Bir öykü: Bizim K›z
ABD ordusunda asker krizi
F›rt›nalar ortas›nda bir deha...
Sayfa 8
Sayfa 4
Sayfa 10
Yaflanacak
Dünya AYLIK GAZETE • SAYI 12
“Art›k yaflflaad›¤›m› hissediyorum” Sayfa 7’de
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
www.yasanacakdunya.net
01 Ocak 2005
Yas¸ anacak bir dünya için 2005 sert geçecek! Yeni bir yÝla girmenin keyfini bile yaşatmadÝlar bize. ArdÝ ardÝna geldi yasalar. Göç yasasÝ, uyum yasalarÝ, güvenlik yasalarÝ!.. Nefes alamaz hale geldik! Gün geçtikçe euro, daha fazla daldÝrdÝ elini cebimize. OnlarÝn kârlarÝ arttÝ, bizim ise yoksulluğumuz. Bir “sosyal reform paketi”dir gitti 2004 yÝlÝ boyunca. Paket üstüne paket! Korkar olduk; “ya hastalanÝrsak, ya hastalÝk kasasÝ ödemezse, ya işsiz kalÝrsam, ya çocuğum meslek yeri bulamazsa!” diye... Posta kutularÝmÝza bile bakmaktan korkar olduk!
AğÝz dolusu gülmek isterdik Oysa yarÝnlara güvenle bakmak, ağÝz dolusu gülmek isterdik. YarÝnlara her türlü kaygÝdan uzak, güçlü adÝmlarla, kolkola yürümek isterdik! Her tür endişeden uzaklaşÝp, umutla dolmak isterdik! Bir bakalÝm geçen yÝllara: Kimimiz 30, kimimiz 40 yÝlÝmÝzÝ, hayatÝmÝzÝ gömmüşüz bu topraklara. AlÝnterimizle sokaklarÝnÝ temizlediğimiz, bi-
nalarÝnÝ diktiğimiz, arabalarÝnÝ ürettiğimiz bu topraklarda, emeklilik günlerinde bile rahat yüzü yok. Daha dün “Göç almakla yanlÝş yaptÝk!” demedi mi Otto Schilly?.. Evet, hâlâ ‘yabancÝ’yÝz gözlerinde. “Susun ve kaderinize razÝ olun! KapÝya koymadÝğÝmÝza dua edin!” diyorlar.
Geleceğimize sahip çÝkalÝm Biz sustukça yeni yasalar, biz sustukça özgürlük alanlarÝmÝzÝn daralmasÝ, biz sustukça biraz daha çalÝnmasÝ, yok edilmesi geleceğimizin... Ne kadar çok isteriz, işsizlik korkusuyla güne başlamamayÝ. Her sabah, kendimiz için ürettiğimizi bilmenin iç huzuruyla işimize gitmeyi. Ömrümüzün son demlerinde “posa” muamelesi görmek yerine, insanca yaşamayÝ. “YarÝn ne olacak?..” kaygÝsÝ taşÝmadan güven içinde olmayÝ... “Zorunlu harcamalar” gÝda ve taksitlerden oluşmasa; içimizde ukde kalan şeyler de girse bu kapsama. Tam bir gönül rahatlÝğÝyla “özgürüm” diyebilsek... İstemek yetmiyor elde etmek için... 0 O halde geleceğimizi savunmak üzere, randevularÝmÝzÝ şimdiden umuda ve mücadeleye ayarlayalÝm!..
Asya’da 8.9’luk katliam n Ted Murty, on y›llar önce Hindistan'da erken n “Yard›mlar›n, bundan bir ay sonra konu dünya uyar› sistem kurmay› önermifl. Bu öneriyi “fon yok” gerekçesiyle Hint devleti reddetmifl. 1Son 40 yÝlÝn en şiddetli depremi, 26 AralÝk’ta Güneydoğu Asya’da onbinlerce can aldÝ. Dev okyanus dalgalarÝ yaratan 8.9 şiddetindeki deprem, 1900’den beri bölgede yaşanan en büyük beşinci deprem. On metreyi bulan Tsunami sonucu, Sri Lanka, Hindistan ve Endonezya başta olmak üzere, 9 ülkede milyonlarca insan evsiz kaldÝ. Elektrik ve telefon şebekeleri çöktü. Depremin merkezi Sumatra (Bangal Körfezi-Endonezya) olmasÝna karşÝn, 6 bin km ötedeki Somali’de bile yüzlerce insan öldü. Binlerce insan kayÝp. BalÝkçÝ teknelerini kağÝt gibi savuran dalgalar çekildiğinde, geride ağaçlara asÝlÝ cesetler kaldÝ. Köyler haritadan silindi.
Başka türlü olabilirdi! Hint Okyanusu’nda bir “Erken UyarÝ Sistemi” olsaydÝ, her şey başka türlü olabilirdi. Kanada’nÝn Tsunami uyarÝ sistemini kuran Hint kökenli Ted Murty, on yÝllar önce Hindistan’da böyle bir sistem kurmayÝ önermiş. Bu öneri, “fon yok” gerekçesiyle Hint devleti trafÝndan reddedilmiş. Pasifik Erken UyarÝ Merkezi ise, Sumatra Deprem’inden 15 dakika sonra, bölgedeki Tsunami tehlikesini fark ediyor. Bölgedeki tüm ABD KonsoloslukarÝ’nÝ ve Amerikan Askeri Üssü’nü haberdar eden merkez, nasÝl oluyorsa Sri Lanka ve Hindistan’daki yerel yönetime “uygun kişileri bulamadÝğÝ” için
gündeminin odak noktas› olmaktan ç›kt›¤›nda sürüp sürmeyece¤ini hep birlikte görece¤iz.” bilgi ulaştÝramÝyor! Hindistan’Ýn Madras Üniversitesi Jeoloji Bölümü Öğretim Görevlileri, 4 gün önce hazÝrladÝklarÝ raporla, Sumatra depreminin yerini ve tarihini yakÝn tahminle bildirdi. Ama onlarÝ kimse dinlemedi.
mü için bile gerekçe yok. Dalgalar tamamen tahmin edilebilir. Elimizde Hint Okyanusu’nun tamamÝ için, dalga yolculuğu zaman şemalarÝ var. Depremin merkezinden Hindistan’a vurana kadarki süre 4 saat. Bu, uyarÝ için yeterli bir zaman.”
“Hiçkimse ölmeyebilirdi”
AcÝlarla başbaşa
Görgü tanÝklarÝnÝn anlatÝmÝna göre, ölümlerin büyük çoğunluğu ilk dalgadan sonra insanlarÝn kÝyÝya dönmesiyle yaşandÝ. “İlk dalgalardan sonra balÝkçÝlar dalgalardan arta kalan balÝklarÝ toplarken, çok daha büyük dalgalar vurdu.” diyorlar. Son sözü, Hintli bilim insanÝ Murty’e bÝrakalÝm: “AslÝnda Tsunami’de tek bir insanÝn ölü-
MedyanÝn bütün projektörlerinin bölgeye çevrilmiş olduğu bir dönemde, ABD ve AB arasÝnda bölgeye yardÝm tartÝşmalarÝ yaşanÝyor. İki taraf birbirini “cimrilikle” suçluyor. “YardÝmlarÝn, bundan bir ay sonra konu dünya gündeminin odak noktasÝ olmaktan çÝktÝğÝnda sürüp sürmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.” diyor,
Alman gazetesi Tühringer Allgemeine. Bir burjuva gazetesi bile itiraf etmek zorunda kalÝyor “yardÝm” rezaletlerini. Kimin ne kadar “yardÝm” ettiği tartÝşmasÝ bir yana, dünya halklarÝ her seferinde afetlerden sonra kendi acÝlarÝyla başbaşa bÝrakÝlÝyor.
Panorama 2004
Uyumlu olacaksÝnÝz!
Yaflanacak
Dünya Umutsuzluğumuzu kÝralÝm!... Bir yÝlÝ daha geride bÝraktÝk. Yeni bir yÝla girilirken genelde beklenti ve umutlarla birlikte bir coşku yaşanÝr. Yeni bir yÝla girmenin coşkusunu yaşÝyor muyuz peki? Bir yanda ABD emperyalizminin Irak halkÝna uyguladÝğÝ vahşet, diğer yanda emperyalistler tarafÝndan katledilen halklarÝn yüreğimizi yakan acÝsÝ... Avrupa burjuvazisinin sosyal yÝkÝm saldÝrÝlarÝ bizi beklerken coşkuyla girebilir miyiz yeni bir yÝla? Sistem “artÝk bu sosyal yükü kaldÝramÝyor”muş! Böyle giderse “deniz bitecek”miş! Oysa ki bunlarÝn büyük bir yalan olduğunu istatistikler gösteriyor. Büyük tekeller, kârlarÝnÝ geçen senelere göre daha da katlamÝşlar. AsÝl sÝkÝntÝlarÝnÝ diğer emperyalistlerle yaptÝklarÝ rekâbet oluşturuyor. Gitgide büyüyen azami kâr elde etme hÝrsÝndan dolayÝ emekçilere saldÝrÝya geçtiler. Almanya’da Agenda 2010 ve Hartz yasalarÝ, Fransa’da SECU reformu ve diğerleri... Ücretlerin azaltÝlmasÝ, çalÝşma saatlerinin uzatÝlmasÝ, sosyal haklarÝn budanmasÝ... (DevamÝ üçüncü sayfada)
n Kaçak iflçiler sorunu ya çözülmeli n Göçmenler uyum sa¤lad›klar› ve ya da insanlar s›n›rd›fl› edilmeli... Fransa SayÝştayÝ, 23 KasÝm 2004’te göçmenlerin “uyum” sağlamasÝnÝ içeren bir rapor açÝkladÝ. “Uyumsuz yabancÝlarÝn sorun teşkil ettiği, bunlarÝn ‘uyumlu’ hale getirilmesi için bir dizi çalÝşmanÝn olduğu” belirtildi. Onlara göre, “yabancÝlarÝn toplumla bütünleşmeleri hemen sağlanmalÝ”
Dinamik işgücü olmayanlar sÝnÝr dÝşÝ Göçmenlerin yaşlanmasÝ nedeniyle ekonomide verimsizlik ve barÝnma sorunu ortaya çÝkÝyor. O halde... Bugün Almanya’da 60 yaşÝndaki insanÝn dahi
verimli olduklar› sürece kalabilir.
dil seviyesinin ölçülmesi gerek! Fransa’da doğan göçmen çocuklarÝ, yerli gençliğe oranla uzun yÝllar işsizlik yardÝmÝyla geçinip verimli olmuyorlar. O halde... İşsizlik yardÝmÝnÝ kaldÝrÝlmalÝ! Kaçak işçiler sorunu ya çözülmeli ya da insanlar sÝnÝrdÝşÝ edilmeli... Fransa’ya gelen her erkek, çok eşliliği terkedip, tek eşle evliliği benimsemeli. Zaten 2003’ten bu yana Fransa’ya giriş yapanlara uyum sağlayacağÝna dair bir nevi kontrat imzalatÝlÝyordu. Gelen her göçmen, FransÝzca öğreneceğine dair yazÝlÝ taahhütte bulunuyor. Laik devleti kabul ede-
ceğine dair garanti veriyor. Rapora göre bütün göçmenler uyum sağladÝklarÝ koşullarda ve verimli (dinamik işgücü) olduklarÝ sürece Fransa’da kalabilir. Aksi durumda olan herkese sÝnÝr kapÝlarÝ gözükmeli. Avrupa ülkelerinin tümünde hÝzla işleme konulacak “uyum paketi”nin Fransa ayağÝ için, 25 milyon euroluk bir kaynağa ihtiyaç olduğu belirtiliyor. Önümüzdeki günlerde başlayacak bütçe görüşmelerinde, “YabancÝlar Dairesi”nin bu talebi göz önünde bulundurulacak. “Uyum projesi”ni uygulamak için yaratÝlacak kaynak, bize nasÝl yansÝyacak dersiniz?..
Agenda 2010 yaşamÝmÝzda. İlk kurban, böbrek hastasÝ Günter Walter. Sosyal yardÝmla geçinmek zorunda kalan yüzbinlerce yaşlÝ Alman’dan sadece birisi. Haftada üç kez diyalize bağlanmasÝ gerekiyordu. Alman devleti taksi parasÝnÝ kesince...
İranlÝ bir mülteci, Kuala Lumpur’daki BM binasÝ önünde kendini ateşe verdi.
Yaflanacak
Dünya 2
O
K
U
R
Gazetemizin 12. sayÝsÝ elinize ulaştÝğÝnda yeni bir yÝla girmiş olacağÝz. Öncelikle okuyucularÝmÝzÝn yeni yÝllarÝnÝ kutluyoruz. 2005 yÝlÝnÝn “yaşanÝlÝr bir dünya” yaratma mücadelesinde güçlü adÝmlar attÝğÝmÝz bir yÝl olmasÝnÝ diliyoruz. Yeni yÝl çoğumuz için umut yüklü, iyimser çağrÝşÝmlar uyandÝrÝr. Sizlere yeni yÝlda güzel haberlerle “merhaba”demek isterdik. Ama yaşlÝ gezegenimiz, 2004 yÝlÝnda da acÝ ve gözyaşÝ ile dönmeye devam etti. 2004 panoramamÝzÝ okuduğunuzda, dünyanÝn birçok yerinde savaşlarda, katliamlarda yaşamlarÝnÝ yitiren insanlarÝn emperyalizme olan öfkesine, sosyal yÝkÝm paketlerine karşÝ sokağa çÝkan emekçilerin öfkelerine tanÝk olacaksÝnÝz bir kez daha.
Karamsar olmak zor de¤il. Zor olan, ç›lg›n bir f›rt›nadan sonra gökkufla¤› gibi gülümseyebilmektir.
*** SayfalarÝmÝza genel olarak baktÝğÝnÝzda 2005 yÝlÝnÝn, yurtdÝşÝnda yaşayan işçi ve emekçiler açÝsÝnda zorlu geçeceği açÝk. Birçok ülkede yürürlüğe girecek olan yeni yabancÝlar yasasÝ, son aylarda Avrupa kentlerinde yabancÝlara yönelik polis terörü, sosyal paketler, SECU reformu, Agenda 2010, vb. tepemizde sallanan Demoklesin kÝlÝçlarÝ!.. Çoğumuzu karamsar kÝlan, yarÝnlara güvenle, umutla bakmamÝzÝ engelleyen nedenler aynÝ zamanda bunlar. 34 yÝl önce büyük umutlarla yurtdÝşÝna çalÝşmaya gelen bir amcamÝz, “Magirus kamyon parasÝ toplayÝp dönecektik, Magirus’u da kaçÝrdÝk, her şeyi de kaçÝrdÝk” diyor. Sönen umutlarÝ anlatÝyor bir yanÝyla. AynÝ yaşlarda bir başkasÝ; kÝvranarak, elinde sidik torbalarÝ, “Ameliyat edeceğiz diye vücudumu parçaladÝlar. HastalÝk kasasÝ ödeme yapmÝyor. Ne yapmam lazÝm?” diyor acÝlÝ bir ses tonuyla. YÝllarca çalÝştÝrÝlÝp posasÝ çÝkarÝldÝktan sonra dÝşlanmanÝn, fazlalÝk olarak görülmenin isyanÝ aslÝnda bu. Yine bir başkasÝ 2004 nasÝl geçti sorumuza, “Savaşlarla, kavgalarla, dövüşlerle geçti. 2005’te barÝş olmasÝnÝ isterim, umutlu olmamÝz lazÝm” diyor. Ortadoğu başta olmak üzere, emperyalizmin kan gölüne çevirmeye çalÝştÝğÝ dünyamÝza rağmen, içimizde yokedemediği barÝşa özlemini dile getiriyor. Genç bir kardeşimiz ise, “Mutlu değilim Türküz diye sÝnÝfta dÝşlÝyorlar bizi” diyor. Henüz 15’inde. Daha bir kaç yÝl olmuş geleli. Yüzünde ÝrkçÝlÝğÝn, dÝşlanmÝşlÝğÝn gölgesi. Bir başkasÝ, “Ben çalÝşÝyorum, rahatÝm yerinde, diğerlerini bilemem” diyor. Kendi içimizde bile bölünmüşlüğümüzün, yabancÝlaşmamÝzÝn bir yansÝmasÝ bu. Hücrelerimize kadar işlemiş, içselleşmiş bir zaafÝmÝzÝn, bencilliğimizin çarpÝcÝ bir fotoğrafÝ. *** AyrÝca 2005’e 12. sayÝmÝz ile merhaba diyoruz. Bu aynÝ zamanda aylÝk bir yayÝn periyodu için bir “yÝl dönümü” demek. Yaşanacak Dünya olarak bugüne kadar sokaktaki insanÝn, “kara kafalÝ” diye dÝşlanan, kriz dönemlerinde en önce kapÝya konan, sosyal saldÝrÝlarla yaşamÝ kuşatÝlan, soluk alamaz hale getirilen “sÝradan insanÝn” sesini soluğunu taşÝdÝk sayfalarÝmÝza. Emekçi insanlÝğÝn, insanca yaşama özleminin, umudunun adresi, gözü kulağÝ olmaya çalÝştÝk. Düşlerimiz hep insanlÝğÝn yarÝnlara yürüşüne dairdi. On iki sayÝlÝk yayÝn pratiğimiz, Avrupa topraklarÝnda dostluğa, dayanÝşmaya, birlikteliğe olan ihtiyacÝ bizlere daha fazla duyumsattÝ. Sorunlarla hiç kimsenin tek başÝna baş edemeyeceğini bir kez daha gördük. Bunun sorumluluğunu bilerek hareket ettik. Gelişkin yanlarÝmÝzÝn ve zayÝflÝklarÝmÝzÝn farkÝndayÝz. Bir yayÝn çÝkarmakla sÝnÝrlÝ olmayan hedef ve yönelimlerimiz var. BunlarÝ gerçekleştireceğimize olan inançla, attÝğÝmÝz adÝmlarÝ her geçen gün biraz daha büyüteceğiz. Yeni yÝlda ve yeni yayÝn dönemimizde teknik ve içerik olarak daha gelişkin bir yayÝnÝ da kapsayan yürüyüşümüz devam edecek. Günü kazanmak, yarÝnlarÝmÝza sahip çÝkmak için hep el ele olalÝm…
‹mkâns›zl›k yaln›z sersemlerin sözlü¤ünde bulunan bir kelimedir.
E
K
T
U
P
L
A
“Hiç öyle saçmalÝk mÝ olurmuş? Hadi canÝm git işine! Sen kimi kandÝrÝyorsun! BunlarÝn hepsi uydurmaca, boş verin siz işinize bakÝn.” Birçok çaresizliğimizi tetikleyen bu sözlere çoğumuz yabancÝ değiliz. Bir çoğumuzunda bildiği gibi ‘Hartz IV’ kapÝmÝzÝ ha çaldÝ, ha çalacak. Yani kÝsacasÝ kapÝmÝzÝ çalacağÝ gün çok yakÝndÝr. Bizi bekleyen o büyük tehlikenin o kadar bize yaklaşmasÝna rağmen, şöyle çevremize bir göz attÝğÝmÝzda, bu tehlikeyi gerçekten farkedenlerin sayÝsÝ, deyim yerindeyse “bir elin beş parmağÝnÝ geçmiyor.” Çünkü insanlarda alabildiğine bir boş vermişlik var. İnsanlarda alabildiğine bir adam sendecilik var. İnsanlarda alabildiğine “Bana ne yahu!.. OrtalÝğÝn delisi ben miyim? Benim işim güzel, işi olmayanlar düşünsün”, bencilliği var. İnsanlarda şükürcülük var. İnsanlarda amaçsÝzlaşma var. İnsanlarda çaresizlik var... BakÝn şair Bülent CELAL “Kristal Bardak” adlÝ şiiriyle ne de güzel betimlemiş içimizde ki korkularÝmÝzÝ, kişiliksizleştirilmek, yalnÝzlaştÝrÝlmak istenişimizi ...
Bölünmüşseniz kişi kişi; bir duvar korku -hani, “elimizdekinden de olmayalÝm” falan-, bir duvar bencillik -hani, “her koyun kendi bacağÝndan asÝlÝr” filan-, bir duvar babalarÝmÝzÝn sözleri -hani, “böyle gelmiş, böyle gider” falan-, bir duvar yazgÝ -hani, “alnÝmÝza yazÝlan gelir başÝmÝza” filanve her duvarda yalnÝzlÝğÝn çentikleri... bu, hücrenin ta kendisi!.. Hartz IV kapsamÝnda çÝkan yasalara karşÝ her pazartesi yapÝlan yürüyüşte, bir arkadaş şöyle bir soru sormuştu bana: “Bir el bombasÝ mÝ daha tehlikeli, yoksa Hartz IV mü?.” Ben de “ikisi de tehlikelidir” diye cevap vermiştim. İşte benim verdiğim bu cevaba karşÝlÝk da, o arkadaş; “Hartz IV” daha tehlikelidir dedi. Bende ona; “Neden?’” diye sorunca bakÝn bana ne cevap verdi. “Çünkü; el bombasÝ düştüğü alanda en yakÝnÝndaki-
I r k ç ı l ıg¯ ı n De¤iflimi bafllatanlar›n ilk ifli, al›flkanl›klar› ortaya ç›karmakt›r; onlar› de¤ifl†irmeye çal›flmak de¤il.
o l m a d ıg¯ ı okullar için... Okullarda yabancÝ düşmanlÝğÝ...
Güç ve güven hep d›flarda aran›r. Ama bunlar insan›n içinden gelir.
Ortaçağ’daki gibi... Eskiden insanlar alÝnÝp satÝlÝyordu ve bu alÝnma satÝlma sÝrasÝnda alÝnan ve satÝlan insanlarÝn hiçbir hukuku yoktu. Afrika’dan ya da Doğu Asya ülkelerinden alÝnan insanlar, Avrupa’ya veya Amerika’ya götürülüyordu. Bu insanlar para alamazlardÝ. BarÝnma ve karÝn tokluğuna çalÝştÝrÝlÝrlardÝ. Bu insanlar, sahipleri tarafÝndan istedikleri şekilde kullanÝlabilirdi. Köleler sahipleri tarafÝndan istedildiğinde satÝlma, dayak atma, cezalandÝrma, vb. uygulamalarla karşÝ karşÝya bÝrakÝlÝrlardÝ. Köleler bu uygulamalara karşÝ ses çÝkaramazdÝ. Ses çÝkardÝklarÝnda öldürülür ya da çok sert bir şekilde cezalandÝrÝlÝrlardÝ. Bugünün koşullarÝnda kimi noktalarda çok farklÝ olmayan şeyler yaşanmaktadÝr. Kapitalistler sermayelerine sermaye katarken, fakirler daha da fakirleşiyor. Bununla ortaya yüzde 10 elit tabaka yüzde 90 yavaş yavaş açlÝk sÝnÝrÝna dayanma durumu ortaya çÝkÝyor. Kapitalistler tarafÝndan belirlenen kanunlar, insanlÝğa karşÝ aslÝnda bir kanunsuzluktur, ama buna karşÝ ses çÝkaracak insanlarÝ da susturmuşlardÝr. Belli bir kesimi kendi tarafÝna çekerek diğer kesimi dÝşlÝyarak dengeyi korumasÝnÝ da bilmişlerdir. BunlarÝ yaparken çok güzel kÝlÝflar da bulmuşlardÝr. Bugü-
M
R
I
Bölünmüşseniz kişi kişi!.
Editörden
AraştÝrmalar Avrupa’daki okullarda yabancÝ düşmanlÝğÝ olduğunu gösteriyor. Öğrencilerin de birçok kez dile getirdiği gibi, öğetmenlerin bir çoğu yabancÝ öğrrencileri dÝşlÝyor ve notlarda zorluk çÝkarÝyor. Öğrencinin kötü notu olduğu zaman, aileler çocuklarÝn üzerine giderek sÝkÝştÝrÝyorlar. Ben Avusturya-Viyana’da Gymnasium (Lise) okuyan 15 yaşÝnda bir öğrenciyim ve bu okula yazÝldÝğÝmda epey bir zorluk çekmiştim. Ailem benim ders çalÝşmadÝğÝmÝ dile getiriyordu. Çok ders çalÝştÝğÝm ortadaydÝ. Öğretmenim yabancÝ düşmanÝydÝ. Ailem öğretmenimi tanÝdÝktan sonra: “Bu kÝz ders çalÝşÝyor ama öğretmenden kaynaklanÝyor galiba” diyerek bana destek olmaya başladÝ, fakat birinci sÝnÝfÝ tekrar etmek zorunda kaldÝm. Bu sene dördüncü sÝnÝftayÝm (9. Schulstufe) ve sanÝyorum okulun başarÝlÝlarÝndan olacak kadar iyi notlarÝm var. Tabii ki her öğrencinin anlamadÝğÝ ve
zorluk çektiği bir ders vardÝr, bende bu matematik dersi! Bu sene ailemin bana fazla destek olduğunu söyleyemem, ama benden öğrencilere tavsiye: OnlarÝn sizi sÝkÝştÝrmasÝyla moralinizi bozmayÝn. Kendinize güvenin ve okulu başarmaya çalÝşÝn. BazÝ gençler ailelerden her zaman destek beklerler. Bunu bir çok aile bilmiyor ve herzaman çocuklarÝna kÝzÝyorlar ders çalÝşmadÝklarÝnÝ düşünerek. Benim ailem bana baskÝ yapÝyordu ama ben onlarÝ şaşÝrttÝm ve okulda çok iyi olduğumu gösterdim.Bence aileler çocuklarÝna daha fala destek olmak zorunda, çünkü gerçekten çocuklar her zaman desteği anne babadan bekliylor. Aile ne kadar başaramazsÝn diyorsa, öğrenci o kadar okuldan soğuyor. Bir öğrenci olarak tüm ailelere tavsiyem; lütfen çocuklarÝnÝza okul konusunda destek olun!! SaygÝ ve sevgilerimle... Zilan Ezgi /Avusturya- Wien
ne etkisini birden gösterir ve ölümüne sebebiyet verir. Ama uzağÝndakini pek etkilemez. Fakat
kilde tek güç haline getirmek. Biz bunu başarmak için mücadele etmezsek, o zaman bizi sö-
Hartz IV ise daha geniş kapsamlÝ zarar verir ve yavaş yavaş öldürür”. ArdÝndan da şunu ekledi; “Adamlara bak ya, biz emekçiler, işçiler milyonlarcayÝz ve gücün çoğu bizde!. Onlar ise bir avuç insan müsveddesi!.. Ama milyonlarca insana istediklerini yaptÝrabiliyorlar... Demek ki örgütsüz hiçbir güç, güç değilmiş.” Sizce de öyle değil mi? En önemlisi var olan bu milyonlarca gücü, kollektif bir şe-
müren o bir avuç insan müsveddesi, bizi hücre hücre ölüme itecek... Henüz hiçbirşey için geç sayÝlmaz aslÝnda!.. Gelin bugünden itibaren başlayalÝm ve ağÝr bedeller ödenerek alÝnan sosyal haklarÝmÝzÝ gasp etmelerine izin vermeyelim. Ya da daha başka alternatifiniz varsa, gelin beraber paylaşalÝm!.. Önder mutlu
Gazete satÝşÝndan anektodlar… Yaşanacak Dünya’yÝ hemen hemen her yere götürmeye çalÝşÝyoruz. Kahvelere, evlere, düğünlere, sinema önlerine, esnaflara, pazarlara, derken gitmediğimiz yer kalmÝyor. Bu gazete satÝşlarÝnda ilginç olaylar ve konularla karşÝlaşÝyoruz. Bunlardan bir kesit… *** Kahvelerden birine girdik, gazetemizi anlatmaya çalÝşÝyoruz. Kimileri aldÝ, kimileri de almadÝ. Tam çÝkmak üzereydik ki, arkamÝzdan biri seslendi “Gençler gazeteyi bana vermediniz. Ben de almak istiyorum” Dönüp gazeteyi verdik. Gazeteyi herkesin elinde görünce merak ettiğini ve almak istediğini söyledi. *** Ev satÝşlarÝna çÝktÝğÝmÝz bir gün, bir evin ziline bastÝk. KapÝyÝ açan bayana gazetemizi anlatmaya çalÝştÝk. BayanÝn, gazeteyi önceden aldÝğÝnÝ ve ilgisini çekmediğini söylemesi üzerine, “Gazetemizin tamamÝnÝ okudunuz mu?” diye sorduk. Sorumuzla karşÝlaşÝnca şaşÝrdÝ, “HayÝr sadece bir baktÝm ve yanlÝ bir gazete olduğunu düşündüm” diye cevap verdi. Bunun üzerine, “kadÝn sorunu, gençlerin sorunlarÝ veya
Hartz IV yanlÝlarÝn sorunu mu?’ diye bir soru daha yönelttik. Bizi, “İsterseniz sohbete içerde devam edelim, hem size bir çay ikram etmiş olurum” diyerek eve davet etti. Gazetemizi anlatmaya çalÝşÝnca bize hak verdiğini belirtti. Sohbetimiz ilerleyince rahatsÝzlÝğÝnÝ ve yalnÝzlÝğÝnÝ anlatmaya başladÝ. Uzun süredir böbrek rahatsÝzlÝğÝ çektiğini, çeşitli tedavilere başvurduğunu fakat çözüm bulamadÝğÝnÝ söyledi. Hatta birilerinin aracÝlÝğÝyla burada kalmak isteyen birinden paralÝ evlilik teklifi almÝş. Gençle tanÝştÝğÝnda “Burada kalabilmen için evlilik yaparÝm fakat bir şartla böbreğini bana verirsen” demiş. Genç de kabul etmiş... Evden ayrÝlÝrken gazeteyi almak istediğini bütün sayfalarÝnÝ okuyacağÝnÝ söyledi. *** Başka bir ev satÝşÝnda, ziline bastÝğÝmÝz evin kapÝsÝnÝ yaşlÝ bir teyze açtÝ. Biz daha ona gazeteyi anlatÝrken “Benim okumam yazmam yok” dedi. Ona gazetenin içeriğini ve nasÝl çÝkartÝldÝğÝnÝ anlatÝnca teyze, “Bana bir gazete verin” dedi. ‘Teyze senin okuman yok’ diyince; “Ben okumam, başkasÝna okusun diye veririm” dedi.
Merhaba Yaşanacak Dünya emekçileri
nün koşullarÝnda Almanya, Fransa, İtalya vb. ülkelerde insanlar Ortaçağ’daki gibi alÝnÝp satÝlabiliyorlar. Bu da Leih Firmalar (Taşeron Firma) aracÝlÝğÝyla yapmakta! Bu firmalar kapitalistlerin bir alt organizasyon örgütlemesi olarak çalÝşmakta. Çünkü bu firmalar aracÝlÝğÝyla insanlarÝ daha ucuz hiçbir güvenceleri olmadan çalÝştÝrÝlabiliyorlar. Leih Firmalar (Basit firmalar), Haupt Firmalar’a (Ana Firmalar) satÝldÝğÝnda asgari ücretin altÝnda çalÝştÝrÝyorlar.
Leih Firmalar’da çalÝşan insanlar, istenilen zaman çÝkartÝlÝrlar. Hak talep edemezler ya da haklarÝ olsa bile kapitalistler, bu haklarÝ vermemek için çeşitli kÝlÝflar bulurlar. Devletin diğer alt örgütlemelerini arkalarÝna alarak, bu insanlarÝ daha çok eziyorlar. Bugün yaşanan dram, eskiye göre çok daha kötüdür. Biz insanlar bu kötü koşullara ve insanÝn satÝlÝk bir materyal gibi alÝnÝp satÝlmasÝna karşÝ tek vücut tek ses olmalÝyÝz. Vehbi Gencer/Köln
Soluğumuzu, sesimizi, özlemlerimizi ve ütopyalarÝmÝzÝ yüklediğiniz “Yaşanacak Dünya”yla beni buluşturduğunuzdan beri, bana kÝvanç ve mutluluğu yaşattÝğÝnÝzÝ belirtmeliyim. Şimdiye değin düzensiz aralÝklarla da olsa üç kez buluşabildim sizlerle. İlki, yanlÝş hatÝrlamÝyorsam 6. sayÝ, diğer ikisi ise 8.ve 10. sayÝlardÝ. Son sayÝ (1KasÝm 2004) direkt posta yoluyla, diğer ikisi ise, buradaki olanaklarla gerçekleşebildi. SÝnÝrlÝ buluşmalarÝmÝza rağmen yine de yayÝnÝmÝzla ilgili yeterli olmasa da fikirlerimi sizlerle paylaşmak isterim. İlk elde diyebilirim ki, kÝsa zamanda çok yol kaydettiniz. Olanak ve olanaksÝzlÝklarÝnÝzÝ tam anlamÝyla kestiremesem de yine de sÝnÝrlÝlÝklarÝnÝzÝn ne olabileceğinin de farkÝndayÝm. Bu farkÝndalÝktandÝr ki katedilen mesafenin payesi olarak, başarÝdan söz etmek abartÝlÝ ol-
masa gerek. İlk sayÝlarda görülen kimi acemilikler, zamanla yerini ustalaşmaya bÝraktÝ. Gramer ve dizim hatalarÝ en aza inerken; ele alÝnan konulardaki derinleşme daha hissedilir seviyeye gelmiş durumda. AynÝ zamanda bir başka olumluluk, mizampajla ilgili gözle görülür bir gelişmenin olmasÝ. Herşey yoğun emek, kolektif çalÝşma ve zamanla yerli yerine oturuyor. Sözü uzatmadan özetle diyebilirim ki; her adÝmda daha bir yetkinleşiyor yayÝnÝmÝz. Dostlar, yukarda ifade etmeye çalÝştÝğÝm şeyler biçimsel düzeyin geldiği aşamaya ilişkindi. Bu her ne kadar bir yayÝn için gereklilik ise de; asÝl önemli olanÝn öz olduğu bilinciyle; ona dair de bir kaç şey söylemek isterim. En özet haliyle söylemek gerekirse; şöyle söylemek yanlÝş olmaz sanÝrÝm: YaşanÝlabilecek bir dünya için ne olmasÝ gere-
kiyorsa, o var yayÝnÝmÝzda. Kültür-Sanat, KadÝn, Gençlik, Emek, İnsan-Toplum gibi sayfalarla yaşamÝn içinden sesleniyor. Elbet bu, yaşanÝlanlarÝn özeti değil sadece, aynÝ zamanda yaşadÝğÝmÝzla gelecek arasÝnda kurulan köprünün diyalektik ifadesi.Küresel saldÝrÝlarÝn tüm şiddetiyle yaşandÝğÝ günümüzde F-tipi cezaevlerinde yaşayan bizler de payÝmÝza düşeni üst boyutta yaşÝyoruz. SaldÝrÝlarÝn tüm toplumsal kesimleri kuşattÝğÝ böylesi bir
zamanda, yaşama yeni bir renk yeni bir soluk olmanÝz nedeniyle hoş geldiniz diyorum. “Yaşanacak Dünya”nÝn bizlere ulaşÝmÝnda emeği geçen tüm dostlara, sevgi selam ve saygÝlarÝmÝ yolluyorum. Gelecek mutlu ve özgür günlerde buluşmak dileğiyle... Sevgiler, selamlar... Devrim Türkmen İzmir 1’nolu F tipi c.evi B2-58 Buca-KÝrÝklar/İzmir
Yaflanacak
Dünya
AYLIK GAZETE
Der Verein interkulturelle Wissenaustausch (Inter-Wissen e.V.) derne¤inin deste¤i ile ç›kmaktad›r. Merkez Büro: Lasallestr.54· 51065 Köln Telefon: +49-(0)221-57 92 234 - 35 · Telefaks: +49-(0)221-57 92 236 ‹nternet adresimiz: www.yasanacakdunya.net e-Mail: info@yasanacakdunya.net Paris irtibat: Tel.: +33 (0) 618 07 86 18 · e-mail: pydunya@hotmail.com Berlin irtibat: ydberlin@yahoo.com · ‹sviçre irtibat: ydisviçre@yahoo.com Deutsche Bank · Konto Nr.: 343 34 55 · BLZ 370 700 24
Yaflanacak
G
Panorama 2004 Avrupa Şubat
Hamburg’lu yönetmen Fatih AkÝn, Gegen die Wand (Duvara KarşÝ) filmiyle Berlin Film Festivali’nde ödülü aldÝ.
Mart
Madrid’te, tren istasyonlarÝna konulan bombalar sonucu, 200’den fazla insan öldü, binin üstünde yaralÝ vardÝ.
Haziran
YabancÝ düşmanlarÝ tarafÝndan, Köln’de daha çok Kürt ve Türklerin yaşadÝğÝ Keup Strasse’de, bir kuaföre bomba atÝldÝ. 22 kişi yaralandÝ.
Temmuz
Yunanistan ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonu oldu. Lizbon’da Portekiz’e karşÝ oynadÝğÝ finali 1-0 kazandÝ.
Ağustos
Almanya genelinde Hartz IV karşÝtÝ eylemler başladÝ. YoksullaştÝrma programÝ, yüzbinlerle yanÝtlandÝ.
Eylül
Ü
N
D
E
François neden öldü? Avrupa’nın en zengin ülkelerinden Fransa’da 12 yaşındaki François, çok basit bir apandisit ameliyatı için hastaneye yattı. Ertesi gün ameliyat yapıldı, herhangi bir sorun yoktu. Lyon’daki Val d’Ouest adlÝ özel klinikte her gün bu tür ameliyatlardan onlarca yapılıyor. Fakat François çok şansızdı. Ameliyat sonrası hafta sonuna geliyordu ve hafta sonunda personel eksikliği daha fazla hissediliyordu. Özelikle ameliyatlardan çıkan hastalarla ilgilenecek hemşire, hasta bakıcı yetersizdi. Bu durumlarda, bir iki günlüğüne geçici işe alınan sağlık elemanlarıyla açık kapatılmaya çalışılıyor. O hafta sonu ‘geçici’ olarak
işe alınan hemşire ameliyattan çıkan François’nın acısını hafifletmek için ilaç verir, çocuk komaya girer ve akşama doğru hayatını kaybeder. İşe alınan sağlıkçı fazla dozda morfin kullanmış ve küçük François’in ölümüne sebep olmuştur. Sabah, ameliyat odasından çıkan oğlunu gören ve rahatlayarak evlerine dönen aileye, çocuklarının gece yarısı vefat ettiği haberi ulaştırılır.
Hep aynı nakarat François’in ölümü, “Sosyal sigortada kemer sıkma planlarının kurbanı” olarak basında tartışılıyor. Devlet hastanelerinde doktor, hemşire ve sağlık
•Federal Almanya’da yapÝlan istatistiklere göre 1,1 milyon çocuk fakir. Bu çocuklarÝn zengin ailelerin çocuklarÝna göre okuma ve eğitim görme şanslarÝ hemen hemen hiç yok.
İşsizlik, yabancÝ düşmanlÝğÝnÝ artÝrÝyor Bielefeld Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, Wilhelm Heitmeyer’in “Alman BakÝş AçÝsÝ” araştÝrmasÝ, Almanya’da yabancÝ düşmanlÝğÝnÝn arttÝğÝnÝ gösteriyor. Almanlar’Ýn yüzde 60’Ý, “Almanya’da çok fazla yabancÝnÝn yaşadÝğÝ” görüşünde. AlmanlarÝn yüzde 36’sÝ, “yeterince işyeri kalmamasÝ halinde, yabancÝlarÝn ülkelerine geri
KasÝm
HollandalÝ yönetmen Theo van Gogh, dinci gericiler tarafÝndan öldürüldü. YabancÝ düşmanlÝğÝnÝ kÝşkÝrtmak için fÝrsat kollayanlar, ellerini oğuşturdu. Almanya ve diğer Avrupa emperyalistleri, "paralel toplum”, "yabancÝlar uyum sağlamÝyor” tartÝşmalarÝyla göndemi doldurdular.
Yaflanacak
(baştarafÝ birinci sayfada)
Umutsuzluğumuzu kÝralÝm!... Bu “reformlar” farklÝ adlar taşÝsa da aynÝ içerik ve öze sahip. Avrupa burjuvazisi işçi ve emekçilere yönelik ortak bir saldÝrÝ konseptinde buluşuyor. Bütün bu sürecin asÝl çarpÝcÝ boyutu ise Avrupa’da işçi ve emekçilerin saldÝrÝlar karşÝsÝnda güçlü bir tepki geliştirmesine rağmen, sistemin sÝnÝrlarÝnÝ aşan bir hareketin gelişmemesi.
Toplumsal patlama sinyalleri Ortaya çÝkan bir şey var ki, “refah ülkeleri” olarak gösterilen Avrupa kÝtasÝnda, her tarafÝndan dökülen bir sistem var. YoksullaştÝrma ve özgürlük yoksunluğu her geçen gün biraz daha artÝrÝlÝyor. Emekçilerin her bileşeninde bunun yarattÝğÝ bir tepki birikimi var. Yer yer bu tepkilerin patladÝğÝna tanÝk olacağÝz. Bunu söylemek kahinlik gerektirmiyor. İşte sokaklarÝ zorlayan kitlesel işçi eylemleri. İşte Paris’te bulunan H&M konfeksiyon fabrikasÝnda çalÝşan işçilerin 13 AralÝk’ta başlattÝklarÝ grev ve işgal. Bu çÝkÝşlarÝn yaratacağÝ etkiyi bilen polisin saldÝrganlÝğÝ! “Sonuç değişmiyor” deyip umutsuzluğa kapÝlmayalÝm. Emekçi insanlÝğÝn geleceği için en tehlikeli hastalÝk umutsuzluktur. KÝpÝrtÝlarÝ hissetmek ve her kÝpÝrtÝnÝn çeşitli toplumsal patlamaya dönüşecek yangÝnlarda birer kÝvÝlcÝm olacağÝnÝ görmek gerekir. YaşanÝlacak bir dünya için bu kÝvÝlcÝmlarÝn bir parçasÝ olalÝm.
gönderilmesi”ni savunuyor. 2003 yÝlÝndan buyana yüzde 4’lük artÝşla yüzde 70’e ulaşmÝş.
DayatÝlan yoksulluk Emekçilerin yüzde 95’i bu kÝsÝtlamalardan etkilenecek. YapÝlan kÝsÝtlamalarÝn kaçÝnÝlmaz olduğunu, ne yapÝlÝrsa yapÝlsÝn geri adÝm atÝlmayacağÝnÝ açÝklÝyorlar. Birçok emekçi bu yalanlarÝn etkisinde kalarak, birşeyler yapmanÝn boş olduğuna inanÝyor. Ancak Pazartesi Eylemleri’yle, sÝnÝrlÝ sayÝda emekçinin alanlara çÝkmasÝ dahi, hükümete kÝsmi de olsa, geri adÝm attÝrdÝ. Alanlarda emekçilerin sayÝsÝ arttÝkça, saldÝrÝlarÝn püskürtülmesi de mümkün olabilir.
Bir hikaye vardÝr hani, Kurbağa önce bir kazana konur ve altÝ yavaş yavaş ÝsÝtÝlÝr. BaşlangÝçta heniz suyun ÝsÝsÝ kurbağayÝ rahatsÝz edecek düzeyde olmadÝğÝ için kurbağa tepki vermez. Su kaynadÝğÝnda ise kurbağa sÝçrayÝp hayatÝnÝ kurtaramayacak kadar mecalsizleşmiştir. HaşlanÝr ve ölür. YurtdÝşÝnda yaşayan göçmen işçi ve emekçilerin saldÝrÝlar karşÝsÝndaki durumu birazda buna benziyor. Önce yasalarÝ tartÝştÝrdÝlar, ‘hadi canÝm sende’ dendi. ArdÝndan bazÝ ülkelerde tek tek uygulamalar başladÝ, ‘burasÝ Almanya’ dendi. Kararlar bir bir yasalaşÝp uygulamaya başladÝğÝnda ise suda haşlanan kurbağaya dönmüştük. Askerlik biliminde “Savaş önce kafalarda kazanÝlÝr” denir. Bugün en çok ihtiyacÝmÝz olan şey belkide bu. 2005 yÝlÝ başlarken, yaşamÝmÝzÝ cehenneme çevirecek saldÝrÝlarÝn pervasÝzlÝkla uygulamaya geçiyor oluşunun arkasÝnda bu yatÝyor. Örneğin, başlangÝçta geniş toplumsal kesimlerin tepki ve protestolarÝnÝn ortaya konduğu Almanya’daki Pazartesi Eylemleri dahi içten parçalandÝ, güçten düştü, boğuldu. Bunun bir nedeni protestolarÝn, Yeşiller, sosyal demokrat partiler, DGB gibi güçlerin denetiminde geliştirilmesine izin verilmesiyse, diğeri kendi gücüne güvensiz yÝğÝnlarÝn öncüleriyle buluşamamalarÝ. Askerlik biliminde yine bir başka sözde “Sonu yenilgilerle biten her muharebeden gerekli dersleri çÝkarmayÝ başarÝrsak kazanÝrÝz” denir. Yani henüz hiçbirşey bitmiş değil. Ne geçmişte yapamadÝklarÝmÝza yakÝnmak ne de olumsuzluklarÝ arka arkaya sÝralayarak yakÝnmaktÝr bugün bizi kuşatan çemberi yaracak olan. “Haşlanan kurbağa” olmak istemiyorsak, burjuvazinin ocağÝn altÝnÝ daha fazla açmasÝna izin vermeden kazandan çÝkarak işe başlamalÝyÝz!.. Yoksa yarÝn geç olabilir.
İsviçre’nin Be rn Şehir Parlementosu Seçimleri
Ekim
Avrupa Sosyal Forumu’nun üçüncüsü, 14-17 Ekim arasÝnda Londra’da yapÝldÝ. KatÝlÝm kendi içsel nedenlerinden dolayÝ düşüktü. BazÝ katÝlÝmcÝlara ASF bittikten sonra 6 aylÝk vize verdi.
Dünya
Haşlanan kurbağa misali
Almanya-Weimar’da 400 yÝllÝk Anna Amalia Kütüphanesi yandÝ. Alman EdebiyatÝ’nÝn değerli yapÝtlarÝ ve 30 bine yakÝn tarih kitabÝ yok oldu.
Opel Bochum’da yasadÝşÝ grev. General Motors’un Avrupa’daki fabrikalarÝndan 12 bin işçiyi çÝkarma planÝna karşÝ, işçiler sendikayÝ aşan bir refleks verdi. GM ve diğer tekller planlarÝndan vazgeçmedi. Yeni kapÝşmalarÝn eli kulağÝnda.
elemanı açıklarının her gün büyüdüğü ve bu şekilde devam edilirse kurbanların sayısının artacağı yetkililere her gün duyuruluyor. Bunun karşÝsÝnda, Fransa’da Sağlık Bakanlığı, sosyal sigortaların yük olduğunu söyleyerek yeni bir saldırı kampanyası başlatıyor. Yine giderlerin çok olduğu ve tasarruf yapılması için şimdiden daha radikal önlemlerin alınacağınÝ söylüyor. Önlemlerin başında ise; devlet hastanelerinin kapatılması yer alÝyor. Böylece devlet, sağlık personeli harcamalarından kurtulacak. François’lar ise apandisit gibi sıradan ameliyatlarda can verecek. Yıldız Eren
Almanya’da 8 milyon yoksul Almanya’da milyonlarca emekçi, 2004’te başlayan sosyal kÝsÝtlamalar ve hak gasplarÝnÝn son olmadÝğÝnÝ ve devamÝnÝn geleceğini bilerek alanlara çÝkÝyor. Patronlardan yana politikalarÝn durdurulmasÝnÝ, saldÝrÝ paketlerinin geri çekilmesini istiyorlar. Çünkü Agenda 2010 ve Hartz yasalarÝ; Almanya’da 8 milyon olan yoksul sayÝsÝnÝ 15 milyona çÝkartacak. •Bugün çalÝşanlarÝn yüzde 55’nin iş güvencesi bulunmakta. Yeni yasayla bu güvence de kaldÝrÝlarak, herkes taşeron firmalarÝn, sözleşmeli iş anlaşmalarÝnÝn esiri olacak. •Milyonlarca çalÝşanÝn haftalÝk iş süreleri karşÝlÝksÝz 42-45 saate çÝkartÝlacak. •Belediyelere ait olan binlerce okul, hastane, gençlik merkezi, kadÝn kuruluşlarÝ, yaşlÝlarevi kapanacak. •Emekli ücretleri yüzde 40 düşecek. •SağlÝk giderlerinin büyük bölümünü herkes kendisi ödeyecek. •Gerçek işsizlik 6 milyonu geçecek. Ülke genelinde 1,6 milyon gizli işsiz var. •1 euroluk işlerde çalÝşma zorunluluğu getirilecek. Bu işlerde yalnÝzca işsizleri köleleştirmeyip şu an çalÝşmakta olanlarÝn, ücretlerinin düşürülmesi için baskÝ unsuru oluşturulacak.
3 Dünya
M
“Dur! Arama var!..” Londra’da yaşayanlar, dikkat! Her an durdurulabilir, bir duvara yaslanabilirsiniz... Siz daha ne olduğunu anlayamadan, tepeden tÝrnağa aranabilirsiniz. Çünkü siz, “potansiyel suçlu” lardan birisiniz. Hele bir de göçmenseniz... İngiltere’nin bazı bölgelerinde bir yıldır süren, polisin yolda istediği kişiyi durdurup üzerini aramasıyla ilgili pilot uygulama, başkent Londra’da da yürürlüğe girdi. Polise istediği kişiyi durdurup üzerinde ya da otomobilinde arama yapma yetkisi tanıyan uygulama, aranan kişilere de bu durumu tutanakla tespit ettirme hakkı veriyor. Polis yetkilileri, bu hakkın sadece arama yapılan kişiler değil, durdurulan ve ayak üstü sorgulanan kişiler için de geçerli olacağını vurguladı.
Uygulamanın bir yıldır sürdüğü bölgelerde yaşayan İngilizler, uygulamaya tepkili. Polis tarafından birkaç kez durdurularak aranan 24 yaşındaki Emmanuel Adjei, arama girişimlerinin pek çoğunun haklı olmadığını söylüyor. “Polis canının istediği herkesi durdurur oldu” diyen Adjei, “Kimsenin bir şey yaptığı yok. Bu aramaların sonunda polisin de kimseyi ele geçirdiği yok. O zaman bu uygulama insanlara rahatsızlık vermekten başka neye yarayacak?” diye soruyor. Pilot uygulama, başladığından beri tartÝşÝlÝyor. Polisin bu yetkisinin, etnik azınlıklar üzerinde bir baskı kurma yöntemi olmaktan öteye geçmeyeceğini savunan sivil toplum kuruluşları ise, bu konudaki itirazlarını sürdürüyor.
Bern’de Şehir Parlementosu seçimleri, 28 KasÝm 2004 tarihinde yapÝldÝ. Yeşil Birlik Partisi’nden(Grünes Bündnis) ilk kez bir Türkiyeli, Haşim Sancar, Parlemento’ya girdi. İsviçre’nin başkenti Bern’in 80 sandalyeli Parlementosu için yapÝlan seçimlerde, değişik sol ve çevreci partiler, sandalye sayÝlarÝnÝ artÝrarak Şehir Meclisin’de salt çoğunluğu sağladÝ. İsviçre Sosyal Demokrat Partisi (SPS), dört sandalyesini, SVP başta olmak üzere sağ partiler ise toplam beş sandalyesini çevreci partilere kaptÝrdÝ. AynÝ zamanda Yürütme OrganÝ’ndaki beş sandalyenin üçünü de sosyal demokratlar ve Yeşiller kazandÝ. Haşim Sancar, 22 yÝldan beri İsviçre’de yaşamakta. DiplomalÝ Sosyal DanÝşman ve Terapist. İsviçre KÝzÝlhaç Kurumu’nda Göçmenler ve SağlÝk Merkezi’nde, Sosyal Hizmetler Bölüm Sorumlusu olarak çalÝşÝyor. Kendisi ile yaptÝğÝmÝz söyleşiyi sunuyoruz. Parlemento’daki güçler dengesini ve bu seçimlerdeki sonuçlarÝ bize aktarabilir misiniz? Haşim Sancar: Bu seçimlere kadar değişik ekolojik ve sol partiler ile orta diyebileceğimiz partiler Parlemento’daki 80 sandalyenin 42’sine sahiptiler. Sağ ile arada küçük bir fark vardÝ. Bu seçimlerde ise aradaki fark solun lehine daha da açÝl-
mÝş oldu. En sevindiricisi; yabancÝ düşmanlÝğÝnÝ, politikasÝnÝn temel bir parçasÝ haline getiren ve İsviçre genelinde sürekli oylarÝnÝ artÝran ÝrkçÝ ve gerici partilerin ikisinin de parlementoda birer sandalye ve hükümetteki temsilcilerini kaybetmeleri. SVP’nin oy kaybÝna uğramasÝnÝ nasÝl değerlendiriyorsunuz? H. Sancar: Bern, Basel, Zürih ve Cenevre ile birlikte 15 büyük Şehir Parlementosu’nda, son 15 yÝldan bu yana sol ve ekolojik çevreler hakim. Bu şehirlerde, yaşayan halk daha aydÝn, gelişmelere daha açÝk, sosyal sorunlara daha duyarlÝ. Bununla birlikte iletişim araçlarÝna daha yakÝn olmasÝ da bir etken. Bütün bunlar bizim çalÝşmalarÝmÝzla birleşince, böyle bir sonuç doğuyor. Bern, yasal yetkileri çerçevesinde, bizlerin de çabasÝyla İsviçre’nin en liberal yabancÝlar politikasÝnÝn uygulandÝğÝ bir şehir.
Önümüzdeki süreçte Bern’de nasÝl bir çalÝşma yürütmeyi düşünüyorsunuz? H. Sancar: Görevler iki yönlü. Bir taraftan şimdiye kadar sağlanan haklarÝ ve başarÝlarÝ korumak. Çünkü sağ kesim her fÝrsatta bunlara saldÝrmaya yelteniyor. Diğer taraftan, sosyal olarak dezavantajlÝ duruma düşürülmüş kesimlerin sorunlarÝna eğilmek. Bunlardan birkaçÝnÝ şöyle sÝralayabiliriz : Konut sorunu, işsizlik ve özellikle gençliğin işsizliği, toplu taşÝmacÝlÝğÝn daha da verimli kÝlÝnmasÝ ve özel trafiğin azaltÝlmasÝ. Kanton’u yabancÝlara oy ve seçme hakkÝ vermesi konusunda zorlamak. YabancÝ çocuklarÝn eğitiminde, okullara uyumun daha iyi bir şekilde sağlanmasÝ. Polisin temel haklara saygÝlÝ davranmasÝnda etkin rol aynamak gibi konular. Üçüncü görev de göçmenlerin siyasete katÝlÝmÝna yardÝmcÝ olmak, ki bu görev hepimize düşmekte.
Yaflanacak
Dünya 4
D
Ü
N
Y
A
ABD ordusunda asker krizi n Irak’taki ABD askerleri aras›nda firarlar›n önü al›nam›yor. Pentagon, raporlar›, firarlar›n 5 bini aflt›¤›n› ortaya koydu.
ABD, Ulusal MuhafÝz Ordusu’na asker bulmakta güçlük çekiyor. ABD son iki ayda hedeflediğinin ancak yüzde 70’ini askere alabildi. Irak’taki 148 bin kişilik ABD ordusunun yüzde 40’ÝnÝ UMO askerleri oluşturuyor. Irak ve Kuveyt’teki askerlerin sayÝsÝ toplam 42 bini bulurken, Afga-
nistan’da 8 bin 200 UMO askeri bulunuyor. ABD’de savaşmaya her an hazÝr 100 bin asker var.
FirarlarÝn önü alÝnamÝyor ABD, UMO için asker toplamaya çÝkadursun, Irak’taki ABD askerleri arasÝnda firarla-
rÝn önü alÝnamÝyor. Vietnam sendromu vakalarÝnÝn artÝşÝna paralel olarak yaşadÝklarÝ travma, beraberinde ordudan kaçÝşlarÝ getiriyor. Pentagon raporlarÝ, firarlarÝn yakÝn zamanda 5 bini aştÝğÝnÝ ortaya koydu. Irak’ta askerlik süresi dolduğu halde terhis edilmeyen askerlerin büyüyen huzursuzluğu ABD için büyük bir sorun. “Part-time askerler” diye tanÝmlanan askerler ise, Irak’taki 148 bin askerin 52 binini oluşturuyor. Askeri uzmanlar, son 20 yÝlda ilk defa ABD’nin hedeflediğinin altÝnda asker toplayabildiğine dikkat çekiyor. Irak savaşÝnÝn hafÝzalarda bÝraktÝğÝ korkunç hikayeler, tüyler ürpertici insanlÝk dÝşÝ uygu-
lamalar ve sakat kalmÝş askerlerin anlattÝklarÝ öyküler, askerlerin sözleşmelerini uzatmamalarÝna yol açÝyor. IraklÝ direnişçilerin ABD’li askerlere dönük saldÝrÝlarÝ sonucu can kaybÝnÝn artÝşÝ, bir başka caydÝrÝcÝ faktör.
Vatan-millet nutuklarÝ ABD ise çareyi; vÝcÝk vÝcÝk vatan-millet nutuklarÝnda, Amerikan milliyetçiliği propagandalarÝnda ya da orduya kayÝt için verilen avanslarÝ 5 bin dolardan 15 bin dolara çÝkaran ucuz yöntemlerde arÝyor. ABD’de part-time askerlik; asÝl olarak işsiz, üniversite masraflarÝnÝ karşÝlayamayan, yoksulluk sÝnÝrÝnda yaşayan gençler
tarafÝndan tercih ediliyor. Belki çoğu, ayaklarÝna geçirdikleri postallarla Irak sokaklarÝnÝ adÝmlayacaklarÝnÝ, Felluce katliamÝna imza atacaklarÝnÝ, sivil masum IraklÝlarÝn kafasÝna silahÝn soğuk namlusunu dayayÝp tetiğe asÝlacaklarÝnÝ tahmin etmiyordu. Bugün askerliğe yeniden başvurmak, yeni Fellucelerin aktörleri olmaya, IraklÝ sivillerin başÝna çuvallar geçirip Ebu Garip hapishanelerine işkenceye götürmeye, kurbanlarÝnÝn başÝnda hatÝra fotoğrafÝ çektirmeye aday olmak demek aynÝ zamanda. Belki de firarlarÝn nedeni bu kabusu şimdiden yaşamalarÝdÝr, kimbilir?..
Panorama 2004 Dünya Ocak
Fildişi Sahili’nde iç savaşta halkÝn katledilmesine dünya sessiz kaldÝ.
Şubat
İranlÝ Mehdy Kavousy, Hollanda’da sÝğÝnmacÝlara yönelik muameleyi ağzÝnÝ dikerek protesto etti. Dünya Sosyal Forumu’nun dördüncüsü, Bombay’da yapÝldÝ. Charlize Theron, “The Monster” (Canavar) filmi ile Oscar ödülü kazandÝ.
ABD’de istihbarat reformu
Mart
n ABD Senatosu, istihbarat servislerinde reform yap›lmas› önerisini kabul etti. Orduya ba¤l› özel birimler, CIA operasyonlar›na kat›labilecek. ABD’de yaratÝlan “11 Eylül Sendromu” nun ardÝndan birbiri ardÝna “reform” paketleri açÝlÝyor. Her bir paket, halklar için daha fazla terör demek. ABD Senatosu, Temsilciler Meclisi’nin ardÝndan, ülkenin istihbarat servislerinde reform yapÝlmasÝ önerisini, oy çoğunluğuyla kabul etti.
"Reform”un gerekçesi Reformun gerekçesi, “Amerika Birleşik Devletleri’nin bir daha 11 Eylül türü bir saldÝrÝya hedef olmasÝnÝ önleyebilmek” olarak açÝklanÝyor. Söz konusu düzenlemelerin, soğuk savaşÝn sona ermesinden bu yana, Amerikan istihbara-
tÝndaki en kapsamlÝ değişim olduğu belirtiliyor. Ülkenin on beş istihbarat kurumunu denetleyecek bir Milli İstihbarat Müdürlüğü ve Terörle Mücadele Merkezi kurulacak.
BaskÝlar artacak SÝnÝr güvenliğinin sÝkÝlaştÝrÝlmasÝ ve istihbarat görevlilerinin yetkilerinin artÝrÝlmasÝ da öneriler arasÝnda. Öngörülen değişiklikler, Amerikan vizesi için başvuruda bulunan hemen hemen tüm yabancÝlarla mülakat yapÝlmasÝnÝ, yasa dÝşÝ göçmenlere sürücü ehliyeti verilmemesini de öngörüyor. Amerikan BaşkanÝ George Bush, önerilere Kongre’nin
desteğini alabilmek için büyük çaba harcadÝ.
ABD ve Fransa emperyalizminin çatÝşmalarÝ, onbinlerce Haitli’nin ölümüne neden oldu.
CIA operasyonlarÝ Pentagon’a mÝ geçiyor? ABD BaşkanÝ George Bush, DÝşişleri, Savunma ve Adalet BakanlÝklarÝ’na yazÝ yazarak, CIA’nin yürüttüğü gizli paramiliter operasyonlarÝn Pentagon’a devri konusunda görüş sordu. Başkan Bush’a bu konuda önerinin, istihbarat örgütlerinin gözden geçirilmesini amaçlayan 11 Eylül Komisyonu tarafÝndan getirildiği belirtiliyor. CIA’nÝn paramiliter birimleri, en hassas operasyonlarÝ yürütmekle görevli. Bu birimler, Afganistan ve Irak işgallerinin
Venezuela Devlet BaşkanÝ Hugo Chavez, ABD destekli ordu ve Venezuela burjuvazisi tarafÝndan devrilmek istendi.
Nisan
ilk aşamalarÝnda da sorumluluk üstlenmişti. Yetkililer, söz konusu birimlerin, Pakistan içerisinde yürüttükleri gizli operasyonlar ile Usame Bin Ladin’i bulmaya çalÝştÝklarÝnÝ belirt-
mişti. CIA paramiliter operasyonlarÝnÝn Pentagon’a devrinin yanÝ sÝra, orduya bağlÝ özel birimlerin CIA operasyonlarÝna katÝlmasÝ da değerlendirilecek. Serhat AdanalÝ
Dioxin, Vietnam, Ukrayna... dÝndan rahatsÝzlanÝp hastaneye kaldÝrÝlÝr. Ama daha çok yüzünde ve vücudunda meydana gelen değişiklikler korkunç boyutlardadÝr.
Tarih Boyunca Dioxin
Dioxinler, kimyada tanÝnan en zehirli madde türlerindendir. Moleküler yapÝsÝ, insanlarda genetik olarak birçok bozukluğun yanÝsÝra, kansere de yol açar. Hormon salgÝlarÝmÝzÝ ve bağÝşÝklÝk sistemimizi bozduğu gibi, yarattÝğÝ tahribat, genler aracÝlÝğÝ ile kuşaktan kuşağa aktarÝlÝr...
Böyle korkunç bir madde, kapitalistlerin elinde nelere yol açmaz ki? Son dönemde bu zehirin adÝnÝ Ukrayna muhalefet lideri Juçenko’nun zehirlenmesi olayÝ ile duyduk. Juçenko, Ukrayna Gizli Devlet Güvenlik Örgütü şefi Suneschko ile yediği yemeğin ar-
Politik karşÝtlarÝnÝ ortadan kaldÝrmak için zehir kullanÝmÝ, yüzyÝllardÝr bilinen bir yöntem. Eskiden OsmanlÝ sarayÝnda zehirlenme korkusu “ÇeşnicibaşÝ” diye bilinen ve yemeği padişahtan önce tadan bir saray sÝnÝfÝ bile yaratmÝştÝ. Eski Roma Vatikan’da Borgia ailesi çeşitli zehirlerle aile içi ve politik düşmanlarÝna karşÝ entrikalarÝ ile ünlenmiştir.
mantÝğÝ ile Vietnam’da “Mor Ajan”, “Turuncu Ajan” kod adlarÝ ile, bildiğimiz püskürtme aletleri sayesinde tonlarca dioxini tarlalara püskürttü. Püskürtülen miktar , 8 milyon litrelik “Ajan Blue” adÝndaki yeni tür dioxin zehiri ile birlikte, toplam 28 milyon litreyi bulmaktadÝr. Bir tarÝm toplumu olan Vietnam, savaşÝn ağÝr sorunlarÝ ile halen boğuşmakta. Bugün dahi savaş sÝrasÝnda zehirlenmiş alanlardan elde edilen ürünler, normalin onlarca katÝ dioxinle yüklü. Vietnam’da bu zehire bağlÝ sakat doğumlar, ölü doğumlar halen büyük bir sorun.
İsrailli bilim insanÝ Mordechai Vanunu, 18 yÝl kaldÝğÝ cezaevinden tahliye oldu. Vanunu, 1986’da Sunday Times’a yaptÝğÝ açÝklamalardan sonra, “vatana ihanet”suçundan tutuklanmÝştÝ.
MayÝs
“Kapitalistlerin zehiri” Bu zehir ve zehirleme tarihi, kapitalist ve ondan önceki toplumsal yapÝlarÝn entrikalarÝnÝn, kendi iç çelişki ve çatÝşmalarÝnÝn da çok uzun bir tarihi. Amerikan yanlÝsÝ Juçenko’nun Rus Gizli İstihbaratÝ eli ile Rus yanlÝlarÝ tarafÝndan zehirlenmesi, kapitalist paylaşÝm savaşlarÝnÝn nerelere kadar uzandÝğÝnÝ gösteriyor. Amerika’nÝn zehirlediği Vietnam ile, yine çÝkar paylaşÝmÝnÝn taraflarÝndan birinde zehirlenen Juçenko’yla olan “tek ortak nokta”, Dioxin değil bizce. Kapitalizmin vahşiliği ve barbarlÝğÝdÝr!
Irak-Ebu Garib’te vahşet tablosu...Demokrasi ve uygarlÝktan kastedilenin ne olduğu anlaşÝldÝ.
Haziran
İstanbul’da NATO Zirvesi’ni, yüzbinlerce kişi protesto etti. G-8 Zirvesi, ABD’de yapÝldÝ. “Harika buluşma”nÝn anlamÝ yeni kan gölleri.
Vietnam ve Dioxin Olimpiyatlar, Atina’da yapÝldÝ. 202 ülkeden 10 500 sporcu, 28 alanda yarÝştÝ.
Amerikan istihbaratÝ ve Pentagon “aç kalan savaşamaz”
Eylül
Dünyan›n sokaklar›... Güneşi sÝzdÝran küçük bir delik Şehrin içinde kooperatif Terra Viva’nÝn satÝş mağazasÝna gidiyoruz. BurasÝ süt ürünlerinin satÝldÝğÝ bir yer değil. Süt ürünleri daha çok büyük marketlere toptan satÝlÝyor. BurasÝ bizim küçük kentlerde her zaman rastladÝğÝmÝz gibi bir tarÝm aletleri dükkanÝ. İçinde traktör sabanÝ ve sulama tesisatlarÝndan kimyasal ilaçlara kadar bir sürü tarÝmsal üretim malzemesi ile dolu. Müşterileri, MST hareketinin üyeleri ve küçük çiftçiler. Esas olarak ekolojik üretim yapmalarÝna rağmen, bazÝ tarÝm ilaçlarÝ satmalarÝnÝn nedeni de daha çok küçük üreticiler. BunlarÝn dÝşÝnda en önemli satÝş ürünleri TopraksÝzlar’Ýn çiftliklerinde üretilen tohumlar.
Bu satÝşÝn iki yönü var. Birincisi MST işçilerinin ürettiklerinin doğrudan küçük çiftçiye, bu ürünün tüketicisine ulaşmasÝ, öte yandan büyük tarÝm tekellerinin ellerinde bulundurduklarÝ tohum patentlerine alternatif tohum üretiyorlar. Ve böylece bir kereye mahsus ekilebilen ve böylelikle her sene tohum alma zorunluluğunda bÝrakan ‘terminatör’ tohumdan, özellikle küçük çiftçiye kurtarabilmek. Bu arada örnek olarak domates ya da biber tohumunun kilosunun bütün dünyada -Türkiye dahil- , altÝndan daha pahalÝ olduğunu hatÝrlatayÝm. “YaşamÝn, teorilerden her zaman daha yaratÝcÝ olduğunu” düşünen MST hareketinin mü-
Metin Yeğin cadele biçimini tek bir şeyle, mesela toprak işgaliyle sÝnÝrlamamÝz mümkün değil. Toprak işgal edip kolektif tarÝm yapÝyor. İktidarÝn ve anlayÝşÝnÝn değiştirilmesini savunup, küreselleşme karşÝtÝ hareketin temel unsurlarÝndan birini teşkil ediyor. Ama aynÝ zamanda, Brezilya’nÝn ufak bir kentinde, tarÝm ihtiyaçlarÝ satan bir dükkanÝ da işletiyor. AnlattÝklarÝmda, ya da bundan sonra anlatacaklarÝmda her zaman dikkat çekmek isterim ki MST, yaşamÝ bir bütün olarak yeniden örgütlemek için hareket etmektedir. Bu nedenle biraz büyükçe olan bu dükkan, aslÝnda egemenlerin dünyadaki koca siluetinin içinden, bize güneşi sÝzdÝran küçük bir delik gibi geldi bana.
Beslan’da, Çeçenistan yanlÝsÝ Vahabi grubu çoğu çocuk bine yakÝn kişiyi rehin aldÝ. Rus özel timlerinin baskÝnÝ sonucu 600’e yakÝn insan katledildi.
Ekim
Ukrayna’da seçim Son dönemin yÝlan hikayelerinden biri de Ukrayna seçimleri oldu. Önce zehirlendiği kanÝtlanan muhalefet lideri Juçenko, seçimlere itiraz etti. Janukovitsch’in halefi gözüyle bakÝlan UlaştÝrma BakanÝ, evinde ölü bulundu. Tüm bunlar, bu seçimlerin emperyalist güçler için ne anlam taşÝdÝğÝnÝ ortaya koydu. Rus - ABD - Avrupa üçlüsünün seçimlere bu denli ilgili olmasÝ, Ukrayna’nÝn bölgedeki konumu ile doğrudan bağlantÝlÝ. Jeostratejik olarak bakÝldÝğÝnda, Juçenko’nun başarÝsÝ Putin’in yenilgisi demek. Moskova’nÝn planladÝğÝ ve içinde Beyaz Rusya, Kazakistan ve Ukrayna’nÝn da yer aldÝğÝ “Ortak Ticaret AlanÝ” suya düşüyor. Seçimlerde manipülasyon, hile, zehirlemeler, suikastler... Juçenko’mu kazandÝ, batÝ mÝ bilinmez! Ama görünen o ki Ukrayna pastasÝ daha çok el değiştirecek.
İsrail ordusu, Gazze’de yine çocuklarÝ öldürdü ve evsiz bÝraktÝ.
KasÝm
Arafat... Emperyalistlerden çözüm bekleyişin simgesi... O, siyaseten zaten ölmüştü. Direngen Filistin halkÝ yeni bir yol ağzÝnda: Yine uzlaşmacÝ çizgi mi, özgürlük ve tam bağÝmsÝzlÝk mÝ?
Yaflanacak
E
Sendikal Forum
Meliha Ateş
M
E
K
D
Ü
N
İşin sÝrrÝ ‘artÝ değer’de... Sömürünün olmasÝ için sömürenin ve sömürülenin olmasÝ gereklidir. Ama bu tiyatro oyununda olduğu gibi oyun yazarÝnÝn keyfine göre belirlediği, oyunculara da “sen sömüren, sen de sömürülen olacaksÝn” dediği biçimde olmamaktadÝr. Toplumun üretim tarzÝyla ilgili bir şeydir. YaşadÝğÝmÝz ve her gün yeniden ürettiğimiz düzen sermaye düzenidir. Sermaye düzeni, üretim araçlarÝnÝn tümünün, kâr için kullanÝlmasÝdÝr. Kâr, üretim araçlarÝnÝ özel mülk edinen sermayecilerin, çalÝştÝrdÝğÝ işçilere hiçbir karşÝlÝk vermeden el koyduğu artÝ değerin toplamÝdÝr. ArtÝ değer, işçinin kendisinin ve ailesinin günlük asgari gereksinimlerinin üretimi için gerekli olan zamanÝ aşan kÝsmÝdÝr. İşçinin günlük gereksinimleri nedir ve nasÝl belirlenir? İşgücünü ücret karşÝlÝğÝnda patrona satarak geçinmek zorunda olan işçinin gereksinimleri, doğal olarak sermaye sahipleri tarafÝndan belirlenir. Bu gereksinimler -bazÝ durumlar dÝşÝndayemek, giyim ve barÝnak giderleriyle sÝnÝrlÝdÝr. Bir sermaye sahibi, işçinin gereksinimlerini yirmi dört saat yaşamasÝ ve asÝl olarak ertesi gün çalÝşmasÝ için gerekli olan enerjiyi sağlamasÝna yetecek miktarla sÝnÝrlar. Sermayedarlar üretimin canlÝ olduğu, işçiye olan ihtiyaçlarÝ arttÝğÝ zamanlar, işçiye belli sÝnÝrlar içinde, sermaye sahibine olan bağÝmlÝlÝğÝnÝ azaltacak kadar para biriktirmesini engellemek çerçevesinde daha fazla ücret verir. İşçilerin en hareketsiz olduğu bir süreç. Üretimin durgun olduğu, ya da kriz dönemlerinde ücretler, asgari sÝnÝrÝn altÝna kadar düşer. İşsizliğin artÝşÝ da ücretlerin baskÝlanmasÝnda önemli bir etkendir. İşçilerin, en hareketli olduğu süreç.
“ÇalÝşmÝş da kazanmÝş” mÝ?.. İşçiler olarak ekmeğimizi “çalÝşmÝş kazanmÝş” patronlarÝn verdiğini düşünürüz. “Onlar olmasa biz ne yaparÝz?”deriz. Ama patronlarÝn o kadar mülkü, sermayeyi nasÝl edindiğini hiç düşünmeyiz. Düşünsek bile, bizi ilgilendirmeyen nedenlerden dolayÝ (“çalÝşmÝş kazanmÝş”, “aklÝnÝ kullanmÝş” vb.) olduğunu sanÝrÝz. Gerçekte ise sermayenin, işçilerin, karşÝlÝğÝ ödenmeyen emeği olan artÝ değerin bir birikimi olduğunu ve sermayesini ve kârÝnÝ sürekli artÝrmak ve kaybetmemek istiyorsa, işçilerden çaldÝğÝ artÝ değerin oranÝnÝ yükseltmesi gerektiğini bilmeliyiz. Bugün hÝzlÝ gelişen teknoloji ve buna bağlÝ olarak yoğunlaşan rekabet, sermayedarlarÝn kâr oranÝnÝn düşmesine neden olmaktadÝr. Yani teknoloji ağÝrlÝklÝ üretim yapÝldÝğÝ için, her geçen yÝla oranla daha az işçi çalÝştÝrmaktalar -işçi atmaktalar- böyle bir durumda daha az işçi demek, daha az canlÝ emek, yani artÝ değer demektir. ArtÝ değer kitlesindeki bu azalma, sermayedarlar artÝ değer sömürü oranÝnÝ daha da arttÝrmaya zorlamaktadÝr. Yani daha az işçiyle daha fazla iş yapmak ve çalÝşma zamanÝnÝ uzatmak biçiminde gelişmektedir. Sermaye sahiplerinin çÝkardÝğÝ İş YasasÝ; Esnek (kuralsÝz) ÇalÝştÝrma, Toplam Kalite Yönetimi, Kalite Çemberleri, İnsan KaynaklarÝ Yönetimi, daha fazla artÝ emek sömürüsünün yöntemleri ve programlarÝdÝr.
İtalya’da genel grev İtalya’da milyonlarca işçi ve emekçi, Berlusconi Hükümeti’nin bütçe taslağÝna ve vergi politikasÝna karşÝ, 1 AralÝk’ta 4 saatlik genel grev yaptÝ. Yeni bütçede, kamu sektöründen gelecek yÝl 8 milyar dolar kesinti yapÝlmasÝ öngörülüyor. Vergi reformundan, işadamlarÝ ve spekülatörler kazançlÝ çÝkacak. Bu bütçe, ayda 500 euro’dan az parayla geçinmeye çalÝşan 5 milyon emekliyi de etkiliyor. İtalya genelindeki 20 bölgenin beşinde eylem tam güne yayÝldÝ. Uçak ve trenler dört saat durdu, hastane hizmetlerine ara verildi. İş bÝrakmalar, postahaneleri ve hükümet binalarÝnÝ da etkiledi. Matbaa işçileri çalÝşmadÝğÝ için, gazete bayileri boş kaldÝ. Fiat gibi tekellerde bantlar işlemedi. Yüzbinler, yağmura aldÝrmadan Roma’nÝn merkezine doğru yürüdüler. YaklaşÝk 70 şehirde, milyonlarca insan katÝldÝ
eyleme. “Sözleşmem nerde?”, “Hükümet hÝrsÝz” yazÝlÝ pankartlar taşÝndÝ. En büyük meydanÝn sular altÝnda kaldÝğÝ Venedik’te bile 40 bin kişi sokağa çÝktÝ. Sanayi kenti Turin’de kamu emekçilerinin yüzde 80’i greve katÝldÝ. 55 bin kişi alanlardaydÝ. AyrÝca hükümet yanlÝsÝ basÝn dÝşÝndaki gazeteler greve destek oldu, o gün yayÝmlanmadÝ. Bu, Berlusconi’nin işbaşÝna gelmesinden beri yaşanan dördüncü genel grev oldu.
A
S
5 Dünya
I
İngiltere genel grevle sarsÝlacak! n “Çal›flma süresini yükselterek iflçilerin emeklilikerini befl y›l uzatmak-
İşçiler nasÝl sömürülüyor? İşçiler olarak hepimiz biliriz ki patronlar bizi sömürür ama bilmediğimiz şey, patronlarÝn bizi nasÝl sömürdüğüdür. Biz sömürüyü sadece düşük ücret almak ve uzun saatler çalÝştÝrÝlmakla ifade ederiz. Buna bağlÝ olarak da ücretlerin yükseltilmesiyle, çalÝşma saatlerinin kÝsaltÝlmasÝyla sömürünün sona ereceğini düşünürüz. Peki, çalÝşma saatlerinin uzun ya da kÝsa, ücretlerin düşük ya da yüksek olmasÝnÝ neye göre açÝklarÝz? Genellikle başka sektörlerle veya aynÝ işi yaptÝğÝmÝzÝ düşündüğümüz diğer işçilerle karşÝlaştÝrma yaparÝz. Ya da en uç noktasÝyla; aldÝğÝmÝz ücretle geçinemez duruma geldiğimizde ve çok çalÝşmaktan her gün bitkin düştüğümüzde belirlemeler yaparÝz. Ama bu karşÝlaştÝrmalarÝmÝz bile, bize kesin ve net bir haklÝlÝk ya da haksÝzlÝk tanÝmÝnÝ vermemektedir. İşçiler olarak sömürü ve sömürünün çözümü anlayÝşÝmÝz doğru hat üzerinde olsa da, bu anlayÝşÝmÝzÝn sÝnÝrlÝ, yüzeysel olmasÝ bizi sürekli aşağÝya doğru derinleşen ve daralan bir dairenin içine hapsetmektedir.
Y
la tehdit etmek, kesinlikle kabul edilemez. Grev seçene¤ini önümüze koymam›z›n nedeni budur...”
İngiltere yeni yÝla grevlerle giriyor, 18 AralÝk Cumartesi günü Downing Street’te hizmet sektörü çalÝşanlarÝ, İskoçya’da on bin kişinin işini kaybetmesine yol açacak Maliye BakanÝ Gordan Brown’nin planlarÝnÝ protesto ettiler. Tony Blair hükümeti, emeklilik yaşÝnÝ 60’tan 65’e yükselten yasayÝ, önümüzdeki günlerde meclise getirmeye hazÝrlanÝyor. Yasa, emeklilik süresi ve ödemelerinin hesaplanmasÝnda, bugüne kadar kullanÝlan katsayÝ ve hesaplama usullerini de değiştirmeyi içeriyor.
Şu anda çalÝşanlarÝn emeklilikleri, emekli olacaklarÝ zaman alacaklarÝ son yÝllÝk ücret üzerinden hesaplanÝyor.
Krizin faturasÝ emekçiye Hükümet bu yasayla, Irak işgali harcamalarÝnÝn binmesiyle artan krizin faturasÝnÝ emekçilere kesmek istiyor. Geçen yÝlÝn son altÝ ayÝndan bu yana, bazÝ NHS (Hastahaneler ve sağlÝk sigortasÝ vs.) yardÝmlarÝnÝn kÝsÝlmasÝ, aslÝnda bu saldÝrÝnÝn ilk belirtileriydi. Yasaya karşÝ, başta UNISON,
PCS, TGWU olmak üzere 12’den fazla sendikanÝn başkan ve temsilcileri 27 AralÝk Pazartesi günü biraraya geldiler. ToplantÝda, söz konusu hükümet saldÝrÝsÝna karşÝ birlikte hareket etmekle, genel grev seçeneği de tartÝşÝldÝ. PCS Union sözcüsü Mark Serwotka, BBC’ye yaptÝğÝ açÝklamada, “Hükümetle görüşmelerin başarÝlÝ olmasÝnÝ istiyoruz. Grev seçeneği başvurulacak son yoldur... Şu anda işçilerimizin emeklilik kesintileri düşük düzeydedir. Ancak bu sayede iyi bir emeklilik elde edebilmektedirler. Fakat bu emeklilikler, hükümetin tehdidi altÝndadÝr. AyrÝca çalÝşma süresini fazladan beş yÝl yükseltrek işçilerin emekliliklerini beş yÝl uzatmakla tehdit etmek, kesinlikle kabul edilemez... Grev seçeneğini önümüze koymamÝzÝn nedeni budur.” dedi.
UlaşÝm işçileri grevde... Underground ve tren işçileri sendikasÝ (LU ve RMT) ile yö-
35 saate yeni saldÝrÝ! Fransa’da haftada 35 satlik çalÝşma süresi, 13 Haziran 1998’de yasalaşarak yürürlüğe girdi. Ancak “35 saat” savaşÝ tüm hÝzÝyla devam ediyor. Çoğulcu sol koalisyon hükümeti yasayÝ yürürlüğe koyduğunda, patronlar ve onun örgütü MEDEF, yasayÝ uygulamayacaklarÝnÝ açÝkça ilan etmişlerdi. Yeni düzenlemelerle patronlarÝn gönlü yapÝldÝ: 35 saati geçince, iki yÝl boyunca aylÝklar sabit kalacaktÝ. Patronlar isterse, bir yÝl içerisinde 130 saat zorunlu mesai yaptÝrabilecekti. Sermayenin kâr hÝrsÝ hiçbir zaman dinmiyor. Özellikle sağ Çoğulcu Birlik Partisi’nin iktidara gelmesiyle amaçlarÝna daha rahat ulaşabilecekleri bir ortam oluştu. MEDEF’in hükümetten ilk isteği, haftada 35 saatlik iş yasasÝnÝn ve bazÝ sosyal fonlarÝn kaldÝrÝlmasÝ oldu.
İşçi ve emekçilerin tekrar sokağa çÝkacağÝndan çekinen hükümet, yasayÝ tamamen kaldÝrmak yerine yaptÝğÝ yasal düzenlemelerle onu işlemez hale getirdi. Zorunlu mesai saatini önce 150, sonra 180 ve şimdi de 220 saate çÝkarmak istiyor. Zaten pratikte hiçbir zaman uygulanmayan 35 saat uygulamasÝ, bu yeni düzenlemeyle gerçekte çalÝşma saatlerini haftada 44 ile 48 saate kadar çÝkarabilecek.
İşçilere işsizlik tehdidi... MaaşlarÝ donduran patronlar, işçilere zam yerine daha fazla çalÝşmayÝ dayatÝyor. “Daha fazla çalÝş daha fazla kazan” diyor. Bunu sadece FransÝz burjuvazisiyle sÝnÝrlamak büyük yanlÝşlÝk olur. AB’nin genişleme politikasÝ büyük sermayeye sadece yeni ekonomik pazar değil, “ucuz iş gücü” pazarÝ da yarattÝ.
Örneğin Almanya’da Siemens, telefon imal eden iki fabrikasÝnÝ Macaristan’a taşÝyacağÝ tehtidiyle; IG-Metall sendikasÝ ile yaptÝğÝ sözleşmede aylÝklarÝn aynÝ kalmasÝ şartÝyla, iş saatlerini haftada 35 saatten 40 saate çÝkardÝ. 17 bin işçi işsizlik tehtidi ve işsiz kalma korkusuyla buna boyun eğmek zorunda kaldÝ. Fransa’da son 30 ayda 200 bin emekçi işsizler ordusuna katÝldÝ. Genel işsizlik oranÝ ise aktif nüfusun yüzde 10’nu oluşturuyor. Bu oran birebir olmasada Avrupa’nÝn geneli için geçerli bir durum. Oysa çalÝşma süresinin uzatÝlmasÝ, emeklilik yaşÝnÝn yükseltilmesi, yüzbinlerce işçinin iş bulma şansÝnÝ daha da azaltÝyor. Bu durum, işsizler ordusunun daha da büyümesi ve patronlara daha fazla ucuz işgücü imkanÝ sağlÝyor. Hakan Karasu
netim arasÝnda yapÝlan görüşmelerde ilerleme sağlanamadÝ. İşçiler, yeni yÝla girerken iş yavaşlatma ve kimi yerlerde iş bÝrakma eylemleri yaparak grev sinyalini verdiler. Yeni yÝl için grevi erteleme yönünde görüşmeler sürerken, Piccadilly Line işçileri, 24 AralÝk, 1 Ocak ve 5 Ocak günleri greve çÝkma kararÝnÝ aldÝlar bile. AyrÝca tren sürücülerinin grevi bitireceği dakikalarda, tren raylarÝ sinyal işçileri, grevi devam ettirecekler.
Bira işçilerinin grevi... Bira işçileri de grevde. Bira Federasyonu patronlarÝnÝn teklif ettiği yüzde 3,2’lik ücret artÝşÝnÝ yeterli görmeyen işçiler, 21 AralÝk tarihinden beri grev yapÝyorlar. GMB sendikasÝ, itirazlarÝnÝn yalnÝzca ücret artÝşÝna dayanmadÝğÝnÝ, çalÝşma ve dağÝtÝm şartlarÝnda anlaşma sağlanamadÝğÝndan dolayÝ greve çÝktÝklarÝnÝ açÝkladÝ.
Gündeme pilotlarÝn grevi de giriyor Avrupa üzerindeki uçuşlar, pilotlarÝn grev tehdidiyle karşÝ karşÝya. PilotlarÝn daha uzun süre uçmalarÝnÝ ve yeni uçuş kurallarÝnÝ düzenleyen değişiklikler, ciddi hayati tehlikeleri beraberinde getiriyor. PilotlarÝn üyesi olduğu ve tüm Avrupa’da faaliyet gösteren Balpa, gazetelere ilan verdi. İlanda, İngiliz pilotlarÝnÝn eğer yeni düzenlemeler yasalaşÝrsa, güvenlikli görmedikleri uçuşlarda uçaklarÝ kaldÝrmayacaklarÝnÝ ve uçmayacaklarÝnÝ söylüyorlar. AyrÝca, yabancÝ pilotlarÝn aşÝrÝ ve tehlikeli derecelerdeki yorgunlukla İngiltere üzerinde uçacaklarÝnÝ, bu durumun da yolcularÝn ve hava alanÝ civarÝnda oturanlarÝ çok ciddi bir tehlike ile yüz yüze birakacağÝna dikkat çekildi. Mehmet Çelebi
Sendikalar bile şaşÝrdÝ...
ÇalÝşma sürelerinin uzatÝlmasÝ ve emeklilik hakkÝnÝn kÝsÝtlanmasÝ planÝna karşÝ onbinlerce işçi ve emekçi ACV ve ABVV sendikalarÝnÝn çağrÝsÝyla Brüksel’de alanlara indi. Hükümetle sendika başkanlarÝnÝn yürüttüğü görüşmelerin çÝkmaza girmesinin ardÝndan sokağa çÝkan 50 bin emekçi, “ÇalÝşma sürelerimize dokunmayÝn!”, “HaklarÝmÝzdan vazgeçmeyeceğiz!” sloganlarÝyla kent merkezine yürüdü. Eylem öncesi “20 bin katÝlÝm bekliyoruz” diyen sendikalar, eyleme 50 binin üzerinde katÝlÝmÝn gerçekleşmesiyle şaşÝrdÝlar. Bu, kazanÝlmÝş haklarÝn korunmasÝ konusunda emekçilerin taşÝdÝğÝ duyarlÝlÝğÝ göstermesi açÝsÝndan da öğreticidir. SaldÝrÝlarÝn, “Ülkedeki sosyal iklimi ve toplumsal barÝşÝ zedelediğini” belirten sendikacÝlar, eylemlerinin mevcut talepler ekseninde devam edeceğini duyurdu. AyrÝca bu eylem, Belçika’da son yÝllarda gerçekleşen en kitlesel eylem olarak kayda geçti.
Deneyimler ÝşÝğÝnda Opel Grevi amacÝ, yaşam seviyesini en asgariye indirmekti.
Opel grevi satÝldÝ.... Sendika temsilcileriyle hükümet arasÝnda yürütülen görüşmelerden çÝkan sonuç, tam bir fiyasko oldu. Zaten farklÝ bir sonuç da beklenmiyordu. AçÝkça sendika yönetimi ve işyeri temsilciliği, tekeller önünde dize geldi. AlÝnan karar gereği, 95 bin işyeri açÝktan yok edilecek. 65 bin kişi, özelikle göçmen işçiler ve yaşlÝ kuşak, yüksek tazminatlarla çÝkÝş almaya özendirilecek. 30 senelik bir işçinin tazminatÝ, 185 bin euroyu bulmakta. İs sadece çÝkÝşlarla bitmiyor. Ücretlerin dondurularak yüzde15 daha düşürülmesi, iş saatlerinin tamamen esnekleştirilerek sömürünün daha da azgÝnca sürdürülmesi söz konusu. Buna karşÝlÝk, bazÝ işyerlerinin kapatÝlmasÝ durumu gündemden kalkacak. (Gerçekte kapatmayÝ zaten düşünmüyorlardÝ.) Buna göre Rüsselsheim’dan 5 bin, Bochum’dan 36 bin, Kaiserslautern’den 400-500 kişi, çeşitli pazarlÝklarla gönüllü çÝkÝşa zorlanacak. Herkes şu an şöyle diyor: “Biz bunlar için direnmedik...” Yeniden direniş sergilenecek mi, gelecek günlerde belli olacak. İşçiler bu yeni gerçekleri yeniden tartÝşacaklardÝr. Bu bayat uzlaşmaya evet diyeceklerine inanmÝyorum. İşçi hareketinin gelişimi için direniş arzu edilendir. Ama buna kararÝ sadece işçi sÝnÝfÝ verebilir. Herşeye rağmen bu grev, gelecek direnişler için oldukça zengin tecrübelerle dolu.
Yedi gün boyunca sadece işçi sÝnÝfÝnÝn ve dostlarÝnÝn gücüne dayanÝlarak yürütülen Opel grevi, Almanya’daki sÝnÝf mücadelesi açÝsÝndan bir dönüm noktasÝdÝr. Bu grevi anlamak için 2003’ten bu yana işçi ve emekçi hareketinin genel seyriyle, sermayenin genel yönelimine bakmak gerekir. UluslararasÝ üretimin yeniden yapÝlanmasÝ, birçok yenilenmeyi beraberinde getirdi. AvrupalÝ sermaye, uluslararasÝ çapta çok daha rahat koşullarda
rekabet etmek istiyordu. Bunun için de sermayenin rahat dolaşÝmÝ için özellikle çekirdek Avrupa’yÝ oluşturan ülkelerde 1950’lerden bu yana kazanÝlmÝş haklara eşi görülmemiş derecede saldÝrmaya başladÝlar. Almanya’da bunun adÝ Agenda 2010 idi. Almanya’da da 1949’dan bu yana var olduğu iddia edilen “sosyal devlet” tamamen rafa kaldÝrÝlmaya devam ediyordu. Bunun somut ayaklarÝnÝ ise Hartz YasalarÝ oluşturuyor. Bu yasalarÝn esas
Sessiz kalmadÝlar Tekellerin sosyal sigortalara ödediği ödenekleri emekçilere yÝkmasÝna karşÝ, emekçilerin sessiz kalmasÝ beklenemezdi. 1 MayÝs 2003’te Almanya’da, yÝllar sonra bir milyon emekçi alanlarda buluştu. ArdÝndan 100 bin emekçi, 1 KasÝm 2003’te Berlin’de sÝnÝf bilinçli işçiler önderliğinde “Sosyal haklarÝn kÝsÝtlanmasÝna hayÝr!” şiarÝyla miting örgütledi. Ne
sendika bürokratlarÝ, ne de reformistler alandaydÝ. AynÝ yÝlÝn Nisan ayÝnda, Almanya’nÝn üç büyük şehrinde 500 bin emekçi, işyerlerinin yok edilmesi ve kazanÝmlarÝn budanmasÝna karşÝ alanlara indi. ArdÝndan büyük tekellerin sömürüyü daha da yoğunlaştÝrmaya yönelik adÝmlarÝ peşpeşe gelmeye başladÝ. En başta Siemens’in bir çok bölgedeki işyerlerinde “İş süresi 40 saate çÝkarÝlmaz, ücretler yüzde 20 düşürülmez ise işyerlerini Macaristan’a taşÝma” tehdidine karşÝ, sÝnÝf bilinçli işçilerin önerisi
üzerine tüm Siemens işyerlerinde toplu direnişe geçildi. ArdÝndan Bosch işçileri de benzer nedenlerle direnişe geçti. Daha sonra Mercedes’te “500 milyon euro tasarruf” adÝ altÝnda işyerlerinin yok edilmesine karşÝ, bütün işyerlerinde bir anda toplu direnişe geçildi.
SÝnÝf bilinci Bu direnişler öncesinde işverenler, işçiler arasÝnda bölgeciliği ve rekabeti kÝzÝştÝrarak işçileri bölme taktiği uyguladÝ. Bu, sÝnÝf bilinçli işçiler tarafÝndan boşa çÝkarÝldÝ. Çünkü aynÝ tekele üretim yapan işçiler, karşÝlarÝnda bir sÝnÝfÝn olduğunu kavramÝşlardÝ. Opel direnişi, sadece Almanya’yla sÝnÝrlÝ kalmadÝ. Brezilya, Güney Afrika ve İngiltere’deki işyerleri de direnişe başladÝ. Onlar da aynÝ tekel için üretim yapÝyorlardÝ. FarklÝ ülkelerde, farklÝ uluslardan olmalarÝ birşeyi değiştirmiyordu. DünyanÝn en büyük otomativ pazarÝnÝ elinde bulunduran GM, Avrupa pazarÝndaki payÝ, yüzde 16’dan yüzde 10’lara düşünce, Opel’den 12 bin işçiyi çÝkarma kararÝnÝ aldÝ. Yoksa dünyadaki egemenliği tehlikeye düşebilirdi. Bu tecrübeleri iyi özümleyen sÝnÝf bilinçli işçiler, Bochum’da umulmadÝk bir anda direnişe geçtiler. Hasan YÝldÝz
Yaflanacak
Dünya 6
Y
A
fi
A
M
Gülelim • Eğlenelim
Acemi askerler
Şayet yağmur yağarsa ki bu durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir. Teğmen, başçavuşa : - Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak. Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak. Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir. Basçavuş, askere : - Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgahta Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim techizatÝ ile hazır olun. Askerler kendi aralarında : - Yarın sabah bizim başçavuş Albayı tutuklayacakmış.
Motosiklet
2030 Türkiye gündemi
Çengel Bulmaca
Hukuk SÝnÝrdÝşÝ etme kararÝ verilmiş bir yabancÝya, yurt dÝşÝna çÝkmasÝ hukuki ya da fiili nedenlerden dolayÝ olanaksÝz ise, istisna durumlarda oturum izni verilebilir. Eğer yabancÝ sÝnÝrdÝşÝ engelini bilinçli bir şekilde kendisi yaratmamÝşsa. Bu durum AufenthG §25 f.5’de kesin olarak sayÝlmaktadÝr: · YanlÝş bilgi vermek · Kimlik ya da uyruk hakkÝnda yanÝltma · SÝnÝrdÝşÝ engellerinin ortadan kaldÝrÝlmasÝna dair zorlayÝcÝ talepleri icra etmekten imtina. Eğer sÝnÝrdÝşÝna engel nedenler kişinin yabancÝlar dairesine eksik ya da bilinçli bir şekilde gereken bilgileri gizlenmekte ise, o zaman bu durumlarda oturum izni verilmeyecektir. Şayet bir “sÝnÝrdÝşÝ etmenin ertelenmesi kararÝ (Duldung)” verilmesi durumunda (AufenthG m.60a) sÝnÝrdÝşÝ etmek olanaksÝzdÝr. Eğer sÝnÝrdÝşÝ etmeye engel varsa, bu engelin nedeninden bağÝmsÝz olarak bir
Av. Gülşen Çelebi
* Türkiye, demokratikleşme sürecinde hÝzla ilerlemeye devam ediyor. Avrupa İnsan HaklarÝ Mahkemesi’nin sorusu üzerine, gözaltÝnda kaybolan kişilerin maça gittikleri resmen bildirildi. Ay Birliği’ne girebileceğimiz konusunda ümitler arttÝ. Türkiye, en geç 15 yÝl içinde Ay Birliği’ndeki yerini alacak. Başbakan, “Ay Birliğini alsÝnlar başlarÝna çalsÝnlar!” dedi.
YÝllar önce annemle birlikte dayÝmlara ziyarete gittik. Biz kuzenlerimle oynarken, annemler içeride sohbet ediyorlardÝ. Köyden İstanbul’a gelecek olan akrabalarÝndan bahsediyorlardÝ. Hemen içeriye daldÝk ve kimin geleceğini sorduk. Annem: “Aşşe bacÝlar gelecek” dedi. Hepimizi aldÝ bir kahkaha; “Bu ne biçim isim, ‘Aşşe’?!” Bizimkiler hemen bir açÝklama yaptÝlar; “KÝzlar, onun adÝ Ayşe ama biz ‘Aşşe’ diyoruz”. Tabii bizde yine bir gülme krizi; bizimkilerin tipik lakaplarÝ işte... Annemlerin köyünde herkese bir lakap takarlar! Mesela; Dilan Mayre; kadÝnÝn adÝ Meryem ama kadÝn çok geveze ve dedikoducu olduğu için köydekiler ona Dilan Mayre diyorlar. Yok efendim Kara Ali, KÝllÝ Seydolar, Mor Ali, Gavçar Hüsso, vs. anlayacağÝnÝz lakaptan geçilmez. Neyse gelelim meselemize. Aşşe bacÝlar cümbür cemaat İstanbul’a taşÝndÝ; 7 çocuk, anne ve baba toplam 9 kişiler. Aşşe bacÝlar taşÝndÝktan hemen sonra, 2 ufaklÝk dÝşÝndakiler başladÝlar çalÝşmaya. Aradan yÝllar geçti Aşşe bacÝlar 3 katlÝ bir ev yaptÝlar; “HayÝrlÝ olsun!”a gittik. Tabii biz de onlardan eksik kalmadÝk; ziyarete cümbür cemaat -dayÝmlar, yengemler ve bütün kuzenler hep beraber- gittik. Eve girer girmez; ne girmesi, daha eve adÝm atmadan Aşşe bacÝ bizi hemen ev gezisine çÝkardÝ. Evin bütün odalarÝnÝ; tuvaletinden, banyosuna, bütün köşelerini -ev 3 katlÝ unutmayÝn!gezdirdi. En sonunda bizi -yani büyükleri- misafir odasÝna aldÝlar. Onlar başladÝlar sohbete, biz de içeride sohbet ediyoruz. Oturduğumuz yerden onlarÝn konuştuklarÝnÝ duyabiliyorduk. Bir ‘tezek’ muhabbetidir gidiyor; tezekle köyde neler yaptÝklarÝnÝ anlatÝyorlar. O ara Aşşe bacÝnÝn büyük kÝzÝ Kel Döndü araya girerek “Aaaa tezek ne?” diye sordu. Annem fena kadÝndÝr dayanamaz böyle şeylere hemen atÝldÝ: “Ne olduğunu bilmiyor musun Kel Döndü? HatÝrlamÝyor musun, kafanda saç yokken kafana sürülen o pis kokulu şeyi...tezek o işte!” Ben de hep merak etmişimdir neden ‘kel’ dediklerini; çünkü kel dedikleri Döndü’yü bir görseniz, Döndü’de bir saç var; hem çok sÝk, hem de kÝvÝr kÝvÝr. Çok uzun bir süre sonra Aşşe bacÝ ve Kel Döndü ile yine karşÝlaştÝk, bu defa Aşşe’nin oğluna misafirliğe gitmiştik. Biz otururken Aşşe bacÝ ve kÝzÝ hÝzla içeri girdiler, Döndü gelinlerini azarlÝyor; “Sen nasÝl olur da annemi bu hÝrkayla atölyeye gönderirsin, kürkünü neden giydirmedin?” diyerek bağÝrÝyor. Garibim gelin, “Abla hava çok sÝcaktÝ kadÝn çatlardÝ bu sÝcakta” diye kendini savunmaya çalÝştÝ. Nereden nereye!.. Tezek tedavisinden kürk mantoya... İnsan şöyle bir düşünüyor da, o yalÝnlÝktan, sÝcaklÝktan ve insanlÝktan çÝkmaya hazÝr ne kadar çok Aşşe ve Kel Döndü var...
↵
İngilizce deve
↵
Bir C.YÝlmaz filmi
Vanadyum’ un imi
Nazikçe
→
↵
nen 200 kişi hastaneler tarafÝndan dolandÝrÝldÝ.
Zeynep Günel
HazÝrlayan: Yaşanacak Dünya bulmaca ekibi Bir renk Kürtçe’de çabuk
ÇapkÝnlÝğÝyla ünlü kont
Y. Güney filmi
→
İlgisiz, ciddiyetsiz
Lantan imi
Yok etme
→
→
↵
Ünlü Fr. şair
→
Ticari birgemi
2004’te ölen Filistinli lider
→
Hücre kodu
eki
Çizgi film kahramanÝ
→
→
→
Halk dillinde evet Şehir
→
→
BağÝşlama
Verme, ödeme
Trityum imi
Şöhret, nam
Imbiss im Haus
Yeme, yiyecek
→
UzaklÝk anlatÝr
Olumsuz
→
Täglich frisc hes... - Obst & Gemüse - Backwaren - Fleisch usw.
→
→
→
→
↵
Melce Tutucu,ku ralcÝ Karakter
↵
KÝrmÝzÝ
→
Akciğere giden yollar
Azeri çalgÝsÝ Sert deri
Bir kadÝn ismi
→
→ Bir organÝmÝz
→
→
→
Ticari gemi
→
Bir gün MÝsÝr’da bir mumya bulunur ve bunun kaç tarihine ait olduğunu öğrenmek için Amerika, İngiltere ve Türkiye’den uzmanlar istenir. Tabii ki Türkiye’den emniyet görevlileri gider. İlk önce AmerikalÝlar araştÝrmaya başlarlar.
Kötü, sevimsiz
↵
* Trafik kazalarÝnda ölenler için Ankara- İstanbul ve Ankara-Antalya arasÝnda yol kenarÝna yaptÝrÝlan mezarlÝklarÝn iki
katlÝ olmasÝ için Meclis’e önerge verildi. Kaçak kat çÝkanlarÝn gözaltÝnda kaybedileceği açÝklandÝ. Kazalarda ölen turistler için KaynaşlÝ Mevkii’nde dikilen anÝtÝn açÝlÝş töreni sÝrasÝnda freni patlayan kamyon anÝta çarptÝ. KalabalÝktan ölenler orta refuje defnedilirken, açÝlÝş için gelmekte olan UlaştÝrma BakanÝ’nÝn bindiği uçağa kamyon çarptÝ. Bakan için memleketinde dağÝtÝlan helvadan zehirle-
→
* Türkiye, dünyanÝn en büyük çölü haline geldi. Hükümet, çöl turizmiyle ekonominin canlanabileceğini açÝkladÝ. Muhalefet, “Hükümet serap görüyor!” dedi. Serap, “Böyle bir şey mümkün değil, ben sizin bildiğiniz seraplardan değilim” dedi. Serap gözaltÝnda kayboldu.
Mumya 3-5 saat sonra çÝkarlar; - “Olsa olsa 300-600 senelerine aittir” derler. İngilizler odaya girer. Bir kaç gün sonra; - “Olsa olsa 300-420 asÝrlÝk” derler. Nihayet sÝra Türkiye’den giden emniyet görevlilerine gelir. İçeri girerler. Girerler girmesine de, aradan 10 gün geçtiği halde dÝşarÝ çÝkmazlar. Nihayet 15. gün çÝkarlar. Merakla gözlerinin içine bakan MÝsÝrlÝ bilginlere; - “Tam tamÝna 427” derler. Tabii ki herkes şaşar bu işe ve “NasÝl olur yahu?” derler. Bizimkiler gayet ciddi, yanÝtlar: - “Biraz zor oldu ama, sonunda dili çözüldü keratanın…”
• Grup olarak bir lokantaya gittiğimizde herkesin kendi yediğini ödemesine ‘Alman usulü’ deriz ya. İngilizce’de aynÝsÝ ‘Going Dutch’ kalÝbÝyla HollandalÝlar için kullanÝlÝyor. Birbirine çok benzeyen iki millet ama yine de AlmanlarÝ yok yere ‘maddiyatçÝ’ yapmÝşÝz.
• İtalya’da birinin söylediği, karşÝsÝndaki kişi tarafÝndan yerine getirilmediğinde veya an-
↵
Ötekiler telaşla yerlerinden fÝrlar: - “SayÝn generalim, gitmeden önce bir motosiklet alsanÝz iyi olur!”
• Ermeniler bir şeyi anlamadÝğÝnda, ‘AnladÝysam Türk olayÝm’ diyorlarmÝş. KÝzacak bir şey yok. Çünkü biz de anlamadÝğÝmÝz zaman Arap oluyoruz.
• Bizdeki ‘FransÝz kaldÝm’ lafÝ İngilizce’de Yunanlar için söyleniyor. Onlar bir şeyi anlamadÝklarÝnda, ‘It is Greek to me’ diyorlar. Yani, ‘Bu bana Yunan’. Onlarda niye Yunan, bizde niye FransÝz kalÝndÝğÝ ise meçhul.
→
- “Çok günahÝmÝz var. Ben bir gün gidip günah çÝkartmayÝ düşünüyorum” der.
laşÝlmadÝğÝnda, ‘Che parlo Turco?’ deniyormuş. Meali: ‘Yahu ben Türkçe mi konuşuyorum?!’ Bir de İtalyanlar çok sigara içenleri, ‘Türk gibi sigara içiyorsun’ diyerek azarlÝyormuş.
→
DiktacÝ subaylar, günah çÝkarmaya karar verirler. İlki: “Muhterem peder, iktidara gelince devlet kasasÝndan 100 bin dolar çalmÝştÝm. GünahÝmÝ itiraf ediyorum.” Peder; “Kefaletini ödemek için, kentin en büyük alanÝnÝn çevresinde otuzüç tur koşacaksÝn” der. İkincisi gider, bir milyon dolar çaldÝğÝnÝ itiraf eder. Peder; “Demek ki sen birmilyon dolar çaldÝn, kefaletini ödemek için üçyüz otuz tur koşacaksÝn” der. Birkaç gün sonra cuntanÝn başÝ ötekilere:
Frans›z kald›m!
→
Albay, binbaşıya: -Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir şey değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı
görsünler. Bende orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim. Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz . O zaman erleri, üstü kapalı talimgaha götürürsün. Binbaşı, yüzbaşıya : - Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimğaˆhta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır. Yüzbaşı, teğmene : - Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır.
Felsefik düflflüünceler Nereden nereye !
Romen rakamÝyla 1000
Hauptstr. 411 - 79576 Weil / Friedlingen Tel. : 07621 / 791 004
→
SÝnÝrdÝşÝ etmenin ertelenme koşullarÝ
geçici oturum (Duldung) mütemadiyen verilmelidir. Geçici oturum süresi, oturum sürelerinin hiçbir hesaplanmasÝnda dikkate alÝnmaz. Bunun aksi sadece eski yasaya göre, YabancÝlar YasasÝ esasÝna dayanarak verilen geçici oturumlar için geçerlidir. Yani yedi sene geçici oturum alan biri, yeni yasaya göre ikamet iznine başvuramaz. Geçici oturum, yer anlamÝnda Federal Eyaletler ile sÝnÝrlÝdÝr. Diğer koşularÝn ve yükümlülüklerin (ÇalÝşma yasağÝ, konut yükümlülüğü) düzenlenmesi mümkündür (AufenthG m.61 f.1) Hangi bölgede geçici oturum alÝnmÝşsa, o bölgenin dÝşÝna çÝkÝlamaz. YurdÝşÝna çÝkÝş engelinin varlÝğÝ devam ediyorsa en geç 18 ay sonra AufenthG m 25 f.5 c.2 uyarÝnca bir oturum izni (Aufenthalterlaubnis) verilmesi gerekir. Tabii ki yukarÝda belirttiğimiz gibi, yurt dÝşÝna çÝkÝş engelini kişiler kendileri yaratmÝyorsa. En yüksek Eyalet Mülki Ami-
ri, AufenthG m. 60a f.1 uyarÝnca, belli yabancÝ gruplar için sÝnÝrdÝşÝ etmeyi en fazla altÝ ay süreyle ertelemeyi düzenleyebilir. İşlemi yapan amirin bunu insani ya da uluslararasÝ hukuk veya Federal Almanya’nÝn siyasi menfaatlerini korumak amacÝyla yapmasÝ gerekir. AltÝ aydan uzun bir süre için AufenthG m 23 f 1 dikkate alÝnarak içişleri BakanÝ’nin federal bütünlüğün korunmasÝna yönelik olarak rÝzasÝ şarttÝr. Bu tür düzenlemeler hakkÝnda Federal ve Eyalet içişleri BakanlarÝ ve İçişleri Senatörleri’nin toplantÝlarÝnda müzakere yapÝlÝr. Burada oybirliği ilkesi geçerli olduğundan böylesi düzenlemeler enderdir. Buna benzer uygulamalar savaş olan ülkelerden gelen gruplar için de düşünülmüştür. Federal Eyaletler yurtdÝşÝna çÝkarmaya yönelik tesisleri kurabilirler. Bu yerlere yurdÝşÝna çÝkmasÝ gereken yabancÝ getirilmeli ve yurtdÝşÝna gönüllü çÝkmasÝ için tavsiyelerle ikna edil-
melidir. Bu sistem, sÝnÝrdÝşÝ hapishanelerin (Abschiebehaft) yerine mi geçecek, yasada beli değil. Geçici oturum, yabancÝnÝn yurtdÝşÝna çÝkÝş yükümlülüğünü ortadan kaldÝrmaz. Bu oturum yurtdÝşÝna çÝkÝşla sona erer. KoşullarÝn artÝk mevcut olmamasÝ durumunda -yani sÝnÝrdÝşÝ etme engellerinin hükümden düşmesi durumunda- bu oturum geri alÝnÝr. Geçici oturumun hükümden düşmesinden sonra yabancÝ, yeni bir yurtdÝşÝ etme ihtarÝ (Abschiebungsandrohung) yapÝlmaksÝzÝn sÝnÝrdÝşÝ edilir. Bunun aksi, sadece geçici oturumun yenilenmesi durumunda geçerlidir. SÝnÝrdÝşÝ etmeye karşÝ hukuki korunma olanaklarÝ vardÝr, hukuki tavsiye alÝnmasÝ gerekir. Eğer yabancÝ, bir yÝldan uzun süredir geçici oturumla kalmÝşsa, sÝnÝrdÝşÝ bu kişiye bir ay önceden bildirilmelidir (AufenthG m60a f.5 c.4).
Gülşen Çelebi /Avukat (TR) Haydar SÝğÝnak Graf-Adolf-Str. 80 40210 Düsseldorf Tel: 0211-355 83 14
fiA
Öffnungszeiten Montag-Freitag: 8.00 - 20.00 Samstag: 8.00 - 18.00
RK - SOFRASI Schnellrestaurant & Feinkost
•Cumartesi günleri müflterinin gözleri önünde çi¤köfte yo¤rulur. • Hergün Nargile içilebilir. •33 kiflilik Rezerve yap›labilir. •Niflan ve dü¤ün siparifli al›n›r.
Öffnungszeiten Mo - So: 8.00 - 24.00
Kalkerhauptstr. 233 • 51103 Köln-Kalk • Tel.: 0221 - 922 69 53 Rechtsanwaltin
Yaflanacak
K
A
D
I
7 Dünya
N
YaşamamÝza fÝrsat verilmeyen aşk... n “O asi ruhuna iktidar olman›n damgas›n› vurmal›ym›fl!” masÝnÝn aşkla ilişkisi olabilir miydi? İnsanÝ yüceltecek olan bu duyguyu, sistemin sunabileceği çeşitli payeler karşÝlÝğÝnda, bir tiyatro oynarcasÝna kirleten bu insanlara aşk yakÝştÝrÝlabilir miydi?’ gibi daha pekçok soru kafamda dolaşÝrken, O kendi yaşamÝnÝ anlatmaya başladÝ. Bundan yaklaşÝk 30 küsur yÝl önce gelin gelmiş Almanya’ya. Eşinin deyimiyle, bu bir çeşit “köle tÝcareti!” olmuş. Almanya isminin Türkiyeli emekçilerde yarattÝğÝ düşler karşÝlÝğÝnda “vermiş” annesi-babasÝ. KÝzlarÝ rahat etsin, sÝkÝntÝ çekmesin diye...
ZamanÝ geriye çevirsek...
O’nu gene Show TV’de yayÝnlanan “Gelinim Olur musun?” programÝnÝ pür dikkat izlerken buldum. BakÝşlarÝnda hep derin bir hüzün, acÝ, saf bir duruluk gördüğüm bu kadÝnÝn, bu programÝ bu denli dikkatle izlemesi ilgimi çekerdi. Hiçbir kaygÝ duymadan sordum: “Bu programda aşkÝ izlediğini mi düşünüyorsun?” Bütün doğallÝğÝyla, “Evet” dedi. “Ben ve benim gibilerin yaşamadÝğÝ, yaşamasÝna
fÝrsat verilmeyen, yaşamak için de aramadÝğÝmÝz aşkÝ izliyorum.”
Aşk ve reyting... ‘Orada gerçekten aşk var mÝydÝ? SayÝsÝz kamera ve mikrofonla evlere taşÝnan, milyonlara izletilen bu kurmaca ilişkilerle aşk kirletilmiyor muydu? İnsanlarÝn yaşayamadÝğÝ, aşk gibi son derece doğal duygularÝn böylesine sömürülüp reyting konusu yapÝl-
İnatçÝ, doğru bildiğinden şaşmayan karakterine rağmen, bu karara karşÝ çÝkamamÝş. “Büyükler ne derse o olur” demiş. “Ama” diyor, “o zamanlar sevdiğim biri olsaydÝ, karşÝ çÝkardÝm bu karara. Ne yapar eder sevdiğim kişiyle evlenirdim.” Bunu söylerken yüzüne yansÝyan aydÝnlÝk ifadeye takÝlÝyor gözlerim. Yüreğim sÝcacÝk bir sevecenlikle karÝşÝk acÝyor. Çünkü gerçekten de, tüm o gelenek ve ahlaki değerleri içselleştirerek şekillenmiş kişiliğinin, belki de en karakteristik özelliğinin, güçlü bir “iç tutarlÝlÝk” olduğunu, gözlerine yansÝyan o dupduru ifadeden anlÝyorum. AşkÝ da, aşkÝn değerini de anlayÝp, onunla “yücelecek” bir tutarlÝlÝk ve bütünlüğe sahip
n Bu kad›n için zaman›, “geriye” çevirebilsek, neler olurdu acaba?
bu kadÝn için zamanÝ, her şeyi “geriye” çevirebilsek, neler olurdu acaba?
İktidarÝn damgasÝ O, yaşamÝnÝn tüm acÝlarÝnÝ, insanÝ kahredecek bir doğallÝk ve yalÝnlÝkla anlatmaya devam ediyor. Evliliğinin hemen ilk günlerinde, ataerkil kültürün ilk tokadÝ inmiş suratÝna. “Hem de sebepsiz yere.” Zaten eşi de öyle ifade ediyor. “O asi ruhuna iktidar olmanÝn damgasÝnÝ vurmalÝymÝş!!!” Evet, ataerkil kültürün erkekte somutlaşan “iktidar” yanÝlsamalÝ kimliğiyle, kadÝna giydirilen “aklÝ kÝsa, şeytan, fettan, güvenilmez...” kimliği arasÝnda, asÝrlardÝr süren çatÝşmanÝn uç bir prototipi oluyor 30 küsur yÝllÝk evlilik yaşamlarÝ. O aydÝnlÝk gözlü kadÝn, anlatmaya devam ediyor... 5 çocuğu var. Bugün bile dayak yiyor eşinden. Eşinin tüm korkularÝnÝ boşa çÝkaran tertemiz yaşamÝna rağmen...
Buna bir de babasÝnÝn ve çevresinin kazandÝrdÝğÝ ‘erkek’ kişiliğini ekle. Sonuç doğal olarak bu oldu. Ben onu bu noktalarda anlÝyorum. Ama hâlâ kafasÝndaki kurgularÝ gerçek sanÝp yaşamÝmÝzÝ zehir etmesini anlayamÝyorum.” diyor. İnsanÝ allak bullak edecek bir empati! Ne diyeceğimi şaşÝrÝyorum. Sadece, “Peki nasÝl dayandÝn?” diye sorabiliyorum. İçselleştirdiği gelenek ve ahlaki değerlerin yalÝn ifadesi olarak, “Bana başlamÝş bir evliliği sonuna kadar götürmem öğretildi. İnatla bunu yapmaya çalÝştÝm.” diyor. Gözlerindeki acÝya, hüzne karÝşmÝş o duruluğun aynasÝnda annemi, milyonlarca kadÝnÝ görüyorum. Figen Candan
Biçilen rollere göre... YaşadÝklarÝndan çÝkarsadÝklarÝnÝ da aynÝ doğallÝkla özetliyor. “İkimiz de çocuktuk. O da ben de severek evlenmedik. Biçilen rollere göre şekillendi kişiliklerimiz, yaşamlarÝmÝz. O öksüz büyümenin, sürekli horlanmanÝn getirdikleriyle ve bir de benden önceki eşinin aldatmasÝyla yaralanmÝştÝ.
‹çimdeki Pencere
Songül Özdemir
Hâlâ avucumu yakar... Lapa lapa kar yağÝyor. Dallar, özenle işlenmiş dantel gibi. Sokaklar ÝşÝl ÝşÝl. Bir mağazaya giriyorum. Gözüm insanlarda. AlÝşveriş yapÝyorlar. Biliyorum, değer verdikleri, sevdikleri insanlar için yÝlbaşÝ armağanlarÝ alÝyorlar. Ne tür şeyler aldÝklarÝna bakÝyor, bunlarÝn kimlere verileceğini tahmin etmeye çalÝşÝyorum. KarşÝmda duran yaşlÝ kadÝn, koyu renk bir yeleği inceliyor. Belli ki eşine hediye edecek. SağÝmdaki orta yaşlÝ çift, oyuncak bir tavşanÝ evirip çeviriyor. Mutlaka torunlarÝna alacaklar. Az ilerideki genç kadÝn ise, genç işi gömleklerden birini seçmeye çalÝşÝyor. Sevgilisine mi?.. Belki. Bu insanlardaki birşeyler rahatsÝz ediyor beni. Nedenini çözebilmek için diğer insanlara bakÝyorum. Onlardan bir farklarÝ yok aslÝnda. RahatsÝzlÝğÝm daha da artÝyor. Beni bu derece huzursuz eden şeyi bulabilmek için yüzlerini, gözlerini, davranÝşlarÝnÝ inceliyorum. Gözlerinde birer parça buz var sanki. SuratlarÝ donuk. Hareketleri ağÝr, isteksiz. En küçük bir heyecan dahi hissetmiyorlar. Sevdiklerini sevindirmek için bir şeyler almÝyorlar mÝ? İnsanlarla kurduklarÝ ilişkiyi güzel, sÝcak duygularla besleyecek minik araçlar değil mi aldÝklarÝ hediyeler? Küçücük kanallar değil mi yürekten yüreğe sÝcaklÝğÝ akÝtacak olan? Onlara karşÝ nasÝl bu kadar soğuk ve duygusuz olabilirler? Bu simgeler, hiçbir şeyin simgesi değil mi yoksa?.. Ne yazÝk ki değil...Onlar yalnÝzca kalÝplaşmÝş alÝşkanlÝklarla, otomatikleşmiş bir işi yapÝyorlar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir rutin... Sadece bu da değil. Herşeyin değerinin parayla ölçüldüğü bu çirkin dünyada, ilişkilerin değerinin de parayla ya da bir eşyayla belirlenmesinin sonuçlarÝ duruyor karşÝmda. İnsanÝn insana, insanÝn kendine yabancÝlaşmasÝ... Kendimi sokağa atÝyorum. Uzun yÝllar göremediğim kardeşim geliyor aklÝma. Çok sevdiğim bir yüzüğü kaybetmiş, üzülmüştüm. AyrÝ kaldÝğÝmÝz yÝllardan birinde, aklÝnda kaldÝğÝ kadarÝyla yüzükteki maskÝ bir tahtaya oymuş. Hangi kente gittiyse taşÝmÝş yanÝnda. YÝllarÝn ardÝndan kucaklaştÝğÝmÝz ilk doğum günümde, avucumun içine bÝrakÝverdi o minik tahta parçasÝnÝ. Hâlâ avucumu yakar...
Sokağa çÝkmak yasak! Kadınlar AIDS’in pençesinde Sokaklarda kadÝnlarÝn hiçbir nedenle dolaşmadÝğÝ bir ülke Afganistan. Temiz suyun olmadÝğÝ, elektriğin ara sÝra verildiği (örneğin Celalabad’da ayda bir iki kez ve yalnÝz akşamlarÝ), kanalizasyonlarÝn tahrip olduğu ve asfalt yollarÝn toprağa dönüştüğü, harabeye dönüşmüş bir ülke görünümünde Afganistan. Ve bütün yapÝlaşma, Amerikan destekli iç savaş süresince ve Amerikan işgal saldÝrÝlarÝ süresince yakÝlmÝş yÝkÝlmÝş durumda bulunuyor. Bu ülkede kadÝnlar, adeta hapis hayatÝ yaşÝyor. AlÝşveriş için veya başka bir nedenle asla dÝşarÝ çÝkamÝyorlar. Asla bir misafirin karşÝsÝna çÝkamazlar, yani size “hoşgeldiniz” bile diyemez bir Afgan kadÝnÝ, hele bu misafir bir erkekse! Tek görevleri var; evin erkeğinin hizmetini yapmak ve ço-
cuklara bakmak.
Kan davasÝnÝn diyeti Afgan kadÝnÝnÝn hayatÝndaki en önemli sorunlardan biri de kan davasÝ olduğu zaman, o ailenin erkeklerinin öldürülmesini önlemek için genç kÝzlarÝn
karşÝ tarafa hibe edilmesidir. Aileden birinin işlediği bir cinayetin diyetini, bütün yaşamlarÝ boyunca yüklenmek zorunda kalÝyorlar. YalnÝzca bu kan davasÝ benzeri nedenlerle hibe edilen genç kÝzlardan son altÝ ay içinde kendini yakanlarÝn sayÝsÝ Nangahar’da elliyi aşmÝş bulunuyor. Tabii bu konular, bu ülkeyi işgal etmiş bulunan AmerikalÝlarÝ ilgilendirmiyor bile. AmerikalÝlar sokaklarda da pek görünmüyorlar. Dağlardaki operasyonlarla ilgililer ve kÝşlalarÝnda yaşÝyorlar.AyrÝca, Celalabad’a birkaç kilometre mesafede kadÝn satÝlan bir de pazar yeri bulunuyor. Yirminci yüzyÝlda kadÝn koyun gibi pazarlarda satÝlÝyor. AslÝnda bu pazarlarda “gelişmiş dünyanÝn”, “insanlÝğÝ” satÝlÝyor. Mehmet Çelebi
Bir rapor... İlk bakışta “rakamlar yığını”. Her bir rakamın bir insan, bir hayat olduğunu düşününce işler farklılaşıyor. Tedavisi mümkün olmayan, insanı dirhem dirhem eriten umarsız bir hastalık: AIDS... Dünya AIDS Raporu’na göre, HIV virüsü taşıyıcılarının sayısı dünya genelinde 40 milyona ulaştı... 2004 yılında yaklaşık 5 milyon kişiye daha AIDS teşhisi konuldu ve bu rakam geçen yılın 100 bin fazlası. Hızla yayılıyor AIDS. Ancak raporun en dikkat çekici yanı, AIDS’e yakalanan kadınların sayısındaki artış. Yetişkinlerde 6 yıl önce HIV virüsü taşıyanların yüzde 41’i kadınken, bugün ulaşılan oran yüzde 50. Kadınlar, enfeksiyona karşı biyolojik olarak erkeklerden daha zayıf.
Fuhuş, AIDS üretiyor Ama tek neden bu değil tabii. Kadınların iki kez ezilmişliği
diyemiyor. AIDS’in yayılma hızına bakıldığında, geri bıraktırılmış ülkelerin önde geldiğini görüyo-
burada da karşımıza çıkıyor. İlişkiye zorlanan kadın, “hayır”
ruz. AIDS’e dair bilginin az olduğu ve korunma yollarının bi-
linmediği ülkeler bunlar. Ve asıl önemlisi, kadının bir meta olarak satıldığı, fuhuş pazarının en hareketli olduğu ülkeler... Doğu Asya’da kadınların AIDS’e yakalanma oranı son iki yılda yüzde 56 oranında arttı. Doğu Asya’yı yüzde 48 oranıyla Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri izliyor. Afrika’da ise HIV taşıyanların yaklaşık yüzde 60’ı kadın. AIDS’in en yaygın olduğu Afrika’nın güneyindeki Sahara’da da kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla artış olduğu belirlenmiş. Bu bölgede HIV taşıyıcılarının toplam sayısı 25 milyondan fazla. AIDS insanlar için, özellikle kadınlar için kader mi?..Kuşkusuz değil. Sistemin bataklığında üreyen, üredikçe kendini yeniden üreten bir sistem illeti! Melek Aksu
ArtÝk yaşadÝğÝmÝ hissediyorum…
Her iki tarafÝn çabalarÝna rağmen evlilikler burada yürümüyor. Ne oluyor da çatÝrdÝyor bu evlilikler? Handan: 16 yaşÝnda evlendirildim. Babam annemi döverdi, annem bize “bu sizi ilgilendir-
mez” derdi. Ben de dayak yedim ve çocuklarÝma “bu sizi ilgilendirmez, benle babanÝz arasÝnda” dedim. Sonra eşim çocuklarÝma da şiddet uygulamaya başladÝ. Orada herşey koptu. Önceleri, saf duygularla,‘ÇocuklarÝmÝ ba-
balarÝndan ayÝrmaya hakkÝm yok’ diye düşünüyordum. Sanki ben çocuklarÝmÝ yalnÝz yetiştirdiğimde bir taraflarÝ eksik kalacak gibi geliyordu bana. O evlilikte kendimden vazgeçmiştim. ‘Sen önemli değilsin çünkü sen istedin bu 4 çocuğu,
bu çocuklar seçmedi anasÝnÝ babasÝnÝ. Sen onlarÝ korumalÝ, onlar için var olmalÝsÝn’ diyordum. İçimden herşeyi bÝrakÝp kaçmak geldi. Ölmek istedim, ama kendimi öldürme cesaretim yoktu. ÇocuklarÝmÝn gözlerine baktÝğÝmda herşeyi unutuyordum. Kukla gibi olmuştum. Hep ‘sen buraya ait değilsin’ duygusu vardÝ içimde. Ben eşimle daha çok arkadaş olmak istedim.
sanlarla birlikte olmak istiyordum. Kendimi derneklere verdim. Koydum çocuklarÝmÝ taşÝma çantalarÝna, derneğe gittim. “Ben de varÝm”dedim. Her hafta sonu dernekte soluk aldÝm. ÇocuklarÝ folklor kursuna gönderdim. Hayalimde hep “keşke bir tiyatro olsa da oynasam” vardÝ. Çünkü hayatÝmda da tiyatro oynuyordum ve artÝk sahnede değişik rollere girmek istedim.
İletişimsizliğin kaynağÝ neydi peki?
Bu süreç sende ne gibi değişimler yarattÝ?
Handan: Niyazi 16 yaşÝndayken, ben 6 yaşÝmdayken geldik Almanya’ya. Evde Türktüm dÝşarda bir Alman. Kendimi ifade etmem, birşeyleri başarmam, var olduğumu ispat etmem gerekiyordu. Ben onun düşündüğü dünyaya sÝğamadÝm. O da beni olduğum gibi kabullenmedi. İstedim ki, bir insan olsun; şöyle kafamÝ dayayabilecek, elini yüzüme sürecek. Bunu anlatamadÝm. AnlattÝğÝmda da çocuksu geldi ona. Sadece dört duvar arasÝ değil, yiyip içip yatmak değil yaşamak. İnsanlarla tanÝşmak, in-
Handan: ArtÝk yaşadÝğÝmÝ hissediyordum. O geçen yÝllarda gülmeyi unutmuştum. Kendimi makine gibi hissediyordum: Çocuklarla ilgilen, ders, okul, saat sekizden sonra ölü hayat, otur duvarlara bak... Neredeyse duvarlarla konuşmaya başladÝm. AradÝğÝm şeyi bulmuştum. Tiyatro çocuklarla diyaloglarÝmÝzÝ farklÝlaştÝrdÝ. Geleneksel anne rolünün dÝşÝnda bir kimlikle çocuklarÝmÝn karşÝsÝna çÝkÝyor ve onlarla farklÝ birşeyler paylaşÝyordum . Dernekte iki kadÝn şunu dedi: “Hele hele şu kadÝna bak, dört
çocukla sahnede nasÝl da yÝrtÝnÝyor!” Bu beni kamçÝladÝ, ‘ben bunu yapacağÝm’ dedim. Yemeği, ev işlerini ve benzerini aksatmÝyorum ki eşim negatif bir düşünce taşÝmasÝn. Yorgunluktan düşecek hale geliyordum. Hafta sonu çalÝşmalarÝ bana güç veriyordu. ÇocuklarÝm ve ben, o dernekte çok çarpÝcÝ bir örnek olduk. Oradaki çocuklarla, onlarÝn sorunlarÝyla ilgilenmeye başladÝk. Eleştiri tabii ki geldi ama umrumda değildi.
miş, “birleşelim” falan... “HayÝr!” dedim, “bu iş bitti..” Ama biliyor musun, yine de acÝ verdi, canÝm acÝdÝ. CanÝmÝn acÝmasÝ bana daha çok güç verdi. Şu an nasÝlÝm?.. İyiyim! Her zaman okula gitmek istemiştim. Temizlik işinde çalÝşÝyorum, daha iyi bir iş için diploma istiyorlar. Şu an gerçekten canÝm çÝkÝyor. Ama hem çalÝşÝyor hem de okuyorum.
Bir yuvayÝ dağÝtmak çok zor. Çevrenden tepki geldiğinde rüzgarÝ ne kadar göğüsleyebildin?
Handan: Bir kadÝn mutsuzsa, yolunu ancak kendisi bulacaktÝr. Çünkü mutsuzluk gitgide büyüyor. Öyle uç bir noktaya geliyor ki, sen bir şeyler yapmak zorundasÝn. Yoksa ölecek, yok olacaksÝn. O cesareti kimse sana dÝşardan veremez. O dönemde biri bana kalkÝp deseydi ki; ‘Handan, sen bu adamÝ terk etmelisin, nasÝl yaşÝyorsun bu insanla?’ “KarÝşma benim hayatÝma” derdim! İnsan kendi kararlarÝnÝ kendisi vermeli. Çünkü artÝsÝnÝ ve eksisini, sadece insanÝn kendisi tartabilir. Ama bana 19 sene gerekmiş bunlarÝ anlamam için. ArtÝk başkasÝna kaç yÝl gerekir, bilemem.
Handan: O kararÝ verdiğimde sarhoştum sanki. Üç ay sürdü. Sanki ayaklarÝm yere basmÝyordu. Dümdüz gittim. ÇocuklarÝn okullarÝ, ev, bürokrasi... çok zordu. ‘BaşaracaksÝn Handan! Birgün bunlar geçecek, bu acÝlar seni büyütecek’ duygusu güç verdi. Ona hiç geri dönmek istemedim ama özledim onu! O özlem bitsin istedim. Kendimi sorguladÝm, ‘Nedir seni böyle çeken? Demek ki senin zamana ihtiyacÝn var’ dedim. Beş altÝ ay sonra aradÝ. Özle-
KadÝnlara mesajÝn var mÝ?
Yaflanacak
Dünya 8
G
E
N
Ç
L
‹
K
Rock müzik mayan) melodik bir yapı, armoni adına iki- üç akor, baskın ve dinamik ama bir o kadar da 2’lik- 4’lük ritm kalıplarının dışına çıkamayan davul yürüyüşleri... Sözlerde ise bir şeyleri yıkmak ve lanetlemekten öteye geçmeyen ‘asabi’ ruh hali... Alternatif olarak asla bir şey koyamaz, yeni bir dünya adına. Çünkü yapısına aykırıdır. Saunddaki sertlik ve yıkıcılık içeriği de belirler. 1960’lı yıllar büyük toplumsal, siyasal patlamaların geliştiği yıllardır. ABD’de Vietnam savaşı, geniş yığınların savaş karşıtı protestolarınÝ, başka bir dünyaya olan özlemini perçinlemektedir. Avrupa’da gençlik hareketindeki gelişmeler, diğer toplumsal katmanları da etkisi altına almaya başlar. Bu kesitte Rock’ın 1950’li yıllardaki gelişimi farklı bir hal alır.
Savaşa ve düzene karşÝ Bu dönemde, biçimsel olarak Blues etkileri hissedilir. Enstrümanların seçiminde ve bir bütün olarak icrada daha sert bir
saund yakalanmaya başlanmıştır. Genç dinleyici kitlesi tüm bu yaşanan toplumsal değişimin etkisiyle savaşa ve düzene karşı olan tepkisini bu müzik diliyle anlatma yolunu seçer. 1960’lı yılların ortalarından 1970’li yılların ortalarına kadar, altın yıllarını yaşar rock müzik. Rock müziğin gelişimini ele alırken biçimi belirleyenin, ona yüklenen anlamdan ayrı olamayacağı gün gibi ortadadır. Bir bütün olarak rock müziğin toplumsal muhalif bir yan taşÝma iddiası, onun o kesitteki içeriklendirilmesiyle açıklanabilir ancak. Bu da geliştiği dönemin mücadele biçimi ve o sürecin kavranmasıyla olanaklıdır.
1960’lı yıllar, tüm dünyada büyük toplumsal hareketlenmelerin yaşandığı bir süreçtir, bu doğru. Ama rock müzik o kesitte sistem karşıtı güçlerin anarşizan özlemlerinden bir adım ilerleyememiştir.
“Kes-yapÝştÝr” Bugün, Avrupalı rock grup ve müzisyenlerin yanı sıra Amerikalı rockçılar, müziğin üretiminde “kes-yapıştır” mantığından öteye gidememiştir. Avrupalı örneklerinde, Kuzey Avrupa ortaçağ müzikleri ya da ilahiler, kilise baladları baskındır. Amerikalı türevleri, alabildiğine basit (yani algıyı asla yor-
nat dallarında olduğu gibi bilişsel bir etki de yaratmalıdır. Bir diğer deyişle, ürün buluştuğu kitlelerle yeniden bir üretim yaşamalıdır. Ürün, ulaştığı kitleleri uyuşturmamalı, onların duygusal süreçlerine geriden bir müdahalede bulunmamalıdır. Bir iç kurgusu olmayan, gelişigüzel serpiştirilmiş bölümlerden oluşan, sürekli kendini tekrar eden bir ‘sanat ürünü’ ne kadar geliştirici olabilir ki?
Dinleyicilerle etkileşim
Üretim kolektifleştikçe...
Popüler müzik dinleyicileri, müziğe çeşitli yollarla katılırlar. Dinleyici müzikle tamamen kişisel bir bağ kurabilir. Biri farklı bir duygusal-ruhsal tını yakalayabiliyorken bir diğeri tamamen farklı bir yoğunlaşma içerisine girebilir. Rock müziğin dinleyicilerle yarattığı etkileşim sınırlıdır. Birçok popüler müzik türünde olduğu gibi fiziksel katılımla sınırlıdır. Saundun yarattığı sertlik, dinleyicinin ruh halinde bir coşkulanma yaratır. Bu coşkulanma, fiziksel katılımla sönümlenir gider. Oysa bir müzik eseri, tüm sa-
Kapitalizmin de yaptığı bu değil midir? Yaşamı yoksunluklardan oluşan bir emekçi, ne kadar entelektüel bir üretim içerisinde bulabilir kendini? Kendileri adına oluşturulan ‘entelektüel’ yaşama dışsal bir katılım ve onaylamadan öteye gidemezler. Kapitalizmde tüm ilişkiler meta dolaşımı üzerine kuruludur. Kültür-sanatta da öyle. Üretim kollektifleştikçe emekçilerin düşünsel ve duygusal dünyası gelişecek, geliştirmeye başlayacaktır. Bu, üretimin sosyalist ilişkiler bütününden örgütlenmesiyle sağlanacaktır.
YurtdÝşÝnda üniversiteli olmak... Haftada on saat laboratuvar, on iki saat teorik ders... Türkiye’den yeni gelmiş ve oradaki yetersiz eğitim şartlarÝnÝ bilen bir öğrenci için, daha ilk dönemden uygulanmaya başlanan bu “pratik öğrenme” ağÝrlÝklÝ ders programÝ cennet gibi. Almanya’daki üniversitelerin çoğunda görerek öğrenirsin ve ezbercilik çok az. YaptÝğÝn deneylerin sonuçlarÝnÝ kendin bulmaya çalÝşÝrsÝn. Elinin altÝnda yeteri kadar hammadde ve teknik imkan vardÝr. Fen bilimleri için geçerli olan bu öğrenme olanaklarÝ; sözel bilimlerde kendini rahat tartÝşma ortamÝ, öğrenci ve öğretmen arasÝndaki gelişmiş ilişki ya da kullanÝm olanaklarÝ geniş kaynaklar olarak gösterir. Ama “cennet” sayÝlabilecek bu ortamlara rağmen, herhangi bir bölüme başlayan gerek Alman gerekse de yabancÝ öğrencilerin ancak yüzde 20-25’i bölümlerini bitirebilirler.
Hem oku, hem de çalÝş Birçok öğrenci hem okumak hem de çalÝşmak durumunda. Üstelik hem çalÝşma hem de okuma zorunluluğu, birçok öğrencinin derslerine gerekli zaman ayÝramamasÝna ve sö-
Satranç Tahtas›
mestr uzatmasÝna sebep oluyor. UzatÝlan her sömestr, öğrencinin 600-1000 euro harç ödemesi demek. Bununla birlikte , bölümlere göre değişiklik göstermesine rağmen gerekli materyallerin (kitap, teknik alet, vs.) pahalÝ olmasÝ ve satÝn alma zorunluluğu öğrenciye ekstra bir yük getiriyor. Derslerin yoğun olmasÝ, öğrencinin herhangi bir işte çalÝşma süresini kÝsaltÝyor ve dolayÝsÝyla ele geçen para sÝnÝrlÝ oluyor. Bu da birçok öğrencinin okulu bÝrakmasÝnÝ beraberinde getiriyor. Öğrenciler için bir başka sorun, barÝnma sorunu. “Öğrenci kenti” diyebileceğimiz birçok şehirde kiralar oldukça yüksek ve mevcut yurtlar da öğrenci ihtiyacÝnÝ kesinlikle karşÝlamÝyor. Birçok öğrenci, başvurularÝndan ancak 2-3 dönem sonra yurtlarda yer bulabiliyor. Bu da birçok öğrenci için, gerçekten çok zor koşullarda okuma ve barÝnma zorunluluğu demek. Üstelik yurt kiralarÝnÝn yüksek olmasÝ (170-320 euro) öğrenciler için başlÝ başÝna bir sorun oluşturuyor.
Yeni bir dil YabancÝ ve Alman öğrencilerin yaşadÝklarÝ bu ortak sorun-
larÝn yanÝ sÝra yabancÝ öğrenciler, dil ve yeni bir kültür ortamÝnÝn getirdiği sorunlarla uğraşmak zorundalar. Okumak için Almanya’ya gelen bir öğrenci, önce ortalama 1-1,5 yÝl içerisinde Almanca’yÝ akademik düzeyde öğrenmek zorunda. Bu da kendini tamamen dil öğrenmeye vermesi ve oldukça yoğun bir çalÝşma temposuna girmesi demek. Hem çalÝşÝp hem de okumak zorunda olan öğrenciler için bu oldukça zor. Üstelik özel dil kurslarÝnÝn masraflarÝ da yabancÝ öğrenci için ekstra bir yük.
Ve psikolojik sorunlar... 20’li yaşlarÝna kadar kendi ülkesinin kültürünü almÝş bir öğrenci için geldiği yeni ortam, birçok sorunu da karşÝsÝna çÝkartÝyor. Yaşam biçiminin ve görüş açÝsÝnÝn farklÝ olmasÝ, vs... Eğer öğrenci girişken değilse, içe kapanÝklÝk ve ruhsal sorunlar yaşanÝyor. Okuma umudu ile Almanya’ya gelen ama burada karşÝlaştÝğÝ birçok sorun yüzünden istediğine ulaşamayan öğrenci, ülkesine geri dönse de, Almanya’da kalsa da amacÝna ulaşamamanÝn getirdiği psikolojik sorunla uğraşmak zorunda kalÝyor. Naim
Satranç tarihinden notlar 1. Kurallara uygun bir biçimde satranç oynayabilen ilk satranç programı, MIT’de Alex Bernstein tarafından 1858-59 yılında yazıldı.
rÝn hepsini kazandı!
2. Garry Kasparov, 19 yaşÝndayken dünyanın en güçlü ikinci oyuncusu kabul ediliyordu.
9. Napoleon, öldüğünde kalbinin çıkartılıp bir satranç masası içine yerleştirilmesini vasiyet etti.
7. Koyu ve açık renklere sahip ilk satranç tahtası 11. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktı.
Yeni bir yÝla daha girmiş olmanÝn vermiş olduğu heyecan ile geleceğe dair plan ve beklentilerimizi, geçmişin tecrübeleri ile karşÝlaştÝrma ve gelecek günleri bu temel üzerinde daha sağlam ve güvenli tesis etme, yaşamÝn tüm alanlarÝnda olduğu gibi, köşemizin de en önemli özelliğidir. Onun için bu sayÝmÝzda tüm okurlarÝmÝzÝn yeni yÝlÝnÝ kutlarken kÝsa da olsa satranç tarihinden ilginç simalarÝ ve olaylarÝ aktarmak istedik sizlere.
4. Oxford, 1845 yılında satranç kulübünü kuran ilk üniversite idi. 5. Gazetede ilk satranç köşesi 1813 yılında Livepool Mercury’de basıldı. 6. Jose Capablanca, Cleveland’da 103 oyuncuya karşı aynı anda oynadı. Sadece 1 tanesiyle berabere kalarak, oyunla-
10. Stockholm, 1974 yılında ilk Bilgisayar Satranç Şampiyonası’na ev sahipliği yaptı. Yarışmayı Sovyet programı Kaissa kazandı. 8. Usta bir satranççı olmamadÝğÝ halde Lenin, yazışmalı satrançla o kadar çok ilgilenirdi ki sık sÝk uykusunda bunun hakkında konuşurdu.
Sercan
Uzun zamandÝr görmediğim bir arkadaşla karşÝlaştÝm. Hal hatÝr sohbetinden sonra, şu an ne ile uğraştÝğÝnÝ sordum. Haftaya Türkiye’ye gideceğini, bilet almaya geldiğini söyledi. AramÝzda şöyle bir konuşma geçti: -HayÝrdÝr, bu mevsimde Türkiye’de ne işin var? -Nişanlanmaya gidiyorum. -Kiminle? -KÝz dayÝmÝn kÝzÝymÝş... Evet arkadaşlar, burada “mÝş” ekine dikkat çekmek istiyorum. KÝz dayÝsÝnÝn kÝzÝymÝş! Üzerine basa basa; “KÝz dayÝnÝn kÝzÝ mÝymÝş?” dedim. “Evet, kÝz dayÝmÝn kÝzÝymÝş. Ben hiç görmedim. Ama resmini gördüm. Güzel kÝz vallahi...” dedi. Şimdi size sormak istiyorum: Bir insan, evlenmeden önce yüzünü dahi görmediği birisiyle evlendikten sonra mutlu olabilir mi? Avrupa’da yaşayan kÝzlarÝn büyük bir kÝsmÝ, ailelerinin baskÝlarÝ sonucu Türkiye’den bir akrabasÝyla evlenmek zorunda kalÝyor. Bu, Türkiye’de ki gençler içinse büyük bir şans olarak algÝlanÝyor. Çünkü oradakiler, Avrupa’dakilerin yaşamÝnÝ, yazÝn Türkiye’de geçirdikleri zamanla sÝnÝrlÝ görüyorlar. Ama gerçeğin öyle olmadÝğÝnÝ buraya geldikten sonra görüyor, hayal kÝrÝklÝğÝna uğruyor ve büyük sorunlar yaşÝyorlar. Bu sorunlar şöyle sÝralanabilir: İç güvey olmanÝn getirdiği baskÝlanma. İş bulamadÝklarÝ için, çalÝşamadÝklarÝndan dolayÝ, eşinin ailesi tarafÝndan yadÝrganma. Feodalizmin getirdiği baskÝlanmadan dolayÝ; annesinin babasÝna davrandÝğÝ gibi, Avrupa kültürü almÝş ve asimile olmuş eşinden de aynÝ şekilde davranmasÝnÝ bekleme. Bir yandan da yaşanan kültür çatÝşmasÝ. Bunlar üst üste binince başlayan huzursuzluk. Bu huzursuzluklarÝn kimileri için mahkeme salonlarÝnda son bulmasÝ. Kimileri için yaşam boyunca katlanÝlmasÝ. Kimileri için de hepimizin bildiği istenmeyen sonuçlarÝn doğmasÝ. Türkiye’den gelen gelinler ise daha değişik sorunlarla karşÝlaşÝyor. Onlar da kendi ailelerinden, sözde daha rahat ve güzel bir hayat yaşamasÝ için buradakilerle evlenmeleri yönünde baskÝ görüyorlar. Belki de daha önce yüzünü görmediği biriyle bir hafta içinde evlenip, bir ömür geçirmek için buraya geliyorlar. Doğal çevrelerinden, yaşamlarÝndan, güzel duygularla gelişebilecek aşklarÝndan kopartÝlÝp alÝnÝyorlar. Bütün olumsuzluklar, anlaşmazlÝklar kÝsa sürede açÝğa çÝkÝyor. İthal edildikleri yerde ve evlilik ipiyle bağlandÝğÝ kişiyle yaşayamayacaklarÝnÝ anlÝyorlar. BoşanÝp geri gitmek isteseler de “kirlenmiş namus” anlayÝşÝyla birçok sorunla karşÝlaşacaklarÝnÝ biliyorlar. Biz gençlerin yaşamÝ bu sarmal çemberin içerisinde bir işkenceye dönüşüyor.
Bir öykü: “Bizim KÝz” Bizim KÝz da her insan gibi sinirlenirdi, strese girerdi, sevinirdi, severdi, utanÝrdÝ, üzülürdü, acÝ çekerdi fakat bu duygularÝ yaşarken yüzünden gülücük eksik olmazdÝ. YaşamayÝ her şeye rağmen severdi. Çok acÝ çekmişti; başÝna ne gelmişse iyi niyetinden, dürüstlüğünden ve o sÝcak gülüşünden gelmişti. Kimseyi kÝramazdÝ. Biri sol yanağÝna tokat atsa, o sağ yanağÝnÝ da uzatÝrdÝ. Çoğu şeyi içine atardÝ, fakat birgün patladÝ: “Yemin ederim ki, artÝk kimseye acÝmayacağÝm. Vurdumduymaz olacağÝm. Herhangi bir varlÝğÝ ölürcesine sevsem bile, sevgimi göstermeyeceğim. Ve bana yanlÝş yapanÝ asla af etmeyeceğim!” Önceleri ne dostu vardÝ ne de düşmanÝ, herkes onu küçük görürdü. Fakat Bizim KÝz değiştikten sonra, işler ciddiye bindi. ArtÝk hem dostu çoktu hem de düşmanÝ. Kimi aşÝk oluyordu, kimi saygÝsÝnÝ eksik etmiyordu. Kimi kÝskanÝyordu, kimi ise ayÝplÝyordu.
İlk sevda
3. Dünyanın en genç Büyükustası olma başarısını 12.5 yaşındaki Sergej Karjakin elde etti. Hala bu rekoru elinde tutuyor. 12 Ocak 1990 doğumlu Sergey Karjakin’den önce, en genç Büyükusta ünvanını elde eden bazı oyuncular şunlardır: B. Fischer: 15 yaşında J. Polgar: 15 yaşında R. Ponomariov: 14 yaşında
GençLink Yüzünü bile görmeden...
Yersiz gülmeler, abuk-subuk ve kabadayÝ konuşmalar, gÝcÝk espiriler Bizim KÝz’da mevcut olan şeylerdi! Küçüklüğünden bu yana oyunculara meraklÝymÝş, televizyonun önüne oturup, yeni yeni şakalar, espiriler, mimikler ve hareketler öğrenirmiş. Oyunculukta yaşadÝğÝ ilk deneyim, babasÝnÝn 46’ncÝ doğum günündeymiş, o zamanlar daha sekiz yaşÝnda bile değilmiş. Soğuk bir ilkbahar sabahÝ. BabasÝ akşama doğru eve gelecek. Kimsenin planÝ yok! Herkes mutfakta oturup, “BabamÝzÝ nasÝl mutlu edebiliriz?” diye düşünürken, Bizim KÝz aniden palyaço kÝyafetiyle mutfağÝ basar. Milleti şaşÝrtÝp kahkahalara boğar. Bunu görenler gece düzenleme sorumluluğunu Bizim KÝz’a verir. Bizim KÝz, defterini kalemini yanÝna alarak odasÝna çekilir. Önce tavana bakar, sonra kale-
min ucunu ağzÝna alarak pencereden dÝşarÝ. Birden yazmaya başlar. Tam iki saat sonra odasÝndan çÝkar ve bir ekip oluşturmak için oda oda dolaşÝr. Nihayet ekibini tamamladÝktan sonra, önce babasÝnÝ bir komediyle güldürür, ardÝndan da bir dram ile ağlatmayÝ başarÝr. O gün babasÝnÝ hayatÝnda ilk ve son kez ağlarken görür. İşte o dönemde tiyatroya sevdalanÝr. Bizim KÝz’Ýn hayali oyuncu olmaktÝ, ne yazÝk ki hayali hayal olarak kaldÝ...
“Elalem ne der?..” Bizim KÝz hep elaleme göre yaşamak zorunda kalmÝş ama başaramamÝştÝ. En nefret ettiği şey "KÝzÝm, el alem ne der?” sorusuydu. Bizim KÝz, ona söylenenlerin hep tersini yapardÝ. SÝrf inat olsun diye...Çok hÝrçÝndÝ, kafasÝna göre hareket ederdi. Harbi konuşurdu, içi-dÝşÝ aynÝydÝ. Kimsenin dedikodusunu yapmazdÝ, yapanÝ da sevmezdi. Bizim KÝz bir zamanlar güçsüzken, gereksizken... şimdi herkese güç dağÝtan biri olmuştu. Adeta insanlarÝn moral kaynağÝydÝ! Bizim KÝz’Ýn iş arkadaşlarÝ bir gün kendi aralarÝnda sohbet ederlerken, elli iki yaşÝnda olan usta garson Ali Baba birden bire, “Ya arkadaşlar, bizim kÝzÝn yokluğu epey belli oluyor! BaksanÝza, hepimiz ölü gibiyiz! Alt tarafÝ on dört saat çalÝşmÝşÝz! Bu yaşÝma gelmişim, Bizim KÝz kadar hayat dolu, cÝvÝl cÝvÝl bir kÝza rastlamamÝşÝm!” dedi. Psikolog olan ve Bizim KÝz ile geceleri garsonluk yapan Pisko Şeref, gözlemlerine dayanarak Ali Baba’ya şöyle yanÝt verdi: “Biliyor musunuz arkadaşlar, Bizim KÝz belli ki çok çekmiş. İçi ne kadar ağlasa da dÝşÝ hep gülüyor ve güldürüyor. Ailesiyle de anlaşamÝyor. Ailesi arkadaş gibi davranÝp, karekterini olduğu gibi kabullense, Bizim KÝz kurtuluşu dÝşardaki insanlarda aramak mecburiyetinde kalmaz.”
İki aile arasÝnda Bizim KÝz, bazÝ akşamlar eve gitmek bile istemezdi. Sanki eve ayak bastÝğÝ an huzuru izine ayrÝlÝyordu. Bu yüzden ailesiyle sürekli kavgalÝydÝ: "BaşÝ boş musun sen?.. Ne derdin var?.. Seni eve mi kilitliyelim?.. Utanmaz!.. Hiç mi namus yok sende?.. Bizim topluma ayak uydur!” gibi sözler duyardÝ. Bizim KÝz iki aile arasÝnda büyümüştü. Biri kendi öz ailesi, öteki ise bakÝcÝ Alman ailesi. Kimi insan bu yükü kaldÝrÝr, kimi insan ise altÝnda kalÝr, boğulur gider. Bizim KÝz boğulmak üzereydi. Ne öz ailesine bağlanabildi ne de bakÝcÝ ailesine, çünkü iki aile arasÝnda sürekli gelip gitmişti. Bu gel-git’leri tam 19 kez yaşadÝ. Her seferinde ayrÝ bir çevre, ayrÝ bir okul, ayrÝ ayrÝ sÝnÝf arkadaşlarÝ, ayrÝ ayrÝ öğretmenler...Tam alÝşÝrken, dönmesi gerekiyordu. Bir insana ancak saygÝ gösterirsen o insan başkalarÝna karşÝ saygÝlÝ olmasÝnÝ bilir... AynÝ şey sevgi, şefkat, kÝymet için de geçerlidir! Bir insana küçüklüğünde bir takÝm şeyler verilmezse, o insan ileride kendisinde mevcut olmayan şeyleri bir başkasÝna nasÝl verebilir ki?
O sert kabuk Bu kadar sorunu taşÝyan o küçücük kafasÝ bedenine ağÝr gelmeye başlamÝştÝ. Samimi olduğu bir arkadaş çevresi olsa bile, onlara güvenmiyordu, çünkü ona göre bu devirde harbi dostluklar kalmamÝştÝ. Bizim KÝz içerleyerek hep şöyle derdi: “Bu dünya çÝkar dünyasÝ dostum, bunu unutma! Yüzeysellik halayÝn başÝnÝ çekiyor, farkÝnda mÝsÝn? İnsanlar sÝrf "desinler” diye efendi. İş olsun diye hal hatÝr soruyorlar. Laf olsun, torba dolsun diye sohbet ediyorlar. Yani bu çağda insanÝn aklÝ pislikte.” BunlarÝ kavradÝkça, adÝm adÝm geriye çekilmeye başladÝ ve içine kapandÝ. Kimse Bizim KÝz’Ýn etrafÝn-
daki o sert kabuğu çözemiyordu. EtrafÝna duvar örmüş gibiydi, güvenmiyor, sevmiyor, sorumluluk taşÝmÝyordu! “AkÝllÝ olup da dünyanÝn kahrÝnÝ çekeceğime, deli olayÝm dünya benim kahrÝmÝ çeksin!” diye gülüp geçiyordu. Gülüp geçiyordu ama, Bizim KÝz kör değildi. Ne yazÝk ki herşeyi gören biriydi. Ona örnek gösterileni görüyordu; gizli gizli mal içerken. Ona öğüt vereni görüyordu; aynÝ hatalarÝ yaparken. Namusluyu görüyordu; namussuzluk yaparken. Sokaktaki aydÝn kişiyi görüyordu; evde karÝsÝnÝ döverken... Yani insanlarÝn göründükleri gibi olmadÝklarÝnÝ, dÝşarÝya çÝktÝklarÝ an yüzlerine süslü-püslü maskeler takÝp gezdiklerini genç yaşta öğrenmişti. Gördüğü şeyler ona var olan değerleri söküp attÝrdÝ. KÝymeti yoktu artÝk hiçbir şeyin. Çevresini önce saygÝdan, bir süre sonra ise kendisinden mahrum bÝraktÝ.
Damga Seneler onu dalÝndan kopmuş bir yaprak haline getirdi, rüzgar nereye eserse oraya savruluyordu. Tek ümidi eşiydi. “Hele bi gelsin, yanÝmda olsun... Herşey güzel olacak!” diye avutuyordu kendini. Fakat yaklaşÝk iki buçuk sene süren bu evliliğin ateşi sönmek üzereydi. Bizim KÝz bunca iftiralarÝ, hakaretleri ve laflarÝ işitmeseydi keşke. Bu kadarÝ fazlaydÝ, kaldÝramadÝ! Bütün bunlarÝ hak etmemişti. O’nun yuvasÝnÝ yÝkmak isteyen çoktu, nihayet başaran da oldu! Bizim KÝz hafta sonlarÝ geceboyu on dört saat, geleni gideni belirsiz imbis-restorantÝn birinde, onbir erkekle hiç damga yemeden çalÝşÝyorken, kendi sülalesi, ona damgayÝ vurdu. Sülalesi sayesinde sÝrf yuvasÝ değildi yÝkÝlan, bir de bütün dünyayÝ içine sÝğdÝrabilecek büyüklükteki kalbiydi... Bizim KÝz, bizlere ömür... Nur içinde yatsÝn intihar çiçeğimiz!.. Arzu Reçberlik
Yaflanacak
B
‹
L
‹
M
·
T
E
K
N
‹
Kerberos: Ağlardaki koca kulak! n
Kerberos Protokolü, gizli anahtarların kriptolanması (flifrelenmesi) tekni¤i ile çözüyor.
Kerberos, bundan yaklaşık 10 yıl kadar önce, MIT’de (ABD’de bir üniversite) çalışan bir grup mühendis tarafından geliştirildi. Daha sonra IETF tarafından bilgisayar ağlarının kaynaklarını kullanmak için ağa bağlanma sırasında “maksimum güvenlik sağlamak amacıyla kullanılabilir” şekilde standardize edildi. Kerberos, iki işlemci bilgisayar arasında paylaştırılan gizli anahtarları kullanma esasına göre hazırlanmış bir protokol. Dayandığı temel çok basit: Eğer gizli bir anahtar, sadece iki insan tarafından bilinirse, bu durumda iki insan da karşısındakinin kim olduğu konusunda söylediği bilgilere, bu anahtarı kullanarak inanabilir. (Askerlikte nöbetlerde kullanılan parola gibi).
ki, gereken tedbirleri alabilsin. Bu durumda, aralarında baştan bir anlaşma yaparak bir parola seçerler ve bu parolayı da başka kimseye söylemezler. Eğer Mehmet’in Ahmet’e gönderdiği mesaj, bir şekilde parola bilgisini içinde taşıyorsa, Ahmet, mesajın gerçekten de Mehmet’ten geldiğini anlayabilir. Bu işlem sırasında aklımıza hemen Ahmet’e mesaj gönderen Mehmet’in parolayı da bildiğini ona nasıl göstereceği sorusu takılıyor. Basit olarak Mehmet, mesajın içine bu parolayı da ilave edebilirdi. (Belki de mesajın sonuna bir imza atar, altına da ‘gizli anahtarımız budur’ notunu düşebilirdi). Bu yöntem tabii ki bilgisayar ağlarında giden gelen mesajların başkaları tarafından okunamadığı durumlarda geçerli olabilir.
Sistem nasıl işliyor? “Biri bizi gözetliyor!” Mehmet’in Ahmet’e bir mesaj göndermesi gerektiğini düşünelim. Ahmet, mesajı Mehmet’in gönderdiğine inanmalı
Günümüzde ise malesef durum böyle değil. Tüm mesajlar, üçüncü bir kişinin bilgisayarı-
n
Ziyaretçinin içeriye girebilmesi için,kimli¤ini bir flekilde “kapıdaki nöbetçiye” bildirmek zorundadır.
nın bağlı bulunduğu bir bilgisayar ağı üzerinde gidip geliyorsa, bilgisayarında bir ağ dinleme yazılımı varsa ve üçüncü kişi, ‘boş zamanlarında’ (!) bilgisayar ağındaki paketleri yakalayıp, “İçlerinde acaba neler var?” diye incelemeler yaparak kendisine verilmiş görevi başarıyla yerine getiriyorsa, işler hiç de ko-
lay değil Mehmet ve Ahmet’in haberleşmesi için! Kerberos Protokolü, bahsettiğimiz bu problemi, gizli anahtarların kriptolanması (şifrelenmesi) tekniği ile çözüyor. Gizli bir şifreyi paylaşmak yerine iki arkadaş, kriptolanmış bir anahtarı paylaşıyorlar ve bu anahtar sayesinde birbirlerine
güveniyorlar. Bu tekniğin çalışması için, paylaşılan bu anahtarın simetrik olması gerekir. Yani tek bir anahtar hem mesajları kriptolayabilmeli, hem de açabilmeli. Ahmet mesajı açabilirse, gönderenin de bunu kriptolayabildiğine inanmış olur. Bu şekilde kriptolanmış anahtarları kullanan bir protokolün prensipleri, bir kişinin kapınıza kadar gelip onu çalması ile başlar. Ziyaretçinin içeriye girebilmesi için gelen, aynı zamanda kendisinin de kimliğini bir şekilde “kapıdaki nöbetçiye” bildirmek zorundadır. Bunu yaparken kullandığı teknik, her defasında farklı olmalı ve başkaları tarafından kullanılamamalıdır. Yoksa, duvarın diğer tarafından konuşmaları dinleyen istenmeyen kulaklar, daha sonra aynı tekniği kullanarak nöbetçiyi de kandırabilirler! Ali Baba ve Kırk Haramiler hikaseyindeki “Açıl susam açıl” şifresi aynen böyle öğreniliyor değil mi?
Uzayda sebze yetiştirildi Çinli bilimadamlarÝ, meyve ve sebzelerin boyutlarÝnÝ büyütmek için uzay teknolojilerinden yaralanÝyorlar. Çin’in uzaya gönderdiği uydularda yetiştirilen tohumlar, Dünya’ya dönüşte yeryüzüne dikiliyor. Tohumlar uzayda yerçekimsizlik ve kozmik radyasyon gibi çeşitli zorluklarla mücadele etmeyi öğreniyor. Uzayda geçirdikleri zaman, sebzelere olumlu yansÝyor ve büyüklükleri, görünüşleri ve besin değerleri ile ‘DünyalÝ’sebzeleri geride bÝrakÝyorlar. Çinliler her ne kadar, uzay koşullarÝnÝn sebze tohumlarÝ üzerinde ne gibi bir mutasyon uyguladÝğÝnÝ bilmediklerini
söyleseler dahi, domatesin içindeki faydalÝ beta karoten’nin yüzde 27 arttÝğÝ tesbit edildi. Uzayda yetişen tohum-
dan çÝkan pamuk ise 2 metre’ye yakÝn büyüyor ve çok daha esnek oluyor. Ve uzaylÝ tohumlar dünyalÝ akranlarÝna göre kat kat daha doğurganlar. Çin firmalarÝ tohumlarÝnÝ uzaya göndermek için 45 bin dolar ödüyor. Amaç; daha çok insanÝ doyurmak ve soyu tükenenen bitkileri yeniden canlandÝrmak. Alternatif tÝbbÝn en gelişmiş ülkesi Çin, şimdiye dek 3 binden fazla bitkiyi uzayda yeniden türetmeyi başardÝ. Uzay meyvelerinin gelecekte manavlardaki yerini almasÝ için öncelikle laboratuarlarda yan etkilerinin denenmesi gerekiyor.
Bilgisayar virüsleri cebe sıçradı
Bilgisayarları felç eden virüsler, bu kez de cep telefonlarını pençesine düşürdü. Yeni nesil modellerde etkili olan virüsler, rehberdeki tüm numaralara mesaj gönderiyor, telefonu devre dışı bırakabiliyor. Cep telefonu teknolojisi geliştikçe riskleri de artıyor. İşletim sistemine sahip yeni nesil telefonları etkileyen virüsler, rehberdeki tüm kişilere mesaj gönderimi ve arama yapmanın
yanı sıra, telefonun birçok fonksiyonunu da devre dışı bırakabiliyor. Bazı gelişmiş virüsler ise telefonu tamamen kullanılmaz hale getiriyor.
Kendi kendine internete giriyor Son dönemde “bluetooth” denilen kablosuz ağ ulaşımı aracılığı ile Amerika’da yayılan
“Skulls” (Kurukafalar) adlı virüs özellikle Nokia marka telefonların üst modellerinde etkili oluyor. Menüdeki simgelerin yerine kurukafa resmi koyan virüs, telefonu da kullanılmaz hale getiriyor. Bazı virüsler ve telefonu nasıl bozdukları ise şöyle: Japonya’da ortaya çıkan bir virüs, telefonun internet bağlantısını kullanarak bir web sitesine bağlanıp, buradan indirdiği program ile telefonu çalışmaz hale getiriyor. Bir başka virüs ise telefonun kendi kendine adres defterindeki herkesi aramasına yol açıyor. Tabii ki sürekli yapılan bu aramaların sonunda faturayı da telefonun sahibi ödüyor. Bir virüs de telefon konuşmalarını kaydettikten sonra yine rastgele telefon numaralarını arayıp yapılan bu kaydı dinletiyor. Diğer virüsler, cep telefonunun pilini ya da bluetooth’unu tamamen kullanılmaz hale getiriyor.
Yüzer evler Hollanda’da yüzer evler için tapular dağÝtÝlmaya başlandÝ. Nükleer denemeler, silahlanma yarÝşÝ ve savaşlar... Sonuç, küresel ÝsÝnma, buzullarÝn erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve kentlerin sular altÝnda kalmasÝ. Yüzer evlerin tek farkÝ, temellerinin bir kayÝğÝ andÝrmasÝ. Yüzer ev, su seviyesi ile birlikte yükseliyor, dalgalanmalarda kendi dengesini ayarlÝyor. Su ve elektrik gibi hizmetler ise esnek, kÝvrÝlabilen kablolarla eve giriyor. Evin tabanÝ özel bir köpük
malzemesinden yapÝlÝyor. Birleşmiş Milletler, 2050 yÝlÝnda 2 milyar kişinin sel tehlikesi ile karşÝ karşÝya olduğunu vurguluyor. Belki yüzer evler geleceğin toplu konut tarzÝ olacak. En önemli risk alanlarÝndan Hollanda’da yüzer ev kolonileri şimdiden ‘suya indirilmeye’ başlandÝ. Maasbommel ve Leeuwarden, kentlerindeki ‘kayÝkevler’ sahiplerini bekliyor. Yüzer evler kanal içlerine, sÝğ ve dalgasÝz göletlere kurulacak. Hedef 50 bin yüzer evin denize açÝlmasÝ.
9 Dünya
K
Bilimde yolculuk
Derya TanrÝvermiş
Alfabe yok oluyor ArtÝk daha çok görüntü ve sembollerle haberleşiyoruz. Belki de birkaç yüzyÝl sonra küçük bir elit grup okuma-yazma yeteneğini koruyacak. Matematik öğretmenleri, öğrencilerine bir piramidin ağÝrlÝk merkezini anlatmak için artÝk mutlaka bilgisayar animasyonuna gereksinim duyuyorlar. Chatleşirken duygularÝmÝzÝ anlatmak için gülen ya da ağlayan yüzler (emoticons) kullanÝyoruz. Bir şarkÝ, ancak çok iyi bir kliple piyasaya çÝkarsa listebaşÝ olabiliyor. Gördüğümüz, düşündüğümüz, hissettiğimiz ve yaşadÝğÝmÝz herşeyi görüntülerle, işaretlerle ve sembollerle anlatÝyoruz. Böylece daha hÝzlÝ haberleşiyoruz. Vermek istediğimiz mesaj, yazÝlÝ iletişime göre daha çabuk yerine ulaşÝyor.
Geçmişe dönüş mü? Bazen bir görüntü, bir resim, söylenecek yüzlerce kelimeden daha fazlasÝnÝ anlatÝyor. Ancak televizyon, internet veya reklam panolarÝ, modern araçlar olmalarÝna rağmen, insanlÝğÝ tarih öncesi çağa geri döndürüyor. İnsanlÝğÝn atalarÝ da görüntülerle anlaşmÝyor muydu? Milattan 12 bin yÝl önce insanlar, iki boyutlu mağara resimleriyle iletişim kuruyorlardÝ. Dil kavramÝ henüz gelişmemişken, üç boyutlu heykelciklerle, örneğin kadÝn vücudu ile bereketi simgeliyorlardÝ. Bunu MÝsÝr ve Çin yazÝlarÝ takip etti. Ancak MÖ. 1000 yÝlÝnda anlamsÝz ses sembolleri olan alfabe kullanÝlmaya başlandÝ. KÝrmÝzÝ yapraklÝ, yeşil saplÝ bir şey görüp “ç-i-ç-e-k” yazdÝğÝmÝzda, başka biri bu harfleri görüp okuyabiliyor ve anlÝyor. Üstelik bu kelimeyi telâffuz edebiliyor. Elbette bu ‘olağanüstü’ olay, günlük hayatta fazla dikkatimizi çekmiyor. Hatta şimdi bu ifadeyi okuyanlar için ‘gayet normal’ olan bu durum, aslÝnda insanlÝk için büyük bir adÝmÝ ifade ediyordu. Düşünsenize, sadece 29 harfle gördüğümüz, düşündüğümüz ve hissettiğimiz herşeyi dillendirebiliyoruz. Alfabe sadece ilginç değil, aynÝ zamanda aslÝnda oldukça zor bir kavram. Çünkü soyutlama yeteneği gerektiriyor. Tek başÝna e, i, ç, k, harfleri bir anlam taşÝmÝyor. Bu harfler doğru sÝralandÝklarÝnda anlamlÝ bir kelime oluşturuyorlar. Bu soyutlama, bin yÝl önce sadece dünya nüfusunun yüzde 10’u tarafÝndan yapÝlabiliyordu. Bu yüzden okuma-yazma o dönemde sadece elit bir grubun yetisiydi. BatÝ Avrupa’da okuma-yazmanÝn halk katmanlarÝna yayÝlmasÝ, son 200 yÝl içinde gerçekleşmiştir. 20. yüzyÝlda iletişimin görsel araçlarla yapÝlmasÝ hÝzla yayÝldÝ. Şimdi haberleşmek için sadece resimleri değil fotoğrafÝ, filmi ve videoyu da kullanÝyoruz. Bilgisayar sayesinde sanal görüntüler oluşturabiliyoruz. Ama yine de bu görüntüler, iki boyutlu olarak üretilebiliyor. Şimdiki adÝm üç boyutlu görüntüyü üretebilmek. Bu görüntülerin en büyük sorunu dokunulabilir olmamalarÝ. Teknik, bu sorunu da çözmekle meşgul. Bu aşamadan sonra da herhalde yazÝşma ihtiyacÝ duymayacağÝz. Bir kaç yüzyÝl sonra, sadece küçük bir grup okuma-yazma yeteneğine sahip olacak. TÝpkÝ şu anda sadece bir grup bilim insanÝn MÝsÝr hiyerogliflerini okuyabilmesi gibi.
Çevreci otomobiller
Programlanabilir genlerle tedavi Bilim insanlarÝ, elektronik parçalar yerine, genleri birbir-
lerine bağlayarak ‘genetik devre’ler oluşturuyor ve bunlarÝ canlÝ bakterilerin içine yerleştiriyorlar. Genetik devrelerde kimyasallar, bir geni harekete geçirip, Genden gene işleyen akÝm, bakterinin ÝşÝmasÝnÝ sağlÝyor. Bilim insanlarÝ bu şekilde hücreler kuruyor. İçine gen yerleştirilmiş bakteriler, dÝştan gelen sinyalleri takip ederek belli komutlarÝ yerine getirebiliyorlar. Bu hücre programlama yöntemi, örneğin, biyolojik savaşlarda alarm mekanizmasÝ olarak kullanÝlabilir. AynÝ zamanda ilaç endüstrisinde “akÝllÝ hücre” tüpleri olarak değerlendirilebilir.
Hibdird’ler, elektrikli otomobiller derken, otomotiv endüstrisi karbon-fiberi sunuyor. Karbon bileşenli bir otomobil, çelikten yapÝlana göre yüzde 50’den daha hafif olacağÝ için yakÝt tüketimi de yarÝya yakÝn azalacak. Karbon bileşenli otomobillerin seri üretimine geçilmesi önündeki teknik engel, bunlarÝn kazaya dayanÝklÝ olup olmadÝklarÝ sorusu. Uçaklarda kullanÝlan karbon-fiberler tek tek elle biçimlendiriliyor. BMW mühendisleri bu sorunu, fiberleri üç boyutlu kalÝplara dökerek şekillendirme yönetimiyle çözdü.
Şirket, karbon fiberi bazÝ özel modellerinde, sadece tavan kÝsmÝ olmak üzere kullanÝyor, ancak bu teknik iki kat daha maliyetli. Karbon-fiber teknolojisinin kullanÝma geçmesi için maliyet kadar dayanÝklÝlÝk sorununun da çözülmesi gerek. Çelik, darbenin gücüne göre doğru orantÝyla eğilirken, karbon fiber mikro düzeyde bir ‘yapÝbozum’a uğruyor, kÝsaca paramparça oluyor. DağÝlan her bir parça, darbeden kendi payÝnÝ alarak savruluyor. Kimileri bu özelliğin aslÝnda ‘darbe emici’ bir yeteneğe dönüştürülebileceğini savunuyor.
Göç eden kuşlar nasÝl yön bulur? Yapay kemik üretildi BazÝ kuşlar, özellikle geceleri göç edenler, Dünya’nÝn manyetik alanÝndan yararlanarak yollarÝnÝ buluyor..
Kuş bakÝşÝ …
Almanya’daki Oldenburg Üniversitesi’nden Henrik Mouritsen ve meslektaşlarÝ, Ağustos’ta göç etmeden önce Bahçe Ötleğenleri’nin davranÝşlarÝnÝ filme çekti.
Alman bilim insanlarÝ Avrupa’da yaşayan “Bahçe Ötleğeni” adÝ verilen bir kuşun Dünya’nÝn manyetik alanÝnÝ saptamak için kafasÝnÝ çevirdiğini keşfetti. Bu şekilde kuşlarÝn manyetik alanlarÝ gözleri ile bulduklarÝ sonucuna vardÝlar.
Deneyde, bir grup kuşun Dünya’nÝn manyetik alanÝnÝ algÝlamasÝ engellenirken, diğer grup özgür bÝrakÝldÝ. Özgür bÝrakÝlan kuşlar kafalarÝnÝ sağa sola çevirerek, göç
Manyetik alanÝ hisseden kuş yönünü bulabilir.
edecekleri yön olan güneybatÝ yönünü buldu. Manyetik alanÝ hissedemeyen kuşlar ise umutsuzca kafalarÝnÝ sağa sola çevirmekle birlikte bir sonuca ulaşamadÝlar ve gelişigüzel bir şekilde yola koyuldular. Mauritsen’e göre kuşlarÝn retinalarÝndaki kriptokrom adÝ verilen moleküller, manyetik alanÝ hissettikleri anda kimyasal bir reaksiyona girerek kuşlarÝn somut olarak manyetik alanÝ görmelerini sağlÝyor.
Japon bilim insanlarÝ süngerimsi bir yapısı olan yapay kemik üretti. Makasla bile kesilebilen ve vücuda kolaylıkla yerleştirilebilen yapay kemik, birkaç ay içinde yeni bir kemiğin oluşmasını sağlıyor. Kalsiyumfosfat kristalleri ve kolajenden elde edilen yapay kemik, ameliyatlardan sonra hastaların çektiği acıyı sona erdirebilecek. Yapay kemiği üreten şirketin sözcüsü, deneylerin hayvanlar üzerinde sürdüğünü ve yapay kemiği 2007 yılı sonunda piyasaya verebileceklerini söyledi. Bir köpeğin vücuduna 2 cm’lik süngerimsi kemik yerleştiren Japon bilim insanlarÝ, üç ay sonra bunun yerini gerçek kemiğin aldığını belirtteler. Bilim adamları ‘Kemik dokusu sürekli gelişen bir yapıya sahip olduğundan süngerimsi kemiğin yerinde yeni kemik oluşuyor ve yapay olanı yok ediyor’ diye açÝklamada bulundular.
Yaflanacak
Dünya 10
K
Ü
L
T
Ü
R
·
S
A
N
A
T
KasÝrgalar ortasÝnda bir deha Bundan tam 234 yÝl geriye, hastalÝk, kulaklarÝnÝn giderek Bir orkestrayÝ duyamadan 16 AralÝk 1770’e gidiyorum... sağÝrlaşmasÝna yol açar. Beet- yönetmek Almanya’nÝn Bonn kentinde doğar Ludwig van Beethoven. Çocukluğu aile şefkatinden yoksun geçer. BabasÝ alkoliktir; oğlundaki üstün müzik yeteneğini farkedince, onu “harika çocuk” olarak tanÝtÝp sömürmeye kalkar. Beethoven, henüz dört yaşÝndayken, saatler boyunca klavsen çalÝştÝrÝr ya da onu gün boyunca bir odaya kapatÝp keman çalÝşmasÝnÝ ister.
ÇağÝna duyarlÝ bir aydÝn 1789 Devrimi Beethoven’Ý oldukça etkiler. Bu yÝllarda üniversite öğrencisidir Beethoven. Bonn üniversitesi yeni düşüncelerin odağÝ konumundadÝr. 1792’de Kont Waldstein ve Prens Max Franz’Ýn yardÝmÝyla Viyana’ya yerleşir. Prens’in verdiği mektuplar Viyana’da birçok kapÝyÝ açar. SoylularÝn desteğini alÝr ama onlarÝn istediği doğrultuda çalÝşmaz. 1798’den sonra Avusturya ile Fransa’nÝn siyasal ilişkilerindeki gerginliğe karşÝn, Viyana’daki FransÝzlarla dostluklar kurar. Bu yakÝnlÝklar onun demokratik düşünceye olan bağlÝlÝğÝnÝ güçlendirir.
O korkunç hastalÝk... 1800’de geçirdiği kötü bir
hoven, bu durum üzerine bunalÝm geçirir. Huyu değişir, hatta kendi canÝna kÝymayÝ tasarlayÝp, vasiyetnamesini bile yazar. SağÝrlÝğÝnÝn da etkisiyle içine kapanÝp, büyük bir şevkle eser üzerine eser yazmaya koyulur. 1801’den sonra artÝk sağÝrlÝğÝnÝ saklayamayacak duruma gelir. Dostu Dr. Weger’e yazdÝğÝ bir mektupta şöyle der: “ZavallÝca bir yaşam geçiriyorum. İki yÝldan beri insanlardan kaçÝyorum çünkü onlarla konuşmam olanaksÝzlaştÝ. Benim mesleğimde bu korkunç birşey. Operada sanatçÝnÝn sesini duyabilmek için sahnenin yanÝ başÝnda durmam gerekiyor. Birisinin kulağÝma bağÝrmasÝ, benim için dayanÝlmasÝ güç bir şey. Dünyaya geldiğime lanet ettim...” Dostu Dr. Wegler, onu bir dakika için bile olsa tutkulardan, coşkulardan, heyecandan uzak görmediğini belirtir. Beethoven’da yükselen güçlü bir umut, umutsuzluğa dönüşebiliyordu. Kuşkusuz birbirine karşÝt bu duygular, aynÝ zamanda bestecinin esin kaynağÝydÝ. Beethoven, 1819’dan sonra artÝk tamamen sağÝrdÝr. Son durumunu, karşÝlÝklÝ konuşmalarÝn yazÝldÝğÝ 400 defterden anlÝyoruz.
İşitmesi ağÝrlaştÝkça, toplumsal yaşamdan çekilmeye başlar. Piyanist ve orkestra şefi olarak konserlerini seyrekleştirir. 1822’de Fidelio OperasÝ’nÝn sahnelenmesi sÝrasÝndaki acÝklÝ durumu, Schindler şöyle betimler: “Beethoven genel provayÝ yonetmek istedi. Birinci perdeden sonra, sahnede olup bitenler hakkÝnda hiçbir şey duymadÝğÝ ortaya çÝktÝ. Orkestra bir ta-
raftan onun bagetine uyarken, öte yandan koro, bildiği gibi sesi-
ni yükseltmekteydi. Tam bir kargaşa hüküm sürüyordu.” 9. Senfoni’nin 7 MayÝs 1824’de ilk seslendirmesini yönetirken, kendisini çÝlgÝnca alkÝşlÝyan halktan haberi olmaz. SanatçÝlar-
dan biri Beethoven’Ý elinden tutup dinleyicilere çevirdiğin-
de, bütün insanlarÝ ayakta, şapkalarÝnÝ sallayÝp çÝlgÝnca alkÝşlÝyor durumda gördüğü zaman, başarÝsÝnÝn onaylandÝğÝnÝ anlar.
Mükemmele varmak için Toplumsal yaşamdan uzak kalmak, bestecinin tutkularÝnÝ ve çok yönlü duygularÝnÝ körükler. Fantazi dünyasÝ derinleşir, içsel canlandÝrma yeteneği coşkularÝnÝ artÝrÝr. Özgürlük, kardeşlik ve insan sevgisinden güç alan idealleri yapÝtlarÝna yansÝr. Ruhundaki karmaşÝklÝğÝ bize açÝklarken romantik duygulanmaya, düşselliğe, bir özgürlüğe varmak ve barÝşÝ yakalamak için sürekli bir didinme içerisindedir. Bilindiği gibi, Haydn 100, Mozart 50, Beethoven 9 senfoni yazar. Bunun nedeni, Beethoven’Ýn senfonilerinin daha uzun ve görkemli olmasÝndan değildir. Beethoven, büyük bir dikkatle kendisini sorgulayarak yazar. Her bir yapÝtÝ, mükemmele varmak için uzun uzun düşünülerek, tasarÝmlarÝn süreç içerisinde son halini almasÝyla oluşur. Bu yüzden bazÝ yapÝtlarÝn tamamlanmasÝ yÝllarÝ bulur. Kolay yazÝlmayan bu yapÝtlarÝn sayÝsÝ da fazla değildir. Beethoven 1827’de, 57 yaşÝndayken Viyana’da hayata gözlerini kapar. S. Curiel - Strasbourg
Vincent Van Gogh -II
Kimsenin göremediği! Van Gogh’un Theo’ya yazdÝğÝ mektuplarÝn birinde “Onda hiç kimsenin göremediği insan güzelliğini görüyorum” dediği Sien, Den Haag’da yaşayan frengi hastasÝ bir hayat kadÝnÝdÝr. Van Gogh onunla ve 5 yaşÝndaki kÝzÝyla bir süre yaşamÝş ve ailesinin baskÝsÝ ile evlenmekten vazgeçmek zorunda kalmÝştÝr.
Türkülerin
öyküleri U¤rünü U¤rünü gelir dereden Benlerini sayamad›m kareden Sevdi¤ime yazsa beni yaradan fien ol yaylam flen ol Bedir geliyor Şarkışla’da çiftçilik yapan bir ailenin Bedriye isminde çok güzel bir kızı vardır. “Bedir” derler kısaca.Bir de Ömer vardır yanlarında çalışan. Ömer güçlü, kuvvetli, yakışıklı bir delikanlıdır. Ömer’le Bedir aynı yaştadırlar. Çocuklukları beraber geçer. Ömer’le Bedir büyüdükçe, o
Van Gogh’un yaşamÝnda, evlenmek istediği kuzeni Kee’ye ciddiyetini göstermek için mum alevine tutarak elini yakmasÝ gibi ayrÝntÝlar sayÝlamayacak kadar çok. Ama bir sanatçÝyÝ sanatçÝ yapan, öz benliğini ve benliğinde harmanladÝğÝ dünyayÝ dÝşarÝ vurmasÝ ve işlemesindeki farklÝlÝk ile emektir. Van Gogh’un yalnÝzlÝğÝ bütün resimlerinde göze çarpar. Hüznü ve renkleri, fÝrçayÝ kullanmasÝndaki özgün tarzÝ, en önemlisi de yaşamÝ, Van Gogh’u Van Gogh yapmÝştÝr. Van Gogh’un yaşÝtÝ Gauguin’le birlikte çalÝşmasÝ, aynÝ evde kalÝp birlikte yaşamasÝ, çok önemli bir anlama sahiptir. Gauguin’e güvenmesi, onunla resim yapmasÝ çok önemliydi ama sanata bakÝşlarÝ farklÝydÝ. Bu tavÝr ve fikir farklÝlÝklarÝ,
tartÝşmalara da yol açÝyordu. Bu tartÝşmalardan birinde Gauguin’e ustura ile saldÝrmÝştÝ. AynÝ akşam yaşadÝğÝ cinnet sonrasÝ, sol kulağÝnÝn altÝnÝ kesip bir gazete kağÝdÝna sarmasÝ ve yaşadÝğÝ köydeki hayat kadÝnÝ Rachel’e hediye olarak götürmesi, sanatçÝnÝn yaşadÝğÝ ruh halinin belki en anlaşÝlmaz yahut da en anlaşÝlÝr portresini sunmaktadÝr bize.
Bu hastalÝklÝ döneminde yine akvarel, yağlÝboya ve litografiler yapar.
Neden kulağÝnÝ kesti? Van Gogh’un kulağÝnÝ kesme öyküsü oldukça spekülatiftir. Bir kriz esnasÝnda ne düşündüğünü bilemeyiz. Ama kendi vücudundan bir parçayÝ bir hayat kadÝnÝna (başka bir insana) “hediye” etmesi derin psikolojik anlamlar taşÝmaktadÝr kanÝsÝndayÝz. Şizofreni, alkolizm ve epilepsi, Van Gogh’un yakasÝna yapÝşmÝştÝr. Hastanesinde kaldÝğÝ Arles’ten 30 kadar vatandaş, “Bu kÝzÝl saçlÝ çÝlgÝn”Ýn bu bölgeden
Bedir çocuksu sevgileri aşka dönüşür. İçten içe gizli duygularla severler birbirlerini. İkisi de duygularını açığa vurmaz. Günler ayları, yıllar yılları kovalar. Şarkışla’da hayvanları olanlar, her yıl yaz aylarında yaylaya çıkarlar. Bedir’in ailesi de yaz aylarını yaylada geçirmektedir. İşte bu zamanların birinde, daha fazla yalnız kalma imkanı bulur sevdalÝlar. Ve bir gün Ömer, Bedir’e duygularını açar. Söylemek istediklerini anlatamaz ama; Bedir de heyecandan anlayacak durumda değildir zaten. Sözlerden çok bakışlar konuşur. Karşılıklı olarak aşklarını ilan ederler. Sonra, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Sözde gizlice buluşurlar ama gören görür, bilen bilir onların aşklarını. Ve kısa zamanda herkes tarafından konuşulur Ömer ile Bedir’in aşkları. Ama kimse yadırgamaz bunu. Herkes yakıştırıverir birbirlerine ve evlenmelerini ister. Ömer, ailesinden istetecektir Bedir’i. Dünürcüler belirlenir.
ayrÝlmasÝ için eylemlerde bulunurlar.
Yaşamla ölüm arasÝnda
Bedir, ailesinden geleneklere uygun bir şekilde istenir. Kızın ailesinin kararı olumsuzdur. Özellikle Bedir’in annesi Gürcü hatun, Ömer’in fakirliğini bahane ederek bu evliliğe karşı çıkar. Araya girenler ne kadar ısrar etseler de kara dediğine ak demez Gürcü hatun. Aşıkların evlenmesine mani olur. Bir süre sonra Bedir’i Şevki adında yaşlı ve zengin birine verirler. Düğün günü Ömer’le çok yakın bir arkadaşı, yaylaya çıkar. Ve gelin alayını çok üzgün bir şekilde seyrederler. Ömer çok içlenir ve ağlayarak türkü söylemeye başlar. Bedir’in yaşlı kocası evlendikten bir süre sonra ölür. Ömer henüz evlenmediği için ahali tekrar araya girip, bunları evlendirmek ister. Bedir, Ömer’i çok sevdiğini fakat evlenirse dedikoduların çıkabileceğini söyleyerek, aşkını kalbine gömer ve teklifi kabul etmez. İki kere kaybettiği aşkı için Ömer’in yaktığı türkü, dilden dile yayÝlÝr.
Theo’nun hem maddi hem de manevi desteği sürmektedir. 1889 yÝlÝnda Sanat Eleştir-
meni Joseph Jacop Isaacson, bir dergide Van Gogh’u “FormlarÝ ve renkleri yaşam dolu ve güçlü. 19. yüzyÝlÝn en etkili ve derin işleyen sanatçÝsÝ. Gelecekte hakkÝnda çok şey yazÝlÝp söylenecek bir karakter” diye tanÝtÝr. Van Gogh içinse bu, “dayanaksÝz bir abartma”dÝr! Bu sürekli yer değiştiren, aramaya kendi öz gerçekleştirme kavgasÝnÝn ürünleri ile devam eden şizofren ve histerili sanatçÝ, büyük formatlÝ çalÝşmalarÝna devam ederken bile yaşam ile ölüm arasÝnda gidip gelmektedir. 23 Temmuz’da kardeşi Theo’ya son mektubunu yazar; biraz boya Ýsmarlar. 27 Temmuz’da da Auvers’de kaldÝğÝ eve geç döner, karnÝna bir kurşun sÝkar! YaşamÝ gibi ölümü de trajik ve düşündürücüdür. Van Gogh, 29 Temmuz’da “Böyle ölmeyi dilemiştim” sözleriyle hayata gözlerini yumar. MezarÝnda çizmeleri, iskemlesi, boya takÝmlarÝ ve en sevdiği çiçekler vardÝr: Ayçiçekleri...
Renklerin diliyle şiddet Ressam Hasan Hüseyin Deveci’nin “Şiddete karşÝ sanat” isimli sergisi, 12 AralÝk’ta Yaşamevi’nde açÝldÝ. AçÝlÝşa değişik uluslardan ikiyüze yakÝn resim sever katÝldÝ. LübnanlÝ Akademisyen Doçent Racid Allagui; renklerle şiddeti anlatmanÝn, kendine özgü stiliyle bunu başarmanÝn zorluğuna değinerek, ressamÝn zor olanÝ başardÝğÝna dikkat çekti. KonuşmanÝn ardÝndan pro-
gram Hüseyin Saltuk’un gitar dinletisiyle devam etti. “Siyasal sistemden kaynaklanan şiddet olgusunun bireysel ve toplumsal boyuttaki izlerini renklerle anlatmak istedim” diyor H. Deveci. RessamÝn 12 Eylül ve yakÝn tarihimizde unutulmaz izler bÝrakan 11 Eylül İkiz Kule saldÝrÝsÝyla, cezaevlerinde yaşanan katliama ve izolasyona da değinen sergisi, Ocak ayÝnÝn 11’ine kadar Yaşamevi’nde görülebilir.
Kültür Deryas›
Cem Günhan
‘İlk Ulus’ “O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamÝştÝm. Şimdi kocamÝşlÝğÝmÝn şu yüksek tepesinden gerilere baktÝğÝmda, yerde birbirleri üzerinde yÝğÝlÝ duran boğazlanmÝş kadÝnlarÝ ve çocuklarÝ, hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o kanlÝ çamurun içinde birşeyin daha öldüğünü ve o kar fÝrtÝnasÝna gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkÝn düşü öldü orada. Sonra bir ulusun umudu kÝrÝlÝp paramparça oldu. ArtÝk yeryüzünün merkezi yok, ölüp gitti kutsal ağaç” Bu sözlerin sahibi KARA GEYİK, beyazlaştÝrÝlmak istenen Sioux ve diğer kabilelerin uğradÝğÝ katliamlardan yüzlercesinden birinden hayatta kalan bir Amerikan Yerlisi. Bu halka Kristof Kolomb, ‘İndio’ adÝnÝ verdi ve İspanya kral ve kraliçesine yazdÝğÝ mektupta “Bu insanlar öyle uysal öyle barÝşsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadÝğÝna Majestelerinizin önünde and içebilirim ...Konuşurken hep gülümsüyorlar.” diyordu. Ancak 1492’den, yani Kolomb’un San Salvador’a çÝkmasÝndan 10 sene sonra bu insanlarÝn yüzbinlercesi yok edilmiş veya köleleştirilmişti. AltÝn ve değerli taş tutkusu katliam sebebiydi. 1607 yÝlÝnda İngilizlerin bugünkü Virginia’ya varmalarÝ, yeni dünyanÝn ilk ulusu için de katliam, yağma, kÝyÝm ve AvrupalÝlarÝn getirdiği frengi ve benzeri hastalÝklÝklarla mücadele döneminin başlangÝcÝydÝ. İşin acÝklÝ tarafÝ ilk başta yerliler, yerleşimcileri sefil, yardÝma muhtaç insanlar olarak görüp, tahÝllarÝnÝ paylaşma, yer verme ve balÝk tutmayÝ öğretme gibi birçok yardÝmlarda bulunmuşlardÝ. 1662 yÝlÝ artÝk yerli halklarÝn, göçmenler tarafÝndan çöllere ve çorak arazilere sürülmesi ve ormanlarÝn yok edilme tarihidir... Amerika’nÝn yerli halklarÝ birçok açÝdan bakÝldÝğÝnda ortak özellikler göstermekle birlikte, birbirinden oldukça ayrÝ özellikler de taşÝmaktadÝrlar. 500’ün üzerinde dil/diyalekt ve bazen sadece çok küçük gruplarÝn konuştuğu yerel lehçelerden hiçbiri temel doku olamamÝştÝr. Amerika kÝtasÝnÝn yerli halklarÝ arasÝnda kendilerine “İnuit” diyen EskimolarÝ, Azteklerin torunlarÝnÝ saymak da mümkündür. Bugün Kolomb’un “keşif” diye nitelenen kolonici istilasÝnÝn üzerinden 5 yüzyÝlÝ aşkÝn bir zaman geçti ve bu zaman zarfÝnda çok yüksek bir uygarlÝk kurmuş olan Amerika yerli halklarÝ, özellikle Aztek-İnka-Maya kültürünün taşÝyÝcÝlarÝ, neredeyse tamamen yok oldular. Gözü ve karnÝ aç BatÝ AvrupalÝlarÝn Kuzey Amerika’ya gerçekleştirdiği ikinci koloni saldÝrÝsÝ bugün adÝ bile anÝlmayan İlk Ulus’u yok etti. Bütün bunlar keşif ya da yerleşim değil kolonicilik ve katliamdÝr. Ama insanlÝk tarihini “gücü” elinde bulunduranlar, yani ezenler yazdÝğÝ sürece ezilenlerin tarihi hep unutulacak ve çarpÝtÝlacaktÝr. Amerika’nÝn yerli halklarÝnÝn kökeni konusunda çeşitli teoriler var. Bunlardan bir tanesi “Bering BoğazÝ Teorisi”dir. Buna göre, Buzul çağÝnda (yaklaşÝk 18 bin ile 12 bin yÝl önce) bu boğazÝ Sibirya’dan Alaska’ya doğru geçen insanlar, bu halklarÝn atalarÝdÝr. Metal işleme ve yazÝ konusunda pek ileri olmayan yerli haklar, yine de inanÝlmaz derecede ileri bir yaşam anlayÝşÝna sahiptirler. Yaşam tarzlarÝ ve uygarlÝklarÝ ile bize teknolojik ya da sanayi gelişmenin “mutlak” olmadÝğÝ konusunda da örnektirler. Tabii ki vahşi kolonyalizmin ve daha sonra da vahşi kapitalizmin kurbanÝ olmalarÝ da biraz bu olguya bağlanabilir. Henüz kapitalist anlamda uluslaşmamÝş bu topluluklar, özellikle İngiliz ve FransÝz kolonicilere karşÝ topraklarÝnÝ savunmuşlar ama katliamdan kurtulamamÝşlardÝr. İlginç olan, katliamÝ yapanlar, bu haklarÝn tarihini, kültürünü ve bunlarÝn ürünlerini pazarlayanlar konumundadÝr. Bugün araba markasÝ veya birçok ürün adÝ olarak kullanÝlan birçok direnişçi kabile ve önderinin adlarÝnÝ (Pontiac, Seqoya Cheroke, vs.) biliyoruz. Kanada Yerli halklarÝ ve İnuitler, bir çeşit otonomi hakkÝ için yüzyÝllarca mücadele etmiş, sonuçta küçük yerel otonomiler kazanabilmişlerdir. 1861-65 döneminde de ilginç çelişkiler yaşanmÝştÝr. Örneğin Creek Choctaw ve Cherokee kabilesi mensuplarÝ, Afrika’dan yapÝlan köle ticaretinde başrolü oynamÝş ve köle sahibi bile olmuşlardÝr. İspanyol, FransÝz, HollandalÝ, İsveçli, Rus, İngiliz, KanadalÝ, vs. kolonicilerin gözünde bu haklar hep “uygarlaştÝrÝlmasÝ gereken vahşi kÝzÝlderililer” dir. Çocukluğumuzda bize izletilen “iyi Cowboy-kötü yerli” filmleri, bu anlayÝşÝn devamÝdÝr. Dilimizdeki “kÝzÝlderili” sözcüğünü kÝnÝyor, bunun batÝ dillerinden yapÝlmÝş ÝrkçÝ bir çeviri olduğunu söylüyoruz ve yerine, “ilk ulus” denilmesini öneriyoruz. Kanada’da bu tanÝm kullanÝlmaktadÝr. Bize uygarlÝklarÝndan patates, tütün, domates, patlÝcan, biber, çeşitli deri ve kürk işleme teknikleri ve ayrÝca da “biz yeryüzünü çocuklarÝmÝzdan emanet aldÝk” gibi bilgece sözler kalan bu uluslarÝ, insanoğlunun sonu gelmez gibi görünen açgözlülüğüne kurban vermiş olmak, insanlÝğÝn kapitalist ve kolonyalist (sömürgeci) tarihinin en büyük utançlarÝndan biri olarak kalacak ve bu barbarlÝk çağÝndan “IşÝk çağÝna” geçtiğimizde bize yol gösterecek örneklerden olacaktÝr. BarbarlÝğa ve adaletsizliğe karşÝ çÝkmayan, onun parçasÝdÝr.
Yaflanacak
‹
N
S
A
N
·
T
O
P
L
U
Sokak
Bir paronaya toplumu n Amerika’da bütün flehirler zifiri bir karanlı¤a gömülmüfl... Halk çıldırmıflçasına alıflverifl yerlerine, süpermarketlere hücum etmifl... Bundan bir süre önce Amerika’da meydana gelen o büyük elektrik kazasını hatÝrlayacaksÝnÝz. Kanada’nın güney ve Amerika’nın kuzey eyaletlerini vuran o büyük elektrik arızasında binlerce insan sokaklara dökülmüş, büyük bir panik yaşamıştı. Amerikan tarihinde pek görülmemiş büyüklükte bir kaza olmasının dışında, pek önemli bir tarafı yoktu benim için. Fakat bir arkadaşım, Kanada’ya kardeşlerini görmeye gidip geldikten sonra, kendi kardeşleriyle bu yaşanan olaylar hakkında konuştuklarını anlattı. Bana ilginç geldi. Olaylar şöyle: Amerikalılar birçok eyaleti vuran elektrik kazası sırasında öyle bir panik ve korkuya kapÝlmÝşlar ki, yaşamları kelimenin tam anlamıyla felç olmuş. Bütün şehirler, zifiri bir karanlığa gömülmüş. Halk çıldırmışçasına alışveriş yerlerine, süpermarketlere hücum etmiş, hatta neredeyse yağma edercesine gıda ve eşya stoku yapmışlar. Trenler, otobüsler telefon sistemleri her şeyleri çökmüş. Bütün caddelerde trafik tamamen felç olmuş. Başkanları televizyona çıkıp halkı sükunete çağırıyormuş,
lıların çeşitli ihtiyaçları için gönüllü olarak onlara yardım etti. Ellerinde fenerlerle gönüllü insanlar, çeşitli şekillerde başkalarÝna yardım ediyorlardı. Ve ortada kurulu bir organizasyon komitesi falan da yoktu.”
TadÝnÝ çÝkarmaya bak!
her şeyin kontrol altında olduğunu arızanın yapılmak üzere olduğunu söylüyormuş. (Laf aramızda, ancak birkaç gün sonra arızaları bulup tamir edebilmişler.) Amerikalıların büyük bir kısmı, bunun kendi uluslarına yapılmış “terör saldırısı” olmasından bile kuşkulanıyormuş! Arkadaşım doğal olarak, Kanada’da da aynı şekilde bir paniğin yaşandığını düşünerek
kardeşine “Burada da aynı şeyler olmuştur değil mi?” deyince kardeşi atlamÝş: “HAYIR! Hiç de öyle olmadı. Bizim oturduğumuz gökdelen de dahil olmak üzere, pek çok insan evinden çıktı ve öncelikle gönüllü trafik memurluğu yaptılar. Çünkü hiçbir trafik ışığı çalışmıyordu, birilerinin bunu yapması lazımdı. Pek çok insan şehre dağılarak bu işi yaptı. Pek çok insan da özellikle yaş-
“Peki ya diğer insanlar?!” diye şaşkÝnlÝkla sormuş arkadaşÝm. “Diğer insanlara gelince” demiş kardeşi; “Burada Bira Store’lar, Wine Store’lar vardır. Akşam 09.00’dan sonra kapalıdır. İçki yalnız buralarda satılır. Diğer süpermarketlerde, dükkanlarda bulunmaz. İnsanlar panik olmadan bu mağazalara gidip içki aldılar. Sokaklarda konuştuğumuz bu içki alan insanlar şöyle söylüyorlardı: Bir daha ne zaman bütün şehrin ışıklarının söndüğünü görebiliriz ki!.. Gökyüzündeki yıldızlar ancak bütün ışıklar sönünce çok güzel görünüyorlar. Sen de biranı, şarabını al. Parklara uzan ve bunun tadını çıkarmaya bak! Bu fırsat bir daha ele geçmez!..” İngiltere’den YD okuru
Alternatif yaşam arayÝşlarÝ n Sistemi çözebilecek bir yönelim olmasa da “Kapitalist düzen içerisinde alternatif yaflam” diye kolektif yaflam› benimsemifller.
n “Hepimiz çal›fl›yoruz. Kolektif bir yaflam ve çal›flma modelini hayata geçiriyoruz. Kazan›lan para, ortak bir kasada toplan›yor.” ruz. Burada iş bölümünden tutun da grubumuza girmek isteyen bir kişi hakkÝnda dahi tartÝşÝp ortak karar alÝyoruz. Herkes toplantÝya katÝlÝp düşüncesini belirtiyor. Ve ortak kararlar alÝnÝyor.
SÝnÝrlarÝn olmadÝğÝ... Kapitalist düzene karşÝ alternatifiniz nedir? Michel: Diğer arkadaşlar adÝna bu konuda bir şey söylemiyorum, fakat özgür ve sÝnÝrlarÝn olmadÝğÝ bir dünya isterim. Bu konuda içinizde senin gibi düşünenler var mÝ?
Değişik uluslardan ve değişik kültürden geldikleri halde ortak yaşamayÝ tercih etmişler. Sistemi çözebilecek bir yönelim olmasa da “Kapitalist düzen içerisinde alternatif yaşam” diye kolektif yaşamÝ benimsemişler. Sistem karşÝtÝ olduklarÝnÝ iddia ediyorlar. Ancak bir arada yaşamalarÝna rağmen bireyciliklerini sÝkÝ sÝkÝya koruyorlar. Sistemin temel dayanaklarÝndan birini yani... Bu grup, ev sahipleri tarafÝndan evden çÝkartÝlÝp sokağa atÝlmak isteniyor. “Bizler zor durumda kalmÝşÝz, dÝşarÝya atÝlmÝşÝz, kapitalistlerin umurunda değil. Evimizden atÝlmamak için elimizden geleni yapacağÝz…” diyorlar.
ParanÝn diktatörlüğü... Yaşam tarzÝnÝz hakkÝnda bilgi verebilir misiniz? Michel: Biz kolektif yaşÝyoruz. Birlikte çalÝşÝp, birlikte harcÝyoruz, yaşamÝmÝz hakkÝnda birlikte kararlar veriyoruz. Sizin bulunduğunuz yerde kaç kişi kalÝyor? Michel: Toplam 40’Ýn üzerinde, her yaştan insan var. Fakat
gençler daha fazla. Sizi bir araya getiren ne? Michel: HayatÝmÝz hakkÝnda kararlarÝ ne annemiz ve babamÝz alÝyor ne de devlet. Kendi hayatÝmÝz hakkÝnda kendimiz karar veriyoruz. AynÝ zamanda başÝmÝzda patron yok ve en iyisi paranÝn diktatörlüğüne boyun eğmiyoruz. Bizim bir araya gelmemizin nedenlerine örnektir bunlar.
Maddi destek kabul etmiyoruz. Geçiminizi nasÝl sağlÝyorsunuz? Michel: Hepimiz çalÝşÝyoruz. Kolektif bir yaşam ve çalÝşma modelini hayata geçiriyoruz. KazanÝlan paralar ortak bir kasada toplanÝyor. Kira, elektrik, telefon vb. harcamalar, ortak kasadan karşÝlanÝyor. Sonra herkese eşit oranda haftalÝk veriliyor ve kalan para daha sonraki giderler için kasada tutuluyor. Devletten yardÝm alamÝyor musunuz?
RöportajlarÝ
n Kanada da karanl›kta kald›... Pek çok insan evlerinden çıktılar ve öncelikle gönüllü trafik memurlu¤u yaptılar... Kimisi y›ld›zlar› seyretti.
Michel: Alabiliriz. Fakat bizler, burada otonom bir hayat sürdürüyoruz. Bu bizim irademizle alÝnan bir karar. BağÝmsÝz yaşayabilmek için hiçbir kurumdan maddi destek almÝyoruz. Sonuçta kapitalist bir çöplükte yaşÝyoruz. Ama mümkün olduğu kadar kapitalizmin bir parçasÝ olmamaya ve kapitalist bir ülkede özgür yaşamaya çalÝşÝyoruz. İç işleyişiniz hakkÝnda bilgi verebilir misiniz? Michel: Hiyerarşik bir yapÝmÝz yok. Zaten hiyerarşiye karşÝyÝz. HaftalÝk toplantÝ yapÝyo-
Michel: Benim gibi düşünenler de var, düşünceme katÝlmayanlar da. Biz SSK (Sozialitische Selbsthilfe Köln-Köln Sosyalist DayanÝşma Kurumu ) üyeleri olarak çoğumuz böyle düşünüyoruz. Fakat içimizde ailesiyle sorunlar yaşayÝp da buraya gelen apolitik insanlar da var. SSK hakkÝnda biraz bilgi verebilir misiniz? Michel: 68 kuşağÝnÝn sosyalist ve komünist öğrenci hareketinin oluşturduğu bir kurum. Yurtlarda yaşayan işçi çocuklarÝ, o dönemki kötü yaşam koşullarÝna karşÝ baş kaldÝrarak bir araya gelip, alternatif yaşam geliştirmişler ve bu, günümüze kadar gelmiş.
Köln Yaflamevi Ocak ay› etkinlik program› 9 Ocak 2005 Pazar Rosa Lüxsemburg’un anmasÝ Berlin’de yapÝlacak.
22 Ocak 2005 Cumartesi Film gösterimi: Fahrenheit 9/11 Saat:17.00
15 Ocak 2005 Cumartesi Söyleşi: Hartz IV Saat:16.00
30 Ocak 2004 Pazar Geleneksel KahvaltÝ Saat: 11.00
16 Ocak 2005 Pazar Sergi: Düşlerden Kesitler Cem Günhan /AçÝlÝş: 14.00
30 Ocak 2004 Pazar Üyeler toplantÝsÝ Saat: 14.00
11 Dünya
M
2004 yÝlÝnÝ geride bÝrakÝrken, sokakta rastladÝğÝmÝz insanlara yeni yÝlla ilgili şu sorularÝ yönelttik: “İsminizi öğrenebilir miyiz? Kaç yÝldÝr buradasÝnÝz? 2004’e ilişkin duygu ve düşünceleriniz? 2005 sizce nasÝl olacak, beklentileriniz neler?”
Ayşe Çakmak: KonyalÝyÝz. 1970’ten beri buradayÝz. Gençliğimiz hep burada geçti. Şimdi de emekli olduk. Allah nasip ederse AralÝk’Ýn sonunda da hacca gidiyoruz. O yüzden çok mutluyuz. ÇocuklarÝmÝz burada, gidemedik. Benim kÝzÝm sekiz yÝl diyaliz makinesine bağlÝydÝ. ‘91’de de ben verdim böbreğimi, böbrek bulamadÝk. İki oğlum işsiz, iş arÝyor bulamÝyoruz. Hacdan dönersek, Allah nasip ederse bir yer açacağÝz. Herşeyin güzel olmasÝnÝ isterim. En çok işsizliğin yok olmasÝ lazÝm. İnsanlarÝn aldÝğÝ para artÝk yetmiyor. O yüzden fiyatlarÝn normal olmasÝ gerekiyor. Gitgide kötüye gidiyor. Biz geldiğimizde ben bir brötchen’i (ekmek) 2 pfennig’e alÝyordum. Eşim aylÝk 720 DM kazanÝyordu. Ama şimdi ikimiz çalÝştÝğÝmÝz halde yetmiyor, tasarruf yapamÝyoruz. Karamsar giriyoruz 2005’e. Hiç memnun değilim yani. Nevzat Karayiğitler: Ameliyat olmuştum. İdrar yolumu zedelediler, şimdi iki torbayla geziyorum. Ne yapmam lazÝm?
Krankenkassa’ya (hastalÝk sigortasÝ) gittim, baştan savdÝlar. YÝlbaşÝndan sonra avukatÝmÝ devreye sokacağÝm. Ne yapacağÝz bilmiyorum, üç gündür böyle geziyorum. Valla 2004’te burda ameliyat oldum hâlâ çekiyorum. Ne olacak bilmiyorum. Doktora gittim, doktor “böyle kalacaksÝnÝz” diyor. Emekliyim ‘63’ten beri buradayÝm. Herkesin bir gayesi vardÝr. Benimki de bir Magirus kamyondu. 12 bin marktÝ. Onun için geldik. ArabayÝ da kaçÝrdÝk, herşeyi de kaçÝrdÝk. Geri de dönemedik... Zuhal: Çok güzel geçti de, biraz sÝkÝntÝlÝ geçti euro yönünden. Her şeye karamsar bakar olduk. Ama 2005’ten çok şey bekliyorum. Euro bizi mahvetti. İzine de gidemiyoruz. Ekonomik olarak rahatlamak isterim en azÝndan. 2005’te izne gitmek isterim. Süleyman Çözmez: ‘70’ten beri buradayÝm evladÝm. 2004 yÝlÝnda muazzam zorluklar yaşandÝ. Harplerle, savaşlarla, dövüşlerle, kavgalarla geçti. Gelecek 2005 yÝlÝ umarÝm
hepimize hayÝrlÝ, uğurlu olur. Şimdiye kadar A’dan Z’ye kadar hiçbir gün insanlar istedikleri gibi yaşayamadÝlar, istedikleri gibi olmadÝ. İnsanlÝğa yaramayan işler yapÝldÝ. İnşallah 2005’te de bunlar olmaz. Umutlu bakÝyorum, umudumuz vardÝr, karamsar olmayacağÝz. İnşallah bu sene 2004 yÝlÝ gibi olmaz. Ercan: 10 senedir buradayÝm. Kötü duygular yaşadÝm. PazarÝn durumu iyi gitmeyince bizim işlerimiz de iyi gitmiyor. İşler çok kötü durgun. 2004 çok kötü geçti. Millette para yok. İnşallah 2005 iyi olur. NasÝl olacağÝnÝ ancak Allah bilir. BakacağÝz... 2003 kötüydü, 2004 daha kötü oldu, 2005 inşallah daha da kötü olmaz. Gidişat bence daha zor olacak. Raime ÇakÝr: Güzeldi, güzel geçti. ÇalÝşÝyorum, rahattÝm, güzel geçti benim için. SağlÝk, herşeyden önemlisi sağlÝk. Tabii ki halkÝmÝza iyi şeyler getirmesini temenni ediyorum. Ama çok büyük beklentilerim yok. ÇalÝşmayanlar için tabii ki büyük problem. Ama ben çalÝştÝğÝm için büyük bir problem yaşamadÝm.
Simurg Anka’nÝn öyküsü Simurg Anka, eski bir öyküdür. Öyküye göre kuşlarÝn hükümdarÝ olan Simurg Anka, Bilge AğacÝ’nÝn dallarÝnda yaşar ve her şeyi bilirmiş… Kuşlar Simurg’a inanÝr ve onun kendilerini kurtaracağÝnÝ düşünürmüş. Kuşlar dünyasÝnda her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmÝş. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanÝr ve umudu keserlermiş. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadÝndan bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu iddia ederek tüm kuşlarÝ toplamÝşlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna çÝkmaya karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvasÝ, etekleri bulutlarÝn üzerinde olan Kaf DağÝ’nÝn tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekiyormuş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamÝşlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkÝnÝ hatÝrlayÝp. Papağan, o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatÝlmÝş). Kartal, yükseklerdeki krallÝğÝnÝ bÝrakamamÝş. Baykuş, yÝkÝntÝlarÝnÝ özlemiş. BalÝkçÝl kuşu bataklÝğÝnÝ. Yedi vadi üzerinden uç-
tukça sayÝlarÝ gittikçe azalmÝş. Ve nihayet beş vadiden geçmişler. AltÝncÝ vadi ’şaşkÝn-
murg’muş. Simurg Anka’yÝ beklemekten vazgeçerek, şaşkÝnlÝk ve yoko-
lÝk’mÝş ve sonuncusu ’yokoluş’. Burada birçok kuş, umutlarÝnÝ yitirmiş… Kaf DağÝ’na vardÝklarÝnda geriye otuz kuş kalmÝş.
luşu da yaşadÝktan sonra bile uçmayÝ sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için, kendimizi yeniden keşfetmedikçe, her birimiz birer Simurg olmayÝ göze almadÝkça; bataklÝğÝmÝzda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayÝz. Şimdi kendi gökyüzümüzde uçmak zamanÝdÝr…
SÝnÝrlarÝ zorlamak… Simurg’un yuvasÝnÝ bulduklarÝnda öğrenmişler ki; SIMURG ANKA , “Otuz kuş” demekmiş. OnlarÝn her biri birer Si-
TV - DVD - HIFI - SAT - PC - TELEFON - HAUSHALTSGERÄTE Telsiz telefon ab 19 ¶ 70 cm Tv ab 179 ¶ Digital Rec ab 59 ¶ 100 cm Ant. 24 ¶ 128 mb MP3 34 ¶
Frankfurterstr. 33 • 51065 Köln-Mülheim Tel.: 0221 - 823 47 91
Dünya Yaflanacak
Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..
AB’den istediklerini aldÝlar mÝ?
Türkiye’den mektup var İsmail Saymaz
n Zirve, topluma ‘zafer’ gibi lanse n AB’den emekçiler yarar›na her edildi. Peki zafer mi kazan›ld›?...
AB zirvesi sonuçlandı. Zirve, topluma ‘zafer’ gibi lanse edildi. Türk devlet temsilcilerinin dönüşünde, Ankara’da şatafatlı bir şölen bile düzenlendi. Peki Türkiye gerçekten zafer mi kazandı? Zirve sonrası; Türkiye’nin tam üyeliğini savunanlar, imtiyazlı ortaklığı savunanlar ve
Türk devleti olmak üzere üç kategoriden demeçler gelmeye başladı. İşin traji-komik tarafı, her üç çevrenin de çıkan karardan ‘memnun’ olmalarıydı!
Türkiye ne istedi, ne aldı? Türk devleti, zirve öncesinde ‘Müzakereler mutlaka tam üye-
likle sonuçlanmalı’, ‘İmtiyazlı ortaklık olmaz’, ‘Serbest dolaşım hakkı tanınmalı’ ve ‘Müzakereler 2005’in ilkbaharında başlamalı’ şartlarını öne sürdü. Zirve sonucunda ise ‘Müzakerelerin ucu açıktır, tam üyelikle sonuçlanmayabilir’, ‘Müzakereler 2005’de başlamazsa, imtiyazlı ortaklıkta dahil başka çözümler olabilir’, ‘Serbest dolaşım hakkı kesinlikle tanınmayacaktır’ ve ‘Müzakereler 3 Ekim’de başlayacaktır’ cevaplarını aldı. AB, Türk devletine açıkça ‘ya istediğimi yaparsın, ya da...’ diyor. En erken 2010’da üye olabileceği söylenen Türk burjuvazisini tam denetimi altına almayı planlıyor. Zirve esnasında gürültünün koptuğu esas noktalardan biri olan Kıbrıs konusu da bu plandan ayrı düşünülemez. Şovenist Türk gazetelerinin bilinç bulandırmak amacÝyla sürekli yazdıkları “Kıbrıs’ın tanınması istendiğinde Erdoğan, ‘Ankara’ya döneceğim’ dedi” propagandası ile kuyruk dik tutulurken, boğaza kadar saplanılan AB boyunduruğuna karşı ‘temizleme’ cilası çekiliyor. Ancak bu cila da gerçeklerin üzerini örtmeye yetmiyor. Çünkü Türk devleti, 3 Ekim 2005’e kadar ‘Ankara Anlaşması’nı im-
beklenti, bofl bir beklentidir...
zalamayı’ taahhüt etti. Bu anlaşma gereği Türkiye, aralarında Güney KÝbrÝs’Ýn da bulunduğu AB’ye üye olan ülkelerle 1 Mayıs 2004’te Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamak zorunda. “Bu, Rum Kesiminin tanınması olarak anlaşılmamalı” deniyorsa da, süreç ‘çaktÝrmadan’ zamana yayÝlÝyor. İşin özünde bu var, söylendiği gibi AB’nin, Erdoğan’ın restini görememiş olması değil. Türk burjuvazisi, Kıbrıs konusunda AB’nin isteği doğrultusunda bir çözüm üretmeye mecburdur.
Türkiye neden isteniyor? Türkiye’nin en başta büyük ve yeni bir pazar olması, genç ve ucuz emek gücüne sahip olması ve büyük hesapların yapıldığı Ortadoğu’ya açılan bir kapı olması, Türkiye’yi cazip hale getiriyor. Her ne kadar istenilen ölçüde teknolojik donanımÝ olmasa da, sayı itibarıyla dünyanın büyük ordularından birine sahip olması, Türkiye’yi AB için vazgeçilmez kılıyor. AB’nin, Türk burjuvazisini gerek 17 Aralık’ta bu denli ‘sıkıştırması’, gerekse müzakere sürecinde çok daha fazla sıkıştıracak olmasının ardında yatan
gerçek ise, Türkiye’nin ABD bağımlılığından çıkarak, kendi hegemonyaları altına girmesini istemeleridir. AB devletlerinden bir tanesinin bile müzakerelere başlanmasını kabul etmemesi, Türkiye’nin üyelik şansını sıfırlıyor. ABD’ye bu denli bağımlı Türkiye’nin AB içerisinde, diğer ABD yanlıları olan İngiltere, İtalya, vd. ile ‘baş belası’ olmasından çekiniyorlar. ABD de Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini büyük bir hararetle savunuyor. Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile ABD, birlik içerisindeki etki gücünü arttırmayı hedefliyor. Avrupa’daki Türkiyeli göçmenler “AB üyeliği Türkiye’ye ne getirir, ne götürür?” denklemini sıkça tartışıyor. Emperyalist bir kurumdan işçilerin ve emekçilerin yararına bir beklenti, boş bir beklentidir. AB’nin Türkiye’yi birlik içine alma isteği, emperyalist çıkar ilişkilerinden başka bir amaç taşımıyor. AB ile ABD emperyalizmi arasındaki hegemonya savaşında Türkiye’ye biçilen rol, ‘paralı askerlik’ten öte bir şey değil. Türkiye’li göçmen işçi ve emekçiler, bu kirli paylaşımda taraf olmamalıdır.
Bir bildirgenin gösterdikleri... “Kürtler Ne istiyor?” başlÝklÝ Bildirge, 8 AralÝk’ta yayÝnlandÝ. Bildirge’yi Leyla Zana dahil, 200 Kürt aydÝnÝ imzalamÝştÝ. FÝrtÝna koptu! Hemen herkes, “Türkiye’nin bizzat KÝbrÝs Türkleri için talep ettiği haklara eşdeğer haklar istiyoruz” bölümüne tepki gösterdi. Zanalar, ilanÝn bu bölümünün kendi bilgileri dÝşÝnda konulduğunu söyledilerse de, "ajan ve provakatör” olarak tanÝmlanmaktan kurtulamadÝlar. Bildirge, Kürt burjuva çevreleri içindeki farklÝ eğilimlerin, keskinleşerek ortaya çÝkmasÝnÝ sağladÝ. Zanalar’Ýn Bildirge’nin o bölümünü reddetmesi karşÝsÝnda, Bildirge’yi onaylayanlardan sert açÝklamalar geldi. Zana, bu açÝklamalarÝn sahiplerini, “halkÝ anlamamak ve uzaktan gazel okumakla” suçladÝ. Bunun üzerine Yaşar Kaya, Zanalar için, “Temsil güçlerini yitirdiler, bu halk bunlara güve-
nemez artÝk. Yeni kurulacak partinin yaşam şansÝnÝn olacağÝnÝ sanmÝyorum” diyerek, yaşanan farklÝlÝğÝn ciddiyetinin altÝnÝ çizdi.
AB’nin keskin manevrasÝ Bu tablo, AB’den çözüm bekleyen Kürt çevrelerinin, bölünmenin eşiğine gelmiş olduklarÝnÝ bir kez daha gösterdi. AB, Kürtleri ulus olarak tanÝmak bir yana, “azÝnlÝk” tanÝmÝ içine bile almadÝ. ABD’nin Türkiye ile Güney Kürdistan özelinde yaşadÝğÝ Kürt sürtünmesini dikkate alarak, varolan çelişkiden yararlanmak istedi. Ortadoğu’nun yeniden bölüşüleceği emperyalist dalaşta önemli bir stratejik konuma sahip olan Türkiye’ye verdiği önemin altÝnÝ çizmek için, kaşÝna gözüne meraklÝ olmadÝğÝ Kürtleri elbette feda edecekti.
Avrupa’yÝ bekleyen tehlike:
SSK’nÝn tasfiyesi n Türkiye’de olup bitenler, Türkiye ile s›n›rl› kalacak geliflmeler de¤il. .. Fransa’da SECU reformu, Almanya’da Agenda 2010 programlarÝ... Mücadele ile kazanÝlmÝş haklarÝmÝz bir bir elimizden alÝnÝyor. SSK’nÝn tasfiyesi, sosyal hak gasplarÝnda önemli bir aşama. “Bu, Türkiye’de yaşayanlarÝn sorunu” diyebilir miyiz? Türkiye’de olup bitenler, Türkiye ile sÝnÝrlÝ kalacak gelişmeler değil. O, Avrupa’da birbiri ardÝna açÝlan "reform paketleri”nin varacağÝ noktadÝr.
Önce batÝr, sonra... Sermaye, her sÝkÝştÝğÝnda SSK’dan arpalandÝ. 5 trilyon borç taktÝ, prim aflarÝyla borçlardan muaf oldu. SağlÝkta Dönüşüm Projesi ile özelleşirmenin startÝnÝ verdi. Önümüzdeki günlerde IMF ile yapÝlacak yeni Stand-by anlaşmasÝnÝn şartlarÝndan biri olan “Sosyal Güvenlik Reformu”yla, emeklilik yaşÝ yeniden yükseltiliyor. Prim ödeme gün
“Kürtler” gündemli toplantÝlar yaparak göstermişti. Bildirge’yi onaylayan kesimlerin çÝkÝşlarÝnÝn temel dayanağÝ bu zemindir. Zana gibilerinin retçi tutumlarÝ ise, rejimle en az sürtünme yaşayacaklarÝ AB politikalarÝna dayanmaktadÝr. Leyla Zana’nÝn tüm tartÝşmalar boyunca sergilediği tavÝr, AB’ci duruşunun altÝnÝ döne döne çizmek oldu.
sayÝlarÝnÝn artÝrÝlmasÝyla, emekli olmak güçleştiriliyor. Emekli aylÝklarÝnÝn aşamalÝ olarak yarÝya düşürülmesi planlanÝyor. SSK hizmetlerinin tasfiyesi hedefleniyor.
Hasta değil, müşteri! Bu projeyle sağlÝk sektörleri, işletme haline getiriliyor. Hastalar, artÝk müşteri muamelesi görecek. Her bir sağlÝk hizmeti ayrÝ ayrÝ ücretlendirilecek... Uygulama 63.5 milyonu doğrudan ilgilendiriyor. Proje, sağlÝk çalÝşanlarÝnÝ da vuruyor. TasarÝ yasalaşÝrsa, 20 bini hekim, 60 bin sağlÝk çalÝşanÝ mağdur olacak. YarÝya yakÝnÝ ise işsiz kalacak. ÇalÝşanlar, başta sendikal örgütlenme olmak üzere, her türlü mücadelede kapÝ önüne konulacak. Bunlar, Avrupa’da yaşayan emekçileri de bekleyen tehlike lerdir. Savunmak zorunda olduğumuz, geleceğimizdir.
Özgürlük istemi Bölünmenin esas nedeni Bölünmenin esas nedeni, AB’nin bu hesaplarÝnÝn görülmesidir. Bildirge’yle 17 AralÝk öncesinde AB’yi bir kez daha uyarmak istemişlerdir. Bu uyarÝnÝn altÝnda, AB’ye karşÝ ABD’ye yaslanma mantÝğÝ da vardÝr. Çünkü ABD, Orta-
doğu’yu yeniden biçimlendirmek istiyor. Barzani ve Talabani denetiminde bir Kürt manda rejimi kurmak ve hatta çeşitli gelişmelere göre, bunu Kürdistan’Ýn 4 parçasÝnÝ da kapsayacak şekilde genişletmek... yani seçenek çok. Türkiye, ABD’nin bu duruşu karşÝsÝnda açÝk tavrÝnÝ İran, Irak ve Suriye’yle özel,
Tüm bu gelişmeler, -kÝrÝlmaya uğramÝş olsa da- Kürt emekçilerin ulusal özgürlük isteminin, Kürt politik çevrelerinden hiç biri tarafÝndan temsil edilmediğini bir kez daha gösterdi. Her emperyalist “çözüm”, Kürt emekçilerin ulusal ezilmişliklerini ortadan kaldÝramayacağÝ gibi, sÝnÝfsal konumlarÝnÝ daha da keskinleştirip derinleştirecektir.
Bir mektup bir kitap DaracÝk hücrede geniş bir yürek... Oturmuş mektup yazÝyor. Gider mi gitmez mi belli değil. Daha yazmasÝ gerken çok mektup var. İzmir’den öğrenci, Adana’dan işçi, Trabzon’dan lise öğrencisi... Liste uzayÝp gidiyor... Dostlar mektupsuz bÝrakmamÝş. Daha önemlisi faşizmin zindanÝnda yenilmemiş umutlar.
Her mektup bir balyoz hücre duvarÝna, her mektup insan sÝcaklÝğÝ tecrit bozkÝrÝnda. Bir de kitaplarÝnÝ alabilse... Şimdilik haftada üç kitap alabiliyor. Her kitap, her mektup bir çentik daha atÝyor o kalÝn duvara. Daha önemlisi dÝşarÝnÝn hücresine iniyor darbe. Mektuplar bir darbe de F Tipi yaşamlara vuruyor.
19 AralÝk’Ý unutmadÝk... 20 cezaevine 19 AralÝk 2000 tarihinde,yapÝlan operasyonda katledilen 28 devrimciyi anmak için çeşitli etkinlikler düzenlendi. AynÝ zamanda; zorunlu çalÝştÝrma, tek tip elbise, yer altÝnda inşa edilen D Tipi cezaevleri gibi saldÝrÝlara karşÝ, Türkiye’de yürüyen kampanyanÝn paralelinde, Avrupa’da da bir kampanya başlatÝldÝ. Yeni çÝkartÝlan infaz ve tecrit yasasÝnÝ protesto etmek için, Avrupa genelinde kamuoyunu bilgilendirmek amacÝyla standlar açÝldÝ, bildiriler dağÝtÝldÝ. -Duisburg’ta “UnutmadÝk UnutmayacağÝz” gecesi düzenlendi. -Bielefeld’te 19 AralÝk katliamÝ yÝldönümü nedeniyle panel yapÝldÝ. Panel sonrasÝ vizyon gösterildi. -Berlin’in Kreuzberg merkezinde miting yapÝldÝ. -İsviçre’nin Zürich kentinde bir miting düzenlendi. -İngiltere’de bulunan dernekler, ortak bir yürüyüşle 19 AralÝk cezaevi katliamÝnÝ kÝnadÝlar. -Fransa Devrimci Tutsaklarla DayanÝşma Komitesi, 26 AralÝk günü bir panel gerçekleştirdi.
ArtÝk somut adÝmlar atmalÝyÝz. KampanyamÝz bu ihtiyaçtan ortaya çÝktÝ. Cezaevindeki dostlarÝmÝza, o güzel insanlara birer mektup yazmakla başlayacağÝz işe... Birer de kitap göndereceğiz. Derdimizi anlatacağÝz onlara, dertlerine ortak olacağÝz. PaylaşacağÝz ve onlarÝn dünyalarÝna gireceğiz. Bu kampanya ile hücre duvarlarÝna bir kez daha, bir kez daha vuracağÝz balyozu. Birkaç adres; hücre duvarlarÝnÝ parçalamak için...Her F Tipinden birer isim. Bu özgür tutsaklardan yeni yüreklere ulaşabiliriz... Kenan Güngör: F Tipi Cezaevi - Edirne Filiz Gülkokuer: Gebze KapalÝ Cezaevi - Kocaeli Erkan Altun: 1 Nolu F Tipi Cezaevi C-77 - Tekirdağ Mete Tuncer: KandÝra F Tipi Cezaevi - İzmit Devrim Türkmen: KÝrÝklar F Tipi Cezaevi - İzmir Ercan AkpÝnar: Sincan F Tipi Cezaevi - Ankara
‘Ha bu gurbet elleri alacak canumuzi’ Şefim, “ArtÝk izinlerinizi tamamlayÝn, kardeşim” dediğinde, KasÝm’Ýn sonu geliyordu. YÝllÝk iznimin iki haftalÝk bölümünü kullanmamÝştÝm; her an çÝkabilirdim. Öte yandan, her ayÝn ikinci yarÝsÝndan olduğu gibi, 15’inden sonra yine parasÝz kalmÝştÝm; yol parasÝnÝ dahi ‘kredi kartÝyla’ temin edebildim. Kimilerine göre, ‘parababalarÝyla kadeh tokuşturan bir mesleğin erbabÝ’ olarak ben, tahmin edilenin aksine, ‘güneye’ değil, ‘kuzeye’, Karadeniz’e gittim. Rize bu mevsimde belki soğuktur; ancak hangi yöre, insanÝn kendi memleketi kadar ucuz olabilir ki? *** UçağÝmÝz, Trabzon’un ‘denize paralel uzanan dağlarÝnÝ’ aşÝp denizle buluştuğunda, tüm yolcular gibi beni de, ‘mavinin ve yeşilin kardeşliğine pike yapma’ heyecanÝ sarmÝştÝ. Elimdeki, Vedat Türkali’nin ‘Birgün Tek BaşÝna’sÝnÝn son satÝrlarÝnÝ, bu heyecan içinde okudum. Günsel, Kenan’Ýn cenaze merasimine tam yetişmişti ki, denizle ve dağ arasÝnda dalgakÝran gibi uzanan Trabzon havalimanÝna süzülerek indik. Yomra, Arsin, AraklÝ, Sürmene... Ve Offf! Güzelim sahil, çakÝl taşlarÝ, ahşap Rum evleri, sürüm artÝğÝ çay tamileri, karayemiş, hurma ve fÝndÝk ağaçlarÝ, büklümlenerek ilerlese de laz asfaltÝ; doğaya ve insana ait ne varsa yağmalanmÝştÝ. Karadeniz sahilini ‘tenkil ve tebdil etmek’ için yürürlüğe konulan ‘sahil yolu projesi’, dozerleri, kepçeleri, viyadükleri ve tünelleriyle bir ‘Temel trajedisi’ yaratmÝştÝ. İlk kez fÝkramÝza en çok kendimiz gülerek Rize’ye girdik. Manzara farklÝ değildi: İyidere, DerepazarÝ ve illa da Fener... Hani, okulu kÝrÝp ‘güzel bir sevgili edinebilmek’ için kayalÝklarÝna tünediğim Fener... Adeta Moğol istilasÝna uğramÝştÝ. Kar vardÝ. YollarÝ buz tutmuştu. Bundan birkaç yÝl önce içinden boklu bir dere geçen, çaylÝklar, kÝzÝlcÝk, incir, kestane, karayemiş ve fÝndÝk ağaçlarÝyla çevrili mahallemde onar katlÝ apartmanlar yükseliyordu. Evimin bulunduğu Kale Mahallesi’nden çarşÝya kayarak indim, diyebilirim. İlk işim, Kazdal Camisi’nin altÝndaki çay ocağÝnda gitmek oldu. Nevzat, alÝşkanlÝktan biraz, daha ben söylemeden limonlu çayÝmÝ getirdi. İlkin Kerem geldi. Hemşerim, mahalle arkadaşÝm, dostum... Askerlikten sonra iş tutamamÝş, yaz başÝ mandalina tüccarlağÝna soyunmuş. Bahçelerden topladÝğÝ tonlarca mandalinayÝ Ramazan’da kumar masasÝna yatÝrmÝş. Ve Önder. Okul arkadaşÝm. Üniversiteyi bitirdikten sonra, kendi deyimiyle, ‘evde staja’ başlamÝş. Tüm umudu, altÝlÝ ganyan ve bahis. “Bir tutarsa,” diyor, “ertesi gün İstanbul’dayÝm.” “Rize değişmedi,” demişti Önder, adÝ ‘mecburiyete’ çÝkan Cumhuriyet Caddesi’nde gezinirken. Caddenin alt tarafÝndaki, Sarp KapÝsÝ açÝldÝktan sonra türeyen onlarca otel kapanmÝş, bir bir apartman olmuştu. ApartmanlarÝn bittiği yerde otoyol ve sahil olmalÝydÝ! Yoktu! Sahil Yolu Projesi kapsamÝnda inşa edilen üstgeçitlerden biri, Rize ile sahilini birbiridenden koparmÝştÝ; deniz görünmüyordu. Rize buna ses çÝkarmamÝştÝ. Öyle ya, projeyi başlatan Mesut YÝlmaz da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Rizeli’ydi; kendi memleketlerine kötülükleri olmazdÝ. Her ikisi de ‘buranun uşaği’ değiller miydi? Lazlarla Türkleri ayÝran ‘Tünel Ötesi’nde Arhavililerin otoyola karşÝ direndiği haberleri geliyordu ancak Rizeliler buna kulak asmÝyordu. Onlara göre, çay parasÝnÝ yÝlÝn sonunda veren devlet, otoyoldan hiç cayar mÝydÝ? Tatilimin iki gün ziyaretlerle geçti. Tatil neşesi yerini sÝkÝntÝya bÝrakmÝştÝ ki, Rize’de “Savaşa hayÝr!” mitingi yapÝldÝ. KESK, Mazlum-Der ve MÜSİAD’Ýn aralarÝnda bulunduğu ve kimi yöre derneklerinin desteklediği mitingde solu temsilen ben ve iki kardeşim yer aldÝk. Özlem, dersanedeki görevini bÝrakarak gelmişti. Bir tür, ‘ileri sempatizan’ sayÝlÝrdÝ. Ancak, Oğuz’u getirtmek kolay olmadÝ. Atari salonu ve internet kafe yerine mitinge gelme karşÝlÝnda ‘10 milyon lira’ istemişti. İnsanÝn kardeşi olsa dahi toplumsal muhalefeti örgütlemek kolay olmuyor ki! Miting çok silik geçti... Atatürk MeydanÝ’nda yapÝlan ve 200 kişinin katÝldÝğÝ “Zulme hayÝr!” mitingi, beddualarla son buldu. Pazar günümü spora ayÝrdÝm. Rizespor kendi sahasÝnda DiyarbakÝrspor’u ağÝrlÝyordu. Tribün olaylarÝ yüzünden, ‘MekansÝzlar’ ve ‘Atmaca 53’ adlÝ gruplar dağÝlÝnca stad sessizliğe gömülmüştü. Tribünde, Rizespor’un başarÝlarÝ kadar, Zanalar’Ýn girişimi de taraftarlarÝn gündemine girmişti. “Binlerce şehudun kaniyla sulanan bu topraklari hiç kimseye vermicouk” yollu çÝkÝşlar, Zana’ya gün yüzü görmemiş bir küfürle son buluyor, DiyarbakÝrsporlu futbolcular sahaya çÝkarken, “Apo’nun uşaklarÝ” bağÝrÝşlarÝ duyuluyordu. Tatilimin ikinci haftasÝnÝ evde geçirmeye başladÝm. Tüm eğlencemiz, ‘Sabah YÝldÝzlarÝ’ adlÝ programdÝ. Arada bir izlediğimiz, yerel Kaçkar TV’deki ‘Pala DayÝ’nÝn kemençe, tulum ve horon programÝnÝ saymazsak, tüm eğlencemiz bundan ibaretti. Ve dönüş günü... Annem KarakÝz, Bediya’nam, babam Mustafa ve ben, sabahÝn altÝsÝnda yola koyulduk. Rize, o saatte çöpçüler ve köpeklere teslim olmuş, yeni bir güne başlamamak için direniyordu. Bizi Trabzon’daki uçağÝmÝza yetiştirmek için bekleyen servisimizin şoförü bir kahvehanede ÝsÝnÝyordu. Araba hareket etti. Arkamda, bir gençliği geçirdiğim küçücük bir memleket ve büyük yürekli insancÝklar bÝrakarak, Trabzon yoluna kÝvrÝldÝk. Elimdeki gazete, 18 AralÝk sabahÝnda, Türkiye’nin yeni bir güne uyandÝğÝnÝ yazÝyordu... (YazarÝmÝzÝn yazÝsÝnÝ yer darlÝğÝndan dolayÝ kÝsaltarak yayÝnlÝyor, bunu anlayÝşla karşÝlamasÝnÝ diliyoruz.)