Kurtuluş Gazete Say-5

Page 1

Kürt emekçilere Çin asgari ücreti

ABD’nin yeni PJAK planı

DTCF’li öğrenciler serbest bırakıldı

B

TC devletinin Kürt meselesindeki inkar ve imha politikası ABD'nin bölgede en rahat biçimde hareket etmesini de engellemektedir. Güney Kürdistan'da kurulmuş ve şimdilik ABD için zaruri, İsrail için ise vazgeçilmez olarak kabul edilen federasyonu tanımamakta ısrar ederken, TC işbirlikçisi olduğu ABD emperyalizmine ek sorunlar üretmiş bulunmaktadır. ABD’nin Kürtlere, PKK’den ayrılıp PJAK’a katılmasını istediği iddia ediliyor.

25 Mart günü DTCF'yi ablukaya alan polis Genç Kurtuluşçu Erhan Şatur, SGD'li İnan Özden ve YDGH’lı İsmail Yıldız'ı gözaltına almıştı. Ertesi gün Savcılık, ifade işlemlerini tamamladığı öğrencileri, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etmiş ve 3 öğrenci, “Polise mukavamet ettikleri” iddiasıyla çıkarıldıkları mahkemede, tutuklanıp Sincan L Tipi Hapishanesi'ne gönderilmişti. Öğrenciler bir ay sonra serbest bırakıldılar.

ir süredir işverenlerin ve Dünya Bankası'nın dile getirdiği “Türkiye'de ücretlerin yüksek olduğu” ve bu durumun yatırımları ve işsizlik oranlarını olumsuz etkilediği yolundaki şikayetler karşılığını buluyor. 7 ay hazırlıkları süren "GAP Strateji ve Eylem Planı" , geçtiğimiz mart ayında tamamlandı. Plana göre bölgede asgari ücret, Kürdistan için özel kurulacak Asgari Ücret Kurulu tarafından belirlenecek.

3

4

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

SAYI

05 26 Nisan Fiyatı 1 YTL

Mahir Sayın’ın genişletilmiş ikinci baskısıyla

9

SOSYALİST DEMOKRASİ kitabı çıktı!...

6

. . . ı t Çık

Kıyameti koparmak için 1 Mayıs’a Erdoğan “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar" diyor. Bu da onun demokrasiyi nasıl sadece kendisi için istediğini ortaya koymaktadır. İşçi sınıfı AKP’nin bu saldırısını göğüsleyecek güçtedir Sanki Kabotaj bayramı Erdoğan “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” diyor. Olması gereken de bu zaten. Başbakan elini herkesten çabuk tutup aceleyle bir 1 Mayıs'ı “Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan etti. Etti ama ekonomi iki trilyon zarara gireceği için tatil yok! “Kıyametin kopmaması” için de 1 Mayıs alanına giriş yok!

Taksim 2007

68 gençliği temsilcileri buluştu

Ayaklar baş olursa ne olur? Şehirlere yığılmış işsiz kitlelerin umutlarının artık tümüyle söneceği bir döneme doğru ilerlendiğini çok iyi bilen başbakan, sınıfın kendi gücünü görmesini engellemenin yolunun onun 1 Mayıs alanına çıkışını engellemekten geçtiğini düşünüyor. İktidarını kaybetme korkusuna sürükledikçe Erdoğan dilinin ölçüsünü bilmez hale geliyor.

Ayak takımı Taksim’de Erdoğan’ın kopardığı kıyamete rağmen “ayak takımı” bu 1 Mayıs’ta Taksim’de olacağını duyurdu. Ülkenin birçok ilinde gerçekleştirilecek gösterilerin kalbi bu açıdan Taksim’de olacak. DİSK Şişli, KESK Şişhane, Türk-İş ise Dolmabahçe’den Taksim’e yürüyecek. Bu 1 Mayıs’ta Kurtuluş Sosyalizm şiarıyla Sosyalist Parti Girişimi ile haydi 1 Mayıs’a...

Taksim 1977

>> Sayfa 6

1 Mayıs tarihinden bir kesit >> Sayfa 6

Ruhunla barışmak için 24 Nisan'ı unutma 24 Nisan 1915 Anadolu topraklarının en eski halklarından biri olan Ermenilerin bu topraklarındaki varlıklarına son verilmeye başlandığı tarihtir. Bugün hala arsızca “Ermeniler bizi katletti”, “karşılıklı kırım oldu”, “soykırım değil, tehcirdir” gibi iddialarla üstü örtülmek istenen bu soykırım 20. yüzyılın ilk kitlesel katliamı olmakla kalmaz, başka iki halkı da, Mezopotamya kültürünün kadim taşıyıcısı Süryani-Asuri ve Rum Halklarının da katliam ve sürgün yoluyla Anadolu topraklarından sökülüp atılmasını da peşinde sürükler. Mahir Sayın’ın yazısı >> Sayfa 6

Sermaye saldırıyor işçi sınıfı direnişte... Arçelik'in Çayırova fabrikasında çalışan işçilerin ve Yörsan işçilerinin direnişleri sürerken, işçi katliamları ile bilinen Tuzla tersane işçileri ölmeye devam ediyor Koç Holding bünyesindeki Arçelik fabrikasında taşeron olarak çalışan Yıldıran Yükleme Boşaltma Şirketi'ndeki işçiler geçtiğimiz yıl Şubat ayında başlayan örgütlenme çalışmalarının ardından DİSK'e bağlı Nakliyat-İş'e üye olmuşlardı. Sendikanın bakanlığa yetki için başvurmasının ardından patronlar itirazda bulunmuşlar ve işçileri sendika üyeliğinden vazgeçmeye zorlamışlar, bazı işçileri de işten atmışlardı. >> Sayfa 3

SAYFA 01

13 Nisan'da, bugün 60'lı yaşlarda olan 68'li gençler Aydın Çubukçu, Oral Çalışlar, Ertuğrul Kürkçü, Oğuzhan Müftüoğlu ve Mahir Sayın “Türkiye solunun teorik parçalanmışlığı dünü ve bugünü” üzerine görüşlerini ikiyüze yakın izleyiciyle paylaştılar. Toplantının moderatörlüğünü Oğuzhan Müftüoğlu gerçekleştirdi. >> Sayfa 2

Denizli’de coşkulu etkinlik Newroz sonrası oligarşinin ülke genelinde artan baskısı Denizli'de de DTP gençliğinden iki kişinin tutuklanmasıyla yansımasını buldu. Ancak Denizli'de YSKM'liler ve Devrimci demokrat yurtsever gençliğin bütün bileşenleri bu saldırılara karşı 29 mart ve 30 mart günü gerek salon içi gerek sokak etkinliği olmak üzere devrimci muhalefetin ayakta olduğunu gösterdi. Kızıldereden bugüne uzanan dayanışma örneği aynı bilinçle Denizli'de sergilendi. >> Sayfa 4

Itty Bitty Titty Committee If İstanbul film festivalinde bu yıl “gökkuşağı” bölümünde gösterilen “itty bitty titty committee”, oldukça eğlenceli ve oldukça politik bir film. 2007 yılı tarihli film, 90'ların ünlü “riot grrrls” akımına göndermeler yaparak CIA adlı radikal feminist bir grubun eylemliliklerini ve kendi aralarındaki ilişkilerini anlatıyor. >> Sayfa 7


HABER

2 26 Nisan 2008

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

68 gençliği temsilcileri buluştu 13 Nisan'da, bugün 60'lı yaşlarda olan 68'li gençler Aydın Çubukçu, Oral Çalışlar, Ertuğrul Kürkçü, Oğuzhan Müftüoğlu ve Mahir Sayın “Türkiye solunun teorik parçalanmışlığı dünü ve bugünü” üzerine görüşlerini ikiyüze yakın izleyiciyle paylaştılar Toplantının moderatörü Oğuzhan Müftüoğlu, “Hatırla Sevgili” dizisinden bir konuşmaya dikkat çekerek başladı. Dizi de devrimci bir genç kadının değişik siyasetlerin okuduğu “Felsefenin başlangıç ilkeleri” “Felsefenin temel ilkeleri” kitaplarının Politzer'in kitapları olduğunu görerek “aranızda ne fark var, aynı kitapları okuyorsunuz” diye sorduğuna gönderme yaparak, burada 40 yıldır neden anlaşamadıklarını konuşacaklarını söyledi. Mihri Belli'nin toplantıya gönderdiği mesajında; 60 yılların şahlanışını DEVGENÇ'in gerçekleştirdiğini, 60'lardaki hatanın devlet ve kontr gerillaya karşı birleşik hareket yaratılamadığını ve her fakültenin kendi örgütünü kurduğuna değiniyordu. İlk sözü alan Oral Çalışlar; 19 mayıs 69'da Devgenç mitingi sonrası Mihri Belli'nin annesinin evinde bir araya geldik. Orada Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Gülten, Doğu Perinçek, Gün Zileli… 20 kişi vardı. Bu son görüşme oldu. Birlik olabilir mi toplantısıydı. O gün anlaşamadık ve ayrılık yaşandı 68, ezik kalmış sosyalist hareketin kamuoyu önüne ilk defa meşru biçimde çıkmasıdır. Büyük umut doğdu. 65 seçimlerinde TİP'in 15 milletvekili çıkarması toplumu sosyalizme ilerletecek bir ruh yarattı. 66 lara geldiğinde çatışma ve ayrışma., 66 Malatya kongresi ve ihraçlar başladı. İlk parçalanma oldu. Bugün başka açılardan bakarsak düşünsel olarak 60'larda sosyalist hareket MDD'ye muhalefet edenler olarak TİP'in farklı fikirlere tahammül edemeyen yapısı etkendi. Ama MDD hareketi milliyetçiliği barındırıyordu. Askerle ilişkiye barındıran zaafları vardı. “Ordu millet elele ordu”, “ordu, gençlik elele” diyorduk. Esas bu değildi, ama bugünkü zaafların bugüne yansıması olarak görülüyor. Ulusalcılık ve milliyetlik buradan yansıdı. “MDD den ayrılanlar darbeci biz değildik” denemez. 12 Mart'ı anlamakta hepimiz, Devgenç de zorluk

parti demek. Meşru olmayan sosyalizm dışındakilerinin hepsinin gayri meşru görülmesidir. Her sınıfa bir parti, kendi dışındakileri gayrimeşru gördüğü düşmana ne yapılıyorsa devrimci faaliyet için yapılır problemidir. Meşruiyet meselesi, çoğulculuk, geçmişte egemen olmasıyla alakalıdır. Aslında Devgenç istisnadır, parti olarak görülmediği içindir. Belli başlı bütün eğilimler Devgenç de idi. En az 8 eğilim vardı. Devgenç örneği, Sosyalist harekette bir geleneği, farklı görüşlerin bir arada yaşayacağını göstermiştir. Dünya sosyalist hareketi içinde Sovyet, Çin ve Avro-komünizm ve Küba'nın çizgisi. Bütün bunların iz düşümleri Türkiye'de taraftar buldu. TSH geçmişine bakıldığında Marksizm içi ayrılıklardır. Sorun M. Çayan'ın “emperyalizmin Türkiye'de bir içsel olgu” olduğu meselesidir. Sınıf mücadelesiyle emperyalist mücadeleyi bağdaştırmak. Türk burjuvazisini karşısına almadan Türkiye'nin sosyo ekonomik yapısı değişmeden bu mücadele yürütülemez..Bu ulusalcı ve liberaller karşısında devrimciler arasındaki farktır.

çekti. Aydın Çubukçu: 40 yıldır süren meseleleri ileri-geri bölünme diye kavramlarla ifade edelim. 60'ın solcu gençlerini tanımlayan 3 temel tarihi nokta, Tanzimat, milli kurtuluş savaşı ve 27 Mayıs'tır. Bu 3 durak Marksist-Leninistlerde 60'lardan sonra esas kendisini hissetti. TKP de kendini Kemalizmin ileri konumu olarak tanımladı. 27 Mayıs'tan sonra Kemalizm ve Marksizm arasında ittifak arayışı ve ikisi arasında ilişki kurulmaya çalışıldı. 3 esas, geçmişten gelen durum, mevcut durum ve ayrım konularında kendisini hissettiren gelecek tasavvurudur. Geleceği nasıl tasavvur ederseniz tarihe de öyle bakarsınız. M. Belli, Kemalizm ve sosyalizm arasında ilişki kurulması gerektiğini savunuyordu. MDD tezi buna

yönelikti. 'Milli zinde kuvvetler, Sivil aydın, asker zümre' belirleyici rol ondadır. Kendimizi her şey gibi görmeye koşullandırıldık. Kim tarafından, M. Belli tarafından. Gençliği diğer sosyal güçlerden farklı olarak gördük. Kendi gücüne inanan, onlar yerine ihtilali biz yaparız diyen köylüler işçiler yerine bir harekettik. Solcuların birliği denilen kavram boştur. Bugün Biz birleşemeyiz. Topu topu 150 bin kişiyiz. Önemli olan işçileri emekçileri birleştirmek. Önemli olan gündelik kavgası içindeki işçileri emekçileri birleştirecek bir platform yaratabilmek. Kendi aralarındaki siyasi, kültürel etnik ayrılıkları ortadan kaldıracak mücadele birliğinde nasıl bir araya gelebilirler buna çözüm bulmalıyız. Ertuğrul Kürkçü: Dünya tarihinde ayrılıkları olmayan bir

sosyalizm bilmiyorum. Burada bir tuhaflık yok. Bu işçi hareketinin heterojen tabiatından, çoklu yapısından, ezilen sınıfların çoklu kimliklere sahip olmasından ileri gelmektedir Eğer başarılı olan devrimlere Ekim devrimine bakarsak. Devrimci hükümet koalisyondu. Çin, Küba ve Nikaragua devrimleri de koalisyondu. Ama bunun dışında da belli ki başka koalisyonlar da vardı. Yani 70'lerin ikinci yarısındaki Devyol, Kurtuluş, Devsol gibi eğilimlere benzeyenler devrimi başarmışlardı. Ayrıyız çünkü farklı çıkarları, eğilimleri temsil ediyoruz. Sorun ayrı söz ihtiyacında değil, bunların meşru biçimde bir büyük faaliyete girişip girişemedikleridir. En büyük engel Komintern sonrası Stalin zihniyetinin sosyalist harekete egemen olması, yani her sınıfa bir sosyalizm, her sınıfa bir

Mahir Sayın Dünkü aynı problematik içinde kalırsak biz birleşemeyiz. Yaşadığımız problemlere dünkü aynı noktada bakarsak herkes tabiatiyle aynı konuşur. Sovyetler Birliği işçi sınıfının üzerinde de diktatörlüktü diye bakarsanız her şey farklı görünür. M. Belli her şeyin müsebbibi diyenlere söyleyeceğim ihtilalciliğimizin de müsebbibi olduğudur. TSH'nin tarihi bir kaynaktan gelir; bu da TKP'dir. Bunun kaynağı da 3. enternasyonalden gelir. 3. enternasyonalden devralınan çizgi ise ekonomizmdir. Rus devrimi ekonomizmde açtığı delik sayesinde gerçekleşebilmiştir. Ama bu delikten pek öteye gidememiştir. Çin devrimini de 3. enternasyonalde açılan bir delikten geçmiş, köylüler iktidar olmuştur. Ama bir müddet sonra bu delik, sadece bir delik olarak kalması nedeniyle yeniden kapanştır. Her sınıfa tek parti olur ve de o da bizim partimizdir anlayışı ile, iktidara

İkinci bölümde konuşmacılar bugün hangi noktalarda farklılıklar var, bugünkü sorunlar ve somut gelişmeler karşısında ne düşündüklerini ifade ettiler: Oral Çalışlar: 12 eylül kırılma noktası oldu. Sol hareket ağır bir yenilgiye uğradı. Sovyetlerin dağılması. Yeni bir döneme girildi. Sosyal dinamikler Kürtler, İslamcılar Aleviler siyasi güç olarak ortaya çıktı, sol şaşkınlığa uğradı. Kemalizmle ve militarizmle hesaplaşma şart. AB projesi ayrışmada önemli rol oynuyor, bir emperyalist proje gibi algılanıyor. Siyasal İslamla yeni bir orta sınıf ortaya çıktı.. AKP yeni muhafazakar kapitalizmin temsilcisi oldu. Türkiye'de tutulacak temel halka meselesi askeri tehdittir. Eğer şeriat devleti haline geliyorsa darbe tehdidi söz konusudur. Aydın Çubukçu: Kitle hareketi ile sosyalist hareket arasında bir bağ kurabilmek. Hrant'ın cenazesindeki kalabalıklar heyecanlandırdı. Ama bu da birleşmek için anlamlı değil. Emperyalizm çağı aynı zamanda

proleter devrimler çağıdır. AB'nin siyasal çehresi değişiyor ama AB'ye karşı mücadele emperyalizme karşı mücadelenin kendisidir. Kürt meselesi, demokratikleşme meselesinde AB'ye karşı çıkan ulusalcılarla birleşmek mümkün mü? Siyasal İslam AKP ile belirgin bir kapitalimle entegre hale geldi. Ertuğrul Kürkçü: Sol yerine kendimizden sosyalist ve komünist diye söz etmek daha anlamlı. Sermaye uluslar arasılaşırken emek yerel kalamaz. Modern cumhuriyet emeğin talepleri üzerinden kurulacaksa,. Kalpaklılarla hiçbir zaman ittifak olmayacak. Kürtleri, alevileri, kadınları, emekçileri birleştirecek bir imkan var mı? Bu dinamikleri birleştirecek imkan var. Uluslar arası ilişkiler içinde bugün tek başına bağımsız Türkiye sloganı manasızdır. Latin Amerika, Hindistan

SAYFA 02

yepyeni bir ittifak, yepyeni bir model deniyor. Yeniden bir hat üzerinde oluşacak bir mücadeleye ihtiyaç var. Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu havzası üzerinden yapılabilecek çok şey var. Bir yeni enternasyonal, milliyetçi ve neo liberal kutba karşı 3.kutup olmak, yani emek kutbu ve bir partimiz olmayacaksa bir emek hattı koordinasyonunu oluşturmaktan geçiyor. Mahir Sayın: Marks “dünyayı ölüler yönetiyor sanki” der. Geçmiş tarih bugünü belirlemiş ve yanlış belirlemiş durumda. Paris komününden beri sosyalizm anlayışı üzerine bölünüyoruz. Geçmişle sağlam hesaplaşmadık. Politika günlük hayatın dönüştürülmesi demektir. Politika üzerine konuşmaktan kurtulup politika yapar hale gelmek ister isek, azımsanarak lafı edilen

değil150 bini bunun üçte birini bir araya getirebilir, bunların enerjilerini işçi sınıfının siyaset sahnesine yeniden dönmesi için kullanabilirsek bu Türkiye'nin politik hayatının akışını değiştirecektir..“Tabanı birleştirsek bir araya geliriz” fikri doğru değil; birlik fikrini bir kenara atmaktır. Kürt meselesinde kendimizi misakı milli ile belirlenmiş bir ülke birimi olarak görürsek hiç bir şeyi anlaşamayız. Ülkeler insanlara dayatılmış oluşumlardır. Bugün bir türlüdür dün bir başka türlü idi. Yani Kürtlerle ilişkinin mahiyeti değişmelidir. Onları rakibimiz olarak değil mücadele ortağımız olarak germemiz gerekir. Değiştirilmesi gereken onların bizim sürdürdüğümüz politikaya uyması gerektiği bakışıdır. Mücadele birliği, güç birliği olanakları açısından onların bağımsız varlığını kabul ettiğimiz bir yerden bakmalıyız. Kürtlerin yapacakları kendilerine kalmış bir şeydir; onların nasıl olmamaları gerektiğini onlara anlatmaya kalkışmamalıyız; onların taleplerini biz bir veri olarak ele alıp, bu koşulda nasıl mücadele birliği olacağına bakmalıyız. Kürtlerin sadece Türkiye'de değil başka ülkelerde de olduklarının bilinciyle davranmak gerekir. AB dünyayı yeniden paylaşmak için kurulan bir zenginler klubüdür. Demokrasinin AB sayesinde geliştirilmesi, emeğin Avrupasının

geldikten sonra bu iktidarın “her ne pahasına olursa olsun” korunması mirası sosoyalit anlayışın deformasyonu, 3. Enternasyonalin ve onun tarafından belirlenen TKP'nin mirası budur. Bizim devraldığımız miras da budur. H. Kıvılcımlı bu mirasta bir sarsıntı yaratmıştır ama o cesarete uygun olmadı asker karşısındaki tutumu. M. Belli ise hala bugün benim yaşamımda etkili olan şeyi gerçekleştirmiş, bizi ihtilalci çizgiye, sistem dışı çizgiye itmiştir. Ama ekonomizm problemi aşılmış değildir. Belli'nin kulağımıza akıttığı ikinci şey Sovyetlerde iktidarda bürokratların olduğu, “modern revizyonizm” olduğuydu. İşçi hareketinde reformcu ve ihtilalci ayrımı böyle oluştu. Biz ihtilalciydik. Sınıf hareketinde doğrunun değişik biçimleri olabileceğini kabul etmek gerekir. Eğer doğrular sınıfın adına ise ve sınıf tek bir insan gibi kendi adına konuşmayacak ve farklı kesimlerinin talepleri farklı olacaksa, sınıf doğrusunun da değişik biçimleri olacağını kabul etmek gerekir. Proletarya diktatörlüğünün kendi şahsımızda temsil edildiğini düşünürsek kendimizide çoğunluk olarak ilan ediveririz. Proletarya diktatörlüğü sadece devletin sınıfsal karakterini anlatır. Bunun dışında prolyetaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi ancak en geniş demokrasi koşullarında olabilir. Oğuzhan Müftüoğlu 27 mayıs etkisi anayasal özgürlük ortamı toplumsal uyanış dönemi oldu. Solun çocukluk dönemiydi. TİP ve MDD programları aşağı yukarı aynıdır..M. Belli var olan cuntacılık ortamında devrimci siyasete yaklaşımını bir tür “legal mücadele olanaklarını göğüsleye göğüsleye genişletme” diye ifade eder. TİP ile MDD tartışmasında ayrım çizgisi parlamento yoluyla mücadele ve dışındaki mücadeledir. M. Belli ihtilalcilikti. Cuntacı grup devrimci gençleri manuple ederek askeri darbe koşularını yaratmak için teşvik ediyordu.

Ertuğrul Kürkçü Devgenç'in 12 Mart tutumu üzerine 12 Mart'tan bir gün önce onu doğru tahlil etmeyi isterdik. 12 Mart'ta demokratik güçlerden kopmamak kaygımız bizi “eğer reform yaparlarsa destekleriz, yapmazlarsa desteklemeyiz” türü bir bildirinin altına imza atmaya zorladı. Ama Devgenç olarak. 13 Mart'ta kendi bağımsız pozisyonumuzu takındık. Ama bu THKP-C ve Devgenç'in askere tarihsel anlamından daha fazla misyon yükleyen bir yerden bakmadığı ve bir şekilde etkilenmediği anlamına gelmiyor. …

Devrimci Subaylar

kurulması verili koşullarda olanaklı değil. Oğuzhan Müftüoğlu: Kopenhag kriterleri konusundaki değişliklere olumlu bakarız.AB projesi emekçiler ve sol açısından karşısındadır. Sosyalist bir iktidar olsa Kürtler ne istiyorlarsa öyle yaşasın deriz.. Kürt devrimci hareketinin barış talepleri, anadilde eğitim olabilir ama devrimci nihai çözüm eşitlikçi ve özgürlükçü mücadeleden geçiyor. Bir arada yaşamayı savunmak her iki halkın da çıkarınadır. Bağımsızlık, ulusalcılıktan gelen Kemalizm yandaşlığına karşı uluslar arası sermayenin neo liberal politikalarına karşı 3. kutup olmak önemli.

Hatırla Sevgili dizisinde Mahir Çayan'ın etrafındaki gezen subaylar “cuntacı mı, ajanlar mı” diye soruyorlar. İkisi de değil, onlar Devrimciler. Subayları ya da askerleri örgütlersen devrimci olur. Hiçbir devrim bir tarafta devrim ordusu dizilir, öbür tarafta karşı devrim ordusu dizilir kanlı savaşa girişmek gibi olmaz, ayakta kalan devrim ya da karşı devrim yapar diye olmaz. Sürekli geçişlerle, sürekli parçalanmalarla olur. Devlet mekanizmasının parçalanması dediğiniz şey böyle bir şeydir. Rus çarlık ordusu, aşağıdan yukarıya doğru Bolşeviklerin yanına ekim devrimi saflarına geçmeseydi işçilerin, köylülerin, askerlerin Sovyeti olmazdı. Türkiye sosyalist hareketinde çok önemli bir deneyimdir bu. Devrimci askerler içinden üsteğmen Saffet Alp'i de şehit verdik.


İŞÇİ DÜNYASI

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Sermaye saldırıyor

26 Nisan 2008

3

Her koyun kendi bacağından asılır mı?

İşçi sınıfı direnişte '

Ebru Yıldırım

Arçelik'in Çayırova fabrikasında çalışan işçilerin, Susurluk ilçesinde Yörsan işçilerinin direnişleri sürerken, geçtiğimiz aylarda işçi katliamları ile kamuoyunda ses getiren Tuzla tersane işçileri ölmeye devam ediyor Zeynep Sidar Ersoy

Koç Holding bünyesindeki Arçelik fabrikasında taşeron olarak çalışan Yıldıran Yükleme Boşaltma Şirketi'ndeki işçiler geçtiğimiz yıl Şubat ayında başlayan örgütlenme çalışmalarının ardından DİSK'e bağlı Nakliyat-İş'e üye olmuşlardı. Sendikanın bakanlığa yetki için başvurmasının ardından patronlar itirazda bulunmuşlar ve işçileri sendika üyeliğinden vazgeçmeye zorlamışlar, bazı işçileri de işten atmışlardı. Geçtiğimiz sene örgütlenme sürecinde patronların büyük baskılarıyla karşılaşan işçiler, 27 Kasım'da Yıldıran şirketiyle sendikaları arasında 355 işçi adına toplu iş sözleşmesi imzaladılar. Fakat sözleşmenin imzalanmasından üç gün sonra Arçelik yönetimi Yıldıran'la olan iş aktini 2007 yılı sonu itibarıyla sona erdirdiğini bildirdi. Yine aynı süreçte işçilere Türk-İş'e bağlı Türk Metal Sendikası'na geçmeleri yönünde baskı yapılırken, bunun için işçilere kadroya geçirme vaadi de yapıldığı kaydedildi. Bu sırada Koç Holding'in, Arçelik'in Türkiye genelindeki diğer fabrikalarında çalışan

2000 taşeron işçiyi de Türk Metal'e üye yaparak kadroya geçirdiğini kaydedilenler arasında. Çayırova'daki işçilerin de aynı sürece zorlanmak istedikleri belirtiliyor.

Arçelik işçilerinin örgütlenme süreci kısaca şöyle gelişti: KOÇ Holding'e bağlı ünlü marka ARÇELİK'in 2000 işçiyi çalıştıran onlarca taşeronundan birisi olan YILDIRAN Şirketinde 350 işçi çalışıyor. Nakliyat-İş Sendikası 2007 yılının başlarında Arçelik'in alt işvereni Yıldıran şirketinde örgütlenmeye başladı, Sendikanın yeterli çoğunluğu olduğunu saptayan Çalışma Bakanlığı, 2007'nin Mart ayında da bu şirkette toplu iş sözleşmesi yapması için Nakliyat-İş'e 'YETKİ' verdi. Koç'un yönlendirmesiyle taşeron Yıldıran bu yetkiye itiraz etti (dava açtı). Sendika üyelerine sendikadan istifa etmeleri için parayla satın alma, tehdit ve darba varana dek yoğun bir saldırı başlattı. Nakliyat-iş'ten alınan bilgilere göre; Arçelik'in Çayırova tesislerinde 'kadrolu' olarak çalışan 2000 işçinin üye olduğu,

Türk-İş'e bağlı, faşistlerin yönetimindeki Türk Metal Sendikası da bu saldırılarda aktif rol oynadı. Bütün bu saldırılardan bir sonuç alamayan Koç, en son çare olarak işçi kıyımına başladı. Bu kararlı mücadele karşısında taşeron Yıldıran, Nakliyat-İş'le anlaşmaktan başka çaresinin olmadığını görerek sendikanın yetkisine itirazını geri çekti ve 2007 yılının Kasım ayında Nakliyat-İş Sendikası'yla toplu iş sözleşmesi imzaladı. Bu duruma ilişkin Koç'un tepkisi, 1 Ocak 2008'den itibaren geçerli olmak üzere Taşeronun sözleşmesini feshetmek oldu. Yalnız, sendikal örgütlenmeye saygılı olunacağına ilişkin küresel sözleşmeyi, Türkiye'den imzalayan işletmelerden biri olan Koç, kendince tedbirli davranarak bir tek Yıldıran'ın değil, bünyesindeki tüm taşeronların sözleşmesini feshederek 2000 işçiyi kadroya aldı ve Türk Metal Sendikası'na üye yaptı.Yani 2000 işçiyi taşerondan kendi kadrosuna geçirmek zorunda kaldı. Aynı Koç, Nakliyat-İş üyelerine de Türk Metal'e geçme koşuluyla kadroya alınacakları vaadiyle üç kez süre verdi.

Arçelik-Yıldıran İşçisi, sendikası Nakliyatiş'le birlikte işine geri dönmek için, hiç fire vermeden, 2 Ocak 2008'den beri Genel Başkanları, yöneticileri, avukatlarıyla Çayırova Arçelik Fabrikası'nın önünde direnişe, mücadeleye devam ediyor.

YÖRSAN direnişi devam ediyor B a l ı k e s i r, S u s u r l u k ' t a k i Y ö r s a n İşletmesi'nde Türk-iş'e bağlı Tekgıda-iş sendikasına üye oldukları için işten çıkartılmalarının ardından, işçilerin başlattıkları direniş sürüyor. 22 Kasım'da Çalışma Bakanlığı'na yetki başvurusu yapılmış ve Çalışma Bakanlığı'nın 4 Aralık'ta bunu işverene bildirmesinin ardından 6 Aralık'ta 12 işçi işten atılmıştı. Bunun üzerine 7 Aralık'ta direniş başladı ve bugüne kadar 400 civarında işçi işten atıldı. İşçiler kararlı olduklarını haykırıyor ve herkese dayanışma çağrısı yapıyor. İşçiler ayrıca YÖRSAN ürünlerini Boykot etme çağrısında da bulunuyor. İslami sermayenin önemli isimlerinden olan Yörsan işletmelerinde yaşananlar AKP hükümeti eli ile gerçekleştirilen işçi düşmanlığının önemli örneklerinden biri olmaya devam ediyor.

Tuzla: seri iş cinayetleri Arçelik, Yörsan grevlerinde kendini gösteren Anayasa tarafından “sosyal bir hukuk devleti” olmakla görevlendirilmiş TC'nin çalışma yaşamını düzenlemek, sermayenin karşısında emeğin de haklarını en asgari düzeyde de olsa korumak üzere yasalar çıkartmış olduğunu, bu yasaları uygulatmak ve denetletmek üzere Çalışma Bakanlığı'nı oluşturmuş, yasaların uygulanmasındaki uyuşmazlıkları çözmek üzere iş mahkemelerini kurmuş olduğunu söylemek gerekirken aynı zamanda bir ikileme de dikkat çekmek gerek. Örneğin tüm bu düzenlemelere sahip iken devlet tersane işçileri ölürken ne yapmakta?. Tersanede bir süredir seri iş cinayetleri işlenirken yapılan tek iş ölümüne sömürüye karşı örgütlenme hakkını kullanmak isteyen, emeğinin karşılığı olan ücreti almaya çalışan işçiyi kolluk güçleriyle baskı altına almak olmuş. Yani, devletin tersanelerdeki varlığı, sadece ölmek istemeyen, insanca çalışmak, yaşamak isteyen işçiyi baskı altına almak için ortaya çıkmış. İşçiler sermaye için, k ü r e s e l k a p i t a l i z m a d ı n a ö l ü y o r, öldürülüyor. Kârlar artıyor, sermaye birikiyor, ekonomi büyüyor, milliyetçilik yükseliyor, siyasal İslam güçleniyor, Anayasa “sivil”leşiyor, AB, demokrasi görüntüsü ardından piyasanın tüm gereklerini dayatıyor, sosyal güvensizlik yasası geçiyor, 1 Mayıs işçi bayramı! Yaklaşıyor.

Kürt emekçilere Çin koşulları Bir süredir işverenlerin ve Dünya Bankası'nın dile getirdiği “Türkiye'de ücretlerin yüksek olduğu” ve bu durumun yatırımları ve işsizlik oranlarını olumsuz etkilediği yolundaki şikayetler karşılığını buluyor. 7 ay hazırlıkları süren "GAP Strateji ve Eylem Planı" , geçtiğimiz mart ayında tamamlandı. Plana göre bölgede asgari ücret, Kürdistan için özel kurulacak Asgari Ücret Kurulu tarafından belirlenecek. Asgari ücret bölgesel olarak değil şehirlere göre belirlenecek. Böylece bölge illeri emekçilerin sefaleti üzerinden yürüyecek rekabet sarmalına sokulacak. Bu rekabet sonucu Batı'daki ücretlerin de aşağıya çekilmesi kaçınılmaz görülüyor. AKP böylece Kürdistan'da “Çin koşulları”nın hüküm sürdüğü bir emek cehennemi yaratmayı planlıyor. Bölge işadamlarının, sivil toplum örgütlerinin ve bölge halkından gelen taleplerin doğrultusunda hazırlandığı savunulan pakete en çok tekstil sektörünün sevinmesi bekleniyor. Zira bir süredir tekstil sektörünün önde gelen isimleri Türkiye'de “yatırım iklimi” olumsuz olduğu için Mısır'a kaçmak zorunda olduklarını dile getiriyorlardı. Zorlu Holding Tekstil Grubu başkanı Vedat Aydın bu göçün önlenmesi için Mısır ve Çin'deki koşulların Türkiye'de belli bölgelerde sağlanması gerektiğini ifade etmişti. “Gidelim Doğu'da bir iki il seçelim ve asgari ücret uygulamasını kaldıralım. İsteyene istediği ücret verilsin, adam evde aç oturacağına 50 YTL'ye niye çalışmasın” demişti. Türkiye Giyim Sanayiciler Derneği de 21 Şubat günü yaptığı

açıklamayla istihdamda daha az kamu yükü, daha fazla teşvik ve uzmanlaşmış sanayi bölgeleri yaratılmasını istemişti.

Sermayeye cennet, emekçiye cehennem yaratılıyor “GAP Strateji ve Eylem Planı"nda patronların tüm bu talepleri karşılanıyor. Bölgeye özel vergi muafiyeti ve indirimi, asgari ücretin belirlenmesinde radikal değişikliklere gidilirken, illere göre yıllık bölgesel asgari ücret uygulaması için start verilecek. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren'in başkanlığında çalışmaları sürdürülen "GAP Strateji ve Eylem Planı" üzerindeki son rötuşlar geçtiğimiz günlerde yapıldı. Paketin ayrıntıları şu şekilde sıralanıyor: ÖTV indirimi: İhracat yapan firmaların istihdamı artırması için Eximbank aracılığıyla farklı kredi uygulamasına geçilecek. İhraç ürünlerinin gümrük ve hava limanlarına taşınmasında ÖTV indirimli akaryakıt desteği verilmesi öngörülüyor. Taşınma Kredisi: Türkiye'nin diğer illerindeki işletmelerin GAP'a taşınması için düşük faizli ve uzun vadeli kredi verilecek. Bölgede sanayi bölgeleri kurulacak. SSK ve gelir vergisi kıyağı: GAP bölgesi çalışanlarından gelir vergisi alınmayacak, SSK primi de devlet tarafından ödenecek. Devlet memuru ve akademisyenler de bölgede çalışması için teşvik edilecek. Yıllık 6 ayı geçmeyen istihdam için sigorta prim kesintisi

uygulanmaması planlanıyor. Enerji indirimi: GAP Bölgesi'nde üretim yapan firmalara istihdam sayısına göre kademeli enerji desteği verilecek. Enerji desteği istihdam sayısındaki artışa paralel, 2 yıl süreli ya da yüzde 20-25 fiyat indirimi şeklinde olacak. Kalkınma Ajansı ile yabancı sermaye için cazibe artırılacak: Kalkınma Ajansı, yurtdışından bölgeye yatırım yapacak sermaye bulacak. Bölgeye yatırım yapmak isteyen yerli yabancı şirketlere uzun vadeli taşınma kredisi verilecek.

Mevsimlik işçinin ölümle imtihanı

Hatay'ın Reyhanlı ilçesinden Eskişehir'in Çifteler ilçesine mevsimlik işçi taşıyan kamyonun Afyonkarahisar yakınlarında devrilmesiyle dokuz işçi hayatını kaybetti. Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde yaklaşık beş ay önce Cuma ile Zehra Yılmaztekin yanlarına kardeşlerini de alarak evlilik borçlarını ödemek için çalışmak amacıyla Eskişehir'e yola çıkmışlardı. Kasasında 44 kişiyi taşıyan kamyon, ilk olarak Hatay'ın Reyhanlı ilçesine, oradan da başka tarım işçilerini alarak Eskişehir'e bağlı Çifteler ilçesine hareket etti ancak Afyonkarahisar'da meydana gelen kazada kamyonun kasasında bulunan 9 kişi hayatını kaybederken, 35 kişi de yaralandı.

Dil, bilincin aynasıdır.' demek sanırım oldukça sahici bir yaklaşım. Bireyler için söylenegelen bu yargı, aynı zamanda toplumlar/topluluklar, milletler için de geçerli. Türkçe; sınırlı/sınırsız cinsiyetçi, ırkçı, aşağılayıcı, dışlayıcı içeriğe sahip atasözlerine şöyle bir göz gezdirildiğinde toplumsal bilincin hangi saiklere içrek olduğunu kolayca anlayabileceğimiz zenginlikte! Örneklerle dolu bir dil. 'Her koyun kendi bacağından asılır.'söz kalıbı Türk toplumsal düşünüş sistematiğinin verili zeminini kavramamız açısından belirgin bir örnek örneğin. Bencilliğin, başkasına karşı duyarsızlığın, yanı başında duranı görmezlikten gelmenin, başı sıkışana, darda kalana sırt çevirmenin toplumsal izleğini içeren bu söz kalıbı; (benzer söz kalıplarının da aynı amaçlar doğrultusunda dolaşıma sokulmuş olması gibi) iktidarlı olanın toplumsal meşruiyet yaratma araçlarından biri aslında. Zaten dilin, bütünlüklü olarak böyle bir işlevi de yok mu? Dil, erk'e hizmet etmek; erk sahibinin iktidarını meşru ve ebedi kılmak üzerinden yine aynı erk sahibi tarafından oluşturulmuyor mu? Sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası Mecliste geçen hafta itibarı ile çıkarılmış olan ve 80 sonrası uygulamaya sokulan sınıf karşıtı politikalar bütününün bir parçası olan SSGSS yasası da esasen bunu diyor: Her koyun kendi bacağından asılsın. Devletin sağlıktan tamamen elini çekmesi anlamına gelen yeni güvenlik yasası kaba tanımıyla; işsizi, engelliyi, babasına, eşine mahkum olan kadınları, yaşlıyı, eşcinseli, ev içinde çalışanı, sokakta yaşayanı, tarım işçisini kendi kaderine terk ediyor. Eşit olmayanların eşitliği kurgusuna sahip yeni yasa, bütün bu sıralanan gruplara karşı toplumsal cinsiyet, homofobi, ırkçılık, sınıf ve statü nedeniyle toplumda yaratılmış olan dışlayıcılığı yok sayıyor. Dünya Bankası'nın Doğu Avrupa, Asya ve Latin Amerika'da uygulamaya koyduğu bu sağlık sistemi, herkese temel bir sağlık güvencesi içermekte aslında. Minimum güvence anlayışı ile yürütülen bu sistem, daha fazlası için özel sağlık kurumlarından özel sigortalar aracılığı ile hizmetin satın alınmasını içeriyor. Amaç, temel sağlık hizmetlerini bütün nüfusa minimum düzeyde sunmak ve artan sağlık maliyetlerini sınırlamak. DB, bu sigorta sisteminin maliyet artışı ile mücadelede işe yarayacağı kanısında. Oysa yaşlanan dünya nüfusu, kronik hastalıkların yaygınlaşması, tıptaki ilerlemeler, teknolojinin ve ilaç sektörünün tekelci şirketlerin elinde olması maliyetleri artıran esas nedenler. Başbakan'ın söylediği gibi yeni yasa ile uygulamaya konulacak prim sistemi, mevcut memurişçi-esnaf hiyerarşisini ortadan kaldırmak şöyle dursun, yeni hiyerarşik anlayışın hakimiyeti ile eşitsizliğin derinleşmesine neden olacak cinsten. Örneğin genel sağlık sigortası, asgari ücretin üçte birinden az geliri olanların dışında kalan herkesten prim toplanmasını öngörüyor. Oysa Türkiye, çalışan nüfusunun çoğunluğunun enformel biçimde istihdam edildiği bir ülke olması itibarı ile formel alanda çalışmayan bu nüfusunu sağlık hizmetlerinin dışına atan yeni yasanın işlemesi imkansız ülkelerden biri. Yasanın özünde yer alan; ücretli, kayıtlı, formel alanda çalışanların prim ödeyerek ulaşabilecekleri sağlık hakkı anlayışı, doğal olarak bu üretim biçiminin dışında kalan herkesi dışlıyor, yok sayıyor, kendi kaderine terk ediyor; bu biçimde üretime katılmayan herkesin sağlık hizmetlerine ulaşması neredeyse imkansız hale getiriliyor. Kayıt dışı çalışanlar Kapitalizmin yeni yasaları gereği bir yandan kuralsızlaşma, esnekleşme, güvencesiz, yarım zamanlı çalışma, emeğin akışkanlığı işçi sınıfına dayatılırken; bir yandan da yalnızca kayıtlı iş gücünü sosyal güvence kapsamına alan sigorta anlayışı tüm dünya ölçeğinde yaşamlarımıza sokulmaya çalışılıyor. Örneğin Türkiye toplumunun bir kesimini oluşturan Kürt nüfusunun çoğu, savaşın yarattığı koşullar nedeniyle büyük kentlere göç etmiş durumda. Göçün yarattığı yeni çalışma koşulları özellikle büyük kentlerde yoğunlaşan, evde tam ve yarı zamanlı çalışma, seyyar satıcılık denilen kayıt dışı çalışma, özellikle tekstil sektöründe asgari ücretin de altında uzun saatlere yayılmış esnek çalışma koşullarına sahip. Daha öncesinde çıkarılmış olan yürürlükteki iş yasası da güvencesiz ve esnek çalışma biçimlerinin önünü açar nitelikte. Ayrıca ev eksenli çalışmanın esas öznelerinin kadınlar olduğu da bilenen bir başka gerçek. Kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası da düşünüldüğünde her iki toplumsal kesim örneğinden bile yola çıkıldığında SSGSS'nin gerek kadınlar, gerekse de Kürt emekçileri açısından ciddi anlamda yıkıcı sonuçlara gebe olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bu fotoğrafın bir başka köşesinde kalan mevsimlik tarım işçilerinin de ki önceki yıllarda yaşamlarımıza yalnızca kamyon kasalarından savrulan ölü bedenleri ile girebilmiş olan Kürt emekçiler- ya da engellilerin de yasada hangi sosyal devlet anlayışı ile kesiştiği ortada. Belki de yüzyılların ürünü olan dili ile yaşamlarımızı belirleyen yönetici erk, her birimize koyun muamelesi yapabilmiş olduğu varsayımı ile bu yasayı önümüze koymuş görünüyor. Türkiye işçi sınıfına ve onun temsilcilerine düşen ise, bu yasayı bir bütün olarak reddetmek ve reddi ortaya koyan eylemlerin peşini bırakmaksızın Yunanistan'daki, Fransa'daki işçi sınıfı ile aynı havayı soluyarak sınıf dayanışmasını örmek. Üstüne ölü toprağı serpildiği varsayılan hareketlilik, alelacele ve sessizce geçirilen bu yasayı kabul etmeyerek, sürekli gündemde tutarak yaşam bulabilme şansına sahip görünüyor.


HABER-YORUM

4 26 Nisan 2008

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

İnkar ve imha politikası sürüyor

Ruhunla barışmak için 24 Nisan'ı unutma Mahir Sayın

2

4 Nisan 1915 Anadolu topraklarının en eski halklarından biri olan Ermenilerin bu topraklarındaki varlıklarına son verilmeye başlandığı tarihtir. Bugün hala arsızca “Ermeniler bizi katletti”, “karşılıklı kırım oldu”, “soykırım değil, tehcirdir” gibi iddialarla üstü örtülmek istenen bu soykırım 20. yüzyılın ilk kitlesel katliamı olmakla kalmaz, başka iki halkı da, Mezopotamya kültürünün kadim taşıyıcısı Süryani-Asuri ve Rum Halklarının da katliam ve sürgün yoluyla Anadolu topraklarından sökülüp atılmasını da peşinde sürükler. İttihat ve Terakki milliyetçiliğinin ve açgözlülüğünün eseri olan bu katliamların tek bir amacı vardır Türk burjuvazisi yaratmak için Müslüman olmayan halkların yarattıkları birikimlere el koymak. Gerçekten de Türk burjuvazisinin ilk sermaye birikimi Ermeni, Rum ve Süryani-Asuri halklarının katledilmesiyle sağlanmış ve bu da daha sonra Cumhuriyet döneminde antiemperyalizm kisvesi arkasına saklanarak fazilet haline dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu arada kısmen katliamlara ortak edilmiş Kürt halkına verilen sözler de bir yana konularak daha sonraki yıllarda onların katliyle temizlik faaliyeti devam ettirilmiştir. Anadolu topraklarının kadim halklarını oluşturan 2 milyon civarında Ermeni, yine bir o kadar Rum ve yarim milyon civarında Süryani-Asuri halkı sürgün ve katliamlarla yok edilmiştir. Ermenilerin soykırıma uğratıldığı ne kadar inkar edilse de artık tüm dünya tarafından benimsenen bir gerçek haline gelmiştir. Ne var ki, Rumların sadece Yunanistan'daki Müslümanlarla değiş tokuş edildiği sanılmaktadır. Ama tarihi hakikatler yarım milyona yakın Rum'un katledilmiş olduğunu göstermektedir. Hele Süryani-Asuri halkının başına ne geldiği ise konuşulmamaktadır bile. Birçoklarının böyle bir halkın Anadolu topraklarında yaşamış olduğundan haberi bile yoktur. Yapılan katliamların Türklerin tarih bilincini ve ruhsal şekillenmesini travmatik hale getirdiği bir yana Anadolu'daki kültürel birikimi de bir yüzyıl geriye savurmuş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Anadolu'nun, sanat, kültür, sanayi, ticaret, inşaat ve benzeri eserlerinin yaratıcısı olan bu halkların yok edilmesi geriye esas olarak, ilkel koşullarda tarımla uğraşan ve savaşma ilminde gelişmiş Türk halkını bırakmıştı. Eğer bugün dünyada eşine az rastlanır bir şovenizme mahkum olmuş, çağını her anlamda gerisinden izleyen bir Türk toplumuyla yüz yüze kalmış isek bunu Soykırıma, katliama uğratılan Ermeni, Rum ve Süryani-Asuri halklarının laneti olarak kabul etmek gerekir. Bu lanetten onun maddi ve manevi kefaretini ödemeden kurtulmak, kendisiyle barışık Türk haline gelebilmek, evinde huzur içinde yaşayabilmek olanaklı olamayacaktır. Hala bu gerçeğin en ufak bir biçimde yanından geçmek istemeyen, sahte tarih teorileriyle halkını aldatmaya, onu bir ruh hastalığından bir başka ruh hastalığına sürüklemeye devam eden oligarşi, suların durulup gerçeklerin görülmesini engellemek için olsa gerek günümüzde de Kürt halkını “aman bizi bölecekler”, “son Türk devletinin varlığına son verecekler” paranoyası ile katletmeye devam etmektedir. Böylesine kirletilmiş bir tarihin üzerinde yaşamaya devam edemeyiz. Türk halkı ruhunu sükuna kavuşturabilmek, kendisiyle barışık hale gelebilmek, çocuklarının, torunlarının yüzüne bakabilmek, hatta riya içinde olmadan aynaya bakabilmek için bile bu halkların kefaretini, Kürt sorunun çözmeye başlayarak, katledilen halklardan özür dileyip, uğradıkları maddi ve manevi zararları karşılamaya hazır olduğunu ilan etmek zorundadır. Yoksa tüm Cumhuriyet nesilleri paranoya içinde yaşamaya, etrafının düşmanlar tarafından çevrilmiş her an saldırıya uğrama korkusu içinde yaşamaktan kurtulamayacaktır. Halkların kardeşliği travmatik ruhların kurtuluşunun tek yoludur.

Ya hedef olursunuz ya da teslim PKK’ye ABD tarafından “gelin bütün güçlerinizle İran'a yüklenin ve siz de bizim saldırımızın ardından Güney Kürdistan'da Talabani ve Barzani'nin yaptığı gibi İran'da bir Kürt ‘devleti’ kurarsınız” deniyor

TC'nin Kürt sorunundaki inkar politikası bölgedeki krizin devamını sağlayan faktörlerden biridir. TC devletinin Kürt meselesindeki inkar ve imha politikası ABD'nin bölgede en rahat biçimde hareket etmesini de engellemektedir. Güney Kürdistan'da kurulmuş ve şimdilik ABD için zaruri, İsrail için ise vazgeçilmez olarak kabul edilen federasyonu tanımamakta ısrar eder TC işbirlikçisi olduğu ABD emperyalizmine ek sorunlar üretmiş bulunmaktadır. ABD emperyalizminin bir işbirlikçi olarak TC'den beklediği, Güney Kürdistan'daki federasyonu tanımak ve Irakta belli bir istikrarın oluşmasına katkıda bulunurken, İran'da bir rejim değişikliği için gerekli girişimlerin yapılmasına katkıda bulunmak idi. TC kendi geleneksel inkar ve imha politikasını devam ettirmek adına Güney Kürdistan federasyonunu yıkmanın imkanlarını araştırırken, ABD'nin İran'a karşı yürüttüğü tecrit politikalarında ise delikler açmakta ve Bush'un İran'ı dize getirme olanaklarını azaltmaktadır. İran'la TC arasında yapılan doğal gaz anlaşması bu anlamda ABD'nin suratını ekşitmesine neden olsa da itici tepkilere girmekten uzak durmasını ABD'nin oluşturabileceğini sandığı tek kutuplu dünyanın yerini birden fazla kutbun almış olması oluşturmaktadır. TC oligarşisinin kimi unsurlarından yükselen Şangay beşlisine yönelme savları esaslı bir gerçeklik ifade etmese de oynanması durumunda kritik bir

eşikte bulunan ABD çıkarlarına zarar verebilecek bir karakter taşıyor. PKK'yi imha için İran'a sürmek istiyorlar Bu nedenle olsa gerek TC'yi belli ölçülerde tatmin edebilmek ve tabi buradan da kendisine ait bir sonuç çıkarabilmek üzere Erdoğan Bush görüşmesinin ardından, PKK'nin TC'den İran'a doğru sürülmesi ve bu planın gerçekleşmesi amacıyla da TSK'nin Güney Kürdistan topraklarına girerek operasyon yapmasına izin verildi. Ne var ki, TSK'nin operasyona girişmesinin ardından ABD en sert biçimde TSK'nin Güney Kürdistan'ı derhal terk etmesini istedi. Besbelli ki, TC yapılan anlaşmanın dışında hareket etmiş ve ABD planlarına rahatsızlık verecek bir doğrultuya ilerlemişti. Muhtelif spekülasyonlar yapılmış olsa da yapılanı kestirmek esasında zor değil. TSK istila iznini çıkardıktan sonra Kürtleri provokasyona getirerek bir çatışma durumu yaratmak ve kurulan yapıyı istikrarsız hale getirerek 90'lı yılların ortalarındaki gibi bölgede istediği at oynatacağı bir durum yaratarak Güneydeki federasyonu işlevsiz hale getirme hesabına girişmişti. Bölgede anlaşmalara uygun olarak yerleştirilmiş bulunan Türk zırhlı birliklerinin harekete geçmesi ve Kürt halkının bunu engellemek için etten duvar oluşturmaları bu provokasyonu ortaya koymaktadır. Anlaşmanın ihlal edildiğini

gören ABD de sağladığı desteği kesip TSK'nin bölgeyi derhal terk etmesini istemiştir. Daha önceden yaptığımız bu tahlile ilişkin bir haberin derin devlet ilişkilerine karışmış olduğu artık ortaya çıkan Cumhuriyet gazetesinde de yer almıştır: “ABD'den PKK'YA ''ahlaksız'' teklif! Washington Yönetimi iki yüzlülüğünü yine ortaya koydu. ABD şimdi de İran'a karşı PJAK'ı destekliyor Başbakan Recep Tayyip Erdoğan' ın, ABD Başkanı George W. Bush ile 5 Kasım 2007'de Beyaz Saray'da yaptığı ve "Türkiye'ye, terörle mücadelesinde kullanılabilir istihbarat desteği verilmesi" mutabakatının sağlandığı görüşmenin hemen ardından, ABD'nin Irak'taki askeri yetkililerinin ve gizli servis mensuplarının Kandil Dağı'nda PKK ile temas kurduğu ve terör örgütü üyelerine "Ya PKK'de kalıp hedef olursunuz ya da PJAK'a geçip bizimle birlikte çalışırsınız" önerisi getirdiği ortaya çıktı.” ABD, TC ve İsrail arasında geliştirilen son ilişkilerin mahiyetinin bu olmasında şaşılacak bir şey yoktur. Bu planın hayata geçirilmekte olduğunu ilk fark eden bizzat PKK olmuş ve bu ABD planına karşı son 15 yılın en sert retoriğini geliştirmek ihtiyacını duymuştur. Söylentilere göre bu planın bir mimarının da Osman Öcalan ve taraftarları olduğudur. Zaten Kongra Gel'in kurulmasının ardından Osman taraftarlarının yaptığı açıklama “Kongra Gel'in ABD'nin bölgedeki planlarını

kolaylaştırmak üzere kurulmuş olduğu şeklindedir.” Daha o zamandan tehlikenin farkına varan devrimciler bu gelişmeyi durdurabilmek için PKK tarihinin kendi içindeki en zorlu mücadelelerini vermek zorunda kalmışlardır. O zaman içerden gelen bu tehdit bugün de dışarıdan dayatılma durumuna gelmiş görünmektedir. Ne var ki, üzerinde anlaşılmış görünen bu plan PKK'yi yok etmeye yönelik olsa da, TC tarafından belikli yeterince güvenlikli bulunmamış olmalı ki, bundan önce Güney Kürdistan federasyonunun statüsünün bozulmasına girişilmiştir. PKK' yi oltaya getirebilmek için kurulmuş olan mantığın ciddi olabileceğinden endişe eden TC bunun da önünü almak istemiştir. PKK ABD tarafına kazanılmak için, “gelin bütün güçlerinizle İran'a yüklenin ve siz de bizim saldırımızın ardından Güney Kürdistan'da Talabani ve Barzani'nin yaptığı gibi İran'da bir Kürt “devleti” kurarsınız. Böylece TC PKK'den Kurtarılacak ve İran'a karşı da önemli bir güç ortaya çıkarılmış olacaktır. PKK bunun kendilerini yok etmek için kurulmuş bir plan olduğunu hesaplarken, TC'de ihtimalin gerçeklik kazanmasının TC açısından bir felaket olacağını hesaplamakta ve bu sonuca karşı tedbirini önceden geliştirmek istemektedir. Ancak bu kadar açık oynanacak bir oyunun içine de kimsenin düşmeyeceği ispat gerektirmeyen bir hakikat oluşturur.

Denizli’de coşkulu etkinlik Newroz sonrası oligarşinin ülke genelinde artan baskısı Denizli'de de DTP gençliğinden iki kişinin tutuklanmasıyla yansımasını buldu. Ancak Denizli'de YSKM'liler ve Devrimci demokrat yurtsever gençliğin bütün bileşenleri bu saldırılara karşı 29 Mart ve 30 Mart günü gerek salon içi gerek sokak etkinliği olmak üzere devrimci muhalefetin ayakta olduğunu gösterdi. Kızıldereden bugüne uzanan dayanışma örneği aynı bilinçle Denizli'de sergilendi.

Erdem yoldaş ölümsüzdür! Babam herkes için iyi ve inançlı bir KURTUŞLUŞÇUYDU. Babam yanımda olmasa bile onun bir yerlerde olması bana güven veriyordu. Babam benim sırtımı yasladığım bir dağdı ve şimdi o dağ çöktü hem de bir trafik kazası yüzünden.Ona hiç yakışmayan bir biçimle çöktü. Böyle olmamalıydı diyorum böyle olmamalıydı. Şimdi ben sırtımı kime yaslayacağım. BABAM bana, anneme fazla zaman ayırmadı, ayıramadı. Onun hayatı KURTULUŞTU, hep kurtuluşa inandı hep kurtuluşa inanacaktı.Babam bana fazla zaman ayırmasada hep derdi “ SEN Bİ YANA DÜNYA Bİ YANA!” Ben babamı sonsuzluğa uğurlasam da kendimi şanslı hissediyorum çünkü; BENİM ERDEM KEÇER GİBİ BİR BABAM VARDI. Onun elini tutamasam da sesini duyamasam da o hep benim kalbimde olacak .BEN BABAM GİBİ İYİ BİR KURTULUŞÇU OLACAĞIM! ONU ÇOK SEVİYORUM. O SONSUZLUKDAYKEN DE BENİM SEVGİM ONA SONSUZ OLACAK. Arsen KEÇER

Hayat bazılarına kolay,bazılarına acımasız gelir.Ama hayatı kolaylaştıran bizleriz yaşamı acımasız kılanda biz insanlarız.Yaşantımızda güzel şeyler başlayınca her şeyi herkesi güzel buluruz. Ama kötü şeyler yaşayınca damlaların aktığı zaman olunca ise “ Hayat Ne Kadar Acımasız” deriz.Peki ya bunda gerçeklik payı ne? Bunları yaşayan bunları yapan bizleriz. Ama kabullenmeyende yine bizleriz. Belki bu duruma herkes üzülüyordur ama bizden çok üzülüyor kavramını koyamam. Şuan bunu yaşayanlar, onlar ya kızı ya eşi? O küçük yaştaki kız belki benimle yaşıt. Ya eşi ? her şeye rağmen yanında olan kadın. Sakın anlıyoruz demeyin onları. Çünkü bu durumda kimse anlayamaz onları. Ama ben asla umudumu kaybetmeyeceğim .%1 ihtimal olsa bile içtenlikle söylüyorum, gözlerini açacağına inanıyorum. Sana tek sözüm Erdem amca, verdiğin sözlerde dur, gözlerini aç ve devrim yolunda ilerle! Seni seven Roza. Not:yukarda ki duygularımı Erdem amcamı henüz kaybetmeden önce yazmıştım.Şimdi sözün anlamı tükendi…duygularım ise bana kalsın… Roza KAHYA

SAYFA 04

Grup Nefes ve Kardeşçe Türküler konseri Yaklaşık 500 kişinin katılımıyla Grup Nefes 29 Mart gecesi coşkulu bir konsere imza attı. Genç Kurtuluşçuların ve Dev-Lis'lilerin düzenlediği konserde coşku ön plana çıktı. Kemal Kaçaroğlu'nun da konuşma yaptığı ve 68'den bugüne uzanan kesintisiz yürüyüşünün türküsünü bizimle paylaştığı konserde dayanışma, birlik ve Kızıldere ruhu ön plana çıktı... Gençliğin yoğun olarak katılması ve çeşitli demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerin de destek vermesi bunun önemli bir örneğiydi. Ayrıca Antalya, Burdur, Isparta, İzmir, Muğla ve Bursa'dan da yoldaşlarımızın katıldığı konserde kardeşlik türküleri ve çeşitli marşlar söylenirken Umut Göllü ve Erdem Keçer'in mücadelemizdeki önemine değinildi.. BasınAçıklaması 30 Mart Kızıldere katliamı, Mehmet Latifeci olayı ve artan baskılar kınandı Denizlerin idam sehpasına gönderilmesine karşı Kızıldere katliamı ile sonuçlanan Türkiye Sosyalist Hareketinin önder kadrolarının gerçekleştirdiği eylem bir kez daha Denizli Çınar meydanında hatırlatıldı. Ayrıca Kızıldere'de oligarşinin hain saldırısı sonucu hayatını kaybeden on devrimci ve aynı gün ama farklı yıllarda Samandağ'da katledilen Mehmet Latifeci, 120 kişinin katılımıyla ortaklaşa düzenlenen basın açıklamasıyla anıldı. Newroz sonrası yaşanan Türkiye genelindeki

tutuklamaların da kınandığı basın açıklamasında sık sık "Yaşasın Devrim ve Sosyalizm" , Yaşasın halkların kardeşliği", “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi" sloganları atıldı. Kurtuluş hareketinden Mustafa Kemal Kaçaroğlu'nun da katıldığı basın açıklaması Devrimci Dayanışma mesajlarıyla son buldu. Söyleşi Dev-Genç - Kızıldere - Kurtuluş tarihi konulu söyleşi gerçekleştirildi Dönemin canlı tanığı olan Kemal Kaçaroğlu'nun konuşmacı olduğu söyleşi yaklaşık 60 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Geçmişten bugüne Dev-Genç, Kızıldere ve Kurtuluş hareketinin değerlendirmesinin derinlemesine ele alındığı söyleşi YSKM bürosunda gerçekleştirildi. Trafik kazası sonucu kaybettiğimiz Erdem Keçer yoldaşımızla ilgili DİA gösterimiyle başlayan söyleşide dönemin devrimci pratiğinin niteliği somut örnekleriyle ortaya koyuldu. Kızıldere'den günümüze uzanan uzun yolda, kararlılıkla bayrağı taşıyan proletarya sosyalistleri Denizli'de bir dizi etkinliğe imza atmış oldular. Kemal Kaçaroğlu'nun da bizleri yalnız bırakmadığı etkinliklerde coşku ve kararlılık ön plana çıkarken, yereldeki faaliyetin daha örgütlü hale getirilmesinin gerekliliği ön plana çıktı..


POLİTİKA

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

26 Nisan 2008

5

Oligarşi eskisi gibi yönetemeyecek AKP IMF'nin talimatlarıyla yönettiği ekonomiyi tamamen uluslararası sermayenin keyfine bırakmış, IMF talimatlarıyla tarımı yıkıp, ucuz işgücü temin etmek için kırsal nüfusu şehirlere yıktıktan sonra hızla yükselmeye başlayan tarımsal ürünlerin kıtlığını üçbeş stokçunun sırtına yıkmaya kalkışmaktadırlar Dünya çapında ABD kaynaklı bir kriz gelişiyor. İçte ve dışta on trilyonlarca dolar karşılıksız borç yapmış olan ABD emperyalizmi şimdi bu borçları yoksul halkların sırtına yıkmaya uğraşıyor. Bunun için tüm çöken imparatorluklar gibi saldırganlaşıyor, halen koruduğu askeri gücü sayesinde kurduğu haraç sistemini devam ettirmek amacıyla sıcak savaşları geliştiriyor. Yeni savaşların çıkması için silah satışları yoluyla dünyayı tam bir savaş alanına çeviriyor. Afganistan/da, Irak/ta, Nijerya'da sudan'da geliştirdiği savaşlara yenilerini eklemenin hesaplarını yapıyor. Topun ağzında İran bekliyor. Türkiye bu savaşların içine çekilmek isteniyor. Kürtleri koruyoruz denerek bir yok etme savaşı hazırlanıyor. Darbecilerle mücadele ettikleri, demokrasiye yandaş oldukları izlenimini vermeyey çalışan AKP darbecilerle her adımda yaptığı yeni anlaşmalarla Türkiye halklarını açlığa ve zulme mahkum ediyor. AKP IMF'nin talimatlarıyla yönettiği ekonomiyi tamamen uluslarası sermayenin keyfine bırakmış, sosyal devletin yerine sadakayı geçirerek gelişen tepkileri engellemeye çalışmakta, IMF talimatyarıyla tarımı yıkıp, ucuz işgücü temin etmek için kırsal nüfusu şehirlere yıktıktan sonra hızla yükselmeye başlayan tarımsal ürünlerin kıtlığını üçbeş stokçunun sırtına yıkmaya kalkışmaktadırlar. Sovyetler birliğinin çöküşünün ardından, dünyanın yeniden paylaşımı G8'ler arasında anlaşmalara dayalı olarak sürdürülmeye çalışıldı. Global

kapitalizmin ihtiyaç duyduğu dünya nizamı, bir tür dünya devleti bu ortak dünya sömürücüleri tarafından adım adım hayata geçirilmekteydi. Yugoslavya ortaklardan Rusya'nın tüm itirazlarına rağmen kendi yarattıkları kargaşanın ardından insan hakları bahane edilerek en küçük etnik bileşenine kadar parçalandı. Soğuk savaş döneminin iki sistem arasındaki dengeyi korumak üzere oluşturulmuş değerleri bir yana bırakıldı. Bu dönemin “kutsal sınırları” “insan hakları” için ihlal edilebilir hale getirildi. Amacın insan haklarının korunması olmadığı Afganistan'da ve Irakta yaratılan insanlık felaketleri, kendi çıkarlarına aykırı düşen rejimlere karşı yönelttikleri tehditler açık biçimde ortaya koydu. Ne var ki, talancıların her zaman aralarının açılmasına neden olan faktör bu durumda da işledi ve talandan en

büyük payı kimin alacağı meselesi ABD'nin diğer ortaklarıyla ilişkilerinin değişmesine yol açtı. Bu değişimin eşiğinde sanki Tanrı'da ABD'nin yardımına koşmak istercesine 11 Eylül'de ünlü İkiz Kuleleri uçaklarla vuruverdi. ABD'nin öfkesinin yatıştırılabilmesi için elbette ki, kurban kesmek gerekirdi; Ve kimsenin itiraz edemeyeceği kurban ABD'nin Sovyet işgalinden kurtarıp “özgürlüge” kavuşturduğu ve Talibanlara hediye ettiği Afganistan oldu. Herkes ABD'nin öfkesinin asıl kaynağının Asya'nın petrol ve gaz kaynakları açısından Afganistanın sahip olduğu stratejik konuma dayandığı elbette biliyordu. Çok geçmeden ABD'nin gazabi yıllarca İranlar savaştırdığı, Kuveyt'e girmesi için alttan alta teşvik ettiği ve ardından saldırdığı ancak rejimi değiştirememiş olduğu Irak'a yöneldi. Irak istilasına girişneden önce ABD arka bahçesinde bir dizi operasyon çevirşmiş, onaylamadığı rejimleri devirmiş ve ihtiyaç duyduğu petrolün%25 gibi önemli bir bölümünü üreten Venezuella'da iktidarda bulunan Chavez'i, petrolü uluslar arası tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin talanından kurtarıp halkın yaşamının iyileştirilmesinde kullanılmasına tahammül edemeyip devirmeye kalkışmıştı. Ne var ki, Venezualla halkı bu devrimci lideri yalnız bırakmamış ve darbe iki gün içinde geri püskürtülebilmişti. Elbette Chavez sadece petrolün halkın çıkarlarına kullanılmasıyla kalmamış, bir de ABD'nin hiç hazzetmediği Küba'ya tıbbi yardım ve öğretmen karşılığı verdiği gibi, onu o zamana kadar kural olarak benimsenen Dolar yerine her

türlü para, mal ve hizmet karşılığında satmaya başlamıştı. Bu o tarihlerde o kadar önemli görünen bir noktayı oluşturmamaktaydı. Petrolün millileştirilmesi ve Castro'ya sağlanan destek daha büyük bir öfke nedeni oluşturmaktaydı. Dolar geçici olarak kurtuldu ama ABD batağa saplandı Birinci Körfez savaşının ardından dişleri sökülmüş ve eli kolu bağlı bir halde tutulan Irak birden ABD'nin en önemli şer yuvası olarak ilan ettiği ülke haline geliverdi. Daha sonradan yalan olduğu apaçık ortaya çıkan iddialara dayalı olarak yeniden bir Irak istilası başlatıldı. Herkes istilanın esas nedeninin petrol olduğu konusunda fikir birliği etti. Ancak ABD'nin tam da bu dönemde bir istila hareketine yönelmesi için Petrolun stratejik öneminin yanında daha bir ölümcül

olan Doların durumu bulunmaktaydı. Dünya rezerv ve ticaret parası olarak kabul edilen dolara olan ihtiyaç ABD'ye hiç bir karşılık ödemeden dünyanın değişik ülkelerinden on trilyon dolar haraç alma olanağı vermişti. Bu dolarlar elden elde dolanıyor ama bir daha ABD'ye gelmiyorlardı. Hepsinin hızlı bir biçimde geriye dönmesi demek ABD'de ciddi bir enflasyonun ortaya çıkmasına neden olacaktı. Saddam ve Chavez'in Petrolü OPEC kurallarının dışında Dolardan başka parayla satmaya başlamaları ve Euro'nun güvenilir para olarak ortaya çıkması Dolar'ın tahtının sarsılmasına neden oldu. Bu durumda ABD ya G8'ler ile anlaşarak Doların tedrici düşüşünü sağlayacak ve borçlarını böylece ödenebilir duruma getirecek ve bu yardıma karşılık hegemonyasını kaybedecekti, ya da askeri gücünü Doları kurtarırken enerji kaynakları üzerinde de sağlam bir egemenlik kurmak için kullanacaktı. İkincisini seçmek daha akıllıca göründüyse de, hem TC ile Kürt meselesi nedeniyle içine sürüklenilen çelişkiler hem de Irak halkının Vietnam türü bir direniş sergilemiş olması ABD'nin hesaplarının Bağdattan dönmesine neden oldu. Irak direnişini kırabilmek için 30 bin yeni asker daha getirmek zorunda kalan ABD bu askerlerin ide geriye alamıyor. Tam bir Vietnam savaşı benzer manzara çıktı ortaya. Orada da önce Küçük birliklerle başlayan müdahale nihayetinde 500.000 askerin oraya yığılması, savaşın Kamboçya ve Laosa yayılması ve ardından da tam bir yenilgi ile sonuçlanmıştı. Irakta, Kürtleri, Sünnileri ve Şiilerin hepsin birbirine düşman edip hepsinin de elini tutarak yarattığı denge üzerinde durmaya kalkışan ABD'nin bu politikası Doların ani çöküşünü engellemiş olsa bile beklediği istikrarı yaratmasına imkan tanımamaktadır. Zaten İran'da bir rejim değişikliğini gerçekleştirmedikten sonra da sürdürülebilir bir denge oluşturması olanaklı görünmemektedir. Bir yandan Filistin hareketinin çözümsüzlüğü, diğer yandan Lübnan'daki direniş ABD'nin bölgeye dayatmaya çalıştığı amerikan barışına imkan vermemektedir. Genel iktisadi krizi tarımsal kriz izliyor Globalizmin başta gelen karakteristiklerinden birini oluşturan kırsal nüfusun şehirlere yığılması ucuz işgücü teminine yönelikti. 1974'den 2005'e kadar tarımsal ürünlerin fiyatları bilinçli mekanizmalarla yarı yarıya düşürüldü. Tarım hayatı idame ettirmeye yetmeyecek bir faaliyet alanına dönüştü. Ancak en gelişkin işletmeler karlı olabilmekteydi. Ne var ki, tarımın böylesine ihmal edilmesi karşılığını da getirdi: Başbakan stokçulardan söz ederken tüm dünyada tarım ürünlerinin fiyatı iki yıl içinde iki katına yükseliverdi. Aslında stokçuluk da kapitalizmin ayrılmaz parçalarından biridir. Küçük tüccar stok yaptığında kötü bir şeymiş gibi yansıtılır. Ancak tekelciler piyasaları tam da bu mekanizmayla denetim altında tutar, fiyatların kendi istedikleri gibi oluşmasını sağlarlar. Dünya kapitalizminin içine girdiği bu son kriz devresine birde yiyecek mallarının kıtlığının eklenmesi gelişecek tepkilerin çok şiddetli olacağının işaretini vermektedir. Zaten krizin işiz bırakacağı kitlelerin yoksulluğuna bir de besin mallarının fiyatlarının yüksekliğinin eklenmesi yaşamı iyice çekilmez hale getirecektir. Türkiye bir değişimin eşiğinde Neo-liberalizm artık tüm dünyada

Dışarıda batağa saplanırken içerde de balonu patladı ABD emperyalizminin tek derdini Doların, dünya rezerv para olma özelliğini kaybetmesi ya da enerji kaynakları üzerinde denetim sağlama oluşturmuyor. Çürüyen bir bünye gibi her yanından açık veriyor. Dolar deliğini tıkamakla uğraşırken bir başka büyük dert sardı ABD ekonomisini. Nasıl ki, dünyadan karşılıksız 10 trilyon dolarlık karşılıksız mal ve hizmet alınmışsa, iç pazarda da geriye ödenmesi imkansız düzeyde kredili ticaret gerçekleştirilmiş durumda. ABD'nin iç borçlarının 53 trilyon dolara yükseldiği iddia ediliyor. İdianın doğru olduğunun en önemli kanıtı ipotekli ev satışlarında ortaya çıktı. İpotekle ev alanlar bu borçlarını geriye ödeyememekte ve evlerine bankalar

tarafından el konulmaktadır; bunun neticesi olarak da borçlar yerinde dururken ev fiyatları beşte birine kadar düşmektedir. Bu durum bir miktar doların ABD'ye geri dönmesine yol açmaktadır. Bu dönüşlerin, Amerikan mülklerinin ucuza kapatılmasın ayol açsa da ekonomiye bir zarara vereceğini söylemek olanaklı olmaz Ama bunun bankalara ve Amerikan vatandaşına vereceği zarar iki taraflı iflaslardan oluşmaktadır. ABD vatandaşlarını evlerinin ellerinden gitmesine karşılık oluşturdukları ciddi tepkiler ortada olmasa da banka batış haberleri gelmeye başladı. Darısı diğer bankaların başına!

SAYFA 05

sonun yaklaştı. Uluslar arası tekeller karlarını en yükseğe çıkarmak için “dünyanın kırlarını” da kapitalist üretim çerçevesi içerisine çekerken elbette ki, yeni çelişkilerle yüz yüze geleceklerini hesap edebilirlerdi. Ama kapitalistlerin hemen önlerinde duran kar uzaklarda duran zarardan daha çekicidir. Hesabı tersinden yapacak olsalar zaten uzakta duran zararların büyüklüğü karşısında bu oyundan hemen vazgeçerlerdi. Nasıl piyasaları canlandırmak için iç pazarda kredi mekanizması kullanılmış ve nihayetinde bu kredilerin geri ödenemeyeceği bir noktaya ulaşılmış ise, dış pazarlarda da benzer bir durum yaratılmış bulunmaktadır. Genişleyen kapitalist üretimi karşılayacak enerjinin olmaması dolaysıyla enerji kaynakları üzerine olan kavga neredeyse büyük devletlerarası savaşı zorlayacak bir noktaya gelmiş bulunuyor. Her şey aynı kaldığı takdirde önümüzdeki on yıl içerisinde Çin'in ihtiyaç duyduğu enerji miktarı şimdikinin üç katına çıkacak ve enerji savaşlarının dana da şiddetlenmesine yom açacaktır. Neo-liberalizmin gereği olarak tarımın çökertilmesi yoluyla büyük şehirlere yığılan kırsal nüfus bir yandan ucuz işgücü elde etmenin kaynağını oluştururken diğer yan da da geleceğin patlayıcı maddelerinin birikmesi anlamına gelmektedir. Aynı birinci paylaşıl savaşının ardından gelen şehre göç akımı nasıl devrimci kabarışlara yol açtı ise bir benzerinin de günümüzde gelişmekte olduğunu görmekteyiz. Güney Amerika'da bu sürecin daha erken başlamış ve sonuçlarına da daha erkenden ulaşmış bulunmaktadır. Güney Amerika ülkelerinin üçte ikisinden fazlasında yüzü halka dönük iktidarların kurulmuş olması bu gelişmenin doğrudan ifadesini oluşturur. Türkiye globalizmin dünya çapındaki işbölümüne Güney Amerikanın hemen

hemen on yıl sonrasında 12 Eylül darbesi ve iç savaş şartlarında girdi ve şehir nüfusunun %70'i bulduğu bir noktaya geldi. Kırdan şehre gelişin yarattığı nispi refah ve karşılaştığı İslami ideolojinin cazibesiyle bir zaman için halinden memnun gelecekten umutlu yaşamın ardından şehir hayatının yarattığı sorunlarla başa çıkılamayacağının kavrandığı noktaya doğru gelindi. Nasıl ellili yıllar benzer faktörlerle DP iktidarını ve onun ardından da AP iktidarlarını üretti ise bu dönemin DP'si yerine geçebilecek olan AKP iktidarı DP'den daha hızlı bir biçimde sonuna doğru ilerliyor görünmektedir. Hakkında açılan kapatma davasıyla iktidarda durmaya devam etmek Erdoğan için hiç de kolay olmamaktadır. Zaten şimdiden yerini alacak yeni Demirel'in kim olacağı hesaplanmaya başlandı. Mesele Erdoğan'ın yerine kimin geçirileceği değil, bu değişimin bir dönüşüme yol açmadan nasıl gerçekleştirileceğinde yatmaktadır. Dönemlerin birbirine benzerliğinin siyasal değişim ve dönüşümlerin de benzerliğini akla getirmesi çok yanlış değil. Toplumsal hareketin dönemin biriktirdiği çelişkilerle yükselme içerisine gireceğine artık kuşku yok. Hele zaten yoksulluk içerisinde yaşan kesimlerin umutlarını kaybetmelerini temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki artışların izlemesi artık onların eskisi gibi sadaka ve kömür yardımı ile yerlerinde tutulmaları ihtimalini de ortadan kaldırır. Rejimi eski koşullar içerisinde devam ettirmek tam anlamıyla imkansız hale gelmiş bulunuyor. Devrimcilere düşen bu gerçekliği görerek örgütlenmeye ve bir araya gelmeye azami ağırlığı vererek gelişecek yığın hareketinin sağlıklı siyasal hedefler etrafında birleşmesinin önkoşullarını yaratmaktır. Artık sükünet içinde geçen yıllar geride kaldı. Zaman dönüşüm zamanıdır.

Ergenekon Basında çıkan değerlendirmelere bakıldığında sanki AKP'nin askeriyeye karşı üstünlük elde etmek için açtırdığı Ergenekon davasına karşı askeriye de AKP'nin kapatılması davasını açtırdı ve pazarlıklar eldeki kozların birbirine karşı sürülmesiyle devam ediyor. Belki oyunun tarafları böyle yaptıklarına inanmış olabilirler. Ancak bu işi birden nasıl ortaya çıktığı ve kimin daha çok işine yarayacağı sorularının yanıtı bulunmaya çalışıldığında bir başka yanıtın daha mümkün olduğu görülmektedir. AKP devlet başkanlığı seçimlerinin gündeme gelmesinden beri peşpeşe goller atmış ve en son olarak da askeriyenin talebi olan Güney Kürdistan'a giriş iznini çıkarıp TSK'yı Güney'e gönderdikten ve ABD tarafından madara edilip çıkarıldıktan sonra askeriye karşısında tarihinin en üstün konumuna ulaşmıştı. Bu durumda olsa olsa beklenebilecek olan askeriyenin durumu dengelemek için gerçekleştireceği bir hamlesi iken askeriyenin sinir sisteminin derinliklerine uzandığına kuşku olmayan Ergenekon operasyonu ve davası gündeme geldi. Ergenekon vakasının Gladyo'nun bir parçası olduğu düşünüldüğünde de bunun ABD'nin bilgisi dışında gerçekleşmiş olduğunu düşünmek olanaklı değil; ve haliyle de bir Nato kurumu olarak da Genel Kurmayla doğrudan bağlantılı olduğunu Ecevit'in açıklamalarından beri artık sadece araştırmacılar değil, herkes biliyor. Bu dava esasında Susurluktan daha büyük bir davadır. Susurluk birinci dereceden askeriyeyi değil polisi duvarın dibine sürükleme potansiyeline sahipti. Ama Ergenekon bir Nato çetesi olarak tüm bir askeriyeyi duvarın dibine sürükleyebilir. Buna AKP cesaret edemezdi; AKP iktidarının devamını aynı Erbakan gibi askeriyeyle uzlaş zemini üzerine kurmuştur. Bu iş için daha büyük bir ele, güce ve patronaja ihtiyacı vardı. Bu el de ABD'den başkası olamaz. AKP elde ettiği güvenceye dayanarak Ergenekon operasyonu adımını atınca, oyunun nereden geldiğini bilen askeriye de AKP'nin kapatılması davasını gündeme getirdi. Böylece iki taraf da ABD'nin kapanına kısıldılar. Biri Genel Kurmayı mahkeme önüne çıkarmak gibi kaldırabileceğinden ağır bir taşı kucağına almış, diğeri de ABD'den onay almadan “hukuk yolundan” bir darbe girişiminde bulunmuştu. İki taraf da böylece ABD'nin istediği yönde değiştirebileceği bir kritik dengeye geldiler. ABD ne tarafa bastırırsa o galip gelecek ya da her iki taraf da ABD'ye en iyi servisi sunmak suretiyle denge içinde yaşama imkanını sürdürecekti. Nitekim., ABD tarafından en aşağılayıcı ifadelerle Güney Kürdistan'dan çıkarılan TSK, Nasrettin Hocanın eşekten düşmesinden sonra “ben zaten inecektin” demesi gibi, yiğitliğini de “ Afganistan'a gönderecek bir tek askerimiz yoktur” diye gösterdikten sonra, hükümetin Afganistan'a savaşan birliklere “eşlik edecek” Türk subayları gönderme kararına da gıkını çıkaramadı. Artık bu denge içerisinde oligarşinin tüm kanatları kendi konumlarının zorunlu gereği olarak ABD emperyalizmine en iyi hizmeti sunarak varlığını devam ettirmeye çalışacaklardır. Türkiye politikaları böylece dünden daha fazla bir biçimde ABD emperyalizmi tarafından belirlenme durumuna gelmiş olmaktadır.


HABER-YORUM

6 26 Nisan 2008

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Kıyamet'i kopartmak için 1 Mayıs alanına Erdoğan “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” diyor. Olması gereken de bu zaten. Başbakan elini herkesten çabuk tutup aceleyle bir 1 Mayıs'ı „Emek ve Dayanışma Günü” olarak ilan etti. Etti ama ekonomi iki trilyon zarara gireceği için tatil yok! “Kıyametin kopmaması” için de 1 Mayıs alanına giriş yok! Artık işlerin hiç de iyi gitmediğinin belli olduğu, biri diğerinin altından Ergenekon çetesi çıkarırken diğerinin de partisinin kapatılması için Anayasa mahkemesinde dava açtığı şartlarda Erdoğan daha önce kendisine yöneltilen “ayak takımı” aşağılamasını şimdi işçi sınıfına yöneltiyor ve "Biz mitingi Taksim'de yapacağız demek şık değil. Herkesi, özellikle sendika yöneticilerini kanunlara uymaya çağırıyoruz. Dünyada 1 Mayıs her yerde resmi tatil olarak kutlanmıyor. Biz Emek ve Dayanışma Günü olarak ilan ettik. Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar." diyor.

Bu satırlar Erdoğan'ın demokrasiyi nasıl sadece kendisi için istediğini ortaya koymaktadır. İşçi sınıfının 1 Mayıs alanında yapacağı gösteriye tahammülsüzlüğünü işçi sınıfını ayak takımı olarak ilan ederek gösterirken, bunun „ayak takımının başı yönetmeye kalkışması“ anlamına geldiği ve „kıyametin kopmasına“ neden olacak derecede vahim bir iş olarak nitelemesi nasıl bir işçi sınıfı ve Kürt halkı düşmanı olduğunu ortaya koymaktadır. Oligarşinin kendi içerisinde giriştiği güç çekişmesinin kritik bir dengede bulunması ve önümüzdeki dönemde emperyalizmin talimatları doğrultusunda geliştirilecek halk düşmanı tedbirlere karşı yığınların tepkisinin engellenmesinin yaratacağı fırtınaların iktidarını kaybetmesine neden olacağı korkusu Başbakanı hırçınlaştırmakta ve sendika önderlerini tehdit etmenin çözüm olduğunu sanmasına yol açmaktadır. Başbakan çok iyi bilmektedir ki, dünya

çapında gelişmekte olan kriz çok geçmeden Türkiye'nin sınırlarını da zorlayacaktır. Dış ticaret açığı önü alınamaz biçimde büyürken, yıkılan tarımın sonucu olarak tarım ürünleri fiyatları da neredeyse iki katına yükseldi. Açlık kapıda bekliyor. Şehirlere yığılmış işsiz kitlelerin umutlarının artık tümüyle söneceği bir döneme doğru ilerlendiğini çok iyi bilen başbakan, sınıfın kendi gücünü görmesini engellemenin yolunun onun 1 Mayıs alanına çıkışını engellemekten geçtiğini düşünüyor. İşçi sınıfının siyaset sahnesine yeniden dönüşünün kokusunu en güçlü biçimde Erdoğan alıyor. Aldığı koku onu iktidarını kaybetme korkusuna sürükledikçe dilinin ölçüsünü bilmez hale geliyor. Başbakanın aldığı koku yanlış değil. Dünyadaki ve bölgedeki tüm gelişmeler de göstermektedir ki, 1 Mayıs 2008 sınıf mücadelesinde yeni bir dönemin başlatıcısı olacaktır. Bu dönemde sosyalistlere düşen görev ikilidir. Bir

yandan sınıfın örgütlenmesinin geliştirlmesi için işçi sınıfı sosaylizmine inananların hızla bir araya gelmeleri ve koordinasyon içinde ortak bir eylem hattını oluşturmaları gerekiyor. Diğer taraftan da toplumsal muhalefetin devrimci amaçlar doğrultusunda şekillenmesinin ve Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle bir araya gelmenin aracı olarak devrimci demokrasi programı etrafında bir cepheleşme biçimi olarak en kapsayıcı bir çatı partisinin oluşturulması kaçınılmaz bir göreve olarak karşımıza dikiliyor. Siyasal dengelerin kritikleştiği bu dönemde her iki alanda da hızlı hareket etmek emrivakilerle karşı karşıya kalmamanın tek yolu olarak görünüyor. 1 Mayıs 2008'le başlayacak yürüyüş proletaryanın 2000'li yıllardaki iktidar yürüşünün başlangıcı olabilir. Bu sosyalistlere bağlıdır. Ayakların baş olması için, Kıyameti koparmak için Bütün gücümüzle 1 Mayıs alanına!

1 Mayıs tarihinden kısa bir kesit DİSK Site yurdunda toplananları alana sokmak istemiyor ve Kurtuluş’u tampon olarak bekletiyordu. İlk gerilim orada çıktı. Kurtuluş, TKP'li DİSK görevlileriyle yapılan tartışmadan sonra Taksim'e doğru yürüyüşe geçti 1977 1 Mayıs’ı ve Kurtuluş 1977 yılı Kurtuluş'un kendisini kurduğu ve hızla örgütlenmesini tamamladığı bir yıldı. Güncel görev anti-faşist mücadele diğer yandan da temel siyasi görev sınıfın örgütlenmesi idi. Devrimci hareketle sınıfın arasına bir kama gibi sokulmak istenen faşist hareket, toplumsal muhalefetin bir çığ gibi büyümesinin önünü yeterince kesemiyordu. 77 1 Mayıs'ının büyük bir kitlesel gösteriye döneceği aylar öncesinden belliydi. Solun parçalılığı ve arasındaki rekabeti de devam ediyordu. Hatta silahlı çatışmalar ve solun birbirine uyguladığı şiddet, can kayıplarına da yol açmaya başlamıştı.1977 1 Mayıs hazırlıkları Kurtuluş için, bir ay öncesinden yoğun olarak başlamıştı. Binlerce afiş, duvar yazıları, bildiriler, fabrika önlerinde ajitasyonlar, 1 Mayıs için kurulmuş komiteler vasıtasıyla sürdürülüyordu. Bu arada Çin yanlısı grupların "sosyal faşist" diye niteledikleri o zamanın TKP'si ile gerilimi giderek tırmanmaya başladı.1 Mayıs'a günler kala bu gruplar arasındaki rekabet okul kantinlerinde, mahallelerde kavgalara dönüşmüştü. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği grupları ortak bir ajitasyonla 1 Mayıs günü Taksim'de revizyonist zinciri kıracaklarını ilan ettiler. Artık devletle rekabet bir kenara bırakılmıştı. Sovyet yanlısı TKP de DİSK'teki etkisiyle, bu grupları Taksim'e almayacağını açıkladı Kurtuluş, 1 Mayıs gösterisine, tüm illerdeki ilişkilerini getirmeye çalışıyordu. Buluşma yerimiz Saraçhane parkı idi. Bir neden devrimci gruplar arasındaki rekabet, bir diğer neden ise, DİSK içinde en diri ve öncü konumundaki işçiler Maden-İş içinde örgütlüydüler. Bu sendika ise P. motor, Uzel, Sungurlar, Demir Döküm, Rabak, Metal kapak gibi binlerce işçinin çalıştığı ve bizimde ilişkilerimizin olduğu fabrikaları kapsıyordu ve 15-16 Haziran'ın öncüsü konumunda olan yerlerdi. Bu arada Site öğrenci yurdunda H.K, H.Y ve H.B'nin büyük bir güçle Saraçhane tarafından alanı zorlayacağı haber geldi. DİSK, orayı tutuyor ve bizi yürütmüyordu. Aslında Site yurduda toplananları alana sokmak istemiyorlar ve bizi de tampon olarak orada tutuyorlardı. İlk gerilim orada çıktı. Kurtuluş, TKP'li DİSK görevlileriyle yapılan tartışmadan sonra Taksim'e doğru yürüyüşe geçti. Taksim'e yaklaştıkça,1 Mayıs gösterilerinin de sonuna gelindiği haberleri yayıldı. Arkamızdan ise H.K, H.Y, H.B.büyük bir kuvvetle geliyordu, 10'ar kişilik kol kola girmiş 50 sıralı Kurtuluşçu bir ekip tarafından bu kitle Kurtuluş kortejinden uzak tutulmaya çalışılıyordu. Kaldı ki Kurtuluş, kimsenin alana alınmaması gibi bir fikri de doğru bulmuyordu ama bu gerilimin getireceği ve çanak tutacağı felaketi de görüyordu. Yer yer, Kurtuluşçularla Bu üç grup arasında gerilim

çıkıyordu. Tarlabaşı girişinde DİSK'in yığınağı vardı. DİSK'teki ilişkilerden alınmış görevli gömleklerini giymiş arkadaşlarımız ve görevli işçi ilişkilerimiz o yığınağın içinde idiler ve bizim için orayı araladılar. Sonuçta alana o aralanan yerden, bir anlamda akarak girdik ve şimdiki The Marmara Otelinin önünü olduğu gibi doldurduk. Bizim girmemizden hemen sonra alana girmeye çalışan; H.K, H.Y ve H.B kitlesine alan DİSK görevlilerince kapatılmıştı. İki el silah sesi ve arkasından her yerden silah sesleri gelmeyi başladı. Alanı dolduran on binlerce insan kaçışmaya başladı Oligarşi, solun kendi arasındaki rekabeti ve gerilimi kullanarak toplumsal muhalefete büyük bir gözdağı vermeyi önceden planlamıştı. Büyük bir katliam planıydı bu. Geriye doğru bir değerlendirme yapıldığında aslında 12 Eylül Askeri Diktatörlüğüne giden kapının önemli ölçüde bu katliamla birlikte aralandığı söylenebilir. Sonradan gelen Maraş, Çorum katliamları, Sivas katliam denemesi ve 16 Mart İstanbul Üniversitesi önündeki bombalama bu zincirin halkalarını tamamlayacaktı.

Katliamın gölgesinde, yine Taksim’e 78 1 Mayıs hazırlıkları, 77 katliamının gölgesinde başladı. Yine DİSK öncülüğünde sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve devrimci gruplar burjuvazinin “kanlı 1 Mayıs'a katılmayın” çağrına karşı kararlılıkla “işçi sınıfının birlik dayanışma ve mücadele günü”nü ve taleplerini savundular. Kutlama alanı Taksim'di. Bu alanın gösterilere kapatılma tehdidini boşa çıkartmak ve burjuvazinin bir yıl önceki katliamını teşhir etmek ve provokasyonu

boşa çıkartmak bu alana gitmekten geçiyordu. Kurtuluşçular yine tüm güçleriyle sadece İstanbul'da kutlanacak olan 1 Mayıs'a hazırlık yapıyorlardı. Burjuvazi, on binlerce işçinin ve sosyalistin İstanbul caddelerini doldurmasından haz etmiyor var gücüyle Taksim alanının yine kana boyanacağını anlatıyordu neredeyse bütün burjuva gazeteleri bu tür korku ve tedirginlik haberlerini manşetten verdi. Ne var ki, 1 Mayıs gösterilerine on binlerce insanın katılmasına engel olamadılar. Kurtuluş korteji Karaköy'de toplandı. Güncel taleplerimizi içeren onlarca pankartın yanı sıra kızıl bayraklar ve flamalarla Dolmabahçe yönünden yürümeye başlandı. Güvenlik gerekçesiyle polisin kurduğu arama noktalarından geçerek Taksim alanına girebilecektik. Dolmabahçe'den Gümüşsuyu'na doğru kurulan arama noktasına gelindiğinde, polisin arama kurallarına uyulmadı. Olası bir saldıraya karşıda kitlenin güvenliğini sağlamak için de kimi tedbirlerde alınmıştı. Kurtuluşçular, bir gün önce sapasağlam gördükleri kimi arkadaşlarının kollarının ya da bacaklarının alçılar içinde sarılı olduğunu fark etmediler değil. Alçılı kol ya da bacaklarda, arama için alçıları kıramazlardı nasıl olsa! 78 1 Mayısının en önemli amacı; devletin yarattığı provokasyonla gösterilere gölge düşürmek ve toplumsal muhalefeti gerilere itmek için Taksim alanını yasaklamak fikrine karşı gelmekti ve bu başarılmıştı.

İstanbul’da sokağa çıkmak yasak 79 yılı sınıf mücadelesinin keskinleştiği sınıfın hızla politikleştiği bir yıl oldu. Faşist çeteler

1977 1 Mayıs’ın da saldırıdan önce Kemal Türkler konuşmasına başlıyor üniversitelerde, mahallelerde ve fabrikalarda devrimcilere, grevci işçilere saldırıyor, neoliberal politikaları yaşama geçirmek için de tekelciler, IMF politikaları çerçevesinde yeni yasal düzenlemeler istiyorlardı. Maraş katliamı gerçekleşmiş, Ecevit hükümeti eliyle sıkıyönetim ilan edilmişti. 1 Mayıs yaklaştıkça, burjuva medyası 1 Mayıs gösterilerinde büyük olayların çıkacağı, kan döküleceği yaygarasına başladı. DİSK öncülüğünde kutlama yapmak isteyen sendikalara izin verilmedi. 1 Mayıs İstanbul'da yasaklanmıştı. Sendikaların ve devrimci örgütlerin yasağa rağmen 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama istekleri ve kararlılıkları sonucunda 1 Mayıs günü İstanbul'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Koca bir kenti kışla disiplini altında eve mahkum ediyorlardı. DİSK öncülüğünde merkezi 1 Mayıs gösterileri İzmir'e alınmıştı. Burjuvazinin bu yasağını delmek ve İstanbul'da sıkıyönetim ilanını protesto etmek için Kurtuluşçular İstanbul'un iki yakasında saptanmış 2 yerde 1 Mayıs günü sokağa çıkacaklardı. Birinci yer fabrikaların yoğun olduğu Rami bölgesindeydi. Gece yarısına doğru küçük gruplar halinde girilen büyük bir inşaatın içinde beklemeye başlayacaklardı. İkinci yer; Örgütlü oldukları Selimiye kışlasının yanındaki Çiçekçi semtiydi. Burada da büyük bir inşaatın içine gruplar halinde girmişlerdi. Çiçekci'dekiler Rami'dekiler kadar şanslı değillerdi. Bir bekçinin merakı onları gece yarısı sokağa çıkmaya ve marşlarla sloganlarla yürüyüşe geçmeye zorlamıştı. Polisin ve askerin dağıtmaya dönük çabaları yeterli olmayınca otobüslere doldurulup gözaltına alınmışlardı. Gece boyunca Çiçekci halkı büyük dayanışma göstermiş sabaha doğru getirilen otobüslere bindirilen Kurtuluşçuları alkışlarla göndermişlerdi. Rami'de ki göstericiler sabah 09.00 gibi Kurtuluş pankartının arkasına

geçip ellerinde kızıl bayraklarla Edirnekapı yönünde yürümeye başladılar. Edirnekapı kavşağında mevzilenen askeri birlikler önce şaşırmış sonrada havaya binlerce mermi yakarak ateş etmeye başlamışlardı. Gözaltına alınan Kurtuluşçuların toplam sayısı 250 civarındaydı. Tutuklandılar ve 2 aya yakın cezaevinde kaldılar. Bu 1 Mayıs'ta Kurtuluşçular dışında Başkanları Behice Boran önderliğinde TİP üyesi bir grup Merter'de sokağa çıkmıştı.

Darbeye doğru gidiş Sıkıyönetimin artık darbeye doğru evrildiği, yaygın tutuklama ve gözaltıların başladığı ve işkenceli örgüt operasyonlarının hızlandığı bir dönemde 12 Eylül askeri darbesinden 5 ay önce kutlanan bir mayıs, kitlesel olarak kutlanamadı. 1 Mayıs'a günler kala evler basılıyor, dernekler kapatılıyor olası 1 Mayıs hazırlıklarının olabileceği her yer gözetim altına alınıyordu. Dolayısıyla birçok devrimci örgüt değişim semtlerde küçük gösteriler örgütledi. Kurtuluşçuların önemlice bölümü de legalde kalma olanaklarını yitirmiş ya da yarı legal pozisyona düşmüşlerdi. Kitle bağları zayıflamıştı. İşte bu koşullarda İstanbul'da bir kaç merkezi eylem türünü seçtiler. İlki Galata Kulesine devasa bir pankart açtılar. Önceden ölçümler yapılmış, yarısını genç kadınların oluşturduğu 10 kişilik bir grup tarafından parçalı halde kuleye çıkartılan pankart orada birleştirilerek aşağı sarkıtılmıştı. Burada gözaltı istenmiyordu öylede oldu. İkinci gösteri, tutulan bir otobüsle Boğaz köprüsünün üzerine gelindiğinde inilerek yürüyüşe geçilmişti. DÖB (Devrimci Öğrenciler Birliği) ün örgütlediği bir eylemdi ve 40'a yakın gencimiz gözaltına alınarak tutuklanmıştı.

Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz DTCF'de yaşanan çatışmaların ardından gözaltına alınan ve tutuklanan Erhan Şatur ile özgürlüğe kavuşmasının ardından kısa bir ropörtaj gerçekleştirdik Soru 1: Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Ankara Üniversitesi DTCF üçüncü sınıf öğrencisiyim. Sosyalist Parti Girişimi üyesiyim. Ayrıca DTCF Fikir Kulübü üyesiyim.

Soru 2: Bize genel anlamıyla DTCF'de yaşanan olaylarla ilgili bilgi verir misiniz? Ben DTCF'ye üç yıl önce 2005 yılında kaydımı yaptırdım. DTCF'de bulunduğum üç sene içerisinde sürekli olaylar meydana geldi. Okulda iki grup bulunmakta, bu gruplardan bir tanesi faşistler diğeri de solcular. Bu iki grup arasında sürekli çatışmalar yaşanıyor. Okul ikiye

bölünmüş durumda. Bir tarafta okulun kantine sığınmış faşistler bulunmakta. Bunların genel olarak amaçları okulda bulunan öğrencileri hizaya sokmak. Örneğin reis dedikleri kişi kantine girdiğinde, kantinde bulunan herkes ayağa kalkacak, hiçbir erkek saçını uzatmayacak, iki sevgili el ele tutuşmayacak, Ramazan ayında okulda kimse yemek yemeyecek, 3 Mayıs Türkçülük gününde diğer bütün halklar lanetlenip, Türkler yüceltilecek vs. İşte bütün bu sayılanlara uymayan olursan o kişi ya da kişiler düşman ilan ediliyor, satırla ya da bıçakla daha da olmadı silahla yola getirilmeye çalışılıyor. Buna karşı çıkan solcu devrimci öğrenciler demokratik bilimsel üniversite taleplerini, hem bu Kurtlar Vadisinden çıkmış tiplere karşı hem de üniversiteyi ticarileştirmeye

SAYFA 06

çalışan okul yönetimine karşı hem de okul yönetimiyle işbirliği içerisinde çalışan polis karşı mücadele ediyorlar. Daha özgür sosyal etkinliklerin olduğu, bilimin parayla satılmadığı, silahlı güçlerin okulda olmadığı bir üniversite talebi devrimci öğrenciler satırlı, silahlı, gaz bombalı saldırı ve tutuklama olarak geri dönüyor. Örneğin yemekhanede yemek sırası bekleyen bir arkadaşımız kafasına satır vurularak hastanelik edilebiliyor.

Soru 3: Olay günü iki arkadaşınızla birlikte tutuklanmanızla sonuçlanan olayı bize anlatır mısınız? Olayın yaşandığı o gün, ben okula gittiğimde okulun dış giriş kapısında ve okulun içerisinde

(Orta bahçe) çevik kuvvet polisi bulunmaktaydı. Sözde okulun güvenliğini sağlamak için gelmişler. O gün bir arkadaşımız okulun yemekhanesine gidiyor ve yemek sırası beklerken birden ellerinde bıçaklı, satırlı faşist grup tarafından başından ve vücudunun çeşitli bölgelerinden yaralanıyor. O sırada orta bahçede bulunan ben ve diğer arkadaşlar olayı öğrenince arkadaşımızın yanına, yardımına koştuk. Arkadaşımızın yardımına koşmamızı istemeyen polis, eli satırlı grubun güvenliğini sağlayıp bizlere saldırmaya başladı. Beni ve diğer iki arkadaşı gözaltına aldı. Biz gözaltına alındıktan sonra, meydana gelen olaylardan yaralanan polisler onları bizim yaraladığımızı iddia ederek, bizlerin tutuklanması için ellerinden geleni yaptılar ve

sonuç olarak tutuklandık.

Soru 4: Şu anki duygularınızı ve düşüncelerinizi öğrene bilir miyiz? Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki, okulun güvenliğini sağlamak için okula girenler sadece kendi taraflarında olanların güvenliğini sağlıyorlar. Bizi baskı altında tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama ne özerk demokratik üniversite talebimiz ne üniversitede bulunan gerici faşist güçlere karşı mücadelemiz sonunda ceza evi de olsa hiçbir zaman bitmeyecek. Ayrıca bizler tutukluyken her gün saat 14.00 da bizim serbest bırakılmamız için orta bahçede protesto eylemleri yapan, bizlerle dayanışan bütün arkadaşlara teşekkür etmek istiyorum.


KADIN

KURTULUS BÜTÜN ÜLKELERİN İŞÇİLERİ ve EZİLEN HALKLARI BİRLEŞİN!

Itty Bitty Titty Committee* “Her kuşağın bir devrime ihtiyacı vardır” Öncül Kırlangıç If İstanbul film festivalinde bu yıl “gökkuşağı” bölümünde gösterilen “itty bitty titty committee”, oldukça eğlenceli ve oldukça politik bir film. 2007 yılı tarihli film, 90'ların ünlü “riot grrrls**” akımına göndermeler yaparak CIA (clits in action/ klitorisler eylemde olarak çevirilebilir.) adlı radikal feminist bir grubun eylemliliklerini ve kendi aralarındaki ilişkilerini anlatıyor. Filmin ana karakteri olan Anna, liseden mezun olmuş, istediği üniversiteye girememiş, bir estetik cerrahi polikliniğinde çalışan ve yakın zamanda sevgilisi tarafından terk edilmiş lezbiyen bir genç kadın. Bütün gününü poliklinikte telefonlara bakarak ve geri kalan zamanında yatağına gömülüp surat asarak geçirmekte. Bir gün iş çıkışında, polikliniğin camına sprey boyayla yazılama yapan Sadie ile tanışması ve Sadie aracılığıyla CIA grubuna dahil olmasıyla depresif hayatı son bulur ve böylece uzak olduğu aktivist dünyanın kapılarını aralamış olur. Grup, radikal feminist lezbiyen kadınlardan oluşan bir yer altı örgütüdür, patriyarka ve kapitalizm başta olmak üzere homofobi, ırkçılık vs. karşıtı yaratıcı ve “korsan” eylemler yaparlar. Film boyunca Anna'nın CIA ile tanışmasından sonra yaşadığı bilinç yükseltmeyi, lezbiyen kadınlar arası

ilişkileri, kırılmaları çok açık bir biçimde görürüz. Anna'nın Sadie ile yaşadığı aşk, Sadie'nin kendisinden yaşça büyük bir kadınla olan bağımlı ilişkisi ve bu ilişkiyi bitirememesinden dolayı Anna ile yaşadığı gerilimler zamanla örgütü dağılma noktasına getirirken izleyiciyi de ilişkileri, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamaya itiyor. Filmin sonunda korktuğumuz başımıza gelmiyor ama, yaşasın feminist mücadele/ yaşasın kadın dayanışması diyerek filmi bitiriyoruz. Çünkü CIA' deki kadınlar karşılarındaki/ aralarındaki engelleri yıkarak mücadeleyi ve k e n d i l e r i n i b ü y ü t ü y o r l a r. A n n a mücadelelerine olan inancını arkadaşlarına kanıtlamak için bir eylem planı hazırlıyor ve grubu bu eyleme ikna ediyor. Eylem, “erkeğin ereksiyonunu” simgelediği gerekçesiyle feminist kadınlar tarafından sevilmeyen, Amerika'nın sembollerinden biri olan Washington Anıtını havaya uçurmak! Ve CIA bunu gerçekleştiriyor, anıtı dinamitlerle havaya uçuruyor, hem de çok izlenen bir kadın programının canlı yayınında heykelin havaya uçtuğu anı canlı ve korsan olarak yayınlayarak! Filmde CIA' in eylemlilikleri ve kullandıkları bazı sloganlar bize “Guerilla Girls” ü hatırlatıyor. Bilindiği gibi Guerilla Girls yıllardır kültür yaşamındaki cinsiyetçiliği, ırkçılığı ve sınıf ayrımcılığını kadın imgesine tamamıyla ters düşen maskeler altında yazıp çizip yapıştırıp söküp bozup bir araya getirerek

26 Nisan 2008

7

Sandık açıldı! Sandık açıldı! Sandık... Feryal Irmak

nciniyorum...Azgın dalgaların kıyıları dövmesi denli sertti, acımasızlığı yaşamın...Bir kadın olarak yaşamın erkeklere ait odalarında dolaşmaya çabalarken, tüm değerlerin, tüm eşyaların katı çerçeveleri duvarlarda yerlerini almışken, siz, yani biz, sadece çerçevelerin tozlarını mı almaya uğraşmaktayız? Çerçeveleri yumuşatalım, estetize edelim, duygu eksik, duygu ekleyelim derken, yılların birikmiş tozlarından oluşmuş katılığı ne denli temizleyebiliyor ya da, çerçeveleri yerlerinden sökebiliyoruz?... Kadınım... Sendikada kadınım...Okulda kadınım...Evimde kadınım...Sokakta kadınım...Siyasette kadınım...Yasaklıyım... “Yasakları kendiniz koyuyorsunuz!”diyenlere yasaklıyım...Yasaklarımı kaldırmak adına, işime, evime, çocuklarıma bağlı kılanlara yasaklıyım...Yasalardan daha sert geleneksel değer yargılarının, erkek egemenliği gibi hiç de kolayca kabullenmediğimiz görünmez yazılarla yazılmış anlayışa yasaklıyım... “Kadın evini ihmal ederse düzen bozulur!”, “Ama canım, kadın akıllı olmalı, yine de her şeyi bilmeyen kadınla evlenmek gerekir.” Anlayışına yasaklıyım... “ ben eşime yardım ederim, salatayı hep ben yaparım, sobayı da kışın hep ben yakarım” diyen, günlük ev işlerinin 20 saati bulan kısmından haberi olmayanlara yasaklıyım... Siyah duvarlardaki boz, çamurlaşmış, kirlenmiş, tüm çerçeveleri yerle bir etmedikçe mavi düşler kuramayacağız, “sımsıcak(!)” yuvalarımızda...Mavi düşleri gerçek kılamayacağız...Bakışlarımız ölü balık bakışından öte geçmeyecek...Gri kentlerin, beton yığınlarının soğukluğu esecek tepemizde...Dağ rüzgarları savurmayacak saçlarımızı...Kır çiçekleri sevinci yaşamayacak yüreklerimiz...Eşimiz, sevgilimiz, yarimiz...yanımızdaki koruyucu şemsiye işleviyle sahte güvenler salacak benliğimize... “Monoton, sıradan” sözcükleri en sevdiğimiz sözcükler olacak... “Yaşamak direnmektir!” ancak şarkı sözü olarak anlamlı kılınacak...DİRENMEK...Neye, kime, kimlere, nelere ya da? Bu soruların yanıtları var mı biz de? Büyütüyor muyuz içimizde çoğalan soruları?...Direniyor muyuz kendimize, başkalarına, yaşama ve bize dayattıklarına?...Mavi düşlerimi engelleyenlere yasaklıyım... İçim acıyor.... Rüyalarımızın büyüklüğü değil mi, bizi biz yapan? Rüyalarımızı bile başkalarının belirlediği çerçevede görmek mi reva görülen bize?...Biz kendi rüyalarımızı görmeye ne zaman başlayacağız? Yoksa hep kabuslarla mı uyanacağız? Kadınım...Sendikalıyım...Hatta siyasal kimliğim de var...Evliyim ya da ayrıyım...Bekarım ya da...Çocuklarım da olabilir...Çalışıyorum aynı zamanda... İşyerimde, sendikamda, partimde ya da gurubumda, evimde ikincil konumumdan kurtulmam için mücadele etmem gerektiğinin bilincindeyim...İkincil cins olmamızı görmezden gelen kadınlarımızın, “eşitiz” söylemlerine yabancıyım. Artık öykü yazmaya başlayacağım...Kadınların kurtuluşu gerçekleşinceye kadar…

İ

doyasıya dalga gecen bir grup. Filmde dikkat çeken bir diğer nokta ise yazarından, yapımcısına ve teknik çalışanlarına kadar ekibin neredeyse hepsinin kadınlardan oluşması. Filmin müzikleri ise tabiki Riot Grrrls akımının ünlü kadın gruplarından Heavens to Betsy, Sleater Kinney, Team Dresh, The Need gibi grupların şarkılarından oluşuyor.

Dipnot: *Mini Memeler Komitesi: İngilizcede küçük memeli kadınlar için kullanılan argo bir deyim. Filmde bu deyime gönderme yapılıyor. **Riot Grrrls hareketi 90'lı yıllarda üçüncü dalga feminizmi punk hareketine taşıyarak cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkmışlar ve eşcinsel kültürün kendini ifade edebilmesini ve serbestliğini savunmuşlardır.

Kadınlar vardır kadınlar vardır kadınlar heryerde Değer verdiğimiz insanları ölüm yıldönümlerinde anarız. Bu köşede bir değişiklik yapıp önemli bulduğumuz kadınları doğum günlerinde anmak istedik. İşte Şubat ayının ikinci yarısında doğan kadınlar

Duygu Asena ocuk ki Hastanesi Ç se a H ve u d ku 997 yılları arası ji bölümünde o -1 o 2 g 9 a 9 d 1 e ı. P d . n Ü la İ. n ) zısı yayı ehcen 0.07.2006 da ilk gazete ya adının Adı Yok 1988'de müst dan İstanbul. (Ö: 3 , lın 6 yı 4 9 2 1 7 9 n 1 a . is tı N 19 çalış kitabı K az tarafın ocuklar evinde rlayıp sundu. İlk ldi ve Atıf Yılm zı ri a h ve ı in m iz ra a g Kliniği ve İ.Ü. Ç ın ro p m bıraktı. n Sonra adlı en sonra yayı inist dostlarını m fe TRT 2'de Onda ndı. Uzun bir dava sürecind ve p ta ki 8 kla sında bulunarak yasa tümörü nedeniyle öldü. Arka n yi filmi çekildi. Be

Anne Louise Germaine de Staël: 22 Nisan 176 6, İsviçre. (Ö: 14.07.1817) 'Ç dikkat çekti h ep. Napoleon irkin' görüntüs Bonaparte'ın üyle değil, ak korkağı!” ded lı politikalarına i. Sonuçta Pa bir kadın olara ve konuşma yeteneğiyle ris'ten sürüldü İsviçre'ye dön k burnunu soktu ve dü ve evlilik d . Ona “Fikir ışı aşkta kadın oraya bir daha asla döne erkekten dön medi. Kocası ın haklarıyla ilg me, anormal, d a tehlikeli sayıld ili bir roman y ölünce çocuğunu doğ ı. 4 az urdu ama çoc uğunun baba 6 yaşında genç bir Fransız dı. Bu roman yüzünden karşı savaştı. sıyla evlenme subayından ik “H di. H inc 1980 yılında H aksız güce karşı direnmek bedensel bir z ayatı boyunca köhne önya i amburg'daki b rg e ir liseye verile reddedildi. cekken 'çok a vktir.” diyen Madam de Sta ılara hlaksız bir ka e l'in adı dındı' gerekçe siyle

Mary Wollstonecraft: elen, çiftçiliğe yön n ta ık ıl c a m u sı dok okula : 1797) Baba ir adamdı. Kız çocukları (Ö . ra d n o L , b 9 önemde öğrendi. O d i terk 27 Nisan 175 şiddet düşkünü ve alkolik n a d a y h a k bir ev n, başarısız ola için okuma yazmayı yaşlı iğe sıcak bakmadığı için lil i v iğ e d , bbiyelik olu olan gönderilme im sağlama y inlere refakat etme, müre i olmayan işlerde ç e g k te in iç kızlar adın iş tı: zeng rcüme. ılığı. Ancak k kadın işi yap etti. Pek çok ul müdireliği, çocuk bakıc an yazarlığı, editörlük, te klarının ok Ha rom öğretmenlik, sal eleştiri ve 'e karşı İnsan kabı e m rk lu u p B to d ı: n d u y lı m olan Ed ırtlan' la de çok başarı vrimine karşı i ve kendisine 'Jüponlu S klarının e D ız s n ra F ünlend adın Ha 1790'da şlıklı yazısıyla Bildirgesi'ni temel alan K Mary Shelley'in a b ı s a m n ru Ko kızı kları dayken vlendi. İkinci 'de, İnsan ha takıldı. 1792 bını yayınladı. 1795'de e ün sonra, henüz 39 yaşın e ve ita n 10 g esaretl Savunması k ) doğumunda u kadar açık, dolaysız, c imi ile ilgili rı a z a y n 'ı in nın eğit lmasını b (Frankenste kız çocukları rının savunu in la 'n k a ry h a M ın d n a la K öldü. kadın o söyleyen ilk yüksek sesle ır. bulunmaktad de bir kitabı

Kadınların 'ilk'leri ve kadınlar için önemli tarihler 20 Nisan 1942: Kız öğrencilerin ipek çorap, topuklu ayakkabı ve kısa etek giymesi ve saçlarını kıvırması yasaklandı. 21 Nisan 1944: Fransa'da kadınlar oy kullanma hakkını elde etti. Kadınların seçme hakkını ilk elde etmesi 1893 yılında Yeni Zelanda'da oldu. Yeni Zelanda'da 1918 yılında tüm ırktan kadınlar seçilme hakkına da sahip oldu. Türkiye'de ise kadınlar ilk kez 1930 yılındaki belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını kullandılar. Milletvekili seçme ve seçilme hakkına ise 1934 yılında kavuştular. 25 Nisan 1967: Kadınlar I-ıh Derse oyununun sahnelenmesinin yasaklanması üzerine 11 Nisan'da açlık grevine başlayan sanatçı Lale Oraloğlu ağırlaşarak hastaneye kaldırıldı. 26 Nisan 1964: Girne Başparmak Dağları'na saldıran Rumlar 4 Türkü öldürdüler. Rum güçleri Girne Geçidi'ne 8 km yaklaştı. Bunun üzerine Lefkoşa'da yürüyüş yapan 5000 Türk kadın BM Barış Gücü komutanını yuhladı, taşladı ve “Türk ordusu Kıbrıs'a” diye bağırdı. 26 Nisan 1972: Yazar Sevgi Soysal 1 yıl hapse mahkum oldu. 26 Nisan 1995: Türkiye'nin ilk kadın kaymakamları Elif Arslan ve Özlem Bozkurt görevlerine başladı. 28 Nisan 1945: Clara Petacci, sevgilisi İtalya'nın faşist lideri Benito Mussolini ile birlikte İtalya'da kurşuna dizildi. Cesetleri Milano'daki Loreto Meydanı'nda ayaklarından asılarak teşhir edildi. 28 Nisan 1950: Nightingale Hemşire Koleji İstanbul'da açıldı. 28 Nisan 2005: Norveç'te ilk kez bir kadın erkeğe tecavüz etmekten mahkum edildi. Bergen kentinde görülen davada kadına 9 ay hapis cezası verildi.

kadınlar heryerde SAYFA 07


15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE

Kadınların

Erginbay Yayıncılık adına Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Hüseyin Bektaş Adres: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik sok. No: 12-14 Taksim/İSTANBUL Baskı: Gün Matbaacılık - Telsizler Mevkii Beşyol Mh. Akasya Sk. No: 23/A Küçükçekmece/İSTANBUL Tel: 0212 5806375 - 0212 4266330

KURTULUSU

Abonelik için: Gökhan Taşyakan adına Hesap No: 1052 0843667 TC İş Bankası Taksim Şubesi Abone ücreti: 6 ay 12 YTL - 12 ay 24 YTL

Koca, baba, sevgili, ağabey: Erkek, Devlet

Bedenimizden elinizi çekin Biz patriarkadan ve onun kurumsal ifadesi olma anlamını taşıyan hiçbir sosyal örgütlemeden özür beklemiyoruz. Derdimiz erkek iktidarının kendisiyle. Derdimiz emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerine kurulan iktidarın ta kendisiyle, bu iktidarın ürettiği ilişki biçimlerinin tümüyle Tecavüz her yerde Pippa Bacca dünya barışına performansıyla katkı sunmak için 8 Mart günü Milano'dan yola çıktı. 31 Mart günü Gebze'de tecavüz edildi ve boğularak yaşam yolculuğuna son verildi. Pippa dünyanın her yerinin güvenli olduğunu anlatmak istedi. Ama Pippa'nın tecavüz edilerek öldürülmesiyle, dünyanın biz kadınlar için de güvenilir olmadığı bir kez daha kanıtlandı. Pippa'ya yapılanlar çok konuşuldu, devlet/hükümet nezdinde özürler dilendi. Malum Avrupa'ya rezil olmuştuk. Bir İtalyan kadındı tecavüze uğrayan ve olay bir dış politika mevzusu olarak ehemmiyet kazandı. Peki bu ülkede yaşanan tecavüzlerin mağduru kadınlardan kim özür dileyecek? Tecavüze uğradığı halde tekrar tekrar yargılanan ve namus kisvesi altında işlenen cinayetlerle öldürülen kadınlardan kim özür dileyecek? Kadına yönelik şiddet suçlarında sıkça başvurulan tahrik indiriminin yasalarda varlığını korumasının sorumlusu olan yasa koyucular mı? Aslında “erkeklik” indirimi anlamına gelen bu tahrik indirimini uygulayan yargı organları mı? Tecavüz haberlerinde önce mağdur kadını yargılayan, hangi saatte sokakta olduğundan üzerine giydiğine kadar yazıp olaya gizli, satır arasında meşruiyet katan medya mı? Karanlık sokakların bizler için yarattığı tehlikeleri anlatmak dahi gereksiz hale gelmişken, sokakları aydınlatmayan, kentleri kadınlar için güvenli yerler haline getirmek için hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeyen yerel yönetimler mi? Yoksa tecavüzün kirlettiği namuslarını kadınları öldürerek, intihara zorlayarak temizleyen babalar, kardeşler, kocalar, erkek akrabalar mı? Mesela Ankara'da eniştesi tarafından tecavüz edilen ve evlendiğinde bakire olmadığı için kardeşi tarafından öldürülen Yasemin'den kim özür dileyecek? Biz patriarkadan ve onun kurumsal ifadesi olma anlamını taşıyan hiçbir sosyal örgütlemeden özür beklemiyoruz. Derdimiz erkek iktidarının kendisiyle. Derdimiz emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerine kurulan iktidarın ta kendisiyle, bu iktidarın ürettiği ilişki biçimlerinin tümüyle. Özür beklemiyoruz! Biz değiştireceğiz! Pippa'nın ailesi “bu kötü olay her yerde yaşanabilirdi” dedi ve bizim devlet katı bunun üzerine rahat soluk aldı. Meselenin Türkleri karalama kampanyası haline getirilme endişesini atıp, evet her yerde olabilir diyerek “üzüntülerini ifade edecek sözcük bulamadı”lar. Oysa bizim derdimiz de tam olarak buydu. Tecavüz her yerde. Tecavüz ve kadına yönelik cinsel şiddet örgütlü bir devlet politikası olarak kullanılmıyor mu? Biz kadınlar savaşa karşı çıkarken, savaşın bizim için bir anlamının da tecavüz demek

olduğunu, etimizin savaş ganimeti, bedenimizin ise ele geçirilen topraklar gibi sahiplenildiğini hep söylemedik mi? 1992-95 yılları arasında süren Bosna savaşında tecavüze uğrayan kadın sayısının 50.000 civarında olduğu söyleniyor. Yanı başımızdaki Irak'tan gelen tecavüz öyküleri çok daha taze. Peki o kadar uzağa gitmeyelim, korucuların, askerlerin tecavüzüne uğrayan Kürt kadınları belleklerimizden hiç silinmedi. Devletin tecavüzü sistematik bir işkence aracı haline getirmesi ise bizim için çok daha tanıdık bir öykü. Cezaevlerinde ve gözaltında cinsel taciz ve tecavüz bedenlerimizle birlikte irademizi teslim almanın aracı olarak kullanılıyor. Erkek devlet tecavüz ediyor!.. Savaş meydanlarından, cephe gerisinden, cezaevlerinden uzaklaşalım biraz. Sokaklara çıkalım, peki hangi sokaklara? Kadınların yaşadığı kentlerde gidemediği bölgeler, geçemediği sokak ve caddeler vardır. Karanlık ve güvenliksiz sokaklar, tenha caddeler kadınlar için taciz ve tecavüz korkusu demektir. Arkadan yaklaşan ayak sesini duyduğunda tedirginlik yaşamak, dünyanın her yerinde ortak bir kadınlık deneyimidir. Hangi sokakları günün hangi saatinde kullanacağımız önemlidir. Hepimizin malumudur ki, yaşadığımız bir şiddet olayında sorulan ilk soru “orada ne işimiz olduğu” ya da “o saatte orada ne yaptığımız”dır. Failler ise hiç de öyle marjinal suç bağımlıları değil, birilerinin belki bizim komşularımız, patronumuz, alış-veriş yaptığımız esnaf, bindiğimiz taksinin şöförü ya da eve çağırdığımız boyacıdır. Fail erkekliktir, erkekliği meşrulaştıran ve güçlendiren, erkekleri yetkiyle donatan tüm kurum ve sosyal örgütlenmeler, ilişki biçimleri ve sosyal kontrol ağlarıdır. Sokaklar tehlikelidir ve bu tehlikeyi ortadan kaldırmak yerine bize uzak durmak salık verilir. O halde buyurun evlere davet edelim. Bizlere en güvenli yer olarak gösterilen evlerimizde cinsel şiddetten korunabiliyor muyuz? Bugün kaç kadının ensest yaşadığına, ensestin yaygınlığına ilişkin bir istatistik bilgisine dahi sahip değiliz. Aile içinde cinsel şiddet, çocuk yaşta kadınların yaşadığı tecavüzler sessizliğe gömülüyor. Kadının evli olduğu erkek tarafından cinsel ilişkiye zorlanması, kadınlara evli oldukları erkeklerin tecavüzünün suç sayılması dahi henüz çok yeni. Ailenin kalın kabuğu altında gizlenen cinsel şiddet karşısında çok daha yalnızız. Üstelik yaşadığımız şiddetin cezası da bize fatura ediliyor. Hem de yaşamlarımıza son vermek gibi geri dönüşü olmayan, en ağır bedel olarak. Bir yandan yaşadığımız her türlü cinsel şiddetin “yenin içinde kaldığı” aile duvarı diğer yanda kendini namusumuzu korumakla memur eden erkekler. Yakınımızdakilerin tacizi, tecavüzü, namus bekçiliği, cinayetleri… Ve

bunlarda tahrik indirimi arayan, bulan, uygulayan yargının eril zihniyetine güya yasalarca korunan haklarımız. Daha geçtiğimiz ay, kendisiyle cinsel ilişki kurmak istemediği için karısını öldüren adama tahrik indirimi yapan hakimin kararını okumadık mı gazetelerden?

Kadınlar Pippa Bacca için eylemdeydi

Kimsenin namusu olmayacağız Erkek egemen toplumsal sistemin iktidarını kurduğu temel unsurlardan biri, kadın bedeni. İrademiz dışında bedenimize yönelik müdahaleler, bindiğimiz otobüslerdeki dokunuşlardan, sokakta bize uzanan ellere, savaşta, cezaevinde, sokakta, otobanda, evde tecavüze ve yaşamlarımıza son verilmesine kadar uzanıyor. Kontrol mekanizması bir yandan iki yüzlü ahlak anlayışıyla cinselliğimizin yok sayılması, yasaklanması biçiminde işlerken diğer yandan isteğimiz dışında ya da istemediğimiz yer, zaman ve biçimde cinsel ilişkiye zorlanmamız biçiminde karşımıza çıkıyor. Madalyonun bu iki yüzü, eril

sistemin denetim mantığının iki ayağı olarak varolmaya devam ediyor. Kadın bedeni iktidarın kendisini var ettiği mikro bir düzey olarak kodlanıyor. Bedenimiz üzerindeki her türlü erkek denetimine, yetkisine, iktidarına itirazımız var. Mücadelemiz cinselliğimiz

üzerindeki eril denetimi yıkmak için, bedenimiz üzerindeki her türlü erkek denetimine son vermek için. Ve bunun için de “bedenimiz bizimdir” demekten “kimsenin namusu olmayacağız” demekten vazgeçmeyeceğiz.

SSGSS'ye karşı mücadele sürüyor, sürecek

“Sosyal haklar için kadın platformu” olarak Taksim'de oturma eylemleri devam ediyor. Erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı mücadele sürdüren kadınlar emeğinin karşılığını istiyor. Kadınlar “emeğimiz bedenimiz ve kimliğimiz” için 1 Mayıs alanı

Taksimdeyiz dediler. İMF ve DB'nın emrettiği Sosyal Güvensizliği yasalaştıran AKP Hükümeti, kadınların ve ezilenlerin taleplerini değil sağlık tekellerinin çıkarlarını düşünüyor! Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası adı altında yasalaşan

SAYFA 08

emekçilere ve kadınlara kölelik yasasına karşı mücadelemiz sürüyor, sürecek. Kadınların yasaya esastan itirazlarını dile getirdikleri Platform adına yapılan açıklamada: ”Biz kadınlar, bu yasaya esastan itiraz etmiş ve yasa geri çekilsin demiştik. Çünkü bu yasa kadınların ev içindeki karşılıksız emeğini ve kadınların eşitsiz konumlarını yok sayıyor. Bu yasa kadınları bağımlı birey olarak değerlendiriyor. Bu yasa sonuçları itibarıyla kadınların ev içi köleliğini arttıracak ve kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği arttırıp, kadınların ezilme ve sömürülmesini pekiştirecektir. Bu yasa neoliberal kapitalist politikaların sonucu olarak gündeme geldi. Bu politikalar doğrultusunda çıkan ilk yasa değildi. Son da olmayacak. İstihdam paketi yolda. Bütün bu yasalar erkek egemenliği ve kapitalizm işbirliğini yansıtıyor. Emeklilik yaşı 58'den 65'e çıktı. Prim ödeme gün sayısı 7000 günden 7200'e çıktı. Kocası ölen çocuksuz kadına bağlanan maaş oranı % 75'den %50'ye indi. Kız çocukları 18 yaşını

bitirdiklerinde, yüksek okulda okuyorlarsa 25 yaşını bitirdiklerinde anne ya da babalarının sağlık sigortalarından artık yararlanamayacaklar. İsteğe bağlı sigortalılıkta sağlık primi ödemek zorunlu hale geldi. Emzirme ödeneği ilk taslaktaki halinin altıda birine düşürüldü. Evlilik geçirmiş kadınlara yapılan evlenme yardımı kaldırıldı. Kadınların sesini duyar gibi yaparak yapılan bu

CI

IZ B M

düzenlemelerin yasanın kadınları bağımlı birey olarak gören esasına dokunmadan, çocuk, yaşlı, hasta ve malul bakımında erkeklere ve devlete sorumluluk yüklemeden ve yasanın tümünde egemen olan kadınları babaya, kocaya ve aileye mahkum eden anlayışa dayanarak yapıldığını görüyoruz. Başbakan bu yasa ile sosyal güvenlik sisteminde hakların geriye gittiğini söyleyenler “yalan söylüyorlar” dedi. Biz de diyoruz ki “yalanım varsa başbakan olayım” görüşleri dile getirildi.

Eğer nüfusunuzun azalmasını istemiyorsanız, bir ailenin 3 tane çocuğu olmalı. Takdir sizindir, o ayrı bir mesele. Bunu yaşadım inanarak söylüyorum. Çocuk berekettir. Onu da bilmemiz lazım” R.T. Erdoğan Çimdikledik Bana bak başbakan, sabrımızı taşırma, kendin yat kuluçkaya, bir Türkçük, iki Türkçük, üç Türkçük doğurmaya!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.