı ve sevimli 4 karakterin böyle bir saldırıya uğraması da akılları zorluyor. Bırakın cinselliği, izlerken cinsiyetin bile akla gelmeyeceği dizinin üzerine bu denli yorum yapabilme yeteneğinin altındaki homofobik zihniyet gerçekten korkutucu. Bununla birlikte tartışmanın bu kadar alevlenmesini sağlayan medyanın gücü de yadsınamaz. Amaçları çocukları düşünmekten çok kendi propagandalarını medyayı kullanarak yaymaları olan bu kişilerin eleştirileri pek çok kişi tarafından ciddiye alınıyor. Bununla birlikte bazı kesimler bu tartışmaları BBC'nin dizinin popülaritesini artırmak için desteklediğini bile söylüyor.
Aslında teletabiler kafalarının üzerinde dildo taşıyorlar ve çocukları erken yaşta cinselliğe özendiriyorlar deyip de tartışmayı çok da farklı olmayan bir boyuta taşıyıp alevlendirmek de pekala mümkün. Umarım hikaye bu noktalara varmadan son bulur… ve güneş batarken dağların ardından…
Yıllar sonra tam da ortalık sakinleşmiş, Hıristiyan aleminin ateşli sözcüsü Jerry Farwell'in Mayıs ayında vefat e t m e s i y l e Tel e t a b i l e r ve B B C yapımcıları derin bir oh çekmişken kabus bu kez de Polonya'da görüldü. Çocuk hakları alanında çalışan bir kurumun yetkilisi Eva Sowinska özellikle Tinky Winky'nin cinsiyetini hemen kavrayamadığı için bu programın çocuklar için 'sakıncalı' olabileceğinden psikologlardan dizinin devlet televizyonunda yayınlanmasının uygun olup olmayacağını incelemelerini istedi. Farwell'in tahtına oturmaya niyetli Sowinska da 'kadın çantası' taşıyan bu karakterin izleyenleri eşcinselliğe özendirdiğini iddia etti. Zaten son dönem homofobik tutumlarıyla nam salan Polonya'yı yeniden gündeme getiren bu tartışmaya gelen tepkiler nedeniyle Sowinska ve ekibi ünlü bir seksologun dizinin çocuk psikolojisi üzerinde negatif bir etkisinin olamayacağını söylediğini ve konuyla daha fazla ilgilenmeyeceklerini açıkladılar. Benim de birkaç kez izleme şansını elde ettiğim Teletabiler dizisinin tartışılan pek çok yönü olmasıyla birlikte artık 'yuh' dedirttirecek bu olay dünyada da Tinky Winky'i en çok konuşulan aktörlerden biri haline getirdi. Teletabiler dizisinin çocuklar için faydalı olabileceğine ama belli bir yaş kitlesine, özellikle 15 yaş sonrası kişilere hipnoz etkisinde
Eşcinsel bireylere cinsel yönelimleri yüzünden yöneltilen şiddet yasalarla yasaklansa da medyanın gücünü kullanan homofobi, sızacak delikleri kolay buluyor. Madem insanlar eleştirilemiyor biz de hiçbir şeye benzemeyen bu yaratıklara saldırırız mantığıyla halen AB ülkelerinde bile bu tutumlar desteklenebiliyor. Bununla birlikte bu kişilerin istediği erkeklik ve kadınlık kavramları artık hayatımızın her yerine işleyecek gibi. Yakında takım elbiseli Tinky Winky, ev işlerinde hamarat Dipsy, evlenip çocuk yapma hayalleri kuran Laa- Laa ve sapanla kuş vuran yaramaz Po ekranlarda boy göstermeye başlar. Tabi bu arada cinsiyete göre renklerini de mavi ve pembe y a p m a l ı . Ko n u ş m a l a r ı d a 'evlenmeden olmaz', 'erkek adama yakışmaz', 'seni eksik etek Dipsy' gibi cümlelerle süsleyince Sowinska bile dizinin müptelası olur.
Aslında teletabiler kafalarının üzerinde dildo taşıyorlar ve çocukları erken yaşta cinselliğe özendiriyorlar deyip de tartışmayı çok da farklı olmayan bir boyuta taşıyıp alevlendirmek de pekala mümkün. Umarım hikaye bu noktalara varmadan son bulur… ve güneş batarken dağların ardından…
11
LGBT Gündem Moskova'da aynı oyun Rusya'nın başkenti Moskova'da 27 Mayıs'ta eşcinsel hakları için düzenlenen gösteri olaylı sona erdi. Eşcinsel hakları için daha önce yapılması planlanan yürüyüşün iptalini protesto etmek ve kentin valisine topladıkları imzaları sunmak isteyen göstericiler, aşırı sağcı ve Rus ortodokslardan oluşan bir grubun saldırısına uğradı. Saldırıya uğrayan, yumruklanan göstericiler arasında, Avrupa Parlamentosu milletvekilleri de vardı. Bazı Avrupa parlamentosu üyeleri de gözaltına alındı. Eşcinsel hakları savunucusu Aleksi Davidov, eşcinselliğin 1993'te Rusya'da yasal hale geldiğini ancak o tarihten bu yana durumlarının daha da kötüleştiğini belirterek şunları söyledi: "Özgürlük mücadelemiz hiçbir zaman kolay olmadı. Ancak tam da artık yasa dışı bir yaşam sürmediğimiz kabul edildi derken, hayatımız daha da zorlaşmaya başladı.” "Eşcinsellere Ölüm" sloganı atan Genç Rus Ortodokslar Hareketi adlı gruptan Igor Miroşinçenko ise "Bizce Tanrı'nın rızasına aykırı hareket eden eşcinseller Moskova sokaklarını kirletmemeli. O Moskova ki, tüm Ruslar için kutsaldır. Eşcinselliğin Ortodoks inancımızda yeri yoktur" dedi.
Volker Beck
Meraklısına: Alman Birlik 90/Yeşiller Partisi Eş Başkanı Claudia Roth, Yeşiller Partili Federal Meclis Milletvekili Volker Beck'in Moskova'da geçici bir süre gözaltına alınmasına tepki göstermek amacıyla Berlin'deki Rusya Büyükelçiliği önünde düzenlenen protesto eylemine katıldı. Roth, "Rusya, insan haklarını ayaklar altına alıyor. Putin, gerçek bir demokratın dışında her şey" diye konuştu.
Claudia Roth
12
New Hampshire'da 'nihayet' sivil birliktelik ABD'nin New Hampshire eyaletinde yaşayan eşcinsel çiftler gelecek seneden itibaren sivil birliktelikler kurabilecekler. Sivil birliktelik hakkını sağlayacak olan yasa 31 Mayıs'ta eyalet valisi John Lynch tarafından imzalandı. Vali Lynch yasayla ilgili olarak, “Biz New Hampshire'da ayrımcılığa karşı duran gurur verici bir geleneğe John Lynch sahiptik hep. Bugün bu gelenek devam ediyor” dedi. Sivil birlikteliğe giren çiftler evli çiftlerle aynı haklara, sorumluluklara ve yükümlülüklere sahip olacaklar. Diğer eyaletlerden gelen eşcinsel çiftler de kendi eyaletlerinde sahip oldukları haklardan yararlanabilecekler. Meraklısına: Şu an ABD eyaletleri arasında sadece Massachusetts eşcinsel evliliklere yasal olarak izin veriyor. Connecticut, Vermont, New Jersey, Maine, California ve Washington eyaletleri ise sivil birliktelik ve bundan daha kısıtlı haklar sağlayan evlilik dışı yasam (domestic partnership) şeklinde adlandırılan sözleşmelere olanak veriyor. Ocak ayında ise bu listeye New Hampshire ile birlikte Oregon eyaleti de eklenecek. Hawaii'de ise eşcinsel çiftlerin evliliği ile heteroseksüel çiftler için evlilik dışı birliktelik hakları konusunda yeni gelişmeler kaydediliyor.
HAKAN YILDIRIM
Adaletin transfobik mi dünya? Niran ve Giray iki transeksüel. Niran delil yetersizliğine rağmen 15 Mayıs'ta 12 sene hapis cezası alırken, Giray kendisini öldürmeye çalışanları şikayet ettiği için 1 sene hapse mahkum edildi. Niran temyize gitmeyi düşünürken 24 Mayıs'ta Giray'ın cezasının ertelenmeyeceği açıklandı. Pembe Hayat Derneği'nin avukatı Hakan Yıldırım'la
Niran'a verilen cezayı nasıl yorumluyorsunuz Niran'ın davasında, bir travestiye delil olmadan ceza verilmesi ve tutarlı olan masumiyet savunmalarının dikkate alınmaması sözkonusu. Bu davada şikayetçinin saçmasapan iddialarından başka bir şey hakikaten yoktu, ama maalesef delil yokken dahi şikayetçinin çelişkili beyanları hükme esas alındı. Mahkeme çelişkilerin üzerine gitmedi. Peki ya Giray? Giray'ın davasında ise ortada birden çok tanık, bıçaklar, plakalar, parmak izi ve DNA örnekleri var iken heteroseksüelin kurtarılması
söz konusu oldu. Nasıl Niran'ınkinde heteroseksüel şikayetçinin tüm iddiaları delil olmadan ciddiye alındı ise, Giray'ın davasında da şikayetçiler transeksüel olunca hiçbir beyanları ciddiye alınmadı. Giray'ın ve Niran'ın transeksüel olmalarının, dava süreçlerini ve aleyhlerinde cezai karar alınmasını etkilediğini mi söylüyorsunuz? Niran bir kişinin suçlaması üzerine, dikkat 'yalnızca suçlaması üzerine, hiçbir delil olmadan' cezalandırıldı. Ne de olsa bir transeksüeldi. Giray'ın davasında ise, tanıklar ifadelerini değiştirdiler. Giray
bunlar DA oldu Türk Eğitim-Sen'den suç duyurusu Hatay'ın Dörtyol ilçesinde Türk Eğitim-Sen yöneticileri, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde kurulan eşcinsel kulübü Gökkuşağı'na izin verdikleri gerekçesiyle Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ve üniversite yöneticileri hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundular. Başkan Yaşar Gürakan kulübün, “Türk halkının asla tasvip etmediği, aile yapısına aykırı, yasalarla belirlenen milli eğitimin amaçlarına uymadığını” iddia etti.
Eradam'ın objektifinden Cihangir'in yüzleri Yusuf Eradam'ın “Musalla Taşı Sakinleri” adını verdiği fotoğraf sergisi, 15 Haziran'da MaviKum Kitap'ta açıldı. Türlü çeşit insan barındıran Cihangir'i çok farklı bir bakışla fotoğraflayan Eradam, sergiyi “Cihangir'e 2004 yılında Ankara'dan göç ettikten sonra gördüm ki Firuz Ağa Camii altındaki dört yol ağzında bulunan Musalla Taşı etrafındaki evsizinden sanatçısına varana kadar tüm insanlarının hikâyelerini anlatmak istiyorum. Herkes bir telaş içinde bu ortak hayata katkıda bulunuyor ve beni çoğaltıyor” sözleriyle yorumladı.
“Heterolar giremez” Avustralya'nın Melbourne kentinde Peel Otel adlı eşcinsel barı, heteroseksüellerin girişini kapıda engelleme kararında hukuk zaferi kazandı. Mahkeme, heteroseksüel grupların bardaki eşcinsel müşterileri bir eğlence vesilesi olarak görmesinin eşcinsellerin onurunu zedeleyen bir davranış biçimi olduğuna karar verdi. Meraklısına: İnsan hakkı örgütleri, “Bu bara giden eşcinseller için korku ve sindirmeden uzak bir ortama girdiklerini biliyor olmak bir haktır” diyerek, Peel Otel'in heteroseksüellere ayrımcılık uyguladığı iddiasını reddettiler.
Geçimini Beyoğlu'nda midye satarak sağlayan transeksüel Esmeray, 5 Haziran gece yarısı evine dönerken yolunun üzerinde bulunan Beyoğlu Emniyet Amirliği önündeki polisler tarafından durduruldu. Travestilerin karakolun önünden geçmelerinin yasak olduğunu söyleyen polisler Esmeray'a fiziksel şiddet uyguladılar. Türkiye ve Yunanistan'daki halkın nabzını tutan bir ankette yer alan 'Milletinize ne yakışmaz' sorusuna Türklerin yüzde 23.1'i, Yunanlıların yüzde 6.2'si 'eşcinsel olmak' yanıtını verdi. Türkiye'nin ilk eşcinsel oteli Planet Victorya Otel Antalya'nın Kemer ilçesinde açıldı. Otel personelinin de eşcinsellerden oluştuğu otelin sloganı 'Özgür Bir Tatil'.
En güzel transeksüel Tayland'da 10 yıldır düzenlenen transeksüel güzellik yarışması 'Miss Tiffany Universe'in bu yılki birincisi, 21 yaşında bir öğrenci olan Thanyarasmi Siraphatphakorn oldu. Thanyarasmi, "Bu tacı taktığım için çok mutluyum. Bu her transeksüelin hayalidir" diye konuştu. Meraklısına: Taylandlı transeksüel Thanyarasmi, güzellik tacının yanı sıra 3 bin dolar değerinde para ödülü ve Mercedes marka bir otomobil
İstanbul, Taksim'de polis 'Tek Yön' adlı eşcinsel barına baskın düzenledi. Biber gazı ve cop tehdidiyle bardan çıkarılan eşcinsellerden bazıları tartaklandı ve hakarete uğradı.
MorEl Eskişehir
Göreceğiz, duyacağız, konuşacağız Eskişehir Anadolu Üniversitesi fakülte ve bölümlerindeki bilgisayarlarda "gey", "lezbiyen", "biseksüel", "travesti" ve "transeksüel" kelimelerini aramak ya da bu kelimeleri içeren her türlü siteye erişim engellenmekteydi. MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu Mayıs ayıında, bu sansüre karşı "Engellenmeye Hayır!" adlı bir kampanya başlattı. MorEl Eskişehir'den Ozan Gezmiş'le kampanyayı ve sonuçlarını konuştuk. "Engellenmeye Hayır!" nasıl doğdu? Anadolu Üniversitesi'nde internet erişiminde gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüel kelimelerini arayarak ulaşılabilen sitelere ve doğrudan adres girilerek ulaşılabilmesi gereken kaosgl.org , lambdaistanbul.org ve pembehayat.org sayfalarına ''erişkin içerik'' ya da ''gey, lezbiyen, biseksüel ilgi'' yazısıyla birlikte ''Bu sayfaya erişim engellenmiştir!'' ibaresiyle karşılaştığımızda sansürlendiğimizi fark ettik. Acil olarak sansüre karşı bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük ve böylece ''Engellenmeye Hayır!'' kampanyasını başlattık.
Nasıl tepkiler aldı? Kampanyaya başlarken çok da umutlu değildik açıkçası; çünkü karşımızdaki Anadolu Üniversitesi gibi tutucu bir kurum ve ne kadar başarılı olabilirdik bilmiyorduk. Ancak gerek basından, gerek derneklerden ve gerekse Türkiye'nin birçok yerinden kişilerin desteğiyle kampanya daha ilk haftanın sonunda tahmin edemeyeceğimiz kadar destek görmeye başladı. Kampanya nasıl sonuçlandı? Kampanya, AÜ sansür hakkında yazılı açıklama bildirmeden bir süre önce, 15 gün gibi kısa bir sürede, LGBTT sitelere erişim engelinin kaldırılmasıyla sonuçlandı; fakat,
A.Ü. Kaos GL Derneği'ne gönderdiği cevapta erişimin engellenmesinin sitede cinsel ilişkiyi çağrıştıran görsel materyal bulunduğu için dolayısıyla ''yetişkin içerik'' ibaresiyle bilgisayarlarda kullanılan websense filtreleme yazılımı tarafından engellendiğini belirtti. Engellemeyi saçma bir gerekçeyle meşrulaştıran üniversite nasıl oldu da engellemeyi kaldırdı bizlerin de kafası karıştı ama sonuçta artık üniversitede internet erişiminde engeller yok. Bundan sonrada bizler MorEl gönüllüleri olarak her koşul ve durumda her türlü engellemenin, haksızlığın takipcisi olacağız. ''Göreceğiz!, Duyacağız!, Konuşacağız!'' (Barış Sulu)
13
“Eskiden hayal bile edemeyeceğimiz bir yerdeyiz”
2. Homofobi Karşıtı Buluşma 1720 Mayıs 2007 tarihleri arasında Ankara'da yapıldı. “Medya” temalı Buluşma'ya Türkiye'den ve dünyadan pek çok konuk katıldı. Dünya Sağlık Örgütü'nün eşcinselliği, hastalık kategorisinden çıkardığı tarihe işaret eden '17 Mayıs Uluslararası Homofobi Karşıtlığı Günü' etkinlikleri bu yıl, aynı zamanda üniversite kampüslerine de taşındı. Buluşmaya, Van'dan İzmir'e, İsveç'ten Almanya'ya, eşcinsellerin sorunlarını ve homofobiyi tartışmak isteyen, birlikte özgürleşmek isteyen pek çok lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transeksüel ve heteroseksüel katıldı. Buluşma Forumları İkinci buluşmanın ana başlığı olan "medya ve homofobi" konusunda, "Homofobiye Karşı Medya" forumunun yanı sıra "LGBT Medya", "Alternatif Medya", "Homofobiye Karşı Video" oturumları yapıldı. Kadın örgütlerinden ve LGBT örgütlerinden kadınların konuşmacı olarak yer aldıkları "Feminist Forum"da homofobi karşıtı mücadelede kurulan ortaklıklar tartışılırken; Buluşma'nın son gününde yer alan “Kadınları Seven Kadınlar” Forumu”nda lezbiyen ve biseksüel kadınlar LGBTT örgütlenmelerinde kadınların görünürlüğünü tartıştılar. Transfobiye Karşı Forumda ise homofobiyle birlikte bir mücadele alanı olarak tanımlanan transfobi, trans varoluşlar ve trans bireylerin çalışma koşulları üzerinden ele alındı. Antalya, İzmir, Eskişehir, İstanbul ve Ankara'dan eşcinsel (LGBTT) örgütler de "Gökkuşağı Forumu"nda buluştular. Türkiye içi ve dışından yönetmenlerin kısa filmleri ve belgeselleri buluşmanın homofobiye karşı filmler bölümünde gösterildi. Öğrenci ve akademisyenlerin medya, erkeklik, kadınlık ve beden politikaları üzerine bildirilerini sundukları forumlarla birlikte bu yıl ilk kez kampüs forumları örgütlendi. Homofobiye Karşı Kampus Forumları ODTÜ, Ankara Üniversitesi Cebeci ve Hacettepe Üniversitesi Beytepe kampüslerinde yapıldı.
Fotoğraf: Nevruz Ebru Aksu
Ali Rıza Taşkale - Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi Gerçekten de “We are all Queer, we are here, get use to it”* demek gerekiyordu. Bu buluşma bunu başardı. Ve bize şunu bir kere daha hatırlattı: “Kadınların özgürlüğünün erkeklerin özgürlüğünden bağımsız olmaması gibi eşcinsellerin de özgürlükleri heteroseksüellerin özgürlüklerinden bağımsız değildir.” *Hepimiz Kuir'iz, buradayız, buna alışın. Göze Orhon - Hacettepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi Buluşma'nın en önemli yanı, kendi sözümüzü kendimizden başka birilerine (de) dinletebilmekti; dahası tanımadığımız, etkinlikten bir biçimde haberi olmuş “başkaları”nın dinlemeye gönüllü olması, “biz”den olmasıydı. Bir arada olduğumuzu, hiç de az olmadığımızı, birilerinin bizi görünmez kılmayı başaramadığını, ne dört duvara ne barlara mecbur olduğumuzu hep birlikte bir kere daha kavramanın hepimizin yaratma, mücadele etme ve dönüştürme azmini güçlendirdiğini düşünüyorum. Eskiden hayal bile edemeyeceğimiz bir yerdeyiz ve birilerine bakılırsa “Çok oluyoruz!”, “İleri gidiyoruz!”. Ve daha çoook olacağız! Cihan Ertan - Akdeniz Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılığı söz konusu olduğunda, bunun kurbanlarının sadece eşcinsel kadınlar ve erkekler olmadığının; bu bağlamda transfobinin de ne kadar ciddi boyutlara ulaştığı ve yadsınmaması gereken toplumsal bir olgu olarak karşımıza çıktığının açık bir şekilde ifade edilmesini çok anlamlı buldum. Daha eşitlikçi bir dünya için… Umut Güner - Kaos GL Buluşma'nın en önemli katkısının Pembe Hayat Derneği'nin tiyatro oyunu ile müzik dinletisi ve 'Aç Yüzünü' adlı fotoğraf sergisi olduğunu düşünüyorum. Bu etkinlikler eşcinsel kimliğimle farklı yollarla da bir şeyler üretebileceğimi gösterdi. Selin Berghan - Sosyolog Transeksüel kimlik üzerine yaptığım yüksek lisans tezime başladığımda da ilk olarak Kaos'la iletişime geçtim. İlk görüşmecim olan Buse'yle birçok kişinin düşündüğü gibi bir barda değil, Kaos GL'nin 2003 yılında düzenlediği sempozyumunda tanıştım. 4 yıl sonra, transfobi oturumunda artık arkadaşlarım olan birçok görüşmecimle yan yana yer almak benim için çok heyecan verici ve önemli bir deneyim oldu.
“Trans hareketi ve LGB hareketi ittifak halinde” Julia Ehrt & Dan Ghattas - Trangender Europe, Almanya Ankara'ya gelmek, yeni arkadaşlar edinmek, deneyimlerimizi paylaşmak, diğer Avrupa ülkeleri grupları ile bağlantıların güçlendirilmesine yönelik adımlar atmak adına harika bir fırsattı. Sizlerle geçirdiğimiz üç gün boyunca Türkiye'deki ve diğer Avrupa ülkelerinde trans bireylerin, geylerin ve lezbiyenlerin durumuyla ilgili bilgiler edinmek, işleri daha iyiye götürmek adına birlikte çalışılması gerektiğine olan inancımızı güçlendirdi. Kaos GL'nin trans-hakları için mücadele etme görevini üstlenmesinden çok mutlu olduk. Murat Çınar - Yönetmen, İtalya Video aktivistliği sinema üreticiliğinden daha da siyasal bir görevdir. Gösterimler adeta bir seçim kampanyası gibidir. İzleyiciler ile iletişim en önemli bölümdür. Bana bunu tattırdıkları ve güzel olan her şeyin paylaşıldıkça arttığı gerçekliğini bana yaşattığı için tüm Kaos GLlilere teşekkürler. Anna- Maria Sörberg - Serbest Gazeteci, İsveç Konferansta sadece medyanın 'ana akım' kısmını sunan insanların değil, daha radikal bir yolla çalışmalarını sürdüren insanların olması, çalışmanın anarşist/antihiyerarşik yolunun da gösterilmesi açısından iyi bir şeydi. Homofobi etrafında çalışmanın farklı politik yönlerinin veya yollarının vurgulanmasını ilginç ve önemli buldum. Ve homofobi ve transfobi karşıtı mücadelemizde farklı stratejileri tartışmamızı. Türkiye'de trans hareketi ve “LGB” hareketinin ittifaklar içinde birlikte çalışıyor olmasını görmekten de ayrıca çok memnun oldum.
15
Buluşma'nın forumlarından biri de "Feminist Forum"du. Kadın örgütleri ve eşcinsel örgütlerinden kadınların bir araya geldiği forumda homofobiye karşı ortak mücadele yolları arandı.
Lale Düsnar
Feministler ve kadın örgütlerinin, ataerkillik ve heteroseksizme karşı verdiği ortak mücadelenin zemini, olanakları ve dayanışma alanlarının irdelendiği forumun moderatörlüğünü Kaos GL'den Yasemin Öz yaptı. Ayça Kurtoğlu (Ankaralı Feministler), Elif Dumanlı (Kırk Örük Kadına Yönelik şiddetle Mücadele Kooperatifi), Liz Amado (Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı), Ülkü Özakın (Amargi Kadın Kooperatifi), Hasbiye Günaçtı (Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği), Ebru Hanbay (Kadın Dayanışma Vakfı), Pelin Kalkan (MorElEskişehir LGBT Oluşumu), Buse Kılıçkaya (Pembe Hayat LGBTT Derneği) ve Gamze Göker'in (Ka-Der Ankara Şubesi) konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, homofobi karşıtı mücadelede kurulan ortaklıklar masaya yatırıldı. “Biraradalık artık kanıksandı” Ülkü Özakın , üyesi olduğu Amargi ile Lambda arasındaki bağların ve iki örgütün birbirlerini kendi içlerinde tanıma isteklerinin karşılıklı bir etkileşime dönüştüğünü belirterek, bir kadın eşcinsel olarak Amargi'nin güçlenmesine katkı sağlarken Lambda'daki varlığının da kendi lezbiyenliği ile barışmasına yol açtığına işaret etti. Özakın, heteroseksüel kadınlarla eşcinsel kadınların karşılıklı deneyim aktarımlarının çok yararlı olduğunu, eskiden sansasyon nedeni olan biraradalığın artık kanıksandığını ve bilincin giderek yükseldiğini dile getirdi. “Feminist olmak eşcinselleri anlamaya yetmiyor” Ankaralı Feministler'den Ayça Kurtoğlu, LGBTT bireylerle ortaklaşmalarının erkek egemen düzen ve heteroseksizme karşı çıkış üzerinden kurulduğunu ve bugüne dek çeşitli vesilelerle yan yana gelinse de ortak yapılmış bir şey olmadığını kaydetti. Kendiliğinden ortaklaşma olamayacağına ve var olan farkındalığın bu konudaki ortak eylemlerle gelişebileceğine dikkat çeken Kurtoğlu, “Kişisel olarak 20 senedir feminist olsam da belki de zamansızlıktan LGBTT sorunlarıyla yeterince ilgilenmediğimi fark ettim. Toplumsal dönüşümler konusunda hiçbir şey yapmadık. Eksiklik hissediyorum” dedi. Kurtoğlu, çoğulcu topluma inandığını, lezbiyenlerle ortaklığın feministleri zenginleştirdiğini, ama feminist olmanın eşcinselleri anlamaya yetmediğini ve bu tur toplantılarla ortak zeminin geliştirilebileceğini söyledi. “Önyargılardan arındık” Ebru Hanbay, Kadın Dayanışma Vakfı'nın kadına yönelik şiddetle mücadele eden bir
kurum olduğunu, ataerkil sisteme karşı çıkışın, eşcinseller ve feministlerin buluştuğu ortak noktalardan, yan yana gelip birbirlerine dokundukları alanlardan birini teşkil ettiğini anlattıktan sonra birçok platformda eşcinsel kadınlarla bir araya gelme imkanı bulduklarını ama sınırlı kaldığını, son yıllarda bu konuda gelişme yaşandığını ve eşcinsel örgütlerle çok yakın ilişkileri olduğunu dile getirdi. Değişik gruplarla bağ kurmanın getirdiği kazanımlardan, her örgüt için kendi sorunları öne çıksa da farklılıklarla bir araya gelmenin yeni bir süreç olduğundan ve vakıf olarak kendilerini bu anlamda iyi bir noktada g ö r d ü k l e r i n d e n b a h s e d e n H a n b a y, “Önyargılardan arındık. Farkındalık olsa da kanıksanan şeylerden kurtulmak kolay değil. Birlikte olunca anlaşılıyor, aşılıyor bütün bunlar. Kadın Dayanışma Vakfı'nın şu anda eşcinsel kadın üyeleri var. Birlikte yeni politikalar üretiyoruz” dedi. “2000' li yıllardan beri çok yol kat ettik” Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı'ndan Liz Amado, cinsellik heteroseksizm ana ekseninde görüldüğü için ihlallerin yeniden yeniden üretildiğine ve cinsel tabuların yıkılması gereğine işaret ederek, 2000'li yılların başında cinsel yönelime dayalı ayrımcılığın kadı n örgütleri içinde hayli tartışıldığını, aradan geçen zaman içinde ciddi şekilde yol kat edildiğini ve bunun hiç küçümsenecek bir şey olmadığını belirtti. Amado, gelişmedeğişme sürecinin devam ettiğine ve gelinen noktanın, kişisel ve örgütsel anlamda her iki taraf için de cinsel ayrımcılık karşısında kazanımlara yol açtığına da değindi. “Eşcinsel bir psikologla çalıştık” Kırk Örük Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Kooperatifi'nden Elif Dumanlı, içtenliğiyle dinleyicileri etkileyen bir konuşma yaptı. “Halihazırda eşcinsellik ya da farklı cinsel yönelimler konusunda net bir düşüncemiz yok. Biz henüz kendi içimizde bilinçlenme sürecini yaşayarak yürüyoruz. 1,5 yıllık bir örgütüz. Kaos GL ile yan yana gelmemiz kimi üyelerimize ters geliyor” diyerek söze başlayan Dumanlı, özellikle yaşlı üyelerin hala ayıp ve utanç kavramları ile konuya baktığını ve ortak siyasi gündemlerle bir arada bulunmanın kendilerini tartışmaya sevk ettiğini kaydetti. Gey ve lezbiyenleri benimseme aşamasından sonra, Ankara Kadın Platformu'nun kurulması ile birlikte travesti ve transseksüellerle de yan yana gelmeye başladıklarını ve kadına yönelik
şiddetle mücadele eden bir örgüt olarak kendilerini kadın hisseden bu insanları ve uğradıkları şiddeti anlamaya çalıştıklarını dile getiren Dumanlı, bir dönem eşcinsel bir psikologla çalıştıkları, içlerindeki homofobik arkadaşların yavaş yavaş çözüldüğünü, böylece daha da çok yan yana geldikleri ve bu bilinç sıçramasının devrim gibi bir şey olduğunun altını çizdi. “Eşitliği sağlamaya ve kadınları öne çıkarmaya çalışıyoruz Lambdaistanbul'dan Hasbiye Günaçtı, bir sivil toplum kuruluşunda (STK) kadın olmak ile Lambda'da kadın olmak arasında çok fark olduğunu ve feminist düşüncelerin kendisini değiştirdiğini belirterek konuşmasına başladı. Pek çok STK'de sade ce erkeklik-kadınlık üzerine kurgulanmış yapıları, erkek dominantlığını ve Lambda gibi bir eşcinsel örgütte dahi toplumsal cinsiyet rolleri kıskacının sürdüğünü söyledi ve eşcinsel erkek arkadaşlarının kullandığı “Lambda adına konuşmak için bula bula bir kadını mı buldunuz?” ya da “Kadın gibi kıvırtıyor” gibi cinsiyetçi cümleleri eleştirdi. Günaçtı, zaman içinde sorgulamalar yaparak, yanlışları aşarak birbirlerini dönüştürdüklerini, eşitliği sağlamaya ve kadınları öne çıkarmaya çalıştıklarını, feminist bakış açısı ile muhtelif platformlarda yer aldıklarını ve kadının daha görünür olması için mücadele ettiklerini kaydetti. “Birlikte yürüyemezsek, birlikte özgürleşemeyeceğiz” MorEl LGBTT OluşumuEskişehir'den Pelin Kalkan ise, henüz altı aylık genç ve yerel LGBTT örgütlerinin, Eskişehir'de üniversite ortamında geliştiğini ve Üniversiteli Kadınlar Derneği ile ilişkilerinin feminist bir grupla iç içe geçme konusunda bir örnek teşkil ettiğini ifade etti. Birlikte eylem yaptıklarını, hareketin birlikte yürümesi gerektiğine inandıklarını ve geniş düşünce perspektifine sahip bu kadınlar arasında eşcinsel ve biseksüellerin de oluşunun bu konuda kafa yormalarını sağladığını dile getirerek, “Ayrımcılıkla mücadele zemininde ortak dertlerimiz var. Birlikte yürüyemezsek, birlikte özgürleşemeyeceğiz” dedi. “Eşcinsel örgütlerle ilişkilenmeyi önemsedik” Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği (Ka-Der) Ankara Şubesinden http://www.kaosgl.org/node/1710, “Bugüne kadar Ka-Der homofobiyle
mücadele için kişisel cabalar dışında doğrudan bir şey yapmadı, çünkü çalışma alanı bu değil. Ancak bu konudaki politik tavrını eşcinsel örgütleri ile yan yana durarak, işbirliği yaparak, dayanışarak gösterdi. Yaptığı çalışmalarda eşcinsel örgütlerle ilişkilenmeyi önemsedi, bunun için caba gösterdi. Eşcinsellere yönelik ayrımcılık ya da homofobiyle mücadele, Ka-Der için her zaman için görmezden gelinemeyecek alanlardan biri oldu ve böyle olmaya da devam edecek” dedi. Göker, verilen desteklere örnek olarak, Türk Ceza Kanunu değişikliği surecinde, TCK Kadın Platformunun yürüttüğü kampanyada 'cinsel yönelime dayalı ayırımcılığı, açıkça suç olarak tanımlanması ve yasada dil, din, ırk, cinsiyet vb. özelliklere dayalı ayrımcılığı öngörüldüğü gibi cezalandırılmalısını düzenleyen madde ile ilgili çabaları ve Pembe Hayat ile kurulan bağları gösterdi. Ayrıca Avrupa Kadın Lobisi çalışmaları kapsamında Türkiye'de özellikle eşcinsellere yönelik ayrımcılığın bir insan hakkı ihlali ve acilen çözülmesi gereken bir sorun olduğunu vurgu ladıklarını hatırlattı. Göker sözlerini söyle sürdürdü: “Feministler olarak, eşcinsel örgütlerle sadece dayanışarak değil birlikte ortak mücadele vererek yolumuza devam etmeliyiz, etmeye başladık da. Mademki düşmanımız ortak, yanı ataerkil sistem, erkek egemen zihniyet hem kadınları hem eşcinselleri eziyor ve sömürüyor, o halde ittifak kurmalı, ortak stratejiler geliştirmeli ve tabii ortak politikaların oluşturulması için de ortak bir politik dil geliştirmeliyiz. Yıldırım Türker'in bir cümlesini kişisel olarak hep çok önemsedim: 'Bir erkek, bir erkeği; bir kadın, bir kadını sever. Kuracağınız ikinci cümle mutlaka politik olacaktır'. Cinsiyetçiliği, heteroseksizmi, homofobiyi, yaratacağımız ortak alanlarda analiz edebilmeli, bunların 'doğalmış' gibi algılanan görüntülerini altüst edebilmeliyiz. Ve bu analizleri geliştireceğimiz politika ve stratejilerle kamusal alana çıkarabilmeliyiz”. Ve Göker, konuşmasını, kişisel olarak bu yan yanalığı nasıl algıladığını açıklayarak bağladı: “Örgütlere rengini veren pigmentin örgütte yer alan tek tek insanlar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bir örgütteki tek tek feministlerin eşcinsellerle ilişkisi, homofobi karşısındaki duruşu o örgütün bunlarla ilişkisini de belirliyor, biçimlendiriyor. Bunu içinde yer aldığım iki kadın örgütü için de söyleyebilirim. Son dönemde 'farklılıklarımızla yan yana duruyoruz', 'her türlü ayrımcılığa karşıyız' sözleri oldukça yaygın olarak kullanılıyor. Ancak bu sözlerin 'politik olarak doğru' bir yerden dile getirilmesi ile örgüt içindeki kişilerin bunu bireysel olarak sindirmeleri arasında kocaman bir uçurum olabiliyor. Önemli olanın, eşcinsel bile olsak, içimizdeki
homofobiyle, ayrımcıyla yüzleşmek olduğunu düşünüyorum. Kişisel olarak, cinsel kimliklerin, diğer pek çok kimlik gibi, sabit ve durağan olmadığına, son derece kaygan, değişken olabildiğine inanıyorum”. “Kadın eksenli politikalarını güçlendirmeye özen eriyoruz”
göst
Pembe Hayat'tan Buse Kılıçkaya da hareketlerinin başlangıç aşamasında STK'ler ve kadınlarla yan yana gelirken çok heyecanlandıklarını, kadın eksenli politikalarını güçlendirmeye özen gösterdiklerini, Eryaman türünde eylemleri travesti ve transseksüellere yönelik şiddetle mücadeleyi bütün kadınların sahipleneceği eylemler haline getirmeyi düşündüklerini, medyadaki önyargıları kırmayı hedeflediklerini ve kadınlara dokunmadan özgürleşemeyeceklerini anladıklarını belirtti. “Ama feminist hareketin bir eksiği var: Biz birden fazla kadınlığı yaşıyoruz. Birden çok kadını içimizde barındırıyoruz“ diyerek kadınlığın biyolojik olmadığı vurgusunu da yapan Kılıçkaya, feminist hareketin neresinde durduklarını kendi içlerinde sorguladıklarını, ancak birlikte, karşılıklı anlama çabası içinde dönüşüp değişebileceklerini ve “sadece geceleri senindir” diyen sistemin dayatmalarını da feminizmi öğrenerek aşacaklarını dile getirdi. “Eşcinseller kendi sözlerini üretemeyince sözü homofobikler üretiyor” Kaos GL'den Yasemin Öz, eşcinsellerin seslerini duyurabilmek için çıkardıkları Kaos GL dergisinin doğumundan bugünlere uzanan süreci kısaca özetledi ve “Eşcinseller kendi sözlerini üretemeyince sözü homofobikler üretiyor” diyerek, medyanın eşcinsellere son derece olumsuz şekilde yer verişine, “Biz yaşamın içindeyiz, bunun böyle olmadığını biliyoruz. Sıradanız ama tek tek ötekileştiriliyoruz” cümlesi ile tepki gösterdi. Ataerkillik karşıtlığından hareketle her zaman feminizm ile kadın hareketini yanlarında gördüklerini ve birlikte yol aldıklarını söyleyen Öz, başlangıçta ilişkiler zayıf olsa da, özellikle travesti ve transseksüellere önyargılı davranılsa da zamanla Ankara yerelinde yakınlaşmanın ve dokunmanın gerçekleştiğini, ama ortaklığa dönüşemediğini, birlikte politikalar üretmek noktasında farklılaşıldığını kaydetti.
18
Yüzümüzü gösterebilsek... Nevruz Ebru Aksu
Senelerdir eşcinsel sözcüğünü toplum bilincine yerleştirmek için verdiğimiz çabalarımız nihayet olumlu sonuçlar göstermeye başladı. Eşcinsel sözcüğü artık bireylerin algılarında bir gönderme yaratabiliyor. Ancak bu çabamızın olumlu sonuçlarının yanında yüzleştiğimiz en önemli sorun, 'eşcinsel' sözcüğü telaffuz edilirken kadınların varlığının göz ardı ediliyor olmasıydı. Bu elbette erkek egemen söylemin beraberinde getirdiği bir sonuçtu. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, kadın eşcinseller hem kadın oldukları için, hem de eşcinsel oldukları için temeli yok sayılmaya dayanan bir ayrımcılığa uğruyorlar. Bu düşünceden yola çıkarak, lezbiyenlerin görünür olması adına nasıl bir proje gerçekleştirebileceğimi senelerdir düşünüyordum. Lezbiyen portreleri çalışmaya yaklaşık 5 sene önce belgesel fotoğraf konseptiyle başlamıştım. Elbette pek çok sorunla yüzleştikten sonra projem yarım kalmıştı. Karşılaştığım en önemli sorun, başta yüzlerini göstermeyi kabul eden lezbiyenlerin sonradan iş, aile
yaşamı ya da bireysel dışavurumlarını etkileyen başka durumlardan dolayı projeden çekilmeleriydi. Kaos GL'yle yaptığımız toplantılardan birinde hepimiz için çok önemli bir noktada buluştuk. Bizim asıl sorunumuz öncelikle topluma çekinmeden yüzümüzü gösterebilmekti. Önce beşeri bir varlık olarak kendimizi gösterebilirsek, lezbiyenler arasında bir ö z g ü ve n ya ra t a b i l i r ve s o s ya l va r l ı k l a r o l a ra k dışavurumlarımızı gösteren belgesel fotoğraf projesine bir sıçrama yapabilirdik. Bu nedenle 'Kadınları Seven Kadınlar' başlıklı fotoğraf sergisi temel konseptini yüzümüzü gösterebilmek üzerine oturttu ve 'Aç Yüzünü' adını aldı. “Biz de varız, bizi görün” diyebilmek için. Bu nedenle tüm portreler, mekana ve fotoğraflanan bireylerin yaşamlarına dair fazlaca göndermeye yer vermeyecek şekilde yakın plan ç e k i l d i . İ l k i n i 2 . H o m o f o b i Ka r ş ı t ı B u l u ş m a ' d a gerçekleştirdiğimiz sergiyi, gelecek aylarda dünyanın çeşitli ülkelerindeki eşcinsel etkinliklerine göndermeyi planlıyoruz. Umuyorum ki, her geçen sene portrelerin sayısında artış olacaktır.
20
Eşcinsellerin tarihi "yeni yeni" değil tüm coşkusuyla yazılıyor Salih Canova, Kaos GL İzmir
Yürüdük… Yürüyoruz… Yürüyeceğiz… Lambdaistanbul İnanılmaz coşkulu bir LGBT Onur Haftasını daha geride bıraktık. Hafta kapsamında film gösterimlerinden, söyleşilere, tiyatro gösterimlerinden partilere dolu dolu birçok etkinlik vardı. Genel anlamda etkinliklere katılım çok yüksekti. Gerek yurt dışından gerekse yurt içinden birçok insan haftaya katılabilmek için İstanbul'a geldi. Bu yılki Onur Haftası belki de en anlamlı olanıydı. Son dönemlerde artan polis baskısına ve Lambdaistanbul'a açılacak olan kapatılma davasına hayır diyen yüzlerce ses, onurlu bir gelecek isteklerini haykırabilmek için oradaydı. Bizler de oradaydık. Yüzlerce LGBT birey olarak tek bir ses, tek bir yürektik. Kalbimiz eşcinsellerin hayatın her alanında özgürleşmesi isteğiyle atıyordu. Sesimiz her bir haykırışla büyüdü ve şöyle dedi: “Susma haykır, eşcinseller vardır”, “Teşhirci değil travestiyiz”, “Meclis, TCK ayrımcılık yapma”, “Ayşe Fatma'yı, Ahmet Mehmet'i, birbirlerini sevebilmeli”, “Eşcinseller susmayacak, susmayacaklar, susmayacak”. LGBT özgürlüğü için cinsel yönelimi veya cinsiyet kimliği ne olursa olsun orada yürüyen herkese kucak dolusu sevgiler.
Ne zaman bir etkinliğe katılmak için yola çıkacak olsam Bilge Karasu'nun yaşadığımız her şeyi bir ölçü, katlanılır kılan satırları yankılanır durur kafamda; “Eşcinsellerin tarihi de yeni yazılmağa başlıyor. Yeni yeni… Omuzlarına yüklenen bütün suçların, yazıkların, ayıpların ötekilerce eşitçe paylaşılması gerektiğini göstererek işe başlamak eşcinsellere düşer…” Bu yılki onur haftası etkinliklerine katılmak için yola çıkarken de aynı satırlar geçiyordu içimden. Orada olmak, önce kendime sonra başkalarına “ben eşcinselim” demekle nasıl da doğru bir karar vermiş olduğumu hissettirdi bana. Orada olmak, birkaç kişiyle kurulan hayallerin aslında gerçeğe ne kadar da yakın durduğunu, özgürlüğün ancak orada olduğu gibi yan yana durabilirsek mümkün olacağını hissettirdi. Orada olmak, çekilen bütün acıların bir gün tarihi bile utandıracağını ve biz görsek de görmesek de bir gün eşcinsellerin “mücadele etmek amacıyla” bir araya gelmesine gerek kalmadan yaşayabileceği bir dünyanın mümkün olabileceğini hissettirdi. Ve orada olmak, hepsinden öte adına yaraşır biçimde “onurlu” davrandığımı, onuruma sahip çıktığımı hissettirdi. Şimdi, buradan, 'Onur Yürüyüşü'nün fotoğraflarına bakınca, önce o koca kalabalığın bir yerinden sızarak yüreğimi o bayrağın bir ucuna çengelliyorum, sonra orada olamamanın (İzmir'e dönmek zorundaydım) burukluğuyla orada olanların fotoğraflardan yansıyan sonsuz coşkusu çarpışırken içimde “evet” diyorum kendi kendime, “evet, hep söylediğimiz, hep düşlediğimiz gibi; varız! Buradayız! özgürlüğün umudu ve bütün onurumuzla!!!“ "Eşcinsellerin tarihi" yazılıyor artık hem de "yeni yeni" değil tüm coşkusuyla...
25 metre değil kilometrelerce uzunlukta! Burcu Ersoy, Kaos GL Taksim'de 25 metrelik Gökkuşağı Bayrağının etrafında toplandığımızda ve İstiklal Caddesi'ni sloganlarımızla doldurduğumuzda, bir çok kişiyi uykusundan uyandırdık.. Geçen sene Stockholm Pride'da, karnaval havasındaki yürüyüşte otuz bin kişi arasında yer alırken, etrafta yürüyüşü izleyen üç yüz bin kişiyi izlemiştim, seyirlik bir güzelliğin parçası olmanın ötesinde bir duyguyu paylaşamadım.. Oradayken, “böylesi bir manzara Türkiye'de de yaşansa keşke” demedim, çünkü renkli bir festival görüntüsünden çok uzaktı benim beklentim. Yaşadığım ülkede katıldığım ilk onur yürüyüşünde, “işte!” dedim, “Onur Yürüyüşü bu olmalı, böyle yapılmalı; sesini kısmaya çalışanlara karşı sesini yükselterek, engellere inat mücadeleye devam etmenin coşkusunu haykırarak”. Bu yüzden o coşkuyu paylaştığım her bir insanın geldiği yerlere kadar uzanıyordu benim için Gökkuşağı.
Fotoğraf: İsmail Alacaoğlu
Elemterefiş Kem Gözlere Şiş Belgin Çelik, Lambdaistanbul Ey sağır sultanlar duydunuz mu? 1 Temmuz onur yürüyüşünü gördünüz mü görmek istemeyen kör gözler? Artık ölsem de gam yemem. Demek ki küçük adımlar dev adımlara, küçük damlalar okyanuslara dönüşebilirmiş. Eee, bitti mi yani? Hayır, durmak yok. 2008 1 Temmuz'una ne kaldı?
21
editor@kaosgl.org 4 Gün Boyunca Cennette! Yeşim T. Başaran, Lambdaistanbul
22
4 gün cennette yaşadık. Nasıl bir dayanışma ortamı, nasıl bir coşku, inanç ve güven ortamı… Kelimelerle tarif etmem mümkün değil. Bu seneki 'Onur Haftası' etkinliklerinin gerçeküstü bir ortamda yaşanacağı daha şehir dışı ve yurtdışından konuklarımız İstanbul'a gelmeye başladıklarında belli olmuştu. Bir hafta boyunca hepimiz evlerimizi otel olarak kullandık ve sürekli birbirimizle vakit geçirdik, organizasyon hazırlıklarına destek olduk, konuklarımızla ilgilendik. Bütün o süreyi bulutların üstünde yaşadım. Perşembe günü başlayan etkinlikler, film gösterimleri olsun, sunumlar olsun içeriksel olarak dopdoluydu. Hepimiz kendimizi dayanışmacı bir ortamın sıcaklığına bırakmış etkinliklerin keyfini çıkarıyorduk. Ta ki Pembe Hayat LGBT Dayanışma Derneği oyuncularının “Pembe /Gri” adlı oyununu izleyene kadar. Oyunu hınca hınç dolu bir salonda kahkahalar, gözyaşları ve alkışlar arasında izledik. Arkadaşlarımız politik olarak her cümlesinin altı dopdolu bir oyun çıkarmışlar ve yaşamlarındaki çelişkileri kendi oyunculukları ile bizlerle paylaşmışlardı. Travesti, transeksüel ve kadın seks işçilerinin sorunlarının yansıtıldığı oyun, salondaki yaklaşık 200 seyirci tarafından tamamen sahiplenildi ve bitiminde dakikalarca ayakta alkışlandı. Salondan çıktığımda bir düşte yaşıyor gibiydim. Yıllardır hissetmek için beklediğimiz ortaklık, kardeşlik, beraberlik duygularını hissediyordum. Artık hareketimiz bir şeyler için çabalayan bir kaç insandan ibaret değildi; gerçekten bir hareket olmaya başladığımızı, benzer amaçlarla mücadele eden pek çok insan olduğumuzu, toplumun her yerinde varlığıyla birbirine güç veren yüzlerce insan olduğumuzu hissettim. 'Onur Yürüyüşü' ise tüm etkinliklerin doruk noktası idi. Geçen sene 200250 kişi yürümüştük. Hatta senelerden birinde 1520 kişiyle 'Onur Yürüyüşü' yapmışlığımız bile vardı. Belçika lezbiyen gey pride organizasyon grubunun getirdiği 25X6'lık gökkuşağı bayrağını taşıyabilecek kadar insan olacak mıyız, diye düşünüyorduk bir yandan; bir yandan da “bu sene çok kalabalık olacak, çok güzel olacak, bir dönüm noktası olacak” diyorduk. Buluşma saatine 10 dakika kala Taksim meydanına gittiğimde koskocaman bayrağın etrafında büyük bir heyecan yaşayan 250 kişiyi ve etraflarında onlardan daha da kalabalık olan coşkulu grubu görünce, “artık oldu bu iş” dedim, “kefeni yırttık”. Artık daha güçlü, daha inançlı, daha umutlu bir topluluğuz. Slogancı arkadaş “arkadaşlar tarih yazıyoruuuuz” diye bağırdığında coşkuyla çığlıklar atan, ıslık çalan, oldukları yerde zıp zıp zıplayan yüzlerce insandık. Tarih yazdığımızın farkındaydık, bir dönüm noktası yarattığımızın farkındaydık. Türkiye'de LGBT hareketi yaratma çabaları içinde her zaman hayallerimin ötesinde durumlara tanık oldum. İlk yıllarda, anca haftada bir, başka derneklerin toplantı salonlarında bir araya gelebildiğimiz zamanlarda, kirasını ödeyebildiğimiz, bize ait bir dernek olacak mı, sorusuna, “40 yaşındayken olur herhalde” diye yanıt verirdim. Bu duygum çok kısa zamanda yaşayabileceğimizi kestiremediğim pek çok ilk için böyleydi. İşte bu 'Onur Yürüyüşü' de Türkiye LGBT hareketinin ilklerinden biriydi. İlk kalabalık, inançlı, korkusuz, coşkulu yürüyüşümüz. Artık bir avuç insan olmadığımızı gösteren, geleceğe dair umut veren bir dönüm noktası. Böyle bir yürüyüşü dünya gözüyle görebileceğimi bilmezdim. Gacılardan bir arkadaş “böyle bir gün yaşadım ya, artık ölsem gam yemem, polis şiddeti umrumda değil artık” demiş. Ben de aynen böyle hissediyordum. Hayatımın en mutlu günlerini yaşadım. Bu süreçlere inanç, kararlılık ve azimle çalışarak geldik. Dünyada bu meseleyi bizden başka önemseyen hiç kimse olmadığını düşündüğümüz, kendimizi yapayalnız gördüğümüz yıllara göğüs gererek geldik. Tek başımıza, “birilerinin yapması gerek” diye kendimizi ikna etmeye çalışa çalışa geldik. İyi ki de gelmişiz, iyi ki de yılmamışız, iyi ki de yıllarca harcanan emeğin toplumsal bir birikim yaratabileceğine inanmışız. Hepimiz sağ olalım, var olalım.
Rüya gibiydi Emir Birant, Kaos GL Türkiye'deki ilk onur yürüyüşümüz hayırlı uğurlu olsun. 'İlk' diyorum çünkü ben bu sefer farklı bir şey hissettim. Bugüne kadar birçok yürüyüş, eylem oldu, vakit buldukça katılmaya çalıştım ama eylemlerden hemen sonra içimde hep bir burukluk vardı. Katılım bilincinin olduğu ama o heyecanın, o ruhun olmadığı eylemler. Bu duyguyu en son Eryaman eyleminde hissetmiştim. Yürüyüş sırasında yukarıdan görüntü alabilmek için kafe kafe dolaştım ve o kadar güzel gözüküyordu, gözüküyordunuz ki. Gerçekten rüya gibiydi. Ve bence eşcinsel hareket için miladi olaylardan bir tanesiydi.
LGBT Gündem
RTÜK'ün gizli sansürü Barış Sulu, Kaos GL
Büyük bir Pride'ı atlattık alnımızın akıyla, mutluluktan yorgun, ağzımız kulaklarımızda ve İstiklal Caddesi'ni çınlatarak ardımızda bıraktık. Eşcinseller olarak tarihe geçtik 1 Temmuz 2007'de: “İstiklal Caddesi'nin eşcinseller tarafından işgal tarihi”. Ama o gece haberleri açıp izleyenler bizi göremediler. Biz de göremedik. Merakla bekledik, “belki şunda çıkar”, “yok bunda çıkar”, “evet, evet bu kanal çekim yapmıştı mutlaka çıkar” diye ama tek bir görüntü bile ulaştırılmadı bize. Ama birçok kamera görmüştük kayıt halinde, yanılmıyorduk; NTV, Kanal 24, Show TV birçoğumuzla röportaj yapmıştı, İstanbul 2. Bölge bağımsız milletvekili adayı Baskın Oran, İtalyan Komünist Yeniden Doğuş Partisi milletvekili Vladimir Luxuria da konuşmuştu, demeçler vermişti. Ama neredeydi onca kayıt yapılan kaset? Sansür bittiğinde yayınlanmak üzere arşive mi kaldırılmıştı. Evet, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) gizli sansürüydü bu; başka hiçbir şey değil. Travestileri yıllarca “terör”, “ahlaksızlık”, “vahşet” başlıklarıyla çekinmeden sunan medya, dikkat ettiyseniz artık bu şekilde “bile” sunmamakta, göstermemekte. Neden mi? Yanıtı basit: RTÜK'ün gizli sansürü. Televizyonun etkisini elbette çok iyi biliyorlar ve bizim görünmemizden rahatsız olan RTÜK'çüler böylece bu kadar büyük bir yürüyüşü bile engelleyebiliyorlar. Daha ne kadar büyük bayrak açabilirdik Taksim'de? Sorarım size. CNN Türk kanalındaki Cosmopolis programının ikinci bölümüne ve birinci bölümün tekrarlarına sansürün nedeni de RTÜK'tü elbette. “'Halk'tan çok tepki topladı” diye yutturulmaya çalışıldı bu sansür ama kesinlikle öyle değildi. Ve bunun üstüne Pride haberini didik didik aramama rağmen ne CNN Türk'ün web sayfasında bulabildim ne de kanalında izleyebildim; düşünün artık dünyanın dev medya kurumunda haber değeri taşıyamadık. Biz sesimizi çıkarmadıkça engellenmeye mahkumuz. Peki, biz ne yapacağız bu durumda? Oturup bekleyecek miyiz bir daha ki “sansürümüz”e kadar? Yoksa?
İstiklal Caddesi'nde biz olmak! İsmail Alacaoğlu, Kaos GL Büyük bir onurdu İstiklal Caddesi'nde olmak; o büyük bayrağın bir köşesinden tutabilmek ve haykırabilmek susmamamız gerektiğini... Tarihe geçecek bir gün yaşandı İstiklal Caddesi'nde. Daha önce de Avrupa'da gerçekleştirilen birkaç 'Gay Onur Yürüyüşü'ne katıldım ama bir şeyler eksikti orda benim için. Güzeldi orada bulunmak; insana özgür olduğunu hissettiriyordu ama ruh yoktu, mücadele yoktu, başkaldırı yoktu. Zaten ticari kaygılarla festivale dönüşmüş ve yürüyüşte yine eşcinseller üzerinden para kazanan kuruluşların şov yaptığı birer geçit töreniydi oradakiler. Ama İstanbul... İstiklal caddesi... Bambaşka bir anlamı vardı burada bulunmanın. Anlamlı olduğu kadar duygusal bir yanı da vardı. Kendi ülkemizde, kendi dilimizle, kendi insanlarımıza sesleniyorduk, burada olduğumuzu, susmayacağımızı... İlk başta Taksim Meydanı'nda bayrak açılırken kenarda seyreden insanların da yürüyüşün devamında korteje katıldığını gördüm. Mümkün müydü o muhteşem atmosferden etkilenmemek, bir parçası olmak istememek? Ortak bir paydada buluştu duygularımız, tek bir yürek olundu İstiklal Caddesi'nde. Biz varız ve olmaya devam edeceğiz. Yıllardır süren mücadelemizde ne kadar yok aldığımızın da göstergesiydi bu yürüyüş her yıl katlanarak artan katılımıyla. Umuyorum bu senenin ruhu, coşkusu, katılımı bir sonraki senenin 'Onur Yürüyüşü'nü daha muhteşem bir hale getirecek.
Hareket kendi yolunu bulacaktır Ali Erol, Kaos GL Vardık, varız, var olacağız. Heyecan ve coşkunun hayat bulduğu zemin tam da bu süreç olmalı. Bizleri yan yana getiren, farklılıklarımız ve çeşitliliğimiz oranındaki ortak coşkumuzdu. Taksim'den Galatasaray'a gökkuşağı bayrağının altında akan bu coşkuydu. Sayının vs. çok da bir önemi olduğunu düşünmüyorum, bu coşku var oldukça hareket kendi yolunu bulacaktır.
23
Aç/Kapa
24
Biz eşcinseller kendimizi bildik bileli “ahlaksız” yaratıklar olduk. Önümüze gelenle yatabilecek kadar seks için ölüyor, aşırılıklarımızla huzuru bozuyor, bedenimizi sürekli teşhir ediyorduk. Doğuştan eksikti bizim ahlakımız, erkekliğimiz ve kadınlıklarımız gibi. Örgütlenmemiz, haklarımızı istememiz ise sınırı aştığımız nokta oldu ama. Ahlaksızlığın da bir sınırı vardı ya, işte biz onu da geçtik. Yaşadığımız baskılara, arkadaşlarımızın öldürülmesine, işten atılmasına, aileleri tarafından zorla evlendirilmelerine, intihara sürüklenmelerine 'hayır' dediğimiz, 'biz de varız' dediğimiz yerdi o geçtiğimiz sınır. Kaos GL 2005 senesinde geçti bu sınırı. Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü “ne bu ahlaksızlık” deyip kapatılmamızı istedi. Mekanı cennet olsun, Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral gibi bir isim vardı ki 'onlar' gibi düşünmüyordu. Eşcinselliğin ahlaksızlık olmadığını söyleyip 'dava açılmasına yer olmadığı'nı söyledi. Bu kararla birlikte iyice ahlaksızlaşan eşcinseller başka illerde başka dernekler kurmaya başladılar. Önce Bursa'da Gökkuşağı Derneği kuruldu, ardından İstanbul'da Lambdaistanbul ve Ankara'da Pembe Hayat derneğe dönüştü. Ama ahlaksızlığın sınırlarını aşıyor olmak o kadar kolay kabul edilir, hazmedilir şey değildi yine de. İstanbul Valiliği, "Hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz" gerekçesiyle Lambdaistanbul'un kapatılmasını isteyen bir dilekçe verdi. Dava 19 Temmuz'da. Çıkacak karar bizim ahlaksız sınırlarımızı ya genişletecek ya da geri adım atmamıza neden olacak.
hukuk bütün yurttaslar içindir
ahlak herhangi bir normatif mercii olamaz
Aysun Sayın Sosyal Kalkınma Ve Cinsiyet Eşitliği Politikaları Merkezi
Hülya Uğur Tanrıöver Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi - MEDİZ
“Eşcinsel derneği kurmak hukuka ve ahlaka aykırıdır.” Bu gerekçe insan haklarına ve örgütlenme özgürlüğüne aykırıdır. Hukuksal olarak; cinsel yönelimin anayasa dahil bütün yasalarda “ayrımcılık yapmama” başlıklı maddelerde düzenlenmesi gerekirken ve Avrupa Birliği (AB) uyum sürecinde ve taraf olunan uluslararası antlaşmalara göre bu bir zorunluluk iken bunu yapmamış olmakla beraber yeni bir ayrımcılık daha ekleniyor olması hukuka aykırıdır. Hukuk, yalnızca heteroseksüller için değil bütün yurttaşlar içindir. Homofobik bir anlayışın sonucunda verilen bu karar hukuk dışıdır. Bu karar, “Ahlak meselesi de kimin ahlakı?”, “Genel ahlak ne?” sorularını sorduruyor. Gerekçenin kendisi de yine homofobik olanların ahlakını gösteriyor.
Dünya görüşüm doğrultusunda insanların şiddete teşvik etmemek, ırkçılık, cinsiyetçilik, ayrımcılık ve her tür insan hakları ihlali yapmamak (tabii hayvan hakları ihlali de) kaydıyla diledikleri her konuda görüşlerini bireysel olarak ya da dernek kurma yoluyla, kolektif olarak ifade etme, örgütleme, iletme ve eyleme geçirme hakları olduğuna inanıyorum. "Ahlak" tümüyle toplumsal-kültürel ve tanımı gereği öznel (subjektif) bir olgu olması nedeniyle hukuk devletlerinde herhangi bir normatif mercii olamaz, olmamalıdır. Dolayısıyla Lambdaistanbul'un var olma ve işlerlik gösterme haklarına karşı her tür girişimi kınadığımı belirtmek isterim.
25
esitlik ilkesine ayk
ilkel bir hareket Anıl Üver
Ville Forsman
Kaos GL, Avusturya
Uluslararası Af Örgütü
Kaos GL ve Lambdaistanbul dernekleri ne ahlaka ne de hukuka aykırı derneklerdir. Eğer Türkiye'nin ahlakından ve hukukundan bahsediyorsak ilk cümleyi netlikle tekrarlamam zor. Zira ahlaklı görünüp en büyük ahlaksızlıkları yapmaktan kaçınmayan bu toplumun 'demokratik hukuku' çelişkilerle dolu. Özünde, yasalarca yasaklanmamak ve hiçbir hak tanınmamak yani hiçbir vesileyle adı geçmemek aslında daha kötü bir statü. Bu, "yok sayılmak"la aynıdır benim için. İşte bu noktada önem taşıyor LGBTT dernekleri ve gruplar. Böylelikle bir araya gelerek haklarımızı arayabilir, alabiliriz. Lambdaistanbul'a yönelik kapatma davası da demokratik hukuk devleti olduğunu iddia eden Türkiye için son derece ilkel bir harekettir.
Dünyanın birçok yerinde eşcinseller "günah" ve "ahlak" kavramlarına dayanarak ayrımcılık görüyor ve eşcinsellerin insanlığına saldırıda bulunuluyor. Birçok yerde bu, ayrımcılık kanunları bahane gösterilerek yapılıyor. Oysa insan hakları, kişilerin saygınlığına ve eşitliğine dayanır. UAÖ, eşcinsellerin ve diğer LGBT bireylerin eşit yaşam hakkını, eşit bir şekilde keyfi gözaltıdan korunmalarını, eşit bir şekilde işkence ve kötü muameleden korunmalarını, eşit bir şekilde ifade ve dernek kurma özgürlüğünü, kanun önünde eşitliliğini ve saygınlık ve haklar açısından eşitliklerini savunur. Eşcinsellerin dernek kurma özgürlüğünü eşcinselliği ahlak dışı olarak niteleyerek kısıtlamak bu eşitlik ilkesine aykırıdır.
Hak mücadelemize devam edecegiz Pelin Kalkan MorEl Eskişehir Lambdaistanbul'un genel ahlaka aykırı gerekçesiyle kapatılma davasına karşı söyleyecek çok şey olmasıyla birlikte belki de önce ahlak kavramı üzerinde düşünmeliyiz. Jürgen Habermas'ın 'Öteki Olmak Ötekiyle Yaşamak' adlı kitabında da belirttiği gibi; “Ahlak kuralları kendine dönük çalışır; eylemleri koordine edici güçleri, bireylerarası birbirine dönen iki etkileşim aşamasında kendini gösterir. İlk aşamada tarafların isteklerini bağlayıp belirli biçimde yönlendirerek toplumsal eylemleri doğrudan kontrol eder. İkinci aşamada, anlaşmazlık durumundaki bireylerin nasıl davranacağını belirlemekle kalmaz, aynı zamanda söz konusu anlaşmazlıklarda görüş birliği için nedenleri de hazır tutar.” Bu anlamda Lambda için ancak ve ancak kendi yarattıkları 'ahlak' kavramı üzerinden eleştiride bulunacaklardır. Fakat burada önemle durulması gereken nokta; ahlak kavramının göreceli oluşudur, ki bazı güç ilişkileri bunu tekelleştirir ve genel kanı olarak sunar; göreceli bir kavram üzerinden kişilerin veya kurumların yargılanması öncelikle yersiz, mantıksız ve sonuç getirmeyen bir davranıştır. Açılan davanın sonucunda bir kapatılma sonucu çıkacağına inanmamakla birlikte, böyle bir dava olması bile hukuk ülkesi kavramına ters düşer; zaten Türkiye bir hukuk ülkesi ise bu sadece birileri için çalışan bir mekanizmadan öte bir konumda değildir. Azınlıkların her şekilde yok sayıldığı bir sistemde ötekileştirilenler, özellikle de biz LGBTT bireyler, her zaman olduğu gibi susmayacağız; hak mücadelemize devam edeceğiz.
Aydın Öztek
26
Hala iki bacak arasında taşıdığımız bir namusumuz var ve her şeyi de buna göre değerlendiren, değerlendirmeye çalışan bir toplumuz. Savcılık hala, eşcinselliğin bir hastalık olduğu savını taşıyor kuşkusuz. Ya da sapkınlık… Bu nedenle bu sapkın insanların örgütlenebilmesi ahlaka aykırı değildir de nedir? Savcılığı böylesine saçma ve dayanağı olmayan bir nedenle Lambdaistanbul'u kapatmaya çalıştığından dolayı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
mücadelenin önemini gösteriyor Filmmor Kadın Kooperatifi Lambdaistanbul'un kapatılma girişimi, kendi yaptığı tanımlar, kendi çizdiği sınırlar içinde yer almayanı ahlaksız olarak niteleyen ve ne olursa olsun yok etmeye çalışan zihniyeti bir kez daha göstermiş oldu. Valiliğin ve savcılığın eşcinsel derneklerini hukuka ve ahlaka aykırı olarak tanımlaması, LGBT örgütlerinin mücadelesinin önemini, Anayasa ve TCK'de cinsel yönelim ayrımcılığına yer verilmesi ve diğer yasal düzenlemeler için hep birlikte çalışmaya devam etmemizin de ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.
Ebru Engindeniz Avukat, Uluslararası Af Örgütü Sayın Savcılık, eşcinsel derneği kurmayı hukuka ve ahlaka aykırı bulmuş ve dava açılmasını istemiş. Şimdi bunu isteyen Savcı, bir hukukçu; ben de bir hukukçuyum. Bu ifadeden benim anladığım: Eşcinsellik hukuka ve ahlaka aykırıdır. Oysa eşcinselliği yasaklayan hiçbir hukuk normu bulunmamaktadır. Hatta cinsiyet değiştirebilmeyi sağlayan yasa maddesi bile bulunmaktadır. Hem bir hukukçu, hem de bir insan hakları aktivisti olarak Savcının bu iddianamesi ile bir dava açılıp bu dava Lambdaistanbul aleyhine sonuçlanırsa, benim hukuka inancım bir kez daha zedelenecek. Ne ulusal yasalarımız, ne de ulusal yasa konumundaki uluslararası sözleşmeler, eşcinselliğin hukuka aykırı olduğunu söyler. Ayrıca, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve T.C. Anayasası ile güvence altına alınmış "Dernek kurma özgürlüğü" ne olacak? Ben, Hukuka tamamen aykırı bu Savcılık görüşünü "ahlaka aykırı" buluyorum.
Şanar Yurdatapan Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim Eşcinsel derneği kurmak, çağdaş hukuka hiçbir şekilde aykırı olamaz. Zira İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden başlayarak tüm uluslararası insan hakları anlaşmalarına yansımış olan "örgütlenme hakkı", gene aynı sözleşmelerin ilk maddelerini oluşturan, "insanların "dil, din, ırk, cinsiyet..." ayırımları yapılmaksızın eşit olduğu ve bu haklardan eşit olarak yararlanacağı ilkesi gereği, herkes için geçerlidir. "Ahlak"a gelince, bu hak, herhangi bir toplumdaki yaygın ahlak anlayışına aykırı olabilir. O durumda yapılması gereken şey, insanlığın yüzyıllar boyu acı ve kanlı deneyimler sonunda vardığı çağdaş anlayışı değil, köhnemiş ve insan haklarına ters düşmüş olan bu ahlak anlayışını değiştirmektir. Bu gerçeği tersinden okumak da mümkündür. Yani, "Eşcinsel derneğinin kapatılması hukuka aykırıdır". Ya AHLAK'a? Hangi ahlaka sahip olunduğuna bağlı. Eğer ahlak anlayışınız başkalarının özel yaşamına hükmetmek hakkını size veriyorsa, yanlış çağda dünyaya geldiniz demektir. Dönün Ortaçağ'a, orada yaşayın. Eğer çağdaş bir ahlak anlayışına sahipseniz, o vakit "Hayır, zararı yoktur" demeniz de yetmez. Hakları çiğnenen insanların yanında yer almanız, buna engel olmanız gerekir. Bir kişinin çiğnenen hakkı, tüm toplumun tüm haklarının çiğnenmesinin provasıdır çünkü.
Fırat Yurt İngiltere Hiçbirimiz ahlaksız değiliz ya da hukuk dışı. Özgürlüğümüzü elimizden almaya çalışmadıkları sürece örf ve adetlerle de bir problemimiz yok. Tek isteğimiz aydınlık bir gelecek. Hep birlikte desteklemeliyiz Lambdaistanbul'u; kaç kişi olduğumuz anlaşılmalı ve isteklerimizin aslında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yasal haklarımız olduğu görülmeli.
27
E-Dergi
BEaRGi Söyleşi: Umut Güner 'Beargi' fikri nasıl doğdu? Beargi için 'üzerinde uzun uzun düşünülmüş ya da planlaması yapılmış bir proje olarak ortaya çıktı' diye başlayamam. Spontan bir şekilde hayata geçen bir fikirdi, uygulaması yapılırken planlaması yapıldı ve projelendirildi. Bir dergi ihtiyacının farkındaydık ama -bizce- bu ihtiyaç Anadolu Ayıları'nın Pençe'si ya da Kaos GL gibi bir dergi ile karşılanamıyordu. Bize göre bu dergi, yüzü hayata dönük bir dergi olmalıydı; hayatın kendisinden kopmadan, hepimizin yaşadığı günlük hayata dair şeylere ağırlık vererek, arada söylemek istediklerimize, söylenmesi gerekenlere yer veren bir “yaşam tarzı” dergisi... Hayata ayı gözü ile bakacaktık ama ana akım eşcinsel tarzından da kendimizi tamamı ile soyutlamayacaktık.
28
'Beargi'de modeller kullanıyorsunuz… Beargi'de Türkiye'den modeller olması fikri, bizim Türkiye Ayıları olarak mücadelesini verdiğimiz görünürlük/bilinirlik konusundan çıktı. Site üzerinde uzun süredir kendi açık fotoğraflarımızı yayınlıyorduk ve amacımız “eşcinsel” imajının ana akım medyada yansıtıldığından, toplumun bildiğinden farklı olduğunu göstermekti. Ayılar açısından bakıldığında; karşılarında toplumun “erkek” anlayışına yüklediği tüm görsel öğeleri (hatta fazlasını) taşıyan ama “ben eşcinselim” diye bağıran birini görmelerini, sahip oldukları yargıları ve algıları sorgulamalarını, hatta değiştirmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Aynı düşünceyi dergiye de taşıdık. Eşcinsellerin aslında sıradan insanlar olduğunu, heteroseksüel insanlar ile aynı şeylere ilgi gösterdiğini, aynı duyguları yaşadığını, olaylar karşısında aynı şeyleri hissettiğini, bir farkımızın olmadığını göstermek konusunda başarılı olduğunu düşünüyoruz. Modeller ile de, “bakın, burada okuduklarınızı
'Türkiye Ayıları'nın internet üzerinden yayınladığı ve okuyucuların ücretsiz okuyabildiği bir e-dergisi var: Beargi. Ayı kültürü ve yaşamı üzerine yazıların yer aldığı dergi kendi modellerini yaratarak Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi. İlk sayısından itibaren Türkiye'den erkek modelleri sayfalarına taşıyan Beargi'nin editörü Mali'yle derginin doğuş sürecini ve modellerini konuştuk.
“Modeller ile “bakın, burada okuduklarınızı söyleyen/ düşünen/ hisseden/ yaşayan kişiler de bunlar” demek istiyoruz”
söyleyen/düşünen/hisseden/yaşayan kişiler de bunlar” demek istiyoruz. Aslında model düşüncesi ilk doğduğu zaman bir ikilemde kalmıştık. Bir yanda cinsellik konusunu beden ile dergiye taşımak ve görünürlük konusunda az önce söylediğim mesajı insanlara iletebilmek isteği, diğer yanda ise bedeni gösterirken cinselliğin çok öne çıkabileceği korkusu... Heteroseksüel birinin dergiyi gördüğünde, “aklınız fikriniz cinsellikte” demesini istemiyorduk; bu yüzden bırakın pornografiyi, erotizmden bile uzak durmaya çalıştık. Nerede ise mobilya kataloğu için çekermiş gibi fotoğraflar çektik. Ve sanırım o çizgiyi çizmeyi başardık, hatta tepki almadan ötesine de geçtik. Modelleri ve görüntülerini kullanırken kriterleriniz veya sınırlarınız var mı? Derginin modellere getirdiği sınırlar, tabii ki var. Öncelikle yaş sınırımız var, pornografik içerikten uzak duruyoruz. Önden tam çıplak vücut yayınlamıyoruz; yani ereksiyon olmamış olsa bile penis göstermiyoruz. Modelin fiziksel olarak ayı güzellik anlayışına ya da zevkine hitap edebilecek vücut yapısında olması da tercih sebebi. Dahası için: www.beargi.com ve www.ayilar.net/beargi
Peki, onlar model olmaya nasıl karar verdiler ve 'Beargi' üzerinden görünür olmak nasıl bir duyguydu?
Sedat (Istan_bull) Aslında model olmak gibi net bir düşüncem yoktu, dergi sadece bir sayı çıkmıştı. Model olmam teklif edildiğinde hiç düşünmeden, seve seve kabul ettim. Ertesi gün de bir numaralı sayı yayına geçti. Şu an o günlere göre çok daha iyi bir yerde dergi; daha da iyi olacağına, daha geniş bir okuyucu kitlesine sahip olacağına inanıyorum. Dergide görünür olmak, benim için bir değişikliğe sebep olmadı. Sadece güzel anılar ve gurur bıraktı.
Murat (Husbear) Derginin ilk çalışmaları sırasında, içinde model de olması fikrini ortaya attığımda kararsız kalmıştık. Derginin devamı gelirse model bulamayacağımızı düşünüyorduk. Zaten deneme sayısı üzerinde çalışıyor olduğumuz için ben gönüllü oldum. Başkalarının da model olmak isteyeceğinden emindim; bu yüzden dergide mutlaka model olmalı, diye ısrarlarımı sürdürdüm. Benim için bu hem kendimizi açıkça ortaya koyma, hem de medyadaki karikatür imajı değiştirmek için sitemizde de yıllardır verdiğimiz mücadelenin bir uzantısıydı. Görünürlüğü artırmak ve genel gey estetiğinin dışında da insanların çekici olabileceğini ve sanılandan daha fazla beğenildiğini göstermek adına yaptığımız işten gurur duydum. Bence dergideki modellerde ve model anlayışımızda etten/erotizmden öte şeyler var bizim için... ''Kendini olduğun gibi, korkmadan, ortaya koyabilmek'' diye ifade edebilirim bunu. Zaman içinde model olmak isteyen arkadaşları da gördükçe, dergi konusunda insanların düşüncelerini okudukça doğru bir iş yaptığımız ortaya çıktı. Kendinden emin ve cesaretli tüm Türkiyeli arkadaşları dergimize model olmaya çağırıyorum.
29
BerkZafer Türkiye'de eşcinsel görünürlüğünün sistemli bir şekilde baskılandığı dönemlerin gençleri olarak, horgörülen, topluma çarpıtılarak yansıtılan cinsel kimliklerimizi tüm doğallığıyla sunması açısından Türkiye Ayıları'nın 'Beargi' dergisini önemli bir girişim olarak görüyorum. Bu dergideki görünürlüğüm özellikle de kendisini yapayalnız ve izole edilmiş hisseden, içinde bulunduğu baskıcı dünyadan tek çıkış penceresi internet olan bireylerimize biraz olsun moral ve güç verebildiyse, bu benim için büyük bir mutluluk ve gurur kaynağıdır.
Alternatif
r e sıkça ye r le n i t e m ve rgileri ile gili haber l e i d e l s k i s ll e e r s p eriyor? Ex t v s Eşcin o r P e e y v ta zartesi e sıklık uk: d n r o veren Pa s e r 'e t e l e r si Bia.n ili habe g l i haber site e l k i ell eşcins z i n e t i iz/S Dergin Eşcinselliği haber malzemesi olarak nasıl ve ne şekillerde kullandınız? Eşcinsellik bir haberin 'sık okunm ası' için h er zaman 'iyi malze me' midir?
eri nasıl ve ney llikle ilgili görsell
e göre seçiyorsu
nuz?
Eşcinse 30
Haftada en az 3 kez bir haber Bağımsız İletişim Ağı (BİA),Ayça Örer Sitemizde gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellere ilişkin haberler, hak ihlali, eşcinsel dernek, kulüp ve dergilerin etkinlikleri, açıklamaları olduğu rutin diye tabir edilen haberlerle yer buluyor. Rutinin dışında, özel haberlere de yer veriyor. Genellikle dönemsel yoğunluğa göre gün aşırı ya da haftada en az 3 kez, bir haber yer alıyor. En ağırlıklı eşcinsel haberlerini "hak ihlalleri" konusunda hazırlıyoruz. Kabahatlar Kanunu bahanesiyle para cezası alan travesti ve transeksüeller, kapatılmak istenen Kaos GL ve Lambdaistanbul dernekleri, toplatılmak istenen ve poşete konmak istenen Kaos GL dergisi son 1 yıl içinde sitemizde yer alan haberlerdi. Eşcinselliği haberlerimizde malzeme olarak değerlendirmediğimiz için haberin sık okunmasında gerekli bir kelime olarak görmüyoruz. Eğer bir açıklamaysa ona ait bir görsel kullanıyoruz. Onun dışında ille görsel kullanmamız gereken bir durum olursa, gökkuşağı renklerinden oluşan görselleri ya da eski eylemlerden fotoğrafları kullanmayı tercih ediyoruz.
Ötekileştirmeden, ahkam kesmeden Pazartesi Pazartesi Dergisi'nde aylık haber dergiciliği yaptığımız dönem boyunca eşcinsel haberlere düzenli olarak yer verdik. Birincisi, gündemde olan eşcinsellikle ilgili gelişmeleri takip eden, heteroseksist, homofobik uygulamalara, eşcinsellere yönelik ayrımcılık ve düşmanlığa gelişen olaylar aracılığıyla muhakkak yer vermeye çalıştık. İkincisi, eşcinsellikle ilgili herhangi bir olay olmasa da kendi gündemimiz ve patriyarkayı tartışma/sorgulama çerçevesinde eşcinselleri görünür kılmaya, travesti, transeksüel, lezbiyen ve geylerle fikirsel düzeyde tartışmalar yapmaya çalıştık. Önem verdiğimiz bir diğer konu, dergide eşcinsellerin yazılarının olması için çaba harcamak oldu. Aylık haber dergisini artık çıkartmadığımız son bir yılda da dosya konular halinde hazırladığımız dergide her sayıda eşcinsellerin de dosya konusu (aşk, cinsellik, beden, emek vs) içeriğiyle bağlı olarak yazılarına yer verdik. Yeni yeni güncellemeye çalıştığımız web sitemizde de eşcinsel içerikli haber ve yazılara yer veriyoruz.
Eşcinsellerin yaşadığı ayrımcılık, görünmez kılınma ve uğradıkları şiddeti eşcinsellerin kendi dillerinden yansıtmaya çalıştık. Eşcinseller adına ve eşcinselleri ötekileştiren bir haber dili, eşcinsellerin adına ahkam kesen bir üslup kullanmamaya çalıştık. Eşcinsellerin mücadelesine ve eşcinselliğe yer verirken kendimize yabancılaştıran, eşcinselleri nesneleştiren, eşcinselleri sansasyon malzemesi yapan bir habercilik yapmadık. Bu anlamda büyük basında eşcinselliğin var ediliş biçimine de bir eleştiri noktası olmayı hedefledik. Eşcinsellerin kurtuluşunun kadınların kurtuluşuyla olan bağını vurgulayacak, ortak mücadelemizin ortak bir özgürlük arayışımızın nedeni olduğu bilinciyle patriyarkaya karşı birlikte neler yapacağımıza dair vurgularımızı eşcinsellikle ilgili bütün röportaj ve yazılarımızda yapmaya çalıştık. Feminist bir dergi için genel anlamda bunu söylemek zor. Ancak, bütün toplumda ve hatta eşcinsellerde bile olan ve hepimizin içine sindirilmiş, yedirilmiş olan homofobi ve heteroseksist anlayıştan bizler de muaf olmadığımız için eşcinsellikle ilgili her haberin ayrı bir dikkat çekiciliği olduğunu söylemek mümkün. Büyük basında ya da muhalif basında veyahut da feminist bir dergide eşcinsellikle ilgili yazıların okunmadan geçileceğini düşünmüyorum. Bir şekilde herkeste eşcinsellerle ilgili bir merak var. Bu merak herkesin kendi cinsel yönelimini sorgulama ve yaşamasıyla da bağlantılanınca eşcinsellikle ilgili yazıları ilginç kılıyor. Ama burada önemli olan yapılan haberin ya da yazılan yazının içeriğinin nasıl kurgulandığı. Merak ya da önyargıyla da olsa yapılan haberlerin içeriğinin kafalardaki homofobiyi sorgulatabileceğini, heteroseksizme darbe vurdurabileceğini de gözden kaçırmamak gerekir. Görselleri öncelikle konuya göre seçmeye özen gösterdik. Bu seçimi yaparken haberin “konusu” olanların ne düşündüğünü ve hissettiğini önemsedik. Yani travestilerle ilgili bir haber yaparken o haberi okuyacak insanların kafalarındaki önyargıları yıkacak nitelikte görseller seçmek; eşcinselleri kendilerinden çok uzak gören, eşcinselliğin varlığını kabul etmeyenlere eşcinsellerin heteroseksüellerden bir farkları olmadığını görsel seçimiyle de göstermek önemliydi çünkü. Cinsel yönelimi nedeniyle bir insanı kendinden farklı görmenin hem saçma hem de ne kadar ideolojik bir mesele olduğunu yazının içeriği ve görsel malzemenin tamamlayıcılığıyla göstermeye çalıştık. Röportajlarda da yazılarımızda da eşcinselliği malzeme olarak göstermemek ve “teşhir” etme mantığı gütmeyerek, eşcinsel arkadaşlarımızı zorda bırakmayacak bir biçimde görsel seçmeye çalıştık.
Haber malzemesi olarak bakmıyoruz PostExpress Express aylık bir dergi olduğu için, haberden çok yorum ağırlıklı. Ancak, bize ulaşan ve bizim ulaştığımız her haber niteliği taşıyabilecek durumu, sorunu aktarmaya çalışıyoruz.
Hiçbir konuya haber malzemesi olarak bakmıyoruz. Herhangi bir "malzeme" ve "satış" ilişkisi bizim anlayışımızın dışındadır.
Eşcinsellikle ilgili görselleri de diğer her konudaki en temel prensiplere göre seçiyoruz. Yani haber/konu fotoğrafı ve söyleşi ise söyleşi yapılan kişinin/kişilerin fotoğrafı...
31
Renkli kutu
Renkli hayatlar Sürmelican
Geçtiğimiz aylarda ünlü bir erkek şovmenimizin doğum günü kutlandı. Her zamanki gibi magazin basını beyimizin kapısında nöbetteydi. Yalnız, beklenen adam bir türlü gelmeyince bütün ekip sinirlenmeye başladı. En sonunda muhterem abisi şovmenimizin bir arkadaşıyla çıkacağı için gecikeceğini söyledi. Zıpçıktı muhabirlerden biri kıvamını tutturan laçkalıkla 'arkadaş hanım mı' diye sordu. Yakını bildiğimiz abisinin verdiği cevap bir o kadar ilginçti: 'Yok, dönme'. Muziplik denen ayağa düşmüş ucuzluğu hazmettiğimiz yetmiyormuş gibi şöhretlerin ağzına sakız oluşumuz, çok değil bundan birkaç sene önce tescilli mankenlerimizden biri hakkında başka bir meslektaşının 'travestiye benziyor' açıklamasıyla yine gündeme gelmişti. Göründüğü gibi referans noktası transfobi olan örnekler bitmek bilmiyor. Özellikle bu gibi örneklerin sadece aksedilenler olduğu düşünülünce.
32
Bunun bir örneğini geçenlerde yaşadım. Her sabah olduğu gibi güne klasik yoga hareketlerini pozisyon alarak başlıyor, Güneş'i selamlayarak sonlandırıyordum. Annem ani bir atakla “Caaaaan!” diye bağırdı. Ben her zamanki gibi gene ne yaptım diye hayıflanırken cevap suratıma tokat gibi patladı: “Bülent Ersoy evleniyormuş!” Bülent Hanım her zamanki gibi yapacağını yapmış ve gündeme oturmuştu. Sayın Ersoy latent jüri üyesi Armağan Çağlayan'la ucuz şakalaşmalarına ara vermiş olacak ki soluğu nikâh salonunda almış. Açıkçası kendilerinin mürvetini görmekten kıvanç duyarım. Her şey bir yana prim uğruna karizmayı çizdiren Bülent Hanım'ın en son İbrahim Tatlısesle girdiği polemik içler acısı. Kadına her defasında diyet gibi ödetilen erkeklik miadı öyle bir noktaya geldi ki hanımefendiye tezat düşenleri bile ayağa kaldırdı. Eee! Etme bulma dünyası dedikleri bu olsa gerek. Aynı polemiğin döndüğü başka bir programda Bülent Hanım sessizliğini bozmuş ve eşcinsel görünümlü birinin yarışma elemelerinden geçememesine içerlemişti. Bunun üzerine isyan bayrağını açmış ve kimsenin bayraktarlığını yapmadığını ama bir hak ihlali olduğunun üzerine basmıştı. Demek ki politika sadece kaybedenlerin değil kazananların da yararınaymış. Elbette bunlara bir Hülya Avşar cevabı eksik edilmeyecektir. Kendisinin kızına ilişkin cinsel yönelim endişeleri hala kulaklarımızı tırmalamakta çünkü. Aynı aymazlığı magazinin sabah eşrafının ikili sohbetlerinde görüyoruz. Biri kendinden menkul gizli trans diğeri barbi imitasyonu iki kadın sunucu bayağılık üzerinden kalite arşınlıyor. Öyle ki her yolun mubah sayıldığı ama ahlak bekçiliğine geldi mi siper edilen gövdelerin hiza tuttuğu beyaz cam, kara yazgılar üretiyor. Bitmeyen kadın çilelerinden aforoz edilen eşcinsel şarkıcılara değin sürüp giden sancılı bekleyişler Seda ablanın imdada yetişmesiyle sonlanıyor. Her defasında “aile” diye tepinen ablamız bir vakit “erkek görünümlü kadın bir taksi şoförünü” çıkarmış, herkese onun gerçek bir kadın olduğun ikna etmeye çalışmıştı. Tüm bunlar olurken sıkı bir öğle arasından sonra Esra Ceyhanla rezilliğin a'dan z'si çıkarılıyor. Hafta içi hızını alamayanlarsa Cuma gecelerinin kara prensi Beyaz, Cumartesilerinin kâbusu Okan'la Sadevari ilişkilere giriyor. İbnelerle alay etmenin kolaya kaçan en adi güldürü işi olduğunu bilen ülkemiz şovmenlerine kaç Ellen DeGeneres köteği gerek onu da size bırakıyorum. Bazılarınınsa suyu çoktan kaynamış olacak ki askerlik maceralarını anlatırken “sivil hayatta bile bu kadar erkekle yatmadım” esprilerini hangi Telekom bayisine melodi niyetine hayranlarına dinleteceklerini şaşırıyor. İbnelik bu kadar prim yapıyorsa ara ara serpiştirilen sivri dilli gey sosu bu sektörün olmazsa olmazı oluyor. Altın Kızlar diye tabir edilen Arto-Aydın-Fatih üçlüsü tv sibobu olarak görevlerini yerine getirirken dans yarışmalarının zennesi Seyfi Bey ünlü bir dansöze “dönmeye benziyorsun” diyerek olaya son noktayı koyuyor. Sadece görünürlük değil taklidin bile tehdit algılandığı bir dönemde güzide oyuncularımızın “marjinal” diye tarif edilen rollere burun kıvırması kaçınılmazdı. Dünün şarkıcısı bugünün dizi oyuncusunun es kaza efemine bir tipi canlandırmasından dolayı aldığı tepkiye verdiği “esaslı bir tecavüz sahnesi çekmek istiyorum” yanıtına ise pes doğrusu! Hiç şüphesiz bunlara verilecek bir Oray Eğin ağzı mutlaka var ama eleştiri noktasında çıtayı fazla aşağı çekmemek lazım. Kaldı ki donları indirilen engellilerden dakika hesabıyla reyting diye harcanan hayatlar nefret ülküsü üzerine inşa ediliyor. İşlerine geldi mi Diva gelmedi mi danalaşan ikonlar yerle bir edilirken peki, bize ne kalıyor dersini? FM bandında fululaşan bir “terzi yamağı!”
“ben” yokum! uzunca bir süre içine doğduğum kültür tarafından biçimlendirilmiş bir varlık olarak yaşadım. ama “ben” ortalarda yoktum; bir “görünmez kadın”, içimde yaşıyordum. “ben” olarak yaşamaya karar verdiğimde; cinsiyet kimliğimi düzelttiğimde, yokluğun bir başka boyutuyla tanıştım: kültürün beni biçimlendirirken kullandığı kalıpların dışında düşünmenin, yaşamanın, var olmanın getirdiği yokluk... artık “ben” vardım ama içine doğduğum kültür için “yoktum”. en yakın çemberimden en dış çemberime görülmek istenmeyen oldum. annemle başlamıştı ilkin. “oğlumu öldürdün” demişti. onun için artık ben yoktum. sonra ki mi dostl arı m, işyerimdeki kimi insanlar, oturduğum apartmandaki, mahalledeki insanlar derken çember giderek genişledi. “varlığımı” görmezden gelmenin, kendilerinin kültürle bağlantıları açısından en hayırlısı olduğuna karar vermişlerdi. sonra, gazete okurken, tv izlerken ya da radyo dinlerken de “yok olduğumu” gördüm. çemberin en dış halkası olan, “kültürün dış sesi”: medyada varlığım yalnızca “insanın köpeği ısırması”ydı. artık yalnızca bir “sansasyon nesnesi”ydim. tuhaf, ilginç, olağandışı durum haberlerinin “anormal” öznesi... evinde öldürülen bir travestinin ölümü, öldürülmesi değil; cinayeti aydınlatacak ipuçlarını bulmaya gelen araştırma ekibinin evde bulduğu para miktarı manşet oluyordu örneğin. bir garip konjonktüre göre değişiyordu medyadaki varlığım: çoğu zaman “rezalet” ve “şiddet”tim. “rezalet” ve “travesti terörü” en sık gördüğüm manşetlerdi. belli ki medyamızın manşet bulmadaki yaratıcılığı bizimle ilgili haberlerde tıkanıyordu. seks işçisi travesti-transeksüellerin “çark” görüntüleri, haberleri hep “rezalet”; herhangi bir kuruma, olaya ya da gördükleri şiddete topluca karşı koyuşları isyanları hep “travesti terörü” manşeti altında yer alıyordu. çarkta polisten kaçmak için caddenin karşısına geçmeye çalışırken bir arabanın altında kalan arkadaşlarını kan revan içinde hastaneye götürdüklerinde, hastane personelinin yaralının travesti olduğunu öğrenince acil müdahalede isteksiz davranmalarına isyan edip, öfkeyle bağırıp çağırmaları, ertesi gün gazetelerde “travesti terörü” manşeti altında çıkıyordu örneğin.
bir de “temizlik” haberleri var. bahar temizliği, yaz temizliği, kış temizliği vs. bu haberler, nedense! medyada genellikle “rezalet” haberlerinden birkaç gün sonra yer alan, polisin travesti-transeksüel seks işçilerine yönelik toplu operasyonlarına dair haberler... görüntülerde zorla minibüslere doldurulup bir yerlere götürülen, kaçışan, ağlayan, isyan eden, güzel - çirkin, kalın sesli kadınlar var. medya bu operasyonlara özellikle davet ediliyor belli ki. toplumumuzu “bu acaip yaratıklardan!” korumak için nasıl canla başla çalıştığımızı “gösterin” deniyor sanki. aynı şey “balyoz” operasyonlarında da oluyor. bir sürü kamera önünde belinde silah, elinde balyoz, sivil
Serap Akçura
giyimli kişiler kapıları kırmaya çalışıyor. kapı altlarından biber gazları sıkılıyor direnişi kırmak için. sonunda fuhuş yapıldığı şüphesi! ile evlere girilip, sağlık bakanlığının cinsel sağlık projeleri çerçevesinde ücretsiz dağıttığı prezervatifler “suç delili!” olarak değerlendirilip evler mühürleniyor. görüntüler çantalarına aceleyle özel eşyalarını, giysilerini tıkmaya çalışan, elinde çantaları yaşadığı evi terk etmek zorunda kalan eşofmanlı kadınlarla bitiyor. operasyon tamamlanmıştır; spiker toplumumuz genel ahlakı açısından asayişin b e r k e m a l o l d u ğ u n u müjdelemektedir. buna karşılık son zamanlarda travesti-transseksüellere yönelik ankara eryaman'daki ve bursa'daki toplu linç girişimlerinin, örgütlenme çalışmalarının ve kurdukları derneklerin çeşitli olayları duyurmak için yaptıkları basın açıklamalarının, akşam saatlerinde karakol önünden geçme yasaklarının, geçince tekme tokat dövülmelerinin, sokaklarda caddelerde, görüldükleri yerde “kabahat suçu” işledikleri, “teşhircilik” yaptıkları ya da “trafiği engelledikleri” gerekçesiyle yedikleri yıldırma amaçlı, haksız para cezalarının medyada hiç yer almaması da dikkatimden kaçmıyordu. bu haberlerin haber değeri mi yoktu, durum bu kez “köpeğin insanı ısırması” mıydı? “hımm! bunlar iyice azıttılar, örgütlenmeye filan da başladılar, şimdi bunları gören, henüz kültürün toplumsal cinsiyet baskısından kurtulamayan başkaları da cesaretlenir; pıtrak gibi oradan buradan çıkmaya başlarlarsa, çoğalırlarsa nice olur bizim türk aile yapımızın, genel ahlakımızın halleri?” durumu mu? son zamanlarda yaşanan kimi sansür örnekleri cnntürk'teki eşcinsel kadın ve erkeklere dair bir programın aniden yayından kaldırılması ve böylece programın 2. bölümünün yayınlanmaması - bazı soru işaretleri de uyandırmıyor değil. rtük uyarısı mı? tüm bunların yanısıra dikkatimi çeken bir başka nokta da medyanın cinsellik, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gibi kavramlara ilişkin cehaleti. konunun uzmanlarıyla yapılmış birkaç iyi niyetli araştırma-yazı dizisi dışında medya hala travesti-transeksüel (transgender) cinsiyet kimliklerine sahip insanları “kadın kılığına girip fuhuş yapan erkekler” sanıyor. eh! içinde yaşadığımız kültürün bu konulardaki cehaleti; medyasında da elbet böyle vücut bulacak. nereye kadar? oraya kadar ben hep sadece rezaletli, şiddetli adliye haberlerinin “anormal” öznesi, “insanın köpeği ısırması” haberlerinin sansasyon nesnesi olacağım. bakın: “ben” yokum!
33
Sözlük türkiyeli eşcinsellerin sözlüğü:
34
internette açılan sözlülerin tarihi 8 yıla öncesine dayanıyor. ekşisözlük ile başlayan serüven, bugün sayısız sözlükle sürmekte. ancak her alanda olduğu gibi sanal alemde de homofobi ve transfobi nedeniyle lgbtt bireylerinin söz üretmeleri ya da meramlarını aktarabilecekleri mecralar yaratmaları ciddi sansürle ya da homofobik/transfobik yaklaşımlarla bir şekilde engellendi. heteroseksüel erkek dilinin hakim olduğu, cinsiyetçi, ayrımcı ifadelere yer veren sözlüklerde kendilerine yer bulamayan, bulsalar dahi bu alanlarda kendilerini mutlu hissetmeyen eşcinsellere güzel haber ise 2007 şubat'ında geldi. www.homoloji.com adlı sözlük sadece lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüel katılımcılara ve onların dostlarına açık bir sözlük olarak faaliyete başladığında ciddi bir boşluk da yavaş yavaş dolmaya başladı. 'gey dokunuşlarla' zenginleştirdiği sitede adminlerin adı yüce sezen, moderatörlerin adları ise ajdamod. kullanıcılara da homolog deniyor ancak homolog olmadan önce bir süre kezban olarak yazmak durumundasınız. anlayacağınız belli bir hiyerarşik yapılanma söz konusu. ancak bu hemen aklınıza sansür durumu gelmesin. işte biz de bu sayıda lgbt medyasının en önemli alanlarından biri haline gelen ve 800'ü aşkın kullanıcısıyla bir anda oldukça zengin bir içeriğe sahip olan homoloji.com'un yüce sezenlerinden tesla ve gözde homologlarından mare nostrum, the owl, savsaksus, aykanella vonlubun, olsundu ve verderveremem ile konuştuk. Söyleşi: Bawer Çakır
homoloji jargonu zenginleştiriyor. daha da alt kültür olmuyoruz, alt olan daha yaygınlaşıyor ve dil ortaklaşıyor. bu da daha fazla insana ulaşmamızı sağlıyor. daha fazla insana aynı dil üzerinden ulaşmak duygudaşlık ve dayanışma hislerini güçlendiriyor.
nereden çıktı bu homoloji ve nereye geldi sence? tesla: ekşisözlük ilk açıldığından bu yana 8 sene geçti. başlattığı modanın ardından bir çok sözlük oluşumu ile tanıştı internet kullanıcıları. fakat 2007 şubat'ında bir sözlük açıldı ki hem adıyla hem de tutumuyla hepsinden farklıydı. o yüzden klon değil, orijinaldi. homoloji'yi açarken öyle heyecanlıydık ki bu kadar büyüyeceğini, lgbtt'nin bir rahat nefes alıp dilediklerini bu kadar özgürce yazabileceklerini, hatta cinsel yönelim ayrımcılığına karşı bu kadar dimdik bir tablo çizeceklerini hayal edemedik. fakat şu an görüyoruz ki sonuç, hayallerimizi bile geçti. sen de belirttin, homoloji'nin belli bir argümanı ve çeşitli kriterleri var. bu kriterler kullanıcılar için daraltıcı bir his yarattı mı? tesla: bir argümana sahip olmak her ne kadar kullanıcı kitlesini daralttığı iddia edilse de, bir amaca hizmet etmesi yönüyle de son derece değerliydi. zira tek derdimiz toplumdaki her türlü ayrımcılığa karşı bir ses oluşturmak, yükselecek bu sesin aracısı olmaktı. sanırım sözlüğümüz bu işlevi yerine getirmeye başladı ki onur haftası etkinliklerini ve katılımcıların pride sonundaki izlenimlerini herkesle paylaşabilmesi yönüyle de etkili oldu. zaten lgbtt hareketinde bir kalabalık olmak cesaretin asıl kaynağıysa eğer, homoloji de bu cesarete iyi bir kitle oluşturdu.
sözlük kullanıcılarının sadece eşcinsellik hakkında mı tanımlar yazması gerekli, yoksa hayata dair her şey sözlüğe tanım olarak girilebiliyor mu? tesla: tabi ki yalnızca lgbtt hareketi değil, diğer tüm gündelik gelişmelerde de homologlar kendi gözleriyle görüp algıladıklarını rahatça kaleme alabildiler sözlükte. çünkü dikkat edilirse çok rahat görülebilir ki internetteki tüm sözlüklerdeki baskın bakış açısı tek bir süzgeçten geçmektedir. başka bir fikre, daha doğrusu toplumun ve onu şekillendiren resmi ideoloji dışındaki seslere hem yazarlar, hem de moderasyonlar kapalıdır. zira bir tehlikedir, farklılık. homoloji'de ise farklılık, amacın kendisidir. meydana gelen her türlü olayın biz lgbtt bireyleri tarafından nasıl yorumlandığı ya da toplumsal olayların bizi nasıl etkilediği konusunda fikir içeren türkiye'deki tek adrestir. sence homoloji'nin eşcinsel hareketine katkıları neler? verderveremem: daha önce lgbtt örgütlerine gitmemiş ya da bu örgütler hakkında önyargılara sahip kişilerin, sözlükte yazılanlar ve sözlükteki aktivistler sayesinde, hareketle ilgili bilgi alıyor, önyargılarını sorgulama şansı yakalıyor. çünkü homoloji'de lgbtt hareketine çok pozitif bakılıyor, hareketin deneyimleri olduğu gibi. örneğin onur haftası etkinlikleri ve yürüyüşü hakkında sözlükte yazılanlar, birçok kişin etkinlikleri bu kanaldan öğrenmesine ve etkinliklere katılmasına katkıda bulundu. peki lgbtt kültürüne katkısı? aykanella vonlubun: jargonu zenginleştiriyor. daha da alt kültür olmuyoruz, alt olan daha yaygınlaşıyor ve dil ortaklaşıyor. bu da daha fazla insana ulaşmamızı sağlıyor. daha fazla insana aynı dil üzerinden ulaşmak duygudaşlık ve dayanışma hislerini güçlendiriyor. asla bir tektipleşme kastetmiyorum. keza aynı sözcükleri seçebilme hürriyetinin yarattığı duygudaşlık birçok noktada kendinin farkında olan bireyler yaratacaktır. ait olduğu topluluğun konuştuğu dil ile arasındaki ilişkiyi sürekli tarif eden birey ne körkütük o gruba dahil olacaktır, ne de o grubu yabansılayıp dışta kalmayı yeğleyecektir. bir dil deneyi diyelim kısaca. olsundu: Homoloji lgbt bireyleri bir araya getirip onların iletişim içinde olmalarını hedefleyen bir sözlük formatı olarak düşünülüp hayata geçirildi. Zamanla hızla gelişip büyümesiyle, sadece bilinen sözlük formatına sahip olmanın ötesinde, bir tür iletişim platformu haline geldi. lgbt bireyler sadece yeni bilgileri edinip kendi fikirlerini yazmakla kalmadılar, aynı zamanda haberleri, gündemi ve eşcinseller için önem taşıyan pek çok konuyu burada paylaşır ve öğrenir oldular. dahası, öğrenmenin dışında, gelişen yeni olaylar ya da haberler karşında ortak tavır alıp irade gösterir hale geldiler. homologların zaman içinde birbirleriyle tanışıp dostluk kurmaları sonucunda bu iletişim ağı haber ajansları kadar hızlı işler hale geldi. bir gece polis baskınına uğrayan eşcinsel barıyla ilgili haberler birkaç dakika sonra homoloji manşetlerinde kendine yer bulabilir durumdaydı artık. bununla ilgili ortak bir reaksiyon oluşabiliyordu. buna benzer örnekler homoloji manşetlerinde sıklıkla görülebilmektedir. bu benim için, homolojinin bir sanal sözlük ya da eğlence portalı olmanın ötesinde çevrimiçi bir işbirliği ağı ya da bir tür çevrimiçi dergi özelliği kazanmasına neden oldu. internete ulaşılabilirliğin kolaylığı düşünüldüğünde, misal lambda'ya gelemeyen ya da kaos gl okuyamayan biri için sözlük daha da anlam kazanıyor değil mi? ayrıca, içerik göz önüne alındığında, homoloji ne gibi farklar vaadediyor sence? olsundu: eşcinsel içerikli mevcut dergiler, toplumsal ya da yasal dayatmalar ve mali sebepler yüzünden tüm eşcinsel bireylere ulaşamazken, homoloji adeta bu yayınlara destek olacak şekilde çevrimiçi olarak herkesin kullanımına ve ulaşımına açık bir platform yarattı. hâlihazırda faaliyet gösteren eşcinsel içerikli pek çok internet sitesi partner arama ya da eğlence amacı güderken, homolojinin, gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transseksüelleri hep birlikte
kucaklaması ve bu sayede politik bir görüş sergilemesi, en önemli kazanımlarından biri oldu. Birçok kişi, eşcinsel hareketinin detaylarını homolojiden, homolojinin değerli homologlarından öğrenerek bu sürece dâhil oldu. dolayısıyla homoloji, tüm lgbtt bireyler için hızlı, eğlenceli ve politik bir sosyal ortam oluşturdu. ayrıca, ayrımcılığa karşı birlikte harekete geçme güdüsünü destekledi. bu yönleriyle, homoloji, eşcinsel hareketi içerisinde uzun soluklu bir rol üstleneceğe benziyor. en azından ben böyle olmasını diliyorum. sözlüğe hangi sıklıkta giriyorsun? ve hangi konulara tanımlar yazıyorsun? savsaksus: cinsiyetçi ve ırkçı olmayan, bir de şarkı sözü olmayan bütün manşetler ilgimi çekiyor. tanım yazma konusunda da belli bir tercihim yok. ama bazen biraz politik davranıp homoloji'de eksik işlendiğini düşündüğüm konulara ağırlık verebiliyorum. örneğin feminist olmadığım halde, feminizm hakkında bilgiler içeren tanımlar giriyorum. sözlükte sevdiğin ya da sana ilginç gelen noktalar neler? savsaksus: homoloji'deki fikir çeşitliliğini seviyorum açıkçası. ama bazı konular hakkında daha fazla tartışmamız gerektiğini farkediyorum. çünkü bazen yoğun bir önyargıyla karışık bilgisizlik, bazen de saf bir "ötekileştirme" ihtiyacı hissediliyor girilen tanımlarda, atılan manşetlerde. bunun yanısıra, erkek cinselliğini ilgilendiren konulara tanım yazan kadınların, kadın cinselliğini ilgilendiren konulara tanım yazan erkeklerden daha fazla olması da ayrıca ilginçtir. kişinin kendisinden farklı olanı anlamaya çalışmak yerine onu mahkum etmesi (ve belli durumlarda bu mahkumiyeti psikiyatrik-psikolojik ya da biyolojik terimler kullanarak meşrulaştırması), aslında homofobik dünyanın bizlere yaptığının aynısını bizim de başkalarına yapmamızdır. homoloji'de sevindirici bir diğer şey de, bir çok yazarın bu gerçekliğin farkında olması ve bu doğrultuda tanımlar girmesidir. eşcinsellere yönelik bir sözlükte(ya da alanda) bir heteroseksüel olarak var olmak neler hissettiriyor sana ya da neler kazandırıyor? the owl: insan ilişkilerinin eşcinsel ya da heteroseksüel diye ayrı ayrı kategorilere sokulamayacağını, aslında deneyimlerin birbirine ne kadar benzediğini görüyorum. aşk, her alt grupta aşk. terk edilmişlik, özlem, arzu, tutku her grupta ayni. insan olarak hepimizin birbirimize ne kadar benzediğimizi görüyorum ve heteroseksüel ya da eşcinsel gibi tanımsal ayrılıkların normatif ayrımcılığa dönüşmesinin toplumun kapalılığından ve önyargısından kaynaklandığının bir kez daha farkına varıyorum. bir de çok gülüyorum, çok ağlıyorum. bir homolog girdiği tanımlar madilendiğinde ya da şugarlandığında neler hissediyor? mare nostrum: şugarlandığında genel bir durumu dile getirmenin ya da genel bir duyguya dokunmanın hazzını yaşıyorum. madilendiğinde ise 'beş parmağın beşi bir değil ama bu yazdığım bence doğru' diyorum. madilenmek farklılıklarımızı gösteriyor. eşcinseller diye bir genellemenin olmadığının kanıtı bir anlamda. hele bir de bir tanımın bir homolog tarafından şugarlanıp diğer homolog tarafından madilendiğinde; bunu daha net olarak görüyorum. artık bitirelim. ne eklemek istersiniz, hayaller, gelecekteki hedefler ya da umutlar? tesla: biz bu kadar kalabalıkken, ve tabi ki en önemlisi sayımızın bilincindeyken gitgide daha yaşanılır olacaktır bu ülke... çünkü yazılan her kelime tek bir hedefi işaret ediyor: 'susma haykır, eşcinseller vardır!'
35
Okul
Eşcinsel öğrenciler, toplumsal ahlakımız ve ODTÜ kriterleri Kumru Toktamış
36
Önce internette dolaşan bir öğrenci metninde gördüm, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörü Ural Akbulut'un “eşcinsellik toplumsal ahlakımıza uymaz” demiş olduğunu. Okulunun tarihinden gurur duyduğu kadar bugününden de gurur duymak isteyen bir ODTÜ mezunu olarak gözlerime inanamadım. Daha sonra, 6 Nisan 2007 tarihli Hürriyet gazetesinde Rektörün, “Böyle bir şey bizim kriterlerimize uymaz. İzin vereceğimizi zannetmiyorum. Çünkü kulüplerin topluma yararlı aktiviteler olmasına dikkat ediyoruz. Her türlü kulüp kurulmuyor” diye demeç verdiğini okudum.
Öğrencilerinin onda birinin eşcinsel olabileceği bir kurulun tepesinde oturan bir şahıs bu cümleyi sarf edebildiğinde, bunun öğrenci ve eğitimci kitlesinde açacağı yaraları düşünmek dahi istemiyorum. Bu yaralara neden olabilecek sözleri sarf etmiş olan rektör, görevlerini hakkıyla yerine getirmiyor demektir.
Gazetede sorulan soru varsayımsal, bu yazı ise kişisel tepkim olduğu için diğer üniversitelerin rektörlerinden çok, mezunu olduğum ve Türkiye'deki yasakçılığın kalkması ve özgürlükler ortamının gelişmesine geçmişinde her zaman sahip çıkmış ODTÜ'nün bugünkü yönetimini temsil eden rektörünün söyledikleri benim için çok önemli. 21. yy'da, Ankara'nın göbeğinde, aydın yurttaş yetiştirmekle yükümlü, topluma önderlik etmiş bir tarihi olan kurumun başındaki insanın böyle bir demeç vermiş olmasını şiddetle kınıyor, mezun olduğum okulun en yüksek mevkisinde oturan kişinin aydın bir eğitimci olarak utanç duyması gerektiğini düşünüyorum.
Bir üniversite her şeyden önce öğrencileri için vardır. Eğer bilimsel tahminler doğru ve her 10 kişiden biri eşcinsel eğilimler ve arzular içinde ise, 18 yaşına gelene kadar "toplumsal ahlakımız" icabında büyük acılar ve sıkıntılar çekerek büyümüş pek çok evladımızın olması gerekir güzelim ODTÜ kampüsünde. Bu çocuklar, o hala rüyalarıma giren cümle kapısından içeri girdiklerinde, kendilerini avam seviyenin çok üstünde bir aydın ortamda bulmalı, kucaklanmalı ve toplumumuzu, dünyamızı ve değerlerimizi daha ileriye götürmek üzere hazırlanmalıdırlar. Ayrım gözetmeksizin bütün gençlere eşit gelişme ortamı sağlamakla yükümlü olan rektör, eşcinsel öğrencilerin saklanması, ortaya çıkmaması gereken yaratıklar olduklarını
düşünüyorsa, görevlerini yerine getiremiyor demektir.
hakkıyla
Bir üniversite, hele hele ODTÜ, bir toplumun aynası veya kitle kuyrukçusu değil, öncüsüdür. Benim tanıdığım ODTÜ, bilgiye, bilime ve akla ulaşmaya çalışmasının yanı sıra, (1982'nin karanlık günlerinde dahi) ezik, mağdur, aykırı, eleştiren öğrencisine kucak açan bir kurum olmaya özen göstermesi ile benim ODTÜ'mdür. Öğrencilerinin onda birinin eşcinsel olabileceği bir kurulun tepesinde oturan bir şahıs bu cümleyi sarf edebildiğinde, bunun öğrenci ve eğitimci kitlesinde açacağı yaraları düşünmek dahi istemiyorum. Bu yaralara neden olabilecek sözleri sarf etmiş olan rektör, görevlerini hakkıyla yerine getirmiyor demektir.
Anladığım kadarı ile (ki yanılıyor da olabilirim) 'ahlak' kavramının ne kadar muğlak olduğunu mutlaka iyi bilen Rektör Akbulut, “toplumsal ahlakımız” dememiş, “kriterlerimiz” ifadesini kullanmıştır. Bu noktada söz konusu kriterlerin neler olduğunu dehşetle merak ettiğimi açıkça söylemem g e r e k i yo r. M a l u m b e n , s a t ra n ç topluluğunun kurulmasına dahi şüphe ile bakılan 12 Eylül döneminde öğrencilik yaptığım için, afaki kurallar ve kararlarla öğrencilere ne sıkıntılar çektirilebileceğinin izlerini hala benliğinde taşıyan bir kuşağın ferdiyim. Rektörün sözünü ettiği kriterler okulun topluluk kurma kuralları mıdır yoksa Akbulut'un kendi değer yargıları mıdır? Kriterler ifadesi bu şekilde hala bir muallaklık içeriyor olsa bile, açık ki eşcinseller “uymuyorlar”. Bu “uymuyor” ifadesi ise açık bir ayrımcılıktır. Benim korkum, rektör “uymaz” diye demeç verirse, kitledeki kendini bilmez saldırgan bir homofobik ne yapar?
Üstelik belli ki bir eşcinsel topluluğu (biz ODTÜ'lüler 'kulüp' değil 'topluluk' deriz), topluma yararlı bir faaliyet olarak görülmüyor. İşte bu noktada, bir eğitimci olarak ODTÜ rektöründen çok farklı düşündüğümü dile getirmek zorundayım. Üniversitelerdeki eşcinsel kulübü ve toplulukları daha çok birer 'dayanışma derneği' fonksiyonunu yerine
getirirler. O güne kadar kendini eksik, kusurlu, arazlı görmeye itilmiş gençlerin bireyselliklerine ve var oluşlarına verilen onay, dolayısıyla zaten bir parçası oldukları toplumun, meşru ve saygın birer üyesi olabileceklerini gösterir. Biz eğitimcilerin görevi, gençlere kendine güvenen yurttaş olabilecekleri ortamlar açmaktır. Bu anlamda, eşcinsel gençlerin topluma kazandırılması açısından böyle bir dayanışma topluluğun son derece faydalı olacağı açıktır. Bunun dışında okulda bir eşcinsel topluluğunun bulunmasının, bütün diğer öğrencilerin dünyaları için de özgürleştirici bir katkısı olacaktır. ODTÜ gibi, toplumsal hayatımızın pek çok sınıf ve katmanlarından gençleri bir araya getirebilmeyi hala başaran bir üniversitede genç insanlar, öğretim görevlileri ve tüm hizmetliler bu yolla, pek çok küflenmiş hurafe, eksik bilgi, zorlama değer yargısını sorgulama fırsatı edinecekler, sadece kendileri ve sıra arkadaşları ile barışmakla kalmayacak, daha aydın ve daha hoşgörülü yurttaşlar olarak topluma karışacaklardır. Bu durumun toplumsal gelişimimiz, demokrasi anlayışımız, çoksesliğimiz ve hoşgörü ortamımıza katkısının küçümsenmeyecek bir rolü olacaktır. Eşcinsellerle ilgili olarak tasavvur dünyamızı pençesi altına almış olan pek çok hurafenin yıkılmasında ODTÜ'nun öncülük edebiliyor olmasını isterdim. Eşcinsel vatandaşların kendilerini ayıp, kirli, pis, yanlış hissetmelerinin ve kendini eşcinsel saymayanların da eşcinselliğe bilim ve akıl dışı yargılar ve bir korku perdesinin arkasından bakıyor olmalarının topluma ne gibi faydası olabileceğini hiçbir zaman anlamış değilim. Zararı ise, kafası kızan her yurttaşımızın dilinden düşmeyen küfürlerden başlayarak hayatımızdaki etkilerini görmemek mümkün değil. ODTÜ, bu cehalet ve hoşgörüsüzlük çemberinin kırılabildiği bir yer olabilirse, yeniden bir aydın yuvası haline geleceği gibi, toplumumuza eskiden olduğundan çok daha yararlı bir kurum olabilecektir. Öte yandan Kaos GL'de bildirildiği kadarı ile kimi bölüm ve toplulukların katkıları ile Homofobi Karşıtı Buluşma'nın ODTÜ ayağı gerçekleştirilebilmiş ve rektörlük de bu faaliyetin yapılmasına izin vermiş. Bu haber sevindirici olduğu kadar düşündürücüdür de. Tabii ki sevindiricidir çünkü çok seslilik ve hoşgörü, asfalta direnen yeşillikler gibi yılmadan sesini yükseltmeye devam ettiğini ODTÜ'de bir kez daha göstermiştir. Ancak, rektörün sözleri çerçevesinde düşünüldüğünde ister istemez “bu geçici bir vitrin süslemesi midir?” sorusunu uyandırmaktadır. Yani eşcinselleri kapsayan faaliyetlere geçici ve izne dayalı onaylar zaman zaman verilebilir ama kalıcı ve güvenli bir yapıya sahip olmalarına uygun gözle bakılmaz ise, bunun anlamı nedir? Politikacılar, mesleki bir dejenerasyon yüzünden, çeşitli kesimlere farklı mesajlar vererek ayakta durmayı başarabilirler. Üniversite idarecilerinin ise ne kimsenin gönlünü hoş tutmaya ne de kimseden oy toplamaya yönelik kaygıları yoktur. Onlar akıl ve bilimle kurdukları prensiplerle, kurumlarının varlığını sürdürmesini ve hedeflerini gerçekleştirmesini sağlarlar. Keyfilikle değil, tutarlı ve sorgulanabilir prensiplerle davranmak zorundadırlar. Bir yandan Homofobi Karşıtı Buluşma'ya izin verip öte yandan gazeteye “Kriterlerimize uymaz, yararlı değil” demeci verildiğinde ödünç alınmış değerlerle çocuk büyüten ana babalar gibi muhasebesi yapılamaz bir ortamın sürdürücüsü olmak, politikacılığa denk düşer ama akademisyenliğe yakışmaz. Tabii ki, bildiğim kadarı ile ODTÜ'de eşcinsel topluluk kurulabilmesi için
rektörlüğe yapılmış bir başvuru yoktur ve Hürriyet gazetesinin haberi varsayıma dayalı bir sorudur. Ama bu demeci gören hangi öğrenci, “Hayır kriterlerimiz beni de kapsamalı” diyerek topluluk kurmaya yeltenebilir ki? Burada bir başka yaklaşım, ODTÜ'de öğrenci topluluklarının gruplar için değil, faaliyetler için kurulacağı; hiçbir topluluğun sadece bir grup öğrenciye hizmet vermek için kurulamayacağı olabilir. Film ve benzeri topluluklar herkese açık yapılardır. Bir eşcinsel topluluğu, bir Kürt topluluğu veya bir kadın topluluğu, geneli hariç tutan tanımları gereği topluluk anlayışımız ile bağdaşmaz denilebilir. Her şeyden önce, tabii ki bir eşcinsel topluluğu faaliyet topluluğu olmak zorundadır ve faaliyetleri tüm öğrenci (ve hatta üniversite çalışanları) toplumuna açık olacaktır. Eminim ODTÜ sosyal bilimler camiasında cinselliğin toplumsal ve tarihsel kurgulanışı üstüne çalışmaları olan yetkin pek çok araştırmacı vardır. Bu çerçevede yapılacak tartışmaların, davet edilecek konukların, gösterilecek filmlerin sadece eşcinsel öğrenciler için değil, tüm üniversite için aydınlatıcı faaliyetler olacağı açıktır. Yine de faaliyetlerin ev sahipliğini eşcinsellerin yapması toplumsal hoşgörü ortamının oluşmasında karar sorumluluğuna sahip olmaları açısından çok önemlidir. İşte bu noktada demokrasinin ve özgürlüklerin en can alıcı sorusu ile karşı karşıya kalmak bile, ODTÜ gibi bir kurumda tartışılmasında çok büyük yararlar olan bir konu. Demokrasiler ne zaman herkesi eşitleyen, ne zaman münhasıran çeşitli zümrelerin varlık haklarını kollayan yapılarla şekillenir? Azınlık grupların mensuplarına ancak ve ancak herkese benzedikleri takdirde eşit davranılan ve özgürlüklerden yararlanma hakkı tanıyan bir sisteme demokrasi değil, çoğunluğun diktası dediğini biliyoruz. Gerçek eşitlik ve demokrasi ise, benzemeyenlerin benzememe haklarını savunabilecekleri platformlar sağlayarak ayakta durur. Çok seslilik bu yüzden demokrasilerin vazgeçilemez ve en can alıcı unsurudur. Kendini farklı tanıyan ve tanımlayan azınlıklar işte bu nedenle münhasır yapılar içinde var oluşlarını düzenler ve kurarlar ki, toplumun geri kalan kesimleri onlarla bir arada yaşamayı, aynı ortamı paylaşmayı öğrenebilsinler. Aksi, bir toplumun tek tipleşmesine hizmet eder. Her ne kadar eşitlikten söz edilebilse bile, yaşanan ve hayata geçirilen demokrasi değildir.
Ankara'nın göbeğinde, aydın yurttaş yetiştirmekle yükümlü, topluma önderlik etmiş bir tarihi olan kurumun başındaki insanın böyle bir demeç vermiş olmasını şiddetle kınıyor, mezun olduğum okulun en yüksek mevkisinde oturan kişinin aydın bir eğitimci olarak utanç duyması gerektiğini düşünüyorum.
Tarihi boyunca demokratik kurum ve değerlere öncülük etmiş olan ODTÜ'den gerçek anlamda demokrat nitelikli, özgür yurttaşlar yetiştirilecek ise, azınlıkların haklarını münhasıran da kucaklayan bir ortamda, herkesin eşitlenilebileceğini göstermek, bir kez daha ODTÜ'yü öncü bir üniversite haline getirecektir. Bir kadın topluluğu, bir eşcinsel topluluğu en az bir satranç topluluğu kadar toplumsal yararları saymakla bitmeyecek yapılardır. Demokratlığın ve özgürlüğün hala ODTÜ kriterleri arasında yer aldığını umuyor, eşcinsel gençlerin hiç bir keyfi ve ayrımcı muameleyle karşılaşmaksızın, aşağılanmadan ve küçümsenmeden, kendilerine güvenerek ve saygı görerek eğitim görebilmeleri için Rektör ve rektörlüğün her türlü desteği s a ğ l a ya c a k l a r ı n d a n e m i n o l m a k istiyorum. Kumru Toktamış: 1985 ODTÜ Siyaset Bilimi mezunu. Pratt Enstitüsü öğretim görevlileri senatosu sekreteri, Brooklyn, NY.
37
Orada Onlara göre Shaghayegh 28, Nazanin de 30 yaşında. İran'dan kaçıp Türkiye'ye geldiler. İran'da yıllardır aynı evde sevgili olarak yaşayan bu iki kadın 24 saat içinde ülkelerini terk etmeye zorlandılar. Kalsalardı ya tecavüze uğrayacaklar ya da öldürüleceklerdi. Homofobi Karşıtı Buluşma'da tanıştığım Shaghayegh ve Nazanin'le İran'da eşcinsel ve aşık olmanın cehennemini konuştuk.
38
“Lezbiyenler ve biseksüel kadınlar devlet tarafından öğrenilirse tutuklanıyor, öldürülüyorlar ya da tecavüze uğruyorlar. Bu en kötü olanı. Çünkü ölmek anlık bir şey,
Söyleşi: Petek Erdem
“Yasalar önünde asıl suçlu bizleriz” İran'da yaşamış bir eşcinsel olarak orayı anlatır mısın? Shaghayegh: İran'da lezbiyen olarak yaşamak çok zor; çünkü hiçbir özgürlüğümüz yok. Eşcinseller açılırlar veya kimlikleri bir şekilde öğrenilirse idam ediliyorlar. Ailelerine söyledikleri anda da evlendirilmek zorunda bırakılıyorlar. Bir sürü lezbiyen ve biseksüel kadın var bu durumda olan. Devlet tarafından öğrenilirse de tutuklanıyor, öldürülüyorlar ya da tecavüze uğruyorlar. Bu en kötü olanı. Çünkü ölmek anlık bir şey, birkaç saniye sonra bitiyor. Bizi koruyan hiçbir yasa mevcut değil. Birisi bizi incitmeye kalkıştığında kimseye gidemiyoruz, çünkü yasalar önünde asıl suçlu bizleriz. Eşcinselsen seni öldürmekte kendilerini özgür görüyorlar; sonuçta onlar için sen “kanına günah girmiş” birisin. Bir lezbiyen arkadaşımız vardı, üniversitede okuyordu. Yakalandı, üniversitede şiddet gördü ve bu yüzden okuluna devam edemedi. Daha sonra da kafasına yumruk ve tekme atılarak recmedildi. Nazanin ile 4 yıldır birliktesiniz. Bu koşullarda nasıl tanıştınız? İnternette, bir sitede tanıştık. Ama artık o siteye erişilemiyor, hükümet tarafından yasaklandı. Ailenize veya çevrenize açık mıydınız? Beraberliğinizden kimsenin haberi var mıydı? Aileme söylemiştim. Ama ne yazık ki çoğu aile gibi nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı. Aileler çok bilinçsiz oluyor. Mesela benim annem benimle konuşmak istemedi. Psikiyatriste götürdüler beni. Çözümü hormon tedavisinde buldular, bir dönem hormon hapları almaya zorladılar beni. Ebeveynlerimiz psikiyatristlere de fazla açık değillerdi. Onlara lezbiyen olduğumu söylediğimde üniversiteye gidemeyeceğimi ve hemen evlenmezsem beni hapsedeceklerini söylediler. Beni bir adamla evlendiremeye zorladılar. Hiçbir şey söyleyemedim ve evlendim o adamla. Ona taşındıktan birkaç ay sonra boşanmak istedim; her gün tecavüze uğruyordum. Fiziksel ve akli sağlığım bozulmuştu. Daha fazla katlanamayacağımı düşündüm. Kız arkadaşımı bulduğumda aileme buna daha fazla katlanamayacağım konusunda açıklamada bulundum. “Ya beni öldürürsünüz, ya da bu durumu kabullenirsiniz” dedim onlara, “Beni görmek zorunda değilsiniz.” Bu bir senelerini aldı ama sonunda tamamen kabullendiler. Onlara şükürler olsun ki şu an güvende ve hayattayız!
“Kanıtlamak zorunda değiller” Peki, sizi nasıl buldular? Saklanmak için yoğun bir çaba harcamıyor muydunuz? Nazanin: Herhangi birinin gidip söylemesi yetiyor. Hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değiller. Bir mektup veya e-mail gösterdikleri anda cezalandırıyorlar. Mesela şu da size çok ilginç gelecektir; İran'da bir kadının yasalar önünde tecavüze uğradığını kanıtlayabilmesi için dört tane erkek şahide ihtiyacı var.
“Evimizdeki uyduyu fark etmişler ve almaya gelmişlerdi. İran'da uydu yayın yasak ve para cezası var. Evimizi aramaya başladıklarında çok şaşırdım. Çift kişilik yatağı görünce 'Erkeğiniz nerde' dediler.”
Shaghayegh: Eski kocam sürekli karşımıza çıkıp bize şantaj yapıyordu. Onunla grup seks yapmazsak bizi polise şikayet edeceğini söylüyordu. Bir keresinde Nazanin'i öldürmeye kalkışmıştı. İkimizin de ölmesini istiyordu. Polise veya herhangi birine söyleyemedik çünkü onu cezalandırmak yerine bizi öldürürlerdi. Ondan başka da bir sürü insan vardı grup seks teklif edip kabul etmezsek “şikayet ederim” diye şantaj yapan. Yakalanmanız ve sürülmeniz nasıl oldu? Evimizdeki uyduyu fark etmişler ve almaya gelmişlerdi. İran'da uydu yayın yasak ve para cezası var. Evimizi aramaya başladıklarında çok şaşırdım. Çift kişilik yatağı görünce “Erkeğiniz nerde” dediler. Evde deliller buldular. Mesela geçen yaz sevgilimle Türkiye'de yaptığımız tatilde çekildiğimiz fotoğrafların bulunduğu bir CD vardı. Aynı CD'de yine dört yıllık beraberliğimizde çekildiğimiz bütün fotoğraflar yer alıyordu. Lezbiyenlikle ilgili birçok filmimizi, aile videolarımız buldular. Yaşama şansımız yoktu; ülkeyi terk etmek için 24 saatimiz vardı yoksa asılacaktık. Yaşadıklarımızı hayal edemezsiniz. Hala hayatta olduğuma inanamıyorum. Kabus gibiydi. Ne arkadaşlarımızı görebildik, ne de ailemizi. Hiçbirine
veda edemeden ülkeyi iki günde terk ettik.
“Türkiye'de bize “psikiyatriste gidin” dediler” Türkiye'ye geldiğinizde ne yaptınız? Hiç bilmediğiniz bir ülke… Geldiğimiz sabah hemen Ankara'da Birleşmiş Milletler Ofisi'ne gittik. Derdimizi, yaşadıklarımızı anlattık. On gün içinde yeniden gelin, dediler. On gün sonra gittiğimizde bu kez de 8 ay sonra gelmemizi söylediler. Hiçbir şey bilmiyorduk, ne yaparız, nereye gideriz… Bize söyledikleri tek şey “Psikiyatriste gidin” oldu.
Türkiye'den başka ülkelerle irtibata geçtiniz mi veya hangi ülkeler size yardım etmek istedi? İnternet üzerinden bütün ülkelere, önümüze gelen her yere ulaşmaya çalıştık. Sadece Almanya'dan cevap alabildik. Onlar da oradan yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediler ve Türkiye'dekilerle irtibata geçmemizi önerdiler. Kaos GL'den nasıl haberiniz oldu? Dediğim gibi İnternet üzerinden nereyi bulursak iletişime geçmeye çalıştık. Türkiye'de de bulduğumuz bütün eşcinsel kuruluşlara mail attık. Almanya'dan ILGA adlı bir topluluk bizi Kaos GL'ye yönlendirdi.
“Biz böyleyiz ve yaşamaya hakkımız var” Şu an yaşadığınız şehri eskisiyle kıyaslayacak olursanız… Çok tutucu bir şehir. Halkı özellikle çok çok tutucu. Mülteciler arasında çok gey var ama lezbiyen pek yok. Tek lezbiyen çift var, o da biziz. Şanslı olduğumuzu düşünüyoruz; dört yıllık ilişkimizi kıskanan pek çok kişi var. Onlar İngilizce bilmiyor, biz de Türkçe. Paramız da yok; çalışma izni istediğimizde bizi psikiyatra yönlendiriyorlar. Bir tane adam var, bize ilişki teklif etti, biz de kabul etmedik. Bize çok dikkatli olmamızı, fazla dışarı çıkmamamız gerektiğini söylüyor. Aileniz yeni hayatınız hakkında ne düşünüyor? Bize yaşattıkları onca şeye rağmen ebeveynlerimiz konusunda şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz. Mesela şu anda Nazanin'in annesi de burada, Ankara'da, yanımızda.
19 Temmuz 2005 tarihinde İran'da, 16 yaşındaki Mahmoud Asgari ile 18 yaşındaki Ayaz Marhoni eşcinsel oldukları gerekçesiyle idam edilmişlerdi. Mahmoud ve Ayaz ne ilkti ne de son.
İran'daki homofobinin ve eşcinsellere yapılan bu büyük baskının temelinde dinin yattığını düşünüyorum. Böyle bir anlayış içinde yetişip eşcinsel olmak nasıl bir duygu? Biz dinci ve tutucu değiliz ama Allah'a inanıyoruz. Bu şekilde doğduk ve bunu değiştiremeyiz. Dinimize ve İran'dakilere göre yaşamaya hakkımız yok ama bize göre böyleyiz ve de yaşamaya hakkımız var.
39
40
Yaz aşkları çocukluk aşkları gibidir, unutulmaz. Belleğe yerleşen görüntülerin renkleri zamanla flulaşsa da başka aşklara yenik düşmez. Her şey bir güneş yakmasıyla başlar. Nerden çıktı bu aşk, demeye kalmadan yaşanır ve biter. Geriye içinizden hiç çıkmayacak kocaman bir şaşkınlık kalır. Telaşlıdır yaz aşkları. Zaman azdır hep. Çabuk sevilir, az tanınır sevgili. Belki bundan, derin izler bırakır. Sonra yollar ayrılır. Tutulmayacağını hep bildiğimiz “yazacağım”, “arayacağım” sözleri verilir, ayrı otobüslere binilir ve gidilir. Yanık tenler, eskimiş şezlonglar, gün batımları, tuzlu havlular geride kalır. Bir tek şey iyi gelir sonra: Yazmak.
ayşe düzkan bu mevsimde yağmur bir armağan. bilgisayarın önünde oturuyorsun, bu kadar ısrarla bakarken sırf arkandayım diye bakışlarımı hissetmemen insanlığa ait bir muamma. çay demlemişler içeride, birileri bir köşede ateşli bir tartışma yapıyor. uzun, kıvırcık saçlarını açtın, bir an omuzlarına saldın, sonra tekrar topladın. omzundaki dövmeyi ilk kez gördüm; kim ister kapalı bir kutu resmi taşımayı bedeninde? aramızdaki bu şey kışın yasak bir elmaydı, şimdi olgun bir şeftali oldu ama şu tüylü kabuğu soyulmadıkça dokunamıyoruz ikimiz de. ah, süreyya, seninle ne çok engel var aramızda. başını omzuna eğip bana baktın, “yağmur dindi, dışarı çıkıp yürüyelim mi?” sesin, neşeli, şımarık, cilveli. şeftalinin dilimlerini yerken suyu damlayacak, ne güzel pespembe lekelenecek üstümüz başımız.
yener bayramoğlu Sokaklar bomboştu... Tabii hava sıcaktı; ondan. Ama hava sıcak olmasa bile bomboş olurdu. Çünkü kimse burada değildi. Herkes uzak şehirlerdeki yazlığına gitmişti. Herkesin yazlığı vardı. Yazlığı olmasa bile köyü vardı. Ama bizi m yoktu. Bizim gidecek ne yazlığımız ne de köyümüz vardı. Annem, belki bu yaz biz de bir yerlere gideriz, demişti. Ben de sevinmiştim: “Lütfen Orhanların gittiği yere gidelim!” Annem yanağımdan makas alıp “İnşallah” demişti. “İnşallah, işten izin alırım da beraber gideriz. Hatta sana kırmızı kolluk alırım” Kolluğun ne olduğunu bilmiyordum. Annem bunun üzerine “Yüzerken koluna takıyorsun; denizde boğulmayasın diye,” demişti. Peki, Orhan da takıyor muydu? Orhan, galiba yüzme biliyordu. Babası ona öğretmiş olmalıydı. Hem her yaz denize giriyorlardı. Her yaz denize giren, ister istemez yüzmeyi öğrenirdi. Ama annem işten izin alamadı. Ben de günlerce ağladım. Okul tatil olur olmaz, Orhan ailesiyle beraber yazlıklarına gitti. Tıpkı diğerleri gibi: Esra, Tayfun, Ayşe... Arkadaşlarımla ve tabii ki Orhan'la, onlar tatile gitmeden önce hep bu parkta oynardık. Beraber salıncağa binerdik; kaydıraktan kayar, kumlarla oynardık. Bazen parkın bitişiğindeki yaşlı teyzenin bahçesine de girdiğimiz olurdu. İşte o zaman erik ağaçlarına saldırırdık. Yaşlı teyze bahçesindeki eriklerin daha tam olmadan, dalları kırılarak koparıldığını görünce; çılgına dönerdi ve elinde değneğiyle bahçeye fırlayıp bizi kovalardı.
Onu öpmek, onunla öpüşmek, bana zevk veriyordu. Bu şu ana kadar hiç tatmadığım bir zevkti. Tıpkı kıpkırmızı bir elmayı ya da eriği yerken alınan zevk gibi... Tıpkı yasak olanı tadarken yaşanan zevk gibi... Suç işlemiş gibi korkuyla irkilerek uyandım. Etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Nefret ettiğim, iğrenç siyah şortumu giyindim. Belki ağaçta erik vardır diye gözlerimle ağacın dallarını taradım. Kırmızı eriği gördüm. Eriğin iriliğinden ve renginden oldukça lezzetli olduğu anlaşılıyordu. Tek kötülüğü yüksek bir dalda sallanıyor oluşuydu. Beklesem belki ertesi gün yere düşerdi. Ama ben eriğin albenisine kapılarak, sabırsızlandım ve yüksekte olmasına aldırmadan ağaca tırmanmaya başladım. Hem Orhan olsa o da aynısını yapardı diye düşündüm. Her tırmandığım dalla eriğe biraz daha yaklaşıyordum ama yerle aramdaki uzaklık iyice artıyordu. O eriği koparmalıydım. Hiç değilse bu isteğim gerçekleşmeliydi. Gerçekleşecekti de; tam eriği koparacakken düşmeseydim. Dilimle yediğim kırmızı eriğin çekirdeğini ağzımda gezdirirken, bacağımdaki alçıya kocaman, kıpkırmızı bir erik çiziyordum. “Ağzında tutma şu çekirdeği. Valla boğazına kaçar; boğulursun!” Ağaçtan düştüğümü duyunca Orhan beni aramıştı. Bir hafta sonra geleceklermiş. Yaz boyunca ilk kez seviniyordum. Orhan geldiğinde onu öpmeye karar verdim. Tıpkı rüyamdaki gibi... Kırmızı eriği çizdikten sonra, kâsenin içinde ısırılmayı bekleyen onlarca kırmızı erikten birini daha seçip ağzıma attım.
Onlar ve Orhan buralardan gidince o bahçe, bu park ve şu sokaklar bomboş kaldı. Sadece ben vardım. Üstelik günler geçmek bilmiyordu. Arkadaşlarım gelmiyordu. Orhan da gelmiyordu. Anlaşılan yazlıklarında çok eğleniyordu. Yazdan nefret ediyordum. Tatilden de... Bu boş sokaktan da... Sokakta giymem için dikilen siyah şortumdan da... Ben kırmızı şort istemiştim. Annem zorla giydiriyordu bu iğrenç siyah şortu. Kaç kere söylemiştim anneme giymek istemediğimi. Ama o dinlemiyordu. “Olmaz öyle şey! Kırmızıyı kızlar giyer. Sen erkeksin!” Çıkardım şortumu. Sadece külotla kaldım. Hem kim görecekti ki böyle çıplak çıplak dolaştığımı. Beni görüp, benimle dalga geçecek kötü çocuklar bile gitmişti. Bacaklarıma baktım. Her yerim gibi bacaklarım da çelimsizdi. Kendimden nefret ediyordum. Yalnızlığımdan da... Ağlayarak parkın bitişiğindeki yaşlı teyzenin bahçesine gittim. En azından burada ağaçlar vardı. Ağaçlar, sokağın boş halini bana göstermiyorlardı. Külotumu çıkardım. Pipime baktım. Pipim de tıpkı bacaklarım ve her yerim gibi çelimsizdi. Orhan'ın pipisi gibi güzel değildi. Pipimden de nefret ettiğime karar verdim. Erik ağacına yaslandım. Belki de saatlerce ağladım. Sonra da çömelip uyuyakaldım. Rüyamda Orhan'ı gördüm. Orhan da benim gibi çırılçıplaktı. Yaşlı teyzenin bahçesinde birbirimize sarılmıştık. Orhan'ı öpüyordum doyasıya. Orhan da beni...
ismail alacaoğlu Haziran'ın son günleri... Ayvalık sahilinde bir insan seli, klasik yaz akşamı turuna çıkmış insanlar. O kalabalık arasında bir çift göz takılıyor gözlerime. Beş saniyelik bir bakışma ve teğet geçiyor bedenler birbirine. Akabinde, gayri ihtiyari bir geriye dönüş ve bakış... Evet, o da aynı zamanda dönmüş bana bakıyor. Küçük bir tebessüm ardında bıraktığı. Ertesi gece, yine aynı sahilde, yine aynı kalabalık ve yine o bir çift göz. Bir nevi dejavu ama bu sefer oyunu bozmalı. Arkadaşlarıma eve gideceğimi söyleyerek ayrılıyorum onlardan, takılmak üzere o gözlerin peşine. Bir banka oturuyorum sonra o kalabalıktan uzakta, biraz sonra ilk kez sesini duymak ve adını öğrenmek üzere olduğumu bilmeden ama delicesine isteyerek. Geliyor, yanıma oturuyor, merhaba diyor, merhaba diyorum kalbim hızla çarparken, ilk aşkıma.
41
Erovizyon
42
2006 senesinde Oscar ödül töreni eşcinseller için neyse bu sene de Erovizyon o oldu. Bir kere, her sene daha çok eşcinsel eğlencesine dönüşen yarışmada birinciliği Sırbistan adına katılan lezbiyen Maria Şerifoviç aldı. İkincilikte ise Ukrayna'da muhafazakarlar tarafından istenmeyen, hatta sokaklarda kuklası yakılan transeksüel Verka Serduçka vardı. Fransa ve İsveç'in yarışmacıları ise eşcinsel şovlarıyla gecede adeta döktürdüler. Erovizyon'un eşcinsel eğlencesine dönüşmesi yeni değil oysa ki. ABBA'nın bir gay ikonuna dönüşmesinde, pek çok ülkede erovizyon şarkılarının eşcinsel mekanlarında ısrarla çalınıyor olması Türkiye için yeni öğrenilen bir şey oldu o kadar. Sertab'ın birinci seçilmesi de şans eseri değildi. Şarkısı çok sevildi ve eşcinsel oyları onun da çok işine yaradı; bunu bilen Sertab borcunu ödemek için İsveç'te Pride haftasında çıkıp şarkı bile söyledi. Türkiye medyası bu haberi nasıl kaçırdı bilmiyoruz ama bu sene kulağı daha delik görünüyordu. O
şarkısıyla bile dördüncü olabilen Kenan Doğulu'ya, Şerifovic'in eşcinsellere kendine oy verdikleri için teşekkür etmesini nasıl yorumladığı bile soruldu. “Şarkının nasıl olduğunu bile hatırlamıyorum” diyerek Sırbistan'ın birinciliğini hazmedemeyen Doğulu'nun yanıtı ise akıllara ziyandı: “Bu bir şov, puanları nereden alabileceğini, puanların nereden geleceğini hisseden herkes garip garip taktikler uygulayabiliyor, o da onlardan biri.” Ertesi gün ilk ikideki 'reziller' Türkiye medyasında da yerini buldu elbette. 'Tuhaf', 'marjinal' bulunan ilk iki şarkıcının cinsel kimlikleri sorgulandı önce; bazen açık, bazen kapalı homofobik söylemlerle yerden yere vuruldular. Verka örnek gösterilip “Gelecek sene biz de Huysuz Virjin'i gönderelim” dendi. Maria ise daha kolay kurtuldu bu eleştirilerden; çünkü onun şarkısı 'çok duygusaldı' ve cinsel kimliği Verka gibi net değildi. Dahası araştırmacı gazeteciliğimiz Maria'nın babasının aslında bir 'Türk' olduğunu ortaya çıkarmıştı. Ortalık şimdilik durulmuş görünüyor. Gelecek senenin Erovizyon'una kadar da bu konular açılmaz herhalde. Ama bu arada Erovizyon birincilerini SabahSabahSeda'lara, ana haber bültenlerinde ağırlamaya meraklı ülkemiz Maria'yı davet edecek mi çok merak ediyoruz? Hep birlikte bekleyelim ve görelim.
“Maria Şerifoviç sahnedeki maskülen tavrı, hatta 'show-biz' dünyasının neredeyse hiç kabul etmeyeceği görünümüyle dikkatleri çekti. Kalın çerçeveli gözlüklerini, bir lezbiyenden çok aseksüeli andıran halini saklama gereği duymamıştı. Ama sesi duymazdan gelinemeyecek kadar güzel, şarkısı da çok dokunaklıydı.” Nilüfer Zengin, BİA “Eğer yarışmayı kaybetseydi, Maria Şerifoviç'e ülke medyası 'lezbiyen' olduğu için daha çok saldıracaktı. Ama Şerifoviç'in zaferi onları susturdu. Yeni Sırbistan sesini buldu, görünen o ki bu ses alelacele susturulamayacak.” Independent “Eurovision Şarkı Yarışması dünya çapında, eşcinsellerin Federasyon Kupası'na dönüştü. Birinciliği hak eden ülke Ukrayna'ydı; çünkü Eurovision'un gerçek ruhunu en iyi onlar yansıtıyordu.” Robbie Millen, Times “Kenan Doğulu, Eurovision birinciliği için şimdi geylerin üzerine oynuyor onlara güveniyor, hatta Avrupa'daki gey barlarda sahneye çıkıp ilgi topluyor ya... Ne yazık, ne acıklı çabalar diye aklımdan geçiriyorum sadece. Eurovision olayının Türkiye'de gelişmesine vesile olmuş kişilerden birine bahsediyordum Doğulu'nun bu hamlesinden, 'Öyle son hafta oynamakla olmaz o işler' diyordu.” Oray Eğin, Akşam
Vladimir Veljkovic LGBT örgütü 'Safe Pulse of Youth' (SPY), Sırbistan Marija açık olmadığı için sorun olmadı tabii ki. Üç yıldır tanınan bir sanatçı ve açılmaya henüz hazır değil diye düşünüyorum. Toplumun tepkisi ve onu dinlemeyi bırakmalarından korkmasından dolayı açılabileceğini de sanmıyorum; daha o kadar güçlü değil. Belki çok ünlü olduğunda açılır. Bu konuda çok gizemli bir görüntü çiziyor. Sorduklarında “Bu benim özel hayatım” diye açıklama yapıyor. Açık değil ama bilinen bir şeyler de var. Sırbistan'da lezbiyenler görünür değil, toplumun bu konuda pek bir fikri yok. Bu yüzden konu olmuyor.
43
Mehmet Bilâl - Yazar Sanki evrende “Eurovision” adlı bir gezegen var ve bu gezegenin vatandaşları bütün bir yıl kendi dünyalarında yaşayıp giderken, Eurovision ayı geldiğinde birdenbire bizim dünyamızda da beliriveriyorlar. Dünyanın bu en demode, en kitsch, en komik organizasyonunda yarışmacılar şarkıları, giysileri ve şovlarıyla büyük bir tuhaflık yarışına giriyorlar. Büyük bir mutluluk içinde… Bu yıl kazanan yarışmacının lezbiyen, ikincinin ise travesti olması bizde yeni bir tartışma yarattı. Sanki Eurovision'un tek acayipliği buymuş gibi! Belki de bizi rahatsız eden bu yarışmacıların cinsel kimliklerini açıkça belirtmesidir. Sertab'ın kazandığı yıl, birinciliği kıl payı kaçıran Rus lezbiyen ikili Tatu gibi… Bizde yazılı gelenek yok sözlü gelenek var denir ya.. Kim demiş! Bizde sözlü gelenek de yok. Çünkü biz cinsel kimliklerimiz de dahil hiçbir şeyi açık ve seçik söylemeden anlaşan bir milletiz. Eğer konuşacaksak da inkar ederiz olur biter. Kadınlığa çeyrek kalmış botokslu, ameliyatlı, şangur şungur şantörlerimiz televizyona çıkıp ne kadar “erkek” olduklarını söyler, biz de hep beraber inanırız. Peki, şimdi ne yapacağız bu Eurovision'u? Nerden çıktı bu gey ve lezbiyenler, hatta travestiler! Ne güzel yarışıp eğlenirken niye canımızı sıkıyorlar şimdi, katılmayalım o zaman… mı acaba, yoksa biz Eurovision'u çok sevdik, niye vazgeçelim ki, gider efeler gibi yarışırız değil mi ama mı… Yoksa Türkiye'yi gene büyük bir sınav mı bekliyor elin kapılarında? Geysiz, lezbiyensiz bir Eurovision temsili mümkün değil mi yoksa? Allah Allah sesleriyle yarışmaya koştuğumuz birkaç yıldan sonra bizi sevmediklerine inanıp, küsüp geri çekildiğimiz de oldu gerçi ama bir birincilik yüzü de gördük Allaha şükür! Demek ki çalışınca oluyormuş. Şimdi yeni paranoyamız buysa eğer, eminim milletçe bunun da altından kalkarız, gerekirse yollarız biz de kendi geylerimizi, lezbiyenlerimizi. Bizim ne eksiğimiz var. O kadar mini, midi, makro, süper, mega, ultra starımız ne işe yarıyor! Sırasıyla yollarız olur biter. Yalnız dikkat edelim, çocuklukta yaşadıkları sorunlar yüzünden “öyle” olup da, psikanaliz tedavisiyle düzeltilen ve “öyle” olmaktan kurtulanları yollamayalım. Çünkü kimse yemez bunu. Eurovision'da bile!
Kült Filmler
44
Aykan Safoğlu Uğur'un “hayatımın sonuna kadar orospuluk yapacağım, nedeni yok, böyle istiyorum…” beyanatlarını ikiyüzlü heteroseksist ahlakçı bir anlayışla bölmeye çalışan Bekir “ama kötülük bu” dese de, Uğur ayak direr: “Kötülük istiyorum, o zaman.”
Bekir Uğur'a aşıktır. Uğur Zagor'u sevmektedir, Zagor ise suç işlemeyi… Böyle bir cümleyle tanıtılan bir film var elimizde. Alelade bir izleyici olarak Uğur'un erkek bir karakter olma ihtimalinin bile düşük yoğunluklu bir kesme işlemi olmaksızın filmin sinema salonlarını dolaşmasını engelleyeceğini biliriz. 'Böyle' filmler nasıl olsa sadece festival çevrelerinde gösterim şansı bulabilecektir, öyleyse tek sefere mahsus sansürsüz gösterimler de bazılarımızın yüreğine su serpebilir; tabi her şeyden önce 'babayiğit' bir yapımcı himayesinde bu film çekilebilmişse. Yalnız mevzu bahis film zaten çekildi. Son dönemin en başarılı filmlerinden olan 'Kader'den (Zeki Demirkubuz, 2006) söz ediyorum; karakterleri de karşıcinsel. Demek kuruntu yapmamıza gerek yokmuş. Peki, tehlikenin hala farkında değil misiniz? Bu filmin heteroseksüel karakterler üzerinden tedirgin edici bir hikaye anlatmadığı ne malum? Türkiye'de yaşayan, film ile ilişkisi bu coğrafyaya özgü tekniklerle törpülenmiş sinema izleyicileri olarak tüm bu önyargılarımızdan sıyrılıp ağız tadıyla bir film izleyemeyeceğiz öyleyse. Ya toplumsal cinsiyetin dayattıklarıyla bir sorunu varsa? Yanılmıyoruz da… Türkiye'de 1980 darbesinin kadınları da kapsamakla birlikte siyasal alanda erkek iktidarını sarsmış olması1, Türkiye sineması özelinde heteroseksüel erkeğin iktidarını sorunsallaştıran bazı filmlerin çekilmesini sağlamıştır. Bu alan 'Kader' gibi taze örnekler barındırmakla beraber, hararetli akademik araştırmalar için hala önemli bir potansiyele sahiptir. 'Kader', kader birliği ettiğimiz bazı mefhumlar üzerine kafa yormamızı sağlayacak bu ender filmlerden.
Evlenmeye nasip olacak bir namzet bulunduğunda hemen evlendirilecek, şimdilik babasının dükkanı başında gün doldurmakta olan Bekir ve dükkanı ilk ziyaretinde abayı fena yaktığı Uğur'u bir araya getiren şey belki tesadüf. Yalnız bu tesadüf ortak bir kaderden mustarip olduklarının fena halde farkında, çoğunluk bu zoraki birliktelikten sövmeye hazır bu iki karakterin başına nasıl bir çorap örüyor? Filmin ismindeki manidar tat elbette bu karakterlerin birbirine mahpus haline vurgu yapıyor; yalnız bizim bundan, karakterlerin içine hapsedildikleri daha genel bir hapishane manzarası çıkartmamız olası, öyle değil mi? Haydi bu zorunlu duruma bir isim bulalım; 'Heteroseksizm' desek fazla afili kaçmaz herhalde. Nitekim heteroseksizmin sadece LGBTT bireyler için tuzaklarla dolu bir sistem olduğunu düşünmek kuşkusuz çarpık bir zihnin eseri olacağı gibi, toplumsal cinsiyet ile taksiratını halletmek isteyen heteroseksüel kadın ve erkeklere de haksızlık olacaktır. Heteroseksist dizge, eşcinsel bireyleri heteroseksüel olmadıklarını beyan ettikleri anda büyük bir şaşkınlık ve garipsemeyle yabansılarken, egemen oluşuyla da heteroseksüel bireyler üzerindeki tahrifatlarının toplumun çoğunluğu tarafından seçilememesine neden olur. Bu yüzdendir ki heteronormların işleyişine vakıf olabilmek için bir heteroseksüelin bunlardan nasıl nasiplendiğiyle de alakadar olmalıyız. İşte temsiliyet ilişkilerine odaklanmak bu çözümlemeleri yapabilmemiz için her daim kuvvetli bir alternatiftir. 'Kader' ise bu şablona biçilmiş bir kaftan… Bekir'in mobilya dükkanı, Uğur'un yatalak babası, Uğur'un annesini himayesine almış bıçkın Cevat, çoktan bitmiş ama adının miras bıraktığı değerlerle yürütülmeye çalışılan evlilikler, bir kahvehane, burada çalışan Uğur'un
'Yüreğimde Bir Delik' kolay izlenebilir bir film değil
erkek kardeşi Kudret, beriki kahve müdavimi... Kahvehanenin ortasında Kudret'e atılan pandik erkeklik etrafında bir yaygaranın kopmasına neden olur, arka fonda eski bir Türk filminden bir kıraathane kavgası… Kahvenin ortasındaki televizyondan gelen ses efektlerinin gördüklerimizin üzerine binmesiyle, tablo daha da anakronik2 olur. Kahveyi birbirine katan kavga çok uzun zamandır ediliyor, ne için edildiği taraflar tarafından unutulmuş da olsa bir grup erkeğe kavga etmeleri söylenmiş ya, onlar rollerinin icabına gayet güzel bakıyorlar. Ne kadar bilindik de olsa bu manzara, 'Kader'de bir farkla tekrar ediyor; bu manzara değişmeden her tekrar edişinde daha derin bir çıkışsızlığı beraberinde getiriyor, üstelik daha önceki seferler ibret vesikası olarak önümüzde duruyorken. 'Kader', bu çıkışsızlığın epey farkında bir film. Çıkışsızlığın içinden bakarak, olası en iyi analizi yapmaya çalışır bir hali var. Film düzleminden bir karakter olarak televizyon da her daim temsiliyet ilişkilerini teşhir etmek, bu ilişkilerin öykü bağlamında da düpedüz yer aldığını yansıtmak için orada sanki. Karakterler için bir nevi ipucu olabilir, kendileri için daha önceden defalarca yazılmış senaryoların farkına varsınlar diye. Diyebiliriz ki, içinde yer aldıkları dünyanın ikiyüzlülüğünü deşifre eden karakterler, şimdilik onu dönüştüremese de en azından biraz huzur bulabildikleri daha dürüst bir yaşamı olanaklı kılıyorlar. Bekir, mütemadiyen evden kaçıp berisinde bir 'karı' ve bir çocuk bırakırken; Uğur da formalite evliliklerin ardında pavyonları dolanıyor. Uğur'un “hayatımın sonuna kadar orospuluk yapacağım, nedeni yok, böyle istiyorum…” beyanatlarını ikiyüzlü heteroseksist ahlakçı bir anlayışla bölmeye çalışan Bekir “ama kötülük bu” dese de, Uğur ayak direr: “Kötülük istiyorum, o zaman.” Tüm bu çizilen tablodaki heteroseksüellerin heteroseksizm mağduru olmadığını iddia etmek akıllıca duyulmayabilir. İzmir, Konya, Sinop, Kars peşi sıra Bekir ve Uğur'un kader birliğine şahit olurken, Türkiye'nin tüm şehirleri oynanan oyun için elverişli imkanları vaad eden sahnelerdir. Mahalleden ortak tanıdıkların zamansız ölümleri karşısında “kader” deyip içlenirlerken, biz de izleyiciler olarak, bu oyunu oynayanlar sadece onlar olmadığı gibi bu oyunun yegane mağdurlarının da onlar olamayacağının ayırdına varmalıyız.
Gördüklerimiz epey nahoş ama daha nahoş örnekler bulmak mümkün. Biz anlayacağımızı anladık deyip aranızda gözlerini kapayanlar oldu mu? Yalnız değilsiniz bu sefer, size iki kişi daha eşlik ediyor: Eric ve Tess… Eric ve Tess, 'Yüreğimde Bir Delik' (Hål i mitt hjärta, Ett - Lukas Moodysson, 2004) filminin başkarakterleri. Eric, boş zamanlarında en yakın arkadaşı narkoleptik Geko ile amatör porno çekmeye çalışan Rickard'ın biraz münzevi epey içe dönük oğlu. Tess ise 12 yaşından beri porno film yıldızı olmayı hayal etmiş bir karakter. Yalnız Eric ve Tess'in beraber vakit geçirirken gözlerini kapayıp yan yana yatması, içinde bulundukları dünyanın onlara bakılacak şeyler yerine ziyadesiyle sıkıntı ve kötülük sunması. Yani tüm ülke olarak bu film vizyona girmeden önce gözlerimizi kapatmamız istendiğinde kapatmış olmamızdan biraz farklı bir durum bu. Ortada istemli bir edim var. “Kültür Bakanlığı bünyesinde oluşturulan kurullar, sinema filmlerini, gösterim ve iletim biçimlerini de dikkate almak suretiyle, kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir. Bahsi geçen ilkelere aykırı bulunan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz.”3 Yukarıdaki ibare ülkemizde 'Yüreğimde Bir Delik' gibi filmler sansürlenirken dayanak olarak kullanıyor. Bildiğiniz üzere “genel ahlak”ın korunması söz konusu olduğunda bu filmin makus talihini şu an sayfalarını okuduğunuz derginin de, el emeği göz nuru derneklerimizin de bir gün paylaşmaması için hiçbir neden yok. Çünkü derneğimizin de, 'Yüreğimde Bir Delik' filminin de aşağı yukarı deşifre ettiği şey en yalın haliyle heteroseksizmin sapkınlığı; yani bir kader birliğinden bahsediyoruz. 'Yüreğimde Bir Delik' dogma4yı anıştıran anlatımı ve hareketli kamera görüntüleriyle, Eric'in severek dinlediği noise müzik eşliğinde amatör heteroseksüel porno film çekmeye çalışan Rickard, Geko ve Tess'i sunarken; heteroseksizmin bedenlerimizi, hayatlarımızı ne derece ipotek altına aldığını da teşhis ediyor. Vajinaplasti5 ameliyat görüntülerinin, estetik ameliyat muhabbetlerinin, porno mizansenlerinin olanca yırtıcılığının yardımıyla meramını anlatan 'Yüreğimde Bir Delik' kolay izlenebilir bir film değil. Sıradan izleyiciler olarak, hikayede tek özdeşleşebildiğimiz karakter Eric olsa gerek. Olan bitene dahil olmayan bir gözlemci olarak, ancak şiddetin ve tahammülsüzlüğün arttığı noktalarda müdahil olan sağduyu temsili Eric'in izleyicilik konumuyla ortak olduğumuzda Tess'in söylediklerine hatırda tutmamız daha kolay oluyor: “Bu dünya haddinden fazla sıkıcı”. Bu filmde gördüklerimiz bazılarımız tarafından genel ahlaka aykırı
bulunabilir, tüm film rahatsız edici olabilir ve yasaklanmasını talep edebilirler; kısıtlı gösterim alanlarında sinema salonlarını terk edenler bunlara dahil… Yalnız bunu yaparken terk edip gittiğimiz şeyin içine dönüp dönmediğimizi sorgulamamız icap eder. Nitekim filmin yasak ve tahammül ile kurduğu ilişki bizimkisinden daha farklı. Yasaklı, muzır, görülmemesi gerekenler çıplaklıktan ve pornografiden ziyade hikaye düzlemindeki markalar, alışveriş merkezleri, yoldan geçenler… Daha çok kapitalizm üzerinden işleyen bir sansür mekanizması var. Sanki Geko, Tess, Rickard ve Eric'in içinde yaşadıkları dünyanın çıplak gerçekliği, alışveriş merkezleri, bireysellik timsarı herhangi İskandinav vatandaş gördüklerimizden daha tehditkar ve agresif. Bu da şimdiye kadar heteroseksizm eleştirisi yapmaya kalkışmış ve bu işi başarabilmiş ender filmlerden biriyle karşı karşıya olduğumuzu düşündürtüyor. Çünkü “heteroseksizm heteroseksüel ilişkilerin ortaya çıkarmış olduğu tarihsel, toplumsal hegomonik bir iktidar biçimidir. bu ilişki biçimi tüm özel ve kamusal alanın biçimlenmesinde rol oynar. herşey bu iktidar biçimine göre konumlandırılır. eğitim, sağlık, aile, hukuk gibi özel ve kamusal alanlar bir ikitidar ilişkisi olan heteroseksüel ilişkiler ile tanımlanmıştır. bu ilişkilerin oluşturduğu zoraki yaşama biçimine heteroseksizm diyoruz.6” 1 Emre, Berfin; Zeki Demirkubuz Sineması'nda Erkeklik ve Melodrama Ait Ögeler: Masumiyet ve Üçüncü Sayfa 2 Zamandışılık 3 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun ve buna bağlı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in 11. maddesi 4 Dogma 95 1995te danimarkalı yönetmenler Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring, ve Søren Kragh-Jacobsen tarafından başlatırmış avantgarde film yapım akımıdır. 5 Vajina düzeltme- daraltma, vajina estetiği ameliyatlarının genel adı. 6 Kuark rumuzlu kullanıcının www.homoloji.com adresinde yaptığı tanım.
45
Eko Antony Hegarty
Oğlan çocuğu kız şarkıları söylüyor Derleyen: Erdal Matur-Onur Poyraz
46
İngiltere'de dünyaya geldi. 1981 yılında Kaliforniya'ya taşındıklarında 10 yaşındaydı. Diğer oğlan çocuklarına benzemeyen bir yalnızlığı ve hüznü vardı. Bu yabancılığı/yabansılığı Boy George ve Marc Almond'ın (Almond'a "gerçek annem" diye hitab ediyor) o dönemdeki imgeleriyle anlam buldu. Onların sıra dışı, travesti görüntülerini izleyen Antony “Tamam, böyle olunduğunda bunu yapıyoruz: Şarkıcı oluyoruz!" dedi ve 1990 senesinde “güzel olan insanların” olduğu bir yere, New York'a göç etti. Kendi gibi insanları bulmakta zorlanmadı Antony. Avangard bir kabare ekibine katıldı. Burada uzunca bir zaman geçirdikten sonra, 90'ların ortasında, içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmaya başladı ve “vahiysel yoğunluk” olarak tanımladığı bir döneme girdi. The Johnsons grubunun temelleri de bu dönemde atılmaya başladı. Grup ismini Stonewall gösterilerinde ilk şişeyi fırlatan kişiye, siyahi travesti direnişçi Marcha P.Johnson'a ithaf etti. Birlikte tiyatrolarda ve gece kulüplerinde farklı ve alışılmadık çalışmalarla çıktılar seyirci karşısına. Ancak, tiyatronun, hayallerini gerçekleştirmeye yetmediğini gördü Antony: “Para yoktu. Yapmak istediklerim için seçtiğim yol çok marjinaldi. İnsanlar sınırlarda yaşayanlarla/yaşananlarla yapmak istediğimi anlamıyorlardı. Genel kabul görmüş yöntemler değildi kullandıklarım. Sonunda, bu güzel androjen (erdişi) çalışmaları herkese gösterelim istedim. Ve bu fırsatı Turning'de yakaladık.” Turning, Antony'nin Whitney Museum of American Art bienalinde sergilediği çalışmaydı. Bienalden aldığı davet onu çok etkilemiş ve sonuç “cennetin neye benzediği fikrini” görünür kılmıştı. Nihayet 2000 yılında Antony and the Johnsons kuruldu ve kendi adlarını taşıyan ilk albümleri yayınlandı. Onun sesi ve görüntüsü yeni bir şey söylüyordu. Kız olmak isteyen oğlan çocuğunun şarkıları herkesi derinden etkilemişti. Antony'nin asıl hikayesi buradan itibaren başlıyordu. Steve Buscemi ''Animal Factory'de onu androjen bir mahkum rolünde oynattı. Lou Reed 'The Raven' albümünde 'Perfect Day'i yorumlattı ona, akabinde turnesine dahil etti. Hatta konserlerinin birinde onu sahneye davet edip Velvet Underground klasiği 'Candy Says'i ona söyletti ('Candy Says' şarkısı aslen Andy Warhol'un yarattığı yıldızlardan biri olan, travesti, Candy Darling için yazılmıştı). Sonrası ise malum, 2004 yılında 45'liklerden oluşan bir toplama ve 2005 yılında Lou Reed, Boy George, Rufus Wainwright ve Devendra Banhardt gibi isimlerin de eşlik ettiği 'I Am A Bird Now'!. Çıkar çıkmaz 'yılın en iyi albümü' sayılan 'I Am A Bird Now', İngiltere'nin en önemli müzik ödüllerinden Mercury Ödülü'nü, Coldplay ve Kaiser Chiefs gibi güçlü rakipler arasından sıyrılarak aldı. Antony son olarak Björk'ün 'Volta' albümünde şarkılar söyledi. Björk'ün buz sesiyle Antony'nin yakan sesi dinleyenlerin içinde ve teninde iz bıraktı. Nina Simone'un varisi sayılan Antony, 8 Temmuz'da İstanbul'da söyleyecek şarkılarını ve diyecek ki bize: “Bir gün büyüyüp güzel bir kadın olacağım/güzel bir kız olacağım/Ama bugün bir çocuğum/bir oğlan". Gelişinin şerefiyle The Guardian, BBC Later, Globe Staff ve Static Magazine'den derledik.
Çok hassas, feminen ve güzeldi Culture Club'ın 'Kissing To Be Clever' albümü ve oradaki Boy George. 11 yaşındaki Antony için bir dönüm noktası... O an, dünyada yalnız olmadığımı fark ettiğim andı. O an benim “işte büyüyünce olacağım şey,” dediğim andı. Çok hassas, feminen ve güzeldi; olmak istediğim her şeydi. On bir yaşındaki bir çocuğun gözünden, yolumu görmüştüm. Kendimi aynada görmüş gibiydim. Katolik okuluna gitmişsin. Dindar bir insan mısın? Hayır. Kendimi hiç Katolik ya da dindar biri olarak nitelendirmedim. Kendimce tanımlamış olduğum ya da sentezlediğim inançlarım var ama bunların hepsi sezgisel. Kendini Amerikalı olarak mı tanımlıyorsun? Kendimi bir göçmen olarak tanımlıyorum. Amerikan kimliği ile ilgiliyim. New York'ta yaşıyorum ve bana göre bu özel bir durum. Eğer Amerika'da olmasaydım, Amerika'da yaşamazdım. Göçmen bir şehir ve bu şehri gerçekten çok seviyorum. Müziğinin sözlerini nasıl yazıyorsun, otobiyografik yanı ağır basıyor mu? Bu tamamen farklı bir şey. Bence herkes kendi deneyimlerinin toplamı ile oluşturur müziğini. Bu tecrübeler başkalarından ve başkalarının işlerini gözlemlemekten bağımsız değildir. Etrafınızdaki insanların hikayeleri... Kendi hikayeniz... Düşlerinizin oluşturduğu yaratıcı zeminler... Herhangi bir şeyden kaynaklanıyor olabilir. Sezgisel bir şey. Öyle uzun uzadıya düşünülmüş ya da akademik bir zemine dayanmıyor sözlerim. Küçüklüğümden beri günlük tutarım. Herkese tavsiye ederim. Düşündüğünüz şeyleri karalayabileceğiniz, ya da düşerinizi yazıya geçirecek bir zemin olmalı. Düşlerinizin peşine takılma fırsatını tepmeyin, düşlerin çok önemli olduğuna inanırım.
Sadece bir noktaya odaklanmak beni hep kaygılandırmıştır I Am A Bird Now albümünde ihtilaflı konuların keşfine çıkmışsın, cinsel kimlik ve cinsiyet muğlaklığı gibi. Kendi hayatında böyle sorunlarla uğraşıyor musun hala? İnsanların cinsiyet belirsizliği demesi hep eğlenceli gelmiştir bana. Sadece bir noktaya odaklanmak beni hep kaygılandırmıştır. Bu albüm birçok açıdan dönüşüm üzerine. Kadın ve erkek, genç ve yaşlı, yaşam ve ölüm dönüşümü…
Dönüşüm konusunu anlamama biraz daha yardım et. Son zamanlarda herkesin kendi içinde bir aile taşıdığı fikrine inanmaya başladım: bir oğlan ve kız, bir erkek ve kadın taşıdığı fikri. Albüm bir yönüyle ruhun bu farklı yanlarının gerçekleştirdiği bir diyalog. Küçük de olsa mitolojik bir yanı var. Jungian yaklaşımının “kutsal çocuk” yanıyla gerçekten ilgiliyim. İnsanın ruhani merkezparçası olup yaratıcılıkla bağlantılı bir noktadır bu yan. Ve yaratıcılık benim için dönüşümün çok önemli bir aracısı olmuştur. 1990 yılında Santa Cruz'dan (Kaliforniya) New York'a taşınmanın bu dönüşümün sebebi olduğuna bahse girerim. Evet, hayatımı değiştirdiği kesin. Kendimi gece hayatında görmeyi, melez insanlarla tanışmayı ve bu ortamlarda performansımı sergilemeyi istedim. Gerçekten kendimi rahat hissedebileceğim bir yer arıyordum. Deneysel tiyatroyla ilgilenmeye nasıl karar verdin? Tiyatroya gerçekten hiç ilgi duymadım. Şans eseri bu işin içine girdim. Santa Cruz'a gittim ve orada genel yaratıcılık üzerine çalışıyordum. Görsel öğelerden gerçekten etkilendim. Her işe burnumu sokayım istedim. Pek çok görsel şey yaptım: sanat, resim, çizim, az biraz da tiyatro; ama tiyatro daha çok benim müzik yapmama ya da yaptığım müziği yayıp sunmama yardımcı oluyordu. Üniversitede John Waters'ın filmleriyle ilgilenip, daha fazlasını yapmayı düşünmeye başladım. Geceleri arkadaşlarımla ilginç hikayeleri birleştirerek, punk hissi uyandıran traji-komik hikayeler gibi, travesti müzikallerini sunmaya başladık. Bunlar tamamen John Waters estetiğinin bir türeviydi. Belki merkezde biraz daha duygusallık vurgusu vardı. Daha çok trajik ve duygusal çizgide ilerliyordu. Absürd olana zıt bir biçimde... Aslında, her ikisi de. Kara sevda temalı şarkılarla ilgileniyordum ve şarkı söylerken tüm bu müzikaller beni zevkten doruğa çıkarıyordu. Merkezinde kalbe dokunan bir şeyler vardı. Sonrasında elektriğe çarpılmış gibi oluyordum ya da her neyse işte… Hayranlarının seni ilahlaştırmasına ne diyorsun? Bilmiyorum. Bence içinde bulunduğumuz zaman insanların kendilerini otantik hissedebileciği birilerini bulmaya çalışıtıkları bir zaman. İnsanlar şimdilerde kendilerini bulabileceği, eşleştirebileceği bir sürü farklı sanatçıya sahip; on yıl öncesinde olmayan bir durum. Gerçekten yaşadığımız dönem ilginç bir dönem. Beni seven birilerinin olması büyüleyici bir şey benim için.
Nina büyük hikayeler anlatır “Nina Simone büyük, bense küçüğüm. Ancak müzikteki sezgisel farkındalığım Nina'yı dinlemekten geliyor. Nina'nın etrafındaki şeyler nasıl da parlıyor, nasıl oluyor da duygusal, ruhsal ve içtenlik konularında bu kadar geniş/kapsayıcı olabiliyor? Büyük hikayeler anlatır o; en büyüklerini. Çok fazla şarkı yazmışlığı yoktur ama en büyüklerini yazar. Bir müzisyenin gösterebileceği en büyük cesareti gösterir toplumla olan ilişkilerinde. Kendini adamıştır topluma ve hakikat için yürekten haykırır. Sahip olduğu her şeyi verir, içten ve üretken bir şekilde. Otobiyografisini okuduktan sonra bu kadın tam bir çılgın demiştim ama sonra 'iyi de ne olmuş' diye düşündüm.”
47
48
Derleyen: İsmail Alacaoğlu Henüz beş yaşındayken, kazandığı burs ile Peabody Konservatuarı'nın o güne dek sahip olduğu en küçük öğrencisi olarak kariyerine adım atması elbette ki tesadüf olmasa gerek. 1963 yılında dünyaya gelen Tori, 90'lı yılların başlarında çok az sayıdaki kadın vokal ve söz yazarlarından biri. Üstelik piyanistlik altyapısı sayesinde de bir adım öndedir diğer kadın şarkıcılardan. Cinsellik, din, kişisel trajediler gibi çok çeşitli konuları işleyerek duygusal açıdan yoğun şarkılar yapan ve seslendiren biri olarak kazınır sevenlerinin kalbine. 21 yaşındayken müzik kariyerini devam ettirmek üzere Los Angelas'a taşınan Tori, 1985 yılında, çalıştığı mekandaki piyano performansının ardından, barın daimi müşterilerinden birini evine bırakmak üzere arabasına alır ve daha sonra 'Me and a Gun' adlı şarkısında dile getirdiği tecavüzü yaşar. 1998 yılında kurduğu rock grubu ile 'Y Kant Tori Read' adlı albüm yaptıktan sonra yoluna tek başına devam eder. Çarpıcı ve sözünü sakınmayan şarkılar yapmaya başlayan Tori, ilk solo albümü 'Little Earthquakes'i çıkarır. Artık piyanosu eşliğinde müthiş sözler içeren ve birçokları tarafından otobiyografik olarak tanımlanan şarkılarını seslendiren Tori, her geçen gün hayranlarının kalbindeki yerini biraz daha sağlamlaştırmaya başlar. Sadece müzikteki başarısıyla değil, feminist duruşu, eşcinsel hakları adına yaptığı söylemler, tinsel ve ruhani sözleri ile sadece bir şarkıcı olmanın da ötesine geçmeyi başarır. Büyük bir gey fanatik kitlesine sahip olmasıyla da bilinen Tori Amos 'gay ikonlar' listesinin başlarında yer almaya devam ediyor. Tori'nin 15 Temmuz'da Parkorman'da vereceği konseri fırsat bilip Advoctae, Uncut ve EverythingTori'den derledik.
Bütünleşmiş bir kadın olmak istiyorum Şarkılarınızda özellikle iki temayı sürekli işliyorsunuz; kadın cinselliği ve din? Evet, bu Scarlet's Walk ve the Beekeeper albümlerinde bilinçli yaptığım bir şeydi. Çünkü birçok kadın gördüm, özellikle de sağ kesimden, cinselliklerini ve tinselliklerini nasıl bulabileceklerini bilmeyen. Bunların bir kısmı ya bağnazdı ya da sürekli göğüsleri ortalıkta dolanan tiplerdi. Ben edepsiz kızları umursamam ama burada bulduğum trajedi, biz, kadın olarak, kendi hikayelerimizin öznesi olamazken başkalarının objesi olmamızdı. Ben, büyükannelerimizin Hıristiyanlığı saptırmalarından dolayı kurban mağdur olmayı reddediyorum. Ben bütünleşmiş bir kadın olmak istiyorum; cinselliğimle ve dinselliğimle birlikte, kendi hikayemin öznesi olarak. Hangi noktada kendi kişiliğinizin hem cinsel ve hem de dinsel yanlarını benimsemeye başladınız? Bu 1994 yılında 'Under the Pink' albümünün turnesinde oldu. Bir şiir yazdım: “Elli farklı kalbim var / Her biri elli ayrı çekmecede / Çağırmaya geldiğinde, her zaman mor olanı koyarım ortaya / Eğer ellisinin hepsini yere düşürsem / Der miydin evden ayrılmadan önce hepsini temizle?” Her gece orada o insanların önünde piyanomu çalarken, o sahnede yürüdüğümde kim olduğumu fark ettim; ne yarattığımı ve devam ettirdiğim hayatımı. En zoru, bir elinde tinselliği ve ruhani duygularını tutarken, diğer elinde cinselliğini tutabilmekti. Birkaç dakikalığına yogaya gitmekten ve hemen sonrasında yarın olmayacakmış gibi erkek arkadaşınla sevişmekten bahsetmiyorum. Kutsal bir yolla cinselliğini yaşayabilme yetisinden bahsediyorum... Sözcük oyunu içermeden. Günah ve şehvet hakkında bir şarkı (Original Sinsuality) yazdın. Tam da Amerika'daki en büyük ahlaki tartışma kürtaj ve eşcinsel hakları üzerineyken... Amerika öyle büyük bir aşırılıklar toprağı ki. Bir yanda birçok insanın benimsediği bağnaz ideoloji, diğer yanda herkesi istismar eden ve çok paranın harcandığı devasa bir porno endüstrisi. Her ikisinin de gözden kaçırdığı bir şey var; şehvet ve bence bu toplumun zarar gördüğünün bir işareti. Seks ve cinsellik için sürekli kirli ve ahlaksız bir portre çizilmesi sağlıklı değil ve insanları nelerin tahrik ettiği de bazen beni şok ediyor. Birçok kadın ve erkek var dışarıda, zarar verilmiş, başka bir karaktere bürünmeden cevap veremeyecek. Yazdığınız her şarkıda bir otobiyografik unsur olduğunu söyleyebilir misiniz? Kesinlikle. Gözlemlediklerimden ve sonuçlardan yola çıkarak yazarım. Tüm şarkılarım yaşadığım deneyimlerin, düşüncelerin ve şahit olduklarımın birer ifadesi. Bazen kendi bakış açımdan yazarım, bazen şarkının içine saklanırım ve siz benim orada olduğumun farkına bile varmazsınız. Gerçek hayatta, çok da hoş olmayan biri olabilirdim ama ben diğer bir insanın bakış
açısından şarkımı söylüyorum çünkü bu hikayeyi daha güçlü yapıyor. Yaptığınız her albüm bir temanın altını mı çiziyor? Tema çok açık olmayabilir dinleyicilerim için; tıpkı bana da olduğu gibi ama her albüm farklı şeylerden oluşan bir demet hakkında. Kendimi, içimde yaşadığım dünya ve birlikte yaşadığım insanlar hakkında aydınlatmayı ve eğitmeyi seviyorum. Böylece, genellikle her albüm kaydına seçtiğim konu üzerinde araştırarak ve ona kendimi kaptırarak başlarım. Aydınlatıcı bir noktaya sahip olduğumu hissettiğim an kendimi stüdyoya kilitlerim ve yazmaya başlarım. Bazen bir melodiyle başlar, bazen aklıma bir fikir gelene kadar piyano çalarım. Gerçekten bilinçli yaptığım tek şey, kendi varlığımı müziğe kanalize etmemdir.
Herkes sizi yargılamaya hazır çocuklar Gey ve lezbiyen fanatiklerin hakkında konuşalım biraz da. Onların senin müziğine ya da hassasiyetine neden tutkun oldukları konusunda bir fikrin var mı? Herkes sizi yargılamaya hazır çocuklar. İnsanlar öyle bir konuya sahip ki, İncil'i ortaya atıyorlar, onu ortaya atıyorlar, bunu ortaya atıyorlar ve tartışmaları çok zayıf. Çünkü İsa, son sefer kontrol ettiğimde, merhamet etmek üzereydi. Bu konu ortaya çıktığında çok az Hıristiyan'da ya da diğer dinlere mensup insanlarda hoşgörü gördüm. Heteroseksüel topluluktaki her şeyden daha kutsal birçok aynı cins birliktelikler var ama bu sizin topluluğunuzun omuzlarında çok yük taşıdığı anlamına geliyor. Eğer siz insanların düşüncelerini ikinci bir yüz olarak kendinize takınmazsanız, o zaman i n s a n l a r ı n s e r t yargılamalarından daha farklı bir şeylere ulaşmış olursunuz. İnsanların sert yargılamalarına maruz kalmanız çok daha kolay. Görünüyor ki dinin kadınlar için düzenlediği şeyler, toplumun gey ve lezbiyenler için yaptığının aynısı. Eşcinsellerin sizin müziğinizle birleştiği noktanın din olup olmadığını merak ediyorum. İyi bir nokta; çünkü kadınlar Hıristiyan kilisesinin ilk zamanlarında birer çıkıntı gibiydiler. Ben 'The Beekeeper'ı yaparken, kadın peygamberler hakkında birçok araştırma yaptım ve daima Mary Magdelena'nın bir fahişe olarak yazıldığını gördüm. Bu, kilise için hiç de kazançlı bir durum değildi. Çünkü net bir şekilde onların, ataerkil sistemi kurmak ve korumak için kadının itaatkar ve hizmet eden olmasına ihtiyaçları vardı. Eğer gey ve lezbiyen toplumu tam anlamıyla güçlendirilseydi düşünün bunun hakkında- onlar ileri fikirler ve kavramlar ortaya atarlardı. Diğer insanlar kendi dolaplarına geri dönebilirler ve onları açabilirlerdi ve orada, dolaplarında, siz erkekleri parmaklarıyla göstermek yerine gerçekten ne olduğunu görebilirlerdi. Yüzleşelim, eğer herkes kendileriyle gerçek bir şekilde rahat olabilselerdi, geyler ve lezbiyenlerle hiçbir sorunumuz olmazdı.
LGBT öykü Kaos GL'li Kadınlar'ın düzenlediği 'İlk Adım İlk Kadın İlk Aşk' konulu 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda birinciliği Nevruz Ebru Aksu'nun "Bu gece boş musun?" adlı öyküsü aldı. İkinci ve üçüncü öyküleri de gelecek sayılarda okuyabilirsiniz. Mansiyon alan öyküler ise www.kaosgl.org'da!
Nevruz Ebru Aksu 2007
Bu gece boş musun? Doğru duyduğumdan emin olmak için kulağına doğru eğilip soruyorum: Efendiim? Sorumu, yine az önceki sorusuyla yanıtlıyor..
50
Yılların alışkanlığıdır. Sanırım çizgi roman okuyarak büyümüş her yetişkinin içinde çocukluğundan kalan bir içses, sürekli seslendirme yapar. Benim içseslerim karışıktır çoğu zaman. Herhangi bir soruya yanıt vermeden önce koca bir gürültü kopar içimde. -Mekandaki müziğin gürültüsü yetmiyormuş gibi bir de içindeki kırk tane suflörle uğraş, iş mi şimdi?- Yüzüne bakakalıyorum soruyu soran kadının ve kırk suflörden en ukalasının sesi en baskın çıkanı oluyor yine. Boşum. Peki, o boşluğu neyle doldurabileceğini düşünüyorsun? Öylece bakıyoruz birbirimize.. bir an.. kaç dakikaya sığar? Bağırarak bir şeyler anlatmaya başlıyor kadıncağız.. sarhoşluğum, müziğin kulakları patlatırcasına gümlemesi ve kadının bağırtısı.. anlaşılmaz bir gürültü silsilesine dönüşüp beynimin içinde çınlıyor herşey.. başımı sallayıp duruyorum, onayladığımı sansın da sussun artık diye.. nasılsa amaç belli.. gece beraber geçirilecek.. ondan sonraki bir kaç gün görüşülecek belki.. sonra iki taraftan birisi ya da her ikisi de geçmişteki ilişkileriyle kıyaslamaya girecek.. başkasıyla yarım kalanlar tamamlanmaya çalışılacak.. kimse kendisi olamayacak.. birisi terk eden birisi terk edilen olacak.. vs... vs... Kadın anlatıyor hala.. ne çok konuşuyor değil mi? çaktırmadan ağzının kokusunu almaya çalışıyorum.. ağzını kapatsın diye birazdan onu öpmem gerektiğini tekrarlıyor çünkü libido suflörü.. işkence çeken zavallı kulağımı uzaklaştırıp kadının ağzından, kulağımın yerine dudaklarımı yerleştiriyorum.. hımmm.. hiç de fena öpüşmüyor.. bir de dilini daha az kullansa.. gözlerini açman lazım artık yoksa baş dönmesinden yere yığılacaksın.. sana bu kadar içme dedim.. hani tek gecelik ilişki yaşamayacaktın artık, ne işin var bu kadınla? ya bir arkadaşının eski sevgilisiyse? acaba nasıl sevişiyor? kimin evine gidilecek? Annen uyumuş mudur? Bak artık annen anlayacak lezbiyen olduğunu dikkat et!! Acaba adı nedir? Acaba adı nedir? Adını soruveriyorum bu uzun öpüşme artık bitsin diye... hoşuma gitmediğinden değil ama biraz daha devam edersek üzerine kusacağım. içkiyi bu kadar karıştırma demiştim sana!! Bir süre dans ediyoruz. Ben ve O.. öylesine sarhoşum ki bazen onun ikizi katılıyor sanki bize, hangisini tutarsam onunla dans ediyorum.
Kendimi iyi hissetmediğimi ve gitmek istediğimi söylüyorum bir süre sonra. Kabul ediyor. Evine gelmek isteyip istemediğimi soruyor hiç çekinmeden. Kabul ediyorum. Çıkış kapısına doğru yürüyoruz. Sonra birden kendime gelip onun telefon numarasını ve adresini içerdeki arkadaşlarıma vermek istediğimi söylüyorum. Malum büyük şehir, ya başına bir şey gelirse? Sanki çok umurlarında? Çıktığını bile fark etmediler! İçeri dönüyoruz beraber. Yürürken sendelemiş olmalıyım ki birden koluma giriyor. Tuhaf hissediyorum şimdi. Tuhaf. Ne oldu? Kafan mı karıştı? Güvende mi hissettin kendini, yeni tanıdığın birisi koluna girdi diye? Arkadaşların yanına ulaşıyoruz. Ohh herkes leyla. Telefon numarasını soruyorum ve sonra da utanarak tekrar adını. Gidiyoruz… Kahve kokusuyla güne uyanıyorum. Yatakta, tek başıma.. sağıma soluma bakınıyorum neler olduğunu anımsamaya çalışarak.. 'seks yaptık mı?' diye kendi kendime sorarken, açık duran oda kapısının önünden birden o geçiyor.. uyandığımı fark edip duruyor orada.. diğer odadan bir ters ışık düşüyor üzerine.. siluet olarak görüyorum onu.. yüzünü seçemiyorum.. bakıyorum sadece.. onun bana bakıp bakmadığını göremeden.. Sessizliği ilk bozan o oluyor 'günaydın' diyerek.. adımı da söylüyor üstelik.. 'kahretsin!' diyorum kendi kendime.. 'adını hatırlamıyorum!'.. yaklaşıyor sonra yatağa.. yüzü belirginleşiyor yavaşça.. o yavaşlığın aksine çok hızlıca, inandığım tüm tanrılara, bildiğim her dilde dua ediyorum 'lütfen çirkin birisi olmasın!!' diye.. güzellik çirkinlik tanımını yapmak gibi bir zahmete girmeyeceğim sevgili okur! nasıl görüyorsam öyledir! Yüzü belirginleşiyor.. amaaan tanrııım!! diye bağırıyor içimdeki kırk suflörün kırkı birden.. 'daha ben uyanamadım siz ne zaman uyandınız da hep bir ağızdan bağıracak enerjiyi buldunuz?' diyerek tersliyorum hepsini.. Gözlerimin ta içine bakıyor. 'Kahve içmek ister misin?' diye soruyor. Kahve içmeyi sevmediğimi ama hoşuma giden bir kadının ağzındaki kahve tadını almayı sevdiğimi söylüyorum. Öpüşüyoruz.. hiç bitmesin dediğim anlar boyunca.. dayanamayıp soracak oluyorum dün gece neler olduğunu.. daha ağzımı açamadan sanki aklımı okurmuşçasına dün gece hiçbir şey olmadığını, tek gecelik ilişki yaşamak istemediğimi dile getirdiğimi ve buna saygı duyup kendisinin diğer odada uyuduğunu söylüyor.. vaaayyyy canınaaaa!!! Bir sigara yakıyorum.. kahvaltı etmeden sigara içmek gibi kötü bir alışkanlığım var, evet.. yatak odasında sigara içemeyeceğimi söyleyerek elimdeki sigarayı alıp salon olduğunu tahmin ettiğim odaya geçiyor. Saygısız! izin isteseydin bari sigaranı yakmadan önce!! İçerden sesleniyor adımı.. ahh yine suratıma vuruyor salaklığım.. 'nasıl hatırlamam adını?' diye içimden söylene söylene yanına gitmek üzere yataktan kalkıyorum ve sallana sallana yürüyorum.Yürürken belki bir mucize olur da adını hatırlarım diye işi iyice ağırdan alıyorum.. nafile… Masanın kenarındaki sandalyeye oturmuş.. kahvaltı hazır.. Ne sevdiğimi bilmediği için, masaya mutfakta bulduğu her
şeyi yerleştirmiş.. özenle.. Turşu bile var! Ağzıma daha ilk lokmamı atamadan gözlerim cep telefonumu arıyor. Bir panikle fırlayıp telefonumu bulmaya çalışıyorum, bulamıyorum. Gece bir yerde düşürmüş olabileceğim ihtimalini aklıma getirmek üzereyken elinde telefonumla yanıma geliyor. Biraz sinirleniyorum önce. Telefonumu karıştırdığını düşünüp tersleyerek bakıyorum yüzüne. Merak etmemem gerektiğini, telefonumu karıştırmadığını, sadece şarja taktığını söyleyerek şüphemi gideremese de davranışının inceliğiyle sinirimin yatışmasına neden oluyor. Ancak hemen ardından kimden telefon beklediğimi soran imalı ses tonuyla içimdeki kırk deliyi uyandırıyor yine. Oysa ne güzel susturmuştum onları.. bir anlığına bile olsa.. NE BU?? HEMEN SAHİPLENME? KISKANÇ DA GALİBA BİRAZ?? ÇOK DA MERAKLI?? KENDİNİ NE SANIYOR Kİ?? HEMEN HAYATINA GİRMEYE ÇALIŞIYOR BAK O DA!! BAK BAK!!! sakın izin verme!! sakın izin verme... Kuşkularım keyfimi kaçırmıştı. Yapmak istediğim tek şey çıkıp gitmekti. Gitmek zorundaydım üstelik. Her anlatışımda beni sıkıntıya sokan bir çok sorumluluğum vardı hayatımda. Bir de ona anlatmakla uğraşamayacaktım. Kimse anlamıyordu ki üstelik o anlasın. Herkes geçeceğini söyleyip 'vur kadehe' diyordu ya da sorunlarımı kendi hayatlarındakilerle kıyaslayıp benimkilerin önemsiz olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Hep mantık, hep mantık!! Beklediğim bu değildi. Kimseden çözüm istemiyordum derdimi anlatırken. Sadece içimdeki onca sese yenilerini ekleyip aklımı kaybetmemek için biraz olsun dış sesimle konuşmaktı amacım. Kendi sesimi unutmamak, içimdeki seslerde kaybolmamak için.. Sessizce oturdum masada.. iki lokma atıştırdım.. sessizliğimi bozmadı ve bu davranışıyla yanında biraz daha zaman geçirmeyi istememe neden oldu. Fakat gitmek zorundaydım. Bir süre sonra tekrar görüşmeyi istedik. Sonrasında da haftalarca görüşmeye devam ettik. Konuştuk, birbirimizi anlamaya çalıştık. Anlayamadığımızda sustuk, dinledik. Gittik. Geldik. Geceleri daha az dışarı çıkar olduk ve çoğu zaman beraber çıkmayı istedik. Uzunca bir süre seks yapmadık, bunun ihtiyacını bile hissetmedik. Sarılıp yan yana uyuduk gecelerce.. Haftalar sonra ilk defa seviştik.. hayatımda ilkti sanki.. başkasına dokunur gibi değildi.. bana dokunan, bir yabancı değildi.. kaldım.. Neler yaşanmıştı o güne kadar?.. ilk görüşte başlayıp bir haftada nefrete dönüşen 'aşk'lar.. 'ne kadar acı, o kadar aşk' denkleminin çözümsüzlüğü.. erkek egemen söyleme erkekliğin en kötü modelini seçerek kendince tepki vermeye çalışan erkek-kadınlarla iletişim kurma çabaları.. orasını burasını elletmeyen kadınlarla sözde seks benzeri güreş müsabakaları.. meraklı heteroseksüel kadınların merakını gidermeler.. ilk gecenin ardından hayatımızdaki 'herşey' olmaya çalışan ama şimdi 'hiç' olan kadınlar.. çok sevdiğini söyleyip ertesi gün terk edenler.. bir kadınla arkadaşlığı aslında ön sevişme olarak algılayıp arkadaşını ilk fırsatta yatağa atmayı düşleyen kadınlar.. hep kadınlar.. hepsinde kendimden bir parça ararken sonunda paramparça olmuştum.. ..ama en acı yüzleşmemi onunla yaptığımız bir sevişme sonrası sohbetinde yaşamıştım. Senelerce kendimi cinsiyetsizliğe, aşkın, sevişmenin ve her türlü ilişkinin cinsiyetsiz olması gerektirdiğine inandırmıştım. Oysa ben bir kadındım ve kadınları seviyordum. Aksi olsaydı bunca zamandır hayatıma bir erkek girmiş olmaz mıydı? Kimi kandırıyorduk? Onca zamandır feminist söylemleri ağzımda gevelerken tüm kadınlığımı sinsi baskılar altında nasıl da ezivermiştim? Bir düşünceler yumağı değildim ki yalnızca, duygularım da vardı. Bunları açığa vurmanın kadınsı bir zayıflık olduğunu düşünmüştüm senelerce ve senelerce. Her kadını sevdiğime ya da sevebileceğime neden inandırmıştım kendimi peki? Salt bir sevgi ihtiyacı mı? Daha kötüsü.. daha da kötüsü!.. Seks yaptığım her kadına duygusal bir anlam da yüklemezsem önüme gelen herkesle yatan duygusuz bir kadına dönüşürdüm! Çünkü kadın, seksi de özgür
yaşayamazdı.. isterse başka bir kadınla olsun! Bu yüzleşme beni darmadağın etmişti. Uzunca bir süre dokunamamıştım ona, konuşamamıştım. Hangi kimliğimle çıkacaktım karşısına?.. Yaşamıma daha önce giren pek çok kadının aksine 'kendi sorunlarını kendin çöz ' diyerek beni köşeme itmedi. Düşüncelerimizi dışa vururken cinsiyetsiz olmalıydık ama dedim ya insan sadece düşüncelerden oluşmuyordu. Kabul ettik beraberce kadınlığımızı ve bunu yaşarken utanmadık. Yeniden hayata gelmek gibiydi.. mutlu ve özgür hissediyordum kendimi ve bu pek de alışkın olmadığım bir duyguydu.. ilk defa bir kadının tenine dokunurken onu böylesine hissedebiliyordum.. zamanı unutuyordum.. ve sıkıntılarımı da.. buna rağmen yaşanan hiçbir şey de gerçeklikten uzak değildi. yanından gitmeyi hiç istemiyordum.. Hala yanındayım..bazen bu özgür haliyle beni korkutsa da.. hep yanımdaydı.. ilk tanıştığımız gün onda şüphe uyandıran meçhul telefon görüşmesinin faili annemin tüm acısını içimde hissederken ve onu sonsuzluğa gönderirken.. mutlu olduğumda.. gittiğimde ve geri döndüğümde.. üzgün olduğumda.. hep yan yanayız.. paylaştığımızda ya da paylaşamadığımızda.. Sorular sorduk birbirimize bazen ama hiç sorgulamadık birbirimizi. Kişisel tarihlerimizi yok saymadık ama birliktelik yürütürken önemli olanın yeni bir tarih yazmak olduğunu keşfettik. Üstelik bireysel olarak.. İki kişinin asla bir kişi olamayacağı gerçeğini kabullenip bunun için birbirimizin canını acıtarak etine işlemeye çalışmamamız gerektiğini anladık. Birbirimizi yok etmeye çalışarak var olması asla mümkün olmayan o tek kişiyi varsaymak için uğraşmadık. Ayrı yerlere bakarken bile sonunda dönüp birbirimize bakabildik. Hep iki kişiydik ve aşkın zaten o iki kişi de varsa varlığını sürdürebileceğini gördük zamanla. Bundan mutluluk duymayı öğrendik. Kısacası birbirimizi aşkın nesneleri haline dönüştürmedik ve iki özgür öznenin sonsuz söylemlere ulaşabileceğini gördük. ..şimdi arasıra hala takılıyorum ona 'bu gece boş musun?' diyerek.. gülümseyerek hep aynı yanıtı veriyor: Çok doluyum. Çünkü beni başkası yapmaya çalışmadın.. Anlattı çok zaman sonra neden yanıma gelip öyle bir soru sorduğunu.. duymuş boşboğaz insanlardan 'çok çapkındır, tuttuğunu hemen yatağa atar, ilişki yaşamaz, gününü gün eder' benzeri bir sürü dedikodu.. uzun zamandır benimle tanışmayı istiyormuş halbuki ama hakkımda duyduklarından biraz tedirgin olduğu için bana nasıl yaklaşacağını bilememiş.. ve o gece beni görünce yanıma gelip aklına gelen ilk soruyu soruvermiş, düşünmeden.. sorusuna verdiğim yanıttan da pek etkilenmiş ve o boşluğun nasıl doldurulabileceğini anlatmaya çalışıyormuş.. iyi ki hiçbir şey duymamışım o gece.. zamana yayılan bir ilişkide duyumsuyorum yanıtını o gece duyamamış olsam da.. ha bizim kırk deli suflör? Hepsini susturduğumu sanıyordum biri susmamış. bir gün 'mutlak kanıtçı' suflör saçma sapan bir şey bağırdı. Sevdiğin kadının adını işlet derine!!! Sonsuz olsun. Orada kalsın hep.. herkes bilsin!! Onu susturan ne diğer delilerin sesi, ne kendi sesim oldu. Şimdi adını her gün seslendiğim kadının sesi 'aşk, ne acı gerektirir ne de başkaları için bir kanıt..' diyerek içimde kalan tek delinin de sesini kesti.. Sustu mu?? Alternatif son: ha bizim kırk deli suflör? Hepsini susturduğumu sanıyordum biri susmamış. Bir gün 'libido suflör' saçma sapan bir şey bağırdı : hey!! hayatını bir tek kişiye bağlanarak mı geçireceksin? bak şu kadın sana baktı!! hadi takılsana peşine!! sevgilinin ruhu bile duymaz.. hadi ama hadii!!! hayat kısa, tadını çıkar!! Dinledim mi?..
51
Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?
keditörün kitabı
Kullanılmış Biletler
Perihan Mağden - Can, Roman Anneler ve kızları ve onların kızları… 'Derim inceldi' diyen Mağden'den intikam romanı.
Murathan Mungan Metis, Sinema
Büyüyen Eller
Mungan, görüntülerin ışığında, büyülenerek öyküler kuruyor. Görme biçimlerini sorguluyor, filmlerin şifrelerini çözmeye çalışıyor. Bir edebiyatçı olarak yapıyor bunu. Bir kez daha çocukluğunun anılarından yola çıkarak başlıyor kitaba. Sinemayla arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Sonra kimi defterlerde kimi müsvette kağıtlarda kalan kimi yayımlanmış yazılarını sıralıyor okura. Büyülü fenere inanan çocuklardansanız bu kitap sizin düşlerinize göre.
Sait Faik Abasıyanık - YKY, Hikaye Ölümünden 53 yıl sonra, yazarın kimi tamamlanmamış öyküleri, taslak metinleri ve bitmiş üç öyküsü…
Ben Onlardan Biriyim Ahmet Tulgar - Everest, Deneme Dünyaya karşı köşeden bakmayı seçenler ve karşı köşeden bakmayı merak edenler için…
tadımlık
Yaban Vatan Tracey Emin - Popcore Tecavüz, mastürbasyon, seks, kürtaj, korkular ve tutkular. Tracey Emin bir kez daha sansürsüz.
Sokağın Dili Olsa James Baldwin - YKY, Roman Aşkta sadakat ve sevgi yetmiyor; onun için savaşmak da gerekiyor.
Felsefi Soruşturmalar Ludwig Wittgenstein - Metis, Felsefe Fikirleri felsefeyle sınırlı kalmadı, düşünce dünyasının bütün alanlarına yayıldı.
Genellikle öğrenmeler acı deneyimlerdir ve insan ilkin kendinden haber alır: Eşcinselliğini öğrenmek, dünyaya ilişkin masumiyetini yitirmektir bir bakıma. Bu nedenle kendilerine toplumsal ilişkilerinin dışında verilen sürgün rolü, “gay”lerin yaşam ilişkin görme biçimlerinde önemli bir kırılmaya yol açar. O güne dek bir biçimde varsaydığı dünyanın bütünlüğünden kopuşun bu acı ve derin bilgisi, onlara gerçekliğin algılanmasında, betimlenmesinde, dönüştürülmesinde bu farkındalık halinin mührünü taşıyan- bir imgelem kazandırır ve bundan böyle gerçeklikle kuracakları ilişkilerin, tasavvurlarının yazgısını büyük ölçüde- belirlemiş olur. Yaşamın katı gerçeklerinin kendilerine kapatmış olduğu yollardan rüyalara çıkarlar. Belki de bu nedenle, melodramlarla “gay”lerin dünyası arasında da bir “rüya akrabalığı” vardır. Ta çocuk odasında başlayan bir rüya akrabalığı. Kullanılmış Biletler, “Melodram ve 'Gay' Duyarlık”
Pastırma Yazı Selim İleri - Doğan, Hikaye 36 yıl sonra bile aynı tatta.
içinden yaz geçen kitaplar
Paravanlar Jean Genet - Ayrıntı, Oyun Yaz Geçer - Murathan Mungan Troya'da Ölüm Vardı - Bilge Karasu Venedik'te Ölüm - Thomas Mann Arzu Tramvayı - Tennessee Williams Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan
Genet'nin 'yazma mutluluğu'nu tattığı tek eseri. Hesap görülmüştür.
Minotor'u Kışkırtmak Anaïs Nin - Everest, Roman 'İçsel Kentler'deki son yolculuk. Erotizm ve ölüm bir arada.
Arzu Tramvayı (1951)
kutsal kitap
Göçmüş Kediler Bahçesi - Bilge Karasu, Metis Yayınları “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” der bilge, göçmüş kedilerin bahçesi'nin en kuytu yerinde duran en zamansız öyküsü masalın da yırtılıverdiği yer'de… ve ekler; “kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi”… “bir saat tablası gibi” birbirini izleyen on iki masal, bütün zamanların dışında kaldığı için her bir masalın içine serpiştirilmiş 13. masal ve masalın da yırtılıverdiği yer'de duran 14. masal… göçmüş kediler bahçesi bilge karasu'nun temel izleklerinden biri olan “eşitsizler arası sevi”nin kitabı. av ile avcı'nın, yol ile kayıp yolcu'nun, cellad ile kurbanın, kedi ile sahibinin… avın avcıya, yolun kayıp yolcuya, kurbanın cellada, kedinin sahibine dönüştüğü bahçelerde gezinirken hangi bahçede kim olduğumuzu düşündük mü hiç? türkiye edebiyatının hem dil hem biçim açısından en özgün kitaplarından biri olan göçmüş kediler bahçesi gitgide kararması planlanan bir günün aniden kararmasıyla çaresiz kalanların günün sonundaki umuda ilerlerken katettiği yolda eşlik diyor onlara… eşitsiz sevilerin hüzünlü karanlığında ölmeye gömülmeye gerek kalmadan eşitlik arıyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız... (Salih Canova)
sinema DVD
klasik
Tiffany'de Kahvaltı
Mutlu Beraberlik
Breakfast At Tiffany's Yönetmen: Blake Edwards Oyuncular: Audrey Hepburn, Patricia Neal ABD, 1961
Truman Capote'nin aynı adlı romanından uyarlanan film, Audrey Hepburn'ü gay ikonuna dönüştürmüş, giydiği kıyafetler ve saç modeliyle dönemin modasını etkilemişti.
Umutsuz Ev Kadınları-Sezon 2 Desperate Housewives Oyuncular: Teri Hatcher, Felicity Huffman, Marcia Cross, Eva Longoria ABD, 2006
Bizim kadınlar geri döndü. İkinci sezonda ekranlar yine ateşli, tutkulu ve çok eğlenceli.
Adı Vasfiye Yönetmen: Atıf Yılmaz Oyuncular: Müjde Ar, Macit Koper, Yılmaz Zafer Türkiye, 1985
Dört erkek ve bir kadın. Kadının adı var: Vasfiye. Müjde Ar'ın belki de en güzel filmi.
Chun gwong cha sit Yönetmen: Won Kar-Wai Oyuncular: Leslie Cheung, Tony Leung Hong Kong, 1997
Neden izlemeliyim?: 'Aşk Zamanı', '2046' ve son olarak 'My Blueberry Nights' ile aşkın girdaplarında süründüren Won KarWai'den imkansız bir aşk öyküsüydü. İmkansız olan ne toplum ne de ahlaktı; iki adam ne bir arada ne de ayrı kalamıyorlardı. Kar-Wai'nin kamerası Arjantin sokaklarında gezerken yıpratan, hırpalayan ve yerlerde süründüren aşk tango eşliğinde dans etmeye çalışıyordu. Aidiyet, bağlanma, yavaşlık ve hatırlama üzerine etkileyici bir şiir.
antrakt Fatih Akın'ın yönettiği ve Nurgül Yeşilçay'ın bir lezbiyen karakteri canlandırdığı 'Yaşamın Kıyısında', 60. Cannes Film Festivali'nde 'En İyi Senaryo' ödülünü kazandı. Cannes '60'ıncı Yıl Özel Ödülü' de eşcinsel yönetmen Gus Van Sant'a verildi . Meraklısına: Akın, dünya sinemasının daha fazla politika yapmasından hoşlandığını ve filmiyle cinsel kimlikler üzerinden bu eğilime katkıda bulunacağını söylerken, filmin başrol oyuncusu Nurgül Yeşilçay “Bir lezbiyeni oynuyorum. Örgüt üyesi bir lezbiyen. Maço bir rol. Yani lezbiyen gibi lezbiyen. Hiç lezbiyen tanımıyorum bu arada. Nasıl hazırlanacağımı gerçekten bilemiyorum” açıklamasında bulunmuştu.
Kutluğ Ataman Koleksiyonu İki Genç Kız + Karanlık Sular + Lola ve Bilidikid (3 DVD) Yönetmen: Kutluğ Ataman Türkiye sinemasının en sıra dışı yönetmeninin filmleri bir arada.
Brooklyn'e Son Çıkış Last Exit To Brooklyn Yönetmen: Uli Edel Oyuncular: Jennifer Jason Leigh, Stephen Baldwin ABD, Almanya, İngiltere, 1989
Uli Edel'den acımasız ve ahlaksız bir başyapıt! Böylesini izlemediniz.
Elde Makas Koşmak Running With Scissors Yönetmen: Ryan Murphy Oyuncular: Annette Bening, Brian Cox, Gwyneth Paltrow ABD, 2006
Burroughs'un anılarından, Nip/Tuck'ın yazar ve yönetmeninden olağanüstü komik ve aynı zamanda dokunaklı bir film.
yarışma Bu sahne hangi filmden? Soruyu doğru yanıtlayan 5 okurumuza Barbaros Şansal'ın 'Üçüncü Sınıf Hamur Kağıda Matbaa Mürekkebi Hayatlar' adlı kitabını hediye ediyoruz. Yanıtınızı editor@kaosgl.org adresine gönderebilirsiniz.
53
Bu yıl 18'incisi düzenlenen GLAAD (Homofobiye Karşı Gay ve Lezbiyen Birliği) Medya Ödülleri'nde, ünlü oyuncu Jennifer Aniston eşcinsel haklarına yaptığı katkılarıyla 'Öncü Ödülü'ne layık görüldü. Geçtiğimiz sene 'Brokeback Dağı'nın aldığı 'en iyi film' ödülünü bu sene 'Little Miss Sunshine' kucakladı. Gelmiş geçmiş en büyük gay ikonlarından Audrey Hepburn'ün, 'Tiffany'de Kahvaltı' filminde giydiği kokteyl elbisesi açık artırmada 192 bin dolara satıldı.
müzik tazeler
Bir başkadır Ayten Alpman Ayten Alpman - Bir Başkadır... (Balet) Ayten Alpman son plak kaydı için 1979 yılında stüdyoya girmiş. Ne mutlu bana ki, 2000 yılında da birlikte girdik stüdyoya! Bir reklam filminin cingılı için ben kendisini kandırmayı başarmış, stüdyoya girmeye ikna etmiştim. Bizde 'Memleketim' adıyla bilinen şarkının, kimin olduğu meçhul (bu konuda görüşler muhtelif, Rum bestesi diyen de var, İsrail balıkçı şarkısı diyen de) müziğine yeni sözler yazarak bazıları tarafından vatan haini ilan edilmiştim. “İyi tamam, çok seviyoruz diyoruz da onlar ne yer, ne içer, faturalarını nasıl öder diye hiç merak ediyor muyuz?” diye soran bazıları tarafından da böyle sanatçılardan birine el uzattığım için alkış almıştım. Ayten Hanım'ın bu riskli işin havasına girmesini sağlamak
54
için, 70'lerin başında yine bu şarkının kaydında ona eşlik eden kemancı beyi de bulmuş, sonuçta kısacık bir reklam filmi için çalışsak da çok hassas, tarifi zor, tekrarı imkansız, güzel saatler yaşamıştık. Benim için o reklam filmi işlerden bir işti ve geçti gitti ama nadide bir tanışıklık kaldı geriye… Ayten Alpman birkaç yıl önce de Murathan Mungan'ın Söz Verilmiş Şarkılar albümü için girdi stüdyoya. 'İstersen Hiç Başlamasın' diyerek yüreğimizi kazımak üzere… Şimdi de yıllar sonra kendi albümüyle karşımızda: 'Bir Başkadır Ayten Alpman…' İsmiyle müsemma bir albüm bu. Bu haberi bir müjde gibi vermemin albümdeki “özel
teşekkür”lerden birini almamla inanın ilgisi yok. Ayten Alpman'a düşkünlüğümü, kimileri www.birzamanlar.net sitesindeki yazılarımdan ve geçtiğimiz aylarda altkitap.com'da yayınlanan 'Türk Hafif Yazıları' kitabımdan bilirler. Albümdeki “Arkadaş” şarkısının düeti için yapımcı arkadaşım Hakan Eren rica etti, ben de (Aliye ve Binbir Gece sayesinde kurduğumuz arkadaşlığa dayanarak) Halit Ergenç'i aradım, haber verdim, o kadar… Yani ben teşekkür ederim. Evet, bunca yıl sonra Ayten Alpman'ın sesi biraz yorgun sayılabilir, evet inişleri ve çıkışları biraz zayıf bulunabilir belki ama ne gam! Kaç şarkıcıda böyle bir ses rengi, böyle bir tını var? Nice şarkıcının ağzında
vasatlığını aşamayacak bazı şarkıları kaç yorumcu balad lezzetine taşıyabilir, caz estetiğine yükseltebilir? Bu albüm insana yazın cehennem sıcaklarında sohbaharın hüznünü de hatırlatan, ışıkla gölgenin birbirini yormadan zarafetle oynaştığı, ılık günleri yaşatıyor. Hatta gösterişe kaçmayan düzenlemeleri, sakin orkestrasyonuyla insanı bir ağaç gölgesindeymişçesine serinletiyor. Ömür boyu mücevher gibi saklanacak bu albümden kendinizi mahrum bırakmayın, derim. (Mehmet Bilâl) Kaos GL'nin notu: Mehmet Bilâl'in 'Türk Hafif Yazıları' kitabını okumak için yapmanız gereken tek şey http://www.altkitap.com/kit ap.asp?kitapid=37 adresine girmek ve ücretsiz üyeliğinizi yaptırıp 'Yükle' tuşuna basmak.
Disko topunun altında Hande Yener - Nasıl Delirdim? (Erol Köse) O'nun hikâyesi klasik bir Yeşilçam hikayesi olarak başladı. Tezgahtarlıktan pop yıldızlığına seyreden sıradan senaryo birdenbire bambaşka bir hal aldı ve izleyiciler için sürprizlerle dolu, eğlenceli, değişik bir film çıktı ortaya. 'Senden İbaret' ile başlayan, 'Sen Yoluna Ben Yoluma' ile devam eden sıradan pop yıldızlığı kariyerinin dönüm noktası olan 'Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor' adlı albümüyle Hande Yener, yüz binlerce albüm sattı, birçok başarılı single çıkardı ancak en önemli olayı artık herkesin sevdiği, takip ettiği, kulak kesildiği bir ses olmasıydı. Arkasına aldığı bu değişim rüzgarından sersemlemiş kitle sayesinde daha da cesaretlendi ve belki de memleket popunun en uç albümlerinden birine imza attı: 'Apayrı'. Mete Özgencil'in bir kez daha harikalar yarattığı bu albümle Hande Yener artık Etiler gecelerinin değil, kalburüstü diskoların yıldızı oldu. Listelerde zirveye doğru seyrederken arada 'Apayrı' albümünü bile gölgede bırakacak kadar sert ve uç bir maksi single yayınlayan Hande artık bir gay ikonu olmuştu bile. 'Hande Maxi' adlı single'dan çıkan ilk şarkı 'Biraz Özgürlük' tüm eşcinsel mekanlarının gözdesi oluverdi ve herkes tarafından tek bir sesle söylendi. Şarkının sözleri Türkiyeli eşcinsellerin neredeyse özgürlük marşı oluvermişti. Video klibindeki dans figürleri ve Yener'in ilginç kıyafetleriyle iyiden iyiye fetiş şarkı kategorisine yükselen 'Biraz Özgürlük'e gelen pozitif tepkileri referans alan şarkıcı 2007 yazına klasik tabirle “bomba” gibi bir albümle girdi: 'Nasıl Delirdim?'. Dört farklı kapak tasarımı, dans, elektronik ve techno şarkılardan oluşan ve düzenlemeleriyle çığır açan bu albümün çıkış şarkısı olan 'Kibir' ise çoktan herkesin diline düştü bile. Söz ve müziği Sezen Aksu'ya ait olan şarkının klibi ise yine Yener'in değişiminin belgesi niteliğinde. 14 şarkı ve 1 remiksten oluşan albümde 'Kibir' dışında yeni video 'Romeo' ve 'Şu an Erken' en dikkat çeken şarkılar. Ancak en büyük sürpriz bir Seyyal Taner klasiği olan 'Naciye'. Yener'in kendi ile özdeşleştirdiği Naciye'ye kattığı yorum da şahane. Kaderine müdahale eden ve kendi bildiği yolda yürümeye kararlı bir kadının şarkılarını dinlemek ve bu yazı disko topunun altında geçirmek isteyenlere günde üç öğün ve tok karnına hararetle tavsiye. (Bawer Çakır)
İyi kızlar cennete, kötü kızlar her yere Rihanna - Good Girl Gone Bad (Universal) Beyonce'nin ortalığı kasıp kavurduğu günlerde Bahama adalarından genç bir kız çıktı ve bir anda dikkatleri üstüne çekmeyi başardı. S.O.S. isimli single ile bir anda listelere ve kulüplere hızlı bir giriş yapan siyahi Rihanna, aynı yıl aldığı 2 Grammy ile başarısının tesadüf olmadığını da ispatlamış oldu. Bir sonraki albümü merakla beklenen şarkıcı beklentileri boşa çıkarmadı ve 'Good Girl Gone Bad' ile yeniden zirveye döndü. Prodüktörlüğünü Beyonce'nin sevgilisi Jay Z'nin üstlendiği albüm ister istemez bu iki şarkıcıyı karşı karşıya getirdi. Dedikodulara göre Beyonce, Jay Z'nin Rihanna ile olan alakasından pek rahatsızmış. Ama bizim işimiz dedikodu değil, müzik. Albümün ilk single'ı Jay Z destekli 'Umbrella' hem Türkiye'de hem de yurt dışında 1 numaraya yükseldi bile. Görünen o ki ilerleyen yıllarda dünya Rihanna dinleyecek. Ama biri kulaklarını kapıyor olacak… Bilin bakalım kim? (Bawer Çakır)
renkli tüp (T) Queentastic Absolutely Fabulous http://www.youtube.com/watch?v=V XUIki-VK6c&mode=related&search=
(L) Dido - Loving Annabelle - Here With Me http://www.youtube.com/watch?v=P U1bMspxe3M
(L) K.D. Lang - Sexuality
karışık kaset Kaos GL Ofis Ne Yaparsın Hande Yener Mysteries of Love Antony and the Johnsons Like a Virgin Madonna Remedios Gabriella Ferri Romeo Hande Yener
Lambdaistanbul Ofis Yarabbi Şükür Göksel Kibir Hande Yener Burçak Tarlası Kardeş Türküler Sana Ne, Kime Ne Ajda Pekkan Ben Annemi İsterim Sezen Aksu
Hormonlu Domates Ödülleri Sana Ne, Kime Ne Ajda Pekkan (Alev Alatlı'ya) Sakin Ol! Sertab Erener (Fevzinur Dündar'a) Seni Yerler Sezen Aksu (Deniz Baykal'a) Ya Tutarsa Gülşen (Erol Köse'ye) İyi Şanslar Ebru Gündeş (Ebru Gündeş'e)
Love Dance Point Bar Senden Sonra Tufan Ajda Pekkan Tenimizin Uyumu Asuman Krause Sax the Whistle Max The Violence Aşkım Baksana Bana Nazan Öncel Dirty Sound Terranova
http://youtube.com/watch?v=hmMNUi BCyRk
(G) Sigur Rós - Viðrar vel til loftárása http://www.youtube.com/watch?v= wi7G-3qBbrU
(G) The Hazzards (Gay Boyfriend) http://www.youtube.com/watch?v=XYTFg UFMp6M&mode=related&search=
(G/T) Orhan Atasoy Gemiler http://youtube.com/watch?v=0gFUia DU2p0
(B) Skunk Anansie Secretly http://youtube.com/watch?v=7M8UxZ Dk56o
(G) Celine Dion Ziggy http://youtube.com/watch?v=7SYeh vP0adc
(G) Bendeniz Güvendiğim Dağlara Kar Yağdı http://youtube.com/watch?v=2Y9qs 1yinNE
(L) Marija Serifovic Molitva http://www.youtube.com/watch?v=0 Sp9OOoxCJo
içinden kaos geçen şarkılar Şehirde Kaos Var Sansar Black Steel In The Hour Of Chaos Public Enemy Kaos - Hakan Kurşun Chaos - Madonna So-Called Chaos - Alanis Morissette Chaos At The Airport Kim Wilde Kaos - Hayko Cepkin In The Middle Of The Chaos... Ellen Kushner Addicted To Chaos Megadeth Utter Chaos Chet Baker
olay mahallinden aylin aslım, her ne kadar yürüyüşe gelmemiş olsa da 'onur haftası' etkinlikleri kapsamında 30 haziran'da studio live'da verdiği konserde, sahne performansı ve izleyici kitleyle olan iletişimiyle hem haftaya renk kattı, hem de diğer konserleriyle karşılaştırdığımızda da gerçekten başarılı bir geceye imzasını atmış oldu. sahnenin önünde kendisiyle birlikte şarkı söyleyen ve zıplayan sevenleriyle kurduğu elektrik sebebiyle olacak ki, o geceki enerjisi bir başkaydı cidden. tabi ki yalnızca aylin aslım değil, grubun tüm elemanları bir başkaydılar o gece. zorunlu olarak bir yerde konser vermekten çok arkadaş arasında şarkı söyler gibi rahatlardı. bu da, tabi ki orada bulunan izleyici kitlesiyle de alakalı bir durum. ne sahnede bulunanların, ne de ön tarafında duranların hiçbiri birbirine yabancılık çekmedi. pespembe fırfırlı eteği ve ilginç saç modeliyle sahnede ışıldayan aslım, "ben kalender meşrebim", "senin gibi", "benim hala umudum var", "zor günler" gibi şarkılarıyla coştururken şarkı aralarında da ertesi gün yapılacak 5. eşcinsel onur yürüyüşü'ne çağırıyordu herkesi. söylediği her şarkı o gece daha da anlam bulan aylin aslım'ın yaşadığımız toplumda birer gulyabani muamelesi gören lgbt bireyler için anlamı katlanan şarkısı 'gülyabani'yi söylediğinde salondaki manzara ve coşku görülmeye değerdi. (Bawer Çakır&Kerem Uzun)
karışık kaset Hey Eugene! - Pink Martini Beauty & Crime - Suzanne Vega Tanışma Bitti - Hayko Cepkin Baltimore - Nina Simone Volta - Björk You Are My Sister - Antony and the Johnsons Yes, I'm A Witch - Yoko Ono Onno Tunç Şarkıları - Çeşitli Sanatçılar Tatil - Demet Akalın Chopin: Piano Favourites, Vol. 2 - İdil Biret
55
3. Sınıf Hamur Kagıda Matbaa Mürekkebi Hayat Söyleşi: Erkan Alçam Eşcinsel kimliğini açık olarak yaşayan ünlü insanları ülkemizde görmek pek mümkün olmuyor. Sizi onlardan ayıran şey ne? Gayet belirgin… Öyle olmasa E–5 ve Cumhuriyet Caddesi'nin hali böyle olmaz yani. Toto Karaca'nın oynadığı Elhamra Sineması A3 diye kulübe dönmezdi. Talimhane'nin hali ortada. Bence insanlar özgür yaşıyor fakat siyasal rejimlerin homofobik yaklaşımları durumu böyle gösteriyor. Yani görünürlük açısından öyle… Mesela Seyfi Dursunoğlu'nun kadın kılığında ekrana çıkması yasak. RTÜK kadın kılığında erkeklerin TV'de olmasını artık istemiyor. Ben Can Tanrıyar'la bir akşam yemeğinde konuşurken 'Aman abi sakın kadın kılığı işi çıkarmayın bana RTÜK'le papazı buluyoruz' demişti. Peki, bunlar RTÜK'ün kurallarıysa anayasal haklar “Eğer eşcinselsen cinsel uzvunu kestir, hadım ol, kadın kılığına gir, seni ekrana çıkarayım” mı diyor? Yani bu kadar mı popolarından çekiniyorlar da eşcinsellerin pipileriyle uğraşıyorlar?
“Hayatımda ailem olmaması gerektiğini anladım”
56
Eşcinsel kimliğiniz hayata bakışınızı nasıl etkiledi? İlk başlarda çok sıkıntılıydı tabi… Yaşadığınız çevreden, ailenizden, okulunuzdan, her yerden bu konuda 'Değiş, böyle olma' diye bir baskıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. O yüzden ben rahmetli Özal'ı inceledim ve hayatımda ailem olmaması gerektiğini anladım. Ailemi hayatımdan çıkardığımda cinsel kimliğim, düşüncelerim, özgürlüklerim konusunda sıkıntı kalmadı. Başkalarının benim hakkımda ne düşündüğünden çok 50 yaşında, vergi veren bir Türk vatandaşı olarak benim ne düşündüğüm çok daha önemli. Hayatımda kimlerin ve nelerin kalacağını değil kimlerin ve nelerin çıkacağını hesaplıyorum. Daha az koltuk, daha az marka, daha az insan, daha az düşman, daha az dost. Bu saatten sonra benim secde edeceğim tek kabe ereksiyon halindeki zekadır; o da Allah-u Teala'dır.
Buna haklı bir bencillik de diyebilir miyiz? Egonuz ile idenizin çatıştığı bir noktada duruyorsunuz zaten toplumda. Bu coğrafyada biz erkeğe ya da kadına verilen fişlemeyle değil ayrı bir numarayla fişleniyoruz. Ben de “Madem biz üçüncü sınıfız o zaman '3. sınıf hamur kağıda matbaa mürekkebi hayatlar' deyiverdim.
“Hiçbir şey sonradan olunmuyor, öyle doğuluyor” Eşcinselliğinizin farkına varış ve kabulleniş süreciniz ne zaman başladı? Nasıl bir süreç geçirdiniz? Çok küçük yaşlarda. 7 yaşında ensest var benim hayatımda. 14 yaşında bir Aczimendi tarikat üyesinin Şehzadebaşı Camii'nde tacize uğradım. Hatta çok yakın bir tarihte Ankara'da İranlı dışişleri grubunun tacizine uğradım, oteli o gece terk ettim. Bizim mecliste de var dostlarım yani. Ama hiçbir şey sonradan olunmuyor, öyle doğuluyor. Bu bir tercih değil, hastalık da… Üst üste 3 erkek doğuran kadınların yüzde doksanında 3 erkekten biri eşcinsel olarak doğuyor, yapılan istatistikler bunu gösteriyor. Eşcinsel olduğunuz için askere alınmadığınızı ve çürük raporu almak zorunda kalarak insan haklarına aykırı bir duruma düştüğünüzü biliyoruz. Hayatınızda buna benzer ya da sosyal olarak başka ayrımcılıklara maruz kaldınız mı? Tabi ki. 18 yaşındaydım. O yıllarda Cemil İpekçi'den sonra ilk ben küpe taktırdım. O yıllarda Cemil, Rıfat ve ben halka göre ilk dejenere jenerasyonuz. Bodrum'da kızlı erkekli bir grup Kral Restoran'da yemek yiyorduk. Birdenbire telsizli adamlar geldi ve bizi topladı. Kafasında Coca-Cola bandı olan bir de genç arkadaşımız vardı ki gey değildi. Hepimizi karakola götürdüler, resimlerimizi çektiler ve Eskişehir'e yolladılar. Askere alınmadım, okul, tahsil hayatımda, sosyal hayatımda zorluklar yaşadım. Mesela bir keresinde Beyoğlu'nda, yıl yanılmıyorsam 1978, bir gece kulübünden toplu halde alınıp saçlarımız tıraşlandı. O zaman emniyet çok sık saç kesiyordu. Sadece eşcinsel olduğunuz için alınıyordunuz, zührevi hastalıklar hastanesine götürülüyordunuz, kanınız alınıyordu, ciğer röntgeniniz çekiliyordu, fişleniyordunuz, saçınız kesiliyordu.
“Kimsenin babasına, oğluna ya da kocasına bakmıyorum” Hep açık mı yaşadınız? Ergenlik çağına kadar kapalıydım, sonra da saklamaya ihtiyaç duymadım. Şundan çok üzüldüm: İnsanlara kendimi farklı tanıttığımda insanlar beni, karakterimi, şahsiyetimi ya sever ya nefret eder. Ben grileri olmayan bir adamım. Fakat biri beni sevdikten sonra benim o kimliğim hakkında bilgisi olmadığı halde bir başkasından duyduğu tercihlerim ve özgürlüklerimden dolayı beni yargılayıp birdenbire davranış değişikliği gösteriyordu, bu beni çok yıkıyordu. O yüzden artık tanıştığım herkese ilk önce cinsel kimliğimi açıklıyorum, sonrasında benimle ya görüşür ya da görüşmez, kendi bileceği şey. Sonradan sıkılacağıma baştan hayatımda kimlerin olmayacağını hesapladığım nokta işte burası. Ne şükür ki bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanlığından istihbarat birimlerine, ordu komutanlarından avukatlık barolarına, Danıştay'a, Yargıtay'a, anayasa mahkemesine kadar herkes biliyor ve herkesle saygı, sevgi mesafelerimiz müthiş. Birbirimizi gördüğümüzde gayet dost ve iyi ilişkiler içindeyiz. Çünkü ben kimsenin babasına, oğluna ya da kocasına bakmıyorum ve bakanı da tersliyorum. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Mücadeleye devam!
Sohbetin devamı için sizi kaosgl.org'a alalım
Bu kitap, en temel insan haklarından olan sağlık hakkı konusunda, ardımızda daha yaşanılır bir dünya bırakma çabalarının bir parçası olarak düşünülebilir. “Gökkuşağının altında korkmadan sev” sloganıyla Nisan 2006 ile Temmuz 2007 tarihleri arasında Türkiye HIV-AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında Kaos GL'nin yürüttüğü Gökkuşağı Projesi'nin hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi, dünyaya siyaha boyama projelerine karşı, gökkuşağının renkleriyle itiraz, hatta isyan etmenin inancıyla okumak gerekiyor. Melek Göregenli
Kimimiz için bir sığınak kimimiz için de cehennemin ta kendisidir aile. Ya yanı başımızda dururlar ya da karşımızda. Ama ne olursa olsun bir meseledir bizler için. Onların gösterdikleri sevgi, söyledikleri bir söz hayatidir çoğu kez. Hele hele eşcinsel olduğumuzu öğrendiklerinde bize nasıl baktıkları hayatımızın dönüm noktalarından biri sayılır. Kaos GL bu dönüm noktası öykülerini bir araya getirdi. Eşcinsel bireylere ve aileleri için eşsiz bir rehber.
Türkiye'de lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüeller (LGBTT) yıllardır ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldılar. Bu ihlaller çok kez ya görmezden gelindi ya da ciddiye alınmadı. Eşcinsel bireyler ise haklarını bilmedikleri için susmak zorunda bırakıldılar. Kaos GL'nin Türkiyeli eşcinsellere yönelik insan hakları ihlallerini görünür kılmak ve eşcinsel bireylerin de haklarının olduğunu göstermek için hazırladığı bu broşür 'zor günler' için başvuru kaynağı.
Kaos GL, Lambdaistanbul, Pembe Hayat'tan ücretsiz edinebilirsiniz.
"Masallar, alışılagelmiş bir düzen içinde akıp giden yaşamın bir yerinde, bu düzen, bu alışılmışlık dokusunun yırtılıvermesinden ortaya çıkmıştır hep... Belki de en 'mutlu' masal, biribirlerini sevmiş, biribirilerine saygı duymuş, biribirilerini sevmekte gerçek eşitlik tansığına ulaşmış -ya da ulaşmaya çalışan- sevgililerin masalı; biraraya gelmeleri için ölmeleri, gömülmeleri gerekmiş de olsa... öğrenilecek başlıca erdem, belki de, bu eşitliktir..." 'Göçmüş Kediler Bahçesi'
bilge karasu