YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 1
‹ngilizce ö¤renmenin bedeli...
Prag’da iflflkkence müzesi
Çal›nan insanl›¤›n geri al›n›flfl››...
Sayfa 8
Sayfa 10
Sayfa 4
Yaflanacak
Dünya
“Mekruh kad›nlar mezarl›¤›” Sayfa 7’de
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
AYLIK GAZETE • SAYI 11
1 Aralık 2004
AB umut deg˘il!.. “Bir an önce girsek de”
SanÝldÝğÝ gibi değil!
Çözüm birleşik mücadelede
AB’nin 17 AralÝk’ta yapacağÝ toplantÝ yaklaştÝkça Avrupa’da yaşayan insanlarÝmÝz da Türkiye’dekiler gibi neredeyse bu gündemle yatÝp kalkÝyorlar. “Sizce Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmeli midir?” diye sorulduğunda, toplumun ezici bir çoğunluğunun yanÝtÝ “Evet” oluyor. Umutlar şimdilerde Avrupa Birliği’ne bağlanmÝş durumda. Birkaç neden sayÝlÝyor bu yanÝt için: “AB’ye girildiğinde serbest dolaşÝm hakkÝ kazanÝlacak. Oturum sorunlarÝ ortadan kalkacak. İstenilen ülkede çalÝşma ve iş kurma imkanÝna sahip olunacak. Ülkede de demokratikleşme sağlanacak, vb., vb...”
AB, Avrupa sermayesinin ve çok uluslu tekellerin, işçi ve emekçilere karşÝ daha fazla sömürü birliğidir. AB’nin ne menem birşey olduğunu yurtdÝşÝnda yaşayan bizler, sosyal haklarÝmÝzÝn gaspedilmesinden, haftalÝk çalÝşma sürelerinin 42 saate çÝkarÝlmak istenmesinden, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da işsizliğin yükselişinden, “ulusal güvenlik” adÝ altÝnda çÝkarÝlan ya da çÝkarÝlmak istenen faşizan yasa ve uygulamalarla özgürlük alanlarÝmÝzÝn tasfiyesinden biliyoruz. AB ülkelerinde “reform” adÝ altÝnda sunulanlar, yaşamÝmÝzÝ şimdiden alt üst etmedi mi?
AB, ne sanÝldÝğÝ gibi demokrasi ve sosyal haklar taşÝyÝcÝsÝ ne de emekçi sÝnÝflarÝn ve halklarÝn dostudur. “AB’ye uyum” çerçevesinde hazÝrlanan TCK, AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Verhaugen tarafÝndan “YüzyÝlÝn işi” olarak alkÝşlandÝ. Kanun, üretimi durduran işçiye 5 yÝla kadar hapis cezasÝnÝ içeriyor! Demokratikleşme beklentisi, boş hayallerin peşinden koşarak gerçekleşmeyecek. Demokratik hak ve özgürlüklerin kazanÝlmasÝ, insanca yaşamÝn elde edilmesi, ona en çok ihtiyacÝ olan emekçilerin sermayeye karşÝ birleşik mücadelesiyle mümkündür ancak.
Sessizce katledilen halk!
n 9 Frans›z askerinin öldürülmesiyle gürledi si- n Bütün iflgalci ordular gibi Fransız askerleri de lahlar. Silah, bomba ve 盤l›k seslerinden sonra derin bir sessizli¤e bo¤uldu Fildifli Sahilleri. GözyaşÝ... acÝ... kurşun
Etnik çatışma yalanı
Fildişi Sahili’nde 9 Fransız askerinin öldürülmesiyle gürledi silah sesleri. Son günlerde silah, bomba, çığlık seslerinden sonra derin mateme boğuldu Fildişi Sahili. Fransa, geçtiğimiz yıllarda gönderdiği mavi berelilerle, Fildişi Sahili’nde düzeni yeniden stabilize edeceğini iki yÝl önce duyurmuştu Birleşmiş Milletler kürsüsünden. Bütün işgalci ordular gibi Frasız askerleri de Fildişi Sahili’ne gözyaşı, acı ve kurşundan öte bir şey götürmedi. Yüreği bağımsızlık için atan bütün halklar, başka türlüsünün mümkün olamayacağÝnÝ bilir.
Sömürgecilikte uzmanlaşan Fransa, bölgedeki sorunu etnik çatışmaya büründürerek, Fildişi Sahili’ndeki hakimiyetini yeniden tahsis etmeye çalışmakta. Komşu ülkelerden aldÝğÝ göçe rağmen, nufusun yüzde 70’ni oluşturan yerli halktır. Dönem dönem Katolik-İslam gerginliği olduysa da ciddi çatışmalarÝn yaşandığı pek söylenemez. Fildişi Sahili yerlileri, uzun yıllar diktatör Marcousis’in yönetimine başkaldırdÝlar. 2000 yılı başkanlık seçimlerinden Lavrent Gbogbo’in zaferle çıkmasına tahammül edemeyen Marcousis ve Fransa, karşıt ha-
Ukrayna, kaynayan cadÝ kazanÝ
Yaflanacak
Dünya Birlik iyi bir şey de... Birlik kavramÝ insana hep iyi şeyler çağrÝştÝrÝr. Bu yüzden, ‘birlikten güç doğar’ deyimi, insanlÝğÝn tarihsel deneyiminden bilinçlere işlemiştir. Birliktelik bir gücün ifadesi olduğu kadar, dayanÝşmanÝn, ortak hareket etmenin de adresidir. Her birliğin bir amacÝ olduğu gerçeğini hepimiz biliriz. Ortada bir birlik varsa, bunun karşÝtÝ da var demektir. Onu büyütüp, genişletme isteği varsa; bu karşÝ tarafÝ bastÝrÝp, onlarÝn hak ve ihtiyaçlarÝnÝ geriletmeyi gerektirir.
Avrupa Birliği Konumuz Avrupa Birliği. Kimin neye karşÝ birliği? Soru açÝk! Cevap da bir o kadar net olmalÝ. Emek gücüyle çalÝşÝp, yaşayanlara ve ezilen halklara karşÝ birlik. Emperyalist sermayenin ihtiyaçlarÝ temelinde bir birlik.
(devamÝ üçüncü sayfada)
Ukrayna’da birinci turu 31 Ekim’de, ikinci turu 21 KasÝm’da yapÝlan başkanlÝk seçimleri taraflar arasÝndaki çatÝşmayÝ tÝrmandÝrdÝ. İkinci turda Rusya yanlÝsÝ olarak bilinen Viktor Yanukovic’in oylarÝn yüzde 49.42’sini alarak seçimleri kazandÝğÝ açÝklandÝ. Rusya’nÝn yönlendirmesiyle Seçim Komisyonu’nun hile yaptÝğÝ iddia ediliyor. AB ve ABD yanlÝsÝ muhalefetin başkan adayÝ Viktor Yusenko, Kiev’de toplanan destekçilerine yaptÝğÝ konuşmada; “Bir sivil direniş hareketi başlatÝyoruz. Kampanya hemen başlÝyor. Zafere kadar bağÝmsÝzlÝk meydanÝnÝ terketmeyin” çağrÝsÝyla aynÝ zamanda tÝrmanacak gösterilerin de startÝnÝ veriyordu.
Grev ve gösteriler Seçim öncesinden başlayan gerginlik, sonuçlarÝn açÝklanmasÝyla birlikte patladÝ. SonuçlarÝn hileli olduğu iddia edilerek genel grev çağrÝsÝnda bulunuldu. Gösteriler başkent Ki-
ev’de yoğunlaşmÝş durumda. Muhalefet devlet binalarÝnÝn kuşatÝlmasÝ, otoyollarÝn bloke edilmesi çağrÝlarÝ yapÝyor. Çeşitli üniversite rektörleri ve öğrenci hareketleri de genel grev çağrÝsÝnÝ desteklediler. 3. sayfada
Fildifli Sahili’ne gözyaflı, acı ve kurflundan öte bir fley götürmedi. reketler örgütleyerek meşru yönetimi devirmeye yöneldi.
mavi bereliler, Fildişi Sahili’nde konuşlandırıldı.
Sorunun kaynağı ekonomik reformlar
Meşhur istikrar
Lavrant Gbogbo’nun yönetime gelişinin ikinci yılında, tarımda başlattığı ulusallaştırma reformları, Fransız burjuvazisini derinden sarstı. Marcousis döneminde Fransız kahve ve muz tekellerinin arka bahçesi olan Fildişi Sahili’nde dengelerdeki değişiklik, FransÝz devletini harekete geçirdi. 2002 yılının başlarında sessiz sedasız gönderilen 4 bin 200 mavi bereli, acımasız operasyonlara imza attı. Dünyanın dikkati Irak’tayken Fransız
Fransa’nın bölgeye götüreceğini vaat ettiği istikrar, ABD’nin Irak’a götürdüğü istikrarÝn aynÝsÝdÝr: Kaos, katliam hazırlıkları ve gözyaşı... Fildişi Sahili’nde bir yıldır süren sessizliği bomba sesleri bozdu. Fransa, 15 bine yakın vatandaşını tahliye etmeyi bitirdikten sonra, büyük taarruza başlayacağını açıktan ilan etmese de niyeti böyle. Fildişi Sahili halkını büyük tehlikeler beklemekte dünyanın sessizliği ortasında.
AğlÝyor Felluce İnsanlÝğÝn gözü önünde vahşetin fotoğrafÝ kanla yeniden çekiliyor. KurşunlanmÝş cesetler yÝğÝlmÝş duvar diplerinde. Ölümün şarkÝsÝ bütün kentin kulaklarÝnda. KanlÝ, kirli kefeniyle yatÝyor Felluce boylu boyunca. AcÝ ve gözyaşÝ ile kÝvranÝyor Felluce. Ve direnişin türküsünü söylüyor hâlâ. Kurşun sesleriyle uyanÝyor çocuklarÝ Felluce’nin. YanmÝş, kurşunlanmÝş, çürümüş cesetlerden geçilmiyor Felluce sokaklarÝ! Koca bir mezar oluyor Felluce. Kesif bir duman ve barut kokusu sarmÝş dört bir yanÝ. Ölümün şarkÝsÝnÝ söylüyorlar hep birlikte. AğlÝyor Felluce... GözyaşlarÝnÝ içine akÝtarak. AğlÝyor
Felluce... AcÝ ve öfkeyle sÝkarak yumruklarÝnÝ. Ayağa kalkÝşÝnÝ bekliyor bütün insanlÝğÝn.
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 2
Yaflanacak
Dünya 2
O
K
U
R
M
E
K
T
U
P
L
A
R
I
Almanya’nÝn sokaklarÝ
Editörden Merhaba yine birlikteyiz. Kimi sorunlarÝn yarattÝğÝ birkaç günlük gecikmeyle çÝkmÝş olmanÝn burukluğunu yaşÝyoruz. Ama değdi... SayfalarÝmÝzÝ bir bir çevirirken sizler de bu duyguyu yaşayacaksÝnÝz sanÝrÝz. Bu sayÝda arka arkaya patlak veren olaylarÝn seyrini, zenginliğini yakalamaya çalÝştÝk. Opel işçilerinin bir etkinliğine katÝlmak, geçtiğimiz aylarda patlak veren Opel direnişini değişik boyutlarÝyla solumak için Bochum’daydÝk. Bochum - Opel işçileriyle görüştük. Eylemin sÝnÝftaki etkilerini farklÝ yönleriyle gözlemlemeye çalÝştÝk. RoportajlarÝmÝzÝ okuyacaksÝnÝz. Henüz istediğimiz oranda olmasa da internet sitemizin konuklarÝ çoğalÝyor. Beğenilerini iletiyor okurlarÝmÝz. BirkaçÝnÝ sizinle paylaşacağÝz okur mektuplarÝnda. “İçimizdeki pencere” köşesinin yazarÝ Ayşe Çolak, kalemini bu sayÝdan itibaren Ece Koç’a devretti. Ece Koç’a “aramÝza hoşgeldin” diyoruz.
Uçurtmalar, rüzgar kuvvetiyle de¤il, bu kuvvete karfl› uçtuklar› için yükselirler.
*** Üzerinde düşünmeden geçemediğimiz bir deneyimi sizlerle de paylaşalÝm istiyoruz. Geleneksel “Sokak röportajlarÝ”nÝn bu sayÝdaki konusu, “Hartz IV ve göçmenlerin bu konuda ne düşündükleri” idi. “Hartz IV’ü biliyor musunuz?” sorusuna, toplumun değişik kesimlerinden yanÝtlar almak için çÝktÝk sokağa. KarşÝlaştÝğÝmÝz tablo, röportajÝ yapan arkadaşÝmÝz başta olmak üzere hepimizi şaşÝrttÝ. İşte birkaç örnek: “Hiçbir bilgim yoktur!” “Yeni yasalar mÝ nedir, yeterince bilgim yok.” “İlk kez duyuyorum...” “Vallahi kÝzÝm hiç birşey bilmiyorum.” “Hartz ne?..bilmiyorum.” Düşünün ki Hartz IV, aylardan beri protesto gösterilerine neden oldu. Muhalefet partileriyle, işçi sendikalarÝyla, Alman-Türk basÝn yayÝn organlarÝyla tartÝşÝldÝ. Toplumun önemli bir kesmini, en çok da göçmenleri ilgilendiren bir sorun karşÝsÝnda bir tane bile açÝk, net, ikna edici bir yanÝt alamÝyorsunuz! Bu tablo sizce de üzerinde düşünülmeyi hak etmiyor mu? Bu durum aynÝ zamanda yurt dÝşÝnda yaşayan Türkiyeliler olarak politikaya ne kadar uzaklaştÝğÝmÝzÝn, yaşamÝmÝzÝ derinden etkileyen politik süreç ve olaylar başta olmak üzere günlük politikaya dahi ne kadar yabancÝlaştÝğÝmÝzÝn, ilgisizleştiğimizin küçük ama anlamlÝ bir örneği değil mi? Kendi geleceklerini doğrudan etkileyen bir saldÝrÝya karşÝ bu politik ilgisizlik, nasÝl bir duyarsÝzlaşmanÝn, apolitikleşmenin bir sonucudur acaba? Bu ve buna benzer onlarca soru, yanÝtlanmak üzere masamÝzda duruyor. Hepsini bir bir kaydettik not defterimize. Sadece kayÝtla da kalmayacak bu! Gazetemizin en temel misyonlarÝndan birinin, “Siyasal gerçekleri işçi ve emekçilere açÝklama ve bunlara çözüm yollarÝ üretme sorumluluğu” olduğunu bilenlerin kafa açÝklÝğÝyla çÝkmÝştÝk yola. ZorluklarÝmÝzÝ biliyorduk. Bu misyonun sahipleri olduğumuz gerçeğiyle yürümeye devam edeceğiz. Bir sonra ki sayÝmÝzda buluşmak üzere...
Harikulade fleyler ancak içlerindeki gücün, koflullar›n üzerinde oldu¤una inanma cesareti gösterenler taraf›ndan yap›lm›flt›r.
Uzun zamandÝr beklediğimiz internet sayfamÝza ulaştÝk. SayfamÝzÝn bu kadar düzenli ve güzel oluşu beklentilerimize karşÝlÝk verdi gerçekten. Sizleri alÝnterinizden dolayÝ kutluyorum. Biliyorumki; daha nice kapÝlar açacaksÝnÝz bizlere, kendimizi tekrardan keşfettiğimiz “Yaşanacak Dünya” gibi. ÇalÝşmalarÝnÝzda başarÝlar diliyorum. Erdoğan Çiçek *** Tam bir yıl oldu seninle tanışalı, Bize "Yaşanacak Dünya’nın" nasıl olması gerektiğini ve "Yaşanacak Dünya’mızı" nasıl beraberce yaratmamız gerektiğini söylemiştin. Bir yıl önce hem yeni, hem de azınlıktaydık. Fakat şimdi sesimizi daha uzaklara duyurabiliyoruz. YAŞANACAK DÜNYA!.. HOŞGELDİN ARAMIZA.. Önder Mutlu
Sohbetlerin konusu Her işçi ve emekçinin işsizlik ya da geçim sÝkÝntÝsÝna işyerlerinde, yolculuklarda ve ikili sohbetlerde kulak misafiri olabiliyor insan. Hele bir de biraz bilinçli olarak emekçilerin yarasÝ deşildiğinde her biri ya kendisinin ya da çocuklarÝnÝn işsiz olduğunu veya ekonomik durumun kötüye gitmesiyle gelecekte kendi işini koruyup koruyamayacağÝ kaygÝsÝnÝ dile getiriyor. Ekonomik gidişatÝn kötüleşmesiyle birlikte azÝmsanmayacak sayÝda Türkiyeli işçi ve
emekçi, Almanya’nÝn Türkiye’den farkÝnÝn kalmamasÝndan dolayÝ geri dönüşü gündemine alÝyor. Ama bugün için dönmekte tam da kararlÝ değil. Alman Hükümeti’nin ve işverenlerin Agenda 2010 paketi adÝ altÝnda emekçilere karşÝ başlattÝklarÝ saldÝrÝlar bu gelecek güvensizliğini daha da derinleştirdi. Bugün Almanya’da 8 milyon olan yoksul sayÝsÝnÝn 15 milyona çÝkmasÝ bekleniyor. Milyonlarca çalÝşanÝn haftalÝk iş sürelerinin 42-45 saate çÝkarÝlmasÝ bekleniyor. Devlet belediyelere ait binlerce okulu, hastaneyi, gençlik merkezini, yaşlÝlar evini kapatmayÝ planlÝyor.
Modern kölelik Taşeron firma (Leih firma) düzenlediği, kendi amaçlarÝ doğrultusunda işçilerin kalifikasyonunu hedefleyen kurslara gidiyorum. Kendi aralarÝnda konuşan iki Alman emekçiden
Kaplumba¤aya dikkat et! Ancak kafas›n› ç›kar›p risk ald›¤›nda ilerleyebilir.
Merhaba, Tebrik ederim; böyle güzel bir site hazÝrladÝğÝnÝz için. AyrÝca sitenin hazÝrlanmasÝnda asp’yi kullanmadÝğÝnÝz için de teşekkür ederim. Emeği geçen herkese kucak dolusu selamlar... İsviçre den Yaşanacak Dünya okuru. *** Londra’dan merhaba! Uzun bir aradan sonra yine buluştuk, çok sevinçliyiz. Çok beğendik, elinize sağlık. Biliyoruz ki çok büyük sıkıntılara rağmen büyük bir çabayla çalışıyor ve gazeteyi çıkarıyorsunuz. O nedenle hepinizi gönülden tebrik ediyoruz. İnternet sitemizi de inceledik harika olmuş. Özellikle renkler çok uyumlu ve gözleri yormadan okunup incelenebiliyor. Eminiz ki yeni fikirlerle daha da çok geliştireceksiniz. Emeklerimizi birbirimizin emekleri içinde görmek, böyle güzel çalışmaların sayısını çoğaltarak emekçi sınıflara ulaştırmak çok güzel. Yeni sayılarda buluşuncaya kadar kucak dolusu sevgiler, selamlar.
Durun hemen başlığı görür görmez bir kampanya, çekiliş, vb. olduğunu düşünmeyin. Bahsettiğim fırsat çok farklı bir fırsat. Belki de okuduğunuz zaman, “Vay be, sanki adam içimizi okuyor ha!.. Ben de bir zamanlar böyle düşünmüştüm” diyebilirsiniz. Bir gün işten çıkmış, değer verdiğim bir insana boya yapmasına yardım etmek için evine gitmiştim. Tabii önce boya yapmak için gerekli olan malzemeleri almak için yola koyulduk. Eve giderken trafiğin yoğun olduğu cadde de, arabayı süren arkadaşın ara ara ve sık sık köşe başlarında yaptığı ani frenler ister istemez kafamda bir soru işareti oluşturdu. Arkadaşa, “Neden sık sık frene basıyorsun?” dediğimde, bana verdiği cevap çok şaşırtıcıydı. “Neden olacak ?! Arkadan gelen arabayı görüyor musun?” “Evet, görüyorum” dedim. “İşte tam da fırsatı!” dedi. Hâlâ bir şey anlamamıştım. Tekrar sordum; “Nasıl yani, ne fırsatından bahsediyorsun?” Bana dedi ki; “Aman ya sen de çok safsın be arkadaşım. Ne fırsatı olacak, arabamın tamire ihtiyacı var. Arkadan gelen araba, zengin birinin arabasına benziyor. Eğer benim arabama çarpmasını sağlarsam ve bir de bilirkişi tarafından da haklı çıkarabilirsem kendimi, o zaman gör bak sen, yaşadım işte. Bütün tamir masraflarını ona yüklerim. Bakarsın belki de arabamı yeni-
mesi bu sonucun başta gelen nedenlerinden birisi. Daha çok kâr etme, sömürme hÝrsÝ daha hÝzlÝ daha çabuk olmayÝ gerektiriyor çünkü. Sürekli “daha hÝzlÝ daha hÝzlÝ” diyor bu sistem bize. Üretim hÝzlanÝyor, ulaşÝm hÝzlanÝyor, iletişim hÝzlanÝyor. “Koş daha çok koş daha daha” diyor sürekli. Bu elbette ki günlük hayatÝmÝza yansÝyor . Kimi zaman yetişememekten her şeye geç kalma korkusundan boğulur gibi oluyoruz. Fakat bütün buna rağmen gerçekten zamanÝmÝzÝ ne kadar
lerim. Bu fırsat kaçmaz abi!..” Evet işte size bahsetmek istediğim fırsat buydu. Düşünebiliyor musunuz ? Git gide metalaşan yaşamda insanların yaşamı da metalaşmış. İnanıyorum ki, o arkadaş gibi birçok insan da, aynı şeyleri zaman zaman düşünmüştür. Yani canına birşey olur mu, olmaz mı onu hiç düşünmüyor. “Acaba nasıl yapsam da bu fırsatı kaçırmasam” diye düşünüyor. Yani insanlar gittikçe zorlaşan bu yaşam koşullarında, toplu ve kesin çözümler aramaktan ziyade, böyle günü birlik, sonucu ve bedeli belli ol-
Baki Erol
Sinan AkyÝldÝz
Slogan Henüz daha geceydi Gündüz olmas›na Kalabal›klar›n soka¤a akmas›na Daha birkaç saat varken Birazdan ayd›nl›k ya¤ar Birazdan rüyalar biter Birazdan sokaklar dolar Bir gürültü Bir telafl Ve ak›p giden zaman
mayan anlık çözümlerin peşindeler. Düşünsenize her geçen gün, sinsice yaşamımıza sokmaya çalıştıkları “cesaret ve özgürlük” sloganı altında sosyal saldırılara, birçoğunun sesi çıkmazken ne kerametse hep kafalar deyim yerindeyse böyle cinliklere çalışır. Hepimizin bildiği bir söz vardır; “Zor yaratıcılığın anasıdır” diye. Evet gerçekten de zor yaratıcılığın anasıdır. Fakat bir de bu yaratıcılığımızı daha güzel, verimli olanakları sağlayabilmek için kullansak sizce daha iyi olmaz mı? Önder Mutlu
En büyük ac›lar hep habersizce yaflanm›flt›r Kalabal›klar›n sa¤›rl›¤› ac›lar›nad›r Bembeyaz yalanlarla Pembe yaflamlar›n arkas›nda Herkes gözlerini kapar Kulaklar›n› t›kar ac›lara Onlar›n dilinde yaflanan Çaresizliktir Dünyay› sarsan o ses Bir gün yeniden yükselir Bir makine gibi çal›fl›rken Gündelik telafl›n içinde Açl›¤›n gibi Bir gün insanl›¤›n›n da fark›na var›rs›n O sesi bir gün duyars›n Bir meydandan geçip ifle giderken Yaln›zl›¤›n paramparça olur Bir slogan patlar Sarsar seni de ‹stanbul 1997
HayatÝnÝ uyuyarak geçirenler ma çabası içinde olanlarımız da vardı, hâlâ de var tabii. Birçoğumuz işçi, köylü, öğrenci, ev hanımı veya işsisiz... Sabahları erken kalkıyor işlerimize gidiyoruz, yemek yiyor, tuvalete gidiyoruz. Belki bir iki gazete, bir kitap okuyor, belki bir iki sosyal çevre içine giriyoruz... Türkiye, Irak, Afganistan, Filistin, Endonezya, BosnaHersek, Çeçenistan, Almanya, Fransa, ABD .... Savaş, katliam, sürgün, işkence, cezaevleri, işten çıkarma, asimilasyon... Sayılabilecek daha yüzlerce ülke, yazılabilecek daha binler-
Yaşanacak Dünya okuru.
doğru ve yerinde kullanÝyoruz? Bizleri geliştirecek bilgi birikimimizi artÝracak ve yaşamdan daha çok tad almamÝzÝ sağlayacak şeyleri belki zamanÝ daha doğru kullanarak yapabiliriz. Nelere ne kadar zaman ayÝrdÝğÝmÝzÝ düşünelim şöyle bir. “Gazete ve kitap okumaya sinema ya da tiyatroya gitmeye zaman ayÝramÝyoruz” diyen arkadaşlar, kanÝmca Goethe’nin “Yeterli zamanÝmÝz hep vardÝr, yeter ki doğru kullanalÝm” sözünü akÝllarÝna getirmelidir.
lizm tüm o flu perdeyi (sosyal devlet anlayÝşÝ) kaldÝrarak tüm gerçekliğini gözler önüne serdi. ArtÝk vahşileşen kapitalizm “beni yÝkÝn” diyor. “Yoksa amacÝm olan en fazla kâr için sizi yutacağÝm.” Kim kimi yutacak kararÝnÝ işçi sÝnÝfÝ ve emekçiler verecek ama örgütlü gücüyle tabii ki.
Kardelen K›fl›n zehir zemberek so¤u¤unda Bilgenin yüzüdür
ZamanÝm yok ne yapayÝm! YaşamÝmÝz sürekli bir koşturma içinde geçiyor. Hep bir yerlere bir şeylere yetişmenin telaşÝ içindeyiz. Bu koşuşturma daha çok gündelik işlerin bir biçimiyle çözülmesi için oluyor. Yetişme ve yetiştirme çabasÝ, yaşamÝmÝzÝn önemli bir kesitini kaplÝyor. Bir türlü zaman yetmiyor bize. Birçoğumuz gün yirmidört saat olmasaydÝ deriz. Bir günü nasÝl geçirdiğimize bakarsak bunu rahatlÝkla görebileceğiz. Peki bunu kendimize hiç sorduk mu neden böyle? Bence kapitalist toplumda hÝzÝn en önemli olgu haline gel-
biri söze şöyle başlÝyor: “Bir kişiye ihtiyaç duyulan işyerine, benimle birlikte bin 400 kişi başvuruda bulunuyor.” Kulak misafiri olan kurs öğretmeni söz alarak, “Almanya’da taşeron firmalar aracÝlÝğÝyla uygulanmak istenen çalÝşma yöntemi "Modern Kölelik”tir dedi. Birçok insanÝn inanmak istemediği ya da katÝlmadÝğÝ “ücretli kölelik düzeni” olan kapita-
Bu fÝrsat kaçmaz...
E-mail mesajlarÝ... Merhaba,
Almanya’nÝn sokaklarÝnda gezerken, yapÝlmakta olan bina inşaatÝnÝ, parkÝ, köprüyü, evleri vs. vs. görmek mümkün değil artÝk. Tam tersine kapanan dükkanlarÝ, işyerlerini, fabrikalarÝ, restorantlarÝ, mağazalarÝ, atölyeleri, berberleri, sinek avlayan imbisleri, kahvehaneleri görmek mümkün.
İnsanlar ömürlerinin ne kadarını uyuyarak geçiriyorlar? Ne de olsa ömrünün yarıdan fazlasını uykuya ayıran bir canlÝ türüyüz. “Biz doğayı atalarımızdan değil, çocuklarımızdan ödünç aldık” diye güzel bir KÝzÝlderili atasözü var ki, yaşam da böyle birşey. Bugün içinde bulunduğumuz toplumu ve düzeni iyi algılayıp çocuklarımıza daha iyi bir düzen bırakma amacıdır insanı insan yapan olgu. Dünün ilkel köleci toplumlardan, son
yüz yılları kuran toplumlara kadar, insanlık adına verilen mücadeleler ve tıp, bilim, felsefe, sanat gibi alanlarda atılan adımlar, bugün bizler için ilerleme anlamından öteye gidememekte. Sunulanı benimseme, verileni kabul etme ve yetinme... Sanki yıllardır uyuyoruz. Derin bir uyku hali, acı veren bir kabus! “Günü kurtaralım”, “haydi uyuyalım”, “bırakın uyusunlar” demeyen, uyanık olan ve başkalarÝnÝ de uyandır-
ce sözcük var yaşadığımız coğrafyaları ve tarifi imkansız acıları anlatan. Düzenle barÝşÝk insanlar haline geldik iyiden iyiye. Herşeye biraz daha alıştık, herşey biraz daha az insanlaştırıyor artık bizleri... Silkinmenin ve başta kendimizi insanlaştÝrmanÝn, artık bu kabusa son vermenin zamanınÝn gelmediğini mi düşünüyorsunuz? Ölüme az kala, “yaşayabildim” demek nedir bizler için ve hayatını uyuyarak geçiren niceleri için?.. Fransa’dan bir YD okuru
Yaflanacak
Dünya
AYLIK GAZETE
Der Verein interkulturelle Wissenaustausch (Inter-Wissen e.V.) derne¤inin deste¤i ile ç›kmaktad›r. Merkez Büro: Lasallestr.54· 51065 Köln Telefon: +49-(0)221-57 92 234 - 35 · Telefaks: +49-(0)221-57 92 236 ‹nternet adresimiz: www.yasanacakdunya.net e-Mail: info@yasanacakdunya.net Paris irtibat: Tel.: +33 (0) 618 07 86 18 · e-mail: pydunya@hotmail.com Berlin irtibat: ydberlin@yahoo.com · ‹sviçre irtibat: ydisviçre@yahoo.com Deutsche Bank · Konto Nr.: 343 34 55 · BLZ 370 700 24
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 3
Yaflanacak
G
Ü
N
D
E
Şok cinayet n Theo van Gogh ‹slam’da kad›na
“Bir gün başınıza bir iş gelmesinden korkmuyor musunuz?” diye sormuştu bir televizyon spikeri Theo van Gogh’a. Tarih 29 Ekim 2004’tü. “Sanmıyorum. Beni köyün delisi olarak görüyorlar. Ne diye vuracaklar ki beni?” Bu röportajdan dört gün sonra van Gogh Amsterdam’ın ortasında kurşun yağmuruna tutuldu.
Theo van Gogh Kimdi? Yazar, film yapımcısı ve yönetmeni, oyuncu ve ünlü bir televizyon adamı olan van Gogh, aşırı uçlardaki konuşmalarıyla tanınırdı. Kendisine gelecek tepkileri önemsemeden sivri diliyle bireylerle, politik oluşumlarla ve
Hollanda şokta Fas asıllı bir dinci-gericinin öldürdüğü Theo van Gogh cinayeti, Hollanda’da böyle bir
cinayetin işlenmiş olması, Van Gogh’un korunmuyor olması, Hollanda Güvenlik ve Haberalma Servisi AIVD’nin ülkede iyice palazlanan dinci-gerici örgütleri yeterince takip edemiyor olması nedeniyle gündeme oturdu. Haftalardır, sözleri nedeniyle bir insanın nasıl olup da Hollanda gibi ‘her görüşe tahammülü olan’ bir ülkede öldürüldüğü tartışılıyor. İslam, Faslılar, yabancılar, düşünce özgürlüğünden tutun da gençlik sorunu, tolerans, hatta Kuran’ın devlet eliyle ‘modernleştirilmesi’ tartışılıyor. Dinci-gerici çevreler hâlâ Theo van Gogh’un sözleriyle islamı yaraladığını söylüyorlar. Camiden çıkan gençler röpor-
Ukrayna, kaynayan cadÝ kazanÝ n Geliflmeler ABD ve AB ile Rusya
gerçekleflmifl, seçimlere hile kar›flt›r›lm›flt›. Çernobil kentindeki çoğu fabrika, işletme ve okulda grev ve boykot var. Başkente yakÝn yerlerden, harekete destek için insanlar trenlerle Kiev’e gidiyorlar. Şehrin giriş ve çÝkÝşlarÝnda güvenlik güçleri barikat kurarak şehre akÝşÝ engellemeye çalÝşÝyor. Ortaya çÝkan hareketin bastÝrÝlmasÝ için, Rus ordusuna bağlÝ tank birliklerinin Ukrayna sÝnÝrÝna kaydÝrÝldÝğÝ belirtiliyor. Seçim öncesi Bush, Ukrayna devlet başkanÝ Leonid Kucma’ya gönderdiği mesajda, başkanlÝk seçimlerinin adil olmamasÝ halinde, ABD, Ukrayna ilişkilerinin yeniden gözden geçirileceğini iletti. Bush’un kehaneti gerçekleşmiş, seçimlere hile karÝştÝrÝlmÝş ve ABD yönlendirmesinde bir hareket başlatÝlmÝştÝ. Çok uzağa gitmeye gerek yok, aslÝnda biz bu filmi 2003 Gürcistan seçimlerinde de izlemiştik. Seçim sonuçlarÝnÝn açÝklanmasÝyla birlikte,
Yaflanacak
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
yanl›lar›n›n çat›flmas› olarak yorumlanabilir.
ABD’nin yönlendirmeleriyle parlamento ve cumhurbaşkanlÝk sarayÝ muhalefet yanlÝlarÝ tarafÝndan işgale uğramÝştÝ. ArdÝndan gelişen baskÝya dayanamayan Eduard Sevardnadze istifa etmişti.
Emperyalizmin egemenlik ilişkileri Hükümeti devirmenin başÝnÝ çeken Mihail Sakasvili 2004’un başÝnda yenilenen seçimlere tek aday olarak katÝlmÝştÝ. Ukrayna’daki gelişmeler
ABD ve AB ile Rusya yanlÝsÝ odaklar arasÝndaki çatÝşmanÝn sokağa dökülmesi olarak da yorumlanabilir. Emperyalizmin Orta Asya’daki egemenlik ilişkileri, bölge ülkelerinin yönetimlerinin belirlenmesinde de bir kapÝşmayÝ getiriyor. Bölge ülkelerinde gerçekleştirilen bu örtülü darbeler, kimi zamanda, Irak örneğinde görüldüğü gibi, işgal ve savaşlarÝ da içeren biçimlerde açÝktan yürütülüyor.
Evet ortada birliğin ruhuna uygun bir dayanÝşma ve ortak hareket seyri var. Bu çok uluslu şirketlerin, büyük uluslararasÝ tekellerin kârlarÝnÝ nasÝl artÝracaklarÝ üzerine kurulu. Avrupa Birliği, iç çelişkiler barÝndÝran bir oluşum olmakla birlikte, pazar alanlarÝnÝn denetimi ve paylaşÝmÝnda birbirlerinin ellerini güçlendiren pozisyondalar. Almanya ve Fransa başta olmak üzere ülkelerin her biri, kendi sömürge alanlarÝna sahipler. Diğer taraftan, kendi sermayelerinden daha güçlü konumda olan ABD’nin etki alanÝnÝ sÝnÝrlamak için birlikte davranmaktalar. tajlarda pervasızca “Haketti. Kendisi kaşındı.” diyebiliyorlar. Halk olarak ilk üç gün paranoya yaşayan Hollanda’da karşılıklı, camiler, dini okullar ve kiliseler yakıldı. Üç günden sonra biraz silkinen halk, kara kafalılara ters ters bakmak yerine bir araya gelip konuşmayı daha makul buldu. Hollanda’da her dinci örgütün özel camisi var. Demokratik hakların her türlüsünden yararlanıp özel okullar, dernekler açan dinci gericiliğe göz yuman devlet şimdi ne yapacağını şa-
şırdı. Tehdit alan milletvekillerini koruyamayıp gizli bir yerde saklayarak acizliğini ortaya koydu. Cami yakma girişimlerinden birinde de, varlığı ve boyutları konusunda devletin tahmin yapamadığı ırkçı White Poier örgütü ortaya çıktı. Hükümetse sorunun çözümü yerine, “düşünce özgürlüğü mü güvenlik mi daha önemlidir” diye tartışan iki milletvekilinin gündemi saptırmasına teslim olmuş görünüyor.
İsgalciler lanetlendi İşgalci İsrail ordusuna ekonomik bağlamda destek vermek için, 29 KasÝm’da Le Théatre du Gimnase’da (Jimnas Tiyatrosu) bir oyun sergilendi. Temsilin amacÝ İsrail ordusuna para yardÝmÝ sağlamak. Oyunun adÝ, “İsrail Hava Kuvvetleri”. Etkinliği düzenleyenler, Paris Yahudi Cemiyeti mensuplarÝ. İsrail karşÝtlarÝ günler öncesinden tiyatro salonu önünde pratosto gösterileri düzenlediler. 27 KasÝm’da yapÝlan gösterilerde, yolu trafiğe kapatan bir grup gözaltÝna alÝndÝ. Eylem buna rağmen devam etti. Yine akşam saatlerinde polisle yaşanan arbedede gözaltÝlar yaşandÝ. Pretestocular tiyatro Müdürü Jacques Bertin’a yazdÝklarÝ açÝk mektupta; İsrail devletinin inşa ettiği duvarla yüzbinlerce Filistinli’yi hapsettiğini ve iki halk arasÝndaki barÝşÝn tüm olanaklarÝnÝ ortadan kaldÝrdÝğÝnÝ, İsrail ordusunun Cenova Sözleşmesi’ni ve Birleşmiş Milletler’in çözüm önerilerini yok sayarak, işgali yÝllardÝr sürdürdüğü dile getirildi. AyrÝca işgalci İsrail ordusu içerisindeki barÝş yanlÝsÝ pilotlarÝn, savaş suçuna ortak olmayarak istifa ettikleri ve şu an tu-
tuklu olduklarÝ ifade edildi.
Özgürlükler kalmayacak
KÝsa... KÝsa... KÝsa...
İngiltere’ de gündem n Seçimlerden sonra Bush’un ilk icraat› Felluce katliam› oldu… İngiltere günlerce Amerikan Başkanlık Seçimleri’ni konuştu. İşçi Partisi ve Tony Blair’in gelecek seçimlerde benzer bir başarı sağlayıp sağlayamayacağına ilişkin yorumlara gazetelerde yer verildi.
n ‹ngiltere önümüzdeki günlerde genel seçimlere haz›rlan›yor...
ler, “şahinler ve güvercinler” tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Fakat gidenlerin mi yoksa gelenlerin mi şahin olduğu, gazetecilerin bile kafasını karıştırdÝ! Bush’un seçim sonrasÝ ilk ic-
zetelerinde Amerika’ya karşı ağır eleştirilere neden oluyor. Bu eleştirilerden, Tony Blair de Amerika’ya verdiği destek nedeniyle payını alıyor. Fakat usulden yaptığı bir iki açıklamanın ötesinde ciddi bir tutum takınması pek beklenmiyor.
Avrupa ülkeleri, yarÝ sömürgelere göre, kazanÝlmÝş haklarÝn ve özgürlüklerin daha fazla olduğu yerlerdi. BunlarÝn teker teker koparÝlÝp alÝndÝğÝna tanÝk oluyoruz. İngiltere’de polisin sokakta kimlik sormasÝ yasalaştÝ. Yeni uygulamayla herkesten şüphelenilebilir, şüphelenilen herkesin üstü aranabilir hale gelindi. Avrupa’nÝn bütün ülkelerinde polisin artÝrÝlan yetkilerini biliyoruz. AdÝm başÝ sokak kontrolleri, yüzü duvara çevrilip aranan insanlar. Bu görüntüler artÝk alÝşÝlÝr, kanÝksanÝr hale geldi. Sorun sadece sokağa yansÝyan görüntüler değil. SaldÝrÝnÝn boyutu daha derin. Greve çÝkan işçilerin önüne getirilen engeller, kazanÝlmÝş haklarÝn güvencesi örgütlenmelere getirilen sÝnÝrlamalar. Yeni göçmen yasalarÝ. Para cezasÝyla başedemediği şeylerde artÝrÝlan hapis cezalarÝ ve daha sayÝlabilecek onlarca şey.
IrkçÝlÝk artacak Bütün bu saldÝrÝ sağnağÝnda taşÝn ilk değdiği, göçmen işçi ve emekçiler oluyor. Fabrikalarda atÝlacaklar listesinde ilk sÝrada, kapanan küçük işyerlerinde yine öyle. Sokakta çevrilip kimlik sorulanlar içerisinde en başta. İstediği durumda bir gerekçe bulup yurtdÝşÝ edilecekler. BunlarÝn yanÝnda, yerli işçi ve emekçiler şahsÝnda gaspedilen haklarÝn sorumlusu olarak görülmek var. Ki en tehlikeli olanÝ bu. IrkçÝlÝğÝ ve kafatasçÝ saldÝrÝlarÝ besleyip geliştiren şeylere çanak tutuyor. Avrupa’da yaşayan göçmen işçi ve emekçiler olarak, gelişen bu anlayÝşa prim veren biraz da kendimiz olduğunu görmeliyiz. YaşadÝğÝmÝz topraklarda, hak gasplarÝnÝn tÝrmandÝğÝna, buna karşÝ gelişen eylemliliklere tanÝk oluyoruz. BunlarÝn uzağÝnda durduğumuz oranda, ÝrkçÝ tutumlarÝ meşrulaştÝrmÝş ve onlara çanak tutmuş olacağÝz.
AB üyeliği Türkiye’nin AB üyeliğinin tartÝşÝldÝğÝ bugünlerde, yaşadÝğÝmÝz topraklarÝn durumunu yukarÝda özetlemeye çalÝştÝk. Öyle beklendiği gibi, görüldüğü üzere refah yüklü bir Avrupa yok. Her gün biraz daha geriye giden bir Avrupa gerçeği var. Diğer taraftan, emperyalistler arasÝ ittifaklar politikasÝnda Türkiye, ABD’nin yakÝn işbirlikçisi olduğu için, öyle hadi denilip birlik içerisine alÝnmayacak. Ülkemiz insanlarÝ daha uzun süre bu ikilemi yaşayacaklar. “AB kriterleri” diye emekçiler beklenti içerisine sürüklenirken, daha da yoksunlaşacaklar. Emekçilere dayatÝlan özgürlük yoksunluğu ve yoksulluk her yerde aynÝ. Bu bilince çÝktÝğÝ ölçüde, sistem içi beklentilerden kendimizi sÝyÝrmÝş, altarnatif toplumsal sistemler olduğu gerçeğini görmüş olacağÝz.
İnsanlÝk suçu…
Nürnberg’de Pazartesi eylemi Nürnberg sokaklarında 15 bin emekçi, Agenda 2010 ve Hartz IV yasalarınÝ püskürtmek için ortak taleplerini haykırdı. Saat 12:00’da Nürnberg’in en işlek caddelerinden biri olan Königstr.’de toplanan kitle, yürüyüşe geçti. Yürüyüşte dikkat çeken önemli iki şey vardı. Birincisi, yürüyüş kortejinin çevresini saran polislerin telaşlı olmalarıydı. İkincisi ise, eyleme katılan kitlenin çoğunluğunu gençlerin oluşturmasıydı. Alanda yapÝlan konuşmalarda birçok demokratik kurum temsilcisi, emekçilerin aleyhine gerçekleşen saldÝrÝlar karşÝsÝnda kararlÝlÝklarÝnÝ korumalarÝ gerektiğini söyleyerek, daha önce 35 saat olan çalÝşma sürelerinin hiç bir ücret artÝşÝ olmadan 40 saatte çÝkarmak isteyen Alman burjuvazisinin saldÝrÝlarÝna dikkat çeken konuşmacÝlar, “Almanya’nın birçok bölgesinde gelişen Pazartesi Eylemleri’ne sayıca daha fazla ve görünüm olarak da kışkırtıcı polisler getiriliyor. Bizi bastırmaya çalışıyorlar. Alman burjuvazisinin oynadığı bu oyunu bozma görevi de bütün işçi ve emekçilere, yani bize düşüyor.” dedi.
Ekmeğe muhtaç olunacak Kapitalizm bir kriz içerisinde. Sisteme karşÝ olan ve onun altarnatifini yaratma iddasÝnÝ taşÝyan güçler de gerilemiş durumda. AB ülkeleri bu zeminden güç alarak hak gasplarÝnÝ tÝrmandÝrÝyor. Gazetemizde çokça yer alan olay ve konulardan bunu biliyoruz. “Sosyal devlet” maskesi artÝk düştü. Emekçilerin bugüne kadar, bedeller pahasÝna kazandÝğÝ bütün sosyal haklar geriye doğru çözülüyor. Birliğin üzerinde ortaklaştÝğÝ temel noktalardan birisi; işçi maliyetlerini düşürerek, ucuz işgücü cennetleri yaratmak. Buna gerekçe gelişmiş teknoloji! Ne hikmetse, bu olanaktan faydalanÝlarak, çalÝşma saatleri kÝsaltÝlabilecekken uzatÝlÝyor. KÝsaltÝlacak çalÝşma saatleriyle daha fazla işçi istihdam edilebilecekken, çÝğ gibi büyüyen işsizlik. Artan işsiz sayÝsÝnÝn sistem için bir “külfet yaratmasÝ” bahanesiyle haklarÝn gaspÝ. Sonuçta olanaksÝzlÝklar içerisinde kÝvranan işsizler ordusu. AB ülkelerinde yaşam standartlarÝnÝn alabildiğince gerilediği gün gibi açÝk. BÝrakalÝm artÝk eğitimin, sağlÝğÝn pahalÝlaşmasÝnÝ, insanlarÝn ekmeğe muhtaç olacağÝ günlere doğru ilerleniyor. İşyerlerinde, alÝşveriş merkezlerinde, sokaklarda, kafamÝzÝ çevirdiğimiz her yerde artÝk yoksulluğun çÝplak yüzüyle karşÝlaşmak kaçÝnÝlmaz oldu.
Trafik felç oldu Etkinliğin olduğu gün polis, güvenlik bahanesiyle, tiyatronun önündeki caddeye 1km’lik demir bariyerler kurdu. Binlerce Çevik Kuvvet caddeyi ablukaya aldÝ. Caddeye açÝlan her sokağÝn başÝ MOSSAD ajanlarÝ ve fanatik Yahudi gençler tarafÝndan kontrol ediliyordu. Tiyatro salonunun girişi devasa brandalarla kapatÝlarak, etkinliğe gelen israilliler koruma altÝna alÝndÝ. Estirilen teröre rağmen yaklaşÝk bin 500 kişi, saatlerce Paris’in işlek caddesini trafiğe kapatarak; “İşgalci İsrail ordusu, katil ordu”, “Bush, Sharon katil, polis suç ortağÝ”, “Her yerde polis, hiçbir yerde adelet yok” sloganlarÝnÝ haykÝrdÝ. “Katil İsrail’e karşÝ taş generaller” sloganlarÝ ve zafer işaretleriyle yer yer barikata yönelinse de, barikatÝ yarÝp etkinliği engelleme militanlÝğÝ gösterilemedi. FransÝzlarÝn katÝlÝmÝndaki zayÝflÝk dikkat çekiciydi. Eylemlere Türkiyeli devrimciler de katÝlarak destek verdi.
Tekstil çalÝşanlarÝ ve küçük üreticilerin vay haline! Dünya tekstil ticaretine 1 Ocak 2005 yÝlÝndan itibaren yeni kurallar getiriliyor. Serbest ticaret kurallarÝnÝn hakim kÝlÝndÝğÝ uygulama başlatÝlacak. UluslararasÝ alanda tekstil ürünleri ticaretine uygulanan ithalat kotaları yılbaşında kalkıyor. Bu durum İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinde, daha çok göçmenlerin yaptÝğÝ tekstil üretimi ve bu alanda çalÝşanlar açÝsÝndan tam bir yÝkÝm anlamÝna geliyor. ArtÝk büyük tekeller buralardaki atölyelere iş yaptÝrmak yerine, üretimi Çin gibi ülkelere taşÝyacaklar. Tekstil ürünleri ithalatÝndaki miktar sÝnÝrlamasÝnÝn kalkmasÝyla, üretim daha fazla ucuz işgücü olan bölgelere kayacak. Bu alana hakim büyük tekeller kârlarÝnÝ katlarken, küçük üreticiler ve çalÝşanlar işsiz kalacaklar.
(baştarafÝ birinci sayfada)
Birlik iyi bir şeyde…
landa’da karflılıklı olarak camiler, dini okullar ve kiliseler yakıldı.
dinlerle dalga geçerdi. Bu nedenle gerek ırkçı guruplardan, gerekse aşırı dinci uçlardan onlarca tehdit almıştı. Kendisi gibi bir cinayete kurban giden ırkçı parti başkanı Pim Fortuin’in yaşamını konu alan bir filmi yönetmişti. En son, Somali asıllı milletvekili Ayaan Hırsi Ali’nin senaryosunu yazdığı “Submission” kısa filmini çekmişti. Filmde, islamda kadına yönelik şiddetin çarpıcı bir sunumu verilmişti. Bu filmden sonra tehditler artmıştı.
n Bush’un ‘kehaneti’
Dünya
n ‹lk üç gün paranoya yaflanan Hol-
yönelik fliddeti iflleyen bir filim çekmiflti.
3 Dünya
M
İngiltere komuoyunun Amerika seçimlerine gösterdiği aşÝrÝ ilgiye bakanlar bir an seçimlerin İngiltere’de yapıldığı düşüncesine kapılabilirlerdi. İngilizler, “Madem Amerika bütün dünyanın kaderini etkiliyor, o zaman Amerikan Başkanlık Seçimleri bütün dünyada yapılsın bakalım o zaman da Bush seçilebilir mi?” diye sormaktan kendilerini alamıyorlar. Seçimlerin ardından Bush’un kabinesinde yaptığı değişiklik-
raatÝ, Felluce’de ki direnişi kÝrmak için topyekün saldırıyÝ başlatmak oldu.
İngiltere Basını’nda Irak ve Felluce katliamı Amerikan askerlerinin Irak hapishanelerinde yaptıkları işkenceleri konu alan haberlerden sonra, bu seferde Felluce kentinde masum sivillerin bir caminin içinde katlettiklerini yansÝtan görüntüler, İngiliz ga-
Gazeteler ayrıca Amerika ve İngiltere’nin bu savaş suçlarına, ülkelerinin haksız olarak başka bir ülkeyi işgal etmiş olduklarına değinmiyorlar bile. İngiltere önümüzdeki günlerde genel seçimlere hazÝrlanÝyor. Bu genel seçimlerde, Tony Blair’in oğul George W. Bush gibi tekrar seçilmesi pek olası görülmüyor. Canlı yakalanan savaş esirlerinin Cenevre Sözleşmesi’ne göre öldürülmemesi, Uluslararası İnsan Hakları Antlaşmaları’na göre tutsakların yaşam haklarının korunması gerekiyor. Amerikan ve İngiliz emperyalizminin vahşetleri bütün dünyanın gözleri önünde pervasÝzca sürüyor, tarih ise not defterine emperyalizmin bir katliamÝnÝ daha kaydediyor.
Almanya’da sÝnÝr dÝşÝ terörü Baden-Württemberg eyaletinde 19 ayrÝ sÝğÝnmacÝ kampÝna eş zamanlÝ bir operasyon yapÝldÝ. 29 KasÝm sabahÝ, Karlsruhe KampÝ’ndaki odalara saat 6.00’da aynÝ anda girildi. YaklaşÝk 60 minibüs ve 3 otobüsle birlikte bine yakÝn polis 13 polis köpeği ile birlikte yaptÝklarÝ baskÝn, tam 6 saat sürdü. Yaşanan, Türkiye’deki “şafak operasyonlarÝ”nÝn Avrupai haliydi. Uyuşturucu ve hÝrsÝzlÝk gerekçesi, polisin bizzat kendi açÝklamasÝyla çürütüldü. “Büyük baskÝn”, “büyük başarÝ” olarak pazarlanan operasyonda, 65 gr. (100 gr. bile değil!) eroin, 13 gr. kokain, birkaç cep telefonu, vb. ele geçirildi.
Uyuşturucu satÝcÝsÝ olarak göz altÝna alÝnan 10 kişinin dÝşÝnda, polise direndikleri, kağÝtsÝz olduklarÝ ya da daha önceden arandÝklarÝ için yaklaşÝk 60 kişi tutuklandÝ. Odalar aranÝrken, erkekler saatlerce yataklarÝna tutsak edildiler. Su içmelerine ve tuvalete gitmelerine izin verilmedi. Elleri arkadan kelepçelenerek ya da yakalarÝna numaralÝ kağÝtlar takÝlarak götürülen erkekler, bir odada çÝrÝlçÝplak soyularak arandÝlar. Uzun zamandÝr hazÝrlanÝldÝğÝ belirtilen bu operasyon, ileriye dönük kitlesel sÝnÝr dÝşÝlarÝn ön belirtisi. Yeni Göçmen YasasÝ, daha çÝkmadan işlemeye başladÝ.
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 4
Yaflanacak
Dünya 4
D
Ü
N
Y
Felluce ve Irak seçimleri ÝşÝğÝnda BOP planÝ n ‹flte Felluce, ilan edilen soka¤a ç›kma yasak-
Amerika’nın Felluce’ye son topyekün saldırısı karşısında, Felluce direnişinin ikinci gününde direnişçilere katılan Abu Fatima adlı bir esnaf (ki esnaf değil, artık o bir direnişçidir.) ölmeden hemen önce pazar yerinde mevzilenerek Amerikan askerlerine kurşun sıkarken arkadaşı Ahmed’ten beş dakikalığına kendi yerine kurşun atmasını ve yazacağı mektubu eğer kendisi ölürse eşi Um Fatima’ya ulaştırmasını rica eder. Abu Fatima bu çatışmadan sağ kurtulamaz ve şehit olur. Mektubu arkadaşı Ahmed onun eşi Um Fatima’ya ulaştırmayı başarır.
lar›, ola¤anüstü hal uygulamalar›... bu kanl› plan›n somut, ivme kazanm›fl ifadeleridir. Bush ve çetesi seçim zaferlerinden sonra kaldÝklarÝ yerden devam etmediler. AçÝlÝşlarÝnÝ; bir taraftan Felluce’yi yerlebir ederek, bir taraftan rotalarÝndaki saldÝrganlÝğÝ keskinleştirip kabine düzenlemesini hatÝrlayÝn-temizleme işleriyle yaptÝlar. Bildiğimiz gibi, Bush’un en temel seçim jargonu; ‘Irak’ta seçimleri yapacağÝz! Demokrasiyi inşa edeceğiz!’di. Evet Irak’ta seçimlerini yapacaklardÝ! Büyük Ortadoğu PlanÝ (BOP) denilen o kanlÝ planÝn ilk laboratuvarlarÝndan olan Irak, bu misyonuna uygun hale getirilmeliydi! İşte Felluce, ilan edilen sokağa çÝkma yasaklarÝ, olağanüstü hal uygulamalarÝ... bu kanlÝ planÝn somut-ivme kazanmÝş ifadeleridir. Demokrasi, özgürlük, kalkÝnma, eğitim, gelişim makyajÝyla süslenip, bölgenin ezilen halklarÝna sunulan bu kanlÝ stratejinin ne menem bir cevvaliyetle varedileceğinin resmidir!
BOP ÝşÝğÝnda Irak’ta belirlenen ‘demokrasi’ senaryosu BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ÝşÝğÝnda Irak’ta belirlenen ‘demokrasi’ senaryosunun takviminde 30 Ocak seçimlerinin özel anlamÝ vardÝr. 30 Ocak’ta seçimle ‘demokratik hükümet’ oluşturulacak, ardÝndan Irak
cennet olup, ‘bölgenin geri bÝraktÝrÝlmÝş’ diğer halklarÝna örnek olarak sunulacaktÝ!!! Bu yüzden 30 Ocak’a kadar, seçimlere demokratik katÝlÝmÝn sağlanabilmesi için arazi temizliği gerekiyordu! Ama ABD’nin o tam teçhizatlÝ ordusunun raporlarÝ bu işin öyle kolay olamayacağÝnÝ şu sözlerle ifade ediyor: "Düşman, etkili bir Irak güvenlik gücü oluşturulmasÝ ve Irak’ta başarÝlÝ seçimler için uygun koşullarÝn yaratÝlmasÝ hedeflerine ulaşÝlmasÝnÝ engelleyebilir"
***
KanlÝ pervasÝzlÝkla perdeleme Evet, ABD ne olursa olsun 30 Ocak’ta Irak seçimlerinin yapÝlacağÝnÝ ilan ededursun, tablo bu! Irak’Ýn parçalÝ-karmaşÝk etnik yapÝsÝnÝ zorla tutkallamaya, yapamÝyorsa paramparça etmeye kararlÝ olan ABD, attÝğÝ her adÝmÝnÝn çelmelenmesi gerçeğini kanlÝ bir pervasÝzlÝkla perdelemeye çalÝşÝyor! Seçimlere katÝlmayacağÝ bilinen Bağdat, Felluce, Hamadi sünni Arap üçgenini gerekirse bir soykÝrÝmla ortadan kaldÝrmaya çalÝşmasÝnda olduğu gibi! Irak seçimleri, bölgenin bundan sonra evrileceği durum ve sonuçlarÝ ön belirlemeleriyle belirginleştirecek öneme sahip. Nüfusunun yüzde 80’inin Şii,
A
AşkÝm eşim um fatimaya
yüzde 20’sinin Kürt, yüzde 10’unun Sünni Arap ve diğer etnik gruplardan oluşan Irak ve seçimleri, bu anlamÝyla tüm emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin bir gelecek belirlemesi için gözlerini diktikleri bir sürecin adÝ aynÝ zamanda.
Yeni Yugoslavya pratiği Hemen hepsinin ortaklaştÝğÝ muhtelif senaryolarÝn toplaştÝğÝ temel senaryo ise; Irak’ta bir iç savaş ve yeni bir Yugoslavya pratiği, daha ötesi bölgesel savaş! İran’a yakÝn Şiiler’in kazanmasÝ durumunda İran’Ýn Irak’ta kazanacağÝ pozisyon güçlenebilir. Bundan güç alarak K. Irak’Ý
parçalama faaliyetlerini hÝzlandÝrmasÝ, buna karşÝ İsrail’in dolayÝmsÝz olarak bir Kürt bölgesi oluşturulmasÝna katÝlmasÝ, daha da ileriye giderek hamisi ABD ile İran’Ý vurmasÝ ve bunun bir bölge savaşÝnÝ ateşlemesi, Kürtler’in ne olursa olsun seçimlerden güçlenerek bağÝmsÝz bir bölge oluşturmasÝ, bu bölgenin içine Kerkük gibi önemli bir petrol bölgesini de katmalarÝ ve hatta Suriye KürdistanÝ’nÝ da dahil etmesi, Türkiye, Suriye ve İran’Ýn bu duruma müdahalesinin de bir bölge savaşÝnÝ fitillemesi... vs. vs. Muhtelif senaryolarÝ ve bu senaryolar çerçevesinde yaşanacaklarÝ kÝsaca böyle özetleyebiliriz.
Niçin olduğunu bilmiyorum. Ama bu mektubu acil olarak sana yazmam gerekiyor. Özel bir
nedeni olduğundan değil, ama sanırım ölüm saatim yaklaştı. Şu anda pazar yerindeyim. Onlar silahlarıyla havadan, karadan ve her yönden çevremizi sarmış durumdalar, yaklaşıyorlar. Arkadaşım Ahmad’den eğer buradan sağ çıkamayıp ölürsem sana bu mektubu ulaştırmasını istedim. Bilmiyorum. Eğer dönebilirsem, bu mektubu birlikte okuyabilir miyiz? Aksi halde sen gözlerinden yaş akarak da olsa yalnız okuyacaksın. Sen ki yaşamımızın son yıllarında daima benim için hep gözyaşı döktün, üzüldün. Um Fatima, senden kendine ve çocuklarımıza mukayyet olmanı rica ediyor, istiyorum. Onlara iyi bak ve hiçbir şeyden mahrum bırakmamaya çalış. Dükkan senin vereceğin karara bağlıdır. İster elinde tut, birisine ver çalıştırsın ya da istersen sat. Kararın her ne olursa olsun o se-
nin tek gelir kaynağındır. Annemle dostça iyi geçinmeye çalış yalnızca benin hatırım için, sana karşı hata yapsa bile... Her ne istersen yapmakta özgürsün. Sana kızgın olmayacağım....bile! Üzgünüm. Ama kendi kendime cümlenin tamamını getiremiyorum. (yeniden evlensen bile!) Uygun gördüğün gibi davranmakta serbestsin. Ama daima hatırla ki artık kızlarımız senin koruman altındadırlar. Gözlerin onların üzerinde olsun. Onların okul ve gelecek yaşamlarında asla yalnız ve desteksiz bırakma... Tüm arkadaşlarımdan sana gözkulak olmalarını istedim. İnanıyorum ki, seni hiçbir konuda yalnız bırakmayacaklar...
TopraksÝz köylülerm
O, zaten siyaseten ölmüştü! n Mücadelenin do¤up geliflti¤i y›llarda Arafat’›n önemli katk›lar› oldu ama sonras›nda özgürlük ve ba¤›ms›zl›k isteyen Filistin halk›n›n önündeki engellerden biri haline geldi Filistin topraklarÝ, elli yÝlÝ aşkÝn bir süredir, Siyonist İsrail Devleti tarafÝndan, emperyalizmin desteği ile vahşi ve insanlÝk dÝşÝ uygulamalarla işgal altÝnda tutulmakta. İlk günlerden bugüne değin dayatÝlan bu onursuzluğa boyun eğmeyen Filistin halkÝ direndi ve direnmeye de devam ediyor. Bu direnişin yarattÝğÝ sembolleşen isimlerin en başÝnda da Yaser Arafat gelmekte. Evet, Arafat bu mücadelenin gelişip güçlenmesinde -adÝ bile anÝlmayan, bu mücadelede onurluca düşmüş binlerce direnişçi gibi- azÝmsanmayacak rol oynamÝş bir insandÝr. Ancak bağÝmsÝz Filistin mücadelesi hedefinden, ödenen onca bedelden sonra uzlaşmacÝ, düşmanÝn icazet sÝnÝrlarÝna çekilmiş taleplerin, yine Arafat’Ýn lideri olduğu Filistin Kurtuluş
Örgütü (FKÖ) tarafÝndan formüle edildiği de görülmelidir.
İç engel Büyüyen ve gelişen bu mücadele içerisinde tarihsel şahsiyetler çÝkacaktÝ şüphesiz. Burada bizim bakmamÝz gereken, bu şahsiyetlerin mücadelenin gelişimi içerisinde izlemiş olduğu grafiktir. Mücadelenin doğup geliştiği yÝllarda önemli katkÝlarÝ olan Arafat, yine mücadelenin son yÝllarÝna baktÝğÝmÝzda, özgürlük ve tam bağÝmsÝzlÝk isteyen Filistin halkÝnÝn özlem ve taleplerinin önündeki engellerden biri haline gelmiştir. Oslo BarÝş AnlaşmasÝ sürecinde kendisini gösteren bu geriye doğru ciddi kÝrÝlma, Filistin İntifadasÝ’nÝn da önüne dikilen en büyük iç engellerden birisi
n Süreç nas›l geliflirse geliflsin Ortado¤u tarz› ayak oyunlar› ne olursa olsun, bunu bozacak olan Filistin halk›n›n özgürlük ve ba¤›ms›zl›k tutkusudur. olmuştur. Peki Filistin Hareketi nelere gebe? Tam bağÝmsÝzlÝk yolunda bir ulusa malolan bu mücadele, kendi özgücünden besleneceği, kendi özgücüne güveneceği yerde, yine FKÖ önderliği tarafÝndan, emperyalist güç odaklarÝnin aralarÝnda değişen dengelere göre, bazen birinden bazen de diğerinden medet-çözüm uman uzlaşmacÝ bir çizgiye savrulmuştur. Sorun, ‘82 yenilgisinden sonra Camp David’e dümen kÝrarak siyaseten zaten ölmüş Arafat’Ýn fiziki ölümü sonrasÝ, dünya emekçi halklarÝna yÝllardÝr moral kaynağÝ olan direngen Filistin halkÝnÝn bağÝmsÝzlÝk mücadelesinin geleceğidir. Ortadoğu tarzÝ ayak oyunlarÝ ne olursa olsun, bunu bozacak olan Filistin halkÝnÝn özgürlük tutkusudur. BağÝmsÝzlÝk çizgisi-
Dünya’n›n Sokaklar›...
Tilly Ersu
1500 yÝlÝnda 5 milyon idiler, şimdi 1 milyon bile yoklar. 19. yüzyÝlÝn başlarÝnda Tupi anadilleri iken, kimliklerine sahip çÝkabilmek için şimdi onu yeniden öğrenmek zorundalar.
Brezilya’nin tarihi aynÝ zamanda bir jenosid tarihidir Brezilya ve tarih kelimeleri yan yana geldiğinde, aklÝma hemen üçüncü bir kelime, jenosid gelir; bir kÝsmÝ Portekizli sömürgeciler tarafÝndan katledilen, bir kÝsmÝ da bulunduklarÝ yerden zorla kopartÝlÝp köle olarak pazara sürülen milyonlarca yerliyi anÝmsarÝm. Brezilya’nÝn güneyindeki Rio Grand Sudd’e yaptÝğÝm gezi sÝrasÝnda
da hep aynÝ şeyleri düşündüm. Bu yolculuk sÝrasÝnda birçok güzel insan gördüm. Bu insanlarÝn, özellikle de yerlilerin büyük bir kÝsmÝ gelecekten hiçbir şey beklemeden yarÝ aç yarÝ tok, sÝkÝntÝlÝ bir hayat sürdürüyorlardÝ. Sessiz, alçakgönüllü, onurlarÝna sahip çÝkmak için savaşan, kendilerine ait ne varsa geri almak için ayağa kalkan kadÝn ve erkekler. 500 yÝlÝ aşkÝn bir zamandÝr, canlarÝnÝ dişlerine takarak direnen bu insanlarÝn, tükenmek bilmeyen cesaretlerinden derinden etkilendim. DünyanÝn fazla tanÝmadÝğÝ, Portekiz sömürgecileri tarafÝndan ezilen, sömürülen, kÝyÝmdan geçirilen, bir ellerinde kÝlÝç diğer ellerinde haç olan misyo-
nerler tarafÝndan “evcilleştirilmek” için avlanÝlan bu yerliler, ‘avcÝlarÝnÝ’ hiçbir zaman affetmediler.
nin, bu özgürlük tutkusu üzerinden tekrar güç kazanmasÝdÝr.
İmza: Yaşayan şehit Abu Fatima Not: Bir adam gibi davrandığım için beni affet!...
Polis Paraguay’ın San Pedro bölgesinde tarlaları işgal etmiş olan köylüleri vahşice bölgeden çıkarttı. 55 yaşındaki Aurelio Espinosa adlı köylü öldürüldü, 30 köylü tutuklandı. Benzeri çatışmalar ülkenin değişik bölgelerinde de yaşandı.
Paraguay devleti, genetik olarak değiştirilmiş tohumlar üretecek monokültür projesini uygulamak için, sadece üç yıl içerisinde 100 binden fazla köylüyü topraklarından attı. Topraksız köylülerin sayısı 400 bini geçmiş durumda ve bu sayı her geçen gün artıyor. Hü-
kümet Başkanı Nicanor Duata, 13 milyon hektar toprağın kanunsuz yollardan alındığını ve bu toprakların yüzde 90’ının Paraguay nüfusunun sadece yüzde 2’sini oluşturan bir kesimin elinde olduğunu açıklamak durumunda kaldı. Yaşam ve Otonomi Mücadelesi Ulusal Cephesi, gerçek bir tarım reformu düzenlemesi, topraklara el konulmasını sağlayan sistemin durdurulması ve tarım alanlarında bölgesel kalkınma konularında kararlı. Büyük toprak ağaları topraklarını kurşunlarla ve cinayetlerle koruyacaklarını belirtiyor. Ulusal Cephe, 17 Kasım’da tüm ülkede harekete geçip, ana yolları trafiğe kapatacak bir genel grev çağrısı yaptı. Ordu birlikleri de büyük çiftlikleri ve toprak ağalarını korumak için konumlandÝ.
KÝsa... KÝsa... KÝsa... ABD’ye Atina tokadÝ ABD emperyalizminin Irak saldÝrganlÝğÝ, dünyanÝn her tarafÝnda protesto ediliyor. Atina’da binlerce öğrenci, ABD Büyükelçiliği önünde toplandÝ. Öğrenciler, ABD aleyhtarÝ slogan atarak, Arapça yazÝlÝ simgesel tabutlar taşÝdÝ. 1973 yÝlÝnda Yunanistan’daki askeri cuntaya karşÝ başlayan öğrenci hareketinin yÝl dönümüne denk gelen gösteride öğrenciler polisle çatÝştÝ. Polisin müdahalesine taşlarla yanÝt veren göstericilerden 21’i gözaltÝna alÝndÝ.
***
Sofya’da hayat durdu
ÇalÝnan insanlÝğÝn geri alÝnÝşÝ
Bulgaristan’da yüz binlerce işçi ve memur hükümetin IMF güdümlü politikalarÝnÝ protesto etmek için meydanlara çÝktÝ. Ülkenin iki büyük işçi sendikalarÝ konfederasyonlarÝ Podkrepa ile BağÝmsÝz Sendikalar Birliği’nin (KNSB) çağrÝsÝyla işçi ve emekçiler uyarÝ grevi yaptÝ. Başta başkent Sofya olmak üzere tren, otobüs, tramvay, metro, taksi ve dolmuş şoförlerinin de katÝldÝğÝ 1 saatlik uyarÝ grevi şehir trafiğini kilitledi. Greve ülke genelinde 400 binin üstünde emekçinin katÝldÝğÝ bildirildi. Podkrepa BaşkanÝ Konstantin Trençev kamuoyuna yaptÝğÝ açÝklamada ücret ve sosyal haklarÝn arttÝrÝlmamasÝ halinde genel greve çÝkacaklarÝnÝ dile getirdi.
***
Keşif ya da işgal, hem de ne pahasÝna? Brezilya’nÝn Portekizliler tarafÝndan işgali, resmi kayÝtlara göre 1500 yÝlÝna rastlar. Ve işgalin birinci yüzyÝlÝnda, tam 1 milyon yerli, gerek ‘beyaz adam’Ýn getirdiği salgÝn hastalÝklar, gerek savaşlar, gerekse de ‘ülkenin zenginliklerini keşif’ adÝ altÝnda insan avÝna çÝkan misyonerler tarafÝndan yok edilir. 1700 yÝlÝna gelindiğinde ülkenin nüfusu, 200 bini yerli halk olmak üzere toplam 500 bindir. Halbuki nüfuslarÝnÝn 5 milyon
olduğu 1500 yÝlÝnda, ülkelerini ‘keşfeden’ Portekiz’in nüfüsu ancak 1 milyon idi. Ne kadar gözardÝ edilirse edilsin, Brezilya nüfusunun, hem barbarca bir soykÝrÝm hem de yerli kadÝnlarÝn rahimleri kullanÝlarak oluşturulduğu gün gibi açÝktÝr.
Onlar sadece kendilerine ait olanÝ istiyorlar 235 kabileden oluşan bu halk, 180 farklÝ lehçe konuşuyor. Diğer hükümetlerden olduğu gibi şu anki hükümetten de etnik
kimliklerinin tanÝnmasÝnÝ ve isteklerinin medya tarafÝndan çarptÝrÝlmamasÝnÝ istiyorlar. Hükümette olan ‘sol’ iktidara istediklerini şöyle sÝralÝyorlar: Etnik kimlik ve topraklarÝnÝn tanÝnmasÝ, garanti altÝna alÝnÝp gözetilmesi. Anadilde eğitim hakkÝ. Kendi kültür ve geleneklerine sahip çÝkÝlmasÝ. SağlÝk, ulaşÝm ve haberleşme sorunlarÝnÝn çözümü. Yani onlar, bir zamanlar kendilerine ait olup da zorla ellerinden alÝnanlarÝ geri istiyorlar sadece.
Cesetlerle hatÝra fotografÝ İsrail askerleri vahşette sÝnÝr tanÝmÝyor. İsrail’de yayÝnlanan Yediot Ahronot gazetesi İsrailli askerlerin BatÝ Şeria ve Gazze Şeridi’nde öldürdükleri Filistinlilerin cesetlerine insanlÝk dÝşÝ muamelelerde bulunduklarÝ ve cesetlerle birlikte fotoğraf çektirdiklerini yazdÝ. Tespit edilen 4 olayÝn en çarpÝcÝsÝ ise başÝ kopan bir intihar komandosunun ağzÝna sigara koyarak fotoğraf çektirilmesi. Bir başka asker ise parçalanmÝş cesetle arkadaşlarÝnÝn “lego” oynadÝklarÝnÝ itiraf ediyor. Yine bir başka fotoğrafta ise İsrailli askerlerin çÝrÝlçÝplak soyduklarÝ Filistinli cesetlerin üzerine “suçsuz sivil” ibareli yazÝlar asarak cesetleri aşağÝlayÝp, dalga geçerek hatÝra fotoğrafÝ çektikleri açÝklandÝ.
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 5
Yaflanacak
E
Sendikal Forum
RÝza Doğan
“SECU” reformu neyi amaçlÝyor? Fransa’da sağlÝk ve emeklilik sigortasÝ İkinci Dünya SavaşÝ’ndan önce henüz bir kurum olarak mevcut değildi. BazÝ mesleklere göre farklÝ hastalÝk sigortalarÝ vardÝ. Küçük işyerlerinde ise genellikle işçiler sigortasÝzdÝ. Özellikle savaş boyunca işçi sÝnÝfÝnÝn siyasal ve sendikal alandaki etkili mücadelesi sonucu “Sécurité Sociale” kurumu oluşturuldu. O dönemden bu yana iktidara gelen hükümetler her dönem gündeme getirdikleri sözde reformlarla, sağlÝk ve emeklilik gibi temel yaşamsal haklarÝ budamaya çalÝştÝ. Bugünkü durumuyla “SECU”nun finansmanÝnÝ yüzde 60 ile çalÝşanlarÝn sigorta primleri, yüzde 38 CSG ve yüzde 2 sigara ve alkol vergileri oluşturuyor. Ne var ki bu bütçede her yÝl genişleyerek büyüyen bir açÝk var. AraştÝrmacÝlara göre, son yÝllarda Sosyal Sigorta Kurumu’nun verdiği açÝğÝn temel nedeni işsizlik oranÝnÝn artÝşÝ. Çünkü bir işçi işten atÝldÝğÝ zaman sigorta primlerini ödemiyor. Böylece açÝğÝn yüzde 50’si işsizlikten kaynaklanÝyor. Diğer yandan; işçi ücretlerindeki düşüş, primlerin de düşüşünü beraberinde getiriyor. BazÝ iş yerleri primleri ya geç ödüyor ya da çeşitli gerekçelerle hiç ödemiyor. Bu nedenle “SECU” her yÝl 1,5 milyar euro kaybediyor. 2000 yÝlÝndan bu yana devlet alkol vergisinden rezerve yapmÝyor, 2 milyar euro da buradan kayÝp var. HastalÝğÝ tÝbben kanÝtlanmadÝğÝ halde işe gitmeyenlerin getirdiği kayÝp ise yüzde 4 olarak gösteriliyor. Rafarin hükümeti, çalÝşma saatlerinin uzatÝlmasÝ, emeklilik yaşÝnÝn yükseltilmesinin yanÝ sÝra sağlÝk sigortasÝ ile ilgili bir dizi yasayÝ da gündeme getirdi. Hükümetin gündeme getirdiği bir dizi hak gasplarÝna karşÝ Fransa, bu yÝl boyunca önemli kitlesel eylemlere sahne oldu. FarklÝ iş kollarÝndan farklÝ taleplerle eyleme geçen çalÝşanlarÝn ortak olarak dile getirdikleri en önemli taleplerden biri de “SECU” reformunu engellemek oldu. Zaten daha önce bazÝ ilaç paralarÝnÝn ödenmemesi konusunda bir yasa yürürlüğe konulmuştu. Geçen baharda yapÝlan bölge ve kanton seçimlerinde büyük bir oy kaybÝna uğrayan hükümet, şimdilik bu dosyalarÝ beklemeye almasÝna karşÝn, reform programlarÝndan vazgeçmiş görünmüyor. Hükümete göre “SECU” her yÝl milyarlarca euro açÝk veriyor. Bu fatura, sigortalÝ çalÝşanlara çÝkarÝlmaya çalÝşÝlÝyor. Diğer yandan patronlara 19 milyar euro vergi bağÝşÝ yapÝlÝyor. Oysa bu vergi bağÝşÝndan sadece az bir kÝsmÝnÝ sağlÝk sorunlarÝna aktarÝlsa sorun kalmayacak. Bunu reddeden hükümet, sağlÝk alanÝnda ön gördüğü reformu şöyle formüle ediyor: İlaç ve benzeri ödentilerde düşüş giderek artacak, hastane ödentileri artÝrÝlacak. Devlet hastanelerine hastalarÝn yatÝrÝlmasÝ sÝnÝrlandÝrÝlacak, hemşire ve doktor sayÝsÝ azaltÝlacak. Devlet hastanelerinde hizmetin sÝnÝrlandÝrÝlmasÝ ile aslÝnda Sosyal Sigortalar Kurumu’nun küçültülerek yerine özel sigortalarÝn güçlendirilmesi amaçlanÝyor. Böylece sağlÝk hizmeti kamu hizmetinden çÝkarÝlÝp ticarileştirilecek. Oysa geniş emekçi yÝğÝnlarÝ için devlet hastaneleri sağlÝk sisteminde esas rolü oynuyor. Kuşkusuz sermayenin işçi ve emekçilere yönelik hak gasplarÝnÝ içeren saldÝrÝ programÝ daha çok boyutlu olarak genelleşmektedir. Ekonomik olarak büyüyen Avrupa’nÝn ekonomik, demokratik hak ve özgürlüklere karşÝ hoşgörüsü de giderek azalÝyor. Uzun mücadelelerle kazanÝlmÝş haklarÝ genel bir saldÝrÝyla gasp etmeye çalÝşÝrken, bunu şimdilik ‘reformlar’ adÝ altÝnda geçiştirmeye çalÝşÝyor. Fakat Avrupa işçi sÝnÝfÝ uzun mücadelelerle elde ettiği ekonomik, demokratik hak ve özgürlüklerinden kolayca vaz geçer mi? Bunu zaman gösterecek.
YÝl sonunda 6 bin kişi kapÝ dÝşarÝ... İngiliz yayÝn kuruluşu BBC çalÝşanlarÝ, giderlerin fazlalÝğÝ neden gösterilerek yÝl sonunda kapÝ dÝşarÝ edilmek isteniyor. Kurum genelinde yürütülen ve yÝl sonunda açÝklamasÝ beklenen tedbirler nedeniyle işlerini kaybetme tehlikesiyle karşÝ karşÝya olan 6 bin gazeteci var.
SendikalarÝn “endişeleri” The Guardian gazetesi, BBC çalÝşanlarÝndan 6 bin kişinin, genel müdür Mark Thompson’Ýn başkanlÝğÝnda yürütülen çalÝşma nedeniyle işlerine son verileceğini belirtiyorlar. Konuya ilişkin haberleri BBC bir gün sonra “spekülatif” olarak niteledi. İngiliz Radyo ve Televizyon SendikasÝ Bectu’nun
yöneticileri ise basÝna verdikleri demeçlerde endişelerini dile getirdiler. Sendika yöneticileri, işten çÝkarmalara ilişkin net bir rakam almamakla birlikte kendilerini en kötü sonuca göre hazÝrlamaya çalÝştÝklarÝnÝ belirtiyorlar.
Giderler işten atmalarla “kÝsÝlÝyor” BBC sözcüleri bir taraftan haberleri yalanlarken diğer taraftan yÝl sonu atÝlacak çalÝşan sayÝsÝnÝn binden fazla olacağÝnÝ belirtiyorlar. İşten atmalarÝn gerekçesi ise bugünden yÝllÝk 320 milyon sterline varan işletme giderlerini düşürmek olarak açÝklanÝyor.
Şekere kan bulandÝ Filipinler’de şeker kamÝşÝna kan bulandÝ. Ücretlerin artÝrÝlmasÝ ve sağlÝk hizmetlerinden yararlanma hakkÝ için greve çÝkan şeker kamÝşÝ işçileri ve köylülerin eyelemine polis acÝmasÝzca saldÝrdÝ. Grevcilerin çalÝştÝğÝ şeker kamÝşÝ tarlalarÝnÝn sahibinin eski Devlet BaşkanÝ Carazon Aguino olduğunu bildiren yerel haber kaynaklarÝ, gaz bombalÝ ve silahlÝ saldÝrÝda çok sayÝda grevcinin yaralandÝğÝnÝ onlarcasÝnÝn ise katledildiğini bildirdi.
Haberi yalanlayan Hacienda Cuisita Belediye BaşkanÝ Genaro Mundota ise olaylarÝn “abartÝldÝğÝnÝ” sadece 4 işçinin öldüğünü 17 işçinin yaralandÝğÝnÝ ve olaylarÝn “kontrol” altÝna alÝndÝğÝnÝ bildirdi. 1 MayÝs Emek Merkezi isimli örgüt ise bu haberlerin gerçeği yansÝtmadÝğÝnÝ saldÝrÝnÝn düpedüz bir katliam olduğunu belirterek 6 bin grevcinin mücadelelerinin ücretler artÝrÝlÝp, sağlÝk haklarÝndan yararlanÝncaya kadar devam edeceğini açÝkladÝ
M
E
K
D
Ü
N
Y
A
S
5 Dünya
I
Greve ç›kmak do¤ruydu! n Bir avuç iflçinin ve temsilcinin bafllattı¤ı grev, giderek bü-
n “Ayn› tekellere karfl› mücadele yürüten iflçi s›n›f›n›n milli-
tün iflçiler tarafından sahiplenildi. ‹flçilerin aileleri ve yerel halk dayan›flma için yürüdü...
yeti yoktur. Milliyete bak›lmaks›z›n bu mücadele yürütümek zorundad›r.”
temsilci olan Uli Schreyer: Hiç böyle miting görmedim. (19 Ekim mitingi) Sendika yöneticileri konuştu, bize mikrofon verilmedi. Genel kitlenin desteği bizdeydi. Ama sendika yöneticileri ve sözde işçi konseyleri grev kırıcılık yaptı. Yine de işten çıkarmaları durduracak gücümüz olduğunu gösterdik. GM, eylem karşısında kırılgandır.
Eylem sürecinde sendikalarÝn tavrÝ neydi?
örülmesi tabii ki ciddi bir çaba, bu çabanÝn içerisindeyiz.
H. Can: Özellikle buradaki sendika yöneticileri tamamen sÝnÝf uzlaşmacÝ bir politika izliyorlar. Bu politikayÝ aşabilmeleri için işçilerin, bu mücadele örgütlerine sahip çÝkmasÝ gerekiyor. Bu kavranÝldÝğÝ ölçüde işçiler ciddi oranda bir muhalefet yapacaktÝr.
Göçmenlerin mücadeleye katÝlÝmlarÝnÝ nasÝl görüyorsunuz?
*** Sizi tanÝyabilir miyiz? HÝdÝr Can: Darmstad’ta Ford’a bağlÝ bir fabrikada çalÝşÝyorum. IG Metall sendikasÝna üyeyim.
Bochum grevi, işçi sınıfı saflarında büyük heyecan yarattı. Yalnızca Ruhr havzasındaki işçiler arasında değil, ulusal ve uluslararası ölçekte bir etkiydi bu. Bölgenin geleceği de sözkonusu olduğu için, dayanışma orta sınıflara kadar uzandı. Bir avuç işçinin ve temsilcinin başlattığı grev, giderek bütün işçiler tarafından sahiplenildi. İşçilerin aileleri ve yerel halk dayanışma için yürüdü ve fabrikanın kapısını tuttu. Para ve yiyecek yardımı yapıldı. Ruhr bölgesinin artan desteğiyle grev büyüdü. 18 Ekim’de işçi komitesinden 10-12 kişi, işçileri işbaşı yapmaya ikna etmek için fabrikaya geldiler. Sözde, İşyeri Komitesi ve Opel yönetimi, “Rüsselsheim ve Bochum fabrikalarını rekabet edebilir hale getirme ve 2010’a kadar bu fabrikaları koruma yönünde amaç birliği içinde” idi. Grevi kırmaya yönelik bu hile boşa çıkarıldı. 19 Ekim toplantısında, tekel ve sendika patronlarının saldırısı sürdü. Militan işçilerin konuşmasına izin verilmedi, dayanışma mesajı sunmak için Stuttgart’tan gelen Porsche temsilcisi bile konuşturulmadı. 20 Ekim’deki mitingte, GM şirketinin güvenlik birimleri podyumu ve mikrofonları grevdeki işçilerden korumakla görevliydiler!
İşçilere grev değil, görüşme oylaması yaptırılmaya çalışıldı. Bundan birkaç gün sonra da iki işçi önderi grev kırıcılara baskı yapmak ve onları taciz etmekle suçlanarak işten atıldı. Her şeye karşın, 8 bin işçinin üçte biri grevi sürdürme yönünde oy kullanarak, hainlere ve IG Metall’e muhalefet etmeyi sürdürdüler.
Yasadışılık… Direnişin yarattığı etki, emperyalist kapitalistler açısından ürkütücü boyuttaydı. Nedenleri işçilerden dinleyelim: Bremen Daimler-Chrysler Oscar: Bochum işçileri, yaptıklarıyla büyük bir sempati kazandılar. İşten çıkarmayla karşılaşan herkesin yapması gereken bu. Böylesi eylemler yerine, sendikalar kazanılmış haklardan ödün vermeye yatıyorlar. Haftalık 35 saat çalışma gibi... İşçi temsilcisi Andreas Felder: Görüşmeleri devralmak istediğimizi söyledik. Bunu bile umursamayan, bu kadar anti demokratik sendika şubesi çekilmelidir. Bir Opel işçisi: Yasadışı da olsa greve çıkmak doğruydu. Biz dersimizi aldık. Neden tüm sendika yöneticileri de almıyorlar? 1987’den beri Bochum’da
Bochum’da şu anki genel durum ve ileride doğacak ihtimallerle ilgili gelişmeleri nasÝl değerlendiriyorsunuz? H. Can: Dünya genelinde uyguladÝklarÝ sistem var. Tamamen yalÝtÝlmÝş bir üretim tarzÝ. Şu anda insanlar çok yüksek bir teknoloji ile çalÝşÝyor. Eskiden 40 saatte ürettiğimiz bir ürünü, bugünkü teknoloji ile 7 saatte üretebilir bir düzeye geldik. Üretimde bir fazlalÝk var. Bu fazlalÝğÝ işçiler aleyhinde çözmeye çalÝşÝyorlar. Sorunun özü de bu. Eylemlerde genel bir duraklama var. Bunu nasÝl yorumluyorsunuz? H. Can: Bir mola olarak görmek gerekiyor. İşçiler şu ana kadarki süreci ciddi olarak değerlendiriyorlar. Herkes sessiz gibi görebilir, fakat bence bu, fÝrtÝna öncesi bir sessizliği andÝrÝyor. Çünkü bütün işyerlerinde şu an ciddi olarak şu tartÝşÝlÝyor; “Ne olacak?..” sendikal boyutta buna ciddi bir yanÝt vermek gerekiyor. Sendikalar içerisinde çok ciddi bir tartÝşma var. Ciddi bir muhalefet var. Onun dÝşÝnda sÝnÝf bilinçli işçilerin ciddi oranda birim çalÝşmalarÝ var. Bunlar henüz sonuçlanmÝş değil ama kopuk da değil.
Son zamanlarda değişik işkollarÝna dönük benzer saldÝrÝlar yaşanÝyor. Peki bunu, ortak mücadelenin örgütlenmesi için bir olanağa dönüştürebilirler mi? H. Can: Mücadelenin tek tek işyerlerinde değil, tekellere bağlÝ olarak yürütülmesi gerektiği ortaya çÝktÝ. Çünkü bu işçi sÝnÝfÝ aynÝ tekeller için üretim yapÝyor. Ortak mücadelenin
H. Can: Esasen onlar yerli işçi sÝnÝfÝnÝn bir parçasÝ. Yani bunun farkÝna varmÝş durumdalar. Oldukça yoğun katÝlÝm sağladÝlar diyebilirim. Bochum ve Rüssellsheim’daki eylemlerde bunu çok açÝk gösterdiler. AynÝ tekellere karşÝ mücadele yürüten işçi sÝnÝfÝnÝn milliyeti yoktur. Milliyetine bakÝlmaksÝzÝn bu mücadele yürütülmek zorunda. YabancÝ işçiler buradaki yerli işçilerle bütünleşmek zorundalar. Çünkü yürütülen mücadele sadece Almanya işçi sÝnÝfÝnÝn mücadelesi değil, Almanya’da yaşayan işçi sÝnÝfÝnÝn mücadelesi olarak görülmek zorundadÝr.
Opel üretimi Polonya’ya kaydırıyor Polonya, bir ABD şirketi ile 3.5 milyar dolarlık savaş uçağı alım anlaşması yaptı. Polonya, uçakları ABD kredileriyle ödeyecek ve tabii yine ABD hizmetinde kullanacak. ABD gökte arayıp ayaklarının dibinde bulduğu yeni stratejik işbirlikçisine, önümüzdeki yıllar için 6 milyar dolarlık bir “destek” paketi vaat ediyor. Opel üretiminin Polonya’ya kaydırılması da çok yönlü emperyalist yatırımın bir parçası olabilir. Polonya burjuvazisi köleliği derinleştirecek anlaşmayı 4 bin kişilik istihdam vaadiyle pazarlıyor. İsmi şimdilik saklı tutulan şirketin, lanetli General Motors (GM) olma olasılığı yüksek. Yerlerde sürünen işçi ücretleri ve “olmayan” çevre yasalarıyla Polonya, emperyalist tekellerin yeni gözdelerinden. Polonya burjuvazisinin, ABD işbirlikçiliğindeki hızı ve pervasızlığı, Irak işgalinde ve Polonya’nın ABD’nin üssü ve kontrgerilla eğitim kampı haline getirilmesinde görülmüştü. Polonya burjuvazisine birkaç milyar dolarlık çek, Polonya işçi sınıfına 6 milyar dolar borç ve faizleri, kontrgerilla ve mafya, üstüne GM pençesi, zorunlu ABD askerliği… Bu anlaşma, emperyalist otomotiv tekelleri arasında kızışan rekabette bir diğer azami kâr üssü olan Türkiye’deki otomotiv işçilerini de “dibe doğru yarış” yönüyle ilgilendiriyor. Güney Kore’den Güney Afrika’ya, Brezilya’dan bizzat ABD ve Avrupa’ya kadar çalışma ve yaşam koşulları hızla ağırlaşan, uluslararası rekabetle iş güvenceleri sıfırlanan otomotiv işçilerinin mücadele istek ve arzusu güçleniyor. Almanya’daki GM’ye bağlı Opel Bochum işçilerinin yasaları parçalayarak, emperyalist kapitalistleri “Nereden çıktı yine bu komünistler” hezeyanlarına sürükleyerek gerçekleştirdikleri militan yasadışı grev, bu istek ve arzunun akması gereken kanalı gösteriyor, ilham verici bir örnek yaratıyor.
Sendikalar haklarÝmÝzÝ savunmuyor n Sendikan›n kendi yat›r›mlar› var. Çok büyük sermayeye sahip. Böyle bir sendika iflçileri ne kadar savunabilir? Sizi tanÝyabilir miyiz? Ben Zeliha. 24 yÝldÝr Almanya’da yaşÝyorum. Ostram’da çalÝşÝyorum. AynÝ zamanda çalÝştÝğÝm firmada sendikanÝn bölüm şefliğini yapÝyorum. İşçiler sendikaya nasÝl bakÝyor? İşçilerin sendikalara güveni yok. Bu konuda işçiler tabii ki haklÝlar. Sadece sendikacÝ olmak veya Almanca bilmek yeterli değil. SÝnÝf bilincine de sahip olmak gerekiyor. Çünkü işyeri temsilciliği çok önemli. İşçilerin lehine olan yasalardan, haklardan haberdar olmasÝ gerekir. Ama şu anda var olan sendikalar bunu bile yapamÝyorlar. Temsilci olmaya nasÝl karar verdiniz? Sendika yönetimi sürekli “işçilerin sorunlarÝndan haberdar değiliz, bize temsilciler tarafÝndan iletilmiyor ki çözüm bulalÝm” diyorlardÝ. Bunun üzerine kÝsÝm temsilciliğine adaylÝğÝmÝ koydum. Bu sorunlarÝ toplantÝlarda dile getirdiğimde ise sendika başkanÝmÝz bile bundan rahatsÝz oldu. “Öyle şeylerden bahsediyorsunuz ki sanki burasÝ
bir hapishaneymiş gibi.” diye tepki gösterdi. Sendika başkanÝna “Eğer koltuğunuzdan biraz kalkÝp işçiler arasÝna girerseniz siz de göreceksiniz sorunlarÝn neler olduğunu” dedim. İşçiler sorunlarÝna tamamÝyla duyarsÝz mÝ? Tabii yeterli olmasada bazÝ duyarlÝ, sÝnÝf bilincine sahip arkadaşlarÝmÝz da var. AynÝ zamanda IG Metall içerisinde IG Metall’in politikalarÝna karşÝ olan bir grup var. SendikanÝn tutumunu eleştirenler, buna karşÝ alternatif politikalar üretiyorlar. Yani sendikanÝn kendi içinde bir çatÝşma var. SendikalarÝn işçilerin haklarÝnÝ yeterince savunduğunu düşünüyor musunuz? Ben büyük sendikalarÝn haklarÝmÝzÝ yeterince savunduklarÝnÝ düşünmüyorum. Ama bu şu anlama da gelmez, sendikalar ortadan kalksÝn. HayÝr, içlerinde sendikal hareketin tarihini bilen ve sÝnÝf bilinçli işçilerin haklarÝnÝ savunan arkadaşlar da var. Yavaş yavaş şu anda var olan sendikalarÝn izlediği politikalara karşÝ tabandan bir muhalefet gelişiyor. Almanya’da alternatif sendika
n ‹flçiler, sendikal sistemin içerisinde aktif bir rol al›rlarsa, varolan bu iflçi karfl›t› sistemi de¤ifltirip- dönüfltürebilirler.
olmadÝğÝndan IGM, Ver-di gibi büyük sendikalar içerisinde sendika yönetimine karşÝ olanlar çoğalÝyor. Sendikalar giderek üye kaybediyorlar. Bunun için bir şey yapmak isteseler de başarÝlÝ olamÝyorlar. Çünkü izledikleri politikalar çok yanlÝş. Burada, sendikalarda da bir tür tekelleşmeden bahsetmek mümkün mü? Evet, tabii ki. Bugün mesela IG Metall sendikasÝnÝn kendisi büyük bir işveren. Kendi yatÝrÝmlarÝ var. Çok büyük sermayeye sahip. Böyle bir sendika işçileri ne kadar savunabilir? Ancak işçiler bu sendikal sistemin içerisinde aktif bir rol alÝrlarsa varolan bu işçi karşÝtÝ sistemi değiştirip - dönüştürebilirler. Sendika yönetimi ile işçiler arasÝnda sürekli bir ilişki var mÝ? Ortak bir duruş sergileyebiliyorlar mÝ? Bir toplantÝya katÝlmÝştÝm. ToplantÝda Ver-di, IG Metall ve Türkiye’den sendikacÝlar vardÝ. İşçilerden biri sendikacÝlara şöyle dedi: “Siz uyuyorsunuz. Bir gün öyle bir şey olacak ki işçiler sokağa döküldükleri zaman siz dönüp arkanÝza baktÝğÝnÝzda arkanÝzda kimse olmayacak.”
Bir başka işçi ise sendikacÝlara; “Önce siz ücretlerinizi açÝklayÝn bize, bizimle eşit ücret alÝyormusunuz yoksa bizden daha fazla mÝ alÝyorsunuz? Eğer bizden daha fazla alÝyorsanÝz ne kadar bizim haklarÝmÝzÝ savunabilirsiniz!..” diye bir soru yöneltti. Dört sendikacÝ vardÝ ve hiçbiri de buna cevap veremedi. Kendi haklarÝnÝ bilen işçiler, kendi sÝnÝfÝnÝn saflarÝnda yer alan işçiler olduğu sürece birşeyler değişebilir. Çünkü sendikayÝ da tabandan zorluyorsun. İşverenin de IGM’nin de korktuğu bu. KadÝnlarÝn sendikalar içindeki oranÝ nedir? Gördüğüm kadarÝyla kadÝnlar gittikçe daha aktif şekilde sendikal hareket içerisinde yer alÝyorlar. Bu çok olumlu bir gelişme hem işçi sÝnÝfÝ hem de kadÝnÝn kurtuluşu için. FarklÝ uluslardan olmak iletişim sorunlarÝ yaratÝyor mu? AynÝ işyerinde aynÝ sorunlarÝ yaşayan ve bu sorunlar karşÝsÝnda ortak tavÝr almasÝ gereken işçiler arasÝnda iletişim sorunu yaşÝyoruz. İşçiler arasÝndaki ayrÝlÝğa bir son vermek, onlarÝ bir araya ge-
tirmek, bir arada sohbet edebilmek, sorunlar karşÝsÝnda dayanÝşma içerisinde olmak ve ortak bir tavÝr geliştirebilmek adÝna bir önerim oldu. 8 Mart Dünya Emekçi KadÝnlar Günü’nü işyerimizde kutlamak. Sonuç alabildiniz mi? Buna işyeri karşÝ geldi. İş gününe gelirse bunun yapÝlamayacağÝnÝ söylediler. Önce iş günü dÝşÝnda karşÝladÝğÝmÝz 8 Mart’Ý dört yÝldÝr 100’e yakÝn Alman, Türk, Yugoslav ve daha birçok ulustan kadÝnla 1 saat bile olsa iş bÝrakarak kutluyoruz. Bu bizim için bir başarÝ. İş yerindeki sorunlarÝ, 8 Mart’Ýn içeriğini ve birçok ortak sorunlarÝmÝzÝ paylaştÝğÝmÝz bir ortam yarabildik. Oldukça disiplinli çalÝşÝyorsunuz. Özellikle kadÝn işçilere son bir mesajÝnÝz var mÝ? Ben kendime bunu bir görev biliyorum ve bu sorumluluk doğrultusunda hareket ediyorum. Ama tabii ki tek başÝna yeterli olamayÝz. Şöyle düşünmemeli hiçbir kadÝn: “Ben mücadele etmeyeyim, zaten yetersizim ve buna gücüm de yetmez.” Eğer böyle düşünürsek bu sistem böyle devam eder.
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 6
Yaflanacak
Dünya 6
Y
F›kralar Rahiple yardımcısı... “Hiç olmazsa bizi burada rahat bırakın!” Araba virajda kaybolduktan sonra acı bir fren ve arabanın nehire uçuş sesi duyulur... Durumu anlayan rahip yardÝmcÝsÝna şöyle der: “Esasında biz levhaya köprü yıkıldı, geçmeyin! yazsak, şu yazdıklarımızdan daha anlaşılır olacak herhalde.”
Eflek niye?
Esmer Akd.bitkiörtüsü
İ
H
İ
L
İ
Z
M
R
Hükümdar
→
A
R
T
A
A
S
E
S
İ
F
İlhan(…) bir yazarÝmÝz
Türk lirasÝ
→
L
V
Lanetlenmiş
B
↵
E
L
HastalÝklÝ
→
Temel iceceğimiz
A
KalÝtÝmsal
I Milan (…) yazar
R
S
İ
Klor elementi
→
İ
S
L Grev yasağÝ
İ
K L
→
L
U
Hukuk Almanya’da aile birleşimi, Oturum Yasası’nÝn 6. bölümünde yer almaktadÝr. Yeni uygulamada kanunlar, 27’den 36. maddeye kadar yer alan bölümde geçiyor. Buna göre aile birleşimi eski yasada olduğu biçimiyle kalÝyor. Fakat entegrasyonu hÝzlandÝrmak amacÝyla, çocukların aile birleşiminde değişiklikler yapılmıştır. Almanya’da yetişip ülkelerine giden çocuklarÝn geri dönüşü 37. maddede geçen esaslara göre işlerlik kazanacak. İçerik olarak bugüne kadar uygulanan Yabancılar Yasası’nÝn 16. maddesiyle büyük oranda aynıdır.
Aile birleşimi ilkesi 27. madde, öncelikle Almanların ve yabancıların aile birleşimlerine dair ilkeleri içerir: Federal Almanya’da Anayasanın 6. maddesine uygun olarak evliliğin ve ailenin korunması esasÝnÝ temel alan 27. Maddenin 1. fÝkrasÝna göre oturum izni verilir ve uzatÝlÝr. Oturum izni, 2. fıkra uyarınca birlikte yaşayan çiftlerin korunması ve ailenin kurulmasına yönelik olarak da verilebilir.
N
D
E
Kinaye
→
Kar fÝrtÝnasÝ
İ
→
R
A
T
→
A
R
İ
Turistik bir ilçemiz YakÝşÝr
→
M
İ
Süpürge otu
MÝsÝr tanrÝsÝ
→
E
R
→
L
O
K
A
A
Eski cağlardan kalan
R
Av. Gülşen Çelebi YabancÝlarÝn aile birleşimi Aile birleşimi Anayasa’nÝn 5. maddesinde belirtilen oturum izni ilkelerine ek olarak oturum yasasÝnÝn 29. maddesinde belirtilen şartlarÝn yerine getirilmesiyle gerçekleşir. 29. maddenin 2. ve 3. fÝkralarÝna göre bir yabancı geçimini, eğer hastalık sigortası ve kamusal yolları zorlamaksızın (çocuk parası, yetiştirme parası ve iştiraka istinat eden ya da Federal Almanya’da oturumu mümkün kılmak için garanti edilen kamusal yollar değerlendirme dÝşÝdÝr) temin ede-
biliyorsa, geçimini garanti altına almış demektir. Kendi araçları ve servetlerine göre aile birleşimi gereklerinin bugüne kadarki şartlarÝ hükümden düşmüştür. Aile birleşimini talep eden kişinin, sınırdışı kararÝ olmaması ve 27. maddenin genel ilkelerine ek olarak iki koşul geçerlidir. 1- Aile birleşimini talep eden kişinin yerleşim ya da oturum izni olmasÝ. (İltica davasÝ sürüyor veya sÝnÝrdÝşÝ kararÝnÝn ertelenmesi durumunda aile birleşimi yapÝlamaz.) 2- Ailenin barÝnmasÝna yetecek büyüklükte bir evde yaşÝyor olmasÝ.
↵ →
İ
→
L
K
İyot’un imi
→
K
A
A
VarÝşlÝ
→
E V
Elçilik uzmanÝ
B
A
K
A
R
A
Nikelin imi
→
Bir besin
→
GerçekdÝşÝ
→
→
P
A
Parça
ParçanÝn ilk hecesi
E
Bir harfin okunuşu
→
J
E
A
C
Bir sure
TakÝ taşÝ
→
O
→
TÝrnak cilasÝ
İşaret
L
N
A
A
C.AtÝf (…)
P
K A
Hindistan’ da yetişen bir ağaç
Mavinin tonu
→
İ
E
T
İ
T
A
R
E
Ş E
→
R →
B
E
N
S
A
R
Füsun(…)
→
Aret
S
A
Y
E
K
Ana köke bağlÝ olan
A
M
U
K
K
A
L
E
Sulu yer
→
U
L
A
İ
S
S
Tiksinme, bÝkma anlatÝr
K
Mesafe
→
Türkiye plaka kodu
A
R
Bir dövüş sporu
F
Kriptonun simgesi
A
ÇÝplak
S
R
A
→
K
R
K
A
İ
K
→ Riziko
Bir futbol kulübü
→
A
K
Üstün nitelikli
İ
T
N
Yapay mermer
M
Bir erkek adÝ (…) basmak
Kalsiyum imi
→
→ →
B
T
K
→
→
↵
→
→
A
S
→
→
Peşpeşe
K
F
R
K
→
Şekerleme
→
İ
Dikilitaş
O
Bir parti adÝ
B
↵
Oksijenin imi
B
A
yazarÝmÝz
→
→
D
Resimdeki
Farsça su
→
A
T
→
O
K
Geçen sayÝmÝzda oluşan teknik hatadan dolayÝ okurlarÝmÝzdan özür dileriz. Bu sayÝda bulmacamÝzÝ tekrar yayÝnlÝyoruz. ↵
L
O
K
TakÝntÝlÝ
A
KÝs.
→
E
M
→
↵
V
Erler
İ
Bir Renk
Taburun
↵
↵
E
↵
Fr. bir meydan Berilyum
→
AlÝntÝ
KÝlÝk
komitesi
İ
→
Cevre bilim
-Hoop hemşerim, burada durmak yasak! -Aman tepretme gurban olim, frennerim dutmir. -Senin farların da kırık? -Mehellenin pijleri...
→
Cüretkar
(…)Erhat
-Silecekler de yok?! -Vış, ahan ben de yeni gördüm. -Ehliyet ruhsat lütfen. -Vallah rühset yok, ne yalan diyim. Ehliyet de emimde. -Peki, sana elli milyon lira ceza yazıyorum. -Gurban olim polis beg, ahan vermesine verah da, suçumuz ne?
→
→ Ensiz
A
Verah da suçumuz ne?
N
→
L
E
• Teflona hiçbir şey yapÝşmadÝğÝ halde teflon tavaya nasÝl yapÝşmÝştÝr?
TebrizkapÝ’da kaldırıma çarparak zorla durabilen kamyonu gören trafik polisi hemen yanaşÝr:
→
N
• IşÝk hÝzÝnda giden bir arabada oturduğumuzu varsayarsak, farlarÝ yakÝnca ne olur?
→
→
Bir nota
• Eğer bugün hava sÝcaklÝğÝ “0” derece ise ve yarÝn iki kat daha soğuk olacaksa, yarÝn hava kaç derece olacaktÝr?
Dağ keçisi Merkez
B
→
Hiçlik
• IşÝk 300.000 km/sn hÝzla yayÝldÝğÝna göre karanlÝk hangi hÝzla çökmektedir?
→
YÝkÝk
→
↵
Bir tarÝm aracÝ
B
→
A
• Niçin falcÝya gitmeden evvel randevu almak gereklidir? Geleceğimizi bilemez mi?
HazÝrlayan: Yaşanacak Dünya bulmaca ekibi HatasÝz HaykÝrma
↵
M
• Niçin limonlu gazozlarÝn içerisinde bir sürü suni tatlandÝrÝcÝ varken bulaşÝk deterjanÝnda gerçek limon kullanÝlmaktadÝr?
↵
Ş
• Süper yapÝştÝrÝcÝ her şeyi yapÝştÝrdÝğÝ halde, niçin içinde bulunduğu tüpün iç taraflarÝnÝ yapÝştÝrmamaktadÝr?
↵
KaldÝraç
“yeni boyandÝ” yazan yüzeyi elleriyle yoklarlar?
• Neden insanlar “gökyüzünde 400 milyon yÝldÝz var” denildiğinde inandÝklarÝ halde,
Kayseri’nin bir köyünde yol yapılıyor. Bunun için de eşekten yararlanılıyor. Eşek hangi yolu izlerse, orası genişletip araba yoluna dönüştürülüyor... Köye gelmiş olan Amerikalı Barış Gönüllüsü, ne olup bittiğini kavrayamadığı için sorar : -Ne yapıyorsunuz böyle? -Yol yapıyoruz. -Bu eşek ne için? -O, yolun mühendisi. Yola uygun seçeneği o gösterir. Barış Gönüllüsü katıla katıla güler: -Ya eşek bulamasaydınız? -İşte o zaman Amerika’dan mühendis getirirdik!
Çengel Bulmaca Ün
M
→
rün. Her şey alfabetik sıradadır, onun için onların ameliyatı çok kolay olur." Dördüncüsü; "İnşaatçıların ameliyatı da pek kolay olur. Üstelik onlar iş bittikten sonra içeride parçalar, yabancı maddeler kalmasına alışıktırlar" Sonuncu cerrah; "Arkadaşlar" demiş "Siz her halde hiç politikacıyı ameliyat etmediniz. Onların kalbi, yürekleri yoktur. İçleri bomboştur. Beyinleri de öyle. Üstelik kafaları ile popoları birbirlerinin yerine takılabilir!.."
↵
Büyük bir hastahanede beş meşhur cerrah, hangi meslekten insanları ameliyat etmenin kolay olduğuna dair sohbet ediyorlarmış. İlk cerrah; "Ben, muhasebecileri, hesap uzmanlarını ameliyat etmeyi severim. İçlerini açtığım zaman her şey numaralıdır, iş kolay olur." İkincisi; "Doğru ama" demiş. "Elektrikçilerin, elektronikçilerin ameliyatı daha kolay olur. Her şey ayrı, ayrı renktedir." Üçüncü cerrah; "Siz bir de kütüphanecileri, arşivcileri gö-
A
→
Mesleg˜ine göre...
fi
• Yüzmek zayÝflatÝyorsa balinalar neyi yanlÝş yapÝyorlar?
→
Bir rahiple yardımcısı, otoyolun kenarında ellerinde “Kardeşler! Yolun sonu yaklaştı... Bir an önce tuttuğunuz bu yoldan dönmelisiniz!” yazan levhayı, araba geçtikçe kaldırıp, şoförlere göstermeye başlarlar. Oradan geçen ilk şoför levhayı okur okumaz, kiliseye para toplayacaklarını düşünerek, kendi kendine söylenir:
A
Akl›m›za tak›lanlar
K
R →
T İstemdÝşÝ hareket
K →
İ
K
Ailevi nedenlerle oturum - Mülteciler ve GFK (Cenevre Sözleşmesi) sÝğÝnmacÝlarÝ, - Savaş ya da iç savaştan kaçan sÝğÝnmacÝlardan bu gereklerin yerine getirilmesi istenmeyebilir. AB ülkeleri tarafÝndan kabul edilmiş aile üyeleri ya da bunlarÝn korunmasÝ ve aile üyelerinin ayrÝlmasÝ sÝğÝnmadan dolayÝ gerçekleşmişse; - Yurtdışından kabul (m. 22) - Eyaletin en yüksek memuru tarafından oturum izni verilmişse (m. 23, f. 1) - Sınırdışını engelleyici bir durum mevcudiyeti nedeniyle verilen oturum izninde bu yasalar (m. 25, f.3) daha dar kapsamlÝ olarak uygulanÝr. Bu durumlarda, aile üyelerinin kabulü uluslararası hukuk ya da insani (bundan böyle artık “ivedi insani” koşulu yok) nedenler ya da Federal Almanya’nın politik menfaatlerinin korunması, (aile üyelerinin yeterli kazancÝ olmasÝ şartÝ madde 29, f.3 aranmaz) için geçerli olursa, ai-
le birleşimine izin verilir. İnsani neden; aile birliğinin sadece Almanya’da kurulabileceği kanÝsÝna varÝlÝyorsa, yaşamÝnÝ idame ettirecek gelirin olmasÝ (m. 29, f.3) ikinci cümlesine uygun bir aile birleşimi veya sÝnÝrdÝşÝnÝ engelleyici bir duru-
mun mevcudiyeti (m.25, f. 4 ve 5) nedeniyle aranmaz. Bu kişilere sadece yerleşim izni verilmişse aileye oturum izni verilir. Ailevi nedenlerden dolayı verilen oturum izni ile aile birleşimi gerçekleşmişse serbest meslek icrasına hak kazanılÝr. Bugüne kadar geçerli olan bekleme süresi hükümden düşmüştür. Birleşim yoluyla gelen aile üyesinin ne dereceye kadar bu hakka sahip olduğu ya da sahip olup olmadığı oturum izni ile bildirilir. (m 4, f.2 c.2)
Yerleşim hakkÝ... Yukarda belirtilen koşulların yerine getirilmesiyle eş ve birlikte yaşanılan kişi için oturum izni verilmesi yönünde madde 30 f.1 uyarınca; - Yerleşim hakkına sahip olan - Mülteciler ve Cenevre Sözleşmesi’ne göre sığÝnanlar, - Beş yıldÝr oturum iznine sahip olanlar ya da resmi birliktelikleri zaten bu oturum iznine dayanan ve oturumu 1 yıldan fazla devam edeceği öngörülen yabancınÝn eşine oturum izni verilir. (m.30, f.2) Evlilik ya da birlikte yaşam devam ettiği sürece, geçim garantisi ve yeterli büyüklükte bir konut mevcut olmasa bile otu-
rum izni uzatılır (m.30, f.3). Sürekli oturum hakkı, beş yıl sonra tanÝnÝr. Bunun için eşin “60 aylÝk prim katkÝsÝnÝ ödemesi” ve “resmi olarak çalÝşmasÝ” gerekmektedir. Ayrıca şu gereklerin yerine getirilmesi gerekir: - Beş yıllık bir oturum izni sahibi olmak (m.9, f 2Nr.2). - Geçimin garanti altına alÝnmÝş olması (m.9, f.2 Nr.2). - Son üç yıl içinde kasıtlı bir suçtan verilmiş en az altı aylık (180 gün) infaz cezasına çarptırılmamış olmak (m.9, f.2 Nr.7) - Toplumsal sistem hakkında temel bilgi sahibi olmak. - Yeterli konut olması. Ailevi birliğin ortadan kalmasÝyla şu koşullarda eş için oturum hakkÝ doğar: - Federal Almanya’da ailevi birliğin iki yıl devam etmesinden sonra. - Almanya’da ailevi birlik devam ederken yabancı ölürse. - Hayati tehlikesi olmasÝ durumunda. Rechtsanwältin (Avukat) Gülşen Çelebi Haydar SÝğÝnak Graf-Adolf-Str. 80 40210 Düsseldorf Tel:0211-355 83 14
Zeynep Günel
Popstar, enteller, ÇatlÝ ve Meclis Popstar yarışmaları başladığında Türkiye’de işsizlikten, Irak savaşından, Avrupa Birliği’nden daha çok konuşulmuş, ilgi görmüştü. Adeta toplum kendi yaşamının içindeki esas sorunlardan, hatta gündelik sorun ve sıkıntılarından çok daha fazla bu yarışma programına kilitlenmişti. Futbol takımları gibi yarışmacıların taraftarları oluşmuş, gerçekten star olacak yetenekte olup olmamaları jüri ile olan ilişkileri tartışılır olmuş, “Kim öne geçti? Kim kazanacak?” Hay huyu içinde Popstar yarışma programı gündemde kalmaya devam etmişti. Kimisi o “büyük medyada” çalışan ve hatta bu programı ülkemize getirmekle övünen, kendini toplumun enteli sayan, toplumun “dantel” demesi yüzünden de kuyruk acısı olan o kesim, bazı sorular sormaya başladı. Sorular biraz karışmış ama biz epeyce bozmaya, pardon düzeltmeye çalıştık! İsterseniz sizde biraz düzeltebilirsiniz pardon bozabilirsiniz, yoksa “düzeltebilirsiniz” mi olacaktı?! Amaaan!!! Ben de karıştırdım neyse canım, siz bilirsiniz nasıl yapacağınızı!.... İşte bozulmuş, pardon düzeltilmiş bazı sorular!... - Neden toplum bu programa bu kadar fazla ilgi gösteriyor? - Yoksa hep böyle idi de biz mi kördük? - Acaba biz görmeden toplum ne zaman değişti? - Neden toplumun “entellektüel” sayılan kesimleri de en az toplumun kendisi kadar bu programla ilgilenir hale geldi? - Sahiden, “entellektüel" ne demek? - Bu entel-dantel, pardon! “Entellektüel” dediğimiz adamlar gerçekten bu toplumun içinde yaşamakta mıdırlar? - Yok bu adamlar toplumdan farklılarsa, yani toplumu beğenmiyorlarsa, toplumun kendileri gibi olmasını istiyorlarsa, neden o zaman onlar da o sarışına oy vermişler? - Zaten bunlar her fırsatta “Bizim toplumdan bir farkımız yok ki” demiyorlar mı? Böyle komik soruları bırakalım bir kenara. Asıl sorulması gereken, aşağıdaki sorulardır: - Ülkemizin “entellektüelleri” bu programı “başarılı” saymışlarsa, halkımızın her beğendiği de “başarılı” olduğuna göre ve hatta halkımızın beğendiği bu programı 36 ülkede görüp getirenler de o “entellektüel” sınıfındansalar, bu “entellektüeller” hâlâ bu halkımızı niye beğenmiyorlar, kendi sınıflarından saymıyorlar? - Gerçekten, “başarı" ne demek? - Başarı için hep şans veya sihirli bir değnek mi gerekiyor? - Ülkemizde bu program yayınlanmadan önce peri kızı sihirli değneği ile bu programa dokunmuş mu? - 36 ülkede bu tip programlar yayınlanıp da başarı kazanmışsa, o programlara da yayınlanmadan önce peri kızı sihirli değneği ile dokunmuş mudur? - Yedi cüceleri bu programda oynatsalardı programın popülaritesi yükselmez miydi? - En iyisi, Keloğlan’a bu programı hazırlatsalardı, istisnasız bütün millet bu programı izlemez miydi? - Düpedüz adi cinayetler işlemiş bir adamı pek “güzel” şarkı okuduğu için toplum birinci yaptığına göre, adamın itibarını iade etmek için davaya bakan mahkeme tekrar toplanıp neden karar almamış? - Almışsa bu, topluma neden açıklanmamış? Hadi diyelim ki mahkeme bu işi unuttu ya da uyudu!!! Veya mahkeme bu işi kendi işi saymadı. Ya Meclis!!!
Ö
→
T
Felsefik düflflüünceler
- Uyuşturucu kaçakçısı bir faşist olan Çatlı’nın bile iade-i itibarını perde arkasından konuşmuş olan bu Medyalı Meclis bazÝlarÝna yazık etmiyor mu? - Bu konuda hiç soru önergesi vermiş olan milletvekili var mı? - Meclis neden halkın, milletin sesine kulak vermiyor? - Meclisimiz uyuyor mu??? Sahi bu Meclis, milletin meclisi olduğuna göre, Meclisi ile beraber milleti de uyuyor olmasın! Acaba kafasından aşağı BİR KOVA SU döksek uyanır mı?!!
Imbiss im Haus Täglich frisches... - Obst & Gemüse - Backwaren - Fleisch usw.
Hauptstr. 411 - 79576 Weil / Friedlingen Tel.: 07621 / 791 004
Öffnungszeiten Montag - Freitag 8.00 - 2000 Samstag 8.00 - 18.00
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 7
Yaflanacak
K
A
D
I
7 Dünya
N
Mekruh kadÝnlar mezarlÝğÝ n Ayflad, gelenekler karfl›s›nda hep burnunun dikine gidip, ayak direyen
Hediye’nin ölüm bileti Köyüne ilk kez tiyatro gelmişti. Gençti, meraklıydı. Tiyatroyu izlemek istiyordu. Annesi gitmesine izin verdi… An-
ne bilemezdi o an Hediye’nin ölüm biletini kestiğini… Kazan kaynıyordu. Köy kahvesinde Hediye’nin 17 yaşındaki kardeşi Şahid kulakları sağır eden bir uğultuda tütsüleniyordu. “Namus senin. Temizlemen gerek. Bize düşmez….” Şahid’e söylenen son sözlerdi.
İnanmasa da ablasının kötü olduğuna, beline silahını taktı. Tiyatro yapılan evin avlusunda Hediye’nin boynunu yüzyılların egemenliğinin kurşunu kardeş eliyle delip geçti. Köy imamı ve ahalisi, “Mekruhtur. Suyu yıkanmaz, ölüsü mezara alınmaz, namazı kılınmaz” diyorlardı. Ayşad avluda vurulan Hediye’nin suyunu ısıtmaya başladı.
Annesi ve kızkardeşi Hediye’nin açık kalan gözlerini öperek kapattılar.
“Söğüt yüzlümdün...” Önce ölülerini yıkadılar, ardından mezarlığa yöneldiler. Üç kadın bir ölü, mezarlık girişinde köylülerce karşılandı. “Mekruhtur. Mezarlıkta yeri yoktur, siz de mekruh oldunuz” denilerek mezarlığa sokulmadılar. Üç kadın, gerisin geriye mezarlığı terkettiler. Köyün düzlükçe bir yerine gittiler. Hediye’nin mezarını kazdılar ve gömdüler. Annesi orada bulunan bir söğüt dalını koparıp, “Söğüt yüzlümdün…” diyerek mezar başına dikti. Ardından köye yönelerek bağırdı; “Gel Şahid, yetiş! Orospu bacının ölüsüne bir kurşun daha sık. Namusun temizlensin. Beni de vur. Namusun pir-u pak olsun…” Ayşad doksan yıllık ömrünü devirirken bunları hatırlıyordu. Yaşamının son karesinde, başucunda bekleşenlere son kez gülümseyerek seslendi; “Beni de mekruh kadınlar mezarlığına gömün.”
Hediye ve Güldünya... Ayla Kutlu “Mekruh Kadınlar Mezarlığı” adlı kitabında Hedi-
Sorumluluk da beceridir Eve gireli birkaç dakika olmuştu ki telefon çaldÝ. Ablam... Çok sevdiği küçük kÝzÝmÝ sordu hemen. “Yatma hazÝrlÝklarÝnÝ yapÝyor”dedim. “Seni meşgul etmeyim çocukla ilgilen” dedi. Buna hiç gerek olmadÝğÝnÝ, kendi işlerini, küçük zorlanmalarla da olsa yapabildiğini söyledim. Uzun bir sesizlikten sonra, düşünceli bir ses tonuyla; “Demek ki sorun kendi çocuğumda değil, bendeymiş” dedi. KÝzÝmla aynÝ yaştaki yeğenim, hiçbir işini kendisi yapmazmÝş...
Görev vermek ÇocuklarÝmÝz bizim için çok önemli değil mi? Bizim onlar için aşmayacağÝmÝz engel yoktur. KarşÝlarÝna çÝkacak sorunlarÝ bile anne baba olarak daha iyi görür ve çözücü oluruz. OnlarÝn yerine oyuncaklarÝnÝ toplar, seçenek hakkÝmÝzÝ kullanÝr ve hatta yardÝm etme girişimlerini bile, onlara kÝyamayÝp engellemeye kalkarÝz. Ondan sonra da “sorumluluklarÝnÝ bilen hayÝrlÝ evlatlar” olmalarÝnÝ dualarla bekleriz. Oysa sorumluluk, çocukluk yÝllarÝndan başlayarak çocuğun yaşÝna ve gelişim düzeyine uygun görevler vermekte başlar. Sorumluluğu öğrenmek de diğer beceriler gibidir bana göre. Çocuk bir şeyi ne kadar çok denerse o kadar başarÝlÝ olur.
KadÝna yönelik şiddet lanetlendi Fransa’da şiddet ve tacize karşÝ, 27 KasÝm’da yürüyüş düzenlendi. Bastille MeydanÝ’nda toplanan 5 binin üzerinde kadÝn ve erkek, Fransa’daki kadÝn haklarÝ ihlaline dikkat çekti. Birçok aile çocuklarÝyla birlikte rengarenk pankartlar, coşkulu sloganlar eşliğinde Opera MeydanÝ’na geldi. Yürüyüş boyunca kapitalist sistemin kadÝnÝ meta olarak görmesi teşhir edildi. “Başka bir dünya inşa etmeli” sloganÝ atÝldÝ. Yürüyüş etrafta biriken insanlarÝn sempati ve desteğini aldÝ.
Ece Koç
Televizyon
kad›nlardand›... Hediye, 18 bilemedin 20 yafl›nda dul kalm›flt›... Güldünya, birini sevme cesaretini göstermiflti... Ayşad, doksan, bilemedin daha fazla yaşayan kadınlardan biriydi. Dilinin kemiği yoktu. Haksızlığa dayanamazdı. En son sözü en önce söyleyenlerdendi. Bu yüzden pek sevilmezdi. “‘Erkektir, büyüktür’ü bilmez” olarak anılırdı. Ayşad, gelenekler karşısında hep burnunun dikine gidip, ayak direyen kadınlardandı. Yaşam yolunun bitimine az kalmıştı Ayşad’ın. Kapanmasına az kalmış çukuruna giderken, anılar üşüştü yüreğine, beynine… Onun için karanlıklar içinde bir yalınlık parlıyordu. Hatırladığı son şey Hediye’ydi. Gözlerinin önündeki hayal, topaç ve evcilik oynadığı çocukluk arkadaşı, çeşmeden su taşıdığı gençlik arkadaşı Hediye’ydi. Hediye, 18, bilemedin 20 yaşında dul kalmıştı. Ondan önceki ‘dul’ kalmış hemcinsleri ve ondan sonrakiler gibi o da geleneklerin baskısına maruz kaldı. Köy yeriydi. Şehir olsaydı da farkeden pek bir şey yoktu ‘dul’ların yaşamında. Hediye’nin bedeni üzerine; dinin, feodalizmin, kapitalizmin… biriktiregeldiği gericiliğini kusması gerekiyordu…
‹çimdeki Pencere
ye’nin öyküsünü böyle anlatmıştı. Aradan otuz yıl geçti. Bu kez adı Güldünya. Birini sevme cesaretinde bulunmuştu. Geleneklerin baskısından kurtulmak umuduyla İstanbul’a kaçmıştı. Aylar sonra kardeşi tarafından sokakta vuruldu. Yaralı olarak kaldırıldığı hastahanede ölümünü kesinleştirmek için birkez daha kurşunlandı. Geriye 3 aylık Umut’u bırakan Güldünya’nın ölüsünü kimse, ailesi bile sahiplenmedi. Kadın kuruluşlarından temsilciler, onlarca Kürt kadın, Gül-
dünya’yı hastane morgundan alÝp son yolculuğuna çıkardılar. Medya günlerce Güldünya’nın yaşadıkları üzerine haberler yaptı. “Yasak aşkın sonu”, “Töre kurbanları”, “Kardeş katili” manşetleri ya da haber başlıklarıyla sundukları programlarda aslında Güldünya yoktu. Güldünya’nın yaşamı bir haber nesnesi olmuştu. Güldünya’nın neden bunları yaşadığÝnÝn, geriye bıraktığı Umut’un yaşamının önemi yoktu... Dün Hediye, bugün Güldünya, yarÝn?.. Suna Gökmen
Son yÝllarÝn bağÝmlÝlÝk yaratarak insanlarÝ gerçeklerden uzak tutup bir hayal dünyasÝnda yaşamaya yönelten, vazgeçilmezimiz televizyon. FarkÝnda bile olmadan günün ve gecenin her saatinde, yemekte, misafirlikte, misafir varken, her evde. Neredeyse her odada bir tane bulundurduğumuz, esaretinden kurtulamadÝğÝmÝz televizyon. Her kanalda birbirinin kopyasÝ gibi diziler, tartÝşmalar filmler ve şiddet dolu gerçek yaşantÝlarÝ anlatan programlarÝn, reklam arasÝnda seyrettirilerek hiçe sayÝlmamÝz. Peki bu kadar fakir bir anlatÝm düzeyinde olan televizyonun bağÝmlÝlÝğÝndan neden kurtulamÝyor, kendimiz ve çevremiz için daha yararlÝ çalÝşmalar yaparak zamanÝmÝzÝ doldurmuyoruz? Tembelliği sevmeye başladÝk sanÝrÝm. ArtÝk düşünmeye bile ihtiyaç duymuyoruz. Televizyon bizim yerimize herşeyi düşünüp hazÝrlÝyor ve bu durum bizi daha pasif, daha da miskin yapÝyor. YalancÝ bir dünyada bize ait olmayan hayatlarÝ biz yaşÝyormuşuz, yaşayabilirmişiz hissini veriyor. Hassasiyetlerimizi zayÝflÝklarÝmÝzÝ bize karşÝ kullanÝp, iyice bizi güçsüz bÝrakÝyor. Okuma alÝşkanlÝğÝmÝzÝ azaltÝyor hatta yok ediyor. Düşünme, yargÝlama, tepki gösterme mekanizmasÝnÝ devre dÝşÝ bÝrakarak, seyrettiklerimizden daha çok etkileniyoruz. Ne yazÝk ki çocuklarÝmÝz da şimdiden bu durumdan kendilerine düşen payÝ alÝyorlar. Bilinçsiz bir şekilde günün herhangi bir saatinde, hiç de yaşlarÝna uygun olmayan filimleri izleyebiliyorlar. Eğer anne baba çalÝşÝyorsa, bu durumu kontrol altÝna almak dahada zorlaşÝyor. Televizyonu hayatÝmÝzdan çÝkarmak zor olabilir ama en azÝndan seyrettiğimiz programlarÝ bize vereceklerine bakarak seçersek, hiç olmazsa bağÝmsÝzlÝğÝmÝzÝ geri alÝp kendi hayatÝmÝzÝ yaşayabiliriz.
Tüketilen kadÝnlarÝmÝz n Ö¤le saatlerinde milattan kalma Türk filmleri. Akflam üzeri özellikle son bir y›ld›r revaçta olan Kanal D ve TGRT’de yay›nlanan Kad›n›n Penceresi ve Kad›n›n Sesi Programlar›.
Deneme şansÝnÝ her zaman ona tanÝmalÝyÝz. Eğer çocuğumuzun sorumluluk kazanmasÝnÝ istiyorsak; onun kÝrÝp dökmesine, seçim yapmasÝna, yaşÝna uygun sorumluluklar almasÝna olanak vermeliyiz. YardÝm edeyim derken, sorumluluklarÝnÝn gelişmesine engel olmayÝ bÝrakÝp, duygularÝmÝzla değil mantÝğÝmÝzla hareket etmeliyiz. Çocuğumuzun bizim kadar sorumluluk taşÝmasÝnÝ da beklememeliyiz.
Demokratik aile ortamÝ Diktatörce eğilimler her zaman sorumluluğu öğretmemizi engeller. Anne ve babanÝn farkÝnda bile olmadÝklarÝ ev içerisindeki hakimiyeti o kadar fazladÝr ki, çocuğun birşeyden sorumlu olmasÝna fÝrsat kalmaz. AynÝ şekilde her şeyi serbest bÝ-
raktÝğÝmÝzda da ona sorumluluğu öğretemeyiz. En işe yarar ortam, “lider” konumunda olduğumuz, ev işi ve benzeri alanlarda, sorumluluğu paylaşma çabasÝ gösterdiğimiz demokratik aile ortamlarÝdÝr. Bunu yarattÝğÝmÝz zaman başarÝlÝ oluruz. Anne baba olarak, çocuğun biraz gerisinde durup, birşeylerin olmasÝna izin verme cesaretini kendimizde bulmalÝyÝz. ÇocuklarÝmÝz sorumluluk aldÝkça, olumsuz sonuçlarÝna da katlanma sabÝrlÝlÝğÝnÝ göstermeliyiz. Olumlu sonuçlarÝ da ödüllendirmeliyiz. Onlardaki sorumluluk ruhunu böyle geliştirebiliriz. İnanÝn bana sürekli sorumsuz davranan çocuklar, anne ve babalarÝ tarafÝndan sorumlu davranmalarÝna izin verilmeyen çocuklardÝr. Şükran AkyÝldÝz
Ezilen, taciz edilen, şiddete maruz kalan kadınlar… Tv’lerin ekranlarÝnda meta, gazetelerin üçüncü sayfalarında “haber”. Aile içi şiddete en fazla maruz kalanlar. Her ağzını açanın, her kalem oynatanın “hakları olmalıdır” dedikleri. Sıkça yazılarak, gösterilerek, okunarak tüketilen kadınlarımız.
Töre ve şiddet Medya Takip Merkezi, Ekim ayı raporunu kadınlara ayırdı. Raporun amacı, medyada kadınlara ne ölçüde yer verildiği ve hangi eksenlerde ele alındığıydı. Bir ay boyunca MTM tarafından izlenen 23 tv kanalı ve 823 ulusal, yerel gazete ve dergiden çıkan sonuç; medya kadınları töre ve şiddet üzerinden işliyor. Raporda başka detaylar yer almıyor. Oysa medya gün boyu kadın-
lara dönük farklı içeriklerde programlar yapÝyor. İnternet sayfaları, fal ve burçları yeniliyor. Moda ve günün rejim programı, vb. hazırlıyor. Tv’ler ise sabah saatlerinde kadınların geleneksel rollerini pekiştirici yemek tarifleri, leke çıkarıcı, vur patlasın çal oynasın türünden programlara yer veriyor. Öğle saatlerinde milattan kalma Türk filmleri. Akşam üzeri Kadının Penceresi ve Kadının Sesi programları. Bu programlara şiddete maruz kalmış, tecavüze uğramış onlarca kadın katılıp yaşadıklarını aktarıyor. En kritik anlarında reklam giriyor devreye. Reyting, daha fazla kâr için, acılar adeta bir şova dönüştürülüyor. Sunucular, “Anlatın, daha fazla anlatın, en ince detayına kadar tecavüzleri, içinizi kanatan her şeyi” edalarıyla bir-
birleriyle yarışıyorlar. 13 yaşında babası tarafından 50 yaşında bir adama satÝlan ve ardından tecavüze uğrayan çocuğa ve diğer tüm kadınlara “resmi nikah” yapın önermesinde bulunuluyor.
Akıl tutulması Akşam üzerleri acıları kanatılan kadınlara, akşamlarÝ diziler sunuluyor. Diziler, ağa tiplemelerinden, uzun ve süslü entarilere büründürülmüş mankenlerden geçilmiyor. Her türlü gericilik kadınlarca hayranlıkla izleniyor. Kendisiyle birlikte olmak istemeyen karısına tecavüz etmeye çalışan Asmalı Konak tiplemesi Özcan Deniz’i hatırlar birçok kadın.
Özcan Deniz’den imza almak için, Anadolu’nun birçok ilinden kadınlar İstanbul’a turlar düzenledi. Dizinin çekildiği Ürgüp’teki konak, ev kadınlarının ziyaret mekanı oldu. Kadınlar kendi aralarında günler düzenleyerek farklı illerden Ürgüp’e akın ettiler. BBG, Biz Evleniyoruz - Gelinim Olur musun? türünden onlarca programla medya kadınların her anını dolduruyor. Medya yaptığı program türleriyle töre ve şiddeti kadınlar üzerinde yeniden bir egemenlik aracı olarak kullanmaya, kadınlar da bir akıl tutulmasıyla onu izlemeye devam ediyor. Sevilay Coşkun
Fransa’nÝn modern maskesi Sistemi zorlamayan her davranÝşÝn mübah görülüp, bolca reklam malzemesi yapÝlmasÝnÝn geldiği durum: KadÝnlara yönelik şiddet. Şiddete maruz kalan sadece kadÝnlar değil tabii. KÝz çocuklarÝ da şiddeten payÝna düşeni almakta. Dönem dönem basÝna konu olan tacize uğrayan çocuklarÝn dramÝna kadÝnlarÝn taciz edilmesi de eklenince ortaya çÝkan tablo düşündürücü. YapÝlan anketlerde ortaya çÝkan, kadÝna yönelik şiddetin ve polise ihbarda bulunan kadÝn sayÝsÝnÝn yüksek olmasÝ. Özellikle evli kadÝnlarÝn eşleri tarafÝndan tacize uğramalarÝ, sistemin kirli yüzünü ortaya sermekte. Devletin istasistik rakamlarÝna bakÝdÝğÝnda; Fransa’da ayda altÝ kadÝn şiddet ve taciz sonucu yaşamÝnÝ yitiriyor.
Çözümsüzlük örneği... ‘90’lÝ yÝllarÝn başÝnda hÝz kazanan kadÝn hareketinin girişimiyle oluşan ‘kadÝn sÝğÝnma evleri”, bugün bin 800’ü bulan kadÝn barÝnma lojmanÝ, evini terk etmek zorunda kalan kadÝnlarÝ barÝndÝrmaya yetmiyor. KadÝn ve Erkek ArasÝnda Tam Eşitlikten Sorumlu Devlet BakanÝ Nicola Ameline’nin hazÝrladÝğÝ projeye göre, kadÝna yönelik şiddete karşÝ yasal düzenlemeler kÝsa sürede sorunu çözeceğe benzemiyor. İspanya’da kadÝna yönelik şiddet ve tacize yasalar ağÝr hükümler getirmekte. Fransa’da eşleri tarafÝndan tacize uğrayan kadÝnlarÝn yasal yollarda başvuracaklarÝ bir dayanaklarÝ da yok. “Modern” Fransa’da ayda al-
tÝ kadÝnÝn eşleri tarafÝndan taciz ve şiddete uğramalarÝna karşÝ koyuşun bedeli ölüm.
Dövülerek öldürülen kadÝn Kapitalist toplumda kadÝnÝn özgürlüğünü ekonomik bağÝmsÝzlÝkla sÝnÝrlandÝran burjuvazi, aile içi şiddet ve tacize zemin hazÝrlamakta. BatÝ demokrasisinde günlük yaşamÝn bir parçasÝ olan taciz varoldukça, kadÝn isterse ekonomik olarak eşine tabi olsun ya da olmasÝn değişen pek bir şey yok. Avrupa ülkelerinde saldÝrÝya uğrayan kadÝnlar konusunda Fransa başÝ çekmekte. Geçtiğimiz aylarda Fransa’da bir pop yÝldÝzÝnÝn eşi tarafÝndan dövülerek öldürülmesi, Fransa burjuvazisinin kadÝna bakÝşÝnÝ yan-
sÝtmakta. Fransa’da bÝrakÝn sokakta saldÝrÝya uğrayan kadÝnlarÝ, metrolarda yaşamÝnÝ sürdüren, evde tacize uğrayan kadÝn sayÝsÝ korkunç boyutta. 1789 burjuva devriminin simgesi olan kadÝn, bugün sistem tarafÝndan meta olarak görüldüğü gibi, iğrenç saldÝrÝlarÝnda odak merkezinde. Afganistan, İran... İslam ülkelerine göre daha serbest fakat saldÝrÝ ve taciz de ayÝn pozisyonda. KadÝnlar kölelikten özgürlüğe giden yolda daha çok bedel ödeyeceğe benzemekte. KadÝnÝn gerçek özgürlüğü, kadÝn ve erkek arasÝnda tam eşitlik bilincine varÝlmasÝyla mümkün. Cemile Karahan
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 8
Yaflanacak
Dünya 8
G
E
N
Ç
L
‹
K
Popüler müzik
GençLink
Sercan
n 19. yüzy›l›n sonlar›nda Amerikan iflçi s›n›f›n›n u¤rad›¤› sald›r›lar alt kültürün protesto müzi¤inde s›k s›k dile getirilir.
Popüler kelimesinin ilk kullanılmaya başlandığı dönem 16. yüzyılın ortalarıdır. O dönem ki kullanımı “sıradan insanlar vasıtasıyla”, “halktan gelen”, “halkın ürettiği” anlamına gelir. Müzikte kolay anlaşılır ürünleri tanımlamak için kullanılır. Asıl olarak terminolojide yer bulması 1930’lu yılları bulur. Bir bölümü artık klasikleşmiş, jazz, blues, rock, balad, opera, brass band, kabare, country, dans müziği, folk, gospel, müzikaller, ragtime, sing gibi geniş kitlelere malolabilmiş her türü kapsamaktadır. Yeni kıtanın işgalinden sonra zorla yerleştirilen İngiliz ve ağırlıklı olarak İrlandalı emek-
çilerin halk şarkıları Amerikan folk müziğinin temelini atar. Geniş emekçi kitlelerinin ilgi gösterdiği, kendisini ifade edebildiği bir türdür folk müzik. Bizim halk müziğine ve üretiminde ozanlık geleneğine yakın; ölüm, yaşam, hasret, sevda, ayrılık, din temalarını işleyen bir formattadır.
Müzik politikleşiyor 19. yüzyılın sonlarında Amerikan toplumsal yaşamında etkin bir rol oynar. Seçim dönemleri yapılan propaganda şarkılarının yanı sıra o dönem Amerikan işçi sınıfı hareketi de folk müzikten beslenir. Ameri-
kan işçi sınıfının uğradığı saldırılar alt kültürün protesto müziğinde sık sık dile getirilir. Woody Guthrie, Pete Seeger gibi folk müzik şarkıcıları bu yüzyılın ilk diliminde ve ortalarında Amerikan işçi sınıfına ilişkin yazdıkları ve yorumladıkları şarkılarıyla ünlüdür. Bunun yanı sıra, feminist hareket, özgürlük mücadelesi ve siyah özgürlük hareketi de bu müzikten etkilenir. ArtÝk folk müzik, ağırlıklı olarak dinlenen türlerden biridir. En yetkin icracıları da belirli bir politik duruşu olan kişilerdir. Müzik endüstrisini rahatlatacak bir açılımdır bu.
Piyasa müziği Kapitalizm folk müziğe tam bu noktada el atar. Son geldiği noktada biçimsel gelişimi, içeriğinden bağımsız olmayan folk müziğin yeniden yorumlanma-
sına kalmıştır iş. Başarıyla kotarılır bu. Guthrie gibi belirli politik duruşu olan sanatçılar tamamen yok olmamıştır ama eski etkisini yitirmeye başlamıştır. Nitelikli bir müzik eseri; melodi (ezgi), armoni (çokseslilik) ve ritm temaları ele alınarak değerlendirilir. Tek tek her birinin gelişimi, zenginliği ve birbirleriyle uyumu bunu belirler. Ayrıca çeşitli bölümlerden oluşur. Bir edebiyat eserinde olduğu gibi bir iç kurgusu ve bağlantıları vardır. Ayrıca, gerek enstrümanların gerek insan sesinin kullanımında doğaçlama bölümlerinin olması o eserin kalitesini arttırır. Tekrardan mümkün olduğu kadar kaçınılır. Ama elbette ki, gelişkin bir müzik eserinin de akılda kalıcılık öğesini kaybetmemesi gerekir. Popüler müzik terminolojisinde en akılda kalıcı bölüm
Sorumlu kim? “çengel” diye adlandırılır. Popüler müzik eserlerinde, birbirinden farklı bölümlere pek yer verilmez. Alabildiğine çengelin tekrarı vardır.
Hormonlu tür 1950’li yıllardır. Bilindik folk müzik temalarının tekrar tekrar okunması ve tek düze ritm kalıplarının yapıştırılmasıyla kırma bir müzik türü doğurtulmuştur. Rock’n Roll denmektedir bu hormonlu türe. Rock’n Roll da farklı bir gelişim izlememiştir. Hatta bu çengel faslının abartıldığı ve besteci kavramının iyice ayağa düşürüldüğü bir gelişim izlemiştir. En şaşalı yıllarını 1950’li yılların ortalarında yaşar. Aynı dönem, İngiltere’nin benzer bir çalkantı içerisine girdiği yıllardır. ABD’deki benzerleri gibi olmasa da bu tarzın devamcıları arasında yerini alır Beatles.
ASTA’nÝn politik yetkileri kaldÝrÝlacak Sizi tanÝyabilir miyiz?
sadÝşÝ olacak. ASTA’larÝn politik yetkileri kaldÝrÝlacak.
Oktay: Düseldorf Üniversitesi’nde Biyoloji okuyorum. amacÝ
Son dönemlerde yapÝlan öğrenci eylemleri hakkÝnda bize bilgi verebilir misiniz?
Oktay: ASTA, öğrencilerin sendikasÝdÝr. 1960’ta öğrencilerin haklarÝnÝ ve çÝkarlarÝnÝ, üniversitelerde yapÝlanlarÝn öğrenciler tarafÝndan örgütlenmesini savunmak için kurulmuşlardÝr. Özellikle de ‘68 devrimci öğrenci kuşağÝnÝn ayaklanmasÝ, büyük mücadeleler vermesi sonucu belli bir rotaya oturdu Politik olarak kendini yeteri kadar ifade etmese de Pazartesi Eylemleri Platformu, savaş karşÝtÝ platformlar veya Sosyal Forum gibi oluşumlarÝn içerisinde yer alarak, güncel politikalarda kendisini ifade edebiliyor.
Oktay: 2002’de NRW’de sömestr sayÝsÝnÝ uzatanlar için harç yasasÝ çÝkartÝldÝktan sonra öğrencilerin üçte biri okulu bÝraktÝ. Düsseldorf ve Köln Üniversitesi başta olmak üzere,10 bin öğrenci okuldan ayrÝlmak zorunda kaldÝ. Bu harçlarÝ protesto etmek için boykotlar, mitingler, yürüyüşler yapÝldÝ. Otobanlar kapatÝldÝ. Hatta Düsseldorf’ta 30 binin üzerinde katÝlÝmla merkezi yürüyüşler örgütlendi. Bu yürüyüşe de 2 bin kişi katÝldÝ. Bugünkü eylem, federal düzeyde yapÝlan kampanyanÝn bir parçasÝdÝr.
ASTA’larÝn nedir?
kuruluş
ASTA’nÝn çalÝşma alanlarÝ nelerdir? Oktay: Birçok çalÝşma alanÝ var. Mesala ben ASTA’nÝn gazete bölümünde çalÝştÝm. Şimdi ise anti faşizm ve Multi-kültür alanÝnda çalÝşÝyorum. Daha çok kültür çatÝşmasÝ, ortak yaşam gibi konular üzerinde çalÝşÝyoruz. Bunun dÝşÝnda uluslararasÝ çalÝşmalarÝ, kadÝnlara yönelik çalÝşmalarÝ, kültür ve spor bölümü var. Bu eylem niçin yapÝlÝyor? Oktay: Hükümet bir yasa tasarÝsÝ çÝkarttÝ. Bu yasada üniversiteye yeni başlayan her öğrencinin bin eurodan başlayan harçlarÝ ödemesi gerekiyor. Diğer taraftan bu yürüyüşler, öğrencileri temsilen politika yapan örgütler ve ASTA’ lar ya
Satranç Tahtas›
İşçi kÝyÝmlarÝ, üniversitelilerin sorunlarÝ… AyrÝ ayrÝ yerlerde eylemler örgütleniyor. Siz öğrenciler olarak sorunlarÝnÝz bu kesime taşÝdÝnÝz mÝ? Oktay: Düsseldorf Sosyal Form’a gidip bizim sorunlarÝmÝza sahip çÝkmalarÝnÝ istedik. OnlarÝn düzenledikleri yürüşlere destek sağlÝyoruz. BazÝ öğrenciler “Hartz IV onlarÝ ilgilendirir, harçlar da bizim sorunumuzdur” diyebiliyorlar. Şu yürüyüşte işçi birlikleri ve sendikalar da var. Bu saldÝrÝlar bütün toplumu ilgilendiriyor ve hepimizin sorunudur . Sistemin yüzü daha fazla ortaya çÝktÝ. BazÝ şeyler daha keskinleşti ve belirginleşti. Özellikle de euronun gelmesi ve bu Agenda 2010 yasalarÝyla sistem yüzünü daha net gösterdi. Hepimiz karşÝ durmalÝyÝz bu saldÝrÝlara.
Bu eylemlerle sonuç alÝnabilir mi? Tuncay: Hareketin sendikalarla, işçi gücüyle birleştirilmesiyle bir sonuç alÝnabilir. Daha önce de bu tür eylemlikler yapÝldÝ fakat somut sonuçlar alÝnamadÝ. Çünkü bilinçli olarak “böl, parçala, yönet” politikasÝnÝ sistem iyi uyguluyor. AmacÝmÝz bunlarÝ ters düz edebilmek ve sonuç almaya gitmek olmalÝ. Çünkü sorun sÝnÝf sorunu, bu temelde bakmak gerekir. BunlarÝ nasÝl birleştirmek gerekir? Tuncay: Sendikalar, gerçekten sarÝ sendikalar. İşyerleri sendikalarÝ satÝn almÝş durumda. Ama sendikalarÝn içindeki olumlu özelliklere sahip işçileri öne çÝkartmak ve bu sorunlarÝ onlarÝn gündemine götürmek gerekir. IsrarlÝ olundukça sonuç alÝnacaktÝr.
Bu sistemde hiç birşey bir birinden bağÝmsÝz yürümüyor. İnsanlarÝ bu temelde bilinçlendirmek, örgütlemek gerek.
Satrancta görmek demek, satranc tahtası üzerinde varolan o anki durumu tespit etmek değil, gözümüzün algıladığının çok ötesinde mevcut olanakları sezebilme gücüdür. Yalnızca satranc tastasına bağımlı kalan bir satrancı karanlıkta önünü görmeye çalışan biri gibidir. Uzakları hayal bile edemez. Koşullara bağımlı, olanı olduğu gibi kabulenen o
İngilizce öğrenmenin bedeli arkadaşlÝklar... YabancÝlaşma, samimiyetsizlik, kendinden kaçÝş, unutmak için başvurulan alkol, esrar, bir süre sonra yaşam tarzÝ haline geliyor.
Üniversiteli öğrencilerin toplumsal sorunlara bakÝşÝ nasÝl? Tuncay: Öğrenciler kaygan bir zeminde. Genel olarak şöyle düşünüyorlar. “NasÝl olsa okulumu bitirirsem belli bir mevkiye geleceğim.” Böyle bir yanÝlgÝ içinde olduklarÝ için toplumsal olaylara duyarsÝz kalabiliyorlar ya da uzaktan seyredebiliyorlar. Ama öğrencilerin öğrenmesi gereken şu: Üniversiteyi bitirenlerin işsiz kalmasÝ tehlikesi, Avrupa’daki öğrencileri de bekliyor. Çünkü sistem artÝk kendi özel üniversitesini kurdu. Kendi işine geleni alÝyor. Öğrenciler ancak bu mantÝkla yaklaşÝrsa, kendi sorununun bir fabrikada çalÝşan işçinin sorunuyla ne kadar bütünlük içinde olduğunu net görecek.
Satrancta görmek ve yaratıcılık durumun kendisine mahkum olduğu için de ancak yakın geleceğin tehdit olasılıklarının farkedebilir Geride ki gizli tehditleri farkedemez. Satrançta yaratıçılık var olanın ötesinde ki ihtimalleride hesaplamak, sis bulutu arkasındaki tehlikeyi görmek ona göre yol alabilmektir. Satranç tahtasına bağımlı kalmak işte tam da bu nedenledir ki bir satrançının körelmesi anlamına gelir. Bir soruna nasıl baktığımız, nasÝl algıladığımız, ve kavradığımız o soruna dair hangi taktik ve stratejiyi izlediğimizi belirler. Örneğin; bir satranç ustasıyla amatör bir satrançıyı birbirinden ayıran temel nokta: Usta
Bildiğimiz gibi Avrupa’ya göç hızla artıyor. Avrupa’ya göç edenlerin yüzde 70’ini 20-25 yaş arası gençler oluşturuyor. BunlarÝn büyük bir çoğunluğu da ekonomik nedenlerle geliyor. Türkiye’de insanlar açlık sınırınÝn altÝnda ya da sÝnÝrda yaşÝyor. 250-300 milyona (yaklaşÝk 160 euro) çalışan, bu parayla geçinmek zorunda olan veya hiç çalışamayan insanlarımız var. OnlarÝn önünde iki seçenek duruyor: Orada kalıp açlıktan ölmek ya da bir “umut kapısı” olan Avrupa’ya gelip şanslarını denemek. SonlarÝnÝn ne olacağını bile bile sevdiklerini arkalarında bırakıp, bir daha görememek pahasına Avrupa yollarına düşüyorlar. Bir genç için ülke değiştirmek kolay mÝ? Burada yaşamaya çalışıyorlar ve büyük zorluklarla karşılaşÝyorlar. Oturum sorunu, dil sorunu, özellikle büyük şehirlerde görülen ev sorunu, 5-6 kişinin tek göz odada verdiği yaşam savaşı... Bunların en zoru da geride bıraktıkları sevdiklerine duydukları özlem... Bunlar üst üste eklenince, hayatlarının en verimli döneminde boşluğa düşüyorlar. Daha da kötüsü, hayattan umutlarını kesiyorlar. Kimisi, “Zararın neresinden dönersek kardÝr” deyip, Türkiye’ye geri dönüyor. Kimisi de bu sistemin batağÝna saplanÝyor ve sistemin içerisinde yok olup gidiyor. Derin sorunlar yaşayan bir başka kesim ise, Avrupa’da büyüyen gençlik. Avrupa’da büyüyen gençliğin büyük bir kısmı ne yazÝk ki uyuşturucu bağımlısı. Ben bir süre öncesine kadar bundan yalnÝzca aileleri sorumlu tutardÝm. Çocuklarına güzel bir gelecek hazırlamak için gece gündüz çalÝşÝrlarken onlarÝ ihmal ettiklerini, çocuklarÝnÝn asÝl ihtiyacÝ olan ilgiyi, sevgiyi, şefkati göstermediklerini düşünürdüm. “NasÝl olur da çocuklarÝnÝn bataklÝğa saplandÝğÝnÝ görmezler?” diye suçlardÝm. Bir gün, gazetemizi esnaflara dağıtırken bir restoranta girdim. Orada çalÝşan birine “Gazete ister misiniz?” diye sordum. Adam dedi ki, “Zamanım yok.” ben de “Bir gazete okuyacak kadar zamanınız yok mu yani?” diye çÝkÝştÝm. Adam, biraz ezik, biraz isyankar, çokça da çaresiz baktÝ yüzüme. “Ne gazete okumasÝ, çocuklarımla bile ilgilenemiyorum. Sabah işe geliyorum, çocuklar uyuyor. Gece eve gidiyorum, çocuklar yine uyuyor. Pazar tatilim bile yok. Çocuklar beni unutmasın diye bizim hanım resmimi duvara asmış. Çocuklara ‘Sizin babanız bu’ diyormuş” diye söylendi. Restoranttan sarsÝlmÝş bir durumda çÝktÝm. Babalarını resimlerinden tanıyan bu çocukların 10 yıl sonraki halini düşündüm. YarÝn onlar uyuşturucu dahil binbir türlü pisliğe bulaşÝrlarsa, bunun sorumlusu bu adam mÝ olacak? Yoksa onu bu koşullarda çalÝşmaya zorlayan, çocuklarÝnÝn yüzünü görmekten bile mahrum bÝrakan sistem mi? Bu adam çocuğuna ne verebilir? Onunla nasÝl ilgilenebilir? Onu nasÝl denetleyebilir?.. İster Türkiye’den yeni gelmiş olsunlar, isterse burada büyüsünler, çok ciddi sorunlar yaşÝyor gençlik. İki kültür arasÝnda sÝkÝşÝp kalmÝş olmak, sağlÝklÝ aile ilişkilerine sahip olamamak, kişiliklerinin gelişmesini engelliyor. Gençlerin kişiliği oturmuyor. Bu yüzden boşluğa kolaylÝkla düşüyorlar ve sistem onlarÝ nereye çekerse oraya sürükleniyorlar.
satrançı tahtayı okur, parçadan bakma hatasına düşmez. Bir bütün olarak görür. Oysa sıradan bir oyuncu kırık bir cam parcasına bakar gibidir. Oyunun bütününden çok kırık cam parcasını nasıl bir araya getireceğini düşünür. Ünlü Alman Ozan Schiller ile yeni tanışan bir cobanın aralarında bir fark olmadığını söylemesi üzerine Schiller “Ay ışıklı bir gecede cobana gözlerini kapamasını söyler ve sonra Ay’ı görüp görmediğini sorar!” Coban “Tabii ki hayır’’ der. Schiller Coban’a şu yanıtı verir “Bak bende gözlerimi kapattım. Ama şimdi ben Ay’ı eskisinden daha iyi görüyorum, işte aramızdaki fark.’’
KimyasallarÝn getirdiği mutluluk
Foto: Gülden Kunter Londra’ya her gün, dünyanÝn dört bir yanÝndan yüzlerce genç beyin akÝn ediyor. İstatistiklere göre bugün Londra’da 100 binin üzerinde au-pair var. Gençler, İngilizce öğrenmek ya da para kazanmak amacÝyla geliyor. Genç kÝzlarÝn seçtiği ve en kolay yol olarak görünen aupairlik, ikinci 6 ayda bunalÝmlara yol açmaya başlÝyor. DünyanÝn en pahalÝ ikinci kenti olan Londra’da haftada 50 paundla, yaşamlarÝnÝ İngiliz ailelerin yanÝnda, barÝnma masrafÝnÝ sÝfÝra indirerek sürdürmeye çalÝşan au-pairler, bir süre sonra bunun da yeterli olmadÝğÝnÝ görerek ek işler buluyor. Temizliğe, ütüye, babysit’e (çocuk bakÝcÝlÝğÝ) gidiyorlar. 20 yaşÝndaki genç beyin, 5 saat boyunca bodrum katÝnda ütü yaparak, bir öğün yemeği ile otobüs biletini karşÝlayabiliyor. Ev sahibinin au-pair üzerine yüklediği sorumluluğun her geçen gün artmasÝ, au-pairin okula gitmesini bile engelliyor.
Bedeli ağÝr İngilizce 16 ay au-pair olarak çalÝşan bir Türk kÝzÝndan, aileyle birlikte bir gün bile yemek yemediğini duymak, gelinen sonucu gösteriyor. İngilizcesini ilerletmek isteyen au-pair, bunu İngiliz aileyle yapamadÝğÝnÝ farkedince, İngiliz sevgiliye ya da cafe ve publarda çalÝşmaya yöneliyor. Ancak bunun yasal olmadÝğÝnÝ bilen patron, işçiyi atmak yerine yarÝ fiyata çalÝştÝrÝyor. Böylece bir haftanÝn sonunda ancak zorunlu masraflar karşÝlanabiliyor. Haftada 15 saat yerine 6 saat okula gitmeye razÝ olan öğrencilerin İngilizce öğrenmeleri, daha geniş bir zaman dilimine yayÝlÝyor. Böylece 6 ay için gelinen bu ülkede kalma süresi 2 yÝla kadar çÝkÝyor. Türkiye’ye döndüğünde iş bulana kadar geçimini sağlayacak parayÝ temin edeyim derken harcanan yÝllar, yok olan
21 yaşÝnda, İngilizce öğrenmek amacÝyla 3 aylÝğÝna Londra’ya gelen ve Türkiye’ye döndükten sonra iyi bir şirkette çalÝşma hayalini kuran Serdar, şu anda 24 yaşÝnda. Ne kadar süre İngilizce eğitimi aldÝğÝnÝ sorduğumda, Serdar anlatmaya başlÝyor: “Hayat zor, odanÝn kirasÝ, yemek masrafÝ derken haftada 40 saat restorantta çalÝşmak zorunda kaldÝm. Haftada 130 pound alÝyordum. OdanÝn kirasÝ 70 pound, yemek masrafÝ, ulaşÝm ve özel masraflar derken, okula 3 aydan daha kÝsa bir süre gidebildim. O sürenin parasÝnÝ da Türkiye’den buraya gelirken vize almak için zaten yatÝrmÝştÝm. Yapmak istediklerimi 3 ayda yapamadÝğÝmÝ görünce, bir sonraki üç aya, sonra da 6 aya ihtiyacÝm oldu derken 2,5 yÝldÝr buradayÝm." İngiliz sevgilisiyle amacÝna kÝsa yoldan ulaşmaya çalÝşan Serdar; "Öncelikle pasaport almak ve İngilizcemi ilerletmek için birlikteyim. Birliktelik eğlenceyi, bilmediğim partileri getirdi. İki üç kez hayÝr demeyi başardÝğÝm esrar teklifine artÝk direnemiyordum. Suçluluk duygusuna rağmen mutluluğu kimyasal maddelerde aramaya devam ettim, hala arÝyorum." diyor. Türkiye’de hayatÝ boyunca iki kez esrar deneyen Serdar, artÝk kokainin, extazinin ve asitin tadÝnÝ iyi biliyor. Ayşegül AltÝn
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 9
9 Dünya Yaflanacak
B
‹
L
‹
M
·
T
E
K
N
‹
K
DünyamÝz tehdit altÝnda n Bilim insanlar› uyar›yor: Buzullar›n erimesiyle okyanus seviyesi 10-90 cm yükselecek ve k›y› fleritleri sular alt›nda kalacak.
KÝyÝ bölgeleri sular altÝnda kalacak
Grönland’daki buz blokların daha fazla dayanamayıp eriyeceğini ve dünyanın belli başlı kentlerinin kurulu olduğu kıyı bölgelerinin sular altında kalacağını savunuyor. King, buz kütlesinin bazı parçalarının son birkaç yılda 10 metre kadar eridiğine dikkat çekiyor. Bilim dünyası, dünyadaki temiz suyun altıda birini ihtiva eden Grönland’daki buz tabakasının eridiğini uzun bir süredir savunuyordu. Bölgedeki buz tabakası tamamen erirse, denizler 7 metre kadar yükselecek ve Hollanda, Danimarka, gibi kıyı ülkeleri kısmen sulara gömülecek. Birleşmiş Milletler Çevre Programı Direktörü, Klaus Töpfer de, “İklim değişikliği giderek hızlanıyor. Yok edici etkilerine karşı mücadele etmek için acilen kararlı bir liderlik gerekiyor” diye konuştu.
Kuzey Kutbu’ndaki buzullar son 30 yıl içerisinde yüzde 15 ila 20 oranında eridi. Buna paralel olarak da, Sibirya ve Alaska’da sıcaklıklar 1950’den bu yana 2 ila 3 derece arttı. Raporda, atmosferdeki ısınmanın, 2100’de buzulları yaz aylarında tamamen erime düzeyine getireceği kaydedilerek, buzullarda yaşayan kutup ayısı gibi canlıların yok olacağı ve biyolojik çeşitliliğin ortadan kalkacağı belirtildi. Rapora göre, buzulların erimesiyle okyanus seviyesi 10-90 cm yükselecek ve kıyı şeritleri sular altında kalacak. İngiliz Hükümeti’nin Bilim Danışmanı Dr. David King,
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in küresel ısınmaya yol açan sera etkisini kontrol altına almayı hedefleyen Kyoto Sözleşmesi’ne imza atmayı kabul etmesinin ardından, büyük devletler arasında anlaşmaya karşı çıkan sadece Bush yönetimindeki ABD kaldı. İklim değişikliğinin temel nedeni sayılan karbondioksit emisyonunun yüzde 30’u, bu 8 ülkeden kaynaklanıyor. Bush yönetimi, karbondioksit emisyonunu sınırlandıran Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamaya yanaşmıyor. Raporla ilgili olarak Beyaz
Oslo’da toplanan bilim insanları, Kuzey Kutbu’nun hızla ısınmakta olduğu ve yüzyıl sonunda buzulların tamamen eriyeceği uyarısında bulundu. Sekiz ülkeden 300’den fazla araştırmacının katkılarıyla hazırlanan raporda, başta karbondioksit olmak üzere sera etkisi yaratan gazların emisyonu nedeniyle, 2100 yılına kadar bölgede ortalama sıcaklık 4 ila 7 derece artacak. Norveç İklim Değişiklikleri Araştırma Merkezi’nden Paal Prestrud, raporu açıklarken, “Bu konu çok önemli, zira kutupta meydana gelen oluşumlar gezegenin diğer bölgelerinde olacakların da habercisi” diye konuştu. İstatistiklere göre, 1890 ile 1950 arasındaki erime sadece 3 metre civarındaydı.
ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) yetkilisi Erricos Pavlis, Albert Einstein’ın 1918 yılında öne sürdüğü İzafiyet Teorisi’nde, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken, zaman ve uzayı büktüklerini söylediğini hatırlattı ve bunun doğru olup olmadığını anlamak için ölçümler yaptıklarını açıkladı. Pavlis, “Şayet Dünya etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi’’ dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS1 ve LAGEOS2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçmeyi başardıklarını anlattı. Pavlis, “Her iki uydunun yö-
rüngesinde de Dünya’nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sap-
Saray’dan herhangi bir açıklama gelmezken, sözcü Trent Duffy “Söz konusu rapor henüz bitirilmemiş bir araştırmanın sadece bir parçası” demekle yetindi. Norveç Çevre Bakanı Knut Hareide ise, Kyoto’nun sadece bir başlangıç olduğunu belirterek, “Raporun özü Kyoto’nun da yetersiz kalacağı ve dünya uluslarının emisyon oranlarını düşürmesi gerektiğidir” diye konuştu.
DünyanÝn geleceğini tartÝştÝlar Buzul erimesinin ‘olumlu’ sonuçları da olabilir. Pasifik ve Atlantik okyanusları arasında deniz trafiği için uzun vadede ‘kuzeyden geçiş’ açılacak ve böylece kuzeyde yeni bir Süveyş kanalı oluşacak. Bir diğer ‘olumlu’ sonuç da, buzulların erimesiyle yeni balıkçılık alanları ve maden sahalarının ortaya çıkacak olması.
Bush yönetimi 2000 yılında iktidara geldiğinden bu yana, ülkedeki tepkilere karşın, Alaska’daki petrol rezervlerini işletmeye açmayı planlıyor. 24 Kasım’da İzlanda’nın başkenti Reykjavik’de Antartika Konseyi’nin 8 üye ülkesinin dışişleri bakanları (ABD, Kanada, Rusya, Japonya, Finlandiya, İsveç, İzlanda, Norveç) hazÝrlanan raporu tartÝşmak ve izlenecek politikalarÝ belirlemek için bir araya geldiler.
Evrim teorisi doğrulandÝ... İspanya’da insan ve büyük maymunların son ortak atası olabilecek 13 milyon yıllık ‘primat’ fosili bulundu. Science Dergisi’nin son sayısındaki makaleye göre, primata ait kemik parçaları, Barselona yakınlarındaki Pierola yöresinde bulundu ve bu nedenle ‘Katalan Pierola Maymunu’ olarak adlandırıldı.
İnsanlarÝn atasÝ mÝ?
ma belirledik. Ölçümlerimiz, genel izafiyet teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu’’ dedi.
Derya TanrÝvermiş
YÝldÝzlar arasÝ doğum
ABD’nin tavrÝ...
İzafiyet teorisi...
Bilimde yolculuk
Barcelona Paleontoloji Enstitüsü’nden Miguel Crusafont, 12,5-13 milyon yaşındaki maymunun anatomisinin onun halen yeryüzünde yaşayan büyük maymunlar ve insanın son ortak atasıyla ‘akraba’ olabileceğini düşündürdüğünü belirtti. Uzmana göre, daha önce bulu-
nan fosiller, eski maymunların ilkel morfolojilerine benzeyen özellikler taşÝyordu, oysa Katalonya’da bulunan fosil, modern formlara sahip bir örnek. Kemiklerin yaklaşık 35 kilogramlık bir erkeğe ait olduğu kayde-
dildi. Göğüs kafesi geniş ve yassı, omurgasının alt kısmı bükülmüyor, kürek kemikleri maymunlardakinin tersine sırtta, bilekleri ziyadesiyle esnek. Uzmanlara göre, bütün bunlar dik durmayı ve ağaca tırmanmayı sağlıyor. Katalan ‘primatÝnÝn’ bununla birlikte daha ilkel özellikleri de bulunuyor. Parmakları ve kulakları, bugünkü maymunlardan daha kısa. Buna benzer buluntular Türkiye’deki bilimsel kazılarda da elde edilmişti. Profesör Berna Alpagut başkanlığında Bursa Paşalar Köyü’nde gerçekleştirilen kazılarda da 15 milyon yıl öncesinden primat fosilleri bulunmuştu. Bu buluntular da Darwin’in evrim kuramını destekler nitelikteydi.
Kozmik gaz ve toz bulutları içinde kompleks moleküller belki de ilk tek hücreli organizmaları oluşturdular. Hayatın suda başladığı teorisi hala biyoloji kitaplarının en gözde konusu. Bu teoriye göre milyarlarca yıl önce yaşam, sığ su birikintilerinde ya da yerkürenin yoğun atmosfer katmanlarında başlamıştır. Doğru kimyasal maddelerin, sayısız tepkimeye girmesiyle karmaşık moleküller oluşmuş ve bu moleküllerden ilk canlı organizmalar evrilmiştir. Bu teoriye ilk destek 1953’te Amerikalı kimyagerler Urey ve Miller’dan geldi. Bu iki bilim insanÝ, laboratuvarlarında yerkürenin ilk dönemlerindeki atmosferini metan ve amonyak ile zenginleştirerek incelediler. Araştırmaları ile amino asitler, yani proteinlerin ve dolayısıyla canlı organizmaların yapıtaşlarının oluşumu için bu atmosferin ideal olduğu sonucuna vardılar. Ancak genç yerkürenin bu oluşum için uygun bir ortam olup olmadığı konusunda emin değillerdi. Göktaşları ve kuyruklu yıldızların bombardımanı, diğer gezegenlerin oluşumundan artakalmış kayalar ve buzullar yerküreye büyük zararlar vermişti. Bu aşamadan kısa bir süre sonra yeryüzünde hayatın başlangıcı sahneye geldi. Ancak yerkürenin ilk atmosferi metan ve amonyaktan değil, karbon asidi gazlarından ve su buharından oluşuyordu, ki bu bileşenlerin aminoasit oluşturmaları pek de kolay değil. Öyleyse yaşamın yapıtaşları nasıl oluştu? Özellikle yıldızbilimciler hayatın köklerini yerküre dışındaki kaynaklarda arıyorlar. Karbonmonoksit, su, metan ve amonyumun yanısıra formaldehit ve alkol de evrenin karanlık köşelerinde gaz ve toz bulutları içindeki kompleks bileşimlerde mevcut. Bu maddeler yaydıkları özgün radyo dalgalarıyla kendilerini ele veriyorlar. Son yıllarda yıldızbilimciler 130 farklı molekülü bu sinyaller sayesinde keşfettiler. Bu yılın Eylül ayında Amerikan Ulusal Radyoastronomi Gözlemevi’nin araştırmacıları, uzayda glikol aldehit bulduklarını açıkladılar. Bu basit şeker molekülü yerküreden 26 bin ışıkyılı uzaklıktaki toz ve gaz bulutu içinde bulundu. Bu molekül diğer şeker molekülleriyle biraraya gelerek riboz oluşturabiliyor. Canlı organizmaların genetik kodlarını taşıyan riboz, DNA’nın yapı taşlarından biridir. Araştırmacılar glikol aldehide daha önce aynı toz ve gaz bulutunun sıcak bölgelerinde rastlamışlardı, ancak son araştırmalarında bu molekülün daha düşük sıcaklıklarda da varlık gösterebileceğini keşfetmiş oldular. Gezegenlerin oluşmasından artakalan göktaşları muhtemelen büyük miktarlarda organik madde içeriyorlardı. Bu göktaşları yeryüzüne çarptığında hayatın yapı taşları hazır olarak yeryüzüne ulaştı. Daha sonra bu taşların inşası hızlı bir şekilde başladı. Yeni bulgular gittikçe bu teoriyi destekler nitelikte. Hatta bazı göktaşlarında aminoasitler ve basit şeker molekülleri bulundu. Bu araştırmalarda DNA molekülünde ‘bağlantı’ işlevi gören ve metabolizmanın vazgeçilmez unsurlarından biri olan fosfora da rastlandı. Yeryüzüne düşen meteoritin suyla temasa geçmesinden sonra çözünen fosfor, yerküre üzerinde hayata en uygun ortamı hazırlayacak özelliklere sahip. Arizona Üniversitesi araştırmacıları bu nedenle uzaylı fosforun, yerkürede yaşamın oluşmasında kritik bir rol oynadığına inanıyorlar.
Körlük geni bulundu
İngiltere’de Leeds Üniversitesi’nden bir grup bilim insanÝ, 11’inci kromozomda körlüğe yol açan bir gen buldu. Bu genin, çok nadir görülen
kalıtımsal, ‘eiudative vitreoretinopathy’ adlı göz hastalığının nedeni olduğunu belirten bilim insanlarÝ, genin bulunmasıyla hastalıkla mücadelenin mümkün olabileceğini müjdeledi. Doktorların, göz damarlarındaki aşırı büyüme sonucu oluşan körlüğe son verebileceği belirtildi. Devam eden araştırmanın ilk bulgularına yer veren ‘American Journal of Human Genetics’, gelişmenin yüz binlerce görme engelli kişi için tedavi şansı doğuracağını yazdÝ.
Arama ve kurtarmada robot sinekler Denizlerde nüfus sayÝmÝ California İnstitute of Tecnology profesörü Michael Dickinson, sineklerin uçacaklarÝ veya konacaklarÝ noktayÝ nasÝl belirledikleri üzerine çalÝşÝyor. Sineklerin kokuya duyarlÝ bünyeleri, gelecekte enkazlarda veya dağlarda mahsur kalan kişilerin aranmasÝnda kullanÝlacak araçlara örnek oluyor. Sineklerin görüş açÝsÝ insanlara göre daha dar, sineğin görüşü 25+25 piksel. Ancak, sinekler çok düşük görüş yeteneğine sahip olmalarÝna rağmen, göz kÝrpmasÝnÝn 5’te biri kadar kÝsa bir sürede karar verebiliyorlar. Ama nasÝl? Entomologlar sineklerin kokuya son derece duyarlÝ olduklarÝnÝ vurguluyor. Bir sinek, bir km ötedeki bir kokuyu diğerinden ayÝrt edebiliyor. Dr. Dickinson, dağda kaybolmuş bir dağcÝ örneğini veriyor. Soru şu: “Belirlenemeyen bir dağ yamacÝnda kalmÝş bir dağcÝyÝ jandarma mÝ kurtarmalÝ, yok-
sa bir sinek mi?” Öneri şu: “Bir uçak düşünün içi ‘yapay-sinek’lerle dolu. Ve bu ‘robot-sinek’ ler karbondiokside duyarlÝ-
lar. Uçak dağ üzerinde uçacak ve CO2 sensörlü robot-sinekleri bÝrakacak. Robot- sinekler de
dağcÝyÝ elleriyle koymuş gibi bulacaklar.” Bu noktada öyle bir yazÝlÝm gerek ki; robot-sinekler üç boyutlu, rüzgarlÝ ve önceden bilinemeyen birçok engellerle dolu gerçek dünyada yollarÝnÝ bulabilsinler. KÝsaca, robota sinek beyni gerek. Dr. Dickinson bunu test etmek için silindir kafeste minik bir sinek dünyasÝ oluşturdu. Gerçekçilik için birçok engel bulunan kafesin içinde saniyede 6 bin çerçeveye kadar çekebilen kameralar yerleştirildi. Sineğin hedefi yiyecek sürekli yer değiştiriyor. Sinek de hareketlerini buna göre değiştirebiliyor. Dr. Dickinson şimdi sineklerin hareketlerinin bunlarÝ birgün yeniden yaratmak üzere inceliyor. Dikey hareket değişikliklerini yapabilen sinek küçüklüğünde robotlarÝn üretimi, bir süre daha alacak.
Census of Marine Life adlı organizasyon tarafından 4 yıl önce başlatılan program uyarınca, dünyadaki tüm denizler incelenerek yeni canlı türleri saptanıyor. 10 yıllık program kapsamında şimdiye dek, yüzlerce yeni
Uluslararası projenin başkanı Frederick Grassle, canlı türü boyutlarının küçüldükçe sayının arttığını ve yeni incelemelerde giderek daha ufak türlere rastlandığını ifade ediyor. Uzmanlara göre, dünya denizlerinde 20 bin çeşit balık
tür bulundu. Geçmişte en iyi taranmış denizler dahil tüm dünya sularında sürdürülen çalışmalara 70 ülkeden binden fazla bilim insanÝ katılıyor.
yaş ı y o r, ancak asıl çeşitlilik mikroskopik düzeyde. 2010’a kadar sürecek proje çerçevesinde bilim insanları, mikroskobik organizmalara inildiğinde, toplamda 1.98
milyon canlı türünün tespit edileceğini öngörüyor. Keşfedilen basit yaşam formlarının genetik kodlarının incelenmesi ise, okyanuslardaki canlıların oluşumu hakkında devrim niteliğinde ipuçları verecek. Bilim dünyasının mevcut bilgileri 3.5 milyar yıl öncesine dayanıyor. Basit yaşam formları üzerinde yapılacak genom araştırmaları ise, bilimi fosil öncesi döneme götürecek. Diğer bir deyişle organizmalar basitleştikçe, canlılar tarihinde de geriye doğru akıl yürütülebilecek. Bilim insanlarÝ bu yıl 15 bin 482 balık türü keşfettiler. Geçen yıl 178 yeni türün keşfedilmesiyle okyanuslarda yaşayan tüm canlı sayısının 230 bine ulaştığını kaydetiler. Dünya denizlerindeki canlı sayımı için şimdiye dek 125 milyon dolar harcandı. 2010’da bu rakamın 1 milyar doları aşması bekleniyor.
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:09 Uhr
Seite 10
Yaflanacak
Dünya 10
K
Ü
L
T
Ü
R
·
S
A
N
A
T
Prag’da işkence müzesi n Bir insan›n ac› çekmesi karfl›s›nda e¤lenen kalabal›klar düflünün ... elleri, ayaklar›, dilleri kesilmifl küçük h›rs›zlar...
Prag’Ýn en işlek caddelerinden Karl Köprüsü’nün hemen bitimindeki MOSTECKA’da bir müze... Ortaçağ AvrupasÝ’nda 60 kadar işkence aleti ve işkence sahnesinin olduğu bolca gravür ve çizimler! İnsanÝn başÝnÝn yavaşça ezildiği vidalÝ aletler mi ararsÝnÝz, kor gibi kÝzdÝrÝlan dikenli sandalyeler mi?.. İnsan vücudunu ölene kadar geren ve öldükten sonra 30 cm kadar uzattÝğÝ tesbit edilen aletler ve insanÝn kendi cinsine vahşetini belgeleyen birçok alet. Her aletin ve işkence metodunun önünde yüzümün kÝzardÝğÝnÝ hissettim ve insanÝn bÝrakÝn insana, bir başka canlÝya bile bunun nasÝl yapabileceğini düşündüm... Herhangi bir cevap bulamadÝm... AslÝnda cevap çok açÝk. Egemen sÝnÝfÝn kendi istediği gibi olmayan, ya da ezmek iste-
diği diğer sÝnÝflara ve bu arada kadÝnlara da uyguladÝğÝ ideolojik kökenli şiddet! Ezen ve ezilenler arasÝndaki ilişkinin en vahşi biçimi... Üstelik Ortaçağ Avrupa’sÝnda Kilise kurumunun da cin çÝkartma, cadÝlarÝ konuşturma adÝ altÝnda bu işkencelerin uygulayÝcÝlarÝ arasÝnda olmasÝ, egemenlerle din arasÝndaki ilişkiyi gözler önüne sermektedir. Orta ve Yeniçağ’da Alman savcÝlarÝn “nasÝl daha iyi işkence ve işkence aleti yapÝlÝr” diye demircilerle işbirliği yapmalarÝ durumu netleştirmektedir. Sadece Çingeneleri “yola getirmek!?” için kullanÝlan çeşitli aletler. KomşularÝnÝ veya çevreyi rahatsÝz edenin boynuna bir flüt gibi asÝlan (elleri ile taşÝmak zorunda yoksa ağÝr demir boynunu kÝrar!) “Geveze Flütü”, ya da kocasÝnÝn şikayet ettiği kadÝnlara takÝlan içinde jiletler olan ve dÝşÝ şeytan, soytarÝ, canavar şekillerindeki “utanç maskeleri” boğazÝmÝ kuruttu. Hele de bazÝ aletlerin resmi olarak 1970 yÝllara kadar kullanÝldÝğÝnÝ okumam kanÝmÝ dondurdu.
DahasÝ bazÝ dönemlerde sorguya çekilen kişilerin daha çok ve daha uzun acÝ çekmesi için yeni aletler geliştirme yarÝşÝ, insanoğlunun daha dün denilebilecek kÝsa bir süre önce bile düşünce yapÝsÝnÝn nerelerde olduğunu gösteriyor. Bir insanÝn acÝ çekmesi karşÝsÝnda eğlenen kalabalÝklar düşünün ya da bir köşede yüzlerine utanç maskesi geçirilmiş, yerinden kÝpÝrdayamayan kadÝnlarÝn yüzüne kaşÝnsÝn diye horoz tüyü süren gençler! Öldürmenin ve acÝ çektirmenin genetik temeli varsa ve genetik aktarÝmÝ mümkünse, hepimiz tehlikedeyiz derim. Çünkü Ortaçağ ve sonrasÝ Avrupa’sÝnÝn alÝşÝlmÝş görüntüleri; yakÝlmÝş, türlü işkencelerden geçirilmiş, kazÝğa ya da piramide oturtulmuş “cadÝlÝkla” suçlanmÝş kadÝnlar!.. Ve tabii ki elleri, ayaklarÝ, dilleri kesilmiş küçük hÝrsÝzlar. İnsanÝn insana uyguladÝğÝ şiddet ve baskÝnÝn türü ne olursa olsun toplumda ve bireylerde derin izler bÝrakÝyor. Sosyal davranÝşlarÝn aktarÝlmasÝ esasÝ ile şiddet yayÝlÝyor!
Dinin ya da herhangi bir ideolojinin varlÝğÝnÝ şiddet yolu ile korumayÝ sağlamasÝ o düşünceyi deforme ediyor ve aslÝndan uzaklaştÝrÝp bir düşünce ucubesi haline getiriyor. Ortaçağ’daki işkence bana günümüzdeki modern işkenceyi hatÝrlattÝ. Ezen ve ezilen sÝ-
IsÝtÝlan dikenli sandalye
Vincent Van Gogh 30 Mart 1853’te ölüdoğmuş kardeşinden bir yÝl sonra doğdu Vincent Van Gogh ve aynÝ ölen kardeşi gibi iki dedesinin adÝnÝ aldÝ! 6 kardeşin en büyüğü idi. YaşamÝ üzerinde amcasÝ Hendrik Vincent Van Gogh (Hein amca)nÝn etkisi çoktur. Bir köy okuluna gitmişti Vincent. Sonra özel bir okulda FransÝzca, İngilizce ve Almanca öğrendi.
1868’de okulu bÝraktÝ. Gençliğinde sanatla ilgilendiğini ve galeri sahibi akrabalarÝ sayesinde bu alanda çok şeyler öğrendiğini, müzeler gezerek birikimler oluşturduğunu biliyoruz. İngiltere’de Engenie’ye (kaldÝğÝ pansiyonun sahibinin kÝzÝ) olan aşkÝnÝn reddedilmesi onu derinden sarsar. Bu durumun tüm sanat yaşamÝnÝ etkilediği tartÝşÝlÝr. Daha sonra bir Proteston rahip olmaya kendini insanlara adamaya karar verir. Hatta Evangelist okulunu bitirip dini bir rütbe ve görev de alÝr. Bu arada çağÝnÝn bütün ünlü ressamlarÝnÝ ve eski sanatçÝlarÝn ürünlerini araştÝrÝp müzelerde gördüğü gibi, Victor Hugo, C. Dikens ve Shakespeare’i de çok okuduğunu biliyoruz. Sonra, 1880’li yÝllarda artÝk sanat her yönüyle yaşamÝnda ağÝrlÝğÝnÝ koymaya başlamÝştÝr. Beş parasÝz olarak FransÝz sÝ-
19 KasÝm 1981’de ölen Toplumcu-Gerçekçi şair Enver Gökçe’yi saygÝyla anÝyoruz.
Kardefllik ac›s› Yıllar var ki sizleri düflünüyorum Yanan flehirlerim, Düflmana ekmek veren tarlalarım Teknelerim, ocaklarım, ö¤retmenlerim Ve sizleri Caddeler, tarlalar, fakülteler, Nehir boyları, flehirler, ordular Aflklarım, hünerlerim, sefaletlerim! Ellerime atefl düfltü Yüre¤ime, gövdeme, kollarıma. Biliyorum ey demokrasi Bütün flairlerin ölür Barikatların susar Ve yanar da limanların, iskelelerin Zafer gülleri sensiz açmaz Böyle bir macerada. Kardefl, kardefl! Alkıfl tutan ellerini kesmedim, Tanklarımla tarhlarını ezmedim. Ben kendi halimle müthifl kifli Ben sevici sert ve deliflmen... Ve hürlük kardefllik çırasını
Kendi hissemce götüren insan. Biliyorum bu dünyada Gökyüzü ve denizyüzü Cümle çiçek ve cümle yemifller vardır Biliyorum bu dünyada Yalnız ve yalnız insanlar Yani kardefller vardır. Beni flehir flehir beni, Beni köy kent beni Beni usul, beni yolca götür Kardefllik treni! A¤ır yaralılar taflıyorum ‹ncinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim Iflıltılı gündüzlere gitmeliyim Acılar, dara¤açları, kelepçe demirleri Bayram flenliklerine, Demokrasi flenliklerine gitmeliyim U¤runa fliir yazılan, dövüflülen, ölünen insanlar Yeter de¤il bana Zaferlerin, Yıllardır gece hücumlarına Sokak savafllarına katlandı¤ım.
nÝrÝnda Courireres de ressam Jules Breton’nun evine kadar gider fakat içeri girmeye cesaret edemez! Van Gogh’un daha sonra Kuzeni Cornelia Adriana (Kee)’ya olan sevgisi ve evlenme teklifinin reddi onu iyice yÝkar hatta intiharÝn eşiğine getirir. Bu arada sürekli olarak es-
kizler ve suluboya, yağlÝ boya çalÝşmalar yapmakta birçok ürün vermektedir. En yakÝn sÝrdaşÝ ve dostu erkek kardeşi Teo’dur. Teo aynÝ zamanda yaşamÝnÝn soruna kadar Vincent Van Gogh’u finansal olarak desteklemiştir. Van Gogh’un yaşamÝnÝn buraya kadarki bölümüne biz “Sien” le tanÝşmadan önceki bölüm diyoruz. Sien kimdir? (devamÝ gelecek sayÝda)
Neşet Ertaş
Enver Gökçe Şiir kitaplarÝ: Dost Dost İle Kavga Panzerler Üstümüze Kalkar Eğin Türküleri Gökçe, Şili’li şair Pablo Neruda’nÝn şiirlerini de çevirdi.
Kültür Deryas›
nÝflar ilişkisinde egemenlerin kullandÝğÝ araçlardan sadece birisi işkence... Üstelik teknolojik gelişme ile Ortaçağ’Ýn bu işkenceleri yerini daha etkili, araç ve yöntemlere bÝraktÝ. Değişmeyen tek şey ezen ve ezilen... Hangi taraftayÝz dersiniz?
YalÝn ve güçlü, tuttuğunu alÝp götüren duygu dolu bir sevda türküsünde, ya da Anadolu halk müziğinde “Bozlak” denince akla ilk gelen isimdir Neşet Ertaş. “Kurban Olduğum” isimli son albümünü geçen yÝl yaptÝ. Köln’e yakÝn bir kasabada oturuyor. Küçük şirin evinin bahçesinde karşÝlÝyor bizi ve memleketten getirdiği dut ağacÝnÝn altÝnda ağÝrlÝyor. Müziğe ne zaman başladÝnÝz? N. Ertaş: AsÝrlardan beri bir kültürün temsilcileriyiz, babadan dededen kalma. Saz çalarÝz, davul çalarÝz, zurna çalarÝz… Düğün çalgÝcÝlarÝyÝz yani. Hâlâ düğünlerde çalarÝm, sevgiyle çalarÝm hem de. Çünkü iki insanÝn muradÝnÝn olduğu en güzel gündür. İlk besteniz hangisi? N. Ertaş: Yine bir düğüne gitmiştik. Bir köyde düğün olduğunda, çevre köylerden gelen misafirler paylaşÝlÝr, biz de bu misafirlere fasÝla giderdik. Bir eve gittik. İçeri girdim, bir
hasta yatÝyordu, geri çÝktÝm. “YanlÝş değil, burasÝ” dediler. Ben burada ne çalayÝm? Gencecik bir adam yatÝyordu, bir de kadÝn var baş ucunda. Neyse oradan çÝktÝk, etkiledi o beni. Geldik dinlenme odasÝna, herkes yattÝ, ben yatmadÝm. Anam ağlar baş ucumda oturur. Bu dert beni yiye yiye bitirir El çek tabip el çek benim yaramdan Öleyim de kurtulayÝm ben bu veremden Sizi bir çok insan öldü biliyor. Türküleriniz dilden dile ama siz yoksunuz. N. Ertaş: Her sene ölüm haberimi alÝyorum! BÝrakÝn özel tv’leri TRT’den duydum “Rahmetli Neşet Ertaş’tan...” diye. “Ölmemiş” desinler diye gazetelere, televizyonlara çÝkÝyorum. Elli yÝldan fazladÝr türkü bestelerim. Kendininmiş gibi gösterenler, sözlerini değiştirenler oldu. Sadece (telif haklarÝ yasasÝ çÝkmadan önce) bir kişi aradÝ izin için. Bir hanÝm sanatçÝ “Sevgisiz suratlar gülmüyor” demiştim "‘Sevgisiz gönüller gülmüyor’ diyebilir miyim?” diye sormuştu.
İzin verdiniz mi peki? N. Ertaş: Elbette. Versem de okuyorlar, vermesem de. En iyisi vereyim de öyle okusunlar. Teşekür ettim, sevindim bir sanatçÝ izin istediği için. Telif HaklarÝ YasasÝ iki yÝldÝr çÝktÝ ama mevsimi geçti. Her şey internette artÝk. Tek iyiliği oldu. Bundan böyle bestelerimi kullananlar iznim olmadan kullanamayacaklar. Peki hiç arayÝp sormadÝnÝz mÝ? Peşine düşmediniz mi bestelerinizi izinsiz kullananlarÝn? N. Ertaş: Küçük bir misal vermek istiyorum. AdamÝn birinin 2 tarlasÝ varmÝş. Her sene ektiğini domuz yermiş. Çoluk çocuk aç kalÝrmÝş. HanÝmÝ demiş ki “bu sene ektiğini bekle de domuz yemesin, çoluğun çocuğun karnÝ doysun” Adam tarlayÝ beklerken ne bilsin domuz ne zaman gelecek, uyumuş tarlada. Birde bakmÝş ki bir homurdanma var yukarÝda. Şöyle bir bakmÝş domuz tepesine dikilmiş “Amaaan” demiş “Mehmed emmin sana ne dedi kapcik ağzÝnÝ yediğim, aha yukarÝ tarlada senin, aşağÝ tarlada” Bu da benim türkülerimi her sene yiyenlere bir espirim olsun. Söz yerini bulsun da kim söylerse söylesin önemli değil.
Cem Günhan
KÝyafet kültürü Giysi, ilk insanÝn soğuk, sÝcak gibi doğa şartlarÝnÝn etkilerinden kurtulmak için vücudunu örtmede kullandÝğÝ hayvan derisinden farklÝ çok daha anlamlara bürünmüştür uygarlÝğÝmÝz boyunca. Etik anlamÝ ile Kult/ tabu bölgelerin (cinsel yasak) örtülmesi, aynÝ zamanda hiyerarşi sembolü, sÝnÝfsal ayraç, kültürel farklÝllÝk ve daha birçok değişik sosyolojik, kültürel ve sÝnÝfsal faktörün göstergesidir giyinme. UygarlÝğÝn gelişimi ile birlikte kullanÝlan malzemenin çeşidi de kalitesi de değişmiş, aynÝ zamanda ulusal ve sÝnÝfsal kültürlere göre de giyinme anlayÝşÝ korkunç bir çeşitlilikle gelişmiş ve farklÝlaşmÝştÝr. İlkel toplumdan köleci topluma ya da feodal döneme baktÝğÝmÝzda giysinin bir sÝnÝf sembolü olduğunu görürüz. Askerler, rahipler, yöneticiler, çiftçiler, sanatçÝlar, aristokratlar hep kendi sÝnÝf ve katmanlarÝna ait giyBelçikalÝ kadÝnlar sileri taşÝmÝşlardÝr. İnsanoğlunun kültürlere ve iklim, din gibi birçok faktöre göre değişiklik gösteren estetik anlayÝşÝnÝ çeşitli kÝtalarÝn giysilerinde açÝkça görebiliriz. Giysi çeşitli toplumlarÝn çeşitli sÝnÝflarÝna göre de oldukça farklÝlÝk göstermiştir yüzyÝllar boyunca. OsmanlÝ dönemi saray, halk, yeniçeri ve azÝnlÝk kültürü kÝyafetleri başlÝ başÝna muazzam bir çeşitlilik gösterir. Günümüzde vahşi kapitalizmin istilasÝ, herkesi Amerikan kültürünün birer küçük örneği haline getirdi. Bir zamanlar Yahudi göçmenin (Levi), dayanÝklÝlÝğÝndan dolayÝ kullandÝğÝ kumaş (kot), tüm dünyaya yayÝldÝ. En eski yerleşimcinin pantolonun çok yÝkanmÝş ve yÝpranmÝşlÝğÝndan Romanya’lÝ genç renginin atmÝş olmasÝ, onun hiyerarşik konumunu belirlerdi “Göçmenlerin Birleşik Devleti”nde. Bir dönemin açÝk renk kot modasÝ bile kaynağÝnÝ nerelerden alÝyor! Bu aynÝ zamanda bütün uygarlÝğÝn kapitalizmin istediği gisi ‘tek tip’leşmesi, yaratÝcÝlÝğÝnÝ ve zenginliğini de kaybetmesi anlamÝna geliyor. Sanayi devrimi ve onun getirdiği kültür, beraberinde histerik biçimde gençler arasÝnda yayÝlan giysi kültürü akÝmlarÝnÝ getirdi. Günlük yaşam kÝyafet alanÝnda da işgal altÝnda. ÇalÝştÝğÝmÝz işyerinin kÝyafeti, okul üniformasÝ, hatta gündelik giysilerimiz de bile formlarÝ, kalÝplarÝ çoktan belirlenmiş ve satÝn alÝnmayÝ bekliyorlar! Renk biçim ve estetik anlayÝşÝmÝz üzerinde çok da belirgin bir egemenliğimiz yok! Sanayinin gelişmesi ile kullanÝlan sentetik boya ve MeksikalÝ kÝz dokuma malzemeleri alerjiden kansere kadar çeşitli hastalÝklarÝn sebebi olabiliyorlar. 19. yy Belçika’sÝnda balÝk satan kadÝnlarÝn kÝyafetleri müzelerde bile yok. RomanyalÝ genç adam sanki bir çiçek bahçesi taşÝyor göğsünde! MeksikalÝ genç kÝzÝn belki de Aztek atalarÝnÝn figürleri ile süslü kÝyafeti bir el emeği şaheseri! Bize kalÝrsa bugünün kÝyafetleri, bunca teknik, bilimsel vs. gelişmeye rağmen öyle sönük kalÝyor ki geçmişin bu kÝyafetleri yanÝnda... Moda adÝ altÝnda egemen sÝnÝflarÝn sosyolojisi hatta kompleksleri ve çirkinlikleri pazarlanÝyor. Tüm insanlÝk bir tornadan Mançulu kadÝn çÝkmÝş ürünlere çevriliyor. KÝyafet sadece örtünme değil aynÝ zamanda yaşamÝ kavrayÝş, estetik ve etik anlayÝşÝmÝzÝn da bir göstergesidir. Nasrettin Hoca’nÝn hiyerarşik ve sÝnÝfsal yapÝya gönderme yaptÝğÝ “ye kürküm ye” örneği ne ilginç! “Bir gün (umarÝz fazla sürmez!) farklÝ bir ekonomik, sosyal ve kültürel toplumsal yapÝ geliştiğinde giysi kültürümüzün nasÝl olabileceği veya olmamasÝ gerektiği konusunda kafa yormalÝyÝz” diyoruz. Vücudumuzu ve ruhumuzu birbirine uygun giydirelim, ne dersiniz?..
LübnanlÝ adam
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:10 Uhr
Seite 11
Yaflanacak
‹
N
S
A
N
·
T
Deniz altÝ fotoğraflarÝ... “Arkadaşlarımla, eşimle paylaşabilmek...” Gültekin, geçtiğimiz ay Paris’te ilk su altı fotoğraf sergisini açtı. Hobi olarak dalgıçlığı seçen Gültekin, dalgıçlığının yanı sıra fotoğraflarla tanıştı. Gördüklerini, izlediklerini, sevdikleriyle paylaşabilmek için fotoğrafladı. Paylaşım duygusundan yola çıkarak su altı fotografçılığını keşfetti. Fotoğraf serginizin serüvenini okurlarımızla paylaşabilir misiniz? Gültekin: Aslında ben fotoğrafçı değilim. Uzun süredir hobi olarak dalıyorum. Dalarken fotoğraflar çektim. Sonra bunları sergilemek için düzenledim. Zor bir olay. En büyük dezavantaj sabit bir noktada değilsiniz. Uçuş pozisyonundasınız. Flaş patlayana kadar balıklar gidiyor. Akıntı oluyor. Yüz karenin on tanesinden sonuç alıyorsunuz.
"Dalarken kendinlesin...” Dalmaya ne zaman başladÝnÝz? Gültekin: 10 yıl önce dalmaya başladım. Dalmayı çok seviyorum. Fakat pahalÝ bir uğraş olduğu için uzun süre gerçekleştiremedim. Fransa’nın ucuz bir kulübündeydim. Bir yıl boyunca eğitim gördüm. Sonuçta tanımadığım bir dünya. Sürekli denizin daha dibini, daha dibini görmek iste-
dim. Denizin altında renkleri daha farklı görüyorsun. Hem de yeni şeyler keşfediyorsun. Su altÝnda karada olduğunuzdan farklÝ mÝsÝnÝz? Gültekin: Dalarken bir anlamda kendinlesin. Su basıncı stresi alıyor. Daha rahat düşünüyorsun. Daha serin kanlı ve huzurlu oluyor insan. Dalmadaki huzurun bir yönü
bu. Kendi nefesin ve yanındakilerin nefes alışverişi dışında ses yok. Örneğin yırtıcı olmasına karşın deniz canlÝlarÝ kısa mesafede bile sana bir şey yapmıyor. Sen ona zarar vermedikçe o sana dokunmuyor.
Evrensel bir dili var Su altÝnda iletişim nasÝl kuruluyor? Gültekin: Bu işte ekip olarak inmek şart. Evrensel bir dilimiz var. Herkes suyun altına girdiğinde eşitleniyor. Yunanistan’da daldım. Yunanca bilmiyorum. Suyun altına girdiğimizde bir-
Yaflflaamevi 5 AralÝk 2004 (Pazar)
11 AralÝk 2004 (Cumartesi)
11.00 KahvaltÝ 14.00 Üye ToplantÝsÝ
17.00
12 AralÝk 2004 (Pazar)
26 AralÝk 2004 (Pazar)
14.00 Resim Sergisi: Hasan Hüseyin Deveci “Şiddete KarşÝ Sanat” Gitar dinletisi: Hüseyin Saltuk AçÝlÝş konuşmasÝ: Doç. Rachid Allagui
14.00 “Yaşamevi, Kursiyerleri ve HocalarÝyla Buluşuyor” Gündem: KurslarÝmÝz, beklentilerimiz, geleceğe dönük hedeflerimiz
Söyleşi:
“Hartz IV ve Getirdikleri”
31 AralÝk 2004 (Cuma) YÝlbaşÝ kutlamasÝ
Wallstr. 110 • 51065 Köln - Mülheim Tel.: 0221 - 96 46 109
Bana, çok rahat gideceğim, hiçbir zorluk yaşamayacağÝm söyleniyordu. İkinci hafta gecenin bir yarÝsÝ, balÝkçÝ teknelerine çağrÝldÝk. ÇarmÝk (ip merdiven) atÝldÝ. Kat kat tÝr yüklü bir gemi, kaçÝncÝ kattayÝz bilmiyoruz. Apar topar bir havalandÝrma deliğine soktular bizi. Tepemize gres yağÝ damlÝyordu halatlardan. Tam uzanamayacağÝmÝz kadar küçüktü. 1 metrelik yükseklikle sauna gibiydi. Suyumuz hiç yoktu. AynÝ yerde tuvalet ihtiyacÝmÝzÝ gideriyorduk, kokusu her an geliyordu.
Susuzluk, havasÝzlÝk... 7 - 8 saat zaman geçti, havalandÝrma deliğinden çÝkardÝlar. “Sizi konteynÝra bindireceğiz.” Biz rahat edeceğimizi sanÝyorduk. Soğuk suyu görünce, tÝrÝn konteynÝrÝna binmeye razÝ ol-
Her dalışta yeni şeyler keşfettiğinizi söylüyorsunuz. Bu duyguyu bizimle paylaşabilir misiniz? Gültekin: Aslında çoğu zaman aynı yere dalıyorsun. Her dalışta daha önce farkedemediğin yeni şeyler görüyorsun. O anda yanındaki arkadaşlarına gösteriyorsun.... Heyecanlanı-
sem kendimde bir eksiklik hissediyorum. İstiyorum ki tad aldığım her şeyi onlar da görsünler ve yaşasınlar. Fotoğraf çekmemin nedeni bu. Yani paylaşabilmek... Gece dalmak nasÝl bir şey? Gültekin: Tüm dalışlardan farklı ve güzel olan gece dalışı. Çok tehlikeli. Kaybolabiliyorsun. Hava kabarcıklarını takip ederek yönünü buluyorsun. Gecenin en güzel şeyi yakamozlar. Işıkları söndürüyorsun. Yakomozları görüyorsun. Yakamoz ayın suya vurmasıyla oluşur diye bilinir. Oysa sudaki plaktonların fosforla buluşması sonucu oluşuyor. Suyun altında ateş böcekleri görüyorsun.
Su altında özgürleşme ihtiyacı
ayl›k etkinlik program›
Göç Hikayeleri
birimizi anlıyorduk.
yorsun. Dalmak için İspanya’ya gittim. Dalmadan önce biriyle tanıştım. Bize suyun altını ezbere anlatıyordu. Daldıktan sonra onun söylediği şeyleri arıyorduk. Tıpkı bir saklambaç gibi.
Paylaşım ihtiyacından yeni keşiflere... Fotoğraf çekme fikri nasÝl oluştu? Gültekin: Her daldığımda “çiçekten çiçeğe koşan” bir adamdım. “Ah bunu da sevdiklerime gösterebilsem” diye düşündüm. Eğer gösterememiş-
Dalmak derinlik demek. Dalarken kendi derinliğinizde ne keşfettiniz? Gültekin: Daha fazla derinleşmeye ihtiyacım var. Türkiye’den kısa bir süre önce bu işi meslek olarak yapan bir arkadaşım geldi. Onunla sohbet ederken bu işi bilmediğimi keşfettim. İnsan yeni şeyler öğrendikçe çok şeyi bilmediğini anlÝyor. Hedefim iki kişi dalabilmek. O an özgürlüğümün daha fazla artacağını düşünüyorum. İyi tanıdığım, anlaştığım biriyle dalmak. Tıpkı evliliğe benziyor. Beraber dalabileceğin, hayatını emanet edebileceğin biri.
Ölüm-kalÝm... “Gelin tekrar binelim. Mührü yaparÝz.” Dedik. Son kararÝmÝz oldu bu. Ölüm kalÝm mücadelesi veriyorum, dakika sayÝyorum. TavanÝ diktikten sonra, tÝrÝn tepesinde bir tÝkÝrtÝ. Şebeke, “YakalandÝnÝz mÝ gençler? Öyle sandÝm, gelemedim.” dedi. Biri mühürü yaptÝ, öbürü tepeye beyaz bant çekti. Şebekenin dediği gibi, ilk du-
P
L
U
11 Dünya
M
Hüzünlü hüznün öyküsü n Gördü¤ü varl›k insana benzeyen gri bir yorgan› and›r›yormufl, bedensizmifl sanki... Tarlalar arasÝndan geçen tozlu bir yolda yürüyen küçük bir kadÝn varmÝş. Çok yaşlÝ olduğu halde yürüyüşü bir kuş tüyü kadar hafif ve gülüşü taze taze parlayan genç bir kÝzÝnki gibi gamsÝz ve kedersizmiş. Küçük kadÝn yol kenarÝnda büzülüp oturan birine rastlayÝnca durmuş. Gördüğü varlÝk insana benzeyen gri bir yorganÝ andÝrÝyormuş, bedensizmiş sanki. Küçük kadÝn eğilerek: “Sen kimsin?” diye sormuş. İki cansÝz göz, yorgunca bakmÝş küçük kadÝna, sonra sessizce duraklayarak: “Ben mi?.. Ben Hüzün’üm!” Küçük kadÝn sevinçle, eski bir dostu selamlarcasÝna: “Ahh!.. Hüzün!” diye bağÝrmÝş. Hüzün, küçük kadÝnÝn bu tavrÝna anlam verememiş. “Sen beni tanÝyor musun?” diye sormuş. Küçük kadÝn; “Tabii ki tanÝyorum. Zaman zaman yolumda bana eşlik ederdin ya sen” demiş. “Fakat!... Sen neden benden kaçmÝyorsun? Korkmuyor musun?” diye şaşırmış Hüzün. “Neden senden kaçayÝm ki canÝm? Herkese er veya geç yetiştiğini kendin daha iyi bilirsin ama asÝl sormak istediğim; neden bu kadar cesaretsiz görünüyorsun sen?” Hüzün; “Ben... ben hüzünlüyüm!” Küçük yaşlÝ kadÝn Hüzün’ün
n “...insanlar, sahte gülüfllerle, ac›lardan oluflan kal›n z›rhlarla geziyorlar...”
yanÝna oturmuş. “Demek hüzünlüsün!” demiş ve anlayÝşla kafasÝnÝ sallamÝş. “CanÝnÝ sÝkan nedir, bana anlatmak ister misin?” diye sormuş. Hüzün derince iç çekmiş “Biliyor musun...” diye başlamÝş sözüne ve birden susup şöyle bir etrafÝna bakmÝş. Gözleri o küçük kadÝndan başkasÝnÝ göremiyormuş. ŞaşÝrmÝş, daha doğrusu hayretler içinde kalmÝş. Çünkü ilk defa kendisini dinlemek isteyen birisinin yanÝnda olduğunu fark etmiş “...beni kimse sevmiyor. Sonuçta belli bir zaman için insanlarÝn yanÝnda kalmak benim kaderim.” Hüzün, zorlanarak sözüne devam etmiş: “Abuk subuk cümleler bulmuşlar beni kendilerinden uzak tutabilmek için. ‘Aman hayatÝnÝ yaşa’ diyorlar; sahte gülüşleri mide sancÝlarÝna, nefes darlÝğÝna yol açÝyor. ‘Unutma: ne kadar darbe yersen, o kadar güçlenirsin’ diyorlar ve kalp kirizi geçiriyorlar.‘YÝrtÝcÝ olman gerek’, diyorlar ve yÝrtÝlan omuzlarÝnÝ, sÝrtlarÝnÝ hissediyorlar. ‘ZayÝf insanlar ağlar’ diyorlar ve birikmiş gözyaşlarÝ neredeyse kafalarÝnÝn patlamasÝna sebep olacak. Veya… beni hissetmemek için içki ile, esrar ile şuurlarını kaybediyorlar!” Küçük kadÝn: “Oh, evet! Böyle insanlara ben de çok rastladÝm!” demiş.
Hüzün birazcÝk daha büzülerek: “Halbuki tek amacÝm insanlara yardÝm etmek. Onlara çok yakÝn olduğumda kendileriyle yüzleşebilirler. YaralarÝnÝ sarabilmeleri için, onlara yardÝm ediyorum. Hüzünlü birinin derisi çok incedir. Birçok keder tam iyileşmemiş bir yara gibi ve bu insanÝn canÝnÝ çok acÝtÝr. Sadece üzüntüyü kabul eden ve dökülmemiş yaşlarÝ akÝtan, yaralarÝnÝ iyileştirebilir. Fakat insanlar benim yardÝmÝmÝ istemiyorlar. Sahte gülüşlerle, ya da acÝlardan oluşan kalÝn zÝrhlarla geziyorlar.” Hüzün susmuş. İçin için başlayan ağlayÝşÝ, sonunda ümitsiz bir haykÝrÝşa dönüşmüş. Küçük yaşlÝ kadÝn, Hüzün’e sarÝlarak teselli etmiş. “Ne kadar yumuşak, ne kadar narinmiş meğer” diye düşünerek şefkat ile okşamÝş çÝkÝna benzeyen, titreyen gri varlÝğÝ. Sonra şefkatli bir fÝsÝltÝ ile: “Ağla sen, Hüzün. Ağla!..” demiş. “Tekrar güç toplayabilmen için, dinlenmelisin! ArtÝk yalnÝz değilsin. Cesaretinin geri dönmesi için yolunda sana eşlik edeceğim.” Hüzün o an ağlamasÝnÝ kesmiş. Doğrularak şaşkÝnlÝkla şöyle bir bakmÝş yeni edindiği dostuna: “Ama... ama sahi ya, sen kimsin?” diye sormuş. YaşlÝ kadÝn gülümsemiş: “Ben mi? Ben ÜMİDİM!...” Arzu Rençberlik
Ateş; çakmak çakmak yanan gözlerimizde İnsanın evrimi raslantılar ve zorunluluklar üzerinde yükseldi. Raslantılardan en önemlilerinden biri de ateştir. İlk insanların sönmemesi için başında beklediği ateş, o bekleyiş esnasında ilk insanların birbiriyle iletişime başlamalarını sağlayan ateş, Ortaçağ karanlığının “cadıları” yaktığı ateş, bazen şöminelerde, bazen teneke sobalarda yanan ateş, Sivas’taki ateş, altı orman işçisini yakan ateş, Küre’de 19 maden işçisini yakan ateş... Nazi Almanyası’nda Yahudi emekçileri yakıyordu fırınlardaki ateş. 2004 Türkiyesi’nde işçileri yakıyor; ormandaki ateş, madendeki ateş. Nazilerin mi elinde yine ateş?.. Bombasını da yaptılar. 19 Aralık’ta diri diri yaktılar yangın bombalarıyla bizi; o zaman “teröristtik”, Antalya’daki orman yangının da “görev şehi-
di”, Küre’deki maden yangınında “iş kazası”... Çalışan biziz, ölen biz, yanan biz... Ateş altında ömrümüz? “Hedef gözetmeksizin ateşe tutuluyoruz”. Hedef gözetmiyorlar mı gerçekten? Kimin elinde ateş? Kış yaklaşıyor, kim derdine düştü ocakta yanacak ateşin? Yokluğunda donuyoruz, küçücük bebelerin ateşlenerek ölmesi niye?
ruş noktasÝnda arkadaki brandayÝ yÝrttÝk tekrar. Durunca atlayÝp kaçmak için. Durduğumuzda, nereye gittiğimizi bilmeden atladÝk. SağÝmÝz uzunca bir duvar, solumuzda büyük dağlar. Otoban boyunu takip etmeye karar verdik. O sÝrada Avusturya polisi geldi. Bize Avusturya’ya geldiğimizi söyledi. İngilizce bilen bir arkadaş sayesinde anladÝk bunlarÝ. “Sabah sizi İtalya’ya teslim edeceğiz” dediler.
SÝcak bir ev uğruna... Gece nezarette donduk. O donmaya razÝydÝk, tÝrÝn içinde onca yanmadan sonra. Resmi olarak İtalyan polisine teslim ettiler. Tutanaktan sonra, “Ya ülkemizi terk edin, ya da iltica edin” dediler. Biz de Milano trenine atladÝk. Trene binerken 3 kişi kaldÝk. Benim grubumdakiler bilinçli insanlardÝ. O gece garda yattÝk yataklÝ vagonu beklemek için. Çünkü daha güvenli. Esrarkeşler Milano garÝnda kol geziyor. Gözünün önünde
de, güneşteki ateş. Peki nereye geldik? Barbalığın dibine mi? Dünyanın nereye gittiğini bilmeden iniyoruz madene. Kazmayı salladıkça ocağımızdaki ateş değil, bizi yakan ateş harlanıyor. Kaderimizi elimize almalıyız artık; kaderimizi, yani emeğimizi. Kendimize değil çalışmayan asalaklara gidiyor emeğimiz çünkü, bizi yakan cellatlara... Ateşi elimize almalıyız artık, kendi kendimizin efendisi olmalıyız, yoksa bundan sonrası barbarlık. Kapitalizmde emeğin karşılığı da yok emekçinin bir değeri de. Ya özgürlükler dünyasını yaratacağız ya sürgit yanacağız... Ateş en güzel, gelecek kaygısına düşmeden çocuklarımıza bakarken çakmak çakmak yanan gözlerimizde olacak.
Ateşi elimize almalÝyÝz Madene kim iniyor, kömürü bakırı kim söküyor? Peki kışın kömürü olmayan kim, madende yanan kim? Ücretimizin kaç katını söküyoruz taştan? Kime?.. Ateşin başında, tanımlayamadığımız bu güce taptığımız zamandan bu yana milyon yıllar geçti. Belki daha milyon yıllar geçtiğini görecek mavi küre-
Yavrum Deutschland duk. KonteynÝrÝn içinde aniden gözlerim dolmuştu, havasÝzlÝk canÝma tak etmişti artÝk. Bindikten 4 saat sonra ufak ufak delikler açtÝk, yine de bir arkadaş bayÝldÝ. Çocuk bayÝlÝnca, tavanÝ iyice yÝrtÝp dÝşarÝ çÝktÝm. Mühürü patlatÝp çocuğu çÝkardÝm arka kapÝdan. AşağÝ güverteye indik. TÝrlarÝn arasÝnda gezip şebekeyi arÝyoruz. Dört saat tÝrda kalmÝşÝz. Beş saat de gemi güvertesinde geziniyoruz altÝ kişi. “Dönelim İstanbul’a, canÝmÝzdan kÝymetli mi?” diye lanet ettik önce. Sonra, “Bunca çektik, nasÝl dönelim” dedik kendi kendimize.
O
sarÝyor esrarÝ. Koluna şÝrÝnga vuruyor gözünün ününde. Orada çoluk çocuk mülteci kadÝnlar yerde yatÝyorlar. Hep yabancÝlar, Afgan, AfrikalÝ... BaşÝmÝn acayip kaşÝndÝğÝnÝ farkettim. Vücudumun her tarafÝ uyuz gibi kaşÝnÝyordu. Lavaboda başÝmÝ bir yÝkadÝm, lavabo simsiyah oldu. Biraz rahatlamÝştÝm. Bir buçuk hafta sonra ilk kez bir yatağa uzandÝm, trene binince. Paris’e indiğimizde bir insan karşÝmÝza çÝktÝ. Bir arkadaş aracÝlÝğÝyla rastlaştÝk. Biletlerimizi aldÝ. Beni evinde misafir etti, öbürünü bindirdi. En son biletimi alÝp, Almanya trenine bindirdi.
Almanya: Soyarak arama Almanya’da bir istasyonda yakalandÝm. Boş bir odaya konduk çÝrÝlçÝplak. Her şeyimize el kondu. Soyma anÝnda, iki polis çÝplak vücudumu evirdi çevirdi, makatÝma baktÝ. Biri tutuyor, diğeri elliyor. Vücudumda bir şey saklÝyor muyum, diye. O an kendimi Türkiye’dekin-
den daha aşağÝlÝk bir halde hissettim. BuranÝn Türkiye’den daha beter olduğunu, her şeyin bittiğini düşündüm. Polisi yumrukla indirmek istedim. Elimi kaldÝrdÝm, ablamÝ görünce durdum. Ablamlar sorumluluğumu alÝp götürdüler beni.
On beş euro’ya geliyorlar Siyahların kapÝda işsizlikten eroin sattÝğÝnÝ, koridorda iğne vurduklarÝnÝ, yerlerde kriz geçiren insanlarÝ, ve de “heim”Ýn içinde fuhuş yapıldığını gördüm. 15 euro’ya geliyorlar, her türlü pisliği yapÝyorlar.
15-16 yaşÝnda eroin bağÝmlÝsÝ. SigarayÝ çalÝyor ki eroin vursun kendine. O kÝz gözümün önünde eroin komasÝna girdi. Birden titremeye başladÝ, yÝğÝldÝ yolun ortasÝna. Onun gibi nice örnekler var “heim”da.
TV - DVD - HIFI - SAT - PC - TELEFON - HAUSHALTSGERÄTE Telsiz telefon ab 19 ¶ 70 cm Tv ab 179 ¶ Digital Rec ab 59 ¶ 100 cm Ant. 24 ¶ 128 mb MP3 34 ¶
Frankfurterstr. 33 • 51065 Köln-Mülheim Tel.: 0221 - 823 47 91
YasanacakDünya_11
13.01.2005
14:10 Uhr
Seite 12
Dünya Yaflanacak
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
Unutulmayacak bir tarih: 19 AralÝk 2000
Türkiye’den mektup var
n Yeni ‹nfaz Yasa Tasar›s›, “sessiz ölüm”ün yasas›d›r. Yarg›s›z infazlar›n zamana yay›lm›fl yeni ve sistemli biçimi olarak tasarlanm›flt›r. kurallara uydukları koşullarda görüşebiliyorlar. Hiçbir yaptırıma uymadıkları için mektup ve görüş yasağı alÝyor, fakat boyun eğmedikleri için henüz ‘tedavi edilmiş’ sayılmayan siyasi tutsaklara şimdide
“D tipi ” yüksek güvenlikli cezaevleri dayatÝlÝyor. Bunu yasayla da perçinlemek için yeni bir Ceza İnfaz Yasa Tasarısı da yürürlüğe sokuluyor. Bu tasarı, “sessiz ölüm”ün yasasıdır.
Perdeye yansÝyan görüntü
Türkiye cezaevlerine düzenlenen 19 Aralık operasyonunda 28 insanı hemen oracıkta katlettiler. Gazla, bombayla, kurşunla, dayakla, Nazi toplama kamplarını aratmayan bir barbarlıkla yüzlercesini yaraladılar. Herkesi “F tipi” hücrelere tıktılar. Koyu bir karanlık, yalnızlaştırma, siyasi düşüncelerden ve inançlardan soyundurma süreci işletilmeye başlandı. Tusaklara bir sistem dayatıldı: Günlere ve yıllara yayılmış bir biçimde, fiziken ve ruhen çökerterek, çürüterek bir insan posası haline getirmeye çalışacak olan bir sistem. Teslim olunmadÝ, direnildi.
Tüm cezaevleri Ölüm Oruçları ile sarsÝldÝ. Bu direniş, tecrit ve izolasyonun kırılması içindi. Tutsaklar kimliklerini, kişiliklerini, onurlarÝnÝ ve ütopyalarÝnÝ korumak için direndi. O sistemle ya işin başında hesaplaşacaktı ya da o sistem kişileri alacak, bir değirmen gibi öğütecek, toplumun içine kusacaktı.
İçerde dÝşarda... Ülkemizde cezaevleri her zaman toplumun en aydınlık, en diri ve geleceği kucaklamaya en aday politik güçlerinin bulunduğu yerler olmuştur.
Topluma gözdağı verme ve boyun eğdirmenin ilk basamağı cezaevlerinde sağlayacakları zaferdi. “İçerde dışarda hücreleri parçala!” sloganı, saldırının ortak ve herkese yönelik olduğunu gösterir.
“D tipi” sessiz ölüm F tipi izolasyonun bilançosu: 117 ölüm, 500’ü aşkın belleğini yitirmiş direnişçi… Her gün sayımlarda dayak yiyor, ayakkabı aramasına karşı çıktıkları için 2 yıldır mahkemelere bile yalınayak çıkÝyorlar. Ayda ancak 3 kitap alabiliyor, avukatları ve aileleriyle ancak
12 yaşa 13 kurşun
Henüz 12 yaşÝndaydÝ. Ödevlerini bitirmiş, arkadaşlarÝyla sokakta oynamÝştÝ birkaç saat önce. Oyuna doydu mu, bilinmez... Minicik elleriyle, ayağÝnda terliklerle babasÝna yardÝm etmeye koyuldu Uğur. Baba-oğul, kamyonu hazÝrlÝyordu, ertesi gün sefere çÝkacaktÝ baba. Tehlikelerle dolu Irak’a mazot taşÝyordu Ahmet Kaymaz. Gün batmak üzereydi Mardin KÝzÝltepe’de. Beş dakika arayla iki kez silah sesi duyuldu ve kesif bir barut kokusu kapladÝ ortalÝğÝ... Elektrikler kesikti. Polisler, cesetlerin bulunduğu yeri pro-
jektörle aydÝnlattÝlar. Kanlar içinde yatÝyordu baba-oğul. “BunlarÝn üzerinde birşey yok, temizler” diye bağÝrdÝ bir polis. Projektör söndürüldü. Beş dakika sonra ortalÝk aydÝnlatÝldÝğÝnda, Uğur’un ve Ahmet’in başucunda uzun namlulu silahlar, iki el bombasÝ, altÝ şarjör ve çok sayÝda dolu fişek vardÝ... Bir açÝklama düştü ajansa: “Jandarma karakoluna saldÝran teröristlerle çÝkan çatÝşmada iki terörist öldürüldü.” ArdÝndan bir açÝklama daha: “Şüphe üzerine dur ihtarÝnda bulunulan iki terörist öldürüldü.”
Ahmet Kaymaz’a sÝkÝlan 8 kurşun da yakÝn mesafeden atÝlmÝştÝ. YÝllardÝr duyuyorsunuz “çatÝşmada ölü olarak ele geçirilen teröristler”i. Bu olayÝ ilk duyduğunuzda ne düşündünüz?.. Bu kez öldürülen 12 yaşÝnda bir çocuk olmasaydÝ, olaya tepkiniz ne olacaktÝ?.. Sahiden, “terörist” ne demek?.. Ve neden bütün Kürtler “terörist”?..
Gökyüzü kararmaya başlamÝş. Paris’in merkezi yerlerinden Chatle Le Halle’deyiz. DükkanlarÝn ÝşÝklarÝ aydÝnlatÝyor meydanÝ. Yağmur herkesi Ýslatmaya başladÝ. AçÝk alanda vizyondan bir görüntü yansÝyor perdeye. SaçÝ, bütün yüzü, kollarÝ, elleri yanmÝş bir bayan, askerlerin arasÝnda ambulanstan indirilirken haykÝrÝyor. “Hepimizi diri diri yaktÝlar”. Genç bir kÝz görüntülere, vahşet fotoğraflarÝna odaklanmÝş olup biteni anlamaya çalÝşÝyor. “Siz Türkiyeli misiniz? Bu görüntüler oraya mÝ ait? ”, “Evet 19 AralÝk 2000’de Türkiye cezaevlerinde bir vahşet yaşandÝ. Devlet 20 cezaevine aynÝ anda operasyon düzenleyerek onlarca tutsağÝ katledip, yüzlercesini sakat bÝraktÝ. Sağ kalabilenleri, her türlü işkenceden geçirerek F tipi hücrelere kapattÝ. Bu saldÝrÝlar karşÝsÝnda sürdürülen Ölüm Orucu eylemi. Ölen 117 kişi. Zorla müdahalelerle sakat bÝrakÝlan yüzlerce tutsak... Görüntüler ve anlatÝlanlar karşÝsÝnda hüngür, hüngür ağlayan genç kÝz; “Ama ben bunlarÝ bilmiyordum”. NasÝl olur bütün kamuoyuna yansÝdÝ. Ama hep tek taraflÝ anlatÝldÝ. Gencin kendi yaşadÝklarÝ geldi aklÝna. Daha iyi koşullarda öğrenim görmek için gelmiş Avrupa’ya. Bencillikle, bireycilikle, yozlukla, karşÝlaşmÝş, alt üst olmuş insani hiçbir iletişim yok. Herkes kariyer peşinde. DayanÝşma yardÝmlaşma hak getire. Hücrelerde yaşayan biziz diyor.
Avrupa’da kampanya Türkiye’de yeni ceza infaz yasasÝ, tektip elbise, zorunlu çalÝştÝrma, yeraltÝnda inşa edilmiş D (mezarlÝk) tipi cezaevleri gibi yeni saldÝrÝlar var gündemde. Oluşturulan “Fransa Devrimci Tutsaklarla DayanÝşma Komitesi” bünyesinde, kamuoyunu duyarlÝ hale getirmek için KasÝm ayÝ başÝnda başlatÝlan bir kampanya var. Bu kampanya kapsamÝnda her cumartesi gösteri ve etkinlikler düzenleniyor. Kampanya sonunda, 26 AralÝk tarihinde, Çağdaş Hukukçular Derneği, Tutuklu YakÝnlarÝ DayanÝşma Birliği’nden temsilcilerin ve araştÝrmacÝ yazar Haluk Gerger’in katÝldÝğÝ bir panel düzenlenecek. AynÝ kampanya Almanya’da da başlatÝldÝ. “Tecrit ve İnfaz YasasÝ’na KarşÝ Birlik” gündemine aldÝğÝ çeşitli etkinliklerin yanÝsÝra, 19 AralÝk 2004’te Duisburg’da gece düzenleyecek.
“Uğur’u ensesinden yakaladÝlar” Anne Makbule, olayÝn şokunda. Harap olmuş, başÝ önünde mÝrÝldanÝyor: “OnlarÝ gördüm... eminim.. Önce Uğur’u ensesinden yakaladÝlar... Kamyonun önüne dizlerinin üzerinde, boynu yere eğik olarak oturtulduğunu gördüm...” Otopsi raporuyla, Uğur’un bedenine 13 merminin isabet ettiği, bunlarÝn 9’unun yakÝn mesafeden atÝldÝğÝ tespit edildi.
Sinan Kara
Benim cici basÝnÝm Devletin başlıca ideolojik aygıtlarından birisi olan basın kurumumuzun, en köklü üç gazetesinin adlarının, tartışılması yasak olan terimlere sahip olmasını enteresan buluyorum; Cumhuriyet, Hürriyet ve Milliyet. Rejimin muhtevasını özetleyen bir ironi olarak, bu gazete adları size manidar gelmiyor mu? Yoksa bir rastlantı olduğuna mı inanıyorsunuz? Diğer taraftan Akşam, Sabah, Günaydın, Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Star, size gülünç gelmiyor mu? ‘Cumhur’un sesinin çıkamadığı ve adam yerine konmadığı bir Cumhuriyet; “hürriyet” talep etmenin “anarşistlik ve bozgunculuk” olduğu bir adalet anlayışı; etnik kökenlerimizi araştırmanın ve tartışmanın ise “bölücülük”olduğu şu paranoid ortamda Milliyet adlı bir gazetenin var olması bile bana göre kelimeleri kifayetsiz bÝrakÝyor. Sizce nasıl acaba? Genel yayın yönetmenlerinin ve yazı işleri müdürlerinin emniyet ve istihbarat kurumlarıyla dirsek temasında olduğu bir basının, basın etiği denen kavramdan bihaber olması ve manipülatif olması doğaldır. Tekelci basından önce zaten devletin basını vardı. Kökeni İttihat ve Terakki’ye uzanan, Teşkilat-ı Mahsusa’nın yayın organı olarak çıkan gazetenin hâlâ yayınını sürdürüyor olması ne denli özgür olduğumuzun kanıtıdır. Bu ülkede yabancı istihbarat örgütleri bile gazete ve TV yayını yapabiliyorsa ve herkes bunu görmezden gelmeye gayret ediyorsa, bazı elemanlar CIA’de master yapmaya gidiyorsa, savaş çığırtkanlığı ve halk düşmanlığı prim yapıyorsa, bu ülkede basın mı var, yoksa başka bir ucube mi? Büyük gazetenin(!) ekşimtrak kadrolarının birçoğunun, öğrenciliğinden beri özel olarak yetiştirilmiş istihbaratçılar olmasını ve gazeteci düşmanları olmasını, diğerleri nasıl karşÝlıyor? Bunun üzerinde durmuyoruz. Basınımızın, Kemalistler, eski Aydınlıkçılar ve istihbaratçılar tarafından bölüşülmüş olması problemin ta kendisi. Bir de bazı kimseler, 12 Eylül’den itibaren güya döneklik ettiler. Hayır hiç de dönmediler, onlar zaten oradaydılar. Ortam uygun olunca taktik gereği döneklik furyası başlattılar. Onların hakkında yanılsayan bizlerdik. Yalnızca basınımızın mı durumu böyle? Bilim, sanat, siyaset ve ekonomideki halimizin de içler acısı olduğunu söylemek elbet yeni bir şey değil. Bulanık suda balık avlanan bu düzende, her çevrenin bu banal ve sanal ortamdan çıkarı olmasa, rahatsız olanlar bu denli az olamazdı. Mevcut süper-ego (egemen sınıfların öğretisi) aptal olmayı buyurduğu için, düzenin kınalı kuzuları, gerçek veya mecazi aptal rolünü kendilerine yakıştırmada beis görmüyorlar. O halde, güzide vatanımızda “etik” diye bir kavramın varlığından söz edilebilir mi? Basın etiği, bilim etiği, meslek etiği, siyasi etik var mıdır? Etik dersleri verenlerin öğrencilerinin adlarını polise ihbar ettiklerini de gördük. Düşünce namusundan bihaber bu topraklarda, etik ancak bir temenniden ibaret kalacak. Kimileri için ulaşılamayan mundar bir ciğer parçası, bizim gibi “yerleşik yabancı”lar için yitik bir ülke hasreti olarak kalacak belki de. Mafyanın, işkencecilerin, uyuşturucu baronlarının, satılık kalemlerin, arsız ve yüzsüzlerin, aklınıza gelen-gelmeyen her türlü alçağın artık “normal” yurttaşlardan sayıldığı, bunlarla mücadele edenlerin “tehlikeli” görülüp selamı sabahı kesenlerin çoğunlukta olduğu kötü bir zamanda yaşıyoruz. Mert olmak, cesur olmayı gerektirir, hem korkak hem mert olunamaz. Tüm bunlar, devletin derin düşünürlerinin çapıyla ilgili aslında. Cumhuriyetin kuruluşundaki devletin elit entellektüellerinin (literatiler) çapının, bugünkünden daha geniş ve derinlikli olması da bugünkü ahvalimizi açıklamaya yeter sanırım. Bugün ise ipler, halka rağmen devletçilerin, çapsız adamların elinde oldukça, ekonomi, siyaset, bilim, sanat, basın dünyası 1930’lardaki düzeyin bile gerisinde kalacaktır. Modernist devlet idealinin geleceği yer burası mıydı? Bu müptezel tuluat mıydı? Ortalama bilinç, faydacı aklın eğitimine alışık olduğu için, nesneler ve dogmalar evreninin yıkımına yol açan anlık gözlem ve fikirlerle uyumlu olamaz. Olamıyor. İşte bütün mesele bu…
MGK makyaj yeniledi! Freni patlamÝş ihanet n Bugüne kadar direktiflerle devlet yap›s›nda belirleyici olan MGK, art›k bunu kibarlaflt›r›lm›fl biçimlerde yapacak...
“Milli Güvenlik Kurulu şeffaflaştı, sivilleşti, bir tink-tank (düşünce üretim) kuruluşu oldu”. Görüntünün değiştirilme çabası, bu kafatasçı kurumu meşrulaştırma girişimi bütün hızıyla sürdürülüyor. Nasıl bir makyaj yenilenmesi yapılırsa yapılsın, genel anlayış ve aslolarak sistemin yapısı de-
ğişmediği sürece farkeden bir şey olmayacak. Bu “düşünce üretim merkezi”, kimler için hangi düşünceleri üretecek, kimlere neyi empoze edecek? Bugüne kadar direktifleriyle, emir komuta zinciri içerisinde en pespaye yöntemleriyle devlet yapısı ekseninde belirleyici olan MGK, “uyum sü-
reci” kisvesiyle misyonunu daha kibarlaştırılmış biçimlerde oynayacak. Bugüne kadar nasıl oluyordu? Örneğin bir fabrikada grev kararı alındığında, MGK buna “Milli güvenliği tehlikeye attığı” gerekçesiyle “Yasaklansın” diye müdehale ediyordu. Şimdi aynı gerekçeyle “Yasaklanmalıdır” diyecek! Verilen direktifte üslup değişecek fakat sonuç değişmeyecek.
Gizli anayasa... En son 1997’de cilalanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, yeniden düzenlenecekmiş. Nedir bu MGSB? Türkiye’nin giz-
daha
li anayasası niteliğinde ve “kırmızı kaplı kitap” olduğu söylenen, faşist diktatörlüğün esas yönetim belgesidir. “İç ve dış güvenlik” bahanesiyle oluşturulmuş, figüran yönetimler olan hükümetler de dahil herkesin biat etmesi gereken bir belge. Anayasa ve Meclis işleyişinde MGSB’ye uygunluk şartı aranır. Devlet mekanizmaları ve yapısı bu belge ışığında düzenlenir. Bunlar değerlendirildiğinde, MGK’daki “sivil” sayısının (ki çoğunluğu emekli askerlerdir) artırılmasının, makyaj tazelemenin ötesinde bir anlam ifade etmediği görülür.
Türkiye’de 68’liler vakfÝ kurulduğu günden beri, bir dönemin ilerici değerlerini, sistem karşÝtlÝğÝnÝ ve antiemperyalist direniş ruhunu silikleştirmeyi kendilerine görev bildi. ‘70’li yÝllarda Deniz Gezmiş’in gölgesinde, mahkeme salonlarÝnda horozlanan Av. Bozkurt Nuhoğlu, aynÝ salonda tescilli faşist-mafya, mit işbirlikçisi ÇakÝcÝ’nÝn savunucusu oldu. Pes doğrusu Hürriyet gazetesi dahi olayÝ tiye aldÝ. Döneklik sÝnÝr tanÝmaz. Dönekliğe kÝlÝf uydurmak işin kolayÝ. ’68’liler VakfÝ’nin önde ge-
lenlerinden Bozkurt Nuhoğlu, bağÝmsÝzlÝk-demokrasi adÝna, ÇakÝcÝ gibi tescilli faşisti savunacak kadar basiretsizleşmesi, onun sistemi savunmasÝyla eş anlamlÝdÝr. Devrimciliğe elveda değişlerinin ardÝndan böyle küçülmelerine bir diyeceğimiz yok. BataklÝkta debelenmesi kendi tercihi. Fakat günü geldiğinde utanmazca Deniz’in sisteme karşÝ başkaldÝrÝsÝnÝn ardÝna saklanmasÝ, iki yüzlülükten başka ne olabilir. Bu salt Türkiye’ye özgü bir durum değil. Dün Che’nin en yakÝn arkadaşÝ Regis Debray “elveda proletarya” diyerek piyasaya çÝkmÝştÝ.
‘Sen beni tut ben de seni’ Gazetedeki haberde Av. Ali Dizdar’in tavrÝ basit ve çÝkarcÝ. Bozkurt Nuhoğlu’nun çirkef
davranÝşÝnÝ, Karadenizlikle yorumlamasÝ, kendi kirli ellerini gizlemenin ötesinde ne olabilir. Bu bay Dizdar, Sedat Peker denilen mafya bozuntusu tetikçinin avukatlÝğÝnÝ üstlenmiş olduğunu unutmuş olsa gerek. Bu şahÝslar bir bütün olarak, ancak ‘68 ruhunun devrimcibaşkaldÝrÝ ruhunun miras yedicisi olurlar. Bugüne kadar ‘68 ruhunun içini boşaltmaktan, devrimciliğe düşman olmaktan başka ne yaptÝlarki. ‘68 gençliğinin militan önderi Deniz Gezmiş’i salon devrimciliğine indirgeyerek, onun özünü bozmaya yeminli birer devrim karşÝtÝ olma yarÝşÝndalar. Bugün faşist-mafya tetikçilerini savunanlar, yarÝn demokrasi adÝna kimbilir daha kimleri savunacaklar. Şayet bir gün, fasist Kenan Evren’i savunmaya talip olurlarsa, kimse şaşÝrmayacak.