YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 1
Özgür seslerden do¤an müzik
Nükleer ölüm...
‹yi bir annesiniz...
Sayfa 8
Sayfa 4
Sayfa 7
Yaflanacak
Dünya
“Gelecek sene için ilk s›raya beni yaz›n...” Sayfa 11’de
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
AYLIK GAZETE • SAYI 10
1 Kasım 2004
Sosyal yıkım “Reform” dedikleri “Sosyal reform”, “sağlÝk reformu”, “çalÝşma reformu”, “eğitim reformu”... Kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi?.. Duyduğumuzda, “reform yapÝyorlar eksiklik ve yetersizlikleri gideriyorlar” yanÝlsamasÝna kapÝlalÝm diye, kulağa “hoş” gelen bu isimleri bilinçli olarak seçiyorlar. Oysa ortaya çÝkan sonuçlar hiç de hoş değil. “SağlÝk reformu” dediler, birçoğumuz için hastaneye gitmek lüks olmaya başladÝ. “Eğitim reformu” dediler, eğitimi tamamen paralÝ hale getirmeye yöneldiler.
“ÇalÝşma reformu” dediler, emeklilik yaşÝnÝ yükselttiler, işsizlik parasÝnÝ kÝstÝlar, işten çÝkarmalarÝ kolaylaştÝrdÝlar.
YarÝn bugünü arayacağÝz Avrupa ülkelerinin bütününde, düğmeye basÝlmÝşçasÝna eş zamanlÝ başlatÝlan saldÝrÝ dalgalarÝ bunlar. Almanya, Fransa, Avusturya, İngiltere, Hollanda ve birçok Avrupa ülkesinde işsizlik ve yoksulluk gittikçe kendini daha fazla hissettirmeye başladÝ. Bugünden dünü arar hale geldik!.. YarÝn bugünü arayacağÝz!..Ya ertesi gün?..
Geleceğimiz için hayÝr!.. Sosyal yÝkÝmÝn en ağÝr sonuçlarÝnÝ, yerli emekçilerle birlikte yaşÝyoruz. Fakat, topun ağzÝnda duran göçmen emekçiler olarak, yÝkÝma ilk biz uğruyoruz. Opel’de de gördük ki, kapÝyÝ önce bize gösteriyorlar. ArdÝ ardÝna açÝlan saldÝrÝ paketleri için “Bize ne bunlardan?” deyip bir kenarda durabilir miyiz?.. SarÝ sendikalarÝn engellemesine rağmen gelişen hareketin dÝşÝnda kalabilir miyiz?.. HayÝr! Geleceğimiz için hayÝr!..
Tepki büyüyor Hollanda’da, Bütçe Kanunu TasarÝsÝ’nÝ protesto eden yüzbinleri görmezlikten gelen hükümete tepkiler devam ediyor. 14 Ekim’de ülke genelinde, katÝlÝmÝn yüzde yüz gerçekleştiği ulaşÝm sektörü grevi yaşandÝ. Hollanda Demir YollarÝ, şehirler arasÝ ve şehir içi toplu taşÝmacÝlÝk, 24 saat boyunca tamamen durdu. Grev, günlük hayatÝ fazla etkilemedi. Çünkü halk önlemini almÝş, işi gereği şehirler arasÝ yolculuk edenler geceyi otellerde geçirmiş, trafik kaosunu öngörenler de yollara erkenden çÝkmÝştÝ. Grev kararÝna disiplinli uyum, sendikalarÝ bu kez de memnun etti.
BakanlÝk İşgali AçÝklanan eylem programÝ dÝşÝnda, 20 Ekim’de Sosyal İşler BakanlÝğÝ işgali yaşandÝ. 200 FNV üyesi, sabah 7.00’dan itibaren bakanlÝk girişine ve otoparkÝna barikatlar kurarak giriş çÝkÝşÝ engelledi. Den Haag şehrinde bulunan bakanlÝk binasÝ
“ Ayağa kalk ki, her şey daha iyi olsun! ”
Fransa’da yaşam zorlaşacak! n “Özgrlükler ülkesi” Fransa’da sosyal haklar› n Rapor, Sarkozy’nin talebi üzerine, eski IMF budayan sald›r›lar aral›ks›z devam ediyor...
önünde açÝklama yapan eylemciler, hükümetin tüm halkÝ yok saydÝğÝnÝ söylediler. BazÝ bakanlÝk çalÝşanlarÝ, FNV önlüğü giyerek eylemi destekledi. Polisin, saat 9.30’da, çevik kuvvetle müdahale edeceğini açÝklamasÝndan sonra, iki buçuk saat süren işgal sona erdirildi.
Grevler sürüyor Metal sektöründe 27 Ekim’de yapÝlan bir günlük uyarÝ grevine 22 bin işçi katÝldÝ. Grevcilerin 20 bini, işyerleri önünde toplanarak gösteri yaptÝlar. Bu sek-
törde mesai usulü çalÝşÝldÝğÝ için öğleden sonra katÝlÝmÝn daha da arttÝğÝ bildirildi. Erken emeklilik hakkÝnÝn korunmasÝ ve daha iyi bir sosyal sigorta sistemi istemiyle yapÝlan eylem, Hollanda metal sektörü tarihinde en kapsamlÝ grev özelliği taşÝyor. Sendikalar ve hükümet arasÝndaki görüşmelerin yeniden başlamÝş olmasÝ, eylemin önüne geçemedi. Üç büyük sendikalar birliğinin önümüzdeki aylar için hazÝrladÝğÝ eylem programÝ sağlÝk, eğitim, inşaat, belediye ve devlet dairelerini de kapsÝyor.
“Özgürlükler ülkesi” Fransa’da sosyal hakları budayan saldırılar aralıksız devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda EDF (Elektrik Kurumu), Telecom ve irili ufaklı bir çok devlet kurumu özelleştirme kapsamında sermayeye peşkeş çekildi. Ekonomiden Sorumlu Süper Devlet Bakanı Sarkozy, göreve getirildiği günden beri adını sansasyonel açıklama ve uygulamalarla duyurdu.
Yeni bomba... Sarkozy’nin yeni bombası ise basına kısmen sızan rapor. Rapordan anlaşıldığı kadarıyla, Fransız burjuvazisi, işçi ve emekçilerin geleceğini ve kazanılmış kaklarını ortadan kaldırma saldırısına hazırlanıyor. Rapor, Sarkozy’nin talebi üzerine, eski IMF başkanı tarafından hazırlanmış. Raporda özellikle üç ana noktaya vurgu yapılmakta. “Fransa ekonomisi
neden büyüme göstermiyor?” başlığı altında, bunun sebepleri ve kendince çözümleri şöyle sıralanmış: a) Çalışma saatlerinin çok kısa olması (Çalışma saatlerinin uzatılmasına dair saldırılar başladı bile).
Baflkan› taraf›ndan haz›rlanm›fl... Ekonomiden Sorumlu Bakan bu koşulları yerine getirirse, Fransa ekonomisi tekrar canlanabilir. Rapor bu üç maddeyle sınırlı değil. Raporda, Fransa’nın liberal ekonomiye geçişte ağır ve hantal davrandığınÝn, hızlı ve
radikal kararlar alması gerektiğinin altı çizilirken, diğer kuruluşların da buna uygun davranmaları gerektiği belirtiliyor. Yani ulaştırma, sosyal güvenlik vd. kuruluşlar da yukarıdaki maddeler çerçevesinde tekrar organize olmalılar. 3. sayfada
b) Ücretler yüksek. Ücretleri hızla aşağıya çekmek gerek. c) Gençler ve 50 yaşın üzerindekiler de dahil olmak üzere, herkes çalışmalı.
Az ücret çok iş... Bu maddelerin anlamı açık. Fransa’da işçi ve emekçilerin hakları tümden yok edilmek isteniyor. Daha az ücretle, daha fazla çalışma dayatılıyor. Ücretleri açıktan aşağı çekme cesaretini gösteremeyen burjuvazi, bunu çalışma saatlerini uzatarak yapmak istiyor. Michel Camdessus’a göre,
Pazartesi randevusu... Opel’de eylem
Yaflanacak
Dünya
n Pazartesi Eylemleri’nin gittikçe büyümesi ve radikalleflmesiyle Alman
YaşamÝn kÝyÝsÝna itiliyoruz Avrupa burjuvazisi, çÝğlÝk çÝğlÝğa bağÝrmaya başladÝ yine... Gelir azalmÝş! Bütçe açÝklarÝ büyümüş!. BunlarÝn sorumlusu bizmişiz! Tarihsel kazanÝmlarÝmÝzÝn bütününü elimizden almak için her türlü demogoji ve sahtekarlÝğa başvurarak, üstümüze üstümüze geliyorlar. AdÝna da “sosyal güvenlik reformu” diyorlar. Oysa bunun gerçek adÝ, “sosyal güvenliğin yok edilmesi”! YapÝlan “reformlar”la, gün içinde daha uzun çalÝşacağÝz. SağlÝğa ve eğitime tonla para ödeyeceğiz. Daha çabuk ve kolay işten çÝkarÝlacağÝz. İşsizlik yardÝmÝ, sosyal yardÝm düzeyine düşecek ve süresi kÝsalacak. Emeklilik yaşÝ yükseltildiği için ancak “mezarda emekli” olabileceğiz. KÝsacasÝ, yüzlerce yÝllÝk mücadeleyle elde ettiğimiz tüm haklarÝmÝz, bu “reformlar” yoluyla yok edilecek! (DevamÝ üçüncü sayfada)
burjuvazisi, eylem platformuna müdahale etti... Doğu Almanya’nÝn yÝkÝlmasÝnda önemli bir rol oynayan Pazartesi Eylemleri’nden esinlenerek adÝnÝ aldÝ bu eylem. Eylemler, 2 Ağustos’ta Magdeburg ve Dessav’de, onbinin üzerinde katÝlÝmla başladÝ. KÝsa sürede Almanya’nÝn 150 şehrinde yaygÝnlaştÝ ve yüzbinin üzerinde katÝlÝmlar oldu. Eylemlerin çÝğ gibi büyümesi, Alman burjuvazisini telaşlandÝrdÝ. Berlin Hükümeti, geri adÝm atmak zorunda kaldÝ ve Hartz IV yasasÝnda bazÝ maddeleri değiştirdi. Alman Polis SendikasÝ bile, eylemlerin yaygÝnlaşmasÝ ve ka-
tÝlÝmÝn artmasÝndan dolayÝ, eylemleri kontrol altÝna alamaya-
caklarÝnÝ ifade ederek, korkularÝnÝ dile getirdiler. 5. sayfada
n Avrupa’n›n 9 ülkesinde, General Motors ve Opel iflletmelerindeki iflçi k›y›m›na karfl› dayan›flma gösterileri yap›ld›... DünyanÝn sayÝlÝ otomotiv tekellerinden General Motors’un Avrupa’daki fabrikalarÝndan 12 bin işçiyi çÝkarma kararÝ, 10 binlerce işçinin protesto eylemleriyle karşÝlandÝ. Halen GM’nin Avrupa’daki fabrikalarÝnda 63 bin işçi çalÝşmaktadÝr. GM, önümüzdeki iki yÝl içerisinde kademeli bir şekilde 12 bin işçiyi sokağa atarak 500 milyon euro tasarruf etmeyi amaçlamaktadÝr. Eylemlerin ana merkezi olan Bochum’da grev ve fabrika işgali dahil birçok protesto gösteri-
si gerçekleştirildi. Bochum, işçi sÝnÝfÝnÝn ayak sesleriyle ve sloganlarÝyla sarsÝldÝ günlerce. Bununla da yetinmeyip, direnişlerini fabrika işgallerine kadar taşÝdÝlar. Eylemler sadece Bochum’la da sÝnÝrlÝ kalmadÝ. SÝnÝf kardeşlerini yalnÝz bÝrakmayan Opel işçileri Avrupa’nÝn 9 ülkesinde; İspanya, Portekiz, Polonya, İngiltere, Avusturya, İtalya, Belçika ve İsveç’teki Opel işletmelerinde işten atÝlmalara karşÝ dayanÝşma gösterileri yaptÝlar. 5. sayfada
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 2
Yaflanacak
Dünya 2
O
K
U
R
M
E
K
T
U
P
L
A
R
I
Kamaralara sÝğdÝrÝlan yaşam
Editörden Dört aylÝk aradan sonra, siz okurlarÝmÝzla yeniden kucaklaşmanÝn mutluluğunu yaşÝyoruz. SanÝrÝz öncelikle hepinize bir özür borcumuz var. Temmuz ve Ağustos aylarÝ içerisinde çÝkmayacağÝmÝzÝ yazmÝştÝk bundan önceki sayÝmÝzda. Ama bu süreyi uzatmak zorunda kaldÝk. Bunun için hepinizden özür diliyoruz... Ara vereceğimizi açÝkladÝğÝmÝzda bazÝ okurlarÝmÝz, arayÝ tatil nedeniyle verdiğimizden kuşku duydu. Ara döneminde de “Gazete artÝk çÝkmayacak mÝ?” gibi sorularla karşÝlaştÝk. Bu nedenle, bir kez daha alt çizmeyi gerekli görüyoruz: Yaşanacak Dünya, Avrupa’da -okuyucusuna ulaşabildiği oranda- bir ihtiyaca yanÝt verdi. Hedeflediğimiz oranda olmasa da, belli bir okur kitlesi oluştu. “ArtÝk çÝkmamak” bir yana, yeni dönemde gözümüzü daha geniş kitlelere dikmiş durumdayÝz! Evet, gazetemiz yayÝnÝnÝ sürdürmeye devam edecek. Hem de yeni okurlarÝyla buluşarak... Sizlerle buluşmamÝz uzadÝ. Bunun, anlayÝşla karşÝlayacağÝnÝzÝ umduğumuz sebepleri var. FarklÝ alanlardaki çalÝşmalarÝmÝzÝn yoğunluğundan dolayÝ bu sonuç ortaya çÝktÝ. Onbirinci sayfada sizlere de aktardÝğÝmÝz Bağbozumu, bu nedenlerden birisiydi. Yaşanacak Dünya emekçileri olarak, biz de bu emek seferberliğinde yerimizi aldÝk. Ordaki çalÝşma on gün sürdü, fakat öncesinde yapÝlmasÝ gereken hazÝrlÝklar, belli bir zamanÝ ve enerjiyi aldÝ. Öneminden dolayÝ, çubuğu bilinçli bir şekilde oraya bükmemiz gerekti.
n Herfley bundan yaklafl›k iki sene önce “müracat ettikten sonra gemiye gidiyorsunuz” denmesiyle bafllad›.
E¤er a¤aca ç›kmak istiyorsan›z, y›ld›zlara ç›kmaya niyet edin.
Gidece¤iniz yeri bilmiyorsan›z, vard›¤›n›z yerin önemi yoktur.
Çoğunuz gemi veya vapur türünden araçlara binip seyahat etmişsinizdir. Ben de İstanbul’da birkaç kez KadÝköy vapuruna binip karşÝya geçmiştim. Almanya’da da ailece, bir sürü yabancÝ uyruklu insanla birlikte, bir haftalÝğÝna gemiye misafir edildim. Üstelik kamara, yemek, vb. ihtiyaçlar için parada almadÝlar. Benim size anlatacağÝm, iltica başvurusu yapanlarÝn zoraki götürüldüğü ve giriş çÝkÝşlarÝ izine tabi olan Köln’deki o meşhur gemi. Belki kiminiz yanÝndan geçmiştir, kiminiz tramvayla köprünün üzerinden geçerken görmüştür. Ama kiminiz de niçin kullanÝldÝğÝnÝ, niçin devamlÝ orda durduğunu bilmiyorsunuzdur.
n Onlar ilerdeki günlerde kapitalizmin nimetlerinden, dayatmalar›ndan nasiplerini alacaklar ama flimdilik her fley toz pembe görünecek.
Hiç unutamam, ilk yemeğimiz iki dilim ekmek, küçük reçel yani kahvaltÝ türü şeylerdi. DoymamÝzÝn imkanÝ yoktu. Bir daha almamÝz da mümkün değildi. Doymuş gibi yaparak, çocuklarÝn karnÝnÝ doyurduk. Ye-
meşhur Dom Kilisesi’ni görmemek ayÝp olur” dedik, ailece izin alÝp çÝktÝk. Öğlene doğru gemimize geri döndük. Çünkü yemek saat 13:00’deydi. Yemek ten sonra Türkiyelilerle bir araya geldik. Hepsi de saf ve gariban Anadolu çocu-
mekten sonra dinlenmek için odamÝza çekildik. Yan kabinlerin çÝkarmÝş olduklarÝ gürültüden dolayÝ dinlenme şansÝnÝ elde edemedik. Yan tarafta AfrikalÝ aileler kalÝyordu. AramÝzda dil sorunu da vardÝ. YabancÝlarÝn birbirleriyle anlaşmak için kullandÝklarÝ enternasyonal vücut dilini kullanmak zorunda kaldÝm.
ğuydu. Kimisi siyasi sorunlardan dolayÝ, kimisi bir kaç kuruş için, aylarca beş altÝ ülke geçerek Almanya’ya ulaşmÝşlardÝ. Hepimizin tek bir amacÝ vardÝ. Kendimizi özgürce ve rahat ifade edebileceğimiz temiz bir gelecek. BunlarÝ o zaman düşünüyordum.
Özgür ve mutlu bir yaşam
Gemiyi anlatayÝm biraz. Bodrum kat yemekhane, ondan sonraki katlar kamaralar, en üst kat aile kamaralarÝ ve büyük bir salon. Bu salonda genelde sohbet edilir. Tabii ki herkes kendi dilinde. Çok gürültü olmakla be-
*** Ara verdiğimiz dönemde boş durmayacağÝmÝzÝ, gerçekleştirmeyi düşündüğümüz hedeflerimizin olduğunu söylemiştik. BunlarÝn başÝnda internet üzerinden de okurlarla buluşma hedefi geliyordu. Hem teknik hem de estetik yönden güzel ve kullanÝşlÝ bir sayfa olmasÝ için epeyce emek harcadÝk. İnternet sayfamÝz artÝk hazÝr durumda. Son rütuşlarÝnÝ da yaptÝktan sonra, 15 KasÝm’da sizlere sayfamÝzÝ sunuyoruz. Adresimiz: www.yasanacakdunya.net Bir yenilik de Bilim ve Teknik sayfamÝzda yaptÝk. Bu sayfamÝzda da artÝk bir köşemiz var. “Bilimde Yolculuk” adlÝ köşemizde, dostumuz Derya TanrÝvermiş, yazÝlarÝyla bizlerle birlikte olacak. Kendisine “aramÝza hoşgeldin” diyoruz. Kültür-Sanat sayfamÝz için de yeni bir köşe hazÝrladÝk. “Türkülerin Öyküleri” adlÝ köşemizde, birçoğumuzun bildiği ve severek söylediği türkülerin öykülerini aktaracağÝz sizlere. Bu köşemiz, şiir köşemizle dönüşümlü olarak yayÝnlanacak. *** Geride bÝraktÝğÝmÝz dört ay içerisinde, yaşamÝmÝzÝ direkt etkileyen sÝcak gelişmeler yaşandÝ.BunlarÝn başta gelenlerinden birisi, Alman burjuvazisinin gerçekleştirdiği Hartz VI saldÝrÝsÝydÝ.Bu saldÝrÝya karşÝ Almanya’nÝn dört bir yanÝnda, “Pazartesi Eylemleri” yapÝldÝ. ZayÝflamÝş olmasÝna rağmen eylemler hala devam ediyor. Biz de, hem yasanÝn muhattabÝ emekçiler hem de gazeteciler olarak bu eylemlerin içerisinde yer aldÝk. Değişik kesimlerden katÝlÝmcÝlarla röportajlar yaptÝk. Bu sayÝmÝzda da bunlara yer verdik. “Gözden Ýrak olan, gönülden de Ýrak olur” derler hani. Yaşanacak Dünya emekçileri olarak bizler, okurlarÝmÝza karşÝ bu duyguyu hiç yaşamadÝk. Sözün özü, hep gönlümüzdeydiniz. Sizlerin de bizi özlediğini düşünüyoruz. YanÝlmadÝğÝmÝzÝ umuyoruz! Yaşanacak Dünya’dan hepinize yeniden merhaba!
On metre kareye dört insan
Yapt›¤›m›z fleyler için piflmanl›k, zamanla geçer. Ne var ki, yapamad›¤›m›z fleylere piflmanl›¤›n çaresi yoktur.
her alanda, her üretim sektöründe, kesinlikle unutulmamasÝ gereken, değişik uluslardan emekçilerin birliğini güçlendirecek örgütlenmelerin yaratÝlmasÝdÝr. KazanÝlmÝş haklarÝmÝzÝ korumak, aynÝ kaderi paylaştÝğÝmÝz sÝnÝf kardeşlerimizle geleceğimizi şekillendirmek için bütün faaliyetlerde yan yana gelerek,
ternasyonal dayanÝşmayÝ yükseltmeliyiz. AynÝ zamanda dünyanÝn başka yerlerinde yaşanan sorunlara da duyarlÝ olmalÝyÝz. Her onurlu insanÝn görevi haksÝzlÝklara karşÝ çÝkmaktÝr. Bu tutum, hem günlük yaşamÝmÝzÝ kaliteli hale sokacak, hem de kimlikli bireyler ve azÝnlÝklar olarak “yaşanacak bir dünya-
AyrÝlma vakti gelmişti
YÝlmaz Uyan/Köln
Biliyoruz aslÝnda daha önce konuğunuz olmalÝydÝk. Biz de “zararÝn neresinden dönersek kârdÝr” misali şiir ve karikatürlerimizle uğrayalÝm dedik. Sizlere F tipinin soğuk duvarlarÝnÝn arasÝndan, sÝcacÝk yürüklerimizle merhaba diyor, hepinizi sÝmsÝkÝ kucaklÝyoruz. Yaşanacak Dünya’nÝn bir ve ikinci sayÝlarÝ hariç, diğerleri elimize ulaştÝ. Her sayÝ zenginleşerek, güçlenerek bizlere soluğunuzu, coşkunuzu taşÝyor. Bize gelen son sayÝnÝzda, tatile çÝktÝğÝnÝzÝ yazÝyordu. Şimdi yeniden çalÝşmanÝn temposunu artÝrmÝşsÝnÝzdÝr. Kuşkusuz Yaşanacak Dünya’nÝn çabasÝ, mücadelesi ve nefesi, bulunduğunuz her alanda, her yerde sizlerle hayat buluyordur, bundandÝr ÝşÝklarÝnÝn bizlere kadar ulaşmasÝ. Sevgili dostlar, sizlere bu ilk misafirliğimizde 6 sayfa
şiir, 2 karikatür ve kÝsa merhabamÝzla uğruyoruz. DevamÝnÝ getirmek dileğiyle hepinizi özlemle ve sevgi ile sÝmsÝkÝ kucaklÝyor, çalÝşmalarÝnÝzÝn sürekliliğini diliyoruz.
Selamlar BarÝş Alkan, Mete Tuncer, Turgut Köklü. Tekirdağ F Tipi CezaeviTürkiye
Sorun anlatay›m Susan nedir diye sorun Size duvarlar› anlatay›m Beyaz bembeyaz yine beyaz Gönül topra¤›n›n üzerine örülmek istenen Harc› ac›yla, zulümle kavrulmufl So¤uk ve yüksek duvarlar Konuflan nedir diye sorun Size yüre¤imi anlatay›m Coflkun sevdal› umut dolu fiar›l flar›l akan p›nar›n Tatl› sular›nda y›kanan yüre¤imi Parmakl›klar ard›na s›¤mayan sesimi Bar›fl Alkan
HatalarÝmÝzdan öğrenelim...
Kültürümüzü korurken... Bu coğrafyaya yerleşen ve giderek yerleşik yaşama geçen göçmenler olarak “kendi kültürümüzü” korumalÝyÝz. Fakat içinde yaşadÝğÝmÝz toplumun dilini öğrenerek, bütün alanlara ulaşabilme yönünde yoğun bir çabayla eksikliklerimizi kapatmalÝyÝz. Her türlü hakkÝmÝzÝ arayÝp, savunacak duruma gelmek, bizi bekleyen sorumluluğumuzdur. Her halk kendi öz kültürünü koruyarak evrensel düzeyde kültürlerle buluşmalÝdÝr. Büyük bir kültür bahçesi yaratmak her onurlu insanÝn görevidir. Bu düşünüş tarzÝya, yaşanÝlan
Sabah biraz uyuruz sanmÝştÝm. OdalarÝ saat 07:00’de boşaltacağÝmÝzÝ hesaplamamÝştÝm. Erkenden kaltÝk. Mahkemeye gidecekleri ayÝrdÝlar, bizi de azat ettiler. “Eee, gelmişken o
Merhaba Yaşanacak Dünya emekçileri Baflar›, enerjinizi korkular›n›za de¤il, düfllerinize verdi¤iniz zaman olanakl›d›r.
Göçmenlik gerçeği... Birinci bölümde ortaya konmuş haliyle, (yaşanan gerçeklik üzerinden) ilk bakÝşta insanÝ bunaltÝyor olsa da, bu durumu kabul ederek, esas olan dönüştürme eylemine zaman kaybetmeden yönelmek, hayati önemdedir diyebilirim. Çok karmaşÝk sorunlar yumağÝ içinde, çok yönlü sorunlarÝmÝzÝ kolaylaştÝrÝcÝ bir tutum olarak (biz göçmenler), “asimile olmayan bir entegrasyon” yönünden mevcut durumumuzu ileriye çekebiliriz. Bu anlayÝş içinde kÝsa vadede ve uzun vadeli görevlerimizi birbiri ile bağlantÝ içinde günlük yaşamda uygulayarak, bugün içinde bulunduğumuz handikplarÝ aşağÝ doğru çekerek, hayatÝn her alanÝna müdehale edecek bir seviyeyi tutturmak zorundayÝz.
Herşey bundan yaklaşÝk iki sene önce, iltica için müracat ettikten sonra, “gemiye gidiyorsunuz!” denmesiyle başladÝ. Eşim, oğlum, kÝzÝm ve ben, “NasÝl bir gemi acaba?” diye düşünmeye başladÝk. Bizi arabayla kapÝsÝna kadar götürdüler. İçeri girdik. Dikkatimi çeken şey, her Ýrktan ve her renkten insanÝn bir arada oluşuydu. O dönem en çok AfrikalÝlar ve Bulgarlar vardÝ. Biz de Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen yaklaşÝk 15 kişiydik, kamaramÝza yerleştirildik. 10 metre karelik bir yerde 4 adet ranza, bir küçük masa, 2 sandalye hepsi bu kadar. Yemek vakti 4 katlÝ yerimizin bodrum katÝna indik. İtiş kakÝş arasÝnda sÝraya girebildik.
raber, yeni insanlar tanÝmak ve onlarla arkadaş olmak çok ilginçti. Uyumaya çalÝştÝğÝmÝz bir gece, o zaman 7 yaşÝnda olan oğlum bana seslendi. “Söyle oğlum” dediğimde, "Baba biz gece uyursak, bu gemi hareket edip giderse, daha sonra fÝrtÝna çÝkarsa, biz de boğulursak, bizi kim kurtaracak?” dedi. Epey gülmüştük. Herhalde Titanik’i izlemiş... Neyse, bu tempoda bir haftayÝ doldurduk. İki gün biz de mahkemeye götürülüp getirildik. Daha sonra üç hafta içinde kalacağÝmÝz kamp belli oldu. Ertesi sabah gidecektik. Ordaki dostlarla ayrÝlma vakti gelmişti. Her birimiz değişik yerlere gidecektik. O gece kendi aramÝzda bir küçük veda partisi yaptÝk. Telefon numaralarÝ alÝndÝ adresler verildi. Benim halen görüştüğüm beş arkadaşÝm var. Sizlere gemiyi anlatmaya çalÝştÝm. Eğer bir gün o meşhur gemiyi görürseniz, bu anlatÝklarÝmÝ düşünün. Şu an orada bizim yaşadÝğÝmÝzÝ yaşayan insanlar var. Kimi belki geride bÝraktÝklarÝnÝ, kimi hayatÝnÝ garantiye aldÝğÝnÝ düşünüyor. Onlar da ilerdeki günlerde kapitalizmin “nimetlerinden” ve dayatmalarÝndan nasiplerini alacaklar ama şimdilik her şey toz pembe görünecek. Sevgili Yaşanacak Dünya çalÝşanlarÝ ve okurlarÝ, çalÝşmalarÝnÝzda ve hayatÝnÝzda üstün başarÝlar diliyorum.
ekonomik ve demokratik haklarÝmÝzÝ savunmalÝyÝz. İş yeri temsilciliklerine girerek sÝnÝfsal dayanÝşmanÝn örneklerini yaratmalÝyÝz.
Bizi bekleyen sorumluluk Günlük yaşam içinde kendini gösteren ve müdahale bekleyen siyasal ve sosyal sorunlara dönük çalÝşma yürütürken, aynÝ zamanda ülkemizde meydana gelen her türlü gelişmeye de duyarlÝ olmalÝyÝz. YaşadÝğÝmÝz ülkenin emekçilerinin de desteğini alarak en-
nÝn” kurulma serüveninde tarihe karşÝ sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağÝz. Tarihin akÝşÝna hÝz vererek, tarihsel gelişmede bize layÝk olana sahip çÝkma onurunu doya doya yaşayacağÝz. İşte, bütün bu kazanÝmlar için, hep birlikte el ele olmak, biz göçmen emekçileri beklemektedir. K. Yusuf Fransa-Nancy Not: YukarÝdaki mektubu sayfanÝn formatÝnÝ aştÝğÝ için kÝsaltarak yayÝnlÝyoruz. YazarÝnÝn anlayÝşÝyla karşÝlayacağÝnÝ umuyoruz.
Almanya’da yaşayan gençler, okumaya devam ya da meslek eğitimine başlama çelişkisinde kalÝyor. Ne yazÝk ki bazÝlarÝmÝz bu çelişki yüzünden karar veremeyip işsiz kalÝyoruz. Bir kere o boşluğa düştükten sonra, iş bulma veya okuma zorluğu artÝyor. Almanya’nÝn ekonomik durumu gittikçe kötüleştiğinden ve iş yerlerinin azalmasÝndan dolayÝ ne yazÝk ki çoğumuz işsiz kalÝyoruz. Bir çoğumuzun psikolojisi bozuluyor. Bu yüzden öz güven ve motivasyon kaybediyoruz. Bu da geleceğe, negatif ve pesimist bir bakÝş açÝsÝyla bakmamÝza sebeb oluyor. Gençler bu boşluğa düştükleri zaman, para kazanmak için kötü yollara başvuruyorlar. Mesela uyuşturucu işlerine. Bu karanlÝk boşluktan kurtulmak
isteyenler yardÝm aramalÝlar. Fakat bu yardÝm profesyonel bir yardÝm olmalÝ, yani bir terapiste gitmeliler. Çünkü söylediğim gibi bu psikolojik bir durum. Kötü bir yola başvurmak yerine bir psikoloğa başvurmalÝ. Psikoloğa giden deli biri değil. İnsanÝn psikolojisi düzeldiği zaman başaramayacağÝ bir şey yok. Gençlerin psikolojisi düzeldiği zaman motivasyonlarÝ geri dönüyor ve geleceğe daha pozitif bakÝyorlar. Tabii bu hata yapmalarÝnÝ tam olarak engellemeyecektir. Hatalar insanlarÝ yoğuruyor ve kişiliklerini geliştiriyor, tabii hatalardan öğrenilirse. Hata yapmak kötü değil, kötü olan hatadan öğrenmemek. Bir şeye daha değinmek istiyorum. Gençler perspektiflerini değiştirmeliler. Her şeye tek yönlü
bakmamalÝlar. Bu, çoğu zaman onlarÝ tek bir tarafa çekiyor ve "taraftar” haline getiriyor. Ve bir tarafa sÝğÝnan bir genç, o taraftan güven ve yakÝnlÝk arÝyor, fakat o tarafa bağÝmlÝ ve tam olarak özgür olmadÝğÝnÝn farkÝna varmÝyor. Fakat çok perspektifli birisi özgür, bağÝmsÝz ve özgüvenli oluyor, çünkü kendi
başÝna çoğu şeyleri başarabiliyor. Buradan gençlere sadece başkalarÝ tarafÝndan yönetilmemelerini öneriyorum. Yani aklÝnÝzÝn ve kalbinizin sesini dinleyin ve doğru yollara başvurmaya ve alternatif birisi olmaya çalÝşÝn. Mesut-Köln
Yaflanacak
Dünya
AYLIK GAZETE
Der Verein interkulturelle Wissenaustausch (Inter-Wissen e.V.) derne¤inin deste¤i ile ç›kmaktad›r. Merkez Büro: Lasallestr.54· 51065 Köln Telefon: +49-(0)221-57 92 234 - 35 · Telefaks: +49-(0)221-57 92 236 e-Mail: yasanacakdunya@yahoo.com Deutsche Bank · Konto Nr.: 343 34 55 · BLZ 370 700 24 Berlin irtibat: +49-(0)30-616 20 991 · Ludwigsburg irtibat: +49-(0)7141-643 10 79 Paris irtibat: Tel.: +33 (0) 618 07 86 18 · e-mail: pydunya@hotmail.com ‹ngiltere irtibat: e-mail: yasanacakdunya@hotmail.com
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 3
Yaflanacak
G
Ü
N
D
E
Avrupa Sosyal Forumu n Filistin sorunu ile Irak’ta devam etmekte olan emperyalist sald›r›n›n ifllendi¤i seminerler, genel olarak ilginin yo¤un oldu¤u toplant›lard›. Her yıl düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu’nun (ASF) üçüncüsü, 14-17 Ekim tarihleri arasında Londra’da gerçekleştirildi. Katılımın sadece Avrupa kıtası ile sınırlı kalmadığı, dünyanın farklı ülkelerinden gelen konuşmacı ve aktivistlerin de yer aldığı ASF’nin büyük bölümü, Londra’nın tarihi mekanlarından Aleksandra Palace’da yapıldı.
Genel katÝlÝm düşüktü ASF, Dünya Sosyal Forumu’nun aldığı karar çerçevesinde 2002 yılından bu yana düzenleniyor. İlki 2002 yılında İtalya’nın Floransa kentinde, ikincisi ise geçen sene Paris’te aris gerçekleştirilmişti. Bu sene düzenlenen ASF, öncekilerle kıyaslandığında organizasyon bozuklukları ama özellikle katılımın düşüklüğü ile öne çıktı. Önceki iki ASF’de de katılım 100 bin dolayında iken, bu yılki
n Devrimci Proletarya; “Dünyada Politik Tutsaklar”, “Yüksek Ö¤renimde Kriz” ve “Büyük Ortado¤u Projesi” bafll›kl› üç seminer verdi
ASF’ye sadece 30 bin civarında katılım oldu. Anarşist gruplar, geçen sene olduğu gibi bu yılda ASF’ye katılmayıp, “Başka bir ASF mümkün” sloganı ile alternatif bir forum düzenledi. Çevreci gruplardan sendikalara, savaş karşıtlarından pasifistlere, liberallerden çeşitli sol grup ve partilere kadar çok çeşitli bileşenin oluşturduğu ASF’de 50 panel, 150 seminer ve 300’e yakın da atelye çalışması yapıldı. Kültür etkinlikleri kapsamında ise film gösterimleri, sergiler ve konserler organize edildi.
İlgi çeken konulara yoğun katÝlÝm Birbirlerine yakın konuların birleştirilerek, konu sahiplerinin konuşmacı olduğu seminerlere katılım genel olarak iyiydi. İlgi çeken konularda verilen seminerlere daha yoğun bir katılımın oldu.
ra’ya gidemedi. Bu yılki ASF’ye Türkiye’den Devrimci Proletarya; “Dünyada Politik Tutsaklar”, “Yüksek Öğretimde Kriz” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” başlıklı üç seminer verdi.
Devrimci Prolaterya üç seminer verdi.
Özellikle anti kapitalizm ve Amerikan emperyalizmi karşıtı konuşmasıyla Che Guvera’nın kızının katıldığı panel, izdiham yaratacak ölçüde kalabalıktı. Filistin sorunu ile, Irak’a emperyalist saldırının işlendiği seminerler genel olarak ilginin yoğun olduğu toplantılardı. Av-
rupa Sosyal Forumu’na İngiliz devletinin foruma katılımı en aza indirgemek için bilinçli olarak çÝkarttÝğÝ vize sorunları nedeniyle, Türkiye ve Avrupa’nın diğer ülkelerinden, aralarÝnda Devrimci Proletarya’dan temsilcilerinin de yer aldÝğÝ bir çok konuşmacı ve aktivist Lond-
Devrimci Proletarya, ASF’de ayrıca, geçmişten günümüze Türkiye’deki cezaevleri katliamlarının ve direnişlerinin anlatıldığı ve yeni ceza infaz yasası ile gelmekte olan tek tip elbise, zorla çalıştırılma gibi saldırılara dikkat çeken “Kara Kitap” adlı bir broşür dağıttÝ. ASF, 17 Ekim’de yapılan yürüyüş ile son buldu. Oldukça coşkulu ve renkli geçen yürüyüşe, 40 bine yakın insan katıldı. Yürüyüş, miting ile birlikte 5 saat kadar sürdü. Devrimci Proletarya, mitinge “Ya Barbarlık ya Sosyalizm” pankartÝyla katÝldÝ.
AçlÝktan ölüyorlar! Belçika Posta işçileri grevde Birleşmiş Milletler (BM) Çocuklara YardÝm Fonu (UNICEF), Doğu Avrupa’da her 3 çocuktan birinin yoksulluk içinde yaşadÝğÝnÝ açÝkladÝ. Raporun çarpÝcÝ yanÝ sadece bu da değil. Çocuklar arasÝnda alkol ve uyuşturucu madde bağÝmlÝlÝğÝ da giderek artÝyor. Kapitalizme dolu dizgin koşmanÝn bedelini bugün çocuklar da ödüyor. İşsizlik, alkol bağÝmlÝlÝğÝ, boşanma oranÝnÝn yüksekliği ve geleceğe dair umutsuzluk; çözülen, dipten doruğa çürüyen bir toplumun aynasÝndan ilk görünenler… AraştÝrma sadece Doğu Avrupa’da toplam 700 bin çocuğun ailesinin yanÝnda yaşamadÝğÝnÝ, eski Sovyetler Birliği ülkelerini de buna dahil ettiğimizde rakamÝn tÝrmandÝğÝna işaret ediyor.
AIDS’te artÝş... Küçük yaşta vücudunu satarak yaşamÝnnÝ sürdürmeye çalÝşan çocuklarÝn sayÝsÝnda artÝşa vurgu yapan rapor, Doğu Avru-
Belçika’da Posta ÇalÝşanlarÝ SendikasÝ’yla işveren arasÝnda sonuçlanan toplu iş sözleşmesi sonrasÝ, Postane DağÝtÝm ve Büro ÇalÝşanlarÝ İşverenleri, 36-38 saat çalÝşmayÝ yetersiz bularak anlaşmayÝ tanÝmayacaklarÝnÝ açÝkladÝlar. Patronlar, kendi gazeteleri olan De Tijd’e verdikleri demeçlerde, “Eğer biz çalÝşanlarÝn taleplerini kabul edersek, yüzde 5 zam yapmÝş oluruz. Bu da postane bütçesini aşar. O yüzden özelleştirmeye gitmek zorundayÝz” dediler. PatronlarÝn bu iki yüzlü politikalarÝna karşÝ, postane işçilerinin üyesi olduklarÝ sendikalar tarafÝndan grev ilan edildi. pa’da patlayan AIDS’e dikkat çekiyor. Geçen yÝl 230 bin kişinin AIDS virüsüne yakalandÝğÝ Doğu Avrupa, dünya çapÝnda HIV’in yayÝlma oranÝnÝn en yüksek olduğu bölge olarak öne çÝkÝyor. Rapor, Ukrayna ya da Moldavya gibi ülkelerde HIV virüsü taşÝdÝğÝ için çocuklarÝn okullara alÝnmadÝğÝnÝn, böylelikle geleceğe dair umutlarÝnÝn tamamen yok edildiğinin altÝnÝ çiziyor.
La Poste’de özelleştirme CGSP’nin grev çağrÝsÝna katÝlan işyerlerinde örgütlü olan diğer sendikalar, 36 saat çalÝşma taleplerine yönelik olarak başlatÝlan saldÝrÝnÝn ardÝnda,
La Poste’nin özelleştirme kapsamÝna alÝnmak istenmesinin olduğunu açÝkladÝlar. 12 Ekim tarihli De Tijd gazetesinde çÝkan, La Poste’nin özelleştirilmesi için ortak arandÝğÝ duyurusu, sendikalarÝn grev ilan etmesini zorunlu kÝldÝ. Hükümetin, patronun önerisini henüz parlamentoya bile gelmeden koşulsuz olarak desteklediğini açÝklamasÝnÝ yasadÝşÝ olarak gören işçi temsilcileri, 1 Ekim’den itibaren posta dağÝtÝmÝna çÝkmadÝlar.
İktidardan geri adÝm Turnai kenti depolarÝnda 1.5 milyon mektup kasalarda bekletilirken, Liege ve Brüksel gibi büyük şehirlerde de posta hizmetinde yüzde 75’lere varan iş yavaşlatma yapÝldÝ. Bunun üzerine, grev öncesi La Poste’yi görücüye çÝkaran iktidar partisi, sendikalarÝn kararlÝlÝğÝ kar-
şÝsÝnda geri adÝm atarak, yeniden görüşeceklerini açÝkladÝ. İşçilerin ücretlerinin yüksekliğini ve çalÝşma saatlerinin kÝsalÝğÝnÝ her vesile ile dile getiren patronun açÝklamalarÝna, işçi sendikalarÝ tepki göstererek, “Şayet çözüm bulmak istiyorsanÝz, genel müdürlerin özel bilgisayarlarÝnÝ, kredi kartlarÝnÝ, özel araçlarÝnÝ ve yüksek aylÝklarÝnÝ kesin” açÝklamasÝ yaptÝlar.
Sendikalardan grev kararÝ Belçika’da bir postane genel müdürünün maaşÝ, neredeyse yirmi postane işçisinin kazancÝna eşit. Patron ve işçi temsilcileri arasÝnda çÝkan bu tartÝşmada sonuç alÝnamayÝnca, 3 işçi sendikasÝ grev kararÝ aldÝ. İşçiler haklarÝnÝ gaspetmeye yönelik yapÝlan bu saldÝrÝyÝ geri püskürtmeye kararlÝlar. Belçika işçi sÝnÝfÝnÝn grev kararÝ bir çok işyerinde sempatiyle karşÝlandÝ.
Köln Uyum Meclisi Seçimleri
KÝsa... KÝsa... KÝsa...
Naziler, anti faşistlerle çatÝşmaktan kaçtÝ! Nazilerin, Almanya’nÝn Köln kentinde yürüyüş yapacağÝ haberinin alÝnmasÝ üzerine, birçok ulustan anti faşistin oluşturduğu platform, Nazilere yürüyüş yaptÝrmama kararÝ aldÝ. Anti faşistler, 16 Ekim 2004 günü, saat 10.30’da toplandÝ. Amaç, Nazilerin önünü kesmek ve onlarÝ dağÝtmaktÝ. SayÝlarÝ bin 300’ü bulan anti faşist grup, 10.30’da harekete geçecek olan Nazileri beklerken, kürsüden yapÝlan konuşmalar eşliğinde “Naziler defolun!”, “YaşasÝn enternasyonalist dayanÝşma!” sloganlarÝnÝ attÝ. Saat 13.00 sularÝnda, Nazilerin yürüyüşten vazgeçtiklerine dair yapÝlan anons kitleyi coşturdu. Polisin “dağÝlÝn” uyarÝsÝ da dikkate alÝnmadÝ. Anti faşistlerin kararlÝ tutumuyla, belirledikleri güzergahta ve saatte yürüyemeyen 60 kadar Nazi, Alman polisinin korumasÝ altÝnda, anti faşistlerden uzak bir yerde yürüyebildi.
İngiliz öğrencileri "içiyor”! İngiltere’deki üniversite öğrencilerinin yÝllÝk bütçelerindeki en büyük harcamayÝ neye yaptÝklarÝnÝ biliyor muydunuz? YanÝtÝnÝz “hayÝr” ise size yardÝmcÝ olalÝm, alkollü içeceklere! Evet yanlÝş duymadÝnÝz. Royal Bank of Scotland’Ýn hazÝrladÝğÝ rapora göre, İngiliz üniversite öğrencileri; her yÝl kitaba 6 yüz milyon dolar, yemeğe 1.2 milyar dolar bütçe ayÝrÝrken, her yÝl alkollü içeceklere 1.8 milyar dolar harcÝyor. Yani kitaba harcadÝklarÝ bütçenin tam 3 katÝ...
Dünya Yaflanacak
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
(baştarafÝ birinci sayfada)
YaşamÝn kÝyÝsÝna itiliyoruz Bu günleri arayacağÝz Bu saldÝrÝlarÝn sonuçlarÝ, kendini ciddi biçimde hissettirmeye başladÝ bile. Yaşam standartlarÝmÝzÝn düşmeye başladÝğÝnÝ hangimiz hissetmiyoruz ki?.. “Avrupa eski Avrupa değil” diyerek bir kaç yÝl öncesini dahi özlemle anar hale gelmedik mi?.. Bir de “reform” adÝ altÝndaki bu saldÝrÝlarÝn üç beş yÝl sonrasÝnÝ düşünelim. Daha şimdiden en temel ihtiyaçlarÝmÝzdan bile kÝsÝntÝ yapmaya başlamadÝk mÝ?.. Eğer böylegiderse, bu günleri dahi arar hale geleceğiz! Sorun sadece yoksulluğumuzun artmasÝyla da sÝnÝrlÝ değil. Özgürlüklerimizin ve örgütlenme hakkÝmÝzÝn yok edilmesiyle de karşÝ karşÝyayÝz. Bunun en son örneği Fransa’da yaşandÝ. Greve çÝkacak işçiler, bunu 48 saat önceden patronlara tek tek bildirmek zorundalar. Patronlar, örgütlenmenin ve eylemlerin merkezileşmesinin önüne geçmek, saldÝrÝlara karşÝ birleşik duruşumuzu zayÝflatmak istiyorlar. Krizin basÝncÝ Burjuvazi, saldÝrÝlarÝn gerekçesi olarak, yaşadÝğÝ krizi gösteriyor her zaman olduğu gibi. Kriz olduğu doğrudur, fakat bu krizin yaratÝcÝsÝ biz değiliz. Krizi yaratan, emperyalist-kapitalist sistemin bizzat kendisidir. AşÝrÝ üretim, kar oranlarÝndaki düşme ve kendi aralarÝndaki rekabetin kÝzÝşmasÝ, krizlerin başlÝca sebeplerindendir. Burjuva ekonomistleri dahi bu gerçekliği zaman zaman itiraf etmek zorunda kalÝyorlar. Çürüyen sistemin savunucularÝ, bu gerçekliği gizliyorlar! Krizlerini atlatabilmek için de faturayÝ bizlere kesiyorlar! Üstelik bu sadece Avrupa’ya özgü bir durum da değil. Bugün birçok ülkede, aynÝ içerikte saldÝrÝlar gündemde. Ne tesadüf ki, hepsinin adÝ “sosyal reform”! Bu saldÝrÝ dalgasÝnÝn hedefi bütün işçi ve emekçilerdir. Fakat topun ağzÝnda -her zaman olduğu gibi- öncelikle göçmen emekçiler duruyor. Opel’de yaşananlar, son somut örnek. Faşist ve sağcÝ partiler, işsizlik ve yoksulluğun sebebi olarak göçmenleri gösterdikleri için, göçmen emekçileri hedef alan ÝrkçÝ saldÝrÝlarda artÝş gözleniyor. Bilinçleri bulanÝklaştÝrÝp, farklÝ uluslardan emekçileri karşÝ karşÝya getiriyorlar. Böylece gerçek sorumlular gizleniyor. Avrupa’da eylem dalgalarÝ Burjuvazinin saldÝrÝlarÝlarÝna karşÝ işçi sÝnÝfÝ ve emekçiler de kazanÝlmÝş haklarÝna sahip çÝkmak için eylemler, gösteriler ve grevler düzenliyor. Avusturya, son 50 yÝlÝn en geniş katÝlÝmlÝ öğrenci eylemlerine sahne oldu. Almanya’da -bütün iç zayÝflÝklarÝna rağmen- Pazartesi Eylemleri devam ediyor. Genaral Motors’da, grevle birlikte hareketli günler yaşanÝyor. Hollanda, geniş çaplÝ eylem ve grevlerle çalkalandÝ. Fransa, İtalya, İspanya, Belçika emekçileri, tarihsel kazanÝmlarÝnÝ korumak için sokaklara dökülüyor. Bu eylemlilikler umut verici olsa da, saldÝrÝlarÝ geri püskürtecek düzeye henüz ulaşabilmiş değil. Birçok iç zayÝflÝğÝ ve handikapÝ beraberinde taşÝyor sÝnÝf hareketi. Özellikle sendikal bürokrasi, sÝnÝf hareketinin önündeki en büyük engel durumunda. Burjuvazinin saldÝrÝlarÝna karşÝ çÝkÝşta motor güç olmak bir yana, ayak bağÝ oluyorlar. SÝnÝfÝn tepki ve öfkesini söndürmek için itfaiyecilik yapÝyorlar. SaldÝrÝlara karşÝ çÝkar gibi görünüp, saldÝrÝ politikalarÝnÝn “yumuşatÝlarak” geçirilmesini sağlÝyorlar. SarÝ sendikacÝlÝk ve sendikal bürokrasiyi aşacak iç örgütlülükler yaratÝlamadÝğÝ sürece, saldÝrÝlarÝ püskürtmek oldukça zor. Bunun kÝsa vadede aşÝlmasÝ ise kolay olmayacak. SaldÝrÝnÝn derinliği ve kapsamÝ kavranÝrsa, eğer, emekçilerin bir çÝkÝş yapmasÝ olasÝdÝr.
Fransa’da yaşam zorlaşacak!
sf.1’den devam
Brezilya da nükleer ölüm üretiyor! Nükleer enerjinin çevre ve insan yaşamÝnÝ tehdit ettiği ortadayken, Brezilya da nükleer santral yapÝmÝna hÝz verildi. Brezilya’nÝn yeni nükleer santralinin her yÝl 6 nükleer bomba yapabilecek kadar zenginleştirilmiş uranyum üretme kapasitesine sahip olduğu bildirildi. UluslararasÝ Atom Enerjisi AjansÝ’nÝn inceleme yapma istekleri karşÝsÝnda Brezilya, anayasasÝnÝn nükleer silah üretimini yasakladÝğÝnÝ söyleyerek, nükleer programÝnÝn tamamen barÝşcÝl amaçlar taşÝdÝğÝnÝ savunuyor!
3 Dünya
M
Ultra Liberal Saldırı
Köln Belediyesi Uyum Meclisi (intergrationsrat) Seçimleri, 2 ile 21 KasÝm tarihleri arasÝnda mektupla yapÝlacak. FarklÝ uluslarÝn yanÝ sÝra Türkiyeliler de birden fazla listeyle seçimlere katÝlÝyor. YabancÝlar Meclisleri’nin yeniden yapÝlandÝrÝlÝp Belediye Uyum Meclisleri’ne dönüştürülmesiyle birlikte, göçmenlerin buraya dönük ilgisi daha fazla arttÝ. FarklÝ siyasal kesimlere mensup listeler, seçimlere ağÝrlÝk vermeye başladÝ. İşçiden, emekçiden yana kesimlerin temsilcisi olan kurumlarÝn (Yaşamevi, Mala Kurda, Anadolu Federasyonu, TÜDAY) bir araya gelerek oluşturduğu BarÝş ve Kardeşlik Platformu (BaKa), seçimler için ortak bir liste hazÝrladÝ ve seçimlere katÝldÝğÝnÝ kamuoyuna açÝkladÝ. BarÝş ve Kardeşlik Platformu, “Sevgili Yurttaşlar, Tüm Uluslardan Göçmenler” başlÝklÝ bildirisinde şu görüşleri dile getirdi: Sosyal uyum, ekonomik adalet, politik katÝlÝmcÝlÝk, kültürel ve inançsal tolerans, yani Alman ve göçmen, tüm halklardan, tüm inançlardan Kölnlülerin barÝş ve
kardeşlik içerisinde yaşadÝğÝ bir Köln istiyoruz. Bunun için; Köln BarÝş ve Kardeşlik Platformu’na oy ver! Daha önceleri yerel düzeyde göçmenleri temsilen oluşturulan YabancÝlar Meclisi, sadece danÝşman konumundaydÝ. KararlarÝn alÝnmasÝnda etkinliği olmayan bir örgütlenmeydi. Ancak YabancÝlar Meclisleri yeniden yapÝlandÝrÝlarak, yeni adÝyla ‘Belediye uyum Meclisleri’ (intergrationsrat) şekline dönüştürüldü. Uyum meclisleri, belediyelere bağlÝ bir alt komisyon biçiminde, kararlarÝ almada ve uygulamada kÝsmen hak sahibi olma gibi bir özelliğe kavuştu. Bu koşullarda Uyum Meclisleri’nin önemi artmÝş ve değişik uluslardan göçmenlerin yerel düzeyde de olsa haklarÝ kÝsmen genişlemiştir. Bu anlamda seçimler Köln’de yaşayan 250 bin göçmen açÝsÝndan önemlidir. Köln sÝnÝrlarÝ içinde her türlü sosyal, ekonomik, kültürel, eğitimsel ve politik sorunlarÝmÝzÝ ifade etmek ve yerel yaşamda hak sahibi olmak için seçimlere katÝlmayÝ bir yurt-
taşlÝk ve insanlÝk görevi olarak görmemiz gerekir.” AyrÝca bildiride, “Hedeflerimiz, Görevlerimiz ve SorumluluklarÝmÝz” başlÝğÝ altÝnda da platformun talepleri dile getirildi. Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda göçmenlerin yaşadÝklarÝ sorunlara dair ayrÝntÝlandÝrÝlmÝş taleplere yer verildi. 12 kişilik BarÝş ve Kardeşlik Platformu Listesi; Songül Zeren, Şükran Kaplan, Ekrem BerkpÝnar, Şenol Şimşek, Selahattin ToprakçÝ, Gülay Nacar, Murat Demir, Haydar Köse, Ahmet Aras, C. Papadopoulos, M. Karatepe ve Tacettin Zeren’den oluşuyor. Türkiyeli göçmenler olarak, dinci gericilerin ve faşistlerin hazÝrladÝklarÝ listelerin Uyum Meclisi’ne girmesini önlemek için, BarÝş ve Kardeşlik Platformu Listesi’ni aktif olarak destekleyelim. Uyum Meclisi’nde kendi sorunlarÝmÝzÝ dile getirecek temsilcilerimizin bulunmasÝ için, dokuzuncu sÝrada yer alan BarÝş ve Kardeşlik Platformu Listesine, oyumuzu verelim.
Rapor, çalışanlar ve emekliler için zehir zemberek olarak nitelenecek şekilde. MEDEF (patronlar sendikası), rapor ve Sarkozy planına tam destek verdiğini gönül rahatlığıyla açıkladı. MEDEF başkan yardımcısı olan, Sarkozy’nin küçük kardeşi, ekonominin ancak bu planla rayına oturabileceğini açıklayarak, emekçilere saldırının startını verdi. Sarkozy planının asıl hedefi ve niyeti ise belli. - İşizlik yardımıyla geçinenleri sıkı denetime tabi tutmak. Gerekirse iş arayıp aramadıklarını sıkı kontrol etmek. - Her yıl işsizlik ücretlerine yapılan yüzde 5’lik zammı kaldırmak. - ÇalÝşma saatlerini yeniden düzenlemek, mesaileri patronlarÝn isteklerine göre ayarlamak. - Devlet kuruluşlarında işçi istihdamını azaltmak.
KarşÝ koyuş için çağrÝ Fransa işçi ve emekçileri için yıkım anlamına gelen Sarkozy planına karşı, sendikalar harekete geçmeye hazırlanıyorlar. Sendikalar raporu değerlen-
dirdiklerini belirtip, bu planın geri çekilmesi için işyeri birimlerini uyanık olmaya ve karşı koyuş örgütlemeye çağırdılar. Sendikalar, bu yöndeki hazırlıklarının sürdüğünü ve ilk olarak, 8 Kasım’da çalışma saatlerinin uzatılmasına karşı yapılacak eylemlerin, Sarkozy planını da kapsayacağını açıkladılar.
Yeni eylem takvimi Başta kamu çalışanları olmak üzere tüm birimler, sendikaların yeni eylem takvimine göre hareket edeceklerini belirttiler. Önümüzdeki Kasım ayı, işçi ve emekçiler için hayli hareketli geçecek. Ultra liberal saldırıya, Fransa işçi sÝnıfının karşı koyuşuyla geri püskürtülecek ya da işçi ve emekçilerin on yıllardır kazanmış oldukları haklar, liberal ekonominin kıskacında yok olacak. Saldırılardan en az Fransızlar kadar, göçmen işçi ve emekçilerde etkilenecek. Bugüne kadar yapılan hak gasplarında, topun ağzına ilk konanların göçmenler olması bunun en açık göstergesi. Göçmenler de saldırıya karşı yapılacak eylem ve etkinliklere, sınıf kardeşleri ile beraber katılarak, güç vermeliler.
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 4
Yaflanacak
Dünya 4
D
Ü
N
Y
Bana seçimlerdeki finansörünü söyle...
Nükleer ölüm!.. n Nükleer silahlar›n kullan›lmas›yla insanl›¤›n nas›l bir felaketle karfl› karfl›ya kalaca¤›n› anlayabilmek için, Hiroflima ve Nagazaki'ye bakmak yeter
n Petrol ve silah tekellerini arkas›na alan Bush, mali ve otomotiv sektörle-
n 1.5 kg plutonyum kullan›larak dünyadaki herkesi akci¤er kanserli yapabi-
rinin aday› Kerry. As›l kap›flma, tekeller aras›nda... ABD başkanlÝk seçimlerinde, faşizan W. Bush kabinesiyle yarÝşan John Kerry’nin seçim çalÝşmalarÝnÝ, borsa oyunlarÝyla ülke ekonomilerini çökerten ünlü para spekülatörü Soroz finanse ediyor. Finansörü bile başlÝbaşÝna Kerry hakkÝnda çok şey anlatmÝyor mu?
Devlerin aşkÝ Kerry! Petrol ve silah tekellerini arkasÝna alan Bush, tekeller karşÝsÝnda gerileyen mali ve otomotiv sektörlerinin adayÝ Kerry. Evet bir yönüyle emperyalist tekeller arasÝ kapÝşmanÝn, siyaset sahnesine yansÝmasÝ, devlerin aşkÝ Kerry! Fakat sad e c e
gÝnlaşÝr” demogojisine sarÝlÝrken, Kerry “ABD’nin çÝkarlarÝnÝn bekçisi benim” demekte. Emperyalist siyaset arenasÝndaki kapÝşma; çürüyen kapitalizmin hem uluslararasÝ yeni bir kriz sinyalinin de apaçÝk ortaya serilmesi aslÝnda; kÝzÝşan başkanlÝk yarÝşlarÝ arasÝnda kaynayÝp -kaynatÝlÝp- giden budur. Soroz, asalak sermaye çöplüğünden pis kokularÝ en erken alanlardan birisi. O, uluslararasÝ kriz dalgasÝndan söz edip, Kerry’i destekliyor.
lirsiniz.
Ölümcül hastalÝklar
Belleğimizi tazeleyelim öncelikle: Bush kabinesini, emperyalist kapitalist ülke ekonomilerinin durağanlaşmasÝÝn ön planda olmasÝ, dünya çapÝnda sÝnÝflar ve uluslararasÝ şidet dalgasÝnÝn kaçÝnÝlmazlÝğÝ iktidara taşÝmÝşttÝ. ABD emperyalizminin ağÝrlaşan ekonomik-siyasi krizi, anti küreselleşmeci eylemler başta olmak üzere ABD ve
AralarÝnda Noam Chomsky ve Howard Zinn’in de bulunduu 76 burjuva liberal aydÝn, tam da bu nedenle Kerry’i destekliyorlar. “Öncelikle amaç Bush’u iktidardan uzaklaştÝrmak. Kerry seçilirse, güçlü bir sosyal muhalefeti denetim altÝnda tutabilir” diyorlar yayÝmladÝklarÝ bildiride. Kerry, destekçisi Soroz’un kokusunu aldÝğÝ ekonomik ve siyasal kriz dalgasÝnÝ engelleyemeyecek. Bunu bilmektedirler. ABD emperyalizminin yerlerde sürüklenen itibarÝnÝ da ayağa dikemeyecektir. Bush’un işgal politikalaÝnÝ, tek tek ülkeleri çözme (Büyük Ortadoğu Projesi hatÝrlansÝn) politikalarÝyla değiştirebilir. Irak enkazÝnÝ yeniden inşada AB emperyalistlerini de ortak edebilir. Burjuva liberal aydÝnlarÝn bekledikleri gibi; toplumsal muhalefeti denetim altÝnda tutabilir mi? Asla!..
Kuzey Kore’nin Amerika’yÝ vurabilecek güçte nükleer silahlara sahip olduğu iddialarÝnÝn ortaya atÝlmasÝ ile birlikte, iki ülke arasÝndaki gerilim tÝrmandÝ. ABD, Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirme programÝnÝ derhal bÝrakmasÝnÝ istedi. Kuzey Kore Hükümeti ise güvenlik garantisi ve elektrik üretiminde kullanmak üzere petrol yardÝmÝ karşÝlÝğÝnda nükleer programÝnÝ bÝrakabileceğini açÝkladÝ.
tirmişti. 1954 yÝlÝnda Bikini Atolü’nün kayalÝk zemininde yapÝlan bu denemede, 15 megaton TNT eş değeri ile patlayan bomba, 6 kilometre çapÝnda bir ateş topu oluşturmuş ve 75 metre çapÝnda, iki yüz metre derinliğinde bir çukurun ortaya çÝkmasÝna yol açmÝştÝ. YaklaşÝk 1 milyon metre küp kayayÝ ise buharlaştÝrmÝştÝ.
Nükleer denemeler
Bugüne kadar ABD emperyalizmi başta olmak üzere Fransa, Çin, İngiltere, İsrail, Hindistan ve Pakistan, yüzlerce nükleer deneme gerçekleştirdi. Nükleer bombalar, emperyalistler arasÝ egemenlik savaşÝnda, taraflarÝn birbirlerine karşÝ kullandÝklarÝ politik bir koz olarak öne çÝktÝ. Bugün ABD’nin 825, Fransa’nÝn 482, Çin’in 284, İngiltere’nin 234, İsrail’in 50 ile 100 arasÝ, Hindistan’Ýn ise 80 nükleer bomba-
ABD emperyalizmi benzer nükleer denemeleri fütursuzca yaparken, bir başka ülkenin denemeleri söz konusu olduğunda, bu ülkelere karşÝ iki yüzlü ve saldÝrgan bir politika izlemektedir. Oysa bÝrakalÝm yakÝn tarihi, günümüzden 50 yÝl önce, 1954 yÝlÝnda ABD, en güçlü termo-nükleer denemesini “Costle Bravo” adÝ verilen bir Lityum-döterit aygÝtÝ ile gerçekleş-
Irak halk direnişi gölgelenemez
Bush, televizyon ekranlarÝnda henüz zafer çÝğlÝklarÝ atmÝyordu. Amerikan halkÝ, hamburger yiyip colasÝnÝ yudumlayarak izliyordu Bağdat’Ýn uçaklardan yağan bombalarla vuruluşunu. Hep birlikte izliyorduk Saddam heykelinin sevinç gösterileriyle yÝkÝlÝşÝnÝ. İzliyorduk ABD markalÝ demokrasinin kan ve göz yaşÝyla Irak’a bir kez daha girişini. Ama sevinçleri fazla uzun sürmedi ABD’li savaş kurmaylarÝnÝn. Irak halkÝ elinde silahlarÝ ile sokaklara çÝkarken, "defolun ülkenize” diyordu. Önce “çete, birkaç yerel direniş” diye
küçümsediler ama mÝzrak çuvala sÝğmÝyordu. Irak halkÝnÝn işgalciler karşÝsÝndaki direnişi hÝzla ve kitleselleşerek büyüdü. Emperyalist tekeller ve onun işbirlikçileri, birbirlerinin egemenlik alanlarÝnÝ daraltmak ve pastadan paylarÝnÝ almak için Irak pazarÝnÝn üzerine üşüştü.
Boğazlanan insanlar... Demokrasi, barÝş, özgürlük kavramlarÝyla alay edercesine sermaye yatÝrÝmlarÝ, dolarlarÝ, iş makineleri ile geldiler. Bunun karşÝsÝnda, içten içe bir sempati ile izliyordu insanlÝk Irak’taki
direnişi. Birgün kendisine çevrilmiş amatör bir kameraya yalvaran gözlerle bakan bir gazetecinin, "Allahu ekber” sesleri arasÝnda koyun gibi boğazlanan görüntüleri ile donduk kaldÝk. Amerikan halkÝ bir elinde hamburgeri, bir elinde colasÝ ile dehşet içinde olanlarÝ izliyordu, sonra devamÝ geldi. "Cellat Zarkavi’nin adamlarÝ” denen direnişçiler, işgal ordusunun ülkelerini terk etmedikleri sürece, yabancÝ şirketlere çalÝşan işçiler de içlerinde olmak üzere, kim olursa olsun boğazlayacaklarÝnÝ söyleyerek meydan okudular. Burjuva medyaya fÝrsat doğdu. Benzer görüntüler günlerce televizyon ekranlarÝnda, internet sitelerinde yayÝnlandÝ. Emperyalist medya bu vahşeti öne çÝkartarak, Irak halkÝnÝn haklÝ direnişini gölgelemeye çalÝştÝ. Tabii ki bir talebin haklÝlÝğÝ, isetenilen her yol ve yöntemin kullanÝlmasÝnÝ meşru kÝlmaz. Bu nedenle de bu ve buna benzer hiçbir işkence ve vahşet yöntemi savunulamaz. Fakat burada asÝl görülmesi gereken, meşruluğundan aldÝğÝ güçle
Dünya’n›n Sokaklar›... Metin Yeğin Çitlerle çevrili bir başka yere yaklaşÝyoruz. "Burada tohum üretiyoruz” diyor Milico. UluslarasÝ tekellerin kendi kendini yok eden ‘terminatör’ tohumlarÝna karşÝ, kendi tohumluklarÝnÝ kurmuşlar. Zaten MST* toprak işgalcileri, bütün topraklarÝnda ekolojik tarÝmÝ yaşama geçiriyor. DolayÝsÝyla bütün bu alanlarÝ gezerken, yalnÝzca oluşturulan kolektif üretim biçiminin dÝşÝnda, başka bir tarÝm
enerji üretiminde nükleer santrallerin kullanÝlmasÝnÝ savunmaktadÝrlar. Dünyada 60’Ýn üzerinde nükleer santral aktif durumdadÝr. BunlarÝn çevre ve insan sağlÝğÝ üzerindeki yÝkÝcÝ etkileri ortadayken, varolan santrallerin kapatÝlmasÝ bir yana, Türkiye gibi deprem hattÝnda olan bir ülkede bile nükleer santral kurma tartÝşmalarÝ yapÝlabilmektedir.
dünyada büyüyen toplumsal muhalefet dalgasÝ, diğer rakip emperyalistlerin toparlanÝp bölgesel ataklarÝ karşÝsÝnda ABD mali oligarşisinin refleksiydi Bush. ABD sermayesi gelişkinliği oranÝnda kendisini üretemiyordu, yayÝlmak zorundaydÝ. Azami kâr ve egemenlik savaşÝnÝn (Irak işgali ile sadece başlatÝlan) bedeli, kabarÝk bir faturasÝ olacaktÝ elbette. ABD emperyalizmine duyulan lanetli bir öfke.
Kerry çözüm mü?
Neden Bush seçilmişti?
böyle açÝklamak fazlasÝyla yüzeysel kalacaktÝr. Çünkü ABD emperyalizminin politikalarÝnÝ ne başkan adaylarÝ ne de kapÝşan tekeller belirliyor. Kerry; ABD merkezli mali oligarşi ve Pentagon’un belirlediği politikalara yaraşÝr bulunanlardan. Bush “Seçilmez isem terör 11 Eylül’den daha fazla az-
A
sistemine de tanÝk oluyoruz.** - "BazÝ bitkileri başta burada küçük alanlarda deniyoruz. Eğer başarÝlÝ olursa daha sonra topraklarÝmÝzda üretmeye başlÝyoruz. AynÝ zamanda burada yetiştirdiğimiz tohumlarÝ küçük çiftçilere satÝyoruz. Onlar da tekellerden her yÝl yeniden tohum almaktan kurtuluyorlar. ” BunlarÝ söylerken bir sürü bitki adÝ sayÝp bize gösteriyor. Sanki çocuklarÝymÝş gibi bahse-
diyor onlardan; biraz solgun olanlara üzülüp, sağlÝklÝlarda gözleri parlÝyor. AvuçlarÝna topladÝğÝ tohumlarÝ kenarda biriktiriyor. Aniden bizi orada unutup bir tanesinin dibini çapalamaya başlÝyor. Birden hatÝrlayÝp gülümsüyor; "dibi havasÝz kalmÝş”. Ortadaki kulübeye gidiyoruz. Gençler daire yapÝp oturmuşlar. Küçük küçük kesilmiş bambularÝn içine toprak doldurup to-
mücadelesini yükselten Irak halkÝnÝnÝn, işgalcilere karşÝ yürüttüğü bağÝmsÝzlÝk hareketidir. Öte taraftan, bugün hesaplaşÝlmasÝ gerekli bir başka nokta ise; daha dün pazar yerlerine bombalar yağdÝrÝlmasÝnda yüzlerce masum kadÝn, yaşlÝ ve çocuğun katledilmesinde gÝkÝnÝ çÝkartmayanlarÝn, söz konusu Zarkavi’nin vahşi eylemi olduğunda sergiledikleri iki yüzlülüktür. İnsanlÝk en büyük vahşeti emperyalizmin saldÝrgan politikalarÝndan dolayÝ yaşadÝ.
Politik bir koz
ya sahip olduğu biliniyor.
Hiroşima’dan bu yana Nükleer silahlarÝn kullanÝlmasÝyla insanlÝğÝn nasÝl bir felaketle karşÝ karşÝya kalacağÝnÝ anlayabilmek için, Hiroşima ve Nagazaki’ye bakmak yeterlidir. 3 gün ara ile atÝlan bu bombalarda Hiroşima’da 100 bin, Nagazaki’ de ise 70 bin insan bir saniyede kül oldu. Bugün ise nükleer atom denemelerinin yol açtÝğÝ felaketlerin en çarpÝcÝ örneklerinden biri Çin’de görülmektedir. Çin’in Lopnov bölgesinde, 1964’den beri 11’i yeraltÝ olmak üzere toplam 44 nükleer deneme sonucunda, resmi kayÝtlara göre 210 bin kişi hayatÝnÝ kaybetmiştir. Halen birçok ülke, nükleer denemelere devam etmekte, demokratik kurum ve kuruluşlarÝn bütün tepki ve protestolarÝna rağmen geri adÝm atmamaktadÝr. Öte taraftan kapitalistler,
Dünyada her saniyede
Bir kişi açlÝktan ölüyor... Dünya üzerinde yeterli beslenememekten ve açlÝktan kaynaklanan ölümlerin boyutu ürkütücü rakamlara ulaştÝ. Dünya Beslenme ProgramÝ (WFP) adlÝ kurumun açÝklamalarÝna göre, dünyada her
masÝ. WFP’nin açÝklamalarÝna göre, Peru’da 1990 yÝlÝna gelindiğinde bu oran yüzde 27’ye fÝrlamÝş. Angola ve Mozambik’te nüfusun yarÝsÝndan fazlasÝ açlÝkla boğuşurken, Kongo’da her yÝl 5 yaşÝn altÝnda,
saniye bir insan, her gün 100 bin insan, her yÝl ise 30 milyondan fazla insan yetersiz beslenmeden ve bunun doğurduğu hastalÝklardan dolayÝ ölüyor. Yetersiz beslenmenin ve açlÝğÝn yol açtÝğÝ ölümlerin sayÝsÝ, diğer hastalÝklar ve savaşlar nedeniyle gerçekleşen ölümlerden bile fazla. Daha korkuncu, açlÝğÝn dünya çapÝnda yayÝlarak artÝyor ol-
yaklaşÝk 530 bin çocuğun açlÝktan, yetersiz beslenmeden dolayÝ öldüğü açÝklandÝ. AçlÝktan dolayÝ ölen çocuklarÝn tüm dünyadaki sayÝsÝ ise, 1 buçuk milyondan fazla. Cenevre ve New York’taki merkezlerinde her yÝl ortalama 12 bin toplantÝ yapan Birleşmiş Milletler, 1996 yÝlÝnda Roma’da yaptÝğÝ toplantÝda "Dünyadaki açlÝğÝn 2015 yÝlÝna kadar yarÝsÝ-
Bahaneleri boşa düştü ABD’nin Irak’ta kitle imha silahÝ arama ekibi, iki yÝllÝk çalÝşmasÝnÝn sonunda ortaya çÝkarabildiği bin sayfalÝk raporla, Irak’ta kitle imha silahÝ bulunmadÝğÝnÝ açÝkladÝ. Irak halk direnişi maskeyi düşürdü. Fakat işgalcilerin pervasÝzlÝğÝ devam ediyor. Cesaretlerini suskunluğumuzdan alÝyorlar. Direnişin sahiplenilmesi, yeni bombalarÝn başka yerlere düşmesini engellemenin birinci koşuludur.
Bugüne kadar yapÝlan araştÝrmalar, sadece nükleer santral çevresinde yaşayan insanlarÝn değil, orada çalÝşanlarÝn da ölümcül hastalÝklarla iç içe yaşadÝklarÝnÝ ortaya koymaktadÝr. Nükleer santrallerde çalÝşanlarda ve onlarÝn çocuklarÝnda, santral bölgesindeki yerleşim birimlerinde yaşayanlarda kanser, sakat doğumlar ve bağÝşÝklÝk sistemi bozukluklarÝ çok yaygÝn görülmektedir. Üstüne üstlük radyasyona bağlÝ genetik bozukluklar, kuşaktan kuşağa geçmektedir. Nükleer santrallerde çalÝşÝlÝrken üretilen plutonyumun 1 gramÝnÝn 5 milyonda 1’nin bir insan tarafÝndan solunmasÝ, o kişinin akciğer kanserine yakalanmasÝ için yeterlidir. 1.5 kg plutonyum kullanÝlarak dünyadaki herkesi akciğer kanserli yapabilirsiniz. Emperyalistler nükleer atÝklarÝ güvenli bir şekilde depoladÝklarÝnÝ iddia ededursunlar, bilim insanlarÝ nükleer silahlarÝn kalÝntÝlarÝnÝn bile 250 bin yÝl boyunca öldürücü özelliğini koruduğunu belirtmektedir.
nÝn giderilmesi” konusunda karar almÝştÝ. Ancak bugün, bÝrakalÝm bu rakamÝn yarÝya düşürülmesini, iki kat daha da artmÝş olmasÝ, BM’nin açlÝkla savaş konusunda ne kadar "ÝsrarlÝ”olduğunun açÝk göstergesi. Bugün dünyanÝn en zengin yüzde 20’lik dilimini oluşturan kesim, dünyadaki bütün gelirin yüzde 86’sÝna el koymaktadÝr. En fakir yüzde 20’lik dilime ise, dünya gelirinin sadece yüzde 1’i düşmektedir. En zengin 3 kişinin toplam mal varlÝğÝ, 600 milyon nüfuslu yoksul ülkelerin ürettiğinin tamamÝna eşittir. En zengin 200 kişinin mal varlÝğÝ ise tüm dünya gelirinin yüzde 41’inden daha fazladÝr. Avrupa’da besili bir ineğe harcanan günlük para, Afrika’da iki insan için harcanmÝyor. Yani bu sistem içerisinde AvrupalÝ bir inek, AfrikalÝ iki insanla aynÝ standartta yaşÝyor.
Terminatör tohumlara karşÝ hum ekiyorlar. Bu küçük bambu saksÝlar, meyva kasalarÝna bir kuyumcu tezgahÝndaki altÝnlar gibi dizilmiş. Genç kÝzlar gülümsüyorlar, dünyadaki bütün akranlarÝ gibi nedensiz. Sessizleşiyor erkekler bir an için. YakalayamadÝğÝmÝz espriler dolaşÝyor. Kahkahalara boğulduklarÝnda ellerden kaçan bambular toprak parçalarÝ dökerek yuvarlanÝyorlar aşağÝ doğru. Anadolu’da dinlediğim imecelere benzetiyorum - “Birlikte biçilen ot fÝşkÝrÝr” diye yazar Tolstoy. Arkada üç kişi eğik olarak konulmuş bir elekten toprak eliyor.
- “On iki yÝldÝr MST’deyim. Daha önce şu karşÝ topraklarda patronlarÝn yanÝnda çalÝşÝyordum (tepenin diğer tarafÝnÝ işaret ediyor). Tabii çok kötü koşullardÝ. Şimdi kendi toprağÝmÝz. Bazen çok çalÝşÝyoruz ama o günlerle karşÝlaştÝrÝlamaz. Gerekmedikçe sekiz saatten fazla çalÝşmayÝz, karÝm zaten dört saat çalÝşÝr… İki çocuk, bir tanesi bak şu Che tişörtlü kÝz (onlara doğru bakÝnca üç Che tişörtlü görüyorum. Onlar bunun farkÝna varÝp tekrar gülüyorlar. Esas kÝza diğerleri işaret verdiriyor.) Diğer büyük kÝz üniversiteye gidiyor… Ayda bir gelir buraya. Santa
Catharina’da. Orada da MST yurdunda kalÝyor zaten.” - “Yedi yÝl oldu. Daha sonra Santa Catharina’da bir campemento’da iki yÝl kaldÝk. İki çocuğum var; ikisi de burada doğdu… Niye MST? Çünkü daha önceki yaşamÝmÝzÝ sürdürebilme şansÝmÝz yoktu. Şimdi kendi toprağÝmÝz başkasÝnÝn toprağÝnda ki gibi değil… SaldÝrÝrlarsa, sanmÝyorum ama tabii ki direniriz. BurayÝ biz ekiyoruz, bizim toprağÝmÝz…” Tekrar toprağÝ elemeye dönüyorlar. Genç kÝz ve erkekler o elenmiş toprağÝ küçük bambu saksÝlara avuçlarÝ ile doldurup,
dünya tarÝm tekellerinin lisanslÝ tohumlarÝna, terminatör tohumlarÝna karşÝ filizler ekiyor işgal topraklarda. * MST: Brezilya’da TopraksÝz Köylü Hareketi ** MST’nin yaşama geçirdiği ekolojik tarÝm, dünyada örnek bir model teşkil etmekte. Güney Amerika, Afrika ülkelerinin dÝşÝnda, ayrÝca daha sonraki günlerde Sao Paulo’da misafirhanede kalÝrken tanÝştÝğÝm ABD’den bir grup tarÝm öğrencisi gibi, endüstriyel ülkelerden de MST’ye ekolojik tarÝmÝ öğrenmek ve staj yapmak için geliyorlar.
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 5
Yaflanacak
E
Sendikal Forum
Meliha Ateş
Sendika sınırını aşmalıyız Avrupa ülkelerinde, emperyalist sermaye ve devletlerin saldırıları karşısında gelişen bir işçi sÝnÝfÝ hareketine tanık oluyoruz. Burjuvazi, direnişleri boğmak için kendisine destek anlamında “temel değnek” olarak sendikaları kullanıyor. Hak aramak için greve çıkan işçinin, sokağa taşan emekçinin sendika eliyle önce “gazı” alınıyor, sonra da hakları. Avrupa işçi sınıfının bugün önünde bulunan en temel engel, işbirlikçi sendikalardır. Sendika sınırı aşılmadan, hakların korunması ve yeni hak gasplarına yönelik geliştirilecek saldırılara karşı mücadele verilmesi mümkün değil. Avrupa’da sendikalar, bürokratik ve hantal, devlet mekanizması ile iç içe geçmiş ve burjuvalaşmış yapılarıyla işçi sınıfı ve emekçilerin önündeki en büyük engel olarak göze batıyorlar. Bunun en açık örneğini, Almanya’da her hafta yapılan Pazartesi Eylemleri deneyiminden görebiliyoruz. Hartz IV’e karşı Doğu Almanya’da tabandan başlayan Pazartesi Eylemleri’ne katılım, üç haftanın sonunda yüzbinleri bulunca, iktidarın büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Franz Müntefering, sendikalara açık bir mektup yazarak, eylemlere müdahale edilmesini istedi. Bunun üzerine harekete geçen sendika merkezleri, şubelerine eylemlere katılmanın önüne geçilmesi talimatını verdi. Ve eylemlere katılım dördüncü haftadan itibaren azalmaya başladı.
M
E
K
D
Ü
N
Y
A
S
5 Dünya
I
Pazartesi randevusu le çelişmez mi? Alman burjuvazisi, Agenda 2010 adÝnÝ verdiği projeyle toplumsal yaşamÝn tüm yönleriyle geriye götürüldüğü bir saldÝrÝ paketi yaşama geçirmeye çalÝşÝyor. İşçinin iş güvencesini, öğrencinin eğitimini, emeklinin emeklilik hakkÝnÝ, işsizlerin yaşam sorununu, yeni doğan çocuğun dahi geleceğini etkileyen yasalarÝ yavaş yavaş uygulamaya sokuyor. Hartz IV yasasÝnda neler var? - İşsizlik yardÝmÝ (Arbeitlosenhilfe) kaldÝrÝlÝyor.
ödeniyor. Bunun miktarÝ en fazla 345 euro olarak hesaplanÝyor. - Sosyal yardÝm alanlar, “Zorunlu çalÝşma yasasÝ”yla, saati 1 veya 2 euroya çalÝşmaya mahkum ediliyor.
W. Malzstrom: Biz kapitalist bir ülkede ve kapitalist iktidarla idare edilen bir ülkede yaşÝyoruz. Bu iktidar kapitalistlerin isteklerini yerine getiriyor. İşçi sÝnÝfÝnÝn değil. İktidar burjuvaziden yana, peki sendikalar neden karşÝ çÝkmÝyor bu yasalara?
Yaşanacak Dünya olarak Pazartesi eylemlerinden birinde eylemcilerin görüşlerini aldÝk.
W. Malzstrom: Sendikalar içerisinde de farklÝ eğilimler var. BunlarÝn çoğunluğu oportünist, yağcÝ, yalancÝ. Bunlara karşÝ da işçi sÝnÝfÝ olabildiğince uyanÝk ve mücadeleci tavÝrlar sergilemelidir. İşçiler bunlara karşÝ çÝkmalÝ, sÝnÝf işbirlikçisi sendikacÝlÝğa karşÝ mücadele etmelidir. Bu sendikalar işçilerle patronlarÝ uzlaştÝrmaya çalÝşÝyorlar.
Hartz IV sizin için ne ifade ediyor?
Bugün bu yapÝlan yürüyüş sizce yeterli mi?
- ÇalÝşabilir durumda olup, iş bulamadÝklarÝ için çalÝşmayanlara ödenen sosyal yardÝm (sozialhilfe) de kalkÝyor. - Bu yardÝmlarÝn ikisi birleştirilip “işsizlik parasÝ” olarak
- Bu durum, diğer çalÝşanlar üzerinde de baskÝ oluşturup saat ücretlerinin düşürülmesini gündeme getiriyor.
Erik: Öğrenciyim. İşsizlerin ve sosyal yardÝm alan vatandaşlarÝn tüm haklarÝ ellerinden alÝndÝğÝ için buradayÝm. Sadece onlarÝn sorunu değil, bu bütün insanlarÝn sorunudur. Bu yasalar fakirleri daha fakir, zenginleri daha da zengin yapÝyor. Bu programÝ SPD’nin yarattÝğÝnÝ söylüyor. Sizce bunun arkasÝnda başka güçler yok mu? Erik: Ben bütün bunlar SPD’nin yaptÝğÝna inanmÝyorum. Bu yasayÝ çÝkaran sistemin ta kendisidir. Sistemden bahsettiniz. Sistem derken neyi kastediyorsunuz? Erik: Tekeller, iktidar ve para sahipleri. Yeni reformlar en çok kimlerin çÝkarÝ olacaktÝr?
Satılmış sendika bürokratları Pazartesi Eylemleri boyunca devletin yanında saf tutmaları -diğer tüm “satışları” bir yana- düzen içi sendikaların işçi ve emekçilere değil, burjuvaziye hizmet ettiğini açıkça ortaya çıkardı. Son yaşanan Opel işçilerinin grev deneyimi de, yine sendika eliyle satıldı. Opel grevinde IG Metal -diğerlerinden farklı olarak- işçileri desteklemediğini açıkça ilan edecek kadar ileri gitti. Öte yandan bir holding yöneticisinin lüksüne sahip sendika başkanlarının maaşları bile, onların, emekçilerin yaşam koşullarından ve hayat standartlarından ne denli uzaklaştıklarının ve burjuvalaştıklarının açık bir göstergesi. Örneğin, Almanya’da son 5 aydır gelişen grev ve eylemleri açıkça satan IG Metal Sendikası’nın Başkanı, tamı tamına 16 bin 900 euro maaş alıyor. “Savunduğu” işçinin maaşı ise, ortalama bin 500 euro. Sendika başkanı, bir işçinin neredeyse bir senelik maaşını, bir ayda cebe indiriyor. Böyle bir sendika başkanından işçiyi savunması beklenebilir mi?
Yeni bir devrimci sendikal hareket Avrupa’nın diğer ülkelerinde de durum aynı. İşçi sınıfı, ya sendikal bürokrasiyi aşacak ya da sendikanın sınırları içerisinde boğulacak. İşçi ve emekçilerin birleşik mücadelesinin zorunluluğu ve ihtiyacı artıyor. Bugün Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde gerçekleşmesinin ötesinde hiçbir farkı olmayan saldırılara karşı koymanın temel ekseni, sınıfın kendi özgücü ile birleşik mücadelesini koşulluyor. Çıkışın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin topyekün saldırıya karşı, topyekün mücadelesinden geçiyor. Fakat şaltere uzanan ellerin ve gelişebilecek birleşik-militan mücadelenin önünün sendikal bürokrasi tarafından kesilmesi engellenemiyor. Bu ihanet çemberini, grev ve eylemler içerisinde gelişip pişen öncü işçi kuşağı parçalayacaktır. Yeni bir devrimci sendikal hareketin tohumlarının bu süreç içerisinde atılıp, filiz vermesi kaçınılmazdır.
Haklar gasp ediliyor Hükümetin programÝ kÝsaca, geniş bir sosyal ve ekonomik haklar kÝsÝtlamasÝnÝ içeriyor. Sadece "tasarruf tedbirleri” nedeniyle ekonomik bir çöküntü değil, sosyal alanda da kazanÝlmÝş önemli haklarÝn ortadan kaldÝrÝlmasÝnÝ öngörüyor. Hükümetin yasa taslağÝ, ana hatla-
Erik: SaldÝrÝlara karşÝ çÝkan epey insan var. BunlarÝ eyleme geçirmeye zorlanÝyorlar. Bu tedbirlerin etkileri toplumda hissedildikçe insanlar gelecek yÝllarda daha fazla meydanlara çÝkacaklardÝr.
Sizi tanÝyabilir miyiz? SaldÝrÝlara karşÝ ne diyorsunuz?
nÝn çÝkarÝ için değil elbette.
Neden genel grev Almanya’da yasak
Almanya’da insanlarÝn çoğu demokrasinin herkese ait olduğunu düşünüyor. Genel grevin yasak olmasÝ sizce bu düşüncey-
Amsterdam YD
Peki bu mentalite nasÝl değişebilir?
Neden buradasÝnÝz?
W. Malzstrom: Ama daha önceki dönemlerde genel grev yaptÝk.
Bundan sonrasÝ
Erik: Alman mentalitesinden kaynaklÝdÝr. Almanlar fazla sokağa çÝkmazlar.
Angela: ÇalÝşÝyorum, 2 çocuğum var ama ikisi de işsiz onlar için buradayÝm. Bu yasalarÝ püskürtmek için eylemler yapmak gerekiyor. Ve hiçbir şeyden korkmamak gerekiyor. İnsanlarÝn kendilerine güvenmeleri gerekiyor.
Siz genel grevden söz ediyorsunuz. Almanya’da genel grev yasak değil mi?
Kabine, eylemleri ciddiye almamakta ÝsrarlÝ. Ancak şimdi de muhalefet partileri, referanduma gitmeye hazÝrlanÝyor. Halk oylamasÝ çağrÝsÝ için ilk etapta 40 bin imza gerekiyor. İkinci aşama, 600 bin imzayla nihai başvuruyu yapmak. Mevcut referandum yasasÝ, 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlükten kalkÝyor. Meclis, eylemlerden önce, bu yasayÝ uzatmama kararÝ almÝştÝ. DolayÝsÝyla, yeni bütçe taslağÝnÝn 2005’ten önce yasalaşÝp Resmi Gazete’de yayÝnlanmasÝ ve halkoylamasÝ girişiminin de o tarihten önce başlamasÝ gerekiyor. Bu da pratik olarak olanaksÝz. Meclis, taslağÝ 18 KasÝm’da tamamlayarak senatoya sunmayÝ planlÝyor. Referandum olanaklÝ görünmese de, 18 KasÝm’ da tamamlanacak yasa taslağÝnÝn son şekli, eylemlerin ne kadar etkili olduğunu gösterecek.
Bu saldÝrÝ kapsamÝnÝn çok geniş olmasÝna karşÝ neden bu kadar az insan bir araya geliyor?
Karl: 55 yaşÝndayÝm. 2 yÝldÝr işsizim. 53 yaşÝma kadar çalÝşÝp biriktirdiklerimin hepsini geri almak istiyor bu yasa.
W. Malzstrom: Öncelikle şunu belirteyim, daha fazla yürüyüş ve eylemler yapÝlmalÝdÝr. Bundan da önemlisi sendikalar genel grev yapmalÝdÝr. İşçi sÝnÝfÝ iş durdurmalÝdÝr.
Eylemin gelişimi
Erik: Şu anda konuşulan bir euroluk çalÝşma ücreti ile, sosyal yardÝmla geçinenlerin değil, çalÝşan işçilerin bile maaşÝnÝ aşağÝya çekmek istiyorlar. Demek ki emeğiyle geçinen tüm insanlarÝn sorunu.
Sizi tanÝyabilir miyiz? Hartz IV, sizce yaşamÝmÝzdan neler götürecek?
Sizce her pazartesi yaptÝğÝmÝz eylemlerle bu saldÝrÝ püskürtülebilir mi?
Bu yÝl, hükümetin gelecek yÝlki bütçe taslağÝ, açÝklanmadan aylar önce basÝna sÝzdÝ. Ancak toplumdaki huzursuzluk, taslak açÝklanana dek tamamen dillendirilmedi FNV, CNV ve MHP, uzlaşma görüşmelerinde ciddiye alÝnmadÝklarÝnÝ açÝklayarak çekilmişti. Hükümetin 21 Eylül’de programÝnÝ açklamasÝyla birlikte tüm ülkede yerel gösteriler ve uyarÝ grevleri başladÝ.
rÝyla şöyle: - Herhangi bir maaş artÝşÝ söz konusu olmaksÝzÝn haftalÝk iş saati 40 saate çÝkacak. - Hollanda’da emeklilik yaşÝ kadÝn ve erkek için 65. Hükümet bu sayede 1,7 milyar euro tasarruf etmeyi planlÝyor. - İşveren tarafÝndan çÝkÝş verilenlere tazminat tamamen kaldÝrÝlacak. İşten çÝkarÝldÝğÝ için ya da hastalÝk kasasÝndan işsizlik maaşÝ alanlarÝn, kazandÝklarÝ her euro, işsizlik maaşÝndan kesilecek. Hatta çalÝşanlar ayrÝmcÝlÝk, ÝrkçÝlÝk veya cinsel taciz nedeniyle işten ayrÝlÝrsa, aldÝklarÝ zarar tazminatÝ da gelir sayÝlÝp işsizlik maaşÝndan düşürelecek. - Paket gençleri de etkileyecek. Dört yÝldan az çalÝşmÝş kişiler, pirimlerini ödedikleri halde, işsiz kalmalarÝ durumunda işsizlik maaşÝ alamayacaklar. - Sosyal sigorta sistemindeki ekonomik bağÝmsÝzlÝk ilkesi ortadan kaldÝrÝlÝyor. Bu, özellikle kadÝnlarÝn yÝğÝnsal bir şekilde eşlerinin gelirine bağÝmlÝ olmasÝna neden olacak.
Erik: İşverenlerin. Zaten Hartz’Ýn kendisi işveren temsilcisidir. Bu reformla fakirlerden
Walter Malzstrom: 1998’e kadar IGM’de temsilcilik yaptÝm. Şu anda 74 yaşÝndayÝm. Bu pragram kadar acÝmasÝz, kökten, tamamen kapitalistlerin yararÝna olan önlemler görmedim. Milyonlarca işçi, işsiz ve emekli için yaşam şartlarÝnÝ zorlaştÝrdÝlar. KazandÝğÝmÝz sosyal haklarÝmÝzÝ elimizden alÝyorlar
Yüzbinler Amsterdam’a sÝğmadÝ
Hollanda’nÝn üç büyük sendikalar birliği, FNV (Hollanda Sendikal Hareket Federasyonu), CNV (Ulusal HÝristiyan Sendikalar Birliği) ve MHP (Orta ve Yüksek Dereceli Personel SendikasÝ) 2 Ekimde, 300 binden fazla göstericinin katÝldÝğÝ bir eylem düzenlediler. Amsterdam’Ýn Museum MeydanÝ’nda toplanmasÝ beklenen göstericiler, meydana sÝğmayÝp bütün şehri miting alanÝna çevirdi. "Hollanda daha iyisini hakediyor” ortak sloganÝyla 300 binden fazla insan, sadece şehrin önemli merkezlerini değil, tüm caddeleri ve sokaklarÝ işgal etti.
W. Malzstrom: Çünkü bu kanunlarÝ sermaye sÝnÝfÝ kendi çÝkarlarÝ için yapmÝş. İşçi sÝnÝfÝ-
olarak halkÝn sorunu mu?
W. Malzstrom: Bu ilk adÝm. Daha fazla merkezileşmesi gerekir. AsÝl yaptÝrÝm gücü fabrikalardaki işçilerdir. Bugün neden buradasÝnÝz?
toplanan para zenginlerin havuzuna akacaktÝr. Bu yanlÝştÝr. Bu reformlara karşÝ çÝkmak sadece işsizlerin, sosyal yardÝm alanlarÝn sorunu mu yoksa genel
Mario: Ben bir işçiyim, saldÝrÝlara karşÝ hiçbir şey söylemek istemiyorum. Bundan 4 yÝl önce sosyalizme ve komünistliğe karşÝ bir insandÝm. Şimdi ben sosyalist ve komünist bir insanÝm ve şuna eminim: 4 yÝl sonra bütün Almanya, sosyalist ve komünist olacak. Köln YD
Opel’de eylemli günler... Pazar kavgasÝ Peki GM patronlarÝnÝn tam da bu dönemde saldÝrÝya geçmelerinin nedenleri neydi acaba? Son zamanlarda otomotiv tekelleri arasÝndaki pazar kavgasÝ kÝzÝşÝyor. Halen dünyada 15 milyonun üzerinde otomobil fazlasÝnÝn olduğu biliniyor. Opel son zamanlarda rakipleri karşÝsÝnda görece geriledi. Kalite düşüklüğü, verimsizlik, pazarlardaki büyük payÝnÝ kaybetmesine yol açtÝ. Opel yetkilileri bir taraftan işçi sayÝsÝnÝ azaltarak giderlerini kÝsma, öte taraftan da teknolojik yatÝrÝmlarla üretimi arttÝrma (maksimalprofit) yöntemiyle, hem krizin faturasÝnÝ işçiye çÝkarmaya hem de rakiplerine karşÝ avantajlÝ bir konuma yükselmeye çalÝşmaktadÝr. GM ve diğer Avrupa otomobil üreticilerinin dünya pazarÝ üzerindeki pozisyonlarÝ sarsÝldÝ. Örneğin Avrupa Otomobil Birlikleri, dünya pazarÝnÝn yüzde 30.6’sÝna sahipken, bu pazarÝn yüzde 26.7’sini sadece GM kontrol ediyordu. GM 1999’dan 2003 yÝlÝna kadar çalÝşanlarÝnÝn sayÝsÝnÝ 91 binden 63 bine indirmeyi başardÝ. Ve bu sayede 5 yÝl içerisinde işçilerin ürettiği artÝ değer 288 binden 436 bin dolara yükselmiştir. Öte taraftan pazar sorununu yaratan en temel nedenlerden bir tanesi Avrupa’da yaşayan işçi ve emekçi kesimler başta olmak üzere toplumun geniş kesimlerinin gelir düzeylerinin
hÝzla düşüşüyle alÝm güçlerinin azalmasÝdÝr.
ile metal patronlarÝnÝn ekmeğine yağ sürüyorlar.
Bir taşla birkaç kuş
Opel’den öncü tutum
SÝnÝfa dönük saldÝrÝnÝn tek ayağÝ sadece işten çÝkarmakla da sÝnÝrlÝ değil. Almanya’da Daimler-Chrysler, Volkswagen, Bosch, Siemens vb. vb. tekellerinin, sÝfÝr sözleşme, ikramiyelerin kaldÝrÝlmasÝ, 40 saatlik çalÝşma gibi saldÝrÝlarÝyla da bir taşla bir kaç kuş birden vurmak istiyorlar.
Son aylarda Almanya’da sÝnÝfa dönük çok yönlü saldÝrÝlar karşÝsÝnda Opel işçileri, izlenmesi gereken yolun ilk örneklerinden birini gösterdiler. Tekellerin ve hükümetin bütün tehditlerine rağmen fabrika işgali de dahil, onlarca protesto gösterisi düzenleyerek geniş kesimlerin destek ve sempatilerini
DGB’nin ihanetiyle de bunu kolaylÝkla başarÝyorlar. Tepeden tÝrnağa çürümüş düzen sendikacÝlÝğÝnÝn en yetkin temsilcilerinden DGB, “sakin olun, aman aşÝrÝya kaçmayÝn sonra işinizden olursunuz!” söylemleri
kazandÝlar. Bochum Opel işçileri eylemleri ile bölgedeki madenciler, kimya çalÝşanlarÝ, emekliler, işsizler, öğrencilerin de desteklerini alarak, Opel patronlarÝnÝn yüreğine korku saldÝlar.
Opel yöneticileri eylemlere katÝlan işçileri süresiz işten atma ile tehdit ederken, eylem süresince DGB ile SPD ise elele vererek hareketi boğmaya çalÝştÝlar. Öte taraftan 20 Ekim’de, grevin 7. gününde bütün vardiyalardan işçilerin katÝldÝğÝ oylamayla grev sona erdirildi. Oylamada birçok işçi temsilcisinin konuşmasÝna izin verilmedi. IGM şeflerinin ayak oyunlarÝyla “işyeri temsilciliği, işletme yönetmeliği ile görüşmeleri sür-
dürsün ve yeniden işbaşÝ yapÝlsÝn” kararÝnÝn oylanmasÝyla birlikte işçiler işbaşÝ yaparken sendikacÝlar patronla görüşmelere devam ediyordu. Köln YD
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 6
Yaflanacak
Dünya 6
Y
F›kralar
Bas‚ lm belada Siyasal gerginliğin dşında iki toplumun insanlarının arasındaki sosyo-kültürel farklılığın da büyük boyutlara ulastığı bir dönem de, bir Türk gurbetçisinin evi: Küçük oğlan, akşam üstü okuldan gelmiş... Kapıdan girer girmez: ‘Anne!’ diye seslenmiş, ‘ben Alman oldum!’ Annesi: ‘O nasÝl söz? Sakın bir daha tekrarlama...’ ‘Anne ben Alman oldum. Bu-
gün sınıfta karar verdik. Ben Almanım artık...’ Annesi ‘sus bakayım’ diye tiz perdeden bağırırken,babası da içerden duyup koşmuş. Bir tokat, bir tokat daha... Çocuk bir yandan yediği dayaktan korunmaya çalışırken, bir yandan da konuşmasını sürdürüyormuş: ‘Şu dünyanÝn işine bakın! Alman oldum. Yarım saat sonra Türklerle başım derde girdi!...’
iki ihtimal
2. Dünya SavaşÝ’nda 2 yahudi Almanlara esir olmuştur. AlmanlarÝn esir kamplarÝnda insanlara yaptÝklarÝnÝ duyan esirlerden biri korkuyla “boku yedik” der diğerine. Daha sonra kendilerine ne yapacaklarÝnÝ sorar. Diğeri başlar anlatmaya: Soran merakla onu dinlemeye başlar. " 2 ihtimal var ya bizi öldürürler yada esir kampÝna yollarlar.Öldürürseler sorun yok,
kampa gidersek 2 ihtimal var. Ya kurşuna diziliriz ya da gaz odasÝnda öldürülürüz. Kurşuna dizilirsek sorun yok, gaz odasÝna gidersek 2 ihtimal var bizden ya sabun yaparlar yada kağÝt. Sabun yaparlarsa sorun yok kağÝt yaparsalar 2 ihtimal var ya gazete kağıdÝ oluruz ya da tuvalet kağÝdÝ. Gazete kağÝdÝ olursak sorun yok tuvalet kağÝdÝ olursak işte o zaman boku yedik".
A
fi
A
M
Annemizden öğrendiklerimiz -İyi yapÝlmÝş bir işi takdir etmeyi; “Bana bakÝn, çÝkÝn birbirinizi dÝşarda gebertin, evi daha yeni temizledim..!” -DualarÝn gücünü; “Yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu farketmedi” -Zamana karşÝ yarÝşmayÝ; “O oyuncaklarÝ topla, yoksa bir tekme attÝğÝm gibi hepsini karşÝ sahilden toplarsÝn” -MantÝklÝ düşünmeyi; “Ben öyle diyorsam öyledir” -HayatÝn trajikomik yanlarÝnÝ; “Sen daha orda gülmeye devam et; birazdan ben seni tam güldürecem” -HayatÝn çelişkilerle dolu olduğunu; “Kapa çeneni ve çorbanÝ iç..!” -DayanÝklÝ olmayÝ; “O Ýspanak bitene kadar sofradan kalkmak yok...”
-Hava raporu tahmini yapmayÝ; “Şu dağÝnÝklÝğa bak...yabancÝ biri görse, odanÝn ortasÝndan kasÝrga geçmiş sanÝr” -Olağanüstü durumlara hazÝrlÝklÝ olmayÝ;
Sicili bozulmas1n
Köylü eşeğiyle şehre iner.
trafik polisleriyle karşılaşır. - Eşeğin kolanını niye bağlamadın? Ceza keseceğiz. - Keserseniz kesin! - İyi de, sana ceza kesersek 3,eşeğe kesersek 2 milyon. - Siz cezayı bana kesin. Eşeğin sicili bozulmasın, onu polis yapacam....
Ay›n Çengel Bulmacas›
“Dinleme bakalÝm anne sözü dinlemeee! kafana meteor düşecek, ‘kenara çekil’ diye bağÝrsam onu bile dinlemezsin di miii?” -KÝskanmayÝ; “Dünyada senin annen baban gibi mükemmel bir aileye sahip olmayan kaç milyon çocuk var biliyor musun?” -SabÝrlÝ olmayÝ; “Baban eve gelsin, sen görürsün” -HakkÝmÝzÝ alacağÝmÝzÝ; “Eve vardÝğÝmÝzda ben bilirim sana yapacağÝmÝ” -Diyalog kurmayÝ; “Sana birşey sorduğumda cevap ver!” “Ne söyleyeyim anne?” “Sus, bana cevap verme!!!” -TÝp bilgilerini; “Gözlerini şaşÝ yaparken bir gün öyle kalÝvereceksin, göreceksin gününü!..”
Bilgisayarkolik -Modeminizi kapatÝğÝnÝzda içinizde bir burukluk hissediyorsanÝz, -Defterinizdeki tüm adreslerde @ varsa, -İnternet erişimi olmadÝğÝ için annenizle haberleşemiyorsanÝz, -Telefon faturanÝz 2 sayfadan fazlaysa, -Eşiniz resti çekip “hayÝr bilgisayar yatağa giremez!” diyorsa, -Bilgisayar masanÝzÝn sandalyesini bir klozetle değiştirmeyi düşünüyorsanÝz, -Kelime işlemcinizle birşeyler yazarken her noktadan sonra "com”yazÝyorsanÝz,siz bir Bilgisayarkoliksiniz!!!
Felsefik düflflüünceler
Zeynep Günel
"AyaklÝ nalbur” ve "Puşi”nindüşündürdükleri AkşamÝn geç saatleri. Yorgunluk iliklerime kadar işlemiş. Nereye baksam yatak görüyorum adeta!.. Geç kalan tramvaya içimden sayÝp dökerken, bir gence takÝlÝyor gözüm. NasÝl takÝlmasÝn, gözümün içine sokuyor kendini. Her tarafÝndan zincir, metal sarkan bir zat! Adam ayaklÝ nalbur mübarek! Hele o kafa...YanlarÝ tamamen kazÝnmÝş. Tepede kalan saç, yerçekimine meydan okuyor! Beş ok halinde dimdik duruyor saçlar. Elbette her biri ayrÝ renk! ArkadaşÝmÝn öfkeyle karÝşÝk bir alayla söylendiğini duyuyorum: "Tipe bak tipe! Zincirlerinden tutup çöpe atacaksÝn bu serseriyi!..” Yorgunluktan yorum yapacak halim yok... Nihayet geliyor tramvay. Tam "şekerleme” posizyonu alÝrken, bir "puşi” dinamitliyor uykumu! Puşi...Filistin...Irak...Kürt yurtseverleri...Ulusal kurtuluş mücadelelerinin onurlu sembolü...Ne güzel de dolanmÝş sahibinin boynuna... Kocaman açÝlÝyor gözlerim, puşinin sahibi olan yüze atlÝyor. Ve o anda... kulaklarÝmÝ sağÝr eden bir gürültüyle parçalanÝyor hayallerim. Ablak bir surat ve o suratÝ çevreleyen abuk-sabuk saçlar!.. KafasÝnda kaç renk olduğunu ayÝrt edemiyorum bile! Kendimi tutmasam, fÝrlayÝp yapÝşacağÝm puşiye. "Ver lan şunu hergele, bu sana yakÝşmaz!..” diyerek alacağÝm boynundan..."Neyse, sakin ol! HÝncÝnÝ Nazilere sakla!..” diyorum kendime. Birkaç gün sonra, eylem alanÝndayÝm. Binin üzerinde antifaşist toplanmÝş Nazileri yürütmemek için. Öfkeli sloganlarla yürümeye başlÝyor çoşkun kalabalÝk. Polis kesiyor önümüzü. Çevreme bakÝnÝyorum. Bir de ne göreyim, bizim "ayaklÝ nalbur” ve "abuk-subuk saçlÝ puşi”, polisle göğüs göğüse! Az sonra içinde bulunduklarÝ grupla birlikte yüklenip aşÝyorlar ilk barikatÝ!.. İtiraf edeyim, hafiften afallÝyorum... YanÝmdaki arkadaşÝ dürtüp "Bak seninkine, eyleme gelmiş” diyorum. "Amaan, onun her tarafÝ eylem olsa ne yazar?!” diye kestirip atÝyor... AlÝcÝlarÝ açÝp gözlem yapma zamanÝ...Benim "muhteşem ikili” gibi onlarcasÝ, hatta "daha beteri” var kalabalÝğÝn içinde. Sokakta gördüğümüzde adam yerine koymadÝğÝmÝz yetmiyormuş gibi, anlamlÝ bir eylem içinde dahi bir yerlere oturtmuyoruz onlarÝ. Sorular hücum etmeye başlÝyor: "Kim bunlar? Bunlar ‘serseri’ ise burada ne işleri var? Madem buradalar, neden bu kadar ‘toplumdÝşÝlar’? ‘SistemdÝşÝ olma’ iddiasÝ taşÝmalarÝna rağmen şu abuk-sabuk halleriyle sisteme farklÝ bir yönden eklemlendiklerinin farkÝnda değiller mi?..” Ve sonra sorularÝn en yamanÝ geliyor: "Biz buraya kaç kişi geldik?..” Onlarca yüz geçiyor gözümün önünden..."Neredeler?..”
‹nterneti Türkler bulsayd› Bilgisayar açÝlÝş mesajlarÝ:
aykÝrÝ bulunmuştur. - Site borcundan dolayÝ kapatÝlmÝştÝr.
-Ad soyad girin, -Şifrenizi girin, -İkametgah girin, -Nüfus sureti girin, -Annenizin genç kÝzlÝk soyadÝnÝ girin,
Bağlanma mesajlarÝ:
İnternet’te gideceğiniz adresi yazdÝktan sonra ekrana gelen mesajlar: -Emin misiniz? -Ciddi misiniz? -Bak son defa soruyorum! -Günah benden gitti bağlÝyorum...
E-mail adresi almak için yapÝlmasÝ gerekli işlemler:
Hukuk
Av. Gülşen Çelebi
Yerleşim izni (Niederlassungerlaubnis § 9 AufenthG)
“Yerleşim izni” bugüne kadar uygulanmakta olan oturma izni ve oturum hakkı uygulamalarının yerini almaktadır. Bu izinle, yabancının Federal Almanya’daki oturumunu sağlam ve güvenli hâle getiren, süreklilik arzeden sınırsız bir oturum verilmektedir. Zaman ve yer sınırlaması olmaksızın ve başka bir yasal koşul aranmaksızın her türlü mesleğin icrasına ikâmetgâh izniyle hak kazanılmaktadır. İstisna sadece 23. Madde 2. Fıkra uyarınca mümkündür. Buna göre, yerleşim izni verilen kişinin politik faaliyetleri yasaklanabilir ya da sınırlanabilir. Madde 9, Fıkra 2, ilgilinin oturum süresi ve Federal Almanya’daki yaşam koşullarına entegre olmuş yabancılara bir yerleşim izni verilmesine yönelik hakkı düzenlemektedir. Bu hakkın kazanımı için aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi gerekmektedir: - 5 yıldan beri bir oturum izni
sahibi olmak. - Geçimini garanti altına almış olmak. - En az 60 ay boyunca zorunlu ya da isteğe bağlı yasal emeklilik sigortası ödemiş veya bununla eşdeğerde olabilecek bir sigorta ödemesinde bulunmuş olmak (Çocuk bakımı ya da ailevi nedenlerden dolayı kesintiye uğrayan çalışma süresi, hükme uygun olarak süreden mahsup edilmektedir). - Son 3 yıl içinde en az 6 aylık hapis cezası veya en az 180 gün karşılığı bir para cezasını gerektirecek kasıtlı bir cezai fiil işlememiş olmak. - Başvuran kişinin Almancaya yeterince hakim olması. - Başvuran kişinin Federal Almanya’daki yasal ve toplum düzeni ile yaşam koşulları hakkındaki temel bilgilere sahip olması.
- Başvuran kişinin kendisi ve kendisiyle birlikte aynı evde yaşayacak aile üyeleri için yeterince büyüklükte bir evde yaşıyor olması. Şimdiye kadar oturma izninin verilmesi koşulu, başvuran kişinin Almancayı sadece basit bir şekilde anlıyor olması idi. Artık Almancanın yeterince bilinmesi ile birlikte yasal ve toplumsal düzen hakkında temel bilgilere de sahip olunması talep edilmektedir. Bununla, bu bilgilere sahip olma zorunluluğuna, önemli bir entegrasyon ve toplumsal yaşama katılmak koşulu olarak büyük bir anlam yüklenmektedir. Yabancının fiziksel ya da ruhsal bir hastalık veya engelle sahip olmasÝ, Almancayı sözlü olarak basit düzeyde anlayabilmesi, entegrasyon kursuna katılma zorunluluğunun kalkması ya da bu kursun devamlılığının imkânsız veya beklenemez olması, bu nedenle de kursa katılma zorunluluğunda bir istisna durumun mevcut olması halin-
de, 9. Maddenin 2. Fıkrasının 2, 3, 7 ve 8. bendlerindeki koşullar aranmaz. 9. Madde 4. Fıkra 2.cümle 1. bend, bir kez Almanya’daki yaşama sağlanan entegrasyonun, belli koşullar altında, oturum izninin bir şekilde bitmesinden sonra da dikkate alınacağı hükmünü içermektedir. Almanya dışına çıkmadan önce bir yerleşim iznine sahip olan ve oturum hakkının bitmesine yol açan yurt dışı seyahatinden sonra, yasa uyarınca kendisine tekrar, genel koşullar bakımından bir oturum izni verilecek yabancı, daha önce Federal Almanya’da hiç bulunmamış bir yabancıdan daha hızlı bir şekilde yerleşim izni alabilir. Bilgi için : Gülşen Çelebi, Rechtsanwältin Haydar Sığınak, Avukat (TR) Graf-Adolf-Str. 80 40210 Düsseldorf Tel:0211-355 83 14 Fax: 0211-355 83 15
-Nüfus cüzdanÝ aslÝ ve noter tastikli fotokopisi, -İkametgah senedi, -SavcÝlÝktan iyi hal kağÝdÝ, -6 fotoğraf, -Son üç ay içinde alÝnmÝş isme tescilli elektrik, su, doğalgaz faturasÝ (ödenmiş olacak) -Erkek kullanÝcÝlarÝn askerlikle ilişkileri olmadÝğÝna dair tecil belgesi veya teskere bel-
gesinin noter tastikli sureti. -18 yaşÝnÝ doldurmamÝş kullanÝcÝlardan velilerinin yazÝlÝ izin belgesi... -Not: İnternet e-mail kullanÝm depozitosu 400$ olup aylÝk 50 milyon kullanÝm ücreti alÝnacaktÝr. FaturasÝnÝ ödemeyen abonenin e-maili kesilir.
Bağlanamama mesajlarÝ: - Bu siteye giriş internet yüksek konseyi tarafÝndan yasaklanmÝştÝr. - RTÜK bu siteyi çocuklarÝn zihinsel gelişimini engellediğinden dolayÝ bir gün süre ile kapatmÝştÝr. - AradÝğÝnÝz adres anayasaya
- Sitemizi seçtiğiniz için teşekkür ederiz. Sitemize girmekle artÝk sadece bizim sitemize geleceğinize ve başka hiç bir adrese girmeyeceğinize dair bir anlaşmayÝ kabul etmiş bulunuyorsunuz. - Bu durumu kabul ediyorsanÝz “evet” etmiyorsanÝz “evet” tuşuna basÝn. İhtilaf halinde İstanbul Mahkemeleri geçerli olacaktÝr.
Hata mesajlarÝ: - Ulaşmaya çalÝştÝğÝnÝz bilgisayarÝn mahallesinde elektrikler kesik olduğundan bağlantÝ kurulamÝyor. - “Q” harfine bastÝnÝz, bu durumun bir yanlÝşlÝk sonucu olduğuna inanÝyoruz, bir kez daha basmanÝz halinde bilgisayarÝnÝz takibe alÝnacaktÝr. - HatasÝz bilgisayar olmaz... - Kime şikayet ederseniz edin!!!
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 7
Yaflanacak
K
A
D
I
7 Dünya
N
Siz iyi bir annesiniz
‹çimdeki Pencere Ayşe Çolak
n “Anne, bu gece de benimle uyur musun?” dedi¤inde içiniz eriyiverir.
YazarÝmÝz bildiğiniz gibi ikinci kez anne oldu. Helin bebek, biraz rahatsÝz.Bu nedenle yazÝsÝnÝ yazamadÝ Ayşe. Helin bebeğe “Hoş geldin” diyor, sağlÝklÝ ve dolu dolu bir yaşam diliyoruz...
En az›ndan uyuyana kadar yan›na sokulursunuz. Ne iyi bir annesiniz... “KadÝncağÝz kendini çocuklarÝna adamÝş …” SÝkça duyuyorum bu cümleyi. Büyük bir takdir ve hayranlÝk tonlamasÝyla söylendiğine de tanÝk oluyorum. Kendini çocuğuna adamak, takdir etme bir yana, kabul edilebilecek birşey değil bana göre.
HaklarÝndan Vazgeçmek Bir kere anne, çok çeşitli ihtiyaçlarÝ olan bir insan olarak, birçok hakkÝndan vazgeçiyor. Kendi ihtiyaçlarÝnÝ, özlemlerini isteklerini bir kenara itiyor. Yaşamda üretken ve etken bir pozisyona sahip olmak yerine edilgenleşiyor, silikleşiyor. YaşamÝnÝn merkezine çocuklarÝnÝ yerleştiren kadÝn, ister istemez çocuk-ev arasÝnda darlaşÝyor. O güne kadar edindiği birikimle yetmeye çalÝşÝyor onlara. Yaşam durağan değil oysa… Değişik kanallardan beslenmeyen birikim, bir süre sonra
yetmiyor, kadÝn bu kez daralÝyor, bunalÝyor… Kendini çoçuğuna adayan anneler şimdi sözüm size… Biliniz ki, çocuklarÝn vazgeçilmezidir oyuncaklar. Ve hemen hepsi, birçok oyuncakla birden oynar. Bir süre sonra sÝkÝlÝr ve olduğu gib bÝrakÝr hepsini. Birkaç kez “topla yavrum şunlarÝ” dersiniz. Kulak asmayÝnca da hemen girişirsiniz toplamaya. Öyle ya ayaklarÝna batabilir, canÝnÝ acÝtabilir…Siz iyi bir annesiniz… Çocuğunuz odasÝ her an derli topludur. Defterlerini, kalemlerini, giysilerini, hatta yatağÝnÝ bile siz düzeltirsiniz… İyi bir annesiniz…
“Bana ne yemicem!” Her gün en az bir öğün için saatlerce uğraşÝr onun sevdiği yemekleri yaparsÝnÝz. “Yemem, benim canÝm şunu istiyor” dedi-
ğinde üşenmeden onu pişiriverirsiniz. Bu kez de "bana ne iştahÝm kaçtÝ, yemicem!” diye tutturur, çizgi filmin başÝndan kalkmak istemez çünkü. TabağÝ eline alÝr, o TV’ye bakarken yedirirsiniz bebekmiş gibi. O gün yemek yememiştir çünkü. Eee, ne de olsa iyi bir annesiniz. Çocuğunuzdan yaşca küçük olanlar bile okula kendi kendilerine giderler. Ama siz, arabayla veya yürüyerek her gün getirir götürürsünüz. DünyanÝn binbir türlü hali var, ya başÝna bir şey gelirse?!. Ne iyi bir annesiniz… Hele geceleri… İstemez yalnÝz yatmayÝ yavrucak. “Anne, bu gece de benimle uyur musun?” dediğinde içiniz eriyiverir. En azÝndan uyuyana kadar yanÝna sokulursunuz… Siz iyi bir annesiniz…
Bir düşünün Şimdi bir düşünün… kendi kendine yetebilen, kendi so-
Toplumsal yapÝda kadÝn
rumluluklarÝnÝn bilincinde olan, hayatÝn binbir türlü zorluğuyla baş edilebilecek güçte çocuk mu yetiştiriyorsunuz?… Hem de kendinizi adama pahasÝna…
Merhaba gönül dostlarÝm n Düflüncelerini hayata dönüfltüremeden yaflayan insanlar... Hep kendisi için baflkalar›n›n savaflmas›n› ister... maz yaranÝn ayrÝklarÝnÝ toplayarak insan olmaya ve insanca yaşamaya çalÝşÝyoruz. Peki biz gerçekleri bilmiyor muyuz? Sinsi saman alevi düşünceler, hoyratça talan ederken herşeyi, kayÝtsÝzlÝğÝn köpüren selinde boğuluyoruz. Geride bir avuç insanÝn onur savaşÝ kalÝyor.
Düşüncelerle doymak
Gurbetçi bir ailenin üç çocuğundan biri benim. Üniversiteyi kazanmama rağmen ailem beni göndermedi. 1990 yÝlÝnda evlendim. Ama içimdeki okuma ideali bitmemişti. 1991’de kÝzÝm dünyaya geldi. ArkasÝndan bir oğlum oldu. Oğlum 6 aylÝkken üniversite sÝnavlarÝna girdim. Resim İş öğretmeni oldum, yüksek lisans da yaptÝm. Bana göre insan zorunlu olduğu için değil yaşamayÝ seçtiği
için yaşamalÝdÝr. Ama ne yazÝk ki biz yaşama yön vermiyoruz, yaşam bize yön veriyor çoğu kez.
DünyanÝn neresindeyiz? Nedir insanlarÝ bilinmezlikler içine bocalarcasÝna sürükleyen şeyler? Niçin hep arayÝşlarÝ boşluklarla doldurmaya çalÝşÝyoruz? Biz dünyanÝn neresindeyiz? Belki de hiçbir yerinde… Sadece yüreğimizdeki onul-
Bir gün gelecek, var olan bu düşünceler, bu düşler, bu duygular yetmeyecek insanoğluna. ZorbalÝklarÝn, eşitsizliklerin yerini doyumsuzluklar alacak. Her tatminsizliğin sonunda aç olduğunu hissedecek insan. Kendi doğrumuzun peşinde koşarken tarafsÝz davranamayacağÝz. Beyin açlÝğÝ çeken bizler, düşüncelerle doymaya çalÝşaçağÝz. Bizim geleceğimiz, güçlü olma çabasÝ içinde olan insanlarÝn eline bÝrakÝlmÝş. Bizler varolma çabamÝzÝ, ideallerimizi belki de bilincsizce sürgün ettik. | Bir avuç insan da insanca yaşamak uğruna sürgünleri yaşama dönüştürmeye çalÝyor.
SakÝnmasÝzca haykÝrmak YüzyÝllar boyunca hep doğruyu aramÝşÝz. Kendi doğrumuzu düşünce-
Peki aranÝzda özgür bir ilişki mi var? Yoksa çocuğun size bağÝmlÝ olduğu, sizin onun kölesi olduğunuz bir ilişki mi? Songül Özdemir
• UluslararasÝ finans kuruluşlarÝnÝn hakimiyeti altÝnda devam eden yaşamda yoksulluk hÝzla artarken, bu yoksulluğun en fazla etkilediği kesim kadÝnlar oluyor. Dünya nüfusunun yarÝsÝnÝ oluşturan kadÝnlar, dünyadaki toplam üretimin 3’te 2’sini gerçekleştirmelerine rağmen, toplam gelirin yüzde 5’ini alabiliyorlar. • Neo-liberal politikalarÝn uyulandÝğÝ AB ülkelerinde sosyal harcamalar hÝzla kesintiye uğrarken, kadÝnlarÝn yaşamlarÝ gittikçe kötüleşmekte. Doğum izinleri, ücretli izinler bu politikalar sonucunda tarih olurken, kadÝnlar evde çocuk, hasta ve yaşlÝlarÝn bakÝmÝnÝ üstlenmek
Zekiysen silah kullanÝrsÝn! n “E¤er dikifl makinesini çal›flt›racak kadar zekiyseniz, bir ateflli silah kullanacak kadar da zekisinizdir!” kadar da zekisinizdir. Eğer bir adamÝn yiyecek-içecek ihtiyaçlarÝnÝ ve bebeğini taşÝyacak kadar güçlüyseniz, bir adamÝn silahÝnÝ da taşÝyacak kadar güçlüsünüzdür.” diyorlar! YapÝlan araştÝrmalar, silah sanayicilerinin ürünlerini ve ikna taktiklerini yeniden tasarlamalarÝnÝn büyük etkisiyle, her geçen gün daha fazla kadÝnÝn silah aldÝğÝnÝ gösteriyor.
lerimizin tahtÝna oturtup, insanlÝğÝn ileri atÝlÝşÝnÝ bencilce yargÝlar olmuşuz. Sessiz düşünceleri ifadeye dönüştürürken yanlÝ olmaktan kendimizi kurtaramamÝşÝz. Bizi yalancÝ çÝkaran herşeyi görmezlikten gelmişiz. Bugün varolma ve özgür olma savaşÝ veren bizler, acaba günün birinde güzellikler adÝna savaş verecek miyiz? Bugün itiraf edemediğimiz gerçeklikleri acaba sakÝnmasÝzca gökyüzüne haykÝrabilecek miyiz?
Bir sömürüden diğerine...
Umut olmak Düşünceleri hayata dönüştüremeden yaşayan insanlar, mükemmel bir romanda ciddi bir gramer hatasÝ gibi iz bÝrakÝr geleceğe. Hep kendisi için başkalarÝnÝn savaşmasÝnÝ ister. Ve ne zaman sarsÝlÝr, canÝ yanarsa, düştüğünü farkederse ayağa kalkar. Yeryüzü taşla doludur. Ama pek azÝ boyunlara kolye olur. Yeryüzü birçok insanla doludur. Ancak düşünen yarÝsÝ harekete geçen yarÝsÝna umut olur. Ve çözümde görev almayanlar, problemin bir parçasÝ olur. Çözüm ve problem...Bu kadar net! Gönül dostlarÝma sonsuz, umut dolu sevgilerimle Hatice Aslan
zorunda kalÝyor. AB’nin en yoksul kesimini kadÝnlar oluşturuyor. • AB ülkelerinin bütününde sanÝldÝğÝnÝn aksine, kadÝnlar erkeklere göre daha az ücret alÝyor. İspanya’da aynÝ işi yapan erkeklere göre kadÝnlar yüzde 27, İtalya’da yüzde 20, Hollanda’da yüzde 24 daha az ücret alÝyorlar kadÝnlar. • Dünyadaki her üç kadÝndan biri cinsel kimliğine yönelik saldÝrÝya maruz kalÝyor. Yetişkin kadÝn nüfusunun yüzde 80’i fuhuş sektörünün saldÝrÝsÝ ile karşÝ karşÝya. Asya ve Afrika ülkelerinde fuhuş sektöründe kullanÝlan kadÝnlar, aynÝ zamanda cinsel köle durumunda.
Gazetelerde gördüğümüz ilanlar nasÝl da ilgimizi çekiyor değil mi? “Birkaç saniyede bayÝltÝn, kendinizi koruyun!..”, "Elektrik şokuyla, saldÝrÝlardan kurtulun...”, "El çantanÝza sÝğacak kadar küçük ve hafif silahlar hizmetinizde...” Silah tüccarlarÝnÝn bizim için pek bir kaygÝlandÝğÝnÝ, bizi korumaya çalÝştÝğÝnÝ mÝ düşünüyorsunuz? YanÝlÝyorsunuz!.. OnlarÝn dertleri, pazarlarÝnÝ genişletip daha fazla kazanmak ve toplumda şiddeti yaygÝnlaştÝrmak!
Hedef kitle kadÝnlar Dünya silah lobisi, hedef kitle olarak kadÝnlara yöneldi. KadÝnlara yönelik cinsel saldÝrÝlarÝn giderek artmasÝnÝ fÝrsat bilen silah sanayicileri, bayÝltÝcÝ işlevi olan her türlü spreyden en küçük el çantasÝnda bile taşÝnabilen öldürücü etkiye sahip delici alet ve ateşli silaha kadar bir dizi silahÝn üretimine büyük önem veriyor. TanÝtÝm broşürlerinde hem korkularÝmÝzÝ ve bastÝrÝlmÝşlÝğÝmÝzÝ sömürüyorlar, hem de zekamÝz ve fiziksel gücümüzle alay ediyorlar: "Eğer dikiş makinesini çalÝştÝracak kadar zekiyseniz, bir ateşli silahÝ kullanacak
KadÝnÝn duygularÝnÝn sömürülmesi yalnÝzca böyle "küçük işler” ile sÝnÝrlÝ değil... "Erkek savaşa katÝlÝr da kadÝn katÝlamaz mÝ?..” Özellikle ABD emperyalizmi körüklüyor bastÝrÝlmÝşlÝğÝ. SonuçlarÝnÝ da alÝyor. Bugün, ABD ordusundaki her 5 acemi erden biri kadÝn. Aktif olarak askerlik yapanlarÝn yüzde 15’i kadÝn. Bu sayÝ, Körfez SavaşÝ sÝrasÝnda yüzde 11’di. Hava Kuvvetleri’nin yüzde 19’u Kara Kuvvetleri’nin yüzde 15.3’ü kadÝnlardan oluşuyor. Vietnam’da 10 bin, Körfez’de 40 bin kadÝn savaştÝ. Irak’ta ise, her 7 askerden biri kadÝn!.. Kimin için?..KadÝnlarÝ ezen ve sömüren sistemin kendisi iken, bu sömürüden doğan duygularÝ kullanÝp daha derin ve çirkin bir sömürüye alet eden de sistemin kendisi değil mi?.. Nurten Kara
Renkleri farketmenin zamanÝ n Yaflamlar›m›z t›pk› bafl›na oturdu¤umuz maki- n Dostluklar parayla ölçülmeye, mutsuzluklar nalar gibi yavafl yavafl makinalaflt›... Çocuk doğurmak, ev temizlemek, yemek yapmak yüz yÝllardÝr kadÝnÝn simgesi olan terimler. KadÝn olmak... Bu konuda söylenecek ne çok şey var değil mi? DoğanÝn bize bahşettiği marifetlerimizle birlikte aldÝk ellerimize boş çÝkÝnlarÝmÝzÝ . İçini doldurmak için düştük gurbet yollarÝna. “Daha iyi bir gelecek”dedik. İlk önce garip garip, soğuk soğuk bakan yabancÝ gözler karşÝladÝ bizi. SÝcak bir gülüş aradÝk bulamadÝk. YalnÝz kaldÝk gurbet ellerde. Eş dost, akraba, anne, baba dedik, sÝğÝndÝk kollarÝna ama eskisi gibi sÝcak değillerdi. “ÇalÝşman gerek” dediler. Oturduk makine başlarÝna. Akşam oldu, yorgun dönüldü evlere ama daha iş bitmemişti. Ev vardÝ temizlenecek, yemek vardÝ pişirilecek, çocuklar vardÝ ilgilenilecek.
artmaya bafllad›...
YaşamlarÝmÝz makinalaştÝ
İçimizden biri...
YaşamlarÝmÝz tÝpkÝ başÝna oturduğumuz makinalar gibi yavaş yavaş makinalaştÝ. Dostluklar parayla ölçülmeye başladÝ. Mutsuzluklar artmaya... Kimisi hiç işe gitmedi. Fabrika yüzü görmedi ama onlar da mutlu değildi. Çünkü onlar da eve kapanmÝştÝ, dil bilmiyordu, her şey yabancÝydÝ. YÝllar geçtikçe aradan, silikleşmeye başladÝ kişilikler, güvensizlikler arttÝ. YapmacÝk gülüşler kapladÝ yüzleri. Bir boşluk vardÝ artÝk yüreklerde, boşluk vardÝ gelecekte, geleceğe boş bakÝyordu gözler. Birbirinin ahlak polisi kesilen baskÝcÝ bir toplum oluşmaya başladÝ. Bu baskÝ alabildiğine daralttÝ kadÝnÝn yaşamÝnÝ. Kendisini ifade edememe sorunuyla yüzyüze geldi kadÝn.
Gelin hep birlikte, henüz 25’inde gencecik bir kadÝnÝmÝzÝn kendini nasÝl ifade ettiğine bir bakalÝm: - DÝşarÝya çÝkmayÝ sevmiyorum. - Arkadaş edinmeyi sevmiyorum. Çünkü hiç kimseye güvenmiyorum. - İnsanlarla bir araya geldiğimde konuşacak pek bir şey bulamÝyorum. Çabucak sÝkÝlÝyorum. - Huzuru sadece kendi evimde buluyorum. - HakkÝmda dedikodu yapÝlmasÝndan korktuğum için çevremdeki insanlar gibi olmaya çalÝşÝyorum. - Okula gidip dil öğrenmek istiyorum ama öğrenemem diye korkuyorum. - YalnÝz kalmayÝ seviyorum. - Pembe dizilerin hepsini izli-
yorum. Sigara içmeyi seviyorum ve bir de magazin programlarÝnÝ. Ve son olarakta en can alÝcÝ noktayÝ ekliyor kadÝnÝmÝz; - Ençok para sahibi olmayÝ istiyorum. Çünkü bizim paramÝz yok, yardÝmla geçiniyoruz. Bu memlekette insanÝn parasÝ olmayÝnca dostu da olmuyor, topluma giremiyorsun.
Hücrelerimiz... Bunlar sadece bir kişinin sözleri, ama belki de yüzlercemizin ortak duygularÝ. YalnÝzlaştÝk, dört duvar arasÝna kapandÝk ve sonuç: Kendi ellerimizle inşa ettiğimiz hücrelerimiz... O hücrelerin içinde sadece mutsuzluk, yaşamdan soyutlanma, aşÝrÝ alÝşverişe yönelerek geçici tatminler, pembe dizilerle, magazin programlarÝyla ve ellerdeki sigaralarla sÝnÝrlandÝrÝlmÝş bir yaşam var.
KÝsacasÝ içi boşaltÝlan ve boşlukta sallanan bir geleceksizlik var. Ama artÝk sorunumuz sadece sÝkÝntÝlarÝ, yaşananlarÝ gündeme getirmek olmamalÝ. ArtÝk en önemli sorunumuz, bu hücreleri yÝkmak olmalÝ. KadÝn, yüzyÝllardÝr içine sÝkÝştÝrÝldÝğÝ, artÝk soluk alamaz hale getirildiği kabuğundan çÝkmalÝdÝr.
Dimdik durma zamanÝ ArtÝk beynimizdeki hücreleri parçalamanÝn zamanÝdÝr. Bir bilince kavuşmanÝn, kendini geliştirmenin, ayakta dimdik durmanÝn zamanÝ. At gözlüklerini çÝkartÝp yaşamÝ tüm yönleriyle görmenin, siyah ve beyazlardan kurtulup
renkleri farketmenin zamanÝdÝr. Bizleri çaldÝğÝ ninnilerle uyutmaya çalÝşan burjuvaziye karşÝ durmanÝn zamanÝdÝr. ArtÝk uyanma zamanÝdÝr dostlar. Dünyaya kadÝn olarak gelmeye "kader”, çektiklerimize "alÝnyazÝsÝ” dediğimiz sürece, boş, geleceksiz yarÝnlara yürümeye devam edeceğiz. Sevgi Dinçer
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 8
Yaflanacak
Dünya 8
G
E
N
Ç
L
‹
K
Özgür seslerden doğan müzik n Heavy Metal, a¤›r sanayi iflçilerinin, gençlerin,
Heavy Metal
Heavy Metal denince aklÝnÝza ne geliyor? YanÝtlarÝ duyar gibiyiz: "Gürültülü müzik”, değil mi? HaklÝsÝnÝz da... Heavy Metal gerçekten de gürültülü bir müzik tarzÝ. Birçoğumuz bunun için dinlememeyi yeğleriz. Peki Heavy Metal neden gürültülü bir müzik tarzÝdÝr dersiniz? Acaba gürültüyü seven birileri, sÝrf gürültü çÝkarmak için mi bu müziği yapmÝşlar? Gelin birlikte Heavy Metal’in tarihine doğru kÝsa bir gezintiye çÝkalÝm.
AğÝr sanayinin müziği İngilizce kelimeler olan Heavy Metal, "ağÝr sanayi” anlamÝna geliyor. Bu müzik türü-
nün doğuşunu öğrenebilmek için 1920’li yÝllara kadar gitmemiz gerekiyor. Heavy Metal, ilk olarak 1920’li yÝllarda İngiltere’de ağÝr sanayi işçilerinin ve gençliğinin içerisinden türer. 1920’li yÝllar zor yÝllardÝr. AçlÝk, işsizlik ve yoksulluk diz boyudur. İşte o yÝllarda Heavy Metal, sÝnÝf ayrÝmÝna karşÝ üzerlerine demir, zincir ve metal takÝlar takan ağÝr sanayÝ işçilerinin ve gençlerinin, sisteme başkaldÝrmak için yaptÝklarÝ protest müzik olarak ortaya çÝkar. Ancak, maalesef o yÝllara dair günümüze ulaşan herhangi bir kayÝt yoktur. Heavy Metal’in gerçek adÝnÝ almasÝ ise 1970’li yÝllarda olur. İngiltere’nin büyük kentlerinin arka mahalleleri ve işçi semtle-
ri, yoksul insanlarÝn toplandÝklarÝ gettolardÝr. İngiltere’nin içine düştüğü ekonomik bunalÝmÝn ortasÝnda, ağÝr sanayinin en pis ve ağÝr işlerinde çalÝşan işçiler ve gençler sisteme karşÝ öfke doludurlar.
Blues’un içinden yükselen Heavy Metal Burada kÝsa bir parantez açarak, onlarca yÝl öncesine, Amerika’da henüz köleliğin yaşandÝğÝ yÝllara gitmemiz gerekiyor. Köleliğin yaşandÝğÝ yÝllarda, siyah kölelerin ezilmişliklerini, kimliksizliklerini dÝşa vurmalarÝnÝn sonucunda ortaya çÝkan Blues adÝndaki müzik tarzÝ, 1950’li ve 60’lÝ yÝllarda tüm dünyayÝ sarmÝştÝr. İşte 1970’li
sisteme baflkald›rmak için yapt›klar› protest müzik... n O y›llarda ortaya ç›kan yüzlerce grup, baflkald›r›n›n öncüsü kabul ettikleri Blues’u al›p, yaflad›klar› sert sisteme uydurdular. yÝllarda ortaya çÝkan Heavy Metal, İngiltere’de, siyah ustalarÝnÝn izinden giden, ama yanÝsÝra kendi müziklerini de yaratan bir yÝğÝn beyaz gencin elinde şekillenir. 70’li yÝllar da pek parlak olmayan, zor yÝllardÝr. Gittikçe zorlaşan ekonomik koşullar her zaman olduğu gibi önce işçi ve emekçileri vurur. Yoksul, ezilmiş yarÝnsÝz bir gençlik vardÝr. İşte bu gençler, yaptÝklarÝ müzik ile sisteme ve bekçilerine başkaldÝrÝrlar. O yÝllarda ortaya çÝkan yüzlerce grup, başkaldÝrÝnÝn öncüsü kabul ettikleri Blues’u alÝp, yaşadÝklarÝ sert sisteme uydururlar. BaşlangÝçta kendi aralarÝnda tanÝnÝrlar, seslerini sadece birbirlerine duyururlar. Ama sesleri kÝsa sürede büyür ve sisteme karşÝ yükselen bir intikam çÝğlÝğÝna dönüşür. Ortaya çÝkÝşÝndan yÝllar sonra bu başkaldÝrÝ müziğine bir isim konacaktÝr. İşçi sÝnÝfÝ ve emekçilerin, ağÝr sanayÝ işçilerinin içinden doğan bu isyanÝn sesi, Blue Oyster Cult’Ýn menajeri tarafÝndan vaftiz edilir ve Heavy Metal adÝnÝ alÝr.
Gürültülü müziğin sebebi AçlÝğa ve sefalete başkaldÝrÝnÝn müziği olarak ortaya çÝkan Heavy Metal, temelde topluma
Gençliğin PaylaşÝm Gecesi Yaşanacak Dünya’nın geçen sayısında, Hatun arkadaş, bu etkinlikten bahsetmişti... Biz Selestat’da yaşayan 4 arkadaş, bir gün koyu bir sohbetin sonucunda, bir gece organize etme kararı aldık. O günkü sohbetimiz; yaşamda, kendimiz başta olmak üzere, yaşıtlarımızın zamanını nasıl geçirdiği, kimimizin zamanını nasıl boş şeylerle, gereksiz, kötü ve onu yok edecek uğraşlarla geçirdiği idi. Bu boşa geçen zamanı, faydalı bir şeylerle doldurma amacıyla böyle bir organizasyonu üstlendik.
paylaştÝm arkadaşlarÝmla. Bir müzik grubu oluşturduk -2 ay içinde- ve geceye yetiştirdik, yaptıklarımız çok beğenildi. Gecemizde ayrıca bir de sinevizyon gösterimi oldu. Günümüzün gençliğini, ithal gelin ve damatları, niteliksiz evlilikleri, amaçsız gençleri anlatıyordu. Aynı zamanda bize de me-
Bunu başarabilmek için... Çok emek verdik, bize dayatılmış olan bazı sınırları da aşmış olduk. Gece çalışmasından önce, işten eve, evden işe ya da okula gidip geliyorduk. Ondan sonra her gün bir yerde olmaya başladık, özellikle de gece yaklaşırken. Ailelerimiz
Çocuk dansları... Hani gecemizin ismi “Gençliğin Paylaşım Gecesi”ydi ya, işte gerçekten de biz bu süreç içerisinde gençlerimizle, çocuklarımızla birçok şeyi paylaştık. Bu geceyi zenginleştiren 8 ile 12 yaş arası çocuklardan oluşan folklör ekibi oluşturduk. Daha önceden oluşturduğumuz bir tiyatro topluluğumuz vardı, “Damlada Okyanus”. Dört piyesten oluşan oyunlar sergiledik. Ben gitar çalÝyorum ve sesimin güzel olduğu söyleniyor. Gecede bu yeteneklerimi
Satranç Tahtas›
saj veriyordu; “Biz böyle adımlar atarak bir şeyleri değiştirebiliriz, bu dünyayı yaşanacak bir hale getirebiliriz. Bizde bunları gerçekleştirecek güç var, yeter ki geleceğimize sahip çıkalım. Gelecek bizimle güzelleşecek.” Böyle diyor Yaşanacak Dünya, inanÝyoruz biz de.
buna alÝşÝk değldi. Bize kızdıkları zaman “evi otel olarak kullanıyorsun” diye söylenip duruyorlardı. Ama biz bu işe bir kere başlamıştık. “Sonuna kadar gideceğiz” diye kendimize söz vermiştik. Bunu başarabilmek için her gün ailelerimizle kavga ediyorduk. “Yapamazsınız, eli-
SatrancÝn yaşamla dansÝ Satranç, sadece hamleler üzerine düşünmek değildir. Bir yaşam biçimidir de. 3 bin senelik satranç tarihi bize, sistematik düşünmenin kapılarını açar. Nasıl düşünüleceğini, nasıl hareket edilebileceğini gösterir. Günümüzde satranç neredeyse her Avrupa ülkesinde okullarda zorunlu ders olarakda verilmeye başlandÝ. Satranç, 32 taştan ibaret bir oyundan daha fazlasını içerir. O çok derin bir oyundur. Satrançta sadece yetenek yeterli olmamakla birlikte, yetenek yadsınamaz bir olgudur da. Edison’un dediği gibi “Aklın yüzde biri doğuştansa yüzde
99’unu çalışarak elde eder insan”. Örneğin yıllar önce iki usta arasındaki satranç karşılaşmasında sadece yeteneğini konuşturmak isteyen Casablanca, satranç ustası Alekhin’in karşısında hüsrana uğramıştır.
Satranç ve aşk ‘Satranç ile aşk nasıl biraraya gelebilir? diye soranlar olabilir. Evet bu iki büyük olgu hiç ummadığınız bir anda yaşamın ırmağında karşılaşabilirler. SatrancÝ sadece bir hesaplama yetisine indirgeyenler için bu elbette imkansızdır. Aşk, iki insan arasındaki duy-
zorla kabul ettirilmek istenen, insanlarÝ sÝradanlaştÝran tutum ve kavramlara yönelik bir karşÝ duruşu da simgeler. Bu müzik, popüler kültürün, "yüksek tabakanÝn” karşÝsÝnda durarak ezilen kitleler içerisinde doğmuş, toplumsal değişimlerin momentlerini yakalamÝş, çeşitli sorgulamalar bütününü aktarmÝş, kendine özgü bakÝş açÝsÝnÝ gözler önüne sermiş ve sistem içinde kendi özgür seslerini ifade edebilmiştir. Heavy metal, aslÝnda hoşnutsuzluğun yoğun olduğu yerlerden yükselip, yeni bir tarz olarak ortaya çÝktÝ. En önemli özelliği de müzikal anlamda, çok gürültülü, yüksek sesli ve şiddetli olmasÝ. Bunun sebebini de, tüm dünyada işçi ve emekçiler üzerindeki baskÝcÝ, faşist sistemlere, politikalara, hareketlere karşÝ, “tüm bunlara karşÝdan cephe almak, başkaldÝrmak, isyan etmek” adÝ altÝnda, etkin olmak için uygulama oluşturuyor. İşte Heavy Metal’in bu denli gürültülü olmasÝnÝn ardÝnda yatan gerçek budur. BaskÝyÝ, zulmü, yoksulluğu, ezilmişliği vb. vb. yani şiddeti, şiddetli bir müzikle anlatmak. Çok gürültülü ve bugün bir çok yönüyle yozlaştÝrÝlmÝş olmasÝna rağmen, Heavy Metal’in işçiden, emekçiden yana güzel bir tarihi var, değil mi?
GençLink
Günümüzde Che’nin karşÝmÝza çÝkmadÝğÝ alan yok gibi. Hatta bugün her zamankinden daha ünlü! Hemen hemen her gençte onun resminin olduğu bir kÝyafet parçasÝ var. Çoğunlukla kullanÝlan fotoğraf ya da poz, en tanÝnmÝş olanlarÝndan. Sanki bir marka gibi! Bu tanÝnmÝş pozlardan birinin onun ölümünden sonra ünlü olduğu, hatta bu pozun öldürüldükten sonra kafasÝ kaldÝrÝlarak çekildiği söylentisi vardÝr. Gerçekte bu poz bir basÝn toplantÝsÝnda çekilmiştir! Che ile ilgili biraz bilgisi olan veya biraz araştÝran birisinin bunu bilmesi gerekir. İşte sorun tam da burada! Gençliğin büyük bölümü, hatta aralarÝnda çeşitli sol kesimlere sempati duyan bir kesim bile, Che Guevara’yÝ bir pazar ürünü olarak “tanÝyor”. Che’yi kÝyafetlerinde, şuralarÝnda buralarÝnda taşÝyanlar şu soruya yanÝt veremiyorlar: Che aslÝnda kimdir? Neyi temsil etmektedir? İnsanlar Che’yi berelerine,T-Shirt’lerinde, zincirlerinde moda olduğu için taşÝyorlar. Moda, bütün diğerleri gibi gelip geçici ve egemenlerin de tam istediği gibi! İnsanlar onu bir mal olarak alÝp satacak, para kazanacak, takacak takÝştÝracak, giyecek, kullanacak ama onun hakkÝnda birşey bilmeyecek!. Che Guevara 1929-68 yÝllarÝ arasÝnda yaşadÝ. Gençlik dönemlerinde politikayla çok ilgilendi ve bu konuda kendini kitaplarla eğitti.Takip eden yÝllarda bütün Latin Amerika’yÝ iyi bir arkadaşÝ ile birlikte baştan başa katederek dönemin birçok politik insanÝ ve halk önderleri ile tanÝşma imkanÝ buldu. Che’nin bu insanlarla tanÝşmasÝ hayatÝnda bir dönüm noktasÝ olmuştu. Böylece bir özgürlük savaşçÝsÝ olarak kendini mücadeleye adadÝ. Fidel Castro ve Küba Komünist Partisi üyeleri ile birlikte Küba Devrimi’ni gerçekleştirdikten sonra “ezilenlerin mücadelesi neredeyse orada savaşmaya” düşüncesi ile Bolivya ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki devrim mücadelesine militan katkÝlarÝnÝ sundu. Bolivya’da şimdi Che’yi “Aziz” ilan eden halkÝn ihbarÝ sonucu çÝkan çatÝşmada egemenlerin uşağÝ CIA ajanlarÝnca öldürüldü! Bugün 40 yÝl önce onu öldüren kanlÝ eller onun fotoğraf, kabartma, T-Shirt’lerini pazarlÝyor ve bundan para kazanÝyor! Ne iğrenç değil mi? Bu yeni Che ModasÝ kanlÝ ellerin para kaynağÝ olmuş! Sorun para değil, yalnÝzca içi boşaltÝlmÝş, kim olduğu bilinmeyen, sadece “güzel”, “estetik” olduğu için taşÝnÝlan bir “figür” haline gelen bir devrim önderi! Che’nin mücadelesi boyutlanarak sürüyor. Kendini bir pazarürünü olarak satan, barlarda içki markasÝ, sigara paketlerinde logo olarak kullanan iğrenç mantÝğa, yaşamÝ ve yaşamÝnÝ adadÝğÝ değerlerle savaşmaya devam ediyor. Che, devrimci mücadelenin büyük önderlerinden biridir. Onu T-Shirtlerde değil, kalplerde taşÝmak gerekir!.
Kuyunun ve bataklÝğÝn dÝşÝ n Bir kuyunun dibinde olur ya
nize, yüzünüze bulaştıracaksınız” diyenlere karşı çıkıyorduk. Önemli olan hedefimize ulaşmaktı ve sonunda ulaştıkda. Evet, yapÝlanlar çok büyük şeyler değildi. Fakat birşeyleri tek başımıza yapabileceğimizi önce kendimize, sonra ailelerimize ve o kitleye gösterdik. Herşeyden önce emeklerinden dolayÝ en başta Yaşanacak Dünya ekibine çok teşekkür ediyorum ve biliyorum ki, ne kadar teşekkür etsem azdÝr. İkinci teşekkür edeceğim kişiler “Abbas’Ýn perileri”dir. OnlarÝ herkes tanÝmaz ama onlarÝn emekleri de çok büyüktür. AdÝnÝ afişe yazdÝrmadÝğÝmÝz fakat bu gecede büyük emekleri olan, Hüseyin arkadaşa, Damlada Okyanus’a, Gençlik ve DayanÝşma Derneği’ne, Candostlar’a, Okyanus Müzik Grubu’na, gecenin yÝldÝzlarÝ folklör ekibini oluşturan çocuklarÝmÝza, öğretmenleri Birgül ve Duygu’ya, Mahmut Hoca’ya, Sebati Hoca’ya, gitarist arkadaşlarÝma ve ismini sayamadÝğÝm bütün katÝlanlara “yayÝnda ve yapÝmda emeği geçen” şey pardon, gecede emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Besime Çelik-Selestat
gulanımdan, etkileşimden ibaret değildir. Bir düşü paylaşma, ortak bir dünya kurma, yüreğimizin dehlizlerinde bir yolculuktur. Satrançta da, düşlerimizi, kişiliğimizi yansıtırız 64 karenin her rengine. Íçimizde uyuyup kalmış bir dev vardÝr ya, akacak mecra bulduğunda sınırları zorlayan ve yıkan. Stratejiler-taktikler hazırlarız kavuşulmayan sevgiliye, varmak için en son kareye ve yıkmak için bize engel olan herşeyi, zorludur. Zorlu olduğu kadarda yaşanÝlasÝ. Fakat; bilinmeli ki yaşam ve onun en güzel kızı aşk, kapsar satrancı da herşeyi olduğu gibi. YaşamÝn ucu açıktır, çelişkilerle doludur, kaotiktir. Hayatın kuralları kurulur, bozulur, yeniden
Gizem
Che’nin katilleri
insan, ‹mdat 盤l›klar› sarar etraf› Bir kuyunun dibinde olur ya insan... İmdat çÝğlÝklarÝ sarar etrafÝ. Sesin kimselere yetişmez, başkasÝ duymaz ama kendi kulaklarÝnÝ sağÝr eder. Kuyunun etrafÝndaki duvarÝn gediklerine basÝp tÝrmanmak istersin, hamlelerin boşa çÝktÝğÝnda umudun kÝrÝlÝr. Bu çemberin dÝşÝnda olduğunu düşündüğün insanlarla iletişim yakalamaya çalÝşÝr, geleceği olmadÝğÝnÝ senden öncekilerin yaşadÝğÝ örneklerden bildiğin ilişkiler geliştirirsin.
Çemberin dÝşÝ... Birçoğumuz için bu bir aile çemberidir. Bizi kendi değer yargÝlarÝnÝn içine hapseder. Onlardan bağÝmsÝz bir kimlik ve kişilik geliştirmemiz, korkulu rüyalarÝ olur. O kuyuyla birleşen kanallar içerisinden geçirilerek, indiğimiz ülke topraklarÝndan bir eş adayÝ belirlenir. Geleceği onunla birlikte, varolan çemberin etrafÝnda kurmamÝz istenir. Bu çemberin dÝşÝna çÝkmak adÝna yoz ortam ve ilişkilere
kurulur, yeniden bozulur. Satrancın ise; en büyük handikabı siyah ve beyaz renklerden başka rengi kabul etmemesidir. Buna rağmen düş gezginleri, 64 kare üzerinde istedikleri gibi dans edebilirler.
Soru: Beyaz bir hamle oynar ve mat?
n Bir dediklerini iki etmemifllerdir; paraysa para, olanaksa olanak.
yönelir. KÝzlar kendine bir sevgili bulur. Erkeklerse bir güç sembolü olarak çetede yer alÝr. İlk zamanlar oldukça çekici ve heyecan verici gelir. Kendini, duygularÝnÝ tatmin ettiği bir zemin bulur. Aç kurtlar gibi saldÝrÝr mahrum bÝrakÝldÝğÝnÝ düşündüğü şeylere. Uyuşturucu madde bağÝmlÝlÝğÝ başlar. ArtÝk ilk baştaki o heyecan ve coşku kalmamÝştÝr. Bilinci, duygularÝ körelmiş bir kişilik çÝkmÝştÝr ortaya. Bu hareket seyri alÝşkanlÝğa dönüşmüş, kopamadÝğÝ bir kültür haline gelmiştir. Kendini kuyunun dibinden kurtulmuş hissediyordur belki, fakat bir bataklÝğa saplanmÝştÝr.
"Ah, vah...” Bu noktadan itibaren aile, oluşumunda kendi payÝnÝn da olduğu tablonun farkÝna varÝr. AğlayÝp, sÝzlar. BataklÝktan çekip çÝkarmaya çalÝşÝr çocuğunu. Kendilerince ne çok emek harcamÝşlardÝr. Bir dediklerini iki etmemişlerdir; paraysa para, olanaksa
olanak! İlgi ve alakalarÝnÝn sÝnÝrlarÝ bunlarÝ geçmeyince, insana dair güzel duygularÝn yaşandÝğÝ bir ilişki biçimi gelişmemiştir. Müdahale "şunu yapma, oraya gitme, bunlarÝn dÝşÝndakilerle arkadaşlÝk yapma...” biçiminde olmuş, yönlendirme kendi hayat hikayelerinden çÝkardÝklarÝ derslerle sÝnÝrlÝ kalmÝştÝr. Yetenek ve potansiyellerimiz gözardÝ edilip, bizlerden kendi kalÝplarÝna girmemiz istenmiştir.
KÝrÝlabilir bu çember Bu yaşanmÝşlÝklar bizler için bir kader değil. Ne sonsuza dek o kuyunun dibinde yaşamak zorundayÝz, ne de bataklÝğa gömülmek. Bunun bir ayağÝ kendi yetenek ve becerilerimizi geliştirmekse, diğeri her ulustan yaşÝtlarÝmÝzla ilişki ve iletişimlerimizi geliştirip, ortak bir paydada buluşmaktÝr. Bu buluşma, körüklenen ÝrkçÝ tutumlar ve her türlü yabancÝ düşmanlÝğÝna karşÝ çÝkÝş için de bir zemini sunacaktÝr.
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:08 Uhr
Seite 9
Yaflanacak
B
‹
L
‹
M
YaşamÝmÝz çipleniyor Hollanda, 30 Ağustos’tan itibaren, pasaportlarda yeni bir tekniğin denemesine başladÝ. 15 bin HollandalÝ, bazÝ bedensel verilerinin kaydedildiği bir çip taşÝyan yeni pasaportlarÝnÝ aldÝ bile. Pasaportlara monte edilen çipler, sahibinin dijital fotoğrafÝnÝ (yüz taramasÝ) ve iki parmak izini içeriyor. Pasapotta polykarbonat sayfanÝn içine gizlenen çip, on santimetre uzaklÝktan okunabilen RFID (Radio Frequency İdentification-Radyo FrekansÝyla Kimlik Tesbiti) özelliği taşÝyor.
saport başvurusu yapÝlan 8 yüz resmi daireye, yüz taramasÝ yapabilen ve parmak izi alabilen 5 bin makina yerleştirilecek. Başvuru yapÝlan gişe sayÝsÝnda ciddi bir artÝş planlanÝyor. Çünkü dijital fotoğraf çekimi ve parmak izi kaydÝ gibi işlemler dakikalarca sürüyor. Belediyelerce sağlanacak ek personel ve
pasaportlarÝn tüm Avrupa’da zorunlu kÝlÝnmasÝ çabasÝnda. Çünkü ABD birkaç yÝl içinde, biyometrik pasaportu olmayanlara ülkeye giriş izni vermeyecek. Yeni seyahat belgeleri Hollanda’da 2006’nÝn sonunda kullanÝlmaya başlanacak. Devletler, güvenliklerini sağlama adÝna özel hayatÝ hiçe sa-
sÝnÝr kapÝlarÝnda kullanÝlacak teknik malzeme ve donanÝm masraflarÝ tabii ki vatandaşÝn sÝrtÝna, yüksek harcÝrah olarak binecek.
yÝyorlar. Biyometrik pasaportlar, teknolojinin bu istismara alet edilmesinde sadece küçük bir örnek. Biyometrik verilerin gelecekte sadece yüz şekli ve parmak izi ile sÝnÝrlÝ kalmayacağÝ kesin. SÝnÝr kapÝlarÝndan tükürük örneği verip DNA kartÝmÝzla geçeceğimiz günler hiç de uzak değil.
Deneme aşamasÝ Deneme pasaportu şimdilik kullanÝcÝlara dağÝtÝlmayacak. Almere, Apeldoorn, Eindhoven, Groningen, Rotterdam ve Utrecht şehirlerinin bazÝ pilot semtlerinde yeni pasaport için başvuran kişilere, hem normal hem de biyometrik pasaportlar hazÝrlanacak, ancak sadece eski tip pasaportlar sahiplerine teslim edilecek. AynÝ esnada, şahsÝn biyometrik özellikleri kontrol edilecek. Böylece hükümet, yeni pasaportlarÝ başvuru aşamasÝndan kullanÝma kadar kontrol etmiş olacak. Eğer deneme başarÝyla tamamlanÝrsa, Hollanda’da pa-
Biyometrik pasaport kullanacağÝz Avrupa Birliği başkanlÝğÝ döneminde Hollanda, biyometrik
taya konuldu. FirmanÝn kanser araştÝrmalarÝ bölümü başkanÝ Dr. Basil Rigas, "LaboratuvarÝmÝz beş yÝldÝr bu bileşik üzerinde çalÝşÝyor ve ilacÝmÝzÝn iki çarpÝcÝ özelliği var. Normal aspirinden çok daha güçlü, ayrÝca çok daha güvenli” dedi.
Riski yüzde 59 azaltÝyor
derdiğini bildirdi. İdrar söktürücü özelliğe de sahip bulunan kerevizin, böbrek taşı ve kumlarının düşürülmesine yardımcı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Türk, kerevizin şeker, yüksek tansiyon ve romatizma hastalıklarına da iyi geldiğini sözlerine ekledi.
Bunları biliyor muydunuz? İnternet Teknolojisi: 1968’ de Douglas Engelbart, internet teknolojisini icat etti. Bu tarih boyunca yapılan en büyük icatlardan birisidir. Birden fazla bilgisayarın telefon hattını kullanarak birbirleriyle iletişim kurabilmesi prensibine dayanan interent, bilgi çağının doruk noktası olarak da değerlendirilebilir. İlk olarak Amerikan Savunma Bakanlığı’nın bilgisayarlarını birbirine bağlamak için kullanılan internet, sonraları tüm dünyaya yayılan bir veri ve bilgi ortamı halini aldı.
Para:
***
Para, ilk kez MÖ 700’ de Lidya’ da malların alımı için kullanıldı. Yoğun olarak ticaretle uğraşan ve bir Anadolu uygarlığı olan Lidya’ da paranın ilk formu değerli maddeden oluşmaktaydı. Altın ya da gümüş, en çok kullanılan para hammaddesiydi. MÖ 700 yılına gelene kadar insanların ekonomik ilişkilerinde kullandıkları en yaygın metot “barter” yani değişim sistemiydi. Buğday almak isteyen, yerine eşit miktarda pirinç verebiliyordu. Günümüzde ise para kullanımı, yavaş yavaş yerini dijital ortamdaki paralara yani kredi kartlarına bırakmaktadır.
E
K
N
‹
İnternette kitap satan siteler, müşteriyi çalÝştÝrarak verimlilik sağlama konusunda güzel bir örnektir. Kişi, almak istediği kitap ya da kitaplar için araştÝrmasÝnÝ ve tüm işlemleri kendisi yapar. Önüne çÝkan forma; kitabÝn adÝnÝ, yazarÝnÝ, varsa ISB nosunu, kendi adÝnÝ, adresini ve elbette kredi kartÝ numaralarÝnÝ yazar. Tüm bu işlemleri karşÝnÝzda
ninin gözlerinden alınan retina hücreleri nakledilerek tedavi edildi.
Net görüş sevinci Nakil işlemi, kısa dönemli bir etkiyle sınırlı kalmamış görünüyor, zira operasyonu yapan
bir satÝş danÝşmanÝ olmadan kendiniz yaparsÝnÝz, işleri ikinci bir kişiye ihtiyaç duymadan çözersiniz. Diğer bir yön de müşterilerin internette kitaplarla ilgili görüşler belirtmesidir. YazÝlanlar, alacak olanlara kitaplarla ilgili referans sunar. DolayÝsÝyla müşteriler, yanlÝzca kitap siparişi vermekle kalmaz, aynÝ zamanda bu sitede kitap eleştirmenliği yapar. Kitap tanÝtÝmÝ ile pazarlamacÝlÝğa da katÝ sunar. Hayli olumlu tepkiler yazanlar, bedavadan halkla ilişkiler elemanÝ görevi görürler. Bu insansÝz teknoloji, sahibine büyük bir denetleme olanağÝ sağlamakla kalmaz, birçok durumda insanlarÝ bertaraf etmeye de hizmet eder. Bu, çalÝşanlarÝn işlerini daha hÝzlÝ ve daha ucuz yapan teknolojik buluşlarla, insanlarÝn gereksiz hale gelmesi anlamÝna gelir. Şimdi bir düşünün, başka neleri artÝk kendimiz yapar olduk?..
pıldı. Louisville Üniversitesi’nde bu tekniği geliştiren Doktor Robert Aramant, "Biz yolu açtık. Bundan sonra bu tekniği tedavisi mümkün olmayan hastalıklara uygulamak mümkün” diye konuştu.
İnsanlar kürtajı teşvik ettiğimizi sanacaklar. Ancak meslektaşı ve ameliyatÝ gerçekleştiren Norman Radtke, "İnsanlar bizim kürtajı teşvik ettiğimizi sanacaklar” diye kaygÝlarÝnÝ dile getiriyor. Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi, ekibe daha az ilerlemiş hastalıklarda da benzer tedavileri uygulama iznini verdi. Hafta başında, Toronto Üniversitesi’nden Kanadalı araştırmacılar, yetişkinlerden alınan retinalardaki kök hücrelerinin, zarar görmüş gözlerde ihtiyaç duyulan hücrelerin oluşturulması için uygun olduğunu açıklamışlardı.
yönünde eleştiriler geleceğinden endişe ediyorlar. İngiltere’de kurallar açık: Kimse başka birinin tedavisi için gebe kalamaz ya da kürtajla alınmış bir cenini tedavide kullanamaz. Ancak aynı kurallar Amerika Birleşik Devletleri için geçerli değil. Yeni araştırmanın bulguları, New Scientist dergisinde yer aldı. Elisabeth Bryant’ın görme duyusu, kürtajla alınmış bir ce-
ekip bundan endişe ediyordu. 63 yaşında olan Elizabeth deneysel ameliyat öncesinde sol gözü ile neredeyse hiçbir şey göremiyordu. Bryant "şimdi bir odada karşımda oturan insanların gözlerini, burunlarını ve ağızlarını görebiliyorum” diye anlatıyor New Scientist dergisine sevincini. ABD’de şu ana kadar, gözlerinde ciddi hasar olan altı hastaya benzer hücre nakilleri ya-
Bilimde yolculuk
Derya TanrÝvermiş
BEYNİMİZE UYKUDA BİLE RAHAT YOK
Ceninden alÝnan kök hücre ile göz tedavisi... Amerikalı bilim insanlarÝ, kürtajla alınmış ceninlerden elde ettikleri kök hücrelerle bir kadının görme duyusunu tedavi etmeyi başardılar. Ancak bir yandan başarılarını kutlayan Louisville Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, bir yandan da kürtajı teşvik ettikleri
9 Dünya
K
İnsansÝz teknoloji Çoğu şeyi kendi kendimiz yapar olduk. Birçok tüketim merkezi, yaptÝğÝ işlemleri artÝk bizim yapmamÝzÝ istiyor. Bu da insansÝz teknoloji sayesinde kendileri için daha çok verimlilik anlamÝna geliyor. Eskiden dükkanlarda satÝcÝlar bize mallarÝ getirirdi, şimdi istediklerimizi süpermarketlerde, süper mağazalarda, mega alÝşveriş merkezlerinde, vb. bulmak için büyük bir zaman ve enerji harcÝyoruz. Fast food restoranlarÝnda bizden yalnÝzca masaya servis yapmamÝz değil, yemeğin ardÝndan masayÝ temizlememiz de isteniyor. Bankamatikleri kullanÝrken eskiden banka memurlarÝnÝn yaptÝğÝ işi artÝk kendimiz yapÝyoruz.
Bundan yaklaşÝk yüz yÝl önce bulunan aspirinin bir dizi hastalÝğa iyi geldiği bilinse de bu ilacÝn uzun kullanÝmÝ mide-bağÝrsak sisteminde rahatsÝzlÝklara yol açabiliyordu. Dr. Rigas ve ekibi fareler üzerinde yaptÝklarÝ deneylerde, önce bu hayvanlarda kolon kanseri tümörü oluşma riskini artÝracak bir müdahalede bulundu. Daha sonra, üç hafta boyunca her gün nitroaspirin verilen farelerde, hiç verilmeyenlere oranla tümör sayÝsÝnÝn yüzde 59 daha az olduğu tespit edildi.
Kereviz’in faydasÝ Kerevizin en çok içeriğindeki “sedanonik anhidrit’’, “sedanolin’’, “limonen’’, “palmitik asid’’ ve “gayakol’’ gibi maddeler sayesinde zihinsel yorgunluğun giderilmesine iyi geldiğini kaydeden Prof. Dr. Türk, B vitamini, demir ve kireç içeren kerevizin, unutkanlığı ve sinir yorgunluğunu gi-
T
İkinci kişiye ihtiyaç yok
Nitroaspirin...
Bilim insanlarÝ, etkileri normal asprinden 5 bin kat daha güçlü olan, mide-bağÝrsak sistemine herhangi bir zararÝ olmayan ‘süper aspirin’ geliştirdi. Merkezi New York’ ta bulunan ‘SUNY Stony Brook’ laboratuvarÝnda geliştirilen süper asprinin, kalp-damar hastalÝklarÝna karşÝ da koruyucu etki yaptÝğÝ, mafsal iltihabÝ ağrÝlarÝnÝ hafiflettiği, aynÝ zamanda da kolon kanserini de önlediği or-
·
TartÝşma sürecek gibi… Şimdiye kadar sadece hayvanlarda denenmiş olsa da, bilim insanlarÝ bu yöntemin insanlarda da uygulanabileceği konusunda umutlu. Öte yandan bazı yeni tekniğe karşı olan çevreler de, yetişkinlerden alınan kök hücrelerle tedavi sağlanabilirken neden kürtajla alınmış ceninlerin kullanıldığını anlayamadıklarını söylüyor.
Uykuda beynin nasıl çalıştığı insanoğluna hep ilginç gelmiştir. Uyku dinlenmektir. Ama bu daha çok bedenimiz için geçerli. Uyku sırasında beyin, uyanıkken yaşanmış olayları ve izlenimlerimizi işleyip, yaşama dair yeni stratejiler belirliyor. İnsanlarda uyku birden fazla aşamadan oluşuyor. İlk aşama hafif uyku. Örneğin televizyon karşısında uyuyakalan birisi, televizyon kanalının değiştirilmesiyle kolayca uyanabiliyor. Bu aşamadan sonra derin uyku geliyor. Bu aşamada insanlar dış tepkilere yanıt verecek durumda olmuyorlar. Örneğin bir çocuk gece tuvalete kaldırıldığında konuşmalara tepki veremiyor. Hareketleri kontrolsüz oluyor. Yatağa yatar yatmaz da derin uykusuna devam ediyor. Üçüncü aşama REM (Rapid Eye Movement)-uykusu. REM-uykusunda tüm kaslar uyuşmuş durumdayken, yanlızca gözler hareket ediyor. Bu safha bu nedenle "Hızlı Göz Hareketi” olarak anılıyor. Rüyalar REM-uykusunda görülüyor. Gündüz yaşanmış olaylar bu aşamada beyin tarafından analiz ediliyor.Yeni doğan bir bebek, öğrenmeye ve gözlemlemeye aşırı yatkınlığı nedeniyle, günde 14-16 saatini REMuykusunda geçiriyor. Wageningen Üniversitesi Araştırma Merkezi (WUR) İnsan ve Hayvan Fizyolojisi Kürsüsü’nün yaptığı araştırmaya göre, REM-uykusunun yanlızca memeli hayvanlar, kuşlar ve insanlar için özel bir işlevi var. WUR’e göre REM, bir hayatta kalma stratejisi. Hayvanlar bu uyku süresince nasıl avlanacaklarını planlıyorlar. WUR’a göre REM’de yalnızca gözlerin hareket etmesi, tamamlanmamış evrimimizle ilgili. Bütün kas hareketleri, başka bir deyişle bedensel hareketler duruyor. Aksi takdirde insanlar, rüyada gördüğü herşeyi yapmaya kalkabilir. Ve bu da uykuda tehlikeli durumlara yolaçabilir. "Hafif-derin-REM-uykusu” üçlemesi, gece boyunce bir kaç kez tekrarlanabilir. Ancak REM, her döngüde biraz daha kısalıyor. İlk REM-uykusu yaklaşık 10 dakika sürüyor. WUR’a göre rüya görmediğini sananlar yanılıyorlar.Hepimiz rüya görüyoruz.Yalnızca son REM-rüyamızı hatırlayabiliyoruz. Hayvanlar aleminde uyku ile ilgili değişik örnekler var. Örneğin yunuslar uykularını yaşam biçimlerine uyarlamışlar. Bu hayvanlar 7-8 saat uyuyorlar ancak beyinlerinin sağ ve sol yarıları dönüşümlü olarak uyuyor. Çünkü yunuslar, nefes almak için sık sık su yüzüne çıkmak zorundalar. Hindistan’da yaşayan nehir yunusları ise tavşan uykusunu tercih ediyor. Bu tür de toplam 7-8 saat uyuyor ancak en az 10-20 saniye aralıklarla uyanıyor. Hindistan nehirlerinin bulanık suları, yunusların gözlerinin evrimleşerek yok olmasına neden olmuş. Yunuslar da akıntıya kapılma ya da kayalıklara çarpma tehlikesine karşı bu kadar sık uyanıyorlar. Aslanlarda ise uyku düzeni farklı işliyor. İki-üç günde bir epeyce büyük bir avı mideye indirdikten sonra, aralıksız uyumalarını sağlayacak yeterli kaloriyi alıyorlar. Zaten doğada korkmaları gereken fazla düşmanları da yok. Atlarsa bu açıdan biraz şanssızlar. Ottaki enerji az olduğu için sık sık uyanıp karınlarını doyurmak zorundalar.
Yoğurdun suyu Yoğurdun suyunun faydalı olduğunu biliyor musunuz? Üstelik yoğurt suyunda bulunan B2 vitamini, Türkiye’de eksikliği en çok görülen vitamin. Çorba yapın, ayran yapın ama kullanın... Yoğurdun suyunda bulunan ve Türkiye’de eksikliği en fazla görülen vitaminlerden biri olan Riboflamin (B2) vitamininin, sağlık açısından son derece faydalı olduğu bildirildi. Erciyes Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Nurten Budak, yaptığı açıklamada, yoğurdun kalitesini ve lezzetini artıracağı düşüncesiyle suyunun dökülmesinin yanlış alışkanlık olduğunu belirtti. Sağlıklı bir besin maddesi olan yoğurt suyunun dökülmeyip başka alanlarda kullanılma-
sı gerektiğine dikkat çeken Budak, şunları söyledi: “Yoğurdun suyuna sarı ve yeşilimsi rengi veren ’Riboflavin’ (B2) isimli vitamindir. Yoğurdun suyunun dökülmesi ile sağlık açısından son derece faydalı olan bu vitamin boşa gitmektedir. Bu nedenle bu su kesinlikle dökülmemeli ve mutlaka süzdürülmesi gerekiyorsa başka yerlerde kullanılmadır. Örneğin ayran ve yoğurt çorbası yapımında yoğurt suyunun kullanılması, bu değerli besin kaynağının boşa gitmesini engelleyecektir.’’
İnsanÝn soy ağacÝna yeni üye... Bilim insanları, 18 bin yıl önce Endonezya’nın Flores Adaları’nda yaşayan farklı bir insan türünün iskeletini buldu. İskeletin boyu yaklaşık bir metre ve modern insanlarla karşılaştırıldığında biraz küçük. Bu türün, bilinen insan türleriyle binlerce yıl yanyana yaşadığı tahmin ediliyor. Liang Bua adlı bir kireç taşı mağarasında, toprağın yaklaşık 6 metre altında bulunan iskelet 30 yaşındaki bir kadına ait. Bu kadın, Flores Adası’ndaki cüce filler ve dev kertenkelelerle yanyana yaşamış. Homo floresiensis adı verilen bu türden diğer yedi iskeletin kalıntıları, bu kadının kendi tü-
rünün tipik bir örneği olduğunu gösteriyor.
Homo Floresiensis... Bu kadının kolları, normalden biraz uzun olsa da, diğer tüm uzuvları orantılı. Küçük kafası bir şempanzeninkinden daha büyük sayılmaz ve bu da, entellektüel kapasitesini daha da hayret verici hale getiriyor. Flores Adası’nın Güney Doğu Asya ana karasıyla bağlantısı olmadığından, buraya ulaşmak, gemilerin inşa edilmiş olmasını gerekli kılıyor. Gemi inşası da, modern insanın atası olan Homo erectus’un yapabileceği birşey olarak değerlendirilmiyor-
du. Ancak bilim insanları, bu kanının şimdi yanlış olabileceğini söylüyor.
Bunun yanısıra, 30 bin yıl önce Neandertaller’in, yani ilkel insanların neslinin tükenmesi-
nin ardından, modern insanların dünyada tek başına oldukları yönündeki görüş de yanlış olabilir. Homo floresiensis türünün, 12 bin yıl önce adada büyük volkanik bir patlamanın gerçekleştiği döneme kadar yaşadıkları tahmin ediliyor. Bilim insanlarına göre, bu iskeletin bulunması, insanların daha yakın geçmişte farklı bir tür oldukları fikrini doğuruyor. İşte bu nedenle de bilim insanları, insan türünün başka akrabalarını bulabilmek için Endonezya’daki diğer kireç taşı mağaralarında araştırmalar yapıyorlar. Kaynak : BBC Türkçe
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:09 Uhr
Seite 10
Yaflanacak
Dünya 10
K
Ü
L
T
Ü
R
·
S
A
N
A
T
Condor’un üç günü n ABD, CIA, savafl, dünya tekelleri, yeni
n Parçalar bir araya geldi¤inde, çok uzun
dünya düzeni ve iflgallerden oluflan kanl› bir puzzle...
Sydney Pollack’Ýn Condor’un Üç Günü filmini 80’li yÝllarda seyrettiğimde hakkÝnda pek bilgi sahibi olmadÝğÝm CIA, ajanlÝk, devletin gizli örgütlerinin ülkeler ve dünya üzerinde oyunlar oynamasÝ gibi temalar bana uzak ve bir o kadar da ilginç gelmişti. Filmi oturup bugün seyrettiğimde, sanki bir yap-boz oyununun yÝllardÝr bulamadÝğÝm parçalarÝnÝ yerine koyar gibi oldum. Ama oyun sevinç verir, bu ise içime sÝkÝntÝ verdi... - “Bütün bu olup bitenler hep petrol yüzünden petrol, değil mi?” Filmde CIA’nÝn içindeki "örgüt içi örgütün” şefine böyle bağÝran Condor (Robert Redford), sanki günümüze ipucu uzatÝyor. Condor yine sorar CIA bölüm şefi Higgins’e - “Ortadoğu ile ilgili bir işgal planÝmÝz mÝ var?” - “HayÝr kesinlikle yok! YalnÝzca oyunlarÝmÝz var o kadar... ‘Rejimin iktidarsÝzlÝğÝ nasÝl sağlanÝr, kim, kaç kişiyle olsaydÝ nasÝl olurdu?’, gibi düşünürüz sadece...” Condor, Amerikan Edebiyat
Tarihi AraştÝrma Enstitüsü’nde çalÝşÝyor gibi görünen ajanlardan biridir. (Bu Enstitü de zaten bir CIA Think* Tank ’idir). YaptÝğÝ araştÝrma ile, CIA içindeki gizli CIA’yÝ ve gerçekleştirilmek üzere olan Ortadoğu PlanlarÝ’nÝ ortaya çÝkarÝr. Bunu da rapor olarak yazÝp yine CIA’ya verir. Çelişkili gibi de görünse CIA, oyunu anlayan ya da kendi deyimleri ile “çok okuyan” ve “çok şey bilen” Condor’u yok etmeye çalÝşÝr. Önce enstitüde çalÝşanlar yok edilir. Tesadüfen kurtulan Condor, olaylarÝn farkÝna varÝr ve kaçmaya başlar. CIA ile Condor arasÝnda bir takip başlar. Filmin son bölümünde Condor, Higgins’e sorar: - “Siz nasÝl insanlarsÝnÝz? Bir yalanÝ gerçekmiş ve hiç ortaya çÝkmayacakmÝş gibi nasÝl uygulamaya kalkarsÝnÝz? - “Bu ekonomik bir sorun. Bugün petrol, yarÝn plütonyum veya besin!” Condor The New York Times gazetesinin merkezini parmağÝyla işaret ederek: - “Her şeyi biliyorlar, anlattÝm” der. - “Aptal, tahminimizden daha fazla zarar verdin. BasacaklarÝnÝ nereden biliyorsun, emin misin? YakÝnda çok yalnÝz bir
adam olacaksÝn Condor!” - “Basacaklar!” Condor’la olan konuşmasÝnda Higgins’in; CIA’nÝn çeşitli çÝkar gruplarÝnÝn, tekellerin
vadeli ve önceden planlanm›fl bir tezgah›n nas›l iflledi¤i gözler önüne seriliyor.
menfaatleri için tüm dünyada darbeler, işgaller, suikastler planlayÝp gerçekleştirmiyormuş gibi ve herşeyi halk için yapÝyorlarmÝş gibi; “YarÝn hiç açlÝk
görmemiş vatandaşlar kÝtlÝkla karşÝlaştÝğÝnda ya da soğuktan donmaya başladÝğÝnda ÝsÝnmak isteyecekler, besin isteyecekler, ya o zaman?” sözlerini bir de başka türlü düşünelim. İşte o zaman, parçalarÝnÝ ABD, CIA, savaş, dünya tekelleri, yeni dünya düzeni ve işgallerin oluşturduğu kanlÝ bir puzzle ortaya çÝkÝyor. 11 Eylül’de İkiz Kuleler’e saldÝrÝ, ardÝndan Afganistan ve Irak’Ýn işgali. Daha öncesinde sürekli çÝkarÝlan yapay bunalÝmlar. Bütün bu parçalar bir araya geldiğinde, çok uzun vadeli ve önceden planlanmÝş bir tezgahÝn nasÝl işlediği gözler önüne seriliyor. 1975 yÝlÝnda çevrilen “Condor’un Üç Günü” filmi, bugün yaşanan saldÝrÝ ve işgallerin ne kadar uzak tarihlerde planlandÝğÝnÝ çok derinlere inmeden ama cesaretle anlatmÝş. Bize göre puzzleÝn bazÝ parçalarÝ eksik. Bundan sonra hangi parça gelecek dersiniz? Oyuncular: Robert Redford, Faye Dunaway, Cliff Robertson, Max von Sydov. Yönetmen: Sydney Pollack Orjinal AdÝ: Three Days of the Condor. YapÝm yÝlÝ: 1975. * Think-Thank: Düşünme Birimi (Düşünce Üretme Ünitesi)
Görselliğin felsefesinde bir damla
Lisette Model Fotoğraf sanatÝ, dünyanÝn görüş açÝsÝnÝ değiştirdi. Bu sanat insanÝn günlük faaliyetlerinde rolünü artÝrarak sürdürecektir. İster bilim, ister moda, tÝp, uzay, görsel algÝlama, barÝş, savaş, eğlence, tv, filmler, artÝk asla onsuz olamazlar! Fotoğraf, insanlarÝn anlayÝş biçimleri ve yaşamla olan ilişkilerini, kendileri ve başkalarÝ için ifade ettikleri bir sanat biçimidir de! Lisette Model (L.M.), 1901 yÝlÝnda, “Elise Seyber” adÝ ile Viyana’da doğdu. Yahudi babasÝ, çeşitli kültürel-sanatsal bağ-
Türkülerin
öyküleri "Hekimoğlu derler benim de aslÝma AynalÝ martini yaptÝrdÝm narinim kendi nefsime” diye başlayan türküyü hepimiz biliriz. Peki öyküsünü bilir miyiz? Ordu dolaylarÝnda yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Çevresinde dürüstlüğü, akÝllÝlÝğÝ ve yiğitliğiyle tanÝnan bir gençtir. Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardÝr. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adÝnda güzel ve narin bir kÝzla sözlüdür. Ne var ki, bu kÝz Gürcü Beyi’ni sevmemektedir, Hekimoğlu’na bağlanmÝştÝr. İşte Bey, iki gencin ilişkisini
lantÝlarÝ olan bir insandÝ. YaşamÝ, daha erken yaşlarda kültürel bir dünya ile örüldü.
Müzik, resim, fotoğraf Önce müzikle ilgilendi Lisette, sonra resimle. 1933 yÝlÝnda fotoğrafa başladÝ. İlk fotoğraflarÝ Paris, çevresi ve buralardaki insanlardÝ. 1940 ve 1950’li yÝllardaki fotoğraflarÝ, New York Okulu tarzÝndadÝr. Bu okul, sertlik ve romantizmin bir bileşimi olarak tanÝnÝr. 1941-45 yÝllarÝ arasÝnda, New York izlenimlerini fotoğrafladÝ. Belgesel tarzda bir fotoğrafçÝlÝk oluşmuştu artÝk.
Hekimoğlu duyar duymaz Hekimoğlu’na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu’yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayÝ önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. AynalÝ mavzerini kuşanÝp, tek başÝna buluşma yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmaz, adamlarÝyla gelir. AdamlarÝndan biri, buluşma yerine varÝr varmaz, Hekimoğlu’nu yaylÝm ateşine tutar. Hekimoğlu’yla Bey’in adamlarÝ arasÝnda yaman bir çatÝşma olur. Hekimoğlu, çatÝşma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, amcasÝnÝn iki oğluyla birlikte dağa çÝkar ve ölünceye kadar dağda kalÝr. Hekimoğlu’nun dağa çÝkÝş nedenini ve biçimini duyan yöre köylüleri, kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü, köylüleri daha da etkiler ve her açÝdan kendisine yardÝm ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldÝklarÝyla onlara yardÝm eder. Hekimoğlu, artÝk Gürcü Beyi’nin korkulu rüyasÝ olmuştur.
Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve izletir. Hekimoğlu’nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu’nu bir türlü ele geçiremezler. Bir gün Bey’in adamlarÝndan birinin ihbarÝ üzerine Hekimoğlu’nun kaldÝğÝ evi jandarmalar basar. Hekimoğlu, halkÝn yardÝmÝyla kaçmayÝ başarÝr. Bey’in, iki amca oğlunu öldürdüğü haberini alÝr ve geri döner. Büyük bir çatÝşma çÝkar. Hekimoğlu, bu çatÝşmada aldÝğÝ yaralar nedeniyle ölür. Hekimoğlu denince, akla ilk gelen, "aynalÝ martin” dir. Hekimoğlu Türküsü’nde geçen ve kendisinin adÝyla özdeşleşen "aynalÝ martin”in özelliği şudur: Hekimoğlu, özel olarak yaptÝrdÝğÝ mavzerinin üstüne bir ayna taktÝrÝr. ÇatÝşmaya girdiğinde, bu aynayÝ düşmanÝnÝn gözüne tutarak gözünün kamaşmasÝna, dolayÝsÝyla hedefini şaşÝrmasÝna yol açar. Kaynak: Mehmet Bayrak EşkiyalÝk ve Eşkiya Türküleri, Yorum YayÝnlarÝ Ankara 1985
1947 yÝlÝnda, baskÝcÝ Mc Carthy döneminde siyah derili sanatçÝ/dansçÝ Pearl Primus’u fotoğraflamasÝ, kara listeye girmesine yetti. Bu yÝllardan sonra eserlerinde, aynÝ ressamlarda olduğu gibi, savunma amaçlÝ abstraktlÝk açÝğa çÝkar. 1951 yÝlÝndan, öldüğü 1938 yÝlÝna kadar, New School for Social Rescarch’de öğretim görevlisi olarak çalÝştÝ ve dönemin önemli fotoğrafçÝlarÝnÝ tanÝma imkanÝna kavuştu. YararlanÝlan kaynak: Elisabeth Sussman, “Lisette Model”, Phaidon yayÝnlarÝ.
Bu belgesel fotoğrafta yÝrtÝk elbiseler içinde yaşlÝ ama “elegant” bir dilenciyi görüyoruz.
Müzik estetiği; güzelliği, müzik içinde inceleyen daldÝr. Etnomüzikoloji; "müzikal halkbilim”dir. Bu dalda müziğin yerini araştÝran bilgi alanÝdÝr.
şu
Müzikal akustik; ses ve işitme fizyolojisi, çalgÝ tekniğinde insanÝn hareketleri, işitme psikolojisi, yeteneğin geliştirilmesi ve eğitim sunumlarÝna eğilen bilgi dalÝ.
KulanÝm için müzikbilim ise şu bilgi alanlarÝnÝ kapsar: ÇalgÝ yapÝmÝ bilgisi; çalgÝ yapÝmÝ ve onarÝmÝ, çalgÝlarÝn geliştirilmesi. Müzik eğitimi; genel amatör ve profesyonel müzik eğitim bilgisi.
Müzik psikolojisi; müzik yapÝtlarÝnÝn insan üzerindeki etkisi, müzik dinleyicisinin etkilenme biçimleri.
Müzik eleştirisi; Belirli nitelik ölçütlerine göre, estetik ve uslup açÝlarÝndan eleştirel yaklaşÝm bilgisi.
Müzik sosyolojisi; müzik sanatÝnÝn toplumsal etkilerini araştÝrÝr.
Müzikbiliminin kapsadÝğÝ geniş bilgi dallarÝ, yan bilimlerin desteğini gerektirir. Bu dallar dilbilim, edebiyatbilim, sanat tarihi, tiyatrobilim, dinbilim, fizik, tÝp, sosyoloji, halkbilim ve felsefe. BunlarÝn ilk dördü, müzikbilime en yakÝn olanlardÝr.
Müzik pedagojisi; müzik felsefesi, müzik gerçeğinin sistematik nesnel-düşünsel yerini inceleyen müzikbilime, bu açÝdan yardÝmcÝ olan daldÝr.
Cem Günhan
Antik çağda oyun ve oyuncak Çocukluğumuzun kÝyÝlarÝndan çekilen sular, geriye en fazla oynadÝğÝmÝz oyunlara ve sevdiğimiz oyuncaklara yer açar belki de... ÇocuklarÝn -ve hepimizin- pedagojik gelişmesinin önemli öğelerinden biridir oyun. Bu hem insan hem de hayvanlar alemi için böyledir. Yaşama bir çeşit hazÝrlÝktÝr oyun, eğlence, biraz akÝl yürütme, zaman geçirme ve bilinç altÝmÝza hayal tohumlarÝ ekmenin tatlÝ yolu... Beştaş, çelik-çomak, ceviz oyunu, vuruş-karÝş dediğimiz oyunlarÝn, biraz farklÝlÝklarla bundan 3-5 binyÝl önce de oynanmÝş olmasÝ şaşÝrtÝyor insanÝ. Saklambaç, körebe, yağ satarÝm bal satarÝm, oyunlarÝnÝn hepsi, antik çağda da oynanan oyunlardan. Antik Çağ Roma’sÝnda en yaygÝn çocuk oyunlarÝndan biri, ceviz oyunudur. “Çocuk oyunu” diyoruz, çünkü çocuk, genç, yetişkin oyunlarÝ geniş bir yelpaze oluşturmakta, Olimpik yarÝşlara kadar uzanmakta... Ceviz oyunu, çocukluğun bitmesi anlamÝna gelen “Ceviz oyunu yÝllarÝ geride kaldÝ” deyimine de kaynaklÝk etmiş eski Latince’de... Bugün oynadÝğÝmÝz beştaş oyunu, Antik Çağda, koyunlarÝn ayaklarÝndaki küçük kemik parçalarÝ ile oynanÝrmÝş. Çelik çomak oynayan mÝsÝrlÝ çocuklarÝ duvar resimlerinde görmek heyecan verici... Saklambaç, körebe, yağ satarÝm bal satarÝm oyunlaEski MÝsÝr’da çelik-çomak benrÝ, farklÝ adlarla Roma, Eszeri oyun oynayan gençler. Beni ki Yunan, MÝsÝr ve dünyanÝn başka yörelerindeki çocuk- Hasan’da bulunmuş mezar resimlerinden ayrÝntÝ. larca da oynanmaktaydÝ... Öne eğilir, arkadaşlarÝmÝzdan hangisinin eli sÝrtÝmÝzda, bunu tahmin etmeye çalÝşÝrdÝk; 3 bin yÝl önceki MÝsÝrlÝ gençler gibi... Uçurtma uçurma ve salÝncakla sallanma, ip atlama... Antik Çağ kabartma, mozaik ve duvar resimlerinde, hatta kil heykelcilik ve vazo resimlerinde saydÝğÝmÝz oyunlarÝ oynayan çocuklarÝ görmekteyiz. Ama en ilginci, oyun oynarken arkadaşÝnÝn saçÝnÝ çeken ve saçÝnÝ çeken kolu tutan çocuklarÝn kabartmasÝ... Keçilerin çektiği bir arabada oturan ya da ellerindeki tahtalarÝ kÝlÝç gibi kullanan çocuklarÝn hazÝrlandÝğÝ şey, tabii ki savaştÝ!.. Ya da avuç içiTaş yuvarlama oyunu oynayan ne saklanan fÝndÝk, fÝstÝk çocuklar. AyrÝntÝda arkadaşÝnÝn saçÝnÝ vs.’nin tek-mi çift-mi çeken çocuk görülüyor. olduğunu tahmin oyunu, MÝsÝrda çok sevilirmiş!
Oyuncaklar
Müzik nedir?-2
Sistematik müzikbilim bilgi alanlarÝnÝ kapsar:
Kültür Deryas›
S. Cüriel-Strasbourg
Antik Çağ oyuncaklarÝ, emekle zekanÝn güzel bir bileşimi. Domuz ya da kadÝn biçimli mama şişeleri, tekerlekler, çanlar, korku düdükleri, tahta bebekler, kemik bebekler; MÝsÝr’dan eski Yunan’a, Anadolu, İran ve Çin’e kadar uzanÝyor. Çeşitli kuklalar, bez veya benzeri maddeden bebekler, arkeolojik kazÝlarÝn şaşÝrtÝcÝ yÝldÝzlarÝ olmuşlar. Çocuklar için minyatür çanaklar, fildişi tarak ve bebek koyma kutularÝ, günümüz oyuncak ve oyun anlayÝşÝndan hiç de uzak değil, hatta inanÝlmaz şekilde yaratÝcÝ ve estetik. Üstelik binlerce yÝl öncesinden... Köpeklerle, tavşanlarla, tavuskuşlarÝyla, kazlarla, ördeklerle oynayan çocuk heykelcikleri, seramik boyamalarÝ, tabak resimleri ve mezar kabartmalarÝ şaşÝrtÝcÝ. Örneğin bulunan ilginç oyuncaklardan birisi, hareketli bir fare! Çenesi oynayan bir timsah ya da kedi, koyun ve at heykelcikleri (tahtadan ya da kilden) oldukça yaygÝn. Sallanan kuşlar, tekerlek çeviren ya da üç tekerli bir arabayla oynayan çocuk ve gençler, tarihin bazen sadece savaşlarÝ anlattÝğÝ zannedilen kabartma, duvar resimleri ya da heykellerinde yaşayan insanÝn güzel yanlarÝ! Tahta ya da kil fÝrÝldaklar, minyatür kayÝklar ne yazÝk ki köşemizde sayÝlamayacak kadar çoklar... Top oynayan YunanlÝ, MÝsÝrlÝ ya da RomalÝ genç erkek ve kÝzlarÝ gösteren kabartmalar, insanÝn temel eğilimlerini ve düşünüş biçimlerini anlamaya yöneltiyor. O zamanlar toplar; deri kumaş, yapraklar ya da bitki liflerinden yapÝlÝyordu. Bugün ise tabii ki biraz ileri bir teknoloji ile üretiliyorlar. Bütün bu masum oyunlarÝn yanÝ sÝra, Olimpiyatlara kadar uzanan ve işin içine para, kumar, rekabetin girdiği, bugün bile çok karÝşÝk gelebilecek ve zor oyunlar, bu oyunlardan gelir elde eden çÝkar kesimleri de yok değildir. Oyunlar; çocuksu masumluğundan çÝkÝp, yetişkinlerin rekâbet, hÝrs ve çÝkar duygularÝna hitap etmeye başladÝkça kirlenmiş ve tarihin egemen sÝnÝflarÝ tarafÝndan -bugünün vahşi kapitalistleKemikten yapÝlmÝş rinin futbol, at yarÝşÝ vs. de yaptÝklarÝ bir oyuncak bebek. gibi- birer gelir kaynağÝ haline getirilİsadan sonra 3. yy. miştir. NasÝl ki arenada gladyatörler, (Roma Ulusal toplumun histerisini boşaltÝp bir çeşit Müzesi) kontrolü sağlamÝşsa, futbol, at yarÝşÝ ya da birçok “kitle sporu”da bugün bunu yapmaktadÝr! İnsanoğlunun hayal gücündeki güzellikleri ve yaratÝcÝlÝğÝnÝ ortaya çÝkaran oyunlarÝ üretecek veya çocuklarÝnÝ bunlarla besleyecek yeni bir topluma olan inancÝmÝz, insanlÝk tarihinde süregelen bütün güzellikler gibi sürecektir. “Oyunsuz kalma, oyuna da gelme” diyelim!... YararlanÝlan Kaynak: Marco Fitta, “Spiele und Spielzeug in der Antike” Dip not: OkuyucularÝmÝzdan akÝllarÝnda kalan otantik çocukluk oyunlarÝnÝ bize yazmalarÝnÝ istiyoruz... email. saricizmelicem@web.de
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:09 Uhr
Seite 11
Yaflanacak
‹
N
S
A
N
·
T
O
P
L
U
11 Dünya
M
“Gelecek sene için ilk sÝraya beni yazÝn!” n Gözlerimizi gökyüzünün sonsuzlu¤una diker; devinen, kucaklaflan klaflan, alabora olan bulutlar›n hareketine b›rak›rd›k “uçar›” düfllerimizi... Gözlerimizi gökyüzünün sonsuzluğuna diker; devinen, kucaklaşan, alabora olan bulutlarÝn hareketine bÝrakÝrdÝk “uçarÝ” düşlerimizi. Okuduğumuz romanlardaki üretim biçiminin, bizim topraklarÝmÝzda nasÝl yeşereceğini hayal etmeye çalÝşÝrdÝk. Bir inşaat işçisi olurduk, toplumun konut sorununu çözmek için harcÝ teriyle karan işçi grubunda... Ya da beyin damarlarÝnÝ çatlatÝrcasÝna kafa yoran bilgisayar programcÝlarÝndan biri... Hasat bittikten sonra toprağÝn sÝcak kollarÝna kendini bÝrakÝp, kolektif çalÝşmanÝn keyfini çÝkaran bir tarÝm işçisi olurduk bazen... Ve bütün bunlarÝ gerçekten yaşamÝşÝz gibi heyecanlanÝr, keyiflenirdik.
Düşlerin gerçeğe dönüştüğü günler Bir gün, üzüm bağlarÝnÝn arasÝnda bulduk kendimizi. Geçen sene birincisi yapÝlan KÝzÝl Bağbozumu’ndaydÝk! Toplumsal mücadeleye katkÝ sunmak için düzenlenen emek seferberliğinin ikincisiydi bu. Avrupa’nÝn çeşitli ülkelerinden aynÝ amaçla bir araya gelmiş, aynÝ hedefe kilitlenmiş 50 kadar yürektik. Bireycileşmenin ve bencilleşmenin çÝğrÝndan çÝktÝğÝ, insanlÝğa dair değerlerin ayaklar altÝna alÝndÝğÝ bir dünyada, kolektif emek üretkenliğinin güzel örneklerinden birini yarattÝk. On gün boyunca düşlerimizin gerçekliğe dönüşmesinin hazzÝnÝ yaşadÝk.
“Halay çekecek enerjiyi nereden buluyoruz?” İşimiz, birçoğumuza “bu işte kendim için asla çalÝşmam” dedirtecek kadar zordu. Bitmeyecekmiş gibi görünen bağ sÝralarÝnda, kramplar hiç yalnÝz bÝrakmadÝ belimizi! Ama hedef netti: Günde ortalama 18 ton üzüm toplanmalÝydÝ!.. Hedef netliği; bilinç açÝklÝğÝ ve kolektif emek üretkenliğiyle buluşunca, hedefler gün gün fethedildi. Her birimiz kafamÝzdaki sÝnÝrlarÝ parçaladÝk ve bedensel gücümüzü özgürleştirdik. Çünkü biliyorduk ki, kestiğimiz her salkÝm, kolektifimize akacak. KazanÝlan her cent, kolektifin projelerine katkÝ sunacak. Bu yüzden işin zorluğu, bedensel ağrÝlar, upuzun bağ sÝralarÝ gözümüzde küçüldü. Kendi geleceğimiz için birşeyler yapÝyor olmanÝn huzuru, mutluluğu ve bundan doğan motivasyon öne çÝktÝ. “Yahu ben anlamÝyorum, son sÝrayÝ sürünerek çÝkÝyoruz ama böyle halay çekecek enerjiyi nereden buluyoruz?” sorusunun cevabÝ burada saklÝ...
“Bireycilik”mi, “kolektif birey”mi? Geleceğimize sadece maddi bir değer kattÝğÝmÝzÝ düşünmek yanÝltÝcÝ olur. İşin kolektif emek üretkenliği temelinde örgütlenmesi, “kolektif birey”in güçlenmesinin zeminini yarattÝ. Kapitalist üretim tarzÝ, insanlarÝ alabildiğine bencilleştirirken, hücrelerine kadar bireyciliği yerleş-
n “‹flyerinde çok çal›fl›rs›n arkadafl›n k›zar, az çal›fl›rs›n ustabafl› k›zar... Orada özgür de¤il insan... fiimdi korkuyorum öbür dünyaya dönmekten...”
tirirken, bizde kolektivizm öne çÝktÝ. Birbirleriyle kÝyasÝya “yarÝşan”, saniyeleri hesaplayan arkadaşlarÝmÝz, yan sÝrada çalÝşan hasta arkadaşÝnÝn kovasÝnÝ alÝp kasaya boşaltmakta tereddüt etmedi. Kendi sÝrasÝnÝ önce tamamlayÝp çÝkan ekipler, yeni
mizi gülmekten kÝrÝp geçiren espiriler içinde çalÝştÝk... Birbirimizi zorlu bir iş ortamÝnda daha yakÝndan tanÝyÝp daha çok sevdik. Bir bütünün özgür parçalarÝ olduğumuzu daha derinden hissederek birbirimizi sahiplendik.
Özgürlükler ülkesi... Bugün rahatsÝz oluyorlardÝ ama ‘90’lÝ yÝllarda Çavuşesku yönetiminin son günlerinde, Fransa DÝşişleri BakanÝ olan Romain Dumas’Ýn öncülüğünde, yoğun diplomatik ataklarda bulunarak, kafileler halinde Romanya’dan "özgürlükler ülkesi” Fransa’ya insan taşÝmÝşlardÝ. İlk kafileden sonra tÝrmanan
göç ile birlikte, Romanya’dan binlerce Sinti-Roma (halk dilinde “çingene”) akÝn etti bu ülkeye. Fransa’nÝn kaldÝrdÝğÝ taş ayağÝna düşmüştü ve artÝk yapacağÝ bir şey yoktu. Çok sayÝda insan Paris başta olmak üzere Fransa’nÝn büyük şehirlerine akÝn etmişti. AdÝm başÝ Romanya kökenli dilenci, çalgÝcÝ ve ekonomik zorluklarÝn doğal bir sonucu olarak hÝrsÝzlÝklara rastlanÝyordu. Bu insanlarÝn sayÝsÝ arttÝkça polisin de baskÝsÝ artÝyordu. Sinti-Roma’lar, gidecek veya kalacak bir yerleri olmadÝğÝ için genelde köprü altlarÝnÝ ve boş arazileri mesken tutuyorlar. ÇalÝ çÝrpÝ, çöpten topladÝklarÝ naylon ya da çöplüğe atÝlmÝş eski, kÝrÝk dökük karavanlardan yaptÝklarÝ derme çatma barakalarda yaşÝyorlar.
Yanma özgürlüğü!.. Lyon çevre yolunun üzerinde bulunan viyadüğün bitimininde Yugoslavya kökenli Sinti-Roma’larÝ, onlarÝn biraz ilerisinde ise RomanyalÝlarÝ bulmak mümkün. Kimi günler ortak eğlence düzenleyip, özgürce ortaklaşa-
sÝraya başlamak yerine, geride kalanlarÝn yardÝmÝna koştular. HÝzlÝ çalÝşanlarÝmÝz bununla böbürlenmek yerine, kendilerinden yavaş olanlarÝ motive ederek, toplamada hÝzÝ yakalamaya çabaladÝ. Çünkü herkes kolektifi öne çÝkardÝ, özgür iradesiyle kendini kolektifin ihtiyaçlarÝna göre biçimlendirdi. İşin tüm ağÝrlÝğÝna rağmen şarkÝlar, türküler, şiirler, hepi-
“Öbür dünyaya dönmekten korkuyorum” Bütün bu yaşadÝklarÝmÝzÝ, paylaştÝğÝmÝz ortak duygularÝ bir arkadaşÝmÝz “veda toplantÝsÝ”nda şöyle dile getirdi: “İşyerinde çok çalÝşÝrsÝn arkadaşÝn kÝzar, az çalÝşÝrsan ustabaşÝ kÝzar. Hele bir de işi sevmezsen, iyice çekilmez olur herşey. Orada özgür değil insan. Ben
bilen bu insanlar, karanlÝk bir gecede, karavanlardan birinde çÝkan yangÝnla irkildiler derin uykularÝndan. YangÝn diğer barakalara da sÝçramÝştÝ. Köprünün altÝndan yükselen çÝğlÝklar, bağrÝşmalar, yardÝm isteyen feryatlar...Ne yazÝk ki, ne seslerini duyan oldu ne de onlara yardÝm elini uzatan itfaiye vardÝ. Çünkü onlar devletin gözünde “toplum dݺݔ idiler. Ne kayÝtlarda mevcuttular ne de belli bir adresleri vardÝ. Umut olarak geldikleri her ülke, onlarÝn umutsuzluğu olmuştu. ÇÝkan yangÝnda yanan iki çocuğun cesedi ortadayken, polis ve jandarma etraflarÝnÝ kuşatmaya aldÝ. Bu yoksul ve acÝlÝ insanlar, yanan evlatlarÝna mÝ ağÝt yakacaklardÝ yoksa başlarÝna yÝkÝlan barakalarÝna mÝ üzüleceklerdi? Zaten geldikleri ülkelerde yaşadÝklarÝ savaşÝn yÝkÝmÝ, kaybettikleri eş, evlat acÝlarÝ yüreklerini dağlamÝş, umut ekerek geldikleri Fransa’da, pislik ve rezalet içinde bir yaşam ve üstüne üstlük “çevre sakinleri rahatsÝz oluyor” diyen polis baskÝsÝ biçmişlerdi. Bu sistemde yer edinemeyen
Sinti-Roma’lar, sistem tarafÝndan suç işlemeye itile itile bu günlere gelmek zorunda bÝrakÝldÝlar.
İlk olmak... OnlarÝn yaşamÝ o kadar dram ve acÝyla iç içe geçmiş ki, tarihte "ateş hattÝnda olmak” hep onlarÝn nasibine düşmüş. Hitler faşizmi İkinci Dünya SavaşÝ sÝrasÝna Çekoslavakya, Polonya vd. ülkeleri işgal ettiğinde ilk önce onlar katledildiler. YaşadÝklarÝ ülkelerde, sosyal yÝkÝm politikalarÝnÝn faturalarÝ hep önce onlara kesildi. Hep önce onlar sürgün edildi, hep önce onlar hor görüldü. Yani gökten taş düşse, altÝnda hep bu insanlar kaldÝlar. Tarihte, yüzyÝllar boyunca hep hor görülen ve dÝştalanan bu insanlar için sosyalizm adeta altÝn çağ anlamÝna gelir. Çünkü sadece sosyalizm döneminde tüm hak ve özgürlüklerine kavuştular. Günümüzde hâla yerleri, yurtlarÝ ve özgürlükleri yok. "Kaderin cilvesine” bakÝn ki, "özgür Fransa”nÝn başkentinde yoksulluktan payÝnÝ ilk alanlar da yine onlar oldu.
Türkü AkşamÝ’nda buluşma Yaşamevi dostlarÝ kursiyerleri, emekçileri 22 Ekim’de düzenlenen türkü gecesinde buluştu. Yaşamevinde faaliyetlerini sürdüren GünÝşÝğÝ‘nÝn seslendirdiği türkülerle açÝlÝşÝ yapÝlan etkinlik, beklenenin üzerinde katÝlÝmla gerçekleşti. YaklaşÝk 150 kişinin katÝlÝmÝyla gerçekleşen türkü akşamÝna çok sayÝda yerel sanatçÝ, bağlamasÝ, kemençesi ve türküleriyle katÝldÝ.
Köln Uyum Meclisi Seçimleri’ne ilişkin yapÝlan konuşmada ise; kitleden, Yaşamevi’nin de içerisinde yer aldÝğÝ BarÝş ve Kardeşlik Platformu Seçim Listesi’ne oy verilmesi istendi. 19:00’da başlayan etkinlik, gecenin ilerleyen saatlerine kadar halaylarla devam etti. Etkinlik kitlenin yoğun ilgi ve beğenisiyle karşÝlandÝ. Bu tür etkinliklerin ayda bir değil, daha sÝk yapÝlmasÝ katÝlÝmcÝlarÝn isteklerinden birisiydi.
"...... Üzümleri kan damlalı kırmızı ba¤lar tütüyor. Kalın tu¤la bacalar kıvranarak ötüyor. Haykırdı en önde giden, emreden Bu ses... bu sesin kuvveti... bu kuvvet Yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran Onları oldukları yerde durduran kuvvet Emret ki ölelim, emret! Günefli içiyoruz sesinde Cofluyoruz, cofluyor, Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde Mızrakları gö¤ü yırtan atlılar kofluyor Akın var günefle akın Günefli zaptedece¤iz
Güneflin zaptı yakın! Toprak bakır, Gök bakır, Haykır günefli içenlerin türküsünü Haykır! Haykıralım!....” N. Hikmet "....... Oradaki bizimkiler Buradaki bizimkilerin Atefl izlerini gözlerdi Oradaki ve buradaki bizimkiler Aynı aflkla soyunurdu Aynı aflkla vuruflurdu Hiç görmeden Hiç tanımadan Adını dahi bilmeden Yüzünü dahi ellemeden ........”
Merhaba sevgili candostlar,
Ateş hattÝnda yaşamak YaşlÝ kadÝn eski kanepesinden usulca doğrulup, gelen konuklarÝnÝ karşÝladÝ. Hafif gülümsediğinde, esmer teninde altÝn sarÝsÝ metal dişlerinin ÝşÝltÝsÝ parÝldÝyordu. Birkaç barakadan yapÝlmÝş küçücük evlerinde, her şeye rağmen mutlu olduklarÝnÝ her vesile ile dile getiriyordu. Bir gece önce, artÝk alÝşmÝş olduklarÝ polis baskÝnlarÝndan birini daha yaşamÝşlardÝ. Viyadüğün altÝnda yaktÝklarÝ ateşin etrafÝnda otururlarken polis ekipleri baskÝn düzenlemişti. BaskÝnlar hep aynÝ türden olduğu için, gerçekler de değişmiyordu: Ya hÝrsÝz arama ya da çevre sakinlerinin gürültüden rahatsÝz olmalarÝ.
burada özel duygularÝ ve atmosferi paylaştÝm. Şimdi korkuyorum öbür dünyaya dönmekten. Çünkü orasÝ kirli bir dünya. Bencillik çelmelemeler... BurasÝ tertemiz bir dünya. Bağbozumu keşke hiç bitmese... KatÝlamayanlar için çok üzüldüm. YalnÝz-
Köln Yaflamevi Kas›m ay› etkinlik program› 7 KasÝm 2004 Pazar KahvaltÝ: 11. 00 Üye toplantÝsÝ: 12.30 13 KasÝm 2004 Cumartesi MantÝ günü: 16.00 19 KasÝm 2004 Cuma Gençliğin Dostluk HalayÝ: 19.00
GünÝşÝğÝ Dost Müzik GruplarÝ Çekiliş Davul-Zurna 28 KasÝm 2004 Pazar Panel: 14.00 Konu: Avrupa’da sermayenin yeni yönelimleri ÝşÝğÝnda Hartz IV
ca kendi çevremizdeki insanlarÝ kastetmiyorum, tüm emekçileri kastediyorum. Keşke herkes yaşasaydÝ bu ortamÝ...” Bağbozumunun son akşamÝnda çÝkan “kavga” tüm şiddetiyle devam ediyor: “Gelecek sene için ilk sÝraya beni yazÝn!”, “HayÝr, beni...”, “HayÝr, önce ben!..” Özlem Özgür
Uzun zaman oldu yazıp hal-hatır sormayalı. Kendimizi affettirmek için bu yıl ki "Kızıl Ba¤bozumu”nda buluflarak hal-hatır soralım dedik. Umarım geç kalmamıflızdır ve siz bizim makas ve ya¤murlukları da hazırlamıflsınızdır. Evet, Kızıl Ba¤bozumu’na katılmaya geldik. Sizler, geçti¤imiz yıl emek seferberli¤inde ütopyamıza bir adım daha yaklafltınız ve kolektifimize kattıklarınızla bizleri de yakınlafltırdınız. Ne dört duvarın hükmü, ne tecrit... hiçbir fley engelleyemedi paylaflımlarımızı, buluflmalarımızı. Sizinle birlikte ıslandık ya¤murda, bellerimiz birlikte a¤r›dı üzümleri toplarken. Acıda, sevinçte, türküde, halayda... hep birlikte u¤rafltık ütopyamız için. Tadı dama¤ımızda kaldı geçen yılın. Bu yıl da daima ileriye yürümenin, gelece¤i bugünden kurmanın heyecanını, coflkusunu paylaflıyoruz sizlerle. Emek seferberli¤inin bu yıl ki buluflmasında siz orada, biz burada aynı ezgiyi hep birlikte söyleyece¤iz. Hep birlikte parçalayaca¤ız hücre duvarlarını. Ve hep birlikte döfleyece¤iz tafllarını yaflanacak dünyamızın. Kavgamızın ve ütopyamızın sıcaklı¤ıyla sımsıkı kucaklıyoruz hepinizi. Sevgilerimizle, Gebze Cezaevi Kolektifi.
Restorant diyaloglarÝ Masa 4 - S’il vous plait yenge... bize pizza. Türkçesini hatÝrlamadÝm ya ne... ha... lahmacun verir misiniz! S’il vous plait. Lahmacunlar masaya gelir. Garson başka bir şey alÝp almayacaklarÝnÝ sorar. - Bize bir FransÝz şarabÝ açÝn. Ya tatildeydik. Gidiyorsun onca para döküyorsun. AdÝ beş yÝldÝzlÝ otel. Bizim Türkler işte. Bir FransÝz şarabÝ bile bulunmuyor. Hani bir aydÝr içmedik de bu mereti. İnsan özlüyor yahu. Bize şarap getir bacÝm. Arkadaşlar da yeni. Türkiye’den. Şarap getirin içsinler. Onlar da alÝşsÝn. Öyle değil mi Ahmet... Ahmet mahcup bir şekilde; - Abi biz şarap içmesek. Ayran alsaydÝk daha iyi olurdu. - Ulan cahil geldiniz, cahil gidiyorsunuz. Lahmacunun yanÝnda ayran gider mi? Söyle bacÝm, sen söyle haklÝ değilmiyem? Garson dişlerinin arasÝndan konuşmaya başlar: - BÝrakÝn kendileri karar versinler... - Olmaz, onlar benim misafirim. KağÝtlarÝ olana kadar ikramlar benden. Ben şarap diyorum. İtiraz yok. Ahmet: Öyle olsun abi... - Ha, sapÝ uzun olan bardaktan getirmeyi unutmayÝn bacÝm.
Masa 2 - Abi, misafirim. Almanya’dan. Ben buranÝn pidelerine bayÝlÝyorum. Ne zaman insem Paris’e, gelip bir pide yemeden gitmem. Abim ne istiyorsa getirin ha. Hesaplar benden. Garson siparişi almak ister; - Pidelerinizden ne var? - KaşarlÝ, ÝspanaklÝ, kuşbaşÝlÝ. - Abi ben karÝşÝk alacağÝm, ya sen?
Abi biraz doğrularak nihayet konuşur; - Hele bir çekil yenge. Şu tezgahi görem. Bana acÝlÝsÝndan bir Adana. Tabakta mi verirsen, yoksa dürüm mü? Garson müşterinin isteğine bağlÝ olduğunu söyler. - Durum olsun yenge. Tok tutar. İki de ayran alah. Pideci kardeşimiz abisiyle fotoğraf çektirmeye karar verir; - Yenge bizim bir resmimizi çeker misin? Abimle bir hatÝra fotomuz olsun. Ha boydan al. Yeni ayakkabilarimiz da çÝksÝn lo...
- Abi gel beni dinle.. Döner işine gir. - Kardeşim ben 16 yÝldÝr bu meslekteyim. BÝrak bu kadarÝnÝ da bileyim. - Yok abi sen anlamÝyon galiba bu işlerden. - Sen ne iş yapÝyorsun? - İnşaatta çalÝşÝyorum. İş çÝkarsa gidiyoruz. Ama abi gel beni dinle bu işe gir. Restorant sahibi, elindeki bÝçağÝ kullanmamak için alt kata iner. Müşteri çÝkarken garsonla konuşur. - Abla, bilmiyor bu işleri. Söyle döner işine girsin. Dönerde çok para var çoook...
Masa 3 İki lahmacun alÝyor. AnlaşÝlan çok aç. Adeta çiğnemeden yutuyor. Kafa masaya giderek yaklaşÝyor. Bu arada gözler etrafÝ kesiyor. BakÝşlarÝ duvardaki yazÝya takÝldÝ. “Bu restorant satÝlÝktÝr” yazÝsÝnÝ nihayet okumayÝ başardÝ. Ve restorant sahibiyle konuşmaya başladÝ... - Abi kaç paraya satÝyorsun burayÝ? - Müşteri misin?.. - Yo. - Alan olursa oturur fiyatÝ konuşuruz. - Hele bir söyle belki alÝrÝz. Restorant sahibi gün içerisinde sayÝsÝz kez bu soruya yanÝt verdiği için artÝk bÝkmÝştÝr. Homurdanarak cevap verir. - 75 bin euro. - BurasÝ bu paraya değmez. Baksana satÝyorsun. Demek ki iş yapmÝyor. İş yapan yer satÝlÝr mÝ? - İş yapmadÝğÝndan değil. Memlekete gideceğim için satÝyorum. - Yo yo.. ben bilirim. BurasÝ iş yapamaz. Lahmacunla para mÝ kazanÝlÝr. Abi en iyisi döner işine gir. Dönerde çok para var çok. - Döner işini denedik... Burada gitmiyor.
Masa 2 - Abla bugün günlerden Mardi mi? - Bugün günlerden SalÝ. - Konuşmaya konuşmaya bu dili de unutmuşuz. Bize sac kavurma getir abla. Ne zaman olur. - 15 dakika sonra hazÝr. - Bu sac kavurmada ne var ki bu kadar geç pişer. - KuşbaşÝ et. - HÝ... kuşbaşÝ. Tabii geç pişer. - İçecek bir şey ister misiniz? - Bize iyisinden şeher suyu... YanÝndakilere dönüp konuşmaya başlar. - Bizim oğlan zehir gibi okuyor. BabasÝnÝn oğlu. Entel üniversitesine göndereceğim. Fransa’nÝn CumhurbaşkanÝ da orada okumuş. Tüm cumhurbaşkanlarÝ oradan çÝkÝyormuş. Tayip’in sÝpalarÝ ta oradan gelip okuyacaklar burada. Bizim oğlanÝn nesi eksik dedim. Zehir gibi okuyor çocuk. Siz hangi okula vereceniz oğlanlarÝ... - Abi senin oğlan ilkokula yeni başlamadÝ mÝ? - Olsun oğlum.... Şimdiden düşüneceksin... Çok geri kalmÝşsÝn yahu. Çocuk zehir gibi okuyor diyorum. Hâlâ ne diyor...
YasanacakDünya_10
13.12.2004
18:09 Uhr
Seite 12
Dünya Yaflanacak
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
Üyelik: Beklenti, rüya, kabus n Türkiye’nin AB’ye girmesini hayal n ‹lerleme Raporu’nda “Türk iflçileriede dural›m... Üretimi durduran iflçiye 5 y›la kadar hapis cezas› var. konut gibi kamusal alanın bütünü özelleştiriliyor. Üretimi durduran işçiye 5 yÝla kadar hapis cezasÝnÝ içeren pek “demokratik” yeni “Türk Ceza Kanunu” tasarÝsÝnÝn, AB’nin genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Verhaugen tarafÝndan “yüzyÝlÝn işi” olarak alkÝşlanÝyor.
“Demokrasinin beşiği ... Avrupa Birliği’nin Türkiye için hazırladığı “İlerleme Raporu”nun ardından, üyelik herkesin hayalini süsleyen öğelerden bir oldu. İnsanlarımız, Türkiye’ye 17 Aralık’ta Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi verilmesi durumunda, yaşanan sorunların ortadan kalkacağı yanılsaması içerisinde. Bu öyle bir yanılsama ki; AB’nin işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıksızlık, özgürlük yoksunluğunun çözüm merkezi olarak görülmesini getiriyor. “Serbest dolaşım hakkı” gibi kolaylıklara sahip olunacağı sanılıyor.
AB Türkiye’ye girdi... Türkiye’nin AB’ye girmesini
hayal ede duralÝm, emperyalist AB’nin Türkiye’ye girişi gerçekleşmiş durumda. Türkiye’de sermayenin hareket seyri ve çok uluslu şirketlerin yatırımları konusunda AB ile uyum sağlanmıştır. Girmek için debelenilen AB’nin, emekçiler için bir getirisi olmadÝğÝnÝ, içerisinde yer alınan Gümrük Birliği’nden biliyoruz. Küçük üreticilerin yığınlar halinde iflası ve mülksüzleşmesi, kitlesel işçi kıyımları, ücretlerin bastırılarak sömürünün artırılması, sendikasızlaştırma ve örgütsüz bir toplum gibi sonuçlarÝ var. IMF programlarının bir benzeri, bugün AB’nin “ekonomik kriterleri” olarak karşÝmÝza çÝkÝyor. “Reform” adı altında, sosyal güvenlik, eğitim, ulaşım,
Avrupa emperyalizmi emekçilerin yüzyÝllÝk kazanÝmlarÝnÝ yok etmeye çalÝşÝyor. Lokal olmayan, Avrupa’nÝn bütün ülkelerinde eş zamanlÝ geliştirilen bir “sosyal reform” saldÝrÝsÝ bu. SaldÝrÝlar sadece ekonomik değil, siyasal olarakta genişliyor. Gelişen herhangi bir olay bahane edilerek olağanüstü hal kararlarÝ uygulanÝyor. “Güvenlik” adÝ altÝnda polisin yetkileri arttÝrÝlÝyor.
“Serbest dolaşım” yok! Avrupa ülkelerindeki demokrasi kırıntıları budanırken, birliğe giren yeni ülkelerin vatandaşlarına da yaptırımlar getiri-
nin serbest dolafl›m›na daimi k›s›tlamalar” vurgusu yer al›yor.
liyor. Türkiye’deki yaşam koşullarının ağırlığından dolayı, kendisini Avrupa’ya atma hayaliyle tutuşan emekçiler, üyelik halinde serbest dolaşım hakkına sahip olacaklarınÝ sanÝyorlar. Oysa o çokça sözü edilen İlerleme Raporu’nda “Türk işçilerinin serbest dolaşımına daimi kısıtlamalar” vurgusu var. Türkiye için bu kısıtlamalar süreklilik gösterecek.
Türkiye’nin üyeliği... Pazarlık marjını yüksekten belirleyen AB’nin raporunda, müzakerelerin bitirilişine dair bir tarih verilmiyor. Şartlar yerine getirilmediği koşulda, oy çoğunluğuyla sürecin askıya alınması öngörülüyor. Müzakereler Türkiye’nin lehine sonuçlanırsa, bunun onayının parlamento yerine referanduma götürülmesi bir istek olarak raporda yeralıyor. AB ülkelerinin Türkiye’ye karşı tutumunda belirleyici olan, emperyalist güçlerin egemenlik ilişkileri ve ittifak politikalarıdır. ABD, İngiliz emperyalizmi ile birlikte bu ittifakı içerden zorlayıp kendi yörün-
gesine çekmenin koşullarını yaratmaya çalÝşÝyor. Bunun için Türkiye’nin AB’ye girmesini istiyorlar. AB’nin patronu durumunda olan Fransa ve Almanya ise direnç göstererek süreci uzatÝyor. AçÝk ya da gizli olarak Türkiye’nin üyeliğine karşÝtlÝklarÝnÝn asÝl nedeni budur. İşçi sınıfı ve emekçi halklara karşı bir ittifak ve emperyalist bloklaşmada bir güç olan AB’den, kendi iç işleyişinde de demokratik bir ilişkiyi beklemek saflık olur. Sermaye birikimi ve sömürge ilişkileri olanlar, AB içerisinde bir iktidar durumundalar. Onların ihtiyaçları ve çizidiği sınırlar belirleyicidir. DolayÝsÝyla AB’nin Fransa, Almanya gibi ülkelerin beklentilerinin dışında hareket etmesi bugün için olanaklı değil. Uzun sözün kısası; Türkiye’ye müzakere tarihi verildiği koşulda dahi, AB üyeliği için öngörülen en erken tarih 15 yıl sonrası. Tarih için tarih verileceği 17 Aralık bile, IMF için yeni bir stant-by (satın alınma) anlaşmasının şartıydı. Üyeliğin şartları da bunlar üzerinden düşünülmeli...
Kelebek operasyonu n Sistem, Peker gibi çocuklarını ya n Mafya, kan ve irinle boyanm›fl hizaya getirecek ya da gelmiyorsa yiyerek hedefine koflacakt›r!!! Türkiye, Susurluk’un 8. Yıldönümünü, ardı ardına patlayan küçük çaplı(!) Susurluklar’la karşıladı. Çakıcı’nın yargılanma süreci ve kaçışına dair “derin” arka plan hikayesi, Çatlı’nın 8 yıldır sözümona Sedat Bucak tarafından saklanan “gizemli” çantasının, Bucak’Ýn yeniden yargÝlanma sürecinde “gizli” ibareli zarflar içinde mahkemeye teslim edilmesi... Son olarak, kolları devletin temel ayaklarını oluşturan tüm kurumların derinliklerinden tutalım da, üniversite, sanat, futbol gibi burjuvazinin tüm “sosyal” alanlarına kadar uzanan sistemin obez çetesi Sedat Peker ve adamlarına yapılan gümbürtüsü halen devam eden Kelebek Operasyonu...
olan kirli paras›ya, sistemin önemli bir soluk borusudur.
denge oluşturur. Bu öyle hassas bir dengedir ki; atmosferin bir yerindeki kelebeğin bir kanat çırpma hereketi bile dünyanın diğer ucunda fırtınalar kopmasına neden olabilir. Peker’in obez çetesinin durumu da sistem açısından böyle tanımlanabilir. Azımsanmayacak bir etkinlik alanı ve gücüne muktedir hale gelmiş olan Peker ve benzerlerinin hizaya çekmek zorunlu hale gelmiştir. Aksi durumda kelebek efektinde oluduğu gibi (biz buna kapitalizmde mafyatik çete efekti diyelim!) sistemin kendi beslemeleri olan Peker ve benzerlerinin şişkin güçleri denetim dışına çıktıkları oranda sistem için istenmeyen ani fırtınalar yaratabilirler.
Ayak bağlarÝ atÝlmalÝ Kelebek efekti S. Peker ve adamlarına yapılan operasyonun isim seçimi bile yaptığı çağrışımla anlamlıdır. Fizik bilimindeki “kelebek efekti” bilinir... Doğada öyle anlar vardır ki, bir çok durum bir arada bulunarak olağanüstü bir
Güler Sabancı’nın ünlü Kelebek Operasyonu’yla aşağı yukarı aynı dönemde; “Gerekli olan hukuk, hukuk, hukuktur!” diye sloganlarştırıp; “Asıl sorun çetelerin tasfiyesidir!” sözleriyle ifade ettiği meramı iyi okumak gerekir.
Peker gibileri, önemli ihaleleri bile etkiliyebilecek azımsanmayacak etkinlik gücüne ulaştılar. Büyük-küçük birçok burjuvayı haraca bağladılar. Özelleştirme ve bir bütün olarak sermayenin merkezileştirilmesi çabasının ayyuka çıktığı günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde burjuvazi, önüne çıkan veya çıkabilecek her ayakbağının flaş operasyonlarla temizlenmesini buyurmuştur. Gerekirse kendisi için kanter döken Peker gibi çocuklarını da ya hizaya getirecek ya da gelmiyorsa yiyerek hızla hedefine koşacaktÝr!!!
Sistemin soluk borusu: Mafya
yenin neredeyse yarıya yakın bir bölümünü denetleyen mafyakara para lobisinin bu rakamsal gücünün arka planını hayal etmek zor değildir. Böylesi durumlarda da en üst devlet otoritesi olan MGK’nın devreye girmesi zorunludur. Peker operasyonunda da böyle olmuştur. MGK düğmeye basmıştır, ama denetimi elinde sıkı sıkı tutarak...
ABD’den AB’ye kadar bütün emperyalist-kapitalist ekonomilerde de, mafya-kara para sistemin önemli soluk borularından biridir. Mafya hem sistemin en kirli ve gizli işlerini yapan sac ayaklarından biri, hem de kan ve irinle boyanmış olan kirli parasıyla önemli bir soluk borusudur. Türkiye’deki para serma-
Evet, tek başına bir Kelebek Operasyonu’nun açığa çıkardığı derin ilişkiler ağının varlığı bile Sabancı gibilerinin “hukuk” (yani sermayenin özgürce dolaşımını sağlayacak hukuk!) feryatlarını anlamamız için yeterlidir. Burjuva medya her ne kadar
ÇarkÝn dişlileri
bu operasyonu, Peker’in psikopatisini öne çıkaran manşet ve resimlerle geçiştirmeye, tablonun bütününü işin magazin kısmıyla saklamaya çalışsa da bizler bu tablonun derinliğini ve hacmini çok iyi biliyoruz. Bu tablo Apoletli Susurluk’tan, yıllardır çalkalana çalkalana artık cılkı çıkmış yargı kurumuna, parlamentodan polis örgütlenmesinin her kademeden şeflerine, MİT’tenkontra çetelerine kadar ve oradan sanat-spor-üniversite gibi temel “sosyal” alanlara kadar büyük bir derinlik ve kapsama sahiptir. Peker gibileri, kapitalist sistem çarkının dişlilerindendir. Düzenin sınırları içinde kaldıklarında anlamlıdırlar. Dengeyi bozduklarında, merkezi otoritenin emriyle yola getirilirler.
Cezaevlerinde sessiz imha yöntemleri! Yeni hazırlanan Ceza İnfaz Yasa TasarÝsÝ ile, özellikle siyasi tututlu ve hükümlülerin sesizce imha edilmesinin yol ve yöntemi düzenlenmektedir. TasarÝda, “gerekli özen” başlığı altında yeralan 3. madde, ceza ve tedbirlerin infazında takdir hakkından açÝkça bahsetmektedir. “İnfazda temel amaç” başlığı taşıyan 4. madde’de, “sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumu kolaylaştırmak” gibi Nazi kıstaslarını hatırlatır ibareler bulunmaktadır. Tasarıda, “iyileştirmeye gereksinimi olanlar ve olmayanlar” ayrımı bulunmaktadır, ki bu da tamamen bu ayrımı yapacak şahsiyetin ideolojisine, bilgi
ve birikimine göre değişecektir. Bu kategoride siyasilerin görüleceği ve bu nedenle yüksek güvenlikli cezaevlerine konulacağı ve özel muameleye tabi tutulacağÝ, şimdiki F tipi cezaevleri uygulamaları ile karşımızda durmaktadır.
Gizli yargÝlama... Aramalara polis, asker ve diğer kamu görevlilerinin katılacak olması, ağır izolasyon koşullarında baskıyÝ çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi son dönemlerde pişmanlık yasasından yararlananlar, itirafçılar bu şekilde cezaevine giren “diğer kamu görevlileri” tarafından yeniden
sorgulanmÝş, bunların duruşmaları avukatsız görülmüş ve alınan ifadeler dosya içerisine konulmadan ayrı bir dosya içerisinde muhafaza edilerek diğer sanıklar aleyhine kullanılmÝştÝr. Tutuklu ya da hükümlünün zorunlu çalıştırılması, tek tip elbise, eğitime katılma, bedenini koruma yükümlülüğü, zorunlu hale getirilmiştir.
Ceza içinde ceza... 12 Eylül sürecinde cezaevlerinde tek tip elbise giyilmemiştir. Zorunlu çalıştırılmada, “ücretten kesme” disiplin cezası olarak uygulamaktadÝr. Eğitime katılmama bile disiplin cezasını gerektirirken,
okunacak kitap sayısında sınırlama yapılması tutuklu ya da hükümlünün okuma ve kendini geliştirme hakkının ihlalidir. Kişinin, isteğine bağlı olarak kendini geliştireceği alanı belirlemesi gerekirken bu hususta dayatma yapılması ve itaat etmediği taktirde disiplin cezasına maruz bırakılmasÝ, hak ve özgürlükleri yok saymaktır. Bu dayatmalara katlanma yükümlülüğünün getirilmesi ve aykırı davranış halinde disiplin cezası olarak belirlenen uyarma, kınama, mektup yasağı, hücre cezası, infaz yakma gibi yaptırımlar getirilmesi, haklardan ziyade, yaptırımların ve bundan doğan baskÝlarÝn varlığını göstermektedir.
“Hasta” ve “nesne” Cezaevinde hak ihlallerinin önlenmesi için kendi bedeninden başka savunma aracı bulunmayan mahpusun, bedenini kullanması bile disiplin cezasını gerektirir bir durum olarak düzenlenmiştir. Cezaevinde bulunan tutuklu ya da hükümlüye “hasta” ve “nesne” olarak bakÝlmasÝ, doğal olarak böylesi bir düzenlemeyi beraberinde getirmektedir. Bu bakış açısı ile hazırlanan tasarı geri çekilmelidir.
Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Sekreteri Av. Sevim AKAT
Türkiye’den mektup var BarÝş Yarkadaş Mükremin Abi Solculuğu “Pazar akşamÝnÝ tatsÝz bir şekilde noktaladÝm” desem, abartmÝş olmam. Bu tatsÝzlÝk ise, televizyonda izlediğim bir programdan kaynaklandÝ. Daha doğrusu programa konuk olan YÝlmaz Erdoğan’Ýn söylediklerinden… Bilindiği üzere YÝlmaz Erdoğan, Star TV’de yayÝmlanan Bir Demet Tiyatro’yla geniş kesimlerin tanÝdÝğÝ, sevdiği, benimsediği bir oyuncu haline geldi. Hakkari’den gelen bu “saf” Anadolu genci, Ferhan Şensoy’a inat kendini kanÝtladÝ, sahneye çÝktÝ, oyun yazdÝ. Bu arada tanÝnmaya başladÝğÝnÝ hissettiğinde de, bol bol “yoksulluk” öyküsü anlattÝ. İstanbul’daki ev arkadaşÝ Muhsin KÝzÝlkaya ise, bu öykülerin “şahidi”ydi hep… KÝzÝlkaya, “burjuva medya” da sol sosuna batÝrÝlmÝş yazÝlar, “sol basÝnda” ise “radikal yazÝlar” döktürerek, Erdoğan’Ýn öykülerinin “canlÝ tanÝklÝğÝnÝ” yaptÝ. Günler böyle geçip gitti. Öyle ki; KÝzÝlkaya, yaptÝklarÝ her şeyi adeta bir “giz” içinde sundu. KÝzÝlkaya, YÝlmaz Erdoğan ve projelerinden bahsederken, hep “bunlar gizli şeyler ama, sizin bu kadarÝnÝ bilmenizde bir zarar yok” havasÝnÝ yaydÝ. Geniş kitleler, o gizemin içine çekildi, böylece imaj da yaratÝlmÝş oldu. Ferhan Şensoy’un “senden tiyatrocu olmaz” sözünü yalanlamak adÝna ömrünü tiyatroya adayan bu genç, kendisine tanÝnmayan şansÝ başkalarÝna tanÝmadÝ. Hem de elinde olanak varken bunu yapmadÝ. KÝzÝlkaya’nÝn YÝlmaz Erdoğan’la ilgili olarak anlattÝğÝ öyküleri okuyup “Beni o anlar, YÝlmaz Erdoğan anlar, o da bu yollardan geçmiş” diye Beşiktaş Kültür Merkezi’nin yolunu tutanlar, büyük bir hayal kÝrÝklÝğÝ ve moral bozukluğuyla evlerine döndü. Çünkü, YÝlmaz Erdoğan artÝk, eski YÝlmaz Erdoğan değildi. Belki eskiden de öyle değildi… Bilmiyoruz ki… Biz sadece bize anlatÝlanÝ biliyoruz… Tiyatrocu olmak için kendisiyle görüşmek isteyen gençleri tersleyen YÝlmaz Erdoğan, Bir demet Tiyatro’daki “Mükremin” tiplemesi ile, imajÝnÝ pekiştirdi. Gençlere “şans vermeyen”, “evin bÝçkÝn delikanlÝsÝ” Mükremin, “mahalledeki” yerini sağlamlaştÝrdÝğÝnÝ gördüğünde, ilk iş olarak, “etrafta fazla dolanan ve öne çÝkan” SaldÝray Abi’yi ortadan kaldÝrdÝ. Oyunu kendisi yazdÝğÝ için, SaldÝray Abi’nin akibetinin ne olduğunu, kimse bilmedi… Doğrusu kimse de sormadÝ. Televizyon, böyle büyülü bir aletti. Birgün bile yoksan, unutulman için gereken zaman dolmuştur zaten. Öte yandan, Hakkarili “ezilmiş ve yoksulluk içinde” büyümüş ama aynÝ zamanda “yÝrtmÝş” olan bu genç, çocukluk yÝllarÝndan aklÝnda kalan birkaç sloganÝ da "şiir” diye yazÝp kitaplaştÝrmayÝ ihmal etmedi. “Sol” kokan bu şiirleri yazan Erdoğan, bir yandan da banka reklamÝnda görünmeye başladÝ. Erdoğan, Cavit Çağlar’Ýn İnterbank’ÝnÝn cilalanmasÝ ve sempatik gösterilmesinde de böylece aktif rol aldÝ. Belki de bu rolüyle, “banka reklamÝnda oynayan ilk ve tek solcu” olarak, sanat kariyerinde önemli bir adÝm atmÝş oldu. Manisa’da işkence gören çocuklarÝn davasÝnÝ izlemek için aydÝnlarla birlikte hareket eden Erdoğan, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’in “baş konuk” olduğu banka tanÝtÝm gecesinde şov yapmakta bir sakÝnca görmedi. KafasÝ iyice karÝşmÝş sol ise, Brecht’in “mavi dişli yunuslar” olarak nitelediği Erdoğan ve benzerlerinden hep medet umdu. MeşrulaşmalarÝna, yaptÝklarÝnÝn sorgulanmamasÝna sebep oldu. Onlara göre, bir “kampanyalarÝ”na imza atmalarÝ, “mavi dişli yunuslar”la dost olmalarÝ için yeterliydi. Sanat ve edebiyat alanÝnda, sistemin ideolojisinin bizzat üreticileri olan Ahmet Altan, Murathan Mungan, YÝlmaz Erdoğan, Sezen Aksu ve Orhan Pamuk, bir yandan post-modern sanat ve edebiyatÝn temsilcisi, bir yandan ise solun baştacÝ oldu. 12 Eylül sonrasÝ “küfür romanlarÝ” yazan Ahmet Altan, omurgasÝz solun, kampanyalarÝnda attÝğÝ imzalarla başÝnÝ döndürdü. Sol, “şöhretli imza”lara tav oldu. “AydÝnlarÝn” bombalanmÝş Özgür Ülke Gazetesi’nin yeniden çÝkarÝlan sayÝsÝnÝ İstiklal Caddesi’nde satmalarÝ, solun hoşuna gitti. Halbuki, onlarÝn bozduğu bilinçler, en az bombalar kadar zarar veriyordu sola… Kuşkusuz bunlar, anlatmakla bitmez. YÝlmaz Erdoğan’la kişisel bir sorunumuzun olmadÝğÝ aşikar. Erdoğan’Ý anlatmamÝn sebebi, onun artÝk bir “olgu” bir “fenomen” haline gelmesinden kaynaklanÝyor. Zira, pazar akşamÝ, son filminden bahsederken, Kanal D Haber Genel YayÝn Yönetmeni ve Teke Tek ProgramÝ YapÝmcÝsÝ Fatih AltaylÝ’nÝn "Sinema biletlerinin pahalÝ olduğu yönünde eleştiriler var. Bu da sinema izlemek isteyen insalarÝ korsana yöneltiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanÝt, YÝlmaz Erdoğan’Ýn hangi sularda yüzmeye başladÝğÝnÝ açÝkça ortaya koyuyor. Belki de bu yüzden, artÝk üzerinde konuşulmaya gerek bile kalmÝyor. Çocukluğunda onca sol kitap okumuş, duvara yazÝ yazmÝş, slogan atmÝş bir solcunun vereceği asgari cevabÝ bile düşünmeyen Erdoğan, verdiği cevapla içinde bulunduğu ruh halini ve kafa yapÝsÝnÝ da farkÝnda olmadan sergiliyor. Erdoğan, AltaylÝ’ya “ParasÝ olmayan korsan almasÝn. NasÝl olsa, film (Vizontele Tuuba2) bir yÝl sonra televizyonda yayÝmlanacak. Orada izlesinler” diyor. AslÝnda bu sözlerden sonra, söylenecek hiçbir şey kalmÝyor. Çünkü, banka reklamÝnda oynayan, ama solculuğu da elden bÝrakmayan bir fenomenden başka bir cevap beklemek, saflÝğÝn diğer anlamÝ haline geliyor… www.hürriyetim.com’un editörü