"hep denedin, hep yenildin. olsun. gene dene, gene yenil, daha iyi yenil"
s. beckett www.gencpraksis.liyiz.biz
aylýk edebiyat ve kültür sanat gazetesi
ocak 2009 - sayý:7
Buradayýz, Her yerdeyiz, Biz Gelecekten Görüntüyüz! Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, Nasýl çýkar karanlýklar aydýnlýða? (Nazým Hikmet, Kerem Gibi)
kardeþimsin alexis
Köpekler korkudan diþleri titreyerek uluyor: Normale geri dönün --aptallarýn þöleni bitti. Asimilasyonun filologlarý þimdiden dikenli kucaklarýný açtýlar: "Unutmaya, anlamaya, bu birkaç günün keþmekeþini kabul etmeye hazýrýz; ama artýk kendinize gelin, yoksa sosyologlarýmýzý, antropologlarýmýzý, psikiyatristlerimizi getireceðiz. Duygusal patlamanýzý iyi babalar gibi þimdiye dek bir derece hoþ gördük --ve þimdi bomboþ kalan çalýþma masalarýna, ofislere ve vitrinlere bakýn! Artýk karþýlýk verme zamaný geldi; bu kutsal vazifeyi reddeden herkese haddi bildirilmeli, hepsi sosyolojikleþtirilmeli, psikiyatrikleþtirilmelidir. Þehir, bir emirle kuþatýlýyor: "Görevinin baþýnda mýsýn?" Demokrasi, toplumsal uyum, milli birlik ve ölüm kokan tüm diðer demirci ocaklarý çürümüþ kollarýný üstümüze uzatmýþ halde. [Hükümetten aileye] iktidar sadece isyaný ve isyanýn genelleþmesini bastýrmayý deðil, bir öznelleþme iliþkisi üretmeyi hedefler. Bios, yani siyasal yaþamý, ortaklýk, uyuþma ve konsensüs alaný olarak tanýmlayan bir iliþki. "Siyaset, konsensüs siyasetidir, gerisi ise çete-savaþý, isyanlar, kaos." Ýþte söylediklerinin doðru çevirisi, her eylemin canlý özünü yadsýma ve bizi yapabileceðimiz þeyden, -ikiyi birde eritmek degil, birden ikiye dogru tekrar tekrar kopuþtanayýrma ve yalýtma gayretlerinin asýl anlamý budur. Uyum paþalarý, barýþ ve huzurun, kanun ve düzenin baronlarý bizi diyalektik olmaya çaðýrýyor. Ancak, bu numaralar acýnacak derecede eskidir; ve sefaletleri her reddediþe, her gerçek tutkusuna akbaba gibi üþüþen sendika patronlarýnýn yaðlý göbeklerinden, arabulucularýn ifadesiz gözlerinden okunuyor. Onlarý 1 Mayýs'ta gördük, onlarý Los Angeles ve Brixton'da gördük ve on yýllardan beri onlarýn 1973 Politeknik'inin artýk sararmýþ kemiklerini yalamalarýný izliyoruz. Dün de onlarý süresiz genel grev çaðrýsý bir yana, yasallýða boyun eðip protesto grevi yürüyüþünü iptal ettiklerinde tekrar gördük. Çünkü isyanýn genelleþmesine giden yolun üretim alanýndan --bizi ezen bu dünyanýn üretim araçlarýna el koymaktan --geçtiðini çok da iyi biliyorlar. Hiçbir þeyin belirli olmadýðý bir günün þafaðýndayýz. Yýllardan beri devam eden kesinlikten sonra, bundan daha özgürleþtirici ne olabilir? 15 yasýnda bir çocuðun suikastý, dünyayý ters yüz edecek güçte bir yerinden-etmenin gerçekleþtiði andý. Bir gün daha görmeye tahammül etmeyen bir yerinden-etme; öyle ki birçok kiþi ayný anda þunu düþündü: "Buraya kadar, bir adým daha deðil; her þey deðiþmeli ve biz deðiþtireceðiz". Alex'in ölümünün intikamý bu dünyada uyanmaya zorlandýðýmýz her günün intikamýna dönüþtü. Ve çok zor gibi görünen þeyin, çok basit olduðu görüldü. Olan buydu, elde olan bu. Korktuðumuz bir þey varsa, o da normale dönüþtür. Çünkü ýþýyan gündeki kentlerimizin harap ve yaðmalanmýþ sokaklarýnda sadece öfkemizin aþikar sonuçlarýný deðil, yaþamaya baþlama olanaðýný görüyoruz. Artýk yapacak bir þeyimiz yok, bu olanaðý üstlenip; yaraticiligimizi, arzularýmýzý maddileþtirme gücümüzü, Gerçek'i tefekkür etme deðil yaratma gücümüzü gündelik yaþam alanýnda temellendirerek, onu bir yaþam deneyimine dönüþtürmek dýþýnda. Bu bizim yaþamsal alanýmýz. Geride kalan her þey ölüdür. Anlamak isteyenler anlayacaktýr. Þimdi her birinizi zavallý küçük hayatlarýna zincirleyen görünmez hücreleri parçalamanýn zamanýdýr. Bu yalnýzca veya zorunlu olarak karakollara saldýrmayý, bankalar ve alýþveriþ merkezlerini ateþe vermeyi gerektirmez. Bir kiþinin koltuðunu ve kendi hayati üstüne pasif tefekkürü terk edip, kiþisel olan her þeyi geride býrakarak konuþmak ve dinlemek için sokaða çýktýðý an, toplumsal iliþkiler alanýnda nükleer bomba kuvvetinde bir bozma etkisini içerir. Bunun nedeni tam da herkesin kendi mikrokozmosuna (bu ana dek) sabitlenmesinin atomun çekim kuvvetinden kaynaklanmasýdýr. (Kapitalist) dünyayý döndüren kuvvet. Ýkilem budur: isyancýlarla ya da yalnýz. Bir ikilemin ayný anda hem bu kadar mutlak hem de gerçek olabildiði, gerçekten de az görülen bir zamandayýz. Atina Ekonomi ve Ýþletme Okulu Ýþgal Ýnisiyatifi - 11.12.2008
2
GENÇ PRAKSÝS
editörden...
"Gazze'li çocuk büyüyecek"
TARÝH: 8 Eylül 1978. YER BAHÇELÝEVLER. 7 üniversite öðrenci hunharca katlediliyor. Katilleri kim. Ülkücüler mi? Kontrgerilla mý? Ergenekon mu? Devlet mi? Gizli servisler mi? Ne önemi var. Cansýz bedenler, yiten umutlar. Yüreði acýdan kavrulan anneler. Tarih: 1 Ocak 2009. Yer: Ankara: 7 üniversite öðrencisi doðal gaz zehirlenmesinden hayata gözlerini yumuyor. Sorumlusu kim? Doðal gaz þirketi mi? Belediye mi? Kredi Yurtlar Kurumu mu? YÖK mü? Ne önemi var? Solan hayatlar... Kaybolan idealler... Kedere boðulan babalar.. Yer: Türkiye. Maktul: Gençlik. Hem de bu ülkede yaþamanýn bedelini 7'þerli gruplar halinde ölüm çukurlarýna girerek ödeyen gençlik. Daha kaç tabut yan yana dizilip hüzün denizinde yelken açtýracak bize. Çirkin ve kendini beðenmiþ salyalý yorumlar kulaklarýmýzý týrmalýyor: “ E caným onlar da siyasetle uðraþmasalardý.” “ Ya 2-3 milyonluk hortum, deðiþtirselerdi.” Daha kaç genç arkadaþýmýz bu ülkede üniversite okumak için evden çýkýp kefenlere sarýlýp gelecek. Özgür, Büþra, Elif, Oðuzhan, Tarýk, Ceren, Can, kardeþlerimiz, lütfen, ne olur! Bahçelievler'den giden arkadaþlarýmýza bizden selam götürmeyi unutmayýn. Biz bu dünyada yaþýyor olmaktan utanýr olduk. Bazen yanýnýza gelmeyi istemekten çekinmez olduk. Selamlarýmýzý iletin. Belli ki daha çok arkadaþýmýzý uðurlayacaðýz yanýnýza. Yerimizi hazýr edin orda. Güle güle arkadaþlar. Herkese çok selam söyleyin. Aman selam götürürken Engin'i ve Alexis'i unutmayýn. Filistinli çocuklarý da...
aydýn yýldýrým
Ýki gün önce, þiddeti tartýþtýðýmýz gün, anlatmakta kelimelerin kifayetsiz kaldýðý Condoleezza Rice, bir ABD yetkilisi, Gazze’de olup bitenlerin vahþi doðalarýndan ötürü Filistinlilerin hatasý olduðunu beyan etti. Dünyayý çapraz kesen yeraltý nehirleri kendi coðrafyalarýný deðiþtirebilir ancak ayný þarkýyý söylerler. Ve þu an bizim duyduðumuz, savaþýn ve acýnýn þarkýsý. Buradan çok uzakta deðil, Gazze adýnda bir yerde, Ortadoðu’da, tam burada bizim yaný baþýmýzda, Ýsrail hükümetinin aðýr eðitimli ve silahlý ordusu ölüm ve yýkým yürüyüþüne devam ediyor. Attýðý adýmlar klasik bir askeri iþgal savaþýnýn adýmlarý: öncelikle “stratejik” askeri noktalarý (askeri kýlavuzlarýn söylediði þekliyle) yok etmek amaçlý yoðun bir toplu bombalama ve direniþ güçlerini zayýflatmak”; sonra istihbarat üzerinde sýký bir kontrol : “dýþ dünyada”, operasyon alanýnýn dýþý, görülen ve duyulan her þey askeri kriterlerle seçilmelidir; þimdi de taburlarýn yeni mevzilere ilerlemesi için düþman askerlerinin üzerine yoðun top atýþý; sonra da düþmanýn garnizonunu zayýflatmak için bir kuþatma olacak; sonrasýnda da mevzi iþgal eden ve düþmaný yok eden saldýrý, ve muhtemel “direniþ yuvalarýnýn” “temizlenmesi”. Modern savaþýn
askeri kitapçýðý, birkaç varyasyon ve eklemeyle adým adým istilacý askeri güçler tarafýndan takip ediliyor. Bunun hakkýnda çok þey bilmiyoruz ve “Ortadoðu’da çatýþma” diye adlandýrýlan konu hakkýnda þüphe yok ki uzmanlar var, ancak dünyanýn bu köþesinden bizim de söyleyeceðimiz bir þey var: Haberlerdeki fotoðraflara göre Ýsrail hükümetinin hava güçlerince imha edilen “stratejik” noktalar; evler, kulübeler, sivil binalardýr. Yýkýntýlarýn ortasýnda tek bir sýðýnak, kýþla, askeri havaalaný ya da bombardýman silahý görmüyoruz. Yani —ve lütfen cahilliðimizi baðýþlayýn— bize göre ya uçaklarýn silahlarýnýn kötü amaçlarý var ya da Gazze’de öyle “stratejik” noktalar yok. Hiçbir zaman Filistin’i ziyaret etme onuruna sahip olmadýk ancak insanlarýn, erkeklerin, kadýnlarýn, çocuklarýn ve yaþlýlarýn -askerlerin deðil- evlerde, kulübelerde ve binalarda yaþadýklarýný varsayýyoruz. Henüz direniþin takviye kuvvetlerini de görmedik, sadece yýkýntýlar. Ancak istihbarat kuþatmasýnýn nafile çabalarýný gördük ve iþgali görmezden gelmekle alkýþlamak arasýnda karar vermeye çalýþan dünya hükümetlerini ve epey zamandýr bir iþe yaramayan, dýþarýya ýlýmlý basýn açýklamalarý gönderen Birleþmiþ Milletleri. Ancak bekleyin. Birden aklýmýza geldi belki de Ýsrail hükümetine göre bu erkekler, kadýnlar, çocuklar ve yaþlýlar düþman askerleri; ve böylece ikamet ettikleri kulübeler, evler ve binalar da yok edilmesi gereken kýþlalardýr. Yani þüphe yok ki bu sabah Gazze’ye yaðan kurþun yaðmuru, Ýsrail birliklerinin ilerleyiþini bu erkekler, kadýnlar, çocuklar ve yaþlýlardan korumak içindi. Ve bütün Gazze’ye yayýlan kuþatma ile
zayýflatmak istedikleri düþman garnizonu orada yaþayan Filistin nüfusunun ta kendisi. Saldýrýlarý bu nüfusu imha etmeye çalýþacak. Ve bu kanlý geçeceði kolaylýkla tahmin edilebilir saldýrýdan kaçmayý ya da saklanmayý baþaran herhangi bir erkek, kadýn, çocuk ya da yaþlý daha sonra “avlanacak”, böylece temizlik tamamlanacak ve operasyonlarý yöneten komutanlar da kendi efendilerine rapor verebilecekler: “Görevi tamamladýk.” Cahilliðimizi tekrar baðýþlayýn, belki de söylediðimiz asýl mevzunun dýþýndadýr. Ve devam eden suçu mahkum etmek yerine, biz yerliler ve savaþçýlar olarak, olup bitenin “siyonizm” mi “antisemitizm” mi olduðunu, ya da bunu baþlatanýn Hamas’ýn bombalarý olup olmadýðýný tartýþýyor olmamýz ve bu tartýþmalarýn içinde bir konum almamýz gerekiyor. Belki bizim düþüncemiz çok basit ve analizler için çok gerekli olan nüanslarý ve dipnotlarý kaçýrýyoruz, ancak Zapatistalar için bu durum profesyonel bir ordunun savunmasýz bir nüfusu katletmesi gibi görünüyor. Ezilenlerden ve soldan kim buna sessiz kalabilir? Bir þeyler söylemek iþe yarar mý? Bizim aðlayýþlarýmýz bir bombayý dahi durdurur mu? Bizim sözümüz bir tek Filistinlinin dahi yaþamýný kurtarýr mý? Evet, bize göre bu iþe yarar. Belki bir bombayý durduramayýz ve sözümüz böylelikle fiþeðinin üzerine “IMI” ya da “Israeli Military Industry” (Ýsrail Askeri Endüstrisi) harfleri kazýnmýþ 5.56 mm ya da 9 mm kalibrelik mermilerin bir kýz ya da oðlan çocuðunun göðsüne saplanmasýný engelleyen bir zýrhlý kalkana dönüþmeyecek. Ancak belki de sözümüz Meksika’daki ve dünyadaki öteki sözlerle güç birliði yapmayý baþarýr ve belki de ilk etapta bir mýrýltý olarak duyulur, giderek gürleþir ve sonra
Komutan Yardýmcýsý Ýsyancý Marcos Gazze’de duyulabilecek bir çýðlýk, feryat olur. Biz sizin hakkýnýzda bir þey bilmiyoruz, ancak biz EZLN’den Zapatistalar, biz, yýkýmýn ve ölümün ortasýnda birkaç cesaret sözü duymanýn ne kadar önemli olduðunu biliyoruz. Bunu nasýl açýklamam gerektiðini bilmiyorum ama olan þu ki, evet çok uzaktan sözler bir bombayý durduramaz ancak adeta ölümün kara odasýnda bir delik açýlmýþ ve ufak bir ýþýk parýltýsý içeriye düþermiþ gibi olur. Diðer her þey için olduðu gibi, ne olacaksa olacaktýr. Ýsrail hükümeti terörizme aðýr bir darbe indirdiðini açýklayacak, katliamýn büyüklüðünü kendi halkýndan saklayacak, büyük silah üreticileri krizi göðüslemek için ekonomik destek saðlayacaklar ve “küresel kamuoyu”, her zaman moda olan kolayca biçimlendirilebilir varlýk, baþka tarafa yönelecek. Ancak hepsi bu deðil. Filistin halký da direnecek ve yaþayacak ve mücadele etmeye devam edecek ve amaçlarý için ezilenlerden sempati görmeye devam edecek. Ve belki Gazze’den bir kýz ya da erkek çocuðu da yaþayacak. Belki büyüyecekler, onlarla beraber kuvvetleri, kýzgýnlýklarý ve öfkeleri de büyüyecek. Belki Filistin’de mücadele eden gruplardan biri için asker ya da milis olacaklar. Belki kendilerini Ýsrail’le savaþ halinde bulacaklar. Belki bunu bir silahý ateþleyerek yapacaklar. Belki kendilerini bellerine sarýlý bir kuþak dinamitle feda edecekler. Ve sonra tepede, yukarýdan birileri Filistinlilerin vahþi doðalarý hakkýnda yazacak ve bu þiddeti kýnayan açýklamalar yapacak ve bunun siyonizm mi antisemitizm mi olduðunu tartýþmaya geri dönecekler. Ve hiç kimse þu anda hasat edileni kimin ektiðini sormayacak. Meksika, 4 Ocak, 2009
GENÇ PRAKSÝS 3
bu ayaklanma her an türkiye’de de yaratýlabilir! Yunanistan'da yaþanan son geliþmelerle ilgili olarak Yunanistan Sosyalist Ýþçi Partisi temsilcisi Sotiris Kondoyanis ve aktivist genç Loukas Theotokatos ile bir röportaj gerçekleþtirdik. Genç Praksis: Bize öncelikle kendinizden bahseder misiniz? Sotiris kimdir? Sotiris Kondoyanis: Yunanistan'da Savaþý Durdurun koalisyonunun ve Yunanistan Sosyalist Ýþçi Partisi'nin bir üyesiyim. Partimiz Savaþý Durdurun Koalisyonu'nun da aktif bir bileþenidir. G.P.: Sizlerin Yunanistan'da son günlerde yükselen ayaklanmaya bakýþýnýz nedir? S.K.: Genel olarak antikapitalist hareketten bahsedeyim. 2 yýl önceki antikapitalist hareket olmasaydý bugünkü ayaklanma yaþanamazdý. Büyük toplantýlarda ve tartýþmalarda antikapitalist solun sunduðu veriler ve tahliller büyük ölçüde kabul gördü. Açýkçasý antikapitalist sol olmasa bu hareket gerçekleþemezdi. Hareketi yönlendiren, üniversitelerde iþgal kararlarý alýnan toplantýlarý biz düzenliyoruz. Lise öðrencilerinin, üniversite öðrecilerinin ve iþçilerin bir araya geldiði toplantýlarý organize ediyoruz. Ýþgal edilen liseler arasýndaki koordinasyonu biz saðlýyoruz. Bu ayaklanma son yýllarda istikrarlý bir þekilde süren antikapitalist çalýþmanýn ve var olan ekonomik krizin etkisiyle oluþtu. Mesela krizle beraber hükümet þirketlere 28 mil-
alexsis son olmayacak...!
yar dolarlýk bir destek paketi hazýrladý. Ayrýca vergileri arttýrarak halký daha çok soymaya yönelik politikalar hayata geçirmeye çalýþýyorlar. Kamu alanýný ve sosyal hizmetleri özelleþtirmeye uðraþýyorlar. Bunlar da kuþkusuz büyük bir öfke yarattý Özellikler de öðrenci gençlikte büyük bir tepki geliþti, organize olup mücadeleye karar verdiler. Tüm bunlar bu halk ayaklanmasýný tetikledi diyebiliriz. G.P.: Yunanistan Komünist Partisi'nin olaylara yaklaþýmý nasýldý? S.K.: Genel olarak berbattý. Yükselen halk hareketini deðil hükümeti destekleyen bir noktaya savruldular. Ayaklanan gençler için hem "bunlar sadece bir grup anarþist" dediler ve eylemci gençleri ajanlýk ve devletin provokatörleri olarak suçladýlar. Sadece bir eylem çaðrýsý yaptýlar ama o da Atina'nýn merkezinde toplanýp ücra bir noktaya yürüyüþten ibaretti. Sanýrým farklý çýkarlar gözettiler. Son zamanlarda bir anket yapýldý. Ayaklanma sürecine en doðru tutumu kim gösterdi diye. Saðcýlar hükümeti destekleyemediler çünkü en nihayetinde bir genç öldürülmüþtü. Anket sonuncuna göre hükümetin iþine yarayan en iyi tutumun Yunanistan Komünist Partisi'nden geldiðini söylediler. Böylece YKP de saðcýlarýn desteðini kazanmýþ oldu.:)) G.P.: Tüm etkenlerin yanýnda bir öðrencinin öldürülmesi Yunanistan'ýn ayaða kalkmasýný saðlayabiliyor. Maalesef Türkiye'de böyle tepkisel hareketler yaratamýyor gençliðimiz. Acaba Yunanistan gençliðinin bizlerden farklý olan neyi var? S.K.: Bence hiçbir farký yok. Bu olaylar Türkiye'de de yaþanabilirdi. Ayný dünyada yaþýyoruz ve ayný sorunlarla karþý karþýyayýz. Irak'taki savaþ herkesi etkiledi. Türkiye'de olduðu gibi Yunanistan'da da büyük bir savaþ karþýtý hareket yarattý. Ayrýca Yunanistan'da
RÖPORTAJ AYDIN YILDIRIM SIDAL UTKUCU FOTOÐRAF BARIÞ ENGÝN Afganistan'daki savaþa karþý da büyük bir hareket geliþmiþti. Bunlar çok benzer sorunlar ve her an ayný tepkileri Türkiye'de de yaratabilir. G.P.: Peki sizce eylemlerde en çok öne çýkan talep nedir? En yoðun þekilde telaffuz edilen ne? S.K.: Hükümet istifa!!! Loukas Theotokatos: Herkesin aslýnda farklý talepleri var. Öðrenciler iþçiler emeklilik haklarýnýn ellerinden alýnmasýna ve ücretlerinin düþürmesine karþý çýkýyor. Ama en son noktada hükümetin düþürülmesine sýra geliyor. Yani ortak slogan: KATÝL HÜKÜMET ÝSTÝFA!! G.P.: Bize Alexis'ten bahseder misiniz? S.K.: Aslýnda kimse fazla bir þey bilmiyor. Herkes gibi sýradan bir öðrenci Alexis. Ama hükümet Alexis hakkýnda bir sürü yalan bilgi attý ortaya. Polis ve hükümeti temsil eden avukat Alexis için bir karalama kampanyasý örgütlemeye çalýþtý. Bir serseri imajý çizmeye çalýþtýlar ama bunlar yalandý. G.P.: Bizler de uluslararasý savaþ karþýtý hareketi yakýndan takip etmeye çalýþan bir gençlik dergisiyiz. Son olarak Yunanistanlý bir devrimci olarak Genç Praksis üyelerine ve okurlarýna iletmek istediðiniz bir mesajýnýz var mý? S.K.: 4 Nisan'da tüm Avrupa çapýnda merkezi Strazburg olan NATO karþýtý gösteriler olacak. NATO bu yýl kuruluþun 60. yýlýný kutlayacak ve bizler de hem bu kutlamalarý engellemeye çalýþacaðýz hem de bu kurumu, varlýðýný ve bugüne kadar yaptýklarýný protesto edeceðiz. Bu eylemler 2002 yýlýnýn Cenova'sýný tekrar yaratabilir. On binlerce insan o kentte toplanacak, bir NATO karþýtý kamp gerçekleþtirilecek. Praksis gençliðini de Strazburg'a bekleriz.
akdeniz’de bir hayalet dolanýyor..! merve acar
Nasýl yaþatmak gerektiðini bilmiyoruz, neden ölmek gerektiðini de… Ancak 16 yaþýnda bir çocuðumun ölümü birçok þeyin anlamýný yitirmesine sebep olur. 6 Aralýk 2008 Yunanistan'da Alexis Grigoropulos polis kurþunu ile yaþamýný yitirdi. Bir gencin hayatýný yitirmesiyle baþlayan olaylar bütün ülkeyi harekete geçirdi. Binlerce kiþinin katýldýðý protesto gösterilerinde çýkan, baþta baþkent Atina ile Selanik kentleri olmak üzere Patra, Larissa ve Kandiye kentlerinde sabaha kadar süren ve 72 saat aralýksýz devam eden olaylar, çok sayýda banka þubesi, dükkân ve kamu binasýnýn yaný sýra polis araçlarýnýn da aralarýnda bulunduðu çok sayýda araç kundaklandý. Bu Yunanistan'da aðarlaþan olaylarýn bir gencin ölümüyle patlak vermesi sonucu halkýn tepkisiydi. Polis, gençlerin bir polis aracýna Molotof kokteyl ve taþ atarak saldýrmasýyla baþladýðýný iddia ederken görgü þahitleri ise olayýn saldýrý sonucu deðil gençlerle polis arasýnda yaþanan sözlü atýþmadan kaynaklandýðýný ve polisin bilinçli olarak grubun üzerine ateþ açtýðý ifade etti. Savaþ alanýný andýran Selanik'te göstericiler Atina Ticaret Odasý verilerine göre þu ana kadar 135 iþyeri hasar gördü, 12 iþyeri yaðmalandý. Basýn yayýn organlarý kentlerdeki asýl hasarýn henüz belirlenmediðini duyurdu. Atina Üniversitesi'ndeki iþgal sürerken anarþistler internet üzerinden yayýnladýklarý bir bildiride, Nazým Hikmet'in dizelerine yer verdiler. Bildiri, "Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak; nasýl çýkar karanlýklar aydýnlýða" diye baþlýyor. Sokakta ise öðrenciler, Molotof kokteylleri kullanan anarþistlerin aksine, beraberindeki çekiç ve kazmalarla bulunduklarý yerlerde kaldýrýmlarý kazýp topladýklarý taþlarý polislere atýyorlar. Anarþistler ise, polise karþý dokunulmazlýðý bulunan üniversiteleri iþgal edip bekliyorlar. Üniversitelerin iþgal eylemlerinde büyük tahribat görmeleri nedeniyle rektör, dekan ve öðretim üyeleri, Atina Üniversitesi'nin giriþini sembolik olarak birkaç saatliðine iþgal ettiler. Bütün bu olaylar ve halkýn tepkisi elbette küçümsenecek gibi deðil. Yunanistan halký radikal bir duruþla Alexis'in ölümünü ve baskýlarý lanetledi, ancak bu kadar insaný sokaða döken bir çocuðun ölümü olamazdý. Türkiye'de de olduðu gibi birçok ülkede de polis katliamlarýna ilk kez rastlanmýyor. Zaten yeterince huzursuz olan halk duyduðu kaygýlarý sokaða taþýdý. Barýþýn vaat edildiði bir dünyada çocuklarýn ölmesi artýk çok da inandýrýcý deðil. Alexis ilk deðildi, son da olmayacak. Artýk biz bunlarý sindirmek yerine yaþananlarý dindirmek istiyoruz.
BARIÞ ENGÝN Gözümü televizyon ve gazete haberlerinden ayýramýyorum. Ýnternet'te sürekli araþtýrýyorum, okuyorum. "Ýsyan, Devrim, Anarþi" sürekli aklým bu üçlemeye takýlýyor. Uzun bir süredir manþetlerde ve herkesin dilinde Ýsyan var! Evet Yunanistan sallanýyor. Yunanistan'da ayaklar baþ oluyor. Ayaklar; devlet binalarýna, liselere, üniversitelere, karakollara yani; devleti simgeleyen her yere, her þeye saldýrýyor, iþgal ediyor. Aslýnda bunlarý yaparak egemenlere "onlar sizin deðil, Bizim!" diye haykýrýyorlar. Þimdi kalem tutan gençler uyandý derin gaflet uykusundan ve Marksýn hayaletini dolandýrmaya baþladýlar Akdeniz'de! Akdeniz'de bir hayalet dolanýyor.. Ve bu hayalet tüm dünyaya yayýlmaya hazýrlanýyor. Yunanistan'da isyan bayraðýnýn göndere çekildiði ilk olaylarý hatýrlayalým.. N' olmuþtu Yunanistan'da? Kendi geleceðinden tedirgin olan gençler bir protesto eylemine hazýrlanýyorlardý. Ve bu hazýrlanýþ esnasýnda Yunan polisi eylemcilere saldýrdý. Bu sýrada çýkan arbede de polisin namlusundan çýkan kurþun Alexis'in vücuduna saplanmýþtý. Tek suçu geleceðinden kuþkulanýp, geleceði için bir þey yapabilmek uðruna katýldýðý bir eylemde bir þeyleri protesto etmekti. Nerden bilebilirdi ki faþist polisin gözünü kýrpmadan o namluyu ateþleyeceðini.. Ama Yunan polisi de dünyanýn antidemokrat ülkelerindeki diðer polisler gibi yapmýþtý, 16 yaþýndaki bir genci canice öldürmüþtü. Bu olay sonucunda tüm Yunanistan'da önce öðrenciler, sonra ise halkýn tamamý sokaklara döküldü. Ülkede Ýsyan sesleri yükseldi. Bir Avrupa Birliði ülkesinde, demokrasinin doðduðu ülkede.. Ülkeyi yönetenler Olaðanüstü Hal fikrini düþünmeye baþladýlar. Ama gençlik durmadý, seslerini daha gür çýkarmaya baþladý. Emek, hak ve özgürlük istediklerini egemenlere haykýrýyorlar. Yunanistan'da sokaða çýkanlar ekmek istiyor, otoriter olmayan bir sistem istiyor, sosyal güvence istiyor. Ayný dünyanýn birçok yerinde mücadele edenler gibi. Þimdi sýra bizde Akdeniz'deki hayaleti önce kendi ülkemize, sonrada dünyaya yayma zamaný... Yunanistan'daki yoldaþlara, oradaki hayalete bir selam verme ve özgürlük mücadelesine katký verme zamaný.. Sermayenin krizine, burjuva demokrasisine dur deme vakti...! Atina'da yanan isyan ateþine buradan kývýlcým çýkartarak mücadeleye katýlma vakti, bakarsýnýz bir kývýlcým yangýna döner!
4
GENÇ PRAKSÝS
ayakkabý gýcýrtýsý
özge kocakaya
Ayakkabý gýcýrtýsý... Hiç sevmem o beyin týrmalayýcý iðrenç sesi! Kendimi sorguya çekilmek üzere bekletilen mahkum gibi hissederim... Halbuki sýnýftayým, dimdik oturmuþ, saçýmý toplamýþ, düðmelerimi sonuna kadar kapatýp okul armamý yakama kadar çekmiþ, ellerimi sýranýn üzerinden kaldýrmaksýzýn, baþýmý baþka bir yöne çevirmeden güzel güzel(!) ders dinlemekteyim. Sýralarýn arasýndaki o ayakkabý gýcýrtýsýysa çekilmez bir þekilde kulaklarýmda balyoz etkisi yaratýyor. Diðerleri ne yapýyor bu benim kulaðýmda çýnlayan sinir bozucu ayakkabý gýcýrtýsý karþýsýnda bilmiyorum... Çünkü dedim ya baþýmý çevirmem yasak! Arada bir omuzlarýmýn -fazla dik oturmaktan ve kendimi fazlasýyla sýkmaktan olsa gerek- acýdýðýný hissediyorum ve elimi çeneme getirerek dersi o þekilde dinlemek istiyorum, her derste yaptýðým gibi... Ama yasak! Saygýsýzlýk oluyormuþ sanýrým... O dersin öncesi de bir acayip aslýnda. Herkes birbirinin aynýsý olmaya çalýþýrcasýna uðraþýyor. Bütün kýzlar saçlarýný topluyor, bütün erkekler kravatlarýný üçgen olacak þekilde baðlama derdine düþüyorlar. Telaþlý ve endiþeli bir topluluk! Ve ayný kalýptan çýkmýþ gibi oluyorlar en sonunda... Konuþmadan, kasýlarak ve her an bir söz iþitme endiþesiyle geçirmeye çalýþýlan ders sonunda bitiyor... Bir anda bana nefesini tutan bir insanýn dayanamayýp nefesini býrakmasýný anýmsatan bir olay oluyor. Bütün öðrenciler adeta boðuluyormuþçasýna ders öncesi haline, yani kendine dönmeye çalýþýyor, otoriteye meydan okuyor... Bunlarýn hepsine bir þekilde katlanýlýyor da þu ayakkabý gýcýrtýsý yok mu sýralarýn arasýnda dolaþan ...
etnik sözlüðe gerek yok, ben kendimi biliyorum! gaye demirkan Birileri doðrularýn peþinde koþarken sansasyondan geçilmiyor. Her þeyin bir yapayý üretiliyor. Bu da toz patates kýzartmasý çok pratik, on beþ dakikada hazýr. Bu da dindar, Allah aþkýyla dolmuþ, çok pratik analý kýzlý yapar iþlerini. Her yerde, her saatte bulabileceðimiz birçok yapay þey var. Bu da rocker, çok kýzgýn, asi, makyaj flormar, ayakkabý conwerse, konser biletleri cepte, çok pratik. Doðrularýn önünü bu yapaylýklarý bir kenara iterek açabiliriz. Ýthal düþüncelerden sýyrýlmalýyýz. Düþüncelerimizi imal etmeliyiz. Okuduðumuz bir kitabýn düþüncesini yansýtmak zorunda deðiliz. Her söylenene inanmak zorunda deðiliz. Ýnsanlarý yargýlamak zorunda deðiliz. Bir niteliðimiz olmalý. "Duyma" nýn diðer renklerini de görmeliyiz. Doðal kalmak isteyenler böyle çünkü. Müziði deðil, içindeki feryadý hissetmektir duyma. Tabloyu deðil, içindekileri objeleri kavramaktýr duyma. Kitabýn, zamanýnda çok tutulduðu için okunmasý deðil, sözcüklerinin bize hitap ettiði için okunmasýdýr duyma. Bir fotoðrafý yaþamak gibidir duyma. Farkýnda olmadan mý yapaylaþýr insan ? Ama bir yerden bakmalý kendine.
yoldaþlýðýn temel içgüdüsü...! Boðulmak bu olsa gerek… Çýkmaz sokaklarý ardýnda býrakarak koþar, göçer ýþýklardan ýþýksýzlýða sevgilerimiz. Ýnanýlmaktan öte sevilmek büyük dayanaktýr içimizde taþýdýðýmýz hüzün kýtalarý için. Onlar ki kaçamadýklarý kara deliklerin yandaþý çýkmaz sokaklara tek baþlarýna girdiklerinde mendireði kýrýlmýþ bir geminin serdengeçtisi gibi çöreklenirler yaþlanmýþ kuytulara. O sevgilerdir bizleri kurtaracak olan ama nafiledir telaþlar çünkü onlar eksiði olgunlaþmýþ karakterimin firelerini yakalar. Canýmýzý yakan da budur, açýlan gedikleri doldurmasý gerekenlerin yaralarýmýzý daha derinlere iten hamlelerin sahipleri oluþlarý… Faydacýlýkla Yalpalanan Zihniyet ''Fikrime ayak uydurmak zordur…'' kisvesiyle hayat penceresine yaklaþan ayaklar, aþaðýdan yukarý devrile devrile gelen büyülü gerçeklerin zihne ulaþmasýna sekte vururlar. Ardýndan aðýtlar yakýlan yiðitler misali düþün dünyasýnda parlamak isteyen bu kimseler yollarýna yoldaþ katamazlar. Bir arada tutamadýðý sükseli çýkýþlarý günü geldiðinde onlara somut olmayan gerçeklikleri dayattýðýnda yalnýzlýk avurtlarýndan sarsar bedenlerini. En doðru yol bildiðiniz yol derler, haklýlar. Fukara yüreklerin düþleyiþleri faydacýlýðýn su kanallarýndan ibarettir. Karþý kimliklerin taþýdýðý belirginliklerin kendi saflarýnda deðer yüklenebilmesi için ipin bir ucunun hep onlarýn ellerinde olmasý gerekir. Oysa bilinir ki kiþi en önce kendine faydalý olmalýdýr, kuyularýný kazmaktan vazgeçip yoluna bakanlar tepeleri eze eze aþarlar kendilerini. Pragmatik öðeler üzerine yoldaþlýk kuranlarýn temel ahlaksýzlýðý bahsettiðimiz çevrimi yakalayamýyor olmalarýdýr. Ahlaki öðretilerden yoksun yolculuklarýn yolcularý olamayan bizler, yetersizlilerle boðuþan yaþam felsefelerini benimseyemeyiz.
kaan boþnak domino psikolojisine mahkum bu insanlar neden hep kendilerini düþünüyor? neden herkes kendi doðrusunun, diðerlerinin kanseri, aidsi, beynindeki uru olabileceðini hatýrlamýyor. ''bir dünya düþünün; çiçekler, böcekler..'' kliþelerinin bu insanlara bir fayda etmediði çok açýk. artýk hayvanlar bile ütopyadan çýplak gözle görülemeyen baþka bir ütopyanýn büyüsünden kurtulup, baþarýlabilecek hayaller kuruyorken neden hala biz o çukurdaki karanlýða hapsolmuþ þekilde yaþýyoruz. sebebi çok açýk aslýnda; insanýz. elde ettikçe, baþardýkça(!) daha yeni þeyler bekliyoruz yaþlý dünyamýzdan. ya bize yalan söylediler ilk okulda; ''bu dünya bizim. onu sevelim'' ya da; ''ya da''sý yok bu iþin. kendi dünyamýzda, kendi topraklarýmýzda rahatça dolaþamýyoruz. sosyalist olsa ne yazar ki küba.. faþist bir dünyanýn içindeyken.. bize lazýmdýr ki; dünyanýn her noktasý bize sadece bir uçak bileti uzaklýkta olsun.. ama bu topluluklar, aslýnda ülke olmalarýna raðmen azýnlýk olan bu topluluklar gün gelir elbet akýllanýr ve insanlarýn rahatça yaþamasýna izin verir. iki gram petrol, toprak için birbirini katletmez belki ilerde. ama biz ütopyadan çýplak gözle görülemeyen diðer ütopyanýn hayalini kurmaya devam ettikçe çocuklar ölmeye devam edicek dünyada. bize lazýmdýr ki; neyse ...
"Bir biçimiz ama senin yargýlayabileceðin tipte deðil" demek o kadar da zor olmamalý. Bazen serbestlik, özgürlük diye geçirirken içimizden, neyin serbest olduðunu biliyor muyuz? Serbestçe zarar vermek olduruyoruz özgürlüðü bazen. Böyle böyle yapaylaþýyoruz belki. Bir kültürü, bir düþünceyi paylaþamasak da birbirimize saygý duymayýþýmýz hep bu ithal fikirlerden geliyor olmasýn? Bizi düþünmeye tembelleþtiren bir þeyler olabilir. Neden okul sýkýcýdýr, neden iþ ortamý huzursuzdur (þirket mirket anlamayýz orasý tamam da neden), neden emek bu kadar aþaðýdadýr, neden doðru söyleyen dokuz köyden kovulur da onuncu köye muhtar olur, diðer dokuz köye ne olur? Bunlar bizim yaþamýmýzýn bir parçasý, merak etmeden sorgulamadan olmaz ki. Bir oyunmuþ gibi kurun kafanýzda; bir dilek tutarmýþ gibi, bir düþünce tutun, o dileði gerçekleþmesi için kayan yýldýz gibi bu düþünceyi savunacak eylemler belirleyin. Kendi düþüncenizi üretin. O zaman yapaylýklarýn bir kolu olan þu etiketlemecilik de kalkar. Böylelikle etnik sözlüðe gerek kalmaz, siz de tavrýnýzý koyarsýnýz!!!
onur yaray Peki ''Biz'' Neyiz? Duyularýn temasý olmadan iki sýrtý birbirine dayandýramazsýnýz. Parmak uçlarýnýn ürperti veren soðukluðu avuçlarýn buzlarý eriten aleviyle birleþmediði sürece ortak doðrular yaratamazsýnýz. Sevgi ve inanç isimli iki kutsal çocuðu kardeþleyebilmek kökleri evreni saracak iliþkilerin tohumlanmasý anlamýna gelir. Bizler inancýmýza sevgi beslemeden ve bu sevginin varlýðýna inanmadan adým atmayanlardanýz. Þahýslar üzerinden gidilerek kurgulanan iliþkiler dizgin yemiþ beygirleri anýmsatýrlar. Muhataplarýna aralýksýz bir tedirginlik yükler ve gününü beklemeden taraflarý yorgunluklarla birlikte savaþýmý imkansýz zorluklara sürükler. Bizim ortaklýðýmýz ise çiftesi pek olan yavaþ atlara benzer. Dünyaya ayný çatý katýndan bakan yüreklerimiz ve ayný güzelliklerle mest olmuþ benliðimiz mükemmel olmaya aday servetimizi hataya tahammül edilemez kýlar. Büyük emeklerle yarattýðýmýz ekol beklenmedik çatýþmalarla yerle bir olabilir. Onu yýkýlmaz kýlacak olan birleþtirici etkenlerin samimiyet mertebesidir. Netice Önemli olan ve farkýnda olunmasý gereken betimlenmiþ bütünlükleri doðru yere koyabilmek. Þahýslar hakkýnda doðru yorumlarda bulunabilmek ve onlarý hak ettikleri konuma kavuþturmak. Bunu yapabilmek için -hiç kuþkusuz- insan evladýna zaman gerek… Ýçindeki çýrpýnýþlara kulak veren ve sahip olduðu saðduyusuyla karþýma her çýktýðýnda varlýðýmýzý huzurla kaplatan kimseler bize ''Düþün!'' derse içerilerde fýrtýnalar kopar çünkü ters akýntýlý bir nehirdir aklýmýz, biz düþünmeden ve düþleyemeden yaþayamayýz.
GENÇ PRAKSÝS 5
Dinde, Siyasette, Þiddette KADIN
AYÇA SENA AKÇOR
Kadýn ve din iliþkisinin bu yazýyla çözülebilecek bir konu olmadýðý su Ruh ve beden güzelliði anlamýna gelen Hüseyin'i Bay Üzmez'e yakýþtýrangötürmez bir gerçek. Ama þöyle yüz üstü bir bakarsak eðer… larýmýz var mý aramýzda hala? Öncelikle siyasetçilerimizin sevgili oyuncaðý türban… Bir süre sonra hiç 'beklenmedik' bir þekilde haberlerimiz, dergilerimiz, Ýslam'da ayetlerle destekleniyor diyor bazýlarý ve kadýn belki isteyerek gazetelerimiz, tartýþma programlarýmýz dinini her yerde üstüne basa basa dininin gereðini yapýyor belki de kocasýnýn, babasýnýn, amca ve dayýsýnýn belirten, 'ben gazeteci vurmuþ adamým' diyerek de övünen bu muhafazakâr üzerinde kurmaktan büyük zevk aldýðý otoritenin kurbaný oluyor. yazarýn yüzüne boðuldu. Elbette bu konunun irdelenmesi gerekiyordu ama Dini kendi çýkarlarýna göre yorumlayan insanlarýn sözlerine inanamayan ya irdeleyen herkes de biliyordu ki gündem birkaç haftaya kalmaz deðiþir þu da erkeðin kadýn üzerinde herhangi bir otorite hakkýnýn olmadýðýný savuanlýk gündeme ayak uydurmalý... nanlar ise kâfirlikle suçlanýp, türban konusu tüm gerçekliðiyle açýklanana Ve yine hiç beklenmedik bir þey oldu. Siyasetçilerimizin sevgili oyuncaðý kadar beklemeyi tercih ediyor. tahtýna geri döndü. Bu sefer ki gündem bir hayli karýþýktý. Ýslam'da gerçekte kadýn ve türban nasýl anlatýlýyor, bize doðru mu, yanlýþ "Biz sandýðýnýz gibi 'halk'ý dinci ve laik olarak ayýrmaktan yana hiç olmadýk mý aktarýlýyor þu an bilemiyoruz belki ama bu bilinmezliði bir kenara olmayacaðýz. Dinciler bir partiye, laikler bir partiye diye bir þey yoktur. býrakýp gözümüzün önündekileri görüp yorumlamamýz gerektiðini biliyoruz. Deðiþim, geliþim ve özgür ibadet gerekir" gösterisi vardý yakalarda, þaþkýn Siyasetçilerin ýsýtýp ýsýtýp önümüze koyduklarý türban ve bununla birlikte bakýþlarda… gelen kadýn haklarý, din özgürlüðü, dindarlýk, dincilik… Halký dinci-laik diyerek savaþ meydanýna attýlar sonra 'siz bizi yanlýþ Türbaný önce siyasetin sonra hayatýmýzýn bir sorunu haline getirdiler. tanýdýnýz biz halkýn her katmanýný severiz' diyerek kaçtýlar. Gündemden düþmek bilmedi. Haberlerimiz, dergilerimiz, gazetelerimiz, Kadýnýn din ile harmanlanmýþ yarasý toplumdan koparýlýp siyasi yara tartýþma programlarýmýz -ki bu programlarýn tartýþmaktan ne kadar anladýksimge- oldu olalý tuzu da siyaset… larý da ayrý bir mesele- gündelik sohbetlerimiz türbanla ve türbanýn kapý Deðiþmek, kendini 'doðru' ifade etmeyi istemek çok olaðan fakat kamusal komþusu kadýn ve dinle boðulmaktaydý. alanýnda görmek istemediðin, laikliðe tehdit gördüðün insanlarý kucaklaMesele derindi aslýnda din ve kadýn konusunda bir maya bir sandýk bir pusula mý yoksa siyaseti hiç düþüntürlü ortak yolu bulamamýþ bu toplum için. Bu meden sadece 'halkýna' biraz içtenlik mi yeter? "Ve kadýnlar, / bizim kadýnlarýmýz: / kanayan yaraya çözüm arýyoruz derken hep tuz Tüm bunlar olurken Hindistan'da kadýnlar cadý oldukbastýlar aslýnda. Kamusal alan denildi, din özgürlüðü korkunç ve mübarek elleri,/ larý için buralar da ise sadece kadýn olduklarý için Ýnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / avlanýyordu… denildi... Genç kýzlarýmýzý yurt dýþýnda okumaya mecbur býrakmaya, beyin göçüne neden olmaya karþý anamýz, avratýmýz, yârimiz / Somali'de Ýslamcý militanlarýn elinde olan Kismayo Ve sanki hiç yaþamamýþ gibi ölen / ve çýkanlar oðullarýný yurtdýþýnda okuturken biz nasýl kentinde 23 yaþýnda bir genç kýz taþlanarak soframýzdaki yeri / oluyor da samimiyetten bahsedebiliyoruz? öldürülmüþtü. Uluslar arasý af örgütünün yaptýðý açýklaÖküzümüzden sonra gelen / ve daðlara Tüm bunlar söylenirken hangi siyasetçi içtenlikle maya göre öldürülen genç kýz Ayþe Ýbrahim Duhulov bunlarý önemsedi? Gündem yaratarak baþka konularý kaçýrýp uðrunda hapis yattýðýmýz / isminde 13 yaþýnda bir çocuk… Binlerce kiþinin önünde örtbas etmek, birbirleri üzerinden prim yapmak akýl- Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki / taþlanarak öldürülmesinin sebebiyse tecavüze larýnýn ucundan geçmedi deðil mi? Sevgili siyasetçi- Ve karasabana koþulan / ve aðýllarda / uðradýðýný söyleyip, zina ile suçlanmasý… ýþýltýsýnda yere saplý býçaklarýn/ lerimiz her daim bizi düþünür deðil mi? Sivas'ýn Zara ilçesinde boþ bir arazide 12 yaþýndaki Nur Oynak, aðýr kalçalarý ve zilleriyle bizim olan Þen'e tecavüze yeltenen ama sonra kravatla boðup Kýzlarýn üniversiteye devam edememe sebeplerinin kadýnlar, / bizim kadýnlarýmýz" %14ü evlilik %10u çalýþma zorunluluðu, maddi kafasýný taþla ezerek öldürense 15 yaþýndaki okul sorunlarken biz oturmuþ %1lik olan 'beyin göçü'nü arkadaþýydý… Nâzým Hikmet aylarca tartýþýyor bir sonuca varamýyoruz. 2oo3'te Güldünya ile akýl almaz törelerin insafsýz infaAnayasa mahkemesinin kararý bir nokta oldu zlarý çarptý yüzümüzün ortasýna acý acý… Bazýlarýmýzýn sanýrken bu sefer de yeni kadýn haklarý savunucularýyla tanýþtýk. Yýllardýr yüreðine indi bu acý, bazýlarýmýzýn yüreklerindense 'teðet geçti.' Bir ümit otorite kurbanlarýnýn katilleri olanlar göründü meydanda, kadýn haklarýný ve kurtulmayý denedi töreden olmadý, oðlunun adýyla yaþýyor artýk yaþam dinlerini savunacaklarmýþ… ümidii… Ortalýk biraz duruldu derken yeni bir gündemle merhaba dedik güne. Ve Pippa Bacca ile öðrendik barýþýn kadýnýn elinde baþlayýp erkeðin gücünde 14 yaþýndaki bir kýz çocuðuna tecavüzle suçlanan, hükümet lehine rapor nasýl bitebileceðini… hazýrlamakla görevli olan kurumun, bu kýz çocuðunun ruh saðlýðýnýn zarar Hani her sene mutlu, umutlu, barýþ dolu, bir diðerinden farklý bir sene olsun görmediðini belirten raporuyla aklanan adam selamladý bizi, gözlerimizi aladeriz ve bu dilek pek gerçekleþmez ya… madýðýmýz o renkli kutunun camýndan. 2oo9'un 2.gününden bir haber acýttý yüreðimizi bu sefer. Bir Türk filminden Çevresine 15 yýl cezadan kurtulmanýn yarattýðý piþkin bakýþlarý atan omusahne gibi canlandý gözümüzde. Üvey babasýnýn ona taciz ettiðini anlatmaya zlarý dik bir adam, çocuða tecavüzden yargýlanan adamýn eþi olma 'guruçalýþan kýzýna inanmayan bir anne. Üvey kýzýnýn yataðýnda yakalanýp evden runu' yaþayan sessiz bir kadýn… atýlan üvey baba ve üvey babasýndan kendisini korumak için geceleri panEski TCK'nin 423. Maddesinde iffetten deðil de 'kýzlýk zarýndan' tolon ile uyuduðunu anlatan 13 yaþýndaki bir kýz… bahsedildiðini, kandýrýlarak kendisiyle iliþkiye girilen 15 yaþýndan küçük Ýnsanlýða acý çektiren insan ne zaman duracak? kýzlarý içeren ama ruhsal çöküntüsünü, maðduriyetini umursamayan Ne zaman anlayacak kadýnsýz bir hiç olduðunu erkek 'egemenliði'? anatomik maddeyle yargýlananlarý unutmuþtuk… Hatýrladýk. Çocuklarýn ellerinde zararsýz sandýðýmýz o oyuncak silahlara kurþun dolduArdýndan gelen karmaþa, þaþkýnlýk, adaletli bir ülke düþüncelerinin yine ranlarý kim durduracak? suya düþüþü… Bilim, teknoloji, medeniyet ilerledikçe zihniyet inadýna geriliyor sanki! Tanzimat romanlarýnda yazarlar karakterlerin, tiplerin adlarýný kiþilik özelMemleketler törelerden, erkeðin benliði þiddetten, siyaset de dinden arýndý liklerine göre seçerlerdi. Ama hayat ne bir Tanzimat romaný ne de insanlar arýnalý kadýnlarýn gerçek sorunlarý çözülüyor! Diyebilmenin sevincini en taþýdýklarý adlarýn farkýnda! yakýn gelecekte tatmak dileðiyle…
TARÝHÝN DERÝNLÝKLERÝNE OYUNCAKLARLA YOLCULUK Tarihi deðerlerimizin art arda yok edildiði,sanat eserine olan saygýnýn azaldýðý ve buram buram geçmiþ kokan inþalarýn yýkýlýp onlarýn yerine ulu ve duygusuz gökdelenlerin dikildiði bir dönemdeyiz.Ýstanbul'da koca koca gökdelenlere kafa tutan ve onlara inat hala ayakta kalmayý baþaran bir köþk,Ýstanbul Oyuncak Müzesi… Yaþadýðýmýz çað internet üzerinden bir çok eylem yapabilme kolaylýðýný bize tanýyor.Fakat bununla beraber her þey hýzla duygusunu,gerçekliðini kaybediyor ve duygularýmýz bile "sanallaþýyor". Ýçinde yer yer þaþkýnlýk,yer yer hüzün gibi duygularý barýndýran,her þeyin sanal deðil de gerçek olduðu Ýstanbul Oyuncak Müzesi,metropolit bir yaþam sürdüðümüz Ýstanbul'da ziyaretçilerine özlenmiþ anýlarýný yeniden yaþatýyor. 23 Nisan 2005 tarihinde ziyarete açýlan ve geçmiþten günümüze kadar gelmeyi baþaran oyuncaklarýn sergilendiði bu müzenin kurucusu þair ve yazar Sunay Akýn "bir toplumda korumacý kültür,kitap okuma sevgisi,araþtýrma ruhu müzelerden geçer" diyerek ailesinden kalan köþkü neden bir müzeye dönüþtürdüðünü açýkladý."2.Dünya Savaþý aslýnda 1 Eylül 1939'da baþlamamýþtýr,daha öncesinde Hitler yaptýðý savaþ oyuncaklarýyla çocuklarýn düþlerini çalmýþtýr,ardýndan da oyuncaklardaki askerlerin yerini Alman çocuklar almýþtýr.Düþleri ve hayalleri olan toplumlar baþarýlý olabilirler" diyerek müze tercihini neden oyuncaklardan yana yaptýðýný da belirtti. "Ülkece yaþadýðýmýz sorunlarýn nedeni müzeciliðin hiç geliþmemiþ olmasýdýr" Geliþmiþ ülkelerle kýyaslandýðýnda ülkemizdeki müzeciliðin çok geri durumda olduðu gözle görülür bir gerçek.Þair Sunay Akýn, "Sen bana bir ülkede kaç tane
ve ne tür müze olduðunu söyle,ben de sana o ülkede gazetelerde ertesi gün çýkacak haberleri söyleyeyim.Ülkece yaþadýðýmýz sorunlarýn nedeni müzeciliðin hiç geliþmemiþ olmasýdýr" Diyerek müzeciliðin ülkelerin geliþmesiyle paralel olduðunu vurguladý.Ayrýca Akýn "herkes Amerika'yý tanký,topu ya da dolarýyla zengin oldu sanýyor,oysa Amerika'nýn 18 bin tane müzesi vardýr.Bir Alman her gün bir müzeye giderse ömrünün 16 yýlýný Almanya'nýn müzelerinde yaþamýþ olur.Paris'teki Louvre Müzesi'nin koridorlarýnýn uzunluðu 12 kilometredir.Müzeleri olan toplumlar demokraside ve uygarlýkta yol alýr" diyerek müzelerin ülkelerin geliþindeki önemine dikkat çekti.Ayrýca Akýn müzelerin Avrupa Birliði'ne üye olma sürecinde de ne kadar etkili olduðunu açýkladý: "Avrupa Birliði'ne üye olmak istiyoruz.Bizi Avrupa Birliðine üye yapmak isteyenler hiç sordular mý acaba; Avrupa Birliði'ne üye olan ülkeler önce zengin olup mu çok sayýda müze açtýlar yoksa önce müzelerini açýp nesillerini,kuþaklarýný o müzelerin koridorlarýndan geçirip mi bugünkü uygarlýða ulaþtýlar.Þüphesiz ki doðru olan ikinci yoldur. Herkesin aklýna Haydarpaþa Garý kapatýlýnca,otel yapmak geliyor da müze yapmak neden akýllarýna gelmiyor? Bizi Avrupa Birliðine üye yapmak isteyenler bilmiyorlar mý Paris'teki Dorse Garý kapatýlýnca müze oldu? Madem Avrupa Birliðine üye olacaðýz,hani müzelerimiz?" Bu Ýþ Çocuk Oyuncaðý (!) Bebeklerin çok yakýndan tanýdýðý objelerden biri oyuncaklardýr ve daha doðar doðmaz oyuncaklarla tanýþan insanoðlu hayal gücünü daima oyuncaklardan alýr."Geri kalmýþ ülkelerde oyuncaklar çocuklara oyalansýn diye verilir.Oyuncaðý çocuklarýn oyalanma aracý gören ülkeler,oyuncaðý çocuklarýn düþ kaynaðý ve zekalarýnýn geliþmesi için bir araç gören geliþmiþ ülkelerin kapýlarýnda beklemeye mahkumdur" diyen Akýn oyuncaðýn ülkelerin geleceðine ýþýk tuttuðunu söyledi. "Gölge Etmesinler Yeter"
sýdal utkucu Þimdiye kadar ilkler daima sancýlý olmuþtur.Ýstanbul Oyuncak Müzesi de hem bir ilk olmanýn hem de Türkiye'de bir özel müze olmanýn sorunlarýný yaþýyor.Müzeye dönüþtürdüðü köþkün bakým masraflarýný,çalýþanlarýn ücretlerini,elektrik-ýsýnma-su giderlerini kendisinin karþýladýðýný,devletin Sunay Akýn'dan kira-stopaj vergisi bile aldýðýný belirtirken de "Aslýnda ben tüm sorunlarý bilerek yola baþladým.Güney sahillerinde denizleri doldurup otel açsaydým veya plajda voleybol turnuvasý düzenleseydim;güzel kýzlar da geliyor deseydim devlet bana teþvik primi verirdi.Ben bu bölgede yýkýlacak köþkleri koruyan nadir insanlardan biriyim ve bu köþkü müzeye çevirdim.Dünyada hiçbir müze tek baþýna ayakta kalamaz.Dünya Müzeler Derneði'ne göre müzeye gelen her ziyaretçi bir müþteridir ve bu müzeye gelen -tüm- müþteriler müzede bilet alsa,kafeterya hizmetlerinden yararlansa ve de hediyelik eþya alsa müzenin maliyetinin 4'te 1'ini karþýlar.Geri kalan masraflarýn 4'te 1'ini o ülkenin kültür bakanlýðý karþýlar ama bu ülkede devlet benden vergi alýyor.Ben onlardan aferin istemiyorum sadece gölge etmesinler" diyerek devletin Akýn'a ticari iþletme sahibi muamelesi yaptýðýný anlattý. Müzede Neler Var? Ýstanbul Oyuncak Müzesi'nde birbirinden ilginç oyuncaklar sergilenmekte.Müzede oyuncaklar çeþitlerine göre ayrýlmýþ bir düzende.Oyuncaklarýn tarihlerine ve çeþitlerine bakarak tarihsel analiz yapmanýz mümkün.Müzede Titanik'te ölen yolcularýn anýsýna 1912'de yapýlan siyah renkli ilk oyuncak ayýyý görebilirsiniz.Müzenin en eski eseri ise 1817 yýlýnda Fransa'da yapýlmýþ bir kemandýr. 1820 yýlýnda Amerika'da yapýlan bir bebek, yine ayný ülkeden 1860 yýlýna ait misketler, Almanya'da yapýlan yüz yaþýnda teneke oyuncaklar ve porselen bebekler müzenin en eski eserleri arasýnda yer almakta.Ayrýca Müzeyi ziyarete gelen ünlü isimler arasýnda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Baþkaný Deniz Baykal,Eskiþehir Büyükþehir
6
GENÇ PRAKSÝS
toplumumuzda modernleþme tezahürleri
Sosyolog Ferhat Kentel'le modernizmin devlet, siyaset ve sosyal hayata yansýmalarýna dair bir þöyleþi gerçekleþtirdik.
Genç Praksis: Öncelikle merhaba. Okurlarýmýzý için biraz kendinizi tanýtýr mýsýnýz ? Ferhat Kentel kimdir? Ferhat Kentel: Sosyoloðum ve sosyolojiyi sýrf meslek olsun diye yapan biri deðilim. Sosyolojinin çok siyasal bir þey olduðunu düþünüyorum. Sosyolojik düþünmenin siyasal bir aktivite olduðunu, siyasal bir faaliyet olduðunu düþünüyorum. Dolayýsýyla hayatýn her alanýný kuþatan bir düþünme pratiði içinde olduðunu düþünüyorum. Yani hayatýn her alanýna sosyoloji dokunmalý, sadece üniversitede yapýlan bir þey olarak algýlamýyorum mesleðimi. Bunda herhalde yaþadýðým birçok þeyin etkisi var. Çok önemli ve de karýþýktýr bu düþüncemin olgunlaþtýðý dönem. Türkiye'de de siyasallaþmanýn neredeyse patolojikleþmiþ bir dönemiydi ve üzerimde býraktýðý izler oldu. Bahsettiðim dönemde, 75 - 80 arasýnda öðrenciydim. Önemli, karýþýk bir dönemdi. Özel bir siyasalaþmanýn olduðu dönemdi. Ailemden kalan izler var, okuldan kalan izler… Þu anda yaþadýðým toplumun býraktýðý izler var. Böyle bir hikâye üzerine sosyologluk yapmaya çalýþýyorum. G. P.: Türkiye ile ilgili her hangi bir konuya girerken mutlaka 12 Eylül milat alýnarak söze baþlanýyor. 12 eylül gerçekten bir milat mýdýr? Ya da 12 eylülle Türkiye'de neler deðiþti, bugüne etkileri nelerdir? 12 Eylül milat gibi kabul ediliyor ama bence 12 Eylül daha uzun bir hikâyenin bir parçasý. Türkiye'de siyaseti ve toplumu düþünmek için Osmanlý'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiþi belki milat olarak kabul etmeliyiz. Daha sonrasýnda Türkiye devleti modernleþmeyi tehdit eden ve toplumu kurmaya çalýþýrken kurulmasý arzulanan bir vatandaþa ya da bireye farklý tepkiler veren bir hali var. Bu otoriter devletin tepkileridir 27 Mayýs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 20 Þubat 1997. Bunlarýn hepsi aslýnda birbirine benzeyen, toplumun kendi izlemiþ olduðu güzergaha karþý o denetimin dýþýna çýkýlmamasý için yapýlan operasyonlardýr. 12 Eylül belki bir milat deðil ama þiddeti çok yüksek oldu. 40 - 50 tane insaný asýyorsunuz, iþkence görmüþ bu kadar insan, hapsedilenler, kaybedilenler, yakýlan kitaplar, sürgünler... Rakamlar açýsýndan bakarsanýz büyük travma yaratan bir dönem. Böyle olduðu için tabi neden 12 Eylül milat, anlamak mümkün. Bu kadar önemine raðmen daha genel bir perspektiften düþünürsek 12 Eylül yukarýdan aþaðý modernleþmenin, Türk otoriter modernleþmesinin en güzel tezahürlerinden biridir. G. P.: 90 yýllarda aslýnda tüm dünya ile birlikte Türkiye'de de büyük deðiþimler yaþandý. Sovyetlerin çöküþü, reel sosyalizmin tasfiyesi, ABD imparatorluðunun hakimiyeti ve yeni dünya düzeni söylemi, Türkiye'nin siyasal ve kültürel ortamýna neler kattý? 1989 Berlin duvarýnýn çöküþü, o zamana kadar modern dünya modernlik düþüncesini belki kategorize eden bir düþünce kamusalý, rasyoneli irrasyoneli birbirinden ayýran, fonksiyonel insanlar yarattý. Süreç ve dünya algýlarýný yarattý. Berlin duvarýna kadar en makro ayýrt edici þemalar doðu - batý bloðu þeklindeydi. Bu taraftan baktýðýnýzda daha kapitalist daha totaliter ülkeler oradan buraya baktýðýnýzda daha adaletli, eðitimin bedava olduðu, refah ve sömürünün olmadýðý iddia eden bir yapý. Yozlaþmanýn, aþýrý tüketimin oldu ideolojik söylemleri ne olursa olsun, ikili bir akýl, ikili bir konumlanma var. Ýyi taraf - kötü taraf. Berlin duvarýnýn yýkýlmasýyla çok temel bir þey ortaya çýktý. Önümüzdeki o ayrým
da büyük ölçüde ortadan kalktý. Ýlk önce biz dünyadaki yerimizi bulmakta çok zorluk çektik. Süreç ve düþünce kalýplarýndan çýktýk. Bu kutuplaþmanýn kýrýlmasýyla önümüz inanýlmaz açýldý. Çok fazla veri ve deðer önümüzde dolaþmaya baþladý. Tam da bu zamanda referansýz kalma hali oluþtu. Bir yandan korkularýmýzý da çok kamçýladý yani. Hem önümüz açýldý hem de risklerle dolu bir dünyaya girdik. Ýþte o riskli dünyaya girdiðimizde tehlikeler karþýsýnda ne yapacaðýz? O ikili mantýk elimizin altýndaki baþvurulabilir bir mantýktý. Biz dünyaya böyle bakmaya devam ettik. Önceden demir perdenin ardýnda olanlar þu an hemen yanýmýzda olabilir. Kapitalist toplumun öngördüðü demir perdeden el yordamýyla kendimizi korumaya çalýþýyoruz, genellikle kültürel kimliklerimiz, inandýðýmýz din, konuþtuðumuz dil kendimize "biz" diyebilmemiz için referanslarýmýz oldu. Onlara tutunduk. Ama "biz" derken baþkalarý da "biz" diyor. Dolayýsýyla ötekileþerek saðcýsý - solcusu, sosyaliz - kapitalizm gibi çok büyük ayrýmlardan belki daha küçük ayrýmlara neden oldu. Türkiye de tam böyle bir þeyi yaþadý. Soðuk savaþ içinde çok önemli bir aktör olan Türkiye, Sovyetler'in ve sosyalist devletler dünyaya karþý bir tür jandarma görevi gören amerikanýn uzantýsý olan NATO kuvveti olan Türkiye bu tür iþlevini kaybedince ne oldu bir yandan devam ediyor yani soðuk savaþ dediði bir sürü farklý grubun olduðu iþte o yüzden Kürt meselesinden tutun ermeni meselesine Ýslamiyet'ten yerelliklere farklý dillere kadar çok fazla ses yükselmeye ve çoðullaþmaya baþladý gerek modernleþmeye çalýþan totaliter Türk devletinin soðuk savaþtan kalma öteki ayrýþtýrmalarý yeni çoðul zamanýn içine de hakimiyetini sürdürüyor. bugün iþte tam onu yaþýyoruz. Gerilim ve korkularý bir arada yaþýyoruz. G. P.: 2000'li yýllara AB tartýþmalarýyla girdik. Siz bu süreci nasýl deðerlendiriyorsunuz? AB yolunda Türkiye nerede duruyor ve hepsinden önemlisi Türkiye AB'ye girmeli mi ve girebilecek mi? Yola çýkýyorsunuz, bu köyden baþka köye gitmek için bu yol bir kerede gidilen bir yol deðil gidiyorsunuz geri dönüyorsunuz rüzgâr esiyor püskürtüyor yelkenleriniz açýlmýyor belki yeterli enerjiniz yok yani þuan durduðumuz bir yer yok o yol sürekli düþünülmesi gereken bir þey Avrupa birliði ile müzakere ediyor olmak Avrupa birliði ile muhatap oluyor olmak beklide iþte 90 lý yýllarýn deðiþimini de anlamak için bir olarak kullanýlabilir. Avrupa birliði dediðimizde oturup yeniden düþünmek zorundasýnýz sorgulamak zorundasýnýz sorgulamak da öyle çok kolay bir þey deðil yani çok doðru olduðunu düþündüðünüz aidiyetleriniz ters düz olmaya baþlýyor bu sadece Avrupa birliðinden kaynaklanan bir þey deðil. Farklý gruplar hak talep eden gruplar tarih ve araþtýrma yapan aydýnlar dediðimiz zaman bunlarýn getireceði her yeni veri her yeni bilgi hesaplaþmaya itecek demektir. hesaplaþma galiba çok radikalleþen bir sol yaratýyor.90'larýn analizi doðru ise kendinizi yeniden düþünmek demek egemen söylerimlerin yýpranmasý demek egemen söylemin yýpranmasý demek de kendinizi buraya ait hissediyorsunuz ait his etiðiniz þey yalan üzerine kurulu bir dünya düþünün yani yok artýk öyle bir þey sürekli bir ev inþa etmek içinde oturulabilir yaþanabilir bir duygu hali içinde görmek zorundasýnýz buda korkularla inþa edilmiþ yeni ulusalcý milliyetçi tam böyle bir korkuyla ilerleyen süreç bir ara Avrupa birliðine giderken 2002 AKP'nin ilk dönemlerindeki Avrupa birliðine üye olmak isteyenler oraný yüzde yetmiþlere dayanýyordu ama bugün yüzde kýrklara düþtü ne oldu insanlar bir anda Avrupa birliðinin kötü bir þey olduðunu mu düþündü hayýr tamda bu sürecin kendisinin yaratmýþ olduðu bir güvensizlik duygusu bir korku duygusu hakim olduðu için daha kapanan cemiyetleþmiþ toplum dediðimiz þey ulus dediðimiz þey daha aydýnlanmacý bir þeylere gönderme yaparken bir zamanlar yine modern toplum kurulmasýnda
cemaatleþen bir þey haline geliyor Avrupa birliði belki en baþýnda belki en sonunda bu konuda net söylenecek bir þey yok çünkü her gün yeniden inþa olunan bir þey bir gün bir þey yaparlar Avrupa birliði yolunda inanýlmaz adým atmýþ olabilirsiniz ama tek baþýna galiba Avrupa birliði bir þey ifade etmiyor. G. P.: Sizce Türkiye Avrupa'ne girebilecek mi? Yani orda þöyle bir bölünmüþ bir düþüncem var bir taraftan evet tamam olsun Türkiye'nin dünya toplumuna entegre olmasý için insanlarýn burada daha dar kapalý önünü kapatan þeylerle debelenmektense biraz dünyayla biraz mal olup faydalanmak adýna evet önemli bir þey ama bir yandan böyle bir dünya insaný dünya toplumu olmanýn açýlýmýn dünyaya bir þey söyleyen hem duyan dinleyen oradan beslenen ve orayý besleyen bir insan olma hali sadece Avrupa birliði ile olacak bir þey deðil niye baðlayým Avrupa birliðine bütün umutlarýmý diyorum bir taraftan evet Avrupa birliði bir araç belki amaç deðil Avrupa birliðine mecbur olmak açýkçasý benim aðýrýma gidiyor birileri bana þunu yap diyecek bende yapacaðým ve demokratlaþacaðým yani olur belki ama böyle bir demokratikleþme içselleþir mi þüphem var. Hakký verdiðin zaman kullanýlabiliyor mu kadýn hakký mesela sadece ideolojik bir þey haline geliyor dünya kadar kadýn kullanmýyor bu hakký neden çünkü yukarýdan aþaðý bir þey dayatýlmýþ olduðu için demokratikleþme bazý okumuþ yazmýþ aydýn kesimler için demokratikleþme iyi bir þey bu lafý siz yukarýdan aþaðý empoze ederseniz açýkçasý çok da fazla içselleþecek bir þey deðil tamda ona karþý kendini koruma hali çünkü dýþarýdan gelen her adým içinde oturduðum yuva halini bozacak riskler taþýr. toplumun kendiyle hesaplaþmasýyla kendi üzerine düþünmesiyle olabilecek bir deðiþim olur 1961 yasasýyla Bülent Ecevit çalýþma bakanlýðý zamanýnda iþçilere dünya kadar hak verildi toplu sözleþme grev hakký gibi ne oldu bunlara 12 eylül geldiðinde kiþiler gidip kendileri teslim oldular ondan sonra dünya kadar liberal 24 ocak ta baþlayan sendikasýzlaþtýrma denilen faaliyet 12 eylülden sonra baþladý. Ýþçi sýnýfý gerçekten bir sýnýf mücadelesi veriyor dediðimiz zaman çok da öyle saðlam bir hareket gözükmüyor. G. P.: Kýbrýs sorunu, Kürt sorunu, Ermeni meselesi… Türkiye yýllardýr varolan ve artýk kangrene dönüþmüþ bu sorunlarý bir türlü çözemiyor. Neden çözemiyoruz bu sorunlarý? Modernlik dediðimiz kavram nötr falan deðil beraberinde bir takým zümreleri bir takým sýnýflarý daha güçlü kýlan bir süreç Avrupa'dan bu sürece baktýðýnýz zaman girdiði sýnýfsal ittifaklar kendi mücadelesi eþliðinde önce kendi kazandýðý sonra toplumun çýkarlarýymýþ gibi öðrettiði bir þey var kendi çýkarlarýný tüm toplumun çýkarlarý gibi öðretmeyi beceren bir sýnýf bu ve doðrudan onunla iliþki halinde düþününce devlet tabiî ki birebir yansýmasý olan bir devlet deðil tabiî ki kendine özgü bir görece bir özerkliði var ama neyse bütün bu süreç içinde çýkar iliþkilerini barýndan egemenlik iliþkilerini barýndýran güçlüler zayýflar diye bir þeyi barýndýran bir tahakküm herkes medenileþtiðimizi sivilleþtiðimizi düþünürken bir zihniyete göre modernleþtik aslýnda güç iliþkileri içinde modernleþtik biz onun altý üstü paranýn gücünü yoksulluðun ne kadar kötü bir þey olduðunu öðrendik aslýnda bütün o Protestan ve kapitalizm arasýndaki iliþkinin bütün söylediklerini düþünün dolayýsýyla Türkiye'de de modernleþme denilen þey nötr herkese ayný þeyi kuþatan bir þey deðil kendi egemenlik iliþkilerini üreten ve bir rol oynadýðý süreçten bahsediyoruz bu var olan egemen söylemi bozan her þey kürt meselesi ermeni meselesi Kýbrýs meselesi bu egemenlik iliþkilerini yýpratan bir yapýnýn içinde güç iliþkilerinden faydalananlarýn ekonomik prestij bir sürü þey olabilir bunlarý kaybedenlerin daha doðrusu onlarýn çýkarlarýný kaybetmemek için aldýklarý önlemlerden ötürü çözülemiyor denilebilir. türk modern devleti bir takým mantýklar üzerine kurulu ve modern devletlerin hepsinin yeniden yazdýðý bir
Aydýn Yýldýrým Merve Acar Özge Aktaþ Barýþ Engin
hikaye var tarih yazýyor geçmiþi okuyor böyleydi diyor ve tarih kitaplarýnda bir þey anlatýyor 1189 yýllarýnda türk devrimi diye adlandýrdýðý þeyde Osmanlýyý eski rejim olarak adlandýrýyor alfabeyi deðiþtiriyor yerine baþka bir þey koyuyor medeni kanunu deðiþtiriyor tarihi de yeniden yazýyor insanlarýn inanmasý için sekilerleþmeyi saðlamak için laikliði empoze etmek için herkes yeni bir din devlet iliþkisi yeni bir mantýk üzerinden düþünüyor yani meta sosyal bu dünya ötesinde baþka bir dünyaya gönderme yapmadan oluyor dolayýsýyla din denen þey mahremleþiyor Atatürk'ün ideolojik olarak kutsallaþmasý Kemalist söylemin zaman içinde dokunulmazlýk kazanmasý kuraný kerimin sorgulanmamasý gibi dini bir söylem çýkarýyor ortaya ama insanlar sekilerleþecek varsayýmý birtakým baþörtülü dindar insanlar bunlar geliyor partilerini kuruyor farklý alternatif yaþam tarzlarý bunlar çýktýðý anda ne olacak sekilerleþme mantýðý çöküyor demek iþlememiþ bu güne kadar olan sekilerleþme mantýðýnýn tutmadýðý bir taraf var hatta þunu söyleyecek baþörtülü insanlar 'bu sana göre 'ben baþka türlü yaþýyorum veya tarihi düþünelim iþte tarihi yeniden yazdýnýz 1915 üzerine konuþmak demek ermeni meselesi üzerine konuþmak demek senin o tarih söylemini inanýlmaz biçimde sorgulayan bir þey bu milletin adý türk milleti ne mutlu türküm diyene dediniz birileri kürdüm diyorlar ne oldu oda tutmamýþ çünkü tam o burjuvazi'nin yaptýðý kendi çýkarlarýný toplumun çýkarlarý gibi görüyorlar bu söylem tutmadýðý zaman içindeki her þey açýða çýkýyor en azýndan kendilerini korumak için bütün bu alternatif söylemleri bu ortalama makul vatandaþlýk halini sorgulayacak olan her türlü þeye karþý tezahüre karþý inanýlmaz bir mücadele ediyor o ezberlerin ezber kalmasý yada o ezberin bozulmasý arasýnda bir ikileme düþüyor. G. P.: AKP bu türlü sorunlarýn çözümünde son derece radikal bir duruþ söyleyecek gibi dururken 5 yýlýn sonunda statükoyu devam ettiren bir yola savruldu. Sizce AKP demokratikleþme, Kürt sorunu ve baþka meselelerde liberal çevrelerde oluþan umudu tüketmiþ midir? Nedenleri konusunda dünya kadar spekülasyonlar var bir görüþe göre kamuoyunda böyle çalýþýyor AKP esas olarak bu devlet yapýsý altýnda her anlamýyla muktedir olabilmiþ bir parti deðil yani þeyin çok farkýnda devlet denen yapýnýn çok daha güçlü yerleþik uzun dönem bir söyleme dayandýðýnýn farkýnda güçlü bu anlamda dolayýsýyla güce ulaþmak istiyor güce ulaþmak için ne yaparsýn gücün dili nerede somutlanýyorsa onu taklit edersin dolayýsýyla AKP'nin yaptýðý en güçlü söylem nedir gençlik tskcýlýk bütün o kutsallýklarý barýndýran o söylemin içine girmektir. Özdeþleþerek iktidar olmaya çalýþýyor AKP.özellikle iþte seçimler dönemine girerken de ortaya çýkacak bir takým geliþmelere karþý önlemini aldý bir tarafý bu bir tarafý baþka bir yaklaþým Bülent somayýn söylediði aslýnda taktiksel bir þey yapýyor AKP tayip Erdoðan güney doðuda dtp tek alternatif oda mý yasaklanacak zaten orada bile kazanma ihtimali çok yüksek ama daha çok orta batý üzerinde durmaya çalýþýyor orada da rakipleri kimler MHP ve CHP yani onlarýn söylemsel düzeylerini daha milliyetçi olduðu gösteriyor diye bir yorum var muhtemelen ikisinde de doðruluk payý var sadece bir gerekçe hiçbir toplumsal ve siyasal bir dil kullanmak yeterli olamaz. Bu baya özgürlük söyleminden uzaklaþmaktýr taktikseldir.endiþelenmeyin falan diyemezsiniz çünkü bunlarý dediðinizde hayatýmdaki bir takým referanslar kirleniyor demektir kirli referanslarla konuþmak durumundayým bu ileri bir yere erteleyeceði bir gerçeklik deðil söylem bugün korunuyor dolayýsýyla AKP bugünde þiddete güce ikili ayrýþmalara gönderme yapan bir söylemi bizzat inþa ediyor.bu anlamda liberaller falan dediðimiz zaman ortaya çýkan sonuç liberal demokrasi olan söylemlere þimdiye kadar mücadele etmiþ niye bu taktiði býraksýn ki bugün her konuþmanýn içinde demokrat olmak gerekiyor, bu yüzden galiba o çevrelerden gelen tepkiler gayet normal.
GENÇ PRAKSÝS 7 G. P.: Bazý sol aydýnlar, geleneksel sol ve ulusalcý sol çevreler tarafýnda son yýllarda AKP'ye yardakçýlýk yapmakla, sol gösterip sað vurmakla itham edildiler? Siz AKP'yi nasýl deðerlendiriyorsunuz ve sol aydýnlarýn AKP'yi yanlýþ tahlil ettiðini düþünüyor musunuz? AKP bugün Türkiye'de alternatif bir modernleþmenin kanallarýndan birinin hareketi oldu. Aslýnda bu alternatif modernleþme hikâyesi tam da Türkiye'nin içinden çýkmýþ modernleþme hareketinin ürettiði bir hikâye. Türkiye'de böyle bir modernleþme süreci çizdinizde Ýttihat Terakki'den baþlayan hatta Tanzimat'tan, yeniçeri ordususnun tavsiyesinden Vakay-i Hayriye'sine kadar gönderme yapabiliyorsunuz. Bir parça Kürtleri alýp buruya koyuyorsunuz, Ermenileri alýp tehcir ediyorsunuz, Boþnaklarý þuraya koyuyorsunuz, bir tarafta nüfusu yüzde ona çýkartýyorsunuz vs… Fatih Dündar'ýn bu konuda önemli bir kitabý var. Ýttihat Terakki zamanýnda tam o zamanlardan beri baþlayan modernleþme hikâyesi þöyle veya böyle bir takým modeller yarattý. Ýslami referanslara dayanarak kapitalist modern hayatýn içine girmek diye bir olay çýkardý. Sadece modern hayat dinin dýþýndadýr varsayýmý geçerli deðil. Sadece böyle modern olunmazmýþdiyen bir toplumsal kesim kendini bizzat gösterdi. AKP böyle farklý bir alaþýmý, farklý bir bileþimi formüle ederek çýkmýþ bir hareket. Milli Mizam Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi geleneði AKP ve Saadet Partisi diye iki kola ayrýldý. Bütün bunlarýn hepsinde farklý bir toplumsal hareket var. Kimler bunlar dediðiniz zaman kendilerini anlatamayan kesimin adam yerine koyma arzusudur diyebiliriz. Modernlik dairesine, kalkýnmýþlýk dairesine girememiþ, daha kenarda duran kesimlerin hareketidir. Toplumsal harekettir. AKP de bunun siyasal tezahürüdür. Þerif Mardin'den tutun Nilüfer Göle'ye kadar birçok sosyologdan bunu duyabilirsiniz. Peki buna raðmen neden AKP þeriatçý bir parti olarak karþýmýza çýkýyor? Niye baþörtüsüyle dini bir takým þeylerle anlatýr oldu? toplumsal hareket olduðu için o modern makul vatandaþlýk söylemi sürekli sorguladý bir þeyleri. Bunlar iktidar mücadelesinde baþörtüsü kullanan insanlar. Annelerimizden, babalarýmýzdan baþörtü takmayý öðrendik. Köyde takýyorduk, kente gelince hemen çýkartmak gibi otomatik bir davranýþ mý var? Beynindeki o kimyasal þeyi deðiþtiren bir þey mi var? Yýllar geçse de deðiþmeyen, yani Allaha inanýyorum, Kuran'da da var. Yani bu kadarý yeter benim deðiþtirmemem için, diyebiliyor. Özellikle AKP'nin yanlýþý belki önyargýmýzdýr. Analiz edememiz esas yanýlgýdýr belki. Burada AKP'yi sadece dinsel bir hareket olarak görmek eksik olur.Dinsel bir hareket deðil, dinsel bir tezahürü var. Mesela "sol" dediðimiz de modern bir harekettir. Modernleþme dediðiniz þey aslýnda sol'dan uzak deðildir. Yeni vatandaþ yaramaktýr, yeni toplum yaratmaktýr derdi. Bir yandan Fransa'ya bir yandan Rus Bolþevik devrimine, Lenin'e bir sürü yere gönderme yapar ve rasyonellik peþinde koþar. Modern toplum sol'da bunun peþinde koþar, klasik solu sadece dinsizlik olarak yorumlarsanýz, örneðin Türkiye'nin yaptýðý gibi, din geri kalmýþ bir toplumun tezahürüdür deyip onunla savaþmaya baþlarsýnýz. Marks bir laf ediyor, mesela "din umutsuzlarýn umududur" diyor, Türk modernleþmesi de bu toplumsallýðý göremedi için AKP'yi de göremedi. Bu þeriat lafý o kadar ortaya çýktý ki, iþte baþörtülüler üniversitelere giriyorlar, bunlar karanlýk dünyalarýna geri dönmek istemiyorlar vs.. Sosyolojik dünya gibi modernler AKP'yi sadece liberal ya da neoliberal kapitalist sömürünün bir aracý olarak gören bir parti gibi görmeye baþladýlar. AKP herhangi bir parti, güce ulaþmaya çalýþan, dünyanýn kapitalizm anlayýþýyla oyun oynamaya çalýþan herhangi bir parti oldu. CHP'li Kemal Derviþ'in politikalarýný izleyen bir parti gibi. Oysa kitlelerin ondan beklediði þey sosyal adalet. Tabii ki sosyal adalet denen þey sadece yardýmlaþma, kömür daðýtma, odun daðýtma deðil. Ama bunlar neoliberal söylemin bir parçasý. Aslýnda bunu þeriatçýlýkla karýþtýrmanýn alemi yok. Belki derdini köklerinde dinsel ifadeyle anlatan bir toplumsal hareketin olduðunu görmek lazým. AKP muhtemelen bu seçimlerde de kazanýr bir þeyler herhalde. ama uzun vadede bu haliyle devam etmesi mümkün deðil. Çünkü ona oy vermiþ, onu hükümete getirmiþ olan o tabanýn sosyal adalet talebi hala ortada duruyor. O sosyal adalet talebi þu anda AKP tarafýndan tatmin edilebilir bir durumda deðil. O zaman baþka bir parti çýkar ortaya . Modernizm devam ediyor. Postmodernizmin söylemiyle içine bir þeyler katýyoruz sadece. Ama modernizm deam ediyor. Son derece karýþýk bir
sosyal söylem içindeyiz. Artýk tek tarih, tek söylem kimseyi tatmin etmiyor. Vatandaþlýk diye bir þey var. Oy kullanýyoruz, vergi veriyoruz, okula gidiyoruz vs.. demek ki hala bir merkeziyetçilik var, demek ki moderniz bir taraftan. Ama diðer taraftan da bütün bunlarý sorgusuz sualsiz bir arada tutamadýðýmýz için postmodernizm de var. Anneannemizin hikayelerini dinliyoruz, babamýzýn hikayelerini dinliyoruz. Kimimiz Kürt kimliðine sarýlmaya çalýþýyor, kimimiz baþörtüsüne. Bunlar gibi þeylerden dolayý da postmodernleþiyorum. Merkezin dilini benimsemiþ, genel söylemi parçalamayan, Kürt kimliði diye bir þey çýkaran, baþörtüsü diye bir þey çýkaran insanlardan nefret eden bir "ben" çýkýyor ortaya. Ýþte "ben" ve "öteki" böyle ortaya çýkýyor. Postmodernizm dediðimiz bu. Ulusalcýlýk postmodernliktir. Her ne kadar modernite adýna konuþsa da herkesi kuþattýðýný iddia eden dili konuþsa da o dili sadece "ben" konuþur, küçük bir gruptur ve diðer gruplardan çok fazla bir farký yoktur. Tabi o grubun arkasýnda silahlý kuvvetleri var, ideolojisi var, çok daha güçlü ve ya [her geçen gün daha büyük bayraklar dikerek kendini daha da görselleþtirecek] sembolik araçlarý var ama sosyolojik açýdan bakýldýðý zaman yine kendini, durþunu bir þekilde yeniden anlatýr durumda buluyorlar. Sadece aydýnlar deðil toplumun her kesimine uygun düþebilir bu. Kimi Mezopotamya Kültür Merkezi'nde Kürtçe kursuna giderken kimi de Anýtkabir'e ziyarete gidiyor. Herkes kendi ritüelini yerine getiriyor. Her grubunda bir tür meþrulaþtýrýcý dile ihtiyacý var. Melse miþel fugo bilgi ve iktidar arasý iliþkiyi kurarken bir þeyi hakikat olarak olarak sunabilmeniz için karöaþýk gerçekliði yeniden kurmanýz lazým der. Dersiniz ki "bak, tarihte bu oldu, bunu untma. Böyle böyle oldu, bunu aklýndan çýkarma". Yani ne kadar çok bilgi üretir ve karþýnýzdakini ne kadar çok ikna edici olursanýz o derece meþru ve gerçekmiþ gibi olursunuz. Devlette böyle yapar. En
çok bilgiyi kendinde toplar ki hakimiyeti tam olsun. Mesela ben Kürt'üm dediðimde gelip beni tutuklayýp niye bölücülük yapýyorsun diyor ama Türk Tarih Kurumu'ndan Halacoðlu hangi Kürt'ün kökeninde Ermenilik var diye açýklama yapabiliyo. Devlet bütün bilgileir biriktirir. Hangi evde kim oturuyor, kim alevi, kim Ermeni, tarihte ne oldu vs.. Tüm bilgiye sahip çýkar devlet. Bilgi - iktidar iliþkisine böyle algýlamak lazým. Tabiî ki her cemiyette kendi bilgisini inþa etmeye çalýþýyor. Aydýnlarda burada devreye giriyor sanýrým. Cumhuriyet Gazetesi bir tarafta, bir tarafta Taraf Gazetesi, bir tarafta bilmeme hangi tarikatýn gazetesi, her bir bilgi - iktidar iliþkileri inþa eden alanlar. Bu da baþta söylediðimiz tek bir bilginin hakim olamayacaðýnýn da bir ispatýdýr. Tüm modern toplumlar bütün modernci söylemleri o topraklarda yaþayan vatandaþlara bir kimlik sunar. Yani modern vatandaþlýk var olan farklý etnik, dinsel vs. kimliklerin üzerinde bir üst kimlik verir. Ama küreselleþme ile birlikte sadece ulusa dönül olan kimlik inþaatý gerçekçi ve yeterli olamadý. Ýnsanlar kendine farklý þekillerde de ifade etmeye baþladýlar. Ama þöyle bir sorun çýktý ortaya. Kendilerini farklý farklý anlatmaya baþladýlar. Kimi Kemalist, kimi Kürt, kimisi Alevi'yim dedi. Ama þu bir gerçek. Ne o modern vatandaþlýðýn anlattýðý gibi ne de kültürel kimliklerin ifade ettiði gibi; insan tek bir kimliðe indirgenebilecek bir varlýk deðil. Diyelim ki mesela ben Diyarbakýrlý Kürt bir aileden geliyorum. Annem, babam Kürt. Ama anneannem Ermeni'ymiþ. Müslüman bir ailede yetiþtim. Türk okullarýnda okudum. Beni hangi sýfat anlatacak ya da ifade edecek. Ya da kadýným diyelim. Kadýn olmaktan kaynaklý bu toplumda sorunlarým var. Niye sadece Kürt kimliðim ile ya da sadece kadýn kimliðimde anýlyým ki?. Ýnsan dediðimiz canlý artýk
tek bir boyutla ifade edilebilecek bir varlýk olmaktan çýkmýþtýr. Ama bu modern devlet beni o kadar dar bir boyuta indirgedi ki ben ona karþý mücadele ederken ancak onun bende yok saydýðý ya da bende silmek istediði deðerlere sarýlabilirim. O beni Türkleþtirmeye çalýþtýkça ben Kürt oldum. O benim Müslümanlýðýmý silmeye çalýþtýkça ben Müslüman oldum. Basit etki - tepki mantýðý ile söylemiyorum. Yani yok sayýyorsun benim bir tarafýmý, ben de o var diyorum. Yani benim atalarýmdan beri getirdim bir hazfýzam var ve beni, insaý tek bir boyuta indirgemek imkansýz. Modernleþmeni en büyük yanlýþý bu oldu. Okullarda insanlarý eðitirken bunu amaçladý. Ýnsanlarý indirgemeye çalýþtý. Ýþte burada asýl sorun bu: indirgenmek, indirgenmemek. Ancak bu indirgenmeci mantýða karþý çýkan kürt'e de, baþörtülü kýza da,ermeni'ye de biz de ayný indirgemecilikle bakmamalýyýz. Kiþi hem kürt, hem kadýn, hem iþçi olabilir. Ýnsan totaldir, karmaþýktýr çünkü. G. P.:Tüm bu anlattýklarýnýz çerçevesinde demokrasiyi nereye koyuyorsunuz? Egemenin, aynýlaþtýrýcýnýn totaliter dilini karþý muhalif bu seslerin konuþmasý demokrasidir. Bu talepler demokratik taleplerdir. Bu farklý sesler lazýmdýr çünkü ayný seslerle yapýlan oyunun adý demokrasi olmaz. Birilerinin herkesi aynýlaþtýrmaya çalýþtýðý yerde benim ayný olmaya hakkým var. Beni farklýlaþtýrýp, ötekileþtirip dýþarý atmaya çalýþtýklarý zamanda aynýlýðý vurgulama hakkým var. Yani beni Türk kimliðine inndirgemey çalýþýrken "hayýr, ben Kürt'üm" diyorum. O zaman beni düþman görüp dýþlamay çalýþýrken de ben bu sefer " senden aslýnda o kadar farklý deðilim" diyorum. Tüm bunlar bitmeyen demokrasi mücadelesinin bileþenleridir. Yani hem farkým var hem de aynýyým. Yani bnei dýþlama ama farkýmý da gör, demektir bu. Benzerliðim de çünkü hayli fazla. Bir kadýn olarak zaten toplumun % 50'si ile aynýyým. Genç olarak tüm genclerle aynýyým. Köylüyüm, fakirim, tüm köylü ve fakir insanlarla ortak paydam var. Ýþte demokrasi mücadelesi insanýn bu tüm total hallerinin olduðu savunulmasýdýr. G. P.:Peki bu demokrasi mücadelesinde sol örgütlerinin, özellikle de klasik sol anlayýþý benimseyen yapýlarýn gençliðin örgütlenmesine olumsuz etkileri var mý? Tabiî ki var. Ýçinde bulunduðumuz toplumdan baðýmsýz olmadýðýmýz gibi sol örgütlerde baðýmsýz deðil. Örgütlerimizde içinde yaþadýðýmýz toplumun moderne toplumun örgüt modelleri. Türk sol hafizasýna bakýyorum. Toplumumzda kutsal hale gelmiþ bir devlet mekanizmasý var. Bu sola nasýl yansýyo? Örgütler kutsal hale geliyor mesela. Tüm sol yapýlar kendi örgüt ve partilerini kutsal görür. Parti toplumun veya sýnýfýn aklý olarak görülür. Sol örgütlere baktýðýmýzda bu söylemleri duyuyorsunuz. Sýnýfýn aklý! Sen nerden alýyorsun bu hakký, kim verdi sana bunu? Yani sen örgüte girdiðin zaman, senden daha baðýmsýz, senden daha güçlü bir aklý var ortada. Ee zaten devlette bunu yapýyor. Yani içinde yüzdüðüm gramer, dil bu olduðu için benim bunu dýþýna çýkmam için gerçekten çok sýký mücadele etmem lazým. Öncelikle örgütün mantýðýný, dilini deðiþtirmemiz lazým. Örgütler tapýndýðým kurumlar deðil, içinden gelip geçtiðim, daha esnek olan yapýlar olmalý. Örgütün içindeki otoriter yapýyý kýrdýðýmýz zaman, iþte o zaman gençlikte doðru dürüst örgütlenmenin önü açýlýr. Bu anlamda TKP gibi sol örgütlerin AKP'den de, CHP'den de bir farký yok. Erdoðan el kaldýrdý diye el kaldýrýyorlar ya da Baykal toptan bir ilçe örgütünü feshediyor. Sol örgütlerde farklý davranmýyor. Baþka bir dünya yaratmaktan bahsediyorlar ama kullandýklarý dil özlerini ortaya çýkarýyor. Yani erkek olmayý, ataerkil olmayý býrakamýyorlar. Tepelerinde þefler var. "Biz falancanýn neferleriyiz." Militer yapýlar böyle doðuyor. G. P.: Son soru: bizler elimizden geldiðince okumaya araþtýrmaya ve hayatý sorgulamaya çalýþan bir avuç genciz. Son olarak bizlere ve okurlarýmýza bir tavsiyelerinizi alabilir miyiz? Tavsiye karþýlýklý olur. Buraya gelip benle bu röportajý yapýyor olmanýz, bir dergi çýkarýyor olmanýz baþlý baþýna bir tavsiye zaten. Bu bana þunu öðretiyor. "ya sen hoca oldun ama sakýn öyle kendini bir þey oldun zannetme." Çünkü bir yerlerde insanlar hayatý bir þekilde yaþýyorlar, benim yaþayamayacaðým tecrübeleri yaþýyorlar. Benim almam gereken dersler var buradan, benim en azýndan nesil farklýlýðdan kaynaklanan öðrenmem gereken þeyler var sizlerden. Tevazu denen þeyi çok önemsiyorum ben. "Biz yaptýk, oldu." dilinin kýrýlmasý gerektiðini düþünüyorum. Ama sizin kesinlikle tavsiyeye ihtiyacýnýz yok, üretimlerinizden bu belli, yaþlýlarýn tavsiyeye ihtiyacý var. Siz çünkü kendi yolunu deneyerek bulmaya, bir þeyler keþfetmeye, bir þeyler yaratmaya çalýþýyorsunuz. Ama hayat þu büyük tecrübelerden oluþmuþtur diyen büyük adamlarýn sizlerden öðrenecekleri çok þey var.
8
GENÇ PRAKSÝS
Bitsin þu savaþ…
Dilan uslu
Bir kopuþ serüvenine daha hoþ geldiniz. Bu kez nereye varacaðýmýzý biliyoruz. Endiþelenmeyin! Yola çýkarken ne düþündüyseniz orada olacaksýnýz, dönmemecesine… Bu kez utandýrmayacaðýz sizi, kimse rahatsýzlýkla suçlayamayacak. Rahat olun… ~Kararlý yolculuklar... *** Hayal kýrýklýðý ne zarif kalýyor, onca zamana karþýlýk… Yere deðmeyen umutlarla sarýldýðým kollar þimdi beni ýsýtmaktan acizken avunacaðým ne vardý? Her santiminin mutluluða fon olacaðýný sandýðým duvarlarýn arasýnda boðuluyorum þimdi. Geceleri büyüyor bulunduðum oda… Karanlýk, sessiz ve boþ olan bu oda da azalan ne varsa çoðaltmaya çalýþýyorum. Akýldan çýkmayan, yabancý olmayan bir aþkla… Adýný geçecek uzunlukta adýmlar atamadým hiç, dolayýsýyla bir baþkasýnýn adýnýn sýnýrýna yaklaþtýðým da panik olmam normaldi… Seninleyken önemini yitirmeyen bir þey kalmazdý ki… Tüm gücünle kullanýyorsun vazgeçilmezliðini… Yine sekizi yirmi geçiyor saat… Huzurumsa özlemimi… Hâlbuki hiçbir þey geçmiyordu; saatler, aylar, acýsý, hayali, özlemi… Onca þeyden kalan; tabuta týkýp üzerine çýksam da ölmemekte direnen bir aþk, sadece bir aþk… Tanrým! Ne çok þeyle ilintiliydi O'nun imgesi… Adý geçince anlamlanan ne çok aný, ne çok mekân… Onunla ne çok þey girmiþ meðer hayatýma… Bu sonlu dünyada bir bu mu vardý bitmeyen, bu mu düþtü benim payýma?! Ne garip, kek kokulu þarkýlarla yatýþtýramadým bu kez kendimi… Ve ne tuhaf, telefonun -1 mesaj alýndý- sevinciyle yanan ýþýðýna bakarken, nasýl da heyecanlanýrdým eskiden…
balýkçýlar
Fatih Kadir AKIN
Balýkçýlar sabahlarý erkenden kalkýp dalyana doðru süzülürken, kayýða vuran dalgalarýn acý seslerini yüreklerinde hissedip, bir sigara tutuþtururlar denizin ortasýnda esen, güneþin henüz yakalayamadýðý rüzgarlarýn arasýnda... Balýkçý uzaklaþtýkça yaklaþtýðýný anlar gibi olur, dalyanýn dipten dalgalanarak su yüzüne çýkan direkleri güneþi selamlarken, bir yandan martýlara bakar sigarasýnýn külünü denizin akýntýsýna býrakarak, martýlar da kendi payýna düþecek olan balýkçýnýn ekmek parasýndan payýna düþeni almak ister... Balýkçý aðlarý toparlar bir çýrpýda, artýk alýþmýþtýr elleri hýzlý hýzlý görmek mümkün olamaz, aðdaki balýklarý bir bir alýr. Zevk midir para kazanmak mý amacý bilinmez çoðu zaman.. Para kazansa ne yapacak ki, ne gecesi var ne gündüzü, belki de o denize aþýktýr. Belki de onun donatýlmýþ sofrasý, balýk ekmek arasý ve yanýnda da bir ufak rakýdýr. Gecesi yoktur, bazen denizi izler, hayallere dalar, ama hayal olduklarýný bilir, kimi zaman uyumaz, akýntý izmaritlere yetiþemez olur, sigara içer ama nefesi açýktýr, deniz havasý gibisi var mýdýr, ne egsoz dumaný ne baca dumaný çeker, sigara onun acýsýdýr, ya da rahatlýðý... Bazen yalnýzlýðýný paylaþtýðý bir sigara olur, içini döktüðü duman yok olur gider... Balýklar en saf halleriyle balýkçýnýn ekmek parasý olurlar, haberleri yoktur balýkçýdan, oltadan kaçarlar martýya yakalanýrlar, martýdan kaçarlar balýkçýya... Belki de büyük bir balýk yutar onlarý, balýkçýyý ekmeðinden ettiðini anlamaz saflýðýyla... Geceleri dalyanlarýn ýþýklarý yanar, sabaha karþý iþe koyulurlar her gün her gün... Sabah güneþten önce doðarlar denizin üzerine kimi zaman, balýklar yýðýnlar halinde toplanmýþtýr, balýk can derdindedir, balýkçý balýk derdinde, keþke herkes istediðini alabilse, hiç de mümkün görünmez deðil mi... Balýkçý düþünür akþamlarý, kayýðýna uzanýp kazýklarýný denize dikmiþ yalýlarýn balkonlarýnda sefa sürenleri izler, nedir onlardan eksiði, kim bilir, belki fazlasý vardýr haberi olmaz çoðu zaman... Derdi yoktur, dert arar hayallere kapýlýr, ama hayallerinde yoktur derdi, hayalleri gerçekleþmez hiç bir zaman, balkonda yapýlan kokteyllerdedir gözü çok zaman, ama onun kokteyli raký, balýk sofrasýdýr, yalýlardaki sefa sürenler imrenir mi ona bilinmez, ama balýkçýnýn en donatýlmýþ sofrasý, balýk ekmek arasý ve yanýnda da bir ufak rakýdýr. Mutsuzluk içindedir ama kim anlar ki zaten gerçek mutluluðun kendisinde olduðunu...
Mutluluðu düþlemek çok mu talepkar bir eylemdi þuan için? Gözle görünen bir mutsuzluktayken her ikimizde… Ýnsan içine çýktýðýmýzda gülümsemeler daðýtmanýn yüzde býraktýðý acýyý tarif edebilirken, aldýðým her nefes yokluðun… Oysa yan yana olmalýydýk, sakýncasý en çok bize. Kime ne! Kim bilir tekrar ne zaman çýkarým su yüzüne… Biliyorum dünya tersine dönmez benim istememle ama bu unutmaya meyil niye?... Seninleyim ve daha çok þamar inecek kalbime… Ben kendimi kaçýrmýþsam, beni bulmak kimin haddine… Ama yine de en azýndan sevdiðimin "gitme" demesini beklemiþtim. Bulduðumsa neredeyse önümden çekilip yol verecek, basiretsiz bir ümit yýkýntýsýydý… Ne kadar sert olursan ol, o kadar çabuk kýrýlýyorsun iþte… Acý da olsan, yalnýz canýn sýkýlýyor; çoðalmak istiyorsun… Neydi bir baþkasýna aþýk olduðunu inkar ederek yaþamanýn anlamý? Bunlara meydaný boþ býraktýðýnda þarkýlarla birlik oluyorlar, yine mi bu lanet olasý gözyaþlarý!.. Ve huzur, huzurum… Alýþýlan bir sessizliðe deniyorsa, çalmayan bir telefona, sadece kendi parmak izlerini taþýyan bir kapý tokmaðýna ya da gelmeyen bir sevgiliye… Evet, o zaman ben huzurluyum ve buna alýþkýným… Daha diyeceðim bir þey yok, tüm bildiklerine inkârým! … Bir ömür kendini hatýrlatacak ateþten bir yara… Bütün aptallýklarýmýn arka kapaðý olarak kal hayatýmda Ve varlýðýmý yanýnda farz ederek yaþa, Sandýðýn kadar üzgün deðilim, inan bana !
karanlýk gecenin gözyaþlarý
can acar
Ardýmdabýraktýðýmþusaniyelerinbelkisonubelkisona varýþýmýnzamanýiþtebirgeceoluyorgüneþbatýyorumutlarsonbuluyortümçabalarbitiyorhayatyavaþlýyorgecedoðuyorýþýklarsoluyorsonrabirçýðlýklakaranlýkdoðuyorirkiliyorum birdensoðukbirnefesalýyorumkaranlýktaniçimeçekiyorum devamediyorumgittiðimbuyollazamanbakýyorumsaniyeleryaklaþýyorzamangeçmekbilmiyorsaniyelerilerlemiyorsankibanainatsonrabirçýðlýkacýbirhaykýrýþsoðukdamlalarüþüþüyorbedenimeduruyorumbirnefesdahacekýyorumkaranlýkgecedentekrarbakýnýyorumzamanasaniyelergeneaynýsaniyelertukenmiyorgitmiyorsankibanainadývarmýþcasýnasapaðýdonuyorumhâlâçýðlýklarýnýslaklýðýüzerimdedevamediyorumtükeniyorumtükeniyorumdahanereyekadar Hrant Dink'e
Ben türkiye
özgür ozan
"eðreti durdum sana sen uyu" sen uyu ki ben uykumu katledeyim göðün ak yarýnýný yol eyleyip önüme çözebileyim topraðýmýn uyu'm sorununu sen uyu bu toprak ne uykularýn anasý ve bu ana ki ne uykularla dolu nice tetik emzirdi koynunda nice beyaz bereli benim aydýnlýðým topraða tutuklu sen de bir ýþýktýn ya uyu toprak seni bekler solucanlar da aydýnlanmalý çiçekler, su "eðreti durdum sana sen uyu" sen uyu ki uyanabilsin anadolu
GENÇ PRAKSÝS 9
yeni hayat
melisa artan
Gölgelerin sessizliðine sýðýnýp yaþýyoruz hayatý..Umut, içimizde hep sakladýðýmýz hep ve sadece onun için çabaladýðýmýz bir kelimeden ibaret.Gemilerimiz kaðýttan.Kaðýttan gemiler yapýp çoðaltýyoruz.Kara bulutlarý kovsun diye bir de uçurtmalar yapýyoruz. Yapýyoruz.Yapýyoruz.Ölümün baþka yerdeki çýðlýklarýný da duyuyoruz.Ya onlar için ne yapýyoruz?Sesimizi, düþüncelerimizi yastýk altýna koyup aðzýmýza da bir bant yapýþtýrýp bizi ilgilendirmez deyip unutuyoruz.O anlarý yaþayanlarýn bunlarý bir saniye bile unutamayacaklarýný bilmiyor muyuz?Tabi ki de biliyoruz..Ama birilerinin bir þeyleri baþlatmasýný,kendimizin de duruma göre sürünün arkasýndan gidebileceðimizi düþünüyoruz. Unutmayý öðrendik.Birbirimize öðrettik.Bir yalan hazýrladýk.Ýlk baþkasýndan duyduk.Þimdi de sýra unutmayý unutmakta!!Bir þeylere zemin hazýrlamak,çiçeklere su vermek, en önemlisi de suyun akýþýna yön vermek gerekiyor.Deðiþim için önce kendimizden baþlayýp salgýn hastalýk gibi her yere yaymalýyýz.Sesimizle camlarý kýrmalýyýz!! Bazý kelimelerin de sözlükten çýkma vakti! Ertelemek de neymiþ? Olmaz diye bir þey yok! Beraberlik! Ýþte bu tam da aradýðým kelime! Savaþ açtýk teknolojinin bize zarar vermekte olduðu icatlarýna. Makineleþmeyse makineleþme. Bir iki alet olmasa da biz kimseye zarar gelmeden adilce baþýmýzýn çaresine bakabiliriz. Artýk durma zamaný. Þimdi hayal bile edemediklerimizi ya bir zamanlar yaþayanlar? Ya onlar bu halimizi görse ne derdi? Son durak geldi. Yenilenme vakti! Silgiyle sildiklerimizin doðrularýný anlatma zamaný. Bir þeylere birilerinin baþlamasýný beklersek yandýk… O birilerinin içinde biz de olabiliriz. Yeter ki bunlarý insanlara aþýlayalým. Sesimizle camlarý kýralým. Savaþa, bombalara, katliamlara, insanlýðýn sonu belirsiz olan gidiþatýna bir "DUR" diyelim. Yapabileceðimize inanýp bir de üzerine çabayý eklersek bu iþ bitti sayýlýr. Yol uzun,yol engebeli.Ama unutmayýn ki yol aþýlmak istenirse aþýlýr.O zaman herkes el ele herkes sesli hareketlerle iþ baþýna!!! Bu iþte kaçmak yok. Ne kadar çabuk o kadar güzel bir dünya
sokak Soluk soluða koþuyordum. Arkama, sonra da elimdeki kutuya baktým. Sonunda bu kutu benimdi! Sevinç çýðlýklarý atmak istiyor, ama gecenin yarýsýnda herkesi uyandýrmaya cesaret edemiyordum. Yokuþu hýzla indim. Arka sokaklardan birine girdim. Artýk koþacak gücüm kalmamýþtý. Hýzla yürümeye baþladým. Sonra da önünde demir parmaklýklar olan bir bahçeye atladým. Sessiz bir þekilde ilerledim. Arkadaþlarým büyük bir heyecanla beni bekliyordu. Ali hýzla yanýma geldi. Soðuktan dolayý kollarýný yýrtýk kazaðýnýn içine sokmuþtu. Çenesi titriyordu; Aldýn mý? Dedi. Gururla baþýmý salladým. Diðerleri merakla gözlerimin içine baktý. Ali tekrar sordu; Ýçine baktýn mý? Hayýr, henüz bakmadým ve sonra kendim bakacaðým. Ali kaþlarýný çattý. Büyük bir hýzla ellerini kazaðýnýn yýrtýk kollarýndan çýkardý ve elimden kutuyu kaptý. Böyle bir hareket beklemiyordum. Sinirlenmiþtim. Gece yarýsý olmasa burayý ayaða kaldýrýrdým. - Hiçbiriniz baþaramadýnýz! Onu sadece ben çalabildim! Þimdi de benim ve istediðim zaman açabilirim! Ver kutumu! Ali sýrýttý; Gel de al! Koþmaya baþlamýþtý. Demir parmaklýklardan hýzla atladý. Kutuyu bana göstererek bir kahkaha attý. Bu kahkaha bomboþ ve soðuk sokakta yankýlandý. Seni yakalayacaðým! Dedim. Hem sinirli, hem de þaþkýndým. Ali benim en yakýn arkadaþýmdý. Aç olduðum, hasta olduðum zamanlarda benim için hýrsýzlýk bile yapmýþtý. Aramýzda en baþarýlý, en çevik, en eli çabuk kiþi oydu. Þimdi de bu kutuyu çalamamasý onu çileden çýkartmýþtý!
saklambaç sernur Karaoðlu 'Hayat, sana yazýyorum son gönderilmemiþ mektubumu. Çünkü bilmiyorum adresini, hiç konuk olmadým sana zaten sen de hiç davet etmedin.'' Yaþadýðýmý ilk defa, memleketten göçüp geldikten sonra, yerleþtiðimiz mahallede henüz 3-4 yaþlarýndayken gülen küçük bir yüzde, zeytin karasý iki göz ve ateþ rengi dudaklarýyla bir kýz çocuðunun 'bizimle oynamak ister misin?' sözleri sonrasýnda anladým. Ýþte o gün bugündür biliyorum ki yaþamak oynamaktýr. Ve o gün oynadým onlarla. Saklambaç oynadým. Yine o günden beridir, insanlarýn bir yerlerde saklandýklarýna inanýyorum. Evet, insanlar saklanýyorlar benim gördüklerim bulunmamak için yer deðiþtiren karartýlarý (gölgeleri).Ve hayatýn en acý sillesini de tam o gün yedim, ben ebeydim. Kimseyi sobeleyemeyen ebe.14 sene geçmiþ üstünden, ben hala insanlarý saklandýklarý yerlerde bulmaya çalýþýyorum. Oyun oynuyoruz, herkes saklanmýþ bir yerlere, ben gözlerimi yumarken, sayýyorum 10'a kadar, açýyorum gözlerimi ve oyunun ilk kuralý YALNIZSIN. 14 yýldýr, yani yaþamýn aslýnda bir oyun olduðunu anladýðýmdan beri oynuyorum bu oyunu. Yalnýzým, ebeyim. Her sese, her kýpýrdanýþa, her gülümseyiþe birisini sobeleme umudu ile gidiyorum. Henüz kimseyi sobeleyemedim. Ama bir gün hepsini saklandýklarý yerde bulduðumda, ben ebe olmaktan kurtulacaðým. Ve saklanma sýrasý bana gelecek. Ýþte o gün beni hiç kimsenin bulamayacaðý bir yere saklanacaðým. YÜREKLERE. Çünkü insanlar yüreklerine bakmayý hiç akýl etmezler. 'Önüm, arkam, saðým, solum sobe. Yüreðime saklananlar EBE!'
yanký yýldýrým Onun kadar hýzlý koþamasam da yine de yetiþmek için elimden geleni yapýyordum. O kutuyu benden önce açamazdý. Buna asla izin veremezdim! Ali hýzla köþeyi döndü. Arada arkasýný dönüp bana kutuyu gösterip gülüyordu. Bu beni daha da hýrslandýrýyordu. Bu kutu aþaðý mahalledeki sokak çocuklarýnýn kutusuydu. Biz onlarla hep rekabet içinde olmuþtuk. Birbirimize sürekli kendi grubumuzun üstün olduðunu kanýtlamaya çalýþýyorduk. Bir gün aþaðý mahalledeki çocuklarýn baþý olan Savaþ, iki grubun da çaldýklarý paralarý ve eþyalarý bir kutuya koymasýný söylemiþti. Aradan sekiz ay geçtikten sonra iki grup da birlikte kutularý açacak ve hangi grup daha fazla þey çaldýysa diðer grup onun himayesi altýnda çalýþacaktý. Aradan beþ ay geçmiþti ve bizim grubumuzun iþleri ters gitmeye baþlamýþtý.En sonunda yapacak baþka bir þeyimiz olmadýðýný anlayarak karþý grubun kutusunu çalmaya karar vermiþtik. Suçu da baþka bir grubun üstüne atacaktýk. Böylece onlarýn himayesi altýnda çalýþma gibi korkunç bir durumdan kurtulmuþ olacaktýk. Bizim grubumuzdaki herkes kutuyu çalmaya çalýþmýþtý. Fakat benim dýþýmda kimse bu iþi baþaramamýþtý. Þimdi de Ali kýskançlýktan dolayý kutuyu ele geçirmeye çalýþýyordu. Artýk çok yorulmuþtum. Nefesim kesilmiþti ve bacaklarým tutmuyordu. Fakat Ali'nin elindeki kutuyu gördükçe kendimde biraz daha güç buluyordum. Ali tekrar bana doðru döndü; - Sen çaldýn ama kutuyu açma zevkine ben eriþeceðim! Sonra da içindeki paralarý alýp buradan kaçacaðým! Sizden ve bu pis hayattan kurtulacaðým! Bunlarý söylerken Ali aramýzdaki mesafeye güvenerek geri geri yürüyordu. Bense hala koþuyordum. Ýçimdeki öfke gittikçe büyüyor ve bu benim ona daha fazla yaklaþmamý saðlýyordu. O sýrada köþeyi hýzla bir araba döndü. Ýçinden müzik sesleri yükseliyordu ve çok hýzlý bir þekilde Ali'ye doðru geliyordu. Ali bunun farkýnda bile deðildi. Hala kutunun içindeki paralarla ne yapacaðýný zevkle anlatýyordu. Ali! Araba geliyor! Koþ! Diye haykýrdým. Önce inanmadý, sonra müzik sesini fark etti ve arkasýný döndü. Fakat artýk çok geçti. Araba hýzla Ali'ye çarptý. Ali'nin yüzündeki gülümseme dondu ve elindeki kutuyla beraber yere düþtü. Arabadakiler inip yardým etmek yerine hýzla kaçmayý tercih ettiler. Daha hýzlý koþtum. Aðlayarak onun yanýna gittim. Omuzlarýndan tutup sarstým ve tam o anda baþýndan kanlar aktýðýný gördüm. Elindeki kutu yere düþmüþ ve parçalanmýþtý. Ýçindeki çakýl taþlarý ise kana bulanmýþtý...
10 GENÇ PRAKSÝS
balkanlardan gelen bir umut dalgasý! uðurcan Karateke tanýnmaz hale gelmiþ dünyanýn hüznü buralar tanýnmaz olmuþ hiç takýlmadan kurabildiðim sesli cümleler gibiydi sevda. o her biri yalnýz karabataklarýn dalýþý uçuþu serçelerin cikciði kertenkelelerin acelesi ve cýrcýr böceklerinin utangaçlýðý böylesine dalgýn deðildi. gözlerde sevinç, taa uzaklarýnda yol katettikçe gözlerinin içine girebilirim bir sevdanýn uzaðýna gidebilirim de, bu tanýnmaz durgunluk yormaya baþlar adamý çoktan. hüzne vurur martýlar kendilerini hasretlerden kalma cigara kýlçýklarýna yakýnýrlar beni iletmediðim akraba selamlarýný gönderin bana bu gece yalnýzlýktan kafamý masaya vurup vurup sol taraftaki yakamoza kibar ve olabildiðine romantik bir küfür sallamaktan býkmayým en azýndan içim dýþým dýþým içim olmasýn. beni seven biri var o bana balkonundan baksýn baksýn el sallamadan çýkagelsin bi tel örgü sýrasýný benim için aþýndýrarak. deniz eskisi gibi koksun güzelim günbatýmýnda üþütmesin huzur meraklýlarýný. eskisi gibi kurulsun cümlelerim sevda anýlar gibi yaþansýn plak çizik olmasýn. ben bi fincan kahvede güzel olurdum burada ne idüðü belirsiz derdimden kederimden. tanýnmaz hale gelmiþ dünyanýn hüznü buralar tanýnmaz olmuþ dolunay yok yýldýz yok büyüyünce yakamoz olacaktým ben büyüyünce yakamoz yapmayýn beni tanýnmýyor hasret yani tanýnmýyor güzel nedene baðlama sanatý ikilemler uçuruyor kellemi vazgeçtim büyüyünce yakamoz yapmayýn beni tanýnmýyor, yok amoz. ...plak bozuk çýkýyor yani... sevildiðim günlere affola ki tel örgüleri ben yýrtacam gayrý kendimi bilmez halde. gözler beni affetsin sevdanýn gözleri. umut beni affetmesin umut sen varsýn kal orda, polis!
EIRENE VE ERESBOS OZAN CAN YILMAZ Orada idiler yer ana ile uzak bakýþlý güneþ hatun Kanlý kavga ile ciddi bakýþlý anlaþma, Güzellik ile çirkinlik, çabuklukla yavaþlýk, Sevimli doðruluk, karagözlü yalancýlýk Uyku ile uyanýklýk, Durmazlýk ile dururluk Susma ile konuþma.... Vah sana, ey zavallý insan soyu, ey bahtsýz, böyle kavgalardan iþte, böyle inlemelerden yaratýldýnýz! Ellerini göðe vurmaktaydý ters bakýþlý ürkek çocuk Zehirli düþünce ile masum kara delik, Gürültü ile sessizlik, kral ve köle Kýzýl günah, gizemli gerçek Analar ve yoldaþlar Piþmanýn ve doðrunun çocuklarý Her þey ellerini göðe vurmaktaydý, iþitilir diye sesleri. Yazýk sana ey fani gebe ýrk, ey köle, Böyle zýtlýklardan iþte, böyle renksizlikten yaratýldýnýz! Ýþte Eýrene yanlarýndaydý iyinin Bembeyaz ve doðru Saf adalet ve insan Ýþte barýþýn tanrýçasý Eýrene bizimleydi. Ve iþte Eresbos onlarýn yanýndaydý Karanlýk ve yanýltýcý Ýnanç ve renksizlik Ýþte dünya, zýtlýklarýn evreni, varoluþun dengesizliði Ýþte karanlýk tanrý Eresbos, o sizinle…
sýnýf (entre le mus) eðitimi ve gençliði sorguluyor! Altýn Palmiyeli Laurent Cantet'in yönetmenliðini üstlendiði 2008 Fransýz yapýmý Sýnýf (Entre Les Murs); eðitim, gençlik gibi konularý masaya yatýrýyor. Bu yýlki Oscar ödüllerinde 3 Maymun'la beraber ilk 9'a kalan Sýnýf, özellikle gençliðin paradoksal dünyasýna ýþýk tutup bize þu soruyu sorduruyor: Neye baþlýyoruz, gençler? Sýnýf (Entre les murs) Sýnýf filmi, eðitimin paradoksal doðasý, yani hiyerarþik mi demokratik mi olmasý gerektiði konusunda cesaretle düþünen bir eser. Film, cephesel bir sinematografik konumlanýþla eðitim ve bilgi aktarýmý gibi zor bir konuyu, seyirciyi ayný anda hem ilgili kýlan dokunaklý bir yakýnlýk, hem de fikir belirtmeye davet eden mesafeli bir duruþla ele alýyor. Bir yönüyle film; gerçek bir kolejde, gerçek örgenciler ve öðretmenlerle bir eðitim yýlý boyunca okul yaþamýný ve eðitim sürecini ele alan bir belgesel. Bu anlamda, gerçeklik kurmacaya dramatik malzeme oluþturuyor. Diðer yönüyle okulda geliþen bütün olaylar ve filmdeki tüm anlatýlanlar tamamýyla bir kurmaca. Bu anlamda da, okul gerçeði; sadece bir sýnýfýn dersleri takip edilerek, bir Fransýzca öðretmeni ve öne çýkan 5-6 kiþilik öðrenci grubuyla birlikte dramatize edilen ve tamamen imgesel olan bir olay ardýþýklýðý içinde kurgulanýyor. Ayný þekilde, filmin mekâný olarak seçilen yer 20. Paris’te Françoise Dolto adlý gerçek bir kolej. Ama öyküleme operasyonu, bu mekâný okulun sadece 4. sýnýfýný merkez alýp, teneffüse çýkýlan bahçe ve öðretmenlerin toplantý salonunu ikincil mekânlar kýlarak kendine özgü bir kurgusal evren oluþturuyor. Dersteki 24 öðrenci gerçekten Françoise Dolto Koleji’nin öðrencileri, ama filmdeki sýnýf iki farklý gerçek sýnýfýn karýþýmýndan elde edilen kurmaca bir sýnýf. Gerçek bir okulun duvarlarý arasýnda, gerçek bir sýnýfta ders yapan gerçek öðretmen ve öðrenciler, gerçek toplantý salonunda toplantý yapan öðretmenler, teneffüste bahçede oynayan öðrenci gençler var. Ama filmin temel fikri etrafýnda dramatize edilen bir iç mantýk ve neden sonuç iliþkisi içinde oluþturulan olaylar ardýþýklýðý, tamamýyla imgesel, bu olaylarýn yaþandýðý filmsel evren tamamýyla kurmaca. Anlatýlan öyküdeki ve filmin kurgusal evrenindeki baþtan sona þahit olduðumuz bir yýllýk eðitim zamanýnýn olaylarý, öykülemede iki saatlilik film zamaný içinde sunulmasý, zaten baþlý baþýna bir seçim, bir eksiltme, bir sinematografik yoðunlaþtýrma ve bir kurmaca operasyonu. Hem de eðitimin gerçek paradoksal doðasýný kavranýlýr, düþünülebilir kýlan belgesel tadýnda bir sinematografik kurmaca… Çatýþma ve gerilim anlarýnýn, teneffüslerin, dokunaklý durumlarýn, sembolik anlamlarýn, konsey toplantýlarýnýn, argüman ve söz savaþýna dönüþen derslerin ardýþýklýðýnda iki saat boyunca seyirciyi de bu okulun gerçek bireylerinden birisi yapan soluk soluða bir kurmaca bu… Filmin temel karakteri François Marin, gerçek yaþamýnda da adý François olan bir Fransýzca öðretmeni. François Bégaudeau, öðretmenlik deneyiminin gerçek yaþanmýþ verilerinden yola çýkarak, Entre les murs (Duvarlar Arasýnda) adlý bir roman yazýyor. Yönetmen Laurent Cantet, kitabý okuyor ve birlikte ayný adla (Entre les murs) bir film yapmaya karar veriyorlar. Amaç: Gerçek bir kolejde, okulun dýþýna hiç çýkmadan, gerçek öðrenciler ve öðretmenlerle, eðitim üzerine bir film kurgulamak ve ulusal eðitim politikasý üzerine sinematografik olarak düþünmek. Kitap senaryolaþtýrýlýyor. Film, Fransýzca derslerinin ve Fransýzca öðretmeni François ile aðýrlýklý olarak üç-dört öðrencinin dramatik iliþkisi içersinde geliþen sürecin etrafýnda kuruluyor. Ama senaryo öðrencilere okutulmuyor; çekim öncesinde bir eðitim yýlý boyunca her çarþamba tüm sýnýfla birlikte uzun bir doðaçlama çalýþmasý yapýlýyor. Dramatik durumlar, diyaloglar, karakterler bu doðaçlama ön çalýþmada yavaþ yavaþ senaryo düzeyinde yapýlandýrýlýyor. Gerçek bir okul sýnýfýnda, gerçek örgenciler ve öðretmenle, gerçek doðaçlama Fransýzca dersleri yapýlýyor; kurmaca bir filmin dramatik yapýsý, karakterleri, atmosferi ve temel sinematografik fikri oluþturuluyor. Ýki ay süren çekim aþamasýna geçildiðinde, bu kez çekimler de 45 dakikalýk normal dersler þeklinde doðaçlama, doðal sahnelemeler biçiminde yapýlýyor; ama film tamamýyla senaryoya göre kurgulanmýþ olan çerçeve içersinde çekiliyor. Bu belgesel ve kurmaca sentezli sinema fikri ve çalýþma biçimi; pelikül üzerine kayýt yapmayý deðil, dijital kamera kullanýmýný dayatýyor. Üç kamera ayný anda sürekli çekim yapýyor, her yere yerleþtirilen mikrofonlar kesintisiz diyaloglarý kaydediyor. Film boyunca doðaçlama izlenimdeki jestleri, mimikleri ve diyaloglarý yakalamak için akýþkan bir çekimle sürekli hareket eden kamera, sýnýfta olaylara belli bir mesafede duruyor; ama ayný zamanda bu kaynaþan enerji dolu genç öðrenci topluluðuna dâhil olarak, yakýn bir tanýk konumunda sýnýfta dolaþýyor.Bu kamera-göz ile özdeþleþen seyirci olarak biz de, bu kurgusal evrenin özelinde bulunan sýnýf halkýndan birisi olarak, olaylarý kimi zaman üzülerek ya da gülerek, kimi zaman meraklanarak ya da umursamadan, ama her halükarda yakýn bir tanýk olarak yaþýyoruz. Hem yakýn, hem mesafeli bir sentez konumunda… Sýnýfý topyekûn kaydeden genel çekimlerin ferahlýðý yerine yüzlerde dolaþan ve sözün gücünü yakalayýp kaydetmeye çalýþan yakýn çekimler; kýzýþan argüman savaþlarýnda her an pat-
metin gönen
lamaya hazýr potansiyel þiddetin maddesiz enerjisini kaydetmeye çalýþýrken, biz de seyirci olarak bu tanýdýk portrelerin dünyasýna ister istemez giriyoruz. Kurmacanýn dramatik geliþiminde, sonunda beklenen yere, çatýþmanýn doruðuna geliyoruz tabii ki. Ve fýrtýna kopuyor… Ardýndan gelen durulma, filmin ve eðitim yýlýnýn da sonu geldiðini seyircilere belirtiyor. Öðrencilerin ve öðretmelerin teneffüste ilk kez hep birlikte oynadýklarý futbol maçý geçici bir kaynaþmayý sembolize ediyor. Ama boþ sýnýfýn görüntüleri üzerinde derinden hissedilen ayrýlýk duygusu seyircide bir tür burukluk yaratýyor. Bu fýrtýna sonrasý gelen sakinlik ve boþ sýnýf görüntüleri üzerinde dýþarýdan gelen neþeli öðrenci sesleri, salonda karmaþýk duygular içersinde oturan seyirciyi, filme ve yaþadýklarýnýn üzerine geri dönmeye ve düþünmeye ister istemez çaðýrýyor: Ne tür bir eðitim? Ne tarz bir bilgi aktarýmý? Eðitimin doðasý hiyerarþik midir? Gençlik ve eðitim iliþkisi demokratik olabilir mi? Sýnýf ve Eðitim Paradoksu Sýnýf, sosyolojik ya da psikolojik açýklamalarýn kolaycýlýðýna sapmadan doðrudan eðitimin doðasý üzerine odaklanýyor. Ça Commence Aujurd’hui (Herþey Bugün Baþlýyor) ve Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneði) filmlerinden farklý olarak okulun dýþýna hiç çýkmýyor. Bir sýnýfa yerleþip, eðitimin ayný anda hiyerarþik ve demokratik olan paradoksal niteliði üzerine kafa yoruyor. Öðretmenler eðitim yýlýný baþlatan toplantýlarýný ve bilgilerini aktaracak öðrencileri karþýlama hazýrlýklarýný yaparlar. Örgenciler gelir, dersler baþlar. Sýnýf, görevi bilgisini aktarmak olan öðretmen ile bilgiden yoksun olan ve bu nedenle öðrenmeye gelen öðrencilerin karþýlaþtýðý hiyerarþik alandýr. Film, bu hiyerarþik iliþkinin ve alanýn üzerine eðilir; bir öðretim yýlý boyunca bu iliþkinin ve kurumsal mekânýn çatýþmalý doðasýný incelemeye çalýþýr. Sýnýf, öncelikle yalýn bir biçimde eðitim doðasý gereði hiyerarþiktir, saptamasýný yapmaktadýr. Eðitme eylemi, öncelikle bilgiyi elinde tutan bir öðretmen ve onun karþýsýnda bilgiden yoksun ama öðrenmek durumunda olan bir öðrencinin eþit olmayan kurumsal iliþkisidir. Bu iliþki; herhangi bir pozitif bilgi aktarýmýndan önce “bilen kiþi”nin karþýsýndaki “cahil” kiþiye, her zaman bir “bilene” ihtiyacý olduðunu, yoksa öðrenemeyeceðini gösterir. Bu, doðasý gereði bir egemenlik iliþkisidir. Yani, öncelikle cahilin toplumsal yapýlanma içindeki bilgisiz konumunu kabul etmesi gereken hiyerarþik bir karþýlaþmadýr. Herhangi bir eðitimin gerçekleþmesi için, öncelikle öðrencinin iradesi, öðretmenin iradesine boyun eðmelidir. Bu, eðitimin temel koþuludur. Yoksa bilgi aktarýmý mümkün deðildir.Sýnýftaki öðretmenin iþlevi öncelikle bu hiyerarþik yapýyý kurmak ve sürdürmektir. Fransýzca öðretmeni François, derslerinde eðitim için gerekli olan bu hiyerarþik iliþkinin yerleþmesi için savaþ vermektedir. Öðrencilerini “bana sen diyemezsiniz” diye uyarýr. Hatta Süleyman’ýn disiplin kuruluna verilmesinin ve sonra okuldan atýlmasýnýn nedenlerinden birisi budur.
François, sözü sýnýfta daðýtan tek otoritedir, “hepiniz ayný anda konuþamazsýnýz”, der; sadece öðretmenin izin verdiði öðrenci söz almalýdýr. Öðrencilere nasýl ve hangi konuda ders yapýlacaðýna kedisinin karar verdiðini, tekrarlar. Bir öðrencisine, sýnýfta oku dediði kitabý okumak zorunda olduðunu, itiraz edemeyeceðini, altýný çizerek belirtir. Kimsenin kendisinden izin almadan dersten çýkamayacaðý kuralýný kendisine hakaret edip sýnýftan çýkmakta olan Süleyman’a defalarca söyler. Öðretmenin sýnýftaki bu hiyerarþik konumu, okulun kurumsal yapýlanmasý ve disiplin kurullarýyla desteklenmektedir. Sýnýfta öðretmenin otoritesini karþý gelen Süleyman, Disiplin Kuruluna verilir. Kurul, Süleyman’a yerini hatýrlatýr ve verdiði cezayla okuldan atarak öðretmenin hiyerarþisi dokunulmazdýr, der. Bütün bu kurumsal yapýlanma, öncelikle öðretmenin öðrenciler karþýsýndaki otorite savaþýdýr. Bu savaþ, eðitimin olmazsa olmaz koþulu olan öðretmenle öðrenci arasýndaki hiyerarþik yapýlanmanýn gerekliliðini gösterir. Bilgi aktarýmýnýn temeli budur. Sýnýf filmi, iki saat boyunca bir yönüyle eðitimin bu bilinen hiyerarþik yapýsýný saptar ve bunun zorunluluðunun altýný çizer. Ama diðer yandan, ayný film, çok daha önemli ve ihtilalci olan bir baþka saptamada da bulunur. Eðitimde öðrencinin iradesi öðretmenin iradesine boyun eðmeli ve öðrenci belirlenen kurumsal çerçevede çalýþmaya koyulmalýdýr. Bu eðitimin temelidir. Ama bu hiyerarþik süreçte, ayný zamanda, öðrencinin zekâsý da öðretmenin zekâsýna boyun eðerse; yani öðrencinin zekâsýný da nasýl kullanacaðýný öðretmen belirlerse, o zaman ortaya çýkan sadece bir aptallaþtýrmadýr. Eðitim deðil. Oysa gerçek eðitim, yani entelektüel özgürleþmeyi saðlayan eðitim süreci paradoksaldýr; ayný anda hem hiyerarþik ve hem de demokratiktir. Özgürleþtirici eðitim; bir yandan öðrenci iradesinin öðretmenin otoritesi altýnda sistemli bir çalýþmaya ko-yulmasýna karþýn; diðer yandan da ayný öðrenci zekâsýnýn tüm otoritelere karþý baðýmsýzlýðýný ilân edip, aptallaþtýrma süre-cine baþkaldýrmasýyla gerçekleþmektedir. Ýþte gerçek özgürleþtirici eðitimim paradoksallýðý burada yatar: Öðrenci iradesi öðretmen iradesinin otoritesi altýnda zorlu bir öðrenme çalýþmasýna koyulmadan yapýlan eðitim bir kaostur. Ama zekâlarýn eþitlik temelindeki icrasýyla kafalarýn tüm öðretmen hiyerarþilerinden ve otoritelerinden özgürleþmediði bir eðitim süreci de özünde sadece bir aptallaþtýrmadýr.
GENÇ PRAKSÝS 11 Sýnýf, eðitimin bu özgürleþtirici ve demokratik yönünü tüm yakýcýlýðýyla ortaya koymaktadýr. François’nýn verdiði Fransýzca dersleri, bir yönüyle öðretmenin öðrenciler karþýsýnda otorite kurma ve onu koruma savaþýdýr; ama diðer yönüyle de, öðrencilerin argümanlý söz düellolarýyla yürüttüðü özgürleþme mücadelesi ve demokrasi eðitimidir. François, öðretmen-öðrenci iliþkisinin hiyerarþisinde ve ders yapýlan sýnýfýn otoriter mekânýnda, ayný anda eþitlikçi ve özgür bir demokratik iliþkiyi yaþatmaya çalýþýr: Öðrencilerini, zekâlarýný ve düþünme kapasitelerini bu ortak mekânda özgür ve eþit bir þekilde kullanmaya davet eder. Sýnýf, bu yönüyle, bir derslikten öte, demokratik bir kamusal alana döner. Yurttaþlarýn, toplum ve insanlýk üzerine söz söyleme ve fikir belirme haklarýný eþitlik ve özgürlük temelinde kullandýðý demokratik bir alan olur. Dilbilgisi ve fiil çekimi üzerine tartýþmalardan, sadece yazý dilinde kullanýlan bazý emir kiplerinin yaþamdaki gerekliliðine kadar birçok konuda özgürce tartýþýlýr. Neden bazý þeylerden utandýðýmýzdan cinsel tercihlerimize kadar birçok konuda fikir belirtilir (hatta öðretmene eþcinsel olup olmadýðý sorulur). Bunun için iki þey gereklidir. Bir yönüyle öðrencilerin zekâlarýný özgürce kullanarak tartýþmalara aktif katýlýmda bulunmalarý; þiddette baþvurmaksýzýn her konuda fikirlerini belirtmeleri ve ikna edici argümanlarla fikirlerini temellendirmeleri gerekmektedir. Diðer yönüyle de öðretmenin otoritesiyle sýnýftaki ortak alanýn eþitlikçi ve demokratik iþleyiþi güvenceye almalýdýr. Ýþte François dersleri boyunca eðitimin bu paradoksal sentezini öðrencileriyle birlikte gerçekleþtirmeye çalýþýr. Film boyunca sadece Fransýzca derslerinin takip edilmesi, Fransýzca müfredatýnýn böyle bir ders iþleme anlayýþýna uygun olduðu için deðildir. Ayný zamanda François, bir öðretmen olarak eðitimin bu demokratik ve özgürleþtirici yönünü derslerinde uygulama çabasýnda olduðu içindir. Bu nedenle, okul idaresinden ve diðer öðretmen arkadaþlarýndan farklý bir tutuma sahiptir. François; öðrencileri sadece bilgi aktarýlacak “cahiller” olarak gören ve öðretmen olarak yaptýklarý bu fedakâr iþi anlayýp takdir etmeyen öðrencilere kin duyan, sitem eden teknoloji öðretmeninden farklýdýr. François, kendisine hakaret etmesine raðmen, Disiplin Kurulu’nda Süleyman’ýn okuldan atýlmasýna karþýdýr. Sayýlarla, istatistiklerle, cezalarla, davranýþ puanlarý vermek ya da not eksiltmekleçoðaltmakla eðitimin iyileþeceðine inanmaz. François için okul ve eðitim, sadece otorite, boyun eðilmesi gereken kurallar, disiplin ve bagaja ansiklopediler doldurmak anlamýnda niceliksel bir bilgi aktarýmý deðildir. François için eðitim; kafalardaki baðýmlýlýk þemalarýndan birden kurtulmak anlamýnda, öncelikle bir tutum sorunu, bir entelektüel özgürleþmedir. Bu nedenle sýnýfta eþitlikçi ve demokratik bir ortam yaratýr. Bazý öðrencilerin þiddetine ve alayýna maruz kalmak pahasýna bunu yapar. François, Dead Poets Society filmindeki her þeye hâkim, tanrýsal çekicilikteki bir öðretmen figürü deðildir; böyle bir otorite olmak da istemez. Bir tartýþma anýnda sýnýf karýþýr… François, kendisi de kontrolü kaybeder. Kýz öðrencilerden birisine “petasse” (kaldýrým yosmasý) der. Ve sýnýf kendisine karþý ayaklanýr. Süleyman, þiddet kullandýðý için okuldan atýlýr… Kamu düzeni saðlanýr…Öðretim yýlýnýn sonu gelir. François, herkese ne öðrendiði sorar tek tek. Kaldýrým yosmasý dediði kýz, Platon’un Devlet kitabýný okuduðunu söyler. François þaþýrýr. Kýz, Sokrates’i anlatýr “herkese neleri bildiðini sandýðýný sorar”, der. François, yanýt vermez; çünkü bu sadece kendi yaratmak istediði sonuç deðildir, ayný zamanda bu filmin de aktarmak istediði temel fikirdir: Okulun disiplinine ve öðretmenin hiyerarþisine raðmen, “sokak yosmasý” diye hitap edilen bir genç kýz zekâsýný özgürce kullanýp tüm hiyerarþilerden özgürleþerek herkesi þaþýrtmýþtýr. François’nýn uygulamak istediði özgürleþtirici eðitim fikri iþte budur. Kýz, ablasýnýn verdiði bir felsefe kitabýný kendi zekâsý, isteði ve çabasýyla okumuþ, öðretmenine ve tüm bilen otoritelere bununla çarpýcý bir yanýt vermiþtir: “Sokrates, bir þeyler bildiðini sandýðý bilen kiþileri, bildiðini sandýðý bilgileri düþünmeye davet etmekte ve aslýnda bildiklerini pek düþünmediklerini göstermektedir…” Öðrenci kýz, Sokrates’e özgü alaycý bir tavýrla þunu da gülümseyerek ekler, bu filmdeki tüm dersleri bitiren son sözdür: “Bir kaldýrým yosmasýnýn okuyacaðý kitap deðil dimi, Bayým?” “Sýnýf” ve Gençlik Paradoksu -3 Sýnýf, sadece eðitim üzerine deðil, ayný zamanda gençliðin paradoksal doðasý üzerine kafa yoran bir film. Her zaman, her yerde belli kalýplar içinde gençlikten konuþulur. Genel olarak gençlik; giyim kuþam, sorumsuzluk, otoriteyle çatýþma, vs. konularýnda eleþtirilir. Ama sonuçta “gençliktir”, denilir ve hoþ görülür. Sýnýf filmi de benzer konularda gençliði deðerlendiriyor; genç öðrencilerle Fransýzca öðretmeni François ve okul idaresi arasýndaki temel çatýþmayý ele alýyor. Filmin sonunda, bu çatýþma, öðretmenlerin ve öðrencilerin hep birlikte okul bahçesinde oynadýklarý futbol maçýnýn kaynaþtýrýcý havasýnda bitiyor. Senaryo düzeyinde, gençliðin okul yönetimi ve öðretmenler tarafýndan hoþ görüldüðü, yani “gençlik iþte” denilmesi tarzýnda uzlaþýmcý bir son bu. Oysa filmin sinematografik düþüncesi bu deðil. Film; bir eðitim yýlý boyunca özünde hiyerarþi/demokrasi, otorite/baþkaldýrý çatýþmasýnýn yaþandýðý o fýrtýnalý sýnýfýn boþalmýþ ve sandalyeleri devrilmiþ görüntüleriyle bitmekte. Film, ses bandýndan bir dýþ-ses þeklinde duyurulan futbol maçýnýn sembolik kay-
naþmacý finalini önermektedir; ama ayný zamanda film, görüntü olarak, boþ bir sýnýfýn burukluðunda baþa dönücü, yaþananlarý yeniden hatýrlatýcý, düþünmeye davet edici ve sorgulayýcý bir derinlikle sona ermektedir. Çekimlere baþlamadan önce, bir eðitim yýlý boyunca ayný sýnýfta, ayný örgenciler ve öðretmenle provalar yapmýþ bir yönetmenin seçeceði rastgele bir sonuç deðil bu. Çünkü filmin, bir sonraki eðitim yýlýnda yeniden gençlerle dolacak, canlanacak ve muhtemelen ayný çatýþmalarýn tekrar yaþanacaðý boþ bir sýnýfýn bu dokunaklý görüntüleriyle sorduðu önemli bir soru var. Herkesi film boyunca yaþadýklarýný yeniden düþünmeye davet eden temel bir soru bu. Acaba gençlik, insanýn toplumsal kurallarý içselleþtirerek tekrarlamaya baþlamasý için yaþanmasý gereken zorunlu bir evre midir? Yani gençlik, toplumun bir tekrarlama makinesi olmak için kendi kendini gerçekleþtirme süreci midir ve bunun eðitimle bir ilgisi var mýdýr? Yoksa gençlik, toplumun tekrarlama makinesi haline gelmeden önceki ayrýcalýklý bir baþkaldýrý aný mýdýr ve bunun eðitimle bir ilgisi var mýdýr? Fransýzca öðretmeni François’nýn sýnýfýndaki genç öðrenciler, otoriteye karþý çýkmaktalar. Ders kurallarýný içselleþtirip uygulamada direnç göstermekteler. Söz düellosuyla tansiyonun yükseldiði anlarda da alttan gelen kör bir enerjinin dýþa vurumu gibi ders düzenini alt üst edecek tarzda taþkýnlýk yapmaktadýrlar. Süleyman, sýnýfta böyle hýzýný gittikçe arttýran bir fýrtýna anýnda öðretmenine karþý gelir. Bu taþkýnlýk anýnda arkadaþýnýn kaþýnýn kazayla yarýlmasýna neden olur. Bu dizginlenemeyen öfke sonucu dersi kendi baþýna terk eder. Bütün bunlar için müdür odasýna götürülür. Disiplin kuruluna verilir. Okuldan atýlýr. Bu durum sosyolojik kalýplarla deðerlendirilebilir. Süleyman zor durumda olan yabancý etnik kökenli ve yoksul bir ailenin sorunlu gencidir, denilebilir. Ya da durum psikolojik semptomlar açýsýndan ele alýnabilir; klinik olarak sorunlu bir ailenin þiddet ortamýnda yetiþen bir gençten ayný þiddeti tekrarlamasýndan baþka bir þey beklenemez, diyerek kestirilip atýlabilir. Ama Sýnýf filmi, bize böyle kestirme yaklaþýmlar sunmuyor. Sosyolojik saptamalar yapmak için okulun dýþýna çýkmýyor. Film, klinik yaklaþýmlarla davranýþ bozukluklarýnýn tedavisinden falan da söz etmiyor. Tersine, Disiplin Kurulu’ndaki toplantý için okula gelen Süleyman’ýn annesi, hiç Fransýzca bilmemesine raðmen, seyircinin hayranlýðýný kazanacak onurlu bir tutum sergiliyor. Disiplin Kurulu önünde kendi dilinde konuþarak her anne gibi oðlunu savunuyor; onun adýna özür diliyor ve çocuðunun eðitime devam etmesi için ricada bulunuyor. Süleyman, sýnýfta kendini dizginleyemeyen bu “taþkýn” genç; kendi kaderine karar verildiði bir Disiplin Kurulu toplantýsýný, bir yandan Fransýzca bilmeyen annesine, diðer yandan kendi dillerini bilmeyen öðretmenlere sakince yine kendisi tercüme ediyor. Anne, oðlunun okuldan atýldýðý kararý kendisine aktarýldýðýnda, bu trajediyi tüm soyluluðuyla karþýlýyor. Hüzünlü gözlerle kararý veren kurul üyelerine ve kameraya (seyirciye) bakýyor; baþý dimdik “Hoþçakalýn”, diyerek çocuðuyla birlikte uygarca toplantýyý terk ediyor. Onurlu bir anne, okuldan atýlan genç oðluyla birlikte felaketi omuzlayarak yan yana sessiz bir bilgelik içinde yürüyorlar; bomboþ okul bahçesini boydan boya geçerek dýþarýya çýkýyorlar. Bu mesafeli ve dengeli sinemasal duruþuyla film; okulun içinde kalarak, bu uzun ve trajik yürüyüþe arkadan karmaþýk duygularla bakakalan biz seyircilere þunu açýkça vurguluyor: Burada her türlü sosyolojik-etnik ve psikolojik saptama askýya alýnmýþtýr. Çünkü filmin odaklandýðý ve sinematografik olarak düþünmek istediði konu, sosyal-psikolojik ya da etnik kaynaklý zorluklar içinde olan eðitimsiz aileler ve çocuklarý deðil; tersine, eðitim alma yaþýnda olan gençliðin kendisi ve eðitim ile olan iliþkisidir. Yani filmin üzerinde kafa yormak istediði, bir yaþam dönemi olarak, bir antropolojik evre olarak gençliðin kendisidir. Sosyal olarak henüz bir tekrarlama makinesi haline gelmemiþ olan gençlik.Bir þeylere baþlama kapasitesinin olup olmadýðý sorgulanan dönem olarak gençlik. Yani düþünülmesi oldukça zor olan paradoksal bir “karýþým dönemi” olarak gençliktir burada ele alýnan. Filmin ilk aþamada saptadýðý gibi gençlik döneminde ilginç bir biçimde giyiniliyor; bir öðrencinin koluna kutsal kitap dövmesi yapmasý gibi belli uç örneklere imza atýlýyor. Birçok öðrencinin sýnýfta yaptýðý gibi belli durumlarda çok çabuk patlak veriliyor; Süleyman’ýn yaptýðý gibi aniden önüne geçilemeyen ve anlaþýlamayan bir þiddet gösteriliyor… Her zaman ve her yerde olduðu gibi, genelde gençlerden beklenen þeyler. Fransýzca dersinde, argümanlý savunma ve ikna çalýþmasýnda bir genç tahtaya kalkýyor ve neden falanca takýmý tuttuðunu yerinde duramayan bir enerjiyle temellendirmeye çalýþýyor. Bir takýma, bir gruba, bir taraftar kitlesine ait olmanýn, kendisini diðerlerinden farklý kýldýðýný savunuyor. Bir baþka genç ayný heyecanlý tutum, ayný argümanlar ve ayný enerjiyle, ama farklý bir takým taraftarý olarak buna karþý çýkýyor…Konu deðiþiyor; baþka bir genç geliyor, kendisinin neden herkesten farklý giyindiðini kendi argümanlarýyla temellendirerek sýnýfý ikna etmeye çalýþýyor. Kýsaca “Farklý olmak için, diðerleri gibi koyun sürüsü olmamak için böyle giyiniyorum”, diyor genç öðrenci kendinden emin bir tavýrla. “Ama herkes farklý olmak istiyor, o zaman ne olacak…?” diye bir karþý argüman sunuyor François. Film, bu yüksek tansiyonlu argüman savaþýnda özünde þunu saptýyor: Her genç kuþaðýn, her gencin kendine özgü bir tekrarlama versiyonu var. Gençlik, farklý olduðuna inanarak, aslýnda herkesin yaptýðýný yapma evresidir.
Sonuçta gençlerin baþkalarýndan “farklýlýðýný gösterme” isteði, aslýnda baþkalarýna benzemekten ibarettir. Çünkü ayný þekilde, baþkalarý da farklý olmak istemektedirler. Öyleyse herkes farklý olmak istediðinden varýlan yer sonuçta herkesin ayný olmak zorunda oluþu deðil midir? Burada, tahtaya kalkýp, farklý giyinmesini “diðerleri gibi koyun sürüsü olmamak için”, diye temellendiren gencin argümaný; François’nin vurgulamak istediði gibi geriye gencin kendisine dönüyor, yani gençliðin kendisinin genelde bir “koyun sürüsü” olma özelliðini vurguluyor. Bu François’nýn ve filmin gençlik eleþtirisi deðil tabii ki, sadece bir durum saptanmasý; çünkü bu durum gençliðin paradoksal özelliðini yansýtýyor. Gençliðin, bir yönüyle, belli bir modayý takip etmekten bir takýmý tutmaya piyasada dolaþan genel kanýlarý paylaþmaya kadar bir tekrar mekanizmasý oluþunu yansýtýyor. Gençliðin bu tarafý, her zaman ve her yerde mevcut. Ama filmin temel fikri gençliðin bu tek yanlý özelliðini saptamak deðil. Film, gençliðin baþka bir temel özelliðine de vurgu yaparak, onun paradoksal doðasýnýn derinliðine iniyor ayný zamanda. Gerçekten gençlik; ailede, okulda ve toplumda saðlam bir tekrarlama terbiyesi alýp akýllý uslu bir birey, bir tekrar makinesi olmak mýdýr? Yoksa gençlik; bu tekrarlama terbiyesinin henüz tam olarak tamamlanmadýðý istikrarsýzlýk evresinden yararlanýp en azýndan belli bir noktada yeni bir þeyler yapabilmeye baþlayabilmek midir? Yani aslýnda gençlik; toplumu tekrarlamak mý, yoksa yeni bir þeye baþlamak mý þeklindeki temel bir seçimin yapýlmak durumunda olduðu bir istikrarsýzlýk evresi deðil midir? Ýþte gerçekte gençliðin tanýmý, bu paradoksun kendisi deðil mi? Paradoksun bir yönü þu: Bir yanda, mademki toplumsal tekrardan baþka bir þey yok, öyleyse rolleri oynayalým, deyip kendini toplumsal ve kurumsal tekrarlamanýn en aktif araçlarýndan biri haline getirmek var. Yani “koyun sürüsünün” içinde kendini “kurt” sanarak, bilinçli bir þekilde tekrar mekanizmasýnýn rolünü oynamak var… Nietzsche’in her türlü aþkýn deðerlerin öldüðünü bilen, ama hiçbir þey yaratmaya da giriþmeyen, sýcak ve konforlu evinde uygarlýðýn baþýna çorap ören nihilist “son insaný” gibi ukala bir tekrarcý olmak var… Televizyondaki reklamda kendini yýrtarcasýna ne diye baðýrýyor bir sevgili komedyenimiz: Sonbaharda gençlik nereye gider? Sonra bu çaðýrtkan sesin neden sakinleþtiðini ve tatmin olduðunu nasýl anlýyoruz? “Gençlik, alýþveriþe gider. Gençlik, sinemaya gider. Gençlik, Mac Donalt’s’a gider…” Vaziyet berkemal, tekrar mekanizmasý yerli yerinde… Reklamdaki gençliðin sýkýlmasý normal! Paradoksun diðer yönü de þu:Ya da, öte yandan, gençlik olarak yeni bir þeylere baþlamanýn en yüksek kapasitesine ulaþabilmenin evresi olmak var. Yeni bir þeylere baþlama arzusuyla yanýp tutuþmak; toplumda var olandan, tekrar edilenden baþka bir þey sunma enerjisiyle dolup taþmak var. “68 Mayýs gençliði ne diyordu: Biz, annelerimiz ve babalarýmýz gibi bu sistemin yöneticileri olmak istemiyoruz. Biz, bu sistemi tekrar etmek istemiyoruz. Baþka bir þeye baþlýyoruz.” 68 gençliði nereye gidiyordu bu güneþli Mayýs günlerinde? Ýþçilerle el sýkýþmaya. Köylülerle dayanýþmaya. Aydýnlarla tartýþmaya… Gitarlarý ve aþklarýyla, özgürlük fikirleri ve þarkýlarýyla, tüm insanlýk ve dünya adýna kamusal alanda söz söylemeye… Farklý bir zaman ve mekânda yeni bir þeylere baþlamaya… Ortalýk François’nýn sýnýfý gibi karýþýyor tabii… Bu kýþ günlerinde, Mayýs 68 gençlik hareketinde sadýk kalýnmasý gereken ruh ve öznellik nedir? Tüm dönemlerin genç kuþaklarýnýn kapasitesi dâhilinde olan bir öznellik aný olarak yeni bir þeylere özgürce baþlayabilme kapasitesidir. Kendini biyolojik-sosyolojik olarak ayrýcalýklý bir kuþak ilan edenlerin narsisik ritüelleri ve yýldönümleri deðil. Ne diyor komþunun gençliði bugün? Durun, bu bir adaletsizliktir! Polis, 16 yaþýndaki bir genci vuramaz! Bu kýþ günlerinde nereye gidiyor bu gençlik? Adalet istemek için polis karakollarýný kuþatmaya... Ancak gençlikteki bu iki farklý yönün var olmasýnýn zorluðu; bu tekrarlama mekanizmasýnýn ve yeni bir þeylere baþlama yönünün gençlikte birbiriyle iç içe ve ayný anda bulunmasýnda yatýyor. Yani genel olarak gençliðin paradoksu þu: Bu bir þeylere baþlama arzusunun yönlendirdiði yer, tam da tüm tekrar mekanizmalarýnýn baþarýyla gerçekleþtiði yer ayný zamanda. Ýþte bu sihirbazlýðýn baþarýlmasýna da “eðitim” deniyor. Tabii ki burada söz konusu olan özgürleþtirici bir eðitim deðil, aptallaþtýrýcý bir eðitim. Yani öðrencinin hem iradesinin, hem de zekâsýnýn öðretmenin iradesi ve zekâsýna boyun eðerek her þeyi olduðu gibi ezberlediði ve tekrarladýðý bir eðitim. Bu aptallaþtýrýcý eðitimin amacý ise, gençliðin bir þeylere baþlama arzusunu ince bir biçimde bir tekrar mekanizmasýna dönüþtürmek. Tekrarý, tam da gençliðin bir þeylere baþlama arzusunun olduðu yerden geçirmek. Bu anlamda gençliði sadece bir tekrar mekanizmasý haline gelmesiyle aptallaþtýrýcý eðitim doðrudan iliþkili. Sýnýf filminin teknoloji öðretmeni gençlere böyle bakýyor; sadece bilgilerini aktarmayý; öðrencilerin de onlarý olduðu gibi almasýný ve tekrar etmesini istiyor. Bunu da kendisi tarafýnda yapýlan bir fedakârlýk olarak deðerlendirip, kýymet bilmeyen gençlere kin duyuyor. Oysa özgürleþtirici eðitim; istisnasýz her gencin, bir þeylere baþlama kapasitesi olduðu hipotezini yapan ve bunu açýða çýkarmaya çalýþan bir eðitimdir. Özgürleþtirici eðitim bu hipotez doðrultusunda gençliðin yaratýcý kapasitelerinin farkýnda olmasýný ve kullanmasýný hedefleyen bir eðitimdir. Ýster sosyal sýnýrlýlýklar
ve maddi olanaksýzlýklarla kuþatýlmýþ olalým, ister en güçlü bir tekrar mekanizmasýnýn içinde olalým; istisnasýz herkesin, karþý konulmayacak tarzda, bir þeylere baþlama kapasitesi olduðunu prensip olarak kabul eden eðitimdir. Sýnýf filminin Fransýzca öðretmeni François, bu prensiple sýnýfýnda demokratik bir ortam yaratýyor; gençlerin zekâlarýný özgürce kullanarak kendi kapasitelerinin farkýna varmalarý için çabalýyor. Hem de sýnýfta bir kargaþa ortamý oluþmasý riskini göze alarak… Kompozisyon yazamayan, diðerleri gibi kendini yazýlý olarak anlatamayan Süleyman, François’nýn bu özgürleþtirici tutumu karþýsýnda, fotoðraflarla kendi portresini anlatmayý deniyor ve sahip olduðu yaratýcý yeteneðini keþfediyor. Bundan hem kendisi sevinç duyuyor, hem de sýnýfta bu sergilenen fotoðraflarýn yarattýðý enerji etrafýnda farklý bir kolektif hava esiyor. Ýþte dünyanýn her yerinde çalýnan müzik, söylenen þarký ne olursa olsun, temelde gençlik paradoksu bundan ibaret deðil mi? Ya aptallaþtýrýcý bir eðitimle tekrarlama mekanizmasýnýn aktif bir biçimi haline gelmek. Ya da özgürleþtirici bir eðitimle tekrarý durdurmanýn ve yeni bir þeylere baþlamaný ayrýcalýklý evresi olmak. Çünkü gençlik; tekrar yolunun mu, yoksa baþlama arzusunun mu aðýr basacaðý bir türlü kestirilemeyen, paradoks içindeki bir özne olarak karþýmýza çýkmakta her zaman. Herkeste, her zaman bulunan bu paradoksal özellik, gençlikte çok daha belirgin; çünkü gençlikte tekrar mekanizmasý henüz tamamlanmýþ ve oturmuþ deðil. Bu durumda, özgürleþtirici eðitim, þu anlama geliyor: En azýndan belli bir noktada, tekrar etmeyi durdurmak ve bir þeylere baþlama kapasitesini bulup, onu aktif duruma getirmek. Çünkü özgürleþtirici eðitim, kim olursa olsun, ayrým yapmadan her gencin kendi baþlama yetilerini keþfetmesini saðlamaktan ibaret. Evrensel bir sesleniþle her gençte var olan insani kapasiteleri harekete geçirmekten ibaret sadece; baþlanacak olan þeyin kendisini hazýr aktarmak deðil. Peki, neden filmin sonunda yaþlý Sokrates sahneye çýkýyor? Neden gençlik ve eðitimin paradoksal doðalarý ve iliþkileri üzerine düþünen bir filmin çalkantýlý sýnýfýnda dersler Sokrates’in son sözü söylemesiyle bitiyor? Fransýzca öðretmeni François’nýn bir filozof tavrýyla, Sokrates rolüne soyunarak modern bir okulun sýnýfýný Antik Yunan’ýn Agora meydanýna çevirmesi nedeniyle mi? Tabii ki, deðil. Çünkü Sokrates’i sýnýfa davet eden, François deðil; tersine, kendisine bu öðretmen tarafýndan “kaldýrým yosmasý” denilen bir genç kýz. “Bir kaldýrým yosmasýnýn okuyacaðý kitap deðil dimi, Bayým” diyerek hem Sokrates’i hem de onun ironik sitilini davet ederek derslere son noktayý koyan, bir öðrenci genç. Öðretmen deðil. Peki ama 2500 yýl sonra, sonbaharda alýþveriþe, sinemaya ve Mac Donalt’s’a giden günümüz gençliðine Sokrates’in ve felsefenin söyleyeceði ne olabilir ki? Ayný þey. Evet, ayný þey. Çünkü eðer dikkat edilirse, Sokrates’in gençlere yaptýðý tek þey sadece þunu sormaktý: Sevgili gençler, ne durumdasýnýz? Þu an neyi tekrar etmektesiniz? Neye baþlamaktasýnýz? Evet, Sokrates’in özünde sorduðu þey buydu. Ne düþünüyorsunuz? “Ah! Harika bir þey, ama ne yazýk ki bir tekrardan ibaret,” diyordu. Sokrates'in yaptýðý, önce konuþtuðu gençlerle aslýnda sadece tekrar etmekle yetindiklerini göstermek; ardýndan da bunu durdurmalarýný saðlamaya çalýþmaktan ibaretti. Gençliðin paradoksal doðasýndaki, tekrar etme bölümüyle baþlama kapasitesini ifade eden bölümü birbirinden ayýrmayý denemekti. Bu nedenle Sokrates’i “gençliði bozmak”la, yani baþtan çýkarmakla suçladýlar. Peki neden felsefenin bu netleþtirme eylemini "gençliði bozmak" olarak adlandýrdýlar? Çünkü tekrarýn bekçileriydiler de ondan. Gençliðin bilincindeki ikilem her zaman belirsiz bir durumda olmalýydý ve sürekli biri diðerine farkýna varýlmayacak þekilde kaymalýydý. Gençlik; tekrarlamayý, yeni bir þeylere baþlama arzusunun bulunduðu yerde gerçekleþtiren bir evre olmalýydý. Bütün bunlarý biz eðitimciler çok iyi biliriz; gençliði her zaman baský altýna almak çok olumlu deðildir. Sürekli, “tekrar et!” demek belli bir noktadan sonra tehlikeli olabilir. Gençlik, “Yeter!” diyebilir. Ýlkbaharda alýþveriþe, sinemaya ya da Mac Donalt’s’a gitmekten vazgeçebilir. Çok daha ince olan yöntem þudur: Gençliðin kendiliðindenci, dolayýsýyla belirsizlik içinde olan bir þeylere baþlama arzusunu göz önüne alýp, buradan fark ettirmeden tekrar mekanizmasýný gerçekleþtirmek. Böylece baþlama arzusunu tekrara geçisin bir ritüeli olarak iþlemek; yani gençlerin eskilerin yerini almasýný saðlamak.Sokrates’e karþý olanlar, tekrarýn bekçileri olanlar bunu düþünüyordu. Yoksa bazý gençler yeni bir þeylere baþlarsa ne olacaktý? Bu gençler, bu toplumsal varoluþ içinde nereye gideceklerdi? Bu nedenle dendi ki: Sokrates, gençliði baþtan çýkarýyor. Sýnýf’taki genç kýz, iþte bu nedenle yaþlý Sokrates’i günümüze davet ediyor. Bu nedenle, sýnýftaki dersler Sokrates’in gençlere sesleniþiyle son buluyor. 2500 yýl önce yaptýðý gibi, Sokrates altýný çizerek tekrar ediyor: Belirsizlik, tekrarý baþlamaktan ayýrmanýn olanaksýzlýðýdýr. Bu aptallaþtýrýcý eðitim devam ettiði ve belirsizlik içinde olunduðu sürece kazanan her zaman tekrar mekanizmasý alacaktýr. Oysa felsefe, kapasiteleri açýða çýkarýr; belirsizliði netleþtirir. O halde… Neye baþlýyoruz, gençler?
GENÇ PRAKSÝS GAZETESÝ Edebiyat ve Kültür Sanat Gazetesi - Aylýk Süreli Yayýn Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ve Ýmtiyaz Sahibi: Damla Yýldýrým Genel Yayýn Yönetmeni:Barýþ Engin Yayýn Koordinatörü: Sýdal Utkucu Editör:Aydýn Yýldýrým Yazý Kurulu: Uðurcan Karateke, Ýlker Gökçeler(Namýk Kemal Lisesi), Özge Kocakaya (Övgü Terzibaþýoðlu Anadolu Lisesi, Yanký Yýldýrým Okul Temsilcileri: 50. Yýl Lisesi:Dilan Uslu, Ýstanbul Üniversitesi: Tülin Çakýr, Bornova Koleji: Ozancan Yýlmaz, Övgü Terzibaþýoðlu Anadolu Lisesi: Özge Kocakaya, Ömer Seyfettin Lisesi: Güler Bayram, Namýk Kemal Lisesi: Elif Poyraz, Naci Þensoy Lisesi: Arzu Karaköse, Buca Lisesi: Gizem Gül, Karataþ Lisesi: Batuhan Büyükayhan, Aydýn Doðan Anadolu Ýletiþim Meslek Lisesi: Merve Acar, Söke Hilmi Fýrat Anadolu Lisesi: Tude Biber, Karþýyaka Lisesi: Umut Ýncesu, Ege Üniversitesi: Nurgül Keçeli, Ýstanbul Üniversitesi: Osman Güven, Boðaziçi Üniversitesi: Ezgi Ceylan, Bahçelievler Kocasinan Lisesi: Sezercan Ataasyas, Fahrettin Kerim Gökay Anadolu Lisesi: Ayça Sena Akçor, Yýldýz Teknik Üniversitesi: Onur Yaray, Marmara Üniversitesi: Süleyman Gürkan Anýl, Egeli Kadýn Yazarlar Platformu: Gönül Çatalcalý, Bahçeþehir Atatürk Lisesi: Mehmet Özgür Yýldýrým - Grafik Tasarým: Barýþ ENGÝN - Halkla Ýliþkiler Sorumlusu: Damla Yýldýrým - Yönetim Yeri: Cumhuriyet Bulvarý No: 56 Gümrük - Konak / Ýzmir - MATBAA: www.gencpraksis.liyiz.biz
gazzeli çocuk bir gün büyüyecek!
neler yaptýk! 1.1 Eylül Dünya Barýþ Günü için yapýlan Kadýköy Mitingi'ne ve Beyoðlu-Ýstiklal Basýn Açýklamasý'na katýldýk. Dergi daðýttýk. 2.25 Eylül'de Küresel Barýþ ve Adalet Koalisyonu tarafýndan organize edilen "Filistin'e Özgürlük" paneline katýldýk. Dergimizi Radikal gazetesi Ortadoðu yazarý Ayþe Karabat ve fotoðraf sanatçýsý Ali Turna ile paylaþtýk. 3.27 Eylül'de Beyoðlu'nda "Filistin'e Özgürlük" eylemine katýlýp dergi daðýttýk. 4.13 Ekim'de PETROL-ÝÞ Sendikasý'nda Bilim Eðitim Estetik Kültür Sanat Araþtýrmalarý Vakfý (BEKSAV) tarafýndan gerçekleþtirilen "Ekim Devrimi'nin 91. Yýlýnda Emperyalist Küreselleþme ve Sosyalizm" baþlýklý sempozyuma katýldýk. Dergimizi Mustafa Yalçýner
ve Haluk Gerger'le dergimizi paylaþtýk. 5.25 Ekim'de Bilgi Üniversitesinde gerçekleþtirilen "Milli Halimiz, Bugün ve Yarýn" isimli sempozyuma katýldýk. 6.Ekim ayýnda EXPRES, ROLL, KARAKALEM ve YÜXEXES dergilerini ziyaret etik. 7.1 Kasým'da 27. Ýstanbul Tüyap Kitap Fuarý'nda stant açtýk. Dergimizi Ece Temelkuran, Erdoðan Aydýn, Cezmi Ersöz, Mehmet Altan, Sunay Akýn, Erdal Atabek, Mehmet Aksoy, Namýk Kuyumcu, Altay Öktem gibi ustalarla paylaþtýk. 8.15 Kasým'da Bakýrköy Sinema Atölyesi'ni ve Metin Gönen'i ziyarete gittik. 9.30 Kasým'da Edebiyat Kooperatifi'nde yönetmen Reis Çelik'in söyleþisine katýldýk.
10.19 Aralýk Taksim Hill Hotel'de yapýlan 7. Türkiye Yeþil Diyalog Konferansý'na katýldýk. 11.19 Aralýk Taksim Hill Hotel'de yapýlan Avrupa Sol Partisi ve ÖDP tarafýndan gerçekleþtirilen "Orta Doðu Konferansý"na katýldýk. 12.1 Aralýk Tünel Geçidi Dünya AIDS günü etkinliðine katýldýk. 13.Aralýk ayýnda Akbank 5.Kýsa Film Festivali'ne katýldýk. 14."Söz Kýsa Film Yönetmenlerinde" ve Doç.Dr. Hasan Bülent Kahraman'ýn sunduðu "Sürrealistler Sinemada" isimli panelleri izledik. 15.21 Aralýk'ta ana temasý "Mülteciler" olan 11. Uluslararasý Sinema Tarih Buluþmasý'na katýldýk. 16.24 Aralýk'ta Murat Belge tarafýndan sunulan "Milliyetçiliðin Kültür Üzerinde Tahribatý" isimli paneli izledik.
17.Hayat Tv'de yapacaðýmýz rock programý için çalýþmalarýmýz baþladý. 18.Belgesel Projemiz için çalýþmalara baþladýk. 19.26 Aralýk Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleþtirilen Marksizm 2008 Sempozyumu'na katýldýk. 20.2 Ocak'ta Sinema Emekçileri Sendikasý'ný ziyarete gittik. 21.4 Ocak'ta 78liler Vakfý'na bir ziyaret gerçekleþtirdik. Vakýf baþkaný Celalettin Can'la bir söyleþi gerçekleþtirdik. 22.7 Ocak'ta Beyoðlu Halkevi'ni ziyaret ettik. Sinema atölyesinden ortak iþler yapmak için söz aldýk. 23.10 Ocak'ta Ýstiklal Caddesi'nde yapýlan "Filistin'e Özgürlük" mitingine katýldýk. 24.19 Ocak'ta Agos Gazetesi önünde yapýlan Hrant Dink'i anma eylemine katýldýk.