ÇIN GI AYIÞIÐI SANAT MERKEZÝ
xvıı KÝTAP DÝZÝSÝ
kültür / sanat / edebiyat Genel Yayýn Yönetmeni Songül Yücel Yazý Kurulu Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým / Ruhan Mavruk Pınar Turan
Önsöz’e Ulaşabileceğinizadresler Ýstanbul Ýstiklal Cad. Rumeli Han 88/11 Kat: 6 Tel: 0212 249 44 43 Ýzmir 1337. Sk.No:18 Çankaya Tel: 0232 489 63 16 Ankara Bayındır Sok. Hitit Apt. No:22/14 KızılayAdana Çınarlı Mah. Atatürk Cad. 61012 Sk. Pedük Apt. Kat: 1 No. 2 / Seyhan Tel: 0322 459 70 62 Antep Atatürk Bulvarý Bey Mahallesi No:6/7 Kat:3 Þahinbey Tel: 0 342 230 38 74 Antakya Fevzipaşa Mah. Kurtuluş Cad. Akıncılar Sk. Gali İş Mrk. K: 1 D:1 No:80 Telefon: 0 326 216 49 12 onsozdergisi@gmail.com istanbulayisigi@gmail.com Temmuz 2010 Baský: Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit.No: 16/26 Topkapı / İstanbul Tel: 212 565 17 74
Merhaba, Baharý her zamanki gibi kendine yakýþýr bir þekilde geçirdik. Yeni yeni doðumlara tanýklýk etti. Kýþýn ayazýnda Ankara’nýn sokaklarýnda eyleme geçen Tekel iþçilerinin baharý güçlendirmek için kar altýndaki tohumlar gibi direniþine tanýk olduk. Bu tanýklýðýmýzý ise tüm yanlarýyla Önsöz’e yansýtmaya çalýþtýk. 78 gün boyunca yaþanan sürecin küçükte olsa bir kesitini sunmaya çalýþtýk. Kýþýn direngenliðini, baharýn heyecaný ve coþkusu takip etti. 1 Mayýs Meydaný binlerin adýmlarý ile çocuklar gibi þendi. Yürekler bir tek þunu söylüyordu o gün orada, “çok þükür çok þükür bugünü de gördüm. Ölsem de gam yemem gayrý” 1 Mayýs’ýn hemen ardýndan binlerle Denizlerin mezarý baþýnda olduk. Yýllardýr Ýstanbul’da yapmak istediðimiz miting “suçu ve suçluyu övmek” gerekçesi ile yasaklanýyordu. Bizler ise inatla her yýl anma mitingi yapmak için orada olduk. Sonunda Denizleri büyük bir coþku ile Kadýköy meydanýnda andýk. Emeðin ve kavgamýzýn þehri Ýstanbul adýna layýk bir bahar geçirdi. Biz de Ýstanbul kampanyamýz ile bu bahara eþlik ettik. Ýstanbul için kampanya sürecinde yaptýðýmýz eylem ve etkinliklerden, þairlerin Ýstanbul’una oradan tutsaklarýn Ýstanbul özlemine yer verdiðimiz Dosya’mýzý bu kez Ýstanbul’a ayýrdýk. Sen bizimsin Ýstanbul dedik, sen sermayenin deðil emeðin ve kavgamýzýn baþkentisin. Güz sayýmýzda Ekim ayýnda görüþmek dileðiyle...
Cervantes ve Don Kişot Üzerine Bir Deneme
Çadırkent
5-7
Sıla Erciyes
Ekinsu 23-25
Sanata Dair Notlar Haziranda Ölmek Zor Mart Kültür Sanat
Romanın Etkisi
D. Dağlı
26-28
8-12 Yabancýlaþmaya Karþý Beyin Egzersizleri Müsaitmisiniz ?
Tüyap Günlüğü Demet Demeter
Temade Çınar 29-30
13-15 Meydanlar Ulaş’a Ruhan Mavruk
Sena Demir
16
16
Tarihsel Toplumsal Gelişme ve Sanattaki Yansıması -5-
Ruhan Mavruk Toplu Eserler Üzerine Rasim Oktar Şiir Atölyesi
Özgür Güven 17-22
Taksým’de Mutluluðun Resmý Ýstanbul’a Dair... Sis Neden Geldim İstanbul’a Kavel İstanbul Demek... Tutsakların İstanbul Özlemi Ý stanbul Yalnýzlýktan Bunalýyordu Ýstanbul’a Mektup Ýstanbul Karalamaları İstanbulda İlk Baharı Yaşadım İstanbul'da Olmak Vardı İstanbul'da Olmak 16 Haziran Akşamının Şiiri Cibali Ceviz Ağacı İstanbul Dayılar Dayılanıp Yaylar Yaylandıkça
31-32
şiir Bahri Hazel
Hakana Dair
89
Bir İşçinin Günlüğü-9 Kazım Demir 67-68
Siirde İmge Adil Okay 69-70
OKURLARDAN
63-66
Vicadanımızın yitik yanı: Güldünya Tören Cihan Yıldırım 90-91 Şiir Şebnem Tan 92 Önsöz’ün 5. Yılı vesilesiyle... Vedat Düşküner 93-95
Dünya Tiyatrolar Bildirisi 96
Haberler
Ah insanlarım benim güzel insanlarım Bahar Derin 71
97/103
Mart Kültür Sanat Düşünce Derneği Açıldı İtfaiye İşçileri Sergisine Ziyaret Çadırkent Sergisi UPS’ye Ziyaret
Şiir ve Edebiyat
Söylenceler Mavronisin Ecinnisi Atila Oğuz 72
Geçmişe Yolculuk Özgün Denizci
Sözcükler Can Yüceyi Özler 2 Temmuz Anması Devinim Tiyatro Atölyesi’nden Yeni Oyun Halkın Denizi Denizleşen Halkla Yürüyor
Tekel Çadırkentten Ürünler 73-78 104-112 Kemangerin Mektubu Çıplak Ayaklar Ağir Şoreş Mezar Taşı Olmayan Adam Ahmet Osman Yarın Adına Recep Çitikbel Güler Zere Ölümsüzlüğe Uğurlandı Herokol’un Asi Yüreği Mehmet Bağrıyanık PEPÛLA HELEPÇÊ Adnan Çelebi 79-87
Temmuz İçin Yaralı Semah yangın şiirleri S U N U: Kemal Özer Dilini düğümleyen sessizlikti bunca yıl söyleyecek olduğun sözü çünkü damarlarında taşımalıydın ey ozan, ve daha sen uyanmadan sona ermeliydi gece ilk dize daha eline kalemi almadan kaldırmalıydı uykudan seni Ancak o zaman bakabilirdin yüzüne bir yangından payına düşen o derisi isle kararmış, o benzi küle kesmiş sabahın, her ağız sussa bile ancak o zaman göze alabilirdin konuşmayı, belli belirsiz bir ürperti kalsa bile alevlerden geriye Çözüldü işte düğüm, söz hazır dile gelmeye .... SON SÖZ YERİNE Her biriniz birer andaç adınızla anılacak bundan sonra söz vermek için yazılan bu şiirler Mayısta açan gül adınızla anılacak alanlara çıkan ses, anımsatan özlem yarım bırakılmış bir yaşamı Zaman adınızla anılacak Temmuza vardığında yerinden oynayan ana yüreği kapının her çalınışında Adınızla anılacak körün gözünden perdeyi kaldıran o alev utancın yüzü yanıp durdukça Birer adım olacak her biriniz biri bitse bile bir başka yürüyüş için yeniden başladıkça bu yaralı semah
4
Yaz ‘10
Ça dýrkk e n t Sıla Erciyes 15 Aralýk günü Ankara’nýn dondurucu sabahýna ülkenin dört bir yanýndan otobüsler geldi. Herkes gibi otobüsün yolcularý da yola çýkarken böylesine güçlü, böylesine sarsýcý bir deneyimi yaratacaklarýnýn ve yaþayacaklarýnýn farkýnda deðillerdi. Bildikleri bir þey vardý, o da iþlerinin ellerinden alýndýðý... bir de yüreklerinin bir yanýnda Tekel’in özelleþtirme süreci baþladýðýnda, bize bir þey olmaz nasýl olsa, deyip ses çýkarmamýþ olmanýn ezikliði, piþmanlýðý... Ýndiklerinde Ankara’nýn ayazýna þaþkýndýlar. Ne yapacaklarýný bilmiyorlardý. Bildikleri bir þey vardý geri dönüþ biletleri yoktu. Bu þaþkýnlýklarý AKP önünde ve sonrasýnda Abdi Ýpekçi parkýnda uðradýklarý gazlý saldýrýnýn ardýndan daðýldý. Onlar bilmedikleri Ankara sokaklarýna daðýlsalar da, bu geçici bir durumdu. Telefonlar çalýþtý, herkes birbirini aradý... Telefonlardan tek bir ses yükseliyordu; ‘herkes Türk-Ýþ’in önüne’ Birer ikiþer beþer geldi iþçiler Türk-Ýþ’in önüne... Sýrýlsýklamdýlar, yorgundular... Bilmedikleri bir þehrin sokaklarýnda hýrpalanmýþ ve Türk-Ýþ’in önünde birbirlerine tutunmuþlardý. Bu kenetlenme öyle güçlüydü ki onlarý oradan kolay kolay kimse söküp atamayacaktý. Atamadýlar da... Ankara’nýn orta yerinde Sakarya caddesi Türk-Ýþ önünde kurulan Çadýrkent’in hikayesi böyle baþladý. Dile kolay tam 78 gün Tekel iþçileri kadýný erkeðiyle sokakta ilmek ilmek örerek bir kent yarattýlar. Türk-Ýþ binasý aslýnda onlara ev sahipliði yapacak kadar büyüktü. Sakarya caddesindeki bütün cafeler, kahvehaneler, dernekler, lokaller, restaurantlar onlara kapýlarýný sonuna kadar açmýþken bir tek Türk-Ýþ kapatýlmýþtý iþçilere... Nasýl ki bu sistem içinde emekleriyle ancak kendilerine sefalet yaratýyorlarsa yine kendi emekleriyle onlara kapýlarýný kapatan bir sýrçaköþk yaratmýþlardý. 78 gün boyunca sýrçaköþkün duvarlarýnda gedikler açmak için uðraþtýlar. Ve gördüler ki öyle kolay yýkýlacak bir köþk deðildi burasý. Sürekli, ýsrarlý ve kararlý akýnlar düzenlemek gerekiyordu bu duvarlara karþý. Ýlk günler iþçiler kadýnlý erkekli sokakta, etraftaki binalarýn koridorlarýnda, kahvehanelerin sandalyelerinde ve kimi sendika misafirhanelerinde geceyi geçirdiler. Ankara’nýn soðuðuna birbirlerine sarýlarak dayandýlar. Nasýl olsa kýsa sürede haklarýný alacak ve gideceklerdi. Günler ilerledikçe yaþamýn günlük ihtiyaçlarý
Yaz ‘10
insanlarý sokakta bir kent kurmaya götürdü. Kardan, yaðmurdan korunmak için önce üzerlerine naylonlar gerdiler. Taþ betonlarda oturmaktan yorulan bedenlerini biraz olsun dinlendirmek için çevreden banklar, kýyýya köþeye atýlmýþ koltuklar, sandalyeler buldular. Paletleri yanyana dizerek geceyi geçirebilmek için yatak yaptýlar. Her gün birer birer eklenen ihtiyaçlarla bir kent kurdular. Hatta bir süre sonra posta hizmetleri dahi gelmeye baþladý kente. Tekel iþçilerinin çocuklarýndan, eþ-dostlarýndan mektuplar geldi Ankara Çadýrkent adresine gönderilmiþ. Sakarya caddesinden Türk-Ýþ binasýnýn olduðu sokaða doðru yöneldiðinizde sizi Onurkent’e hoþ geldiniz yazýlý, koliden kesilerek elde edilmiþ tabela karþýlar. Tabelayý geçer geçmez saðlý sollu kurulmuþ çadýrlarýn önünden ilerlersiniz kentin içlerine doðru. Her çadýrýn üzerinde hangi ile ait olduðunu belirten tabelalar asýlmýþtýr. Tokat Çadýrý, Samsun Çadýrý, Trabzon çadýrý, Diyarbakýr çadýrý, Ýstanbul çadýrý, Adýyaman çadýrý diye uzar gider sokak... Her çadýrýn üzerinde iþçilerin kendileri tarafýndan kartonlarýn üzerine, straforlara, ne buldularsa onlarýn üzerine yazýlarak hazýrlanmýþ dövizler görürsünüz. Ýþçilerin yaratýcýlýklarýnýn ve eylemin öðreticiliðin birer örneðidir onlarýn her biri... Eylemin birçok sloganý eylemin kendi içinde doðdu. Kendi marþlarýný kendileri yazdý bestelediler. Emekçi insanýn yaratýcýlýðýnýn önündeki engeller kalktýðýnda neler üretebildiklerini çok somut gösterdiler.
5
Her yönden kültürlerin buluþmasý ve kaynaþmasý yaþandý orada. Birbirine düþman edilmeye çalýþan iller yanyana karþý karþýya kurdu çadýrlarýný... Birlikte horon tepti, þemmame oynadý. Elele yürek yüreðe... Suni olarak oluþturulmuþ olan önyargýlar yýkýldý, yerle bir oldu. Bu önyargýlarýn kýrýlmasý elbette Çadýrkent’te geçen 78 günde oluþan bir durum deðil. Bu kaynaþmayý getiren en önemli etken Tekel’in özelleþtirme sürecinin zamana yayýlarak yürütülmek istenmesi, kapatýlan tekel birimlerinin çalýþanlarýnýn baþka illere gönderilmesi, birlikte ayný fabrikada çalýþmalarý, arkadaþ, komþu olmalarý en büyük etkendir. Adýyaman tekelden bir iþçi Malatya Tekel’e Malatya tekelden bir iþçi Samsun Tekele, Samsun Tekelden bir iþçi ise Manisa Tekel’e gönderilmiþtir. Ýnsanlar bu süreçte birbirlerini tanýmýþ ve ortak çýkarlarý doðrultusunda birarada olmayý öðrenmiþlerdir. Eylem alanýnýn öðreticiliði ile de birleþince bu nesnellik tam bir kaynaþmanýn önü açýlmýþtýr. Çadýrkent’in bu ortaklaþtýrýcý, kaynaþtýrýcý ruhu herkesi oraya doðru çekti. Destekler gün ve gün arttý. Ülkenin her bir yanýndan olduðu gibi dünyanýn birçok yerinden destek ziyaretleri gerçekleþti. Her yapýlan ziyaretin ardýndan Çadýrkent’in sakinlerinin kendilerine olan güveni arttý. Onlara duyulan güven kararlýlýklarýný daha da artýrdý. Zamanla orada bulunma amaçlarý nitelik deðiþtirmeye baþladý. Eyleme, direniþe, greve çýkan tüm iþçiler onlardan güç almak ve onlara güç vermek için Çadýrkent’i buluþma alaný haline getirdi. Ankaralýlar için tam bir kabe haline geldi. Her gün mutlaka uðramak zorunda hissettikleri bir mekana dönüþtü Çadýrkent. Ýþten çýkýp metroya doðru yürürken yollarýný mutlaka Çadýrkent’te çevirdiler. Kimileri orada sabahlayamasa da en azýndan havasýný solumak için geçti oradan. Diyarbakýr çadýrýnýn önünden geçerken birkaç dakika durdu, dinledi oradan söylenen türküleri. Tokat çadýrýna þöyle bir uzattýðýnda kafasýný kendisine bir þiir uzatýldý bir iþçinin yazdýðý. En önemlisi de her konuda herkes düþüncelerini özgürce ifade edebildi.
6
Devrimin öngününde yaratýlabilecek demokratik ortam Çadýrkent’te yaþam buldu. Her çadýrýn önü, her sokakbaþý öbek öbek insanlarýn biraraya geldiði, konuþtuðu, tartýþtýðý canlý mekanlar haline geldi. Bu demokratik ortam herkesi kendine çekiyordu. Birçok insan oraya gelirken bir iki gün Çadýrkent’in havasýný koklar, ondan sonra tek düze ve rutin iþlerimize döneriz, dedi. Ama gitmek hiç bu kadar kolay olmadý. Orada yaþayan, üreten, tartýþan, deðiþip-dönüþen bir kent vardý ve o kenti arkada býrakýp dönmek hiç kolay olmuyordu. Yaþamýn sýnýrlarýný zorlayarak herkes orada bir gün daha fazla kalmak için ellerinden geleni yaptýlar. Eylemin yaratýcýlýðý ve özgürleþtirici etkisi kendini tüm yanlarýyla ortaya koydu. Ýþçi sýnýfýnýn kendilerine yasaklanmýþ alanlarda söz söyleme hakkýný kazandýklarýnda, kendilerini özgürce ifade edebildikleri koþullarý bulduklarýnda neler yaratabileceklerini dosta düþmana gösterdiler. Ayný zamanda yaratýlan eylemin etkisi sanatçýlar üzerinde de kendini gösterdi. Sanatýn toplumsal mücadeleden beslenmesi gerektiðini, sýnýf mücadelesinin ayrýlmaz bir parçasý olduðunu bir kez daha görmüþ olduk. Birçok þair Tekel için þiirler yazdý. Müzisyenler beste yaptý. Günceler tutuldu. Fotoðraf sanatçýlarý ölümsüz kareler yakalamak için günlerce orada deklanþöre bastý. Sinemacýlar kameralarýný Çadýrkent’e yöneltti. Tiyatro sanatçýlarý oyunlarýný Tekel iþçilerine oynamak için geldi. Yazarlar kitaplarýný getirdiler yanlarýnda. Çocuklar çizdikleri resimleri armaðan ettiler tekel iþçilerine.
Herkes bir þeyler býrakmak, küçücükte olsa destek sunmak istiyordu bu kente. Elinde bastonu ile yaþlý bir kadýn sürekli geldi çadýrlarý ziyarete. Çantasýnda mutlaka bir þeyler vardý, cam sakýzý çoban armaðaný. Kimisi emekli maaþýný koydu ortaya, kimisi son paket sigarasýný... Her gün kumanyalar daðýtýldý. Kamyon kamyon odun gönderildi kente. Battaniyeler, kýyafetler yaðdý her yandan. Yeter ki direnme gücü artsýn, düþmana inat bir gün daha fazla yaþasýn diye.
Yaz ‘10
Her mahallenin, her köyün bir delisi vardýr bilirsiniz, Çadýrkent’inde delileri çoktu. Bir kýsmý elbette tahmin edeceðiniz gibi dost delilerden deðildi. Onlar konumuz dýþý. Tekel iþçilerinin sokakta kurduklarý yaþam sokakta yaþayanlarýnda yaþamý haline geldi. Yürüyüþte onlar vardý. Açýklamalar yapýlýrken onlar vardý. Baþkan diye anýlan Rami’miz ise eylemin ilk gününden son gününe kadar gerçekten bir baþkan gibi iþçiler nerede ise o orada olarak Çadýrkent’in simgesi haline geldi. Yürüyüþün en baþýnda elinde bir tahtasý bando þefleri gibi yönetti topluluðu. Müzik yapýldýðý zaman tam bir maestro gibi geçti baþa. Hamdullah Uysal trafik kazasý sonucunda aramýzdan alýndýðýnda o da aðladý bütün Çadýrkent sakinleri ile birlikte.
Þubat Genel Eylem kararýnýn sabahýnda, ne büyük heyecan ve merak içindeydi Çadýrkent. Herkes birbirine haberleri soruyor, en çok Ýstanbul merak ediliyordu. Ýstanbul’da otobüsler çalýþmýþ mý, trenler çalýþmýþ mý, hangi fabrika üretimi durdurmuþ gibi sorular yaðýyordu her yandan. Herkes televizyonlarýn baþýnda haberleri izledi meraklý gözlerle. Çünkü onlar iþçinin üretiminden gelen gücüne inanýyorlar ve bu güç devreye girer üretimi durdurursa isteklerinin kabul edileceðine inanýyorlardý. Ama bizlerin bildiði þu gerçeðin farkýnda deðillerdi, sendikal ve reformist hareketlerin üretimden gelen güçten anladýklarý protesto mitingi boyutlarýný aþmayan bir eylem planýydý. Ýþçilerin bekledikleri ve olmasý gereken ise haklar elde edilene kadar devam ettirilecek zorlu bir mücadele kararlýlýðýnýn ortaya konulmasýydý. Beklenen oldu. Yaþam durmadý, bu da Çadýrkent’te moralleri bozdu. Çünkü onlara hep þu söylendi “Þalter inecek bu iþ bitecek.” Peki ama nasýl? Buna cevap yoktu. Sendikal hareketin böyle bir hazýrlýðý yoktu. Sonrasýnda da zaten birbirlerini suçlamanýn ötesinde bir deðerlendirme ve sonuç çýkarmadýlar. Çadýrkent ortak duygularýn yaþandýðý canlý bir organizmaya dönüþtü. Büyük bir kitlenin ayný anda öfkelendiðinde nasýl önü alýnmaz bir güç olduðunu gördük. Ayný anda güldüðünde nasýl bir coþku yaþandýðýna tanýk olduk. Ayný anda üzüldüðünde nasýl bir sessiz öfkenin biriktiðini gördük. 4C’ye baþvuru süresi konusundaki 28 Þubat dayatmasýnýn Danýþtay tarafýndan iptali kararý çýktýðý gün -her ne kadar bu, süreci hukuksal boyuta sýkýþtýrmak için sendikalarýn bir oyunu olsa da- Çadýrkent bayram yerine döndü. Ýþçiler çocuklar gibi þendi. Kimisi halaylar çekti, kimisi gözyaþlarýný tutamadý. Telefonlar bu haberi her yana ulaþtýrmak için çalýþtý. Bunun oyalamadan baþka bir þey olmadýðý bilenler dahi Çadýrkent’in bu coþkusundan uzak tutamadýlar kendilerini. Havai fiþekler patlatýldý, halaylar çekildi. Fotoðraf sanatçýlarý dondurmak istedi bir karede iþçinin yüzündeki bu sevinci. Sinemacýlar canlý olarak kaydetmek için bu sevinci açtýlar kameralarýný... Biz de katýldýk o sevince ardýndan gelecekleri bilmemize raðmen. Tekel iþçileri bir kent kurdu. 78 günlük Çadýrkent deneyimini yaþayan herkes, eylemin öðreticiliði ile deðiþmiþ ve dönüþmüþtü. Artýk bundan sonra hiçbir þey eskisi gibi olmayacaktý. Herkes þunun farkýndaydý, ilk günkü kendisinin yerinde þimdi baþka bir kiþi vardý. Biraz daha olgunlaþmýþ, biraz daha deneyim kazanmýþ, biraz daha bilinçlenmiþti. Týpký Kemal Özer’in madenciler büyük eyleminden sonra yazdýðý þiirde dediði gibi “bir kent kurdular ve deðiþtirdiler ülkenin adý” Gerçekten deðiþtirmek içinse ülkenin adýný daha önümüzde yürümemiz gereken çok yol, aþmamýz gereken çok engel var. Ýþçi sýnýfý ve emekçi halklar yürürken bu yolda, aþarken engelleri sürece kendi rengini vererek gerçekten deðiþtirecek ülkenin adýný...
O günkü öfkeyi, kýzgýnlýðý hatýrlýyorum da ne kabýna sýðmaz bir öfkeydi o. Çadýrkent ne çok geldi bu sýnýra dayandý. Ya önüne kurulan her türden barikatý aþacak, ya da yarattýklarý o güzel kent orada bulunma amaçlarýnýn dýþýnda bir anlam kazanacak, içi boþalacaktý. Ayný öfke ve kýzgýnlýðý konfederasyonlarýn biraraya gelip durum deðerlendirme yaptýktan sonra aldýklarý kararlarý açýkladýklarýnda gördüm. Alýnan kararlarýn yetersizliði kitlede sessiz bir dalgalanma halinde yayýldý. Sorunlarýnýn bir an önce çözülüp evlerine, çocuklarýnýn yanýna dönmek ve iþlerine baþlamak isteyen insanlar kendilerinden uzakta yapýlan konfederasyon toplantýsýnýn sonuçlarýný televizyon ekranýnda duyduklarýnda inanamadýlar. 26 Mayýs’ta Genel Grev... Birçoðu haberci kadýnýn yanlýþ söylediðini, böyle bir þeyin mümkün olamayacaðýný söylediler birbirlerine. Televizyon önünde baþlayan homurdanma Türk-Ýþ’in önüne büyük bir öfke olarak aktý. Ýstenen kendilerine bir açýklama yapýlmasýydý. “Bu ne demek oluyordu?” Kendileri ile ilgili yaþamsal önemde bir karar Çadýrkent’ten uzakta kapalý kapýlar ardýnda alýnmasý yetmiyormuþ gibi bir de bunu en son kendileri duyuyordu.
Yaz ‘10
7
D.Dağlı
2
0. yüzyýlla birlikte toplumun devrimci sýnýfý olan iþçi sýnýfý nicelik olarak iyice büyümüþ sermaye düzenine karþý yeni bir çaðý, devrimci çaðý baþlatmýþtýr. Yaþam önceki çað gibi durgun deðil, daha hareketlidir. Devrimler çaðý tüm yüzyýl boyunca sürer ve bu yüzyýla varýr. Devrimci çað yeni insanlarý, gerçek kahramanlarý öne çýkartýr. Çaðýn gerçek kahramanlarý bazen yeni bir dünya, sömürüsüz, sýnýfsýz bir dünya kurma mücadelesi veren tek tek bireylerdir, bazen kitlelerin kendisidir.
ROMANIN ETKÝSÝ Sanatýn, romanlarýn, kiþilerin duygularý ve düþünceleri üzerinde, farklý dönemlerde, farklý etkileri olmuþtur -ama bu etki her dönem var olmuþtur. Sanatçýlarýn etkileri yalnýzca tek tek kiþilerin üstünde yarattýklarýyla sýnýrlý olmamýþtýr. Þairlerin, roman yazarlarýnýn “kamu gücü”, “halk kürsüsü” misyonunu yerine getirdikleri zamanlar da olmuþtur. N. Krupskaya, Lenin’i anlattýðý kitaplarýnda, Rus sanatçýsý, eleþtirmen ve düþünürü olan devrimci- demokrat N. G. Çerniþevski’nin Lenin’in üstündeki etkisini belirtir. Çerniþevski’nin düþüncelerine büyük önem veren Lenin, mücadelenin en kritik dönemlerinde sýk sýk bu büyük yazara, düþünüre baþvurur. Onun düþünce ve mücadelesindeki uzlaþmazlýðý örnek gösterir. Çerniþevski etkisini sadece kendi döneminde deðil, sonraki yüzyýlda da devam ettirir. Çerniþevski’nin dünyada çok iyi tanýnan romaný “Nasýl Yapmalý” da geliþtirdiði görüþler hem kendi döneminde hem de sonraki dönemde birçok kiþiye, var olan topluma karþý baþkaldýrýnýn dayanaðý olur. Yazarýn orada belirttiði özgürlük fikri, otokrasiye karþý özgürlük mücadelesi veren insanlarý, politik çevreleri derinden etkiler. Mücadeleye yeni uyanan insanlar, romanýn kadýn kahramaný Vera Pavlovna’yý kendine örnek alýr. –Tabi Vera Pavlovna imgesiyle ifade edilen özgürlük düþüncesini. Bu düþüncenin daha geniþ kitlelere taþýnmasý gerekiyor. “Vlademir Ýlyiç” diyor N. Krupskaya, “ Turgenyev’i, Tolstoy’u, Çerniþevski’nin ‘Nasýl Yapmalý’sýný bir deðil defalarca okumuþtu. Klasikleri çok iyi biliyor, çok da takdir ediyordu. Daha sonra Bolþevikler iktidara geldiðinde, devlet basýmevini, klasikleri ucuz ve yeni baskýlarýný yapmakla görevlendirdi. Vlademir Ýlyiç’in albümünde yakýnlarýnýn ve eski siyasi tutuklularýn fotoðraflarýndan baþka Zola, Herzen, Çerniþevski’nin bazý fotoðraflarý da vardý.” Romanlarýn okurlarý üzerinde her zaman etkisi olmuþtur. Bu etki her dönem farklý düzeylerde olmuþtur. Bunun ana nedeni toplumsal çevrenin sürekli deðiþime uðramasýdýr. Ýnsanýn duygu ve düþüncelerini çerçeveleyen, içinde bulunan toplumsal koþullardýr. Koþullar deðiþince, duygu ve düþünceler de deðiþime uðrar. Tarihsel koþullarýn dönüþümü, romanýn, sanatýn içeriðini ve tematiðini de dönüþüme uðratýr. 19. yy. da ve 20. yy. ýn baþlarýnda roman kahramanlarýnýn kiþiler üzerinde etkisi çok daha derindir. Okurlar roman kahramanýný kendilerine örnek alýyor, yaþamda onun gibi olmak, onun gibi yapmak istiyorlardý. Bunun çok önemli bir nedeni o dönemin toplumsal iliþkilerinin çok durgun olmasý, duygu ve düþünsel yaþam ile sosyal iliþkilerin çok sýnýrlý olmasýdýr. Bu sýnýrlýlýklar içinde roman kahramaný okura yeni ufuklar açýyordu. Diðer bir önemli etken de, roman kahramanýnýn kurulu sosyal düzene, egemen anlayýþa, egemenlerin kendisine, alýþýlagelmiþ her þeye baþkaldýrmasý, kitlelere mevcut iliþki, anlayýþ ve duyularýn ötesine geçmesini gösterme-
8
Yaz ‘10
siydi. Sürmekte olan toplumsal düzeni çeþitli yönlerden eleþtirmesi; o toplum tarafýndan kuþatýlmýþ olan insanlarýn duygu ve görüþlerinde bir devrim yaratýyordu. Bu anlamda gerçekçi romanlarýn ve sosyalist sorun romanlarýnýn toplumun uyanmasýnda, harekete geçmesinde etkili bir araç olmuþtur. Aleksandra Kollantai anýlarýný anlattýðý “Birçok Hayat Yaþadým”da romanýn kendisi üzerinde ne derece etkili olduðunu kendi gençliðinden örnekleyerek anlatýr. Kolantai’nin ailesi ekonomik durumu iyi olan, düþünsel olarak da “liberalizm”i benimsemiþ bir çevredendir. Kollantai bu çevrenin politik atmosferinde yetiþmekle birlikte onlardan farklý düþünür ve hareket eder. Onun bu davranýþý aile içinde zaman zaman çatýþmalara yol açar. Bu çatýþmada, etkilendiði ve örnek aldýðý roman kahramanlarý ona yol gösterir. Kollantai, ekonomik durumu ailesinin durumuna göre çok kötü olan bir genç sever. Kollantai’nin ailesi (annesi) bu duruma þiddetle karþý çýkar. Ama Kollantai bu, pes etmeye niyeti yok. Kararýnda diretir ve onlarý roman kahramaný ile tehdit eder: “Annemle babam yumuþamýyordu, ne var ki ben de pes etmemeye kararlýydým. ‘Bu evliliðe izin vermezseniz, Turgenyev’in romanýndaki Yelena gibi yaparým.’ Annem, ‘Senden her þey beklenir.’ diye yanýtlamýþtý beni.” O zamanlar roman kahramanlarýnýn genç kuþaklar üzerindeki etkisi böylesine derin ve baþkaldýrýcýydý. 20. yüzyýlla birlikte toplumun devrimci sýnýfý olan iþçi sýnýfý nicelik olarak iyice büyümüþ sermaye düzenine karþý yeni bir çaðý, devrimci çaðý baþlatmýþtýr. Yaþam önceki çað gibi durgun deðil, daha hareketlidir. Devrimler çaðý tüm yüzyýl boyunca sürer ve bu yüzyýla varýr. Devrimci çað yeni insanlarý, gerçek kahramanlarý öne çýkartýr. Çaðýn gerçek kahramanlarý bazen yeni bir dünya, sömürüsüz, sýnýfsýz bir dünya kurma mücadelesi veren tek tek bireylerdir, bazen kitlelerin kendisidir. Bu kahramanlar eski toplumu yalnýzca eleþtirmekle kalmýyor, onu deðiþtirmek için dövüþüyorlar. Yeni toplum kitlelerin öncülerinin ve devrimci kitlelerin eski topluma karþý giriþtikleri soluksuz, kahramanca eylemlerin içinden doðuyor. Halk kitleleri çaðýn kahramanca giriþimlerinden ve kahraman kiþilerinden etkileniyor, onlarýn düþüncelerini ve yaptýklarýný okuyor, onlarý kendilerine örnek alýyor. 20. yüzyýl gerçekliði, toplumcu gerçeklik kendi çaðýnýn gerçekliðini yansýtýr sanatta. Bu yüzyýlda ortaya çýkan proleter ve halk kitlelerinin kapitalizmi yýkma sosyalizme geçme kavgasý çaðýn içeriðini belirler. Sosyalist sanat bu mücadelenin, çaðýn bu devrimci içeriðinin bir ürünü olarak ortaya çýkar. Sanat kendi çaðýnýn içeriðini yansýtmak durumundadýr zorunlu olarak. Çaðýn gerçek kahramanlarý ve kahramanca giriþimleri sa-
Yaz ‘10
nat yoluyla yeniden yaratýlýrlar. Ýþte toplumcu gerçekçi sanatta karþýmýza çýkan kahramanlar, yaþamda ortaya çýkan gerçek kahramanlardan izler taþýrlar. Devrimci çaðýn insaný kendi öyküsünü sanat yoluyla yeniden üretir. Sanat bu öyküye kendisinden bir þeyler katmýþtýr. Gerçek kahramanlarýn devrimci düþünceleri ve mücadeleleri kitleleri etkiler ve onlarý harekete geçirir. Olaylar yönünden çok çeþitlilik ve zenginlik gösteren bu çað, içinde taþýdýðý tüm olanaklara ve hareketliliðe karþý, sanattan uzak kalmaz. Sanat, roman, þiir insanlarý etkilemeye, onlarýn duygu ve düþüncelerini deðiþtirmeye ve insanlara yeni ufuklar göstermeye devam eder. GORKÝ ÜÇLEMESÝ Gorki’nin çocukluðunu ve gençliðini anlattýðý üçlemesi “Çocukluðum”, “Ekmeðimi Kazanýrken” ve “Benim Üniversitelerim” yazarýn büyük yapýtlarý arasýnda yer alýr. Üçlemeyi okuduðumuzda Gorki’nin büyük bir yazara özgü gözlemleri ve deðerlendirmelerinin hemen göze çarptýðýný anlarýz. Gorki üçlemeyi yaþýnýn ve yazarlýðýnýn olgunluk döneminde kaleme alýyor. Eserin bütün malzemesi çok iyi gözlemlemelerine dayanýyor. Yaþamýný ve çevresini iyi gözlemlemiþ, akýlda tutmuþ ve sorgulamýþtýr. Yaþamýn acý dolu malzemesini yetkili yazarlýk yeteneðiyle yeniden gözlerimizin önüne seriyor. Çocukluk yýllarýnda ve gençliðinde, kendisinin de içinde olduðu yoksul insanlarýn çektiði acýlar, yaþadýðý sefalet, onun umudunu hiçbir zaman kýramamýþ ve yaþama büyük bir tutkuyla sarýlmýþtýr. Daha çocuk yaþta çok þey yaþamýþ, çok insan tanýmýþ ve tüm bunlar onun daha sonra yazacaðý kitaplarýn deðerli malzemelerini oluþturmuþtur. Sosyalist bir dünya görüþüyle ve sosyalist hareketlerle tanýþtýktan sonra yoksul halkýn yaþadýðý koþullarýn yeni bir gözle eleþtirisini yapmýþtýr. Proleter sanatýn etkili bir temsilcisi olan Gorki, bu koþullarda yetiþiyor. ÇOCUKLUÐUM “Þimdi o günlere, gerçekler ne kadar zalim olursa olsun, sadakatle baðlý, içtenlikli bir sanatçýnýn yarattýðý bir öykü gibi bakýyorum. Maziyi canlandýrmaya çalýþýrken, bütün bunlarýn sahiden olduðuna inanmak istemiyorum. O sýkýntýlý yaþam o kadar þiddet ve vahþet doluydu ki epeyce bir bölümüne hiç deðinmemek hafýzamdan kazýyýp atmak isterdim. “Fakat gerçek, acýmanýn çok üzerindedir. Ben de sadece kendimi deðil, sokaktaki sýradan Rus insanýnýn, bir zamanlar ve bugüne gelinceye kadar içinde yaþadýðý kasvetli, acý ve kederle örtülü küçük evlerini anlatýyorum.”
9
Yazar bazýlarýnýn yaptýðý gibi, çocukluk günlerine acý, kederli ve acýmasýz geçmiþ yaþamýna öykünmüyor. Kötü ve çirkin olaný yüceltmiyor. Tersine nefretle eleþtiriyor. Onun geçmiþe duyduðu bu nefret, estetik sanatýn üretimini oluþturuyor. Yazarýmýz büyük bir tutkuyla sosyalizme, insanlýðýn geleceðine baðlanmýþtýr. Çocukluk dönemini bu bakýþ açýsýyla ele alýyor. Ancak geleceðin güzelliklerine baðlanamayanlar, geçmiþe, eski topluma baðlý hissederler kendilerini. “Ýçinde yaþayanlarýn birbirine beslediði düþmanlýk büyük babamýn evini sýkýntýlý bir sis gibi bürümüþtü. Bu atmosfer büyükleri zehirlemekle kalmýyor, çocuklarý da etkiliyordu.” Özel mülkiyet, bireycilik, birbirine karþý yabancýlaþma ve bunun yarattýðý hýr-gür, aile üyelerinin kendi aralarındaki bütün iliþkilerini zehirliyor, bozuyor. “… Fakat eskiden böyle deðildi. O zaman köylülere bu kadar kötü davranýlmazdý, köylüler onlarýn mallarýydý! Þimdi umursamýyorlar!” (Pyoto Amca s.124) Bir köle, bir toprak kölesi, her þeyiyle efendisine aittir, onun mülküdür. Kölenin tüm bakýmý, masraflarý, geçimi ve korunmasý efendisinin sorumluluðundadýr. Onun hastalýktan güçten düþmesi ya da ölümden kaybý sahibinin iþine hiç gelmez. Toprak kölesinin yerini “özgür” köylü alýnca her þey deðiþti. Bir köylünün gücünü yitirmesi ya da ölmesi kayýp sayýlmýyordu. Öte yandan toprak sahipleri otoritelerini saðlamak için, onlarý baský altýna alýyor ve öldürüyorlardý. “Epey sonralarý, çok sýkýcý ve yoksul bir hayat süren Rus halkýnýn, acýlarý zevk edindiðini, onu bir eðlence haline getirip, çocuklar gibi sürekli bu eðlenceyle içli-dýþlý olduklarýný öðrendim. Gündelik hayatlarýnýn monotonluðu içinde acý bir bayram; yaygýn bir eðlence haline geliyordu onlar için. Ýfadesiz bir yüz için yara-bere bile bir süstür.” Sefalet içinde acý ve sýkýntýlý bir yaþam sürdüren yoksul insanlar sürekli bir öfke içinde hareket ederler. Ve öfkeleri birbirlerine döner. Sýnýrlý, tekdüze, dar bir yaþam ve ayaklarýna sürekli pranga olan gerici gelenekler, günlerini çekilmez hale getirir, onlarý canýndan bezdirir. Özellikle kadýnlara ve çocuklara karþý son derece katý, kaba ve despottur eski toplumlar. Her halk bu durumu ve süreci çeþitli biçimlerde yaþamýþtýr. “… Hepimizde kin uyandýrmalarýna ve birçok deðerli insanýn yaþamýný ezmelerine karþýn, halkýmýz bütün bunlarý yenecek ölçüde saðlýklý ve genç ruhludur ve bunlarý altetmeyi baþaracaktýr da. Hayat bizi sürekli þaþýrtýr; iðrenç kalýntýlarýnýn bir karýnca kalabalýðýna benzeyen çocukluðunun yanýsýra bu kalabalýðýn içinde, kendilerine yol bulmaya çalýþan
10
iyilik dolu, parlak, saðlýklý ve yaratýcý insan emekleri vardýr. Daha güzel, daha iyi ve daha insanca bir yaþamýn tekrar geleceðine olan yýkýlmaz inancýmýzý besleyen de iþte bu güçlerdir.” Gorki çocukluðunda yaþadýðý “O vahþi ve namussuz kötülükleri” büyük bir nefretle anýmsarken, halkýn bütün bu iðrençliklerden, gerilik ve kalabalýklardan kendini kurtaracaðýný ve insanca bir yaþam kuracaðýný büyük bir güvenle söylüyor. Tüm bu vahþet ve dehþet içinde, yazarýn kendisi gibi, o insanca ve parlak yaþamý kurmak için mücadele veren insanlarýn, halkýn baðrýndan çýktýðýný ve bu insanlarýn geleceði bir gün ellerine alacaðýna olan umudunu hiç yitirmiyor. Ýþte böylesine diri, namuslu, insanca duygu ve düþüncelerle dolu bu insanlar, yazarýn da içinde bulunduðu bu güçler, hak geçmeden iþçi sýnýfýnýn öncülüðünde o özlenen insanca toplumu kurmaya giriþirler. Bu insanlar baþka halklarýn içinde de var ve bütün enerjileriyle yeni bir dünya kurma kavgasý veriyorlar. EKMEÐÝMÝ KAZANIRKEN Gorki’nin annesi, kardeþi yoksulluktan, açlýktan ölüp giderler. Daha önce durumlarý biraz daha iyi olan babaannesi ve büyükbabasý ise iyice yoksullaþýrlar. Çevreleri ayný þekilde sefalet içindeki insanlarla doludur. Sefalet içindeki yaþam insanlarýn omuzlarýný çökertiyor. Bunca aðýr, ölümcül koþullar, yoksulluk içindeki insanlarý, var olan koþullara ve bunun toplumsal temeline karþý ayaklanmaya itmiyor henüz. Ancak o bitirip-tüketen açlýk, acýlar ve öfke bir ayaklanmanýn öðelerini biriktiriyor durmadan. “Sumuri Kamaratlara: “Sizi domuzlar!” diye baðýrýrdý. “buraya gelin hýrsýzlar, Asyalýlar: Umacula!” Yað pas içindeki ateþçiler Beyaz Rusya’dan olduklarý için aþaðýlanarak adam yerine konmazlar. Yagutlar diye çaðýrýrlardý.” Þovenizm, ýrkçýlýk, baþka halklarý aþaðýlama, onlara en iðrenç sözleri kullanma, en rezil uygulamalara tabi kýlma Büyük Ruslar arasýnda öyle egemen ki, burada Sumuri’nin þahsýnda kendisi de iþçi olmasýna raðmen Rus emekçilerini bile etkisi altýna almýþtýr. Büyük Rus þovenizminin baþka halklarý aþaðýlamasý ve ezmesi, 19. yüzyýl ve 20. yüzyýl demokrat Rus yazarlarý tarafýndan eserlerinde ele alýnmýþtýr. Rus olmayan halklardan gelen insanlara yapýlan tüm bu aþaðýlamalar genç Gorki’nin belleðinde yer ediyor. O, daha o yaþta, bu uygulamalara ve anlayýþa karþý öfke duyuyor. “Farkýnda olmaksýzýn okuma alýþkanlýðý ediniyordum. Sumuri’nin kitaplarýný elimden düþürmemeye baþladým. Kitaplarda olup bitenler, gittikçe daha daya-
Yaz ‘10
nýlmaz olan gerçek yaþamýnkinden daha hoþ ve farklýydý.” Gorki ailesinin geriliði ve yoksulluktan ötürü okula ancak üç sene gidebiliyor. O da tam bir okul eðitimi sayýlmaz. Yaþadýðý aðýr koþullar, içinde bulunduðu derin sefalet ve çevresinin kabalýklarý küçük Gorki’yi sokaklardaki yaþama ve kýrlara yöneltiyor. Yoksulluk içinde olsa da özgür yaþamayý seven ve özleyen Gorki, bir gemide iþ bulunca dünya onun olur. Küçük Gorki okuma alýþkanlýðýný asýl olarak burada ediniyor. Gemi insanlarýnýn tüm o küfürleþmelerine, hakaretlerine, baðrýþmalarýna, hatta itip kakmalarýna raðmen büyük bir tutkuyla kitaplara sarýlýyor. Kitaplar gittikçe dayanýlmaz olan o aðýr koþullarda ona yeni ufuklar gösteriyor. Gemi iþi Gorki’nin hayal ettiði gibi gitmiyor. Daha önce karþýlaþtýðý ve nefret ettiði ne varsa, burada da karþýsýna o çýkýyor. Her yerde toplumun ezdiði insanlar, birbirini eziyor, aþaðýlýyor, hakaret ediyor ve onursuzlaþýyorlardý. Bütün bu olup bitenler küçük Gorki’nin canýný sýkýyor, onurunu incitiyordu. Yazarýn çocukluðunun da içinde geçtiði bu insanlýk dýþý koþullara karþý, yazarýn kendi örneðinde olduðu gibi, insanca olan koþullara karþý bir özlem ve bir eðilim geliþmeye baþlýyor. Bu eðilim gitgide bir çabaya ve yeni bir toplumun kurulmasý yönünde bir savaþýma dönüþüyor daha sonra. Gorki, bu insanlýk dýþý koþullarý ve bu koþullarýn biçimlendirdiði insanlarý romanlarýnda ele alýr. Ve aþk acýsý çeken genç bir kýzýn hüzünlü türküsü: “Ah yaz güneþi bizi býrakýp gidiyor Karanlýk gecelere, uzak ormanlara! Ve ben zavallý kýz, iþte buradayým Yapayalnýz ve ilkbahar sevincinden yoksun.
dasýnda bir sürü ývýr zývýr arasýnda uzun süre unutulup kalmýþ ikinci elden eþyalar gibi görünüyorlardý.” Gorki kadýn-erkek iliþkilerini ve bu iliþkide kadýnýn durumunu gözlemlerken toplumsal bir gerçeði çýplak bir þekilde ortaya seriyor. Avluda gördüðü memur karýlarýnýn tüm o süslü görünüþlerine karþýn gerçekte ise nasýl mutsuz olduklarýný, unutulmuþ eski bir eþya gibi görüldüklerini, erkekler tarafýndan nasýl aþaðýlanýp, dövüldüklerini ve sürekli hakarete uðradýklarýný, çocuk denecek yaþta görüyor, anlýyor. Ýnsan iliþkilerinin, kadýn erkek iliþkilerinin, aþkýn gördüklerinden, duyduklarýndan tamamen farklý olmasýný istiyor. “… ama kadýnlarýn ikisi de, þiire ‘soytarýlýk’ diyordu. “Yalnýzca kukla kahramanlarýyla aktörler þiir okur.” Feodal toplumda insanlarýn duygularý hala kaba. Duygular incelmemiþ. Þiire, romana, sanata karþý çýkmalarýnýn bir nedeni de bu. Fakat asýl nedeni, þiir, roman onlarýn egemen düzenine ve egemen anlayýþýna, geleneksel kültürüne saldýrmasýdýr. Þiir, roman mülk sahiplerinin maddi, kültürel düzenine saldýrdýðý, onu sert eleþtirdiði ölçüde sanata düþmandýrlar. Þiir ve romanýn geliþimi eski toplumun çözülmesinde devrimci bir rol oynamýþtýr. Sanat, þiir ve roman çözülüp daðýlmaya yüz tutmuþ eski toplum karþýsýnda oynadýðý rol nedeniyle çeþitli yollarla baský altýna alýnmýþtýr. “Ama ben kendi yaþamýmda amaçsýz ve anlamsýz zulümlere tanýk oluyordum; bu zalimler hiçbir maddi çýkar gözetmeksizin yalnýzca katýksýz bir zevk almak için zulmediyorlardý.” Özel mülkiyete dayalý baský toplumlarý, egemenliðini, varlýðýný düzene karþý kadýn ve çocuklardan gelen eleþtiri, karþý çýkýþ ve kurulu sosyal sistemin dýþýna eðilim ve hareketine, her zaman despotça bir baskýyla karþýlýk vermiþlerdir. Ancak kadýnlarýn ve çocuklarýn, ezilenlerin baþkaldýrýlarý hiçbir zaman yok edilememiþtir. “Birdenbire kafama dank etti: Okuduðum kitaplarýn birçoðunda, soylu kahramanlarýn ne iþ yaptýðýna ya da ne ile geçindiklerine iliþkin hiçbir þey yoktu.” Gerçekçi yazarlarýn ve toplumcu gerçekçi yazarlarýn eserlerine kadar yazýlan kitaplar yaþamdan kopuktur. Kahramanlarýn ayaklarý havadadýr. Nasýl yaþadýklarý, neyle geçindikleri anlatýlmaz. Yaþamla bir ilgisi olmayan bu kitaplarda, insanlar arasýndaki gerçek iliþkileri bulamazsýnýz. “Herkes ömrünü tüketir ve ölür, bu elbette doðaldýr. Ama baþka hiçbir yerde insanlar, Rusya’da olduðu gibi ömürlerini korkunç bir biçimde çabucak tüketip pisi pisine ölmezler.”
Eðer sabah yürüyüþüne çýkarsam Mayýstaki mutlu günleri anýmsayacaðým Þimdi çýplak kýrlar hüzünlü Ona bu kýrlarda gençliðimi verdim ben. Ah benim sevgili dostlarým, Ýlk karlarýn düþtüðünü görünce Koparýp yüreðimi göðsümden Ve gömün karlarýn içine.” “… Bu kadýnlar kalýn seslerine, gösteriþli giysilerine ve kabarýk eteklerine karþýn, karanlýk bir sandýk o-
Yaz ‘10
11
O dönem Rusya’da yoksullarýn yaþamý, herhangi bir yerdekinden çok daha kötü ve aðýrdýr. Otokrasinin despotik baskýsý, insanlarýn kötü olan yaþam koþullarýný iyice derinleþtiriyor. Sefalet, hastalýklar, bakýmsýzlýk, dýþlanmýþlýk, itilip kakýlma, hep baský altýnda ve serflik þartlarýnda yaþamak, ezilen insanlarý erkenden bitirip tüketiyor. Bu denli aðýr þartlarda bulunan insanlarýn öfkelerini ayaklandýrmak için onlarýn durumunu çarpýcý bir þekilde gösteren, bir çýkýþ olabilen bir þiir bile yetiyor. “Sokaðýn eski, pis, taþtan çuvalýna sýkýþ týkýþ doldurulmuþ bu insanlarý yakýndan inceliyordum. Bu insanlarýn hepsi de olaðan yaþamdan kopmuþ ama bunun yerine neþeli, patronlardan baðýmsýz kendilerine özgü bir yaþam koymuþlardý.” Ýþçiler her bakýmdan insanlýk dýþý koþullarda yaþýyorlar. Ailelerinden koparýlmýþ, son derece kötü, pas kir içinde bir yaþam sürdürüyorlardý. Ve burjuvalardan farklý bir dünyada bulunuyorlar. Kültürleri, þakalarý, sosyal iliþkileriyle kendilerine özgü bir dünya, yaþam… Karþýt sýnýflarýn, karþýtlýk içindeki yaþamlarýdýr bu. “Bizler, hepimiz pis rezilce bir yaþam sürüyoruz: Ýþte bu öyküler bunu gösteriyor. Ýnsanlarý seviyorum, onlarý dehþete düþürmek istemem. Ama aþýrý duygusallýk da doðru deðil; korkunç gerçek, güzel yanlarýn cicili bicili sözcükleriyle gizlenemez. Yaþama doðru gitmeliyiz! Yüreklerimizdeki insanca þeyleri yaþamýmýza yansýtmalýyýz.” Gorki artýk on beþ yaþýnda bir gençtir. Çevresinde olup bitenleri daha geniþ bir þekilde deðerlendirebiliyor. Ama onu küçüklüðünden beri üzen ve nefret ettiði aþaðýlýk davranýþlarý hiç unutmadý. Gerçeklerin olduðu gibi, bütün yönleriyle gösterilmesinden yana oldu hep. Aþaðýlýk þeylerden nefret ettiði gibi, insanlarý da çok sevdi daima. Toplumsal koþullarýn var olan iliþkilerin insanlarý nasýl iðrenç, aþaðýlýk iliþkiler içine soktuðunu, yaþamýn gerçeklerinden bizzat kendi çevresinden biliyor. Gorki tüm bunlarý o yaþta teorik olarak ortaya koymuyor elbette. Yaþamýn kendisini, diðer insanlardan farklý bir gözle görüyor ve sorguluyor. BENÝM ÜNÝVERSÝTELERÝM “Açlýktan ölmemek için, on beþ ya da yirmi kapiðin kolaylýkla kazanýldýðý Volga üstündeki iskelelere giderdim. Burada iþçilerin, serserilerin ve hýrsýzlarýn arasýnda, kýzgýn kömürlerin içine atýlmýþ demir bir çubuk gibi hissederdim kendimi. Çünkü her gün yoðun ve yýkýcý duygularla doluydu. Burada insanlarýn iç güdülerinin, kaba tutkularýnýn çýplak ve gizli olmadýðý, durmadan dönen fýrtýnalý bir dünyaya bakýyorum. Ýnsanlarýn yaþama duyduklarý kini, yeryüzündeki her þe-
12
ye karþý alaylý, düþmanca tavýrlarý ve kendilerine karþý ilgisizlikleri beni cezbediyordu. Deneyip yaþadýðým her þey beni bu insanlara yakýnlaþtýrýyor, onlarýn acý dünyalarýna büsbütün girme isteðimi kamçýlýyordu.” Gorki üniversitede okumak için geldiði Kazan’da onun ilk üniversitesi bir okul deðil, kedi ve köpeklerin yaþadýðý bir mahzen oluyor. Geçimini bir süre daha serseriler ve hýrsýzlarýn arasýnda saðlamak durumunda kalýyor. Bu insanlarýn yoksulluðu kapitalist geliþmenin bir ürünüdür. Bir zaman üretici olan bu insanlarýn kentlerde içinde bulunduklarý bu sefalet içindeki durumlarý kapitalist üretim biçimine özgüdür. Toplum bu insanlara hiçbir þey vermiyor, hýrsýzlýktan ve çer-çöpten geçimlerini saðlamaktan baþka. Yoksul insanlarýn yaþadýklarý topluma karþý, kin, nefret duymalarý, düþmanca duygular beslemeleri içinde bulunduklarý sosyal durumlarýn kaçýnýlmaz bir sonucudur. Gorki genç biri olarak geldiði Kazan’da kendi deyimiyle, “gizli” faaliyetlere, yeraltý iliþkilerine katýlýr. Muhalif çevrelerin içinde yer almaya baþlar. Bu iliþkiler sayesinde illegalitede nelere dikkat etmesi gerektiði, nasýl uyanýk davranacaðý, disiplinli davranmayý, gizli devrimci yayýnlarý nasýl bulacaðýný öðrenir. Gorki’nin yaþamýnda artýk yeni bir dönem baþlamýþtýr. “Burada yaþamý deðiþtirmek ve geliþtirmek amacýnda olan insanlarýn bulunduðunu sezinledim. Tüm içtenliklerinin, sözcüklerin hýzla çýkýp giden selinde yitip gitmesine karþýn, yine de bu selin içinde boðulmuyordu. Çözümlemek istedikleri sorunlarýn ne olduðunu anlýyordum, bu sorunlarýn baþarýlý çözümü benim kiþisel ilgimi çekiyordu.” Gorki yeni tanýþtýðý insanlarýn anlattýklarýnda, kendi özlemlerini gerçekleþtirecek bir amaç seziyor. Genç Gorki, hayalindeki yaþama ancak, süren yaþamýn deðiþtirilmesiyle ulaþýlacaðýný biliyor. Bu yüzden var olan yaþamý deðiþtirmek isteyenlere baðlanýyor. Kendisiyle ilgilenenlerin de farkýna vardýklarý gibi Gorki (Yani Maksimov) kendi yetenekleri olan biridir. Var olan yaþamýn deðiþmesi gerektiðine kendi çabalarýyla varmýþtýr. Ama henüz sezgisel olarak. Gorki “yeraltý” çalýþmasý yapan insanlarla tanýþtýktan sonra bilgisini geliþtirir. Yeni iliþkilerin de etkisiyle toplumsal olaylarý, insanlarýn sosyal durumunu daha derinlikli kavrar. “Halkçýlar”ý anlatýrken, kentteki öðrencileri anlatýrken, onlarýn devrimci çalýþmalarýný ve köylerdeki devrimci uyanýþý ifade ederken, insanlarýn bakýþlarýnda nasýl bir deðiþimin ortaya çýktýðýný anlatmýþ oluyor. Kitlelerin artan öfkesiyle birlikte toplumun nasýl bir deðiþime gebe olduðunun bir resmini çiziyor. Gorki’nin dolaþýrken gördüðü tüm bu geliþmeler, yaklaþmakta olan bir devrimin, toplumsal bir altüst oluþun ön belirtilerinden baþka bir þey deðildir.
Yaz ‘10
MÜSAÝT MÝSÝNÝZ? Temade Çınar
yabancılaşmaya karşı beyin egzersizleri
Hayatýn içinde ilgimizi, dikkatimizi, enerjimizi yöneltmemizi gerektiren ne çok þey var. Her yerden bir uyaran geliyor. Sabah kalkýp akþam yatýncaya kadar uðraþtýðýmýz bütün o karmaþýk liste… Koþturmacalar, zorunluluklar, insan iliþkileri, çatýþmalar, hesaplar… Günler hýzla akýp gidiyor. Baþýmýzý kaldýrýp þöyle bir düþündüðümüzde zamanýn, yýllarýn nasýl geçtiðine þaþýrýyoruz. Nedir bizi böylesine meþgul eden? Tekdüze giden ve bizi çekip çeviren hayatýn koþturmacalarý içinde yaþam karþýsýnda deðiþtirici, dönüþtürücü bir insan olarak dünyada olup bitenlerin ne kadar farkýna varabiliyor, ne kadar yorumlayabiliyor, ne kadar müdahale edebiliyoruz? Bütün bunlarý algýlamaya müsait miyiz? Hani küçük bir çocuk kapýyý çalar ve “annem diyor ki müsaitseniz akþam size gelmeyi düþünüyoruz” der ya iþte öyle biz de kapýnýzý çalýyoruz ve soruyoruz; biraz egzersiz yapmaya müsait misiniz? Bir arkadaþým bahsediyor. Bilmem hangi cep telefonu operatörünün kampanyalarý nasýlmýþ, ne kadarmýþ, avantaj paketleri, ne kadar konuþuyor, ne kadar mesaj çekebiliyor muþuz. Sayýp döküyor dersini ezberlemiþcesine. O konuþurken ben düþünüyorum. Bu kadar bilgi, ilgi ve dikkat bir yere baðlanmýþ. Ama haberleþmenin en ekonomik yolunu bilmesen olmaz. Karþýna büyük faturalarla daha büyük sorunlar çýkabilir ve enerjini gasp edebilir. Bunun gibi sayýsýz bilgiyi edinmek, araþtýrmak, bulmak lazým. Hangi markette, hangi maðazada hangi reyonda ucuzluk, hangi üründe indirim var bunlarý bilmekle gurur duyan birisi olabilirsiniz. Peki, ama çalýþma saatlerimizi verdikten sonra bir de arta kalan kýsýtlý zamanýmýzý kapitalizmden nasýl kurtaracaðýz, sürekli bizi gasp eden bunca yükten nasýl kurtulacaðýz. Yaþadýðýmýz çevreyi yok sayarak mý? Ya da zorunluluklarýmýzý yeniden belirleyip planlayarak mý? Evet, bizim bilincimizi çevremiz belirler ama dünyayý deðiþtirmek de bizim ellerimizde. Çevremizi ve dolayýsýyla tüm bu aptallaþtýran, insaný insanlýðýndan uzaklaþtýran tantanadan kurtulmak, onlarý yönetmek de bizim elimizde olmalý. Yoksa yaþayýp gitmemizin ne anlamý var? Ýsterseniz sadece geçtiðimiz birkaç ayda olup biten ya da devam eden geliþmeler üzerine biraz beyin egzersizi yapalým. Neleri kaçýrdýk, hangilerini sadece duyduk, üzerinde düþünme fýrsatý bulamadan baþka bir ko-
nuya kaydýk, hangilerine gidip katýlabildik ya da baþkalarýyla tartýþýp onlarýn da katýlmalarýný saðladýk. Hangilerinin arkasýndaki gerçekleri anlamak için düþündük, araþtýrdýk, tartýþtýk… Kýþýn en zorlu günlerini Ankara’nýn ayazýnda paylaþan, Ankara Valiliði’nin yýkma/daðýtma tehdidiyle burjuvazinin korku ve hazýmsýzlýðýný kazanmýþ TEKEL çadýrlarý baharýn ilk günlerinde sendikanýn kararý ve iþçilerin kendi elleriyle, kahredici bir isyanla söküldü. Her an emekçilerin ziyaretleriyle dolup taþan Çadýrkent birçok insan için okul oldu. Hayatýndaki pek çok oyalayýcý ayrýntýdan kurtulup Çadýrkent’e gelmeyi baþaranlar, yaþamýn çoðaltan yanýyla buluþtular. Birçoklarýnýn ondan sonra hayata bakýþý hatta hayatý deðiþti. Pek çok þey söylenebilir TEKEL eylem süreci ve Çadýrkent hakkýnda –söylendi ve söylenmeye devam edilecektir de- sorun þu ki o sýrada yani 78 gün boyunca eðer oralarda deðildiyseniz nerelerdeydiniz? Olan bitenle ilgilenmek için müsait miydiniz? Deðildiyseniz nelerle meþguldünüz? Bu sorularýn amacý sizi yargýlamak deðil, kapýlmýþ olduðumuz ve sürüklendiðimiz akýþa müdahale edebilmek için kapitalizmin bizi sürüklediði kendiliðindenciliði yargýlamaktýr. Eðer yaþamýmýza bilinçli ve planlý bir yön veremezsek baþkalarý bizim yerimize bunu yapar. Bunun için yetiþtirilmiþ binlerce insan, zaman hýrsýzlýðýnýn ustalýklarý üzerine kafa yorduklarý için hayal bile edemeyeceðimiz bir konfor içinde yaþatýlýyorlar. Televizyon programlarý, moda, haberler, raflardaki bestseller kitaplar, albümler, trilyonlar yatýrýlan starlar, konserler, etkinlikler… Her þey ama her þey, sürekli, bizi anlamsýzca oyalayabilecek hýzda deðiþiyor. Gündemleri takip etmek bile baþlý baþýna bir iþ. Guzman’ýn kapitalizm için dediði gibi “bir þeyler deðiþmeli ki her þey olduðu gibi kalsýn.” Her þeyin olduðu gibi kalmasý için deðiþiyor her þey. Bizler de buna ayak uydurarak onu yaþatýyoruz. Herhangi bir magazin gazetesini elimize aldýðýmýzda rahatlýkla bir saat geçirebilir sonra bitirdiðimizde hiçbir þey öðrenmemiþ ve de hiçbir konuda yol almamýþ olarak bir saati tüketmiþ oluruz. Ne büyük baþarý deðil mi? Ýnsanlar birbirlerine sorarlar “nasýl vakit geçiriyorsun, sýkýlmýyor musun?” cevap bu durumda
Yaz ‘10
13
þöyle olmalý:“Benim vaktimi baþkalarý benim adýma geçiriyor, üstelik bunu öyle bir ustalýkla yapýyorlar ki saatlerim geçtiði halde hiç sýkýlmýyorum üstelik onlar da bundan oldukça iyi bir servet yapýyor ben de böylece gittikçe fakirleþiyorum” Evet, yaþamýn her aný çalýþmak deðil, biz emekçiler, eðlenmeyi herkesten daha fazla emeðiyle hak etmiþ olanlar, eðlenmeyi burjuvaziden öðrenmeyecek kadar iyi biliyoruz. Onlarýn yoz kültürlerine ihtiyacýmýz yok. Hatta onlar her programlarýnda bizim eðlencelerimizi deforme edip taklit ederek bize yeniden satýyorlar. Önemli bir konu da emekçilerin gündemlerini dolduracak, onlarý asýl konudan sýnýf mücadelesinden uzaklaþtýracak sansasyonlar, þiþirme haberler, sahte gündemler… Burjuvazinin ortaya attýðý her fikre koþturan, kendi gündemini hemen bir kenara býrakan –ki burjuvazinin istediði bu- kesimlerin daha uyanýk olmalarý gereken bir zamandayýz. Bir haber birdenbire gündemi mi yýkýyor, durup düþünelim. Burjuvazi ne zaman bir haberi pompalar, ne zaman üzerini örter, görmezlikten gelir. Sanýrýz bu tartýþmadan önce medyanýn burjuvazinin propaganda aracý olduðu konusunda hemfikiriz. Ýktidar kimde ise medya onundur. Neleri tartýþtýðýmýzý, neleri tartýþmaya açtýðýmýzý izleyerek insanlar bizim hakkýmýzda bilgi sahibi olurlar. Bilincimizi gündemimiz ele verir. Birileri eðer burjuvazinin pompaladýðý gündemi sizin sofranýza getiriyorsa ya oyuna geldiðinin farkýnda deðildir ya da oyunun içindedir. Ancak burjuvazi için de her þey hesaplandýðý gibi gitmiyor. Onca yatýrým onca insan ve birikim gündemi emekçilere kaptýrdý bile. Bahar aylarýna þöyle bir göz attýðýmýzda ne kadar çok þeyin büyük bir hýzla deðiþtiðini görüyoruz. Belki bir ülke tarihinde birkaç yýlda bir olacak olaylar birkaç ay içinde cereyan ediyor. Gündemin bunca hýzlý geliþmesi, emekçi sýnýflarýn her günlerinin eyleme biraz daha yaklaþtýðý günler hatta saatlerde oylama çabalarý da bu hýza yetiþmeye çalýþýyor. Bahar aylarýnda emekçiler burjuvazinin savunmaya geçtiði, karþý haber ve gündemler yaratmaya çalýþtýðý bir moral üstünlüðü kazandýlar. Bunlarýn üzerinde düþünme ve yorumlama zamaný olmayanlar sadece emekçiler deðil. Bazen politik çevreler de yaratýlan suni gündemlere kendilerini öylesine kaptýrýyorlar ki emekçilerin gündemini deðerlendirmede geri kalýyorlar. Sonunda da þöyle bir sonuç çýkarýyorlar; burjuvazi çok güçlü ve örgütlü, bu toplumdan bir þey olmaz. Ya da en iyi ihtimalle direnmemiz gerektiði, saflarý sýklaþtýrmamýz, omuz omuza vermemiz gerektiði gibi sonuçlar çýkarýyorlar. Ýyi ama burjuvazinin saldýrý pozisyonundan –buradan saldýrýlarýn sona erdiði akla gelmesin- savunma pozisyonuna geçtiði bir durumda emekçilerin bu fýrsatý deðerlendirmeleri gerekmez mi? Görüldüðü gibi gündemi yani kendi gündemimizi yitirip burjuvazinin
14
bizim için hazýrladýðý onlarca tuzaktan birine düþmek iþten bile deðil. Burjuvazi “müsait misiniz” diye sormuyor. Hayatýnýzýn içine kirli ayaklarýyla dalýveriyor. Tüm pencerelerden, vitrinlerden, ekranlardan, insanlardan dikkatimizi çalmanýn bir hilesi uzanýyor. Yunanistan’daki ayaklanma sürecini ne kadar izleyebildik? Medyadaki tartýþmalar ne kadar kýsýr ve kapitalizm içi onarma çabalarýný kutsayan düzeydeydi. Yunanistan sokaklarýný, çatýþmalarýn boyutlarýný çok iyi gördüm izledim diyeniniz var mý? Bizi en yakýndan ilgilendiren olaylar ve haber almamýzýn en önemli olduðu olaylar bunlar deðil mi? Dünya emekçi hareketiyle ilgili ne kadar haber alabiliyoruz. Ýnternet yoluyla haber arayanlarýn sayýsý bu nedenle olmalý ki oldukça artmýþ görünüyor. Býrakýn ülkemizdeki olaylardan ne kadarý çok meþgul olan basýna sýzmayý baþarabiliyor. Sonra birden bire Mavi Marmara gemisi, sanki tüm bunlar dünya emperyalistleri tarafýndan hazýrlanmamýþ gibi her saniyenin mercek altýna alýnmasý… Buradaki tuzak Filistin topraklarýný iþgal eden Siyonist Ýsrail’e karþý tüm halklarýn duyduðu tepkinin ortaklýðýndaydý. Oysa bu tepki ne hümanizmin sulu gözlerinde ne de dini kurumlarýn yalvaran gözlerinde doðdu. Ulusal ve sýnýfsal bir mücadelenin sembolüdür Filistin. Birden bire okus pokus… Siyonizmin katlettiði Filistinlilerin adý geçmezken, “yardým gönüllülerinin” hayatlarý Filistinlilerin anýlmayan hayatlarýndan da deðerli oldu. Sahi konu neydi? Filistin mi? Yardým mý? Uluslararasý birlik mi? Bu arada parantez açmakta fayda var; “Uluslararasý bir birlik mi istiyorsunuz, enternasyonal mi? Uluslararasý devrimci hareketler buna oldukça yaklaþmýþken gelin size alternatif bir birlik örneði gösterelim. Feda mý? Kavga mý? Hepsi burada.” Bu olay üzerine konuþacak çok þey var ama buradaki önemi bizim gündemimizi saptýrmada ne kadar baþarýlý olup olmadýðý. Býrakýn o günlerde gündeme kaptýrmamayý, bizim iþimiz daha fazla insaný bu oyunu bozmak için uyarmak deðil miydi? Kýlýçdaroðlu, bir peygamber misali gökten yeryüzüne indiðinde –indirildiðinde- nasýlda yuvarlanýp gitti bunca yýl sadakatle burjuvaziye hizmet etmiþ Baykal hazretleri. Ne oldu. Gece gündüz tüm medya önce kaseti sonra “Gandhi”yi konuþtu, tartýþtý. Neden? Kýlýçdaroðlu yeni bir insan mý? Diyelim ki Obama’da planlandýðý gibi umutlarý üzerinde toplamayý baþardý. Kitleler beklentiye girip bekler oldu. Ýliþkiler aðý o kadar basit deðil. Hiç kimse kiþisel olarak bunca karmaþýk dengeler içinde niyeti ne olursa olsun yol alamaz. Araba bizim bildiðimiz araba. Þoförün deðiþmesini bunca abartmanýn altýnda nasýl bir umut tacirliði var. Hiç olmazsa solun bir kesimini bu umuda baðlayarak devrime akan selleri engellemek olmasýn asýl mesele. Ne de olsa yýllarýn ýsrarlý mücadelesi ve yüz binlerin kararlýlýðýyla açýlmýþ bir Taksim 1 Mayýs alaný var. 26 Mayýs grevin-
Yaz ‘10
de burjuva sendikacýlar tarafýndan yalnýz býrakýlmýþ iþçilerin öfkesi var, yerin altýnda ölüme mahkum edilen güvencesiz çalýþmanýn milyonlarca örneðinden biri olan maden iþçilerinin uyandýrdýðý korku ve öfke var. Kot taþlama iþçileri, liman iþçileri ve uzayýp giden sistemle karþý karþýya gelmiþ milyonlar var. Kürt halkýnýn serhýldanlarýný da eklersek kimsenin þu anda oyalamak için milyonlar akýtýlan ama iþleri hiç de yolunda gitmeyen maþalarýn yerinde olmak istemezdi demek sanýrýz uygun olurdu. Bunca gürültü ve patýrtýnýn içinde sükûnetle yürüyebiliyor, yolunuzu seçebiliyor musunuz? O zaman gerçekten siz sistemin tüm oyunlarýný alt etmiþsiniz demektir. Hala önünüz çok mu bulanýk, neler olup bittiðini anlamakta güçlük mü çekiyorsunuz? O zaman sizi oyalamayý, kendi gündeminize ulaþmanýzý engellemeyi baþarmýþlar demektir. TEKEL Çadýrkent’inde o güne kadar dizilerini hiç kaçýrmayanlar sabalara kadar süren tartýþmalarý büyük bir açlýkla takip ediyorlardý. Þimdiye kadar ne kadar tutsak olduklarýný þimdi ne kadar özgür olduklarýný söylüyorlardý. Çadýrkent okulu insanlarýn birbirleri arasýndaki suni ayrýmý kaldýrdý. Hepsini ayný sýnýfýn þemsiyesi altýnda birleþtirdi. Bütün o suni tartýþmalarý, sahte gündemleri dýþarýda býraktý. Kimin evine kim giriyor tartýþmalarý öldü ve çadýrlarýn herkese açýk kapýlarýndan özgürce girip çayýný, çorbasýný içen, tartýþmalara katýlan bulduðu yerde kývrýlýp uyuyan insanlar doðdu. Marmaray’da, Çemen tekstil’de, Ýtfaiye iþçilerinde yaþanan birliðin kökleri buradaydý. Eylem alaný onlarý ayný algýda birleþtirdi. “Kapitalizmde iþçi sýnýfýnýn tek özgür olduðu alanda” artýk tüm algýlar birbirini duymaya, sorunlarýný konuþmaya müsaitti. Doðru ile yanlýþý birbirinden ayýrmaya müsaitti. Daha önce ayný iþyerinde çalýþanlar birbirlerini burada gerçekten tanýma fýrsatý buldular. Birbirlerinin ve kendilerinin güçlerini, neler yapabileceklerini tartmaya müsaittiler. Þimdi Che’nin seçiminden daha kolay bir seçim var önümüzde. Doktor olan Che, Küba’ya çýkartma yaptýklarýnda iki çantadan birini seçmek zorunda kalýyor. Birisi ilaçlarla dolu, birisi silahlar. Che, silahlarý seçiyor çünkü önlerindeki yolda ikisini de taþýmasý imkânsýz. Bizim de elimizde iki çanta var. Yol çok engebeli ve uzun. Birinde mücadelenin araç ve gereçleri var diðerinde magazin dergileri, bilgisayar oyunlarý, futbol yorumlarý vb.vb. enerjimizi anlamsýzca tüketen bir sürü malzeme. Ýlaç çantasý bile deðil býrakacaklarýmýz. Ýnsan algýsýnýn tüm bu çöplüklerle birlikte yol almasý mümkün deðil. Yaþadýðýmýz günler sýradan günler deðil ki. Yaþadýklarýmýzý yorumlamaya, tartýþmaya, okuyup deðerlendirmeye, dostu düþmandan ayýrmaya müsait olmamýz lazým. Yarýn iþyerimizde grev, okulumuzda boykot ya da baþka bir yerde iþgal baþladýðýnda kimin sözünün bizi nereye götüreceði bugün olduðun-
Yaz ‘10
dan daha hayati olacak. Bugün yaþanan pek çok örnek yarýn bizim yaþayacaklarýmýzýn dersleriyle dolu. Çantamýzý bu derslerle doldurmalýyýz. Çantamýzda dostu düþmana ayýrmada kullanacaðýmýz ayraçlarýmýz da olmalý. Doðru sözü süslenmiþlerden ayýrma kýlavuzumuz da önemli. Bu kadarý yeter mi? Yol arkadaþlarý bulmalýyýz kendimize. Saðlam, sözünün eri, samimi. Sýrtýmýzý dönmekten çekinmeyeceðimiz. Çevremizdeki insanlarý oyalayan her ne ise onlarýn yerine insaný koymalýyýz. Çocuklarýmýz hayatý ve arkadaþ edinmeyi bilgisayardan, televizyondan öðrenemez. Daha güvenli bir ortamda olduklarýný düþünüyorsanýz yanýlýyorsunuz. Hayatýn dýþý hiçbir zaman hayatýn içinden daha güvenli olamaz. Bizler de deneyimlerimizi, kimlerle yürüyebileceðimizi canlý iliþkilerle öðreniriz. Kendimiz ve çevremiz için bir fanus kurmaya çalýþmak, fýrtýnada kafamýzý kuma gömüp durgun gök hayal etmekten baþka bir þey deðil. Sevdiklerimize yapacaðýmýz en güzel iyilik onlarýn yaþamla tanýþmalarý ve kendilerini tanýma sürecinde yanlarýnda olduðumuzu bilmeleridir. Düþtüklerinde de kalkýp yol aldýklarýnda da. Sahip olma dürtüsüyle yapýþtýðýmýz sevdiklerimizin bugünlerini ve geleceklerini karartmayý býrakýp aydýnlatmaya bakalým. Bütün bunlar için, samimi bir çaba için karar vermek lazým. Bu kararý düþünmeye müsait misiniz? Çocuklarýmýz, eþlerimiz, dostlarýmýz özgürleþtikçe bizler yalnýzlýktan kurtulacaðýz. Onlarý tutsaklaþtýrdýkça bizler de tutsaklaþýp yalnýzlaþacaðýz. Mücadelenin dýþýndaki hayatta çürüme, yozlaþma ve yabancýlaþmadan baþka bir þey yok. Mücadelenin dýþýnda kalan herkes yalnýzlaþmaya mahkûm. Tercihinizi düþünmek için önce müsait bir zaman ayýrmanýz lazým. Mücadelenin riskleri mi, yalnýzlaþan insanýn düþebileceði riskler mi? Kendiniz ve yakýnlarýnýz için risksiz bir yaþam kurmanýzýn hiçbir olanaðý yok. Bunu zaten siz de biliyor ve görüyorsunuz. Üçüncü bir seçenek görüyorsanýz tabi ki tartýþabiliriz. Nerde durduðumuzun, durduðumuz noktada kime hizmet ettiðimizin bilincinde olmak zorundayýz. Hayatýmýzda tek bir an yok ki bir tarafa hizmet etmesin. Gözlerimizi ne kadar sýký kapatýrsak kapatalým herkes bizi görüyor. Yaþamýmýzý kazanmak için zorunlu çalýþma saatlerimizi yargýlamak neredeyse imkânsýz. Kafa ya da kol emeðimizi kapitalizme satarak karþýlýðýnda yaþamýmýzýn zorunlu giderlerini karþýlýyoruz. Bu dakikalarý bugün yargýlamak yerine kendimiz için çalýþacaðýmýz günler için geri kalan tek bir dakikamýzda daha onlara kar ettirmemek için çalýþmalýyýz. Sadece onlara kar ettirmemek için duracaðýmýz her nokta emekçilerin karýna olacaktýr. Ne dersiniz bunlarý düþünmeye müsait misiniz? Ya yaþamaya?
15
Meydanlar Sena Demir
Biz kurarız şehirleri Ve o şehirlerin kalp atışlarını taşıyan meydanları biz yaparız Oysa taşımaz hiç biri yapıcısının adını.
“yollar kavuştağı” Allı-benli, heykelleri iri Ve çoğunun heykeli şanlı bir paşadır şahlandırmış atını buz gibi keskinlemiş gözlerini büyük kahraman! Ki heykelin aslı ya bir cücedir ya kanımıza susamış tiran! Ve köleliğimizin bekası için yola çıkmış Ve bir meydanda tunca bakıra demire dönüşmüş Ve önünde saygıyla eğilmemiz emredilmiş Ve dökerken gözyaşlarımızı O hep gülmüş tiran! Devrilir bir gün isyanımızda Ve sevinçten raks eder o zaman köleler Ve o zaman çıkar gelir kuytulara itelenmiş açlarla yoksullar
Bir düşün ne meydanlar vardır birbirinden soylu birbirinden bakımlı ve şanlı paşaların beylerin emirleri üzerine Orada kesilmiştir kimimizin başları Ve karınlarımız aç ayaklarımız isyankar, çiğnediğinde taşları kanlı günlerin kanlı meydanları olarak geçer tarihe… Meydanlar yaparız yaparken yorulur, akıtırız terimizi. Tek tek döşeriz taşlarını, tek tek dikeriz çiçeklerini, asfaltını, betonunu, çitini… Cilalı, şıpıldak ayakkabılı beylerle hanımların Yeter ki kirlenmesin üstü başı… Salınarak dolaşsınlar meydanlarda diye İteleniverir kuytulara yoksullar Ve dilencilerle, ayyaşlar bir hayal gibi her gün Sızarlar itelendikleri yerden. Ve açlarla, işçiler yani biz ezilenlerin yüzü ve gücü Çatladığında sabrımızın taşı zorsuz ya da zorla zapta kalkarız meydanları… Meydanlar yaparız
Ve o zaman isyan günlerimizin simgesi Ve o zaman meydanlar yapıcısının adını alır kimi kızıl olur kimi 1 Mayıs Ve yapıcısının her kahramanlığı Ve verdiği her savaş günü adına Yeniden donatırız meydanları!.. 7 Şubat 2010
16
Yaz ‘10
TARÝHSEL TOPLUMSAL GELÝÞME VE SANATTAKÝ YANSIMASI–5 Özgür Güven RUS GERÇEKÇÝLÝÐÝNÝN ZÝRVESÝ: TOLSTOY Daha önce belirtmiþtik; Rus eleþtirel gerçekçiliðinde kitlelerin durumu, umutlarý, duygularý, düþünceleri giderek artan biçimde yer almaya baþladý. Bunun nedeni, kapitalizmin geliþimiyle birlikte, bu sistemi aþacak olan daha ileri bir dünya özlemiyle kendi tarihlerini kendileri yapmaya yönelen kitlelerdir. Kitleler içinde alttan alta uç veren, mayalanan devrim, Rus edebiyatýnda, özellikle de eleþtirel gerçekçi edebiyatta kitlelerin önemini ve yerini de belirginleþtiriyordu. Rus eleþtirel gerçekçileri arasýnda en alt sýnýflar da diðer sýnýflar gibi yer almaya baþlýyorlardý. Bunu eserlerinde en gerçek biçimde var eden de Tolstoy oldu. Tolstoy’a göre halký anlayabilmek önemliydi. Bunu baþarmak da halk denen o büyük kitleyi temsil eden her bir bireyi manevi dünyasý, düþünsel yapýsý, ahlaksal niteliðiyle çok yönlü biçimde tanýmaktan geçiyordu. Yani Tolstoy için toplumu incelemek, algýlamak ve çizmek için bireyi incelemek, algýlamak ve çizmekten geçiyordu. Ona göre belirli bir tarihsel dönemde toplumsal yaþam, üst sýnýflarý olduðu gibi alt sýnýflarý, kültürel-sanatsal olaný, siyasal iktidarý, dini ve devletiyle tüm bir toplumu anlamadan anlaþýlmazdý. Tüm bunlar halkýn kendisidir. Dolayýsýyla bunlarý çizmek için de halkýn içindeki her bir üyenin tüm yönleriyle çizilmesi gerekir. Gerçek yaþamýn sürekliliði ve hareketi Tolstoy’un sanatýnýn konusu ve tabi ki onun gözlem alanýdýr. Ýnsanýn yaþamýný, yazgýsýný etkileyen her þey, devasa olaylar, kiþisel dramlar, savaþlar, dinin ve üst sýnýfýn ikiyüzlü ahlak anlayýþý vb. hiçbir þey onun o keskin gözlerinden ve kaleminden kaçamýyordu. Sadece bunlar da deðil, kýr yaþamýnýn ayrýntýlarý, yaðmur sonrasýndaki o güzel toprak kokusu, fýrýndan çýkan ekmeðin buðusu, kokusu, bataklýktan havalanan kuþlarýn yarattýðý esinti, yazýn sýcaðý, tozu; kýþýn buzlarý, soðuðu, baharda doðanýn uyanýþý; genç aþýklarýn sevgi dolu bakýþmasý; neþeli, umutlu konuþmalarý; gülüþlerindeki güzellik; üst sýnýflarý; salonlarýndaki kepazelik… Velhasýl yaþamýn kendisi bütün renkleriyle ve hayranlýk verici bir gerçeklikle Tolstoy’da vardýr. Dýþ dünyayý ve insaný bütün ayrýntýlarýyla gerçek biçimde çizen Tolstoy ayný zamanda insanýn iç dünyasýný da derinlemesine ele almýþ, ayný canlýlýk ve zenginliði içinde vermeyi baþarmýþtýr. Tolstoy’un anlatýmýný bu kadar baþarýlý kýlan yönlerinden biri de onun epik anlatýmýnýn güçlü oluþudur. Dostoyevski’den ve kendisinden önceki gerçekçi sanatçýlardan daha güçlü bir epik vardýr onda. Boris Suçkov, onun bu epik yanýný þöyle anlatýyor: “Gerçekten de kendisinin halka yakýnlýðýndan gelen ve yapýtlarýndaki ayýrýcý epik niteliði oluþturan þey, nesnel yaþam süreçlerinin tam bir çizimiyle bileþmek üzere, bütün zenginliðini ve ýþýklý renkli yanlarýný, gerçek çeliþmelerini açýða çýkaracak biçimde insan ruhunun olaðanüstü kapsamda çözümlenmesidir.” Ýnsan yaþamýný ve insaný toplumsal bütünlüðü içinde epik bir anlatýmla veren
Yaz ‘10
17
“Sanatçý eðer olaylarý olduðu gibi anlatýrsa kötülüðün tahakkümüne girmiþ olacaktýr. Önemli olan, meseleleri papaðan misali, olduðu gibi anlatmak deðildir. Çünkü akýllý kiþiler meselelerin ne yöne doðru geliþtiðini çýplak gözle anlayabilirler. Sanatçý, gerçekleri mutlaka olduðu gibi anlatmayý hedef alýrsa çözüm yolu bulamayacak, kendisini kötülüðün kollarýna býrakýverecektir. Sanatçýnýn görevi açýk tehlikeyi sezen kiþilere ölüm reçetesi yazmak deðil, çýkýþ yolu göstermektir.”
Tolstoy, o kalabalýk içindeki bireyi de baþarýyla çizmiþtir. Onun eserlerinde vücut bulan bütün kiþiler, toplum denen bütünsel yapýnýn birer molekülü gibidir; bu kiþiler o büyük görkemli yapýnýn içinde kendi dünyalarýyla birlikte yer alýrlar. Tolstoy’un insanlarý, tarlayý sürerken, maden ocaklarýnda kazma sallarken, fabrikalarda çalýþýrken ya da savaþta, cephedeyken maddi yanlarýyla olduðu kadar manevi yanlarýyla da vardýrlar. Yani ezilen, horlanan, ölesiye çalýþmaya zorlanan yönetici sýnýfýn çýkarlarý için savaþmak zorunda kalan bütün bu insanlarýn istekleri, duygularý, özlemleri, çýkarlarý, umutlarý, acýlarý, üzüntüleri… Tolstoy insanýn iç dünyasýný ele alýrken hem insaný tanýmayý hem de bireyle toplumu bütünlük içinde vermeyi baþarmýþtýr. Onun eserlerinde aktardýðý olaylar hem anlatýma bir gerçeklik kazandýrýr hem de birey-toplum iliþkilerini ve baðlantýlarýný açýða çýkarýr. Savaþ ve Barýþ’ta olsun Anna Karenina’da olsun ya da eserlerinde çizdiði kahramanlarýn bireysel yaþamlarýndaki derin dram, onlarýn yaþamlarýný etkileyen büyük tarihsel-toplumsal olaylarýn kendisinden doðar. Romanlarýnda olduðu kadar öykülerinde de bu böyledir. Tolstoy eserlerinde alt sýnýfý olduðu kadar, kendisinin de içinden geldiði aristokrat sýnýfý tüm gerçekliðiyle yansýtýr, çizer. Üst sýnýfýn ikiyüzlülüðünü en iyi iþlediði eserlerinin baþýnda Anna Karenina gelir. Bu eserinde o, diðer þeylerin yanýnda kadýnýn Rus toplumundaki yerini de sorgular. Anna’nýn Rusya’da kadýna biçilen role karþý çýktýðý, isyan ettiði için toplumda nasýl dýþlandýðýný, acýlar içinde kývrandýðýný aktarýrken, aslýnda istese de istemese de bunun deðiþmesinin zorunlu hale geldiðini gösterir. Tolstoy, bu eser için “bir denge, uyum” yakaladýðýný söyler. Bununla anlatmak istediði ise, yazarýn, bir romanda söylemek istediði ile, aktarmak istediði düþünce ile, bunu söylemenin sanatsal biçimi arasýndaki uyumdur; eserin içeriði ile biçimi arasýndaki uyumdur. Nazým Hikmet, içerik-biçim iliþkisini anlatýrken, el ile eldiven gibi birbiriyle uyumlu bir bütün olmasý gerektiðini söylüyordu. Ýþte Tolstoy’un bahsettiði “denge, uyum” bunu ifade ediyor. Tolstoy’un eserlerindeki toplumsal eleþtiri, toplumsal iliþkilere, hayata bakýþ açýsýndan kaynaklanýr. Lenin, buna “ataerkil köylünün” eleþtirisidir, diyor. Bu eleþtirinin altýnda yatan, Rus halkýnýn, toplumsal sisteme ve mevcut egemen sýnýfa karþý duygularýnýn henüz tutarlý, bilinçli, sonuna kadar sürecek bir sýnýf kini halinde olmasa da, bu yöndeki geliþimidir. Ancak o, bu eleþtiriyi, geleceði kuracak olan sýnýfýn, proletaryanýn bakýþ açýsýyla deðil, mujiklerin bakýþ açýsýyla yapar. Lenin, Maksim Gorki’ye yazdýðý bir mektubunda bu konuya deðinirken “Bu Kant’tan önce Rus edebiyatýnda tek bir sahici mujik (köylü) var olmamýþtýr.” diyor. Tolstoy bu eleþtirileri, Savaþ ve Barýþ’ta Anna Karenina’da kahramanlarýnýn birbirleriyle yaptýklarý tartýþmalarda, onlarýn aðzýndan yapar, “Ýnsan Ne Ýle Yaþar?” gibi uzun öykülerinde bizzat hikayenin kendisi bir eleþtiri özelliði taþýr. Ancak, özellikle mujiklerin aðzýndan sorulan sorular, politik sorular olmaktan daha çok ethik sorulardýr. G. Lukaes, “Rus Edebiyatý’nda insan baþkasýnýn emeðini sömürerek kendini ahlaki olarak çöküntüye sürüklemeden hayatýný nasýl düzenleyebilir?” derken, Tolstoy’un sorularýný tek bir cümlede topluyordu. Ancak bu soruya verdiði cevaplar, Tolstoy’un yönünü geleceðe dönemediðini, iyi ve güzel olaný geçmiþte aradýðýný açýkça ortaya koyar. Onun bu eleþtirileri ve yönelimi sadece romanlarý ve öyküleri yoluyla deðil, doðrudan da ifade edilmiþtir. Tolstoy “Sanat Nedir?” de bunlarý açýkça söyler. “Çaðýmýzda insanlýðýn önemli bir kýsmý en doðal ihtiyaçlarý olan konut ve giyinme imkanýna sahip olmadýðý gibi, yeterli yiyecek sýkýntýsý da çekmektedir. Ýyi yaþama imkanlarýndan ayrý tutulan bu insanlar, güçlerinin ötesinde sürekli çalýþmaya mecbur edilmiþlerdir. Oysa bu þeytani olumsuzluklar, kýsýr çekiþmelerden, adaletsiz bir gelir daðýlýmýndan, aþýrý lüks tüketim tutkularýndan kaynaklanmaktadýr. Mevcut yanlýþ sistemin deðiþtirilip daha insani, rasyonel bir sistem kurulmasýyla bu olumsuzluklar ortadan kaldýrýlabilir. Ancak bilim, içinde yaþadýðýmýz sistemin deðiþtirilmesinin gezegenlerin doðal hareketleri kadar imkansýz olduðunu savunuyor. Bu sistemin yanýlgý-
18
Yaz ‘10
larýný ve yanlýþlýklarýný eleþtirip, tüm insanlýðýn yararýna sonuçlar verecek yeni bir düzene ulaþmasýný öðütlemek yerine, tüm insanlýðýn mevcut sistemin çatýsý altýnda barýndýrýlmasýný hedefliyor. Böylelikle hem mevcut sistem deðiþtirilmeyecek hem de toplumun tümü, en az onu yöneten sýnýf kadar asalakça bir hayat sürmeye baþlayacak.” (sf. 262) Bunu söyledikten sonra sistemin deðiþtirilmesi gerektiðini de ekler. “Hatalý mülkiyet iliþkileri ve iþbölümü sürdüðü halde insanlarý kimyasal besinlerle besleyip, sadece doðanýn iþgücünden yararlanmayý saðlayacak buluþlar yapmak, havasý gitgide aðýrlaþan bir odada havaya muhtaç insana, ayný oda þartlarýnda çalýþacak hava pompalama cihazý icat etmeye benzer. Oysa ayný odanýn ihtiyaç duyduðu tek þey, içinde bulunduðu odadan kurtulmaktýr.” (Sanat Nedir, sf. 263) Tolstoy ayný eserinde, toplumsal eleþtirilerinin yaný sýra sanatýn yeri ve rolüne dair görüþlerini de sergiler. “Sanatçý eðer olaylarý olduðu gibi anlatýrsa kötülüðün tahakkümüne girmiþ olacaktýr. Önemli olan, meseleleri papaðan misali, olduðu gibi anlatmak deðildir. Çünkü akýllý kiþiler meselelerin ne yöne doðru geliþtiðini çýplak gözle anlayabilirler. Sanatçý, gerçekleri mutlaka olduðu gibi anlatmayý hedef alýrsa çözüm yolu bulamayacak, kendisini kötülüðün kollarýna býrakýverecektir. Sanatçýnýn görevi açýk tehlikeyi sezen kiþilere ölüm reçetesi yazmak deðil, çýkýþ yolu göstermektir.” (age. Sf. 25) Daha sonra da bu görüþlere sunulan ekler: “… yer altýnda, yer üstünde ter döken insanlarýn, denizlerde vurgun yiyenlerin, mücadele halindeki toplumlarýn onurlu savaþlarýnda, barda kahve içen zenginler kadar estetiðe yakýnlaþma hakký vardýr. Tarih artýk zenginlerin sýradan maceralarýný yazmaktan vazgeçmeli, ezilen insanlarýn tarihi, birer sanat abidesi olarak yazýlmalýdýr.” (sf. 132) Burada Tolstoy’un tarihsel geliþmeye dair görüþleri çok net görülebilir. Ancak buna raðmen, o, iyi ve güzel olaný geçmiþte aramaktan vazgeçmemiþ, tarihsel-toplumsal eleþtirisini ataerkil köylülüðün bakýþ açýsýndan yapmayý sürdürmüþtür. Marks ve Engels, “Komünist Manifesto ve Komünizmin Ýlkeleri’nde “Nüfusun yarýsýndan çok daha fazlasýný köylülerin oluþturduðu Fransa gibi ülkelerde, burjuvaziye karþý proletaryanýn yanýnda yer alan yazarlarýn, burjuva rejimi eleþtirirken köylünün ve küçük burjuvanýn ölçütlerini kullanmalarý ve iþçilerin tarafýný bu ara sýnýflarýn bakýþ açýsýndan tutmalarý doðaldý.” (sf. 136-137) diyorlardý. Ýþte Rusya’nýn toplumsal-tarihsel gerçekliði de buydu. Rusya’nýn belli baþlý bölgelerinde kapitalizm ortaya çýkmýþken nüfusunun çok büyük bölümünün yaþamýný sürdürdüðü kýrsal kesimlerde toprak köleliði henüz kalkmýþtý ve feodalizmin egemenliði halen devam ediyordu. Ancak toplumsal bir deðiþim de bütün yönlerden kendisini dayatmýþtý. “Feodal sosyalizm ortaya iþte böyle çýktý; yarý yakýnma, yarý hiciv; yarý geçmiþin yankýsý, yarý geleceðin tehdidi; bazen acý. Nükteli ve keskin eleþtirisiyle burjuvaziyi tam yüreðinden vurarak; ama modern tarihin gidiþini kavramakta tam bir becerisizlik gösterdiðinden, etkisi bakýmýndan hep gülünç düþecek.” (age. sf. 135) Sadece Rusya’yý deðil, Batý Avrupa’yý ve haliyle burjuva uygarlýðý çok iyi bilen Tolstoy, bu uygarlýðýn giderek çöküþe sürüklendiðini ve yine bu uygarlýðýn insanýn doðasýna aykýrý yanlarý olduðunu da görüyordu. O, hiçbir zaman toplumu statik, deðiþmeyen bir organizma olarak ele almamýþ, aksine Goethe’nin söylemiyle “Bütünün zamansýz yol alýþý”ný algýlamýþ ve bunu eserlerinde yansýtmýþtýr. Onun bakýþ açýsýndaki yanlýþlýklar, onu zaman zaman yanlýþ yerlere sürüklemiþ, olaylarýn bizatihi tarihsel koþullar tarafýndan hazýrlandýðýný göremeyerek, bunun nedenlerini yazgýda, kutsal olanda ve dinde aramasýna yol açmýþtýr. Bu durum bütün eleþtirel gücüne raðmen Tolstoy’a bir edilgenlik getirir. Onun kahramanlarý yüzlerce yýldan beri devam eden sömürü karþýsýnda edilgen bir boyun eðiþ gösterirler. Bu yüzden onun kahramanlarýnda aðýr basan yan çileciliktir. Tolstoy’un halkçýlýðýna ve kitlelere o kadar yakýn oluþuna raðmen, onun gelecek idealindeki bu yabancýlaþmanýn altýnda yatan da bu dinsel bakýþ ve Hýristiyan çileciliðidir. Tek tek kiþilerin kendilerini ahlaki olarak geliþtirip yetkinleþtirme-
Yaz ‘10
19
“Tolstoy’un yapýtlarýnda, baþkahraman öbür kiþilerin kendisinden edindiði görüþ çoðulluðu içinde tanýtýlýr. Tolstoy bir kiþiyi tipleþtirirken, öbür kiþilerin, yargý verme ya da deðerlendirme yoluyla, bu kiþi üstüne daha önce belli etmiþ olduklarý ayrý ayrý izlenimleri bir araya getirir. Böylece biz burada bir kiþinin öznel olarak deðerlendiriliþinde, nesnel bir deðerlendirme ile karþýlaþýrýz; çünkü bu kiþinin tanýtýlýþý çok yanlý, dolayýsýyla þaþkýnlýk verecek biçimde eksiksizdir artýk.”
olstoy, çatýþmanýn temeline ahlaki olaný koyarken, ayný zamanda özel mülkiyet ve sömürü üzerine kurulan bu toplumsal sistemdeki yerleþik ahlak anlayýþýnýn da artýk kullanýlamaz, toplumun ve bireyin yaþamýnda herhangi biçimde iyi bir þey yaratamaz olduðunu görmüþ, mahkum etmiþtir. Ona göre bu ahlak anlayýþý insanýn doðal haliyle uyumlu olmadýðý gibi, tarihsel-toplumsal koþullara göre þekillenen bugünün toplumsal iliþkileri doðal olmaktan çýkmýþ, kullanýlmaz hale gelmiþtir. Deðiþim artýk kaçýnýlmazdýr. Ýþte Tolstoy’un tarihsel olaný algýlayýþý buradan gelir.
T
sinde arar o toplumsal çeliþkilerin çözümünü. Ýnsanlar arasýnda olduðu kadar, insanla toplum arasýndaki “doðal” olmayan iliþkiler karþýsýnda tek çaðrýsý, Hýristiyanlýðýn “sevgi” çaðrýsýdýr bu yüzden. Bütün bu geri yanlarýna raðmen, Tolstoy’da aðýr basan yan eleþtirel bakýþý olmuþtur daima. Bu yüzdendir ki eleþtirel gerçekçi sanatta, kendilerinden öncekilerle kýyaslanamayacak bir ilerleme kaydetmiþtir. Tolstoy öncesi gerçekçi sanatta birey-toplum iliþkisi toplumun yapýsý ve alýnyazýsý temel olurken, Tolstoy’dan baþlayarak 20. yüzyýl gerçekçiliðine damgasýný vuran, “toplumun alýnyazýsý, araþtýrmanýn nesnesi olmuþtur.” (Suçkov) yani Tolstoy’un eserlerinde hep sorduðu soru, adaletsizliðin, sömürünün, köleliðin, açlýðýn ve yoksulluðun olduðu bir yerde insanýn nasýl yaþayabileceði sorusu, Tolstoy’un ve daha sonraki 20. yüzyýl gerçekçi sanatýnýn baþlýca sorusu olmuþtur. Tolstoy’dan sonra bu soru Rus Gerçekçiliðinin deðil, 20. yüzyýl Batý Avrupa gerçekçi sanatýnýn da bir sorusu oldu. Tolstoy bir sanatçý olarak açýk biçimde yan tutar. Kýrlarda olsun kentlerde olsun, mujiklerin, iþçilerin, yoksullarýn ve ezilenlerin iç parçalayan yaþam biçimleri onun eserlerinde temel motif olarak yer alýr. Yaþamýn temeline oturttuðu adil olanla adil olmayan arasýndaki çatýþmayý çizerken –ki ona göre bu çatýþma insanlýðýn temel çatýþmasýdýr -bu çatýþmayý hem toplumda hem de insan ruhunun derinliklerinde aramýþ, çözümlemeye çabalamýþtýr. Bu arayýþýnda onun kriteri yine kitlelerin ihtiyacý ve halkýn kendisi olmuþtur. Tolstoy’a göre halkýn ihtiyaçlarýna ve bakýþ açýsýna ters olan her þey, adaletsiz olanýn, haksýzlýðýn, kötünün kendisiydi. O açýk bir yan tutarlýlýkla egemen ve sömürücü sýnýfýn etik ve ahlak anlayýþý karþýsýnda ezilen ve sömürülen alt sýnýflarýn ve özellikle ataerkil köylülüðün ahlak ve etiðini savunmuþ, özel mülkiyet temelindeki toplumsal yapýya, emekçi sýnýftan insanlarýn saf bakýþ açýsýyla bakmýþ, eleþtirmiþtir. Zaten bunun sonunda burjuva uygarlýðýn doðaya ve insana düþman olduðu sonucuna vararak bencilliði ve kendi çýkarýný her þeyin önüne koymayý içselleþtiren kapitalist toplumun yarattýðý bencil bireyi acýmasýzca eleþtirip, insanýn hem topluma hem kendine yabancýlaþmasýný mahkum etmiþtir. Feodalizmin kalýntýlarýnýn güneþte kalmýþ buz kütlesi gibi yavaþ yavaþ eriyip bittiði, kapitalizmin her geçen gün daha çok egemen hale gelmeye baþladýðý bu süreçte Tolstoy, insanlarýn yaþamýný tüm yönleriyle ve ayrýntýlý olarak somut bir þekilde çizmiþtir. “Var olan sistem tarafýndan ezilen geniþ kitlelerin mizacýný hayranlýk yaratacak güçte vermeyi, içinde bulunduklarý koþullarý saptamayý ve kendiliðinden karþý koyma duygularý ile kýzgýnlýklarýný dile getirmeyi baþarmýþtý.” (Lenin’den aktaran B. Suçkov) Zaten Tolstoy’un romanlarýndaki epik anlatým da onun bu niteliðinden, kitlelere yakýnlýðýndan ötürüdür. Çünkü o, burjuva demokratik çaðda ataerkil köylülüðün düþünce biçimini ortaya koyarken, kendi çaðýnýn edebiyat ve sanatýnda kendisinden önce olmayan bir þeyi halkýn görüþlerini, duygularýný ve istemlerini de doðrudan doðruya kendi aðýzlarýndan dile getirmeyi baþarmýþtý. Ýþte bu özdeþlik, onun eserlerinin sahip olduðu epik anlatýmýn da güçlenmesini saðlamýþtýr. Somut olarak akýp giden yaþam içinde insanýn karmaþýk duygularýný ve düþüncelerini anlatýrken Tolstoy’un edebiyata kazandýrdýðý bir diðer katký da iç monolog olmuþtur. Bu, romanda olsun, öyküde olsun edebiyatta çok geniþ bir anlatým zenginliði getirmiþ, insanýn hem fiziki yaþamý, yaþam koþullarý hem de iç dünyasý bütünsel olarak çizilebilmiþtir. Ýnsanýn toplumsal yaþamý geliþip karmaþýklaþtýkça, iç dünyasý da karmaþýklaþýyor. Eski biçimlerdeki anlatým tarzlarý zayýf kalýyordu. Tolstoy, iç monoloðu kullanarak hem bireyin düþüncelerini ve duygularýný tüm yönleriyle vermeyi baþarmýþ, hem de kendisinden önceki gerçekçi sanatta da var olan insan psikolojisinin ve ruhsal yapýsýnýn çözümlenip anlaþýlmasýný güçlendirmiþtir. Onun eserlerinde yer alan karakterlerin bu kadar sahici olmasýnýn nedenlerinden biri de budur. Çünkü o, iç monoloðu, gerçekliði gerçekçi biçimde ortaya koyma yöntemini geliþtirmek; ruhsal çözümlemeyi derinleþtirmek ve böylece gerçeði çok çeþitli yönleriyle göstermek için kullanmýþtýr. Bu yüzden çizdiði bütün karakterler, zengini, yoksulu, taþralýsý, kentlisi,
20
Yaz ‘10
köylüsü, yaþlýsý, genci, kadýný, erkeði, iþçisi, burjuvasý, tüccarý, dolandýrýcýsý vb. hepsi içinde bulunduklarý tarihsel-toplumsal koþullarýn bir parçasý olarak toplumsal ve psikolojik yanlarýyla somut olarak çizilip canlandýrýlmýþtýr. Tolstoy’un karakterlerinin bu çok yönlü ve canlý çiziminin nedenlerini Suçkov þöyle anlatýyor: “Tolstoy’un yapýtlarýnda, baþkahraman öbür kiþilerin kendisinden edindiði görüþ çoðulluðu içinde tanýtýlýr. Tolstoy bir kiþiyi tipleþtirirken, öbür kiþilerin, yargý verme ya da deðerlendirme yoluyla, bu kiþi üstüne daha önce belli etmiþ olduklarý ayrý ayrý izlenimleri bir araya getirir. Böylece biz burada bir kiþinin öznel olarak deðerlendiriliþinde, nesnel bir deðerlendirme ile karþýlaþýrýz; çünkü bu kiþinin tanýtýlýþý çok yanlý, dolayýsýyla þaþkýnlýk verecek biçimde eksiksizdir artýk.” (sf. 137) Ýþte bütün bunlarýn sonunda Rusya’daki yaþamý bütün devinimi içinde, kaçýnýlmaz olarak toplumsal bir devrime doðru ilerleyiþi içinde çizerken, bireyin iç dünyasýyla toplumsal çevresi arasýndaki karþýlýklý etkilenmeyi diyalektik biçimde bütünlüklü olarak çizebilmiþtir. Bu, onun insanýn iç dünyasýnda yaþadýklarýyla, hissettikleriyle toplumsal yaþamdaki somut süreçlerin tam olarak ve doðru biçimde algýlayýp göstermesini saðlamýþtýr. Batý Avrupa’daki eleþtirel gerçekçiler, eserlerindeki asýl çatýþmayý, burjuvazinin yaðmadan pay kapmalarý, mülkiyete dair çekiþmeleri, içgüdüleri vb. üzerine kurmuþtur. Yani onlardaki temel çatýþma somut çýkar iliþkileriyle örülür. Tolstoy’da bu farklýdýr. Onun eserlerindeki asýl çatýþma ahlaki çatýþmadýr. O müthiþ anlatým ustalýðý, o gerçekten canlýymýþ gibi aktarýlan olaylar hep bu asýl olana ulaþmak, ahlaki çatýþmayý açýða çýkarmak içindir. Ancak bunu yaparken de gerçek yaþamýn eserlerine yansýmasýndan ödün vermez. Gerçek yaþamýn gerçekçi tarzda yapýlan bu çizimi; toplumsal yapýdaki, kapitalizmin ve özel mülkiyet temelindeki bu toplumun insana yabancý bütün yönlerini, adaletsizliðin her biçimini açýk bir þekilde ortaya döker; farklýlýklarýn insanýn kendine yabancýlaþmasý kadar insan-doða iliþkisine de yabancýlaþmayý egemen kýldýðýný sergiler. Tolstoy, çatýþmanýn temeline ahlaki olaný koyarken, ayný zamanda özel mülkiyet ve sömürü üzerine kurulan bu toplumsal sistemdeki yerleþik ahlak anlayýþýnýn da artýk kullanýlamaz, toplumun ve bireyin yaþamýnda herhangi biçimde iyi bir þey yaratamaz olduðunu görmüþ, mahkum etmiþtir. Ona göre bu ahlak anlayýþý insanýn doðal haliyle uyumlu olmadýðý gibi, tarihsel-toplumsal koþullara göre þekillenen bugünün toplumsal iliþkileri doðal olmaktan çýkmýþ, kullanýlmaz hale gelmiþtir. Deðiþim artýk kaçýnýlmazdýr. Ýþte Tolstoy’un tarihsel olaný algýlayýþý buradan gelir. Tolstoy doða dýþý adaletsiz toplumu her yönüyle eleþtirip mahkum eder. “…ben hukuk ve duygulara saygýlý olan, insan hayatýna önem veren, sanatý çýkarlarý için kullanan soylu sýnýf için deðil de ezilen iþçi sýnýfý için yapan mazlumu düþünen kahramanlar arýyordum. Ýnsanýn içindeki “bana dokunmayan” felsefesi beni derinden yaralýyor. Ülkemde yapay olarak oluþturulan sýnýf ayrýmýna karþý haykýrmak, daðlarý delmek istiyorum” (Tolstoy. Sanat Nedir? Sf. 40-41) derken, o, bu toplumsal sisteme isyanýný en açýk biçimde ifade ediyordu. O, polis devleti-kilise biçiminde kurumsallaþýp devletle bütünleþen din, mahkemeler, aile vb. bütün kurumlarýyla kapitalizmin, halkýn ezilmesi ve acýlarýnýn nedeni olduðunu, bunun deðiþmesinin gerekliliðini ortaya koyar. Tolstoy’un eserlerindeki yaþamdan alýnmýþ o kadar gerçek olguyla bezenmiþ olaylar ve hikayeler, bu insana ve insan doðasýna aykýrý toplumsal iliþkilerin yerine daha insani toplumsal iliþkilerin getirilmesine dair yeterince kanýt sunuyordu. Onun eserleri henüz örgütlü olmayan, kendiliðinden biçimde yükselmeye baþlayan devrim dalgasýný gösterdiði gibi, bizzat kendisi de tarihsel deðiþimin gerekliliðini görerek var olan toplumsal sistemi eleþtirir. Ancak onun bütün bu toplumsal eleþtirileri yine de tarihsel toplumsal geliþimin temel yönlerini kavrayamaz. Tolstoy, topraðýn özel mülkiyetine karþý çýkar. Onun amacý, bu suni sýnýf ayrýmýna dayanan devletin yerine “özgür ve eþit küçük köylüler” den oluþan komünlerin kurulmasýdýr. Tolstoy’un özel mülkiyet temelindeki toplumsal sisteme yönelik eleþtirileri nesnel olduðu kadar sos-
Yaz ‘10
21
erçekçi sanatý irdelemeye baþ la dý ðý mýz dan beri bütün gerçekçi sanatçýlarý yaþadýklarý çaðýn sosyal koþullarý içinde þekillendiklerini; onlarýn bilinçlerinin de bu toplumsal-tarihsel koþullar içinde þekillendiðini gördük. Bu nedenledir ki, bu tarihsel-toplumsal koþullarýn henüz tam olarak geliþmediði koþullar altýnda bu sanatçýlarýn da yanlýþ ve eksik sonuçlara vardýðý, kapitalizmi pek çok yönden eleþtiriye tabi tutmalarýna raðmen, hem deðiþimin nasýl olacaðý hem de bu geliþimin yönü konusunda doðru bir sonuç çýkarmadýklarýný belirttik. Onlar, kapitalizmin insani olmayan özüne karþý çýkanlarýn sesi olmuþlardýr. Onlarýn eserlerindeki ortak öz, burjuva ideolojiye karþý oluþlarýydý. Kendi gelecek tasarýmlarýnýn bütün yanlýþlarýna karþýn, sanatlarý, bu nedenle demokratik bir öze sahip olmuþtur.
G
yalistlerin temel teziyle de uyumluydu. Ancak bunun yerine ne konulacaðý, yeninin ne olacaðý sorunu onun açmazýydý. Tolstoy’un “kapitalizm ile kapitalizmin kitlelere aþýladýðý tehlikelerin açýmlanmasý, tüm dünya sosyalistleri tarafýndan giriþilen dünya çapýndaki kurtuluþ hareketine karþý tam bir duyumsamazlýk içinde olan bir tavýrla birleþmiþti.” (Lenin) 19. yüzyýlýn son çeyreði Tolstoy’un en iyi eserlerini verdiði dönemdir. Ki, o yýllarda toprak köleliði yasaklanmýþ, kapitalist geliþme oldukça hýzlanmýþtý. Çarlýðýn temelleri saðlam gibi görülse de alttan alta tarih denen “yaþlý köstebek” tarafýndan iyice kazýlmýþtý. Bir yanda Rus köylülerinin büyük bir bölümü kilise çanlarý ve papazlarýn buhurdanlarý eþliðinde çar ve çariçe için dualar ediyorlar; ama ayný zamanda çarýn gizli polisi, jandarmasý her yerin altýný üstüne getiriyor, keyfi gözaltýlar ve tutuklamalar kürek, sürgün ve idam cezalarý tamamlýyordu. Ayný yýllar Rusya’da liberal burjuvazinin de istediði burjuva özgürlükler için anayasa, parlamento, hukuk reformu talepleri gündeme geliyor; dünya ölçeðinde çýlgýnca süren Pazar kapma yarýþý uðruna Rus mujikleri eline birer silah tutuþturulup Mançurya’dan Galiçya’ya dek cepheye sürülüyorlardý. Bir halklar hapishanesi olan Rusya da birçok ulusa mensup iþçi sýnýfý ve emekçilerinden oluþan yüz binlerce kitle yoksulluk içinde kývranýrken; bu iþin kaymaðýný toplayan ayrýcalýklý sýnýflar Kafkas petrollerine, Ural madenlerine, Don kömürlerine ait hisse senetlerine yatýrdýklarý paracýklarýnýn getirdiði tatlý karlarýný baþta Paris olmak üzere Avrupa’nýn belli baþlý kentlerinde lüks içinde tüketiyor har vurup harman savuruyorlardý. Tam da bu süreçte Narodniklerin bombalarýnýn korkusu çarý, polis þeflerini ve bakanlarýný dehþet içinde býrakýrken, asýl tehlike alttan alta mayalanan devrimin artýk Batý Avrupa’dan doðuya Rusya’ya doðru kaymaya baþlamýþtý. Bu dönemde, çarýn idama gönderdiði bir Narodnik’in kardeþi olan Lenin yeni yeni siyaset sahnesine girmeye baþlýyor ve “yeni tipte” bir parti olan Leninist Parti, iþçi sýnýfý saflarýnda yavaþ yavaþ filizleniyordu. Bu tarihsel-toplumsal geliþmeleri, Batý Avrupa kültürüne sahip olduðu kadar, Rus köylüsünün bakýþ açýsýndan da izleyebilen Tolstoy’un gerçeðin gerçekçi biçimde anlatýlmasýnda önemli katkýlarý olduðu yadsýnmaz bir durumdur. Halktan insanlarýn çizimi daha önce hiç bu kadar somut ve gerçekçi biçimde yapýlmamýþtý. Tolstoy’un bu anlatýmý, daha önceki Rus edebiyatýnda olduðu gibi o yaþamýn içinden deðil, sadece onlara yakýnlýk duygularýyla yapýlmýþ dýþarýdan bir gözleme dayanmaz. Daha önceki Rus edebiyatýnda temel yöntem sanatçýnýn dýþ dünyayý gözle-
22
mesi ve yansýtmasýydý. Onlardan farklý olarak Tolstoy’un geliþtirdiði bu yöntem olmasaydý, 20. yüzyýlýn baþýnda proletaryanýn devrimci atýlýmýyla beraber geliþen yeni tip gerçekçilik de, yani toplumcu gerçekçilik de olamazdý. Daha önceki gerçekçi sanatýn olduðu kadar Tolstoy’un da izinden yürüyen “halktan bir kiþiyi” devrimci yolda kendinin farkýndalýðýný edinme süreci içinde, büyük bir baþarýyla çizen Maksim Gorki de olmazdý. SONUÇ YERÝNE Eleþtirel gerçekçi sanat olmasaydý, toplumcu gerçekçi sanat da geliþemezdi. Eleþtirel gerçekçiliðin dünyayý ve yaþamý derinlemesine irdeleyip yaptýðý çözümleme kadar kapitalizme yönelttiði eleþtirilerinin yanýnda toplumsal görüþleri üzerinde de yükselen toplumcu gerçekçiliðe ön geldiði açýktýr. “Kutsal Aile”de Marks ve Engels’in kendilerinden önceki materyalizm anlayýþý için söyledikleri burada da söylenebilir. “Ýnsanlarýn temel iyiliði eþit düþünsel vergilerle donatýlmýþ olmasý; deney, alýþkanlýk ve eðitim gücü, çevrenin insan üstündeki etkisi, sanayinin büyük önemi, eðlencenin gerekliliði vs. ye iliþkin öðretilerden materyalizmin sosyalizm ile ister istemez nasýl baðlantýlý olduðunu görmek için iþin içine öyle uzun boylu girmeye gerek yoktur. Eðer insan bütün bilgisini, duyumunu vs. duyular dünyasýndan ve orada kazandýðý deneyden ediniyorsa ampirik dünyanýn o biçimde düzenlenmesi gerekir ki, insan orada gerçekten insani olan þeylerin deneyimini edinsin ve onlara alýþsýn, insan olarak kendisinin farkýna varsýn. Eðer her türlü ahlak ilkesinin çýkar olduðu doðru-dürüst anlaþýlmýþsa insanýn özel çýkarýnýn, insanýn çýkarýyla çakýþýk kýlýnmasý gerekir… eðer insaný biçimlendiren kendi çevresi ise, kendi çevresini insanileþtirmesi gerekir.” (sf. 175-176) Gerçekçi sanatý irdelemeye baþladýðýmýzdan beri bütün gerçekçi sanatçýlarý yaþadýklarý çaðýn sosyal koþullarý içinde þekillendiklerini; onlarýn bilinçlerinin de bu toplumsal-tarihsel koþullar içinde þekillendiðini gördük. Bu nedenledir ki, bu tarihsel-toplumsal koþullarýn henüz tam olarak geliþmediði koþullar altýnda bu sanatçýlarýn da yanlýþ ve eksik sonuçlara vardýðý, kapitalizmi pek çok yönden eleþtiriye tabi tutmalarýna raðmen, hem deðiþimin nasýl olacaðý hem de bu geliþimin yönü konusunda doðru bir sonuç çýkarmadýklarýný belirttik. Onlar, kapitalizmin insani olmayan özüne karþý çýkanlarýn sesi olmuþlardýr. Onlarýn eserlerindeki ortak öz, burjuva ideolojiye karþý oluþlarýydý. Kendi gelecek tasarýmlarýnýn bütün yanlýþlarýna karþýn, sanatlarý, bu nedenle demokratik bir öze sahip olmuþtur.
Yaz ‘10
Cervantes ve Don Kişot Üzerine Bir Deneme Ekinsu Cervantes’in Don Kiþot adlý romaný modern romanýn baþlangýcý sayýlmaktadýr. Yazar, modern romanýn ilk örneði sayýlan yapýtta, 17. yüzyýlda çökmeye yüz tutan Ýspanyol feodal toplumunun eleþtirel çözümlemesini yapmýþtýr. Gerçekle hayalin çatýþmasý temeline kurulu olan romanýnda þövalyeliðin eleþtirisi ve yergisinin yanýnda, insan gerçeðinin pek çok boyutlarýna yer verir. Her sanat eseri ortaya çýktýðý dönemin bir aynasý niteliðindedir. Hiçbir sanatçý bu anlamda yaþadýðý toplum þartlarýndan uzak kalamaz. Çünkü o, içinde bulunduðu toplumda bir bireydir. Sýnýfý, konumu, statüsü ne olursa olsun yaþam, onun düþüncelerinde ve duygularýnda þekil alýr. Don Kiþot romanýn muhtevasýný daha iyi anlamak adýna Cervantes’in yaþamýþ olduðu 17. yüzyýl Ýspanya’sýna gitmek ve dönemin sosyal ve politik durumunu yakýndan incelemek gerekir. Ýspanya dünyada uzun yýllar süren bir imparatorluk ile çeþitli baþarýlar kazanmýþ, bunun yanýnda iç savaþlarýn ve kayýplarýn da sýk sýk yaþandýðý bir toplum olmuþtur. Ýspanya için söylenen “Ýspanya imparatorluk için kurulmuþtu, imparatorluk Ýspanya için deðil!” sözü, varlýðýnýn tek nedeninin imparatorluk olduðunu belirtiyor. 15. yüzyýldan baþlayan büyüme, yaþanan iç savaþlarla, yenilgilerle, zaferlerle 17. yüzyýla geldiðinde imparatorluktaki taht sorunu ve ülkeyi iyi yönetememe durumu, sonun habercisiydi. Bu durum ayný zamanda, Fransa ile uzun zamandýr süren savaþlar, coðrafi keþifler, sanayi devrimi, reform ve Rönesans’ýn da etkisiyle imparatorluðun çöküþünü getirecekti. 17. yüzyýlda Avrupa, feodalizmin yýkýntýlarýný yerle bir edip kapitalizme geçiþin adýmlarýný Ýspanya Ýmparatorluðunun çöküþü ile daha ileriye taþýmýþtý. Ýmparatorluk için kurulan Ýspanya’nýn bu sonu, tüm toplumu ve yaþamý etkilediði gibi bunun edebi ve sanatsal hayata yansýmasýný da kaçýnýlmaz kýlmýþtý. Cervantes’in sanat hayatýný bu kadar deðerli kýlan, hayal gücünün bu denli geniþ olmasýný saðlayan hiç kuþkusuz ki yaþamýnýn durmaksýzýn deðiþim içinde olmasýdýr. Savaþlar, yaþadýðý esaretler, kesinliði belli olmamakla birlikte kendisine yapýlan suçlamalar ve birilerinin sayesinde kavuþtuðu özgürlük… Bunun yanýnda Avrupa’yý etkisi altýna alan burjuva devrimi, dünyayý yeni bir biçime sokarken, Cervantes de bu yeni yaþam biçimini eserlerinde sorgulayacaktý. Geniþ hayal gücü ise bu sorgulamada sanatýnýn gerçekçiliðini kalýcý kýlacaktý. Cervantes, yaþadýðý deðiþim çaðýnýn, deðiþmek istemeyen karakterlerini tek bir kiþide yansýtýr. O da Don Kiþot’tur. Monarþinin hakim olmaya baþladýðý bir devirde, derebeyliði, þövalyeliði yani kýsacasý geriye gelmesi mümkün olmayan bir geçmiþe hasret Don Kiþot… Asýl adý Alonso olan ve Don Kiþot adýný kendisine takan bu þahýs, çevresindekilerin kendisi ile alay ettiklerinin farkýna varmaz -çünkü onlarýn büyülendiðini düþünür-, her önüne çýkana son þövalye olduðunu ilan eder. Cervantes, okuyuculara geçmiþe hasret çekenlerin ancak Don Kiþot gibi bir hayal dünyasýnda yer aldýklarýný anlatmaya çalýþýr aslýnda. Çünkü yýkýlmaya yüz tutan bir toplumsal sistemin yerine bir yenisinin, daha ileri bir sistemin gelmesi diyalektiðin kaçýnýlmaz bir sonucudur. Ve derebeyliðin son bulmasýyla yerine geçen burjuva devrimini temsil eden ise, Don Kiþot’un yanýna uþak olarak aldýðý Sancho Panza’dýr.
Yaz ‘10
23
ervantes Don Kiþot adlý eseriyle her kuþaða hitap edebilen ve her okuyuþunda insana ayrý bir tat veren bir baþyapýt meydana getirmiþ, öyle ki onun için söylenen bu söz çok yerindedir: Ýnsan onu hayatýnda üç kez okumalýdýr: Kahkahanýn kolayca dudaklara fýrlayýp duygularý harekete geçireceði gençlikte, mantýðýn hakim olmaya baþladýðý orta yaþta, her þeye felsefe açýsýndan bakýldýðý ihtiyarlýkta.
C
Don Kiþot, þövalyelerin cenneti olan derebeyliðin; Sancho ise, burjuva akýl ve mantýðýnýn, ayný zamanda dönemin realitesinin temsilcisidir. Cervantes, maziye dönmenin ne kadar imkânsýz olduðunu göstermek istemiþ ve buna hasret çekenlerin yaþadýklarý komik ve acýnasý halleri yansýtmýþtýr. Bu bakýmdan da Don Kiþot, imkânsýzýn peþinde koþan bir çeþit zavallý ve biraz da gülünç bir delidir. Nazým Hikmet Don Kiþot ile ilgili olarak þunlarý söyler: “Bana göre Don Kiþot, sadece mazi hasreti çeken bir adam deðildir. Umumiyetle doðrunun, haklýnýn, güzelin hasretini çeken adamdýr. Bu onun hem kuvvetli, hem de zayýf tarafýdýr. Çünkü umumiyetle, mutlak manasýyla, güzel, doðru ve iyi yoktur. Fakat diðer taraftan insanlar, sosyal þartlarýn tesiriyle, daha güzele, daha haklýya, daha doðruya mütemadiyen hasret çekmiþlerdir.” Don Kiþot, oldukça güçlü biridir. Cervantes’e benzer yaný oldukça fazladýr bu noktada. Çünkü baþýndan onca tehlike ve macera geçen Cervantes’in Don Kiþot’a kendisinden çok þey katmasý çok doðaldýr. Henüz feodalitenin tam olarak tasfiye edilmediði, burjuva birey kavramýnýn oluþmadýðý bir tarihte, Cervantes, Don Kiþot’un þahsýnda klasikleþen ve günümüze kadar gelen bir tip yaratmayý baþarmýþtýr. Hayatýný bir hiç uðruna harcayan bu meczup, hem ortaçað þövalyeliðinin sonunu ve trajedisini, hem de inandýðý deðerler uðruna savaþan, bir kolunu kaybeden, fedakarlýðýnýn karþýlýðýný alamayan, iyi niyeti nedeniyle hapse düþen, yaþadýðý her olumsuz durumdan, baþarýsýzlýktan, tehlikeden -Cezayir’de Türklere esir düþer, köle pazarýnda satýlýr, memuriyeti sýrasýnda paralarýn alýmýný kötüye kullanmakla suçlanýr, adý bir cinayete karýþýr ve bir olayda elini kaybeder.- sað çýkmayý baþaran Cervantes, bir anlamda Don Kiþot’ta kendi düþ kýrýklýklarýný simgeler. Don Kiþot ayný zamanda mücadele adamýdýr. Ýnandýðý, doðru bulduðu deðerler için korkusuzca dövüþür. Yere düþse de, yaralansa da, onu bu yoldan döndürmek isteyenler olsa da uðruna yola çýktýðý þeyden vazgeçmez. Çünkü o, Alonso deðil, bir þövalyedir artýk ve amacý kötüleri yok etmek, masumlarý, iyileri korumaktýr. Don Kiþot’un bu özelliði, burjuva akýl ve mantýðýný temsil eden Sancho’ya göre çok daha akýllýca bir durumdur. Çünkü Sancho’yu tüm bu olaylara iten þey þahsi çýkarýdýr. Bu sebeple, Sancho, Don Kiþot’tan daha gülünç bir durumdadýr askýnda. Don Kiþot’un peþine takýlma sebebi zengin olmak, vali olmaktýr. Sancho aslýnda döneminin oluþmaya baþlayan kapitalistlerinin bir görüntüsüdür. Maddi çýkar aslýnda her dönem için kendisi gösterse de, derebeyliðin sona erip burjuva sistem anlayýþýna geçilen bu dönemde maddi çýkarýn ilk temsilcileri Sancho Panza gibi kiþiler olsa gerek. Burjuva, toplumda kendi egemenliðini kurduðu andan itibaren, kendi devrini, en doðru, en güzel, deðiþmez, mutlak ve akla en uygun devir olarak gördüðü için daha iyiyi, daha güzeli ve daha doðruyu arayandan daima nefret etmiþ, ürkmüþ ve onu ortadan kaldýrmak için her þeyi kullanmýþtýr. Don Kiþot bu anlamda burjuvanýn en kolay dalga geçebileceði bir tip gibi görünmektedir. Burjuva bu tipi kendi aklý ve mantýðý, kendi devrinin þartlarýna uymayan ve özellikle de o þartlarý deðiþtirmek isteyen herkese benzetmiþtir. Nazým Hikmet Don Kiþot’un iki türlü olduðunu söyler. Bunlardan biri kitabýn içindeki Don Kiþot, bir diðeri kitabýn dýþýndaki Don Kiþot’tur. “Kitabýn içindeki Don Kiþot, elbette ki normal bir adam deðildir. Fakat kitabýn dýþýna çýkan bir Don Kiþot vardýr ki, o gayette normaldir.” Nazým Hikmet, kitabýn içindeki Don Kiþot ile aslýnda geri gelmesi imkansýz bir devre hasret olan, onu bulma ve yaþatma çabasýyla hareket eden Don Kiþot’u dile getirir ki bu, normal olmayan bir durumdur. Çünkü geçmiþi geri getirme çabasý boþa çekilen bir kürek gibidir. Don Kiþot’un deliliði de buradan gelir. Diðeri, yani kitabýn dýþýndaki Don Kiþot ise burjuvanýn istemediði, karþý çýktýðý, daha doðruyu, daha iyiyi, daha güzeli arayan, bunlar için her türlü zorluða karþý durabilecek güçte olan kiþidir. Bu Don Kiþot’un anormal bir tarafý yoktur aslýnda. Çünkü her dönemde tüm gerçekliðiyle karþýmýza çýkabilecek insan tipidir bu.
24
Yaz ‘10
Don Kiþot’un Ölümsüzlüðü Don Kiþot aradan bunca yüzyýl geçmesine ve yazýldýðý dönemde farklý yazým teknikleri denenmemiþ olmasýna raðmen, hem içerik olarak hem de biçimsel olarak çaðdaþ bir üründür. Birçok yazara, sanatçýya esin kaynaðý olmuþ ve sanat eserlerinde ölümsüzlüðünü sürdürmüþtür. Dostoyevski’nin Budala’sý, Flaubert’in Madam Bovary’sine, Kafka’nýn Bay K’sýna kadar birçok roman kahramanýnýn yaratýlmasýnda esin kaynaðý olmuþ, hatta sanat eserlerinden gerçek dünyaya taþmýþ, umutsuz mücadelelere giriþen insanlarýn umudu olmuþtur. “Cervantes Don Kiþot’u yaratýrken okur ve yazar arasýnda oluþabilecek en dinamik diyoloðu da yaratýr.” der bazý edebiyat teorisyenleri. Cervantes’in belki de en önemli tarafý buydu. Don Kiþot’taki üslup dönemin diðer eserlerine kýyasla daha canlý ve okuyucuyu kendisine çekebilecek güçte. Her çaðdan, her yaþtan insana sesleniyor Cervantes. Nazým Hikmet’in de dediði gibi “Kitabýn tekniði, hikâyesi, özü de öyledir ki, tabir-i caizse, Þarlo’nun filmlerine benzer. Çocuk da zevk alýr, büyük de; cahil de, okumuþ da; burjuva da sosyalist de...” Don Kiþot’un, kiþilerin geliþimini, birbirlerini etkileyiþini ve karakter özelliklerinin yer deðiþtiriþini, hikaye devam ederken diyalektik bir þekilde sergilemesi de oldukça dikkate deðer. Baþlangýçta Sancho, maddiyata düþkün, aç gözlü ve cahildir. Don Kiþot ise, hayaller dünyasýnda gezintiye çýkmýþ yaþlý sýradan bir bunaktýr. Þövalye ve uþaðý Sancho yaþadýklarý maceralarla deðiþim içine girerler. Karþýlaþtýklarý her olay onlarý birbirlerine bir adým daha yakýnlaþtýrýr. Ve giderek her biri diðerinin özelliðini taþýmaya baþlar. Sancho baþta bir köylüdür ve köylü aðzýyla konuþur. Don Kiþot bu birliktelikle baþlayan macerada giderek Sancho gibi konuþmaya; Sancho ise saraylý diline özenmeye baþlar. Romanýn sonuna doðru maddi çýkar için bu yolculuða çýkan Sancho, kendisine Dük tarafýndan vali olarak verilen adayý, yani parayý pulu terk edip düþler ülkesinde yaþamayý özler ve bir süre sonra da görevinden istifa eder. Don Kiþot ise hayal dünyasýndan sýyrýlýr, gerçek dünyanýn içine býrakýr kendisini. Cervantes Don Kiþot adlý eseriyle her kuþaða hitap edebilen ve her okuyuþunda insana ayrý bir tat veren bir baþyapýt meydana getirmiþ, öyle ki onun için söylenen bu söz çok yerindedir: Ýnsan onu hayatýnda üç kez okumalýdýr: Kahkahanýn kolayca dudaklara fýrlayýp duygularý harekete geçireceði gençlikte, mantýðýn hakim olmaya baþladýðý orta yaþta, her þeye felsefe açýsýndan bakýldýðý ihtiyarlýkta. Yazýyý Nazým Hikmet’in Don Kiþot’tan etkilenerek yazdýðý þiiri ile bitireyim istedim. DON KÝÞOT Ölümsüz gençliðin þövalyesi, ellisinde uydu yüreðinde çarpan aklýna, bir Temmuz sabahý fethine çýktý güzelin, doðrunun ve haklýnýn: önünde maðrur, aptal devleriyle dünya, altýnda mahzun, fakat kahraman Rosinant’ý. Bilirim, hele bir düþmeye gör hasretin halisine, hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, yolu yok, Don Kiþot’um benim, yolu yok, yel deðirmenleriyle dövüþülecek. Haklýsýn, elbette senin Dülsinya’ndýr en güzel kadýný yeryüzünün, sen, elbette bezirgânlarýn suratýna haykýracaksýn bunu, alaþaðý edecekler seni bir temiz pataklayacaklar. Fakat sen, yenilmez þövalyesi susuzluðumuzun, sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin aðýr, demir kabuðunun içinde ve Dülsinya bir kat daha güzelleþecek...
Yaz ‘10
25
haziranda ölmek... nazım hikmet, ahmed arif, orhan kemal “3 Haziran 1963. Duyuyorum ki Nâzým Hikmet ölmüþ. Bir sanatçý için, böyle bir haberi soðukkanlýlýkla karþýlamak oldukça ! ‘Hava leylak/ve tomurcuk kokuyor/uy anam anam/haziranda ölmek zor’ dizeleri dökülüyor dudaklarýmdan. (...) 2 Haziran 1970... Duyuyorum ki Orhan Kemal ölmüþ. Yine ayný dizeler, yine kendiliðinden...” diyor Hasan Hüseyin. Haziranýn insanlarýn üzerine ince bir toz bulutu gibi çöken kederi daha güzel nasýl anlatýlabilir ki? 3 Haziran 1963: Nazým Hikmet sürgünlük yurdunda düþtü topraða. 2 Haziran 1970: Orhan Kemal yoksulluk içinde düþer topraða. 2 Haziran 1991: Ahmed Arif sessizce ayrýlýr aramýzdan. Anadolu’da kurulan bezirgan saltanatýna karþý dimdik ayakta duran ve “bir aðaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeþçesine” yaþamak için mücadele eden, yürekleri halk için çarpan 3 devrimci sanatçý: Nazým Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif. Bugün sahip olduðumuz sosyalist gerçekçi sanat mirasýmýzýn oluþmasýnda en çok emeði geçen bu üç yiðit usta, o mirasýn hiç kuþkusuz en büyük yaratýcýsýdýr. Sanatýn ilerici rolü ve toplumcu gerçekçi – sosyalist gerçekçi sanat akýmý ikilemlerinin yaþandýðý sýralarda aslýnda bu 3 devrimci insan, eserleriyle bize gerçeði gösteriyorlardý: Burjuvazinin yaftasý olan “toplumcu gerçekçi” sýfatý bu 3 sanatçýya dar gelmekte, onlarý boðmaktaydý. Onlar, tüm üretimleriyle Türk ve Kürt Halklarý’nýn sosyalist gerçekçi sanatýnýn doðuþ döneminde yer aldýlar ve onlar tam anlamýyla “sosyalist gerçekçi” sanatçýlardý. Devrim mücadelesi yýllarýn birikimiyle katlanarak artýyor, üzerinde yaþadýðýmýz bu topraklarda. Su götürmez bir gerçektir ki, belki de sayfalarca anlatýlan bir konuyu, bir marþta, bir dizede, bir cümleyle aktarabiliriz sosyalist gerçekçi sanat sayesinde. Kürt Halký’nýn özlemlerini hayallerini buluruz Ahmed Arif’in kaleminde. Parçalanmýþlýðýný, sömürülmüþlüðünü, hakir görülmüþlüðünü yaþarýz, Ahmed Arif’in þu dizelerinde: “Ölüm buyruðunu uyguladýlar Mavi dað dumanýný ve uyur-uyanýk seher yelini Kanlara buladýlar. Sonra oracýkta tüfek çattýlar Koynumuzu usul-usul yoklayýp
26
Aradýlar. Didik-didik ettiler Kirmanþah dokumasý al kuþaðýmý Tespihimi, tabakamý alýp gittiler Hepsi de armaðandý Acemilinden... Kirveyiz, kardeþiz, kanla baðlýyýz Karþýyaka köyleri, obalarýyla Kýz alýp vermiþiz yüzyýllar boyu Komþuyuz yaka yakaya Birbirine karýþýr tavuklarýmýz Bilmezlikten deðil Fýkaralýktan Pasaporta ýsýnmamýþ içimiz Budur katlimize sebep suçumuz Gayrý eþkýyaya çýkar adýmýz Kaçakçýya Soyguncuya Hayýna... Kirvem hallarýmý ayný böyle yaz Rivayet sanýlýr belki Gül memeler deðil Domdom kurþunu Paramparça aðzýmdaki...” Sonra bir bakarýz Ahmed Arif “vataným” der bizlere. O kelime týlsýmlýdýr sanki: vataným... Bir halkýn yüzlerce yýllýk umudu ve özlemi bir kelimeye ancak böyle sýðdýrýlabilir. Ahmed Arif öðretir bize, Kürt iþçisini ve þöyle tanýmlar “vatanýnýn iþçisini”: “Tütünü bilir misin? “Kýz saçý” demiþ zeybekler, Su içmez her damardan, Yerini kolay beðenmez, Üþür Naz eder, Darýlýr Ýki parmak arasýnda kýyýlmýþ, Bir parçasý var kalbimin Ýncecik, ak kaðýtlara sarýlýr, Dar vakit yanar da verir kendini. Dostun susan dudaðýna...
Yaz ‘10
Sokaklardan, Kýyýlardan, Gök mavisinden, Ekmeðinden, Canevinden ayrý düþmeye Yani bütün hasretlerin kahrýna Ve zehrine çaresiz kalmalarýn, Ýlk nefesi Hýzýr gibi yetiþir Cibalide sarýlan cigaranýn... Tütün iþçileri yoksul, Tütün iþçileri yorgun, Ama yiðit Pýrýl pýrýl namuslu. Namý gitmiþ deryalarýn ardýna Vatanýmýn bir umudu...” Sonra çeviririz gözlerimizi Kürdistan’dan Çukurova’ya. Seyhan ve Ceyhan’ý görürüz iki damar gibi besler Akdeniz’in kalbini. Bembeyaz okyanuslar iþçi teriyle parlar ve kamaþtýrýr gözlerimizi. Orhan Kemal ýrgattýr tarlada, iþçidir fabrikada. Orhan Kemal açtýr halký gibi, yoksuldur. Orhan Kemal halktýr aslýnda. Halkýn içinden biridir. Halký halka anlatýr Orhan Kemal, aynadýr halkýna ve tam da burada Orhan Kemal girer araya, iþin sadece ayna olmaktan ibaret olmadýðýný hatýrlatýr bizlere þu sözleriyle: “Gerçekçilik, içinde yaþadýðýn topluma yer yer ayna tutmaktan ibaret deðil ki. Asýl gerçekçilik, asýl yurtseverlik, içinde yaþadýðýn toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluðun nereden geldiðine akýl erdirmek, sonra da bu bozukluklarý ortadan kaldýrmaya çalýþmak. Yurtseverlik, yurdunun insanlarýný sevmek, yani, insan gibi yaþamalarýný saðlamaya çalýþmak. Buna engel olanlarla savaþmak…” Bu yüzden suçludur Orhan Kemal. Ve “toplumcu gerçekçi” olmadýðýný kanýtlar bu sözlerle, “sosyalist gerçekçilik” der savaþmaktýr burjuvaziyle. Ve savaþýrken býkmadan usanmadan anlatýr insanýn insaný sömürmediði, gecelerinde aç yatýlmayan dünyayý bizlere: “Yeryüzünde insanlar ve insanlarýn uydurma hukuku, bu uydurma hukukun tapu senetleri yokken bu topraklar gene vardý. Ýnsanlardan çok önce var olan bu topraklar, insanlardan önce, þimdikinden çok daha þen ve esendiler herhalde. O zamanlar da topraklar üzerinde sert rüzgarlar eserdi. Kim bilir nereden aldýklarý tohumlarý bu þen ve esen topraklara getirip saçar, þen ve esen topraklar da onlarý baðýrlarýna sýmsýký basarak, yaðmur ve güneþin yardýmýyla çimlendirirlerdi. Çimlenen tohum boy atar, topraðýn yüzüne çýkar, ürününü vererek yeryüzünü mutlu bir kardeþ sofrasý halinde bezerlerdi.”diyerek. Ve çevirip dünyaya bakarýz. Anadolu’dan Moskova’ya uzanan bir serüven bekler bizi. Mücadeleye adanmýþ bir insanla, komünist þair Nazým Hikmet’le
Yaz ‘10
karþýlaþýrýz yolda. Onurlu bir ömürle örnektir bizlere. Mücadelede yoðrulmayý ve yeni insan olmayý öðretir bize Koca Nazým. “Þairim þiirden anlarým, en sevdiðim gazel Anti Dühringidir Engelsin.. Þairim bir yýl yaðan yaðmur kadar þiir yazdým.. Fakat asýl þaheserime baþlamak için Hafýzý Kapital olmayý bekliyorum.” diyerek kimin davasýný güdeceðini ve hangi davanýn þiirini yapacaðýný anlatmaya baþlar bizlere Nazým Usta. Ve der ki bizlere, “alýnmayýn bana vatan haini demelerine yoldaþlar, evet ben vatan hainiyim. Bakýn tekrarlýyorum: “Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarýnýzýn ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, þose boylarýnda gebermekse açlýktan, vatan, soðukta it gibi titremek ve sýtmadan kývranmaksa yazýn, fabrikalarýnýzda al kanýmýzý içmekse vatan, vatan týrnaklarýysa aðalarýnýzýn, vatan, mýzraklý ilmihalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaþlarýnýzsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombasý, Amerikan donanmasý topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuþ karanlýðýmýzdan, ben vatan hainiyim. Yazýn üç sütun üstüne kapkara haykýran puntolarla: Nazým Hikmet vatan hainliðine devam ediyor hâlâ.” Sosyalist gerçekçi sanat, Nazým Hikmet’le nüvelerini vermeye baþlamýþtýr. Nazým’ýn þiirlerinde dünyanýn bir ucunda haksýz bir tokat yiyen insanýn acýsýný buluruz, yarýný, geleceði buluruz. Yoldaþ sýcaklýðýný hisseder ve mücadeleyi buluruz. Komünist olmak nedir, onun þiirleri içinde buluruz ve her þeyden önce insanlýðý buluruz o þiirlerde. Sosyalizmi anlatýr bizlere: “Sosyalizm, Yani þu demek ki, dayýkýzý, Sosyalizm, Senin anlayacaðýn yani, El kapýsýnýn yokluðu deðil de Ýmkansýzlýðý. Sosyalizm Devirmek daðlarý el birliðiyle
27
Ama elimizin öz biçimini, Öz sýcaklýðýný yitirmeden. Sevgilimizin bizden ne þan, ne para, Vefadan baþka bir þey beklemeyiþi… Sosyalizm, Yani yurttaþ ödevi sayýlmasý bahtiyarlýðýn, Yahut mesela, -bu seni ilgilendirmez henüzesefsiz, güvenle, emniyetle, gölgeli bir bahçeye girer gibi girebilmek usulcacýk ihtiyarlýða, ve hepsinden önemlisi, çocuklarýn, ama bütün çocuklarýn, kýrmýzý elmalar gibi gülüþü…” Nazým Hikmet, 20 Kasým 1901’de Selanik’te doðar. Dur durak bilmeyen enerjisiyle, devrim mücadelesi için çalýþmýþ bir komünisttir. Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda Anadolu’ya geçer ve halkla beraber mücadele eder. Nâzým’ýn 1921’de Rusya’ya gitmesi ve komünizmle orada tanýþtýktan sonra Türkiye’ye dönmesiyle birlikte yayýmlanmaya baþlanan þiir ve yazýlarý daima soruþturmalýk olacaktýr ve hapsi istenecektir sürekli. 1938’de orduyu halka karþý kýþkýrtmaya çalýþtýðý gerekçesiyle – ki buna gösterilen kanýt, Yavuz zýrhlýsýndaki askerlerin dolabýndan þiirlerinin çýkmasýdýr – 28 yýl 4 ay hapis cezasýna çarptýrýlýr. Nâzým, 12 yýl parmaklýklar arkasýnda kalýr. Hapisteyken bile devrim ateþiyle yanar yüreði. Bunu usul usul þiirlerine damlatýr fakat Nâzým’ýn þiiri yasaklanmýþtýr o dönemde. Onun þiiri ancak 1965’te ortaya çýkar. 1950’de bir af yasasýyla hapisten çýkan Nâzým, askere alýnacaðý ve öldürüleceði duyumlarý üzerine yurtdýþýna kaçar ve Türkiye vatandaþlýðýndan çýkarýlýr. Bundan sonra þiirine bir gurbetlik ve Anadolu hasreti yerleþir. Nitekim 3 Haziran 1963’te sürgünde bedeni topraða düþer. Ardýndan Pablo Neruda “Niçin öldün Nâzým?/Ne yaparýz þimdi biz/þarkýlarýndan yoksun?” diye haykýracaktýr. Nazým’ýn o çelik gibi sert ama bir o kadar da naif yüreði Moskova’da toprak altýnda üþürken, Anadolu’da bir baþka devrimci, Orhan Kemal 2 Haziran 1970’de ayrýlýr aramýzdan. Adana’da 15 Eylül 1914’te doðan yazar, hayatýnýn büyük bir bölümünü yoksulluk içinde geçirir ve eserlerinde iþçileri, hamallarý, çiftçileri tam bir gerçeklikle yansýtýr. Düzenli bir eðitim olanaðý olmamasýna raðmen onun yazdýklarý tecrübeleridir, onun aþina olduðu durumlardýr. 1938’de Niðde’de askerliðini yaparken “Maksim Gorki ve Nâzým Hikmet okumak”, “Yabancý rejimler lehinde propaganda” suçlamasýyla beþ yýl hapis cezasýna çarptýrýlýr.
28
1940’ta Bursa Cezaevi’nde Nâzým’la tanýþýr ve onun sosyalist görüþlerinden etkilenir. Ki zaten onu öykü ve roman yazmaya teþvik eden de Nâzým’dýr. Bir dönem hamallýk, amelelik gibi iþler de yapan Orhan Kemal, 1950’de ailesiyle Ýstanbul’a yerleþir. Geçimini kalemiyle kazanmaya baþlayan yazar, 1958’de “Kardeþ Payý” adlý öyküsüyle Sait Faik Hikâye Armaðaný’ný alýr. Yine 1969’da Türk Dil Kurumu ödülünü ve Saik Faik Hikâye Armaðaný’ný “Önce Ekmek” adlý kitabýyla alýr. Orhan Kemal, Bulgar Yazarlar Birliði’nin çaðrýsý üzerine gittiði Sofya’da, tedavi görmekte olduðu hastanede hayatýný kaybeder. Bu iki büyük devrimcinin açtýðý yoldan yürüyen, týpký onlar gibi yýllar sonra, mertliði ve samimiyeti ile yürek okþayan Ahmed Arif yine bir haziran günü düþecektir topraða. Yine leylak ve tomurcuk kokularý arasýnda. Bu büyük ozan 21 Nisan 1927’de Diyarbakýr’da doðar. Babasý Siverek’e tayin olduktan sonra burada ilköðretime baþlar. Siverek onun için hayatý anlamaya baþladýðý bir yerdir. Ki burada öðrenir aþireti, toplumsal iliþkileri. Yine Kürtçe’nin Kurmançi ve Zazaki lehçelerini Siverek’te, Arapçayý Harran’da öðrenir. Ankara Dil ve Tarih Coðrafya Fakültesi Felsefe bölümünde öðrenciyken iki defa tutuklanýr. Hapis günleri iþkence, açlýk içinde geçer. Öyle ki bu büyük ozan çýldýrma noktasýna gelir. Bu yýllardaki eziyetlere raðmen o, daðlarýna bahar gelen memleketini düþünür ya da ranza dibinde olmayacak düþlere dalar. Bazen de Çukurova’dadýr onun yüreði, Cibali’de, ýrgat iþçileri arasýnda. Sömürülen acýlý halkýyla atar yüreði. Fransa hayranlýðýyla dolu “þiirsiz þiir” denilecek tarzda Orhan Veli ve arkadaþlarý gibi þiir yazmanýn moda olduðu dönemde o “Oysa ben Doðuluydum. Az geliþmiþ deðil, sömürülmek için kasýtlý olarak geri býrakýlmýþ bir ülkenin aþiret töreleriyle yetiþmiþ bir çocuðuydum. Sömürgeci Fransýz toplumunun bohemi, serseriliði ve gerçekten kaçma çabalarýný kutsayan þairleri, elbette beni ýrgalamazdý” diyecektir. Öyle ki bu ozanýn þiirleri yurduna hasret birçok tutsaðýn dilinde “Daðlarýna bahar gelmiþ memleketimin”, iþkencede birçok devrimci Kürt’ün haykýrýþýnda “Vurun ulan vurun ben kolay ölmem!” diye yaþayacaktýr. Halkýný yürekten seven Ahmed Arif de 2 Haziran 1991’de hayata gözlerini yumar. Hayatlarýnda sürgünün, mapuslarýn ve iþkencelerin hiç eksik olmadýðý üç devrimci yürek, sosyalist gerçekçiliðin vasileri... Nâzým sürgünlük yurdunda, Orhan yoksulluk içinde, Ahmed sessizce bir Haziran günü ayrýldýlar aramýzdan. Ýþte o an bir sanatçý yüreði burkuluyor ve acýyla, özlemle haykýrýyor: “Gece leylak/ve tomurcuk kokuyor/yaralý bir þahin olmuþ yüreðim/uy anam anam/haziranda ölmek zor!”.
Yaz ‘10
1. Diyarbakır Kitap Fuarý AMED’LÝ GÜNLERÝMÝZ Demet Demeter Yine bir kitap fuarýndayýz. Diyarbakýr kitap fuarýnda buluþuyoruz. Bu sene ilk defa 18–23 Mayýs 2010 tarihinde Diyarbakýr’da Tüyap kitap fuarý düzenlendi. Diyarbakýr’da bir kitap fuarý düzenleneceðini öðrendiðimizde bayaðý heyecanlandýk. Mutlaka bizde AYIÞIÐI SANAT MERKEZÝ olarak orada olmalýyýz dedik ve düþtük yollara; fuardan iki gün önce. 21 saatlik yolculuðun ardýndan iþte Diyarbakýr’daydýk. Diyarbakýr nam-ý diðer Amed; iklimi gibi insanlarý da sýcak bir memleket. Sanki iklim tüm sýcaklýðýný bu insanlardan almýþ gibi. Diyarbakýr’a ayak basar basmaz sýcak, candan insan iliþkileri ile karþýlaþtýk. Fuar alanýna gitmek için bindiðimiz taksinin þoförü ile baþladý ilk sohbetimiz. Diyarbakýr büyük þehir belediyesinin yaptýklarýný Diyarbakýr’a getirdiði yenilikleri vs anlatýp durdu. Þurayý þöyle yaptý, burayý böyle yaptý diye eliyle iþaret ederek anlattý bize ta ki fuar alanýna gelene kadar… Evet, gerçekten de çok olumlu bir hava vardý, belediyecilik açýsýndan. Örneðin biz Ýstanbul’da otobüs ve dolmuþlara týkýþ týkýþ bineriz, hatta bu da yetmez, ‘hadi arkaya ilerleyin, daha çok yerimiz var’ denilerek ilerleyebileceðimiz son noktaya kadar ilerler balýk istifi gibi birbirine yapýþmýþ vaziyette yolculuk yaparýz. Ama Diyarbakýr’da öyle deðil, tam da benim özlemini duyduðum gibi; herkes koltuklara oturmuþ ve ayakta yolcu göremezsiniz. Eðer araç dolu ise yolcu almaz, yolcular da bir sonrakini bekler ve rahat rahat gitmek istediði yere ulaþýr. Fuar alanýna geldiðimizde Ýstanbul’dan tanýdýk yüzlerle karþýlaþýyoruz. Diyarbakýr’ýn sýcakkanlýlýðý sanki onlarý da etkisi altýna almýþtý. Sýcak bir merhabalaþmadan sonra hemen Ayýþýðý Sanat Merkezi standýnýn olduðu yere gidip eþyalarýmýzý býrakýyoruz. Sonra da
Yaz ‘10
þehir merkezine hareket ediyoruz. Ne yazýk ki kitap fuarlarý çoðunlukla þehir merkezinin dýþýnda kurulmuþ durumda. Bu durum kitaplarýn okuyucu kitlesi ile buluþmasýný biraz güçleþtiriyor ama yine de engelleyemiyor. Þehir merkezinde ilk önce bir kafeye gidiyoruz. Arkadaþlarla sohbet ediyoruz. Her biri sýcak içten samimi insanlar. Sanki 40 yýllýk dostmuþuz gibi sürüp gidiyor sohbetimiz. Çok güzel dostluklar yakalýyoruz. Mücadelenin sýcaklýðý Kürt insanýnýn her þeyine yansýmýþ orada.. Hissediyor insan bunu. Her þeyden anlaþýlýyor bu. Sohbetlerden, dostluklardan, düþmanlarýna güvenmeyiþlerinden… Hoþ bir anýyý anlatýr gibi þakalaþarak, gülerek, anlatýyorlar nasýl mücadele ettiklerini. Hatta bazý yaþadýklarýný, anýlarýný öyle bir mizahlaþtýrarak anlatýyorlar ki, ünlü mizah ustalarýnýn aðzý açýk kalýr. Neden diyorlar, kitap fuarýna gelip de bizi görenler, neden burada da bir Ayýþýðý sanat merkezi yok? Hatta bazýlarý gelip; siz açýn biz size yardým ederiz diyorlar. Fuardaki diðer katýlýmcýlarla sohbet ediyoruz. Hangi otelde kalýyorsunuz diyorlar bize. Ben de “biz hiçbir fuarda herhangi bir otelde kalmadýk, kalmayýz da” diyorum. Bunu büyük bir gururla söylüyorum. Bizim ailelerimiz, dostlarýmýz var. Gündüzleri kitap
29
fuarýnda geçirdikten sonra geceleri de dostlarýmýzla sohbet etmek varken kendimizi “yetim kalmýþ bir çocuk gibi” neden bir otele hapsedelim, deðil mi? Üstelik gecelerin hiç bitmesini istemiyoruz, candan sohbetler gerçekleþirken. Ama ne yazýk ki bazen günün yorgunluðunun da verdiði aðýrlýkla uykuya yenik düþüyoruz. Uyku perisi alýp götürüyor bizi rüyalar âleminin derinliklerine… Her gece baþka bir dostumuzun konuðu oluyoruz. Her biri en güzel þekilde aðýrlamaya çalýþýyor bizleri. Çoðuyla ilk defa tanýþýyoruz. Birbirimizi ilk defa tanýmanýn da merakýyla dolu sohbetimiz. Ama sohbet biraz ilerledikten sonra saatlerde gecenin ilerleyen zamanlarýný göstermeye baþladýðýnda artýk yýllarýn baðladýðý dostluk halkalarýyla baðlýymýþýz gibi oluyoruz. Diyarbakýr’a gidilir de o meþhur Diyarbakýr surlarý gezilmez mi… Bizde öyle yaptýk. Ýlk gün çok güzel bir cafede dostlarla, arkadaþlarla sohbet ettikten sonra ikinci gün çok tatlý bir dostumuzla birlikte surlarý gezdik. Diyarbakýr’ýn tarihine yolculuk yapmaya çalýþtýk birlikte… Sonra surlarý gezerken iki Fransýz turistle karþýlaþtýk ve onlarla sohbet etmeye baþladýk. Günümüz çok hoþ bir þekilde sonlandý. Gece misafir olduðumuz evde ise kelimelerle anlatýlamayacak kadar sýcak, içten, samimi dostluklar yaþadýk. Neredeyse çocuklar gibi eðlendik. Evin birde 1–2 yaþlarýnda kýzý vardý. Sevimli mi sevimli bir çocuk. Üstelik Türkçe bilmiyor. Çok hoþ çocukça bir Kürtçeyle bir þeyler söylüyor. Ben onun ne dediðini yada ne demek istediðini anlamýyorum. Ben de onunla Türkçe konuþuyorum o da anlamadýðý için yüzüme bakýyor. Neyse ki ilerleyen saatlerde evdekilerin de yardýmýyla anlaþmanýn bir yolunu buluyoruz küçük kýzýmýzla… öyle bir gülümsemesi var ki dünyalara deðer. Her yerin, her yörenin kendine has kültürü vardýr. Bu kültürü yansýtan pek çok þeyin yanýnda en temel þeylerden birisi de o yörenin yemekleri oluyor. Et yemekleri baþta olmak üzere deðiþik yemekleri var Diyarbakýr’ýn. Oraya kadar gittikten sonra ciðer kebap yemeden dönmüþseniz, bir yaný eksik kalmýþtýr seyahatinizin. Tabii bizimki seyahatten çok fuar için gitmiþ olsak da; bulduðumuz her fýrsatý deðerlendiriyorduk. Oralarý ve insanlarýný daha iyi tanýmak için. Ýyi dostluklar kurmak için. Doðal olarak yöresel yemeklerden de nasibimizi aldýk… Diyarbakýr karpuzunu duymayan yoktur. Ayný zamanda bu karpuzun heykeli de var Diyarbakýr’da. Arabayla yoldan geçerken karpuz heykelini görünce bayaðý bir þaþýrdým. Fakat iyi bir fikir, ünlü Diyarbakýr karpuzunun mutlaka heykeli de olmalýydý deðil mi þehirde… Yine gittiðimiz bir ailemiz bizim için çið köfte yaptý. Ve ertesi gün standa da götürdük. Tüm komþulara ve gelen dostlarýmýza da ikram ederek neredeyse çið köfte partisi verdik diyebiliriz. Kitap fuarında bir ilktir herhalde... Bizim standýmýza gelenler ya da yanýndan geçenler diðer stantlardan farklý olduðumuzu hemen anlýyorlardý. Onlarý Ayýþýðý standýna çeken bir þeyler buluyorlardý. Kürtçe müziðimizle, Deniz, Che posterlerimizle kitaplarýmýz ve çeþitli þeylerin yaný sýra içten dostluðumuzla kendilerinden bir þeyler buluyorlardý standýmýzda. Pek çok þeyin yaný sýra gelip standýn önünde fotoðraf çektirmek isteyenlerden anlýyorduk bunu. Özellikle Che bayraðý ve Deniz resimleriyle birlikte…
30
Ruhan Mavruk
ULAŞ’a ilk günden kanım ısınmıştı sana uzanıp almıştın yıllar süren yorgunluğumu hiç konuşmadan sessiz bir derinlik judi’nin karlarında akşam güneşi o molotof bakışlı çocuklardansın ya ayışığına akan kentleri aşa aşa al, bu şiir senin olsun dostluğumuza dil olsun “hele ulaş’a, ulaş’a…” Yaz ‘10
Ruhan Mavruk Toplu Eserler Üzerine Rasim Oktar Şiir Atölyesi Ruhan Mavruk’un Toplu Eserler kitabýný elinize aldýðýnýzda sizi hüzünlü gözlerle bir kadýn karþýlar. Bu kadýn Filistinlidir. Filistinlilerin acýlarýný buluruz o kadýnýn gözlerindeki hüzünde... Ama bu elleri kollarý baðlayan bir hüzün deðildir. Direngendir... Týpký Ruhan’ýn taþýdýðý hüzün ve yalnýzlýk gibi direngendir. Kitabýn içlerine doðru yolculuk yaptýðýnýzda görürsünüz Ruhan’ýn yalnýzlýðýyla nasýl çoðul olduðunu... “ýssýz bir adayým/yalnýzlýðýyla çoðul/alýþkýn fýrtýnalara” “Hüzünler alýp satan” bir çerçidir o, der Nazým Akarsu Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý kitabýna yazdýðý önsözde. “Yaþamýn içinde hüzün de vardýr sevinçler kadar. Ayný zamanda sürgün mültecidir, Nazým gibi her okþayýþýnda elleri yanan. Su içerken vurulan düþlerin buluþtuðu göðe bakmayý ihmal etmez hiçbir zaman, çünkü o ‘kanýnda Kafdaðýna yolalan karýncalardan bir halkýn isyanýný taþýr.’ Kehribar gülüþlü çocuklar için yüreðini ortaya koymuþtur çünkü. Elinde bir kýrmýzý elmasý vardýr; onunla katýlýr kavgaya.” Issýz Ada ve Savaþ Zýrhlýsý’ný ‘gözlerinde zýlgýt, gözlerinde halay taþýyanlar’ için yazdý. Her bir tutsaðý yükleyip bir imgeye, kanat açtýrdý sonsuz maviliklere... Kitabýn ikinci bölümü olan Simurg Tufaný’nda Ruhan Mavruk, doruktan doruða uçarak dünyayý dolaþan albatroslardan dinlediði öyküleri anlatýr bize... “kim demiþ yalnýzýz diye/nehir bizden yana/rüzgar bize ayarlý” Ýda Daðý Çöz Beni Ruhan Mavruk’un ilk kitabýdýr. 94 yýlýnda Berfin yayýnlarý tarafýndan yayýnlanýr. Yayýnevinin yazdýðý önsözde “tutkulardan hüküm giyenler bu þiirlerde kendinden bir parça bulacaktýr” der. “Þiir insanýn en büyük gezegenidir. Güneþ gibi... Dünya döner durur onun etrafýnda, muhtaçtýr çünkü ýþýða. Bu ýþýk ancak hayata, kavgaya taþýndýðý vakit insanlýk tutkulardan hüküm giyebilir. Ruhan Mavruk bu hükmü giymiþtir. Ýnsana dairdir þiirleri. Karamsarlýða yer yoktur þiirlerinde. Umudu, özlemi ve düþleri yüklemiþtir insanýn sýrtýna. Lirik ve imgesel bir dilin hakim olduðu þiirler, hayatý anlamanýn ne olduðunu gösteren örneklerdir. Yalnýzlýðým þiiri ile baþlayan Ýda Daðý Çöz Beni, yalnýzlýða sarýlmýþ bir kadýnýn kendini kirden pastan yalnýzlýðýna tutunarak kurtarma çabasýdýr. “kirpiklerime asýlý mayýn tarlasý/benim yalnýzlýðým” der ve ekler “yalnýzlýðým/tozlu raflarda son tez/Phenelope’yi savunan” O herkese inat bekleyendir Phenelope sabrýyla akarsuyun kýyýsýnda... “parmaðý taþtan/mineyi kýþtan/yalaný alkýþtan/ayýran” tutunduðu yalnýzlýðýdýr.
Yaz ‘10
31
İtfaiye İşçileriyle
Gazi Çadırkent Etkinliğinde
UPSİşçileriyle
70 Kuþaðý adlý þiirinde bu kuþaða aðýt vardýr. “Taþ kýþla eskidi/Nataþa yakýlan kitaplarda kaldý/bu Marsellaise bakýþlý çocuk da/o deðil artýk” Marsellaise bakýþlý çocuklarý arar etrafýnda... Sanat piyasasýný ve o piyasanýn dýþýnda kalan þairin yalnýzlýðýný buluruz b/it pazarýnda... Yaratýcý bir mizah içinde anlatýr bize sanat dünyasýnýn acý tablosunu. Deðerlerin nasýl bir bir pazarlandýðýný. Yerine yalancý tanrýlarýn konulduðu. Baba Zeus bile kaptýrmýþtýr kendini reklam metinleri yazmaya... Direnenlere saldýrýrlar her yandan, “hayata tek boyutlu bakma” bak seçenekler evreni sonsuz... Sen de bir yer bulursun b/it pazarýnda. Yeter ki sun kendini bu pazara... Kendine karþý acýmasýzdýr Ruhan. Kendini eleþtirmekten ve dalga geçmekten hiç çekinmez. “keskinim/ne itici durup durup patlamalarým/egzoz borusu gibi/ürküttü kuþlarý marþ adýmlarým/çiçekleri okþamaya kalktým/yapraklarý büküldü/süs biberi gibi kadýným/kimi sevdiysem saçlarý döküldü/ne yaparsýn bu saatten sonra çelebi/saçýný seven kaçtý.” Ama o tüm bunlara raðmen düþse de payýna çatý katlarý... “dünyanýn bütün çatýkatlarý senin nasýlsa/kuþlar kýsmet saçar kafana/yaðmurlar kira verir//kurslar açýlýnca pirzola yersin Ruhan hoca/bugün de çökelek kemir!” Kadýn duyarlýlýðý yüklüdür dizelerinde. Ýnce duygulu ama hesap soran, yargýlayan geri deðerleri... of ki of der... “hep dolaylý yaþadýklarýndan mý ne/yalnýzlýðýn tadýna varamýyor kadýnlar/erkek tanrýlarýn yönettiði bu ülkede” “bu þiire ne ad verirseniz verin”... Aslýnda bellidir adý þiirin... Ruhan’ýn hikayesi... “kurtlu fasulyelere övgü yazmadým/çalýþmadým “prazentabl” bayan arayan/foseptik adalarýnda//yýl 1983 Eylül/çökelek ve peynir de/aç bir kuþun sýrtýna binip terketti bizi//daðýlýrdým Babeuf olmasaydý/ve Abdülkadir Bulut/bir mýzrak gibi fýrlatmasaydý/sesini arenaya//”haydi beyaz bir gülün üzerine eðil/hayat öyle sandýklarý gibi/içi boþaltýlarak atýlacak bir kesekaðýdý deðil” deyip çaðýrýr ‘yaralý taylar ormanýna’ Zapata’yý, Anna Frank’ý, Jean Valjean’ý... Onlara seslenir dizelerinde “yeteneklerimin yarýsýný yitirdim/ikinci kalite kaðýt hamuru gibi beynim/ama ayak izlerinizi toplayýp geldim/bu eli utanmadan sýkabilirsiniz/bu eli utanmadan sýkabilirsiniz” Ýda daðýnýn yalnýz Ruhan’ý, Leyla’dan Beri’de yalnýzlýðýný parçalar, yeter artýk der. “muhalif tayfalarýydýk/korsan menzilleri taþýyan sürgit geminin/ölüme en yakýn forsa baðýrdý ilkin: “Yeter/yelkenin aþký rüzgarýn kendisi/nedir bugünün kollarýndaki zincirler!” Zincirlerini kýrar Ruhan... Anne ve þair olmak duygusunu birarada buluruz onda. “unutmalýyým/ben anne ya ben diyerek eteklerimi çekiþtiren/imgeleri unutmalýyým” der ama þair Ru-
32
han izin vermez buna, “tuz daðlarýna sýkýþmýþ kervanlar kadar yorgun”dur ama yine de anne ve þair olmak için savaþýr. Ve yolu cumartesi anneleri denizi ile buluþur. “Ben nehir bir þiir istiyordum” der ama “ölü çocuklarýn yüzleri” onu býrakmaz. O çocuklarýn annelerinin yanýnda bulur kendini. “bizdik ilk çatlayan yerkabuðu/buhar olup uzayan göðe/kentleri daðlardan indirdik sýrtýmýzda/gün oldu, ellerimizle seçtik cellatlarýmýzý/taþý sýkýp þarap akýttýk sýrtlan sofralarýna” Yüzlerindeki safran hüznü ister cumartesi annelerinden. “Ben nehir bir þiir istiyordum/kayýp bir çocuðun giysilerine sarýp acýlarýný/bir solukta çekti beni/’kan köpüklü’ bu anneler denizi” Mayýs’a yazdýðý mektupla vardiya karanlýðýnda sabahý dövenlerle konuþur. Onlara seslenir, “cam kýrýðý acýlara savur þiirlerimi/simitçi fýrýnlarýnýn önünde bekleþen çocuklarýn/yüreklerini yakala/vurgunu durdur” der ve vurur kendini yollara... “vurdum kendimi bir yollara bir dizlere/parantezlere saðmasýn diye ömrüm” Kürt çocuklar vardýr þiirinde... “acýdan mý böyle güzel kürt çocuklarýnýn gözleri/bir þiir akýyor Kawa’nýn parmaklarýndan” Gül bahçesi ve karakol þiirinde ölüm oruççularýyla buluþur Ruhan... Onlarýn yanýndadýr þiirleri ve yüreðiyle... ama yine de yaþamalarýný ister... Ölüm ilanlarýyla girmesini istemez o güzel insanlarýn þiirine... Uçlarda yaþayan insanlarýn hüzünlü öykülerini buluruz Fiyortlar’da... Fiyort, dalgalarýn acýmasýzca kýyýlara vurmasý sonucunda oluþan þekildir. Dantel gibi örer dalgalar kayalarý... Fiyortlar adlý öykü kitabýnda yer alan öykülerindeki insanlar Ruhan’ýn fiyortlarýdýr. Yaþamýn en sert dalgalarýnýn biçimlendirdiði insanlardýr. Yorulmuþlardýr dalgalarýn tuzlu vuruþlarýndan ama denizin dadýný tuzunu taþýrlar üzerlerinde. Bize bu insanlarýn öykülerini anlatýr. Ve onlarýn öykülerinden bir sonuca ulaþýr: “Ne onurlu yalnýzlýklar ne de burjuva hümanizmi bu kuþatýlmýþlýðý aþmaya yeterli. Temel çeliþkiyi ortadan kaldýrmak için evrensel düzlemde somut, güçlü ve örgütlü mücadele gerek” diyen Ruhan “insaný sahiplenip, yüceltmek, düþünceyi geliþtirmek, derinleþtirmek, iletiþimin kanallarýný açmak ve yabancýlamayý kýrmak” için yazar. Babasýnýn öðüdü her zaman yol gösterir ona. Emekten yana bir dal bulup” ona tutunur. Þiirini bile atmaya hazýrdýr Ruhan, eðer ona el etek öptürecekse... Þiir onu yalnýz býrakmaz emekten yana tutunduðu yolda. Bu yolculuk boyunca birikmiþ olan þiir ve öykülerden oluþan kitaplarý Toplu Eserler adýyla biraraya getirildi. Issýz Ada Ve savaþ Zýrhlýsý, Ýda Daðý Çöz Beni, Fiyortlar ve Leyla’dan Beri adlý dört kitabýný severek okuyacak ve Ruhan’ýn þiir evreni ile toplu olarak tanýþmýþ olacaksýnýz. Ýyi okumalar...
Yaz ‘10
Emeðin ve KavgamýzýnBaþkenti Ýstanbul Ýstanbul’u 2010 yýlý Kültür Baþkenti ilan edenlere karþý emeðin ve kavgamýzýn Ýstanbul’unu öne çýkarmak için çýktýk yola... Ýstanbul þarkýlarý ile Grup Emeðe Ezgi kitap okurlarýyla buluþtu TÜYAP’ta... Ardýndan Sanatçýlarýn Ýstanbul Buluþmasý adý ile Su Gösteri Sanatlarý Merkezindeydik. Düzenlediðimiz etkinliðe Marmaray iþçilerinin katýlýmý bambaþka bir güzellik kattý. Tiyatro sanatçýsý, tiyatro sahnelerinin tozunu yutmuþ, bu sanata emek vermiþ Ani Ýpekkaya ve þair Selah Özakýn bizimle oldu. Tiyatro grubumuz Devinim Vedat Türkali’nin Ýstanbul þiirini oyunlaþtýrarak hem bu etkinlikte hem de Dünya Tiyatrolar gününde düzenlenen sokak yürüyüþünde oynadýlar. Tekel iþçilerinin Çadýrkent’i dünyanýn her tarafýndan destek alýrken biz durabilir miydik? Durmadýk. Emeðin ve kavgamýzýn Ýstanbul’u Tekel Ýþçileriyle adýnda bir sergi hazýrlayarak tuttuk Ankara’nýn yolunu. Ankara’nýn ardýndan Tutsaklarýn Ýstanbul Özlemi için kollarý sývadýk. Ýstanbul’a özlem dolu olanlarýn Ýstanbul’unu paylaþmak, onlarýn özlemini özlemimiz olarak hissetmek için biraraya geldik. Sürecin yoðunluðu ve gündemin hýzla deðiþmesi nedeniyle ilan ettiðimiz Beyoðlu Mutfak ekibinin çalýþmasýný örgütleyemedik. Bu konuda tüm dostlarýmýzdan bizi anlamalarýný istiyoruz. Bu güzel çalýþmanýn bir baþka þekilde mutlaka gerçekleþtirileceðini bilmenizi isteriz.
İSTANBUL
Paşabahçe 1966 grevi 31 Ocak 1966 günü başlayan ve 85 gün süren Paşabahçe grevinde kadın grev gözcüleri
Dudaklarýna mühür vuruyorlar, bileklerine kelepçe... Sürüyorlar yüzyýllarýn tanýklarýný bir bir. Sadece han, hamam, imaret... Yaþamadý sanki surlarýnýn içinde rengarenk bir nehir. Seni bir metadan öteye anlamayanlarýn elindesin, Ýstanbul. Pusular kurmuþ bekliyorlar seni satmak isteyenler haraç mezat... Milyonlarýn ayak izleriyle coþup koþarken sen geleceðe… Emeðe dair ne varsa yok ediyorlar bir bir… Gökdelenlerden kafes kuruyor, alýþveriþ merkezlerinin yalnýzlýðýna mahkum ediyorlar... Seni öksüz býrakmak için kapanýyor tiyatro salonlarý, sinemalar... Tutsak ediliyor eylem adýmlarýnýn yankýlandýðý sokaklarýn, hýnca hýnç dolan coþkun meydanlarýn. Ameleperver Cemiyeti, “Tatili Eþgal”e çýkan tramvay iþçileri, Kasýmpaþa tersanelerinde ömrünü tüketenler... Her tuðlada, her putrelde, her taþta alýnterini ve elizlerini býrakanlar... Ýlmek ilmek, hücre hücre örenler bu kenti... Eller, eller... Hayatý yaratan eller!.. Çoktan tarih oldu Cibali Tekel’in kadýn iþçileri. Boðaz boyunca dizilen tütün depolarý, fabrikalar... Sahi nerede þimdi Beykozlu kundura iþçileri? Paþabahçe Þiþe-Cam?.. Diyorlar ki sana, Ýstanbul... Ne güzide çocuðusun tarihin, ne de ürünü milyonlarca nasýrlý elin! “Avrupa Kültür Baþkenti” adý altýnda haraç mezat satýlmaktýr kaderin! Ne Saraçhane’de toplanan yüzbinler, ne Kavel... Ne Haziran’ýn büyük eylemcileri, ne 1 Mayýs ve Taksim... Kalmasýn geleceði aydýnlatan hiçbir iz! Görmüyor musun, tir tir titretiyor hala hepsini, AKM’den sarkan pankarttaki o bilekleri zincirli iþçi! Bunun için deðil miydi 77 1 Mayýs’ý 6-7 Eylül, Beyazýt’ýn kanlý Mart’ý, Gazi... “güvercin ürkekliði”yle yürüyen Hrant’ýn Þiþli kaldýrýmýnda kalan bedeni... Sokak ortalarýnda, evlerinde, üniversitelerde öldürülenler... Seni üç-beþ binaya sýðdýrmak istiyorlar, Ýstanbul... pazarladýklarý üç-beþ binaya! Bütün bir tarihini yok saymak istiyorlar. 6. Filo’ya karþý yürüyenlerin öfkeli sloganlarý duyulmasýn istiyorlar, milyonlarca grevcinin yüzleri ýþýtmasýn bugünü ve geleceði... Ne emeðe dair tek bir aný, ne “küçük insanlar”ý bu koca kentin! Oysa biz seni tramvayýna asýlan çocuklarýnýn gülüþüyle seviyoruz... Her taþýnda alýnteri olan emekçilerinle… Biz seni her an patlamaya hazýr kalabalýðýnla seviyoruz... Çamurlu varoþlarýn bitimsiz umudu ve isyankarlýðýyla... Sen sermayenin “kültür baþkenti” deðil, Kavgamýzýn Baþkentisin Ýstanbul! Sen bize layýksýn biz de sana Ýstanbul
34
TAKSÝM’DE MUTLULUÐUN RESMÝ Sabah saat sekiz gibi evden bir yoldaþýmla birlikte çýktýðýmda tarif edilmez duygular içindeydim. Bulunduðumuz semtin dar, ara sokaklarýndan geçerken toplanma yerine bir an önce ulaþmanýn sabýrsýzlýðý ayaklarýmý denetimim dýþýna çýkarmýþtý. Farkýnda olmadan adýmlarým hýzlanmýþtý. Þiþli’deki toplanma alaný sanki bir mýknatýs gibi kendine çekiyordu beni. Yanýmdaki yoldaþ, “aceleye gerek yok, vaktimiz var daha” dediðinde ne kadar hýzlý yürüdüðümün farkýna vardým. En son 78’ 1 Mayýs’nda Taksim’e çýkmýþtým. Demek ki, tam otuz iki yýl olmuþtu Taksim’e çýkmayalý. Otuz iki yýl… dile kolay. Oysa çeyrek asýrdan fazla zamandýr bu. Yine de aklýmda kalan 78’ 1Mayýs’ýndan çok kanlý 77’ 1 Mayýs’ý idi. Toplanma alanýna yaklaþtýkça 77’nin anýlarý bir film þeridi gibi gözümün önünden akýp geçmeye baþladý. Ankara’da týp okuyan bir arkadaþýmla katýlmýþtým 77’1 Mayýs’ýna. Ýstanbul’a 1 Mayýs’a katýlmak için gelmiþti. Ýkimiz de henüz örgütsüz olduðumuz için kimlerle birlikte yürüyeceðimize karar verememiþtik. Kortejleri dolaþýrken Beþiktaþ Barbaros bulvarýnýn Yýldýz Teknik tarafýnda “Saðlýkçýlar” kortejini gördük. Onlarla birlikte yürümeye karar verdik. Yýldýz Teknik’ten Taksim’e kaç saatte geldik hatýrlamýyorum ama yürüyüþün saatlerce sürdüðünü dün gibi hatýrlýyorum. Benim katýldýðým taraftaki kortejin ucu bucaðý gözükmüyordu. 1 Mayýs kutlamalarý hem kitle katýlýmý hem de görsellik bakýmýndan gerçekten görkemliydi. DÝSK-TKP ve diðer devrimci gruplar tarafýndan ileri sürülen taleplerin düzen içi talepler olmalarý durumu deðiþtirmiyordu. Sermaye düzenine iþçi sýnýfýnýn bir meydan okumasý vardý sanki. Marx-Engels-Lenin posterleri kutlamalara kýzýl bir renk vermeye yetiyordu. Sermaye sýnýfýnýn bunu devrimin ayak sesleri olarak algýladýðýný ve bu sese bir katliamla yanýt vereceðini sonradan anlayacaktým. Taksim’e vardýðýmýzda bulunduðum kortej kürsünün hemen önüne yerleþti. Kürsüyle aramýzda on-on beþ metrelik mesafe ve merdivenler güvenlik nedeniyle olacak boþ býrakýlmýþtý. Kürsüde Kemal Türkler ve yanýnda birkaç kiþi daha bulunuyordu. Kýsa bir süre sonra Kemal Türkler konuþmaya baþladý. Ancak henüz birkaç dakika geçmemiþti ki, Taksim Alaný’nýn Þiþli-Elmadað giriþinde hareketlenme baþladý. Önce bu hareketlenmeyi önemsememiþtim. Zaten Maocu gruplarla bir kavga bekleniyordu. Burjuva basýn haftalar öncesinde Maocularla TKP’liler arasýnda çatýþma çýkacaðýný yazýp duruyorlardý. DÝSK-TKP ikilisi, Maocu gruplarý alana sokmayacaklarýný; Maocu gruplar ise çatýþma pahasýna alana gireceklerini açýklýyorlardý. Kýsacasý, herkes bir kavga beklentisine sokulmuþtu. Burjuva basýnýn aslýnda kanlý bir planýn zeminini hazýrladýðý ancak katliamdan sonra anlaþýlacaktý. Doðrusu her iki tarafta tutum ve açýklamalarýyla burjuva basýnýn iþini kolaylaþtýrýyordu. Hareketlenme olduðunda bunun beklenen kavga olduðunu düþündüm. Ama bunun büyük bir katliamýn malzemesi olacaðýný hiç aklýma getirmemiþtim. O güne kadar kitle eylemlerinde böylesi kavgalara çok rastladýðým için bunun da geçici bir durum olduðunu; kavgadan sonra mitingin devam edeceðini düþündüm. Nitekim birkaç ay öncesinde yine Taksim’de ve yine Maocu gruplar Dev-Genç mitingine saldýrmýþ ama miting daðýlmamýþtý. Ancak iþler sandýðým gibi olmadý. Kargaþa gittikçe büyüdü. Bu arada sopa
35
kýrýlmasý sesine benzer sesler duyuyordum. Kavgada kullanýlan pankart sopalarýn kýrýldýðýný, “tak tak” seslerinin buradan geldiðini düþündüm. Bunun silah sesi olduðunu anlamamýþtým. Kemal Türkler kürsüden herkesin eðilmesini, yere yatmasýný söylüyordu. Onun ve yanýndakilerin bir þeylerden korunmaya çalýþýr gibi kafalarýný eðdiklerini gördüm. Arkama baktýðýmda alandaki tüm kitlenin þiddetli rüzgârda eðilen buðday baþaklarý gibi dalgalandýðýný gördüm. On binlerce kiþi eðilip doðruluyor ve ön tarafa doðru ilerlemeye çalýþýyordu. Bunun alýþýlageldik kavgalardan biri olmadýðý ortaya çýkýyordu. Mitingin devam etmeyeceðini anladým ve hemen önümde duran merdivenlerden yukarý, arkadaþýmýn elini býrakmadan çýktým. Kürsüdekilere baktým, hepsi yere yatmýþtý. Ben hala silah kullanýldýðýný anlamamýþtým. Çünkü koca alanda silah sesi sopa kýrýlmasý sesine benzer bir ses gibi duyuluyordu. AKM tarafýna doðru sakin sakin yürümeye baþladýk. Oradan Gümüþsuyu caddesine geçtik. Binlerce insan buradan Dolmabahçe’ye doðru telaþ içinde koþuyordu. Ýlk defa burada birilerinin “silah kullanýldý, polis herkesi topluyor” dediðini duydum. Pek inanmamakla birlikte, ne olur ne olmaz düþüncesiyle arkadaþýma “hýzlanalým” dedim. Oradan Kabataþ Ýskelesine geldik. Ýskeleye vardýðýmýzda tanýdýðým DevGenç’lilerin araba vapuruna bindiklerini gördüm. Biz de onlarýn yanýna gittik. Vapur iþgal edilmiþti. Ýnisiyatif Dev-Genç’li arkadaþlardaydý; onlar nereye isterse vapur da oraya gidecekti. Orada sözü geçen tanýdýðým bir Dev-Genç’li arkadaþa vapuru nereye götürdüklerini sordum “Üsküdar’a” dedi. “Üsküdar olur mu? Faþistler bizi orada bekliyor olabilir ve biz iner inmez bizi tarayabilirler” dedim “En doðrusu Eminönü” diye de ekledim. “Haklýsýn” deyip yanýmdan hýzla ayrýldý. Gerçekten de o yýllarda Üsküdar tam bir faþist yuvasýydý. Bir devrimcinin Üsküdar’dan geçmesi aklýn alacaðý bir þey deðildi. Çok geçmeden vapurun Eminönü’ne doðru dümen kýrdýðýný gördüm; rahatladým. Orada ilk defa bana çok kiþinin öldüðünü söylediler; ama inanmamýþtým. Nasýl inanayým ki? Daha önce þimdi gördüðümden on kez daha þiddetli geçen Kocamustafapaþa çatýþmasýný görmüþ, yaþamýþtým. Ve dinamitlerin, ses bombalarýnýn, tabancalarýn kullanýldýðý o çatýþmada bir kiþi bile ölmemiþti. Þimdi ise insanlar pankart sopalarýyla birbirlerine girmiþlerdi hepsi buydu. Böyle bir kavgadan çok ölü çýkar mýydý hiç! Böyle düþünüyordum. Böyle olmadýðýný, arkadaþýmý kaldýðý eve getirdiðimde anladým. Bizden önce eve gelenler haberleri dinlemiþ ve gerçeði öðrenmiþlerdi. Radyo ve televizyon otuzun üzerinde ölü olduðunu bildiriyordu. Evde gerçek bir yas havasý esiyordu. Tarif edilmez acý duygular içindeydik. Ne yapabilirdik, þimdi ne olacak sorularýný kendi kendimize soruyorduk. Sorularýn yanýtý yoktu. Sabahý beklemekten baþka yapacak bir þey yoktu. O gün bizi tarifsiz acýlar içinde býrakarak tarihe karýþmýþtý. Ýþte þimdi yeniden Taksim yolundaydým. Gerçi 78’ 1 Mayýs’ý da Taksim Alaný’nda kutlanmýþtý ama o sýradan bir kutlama gibi hafýzalarda pek yer etmemiþti. Onun için þimdi sanki 77’den sonra ilk defa Taksim’e çýkýyor gibiydim. Toplanma yerine vardýðýmda henüz büyük bir kalabalýk yoktu. Gruplar yeni yeni geliyorlardý. Gelen gruplar hemen pankartlarýný açýyor, saflarýný düzenliyor, kendi sloganlarýný atýyorlardý. Birlikte yürüyeceðim Mücadele Birliði korteji de ayný durumdaydý. Henüz pek az kiþi gelmiþti. Ama ben katýlýmýn yüksek olacaðýný biliyordum. 1 Mayýs öncesi yanýna gittiðimiz aileler konu-komþu hep birlikte katýlacaklarýný söylüyorlardý. Kendi aralarýnda çoktan konuþmuþ anlaþmýþlardý. Mahalleli birbirini tanýyor, 1 Mayýs’a kimin katýlacaðýný kimin katýlmayacaðýný biliyordu. Toplum aslýnda derinden derine bölünmüþ, saflaþmýþtý. Bu duruma pek çok yerde tanýk oldum. 1 Mayýs’a katýlacak olanlar günler, haftalar öncesinde kararlarýný vermiþ, hazýrlýklara baþlamýþlardý. Hepsi de çoluk-çocuk ailece katýlmaya karar vermiþlerdi.
36
Halkta düzene, devlete karþý büyük bir öfke biriktiði açýktý. Bu birikmiþ öfke 1 Mayýs’a yansýyordu iþte. O yüzden toplanma yerinde erken saatte kalabalýk görmeyince caným sýkýlmadý. Biraz sonra kalabalýk kitlelerin buraya akacaðýný biliyordum. Bulunduðum kortejde “Enternasyonal” ve “Ey Raqip” marþlarý çalýnmaya baþladý. Her iki marþ da çok etkileyici idi. Çok geçmeden beklediðim oldu ve kalabalýk kitleler toplanma yerine akmaya baþladý. Pankart taþýyanlar, saða sola koþuþturanlar, heyecanla arkadaþlarýna talimatlar verenler, onlarý umursamadan, omuzlarýnda baþka gruplarýn pankartý, yanlarýndan geçenler, saflarýný düzenlemek için arkadaþlarýna baðýrýp duranlar.. ne müthiþ manzaraydý o öyle! Sanki Taksim Alaný surlarla çevrilmiþ bir kaleydi ve þimdi insanlar o surlarý yýkmak için akýn akýn toplanýyor, hazýrlýk yapýyorlardý. O surlar son bir saldýrýyla yýkýlacaktý bugün. Evet, bu bir “son saldýrý”ydý ama ilk deðildi. Yýllardýr o surlara saldýrýlar yapanlar vardý. Bunu biliyordum. Ve o saldýrýlarla bu surlar dövülmeseydi, küçük küçük gedikler açýlmasaydý, dikkatler buraya bu þekilde çekilmeseydi bugün Taksim çoktan unutulmuþ olacaktý. Bunun için aðýr bedeller ödendiðini biliyordum. Ama deðmiþti iþte. Aðýr bedeller ödenerek yapýlan o saldýrýlar bugün Taksim’in ele geçirileceði bu büyük saldýrýnýn koþullarýný hazýrlamýþtý. Yürüyüþ baþladý. Artýk Taksim’in üzerine yürüyorduk. Yýllar önce katledildiðimiz alaný geri almak üzere yüz binler halinde yürümeye baþlamýþtýk. Oraya varýnca ne olacaktý bilmiyordum. Aslýnda ne olacaðý belliydi. Düþman, tasý taraðý toplayýp alaný terk etmiþti. Yine de içimde bir “acaba” vardý. Yanýmýzdan Kürt halký geçerken bizim kortejden “Ey Raqip” çalýnmaya baþladý. Kürt halkýný müthiþ bir coþku sardý. Alkýþlar, zýlgýtlar ortalýðý inletiyor, görevliler arkadaþlarýný sessiz olmalarý için uyarýyorlardý. Bu arada yaklaþýk on katlý bir binanýn çatýsýndan, üzerinde “Dünya Emeðin Olacak” yazýlý dev bir Deniz Gezmiþ pankartý sarkýtýlýnca coþku doruða çýktý. Alkýþlar, zýlgýtlar, ýslýklar, sloganlar birbirine karýþýyor, bu müthiþ uðultu tarifsiz bir heyecan yaratýyordu. Kürt halký Denizlere ne müthiþ bir sevgi duyuyormuþ! Katledildiðimiz, kaçýrýldýðýmýz, sayýsýz çatýþmalar yaþadýðýmýz kavgamýzýn baþkenti Ýstanbul sokaklarýnda þimdi “Enternasyonal” çalýnýyordu. Sokaklar, caddeler bizimdi, devrimindi. Kýzýl bayraklar dalgalanýyor, devrimin marþlarý yükseliyordu dört bir taraftan. 77’de bizi katledenler, bizi acýlar içine gömenler þimdi ancak göze görünmeyecek bir uzaklýktan seyredebiliyorlardý bizi. Demek ki, emekçilerin istekleri önüne set çekenler, tarihin akýþýný durdurmaya çalýþanlar yaptýklarýyla sadece kendilerini boðacak sularýn olaðanüstü birikmesine yol açarlarmýþ. O sular bir gün mutlaka önlerindeki bentleri yýkar, önlerindeki engelleri silip süpürürlermiþ. Týpký bu ün olduðu gibi. Ve iþte Taksim’in önündeyiz. Heyecaným dorukta. Birkaç yüz metre sonra, yýllar önce arkamda ölüler býrakarak ayrýldýðým o alana yüz binlerle birlikte gireceðim. Taksim devrimindi artýk. Alana girdiðimde gözyaþlarýný tutamayan, birbirlerine sarýlan, birbirlerini kutlayan insanlarý gördüm. Birileri kürsüden konuþuyor ama ne konuþan ne de konuþulan þeyleri dinleyen, umursayan vardý. Yüz binlerce insan için önemli olan Taksim Alaný’na girmekti ve bu hedefe þimdi varýlmýþtý. Ýnsanlarýn yüzünde burjuvaziye karþý zafer kazanmýþ olmanýn mutluluðu vardý. Sanki kazanýlan kýsmi bir zafer deðildi de ayaklanmayla iktidar fethedilmiþti, onun mutluluðunu yaþýyorlardý. Bu, gelecekte kesinlikle yapýlacak olan “mutluluðun resmi”nin ilk örneði idi. Alandan birkaç yoldaþýmla birlikte sessizce ayrýldým. “Herhalde” dedim kendi kendime “emekçi sýnýflar iktidarý fethettiklerinde iþte böyle bir tabloyu yaþayacaðýz”
37
Ýstanbul’a Dair... Salkým salkým tanyelleri estiðinde Mavi patistakalarý yýrtan gemilerinle Uzaktan seni düþünürüm Ýstanbul... Hepimizin bildiði bir þarkýnýn sözleri deðildir yukarýda yazanlar. Birçoðumuzun severek okuduðu Ýstanbul þiirinin yalnýzca bir bölümüdür. En güzel Ýstanbul þiirlerinden biri kabul edilir büyük çoðunluk tarafýndan. Ama bir þiir daha var ki en az onun kadar güzel ve etkileyici... Tevfik Fikret’in sisli bir Ýstanbul günü için yazdýðý þiirdir bu. Vedat Türkali Ýstanbul þiirini Sis þiirinin þairi Tevfik Fikret’te ithaf etmiþtir. Neden? Çünkü, Tevfik Fikret’te Ýstanbul’a duyulan öfke vardýr. Ýstanbul’un zulmüne isyan vardýr. Sisli bir Ýstanbul günü Tevfik Fikret baskýcý ve zorba saraya karþý tüm öfkesini kusar. Bu sarayý kendi baðrýnda taþýyan Ýstanbul’a yöneltir öfkesini. Ey zulümler sahasý... Evet, ey parlak alan, ey facialarla donanan ýþýklý ve ihtiþamlý saha! Ey parlaklýðýn ve ihtiþamýn beþiði ve mezarý olan, Doðu’nun öteden beri imrenilen eski kraliçesi! Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artýk ey þehir; örtün ve sonsuz uyu ey dünyanýn koca kahpesi! Ey debdebeler, tantanalar, þanlar, alaylar; Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlý saraylar. Vedat Türkali bizim olan Ýstanbul’u anlatýr. Tevfik Fikret’e... Ýstanbul’un haramilerin elinden kurtulacaðý günü müjdeler... Ve Ýstanbul’un ne kadar güzel bir þehir olduðunu anlatýr ona. Bekle der bekle o günler gelsin… Bekle haramilerin saltanatý yýkýlsýn… Boþuna çekilmedi bunca acýlar Ýstanbul Bekle bizi Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle Parklarýnla köprülerinle kulelerinle meydanlarýnla Mavi denizlerine yaslanmýþ Beyaz tahta masalý kahvelerinle bekle Ve bir kuruþa Yenihayat satan Tophanenin karanlýk sokaklarýnda Koyunkoyuna yatan Kirli çocuklarýnla bekle bizi Bekle zafer þarkýlarýyla caddelerinden geçiþimizi Bekle dinamiti tarihin Bekle yumruklarýmýz Haramilerin saltanatýný yýksýn Bekle o günler gelsin Ýstanbul bekle Sen bize layýksýn Týpký Tevfik Fikret gibi bizler de kýzdýk Ýstanbul’a... Sokaklarýnda isyan ateþlerini yakanlarý korumadýðý için öfkelendik ona… Birçok katliamýn tanýðý olmasýna rað-
men sessiz kalmasýna dayanamadýk, isyan ettik. Yeter artýk dedik, yeter… ayaða kalk kalk Ýstanbul at üzerindeki yorgunluðu ve diyorlar ki yeter yeter artýk ayaða kalk kavgaya, savaþa gir Ýstanbul Savaþa girdi Ýstanbul bizimle birlikte haramilerin saltanatýný yýkmak için… Neler yaþadý, neler gördü… Unutulur mu Ýstanbul, Beyazýt’ýn döþünde patladý bombalar, Gazi’de kurþun saðnaklarý boþandý üstümüze... Unutulur mu acýlarýn payandalýðý yürek, aç gecelerin bitmezliði unutulur mu? Unutmayacaðýz Ýstanbul. Bilesin ki sözümüz baþýmýz üstünedir. Binlerce ölü versek de sokaklarýnda, Aralýksýz yaðmalansa da uykularýmýz, yetmese düþlerimiz çocukluðumuz gençliðimiz yaðmalansa da. Yine de inat ve sabýrla, Kurþun yaralarýmýzdan kan taþýyacaðýz alaca þafaklarýna. Sabahlarýn maðrur olsun Ýstanbul Baþeðmez olsun yeter ki. Baþeðmedi Ýstanbul… kimi zaman yalnýz kaldý… kimi zaman tel örgülerle sarýldý her bir yaný… yasaklandý meydanlarý, sokaklarý… Ama o hep umutla açtý kollarýný kendine doðru gelenlere… Meydanlar ki gamzelerindir Ýstanbul bak, göreceksin; bir mayýs gününde tutuþacaðýz elele ve sen bizlere yeniden gülümseyeceksin!.. Týpký Taksim meydanýnýn her 1 Mayýs’ta gülümsediði gibi bizlere… 2009 1 Mayýs’ýndaki coþkuyu hatýrlýyorum da ne kabýna sýðmaz bir mutluluktu o… Yýllarýn özleminin bir karede somutlaþmasý… 2010’da Emeðin Ýstanbul’u artýk kitlesel bir þekilde kýzýl meydanda Taksim’deydi… Çocuksu bir coþkuyla heykelin her yanýndan sarkan insanlar nasýl da mutluydular o gün… Bekle o günler gelsin Ýstanbul dedik ama beklemedik… o günleri yaratmak için sabýrlý bir emekle ördük Ýstanbul’u... Örmeye de devam edeceðiz… Emeðin ellerinde yükselen Ýstanbul hep emeðin Ýstanbul’u olarak kalacak... Kavgamýzýn Baþkenti olarak kalacak… Sen bize layýksýn, biz de sana Ýstanbul… Sen sermayenin kültür baþkenti deðil kavgamýzýn þehrisin Ýstanbul…
38
ey gururlu sütunlar ki birer bağlı dev, geçmişleri geleceklere anlatmakla görevli; ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi; ey kubbeler, ey şanlı yakarma yapıları; ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler; ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler; ey servilerin kara gölgesinde birer yer elde edebilmiş nice bin sabırlı dilenci; “Geçmişlere rahmet!” diyen mezar yazıtları; ey türbeler, ey herbiri gürültülü bir anıyı uyandırarak sessiz ve durgun yatan atalar; ey çamur ve tozun savaş alanı eski sokaklar; ey her açılan gediği bir olay sayıklar viraneler, ey uykulu it kopuğun pusu yerleri; ey kapkara damlarla birer ayakta duran yası simgeleyen sessiz ve eskimiş evler; ey herbiri bir leyleğe, bir çaylağa yuva kaygılı çocuklar ki acılarla somurtmuş, yıllarca zamandan beri, tütmek ne ... unutmuş; ey midelerin sıkıştıran zehri önünde her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar; ey doğanın bağışıyla en hazır ve nimetli bir yaratılışa ulaşmışken aç, tembel ve kısır; her nimeti, her bağışı, bütün kurtuluş nedenlerini gökten dilenen katlanma alçalışı ki... ikiyüzlü! Ey köpeklerin sesi, ey konuşma onuru ile üstün insanda şu nankörlüğü kargıyan bağırtı; ey yararsız gözyaşı, ey zehir gibi gülüş; ey güçsüzlük ve elem sözleri, kargıyan bakış; ey efsanelere düşen anı; namus; ey yükselme kapısına çıkan yol: ayak öpme yolu; ey silahlı korku, ki zararları yüzünden öksüz, dul ağızlardaki her talih yakınışı; ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe yakın bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi; ey olmayacak söz, ey sonsuzca bilinen yalan, ey mahkemelerden sürekli sürülen hak; ey kuruntuların saldırıları ile duyguları bitkin vicdanlara uzatılan meraklı kulak; ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar; ey ulusal çaba ki nefret edilmiş ve horlanmış; ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkum; ey erdem ve edebin payı, ey unutulmuş yüz; ey korku yüküyle iki kat gezmeye alışmış ileri gelenler ve adamları, koca bir ünlü kesim; ey eğilmiş baş, ki akpak, ama iğrenç; ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç; ey ayrılık acısı çeken ana, ey kırgın eş; ey kimsesiz, başı boş çocuklar... hele sizler, Hele sizler... Örtün, evet, ey facia... Örtün, evet, ey kent; örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu!..
SİS Sarmış yine ufuklarını bir inatçı duman, bir apak karanlık ki durmadan artmada. Basıncının altında silinmiş gibi varlık, bir tozlu ve ürkünç, ulu yoğunluk ki bakışlar dikkatle işleyemez derinliğine, korkar! Ama sana layık bu derin karanlık örtü, layık bir örtünme sana, ey zulümler alanı! Ey zulümler alanı... Evet, ey gösteriş sahnesi, ey facia süsleyen yaldızlı, şatafatlı sahne! Ey şatafatın, gösterişin beşiği ve mezarı; Doğu'nun öncesiz alımlı kraliçesi; en kanlı sevgileri nefretle titremeden besleyip büyüten zevk düşkünü göğüs; ey Marmara'nın mavi kucağında ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın; ey köhne Bizans, ey koca büyücü bunak, ey bin kocadan arta kalan el değmemiş dul; güzelliğinde daha tazeliğin büyüsü ortada, hala titrer üstüne izleyen bakışlar. Dışardan, uzaktan açılan gözlere süzgün mavi gözlerinle ne uysal görünürsün! Uysal, ama en kirli kadınlar gibi uysal; üstünde coşan gözyaşlarının hepsine hissiz Kurulurken daha, bir hainlik eli yapına katmış gibi zehirli bir kargış suyu! Hep ikiyüzlülük kiri,kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri; yalnız bu... ve yalnız bunun yükselme umudu. Milyonla barındırdığın cesetler arasından kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak? Örtün, evet, ey facia... Örtün, evet, ey kent; örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu? Ey depdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; kaatil kuleler, kuleli zindanlı şehirler; ey anıların sağlam mezarı, ulu tapınak;
tevfik fikret
39
Nazım Akarsu
Ben bu şiiri tutsakken yazmış olmalıyım Yoksa nasıl böyle buram buram İstanbul kokar İskeleden vapur kalkar Sarayburnu'ndan biri ona bakar Tutsaklar onun gözleriyle İstanbul'a bakar Tutsaklar onun ellerinde kıpırtıyı duyar Biri sularda ateş yakar Tutsaklar onun yalımında sigaralarını yakar Biri Piyer Loti'ye çıkar Tutsaklar onunla birlikte Haliç'ten gazel okur Biri gider Kadıköy'de balık ekmek yer Tutsaklar onunla birlikte parmaklarını yer Biri atlar gemiye Anadolu kavağına gider Tutsaklar onunla birlikte maviye özgürlüğün koyağına gider Ben bu şiiri tutsakken yazmış olmalıyım Yoksa nasıl böyle sözlerimden hicap duyarım Ben bu şiiri tutsakken yazmış olmalıyım Yoksa nasıl böyle hiç yoktan İstanbul'a özlem duyarım
Sis İstanbul'a yakışmıyor Perdesini indirmiş gözler gibi gizliyor güzelliğini Sis İstanbul'a yakışmıyor Gölgesini salmış gibi asfalta kendisi görülmüyor Sis İstanbul'a yakışmıyor Kimsesizlik hissi uyandırıyor Bir de bakmışsın ki dudaklarını kaçırıyor İnsan tam öpecekken gamzesinden gamzesini bulamıyor Sis İstanbul'a yakışmıyor Denizin ufkunda bile Sisler içinde bulanıyor İstanbul'un gözleri Sissiz daha güzel olan gözleri 24 Kasım 2009
18 Mayıs 2010
40
neden geldim istanbul’a
Temade Çınar Her göç bir kopuþ ve yeniden baþlangýçtýr. Bu kopuþta da yeniden baþlangýçta da insanýn kendi öznel niyetlerini aþan bir zor rol oynar. Doðanýn her canlýsýnýn az yoðun ortamdan çok yoðun ortama doðru hareketinin, ekonomik, politik, askeri, kültürel zorlamalarýnýn karþýlýðýdýr göç. Ýnsan yola çýkýyorsa, bulunduðu ortamýn bir ya da daha fazla eksikliði diðer ortamdaki bu eksikliklerin karþýlýðýna doðru hareketini zorunlu kýldýðýndandýr. Yani bilinen klasik “itici sebepler ve çekici sebepler” diye baþlar her göç yazýsý. Ýþsizlik baþta olmak üzere, politik ve askeri baský, can güvenliði, kültürel ve ekonomik kaynaklarýn ülkenin/dünyanýn her yerine eþit daðýlmamýþ olmasý bu hareketi baþlatýr. Emeðini satmak ve karþýlýðýnda yaþamak için gerekli olanlarý satýn alabilmek, yani iþ bulmak, hayatta kalma þansýný arttýrmak, insanlýðýn evrensel birikiminden faydalanmak, yani alýþýlagelen tanýmýyla yaþam kalitesini yükseltmek, eðitim alabileceði yerde olmak insanlarý yola düþürür. Kim bu hareketin baþýnda tüm sonuçlarýný hesap eder ki? Tüm hayaller umut doludur. Kaygýlarý teskin eden bir ses, arkasýndan þehre doðru iter her yolcuyu. Göç baþladýðýnda yola çýkan yetiþtiði topraklara sýrtýný dönmüþtür bir kere. Her adýmda yeni topraklara yaklaþtýkça eskisinden uzaklaþýr ve yenisine yaklaþýr. Gittiði yerin yabancýsý artýk geldiði yerin de yabancýsýdýr. Gittiði yere yetiþmiþ iþ gücünü, hazýr ve risksiz gücünü götürmektedir. Þehirlerin ihtiyaçlarý olduðunda çektiði ve iþi bittiðinde ittiði göçmenler, sanayileþme dönemlerinin en aðýr ve en pis bilinen iþlerini üstlenirler. Bütün þehirlerin alt yapýlarý, kaba iþleri onlar tarafýndan yapýlmýþtýr. Vasýfsýz iþ gücünün kaynaðýdýr göç. Kendini en mütevazý karþýlýkla pazara sunmaktadýr. “Ne olsa yaparým”, “ekmek yediðimiz tekneye ihanet bizim kitabýmýzda yazmaz” tam teslimiyettir. Oysa göçmen böyle karþýlanmaz. O yaþam karþýsýnda harekete zorlanmýþ olmaktan öte gittiði yerde de oraya tam uyumu ve asimilasyonu yönünde zorlanýr. Göçmenler tüm bu zorlamalarýn ve kendi getirdiklerinin etkisi arasýnda kalmýþ olan kiþiler, toplumlardýr. Asimile
olduðu oranda baþarýlý, köklerine baðlý kaldýðý oranda uyumsuz, baþarýsýz olur. Dilini unutabildiði ve þehrin dilini aksansýz konuþabildiði oranda baþarýlý kabul edilir. Þehirli gibi görünebildiði oranda þehir onu içine alýr. Yoksa þehrin en uzak köþelerine kusar onu. Ýstanbul’un göç þehri olduðunu hepimiz söyleriz. Göçmenlerin yerlilerinden yerlilerin göçmenlerinden þikâyetleri ne çok yazýna konu olmuþtur. Yerliler, “yüksek” kültürlerinin yeni kültürle karýþmasýndan, bozulmasýndan hoþnutsuzdur. Gelenler, kendi kültürlerini devam ettirmekle karþýlaþtýklarý kültüre uyum saðlamak arasýnda gidip gelirler. Çoðunlukla da ortaya her iki kültürden de bir parça ama her iki kültüre de birebir benzemeyen ara tonlar ortaya çýkar. Bu tonlar hayatýn her alanýna yansýr. Giyim kuþam, yaþanýlan yerler, dil, davranýþlar, tepkiler, müzik, edebiyat, sanat vb. her alan bu dönüþümden etkilenir. Nice araþtýrmalara konu olmuþ arabesk müzik ya da kültür bu aralardan beslenir. Anadolu’nun insanýnýn metropollere ve hatta baþka ülkelere yola çýkýþýyla baþlar bu hikâye. Anadolu insaný çoðunlukla yerleþik kültürün insanýdýr. Bir kýsým göçerler ve gezerler dýþýnda genellikle topraðýna baðlý bir hayat sürer. Büyük kýyýmlar dönemleri ve yöreleri dýþýnda da genellikle yüzyýllar boyu ayný kuþaklara ev sahipliði yapar. Gün gelir toprak, dünyaya gelen nesillerce paylaþýla paylaþýla o kadar küçük ve verimsiz kalýr ki kimseyi doyuramaz hale gelir. Topraðýn çalýþarak verimli hale geleceðini düþünenler tarým konusunda çok az þey bilenler olsa gerek. Topraða ekilmiþ ürününü güvenceye almak için çiftçi baþta bankalar olmak üzere pek çok yoldan borçlanýr. Gübresinden tohumuna, tarým ilaçlarýndan iþ aletlerine her aþamasý gün geçtikçe daha masraflý hale gelen topraðýn tarým iþçilerini ya da küçük toprak sahiplerini doyurmasý imkânsýz hale gelir. Bugün aracý tüccarlardan baþka kimse topraktan kazanamaz durumdadýr. Çoðu yine toprakla ilgili iþler bulmak üzere yola çýkar. Fýndýk, çay, pamuk, tütün iþine yani sanayi hammaddesi tarým ürünlerinin iþçiliðine gider. Gün geçtikçe azalan bu üretim alanlarý da buraya yönelenleri þehirlere doðru kovar. Þehirdeki bir aylýk ne kadar küçük olursa
41
olsun köylünün topraðýnýn getirisinden daha garantilidir. Hatta bu garanti çoðunlukla köydeki tarlalarýn yeniden ekilip biçilebilmesi hayaliyle yola çýkar. Hesap, þehirde kazanýp köye geri dönmek yönündedir. Tersi de doðrudur ki bazý yörelerin insanlarý için “koloni halinde yaþar, koli ile beslenirler” denilmesi boþuna deðildir. Köy geride kalarak þehre gidenin dayanma gücünü arttýrýr. Çoðumuz biliriz. Köylerden gelen erzaklar otobüslerin bagajlarýndan boþalýrken hayret etmekten kendimizi alamayýz. Bidonlarla tuþular, peynirler, çuvallarla un, bulgur ve yörede ne varsa o. Gecekondularda emekçilerin bunca yoksulluða raðmen bugüne kadar nasýl dayandýðýný bunlar ve köyden getirdiði ürünlerle elde ettiði yan kazançlarla açýklayabiliriz. Bugün bu koþullar neredeyse tükenmiþ durumda. Ne köylerde ekilebilir toprak kaldý ne de bu topraðý ekecek genç nüfus. Önce evin içinden –genellikle- bir erkek çocuk þehre çalýþmaya gider. Aslýnda bu yola çýkan desteklensin ya da desteklenmesin seçilmiþ olan, en atak olandýr. Dayanýklýlýðýný ve zekâsýný kanýtlamýþ olandýr. Çoðunlukla, eðer savaþ göçü deðilse, yolculuk ailenin tümüyle baþlamaz. Neredeyse son köke kadar tutunma çabasý devam eder. Savaþ olan yerlerde bile insanlarýn tüm itici sebeplere raðmen topraklarýndan ayrýlmamasý sadece gericilik, gidilecek yerle ilgili güvensizlikle açýklanamaz. Yani göçün zoru býrakýp kolayý seçmek olduðunu iddia edenler yanýlýyorlar. Göç imkânsýzda baþlar. Ve ilk yola çýkan kurbandýr. Bu yolculukta hedefimiz Ýstanbul. Daha önce Ýstanbul’a gelmiþ olan akrabalar var ise hemen onlarýn yanýna gelinir. Biraz çökelek, biraz yufka, biraz bulgur varsa biraz kavurma sofraya konur. Yük devrilir. Gelen hemþeri ya da akrabaya iþ bulmak, ev bark sahibi olmasýný saðlamak görevdir. Zaten þehirdeki yalnýzlýðý ve güçsüz-
lüðü yenmenin bir yoludur da birleþmek ve her bir parçanýn güçlenmesini saðlamaktan geçer. Köy derneklerinin ülkemizdeki yaygýnlýklarýna ve ne kadar uzun süredir ayakta olduklarýna bakmak göçmenlerin þehir karþýsýndaki yalnýzlýklarýný anlamak için yeter. Bu dernekler cenazeleri köylerine taþýr. Bugünkü birçok gecekondu imece yoluyla kondurulmuþtur. Dayanýþmayý saðlayarak þehrin zorluklarý karþýsýnda ayakta kalmayý garantilemeye çalýþýr. Ne de olsa güçler denk deðil. Onun içindir ki dünyanýn her yerinde olduðu gibi ayný yerden gelenler ayný iþyerinde, ayný iþ kolunda çalýþýp, ayný bölgelerde otururlar. Bu mahalleler neredeyse görünmez bir kale duvarýyla kaplýdýr. Herkes birbirini tanýr. Yabancý girdiði anda anlaþýlýr. Tehdit varsa etrafý çevrilir, hali hatýrý sorulur. Yani her mahallenin getirdiði yörenin kültürüne uygun bir görünmez, yazýlý olmayan yasasý vardýr. Hatta bazý ilerici mahallelerde bu duvarý kýrmak için devlet tarafýndan mahalle içine bir takým “memurlar” yerleþtirilmiþtir. Bazý mahalleler mahallenin ismi ne olursa olsun orada yaþayan þehirlilerle tanýnýr. Tokatlýlarýn mahallesi, Konyalýlarýn mahallesi, Trakyalýlar, Diyarbakýrlýlar vb. insanlar da birbirlerini öyle tanýr. Ne iþ yaptýðýndan daha çok nereli olduðunu bilir komþusunun. Zamanla daðýlan bu feodal baðlar özlenir, kopmalar yadýrganýr. Ancak kapitalizm hiçbir þans býrakmaksýzýn tam teslimiyeti dayatýr. Ýþinde ilerleyen iþçi atölyede iþe aldýrdýðý köylüsü yüzünden iþinden olmak istemez. Hatta memleketinden gelen kiþinin tam asimilasyonunu, þehirli gibi yaþamasý ve davranmasý yönünde baský yapar. Köyden getirdiði her þeyi unutmasý, gömmesi ve bir daha hatýrlamamasý þarttýr. “… bi tane Ýstanbul var” uyarýsýný bilmeyen var mýdýr? Ama ne çeliþidir ki ayný kiþi yine kendi memleketlileri tarafýndan çok asimile olduðu için “aslýný, neslini unuttuðu için” yadýrganýr. Ortaya çýkan ikili kiþilik, iþte bu iki gelgit arasýnda kalmýþ, ikiye bölünmüþ, her iki tarafa da kendini kabul ettirmenin yolunu bulmuþ olan kiþilik deðil midir? Yani baþarmýþ olandýr… Ýstanbul’un sýnýrlarýný týpký diðer metropollerde olduðu gibi dýþarýlara doðru pervasýzca taþýrtan göçmenler, bunu sadece þehir planlarý üzerinde yapmazlar. Þehrin tüm dokusu ile göçmenlerin dayatmasý arasýnda bir sabit kalma ve esneme savaþý sür git devam eder. Þehir, yerleþik, kurallý ve sabit bir sistem kurmaya çalýþýrken, göçmen onun tüm inatçý diþlerine çomak sokar. Gecekondu kavramý Ýstanbul’un dört bir yanýna yayýlmýþ saçaklar gibi tutulmuþ yerlerdir. Seçimler dönemi bu mahalleler adaylarýn vaatlerle kurallarý seçmenler lehine esnettiði yerler haline gelirler. Yýkýmlar durur. Binalar hýzla yükselir. Ruhsatlar alýnýr. Þehrin her alanýnda eski homojenliðin yerini esnetilen yaþamýn izleri alýr. Simit saraylarý, az kepçe lokantalarý, sahillerde “donla denize girenler”
42
tartýþmalarý, “duþ alýnýr, traþ olunur” yazýlarýnýn asýlý olduðu pencereler, sokak düðünleri, kapý önü çekirdekli aileler, törensi bir havayla kaldýrýmlarda halý yýkayan ailenin tüm bireyleri, meydanlardaki süslü havuzlarý istedikleri gibi kullananlar, açýktan akan kanalizasyon sularýndan su içen ve ilk fýrsatta katledilen tavuklar, lüks binalarýn bahçelerinde yetiþtirilen fasulyeler, soðanlar vb.vb. Bütün bu þehrin “görgülü” yasalarýný esneten “güruh” gün gelir sükûnetin yasalarýný da bozar. Herhangi bir haksýzlýk, o güne kadar belki yýllar boyunca kendini kabullendirmek için verdiði emeðin, alýn terinin öfkesini taþýrýr. Artýk bir adým daha geriye çekilmektense göze alamayacaðý bedel yoktur. O güne kadar yaþadýðý baþkalaþýmýn, hazýr getirdiði emek gücünün sonuna kadar sömürülmesinin ve tüm bunlara zorlanmýþ olmanýn öfkesini tüm hücrelerinde taþýr göçmen. Onun içindir ki tüm dünyada olduðu gibi ilk ayaklanmalar, isyanlar, patlamalar göçmen mahallelerinde yaþanýr. Þehri getirdikleriyle zenginleþtiren ama þehrin zenginliklerinden yararlanamayan, en uzak köþelerine atýlmýþlar… Kavga yola çýktým mý onu yadýrgayan, uzaklaþtýran lüks semtlerin dev meydanlarýný özgürce adýmlamanýn, tehdit edebilmenin oku yayýndan çýkmýþtýr. Tehdit edilen tehdit etmektedir. Kovulmuþlar kovmaya geldiler. Aþaðýlanan kültür dayatmalara karþý kendi deðerlerini yaþamayý aklýna koymuþtur. Yalnýz bir farkla, o artýk getirdiði kültür deðildir yalnýzca, þehirdeki entelektüel birikimle karþýlaþmýþ, kavganýn kültürüyle de yoðrulmuþ, tanýþmýþ bir kültür tarihi yazmakta… Ýstanbul’u kavganýn baþkenti yapan bu dev buluþmadýr. Anadolu’dan kovduðu kol gücünü, Ýstanbul’un kafa gücüyle buluþturur. Anadolu’nun iþçisini, Ýstanbul’un aydýnýyla buluþturur. Zor’un baþlattýðý hareket böylece yeni zor’u yaratýr.
Kavel İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim. Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada, Güneşe karışmadıkça etim Kavel Grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim. Ve izin verirlerse Kavel Grevcileri, İzin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim, İzin verirlerse Kavel Grevcileri, Ve ben kendimi tutabilirsem eğer sesimi tutabilirsem O çoban ateşinin yandığı yerde Kavel'de, O erkekçe direnilen yerde, Kavel'de Karın altında nişanlanıp dostlarımın arasında Öpeceğim nişanlımı Kavel kapısında Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim İzin verirlerse Kavel Grevcileri İlk çocuğumun adını Kavel koyacağım Hasan Hüseyin Korkmazgil
43
44
Ýstanbul… Her sokaðýnda yaþamýn kanat çýrptýðý, kavganýn ateþini, sevdanýn sýcaklýðýný, umudun düþlerden ötesini anlattýðý þehir. Ýstanbul… gökdelenlerinin yanýndaki gecekondunda elinde küçük ekmek parçasýyla toprakta oynayan bebek, iþlek caddelerde yazýn sýcaðýna aldýrýþ etmeden su satan çocuk, elinde molotofla kavgaya koþan öðrenci, elinde çantasýyla Niþantaþý kaldýrýmlarýnda pervasýzca yürüyen genç kýz, Üsküdar’da Kýz Kulesi’ni seyre dalan aþýk, Galata Köprüsü’nde balýk tutan yaþlý bir amca, Beyoðlu’nda bir sokak çalgýcýsý, Marmara’da, UPS’ de direniþ, Tuzla’da bir iþ kazasý, Ýstiklal’de eylem, 1 Mayýs’ta zaferin adýmlarý… ne çok þeydir Ýstanbul. Her köþe baþýnda ekmeðini kazananlarýn memleketidir… Yaþamak kavgasýdýr bu þehir. Hayatýn tam ortasýnda olup yaþamak kavgasýnda olanlara sorduk Ýstanbul’u, “Senin için ne ifade ediyor bu þehir?” diye… Yanýndan belki onlarca kez geçmiþsinizdir o su satan çocuklarýn, “abla, abi su ister misin?” diye usulca seslenirler arkanýzdan, ya da bir otobüs duraðýnda karþýlaþýrsýnýz. Ýþte 14 yaþýndaki Mithat da onlardan biri. Taksim’de, bir kaldýrýmýn kenarýnda su satýyor. Aðrý’dan her okul bittiðinde babasýyla Ýstanbul’a gelip ailesine yardýmcý olmak için çalýþýyormuþ. Mithat’a kendi Ýstanbul’unu sorduk… “Bu þehirde nereye baksam her gün kavga, gürültü, patýrtý görüyorum. Türkiye’de birçok insan çalýþmýyor, özellikle burada. Ýnsanlarýn yapacak bir þeyleri yok ki. Ha bire kavga ediyorlar. Bu þehri ben sevmiyorum. Belki buralar temiz ama, ben Tarlabaþý’nda kalýyorum, oralar pislik, çöplük içinde. Nasýl kültür baþkenti seçmiþler burayý anlamýyorum. Ben Aðrý’yý daha çok seviyorum. Orada çalýþmýyorum, oranýn insanlarý daha iyiler.” (O arada arabadan biri su istiyor ve biz de Mithat’a hoþça kal diyerek yanýndan ayrýlýyoruz.) Ve yine yanýndan çoðu kez geçtiðiniz çiçekçilere gidiyoruz. 60 yaþýndaki Sebahat. Tekirdaðlý, 15 yýldýr çiçek satýyor. Tezgahýnda rengarenk ve çeþit çeþit çiçekler var. Hemen kendimizi tanýtýyoruz ve ona da kendi Ýstanbul’unu soruyoruz: “Ýstanbul’u seviyorum, çünkü burada ekmeðimi kazanýyorum. Yapacak baþka bir iþ olmadýðýndan çiçekçilikle uðraþýyorum. Çok fazla gelirimiz olmuyor bu iþten, ama yine de boyun eðmek zorunda kalýyoruz buna. Hemen hemen her gün buradayým. Bize tatil yok zaten. Sosyal olarak yaptýðým bir þey yok, bu þehrin sevmediðim tarafý da bu. Çalýþan birçok insan gibi benim de sinemaya, gezmeye vaktim kalmýyor.
45
İstanbul demek...
Röportaj: Ekinsu / Fotograflar: AFA
Ýstanbul’da güzel yerler bizden uzak. Ama yine de Ýstanbul’u seviyorum.” Küçük bir sepet, içinde ise satýlmayý bekleyen sular, bu sepetin arkasýnda duran iki kiþi… Halil ve Vedat. Halil 10 yaþýnda Aðrýlý, Vedat ise Vanlý 12 yaþýnda. Öylesine doðal bir gülüþleri var ki, hemen fark ediyorsunuz yanýndan geçerken. 10 ve 12 yaþlarýnda olmalarýna raðmen, epey küçük gösteriyorlar. Beslenme bozukluðunun etkisiyle olsa ki Mithat’ta da durum aynýydý. Halil ve Vedat’ýn yanýna oturup onlara Ýstanbul’u anlatmalarýný istedik ve her ikisi de baþlýyor, birbirlerini desteklercesine ayný þeyleri söylüyorlar: “Ýstanbul güzel bir þehir. Para kazanmak için çalýþýyoruz, ailemize destek olmak için, o sebeple de Ýstanbul’dayýz. Burada olmak bazen iyi bazen kötü. Ýyi olan yaný arkadaþlarýmýzla sokakta, okulda oynamak, kötü yaný okuldan sonra hemen buraya gelip su satmak. Ama En çok memleketimizde yaþamak isterdik. Oralar daha güzel.” Beyoðlu’nun ara sokaklarýnda dolaþýrlar onlar çoðunlukla. Ellerinde demirden bir araba ve üzerinde içine karton koymak için konan bir çuval. Karton, kaðýt toplayan Yaþar’la sohbetimize, “merhaba” diyerek baþladýk. Gülümsemesi hiç eksik olmadý konuþmamýz bitene kadar. Aslen Muðlalý, 20-25 yýldýr ise Ýstanbul’da bu iþle uðraþýyor. Yüzü gülümsüyor ama ona kendi Ýstanbul’unu sorduðumuzda hafif bir duraksama ile anlatýyor: “Ýstanbul benim için bir cehennem yeri. Zenginler biriken bu þeylerden rahatsýz oluyormuþ, biz de o sebeple topluyoruz bunlarý. Bu þehir benim gibilere deðil, parasý olana güzel. Avrupa Kültür Baþkenti ilan edilmiþ güya, benim için hiçbir þey ifade etmiyor. Cebime günde 20 lira girsin o gün dünyanýn en mutlu insaný benim bu þehirde. Hem burasý kültür baþkenti ilan edildi diye bana iyi bir iþ, hayat mý verecekler, on gündür ödeyemediðim evimin kirasýný mý ödeyecekler? Bunu ilan edenler gitsin ancak dýþarýdakilere, parasý olanlara yalakalýk yapsýnlar. Açýkçasý memnun deðilim bu þehirde yaþamaktan, ama mecburum…” Þimdi de belediyede çalýþan temizlik iþçisinin yanýna gidiyoruz. Mahmut Sivaslý. Belediye iþçisi olduðundan pek fazla konuþmak istemiyor, fotoðrafýný dahi çektirmiyor. Ama kýsa da olsa birkaç cümle söylemesini istiyoruz: “Ýstanbul ekmek kapýsýdýr bizim için, yoksa baþka ne anlamý olabilir ki? Çalýþanlarýyla, iþçisiyle var olan bir þehir. Geçim zor bu þehirde, aslýnda her yerde öyle ama Ýstanbul’da daha zor. Bu þehrin kültürel yanýndan pek yararlanamýyoruz çünkü her þey maddiyata dayalý.” Ve daha onlar gibi daha birçoklarý var sesini duyuramadýðýmýz, ama söylenenler bir yerde onlara da tercüman oluyor: Ýstanbul yaþamak kavgasý…
unutulsun istiyorlar gerçekliðin, sokaklarýn, gecekondularýn, umutlarýn… yaþamadan kopsun istiyorlar Ýstanbul’u. bilmiyorlar ki susmayacak, kapatmayacak gözlerini. eðmeyecek boyun kelepçelere, zindanlara, iþkencelere… içinde barýnsa da ve güzelliðin getirilse de keyif yeri haline, biliyoruz ki elbet bir gün akýtacaksýn akýtacaðýz bir irin gibi o sermaye babalarýný. ve iþte o zaman Ýstanbul, umutlar yoðrulup gerçekliðinle geçecek düþlerden de öteye…
46
Tutsakların İstanbul Özlemi Her daim özlenen bir kenttir Ýstanbul... Ýstanbul’un içinden çýkmayanlar bile ona biraz hasret çekerler. Çünkü boðazý yaþarken, ormanýný özlersin, Taksim’i yaþarken, sakin bir kýyýsýný özlersin... Hele bir de demir duvarlarýn ardýndaysan öyle çok þeyini özlersin ki... anlatýlmasý zor... Þairlerimiz, yazarlarýmýz tutsaklýk günlerinde yoðunluðuna yaþamýþ Ýstanbul özlemini ve þiirle, öyküyle biraz olsun dindirmek istemiþlerdir bu özlemi... Nazým Hikmet ömrünün 15 yýlýný zindanlarda geçirdi. Ve en güzel þiirlerini Ankara, Çankýrý, Bursa zindanýnda bulunduðu dönemde yazdý. Ýstanbul’a olan özlemini Ceviz aðacý þiiriyle ulaþtýrdý bize... “Ben bir ceviz aðacýyým Gülhane Parkýnda/Ne sen bunun farkýndasýn/ne de polis farkýnda” Sabahattin Ali tutsaklýða inat “Baþýn öne eðilmesin aldýrma gönül aldýrma” diyerek yazdý þiirini Sinop kalesinden... Görüþ gününün sevincini Enver Gökçe “Bugün görüþ günümüz/dost kardeþ bir arada/Telden tele mendil salla el salla” diyerek ulaþtýrdý bize... 1952 yýlýnda Ýstanbul Harbiye Askeri cezaevinde yatan þair Ahmed Arif “Bir ufka vardýk ki/yalnýz deðiliz sevgilim/Gerçi gece uzun/Gece karanlýk/Ama bütün korkulardan uzak/Bir sevdadýr böylesine yaþamak” diye seslenir. Kör duvarlara, demir parmaklýklara inat “Hani bir dýþarda olsam/hep yürürüm durmam” diye haykýrýr A.Kadir. Dýþarý çýktýktan sonra yaþanacak baþka bir mapusluktan söz eder Metin Demirtaþ dizelerinde... “Gün doðar bir gün sen de/özgürlüðü bir gelin gibi takýp koluna/çýkarsýn baþlar iþsizlik/o en büyük hapishane” Yaþamýn acý tatlý birçok yanýyla dalga geçmeyi baþarabilen þair Can Yücel ise þu dizelerle seslenir bize mapusluk günlerinden, “Bi sað yanýma yattým, geçti beþ yýl/Bi de soluma yattým, etti mi on yýl/Hadi kalk dediler, bitti bu fasýl/Hay Allah kahretsin, uyanamýyorum!” Hasan Ýzzettin Dinamo, Rýfat Ilgaz, Arif Damar, Þükran Kurdakul, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nihat Behram ve daha niceleri geçti bu ülkenin zindanlarýndan... ama umutlarýný hep canlý tuttular... Geleceðe olan inançlarýný hiç yitirmediler. Bir de mülteci ve sürgün günlerinde özlenen Ýstanbul vardýr. Öyle bir özlemdir ki bu yakar kavurur insanýn yüreðini... Ve þu dizelere dönüþür bir þairin kaleminden... “Bir allý turna olsam karlý daðlarý aþsam/Varsam bizim ellere kendi göðümde uçsam/Þimdi Ýstanbul’da olmak vardý anasýný satayým/Püfür püfür bir vapurun yan tarafýnda”Ama umut kesmez sürgün, bilir bir gün döneceðini ve haykýrýr... “Sabret gönül bir gün olur/Bu hasret biter/Çekilen acýlar caným/Gün olur geçer” Dün olduðu gibi bugün de zindanlarda olanlarýmýz var. Nazým’ýn yaþadýðý özlemi yoðunluðuna bugün de yüreðinde hissedenlerimiz var. Onlardan gelen þiir ve öykülerimiz var. 19 Aralýk operasyonundan sonra hücrelere zorla götürülen tutsaklardan birisi aylar sonra ring aracý ile Ýstanbul’a mahkemeye getirildiðinde karþýlaþtýðý Ýstanbul’u anlatýr þiirle... “Ýstanbul yalnýzlýktan bunalýyordu/Ýstanbul bir þeylere sancýlanýyordu/Belli ki/Deniz dalgalarýný,/kuþatýlmýþ çocuklarýný arýyordu/Rüzgara,/durgun durgun bakýyordu/Bomboþtu deniz kenarýnda çocuk kaydýraklarý/Yalnýzdý çocukluðumun salýncaklarý” Bugünün tutsaklarýndan istedik Ýstanbul özlemlerini bize ulaþtýrmalarýný ve bakýn onlardan bize neler geldi.
47
Ahmet Akyüz
Ýstanbul
yalnýzlýktan bunalýyordu Ýstanbul yalnýzlýktan bunalýyordu Ýstanbul bir þeylere sancýlanýyordu Belli ki Deniz dalgalarýný, Kuþatýlmýþ çocuklarýný arýyordu Rüzgara, durgun durgun bakýyordu Bomboþtu deniz kenarýnda çocuk kaydýraklarý Yalnýzdý çocukluðumun salýncaklarý Fidanlar, yalancý baharlara küsmüþ köklerini daha derinlere salýyordu ýssýzdý sokaklar Öksüz çocuklar gibi bakýyordu Sokaklarda duvar yazýlarý Ýstanbul yalnýzlýktan bunalýyordu Ýstanbul bir þeylere sancýlanýyordu Anla iþte Ýstanbul’da yaþam adam gibi yaþayacak çocuklarý Delikanlý sevdalara Yürek açacak sevdalýlarý arýyordu Ýstanbul yalnýzlýktan bunalýyordu Ýstanbul bir þeylere sancýlanýyordu. Çocuklar çýktýlar ortaya göründüler birden bire göründüler... ansýzýn. Eli ayaðý dili damaðý birbirine dolandý zamanýn Çocuklar çýktýlar ortaya bütün evren yeþil bir seyre daldý yaþamýn gözleri yaþardý...
hasretlerce aðladý Çocuklar çýktýlar ortaya göründüler birden bire göründüler... ansýzýn. Eli ayaðý dili damaðý birbirine dolandý zamanýn Çocuklar çýktýlar ortaya bütün evren yeþil bir seyre daldý yaþamýn gözleri yaþardý... hasretlerce aðladý Çocuklar çýktýlar ortaya Duvarlarý okþadý biri Üþümüþ elleri allý, kýrmýzýlý Çiçekler açtý. Biri kaydýraktan kaydý biri salýncakta sallandý... Çocuklar çýktýlar ortaya Ýstanbul ferahladý “ah çocuklar... çocuklar” Bir gülümseyiþ oldular Çýktýlar meydana Haykýrdý biri: “Mutlaka görüþeceðiz! Mutlaka görüþeceðiz, ey toprak fidanlar boy atacak mutlaka! yalan bu durgun duruþ, rüzgarýn olup seviþeceðiz, Mutlaka görüþeceðiz ey deniz!” Çocuklar çýktýlar ortaya Ýstanbul anladý... Zamaný gelseydi eðer “Ýstanbul gözlerimde aðlayacaktý.”
48
ÝSTANBUL’A MEKTUP Vedat Düşküner / Tekirdağ 2 No’ F Tipi Sen bizimsin Ýstanbul. Geçmiþ günlerde yaþadýklarýmýz, gelecek yarýnlarýmýz, yaþayacaklarýmýzsýn. Tarihimizsin Ýstanbul. Kuþattýk seni yüreðinin taa içinden… Sen baþýmýzda esen kavak yelisin. Deli taylar gibi kapýlýp esen yeline koþuyoruz yarýnlara. Yarýnlar adýna ayaktayýz. Güneþin sýcaklýðýndan tutuþan bozkýrýmýzsýn. Sen Ýstanbul kanayan yaramýzsýn. Kan verdik Ýstanbul. Kanýmýzý döktük topraðýna. Yedi tepende açan sevda çiçeklerini suladýk. “Yýkýlasýn Ýstanbul!” diye feryadýmýzsýn. Sana oðullar, kýzlar verdik Ýstanbul. Þehitler uðurladýk sokaklarýndan kýzýl bayraklarla. Duvarlarýna yazýlmýþ öfkemizsin Ýstanbul. Ahýmýz var, soracaðýz bir gün. Sevda oldukça Ýstanbul, bedenler yatýracaðýz topraðýna… Tarlabaþý’nda bir çift yüreksin Ýstanbul. Kýzýlderililerin yerdeki ahýnýn yanýna düþtü canlarýmýz. Kaný aktý canlarýmýzýn, asfalt taþlarýnýn arasýndan ince ince akýyordu. Gördün Ýstanbul, ince ince akarken geride temiz bir ince sýzý býrakýyordun. Hüznümüzsün, ah Ýstanbul… Sen Ýstanbul, gördün yenildiðimiz günleri de. Yedi kat hüzün astýn yüzüne. Boðazýn soðuk sularýnýn dibine çektin bizi. Zor, aðýr günler geçirdik seninle. Bizans’a kahpe diyenlerin, kahpe pusularýna düþtük. Siren sesleri arasýna karýþtý sesimiz, nefessiz kaldýk Ýstanbul. Soðuk sularýndan, buzdan duvarlar çekildi aramýza, direniþin ateþi olup ýsýttýn. Metris’te hücre, Bayrampaþa’da ateþ, Ümraniye’de köpük, Gebze’de dumandýn bize Ýstanbul. Otopsi raporlarýmýza yazýlmýþ gizlenemeyen gerçeðimizsin. Eyüp’ten yükselen dua, Gazi’de kavganýn atan nabzýsýn. Barikatsýn Ýstanbul. Sana geldik Ýstanbul. Dört bir yandan koþarak sana geldik. Kamyon kasalarýnda, otubüs yolculuklarýyla geldik sana. Boðazýndan geçtik, ama boðazýmýzdan haram lokma geçmedi. Koynun bildik sur altlarýný, usulca yattýk. Bölüp paylaþtýðýmýz simidimizsin. Mavi denize karþý boynumdaki halkasýn, özlemimizsin Ýstanbul. Seninle keyiflendik, karakollara düþtük, seninle falakalara yatýrýldýk. Öfkelenip öfkelenip taþan, ama yine gelip bizi vuransýn. Sen bizim çýplak gerçekliðimizsin. Söz dikiþi ile dikilmiþ, elbiseyi giyemeyen gerçek halimizsin. Biz, seninle, camide dua edip çýkýþta ayakkabýmýzý deðiþtirmeyi öðrendik. Cemevine uðradýðýmýzda sen önden buyurdun Ýstanbul. Biz seninle, Ýstanbul, fakiriz, yoksuluz. Ýþçiyiz, iþsiziz. Biz seninle Ýstanbul Ermeniyiz, Kürdüz, Rumuz, Aleviyiz, Müslümanýz, Hristiyanýz, Azýnlýðýz, Ötekiyiz. Biz baðrýnda açmýþ bin bir renkte çiçeðiz. Biz seninle Ýstanbul, gece yarýsý baskýnlarýnda ele geçtik. Telsiz konuþmalarýnda adýn geçmez. Operasyon haberlerinde adýn anýldýðýnda hücrede ýþýk saçýyordun Ýstanbul. Direniþti adýn, yeneceðine inandýðýmýz onursun Ýstanbul. Sen güzelsin Ýstanbul. Sulukule’de Romansýn, Aksaray’da Russun, Beyoðlu’nda sokak çalgýcýsýsýn, Taksim’de tekmelenen travestisin. Coplanmýþ halimizsin, yol kenarýna býrakýlmýþ cesetsin Ýstanbul. Üstüne gazete dahi örtülmemiþ çýplak gerçeðimizsin, bizden olan her halinle kabulümüzsün. Sevda þairinin acemi aþýk halisin. Boðaza karþý haykýrdýðýmýz öfkeli halimizsin… Ama Ýstanbul, sen Fatih Sultan Mehmet Paþa mahallesi deðilsin ya da Mustafa Kemal mahallesi veya Ýnönü sokaðý deðilsin. Sen Ýstanbul 1 Mayýs mahallesisin. Armutlusun, Gülsuyusun, Çayan mahallesisin. Hasan Ocak Parkýsýn. Tarihsin Ýstanbul. Bizim kalemle yazýlmýþsýn beyaz sayfaya… Ayak izlerini takip ettiðimiz çuvala sýðmayan mýzraksýn. Gecekondusun Ýstanbul, dýþýndasýn. Feleðin çemberinden içeri geçmiþsin. Daha yukarýdan bakmak için gökdelenler diktiler Ýstanbul. Yukarýdan bakmak… Bakýnca kara cahil, kültürsüz diyorlar Ýstanbul. Medeniyetlerinin baðrýna saplanýyor kültürsüzlüðümüz. Öðütler veriyorlar Ýstanbul. Medeni insan olmamýzý, asiliðimizi, barbarlýðýmýzý býrakmamýzý istiyorlar, demokrasinin nimetlerinden faydalanmamýzý öðütlüyorlar. Tarih
49
huzurunda düþman kesilmiþiz. Onlarýn medeniyetine, özgür bireyine tehdidiz seninle. Asiyiz Ýstanbul, efendisinin sözüne gelmeyen kýrbacýndan korkmayýp Spartaküs’ün kýlýcýna davranan köleyiz. Kendi þarkýlarýmýz var Ýstanbul, cenk meydanýna davet eden þarkýlar. Öðreneceðiz Ýstanbul, öðreneceðiz öfkemizi örgütlemeyi, öðreten de öðretecek her halimizle yanýmýzda olmayý. Onlarýn ak dediði bizim için karadýr Ýstanbul. Merkezlerimiz farklý… Sömürülmüþ, ezilmiþ, emilmiþ kanýmýzsýn, çalýnmýþ emeðimiz, gasp edilmiþ hakkýmýz, ödenmemiþ tazminatýmýzsýn. Grevsin Ýstanbul. 1 Mayýs’ta Taksim’de dalgalandýrýlan bayraksýn, bayraðý taþýyansýn… Dalcý’nýn elindeki taþsýn, tazyikli suya karþý kol kola kenetlenmiþ dirençsin. Bugün kavgasýný verdiðimiz yarýnýmýzsýn. Seninle büyüdük Ýstanbul. Çok þey yaþadýk seninle… Seninle yenildik, periþan olduk. Seninle ayaða dikilmiþ kahramanlýklar. Bir gecekondu evinin penceresinden ya da bir binanýn ikinci katýndan sokaðý tutmuþ karanlýðýn bekçilerine doðru tutulmuþ bir namlusun Ýstanbul. Gazi’sin, Ümraniye’sin, Bostancý’da vurulsan da Yýlmaz Kaya’sýn. Dimdik ayaktasýn. Selamsýn dar gündeki dostuna. Kanýmýz karýþtý birbirine dedirten mayasýn Ýstanbul. Þimdi biz seninle Ýstanbul, ne geçmiþimize aðýt ne de geleceðimize övgüler dizeceðiz. Bizi yok sayýp, seni Avrupa’nýn, medeniyetin baþkenti yapanlarý þaþýrtacaðýz. Atlarýmýzý haramilerin üzerine süreceðiz Ýstanbul. Tek gördükleri þey atalarýmýzýn burunlarýndan aldýklarý soluk ve barbarlýðýmýzýn yýkýcýlýðý olacak. Dünyanýn ezilenlerinin yüreklerini titretenlerin yüreðini titreteceðiz Ýstanbul. Mademki gelip meydanýmýza kurdular saltanatlarýný buyursunlar, bizim meydanlarýmýz cenk meydanlarýdýr. Vuran kazanýr, vuracaðýz! Onlarýn hatýrlanmaya ihtiyacý yok, ama senin onlarý hatýrlamanda yarar var Ýstanbul. Bedrettin de atýyla buradan geçti, ardýndan niceleri geldi, deðil mi ki gidenler kavganýn kültürünü býraktýlar, kuþan, kuþanalým Ýstanbul. Kavganýn baþkentinde çek vur, sür atýný! Yeditepe’de ateþler yanýyor. Kavga yine yeniden baþlýyor.
50
ÝSTANBUL KARALAMALARI Ergül Çiçekler Bir kuþ kanadý ses verir yakýnlarda bir yerlerde Bir çocuk gülümser kondularýn arasýndan Üstü baþý çamur Sokak çamur Direkler çamur Bir diþi çürük, ikisi yok Bir kedi miyavlar iki defa Biri açlýktan öteki korku Bir siren sesi duyulur Bir taþ gelip çarpar polis kalkanlarýna Birden patlar öfke ama kimse þaþýrmaz Ölüler en önde yürür Ellerinde taþ baltalarýyla Tüm insanlýk adýna Tüm insanlýk kavgaya girer Tomahawklarýný çekip girer harbe Apaçiler Zulüm öyle bir noktaya varýr ki Tanrýlara isyan eder Cehennem zebanileri Ve cennetin melekleri Yüreklerde mayalanan dinamit patlar.
Yüzlerce defa geçilir sýrat köprüsünden Yüzlerce yaþam yener ölümü Ve varoþlar sabahlarýna baþlar
Yine sabahlamýþtýr þehir Dumaný tüter taþlarýn Hala yanýk asfalt kokusu yakar ciðerleri Yorgun düþmüþtür polis panzerleri Askýlar, kelepçeler, nöbetçi savcýlar Bir ceza ve bir ödüldür Ýstanbul da yaþamak Bir baþkaldýrý ve kolektiftir
Bir kuþ daha kanatlanýr Bir çocuk daha gelir Onun da üstü baþý sokaðý çamur Cepleri taþ dolu Daha çok duyulur siren sesleri Niþan alýr ötekiler Bir kez daha vurulur en önde giden Düþer yere bedeni Baltasý hala havada Bir dinamit patlar Bir balta bulur bedenini Bir çocuk daha gelir Sonra biri daha Bir daha Biri Daha
Alevlerin rengine doymuþtur gece Sabahlayan þairler Gün atarken bitmeyen þiirlerin Kayýp imgelerinden birkaçýný bulmuþtur Ve on yedi yaþýnda býçkýn bir delikanlý Kan tükürerek ana avrat bir küfür savurmuþtur Ýþkencecisinin suratýna Ýstanbul’da her gece yüzlerce kez kopar kýyamet
Birazdan yýkým ekipleri dayanarak dýþ halkaya Ve yüzlerce polis “vatanýn bekasý için Huzur ve barýþ için” Ve emlak spekülatörleri için Ve inþaat devleri için Ve birkaç burjuva beye sunulacak On beþ odalý villalar için Tek gözlü kondular yýkýlýr Ve soracak binlerce insan “vatan, vatan, vatan diyorlar Bu nasýl vatan Kendi halkýna Bir somun ekmeði Ve bir göz konduyu çok görüyor” Sonra biri haykýracak Sonra gaz bombalarý ve sirenler
51
Daha Daha Büyür sokak, taþar kent. Ve Simsiyah saçlarýyla Delicesine esmer Delicesine genç Delicesine gece karasý gözleriyle Delicesine güzel bir kadýn militan Dikilir o duvarlardan birinin önüne Çivi gibi çakar ona sözlerini Ýlan eder Dün öldürülenlerin aslýnda ölmediðini! Sonra bir kadýn daha gelir Sonra bir adam daha Sonra sel olur Çýkar öne biri “Burada bir insan öldürebilirsiniz Ama bir tek ev bile yýkamazsýnýz” diye haykýrýr Yavaþ yavaþ stoklar erir, gaz tükenir Sinirler yorulur ve taþ yaðmuru altýnda Yenik bir ordu gibi Valinin emri gereði Geri çekilir yýkým ekipleri Ama yine geleceklerdir. Sonra öðlen haberleri Yýkým görüntülerinden önce Þikeci, çapkýn, futbolcu haberi Ünlü manken hiç adlý hanýmefendinin evliliði Ardýndan üniversitede çatýþma Karþýt görüþlü öðrenciler diye geçiþtirilir Peþinden baþbakanýn yeni güneþ gözlükleri Dansöz Cevriye’nin kaçamaklarý Deri iþçilerin grevi Konuþan kedi tekirin hikayesi Cinnet geçiren polisin ailesini yok etmesi Kokain aleminde yakalanan ünlü þarkýcý Yani kasten karýþtýrýlýr haber olanla olmayan Yönetmenin en iyi yolu çürütmektir. Bu yüzden vurulan gençlerin haberleri Sýkýþtýrýlýr sosyete haberlerinin arasýna Oysa kurþunlara can verirken o gençler Çocuklar oyunlar oynuyordu Ýstanbul sokaklarýnda Fabrikalar, otobüsler, köprüler Askýlar, falakalar Tramvay, metro Faili belli ama inatla meçhul denilen cinayetler Ve ne mutlu T..... diyenler
Bilmem neye can feda edenler Ve katli vacip komünistler Ve Ve Ve Medyanýn bir görevi budur Her þeyi ve herkesi zehirlemek Oysa tersanelerde iþçiler ölüyordur Birer üçer ikiþer. Ve kahramanlar sürüsü Ýnsan avýndadýr Vatan millet Sakarya Bir de Etiler çorbacýsý Bir de trafik kazasý Yani o cenahta Bütün çiçekler küf kokar Bütün yollar kapalýdýr Bütün renkler bozuktur Ne bir dost Ne de sevgili o cenahta Her þeyi olduðunu sananlarýn hiçbir þeyi yoktur Marmara akar durur Ege’ye Karadeniz’e Marmara dolar durur Ege’den Akdeniz’e Güneþ ýþýklarýyla dans eder mavi aðustosta Cam parçalarýna döner marmaranýn yüzü Aldanmayýn derinden akar Durgunluk yalan Sorun vurgun yemiþ dalgýçlarýna Sular akar Sular gelir Sular gider Sular durmaz Ýstanbul akar Ýstanbul gelir Ýstanbul gider Ýstanbul durmaz Fen Edebiyat fakültesinde bir öðrenci Slogan atar ciðerlerini yýrta yýrta Çok geçmez çoðalýr sloganlar Fakülteye girer kalkan Cop, gaz bombasý ve ambulanslar Yine ayný yalanýn arkasýna saklanýlmýþtýr “Çatýþan karþýt görüþlüleri ayýrmak” Harem limanýnda demirlidir dev konteynýr gemileri Bir þehir getirir Bir þehri alýr giderler Harem limanýnda yüzlerce iþçi Her gün bir þehir yükler Her gün þehir indirir Þikayetleri yok çalýþmaktan
52
Hatta çok çalýþmaktan Mesele deðil kan ter içinde kalmak Mesele deðil alýnteri dökmek Zaten gurur da duyarlar Ama yoksulluk ve kursakta açlýk Büker belini Harem iþçisinin Öylece kalýrdý bu kent Her gün taþlarýna çarpmasaydý sesimiz Akþam sefalarý açmazdý Olmasaydý gülüþlerimiz Biz þarkýmýzý söylemesek sular susar Kuleler çöker Hisarlar boyun eðerdi Ve boðazýn üstünde Bir tek martý bile çýðlýk atmazdý Dinerdi serin deniz rüzgarlarý Ne Beykoz kýyýlarýný döven dalgalar Ne gemiciler ne gemi düdükleri Ne de Sirkeci banliyösüne asýlan çocuklar Siz ne sandýnýz ki Kimin kalbinden aldý rengini Bu kýzýlca gelincik Biz fabrikalarda gürleyen öfke Þehirleri aydýnlatan elektrik iþçileri Okulda öðrenci ve öðretmen Sokaklarýnda dinamit, mahþer Ve yüreði namluda militan Ona düþman ona dost Kuþatmalarýnda vurulan Kýyýlarýnda el ele yarimizle dolaþan O sevdanýn mimarlarý ve savaþçýlarýyýz Yabani güvercinler doldurur meydanlarýný Evlerin çatýlarý martýlarýn iþgali altýndadýr Sokaklarýnda kediler köpekler ve casuslar Hep deðiþir Ýstanbul ve hiç deðiþmez Yürür militanlar gecenin gözüne barut ekerek Vakti gelir ateþ boy verir Bir sarsýntý ve dehþet anýyla Sokaðýn biri yarýlýr aniden Ve yarým kalýr son devriyenin sireni Öfke hep aniden durur Bayraklar alev alýr, alevler bayrak olur Þehrin hep deðiþen yanýdýr bu, Öteki pek deðiþmez Hele o mart ayý, Kimine dert olur kimine bayram Ana caddelerinde öfke ve nefret kol gezer Caka satar bela arar Maaþlý memurdur Astýðý astýktýr kestiði kestik
Sýrtý yere gelmez Yasalar ondan yanadýr ya da yasa odur. Çekip vursa birini Kim diyecek ki niye vurdun Kýsacasý kurþundan baþkasý iþlemez ona Ne de olsa Kurþunun yasasý yoktur Hala aklýn sesi diyor boþ konuþanlar Ýstanbul Laf anlatmaya çalýþýyorlar cellatlarýna Vicdanlarýna sesleneceklermiþ Varsayalým sýzladý vicdanlarý Gözünde bir damla yaþ olunca katillerin Daha mý güzel katledilmek Hala aklýn sesi diyorlar Oysa hala kurþunlar atýlýyor Hala güvercinler öldürülüyor sokaklarda Doðup büyüdüðü topraklarda yabancý Düþman sayýlmýþtý Sonra kaldýrýmda ölüsünü gördük güvercinin Yýrtýk ayakkabýlarýyla Sonra ayný tiyatro oyunu Bir katili yakalayýþ Bütün katilleri temize çýkardýlar Ama duruyor orada, Þiþli’de bir kaldýrýmda Sýrtýndan vurulmuþ bir Ermeni’nin kaný Akmýyor, gitmiyor soðumuyor Yas tutmuyor, aðýt yakmýyor Çýðlýk çýðlýða deðil Duruyor orada Ve insanlýðýn o onurlu sesiyle Buradayým, hep burada olacaðým diyor Kan bu hiç çekip gider mi? Nerede dökülmüþse orada kalýr Geçersiniz oradan, yolunu, düþerse Þiþli’ye Dikkat edin kaldýrýmda yürürken Katledilen bir Ermeni’nin kanýnda boðulabilirsiniz. O kan hala orada Bir yýl geçti Ýki yýl geçti Üç yýl geçti O kan hala orada Sel olur taþar þehrin sokaklarýndan Þarkýlar türküler söylenir Ermenice, Kürtçe ve Türkçe Sonra boþalýr sokaklar Kan döner yurduna Þiþli’deki o kaldýrýma Her yýlýn 19 Ocaðýnda sel olur akar Oysa hani ölmüþtü güvercin Yine kaybetti cellatlarýn Ýstanbul.
53
Dostun da düþmanýn da çok Ýstanbul Ýkisini de sen yaratýyorsun Her gün kendini doðuruyorsun Her gece kendini öldürüyorsun Ne ölmekten býkýyorsun. Ne de yaþamaktan Yeter bu kadar Ýstanbul Ýyisi mi devam edeyim Seni bilmeyenlere anlatayým Seninle yaþamak bile Yetmez seni tanýmaya Fabrikalarla dolu bir þehirdir Ýstanbul Tekstil iþçilerinin beyinleri Arabesk ile zehirlenir Gazete matbaa iþçileri Yasaklanmýþ zehirli kurþunlu boyalarla Gýda iþçileri açlýkla Tersane iþçileri ölümle Sanayi iþçileri vardiya sistemiyle öldürülür. Ama yine de boyun eðmez Ýstanbul iþçisi Ve bazen yumruðunu öyle bir indirir ki Plazalarda korku daðlarý peydahlanýr Asýlmýþtýr cam iþçisinin grev kararý Boynunda ipek fular en iyisinden Dert yanýyor bir kadýn kameralara Tam altý yüz milyon dolar saymýþ Bir kez sönerse fýrýnlar Mahvolurmuþ Sýrasý mý grevin, nerden çýkardýlar bu grevi Ya çökerse fýrýnlar Fýrýnlar altý yüz milyon dolar Olsa parasý vermez mi zam mý? Çok samimi konuþuyor hanýmefendi Altý yüz milyonu bulan Bulamaz iþçiler için bir kuruþu Arttýrdý boðazýndan keserek Biriktirdi altý yüz milyon dolarý Üstüne ev, arabalar, villalar Bir televizyon ve gazete kanalý Böyle biri hiç yalan söyler mi Hani az kazanmasa öderdi istediðiniz parayý Hatta fazlasýný Yatýrdý elindekini avucundakini fýrýnlara Kalmadý bir kuruþ daha Ve sen cam iþçisi gel de inan bu sözlü yalana Ve ertelendi cam iþçisinin grevi Bakanlar kurulu kararýyla Cam iþçisi devam ediyor iþe Solgun ve yorgun Ve cehennem gibi sýcak olan
O 600 milyonluk fýrýnlarýn önünde Yeter ki çökmesin diye fýrýnlar Cam iþçisine vazife biçildi Sefalet içinde yaþamak Kimileri sevda saydý sana Ýstanbul Kimileri delice sevdalandý Uðruna ne þiirler yazýldý Ne sürgünler yaþandý Ne kanlar döküldü Denizler geçti sokaklarýndan Her biri destanlaþan o genç savaþçýlar Kaç kuþatma yaþadýn, kaçýnda öldün Sokak savaþlarýna girdin Sokak savaþlarý gördün Yendin, yenildin Her defasýnda daha büyük dövüþtün Ýþçilerin, öðrencilerin Limanlarýn, kuþlarýn þehri Bayraklarýn ve ateþin þehri Söz olsun sana Henüz yeni baþlýyor bu kavga Henüz hepsi sadece baþlamak için Þimdi hazýrlan o büyük taarruza! Bil ki Ýstanbul Özlüyorsak düþmanýn merdini Yiðitliðimizin hasýndandýr Öfkemizi daha bir harlar Her alçaklýðý cellatlarýnýn Söz olsun ki sana koca kent Ant olsun ki Kapanmayacak yaralarýmýzýn bir teki bile Ama bir teki bile Tiranlýðýn son kalesi de düþene deðin Ama ant olsun ki Kurþun yaralarýndan mermi yakacaðýz Aðýtlarýmýzdan kýlýç Ve ölülerimizden süngü Þafaklar üstüne yemin ettik Yaslý analarýn, aç çocuklarýn Selvi çýnar yoldaþlarýn Denizlerin üstüne yemin ettik Ve artýk adýmýza sadece Zaferin atlýlarý dedik Bir ant içtik Þafaklar üstüne Dövüþenlere uðurlar olsun!
54
Hüseyin Durmaz/ Kandıra 1 No’lu F Tipi Biz 12 Eylül faþist darbesi geldiðinde ilkokul çocuklarýydýk. 12 Eylül boyunca tam da istedikleri kuþaklarý yetiþtirmek için uyguladýklarý programlarla ortaokul ve liseyi okuduk. Faþizmin tornasýndan geçtik. Sonra da Ýstanbul’da üniversiteye baþladýk. Üniversitede olduðumuz yýllar devrimin yenilmez olduðunu gösteren yýllar oldu. Ve Ýstanbul kavganýn þehri 12 Eylül’de yaratýlmaya çalýþýlanýn hedefine ulaþmayacaðýný sokaklardaki kavgalarla gösteriyordu. Ýþte o günlerde yaþananlardan bazýlarýný paylaþarak kavganýn þehrinde kavgayý nasýl öðrenip yaþadýðýmýzý, kavganýn bir dönemden diðerine, bastýrýlandan yükselene geçiþini paylaþmak istiyorum. 1989 yýlýnýn ilk aylarýndayýz. Gençliðin yeniden kavgaya girdiði günler… Haber geliyor, Yýldýz Üniversitesi’nde polis kurþun sýkmýþ… Bu kabul edilemez. Protesto için çalýþma baþlatýyoruz. Öðrenci dernekleri Ýstanbul platformunda karar alýyor ve Yýldýz Üniversitesi’ne gidiliyor. Devrimci öðrenci hareketinin olduðu okullardan öðrenciler Yýldýz Üniversitesi’ne geliyoruz. Forum yapýlýyor. Büyük kalabalýk... bin beþ yüz kiþi toplanarak forum yapýlýyor. Faþizm teþhir ediliyor. Polisin okula girmiþ olmasý, havaya bir el ateþ etmesi teþhir ediliyor. Bugün havaya yarýn üzerimize ateþ edilir deniliyor. Konuþmalar sonunda Yýldýz Üniversitesi’nden Barbaros Bulvarý’na çýkýp Beþiktaþ’a yürüneceði açýklanýyor. Forum alanýndan caddeye doðru yürüyüþ baþlýyor. Caddeye yaklaþýnca dönüp bakýyorum kortejin arkasý görünmüyor. Caddeye çýkýp karþý þeride, Beþiktaþ’a giden þeride geçiyoruz ve korteji geniþletmeye baþlýyoruz. Biraz aþaðýda, köprünün ötesinde, karþýmýzda polis de yerini alýyor. Bizim okuldan gelen arkadaþlar bir aradayýz. (Sonraki yýllarda bu arkadaþlarýmýzdan bazýlarý devrim mücadelesinde ölümsüzleþiyor) sloganlar atýyoruz. Saflarý sýklaþtýrýp aþaðý doðru yürümeye baþlýyoruz. Karþýmýzda dizilmiþ olan polis de bize doðru geliyor.
Polisler ön taraftan ve solumuzdan, üniversite tarafýndan kuþatma yapýyor. Kenetlenmiþ halde sloganlarýmýz atmaya devam ediyoruz. Polis müdahale ediyor, bizi karþý tarafa Yýldýz mahallesi tarafýna daðýtýyor. Yol kenarýndan yukarý çýkýyoruz ve oradaki inþaatýn molozlarý ve malzemeleriyle polise saldýrýyoruz. Bizi okuldan koparýrken hazýr taþ ve sopalarýn yanýna daðýtmýþ oldular. Hemen taþlar ve sopalar kapýlýyor, polise saldýrýyoruz. Ýlk kez taþlý-sopalý kavgada yer alýyorum. Daha önceki gösterilerde polisi görünce daðýlýyor ve kayboluyorduk. (Okul içinde zaten polis yoktu) 89 baþlarýnda uygun bir mevziden polise taþlý-sopalý saldýrý sürüyor. 12 Eylül kuþaðý olarak yetiþen gençliðin ayaklanmasý gibi. Yukarýdan yoldaki polislere bir süre taþ-sopa yaðdýrýldýktan sonra diðer tarafa bir grup Fulya deresine doðru toplu olarak yürümeye baþlýyoruz. Sayýmýz o sýrada yüz kiþi kadar. Sloganlar atarak aþaðýya iniyoruz, sonra da karþý tarafa, Niþantaþý’na doðru devam ediyoruz. Sokaklarda Çavbella, Avusturya Ýþçi Marþý ve daha baþka devrimci marþlar söylüyoruz. Sloganlar ve marþlarla yürüyoruz. Apartmanlarda kimisi 60’lý yaþlarda olup bizi alkýþlayanlar oluyor. Sloganlar ve marþlarla sanki 12 Eylül’ün devrimi yenemediðini ilan eder gibi dolaþýyoruz. Kahrolsun faþizm sloganýna katýlanlar, kendisi slogan atanlar oluyor. 12 Eylül yýllarý boyunca en aðýr baský koþullarýnda yaþayan, baskýdan sesini çýkaramayanlarýn sokaklarýn slogan ve marþlarla inlemesiyle zincirlerini kýrarak sloganlara katýlmasý biz öðrenciler için de büyük moral oluyordu. Halktan yaþlýlarýn daima yapmayýn, etmeyin sözlerini duyanlar olarak bizlere destek olduklarýný görmek o günlerde bizi þaþýrtan güzelliklerdi. Akaretlere geliyoruz. Bir süredir sayýmýz azalmaya baþlýyor, peþimizdeki polisler de artýyor. Beþiktaþ’a doðru indikçe sayýmýz iyice azalýyor. Beþiktaþ’a indiðimde polis otosu arkamda, ben önde bütün gücümle koþuyorum. Ekip otosunun yanýnda koþan polisler de olduðundan atlatmak zor. Sýk sýk köþeleri dönerek polisi
55
atlatýyorum. Yürüyerek hemen uzaklaþmaya çalýþýyorum. Ara sokaklarda yürüyorum. Sonra ara sokaklarda bir otobüs duraðýna rastlýyorum:Yýldýz mahallesi duraðý. Bir saat boyunca sokaklarda marþlar, sloganlarla dolaþtýktan, polisi atlattýktan sonra baþladýðým Yýldýz’a geldiðimi fark ediyor ilk otobüsle bölgeden çýkýyorum. 12 Eylül’ün en karanlýk yýllarýnýn aðýr baskýsýyla yetiþen çocuklarýn faþizmin kafasýna taþlar attýðý ilk eylem bu mudur bilemem ama benim için bu eylem 12 Eylül kuþaðýnýn devletin kafasýna taþlar yaðdýrdýðý ilk eylem oldu. Ýstanbul sokaklarýnda inleyen sloganlar, marþlar bastýrýlmýþ, korkutulmuþ birçok insanýn devrimin sesini yeniden duyduðu bir gün oldu. Ama bu daha atýlan ilk taþlardý. Sokaklarda her gün iþçi eylemleriyle karþýlaþmaya baþlýyorduk. 89 Baharý’nda iþçi sýnýfýnýn görkemli bir þekilde ayaða kalktýðý günlerdi. Çoðu zaman yürüyen iþçilerle karþýlaþýyorduk. Hiç duyulmamýþ, görülmemiþ eylem türleri ve tepkiler görülüyordu. Yalýnayak-baþýkabak diye ifade edilen eylem türlerinden kitlesel yürüyüþlere çok çeþitli eylemler oluyordu. 1989 1 Mayýs’ýnda Taksim’de yaþananlar ve sonraki günlerde devam eden geliþmeler devrimci baharýn önemli olaylarý oldu. 1 Mayýs tartýþmalarý sonucunda Taksim’e kimlerin nereden çýkacaðý belirlendi. Saat 10.00’da dört koldan Taksim’e çýkýlacak. Gruplar ve tüm hazýrlýklar tamamlanmýþ halde sabah düþtük yola. Sabah saatinde eylem baþlangýç noktasýna Elmadað’a geldiðimde bizden kimseyi göremeyince bizimkilerin TEK önünde buluþup oradan çýkacaklarýný öðrendim ama zaman yoktu artýk. Okuldan arkadaþlarla, ayný yerden çýkacaðýz diye oluþan grupla katýldýk eyleme. Aceleyle bazý malzemeler daðýtýlýrken bana da bir poþet dolusu misket verdiler. Kortej halinde yürümeye baþladýk. Elmadað kavþaktan Taksim’e doðru slogan ve marþ söyleyerek yürüyoruz. Karþýmýzdan polisler koþarak bize doðru gelmeye baþladý. Elimdeki poþetten misketleri atýyorum üzerlerine, ama içimden bunlarýn etkisi olmaz ki diye düþünüyorum. Polis saldýrýsýyla daðýlýyoruz. Bu ilk daðýlmadan sonra misketleri býrakýyorum. Yakalanmadan ikinci çýkýþ yerine gitmem gerekiyor. Ýlk deneme dört koldan olacak, çýkýlamazsa tüm gruplar Tarlabaþý’na gelecek Elmadað’ýn Kasýmpaþa tarafýndaki sokaklardan dolaþýp Tarlabaþý’na ulaþýyoruz. Ara sokaklarda sürekli katýlýmlarla büyüyen gruplar oluþuyor. Tarlabaþý’nda bulvara çýkýp sloganlar atýlmaya baþlanýnca tanýdýðým birçok öðrenci görüyorum. Genç iþçi yoldaþlar ve baþkalarý da var. Müthiþ bir coþku var. Sloganlar, marþlar söyleniyor. Bu sýrada arka taraflarda, caddenin üst kenarýndaki sokak baþlarýndan sivil polisler bize doðru ateþ etmeye baþlýyor. Kalabalýk bir grup taþ atarak üzerlerine doðru koþuyoruz. Onlar ateþ ederken taþ atarak koþmaya devam ediyoruz ama sayýmýz hýzla azalýyor, 3-4 kiþi kalýnca durup yeniden Taksim meyda-
nýna doðru ana gruba katýlýyoruz. (Ertesi gün arkadaþlarla konuþurken polisler üzerine doðru koþarken vurulup yaralananlar, düþenler olduðunu öðrenecektim.) Ellerimizde taþlar Taksim’e yürürken ilk polis barikatýna hýzla saldýrýyoruz, polisleri daðýtýyoruz. Daðýlan polisler, Taksim’e doðru kaçýyor. Bir süre sonra diðer polis barikatýna yaklaþýyoruz. Polislerin sayýsý artarken bizim taþlar tükeniyor. Sonra durum tersine dönüyor, polis bizi kovalamaya baþlýyor. Daðýlýyoruz. Ara sokaklarda bir süre yürüyor ve yeniden toplanmaya baþlýyoruz. Daha aþaðýlardan tekrar caddeye çýkýyoruz. Tarlabaþý Bulvarý’ndan yeniden Taksim’e doðru yürüyoruz. Sloganlar, marþlarla yürürken katýlýmlarla sayýmýz hýzla artýyor, çevre sokaklar ve kaldýrýmlardan katýlýmlarla sayýmýz yüzlerce kiþiye ulaþýyor. Ýstiklal tarafýndan gelen sokaklarýn baþlarýnda yine sivil polisler görülüyor. Biz Meydan’a doðru yürüyüþe devam ediyoruz. Polis harekatý bu sefer daha aþaðý gelmiþ. Polisleri taþlayarak kovalamaya baþlýyoruz. Daðýlan polisler Taksim’e doðru koþarken sayýlarý artýyor, bizim taþlar tekrar tükenmeye baþlýyor ve kovalamaca yine tersine dönüyor. Tekrar daðýlýyoruz. Ara sokaklarda daha küçük grup halinde toplanýp yeniden ve yeniden Tarlabaþý’na çýkýlýp Taksim istikametine denemeler oluyor. (Bu sýralarda, daha aþaðýda, Þiþhane’de Mehmet Akif Dalcý’nýn vurulmuþ olduðunu akþam öðreniyorum.) Tarlabaþý Bulvarý’ndan aþaðýya doðru sürekli çatýþmalar oluyor. Bazen Taksim’e yakýn bir yerde yürüyen ve çatýþan bir grup olurken birkaç yüz metre aþaðýda baþka bir grup polisle çatýþýyor. Ýlk baþta 10.00’da TEK önünden, Elmadað’dan, Gümüþsuyu’ndan ve Ýstiklal’den çýkmaya çalýþan tüm gruplar sonra Tarlabaþý’nda eyleme devam ediyordu. Öðleden sonra bölgeden çýkýyorum. 1 Mayýs’tan sonra Ýstanbul Öðrenci Dernekleri Platformu 1 Mayýs’taki polis saldýrýsýný ve Mehmet Akif Dalcý’nýn katledilmesini protesto için Beyazýt Merkez bina da toplanma, eylem yapma kararý alýyor. Üniversite de toplanýyoruz. Büyük bir kalabalýk oluyor. Meydana doðru yürüyüþe geçiyoruz. Sayýmýz üç bini buluyor. (Öðrencilik yaþamýmda tanýk olduðum en kitlesel öðrenci eylemi). Beyazýt’ta büyük katýlýmla anma ve protesto eylemimizi gerçekleþtiriyoruz. M. Akif Dalcý’nýn cenaze töreni Zeytinburnu’nda yapýlýyor. Oraya yetiþemiyorum. Zeytinburnu sokaklarý savaþ alanýna dönüyor yaþanan çatýþmalarla. Ýstanbul’da bu bahar benim devrimci olmamdan sonra, daha bir yýl olmamýþken yaþadýðým ilkbahar. Bu ilkbahar benim devrimciliðimin ilk baharý olmasýnýn yanýnda devrimimizin de bir ilkbaharýydý. 89 baharý 90’lý yýllarda yükselen devrimin ilkbaharýydý. 12 Eylül’le yok edilmeye çalýþýlan devrimin tekrar þahlanýþýnýn ilkbaharýydý. Ýstanbul’da devrimin ilkbaharý benim de ilkbaharýmdý.
56
İstanbul'da Olmak Vardı İstanbul'da Olmak Şanar Yurdatapan
Yayılmışız dünyanın dört bir yanına Kimisi ta Kopenhag'da kimisi Paris Bedenimiz orda burda dolanır amma Çok hemde çok uzak yerde kalbimiz Bir allı turna olsam karlı dağları aşsam Varsam bizim ellere kendi göğümde uçsam Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım Püfür püfür bir vapurun yan tarafında Köprüde balık ekmek yemek Dolmuşa hadi gidelim demek Ver elini yeni kapı ver elini bebek tarabya Şu anda oralarda olmak vardı ya Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım Boğazda köhne bir iskelenin yamacında Tabakta kavun peynir kadehte buz gibi rakı Dilinde yarı acı yarı tatlı bir şarkı Şu anda İstanbul'da olmak vardı Benim derdim dermanım Bilen yok Yayılmışız dünyanın dört köşesine Kiminin adresi Sidney kiminin Hamburg Yaşamaya dört elle sarılmışız da Yine de gözlerim dolu yüreğim buruk Başımı hiç bir zaman eğmedim amma Yine de yüreğim yara içimde boşluk Minnacık tohum olsam savrulsam dönümlerce Kış biter bahar gelir açılsam yüzbinlerce Açılsam milyonlarca Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım Püfür püfür bir vapurun yan tarafında Şu anda İstanbul'da olmak vardı anasını satayım Yeni cami de mısır atmak kuşlara Köprüde balık ekmek yemek dolmuşa çek dostum demek Ver elini Kadıköy ver elini Kalamış Moda Şu anda oralarda olmak vardı ya Şimdi İstanbul'da Şu anda İstanbul'da Ah İstanbul'da Sabret gönül bir gün olur Bu hasret biter Çekilen acılar canım Gün olur geçer
57
16 HAZİRAN AKŞAMININ ŞİİRİ Kemal Özer
Hâlâ durur o akşam, belleklerinde, mayalanır durur, birlikte bakmanın derinliğiyle, önüne geçilmez coşkusuyla, birlikte yürümenin, bir ağızdan söylemenin güzelliğiyle bir şarkıyı, birlikte sahip çıkmanın bir öfkeye bir hesabı birlikte ödetmenin “düşen kalır, bırakın ağlamayı” demenin kutsal ve hüzünlü aleviyle yaşayıp durur o haziran akşamı. Birlikte baktılar her şeye, tek tek bakınca göremedikleri, içine giremedikleri evlere baktılar, bir yabancı gibi sığındıkları parklara, bir ucundan geçip de yalnızlık çektikleri koca koca alanlara, tutamadıkları inceliklere baktılar ellerinin nasırıyla, kaçırılan değerlere baktılar, korunan bankalara.
dikilip duruyordu engellerin. Yani korunan ve kaçırılan neyse oydu yollarını tıkayan da, üstlerine çeviren de oydu namluları. Apaçık gördüler kim neyin hizmetinde, gördüler kendi eğittikleri demir düşman edilmiş ellerinin emeğine, suyuna ter kattıkları çeliğin gördüler çevrildiğini göğüslerine. Ürettiği ne varsa, daha özgür, daha yoğun, daha anlamlı yaşamak için, esirgendiğini gördüler insandan ve kavgasız elde edilemeyeceğini hiçbir şeyin. Birlikte yaratılanı birlikte devşirip evlerine dönenlerin o haziran akşamı her sokağa çıkışları bir gerçeği belirtir: Yaşamın güç ve onurlu kavgasında
Önlerine çıkarılan parmaklıklar demirden değildi artık, kendi sesleriyle konuşmuyorlardı ağızlar karşılarında, ve yerlerinde başka bir şey
omuz omuza olmak verimli bir ırmak gibidir, yeni tohumlar saçar geçtiği tarlalara, yürekleri yeni zaferlerle doldurur. Ve birlikte duyulacak yeni sevinçlere kadar o haziran akşamı mayalanır durur.
58
Cibali Cibali dendi mi aklıma siz gelirsiniz, kadınlar, kiminizin beş çocuğu, kiminizin nar gibi yanakları var, kiminiz kocasız kalmış, kiminiz ihtiyar, kiminiz daha körpe henüz. Bana umulmadık, eskimiş türküler düşündürür siyah başörtüsü altında yüzünüz. Parmaklarda tütün kokusu. Tütün kokusu pazen entarilerde. Biriniz ekmek alır fırından, biriniz durmuş öksürüyor ilerde, geçiyor bizim mahalleden biriniz. a. kadir
59
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril. Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında N. Hikmet
60
İstanbul
Atila Oğuz Sekiz bin yıldan beri Tanırsın nice insan izlerini
Hey İstanbul Bunca acıyı nerende saklıyorsun Yüreğin taştan mı senin
Kimler gelip Kimler geçmedi ki Bu altın topraklarından
Taksim meydanında Kızıl bir Mayıs kıyımına Gözlerin nasıl bakabildi
Kaç uygarlık kuruldu Yıkıldı gölgende Sana sormadan
Beyazıt meydanında ki kanı Hangi güneş kuruttu gördüm mü?
Bir yanında Kilise Diğer bir yanda Cami Aralarda Havra, Şapel
Asırlar boyu Kaç acı geçti bentlerinden
Bir de Zülfikarlı Allahın aslanı Hz. Ali’nin ışıldadığı Cem evi Yükselir semalarında
Nice kıyımlar Nice zaferler, gördü gözlerin Henüz gelmedi En şanlı zafer günün
Ara sokakların nice evsize ev Ve kim bilir kaç cinayete Faili meçhule tanıklık yaptı
Nasırlı ellerde şekilleniyor En son zaferin Bekle Biz Bekledik binlerce yıl Ha gayret sende bekle Bekle o görkemli gelişimizi.
Konuşamamanın acısı Aşındırır kaldırımlarını Eylül sonbaharın başlangıcı Altısı ve yedisi Soldurdu nice Rum’un Ermeni’nin ocağını
61
Galata Köprüsü tir tir titriyor Bunlar beni de asma köprü yaparlar diye Yüreğinin dubalarını geniş tut, ihtiyar! Sen böyle sürüye sürüye ayılarını Senin üstünden nice dayılar gördün bugüne kadar Hepsi de yedeklerinde azamet-i böbrekı ve kalpak-ı pöstekıyle geçip Tarih’in hayvanat bahçesini boyladılar
62
Hoþçakal Hakan... Hakan Karadað’ý sonsuzluða uðurladýk. Ýstiklal Caddesi’nde, Ýstanbul Barosu önünde toplandý Hakan’ýn dostlarý. Buruk bir bekleyiþ, bu zamansýz ve biçimsiz gidiþin hüzün ve durgunluðu hakimdi havaya. Emek dostu, emeðin savunucusu bu “kara çocuk” bizi bir parça hazin ve sitemkar býraktý geride. Sevenleri çoktu. Esnafýndan politik tutsaðýna, meslektaþýndan dost-arkadaþýna... hepsi oradaydý. Alkýþlarla geldi kýrmýzýlar içinde tabutu. Karanfil yaðmuru eþliðinde geldi. Yine alkýþlarla uðurlandý. Dostlarý, arkadaþlarý konuþmalar yaptýlar. Beyoðlu esnaflarý Bey-Der olarak konuþtu. Baro baþkaný, ÇHD yönetimi, Ayýþýðý Sanat Merkezi yöneticisi, þair... arka arkaya söz alýp konuþtular. Kýsacýk, sýcacýk. Meslektaþlarýndan olup da þaþýranlar vardý bunca ilgi ve sýcaklýða. Çünkü hiç politik davalara bakmamýþ, devrim neferleriyle omuz omuza bulunmamýþ, vuruþmamýþ avukatlardý onlar. Böylesi dostluk, böylesi vefa olabileceðini düþünmemiþlerdi yaþadýklarý dünyada. Ama vardý iþte! Hakan, öyle sýcak, sýmsýcak dostluklarýn omuzlarý üzerinde gidiverdi sonsuzluða. Hoþçakal Hakan, Hoþçakal dost insan.
Yaz ‘10
63
Telefondaki ses Telefondaki ses aðlýyor “avukat Hakan” diyor… “Hakan Karadað” diyor…. Bense anlamýyorum ne diyor!!!. “Hakan Karadað intihar etmiþ” diyor. Yok caným diyorum. Nasýl olur, olur mu öyle þey. Mutlaka bir yanlýþlýk olmalý. Anlamýyorum… kelimeler yüreðimde, beynimde donup kalýyor. Avukat Hakan…. “Evinde ölü bulunmuþ”… Anlamýyorum, anlayamýyorum, anlamak da mümkün deðil zaten. Ne demek þimdi… bir þaka mý bu? Sanki her þey bir þaka gibi… Þaka! Nasýl bir þaka bu? Ah Hakan doðru mu bütün bunlar? Gerçekten doðru mu söylüyor bu ses. Hemen baþka birini arýyorum, cevap vermiyor, veremiyor. Telefonu dahi açamýyor. Ben hala olayýn þokundayým. Bir yoldaþa söylemeye çalýþýyorum. Çenem titriyor, konuþmakta zorlanýyorum. Ölüm kelimesini söyleyemiyorum… Hakan’a þey olmuþ. ‘Hakan ölmüþ’ diyorum. Sanki her þey düðümlüyor boðazýmý. Gözlerim dolu dolu oluyor ve gözyaþlarým yanaklarýmdan aþaðýya doðru yavaþça süzülüyor. Çýkýyorum evden önce nereye gideceðimi bilmeden. Aklýmda hep sen, gerçekten doðru mu? Olabilir mi? Daha çok da þaþkýnlýk! Nasýl olur þaþkýnlýðý. Telefon ediyorum. Guraba hastanesinde olduðun söyleniyor. Hemen oraya gitmek için metroya biniyorum. Gözyaþlarým doldurmuþ gözlerimi, anýlar birer birer canlanýyor. Ýçimden seninle konuþmaya baþlýyorum. Beni ilk görmeye geldiðin zaman geliyor aklýma. Bakýrköy kadýn ve çocuk tutukevinde idim. (19 Aralýk 2000 Cezaevleri operasyonundan sonra Bayrampaþa’daki kadýn tutuklularý oraya koymuþlardý.) Gelir gelmez seninle çok sýcak candan iki dost oluvermiþtik hemen orada. Tutsaklýk koþullarýnda bir merhabanla, dost selamlarýyla küçücük dört duvar arasýna kocaman mutluluklar, heyecanlar getirmiþtin. Sanki dýþarýnýn bütün coþkusunu taþýmýþtýn cezaevine… Artýk düzenli olarak geliyordun ziyaretime. Senden önce avukat ziyareti diye bir þey yoktu benim için Bakýrköy’de. Sen gelmeye baþladýktan sonra avukat günlerini beklemeye baþlamýþtým. Her geliþinde içten kahkahalarýmýz eksik olmazdý. ‘Buranýn müdürü sen olmuþsun, sana sormadan hiçbir þey yapmýyorlar!’ diye takýlýrdýn bana arada bir… Sanki her þey bir filmmiþ gibi. Sohbetlerimiz þakalaþmalarýmýz… nasýl bir film bu? Telefon geliyor, “Vakýf Gurebadan adli týpa götürüyorlar” diye. Ben hemen yolun yarýsýndan geri dönüyorum ve Yenibosna’da bulunan adli týp’a gidiyorum. Oraya gelene kadar hala içimde bir kuþku var. Acaba (?) gerçekten doðru mu sorusu dolanýp duruyor beynimde. Devam ediyor seninle sohbetimiz. Kýzýyorum sana, sanki karþýmdaymýþsýn gibi, ‘ölünür mü, bu yaþta ölünür mü?’ diye kavga ediyorum seninle. Ama beynim ve yüreðim ölümü kabul etmiyor, yakýþtýramýyor sana… hele de senin gibi tüm devrimcilerin dostu, devrimci bir avukata… olmaz böyle þey, olmaz, olmamalý, haksýzlýk bu… kendi kendimle böyle konuþarak adli týpa geliyorum. Ýþte o zaman anlýyorum, sensin bu. ‘Telefondaki ses’ yanýlmýyor, doðru söylüyor, þaka deðil, gerçek. Nasýl bir gerçek bu! Sen artýk yok musun? Sen öldün mü? Ne demek bu þimdi? Daha birkaç gün önce mahkememe gelmiþtin. Kýsacýk sohbetler edip, þakalaþmýþtýk. Hatta, mübaþire “müvekkille-
64
Yaz ‘10
rimi mahkemeye erken alýn, eyleme yetiþecekler” demiþtin. Hep birlikte gülmüþtük. Tüm dostlarýný, birlikte çalýþtýðýn avukatlarý görüyorum, amcaný görüyorum herkes aðlamaklý. Herkes orada, adli týp’ýn önünde bekliyor. Herkes þok olmuþ, herkes þaþkýn durumda. Dostlarýnýn hepsinin yüzünde ‘olmaz böyle þey’ ifadesi. Hepimiz, seni seven bütün dostlarýn, arkadaþlarýn, müvekkillerin hepimiz oradayýz. Her birimiz kendi içimizde ayrý ayrý yaþýyoruz acýmýzý. Senin gibi bir dostu, arkadaþý kaybetmenin ve son kez görecek olmanýn acýsýný... En son görüþtüklerin, konuþtuklarýn herkes bir þeyler anlatýyor, son görüþmelere dair. Nasýl olmuþ, ne olmuþ anlamaya çalýþýyoruz, adli týp sonucunu bekliyoruz. Neyi deðiþtirecekse bu! Seni geri mi getirecek! Acýmýzý mý dindirecek? Ne iþe yarayacak? Baro’da akþam 16.00 gibi tören düzenlenecek. Baro’daki törene kadar Bakýrköy’e gidiyorum. Tek gitmek istemiyorum. Yanýma birini de alýp öyle gidiyorum. Kimseyle konuþmak istemiyorum. Ama gitmeliyim Bakýrköy’e.... Akþam baro’daki törene yetiþiyoruz. Ýstiklal’e getirilmiþ Hakan’ýn cenazesi kýrmýzýya sarýlmýþ bir tabut içinde. Cenaze töreni çok kalabalýk. Beyoðlu esnafý, avukatlar ve Hakan’nýn dostlarý, ailesi, müvekkilleri....çeþitli konuþmalar yapýlýyor. Ayýþýðý sanat merkezinden arkadaþýmýz da Hakan’ýn Önsöz çýkarken ilk sayýsý için yazdýðý yazýyý okuyor.... Ölümün pek çok çeþidini gördüm. Hele o 19 Aralýk zindan katliamýnda diri diri yananlarý gördüm. Yanýk insan eti kokusunun nasýl çýkmaz bir koku olduðunu bilir misiniz siz? Her nefes alýþýnýzda hissettiðiniz, asla silinmeyen. Ruhunuzda derin tahribatlar yaratan ölümler!... Katledilen canlarý gördüm. Ölüm oruçlarýnda hücre hücre eriyenleri gördüm… hiçbiri ama hiçbiri ölüme alýþtýramadý beni. Alýþýlmýyor ölüme. Kabullenemiyorum. Her birinin acýsý yüreðimde saklý ama sen Hakan, senin ölümün kanatýyor içimi. Telefondaki ses gitmiyor kulaklarýmdan. ‘Avukat Hakan Karadað evinde ölü bulunmuþ’ diyen ses. Bazen rüyalarýma giriyor. Hala inanmakta zorlanýyorum. Gerçekten mi?...doðru mu ? Sen öldün mü? Þimdi sensiz mi kaldýk? Sevgili avukatým, sevgili Hakan hoþça kal, seni asla unutmayacaðým. Ýnan sadece ben deðil, hiçbir müvekkilin unutmayacak seni..... diyorsun ya, “...son sözü direnenler söyler” son sözü seninle birlikte söyleyeceðiz Hakan. Iþýltýlý yarýnlarý kurma mücadelemizde sen hep bizimle olacaksýn. .....daima! Hoþçakal, görüþmek üzere...
Yaz ‘10
Bir Ayışığı’nın Doğumuna Önsöz Av. Hakan Karadağ
Bu Önsöz Ayýþýðý’ndan, ayýþýðý’da ekin ve sanattan doðdu. Soylu bir kalýtým… bunu biliyorum. Telefonda bir ayýþýðýnýn daha doðacaðýný söyleyen ses, Önsöze yazmamý istediðinde kendime “yine tanýk yazmýþlar” dedim.Esasen kaçýnýlan, sakýnýlan bir durumdur tanýklýk. “durmayalým burada þahit yazarlar” cümlesini ne kadar sýk duymuþsunuzdur. Yazsalarda “görmedim, duymadým, bilmiyorum” da diyebilirsiniz. Ama; gördüm, duydum, biliyorum. Çaresi yok anlatacaðým. Ve özelliklede fýrsat bilip içimi dökeceðim. Bölük pörçük, daðýnýk düþüncelerim ve sözlerimi mazur görün, zira maruzatým var! Rumeli Han’ýn merdivenleri… Ýstiklal koridorunun yabancý tekilliðinden sýyrýlýp, sizi Ayýþýðý’nýn aþina çoðulluðuna götürecek Rumeli Han’ýn cümle kapýsýna ulaþtýðýnýzda, içinizi saran sevince teslim olmamak gerekir. Bilen bilir… Zorlu ve uzun bir týrmanýþýn eþiðindesinizdir çünkü. Aslýnda son kattaki Ayýþýðý’na mý yoksa ayýn ýþýðýna mý týrmandýðýnýz tereddüdünü yaratacak kadar yorucu ve zorludur bu merdiven. Katýlacaðýnýz etkinliðin icra edileceði Ayýþýðý’na ulaþtýðýnýzda artýk; hiçbir etkinliðiniz kalmamýþtýr. Son soluðunuzu vereceðiniz vehmine kapýlmak üzere iken; açýlan kapý yeniden yaþama açýlan bir kapý gibidir. N’olur Ayýþýðý’na bir yürüyen merdiven!.. Önsöz’e, yürüyen merdivenli Ayýþýðý düþümle hoþ geldin diyorum. Ayýþýðý Önsöz’le sanat ve hayatýn üzerine düþen koyu gölgeyi aydýnlatsýn. Bir haksýzlýða da deðinmeden geçmemek gerek. Bu bir kinaye mi? Önzöz’e ilk sözü bize söylettiniz. Ne de olsa son sözü direnenler söyleyecek deðil mi?
65
düþmana inat bir gün fazla yaþamak Sevgili Hakan, Ayýþýðýnýn merdivenlerini çýkýyorum… Merdivenlerle ayýþýðýna çýkýyorum. Düþ mü gerçek mi ayýrt edemiyorum. Doðru mu gerçekten? Sen yok musun artýk? Gülmüyor, konuþmuyor musun? Gözlerin her an yaðacak yaðmur yüklü bulutlar gibi bakmýyor mu artýk? Faþizmin mahkeme salonlarýnda, zindanlarda devrimci tutsaklarý, devrimi savunan o kararlý ses sustu mu? O, insanlýk için çarpan güzel yürek durdu mu? Nerede olursan ol, dostluðun, yoldaþlýðýn kadrini kýymetini iyi bilen, öðrenme merakýyla dolu aklýn, pencerelerini dünyaya kapattý mý, o güzelim ýþýk söndü mü?... Ah Hakan, sevgili Hakan, nasýl bizi kendinden mahrum edebildin? Nasýl bizi o cesur sesinden, o güzelim yüreðinden ayrý koyabildin? Buna hakkýn var mýydý? Bu kadar kolektif bir yaþam, bunca insaný ilgilendiren bir yaþam, bireysel bir tercihle sonlandýrýlabilir mi?... Hele de ölümünün üzerindeki sis perdesi olduðu yerde dururken bunlarý yazmak kolay deðil. Sana kýzmak kolay deðil sevgili Hakan… Hala kendi elinle devrimciler için, devrimi için önemli hem de çok önemli olan bir yaþama son verdiðine inanamýyorum. Bunu ancak sana düþman olan ellerin yapabileceðini düþünüyorum. Herkes böyle düþünüyor. Hele de Hrant Dink davasýnda Ogün Samast denilen faþistin avukatý tarafýndan tehdit almýþ olman düþünüldüðünde... Hele de tam da Nazým’ýn dediði gibi “düþmana inat birgün fazla yaþama”nýn bu kadar önem kazandýðý bir dönemde… ve senin gibi sýnýf bilinci saðlam bir avukatýn bunlarý herkesten fazla duyumsayabileceði bir zamanda… Sevgili Hakan, Belki bahtiyarlýk deðildi artýk; ama boynunun borcu idi düþmana inat bir gün fazla yaþamak…
66
Seni o karar anýna getiren her ne olursa olsun, kendi kendini son defa dinlediðinde, kafanla kitaplarýn arasýndan geldiðin kavgandan seni hiçbir þey ayýramamalýydý. “Yeniden dünyaya gelsem, yine ayný yolu yürürdüm” diyebilmeliydin. Sen, bunu yapabilecek güçte ve kararlýlýkta bir insandýn. Zaten bu yüzden kimse yakýþtýramýyor sana bu ölümü…. Ölümünün üzerindeki sis perdesi mutlaka aydýnlatýlmalý… Tüm bulgular aksini söylese bile bilimsel kuþkuculuk elden býrakýlmamalý ve senin gibi devrimci bir avukatýn soluk alýp vermesini istemeyecek olan herkes, her kurum zan altýnda tutulmaya devam edilmeli… Bu sýradan bir ölüm deðil; kendi elinle kendi yaþamýna son vermiþ olsan bile deðil… Bunu kabullenmek öyle zor ki… Tanýdýðýmýz, bilmediðimiz, dostumuz yoldaþýmýz olan sen böyle bir þey yapmazdýn. Denizleri, Mahirleri, Ýbrahimi düþünür yapmazdýn… Sevgili Hakan, Biz seninle öyle dostlardýk ki yazýsýz ve sözsüz anlaþýrdýk… þöyle bir göz göze gelmemiz yeterdi duygularýmýzý anlamaya… Birbirimizden güç alýrdýk. Bilirdik nerede ve nasýl olursak olalým, devrim cephesinin bir siperinde çarpýþanlarýn arasýndaydýk. Baþka türlü bir yaþamý düþünemezdik bile. Zaman zaman kendimize de kýzar, öfkelenirdik ama fazla zamanýmýz yoktu; fazla söze gerek yoktu; yürümek gerekiyordu; yürürdük… Ve sen þimdi “koyverdin gittin bizi”… Dostluðumuz her zaman baki, ona þüphen olmasýn. Anýlarýmýz hep içimizde yaþayacak, ona da þüphen olmasýn. Seni hep özleyeceðiz, biliyorsun… sitemim terk ediþine! Bizi sensiz býrakmýþ olmana. Sen artýk fiziken aramýzda olmasan da biz seni yanýbaþýmýzda hissetmeye devam edeceðiz sevgili Hakan. Ve emin olabilirsin “bu destanýn sonu inanýlmayacak kadar güzel olacak”….
Yaz ‘10
Kazým Demir
BÝR ÝÞÇÝNÝN GÜNLÜÐÜ
Parça, parça alýyorlar etimizden. Ýnsanýn yedek parçasý yok. Ýki elim var. Dört ameliyat geçirdim ve yine kaptýrdým makineye. Sabah sekizde baþladýk iþe. Benimle beraber çalýþan arkadaþla birlikte mýknatýslý matkabý deleceðimiz demir zemine oturttuk, önce küçük matkap ucuyla iþaretli yerleri deldik. O sýrada diðer bölümden gelen elelektrikçi matkabý istedi. Ben de büyük delikleri delip vereceðimi söyledim, acelesi olmadýðýný belirtti. Büyük týðý matkaba baðlamaya çalýþýrken genç arkadaþ matkabýn þar teline bastý. Ani bir refleksle elimi çektim ama çok geçti, parmaðýmdaki etleri sýyýrmýþtý. Acýsýný önce hisetmedim. Elimi kalbin hizasýndan yukarý kaldýrdým. O panikle arkadaþa baðýrdým, ne acelen var dikkat etsene, elim elim gitti, diyerek muhasebeye ve müdürün odasýna doðru ilerledim. Patronun kardeþi ayný zamanda mekanik bölüm sorumlusuydu. Arkadaþlar hemen hastaneye götürülmemi söyledi. Patronun kardeþi, ben götürmem, dedi. Sonunda muhasebeci götürmeye karar verdi. Önce saðlýk ocaðýna uðradýk, aðrý kesici iðne yaptýrdýk, yarayý pansuman yapýp sardý. Sonra hastaneye doðru ilerledik. Evet özel hastaneydi burasý. Acaba neden buraya getirildim? Muhasebeci doktorun tanýdýk olduðunu ve çok iyi bir doktor olduðunu söyledi, ama bunlar yeterli sebep deðildi. Muhasebeci sürekli bir yerlere telefon ediyordu. En son telefon konuþmasýndan anladým ki bu ayýn sigorta priminini yatýrmamýþlar. 300 TL ödediðini gördüm. Birden tedirgin oldum, aylýðýmdan keserlerse diye bu bedeli. Bu tedirginlik elimin acýsýný bile unutturmuþtu. Kayýtlar yapýldý, beklemeye alýndým. Ýþ kazasý olduðundan dolayý polis hastaneye gelecekmiþ, polis gelmeden hiçbir iþlem yapýlmazmýþ. Bir süre bekledik sonra polisin gelmeyeceðini söylediler. Biz karakola gidecekmiþiz. Tedaviye alýndým. Elimi uyuþturmak için yaranýn çevresine iðneler batýrýyorlardý. Elim balon gibi þiþmiþti. Yüzümü dönmemi söylediler. Beþ kiþi elimin çevresinde; iki hemþire, doktor ve doktor yardýmcýsý bir de temizlikçi. Doktor gayet soðukkanlý sanki bir bez parçasýný diker gibi dikiyor elimi. Bu arada da hastanede yaþanan sorunlarý anlatýyorlardý birbirleri-
Yaz ‘10
ne. Genç hemþire izin istemiþ; vermemiþler, o da iþten çýkma kararý almýþ. Doktor uzun uzun öðütler vererek kendine pay çýkarma çabasýndaydý. Genç hemþireyle konuþurken diðerlerine de onaylatýyordu, ayný anda elimi dikiyordu. Bunca konuþmayý onbeþ dikiþe sýðdýrabildi. Elimi sardýlar, ilaçlarý yazdýlar. Karakola gitmemiz gerekiyordu. Muhasebeciyle karakola gittik. Ýfademizi alacak polisler yoktu. Bizi bekleme odasýna aldýlar. 18 yaþýnda bir genç, þiþman bir adam, orta yaþlý, yüzü kýrýþmýþ, elbiselerinden anlaþýlan iþçi biri. 18 yaþýndaki genç, serseri, kabadayý tavýrlarla asarým keserim havasýnda. Anlaþýlan lisede aþk mevzusu. Ýçerdeki atmosfer beni bayaðý germiþti. Biran önce kurtulmak istiyordum. Muhasebeci de sýkýlmýþtý, ikide bir ezile büzüle soruyordu ama cevap olumsuzdu. Polislere telefon etti, geliyoruz, dediler. Tam iki saat yaralý parmaðýmla bekledik gelmelerini. Bir polis, muhasebeciye, iþ kazasý olarak göstermeyin ne olacakki sanki diyerek akýl veriyordu; beklemek zorunda kalmazsýnýz. Muhasebeci, biraz daha bekleyelim, dedi. Ýki polis þakalaþarak geldiler, ifademi aldýlar. Kazaya sebep olan iþçi inþaatta çalýþýyor göründüðü için baþka bir isim vermemiz gerektiðini söyleyerek muhasebeci beni uyarmýþtý. Bende baþka bir isim verdim. Ýþyerine gittik. Vizite kaðýdýný alýp tekrar hastaneye döndük. Rapor verild, 10gün raporluyum. Eve geldim. Elim sarýlý. Eþim paniklemesin diye gayet rahatmýþým gibi davrandým. Ama sabaha kadar uyuyamadým, sancýdan kývrandým durdum. Hastane parasýnýn yarýsýný kazaya neden olan iþçiden kesmiþler diðer yarýsý… Muhakkak sakýndýklarý bir þeyler var ki böyle yaptýlar muhasebeci, SSK iyi bakmaz özel hastane daha iyi, hem doktor arkadaþým, diyor ama elimi çuval gibi büzerek diktiler. Ben varoþlarda oturuyordum. Hastane lüks bir semtteydi. Pansumana giderken dolmuþ parasý gidiyor, aylýðýmý eksik verdiler, bankaya borçlandým, elimi çoktan unuttum. Elim iyileþmedi. Tekrar bir 10 gün rapor verdiler. Dikiþleri aldýlar, ama elimi hala kullanamýyordum. Rapor bitti elim iyileþmedi. Ýþyerine gittim. Sabah patron geldi. Bu elle çalýþ-
67
týrmayacaðýný, tekrar rapor almamý söyledi. Tam gidiyordum muhasebeci beni çaðýrdý vizite kaðýdý verdi ve iþ güvenliði eðitimi aldýðýma dair kaðýt imzalatýp altýna okudum diye yazmamý söyledi. Oradan ayrýlýp hastaneye gittim. Ýþyerinden gönderdiler, raporun uzatýlmasý için geldim, dedim. Bugün olmaz birkaç gün sonra gel, dediler. Cebimde bir kuruþ bile yok. Dolmuþla bir saat süren yolu yürüyerek eve gitmek zorunda kaldým. Eve vardýðýmda ayaklarým þiþmiþti. Yarýn tekrar gitmeliyim, çünkü araya hafta tatili giriyor ve 4 gün çalýþmýyor olacaðým. Ýþyerini aradým, çalýþtýrmayýz, dediler Cuma günü sabah erken yola çýktým kilometrelerce yolu yürüyerek gittim. Ýþyerinin çalýþmamý kabul etmediðini söyledim. Tamam rapor veririz dediler, muayene giriþi yapmamý söylediler. SSK katký payý olarak 12 lira istediler, ben de kuruþ yoktu, durumu anlatým anlamadýlar. Muhasebeciyi aradým doktor arkadaþýna durumu anlatsýn diye. Muhasebeci böyle ufak þeyler için aramam doðru olmaz, dedi. Yanýna niye para almadýn, dedi. Elimin bu hale gelmesinden dolayý maddi sorunlar yaþadýðýmý söyledim, rica ettim, tamam, dedi. Doktoru aramýþ. Doktor, yapabilecek bir þey yok, demiþ. Kayýt iþlemlerini yapana kredi kartlarýmý uzattým, bunlara bir bak dedim. Ýkisi de boþ çýktý. Kayýt iþlemlerini yapan durumuma acýdý, ben veririm sen bana sonra getirirsin, dedi. Tamam, deyip teþekkür ettim. Ýþlemler için beklememi söyledi, bekledim. O sýrada varlýklý bir akrabamýz geldi. Beni görünce selamlaþtý, yanýma geldi. Durumu anlattým. Çýkarken seni de götüreyim dedi. Buna çok sevindim, kilometrelerce yolu yürümekten kurtulmuþtum. Araya öðle tatili girdiðinden beklememiz gerekiyordu. Yemek yiyip çayýmýzý içtik. 13:30’da yemek saati biti. Akrabam tahlil sonucunu aldý. Birlikte çýktýk hastaneden. Birkaç gün sonra rapor parasý için iþyerinden vizite kâðýdý aldým. SSK kurumuna para almak için baþvurdum. Yaklaþýk bir saat sýra bekledim. Ýþlemi yapan memur iþyerinin raporu bilgisayara aktarmadýðýný bildirdi, raporlarý bana verdi. Ben muhasebeciyi aradým, durumu bildirdim, muhasebeci bürosunu bana tarif etti. Ben koþar adýmlarla muhasebe bürosuna gittim, sora sora buldum. Durumu anlattým. Muhasebeci rapor örneklerini aradý bulamadý. Fabrikaya telefon etti, faksla gönderdiler. Bilgisayara girdi ama bu sefer de sistemyok. Ben diþlerimi sýkmaya baþladým, olacak gibi deðil, derin bir nefes aldým. Yaklaþýk 50 dakika sonra sistem geldi, tamam dedim paramý alacaðým, koþa koþa SSK kurumuna gittim. 20 günü aþtýðý için heyet raporu istedi. Artýk çýldýracaktým. Tekrar derin bir nefes alýp hastaneye doðru gidecektim ama param yoktu. Bir arkadaþa uðrayýp 20 lira aldým. Hastaneye
68
gidip durumu anlattým. Görevli bir telefon görüþmesinden sonra bana döndü, þuan doktorlarýmýz yok telefon numaranýzý verin ben sizi ararým, dedi. Benim evim çok uzak eve gitmek zamanýmý alýr, dedim. Yapabilecek bir þey yok bekleyin, dedi. Hastanenin etrafýnda bir süre turladým, sýkýldým. Görevliye doktorlar gelmedi mi diye sordum. Gelseydi sizi arardýk, ne zaman gelecekler belli deðil. Bakýn benim zamaným burada boþa gidiyor. Telefon görüþmesi yaptý. Bana dosyamý uzattý. 4.kattaki görevliye götür dedi. Asansör doluydu, merdivenlerden koþarak çýktým, nefes nefese kalmýþtým. Görevliye verdim. Benden üç adet resim istedi. Birden panikledim, eyvah, dedim. Sonradan aklýma geldi. iþe giriþ için çektirdiklerimden cebimde olacaktý. Resimleri verdim. Ýþim bu sefer kesin olur diye düþünüyordum ki görevli, gidin sizi ararýz, dediðinde nutkum tutuldu; söyleyecek bir kelime bulamadým. Kendimi zor dýþarýya attým. Biraz parkta oturdum. Bir arkadaþýn iþyerine gittim. Emlakçýda çalýþýyordu. Biraz sohbet ettik, sakinleþtim. 2 saat geçmiþti tekrar hastaneye gittim. Tam üst kata çýkýyordum görevli beni gördü, doktorlar geldi, dedi. Nihayet dedim. Bekleyin dedi. Bekledim. Bir sonuç alamadým. Görevli orta kata çýktý, ben de çýktým. Nasýl oldu diye sordum. Biraz oturun gelecek dedi. Biraz sonra geldi beni çaðýrdý. 20 lira ücret istedi. Arkadaþtan borç aldýðým parayý verdim. Heyet raporunu alýr almaz SSK kurumuna koþar adýmlarla ilerledim. Bugün para almalýydým; çünkü cebimde kuruþ bile yoktu. Özel hastaneyle SSK kurumu arasýndaki uzun mesafeyi aç karýnla koþar adýmlarla gittim. Son anda yetiþtim. Oradaki memur raporu aldý bilgisayara baktý, ödemeyi þimdi yapamayýz dedi. Neden dedim. Bütün raporlar birleþtirilmiþ ancak bir hafta sonra dedi. Cebimde hiç para olmadýðýný son paramý heyet raporuna verdiðimi söyledim. Heyet raporu ücretsiz olmalý dedi. Özel hastane deyince bazýlarý alýyor dedi. Durumu anlattým. Yapabilecek bir þey yok dedi. Yine kilometrelerce yolu bu yorgunluðumla gitmek zorundaydým. Beþ gün sonra iþe baþlayacaðým. Bu kadar berbat bir saðlýk sistemi iyice saðlýðýmý bozmuþtu, ama umudumu yetirmedim. Ardýndan arkadaþlar beni aradý o yorgunluðun üzerine müjdeyi verdiler. Çemen tekstil iþçileri 74 gün direniþin ardýndan zafere ulaþtýlar. Ýçim kýpýr kýpýr oldu. Bu grev bize çok þey öðretti. Ýþçilere çok þey öðretti. Umarým tekel iþçilerine de yansýr. Sýrada birçok sendikasýz fabrika var. Direniþe hazýr niceleri ve benim çalýþtýðým fabrika… Ýþe baþlar baþlamaz hemen anlatacaðým bu zaferi. Daha önce anlatmýþtým grevi. Hemen sendikaya üye olmalarýný saðlamalýyým. Kim bilir belki zafer coþkusunu yaþama sýrasý bizde…
Yaz ‘10
Þiirde Ýmge...
Adil Okay
Hatay Ayýþýðý’nda yapýlan ‘Þiirde imge’ konulu panele Adil Okay’ýn sunduðu tebliðdir. Ýlk kez Hegel’in dile getirdiði imge ve imgenin ne olduðu sorusu, Aristotoles’ten beri süren, ‘öz ve biçim’ tartýþmasýnýn yerini almýþtýr. Þiir yazan büyük çoðunluk imge ile kurguyu, imge ile þiirin amacýný karýþtýrmaktadýr. Avrupa’da Rimbaud ve Lautreamont’dan, Türkiye’de Nazým’dan beri þiirde artýk ölçü, uyak, hece sayýsý, koþuklama kurallarý kullanýlmýyor. Ama imge aranýyor. Roger Caillos’un belirttiði gibi, ‘Doðuþtan kör’ bir þiir dizesi imge deðildir ama ‘Bahar geliyor ben göremeyeceðim’, mýsrasý bir imgedir. Çünkü yan anlamlar yaratýyor, düþündürüyor, çaðrýþýmlara yol açýyor. Dinleyici-okuyucu tarafýndan yeniden üretiliyor. Öyleyse imgeyi yeniden üretilen þiir birimi olarak görebiliriz. Zaten R. Caillos’da ‘ister düz yazýda, ister þiirde olsun, dilin yeni bir biçimde kullanýlýþýdýr imge’ der. Ona göre þiir, imge ve dizge sanatýdýr. Tek baþýna imgelerin varlýðý yazýyý þiir yapmaz. Bir de þiir dilinin imgelenmiþ dile dönüþmesi tehlikesi de vardýr. Yani kimsenin konuþmadýðý, yazmadýðý, yaþamadýðý, solumadýðý bir imgesel-simgesel dile dönüþme tehlikesi. Bir imge ancak dolaylý da olsa bir anlama baðlýysa bizi heyecanlandýrýr- sarar- dönüþür. Cemal Süreya’nýn dediði gibi: ‘Þiir dil içinde yaratýlan ikinci dildir ama kuþ dili deðildir.’ Bir þiiri özgün kýlacak temel unsur, dönüþmüþ dil ve belirli olmuþ biçemdir. Þiirin özüne imgelerin saðlam dokusundan varýlacaðý gibi, yapýnýn bütünü de bir imgeye ulaþtýrýlabilir. Sadece þiirde deðil, düz yazý ve konuþma sanatýnda da düþünceyi renklendiren, etkili kýlan, kývraklýk kazandýran imge en azýndan biri somut olmasý gereken iki sözcükle üretilir. Ýmgede çeþitli söz sanatlarý kullanýlýr. Bunlara deðiþmece (mecaz), benzetme (teþbih), eðretileme (metafor, istiare) vb. deniyor. Artýk çaðdaþ þiirde aþk, sadece aþk sözcüðüyle, barýþ, barýþ sözcüðüyle, yaðmur, yaðmur sözcüðüyle anlatýlmýyor. Bunlarýn yerini imgeler, simgeler ve semboller aldý. Örneðin Picasso’nun beyaz güvercini güvercin deðildir. Barýþýn simgesidir. Þiirde imge örnekleri Ruhan Mavruk, yaðmuru bakýn hangi imgelerle çaðrýþtýrýyor: “Karda yitmiþ kaþiflerin ayak izleri seslenir/ daðcý bir bulut saðar yüreðini ovaya/ günler tozar Simonov bekler beni…” Adnan Yücel’den bir örnek verelim: “Anýlarýn neyzen dudaðýnda bir neydi / Yollarý hep umuda çýkýyordu hüznün / Islýklý rüzgârlar koþuyordu saçlarýnda / Sesinde turnalar geçiyordu bölük bölük/ Demir attýðýn umut adalarý / Yüzündeki denizlerde vardý yalnýzca” Adnan Yücel, ‘Yüzdeki denizlerden’ söz ediyor. Ýþte bu bir imgedir. Keza Adnan Yücel’in bilinen ‘Yer-
Yaz ‘10
yüzü aþkýn yüzü oluncaya dek’ mýsrasýnda geçen aþk: mutluluk, barýþ ve özgürlüðün yerini tutan bir imgedir. Osman Erkan’da imge: “Fýrat’tan öte Fýrat’tan öte/ kýrýk kanatlarýn açtýðý tuz çiçekleridir yaralarýmýz.” Yusuf kaptan’da imge: “þafaðýn rahminde doðar/ dolunayým/ ateþ yakar, sevgi çoðaltýrýz/ halay çeker, nöbet tutarýz/ barajlara boðulmasýn diye Munzur…” Benim yazýn serüvenimde büyük etkisi katkýsý olan babam þair yazar Süleyman Okay’dan bir örnek vereyim. “Þimdilerde/ aðaçlarýmýzý taþlayanlar çoðaldý kirvem/ hýzlý koþan atlarýmýzýn sýrtýnda kocaman yaralar/ çember daraldý kirvem/ geçitler azaldý/ kalk kirvem/ uyan ve yaklaþ bana/ kimseler duymasýn anlamasýn/ sana yeni ve sýcak aþklardan söz edeceðim…” Burada Okay’ýn yasak aþk’la anlatmak istediði, darbe sonrasý yeni mücadele yöntemleridir. Bir örnek de Adil Okay’dan: “Düz yollarda yan yürütüyor beni küskün ayaklarým/ Bu ben miyim prangasýz sokaklarda avare/ Cebimde polisten kaçýrdýðým ilkbahar sonatý/ Baðýrdýkça saðýrlaþýyor dilsiz evler/ Býkmadan çalýyorum kapýlarý seni soruyorum/ Aldýðým cevaplar hep sus iþareti/ Yuhalýyorum kafa kâðýdý erken eskimiþ kullarý/Bir ömür sonra hâlâ kýrmýzý ýþýklarda hazýr ol.” Örnek verdiðim bu imge yüklü þiirler okuyucuya da görev veriyor. Eðretilemeleri, mecazý, çaðrýþýmlarý anlamak için düþünmek ve sorgulamak gerekiyor. Örneðin Kostantin Simonov’un meþhur ‘Bekle beni’ þiirini bilmeden Ruhan Mavruk’un yukarýdaki mýsralarýný anlamak zor olabilir. Yahut ‘Munzur’a baraj’ konusundan haberdar deðilsek Yusuf kaptan’ý anlamak zorlaþabilir 1980 Sonrasý Þiirde Yeni Arayýþlar Özellikle Türkiye’de 1980 sonrasý baský ortamýnýn da etkisiyle þiir de bir sapma ve zorlama görüldü. Bu ‘yeni þairler’, yenilik diye okuyucuya Marcel Duc-
69
hamp’ýn ‘sidik ördeklerini’ yutturmaya kalktýlar. Toplumsal Gerçekçi þairleri yok saydýlar. Sürrealistlerden, Dadacýlardan ve onlarýn ülkemizdeki izleyicisi-izdüþümü sayýlan Garip’çilerden, özellikle 2. Yeni’cilerden istediklerini cýmbýzla çektiler. Ece Ayhan’ýn ‘Meçhul Öðrenci Anýtý’ný, Turgut Uyar’ýn ‘Toplandýlar’ýný, Ýlhan Berk’in ‘Hüseyin Çapkan Ýçin Aðýt’ adlý öldürülen bir iþçiye aðýdýný ve diðer, insaný merkezine alan, mükemmel toplumcu þiir örneklerini görmezden geldiler. Bu geçmiþi toptan inkâra kadar gitti. 80 öncesi toplumcu þiire tepki olarak anlamsýz, sadece yazarýný ilgilendiren, avutan þiirler yazýlmaya baþlandý. Sonra da neden þiir okunmuyor anketleri baþladý. Yani þiiri önce öldürüp arkasýndan aðýt yakmak moda oldu. Neo liberalizmin felsefi söylemi olan postmodernizm göklere çýkarýldý. Ama onun da modasý çabucak geçti. Þimdilerde þiir yeniden insaný ve hayatý aramaya baþladý. Unutmamalý ki her þiir (sanat) akýmý ve onun öncüleri dünya kültür hazinesine katkýda bulunmuþtur. Þiirin okunmadýðý, geriletildiði tarihsel kesitler olmuþtur. Ülkemizde de, 1980 darbesini izleyen karanlýk günlerde, þiir de karanlýða gömülmek istenmiþtir. Çeyrek yüzyýl sonra, tüm engellemelere raðmen þiir yataðý kendine bir yol bulmuþ ve akmaya baþlamýþtýr. Son günlerde imge salatasý- fotokopi þiirlerin yaný sýra, insaný merkez alan toplumcu þiirler, kurutulmuþ þiir bahçesini yeniden umut rengine dönüþtürmeye baþlamýþtýr. Son söz Ayýþýðý Sanat Merkezi’ne bizi buluþturduðu için teþekkür ediyor, hepinizi sevgiyle selamlýyor, þiirden kopmayýn diyorum. Sevgilinizin elini tutarken veya barikatta, üniversite amfisinde veya iþ molasýnda, grev çadýrýnda veya zindanda þiir yaný baþýnýzda olsun. Ýþte o zaman þiirin saðaltýcý gücünü görebilir ve düþ ülkesine doðru yol alabilirsiniz… 16 Mayýs ‘Kayýplar Haftasý’nýn ilk günü. Son olarak Kayýplarý hatýrlatan bir þiirimi okumak istiyorum: “Birden radyolar sustu/Siren seslerinin/Postal seslerine karýþtýðý,/Karartmalý bir eylül akþamý,/O çýlgýn delikanlýlar sýr oldu/Tanklar ayak izlerini sildi Yýkýldý barikatlar./Daðlar düz oldu/Nehirler kan kýzýl/Stadyumlar hapishane avlusu/Hüzne boyandý Ankara,/Hüzne boyandý Diyar-ý Bekir/Sokaklar öksüz kaldý,/Bakýþlar soldu pencerelerde…” Kaynakça: 100 Soruda Edebiyat Bilgileri. /Rauf Mutluay. Gerçek Yayýnevi./Adil Okay. Þiir. 25. Saat. /Ütopya yayýnlarý. Ankara. 2008./Estetik. Afþar Timuçin. /BDS Yayýnlarý./Sanat Edebiyat ve Eðitimde Yoðunluk. /Sayý. 1-2-3 Ankara./Þiir tasarýmý ve süreçler. Nuray Gök Aksamaz. /Gerçek Sanat Yayýnlarý./Þiir ve gerçeklik. Ö. Ýnce. Can yayýnlarý./Önsöz, Ekin/sanat/edebiyat, Güz 2008.
70
AY IŞIĞI Biliyorum Sen de emek ile yoğruldun Yıldızların eşliğinde Soğuk kış günlerinde çatlak dudaklarımı Demiri bükerken kesilen avuçlarımdan sızan kanı Kömür ocaklarından çıkarken Benden korkan çocuklarımı Biliyorum Sen de biliyorsun Teneke sobanın üzerinde kızartılan ekmeği Sıcacık yorganında Emeğine ortak karına sarılırken bile Beyninde zonklayan çekiç sesiyle gözyaşları döktüğümü Biliyorum Sen de biliyorsun Koskoca dünyanın Bütün toprakları Benim gibi sana da dar geldi Belki de ondandır uzayın derinliklerinde Gecenin en korku verici saatlerinde O hüzünlü ışığında bütün dertlerimi unutuyorum Biliyorum sen olmasaydın Bu dünyanın hiçbir derdini çekemezdim Öylesi masum Öylesi tertemiz Işığınla dertlerimizi aydınlatmaya çalışıyorsun Yıldızların eşliğinde Biliyorum Gecenin karanlığından korkmuyorum artık Geceleri daha çok seviyorum Ay ışının aydınlattığı geceleri 06-02-2010 MÜSLÜM TAŞ
Yaz ‘10
ah insanlarım benim güzel insanlarım Bahar Derin Tokat’tan köyden evlendirip verdiler. Onun satýn aldýðý bir eþya gibi bavullarýyla birlikte Ýstanbul’a geldik. Bir apartmanýn kapýcýlýðýný yapýyoruz, yani kapýcý dairesindeyiz. Bir küçük oda, penceresi el kadar, rutubetli, pis… Bizim ahýr ondan iyidir. Komþular bir çekyat bir de biraz eþya verdi. Ben üç evi temizliyorum yaþadýðýmýz apartmanda… Bizimki bakkal, bahçe, apartmanýn temizliði, kapý nöbeti vb. Yönetici yaþlý bir kadýn tek yaþýyor. Ama beni hiç oturtmuyor. Verdikleri parayý iliklerimden kuruþ kuruþ çýkartýyor sanki. Ýlk kýzýmý doðurdum daha kýrk günlük. Hiç emziremedim. Temizliðe, iþe devam. Evde, yani bize verilen odada televizyon yok. Ýlk yýl çok sýkýldýk, boþ boþ oturuyorduk akþamlarý… Sonra komþular eski küçük bir televizyon verdiler. Siyah beyaz, iki kanal çekiyor, onlarý da tam göstermiyor. Kýzým bana hiç sarýlmazdý. Çünkü çalýþmaktan onunla hiç ilgilenemezdim. Babasýndan bir an olsun ayrýlmazdý. Bana kaç yýl anne demedi. Çünkü tanýmýyordu. Ona bir anne sevgisi, ilgisi, zamaný ayýrmadým. Tüm gün apartmandakilerin temizliðiyle geçiyordu. Yönetici olan yaþlý kadýn akþamlarý da onunla kalmamý isteyip ýsrar edince ve tabi ki biz de hayýr deyince bir süre sonra bizi çýkardýlar. Tek yüzükle gittiðim evde bulduðum kapýcýlýk ve çoktan vazgeçtiðim evlilik hayallerim… Bizimkinin amcasýnýn bir gecekondusu vardý. Para fazla vermeyelim diye oraya çýktýk. Zaten fazla bir paramýz da yoktu… Gecekondunun çatýsýnýn da þapý dökülmüþ. Bir gece bir yaðmur bir fýrtýna… Dizime kadar su içinde kaldým mý? Zaten kýrýk dökük olan eþyalar da böylelikle gitti. Bende de ne kafa var ama, çamaþýr makinesini çekiyorum. Halýlar, koltuklar, kýyafetler demiyorum. Halbuki çamaþýr makinesine ne olabilir? Ýþte akýl! Bu gecekonduda çatý ve þap dýþýnda da sorunlar vardý. Neresine gitsem fareler… Her yerde, çöpte, tuvalette, kapýda… Geceleri uyumazdým, çocuðumun baþýnda nöbet tutardým. Çünkü gece ortaya çýkarlardý. Hiç gözümü kýrpmazdým. Bir gece kayýnpederim bize gelmiþ. O akþam o var diye biraz dalmýþým, adamýn üstündeki yorganýn iplerini (fareler) sö-
Yaz ‘10
küp söküp daðýtmýþlar. Tabi o yorganý attým. O evden artýk çok huylanmýþtýk. Sonunda buraya geldik. 180 YTL ye kiradayýz iþte, iki oda, rutubetli evimiz… Neyse ki fareler yok. Bir oda hiç dýþarý görmüyor. Biz kapýcýlýk dýþýnda bir þey yapmadýk. Eþim uzun süre iþsiz gezdi. Þimdi buldu. Ýþ için gerekli evraklarý alýrken muayenede verem baþlangýcý olduðunu öðrenmiþ. Doktor 3 ay rapor yazacakmýþ, kocam yalvarmýþ, “aman doktor bey siz asýl bana saðlam raporu vermezseniz beni öldürürsünüz” diye. Sonrada demiþ ki “Ev sahibi kira bekliyor, çocuklar yemek istiyor. Bana beslenmen lazým diyorsunuz, bu iþ olmazsa para da olmaz ve hepten aç kalýrým. Siz saðlam raporu verin ben hemen iyileþirim.” Doktor buruk bir gülümsemeyle raporu vermiþ. O þimdi çalýþýyor. Üstüne de espri yapýyor. Ýstanbul’un su sorunu bitecek benim ciðerler su topluyor ne de olsa… Aramýzda kalsýn bir gün kocam dedi ki “iþte bu yüzden artýk hiçbir þeye inanasým gelmiyor. Eðer gerçekten olsaydý bize yardým ederdi. Bu kadar zorluk, sorun, hastalýk bir aileye verilmez ki, ben neyi yanlýþ yaptým! Kime kötülüðüm dokunmuþ… Ýnanmýyorum. Ýnancýmý kaybettim.” Ben teselli ediyorum, “öyle deme mutlaka bir gün gösterir o güzellikleri de bize…” Diyorum ama bende de pek umut kalmadý. Ben de ona benim umutlarýmý veriyorum. Herkesin güzel, sýcacýk bir evi olacak. Saðlýklý, saðlam, temiz bir ev… Saðlýk bedava, doktorlar çok iyi davranacak. Eðitim bedava, tek kuruþ vermeyeceksiniz. Çocuklarýn beslenmesi, her þeyi, bakýmý devlete ait olacak. Yaþlýlarýn da öyle. Tatil yapacaksýnýz, denize gideceksiniz, sinemaya, tiyatroya… Gezip dolaþacaksýnýz. Çocuklarýnýz mutlu ve saðlýklý büyüyecek… Kaygýsýz ve huzurlu olacaksýnýz… Yüzüme öyle bakýyor ki inanmak istiyor gibi... Sanki ona bir masal anlatýyorum. Ama dalmýþ gitmiþ… O zaman daha çok savaþasým geliyor düþlerim için. Bir an irkiliyor ve “Bir evim olsun þu dünyada tek istediðim, baþka hiçbir þey istemiyorum. Allah’ým ne olur!” içi buruk, sesi kýrgýn, gözleri dolu…
71
Söylenceler... Mavronis’in Ecinnisi
Derleyen / Atila Oğuz Mavronis uzun boylu ve iri yapýlý, gözü pek ve çekinilen bir kimseydi. Gözü karalýðýyla da tanýnýrdý. Mavronis için hayatta engel yoktu, o ne zaman ne isterse yapardý engel tanýmazdý. Günlerden bir gün Mavronis Gadohora koyunlarýndan birkaç tanesini satmak için gider. Godohor pazarýnda koyunlarýný satmýþ ve köye dönmek için yola koyulur. Ancak vakit geç olmuþtur ama Mavronis bir kere yola girdi bir daha geri dönmez. Köyün sýnýrlarýna geldiðinde vakit bir hayli ilerlemiþti, ortalýk zifiri karanlýk ve sessizdi. Magreyakurçe’ye (Uzunkayalar) geldiðinde yolunu yayýða benzer bir þeyin kestiðini gördü. Saðýnda solundan geçmeye çalýþtý ama yayýk izin vermiyor ne yana gitse o da gidip yolunu kesiyor. Caný fena halde sýkýlan Mavronis belindeki silahýna davranýr, birkaç el ateþ eder fakat hiçbir þey olmaz ve yayýk yolunu kesmeye devam eder. Bu sefer silahýný sol eline alýr ve bir el ateþ eder. Yayýk ortalardan kaybolur, ancak ortalýðý müthiþ bir gürültü alýr, Mavronis’in kulak zarlarý delinecek neredeyse. Seslerden yönünü þaþýrýr gibi olur. Biraz dikkat ettikten sonra sesin karþýki halevodi’den (taþlýk alan) geldiðini anlar ve koþarak sersemlemiþ bir halde evine varýr. Evine girer girmez nembolo’da (evin giriþi) yýðýlýp düþer. Birkaç saat içinde kendine gelir ve olanlarý ailesine anlatýr. Hangi zamandan çýkýp geldiðini tam olarak bilen yok, fakat birçok sohbetlerde anlatýlýr ve birçok insan o taþlýk alandan yükselen seslerin olduðunu söylerler. Kim bilebilir kimin sesidir taþlýk veya baþka bir yerden yükselen sesler, ama bilinen bir gerçek var ki o da artýk cinlere, perilere rastlayan kimsenin olmamasý. Belki de cinler, periler artýk kendilerine gerek kalmadýðýný düþünüyorlar, ortalýkta bu kadar ecinni dolaþýrken ve memleketi idare eder duruma gelmiþken.
72
Yaz ‘10
*
Geçmişe Yolculuk Özgün Denizci
İmkansızlık
Çalýþma odasýna doðru giden koridor üzerinde ilerlerken düþüncelere dalmýþtý: “Yani bu bant geriye doðru gidecek, bittikten sonra ise bant üzerindeki insanlar adýmlarýný geriye doðru atacaklar. Vücutlarý gittikçe küçülecek, büyükken çocuk olacaklar. Aðaçlar küçülerek topraða girecek ve tohuma dönüþecek, nehirler yukarý akacak, yaðmurlar gökyüzüne doðru yükselecek.” Üftade, yüzbinlerce yýllýk bilim tarihinin bugüne kadar geldiði noktada gerçekleþtirilecek en ileri deneyi kafasýnda canlandýrmaya çalýþýyordu. Sabah evinden çýktýðýnda öðrencilerinden biriyle karþýlaþmýþtý. Berkant felsefe ile çok ilgili bir gençti ve birkaç yýl önce Üftade ile farklý konularda birçok tartýþma yapmýþlardý. Bu sabah karþýlaþtýklarýnda Üftade Berkant’a yeni projesinden kýsaca bahsetmiþti. Elbette bu kýsa sohbet tüm evrenin deney laboratuvarý haline geldiði bir projeyi konuþmaya yetmezdi. Ýþlerini bitirip birkaç saat sonra yeniden buluþmak üzere sözleþerek ayrýlmýþlardý. Üftade’nin çalýþma alaný kilometrelerce geniþlikte bir saha üzerine kurulmuþ olan laboratuvarýn bir parçasýydý. Yapýlacak deneyde çalýþma yürüten bilim insanlarýndan birisiydi ve bu deney bütün insanlýðýn, hatta bütün evrenin “geleceðini” belirleyecek bir deneydi. Ýþlerini tamamladýktan sonra Üftade Berkant’la buluþacaðý yere geldi. Deniz manzaralý ve yeþillikler arasýnda güzel bir bahçeydi burasý. Bahçedeki görevliden birer meyve suyu istediler. Berkant, bu deney çok ilgisini çektiði için hemen bilgileri öðretmeninden almak istiyordu. Sorularýný sýralamaya hazýrlanýyordu ki Üftade söze baþladý: “Seninle bol bol felsefi tartýþma yaptýðýmýzý hatýrlýyorum. Sanýrým deneyden bahsetmeden önce yine böyle bir sohbet yapmamýz gerek.” deyip sordu: “Zaman kavramýný bilir misin?” Berkant duraklamadan cevap verdi: “Evet; tabii ki biliyorum.” “Peki zaman nedir? Tanýmlayabilir misin? Berkant biraz düþündü, sonra “Böyle bir taným yapmak için hiç uðraþmamýþtým.” dedi ve düþünmeye devam etti. Üftade söze girdi: “Zamanýn geçtiðini nasýl anlarsýn?” “Mesela saate bakarak anlayabilirim.” “Saatin ibrelerinin ne þekilde ve ne kadar ilerlediðine bakarak geçen zaman hakkýnda bilgi edinebilirsin. Peki yanýnda saat yoksa?” Biraz durakladýktan sonra devam etti: “Ya da þöyle bir örnek verelim: Kapalý bir odada tek baþýnasýn. Hiçbir yerde pencere yok, sadece lamba yanýyor. Bir süre burada kaldýðýnda geçen zamaný ölçebilir misin?” “Bu çok zor.”
Yaz ‘10
73
“Þimdi bir de ayný odanýn bir penceresi olduðunu düþün. Ama pencereden bakýnca herhangi bir manzara görünmüyor, sadece gündüz veya gece olduðunu fark edebiliyorsun. Bu durumda nasýl olur sence?” “O zaman kaç gün geçtiðini anlayabilirim. Ama yalnýzca günleri sayabilirim tabii, saatleri ve dakikalarý tam olarak ölçemem. “Öyleyse þöyle diyebilir miyiz: Zaman, çevremizdeki deðiþimleri gözlemleyip ölçerek algýladýðýmýz bir kavramdýr.” “Evet, galiba doðru.” “Konuyu þöyle toparlamaya çalýþayým: Zaman, deðiþimle, daha doðrusu hareketle iliþkilidir. Hatta diyebiliriz ki hareket olduðunda zaman vardýr. Eðer hiç hareket yoksa, hiç deðiþim olmuyorsa akýp giden bir zamandan da bahsedemeyiz.” Üftade biraz durdu. Meyve suyundan bir yudum aldýktan sonra devam etti. “Burada bir parantez açýp þunu belirtmem gerekiyor. Madde sürekli hareket halindedir. Biz algýlamýyor olabiliriz ama evrende hareket asla durmaz. Mesela þuradaki insanlarý görüyor musun?” Baþýyla yoldan geçenleri iþaret ederek konuþmasýný sürdürdü. “Yürüyorlar. Bu bir harekettir ve biz bu hareketi algýlayabiliyoruz. Fakat þuradaki masa yerinde sabit duruyor. Aslýnda o da hareket halinde ama biz algýlayamýyoruz. Algýlayamayýþýmýzýn sebebi ise duyu organlarýmýzýn bu hareketi algýlayacak düzeyde geliþmemiþ olmasý. Çünkü o masanýn þu anki hareketi atomik düzeyde.” Ciddi bir tavýrla Berkant’ýn gözlerine bakarak “Fizik derslerindeki atom yapýsýný hatýrlýyorsun deðil mi? “Evet” dedi Berkant. “Protonlardan oluþan bir çekirdek ve onun etrafýnda çeþitli yörüngelerde hareket eden elektronlar var.” “Aynen öyle. Ve iþte bu hareketler tüm atomlarýn, dolayýsýyla da tüm maddelerin var oluþlarýný saðlýyor.” “Yani elektronlar olmadan madde de olmuyor öyle mi? “Elektronlar var olsa bile atom çekirdeðin etrafýndaki yörüngesel hareketlerini gerçekleþtirmedikleri taktirde yine o madde var olamýyor. Elektronlarýn ve protonlarýn atom içerisindeki hareketleri atomun ve o atomlardan oluþan maddenin var olmasýný saðlýyor.” Berkant konuyu anladýðýný belirten bir ses tonuyla “Ve bu hareket zaman kavramýný da ortaya çýkarýyor öyle mi?” “Kesinlikle.” “Peki bu durum sizin projenizde nasýl deðerlendirilecek?” “Biliyorsun evrendeki her þey atomlardan oluþur. Çevremizdeki eþyalarý düþün; veya insanlarý… Her þey bu atomlardan ve atomlardaki proton, elektron ve nötronlardan oluþuyor ve atom altý parçacýklarý denilen bu küçük yapý taþlarýnýn durmaksýzýn süren hareketleri
74
maddenin var oluþunun ve zamanýn en önemli belirleyici rolünü oynuyor.” Üftade, Berkant’ýn gözlerine bakýp ne kadar dikkatli dinlediðini kontrol ettikten sonra devam etti. “Bahsettiðimiz bu hareketin bir özelliði de hep ayný yönde oluþu. Yani mesela elektronlar kendi yörüngeleri üzerinde hep ayný yöne doðru hareket ediyorlar ve atomlar düzeyindeki bu hareket diðer tüm hareketlerin de belirleyicisi oluyor. Örneðin elini havaya kaldýrýþýn, yürürken adým atýþýn, bir kuþun kanat çýrpmasý, bir taþýn aþaðý doðru yuvarlanmasý, denizin dalgalanmasý, bulutlarýn gökyüzünde yer deðiþtirmesi, yani aklýna gelebilecek her þey; ve elbette ki düþüncelerin, yani beynin ve onu oluþturan atomlar için de bu durum geçerli.” Berkant pür dikkat Üftade’yi dinliyordu. Üftade ise onun konsantre olup dinleyiþinden hoþnut bir þekilde anlatmayý sürdürdü. “Tüm maddeler hareket halinde ise ve bu hareket zamaný ortaya çýkarýyorsa atomlar düzeyindeki tüm hareketi tersine çevirdiðini düþünürsen ne bulursun?” Berkant irkildiðini hissetti. Üftade’nin anlattýðý konu alýþýlmýþýn çok dýþýnda bir durumdu ve bu durum zamanýn geriye doðru akmasý anlamýna geliyordu. Emin olamayarak sordu. “Yani zaman yolculuðu denemesi yapýyorsunuz öyle mi? Ama bu gerçekten mümkün olabilir mi?” “Olabileceðini düþünüyorum. Fakat asýl sonucu bu ilk denemeden sonra göreceðiz.” “Yine de böyle bir þeyin olabileceðine hala inanamýyorum. Biliyorsun bugüne kadar pek çok bilim insaný bunun olamayacaðýný söylemiþti.” “Bu konuyla ilgili çok sayýda araþtýrma yapýldý elbette. Ancak bugüne kadar olumlu sonuç alýnamamýþ olmasý bundan sonra da baþarýlamayacaðý anlamýna gelmez. Zaten bilim insanlarý da hiçbir zaman ‘imkansýz’ kelimesini kullanmazlar.” Üftade derin bir nefes aldýktan sonra “Neyse, konumuzun dýþýna çýkmayalým” diyerek devam etti. “Biliyorsun bugüne kadar çeþitli yöntemlerle geçmiþten geleceðe yolculuklar gerçekleþtirilebildi. Özellikle uzayda seyahat olanaklarýný saðlayan uzay gemileri yapýldýktan sonra bunlarýn çok yüksek hýzlarda seyahat edebilmesi de saðlanýnca zaman atlama yani geleceðe gitme sýradan bir olay haline geldi.” Berkant bunu tam olarak anlayamamýþtý. “Ben bu konuda da fazla bilgiye sahip deðilim. Yani böyle durumlarýn yaþandýðýný biliyorum ama nasýl olup da uzayda seyahat edenlerin seneler geçmesine raðmen hiç yaþlanmadan dünyaya döndüklerini çözemiyorum.” Üftade, “Tamam o zaman. Öncelikle buradan baþlayalým” dedi ve devam etti.
Yaz ‘10
“Albert Einstein’ýn izafiyet teorisini duymuþsundur. Bu teori uzay teknolojisinin geliþmesi sonucu deneylerle ve yaþananlarla ispat edilmiþ oldu. Einstein, çok yüksek hýzlarda seyahat edildiðinde zamanýn daha yavaþ aktýðýný söylemiþti. Ýlk baþlarda dönemin sinemacýlarý bu konuyu bilim – kurgu filmlerinde defalarca iþlediler. Günümüze gelene kadar teknolojinin ilerlemesi bu durumu kurgu deðil gerçeklik haline getirdi.” Konuþurken bir yandan da elindeki bardaðýný döndürüyordu. “Zaman kavramýnýn atom altý parçacýklarýnýn yani proton, nötron ve elektronlarýn hareketleri sonucu oluþtuðunu söylemiþtim. Eðer bu parçacýklarýn hareketi yavaþlarsa onlarýn oluþturduðu atomlarýn ve o atomlardan oluþan cisimlerin – ki buna canlýlar da dahil – zaman kavramý da yavaþlamýþ olur. Ýþte yüksek hýzlarda seyahat eden cisimlere ve canlýlara olan da budur. Iþýk hýzýna ne kadar yaklaþýlýrsa o ortamdaki zaman da o kadar yavaþ iþler.” “Anladým” dedi Berkant; ve bilgiç bir edayla devam etti. “Uzay yolculuðuna çýkan insanlar 50 – 60 yýl sonra geri döndüklerinde 2 veya 3 yýl yaþamýþ olarak geliyorlar. Bu yüzden de bizim dünyada yaþamýþ olduðumuz onlarca yýlý atlamýþ ve geleceðe gitmiþ oluyorlar.” Üftade baþýyla onayladý. Berkant sorulara devam ediyordu. “Ama kendi zamanlarýna geri dönemiyorlar tabii deðil mi?” “Þu güne kadar bu gerçekleþtirilebilmiþ deðil. Ancak bizim çalýþmamýzýn amacý da tam olarak bu. Zaman yolculuðunu uygulanabilir bir fikir haline getirmek.” “Ama bu nasýl olacak? Evrendeki tüm atomlara etki edebilecek misiniz?” “Bütün evreni etkileyebilecek olanaklara ve enerjiye sahip deðiliz. Planýmýz tam olarak þu: Bir uzay gemisi güneþ sisteminin dýþýna çýkýp oradan güneþ sistemini etkileyecek kadar enerjiyi sisteme yönlendirecek ve buradaki tüm cisimler üzerinde atomik bir reaksiyon baþlatarak atom altý parçacýklarýnýn hareketlerini ters yönde gerçekleþtirmelerini saðlayacak. Bu þekilde dünyadaki zamaný birkaç yüzyýl geriye alabileceðimizi düþünüyoruz.” “Çok kafa karýþtýrýcý. Ýnsanýn aklýna bir sürü soru geliyor.” “Senelerdir bu projenin üzerinde çalýþan bilim insanlarýnýn bile kafasýnda hala sorular var. O yüzden senin karmaþýk olarak görmen gayet normal. Bütün bu sorularýn cevabý deney bittiðinde bulunmuþ olacak.” “Gerçekten çok ilginç. Yani zaman yolculuðu böyle mi oluyor gerçekten? Filmlerde izlediðimiz çok daha farklýydý.”
Yaz ‘10
“Filmlerde bilimsel verilerden faydalanýlýyordu elbette ama yeterince deðil. Mesela o filmlerde hep zaman makinesi diye bir araç olur ve bu araç kullanýcýsýný istediði tarihe taþýr. Öyle ki zaman yolcusu geçmiþe gidip kendi çocukluðunu görebilir. Fakat gerçekte böyle olmasý mümkün deðil.” “Nasýl yani?” “Söz ettiðimiz filmler tarihi yaþanmýþ ve yaþanacak bir dizi olaylar bütünü þeklinde algýlar ve zaman yolcusu bu sýralanmýþ tarih üzerinde hareket eder. Mesela bu zaman yolcusu kendi geçmiþine gidip, geçmiþteki kendisini bulup öldürse ne olur? Bu, zaman yolculuðu üzerine düþünüp kafa yoran pek çok insanýn düþünüp içinden çýkamadýðý bir kaos olmuþtur. Yani geçmiþteki Sen’i bulup öldürüyorsun. Bu durumda gelecekte senin var olman mümkün olamaz. Peki ama o zaman tetiði kim çekecek?” Sorudan sonra cevap beklemeden devam etti. “Elbette bu tamamen bilimselliðin dýþýnda bir varsayým. Bunu çizerek anlatmaya çalýþayým.” deyip çantasýndan bir not defteri ve kalem çýkardý. Yatay bir çizgi çekti. Ve konuþmasýna devam etti. “Diyelim ki bu tarih süreci. Biz bu noktadayýz.” Çizdiði doðru üzerine bir nokta koydu. “Sað taraf geçmiþ zaman olsun, sol taraf da gelecek. Ve bu doðru her iki yönde de sonsuza gidiyor. O filmlerdeki senaryoya göre zaman yolcusu geçmiþe ya da geleceðe giderken bugünden hareket eder ve gittiði tarihte yeniden zaman akýþýna dahil olur.” Bunlarý anlatýrken bir yandan da çiziyordu. ‘Bugün’ olarak belirlediði noktadan baþlayýp doðrunun sað tarafýnda baþka bir noktaya kadar giden bir yay çizdi ve anlatmayý sürdürdü. “Ýþte dahil olduðu bu noktada yaþamýný sürdürür. Ancak senaryolarda anlatýlan bu durum gerçekte böyle olmuyor. Daha doðrusu bizim projemizdeki tasarým böyle deðil. Zaman yolculuðu az önce anlattýðým þekilde, güneþ sisteminin dýþýna çýkýlarak gerçekleþecek.” Deftere çizdiði þekli göstererek “Buradaki gibi bir dýþarý çýkýþ var. Zaman yolcularý uzay gemisiyle birlikte güneþ sisteminin dýþýna çýkacak ve geriye kalan her þey o ana kadarki hareketlerinin tam tersini yapacak. Yani kuþlar geriye doðru uçacak, insanlar adýmlarýný geriye doðru atacak, bugüne kadar inþa edilen tüm yapýlar ayný þekilde yýkýlacak ve zaman geriye doðru iþlemiþ olacak.” “Bu anlattýklarýn gerçekten de ütopik geliyor. Güneþ sistemindeki tüm atomlarý etkileyecek olan nasýl bir teknoloji olabilir ki?” “Bu iþlem daha küçük boyutlarda ve kýsa süreli olarak birkaç defa denendi. Küçük bir deney küresi içerisine kobay olarak hayvanlar yerleþtirildi ve birkaç saniyeliðine deney uygulandý. Sonuç baþarýlýydý.”
75
Bu son sözleri söylerken yüzünde gülümseyiþ belirdi. “Þimdi söz konusu olan bütün güneþ sistemi olunca, gerekli olan enerjinin ne kadar olduðunu sen tahmin et.” “Peki bu sorun nasýl çözülecek? Yani bu kadar enerji nereden bulunacak?” Güneþ sisteminin dýþýnda Sirius yýldýz sistemine dahil olan ve yüksek miktarda plutonyum rezervine sahip bir gezegen üzerinde çok sayýda nükleer santral ve güç depolama ünitesi inþa edildi.” dedi ve ekledi. “Biliyorsun, plutonyum nükleer enerji elde etmek için en uygun ve verimli elementtir.” Açýklamalarýna devam ediyordu. “Atomlar üzerindeki reaksiyonu baþlatmak üzere ýþýnlar yayacak olan devasa cihazýmýz ise ayný gezegenin hemen dýþýnda kurduðumuz bir uzay istasyonu üzerinde bulunuyor.” “Anlaþýlan her þey çoktan hazýr.” “Evet, bugünlerde son kontrollerimizi yapýyoruz. Birkaç gün içinde ekibimiz uzay gemisi ile yola çýkacak. Ama kendimizi istenmeyen olasýlýklara da hazýrlamalýyýz tabii. Geri dönüþe imkan býrakmayacak senaryolar gerçekleþebilir ve hatta bugüne kadar üretilmiþ kaos teorilerine benzer durumlar bile ortaya çýkabilir.” “Nasýl yani? Kaos teorileri ne diyorlar?” “Bugüne kadar zaman yolculuðuyla ilgili çok sayýda teori ortaya konuldu ve bunlar içerisinde böyle bir olayýn kaotik sonuçlar doðuracaðýna dair düþünceler de vardý. Örneðin az önce konuþtuðumuz geçmiþe gidip, kendi gençlik halini gören ve onu öldüren zaman yolcusunu hatýrla. Buna benzer çok senaryo var. Bu kaos teorilerinden birisi gerçekleþtiði taktirde insanlýk tarihi deðiþebilir. Ve hatta insanlýk tarihi yok olabilir.” Bu son sözleri sesini ciddileþtirip, kelimeleri tek tek vurgulayarak söylemiþti. Berkant anladýðýný belli eden bir ses tonuyla “Ve bu ihtimal sizin projenizde gerçekleþebilir, öyle mi?” dedi. “Tam olarak verdiðim örnekteki þekilde deðil elbette, ama sonuçta tüm sistemin atomlarýný etkileyecek bir tepkime gerçekleþecek. Gezegenlerin atomlarýna ayrýþmasý bile olasý bir durum.” “Yani her þey paramparça olabilir.” “Evet bu bir risk. Ýþin zamanla ilgili olan, yani kaosa yol açabilecek kýsmýný ise bilemiyoruz. Bilim – kurgu filmlerindeki senaryolarýn gerçekleþeceðini düþünmüyoruz elbette. Ama bunlar dýþýnda bir durum da karþýmýza çýkar mý, onu da bilemiyoruz. Yaþayýp göreceðiz.” Üftade saatini kontrol etti ve gülümsedi. “Zaman akýp gidiyor. Artýk gitmeliyim. Malum, yakýnda yolculuk var.” dedi ve vedalaþýp ayrýldýlar. Yolculuk günü geldiðinde Üftade yine ayný koridordan laboratuvarýna doðru ilerlerken kafasýndan her günkü düþünceler geçmeye baþladý.
76
“Yani bu bant geriye doðru hareket edecek, bandýn bitiminde insanlar adýmlarýný…” birden durdu. “Artýk bugün de böyle düþünmemeliyim” diyerek kendini motive etmeye ve rahatlamaya çalýþtý. Çalýþma odasýna girip son kontrollerini yaptý. Hiçbir þey unutmamasý gerekiyordu. Bu son kontrollerden sonra odasýný terk etti ve kendisini uzay gemisine götürmek üzere bekleyen taþýta kadar yürüdü. Diðer ekip arkadaþlarý da kendisi ile birlikte ayný araca gelmiþlerdi. Araçtakiler operasyonun genel iþleyiþini yürüten ekibi oluþturuyorlardý. Gidecekleri gezegendeki enerji santrallerinde ve uzay istasyonunda çalýþacak diðer görevliler daha önceden yola çýkmýþlardý. Uzay gemisinin mürettebatý ise doðal olarak bilim insanlarý gelmeden önce gemideki yerlerini almýþlardý. Üftade ve ekip arkadaþlarý da gemiye yerleþtiler. Artýk yolculuk baþlamak üzereydi. Ve gemi yavaþça hareket etti. Aylarca sürecek olan yolculuk baþladý. Dünyayý belki de son kez canlý olarak izliyorlardý ve onlar yükseldikçe gezegenleri küçülüyordu. Dünya gözden kayboldukça evrenin diðer görsel güzellikleri karþýlarýnda beliriyordu. Rengarenk yýldýz sistemleri uzay boþluðundaki tüm güzellikleri görmelerini saðlayan pencerelerinden sunuluyordu önlerine. Aylar sonra yolculuðun sonuna gelinmiþti. Sirius yýldýz sisteminin en dýþýndaki gezegen olan Simpus üzerinde canlý yaþamýna uygun atmosfer bulunmuyordu. Bu yüzden buradaki enerji santrallerinde insanlarýn yaþamalarýna elveriþli yapay bir atmosfer sistemi kurulmuþtu. Binalarýn dýþýna ise özel uzay giysileri olmadan çýkýlamýyordu. Yapýlacak denemenin zamanlamasý son derece detaylý hesaplamalarla belirlenmiþti. Çünkü deney, Sirius yýldýzlarý etrafýnda dönen gezegen, güneþ sistemine en yakýn konuma geldiðinde yapýlmalýydý. Uzay gemisi, Simpus gezegeninin atmosferinin hemen dýþýna kurulmuþ olan uzay istasyonuna yanaþtý. Çalýþmayý yapacak olan bilim insanlarýnýn bu istasyonda bulunmalarý gerekiyordu. Simpus kendi ekseni etrafýnda döndüðü için güneþ sistemini enerji bombardýmanýna tutup atomik reaksiyonu baþlatacak olan Enrot isimli enerji yönlendirme sistemi gezegen üzerinde sabit bir noktaya kurulamamýþtý. Çünkü Enrot’un deneme baþladýðý andan itibaren sürekli olarak güneþ sistemine dönük kalabileceði bir pozisyonda olmasý gerekiyordu. Bu yüzden bu uzay istasyonu kurulup Simpus dýþýndaki yörüngesine oturtularak güneþ sistemine karþý olan konumu mümkün olduðunca sabitlenmiþ oldu. Deneme baþladýktan sonra Enrot cihazýnýn aktif olarak kalmasý ve iþlemi gerekli süre boyunca devam ettirebilmesi için sürekli olarak yüksek miktarda enerji i-
Yaz ‘10
le beslenmesi gerekiyordu. Bu çok yüksek miktardaki enerji Simpus üzerinde kurulmuþ olan enerji santralleri tarafýndan saðlanacaktý. Fakat bu enerjinin gezegenin dýþýnda bulunan uzay istasyonuna nakledilmesi ayrý bir zorluk oluþturuyordu. Yerden yüzlerce kilometre uzaklýktaki istasyona kablolarla enerji taþýnmasý mümkün deðildi. Bu, kablolarýn imal edildiði iletken nedeniyle enerji kaybýna neden olurdu. Ancak asýl zorluk bu deðildi. Gezegen kendi etrafýnda dönerken uzay istasyonu güneþ sistemine karþý olan konumunu sabit tutuyordu. Baþka bir deyiþle istasyon gezegenin etrafýnda dönüyordu. Bu yüzden kablo kullanmak olasý deðildi. Enerjinin nakil sorununu çözmek için 2000’li yýllarýn baþýnda icat edilen ve sonraki dönemlerde geliþtirilen Kens isimli kablosuz enerji nakil sistemi kullanýldý. Bu sistem ilk bulunduðu zamanlarda dizüstü bilgisayarlar için tasarlanmýþtý ve elektrik prizinden ancak 50 cm uzaklýða enerji taþýyabiliyordu. Kens teknolojisinin gelmiþ olduðu son nokta Simpus’taki kullaným þekli olacaktý. Bir hayli aþama kat edilmiþ olmasýna raðmen gezegen yüzeyinden atmosfer dýþýndaki uzay istasyonuna doðrudan taþýma yapmak mümkün deðildi. Bu yüzden aradaki mesafe boyunca iki adet tekrarlayýcý kullanýlýyordu. Tekrarlayýcýlar havada asýlý kalabilecek þekilde dizayn edilmiþlerdi. Santrallerde sürekli olarak üretilen enerji, göndericiler sayesinde önce birinci tekrarlayýcýya yollanýyordu. Tekrarlayýcýya alýnan enerji daha yüksekte ve dolayýsýyla uzay istasyonuna daha yakýn konumda bulunan ikinci tekrarlayýcýya gönderiliyor ve buradan da son olarak istasyona ulaþmasý saðlanýyordu. Tüm teknik altyapý hazýrdý. Ýþ artýk denemeyi gerçekleþtirecek olan ekibe kalýyordu. Ýstasyondaki son kontroller de yapýldý. Artýk tarihi deneme baþlatýlabilirdi. Üftade yine duygusal bir ruh haline bürünmüþtü. “Þu anda karþýmda gördüðüm bu gezegenler birazdan geriye doðru hareket etmeye baþlayacaklar. Ýçlerindeki milyarlarca canlýnýn yaþamý geriye doðru akacak. Týpký bir filmi geriye sarmak gibi.” Üftade Ekibin deneyimli üyelerinden Elin’in sesiyle kendine geldi. “Hazýrýz Üftade. Ýþlemi baþlatabiliriz.” “Tamam o zaman. Hadi baþlatalým.” Üftade iþlemi baþlatmak üzere Enrot’un yönetim panelinin önüne geldi. Karþýsýndaki pencereden güneþ sistemindeki gezegenleri görebiliyordu. Ve düðmeye bastý. Paneldeki göstergeler hareketlendi. Güneþ sistemine doðru dönmüþ olan enerji panelleri parlamaya baþladý. Simpus’tan gelen enerji Enrot tarafýndan yoðunlaþtýrýlarak güneþ sisteminin bulunduðu tarafa yönlendirildi. Birdenbire gözlerini kamaþtýran bir parýltýyla irkildi Üftade. O anda en kötü olasýlýklara kendini hazýrla-
Yaz ‘10
maya çalýþýyordu. O göz kamaþtýrýcý parlaklýk gözlerini aldýðýnda büyük bir korku ile güneþ sisteminin atomlarýna ayrýþtýðýný düþündü. Ancak birkaç saniye süren parlaklýk ortadan kalkýp gezegenleri gördüðünde rahatlayabildi. Gözü ilk olarak dünyayý aradý elbette. Minicik mavi küreyi gördüðünde ise artýk iyice ferahlamýþtý. Durakladý ve gelen verileri incelemeye baþladý. Ýlk ve canlý sonuç karþýsýndaki penceredeydi. Gezegenlerin yörüngelerinin tersine döndüðünü fark etti. Kendini tutamadý. “Baþardýk! Geriye Dönüyor!” Benzer tepkiler ayný anda verilmiþti. Ekibin tamamýnda þaþkýnlýk ve sevinç bir arada yaþanýyordu. Birbirine sarýlanlar, zafer þarkýlarý söyleyenler… Uzay istasyonunun içi karnaval yerine dönmüþtü. Bir süre sonra ilk heyecan atlatýldý. Herkes görevinin baþýna geçmiþti ama yine de hala insanlarýn içi içine sýðmýyordu. Hepsi insanlýk tarihini deðiþtirdiklerinin farkýndaydý. Dünyadaki zamanýn bu geriye akýþýnýn belirli bir süre daha devam etmesi gerekiyordu ve bu süre bir insan ömründen daha uzundu. Yapýlmak istenen zamanýn birkaç yüzyýl geriye alýnmasýydý. Bu sürenin sonunda Enrot yeniden güneþ sistemine müdahale edecek ve zamanýn geriye doðru deðil de yeniden normal akýþýnda ilerlemesini saðlayacaktý. Bu sayede zaman birkaç yüzyýl geriye alýnmýþ ve o tarihten itibaren tarihin akýþý yeniden saðlanmýþ olacaktý. Þu durumda her þey olaðan seyrinde, planlandýðý gibi gidiyordu. Aþýlmasý gereken tek engel vardý, o da beklenmesi gereken yüzyýllardý. Bir insanýn bu kadar süre yaþamasý mümkün deðildi elbette. Alber Einstein’ýn ünlü rölativite kuramý bu sorunun çözümünü oluþturuyordu. Bu kurama göre ýþýk hýzýna yakýn süratlerde hareket edildiðinde zaman, duran cisimlere göre çok daha yavaþ ilerliyordu. Ellerindeki imkan bunu saðlayabilecek düzeydeydi. Deneyin bu ilk bölümü bitirildikten sonra araþtýrma ekibinin üyeleri uzay gemisine geri döndüler. Bu gemi ile uzayda seyahat ederek istasyona geri döneceklerdi. Bu sayede istasyonda yüzlerce yýl geçmesine karþýn kendileri sadece birkaç sene yaþlanmýþ olacaklardý. Uzay gemisi istasyondan ayrýldý ve Sirius çevresinde belirlenen yörüngesine girmek üzere havalandý. Sirius yýldýzlarýnýn etrafýnda dönmeye baþlayarak hýzýný giderek artýrdý ve sonunda hýzý saniyede 250.000 kilometreyi buldu. O güne kadar bilimin ve mekaniðin geldiði son noktada ulaþýlabilecek en yüksek hýz buydu ve bu ýþýk hýzýna çok yakýn bir süratti. Dolayýsýyla bu hýza eriþen bir gemideki zaman normalden çok çok yavaþ olacaktý.
77
Ve öyle de oldu. Yolculuk baþlayalý 4 yýl geçmiþti ve artýk istasyona geri dönme zamaný gelmiþti. Tüm hesaplamalar çok ince yapýlmýþtý. Gemide geçen 4 yýla karþýlýk Enrot ve Simpus’ta yaklaþýk 300 yýl geçmiþ olmalýydý; ve elbette Dünya’da da öyle. Tabii burada önemli bir detay var. Dünyadaki zaman, atom hareketlerinin yönü deðiþtirildiði için ileri deðil geriye doðru akmýþtý. Üftade ve diðer ekip üyeleri Enrot’a döndüklerinde ilk olarak buradaki yeni personelle tanýþtýlar. Evet, yeni personel. Çünkü aradan geçen 300 yýlda uzay gemisi Enrot’tan ayrýlýrken burada görev yapan insanlar çoktan ölmüþlerdi. Þimdiki çalýþanlar ise öncekilerin torunlarýydý. Ancak önceki nesil tarafýndan son derece donanýmlý ve eðitimli olarak yetiþtirilmiþlerdi. Doðal olarak yapýlan deneme hakkýnda da bilgi sahibiydiler. Tanýþma safhasýndan sonra deneyin ikinci aþamasý için hazýrlýklara giriþildi. Üftade yeniden kontrol panelinin baþýna geçti. Normalin tersi yönde hareket eden güneþ sistemi yeniden eski düzenine döndürülecekti. Enrot’un enerji yönlendirici panelleri yeniden açýldý ve güneþ sistemine doðru yöneldi. Yönlendirilen ýþýnlar atomlar düzeyindeki hareketleri yeniden tersine çevirmek üzereydi. Ve Üftade yeniden düðmeye bastý. Karþýsýndaki pencereden gezegenleri izleyebiliyordu. Geçen defa ki göz alýcý parlaklýk yine karþýsýndaydý ve yine hiçbir þey göremiyordu. Saniyeler sonra gezegenler tekrar karþýsýndaydý ve hareketleri normale dönmüþtü. Bu kez hissedilen heyecan birinci aþamadaki kadar büyük deðildi. Ýlk denemede duyulan korkunun da etkisi ayný þekilde azalmýþtý. Ama sýfýr düzeyinde de deðildi elbette. Üfdade’nin hisleri bu kez daha çok bir bilim insaný olarak iþliyordu. Ýlkindeki duygusallýðýn yerini daha gerçekçi bir bakýþ almýþtý. “Eðer olumsuz bir durum olacaksa bile zaten ilk aþamadan sonra ok yaydan çýkmýþ oldu. Bu aþamadan sonra yapýlmasý gereken denemeyi tamamlamak.” diye düþünüyordu. Enrot’un iþi bittiðinde güneþ sistemini yeniden incelemeye baþladýlar. Görünüþe göre her þey eski haline dönmüþtü. Dünyadan gelen veriler incelendiðinde ise yaþamýn normal seyrinde aktýðý ve insanlýðýn 2000’li yýllarýn baþýnda olduðu görülüyordu. Bu önemli bir baþarý anlamýna geliyordu. Kitaplardan okuduðu tarih þimdi yeniden yazýlýyordu ve buna müdahale etme, o tarihin içinde yer alma ve hatta tarihi deðiþtirme þansý vardý. * Hikayede geçen bilimsel olaylar, günümüzün teknolojik koþullarý uygun olmadýðý için sonuçlarý bilinemeyen denemelerdir. Bu yüzden olaylarýn sonuçlarý kurgu olarak karþýmýza çýkmýþ ve bütünlüðün saðlanabilmesi için bazý fiziksel detaylar ihmal edilmiþtir.
78
BİR CAN Bir can taşır bir bedende Umuda yolculuğunun vakitlerinde Umuda taşır belki, yorgun bacaklarında Gülümser yarına inat bir başka Geleceğini yüklemişti doğmasına Belki her şey değişir anlamında Yarına bir başka bakardı Yeni doğan güne merhaba diyerek Bir can taşır bir bedende Yüreği kocaman bir halde Umut olsun yarınlarına Güzel düşlerinin kahramanlığına Doğacaktı oysaki o Ne olacağını bilmeden ağlayarak Gözlerini şaşkın bir şekilde dikecekti Onu var eden güzel varlığa Kah ağlayacaktı kah gülecekti Nasıl büyüdüğünü bilmeden Kocaman gözleriyle bakacaktı dünyaya Anasının kucağından daha soğuk Şefkatsiz bir atmosfere doğru Ne olacağını bilmeden yürüyecekti Oysaki ne umutlar yüklemiştik ona Geleceğimizin büyük ufku diye Umudumuzun güzel heyecanı olarak Bir başka zamana akardı Ne olacağını bilmeden Zaman akıp gidecekti yaşamından Oysaki anası hep bakacaktı ona Dünyanın zalim hükümlerine Karşı durmayı bilecekti kendinde Dört duvar arasına düşecekti Sırtına inen coplara inat Yine de gülecekti zalime karşı Anası gözyaşlarını dökecekti Yavrum nerde diye Oysaki anası hiç kıymamıştı ona Hep fedakar hep korumuştu Nerden bilecekti olacakları Umut yüklemişti küçücük bedenine Küçücük bedeni kaldıramadı işkenceyi Onursuzluğa karşı durmayı bilecekti Haykıracak ölümüne özgürlük diye Anasının umudunu verecekti Güzel ve onurlu bir yaşamı Anasına hediye edecekti Onurlu tüm insanların Unutulmaz bir kahramanı olacaktı Yarınlarımız bir can bir bedendedir Ne mutlu onurlu bir yaşama… Amed’li Orhan
Yaz ‘10
Kemanger’in mektubu: “Kalbimin bir çocuğun göğsünde atmasına izin verin” Aylardýr hapishanedeyim. Hapishanenin benim irademi, sevgimi ve insanlýðýmý ezeceði ve beni ehlileþtireceði sanýldý. Tarih kadar uzun, sonsuzluða uzanan duvarlarla çevrili bir koðuþta tutuldum. Beni, sevdiklerimden, ülkemin çocuklarýndan ayýracaðý sanýldý. Fakat, her gün hücremin ufak penceresinden uzak yerlere doðru yolculuða çýktým ve kendimi onlar arasýnda ve onlar gibi hissettim. Buna karþýlýk, onlar bende hapsedilmiþ kendi kederlerinin yansýmasýný göreceklerdi; böylece hapishane birbirimizle olan baðlarýmýzý derinleþtirdi. Hapishane karanlýðýnýn güneþin ve ýþýðýn anlamýný zihnimden sileceði sanýldý, fakat karanlýk ve sessizlikte alaca menekþelerin büyüdüðüne tanýk oldum. Hapishanenin, zihnimin zamaný ve onun deðerini unutmaya terk etmeye zorlayacaðý sanýldý. Ancak hapishane dýþýndaki anlarý yeniden yaþadým ve yeni bir yol seçmek için yeni bir “ben” doðurdum. Ayný zamanda, benden önceki tutuklular gibi, yeni bir þafaðý görme umuduyla hapishanenin karanlýðýna dayanmak zorunda kalan iþkence görmüþ bir neslin son kiþisi olacaðýmý umarak, yoluma çýkan bütün aþaðýlama, hakaret ve zulmü tüm kalbimle kucakladým. Bir gün, onlarýn “‘Allahýna’ karþý savaþ yürütmekten dolayý” ‘kafir’ olarak damgalandým. Böylece, adaletin ilmiði yaþamýmý almak üzere dokundu.
Yaz ‘10
79
Evin zindanýnda Ýdam Ýran’ýn iþkence merkezi olarak bilinen baþkent Tahran’daki Evin cezaevinde iidam edilenler: Þirin Elem Hulu: Tahran’da tutuklanan Þirin Elem Hulu hakkýnda ömür boyu hapis cezasý verildiði ailesine bildirilmiþti. Ancak avukatý PJAK üyesi olmakla suçlanan müvekkili Hulu hakkýndaki cezanýn idam olduðu açýklandý. Ýran’ýn Mako kenti nüfusuna kayýtlý olan 28 yaþýndaki Hulu, iþkencesi ile ünlü Tahran’daki Evin cezaevinde tutuklu bulunuyordu. Ferzad Kemanger: Kürt öðretmen Ferzad Kemanger, Temmuz 2006’da tutuklandý. Tutuklandýðý 11 yýldýr bir teknik kolejinde öðretmenlik yapýyordu. Ýþkence altýnda bacaðý kýrýldý ve kolu yandý. Ayný zamanda saçlarýnýn bir kýsmý da iþkence altýnda koptu. Çenesi aðýr yara aldý, aðýr saðlýk sorunlarý yaþýyordu. Devrim mahkemesi tarafýndan Þubat 2008’de hakkýnda idam cezasý verildi. En az 16 ay boyunca tek kiþilik hücrelerde tutuldu. 33 yaþýnda Ferzad Kemanger, Tahran’daki hücresinde idamý beklerken organlarýný baðýþlamýþtý. Ferhad Wekili: Temmuz 2006’da Ferzad Kemanger ve Eli Heyderiyan ile birlikte tutuklanan Kürt öðretmen Ferhad Wekili, meslektaþlarý gibi aðýr iþkenceler gördü, aylarca hücrelerde tutuldu. Ýdam cezasý aldýðýnda Tahran’daki Evin cezaevinde tutuluyordu. Ýdam cezasý aldýklarý duruþma 7 dakika sürmüþtü. Eli Heyderiyan: Ferzad Kemanger ve Ferhad Wekili ile birlikte Temmuz 2006’da tutuklandý ve idam cezasýna çarptýrýldý. Tahran yakýnýndaki Kerec Cezaevi’nde tutuluyordu
Ve bugünden beri istemeyerek idamýmý bekliyorum. Ancak, bütün sevgili insanlarýma olan sevgimle, eðer yaþamýmý kaybedeceksem, bütün organlarýmýn onlarý alýnca yaþam bulacaklara gitmesine izin vermeye karar verdim. Ve kalbimin, ondaki bütün sevgi ve tutkuyla birlikte bir çocuða baðýþlanmasýna izin verin. Nereden olacaðý hiç fark etmez; Kaaron banklarýnda, Sabalaan Daðý yamaçlarýnda, Doðu Sahara kenarlarýnda veya Zaðros Daðlarý’ndan güneþin doðuþunu seyreden bir çocuk. Tek istediðim isyankar, kýpýr kýpýr kalbimin, benden daha isyankarca kendi çocukluk arzularýný aya ve yýldýzlara ifþa edecek ve onlara sonradan bir yetiþkin olarak ihanet etmeyeceðine dair onlarý tanýk tutacak bir çocuðun göðsünde atmaya devam etmesidir. Tek istediðim, kalbimin yataða aç giden çocuklar üzerine sabrýný kaybeden birinin göðsünde; “bu yaþamda en küçük arzum bile gerçekleþmeyecek” diye yazan ve kendisini asan Haamed’in –benim on altý yaþýndaki öðrencim- hatýrasýný kalbimde canlý tutacak birisinde atmaya devam edebilmesidir. Hangi dili konuþuyor olursa olsun, kalbimin bir baþkasýnýn göðsünde atmasýna izin verin. Tek istediðim, onun, nasýrlý ellerinin kalýnlýðý eþitsizliklere karþý öfke kývýlcýmlarýný canlý tutacak bir iþçinin çocuðu olmasýdýr. Kalbimin, çok uzak olmayacak bir gelecekte, çocuklarýnýn onu her sabah güzel gülümsemeleriyle selamlayacaðý ve birlikte bütün neþe ve oyunlarý paylaþacaklarý bir köy öðretmeni olacak bir çocuðun göðsünde atmasýna izin verin. O zaman, çocuklar yoksulluk ve açlýk gibi kelimelerin anlamýný bilmeyecektir; “hapishane”, “iþkence”, “baský” ve “eþitsizlik” terimleri, onlarýn dünyasýnda bütün anlamlarýndan yoksun olabilecektir. Uçsuz bucaksýz dünyanýzýn ufak bir köþesinde kalbimin atmasýna izin verin. Sadece ona özenli olun, çünkü o, tarihi acý ve eziyet ile dolu ülkesinin insanlarýnýn anlatýlmamýþ hikayeleriyle dolu bir kiþinin kalbidir. Kalbimin bir çocuðun göðsünde atmasýna izin verin ki bir sabah yapabildiðim kadar yüksek sesle ve anadilimde –Kürtçe-, haykýrabileyim: Bu uçsuz bucaksýz dünyanýn bütün köþelerine, bütün insanlýðý sevme mesajýný taþýyan bir rüzgar olmak istiyorum.
80
Yaz ‘10
Çýplak Ayaklar
Yüzden fazlasý “öldü”. Altý yüzden fazlasý “sakat” kaldý. Ne yenildiler ne boyun eðdiler ne de vazgeçtiler amaçlarýndan. Sað kalabilenleri, yaptýklarý baþka þeylerin yaný sýra 10 yýldýr süren tecrit koþullarýný protesto etmek için ayakkabý giymiyorlar. Bilekleri zincirli, ayaklarý çýplak hastanelere ve mahkemelere götürülüyorlar. Baþta görenler þaþýrýyor hatta insanlar onlarý bazen parasýzlýktan ayakkabý alamayan tutuklular olarak görüyor bir yerlerden terlik vs bulup getiriyorlardý. Ama çok geçmeden bunlarýn siyasi tutsaklar oluðunu anladý bu çevrede bulunan insanlar. Böylece ayaklarýn konuþmasý baþladý. Basýn ve televizyonun sansürlediði, devletin bir türlü kabul etmediði zindanlarý, tecridi, iþkenceyi anlatýyorlar, hatýrlatýyorlar. On yýldýr hiç susmadan. Bir gece ani bir baskýnla bu çýplak ayaklar sürgün sevklere yollanýyorlar, bileklerinde zincir ve çýplak ayaklý uzun bir yol. Uzaklara bir yerlere “nakil” ediliyorlar. Sürgünün yeni ismi nakil ya da sevk. Gittikleri yerde zorla çekiþtirip üstlerini yýrtarak, iterek, döverek, çýrýl çýplak arandýktan sonra hücrelere atýlýyorlar yeniden bir kez daha. Soyun deniyor onlara, çýrýl çýplak soyun. Onlar da reddediyor, sonrasý malum, kollarý morarmýþ suratý yara bere içinde ve çýrýl çýplak aranmýþ olarak doktora çýkarýlýyorlar. Doktor bazen onlarý kýrýlmýþ kaburga ya da morarmýþ göz için hastaneye yollar. Böylece bir baþka þehirde bir baþka þehrin insanlarýna baþlar anlatmaya gerçeði çýplak ayaklar. Duruþmalara götürüp getirirler onlarý. Bu duruþmalarda mahkeme heyetleri, “sanýklarýn” savunmalarýnda neler söylediklerine kulak asmazlar. Dosyalarýnda ne yazdýklarý da önemli deðil. Zira artýk masumiyetin ve suçun delili bu çýplak ayaklardýr. “Yargýçlar” da “sanýk”larýn sözlerine deðil ayaklarýna bakar. Ayakkabýlýysa bir defa suçlu ya da masumdur. Ama ayaðý çýplaksa iki defa suçlu, örgüt üyesi ve idamlýktýr. Gerçi “yargýçlar” karar verir gibi yaparlar oysa karar çoktan baþka mercilerce verilmiþtir. “Yargýçlarýn” görevi karar kendilerininmiþ gibi rol yapmak. Bu merciler “çýplak ayaklara dikkat” demiþtir. Ýþte bu nedenle yüksek mercilerin býrakmak istediði biri “çýplak ayaksa” “baðýmsýz yargý” tavrýný koyar ve onu býrakmaz! Çýplak ayaklýlar, iþkence gördük görüyoruz der. Morarmýþ kollarý gözleri, kýrýlmýþ diþleri gösterirler. Ýsim verirler, tarih verirler. Mahkemelerse “bu bizi ilgilendirmez savcýya suç duyurusunda bulunun” der. Savcý ise bakar çýplak mý ayaklarý ve çýplaksa kovuþturmaya yer yoktur der. Hatta bir keresinde “baðýmsýz yargý” korkunç bir hata yaptý, bu defa duruþma salonundaki tutuklular kalabalýktý, heyet üyeleri ön sýradaki tutsaklarýn ayaklarýný görebiliyordu ama arka sýradakilerin çoðu görünse de bir kaçý görünmüyordu. Yargýçlar baþlarýný saðdan soldan uzatýyor, yýlan gibi kývrýlarak arka sýradakilerin hepsinin ayaklarýný görmeye çalýþýyordu. Fakat yine de bir kaçýnýn ayaklarýný göremediler. Onlar da riske girip ayaklarýný göremediklerinden birini, yetkili mercilerin “hukukun baðýmsýzlýðý”na büyük bir saygý duyarak ve saygý çerçevesinde istedikleri “tahliye kararý” doðrultusunda býraktýlar. Sonra duruþma bitti ve ön sýradaki tutsaklar çýkarýlýnca arka sýradaki tüm ayaklar görüldü, o an heyetin suratý asýldý ve heyetin baþkaný öfkesini dizginleyemedi veya buna gerek bile duymadan diþlerinin arasýndan týslayarak yeni tahliyeciye “ben senin ayaklarýnýn çýplak olduðunu görmemiþtim yoksa seni tahliye etmezdik” dedi. Böylece yargýnýn baðýmsýzlýðý ilk aðýzdan tartýþýlmaz bir biçimde bir kez daha ortaya kondu. Çýplak ayaklar mý, onlar hala anlatmaya devam ediyorlar.
Yaz ‘10
81
Mezartaşı Olmayan Adam Ahmet Osman / H Tipi Cezaevi-G.Antep Birazdan karanlýk çökecek. Gece yarýsýndan önce köye varamazdým. Ne deðiþecekti sanki, ha biraz evvel eve ulaþmýþým ha biraz sonra. Beni bekleyen, benim için kaygý duyan kimsecikler yoktu ya. Stresten uzak bir düþünceyle patikadan az ötede büyükçe, sýnýr taþlarý gibi yere dikili bir taþa doðru yürüdüm. Çýkýnýmý yere býrakarak bir an taþa dayadým kendimi. Belki benden önce bu taþýn dibini bir canlý kendine mesken etmiþti. Taþta deri sürtünmesi izlerini farkettim. Bir hayvanýn kendi için emniyetli bulduðu yer benim içinde hayhay emniyetli olabilirdi. Hayvanlarýn sezgilerinin insanlarýn sezgilerinden daha güçlü olduðuna inanmýþýmdýr. Oturdum ve taþa yaslandým. Aðaçlar arasýndan güneþin batýþýný görebiliyordum, ufuklarý kan kýrmýzýsý bir renge bürümüþtü. Günün vedasý böyle aðlayýþlýydý iþte. Acýkmýþtým. Çýkýnýmý açtým, karýþtýrdým. Önceki sabahtan kalan kuru bir ekmek parçasý elime deðdi. Çýkarýp aðzýma götürdüm. Ama o kadar kuruydu ki bir taþý diþliyordum sanki. Yine de o kuru ekmekleri kemirdiðim ufacýk kýrýntýlar dilime öyle bir lezzet veriyordu ki anlatamam. Bir yandan ekmeði kemirirken öte yandan uzamýþ daðýn gölgesinde kalan meyve aðaçlarý arasýnda tedirgin hayvanlar gibi etraflarýmý kolaçan ediyordum. Geldiðim yolun ters tarafýna bakýnca bir karartý gözlerime takýldý. Ýn midir cin midir diye düþünürken iki ayaðý ve büyük bir baþý olan benim türümden bir canlý belirdi. Bana yaklaþan þey bir insandý iþte. Nedense o akþam hiç kimseyle karþýlaþýp konuþmak istemiyordum. Yalnýz kalma duygusu her þeyden daha aðýr basýyordu. Gelip geçer diye düþündüm. Yine de beni görmesin diye iyice yere sindim. Artýk taþýn bir parçasý olmuþtum. Beni fark edebilmesi için gaybi bilen bir eren kiþi olmalýydý. Öyleydi. Bakýþlarýma odaklanan insan tam hizama geldiðinde yoldan saparak bakýndýðým yere doðru yürüdü. Biraz sonra tam da karþýmda bir insan müsveddesi, paçavralara bürünmüþ, yalýn ayak, karýþýk uzun saçlarý gözlerine dökülen, býyýklarý sakallarý bir olmuþ, kirli tenli, bir deri bir kemik kalan bir adam önümdeydi. Aðýr bir korku duygusu üstüme çöktü. Ýlkin nasýl davranacaðýmý bilemedim. Ama o bir heykel gibi öylece önümde durdu. Sadece acý ifadeli olan bakýþlarýný bana dikerek derinde kalan gözbebekleriyle bir þey anlatmaya çalýþýr gibi bakakalmýþtý. Gözbebekleri korkunç donuktu, ýþýk diye bir þey yoktu içinde. Öylece yerimde kalmaya dayanamazdým. Zorlukla elimi taþa dayayýp ayaða kalktým. Korkudan kesik kesik çýkan sesimle bir þeyler söylemeye baþladým:
82
“Hoþ geldin kardeþ! Oturmaz mýsýn?” dedim. Gözlerimi, diken gibi gözlerime batan bakýþlarýndan kaçýrmak istedim, yapamadým. Bir güç bakýþlarýmý da ona mahkum ediyordu. Kýsa bir sessizlik ardýndan adam tiz ve zor duyulan bir sesle: “Allah senden razý olsun kardeþ” dedikten sonra düþen çuval gibi kendini yere býraktý. “Ýyi ki sana rast geldim kardeþ” diye konuþmasýný sürdürdü, “Hep aradým insanlarý.” Acý çekmiþ, zulüm görmüþ bir insana benziyordu. Konuþurken bile aðlar gibiydi. Her kelimesinde bir çöküntü, bir umutsuzluk hissediliyordu. Onun sesini ilk duyduðumda ona karþý içimdeki korku duygusu yerini yavaþ yavaþ saygý duygusuna býrakýyordu. En içten sesiyle, “çok yorgunum çok” dedi ve sonra gözlerini yere dikerek, her toprak zerresini inceler gibi bakýyordu. Kuru ekmek parçamý hatýrladým. Hala elimde tutuyordum ekmeði. Ona uzattým. “Çok açýkmýþ olmalýsýn” dedim. Kutsal bir taþý süzer gibi ekmeði göz uçlarýyla inceledi. Baþýný iki tarafa salladý, öncekinden daha üzgün bir sesle, “hiç aç deðilim” dedi.
Yaz ‘10
Donup kaldým. Uzun bir zamandan beri insanlarý arayýp duran, kemikleri derisinden fýrlamak üzere olan bu yorgun insanýn aç olmamasý mümkün müydü? Anlamamýþtým. Adam düþüncelerimi okudu. Kelimelerini vurgulayarak konuþtu: “Evet, hiç aç deðilim!” Bir an durdu. “Zaten hiç acýkmam da” Hala ne demek istediðini anlatmamýþtý ve ondan sonra ekledi, “çünkü ölüyüm ben!” Birden bakýþlarým ona yöneldi. Korkmuþtum. Adam elini omzuma koyarak konuþmasýný sürdürdü: “Hiç korkma kardeþ, bir ölüden sana ne gibi zarar gelebilir ki?” dedi ve durdu. Alaca karanlýðýn düþtüðü çevremizi elleriyle göstererek devam etti konuþmasýna: “Yýllar önce buralarýn bir yerinde öldürülmüþtüm. Arkadaþlarým ölü bedenime bir çukur açýp sakladýlar. Üzerimde aðlayacak zamanlarý yoktu. Üstüme de bir toprak tümseði koyup ivedilikle uzaklaþtýlar. Benim için dua edecek zamanlarý bile yoktu. Ve hemencecik unutuverdiler beni. Zaten ne yapabilirlerdi ki, yükleri anýmdan daha aðýrdý. Kimbilir, çoklarý benim gibi toprak altý olmuþ, unutulmuþ, yadsýz, duasýz.” Yine durdu, sessizce etrafýna baktý, baktý... Yüreði yaralýydý. Ve tekrar konuþtu: “Bir gün bir þey uyandýrdý: Annemin aðlayýþý. Onu býrakýp savaþa katýldýðým günden beri o aðlayýþ benimleydi. Bir an bile beni býrakmamýþtý. Toprak altýnda kaným ayrýk otu damarlarý gibi derine aktýðý anda bile her aðlayýþ kuru etime girip beni uyandýrýyordu. Çürüyüp gitmeme hiç izin vermedi. Ve bir gün dayanamayýp topraktan baþýmý kaldýrdým, dýþarýya çýktým. Vampir gibiydim, güneþ ýþýðý beni yakýyordu. Bir gölgeliðe sýðýnýp karanlýk çökmesini bekledim. O andan sonra hep karanlýkta yolculuk yaptým. Gündüzleri gölgeliklerde geçirdim. Ta ki köyüme ulaþana kadar. Bir de ne göreyim, köyüm yýkýlmýþtý. Ýçimde bir ses, “annen öldü” demeye baþladý. Bu sese inanarak annemin mezarýný aradým. Bir mezar taþýnda büyük harflerle yazýlmýþ annemin ismini gördüðümde yýkýlýp kaldým. Annem gitmeme dayanamamýþtý. Annemin ismi yazýlmýþ olan mezar taþýna sarýldým ve aðlamaya baþladým. Yüzümü annemin ismine sürdüm. Sabah, güneþ ýþýðý tenimi yakana dek o harfleri öptüm. Ýþte o an annem beni affetti. Birden bir sessizlik çöktü üstüme. Annem aðlamýyordu artýk. Gölgelik bir yere çekilip saklandým. Karanlýk çöktüðünde yola koyuldum, ta buraya kadar geldim. Ama mezar olmadýðýndan gömüldüðüm çukuru bulamýyordum. Ýþte hala arýyorum...” Sustu. Çöken karanlýktan yüz ifadelerini fark edemiyordum. Kelime bulsaydým belki bir þey söylerdim ama hiçbir þey aklýma gelmiyordu. Ölü adamýn sesini yine duydum: “Beni bir çukura koyup baþýma bir taþ dikebilir misiniz?”
Yaz ‘10
Yarın Adına Recep Çitikbel/ Bolu F Tipi He ya Demesi kolay Bi huzme ışık umut Ta karanlığın ortasında Vurup yumruğunla Açmak karanlığın kapısını beraber Nefes almak Bulutlanmak mavilikte Ve sonra Yağmak Özlem özlem Bereketli toprağına Sevda da hastan Büyümek boylanmak toprakla Yarın adına Boy boy Aya, güneşe değercesine başın El ele can cana sarılarak Zulme karanlığa inat Yıkarak karanlığın duvarlarını Aydınlık bir dünya için Sevdada hastan Aşktan yana…
83
Güler Zere Ölümsüzlüğe Uğurlandı Uzun yıllar zindanlarda devrimci mücadelesini sürdüren Güler Zere, son savaşımını kanser hastalığına karşı verdi. Hastalığının ilerleyen son evresinde kamuoyu baskısı ve yoldaşlarının, siper yoldaşlarının mücadeleleri ile serbest bırakıldı. Ancak ilerlemiş hastalığı, artık tedavi edilemeyecek aşamadaydı. O'na, “dışarıda ölebilme” özgürlüğü tanınmıştı. Güler Zere’nin dışarıda yazdığı mektubu yayınlıyor ve onu saygıyla anıyoruz Öncelikle selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Biliyorum ki þu anda içinde bulunduðum ruh halim, düþüncelerim merak ediliyor. Doðrusu hala duygularým tek bir tarafa doðru akmýyor. Karýþýk. Þimdi dýþarýdayým. Yani özgür. Özgür bir ortamda tedavi edilmeye çalýþýlýyorum. Bugüne nasýl geldik? Elbette emekle, özveriyle, fedakarlýkla, azimle, “biz”im gücümüzle geldik. Zulmün elinde býrakýlmadým. Mücadele dalga dalga yayýldý. Ýmzadan afiþlere, afiþlerden oturma eylemlerine kadar büyüdü. Kararlýlýkla devam edildi. Öyle ki adýmý duymayan neredeyse kimse kalmadý. SENÝN KARÞINDA ÖLMEKTEN UTANIYORUM Gün oldu soðukta, yaðmurda kaldýnýz, gözaltýna alýndýnýz. Bunlarý duyunca her defasýnda ben daha çok hayata sarýldým. Yatmaktan utandým. Hani þair demiþ ya; “senin karþýnda ölmekten utanýyorum” öyle bir þey benimki de. Adeta bir kapýydý zorlanan ve o kapý açýldý. Mücadele zorladý o kapýyý. Mücadele açtý o kapýyý. Bugüne
84
mücadele ile geldik. Ben ne diyeceðimin zorluðunu yaþýyorum aslýnda. Teþekkür etsem... Bu mücadeleyi baþlatan, yükselten, canlarýma, emek verenlere, omuzlayanlara, destek verenlere, basýn emekçilerine teþekkür ediyorum. GEÇ BIRAKILDIM Geç býrakýldým. Fakat bunun sorumlusu mücadele deðil. Aþikar olan düzenin ta kendisidir. Beni ölümün kýyýsýna getirip öyle býraktýlar. Yaþam hakkým gasp edildi. Dýþarýda “ölme hakký” verildi. Bunu da unutmayacaðým. Henüz içeride hasta tutsaklar var. Hala tecrit var. Ki tecridin ta kendisidir ölüm. Benim bir yaným buruk. Hastalýk þu bu deðil bu burukluðun sebebi. Sebep tutsak yoldaþlarým, dostlarýmdýr. Onlarý çok özlüyorum. Beni teselli eden tek þey ise, ne yapýyorsam onlara yapýyorum. Kimin elini tutuyorsam onlarýn sýcaklýðýný da parmaklarýmýn arasýna yüklüyorum. Ve yüreðimdeki gücün sebebi onlar, tüm sevdiklerim... Sizleri çok seviyorum... Sevgi ve saygýlarýmla’’ Güler Zere
Yaz ‘10
Herokol’un Asi Yüreği Mehmet Baðrýyanýk /H Tipi Cezaevi / Antep Ayaklarý onu yine aramaya götürdü. Þafaktan önce uyanan Apê Ehmo yüzünü Herekol’un yüksek tepelerine çevirmiþti. Bugünlerde bir fýsýltý dolaþýyordu Erkendliler arasýnda; gerillalar köye yakýn bir yerlerdedirler. Herkes heyecanlýydý. Apê Ehmo da saðda solda çoban arar gibi gerillalarý arýyordu. Aramaktan yorgun düþtüðü bir an oturup sýrtýný bir taþa verdi. Umudu kýrýlmamýþtý. “Hele bir sigara içeyim, bu yaþlý ayaklarýma biraz güç gelsin, Allah büyüktür o zaman” diye düþündü. Terini elinin tersiyle sildi, baþýna sardýðý kefiyeyi çýkarýp sýkýca sýrtýna doladý ve tekrar tozlu patikaya koyuldu. Herekol serindi. Hala güneþ, istediði kadar bu daðý ýsýtmamýþtý. Bölgenin en serin yaylalarý, en sarp kayalarý ve binbir çeþit dað çiçekleriyle nam salmýþ Herekol. Bir de kýþ günlerinde kulaklarý saðýr eden, baðrýþlarý bile yutan uðultusuyla yüreklere korku saran fýrtýnasý ve boranýyla bilinirdi. Burada kýþ mevsiminde yaþam dururdu. Yaz oldu mu, yüzlerce köçer çadýrý yamaçlarýnda kurardý. Köçerlerle beraber gerillalar da hareketleniyor, doðal yaþamýn ve savaþýn kanunu garip bir þekilde iç içe geçiyordu. Apê Ehmo yýllardan önce gerillalarla tanýþmýþtý. Ýlk buralara uðrayan gerilla gruplarý onun kapýsýný çalmýþ, ona güvenmiþlerdi. Apê Ehmo her zaman sevgiyle onlarý yüreðine basmýþ, canýný diþine takarak kapýsýný onlara açmýþtý. Zorlu anlarda onlarýn yanýnda bulunmuþtu. Ýki çocuðu; oðlu Þahin ve küçük kýzý da gerillalara katýlmýþlardý. Apê Ehmo çocuklarý için çokça kaygýlanýyordu. Öyle günler olurdu ki sadece onlarý düþünür onlarý merak ederdi. Gurur da duymaz deðildi. Ýki çocuðunu da bu topraklar uðruna veren bir babaydý o. Ýþte þimdi Apê Ehmo bunun için merak ettiði, üzüldüðü ve gurur duyduðu çocuklarý için buralardaydý. Buralara gelen bir grup gerilla içinde oðlu Þahin de var diye duymuþtu. Þahin’in yüzünü görmeyeli kaç yýl olmuþtu! Þahin’i görenler; “oðlunuz öyle bir boylu poslu olmuþ ki, görürsen çýnar sanýrsýn. Sakal da býrakmýþ, konuþunca, bildiðimiz çocuk Þahin deðil de büyücek bir adammýþ konuþur diye sanýrsýnýz…” derlerdi. Apê Ehmo taþ dibinde iþte bu söylenenlere dalmýþtý. Ah bir görseydim diye düþünmekteydi. Önce bir tokat yapýþtýrýp niye hiç bizi sormadýðýný sorardým, sonra da yüreðime basardým. Bir de Þahin de buralarda onun yürüdüðü yollarda yürümüþ, onun oturduðu taþ diplerinde oturmuþ diye hayal etmekteydi. Bir an bu hayalle Þahin’i görmüþ olup seviniyordu. Apê Ehmo o gün ikindiye kadar gerillalarý aradý. Kanýya Tûyê civarýnda uzun uzun dolaþtý. Ormanlara, kayalýklara ve hala karýn erimediði tepelere baðýrdý, ýslýk çaldý. Cevap veren çýkmadý. Bir patikada belli belirsiz ayak izleri fark etti. Kaný daha bir kaynadý. “Evet, onlarýn ayak izleri” diye kendi kendine söylendi. Sonra bir çobana rastgeldi. Hemen sormaya baþladý. “Hiç kimseyi gördün mü buralarda?” Çoban Apê Ehmo’yu tanýrdý. “Kimse”den neyi kastettiðini anladý. “Gerillalar mý?” dedi “ha evet, akþam köye geliyorlar.” “Akþam mý dedin?” “Akþam akþam.” Biraz durdu. “Azýcýk sabýrlý ol Apê Ehmo, evine de uðrarlar muhakkak” “Demek öyle ha, gelecekler!” Apê Ehmo’nun sesi heyecandan deðiþivermiþti. “Eðer akþama gelecekler…” dedi ve sözünü tamamlamadan çobaný orada býraktý. Köy yolunu tuttu. Apê Ehmo köye vardýðýnda güneþ Herekol’un karlý tepelerini kýzýla boyamýþtý. Gökteki bulutlar gri, pembe ve morun deði-
Yaz ‘10
85
þik tonlarýyla alacalanmýþtý. Kapýdan girer girmez eþine ve kýzýna seslendi. “Muhbet! Selma!” Ýkisi de Apê Ehmo’nun bu telaþýný gördüklerinde koþup yanýna geldiler. Eþi Muhbet. “Xêr e, çi bû?” diye sordu. Apê Ehmo; “Ne mi olacak?” Bir müjde verir havasýndaydý. “Acilen güzel bir þey hazýrlayýn, bu akþam misafirimiz var. “Misafirimiz de kim olacak?” diye sordu eþi. O da ayný telaþý kapmýþtý. Apê Ehmo güler bir yüzle müjdeyi verdi. “Kimler olacak yani, bizimkiler iþte.” Durdu. Sesini kýsarak, “belki de Þahin’imiz” dedi. O akþam Apê Ehmo’nun evinde bayram havasý vardý. Sevinç dolu üç yürek ayný heyecanla çarpýyordu. Evde en güzel yiyecekleri hazýrladýlar. Kapýyý sonuna kadar açtýlar. Beklediler. Gecenin ortasýna doðru köyün yukarý tarafýndan köpekler havlamaya baþladý. Apê Ehmo yerinden fýrladý, ay ýþýðýnda dýþarýyý süzdü. Köpek havlamasý geldiði tarafa bakýnca patika üstünde karartýlar fark etti. Yer yer karartýlara asýlý parlayýþlar, silahlar ay ýþýðýnda ýþýldýyordu. Karartýlar Apê Ehmo’nun kapýsýnda uzun gölgeler gibi durdu. Tokalaþýp sarýldýlar. Apê Ehmo onlarý içeriye aldý. Gaz lambasýnýn loþ ýþýðýnda uzun uzun süzdü onlarý. En çok bir sakallýyý arýyordu gözleri. Sonra içinde ‘hayýr, Þahin’im yoktur aralarýnda, yoksa gelip sarýlmaz mýydý bana’ diye düþündü. Haklýydý, oðlu gelmemiþti. Gelenlerden biri “oðlunuzu merak etmeyin. Size selamlarý var. Bir iþi çýktý da gelemedi. Önümüzdeki gece hep beraber geliriz” dedi. Gerillalar biraz sohbet ettikten sonra gitmeleri gerektiðini söylediler. Apê Ehmo ile eþi ve kýzý onlarýn gereken ihtiyaçlarýný tamamlayýp yolcu ettiler onlarý. Yýllardýr özlemle bekleyen Apê Ehmo, ona bir yýlmýþ gibi gelecek olan bir günün nasýl geçeceðini düþündü. Yakýn ve uzak zaman sýnýrlarý belirsizleþmiþti; oðlunu yarýn göreceðine seviniyordu, ama bunca zaman beklemeye dayanamýyordu. *** Sabah olduðunda Apê Ehmo eþine; “Ben bahçeye gideceðim” dedi. “Biraz sebze meyve toplayýp geleceðim. Siz de birkaç tavuk kesin, akþam evladýmýzý çok iyi karþýlamalýyýz.” Apê Ehmo bir sepet eline alýp köyün dýþýndaki bahçesine yollandý. Su kenarýndaki uzun kavaklara vardýðýnda hava oldukça serinlemiþti. Dere gürül gürül akýyor, nefis sesi Apê Ehmo’nun içini dinlendiriyordu. Öðlene kadar bahçede gezip dolaþtý. Öðlen vakti olunca sepetini doldurdu, eve doðru yola çýktý.
86
Apê Ehmo köyün uzaðýndayken uzaktan araba uðultusu duydu. Hayra alamet deðildi bu. Kim köye arabayla gelir ki. Asker olmasýn diye düþünürken, top sesleri de motor uðultusuna karýþtý. Nava Bêra tarafýndan korkunç patlama sesleri duyuldu. Çatýþmaydý bu. Apê Ehmo’nun içine bir kaygý, bir korku seli aktý kötü bir þey olacaðýný seziyor gibiydi. Sepetini yüklenip hýzlý adýmlarla köye doðru yürümeye baþladý. Korktuðu baþýna gelmiþti. Köyün içi asker ve korucularla doluydu. Her yer tutulmuþ, mevzi haline sokulmuþtu adeta. Apê Ehmo’nun bir sepetle eve geldiðini gören karakol komutaný onu durdurup alaylý bir gülüþle. “Misafir mi var? Yoksa o kadar sebzeyi sen mi yiyeceksin?” diye sordu ve Apê Ehmo’yu bir tekmeyle yere devirdi. Sepetteki sebze ve meyveler yere döküldü. Apê Ehmo acý içinde kendini doðrulttu, ayaða kalktý, komutana yüksek bir sesle: “Neden vuruyorsun?” diye sordu. “Ortada bir þey yokken bu zulmünüz niyedir?” Bu esnada köylülerin kimliklerini toplayan bir asker elindeki tüm kimlik kartlarýný komutana uzattý. Komutan Apê Ehmo’yu göstererek, askere; “þunun da kimliðini al” dedi. Sonra Apê Ehmo’ya döndü. “Ayrýca sana bir sürprizm var, bekle biraz, göreceksin!” dedi. Apê Ehmo hiç aldýrmadý. Kaygýsýzdý. Ne yapacaklarsa yapsýnlar, her þeye hazýrdý zaten. Nice defa iþkenceden geçmiþ, olmayan zulmü görmüþtü. Her zaman da alný açýk, düþmanýna boyun eðmeyen biri olarak halký arasýna dönmüþtü. Bu çevrelerde Apê Ehmo’yu tanýmayan yoktu. O, yaþýný aþan iþlerle uðraþan, baþarýlmayaný baþaran biriydi. Nasýl ki Erkend Herekol’da sivrilmiþse Apê Ehmo da Erkend’de sivrilmiþti. Okuryazar deðildi. Sözünün eri, herkesi dinletebilecek meziyetlere sahip, aðýrbaþlý bir kiþiydi. Acýlarýn biçimlendirdiði yaþlý yüz çizgileri biraz daha belirginleþmiþ, parlayan gözleri biraz daha çukura kaçmýþtý. Hiç olmadýðý gibi derin düþüncelere dalmýþtý. Neyi aklýndan geçirdiðini hiç kimse kestiremiyordu o an. Apê Ehmo bir ara gözleriyle eþini ve kýzýný aradý. Eþi kapýnýn önündeydi, ama kýzý ortalýkta gözükmüyordu. Eve doðru gidip kýzýna bakmaya yeltenecekti ki, iki asker kollarýna sýkýca yapýþtý. Yaþlý adam, bedenini onlarýn elinden kurtaramadý. Herekol’un tepelerinde çatýþma hala sürüyordu. Yol boyunca dizilmiþ askeri araçlar dað yoluna týrmanýyordu. Her taþ dibi bir mevziydi, taþýn arkasýndan bir silah namlusu daðýn zirvesine doðrultulmuþtu. Ýkindiye doðru bir ara silahlar sustu. Çatýþma durdu. Biraz sonra askeri araçlar geri dönmeye baþladý. Ötede patika üstünde askerler katýr sýrtýnda bir þeyler taþýyorlardý. Ýnsan cesetleriydi bunlar.
Yaz ‘10
Gün batýmýna doðru yüzlerce asker patikadan köye indi. Gergindi suratlarý. Sonra bir grup Apê Ehmo’nun evine doðru yürüdü. Sýrtýnda bir ceset olan bir katýr da onlarlaydý. Cesedin elleri, ayaklarý yere doðru sarkmýþtý. Üzerinde gerilla elbiseleri olan bu ceset, her yerinden kurþunlanmýþtý. Ýnsaný huzursuz eden bir görüntüydü bu. Katýrý Apê Ehmo’nun evi önünde durdurup, bir kum torbasýymýþçasýna cesedi yere yýktýlar. Ölü gerillanýn yüzü yukarýya doðru döndü. Sakallarý uzamýþ bir gençti. O anda Apê Ehmo’nun eþi Muhbet bir çýðlýk kopardý, cesedin üzerine koþtu. Cesede ulaþýr ulaþmaz yürekleri parçalayan, öfke dolu bir baðýrtýyla haykýrdý: “Ev Þahinê min e! Ev Þahinê min e!” O anda komutan Apê Ehmo’ya döndü. Sinsi bir gülümsemeyle Apê Ehmo’nun yüzüne baktý. Sonra konuþtu. “Hemen karakola gel, gereken iþlemleri yaparýz, kimliðini de alýp dönersin” dedi. Askerler köyden çýkar çýkmaz köylüler Apê Ehmo’nun evine koþtular. Aðýtlar, zýlgýtlar ve gözyaþlarýyla köye bir yas çöktü. Apê Ehmo o gün acýlarýn en büyüðünü yaþýyordu. Yýllardýr görmeye hasret kaldýðý evladýnýn yüzünü, kan içinde görünce çaresizlikten yere yýkýlmýþtý. Ama kýzý Selma neredeydi þimdi? Þahin’in cesedi katýr üstündeyken gözleri Selma’nýn öfkeli yüzüne çarpar gibi olmuþtu Apê Ehmo’nun. Belki de o an bir hayaldi gördüðü. Hayýr oydu. Daðýlmýþ saçlarý, hýrpalanmýþ elbiseleri… Belki de o zaman bir çýðlýk atmýþtý katýr sýrtýndaki kurþunlanmýþ genci gördüðünde… Apê Ehmo ayaða kalktý. Ölmüþ evladýný unutmuþtu, yaþayan evladýný merak ediyordu. Eve doðru yürüdü. Kapýyý iteledi, evin içine girdi. Evin tüm bölümlerini deliler gibi aradý. Selma’yý bulamýyordu. Büyük bir korkuya kapýldý. Ne yapacaðýný bilmiyordu artýk. Samanlýðýn önünden geçerken Selma’nýn ayakkabýlarýný yerde fark etti. Samanlýðýn tahta kapýsýna yaklaþtý. Tüm vücudu korkudan titriyordu. Avucunun ortasýyla kapýyý araladý. Kapýnýn açýlmasýyla gün ýþýðý da onunla birlikte içeriye daldý. Apê Ehmo’nun gözüne çarpan ilk þey kendini tavana asan ve boþlukta aðýr aðýr dönen Selma’nýn bedeni oldu. Apê Ehmo gözlerini kör edercesine kapattý. Dizlerinin baðý çözüldü, yere yýkýldý. Kafasýný kaldýrýp bir kere daha samanlýðýn tavanýna baktý. Selma hâlâ boþlukta dönüyordu. Selma’nýn daðýnýk saçlarý sararmýþ yüzü ve yýrtýlmýþ elbisesinden çýkan çýplak omuzlarýný örtüyordu. *** Apê Ehmo’nun acýsý hala yerdeyken karakoldan çaðýrdýlar onu. Gittiðinde kimliðini ve diðer iþlem evraklarýný ona verip köyüne yolladýlar. Ama Apê Ehmo köyüne ulaþamadý. Onun kurþunlarla delik deþik olan bedenini köylüler köye taþýdýlar. Dün Þahin için kazdýklarý mezar yanýnda bugün babasýna bir tane kazdýlar.
Yaz ‘10
87
Adnan Çelebi Antep H-Tipi Cezaevi PEPÛLA HELEPÇÊ Ezim ji pênc hezar pepûlekan yek Kimyabaran dibim Her salvegera Helepçê Dibim dayîkek kezebşewitî Xwe bi ser zarokan de tavejim Li ser devki bi erdê ve dimînim Dibim pitikek dev di pêsêra dê de Bernadim Dimijim hetani Em bi hev re bê can dibin Her şev di xewna xwe de Kimyabaran dibim li Helepçê Ji şaxebiyana jiyane diweşim Û Her sibe Bi birînen kimyebaranî Dest bî rojê dikim Pepûlekek birîndar im ez Li nava jarbajarê qirkiri Di dilê welate wêrankirî de Heviyên xwe av didîm Ji bo kwlîlkên Pepûle xwe li ser deynin Da ku şîn bên xeyalên zarokan Lı pêpula diyerim Çol bi çol Deşt bî deşt Çiya bî çiya Ji bona wan Careke din li Helepçê bicivînim Can didim
Bahri Hazer Tutkuyla Sevmek Umutla Sinsi katil gözlerimi alıverdi birden Karanlık Ne ağır geldi görememek kağıdı ve kalemi Ne ağır yazamamak içindekileri Neden sonra Döküleverdi gökyüzündeki yıldızlar Dokunuyordum Hissediyordum Yaşıyordum Körlük Gerçekten görmemek değil Gerçek körlük Elinin altındaki öyküyü görmemek Evet kızıyordum Elinin altındaki öyküyü görmeyenlere Yanındayım Ateşi çalanların yanındaydım Yazmalıydım çocukların hikayelerini Yazmalıyım ellerim güçsüz Gözlerim Gözlerim karanlık Ayaklarım yok Sanmayın size sızlandığımı Ben biliyorum siz de bilin Birçoğunuzdan daha güçlüyüm Dün akşam hemşirem başımda ağladı Biliyordu sonu Dili varmıyordu söylemeye Ne olurdu bir senem daha olsaydı ve çalışabilseydim Gökkuşağını boyayan işçiler için. Güneşi aydınlatan gülüşler için yazabilseydim. Sen Şu anda bu satırları okuyan sen En çok da sana kızıyorum En çok senin için ağlıyorum Ölüm Kara bir gölge gibi sararken bedenimi En çok senin umursamaz Anlamsız Acınası haline.
Koşuyorum olanca gücümle Ayaklarımda derman kalmamacasına Duraksamadan Kulaklarımda Gökkuşağını boyayan işçilerin Naif şarkıları Koşuyorum duraksamadan Kafamı kaldırdığımda gökyüzüne Yeni doğan güneşin üstünde Çocuk gülüşleri görüyorum Tanrım ne zor! Bir tarafta yeniden yaratılan bir dünya Öbür taraf kan revan Sarmalıyım Yaraları illa sarmalıyım Ve yazmalıyım her şeyi atlamadan Bir çocuğun gülüşünü Bir askerin ölüşünü Bu koşuda ilk önce ayaklarım Bıraktı beni Lanetli et parçalarıydı sadece Ama iş çok Durmamak gerek Her yer kan revan Aldım kalemi elime Her satırım Beni yukarıya taşıyan bir merdiven Ayaklarım yerde Ayaklarım oldu kelime ve harfler Çünkü eskisinden çok daha hızlı yürüyordum. Yazmalıydım. Yeni bir dünya kuruluyor ve ben içinde olmalıyım Ayaklarım yok biliyorum Ama yinede koşmalıyım Karabasanlar bırakmadı peşimi Sinsi Yavaş ve ölümcül Geliyor. Ondan daha hızlı olmalıyım Adım Ostrovski Ölüme inat yaşamak
25 Ekim 07
88
Yaz ‘10
Ayışığımızı Andık “181 günde / Zayıf kadına / Beyaz ölümü / giydiremediler / Ve ölü Partizan / Gitti / Gitti Denize / Ufka / Zafere / Gitti / Gık bile demeden / Sevdası bizde kaldı”. Bu sevdanın yol göstericiliğinde 26 Haziran günü tüm Ayışığı Sanat Merkezleri olarak Aysunumuzu anarken ona dair anıları paylaştık ve bizlere bıraktığı mücadelesini devam ettirme kararlılığımızı bir kez daha açıkladık.
Aysun Bozdoğan Ölümsüzdür
26 Haziran Taksim 26 Haziran Taksim 27 Haziran Adana
26 Haziran İzmir
26 Haziran Adana
Yaz ‘10
89
Vicdanımızın yitik yanı:
Güldünya Tören Ciran Yıldırım Bu bir hikâyedir. Ürkek adýmlýlarýn hikâyesi. Bu bir aðýttýr. Gözyaþýný içerisine akýtanlarýn aðýdý. Bu adsýz kara yazgýlýlarýn hikâyesidir. Her daim kardeþimiz olarak andýðýmýz ama yüreðimizden ve nefesimizden uzak topraklarýn hikâyesi. Vicdanýmýzýn yitik yanýdýr onlar. Sessiz haykýrýþlar, mezarsýz ve kefensiz ölülerdir. Bir gülüþe fýrsatý olmayan hayatlar... Onlar adsýz ölülerimiz. Feminist þovmenlerin her daim aðzýna sakýz ettiði, tenimizde ýslaklýk hissi uyandýrmayan gözyaþlarýmýz. Onlar radyodan þarký istediði için öldürülen, onlar Siirt’te 6. kattan aþaðýya atlayýp ölmediði diye düþtüðü yerde býçaklananlar, onlar diri diri topraða gömülen Medine’ler… Onlar vicdanýmýzýn yitik yanlarý iþte. Kardeþ elin tuttuðu tetikle can verenler. Babasýnýn üzerine attýðý kumla hayata veda edenler. Bir el uzanmaz onlara sadece bir el kalkar ve bir yumruk olur, iner hayat tepelerine. Öldüklerinde adlarýný hiç düþürmeyiz dilimizden ama yaþarken anmaya bile cesaret edemeyiz onlarý. Görünmez dikenli tel olmuþ vicdanlar. Ve ayrýlmýþ, ayný coðrafya üzerinde insanlar. Vicdanlar ve geçit vermeyen teller. Ve telin öte yakasý ölüm. Telin öte yakasýna atýlan ölülerin yasý tutulur burada. Vicdanýný yitirmemiþ azýnlýk aðlar onlar için. Ve tellere takýlý binlerce yitik vicdan sanki sahibini bekler. Beden, ruh ve vicdan kavuþur, aðlar. Biz sizinle aðlamaya bile cesaret edemedik dercesine ölü vicdanlarýmýz aðlar onlar için. Acýnýn, hüznün, gözyaþýnýn diðer adý onlar. Hani bir türkü der ya “ Ana beni bir çocuða verdiler/ Verdiler de günahýma girdiler” Ýþte basit gibi görünen bir türkü dizesine konu olan yüzlerce, binlerce haykýrýþ onlar. Çeþitli dil, din ve halkýn kadýnlarý, kýzlarý onlar. Acýnýn ve ölümün ortak payda olduðu coðrafyada adsýz, dinsiz, kimliksiz ve gülüþsüz tek vücut kadýnlar, kýzlar onlar. Bütün hayatý -ki aslýnda yoktur onlarýn bir hayatý. Her daim birileri sahip olmuþtur onlarýn hayatýna- elinden alýnmýþtýr onlarýn. Sevmek... yoktur öyle bir lüksleri ya da sevseler bile birini bir günah iþledik sanar, susar onlar. Yoktur dudaklarýna bir türkü takýp, kötü sesine aldýrýþ etmeden elleri cebinde, bir nehir kenarýnda güneþi ve çiçekleri koklama lüksleri. Hayalden öte tarifsiz bir arzudur bu onlar için. Dedim ya sevmek, yoktur öyle bir lüksleri. Bir gün falancanýn oðlu gelir. Rýza-gönül sormadan verirler onu. Ve bir günyine dayakla süslendiðinde hayatý, gökyüzüne takýlýr düþleri ve sorar boþluða sorusunu “ Peki Tanrým sevdiðim de döver miydi beni?” Cevapsýz ve yanlýþ kiþiye sorulan bir soru olduðunu anlar. Kalkar ayaða. Siler burnunun kanýný. Ve baþlar akþam yemeðine.
90
Yaz ‘10
Ýþte böyleymiþ vaziyet. Ve böyle bir zamanda 1982 yýlýnda Bitlis’in Mutki ilçesinde bir kýz çocuðu doðmuþ. Belki babasý o an “Kýz oldu, ulan ben böyle þansýn...” demiþtir. Ama her yeni doðan gibi illa bir ad gerekti... Kýza isim takýlýrken, sanki bütün bir coðrafyanýn kara yazgýlý kadýnlarýnýn feryatlarý boynuna bir kolye gibi asýlmýþtý. Ve kulaðýna okunan ezanla bütün kara yazgýlýlarýn çýðlýðý iletilmiþti sanki. Kýzýn adý “GÜLDÜNYA” konmuþtu. Ve Güldünya büyümüþ, koca kýz olmuþtu. Bir gün teyzesinin oðlu Servet Taþ’ýn tecavüzüne uðramýþ. Korkmuþ, diyememiþ hiçbir þey. Ama hamile kalmýþ bu tecavüzden sonra. Karný büyüyünce, aþiret sorguya çekmiþ Güldünya’yý. O da anlatmýþ her þeyi. Aþiret Güldünya’nýn Servet’e kuma olarak gitmesine karar kýlmýþ. Ancak Güldünya kabul etmemiþ. Ve Servet köyden kaçmýþ ama Güldünya’nýn türkülerden baþka gidecek yeri yokmuþ. Aþiret onu Ýstanbul’a göndermiþ. Ardýndan abisi düþmüþ yola. Amacý Güldünya’yý öldürmekmiþ. Güldünya Ýstanbul’da bir tanýdýklarýnýn evinde, bir odada mahpusluk yaþýyormuþ. Abisi odaya girmiþ, silahýný doðrultmuþ ama vuramamýþ Güldünya’yý. Bir ip atmýþ Güldünya’nýn önüne “Kendi iþini kendin bitir” der gibi. (Burada herkes “Mutluluk” filmini hatýrlýyor deðil mi? Ama bunlar batýda film olabilir. Oysa Doðu’da gerçeðin ta kendisidir.) Güldünya kaldýðý odadan kaçmýþ. Polise sýðýnmýþ. Polis Güldünya’yý kadýn sýðýnmaya vermek yerine köylerinde imamlýk yapan birinin yanýna göndermiþ. Güldünya burada görece rahatmýþ. Doðum yapmýþ. Bir erkek çocuðu olmuþ. “Benim gelecekten umudum yok, bari çocuðum umut olsun, bari çocuðum gelecek olsun” demiþ ve oðlunun adýný ”Umut” koymuþ. Oðlunun öldürülmesi korkusuyla evladýna doyamadan evlatlýk vermiþ onu. Güldünya bu evlatlýk olayýndan sonra çökmüþ. Yemeden içmeden kesilmiþ. Bu sýrada Bitlis’de Güldünya’nýn hikâyesi kulaktan kulaða yayýlýr olmuþ. Güldünya’nýn abisi ve küçük kardeþi Ýstanbul’a gelmiþ yeniden. Güldünya’yý kaldýðý evden Bursa’ya götürme bahanesiyle almýþlar. Küçük kardeþ yolda pusuda bekliyormuþ. Güldünya’yý görünce silahýný ateþlemiþ ve Güldünya yaralanmýþ. Hastaneye kaldýrmýþlar. Polis gelmiþ Güldünya kimseden þikâyetçi ol(a)mamýþ. Ve polis hastaneye nöbetçi býrakmadan gitmiþ. Gece iki kardeþ Güldünya’nýn odasýna girmiþler ve kafasýna iki el ateþ ederek öldürmüþler onu. Aile önce kabul etmemiþ cenazeyi, sonra olay basýnda yer bulunca kabul etmek zorunda kalmýþlar. Binlerce kiþi cenazesine katýlmýþ. 60 araçlýk konvoy oluþmuþ onun için. Adýna Aylin Aslým ve Zülfü Livaneli þarkýlar yapmýþ. ( ki onu yaþatmayý beceremeyen devlet onun adýna yapýlan þarkýyý “müstehcen” bulup yasaklamýþ.) Kadýn dernekleri açýlmýþ onun adýna ve parasýzlýktan çoðu kapanmýþ. Artýk o bir slogan olmuþ. Artýk o her dilde anýlýr olmuþ. Diyanet Ýþleri Baþkaný “taa ABD’den gelmiþ onun için!” Bakanlar çocuðuna sahip çýkacaðýna söz vermiþ! vs vs iþte. Ama ölmüþ o. Evladýnýn sesine ve kokusuna doyamadan. Ama ölmüþ o. Sevmeye bile fýrsat bulamadan. Yaþarken deðersizmiþ ama en deðerli ölü olmuþ o. Yaþarken kimlikte yazýlý olan adýnýn mürekkebi bile uçup gitmiþ ama adý en çok anýlan ölü olmuþ. Yaþarken deðeri bilinmeyenin ölürken attýðý çýðlýk her yüreðe saplanmýþ. Ama ölmüþ o. Týpký diðerleri gibi. Ölmüþ ve ölmeye devam ediyor. Bir þeyler deðiþene dek. Bir þeyler olana dek.
Þimdi soracaklar ya öte diyarda diyecekler: “Sen kimsin?” “Ben Bitlis’de baþlayýp, Ýstanbul’da biten bir türküyüm diyeceðim.” “Yaþamak nedir?” diyecekler. Bende : “Kaçmak” diyeceðim. En büyük özlemimi soracaklar. Bende: “ Karnýmda büyüyüp kucaðýma alamadýðým oðlumun kokusu” diyeceðim “Peki, sevdin mi hiç?” derlerse. “Fýrsat olmadý” derim. Peki, Güldünya kýzdýn mý bize derlerse de Ýþte o zaman sadece güleceðim.
Yaz ‘10
91
Siyasi değildir siyahîdir benim özgürlüğüm 82 Anayasasında yasadışıdır benim sesim Düşünce suçtur çünkü sivil(!) anayasada Suskunluktur benim sesim, Konuşsam da anlayamazlar dilimi, yasak dilimi... Düşünmek var eder siyahî suçlarımı Sınıfta inkılâp tarihinin pürüzsüz zemininden kalmış Haklarım, siyahî haklarım. Der ve yutkunur yaşlı çocuk. Halkımın siyahî çocukları... Yorgun çocukları... Buğulu gözlerinde siyahî demir parmaklıklar Çocuk koca adamdır dağların diyarında Toplum bilimi suskun siyahî halkımın karşısında Kaçıyor tarih, kaçıyor toplum bilimleri Kendini kapatıyor karanlık Ortaçağ Avrupası'na Övünüyor resmi tarih dökülen kanlarla Övündükçe dili güneş dil oluyor, Balçıkla sıvanıyor siyahîlerin dili Kart Kurt oluyor, susuyor Sustukça çoğalıyor sesi adam çocukların Ve der ki çocuk, Güneş balçıkla sıvanmaz, dilim de susmaz Güneş dilin yavan ışığıyla... Siyasi değildir yasaklanmış sloganlarım Çocuk bahçeme atılan mermilere isyandır Taşlarım var dağlar diyarımda, şimdi avuç içimde Korkar üstün ırkın(!) güçlü, silahlı elleri, Avuçlarımda saklı dağlarımın çakıl taşlarından. Korktukça övünür kanlı destanlarındaki kusursuz liderleriyle Esmer halkıma yaşam hakkı bir lütfüdür devletin Ah benim siyahî suçlarım, küçük bedenime sığmayan İsyanlarım, yutkunmalarım... Ve susar yaşlı çocuk, yutkunur. Kardeşlik eritmekse sarı, yeşil ve kırmızımı Zincire vurmaksa haklarımı devlet lütuflarıyla Sınıfta bırakmaksa halkımın tarihini Siyahîleştirmekse dilimi... Ah güneşin üstün ırkı, Daha nice yağmurlar yağar, nice güneşler açar göklerde Süsler daha nice gökkuşağı renkleri nazlı dorukları, Buğulu gözlerinde parlar, sürgün edilmiş gözlerinde Ve yok edemez ne mermi ne de zincir Doğanın tebessümünü.
Şebnem Tan
92
Yaz ‘10
Önsöz’ün 5. yýlý vesilesiyle
sanat pratiði üzerine bir deneme yazýsý Vedat Düþküner Önsöz’ün varlýðýný duyurduðu ilk sayýsýnýn üzerinden beþ yýl gibi bir zaman geçti. Önsöz ayný kulvarý paylaþtýklarýyla arasýndaki farký belirgin bir þekilde ortaya koydu. Bu fark geride býraktýðý beþ yýl içinde daha belirgin bir hal aldý. Kültür sanat yayýnlarý büyük bir iddia ve heyecanla yayýn hayatýna baþlarlar fakat kýsa süre sonra kendini tekrara düþerler. Daha sonra ya sýnýrlý bir yayýn olarak kalýrlar ya da taþýmasý zor olan bir yük. Nihayetinde de kapanmayla sonuçlanýr bu serüvenler. Ancak Önsöz sabýrlý bir çalýþmayla beþ yýlý geride býraktý. Önsözcüler yaratmak istedikleri toplumsal düzenin, kültür sanat çalýþmalarýný kendilerine yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerden biri olarak görüp Önsöz’ü hazýrlýyorlar ve bu amaca yönelmiþ bir çalýþma içindeler. Önsöz yayýn hayatýna baþlayýp ilk sayýsýyla okurlarýyla buluþtuðunda, bu dönemde sanat cephesinde duraðan bir dönem yaþanýyordu. Varolan kültür sanat çalýþmalarý varlýklarýný korumaya çalýþýyorlardý. Önsöz varlýðýyla bu mücadeleye ortak oldu. Omuzlardaki yükün altýna omuzunu koyup yükü omuzlamaya ortak oldu. Yeni bir mevzi oldu. Önsöz ilk sayýlarýnda kültür sanat çalýþmalarýnda kendi sözünü oluþturma dönemi de yaþamýþ ve ön çalýþmalarýyla ve kurumlaþmalarýyla kendi sözünü oluþturmuþtur. Ýlk dönemlerde kendi anlayýþý temelinde kültür sanat tanýmýný geliþtirirken öte yandan devrimci kültür sanat cephesinin yaþadýðý pratik sorunlara ortak olmuþtur. Baskýlar, gözaltýlar, tutuklamalar karþýsýnda dayanýþmacý bir tavýr almýþtýr ki kendisi de gözaltýlar tutuklamalara maruz kalmýþtýr. Böylesi dönemlerde dayanýþmacýlýðýyla devrimci bir tutum sergilemiþtir. Önsöz’ün yayýna baþladýðý yýllarda kültür sanat alanýnda (genel anlamda devrimci sanat) bir içe kapanma, darlaþma yaþanmýþtýr. Bu dönemde kimi çevreler liberalizmin etkisiyle çalýþmalarýnda yönlerini deðiþtirdiler. Devrimci sanat anlayýþýndan ‘muhalif sanat’ anlayýþýna kayan bir ayrým olmuþtur. Devrimci sanat, devrimci kültür terk edilerek, liberal sol kültür temelinde muhalif sanat anlayýþýný iþlemeye baþladýlar. Bu sanat anlayýþý ve pratiði, bir dönemin kapandýðýný söyleyerek, dönemin yükünden kurtulmaya gi-
Yaz ‘10
riþtiler. Bu pratiklerini ifade edecek argümanlar bulmakta gecikmediler. Kapitalizmin kendini yenilediði, buna karþý Marksizmin yenildiði, devrimler çaðýnýn kapandýðýný, Marksizmin yeni dünyayý açýklamaya yetmediði vb. görüþlerle Marksizmi terk edip yeni geliþmelerdeki dinamiklere gözlerini kapatanlar, burjuva cephesinde meydana gelen deðiþimlere gözlerini dikmiþ, kendilerini bu geliþmeler temelinde ‘yenileyerek’ sermayenin kollarýna býraktýlar. ‘Elveda Proletarya!’ Bu kesimler, kültürel çalýþmalarýný ticarileþmiþ sistem yapýsý içinde oluþturmaya baþladýlar. Bu oluþturma ve muhaliflik en geniþ anlamýyla, kültürel mücadeleyi ve o mücadelenin kapitalist toplum iliþkilerini iþçi sýnýfý ve ezilenler lehinde yapmayý amaçladýðý deðiþim ve dönüþümü ve pratik politik mücadelenin bir parçasý olarak görmekten uzak. Bu kesimler iþçi sýnýfý ve ezilenlerin kültürüne deðer biçmiyorlar, bu kültür içinden deðer yaratacak, popüler kültüre yedeklenecek bir meta olarak görüyorlar. Bu kesimlerin sanat alanýnda ideolojik tavýr almada ve politik tavýr geliþtirmede yaþadýklarý tutarsýzlýk görülüyor... Ancak bir diðer gerçekte devrimci sanat alanýnda ideolojik tavýr almada ve politik tavýr geliþtirme de yaþadýklarý tutarsýzlýk görülüyor... Ancak bir diðer gerçekte devrimci sanat alanýnda, Marksist alanda yer alanlarýnda sanat gerçekliði, sanat pratikleri, tarihsel, biçimsel vb. anlamda sanatý kavramsal açýklýða kavuþturma, bir belirleme iliþkisi kurmada bulunma, sanatýn diyalektik materyalist açýklanmasý görevi karþýmýzda durmaktadýr. Sanat üretilirken ortaya çýkan iliþki biçimlerini ve niteliksel farklýlýklarý açýklayarak belirleme iliþkisi kurmak gerekmektedir. Kültür sanat çalýþmalarýnda devrimci sanat alanýnda kalarak yeni geliþen dinamikleri görerek, bu geliþen dinamiklere dair yapýt, eser, ürünleri, nesnel bir deðerlendirme süzgecinden geçirerek devrimci sanat alanýna dahil etmek gerekmektedir. Bu, etkileþim kanallarýný açmak ve dahil olmakla olacaktýr. Ayný zamanda kültür sanat anlayýþýnýn daha belirginleþmesini de getirecektir.
93
Sanatýn üretici güçleri sermayenin egemenliði altýnda, hýzla geliþmekte, sanat üretimi giderek tekelleþmektedir. Sanat bir mülkiyet biçiminde bir meta aracýna dönüþerek, deðer içeren bir metaya, sömürü aracýna dönüþmüþtür. Sanat üretimi, sanatçý denilen, oyuncu, ressam müzisyen, yazar vb. elinde toplanmýþtýr. Bunun dýþýnda kalan insanlar burjuva sanat tarafýndan tüketici haline getirilmiþtir. Burjuva sanat, insanlarý sanat üretiminden uzaklaþtýrmýþ, sanat pratiði dýþýna çýkarýlan insanlar, edilgen ve pasif bir tüketici konumunda konumlandýrarak birer meta tüketicisi haline getirmiþtir. Sanat üretimi ellerinde toplanmýþ sanatçýsý, üretim araçlarý sahiplerinin pazara sunduðu bir kukladýrlar. Bunlarýn en çok satan, en çok dinlenen, en çok okunan vb. þekilde sunulmalarý, birer ikona dönüþtürülmeleri, pazarlanmalarý bu iþletmelerin ayakta kalmasý için zorunludur. Önsöz’ün kýþ sayýsýnda Ruhan Mavruk’un röportaj yaptýðý Kazým Demir’in “Ben bir þairim, iþçi þair” diyerek anlattýðý aslýnda sosyalist bir düzendeki durumu özetlemektedir. Sosyalist düzende sadece diðer iþlerinin yanýnda þiir yazan vb. insanlar olacaktýr. Sanat üretilirken, ortaya çýkardýðý iliþkiler, bunlarýn biçimleri ve aralarýndaki niteliksel farklýlýklar incelenerek, geliþme süreçleri, olgularý tarihsel baðlarýyla açýklanmasý, iliþkileri kurulmalýdýr. Sanatýn üretiminde meydana gelen tekelleþme, üretimin tek elde toplanmasý ama tüketiminin toplumsallaþmasý bu toplumsal tüketimin, kitleler üzerinde yarattýðý etkiye karþý sanat cephesinden tepki geliþmiþtir. Bu tepki, edilgenleþtirilen, pasif bir konumda konumlandýrýlan tüketiciyi bilinçlendirme temelinde kurmuþ ve bu bilinçlendirmeyi belli bir pratik olarak ortaya koymuþtur. Bu anlayýþa göre sanat þimdiki toplumun baðrýnda yavaþ yavaþ geliþen ve gelmekte olanýn bilgisini verirken, gelmekte olan toplumu da hangi güçlerin kuracaðýný da tanýmlamalýdýr. Sanat bir ideolojik pratik temelinde kurulduðunda, sanata yüklenen iþlev bilimsel bilgi vermek ve sanatýn iþlevi içeriðe indirgenir. Bu taþýdýðý içeriðin açýklanmasýyla sanat gerçekliði özdeþlenir. Sanat ideolojik bir mücadele aracý haline getirilir. Dolayýsýyla iki farklý pratik özdeþleþtirilir. Sýnýflý toplumda sanatýn toplumsallaþmasýndan sözedilemez. Sanatýn üretici güçleri sermayenin egemenliði altýnda geliþip, sanat tekelleþirken, üretimi az sayýda insanýn elinde toplayan bu mekanizma çözülüp daðýlmadan sanatýn toplumsallaþmasý mümkün deðildir. Sanatýn toplumsallaþmasý yönünde verilen mücadele önemlidir. Sanatta üretim iliþkileri ve üretici güçler arasýndaki çeliþki, ekonomik ve politik düzeylerce belirlenmektedir. Sanatýn bu düzeyler üzerinde etkisi bulunmaktadýr.
94
Toplumsal iliþkileri, sanat üretiminin temelini oluþturan, bu iliþkileri çevreleyen, denetleyen güçler arasýndaki çeliþki, düzeyler arasýndaki iliþki belirlenmelidir. Üretim araçlarýna sahip olanlarýn ayný zamanda zihinsel üretime de sahip olduðunu söylemiþtir Marks. Toplumun tamamýna açýk olmasý gereken sanatý az sayýdaki insanýn elinde toplayýp diðer insanlarý bu üretimin dýþýnda birer tüketici olarak konumlandýrmasýna karþý insanlarýn tekrar üretici konumuna getirilmesi, toplumda varolan uzlaþmaz çeliþkilerin çözülmesiyle mümkündür. Toplumdaki bu uzlaþmaz çeliþkilerin üzerini örten ideolojik pratiklerdir. Sanat bu ideolojik pratiklerden insanlarýn þüphelenip sorgulamasýný saðlayabilir. Bu pratikler, sanatsal faaliyetleri (eser, ürün, resim, tasarým vb.) belirli kiþilerin, yazarýn, ressamýn, besteleyenin vb. üstün becerileri sonucu ortaya çýktýðý yönünde algýlar. Sanatý kapitalizmin çeliþkili yapýsý içinde düzenlendiðini gizler ve asýl gerçeðin toplumsal iþbölümü olduðunun görülmesini engeller. Sanatsal üretim de tarihsel olarak belirlenmiþ maddi üretimin bir ürünüdür. Tarihsel geliþim içinde ortaya çýkan her toplumda, toplumlar sýnýflara bölündüðü için üretim tarzý, deðiþim tarzlarý belirleyicidir. “Bu görüþ açýsýndan, bütün toplumsal deðiþimlerin ve politik devrimlerin ereksel nedenleri, insanlarýn kafalarýnda, insanlarýn sonsuz gerçeði ve adaleti daha iyi kavramalarýnda deðil, ama üretim ve deðiþim tarzýndaki deðiþmelerde aranmalýdýr.” (Marks-Engels Seçme Yapýtlar, cilt 3, s.161) Sanatta bu deðiþimler “her söz konusu çaðýn dönüþümün eðitimini yansýtan gerçekliktir. Dolayýsýyla çaðýn ve toplumun ‘gereksinmelerini giderebilecek’ hale getirilen ‘metalar’ gibi farklý ‘biçimler’ alýr. (s.163) Sanatta toplumsal ihtiyaçlara cevap veren maddi bir pratiktir. Sanat aldýðý biçim farklýlýklarýyla toplumsal gereksinmelere cevap vererek var olur. Sanattaki deðiþim ve dönüþümde üretimin deðiþip dönüþümüne baðlýdýr. “Kapitalist üretim yöntemini tarihsel baðlantýsý ve belirli bir tarihsel dönemdeki kaçýnýlmazlýðý içinde ve bundan ötürü, kaçýnýlmaz çöküþüyle birlikte göstermek...” (s.160) Bu tarihsellik içinde sanat ve sanat pratiði tarihsel anlamýný bulur. Ve sanat pratiðinin dönüþtürülmesi anlam kazanýr. Sanat bu tarihsellik içinde anlaþýldýðýnda, o tarihsel tanýklýðýnýn yanýnda üretildiði dönemin ideolojik bakýþ açýsýný da yansýtýr. Örneðin Sovyetler Birliðinde resim sanatýnda iþçilerin iþverenleri süpürüp çöpe atmalarý temasý tarihsel tanýklýðýn yanýnda tarihsel ilerlemeye göre ayarlanmýþ sýnýfçýlýk anlayýþýný da yansýtýr. O halde ‘ürünün önce üreteni sonra tüketeni köleleþtirdiði’ kapitalist üretim biçimi yerini toplumsal üretime býrakacaksa, toplumsal iliþkilerin dönüþtürülmesi gerektiði gibi sanat pratiðininde dönüþtürülmesi
Yaz ‘10
gerekir. Bu dönüþüm “politik egemenliðin kültür tekelinin ve zihinsel önderliðin” yýkýlmasýndan baþka bir þey deðildir. Kapitalist iþbölümünün getirdiði ayrýmlarý ortadan kaldýrarak bugünün tüketicisi konumuna itilmiþ insanlarýn tekrar üretici kýlan bir dönüþüm sanatý gerçek iþlevine kavuþturur. “Toplumun her üyesine yalnýz maddi bakýmdan ... deðil, ama herkesin bedensel ve zihinsel yetilerini özgürce geliþtireceði ve kullanacaðý bir yaþam saðlamanýn olanaðý- bu olanak þimdi ilk kez vardýr ama vardýr.” Yaþamý bu maddilikle tanýmladýðýmýzda, sanatý bir ideoloji pratiði ile sýnýrlayamayýz. Sanat ele aldýðý konuyu, belli bir aný sabitleþtirerek konunun kurgusu içinde verir. Onu tarihselleþtirerek onun dýþýnda konumlanýr ve bunu tüm boyutlara yansýtýr. O alýcýsýný ve izleyicisini vb. Etkisiyle yönlendirebilir. Örneðin Hatýrla Sevgili dizisi izleyicisinin o dönemin yayýnlarý edinme yönünde etkilemiþtir. Sanat bilimsel bilgi de veremez, ki ya o zaman sanat bilimi bir eyleyiþ aracý haline gelir. Ki o zamanda pratik iliþkiden söz etmek gerek, dolayýsýyla sanat bilimsel bilgi de veremez. Bilimin ortaya çýkardýðý bilimsel gerçeklere yönlendirebilir. Tarihsel dönüþümün motoru sýnýf savaþýdýr. Sanatta bu savaþýn bir parçasýdýr. Dolayýsýyla sanatta dönüþtürme mücadelesinin bir parçasý olarak görülmelidir. Ayný þekilde sanat gerçekliði, bir üretim biçimi olarak çözümlenerek sanatýn alt yapý üst yapý iliþkisi ve bu düzeylerin etkisi kavramlaþtýrýlarak açýklanmalýdýr. Marks, Engels’in ‘Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm’ yapýtlarýnda proletarya için söyledikleri “Bu iþin tarihsel koþullarý ve böylelikle doðasýný anlamak, þimdi baský altýnda bulunan proletaryaya, baþarmaya çaðrýldýðý bu önemli koþullarý ve anlamý üzerine eksiksiz bilgi vermek, bu proleter hareketin teorik dýþavurumunun, bilimsel sosyalizmin ödevidir.” (sy. 81) sözünü þöyle çevirebiliriz: Sanatýn tarihsel koþullarýný ve bu koþullar içinde maddi pratik varoluþ biçimlerini onun düzeyler arasýndaki iliþkisi, etkisi, ideolojisi ve politika iliþkisi üzerine bilgi vermek, proleter hareketin teorik ödevidir. Bu ödev yerine getirildikçe sanat tanýmý geliþtirilerek, büyük iddiasý doðrultusunda bildiði gibi yapmaya devam edecektir. Önsöz’ün beþinci yýlýný kutluyor, bundan sonraki çalýþmalarýnda baþarýlar diliyorum.
Yaz ‘10
5 YAŞINDA...
İnsanlığın kurtuluşunu hedefleyen sosyalizm büyük bir eserdir, bu da onun ÖNSÖZ’üdür diyerek çıktık yola... Yürüyüş sürmekte...
95
DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ Hey oradakiler… Yurdumun dört bir yanýnda sahnelere çýkan meslektaþlarým, sahne gerisinde alýn teri döken yaratýcý dostlarým; Ankara, Adana, Antalya, Diyarbakýr, Ýzmir, Ýstanbul, Trabzon, Erzurum, Tekirdað’da el ele tutuþan kardeþlerim Dünya Tiyatro günümüz kutlu olsun. Yer yüzünün her köþe bucaðýnda seyircilerini selamlayan yol arkadaþlarým Güney Afrika’da, Mozambik’de, Küba’da, Çin’de, Japonya’da, Almanya ve Ýngiltere’de, Ýran, Irak, Filistin’de amansýz direnen kardeþlerim Dünya Tiyatro günümüz kutlu olsun. Size bu kutlama metnini “2010 da Avrupa Kültür Baþkenti” ilan edilmiþ bir kentin tiyatro salonlarýndan yoksun býrakýlmýþ, seyircisi ile oyuncusu ötekileþtirilmiþ, yoksullaþtýrýlmýþ, kimsesizleþtirilmiþ, karmaþanýn ve koca bir yalanýn esiri haline getirilmiþ Ýstanbul’dan yazýyorum. Sevgili meslektaþlarým, Benim ülkemde yalan, gündelik kandýrmacanýn, göz boyamanýn, sýradanlaþtýrmanýn, hiçe saymanýn adýdýr. Benim ülkemde talan, ortak deðerlerimizi emperyalist tekellere ve yandaþ cemaat örgütlerine pazarlamanýn adýdýr. Benim ülkemde Barýþ-Eþitlik-Özgürlük, yalnýzca kuþlarýn kanatlarýnda gökyüzünde dolaþýr. Benim ülkemde hak, hukuk, baðýmsýz yargý ve yasalar önünde aynýlýk ayaklar altýndadýr. Benim ülkemde, son yedi yýlda insanlarýmýn yüzde yirmisi yoksullaþmýþ, iþsizlik ayný oranda çoðalmýþtýr. Benim ülkemde Eðitim-Saðlýk-iletiþim ve onlarca kamu alaný özelleþtirilmiþ, sistemler teslim alýnmýþtýr. Benim ülkemde iþçi ve çalýþan haklarý gasp edilmiþ, örgütlenme özgürlükleri yasalarla bastýrýlmýþtýr. Benim ülkemde tarým emekçileri, köylüler hiçleþtirilmiþ, emperyalist dayatmalara kurban edilmiþtir. Benim ülkemde din, bezirganlarýn elindedir ve aydýnlýða, barýþa ve eþitliðe karþý patlamaya hazýr bir silah haline getirilmiþtir. Benim ülkemde, halklar arasýna ayrýlýk tohumlarý ekiliyor, insanlarýmýn topluca ülke dýþýna sürgün edilmeleri konuþuluyor.
96
“Açýlýmlar” adý altýnda ne olduðu bile anlaþýlmayan kampanyalar yürütülerek toplumumuz suskunlaþtýrýlýp, tek tip haline dönüþtürülmeye çabalanýyor. Ülkemde halen tiyatro salonlarý, kültür merkezleri yýkýlýyor. Ülkemde oyunlar, yazarlar, çizerler yasaklanýyor, davalar açýlýyor. Devlet Tiyatrolarý, Opera Bale ve Senfoni için, siyasi iktidarýn kirli emelleri açýða çýkýyor. Bu köklü kurumlarýn özelleþtirilmesi için komisyonlar kuruluyor. Müzelerimiz, kütüphanelerimiz ayný sona doðru iteleniyor. Dünya insanlýðýnýn ortak mirasý olduðuna inandýðýmýz kültürel kalýtlar, paketlenerek alýnýp-satýlabilinen metalar haline dönüþtürülüyor. Tüm sanat alanlarýndaki yaratýcý dostlarýmýzýn özlük haklarý, gasp edilmiþ durumdadýr. Özel, amatör, belediye tiyatrolarý; üniversite tiyatrolarý, tarihimizin en kötü yýllarýný yaþýyor. 2010 da “Avrupa Kültür Baþkenti” ilan edilmiþ Ýstanbul’dan görülenler yalnýzca bunlar deðil elbet. Ülkemin tüm sanatsal yaratýlarýna uygun tek mekaný Atatürk Kültür Merkezi, rant avcýlarýnýn kirli çýkarlarýna kurban ediliyor. Kentlerimizin kültürel dokularý üstünde, “dönüþüm” adýyla paylaþým hesaplarý yapýyorlar. Bir arada yaþama geleneklerimiz, çýkar uðruna budanýyor. Kimilerimiz yalan týkýnmak için padiþah özentilerinin sofralarýnda baðdaþ kurarken, kimilerimiz yüreklerini iþçilerin , emekçilerin verdikleri onurlu mücadelenin yanýna katýyorlar. Biliyoruz ki; ülkemizin üstünde çoðalan bu kara bulutlar bir gün yok olacak ve hepimiz insanlýðýn yaktýðý büyük bir meydan ateþiyle birlikte ýsýnacaðýz. Barýþ hepimizi için, Eþitlik hepimiz için, Özgürlük hepimiz için olduðunda, sahnelerimizden çoðalan alkýþlar alkýþlara karýþacak. Önümüzde uzun bir yol ve daha haykýrmamýz gereken binlerce sözcük var. Yaþasýn Dünya Tiyatro Günümüz.
Yaz ‘10
Tarih nehir gibi akıyor. Kimi zaman çağıldayan şelaleye dönüşüyor ve metrelerce yüksekten patlayarak değiyor yatağına… Kimi zaman menderesler çizerek, boz bir yılan gibi kıvrılarak akıyor zamana… İlkel komünalden günümüze, insanlık nehri menderesler çizerek, uçurumlardan atlayarak bugünlere geldi…. Ne zaman ki insanlık mücadeleden doğurdu kendini, sanat da hep onunla beraberdi. Bugün küçük bir kızın umudunu mağara duvarlarında, Roma’da bir kölenin hayallerini bir rölyefte, Avrupa’da bir serfin düşlerini bir renkte, fabrikada bir işçinin yarınlarını bir notada saklı bulabiliyorsak; bu mücadele ve sanatın yoldaşlığının eseridir. Yeter ki bakmasını, yeter ki duymasını, yeter ki hissetmesini bilelim! Günümüz toplumunda her şey gibi sanat da bir meta haline geldi. Bu yozlaşmış zamanda, günümüzün çarklarında ezilip yok olmak yerine; o büyük nehri, doğru yatağa akıtmak, yarının insanının tohumlarını bugünden atmak, tarihi ve insanı değiştirmek, özgür bir dünya için bizimle bir olup üretmeye sen de var mısın? Yarınlar uğruna, emeğin kavgasında, sanatınla yer almak istiyorsan sen de aramızda olmalısın… Mart Kültür Sanat ve Düşünce Derneği
Yaz ‘10
97
İtfaiye İşçilerinin Sergisine Ziyaret
Bir haftadır Taksim Gezi Parkı’nda hazırladıkları sergi ile mücadelelerini devam ettiren İtfaiye işçilerini Ayışığı Sanat Merkezi olarak Devinim Tiyatro Atölyesi, Grup Emeğe Ezgi ve Şair Ruhan Mavruk birlikte ziyaret ettik. Güzel bir tesadüf oldu. İtfaiye işçilerine destek için bağış kutusuna para atmak için gelen küçük bir kızın adı da Ayışığı idi. Ayışığı olarak bu tesadüfe çok şaşırdık. Küçücük bir kız çocuğu ama kocaman bir yürek... Adı Ayışığı... Dayanışmanın bir başka örneğini İtfaiye ve İski İşçileri 2 Nisan’da Ankara’da gösterdi. Polis barikatının hemen önünde tekel işçileriyle kurulan mücadele birliğinin en güzel örneğini sergilediler
ÇADIRKENT SERGİSİ Ayışığı Fotoğraf Atölyesi olarak 78 gün boyunca Tekel işçileriyle birlikte olduk. Onların 78 gün boyunca sürdürdükleri eyleme biz de fotoğraf karelerimizle tanıklık ettik. Binlerce fotoğraf arasından zorlanarak seçtiğimiz karelerden Tekel/Çadırkent adıyla bir sergi açtık. Aynı zamanda sergimizi, Çadırkent’ten arda kalan dövizler, pankartlar, önlükler ve daha birçok anı ile örnek bir Çadırkent kurduk Ayışığı’nın salonuna. Sergimizi gezmeye gelenler istedikki biraz olsun soluyabilsinler Sakarya caddesinde kurulan Çadırkent’i… Yine aynı sergi kapsamında 28 Nisan tarihinde bu kez direnişteki işçileri bir araya getirip deneyimleri paylaşmak için davet ettik Çadırkent’imize. Tekel, Okmeydanı, İtfaiye, Marmaray, Samatya, Çemen, ATV-Sabah, Amed tuğla işçileri... Bir çığ olup sokağa, eyleme akan işçi bölükleri, seslerini, soluklarını bir araya getirmişler. Deneyimlerini paylaşmak, sonuçlar çıkarmak için tartışıyorlar. Etkinliğe katılım yoğundu. Adıyaman Tekel'den Mehmet Akbaba, İstanbul Tekel'den Metin Arslan ve Suat ... , Beşiktaş İtfaiye Baştemsilcisi Ayvaz Karakaya, Devrimci İşçi Komiteleri adına Ali Ekber Seven, Şair Ruhan Mavruk, Marmaray işçisi Mikail Özkan konuşmacı olarak yer aldılar. 13 Haziran günü ise Gazi mahallesinde Gazi Ekin Sanat Derneğinin karşısına kurduk Çadırkent’i. Gün boyu müzikle, şiirle ziyaretçilerle doldu park. Gün, ortaklaþa yapýlan kahvaltý ile baþladý. Kahvaltý sonrasý, herkes söyleþilere koyuldu. “Çadýrkent”te gün, piknik havasýnda sohbetler, içilen sýcacýk çaylar ve öðle yemeði ile sürdü. Ve sonra yine Emeðe Ezgi geldi. “Hava Döndü, Ýþçiden Ýþçiden Esiyor Yel” dediler. Kendi ezgilerini seslendirdiler, onyýllardýr halkýn belleðinde yer etmiþ ezgileri getirdiler yeniden bize. Halaylar sürerken, dinleti yine Söz Veriyoruz diyerek bitti. Ama ne müziðe doyulmuþtu, ne þiirlere. Gazi gençliði, kendi þiirleri ve kendi ezgileriyle geldi. Etkinlik, iþçi slaytlarýyla ve Bahara Ezgi’yle Emeðe Ezgi’nin klipleriyle sürdü. Havanın kararmasıyla birlikte artık açık hava sinema gösterimine geçebilirdik. Saatler 21.00’i gösterirken, 87 yapýmý Çark filminin gösterimi baþladý. Ýþçilerin yaþamýný, sömürü düzenine onurlu baþkaldýrýþlarýný ve Kazlýçeþme’deki büyük deri atölyelerinde yaþanan dramı anlatan film, günümüzün yaygýn iþçi emekçi direniþlerine de ýþýk tutuyordu.
98
Yaz ‘10
ÞÝÝR ve EDEBÝYAT Ekin Şiir Atölyesi
Mücadele Birliği Platformu’ndan UPS’ye Ziyaret Gün boyu sıcak paylaşımlarla sürdü ziyaretimiz, Diyarbakýr Tekel iþçisi, kendi Çadýrkent eylem günlerinden çýkardýðý dersleri anlatarak, UPS iþçilerinin de mücadele ederek kazanacaðýna inandýðý belirtti. Þair Ruhan Mavruk, “emekcanlar merhaba” diye baþladý konuþmasýna. Bir iþçi çocuðu olarak kendi sýnýf kardeşlerine sahip çýktýðýný, her zaman onların yanında olduğunu belirterek, “Kalmaya Dair” adlý þiirini iþçilerle paylaþtý. Grup Emeðe Ezgi ise söylediği marþlar ve halaylarla grev çadýrýný canlandýrdý. Coþkunun yoðunluðuna yaþandýðý ziyaretimiz iþçilerin her gün saat 14.00’da yaptýðý slogan atma eyleminin ardýndan sona erdi. Ýþçilerin sunduðu sýcak çaylarýn eþliðinde yapýlan sohbetler, öðle yemeðinin sýcak paylaþýmýyla daha da bir güzelleþti. Grev çadýrýnda içilen çayýn, yenilen yemeðin tadýný hiçbir yerde bulmak mümkün deðildir. Bir kez daha anlamýþ olduk bunu.
Yaz ‘10
99
Antep Ayýþýðý Sanat Merkezi’nde 20. yüzyýla iz býrakan þairler ve þiirleri üzerine bir söyleyiþi yapýldý. Program 30 Mayýs günü saat 15.30’da Nazým Hikmet, Ciðerxwin, Mahmut Derviþ, Paul Eluard, Mayakovski, Yannis Ritsos, Neruda, Aragon, Nizar Qabbani’inin fotoðraflarýndan oluþan ve slaytta Kürtçe, Türkçe ve Arapça þiirlerin okunduðu sinevizyon gösterimi ile baþladý. Ardýndan söyleþiye geçildi. Söyleþinin açýlýþ konuþmasýný yapan Þair Kazým Demir 20. yüzyýlýn toplumcu sanat üzerindeki etkisinin dünyadaki çalkantýlardan olduðunu belirtirken toplumcu sanatýn gerekliliðine de deðinerek sözü araþtýrmacý Mustafa Ercan’a býraktý. Neruda, Nazým, Aragon, Mahmud Derviþ, Paul Eluard, Mayakoski, Yannis Ritsos’u anlatan ve 20.yüzyýla býraktýklarý izleri örneklerle zenginleþtirirken, Homeros destanlarýnýn nasýl bir çaðýn tanýðý olduðunun, dönemine dair belge niteliði taþýdýðýnýn önemine deðinerek, þairlerin birer þiirini okuyup konuþmasýna son verdi. Konuþmadan sonra Ekin Þiir Atölyesinin hazýrladýðý þiirler ilgiyle dinlendi. Ve söyleþiye devam edildi. Edebiyat üzerine çalýþmalar yürüten Serdar Ekmekçi, Arap edebiyatýný anlatý. Arap edebiyatýnýn Ýslami baskýdan dolayý ifade güçlüðü çektiðini, ama ayný zamanda zengin duygu akýmýna sahip olduðunu söyledi. Acýlarýn coðrafyasý olmasýnýn bu duyu zenginliðine yol açtýðýný belirten Ekmekçi, Arap halkýnýn dünya þairi Nizar Qabbani gibi bir çok þairi de anlatýrken þiirlerinden de örnekler sundu. 13 Haziran Pazar Günü ise Nazım Hikmet ve Ahmed Arif için anma etkinliği düzenlendi.
SÖZCÜKLER CAN YÜCEL’Ý ÖZLER 6 Haziran Cumartesi günü Gazi Mahallesi Ayýþýðý Sanat Merkezi’nde tiyatro gösterimi ve devrimci sanat üzerine söyleþi yapýldý. Saat 16.00’da Tiyatro Simurg’un sahne almasýyla baþlayan etkinlikte Mehmet Esatoðlu ve Bilgesu Ataman’ýn rol aldýðý “Sözcükler Can Yücel’i Özler” adlý oyun sergilendi. Can Yücel’in yaþamýndan kesitler aktarýlarak, onun dünyaya, yaþama, sanata bakýþý anlatýldý. Sýk sýk alkýþlar alarak devam eden oyundan sonra Tiyatro Simurg oyuncularýyla bir söyleþi gerçekleþtirildi. Tiyatro Simurg oyuncularý, Taksim Ayýþýðý Sanat Merkezi’nden Songül Yücel, þair Ruhan Mavruk, þair Nazým Akarsu’nun da katýldýðý söyleþide devrimci sanat, alternatif tiyatro ve þiir üzerine sohbetler yapýldý. Etkinlik izleyicileri de oyun üzerine düþüncelerini aktararak sohbete katýldýlar. Ýþçi ve emekçilerin sanatsal etkinliklere çok az gidebildiklerini, devrimci sanatçýlar ve kurumlar sayesinde tiyatro, müzik ve þiir dinletilerini izleyebildiklerini belirterek, Ayýþýðý Sanat Merkezi’nden baþka etkinlikler de beklediklerini söylediler, Tiyatro Simurg’a baþka oyunlarýyla da onlarý semtlerinde görmek istediklerini belirttiler. Yaðmurlu bir havaya raðmen etkinliðe gelenler Ayýþýðý Sanat Merkezi’nin sýcak çaylarý eþliðinde, yaklaþýk iki saat süren sohbetin ardýndan Tiyatro Simurg ve Ayýþýðý emekçilerine teþekkür ederek ayrýldýlar.
2 Temmuz Sivas Anması Tarih 2 Temmuz 1993... Sivas... Adý sazla, sözle, ozanlarýyla anýlan þehir... 400 yýl önce haksýzlýða, ezilmeye, horlanmaya karþý isyana durmuþ Pir Sultan Abdal’ýn þehri... Ve sistemi içerden düzeltmeye çalýþanlara karþý, belleklerimize silinmez bir þekilde kazýnmýþ “Bozuk düzende saðlam çark olmaz” gerçekliði... Bu söze uymayýp Osmanlýya kapýlanan Hýzýr Paþa’nýn Sivas’a Vali olup Pir Sultan Abdal’ý astýrdýðý þehir... Pir Sultaný anma þenliði için, dört bir yandan aydýnlar, sanatçýlar, semah ekipleri kalkýp gelmiþlerdi Si-
100
vas eline 93 yýlýnýn 2 Temmuz’unda... Amaçlarý Pir Sultan’ý anmaktý sazla, sözle... Kimsenin hazýrlanan katliam senaryosundan haberi yoktu. Etkinlikler düzenleniyor, yazarlar kitaplarýný imzalýyor, semah ekipleri gösterilerini yapýyorken, bir yandan da sinsi sinsi katliam hazýrlýklarý yapýlýyordu. Her yýl olduðu gibi bu yýlda festival olaðan halinde sürerken Sivas sokaklarýnýn yavaþ yavaþ büyüyen bir uðultu sarmaya baþladý. Bahane hazýrdý, dinsiz aziz Nesin’i Sivas’tan kovmak... Oysa asýl amaç Pir Sultan’ý bir kez daha asmaktý... Daraðacý bu kez Madýmak oteline kurulmuþtu... Boyuna geçirilen ilmek deðil alev ve dumandý... 35 insanýmýz yakýldý. Evet, doðru taþý atan, oteli ateþe veren insanlar çember sakallý, cübbeli, gerici insanlardý. Peki onlarý oraya toplayanlar, harekete geçiren ve izin verenler kimlerdi? Suçluyu bilenler her yýl olduðu gibi bu yýlda her bir yandan otobüsler dolusu insanla Sivas’a Madýmak Oteli önüne aktý bir kez daha lanetlemek için Sivas Katliamýný. Alibaba mahallesinde bir araya gelen kitle öfke dolu sloganlarýný haykýrarak Madýmak Otelinin önüne geldi dillerinde sloganlar, yüzlerinde öfke ile...
Yaz ‘10
Devinim Tiyatro Atölyesi’nden Yeni Oyun Yaþamak Görevdir Bu Yangýn Yerinde adlý oyunla Devinim yaza merhaba dedi. Sivas’ta yaþanan katliamýn yýldönümü için hazýrlanan oyun, çeþitli tekniklerin denendiði güzel bir çalýþma oldu. Katliamýn gerçek görüntüleri ile güçlendirilen oyunda kuklalarda kullanýldý. Ýlk gösterimin ardýndan kimi eksiklerini de tamamlayarak gösterimlerine devam edecek oyunumuz.
Yaz ‘10
101
Halkýn Denizi Denizleþen Halkla Yürüyor Yýllardýr ýsrarla yürütülen mücadele sonunda kazandý. “Suçu ve suçluyu övmek” gerekçesi ile sürekli yasaklandý Denizleri Kadýköy Meydanýnda anma mitingimiz. Ama biz ýsrarla 2005’de Harbiye Açýk Hava Tiyatrosundan ilan ettiðimiz Halkýn Denizi Denizleþen Halkla þiarýmýzý her yýl bir baþka yerden devam ettirdik. 2006’da Ankara’da mezarbaþý anmasýnýn ardýndan Abdi Ýpekçi Parkýnda yaptýðýmýz mitingle, 2007, 2008, 2009’da Kadýköy’de miting baþvurularýmýz reddedilmiþ olmasýna raðmen kitlesel basýn açýklamalarýmýzla Denizlerin bayraklarýný dalgalandýrdýk. 1 Mayýs Taksim zaferinin ardýndan 6 Mayýs anmasýný yapmak daha da anlam kazandý bizler için. Tüm gücümüzle yüklendik. Ve sonunda ýsrarýmýz kazandý. Kadýköy’de yapmak istediðimiz mitingin önündeki engel kalkmýþ oldu. Kitlesel ve coþkulu bir 6 Mayýs mezar baþý anmasýndan sonra 8 Mayýs’ta gerçekleþen Denizleri anma mitingimiz BDP Van Milletveki Özdal Üçer, Tekel iþçisi Metin Aslan, sanatçý Ýlkay Akkaya’nýn desteði ile daha da güçlendi. Mücadele Birliði Platformu bileþenlerinin söz aldýðý miting Grup Emeðe Ezginin coþkulu ezgileriyle sonlandý.
bir çığlık bir ölüme kavuştu... Üç nehir bir denizle buluştu... Dün bugün ve gelecekte Denizlereakan nehirlere selam olsun
Grup Emeğe Ezgi
BDP Van Milletveki Özdal Üçer
102
İlkay Akkaya
Yaz ‘10
Yaz ‘10
103
Mitat Yıldırım 1 Mayıs 2010 Türkiye işçi ve işçi sınıfı emekçileri için bir kazanım olarak tarihe geçmiştir. Çünkü Taksim Meydanı 33 yıl aradan sonra işçi emekçi ve emek dostlarına açılmıştı. Bundan dolayıdır ki, bu 1 Mayıs önemliydi ve sınıf hareketi bu yıl içerisinde sıçrama yapmıştı. Bu da bizim adımıza bir kazanımdı. Bence bütün sınıf orada olmalıydı. Ben de kendi adıma oradaydım Taksim emekçilere açılmıştı. Evet bu uğurda canını verenleri mücadele edenleri, emekçiler ve işçi sınıfı da unutmamalıydı ve unutmadı, oradaydı. Onları hatırlama, unutmama adına ben de oradaydım. Çünkü onların mücadelesi olmasaydı Taksim Meydanı bizlere açılır mıydı? Bence hayır. Sınıf için mücadele eden canlarını verenler, cezaevlerine girenler olmuştu. Herkes meydanda olmalıydı. Olmadı. işçiye liderlik edenler, işçinin önünde olması gerekenler yine görevlerini yerine getirmediler. Getirmekten yana da bir gayretleri olmaz. Çünkü sınıfının gücünü bilen emekçileri, onlar da ülkeyi yönetenler gibi istemiyorlardı. Gücünü bilen bir sınıf, dayanışmayı yaratmaya çalışan bir sınıf, hem ülkeyi yönetenler için hem de sendikalar ve sendika patronları için dert olur. Verdikleriyle yetinen, götürdükleri yere giden sınıf bilinci yerleşmemiş işçiler lazım ki, rahat bir hayat sürsünler. Bugünkü işçi emekçi sınıfının liderlerine baktığımızda çoğu korkak, işçisine kapıyı bile açmayan, işçisinin mücadelesini balkondan izleyen; işçi sınıfı ve emekçilerin dayanışma gününde sınıfına ihanet eden
konfederasyon yöneticilerinin olduğu bir dönemde meydanın bizlere açılması ne kadar manidar. Bu da korkakların bir kazanımı olsa gerek. Çünkü yakın bir dönemde sınıf bir silkelenme yaşamış; üzerindeki ölü toprağını atmıştı. O nedenle işçi hareketinin daha ileri gitmemesi için sermaye yanlılarının ve bekçilerinin bir stratejisiydi; yani kısaca bir sus payıydı. Ve işçi sınıfını yönetenlerde buna ayak uydurdu. Bir tarihi günü sönük geçirmek için ellerinden geleni yaptılar kendi bayramımıza ihanet ettiler. Bu meydan için yıllarca mücadele eden, canını veren cezaevlerine girenler adına, kendi işçisini yalnız bırakan polisin coplamasını, gaz sıkmasını, işçinin kendi evi olduğu söylenen binanın balkonundan izleyen bir sendika başkanın konuşma yapması ne kadar doğruydu. Ve işçiler kardeşler bunu yaptırmadı. Bizler için günün anlamlı olayı buydu ve biz biliyorduk ki, ölümün değerini artıran ölmek değil neden öldüğünü bilmektir. İşçi sınıfı kendi kazanımlarını sağlayan, sınıfı için canlarını bile veren sınıf liderlerine ihanet etmedi. Kendilerinin sömürülmesini kolaylaştıran sendika patronlarını konuşturmayarak o konuşma kürsüsünün gerçek sahibinin kendileri olduğunu göstererek ve gerçek sendikacıların nasıl olması gerektiğini öğreterek, 26 Mayıs için de mesajını göndermiş oldu. Ve biz şunu da biliyoruz ki, korkakları bir tek yanındakiler hatırlar. Ama cesurları bütün herkesi ve tarih bile unutmaz. Çünkü cesaretliler mücadele eder, savaşır, korkaklar ise cesurların kazandıklarıyla sevinir, övünür.
ORADAYDIM Arabalara binilip de yollara çýkýldýðýnda Yollarýmýz kesilip de otobüslerimiz durdurulduðunda AKP önünde toplanýp sloganlar atýldýðýnda Gece olup da kapalý spor salonunda kapýlar üstümüze kapatýldýðýnda BEN ORADAYDIM Ýnsanlarý kýsým kýsým bölüp de ayýrdýklarýnda Bir kýsmý ABdi Ýpekçi parkýnda toplanýp Bir kýsmý AKP’nin önünde sýkýþtýrýldýðýnda Beþ kilometrelik yol dört saatte yürütüldüðünde BEN ORADAYDIM Gazlar sýkýlýp, coplar kullanýldýðýnda Ýnsanlýk unutulup, insanlara tekmeler atýldýðýnda Ekmeðini isteyenin insandan sayýlmadýðýnda Zor kullanýlýp da havuzlara itildiðinde BEN ORADAYDIM Daðýldýlar sanýp da saldýrýlar yumuþadýðýnda Herkes bir tarafa daðýlýp kaçýþtýðýnda Telefonlara sarýlýp da arkadaþlar arandýðýnda
Son bir gayretle Türk-Ýþ in önünde toplanýldýðýnda BEN ORADAYDIM Toplanmýþýz biz ülkemizin farklý yerlerinden Tek bir davamýz vardý oda geleceðimiz Kaybeden sadece biz deðil, iþçi- memur hepimiz Belkide bizden sonraki neslimiz Þimdi biz açlýk grevindeyiz yemedik içmedik ve BEN ORADAYDIM Görüþmeler yapýlýp kararlar alýndýðýnda TEKEL iþçisi alýnan kararlardan memnun kalmadýðýnda Caddeye sokaða çadýrlar kurulduðunda Umutsuzluðun yerini umutlarýn aldýðýnda BEN ORADAYDIM Eylemler yapýlýp mitingler olduðunda Davalar açýlýp mahkemelere sunulduðunda Mahkemelerden güzel kararlar çýktýðýnda Evlere dönmek için çadýrlar kalktýðýnda BEN ORADAYDIM Mitat Yýldýrým / Denizli Tekel
1 MAYIS 2010 TAKSİM BEN DE ORADAYDIM
104
Yaz ‘10
Aynur Erbaş /Adıyaman Tekel Hey gidi Tekel hey! Seninle olduk hem ağa hem bey tanışmamız bir tesadüften ibaretti Tarih 15 şubat 1993 İşbaşı eylemimiz gerçekleşti Hani tütüne yabancı değildik Eskiden tütün üreticisiydik Bütün aile sene sonu tekele baktı Şimdi içer olduk kanımızı çekti kaskatı Dışardan bize ibretle baktılar Boşalan cebimizdeki paraları saydılar Oysa evde çoluk çocuk perişandılar yine de halimize şükrettik Ekmek kapımız diyerek önünde saygıyla eğildik Dokuz yıldan sonra memleketten attılar Malatya'ya sürgün ettiler İnanın dostlar burada da rahat bırakmadılar Gidin dediler başımızdan Bize ne sizin ekmeğinizden aşınızdan Sonunda bizi delirttiler Psikologlar getirdiler bizi sonumuza doğru ..... yürü bu da fayda etmedi Derken bir eylemdir tutturduk Geceleri nöbete durduk O da yetmedi kendimizi yollara vurduk Ne Adana ne Tokat ne de kaldı Ankara Ankara'da dönen dolaplar üstümüzde kapkara Hep bir ağızdan söyledik Ankara'nın taşına bak Gözlerimin yaşına bak Ama nafile hiç bakan olmadı
Yaz ‘10
kimse bu derde deva bulmadı Şimdi sürmek isterler İstanbul'a İşin yoksa düşün kara kara Nerden çıktı başımıza bu bela Düşmüşüz bir kere dara Halimizi kim sora eskiden olsa taşı toprağı altın derdik Hemen çeker giderdik Ama altınlar hep çalınmış Toprağıda gitmiş geriye taşı kalmış haydi ayıkla pirincin taşını Mevlam silsin gözünün yaşını Nereye vurursan vur başını Hey gidi tekel hey Eskiden paşaydık vezir ettin kaayı yemişiz şimdi elaleme rezil ettin İnan dostlar üzüntüm bununla kalmıyor Memleket köşe bucak satılıyor İşleyen fabrikalar kapatılıyor Zaten işsizlik sınırı aştı Etrafı sardı hırsız kapkaççı Yarın bizden de katılır bir kaç Yediğimiz ekmek boğazımızda büyümedi inme gibi başımıza indi Sürgünlerin yolu dumanlı giden mi iyi olur yoksa kalan mı Bir meçhulün içindeyiz kimse sormaz ne haldeyiz elden birşey gelmez Sonumuz hayrola deriz Eğer çözüm gitmekse çeker gideriz Üzülürüm umudu olmayan yarınlara Nasıl elvada derim ekmeğimizi bölüştüğümüz dostlara
105
Aynur Erbaş /Adıyaman Tekel Biz kadınlar Bir kadın tanıdım, önce annemdi Sonra anladım, o her yerdeydi, Tarlada, fabrikada, sıcacık bir şefkatle Direndi, ezilmelere, törelere, Bazıları da, canıyla ödedi bedeli. Kadınlar, kapandı fabrikalara, Yandı Newyork'ta Adının ne olduğu, kimin umurunda, O kadındı ve direniyordu yaşam boyunca, Bir kadın tanıdım ben Ankara'da 352 gün direnen Emine Aslan, Onuruyla, yılmadan, hem de patrona Çok kadın tanıdım, tekelde, sigarada 55 gündür beraberiz Ankara'da karda ayazda Hakkımızdır dedik başladı kavga Ne cop kaldı ne su ne biber gazı Yılmadık, Abdi İpekçi Parkında Kadınlar tanıdım, ölümü göze almış, Açlık grevinde ön sırada
3 gün yetmez diyorlar 1 gün daha Kadınlar tanıdım, gelenler oldu çadırlara Kimisi ev hanımı, memurda var işçide Hepsi emekçi emekten yana Her yerdeyiz biz bizsiz olmaz hayatta Bir parça ekmeği bölüşmeyi de biliriz Karanlığı aydınlatmak için mum yakmasını da Bize direnmesinler daha Bize adandı, Tekel kadınlarına 8 Mart kadınlar günü, emekten yana Gurur duymak hakkımız, bu yıl yüzüncü yılında Şehitler verdik, bedeller ödedik Ama hep direndik Selam olsun direnişimizden Tüm dünya kadınlarına Onuruyla direnen, barış ve özgürlüğü Hep ananlara Umut olsun direnişimiz Kutlu olsun 8 Mart emekçi kadınlar günümüz
106
Yaz ‘10
Demokrasi çadırı Türk-İş önü Sakarya cad. Ankara Direnişin 59. Günü Siz ne anlarsınız çocukların ninnilerinden Oysaki çocukların gözlerindedir dewrim Çığlıklar vardır gülen gözlerinde çocukların Ey yoldaşlar, hewallar koşun çocukların gözlerindeki güneşe Ağlayanı güldürebilmektir dewrim Tutabilmektir Kürt çocukların fırlattığı taşı Oynayabilmektir yağlı kurşunların üzerinde Bütün annelerin memesini paylaşabilmektir DEWRİM Adıyaman Tekel İşçisi İmam Bakır 11.02.2010 saat: 15.50
TEKEL İŞÇİSİ
Halil Aktaş (Bitlis tekel işçisi) Alınteriyle kazanmayı seven Yetim hakkı nedir bilmeyen Devlet malı hepimizindir diyen Kahramandır TEKEL işçisi
Sakın kimse uğraşmasın Yiğittir tekel işçisi Küçük düşürmeye çalışmasın Onurludur TEKEL işçisi
Dayanışmayı gösteren, öğreten Paylaşmayı dosta düşmana gösteren Ekmeğini bölüşen sevgisini veren Direnişin simgesidir TEKEL işçisi
Direnmek nasıl olurmuş Hak nasıl alınırmış Mücadele nasıl yapılırmış Öğretir insanlara TEKEL işçisi
Yazdım yine birkaç kelam iki cümle Yaptıklarımız ders olsun tüm aleme Gitsek bu uğurda meçhule Ölümü göze alır TEKEL işçisi
Yaz ‘10
107
Adıyaman Tekel’den Fatma Yürüdük güneşi ellerimizde tutarak Yürüdük yüreğimizle haykırarak Biliyorum yakacak yakacak Hain ellerin emelini Yan gelip yatanların Yetim hakkı çalanların Bir tokat gibi yüzüne çarparak Yürüdük ayaz gecelere inat Yürüdük cesaretle, hoyrat uzak düşlere yelken açarak Dört bir yandan geldik Umut olduk, dost olduk Bir can, bir baş olduk Bıraktık çocuklarımızı ağlayarak Yürüdük sütümüzü toprağa sağarak Çalınan yarınlarımızı almaya geldik.
Nasırlanmış ellerimiz Sadaka değil iş ister Kömür değil, bacası tüten ev ister Umut ister, düş ister Yürüdük telaşsız ve kararlı Güneşi doğurtacak sabahın şafağı Saltanatının çukurdadır bir ayağı Yürüdük İstanbul'dan, Batman'dan Bitlis'den, Hatay'dan Ne rengimiz engel ne dilimiz Ne dinimiz engel ne künyemiz Emek bizim davamız Onurlu yaşamaktır Gülen çocuklar bırakarak hayata Yürüyeceğiz aydınlık yarınlara
108
Yaz ‘10
Diyarbakýr çadýrýna gittiðinizde sizi karakalem resimler ve karikatürler karþýlar. Bu çizimler Diyarbakýr Tekel’den Mehmet Karataþ’a aittir. Onu her zaman elinde kaðýdý ve kalemi çadýrýn bir kenarýna çekilmiþ çizerken bulurduk. Konusunu Çadýrkent’in ayrýntýlarýndan alýyordu. Eyleme tanýklýðýný çizgileriyle yapan Mehmet Karataþ sonunda çizimlerle Çadýrkent’in güncesini ortaya çýkarmýþ oldu. Diyarbakýr çadýrýnda sergisini açtý. Bu sergiden birkaç kareyi sizinle paylaþmak istedik.
Yaz ‘10
109
Selah Özakın
geceleri yazılamaya çıkamıyorsan ne var bunda
sarı tütün
biber gazı yeyince çöküp kalıyorsan
tütün sarısına tutuklanmış işçi kızlar var ya havaya kaldırdıkları narin nasırlı yumruklarıyla ne güzel gülüyorlardı bugün
dopdolu senin anlağın be yaz anlat anlamayı isteyene bekleyene
bir delikanlı seçtim kalabalığın arasından yaşlı bir adam sonra bir de dişiliğine öfke iliştirmiş pek güzel bir kız sınırsız sevinç vardı hepsinin gözlerinde hesapsız başkaldırı ölümüne coşku o an aklıma düştü birden Kavel grevini resmetmiş Hasan Hüseyin Korkmazgil’in öfkeye inancı dedim ki kendime durma yolcu söyle söylenmesi gerekenleri yaz haykır aktar güne yarına boynuna borçtur bu mirasın mayası çoraklaşan toprağa serp paylaş ne olmuş bir kurşuna hedef olmadıysan cephede dövüşürken ne olur şimdi koşamıyorsan korsan eylemci olamıyor
de ki direnmek çok güzeldir hemşerim bizi biler çelikleştirir ama zaten böyle zorluklarla yüzleştiğimizde biz bizizdir ah benim can dostum kapı komşum hemşerim durma susma söylenmesi gerekeni söyle öğren artık dünyalı sınıfdaşım kaldır yumruğunu haykır be ah benim uzun erimli düşüm dileğim biliyorsun sevdiceğim ne kadar susarsak o kadar gecikir devrim 23:09 / 04 02 2010
110
Yaz ‘10
Halil Askar (Tekel işçisi bir kadının eşi) Yoldaşlarımı gördüm ve... adına serhıldan dedim Yoldaşlarımı gördüm Kızılay'ın Sakarya'sında Sıraya dizilmiş çadırlarda bağlamışlar kafalarına beyaz bantları Kadını erkeği çoluğu çocuğu onlar değil yüzler değil binlercesini direnişi anlatıyorlardı emeği, onuru anlatıyorlardı elli beşinci günde ilk günmüş gibi
siyah kurdaleler bağlamışlar başlarına sevdalarını anlatıyorlar direnişlerini anlatıyorlar tabanı uyandırıyorlar sesleniyorlar, haykırıyorlar ve sol yumruklar havada hep bir ağızdan ölmek var dönmek yok diyorlar Türk-iş'in konferans salonunda Yoldaşlarımı gördüm yoldaşlarımı gördüm
Yoldaşlarımı gördüm Türkiş'in konferans salonunda onlar daha da farklı
Yaz ‘10
Türkiye'nin dört bir köşesinde
111
05.02.2010
MEHMET BENGÜ TOKAT TEKEL İŞÇİSİ
VAZGEÇMEM Zay oluyor emeklerim, değerim, Varsın yansın bu bedenim ciğerim, Sadece hakkıma boyun eğerim, Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Özlük haklarıma kazık attırmam Onurumu pazarlarda sattırmam Emeğin aşına zehir kattırmam, Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. 4C denen illet beni alacak Sefalete, köleliğe salacak, Vicdansızlar bana ağa olacak Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Davamız kucaklar burada herkesi, Alevisi, lazı, kürdü, çerkezi, Kızılay’dır açılımın merkezi, Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Yasal mücadele hakkımdır benim, Haram yiyenlerden değil ki tenim, Emek deryasında yüzecek gemim, Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Tekelcidir karanlığın ışığı Türkiye sevdası ekmek aşığı Biz olmayız Amerikan uşağı Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Ankara’dan gelir bize azıklar, Davadan dönene olsun yazıklar, Kanımı emiyor kanı bozuklar Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. Bal İbrahim güzelden alır hazı, Kalbimize kurduk baharı yazı, Vız gelir jop, soğuk su, biber gazı, Bu yol bana ölüm olsa vazgeçmem. 24.01.2010
112
Yaz ‘10