pdf13

Page 1

Alkolsüz yürümezmifl iflflller!

“Demorkasi” s›ras› ‹ran’da!

Çocu¤unuzu ölüme terk edebilir misiniz!

Sayfa 8

Sayfa 4

Sayfa 7

Yaflanacak

Dünya AYLIK GAZETE • SAYI 13

Ça¤›n›n ötesine uzanmak! Sayfa 10’de

Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..

www.yasanacakdunya.net

01 Şubat 2005

Nasıl yas¸ayacag˘ız? n Almanya'n›n Höxter kentinde, 54 yafl›ndaki bir iflsiz intihar etti! Cesedinin ya-

n›nda Hartz IV'le ilgili yaz›lar bulundu... n Çal›flma dairesi ile birlikte çal›flan fuhufl ajans› reklam›nda, “‹flsiz misiniz, güzel

misiniz, o halde 2 bin euro sizi bekliyor!” diyor. Hartz IV, intihar ettirdi! Junge Welt dergisinin verdiği habere göre Almanya’nÝn Höxter kentinde, 54 yaşÝndaki bir işsiz intihar etti! İntihar nedeni, yoksulluk ve yeni yasalarÝn kÝskacÝ karşÝsÝndaki çaresizlik... Cesedinin yanÝnda Hartz IV’le ilgili yazÝlar bulundu. Eşi ve çocuklarÝ basÝna yaptÝklarÝ açÝklamada, bunalÝmÝn Hartz IV nedeniyle oluştuğunu ve bunun da intiharla sonuçlandÝğÝnÝ söyledi!.. Avrupa’daki istatistiklere göre yÝlda 58 bin kişi intihar ediyor. Hanemize bir çentik daha atÝldÝ. Yeni Hartz IV’ler, hak

Fransa’da yayÝlan grev ve gösteriler Fransa, Ocak ayÝnÝn ortasÝndan sonra, emekçilerin grev ve eylemleriyle çalkalandÝ. 18 Ocak günü başlayan grev ve gösterilere postacÝlarÝn yüzde 30’u, 19 Ocak’ta demiryolu işçilerinin yüzde 40’Ý, 20 Ocak’ta öğretmenlerin yüzde 65’i, 22 Ocak’ta sağlÝk çalÝşanlarÝnÝn yüzde 50’den fazlasÝ grev ve gösterilere katÝldÝ. Bu üç günde yapÝlan eylemlere, sendikalarla birlikte tüm çalÝşanlar ve öğrenciler destek verdi. UlaşÝm, eğitim ve sağlÝk başta olmak üzere, posta ve elektrik kurumu gibi değişik sektörlerde çalÝşan milyonlarca işçi ve memur, çalÝşma koşullarÝnÝ, “reform” adÝ altÝnda yapÝlan hak

gasplarÝnÝ protesto etmek amacÝyla sokağa indiler. Fransa’nÝn 100’den fazla şehrinde, grevlerin gerçekleştiği sektörlerde ortalama her 3 çalÝşandan birinin protesto eylemlerine katÝldÝğÝ belirtiliyor. (devamÝ sf. 5’te)

Yaflanacak

Dünya Hangi ip üzerinde yürüyeceğiz? İnsanlÝk bilgi, birikim ve teknik olarak ileriye giderken, ekonomik, kültürel ve insani değerler olarak geriye doğru çözülüyor. YaşadÝğÝmÝz Avrupa topraklarÝnda, özellikle son yÝllarda bunu açÝk biçimleriyle görüyor yaşÝyoruz. İşçi, emekçi ve göçmenler olarak, yaşamÝmÝzda her geçen gün artan bir yoksullaşma var. Günlük yaşamÝn bütün evrelerinde bunu hissetmek artÝk kaçÝnÝlmaz oldu. Emekçilerin tarihsel kazanÝmlarÝ olan sosyal haklarÝn gaspÝ sürecinde, yoksullaşma oranÝndaki artÝş yaşam sÝnÝrlarÝnÝda belirler hale geldi. Yoksullaşma; çalÝşÝrken, alÝşveriş yaparken, sokakta dolaşÝrken, gezmek-eğlenmek isterken karşÝlaştÝğÝmÝz bir gerçek. Euro ile birlikte kendini daha fazla hissettiren, sosyal yÝkÝm paketleriyle artan yoksullaşmanÝn doğrudan ve dolaylÝ sonuçlarÝ olan psikolojik travmalara, yozlaşmaya ve düşkünleşmeye tanÝk oluyoruz. YapÝlan araştÝrmalar üzerinden ortaya konulan verilerde, Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yÝlda 58 bin kişinin intihar ettiği söyleniyor. (DevamÝ üçüncü sayfada)

gasplarÝ, özelleştirme, işsizlik dalgasÝ, daha kaç çentik atÝlacak hanemize?

Çukurun dibi yok! Almanya’da yayÝn yapan Bild gazetesinin haberine göre, 41 yaşÝndaki F. Musulinski adlÝ bir Alman, kadÝn pazarlayan bir ajans kurdu. ReklamÝnda, “İşsiz misiniz, güzel misiniz, o halde 2 bin euro sizi bekliyor!” diyor... Ajans, çalÝşma dairesiyle birlikte çalÝşÝyor. ÇalÝşma dairesi, onca genç kÝza “iş” buluyor! Rostock kentinde yaşayan, 21 yaşÝnda ve işsiz olan Mantina Schneidenbach, artÝk iş bulduğu

için mutlu olduğunu söylüyor! İşsizlik ve yoksulluğun yarattÝğÝ çaresizliğe, bizzat devlet desteğiyle “dermanlar” bulunuyor. Bu durum, bu düzende bize açÝlan çukurun dibinin olmadÝğÝnÝn somut örneklerinden sadece biri... İşsizlik ve yoksulluk kÝskacÝndaki yaşamÝmÝz, bir de yozlaşma ile çürütülüyor!

Eylemli, bilinçli, kolektif irademiz! Yeni yasalar çÝkarken susuyoruz. SÝnÝf kardeşlerimiz sokağa çÝktÝğÝnda, grevler yaptÝğÝnda “banane bundan” diyoruz. Gaspedilen haklarÝmÝz karşÝ-

sÝnda elimizdekiyle yetiniyoruz. SorunlarÝmÝza bireysel çareler bulmaya çalÝşÝyoruz. O halde, yeni yoksulluklar, yozlaşmalar bizi bekliyor demektir! Tersini yaratmak da uzağÝmÝzda değil elbet. Umutsuzlukla intihara yönelmek yerine, umudu sÝnÝf kardeşlerimizle birlikte davranmada arayalÝm. Kaybettiklerimize ağlamak yerine, kazanmanÝn mücadelesine sarÝlalÝm. Mutluluk, onlarÝn yarattÝğÝ yoksunluk ve yozlaşma çukurlarÝnda değil, kendi eylemli, bilinçli, kolektif irademizde yaşanacaktÝr.

Tekellerin ortak saldÝrÝsÝ n Geliflen grev ve eylemler, sendikalar›n eliyle bo¤uluyor ve

bitiriliyor. Tüm Avrupa ortak sald›r›larla çalkalan›yorsa, bunlar ortak karfl› koyufllarla, sendika barikatlar› da afl›larak püskürtülebilir. Tarihsel kazanÝmlarÝnÝ ve haklarÝnÝ korumak isteyen işçi ve emekçilerin grevleri yayÝlÝyor. Her yeni gün, bir başka ülkeden grev ve direniş haberleri yükseliyor. Ocak ayÝnda, Fransa ve Almanya’da kamu çalÝşanlarÝ ayaktaydÝlar. Fransa’da son iki yÝlÝn en kitlesel grevi yapÝldÝ. İngiltere’de belediye ve itfaiye işçileri büyük grev hazÝrlÝğÝ içerisindeler. Şubat’ta Fransa’daki emekçilerin eylemleri artarak devam edecek. Almanya, işçi ve emekçilerin yanÝ sÝra, paralÝ, har(a)çlÝ üniversiteleri protesto eden öğrencilerin eylemlerine de sahne olacak. SaldÝrÝlarÝn kalÝcÝlaştÝrÝlmasÝnda sistemin en büyük

dayanak noktasÝnÝ sendikalar oluşturuyor. Gelişen grev ve eylemler sendikalarÝn eliyle boğuluyor ve bitiriliyor. İşçi ve emekçilerin dostu gibi görünen sendikalar, önce sahte eylemlerle emekçilerin “gazÝnÝ alÝyor” sonra da satÝyor. İşte Opel... İşte Mercedes, Volkswagen... İşte Siemens direnişleri. Hepsi de sendikalarÝn eliyle satÝldÝ.

Kazanmak mümkün! Tüm Avrupa ortak saldÝrÝlarla çalkalanÝyorsa, bunlar ortak karşÝ koyuşlarla, sendika barikatlarÝ da aşÝlarak püskürtülebi-

Mezarda emekliliğe karşÝ grev tehdidi İngiltere’de emeklilik yaşÝ 60’dan 65’e yükseltilmek isteniyor. AyrÝca hastalÝk dÝşÝnda en erken emekli olabilme yaşÝ da 50’den 55’e yükseltilecek. Zaten Bair hükümetinin bir önceki yÝl sağlÝk sigortasÝnda yapmÝş olduğu kesintilere yenilerini eklemek istemesi, İngiltere’de hizmet sektörünün tüm sendikalarÝnÝ kÝzdÝrdÝ. AralÝk ayÝnda bir araya gelen sendikalar, hükümeti bu tasarÝlarÝ geri çekmeye çağÝrdÝ.

Kampanya örgütlenecek Sendikalar, kanun geri çekilene kadar ya da çalÝşanlar yararÝna yeniden düzenleme yapÝlÝncaya kadar çok çeşitli kampanyalar örgütleyeceklerini, hizmet sektörü işçilerini sürekli bu konularda bilgilendireceklerini ifade etti. (devamÝ sf. 5’te)

lir. Yeter ki, yerlisiyle-göçmeniyle tüm işçi ve emekçiler, öncelikle kazanÝm elde etmenin mümkün olduğunu görebilsinler... Kazanma iradesine sahip olanlar, örgütlülüklerini de yaratÝr, alternatif hareket biçimlerini de! Biz, göçmen işçi ve emekçiler için de durum aynÝ. Emeklilik yaşÝnÝn yükseltilmesi, çalÝşma saatlerinin uzatÝlmasÝ gibi saldÝrÝlar karşÝsÝnda “bize ne” diyebilir miyiz? Bu saldÝrÝlardan biz de etkilenmiyor muyuz? Cevaplar belli... O halde, biz de işçi ve emekçi kardeşlerimizle aynÝ safta yer alalÝm.

Almanya’da kamu grevleri Almanya Federal Hükümeti’nin çÝkardÝğÝ Agenda 2010 kapsamÝnda yer alan yeni kanuna göre, iş saatleri uzatÝlÝyor ama ücret aynÝ kalÝyor. Bu kanunlar, işçilerin toplu sözleşme hakkÝnÝ yok etmeyi amaçlÝyor. AyrÝca Noel ve tatil parasÝ da kÝsÝtlanÝyor. Ver.di sendikasÝ uzun bir süredir hükümet yetkilileri ve yerel yöneticilerle pazarlÝklar yapÝyor. Hükümet ve yerel yöneticiler çalÝşma saatlerinin yükseltilmesinde direniyor. Ancak yapÝlan görüşmeler henüz sonuç vermedi.

Kamu işçileri grevde Almanya’nÝn bütün eyaletlerinde bulunan kamu işçileri mitingler ve uyarÝ grevleri yaparak devletin sosyal yÝkÝmÝna karşÝ direniyor. Yeni yasayÝ protesto etmek için kamu sektöründe çalÝşan işçilerin başlattÝğÝ grevler sürüyor. Eylemler Almanya’nÝn bütün eyaletlerine yayÝldÝ. Hizmetliler SendikasÝ Ver.di, Hildesheim’da Braunschweig, Osnabrück, Verden ve Hannover’deki kamu çalÝşanlarÝnÝn katÝldÝğÝ bir miting düzenledi. (devamÝ sf. 5’te)


Yaflanacak

Dünya 2

?

O

K

U

R

M

E

K

T

U

P

L

A

R

I

“Ben artÝk korkmak istemiyorum

Editörden

Dopdolu bir gündemle karşÝnÝzdayÝz bu ay. Öyle ki, bazÝ sayfalarÝmÝzÝ hatta manşetimizi de değiştirmek zorunda kaldÝk! Avrupa’nÝn her yerinden eylem ya da eylem hazÝrlÝğÝ haberleri geliyor. Emekçilerin boğazÝna yapÝşan el sÝkÝldÝkça, artÝyor eylemler. Yaşam standartlarÝnÝn hÝzla aşağÝya doğru çekildiğini gören ve böyle giderse eskiyi bile arayacağÝnÝ bilen emekçilerin çÝkÝş arayÝşlarÝ bunlar... ÇÝkÝşÝ göremeyenler de var. Manşetimizde işlediğimiz intihar ve devlet eliyle işletilen fuhuş ajansÝ haberleri, her emekçi gibi bizi de sarstÝ. Haberin takibi sÝrasÝnda zorlandÝğÝmÝzÝ da belirtelim. Magazin haberlerini sündüre sündüre veren medya, Hartz IV nedeniyle gerçekleşen intihar haberini ve fuhuş ajansÝ rezaletini kayda değer bulmamÝş! Ya da o kadar kayda değer bulmuş ki, sosyal yÝkÝmÝn sonuçlarÝnÝ gizlemek için elinden geleni yapmÝş! Ne de olsa “sahibinin sesi”... “Çukurun dibi yok” dedik ya manşetimizde, gazetemiz baskÝya girerken, son dakikada bir haber daha düştü kutumuza: Berlin’de garsonluk yapan 25 yaşÝndaki bir kadÝn, işsiz olduğu için Arbeitsamt’a (İş ajansÝ) baş vuruyor. İş gösteriyor Arbeitsamt, adresi veriyor. Adreste bir genelev çÝkÝyor kadÝnÝn karşÝsÝna. “Ben garsonum, fahişe değil!” diyerek reddediyor kadÝn “işi”. Ve Arbeitsamt, iş gösterildiği halde çalÝşmadÝğÝ için, kadÝnÝn işsizlik parasÝnÝ keseceğini belirtiyor! Kelimelerin yetersiz kaldÝğÝ anlar olur ya, işte öyle bir an bu... Kendinizi o kadÝnÝn yerine koyun. Ya da yarÝn bir gün eşinizin, kÝzÝnÝzÝn, bir arkadaşÝnÝzÝn aynÝ durumla karşÝlaşacağÝnÝ düşünün... İnsanÝn kanÝnÝ donduran bu haber de yeterli yeri alamadÝ “sahibinin sesi” basÝnda.

Hayat bir bisiklete binmek gibidir. Pedal› çevirmeye devam etti¤iniz sürece düflmezsiniz.

Gerçeklefltirece¤iniz her küçük hedef, size bir sonrakini deneme güveni verir.

*** Yaşanacak Dünya, “sizin sesiniz” olma hedefiyle başladÝ yayÝn hayatÝna, bir senedir de bunun peşinde koşuyor. Gazetemizle ilk tanÝştÝklarÝ anda, “Ben günlük gazete okuyorum, haberleri de izliyorum” diyerek gazete almak istememişti bazÝ okurlarÝmÝz. Her bir haberin ve yorumun emekçilerin penceresinden bakÝlarak, yani kendi hayatlarÝnÝ doğrudan ilgilendiren yönleriyle yazÝldÝğÝnÝ gördüler. ArtÝk abone onlar. “Sizin sesiniz” olma ve sesimizi daha fazla duyurma çabamÝz, sizlerin de katkÝlarÝyla sürecek. Evet, sizlerin katkÝlarÝyla... Göndereceğiniz her bir haber, her bir mektup, her bir yazÝ, belki de bir yorum gazetemizde çÝkan bir yazÝ hakkÝnda; yaşamÝn olanca sÝcaklÝğÝ içinde buluşturacak bizi. “Bu gazetede kendimi buluyorum” diyorsanÝz, kendinizi de taşÝmalÝsÝnÝz gazetemize. SayfalarÝmÝz üzerinden kucaklamalÝsÝnÝz diğer okurlarÝmÝzÝ. Kolektif emeğe bir damla da siz akÝtmalÝsÝnÝz. Bekliyoruz...

Karars›zl›k; bilgisizlik ve yeteneksizlikten daha fazla baflar›s›zl›¤a neden olur.

Tam 4 sene önce bugünler… Dumandan atÝlan gaz bombalarÝndan, sÝkÝlan mermilerden, atÝlan yangÝn bombalarÝndan, şarapnel parçalarÝndan ölümü yakalamÝş ve bitişe az kala geçmiş bir grup insan. YoldaşlarÝna, siperdaşlarÝna sarÝlmÝş, saatlerce günlerce ölümü solumuş ürkek ama direngen, binlerce düşmanÝnÝn arasÝnda bile zafer işareti yapacak kadar kendine ve gelecek günlere inanmÝş yiğit insanlar. Ve bu insanlarÝn “Hayata Döndürüldükleri” o gün. 19 AralÝk… Bugün bir anda beynimde şimşekler çaktÝ. Aradan tam 4 yÝl geçti. OnlarcasÝ öldü. Yüzlercesi sakat kaldÝ. O görüntülere kadar ertesi günkü haberler de akÝldan çÝkacak gibi değildi. O görüntülere bakarak “artÝk ölümlerin olmayacağÝnÝ, şeflerin etkisizleştirildiğini, kandÝrÝlmÝş gençlerin artÝk özgür” olduğu anlatÝldÝ. Operasyon görüntülerinin arasÝna gizlenmiş yanmÝş ranzalar, yanmÝş yüzlerle tehdit edildik belki de. Haberlerde en ufak bir “acÝma” belirtisi yoktu. Verilmeye çalÝşÝlan korkuydu. İzleyen herkes “korktu”. Kendini ölenlerin yerine koydu. Belki de “iyi ki ben orada değilim” dedi. Tam bir mühendislik harikasÝ idi anlayacağÝnÝz. Operasyon, içeriye ve dÝşarÝya eş güdümlü yapÝldÝ ve yüzde yüz “başarÝlÝ” idi. “Yenilmez devlet” her zamanki gibi galip gelmişti. Belki işe yaradÝ. Korku dağlarÝ büyüdü aşÝlmaz hale geldi. Tepkisel birkaç eylemden başka derin bir sessizlikle ope-

rasyon onaylandÝ belki de. Evet herkes gibi bende korktum. Ama daha çok korkuya alÝşmaktan korktum. Ölümlere alÝşmaktan korktum. Şu an kendime soruyorum “Peki alÝşabildin mi?” diye. Evet, lanet olsun alÝştÝm! ArtÝk cezaevlerinden gelen haberler bir ‘96’daki gibi beni etkilemiyor. Korkumu büyütüyor belki de. Bu durumda korkuya da alÝştÝğÝm söylenebilir. Bize korkunun her çeşidini tüm ayrÝntÝlarÝna kadar öğrettiler. Ama pek yalnÝz olduğumu zannetmiyorum. “Korkanlar grubu” olarak oldukça kitleseliz! Bizi sindirmek, yok etmek, parçalamak, F-tipi’ne atmak için istedikleri-

olarak hazÝrÝz! Ne kadar saçma

ni yapabilirler ve hatta fÝrsat bulabilirse maaş kuyruklarÝnda, iş kazalarÝnda hatta düpedüz sokak ortasÝnda öldürmek isterlerse yapabilirler. Biz “grup”

şadÝğÝm bu günlerde “Çok korkunç bir film”, “Türkiye böyle bir korku filmi görmedi”. “Çekim esnasÝnda bile korkunç olaylarÝn gerçekleştiği” bir fil-

değil mi? Ne çelişki. Böyle peş peşe sÝralayÝp çelişkisi ile birlikte söyleyince insanÝn “hadi canÝm olur mu öyle şey?” diyesi geliyor. Tam işte böylesi çelişkiler ya-

min reklamÝ yapÝlmaya başlandÝ. Ne tesadüf ki 19 AralÝk’tan birkaç gün önceki galasÝnda yangÝn çÝktÝ. İnsanlarÝn yüzleri dumandan kararmÝş bir şekilde dÝşarÝya fÝrlama görüntüleri ile ekranlarda birinci haber oldu. İşte o an beynimde şimşekler çaktÝ. 4 yÝl öncesi geldi aklÝma. Ben böyle bir korku filmi görmüştüm. Üstelik çok daha korkuncunu. Üstelik onlar dÝşarÝya öyle kapÝlarÝ kÝrÝp çÝkamadÝlar. İtfaiye, polis falan da yardÝmlarÝna koşmadÝ. Bütün devlet kurumlarÝ medyayÝ da arkasÝna alÝp o dört duvar içinde boğmaya çalÝştÝlar bir grup insanÝ. O an tek düşünebildiğim, avazÝm çÝktÝğÝ kadar “yeter artÝk yeterrrr!” diye bağÝrmaktÝ. Ben korku filmi görmek istemiyorum. Görsem bile neden hep ben figüran oluyorum? Neden hep korkan ben oluyorum?.. Neden ben hiç korkunç olamÝyorum? Ben artÝk beni soruşturmayla, işten, okuldan atmakla, açlÝkla, copla, kanla, gaz bombasÝyla, gözaltÝ ile, hapisle, F Tipi ile, MIT’i ile, IT’i ile ve bilumum devlet kurumlarÝ ile korkutmaya çalÝşanlarÝ korkudan gebertmek istiyorum. Ama biliyorum ki bunu tek başÝma yapamam. Üstelik ne yapmam gerektiğini de çok iyi biliyorum. “Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtÝğÝ için korkar” misali artÝk kaçmayacagÝm. Benim yerim mücadele edenlerin yanÝ. AçÝkçasÝ başka çarem de yok. Halil Kara - Berlin

Gettolara karşÝ yabancÝ kotasÝ!

*** Daha önceki sayÝlarÝmÝzda, sizlere daha iyi bir gazete sunabilmek için alt yapÝyÝ güçlendirme hazÝrlÝklarÝ içinde olduğumuzu belirtmiştik. Bu sayÝmÝz, bir projenin hayata geçmesiyle birlikte çÝktÝ. Bildiğiniz gibi Avrupa’ya yönelik yayÝn ve dağÝtÝm yapÝyoruz. HazÝrlÝk aşamasÝnda ülkelerle daha iyi iletişim kurmak, haber ve yazÝ akÝşÝnÝ hÝzlandÝrmak ve teknik süreci de birlikte olumuzlamak için, teknolojinin olanaklarÝndan yararlandÝk. ArtÝk gazetemiz; ülkeler arasÝndaki mesafeyi ortadan kaldÝrarak, amacÝna ve ruhuna daha uygun bir kolektif zeminde hazÝrlanÝyor. Bu adÝmÝ atmÝş olmanÝn mutluluğu içindeyiz. Aylık bir gazeteyle sınırlı kalmak değil niyetimiz. Atılan yeni ve güçlü adımlar var önümüzde. O adımları izleyerek büyütüp geliştireceğiz kendimizi. Artık bir biçimde bu topraklarda yaşayan göçmen işçi ve emekçiler olarak, yazarlarıyla okurlarıyla bir bütündür gazetemiz. Bu bütünlüğü; bireycileşmeye, yozlaşmaya ve hak gasplarına karşı birlikte hareket ederek, haklarına sahip çıkan yerli emekçilerin yanında yer alarak gerçekleştirecek, güçlendireceğiz. Yarınlara daha güvenle yürümek istiyorsak, bu sarmalı büyütmek zorundayız. Bu mutluluk çemberini hep birlikte büyütüp güçlendireceğiz.

Hayat›n en güzel an›, her fleyden vazgeçti¤iniz zaman sizi hayata ba¤layan biri oldu¤unu düflündü¤ünüz and›r.

Almanya’da yaşayan biz göçmenleri, “yönetenlerimiz” ne çok düşünüyorlarmış da haberimiz yokmuş! Köksalıp, dallanıp budaklanan sorunlarımızla ne çok ilgilenmeye başladılar!? Göçmenlerin dil sorununu çözmeye, girişimciliğini geliştirmeye, gettolarda kendi içine dönük yaşamalarına yürekleri yanıyormuş meğer de haberimiz yokmuş! Baktılar dil öğrenmeye kimsenin niyeti yok, en küçük bürokratik işimizden tutun da, oturum alırken bile şart koştular ki dil öğrenmeye yönelelim. Hele göçmenler olarak kendi içine kapanık yaşamlarımız, buranın kültürel ve bilimum zenginliklerine kayıtsız kalmamız o kadar çok üzmüş ki onları, anlaşılan uykuları kaçmış, geceyarılarına kadar düşünmekten helak olup bir çözüm bulmuşlar sonunda.

Ancak hem gecenin hem de kara kara düşünmelerinin sadece karanlık yanı yansımış çözümlerine: “Gettolara karşı yabancı kotası”!!! Brandenburg İçişleri Bakanı Jörg Schönbohm, bakın ne demiş bu karanlık, pardon parlak fikrinde; “... okullar, çocuk yuvaları ve mahallelerde yabancı kotası uygulayalım. Yabancılar gettolar oluşturuyor! Kota, göçmenlerin de yararına, daha kolay Almanca öğrenip, daha iyi entegre olabilirler”!

çok yönlü ilişkiler kurarak dostça kaynaşmak gerekir. O toplumun da ileri değerlerini özümsemek daha da gelişmesine katkı sunmak önemli. O yerin tarihi, kültürel, sanatsal vb. güzelliklerini duyumsamak, tanımak bir insanı zenginleştirir ve gıda gibi gelir. Ayrıca orada yaşıyorsan -ki bu bir süreliğine de olsa- orayı çok yönlü tanımak kadar güzel bir şey olabilir mi?

Çözüm arayışları masumane değil!

Her zaman aynı yöntem. “kullan kullan, işin bitince her türlü olumsuzluğun sorumlusu ilan et, karala, aşağıla, horla ve fırlat at” politikası. Bu düzenin karakteri bu. Yerli, yabancı hiç farketmez, işine gelmediği zaman “çek gitsin ipini... Böl, parçala yesinler birbirini ..!”

Şunu söyleyelim; getto biçiminde yaşamı biz de doğru bulmuyoruz. İçine kapanık olmak, yaşadığı alana ilgisiz kalmak şüphesiz ki onaylanacak bir şey değil. Bulunduğun yerdeki yaşamın içine dalmak, insanlarla

Bu dayatma neden?

Ama huzursuzluğu artan toplum, yerlisi-yabancısıyla her an örgütlü bir güç olarak karşılarına dikilebilir. Çünkü uygulamaya soktukları ve sokacakları yasaların yenilir yutulur, kabullenilir bir yanı kalmadı artık. Kazanılmış bütün hakları elinden alınmak istenenlerin hoşnutsuzluğunu ve biriken öfkesini görüyorlar, uykuları kaçıyor. Gettolara çözüm getirme çabaları da bundan. Amaç birlikteliği dağıtmak. Yerli işçi ve emekçilerin öfkesinin karşısına yabancıları dikmek. Her konuda dil şartını koşmaları da bundan, entegrasyon dayatmaları da. Yoksa bizi ve sorunlarımızı yeni görmüyorlar. Bunlara daha ne kadar suskun kalacağız?!! Nuray AyrancÝ

İkilem arasÝnda bir yer

Gazetemizi sahiplenmeye davet ediyorum

Hayaller ve gerçekler her zaman bir birleriyle çakÝşmÝşlardÝr. Türkiye’deki her genç gibi bende BatÝ hayranlÝğÝ ile büyütüldüm. Şubat 2001 ekonomik krizinden sonra durum daha da çok ağÝrlaştÝ. Sanki Avrupa bütün geleceksizlik halinin çözüm yolu gibiydi.

SabahlarÝ kaltÝğÝmda, rüyamda neler gördüm, neler yaşadÝm, teker teker hatÝrlamak isterim. Bu belki umutsuzluk, belki de umuda açÝlan bir pencere diye düşünürüm. Rüyalar her zaman güzel olmazlar, bazen de karabasanlar görürsün . Ama ben hep güzel rüyayÝ hatÝrlamak isterim. Kim istemez peri masallarÝnda anlatÝlan o güzelim kÝza kavuşmayÝ? Bu belki size çok basit gelebilir ama bu öyle bildiğiniz aşklardan değildir. Bu büyük

bir deprasyona yol açmÝştÝ. Şu anda Avrupa’da üçüncü yÝlÝmÝ doldurdum. Ama devlet bürokrasisinden, ayrÝmcÝlÝğa kadar birçok şey yüzünden hayaller ülkesinde umduğunu bulamayanlardanÝm. Eskiden yurtdÝşÝna çÝkÝşlar çoğunlukla politik nedenlerden olurdu. Şu an herşey ekonomik nedenlere indirgenmiş durumda.

Dil sorunu

Hal böyle olunca Fransa’da yaşayan ailemden beni de yanÝna almasÝ için Ýsrar ettim. En sonunda bir şebeke ayarlayarak Fransa’ya geldim. İlk şoku atlatmam çok zor olmuştu. Yer ve iz bilmemek, birde “herkes”in abuk-subuk fikirleri etkili olmaya başlamÝştÝ. Kime fikir danÝşsan ya bir akrabalarÝ ya da arkadaşÝnÝn işi olmamÝştÝ. BunlarÝn hepsi bende

En büyük problem olan dil sorununu aşma yolundaki gayretlerim yeniyeni meyvelerini vermekte. HaftanÝn belirli günleri bir tercüman arkadaşÝn yanÝnda, insanlara bilgi vermeye yardÝmcÝ olmaya çalÝşÝyorum. Orada ülkeden yeni gelen insanlarÝn çaresizliğine daha fazla tanÝk oluyorum. Bazen trajikomik, bazende bir trajedinin içine balÝklama dalmak zorunda kalÝyorum.

Yaşam sorunu Avrupa’da, “sosyal devlet”in çöküşüyle başlayan hak gasplarÝyla, yaşam her geçen gün biraz daha zorlaşmakta. Geçen

üç yÝla baktÝm. En verimsiz geçirdiğim üç yÝl olduğuna inandÝm. Bundan sonra daha etkin bir sosyal yaşam sürdürmeye karar verdim. Bütün göçmenler, kendi gettolarÝnda yaşar gibi somut fikirleri olan AvrupalÝ solculara inat yaşamalÝ ve politik mücadele anlayÝşÝmÝzÝ bu şekilde yükseltmeliyiz. Hayallerimiz yÝkÝldÝ ama bunlar yeni hayaller kurmamÝza ve hayallerimiz doğrultusunda mücadele etmekden bizi alÝkoymamalÝ. Avrupa, somut gerçeği olan yabancÝlaşmanÝn merkezi durumunda. Bende bu durumdan yer yer payÝmÝ aldÝm. Sonuç olarak buraya genç yaşta gelen arkadaşlarÝn, Türkiye’deki ortamÝ aradÝklarÝ dikkat çekiyor. Herşeyiyle bunun arayÝşÝ içine girilmemeli. Yoksa kaybedilenler daha fazla olur. Yeni bir yaşam değil bütünüyle karşÝmÝzda olan. Ama bütünüyle de aynÝ değil. İşte bence göçmen olmak bu ikilem arasÝnda bir yerdir. SÝrf bu yüzden daha bir devrimcidir bütün hayatlar içinde. Osman Yücel - PARİS

emeklerle, büyük çabalarla elde edilen aşktÝr. Sonuca ulaşmak için ağlarsÝn, gülersin, seversin hatta ölebilirsin. Bu böyle bir aşktÝr. İnsanlar hedeflerine büyük çabalar harcayarak ulaşabilirler.

Tercihlerini kullanÝrken seçici ve bilinçli olurlarsa, amaçlarÝna adÝm adÝm ulaşabilirler. Sevgili ve değerli Yaşanacak Dünya okurlarÝ; kirlenmiş yozlanmÝş ve değerlerden yoksun bÝrakmÝş bir dünyada, insanlarÝ aydÝnlatan ve verdiği bilgilerle dünyadan haberdar eden Yaşanacak Dünya çalÝşanlarÝnÝ tebrik ve takdir etmeli, okurlar olarak elimizden gelen her türlü maddi ve manevi desteği sağlamalÝyÝz. Yaşanacak bir dünya kurmak, sadece Yaşanacak Dünya çalÝşanlarÝn görevi olmamalÝ, herkesin görevi olmalÝdÝr. Bu da desteklerle ve birlikteliklerle olur. Gençler ideolojilerine, değerlerine sahip çÝkmadÝklarÝ zaman bir süre sonra kapitalizmin çarklarÝ arasÝnda yok olup giderler. Gençlerin yeni bir dünya ya da yaşanacak bir dünya kurmak için hedeflerini ve amaçlarÝnÝ keskin bÝçak gibi korumalÝdÝrlar. Bir şeyi kendine amaç edinmiş bir insan, amacÝna ulaşmasa da, ucunda yenilgi olsa da çaba, zahmet, emek harcayarak güzel günler geçirir. Bu belki

onun için bir adÝmdÝr. AdÝmlar adÝmlarÝ getirerek yavaş yavaş amacÝna ulaştÝrÝr.

Yaşanacak Dünya okurlarÝ olarak, güzelim emeklerle yaratÝlan gazetemize her türlü desteği vererek sahip çÝkmalÝyÝz. Ben bir okur olarak, soluğu-

muzu, sesimizi , özlemlerimizi yansÝtan ve hatta rüyalarÝmÝzÝn sesi olan Yaşanacak Dünya çalÝşanlarÝna her türlü desteği vermeye, güzellikleri korumak için onlarla bütünyeşmeye davet ediyorum herkesi. Halk kitlesini koruyacak ve barÝndÝracak olan onlardÝr. Onlar, halkÝn ta kendisidirler. Güzel bir dünyayÝ hep birlikte kurmak için mücadele, mücadele, mücadele... Güneşsiz bir dünya mÝ, yoksa özgürlüğü, adaleti, herşeyi olan dünya mÝ? Seçim sizindir. Bana bu imkanÝ tanÝdÝğÝnÝz için, bütün yüreğimle teşekkürlerimi tekrar belirtmek isterim. Vehbi Gencer-Köln

Yaflanacak

Dünya

AYLIK GAZETE

Der Verein interkulturelle Wissenaustausch (Inter-Wissen e.V.) derne¤inin deste¤i ile ç›kmaktad›r. Merkez Büro: Lasallestr.54· 51065 Köln Telefon: +49-(0)221-57 92 234 - 35 · Telefaks: +49-(0)221-57 92 236 ‹nternet adresimiz: www.yasanacakdunya.net e-Mail: info@yasanacakdunya.net Paris irtibat: Tel.: +33 (0) 618 07 86 18 · e-mail: pydunya@hotmail.com Berlin irtibat: ydberlin@yahoo.com · ‹sviçre irtibat: ydisviçre@yahoo.com Deutsche Bank · Konto Nr.: 343 34 55 · BLZ 370 700 24 · IBAN: DE31 3707 0024 0343 3455 00


Yaflanacak

G

Ü

N

D

E

Avrupa Anayasası onaylandÝ Avrupa Parlemantosu Genel Kurulu, 12 Ocak 2005’te Avrupa Birliği Anayasası’nı onayladı. Yapılan oylamada, 500 “evet’’, 137 “hayır’’, 40 “çekimser’’ oy çıktı. Dört bölüm ve 468 maddeden oluşan Avrupa Anayasası 25 ülkenin devlet başkanının katılımıyla, 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da bulunan Campidoglio Tepesi’nde imzalanmıştı. Böyle bir yasanın hazırlanma süreci Aralık 2001 tarihinde başaltılmıştı. Şimdi AB ülkelerinin tek tek 2006 yılına kadar bu yasayı onaylaması bekleniyor. Yasanın kapsamını, emperyalist güçbirliği şahsında “sermayenin serbest dolaşımı”nı rahatlatmak oluşturuyor. Yasa bunu “garanti” altına alacak “güvenlik ve adalet” kavramlarıyla dolu. Ayrıca Anayasa metninde birliğin “ortak güvenlik ve savunma politikaları”nın çerçevesi de çizilmiş. Yine yasada göçmen politikalarına dair ortak hareket ölçütlerinin de altı çizilmiş.

“Ortak gelecek” Yasa “ortak gelecek” gibi kavramlarla süslenerek, herkesin bilincine sistemin ihtiyaçları te-

kelerin vatandaşları için tüm Birlik’te geçerli, yeknesak bir sığınma statüsü.” Bu statünün nasıl belirleneceğini Sarkozy’nin “şirketlerin ihtiyaçları esas alınmalı” açıklamasında görüyoruz. Aynı sayılı yasanın (g) bendi; “Sığınma veya yardımcı ya da geçici koruma için başvuran ki-

şilerin iç akışının yönetilmesi amacıyla, üçüncü ülkelerle ortaklık ve işbirliğinde bulunulması.” Kampların AB’ye üye ülkelerin dışına taşınma adımlarının yanında, burada kişinin göç ettiği ülkeyle “işbirliği”nden bahsediliyor. Maddelerin nasıl yorumlanıp uygulanacağını yaşam gösterecek.

Göçmen politikasını şirketlerin ihtiyaçları belirliyor

melinde ipotek koymayıda hedefliyor. Emperyalist devletlerin egemenlik ilişkileri ve emek sömürüsünün derinleştirilmesine dayanan bir güçbirliği, sosyal, kültürel ve yaşamsal olarak emekçi insanlığa bir gelecek sağlar mı? Bunların nerelerde, kime karşı, nasıl ortaklaştıklarını bugün Avrupa ülkelerinde eşzamanlı uygulanan politikalarda görüyoruz. Onların ortak geleceğinde, bize bugün karşı karşıya olduğumuz yaşam sınırları-

nın daha fazla daraltıldığı bir yer var. Kendi gelecek tasarımlarını, bize vaddettikleri geleceksizliğin çerçevesini çizdikleri Anayasayı, işçi ve emekçilerin isteyerek kabullenmesini dayatıyorlar.

Göçmen politikaları Yasayla herşeyin çerçevesi çizilir de göçmen politikları unutulur mu? Madde-III 266 sayılı yasanın (a) bendi; “Üçüncü ül-

Son dönemlerde Almanya, Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde hız kazanan bir göçmenlik politikası tartÝşması var. Bunlar yeni göçmen yasalarıyla ete kemiğe büründürüldü. Politikaların içerik ve mantığı anlamak için Fransa’da hükümetin büyük ortağı Halk Hareketi Birliği (UMP) başkanı Nicolas Sarkozy’nin söylediklerine bakmak yeterli olacak.

“Kota sistemi uygulanmalı” “Ben belirlenen planlı göçmenliği tercih ederim. ABD’de, Kanada’da, İngiltere’de olduğu gibi. Almanya’da son dönemlerde bu kota sistemini tasarlıyor. Mesleklere göre veya eğitim tipine göre bir kotanın gerekliliğine inanıyorum. Biz gelecek senelerde Fransa’da şirketlerin ve yönetimin hangi işlere ihtiyaçları olacağını bilme araçlarına sahibiz. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda, kabul edilecek göçmenlerin ülkesini, hacmini ve doğasını biz belirleyebiliriz. İltica sisteminde bir reform yapılmalı. İnsan haklarının çok tehlikede olmadığı bazı ülkeler liste dışına alınmalı.”

Pazartesi randevularÝ... Yoksulluk artÝyor Pazartesi eylemcileri farklÝ bir eylem tarzÝyla sosyal yÝkÝm paketi Agenda 2010’nun bir parçasÝ olan Hartz IV’ü 3 Ocak 2005’te protesto etti. Almanya’da 80 kentte Arbeitsamt’larÝ (İş ajansÝ) bir gün boyunca işlemez hale getirmek amacÝyla yapÝldÝ bu eylem. Köln, Hamburg, Leipzig ve daha birçok kentte Arbeitsamlar işgal edilirken, Berlin ve Wuppertal’de polisin engelmesi nedeniyle kitle içeriye giremedi. Wuppertal’da bir kişi gözaltÝna alÝndÝ.

İşsizlerin eyleminin örgütlemeye dönük çabalar artÝrÝlmalÝ. Almanya’da uzun soluklu bir toplumsal eylem geleneği yok. Pek çok insan Hartz IV’e öfkeleniyor, onun kendi yaşamlarÝna nasÝl saldÝrdÝğÝnÝ görüyor. Kendi olanaklarÝna inanmÝyorlar. Buradaki sendikalar, dövüşmeye istekli değil, hep ödün veriyorlar.

Pazartesi eylemleri ÝsrarlÝ bir şekilde devam ediyor Yavaş yavaş önümüzdeki günlerde tepkiler çoğalacak, bu da eylemlere yansÝyacak. FarklÝ kanallarlan akan eylemlerin birleştirilmesi ve güçlendirilmesi önemli...

Köln röportajlar Barbara: (Köln ÜniversiteFelsefe Bölümü’nde öğrenci) Daha ileri şeyler de yapÝlmalÝ.

Denise Klein: Eylemde az insan olmasÝna şaşÝrdÝm. İnsanlarÝn 1 euro’luk işlere sevindiklerini görüyorum. İnsanlarÝn ütöpyasÝ yok, kendilerini yalnÝz ve güçsüz hissediyor. Her şeyi kabul ediyorlar. Bu eylemler nasÝl bü-

Birgün buluşacağÝz! Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht’i anma yürüyüşünden... UnutmadÝk... İnsanlÝk ve emek için verdiğiniz mücadeleyi de size kÝyanlarÝ da unutmadÝk...

OradaydÝk! Onbinlerin içinde... IşÝğa doğru yürüyüşümüzde bizimleydiniz.

yütülür, çok düşündüm ama bilmiyorum.

n ‹sviçre’de çal›flan nüfusun yüzde 7,4’ü yoksulluk s›n›r›n›n alt›nda yafl›yor.

Mirja: Bu eylemi sessiz ve pasif buluyorum. Bugünkü eylemin asÝl amacÝ, kapÝlarÝ kapatÝp insanlarÝn girmesini engellemekti. Ama bu başarÝlamadÝ, insan sayÝsÝ azdÝ. ParasÝ eksilen tüm insanlar burda olmalÝydÝ. Birçok insan bir şeyleri değiştirebileceğini düşünmüyor. Tek birk eylem ya da bildiriyle, tek bir yoldan olmaz. Daha çok eylem yapÝlmalÝ, ilişki ağlarÝ örgütlemek için daha çok çaba harcanmalÝ. Erdoğan: (Lise öğrencisi, 23 yaşÝnda) Eylem biraz dağÝnÝk. Önderlik boşluğu var. İş AjansÝ ve polis daha kitlesel bireylem bekliyordu. Eylemdeki bölünmeye rağmen, bu yasaya karşÝ duruşun, yasalarÝn kolay kolay yaşama geçirilemeyeceğinin görülmesi açÝsÝndan iyi. Türkiyeli göçmenler, bu konudan bihaberler, göçmen örgütlere iş düşüyor. Bu yasalardan en çok etkilenen yabancÝlar, ama en az harekete geçen de onlar. Bu yasalara karşÝ birleşilmeli.

İsviçre İstatistik Dairesi’nin bilgilerine göre, geçtiğimiz yÝl yaşlarÝ 20 ile 59 arasÝnda olan çalÝşan nüfusun yüzde 7,4’ü yoksulluk sÝnÝrÝnÝn altÝnda yaşÝyor. 2003 yÝlÝnda ise bu oran 6,4 civarÝndaydÝ. YoksullarÝn dörtte birinden fazlasÝnÝn aile üyelerinden iki kişinin tam gün çalÝşÝyor olanlardan oluşmasÝ, yüzde yüz çalÝşanlarÝn da yoksulluktan fazlasÝyla paylarÝnÝ aldÝklarÝnÝ gösteriyor.

Hukuksal ifadelendirmeler arkasÝna gizlenmeye çalÝşÝlsa da tüm yabancÝlar, daha sÝnÝr kapÝsÝndan girmeden “muhtemel şüpheli” olarak tanÝmlanÝyor. Ve bu belirsiz “şüpheli” tanÝmÝna dayanarak, yabancÝlar başta olmak üzere herkesin gözaltÝna alÝnabilmesinin yasal zeminini oluşturuyor. SÝnÝr kapÝlarÝnda veya ülke içinde sudan bir gerekçeyle, herkesin gözaltÝna alÝnmasÝna imkan veriliyor.

di”nden kurtulabileceği savunuluyor. Yasa kapsamÝnda polise geniş yetkiler veriliyor. Örneğin polis sokakta istediği birini yoldan çevirerek üstünü arayabilir. Ve somut bir neden göstermeksizin “şüpheli” tanÝmÝ nedeniyle, gözaltÝna alabilir. Aylarca hapishanelerde mahkemeye dahi çÝkarmadan tutabilir.

Yüksek Mahkeme bile eleştiriyor

Geleceğe doğru ilerlerken engellerin farkÝndayÝz. Rehberimizin ve ufkumuzun da...

DünyanÝn dört bir yanÝndan özgürlük için, sÝnÝfsÝz ve sÝnÝrsÝz bir toplum, yeni bir dünya için öne atÝlanlarÝn esin kaynağÝydÝnÝz.

Bugün ufkun bir başka parladÝğÝnÝ, umutlarÝn bambaşka heyecanlarla taçlandÝğÝ bir gün aslÝnda.

Bir gün buluşacağÝz nasÝlsa. KaranlÝklarÝ yarÝp, ortasÝndan aydÝnlÝğÝ kurtardÝğÝmÝzda!..

İstatistikler, 1990’lÝ yÝllarÝn ilk yarÝsÝnda belirgin bir şekilde yoksulluğun yükseldiğini, ikinci yarÝda duraklama devri yaşadÝğÝnÝ gösteriyor. 1999-2002 yÝllarÝ arasÝnda olumlu gelişmeler kaydediliyor. Ancak 2003’te çalÝştÝklarÝ halde yoksullaşanlarÝn oranÝnÝn 2003’le kÝyaslandÝğÝnda, yüzde 6,4’ten yüzde 7,4’e çÝkarak 231 bin kişiye ulaştÝğÝ görülüyor. Daha somut bir ifadeyle, 137 bin evde yaşanan yoksulluk toplam olarak 513 bin yetişkin ve 233 bin çocuğu etkiliyor. Yoksulluğun çalÝşmamaktan kaynaklandÝğÝ şeklindeki yaygÝn görüş, çalÝştÝklarÝ halde yoksulaşanlarÝn giderek artmasÝyla etkisini giderek yitiriyor. Zira, çalÝştÝklarÝ halde yoksul olduklarÝnÝ fark edenlerin sayÝsÝ her geçen gün artÝyor. Sendika, dernek ve vakÝflarÝn konuya dair yaptÝklarÝ açÝklamalarda ise yoksulluğun ülkede resmi açÝklanan sayÝlarÝn çok üstünde, 500 bin dolayÝnda olduğunu belirtiliyor.

İngiltere’de herkes “terörist” olabilir! İngiltere’de “Acil Anti terör YasasÝ” uygulamada. İçeriği ve kapsamÝ nedeniyle bir önceki dönemde de tartÝşÝlan bu yasa, genel olarak tüm toplumsal yaşamÝ baskÝ ve kontrol altÝna almak için daha sÝkÝ düzenlemeleri içeriyor. Bu yasa ile, hangi ölçülerle belirlendiği kuşkulu bir “şüpheli” tanÝmÝyla, şüphelileri gözlem altÝnda tutarak, Britanya’nÝn “uluslararasÝ terör tehdi-

söz konusu yasa kapsamÝnda gözaltÝnda tutulan sekiz yabancÝ uyruklu adÝna avukatlarÝnÝn yaptÝğÝ başvurunun incelenmesi neticesinde, İngiliz hükümetinin bu uygulamayla, Avrupa İnsan HaklarÝ Sözleşmesi’nin adil yargÝlanma hakkÝna yönelik hükmünü uygulamamasÝnÝn mümkün olamayacağÝ sonucuna vardÝ. İngiliz hükümeti ise “terör şüphelileri”nin mahkemeye çÝkarÝlmadan gözlem altÝnda tutulmasÝnÝn sert, ancak “toplumu saldÝrÝlardan korumak için gerekli bir önlem olduğunu” savunuyor. Söz konusu sekiz tutuklunun çoğunun konulduğu güney Londra’daki Belmarsh Cezaevi, çeşitli insan haklarÝ kuruluşlarÝ tarafÝndan Guantanamo’ya benzetiliyor.

Mesleğini bÝraktÝ

Yasa, İngiltere Yüksek Mahkeme’si tarafÝndan bile Avrupa İnsan HaklarÝ Sözleşmesi’ne aykÝrÝ bulundu. Mahkeme, şüphelilerin mahkemeye çÝkarÝlmadan süresiz gözaltÝnda tutulamayacağÝna hükmetti. 11 Eylül olaylarÝnÝn ardÝndan

3 Dünya

M

İngiltere’nin kÝdemli avukatlarÝndan Lan Macdonald, hükümetin kabul ettiği “Anti Terör YasasÝ”nÝ protesto etmek için, mesleğini bÝraktÝğÝnÝ açÝkladÝ. İnsan haklarÝ kuruluşlarÝ, söz konusu yasanÝn İngiltere’de yaşayan yabancÝlarÝn ve mültecilerin durumunu daha da kötüleştireceğini belirtiyorlar. Mehmet Çelebi

Dünya Yaflanacak

(baştarafÝ birinci sayfada)

Hangi ip üzerinde yürüyeceğiz Seçeneksiz değiliz Bir tarafta, yoksullaşmayÝ derinleştiren hak gasplarÝna karşÝ set olmaya çalÝşan bir hareketlilik, gelişen eylem ve grevler, diğer tarafta düşkünleşme eğilimleri... Kendini dayatan bu iki seçenek karşÝsÝndaki tutum, yarÝnlarÝmÝzÝ belirleyecek koşullarÝn altyapÝsÝnÝ oluşturur. KoşullarÝn dayatmasÝyla sendikal bürokrasiye rağmen direniş ve eylemler geliştiren opel işçisi, bir dönem sonra içine girdiği umutsuzluk sonucu, sendikal bürokrasinin ve patronlarÝn dayatmasÝyla “işimi kaybetmek istemiyorum arabanÝ buradan al” bildirisi dağÝtabiliyor. Ya da kimi durumlarda işçiler dayatmayla birlikte “toplu paramÝ alÝr kendi işimi kurarÝm” arayÝşÝna girebiliyor. AldÝğÝ toplu parayla farklÝ işler kurarÝm hevesi, çoğu zamanda kurduğu işte iflasa sürüklenince kursağÝnda kalÝyor. Bunlar sÝnÝfÝn ortak hareket etme kabiliyetini parçalarken, sonralara da kötü bir miras devrediyor. AynÝ zamanda Almanya’da uyglanan ve önü alÝnmazsa bütün Avrupa’da yaygÝnlaşacak olan, işsizlerin 1 euroluk işlerde sürgüne gönderilmesi, işini kaybetmek istemeyen işçilerde bireycileşmeyi derinleştiriyor. Diğer yanÝyla şikayet ettiğimiz, yakÝndÝğÝmÝz yaşam koşullarÝnÝn iyileşmesi için, işçi ve emekçiler harekete geçerken, göçmenler olarak sessiz kalmayÝ, bunlarÝ görmezden gelmeyi tercih edebiliyoruz. Sonra yerli emekçiler içerisinde artan ÝrkçÝlÝktan şikayetçi oluruz. Oysa, bire bir bizi ilgilendirmediğini düşündüğümüz sorunlarÝn, sonuçlarÝ ortaya çÝkmaya, boğazÝmÝzÝ sÝkmaya başladÝğÝnda birşeyleri gözden geçirmek durumunda kalÝrÝz. Halen elimizde kimi kÝrÝntÝlar varsa, bunlar yerli emekçilerin bugüne kadar kazandÝğÝ haklar sayesindedir. Kendi sorunumuza sahip çÝkmanÝn yolunun onlarla birlikte davranmaktan geçtiğini bilmeliyiz. O zaman, ortak hareket zeminleri yaratÝp sosyal haklar için yürütülen mücadelelere sahip çÝkacak, sorunlarÝmÝzÝ yerli işçi ve emekçilerin sorunlarÝndan uzak görmeyeceğiz.

İlk adÝmlar YaşamÝ kendimiz ve o anki hareket alanÝmÝzla sÝnÝrlÝ görürsek, gerçekler hükmünü sürmeye başladÝğÝnda ne yapacağÝmÝzÝ şaşÝrÝrÝz. Sosyal, kültürel ve yaşamsal olarak düşkünleşmenin eşiğinde yer yerde içinde olunduğu bir kesitteğiz. Bu bazen karşÝmÝza grev kÝrÝcÝsÝ olmak olarak çÝkÝyor. Bazen çamura bulanmÝş bir kişilik. Bazen de yozluğun içerisinde kaybolan bir kuşakla karşÝ karşÝya kalmak biçiminde oluyor. Giderek kimliksizleşen, kişiliksizleşen bir toplum gerçeği uzuvlarÝmÝzÝ sarÝyor. Bütün bunlara gözümüzü kapatmadÝğÝmÝz oranda, toplumsal olarak seçeneksiz kaldÝğÝmÝz bir kesitte değiliz. Herşeyden önce, anlÝk çÝkarlar için küçük hesaplar yapmaktan kendimizi kurtarmak zorundayÝz. YaptÝklarÝmÝzÝ, yapacaklarÝmÝzÝ ve insan ilişkilerimizi bu küçük hesaplarÝn dÝşÝna çÝkarmakla işe başlamalÝyÝz. Başka her şey bir tarafa kendimiz için, çocuğumuz için, geleceğimiz için belli adÝmlarÝ atmamÝz gerekir. Kendimize, topluma ve insanlÝğÝn geleceğine karşÝ sorumluluklarÝmÝzÝ yerine getirmeye başlayalÝm. Bunu başardÝğÝmÝz oranda, yarÝnlar da yaşanacak olan güzelliklere inancÝmÝz artacak. O güzelliklerin ilk adÝmlarÝnÝ bugünden atmÝş olacağÝz. VarsayÝmlar değil, ortada olan gerçekler ve yaşanabilecekler üzerine yazÝyoruz. ÇÝkÝş aldÝğÝmÝz zemin toplumsal gerçekliğimizdir. YarÝnlara olan umudumuz, bunun açÝğa çÝkardÝğÝ güven ve enerji bize yön veriyor.

100 bin kişi sokakata yaşÝyor

İngiltere’de evsizlerin sayÝsÝnÝn 500 bine ulaştÝğÝ açÝklandÝ. Hükümetin açÝklamasÝnda, evsizlere yardÝm edilebilmesi için 150 milyon sterlin tutarÝnda ek bütçe ayrÝlacağÝ belirtildi. İngiliz hükümetinin yaptÝğÝ açÝklamada, evsizlerin yüzde 75’inin kendilerine sağlanan geçici ikamet yerlerinde barÝnmakta olduklarÝna işaret edildi. Hükümet, yakÝn gelecekte yeni bir önlemler paketinin kamuoyuna açÝklanacağÝnÝ da bildirdi. Evsizlere yardÝm amacÝyla kurulan Shelter adlÝ vakÝf ise 100 bin kişinin fiilen sokakta olduğunu, bunun yanÝnda 380 bin kişinin de kendilerine sağlanan derme-çatma yerlerde yaşam mücadelesi verdiğini açÝkladÝ. VakÝf BaşkanÝ Brian Douglas, bunun dünyanÝn dördüncü

zengin ülkesi durumunda olan Ýngiltere için “utanç verici” olduğunu, geçici barÝnaklarÝn evsizlerin, özellikle de evsiz çocuklarÝn üzerinde son derece olumsuz etkiler yarattÝğÝnÝ belirtti. Bekar evsizlerin haklarÝnÝ korumak üzere kurulan Crisis adlÝ vakÝf da, açÝklanan rakamlarÝ “milli bir skandal” olarak yorumladÝ. VakfÝn açÝklamasÝnda, bu rakamlarÝn “sadece buzdağÝnÝn görünen yüzü” olduğu, halen hükümet tarafÝndan sağlanan geçici barÝnaklarda yaşayanlarÝn aslÝnda “gizli evsiz” olduklarÝ kaydedildi. Bu durumda İngiltere’de halihazÝrda 500 bin kişinin evsiz olduğunu savunan vakÝf yöneticileri, acil önlem çağrÝsÝnda bulundu. Serhat AdanalÝ Kaynak: Guardian Newpaper


Yaflanacak

Dünya 4

D

Ü

N

Y

KÝyÝm makinasÝ NATO toplanÝyor!, NATO zirvesi 22 Şubat 2005’te Brüksel’de toplanacak. Zirvenin ayakları olan Savunma Bakanları Toplantısı 9-11 Şubat Nice’te, Güvenlik Konseyi Toplantısı 11-13 Şubat’ta Münih’te yapılacak. Bağlayıcı kararlara son şekli asıl olarak Bürüksel’de verilecek. NATO toplantısının gündemine ilişkin 13 Aralık 2004’te onaltı maddeden oluşan bir bildiri yayınlandı. Deklerasyonda Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya’daki gelişmelerin ele alınacağı, Rusya’nın NATO’ya dahil edilmesi sorularının tartışılacağı belirtiliyor. Bildiride müdahale ve işgal edilen yerlerde sistemi yeniden düzenlemekten bahsediliyor. Burada Kosova, Bosna, Afganistan gibi ülkelerin yanında Irak’ın ismi geçmiyor. Bu, ABD-İngiltere ittifakının bilinçli bir tutumu olsa gerek. İkili, “Biz o işgali hepinize rağmen gerçekleştirdik” kartını masaya sürecektir. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin İran ayağını, rakiplerine elindeki kozun basın-

cıyla tartıştıracak. Toplantı öncesi İran’a saldırı senaryoları bu düzlemde hız kazandı.

Kanlı zirvenin kabusa dönmesi için...

Emperyalistlerin didişmeleri ve bir birilerini yemeleri egemenlik ilişkilerinin doğal bir sonucu. Bizleri ilgilendiren, kıyım politikaları ile emekçi insanlığı geleceksizliğe sürükleyen NATO’nun dağıtılmasıdır. Bunun bir adımı, emperyalist NATO zirvesinin yaptırılma-

masıdır. Emperyalist sistem karşıtları, savaş karşıtı tüm işçi ve emekçiler, NATO zirvesini engellemek için harekete geçmelidir. YapÝlacak eylem, etkinlik ve

gösterilere katılmak, insanlığın geleceğine sahip çıkmak anlamına gelir. Sessiz kalınıp tepki verilmediği oranda, halkları kıyım makinası NATO’nun politikaları onaylanmış olacaktÝr. Dünyayı kana bulayan politakalara ortak olmak istemiyorsak gösterilere katılalım. Anti-

A

Tsunami’den fırsat çıkaranlar

emperyalist güçler 9-11 Şubat Nice’te, 11-13 Şubat Münih’te ve asıl zirvenin yapıldığı 22 Şubat Brüksel’de olacak.

Bush’un Avrupa turu ve karşı çıkışlar Bush, 23 Şubat’ta Almanya’ya geçecek. Ardından İngiltere ve Fransa’ya da gidebileceği bildiriliyor. Bunlar, NATO toplantısında alınabilecek kararların ABD güdümünde uygulanması için Avrupa’nın güçlü ülkelerini ikna turlarıdır. Almanya Barış Konseyi, “Hoş gelmediniz Bay Bush” sloganıyla gösteriler düzenleneceğini açıkladı. Katil Bush’un Mainz kentine sokulmayacağı dile getirildi. Almanya’nın değişik kentlerinde eylemlerin yapılacağı da bildirildi. Bush karşıtları 13 Şubat’ta Mainz’da Alman Sendikalar Birliği’nde (DGB) bir araya gelerek, düzenlenecek gösterileri değerlendirecek. Almanya’yı ilk kez 2002’de ziyaret eden Bush’a karşı Berlin’de onbinlerce kişi yürümüştü.

ABD DÝşişleri BakanÝ Condoleeza Rice, Pentagon’un ve Amerikan tekellerinin hislerine tercüman oldu: “Tsunami, harika bir fırsat!” ABD, bölgeye son hız askeri yığınak yaparken, Endonezya Ordusu 40 bin kişilik bir kuvvetle, Aceh’teki bağımsızlık hareketini ezmeye girişti. Sri Lanka’da Amerikan birlikleri, “yardÝm” adÝ altÝnda Tamil Elam Kurtuluş Hareketi’ne saldÝrÝlarÝnÝ yoğunlaştÝrdÝ. ABD Kuvvetleri’nin Güneydoğu Asya’ya kaydÝrÝlarak yeniden konumlandÝrÝlmasÝ gündemde. 1991-1992 yÝllarÝnda Filipinler’deki Clark Hava Us-

sü’nün kaybÝ ve Subic Bay Donanma Üssü’nün terkedilmesi, ABD’nin bölgeye ilişkin askeri stratejik planlarÝnda büyük bir boşluk yaratmÝştÝ. Şimdi hem yeni dayanaklar kazanmak hem de Endonezya’nÝn yeniden yapÝlandÝrÝlmasÝ ve işgali için gün doğdu.

Uçak gemisi demir attÝ Pasifik Uyarı Sistemi tümden Amerikan eksenli davranıyor. Hint Okyanusu’nda uyardÝğÝ tek yer Diego Garcia Askeri Üssü. Thai Meteroloji Bölümü tehlikeyi fark ettiği halde, ‘işlerin etkilenmemesi’ için hiç kim-

seye haber vermiyor. Hindistan, Sri Lanka ve Tayland, gereksiz bulduğu için Erken UyarÝ Sistemi kurmuyor. Hiçbirinde insan yaşamÝna dönük bir kaygÝ yok. Uydular, sismografik aygÝtlar onca teknoloji ne işe yarÝyor? Bilim ve teknolojide ulaşÝlan devasa boyutlar yüz binlerce insanÝ önlenebilir bir ölümden kurtarmaya yetmiyor. Ama Abraham Linkoln uçak gemisinin ve ABD donanmasÝnÝn 13 bin askeriyle bölgeye demir atmasÝna yarayabiliyor. BunlarÝn ilgi alanÝnÝn, halkÝ kurtarmaktan çok, bölgedeki gerilla hareketlerinin kökünü kazÝmak olduğu artÝk herkesçe biliniyor. Vietnam SavaşÝ’ndan beri Asya’daki en büyük askeri operasyon bu. Bütün leş kargalarÝ bölgenin tepesine çökerken, o korkunç yÝkÝmÝn ortasÝndan ekranlardan bize doğru seslenen acÝ dolu bir yüz, hep aynÝ şeyi söylüyor. Tüm dünya emekçilerine çağrÝ yapÝyor sanki: “Birleşirsek ayakta kalÝrÝz, bölünürsek yÝkÝlÝrÝz!”

Irak’ta “yeni” perde “Demokrasi” sÝrasÝ İran’da n Seçimler, Ortado¤u'da bundan sonra olacaklar› belirleyecek sonuçlara n Dikkat! ABD emperyalizmi, ‹ran'a “demokrasi gebe. Tafllar› yerinden oynatacak sonuçlar›yla “yeni” bir perde açacak. Irak seçimleri, Ortadoğu’da bundan sonra yaşanacaklarÝ belirleyecek sonuçlara gebe. Şii, Sünni, Arap ve Kürtler’den oluşan etnik bileşim, aynÝ zamanda bölge gericilikleri (İran, Suriye, İsrail, Türkiye) ve ABD ile ilişkilerin niteliği ile de birleşerek, son derece karmaşÝk bir tablo oluşturuyor. ABD, Irak seçimlerini BOP planÝ ekseninde ele alÝyor. Çeşitli kesimlerden gelen erteleme uyarÝlarÝnÝ da atfettiği yeni bir “demokrasi” şovu yapma ihtiyacÝ, tüm kaygÝlarÝn üzerinde. 30 Ocak seçimlerinin olmasÝ için, işgal karşÝtÝ direniş merkezi olan Bağdat, Felluce, Ramadi Sünni üçgenini haritadan silmeyi göze alan kanlÝ sindirme ve imha operasyonlarÝnÝn hÝzÝnÝ düşürmedi.

Üç ana blok Yüzlerce parti ve ismin katÝldÝğÝ seçimlerde üç ana bloğun varlÝğÝ sözkonusu: Allavi’ye yakÝn güçler, KDP ve YNK’nÝn oluşturduğu Kürt bloğu, önemli Şii lideri Sistani’nin de desteklediği güçler. ABD zor ve terör yöntemleriyle de olsa Sünni Arap üçge-

Film başa sarılıyor

nini bu “demokrasi” oyununa katamadÝ. Şii bloku da parçalayamadÝ. Bu durum, Şii-İran ilişkileri ve İran’Ýn olasÝ planlarÝnÝn önünün açÝlmasÝ açÝsÝndan ABD’yi kaygÝlandÝrÝyor. Nitekim Irak seçimleri öncesi İran’la ipleri germesinin nedenlerinden biri de budur. Diğer taraftan, işgal boyunca lejyoner ordusu gibi çalÝşan K. Irak’lÝ Kürtlerin seçimlerle özerkliklerini onaylatmalarÝ, Türkiye başta olmak üzere bütün bölge gericilikleri açÝsÝndan ciddi bir kaygÝ. Bu durum, Türkiye’yle

Dünyan›n sokaklar›...

ABD-İsrail ilişkilerini bozacağÝ gibi, tüm bölge dengelerini altüst edecek sonuçlar yaratma potansiyeli taşÝmakta.

“Yeni” perde Irak seçimleri, Ortadoğu’da taşlarÝ yerinden oynatacak sonuçlarÝyla “yeni” bir perde açacak. AçÝlacak bu sahnede bölge haklarÝ malzeme olarak kullanÝlmanÝn ötesinde bir yere sahip değil. Ancak onlar kendi adlarÝna konuştuklarÝnda, her şey gerçek anlamÝna kavuşacak!

Doğan KÝlÝç

10. Paris: “yabancılar semti” İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemlerde Yahudilerin topluca yerleştikleri banliyö ve semtler, Avrupa dillerinde getto olarak tanımlanır. Özellikle Nazi’lerin faşist baskıları sonucu Yahudiler, birlikte yaşamak ve dayanışmayı geliştirmek amacıyla yaşamlarının büyük bölümünü gettolarda sürdürmüşlerdi. Bugün Avrupa’nın bir çok semti, uluslara göre bölünmüş durumda.

götürmeye” hazırlanıyor. Onların demokrasisini Irak'ta gördük.

Amerika’da yayınlanan New Yorker dergisinin haberine göre, ABD ajanlarının İran’da altı aydır çalışmalar yaptıkları ve olası hava saldırıları için hedef belirledikleri ortaya çıktı. Derginin yazarlarından Seymour Hersh, İran’da hala 30’u aşkın bölgede sürdürülen bu operasyonlara geçen yaz aylarında başlandığını belirtiyor.

Getto yaşamı.

mağazalarının camlarındaki Hint’li pop starların fotoğrafları, saçları briyantinli jönler ve içerisi insanla hınca hınç dolu dükkanlar. Hemen yanı başında bir bakkalın girişinde istiflenmiş onlarca Basmati pirinç çuvalı, tezgahta tropikal meyveler, envai çeşit sebzeler. Özellikle akşam iş bitiminde kaldırımlarda biriken insan topluluklarÝ, caddedeki Sri Lanka rengini iyiden iyiye koyulaştırmakta.

Paris’in Kuzey Garı’na giden cadde ile kesişen Faubourg Saint Denis Caddesi’nin bir bölümünü mekan tutan Hintliler ve Sri Lankalılar da, diğer azınlıklar gibi yaşamlarının büyük bölümünü burada geçiriyorlar. Sıra sıra devam eden irili ufaklı dükkanları ilk defa gören biri kendini Sri Lanka’nın bir caddesinde sanabilir. Turizm büroları, berber salonları, restoranlar ve bakkallar her zaman ilk göze çarpanlardan olur. Önünden geçtiğiniz kaset

Sri LankalÝlar’Ýn ve Hintliler’in özelliklerinden biri, iş dışındaki zamanlarını düğünlerde veya dini ayinlerde geçirmeleri. Geleneksel giyim tarzına daha çok kadınlarda rastlanır. Sri Lankalı kadınların temizlik ve çocuk bakıcılığı dışında farklı işlerde çalıştıkları pek görülmez. Erkekler ise Sentier semtinde hamallık yaparak geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Hamallık birkaç kişinin tekelinde olup, adeta mafyalaştırıl-

Getto dışında yaşam.

mış bir iştir. Hamallık yapmak isteyenler bir ekibe girmek zorundadır. Ekipler aracılığıyla mağazalara pazarlanırlar. Gizli köle ticareti kanunlarının hakim olduğu iş koşullarında çok düşük ücretle çalışmak zorundadırlar. Toplumsal gelişmelere genelde duyarsızdÝrlar. Bu yönleriyle kendileri için söylenen “Geleneksel Sri Lankalılar sessizdirler” ünvanını korumayı tercih ederler. Aslında bütün göçmenlerde olduğu gibi “yabancı olma psikolojisi” Sri Lankalılarda da yaygındır. 1 Mayıs gösterilerine katılan 2-3 bin kişinin dışındakiler, yaşamsal olarak geleneklerine bağlÝlÝklarÝnÝ koruyorlar. Faubourg St. Denis caddesi Türk, Kürt, Sri Lanka, Arap, Yugoslav, Arnavut, Afrikalı... azınlıkları içinde barındırmaya, onlara ev sahipliği yapmaya devam ediyor. 10. Paris “yabancılar semti” unvanını daha uzun seneler koruyacağa benziyor.

“İran’da kitle imha silahlarÝ var!” ABD, İran’Ý kitle imha silahÝ bulundurmakla ayrÝca nükleer silah yapÝmÝnda kullanÝlan uranyum maddesini geliştirmekle suçluyor. SaldÝrÝ sÝrasÝnÝn İran’a geldiğini açÝkça telaffuz ediyor. YüzyÝlÝmÝzÝn “demokrasi ihracatçÝsÝ” ABD’nin nedense hep Ortadoğu’da elinde “tehlikeli oyuncaklar” bulundurduğunu iddia ettiği ülkelere, demokrasi ihraç etme gereği duyuyor. ABD’nin, kendi elinde bulundurduğu silahlardan dolayı kendisine veya İsrail’e ne zaman saldıracağı bir tarafa, aynı sudan bahaneyle de olsa İran’a saldırmasının altında yatan gerçek sebep ne?

Çatlak sese izin yok! Sebep, ne ABD’nin teröre karşı mücadelesi ne de insanlığı nükleer silah belasından kurtarma isteğidir. Böyle olsaydı, ABD’nin önce kendi elindeki nükleer silahları imha etmesi gerekirdi. Sorun, tüm Ortadoğu ülkelerinin ABD’nin çıkarlarına taş koymayacak şekilde hizaya çekilmesidir. Emperyalizm açısından, içinde bulunduğumuz yüzyılda, dünyaya hakim olmanın yolu Ortadoğu’ya hakim olmaktan geçiyor. Gerek dünyanın enerji rezervlerinin büyük çoğunluğunun Ortadoğu’da bulunması, gerekse önümüzdeki bir kaç on yıl içerisinde dünyanın süper gücü olacağı öngörülen Çin ve Çin’le işbirliği içerisindeki Rusya’nın gelişimlerinin sınırlandırılması için ABD, Ortadoğu’ya tam hakim olmak istiyor. Sırasıyla Afganistan ile Irak’ın “silah zoruyla” işgal edilmesi ve Ortadoğu’ya komşu ülkeler olan Gürcistan ve Ukrayna’nın “kadife devrimlerle” ele geçirilerek, işbirlikçileştirilmeleri de aynÝ amaca hizmet ediyor.

İran hedef tahtasında Fakat ABD, Ortadoğu’ya tam hakimiyetin İran’ın işgal edilmesinden geçtiğini de biliyor. İran ise ABD saldırganlığının kendisine doğru yöneldiğini görüyor ve bölgesel güç olma yolunda adımlar atıyor. İran, İslam ülkeleri içerisinde ABD yörüngesine girmeyen tek ülke olma konumunu sürdürmesinden dolayı, ABD’nin hedef tahtasında giderek “12’ye” yerleşiyor. Dini açıdan İslam ülkeleri nezdinde ciddi bir itibarı, daha da önemlisi stratejik ve ideolojik bir konuma sahip olması, askeri açıdan da Ortadoğu ülkeleri içerisinde diğerlerine nazaran daha yetkin ve güçlü olması ABD açısından İran’ın ne pahasÝna olursa olsun bertaraf edilmesini zorunlu kılıyor.

İran, bölgesel güç olma konusunda Türkiye, Suriye, vd. ülkelerle işbirliğini, giderek güçlendirimeye çalÝşÝyor. Türkiye’nin bağımsız bir Kürt devletinin oluşturulmasına karşı gerçekleştirdiği politikalar, İran’la işbirliğini derinleştiriyor. Abdullah Gül’ün son İran ziyareti, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 15 milyar dolara çıkartılması vb. hedefler ve geliştirilen yakın işbirliği ABD’nin, İran hedefinde elini daha da çabuklaştırmasını zorunlu kılıyor. Dikkat! ABD emperyalizmi, İran’a “demokrasi götürmeye” hazırlanıyor. Onların demokrasisini Irak’ta gördük. Midemiz, Ebu Gureyb’deki “demokrasi manzaralarını” bir kez daha kaldıracak kadar geniş olmamalı.

Seçimlerin ardÝndan Filistin n Tarihleri boyunca bir kez bile seçim sand›¤›na gitmemifl bölge halklar› aç›s›ndan Filistin seçimleri tarihsel önemdedir. Filistin, burjuva demokrasisinin şekilsel motifleri düzeyinde de olsa belirli bir “dengeye” kavuştu. Bu durum, bölge ve dünya halklarÝnÝn gözlerini boyamakta kullanÝlacak bir malzemeden öteye gitmiyor. Tarihleri boyunca bir kez bile seçim sandÝğÝna gitmemiş bölge halklarÝ açÝsÝndan Filistin seçimleri tarihsel önemdedir.

mamÝş olan Filistin güvenlik gücünü oluşturmak ve özelde radikal silahlÝ gruplarÝ, genelde ise Filistin halkÝnÝ terör ve sindirme yoluyla hizaya çekmekti. Bunu yapamadÝğÝ koşullarda tescilli işbirlikci M. Abbas muhatap dahi alÝnmayacaktÝ. Abbas’Ýn sandÝktan çÝkmasÝnÝn hiçbir kÝymet-i harbiyesi yoktu!

İsrail’in ataklarÝ

1 Temmmuz 2003 Washington görüşmesi

Bir hafta geçmeden... Fakat bunlar madalyonun görünen, ama çok kÝsa sürede aşÝnacak olan yüzü. Daha seçimlerin üzerinden bir hafta bile geçmeden, Gazze sÝnÝrÝnda, İsrail geçiş noktasÝna düzenlenen intihar eylemi, neyin ne olduğunu açÝğa çÝkaran bir katalizör oldu. Eylem sonrasÝ İsrail ve ABD aynÝ dilden konuşarak seçimlerin galibi Mahmut Abbas’Ý görevini yapmamakla suçlayÝp, görevlerini hatÝrlattÝlar. Görevi, bugüne kadar yapÝl-

İsrail bunu hatÝrlatmak için, tüm "barÝş" görüşmelerini kesip, saldÝrganlÝğÝnÝn dozunu yükseltti. YapÝmÝna 8 aydÝr ara verdiği Filistin’i ikiye bölen duvar çalÝşmalarÝnÝ başlattÝ. 1948’de çÝkardÝğÝ Toprak İstimlak Kanunu’nu on yÝllar sonra yeniden yürürlüğe soktu. Bu kanunla, İsrail devletinin kurulmasÝndan sonra topraklarÝnÝ terkedip sürgüne giden Filistinliler’e ait bin hektarlÝk araziye el koyacağÝnÝ açÝkladÝ. Ki o arazi bugün yüzlerce Filistinli’nin

ekip biçerek karnÝnÝ doyurduğu topraklarÝ kapsamaktadÝr! Diğer taraftan da, sivilleri de hedef alan kanlÝ operasyonlarÝna hÝz verdi. Taa ki Abbas, Gazze Şeridi’ne 3 bin kişilik seçilmiş polis gücü yerleştirip, Filistin polisiyle Gazze’de operasyonlar düzenleyinceye kadar. Ve bu arada Hamas ve İslami Cihat gibi silahlÝ radikal gruplarÝ bu gösterilerle birlikte ateşkese ve "barÝşa" ikna edinceye kadar!

Şu anda Filistin, silahlÝ radikal İslamcÝ gruplarÝn da belirli oranlarda sistem içine çekilmesiyle BOP planÝ yolunda ilerliyor. Filistin halkÝ başta olmak üzere tüm bölge halklarÝ kendi iradelerini konuşturmadÝkça emperyalizm ve tüm gerici güçlerin çÝkar oyunlarÝnÝn malzemesi olmaya devam edecektir. Süreç, Filistin’deki hiçbir gücün halkÝn gelecek özlemlerini temsilcisi olmadÝğÝnÝ bir kez daha göstermiştir!


Yaflanacak

E

Sendikal Forum

Doğan Roni

M

E

K

D

Ü

N

IG Metall TİS’leri satÝyor Almanya’da kurulu bulunan Siemens tekeli ile IG Metall sendikasÝ arasÝnda imzalanan yeni bir anlaşma, yeni hak gasplarÝnÝ ortaya çÝkardÝ. “Ek sözleşme” olarak adlandÝrÝlan yeni anlaşmada, servis bölümlerinde çalÝşan 20 bin işçinin haftalÝk çalÝşma süreleri 35 saaten, 37 saate çÝkarÝldÝ. AyrÝca, yÝlbaşÝ ikramiyeleri de kesildi. ÇalÝşanlarÝn fazla çalÝşma ile uğrayacaklarÝ kayÝplar içinse “değişken” ve “kâra dayalÝ ikramiye” gibi belirsiz tanÝmlamalar yapÝldÝ. Siemens, iç ettiği haklara karşÝlÝk ise 20 çalÝşanÝna 31 Eylül 2009 tarihine kadar işyeri güvencesi vaad etti. İşbirlikçi sarÝ sendika IG Metall, anlaşmayÝ “işyerlerini güvenceye alan başarÝlÝ bir sözleşme” olarak tanÝmlarken, Siemens Şefi Heinrich von Pierer ise, “Almanya’daki tesisleri uzun vadede güvenceye alan, örnek bir sözleşme” dedi. Anlaşma 1 Nisan 2005’de yürürlüğe girecek. Yani Siemens, bu tarihe kadar dilediği oranda çalÝşanÝn işine son verebilecek.

40 saat saldÝrÝsÝnda sÝra Audi’de Almanya’da 40 saat saldÝrÝsÝ son sürat sürüyor. DaimlerChrysler, Siemens, Opel, Volkswagen vb. tekellerden sonra bir Volkswagen ortaklÝğÝ olan Audi de 40 saat saldÝrÝsÝ için düğmeye bastÝ. Audi şeflerinden Martin Winterkorn, Toplu İş Sözleşmesine (TİS) dair yaptÝğÝ açÝklamayla saldÝrÝnÝn startÝnÝ verdi. Winternkorn yaptÝğÝ açÝklamada, “ÇalÝşanlarÝmÝzÝn daha esnek ve daha uzun çalÝşmak zorunda kalacaklarÝnÝ düşünüyorum” dedi ve trajikomik bir şekilde de ekledi: “Son dönem bundan farklÝ bir sözleşme imzalandÝğÝnÝ hatÝrlamÝyorum. Audi’de neden farklÝ bir yol izlensin?” Winternkorn ayrÝca, Almanya’daki işyerlerinin korunmasÝnÝn tek yolunun üretim süresinin uzatÝlmasÝna ve ücretlerin düşürülmesine bağlÝ olduğunu söyleyerek aba altÝndan sopayÝ da salladÝ: “Aksi taktirde üretimi Almanya dÝşÝna kaydÝrmak zorunda kalÝrÝz”. Audi, TİS’te ayrÝca cumartesi ve gece vardiyalarÝ için ödenen ek ödemeleri de kaldÝrmak istiyor. Böylece Audi, Almanya’da son bir yÝldÝr imzalan diğer TİS’lerdeki gibi kölelik zincirini sÝklaştÝrÝcÝ, kazanÝlmÝş haklarÝ gasp edici bir yol izleyeceğinin sinyalini de vermiş oluyor.

A

S

5 Dünya

I

Fransa’da yayÝlan grev ve gösteriler n “10 y›ld›r bu flekilde ilk defa birlikte ortak bir eylem yap›yoruz. 5 fiu-

Grevler ve SendikalarÝn Rolü Kitlesel grev ve direnişler, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere tüm Avrupa metropollerinde yaygÝnlaşÝyor. Fransa’da 17 Ocak’ta başlayan eğitim, ulaşÝm, sağlÝk ve diğer sosyal hizmet alanlarÝndaki kamu çalÝşanlarÝnÝn grevleri, yüzde 40 katÝlÝmla tüm ülkeye yayÝldÝ. işçiler ve sendikalar, eylemleriyle hükümetin ekonomik tasarruf amacÝyla yürürlüğe koyduğu bir dizi reform politikalarÝnÝ protesto ettiklerini ve Şubat ayÝnda ülke çapÝnda eylemlerine devam edeceklerini açÝkladÝlar. Şubat ayÝndaki grevlere, özel sektörde çalÝşanlarÝn da katÝlÝmÝ bekleniyor. 2003 yÝlÝndan sonra ilk defa bu kadar yaygÝn grev ve eylemliliklere gidilirken, işçiler ve emekçiler karşÝ karşÝya olduklarÝ genel bir saldÝrÝya, ulusal ve uluslararasÝ düzeyde karşÝ koymaya ne kadar hazÝr? Sendikalar bu süreci daha ileri düzeyde bir eylemliliğe taşÝyabilir mi? Yeniden yükselen bu grev dalgasÝ aynÝ zamanda işçi sÝnÝfÝ hareketinin düzeyini, grevlerin ve sendikalarÝn tahrisel rolünü ve sorunlarÝnÝ da gündeme getiriyor. Genel olarak işçilerin ekonomik, demokratik talepleri etrafÝnda örgütlenen sendikalar; ülkelere, oradaki işçi sÝnÝfÝnÝn mücadele ve örgütlülük düzeyine, sÝnÝf içindeki farklÝ ideolojik ve siyasi eğilimlerle bölünmüş durumda. Kapitalizmin ilk evresinde büyük kitle tabanÝ olan bu sendikalar, kapitalizmin ileri aşamalarÝnda, özellikle eperyalizm çağÝnda büyük oranda burjuva devlet kurumlarÝ gibi gelişip büyüdüler. SÝnÝf sendikacÝlÝğÝ çizgisini giderek içten içe kemiren sendikal bürokrasi de bu süreçte gelişip yönetimlere hakim olmaya başladÝ. Lafta “demokrasi” denmesine rağmen işçilerin iradesi hiçe sayÝldÝ. İşçi sÝnÝfÝna hizmet etmek, sendikal mücadeleyi yükseltmek yerine, her fÝrsatta engel olmaya çalÝştÝlar. İşçiler, çoğu zaman sendika desteği olmadan, daha da önemlisi, onlarÝn engellemelerine karşÝn greve gitmek zorunda kaldÝ. Günümüzde de genel olgu budur. Kuşkusuz halen sÝnÝf sendikacÝlÝğÝ çizgisinde direnmeye çalÝşan sendika ve sendikacÝlar da var ama bunlarÝn sÝnÝf içindeki etkisi oldukça sÝnÝrlÝdÝr. SendikalarÝn sÝnÝf mücadelesine sÝrt çevirmesi ile işçilerin sendikalardan uzaklaşmasÝ bir madolyonun iki yüzü gibidir. Genel olarak sendikalarÝn taban kaybÝ, Avrupa’da son otuz yÝlda üçte iki. SendikalarÝn durmadan kan kaybetmesinin çok köklü ekonomik, ideolojik ve siyasi nedenleri var. Küreselleşen kapitalizmle büyük sermayenin ucuz iş gücü alanlarÝna akÝşÝ, özelleşmelerle gündeme gelen toplu işten çÝkarmalar, teknolojik gelişmeler, vb. nedenlerle büyüyen işsizler ordusu, çalÝşan işçilerin işini kaybetme korkusu, taşeron işçiliği, sendikal mücadeleyi torpilleyen önemli faktörlerdir. AyrÝca Doğu Bloku’nun çöküşüyle kapitalist, emperyalist sistemin tek başÝna dünyaya hakim oluşu, sol partilerin iktidarlarÝnÝ kaybetmelerinin yanÝ sÝra, işçi sÝnÝfÝ adÝna hareket eden parti ve örgütlerin, döneme ilişkin alternatif politika ve örgütlenmeleri yaratamamasÝ, işçi sÝnÝfÝnÝ bugün her zamankinden daha çok burjuva demokrasisine ve parlamenterizmine boyun eğdirmiş, sÝnÝf sendikacÝlÝğÝ çizgisinde de önemli kÝrÝlmalara neden olmuştur. Gelinen noktada işçiler, sendikalara güvenmediklerini söylüyorlar ama kendilerini savunabilmek için sendikalarÝn onlar için vazgeçilmez olduğunun da bilincindeler. Bu bilinç, grev ve eylemlerle daha da olgunlaşÝp yaygÝnlaşacaktÝr.

Y

bat'ta Genel Grev yap›lacak ve bütün sektörler bu eyleme kat›lacak.” Diğer taraftan bedellerle kazanÝlan 35 saatlik haftalÝk çalÝşma süresi yükseltilmek isteniyor. Bu tarihsel kazanÝmÝn budanmasÝ saldÝrÝsÝna karşÝ da Fransa çapÝnda genel grev ve eylemler gündemde. Paris’te 20 Ocak’taki yürüyüşte yaptÝğÝmÝz röportajlardan:

(I. sf. devam)

Hak gasplarÝnÝn kapsamÝ Euro’nun dolaşÝma girmesinden bu yana, Fransa’da yaşam standartlarÝ hÝzla düştü. Fransa patronlar klubü MEDEF’in is-

tekleri doğrultusunda yapÝlan reformlarla sosyal haklar kÝrpÝldÝ. İşsizlik sigortasÝ ödemeleri hem miktar hem de süre olarak düşürüldü. Beraberinde çalÝşanlarÝn sağlÝk ve sosyal harcamalarÝna ek ödemeler getirildi.

Öğretmen: Bu eylemi 7 sendika organize ediyor. Grevin amacÝ, politik misyonerlerin eğitimde yaptÝklarÝ referandumu ve özelleştirmeyi durdurmak. UluslararasÝ düzeyde liberalizasyonu uygulamaya çalÝşÝyorlar. Öğrenci: Devletin eğitimde yaptÝğÝ yeni reformlarÝ desteklemiyoruz. Bu reformlar öğrenciler

Mezarda emekliliğe karşÝ grev n Nisan ay›na kadar hükümet yasay› geri çekmezse ya da makul s›n›rlar içinde yeniden düzenlemezse, tüm hizmet sektörü sendikalar› greve haz›rlan›yor. (I. sf. devam)

Bu kanundan sayÝlarÝ milyonlarÝ bulan yerel hükümet ve belediye çalÝşanlarÝda etkilenecek gibi görünüyor. Bu yüzden de tüm yerel hükümet ve belediye bölgelerinde çalÝşanlar, bu konuyla ilgili bilgilendiriliyor. UNİSON ve TUC işçi sendikalarÝ çeşitli kampanyalarla kamuoyunun dikkatini çekmeye çalÝşÝrken, tüm İşçi Partili milletvekillerine de mektup göndererek hükümeti uyarmalarÝnÝ ve kendilerine destek vermelerini istiyorlar. SendikalarÝn web sitelerinden çeşitli broşürler, el ilanlarÝ afişler temin etmek mümkün hale getirilmiş. Böylece bölgelerde çalÝşanlara örgütleyecekleri kampanyalarda kullanmak üzere çeşitli malzemeler sağlanmÝş oluyor.

(I. sf. devam)

lacak ve bütün sektörler bu eyleme katÝlacak. BazÝ sendikalar bu eylemlik sürecini devam ettirmeyi düşünüyor.

Korel Tanguy CFDT-Finances: Hizmet sektöründe yaşanan kötü koşullardan ve ücretlerin 5 yÝldÝr arttÝrÝlmamasÝndan dolayÝ bu eylemler yapÝlÝyor. AynÝ zamanda özelleştirme özellikle posta sektörü ve elektirik söktöründe ağÝrlÝklÝ bir biçimde uygulanmaya çalÝşÝlÝyor. Bu yürüyüşte daha duyarlÝ olduğu için eğitimciler ağÝrlÝkta. AynÝ zamanda demir yolu işçileri, posta işçileri, sağlÝk işçileri, vb. yer alÝyor. 10 yÝldÝr bu şekilde ilk defa birlikte, ortak bir eylem yapÝyoruz. 5 Şubat’ta Genel Grev yapÝ-

SağlÝkçÝ: Hizmet söktöründe ücretlerin yükseltilmesini, işten çÝkartmalarÝn son bulmasÝnÝ ve iş yerinde saygÝnlÝk istiyoruz. Bugün burada bir çok sektör yer alÝyor; eğitim, posta, sağlÝk, kültür, demir yollarÝ, vb. Bizler devletin kurumlarÝnda çalÝşÝyoruz ve 5 yÝldÝr hiçbir ücret artÝşÝ yapÝlmadÝ. Bunun yanÝ sÝra çalÝşma koşullarÝ gittikçe kötüleşiyor, işten çÝkartmalar artÝyor. Bizler ücretlerimizin yükseltilmesini ve işten çÝkartÝlmalarÝn durdurulmasÝnÝ istiyoruz. Bu eylemlikler sürecek ve sürmeli de.

KÝyÝm çarklarÝ n “fiirketin gelece¤ini güvence alt›na almak için personele ac› vererek baz› ad›mlar atmak zorunday›z” Avrupa’nÝn birçok ülkesinde düşük maliyet arayÝşÝndaki tekellerin yatÝrÝmlarÝnÝ başka ülkelere kaydÝrmasÝ nedeniyle onbinlerce kişi işten atÝlacak. Avrupa’nÝn ve ABD’nin önde gelen firmalarÝ “yeniden yapÝlanma ve tasarruf” adÝ altÝnda işçi çÝkarmaya ağÝrlÝk verecek.

Kitlesel kÝyÝmlar

Mezarda emeklilik UNİSON Genel Sekreteri Dave Prentis, yine hükümetin yaptÝğÝ istastistiki çalÝşmalarÝ örnek göstererek, “Hükümet açÝkça yerel teşkilat çalÝşanlarÝ-

nÝ mezarda emekli edecek şekilde düzenlemeler yapmak istiyor. Bu yasa bu haliyle bizleri üretimden gelen gücümüzü kullanmaya itiyor. Grev önümüzde bir alternatif olarak durmaktadÝr.” dedi.

Almanya’da kamu grevleri Braunschweig ve Hildesheim kentlerinde yaşayan binlerce kamu kuruluşu çalÝşanlarÝ grev yaptÝ. Hildesheim, Lüneburg, Wilhelmshaven, Osnabrück ve Oldenburg’da üniversitelerde çalÝşan çoğu işçi de grevler zincirine katÝldÝ. Münih’te ise yüz kadar klinik çalÝşanÝ öğle saatlerinde iş bÝrakarak uyarÝ grevi yaptÝ. Akşam saatlerinde ise Regensburg’da protesto gösterisi yapÝldÝ. Saksonya’da Yol ve Otoban

için oldukça zor koşullar yaratacak. Bundan kaynaklÝ biz öğrenciler çok kÝzgÝnÝz ve bu reformlara izin vermeyeceğiz.

Özellikle otomotiv sektöründe yoğun olarak işçi çÝkarÝlacak. Firmalar, bu yÝl ve önümüzdeki yÝl 100 bin kişiyi işten atmayÝ planlÝyor. CBI’nÝn araştÝrmalarÝna göre 10 yÝl içinde İngiltere’de çalÝşan tüm vasÝfsÝz ve yarÝ vasÝflÝ işçiler, işsiz olacak. General Motors’un 2006’ya kadar 12 bin kişiyi işten çÝkaracağÝnÝ açÝklamasÝ, tüm Avrupa’ya yayÝlan greve neden oldu. AmerikalÝ Delta Airlines, 6 bin 900 kişiyi işten çÝkaracağÝnÝ

OnarÝmÝ Dairesi’nde çalÝşan bin işçi grev yaptÝ. Göttingen’de üniversite kliniğinde çalÝşan 700 kişi greve katÝldÝ. Hannover ve Wunstorf’da da hastane çalÝşanlarÝ kÝsa bir süreliğine iş bÝraktÝ. Hannover’de protesto gösterisi yapÝldÝ. Bremen’de 73 anaokulunda, bin 200 eğitimci grev yaptÝ. Kiel ve Lübeck’de eyalet idaresinin 300 çalÝşanÝ iş bÝraktÝ. Saarland eyaletinde 2 bin grevci, protesto eylemi yaptÝ. Bavyera ve Hessen eyaletlerinde yüzlerce insan greve destek sundu.

açÝkladÝ, yine ABD’nin en büyük telefon şirketlerinden SBC Communications da 2005 yÝlÝnda 10 bin kişinin yani iş gücünün yüzde 6’sÝnÝn işine son verecek. En çok işten çÝkarma haberleri ise Almanya’dan geliyor. Almanya’nÝn önde gelen telekomünikasyon, otomobil ve inşaat tekelleri, bu yÝl ve gelecek yÝl binlerce çalÝşanÝ işten çÝkarmayÝ planlÝyor. 22 bin çalÝşanÝ olan Alman telefon şirketi T-mobile 2 bin 200 kişiyi işten çÝkartacak.

“Tasarruf”muş! Volkswagen şirketi de önümüzdeki birkaç yÝl içinde binlerce işyerini yok etmeyi planlÝyor. Personel sayÝsÝnÝn azaltÝlmasÝ şirket yönetiminin “For Motion” adlÝ tasarruf paketi çerçevesinde olacağÝ belirtildi. Wolfsburg’da 3 ile 4 bin civarÝnda işçinin işine son verilebileceği belirtiliyor. DünyanÝn en büyük finans tekellerinden Deutsche Bank, yatÝrÝm bankacÝlÝğÝ alanÝnda 6 bin çalÝşanÝnÝ işten çÝkartacak. Deutsche Bank’Ýn Londra’da çalÝşan personelinden yüzlercesi bugünlerde işten çÝkarÝlacaklarÝ haberini almÝş durumda. AynÝ şekilde New York’ta da 2 bin kişi işten atÝlacak. Siemens Yönetim Kurulu BaşkanÝ H. von Pierer, yaptÝğÝ açÝklamada; “Şirketin geleceğini güvence altÝna almak için personele acÝ vererek bazÝ adÝmlar atmak zorundayÝz” dedi.

Opel’de sular durulmuyor!.. YaşlÝ işçilerin alacaklarÝ tazminatÝn yüksek olmasÝ nedeniyle Opel yönetimi, daha çok genç işçilerin işten çÝkmasÝnÝ

Dikkat! IG Metall yine satÝyor

Opel’de sular durulmuyor. Bilindiği gibi Opel yönetimi, Avrupa’da toplam 12 bin işçinin işine son vermeyi ve bu yolla yÝlda 500 milyon euro tasarruf etmeyi planladÝğÝnÝ açÝklamÝştÝ. Almanya’da işten atÝlmak istenen işçi sayÝsÝ 9 bin 500. Rüsselsheim fabrikasÝ, yok edilecek 5 bin 500 işyeri ile birinci sÝrada geliyor. Rüsselsheim’i, 3 bin 600 işyeri ile Bochum ve 400 işyeri ile de izliyor. Opel yönetimi, grev ve fabrika işgalleri üzerine geri adÝm atmÝş ve çÝkÝşlarÝ zamana yaymÝştÝ. Yönetim, zorla çÝkÝşlarÝn işçilerin direnişine çarptÝğÝnÝ görünce, paralÝ çÝkÝşlarÝ gündeme getirdi.

IG Metall sendikasÝ ise, diğer tekel işçilerinin TİS’lerinde yaptÝğÝ gibi, Audi işçilerini de satmaya hazÝrlanÝyor. SendikanÝn Bavyera Bölge BaşkanÝ Werner Neugebauer, Audi’yi basÝna açÝklama yapmakla suçladÝğÝ açÝklamasÝnda, “Audi basÝna açÝklama yapmadan önece bizimle görüşmeliydi. Görüşmelerde bir sonuç alÝnmadan, basÝna açÝklama yapÝlmasÝ bir sorumsuzluk” diyerek, sözde ne kadar işçi yanlÝsÝ olduğunu gösterdi.

Yine yan çiziyorlar Kendi isteğiyle çÝkÝş almak isteyen işçilere 150-200 bin euro verileceğini açÝklayan Opel, şimdi tazminat ödemelerinde de yan çizmek istiyor.

istiyor. Fakat işten çÝktÝktan sonra neyle karşÝlaşacağÝnÝ bilen genç işçiler, çÝkÝş almaya yanaşmÝyorlar. Opel, işçiler arasÝnda “gençyaşlÝ” ayrÝmÝ yaparak, gelişebilecek bir grevi içerden parçala-

manÝn peşinde. Bunu gören işçiler, “Opel işçisi genci ve yaşlÝsÝyla bir bütündür” açÝklamasÝ yaparak, yönetimin oyununa

leriyle çÝkmamasÝ durumunda “zorunlu çÝkÝşlarÝn” verileceğini söyleyerek, sopayÝ salladÝ.

IG Metall aldatÝyor!

gelmeyeceklerini duyurdular. Bunun üzerine yönetim bir yandan daha önce 31 Ocak’a kadar süre tanÝdÝğÝ paralÝ çÝkÝşlarÝ, 15 Şubat’a kadar uzattÝğÝnÝ açÝklarken diğer yandan da bu süre içinde işçilerin kendi istek-

Ekim ayÝndaki direnişi önce “yasadݺݔ ilan eden sonra da satan IG Metall, şimdi de işçileri paralÝ çÝkÝş almalarÝ için zorluyor. Bu da yetmezmiş gibi, işçileri yalan yanlÝş bilgilerle aldatmaya çalÝşÝyor. ParalÝ çÝkÝş almak isteyen işçilerin sayÝsÝnÝ 5 bin olarak açÝklayarak, çÝkÝş almak istemeyen işçilerin kafalarÝnÝ karÝştÝrÝyor. İşçilerin gündemini tamamen paralÝ çÝkÝşlara yöneltiyor ve Opel yönetimi ile saman altÝndan su yürüterek anlaşma imzalÝyor. 1 Şubat’tan itibaren geçerli olan anlaşmayla birlikte Opel’de, haftalÝk çalÝşma saatleri 40’a yükseltiyor. İmzalanan anlaşmaya göre, zamlar ve bir kereye mahsus ödenecek 108 Euro gibi haklar gaspediliyor.

5 dakikalÝk sigara molasÝ çalÝşma saatine ekleniyor. İşveren ihtiyaç gördüğünde işçileri her gün 1 saat fazla çalÝştÝrabiliyor. 54 geçici işçinin işine son veriliyor. Ford bölümünde gece vardiyasÝ kaldÝrÝlÝyor, fazla mesai ücretleri ödenmiyor.

Kendi gücüne güvenmek Opel işçileri Ekim ayÝnda yaptÝklarÝ grev ve direnişle, kendi güçlerine güvendikleri ve sendika sÝnÝrÝnÝ aştÝklarÝ zaman neler yapabileceklerini gördü. HaklarÝn da ancak böylesi direnişlerle alÝnabileceğini dosta düşmana gösterdi. Opel tekeli, bugün işçileri istediği gibi işten atamÝyorsa, bu güçten korktuğu içindir. Opel işçileri haklarÝnÝ korumak için, Ekim’deki direnişi tekrar canlandÝrmalÝlar. Göçmen işçi ve emekçiler de ortak yazgÝya sahip olduklarÝ Opel işçilerine omuz vermeliler, destek olmalÝlar.


Yaflanacak

Dünya 6

Y

A

M

I

* KÝzarmÝş patates torbasÝnÝn üzerinde: “Kazanan siz olabilirsiniz. Üstelik, satÝn almanÝz da şart değil.. AyrÝntÝlÝ bilgi torbanÝn içinde” * Dival sabunlarÝnÝn kutusunda: “KullanÝm şekli: Normal sabun gibi” * Donmuş yemek kutusunda:

Süresiz Oturum HakkÝ (Aufenthaltsberechtigung) veya Süresiz Oturum İzni (unbefristete Aufenthaltserlaubnis) olanlar, İkâmetgâh İzini (Niederlassungsrecht) alacaklardÝr. İkâmetgâh İzni, bugüne kadar uygulanmakta olan Oturma İzni ve Oturum Hakkı uygulamalarının yerini almaktadır. Bu izinle, yabancının Federal Almanya’daki oturumunu en

Av. Gülşen Çelebi

* Bir elektrikli testerenin üzerinde: “ÇalÝşÝrken elinizle durdurmaya teşebbüs etmeyin”

* Rowenta ütü kutusunda:

Yolcu: “Kars’a yer var mÝ?” THY: “Maalesef yok efendim.” Yolcu: “Arada bir yerde falan yok mu, askeriz de.” *** Yolcu: “İyi akşamlar, Lufthansa’nÝn uçağÝ indi mi?” THY: “OnlarÝn uçağÝnÝ biz gö-

THY: “Yer yok, dolu efendim”. Yolcu: “Acil gitmem lazÝm, firardayÝm da.”

*** THY: Uçak akşam beşte efendim. Yolcu: Doksan beşte mi, çok geç yahu. ***

*** Kuşkucu bir bayan: “Affedersiniz eşim Londra’ya uçuyor, yanÝndaki arkadaşÝnÝn adÝ dilimin ucunda ama hatÝrlayamÝyorum, siz bir bakÝp söyler misiniz bilgisayardan.”

“İyi akşamlar yavrum, Kars Kara Kuvvetleri KomutanlÝğÝ’nÝn telefonunu verir misin sana zahmet?”

THY: “Yolcu hakkÝnda bilgi veremeyiz efendim.” Bayan: “Şey, bari yanÝndakinin bay mÝ, bayan mÝ olduğunu söyleseniz, benim için çok önemli.” ***

*** DiyarbakÝr’dan arayan yolcu: “İyi günler abi, ben İstanbul’a uçacağÝm da, pasaport lazÝm mÝydÝ.” ***

Terminalde yolcuyu uçağa götüren otobüsü gören Trabzon yolcusu, ‘Ben uçak parasÝver dim, otobüsle gitmem.’

Yolcu: “İyi akşamlar, AğrÝ’ya yer var mÝ?”

HazÝrlayan: Yaşanacak Dünya bulmaca ekibi

Ek çizgisi

Macaristanl›

Etkili söz

K›saca Türk ‹stihbarat servisi

Has›r torba →

Rey

Yolcu: “Trabzon’dan İstanbul’a kaç saat acaba?” THY: Beklemeye alan görevli ‘Bir saniye efendim...’ Yolcu: “Sağolun iyi akşamlar.” ***

remiyoruz.” Yolcu: “NasÝl göremezsiniz, orasÝ THY değil mi?”

Resimdeki Alman yazar (... Hesse)

Hafifseme → duygusu

Bromun imi

E

R

Zeynep Günel

‘KalabalÝk’ Gönlübol, öğrenme sürecinde devirdiği çamlara karşÝn, bilgisayarla insan ilişkisine yeni boyutlar kattÝ. Kendisine has kurallar geliştirdi. Kurcalarken keşfettiği her yöntemi doğru bilgi olarak hanesine yazdÝ. Masaüstü’nde fazla ‘kalabalÝk’ olmasÝnÝ istemez. Titizdir Günlübol. Temizliğe çÝkarken gerekli ve gereksizliğine bakmaksÝzÝn, ‘alacaksÝn, bir de sağa basacaksÝn. Sonra çöpe. Ha işte ortalÝk, derlendi ve toplandÝ’ diyerek epey dosyayÝ uçurmuştur. Bu arada kendisi için gerekli onlarca şeyi sildiğinin farkÝnda değildir. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bilgisayarÝn başÝnda Günlübol’un homurtularÝ yükselir. ‘Buraya koymuştum. Nereye gitti bu Media Player...’ AranÝr durur. BulamadÝğÝnda ... CD haznesini önüne yÝğar. Gönlübol tedariklidir. Program, Sistem CD’si, ne ararsan bulunur onda. Sonunda bulur aradÝğÝ program CD’sini. Takar ve uğraşmaya başlar. Birincisinde olmadÝ mÝ, o denemekten vazgeçmez. Sonunda yüklemeyi başarÝr. Eğer tüm bunlarÝ yaparken yanÝnda biri de varsa, Gönlübol için hayat çekilmez hale gelir. Çünkü Gönlübol ‘bilgisayara hakimdir’. KarşÝsÝndaki insanÝn belleğinde ‘bilmediğine’ dair bir iz kalmasÝnÝ istemez. Böylesi anlarda ‘kurcalamasÝ’ sonuç vermiş ise, yanÝndakine dönerek, ‘Ben sana demedim mi! dumanÝnÝ arttÝrÝrÝm’ diyerek kazandÝğÝ zaferin sevincini yaşar.

‘Bilgisayar dünyasÝnÝn keşfedemediği kurallar’ Gönlübol’un bilgisayarla ilişkisinde geliştirdiği kurallara gelince; ne Microsoft ne de Linux kullanÝcÝlarÝ için keşfedilmişlerdir. İnternet üzerinden indirilen yazÝ makinaya kaydedilmez. Çünkü bilgisayarda ‘kalabalÝk’ yaratÝr. Bir çÝkÝşÝ alÝnarak arşive kaldÝrÝlÝr. İnternet Explorer üzerindeki adres bölümüne 15 bilemedin 20 adrese girilebilir. Gerisi ‘kalabalÝk’ yaratÝr. Onun için Masaüstü’nde 4 en fazla 5 program ya da dosyanÝn sembolü bulunabilir. Gerisinin önemi yoktur. Çöpe indirilebilir. Gerektiğinde yüklenebilir... Gönlübol’un kurallar silsilesi böyle devam eder. Ama her şeye karşÝn Gönlübol, bilgisayar bilgisine epey şey katmÝştÝr. Mail göndermeyi, mail adresi almayÝ, internet üzerinden alÝşveriş yapmayÝ, arama motorlarÝnÝ kullanmayÝ... daha birçok şeyi öğrendi. Bugünlerde ise ICQ’ya merak saldÝ. Ve kullanmaya karar verdi. Kim bilir şimdi ICQ’nun dumanÝnÝ atÝrÝyordur!

Çengel Bulmaca

Geçen sayÝnÝn cevabÝ HazÝrlayan: Yaşanacak Dünya bulmaca ekibi

Koyu verme

E¤itimin ilk hecesi

An›flt›rma →

Bilgisayar oyunu Alfabenin ilk harfi →

Mihraca →

Gönlübol, ellisinde bir delikanlÝ. Yaşlanma ihtimalini aklÝnÝn ucundan bile getirmeyen Gönlübol, ‘teknoloji çağÝnda olup da bilgisayar kullanmamak yakÝşÝk almaz’ diyerek bir maceraya atÝldÝ. Böylelikle hayatÝnÝn 49’unda bilgisayarla tanÝştÝ. Bilgisayar bilgisi var mÝydÝ, bu konuda herhangi bir eğitim almÝş mÝydÝ, bilinmez. Ama o bu aletin öğrenilmesi gerektiğine inancÝyla kollarÝnÝ sÝvadÝ. Bu konuda bir eğitem almayÝ düşünmedi. Bir çoğumuzun yeni bir şey öğrendiğinde başvurduğu yönteme o da başvurdu. ‘İlkyardÝm çantasÝnÝ’ açtÝ. Eşi, dostu, arkadaşlarÝnÝ aradÝ. Gerekli ilk bilgileri aldÝ. Düğmesini, nereden açÝlÝp kapanacağÝnÝ, belli temel bilgileri bu şekilde edindi. BunlarÝn kendisi için yeterli olacağÝnÝ düşündü. Gerisini nasÝl olsa ‘kurcalayarak’da olsa öğrenecekti. Bu öğrenme sürecinde, epey ter döktü. Arada bilgisayar bilgisine ulaşana kadar kara düzenle zor ve zahmetli anlar yaşadÝ. Böylesi anlarda bilgisayarÝ balkondan atmayÝ bile aklÝndan geçirdi. Ama tüm bunlara karşÝn yardÝm istemeyi kendine yediremedi. Çünkü o artÝk bilgisayar kullanan biriydi. Bu konuda bir eğitim almak gerektiği, birkaç kez gösterilmekle bu alete hakim olunamayacağÝnÝ kabul etmekten kaçÝyordu. Biraz da yÝllarÝn alÝşkanlÝklarÝ, değerleri onu alÝkoyuyordu. Bilgisi olanlardan belli bir eğitim almak ya da ona anlatÝldÝğÝ sÝrada not almak zor geliyordu. Bu nedenle onun keşfini bekleyen onlarca bilgiye ulaşma yöntemini bulamÝyordu.

Safi

Güzel koku Bir nota

DumanÝnÝ attÝrÝrÝm

Uzakl›k anlat›r

Yeralt›nda yo¤unlaflm›fl → s›v› Bilinmeyen tarih →

Kad›n ad›

Araçlardaki → ›fl›k düzene¤i

Tarihte bir → devlet

Kar›fl›k renkli

‹sviçre’de bir → kent

Dorunun a盤›→

Oltan›n ucun- → daki çengel

Bu sayÝmÝzÝ, okurlarÝn gönderdiği sorularÝ yanÝtlamaya ayÝrdÝk. Sormak istediğiniz sorularÝ, gazetemiz aracÝlÝğÝyla Av. Gülşen Çelebi’ye iletebilirsiniz.

sağlam ve güvenli hâle getiren, süreklilik arzeden sınırsız bir oturum verilmektedir. Zaman ve yer sınırlaması olmaksızın ve başka bir yasal koşul aranmaksızın, her türlü mesleğin icrasına ikâmetgâh izniyle hak kazanılmaktadır. İstisna, sadece 23. Madde 2. fıkra uyarınca mümkündür. Hüküm uyarınca, bir yabancının siyasi faaliyetinin sınırlanabileceği ya da yasaklanabileceği 47. Madde ve 9. Madde 1. fıkrada değiştirilmeden bırakılmıştır. Yani 47. Madde koşullarının mevcudiyeti durumunda, İkâmetgâh İzni verilen kişinin

L

Küçük bitki

E¤meç

Eski dilde baba

Anlay›fl

Hukuk

- Şey... yani evet, başçavuşum. - İçinden hiç asker çıktı mı, ulan!

* Amerikan Airlines şirketine ait fÝstÝk paketinin üzerinde : “Talimat: Paketi açÝn, fÝstÝklarÝ yiyin”

* Bir uyku ilacÝnÝn üzerinde: “Uyuklamaya sebep olabilir”

Yolcu: “DiyarbakÝr kaç para?” THY: “58 milyon 500 bin, indirim belgeniz varsa 32 milyon.” Yolcu: “İndirim belgesi kaç para?” ***

Özel güçler

- Sen hiç asker bisküvisi yedin mi?

* FÝndÝk paketinin üzerinde: “Dikkat, içinde fÝndÝk var”

* Marks & Spencer’e ait bir puding kutusunda: “Ateşin üzerine koyarsanÝz ÝsÝnÝr”

Türk Hava Yolları’nda ilginç diyaloglar

Milletvekilinin biri, derhal ayağa kalkarak cevap verir. - 26 milyon dolar... - Ama 14.3 milyarı, 70 milyona böldüğümüzde 26 milyon çıkmaz ki... - Ben, 70 milyona bölmedim ki... - Kaça böldün? - 550’ye!..

Asker bisküvisi!!!

K

Felsefik düflflüünceler

* Japon malÝ mutfak robotunun üzerinde : “Başka amaçla kullanÝlmaz”

“Öneri: Buzunu çözün” * HazÝr Tiremi su tatlÝsÝnÝn kutusunda: “Alt üst etmeyin... (UyarÝ, kutunun dibinde, tatlÝnÝn altÝnda yazÝlÝ)”

kemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.” Allah: “Haklısın ama, ben her şeyi görürüm. Ben de gördüm, kestiğini...” Bektaşi: “Allahım, aynı mahkemede, hem şahit, hem hakim olunmaz...” Allah: “Gene haklısın, o zaman getirin keçiyi ona soralım...” Bektaşi: “Ne!.. Keçi burada mı?... Ver onu o zaman Yahudi’ye... Bitsin bu dava...”

* Saç kurutma makinesinin üzerindeki talimat : “Uyurken kullanmayÝn”

Mit bir tanr›

Saliha Fidan: “6 yÝldÝr Almanya’dayÝm. Oturma iznim (unbefristet) var. Yeni kanunda bu izin kalkÝyor. Bunun yerini hangi oturum şekli alacak?”

N

* Çin malÝ Noel ağacÝ ÝşÝklÝ süslemelerinde : “Sadece içeride ve dÝşarÝda kullanÝlabilir”

Kara ordusu

- Başçavuşum, bize yemekte ördek böreği verdiler. Yemin ederim ki, içinde bir gram bile ördek eti yoktu.

E

“Giysilerinizi üzerinizde ütülemeyin” * İngiltere’nin ünlü eczane zinciri Boots’un çocuklar için hazÝrladÝğÝ öksürük şurubu kutusunda : “İçince araba kullanmayÝn”

Çengel Bulmaca

Acemi er, levazım baş çavuşuna yakınır:

R

Bunlar, çeşitli ürünlerin üzerindeki kullanma talimatlarÝndan alÝnmÝş cümleler. Espri olsun diye değil, ciddi ciddi yazÝlmÝş. Buyrun okuyalÝm:

Milletvekili Amerika’dan döner dönmez, elindeki kocaman bavulla Meclis kürsüsüne çÝkan Ali Babacan; - “Bu bavulun içinde tam 14.3 milyar dolar var” der. Arkasından da sorar: - Bu parayı nüfusumuza bölersek, kişi başına kaç dolar düşer?

N

KimyacÝ, “adam sobayÝ yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayÝ amaçlamÝş”; Fizikçi, “adam sobayÝ yükselterek konveksiyon yoluyla odanÝn daha kÝsa sürede ÝsÝnmasÝnÝ sağlamak istemiş”; Jeolog, “burasÝ tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anÝnda sobanÝn taşlarÝn üzerine yÝkÝlmasÝnÝ sağlayarak yangÝn olasÝlÝğÝnÝ azaltmayÝ amaçlamÝş”; Matematikçi, “sobayÝ odanÝn geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanÝn düzgün bir şekilde ÝsÝnmasÝnÝ sağlamÝş”; Antropolog, “adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanÝn daha hafif biçimi olan ateşe saygÝ nedeniyle sobayÝ yukarÝya kurmuş” Bu sÝrada ev sahibi içeri girer ve ona sobanÝn yukarda olmasÝnÝn nedenini sorarlar. Adam cevap verir: - “Boru yetmedi.”

Bitsin bu dava Bektaşi’nin birine konuk gelecekmiş. Bektaşi konuğu nasıl ağırlar... Elde yok, avuçta yok.. Mahçup olmak da istemiyor... Yahudi komşusunun bir sürü keçisi varmış... Onlardan birini alıp kesiyor... Yahudi, ağacın arkasında Bektaşi’yi gözlerken kendi kendine söylenir: “Kadıya gitsem Kadı Müslüman, o Müslüman, ben Yahudi… Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, ondan alıp bana versin... Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız...” Yıllar geçer. Yahudi, Allah’ın huzurunda davacı olur, Bektaşi’den... Mahkeme kurulur... Allah: “Sen Yahudi kulumun keçisini kesmişsin!” Bektaşi: “Kesmedim.” Yahudi: “Ben gözlerimle gördüm.” Bektaşi: “Allahım, bir mah-

fi

FÝkralar Sobadaki hikmet

Fizikçi, matematikçi, kimyacÝ, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet, bir araştÝrma için arazide bulunmaktadÝr. Birden yağmur bastÝrÝr. Hemen yakÝndaki bir arazi evine sÝğÝnÝrlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrÝlÝr. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanÝr. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altÝndaki dizili taşlarÝn üzerindedir. SobanÝn niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartÝşma başlar.

A

Kullanma talimatı

politik faaliyetlerinin yasaklanabilmesi ya da sınırlanebilmesi mümkündür. Hasan Sönmez: “İşçi göçmenler, Alman vatandaşlÝğÝna geçmek istiyorlarsa, Türk vatandaşlÝğÝndan çÝkmak zorundalar mÝ? Ben ilticacÝyÝm. Alman vatandaşÝ olmak istiyorum. Türk vatandaşlÝğÝndan çÝkmak zorunda mÝyÝm?” İşçi göçmenler, Alman vatandaşlÝğÝna geçmek istiyorlarsa, Türk vatantaşlÝğÝndan çÝkmak zorundadÝrlar. Ancak bir kaç durumda çifte

vatandaşlÝk uygulanÝr. Bu istisna durumlardan biri de iltica hakkÝnÝ kazanan kişiler için geçerlidir. İltica hakkÝnÝ Anayasa’nÝn 16- a Maddesi’ne göre almÝşsanÝz, başkalarÝ gibi 8 sene yerine, 6 seneyi doldurduğunuzda, Alman vatandaşlÝğÝna başvurabilirsiniz. Tabii ki kendi geçiminizi çalÝşarak sağlayabiliyorsanÝz.

fiA

RK - SOFRASI Schnellrestaurant & Feinkost

•Cumartesi günleri müflterinin gözleri önünde çi¤köfte yo¤rulur. • Hergün Nargile içilebilir. •33 kiflilik Rezerve yap›labilir. •Niflan ve dü¤ün siparifli al›n›r.

Öffnungszeiten Gülşen Çelebi /Avukat (TR) Haydar SÝğÝnak Graf-Adolf-Str. 80 40210 Düsseldorf Tel: 0211-355 83 14

Mo - So: 8.00 - 24.00

Kalkerhauptstr. 233 • 51103 Köln-Kalk • Tel.: 0221 - 922 69 53


Yaflanacak

K

A

D

I

7 Dünya

N

Gözümüz aydÝn! ArtÝk aşklarÝmÝz da tecrit! ‹çimdeki Pencere n Belki zamanla, u¤runa çok fley göze alınıp,

herkese ve her fleye karflı asilefltirebilen aflkın anlamı da de¤ifltirilecek... Evet gözümüz aydın. Bu belki geç kalmış bir gözaydını ama biliyoruz ki sonra karşılaşacaklarımız için de bir tedbir özünde. Neden mi bahsediyoruz? Artık gele gele aşklarımıza, özel hayatımıza da dayanan, sistemin müdahalelerinden. Özellikle tv’lerden, gazete ve dergilerden, yani her çeşit magazin yayınından sinsice yaşamımıza, sevdiklerimizin ve bizim beynimize nüfuz eden kültür bombardımanından. Ama nasıl bir kültür? Bizi geliştiren, doyuran, ilerleten değil, tam tersi gitgide daha basitleştiren, beynimizi, kendi istediği, özendirdiği “hap beyinler” seviyesine çekmeye çalışan, bizi sadece hoş ve boş dış görüntülerden ibaret bırakmaya çalışıp onları da satılığa çıkaran bir “kültür”. İzlediklerimiz ve okuduklarımız dışında dünyada yaşananlardan haberdar olmamızı engelleyen, izlediklerimizi ve okuduklarımızı da bizzat kendisi şekillendiren kapitalizmin ahlaksızlık kültürü…

Kültür bombardımanı Tv ekranlarındaki son halkaları, Biz Evleniyoruzlar, Gelinim Olurmusunlar ve “star” yarışmaları. Düzenin ekranlardaki bu teşhir evleri ve “umut” yarışmalarıyla bizi açlık, yoksulluk gerçeğinden, yaşadığımız sömürü ve haksızlıklardan koparma, edilgenleştirme hesaplarıyla birlikte sevdalarımız da satılığa çıkarılıyor.

Çapanoğlu Sizler de kültür bombardımanının olduğu her yerde, daha büyük çapanoğlu arayanlardansanız, mutlaka görmüşsünüzdür ki, bu işin sadece edilgenleştirme ya da reyting ve teşhircilikten daha öte bir boyutu da var. Belki de şimdiye kadar sistemin müdahale edemediği, karışamadığı tek şeydi aşklarımız. Çalıştığımız yerlerde gücümüzün son damlasına dek sömürülsek de -de…da…lar uzar da gider-, yine gidip kendimiz aşık

olur, kendimiz seçer ve de evlenirdik. Şimdiyse karşımızda bir oyun oynanıyor, hatta sadece kadın ve erkeğin değil, erkek annelerinin de dahil edildiği, kullanıldığı bir oyun. Bu oyunda, sen artık sadece teşhir edilensin. Sen ne yapıyorsun? Tecrit edilmiş ve herkesin izlediği bir mekanda. Tecrit edenlerin seçtiklerinden başka birine aşık olma şansının olmadığı koşullarda. Oradaki en az senin kadar çaresiz ve edilgen kişilerden birini seçmek ve ona aşık olma numa-

rası yapmak, buna izleyenleri inandıracak kadar iyi oyun çıkarmak, olursa evlenmek durumundasın. Elbette bu seçme-seçilme komedyasında annelerin durumu da pek farklı değil hatta daha aşağılayıcı dahi denilebilir.

Hadi buyrun oyuna Geleceği düşünüyoruz da, belki de yaratılmak istenen, sistemin veya kollarının (medya, tv, vb. de dahildir) seçimi, de netimi dışında hiçbir özgür irademizin olmamasını bize ka-

nıksatmak, buna alıştırmaktır. Belki zamanla, uğruna çok şey göze alınıp, herkese ve her şeye karşı asileştirebilen aşkın anlamı da değiştirilecek, belirlenen kişilere, belirli çıkarları sağlamak için duyulması gereken “duygu” olacaktır. Ve böylece biz, hiçbir biçimiyle sistemin denetimi dışına çıkmayan, programlandığı kadar yaşayıp, programlandığı kadar seven bir robot olacağız. Korkunç değil mi? Bu tam bir kâbus olurdu. Bu tecrit edilmiş mekanlarda, tecrit edilmiş “aşk”ları, yine evinde, hatta odasında diğer aile bireylerinden tecrit olarak izleyenleri bu programların gitgide artan izlenme ve katılım oranlarını ve ilerde daha boyutlularının da sergileneceğini görüp, düşününce bunlar tekrar tekrar aklımıza gelmiyor değil. Ve özellikle eleştirerek izleyenleri düşünmeye davet ediyoruz. Sadece edilgen izleyici veya küçümseyip görmezden gelici olmayalım, en azından şimdiden aşklarımıza, sahip çıkarak önlem alalım, hayatımızı ekranlardaki bu sinsi zırvalıklara endekslemeyelim. Hatice KÝlÝç

Çocuğunuzu ölüme terk edebilir misiniz? n “Her iki çocu¤umu kollarıma almayı becermifltim. Kollarım artık ikisini taflıyamaz duruma gelmiflti. Bir seçim yapmam gerekiyordu. Çocuklar›n birinden birini bırakmakla karflı karflıyaydım.”

YÝlbaşÝnÝn hemen ertesinde “Tsunami sırasında bir anne” başlığıyla gazetelerde Evriya’nın öyküsü yayınlandÝ. Evriya, tsunaminin yaşandÝğÝ sÝrada iki çoğuyla birlikte sahilde bulunuyormuş. O dehşet anÝnÝ şöyle anlatÝyor; “Bir an artık hiç yaşamıyacağız diye düşündüm. Her iki çocuğumu kollarıma almayı becer-

miştim. Suyun içinde çırpınıyordum. Her geçen dakika bedenimi daha da zorluyordu. Kollarım artık ikisini taşıyamaz duruma gelmişti. Bir seçim yapmam gerekiyordu. ÇocuklarÝn birinden birini bırakmakla karşı karşıyaydım. Birini bırakırsam, o kolumu daha iyi kullanarak diğerini kurtarabilirdim. Ve 5 yaşındaki oğlumu

daha ağır olduğu için bıraktım sulara. 3 yaşındaki oğlumla birlikte kurtulduk.” Yıl 1999. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde deprem sonrası hastaneye yatırılan Fatma’nın yaşadıklarını doktorları şöyle özetliyorlardı. “Fatma’nın İstanbul Avcılar’da bulunan evi büyük bir gürültü ile sallanmıştı. Bulunduğu odada olan her şey tuz buz olmuştu.Toz bulutu odayı içine almış; göz gözü görmüyordu. Yan odada kızı bulunuyordu. Bu dehşet anlarının ne kadar sürdüğünü de hatırlamıyordu. Kolonlar tek tek devriliyordu evin içinde... Kızına ulaşmaya çalışsa kendisinin de öleceğini düşündü. Bir seçim yapması gerekiyordu; ya yan odaya ulaşmak ya da canını kurtarmak için balkondan atlamak. O balkon-

dan atlamayı seçmişti. Bu seçiminden kaynaklı kızının ölümünden kendini sorumlu tutuyor. Aradan 6 ay geçmesine karşın yaşadığı şoku hala atlatamadı. Bakırköy Akıl Hastanesi’nde tedavi görmeye devam ediyor.” İki anne. Biri 1999 yılında İstanbul’da, diğeri Güneydoğu Asya’da kapitalizmin rihter ölçeklerine takılmıştı. Bölgedeki tüm ABD ve İngiliz kurumları haberdardÝ ama Hindistan’daki yerel yönetimlere “uygun kişi bulunamadığı” için haber verilememişti. Evriya da ölen 200 bin ya da geride yokluk ve yoksunluklarla boğuşan milyonlarca insan gibi habersiz kalanlardandı. Fatma’nın evinin başına yıkılmasÝ ise, “beton ve demir çalan” mütahitlerden kaynaklıydı. İki kat-

liamda da kapitalizmin bir “açıklaması” vardı. Oysa her iki anneye ve milyonları “seçime” zorlayan katliamcı, kapitalizmin ta kendisiydi. Bütün analar, kadınlar ve insanlık bu katili yaşamlarının birçok anından tanıyor. Tanıyor bu katili; İstanbul’da çocuklarını doyurmak için temizliğe giden annenin, döndüğünde sobadan zehirlenen üç evladını görmesiyle yaşadığı acıdan... Üçüncü çocuğa bakamayacağı ve çocuğu aldıracak parası olmadığı için kocakarı yöntemleleriyle çocuğunu aldıran Zeynep’in 3 Ocak’ta evde bulunan ölüsünden... Dün 7.5, bugün 8.9’luk sarsıntıyla ve her güne yayılmış işsizlik, açlık, yokluk, yoksunluk sarsıntılarından... Serap Öztürk

Ece Koç

Çin lokantasÝnÝn düşündürdükleri Geçen hafta, yaşadÝğÝm şehirden başka bir şehre gitmek durumunda kaldÝm. Öğle yemeğini beraber çalÝştÝğÝm iki FransÝz arkadaşÝmla birlikte yiyip, sonra da beraberce bir toplantÝya gidecektik. Saat 12’de buluştuk, beni yemek yiyeceğimiz lokantaya götürdüler. Birden kendimi bir Çin lokantasÝnÝn önünde buluvermiştim! Daha önce Çin mutfağÝnÝn çeşitliliğini duymuştum ama Çin mutfağÝnÝ tanÝmadÝğÝm için içimde bir ön yargÝ vardÝ. Hiç istemediğim halde içeri girmek zorunda kaldÝm. Bir kaç saniye içinde oturacağÝmÝz masaya geçmiştik bile. Çok güzel, temiz ve bir o kadar da sade bir yerdi. Panik yaptÝğÝmÝ göstermemeye uğraşÝrken, garson geldi ve ne istediğimizi sordu. Bu sÝrada Çin mutfağÝnÝ tanÝmadÝğÝmÝ arkadaşlara belirttim. İki-üç saniye birşey demeden kaldÝm ama benim için o iki-üç saniye belki iki-üç saat gibi geçti. Kendimle bir hesaplaşmaya girmiştim sanki. Bir karar vermem gerekiyordu. Önümde iki seçenek vardÝ: Ya “hayÝr birşey yemiyorum” deyip, işi kÝsa yoldan kapatÝp, herşeye bir duvar çekerek kendimi sÝnÝrlayacaktÝm, ya da cesaret örneği gösterip kendimi yeni bir adÝm atmaya ikna edecektim. Yeniliğe açÝk olup kendimi aşacaktÝm. Denemeye çalÝşarak, tadÝna baktÝktan sonra sevmeyeceksem, sevmediğim için kabul etmeyecektim. Hiç tanÝmadÝğÝm, bilmediğim bir yemeği ya da bir insanÝ, kendime bir fÝrsat vererek tanÝmaya, anlamaya, öğrenmeye çalÝşacaktÝm. AltÝ üstü bir yemekti adÝnÝ bile hatÝlamadÝğÝm. Ama beni kendimle giriştiğim bir savaşla, bir karara bağladÝ. Seçim yapmalÝydÝm ama bu seçimi mecburiyetten değil, istediğimden yapmalÝydÝm. Bir an düşündüm, dedim “ne kadar zor biriyim, altÝ üstü bir yemek!” Ama hayatÝmÝzda o kadar çok sey var ki; çelişkiler içinde istemeden yaptÝğÝmÝz, mecburiyetten, “hayÝr” diyememekten, içimize sindiremeden yapmak zorunda kaldÝğÝmÝz... Bir defalÝğÝna da olsa, hayatÝmÝzda bize etki eden, geleceğimizi yönlendirecek seçimlerin, kararlarÝn hangisini veya hangilerini kendi isteğimizle seçip sonuçlandÝrÝyoruz? Benzer birçok şey gözümün önünden geçti. Zor biri olduğumu düşünmekten vazgeçtim. Seçim yapma iradesini gösterebildiğim sürece, kendimi özgür hissedebileceğimi düşündüm. Birden içimde bunun rahatlÝğÝnÝ hissettim. DuygularÝmdan kendimi kurtardÝğÝm anda, kendimi yine o Çin lokantasnÝda buldum. Garson hala bekliyordu. ArkadaşlarÝmÝn ÝsmarladÝğÝ yemekten alacağÝmÝ söyledim garsona. Biraz sonra masada hiç tanÝmadÝğÝm yemekler vardÝ. Biraz önceki tedirginliğim, yerini anlatamadÝğÝm bir sevince bÝrakmÝştÝ. Yemeğin tadÝna baktÝm, değişik bir tadÝ vardÝ ama güzeldi. Bir kez daha kendimle olan savaşÝmÝ kendim kazanmÝştÝm. Bunun mutluluğunu yaşamak güzeldi. Keyifle yemeğimizi yedikten sonra toplantÝnÝn yolunu tuttuk. Akşam çocuklarÝma bu durumu anlatÝrken bile bunun mutluluğunu yaşÝyordum. En kÝsa zamanda onlarÝ da götürüp bu deneyimi yaşamalarÝna imkan vereceğim. Kendi yaşadÝklarÝmÝzÝn, bildiklerimizin dÝşÝnda gelişen bir dünya var. Elimizden geldiğince, önyargÝ taşÝmadan kendimizi yeniliklere açÝk tutmalÝyÝz.

Yozlaşan insanlar mı, sistem mi? Kadınların bitmeyen çilesi Fransız kadınları Kürtaj Yasasının 30. yılını ketlesel yürüyüşle kutladılar. Kadınlar, kürtajın yasallaşmasının 30. yılında, hastanelerde bir çok sorunla karşılaşmalarını, tedavi sonrası gerekli ilaç sorunu yaşamalarını dile getirirken, kürtaja karşı olan katolik kilisesinin tutumunu da protesto ettiler. 10 bine yakın kadının katıldığı yürüyüş rengarek pankartlar, şarkılar ve dinmeyen sloganlarla son buldu.

n Sevgiye insanlı¤a susamıfl bir insandı. Kendisine hayali aflklar, arkadafllar yaratmak zorunda kalmıfltı. Ahmet'in gözleri uzaklara daldı... n Kendi tercihleri mi böyle yaflamak? Onları bu hale düflüren kim? Yozlaflan insanlar mı, sistem mi?.. İstanbul’un Tophane semtinde eski Ermeni evleri vardır; daracık sokaklarda karşılıklı üçer dörder katlı evler. Bu dar sokaklar da, çirkin mi çirkin, fıçı kadar şişman, ablak suratlı, uzun boylu, siyah saçlı bir kadın yürüyordu. Dört katlı eski bir Ermeni evinin önüne geldiğinde durdu ve kapıyı açarak içeri girdi. Odasına çıkmak üzere ağır ağır merdivenleri tırmandı. Odasının karşısında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doktorasını yapmak üzere Fransa’dan gelmiş olan Ahmet oturuyordu. Ahmet, odasına her giriş çıkışında bu kadına rastlamamak için dua eder ve merdivenleri dinler, ayak sesleri yoksa odasından dışarı çıkardı. Ahmet de yoksulluklar içinde okumuş birisiydi. Fakat toplumun bu kesimini oluşturan insanlara karşı çok acımasızdı. Hele ki kapı komşusu olan ve yaşamını fahişelik yaparak kazanan Emine gibilerinden oldum olası nefret ederdi. Emine her zaman bağırarak konuşan, konuşmasını yakası açılmadık küfürlerle süsleyen birisiydi. Okuması, yazması yoktu. Kocasıyla birlikte kente göç

etmişler, izbelik yerlerde yaşamışlardı. Sonunda kocası Emine’yi geneleve satmış, bir daha da ortalıklarda görünmemişti.

Simon Viel yasası

Nasıl oluyorda.. Bir gün Emine Ahmet’e yalvar yakar olmuş, sevgilisine mektup yazmasını istemişti. Sonra da “Bir arkadaşım için” deyip sevgilisinden de arkadaşına yönelik mektup yazdırmıştı. Ahmet’in iyice kafası karışmıştı. Nasıl oluyorda bu kadın kendine yalan söylüyordu? Hem mektup yazdırıyor hem de kendi yazdığı mektupları cevaplayıp, bunu da “arkadaşım için” diyerek aktarıyordu. Ne dolaplar çeviriyordu, bu yozlaşmış pis fahişe!... O gün karar verdi. Görmeye bile tahammül edemediği Emine’den bunun aslını öğrenecek, hesap soracaktı. Öyle de yaptı. Kadına bağırdı, çağırdı ne fahişeliğini bıraktı ne yalancılığını ne de sahtekarlığını...

Benim de sevgilim olamaz mı? Ahmet odasına geri döndüğünde pişmanlık duymaya baş-

ladı ve gidip özür dilemek istedi. Kadının odasının kapısı açık kalmıştı. Ahmet kapı önünde, “Aslında buraya sizden” demeye kalmadan kadın, yerinden kalktı. Korkunç bir homurdanmayla, “Ne olmuş yani, ne çıkar Ali diye birisi yoksa? Ne çıkar Emine diye birisi yoksa? İki satır mektup çiziktirdiniz diye noldu yani? Eliniz mi aşındı! Evet yok işte! Ali diye biri yok! Emine diye biri de yok! Emine benim. Ve bir tek ben varım. Bunun kime ne zararı var? Alın işte yazdığınız bütün mektuplar burada, çok kıymetliyse alın!”. Ahmet tam çıkıp gitmeyi düşünüyordu ki son derece üzgün ve içli bir ses tonuyla; “Ne yapayım yani yoksa? Yoksa yok! Aslında ben de istiyorum öyle biri olsun. Ben insan değil miyim, benim de sevgilim olamaz mı? Beni sevemez mi? Ne yapayım, elimden bir şey gelmiyor. Bu mektuplara bakıyor, okutuyor ve

sonra da hüngür hüngür ağlıyorum...”

Hayallerle yaşam Ahmet cin çarpmışa dönmüştü. “Bir de edebiyat eğitimi almaktayım” diye düşündü. Burnunun dibinde yaşayan komşusu, gerçek anlamda bir insandı. Onunla ilgilenecek, onu sevebilecek, ona can yoldaşlığı edebilecek hiç kimsesi yoktu. Sevgiye insanlığa susamış bir insandı. Kendisine hayali aşklar, arkadaşlar yaratmak zorunda kalmıştı. Ahmet’in gözleri uzaklara daldı: Bu insanlara yozlaşmış, ahlaksız, kanı beş para etmez diye bakılıyor. Kendi tercihleri mi böyle yaşamak? Onları bu hale düşüren kim? Yozlaşan insanlar mı, sistem mi?.. Mehmet Çelebi

Kürtaj yasası resmen kabul görene kadar, Kotolik Kilise’sinin gerici tutumu sonucu, Fransız kadını modern bir toplumda ortaçağ ilkelliğiyle içiçe yaşadı. Kürtajın yasaklı olduğu yıllarda illegal yollardan kürtaj yaptıran bir çok kadın ya canından oldu, ya cezaevlerini boyladılar. Öyleki, Nazi işgalinde olan Frasa’da, onlarca kadın, Roquette cezaevinde giyotine gitmekten kurtulamadı. 30 Haziran 1943’te giyotinle idam edilen Marie Louise Giraud bunlardan biriydi. 60’lı yıllarda gelişen kitle hareketine paralel olarak kadın hareketleri de gelişir. Feministlerin temel sloganı olan “Bizim vucudumuz, biz karar veririz!”, artık iktidarın kapılarını dövmektedir. 17 Ocak 1975’te Sağlık Bakanı olan Simon Viel, yasanın çıkması için vargücüyle müca-

dele eder. Merkez sağ partili arkadaşlarının saldırılarına, hakaretlerine aldırmayan Simon Viel, yasayı kabul ettirmeyi başarır. “Simon Viel Yasası” olarak bilinen kürtaj yasasına, gerici katolik kilisesi çirkef kampanyalar başlatsa da sonuç alamaz.

Yasadan önce kopan fırtına Kürtajın yasallaşmasını savunan kadın hareketleri, önde gelen bazı kadın simaları ve sinema sanatçılarından oluşan 343’lerin içinde; Simon de Beavoir, sanaçı Catherine Denevue, Gisele Halimi, Jeanne Moreav’da vardı. Onlar, kilise ve medya tarafından “kirli kadınlar” olarak teşhir bombardımanına tutulur. O yıllarda istemeyerek doğum yapmak zorunda kalan kadınlar, gerilim ve stres sonucu psikolojik tedavi görmek zorunda kalırlar. 343 hareketinin yayınladığı bildiri, sonun başlangıcı sayılır. 1971 yılılda tecavüze uğrayan Marie-Claire adında 17 yaşındaki genç kız, çocuğunu yasadışı yollardan aldırdığından dolayı, Bobigny mahkemesince

1920 yasasına göre mahkum olması gerekirken, gelişen 343 Hareketi protestoları sonucu, hiç bir ceza almadan serbest bırakılır. Bu, Fransa’da ilk kez çocuk aldırmanın yasallaşmasının başlangıcı olur. Kadınların çığlıkları, yasa koyucuların kulaklarının pasını parçalayarak dalga dalga yükselirken, modern Avrupa’nın göbeğinde kürtajın yasak olduğu İrlanda, Portekiz, Malta, Polanya gibi ülkelerde yoksul kadınlar, istemeye istemeye doğum yapmakta. Kürtajın yasak olduğu ülkelerde illegal kürtaj sonucu yaşamlarını yitiren binlerce kadın istatistiklerde yer alıyor. Kırsal kesimde ilkel koşullarda, bilinçsizce yapılan kürtaj sonucu sakat kalan kadın sayısı da bilinmemekte. Kürtajın 30. yılında Fransız kadınlar 70’li yıllarda dile getirdikleri taleplerini yine haykırdılar. Fakat bu kez kürtajın yasak olduğu ülkelerdeki kadınlar içindi haykırışları: “Haykırıyorum ben bir kadınım”, “Haykırıyorum kürtaj serbest olsun”, “Milyonlarca kadın kendi vucudu üstüne söz sahibi olsun”. Meryem Solmaz


Yaflanacak

Dünya 8

G

E

N

Ç

L

K

Üniversiteler artÝk har(a)çlÝ!

GençLink

n Ö¤rencilerin çat› örgütlenmesi olan FZS, karara sert tepki göstererek, Anayasa Mahkemesi 27 Ocak’ta aldÝğÝ kararla, Alman üniversitelerinde harç alÝnmasÝnÝn önünü açtÝ. Muhalefet partileri CDU/CSU’nun açtÝğÝ davayÝ görüşen Anayasa mahkemesi kararÝnÝ, üniversite kapÝlarÝnÝn işçi, emekçi çocuklarÝna kapatÝlmasÝ yönünde verdi.

Sömestr BaşÝna 500 Euro Har(a)ç! Anayasa mahkemesinin kararÝndan sonra “zafer çÝğlÝklarÝ” atan CDU ve CSU, iktidarda olduklarÝ eyaletlerde en kÝsa zamanda düzenlemeleri yaparak, harç alÝmÝna başlanacağÝnÝ söylediler. Buna göre, Baden-Würtemberg, Bavyera, AşağÝ Saksonya, Hessen, Saarland ve Hamburg eyaletlerinde sömestr başÝna 500 euro harç alÝnacak. SPD ve Yeşiller’in iktidar olduklarÝ eyaletlerde de öğrencilerden harç alÝnÝyor. 50 euro’nun yanÝ sÝra, öğrenimlerini dört sömestrden fazla uzatan veya ikinci defa üniversite oku-

yan öğrencilerden sömestr başÝna 650 euro tutarÝnda harç alÝnÝyor.

Öğrenciler Öfkeli Anayasa Mahkemesi’nin, kararÝnÝ özellikle birinci sömestrin sonuna denk getirmesi gözlerden kaçmÝyor. Sömestr sonunda üniversitelerin kapanmasÝ ile birlikte öğrenci eylemlerini en aza indirgemek istiyorlar. Fakat öğrenciler yaptÝklarÝ öfkeli açÝklamalarla buna izin vermeyeceklerini söylüyorlar. Mahkeme günü kurduklarÝ canlÝ bağlantÝlarla, mahkeme kararÝnÝ anÝnda üniversitelere ulaştÝran öğrenciler ayrÝca, aynÝ gün 20 üniversite de birden bilgilendirme toplantÝlarÝ yaptÝlar. Öğrencilerin çatÝ örgütlenmesi olan FZS, karara sert tepki göstererek, tüm öğrencileri karara karşÝ direnmeye çağÝrdÝ. Öğrenciler kararÝn açÝklanmasÝnÝn ertesi günü, Hamburg’da bin 500 öğrencinin katÝlÝmÝyla bir yürüyüş düzenlediler. “Öğrenci harçlarÝ durdurulsun”,

Erkan,Gül ve Ergin daha hayatlarÝnÝn baharÝnda üç genç. İçten ve güleryüzle karşÝlÝyorlar röportaj isteğimizi. Önce biraz sÝkÝlgan ve ürkek başlayan röportaj, kendi sÝnÝrlarÝnÝ zorlayarak serbest bir kürsüye dönüşüyor. Bazen daldan dala atlayarak cevap veriyorlar sorularÝmÝza. Erkan: 18 yaşÝnda, müzik ile uğraşÝyor. Bağlama çalÝyor ve kendisini böyle daha iyi ifade edebildiğini söylüyor. 2 yÝldÝr Almanya’da. Gül: 22 yaşÝnda, evli ve bir kÝz çocuğu var. Almanya doğumlu. “En değerlÝ varlÝğÝm” dedidiği kÝzÝyla birlikte büyüdüğünü ve bir arkadaş gibi onunla sohbet ettiğini söylüyor. Ergin: 16 yaşÝnda, öğrenci, 9. sÝnÝfa gidiyor. 4 yÝldÝr Almanya’da. Bilgisayar kullanmayÝ seviyor. Tatil günlerinde babasÝna iş konusunda yardÝm ediyor.

Gençlik sizler için neyi ifade ediyor? Erkan:Hayatta bazÝ şeyleri yeni yeni tanÝmaya, yanlÝşÝ ve doğruyu algÝlamaya başladÝğÝn bir dönem olarak görüyorum. Duygusal yönelimlerin belirginleştiği, ortaya çÝktÝğÝ, daha dinamik, daha hareketli bir dönem. KÝsacasÝ yeni açÝlmÝş bir çiçek gibisin. Bu dönem içerisinde yanlÝşlar da yapabiliyorsun, anlÝk rüzgarlara kapÝlÝp gidebiliyorsun. Toprağa kök salmamÝşsÝn henüz, yaşamda yenisin. Kendin bakmak istediğin gibi bakÝyorsun ve olaylarÝ kendin gibi yorumluyorsun. Bir başkasÝnÝn

Satranç Tahtas›

“Kazanmak Görecelidir; sonucu belirleyen, kazanmak uğruna kaybettiklerindir.” Richard G.Fox Satranç oyununu az çok biliyor veya oynuyorsanÝz bu oyunun çoğunlukla bir savaşa benzetildiğini de duymuşsunuzdur. Oyunun taktik ve stratejik bütünlüğü, saldÝrÝ ve savunma ağÝrlÝklÝ oluşu bu kanÝyÝ güçlendirmektedir. Dikkat ettiyseniz oyununun temel figürleri olan taşlarÝn isimleri bile bunu çağrÝştÝrÝr şe-

söyledikleriyle olmuyor. Bunlar içerisinde yanlÝşlar da yapabiliyorsun ama bu da gençliğin vermiş olduğu dinamizim ve heyecandan kaynaklanÝyor. Her şeyi bir anda yaşamak istiyorsun. Hayata bir açlÝk var. Bir ton yenilik, yaşamadÝğÝn birçok şey... Çünkü belli bir deneyim ve tecrübe yok, sÝfÝrsÝn. Ergin: Genç, zamanÝ geldiğinde kendi kişiliğini arayandÝr. Kendi doğrularÝna göre hareket eden, kendi doğrularÝnÝ otutturmaya çalÝşan... Gençlik herşeye açÝk. İyi ya da kötü her şeye açÝk. Erkan: Olaylara yaklaşÝm çok

“Eğitim SatÝlÝk Değildir” gibi sloganlar atan öğrenciler belediye binasÝna kadar yürüdüler. AynÝ gün Bremen Üniversitesi öğrencileri de yürüdüler. Yürüyüşe 2 binden fazla öğrenci katÝldÝ. Hannover, Göttingen, Heidelberg vb. üniversitelerde de yürüyüşler ve protesto gösterileri düzenlendi.

Öğrenciler Bundan Sonra Ne Yapacaklar? Öncelikle 3 Şubat’ta Berlin, Berlin Hamburg, Hannover, Leipzig ve Duisburg’da merkezi yürüyüşler düzenlenecek. Almanya genelinde protesto haftasÝ düzenlenmesi gündemde. En azÝndan 1 günlük boykot önermeleri görüşülüyor. YaygÝn beklenti, MayÝs ayÝ başÝnda eylemlerin had safhaya ulaşmasÝ yönünde. Önümüzdeki günlerde büyük bir toplantÝnÝn yapÝlacağÝ açÝklandÝ. Bu toplantÝda Almanya genelinde grev ve boykotlar görüşülecek ve oylanacak. FZS Yönetim Kurulu Üyesi

Nele Hirsch, grev ve boykotlarÝn 1997’de yaşananlardan daha uzun ve daha büyük olacağÝnÝ söylüyor. Öğrenciler ayrÝca, işçi sendikalarÝna da çağrÝ yaparak, sorunlarÝnÝ işçilerle birlikte paylaşmak ve mücadeleyi ortaklaştÝrmak istediklerini açÝkladÝlar.

SÝra öğrencilerde Sosyal haklarÝn tasfiyesi bağlamÝnda Agenda 2010 ve Hartz IV gibi işçi ve emekçileri ufalayan yasalardan sonra şimdi de

öğrencilerin haklarÝ gaspedilmek isteniyor. Devlet bütçesinden eğitime ayrÝlan pay düşürülüyor ve aradaki açÝk öğrencilerden har(a)ç alÝnarak kapatÝlmaya çalÝşÝlÝyor. Harçlarla birlikte Almanya’da üniversite kapÝlarÝ, emekçi çocuklarÝnÝn suratlarÝna kapatÝlmak isteniyor. Sosyal, bilimsel ve demokratik üniversite mücadelesinde, mevzi kaybÝ anlamÝna gelen harç saldÝrÝsÝna karşÝ öğrencilerin ve işçilerin birlikte mücadele etmesinin ihtiyacÝ artÝyor.

“Yeni açÝlmÝş çiçek gibisin ” n “Genç, zaman› geldi¤inde kendi kiflili¤ini arayand›r...” “Pencereyi ilk defa aç›yorsun. En keskin rüzgar olsa bile o dönem karfl›l›yorsun.” farklÝ olabilir. Çok kanÝksanmÝş birşey de olabilir. Ama biraz da farklÝ boyutlarÝyla yaklaşÝr olaylara. Sen kendini nasÝl hissediyorsun? Kendinden bahseder misin? Ergin: Her şeyden bir parça alÝyorum. Mesala biriyle tanÝştÝğÝmda onun olaylara yaklaşÝmÝnÝ, psikolojisini çözmeye çalÝşÝyorum. Böylece parçalarÝ birleştiriyorum. Mesala bir kavga anÝnda klasik delikanlÝlÝk psikolojisiyle yaklaşmam olaya, tüm detaylarÝyla gözlemlemeye çalÝşÝrÝm. Bakabildiğim kadar geniş bakmaya çalÝşÝrÝm. Erkan: İnsan, gençliğin vermiş olduğu coşkuyla çok çabuk savrulabilir, çok çabuk ileri de gidebilir. Fiziksel durumun getirdiği dinamizimle bağlantÝlÝdÝr. Pencereyi ilk defa açÝyorsun. En keskin rüzgar olsa bile o dönem karşÝlÝyorsun. Gül: Gençlik çok şey ifade ediyor. Gençliği gerçekten yaşamak gerekiyor bence. Ben

Piyon satrancÝn ruhudur kilde isimlendirilmişir. Şah- Vezir ikilisi, komuta kademesini temsil eden güçlü iki simgedir. Yine sağ ve sol uçlarda yer alan Kaleler, zaptedilmez savunma alanlarÝ gibi durur karşÝmÝzda. Filler ise genelde motorlu ya da mekanize piyade birliklerini temsil ederler. Atlar, kendilerine en yakÝn anlamlarÝyla bulunurlar satranç tahtasÝ üzerinde. Süvari birliğidirler. AtlarÝ kontrol etmek bir yetenektir. Bazen tek bir at, çapraz ilerlemelerde karşÝ tarafÝ şok edip, bozguna uğratabilir. Ve Piyonlar... Diğer bir söyleniş biçimiyle “erler”. Taşlar, yerli yerine oturdu galiba. Tabii ki asÝl konumuz ilk hücum komutuna uyan ve rakip ile ilk karşÝlaşan, hatta kendisinden konum ve önem olarak daha yetkin olan taşlarÝ yeri geldiğinde koruyan Piyonlar. Amatör satrançÝnÝn önemini tam olarak anlayamadÝğÝ ve gerekli gereksiz feda ettiği, anÝ kurtarma adÝna harcanan piyonlar. Diğer bütün taşlar piyonlarÝn ilk açÝlÝşÝna bağÝmlÝdÝrlar. Çoğu usta satrançÝnÝn piyon açÝlÝşla-

Deniz

YaşadÝklarÝmÝz olmasÝ gerekenler mi?

tüm ö¤rencileri karara karfl› direnmeye ça¤›rd›.

rÝna özel önem atfetmesi, bu açÝlÝşlarÝn ilerleyen aşamalarda oyunun seyrini, daha en başta izleyeceği rotayÝ öngörmesiyle bağÝntÝlÝdÝr. Uzun vadeli düşünen, planlÝöngörülü bir oyuncu şunu her zaman hesaba katmalÝdÝr; piyonunu önemsizleştirip hoyratca anlÝk pozisyonlara kurban edenler, rakibin akÝllÝ piyonlarÝna savaş meydanÝna bir genaral olarak dönüşünü kendi elleriyle hediye etmiştir. Piyonlar bu çetin mücadelede yalnÝzca en önde saldÝrÝlarÝ karşÝlamak, varlÝklarÝnÝ-yokoluşlarÝnÝ sunmak için ileri atÝlmazlar. Rakibin taktik ve stratejisini piyonlardan ziyade, arkadaki sekizli komuta merkeze odakladÝğÝnÝ bilen bir komutanÝn ellerinde, karşÝ tarafÝn burçlarÝna zafer bayrağÝnÝ taşÝrlar. Ve büyük oyunlarÝn çoğunda olduğu gibi oyunun kaderini tayin edenler, sona kalmÝş piyonlardÝr. Estetik, zeka ÝşÝltÝsÝ taşÝyan, zevkli bir oyunun kahramanlarÝ olabilirler. Onlar satrancÝn kÝlcal damarlarÝ gibidirler. Ve ruhlarÝnÝ katarlar oyuna.

çok erken evlendiğim için gençlerin yaşadÝğÝ birçok şeyi yaşayamadÝm. Gençlerde herşey var. Daha çabuk herşeyi algÝlayabiliyorlar fakat bunu mantÝkla birleştiremiyorlar. İstedikleri herşeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Erkan: Öyle düşünmüyorum. Gençlik belli bir dönemi kapsÝyor. Ruh hali farklÝ olabilir. Ama doğal olarak bu süreç 15 ile 22 yaşlarÝnÝ kapsÝyor. Ondan sonraki gelen süreç belirli deneyimlerin olgunlaşmaya başladÝğÝ bir süreçtir. Gül: Avrupa’da yaşayan gençlikten bahsediyorum ben. Avrupa’da öyle. Türkiye’yi bilemiyorum. Avrupa’da yaşayan gençlerin çoğu erken evliliği tercih ediyor, “ben yaparÝm” diyor. Gençlik nasıl şekilleniyor?Nelerden etkileniyor? Gül: Tam bilemeyeceğim ama burdaki gençlerin de gerçekten gençliklerini yaşayabilmesi için, öncelikle seneler önce gel-

miş insanlarÝn gençliğini yaşamalarÝ gerekiyordu bence. Ergin: Bence Gül haklÝ. Anne ve babasÝna bakarak şekilleniyor genç. İlk eğitim evde başlar. Erkan: Yönlendirme!.. Ergin: Bana göre bendede öyle olmuştu. Ebeveyenlerin öğretmesi ve yönlendirmesiyle başlar. Erkan: Gençliğin şekillenişinde bence ailenin o kadar etkisi olmuyor. Burda daha çok çevre büyük rol oynuyor. FarklÝ kesimlerde özellikle yoksul ailelerde yetişmiş gençlerin çoğu bastÝrÝlmÝş istem ve özlemlerini evden kaçarak farklÝ çevrelere girmek mesala çeteleşme, uyuşturucu ve benzeri ilişkiler ağÝnÝn kurbanÝ oluyorlar. Bu baskÝdan kurtulmayÝ bu çeşit yollarla giderebileceğini düşünüyor. Tabii ki ailerin de etkisi olmuyor değil ama dediğim gibi, en büyük etken çevre.

Hem kendime, hem çevremdeki gençlere baktÝğÝmda kafam karma karÝşÝk oluyor! İçimden geçenler ve büyüklerin, “Genç dediğin cÝva gibi olur! CÝvÝl cÝvÝl olur! YaşamÝn bütün canlÝlÝğÝnÝ yansÝtmalÝdÝr!” sözleri... “Doğru” diyorum. Zaten zaman içimden de böyle geliyor. Bir pÝnar kaynÝyor sanki. Birçok şeyle yeni tanÝşÝyorum ve tanÝşacağÝm. Yani ben/biz gençler yeni tanÝşÝyoruz hayatla diyebilirim. Yeni olan her şeyin de verdiği bir heyecan yok mu dur? Ama benim kafamÝ karÝştÝran, “niye bu heyecandan uzağÝz?” sorusu. Ruhsuz, cansÝz, heyecansÝz, durgun ve hayattan bÝkmÝş bir haldeyiz. Elli-altmÝş yaşÝndakilerin yüzündeki ifadeyle, bizimki arasÝnda neredeyse hiç fark yok! Hakim olan ne?.. Sönmüşlük! Hani en canlÝlarÝmÝz bile, anlÝk bir eğlence ve hoş zaman geçirmek için ne yaptÝğÝmÝzÝn, nasÝl yaptÝğÝmÝzÝn, ne istediğimizin bile çok fazla ayrÝmÝnda olmadan kaptÝrÝp gidiyoruz! Ertesi gün yine her şey renksiz, yine bunalÝm. Bir parlÝyor, sonra yine sönüyoruz!.. Soruyorum kendime: “Peki niye hep böyle? Neden?!..Neden bu kadar tekdüze geçiyor günlerim? Neden bu kadar sÝk boşluğa düşüyorum, bu kadar yalnÝz hissediyorum kendimi? Tek ben mi böyleyim, yoksa başkalarÝ da mÝ böyle? Hayat bu kadar boş ve anlamsÝz mÝ?!..” SanmÝyorum! Böyle olmamalÝ! çünkü mutlu insanlar da var, görüyorum. Öyle insanlarÝ ne zaman görsem çekiyorlar beni. YaklaşÝp konuşmak ve nedenini çözmek istiyorum. Sallapati yaşayanlar değil kasdettiğim. Beni çekenler, her şeyin farkÝnda olanlar. Hepimizin içinde yaşadÝğÝ sorunlarÝn, sÝkÝntÝlarÝn, can sÝkÝcÝ şeylerin farkÝnda olan ama bunlara takÝlÝp kalmayanlar. KonuşmalarÝ boş değil, “Şu şunu almÝş, bu bunu giymiş” gibilerden değil sohbetleri. Sorunlara kafa yoruyor, tartÝşÝyor, çözüm üretmeye çalÝşÝyorlar. Yani herşeyin farkÝndalar ama yine de bunlar morallerini bozmuyor. DayanamayÝp sordum birine geçenlerde: “NasÝl oluyorda bunca sorun içinde, üstelik herşeyin de farkÝnda olduğun halde böyle içten gülebiliyorsun, mutlu görünüyorsun? Bence sen de bir biçimde kendini kandÝrÝyorsun?” dedim. Sorum biraz şaşÝrttÝ onu. Ne yalan söyleyeyim, bana kÝzdÝğÝnÝ düşündüm. Beni küçümseyerek bir iki ters laf söylemesini beklerken o şöyle yanÝtladÝ: “Ben hiç bir sorunu görmezden gelmeye çalÝşmÝyorum. Bu sorunlarÝ yaşÝyoruz zaten, yok sayamayÝz ki. Ama ben bunlarÝn neden kaynaklandÝğÝnÝ çözmeye çalÝşÝyorum. Kendimizi kandÝrarak üstünden atlayamayÝz. AyrÝca olanlar, hayatÝn kanunu da değil. Yani kader değil bunlar. YaşadÝklarÝmÝz, olmasÝ gerekenler değil diye düşünüyorum . AraştÝrmalarÝmdan bu sonuca vardÝm. Bir düşünsene, değerinin, sahip olduğun para ve eşyaya göre ölçüldüğü bir ilişki biçiminde nasÝl mutlu olabilirsin ki? Senin herkese, herkesin de sana buradan baktÝğÝ bir dünyada, sorunlar farklÝlaşabilir ama kaynak burasÝ bence...” Bu sÝrada telefonu çaldÝ, kapattÝktan sonra gitmesi gerektiğini söyleyerek çÝktÝ. “Tam da çalacak zamanÝ buldu şu telefon!” dedim kendi kendime. AnlattÝklarÝnÝ düşünüyorum. Kendi yaşadÝklarÝma, etrafÝmda gördüklerime bir de bu tarafÝndan bakmaya çalÝşÝyorum. Beni en çok etkileyen de “YaşadÝklarÝmÝz olmasÝ gerekenler değil” cümlesi oldu. KaramsarlÝktan kurtulabilmek için, bununla ne demek istediğini iyice anlamam gerek sanÝrÝm.

(devamÝ gelecek sayÝda)

Alkolsüz yürümezmiş işler! n Reklamc›lar bu düflünceleri kendi maksatlar› için kullan›r, hatta bunlar› daha da beslerler. Belki bir yudum şarap veya bira denemiş olabilirsin. NasÝldÝ tadÝ, iyimiydi? Aile toplantÝlarÝnda, partilerde, veya diskotekte, hemen her yerde; “Hadi, bizle bir yudum iç!” derler. Peki sen bunu kabullenirsen ne olur? Neşelenirsin, hoş bir rahatlama olur, kendini iyi hissedebilir, belki daha serbest konuşur, hatta birini dansa davet edebilirsin. Kendini bir gurubun üyesi görür ve bir süre dertlerini unutabilirsin. Belki az miktarda alkol içtiğinde hareketlerinin yavaşladÝğÝnÝ ve dikkatinin azaldÝğÝnÝ sen de hissetmişsindir. Eğer vücudunun kaldÝrabildiğinden, fazla içersen, anlaşÝlmaz şekilde konuşmaya, gevelemeye sonra sallanmaya başlayabilir, hatta yere yÝkÝlabilirsin. (Alkol zehirlenmesi nedeniyle hastahaneye kaldÝrÝlan gençlerin sayÝsÝ son yÝllarda çok arttÝ. İstatistiklere göre alkol, senede 40 bin kişinin ölümüne yol açÝyor.)

BaşÝna gelebilecekler Bu durumda şu sorunlar ortaya çÝkabilir: SaldÝrgan olur daha çabuk bir kavgaya karÝşabilirsin. Dikkat etmez, korunmalÝ seks yapmayabilirsin. Çok alkol almÝş başkalarÝnÝn arabasÝna binebilirsin ve ya sarhoş olarak bisiklet ve ya motorsikletle eve gidersin. Alkol alan insanlarda korku veya çöküntü hali daha da artabilir. Eğer düzenli alkol alÝrsan, günün birinde artÝk bÝrakamazsÝn. Bu demektir ki ruhsal ve bedensel açÝdan bağÝmlÝ bir insan olarak, Almanya’da ki 2,5 milyon alkolikten birisin artÝk. “Sigara içmek şöyledir, böyledir” diyen çok genç var. Sen denememiş olsan da senin yaşÝnda sigara içen birçok kişi var. BazÝlarÝ zevk için içer, tadÝnÝ sevdiklerini söylerler. BazÝlarÝ da alÝşkanlÝktan ya da “sigara içmek cool işte” derler. ReklamcÝlar bu düşünceleri tabii kendi maksatlarÝ için kullanÝr, hatta böyle düşünceleri

ustaca daha da beslerler. BazÝlarÝ stresten, dertten veya sÝkÝntÝya daha iyi katlanabileceklerini zannettiklerinden bir tane yakarlar.

BağÝmlÝlÝk hemen başlar Yeni araştÝrmalara göre; nikotin bağÝmlÝlÝğÝ seneler sonra değil, başladÝktan bir kaç ay sonra ortaya çÝkar. Sigara içmenin sporda kondisyonunun kötüleştirdiğini ve deride daha çabuk kÝrÝşÝklÝğa neden olduğunu farketmişsindir. Nikotin nedeniyle her sene 110 bin kişi ölüyor. İstatiksel verilere göre; Okulundaki bin öğrenciden ...biri öldürülecek, ... 6’sÝ trafik kazasÝnda ölecek ... ve 250’si sigara içtikleri için ölecekler. Peki niye bu kadar insan sigara içiyor?.. “Haşiş (esrar) zararsÝzdÝr!” diyor bildiklerini zanneden bir çok kişi. Haşhaş ve marihuana , ikisi de kenevir (Cannabis sati-

va) bitkisinin ürünleri, Almanya’da yasaklanmÝş maddeler olmalarÝna, hem yanÝnda bulundurmanÝn hemde ticaretinin bir suç olmasÝna rağmen, bu maddelerin kullanÝmÝ giderek artmaktadÝr. EsrarÝn baş döndürücü aktiv maddesi Tetrahydrocannabinol (THC) dÝr. Haşhaş, pozitif duygu durumlarÝnÝ artÝrÝr. Coşkuya, kendini koyuvermeye ve sersemliğe neden olur. Çoğu kez ses ve renklerin algÝlanmasÝ fazlalaşÝr. Grup içinde alÝndÝğÝnda “biz” duygusu artar. Olumsuz duygularda artÝş olur. KÝsa süreli hafÝza, dikkat durumu ve reaksiyon fonksiyonlarÝ azalÝr. Düzenli ve uzun süreli kullanÝmÝnda kayÝtsÝzlÝk miskinlik, eylemsizlik gözlenir ve bazÝ yatkÝn insanlarda psikoz ortaya çÝkabilir. Psikolojik bağÝmlÝlÝk da olasÝdÝr. Dr. Horn aus Gernsbach www.esrar.com adresinden yararlanÝlmÝştÝr


Yaflanacak

B

L

M

·

T

E

K

N

Bilgisayar 30 yaşÝnda Yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olan bilgisayar, bu yıl 30. yaş gününü kutluyor. Dünyada en hızlı gelişen şey olan teknolojinin başında gelen bilgisayarın, bundan 30 yıl önce tarih sahnesine çıktığında bu kadar kısa bir sürede bu denli hızlı gelişeceği ve 30 yıl içinde alternatifsiz bir konuma sahip olacağı hayal dahi edilmiyordu.

BilgisayarÝn atasÝ Dünyanın ilk bilgisayarı olan ve 1975 yılının Ocak ayında tasarlanan “Altair 8800”, Popular Electronics tarafında piyasaya sürüldü. Bu makinayı birkaç yıl sonra günümüzün bilgisayar tekellerinden biri olan IBM’in ürettiği kişisel bilgisayarlar (PC’ler) ve bir çoğumuzun çocukluğunda sahip olmayı dilediği Commodore 64’ler izledi. İlk bilgisayar olan Altair

8800, bugün aşina olduğumuz bilgisayarlardan çok, bir elektrik trafosunu andırıyordu. Uzay Yolu dizisindeki yanıp sönen ışınlama makinasına benzer düğmeleri olan bu makineyi, dünyanın en büyük bilgisayar müzesi Heinz Nixdorf Müzesi yöneticilerinden Andreas Stolte “sıradan insanlara göre fazla karmaşık bir bilgisayardı. Ekranı, mausÝ, klavyesi, herhangi bir programı, hatta bir işletim sistemi dahi yoktu. Bütün bunları iğneyle kuyu kazar gibi kendiniz yapıyordunuz” diyerek tanımlıyor.

Makinenin mucidi, borçlu bir işadamı Dünyanın ilk kişisel bilgisayarı olan Altair 8800’ü ABD’nin New Mexiko kentinde oturan ve küçük bir imalathane sahibi olan Ed Roberts

üretti. Makinenin ilk piyasa fiyatı ise 400 dolardı. Ed Roberts’in esasında iflasın eşiğinde olan bir üretici olduğunu söyleyen Andreas Stolte, “Elinde avucunda ne varsa Altair projesine yatırdı. Bu iş için kullandığı krediyi geri ödeyebilmesi için en az 200 makine satması gerekiyordu. O bu sayının 800 olmasını umarken, 2 yıl içinde 200 bin adet gibi bir rakama ulaştı” diyor. Kullanımı oldukça zor olan Altair 8800, dar bir çevre tarafından satın alınırken, 1981’de piyasaya çıkan IBM-PC’ler ise tam 20 milyon adet satan Commodore 64’lerin öncülüğü yaptı. Bugün ticaret hacmi ile dünyanın en büyük piyasalarından birine sahip olan bilgisayar, 30 yıllık tarihinde bir çok aşama kaydederek, cebimize girecek kadar küçüldü. Mustafa Örnek

Kök hücre nakliyle 20 yÝl sonra yürüdü Güney Kore’de 20 yÝl önce felçl olan bir kadÝn, göbek bağÝ kanÝndan alÝnan kök hücre sayesinde yürümeye başladÝ... Kaza sonucu felçl olan 37 yaşÝndaki Hwang MÝ - Soon’un hastalÝğÝ, bir bebeğin göbek bağÝ kanÝndan alÝnan kök hücreyle tedavi edildi. Yürümeyi başaran Hwang, dünyada göbek bağÝ kanÝndan alÝnan kök hücreyle hastalÝğÝndan kurtulan ilk felçli olarak kayÝtlara geçti.

alÝnmasÝ, birçok ülkede etik açÝdan tartÝşÝlÝyor. Ancak göbek bağÝ kanÝndan da kök hücre alÝnmasÝ bu tartÝşmalarÝ şu an da farklÝ bir boyuta taşÝdÝ. Hwang’Ýn iyileşme yolunda ‘dev adÝmlar’ atmasÝnÝ sağlayan tedavi, yeni doğan bir bebeğin

göbek bağÝ kanÝndan alÝnan kök hücrelerin önce dondurularak muhafaza edilmesi, ardÝndan da laboratuvar ortamÝnda ‘Ýslah edildikten’ sonra kadÝnÝn omurgasÝnÝn hasarlÝ bölümüne nakledilmesiyle yapÝldÝ.

ArÝ sokmasÝ ölüme yol açabilir

“Benim için mucize”

Atatürk Üniversitesi AraştÝrma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. AkÝn Aktaş, arÝ sokmasÝ sonrasÝ görülecek ağrÝ, yanma, kÝzarÝklÝk ve şişmenin birkaç saat içinde geçeceğini, çok sayÝda arÝnÝn sokmasÝ halinde ise zehirlenme reaksiyonlarÝn olabileceğini söyledi. Dermatoloji uzmanÝ Aktaş, “ArÝ sokmasÝ bazÝ kişilerde ölüme bile yol açacak şoka neden olabilir.” dedi. Aktaş arÝ sokmasÝnda görülen şokun yaygÝn kurdeşen, deri altÝ ödemi, kaşÝntÝ, solunum yolu tÝkanÝklÝğÝ, nefes darlÝğÝ, tansiyon düşüklüğü, dolaşÝm yetersizliği, kalp ritm bozukluğu, bulantÝ, kusma, ishal, karÝn ağrÝsÝ gibi belirtilerle ortaya çÝktÝğÝnÝ belirtti, “Bu belirtilerin erken ortaya çÝktÝğÝ kişiler ile baş ve boyundan olan sokmalarda şok ihtimali fazladÝr. Şişme ve kabarmalar boğazda olduğu zaman, gÝrtlak tamamen kapanÝr, bu da kişinin nefessiz kalarak ani ölümüne yol açar. Alerjik olmayan bir insanda da arÝ sokmasÝyla şok yaşanabilir. ArÝ soktuğunda sÝkÝntÝ hissi, huzursuzluk, sÝcak basmasÝ, çarpÝntÝ ve kaşÝntÝ gibi belirtiler şokun öncü habercisidir ve kişi hemen bir sağlÝk kurumuna götürülmelidir. Eğer ilk birkaç dakika içinde tedavi edilmezse ölüme yol açabilir.” dedi.

BasÝn toplantÝsÝna tekerlekli sandalyeyle getirilen Hwang Mi-Soon, bir süre sonra sandalyeden doğrularak, koruyucu bir çerçeve yardÝmÝyla birkaç adÝm atmayÝ başardÝ. Hwang, “Bu, benim için bir mucize. Bir daha yürüyebileceğimi düşünmüyordum” dedi. YapÝlan araştÝrmalar, kök hücrenin tahrip olmuş organ ve dokularÝ iyileştirebildiğini gösteriyor.

Etik açÝdan tartÝşÝlÝyor Embriyondan

kök

hücre

Küba’da ilaç ücretsiz... Küba’nÝn ilaç sektörü, dÝşarÝdan satÝn alÝnan patentler yerine, yerli Ar-Ge’ye dayanÝyor. KübalÝ araştÝrmacÝlar şimdiye dek 100’den fazla patent aldÝlar, bunlarÝn 26’sÝ da ABD’den geldi. Küba ilaç sektörü, şimdi gelişmiş ülke pazarlarÝna açÝlmanÝn yollarÝnÝ arÝyor.

Yoksul ülkelere şifa götürüyor 1959’daki Küba Devrimi’nden sonra ilaç ve hastalÝk tedavisi ve fakir halkÝn sağlÝk ihtiyacÝnÝn karşÝlanmasÝ, en ciddi problem olarak ortaya çÝktÝ. Küba bugün sağlÝk ihracatÝ yapan bir ülke haline geldi. Binlerce KübalÝ doktor, yoksul ülkelerdeki hastalara ücretsiz bakÝm ve tedavi hizmetleri veriyor. Küba’nÝn bu tür yatÝrÝmlarÝ boşa gitmedi ve ‘Finlay institute’ adlÝ bir kurum, dünyanÝn ilk Menenjit B aşÝsÝnÝ geliştirdi. Kurumun baş araştÝrmacÝsÝ Concepcion Campa Huergo, aşÝyÝ deneklere vurmadan önce kendisi ve çocuklarÝ üzerinde denedi.

let hastanelerindeki kliniklerde deneniyor. ABD ambargosu ciddi bÝr problem olarak bilimin karşÝsÝna çÝkÝyor. Küba, ABD’li bir şirketin üçüncü ülkeden bir partneri ile de ticaret yapamÝyor. Ticaret yapÝlan bir şirketin ABD’li bir dev tarafÝndan satÝn alÝnmasÝ demek, artÝk bu partnerin yitirilmesi demek. Küba Bilimler Akademisi BaşkanÝ İsmael Clark, son 10 yÝlda bu nedenle birçok tedarikçiyi kaybettiklerini vurguluyor.

Kanser aşÝsÝ için ambargo delindi KübalÝ araştÝrmacÝlar, akciğer kanseri için geliştirdikleri aşÝ sayesinde Amerika amborgosunu delebildiler. AşÝ uluslararasÝ bir konferansta dünya bilim insanlarÝna tanÝtÝldÝ. Bunu gören Cancer Vai adlÝ

Kapitalizme inat ilaç ücretsiz Küba, biyoteknoloji alanÝnda BatÝ devletlerinden farklÝ bir iş modeline sahip. Laboratuvarlar broşür basmÝyor. İlaçlarÝnÝ satmak için pazarlama uygulamÝyor. Pazarlama elemanÝ ordusu beslemiyor. İlaç lisanslarÝ satÝlmÝyor, laboratuvarlar arasÝnda paylaşÝlÝyor.

Ambargoya karşÝ yerli üretim KübalÝ araştÝrmacÝlar, araç gereçlerini Avrupa, Brezilya veya Japonya’dan temin ediyor. KübalÝ bilim insanlarÝ birçok malzemeyi kendi olanaklarÝ ile üretiyor. Örneğin enzimler, doku kültürleri, virüsler ve diğer laboratuvar gereçleri gibi. Her kurumun kendi laboratuvarÝ bulunuyor, sonuçlar dev-

ABD’li bir şirket, tam iki yÝl boyunca Washington’da lobi yaparak, sonunda ürünü ABD’de test etme izni aldÝ.

ma, tifo, kolera, dizanteri gibi hastalÝklarÝn aşÝlarÝ. Esen Can Kaynak: NTV

Bilimde yolculuk

Derya TanrÝvermiş

Derinlerdeki sürpriz Denizde, karadakinden daha az canlÝnÝn nesli tükeniyor. Bilim adamlarÝ bu durumun nedenini henüz bilemiyorlar. Öte yandan deniz canlÝlarÝnÝn çok az bir kÝsmÝ tanÝnÝyor. Karada binlerce canlÝnÝn nesli tükenmişken, bu sayÝ deniz canlÝlarÝ için onlarca olarak telaffuz ediliyor. Bu fark, biyoloji bilimi için büyük bir bilinmezlik anlamÝna geliyor. Denizdeki canlÝ türlerinin daha az olduğu gibi bir teori öne sürülüyorsa da denizaltÝ ve kara doğalyaşamlarÝnÝn farklÝ yapÝda olduğu iddiasÝ daha çok öne çÝkÝyor. Özellikle henüz tanÝnmayan canlÝ türlerinin bu sistemde oynadÝğÝ rol önemli olabilir. Ancak bu arada canlÝ türlerinin soyu tükenmeye devam ediyor. Kuzey Denizi’nde yaşayan gri balina, özellikle avlanma nedeniyle yokol du. Atlantik Okyanusu’ndaki balinagillerden deniz ineği de yerel halkÝn ve Amerikan balÝkçÝlarÝn kontrolsüz avlanmalarÝna direnemedi. Doğal sistemdeki bozukluk da en çok iri deniz hayvanlarÝnÝ etkiliyor. Bu hayvanlar daha az üremeye ve daha yavaş büyümeye başlÝyorlar. Bu da bu türleri dÝşarÝdan gelen etkilere daha açÝk yapÝyor. Denizin derinliklerinde de büyük türlerin yokolmasÝ, ekosistem üzerinde, küçük türlerin yokolmasÝndan daha büyük etki bÝrakÝyor. İrlanda’nÝn batÝ kÝyÝsÝndaki Galşay Körfezi’nde 139 değişik deniz canlÝsÝ üzerinde yapÝlan araştÝrmalarÝn bulgularÝ ilgi çekici. Bu araştÝrmalara göre yengeç, deniz yÝldÝzÝ, deniz kirpisi ve midyenin, dipteki yaşama ciddi etkileri var. Bu canlÝlarÝn yoğunluğu ve büyüklüğü, denizin oksijen kapasitesini doğrudan etkiliyor. Bu nedenle bu canlÝlarÝn yok olmasÝnÝn ya da sayÝlarÝnÝn azalmasÝnÝn doğuracağÝ sonuçlarÝ tahmin etmek güç değil. Özelikle bazÝ türlerin yok olmasÝnÝn ekosisteme etkisi çok büyük. Ancak bilim adamlarÝ, türlerin yokolmasÝnÝn nedenlerini hâlâ tam olarak açÝklayamÝyorlar. Yine de deniz altÝndaki yaşamÝn gelecekte açÝklanmasÝna ve korunmasÝna ümitle bakÝlÝyor. Çünkü henüz denizilerin sadece yüzde 5’inin haritasÝ çÝkarÝlmÝş durumda. Yetmiş ülkeden yüzlerce bilim adamÝ sudaki yaşamÝ incelemekle meşgul. 2000 yÝlÝnda başlayan ve 2010’a dek sürecek olan on milyon dolarlÝk bir projeyle deniz altÝndaki canlÝ türlerinin tespitine devam edilecek. Şu andaki verilere göre su altÝnda tam 38 bin canlÝ türü yaşÝyor. Bu sayÝya sadece bir yÝl içinde 13 yeni tür keşfedilerek ulaşÝlmÝştÝ. Bu verilerin çok az bir kÝsmÝ okyanuslarÝn derinliklerinden geliyor. AraştÝrmalarÝn çoğu okyanuslarÝn üst katmanlarÝnda yapÝlÝyor. Bu da demektir ki derinliklerde bizi bekleyen birçok yeni canlÝ var.

Sentetik elmas çiplere girecek

Piramitlerin sırları Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmazlar. Kirletilmiş su piramitin içinde bırakıldığında bir kaç gün sonra arıtılmış olarak bulunur. Piramitin içerisinde süt bir kaç gün bırakıldığında taze kalıyor ve sonunda bozulmadan yogurt haline geliyor. Bitkiler ise piramit içerisinde daha hızlı büyüyorlar. Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku yaymadan mumyalanıyorlar. Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramitin içinde daha çabuk iyileşiyor. Piramlerin içi yazın soğuk, kışın ise sıcak oluyor. Bir Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş giriyor ve bu günler Firavunun doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu biliyor muydunuz?

‘Bilim bu, ticaret değil’ Küba’da laboratuvarlarÝn uluslararasÝ arenada rekabet ettikleri BatÝlÝ şirketler gibi aylÝk, yÝllÝk bilançolarÝ, nakit giriş analizleri gibi ölçekleri yok. Çünkü Küba, ABD’li ilaç devleri gibi parayÝ kellik ilaçlarÝ, iktidarsÝzlÝk haplarÝ, kÝrÝşÝklÝk kremlerinden kazanmÝyor. Küba ilaç sektörünün odaklandÝğÝ üç alan var; kanser tedavisi, AIDS ve yoksul ülkelere has sÝt-

9 Dünya

K

Teknoloji, silikon çipin sonuna doğru gidiyor. Eğer bu kolay ÝsÝnan madde yerine bir yenisi konmaz ise, bilgi-işlem hÝzÝ bir noktada tÝkanacak. Bilim insanlarÝnÝ şu sÝralar meşgul eden konu ise elmas mikroçipler. Çiplerin ebatlarÝ küçülüp, iş yükleri arttÝkça, yaydÝklarÝ enerji ve ÝsÝ da artÝyor. Sorun, çiplerin ana maddesi olan silikonun 93 derecede erimeye başlamasÝ. Bu nedenle insanlÝk, eğer bilgi işlem hÝz ve

kapasitesini artÝrmak istiyorsa, gelecek on yÝl içinde mutlaka silikonun yerine geçecek bir madde bulmlÝ. BilgisayarÝn kurtarÝcÝsÝ, 537 dereceye kadar dayanan elmas olabilir. AyrÝca elektronlar, elmasÝn içinde o kadar hÝzlÝ kayÝyorlar ki, daha ÝsÝnmadan hedeflerine varÝyor. Bilim insanlarÝ, elmas tabanlÝ bir çipe bugünkünnün çok üstünde devre yerleştirebilir. Japon Nippon Telegraph and Telephone firmasÝ şimdiden elmas yarÝ iletkenin protopini çÝkardÝ. Japon hükümeti bu teknolojiye destek veriyor. Intel)in de elmas çiplerle ilgilendiği biliniyor. Elmas çiplerin seri üretimindeki en önemli sorun, elmasÝn sertliğinden kaynaklanan çalÝşma zorluğu. Sentetik elmaslarÝn ayrÝca, gerçeği ile ayÝrt edilemeyecek kalitede mücevherlere de gireceği söyleniyor. DünyanÝn en büyük elmas üreticisi Güney AfrikalÝ De Beers, şimdiden sahte elmas tespit makinesi üretti bile.

Biten bir yÝlÝn ardÝnan 2004 yÝlÝnÝ sanÝrÝm hepimiz, yaşadÝğÝmÝz ülkenin sosyo-ekomomik gelişmeleriyle, bizi doğrudan etkileyen yasal değişimlerle, çalÝşma hayatÝnÝn zorlaşmasÝ ve emeğin değerinin dibe vurmasÝyla hatÝrlayacağÝz. Günlük hayatÝmÝzÝ doğrudan etkileyen teknolojik gelişmeler için ise, zaten her şey doğal akÝşÝ içinde gelişiyormuş gibi, büyük bir ihtimalle durup bir düşünmeyeceğiz bile. Oysa iletişim teknolojisindeki gelişmeler yaşamÝmÝzÝ ne kadar kolaylaştÝrdÝ. ArtÝk cep telefonu olmayan kaç kişi var? Üstelik sadece sesli iletişim için değil fotoğraf, video iletişimi ve internet için de cep telefonu kullanÝyoruz. KameralÝ telefonlarÝn görüntü kalitesinin bir yÝl içinde geldiği nokta inanÝlmaz bir hÝzÝ temsil ediyor.

AynÝ gelişme yine televizyon, videokamera, DVD, MP3 çalar gibi aletler için de geçerli. *** TÝp alanÝnda da önemli gelişmeler yaşandÝ. Teknik özellikleri neredeyse doğal göze eşit robot göz, görme engelliler için çok büyük bir umut oldu. Genetik bilimi de insanoğlunun ve diğer canlÝ mekanizmalarÝn şifrelerini gittikçe daha fazla çözerek bir takÝm sorularÝn yanÝtlarÝna yavaş yavaş ulaşmaya başladÝ. Çeşitli hastalÝklarÝn kalÝtsal olduğu anlaşÝldÝ ve bu sayede hastalÝk tanÝlarÝ, şikayetler başlayana dek beklemek yerine, aile faktörleri gözönünde tutularak konabilecek. Genetik bilimin ilerlemesiyle birlikte hastalÝğa neden olan genlere müdahale, standart bir

tedavi yöntemi haline gelebilecek. Hatta anne karnÝndaki bebeğin sağlÝğÝ bile genetik müdahale sayesinde garanti altÝna alÝnabilecek.

görüntülerdi. Fotoğraflar da, Mars’ta bir zamanlar su bulunduğuna dair görüntüler vardÝ. Bu da Mars’ta bir zamanlar hayat olabileceğini kanÝtlÝyordu.

*** Uzay bilimlerinde de ciddi gelişmeler ve bulgulara tanÝk olduk 2004 yÝlÝnda. YaşamÝn başlangÝcÝ, dünyanÝn oluşumu gibi konularda ciddi ipuçlarÝ yakalandÝ. Bu sorun bence insanoğlu için bilinmezliğini daha yüzyÝllarca koruyacaktÝr. Dönemsel olarak ağÝrlÝk gösterecek teoriler bir başka önemli bulgu ile yerini başka bir teoriye bÝrakacaktÝr. Ancak yine de bilim adamlarÝnÝn araştÝrmalarÝ, bize köklerimizi tahmin etmede önemli veriler sunuyor. Bu yÝlÝn en önemli gelişmesi, yÝlÝn başÝnda Mars’a inen uzay aracÝnÝn çektiği fotoğraflardaki

*** Daha bahsetmediğim onlarca bilimsel ve teknolojik gelişme yaşandÝ 2004 yÝlÝnda. Hepsi, farkÝnda olmasak da bizi doğrudan etkiledi. Bilimin sermaye elinde oyuncak olup, tüketim toplumunu nasÝl azdÝrdÝğÝndan bahsetmek istemiyorum. Biten bir yÝlÝn ardÝndan, gelecek yÝla ümitle bakmak istiyorum. Bu yüzden 2004’teki olumlu bilimsel ve teknolojik gelişmeleri anmak istedim. UmarÝm 2005’te bilim, insanoğlunun ve diğer canlÝlarÝn denge ve uyum içinde yaşamasÝna hizmet eder. Derya TanrÝvermiş


Yaflanacak

Dünya 10

K

Ü

L

T

Ü

R

·

S

A

N

A

T

“Harika çocuk”: Mozart Mozart, 249 yıl önce, 27 Ocak 1756’da Salzburg’da doğdu. Doğum günü nedeniyle Mozart’ı yazmanın ve onu anmanın tam sırası. İnsanlık tarihinde ender görünen yeteneklerden biridir Mozart. Albert Schweitzer, onun için şöyle der: “Gerçek dehalar, göklere uzananlardır. Mozart ise gökten inmiştir!”

ker. Berber koltuğunda otururken ya da bilardo oynarken hazırladığı beste tasarımlarını kağıda dökmek, onun için sıradan, mekanik bir iştir.

Sevgiye doyumsuz bir deha

Beş yaşındaki bestekar! Babası Leopold Mozart, Salzburg Başpiskoposu’nun orkestrasında kemancıdır ve 1757’de Saray Besteciliği’ne atanır. Wolfgang’ın yetişmesinde ve özenle eğitilmesinde büyük payı vardır, kendini ona adamıştır. Wolfgang henüz 3 yaşÝndayken, ablası Marie Anna’nin klavsen derslerine büyük ilgi gösterir. 4 yaşındayken klavsende beste denemeleri yaptığı söylenir. 5 yaşındayken bir menuet besteler.Babasından müzik dersleri almaya başlayan Mozart, 15 ay gibi kısa bir sürede iyi bir klavsen çalgıcısı olur. Onun yeteneğini ve ‘harika çocuk’ olarak başarısını tanıtmak isteyen babası, iki çocuğuyla

birlikte birçok ülkeye konser gezilerine çıkar. Wolfgang 12 yaşındayken, Viyana’da ‘Bastien ve Bastienne’ operasını yazar ve ilk sahnelenişi sırasında orkestrayı yönetir. Viyana İmparatoru’nun siparişi

üzerine bestelediği ‘Saraydan Kız Kaçırma’ operası, müzik yönetmeni Antonio Salieri’nin engellemelerine karşın başarıyla sahnelenir. Mozart, yapıtlarını önce kafasında yazar, sonra kağıda dö-

1782’de Constanze Weber ile evlenir. Constanze’nin ev kadınlığı dahil yetersizlikleri yüzünden Mozart, yaşam boyu çile çeker. Mozart, duygusal ilişkilerinde sevgiye doyumsuzca ihtiyaç duyan bir insandır. Çocukluğundan itibaren kimsenin kendisini sevmediği duygusuyla acı çekmiş olması, hayatının gizemli yanlarından biridir. Sürekli ilgi görme çabasının izlerine, müziğinde de fazlasıyla rastlamak mümkün. İnsanların sevgisini kazanmak için böylesine çaba göstermiş birinin, hayatının sonunda olduğu gibi, gençken de kimsenin onu sevmediğini ve hatta kendinin bile kendisini sevmediğini hissetmiş olması, Mozart’Ýn varoluşunun trajik yanıdır. Şüphesiz bu, insanÝ ölüme sürükleyebilecek türden bir anlam yitimidir. Mozart, yaşamının sonunda, yalnızlık ve umutsuzluk için-

Kültür Deryas›

deyken, aslında kısa bir süre sonra öleceğini biliyordu. Bu yüzden Requiem’i, kısmen de kendi ölüm müziği olarak bestelediği söylenebilir. Mozart, kısacık yaşamına 50 senfoni, 22 opera sığdırır. Bunlardan en önemlileri; Saraydan Kız Kaçırma, Figaro’nun Düğünü, Don Juan ve Sihirli Flüt’tür. Ayrıca 29 piyano konçertosu, 7 keman konçertosu, üflemeli çalgılar için 10 konçerto, 42 keman sonatı, 27 arya ve 34 lied yazar.

Yağmurun azizliği! Tifüs hastalığından öldüğü sanılan Mozart, 6 Aralık 1791’de henüz 35 yaşındayken, bu kısa ama dopdolu yaşama gözlerini yumar. Cenazeye katılan yakınları, şiddetli yağmur yüzünden, Mozart toprağa verilmeden geri dönerler. Karısı, ertesi gün mezarını aramaya çalışsa da bulamaz. Yoksullar mezarlığının neresine gömüldüğü hiçbir zaman anlaşılamadığı için, 1859’da mezarlığın rastgele bir yerine anıtı dikilir. S. Curiel. Strasbourg

ÇağÝnÝn ötesine uzanmak... 66 yaşÝnda öldüğünde, çağÝnÝn çok ötesinde, inanÝlmaz bir eserler dizisi bÝrakmÝştÝ ardÝnda Giuseppe Archimboldo; veya her defasÝnda kendisinin bile deği-

şik yazÝdÝğÝ adÝyla Archimboldi/Archimmboldus... 1527’de Milano’da doğdu. Ama ailesinin köklerinin güney Almanya’ya uzandÝğÝ ve atalarÝnÝn Alman imparatorlarÝna çeşitli alanlarda hizmet ettiği bilinmektedir. Genç Giusep-

pe’nin sanatsal gelişimi konusunda elimizde yeterince bilgi yoktur ne yazÝk ki... Giuseppenin babasÝnÝn Leonardo da Vinci’nin öğrencisi olan ressam

Bernardino Luini’nin arkadÝşÝ olduğunu biliyoruz. Ama Leonardo ile doğrudan bir ilişkisi olmadÝğÝnÝ, Leanordo’nun 1516’da Fransa’ya gidip 1519’da orada ölmesinden biliyoruz. Milano her ne kadar sanat

dünyasÝndaki liderliğini kaybetmiş olsa da 16. yüzyÝlÝn da genç Giuseppe Archimboldo’nun birçok ressam, filozof ve diğer sanatçÝlarla ilişkileri olduğundan bahsedebiliriz. Bu ender tekniğe ve görüşe sahip genç sanatçÝ, 1562’de Fonparater Ferdinand I’in davetlisi olarak Prag’a gider ve kendisinden imparatorluk sanatçÝsÝ olmasÝ istenir. Archimboldo’nun yaşÝmÝ, 1562 den itibaren imparatorluk desteğindedir ve bu dönem en iyi bilebildiğimiz dönemidir. Bu dönemde sanatçÝ, birçok yağlÝ boya tablo, ağaç oyma işleri ve çağÝn çeşitli sanat alanlarÝnda birçok parlak eserler vermiş ve yüksek beğeni kazanmÝştÝr. Bu dönemde yağlÝboya dÝşÝnda mimarlÝk, tiyatro için sahne dekoratörlüğü, mühendislik ve sanat uzmanlÝğÝ alanlarÝnda ürünler vermiştir. Archimboldo’nun birçok eseri ne yazÝk ki kaybolmuştur. Elimizde kalan muazzam güzellikteki eserleri onun büyüklüğünü, espritüelliğini, ince zekasÝnÝ ve çağlar sonrasÝna ulaşan gücünü göstermektedir. Bu büyük sanatçÝ, 1593 yÝlÝnda, ardÝnda dahiyane eserler bÝrakarak öldü. Cem Günhah

Sevgili Adnan Yücel, bir şubat ayında “Şubat Ressamları”nı selamlamıştı... Şubat ayında Adnan Yücel’i özlemle anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...

Şubat RessamlarÝ İlk suların sevinci olacaktı. şubat saçlı kar sularının sesi İçten içe eriyen Eridikçe çoğalan kıpırtıların sesi Toprak için Sevda için Çelik ve gelecek için Yaşamın bütün pınarlarından En kılcal damarlarından akacaktı. Bitimsiz bir tuvalin ortasına İlk dalga renkler konacaktı. Göğüsleri bahara yurtlananlar Körük körük korlananlar Yani şubat umutlular Ayak direyip durmadılar İhanetin puslu günlerini Kendi sabırlarıyla omuzladılar.

Onur adına oğul adamaktı işleri Saksılarındaki açelyayı bile Gün, yirmi dört saat uyanık tutmaktı Ve nice şubatlar adına Bütün koşullarda dik durmaktı. O günden beri her şubat ayı İri bir özlem oldu tuvallerde Fırça darbeleriyle nakışlandı Nakışlanıp çoğaldı içimizde Bir fırça bir fırça daha Dünyanın her yerinde Renkten renge “şubat ressamları” Küllenmemiş yürekler için Çığ düşmemiş umutlar için Her tuvalde yepyeni tuvaller için Bir fırça bir fırça daha.

Bir gezinin izdüşümü “Kültür ve sanatın başkenti neresi” sorusuna herkesin vereceği ortakt cevap, “Paris”tir. Paris, salt devrimlerin beşiği olmakla kalmıyor, kültür ve sanatın beşiği olarak da anılıyordu. Paris’teki “Art et Metier” müzesine bir dostumla birlikte gittik. Uzun yıllar önce, kısa bir gezişim olmuştu. Bilincimde kalanlar, müzenin holünde sergilenen birkaç ilkel uçak, ilk bisikletler, ilk otomobilin devasa siluetleriydi. Merdivenlerden yukarıya tırmandığımızda, dostumun gözleri faltaşı gibi açıldı. Üzerine eğildiği maketi öyle yaşıyorcasına izliyordu ki, sanki bu aletin icadından 17. yüzyıldaki kullanımına kadar, o iskeleyi kuran karayağız emekçiler gibi emek sarfetmiş sanırdınız...

“Haydi bir kat daha çıkalım” İki galerinin çakıştığı alan, tamamen gökbilimi araştırma aletlerine ayrılmıştı. Kocaman

teleskoplar, büklüm büklüm daireleri andıran birtakım araç gerecin önünde donup kaldık. O çağlarda ortaya atılan tezler ve yapılan deneyler ikimizi de büyüledi. Biraz daha ilerleyince, Rusların 1963’te uzaya ilk gönderdikleri uzay mekiğinin fotoğrafları, kozmonot Yuri Gagarin’in aydan dünyamıza gönderdiği zarif tebesüm... Biz Arşimed’in suyun ağırlığını nasıl bulduğuna pürdikkat bakarken, bir grup öğrenci deney için salonu doluştu. Zaman hayli ilerlemişti; çıkıp çıkmama konusunda karar kılamıyorduk. Sanki büyülenip çakılıp kaldık galerinin ortasında. Son bir galeriyi dolaşıp çıkmada anlaştık. Özgürlük Anıtı’nı, Amerika’nın bağımsızlığını kazanmasıyla, Fransızlar hediye olarak gönderir. Fransız burjuvazisi, genç Amerikan devletine yaptığı bu jesti, Özgürlük Anıtı’nın simgesi kadının baş kısmının yapımını müzede fanus içinde

sergileyerek yapar.

Sanatta 2. Rönesans Fransa’nın, 17. yüzyıl başlarında sanatta, estetikte, mimarlıkta zirvede olduğu yıllarda, Paris ve diğer kentlerde inşa edilen görkemli şatolar, köprüler, katedraller; “sanatta 2. Rönesans” olarak kabul görmüştür. Ülkenin en yetenekli mimarları, bronz ustaları, kaplamacılar, kralın emriyle aylarca uğraşıp, tacından özgürlük saçan kadının heykelini, Senie Nehri üzerinden okyanusa açılan yüzlerce tonluk gemi ile Newyork’a ulaştırdıklarında, Fransa Kralı 16. Luis, kendini dünyanın imparatoru olarak görmeyi hakettiğini düşünür. Fanus içindeki başlığın yapımı dahi büyük bir beceri. Heykelin kafa kısmına çıkmak için inşa edilen iskele, demirci körüğü, başka bir iskelede toplantı düzenleyen mimarlar, birlerce çiftçi figürü, insanda canlı bir atölyede çalışıyormuş

hissi uyandırıyor. Artık çıkmaya karar verdik. Üç saat boyunca müzenin altını üstüne getirmiştik. Dostum sessizliğini şu sözlerle bozdu:

“Kültür dopingi oldu benim için; kültür, teknoloji komasına girmeden çıkalım!” Ahmet KÝrlangÝç

Cem Günhan

Ayrıntılar -Bilgi kuramı (Epistomoloji) Ne kadar çok şeyi bilmemiz gerekiyor! Adresimiz, telefon numaraları, isimler, tarihler, vs.vs. Hiç sorguladığımız olmuş mudur acaba bazı şeyleri bilmenin veya bilmemenin bize neler kazandırıp kaybettirdiğini? Her gün 50 civarında bitki çeşidinin yok olduğu ve 2015 yılında bütün türlerin 5’te biri ve 2050’de de yarısının yok olacağını bilmek, bize acıdan başka ne verir? Ya da belki hiç ilgilendirmez bizi!? Ruanda’da Hutu ve Tutsi’lerin arasındaki iç savaşın asıl sorumlularının Belçikalı sömürgeciler olduğunu biliyor muyuz? Kendi çay ve Tutsi göçmen çocuklar! muz ekim alanlarında köle olarak kullandılar bir kabileyi, diğer kabileyi de yönetici sınıf. Şimdi yüzyıllardır böylesi bir katliam yapmamış halkların arasında kan denizi var! Dünyada başka halklar da var mıdır sizce bu duruma getirilen? Kutup ayıları ve diğer arktik canlılarda dünyanın ısısındaki değişme ile orantılı üreme bozuklukları ortaya çıktığı gözlenmekte. Örneğin kutup ayıları arasında Hermafrodit, yani penisle doğmuş dişiler çok sıklıkla görülüyor. Hermafroditler aynı zamanda üreyemiyor. Hermafrodit demişken, Baramundi adındaki bir balıktan basedelim. Bu balık yaşamının ilk 4 yılını erkek geriye kalan bölümünü de dişi olarak geçirir. Yani çift cinsiyetli. Dünyanın dengesinin bozulması ile sanayii toplumu ve endüstrileşmenin ilintisini söylememize gerek yok sanırım! Şimdi düşünce ve bilgi gezimizde uzaklara gidelim. Gerçi düşüncede uzak kavramı nedir ki? Zaten herşey omuzumuzun üstünde gerçekleşiyor! İnkalar, Güney Amerika’nın yerli halklarının atalarıdırlar. Bugün Peru, Şili ve birçok Güney Amerika ülkeAborjin sanatçÝ Munganbasinde Maya ve İnkaların torunları yaşıyor. Bugün Pe- na’nÝn Baramundi balÝk tasviri! ru’da yaşayan İnkaların torunları tarafından yapılan Kondor Festivali’nde (Kutsal Akbaba) , İspanyolları temsil eden bir boğa ve onun üzerine bindirilmiş bir akbaba sokaklarda yürütülüyor. Sonra akbaba serbest bırakılıyor. İlginç olan, bu törende boğa İspanyolları akbaba da İnkaları temsil ediyor. Halen var olduklarını ve sömürgecilere direndiklerini simgeliyor! Peki bütün bu küçük ayrıntılar ya da şurdan burdan hepimizin duymuş olabileceği bilgilerin bizi götüreceği yer ve durum neresidir? Epistomoloji, yani bilginin bilimi, son yüz yılda inanılmaz bir yükle karşılaştı. İnsanlık son 100 yıl içinde, geçen bin yıllardan çok daha yoğun ve hızlı bir biçimde bilimsel teknolojik bir gelişme sergiledi. Yani günümüz insanı geçen bin yılların insanı ile karşılaştırÝldÝğında inanılmaz bilgi yükü ve tüketimi ile başbaşa. Aslında kapitalizm sayesinde korkunç bir yabancılaşİnkalarÝn sombolü Condor! ma, yanısıra yozlaşma yaşıyor insanlık. Üretici güçlerin gelişmesi doğanın tahribatı ile doğru orantılı! İletişim teknolojisi, bilgisayarlar insanların gerçek anlamda birbirleri ile iletişim kurmalarını aslında engelliyor. Manipüle edilmiş bilginin konsüme edilip tüketildiği ya da satıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bilginin satışa sunulması onun ambalajlanması da demek oluyor. Bilgiyi her sınıf kendi gücünce alabiliyor! Böylece kapitalist anlamda manipüle edilmiş bilgi, hem satılıyor hem de içeriği kullanıcıya göre değiştirilebiliyor. Bu noktada hangi bilgiyi niçin ve nasıl alıp kullanacağına karar verebilmek özel bir önem taşıyor. İngilizler, II. Dünya Savaşı’nda askerlerin tüfeklerini sudan korumak için kondom kullanmalarına izin vermişlerdir. Ama bir şartla: İngiltere de üretilen en büyük boy kondom olmalıydı ve üzerinde “small” (küçük) yazmalıydı. Bu dezenformasyon (çarpıtılmış bilgi) aslında psikolojik savaşın (Almanlara karşı) bir yönüdür. Ama günümüzde hangi bilginin kim tarafından ortaya konulduğu veya bilimsellik, “görelileşme” ve insanların kendi durumlarına uygun seçiciliği gösterip göstermeme konusunda karmaşa içindedir. Bu ayki yazımızda beyinde küçük sıçramalarla “yamalı bir bohça” gibi karşınıza çıktık. İnkalarÝn tanrÝ kabartmasÝ! Amacımız her türlü ayrıntı ve bilginin kendi paradigmalarımıza uygun bir biçimde ele alınıp alınmadığını sorgulamaktı. Bir mentalite (düşünüş biçimi), aynı zamanda üzerinde şekillendiği sınıf yapısı, bilgi zemini ile rengini belli eder. Bilgi, kimsenin malı değildir ve satılmamalıdır. Geleceğe ilişkin daha farklı bir toplum yaratmak istiyen insan güçleri, kendi insan kaynaklarını organize etmeyi ve bilginin kullanımındaki önemi öğrenmelidir. Bilginin satÝlmamasÝ ilkesi kadar, kullanÝmÝndaki etiğe dikkat etmek de önemlidir. Düşünüş biçimimizi, bilgiyi paylaşÝm kuramÝna göre oluşturmalÝyÝz. Üretmek ve paylaşmak. İşte yine bize yabancÝ olmayan iki kavram...


Yaflanacak

N

S

A

N

Sokak

11 Dünya Kimyasal atÝk çöplüğünde bir hayat ·

T

O

P

L

U

RöportajlarÝ

n Zehirlerin ortas›nda oluflmufl gecekondularda tahminen 3-6 bin insan yafl›yor flu anda... Zehir içinde yaşam

Fransa’da sokaktan geçen insanlara üç soru yönelttik. 1- Yaşanan sosyal hak gasplarÝ hayatÝnÝzda ne gibi değişiklikler yarattÝ. 2- İşyerlerinin kapanmasÝ yaşamÝnÝzÝ nasÝl etkiliyor? 3- Ekonomik yÝkÝm insanlarÝn psikolojisini nasÝl etkiliyor

Ahmet (Market ÇalÝşanÝ): Benim 8 çocuğum var. Frank döneminde 400 frank (yaklaşÝk 61 euro) ile bir alÝş veriş arabasÝ dolduruyorduk. Zaten Lidl, Aldi gibi mağazalardan alÝşveriş yapabiliyoruz. Diğerlerine korkudan gidemiyoruz ama şimdi aynÝ arabayÝ 150 euro’ya ancak doldurabiliyoruz. Benim tahminim, 2002 yÝlÝnda Frank’tan Euro’ya geçişte yüzde 70 bir enflasyon oldu. Hatta yüzde 100 oldu diyebilirim. Ama buna karşÝn aylÝklarda bir değişiklik olmadÝ. Gerçekten içinden çÝkÝlmaz bir hale geldi Avrupa. *** Ahmet: Gerçekten şu anda tasarruf yapamÝyor kimse. Sadece geçinmeye çalÝşÝyorlar. AçÝk konuşmak lazÝm, hem çalÝşÝp hem de devletten biraz para alma gayreti içindeler. Ben 15 yÝldÝr buradayÝm. Bunun 9 yÝlÝnÝ din görevlesi olarak geçirdim. Avrupa genelinde 5 bin işyerinin kapandÝğÝnÝ duydum. *** Ahmet: Geçenlerde eşimi doktora götürdüm. Doktorlar, “Gerçekten şu anda yabancÝlarda çok büyük bir psikolojik rahatsÝzlÝk var” diyor. “Gelen hastalarÝmÝn yüzde 90’Ý yabancÝ” olduğunu söylüyor. Bu da geçim sÝkÝntÝsÝndan kaynaklanÝyor. Ben mesela üç odalÝ bir

apartman dairesinde kalÝyorum. 610 euro kira ödüyorum, yani aldÝğÝm aylÝğÝn yarÝsÝ kiraya gidiyor. Bunun yanÝnda elektrik, telefon, sigorta, araba yakÝtÝ vb. var. Bir hesap yapÝyorum, aylÝğÝm yetmediği gibi, akrabalarÝmdan para dileniyorum. Yani bir nevi dilencilik yapÝyoruz. Sokaklara bakÝyorsunuz, gençler işsiz, kadÝnlar işsiz, sürekli kavgalar oluyor. BunlarÝn sebebi insanlarÝn kafasÝndaki problemlerden kaynaklanÝyor. “Ben memleketi bÝraktÝm geldim ama burada birşey yapamÝyorum, zor geçiniyorum” diye düşünüyor. Geçinebiliyorsa bile, benim gibi gidip akrabalarÝndan dilencilik yapÝyor. Hüseyin (Restoran Sahibi): Para kazanamÝyoruz. Domates 3 euro, patlÝcan 4 euro. Zaten düşük fiyatlarla satÝş yapÝyoruz. Daha önceden birbirimize gidip geliyorduk. Sorunlar büyüdükçe bu azaldÝ. Sokakta insanlar kendi kendine konuşmaya başladÝ. FransÝzlar’da dahil buna. İnsanlarda genel anlamda bir değişim var. Önceleri insanlar parayla oynuyordu, bir cafe’ye gittiğimizde tanÝdÝk bütün insanlara kahve ÝsmarlÝyorduk ama şimdi içimizden “kimse gelmesin” diyoruz. İnsanlar sürekli sektör değiştiriyor. Önceden yüzde 70 kon-

Renkler bizi nasıl etkiliyor? Kahverenngi Kahverengi teklifsiz, rahat bir renk olarak kabul edilir. Karşınızdakinin kendini resmiyetten uzak daha rahat hissetmesini ve açılmasını sağlar. Tüm ünlüleri rahatlıkla konuşturmasıyla tanınan, ünlü televizyoncu Larry King de programında her seferinde kahverengi kravat ve ceket giyiyor. Gazetecilere de röportajlarında kahverengi giymeleri tavsiye ediliyor.

Yeşil alanlarda insanların daha az mide ağrısı çektikleri tespit edilmiş. Sakız paketlerinde ve sebze satılan yerlerde de en tercih edilen renktir.

Siyah Hırsın da bir ifadesi olan siyah, gücü ve tutkuyu temsil eder. Siyah, genellikle matemi simgelerken, Japonya’da mut-

feksiyondu, şimdi bunun yerini restoranlar ve cafeler aldÝ. ÇalÝşma hayatÝ da çok zor. Burada robot gibi çalÝşÝyoruz, sosyal hiçbir yaşantÝmÝz yok. Buradaki sistem seni sömürüyor. Selçuk Mersin (Esnaf): Daha önce sabahtan akşama kadar hiç boş kalmazdÝk. Şimdi bÝrakÝn dükkanÝ, sokakta dahi kimse yok. Bu krizden yani euroya geçişten kaynaklÝ. Çevremdeki herkes bu durumdan şikayetçi. “Hiçbir şey alÝnmÝyor, her şey çok pahalÝ. Fransa öldü, eski Fransa değil” şeklinde şeyler söylüyorlar. İnsanlar sürekli hayatlarÝndan ödün veriyor, istedikleri gibi yaşayamÝyorlar. Avrupa’da çalÝşma koşullarÝ kötü, çok fazla çalÝşmak zorunda kalÝyorsun. Bu bölgede esnaflarÝn hepsi aynÝ sorunu yaşÝyor. Yani ağladÝğÝ zaman hepsi birlikte ağlÝyor. Bir işçi: 24 senedir Fransa’dayÝm. Euroya geçtikten sonra, insanlar farkÝna varmadÝ durumun ve rahat rahat harcama yaptÝlar. Ama beş altÝ ay sonra, insanlar baktÝki hep cepten yiyorlar. Bunu daha sonra farketmeye başladÝlar. Önceden 100 frank’la gelen insanlar, alÝşverişle birlikte, para üstüde alÝyordu. Ama şimdi 20 euro yetmiyor bile.

*** Agenda 2010’a karşÝ başlatÝlan kampanya kapsamÝnda, 15 Ocak’ta bir söyleşi yapÝldÝ. Söyleşiye, Pazartesi Eylemleri Platformu adÝna Bernd Weber

Mor, nevrotik duyguları açığa çıkardığı, insanları bilinç altında korkuttuğu tespit edilen bir renk.

SarÝ

luluğu simgeler. Fonda kullanıldığında karamsarlığı çağrıştırır. Işığı yok eder. Konsantrasyonu en çok sağlayan renktir.

Mavi Freud, maviyi “sakin” diye niteler. Faber Birren ise tansiyonu düşürdüğünü söyler.

Sarı, geçiciliğin ve dikkati çekiciliğin ifadesidir. O yüzden tüm dünyada taksiler sarıdır. O yüzden dünyada hiçbir banka, ambleminde sarıyı kullanmaz. Paranın geçici değil, kalıcı olmasını isterler.

Lacivert Mavi ve özellikle lacivert kozmik bir renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi ve verimliliği çağrıştırır. O yüzden dünyadaki firmaların yarısından fazlası logolarında maviyi kullanırlar.

Yaşamevi etkinliklerinden Devrimci önderler Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht, ölüm yÝldönümlerinde anÝldÝ. 9 Ocak’ta Berlin’de yapÝlan yürüyüşte, Yaşamevi de pankartÝ ve flamalarÝyla yer aldÝ. Yürüyüş, binlerce kÝrmÝzÝ karanfille kaplÝ anÝt mezarÝn ziyaret edilmesi ve saygÝ duruşuyla son buldu.

Mor

Pembe giyenlere, hizmetlerinden dolayı ödeme yaparken kendimizi daha rahat hissettiğimiz tespit edilmiş.

Kırmızı, iştah açar. O yüzden dünyadaki gıda firmalarının hepsinin logosu kırmızıdır; Cola Cola, Pizza Hut, McDonald’s, Ülker, Burger King... bu listeyi uzatabilirsiniz. Kırmızı tansiyonu yükseltir ve kan akışını hızlandırır.

Tabiatı en çok hatırlatan renktir. Güven verir, yaratıcılığı körükler. Bankaların logolarında en çok tercih ettikleri iki renkten biridir. Hastahaneler de logo ve iç dizaynlarında rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisi olan yeşili tercih eder.

20 bin ton kimyasal atÝk Arnavutluk’un en büyük limanı olan Dıra’ya yalnızca bir kaç kilometre mesafedeki Porto Romano’da şimdi kapanmış olan bir eski fabrika var. Bu yıllarda deri renklendirme işi yapan bir fabrika. Fabrikanın terkedilmiş binasını çevreleyen bataklık alanda şu anda toprağa karışmış tam 20 bin ton kimyasal atık yatıyor. Bu alanı kaplayan kimyasal atıkların en tehlikelisi de, sinir sistemini etkilediği için bir çok ülkede yasaklanmış olan bir bö-

Pembe

KÝrmÝzÝ

Yeşil

Güneşli bir cumartesi sabahıydı. Güne, sert ve çok şekerli bir kahveyle başladım. Aslında bana kalsa birkaç fincan daha içebilirdim ama Arnavut arkadaşım İlir, “Hadi, ancak gideriz" dedi. Porto Romano’ya gidiyorduk birlikte. Burası Adriyatik Denizi kıyısında, şahane manzarası olan bir kıyı köyü. Ama aynı zamanda, yeryüzünün en zehirli noktalarından biri.

Kansas Üniversitesi Sanat Müzesi’nde bir araştırma için halının altını elektronik bir sistemle donatmışlar. Duvar rengini beyaz ve kahverengi olarak değişebilir yapmışlar. Arka fon beyaz kullanıldığında, insanlar müzede yavaş hareket etmiş, daha uzun süre kalıp, daha fazla alanda dolaşmışlar. Arka fon kahverengiye döndüğünde ise, insanlar müzede çok daha hızlı hareket edip, daha az alan dolaşmış ve müzeyi çok daha kısa sürede terk etmişler. Renklerin insanlar üzerindeki yadsınamaz etkisini fark eden şirketler bunu iş yaşamında sıklıkla kullanıyorlar.

Araplar ise mavi taşların kanın akışını yavaşlattığına inanırlar. Amerika’da bir ilkokulun duvarlarını beyaz ve portakal renginden maviye çevirmişler, çocukların yaramazlıklarının azaldığını tespit edilmiş.

ve Yaşamevi adÝna Serpil Güner katÝldÝ. Weber, Hartz IV’ün yaşamÝmÝzÝ nasÝl etkilediğini anlatÝrken, Güner de konuyu AB politikalarÝ ve emperyalizmin yönelimleri kapsamÝnda ele aldÝ. *** Cem Günhan, 16 Ocak’ta Yaşamevi’nde “Düşlerden Kesitler” isimli sergisini açtÝ. AçÝlÝş, keman dinletisiyle başladÝ. YanÝk fotoğraf kağÝtlarÝ üzerinde kesikler ve yağlÝ boya ile motifler çalÝşan Günhan’Ýn sergisi ilgiyle izlendi. Sergi, 16 Şubat’a kadar izlenebilir.

M

cek ilacı. Birleşmiş Milletler uzmanları üçyıl önce burada incelemeler yaptılar ve köyle çevresindeki kuyuların sularında, Avrupa içme suyu standartlarında kabul edilen düzeyin 4 bin misli zehirli klorobenzin maddesi bulunduğunu saptadılar. ArkadaşÝm İlir Keşa, bana eşlik ediyor. Garip bir renk almış toprak zeminde, sarı su birikintilerinin üzerinden atlayarak yürümeye başladığımızda, “Sakın bir şeye dokunmayın, çantalarınızı da yere koymayın” diyor. Kimyasal atıkları yerde açılan su geçirmez çukurlara doldurmayı planlıyorlarmış. Ama sorun bitmiyor çünkü zehirli maddeler çevredeki topraklara ve sulara da sızmış durumda. Porto Romano’nun bu kadar büyük bir sorun olmasının çok basit bir nedeni var. Bu zehirlerin ortasında ve çevresinde oluşmuş gecekondularda tahminen üç bin ile altı bin insan yaşıyor şu anda.

Komünist yönetim döneminde bu bölge yerleşime kapalıymış. Fakat daha sonra Arnavutluk’un kuzeyinden daha iyi bir yaşam düzeyi ve iş olanakları rüyasıyla kıyı şeridine göçeden insanlar buralara yerleşivermiş. Hatta inanması çok güç ama altı aile, bizzat terkedilmiş fabrikanın bahçesinde yaşıyor. Zehirin içinde! Kimyasal atıkların bulaştığı taş, tuğla ve diğer eski malzemeyi kullanarak inşa etmişler derme çatma gecekondularını. Yirmi bin ton zehirli atığın üzerinde, tavuklarını, koyunlarını besleyip, sebzelerini de yetiştiriyorlar.

Vera Krasil iki, ailesiyle birlikte eskiden fabrikaya ait olan bir barakada yaşıyor 10 yıldır. 10 yaşındaki kızının cildinde kırmızı alerji lekeleri, oğlunun yüzünde uçuklar var. Kimyasal atıkların daha etkili olduğu iç organlarının duru-

munu ise bilemiyoruz. Vera, ailenin öyküsünü anlatırken, yüzünde bezgin bir ifade var. Binlerce Arnavut gibi, hayatları boyunca biriktirdikleri herşeyi doksanlı yıllarda piramit diye adlandırılan saadet zincirlerine kaptırmışlar. Vera, “Dıraç’daki evimizi bile kaybettik. Sokakta kaldık. Burada arazi parasız diye gelip yerleştik” diye tamamlıyor öyküyü. Porto Romano ve çevresini zehirli atıklardan temizleme işi başlamak üzere şu sıralarda. Arnavutluk Çevre Bakanı’yla da görüştüm. Bana Porto Romano’nun öncelik listesinin en başında olduğunu söyledi. Fakat, Porto Romano’nun temizliği yapılırken, hem kim-

yasal atıkların daha geniş bir çevreye yayılmamasına dikkat etmek hem de bu işte çalışan insanları atıkların etkisinden korumak gerekecek. Kaynak: BBC Lucy Ash-BBC muhabiri

Her şey yeterli olsun n “Birbirlerine sar›ld›lar ve baba, `herfley yeterli olsun’ dedi...” Geçtiğimiz günlerde, havaalanında bir baba ile kızının son dakikalarda aralarında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum. Kızın bineceği uçağın kalkmak üzere olduğu anons edilmişti. Güvenlik kapısının yanında duruyorlardı. Birbirlerine sarıldılar ve baba, “Seni seviyorum. Her şey yeterli olsun,” dedi. Kız, “Baba, birlikte geçirdiğimiz günler gereğinden fazla güzeldi. Sevgin, ihtiyacım olan tek şey. Ben de senin için her şeyin yeterli olmasını diliyorum, baba”, diye karşılık verdi. Birbirlerini öptüler ve kız ayrıldı. Baba, yanında oturduğum pencereye doğru yürüdü. Ağlamak istediğini ve buna ihtiyacı olduğunu görebiliyordum. Özel konulara girmemeye çalıştım. Ama o, “Birine sonsuza kadar ayrı kalacağınızı bile bile hoşça kal dediniz mi hiç?” diye sorarak adeta beni sohbete davet etti. “Evet, dedim” diye yanıtla-

n “‘Bu, eski nesillerden kalma bir dilektir’ deyip, anlam›n› aç›klad›.”

dım. Bunu söylemek, beni anılara, benim için yaptıklarından ötürü babama duyduğum sevgiyi ve minneti ifade etmeye çalıştığım anlara götürdü. Zamanının sınırlı olduğunu bildiğimden, benim için ne kadar önemli olduğunu yüzüne söylemek için özel zaman ayırmıştım. Dolayısıyla, bu adamın neler hissettiğini anlıyordum. “Sorduğum için bağışlayın; ama neden bu sonsuza kadar sürecek bir veda?” diye sordum. “Ben yaşlıyım; o da çok uzakta yaşıyor. Önümde bazı ciddi mücadeleler var. Gerçek şu ki, onun buraya bir sonraki gelişi cenazem için olacak”, dedi. “Veda ederken, ‘her şey yeterli olsun’ dediğinizi duydum. Bunun ne anlama geldiğini sorabilir miyim?” Gülümsemeye başladı “Eski nesillerden kalma bir dilek. Annem ve babam, bunu herkese söylerlerdi.” Bir an duraksadı; sanki daha detaylı olarak hatırlamak istermiş gibi baktı; koca-

man gülümsedi. “‘Her şey yeterli olsun’ dediğimizde, karşımızdaki kişinin onu ayakta tutmaya yetecek kadar güzelliklerle dolu bir yaşam sürmesini dileriz,” diye devam etti ve bana dönerek şu dizeleri ezbere okudu: “Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum. Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum. Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algÝlanmasına yetecek kadar acı diliyorum. İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum. Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar kayıp diliyorum. Son ‘elveda’ yı atlatmana yetecek kadar ‘merhaba’ diliyorum.” Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve yürüdü gitti...

Beyaz Beyaz, istikrarı, devamlılığı ve temizliği simgeler. Beyaz elbiseler sizin temiz olduğunuz imajını verir.

Köln Yaflamevi

TV - DVD - HIFI - SAT - PC - TELEFON - HAUSHALTSGERÄTE

fiubat ay› etkinlik program› 6 Şubat 2005 Pazar Çocuklar için film ve oyunlar Saat: 14.00

19 Şubat 2005 Cumartesi KadÝnlarla toplantÝ (8 Mart hazÝrlÝk)

Telsiz telefon ab 19 ¶ 70 cm Tv ab 179 ¶

Saat: 14.00

Digital Rec ab 59 ¶ 18 Şubat 2005 Cuma Türkü AkşamÝ Saat: 19.00

26 Şubat 2005 Cumartesi Gezi: Eldehaus ziyareti. Saat: 13.00

100 cm Ant. 24 ¶ 128 mb MP3 34 ¶

27 Şubat 2004 Pazar KahvaltÝ Saat: 11.00 Üye toplantÝsÝ Saat: 13.00 Wallstr. 110 • 51063 Mülheim Köln Tel.: 0 221 - 96 46 10911

Frankfurterstr. 33 • 51065 Köln-Mülheim Tel.: 0221 - 823 47 91


Dünya Yaflanacak

Dünyay› istiyoruz, k›r›nt› de¤il !..

İki tartışmanın gerisinde duranlar

Türkiye’den mektup var

n Org. K›l›ç’›n borç skandal›n›n a盤a ç›kmas› tesadüf de¤il, yeniden yap›land›rman›n bir aya¤›d›r.

Özel Kuvvetler Komutanlığı Binası inşaatındaki yolsuzluk haberi günlerce gazetelerde işlendi. Yolsuzluğun baş aktörü ise MGK Sekreteri Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’tı. Yolsuzluk iddiasıyla tutuklu yargılanan müteahhit Ali Osman Özmen, savcılık ifadesinde, Orgeneral Tuncer Kılınç’a 150 bin dolar borç verdiğini açıklamış, “Borcu tutanakla aldı. Mal beyanına koyacaktı. Evini satıp ödeyecekti.” dedi. 150 bin dolarlık borç birkaç gün manşetleri süsledi. Borç manşeti bir hafta sonra yerini, Rusya gezisine çıkan Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a gezi sırasında hediye edi-

len gerdanlık ve halıya bıraktı.

Ayıklama operasyonu Orgeneral Kılınç vakası, ordunun kendisinin iç işleyişi, konumlanışı, onun varlık nedenlerinden soyutlanıp “borç muydu, değil miydi” tartışmasına çevrildi. Mesele Kılınç’ın şahsına kilitlense de orduya dönük yeni bir sürecin başladığının göstergelerinden biri oldu. Bugüne kadar, ordu hakkında Türkiye’de her hangi bir açıklamada bulunulmazdı. Ona dair yazı yazılmazdı. Onun bir yolsuzlukla bağlantısı açığa vurulmazdı. Orduya dair ayrıntı-

lar, bu ülkenin dokunulmaz yanlarından biriydi. Aynı zamanda bu dokunulmazlık, kitlelerin bilincinde korkuya dayalı “sevgi ve güvene” dönüşmüş. Bu zemin son dönemdeki gelişmelerle yavaş yavaş aşınmaya başladı. Son 5-6 ay içerisinde MGK’da AB’ye uyum çerçevesinde orduya dönük kimi değişiklikler gerçekleştirildi. AB’ye uyumun ötesinde, devletin diğer kurumlarındaki tıkanma ve bunun yeniden yapılandırmasına duyulan ihtiyaç, ordu içinde gerekliydi. Korumak ve kollamakla yükümlü olduğu sermayenin ihtiyaçlarına yanıt vermek konusunda diğer kurumsal yapılarda

olduğu gibi, ordu ayağında da bir sıkıntı vardı. Bu iç ayrıntıların arka planda işlediği bir dönemde, Kılınç’ın 150 bin dolarlık borç meselesinin açığa çıkması ise tesadüf değil, yeniden yapılandırmanın bir ayağıydı. Yeniden imaj tazelenirken “kötü”lerin ayıklandığının ilk sinyali Kılınç olayıyla kitlelere sunuldu. Tartışmayla yaratılan “şeffaflaşma” havasının aksine ordu; katliamcılÝğÝndan ve gerisinde

duran tarihten bir şey kaybetmemiştir. Sermayenin dönemsel ihtiyaçları çerçevesinde daha çevik, kıvrak bir yapıya kavuşturulmak istenmektedir.

Dönemsel iki adım Aynı yöntem Rusya’ya Erdoğan’ın gezisiyle başlayan hediye tartışmasında ortaya çıktı. Hediyenin fiyatı, vereni, biçimi, kalitesi derken, Rusya gezisinin dönemsel anlamı, Türkiye AB ve ABD ilişkilerindeki dengeler ve bunun Rusya ile bağlantısının ne olduğu kaynayıp gitti. Her iki olayın bizlere yansıyış biçimindeki ortak noktalar, sadece zamanı ve tartışma yöntemleri değildi. İki olayın gerisinde duran, sermayenin dönemsel iki adımıydı aynı zamanda. Birincisinde, ordusunun yeniden modernizasyonunda geçmiş pisliğini yavaş yavaş dışa kusmaya başladı. İkincisinde ise, emperyalist güç odakları arasındaki dengelere oynayan sermayenin bölgesel konumunu güçlendirme manevrası olma özelliğini okuyoruz.

Sarsılan yer değil, toplumsal değerlerimiz Dünya dört yÝldÝr; depremler, sel felaketleri, tusinamilerle sarsılıyor. Yılbaşına 5 kala Güney Asya’da bu sarsıntıların en büyüğünü yaşadı insanlık. Güney Asya’da yaşanan katliamın ardından bölgeye yapılacak yardımlar gündeme oturdu. “Hangi kurum ya da hangi ülke ne kadar para gönderdi?” tartışmaları bu gündemin ayaklarından biriydi. Türkiye de bu gündemde deprem yaşayan bir ülke olarak yerini aldı. Güney Asya için düzenlenen yardım amaçlı etkinliklere dönük halkın ilgisinin olmadığı, bu konuda bir duyarsızlaşmanın yaşandığının altı çizildi. İşin özü, “yardımı” gerçekleştirmesi gereken devletlerin kendisinden çok Türkiye ve diğer ülkelerde de işçi ve emekçilerine odaklandırıldı. Buradaki asıl niyet elbette, duyarsızlaşmanın nedenleri ya da bunun toplumsal dinamiklerini irdelemeden çok, devletlerin oynaması gereken rolün halkın sırtına yıkılmasıydı.

Yaşanan travma Türkiye’de 17 Ağustos 1999’dan sonra, deprem uzun

süre işçi ve emekçilerin gündemindeydi. Depremde kaybedilen 45 bin insan, geride kalanların yaşadıkları yoksullaşma, yoksunlaşma ve acılarla dolu günleri işçi ve emekçiler hala yaşamlarında ve belleklerinde taşıyor. Yaşanan depremler, sel felaketleri vb. için Türkiye’de yardım konserleri, banka hesapları, Kızılay yardımları, kurban derisi, Ramazan yardımları gibi sayısız kampanya örgütlendi. Birçok kampanyanın ardından da toplanan yardımların ve paraların nasıl iç edildiğine dair skandallar ortaya çıktı.

nüşmesi), komplolar, savaşlar ve sosyal yıkım yasalarıyla halklara onursuzca bir yaşamın da-

yatıldığı günümüzde duyarsızlaşma, yaşanılan bu saldırıların sonucu olarak ortaya çıkıyor.

DuyarsÝzlaşma Bu durum, kitlelerin bilincinde benzer organizasyon ve etkinliklere karşı bir güvensizlik zemini yarattı. Diğer taraftan ise bu, kendi başına halkın duyarsızlaşması ve yabancılaşmasını açıklamaya yetmiyor. Her türlü insani değerin yokedilmeye çalışıldığı, emperyalist yoz kültürün dayatıldığı, işgallerin, depremlerin, tsunamilerin (doğa olaylarının kapitalist sistemde gerekli önlemlerin alınmamasıyla bir katliama dö-

Travmaya göğüs germek

kadar derindir. CHP, sistemi yeniden üretme krizi yafl›yor.

Yine hÝr-gür, kavga, yumruk, demir çubuk, havalarda uçuşan sandalye ve şişeler 13. CHP olağanüstü kurultayÝnÝn bilinen manzarasÝydÝ. Olaylarla birlikte, çevik kuvvet salonun manzarasÝnÝ tamamlayanlardan oldu. CHP’deki gelişmeler sadece şahÝslarÝn koltuk kavgasÝ ile açÝklanamayacak kadar derin-

dir. Sistemi yeniden üretme krizi CHP’de su yüzüne çÝktÝ. Devletin yapÝsÝ ve işleyişi, sistemin ihiyaçlarÝ temelinde yeniden düzenlenirken, CHP bu ihtiyaçlara yanÝt vermekten uzak kaldÝ. Sermayenin liberal kanadÝnÝn, vitrinde görmek istediği hükümet tablosuna, CHP kendi iç yapÝsÝ dolayÝsÝyla da uyum sağlayacak bütünlük-

n CHP’nin düfltü¤ü bu haller, izledi¤i çizginin do¤al sonuçlar› olarak ortaya ç›kt›. Yaflad›klar›, yapt›klar› karfl›s›nda az bile...

ten uzak düştü. Her şeyden önce, sisteme entegrasyon kapsamÝnda, kendi sosyal tabanÝ üzerindeki etkisini kaybetti. Kitleleri sistemle buluşturacak cazibesini yitiren CHP, seçim performanslarÝyla birlikte de demlenmeye alÝndÝ. Fakat kaynama noktalarÝnda ortaya çÝkan kabarcÝklar, tav durumuna geçmenin önünü belli bir süre daha keseceğe benziyor. TÝkanmanÝn yarattÝğÝ bunalÝm CHP içerisinde farklÝ arayÝşlarÝn önünü açtÝ. Sürekli kendini “yeni” diye pazarlayan oluşumlar çÝktÝ. Belli bir popüleritesi olan insanlar, bu oluşumlar içerisinden sivrilip “Baykal’Ýn altarnatifi” konumuna büründüler. Özünde birbirlerinden farkÝ olmayan bu tipler, birbirlerinin yerine göz diktiler. Gelsin disiplin kurullarÝ, ayak oyunlarÝ, birbirlerinin kirli çamaşÝrlarÝnÝ ortaya sermeleri. Ayak kaydÝrma girişimleri, insanÝn midesini bulandÝran

bin bir türlü ilişki biçimleri.

Sistem partisi CHP’nin yaşadÝğÝ bunalÝm, hadi denildiğinde içinden çÝkamayacaklarÝ kadar yoğun yaşanÝyor. CHP cephesinde yaşananlar sistemin yapÝsÝ ve iç ilişkileri açÝsÝndan da bir örnektir. Sermayenin ilişkileri ve iktidar yapÝsÝ liberallerin (AB yanlÝlarÝ) kontrolü altÝnda. CHP içerisinde ise farklÝ sermaye gruplarÝ ve kanatlarÝn iktidar kavgasÝ devam ediyor. Parti içerisindeki Baykal kliği, öncekilerde olduğu gibi şimdi de kendini geçici olarak sağlama aldÝ. Muhaliflerini bastÝrÝp safdÝşÝ bÝrakma konusunda madalyayÝ hakediyor. Bugüne kadar kendinden olmayanÝ her türlü yöntemi kullanarak kontrol altÝnda tutmayÝ başardÝ. Fakat görücüye çÝkartÝlacak yeni isimler bulunduğunda, veya ortada bulunan simalar konumlarÝnÝ ve yaslandÝklarÝ

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için en önemli adÝmÝ attÝğÝ 17 AralÝk’tan bir gün önce, Tokat’Ýn Turhal ilçesinde Tamer Gökçek aşağÝda anlattÝklarÝnÝ yaşÝyor: 16.12.2004 Saat 09:35 Tokat Sigara FabrikasÝ önü… Görevli trafik polis memuru, Turhal’dan, Tokat’a seyir halindeki aracÝ durduruyor, egzoz emisyon pulunun süresinin geçtiğini hatÝrlatÝyor. Orada hazÝr bulunan araca gidilip, egzoz muayenesi yaptÝrmamÝz gerektiğini söylüyor ve ruhsatÝmÝzÝ veriyoruz. Buraya kadar her şey normal gibi... Araçtaki memurlar, Çevre Koruma VakfÝ’na ait 12 milyon liralÝk fatura kesip, emisyon pulunu veriyorlar. Emisyon ölçümünün yapÝlmasÝnÝ bir tarafa bÝrakÝn, aracÝn rengine bile bakÝlmadan, emisyon pulunu alÝyoruz! Bizi durduran polis memuruna, “Egzoz ölçümü yapÝlmadan bu belge nasÝl verilebiliyor?" sorumuza, gayet laubali cevaplar aldÝktan sonra, emisyon kontrol aracÝndan çÝkan memur hakaretler yağdÝrÝyor. Hatta oldukça ağÝr küfürler ediyor. Polis buna sadece seyirci kalÝyor. Bunun üzerine, 155 Polis İmdat’Ý arayÝp, bir ekip istiyoruz. Ekip geliyor, memurdan şikayetçi olduğumuzu söylüyoruz, önce hastane’ye, muayenemiz yapÝldÝktan sonra da ifadelerimiz alÝnmak üzere, KarşÝyaka Karakolu’na götürülüyoruz. Saat 10:15 - Şikayetçi olarak gittiğimiz karakolda, bizi durduran polis memuru dahil nasÝlsa orada ve üstü kapalÝ tehditler başlÝyor, konu devlet memuruna muhalefete kadar gidiyor. Karakol amiri olan başkomiser, oldukça sert üslupla ve yüksek sesle, soğuktan montumun cebinde olan ellerimi çÝkarmamÝ emrediyor! Neredeyse dayak yiyeceğiz, az kalÝyor.

Toplumsal belleğin, dayanışma ve örgütlenmenin, insani bir dizi ihtiyacın insan cephesinden giderek anlamını yitirmesi, tüm yaşananların üzerinde duran travmanın kendisidir. Bu travmayla, yanı başında işçi arkadaşının işten atılmasına, özelleştirme kapsamına alınan işyerlerini işgal eden SEKA işçisinin eylemine karşı “kayıtsızlık”, SSK’nın tasfiyesinin sadece SSK çalışanlarının ve ona bağlı emekçilerin sorunu olarak görülmesi, yaşamın doğal parçası haline geliyor. Dayanışma, ortak amaç ve ideale sahip olma fikri ve daha bir dizi değer, kapitalizmin insanlar üzerinde yaratmış olduğu baskılanma ve saldırılarla geriye doğru çözülüyor. Bu nedenledir ki 8.9’luk katliamlarla sarsılan yer ve okyanuslar değil, toplumsal değerlerdir. İnsana ait ne varsa, insandan çalındığı bir dönemdeyiz. Kardeşlik, dostluk, dayanışma, fedakarlık gibi ortak değerleri sahiplenmeliyz. Onu yitirmemek için çaba harcamak, ve geliştirmek, bugün için kaçınılmaz bir ihtiyaçtÝr.

Kurultaydan yansÝyan CHP perişanlÝğÝ n CHP’deki geliflmeler, “koltuk kavgas›” ile aç›klanamayacak

NazÝm Alpman

Tokat Turhal’da AB’lik bir tokat

yeri güçlendirdiklerinde, benzer durumlar kendini tekrar edecektir. Yine sistem, yedekte tuttuğu CHP’yi ihtiyaç duyduğu zaman parlatÝp, kitlelerin karşÝsÝna alternatif olarak dikecektir. Bu yönüyle CHP misyonunu tamamlamÝş değil. Bugün onun oynayabileceği rolü AKP gibileri yerine getirdiği için bu ihtiyaç çok fazla öne çÝkmÝyor. Sistemi bir süre daha idare edecek durumda olan AKP, emekçiler nezdinde teşhir olup yÝprandÝğÝnda, CHP kartÝ ya da yeni alternatifler masaya sürülecektir. Bu eksenli İsmail Cem benzerlerinin Baykal ile flörtü gündeme geldi bile. Baykal’a destek için, kurultaya “tedavi olduğu ABD’den gelen Cem”in davranÝşÝ bunu doğrular niteliktedir.

Daha beter olsun CHP, kuruldugundan beri, takÝndÝğÝ bütün “halkçÝ” mas-

Saat: 10.30 - Çevre sağlÝğÝndan müdire olduğunu söyleyen bir bayan da karakola geliyor. KapÝlar arkasÝndaki uzunca bir konuşmanÝn ardÝndan, bu şikayetimizi devam ettirirsek, fazlaca başÝmÝzÝn ağrÝyacağÝnÝ bile söylüyor, şikayetçi olduğumuz memuru da alÝp, karakoldan çÝkÝyorlar. Saat 12:45 - Daha ne kadar bekleyeceğimizi, yemek yemek istediğimizi söylüyor, bizi savcÝya çÝkarmalarÝnÝ rica ediyoruz. Cevap gayet basit: “Siz gözaltÝndasÝnÝz, dÝşarÝya çÝkmanÝz mümkün değil. SavcÝya çÝkarÝlacaksÝnÝz ama ne zaman olacağÝnÝ bilemeyiz"! Saat 15:50 - Hala karakolda,savcÝlÝğa gidebilmek için birilerinin resmen keyfini bekliyoruz. Devlet memurdan şikayetçi olmak kolay değilmiş. Öğreniyoruz, gözaltÝnda ve aç kalarak! Saat:15:54 - Polis minibüsüyle, şehir merkezinin farklÝ yerlerinde gezdiriliyoruz. Saat 16:15 - Tekrar hastaneye geliyoruz. Muayenemiz yapÝlÝyor. Saat 16:30 - SavcÝ karşÝsÝna çÝkarÝlÝyoruz. “Derdimizi anlatÝrÝz nihayet derken”, polis memuru geliyor ve “serbestsiniz” deniliyor. Oysa bu kadar çileyi, savcÝya şikayet edebilmek için çekmiştik! İfademde gayet net bir şekilde anlatmama rağmen, “siz necisiniz, derdiniz nedir?” bile diyen yok. Tamer Gökçek aslÝnda bir “talihli” olduğunun farkÝnda değil. GözaltÝna alÝndÝktan sonra hiçbir şey yapÝlmadan serbest bÝrakÝlmÝş. *** Ya 1993’te Kulp’taki vatandaşlarÝmÝz gibi gözaltÝna alÝndÝktan sonra kaybolsaydÝ?!. Ailesi iç hukuk yollarÝnÝ tüketmeden Avrupa İnsan HaklarÝ Mahkemesi’ne (AİHM) başvurarak onun kemiklerine ulaşabilme imkanÝ elde etseydi? “Aman canÝm ne acayip fanteziler bunlar” diyebilir miyiz? AB’ye girmek var ama, burasÝ Türkiye buradan çÝkÝş yok! E Posta: nalpman@hotmail.com (N. Alpman’Ýn bu yazÝsÝ. www.sansursuz.com’da da yayÝnlandÝ.)

kesine rağmen, halktan ve emekçilerden yana değil karşÝt bir politika yürüttü. Düştüğü haller izlediği çizginin doğal sonuçlarÝ olarak ortaya çÝkmÝş bulunuyor.

Daha epey bir zaman bu kÝsÝr döngü içerisinde debelenip durmasÝ kaçÝnÝlmaz görünüyor. CHP’nin yaşadÝklarÝ yaptÝklarÝ karşÝsÝnda azdÝr. Daha perişan hallere düşmesini dileriz.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.