KaosGLD97

Page 1

eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir

KAOS GL Eşcinsel Kültür/Yaşam Dergisi

35

5 YTL

nil'in güncesi

türkiye'nin 'gay ikonu':

hande yener


KAOS GL

Her Pazar

00:30

a d ' a r a Ankyo ODTÜ Rad

1 . 3 0 1

Tüm Tür www.rady kiye'de oodtu.com .tr

eşcinsellere dair önyargılar ve sıkça sorulan sorular / eşcinsel yönelik ayrımcılık ve homofobi / eşcinsellik bir hastalık mı? / ya çocuğum eşcinsel olursa! / lezbiyenler eşcinsel mi? / çalışma hayatında eşcinseller / medya ve eşcinseller / üniversitede eşcinseller / eşcinseller mizah malzemesi mi? / sanatta eşcinsellik / lgbt bireyler ve insan hakları “Hayatın Renkleri” radyo programı "Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliği 2005 Mikro Proje Programı Kampanya 2" kapsamında yürütülmektedir.Yayının içeriği Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliği'nin görüşlerini yansıtmaz.



Biseksüel oyuncu. 1901'de Berlin'de dünyaya geldi. 21 yaşında, yarım bırakacağı Weimar Konservatuvarı'nda keman eğitimine başladı. Kendini oyunculukta denemeye karar verdi ve Alman Tiyatro Okulu'na yazıldı. 1. Dünya Savaşı sonrasında Berlin'de 'The Joyless Street' adlı filmde birlikte oynadığı bir başka ikon Greta Garbo'yla büyük bir aşk yaşadı. O sırada, Garbo 19, Dietrich de 23 yaşındaydı. Kısa süren ilişkileri zaman içinde nefrete dönüştü ve mümkün olduğunca yan yana gelmemeye çalıştılar. 1930'da onu efsaneye dönüştüren 'Mavi Melek'te Lola Lola'yı oynadı. Hemen ardından Amerika'ya giderek Paramount Pictures ile yedi yıllık bir anlaşmaya imza attı. 'Fas'ta (1930) pantolon-ceketle perdede görünmesi gerçek bir bomba etkisi yarattı. Binlerce kadın Dietrich'i taklit ederek pantolon giydi. 1932 yılında, 'The Sign of The Cross' filminin gala gecesine, kavalyeleri Maurice Chevalier ve Gary Cooper ile aynı giysiler içinde gelerek büyük bir skandala imza attı. Erkeksi bir 'femme fatale'di. Kadınsılığı erkekleri çarpıyor, erkeksiliği ise kadınları etkiliyordu. Dietrich elinde sigarası, düşük göz kapaklarının altından, dünyaya meydan okuyan gözlerle bakıyordu. Hitler'e de açıkça kafa tuttu. ABD vatandaşlığına geçmekle kalmadı, bizzat Alman karşıtı cephede yer aldı. Konserler verdi, radyo programları yaptı, hatta hastabakıcı olarak çalıştı. Kendisiyle özdeşleşen ünlü 'Lili Marleen' şarkısını da bu dönemde söyledi. 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra yeniden Almanya'ya ayak basan Dietrich, 'vatan haini' olarak yuhalandı. 1953'te bu sefer oyuncu değil de bir sahne yıldızı olarak milyonları sesi ve şarkılarıyla büyüledi. Tam 22 yıl boyunca ülke ülke gezdi. 1975 yılında Avustralya konserinde sahnede düştü ve Paris'te inzivaya çekildi. Ne röportaj yapılmasına ne de fotoğraflarının çekilmesine izin verdi. Bir tek David Bowie'yle 'Just A Gigolo'da (1978) oynadı ve hayatını konu alan Maximillian Schell'in biyografisinde (1984) göründü. 1992'de Paris'te yaşama veda etti.

Gey şair. küçük İskender mahlasıyla tanınan Derman İskender Över, 1964'te İstanbul'da dünyaya geldi. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde beş yıl eğitim gördü. Kendi arzusuyla bıraktığı tıp eğitiminin ardından aynı üniversitenin Sosyoloji Bölümü'nde üç yıl okudu. Ağır basan sanat hayatı onu akademik ortamdan kopartarak edebiyat ve sinemaya sürükledi. “Marjinal şair” olarak tanınmaya başlaması 1985 yılıdır. Günümüze değin bunca yıllık süreye onlarca şiir ve özgür metin, bir günlük, üç roman, iki özel derleme, bir inceleme, bir antoloji olmak üzere birçok kitap sığdırdı. Kimi Avrupa ülkelerinde çıkan antolojilerde şiirleri basıldı. Kanada'da yayımlanan 'Descant' adlı edebiyat dergisinin Türkiye özel sayısında, ABD'de ise Murat Nemet Nejat'ın 'eda' kavramında yoğunlaştığı Türk şairlerinden çeviri antolojisinde kendine yer buldu. 2000 yılında İtalya'da düzenlenen Avrupalı Genç Şairler Yarışması'nda ilk ona girdi ve bu şairlerle birlikte kitaplaştırıldı. Yine aynı yıl içersinde uzun zamandır sinema dalındaki jürisinde de yer aldığı Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde 'Bir Çift Siyah Deri Eldiven' adlı şiir kitabıyla birincilik alarak ödüllendirildi. 2001 yılında Almanya'da, 2002'de de Hollanda'nın çeşitli şehirlerindeki etkinliklerde konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla yer aldı. 2003 yılında Berlin'de düzenlenen ilk Türkiyeli Eşcinseller Kongresi'nde bu konudaki deklaresini okudu. 2004'te Newyork'ta ve Kuzey Carolania'da üniversitelerde konuşma yaptı ve tek kişilik okuma gecelerine konuk oldu. Ayrıca Türkiye'de farklı üniversitelerde ve liselerde panellere, atölye çalışmalarına katıldı. Bir dönem seslendirme, senaristlik, radyo programcılığı, şiir matineleri de yapan küçük İskender, içlerinde 'Ağır Roman' ve 'O Şimdi Asker'in de bulunduğu beş filmde de oyuncu olarak rol aldı. Halen Varık, Adam Sanat, Yasak Meyve, Kaçak Yayın adlı dergiler ağırlıklı olmak üzere yazmaya ve kitaplaşmış eserlerini yayımlamaya devam etmektedir.

Gey yönetmen. 1967 yılında Paris'te dünyaya geldi. 1988'te ilk kısa filmini çekti. 1993'te La Fémis'ten mezun oldu. Kısa sürede dikkatleri üstünde toplayan Ozon, 'Aramızdaki Gül', Cesar'a aday olmuş ve kültleşmiş 'Yazlık Elbise', 'X2000' gibi kısalarında eşcinselliği kullanmaktan çekinmedi. İlk uzun metraj filmi 'Sitcom' (1998) seyirci üzerinde adeta soğuk duş etkisi yarattı. Burjuva bir ailenin içine bomba koyup patlattığı bu kara mizah, babanın eve beyaz bir fare getirmesiyle ailenin içine daldığı zina, ihanet, ensest, eşcinsellik ve sado-mazo ilişkileri anlatıyordu. Bir sene sonra çektiği 'Katil Aşıklar' (1999), sıra dışı bir aşk öyküsünü merkeze alan kanlı bir filmdi. Ona “Fransız sinemasının kötü çocuğu” unvanını veren filmi ise çok gecikmedi ve Ozon 'Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları'yla (2000) çıktı geldi. Hayranı olduğu yönetmen Rainer Werner Fassbinder'in yazdığı oyundan uyarladığı film, iki erkeğin arasındaki aşk ilişkisinin zamanla nasıl da efendi-köle ilişkisine dönüştüğünü anlatıyordu. 2000'lerle birlikte 'olgunlaşma' sürecine giren yönetmen, aynı yıl yönettiği 'Kumun Altında'yla o güne kadar edindiği hayranlarını şaşırtıyordu. 'Ölüm üçlemesi'nin de ilk ayağı olan filmde Ozon'un fetiş oyuncularından Charlotte Rampling başroldeydi. 2 sene sonra yönettiği '8 Kadın' (2002) onun filmleri içinde en ayrıksı olanıydı. Melodram, müzikal ve cinayet kırması bu filmde Fransız sinemasının birbirinden önemli 8 yıldız oyuncusu oynuyordu. Ertesi sene başrolleri Rampling ve diğer fetiş oyuncusu Ludivine Sagnier arasında paylaştırdığı kara filmi 'Havuz'u (2003) çekti. Bu fantastik, gerilimli ve erotik film Ozon'un yaptığı en iyi film sayıldı. Ardından 2004'te 5 Kere İki, 2005'te de üçlemenin ikinci filmi 'Veda Vakti'ni yöneten Ozon, şimdilik son filmi Angel'da (2007) aşk romanları yazan Angel Devell adlı bir kadın yazarın gerçek ve kurgu arasında sıkışıp kalan hayatını anlattı.

Biseksüel şarkıcı. 1915'te Elenora Fagan adıyla Baltimore'da dünyaya geldiğinde annesi Sadie 16, babası Clarance 18 yaşındaydı. 10 yaşında tecavüze uğradı. 14 yaşında annesiyle New York'a gitti. O yaşta Harlem kulüplerinde sigara satmaya başladı. Bu işi o denli nefretle yapıyordu ki çevresi ona ölene kadar taşıyacağı ismi taktı: Lady. Şarkı söylemeyi çok isteyen Billie, hayran olduğu film yıldızı Billie Dove'un adını aldı ve bir klüpte şarkı söylemeye başladı. 1933'te Benny Goodman'la ilk albümünü doldurdu. Şarkı başına 25 dolar alıyordu. Müzik elitinin onu kabul etmesi 1935 Apollo konseriyle oldu. 1935'ten 42'ye dek 100 kadar plak yaptı. 1939'da esas klasiği sayılan, linç edilen siyahileri anlatan şarkısı 'Strange Fruit'u söyleyerek dikkatleri üzerine çekti. O tarihe kadar müzik piyasasında böyle bir şarkının eşi benzeri yoktu. Martin Luther King'in medeni haklar mücadelesinin başlamasına da daha çeyrek asır vardı. Bu dönemde çalkantılı aşk yaşamına ağır uyuşturucuları da ekledi. İlk uyuşturucusunu ilk kocası James Monroe verdi. Eroinle tanıştıran ise Joe Guy oldu. Philadelphia'da bir otel odasında uyuşturucuyla yakalandı. Önce 19 günlük tedaviden sonra bir yıl hapis yattı. Hapisten çıkınca ona iş bulan yeni sevgilisi John Levy de onu sonuna kadar sömürdü. 1949'da yine Levy'le birlikte uyuşturucu baskını yedi. Bu kez cezasız sıyırdı. Oteller onu kabul etmediğinden kendine yardım eden doktorun evine yerleşti. 50'li yılların ortası gelmeden sevgilisi John Levy bütün parasını alıp ortadan kayboldu. 1956'da Louis McKay'le evlendi. 1957'de karı-koca yine uyuşturucudan gözaltına alındılar. Boşandılar. Tabii genç kadın bu gürültü ve baskınlar döneminde de konserlerini sürdürüyordu. İlk New Port ve ilk Monterey Caz festivallerinde kendini ayakta alkışlattı. Ancak 50'lerin sonu yaklaştıkça Billie Holiday'in sesi ve sağlığı iyice kötülemeye başladı. Böbrek hastalığından ölüm döşeğinde yatarken bile polis uyuşturucu yüzünden parmak izini alıyordu. 1959'da yaşama veda ettiğinde banka hesabında 70 cent vardı.


6

5 kaos gl'den yaşında

kaos gl 13

14

10 lgbt gündem 10

a sivil an

16

yasa

iran'da eşcinse l

19bir ülke: hollanda

o lmak

22

56 birlikte uyuya cağımızı bilm e

aktivistler anla

yasemin öz: b

tıyor

ir gün...

24nil'in

26

2s 7 öz k bawe r

yeşim&izlem

i gü n ce s

albüm 4 5 53 sinema

52ozon'un 'angel'ı

onusu çakır

hande

yener

ise...

o benim dünyam sürmelican

30

32

34

an ydan okuy e m , e z i s hayranız e ne r naim dilm

40

m ab gözü

la'nın

50 kült ve ikon 49 kita aykan safo

ğlu

p

48 serseri, yaralı ve şair cemal akyüz

peruk alı selen 'öteki': ayse do ğ a n l güre l

35 38 geyselçlerukkimigöksevsin?

k

a o tavrınız

ko nu gay i

411 4

y yarım a z u 6 4 temm

44 dünyanın gay ikonları 43 rufus'un gay ikonları

42

zenir ü ze ö

li d neşee düzkan a yş

mi?



ibi a Sah ği adın u Ersoy rc Bu gl.org

ne L Der aos G

K

rcu@

kaos

oyabu

ve üdürü leri M etmeni n azı İş ö Y Y u l l ın SorumGenel Yay ğur Yükse U l.org ugur@

kaosg

Kurulu Yayın Çakır r e w a, lu, Ba rış Su alih Canov ol, Ba r S r , E y o li A Güne rs t E u u m c r U Bu ları ışman , m k Dan Huku akan Yıldırı , ın Av.H a Ayd Av.Oy in Öz sem Av.Ya m Tasarı Sayfa r Birant Emi rg l.o

Kaos GL’den ikon değildi istediğimiz

uğur yüksel özellikle 30 yaş ve üstü pek çok türkiyeli eşcinselin ortak büyüme anıları vardır, “bir zeki müren, bir bülent ersoy, bir de bendim şu koskoca dünyada…” diye başlayan. nahoş bir anıdır bu. istenmese de hatırlanır. hatırlandığında da çocuklukta kalmış o gizli suçluluk dikiliverir karşımıza. yeniden. ömrümüzce taşıyacağımız bir anıdır artık bu. eşcinselliğin karşısına 'sapıklık' yazılan bir ülkede büyürken benim gibileri arardı gözlerim; karşıma da yalnızca iki isim çıkardı: bülent ersoy ve zeki müren. bir yanım suçlu zevkimle onları dinlerken, bir yanım onlar gibi olmaktan korkardı. korkum onların imgesine değil, onların imgesi üzerinden kurulan imalaraydı.

kaosg emir@

törü rdina lu s Koo ğ Finan ail Alacao org . İsm aosgl @k ismail

su umlu l e Sor Abon emih Varo S sgl.org @kao

semih

lar lunan , ı da bu Katkı Arzu Kayk , n, eti ir Hujj yşe Düzka m A , i , A Amarg n Safoğlu, ran Ergenç , Ba Ayka kçi, n e a k m ı r k ül A tu E Ayşeg n Oran, Ba erk zafer, Baskı Başdaş, B ıçkaya, m ü se Kıl ıran, Beg ar, Bu lk n Yak m Da Boysa Akyüz, Ece al Matur, l rd Cema Bilginer, E n Akıncı, Ekrem , Eylül Fida la, üm Ab en Seym argün, Göz Üstün, Erinç nur in V k v l İ e , r N a stı, Fatma lya Gülbah zlem Ayba hü lu, İ rşad ğ ü o K a , c r Ala nde İsmail küçük İske Yayınları, etis r, ğlu, M mene o n a m im Dil Kahra Çokar, Na no Baran, r O a ök, Muht rgun, Nil So at, Selçuk G n, elica e Hay Pemb oğan, Sürm in Öz, D Selen dar, Yasem aran y ş l Erba Yeşim Ba ru ğ u T ri tim Ye Yöne s GL Kao 9/12 varı 2 A al Bul R fa Kem ılay - ANKA 8 a t s u Gazi M 06440 Kız 2. 230 03 5 1 3 2 77 n: +90 230 6 rg Telefo : +90 312. gl.o s o s a k k Fa itor@ .org ta: ed aosgl E-pos tp://www.k t h : L elik UR Abon eli bed e n o ab L sayı) 45 YT ıllık (6 deli çi 1 y ne be $ o Yurt i b a 50 ıllık ışı 1 y 45 € ya da Yurt d ar s 1 ye 50 $ a ing 5 € or the follow t 4 r fe s n to e, tran eriod bank accou i Pleas scription p ubes sub ehir Ş 54 ş i n e kası Y 411 62970 ti Ban : 9309 Garan TL Hs. No o: 908 34 Hs. N USD . No: 90903 Hs EUR 015 13025 ISSN mi k Res Kapa Yener e Hand

HIV

Tarihi Basım 2007 m ı s a 10 K ı Bask ımevi s a B Ayrıntı i Bölgesi 5 Sanay anize Sok. No: 10 g r O . a 0 7 İvedik 7 . Ankar ad m C ti . s 8 O 2 90 94 55 3 . 2 1 n: 0 3 Telefo Türü Yayın lık) ay 2 ( i l süre 7 Yerel Aralık 200 Kasım ım t Dağı t A.Ş. Yaysa rde istekle ayılık deriniz. Tek s ön g lu u sta p 'lik po ve 5 YTL cilere . mülte derilir klara, Tutsa cretsiz gön lere ü l s GL, e o s a n K i + eşc iyen b e Lez ma ış Gey v Kaos r ve Dayan ıdır. n a ı l y a ştırm reli ya rel Ara eği'nin sü tü l ü K Dern

bülent ersoy bu ülkenin yüz karasıydı. uzun süren tv yasağına denk gelmiş çocukluğumda onu ekranda görebilmek büyük bir olaydı benim için. tabii yalnızken. aile, komşular derken güruh halinde tv izleme törenlerinde onunla karşılaşmamak için dua ederdim. sesinin kudretini öven konuşmaların onun “dönme”liğine geleceğini bilirdim. hiç şaşmazdı bu! cık cık'lara boğulan bu imalar, ne iması, hakaretler bir bıçak gibi saplanırdı bana. gizlediğim, utandığım ne varsa ortaya dökülmüş ve o sözler bana söyleniyormuş gibiydi. gariptir; zeki müren'i izlemek daha kolaydı. giydiği o kıyafetler, uzun ojeli tırnaklar ve boyalı saçlarıyla eşi benzeri olmayan bu adam hakkında tek bir kötü cümle kurulmazdı. o yaşlarda asla çözemediğim bir problemdi bu. tabuydu çünkü o. sesinin eşsizliğinden ötesi konuşulmazdı. görüntüsüne laf söylemek hakaret sayılırdı. oysa toplum olarak hayatımızın en garip kişisiydi zeki müren. bu iki isim etrafında dönüp duran kendini arama çabası elbette sonuç vermedi. yıllarca “onlar”a benzeyeceğim korkusuyla katılaşıp kaldım, o kadar. *** “türkiye'nin 'gay ikonu'” anketi sürerken bu anı yeniden dikildi önümde. boşuna değildi; oy verilen isimler de yazılan gerekçeler de eşcinselliğimizi fark etme ya da kabullenme sürecine eşlik ettiğine inandıklarımızı işaret ediyordu. bu isimlerin kimi cesaretiyle kimi de toplumdaki aykırılığı, farklılığıyla var olmuştu hayatlarımızda. süreçlerimizi bir şekilde etkilemiş isimlerdi. oyuncu, yazar, şarkıcı… onları bu toplum içindeki gulyabaniler oldukları için sevmiş, kabul etmiştik. güven duymalarına özeniyor, öteki oldukları için kendimizden ayırıyorduk. seçilen isimlerin her biri türkiyeli eşcinseller için iyi ya da kötü anlam taşıyan isimlerdi. bu şunu da gösteriyordu: ankete katılanlar, bir gay ikonu değil, eşcinselliğini kabul ediş ve bunu hayata geçirme süreçlerinde örnek gördüğü ya da etkilendiği; yaşadığı çelişkilere, kırgınlıklara ya da tek başına olduğunu sandığı zamanlara denk gelen ismi arıyordu. *** anketten hande yener çıktı! kısa süre önce hayatımıza girmiş birinin listede ilk günden beri yükselişte olması ilginçti doğrusu. yazılan gerekçeler şarkılarından kliplerine onun farklılığına dikkat çekiyordu. terzilikten birinci sınıf şarkıcılığa geçiş yapan genç bir kadının hayat öyküsü kadar, yakın bir zamanda yaptığı “eşcinselleri seviyorum” açıklaması da ipi göğüslemesinde etkili oldu. öyle uzak bir geçmişte yaşıyoruz ki hande yener'in üç satırlık açıklaması bizler için değer taşıyordu. eşcinsel olduğunu bir şekilde bildiğimiz pek çok ismin kimliğini açıklamasını bırakın pek çok heteroseksüelden daha homofobik olduğuna tanık olduğumuz bu ülkede hande yener'in açıklaması ve şarkılarından kliplerine bize göz kırpması çok ama çok anlamlıydı. hande yener'den daha uzun süredir hayatımızda olmasına rağmen ikinci seçilen ajda pekkan ise ışıltı, güç, değişim, yenilik vs. pek çok anlam taşıyordu eşcinseller için. üçüncü sırada yer alan murathan mungan ise, yazdıklarıyla ve açık kimliğiyle pek çok eşcinselin kimliğini kabul etme sürecinde rehberlik yapmış ve yalnız olduğumuzu sandığımız zamanlarda kitaplarıyla eşikten atlamamıza yardımcı olmuştu. bu listede onun ismini görmek kadar doğal bir şey olamazdı. anketin sonuçları ve yazılan gerekçeler kadar gelen tepkiler de bizi bu dosyayı hazırlamaya yöneltti. kaos gl'nin böyle bir şey yapmaya neden ihtiyaç duyduğunu soranlardan listedeki pek çok ismi saçma ve anlamsız bulanlara dek pek çok kişiden pek çok yorum aldık. oysa tek derdimiz batılı bir kavramı türkiye'ye uyarlasak sonucu ne olur, bunu görmekti yalnızca. ilerleyen sayfalarda siz de göreceksiniz; yazarlarımız bu kavramı tartışıyor ve bunun türkiye'ye uyarlanmasının daha çok zamanı olduğunu söylüyor. sonuçta türkan şoray, sevda ferdağ, ayfer feray gibi oyuncuların bile 'ikon'a dönüşmediği bu ülkede gay ikonumuzu bulmak bir başka bahara kalıyor. *** bu anketin sonuçları ve yazılan gerekçeler gösteriyor ki; türkiyeli eşcinsellerin gay ikonuna değil, eşcinselliğinden utanmamasına yardımcı olacak insanlara ihtiyacı var. bülent ersoy ve zeki müren'le büyümüş biri olarak şunu açıkça söyleyebilirim ki; daha çok açık eşcinsel ya da homofobik olmayan ünlü görmek bu ülkede kendinden nefret ederek büyüyen pek çok eşcinsel için hayat kurtaracak, eminim. *** gelecek sayımızda bir seneyi derleyip toparlayacağız. eşcinsellerin gündeminde 2007'de neler olup bitmiş, ona bakacağız. “ben de bir senenin gündökümünü yapmak istiyorum” diyorsanız mektuplarını bekliyoruz. ilk kar düşünceye kadar görüşmek umuduyla…


Türkiye'nin ilk eşcinsel kültür ve yaşam dergisi Kaos GL, 20 Eylül'de 13 yaşına girdi. Dile kolay 13 sene… Biz de, kimliğimizle, kendimizle, yaşadığımız hayatla barışmasına bir şekilde yardımcı olmuş, söylemeye çekindiğimiz cümleleri kurmuş, gizlice tuttuğumuz elleri kapaklarına taşımış, kurmaya bile korktuğumuz hayalleri yazıya dökmüş dergimizin doğum günü vesilesiyle sorduk: Kaos GL ile ilk nerde tanıştınız? Bu aşk ilk ne zaman başladı? İlk bakışta aşk dedikleri doğru muydu? bawer çakır

şan olsun kaosu yaratana

sokakta, kafede, otobüste okuyorum

ali erol

baran ergenç

Gazete veya dergi, siyasi veya magazin fark etmiyordu; içinde eşcinselliğin e'si geçen bir metin bulduğumda hemen bulup alıp okuyup saklıyordum. Bir de üniversitede okuyup da underground veya amatör “dergi” tecrübesi olmayan var mıdır? E, haliyle, içimizde biriken arzuyu dile getirmenin, kendi sözümüzle ifade etmenin zamanının geldiğini düşündüğümüz bir dönemde, “kaos”, arzumuzun şekli şemalı oldu. Epey dalgalandı, zor oldu ama sonunda, iyi ki de oldu… Eylül 1994'ten neredeyse bir yıl önce derginin ilk sayısının her şeyi hazırdı. Eşcinsel dergisinden bahseden başka insanların olduğunu okuyor, duyuyorduk. Neden ortak olmasın ki diye gittik geldik, bekledik, olmadı. Sonra para olmadı. Para dediysem de bugün yerde bulsanız eğilip almaya tenezzül etmeyeceğiniz bir miktar, hepi topu. Olmayınca olmuyor. Nihayet heteroseksüel bir kadın arkadaşımız ikna oldu da öğretmen maaşından gözden çıkardığı bir miktarı fotokopi parası olarak verdi. 'Şanlayan' birinci sayısını üç dört sayfa gazete kağıdına sarıp, bantlayıp koltuğumun altında, Mamak'tan yürüyerek Konur Sokak'taki Dost Kitabevine vardığımda Eylül'ün 20'si olmuştu. Aylık periyoda uysun diye yıllarca her ayın yirmisinde kitapçılara yetiştirdik! Mutlaka ve tabii ki başka bir şey olurdu eğer ki Güvenpark'ta bir çark gecesinde Ali Özbaş ile karşılaşmasaydık ne kaos şanlardı ne “Kaos GL” olurdu. Şan olsun kaosu yaratana ve yeni kasırgalar için kanat çırpanlara!

1999 yılıydı. Anadolu'da bir büyükşehirde, kocaman bir kitapevinde dergiler arasında görmüştüm. Anlayamamıştım. Bakınırken, eşcinsellere yönelik bir yayın olduğunu fark ettiğim an, fark edilmemek için hemen yerine koydum. O şok bana uzun zaman yetti. Kendi kendime “ona nasıl sahip olabilirim” diye düşünmeye başladım. Daha sonra İstanbul'da çekinmeden alıp okudum. Ama aradan 6 yıl geçmişti. Geçen 6 yılda bir suç işlemediğimi, bunun kötü bir durum olmadığını alışmaya çalışma değil de normal bir durum olduğunu kabul ettim. Şimdi Kaos GL dergisini sokakta, kafede, otobüste okuyorum. En azından Kaos GL bana özgürlüğün, bir dergi okuyarak ya da satın alarak kazanılmayacağını ya da kaybedilmeyeceğini fark ettirdi.

çölde su bulmuş gibiydim ayşegül arıkan Kaos GL dergisini ilk kez elime alıp heyecanla okumam, tam tarihi hatırlamıyorum ama fotokopi olarak çıktığı yıllardaydı. İstiklal Caddesi'ndeki kitapçılardan birinde görünce şaşırmıştım. Kendime daha yeni açılmıştım. Benden başka kimse yok sandığım zamanlardı. Eşcinsellik hakkında bilgilerim çok kıttı. Çölde su bulmuş gibi olmuştum. Açılmak, dayanışma, diğer lezbiyenlerin ve biseksüel kadınların varlığı, 'heteroseksizm', 'homofobi' gibi kavramlarla orada tanıştım. Uzun bir süre aldım, okudum. Odamda bir yerlere gizlerdim. Ta ki babama açılıp, artık özel hayatım kalmayıncaya dek. Ama olsun, yalnız hissetmediğimi hissettiriyordu, bu da o zor zamanlarda iyi geliyordu.

benim gibi birçok insan vardı barış sulu 1996 yılında Denizli'de lise ikinci sınıfta okumaktaydım. Babamın edebiyatçı olması, evimizin bir kütüphane gibi olması sayesinde kitaplarla aram çok iyiydi ve sürekli o kitapçı senin bu kitapçı benim gezinirdim. Denizli'de Kelepir isimli kitapçı da en çok uğradığım yerlerden biriydi. O zamanlar cinsel kimliğim ile ilgili kendi kendime bir isim koymasam da erkeklerin beni cinsel anlamda heyecanlandırdığını biliyordum, ama hayatta böyle hissedenlerin Bülent Ersoy, Zeki Müren ve benden ibaret olduğunu sanıyordum. Bir gün o kitapçıdaki bir dergi çok ilgimi çekmişti. Kapağında iki erkeğin el ele tutuştuğu bir dergiydi bu. Yaklaşık yarım saat Kaos GL'yi orada, ayakta okuduğumu hatırlıyorum. Sonraları dergiye abone olamadım, Kelepir'e abone oldum; yeni sayı geldikçe orada okudum. Artık hayatta sadece Bülent Ersoy, Zeki Müren ve ben yoktum, benim gibi birçok insan vardı. Artık biliyordum.

o an çok sürreal bir deneyimdi begüm başdaş 2004 yılının başlarında tezim için Türkiye'de LGBT hareket var mıdır, varsa ne boyuttadır gibi sorularla araştırma yapıyordum.


İnternet'te Kaos GL ve Lambdaistanbul ile ilgili biraz bilgi bulmuştum ama o zamanlar her iki örgütün de internet sayfaları çok faydalı değildi. Tam anlamı ile şans eseri doktora yaptığım Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles kütüphanesinde Kaos GL'nin ve Pazartesi'nin bir kaç sayısını buldum. O an aslında çok sürreal bir deneyimdi benim için. Henüz açılmamıştım. Kendime bile pek açık değildim. O yüzden biraz da, dergiye ötekileştirerek baktığımı anımsıyorum. Öte yandan da içim kıpırdamıştı, yavaş yavaş kafamda açılmaya başlıyordum. Lezbiyenliği erotikleştirerek kendi kendime uyguladığım homofobiden yeni yeni arınıyordum. Bulduğum 23 Kaos GL sayısı daha çok geylere yönelik resimler ve yazılar içeriyordu. Arada lezbiyenlik üzerine bir şeyler bulduğum zaman sanki yasak bir şey yapıyormuşum heyecanı ile okuyordum. En ufak lezbiyenlik ile ilgili yazıda, cinsellik üzerine olmasa bile, bedenimin heyecanlandığını çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar Kaos GL'nin ilk baskılarının sayfa kalitesi ve düzeni de bugünkü kadar iyi değildi. Kim bilir kimler nasıl uğraşıp, nerden para bulup bunu yaptılar diye gurur duymuştum. Bir de amanın! Kim nerden nasıl duydu da bu dergiler Ankara'dan Los Angeles'a ulaştı diye çok ama çok şaşırmıştım.

kendime güvenmemi ve inanmamı sağladı berk zafer 1999 yılıydı yanılmıyorsam. Hürriyet'te okuduğum bir haberle tanıştım Kaos GL'yle. Baskıcı bir ailenin getirdiği bir eziklik, bir içe kapanıklık vardı üzerimde beni Türkiye'deki tek eşcinsel benmişim gibi hissettiren. Ardından Kaos'un internet sitesini buldum ve arşivleri bir bir okumaya, daha doğrusu yutmaya başladım. Büyük bir heyecandı, yeni başlayan bir süreçti benim için, kişiliğimin hatlarını netleştiren, kendime güvenmemi ve inanmamı sağlayan, yüzümü güldüren...

lgbt hareketinin önemli olaylarının takvimi boysan yakar Kaos'la ilk, Lambda'ya akademik bir araştırma yapmak için geldiğimde tanıştım. Eşcinsel bir birey olarak bugüne değin Kaos'la karşılaşmamış olmak bana hem biraz burukluk hem de farklı bir heyecan vermişti. Önceleri son sayılara baktım ama sonraları asıl hazinenin ilk sayılarda olduğunu keşfettim. Aktivist olduğumdan beri geçmişte yapılanlara bakabilmek adına Kaos GL dergisinin inanılmaz bir kaynak olduğunu düşünüyorum. 13 senedir bir derginin Türkiye'nin LGBT hareketinin önemli olaylarının takvimi olduğu için bundan sonra bu bileşenlerde bir şekilde var olan her bireye inanılmaz bir başvuru kaynağı olacağını düşünüyorum. Lakin Kaos gibi birçok dergiye, haftalık gazeteye de ihtiyacımız var. Bu nedenle de canla başla çalışıp yerelden genele yoğunlaşacak daha çok çalışmayı yaratabilmeliyiz.

o, hayatımın her dakikasında burcu ersoy Yıl 1999... "Nerden bulacağım ben eşcinselleri?" Konuştuğum herkese soruyorum: "Eşcinsellerle ilgili araştırma yapacağım da, sen biliyor musun nereye gitmem gerek? Ne yapmalıyım?" Sosyoloji bölümünde okumamın avantajıyla, 'hazır bahanem de var' deyip kendim hakkındaki "bazı" sorulara yanıt bulmak için çıktığım bu yolun sonunda karşılaştım Kaos GL ile. 2 Mayıs pazar günü, kalbim heyecandan duracakmış gibi hissederek beklediğim toplantıda gördüm onu ilk! BaharAnkara diye bir buluşmadan bahsediliyordu: Türkiyeli Eşcinseller Buluşması! Ve aman tanrım, bir de dergi çıkartmışlar! Kaos GL'nin ilk kez elime alıp okuma şansı bulduğum Mayıs 99 tarihli sayısı, bir ay geciktiğim için sadece neler yapıldığını okuyabildiğim bu buluşmada yer alamamış olmamın üzüntüsü ile kendimi bulmuş olmamın sevincinin karışımı yeni keşfedilmiş tropik bir meyve oldu benim için. Araştırmam için ise, eşcinsellik dediğimde önüme koleksiyonu sunulan 80'li yılların 'Bravo' ve 'Erkekçe' dergilerinden alıntıladığım sınırlı bilgilerin ve Aktüel dergisinden çıkarttığım bir magazin haberinin yanında, hazine değerinde bir kaynak! Benim için o gün doğduğunu varsayarsak, birlikteliğimizin 8. yılında, ben onun yayın kurulunda; o, hayatımın her dakikasında artık...

doktorum tanıştırdı buse kılıçkaya 1994 yılında, Kaos GL fanzin olarak çıktığı dönemlerde ben aileme transeksüel olduğumu açıklamıştım. Bunun üzerine ailem nerede ne bulacağını, ne yapacağını şaşırmış bir durumda beni psikolog, doktor dolaştırmaya başladı. Gerçekten de kendimi hasta ve sapık olarak hissettirdikleri bir dönemdeydim. Eniştem transeksüelliğimi evdekilere göre daha ılımlı karşılıyordu. Bu konuda bana yardımcı olamaya çalışıyordu. Evdekilere durumumun normal bir davranış olduğunu söylüyordu ve onun o davranışını ailemdekiler “eloğlu işte ne anlar bizim halimizden” şeklinde düşünmekteydiler. Ama bir yandan da çok panikteydiler. Evdeki bu stresli durumdan kurtulmam için eniştem beni bir doktor arkadaşının yanına götürdü. Doktor da Kaos GL'nin toplantılarına katılıyormuş. İkinci görüşmemizde bana Kaos GL dergilerinden getirmişti. Kaos GL ile ilk tanışmam böyle oldu. Ardından ben de Kaos GL'nin toplantılarına katılmaya karar verdim. Dergileri okuduktan sonra öğrendiklerimi aileme aktardım.

şaşırtıcı ve huzur vericiydi ecem dalkıran Kaos GL dergisini ilk defa Lambdaistanbul Kültür Merkezi'nde tanıdım. İlk kez bir LGBTT mekanında bulunmanın heyecanını yatıştırdıktan, kalp atışlarımı kontrol altına aldıktan sonra onu elime alabildim. Sanırım tüm bu olanlar beni şaşırtmıştı. Sıradan bir mekanda, hiç de anormal olmayan insanlarla çay içiyor, son derece kaliteli ve kafamdaki birçok soruyu yanıtlayan dergileri karıştırıyordum. Bir eşcinsel olarak sıradan şeyleri yapabiliyor olmak, benim için şaşırtıcı ve huzur vericiydi. O günden itibaren Kaos GL kendimi geliştirmemde, duygusal anlamda güçlü hissetmemde bana çok yardımcı oldu. Daha sonra aileme kendimi kabul ettirebilmek, kafalarındaki eşcinsel imajlarını yıkabilmek için de yine Kaos GL dergilerini kullandım.

senden çok şey öğrendim ekrem bilginer Eşcinselliğimle yüzleşmeye başladığım zamanlarda, Antalya'da bir şekilde temin edebildiğim Kaos GL dergisinden çok şey öğrendim. Yalnız olmadığımızı hatırlatan, tanımlardan öykülere defalarca okuyup, aileme yakalanmamak için her an çantamda taşıdığım Kaos GL dergisi: 13. yaşın kutlu olsun. Artık seni kitaplığımda rahatça bulundurabiliyorum.

siyah-beyazı rengarenkti erinç seymen 1996 yılının mart ayında Mephisto Kitabevi'nin balık istifi dergi raflarını eşelerken gözüme fotokopi bir yayın takıldı: Kapağında, Bataille'ın izinden giderek okuduğum “lanetli yazarlar”dan beni kökten değiştirmiş olan Jean Genet'nin yaşı geçkin bir portresiyle karşılaşmanın yarattığı şaşkınlık ve “kaos” sözcüğünün (“gl” bende hiçbir çağrışım yapmamıştı) verdiği tatlı ürpertiyle rastgele bir sayfa açtım. İlk karşıma çıkanın bir Emma Goldman yazısı olduğunu görünce dergiyi satın almaya karar verip kasanın yolunu tutmuşken, sayfaları karıştırmaya devam ettikçe siyah-beyazı rengarenk bu yayının bir “eşcinsel dergisi” olduğunu fark edip duraksadım. Bir başka dergi daha alıp kasaya gittim, kasiyerle göz göze gelmekten imtina ederek parayı uzattım ve dergileri çantama tıkıp mağazadan çıktım. İstiklal Caddesi'nde yürümeye başladığımda kendimi canlı bomba gibi hissediyordum: Şimdi biri çantamda ne taşıdığımı haykıracak, etrafta köpek balıkları gibi volta atan polisler de üstüme atılıp beni “etkisiz” hale getirecek ve karga tulumba merkeze götüreceklerdi. Yol boyunca karşılaştığım her bakışta müstehzi bir şüphe, duyduğum her cümlede bana yönelik bir ima olduğu sanrısıyla ecel terleri dökerek eve geldim. Dergiyi baştan sona iki kez okudum- gözüme uyku girmedi. Ertesi gün benim için hem meşakkatli bir mücadele hem de bir şenlik başlamıştı. İyi ki varsın Kaos GL!


bizi konu edinen yine biz olduk eylül fidan akıncı 2005 baharıydı sanırım, ilk ya da ikinci sayısı olmalıydı derginin, tesadüfen rastlamıştım bir kitapevinin rafında. O güne dek eşcinsel inisiyatif adına bırakın bir dergi girişimini, herhangi bir oluşumun bile varlığını görmemiş, düşünmemiştim. Homofobik bir çevrem olmamasına ve açık yaşamama rağmen çok sevindiğimi anımsıyorum, sonuçta hayatımızın bu yönünün “okunaklı" bir hale gelmesi hoştu ve bizi konu edinen yine biz oluyorduk, çarpıtmalara veya nesneleştirilmeye maruz kalmadan; desteklenmesi gerekiyordu bunun. O zamanlar baskı ve içerik açısından şu an olduğu kadar zengin değildi, yine de takip edilebilir, iyimserlikle yaklaşılması ve hatta gönüllü bir şekilde çalışılıp geliştirilmesi gereken bir yayındı. Sanırım şimdi bütün bu süreci geçirip, gerçek bir "yayın" olmayı başardığında hepimiz hemfikiriz.

şantaj yaparak dergide köşe sahibi oldum gözüm abla Selam Canlarım, Sene kaçtı şimdi hatırlayamıyorum; ben o zamanlar Paris'te bir moda dergisinde kapak kızlığı ve mankenlik yapıyordum. Avrupa'nın çeşitli illerinde geceler boyu dolaşır hasret ve özlemle ülkemi anardım. O zamanlar Avrupa'da gördüğüm ama ülkemde olmayan bir şey vardı: Geyler. Hep kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan ülkemde neden gey yetişmiyor anlamaya çalışırdım. Bir takım komplo senaryoları dillerde dolaşırdı. “Aslında Türkiye'de de çok gey var ama Amerika çıkarmamıza izin vermiyor” derlerdi. Neyse, bir gün Paris'teki stüdyoda çektirirken Tanılay adında sevimsiz mi sevimsiz bir arkadaş Türkiye'den geldi. Hemen eteğimi indirip yanına koştum. Ülkemde ne var ne yok merak etmiştim. Tanılay bana 3 kişinin bir araya gelerek bir dergi çıkarmaya başladıklarını söyledi. Bedirhan, Nazlıcan ve diğerini unuttum. Adına da Kaos GL diyeceklermiş. Bir fotokopi dergiymiş. Önce burun, dudak, kulak gibi azalarımı bükerek inanmadım. Sonra düşününce karar verdim, “Bu dergiyi desteklemek lazım” dedim. Şimdi iş bilmezler, yüzlerine gözlerine bulaştırır da iyice hevesleri felan kaçar dedim. Ve içlerinden boyu kısa, adı Alican olan bir tanesini içirip çıplak resimlerini çektim. Ve şantaj yaparak dergide bir köşe sahibi oldum. Hey gidi günler hey!

demek birileri vardı ismail alacaoğlu 1999 yılıydı ilk karşılaşmam. Dost kitabevinde dergilere göz gezdirirken adı değil de, çünkü böyle bir derginin varlığından bile haberim yoktu, adının altındaki cümle takıldı gözüme: "eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir." Alıp bakmak istedim ama yanımda dergilere bakan, tanımadığım iki kişi daha olduğu için elimi bile süremedim. Hiç tanımadığım iki kişinin eşcinsel olduğumu anlamalarından korktum. Bu korkum içimdeki heyecandan da meraktan da baskın çıktı. Ama o merak ve heyecan beni bir saat sonra tekrar geri getirdi Dost'a. Dergilerin olduğu bölümün boş olmasını kolladım ve fırsatını yakaladığımda gidip aldım elime dergiyi. Çabucak sayfalarını karıştırmaya başladım, hızlı hızlı başlıkları okudum, evet hepsi eşcinsellik üzerine yazılardı ve eşcinsel bir grup tarafından çıkarılıyordu. Heyecanım ikiye katlandı, demek birileri vardı kafa patlatan bizim için. Ama merakımı gideremedim, çünkü dergiyi satın alıp her satırını okumak istememe rağmen alamadım. Kasaya elimde Kaos GL dergisiyle gidebilme cesaretini ise ancak bir sonraki sayıda bulabildim.

bende yarattığı ilk duygu "korku"ydu salih canova Kaos GL'yi ilk olarak Kabile Kitabevi'nde görmüştüm ve bende yarattığı ilk duygu "korku" oldu. Her gece, bir sabah uyandığımda geçeceğini düşündüğüm "garipliğimin" aslında geçmeyeceğini anlamanın korkusuydu bu. Öylesine korkmuştum ki uzunca bir süre, haftada en az bir kere gittiğim Kabile Kitabevi'ne neredeyse uğramaz olmuştum. Korku'nun

yanında büyüyen merak zamanla o korkuyu yendi ve bir gün dergiye dokunmaya cesaret ettim; hissettiğim duyguysa korku ve kaygıyla karışık ama onlardan daha baskın bir "şaşkınlıktı". Önce buna nasıl cüret edebildiğimi anlamaya çalışarak kendime, dergiyi karıştırmaya başladıkça da kendimce birkaç tuzu kuru, zengin aile çocuğunun (ne de olsa eşcinsellik bir zengin hastalığıydı ya!) meşgalesi olabileceğini düşündüğüm derginin aslında hiç de "öyle" (ya da "şöyle böyle") olmadığına şaşırdım... Çoğu zaman yeni açıldığım birine sözü fazla uzatmadan bir Kaos GL sayısı vermek karşımdaki kişinin de benim de açılma sürecinde yaşayacağımız olası sıkıntıları kolaylıkla atlatmamızı sağlayabiliyor. Tek başına bu bile, ne ölçüde önemli, etkili ve ciddi bir iş yapıldığının göstergesidir benim için.

eşcinsellikle ilgili her şeyi gizliyordum semih varol Dergisi ile ilk yüz yüze gelişim 2003 yılında Umut ile tanışmamla birlikte oldu. O zamanlar dergi hazır şablona eklenerek yapılıyor ve siyah beyaz (tek renk) basılıyordu. (Umut ile KKM'de dergi için sabahladığımız bir günü hatırlıyorum.) Derginin birkaç sayısını okumak için eve götürdüğümde ilk zamanlar biraz gerilim yaşıyordum. Ailemden birileri ya da misafir geleceği zamanlar dergileri ortadan kaldırıyor ve sonra benim bile bulamayacağım bir yerlere koyuyordum. Sadece dergi için geçerli değildi bu saklama: Eşcinsellikle ilgili her şeyi gizliyordum. Şimdi ise evim baştan aşağı “eşcinsel”. Dergi, Kaos GL içinden ve dışından arkadaşlarımızın da katkılarıyla okuması zevkli ve “renkli” bir hal aldı. Derginin çıkarılmasında ilk günden bugüne kadar emeği geçen herkese teşekkürler.

tanışma 2001'de tamamlandı umut güner Karşılıklı olarak eşcinsel olduğumuzu anladığımız ama dillendiremediğim bir arkadaşım Kaos GL'den bahsetmişti. Zihnimde hiçbir şey canlanmamıştı o zamanlar. Sanırım arkadaşım da benim zihnimde hiçbir şey canlanmadığını fark etti ki, bir gün küçük İmge'nin duvarında otururken (o zamanlar dergi standı kitabevinin dışında duruyordu) Kaos GL dergisinin bir sayısını çor yapıp elime tutuşturdu. Dergiyle ilk o gün tanıştım. Dergi, “benim gibi başka insanlar da varmış” hissini vermişti ama benim o dönemde kendim gibi insanlara ulaşmak gibi bir derdim yoktu ve dergiyle ilk temasım da öyle kaldı. İkinci karşılaşmam ise Kaos GL'nin Kültür Merkezi'nin açıldığı zamanlara rastlıyor. Olgunlar Sokak'ta takı tezgahı açıyordum. Zabıtanın tezgahı bastığı bir gün Barış “Hadi gel çay içmeye gidelim” dedi ve beni Kültür Merkezi'ne götürdü. Sanırım kendimi hala hazır hissetmiyordum ve birkaç kez çay içmeye gittikten sonra tanışıklığı yine yarım bıraktım. 2001 senesinde kendim gibi insanlara ne kadar çok ihtiyacım olduğunu anladım ve Kaos GL'ye geldim. Kendim gibi insanları ve kendimi anlamanın yolunun da Kaos GL dergisinden geçtiğini gördüm. İlk altı ayım derginin çıkmış bütün sayılarını okumakla geçmişti, ve böylece tanışma tamamlanmıştı. (Not: Hırsızlık kötüdür ama çor iyi bir şeydir.)

kartpostal Yıllardır verilen mücadeleye tüm yüreğini ve emeğini katan Kaos GL dostlarının yeni yaşları kutlu olsun. küçük İskender - şair Sevgili Kaos GL'li dostlar, 13. yaşınıza erişmenizi yürekten kutluyoruz. İyi ki doğmuşsunuz ve de bize komşu olmuşsunuz. Daha nice yıllara erişmenize... fatma nevin vargün kırk örük kadın kooperatifi Daha nice yıllara sevgili arkadaşlar. Sadece ufkumuza değil, gönlümüze de dokundunuz. Sağ olun! ilknur üstün kader ankara


sürmelican Astroloji size ne anımsatır, ne yaşatır bilmem ama yaşamda aksiliklerin veya engellerin çıktığı noktada bir çıkış noktası bulmak hepimiz için kaçınılmaz. Buna akılcı yollar aramaksa en uygun yol. Fakat akılcı dediğimiz yöntemler son 15 senedir çok tartışılıyor. Alternatif tıp, alternatif yaşam derken bitkisel özlü haplar tavan yapıyor, hacılara hocalara geri dönülüyor. Tam bu noktada astroloji ister istemez insan yaşamının içerisine giriyor. Size de bir kurgu izlenimi vermedi mi bu yükseliş! Bu bilim (bana göre bilim), bir kehanet açılımı değil öngörü sahibi olmaya yönelik istatistiksel bir yaklaşım. Şimdi sizle bunun bir bilim olup olmadığını tartışırdım ama biliyorum ki bazılarınız bu gibi şeylere baştan tavırlı ve açıkçası ben de onları ikna etme çabasında değilim. İlgilenen arkadaşlara ise dergimizin ufak bir analizini yapmaz istiyorum. Mümkün olduğunca düz bir dil kullanmaya çalışarak. Dergimiz, bana verilen verilere göre 20.09.1994, sabah 09.00'da baskıdan çıkmış. Şimdi, insanların doğum haritası var da dergilerin de mi var diyeceksiniz. Elbette var. Örneğin ülkelerin, aynı birey açılımı gibi haritaları var ve hangi zaman diliminde doğarsanız doğun, doğduğunuz ülkenin astrolojik açılımı sizi büyük ölçüde etkiler. Çünkü bir şekilde ülke genelinde yaşanan durumlar direkt sizi olduğu gibi birçok insanı ilgilendirir. Kaos GL'ye geri dönersek; onun bir Başak olması kadar doğal bir şey olamaz. Tam da karasal iklime yakışır bir özellikte olup kendi inşasını yazıya döken bir gerçekliğe sahiptir ve bunu dergiyle bütünleştirmiştir. İlginçtir, birçok ünlü yazar Başak burcundan çıkar. Örneğin Oscar Wilde'ın yükseleni Başak'tır. Öz burcu ise Terazi. Kaos GL'nin yükseleni de Terazi'dir. Yani bizim Oscar'ın tam tersi. Sonuçta içten katı bir analiz ve eleştirel yeteneği olup kendini ifade edişte estetik bakış açısına sahiptir. Bunla beraber birçok yükseleni Terazi olanlar alımlı ve seçici olur. Sanırım bunu Kaos GL'de fazlasıyla görmekteyiz. Ayrıca yükseleni veya haritasında Terazi olanlar heteroseksüel olsalar bile biseksüelliğe kayan yönelim göstermektedir. Bir örnek vermek gerekirse benim bir kız arkadaşım aynı Kaos gibi; Başak'a Terazi. Kendisi ilişkilerinde acayip hızlı ve bunu erkeklerle de teyit etmekten kaçınmıyor. Bir gün internette onun kişisel kimliğinde cinsel yöneliminin biseksüel olduğunu görmüştüm. Bunu ona sorduğumda, “kafama göre takılıyorum” demişti. Tam Terazi'ye yakışan bir cevap. Bu yüzden birçok eşcinselin haritasında Terazi'nin olduğunu düşünmüşümdür. Mesela ben Yay olmama rağmen bazı gezegenlerime Terazi düşüyor. Terazi deyip geçmeyin, diplomasi dendiğinde akla ilk gelen odur. Aynı zamanda hava grubunun öncüsü olduğu için birçok cesur çıkışa adım atar. Mayıs 2004'te Meclis'e gidişimiz tesadüf müydü? Kaos'un bunla beraber ay burcu Koç'a denk düşer ki bu onun bilinçaltını ciddi bir enerjiyle doldurur. Bu enerji iyi kullanıldığı sürece “öncü” bir değer taşır. Biz bunu Eşcinsel Hareketi tarihinde birçok kereler şahit olduk. Fakat bu enerji içsel anlaşmazlıklarda ciddi tartışmalar yaşanılmasına da neden olabilir. Buna karşın ülkemizin siyasal yaşamıyla uyumlu bir ortaklığı vardır. Her ne kadar kapatma davaları olsa da birbirinden beslendiği kesin. Aynı tuhaf uyumluluğu Lambdaistanbulla gösterir. Lamda'nın tahmini doğum haritası çıkarıldığında öz burcu Yengeç yükseleniyse ya Terazi ya Akrep'tir (tam zaman dilimini bilmiyorum). Ay burcu ise Kova'dır.

Kaos toprağa havayken Lambda suya havadır. Tam bir ikilidir. Kaos GL herkesin bildiği gibi 2001 yılında önemli bir çıkış yaptı. Bu aslında bir tesadüf değildi. Numerolojik olarak Kaos GL'nin uğurlu rakamı 7 ve bu çıkışı yaptığı zaman kuruluşunun 7. yılına basmaktaydı ve Uranüs Kova'daydı. Yani hava devrim kokuyordu. Farklı bir açılım 2003 1 Mart'ında olmuştu. O sırada Uranüs Balık'a geçip tekrar Kova'ya dönmüştü. Bu dönüşüm genelde ulusal bir devrim çağının başlangıcına denk düşer. Fransız devrimi bu dönemlerde gerçekleşmiştir. Gelecek ise umutlu olduğu kadar sıkıntılı. Mesela Satürn (öğretici gezegen) şimdi Başak'ta ve iki buçuk sene orda kalacak. Daha önce Aslan'daydı. Bu süre içinde Aslanlar çok zorlandılar. Bir Aslan olan Mehmet Tarhan'ın ne gibi sıkıntılar yaşadığını gördük. Tabi bunda korkulacak bir şey yok. Mehmet yine madi Mehmet! Satürn, bireylerin ya da kurumların haritalarında düştüğü yere göre değişiklik gösterir. Şu sıralar etrafınıza biraz dikkatli bakarsanız sokakta birçok insanın kolunun alçıda olduğunu görürsünüz. Bu tam da bir Satürn döngüsünün Başak burcunda olduğunun göstergesidir. Ayrıca küresel ısınmanın uzun vadede bizi etkileyeceğinin de. Çünkü Başak aynı zamanda toprağı temsil eder ve önümüzdeki iki buçuk yıl bu gibi sıkıntılar özellikle Haziran'dan sonra ortaya çıkabilir. Bu aralar toprak bütünlüğünün de sürekli gündeme gelmesi kaçınılmaz. Kaldı ki İran'a bomba, evlerden Irak! Bu evre Kaos GL'nin önemli bir gelişim sürecinin başında olduğunun habercisidir. Beklemek ve gözlemek en önemli gereksinimlerden birisidir. Radikal hareketlerin ve zorlanmaların ertelenmesini gerektiren bir dönemdir. Amaca hizmet edecek ilişkilerin oluşturulması ve işbirliğinin sağlanması için emek vermek, bu döneme son derece uygundur. Gelecekte doğabilecek problemlerin üstesinden gelebilmek için kaynakların toplanması ve saklanması gereği yine bu dönemin en önemli mesajları arasındadır. Kaos GL bu dönemde gecikmeler, ertelemeler ve sınırlamalar için kendini hazırlaması ve sabırlı olması gerekir. Gecikmeler sinir sisteminde yıpranmalara ve esnekliğin giderek kaybolmasına, hatta depresif bir ruh halinin ortaya çıkmasına da neden olabilir. Detayların önemle ele alınması ve küçük problemlerin bile atlamadan çözüme ulaştırılması gereken bir dönemdir. Özellikle bu yıl kurumun kendi kontrol mekanizmalarını ve duygusal hassasiyetini sınava tabi tutabileceği fırsatları sunacaktır. Üretken bir şekilde diğer kuruluşlarla ilişki kurabilme yeteneklerini geliştirebilmek için farklı fırsatlar söz konusudur. Ayrıca sükuneti, huzuru ve nezaketi koruyabilmek de temel gereksinimler arasındadır. Tüm bu gelişmeler ışığında Satürn, Kaos GL'yi taçlandıracaktır. 2010'dan sonraki dönem hem Türkiye hem Kaos GL gibi STK'lar için bir çıkış olanağı sağlayacaktır. Her ne kadar bu gelecek süreç bizi bezdirecek gibi görünse de bahsettiğim birçok olay tahminlerden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Gelecekse sizin elinizdedir. Kaos GL için son söyleyeceklerim 2008'in kendisine ve birçok eşcinsele sürprizler getireceği. Bu gidişle tüm sıkıntılara rağmen 2008'in sonuna doğru hepimizi şaşırtacak bir sürpriz yapması muhtemel. Kaos GL çalışanlarına sunacağım öneri birkaç sene daha dişlerini sıkmaları çünkü sabretmeleri sonucunda hak ettiklerinden çok daha fazlasını elde edeceklerdir.


yasal olarak “çete” 2006 senesinde Eryaman'da travesti ve transeksüellere yönelik şiddeti Ankara'nın merkezine de taşıyan ve “çete kurarak örgütlü suç işlemekten” yargılanan sanıklar ikinci kez hakim karşısındaydı. 4 Ekim'de Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşma sonunda hakim, sanıklar Ayhan Günay ve Şammas Taşdemir'in tutukluluk hallerinin devamına ve Ahmet Günay ve Harun Çavdar'ın da tutuklanmasına karar verdi. Böylece bu kişilerin “çete” oldukları yasalarca da kabul edilmiş oldu. Meraklısına: 27 Kasım'a ertelenen duruşma sonunda tutuklu yakınları davacı yakınlarına tehdit ve sözlü saldırıda bulundular.

lambdaistanbul'a kapatma davası ertelendi

afiş yarışması başladı Kaos GL, 12-19 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara'da gerçekleşecek olan “3. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma” için afiş yarışması düzenliyor. “İnsan Hakları” konulu afişlerin katılacağı yarışmada seçilecek görsel, buluşmanın afişi olarak kullanılacak. Son başvuru tarihi 14 Mart 2008.

İstanbul Valiliği'nin "tüzüğü hukuka ve ahlaka aykırı olduğu için" Lambdaİstanbul LGBTT Derneği'ne açtığı kapatma davası 18 Ekim'de görülen duruşmada insan hakları örgütleri temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 40 kadar insan destek için mahkeme önünde toplandı. Hakim, derneğin sunduğu bilirkişi raporuna karşın savcılığın da bir bilirkişi raporu almasını talep ettiğini söyleyerek davayı 31 Ocak 2008 tarihine erteledi.

Ayrıntılı bilgi için: www.kaosgl.org

kaos gl lezbiyen festivali'nde Hollanda'da COC-Netherlands tarafından iki yılda bir düzenlenen Lezbiyen Festivali'ne bu yıl Nijgemen kenti ev sahipliği yaptı. 5-7 Ekim 2007 tarihleri arasında gerçekleşen festivalde Türkiye'deki lezbiyen hareketinin konuşulduğu bir panel düzenlendi. Türkiye'yi Kaos GL'den Burcu Ersoy'un temsil ettiği “İslam, Lezbiyenler ve Türkiye: Rahatsız edici bir kombinasyon mu?” başlıklı panelin konuşmacıları arasında Utanç Bitti kitabıyla tanıdığımız feminist yazar ve Hollanda Sosyalist Partisi üyesi Anja Meulenbelt de bulunuyordu.

şiddet istanbul'da kol geziyor 3 Ekim Çarşamba gecesi Nişantaşı'nda öldürülen 33 yaşındaki Mehmet M., evinde çıplak halde boğazı kesilmiş olarak bulundu. 5 Ekim Cuma gecesi Funda ve Simge adlı iki travesti evlerine götürdükleri iki kişi tarafından saldırıya uğradı. Funda ağır yararlanırken Simge olay yerinde yaşamını yitirdi.

Meraklısına: Meulenbelt, 1219 Mayıs 2008 tarihleri arasında Ankara'da gerçekleşecek “3. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma”ya da katılacak.

Meraklısına: Polis, İstanbul'un farklı semtlerinde, farklı saatlerde işlenen cinayetlerin suçlularının aynı kişiler olduğunu açıkladı. Anja Meulenbelt

Nasıl suçlanamaz! Ben, açıkça, kendi kabineme ibnelerin girmesine izin vermem. Sırp Cumhuriyeti başbakanı Milorad Dodik'in, bir muhabirin ''Cinsel yönelimleri yüzünden bir kimse suçlanabilir mi?'' sorusuna yanıt verdiği yanıt.


"dumbledore geydi"

senatörün mumu yatsıyı da beklemedi Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling okuyucularıyla buluştuğu kitap turlarından birinde "Her fırsatta sevginin gücüne vurgu yapan Dumbledore kimi sevdi peki?" sorusuna "Ben hep Dumbledore'un gey olduğunu düşündüm” yanıtını verdi. Rowling, Dumbledore'un aşık olduğu kişinin ise son kitap 'Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nda da adından sıkça söz edilen, meşhur düelloda yendiği karanlık büyücü Grindelwald olduğunu söyledi. (Ekim 2007)

hayırrr, sensin geyyyy Filistin'in rakip en büyük iki silahlı örgütü El Fetih ve Hamas'ın zaten gergin olan ilişkileri bu kez de eşcinsellik tartışması nedeniyle açıldı. Daha önce El Fetih'in denetiminde olan Gazze'yi Haziran ayında ele geçiren Hamas'ın bazı militanları, bazı resmi binalarda El Fetih üyelerinin eşcinsel ilişkilerini gösteren çok sayıda videokasetleri bulduklarını iddia etti. El Fetih'e bağlı devlet görevlilerini otellerde, hastane odalarında ve evlerde eşcinsel ilişkiye girerken gösterdiği öne sürülen video kayıtları Gazze de karaborsada satılıyor. (Ekim 2007) Meraklısına: El Fetih üyeleri ise, bu iddiaların örgüte çamur atmak için çıkarıldığını belirterek asıl eşcinsellerin Hamas'ın içinde yer aldığını söyledi. (Ekim 2007)

sırrımın çiçeği 39 yaşındayken kalp krizinden hayatını kaybeden ABD'li Playboy güzeli Anna Nicole Smith hakkında yazılan bir kitapta modelin sevgilisi Howard K. Stern ile bebeğinin babası Larry Birkhead'in eşcinsel ilişkisi olduğu ileri sürüldü. 'Anna Nicole Smith'in Ölümünün Arkasındaki Sır' adlı kitapta, Smith'in ikiliyi çıplak yakaladığı belirtildi. Meraklısına: Kitapta, Smith'in Birkhead ile Stern'in gey olduğunu bildiği ancak sarışın ve mavi gözlü bir bebek sahibi olmak için Birkhead ile birlikte olduğu iddia edildi. (Eylül 2007)

ayrımcılığa karşı yasa

İngiltere'de yürürlüğe giren yeni bir yasaya göre, eşcinsellere yönelik nefreti ve ayrımcılığı körükleyenler 7 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Yasada belirlenen azami 7 yıl hapis cezası, tecavüz suçundan hüküm giyenlere verilen 5 yıllık cezadan yüksek. (Ekim 2007)

ABD'de eşcinsel haklarına karşı çıkmasıyla tanınan muhafazakar Senatör Larry Craig'in, geçen yılın Haziran ayında, havaalanının erkekler tuvaletinde bir sivil polise eşcinsel ilişki teklif ederken yakalanıp tutuklandığı ortaya çıktı. Evli olan 62 yaşındaki Idaho Senatörü Craig, suçunu itiraf etti ve 10 gün tecilli hapis ve 1000 dolar para cezasına çarptırıldı. Olayın duyulmasıyla birlikte eşinin elini tutup basının karşısına çıkan Craig, "Olay yaşandığında polise davranışlarımı yanlış anladıklarını söyledim. Uygunsuz bir girişimde bulunmadım. Eşcinsel değilim. Olayı hızlıca ve tek başıma kapatmak için suçumu kabul ettim. Bunu yapmadan önce avukatıma danışmam gerekiyordu" dedi. Skandalın ortasındaki sivil polis Dave Karsnia'nın raporunda anlattıklarına göre olay şöyle gelişti: "Craig, gözleriyle beni takip ediyordu. Tuvalete gittiğimde o da geldi. Yandaki tuvalet kabinine girdi. Sağ ayağıyla kabin duvarına vurdu. Bu hareket orada uygunsuz ilişkiye girmek isteyenlerin işaretidir. Defalarca ayağını vurdu, ayağını ayağımın yanına koydu. Sonra da aşağıdan elini uzattı. Ben de hemen ona polis kartımı uzattım..." Tutuklanıp 45 dakika sorgulanan Senatör'ün sözcüsü "Yere eğilip düşen bir kağıdı aldığını, olayın yanlış anlaşıldığını" açıkladı. Craig, Senato'dan istifa ettiğini açıkladı.

Meraklısına: Kamusal alanda eşcinsel ilişkiye girmekle suçlanan Craig'in, Senato'daki oylamalarda eşcinsel evlilikler ile nefret suçlarına yönelik ceza düzenlemeleri aleyhine oy vermesi de son derece ironik. (Ağustos 2007)

Ben Mevlana'ya Sofizim'e inanıyorum. Aşk her şeyin içindedir. Platonik olarak bir çocuğa, bir lambaya, bir çiçeğe aşık olup haftalarca onu düşünebilirim. Bir gün bir kadına aşık olabilirim ama lezbiyen olmam. Eyşan Özhim. Ne olursan ol yine de gelme Eyşannnnn…


'stadyumun tanrıları' çıplak Fransa, Britanya'da yapılacak Ragbi Dünya Kupası öncesi 'Dieux du stade' (Stadyumun Tanrıları) isimli çarpıcı takviminin sekizincisini hazırladı. Fransız ragbi oyuncularını birer seks sembolü olarak sunan takvim, kanlı burunlar ve kırık dişlerle hatırlanan bu sert sporu farklı bir biçimde tanıtmayı amaçlıyor. Meraklısına: Takvimde oyuncuların bedenlerinin çok ufak bir kısmı örtülü. (Eylül 2007)

başpiskoposun hırsız avı Vatikan'da üst düzey bir görevde bulunan başpiskopos Tommaso Stenico, bir gence eşcinsel ilişki teklif ederken görüntülendi. Skandal, başpiskoposun bir televizyon programı çerçevesinde, internet üzerinden eşcinsel papazlarla randevulaşan bir genci Vatikan'daki bürosuna götürmesiyle ortaya çıktı. Gizli kameranın farkında olmadan sadomazo tutkusunu anlatan Stenico, gencin huzursuzlanması üzerine "Kilisenin sorunu eşcinsellerle değil, nikah öncesi cinsel

ilişkilere karşı. Eşcinseller zaten evlenmediklerinden sorun yok" dedi. Programın yayınlanmasından sonra açığa alınan Stenico, “eşcinsellik sorunuyla mücadele çerçevesinde psikolojik bir araştırma” yaptığını söyledi ve ekledi: “Ben, psikolog papaz olarak yaptığım bir araştırmanın kurbanı oldum. O görüntülerde, eşcinselmiş gibi davrandım. Benim yaptığım, hırsızlar arasına sızmak için hırsız rolüne yatmaktan ibaretti. Amacım, gerek Vatikan içinde gerekse Vatikan dışında, eşcinsel ilişkilerle Kilise'nin imajına zarar verenlerle temas sağlayıp, bu sorunla mücadele edebilmekti.” (Ekim 2007)

Cani' (Monster, 2003) adlı filmde bir lezbiyeni canlandıran 32 yaşındaki Güney Afrikalı oyuncu Charlize Theron, erkek dergisi Esquire'ın anketi sonucunda, yaşayan en seksi kadın seçildi. Ankette ikinciliği Jessica Biel, üçüncülüğü ise Angelina Jolie aldı.

hoşgörüsüzlük çağı Daha önce Vladimir Putin, George Bush ve Usame Bin Ladin'i aynı yatakta gösteren çalışmalarıyla dünyayı ayağa kaldıran Rus sanatçılar Alexander Shaburov ve Viacheslav Mizin, karlarla kaplı bir ormanda öpüşen iki üniformalı polis memurunu gösteren fotoğraflarıyla bu kez Rus hükümetini ayağa kaldırdı. Kendilerine 'Blue Noses' adını veren iki sanatçının Paris'te açacakları sergide yer almasını planladıkları 'Hoşgörü Çağı' adlı fotoğraf Kültür Bakanlığı tarafından yasaklandı. Sanatçılar fotoğrafın iddia edildiği gibi pornografik unsurlar içermediğini ya da eşcinselliği özendirmediğini tam tersine, insanların kendilerinden farklı olana hoşgörü göstermeleri durumunda dünyanın nasıl bir yer olacağı fikrini sorgulamayı amaçladığını söylediler. Meraklısına: 'Blue Noses' sanatçıları 'Hoşgörü Çağı'nı, İngiliz grafiti sanatçısı Banksy'nin iki polis memurunu bir sokak lambasının altında öpüşürken gösteren çalışmasına ithaf ediyorlar. (Ekim 2007)

Erkeklerin çapkınlığı sizce normal değil mi? Çevrede o kadar çok rahat kız var ki. Erkekler için bu durum elinin kiri, erkek adam yapar durumu... Sonuçta insanlar gerçek aşkı yaşayana kadar bu mübah. Yapmalı demiyorum ama gelene de hayır diyen bir erkeğe gey derler. Ben biraz bu konularda tutucuyum, kendimi evleneceğim erkeğe saklıyorum. Ama başkaları benim gibi düşünmüyor diye de yargılamam. Muhabirin “Emre Kütük gibi ünlü bir playboy ile birliktesin. Korkuların olmadı mı?” sorusuna sunucu, dizi oyuncusu, designer (vallahi kendi tanımı) Bade İşçil'in verdiği yanıt.


ağırlaştırıcı bir suçtur arzu kaykı pozitif yaşam derneği

salgının adı frengi değil homofobi! Bursa'da 2 Eylül'de yapılan polis baskınlarıyla, 13'ü travesti ve transeksüel olmak üzere 16 kişi gözaltına alındı ve ardından 12'si tutuklandı. Bursa'da “fuhuş çetesi oluşturdukları” iddiasıyla gündeme gelen olay medyada, eşcinsel ve transeksüellere yönelik olumsuz yargıları güçlendirecek yorumlarla yer buldu. Pembe Hayat LGBTT ve Kaos GL dernekleri aynı günlerde, Bursa Gökkuşağı LGBTT Derneği'yle ilişkilerinin olmadığını ve bu derneği eşcinsellerin bir öz örgütlenmesi olarak tanımadıklarını belirten bir açıklama yayınladı ama buna rağmen medya, Türkiye'deki bütün eşcinsellere ve örgütlenmelere zarar verecek, toplumdaki homofobi ve transfobiyi körükleyecek haberler yapmaya devam etti. Soruşturma medyada “travesti çetesi” başlığıyla yer buldu ve soruşturma tamamlanmadan insanlar “suçlu” ilan edildi. Dahası, olaylar haberleştirilirken Pembe Hayat LGBTT Derneği'nin eylem fotoğrafları kullanılarak yanlış adres gösterildi. Dernek, yaptığı açıklamada, medyanın “Nasıl olsa hepsi travesti değil mi?” zihniyetiyle baktığını, bu yaklaşımın travesti ve transeksüel örgütlenmesine zarar verdiğini söyledi. Soruşturma devam ederken, 13 Eylül 2007 tarihli Hürriyet gazetesi manşetten verdiği “Bursa'da Frengi salgını” başlıklı haberle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonları olan kişileri topluma ifşa etti. Kaos GL Derneği gazeteye gönderdiği tekzipte, “Bursa'daki salgının adının frengi değil homofobi olduğu”nu belirtti ve gazeteden özür ve düzeltme istedi. Derneğin gazeteye gönderdiği tekzip adresini buldu ve dört gün sonra Hürriyet gazetesi 'Okur Köşesi'nden yaptığı yanlışı dile getirdi. Bursa'da yaşanan olaylar medyanın tavrını bir kez daha gözler önüne serdi. Medya bu kez, eşcinsel ve transeksüellere yönelik şiddeti desteklemekle kalmadı, Türkiye Cumhuriyeti sağlık politikalarını ve yasalarını hiçe sayarak suç işledi. Peki, suç ne zaman cezasını bulacak, bilen var mı?

Dernek olarak, HIV'le yaşayanların gerek toplum içinde gerekse medya aracılığı ile hak ihlaline uğradıklarına şahit oluyor ve bunun önüne geçmek üzere çalışmalar yürütüyoruz. Bu bağlamda, bu ve benzeri haberler aracılığı ile kişinin sahip olduğu hastalık ne olursa olsun kişinin rızası olmadan ve tıbbi zorunluluk veya kanuni zorunluluk dışında tıbbi tanının açıklanmaması gerektiğinin ve bunun bir suç olduğunun altını çizmek istiyorum. Kişiye ait bilgilerin basın yoluyla duyurulması ağırlaştırıcı bir suçtur. Doktorlar, sağlık çalışanları, avukatlar gibi mesleği gereği bu sırları öğrenebilen kişilerin de bu bilgileri açıklaması yasaktır. Pozitif Yaşam Derneği olarak, medyanın, kişilerin tıbbi durumuyla ilgili bilgi açıklamama yönünde özen göstermesini ve ceza kanununu ve diğer yasal düzenlemeleri dikkate almasını talep ediyoruz.

sağlık politikalarına ve yasalarına da aykırı muhtar çokar insan kaynağını geliştirme vakfı Son zamanlarda ülkemizde seks işçilerinin ve müşterilerinin medya aracılığıyla kamuya açıklanması, bu hastalıkların toplumda yayılmasını önlemek ve toplum yararı gerekçesiyle dünyada da sıkça yapılan yanlış uygulamalara örnek olma özelliğini taşımaktadır. Genellikle cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasını önlemek için kapsamlı politikaların oluşturulmadığı ve çalışmaların yetersiz kaldığı toplumlara özgü bir uygulamaya ülkemizde de rastlanıyor olması üzüntü vericidir. Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıkların tanı, tedavi, danışmanlık hizmetleri ve önleme çalışmalarında geçerli olan mevzuat ve etik kurallar önceden belirlenmiştir ve gizlilik ilkesi ile uyumludur. Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Hasta Hakları Yönetmeliği ve Türk Ceza Kanunu cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi konusundaki geçerli uygulamaların ve ilkelerin kaynağı durumundadır. Özellikle Türk Ceza Kanunu, resmi görevlilerin sır saklama sorumluluğu konusundaki suçları düzenler niteliktedir. Son zamanlarda gördüğümüz uygulamalar, bu mevzuata aykırı olarak resmi görevliler tarafından kendi başlarına buyruk ve yasalara aykırı suç teşkil edecek biçimde gelişen olaylardır. Bu görevlilerin işgüzar bir biçimde hastalığa yakalananları topluma ifşa etmeleri, cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdığı gibi ülkemizin sağlık politikalarına ve yasalarına da aykırı suç niteliğindedir.

kaygıyla izliyoruz umut güner kaos gl 2 Eylül'de Bursa'da Gökkuşağı Derneği'ne yapılan polis baskınının ardından gelişen adli süreci ve bu süreçteki uygulamaların medyadaki sunuluş şeklini kaygı ile izliyoruz. Hürriyet gazetesinde, “Bursa'yı sarsan frengi listesi” ifadesiyle verilen haberde, emniyet güçlerince frengili olduğu ilan edilen travesti ve transeksüellerin ifşa edilmesiyle insan hakları ihlali yaşanmıştır. Tıbbi bilgilerin açıklanmasının suç olduğunu bildiren hukukçuların görüşünü belirtip hemen ardından bu bilgileri açıklamak, gazetecilik ilkelerine uymayan sorumsuzca bir davranıştır.

polisiye yaklaşımlar çözüm değil tuğrul erbaydar van yüzüncü yıl üniversitesi tıp fakültesi Çağlardan beri eğer polisiye yaklaşımlarla insanları teşhir ederek, yakarak, utandırarak bir takım sorunlara çözüm bulunabilmiş olsaydı, bugün bu hastalıkların çoktan bitmiş olması gerekiyordu; ama insan hakları ve hasta hakları ne kadar çok çiğnenir, teşhir edilir ve damgalama yoluna gidilirse bu tür sağlık sorunlarıyla mücadele etmek de o kadar zorlaşır. Açıkta ve daha görünür sorunlarla daha kolay savaşırız, gizlenen sorunlar tamamen çözümsüz hale gelir.


şimdi dur demezsek, bizi bekleyen sadece ve sadece şudur:

anayasal erkek devleti! hülya gülbahar Avukat, Kader Genel Başkanı

AKP'nin, 22 Temmuz seçimleri öncesinde hazırlıklarına başladığı yeni anayasa taslağı gündeme geldiği ilk günden beri tartışmaların odağında oldu. Önce, taslak metne 'hiç kimse'nin ulaşamıyor olması konuşuldu, sonra da taslağın hiç de sivil olmadığı ve 12 Eylül'ün ruhunu taşıdığı… Bu tartışmalar sürerken eşcinsel örgütler de taleplerini dillendirmeye başladılar. Hükümetin toplumun her kesimini dinleyeceğini açıklamasından cesaret alan örgütler Anayasa'nın eşitlik ilkesine “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin de eklenmesini talep eden açıklamalar yaptılar. Kaos GL ve Lambdaistanbul dernekleri, Cumhurbaşkanı, TBMM, Başbakan, bakanlar ve Adalet ve Anayasa Komisyonu üyesi milletvekillerine bu taleplerini dile getiren mektuplar gönderdiler. TCK sürecinde kurulan TCK Kadın Platformu, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının görünürlüğünü sağlamak amacıyla 'Sivil Anayasa' sürecinde Anayasa Kadın Platformu'nu kurdu. Eşcinsel örgütlerin de katılımcıları arasında olduğu Platform, 2 Ekim'de yaptığı açıklamada Anayasa'ya “cinsel yönelim” ibaresinin de eklenmesini talep etti. Sivil toplum Anayasa'nın sivilleşmesi için elinden geleni yaptı. Şimdi sıra toplumun her kesimini dinleyeceğine söz veren hükümette…

Sivil Anayasa toplumsal cinsiyet alanında mücadele eden bizler için neden önemli? Yeni anayasa gerçekten sivil, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik olacaksa oldubittiye getirilmemesi gerek. Anayasa ne şiddetle ilgili yasalar, ne medeni yasa ne de TCK gibi değil. Anayasa ülkede yaşayan tüm insanların, birlikte nasıl yaşayıp, nasıl örgütleneceğini ve devletin bu konudaki rolünün ne olacağını düzenleyen bir hukuk metnidir ve hepsinden, tüm yasalardan daha bağlayıcıdır. Anayasadan kadın-erkek eşitliği ilkesinin çıkartılması, şimdiye kadarki tüm kazanım saydıklarımızın üstüne bir bardak soğuk su içmek demek. Eşitlik maddesinden kadın-erkek eşitliğinin çıkartılması ne anlama geliyor? Anayasal eşitlik hakkı giderse, çalışma hakkından sosyal güvenlik hakkına, fiziksel şiddetten, ailede demokrasi ve eşit görevlere dair şu ana kadar kazandığımız her şey hikaye olacak. “Kadının görevi evinin içinde erkeklere hizmet ve itaat” noktasında düğümlenen cinsiyetçilik, bu tartışmaya son noktayı koymuş olacak. Taslağı inceledim. “Kadınları koruyacağız” diye getirileceği söylenen tüm düzenlemeler bu cinsiyetçi işbölümüne hizmet edecek düzenlemeler zaten. Daha da vahimi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeniden tanımlanmış olacak: Devlet erkek egemendir, erkeklerce yönetilir; bu erkekler de, tek görevleri kendilerine hizmet olan kadın cinsini “koruyup, kollarlar!” “Kadınlar ve erkekler eşittir” maddesinin anayasal bir ilke olmaktan çıkartılması, toplumun eşitsizlik ilkesi üzerinden yeniden tanımlanması demek ki, bu bizi gayet rahatlıkla 1920'lerdeki Cumhuriyetin kuruluş tartışmasına geri götürebilir: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, ama millet erkektir!” Bu nedenle, “nüfus sayımında, kadın nüfusu saymaya bile gerek yoktur”, bırakalım seçilme hakkını, “seçimlerde oy kullanma, seçme hakkı” bile “sadece erkeğin hakkıdır” tartışmalarına… Çok mu abartıyorum? Hayır! Şimdi hep birlikte düşünelim: Anayasadan kadın-erkek eşitliği ilkesini çıkarttıktan sonra, AKP (o kadar da önyargılı olmayalım tabi) ya da başka bir parti,




iran'da eşcinsel olmak amir hujjeti İran'da eşcinsel erkeklere verilen cezalar, idamlar medyada pek yer bulmuyor. Bu konuda her hangi bir baskı olduğundan değil, bu tamamıyla İran basın organlarının genel yayın politikalarıyla alakalı bir şey. İran'daki basının tamamı devlet sözcüsü olup rejimin propagandasını yapan, insanlara ninni okuyan, hikayeler anlatan kuruluşlar. Tabii burada La Fonten masalları değil Ayetullah masalları anlatılıyor. Basına rejimin istediği dışında bir şeylerin yansıması imkansız. Sisteme muhalif olabilecek bütün basın kuruluşları kapatıldı. Her hangi bir şekilde “sorun” olduğunu düşündükleri bir haber çıkarsa yayın kuruluşunu kapatıp sorumluları hapiste öldürürler. Bu yüzden, dış dünyadan soyutlanmış bir medya var. iran ortaçağ avrupa'sının yaşadıklarını yaşıyor Eşcinsellere yönelik gerçekleşen insan hakları ihlalleri medyaya yansısa da insanların okuyacağını ya da ilgi göstereceğini tahmin etmiyorum; keza hepsi bu tür şeyleri görmekten fazlasıyla bıkmış. İdam edilen birinin görüntüsü, bir İranlı için en fazla yolda yürüyen birisi kadar ilgi çekici. Çünkü hayatları boyunca aynı şeyleri görüp yaşamışlar. Çok ilginçtir, bu konuda en duyarsız olan kesim ise gençler. Şahlık dönemini gören 35 yaş üstü insanlar en azından o dönemle kıyaslayabildikleri için, geldikleri nokta onları üzebiliyor. Fakat Şahlık dönemini görmemiş (ki bunlara “yanmış gençlik” deniliyor) gençler savaşların ve idamların içinde büyüdükleri için fazlasıyla duyarsızlaşmışlar. Hatta İran'da yaşayan her genç mutlaka hayatında en az bir defa hapse girip dayak yemiştir. Tabi suç yelpazesinde kısa kollu tişört giymek gibi güldürecek suçlar var (Tabi bu bir zamanlar erkekler için suçmuş). 3000 yıllık devasa bir ülkeyi yöneten bir mollayı merak edip bir risalesini okudum. Ayetullah Ali Hamaney adlı molla "Deprem esnasında ev yıkılıp da alt katta oturan halanızın üstüne düşerseniz ve eskaza bu düşme esnasında halanız sizden hamile kalırsa ondan olacak çocuk helaldir" diyor.

“erkekler” daha ucuz kurtuluyor Eşcinsel ilişkide “aktif” olan kişi meydanda idam ediliyor; “pasif” olan ise Besiç (ahlak milisleri) tarafından şehir dışına götürülüp işkence edilerek öldürülüyor. “Ahlaksız ilişki” iki heteroseksüel arasında yaşanırsa, erkek sırtındaki derisi düşene kadar kırbaçlanıyor, kadın da idama mahkum ediliyor. Yani İran'da da her koşulda “erkekler” daha ucuz kurtuluyor ve burası kadının ya da kadın gibi görünen tarafın daha çok zulme uğradığı bir yer

sırlar ülkesi Böyle birisinin yönettiği bir ülkede, ki dini lider olup ordu dahil bütün 30 yıl boyunca rejim iki cinsi kurumların en başıdır, sabıka kaydı birbirinden uzak tutmak için elinden temiz olan bir insana rastlayabilir geleni yapmış. Bu yüzden eşcinseller misiniz? korkuyorlar ve siteme ayak İran halkının her şeye rağmen geleceğe uyduruyorlar. dair büyük umutları var. Çünkü şu an Eşcinsellik genellikle lüks semtlerde Ortaçağ Avrupa'sının yaşadıklarını yaşanıyor. Çünkü lüks semtlerdeki yaşıyorlar. Bu yaşananlar İranlıların insanların çoğu genellikle düşünmesini ya da İran'ın dışına çıkmış insanlar. sorgulamasını iran'da İdamlar da genellikle bu sağlamış. Türkiye'de kaosgl.org'a girmek semtlerde yapılıyor. yaşayan insanlar yasak! Eşcinsellik burada Brezilya böyle bir zulüm dizileri tadında yaşanıyor. görmedikleri için İran Kaos GL sitesi İran'da Herkesin bir sırrı var ve gibi rejimlere yasaklı sitelerin arasında sırlar kapalı duvarların “sempatiyle” yer alıyor. Yasaklanmış arkasında yaşanıyor. bakabiliyorlar. İran Yaşandığı kesin ama kimse köylülerinin yaban sitelere girmek kimseye güvenmediği için domuzu yemesi, Türkiye'deki gibi resmi kimin ne yaşadığı ya da insanların Zerdüşt birkaç işlem ile bitmiyor. dillere destan olmuş “o gizli dinini sembolize eden İnternet kafelerden ev partilerine” kim gitmiş, kolyeleri takıp, sitelere girmek inanılmaz kim görmüş kimse bilmiyor. "Muhammed tehlikeli. Hepsi de sıkı Aslında o sırrın kahramanı Arapların denetim altında. Sihirli kendisi de olsa sorduğunuz peygamberi. Bizim “gay kelimesinin geçtiği da mutlaka “hiç gitmedim, peygamberimiz herhangi bir siteye yapmadım” diyecektir. Zerdüşt" demeleri ulaşmak istediğinizde, gibi beni çok şaşırtan karşınıza “Bu siteye Peki, bu sırlar ülkesinde her durumlarla da ulaşmanız İran İslam şey kapalı kapıların altında karşılaşıyorum. Cumhuriyeti yasalarına yaşanırken İran rejimi nasıl Ancak bütün aykırı olduğu için mümkün oluyor da kimin ne yaptığını İranlıların birleştiği değildir” diye r yazı çıkıyor. biliyor? bir nokta var: 70 Sonrasında da sıkı bir yıllık bir komünizm takip başlıyor. Yanıtı o kadar basit ki. bile 30 yıllık bir İslam Burada Ordu ve Polis dışında rejimi kadar insanları Besiciler denilen devrim dinden soğutamadı. muhafızları var. Besiciler sivil dolaşıp kendini belli etmeyen insanlar. 24 ağustos: iran'da bir idam daha Yani sokakta kimin rejim ajanı olduğunu kimse bilmiyor. İran'da 24 Ağustos cuma günü, kahvaltılık kendinizi soğuk savaş dönemini almak için markete giderken, Kaj mübalağa eden bir dizinin içinde meydanında büyük bir kalabalık sanabilirsiniz. Kimin ne olduğu belli gördüm. Yirmi dört yaşında bir çocuğun değil ve insanlar birbirleriyle bir şeyler başına çuval geçirip idam ettiler. Niye paylaşmak için yıllarca karşılıklı satranç böyle bir şey yaptıklarını kalabalıktan gibi hamleler yapıyor. Herkes bir gölge birine sorduğumda bana, “kendi gibi yaşıyor. cinsiyle ilişki kurmuş” dedi. İlişki esnasında mı yakalanmış yoksa bir Tahran'da bir geyle oturup, bir bardak dedikoduya kurban olup, sistemin çay içip güllüm yapmayı özledim. Ama cümle aleme göz dağı olsun diye bunun neyle cezalandırılacağını bilmek yaptığı bir şey miydi bilmiyorum. beni inanılmaz korkutuyor. Açıkçası sormaya korktum. En son idam edilen genç diğerinden şanslı, “ilişkide 'aktif' olduğu için” en azından işkence görmedi. Diğer eşcinsele gelince, Besiç (ahlak milisleri) onu şehir dışına götürüp işkence ederek öldürdü. Bugüne kadar bırakın ipte çırpına çırpına can veren birini izlemeyi, bir kedinin arabanın altında öldüğünü bile görmemiştim. Kedinin gözümün önünde öldüğünü görmek bile saatlerce beni üzebilecek bir durumken, kendisini tanımasam dahi az çok aynı hayatı paylaştığımız birinin binlerce insanın önünde idam edilmesini görünce günlerce ağladım. Bir kazan kızgın yağı boğazımdan aşağı boşaltsalar bu kadar canım yanmazdı. 24 Ağustos 2007. Öldürülen gençlerden "aktif" olanın annesi "pasif" olanın boynunu ezerken...


NE ORADA NE DE BURADA Emisa 30 yaşında bir transeksüel. Yaser ise 28 yaşında bir gey. İkisinin öyküsü İran'da başlamış ve Türkiye'de soluklanmış. Şimdi uzaklara gitmek için gün sayıyorlar. Emisa ve Yaser orada ve burada neler yaşadıklarını anlattılar. barış sulu

Emisa: “Tek kaçış yolum Türkiye'ydi”

Yaser: "Ama benim de aşka ihtiyacım vardı” orada

orada Lise'de bilgisayar öğrenimi gördüm ancak transeksüelliğimden dolayı yaşadığım problemler eğitimimi sürdürmeme engel oldu. Ben de kuaförlük eğitimi almak için Dubai'ye gittim ancak orada da problemler yaşamaya başladım. Hüviyetimdeki resmimle günlük hayatımdaki görünüşüm birbirine uymadığı için, 1 ay sonra sınır dışı edilerek İran'a geri dönmek zorunda kaldım. Dubai'deki eğitimim de yarıda kaldı. İran'a geri döndüğümde annem vefat etti ve ailem de beni kabul etmedi. Yapayalnız ortada kaldım. Fransa'daki TV2 kanalı, İran'daki transeksüellerin hayatları hakkında program hazırlıyordu, benimle de röportaj yaptılar. Program uydudan yayınlandı. Ailem de izlemiş ve ağabeyim beni ölümle tehdit etti. Bu arada, hükümet de röportaj yapılan kişileri aramaya başladı. Ben de Türkiye'ye kaçtım. Humeyni “ruh bedenden daha yücedir” diye bir fetva vermiş, “Cismi ruhla bir yapabilirsiniz ama ruhu bırakamazsınız ve hiçbir zaman değiştiremezsiniz” demişti. Bu fetva üzerine “Kadın ruhu taşıyorum” diyenlerin operasyon geçirmelerine izin çıktı. Hatta devlet bunun için belirli bir bütçe ayırdı. Gereken paranın %10'u gibi komik bir kısmını karşılıyor ve bunun için çok fazla uğraşman gerekiyor. Yine de operasyonun hiçbir yararı olmuyor. Transeksüeller İran'da da sokağa çıkıp fuhuş yapıyorlar ve bunun için dövülüyorlar, öldürülüyorlar. Türkiye'deki transeksüellerin sorunlarıyla aynı yani.

burada Türkiye'yi kendim seçmedim. Tek kaçış yolum Türkiye'ydi. İlk, 10-12 yıl önce, çocukken gezmek için gelmiştim ve televizyondan izlediğimden çok farklıymış, bunu anladım. Sanki Türkiye de Avrupa modeli bir ülkeymiş gibi izlemiştik yıllarca ama burası da çok farklı değilmiş. İki ülke de Müslüman ve dinci olduğu için bizi kaldıramıyor ve burada da tehdit edildim, burada da hakaretlere uğradım. Bu yüzden sürekli evdeyim ve dışarı çıkmıyorum.

Aile, toplum ve devletin koyduğu kurallar yüzünden ülkemi terk etmek zorunda kaldım. Arkadaşlarımla bir gey parti veriyorduk ve bunu kameraya çekmişlerdi. Bu görüntüler elden ele dolaştı ve sonunda tutuklandım. Ailem bu olaydan sonra bütün ilişkilerini kesti benimle. Ağabeyim, “Bizim için, yaptığın şeyler çok ayıp ve günah ve senin yaşama hakkın da yok ve seni öldüreceğim” demişti. Ağabeyimin baskıları ve şiddeti artınca evi terk ettim. Erkek arkadaşımda iki, üç gün kaldım ve o da benim iyiliğim için İran'ı terk etmemi istedi ve onun yardımıyla İran'ı terk ettim. İran'da kapıyı açıp dışarı adım attığım zaman sanki alnımda “ben bir eşcinselim” yazıyor ve bunu herkes biliyordu. Sokakta çocuklar bile dalga geçiyorlardı. Sanki ahlaksız davranışlarda bulunmuşum gibi toplumun içinde herkes beni eliyle gösteriyordu; onlara göre eşcinsel doğmam bir suçtu. Hukuk Fakültesi'ni bitirdim ama kimse bana iş vermedi. Bir işte çalışma hakkımız da yok çünkü. Üniversitedeyken Hizbullah gibi baskı örgütleri bize tehditlerde bulunuyorlardı ve işkence ediyorlardı. Biliyorsunuz, İran'da biri eşcinsel bir ilişkiye girerken görülürse idam ediliyor. Ben de erkek arkadaşımla ilişkiye girerken görülmekten çok korkuyordum. Ama benim de aşka ve beni anlayan birine ihtiyacım vardı. İran'da eşcinsellerin örgütlenme haklarını bırakın, sokakta gezmeye hakkı bile yok. O yüzden, İran gibi halkının çoğunluğu Müslüman olan Türkiye'de eşcinsellerin hakları için uğraşan ve çalışan yasal derneklerin ve örgütlerin olmasına çok şaşırdım ve bir o kadar da sevindim.

burada İran'dayken Türkiye'yi daha özgür ve daha farklı görüyordum. Ama buraya geldikten sonra aynı davranışlar ve aynı zihniyeti burada da gördüm. Toplum burada da beni hiç kabul etmedi. Aynı şekilde tehditlere uğradım, alay edildim, ama Türkiye'deki anayasada idam cezası olmaması da elbette iyi bir taraf. İnsan haklarını savunan Birleşmiş Milletler'in (BM) önünde bile 5 yaşından 80 yaşındakine kadar İranlılar bizi parmaklarıyla gösteriyorlar ve orada karşılaştığımız aynı hakaretlere maruz kalıyoruz. İranlılar Kayseri'de eğlenmek için bir disko kiralamışlardı ve eşcinsel arkadaşlarla beraber gitmiştik ama bize “Sizin bu partilere gelme hakkınız yok siz eşcinselsiniz” dediler. Bunu diyen İranlılar kendilerini modern, elit olarak gösteriyorlar ama onlar bile bize karşılar.


bir ülke

'KIRMIZI SOKAK'TA MÜCADELE VAR 'De Rode Draad' (Kırmızı Sokak), yirmi sene önce Hollandalı seks işçilerinin kurdukları bir sivil toplum örgütü. Örgüt, sosyalist sendikaların üst çatı örgütü FNV'nin üyesi ve iş hukuku alanında danışmanlık hizmeti veren bir sendika aynı zamanda. Bu alanda dünyada bilinen örgütlerin başında gelen 'De Rode Draad' seks işçilerinin uluslararası düzeyde haklar edinebilmesi için çalışmalar yürütüyor. Sendikayı ofislerinde ziyaret ettik ve bugünlere nasıl gelmişler, onu konuştuk. Yirmi yıl önce nasıl bir araya geldiniz? Tek başımıza yaptığımız bir şey değildi. O dönemde cinsel seks sanayisinin suç olmaktan çıkartılması için bir tartışma vardı. Bu tartışma feministler ve eşcinseller başta olmak üzere toplumun genelinde destek görmüştü. Kamu kurumları bile bu görüşü desteklediler. Ama en önemlisi feministlerin desteğiydi. Feministler arasında kişinin kendi iradesi ile karar verebilmesi ilkesi çok yaygındı. Kişi kendi isteğiyle fuhuş yapıyorsa devlet neden karışıyor, diyorlardı. Ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz? Biz meslek örgütü gibi çalışıyoruz. Çalışmalarımızın çoğu seks işçilerine yönelik... Doğu Avrupa dilleri, İspanyolca, Tayca gibi pek çok dilde konuşan seks işçilerine iş hukuku alanında bilgi veriyoruz. Bunun yanında örgütümüzün FNV sendikasının çatısı altında çalışan bir sendikası da var. Sosyal danışmanlık hizmeti veriyor musunuz? Hayır. Mesela, seks işçilerine yönelik sağlık hizmetini Amsterdam belediyesi sağlık dairesi üstleniyor. Belediye Sağlık Dairesi genelevleri denetlemekle yükümlü; bu yüzden genelev sahipleri ile uğraşabiliyorlar. Biz yalnızca iş hukuku konusunda danışmanlık veriyoruz. Hukukçularla birlikte çalışıyoruz. Bilgi aktarımı hem telefon hem de e-posta yolu ile yapılıyor. Aynı zamanda ülke çapındaki bütün genelevleri gezip kişilerle yüz yüze görüşüyoruz. İş hukuku deyince cinsiyet ayrımı yapmıyoruz. Değişik yerlerde çalışsalar da fark etmiyor. Bu alanda travesti ve transeksüeller de aktif. Onlar kendilerini kadın kabul ettikleri noktada biz de kadın muamelesi yapıyoruz.

mesela. Kadınlara hitap eden kadın seks işçilerini de görmeye başladık. Bu da bizim çalışmalarımızı çeşitlendiriyor. Transeksüeller rahat çalışabiliyor mu? Müşterileri tarafından “gerçek kadın” olmadıkları anlaşıldığı zaman şiddete uğrayan pek çok transeksüelden şikayet almıştık. Polis bu konuda “Kadın zannederseniz ve sonuç umduğunuz gibi çıkmazsa şiddet uygulamayın” diye bir kampanya başlatmıştı. Rotterdam'da özel bir genelev var artık. “Zorla fuhuş insan ticaretidir”

Sokakta çalışanlar özgür iradeleri ile mi çalışıyorlar, yoksa zorlama var mı? Küçük bir kısmı bilinçli olarak, kendi iradesi ile çalışıyor. Geriye kalanları ise zorlama ile… Yakın zamanda zorunlu fuhuş işçiliğini önlemeye yönelik ağır girişimlerde bulunulacak. Hollanda'da fuhuş özünde yasak değildir, fuhuş yapılan bir mekan işletmek yasaktır. Fuhuş üzerinden erkeklerin para kazanmaları yasak. Koruyucu her önleme karşın beklenmedik yan etkiler oluştuğu için bu yasakların da beklenmedik yan etkileri oluştu. Polis kadınların gönüllü olarak çalıştığı mekanları zor kullanarak kapatmayı göze alamıyor. Polis daha çok, zorla fuhuşa itilen kadınlarla ilgileniyor. Seks işçilerinin yasal hakları neler? Seks işçilerini koruyan özel bir kanun yok. 2000 senesinden itibaren seks işçiliği bir meslek olarak kabul ediliyor. İş piyasasında işçilerin sahip oldukları bütün haklara sahipler; “Kültürel farklılıklarımıza rağmen amaçlarımız aynı” ancak bu haklar genellikle kağıtta kalıyor. Maaşla mı çalışıyorlar? Uluslararası alanda çalışmalarınız ve deneyimleriniz Bizim açımızdan onlar maaşlı çalışanlar. Ama işverenler için, neler? onlar kendilerine ait özel işçiler… Mesela, uluslararası seks sanayisinde faal olanların haklarını Zorunlu seks işçiliğine karşı nasıl mücadele korumaya yönelik bir komitemiz var. İnternet üzerinden ediyorsunuz? iletişimlerimiz devam ediyor. Aynı zamanda kardeş Hollanda'da erkekleri ve kadınları fuhuş sektörüne düşüren örgütlerinden davetler alıyoruz. Bugüne kadar Tayvan, kadın ve erkekler var. Kişileri pahalı hediyelerle İspanya, Brezilya, Hindistan'a gittik. Bu kandırabiliyorlar. Bu durumun ülkelerdeki bütün kardeş örgütlerle insan ticareti olduğunu Seks işçiliği alanında çalışan insanların iletişim içindeyiz. Hepsi de farklı farklı düşünüyoruz. Mağdurlar için uğradıkları ayrımcılıklarla mücadele ağlara üyeler. Diğer ülkelerle çalışırken hazırladığımız kontrol listeleriyle edilmesi gerekiyor. “Ben bu mesleği kültürel farklılıklarımız olmasına rağmen birlikte iletişim bilgilerimizi gönüllü olarak yapmak istiyorum ve bu ortak amaçlarımız olduğunu düşünüyoruz. veriyoruz. Tazminat almalarında en doğal insan hakkı olduğunu Çünkü taleplerimiz aynı. Örneğin genelev yardımcı oluyoruz. Bugün Doğu düşünüyorum” diyoruz ama mesela ABD işleten kişilerin güçlerinin kısıtlanmasını Avrupa'dan gelmiş pek çok kişiye insanların kendi istekleriyle fuhuş istiyoruz; sağlıklı bir yaşam istiyoruz. zorla bu işi yaptırıyorlar. Doğu yapmalarını engellemeye çalışıyor. Hollanda'da fuhuş sektöründe kaç Avrupa Romanları çoğunlukta ve Birleşmiş Milletler'in (BM) Hindistan'da kişi çalışıyor? onlara özel bir proje başlatmayı Bunu kimse bilmiyor. Yalnız, son on yıldır seks işçilerine yönelik HIV-AIDS düşünüyoruz. Kuruluş olarak Piyasada bir çeşitlilik görülmeye başlandı. birçok yazılı bilgi aktarıyoruz. alanında yürüttüğü projenin bütçesini Kadınlara ya da çiftlere hitap eden erkek Ancak Romen kızlarının çoğu kesti. Bush'un danışmanı Hollanda seks işçilerinin sayısında bir artış var okur-yazar değiller ki… ziyareti sırasında ofisimizi ziyaret etmişti

ve bize ayrımcı sorular sormaya başladı. Bunun üzerine ofisimizden kendi ellerimizle attık.


ride P amstos erd t Agu s Am 3 - 5

07

FotoÄ&#x;raf: Tineke van der Pouw Kraan


'Body'im olur musunuz? Schorer Derneği, çalışmalarını Amsterdam merkezli yürüten gey ve lezbiyen derneği. Son dönemde, Kaos GL'nin Haziran ayında sona eren projesine benzer bir projeyi, erkeklerle ilişkiye giren erkeklere yönelik bilgilendirme ve kondom-kayganlaştırıcı dağıtma çalışmasını yürütüyorlar. 90'ların başından beri HIV/AIDS'li eşcinsel bireylere yönelik 'Body Projesi'ni de sürdüren dernek, Faslı ve Türkiyeli geylere de danışmanlık hizmeti veriyor. Bas Koppers ile Schorer Derneği'nin çalışmalarını ve Hollanda'daki eşcinsel hareketi konuştuk. Schorer Derneği'ni ve çalışmalarını anlatır mısınız? Derneğimiz 1967 yılında kuruldu. LGBT bireylerin cinsel sağlıkla ilgili her türlü bilgi ve dokümana ulaşabilmesini sağlamayı amaçlıyoruz. Son dönemde, erkeklerle seks yapan erkeklere yönelik HIV-AIDS konusunda bilgilendirme çalışmalarına ve 'Body Programı'na ağırlık verdik. Bunların yanında sosyal destek de veriyoruz. Erkeklerle seks yapan erkeklere yönelik yaptığınız çalışmayı anlatır mısınız? Bu alanda merkez kuruluş sayılıyoruz. Hedef gruplarımız gençler ve aile hayatı içinde sorun yaşayan kişiler. Aslında, kampanyalarımızı farklı hedef gruplara yönelik yapmaya çalışıyoruz. Çalışmalarımız bilgi toplama, araştırma yapma ve yapılan araştırmaları teşvik etmekten oluşuyor. Araştırma konusunda daha çok üniversitelerle işbirliği yapıyoruz. Yıllık izleme faaliyetleri düzenliyoruz. Bunların sonuçlarını da önleyici kampanyalar için kullanıyoruz. İzleme faaliyetlerinin en önemli sonucu, gelişmeleri yakından izleyebiliyor ve erken müdahalede bulunabiliyor olmamız. Ayrıca, belediye sağlık dairesi ile işbirliği yaptık ve merkezler aracılığıyla kondom ve kayganlaştırıcı dağıtıyoruz. Bu malzemeleri park, sinema, bar gibi partner bulunan alanlarda da dağıtıyoruz. Hassas gruplara yönelik ücretsiz Hebatit-B kampanyası da yürütüyoruz. 'Body Programı' hakkında bilgi verir misiniz? AIDS'in doruk noktasında olduğu dönemlerde kendiliğinden oluşan bir program bu. Hem HIV pozitiflilere destek olmak hem de HIV/AIDS hastalarının sosyal dışlanmalarını ve yalnız kalmalarını engellemeye yönelik çalışıyor. Bu programı uygulayan tek organizasyon biz değiliz. Bizim dışımızda başka sivil toplum kuruluşları da var. Biz sadece LGBT bireyler yönelik yürütüyoruz. Programı biraz daha geliştirdik ve kronik hastalığı olan bütün geylere yönelik bir programa dönüştürdük. Kısa bir süre önce de Latin Amerika'daki ülkelere bu programı önerdik. Programda sorun yaşadınız mı? Program için üç maaşlı koordinatör ve 120 gönüllü çalışıyor. Dönem dönem 'body'ler birlikte oldukları kişilerle sorunlar yaşayabiliyorlar. Bu noktada diğer body ile iletişime geçebiliyorlar. Şu anda 100'e yakın kişiye hizmet veriliyor. İsteyen herkes 'Body' olabilir mi? Hayır, 'Body' olmak için özel şartlarımız var. Kişi önce bir mülakattan geçiyor. Kabul edilirse 'Body' eğitimi alıyor. Eğitimden sonra 6 haftada bir, bir araya gelinip belirli sorunlar üzerine tartışmalar yapılıyor. Refakat edilen

kişinin ölümü ile nasıl mücadele edileceği, 'body'lik yaparken kendi sınırlarını nasıl aşmayacağı, karşıdaki kişiye nasıl müdahale edileceği, vedalaşma gibi konularda bilgiler veriliyor. Türkiye'de HIV/AIDS alanında yaptığımız çalışmalarda yalnızca geylere yönelik çalıştığımız için eleştiriliyoruz. Sizin lezbiyenlere yönelik çalışmalar var mı? Doğrudan bir çalışmamız yok. Özellikle lezbiyenlere yönelik bilgilendirmeyi amaçlayan bir web sitesi kurmak istiyoruz; ancak uygun bir bütçe bulamadık. Erkekler arasındaki sağlık sorunları cinsel davranıştan kaynaklanıyor. Lezbiyenlerde ise cinsel davranıştan çok sosyal/psikolojik etkenlerin rol oynadığını görüyoruz. Faslı ve Türkiyeli geylere de danışmanlık veriyorsunuz. Neden Fas ve Türkiye? Faslı ve Türkiyeli geyler Hollanda'daki beyaz eşcinsellerden daha farklı sorun yaşayabiliyorlar. Aileleri geldikleri ülkelerin değer yargıları ile hareket ederek çocuklarının özgürce yaşamalarını engelleyebiliyorlar. Bunun yanında gençler, beyaz Hollandalılar gibi yaşamak istiyorlar. Bu noktada aile ile eşcinsel evlat arasında sorunlar yaşanabiliyor. Biz bu noktada özellikle geylere yönelik, nasıl yaşamak istediğine karar vermesi noktasında destek ve danışmanlık veriyoruz. Burada kritik bir sorumuz oluyor: “Ailenle birlikte mi yaşamak istiyorsun yoksa ayrı mı?” Eğer ailesiyle birlikte yaşamak istiyorsa danışmanlık almaya devam ediyor. Ve kendisi gibi sorun yaşayan eşcinsellerin oluşturduğu dayanışma gruplarına katılıyor. Ailesinden ayrı yaşamak isterse? Hollanda'da refakat altında yaşamak yaygın bir uygulama. Kişiler evlerinde oda veriyorlar. Bizim de beraber çalıştığımız gönüllülerin bir kısmı evlerini açıyorlar ve kişilerin tek başına yaşayabilecekleri şekilde destekliyorlar. Bu evlerde bir sene boyunca kalabiliyorlar. Bunun yanında acil durumlarda destek veren dört odalı bir evimiz var. Yabancı düşmanlığı özellikle Avrupa ülkelerinde artmaya başlayan bir sorun. Bu durum Hollanda'daki eşcinsel toplumunda nasıl yaşanıyor? Buna karşın neler yapılıyor? Bu alanda CoC (Gay, Lesbian and Bisexual Local Officials) özel çalışmalar yürütüyor. Müslümanların eşcinsellere yönelik olumsuz düşüncelerini değiştirmeye yönelik bir proje yaptı. Müslüman topluluklardaki eşcinsellerin görünürlüğünü artırmaya yönelik bu gibi çalışmaların önemli olduğunu düşünüyorum.


Gay'ri resmi Türkiye'de 15 seneye yaklaşan kısacık ömrüne çok fazla an, anı ve başarı sığdırmış bir hareket eşcinsel hareketi. Ankara'da Kaos GL ve İstanbul'da Lambdaistanbul'la başlayan bu hareket, kimliğini yeni kabul eden ya da etmeye zorlanan pek çok eşcinsel için yol gösterici oldu, olmaya da devam ediyor. Peki, bu hareketin ilk tanıkları neler yaşamıştı? Kimliklerini kabul ediş süreçleri neydi? Örgütlerle ilk tanışmaları nasıl oldu? Bugünden düne ve geleceğe nasıl bakıyorlar? Bu sayıda başlattığımız “Aktivistler Hareketi Anlatıyor” söyleşi dizisi, bu sorulara yanıtlar vererek Türkiye'deki hareketin belleği olmayı amaçlıyor. Ve işte: Dünden bugüne hareketin içinde yer almış aktivistlerin ağzından Türkiye'deki eşcinsel hareketi. bawer çakır & salih canova

yasemin öz: bir sıçrama anı olacaktır, stonewall gibi bir gün… aktivistler anlatıyor - bir:

Herkes “normal”di de bir ben gariptim sanki.

kadın eşcinseller aklıma gelmiyordu

eşcinselliğimle yüzleşme Eşcinsellikle ilk yüzleşmem 11 yaşıma kadar gidiyor. Tabi o zamanlar adını koyabilme şansım yoktu, böyle bir literatür bile yoktu dağarcığımda. Kendimden yaşça oldukça büyük bir kadına aşık olmuştum; “annem gibi mi seviyorum” diye düşünüyordum ama annemden farklı sevdiğimin de farkındaydım. Diğer çocuklardan farklı olduğumun da… Kadın-erkek olmak dışında bir seçenek de bilmiyordum. Yanlış bedende dünyaya geldiğimi sanıyordum. Erkek olmayı hayal ediyordum. Toplumsal erkeklik ve kadınlık rollerinin ikisinden de bir parça taklit ediyordum ama ikisi de bana uygun gelmiyordu. Sanki ben bunlardan başkaydım, 3. bir tür gibi değil elbette! Çok kitap okuyordum, belki de kendimi dış dünyaya ait hissetmediğim için. Benim ergenliğimde yaşadığım küçük şehirde eşcinsellikle ilgili bir kaynak bulmak mümkün değildi. Telaffuz edilen bir şey bile değildi eşcinsellik, sanki dünya üzerinde böyle bir şey yoktu. İnternet ve medya çağında doğmamanın sancısı bu. Tam bir heteroseksizm yani, eşcinsellik görünmezlik duvarlarının arkasında.

Sonra 14-15 yaşlarımda tesadüfen, alakasız bir kitap içerisinde lezbiyenliğe rastladım. O anki duygumu tarif edemem. Sanki dünyanın benden sakladığı büyük bir giz, tanrı tarafından bana bahşedilmişti. Erkek eşcinselliğini duyuyordum elbette. Şehrimizde tanınan iki gey vardı, tabi onlar gey değil “top”tu. Kendimi onlara benzetemiyordum çünkü onlar erkekti ama kadın gibi davranıyorlardı. Bu aşağılanan bir şeydi, aşağılanan bir şeye kendini benzetmek de zor. Bir de elbette Zeki Müren ve Bülent Ersoy vardı. Ama ben onlara da benzemiyordum. Bülent Ersoy'un ameliyatla kadın olmasına çok şaşırmıştım, demek ki mümkün diye düşünmüştüm. Zeki Müren ise yalnızca garipti benim içim, eşcinselliği konuşulmazdı. Bir ara şehrimizdeki geylerin Alanya'da eşcinsel buluşmasına gittiğini duymuştum ve hayret etmiştim, korkmadan nasıl bir araya geliyorlar diye. Böyle bir şey gerçekten oldu mu bilmiyorum, sadece söylenti de olabilir. Tabi ben yalnızca erkek eşcinselleri biliyordum, kadın eşcinseller aklıma gelmiyordu. Bu da kadın görünmezliği elbette. Sonra üniversiteye gelince bu konuda daha çok kaynağa ulaştım. Murathan Mungan'ın eşcinsel olduğunu öğrendim, bu ülkede birinin kendini eşcinsel olarak tanımlaması bana büyüleyici gelmişti. Eşcinsel yazarların kitaplarını okumaya başladım. Feminizme ve anarşizme dair şeyler de okuyordum. Bunlar kendimi kabullenmemi sağlamaya yardımcı olsa da, çok uzun ve sancılı bir süreç geçirdim aslında. hareketle ilk tanışma Üniversite yıllarında bir arkadaşım kanalıyla Kaos GL grubuyla tanıştım. O arkadaşımın da eşcinsel olduğundan şüpheleniyordum ama asla bu konuda konuşmuyordu. Yatılı okulda ve yurtta eşcinselliğim nedeniyle dışlanma ve ötekilenme deneyimleri yaşamıştım. O yüzden eşcinsellik benim için üzerine konuşulmaması gereken, sakınılacak, utanılacak, kötü bir şeydi. Eşcinselliğimi kabullenemiyordum. Hatta ilk katıldığım Kaos GL toplantısında cinsel yönelimimi bilmediğimi söylemiştim; bilmediğimi sanıyordum, kabullenmek öyle zorlaştırılmıştı ki. Ama bir hafta sonra “ben eşcinselim” demeye başladım. Çocuksu bir tepki belki ama ilk defa olumsuzlanmadığım ve kendimi meşru bulduğum bir yerden güç almayla ilgili bu bence. O gün bugündür Kaos GL'li bir aktivistim.


farkında olmadan iktidar alanları örebiliyoruz ben de aktivistim İlk defa kendimi kabullenebildiğim ve insanların da beni kabullendiği, eşcinsellere yönelik ayrımcılık, şiddet, ötekilenmeye dair aynı şeyleri düşündüğüm insanlarla yan yana gelmiştim Kaos GL'de. Bu durumdan ne kadar güç aldığımı görünce başka insanlar için de bir şeyler yapmak gerektiğini, bu grupla bunu yapabileceğimi düşündüm. Zaman zaman kopmalar da yaşadım, sonuçta her konuda aynı düşünmüyoruz ve tümüyle uzlaşmamız mümkün de değil. Ama eşcinsellikle ilgili eşcinsellerin yüksek sesle bir şeyler söyleyip bunu toplumla buluşturabileceği bir kanaldı Kaos GL. İlk birkaç yıl büyük bir enerjiyle elimden gelen her şeyi yapmaya çalıştım. İçimde büyük bir coşku vardı, çocuksu bir coşku bir yanıyla da (Keşke hep öyle saf kalsaydı). Sonra politik olarak bazı ayrılıklar yaşadım grupla, erkeklerin grupta çoğunluk olması (onların kabahati değil elbette) ister istemez erkekleri ön plana çıkartıyordu. Kadın eşcinsellerle erkek eşcinseller farklı sorunlar yaşıyor, bunların ayrıca çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Gruptan koptum ve o sırada lezbiyen bir oluşuma dahil oldum. Ama o grup da yapmak istediklerimi gerçekleştirebildiğim bir zemin olmadı. Eşcinsel hareketi zaten çok güçlü değildi, o yüzden birkaç yıl sonra yeniden Kaos GL ile birlikte çalışmaya başladım. Lezbiyenlerin ayrı örgütlenmesi gerektiğine inanıyordum, hala da inanıyorum. Toplumsal kodlarımızdan yıllarca mücadele de etsek arınamayabiliyoruz. Yani eşcinsel de olsalar toplumsal erkeklik Kaos GL'deki erkeklere de bulaşabiliyor

yemek istemiyorum, sonuçta Kaos GL topluma göre çok yalıtılmış bir ortam ve erkek bileşenlerin de kadın bakış açısı var ama bazen müdahaleler gerekebiliyor.

eşcinsel olmak insanı dünya vatandaşı yapıyor en çok heyecanlandıran an Beni heyecanlandıran pek çok an oldu. İlk 1 Mayıs yürüyüşümüz korkuyla karışık bir heyecandı mesela. İlk “Homofobi Karşıtı Buluşma” uluslararası açılımımız anlamında çok önemliydi. İlk katıldığım ILGA-Europe toplantısı uluslararası deneyim alış-verişi anlamında büyük bir heyecandı. Dünya çapında örgütlenmeye ve oradan güç almaya dair önemli bir deneyimdi. Öteki olmanın en büyük avantajı sizi dünya vatandaşı yapması. Eşcinsel olmak, kadın olmak, işçi olmak insanı dünya vatandaşı yapıyor ve bu çok heyecanlı bir deneyim. Ama sanırım en heyecanlısı 2007 yılındaki 'Onur Yürüyüşü'ydü. Ben bundan 20 yıl önce kendimi tek sanıyordum, 10 yıl önce bir gün böyle bir yürüyüş yapacağımızı hayal edemiyordum. Ama yaşam benim hayallerimden daha güzelini getirebiliyor. Yüzlerce insanla İstiklal Caddesi'ni kaplamak tarif edilmez bir duyguydu. dün, bugün, yarın ve daima… Geçmişte bıraktığımız sürece bakınca, kendimize toplumsal zemin açmak, toplumsal kabul görmek, görünür olabilmek adına ülkemiz koşullarında iyi bir yol aldığımızı

Eşcinselliğimi kabullenemiyordum. Hatta ilk katıldığım Kaos GL toplantısında cinsel yönelimimi bilmediğimi söylemiştim; bilmediğimi sanıyordum, kabullenmek öyle zorlaştırılmıştı ki. Ama bir hafta sonra “ben eşcinselim” demeye başladım. Çocuksu bir tepki belki ama ilk defa olumsuzlanmadığım ve kendimi meşru bulduğum bir yerden güç almayla ilgili bu bence. O gün bugündür Kaos GL'li bir aktivistim. ve farkında olmadan iktidar alanları örebiliyoruz. Ama bu, dışarıdan eleştirerek çözülebilecek bir durum değil, ancak sürece dahil olup mücadele ederek, sorgulayarak dönüşecek bir durum. Aynı şey benim için de geçerli. Birbirimizden güç alarak ve farklılıklarımızı ortaya koyarak daha verimli çalışabileceğimizi düşündüm. Tabi bu ruhen ve düşünsel olarak olgunlaşmamla da ilgili. Gruba tekrar döndüğümde ne yapabileceğimi, ne yapmak istediğimi daha iyi biliyordum. hareket içinde kadın olmak Lezbiyenlerin eşcinsel örgütlerinde az olması toplumsal kadınlık durumuyla doğrudan ilgili. Toplumsal her alanda kadınlar az olduğu için eşcinsel örgütlerde de azlar. Kadın olmak her yerde zor, kadın olarak kendini var etmek de. Eşcinsel örgütleri diğer toplumsal alanlardan daha iyi durumda olsa da, en azından örgüt üzerinden topluma açıldığında kadınlığa dair sıkıntıları yine yaşıyorsun. Mesela kadın eşcinsel olarak örgütü temsilen bir toplantıya katıldığında kadın olduğun için pek çok tacize maruz kalabiliyorsun. Kendi adıma örgütte müdahale ettiğim her alanda eşit söz sahibi olduğumu söyleyebilirim, birinin erkek olması onun sözünü kuvvetlendirmiyor. Ama kadınların müdahil olmaması, kadın bakış açısının da geride kalmasına yol açabiliyor. Keşke kadınlar müdahil olmadığında da feminist bir perspektifle yürüse her şey, ama kadınlar sesini çıkarmadığında işler öyle gitmiyor. Bu da toplumsal rollerimiz ve bakış açımızda daha ne kadar yol almamız gerektiğini gösteriyor. Ben ise süreçlere müdahil olarak bu durumla baş ediyorum. Haklarını

düşünüyorum. Biz tabi ülke koşullarından dolayı bazı şeylere gecikmiş başladık. İyi yol aldığımızı düşünüyorum, kendimize bazı yasal zeminler de sağladık ki en önemlisi bu bence. Gidilecek çok yol var elbette ama belki de hayal ettiğimizden çabuk olur bu; çünkü diğer hayallerimiz de hayal ettiğimizden daha hızlı bir şekilde gerçekleşti. Yasal meşruiyet kazanmak, haklarımızı elde etmek konusunda yapılması gereken çok şey var. Toplumsal meşruiyet kazanmak anlamında da… Eşcinsel hareketi daha güçlü olabilir aslında; eşcinsel popülasyona bakınca eşcinsel hareketinin olması gerektiği yerde olmadığını düşünüyorum. Ama harekete dahil olmasalar bile eşcinsel popülasyonun sırf görünür olması dahi politik bir kazanım. Bir sıçrama anı olacaktır; Stonewall gibi bir gün… İnsanlar en azından artık birbirini bulabiliyor, bu eşcinsel hareketi sayesinde oldu ve bu enerji bir yerde birikiyor aslında, bir gün yolunu bulacaktır. son söz… Komik denebilecek bir anımı anlatayım. Kaos GL'nin düzenlediği bir piknik dönüşünde yol üstünde bir tesiste mola vermiştik. Yanımızda travesti ve transeksüeller de olduğu için farklı olduğu kolayca ayırt edilebilecek bir topluluktuk. Tabi tesisteki herkes bize bakıyordu. Orada başörtülü feminist bir arkadaşımla rastlaşmıştık. Ben travestilerin yanından kalkıp ona sarılınca masalardaki insanların bana nasıl baktığını unutamam. Kafalarındaki bütün kodları alt-üst ettiğimiz bakışlarından öyle belliydi ki, o şaşkınlıkları görülmeye değerdi. İnsan olmanın yan yana gelmeye yeteceğini öğrenebilsek keşke.


Günce

nil sorgun leipehilenil@gmail.com

Sayfa 1

nil'in güncesi

Sözde çok bilgili, kültürlü babam yine beni delirtti. Yolda sakin sakin yürüyoruz, birileri de otobüse yetişmeye çalışıyor. Baktı ve mükemmel cümleyi kurdu; 'Şuna bak ibne midir nedir?' İçimde büyüyen sıcaklık, ağzımdan çıktı yine: 'Ne yaptı o adam sana? Ne zararını gördün? Tek sorun senden farklı yürümesi mi yani?!' İstediğim tartışmak falan değildi. Sadece bir an düşüncesinde bir kıvrım yaratma isteğiydi, ben geceleri ekşi ve gereksiz korkularımla kıvranırken... Susuz, ılımlı falan ama evime, Ankara'ya dönmeli artık. Paranoyalarım sıcakla beraber daha çok artıyor burada. Dün gece, açıldığım insanların ellerinin arasına verdiğim, beni yok edebilme yetisini düşündüm. İçlerinden bazıları bunu yapmaya kalkışmasalardı bu korkular hiç olmayacaktı ya da ben doğru insanlara güvenseydim. Soluk, sarı bir kağıda hepsinin ismini yazmalı, sonra tek tek öldürmeli ve son olarak ucu bitmek üzere olan bir kurşun kalemle isimlerin üstünü çizmeli. Korku o zaman biter mi? Ben burada iyi değilim sanırım. Bitmeyen korku beni yalnızlığa sürüklüyor. Düşündükçe, yanlarında cennette gibi hissedeceğim insanların yanlarına gitmeyi, rahatça eğlenebileceğim yerlere gitmeyi erteledikçe erteliyorum. Bu korkular değil mi zaten kadının seni terk etmesinin sebebi?! Korkak! Çık artık ininden, sokaklarda yürü, yüzleri izle, o aşk gerçekleştiyse, o fikirler de değiştirilebilir. Yalnız olmadığını bile bile bu mahkumluk niye?

Sayfa 2 Bir yıl önce bugün başlamıştı her şey. Yüksel çıkışından inerken gördüm seni. Herkesi birilerine ve bir yerlere kavuştururken, beni yalnızlığa bıraktığını düşündüğüm Ankara metrosunun yüzlerce yolcusu arasındaydın. Uzun mor atkın yerleri yalayıp geçerken, reklam panolarına baktığını gördüm: ' Herkes buraya bakar!' Tek reklam buydu ama sen herkes miydin? O hüzünlü duruşun, kocaman ela gözlerin ve yamuk yürüyüşünle herkes değildin, benim için. Şimdiye kadar kaç kere aynı kırmızı ışıkta beklemiş, aynı salonda, aynı filmin, aynı karesine gülümsemiş,

aynı otobüse binmiş, aynı temsilin, aynı karakterinde kendimizi bulmuş, aynı kişiden Ego almış, onca yemek arasından aynı yemeği seçmişizdir? Ankaray'ın gelmesini dört dakika boyunca beklerken sen, ben yan yana oturmamız için, olup olmadığını bilmeden, Tanrı'ya yalvarıyordum. Oldu! Küçük kulaklarını dolduran, küçük kulaklığın neler haykırdığını merak ettim. Ve ilk defa o deli kurgularımdan, benim için deli, birini gerçekleştirdim. 'Ben de dinleyebilir miyim?' dediğimde gözlerinden yanaklarına yayılan şaşkınlığı, ince dudaklarındaki gülümsemeyi tekrar görmeyi çok isterdim. Kulağımıza haykırılıyor; 'Gocce di Memoria'. İkinci deli kurgum; başımı omzuna dayayacağım, ellerim titriyor, her yanımda gözenekler dışa dönüyor, soluğum hızlanıyor ve sen başını omzuma dayıyorsun! Saçların göğüslerimi örterken kadın kadına aşk başlıyor.

Sayfa 3 Nerdesin şimdi? Bir yıl önce bugün, o 'inanılmaz' gecenin sabahıydı ve ben sana bu saatlerde kahvaltı hazırlıyordum. Bugün ne yapıyorsun? O gün olduğunun farkında mısın? ETRAFIM Uyandın mı? Birileri Her yanım ceset; pis kokular. hazırlamadıkça kahvaltı Her yanım keş; mor halkalar. yapmazsın… Kahvaltı yapıyor Her yanım kanser; ölen hücreler. musun? Yoksa sade, siyah Her yanım kış; karsız ayazlar. kahveni mi içiyorsun? Bu sarı, gri Ankara'nın her yerinde seni özlüyorum. Pasajların birinden yeni aldığın, kocaman çantanla çıkmanı umuyorum.

Her yanım düş; kırıklıklar. Senin anlayacağın, Her yanım sen; sensizlik. Her yanım haksızlık; ülkem. Her yanım türlü maskeler; matemler; gidişin…

Bitmesinin nedeni benim aptal korkularım mı, düşük çenem mi, aşka aşık olmaya başlamam mı? Yoksa hepsi mi?


Sayfa 4 Kadın tiplerinin birinden bahsediyorum sana. Hani bembeyaz tenli. Yanaklarının altından hafif kırmızı damarların varlığının sezildiği… Dokunduğunda yumuşacık bir his duyacağını, bakarken bile hissettiğin, sade kadınlardan bahsediyorum. Pastel renklerde bir şalı boynuna dolamış, muhtemelen beyaz bir gömlek giymiş, gümüş, ufak ama duru ışıltılı bir taşı olan küpeler takmış kadınlardan bahsediyorum. O da öyleydi; yanaklarına dokununca, parmak uçlarını pudra şekerine batırıyor gibi hissediyordun. Masum, sade, şık… Ama o çingene bakışlar. Senden sonra birine dokunabilmemi sağlayan asıl onlardı. Tüm o şıklığa, duruluğa aykırı, baktığı yeri gören, göreni durduran gözler. Senden sonra az acı çekmemişim gibi, git, evli bir kadınla beraber ol. İçimde bir Renée Vivien taşıma umudu var sanırım. Kezbansın Kezban kalacaksın kızım. Ne işler açıyorsun yine başına?

Sayfa 5 Bir rüya; nemli bir Paris sokağı, kalabalık beni izliyor. Şimdi üzerinde yansıman olan giyotin üç beş saniye sonra ürpermiş enseme hızlıca bırakılacak. Suçum zina. Uyandım, bir kabus; sen yine yoksun yanımda. Hiç olmadın ki 'evli ve çocuklu'. Kendimi hiç kullanılmış hissetmemişim, bunu anladım senden sonra. Evet, ben de seni kullanmış sayılırım ama… Bu bir kısır döngü hiç yaklaşmamak gerekiyor galiba. Hiçbir şey söylemeden, iz bırakmadan çekip gitmek de pek kibar değil! Kabul ediyorum, evli olduğunu bilmek benim saklanmamı kolaylaştıracağı için senden kaçmadım, ben de adilik yaptım. Ödeşmiş mi oluyoruz yani?! Ne yalnızım, ne de yanlış; eşcinsellik tercih değildir! O zaman neden bu kaçış? Neden kaçtığımı, bu yalnızlığın sebebini bu akşamüstü daha iyi anladım. Dostum, kardeşim (İris) telefonlara cevap vermediğim için çıkıp geldi, saatlerce konuştu. Neyin var? Nereden başlayacağımı bilmeden anlattım. Biri var çok hoşlandım, beraber olduk, çekip gitti, evli… Sakinleştirdi beni, sarıldı, 'olur böyle şeyler' dedi ve kim olduğunu öğrenmek istedi ben de söyledim sonunda. Beş dakika önceki ondaki ben, beş dakika önceki o kayboldu bir anda. Odada bir huzursuzluk, sonsuza dek sürecekmiş gibi bir sessizlik… Ve bozguncu ilk cümle; 'Senin kafan çok karışık, ne istediğini bilmiyorsun, yoldan çıkmaya başladın!' Az önce evli bir erkekle yattığımda ' böyle şeyler' oluyordu ama… Saatlerce anlatmaya çalıştım. Ben homofobiden bahsettikçe, o bana boş boş baktı. Aynı cümleler; doğada yok böyle bir şey bir kere, o zaman neden hem kadın hem erkek var, öyle üreyemezsin de vs… Konuştukça yoruldum, yoruldukça ilk aşkıma, aktivistime, kadınıma neler yaşattığımı daha iyi anladım; ona homofobik bir sevgili olmuştum. İris gittikten sonra çok ağladım, onun bile anlamak istemeyişine, harcadığım aşkıma, aşkına. Zaman dedim en sonunda. Yüzümde beyaz tortular uyuyakalmışım.

Sayfa 6 Biraz önce İris aradı. Bütün gece düşünmüş, anneme söylemeliymişim, bu ciddi bir şeymiş, sevgilisine anlatmış, o zaten bende bir sorun olduğunun farkındaymış, mesela düşünmeliymişim ki o adamın içi nasıl rahat etsinmiş benimle görüşmeye geldiğinde İris! Konuşmada o kadar fazla sinirlenecek şey vardı ki önce hangisine saldırsam bilmedim; beni evde kalacak feminist olarak gören, iki gündür tanıdığım sevgilisinin özel hayatımı öğrenmesine mi? İris'in kendini hala bir birey olarak göremeyip, her şeyde erkeğine sığınması, onu pusulası, dini kitabı haline getirmesine mi? Beni sapık sanmasına mı? Lezbiyenler bütün kadınlarla yatar ya! Yoksa kendime çeki düzen vermezsem(!) ailemle konuşacağını belli etmesine mi? Çocukluk arkadaşım bu kadar homofobik olmamalıydı… Ben onun aşiret ailesini arayıp, kızlarının bir erkekle aynı evde yaşadığını söylesem onu bir daha canlı görebileceğim bile meçhul. Ya benim doğrularım farklı olsaydı, İris'in hayatı bana göre yoldan çıkmış olsaydı, ailesine ihtiyacı var diye düşünseydim… Böyle bir şey yapsaydım, ona hayatının kazığını atmış insan olacaktım. Cevap; bununla onun ne alakası var, Nil? Kerim geldi(evrenin efendisi), kapatıyorum, ararım ben sonra. Darlık, kapalılık, boğuluyorum.

Çocukluk arkadaşları seçilmez. Öğretmen onu oturtur yanınıza, yan apartmanın birinci katına onlar taşınır, su içmeye gitmek için en yakın ev onlarınkidir… Büyürsünüz, değişirsiniz ve bazen bu değişim aynı yönde olmaz. Sürekli kızdığınız, savaştığınız insanlardan biri de olabilir hatta ama o masumluktan size kalmıştır, bırakmak istemezsiniz, onu o dar, gölgeli alandan çıkartmak istersiniz ama unuttuğunuz şey: ona göre siz dar ve gölgeli bölgedesiniz. O, toplum güvencesinde, canını yakmadan yaşamaya alışmıştır ve sizin ona orada “yaşama” deme hakkınız yoktur aslında. Sonunda amaç şuna döner; 'Benim hayatım! Ben böyle mutluyum' cümlesini beynine kazımak. Ya da ben savaşmak için yeterince güçlü değilim. "…Ondan kendisini tiksindiren bu çoğuldan kaçıp, kendi gecesinin ona sunduğu tekile girmeye çalışmasını istiyorum. Ona Gide gibi şunları söylemiyorum; Git, evini terk et. Diyorum ki, kal ve karanlıkların içinde kendini kurtar. Bu karanlıkları dikkatle incele. Onları gün ışığına püskürt…" Jean COCTEAU

Sayfa 7 İris son konuşmamızdan beri aramadı bakalım ne kadar kaçacağız? İnanılmaz bir haftaydı! Finallerden önceki son hafta Burak (saatlerce benle oturup film izleyen, beraber yemek yapıp benim pelte kalçamı büyüttüğümüz, dünya tatlısı, sınıfın arka sıralarında bulduğum…) bende kaldı. Sabah kalktık, balık istifinin iki parçası olarak Ego'ya bindik. Bölüme girince gördüğüm afiş gözlerimi parlattı: HOMOFOBİ KARŞITI BULUŞMA! İki gün sonra ve konuşmacı Profesör Meleğim. Onu geçen sene psikoloji kongresinde dinlemiştim. Yanımda o vardı, zaten o getirmişti beni buraya. Salon psikoloji öğrencileriyle doluydu. En öne yere oturmuştuk, meleğimizin öğrencileri anlatıyordu homofobiyi ama geleceğin psikologları homofobilerini yenemiyorlardı. Kürsünün yanında yerde oturan melek ayağa kalktı ve konuşmaya başladı, konuşması bittiğinde benim gözlerim dolmuştu ve güzel meleğin de. Nasıl inanarak, nasıl yumuşak aynı zamanda keskin konuşuyordu; “Çoğunluk olmak sorumluluk getirir. Siz bir insanın çocuk sahibi olma hakkını nasıl elinden almaya çalışırsınız, sizin yaptığınızın beyazların Amerika'daki zencilere yaptığından hiçbir farkı yok. Şu anda aranızda oturuyorlar ve çok merak ediyorum ne hissediyorlar. Daha fazla konuşamayacağım çünkü konuşursam ağlayacağım.” Hafızamda kalanlardan toparlayabildiklerim bunlar. İki gün sonra dersten çıkınca bizimkilere salonun yerini sordum, bilmiyorlardı. Ne için olduğunu sordular, anlattım. Kimisi homofobinin ne olduğunu sordu, kimisi 'Salla ya Tunalı'ya gidelim' dedi… Burak sırıtıp duruyordu, daha önce bu konuları hiç onunla konuşmamıştım sanırım homofobik olmasını hiç istemediğim için, yüzleşmek istemedim. Geliyor musun dedim, tabii ki dedi. Bir an içim kımıldadı, acaba mı? =) Ben kesin istediğim gibi algılıyorum yine. Benim titreşim ya da radar dedikleri sistemim bozuk, çalışmıyor hatta yok bile olabilir ama titreşimlerde beni algılayamıyor ya da algıladı ama kimse benimle konuşmak istemedi… Yok, canım o kadar da değil, kendimize göre bir karizmamız, çekiciliğimiz var. Neyse salona girdik, melek yine inanılmaz enerjisiyle güç verdi bana. Arada Burak benim gözlerimin içine bakıyor, ben Burak'ın gözlerinin içine bakıyorum. En sonunda kulağıma doğru eğildi ve “ben geyim” dedi. Sevinçten kafasına zıpladım resmen çocuğun. Hazine bulmuş gibi hissettim kendimi. Akşam bize gittik, sabaha kadar konuştuk. O bana gaz veriyor, ben ona gaz veriyorum. Hafta sonu İstanbul'a gidiyoruz Burak'ın sevgilisine. Artık bu kabuktan çıkmalı. Sadece L Word izleyerek yaşamamak lazım tabii. Köşe başındaki salonda çalışan Shane saçlarımı kesmiyor, Marina karizmatik Türkçe aksanıyla beni part time işe aldığını söylemiyor ya da Alice bugünkü radyo programını beğenip beğenmediğimi sormuyor. Buradakileri bulmak, yaşamak, açılmak, paylaşmak lazım. Nefesimi tutmaktan yoruldum.


Kaos GL okurları seçti*

1

hande yener

2

3 murathan

ajda pekkan

4

mungan

küçük 5 iskender

7

aysel gürel

6 sezen aksu

bülent ersoy

8

tarkan

zeki 9 müren

10

şebnem ferah

*ağustos-ekim 2007 tarihleri arasında www.kaosgl.org'da düzenlenen anketin sonuçlarına göre...


bawer çakır bawer@kaosgl.org

geyik onlar ya da gey ikonlar… işte bütün mesele bu… şimdi okuyacağınız satırlar kaos gl'nin düzenlediği “gay ikonlar” anketinin açık ara birincisi hakkında olacak… sosyolojik bir analiz, entelektüel bir yorum ya da akademik bir pop kültürü eleştirisi bekleyenler için üzgünüm ve hatta şimdiden özür dilerim. bu, pop müzik dinleyen, pop kültürünün içinde doğmuş ve yetişmiş genç bir geyin gözüyle hayranı olduğu şarkıcı hakkında sayıklamalarından ibaret. ve bu hali de klavyeye basan elin sahibini yeterince mutlu etmekte… “gay ikonlar” anketi başladığında birçok öngörü sahibi kişi gibi birincinin açık ara farkla hande yener olacağını tahmin etmiş ve hande hakkında dergide kimin yazı yazacağını tahmin etmeye koyulmuştum. nevi şahsına münhasır editörüm uğur bana “hande hakkında yazar mısın” dediğinde önce şaşırdım, sonra da naim dilmener dururken neden ben diye ağlamaklı bir ses tonuyla sordum. sanırım yüzümdeki ifade halle berry'nin oskar gecesindeki ifadesiyle aynı idi. tuhaf bir şekilde “oh my god!” dedim. tuhaf ama uğur ciddiydi. e ben de ciddileşmeli ve yazı için yoğunlaşmaya başlamalıydım. yoğunlaştım da… günde 153457 kez dinlediğim hande yener albümlerinin dinlenme sayılarını arttırdım, internette kendisiyle ilgili araştırmalar yaptım, sordum, soruşturdum. lakin alıklık bünyede her dem baki bir balık burcu olarak bunları yaparken yazıyı yetiştirmem gereken tarihi unuttum ve sanki uğur bana hiç böyle bir soru sormamış, ben de ona evet dememişim gibi hayatıma devam ettim. ama dergi için çalışılmaya başlandığı, yazıların toparlandığı haberini aldığımda, hatta hatta diğer ikonlarla ilgili rakip yazarların yazılarını editöre ulaştırdığını öğrendiğimde hırslandım, yemedim, içmedim, uyumadım ve bu yazı ortaya çıkıverdi. “kapına köleyim desen inanır mıyım, yalvarırken seni görsem inanır mıyım, yeni aşk hayatında mutluluk dilerim, dönme sakın geri çok üzerim…” hande yener'in albüm kapağındaki örgülü kibritçi kız saçı ile klibindeki memure topuzu, göğüs dekoltesi ve sabit ritimli şarkısı “yalanın batsın” ile ekranlarda belirdiğinde takvimler 2000 yılını gösteriyordu. dünyanın kocaman bir kıyamet beklediği ve hazırlıklarını 1999 yılının başlarında bitirdiği milenyuma bizler hande ile girmiştik. ne bilgisayarlar kitlenmiş, ne de beklenen patlamalar olmuştu. hande de beklenildiği gibi “aman aman” bir şarkıcı değildi ve şarkısı da dinlendi, sevildi ve her ortalama şarkı gibi tarihin tozlu sayfalarına yollandı. albümde güzel şarkılar vardı var olmasına ama işte “o” beklenen değildi... tek umut veren şey ise şarkı sözlerindeki o “madi” haliydi… e, bununla da idare edilebilirdi. edildi… “vurup kapıyı çıkarken aklın neredeydi, sapladığın hançer kalbime değdi, sen hala yalancısın, hala unutkan, sana taptığım yıl geçen seneydi…” 2002 yılında ise estetikli burnu, dağınık saçları, şuh bakışları ve “sevgilisine minnet etmeyen” şarkılarıyla bambaşka bir kadın vardı. evet, bu “o”ydu… hande yener değişmişti. kendi gibi şarkıları da tabii. ve o değişen şarkılar, dahası değişen üslup birdenbire yener'i gey kulüplerin vazgeçilmezleri arasına sokmuştu. elbette benim de… “şansın bol olsun”, “sen yoluna… ben yoluma” (ki “balon” olarak bilinir ve bu nedenle de sevilir), “küs” gibi şarkılarla kendinden geçen geyler bekledikleri yeni ajda'yı mı buluyorlar yoksa?

o bir başrı öyküsüdür. sıradan bir sesle sıradan bir şarkıcıyken, bugün geldiği noktada güzel işler yaptığını herkes kabul etmekte. onun şarkıları öncelikle geyler tarafından çabuk keşfediliyor ve dolaşıma sokuluyor. üstelik kliplerinde oynayan çocukların hepsi de çok hoş. türkiye'de yaptığı işlerle, stiliyle, video klipleri, şarkıları, türkiye'den ve dünyadan çalıştığı isimlerle 21. yüzyıl gay ikonluğuna hande yener'den daha yakın bir isim yok şahsımca.. ikonluğu ajda pekkan gibi bir 'best of album' yapıp on yıl piyasadan&hayranlarından kendini geri çekme yolunda değil, güncelliğini albümleri ve her adımda kendini yenileme&geliştirmesiyle korumak çizgisinden oluşuyor. sadece "apayrı" albümündeki 'şefkat gibi', 'nasıl zor şimdi', 'unut', 'düş bozumu' şarkılarındaki spesifik temayla tanıdığım onlarca gey arkadaşlarım arasında kült haline gelmesi bile benim gözümde sentez oluşturur hande yener'in ikonal duruşu hakkında..-özgür demirkan


bu şarkılar 1 işaret miydi bilinmez ama o heyecanla, klibi olmasına rağmen “evlilik sandalı” görmezden gelinmişti. minnetsiz olmak evlenmemeyi gerektirirdi ama şimdilik o kadar kusur kadı kızında da olurdu. mevzu bahsi geçen şarkının ardından başlayan “elin diline sakız ederim” oksijen tüpü gibiydi. hande yener artık bir yükselen değerdi… “acele etme bu aşk dediğin biraz zaman alıyor, bilenin ve bana katlananın yanına kar kalıyor…” 2004 yılının en şaşalı, en gösterişli, en üzerinde emek verilmiş, en düşünülmüş albümü; ismiyle müsemma hande yener kaydı “aşk kadın ruhundan anlamıyor”du kesinlikle. herkes hemfikirdi neredeyse. yani bu albüm bir şekilde hayalini kurduğumuz toplumsal barışın sebebi bile olabilirdi. o derece “tartışılmaz”, o derece “ortaklaşılmış”dı yani… ve kesinlikle şarkıcının kariyerinin de dönüm noktası. bir milad hatta… hem yener için, hem de popüler müzik dünyası için. elbette ben ve ben gibi sayısız gey için de… her şarkısı enfes, her şarkısı dile marş, her şarkısı ayrı 1 dünya. “bizim oralı” yönetmen mete özgencil ile “artık bambaşka biri” hande'nin enfes kimyası tutmuş ve tadından yenmeyen, üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala her duyulduğunda kıpraşılan, düşünmeden piste koşulan, sözleriyle “ay bu şarkı beni anlatıyor” dediğim(iz) “acele etme”, “kırmızı” , “bu yüzden”, “hoşgeldiniz”… Ve bu kez romantik aşk şarkılarıyla da kalplerimizde… “acı veriyor”, “savaş sonrası” ve muhteşem “bir iz gerek”… hande'nin vites yükselttiği ve sığ suları terk edip dalgalı denize doğru yüzmeye başladığının ilk sinyallerinin de verildiği bir süreç başladı. hande artık entelektüellerin de kendisini dinlemesini istediğini söyledi, ardından barışarock festivalinde şarkı söylemek istediğini belirtti. kim ciddiye aldı demeyin, çünkü barışarock toplatılarına katılan bendeniz bizzat şahit oldum ki defalarca “çağıralım mı, çağırmayalım mı” şeklinde tartışmalar döndü durdu organizasyon toplantılarında… rockçılar hande kadar cesur davranamadılar belki ama 2007 barışarock'ında dj sahnesinin kurulmasının kesinlikle bu açıklama ile ilgisi vardı. ve değişen artık sadece müzik ve imaj değildi. değişen hande'ye dair her şeydi artık. “acele etme”nin klibi başlı başına bir olaydı. bir fetiş kulübünden karelerle dolu “sıra dışı” ve kesinlikle “buralı” olmayan klip ki o videoda her geyin beğeneceği en az 2 erkek kesin vardır- usta ellerin ürünüydü. saçından klipteki dansçılarına kadar “başka bir alemden” sesleniyor gibiydi bize. ve 'gay ikonu' olma yolundaki en önemli anahtarı kilide sokuyordu bu albümle: değişim artık hande'nin diğer adı oluyordu. “yüreğine güneş koy, yüreğine bulut koy, yüreğine yıldız koy, yola devam…” o da farkındaydı ve ta yıllar önce verdiği röportajda niyetini belli

yamak böyle emreder: serdar'a romeo için. barbaros şansal kendinden emin duruşu, bakışı, her geçen gün geliştirdiği müziği, klipleri ile her seferinde bir kez daha bizi kendine biraz daha hayran bıraktığı için. ismail alacaoğlu hayat perspektifinde geldiği nokta, kariyerindeki sağlam duruş, son üç yıldır bu ülkeye getirdiği %100 batılılık kavramlarının objesi, roma'da yüzlerce gey dansçı&mankenle çektiği klipler, şarkılarındaki derin yaşanmışlık… milord_80

etmişti. elini açık oynuyor ve korkmuyordu. taş ve taç arasındaki o ince çizgideydi (böyle bir çizgiyi ben uydurmuş olsam da mesaj anlaşılmıştır umuyorum). o kendin emin hali ile değişiyor, değişiyor, değişiyordu… az estetikli bir ajda'ydı neredeyse… 2006 yılına “apayrı” simli hande yener albümüyle girdiğimizde artık biliyorduk ki bizi bambaşka sürprizler bekliyordu. videosuyla kulağımıza ve gözümüze temas eden ilk şarkı “kelepçe” gözlerimizin fal taşı gibi açılmasına yetmişti. bir nevi “alice harikalar diyarında” senaryosu ve tamamen cinsiyetsiz dansçı figürleriyle değişimin artık level atladığını ve “gördükleriniz, göreceklerinizin teminatıdır” şiarının bayrağını açtığının işareti gibiydi. klibin roisin murphy'nin “if we're in love” adlı şarkısının klibiyle “ikiz” olması bile yaşadığımız heyecana gölge düşürmedi. “apayrı”, “unut”, “kim bilebilir aşkı” ve elbette ki tüm yazın dile yapışmış şarkısı “aşkın ateşi”. italya'da çekilen kitsch klibi ve klibindeki esmer güzeli oğlanla kalpler fethedilmişti… hayata dair söyleyecek sözü olan şarkı sözleri, bir basamak daha yükselmiş şarkı söyleme tekniği ve verilen emeğin gün gibi ortada olduğu düzenlemeleri ile apayrı hakkaten de adını hak eder cinsteydi. o yazın en hoş anlarından birine yine hande imza atmış ve harbiye açık hava'daki konserine albümün son şarkısı “insanlar çok” ile başlamıştı. arkasındaki dev ekrana ise filistin ve ırak'tan savaş görüntüleri düşüyordu. hande'nin ağzından dökülen cümleler keskin bir ironiye temas ediyordu. kalabalık dünya ama bir o kadar da yalnız… burnumuzun dibinde korkunç şeyler oluyordu ve usulen ya da içten hande bundan rahatsızdı. sıradan bir pop yıldızı iken radikal bir eylemciye dönüşebilir miydi hande? bu sorunun yanıtı “değişebilme yeteneği” olan yener'den beklenmeyecek bir şey değildi… hala güçlü, sevgilisine minnetsizdi. ancak tek farkı artık “umut” içeren sözleri vardı dilinde. bir okumayla kadınlara ve geylere “güçlü olun” diyor olabilirdi. o demiyor olsa bile bir çok gey bunu böyle algılamış ve sevdikleri güçlü kadınlar listesine hande yener'i de yazmışlardı. “biraz yalnızlık, biraz aşksızlık, biraz özgürlük, biraz korkaklık… beni ağlarken görme…” apayrı'dan alınmış hız ve gazla birleşen yener cesaretinin 2006 yazına armağanı geldi sonra. kafayı kırdığının, ununu elediğinin ve başka tarlalarda yeşermek istediğinin keskin sinyali: hande maxi. 3 yeni, 3 apayrı menşeli şarkının elektronik mikslerinde oluşan bu single müzik tarihimizin de en çok konuşulan kayıtlarından biri oldu kısa zamanda. gey barlar tetikteydi. herkes hazırlıklıydı; lakin onların bile beklemediği, tahmin edemediği kadar “sert” bir girişti bu. “biraz özgürlük” önce uzak durulan, sonrasında ise dile yapılan, ruha işleyen sözleri ve düzenlemesi ile karşı konulmaz bir güzellikteydi. ama şarkıyı farklı kılan kesinlikle video klibi oldu. şarkının üstüne copy pastelenen gerçek sesler ve “ilginç” dans figürleri ile şarkı birden “patladı”. hande kılığıyla, kıyafetiyle, sesi, sözleri, duruşu, karizmasıyla artık başkadan da başkaydı. evet, bundan önce de değişiyor ve gelişiyordu ancak bu hiçbirimizin

geyler onu seviyor, o da geyleri seviyor. en uygun adayın o olduğunu düşünüyorum. ayrıca homofobik olmadığını ve tekyön adlı bara gelerek dans ettiğini de unutmayalım. aydın öztek katıksız gay ikonudur. kimse daha iyi temsil edemez. peerpower bir eşcinsel kadar cesaretli; hatta gözü kara. tezgahtar, anne, şarkıcı, yenilikçi, en sonunda gay ikonU... geçirdiği süreç evrim gibi hayranlık yaratıyor bende. eray eraslan


beklemediği kadar başkaydı. bir nevi; top bir köşeye, bizler diğer köşeye gitmiştik… bu sarsıcı deneyim hande'nin bir sürü ikonluğu yetmezmiş gibi bir de moda ikonu olmasını sağladı. absürd renklerin kardeşliği ve şekilsiz şekilleriyle kıyafetlerine bir de karakter katan yener klibinde çekinmeden kıçını kaşıyarak, “çirkin”liğini sergilemekten korkmayarak, makyajı, saçı, hali, tavrıyla ağızların birkaç cm açılmasına sebebiyet vermişti. birkaç paragraf önce sormuştuk: daha da radikalleşebilir mi diye. sanırım sorumuzun yanıtını yavaş yavaş almaya başlamıştık. “kendine bir beden seç, sonra iyi de bir ruh” derken transeksüel dünyaya selam ediyor olabilir miydi? klibindeki dansçıların üstlerine geçirdikleri pembe poşetleri yırtmaları eşcinsellere “açılın” mesajı mıydı? bu şarkı geyler için bir özgürlük marşı mıydı? bu soruların yanıtını bilmiyoruz; yanıt bekleyen de yok sanırım. nerdeyse geylerin tümü bunlara inanıyor ve doğru olup olmaması hiçbirimizin umrunda değil. tartışmıyoruz bile, hepimiz netiz: bu şarkı çok “kuir”. “ben romiyo, gerçek aşkın savaşçısı, yalnızlık bitti, sil göz yaşlarını…” cool bir ses ile başlıyordu şarkı: “harcadım, hırpaladım çok, çok zarar verdim, beni affet…” sezen aksu, ışıldayan yener'in ışığına ışık katmak için kaleme aldığı ve bir 'minik serçe şarkısı' olduğuna inanmamız için kartoneti okumak zorunda kaldığımız enfes düzenlemesiyle “kibir” tabiri caizse yüzümüze çarptı. biraz madonna “vouge”, biraz kylie'nin “can't get you out of my head”inden arak dans figürlerine ek hande yener soslu, bol aynalı videosu ile yıldırım etkisi yaratan ve hepimizin hep bir ağızdan ve neredeyse her yerde terennüm ettiğimiz bir repliğe dönüşen “yan, yan, yanmam lazım, daha yol almam lazım…” şeklinde ilerleyen nakaratı bir gey marşına dönen ve aranılan kan bulundu hissi yaratan şarkının tahtta kalışı uzun sürmedi. çünkü, hande blöfünü yedirmiş ve dahası şamda kaysı diyenlere her şeyiyle artık bir “kült” olan ve haftalardır gey barların en çok çaldığı, dj kabininin önünde sıra olmamıza sebep “romeo”yu kulaklarımıza sunmuştu… (kaç dj'in kafasını şişirdiğimi, çalsın diye dilek tutup, çalacağı anda pistte olayım diye tuvalete gitmediğimi, beni kesen yakışıklıyla bile ilgilenmediğimi söylersem sanırım size de yeterince fikir vermiş olurum) daha şarkı başlar başlamaz sizi neyin beklediğini anlıyor ve ekşına başlıyordunuz. iradenizi sınamaya ne gerek, bal gibi oynamak istiyordunuz. omuzlar, eller, ayaklar… komple beden… ama en çok da klibindeki yürüyüş ve enstrüman çalış… inanın bana, herhangi bir gey bara gidin ve şarkı çalarken etrafınıza bakın. kaç gey klipteki hande gibi figürler yapıyor. o zaman meramımı daha iyi anlayacaksınız… “geyler beni seviyor çünkü çok hassaslar…” vesselam hande “nasıl delirdim?” adlı albümüyle 'hedef'ini tam 12'den vurdu. hem de müzik piyasasının kan ağladığı bir dönemde 2 hit çıkartıp, yenilerini de yola koydu. satmayan albüm tarlası unkapanını

kendisini eşcinsellerin de dinlediğini açıkça söylemekten çekinmediği için... serkan umutlu kalitesi, renkliliği, geniş eşcinsel çevresi, duruşu, hikayesi... özellikle de son dönem yaptığı başarılı albümlerle kendini hissettiği gibi çekinmeden yansıtmasıyla tıpkı eşcinseller gibi toplumun geneli, özellikle de bakış acısı dar kesimi tarafından hosgörülmemesi, dışlanması. bunların yanı sıra ekranda eşcinsel haklarını savunması da tabi ki büyük bir sebeptir! önder

güldürdü aynı zamanda. ve belki de bu yazının yazılmasına sebep olan o cümleyi kurdu bu albümün ertesinde. akşam gazetesi yazarı yiğit karaahmet'le yaptığı röportajda "geyler beni seviyor çünkü çok hassaslar, çok duygusallar ve çok iyiler. ben onların çok iyi birer müzik dinleyicisi olduklarını düşünüyorum. onlar ağır eleştirseler de haklı eleştirirler, beğenileri de çok doğru yöndedir. çünkü doğru dinliyorlar, iyi müzikten anlıyorlar. bir müzisyen gibi hissediyorlar. bunu inkar etmek yanlış olur." bu cümlelerin ertesinde gey camiasında hissedilir bir hareketlilik yaşandı. homoloji.com başta olmak üzere gey siteleri ve forumlarında herkes yener'in bu açıklamasından bahsediyor, neredeyse herkes alkışlıyor ya da destek veriyor, birkaç çatlak ses dışında herkes hande yener'in artık tam anlamıyla bir “gay ikonu” olduğunu söylüyor, yazıyor ve hissediyordu. son 2 yılın trendsetteri, moda ikonu yener'in bu açıklaması elbette ki magazin basınında da geniş yer buldu. ve ardından takipçileri de geldi. misal ebru destan yeni şarkısı “boyfirend”i “çok sevdiği geylere” armağan etti. kimse inandı mı bilinmez ama destan'ın da adından hande kadar olmasa da bahsedildi.

sözün özür, frigoferio adlı homoloji.com yazarının da yazdığı gibi; “sıfırdan bir pop star yaratan ve memlekette "say bakalım 5 popcu" dendiğinde akla gelecek ilk isimlerden biri olan kadın pop şarkıcısı. yalanın batsın'dan biraz özgürlük'e her daim yükselen bir grafik ve fantazi-pop'dan kulüplere terfi. mete özgencil ile kendini bulan ve artık kimlik sahibi bir isim. sertab erener'in oturamadığı ajda tahtına en yakın aday.” ve bir proje olduğunu söyleseler de, içi boş, sadece imaj deseler de, “çakma madonna” şeklinde çamurlasalar da, o magazin gülü olmaya, polemikler başlatmaya, esra ceyhan senin, pazar keyfi benim katılmaktan kaçınmasa da, ben de dahil olmak üzere bir çok gey hande yener'e bayılıyor. şarkılarını seviyor, kıyafetlerini beğeniyor… kısacası hande ile ilgili her şeyden hoşlanıyoruz. çünkü o; zamanının ve imkanlarının farkında olan, gideceği yolu ve varacağı noktayı en başından bilen ve bu özelliğiyle de tacını devralacağı ajda pekkan'dan gittiği yol açısından farklı ve şanslı bir ikon. magazin dünyasında ayakta durmayı öğrenmiş, “sevgiliye minnet etmeyen şarkılar”ıyla bizi bizden almış, değişmiş, değiştirmiş, kendisinin yanı sıra sanatını da geliştirmiş, doğru yerde, doğru zamanda ve doğru insanlara denk gelmiş yener giderek daha da keskinleşen tarzı ve bukalemunluğuyla bu anketin de tartışmasız ve açık ara galibi. şimdi bizler bu gazla seneye eşcinsel onur haftası'nda kendisini görmek istiyoruz. ya sahnede ya da elinde gökkuşağı bayrağıyla kortejde… gülmeyin, söz konusu hande yener ise şaşırma ihtimaliniz çok yüksek…

eşcinsel camiada en çok dinlenen şarkıcı, söylediği her sözden, yeni çıkan her şarkısından ister istemez haberimiz oluyor. türkiye'nin gey kültürü hande yener'siz düşünülemez bence. devrim sıfırdan başlayıp, zirveye adım adım tırmanması; bunu sessizlik içinde değil pek çok şeyi devirip değiştirerek, devrime dönüştürerek ve bütün bunları pek çoğumuzun özendiği görüntü ve hırsıyla başarması.-aydan akas


o benim dünyam sürmelican

Ajda, aynı “Bir Günah Gibi!”

canyaman787@hotmail.com

Uzun zamandır onu arıyordum. Bana ancak her zaman gittiğim kelepir yardımcı olabilirdi. Eski bir Amerikan kasabasında ufak Çin malları satan dükkan misali Beşiktaş'ın ara sokaklarında sıkışan bir yerde saklıydı. Dükkan sahibi her ne kadar bir Çinliyi anımsatmasa da ikiziyle beraber ilginç bir düete hazırlanır gibiydi. Sözü fazla uzatmayayım; içime doğmuşçasına onu gördüm. Hınzır gülümseyişle capcanlı karşımdaydı. Onca 45'liğin içinden sıyrılıp bana bakıyordu. O güne dek aldığım sayılı muhteşemliklerden biriydi işte. Onu kısa denecek bir sürede elde etmemse bir tesadüf. O da bir tesadüf sonucu Dünya'ya düşmemiş miydi zaten? Ben o zamanlar anlamıştım. O hiçbir zaman buralı olmamıştı. Bir daha geri dönmemek üzere David Bowie'yle beraber uzak bir galaksiden gönderilmişti. Böyle mucizevî olaylar yaşandıkça insan aklı gidip gelmeye başlıyor. Bunun nedenini bana sormayın. Çünkü tanrılaşma yolunda atılan ilk adım ancak şehvete denk düşen bir hayranlığa tekabül edebilir. Bu putperestlik nedendir derseniz, bireyin kendiyle barışma sürecinde kendini kandırmaya kaçan yanılgısıdır derim. Belki yaşayacağı en güzel düştür, diye ekleyerek. O düş ki o kadar tatlı. Ve o tat ki bir o kadar günah. İşte

80'ler Türk insanını bireyselleştirememiş ancak bencilleştirmişti. Ajda da bizim en bencil olduğumuz, belki de en “ben” yanımız oldu. Belki o yüzden seveninin yanında sevmeyeni de var. Bizdenmiş gibi yapan ama asla biz olmayan. Bir zamanlar kendinin sıkça kullandığı deyimle bir “olay”a tekabül eden tek yaratık. Garbo'ya taş çıkartacak kadar pervasız, soğuk ve kesinlikle vazgeçilmez. Geri dönüşümü olmayan yegane organik madde (doğaya katkısı eşcinsellerce onaylanmış). 30 Haziran 2007 tarihli Gloria Gaynor konserine düet yapmak için sahneye çıkmış uluslararası tek sanatçı. O konser ki gittiğim ilk Ajda Pekkan konseri. Bu kadar hayranlığa inat, onu görmemeye direnmiş bünyenin beklediği eşsiz gece. O geceden haftalar sonra onu yine kendi tarzıyla Bambaşka Biri'ne dönüştüren konseriyle karşıma çıkaran. Ben miyim bu kadar şuursuz olan yoksa öldüğü gün bileklerini ilk kesecek tek akıllı. Bazen yaptığı akıl almaz laflara ve bazı albümlerine rağmen ayakta kalmayı hak etmiş ender şarkıcılardan biri Ajda Pekkan. İlla bir hayranlığa değil belki, ama saygı duruşu şart koşulan tek militarist göndermeli rol model. Onu

hep en şık, hep iddialı, hep var. neredeyse cinsiyetsiz ama fazla gösterişli. bencilliğin, kendine dönüklüğün ama aynı zamanda pırıltılı teşhirin en şahane örneği. tutarsız, şuursuz ama çok başarılı. müzikten anlamadığı halde onun kadar iyi şarkı söyleyen başka kimse yok. dans ve hareket özürlü ama sahnede herkesten daha iyi duruyor, kimse onun kadar iyi fotoğraf veremiyor. doğuştan star! mehmet bilal dede

yerçekimsiz kadın!- erkekajda vardır ama gerçekte yoktur. kendine duygusaldır. gizli yaşar. hırsız mıdır? hırsız dır. bize mi benzer? benzer. sevgi çalarız biz. kimse görmeden. ajda seni severiz. sen hancı biz hancı işte öyle gidiyor bu düzen. - aslıgibidir o bir kült o bir diva o bir süperstar!!! - drakkuul


ikon yapan da bu olsa gerek. Umutsuzluğun ve haykırışın birbirini kovaladığı bu çılgın dünyada, bana seslenen sayılı isimlerden biri oluşu kafamda yer etmesi için yeterli. Son gittiğim konserinde 'We Are Family' (Biz Bir Aileyiz) şarkısını söylemesi ise bizi nasıl bir camiaya dahil ettiğinin sayısız örneklerinden sadece biri. Öyle bir aile ki farklılığıyla yenik düşmüş, kapsama alanı dışında tutulmuş ama her daim yüreğinde umut taşıyanların dili, sözü, yansıması. Tabii ki bütün bir ezilmişlik bir şarkıcının söylediği şarkılarla ortadan kalkmaz. Kendisinin de itiraf ettiği gibi önceleri sadece kariyer için tırmanma basamağı olarak gören ünlü “cover”ların, yarın bir gün karşısına örgütlü bir kitleyi doğuracağı kimin aklına gelirdi. Bence içimizdeki en bilinçli gönüllü hep o oldu. Yıllar geçtikçe her yaşın ayrı bir güzelliği -belki donup kaldığı kendi görüntüsü dışında- olduğunu belirten ve tartışmalardan bunaldığımızda bazı şeyleri sadece yazarak kağıda dökmenin en akıllıca şey olduğunu söyleyen olgun rehber. Belki bugün yanı başımızda binlerce kişinin katledilmesine neden olan “Petrol” savaşları, 27 sene önce ancak bu kadar ti'ye alınabilirdi onun sesinden. Kimine göre fiyasko, kimine göre hakkı yenmiş uluslararası bir ayıp olarak anılarımıza yer eden ünlü Erovizyon şarkısına verilecek en büyük yanıt, 5 sene önce tanıştığım bir İsrailli kolinin bana dinlettiği “Pet'r Oil” ile son buldu. Israrla onun bir transeksüel olduğunu iddia etmesiyse cabasıydı. Ne önemi var ki, o baştan ayağa bir dönüşüm süreci değil mi? Marilyn sadece hikaye! Ajda ne cinsel ne de sosyolojik açıdan bir gerçekliğe oturtulamayacak kadar farklı bir şey. Klasman dışı kalmış tek birinci. Belki sözcüklerin anlamını boşaltan ve geriye bıraktığı sessizlikle keyfine bakılan. Ondan sonrası tufan. Duygu Asena öldüğünde aklıma gelen ilk ismin o olması da ayrı bir tesadüftür. Niye tesadüf olsun ki, aynı sınıfın farklı dallardaki eylemcileri değil miydiler? İnsanların aklına yaş kriziyle gündeme gelen bir kadın görüntüsü verip, devrimciliğe gizliden gizliye yardım ve yataklık etmesi yine eşsiz bir kamuflaj ustalığı değil midir? O ustalık sayesinde bugünlere kadar gelmedi mi zaten! Belki o da 80'lerden sonra biraz yoruldu. Ama yaştaşı Tina Turner 'Simply The Best' (Tek Kelimeyle En İyisi) göndermesiyle ona saygıda kusur etmedi. O saygı ki Avrupalı yaverleri olan Mina ve Dalida es geçilmedi.

taktı. Ve biz kendimiz olma uğruna sokağa çıkarken Ajda şarkılarını söyledik. Çünkü biliyorduk ki, her şeye rağmen hayatta kalıp, yaşamımızı sürdürmek en kutsal görev. O görev bilinci “başım yukarda meydan okuyorum sana” dizelerini sadece giden sevgiliye değil, otorite diye atfedilen her türlü dogmaya, ayrımcılığa, kısaca sistem dediğimiz olguya karşı söyletti ve söyletiyor. Bunu seslendiren kadının sadece önüne rast geldi diye şarkıyı repertuarına kattığını düşünmek, “olay”ı hafife almaktan öte bir şey değildir. Elbette Sezen faktörü unutulmamalı. Ajda ne kadar bir düş ise Sezen bir o kadar acı, kati ve gerçek. Sezen'i inatla dinlemememin bir nedeni de budur. Çünkü Ajda bir ütopya. Ve bir ütopya ancak bir düşe tekabül edebilir. Gerçekleşmeme imkanı büyüktür ama sizi ayakta tutar ve insana bir dinamizm katar. Üst-orta sınıf geylerin vejetaryenlikten tutun, yoga, thai-chi, fenkşui gibi şeyleri ülke ortalamasına göre “trend” geliştirmesi bundandır, kısaca bir Ajda göndermesidir. Biz birçok yeniliğe de onun sayesinde kulak misafiri olmadık mı? Son konserlerindeki Daft Punk esintili dijital gerçekçilik sizce de bir tesadüf mü? “Tarih yazgısı bir olay mahsulü mü yoksa insanın da etken olduğu bir olgu mu” klişe sorusuna verilecek; “Ajda bunu geçecek bir gerçeküstücülüğe sahiptir” cevabı olacaktır. Çünkü ışık hızıyla zaman aşımına uğramış bir durağanlıktadır. Böylece hayata kendi zamanını katmıştır. Biz ona 'Ajda çağı' diyoruz. Onun armonisi ancak onunla aynı yazgıyı yaşayanlar tarafından duyulabiliyor. Belki o yüzden artık sınırlı bir dinleyici kitlesine hitap edip gittikçe daralıyor ve daraldıkça daha bir ışık saçıyor. İşte ben o ışığı izlemeye devam edeceğim, ne zamanki bir kuyruklu yıldız olup onunla aynı kara deliği paylaşana kadar.

resimler: naim dilmener arşivi

Hep sorulur, sizin için ne yaptı diye? Bizim için veya birileri için bir şey yapması gerekmiyordu ki. O sadece o oldu ya da “O” olmaya çalıştı, çalışıyor. Her şey bir yana, hayatta kim çıkıp da (Madonna hariç) yerel bir ağızdan “kendiniz olmak için çaba sarf edin” derdi. Bu bile kendi yatırımını devamlı birileri için ya da bir şeyler için tüketen insanlara verilecek en iyi cevaptı. Ya da bir devrimci deyişiyle burjuva yozluğuydu. Adolf Hitler “insan ancak anlamadığı bir fikir uğruna ölebilir” derken haksız değildi. O yüzden ardına milyonlarca akılsızı

yasam stili, kıyafetleri, sahne şovları, şarkılarının geyler tarafından aşırı beğenilmesi ile bence o türkiye'nin gay ikonudur. caner ozgokmen yaşlanmaya karşı direnci ve kalabalıklara karşı kendi hayatını koruması nedeniyle. alper akyüz

geylerin beğendiği tarz müzik yapıyor ve nerdeyse bütün geyler ona hayran. hatta türkçe bilmeyenler bile. zafer dünyaca ünlü gay ikonu şarkısı 'i will survive'ı türkçe yorumlayan insan, müzikteki altyapı türü ile eşcinsellerin ilgisini en başta ve fazlaca çeken tek insan, dandik poptan (bkz. hande yener) daha fazla olarak eşcinsellerin çıkış noktası kabul ettiği disko müziğini en iyi yansıtan örnek. glowing86


bir gün bir

murathan mungan

şöyle hatırlıyorum: “ben geyim” diye bağırmadı ortalıkta ama saklamadı da. destansı şiirsel metinlerinde erkeğin erkeğe aşkını çok güzel anlattı (binali ile temir ilk aklıma gelen). onlardan çok etkilendim. ünlü olmasının yanı sıra, eşcinsel olmanın asla aşağılanamayacağı, onun şahsında, duruşunda somutlanıyor sanki. - oktay ince

kitabı okudum...

gay edebiyatın türkiye temsilcisi - barış sancar "hayatın öldürmediği bir şey vardı onda... belki de son darbeyi yememişti daha" - eksikrenk su gibiii duru ve romantik - ucam tanıdığım ilk açık gey yazardı ve duruşunun sağlamlığı beni gururlandırdı hep. cesareti ve

yazdığı muhteşem gey hikayeleri ve şiirlerini de geçemeyeceğim. her şeyiyle örnek o. -cesur insan bence günümüz şartlarında cinsel kimliğini gizlemek zorunda olan eşcinsellere yazıları ve şiirleriyle örnek bir rol olan mungan, illaki toplumsal açıdan kabul edilmek


selim ipek koygocuren@gmail.com

'Türkiye'nin gay ikonu'nun seçimi için bir anket yapılacağını ve derginin bu sayısında dosya konusunun bu anket olacağını öğrendiğimde, Kaos GL'nin son derece batılı bir “life” vurgusuna neden ihtiyaç duyduğunu merak etmiş ve açıkçası, “sırası mı şimdi” diyerek yüz çevirmiştim “ikon” mevzuuna. Ancak anket ile ilgili tanıtım yazısını okuyup aday listesini de gördükten sonra kendime yonttuğum anlam, bu kadarcık şımarıklığı kendimize çok görmeden, zaten var olanın adını koymanın ilk anda verdiğim politize edilmiş tepkiyi hak etmeyecek kadar masum olduğuydu. Türkiye'nin 'gay ikonları' zaten vardı ve bunları ikon yapan alacakları oylar olmayacaktı elbet. Ancak yaşadığımız topraklarda yarattığımız “eşcinsel kültür” kendini içten içe var edebilen, öyle gözler önünde inşa edilen bir “kültür” ol(a)madığından 'gay ikonlarımız' da ancak biz ilanen duyurduğumuzda var olabileceklerdi. Başka bir taraftan bakacak olursak, eğrisiyle doğrusuyla bir ikon ilanına cüret etmek eşcinselliğin politik ve toplumsal meşruluğu adına bir kazanım olarak da değerlendirilebilir (mi?) pekala. Tam burada, daha çok tartışılacak gibi görünen “ikon” mevzuuna bir nokta koyup anketin sonuçlarına (yani bu yazının asıl amacına) dönmek istiyorum. Birinci sırada Hande Yener'in, üçüncü sırada Murathan Mungan'ın yer aldığı bu anketin sonuçları bize Türkiyeli eşcinseller hakkında çok şey söylüyor aslında. Bir yanda Murathan Mungan ve diğer yanda Hande Yener. Biri geçmişin ağırbaşlı, sessiz ve kendini önce kendi içinde var etmek zorunda olan eşcinselliğini, diğeri bugünün şımarık, hoppa ve cüretkar eşcinselliğini temsil eden iki isim. Ben kendi adıma ikisi arasında bir yerden, kendi kuşağımdan (30 yaş ve üstü diyelim kabaca) oylar aldığını düşündüğüm Murathan Mungan hakkında birkaç söz

zorlanan, başkası olmadığı/olamadığı için “hiç kimse” olanın kendiyle ve kimliğiyle, kimseliğiyle karşılaşmasıdır. Kimse olmanın bedelini kimsesizlikle ödeye ödeye, başka kitaplarda, başka kapıları aralayarak, her seferinde “kendiliğine dair” başka bir gerçeği keşfetmektir. Mungan'ın yapıtlarında eşcinsellik bir yandan kendimizi keşif ve açılma sürecimizi kolaylaştırıcı bir unsur olarak yer alırken, bir yandan da Türkiyeli eşcinsellerin nereden gelip nereye doğru gittiklerini göstererek Türkiye'de eşcinsel olma halinin geçirdiği evrimi de yansıtır. Birbirlerini bulmak için bir hamamda göbektaşının etrafında toplanmaktan başka çareleri olmayan lubunyalardan İstanbul'un en gözde semtinde yaşayan üst sınıfın en “ka geyler”ine kadar, eşcinselliğin gayriresmi tarihinin bir özetidir Mungan'ın satırları. Kimi zaman bir ağıdın kısık sesli yumuşaklığında “kimsenin kimsesi yok ki / herkesin elmasında kendi dişizi” diyerek okurunu kimsesizliğiyle yüzleştirirken kimi zaman bir çığlığın sertliğinde “erkeklerinde sikilebilecek birer varlık” olduklarına işaret ederek tüm toplumsal kodlarımızla yeniden hesaplaşmaya davet eder bizi. Kimi zaman “işte tam da içimden geçen cümleler bunlar” diyerek altını kapkara kalemlerle çizip tekrar tekrar okuduğumuz Mungan cümleleri, korkunun ve kaygının tek yoldaşımız olduğu, kalbimizden başka sarılacak bir şeyimizin kalmadığı yetim yolculuğumuzda birer sığınağa dönüşerek, hayatın apansızlığına karşı korurlar bizi. Kimi zaman, bir gece karanlığında, bir türlü gelmeyen bir otobüsü beklediğiniz durakta, sigaranızı yakmak için ateş istediğiniz adamın gözlerine birkaç saniye baktıktan sonra, beklediğiniz otobüs yerine o adamın otobüsüne binmek gibi apansızlığın kendisi oluverir bu cümleler. Uzayıp gidebilecek bu listeyle yılardır bize ait olan hemen her şeyi bize gösteren, edebiyatı ve duruşuyla Türkiye'de eşcinselliğin “onurlu” simgesine dönüşen, kendine ait bu onuru paylaşmaktan hiç çekinmeden, “utanç duyulması gerektiği” öğretilen her şeyden kıvanç duyarak içinde yaşadığımız toplumun ikiyüzlülüğünü toplumun suratına çarpan,

“bir gün bir murathan mungan kitabı” okumak, “bir gün kendinle karşılaşmak”tır aslında. başkası olmaya zorlanan, başkası olmadığı/olamadığı için “hiç kimse” olanın kendiyle ve kimliğiyle, kimseliğiyle karşılaşmasıdır. söyleyerek değerlendirmek istiyorum anketin sonuçlarını: Bugün otuzlu yaşlarında olan hangi eşcinselin eşcinselliğini keşif sürecine dair anılarını dinleyecek olsanız, mutlaka bir yerlerde “bir gün bir Murathan Mungan kitabı okudum” cümlesi çalınacaktır kulağınıza. Çünkü Murathan Mungan, Türkiyeli eşcinsellerin (en azından okuryazarlarının) kendilerini keşif sürecinde sırlarla dolu bir kapının ardında, korkudan ve kimsesizlikten çırpınan bir yürekle beklerken, o kapının ardında neyle karşılaşacaklarına dair işaretleri vermiştir her şeyden önce. O kapının ardında yaşamın acımasızlığı, anlaşılamamanın derin hüznü, kimsesiz kalmanın, kendinden ve bedeninden sürülmenin “serüveni” bekler sizi; ama eğer bir Murathan Mungan metniyle aralıyorsanız o kapıyı, yalansız bir dünyanın erdemi, kendine, kendi varoluşuna sahip çıkmanın haklı gururu ve “ben de varım” demenin coşkusuyla karşılaşırsınız. “Bir gün bir Murathan Mungan kitabı” okumak, “bir gün kendinle karşılaşmak”tır aslında. Başkası olmaya

kendinden bahsedilen hemen her ortamda değinilmeden geçilmeyen “eşcinsel yazar”lığıyla değil edebiyatı hayatıyla, hayatını/hayatımızı edebiyatıyla besleyerek “sıradışı”laşan, edebiyatın sadece “yazmak” olmadığını, aydın olma sorumluluğunun içinde yaşanılan toplumun kan sızan tüm yaralarını dillendirmek gerektirdiğini bilen ve kalemini böyle yontan Murathan Mungan'ın 'Türkiye'nin gay ikonu' anketinde en çok oy alan isimlerden biri olmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Başlarken bir paranteze aldığım tartışmaya yeniden dönecek olursam; bu anket başta Murathan Mungan olmak üzere, bu topraklarda yaşayan her eşcinselin kendini gerçekleştirme çabasında biraz olsun “umut” olabilmiş, “hani herkes arkadaş / hani oyunlar sürerken / kimse bize ihanet etmemiş / biz kimseyi aldatmamışken / hani biz kimseye küsmemiş / hani hiç kimse ölmemişken /eskiden…, çok eskiden” şarkılarına, öykülerine, şiirlerine, filmlerine, resimlerine sığındığımız tüm yıldızlarımıza safça biz göz kırpış belki de…

gerekmediğinin en büyük örneği. yani cinsel kimlik, ideoloji vb. her türlü düşüncenin varoluşu geriye bırakılan eserlerle gösterilebiliyor. sonuçta önemli olan içindeki duyguları dışa vurmak.-eser gündüz

türkiye'deki tüm eşcinselleri benimseyebilir. herkes onun gibi, kendi kimliğiyle barışık olabilir. güzel bir türkiye'de yaşayabiliriz. bu hayali onun sayesinde kurabiliyorum. işte bu yüzden benim ikonum o...-cem kaya

benim gay ikonum kesinlikle o. benim gibi mardinli. harika bir yazar üstelik gey kimliğiyle barışık yaşayan biri. bana ilham ve umut veriyor. toplum bir gün beni ve

kitaplarındaki eşcinselliğe olan yaklaşımı, kendi özel hayatını toplumun önyargısını düşünmeden yaşayışı, en önemlisi eşcinsel aşkla yoğrulmuş şiirleri ve şarkı sözlerini

gözler önüne sererek bir tabu ile mücadele etmesi.-timothy burak "ister alevi ol, ister kürt, ister eşcinsel. ne olursan ol kimliğinin seni hapsetmesine izin verme" dediği için.-gülsüm mutaf gey olmak onu kabullenmekle başlar. yazıları kitapları sanatçı duruşu ve desteği için.kaos

33


selen doğan maskelidunya@yahoo.com

“Birbirinin üzerinde tepişmeyi edepli hale getirmektir aşk.” Bunu diyen, Aysel Gürel. 80 yaşına gelmiş olsa da “yaş yetmiş iş bitmiş” klişesinin kapsama alanına girmeyen, giremeyen bir kadın. Deliliği kendinden menkul yaşlı kızların kendilerini 'öteki' haline getirip böylece bir zırh kuşandıkları zamanlardan dünyaya fırlatılmış gibi. Öyle bir zaman yok aslında; galiba hiç olmadı. Aysel ve onun gibiler kendi zamanlarını yarattı. Başka bir var olma hali, başka tür bir kadınlık bilgisi onunki.

34

Aysel Gürel'i niye severiz? Kimseye eyvallahı olmayan çelik gibi bir kadın olduğu için mi? Çocuklarına düşkünlüğü tamiri zor bir vehimle birleşmeyip hikayeyi ters yüz, kutsal annelik mitini de yerle bir ettiği için mi? Yaşlı kızların kasaba panayırı gibi rengarenk giyinip süslenmelerine alışık olmayan bir cemaatte onun gibisini, ondan ötesini zor bulacağımız için mi? Anahtar sözcük: Alışmak. Belki de alışamadığımız için seviyoruz onu. Alışmak istemediğimiz, uzak, çok uzak gördüğümüz, böylesi de yüz yılda bir gelir dediğimiz için. Bütün benzemezliğiyle, uyumsuzluğuyla, uzaktan bile fark edilebilirliğiyle. Bir simge olduğu için ya da. “Yaşına başına bakmadan” parlak civanlarla nazenin aşklar yaşayarak, ikiyüzlü ahlak artıklarından oluşmuş sosyal tepeciklere bir özgürlük bayrağı diktiği için belki de. Sevmenin, sevilmenin, sevişmenin mesaisi, reçetesi, kullanım kılavuzu filan olmadığını göstermeye çalıştığı için ya da. Öyle de seviyoruz, böyle de. Onun gibi olmayı istiyoruz bazen: kuralsız, bağsız, özgür… “Evlerden ırak!..” deyip onun gibi olmamayı da istiyoruz bazen: çünkü zor! En radikal kararları eteğinden sarkan ipi koparır gibi düşünmeden alıveren, çoklarının tabu bellediğine cüret eden olmak da zor! Hem yaşamın o uzun uzun masallarını yakalamaya çalışacaksın, hem de kısa kısa mesellerden umduğun medeti çok orijinal kişilik gösterileriyle anlamlı kılacak, herkesten başka, bambaşka olacaksın. Bu senin “farklılığın” olacak. Bütün bunlar olup biterken, dönüp arkana bakmayacaksın ki “Bu deli ne zaman akıllandı” demesinler. Biz ki, yaşamı kendi yazdığı gibi oynayanlara deli deriz bu ülkede. Çoğunluğun eğilimlerine eğilmediği için kabul görmeyenleri, çoğunluk son derece “normal” olduğu için onların

arasında fevkalade doğal yollardan, yani kendiliğinden ötekileşiverenleri bilmeyiz. Onlar öyle ayrıkotu gibi yaşar aramızda. Arada bir ayıklamaya çalışırız onları: aman düzen bozulmasın, aman ritmimiz aksamasın, aman yerkürenin bin yıllık anlatıları sarsılmasın… Delilik vize gibidir. Kurallı kapılardan kılıfına uygun geçişler sağlar. Elini kolunu sallaya sallaya içeriye süzülüverirsin. Kimse edepsizliğine, fütursuzluğuna laf etmez. En sivri lafları da etsen, en olmadık şeyleri de yapsan kimse seni toplumsal bir yara, genel ahlaka aykırı bir vaka ya da bir tehdit olarak görmez. Aksine, gülünesi, hay Allah denilesi bir öykü kahramanı olursun. Çünkü artık, bir anlamda 'öteki'sindir. Bulaşılmaz, uzlaşılmaz olansındır. Rahattır; keyfine bakarsın. Kimseye niye kırmızı çorap giydiğini, niye saçına yeşil perukalar taktığını veya ne diye “torunun yaşında çocuklarla” öpüştüğünü açıklamak zorunda kalmazsın. Sen osundur. Tüm deliliğinle kendinsindir artık, belki de kimsenin olamayacağı kadar. Aysel Gürel, farklılığını anlatacak yol bulamadığı için mecburen “deli” kontenjanından hayatımıza girmeyi seçmiş bir masal kahramanı, bana kalırsa. Öğretilmiş ahlaka kafa tutan, örümceklenmesine fırsat vermediği aklını bilgiye sadece bilgiye yoran, verdiği mesajlar önyargısız okunabilse pek çok kadının kafa karışıklığına çare olabilecek olan bu kadın, günah, ayıp, yasak gibi “tehlikeli” sözcükleri yaşam pratiğiyle “aklayarak”, “beden” üzerindeki muhafazakar politikaların imhasına çok önemli bir katkıda bulunuyor. (Bu “imha”nın gerçekleşmesi henüz yıldızlar kadar uzak bize ama olsun; damlalar önünde sonunda denizi oluşturur.) Mor ve Ötesi'nden Harun'un bir süre önce bir televizyon programında Kültür Bakanı'na söylediği “Muhafazakarlıkla muhafaza edilecek bir şey kalmadı artık”ı Aysel Gürel yıllardır söylüyor: Bedeninin sınırlarının içinde yaşadığı coğrafyaya göre çizilmesine karşı çıkarak… Yaşama kendi ipiyle tutunarak… Her an çekip gidebilirmiş gibi yaşayarak… Yıllarca en acıklı aşklarımızın fonunda onun yazdığı şarkılar vardı. Kimse bizi anlamazken sanki o anlardı. Yalnızlığa ortak olan, onun “söz”leriydi. Ve hiç de “deli” değildi o sözler. Aysel Gürel, hadi söyleyelim artık, bir ikon! Onu sırf “öteki” olmayı bile isteye seçtiği, “farklı” olmayı bir zırh gibi kuşandığı için seviyor olmalıyız. Onu bir “ikon”a dönüştürenin bu olduğunu da bilerek.

daha güçlüsü, cesuru, güzeli, delisi yok.-metin

her iki tarafı da yaşayıp bizim için de şarkılar yapabilir.-gülşah

marjinal, istediğini yapan, korkmayan…-eb

bu ülkedeki annelik anlayışını yerle bir ettiği, altına imza attığı her şarkı ile yüreklerimizi dağladığı, ötekiliğinden utanmadığı, aksine bununla gurur duyduğu için.-ünzile

toplumsal normlara karşı duruşunu tutarlı bir biçimde sürdürdüğü için.-haktan ural


35

naim dilmener naimdilmener@gmail.com

Şu chat'lerle-MSN'lerle başını almış gitmiş internet görgüsüzlüğü çağında “hayran olmak” ('fun' diyen de çok ya, doğrusu “fan”dır, “hayran” olmanın uluslararası karşılığı; ve sihirli bir sözcüktür bu sözcük) derece derecedir. Kimileri, mesela her konuda ölçülü olmayı marifet bilenler, “Aman abartmayalım şimdi” der, kendini frenler, her şeyde olduğu gibi, bu konunun da kılı-tüyü ile idare ederler. Ama “hayran olmak durumu”nun temelinde “abartmak” vardır. Abartacaksınız ki, tadı çıksın. Önce kendi kendinize abartacaksınız. Başlarda bir “Ah!” demekle yetinirken, sayıyı artıracak, “ah, ahh, ahhh!” demeye başlayacaksınız. Sevdiğinizin bir şarkısı, bir fotoğrafı, bir albümü, bir filmi, bir kitabı (artık, taptığınız her nesiyse, onun herhangi bir şeyi) için, dünyayı birbirine katmaya hazır hale geleceksiniz. Şaka değil, abartı tabii ki hiç değil; Robocop gibi zırha-silaha dolanacak, hazır bekleyeceksiniz. Ajda Pekkan'ın yeni albümü yarın mı çıkıyor; gece boyu bir telefon ve mail trafiğinin içinde yer alacaksınız: “Kimbilir ne söyleyecek?.. Kimbilir ne

yozlaşmış 'gay' kültürüne bir nebzede olsa, 7. sanatla insanlara veya insanımsı kişilere bu türü(müzü) tanıtma misyonunu üstlendiği için, hiç kimse kolay kolay genç ve çaylak bir yönetmenin arkasından ülkesini bırakıp italya'ya yerleşmez... demek ki güven... hem kişisel hem e mesleksel… notredamegay 'cahil periler' isimli filminde aldığı rol ve filmin

söyleyecek?.. Filanca şarkısı gibi bir başka şarkı olabilir mi acaba yeni albümde?.. Yeni bir 'Bambaşka Biri' ya da yeni bir 'Uykusuz Her Gece'?.. Fikret Şeneş yeni söz yazmış mıdır ona?..” Ve başka onlarca soru, yüzlerce muhtelif cevap. Tabii, bu şenliği, sizin gibi olanlarla, size benzeyenlerle yaşamak gerektiğini söylemeye bile gerek yok. Öyle olmalı ki, gecenin bir vaktinde aradığınız karşı taraf, size dünyanın en ağır suçunu işlemişsiniz gibi bir muamele çekmesin; ya da babanız (ve belki de anneniz) gibi, size o ölümcül soruyu sormasın: “Bu kadının/adamın şarkısı ile karnın doyacak mı?” Hayran olmanın açmazlarından biri de budur; genellikle aile içerisinde “tek”sinizdir. O genellikle düzgün düzgün, genellikle aynı, genellikle aile içinde herkesin kafasına eşit eşit sıralanmış/yerleşmiş “gen”ler, “kromozom”lar, bir tek size sıra geldiğinde yan çizmiş, bir tek sizin başınıza bela olmuşlardır/açmışlardır. Bir şarkı ile, bir şarkıcı ile, bir film ya da kitapla karnın doymayacağını elbette bilirsiniz; çocuk değilsiniz ya? Ama şunu da, asla asla asla anlamazsınız: “Ruhum doyuyor, içim açılıyor, mutlu oluyorum… Peki

içinde geçenler, giyim ve saç tarzı, italya'da yaşaması. türkiye'ye eleştirel okları olması.-yummycoccuk rol aldığı filmlerde çizdiği karakterler ve bu filmlerdeki eşcinsel duyarlık sebebiyle. ayrıca androjen duruşu ile alışıldık kalıpların dışında kalıyor.-e_lale_m filmlerinde birçok eşcinsel, transeksüel insanla oynamış ve gerçek yaşamında da onur yürüyüşüne katılmış birisi olduğu için.-kinyas


bütün bunlar, neden karın doyurmaktan daha önemsiz ya da basit olsun ki?” Cevapsız sorulardan biridir bu, cevabı hiç verilememiş baş sorulardan. “Sistem-düzen işte!” deyip geçelim, devam edelim. Bir “ayna” yerine geçiyor olabilir mi bütün bu gönül verdiklerimiz? Bir gün, hayatımızın herhangi bir gününde, herhangi bir şarkıda sözü edilenlerin tam da bizim durumumuza uyduğunu, hatta “sanki bizden” söz ediliyor olduğunu düşünüyor olabiliriz. Şarkıya/şarkıcıya daha dikkatle kulak vermeye başlar, satır aralarından bir şeyler çıkartmaya çalışır, söylenmeyen şeyler olduğuna ve bunların bizim tarafımızdan anlaşılması gerektiğine vehmederiz. Anlar ve çıkartırız da; bin tane şey, bir sürü şey. Şarkıyı yazanın asla aklından geçmemiş durum ve ihtimallerden tutun da, şarkı yazarını bir Freud ya da Jung mertebesine çıkartan analizlere kadar, yazar da yazarız. Uydurur da uydururuz. Yazar, uydurur ve inanırız. İnandıktan sonra da yapacak bir şey yoktur; biz, o filancanın gelmiş geçmiş en “baba” hayranıyızdır artık. “Biz var ya biz, onun için her şeyi ama her şeyi yaparız, gerekirse Roma'yı bile yakarız…” GEÇMİŞ OLSUN: Elden gitmişinizdir artık; yapacak bir şey yoktur. Kaydığımız bu yeni düzlemde yaşamak dışında, yapacak bir şey yoktur. Takmışızdır bir kere; takmış ve takılmış. Dünya bizimle değil, onunla dönüyordur artık! Ve ne güzel, ama ne güzel dönüyordur. Ne eğlenceli, ne tantanalı… Böyle yazmanın ya da söylemenin büyük keyif verdiği buna benzer, bütün o diğer sıfatlar-sözcükler: Ne şaşaalı mesela.

tanırız kendimizi

36

Bu özel bir durumdur ama; her seferinde böyle olması gerekmez. Ya da herkesin başına gelen, böyle gelmek zorunda değildir. Bazen, biz bilmeden, özellikle yapmadan ya da kurgulamadan da (kurgu, hiç de yersiz bir sözcük değildir; hayranlık, abartmanın yanında kurgulamaktır da; bazen, başınıza gelsin istedikleriniz bir türlü gelmez ve gecikince, siz öyleymiş, olmuşmuş gibi düşünmeye, anlatmaya başlarsınız; dünden hazırsınızdır, bir süre sonra inanırsınız da zaten) birilerine kapılıp kalabiliriz. Bir çay bahçesinde, “O”nu beklemekteyizdir;

aşkımızdan öle öle, salya-sümük içinde beklemekteyizdir. Gelecektir elbette ama, ne olmuşsa olmuştur işte, gecikmiştir. Gecikir, daha da gecikir ve gelmez. Sonra sonra, ayrılık haberini alırız ondan, ya da bir arkadaşından… Ve apansız kendimizi, Ajda Pekkan'ın “Olsam”ına vururuz: “Bir kelebek olsam, yanağını okşasam…” Önce düşünmeyiz bile niye öyle yaptık, nerden aklımıza geldi bu şarkı diye; sonra sonra anlarız-hatırlarız. O gün, o rezil gün, o meşum gün; O'nu beklerken bu şarkı çalmaktaydı, o aşkımızı gömdüğümüz Akasya Çay Bahçesi'nde (belki şimdilerde 'Chat Çay Bahçesi', saçmalama Bu Satırların Yazarı, elbette 'Chat Cafe'). Bu şarkı, hayatımızın şarkılarından biridir artık; her çaldığında, “O gün, işte o gün!” diyecek, anılara dalacağızdır. Sonra bir de bakacağız ki, (sevme ve ayrılma ve yeniden sevme ve yeniden ayrılma hızımıza bağlı olarak) ne çok “hayatımızın” şarkısı olmuş! Ve ne tuhaf; bunların büyük bir bölümü de Ajda Pekkan'ın şarkıları! “Eh, o zaman ona tapmayalım da kime tapalım şimdi?” diyeceğiz, “Nil Burak'a mı?” Ki, Allah için, o da süper bir şarkıcıdır. Onun da süper şarkıları vardır ama kaç tane? Bir Pekkan şarkısına denk gelme sıklığı ile bir Burak şarkısına denk gelme sıklığı aynı ya da eşit olabilir mi? Biri 40 şarkı söylediyse, öbürü 140 söyledi. Birinin müzikal kariyeri 30 yıl sürdüyse, diğerinin 40, belki 50. (Belki 50'den bile mi fazla? Hainleşmeyelim Bu Satırların Yazarı; Superstar'ımız yaş konusunda ince, çok ince ruhludur; HASSASTIR.) Nil Burak dediğimiz için Nil Burak'tan devam edelim (iyi ki Serpil Barlas dememişiz, ya da Aylin Urgal; onların şarkıları, kimsenin derdine derman olamamıştır; bu nedenle devam da edemezdik). Allah için güzel kadındır Nil Burak; güzel, bakımlı ve çekici. Sesi de çok hoştu, şarkıları da. Peki neden, “Nasıl da tatlı tatlı, gülerdin yüzüme, senden başkasını görmezdim” dizeleri, mutlaka yaşamış olduğumuz bir şeylere de uygun düşmüş olmasına rağmen, onu seçmemiş, ona takılmamışızdır? Ya da Yasemin Kumral'a, ya da Yeliz'e, ya da Füsun Önal'a, Seyyal Taner'e. Neden, ille de Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nilüfer ve Nükhet Duru? Neden şimdilerde, Burcu Güneş ya da Zeynep Dizdar'a değil de (ki, ikisi de süper ötesi ses, süper ötesi yorumcu) Hande Yener'e takmış bir biçimde dolanıyoruz? Sertab Erener'de eksik olan neydi ki, kızcağız Eurovision'u kazanmış olmasına rağmen, onu değil de Candan Erçetin ve Nazan Öncel'i seçtik? Neden Tarkan “in” de, Mustafa Sandal “out”?

Böyle olabildiği, böyle davranabildiği, korkmadan “el hareketi” çekebildiği için Hande Yener'i “Tapılacak Kadın” olarak seçebiliriz mesela, hem de göğsümüzü gere gere.

ışığım ol Burda işte, hem altından kalkamayacağımız bir soru sorduğumuzdan, hem de, bu star'larda tanımlanamaz/anlatılamaz olan her unsur ya da durumla karşılaşıldığında, hep aynı izahat cepten çıkarıldığından, biz de öyle yapacak, aynı izahata yönleneceğiz/yönlendireceğiz: STAR IŞIĞI! Nedir, ne değildir, hiç bilinmez. Ne renktir, uzun mudur, kısa mıdır, hafif midir, ağır mıdır… bunlar da bilinmez. Ama mucizevi bir şeyleri tanımladığı da açıktır. “Star ışığı” dediğinizde, siz de, sizi dinleyen de, orda durur! Karşılıklı başlar sallanır, “Evet,” denir, tekrar edilir, “star ışığı işte!”

sezen aksu çünkü... ve tanrı kadını yarattı...mysterious_skin çünkü birçok eşcinseli şarkılarıyla birçok duyguya yönelten, ağlatan-oynattıran sezen aksu'dur. gerçi şebnem ferah, hande yener, deniz akkaya, aysel gürel gibi isimler arasından zar zor seçtim ama

sezen aksu hepsinin atası sayılır.-ashes aşkın nur yengi için onno tunç'la kavga etmiştir. haris alexiou ile birlikte söylediği şarkıda kendisi "gidiyorum bu şehirden" derken alexiou'ya "gidiyorum istanbul'dan" dedirtmiştir. birlikte verdikleri konserlerde ona sımsıkı sarılmış, aşkını hem gizlemiş hem cümle

aleme göstermiştir. "kadınları" ve "erkekleri" sevmiştir, söylemekten çekinmemiştir.-athena dea son sözü hep aşka bıraktı, geylerin hislerine tercüman oluyor.-tuerke yıllar önce bir gazetecinin “eşcinsel misiniz” sorusu karşılığında "ne ayıp şey,


tanımlanamaz/anlatılamaz olan her unsur ya da durumla karşılaşıldığında, hep aynı izahat cepten çıkarıldığından, biz de öyle yapacak, aynı izahata yönleneceğiz/yönlendireceğiz: STAR IŞIĞI! Nedir, ne değildir, hiç bilinmez. Ne renktir, uzun mudur, kısa mıdır, hafif midir, ağır mıdır… bunlar da bilinmez. Ama mucizevi bir şeyleri tanımladığı da açıktır. “Star ışığı” dediğinizde, siz de, sizi dinleyen de, orda durur! Karşılıklı başlar sallanır, “Evet,” denir, tekrar edilir, “star ışığı işte!” Tabii durduk yerde, aklınıza gelen herkes için harcayabileceğiniz bir şey de değildir bu. Yani yapılır yapılmasına da, komik olunur, komik durumlara düşülür. Düşünsenize, Kenan Doğulu'dan konuşuyor birileri ve siz atılıp, “Ahh, o star ışığı işte!” diyorsunuz. Karşınızdaki, demez mi size: “Bu kadar kısa bir ışık olur mu?” Gökhan Özen, Berksan, Bengü, Gülşen sakın demeyin zaten; bu isimleri zikreder etmez, ardından gelecek sorunun altından, hayat boyu kalkamayabilirsiniz. Bu noktada işte, kendine ve etrafına ve dört bir yanına MEYDAN okuyabilme tavrı dahil edilebilir çerçeveye; ışığın tanında, bir de bu. Çağına göre erken davranma, geleceği çok önceden görme hali yani. Bir DEVRIMCİ gibi davranabilmek işte; korkmadan, çekinmeden, ona buna baş eğmeden yaşamaya cesaret etmek. O ışığı, bir el fenerine hapsetmek bir yana, kristallerin içinden geçirip üzerimize saçmak bir şekilde… Böyle olabildiği, böyle davranabildiği, korkmadan “el hareketi” çekebildiği için Hande Yener'i “Tapılacak Kadın” olarak seçebiliriz mesela, hem de göğsümüzü gere gere. Mor Ve Ötesi'nden Harun'u, Duman'dan Kaan'ı da. Demet Akalın'ı seçemiyoruz (seçerseniz, karşıdakinin cevabı hazır, hem de yüksek perdeden: “SAÇMALAMA!”), ya da Teoman'ı. Örnekler uzar gider. Ama şu belli değil mi: Taptıklarımızın, tapabildiklerimizin sayısı, mevcudun içinde binde bir bile değildir. Bu nedenle, “Şuna da/buna da tapmayız, tapamayız,” diye isim sıralamaya kalktığımızda, sabahı ederiz. Çoklar tapamayacaklarımız, sayılamayacak kadar çok. Tapabileceklerimiz ise az. Ve belki, bu azlığı da “star ışığı” ile izah edebilmek mümkündür. Star ışığı, çay bahçesi ya da balıkçı ampulleri misali, zibil gibi bulunabilen bir şey değildir. Ender bulunur, seçilmiş insanlara bahşedilir. Yukardaki işini bilir; birilerine bunu bahşeder, onlara “Yürü ya kulum” der, biz de onlara taparız. Ama onlar da unutmasın; biz onları “tanrı” ya da “tanrıça” katına çıkardık diye, bunu çok ciddiye alıp, öyle davranmasın(lar). Komik olabilirler; böyle bir ihtimal yüksektir. Bilmezden gelmeleri, üstünde durmuyormuş gibi yapmaları daha mantıklı bir davranış biçimidir. Hatırlayacaksınız; taptıklarımızın en en en başında gelen Ajda Pekkan, jüri üyesi olduğu bir televizyon programında, yarışmacılardan birine, “Sana, yürü ya kulum diyorum!” dedi. Dedi ve en ağır hayranları dahil, herkesi kendine güldürdü. Yani, “Ben tanrıçayım. Ey Kul, yat-kalk-yürü!” denmemeli. Hiç denmemeli. Hitlervari bu tür ruh durumları sergilendiğinde, silah elinizde patlayabilir. Bu da, bu yazının fazlasıyla SOSYAL (ve fazlasıyla KİŞİSEL) bir “kıssadan hisse”si olsun: “Biz size tapabiliriz ama sakın ha, siz kendinize tapmaya kalkışmayın.”

değilim demeye utanırım" diye karşılık vermesi nedenlerden ancak biri olabilir. Müziğinde de hayattaki duruşunda da bizi ne kadar anladığının binlerce ispatına rastlamak mümkün.-p&g kadın ya da erkek, aşkın her türlüsünü destekleyen, insanı seven ve sevgiyi insana yakıştıran kadın.-darkelf

türkan þoray çünkü... görkemli bir kadın, her kesimden insanın bildiği ve sevdiği birisi, gey klişelerine bulanma tehlikesi yok, ama bir yandan da gizliden gizliye farklı kadınlıkları temsil etmiş, sergilemiş, mine'deki görüntülerini düşünüyorum, serbestliğini, iç sıkılmalarının yüzüne yansımalarını filan, türkan şoray kanunlarını sonradan eleştirebildiğini de unutmamak lazım, tamam dilimin altındaki bakla: hem kadınsı hem erkeksi de, güzel imiş.-esin düzel resimler: naim dilmener arşivi

37


selçuk gök Geyler ile kimi kadın starlar arasındaki süre giden yasak aşk, sonunda Hande Yener'le beraber açığa çıktı. Hande'yi sevmek adeta saklamanız gereken bir falso oldu, tıpkı işyerinde ağzınızdan bir 'ay' kaçması gibi. Hande'nin geyler için söylediği güzel sözler, eşcinsellere hakaret etmenin norm olduğu güzel Türkiye'mizi şok etti, alay konusu oldu. Peki geyler, oğullarının sevişmesindense birbirlerini öldürmesini yeğleyen bir ülkede, eşcinsellere sempatisini dile getiren, yeteneği ve azmi sayesinde tezgahtarlıktan iyi müzik yapan bir şarkıcı konumuna gelmiş bir kadını değil de kimi sevsinler? Televizyonda oruç açan, yarı deli, homofobik bir transeksüeli mi? Yoksa erkeklerle sarmaş dolaş fotoğrafları çıkan, sonra da “eşcinseller tedavi olsun” diyen ikiyüzlü bir megastar'ı mı? Ya da çoğu gey için başka bir gezegenden gelseler daha farklı olamayacak olan harbi erkekler İbrahim Tatlıses ya da Ferdi Tayfur'u mu? Geylerin kadın starlara kendilerini yakın hissetmelerini ve belki de kendilerini onlarla özdeşleştirmelerinin altında gizli bir transeksüellik arayanlar çıkabilir. Bizler de bu kadınlar gibi süslenip saçlarımızı yaptırmak, topuklu ayakkabılar giymek istiyoruz ama taşlanırız korkusuyla bunu yapamadığımız için de onların fanları mı oluyoruz? Sanmıyorum. Geyler ile kadınların yoldaşlığının kökleri derindir. Hangimizin bir

38

sevimsiz şehirlerde, asık suratlı, saldırgan ve giderek daha da muhafazakarlaşan insanların arasında yaşarken o liberal dünyadan, paris'in o kaygısız, hep gülümseyen yüzünden yayılan ışıltıların, bizim soğuk dünyalarımızı da ısıtmasını umut edelim. heteroseksüel kadın kankası olmadı hayatının bir döneminde ya da hangimiz kendimizi kadınların yanında erkeklere göre daha güvende hissetmiyoruz? Tabii kadınlara duyduğumuz sempatinin tek nedeni, kadınların sokakta bir geye saldırıp dayak atmaları ya da pis küfürler etmesi ihtimalinin erkeklere göre çok daha düşük olması değil. Bunun bir nedeni de içeriden tanıdığımız erkek dünyasının ışıltısızlığı, sevimsizliği ve bayıklığı olamaz mı? Evet, erkeklerin Fenerbahçe-Galatasaray, borsa-faiz, araba modelleri ve karı-kız muhabbeti bizi sarmıyor. Bu da çok doğal. Yeryüzünde topu topu iki cins olduğuna göre geriye de çok seçenek kalmıyor.

geyler ile kadın starların ortak cinsellik anlayışları Forbes dergisinin 'Top 100 celebrities' listesine baktığımda bir numarada Tom Cruise'u görünce şoke olmuştum. “Bu kısa boylu adam hala mı yaşıyor” derken, kendi bir numaram Paris Hilton'u 56 numarada görünce iyice afalladım. Donald Trump ve Muhammed Ali'yi de görünce, listeyi kaldırıp çöpe attım. Anlaşılan o ki herkes geyler kadar kadın star düşkünü değil. Şahsen benim açımdan sorun yok. Geyler ile kadın starları birbirlerine yaklaştıran ortak bir cinsellik anlayışı var. Bu, cinselliğin toplumsal statü ve para için değil, olması gerektiği gibi, yani sadece keyif için yaşanmasıdır. Eskiden, erkeğin güzeli hamama yakışır derlerdi. Halamın kızı kendisini istemeye gelen oğlanı çirkin bulup istemeyince, halam “kızım erkeğin güzeli çirkini mi olur, oğlan doktor” diye ikna etmeye çalışmıştı. Allahtan ikna edemedi. Tabii zaman bu anlayışı değiştirdi. Artık kadınların da güzel

küçük iskender çünkü... susmak yakışmıyor bizim ağzımıza, ağzımıza tek yakışan yasak ilişkilerimizi haykırabilmek herkese... iskender samimi gey aşkların sadık emanetçisi... susturmak için sevgisizlik gerekiyor kendisini... o benim ikonum çünkü yasak aşklarımızı en güzel o tarif ediyorutterlyignorant

gayet arsız yazar.-Zeynep çünkü hem gey hem de bir şair olarak iş, aile, kurum vb. şeylere sırtını dayamadan ayakta kalabilen, buna rağmen seviyesinden ödün vermeyen başka kimse yok...-troçki

gey olduğunu eylem ve söylemleriyle defalarca deklare etmiş; şiirlerinde ve şiirdışı yazılarında yöneliminin yaşayışı, fiziksel ve zihinsel durumu üzerindeki etkilerini açık, sert, net ve bir o kadar da şiirsel biçimde işlemiş; yurtiçi ve yurtdışı eşcinsel eylem ve şenliklerine katılmış; hemcinsi olan birçok ünlüye


erkek talep etme hakları biraz kabul görüyor. Kanadalı bir kadın tanımıştım. Kadın görünüşte bir kadın olsa da, bir eşcinsel erkeğin ruhuna sahip olduğunu söylemişti, çünkü geyleştirilmiş bir cinsellik yaşıyordu. Tıpkı geyler gibi o da erkeklerin fiziklerine fazlasıyla ilgi gösteriyordu. Gözüne kestirdiği kaslı, yakışıklı bir erkeği tek geceliğine evine götürüyor ve oğlanı çatır çatır yedikten sonra da hoşçakal diyor, onunla hemen karı-koca olma hayalleri filan kurmuyordu. Kadınların çoğu, sevmedikleri erkeklerin altında 'elalem ne der, çocuklarıma ne olur sonra' diye ömürlerini çürütürken, bazı kadın starların sadece arzulanan olmaktan çıkıp arzulayan da olmaları kadın cinselliği için bir devrim. Paris Hilton'un en son sevgilisinin pizzacıda çalışan bir oğlan olduğunu söylersem sanırım demek istediğim daha anlaşılır hale gelir. Paris bir partide bu çocuğu görmüş, hoşlanmış ve çıkmaya başlamışlar. Bu kadar basit ve olması gerektiği gibi. Türkiye'de ne kadar parası olursa olsun ya da ne statüde olursa olsun bir kadının şimdilik açıktan yaşamaya cesaret edemediği bir özgürlük bu. Heteroseksüel erkekler ise bunu uzun zamandır yaşıyordu. Bakınız, yaşlı karısını boşayıp sonra sekreteriyle ya da başka fakir genç kadınlarla evlenen kocamış zengin erkekler sürüsüne. Sanırım ilk klibiydi, Hande Yener de, etrafı, üstü çıplak, atletik genç erkeklerle dans ederken bir mesaj veriyordu. Şimdi de yine taş gibi adamla çıkarak aynı mesajı veriyor. Hande, “Ben kendi başıma yeterince para kazanıyorum, para için erkeklere ihtiyacım yok” diyor. “Ayaklarımın üstünde kendi başıma durabiliyorum ve istediğim erkekle de sadece onu istediğim, onu sevdiğim için yatıyorum” diyor, “Bana şurada daire ya da şu model araba alsın diye değil.” Pek çok gey, Paris Hilton ya da Britney Spears gibi makyaj yapıp topuklu ayakkabılar giymeyi hiç hayal etmese de, bu kızların götürdükleri oğlanlara bakınca 'allahım ne hayat' diye düşünüp onların yerinde olmak isteyebilir. Bu da bence bizi kadın starlara yaklaştıran bir neden. Yani kadın starların ultra yakışıklı erkek sevgilileri.

arkadaşıyla sevişerek ismini duyurmuş, gerisi de ip söküğü gibi gelmiştir. Paris sarhoş araba kullandığı için hapse girince, magazin medyası cinnet geçirme noktasına geldi. Paris haberleri, BBC gibi ciddi medya kuruluşlarına da sıçradı. Adeta Olimpos'tan bir tanrıça inmiş ve insanlar arasına karışmıştı. Ömründe en küçük bir zorluk görmemiş, köklü bir milyarder ailenin sarışın mavi gözlü kızı, yoksul zencilerle, Meksikalılarla aynı hapishanede nasıl kalacaktı. Her an peşinde kameralarla dolaşan, Los Angeles'ta bir sarayda oturan bu özgür kız bir hücrede tek başına bir ay nasıl vakit geçirecekti. Saçlarını hapishanenin verdiği sabunla yıkayacak olması bile konuşuldu. Bu da içinde olduğumuz tüketim ekonomisinde biz geyleri cezbediyor sanırım. Hemen hepimiz ay sonunu getirmek, yani kısaca hayatta kalmak için sevmediğimiz patronların, şeflerin ağız kokusunu çekiyoruz. Sömürülüyoruz ve giderek daha çok çalışırken, faturaları ve kredi kartlarını ödedikten sonra elde avuçta bir şey kalmadığını görüyoruz. Bu kız ise sadece eğlenerek, sevişerek para kazanıyor. Kapitalizmin bu öz çocuğu adeta komünist bir ütopyayı yaşıyor. Çalışmak zorunda değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değil. Zeki olmak zorunda değil, menfaat peşinde koşmak zorunda değil, tahsil görüp meslek edinmek zorunda değil ve tüm dünya ayaklarının altında. Ne hayat! Sevimsiz şehirlerde, asık suratlı, saldırgan ve giderek daha da muhafazakarlaşan insanların arasında yaşarken o liberal dünyadan, Paris'in o kaygısız, hep gülümseyen yüzünden yayılan ışıltıların, bizim soğuk dünyalarımızı da ısıtmasını umut edelim. Kurduğumuz hayaller için de hesap vermek zorunda değiliz ya.

39

olimpos dağında oturan bir tanrıça: paris hilton Tabii bir de cinselliğin ötesinde, işin ekonomik boyutu var. Paris Hilton hepimizi her yerimizden sarmalayan para ekonomisinin dışındadır. Aşırı zengin insanlardan biri olarak üzerinde para taşımamaktadır, çünkü hiçbir yerde paraya gerek duymamaktadır. Paris'in Los Angeles'ta bir restorandan hesabı ödemeden çıkması artık haber değeri taşımamaktadır. Kim bu kadar zengin ve ünlü birinden para isteyecek ki? Partilerde görünmek için bile para almakta, kanallar ondan röportaj koparmak için sırada beklemektedir. Para, paraya zerre ihtiyacı olmayan bu milyarder kızının üstüne oluk oluk akmaktadır. Amerikalı magazin gazetecileri Paris ve onun gibi birkaç 'celebrity' için yeni bir sözcük keşfettiler: Celebutante. İngilizce'deki şöhret demek olan 'celebrity' ve Fransızca'da zengin aile kızı demek olan 'debutante'nin birleştirilmesinden oluşan bu kelime hem şöhret sahibi hem de çok zengin bir ailenin kızı olan Paris'in cilasını artırmaktadır. O artık Olimpos dağında oturan bir tanrıçadır. Paris, diğer starlar gibi şarkı söyleyerek ya da film çevirerek manşet olmak zorunda değildir. O, şöhret olduğu için şöhrettir. Diğerleri gibi ne film setinde ne de müzik stüdyolarında ter dökmeden şöhret olmuştur. Her ne kadar bir albüm çıkarmış ve birkaç önemsiz filmde rol almış olsa da, ona şarkıcı ya da oyuncu denemez. Yatak odasında erkek

aşk şiirleri yazmış küçük iskender'in "gaey ikonu"nun "gay" kısmı konusundaki baskınlığı su götürmezdir. kalan kısım, yani "ikon" kısmı için de karizmatik kişiliği, yayımladığı onlarca kitap, oynadığı filmler, hazırladığı programlar, rock'n coke'taki binler önündeki performansı ve başlı başına ses tonu yeterlidir. küçük iskender, türkiye'nin enikonu gay ikonu'dur.-özgür rozan

türkiye de alt kültürün en büyük şairi ve bizden biri. acıyı yazmada üstüne yok ve kendini çok güzel ifade ediyor.deathmetalneverdies yazdıkları ve özgürce kendini ifade ederken bir dinozorun beynini masaya yatırıp hem cinsine duyduğu plasmasal çekimi içten ve edebi olarak aktarırken belli bir kültür ve

ahlak seviyesine sahip bir çevre tarafından onanması.-fruko ondan cesur var mı?-berkay toprak insan'a ağız dolusu küfredebildiği, ahlakı bu kadar güzel tartışabildiği için.-sevil


Gözüm Abla Selam Canlarım,

36 40

Mübarek enformasyon çağında canınız sıkılınca ister istemez normalde yapmadığınız şeyleri yapıyor ve bir sürü siteye giriyorsunuz. Ben de öyle bir can sıkıntısı hissettiğim günlerin birinde “Bakim bizim kaoscu'lar ne yapmış” diyerek internet sitelerine girdim. Yeni format benim gibi yaşlı ve alımlı bir kadın için fazlası ile karmaşık olsa bile renkliliğini ve zenginliğini seviyorum. Siteyi incelerken birden bir link dikkatimi çekti. Benim kızlığımda pudra, krem gibi kozmetik ürünlerin reklamlarında resmi kullanılan bir kız vardı. Ay aniden onu gördüm. Mest oldum. Aklıma ilk cinsel oyunlarım, yeni gelin edası ile elime alıverdiğim aşk mektuplarım, hamilelik endişelerim ve dahi bir sürü şey geliverdi. Linke tıklayıverdim. “Türkiye'nin Gey İkonu Kim Olacak?” başlıklı bir ankete girdim. Konu cidden ilgimi çekti canlarım. Sene 2008 olacak neredeyse. Her şeyimizi tamamladık adeta. Derneğimiz bilem var. Ama gözümüzden kaçmış ki bir gey ikonumuz yok. “İyi, akıllarına getirmişler” dedim. Dikkatle listeyi inceleyip ankete katılma kararı verdim. Bu arada içimde ince ama oldukça güçlü bir umut benim de adımın listede olacağını söylüyordu. Ama kendim dahil kimseye çaktırmadım. Zaten yalnızdım zor olmadı çaktırmamak. Listeyi önce hızla okuyup kendi adımı aradım. Ama yok! Herhalde okuma gözlüğümün numarası yükselmiş diye düşündüm. Birkaç kere daha baktım. Yok! “Zaten Kaos GL'de beni çekemeyen çoktur” diye düşünüp sade bir vatandaş gibi sade bir oy kullanmak istedim. “Geyleri sevmem ama canım fedadır onlar için. Bir ikonları olmadan ne yaparlar” diyerek sorumluluk almak istedim. Listedeki ilk ismi* hızla geçtim. Neden bir ikon olarak ismi izlem anlamadım. aybastı “Herhalde,” dedim “1980'lerin abazan konmuş ergenlerinin cüzdanında resmini taşıdığı, asker defterlerinde baygınlıktan başka bir mana taşımayan gözleri ile orası burası açık pozlarının yayınlandığı bu kadının buraya seçilme nedeni sadece sayıyı artırmak.” Hızla geçtim onu. İkinci isimde** biraz durdum. Yaptırdığı estetikler nedeniyle ortak bir şaşkınlık yaratan ve insanı kıskandıran bir dirilik sahibi olan bu isimin şarkıları geçti beynimden sıra sıra. Ama “Neden gey ikon olsun ki?” diye de düşünmeden edemedim. Geyler için ne yapmış ki? Bir sonraki adaya*** gelince tansiyonum yükseldi. Ayol biz yıllarca ne çektiysek gey

oldukları halde kendini gizleyen, barlarda fink attığı halde geyliklerini sadece “Benim özelim” savunması altında “Benim kusurum” tonlaması ile yaşayan ünlülerimizden çekmedik mi? İçlerindeki kadını sahnelerde perukların, makyajların altına sıkıştırıp bir de ünlü ve sanatçı olmanın getirdiği meşruiyetle bizlerin yanında olmayı akıllarına bile getirmeyen, hatta akılarına gelince gerekmeyen bir abartı ile sokaktaki heteroseksüelden daha hetero olduklarını ifade eden de onlar değil miydi? Hızını alamayıp “eşcinselliğin psikanalizle iyileşeceğini” bile söylemiş ve her fırsatta geylere öfke ve kin kusmuş insanların bu listede adına rastlarsam oy vermeyeceğime yemin edip listeyi taramaya devam ettim. Aliye Rona adayımız beni çok güldürdü. Sert kaynana imajı geldi gözümün önüne. Bir de bir film düşündüm. Oğlu gelip anasına, Aliye Rona'ya gey olduğunu söylüyor. Ana atalarının namusunu kirlettiği için helal etmediği sütü bir elinde, mutfaktan kapıp geldiği maşası diğer elinde oğlunu geylikten vazgeçirmeye çalışıyor. Belki de film evlendirilip doğru yola sokulmuş oğlunun düğününde kesilen kurban kanının Aliye Rona'nın alnındaki izi üzerinde beliren “SON” yazısı ile bitiyor. Liste cidden eğlenceli oluyor Aliye Rona'dan sonra. Gerçi geylere nasıl ve neden örnek olduğunu bilmiyorum ama listede bir sürü isim üzerinden ilerliyorum. Aniden onu görüyorum. Hani bir zamanlar fidan gibi delikanlı iken gözlerimizin önünde beliren memeleri, epilasyonları ve derken yurtdışında geçirdiği ameliyatla bu topluma bir dönüşümün nasıl yaşandığını göstermiş olan kişiyi. Bir zamanlar bir kahraman olarak algıladığım ama zamanla ameliyatın sadece bedeninde değil hafızasında da gerçekleştiğini düşündüğüm kişi. Sanki tüm toplum da onunla birlikte hafızasını yitirmiş gibi ısrarla kendisinin bir kadın olduğunu, hafazanallah hele ki o transeksüellerle ya da geylerle birlikte adının anılmasına verdiği tepkileri düşündükçe bu kişi mi olacak bizim ikonumuz ya diyorum içimden. Liste ilerledikçe görüyorum ki cidden bizimkiler akılarına geleni yazmışlar. Ne modacısı kalmış, ne şarkıcısı. Sanki tek kriter isimlerin duyulmuş isimler olması gibi bir yol izlemişler. İsimlerin birçoğu 'gay ikonu' seçimi için uygun değil. Murathan Mungan'a haksızlık etmek istemem bu arada. Ama onun adını da bu listeden seçmek ona haksızlığın daniskası gibi geliyor. İçimden “Keşke anketin başlığı 'Gay Karikatür Kim Olacak?' diye değişse de ben de gönül rahatlığı ile oyumu kullansam” diye geçti. Ama Gözüm Ablanızı tanırsınız. Geylerin yaptığı her etkinliğe destek olmayı bir düstur edinmiş ama adı listelere alınmamış bir mazlumdur. Gene de sineye çekip oyumu kullanmaya karar verdim ve ben gey ikon olarak Belkıs Akkale'yi seçtim. Kendinize iyi bakın canlarım. *Ahu Tuğba **Ajda Pekkan ***Ali Poyrazoğlu

zeki müren çünkü... o bu ülkenin gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından biri olmasının verdiği ün ile kendini asla kaybetmedi. efendiliğini hep korudu. saygılı biriydi ve cinsel kimliğini dış dünyanın istemeyeceği şekilde kendi kişiliğinin önüne geçirmedi. bence biz ve bizler gibi olan insanların kendilerini adeta bir eşya gibi çeşitli platformlarda pazarlaması yerine insan

karakterinin her şeyden daha önemli olduğunun farkına varması gerekir. zeki müren olmak gerekir.-lutie

güneşidir.-berfu ebru

şarkılarında hep acıyı anlattı. o kadar alkışın içindeydi, o kadar seviliyordu ama çünkü hala en kalantor abilerimiz bile o ışıklar sönüp de kulise çekildiği onun şarkılarında ağlar, hüzünlenir; her zamanki yalnızlığını anlattı şarkılarında. rakı masasında onun adı vardır, şarkıları ama o notalardaki ıstırabı kimi anladı? vardır ve hiç kimsede kalkıp bu adam gey kimiyse hiç bir zaman anlamadı ve diye düşünmez ya da yargılamaz. sanat anlamayacak... gay ikonu olmalı.


umut güner

diğerlerinden farkı var mı? Hem evet, hem de hayır.

umut@kaosgl.org

Dürüst olmak gerekirse, Türkiye'nin 'gay ikonu' anketlerinin sonuçlanmasına yakın, hem kuşku hem de korku içindeydim. Kuşkum, listedeki adayların politik doğruluğundan; korkum ise bazı isimlerin 'gay ikonu' seçilebilecek olmasından kaynaklanıyordu. İlk günden beri anketin aday listesinde, “eli ayağı düzgün”, “homofobik olmayan” bir isim bulma noktasında sıkıntılarım vardı. Eşcinsel kimliği açık üç aday dışındaki en ideal aday, medyada “olumlu” bir şekilde “ben eşcinselleri çok severim” diyen Hande Yener'di. Peki, ben eşcinselleri onun kadar “çok” seviyor muydum? Veyahut benim ikonum eşcinselleri sevmek zorunda mıydı? İlk sorumun yanıtı “Hayır!”dı; ben bütün eşcinselleri sevemem, bir insanı sırf eşcinsel olduğu için sevemeyeceğim gibi nefret de edemem ama gay ikonumun en azından eşcinsellere karşı ayrımcılık yapmamasını isteyebilirdim. Hiç değilse buna hakkım olduğunu düşünüyorum. İşte ondan sonra da korkum yerleşti: Ya homofobik biri seçilirse?

tarkan sanki “ilk” mi olacaktı? Listede aday olan ve seçilmesi mümkün görünen bir isim vardı ki, anket sonuçlarını yorumlarken onu nereye koyacağımızı kara kara düşünüyordum. Bu isim geçen senenin sonunda, yine Kaos GL okuyucuları tarafından 'Yılın Madisi' seçilen Tarkan'dı. 'Madi' Tarkan 'şugar' mı olacaktı? Olursa ne olurdu? Ama sonra düşündüm: Neden olmasın? Tarkan sanki “ilk” mi olacaktı? Bakınız: Bülent Ersoy. Yıllarca, “transeksüel olduğunu unuttu” deyip reddettiğimiz Ersoy, listede azımsanmayacak oyla yerini aldı. Oysa o da her sene madiler listemizin ilk üçünde yer alan bir isimdi. Evet, CD'lerini almayı bıraktık, posterlerini evimizin duvarlarına yapıştırmadık ama her gey bar gecemizde onun şarkılarıyla kendimizden geçmeye de devam ettik. Histeri krizine tutulmuş gibi kendimizi piste atıp göbecikler attırdık ama n'aptık: Her gey bar sonrası kiminle seviştiğimizi unutmayı nasıl istediysek Bülentşarkılarıyla dans ettiğimizi de hafızalarımızdan silmek istedik. Ertesi gün arkadaşımız “dün gece birlikte çıkılan adam”ı yadırgadığında verdiğimiz tepkiyi Bülentşarkıları için de verdik: “Çok içmişim, ne yaptığımı hatırlamıyorum!” Bakınız: Zeki Müren. Yine listede yer alan bir diğer homofobik “ikonumuz” Müren, şimdinin 30'lu yaşlarındaki geylerin korkulu rüyası değil miydi? “Aman Allahım ben de mi böyle olacağım” diyerek içselleştirilmiş homofobimizle açılma sürecimizi kendi kendimize tıkamamızın ismi olmadı mı? Ailemizden biri Mürenşarkılarına eşlik ederken mutlu olup, Zeki Müren'e küfrettiğinde “kendimize küfredilmiş” gibi hissetmedik mi? Zeki Müren'in travesti eğilimlerinin sahnesiyle bütünleştirme çabalarıyla izlerken; mini eteği ile ilgili soru soran bir muhabire “Benim giydiklerim kadın elbiseleri değildir. Sezar'ın, Bayteken'in, Brütüs'ün giysileridir” diye abukladığında kaçımız “Yeme bizi Zeki Müren” diyebildik? Zeki Müren ve Bülent Ersoy ile başlayan toplumsal yalanı eşcinsel olduğunu bildiğimiz ünlüler de devam ettirmiyor mu? Tarkan'ın Bülent Ersoy'dan, Zeki Müren'den ve

eşcinsel olduğu için değil; güçlü, çok güçlü olduğu için... ve pek çoğumuzun uğrunda aklını kaçırma raddesine geldiğimiz o ıstırabı, şarkılarıyla bir nebze olsun hafifletecek kudrete sahip olduğu için... şu sözler yetmez mi: "...artık şu gönlüm kırık / dudağımda hıçkırık / sevsen de sevilsen de / aşkın sonu ayrılık / hep o şarkı ümit dolu / hep o şarkı aşkın yolu..." -ali burak

star olmanın raconları vardı İtiraf edelim; Tarkan'ı sevmiştik. Sahnede hem erkek hem dişi halini özgürce sergilemesine bayılmıştık. Bülent Ersoy ve Zeki Müren sahnedeki homo-erotik performanslarını kendileri için yapıyorken, o bunu seyircinin gözlerinin içine bakarak, seyirci için yapıyordu. Onun seyircisi ile yaşadığı bu homo-erotik ilişki şarkı sözlerine de yansıyordu ve biz de doğal olarak üstümüze alınıyorduk. Ama Tarkan'ı sevmemizin asıl nedeni bunlar da değildi, eşcinsellerin onu gey barda gördüğünü söylemeleri de… Sene 2001'di. Amerika'ya taşındığı dönemdi ve bir erkekle sarmaş dolaşken çekilmiş fotoğrafları gazetelerin manşetlerine yansımıştı. Çok heyecanlanmıştık ama bir yandan da korkmuştuk, şimdi ne diyecek diye. Neyse ki korkumuz yersiz çıktı ve Tarkan, Türkiye'nin ahlak bekçisi milletvekilinden gazetecisine herkesi karşısına alıp “Bu benim özel hayatım, kimseyi ilgilendirmez” deyivermişti. Evet, bunu Tarkan söylemişti. Kaçmamıştı, saklanmamıştı, bir kadının elini tutup ya da dudaklarına yapışıp “Hayır ben normalim” dememişti. Pek çoğu gibi o da diyebilirdi, kandırabilirdi. Ama yapmadı. Türkiye'de ilk defa star sayılan biri eşcinselliğine ilişkin yalan söylemiyor ve bunu sahipleniyordu, “kimseyi ilgilendirmez” diyebiliyordu. Ama her şey bir yere kadardı. Türkiye'de star olmanın raconları vardı ve bu, “çişim geldi” deyip gitmek kadar kolay bir şey değildi. Gün geçtikçe düşen haran kitlesini yeniden canlandırmak gerekiyordu ve Tarkan kendisine uzatılan hemen her mikrofona “Eşcinsel değilim” demeye başladı. Sonra daha ileri gidip, "Homoseksüeller, çocuklukta yaşadıkları sorunlar yüzünden öyleler ama bu insanlar psikanalizle kendilerini düzeltebilirler” gibisinden hakarete varan açıklamalarda bulundu. Bundan birkaç yıl önce saldıran herkesin ekmeğine yağ süren Tarkan'ın cesareti gözümüzün önünde starlığı gibi balona dönüşmüş ve sönmüştü.

bizi özgürleştirecek modellerimiz olmalı Türkiye'de birçok eşcinsel cinsel yönelimini keşfetme sürecini ikircilikli yaşıyor. “Ben eşcinsel miyim?” sorusunu sormak da cevabını bulmak ya da vermek de yıllarca sürebiliyor. İşte o noktada bize sunulan modellere ihtiyaç duyuyoruz. Tarkan'ın cesareti o yüzden çok anlamlıydı, korkaklığı da o derece yıkıcı... Yıllarca Bülent Ersoy ve Zeki Müren kıskacından kurtulamayan eşcinseller için yeni bir umut olmuştu Tarkan ama bunu kötüye, çok kötüye kullandı. Annem çok severdi Tarkan'ı. Bir gün bana Kaos GL'de çalıştığım için “Tarkan bile eşcinsel olduğunu söylemiyor, sen neden söylüyorsun” demişti. Tarkan'ın yalnızca eşcinsel bireyler için değil toplumun yüzleşmesindeki etkisini de o zaman fark etmiştim. İçselleştirilmiş homofobi ve bastırılmış cinsellik sarmalındaki hayatlarımızı aşk ve nefret arasında gelgitlerle yaşıyoruz. Toplumsal kadınlığın ve erkekliğin kurallarının bu kadar katı kurulduğu bir toplumda eşcinsellik de iki arada bir derede sıkışıp kalıyor. Gay ikonu seçilecek ve bunu taşıyacak isim de bu yüzden çok anlamlı. Bizi özgürleştirecek modellerimiz olmadığı sürece Bülent Ersoy, Zeki Müren ve Tarkan arasında sıkışıp kalacağımızı biliyoruz çünkü.

tamam, kendisi hiçbir zaman 'out' olmadı ama şimdi elinizi vicdanınıza koyun: onun zamanında onun gibi giyinen, davranan bir adama insanlar sanat güneşi diyordu. kendisini sevmeyen olmuştur elbet ama hakkında küfürlü konuşan kimseye rastlamadım ben.-homoacademicus zeki müren duruşu ve hayata bakış açısıyla eşcinsellerin tek idolüdür. eşcinsellik hakkında

hiçbir şey bilmeyen ve homofobinin zirvede olduğu bir dönemde zeki müren korkusuzca milyonlarca kişiyi karşısına alıp “ beni böyle kabul edeceksiniz” demiştir. tüm eşcinsellerin çoğunun fuhuştan başka bir şey yapamaz hale geldiği bu dönemde zeki müren'in kariyerindeki başarısı da tek idol olmaya yetiyor.-rainbowmaster

41


ayşe düzkan ayseduzkan@hotmail.com

bu dergiyi okuyanlar arasında istanbul dışında yaşayanların çoğunlukta olduğunu varsayarak önce istanbul'daki kaos-gl partisinden söz etmek istiyorum. parti kalabalık, dj'lerimiz kitlelerini harekete geçirme konusunda başarılıydı. bu başarının ardında zaman zaman 'insanın eğlenemeyeceği müzik yoktur içmesi gereken biralar vardır' gerçeği yatsa da çok eğlendik. drag queen'imiz sürtük, giyim kuşam konusunda başarılı ve adına yakışmayacak kadar mazbuttu. miks tabir ettiğimiz bir ortam vardı, üstelik de mekandaki 'straight'ler, oraya gözlem değil dayanışma ve eğlenme amacıyla gelmiş gibiydiler. çoğunluk 'neşeli'yken 'düz' olacağı bir yere insan kolay kolay gelmez yoksa, bilirsiniz. bunları magazin olsun diye değil, şu noktaya gelmek için yazıyorum: partiye katılanların geyler açısından ciddi bir temsiliyet taşıdıklarını varsayarak, türkiye'nin 'gay ikonu' hande yener'dir demek zorunda kalırım. zorunda kalırım diyorum çünkü kendisini bir şarkıcı olarak berbat, kamusal bir figür olarak da epeyce pespaye buluyorum. tamam, çok stil sahibi bir kadın oldu ama bu 'romiyo'yu da, o saçma sapan

bunların arasında kızılcık şerbeti içtiğini iddia edeceklerin sayısı sanıldığından azdır çünkü erkek milleti sanıldığının aksine yarasını teşhire pek düşkündür) femme fatale'leri yani öldüren cazibeleri ikon seçerler kendilerine? yoksa bir sürü maddi manevi engel yüzünden kendilerine yakıştıramadıkları 'tarz'ları, kıllarını kıpırdatmadan taşıdıkları için mi stil ikonlarına, mesela ellili yaşlarında saçlarını pembe kurdeleyle iki kuyruk yapan ve bunu kendisine pekala yakıştıran ajda pekkan'a özenirler? ya da erkeklerden çektiklerini başarıyla dile getirdiğine inandıkları için mi sezen aksu'yu, yıldız tilbe'yi örnek alırlar? bu sorular benim için fazla karışık, cevaplarını da bilmiyorum. ama belirli bir sebeple birlikte sosyalleşen insanların ortak bir kültür yarattıklarını ve bu kültürü belirleyen tercihlerin de tesadüflere dayanmadığını biliyorum. örneğin geyler arasında rock ya da metal müzik dinleyenlerin sayısı bu kadar azsa, buna karşılık elektronik ve pop çok daha fazla rağbet görüyorsa, bu elbette sebepsiz değil, son zamanlarda (yani glam'ciler ortalarda görünmemeye başladıklarından beri) bir geyin özdeşleşebileceği herhangi bir rock ya da metal figürü olmamasından. buna karşılık farklı müzik türlerinin bu figürleri ziyadesiyle sunmasından bence. yine kaos gl partisinden örnek

benim ikonum ise burçak. bir kadın kadar zarif ve bir erkek kadar güçlü olabiliyor. hem audrey hepburn hep rambo! kendisine kur yapmasına izin verdiği adamlar sulanmaya başladığında çakıyor yumruğu! erkekleri de, kadınları da baştan çıkartabilir; döpiyes de giyiyor, deri mont ve kumaş pantolon da.

36 42

demeçleri de aklamaz değil mi? asıl şaşırtıcı olan nokta ise 'gay ikonları'nın çoğunun heteroseksüel kadınlar olması. erkekleri arzulamanın tek yolu kadın olmak değil ki. bu duymadığınız bir şey değil, orijinal olsa bile böyle ahkam kesmenin pek de manalı olmadığını biliyorum. çünkü erkeklerin sadece kadınları arzuladığının iddia edildiği bir dünyada insanın böyle bir yanılsamaya kapılmaması için bir neden yok. kaldı ki reklamlarda, kliplerde, moda gösterilerinde çıplak erkeklere rastlamaya başlamamız şunu şurasında kaç yıl? daha önce arzu nesnesi denen şeyin sadece kadınlardan oluşabileceği fikri bile vardı. erkeklerin arzulanır olmak için çabalamaya lütfetmeleri ise hala yaygınlaşmış değil. hele de heteroseksüellerse. öte yandan, insan hangi cinsi arzularsa arzulasın kendisine cinsel organları münasebetiyle yakıştırılan cinsiyete uygun giyinmek, davranmak zorunda değil. ama yine de neden kız olmak isteyen oğlanların sayısı, oğlan olmak isteyen kızlardan bu kadar fazla? sonra, erkekleri arzulayan kızlar arasında bile kırıtmayanlar varken bazı erkeklerin buna heves etmesi ve bu işleri artık meşrebine hangisi uygunsa- en cool, en stil, en civelek, en başarılı becerebilen kadınla özdeşleşmek istemesi; bunlar kolay açıklanabilecek durumlar değil benim için. erkekler de, haklı olarak tıpkı kadınlar gibi erkeklerle baş edemediklerinden mi, onlara kan kusturan (ve yeri gelmişken eklemek isterim ki

vermek istiyorum; orada bülent ersoy'un parçalarına ilgi gösteren genç adamların giyim kuşamlarına bakarak onu dinleyeceklerine ihtimal vermezsiniz. hip saç kesimleri, sade küpeleri, zekice tişörtleri ile onları dünya rüküşü bülent ersoy'a bağlayan nokta gey olmaları da değil, 'gay kültürü'. bu kültür, bir yandan eşcinsellerin görünürlüğünü sağlama, yaşam alanlarını genişletme anlamında eşcinsel özgürleşmesinin bir parçası ama öte yandan 'fark'ın altını çizerek, dışarıdan kolayca girilmeyecek bir getto yaratarak eşcinsel kurtuluşunun önünde bir engel teşkil ediyor. yani bugün nefes almak için bu kültüre ihtiyacımız var ama bu farkların ortadan kalktığı bir gelecek için bu kültürden kurtulmaya… bilmiyorum anlatabildim mi? b e n i m i ko n u m i s e h aya l i b i r kahraman, mehmet murat somer'in 'hop-çiki-yaya' polisiye dizisindeki burçak. bir kadın kadar zarif ve bir erkek kadar güçlü olabiliyor. hem audrey hepburn hep rambo! kendisine kur yapmasına izin verdiği adamlar s u l a n m a ya b a ş l a d ı ğ ı n d a ç a k ı yo r yumruğu! erkekleri de, kadınları da baştan çıkartabilir; döpiyes de giyiyor, deri mont ve kumaş pantolon da. formunu ne pilatese ne aerobiğe borçlu, dövüş sporlarıyla uğraşıyor. neşeli, güçlü, kendisine güveniyor ama sevdiğine sokulmayı da biliyor. sorarım size, insan bir ikondan daha ne ister?

mü jde ar çünkü... duruşu, rol aldığı filmler ile bir çok soruna parmak basmış ve sorunları tüm gerçek ve acımasızlığı ile gözler önüne sermiştir.-kibele cinsel kimliğiyle politik bir duruş yarattı. ne kendini ne sözünü sinemadan sakındı. çok eleştiri aldı

ama duruşunu bozmadı.-zeynep güçlülüğü ve cesareti sebebiyle… hepimizin ihtiyacı olan şeyler değil mi?-carandiru türk sinemasındaki cesareti ile birçok filme imza atmış, 'teyzem' filmiyle

çocukluğumuzdaki odipus-elektra komplekslerimizi acı badem kurabiyesi tadında hatırlatan kadın.yakup çünkü tıpkı biz. içe kapatılmış, kendini aşmaya çalışsa da gene bastırılmış, susturulmuş. kendini


1. Judy Garland Judy aslında bir 'gay ikonu' sayılmaz. Bundan çok daha fazlasıdır o. Eşcinseller için bir deniz feneridir Judy, bir azizedir. Elli yıla yaklaşan yaşamında karanlığa doğru yürüdü. İster 'Oz Büyücüsü' olsun, ister 'Judy At The Carnegie' albümü, bunlar eşcinseller için mihenk taşıdır. Eşcinsel dinleyiciyle Judy arasında bir tür duygu alışverişi vardır hep. Ve elbette alkol ve uyuşturucu hikayesi vardır ki, bunlar öyle ya da böyle gayet 'gay şeyler'dir. Bu hikayeyi cazip kılan bir 'gay büyüsü' var; çünkü eşcinseller bu kültürü iyi biliyor. Hayatına giren çoğu erkeğin (babası ve çocuklarının babası dahil) eşcinsel olması eşcinsellerle olan bağının güçlülüğünü göstermeye yeter!

2. Stevie Nicks

Observer Music Monthly, İngiliz şarkıcı Rufus Wainwright'tan gay ikonlarını yazmasını istedi. Rufus da birinci sıraya Judy'i yerleştirdi. Geçtiğimiz Şubat ayında Judy Garland'ın 1961 tarihli efsanevi Carnegie Hall konserini birebir sahneye taşıdığı projesiyle çok konuşulan Rufus'un bir numarası bizleri şaşırtmadı. İşte Rufus'un 'ilk on'u… çeviri: erdal

matur

Entelektüel eşcinsellerin aklından çıkmayacak bir isim Stevie. Ulaşılması zor olana bir eşiktir, bir geçittir. O, dikkate değer eşcinselleri önemsiz olanlardan ayıklamaya yarar.

3. Dusty Springfield Büyük bir sanatsal yetenekle kutsanmış Dusty, aynı ölçüde lezbiyen yanının görülmesine izin vermemiştir. Çünkü bu konuda açık değildi ve lezbiyenliğini özel yaşamayı seçti. Bu yolu seçmek ondan bir şey eksiltmedi. Sonunda yakalandığı kanser ona “ ikonik bir bedel gerek ikonik bir yaşam için” dedirtti.

4. Madonna Karanlık bir şeyler var burada: Kendi çıkarı için her şeyi harap eder Madonna. Londra'da şovunu görmeye gittiğimde şakadan hiç anlamayan ve çok soğuk birini gördüm sadece. Megalomani konusunda Joan Crawford'ı geçer. Bunlar da onu bir tür karanlık 'gay ikonu' yapar.

5. Kylie Minogue Kylie'ı seviyorum, O tam bir karşı-Madonna. Kendini bilmek güzel bir şey ve Kylie kendini gerçekten biliyor. Bir şeyleri ispatlamak uğruna entelektüelmiş gibi olmaya uğraşmaz, olduğu gibi görünür. O eğlenmek için 'gay stenosu'dur*.

6. Morrissey Kendisi gey ya da değil; o gey Elvis'tir. Çağımızın en büyük şovmenlerinden biridir. Şakalaşmak, dans etmek, sahnelemek gibi becerileri birleştirmiş biridir. Cesurdur. Her şeyi kendinde toplamayı başarmıştır; Dean Martin ya da Prince gibi.

7. Barbra Streisand Barbra!!! Ona vermek zorundasınız. Lanet olası istediği her şeyi elde eder ve böylesine bir konumda bile çılgınlığını sürdürmeye devam edebilir. Derin bir saygı duyuyorum ona karşı. Madonna kadar uğursuz değil; biraz umut veriyor.

8. Pink Pink aşırı muhafazakar pop dünyasının merkezinin biraz soludur. Solu değildir ama solunu bulmak için Britney Spears'tan daha iyi bir kanaldır. Bilirsiniz, Pink için 'geçiş uyuşturucusu' derim.

9. Prince Prince'ten 'gay ikonu' olarak bahsetmek biraz tuhaf ama alkışlamak zorunda olduğumuz şey, siyahi bir adamın Amerikan müzik endüstrisinde androjenlikle bu kadar oynayabilmesidir. Justin Timberlake bunu yapamazdı. Prince, denizci kıyafetleri giymiş bir pop stardır.

10. Kate Bush Her isteyen geyin ablasıdır. Kate eşcinsel dinleyicileriyle çok iyi iletişim kurar çünkü gerçek dünyadan kopuktur kendisi. Dışarıda olmanın içerde olmaktan daha iyi olduğunu hissettiren nadir sanatçılardandır. *Söylenen sözleri söylendiği kadar çabuk yazmaya elverişli, kısa ve yalın işaretlerden oluşan yazı yöntemi.

cinsellikle ispatlıyor tüm filmlerinde. kah 3. sınıf yaşam süren ailesinin dünyasından bekaretinden kurtularak kurtulacağını sanıyor, kah kenar mahallesinde cinsel aşağılamalara maruz kalırken başı dimdik yürüyor. onunda orgazm yaşayabileceğini, bunun sadece straight erkeklere özgü bir şey olmadığını sokuyor toplumun gözüne. Hem de anlatarak, isyan ederek değil, birebir gözler önünde yaparak. yeri geldi mi kaderini değiştirebileceğini, kendi yazgısının efendisi olamasa bile bunu değiştirmek için sonuna kadar savaşabilecek gücü kendinde bulması bile yetiyor onun gay ikonu olmasına.-mehmet

bülent ersoy çünkü... sefam olsun tadında yaşıyor transeksüelliğini. kimse de "gık" diyemiyor. cinselliğin bu kadar çok ve gizli yaşandığı bir ülkede "ablanız size kurban" olsun diyecek kadar pervasız. ve pervasızlığını dindarlığı ile gölgeliyor. biz de hayranlıkla bülent ersoy'u seyredenleri hayranlıkla seyretmiyor muyuz?-çağrılmayan yakup

43


söyledikleri, görüntüleri, şarkıları, oynadıkları roller… yalnızca eşcinsellerin bildiği kodlar içeriyordu sanki ve bu sırdaşlık onları vazgeçilmez kıldı. işte; onları 'gay ikonu'na dönüştüren üç neden…

Marilyn Monroe Sıfırdan başlayıp efsaneye dönüşen, mutsuzlukla bir anılan trajik hayat öyküsü. Seks ikonuyla kız çocuğu arasında sıkışmış dalgacı ve dalgın hali. Bütün filmleri.

Audrey Hepburn

44

Bir kuğuyu andıran boynu ve zarafeti. Moda ikonuna dönüşen stili ve kıyafetleri. 'Tiffany'de Kahvaltı' (Breakfast at Tiffany's, 1961) filmindeki Holly Golightly rolü.

Liza Minnelli Kendine özgü arsız ve cesur sahne şovları. Eşcinsel hakları için yaptığı çalışmalar. 'Cabaret' (1972) filmindeki Sally Bowles rolü.

Cher Sahnede kendinden bir an bile kuşku duymayan hali ve cesur şovları. Zamana olduğu kadar topluma da meydan okuyan varlığı. Açık yaşayan lezbiyen kızı Chastity Bono'ya verdiği destek.

Dolly Parton Kıyafetlerinden saç şekline camp estetiğin en önemli temsilcilerinden olması. Eşcinsel hakları ve AIDS çalışmalarına destek vermesi. Her biri gey marşına dönüşen şarkıları.

Bette Midler New York'taki gey hamamı Continental'da şarkı söyleyerek başladığı müzik kariyerindeki her adım. Eşcinsel haklarına verdiği destek. Her biri gey marşına dönüşen şarkıları.

Edith Piaf Kaoslar, skandal evlilikler, hastalıklarla dolu trajik hayat öyküsü. Yürek burkan bir sesle dokunaklı şarkılar söylemesi. Bütün şarkıları.


Romy Schneider Trajik hayat öyküsü. Visconti filmleri, Alain Delon aşkı, Coco Chanel giysileri. 'Sissi' (1955-57) filmlerindeki Kraliçe Elisabeth rolü.

Joan Crawford

Bette Davis

Sivri, uzun yüzüyle erkeklere meydan okuyuşu. Marilyn Monroe'yla yaşadığı ilişki. 'Bebek Jane'e N'oldu' (What Ever Happened to Baby Jane?, 1962) filmindeki Blanche Hudson rolü.

Genel geçer kurallara uymayan güzelliği. Delip geçen bakışları ve rahatsız edici iri gözleri. 'Perde Açılıyor' (All About Eve, 1950) filmindeki Margo Channing rolü.

45

Greta Garbo Buz soğukluğu ve vurdumduymaz halleri. Cazibeli, gizemli, feminen ve bağımsız görüntüsü. 'Kraliçe Christine' (Queen Christina, 1933) filmindeki Christina rolü.

Shirley Bassey Sahnede içli ve güçlü sesiyle şarkı söylerken devleşen görüntüsü. Geylerin buluşma merkezine dönüşen konserleri. 'This is My Life' başta olmak üzere bütün şarkıları.

Marlene Dietrich Buz kadar soğuk ve mesafeli olması. Düşük göz kapaklarının altından dünyaya meydan okuyan gözlerle bakışı ve puslu sesi. 'Mavi Melek' (Der Blaue Engel, 1930) filmindeki Lola Lola rolü.

Prenses Diana Kraliyete rağmen eşcinsel dostlarıyla görünmekten çekinmemesi. Sarayla halk arasında sıkışıp kalmış mutsuz hayatı. Trajik ölümü.

Julie Andrews Carol Burnett'le yaşadığı lezbiyen ilişki. 'Neşeli Günler' (The Sound of Music, 1965) filminde oynaması. 'Victor/Victoria' (1995) filmindeki Victor / Victoria rolleri.


LGBT öykü Kaos GL'li Kadınlar'ın düzenlediği 'İlk Adım İlk Kadın İlk Aşk' konulu Kadın Kadına Öykü Yarışması'nda üçüncülüğü temmuz rumuzlu yarışmacının 'Yarım Ay' adlı öyküsü aldı. Mansiyon alan öyküleri okumak için sizi www.kaosgl.org'a alalım!

Sevdiğim kadın İstanbul'a taşınmıştı, ben de peşinden okul bahanesiyle sürüklenmiştim buralara. Anlattım ama beraber olduğum insanın bir kadın olduğunu söyleyemedim. Bu yalanı çok fazla sürdürmeyecek kadar yakın olmayı diledim.

temmuz “Her aşk, ilk aşktır bir parça ve aşk'ın içindeyken sonsuza dek sürecek sanırsın... Hayatımdaki tüm kadınlara, bir nefeslik yaşamı olanlara da!” ilk adım Sorgulayacak yaşta değildim, dört yaşımın elma kokulu yılları... Komşumuzun kızıydı, çağlar kadar büyüktü benden. Çok koyu olmayan esmer teni, yanağındaki güzel ben'i... Ben'i olan kadınlara ilgim o anların izleri mi? Kucağına alırdı beni, başım dönerdi. Daha uyanmamıştım hayata, her şey tazeydi...

46

ilk kadın Deli akan çağlarım, ilk gençlik yıllarım... On iki yılı vardı, şairin dizelerindeki gibi yolun yarısına varmasına, benimse dokuz, o'nun o andaki yaşına. Dudaklarıma kondurduğu nemli öpücükler titretmişti bedenimi ve bir hayalin gerçekleşiyor olduğunu almamıştı aklım. Yaz biterken, o gitmişti... Bir mektup bırakmıştı ardında, olgunluğumu öven, incittiğini düşündüğü için özür dileyen. Ve biz aynı dünyanın, ayrı insanlarıydık; yollarımız çok başkaydı, ayrıldık... ilk aşk Bir yurt odasında; yeni bir şehirde, yeni hayatıma başlıyor olmamın verdiği heyecanla; büyüdüğüm şehirden, ailemden, sevdiğim insanlardan uzak olmamın buruk hüznüyle dokunuyordum gitarımın tellerine... Yalnızlığı iliklerime kadar hissediyordum. Bir an kapının sesiyle irkilip kalktım. Açtım kapıyı, iki çift göz bana bakıyordu, “Girebilir miyiz?” der gibi. “Buyurun” dedim. Esmer olanı; “Gitarın sesine geldik” dedi. “Nota bilmiyorum, çalabildiğim söylenemez. Saz'da kara düzen derler ya, ben bunu gitarda uyguluyorum.” Gülümsedik. Diğeri, sarışın olanı pek konuşmuyordu, gülümsüyordu sadece. Sarı uzun saçları vardı, güzel bir yüzü. İlk o zaman görmüştüm o'nu, hayatımın kadını olacağını bilmiyordum henüz. Kelimeler birbirini kovaladı. Onlara az önce yaptığım küçük şarkıyı çaldım; “Üşüdüm, üşüdüm üstümü örtecek kimse yok, üstümü örtmeye halim yok.” Sarışın olan, “Merak etme, biz senin üzerini örtmeye geliriz” dedi giderken ve ekledi gülümseyerek “Sabah kahvaltıya gelsene, odamız karşı koridorda, sağdan ikinci oda.” Teşekkür ettim ve iyi geceler diledim. Yatağıma uzandım, bir dolu düşünce geçti aklımdan, yeni insanlar tanımaya başlıyordum. Usulca uykuya daldım. Ertesi sabah odalarına gittim; sadece “o” vardı, esmer olan yoktu. Birlikte kahvaltı ettik. Konuştukça yakınlaştık, konuştukça hayret ettik, hayata baktığımız pencereler ne kadar da yakındı birbirine. Elisa diyordum ona. Güzel bir dostluğa yelken açmıştık. Bana birçok şey anlattı kendine dair, hayata dair... Sevdiği adamı anlattı sonra, ilişkilerinde sorunlar olsa da onu çok sevdiğini...

Günler geçip gidiyordu yakalayamadan...

yamacımdan

ben

günleri

Bir gün Elisa geldi. Sevgilisiyle buluşmuştu. Yüzünden düşen bin parça... “Neyin var? Her şey yolunda mı?” “Bugün K. İle buluştuk ya, tam 45 dakika sustuk, sonra ben kalktım masadan, bir şey konuşmadan ayrıldım yanından.” Mutsuzdu Elisa, bunu görüyordum. Benim ilişkim de iyiye gidiyor sayılmazdı, hep tartışıyorduk. O'na kendi ilişkimden örnekler verdim. Saatlerce konuştuk. Gece oluyordu. Yalnızdık ve ben tüm cesaretimi toplayıp “Sana bir itirafta bulunacağım” dedim. Ve anlatmaya başladım, uğruna birçok şeyimi feda ettiğim adam, aslında bir kadındı. Gözleri şaşkın bir ifadeye büründü ve bir süre hiçbir şey söylemedi. Sonra, bunu anlayışla karşıladığını ama benim gibi (kadınları seven) bir kadını daha önce hiç tanımadığı için şaşırdığını söyledi. Bir süre aşk'ta cinsiyetin olmadığını tartıştık. İçim çok rahattı artık, bu şehirde bana en yakın olan insan'a yalansızdım. Bir hafta sonu birlikte sinemaya gittik. Ellerim her zaman soğuktur benim. Sinema salonu da sıcak sayılmazdı. Filme dalmışken bir an ellerime dokundu. “Üşümüş” dedi gülümseyerek ve ellerimi bacaklarının arasına aldı. Filmden kopup gitmiş, kalp atışlarımın ritmini kontrol etmeye çalışıyordum. Konuşamadım, içime bir ateş düşmüştü, inanamadım. Beraber yurda döndük. Hafta sonu olduğu için pek kimse kalmamış, ıssızlaşmıştı yurt. Odasına çıktık, gece lambasını açtık. Öyle farklı görünüyordu ki o loş ışıkta... Oturduk ve gülümseyerek birbirimize baktık. Ne kadar da güzeldi... Sonra yüzüne yaklaştım, kulağına eğildim ve “seni öpmek istiyorum” dedim. Sadece gülümsüyordu, hiçbir şey söylemiyordu. “Seni gerçekten öpmek istiyorum” dedim ve öpüşmeye başladık. Zaman akmıyordu sanki, artık yeryüzünde değildik. Eros'un okları binlerce yerimizden vuruyordu bizi. Aşk dudaklarımızdan içimize akıyor, içimizi yakıyordu... Sonra bir an durduk ve sarhoşluk içinde baktık birbirimize. “Ne yapıyoruz biz? İkimizin hayatında da insanlar var, üstelik...” “Biliyorum” dedim. “Peki ne yapacağız?” “Devam etmeyelim.” O an'dan sıyrılıp bir süre gerçek yaşama döndüm. Haklıydı. Doğru olan bu değildi. Odama gittim ve sabaha kadar gözüme uyku girmedi. İçimde fırtınalar kopuyordu, aşık olmuştum. O'nun varlığına, hayattaki duruşuna, insanlığına, güzelliğine vurulmuştum. Beraber olduğum insan aklımdan çıkıp gitmişti çoktan. Ertesi gün, hiçbir şey olmamış gibi çene çalıyor, kahvaltı yapıyorduk. Gözlerimin içine baktı ve “Biliyor musun? K. İle öpüştüğüm zamanlarda gözlerimi kapayıp, herhangi bir f i l m d e k i a t e ş l i b i r ö p ü c ü k s a h n e s i n i d ü ş ü n ü p, heyecanlanırdım. Ama dün gece, seninle öpüşürken ben bir filmin içindeydim sanki.” Duyduklarıma inanamadım, çok şaşırmıştım. O da bana aşık, diye geçirdim içimden. “Seninle birlikte olmak istiyorum ben, hiçbir şey umurumda değil.” “Bunu ben de istiyorum ama... hayatımızdaki insanlar? Önce ilişkilerimizi bitirmeliyiz.” Bunu ciddi anlamda düşündüm ama üç yılımı verdiğim kadını bir çırpıda silmek... Ne kadar da bencildim.

2007


Birkaç gün sonra, K.'dan ayrıldı ve beni beklediğini söyledi. Kafam karmakarışıktı benim uğruma terk etmişti K.'yı... O'na olan aşkımdan şüphe etmesini sağlayacak kadar cesaretsizdim. O'na söyleyeceğim diyordum, zaman ver. Ne zamanıydı istediğim şu an ben de bilmiyorum. Bir gün yanıma geldi ve beraber olduğum kadını aradığını ve her şeyi anlattığını söyledi. Blöf yapıyor sandım ama aramıştı... Ondan önce arayıp ilişkimi bitirmediğim için çok pişman olmuştum ki bunun için hala çok pişmanım. Bir şekilde bitmişti sonuç olarak ve artık sadece birbirimiz vardık.

o'nun hatırasıydı. O'nun yokluğunu var eden birkaç küçük eşya gibi somuttu. An'lar vardı gülümseten... An'lar vardı içine çekip alan, boğulduğum an'lar. Her gittiğimde bir parçamı görüyordum ve dönüşlerim, olmayışının verdiği kederle kahrediyordu beni. Uyandığım çoğu sabah gibi... Ve hayat durmuyordu bile ve ben alışmalıydım artık o'nun hayatının dışında oluşuma. Ne yapacağımı bilemedim uzunca bir süre... Kadınım götürmüştü kendini benden ötelere. Güneş'i batmıştı ömrümün. İçimizde kalmıştı, doymamıştık birbirimize...

Her şey rüya gibiydi. Ertesi sene küçük bir ev tuttuk. Küçük bir balkonu vardı evimizin ve iki kişilik çaydanlığımız, birbirimize aşk'la çay yaptığımız. Pazar günleri, öğle saatlerinde, o küçük balkonda akşama kadar sürerdi kahvaltımız, gazeteler eşliğinde. Bazı pazarlar sahile iner, simit yer, çay içerdik... Eski evlerin bulunduğu, daracık sokaklarda uzun y ü r ü y ü ş l e r e çıkardık ve her seferinde fotoğraf makinemiz olmadığı için kendimizi şanssız sayardık. Boş vakitlerimizde kitaplar okurduk birbirimize sonra hararetle tartışırdık okuduklarımızı. Onunla olmak iyi geliyordu. Bazen susuyorduk, g ö z l e r i m i z konuşuyordu. Hayat bana en güzel armağanı vermişti. Bahtiyardık...

Aklımdan bir an bile çıkmadı. O'na olan aşkım tükenmiyordu. Ertesi seneye kadar sesini duymadım. Diplomamı almam gerekiyordu ve bu bahanem olmuştu. Şehre varır varmaz aradım onu, telefonu kapalıydı. Telefondaki ses “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz” diyordu. Tekrar tekrar denedim ben de ve sonunda ulaştım. Sesini duyduğumda yüreğim titredi. Çok şaşırmıştı orada olduğuma, hemen adresini verdi. Birkaç saatim vardı. Kaldığı eve gidip, kapısını çaldım. Sanki o bir yıl hiç g i r m e m i ş t i aramıza... Sarıldık, d o k u n d u k birbirimize. Ellerinden öpüp defalarca sevdiğimi söyledim ona. İstemiyordu beni hayatında. Belki bir başka yaşamda... Ne garipti, aşkı beni içine çekip alırken, yenilgiyi kabul ediyordu... Aynı d u y g u l a r ı hissediyorduk ama o çok zalimdi. Sanki bir güç tarafından kontrol ediliyordu. Vedalaştık sonra. Kalbimden düşen parçaları toplayıp, yuvama döndüm.

Sene sonu mezun oldum. O'nun bir yılı daha kalmıştı ve ayrı şehirlerde yaşıyorduk. Ayrılık düşüncesi ikimizi de mahvediyordu. Bir haftalığına benimle gelebileceğini söyledi. Doğduğum, büyüdüğüm şehri merak etmiş, görmek istemişti. Çok sevinmiştim. Ama o bir hafta, ışık hızıyla geçip gitti, biz hiçbir şey anlamadan... O'nu otobüse bindirirken gizlice bir öpücük kondurdum dudaklarına. Otobüs giderken baktım ardından, gözyaşlarımı bıraktım. Canımdan can gidiyordu... Sonra mektuplarla, uzun telefon konuşmalarıyla sürdürmeye çalıştık bir şeyleri. Sıcak bir Ağustos günü ağlayarak aradı beni. Ayrılmak istediğini söyledi. Buna inanamamıştım. İlişkimizin doğru olmadığını, sonu olmadığını söylüyordu. Yaşadığımız toplum, ailelerimiz, nereye kadar sürdüreceğiz diyordu. Bir yerlerde haklıydı belki de. Benim gibi düşünmüyordu. Yalvardım o'na. “Gidersen ölürüm” dedim. Kelimeler ağzımda oluşan o koca yumruya takılıyor, sese dönüşemiyordu. Kararını çoktan vermişti, döndüremedim. Severek ayrıldığını ama bir daha asla görüşmek istemediğini söyledi. Ağlayarak kapattım telefonu. Her şeyin bitişi, hiçliğin başlangıcı... Yokluğun başlangıcı, onsuzluğun başlangıcı... Bir intihar mevsiminin içine girmiştim; sağanak yağışlarla, sancılı, buhranlı, buz gibi sıcak gecelerle. Yaslandığım duvar bedenime yapışıyor, sırtımı hissetmeme engel olmaya başlıyordu. Ağladığımda yüzümü gömdüğüm yastık kardeşim oluvermişti. Yastık

Her yıl, doğum günlerinde mesaj yazdım, kendimi hatırlattım o'na, unutmadığımı hatırlattım. Akıp gidiyordu zaman. Tutamayacak kadar hızlı akıyordu hem de. Acımı özümseyip, alışmaya başladım onsuzluğa. Hayat bir şekilde devam ediyordu ne de olsa. Başka kadınlar sevdim; incindim, incittim, mutlu oldum, mutlu ettim; yaşama bıraktım kendimi yani; yaşama bırakmalıydım! Ama hiç kimse kalbime o'nun gibi yumuşacık, sıcacık dokunamadı. Aslında hiçbirinin dokunuşu benzeyemez zaten değil mi? Aradan tam yedi yıl geçmişti. Hayat savurup duruyordu oradan oraya... Tayinim Ege'de, güzel bir kente çıkmıştı. Yeni bir şehirde, yeni hayatıma başlıyor olmanın verdiği heyecanla, ailemden, sevdiğim insanlardan uzak olmanın verdiği buruk hüzünle dolaşıyordum sokaklarda. Bir çift göze takıldı gözlerim. Bir mucizenin içindeydim. Bana bakıyordu uzaktan, gülümseyerek. Birbirimize doğru ilerledik, sarıldık uzunca, sarıldık sımsıkı... Her şey inanılmazdı, kalp atışlarımın ritmini bıraktım, kendimi bıraktım. Mutlu son yoktur sanırdım. Ve biz devam ederken hayata nefes almaya, bu öykü bitiyor bir kıyı kasabasında...

47


serseri, yaralı ve sair:

napoleon lapathiotis

cemal akyüz cemalden@gmail.com

Bohem Yunan şairi Napoleon Lapathiotis 1888 yılında Atina'da dünyaya geldi. Politikacı bir babanın tek oğluydu. Atina'da hukuk eğitimi aldı ancak edebiyat ve şiire olan tutkusundan vazgeçmedi. 1907 yılından itibaren şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanmaya başladı. 1912 yılındaki Balkan Savaşı sırasında orduya alındı. 1914 yılında, tartışma yaratan şiiri 'Manifesto' Noumas dergisinde; üç yıl sonra önemli bir başka şiiri 'Kravgi' (Çığlık) Rizospastis dergisinde yayımlandı. Babasıyla gittiği Mısır'da tanıştığı Konstantin Kavafis'ten etkilenerek şiirler yazdı. 1927 yılında komünizme yakınlık duydu ve Atina Başpiskopos'una yazdığı mektupla kiliseyi terk ettiğini açıkladı. 1939 yılında toplu şiirlerinden oluşan ilk kitabı basıldı. Ancak, yıllardır düzensiz bir hayat süren ve sıradan bir işte çalışmayı reddeden şair, kullandığı uyuşturucular ve içine battığı yoksullukla birlikte ağır bir depresyonun pençesine düştü. 1944 yılında kendini vurarak yaşama veda etti.

48

Küçükken evlerini ziyaret eden bir misafir, annesinin onu neden bu kadar çok sevdiğini sorduğunda “Çünkü ben şair olacağım” diye cevap vermişti. 21 yaşında en iyi arkadaşı Cleon ile beyaz takım elbiseler içinde Atina sokaklarını turlayan Lapathiotis eşcinsel kimliğini hiçbir zaman saklamadı. En sevdiği yazar Oscar Wilde, en sevdiği şair Kavafis, en sevdiği oyuncu Sarah Bernhardt'tı. Komünizme yakınlık duysa da Komünist Parti üyesi olmadı ancak 'Komünizm bizim en son umudumuz' demekten de geri kalmadı. Dönemin ünlü edebiyat dergisi Bouquet'in editörü Papanicolaou ile ilişkisi çok konuşuldu. Uyuşturucu kullanması, “toplum dışı” insanlarla takılması, aykırı hayatı ve eşcinselliği nedeniyle ağır eleştiriler aldı; öyle ki, yaşadığı dönemde hayatı bir kitaba konu oldu. Ama o, “burjuva değerlerin sahte ahlak anlayışını yansıtan” bu kitabı ve eleştirileri ciddiye almadan yaşadı. Aradığı ve hak ettiği şöhreti hiçbir zaman elde edemeyen Lapathiotis, fakir düşse de bohem hayatından asla ödün vermedi. Ölmeden önce yakın dostlarına “Artık yolun sonuna geldim, ama ölünce beni hemen gömmeyin, bir kaç gün bekleyip öldüğümden emin olun” diyen şair aslında ölmek istemediğini, hatta ölümden korktuğunu da söylemek istemiştir. Lapathiotis 1944'te başına dayadığı silahla kendini öldürdüğünde 56 yaşındaydı. Arkadaşları vasiyetine uyarak, aralarında topladıkları üç beş kuruş parayla, onu ölümünden üç gün sonra gömdüler. Şairin ölümünden sonra Yunanistan 30 yıl boyunca doğru dürüst demokrasi yüzü görmedi. Albaylar cuntası yüzünden Fransa'da sürgün hayatı yaşayan 'Pazarları Asla' filminin 'gay ikonu' Melina Mercourie, ülkeye geri döndükten 7 sene sonra, 1981'de Kültür Bakanı olduğunda yaptığı ilk icraatlardan biri Lapathiotis'in yaşadığı evin de bulunduğu Victoria semtini koruma altına almak oldu. Efsane Victoria semtinde oturan arkadaşım Panayotis Ioannidis'u ziyaretimle semti gezme şansım da doğdu. Etnografya Müzesi ve Teknik Üniversite'nin eski binasının da bulunduğu bu semtte neo klasik tarzda yüzlerce ev ve bina var. Zamanında oldukça marjinal sayılan Victoria şimdilerde oldukça gözden düşmüş durumda. 1993'te ölen Mercouri sayesinde kurtarılan semt korunmaya devam ediyor. Yeni bina yapılması yasak ve eskiler de restore ediliyor. Duvarları anarşist sloganlar ve grafitiyle kaplı bölgenin marjinal sakinleri, 1974'de sona eren albaylar cuntasının buradan doğan öğrenci hareketi ile devrildiği gibi nostaljik ama tarihi gerçekliği tartışmalı bir inanca sahipler.

“Uzun, ince, sıvazlanmaya bayılan, kullanılır sanayide bir dükkanda, aldım onu bir cumartesi gecesi eve ve yattık birlikte.” Avangart şair insanları şaşırtmayı, hatta şok etmeyi çok seviyordu; bu yüzden Yunan toplumunun henüz alışık olmadığı liberallikteki şiirleri okuyanları öfkelendiriyordu. Bu elbette ki şairin umurunda bile değildi. Yunanca eril, dişil ve nötr üçüncü tekil şahıslara sahip bir dildir; şair yukarıdaki şiirinde eril ya da dişil değil nötr üçüncü şahıs zamirini kullanmış, dolayısıyla sanayide çalışan bir çırakla mı yoksa bir aletle mi yattığı konusunda belirsizlik yaratmış. Aldığı tepkiler üzerine bu şiiri ikinci kez, küçük bir değişiklikle yazan şair geri adım atmamış sadece tepki verenlerle dalga geçmiş. Aşağıdaki de şiirin ikinci versiyonu: “Uzun, ince, sıvazlanmaya bayılan, kullanılır sanayide bir dükkanda, aldım onu bir cumartesi gecesi eve ve yatmadık birlikte.”

1985 yılında şairin hayatı 'Meteor ve Gölgeler' (Meteoro kai skia) adlı bir filme esin kaynağı oldu. Takis Spetsiosis'in yönettiği filmde Napoleon Lapathiotis'i Takis Moschos canlandırdı.


keditörün kitabı

kitaplık Büyümenin Türkçe Tarihi

Hiç Niyetim Yoktu

Kolektif, Metis, Deneme

Fatih Özgüven

Türkiye'de büyümek üzerine öykü üstüne öykü... Mungan derlemelerinin en iyisi.

Rastlantısal Ali Smith, Everest, Roman Aile... bir kapalı kutu. En küçük bağımsız cumhuriyet; kendi yasaları, âdetleri, neşeleri ve sırları olan...

Yedi Kapılı Kırk Oda Murathan Mungan, Metis, Hikaye 20 sene sonra Mungan'ın kırk odası yeniden açılıyor. Bu kez varoluşun, kendini var etmenin yedi kapısına işaret ediyor.

Hasta Hayat Depoları küçük İskender, Sel, Şiir küçük İskender, 'yalan' hastalıkları ve 'ciddi' yalnızlıkları bir kez daha Türkçeye çeviriyor.

Hrant'a... - "Ali topu Agop'a at" Kolektif, Kırmızı, Anı Gidişinin ardından özlemle…

Şimdi Seni Konuşuyorduk Kolektif, Doğan, Anı Edebiyatçılığının 40. yılında yazarlar onun için konuştu. Bu kez Selim İleri okusun diye…

Nar Çiçekleri Mehmed Uzun, İthaki, Deneme

Metis, Hikaye Fatih Özgüven'in geçen sene yine Metis Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Bir Şey Oldu' için “F.Ö. Lunaparkı'nın korku tüneli” demiştim. Ürperten, endişesini ve gölgelerini üzerimize bulaştıran bu kitabın ardından bu kez yazarın 'gerginliği azaltılmış' dediği yeni öyküleri geldi. Özgüven'in 'Hiç Niyetim Yoktu' adlı bu kitabı ise bizi lunaparkın aynalarının karşısına dikiyor. Çocukluğumuzdan beri korkuyla karışık bir özlem duyduğumuz Avrupa'nın ve Avrupalı olmanın hikayeleri bunlar. Hem orada hem de burada 'yabancı' olmayı anlatan... Kimi yerde turist, kimi yerde de sürgün olan yabancıları… Kimi yerde de 'Regal Dönemi'nde olduğu gibi hem burada hem de orada olamayanları… Ya da iki 'yer'de de olanları… Bunun için kitabın ismi de ilk öykünün seçimi de pek manidar. Çünkü Ajda Pekkan'dır karşımıza çıkan. Yani Türkiye'de Avrupalı olmanın ya da olamamanın en önemli yansıması… Bir yandan buralı ama bir yandan da o kadar yabancı olan Ajda. Tıpkı kitaptaki öykü kahramanları gibi. Boşuna değildir bu seçim. Ajda Pekkan'ın Avrupalı hali çocukluğumuzdan beri bizi büyülediği kadar içimize dokunmuştur da. Çünkü o bizim Avrupalı olma çabamızın görüntüsüdür. Onu buralı kabul etmeyenlere umursamazlığı, 'özgür kadın' halleri bizim de isyanımızdır. Beceriksizliğinde de, yapaylığında da, abartılı hallerinde de kendimizi suçlamışızdır. 'Regal Dönemi' adlı öyküde anlatıcının ateşler içinde sorguladığı gibi bize de saçma gelir şarkı sözleri ama olsun, yine de severiz onu. Lunapark'taki en 'görüntü bozan ayna'dır bu öykü. Suretimizi biliyor olsak da gördüğümüze dayanamadığımız. Kitapta 13 öykü/ayna var, her biri sizi size başka şeklinizde gösteren. Kimi doyumsuz bir kahkahaya kavuşurken, kimi sessiz bir şaşkınlıkta boğulan… Ortaklıkları şu ki: Her biri son üç cümlesinden ötesini devam ettirmeniz için sözcüklerinizi bekliyor. fotoğraf: o. cem çetin

Kürt edebiyatının usta kaleminin anısına…

tadımlık

fotoğraf:muammer yanmaz

içinden ikon geçen kitaplar

türkan şoray

Peçete Kağıtlarındaki Anılar - Agah Özgüç Dört Yapraklı Yonca - Bircan Usallı Silan Benden Sonra Tufan - Marlene Dietrich Sümbül Sokağın Tutsak Kadını - Atilla Dorsay Türkan Şoray Dudağı - Kutlukhan Perker Hür Doğdum Hür Yaşarım - Naim Dilmener Kraliçenin Büyüsü - Akın Ok Brigitte Bardot - Brigitte Bardot Senin için Sana Değil - Aysel Gürel Yeşilçam'da Unutulmayan Yüzler Mesut Kara

Okuldayken, önceleri birbirlerini pek iyi tanımazlardı. Gittikleri üniversite filmlerde gördüğümüz okullardan biriydi. Hani üniversitenin olduğu küçük kasabanın içinden dere geçer, derede öğrenciler ince uzun kayıklarda kürek çekerler, derenin kıyısından fışkıran otlar dereye doğru dökülür. Sadece erkeklerin bir arada olduğu çoğu yerde olduğu gibi orada da garip, beklenti dolu bir gerginlik vardı herhalde. “Ne olacak?- ne olacak?ne olacak?” Öyle yerlerde bu soruları en derinden hisseden en az bir kişi her zaman olur. Öte yandan, hep onu gören biri de vardır. O, ötekine eğilir, “ben buradayım,” der. Öteki şaşırır. Onlarınki de böyle olmuş. Öteki şaşırır; karşıdan birinin bakıp onu seyredebileceğini hiç düşünmemiştir. Seyredilmeye değer olduğunu hiç düşünmemiştir. Birisi tarafından seyredilmenin insana verdiği güç gariptir. İnsana dışarıdan gelir. Bütün dışarıdan gelen şeyler gibi nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz bir şeydir. Ya hemen hoşumuza gider ya da ürkütür; aşk gibi, geceyarısı eve giren bir hırsız gibi. Dostluk daha da garip bir şeydir, yol almaya devam eder, o kasabaların içinden geçen dereler gibi. Hiç Niyetim Yoktu - 'İki Kişili Hikâye'


Kült Filmler

& Jake Gyllenhaal/Brokeback Dağı

aykan safoğlu aykanella@gmail.com

Türkiye'nin 'gay ikonu' kim? Kaos GL'nin web sitesindeki ankete aylardır katılanların oyları en sonunda bu ay bir isim tayin edecek. Ben de sadece oyumu kullanmakla kalmadım, herkesin epeyce kafa yorduğu/yoracağı bu anket üzerinden hem 'kült filmler' isimli köşemizin kendinden menkul anlamını hem de benim bu anlamdan yola çıkarak yapmaya çalıştığım şeyi açıklamak için eşsiz bir fırsat bulmuş oldum. Elbette geylerin ve biseksüel erkeklerin ikonu olmuş bir oyuncudan bahsedeceğim ama önce kafamdan geçenleri paylaşmak istiyorum. Malum kült ile içine kapalı bir grup insanın kültürel bir nesne ile kurduğu ilişkiyi kastediyoruz. Bu insanların hayatlarının merkezine koydukları nesne/kişi ile aşırı ciddi veya önemli bularak girdikleri tapınma, ritüel benzeri ilişkiler bir kültü örgütlüyor. Kült film dediğimizde de artık sıradan sinema izleyicisinin film izleme deneyiminden bahsetmiyoruz. Çünkü bir filmi kült yapan şey izleyicisinin film etrafında ifa ettiği ritüeller. Bir filmin kült mertebesine ulaşması seyircinin film üzerinden aktif üretime geçmesiyle, performansa soyunmasıyla oluyor. Uzaydan dünyaya gönderilen bir interseksin hikayesini anlatan 'Rocky Horror Picture Show' (Jim Sharman,1975) filmi güzel bir örnek olabilir; İngiltere ve ABD'de senelerce bu filmi izlemek için karakterlerin kıyafetlerini giyerek sinema salonlarını kapatan seyircilerin bu filmle kurduğu ilişki böyle bir şey. Seyircilik deneyiminin film hakkında özel bir bilgi birikimini gerekli kılması, işin dinsel bir boyutu olduğunu da düşündürtebilir. Bir nevi tarikat mürit ilişkisi… Şimdi mevzuu dinsel boyutundan arındırmadan bu

köşede neden 'kült filmler' başlığı altında kelimenin gerçek anlamıyla kült olmayan filmlere yer verdiğim sorusunu açıklayabilirim. Her şeyden önce burada adını andığım filmler çoğunlukla bir yerinde LGBT karakterlerin öyküsünü kapsayan veyahut anlatan filmler. Belki bazılarımız bu filmleri kırk takla atıp yukarıda saydığım ritüelleri yerine getirerek izlemiyor. Hatta anlatıları kimilerimizin yüreğimizi dağlamaya, sevinçle yerinden sıçramasına, hasetten veya kahkahadan çatlamasına vesile olmuyor. Yine de eminim ki; burada mevzubahis edilen filmler bazılarımızın duygularına tercüman olup görünürlüğümüzü gerçekleştirdiği için, çoğu zaman ulaşılamaz olup elde edilmeleri için binbir badire atlatıldığı için, bazen anlamadığımız bir dilde yeterince muğlak ama eninde sonunda derin bir merak uyandırdıkları için ve nihayetinde kültür merkezlerimizde topluca vecde gelerek izlediğimiz için kültler… Yalnız bu noktada düşünülmesi gereken bir şey var; bir filmi sadece LGBT karakterlerin/ öykülerin varlığı üzerinden sahiplenmekte eleştirilebilir bir yan olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Nitekim bahsettiğim çerçevede bir kültün bağnaz takipçileri olmak gibi bir tehlike her daim baki. Sadece kendi beğenilerimize ve mevzularımıza gömülmemek için bir alternatif öneriyorum: kendi filmlerimizi okurken benzeş perspektiflerden başka hayatların filmlerini de değerlendirmek. Bir heteroseksüelin hikayesinden ibaret bir film, bir eşcinselin öyküsünü dillendiren filmin kız kardeşi olabilir. Bizden farklı olanlarla bir yanyanalığımız olduğunu görmek, eşcinsellerin kurtuluşunun heteroseksüelleri de özgürleştireceğini söylemekle başlıyorsa; aynı yöntemi elbet sinemaya da uyarlayabiliriz.


Aynı muhafazarkarlıkla benzer eleştirileri bir 'gay ikonu' belirleme çabasına da yönlendirebiliriz. Elbette muhafazakarlık derken biraz manidar olmaya çalışıyorum, bir içgörüye sahip olmaktaki ısrarımı kastediyorum. İkon… Kelimenin anlamı bir parça bütün ilişkisini imliyor, son tahlilde bir ikon temsil ettiği şeyin bir parçası olmuş olan demek. Modern popüler kültürdeki kullanımıyla star, yıldız gibi kavramlara denk düşerek bazı karakterleri imlese de, aslında Yunanca “imge” demek. Tarih boyunca değişik zaman ve mekanlarda dini kültler inançları doğrultusunda bazı somut şeylerin imgelerine kutsallık payesi biçmişler. Yani bu dini figürleri temsil eden kutsal resimleri anlatmak için kullanılagelmiş bir kavram, ikon… Bütünden ayırt edilebilmesi zor parça… Ey eşcinsel erkekler, gerçekten kendimizden ayıramayacağımız kadar sevdiğimiz bir 'gay ikonu' arıyoruz demek.

parmak izi de sahibini temsil eden bir ikondur Biz de 'gay ikonumuz'u seçerek bir sünneti yerine getiriyoruz gibisinden aymaz laflar etmeyeceğim; sadece ikon ile onu dolaşıma sokan cemaatin ilişkisini sorgulamak istiyorum. Ama bu sefer de köşemizde sinemadan bahsettiğimiz için film gramerinden birtakım (ç)alıntılara da başvurmamız farz oldu. Sinema da bir nevi imge yaratımı olduğu için bu bağlamda ikon ve ikonografi haliyle sıkça kullanılan kavramlar. Sinemasal anlatım dekor ve kostüm yaratımı ile, yani bir anlatıyı sahneleyerek belirli anlamlar yaratıyor. Film tarihinde belirli bazı sahneleme alışkanlıkları olduğu için de belirli türlerden ve bu türe özgü filmlerden bahsedebiliyoruz. İkonografi bu yüzden film okumalarında başvurulan bir kavram oluyor. Bilimkurgu filmlerin kendine has bir ikonografisi var örneğin, ışık bu tarz filmlerde belirleyici bir unsur. Veyahut kovboy filmleri olarak bildiğimiz westernlerin çok belirgin bir ikonografisi var. Bu filmlerde mekan genellikle Vahşi Batı ve mekan çok belirgin bir ötekilik üzerinden tarif ediliyor; bir yanda beyaz Amerikalılar, bir yanda Kızılderililer. Tam da buraya denk düşecek çok güzel bir filmi örnek verebiliriz: Ang Lee'nin 'Brokeback Dağı' (Brokeback Mountain, 2006) filmi… Bu film de nihayetinde bir western. Filmde başkarakterlerden biri de westernlerde alışılmış olduğu üzere yalnız bir kovboy, ama burada western ikonografisine uymayan birtakım şeyler var ve film tüm meramını işte tam da bu ikonografiyle uyuşmazlık üzerinden anlatıyor. Daha önce kovboy karakterlerin heteroseksüel kodlanmış olması, bu filmde iki eşcinsel kovboyun arz-ı endam etmesiyle bozuluyor. Yani seyircinin daha önce gördüğü tüm kovboy filmlerinden aşina olduğu unsurlardan biri değiştiğinde, bunu yapan film o değişiklik üzerinden derdini anlatmış oluyor. Yönetmen diyor ki: “Bakın siz senelerce bu filmleri izlediniz, bu filmler çoğunlukla heteroseksüel erkeklerin hikayelerini anlattı ama burada bir fark var ve aslında siz böyle bir farkın olabileceği ihtimalini düşünmemiştiniz…” Filmin gişede başarılı olmasının bir nedeni de belki burada yatıyor veya tersten okuyalım: bu filmler Ali Murat Güven gibilerinin tam da ezberini bozduğu için bu insanlar tarafından reddediliyor. Filmin zihnimizde bıraktığı etki muhtelif, hatta Ali Murat Güven için de geçerli mi bilmem, ama Jake Gyllenhaal'un filmdeki rolüyle gey ikonumuza dönüştüğü kesin. Belki görsel bir kültürde yaşadığımız sürece ikonlar yaratmaktan geri durmayacağız; bu da epey insani bir şey olsa gerek. ikon:

hepimizden bir parça…

Şimdi verdiğim sözleri hatırlayanlar sıkılganlıkla hangi 'gay ikon'dan bahsedeceğimi düşünüyor olabilir. Öyleyse bir oyun oynayalım: şöhret basamaklarında emin adımlarla yürüdüğünü ispat eden Jake Gyllenhaal'ı alalım, sol üst dudağındaki beni ufak bir operasyonla elmacık kemiğinin altına doğru

kaydıralım, artık Andy Warhol'un 'Yalnız Kovboylar' (Lonesome Cowboys, 1968) filminde oynayan Joe Dallesandro'yu yaratmadığımızı kimse iddia edemez. Joe Dallesandro, beş gey kovboyla onlara eşlik eden iki çılgın kadının, hatta travesti bir şerifin de dahil olduğu ayrıksı western macerasını anlatan bu filmle şöhreti yakaladıktan sonra muazzam bir ilginin nesnesi olan, birçoklarınca omzundaki Little Joe (Küçük Joe) dövmesiyle tanınan (Bkz: parmak izi), bir sürü yönetmeni büyüleyici güzelliğiyle etkisi altına almış, penisinin fotoğrafları albüm kapaklarına yansımış1, şarkılara konu olmuş2, Andy Warhol'un fabrika kültünün dünyaya armağan ettiği bir ikon… Burada kendisinin bir 'gay ikonu' olup olmadığını tartışmadan önce gizlemediği biseksüelliğinden bahsetmek, hem bifobimizi yenmek namına hem de bir 'gay ikonu'nun aynı zamanda bir biseksüel olabileceği, hatta heteroseksüel/biseksüel kadınların ilgisine de mazhar olabileceğini göstermek açısından zihin açıcı olabilir. Biyografisini yazan Michael Ferguson, 1948 doğumlu Dallesandro için "perdede çıplak göründüğü filmler vasıtasıyla açıkça erotize edilen ilk erkek seks sembolüdür”3 diyor. Homolojide ise 'Çiçeklerin Meryem Anası' isimli homolog kendisine hayranlığını şöyle dile getirmiş: “Andy Warhol'un süperstarı, antik yunan heykellerinden yontulmuş süper fizikli 4 şahsiyet.” Kült film yönetmeni John Waters ise kendisini “perdede erkek seksapelini sonsuza kadar değiştirmiş muhteşem oyuncu” olarak anar. Demek ki çıplaklığını örtmek ihtiyacı hissetmeyen, bir gey pornosunda oynamış olduğu da bilinen Dallesandro'yu eşcinseller bir şekilde ikonlaştırmış; ama bu ilginin sadece yüzeysel olduğunu düşünmeyelim. Bir ikon olmasının ardında oyunculuğuyla canlandırılması zor rollerin altından kalkabilmesi, hep bizden hikayelerin kahramanı olması yatar diyebilirim. Bu haliyle de onu ikonlaştırmış olan herkes: fahişeler, uyuşturucu bağımlıları, kamyon şoförleri, geyler, biseksüeller, vs… onda bir parça bulabilir. Candy Darling isimli ünlü travesti oyuncu ile oynadığı, hamile sevgilisine kürtaj parası biriktirmek ve eroin kullanabilmek için seks işçiliği yaptığı 'Et' (Flesh, Paul 5 Morrissey,1968) ; Holly Woodlawn isimli kült trans oyuncu ile oynadığı, uyuşturucu bağımlılarının hayatını konu edinen 'Çöp' (Trash, Paul Morrissey,1970)6 ve oyuncu/şarkıcı Jane Birkin'in aşık olduğu gey kamyon şoförü olarak belirdiği 'Seni Seviyorum, Sevmiyorum' (Je t´aime moi 7 non plus, Serge Gainsbourg,1976) gibi filmler bunlara verilebilecek sayısız örnekten birkaçı. Diyebiliriz ki, Dallesandro ikon olarak genel bir temsiliyet üzerinden kendini gerçekleştirmez. Bütünün ufak detaylarını temsil etmek üzerinden kariyeri anlamlıdır. Yani şoven bir gey kültürünün yaratıklandırdığı içi boş bir dev değildir. Çünkü filmlerinde canlandırdığı her karakter ikonografiyi saptırdığı ölçüde yeni anlamlara vesile olan ufak ama zihin açıcı anlardır. Böylece asgari müşterek üzerinden herkesin kendini bir parça bulabildiği bir ikondur. İstersek ona bu sayının hürmetine 'gay ikonu' diyelim, ama hala başkalarının ikonu olabileceği gerçeği ortadan kalkmış değil? Peki öyleyse bütün bu konuştuklarımızın ardından “Bu coğrafyada iklimimize uygun bir ikon var mıdır?” “Varsa bile ikonografimizi bozmayacak, ezberimizi dağıtmayacak bir ikonun ne manası vardır? “ “Geylerin ikonu, lezbiyenlerin ikonu derken kendi küçük cemaatlerimizde şoven bir kültürün /kültün esiri olmuyor muyuz?” “Gerçekten ikonlara ihtiyacımız var mıdır?” gibi sorulara cevap vermemiz de icap ediyor olabilir.

1

1971 tarihli Rolling Stones albümü Sticky Fingers 1972 tarihli Lou Reed hiti Walk on the Wild Side Ferguson, Michael (1998). Little Joe, Superstar: The Films of Joe Dallesandro. Companion Press. 4 Çiçeklerin Meryem Anası, 2685 numaralı tanım, www.homoloji.com 5 http://www.youtube.com/watch?v=zyhImncnSXY 6 http://www.youtube.com/watch?v=XsC8IwGgQZQ 7 http://www.youtube.com/watch?v=rhJaE4lG1Bw 2

3

51


sinema Fransız sinemasının son on yılda çıkardığı en önemli ve yaratıcı auter François Ozon'un bu ay Türkiye'de de gösterime girecek olan yeni filmi 'Angel', aşk romanları yazan Angel Devell adlı bir kadın yazarın gerçek ve kurgu arasında sıkışıp kalan hayatını anlatıyor. Yönetmenin tamamıyla İngilizce çektiği bu kostümlü melodramını merakla beklerken Claire Vassé'nin Ozon'la yaptığı söyleşisine kulak verelim istedik. çeviri:

'Angel', Elizabeth Taylor'ın aynı adlı kitabından uyarlama. Niye bu kitap? 5-6 yıl önce kitabı bir çırpıda okuduğumda Romanesk bir dünyayla yüzleşmek için iyi bir fırsat olacağını düşündüm. Angel'ın beni eğlendiren, büyüleyen ve sonunda derinden etkileyen karakterine aşık oldum. Yapımcılarıma haklarını almalarını istedim. (Amerikalılar tarafından önceden alınmış olabileceğini düşünüyordum.) Kitabın Fransa'ya uyarlanması ise imkansız görünüyordu. Çünkü derinden İngiliz olan bu hikaye İngiltere'deki kadın yazar geleneği hakkında yazılmıştı.

52

Havuz'la da bir kadın yazarı anlatmıştınız. Benim için 'Havuz', 'Angel'ı çevirmek için ön hazırlıktı. O dönemde kendimi Angel'ı uyarlamaya hazır hissetmiyordum. Bu noktada editör ve yazar, gerçek ve kurgu arasındaki ilişkileri keşfettiğim 'Havuz' doğdu. Aradan birkaç yıl geçti ve kendimi İngilizceyle ve Elizabeth Taylor'ın romanıyla yüz yüze gelmeye hazır hissettim. Nasıl bir uyarlama oldu? Benim için önemli olan Angel'ı ilgi çekici kılmaktı. Romanda karakterin kitapları ve tavırlarına alaycı bir yaklaşım vardı. Taylor onun yazmaya ve başarıya olan kapasitesini biliyor fakat onunla çok dalga geçiyordu. Onu aykırı ve çirkin tasvir ediyordu. Benim için bir karakteri iki saat boyunca bu kadar negatif göstermek ise imkansızdı. Kötü ve dayanılmaz taraflarını da silmeden Angel'ı çekici ve büyüleyici bir kadına dönüştürmeye çalıştım. 'Rüzgar Gibi Geçti'nin Scarlet O'Hara'sı geldi aklıma; Angel da onun gibi bir yandan sevdiğimiz ve bir yandan da nefret ettiğimiz bir karakter olmalıydı. Angel'ın çekiciliğinin bilincinde olmasını ve bu güçle, özellikle editörü ve Nora'yla oynayabilmesini istiyordum. Benim Angel'ım Taylor'a göre hilekar, daha neşeli ama kesinlikle ahlaksız değil. İlk başlarda öğretmeni, annesi, teyzesi, editörün eşi, herkes onu eleştiriyor; diyebiliriz ki Angel sevilmiyor ve yaptığı iş anlaşılmıyor. Bu da bence seyircinin empatisini ve merakını artırıyor; özellikle yazdığı zamanlarda.

Angel karanlıkta yok olacak Angel'ın yazma konusundaki inatçılığı etkileyici ama yazdıklarının kaliteli olup olmadığını sorgulamadan yapıyor bunu. Filmde romanlarından uyarlanmış bir tiyatro sahnesi var. Kitaplarının görsel olarak

batu ekmekçi

sunulmasına yardımcı olan bu sahnede Angel'ın edebi kalite eksikliği, gülünçlüğü ve yoksunluğuyla şöhret sahibi olmak için duyduğu heyecanı dengelemeye çalıştım. Asıl ilgimi çeken, hayali bir dünya yaratmaya yetenekli ve bunu yapmaktan gerçek bir haz duyan birinin yaratıcı gücüydü. Önemli olan yazarın edebi kalitesi değil gerçek ve kurguyu karıştırma aşamasında enerjisi, ilhamın ona nasıl geldiği ve onun bunu nasıl içine aldığıydı. Acaba sanat yaşamaya izin mi veriyor yoksa yaşamdan alı mı koyuyor? Angel ve Esme birbirlerinden tamamen farklılar ama ikisi de sanatlarına tutkunlar ve gerçek hayatı kaçırıyorlar. Esme zayıflığından ve işindeki talihsizliğinden dolayı başarısızlığa uğruyor ama sonunda gelecek kuşaklara kalacak kişi de o olacak. Bu arada sanatına inanmakta ısrarcı Angel ise kendi zamanında, karanlıkta yok olacak. Ama şunu da göz ardı edemeyiz: Angel kendi zamanının insanlarına dokunmuş ve düş görmelerine yardımcı olmuştu. O zaman şu soruyu da sorabiliriz: Bir sanatçının karanlığa gömülmeden önce, yaşadığı sürede başarı ve şöhreti yakalaması mı yoksa gölge ve sefalet içinde yaşayıp Van Gogh gibi ölümünden sonra başarıya ulaşması mı önemli? Bütün yalanlarının dışında Esme'ye hala aşık. Kitapta aşk hikayesi son derece ironikti. Angel ressamın imgesine aşık oluyor. Esme onu para için kullanıyordu ama burada bile Angel'ı sevmemiz için onun aşk hikayesine inanmamız lazımdı. Angel her şeyden önce aşık olma fikrine aşık. Ama aynı zamanda buna inanıyor ve içtenlikle Esme'ye yardım etmek istiyor. Peki ya Esme'nin kız kardeşi Nora'nın Angel'a olan arzusu? Kitapta gizli bir eşcinsellik vardı, ama Nora çok çirkin ve hatta bıyıklı tasvir edilmişti. Ben karakteri yoksun, nankör ve hırçın kız kardeşten kurtarmak, baştan çıkarıcı ve ilgi çekici bir kişiye dönüştürmek istedim. Filmde Nora, Angel'a abisinin metresi hikayesindeki gerçeği söylüyor, halbuki kitapta Angel'ı korumak için sırrı saklıyor. Ama böylece Nora bir anda trajik bir boyut kazanıyor ve Angel'ın suç ortağına dönüşüyor, Angel'a olan arzusu ile kardeş bağı arasında gidip geliyor.

Romola Angel'ı çok güzel taşıdı Romola Garaï'da sizi çeken neydi? Romola rolün bilgi ve becerisine sahipti. Angel'ın zaman zaman groteskleşen boyutundan korkmuyordu ve hayal kuran çocuk gözleriyle baştan çıkarmayı, çekiciliği ve saflığı çok güzel taşıyordu. Pek çok kişi Angel'ı canavar ve kötü buluyordu. Angel bir anti-kahraman, yalancıydı; bu onu korkutabilirdi ama birinci sınıf oynadı. Angel'a ve onun hayatına alay etmeden yaklaştı.


sinema klasik

DVD

Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları

Efsane Öğrenciler History Boys Yönetmen: Nicholas Hytner Oyuncular: James Corden, Samuel Anderson İngiltere, 2006

1980'lerin İngiltere'sinde bir grup lise öğrencisinin etrafında gelişen öyküsüyle film, şiir ve tarih üzerine iddialı cümleler kuruyor. Biraz geveze olsa da izlemesi keyifli.

Köçek Yönetmen: Nejat Saydam Oyuncular: Müjde Ar, Mahmut Hekimoğlu Türkiye, 1975

Müjde Ar sinemadaki ilk filminde çift cinsiyetli Caniko'yu oynuyor. Türkiye sinemasında başka bir örneği yok.

Küçük Gün Işığım Little Miss Sunshine Yönetmen: Jonathan Dayton, Valerie Faris Oyuncular: Greg Kinnear, Alan Arkin, Toni Colette ABD, 2006

Bir minibüs dolusu 'ucube' yolda... Bağımsız sinemanın geçen seneki medarı iftiharı.

Bir Ömür Yetmez Saturno Contro Yönetmen: Ferzan Özpetek Oyuncular: Stefano Accorsi, Margherita Buy İtalya, 2007

Özpetek yaşlandıkça iyice sıkıcılaşıyor. Cahil Periler'in kahramanlarının 40'lı yaşlarında neye dönüştüklerini merak ediyorsanız buyurun.

Sil Baştan Eternal Sunshine of the Spotless Mind Yönetmen: Michel Gondry Oyuncular: Jim Carrey, Kate Winslet ABD, 2004

Aşkın ne menem bir şey olduğunu 'hatırlatan' ender filmlerden. Abartmadan söylüyoruz: Sinema tarihinin en güzel aşk filmlerinden birine hazır olun.

Gouttes d'eau sur pierres brûlantes Yönetmen: François Ozon Oyuncular: Bernard Giraudeau, Malik Zidi, Ludivine Sagnier Fransa, 2000

Ne anlatıyordu: 70'li yılların Almanya'sında geçen film, 50'li yaşlardaki Leopold ile 20'li yaşlarındaki Franz'ın ilişkilerine odaklanıyordu. Tutkuyla başlayan ama zamanla erkek-kadın ilişkisine dönüşen ve sıradanlaşan bu birliktelik eski sevgililer Anna ve Vera'nın gelişiyle iyice çözülmeye başlıyordu. Neden izlemeliyim: Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder'in 14 yaşında yazdığı ve sahnelenişini göremediği 'Tropfen auf heisse Steine' adlı kısa oyunundan uyarlanan film, usta yönetmene saygı duruşu niteliğindeydi. Fransız sinemasının kötü çocuğu Ozon'un 'olgunluk' dönemine girmeden önce yaptığı son 'çılgın' filmiydi. Aşkta sado-mazo duyguların hakimiyetini anlatışındaki cesareti de cabası. Filmin 2000 yılında Berlin'den Teddy Bear, New York Lezbiyen ve Gey Filmleri Festivali'nden 'En İyi Film' Ödülü aldığını da not düşelim.

antrakt 64. Venedik Film Festivali'nde en iyi film dalında Altın Aslan ödülünü, Tayvanlı ünlü yönetmen Ang Lee'nin filmi 'Lust, Caution' kazandı. Lee, geçen sene de 'Brokeback Dağı'yla aynı ödülü almıştı. Festivalde ayrıca, the speed of life ilk kez bu sene eşcinsel temalı filmlere verilmeye başlanan Queer Aslan Ödülü'nü Ed Radtke'nin 'The Speed of Life' adlı filmi kazandı. Ferzan Özpetek Ekim ayında çekimlerine başladığı 'Mükemmel Bir Gün' (Un Giorno Perfetto) adlı filminin senaryosunda yer alan eşcinsel karakterini kadın olarak değiştirdiğini söyledi. Melania G. Mazzucco'nun aynı adlı kitabından uyarlanan film için, “İtalya'nın güncel olarak çok yaşadığı bir konu. Umutsuz bir film” diyen Özpetek, geçmiş filmlerinde sürekli eşcinsellikle ilgili bir şeyler olmasından dolayı böyle bir değişikliğe gittiğini belirtti.

Ayıp Yatakta Olur Sex is Comedy Yönetmen: Catherine Breillat Oyuncular: Anne Parillaud, Gregoire Colin Fransa, Portekiz, 2002 Muhafazakar ruhları çileden çıkarmaya ant içmiş kadın yönetmen Catherine Breillat'dan kışkırtıcı bir film daha.

yarışma

Fatih Akın'ın lezbiyen temalı son filmi 'Yaşamın Kıyısında' adlı filmi Almanya adına Oscar'a aday gösterildi. Jüri, filmin, dramatik yapısı, görsel düzenlemesi ve konunun duygulu bir şekilde anlatılması nedeniyle aday gösterildiğini belirtti.

Bu sahne hangi filmden? Yanıtla birlikte adınızı ve soyadınızı yazıyor, editor@kaosgl.org adresine gönderiyorsunuz. Biz de soruyu doğru yanıtlayan 3 kişiye Metis Yayınları'ndan çıkan Fatih Özgüven'in 'Hiç Niyetim Yoktu' adlı kitabını hediye ediyoruz. Geçen sayının talihlileri: Ümit Kader, Tunca Özlen, Haktan Ural

53


müzik

hazırlayan: bawer çakır

tazeler

kara tahtaya beyaz tebeşirle yazılan hüzün pj harvey white chalk sizin için 2007 güzü ne zaman başladı bilmiyorum ancak benim için yeni pj harvey albümü white chalk'ı dinlediğim gün güz oldu mevsim. küresel ısınmadan kaynaklı korkunç sıcakların bittiğini ve yaprakların her sonbaharda sararıyor olduğunu albümün ilk şarkısı 'the devil'i dinlediğimde hatırladım anca. sonrasında gelen 'dear darkness' ile oturduğum koltuğa mıhlandım. ve an itibariyle bir hipnoz seansındayım. karşımda biri var sanıyor ve çocukluğumdan başlayarak bütün kalp kırıklıklarımı anlatıyorum. son günlerin... son haftaların… son ayların… son ayların en “yıkıcı” albümü 'white chalk'. ama sanmayın ki bu yıkıcılığı yırtıcı pj vokallerinden ya da gürültülü şarkılardan kaynaklı. bu albümün yıkıcılığı tıpkı antony hegarty'inki gibi; sakin, dingin, hüzünlü… 'grow, grow, grow', 'white under ether', albümün isim şarkısı 'white chalk', 'broken harp' ve dahası… hepsi şaşılacak derecede “sakin” ancak beklenildiği gibi “tokat” gibi şarkılardan oluşan enfes bir albüm bu. tüm kötülüklerin “ana”sı ile birlikte tüketilmesi yaşama dair umutları alacak, başka bir dünya hayali kuracak kadar güzel… söz biter: alınız…

54

on yıl önce… yine aynı yerde… şebnem ferah 10 mart 2007 istanbul konseri adından da anlaşılacağı üzere bu bir konser albümü. türk rock müziğinin nadir kadın vokallerinden şebnem ferah'ın istanbul senfoni orkestrası'yla birlikte bostancı gösteri merkezi'nde verdiği konserin kaydı ferah'ın ilk albümünün üzerinden geçen 10 yılın şerefine cd ve dvd formatında yayınlandı ve bizler de bu ülkede şimdiye kadar yayınlanmış en iyi konser kayıtlarından birini, belki de en iyisini dinleme şansına nail olduk. şebnem ferah'ı milyonlarca insanın en sevdiği şarkıcı haline getiren birbirinden güzel şarkıların peşi sıra çalındığı, senfoni orkestrası ve ferah'ın muhteşem uyumuna sesleri ve alkışlarıyla katılan şanslı seyircilerle birlikte ortaya çıkan şey cidden taktir edilecek kadar güzel bir albüm olmuş. şimdi madiliğim tutar ve kusur aramak için kasarsam muhakkak ki bir şeyler bulurum; lakin, albümün en güzel yanlarından biri de bu işte: sizi kusur aramaya değil birbirinden iyi icra edilmiş şarkıları dinlemeye sevk ediyor. albüm kartonetiyle, fotoğraflarıyla da desteklenmiş bu canlı kaydı dinlememek olmaz. en nihayetinde ölüdeniz ile tsunami dalgaları arasında gidip gelen bir ses ferah'ınki ve onun sesiyle yarattığı dalgalara kendinizi bırakmak kesinlikle doğru bir hareket olacaktır. deli kızım uyan, mülteci, çakıl taşları ve sil baştan her kulağa tavsiye…

gökkuşağı fm'den umutlu güz şarkıları… radiohead in rainbows evet, 'in rainbows' yepisyen i radiohead albümü. radiohead'e ait olduğu için zaten sıradan olmayacağı da aşirkar. ancak bu albüm her açıdan insanı heyecana gark eden özelliklere sahip. öncelikle belirtilmesi gereken bu kaydı bir müzik marketten edinemeyeceğiniz. yani bu kritiği okuduktan sonra koşarak music storelara gitmeyiniz (yani hep gidersiniz ya, bu kez yapmayınız). çünkü radiohead emi ile olan anlaşmasının süresi dolar dolmaz müzik endüstrisine koca bir “nanik” yaptı ve bir sürü söylentiye rağmen 2 cd'lik bu fevkalade albümün ilk cd'sini kendi web sitelerinden yayınladı (2. cd ise 2008'de ilk cd ile birlikte raflarda doğacak). ama yayınlamakla kalmadı ve albümün fiyatını da downloadcı sevenlerine, sevenlerini ise vicdanlarıyla başbaşa bıraktı. dediler ki 'indirin, dinleyin, beğenin ya da beğenmeyin ama gönlünüzden ne koparsa onu verin, fazlasını değil. araya emi, sony gibi kapitalistler girmesin, biz aramızda anlaşırız.' grup, parası olmayanları ve cebinde akrep taşıyan sevenlerini de düşündü elbet ve seçenekler arasına dilerseniz hiç para ödemeyeni de ekledi. evet, bu bir rus ruleti gibi gelebilir size ancak satılan bir cd'den çok cüzi bir miktar alabilen müzisyenler, gruplar düşünüldüğünde daha kazançlı bir yol bile olabilir bu. albümün bir diğer önemi ise dağıldı, dağılacaklar, bittiler söylentilerine cevap niteliği taşıması. evet, ayaktalar ve albüm süper. albüm yağmurlarla gelmiş gibi. londra'nın korkunç yağmurlarının ertesinde açmış gökkuşağı gibi. hani o kadar güzel ki altından geçince değişeceksiniz gibi hissettiriyor. coşkulu bir sessizlik, hüzünlü bir umut, dost bir yalnızlık/kalabalık hisli şarkılarla bezeli, gökkuşağı renklerine göndermelerle dolu, '15 step', 'reckoner', 'nude', 'all i need' gibi nadide elmaslardan oluşan “en iyi” radiohead albümü. Tıpkı diğerleri gibi…


play-list

renkli tüp (G) Yonatan - Calling You http://www.youtube.com/watch?v= U1L7tinzfCo

(L) Tryad - Breathe http://www.youtube.com/watch?v= SxqcIvu4fR8

(G,B) T.H.E.M. - Killer http://www.youtube.com/watch?v= 1fDhCnTfQi4

(G) Brian Kent - I'm Not Crazy http://www.youtube.com/watch?v= pw3FBdMLqm4

(G) Billy Squier - Rock Me Tonite http://www.youtube.com/watch?v= Cpau66_4iyA

Kaos GL Ofis Broken Harp PJ Harvey Hüzün Kovan Kuşu Düş Sokağı Sakinleri Gemi Sabahat Akkiraz I Just Can't Get You Out... Kylie Minogue Sometimes I Feel I Like... Sarah Vaughan

Ümit Ünal When Under The Ether PJ Harvey Nothing Compares To You Little Jimmy Scott Gasoline Proud Pilot Romanian Folk Dances Bartok Aksi Ayyuka (demo kaydından)

Dj Haziran - Alt Kat Kulüp Disko Partizani Shantel The Salmon Dance Chemical Brothers Foundation Kate Nash Seni Yerler Sezen Aksu I'm Excited Le Tigre

Emir & Uğur Tasarım Biraz Özgürlük Hande Yener Lollipop Mika On The Radio Jay Jay Johanson Şefkat Gibi Hande Yener Dursun Zaman Manga&Göksel

(G) Levi Kreis - We're Okay http://www.youtube.com/watch?v= H3HZBDfN9kw

olay mahallinden

(G) Tomboy - It's OK To Be Gay http://www.youtube.com/watch?v =60bbua0MIR0

(L) Melissa Etheridge Refugee http://www.youtube.com/watch?v= csOg5jgHFow

(G) Mirkelam - Kaprislisin http://www.youtube.com/watch?v= Qr_50KCUAi0

(G) Azis - No Kazvam Ti Stiga http://www.youtube.com/watch?v= gsP8FVWhqQk

yıllardır okuduğumuz dergimizin 13. yıl gecesi için beyoğlu'nun karanlık sokaklarına daldık. travestileri, çorcuları ve kulüplerin ihtişamıyla yıkılan eski sakızağacı, şimdinin atıf yılmaz sokağındayız. yıllardır travestilere ve gey kulüplere hizmet veren sokaktaki bir barda yapılacak olan bu parti, taş tuğlalı, eski bir kilisenin mahzenindeydi. dj haziran ile başlayan gece belki de uzun zamandır gey barlarda duymadığımız şarkılarla "hımmm" yapmamızı sağladı. -kuzum bu şarkı depeche mode değil mi? -evet kuzum. dj haziran'ın ardından setiyle sahne alan dj tesla şaşkınlığımızı korudu. “aman tanrım bu şarkı nedir”, “şu şarkıcı kimdir” sorularımız süre dursun sahnenin ortasında herkes deliler gibi dans ediyordu. sürtük ise yıllardan sonra görebileceğimiz farklı bir drag şovla aramızdaydı. şov sırasında herkesin hep bir ağızdan atılan "mutlu yıllar kaos" çığlıkları verilen emeklerin boşa gitmediğinin kanıtı gibiydi. (ono baran)

karışık kaset

içinden kış geçen şarkılar Film Müziği Elizabeth: The Golden Age Asya Aşktır Beni Güzel Yapan Maria Callas Birth of a Diva Baba Zula Kökler Annie Lennox Songs of Mass Destruction Sarah Chang Vivaldi: The Four Seasons Joni Mitchell Shine Melissa Etheridge The Awakening Jennifer Lopez Brave

Summer Me, Winter Me - Barbra Streisand Kış ve Hüzün - Düş Sokağı Sakinleri Winter Melody - Donna Summer Winter Lady - Joni Mitchell Kış Geliyor - Mor ve Ötesi Kış Baba Nazan Öncel Winter Song - Nico Kış Şarkısı Nil Karaibrahimgil Winter - The Rolling Stones Kış Masalı Sezen Aksu The Hounds Of Winter - Sting Kış Güneşi Tarkan Winter - Tori Amos

55


Birlikte “… tek tek dururken onlar, öbürü henüz yanına gelmemiş olanı çağırıyor: o ikisi yan yana, altalta geldiklerinde dünya böylece daha geniş oluyor…” Birhan Keskin Y'ol

Bu sayıdan itibaren “tek tek dururken, yan yana, altalta” gelenlerin öykülerini onlarız ağzından yayımlayacağız. Bir ömrü pay etmiş eşcinsel çiftlere uzatacağız ses kayıt cihazlarımızı? Nasıl bir araya geldiler? Neler yaşadılar? Ailelerine ve çevrelerine ne dediler? Neyle karşılaştıklarında çok üzülüp umutsuzluğa kapıldılar? Neyle karşılaştıklarında hınzırca gülümsediler ya da kahkahalara boğuldular? Eşcinsel çiftler de var ve yalnızlığa inat bir aradalar. Onların deneyimleri “yalnızlığın” bir yazgı olmadığına dair umut versin hepimize…

56 Kaç yıldır birliktesiniz? Yeşim: 14 Eylül'de 3 yıl bitti. 2,5 yıldır birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşamaya nasıl karar verdiniz? Bu süreç içerisinde sizi en çok ne zorladı? İzlem: Ablamla beraber yaşıyordum. Kendisi yeni bir eve yalnız çıkmak istedi. Biz de Yeşim'le eve çıkmayı düşünüyorduk zaten; fakat benim gelgitlerim, soru işaretlerim vardı. Sonuçta her gün ya Yeşim bende ya da ben Yeşim'de kalıyordum, bir nevi beraber yaşıyor gibiydik yani, ayrı kalamıyorduk. Ablamın bu yaklaşımı, eve çıkma kararımızı hızlandırdı, iyi ki de hızlandırmış. Beni en çok zorlayan az önce de bahsettiğim gibi soru işaretlerimdi. “Acaba çok mu acele ediyoruz?” ya da “Sürekli birbirimizi görürsek sıkılır mıyız?” gibi şeyler düşünüyordum. Beraber yaşamaya başlayınca, elbette biraz kasıldım ama kısa bir süre zarfında her şey yoluna girdi, yani alıştım. Yeşim: Hayat genel olarak her zaman zor ve mücadele gerektiriyor ama ben birlikte yaşamamız nedeniyle herhangi bir sorun ya da kaygı yaşamadım. Tam tersi karşılıklı olarak birbirimize destek olduğumuz bir hayatımız var. Aileleriniz biliyor mu? Bilmiyorlarsa, söylemeyi düşünüyor musunuz? Yeşim: Ben anneme kadınlardan hoşlandığımı söylemiştim bir kaç yıl önce, o akşam ağlamıştı, ertesi gün de hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya başladı. Yıllar içerisinde de bu konuyu çok az konuştuk. Konuşurken de hiç eşcinsel,

lezbiyen gibi kelimeleri kullanmadık. Konuşmayı nasıl başarıyorsunuz diye soracak olursan, vallahi ben de bilmiyorum. Bir şekilde anlaşıyoruz. Örneğin annem akrabaların ona yaptıkları baskıyı anlatırken onlara cevaben “bu bir sürü insanın içinde var ama saklıyorlar, benim kızım sadece saklamıyor” filan diye konuştuğunu anlatıyor. Ama dediğim gibi çok açık bir diyaloğumuz da yok. İzlem'le beraber yaşadığımızı biliyor. Açık konuşmadığımız için sevgili olduğumuz konusunda da açık konuşmadık hiç. Ama bildiğine eminim ve iyi de davranıyor, her telefonda “arkadaşına selam söyle” diyor. Ya da okullar kapandığında “ne oldu arkadaşın sınıfını geçti mi” diye soruyor. Bu yaz tatilde memlekete gittiğimde “seneye İzlem'i de getir, beraber denize girersiniz. Hem sen burada çok sıkılıyorsun, o varken sıkılmazsın” bile dedi. Bu durumda sanırım ilişkimiz iyi diyebilirim. Kardeşim ve diyaloğum olan kuzenlerim biliyorlar zaten, sorun yaşamıyoruz. Önyargısız insanlar. Diyaloğum olmayan akraba üyelerinin dedikodu yaptıklarını, annemin üzerine çokça gittiklerini biliyorum. Ama benle karşılaştıklarında, sanki böyle şeyler olmamış gibi yapıyorlar. Dedikodu yapmasalar ya da anneme söylediklerini benim yüzüme söyleseler, daha iyi olurdu herhalde. İzlem: Benim iki ablam var, beni ve bizi biliyorlar. İlişkimizin ilk başlarında bazı sorunlar yaşadık. Ablalarım Yeşim'i kabul etmekte zorlandılar. “Çok sessiz, hiç konuşmuyor” gibi bahaneler sürdüler. Ama kendileri de konuşmak yönünde çaba harcamıyorlardı, şahidim valla. Bunun Yeşim'in cinsiyetiyle ilgili olduğunu, sevgilim bir erkek olsaydı bu şekilde yaklaşmayacaklarını da biliyorum, buna da geçmişte şahit oldum. Ablalarıma dönüşmeleri için çok emek harcadım, sabırla. Şu anda da bunun meyvelerini topluyoruz. Mesela ablalarımdan biri, Lambdalı kadınların hazırladığı lezbiyenbiseksüel kadınlarla ilgili olan belgeselde “İzlem'in ablası” olarak yer alacak. Annem ve babam bilmiyor. Söke'de yaşadıkları için, birbirimizin hayatlarından pek haberdar olamıyoruz haliyle. Bilmemeleri beni sadece ana akım medyaya röportaj verme noktasında kasıyor. Açılmayı istiyorum ama buna ayıracak zamanım yok ne yazık ki. Sonuçta “Anne-baba ben biseksüelim” deyip sonrasında da İstanbul'a dönmek onlar açısından pek adil olmaz. Yani açıldıktan sonra yanlarında 6 ay kadar kalıp önyargı geliştirmelerini veya içe kapanmalarını engellemek gerek. Birlikte yaşamaya dair ilginç "anılarınız" var mı? İzlem: Ben deniz ürünlerine bayılırım. Bir gün mahallenin balıkçısından hamsi alıyorum. Orada çalışan eleman 'abla temizleyeyim mi, yoksa abi mi temizler dedi”. Ben de “Bende abi

yok abla var, ben temizlerim” dedim. Eleman pek anlamadı sanırım ama ben çok eğlendim. Yeşim: Her gün alışveriş yaptığımız bakkalda iki kız kardeş çalışıyor. Bizim ilişkimiz nedeniyle kafaları epey karışık sanırım. Yani iki kadın aynı evde yaşıyor, ama çok da yakınlar birbirlerine diye düşünüp bir yere oturtamıyorlar galiba. Bir keresinde “ya ne kadar şanslısınız, çok iyi anlaşıyorsunuz, arkadaşlığınız ne güzel” demişlerdi. Ayrıca çift kişilik yatak veya nevresim takımı filan satın alırken de ben çok merak ederim satıcıların ne düşündüğünü. Mesela, bir keresinde İzlem'le nevresim almaya gittik ve bizim konuşmalarımızdan beraber uyumayı planlayarak bu alışverişleri yaptığımız ortadaydı. Onlar da bunu garipsemeden konuşmaya devam ettiler. Ama lezbiyen bir ilişki içinde olduğumuz akıllarına geldi mi bilmiyorum, merak ediyorum doğrusu. Birlikte yaşamanın getirileri, götürüleri neler? En çok ne zorluyor sizi? İzlem: Bu denli güvendiğin ve sevdiğin bir insanla yaşamak hem bir şeyleri kolaylaştırıyor hem de zorlaştırıyor. Kolaylaştırıyor çünkü; mesela kendimi kötü hissettiğimde Yeşim'in varlığı beni çok rahatlatıyor, onunla birlikte uyuyacağımı bilmek bana iyi geliyor. Ama diğer yandan da, ona duyduğum güven kimi konularda olağan direncimi de kırabiliyor. Mesela Yeşim'le birlikteyken yalnız olduğuma oranla karanlıktan daha çok korkabiliyorum. Hayatın akışında kendi bütünlüğümü korumaya çalışırken, kendine çok yakın bir insan için de benzer hisler içinde bulunmak bazen yorucu olabiliyor. Gelecek konusunda neler düşünüyorsunuz? Kaygılarınız neler? İzlem: Okulum bittikten sonra mastır yapıp, sonrasında da uygun bir iş bulabilirsem İzmir'e yerleşmeyi düşünüyorum. Kaygımsa, planladığım şeylerin bir şekilde gerçekleşememesi. Yeşim: Kaygılarım çok fazla tabi; yaşlılık çok yalnız kalınan bir süreç. Bizler bir aile ortamımız olmadığından iyice yalnız kalma potansiyeli olan insanlarız. Bu korkutuyor. Ama o an yaptığım şeylere yoğunlaşmayı daha çok sevdiğim için, pek gelecek planı olmayan biriyim.(SC,BÇ)


aileden hukuka, cinsel sağlıktan aşka lezbiyenler ve biseksüel kadınlar için el kitabı

Kaos GL, Lambdaistanbul, Pembe Hayat'tan ücretsiz edinebilirsiniz.


Adnan Yıldız Akif Kurtuluş Aksu Bora Ali Özbaş Ayşe Gül Altınay Ayşe Karabat Baskın Oran Feray Salman Güner Kuban Güzin Yamaner Hakan Ataman Hülya Gülbahar Hülya Uğur Tanrıöver Işıl Özgentürk Kerem Altıparmak Kutluğ Ataman Kürşad Kızıltuğ Kürşad Kahramanoğlu L. Doğan Tılıç Mehmet Bilal Dede Melek Göregenli Mine Gencel Bek Mithat Sancar Murat Çelikkan Murat Çınar Müge İplikçi Müzeyyen Nergiz Naim Dilmener Nazik Işık Nesrin Yetkin Osman Elbek Özlem Altıparmak Pınar İlkkaracan Pınar Selek Selçuk Candansayar Selen Doğan Selim Badur Şahika Yüksel Şanar Yurdatapan Tuğrul Eryılmaz Yasemin Öz sizi homofobiye karşı durmaya çağırıyoruz 3. uluslararası

homofobi karşıtı buluşma 12-19 mayıs 2008, ankara

www.kaosgl.org


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.